ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE REALİSTLER VE REALİZM
Transkript
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE REALİSTLER VE REALİZM
ULUSLARARASI İLİŞKİLERDE REALİSTLER VE REALİZM PARADİGMASI Rövşen İbrahimov Qafqaz Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Baku/Azerbaycan Rovsen@azerimail.net ABSTRACT Being one of the essential paradigma of the international relations science realizm play the role of the basis for important theories and concepts. Moreover this paradigma have taken hegemonic place for decades in practical means and have used as a tool for creating new paradigma by the way of critique and review. The aims of this article is to expose principles of paradigma and concepts of the essential thinkers. This article is recommendated for the students of the international relations and all who interested in this branch. Key words: International relations, realism, power. ÖZET Uluslararası ilişkilerin esas paradigması olarak kabul edilen realizm, bu bilimin esas teorilerin ve yaklaşımların temelini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu paradigma on yıllarca uluslararası politikada hegemon bir yer almış ve eleştirel yaklaşımla diğer paradigmaların oluşmasında esas bir araç gibi kabul edilmiştir. Makalenin amacı realizm paradigmasının temel ilkelerini ve önemli düşünürlerinin görüşlerini ortaya koymaktır. Bu makale uluslararası ilişkiler öğrencileri ve bu alanla ilgilenenlere tavsiye olunur. Anahtar kelimeler: Uluslararası ilişkiler, realizm, güç. 1 GİRİŞ Realizm görüşü uzun tarihsel geçmişe sahiptir. Bu görüş daha M.Ö. 5 bin yılında Yunan tarihçi Thucydidesin eserinde de görmek mümkündür. Aynı yaklaşımla 16. yüzyılda Machiavveli kendi ünlü prens eserini yazmıştır. 17. yy. düşünürlerinden Hobbes’de güç dengesi konusundaki fikirleriyle, realist kabul edebiliriz. Realizmin bir paradigma olarak uluslararası ilişkilerde esasen 20. yüzyılda ortaya çıkmaktadır. Uluslararası ilişkiler bir bilim dalı olarak ilk defa I Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkıyor. Realizm görüşü ise, temelinde ütopist düşünceye bir protesto olarak ortaya çıkıyor. Bu yaklaşım uluslararası ilişkiler biliminde II Dünya Savaşı hemen önce ve özellikle savaştan sonra gelişmeye başlamıştır. E. Carr ve H. Morgenthau’nun katkılarıyla ortaya çıkan bu teorik yaklaşım, daha sonra G. Kennan ve Henry Kissinger gibi uygulayıcılar tarafından dış politikada uygulama yerini bulmuştur ve uzun zaman başat bir yaklaşım olarak kalmıştır. Realizm II D.S. sonrası Anglo-Amerikan ekolünde başat bir paradigma olarak yerini almıştır. Realizmin altın çağı olarak adlandırabileceğimiz bu yıllarda, realizm görüşünün her hangi bir başka paradigma tarafından eleştirilebileceği kimsenin aklına gelemezdi. Realizm bir paradigma olarak uluslararası ilişkiler biliminde kendi görüşünü insanın tabiatına ve uluslararası ortamda bir üst otoritenin yokluğu üzerinde oluşturmaktadır. İnsan tabiatı yaratılıştan beri hiç değişmemiştir ve bugüne dek aynı şekilde kalmıştır. Realist düşünürler farklı yaklaşımlar oluştursalar bile, esasen bu görüş üzerinde hem fikirler. İnsan varlığı bencil bir temele dayanır, insanların karakterinin bu temel özelliği, realizm paradigmanın ortaya koyduğu teorilerin ve politikaların çekirdeğini oluşturmaktadır. Realistlere göre devlet yöneticilerin en önemli vazifesi, insanın karakterinin bu temel özelliğini sürekli olarak kendi kontrolü altında tutmaktır. Realistlere göre siyasi gereksinimler, uluslararası ortamın kaos içinde olmasından gelmektedirler. Devletler içi sitemde, insanlar genellikle hiyerarşik bir siyasi otorite ve kurallar sistemi yoluyla yönetilmektedirler ve bu düzene itaat etmek zorundadırlar. Oysa ki, uluslararası kaotik ortamda böyle bir otoritenin olmaması ve kuralların belirlenmemesi neticesinde, insan tabiatında var olan tüm kötü duygular ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, Schwarzenberger’a göre, insanın egoist tabiatı ve uluslararası ortamındaki anarşi ile karşılıklı etkileşimini dizginlemek için, uluslararası ilişkilerde güç unsurunun önemi artmaktadır. I. TARİHSEL SÜREÇ İÇİNDE REALİZM GÖRÜŞÜNÜN OLUŞUMUNA KATKILARI BULUNAN DÜŞÜNÜRLER A. Thucydides 2 Realizm’in tutabilecek en eski kaynağı Thucydides’in “Tarih’inde”1 Melos Diyalogudur. Bu kitapta M. Ö. 5. yüzyılda Atina ile Sparta arasındaki savaştan söz edilir. Atina, Melos adalarını kendine birleştirmek istiyor. Bu nedenle bu adalara bir elçi gönderir. Elçi vasıtasıyla burada meskunlaşan halka onomata kala, yani yalan ve yapmacıkla kullandıkları bazı güzel sözler, edebi ve asil isimleri söylemeyi bile yasaklamışlardır. Atina yönetimi bu yasağın meşruiyetini Thucydidis’in kitabındaki aşağıdaki sözlerle ifade ediyor: Güçlü, her zaman güçsüz olana ne yapması gerektiğini söyler, güçsüz ise buna boyun eğer. Bunun üzerine Meloslular savaşmağa karar verirler, fakat daha güçlü olan Atinalılara yenilirler.2 Bu kitapta, Thucydides’a, göre, savaşı kaçınılmaz kılan Atina’nın giderek artan gücü ve Spartayı, bürüyen korkudur.3 B. Nicolo Machiavelli 16. yüzyılda Florensiya’da yaşayan ve bir diplomat, tarihçi, teoriysen ve sahne yazarı olan Machiavelli’nin en ünlü yapıtı “Prens”dir. Bu kitapta Machiavelli hükümdara bazı öğütler vermektedir. Ona göre, İnsanı bir şey zorunlu kılmadığımız sürece iyilik yapmaz. Prensin kendi güvenliği için öğrenmesi gereken en önemli sanat ise, savaş sanatıdır. İyi örgütlenmiş devletin mutlaka iyi kanunları ve iyi ordusu olur. İyi ordu olmadan iyi kanunlar olamaz, iyi ordunun olduğu yerde ise iyi kanunlar olmalıdır. Dinde bile, Machiavelli’ye göre, bütün silahlı peygamberler muvaffak olmuşlar, silahsız peygamberler ise yenilmiştir. İnsanlar kişilerin elde ettikleri sonuçlara göre değerlendirilirler, ve bu sonuca getiren vasıtalarla ilgilenmezler. Başarı için tüm vasıtalardan yararlanmak gerekiyor.4 Machiavelli’nin realizm teorisine katkısı, 16. yüzyıl İtalyan sisteminde devletler arasındaki ilişkileri incelediği zaman, hükümdara moral değerlerin devlet ilişkilerinde yer almadığını söylemektedir, her devlet kendi varlığını sürdürmek için çabalamaktadır, bunun için güce sahip olmak gerekir. 5 C. Thomas Hobbes Thomas Hobbes, 17 yüzyılda yaşamış bir İngiliz aydınıdır. Annesi İspanya’nın Yenilmez Armadasının İngiliz Filosunu yenmesi haberi üzerine korkuya kapılarak erken doğum yapmıştır ve böylece Thomas gözlerini dünyaya açmıştır. 1 Kitabın İngiliz Dilinde Tam Adı:” History of the Peloponnesian War”. DONNELLY, Jack, Realism and International Relations,Cambridge University, 2000, s. 23. 3 DOUGHERTY, James,.E. ve PFALTZGRAFF, Jr. Robert, L., Contending Theories of International Relations, Harper Collins Publishers, United Kingtom, 1990, s.90. 4 DONNELLY, Jack, a. g. e., ss. 24-25. 5 DOUGHERTY, James,.E. ve PFALTZGRAFF, Jr. Robert, L., a. g. e. , s. 91. 2 3 Thomas Hobbes’ın siyasi görüşleri o dönemde devam eden İngiliz iç savaşından çok etkilenmiştir. Bizim konumuzla ilgili düşünceleri 1651’de basılan “Leviathan” kitabının 13. bölümünde yer almaktadır. Hobbes’ın bu bölümde ifade ettiği gibi: Zayıf olan güçlünü yok etmek için yeteri kadar güce sahiptir. Bunu ya gizli bazı işler yürüterek ya da başkalarıyla işbirliği yapabilir. Hobbes’un bir diğer düşüncesi: “Eğer biri diğerlerinden daha büyük güce sahipse, bu sosyal düzeni temelinden sarsabilecek bir durumdur. Fırsatları eşit olmayan bu durum ise, anarşi içinde bulunan dünyayı daha da büyük tehlikelerle karşı karşıya getirmektedir. Hobbes’a göre, insanı üç dürtü harekete sevk etmektedir: Rekabet, güvensizlik duygusu ve şan şöhret arzusu. Anarşi ortamında rekabet içindeki insan, diğer insanları daima geçmek ister ve bunu diğerlerinin mal, hayat ve özgürlüğü pahasına da yapacaktır. Anarşi ortamda güvensizlik duygusu insanı tehlikelerden koruyabilecek bir otoritenin olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu durumda, kişi kendi kendini korumak zorundadır. En iyi savunma türü ise saldırıdır. Bu yüzden kişi yaşadığı güvensizlik yüzünden de saldırgan olabilir, bu ise var olan düzeni sarsabilir. İnsan daha üst seviyeye çıkmak için ve şan ve şöhreti elde etmek için diğerleriyle sürekli bir çatışma içindedir. Bu amaca ulaşmak için başkalarını da yok edebilir. İnsanların tabiatında var olan bu dürtüleri bir süper güçle dengelemek mümkündür. Oysa ki, uluslararası ortamda böyle bir güç söz konusu değildir. Dolayısıyla savaş kaçınılmazdır.6 Ç. Reinhold Niebuhr Bir Alman-Amerikalı Protestan din bilimcisi ve sosyal moral öğretmeni olan Niebuhr daha sonra uluslararası ilişkiler alanında realizm paradigmasının oluşmasında büyük bir katkıda bulunan “The Nature and Destiny of Men” kitabını yazmıştır. Missouri eyaletindeki Wright City’de büyüyen ve Alman mülteci Niebuhr’un bu kitabından realizm düşünürlerinden olan Carr ve Morgenthau dan oldukça etkilemişlerdi. Niebuhr, kitabında insanın tabiatı üzerinde bazı değerlendirmeler yapar. Ona göre, insan olması gerekenle, yani kendi metafizik boyutuyla, olanla, yani insan tabiatın var olan günahkar boyutu arasında sürekli bir gerilim süreci yaşanmaktadır. Bu konuda Niebuhr insan tabiatında olanla olması gereken arasındaki önemli bir fark ortaya koymaktadır. Buradan anlaşıldığı gibi, insan tabiatı belli bir yaptırım gücü olmaksızın, kendisi gerçek günahkar boyutuyla karşı karşıya kalmaktadır.7 6 DONNELLY, Jack, a. g. e. , s. 13. Twentieth-Century Political Thinkers, Editörler BENEWİCK Robert ve GREEN Philip, Routledge, 2. Baskı, 1998, s. 185. 7 4 II. ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİMİNDE REALİZM PARADİGMANIN OLUŞUMU VE BUNA KATKIDA BULUNAN DÜŞÜNÜRLER A. 1940-1970 Yılları Arasındaki Gelişmeler İngiltere’deki realistlerden olan George Schwarzenberger, ilk defa 1941’de “Power Politics” kitabını yayımlar. Bu kitapta yazar Realizmin en radikal yönlerini ortaya koyar. Yazara göre, sürekli devam eden karşılıklı şüphecilik ve korku vardır. Bu görüş Hobbes’in görüşleriyle de benzerlik sergilemektedir. Schwarzenberger’e, göre, hukuk ve moral normlar uluslararası ilişkilerde ikinci sırada yer almaktadır. Devletlerin kendi varlıklarını korumak için başvurabilecekleri tüm yöntemler ise meşrudur.8 1940-1950’lerde realizm görüşüne katkıda bulunan diğer düşünürler ise, Nickolas Spykman ve Frederich Schuman’dır. Bu iki kişi realizm konusunda oldukça başarılı derslikler hazırlamışlardı. Nitekim, hazırladıkları bu kitaplardan Hans Morgenthau ve daha az bilinen Robert Strausz-Hupe ve Stefan T. Possony gibi realistler de etkilenmişler. 1960 yıllarında realizm öyle etkili bir hale gelmiştir ki, bu paradigmaya karşı çıkabilecek her hangi bir düşüncenin olabileceği kimsenin aklına bile gelemezdi. Yalnız, 1960-1970’li yıllarda uluslararası ilişkiler alanında yavaş da olsa yeni görüşler ortaya çıkmaya başladı. Bunların arasında liberalistler de yer almıştır. Liberalistlere göre, dünyada sadece devletlerden oluşan güçler değil değişik aktörler vardır ve bu aktörler arasında hem çatışma, hem de işbirliği söz konusudur. Bu dönemde realizm belli darbeler alsa da, hala bu görüşü savunan pek çok düşünür ve politika uygulayıcısı vardır. Realizme katkılarıyla bilinen diğer iki mülteci-realist, 1970’li yıllarda ABD başkanının güvenlik danışmanı ve dışişleri bakanı olan Henry Kissinger ve realizm paradigmasına “güvenlik ikilemi”9 kavramını kazandırmış olan John Herz’dir.10 B. Edward Hallett Carr I D.S. sonra uluslararası ilişkiler biliminde en etkili doktrin idealizm idi. Bu durumu değiştirmek gerektiği konusunda bazı düşünürler ortaya çıkmıştır. Bunların arasında uluslararası ilişkiler bilim alanını geliştirme gereksimi iddiasıyla çıkış eden ve bunun için büyük katkıda bulunan Carr oldu. Carr, İngiliz diplomatik alanında hizmetini bırakarak 1936’li yılında Aberystwyth’da uluslararası ilişkiler dersinin kürsüsünde yer aldı. Bu dersin programını yeniden düzenleyen Carr, daha önce programın odak noktası olan Milletler Cemiyetinden vazgeçerek, bu programı güç unsuru 8 SCHWARZENBERGER, George, Power Politics: An Introduction to the Study of International Relations and Post-War Planning, London, 1941, s.13. 9 Security dilemma. 10 DONNELLY, Jack, Realism and International Relations,Cambridge University, 2000, s.28-30. 5 üzerinde yeniden toparladı. II D.S. ortaya çıktığı zaman “The Twenty Years Crisis 1919-1939” adlı kitabını yayımladı. Bir diğer kitabı olan “An Introduction to the Study of International Relations” yazılmasının sebebi, 1919-1939 yılları arasında Anglo-Sakson ülkelerinde uluslararası ilişkiler alanında güç unsurunun tümüyle önemsenemediğinin bir eleştirisidir.11 Carr Realizm görüşüne aşağıdaki ilkeleriyle katkıda bulunmuştur: 1. Tarih bir sebep sonuç zinciri oluşturan ardıcıl bir süreçten ibarettir, bu süreci hayali varsayımlarla değil, rasyonel şekliyle anlamak mümkündür. 2. Teoriler pratiği oluşturmaz, aksine pratik olaylara bakılarak, teoriler ortaya çıkarılır. 3. Politikalar moralin bir fonksiyonu değil, ama moral politikaların fonksiyonudur.12 C. Hans J. Morgenthau Diğer bir çok realist düşünürün yazgısında olduğu gibi Nazi Almanyasın’dan13 kaçarak Amerika’ya sığınan bir mülteci olan Morgenthau, 1950-1960’lı yılların en önde gelen realist düşünürdür. Almanya’nın Coburg şehrinde doğan Morgenthau, Berlin, Frankfurt ve Munich’in üniversitelerinde tarih, hukuk, ekonomi ve felsefe üzere klasik Alman eğitimi almıştı ve bir hukukçu oluruk hem çalıştı, hem de ders verdi.14 Morgenthau’nun çalışmaları realizm paradigmasının uluslararası ilişkiler biliminde bu doktrinin ortaya çıkmasının temelini oluşturmuştur ve onun ortaya koyduğu ilkeler bu paradigmaya uzun zaman ışık tutmuştur. Morgenthau’ya göre uluslararası alanda geçerli olan tek gerçek, güç unsurudur. Güçlü olan üstün duruma geçer ve sözünü geçirir. Bundan dolayı uluslararası arenada sürekli olarak bir güç mücadelesi hüküm sürer. Devletler durmadan kuvvet kazanmaya ve karşılarındakini güçsüz bırakmaya çabalarlar. Bu çabaların sonucu, ortaya uluslararası barışı koruyacak tek düzen olan “güç dengesi” çıkar. Uluslararası arenada geçerli tek gerçek güç yine de karşı bir güç tarafından dengelendiği zaman barış ve düzen hüküm sürer. Barışı başka türlü kurma ve koruma boşunadır. Morgenthau, bu konuda idealistler tarafından ileri sürülen “Ortaklaşa Güvenlik” ve “Dünya Devleti” gibi çözüm yollarının geçersiz olduğunu birçok örnekler ve savlar ileri sürerek ispata çalışır. Morgenthau, uluslararası 11 GUZZİNİ Stefano, Realism İn İnternational Relations And International Political Economy, Routledge, London And New York, 1998, ss. 19-23. 12 DONNELLY, Jack, a. g. e., 2000, s. 8. 13 Nazi Almanilası’ndan kaçıp Amerikaya sığınan diğer ünlü kişilerin bazıları: Albert Einstein, Bruno Walter, Arnold Schoenberg, Walter Gropius, Ludwig Mies van der Rohe, Hans Bethe, Thomas Mann, Marlene Dietrich, Kurt Weil, Billy Wilder ve Hannah Arendt. Bak: http://lcweb.loc.gov/rr/european/imde/germchro.html. 14 Twentieth-Century Political Thinkers, Editörler BENEWİCK Robert ve GREEN Philip, Routledge, 2. Baskı, 1998, ss. 180-181. 6 hukuk, uluslararası ahlak gibi öğeleri, “ulusal güç ve ulusal çıkar” kavramları karşısında ancak ikinci derecede unsurlar olarak görür.15 Akademisyen ve gazeteci olan Morgenthau, uluslararası ilişkiler alanında realizm çerçevesinde belirlediği altı temel ilkeyle tanınır. Kendisinin yazdığı “Politik Among Nations” kitabının 1. bölümünde yer alan bu ilkeler, bir çok realist düşünürü etkilemiştir ve ileride göreceğimiz gibi, kendi görüşlerini aşağı yukarı bu ilkelerden sapmadan açıklamışlardır. Yazarın bu ilkeleri uluslararası ilişkiler biliminde realizm paradigmasının oluşmasında başat bir rol oynamıştır. Morgenthau’nun siyasal realizmin ilkeleri ise bunlardır: 1. Siyasi realizm, genel olarak toplum gibi, siyasetin de, kökleri insan tabiatında bulunan objektifliğine yöneltildiğine inanır. 2. Uluslararası politika denen geniş alanda siyasal realizme yolunu bulmakta yardım eden en önemli “odak noktası” ise güç terimi ile ifade edilen çıkar kavramıdır. Uluslararası politikayı kavrayıp anlamaya çalışan akıl ile, anlaşılması gereken gerçekler arasındaki bağlantıyı bu kavram sağlamaktadır. 3. Realizmin en temel kavramı olan güç şeklinde tanımlanan çıkar kavramı hiç değişmeyen ve sabit bir anlam içinde ortaya konulamaz. Çıkar fikri gerçekten de politikanın özüdür ve zaman ve yere bağlı değildir, onlardan etkilenmez. 4. Siyasal realizm siyasal eylemin moral öneminin farkındadır. Fakat çoğu zaman başarılı bir politikanın gerekleriyle ahlakın emirleri arasında giderilmesi güç bir gerilim olduğu görülmektedir. Realizm, evrensel moral ilkelerinin, evrensel soyut formüller biçimi içinde, devletlerin eylemlerine uygulanamayacağı görüşündedir ve bu ilkelerin zaman ve yer konusundaki somut şartlara göre ayıklanması gerektiğine inanır. 5. Siyasal realizm, belli bir ulusun ahlaki hareket edip etmediğini belirleyip anlamakta dünya çapındaki moral yasaların ölçüt olarak alınması görüşünü kabul etmez. Gerçek ile kanaat arasında bir ayırım ve benzemezlik olduğuna inandığı gibi, gerçek ile gerçek yerine konan şeylere tapınma arasında da ayrım olduğuna inanır. 6. Siyasal Realizm ile diğer düşünce ekolleri arasında gerçek ve önemli bir fark vardır. Bununla beraber siyasal gerçekçilik kuramının büyük kısmı, siyasal meselelere karşı, entelektüel ve moral tutumu inkar edilmese de, yanlış anlaşılmış ve yanlış yorumlanmış olabilir. Yine de, siyasal gerçekçilik, siyasal alanın kendi başına ve bağımsız bir alan olduğuna inanılır.16 Morgenthau’ya göre uluslar kendi politikalarını ya status quo’yu korumak, ya devletin gelişmesini sağlamak, ya da itibar elde etmek için gerçekleştirirler. Yazara göre, iç ve dış politikaları üç temel türe indirgemek mümkündür: gücü korumak, gücü artırmak ve gücü sergilemek.17 15 MORGENTHAU Hans, J., Uluslararası Politika, Çevirenler ORAN Baskın ve OSKAY Ünsal, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. XXXIII. 16 MORGENTHAU Hans, J., a. g. e. ss. 2-18. 17 DOUGHERTY, James,.E. ve PFALTZGRAFF, Jr. Robert, L., a. g. e.s. 97. 7 Ç. George F. Kennan Amerikan Çevreleme Politikasının baş mimarıdır. Kennan 1950 yıllarında Chicago Üniversitesinde ders veriyordu. Kennan, Morgenthau gibi uluslararası ilişkilere katkıda bulunduğu teorisini tarihsel analiz üzerine bina etmiştir. Fakat, Morgenthau’nun aksine bunu Avrupa tarihi üzerine değil, 1776’dan 1812’li yılına kadar Amerika’nın diplomasisini inceleyerek yapmıştır.18 1951’de “American Diplomacy” diye bir kitap yayımlamıştır. Bu kitapta Amerikan dış politikasının moral ve yasallık taraflarını tartışır ve dış politikanın bu yönlerini ciddi bir şekilde eleştirir. 1954’te yayımladığı “The Realities of American Foreign Policy” kitabında, ABD’yi uluslararası politika alanında güç ve güvenlik nedeniyle bazı konularda kendi kendini sınırlandırmağa davet ediyordu.19 D. Kenneth Waltz Kenneth Waltz’ın 1979’lu yılında yayımlandığı “Theory of International Politics”, bu dönemin uluslararası alanda teori üzerine yazılan en etkili bir çalışması unvanı almıştır. Bu kitap Neorealizmin veya yapısal realizmin20 en çarpıcı örneğidir. Uluslararası ilişkiler anarşik, yani hiyerarşi düzeninden yoksun bir ortamda oluşmaktadırlar. Düzen içinde her hangi bir üst yönetim yoktur, sadece siyasi açıdan eşit varsayılan aktörler tarafından düzenlenmektedir. Kaotik ortamda mevcut olan tüm devletler bağımsızdır ve en azından siyasi açıdan eşittir. Her devletin kendi amaçları vardır ve bu amaçlara ulaşmak için elinde var olan kaynakların doğrultusunda hareket etmektedir. Fakat devletlerin amaçlarına ulaşma başarısı bu imkanlarla sınırlıdır. Waltz’a göre, devletlerin arasındaki temel farklılık onların fonksiyon kabiliyetlerinde değil, bu fonksiyonu yürütebilecek kapasitenin olup olmamasından ortaya çıkmaktadır. Devletler amaç açısından farklılık gösteremezler, fakat bu amaçlara ulaşmak için var olan kapasiteleri açısından farklılık göstermektedirler. Oysa ki, uluslararası politika açısından devletlerin davranışları benzerlik sergilemektedirler. Var sayılan siyasi yapının, bir diğer özelliği ise, devletler arasındaki kapasitelerin dağılımından ortaya çıkmaktadır. Şayet, anarşik bir ortamda bulunan uluslararası düzeninde var olan devletlerin arasındaki fonksiyonlarda her hangi bir farklılık gözetilmiyorsa, bu durumda uluslararası siyasi yapı içindeki aktörlerin kapasitelerinin aralarındaki dağılımın nasıl olduğunu belirlemek mümkündür. Tarihe baktığımız zaman, yeni uluslararası siyasi yapının oluşması, büyük güçlerin değişimiyle gerçekleşir. Bu o demektir ki, uluslararası düzen, birkaç büyük güç tarafından 18 DOUGHERTY, James,.E. ve PFALTZGRAFF, Jr. Robert, L., ibid, s. 100. DONNELLY, Jack, a. g. e. 2000, s.27. 20 Structural Realizm 19 8 oluşturulmaktadır. Buradan hareket ederek, Waltz kendi çalışmasında iki kutuplu sistemle, çok kutuplu sistem arasında var olan farklılıkları vurgulamıştır. 21 Waltz’a göre, uluslararası politikada bir teori varsa bu güç dengesi teorisidir. İster iki, ister daha fazla devlet olsun bu teori her zaman geçerli olacaktır. Waltz’ın ortaya koyduğu ilkeleri özetlemiş olursak ortaya şöyle bir manzara çıkar: 1. Devletleri harekete geçiren onların çıkarlarıdır. 2. Politikalara duyulan gereksinim, uluslararası ortamda rekabet kurallarının düzenlenmemiş olmasından kaynaklanmaktadır. 3. Bundan kaynaklanan gereksinimler üzerinde yapılan hesaplar, devletlerin, kendi çıkarlarına en rasyonel politikalar üretmektedirler. 4. Politikaların başarılı olup olmadığı onların uygulanması neticesinde ortaya çıkan sonuca göre belirlenmektedir. Bu sonucun başarısı ise devletlerin kendi varlıklarını sürdürmeye ve daha da güçlenmeye hizmet etmektedir.22 III. REALİZMİN 1940’LI YILLARDAN SONRA GELİŞME SÜRECİ A. Neorealizmin Ortaya Çıkışı 1970’li yıllarında ortaya çıkan yapısal realizm veya neorealizmin ortaya koyduğu esas yaklaşımları aşağıdaki gibi sıralamak mümkündür: 1. Sistem ve karar verme süreci (lider). 2. Çıkar ve güç 3. Algılama ve gerçek 4. İşbirliği ve çatışma (Davranışsal Stratejiler) 5. Norm ve kazanç Neorealistler realizmin klasik teorilerle birlikte, diğer yaklaşım teorileriyle alaka kurmağa çalışmaktaydılar.23 1977 yılında Neorealist akımına mensup olan iki düşünür, Robert O. Keohane ve Joseph Nye’s “Power and Independence: World Politics in Transition” adlı yapıtlarında “yapıcı bir karşılıklı etkileşim” modelini ortaya koymuşlar. Bu yazarlara göre, uluslararası ortamda bir çok değişik aktörün var olduğunu ifade etmektedirler, fakat bu ortamda yine de herhangi bir hiyerarşik düzene göre oluşturulmuş veya merkezi güce sahip olan bir otorite yoktur. Uluslararası ortamda gücün transformasyonu görülmektedir. Bu bir tür güç kapasitesinden (mesela askeri güç), bir diğerine 21 DONNELLY, Jack, a. g. e. , ss. 16-19. DONNELLY, Jack, a. g. e. , s. 7. 23 DOUGHERTY, James,.E. ve PFALTZGRAFF, Jr. Robert, L., a. g. e., s. 119. 22 9 (ekonomik gelişmişlik) dönüşmektedir.24 Keohane, uluslararası ortamda diğer aktörlerin de var olduğunu kabul etse bile, 1986’da yayımladığı “Theory of World Politics: Structural Realizm and Beyong” kitabında, devletlerin bu ortamda en önemli aktör olduklarını vurgulamaktadır. Karar alma süreci ve güç unsuru açısından ise bu yazar daha önceki realistlerin görüşlerini tekrarlamaktadır. Keohane’a göre, devletler dünya politika yapılan ortamında tek rasyonel aktördür ve bu rasyonelliği kullanarak kendi karını maksimize etmeye çalışmaktadır. Güç konusunda ise yazarın görüşü şu şekildedir, devletler güç elde etmek için hareket ederler ve kendi çıkarlarını bu gücü elde etmek için bir araya toplarlar.25 Bir diğer neorealist olan Robert Giplin, 1996 yılında yazdığı “No One Loves a, Political Realist” makalesinde aşağıdaki ilkelerle bu teoriye katkıda bulunmuştur: 1. Sosyal ve siyasi işlerin temel öğesi “grup çatışmasıdır” 2. Devletler yalnız kendi ulusal çıkarları doğrultusunda harekete geçerler. 3. Güç ilişkileri uluslararası ilişkilerin temel özelliğidir.26 1980’lerde daha önce de söz ettiğimiz Neorealistlerin anahtar ismi olan Kenneth Waltz, realist paradigmayı yeniden akademik çevrelerin içine taşımayı başarmıştır. Yapısal realizme göre, devletler yine esas aktör olarak kabul ediliyorlar, bu aktörler kendi eylem güçlerini rasyonel olarak hesaplayarak, kendi maddi varlıklarını sürdürmeye ve artırmağa çalışmaktadırlar. Bu görüşün etkinliği kısa sürdü. Sebebi, Soğuk Savaşın sona ermesidir. Doğu Bloğun, beklentilerin aksine demokrasi ve insan haklarına bağımlı olan bir teknoloji ve ekonomik durumun değişimi sürecinde, bu değişmelere dayanamayıp dağılmıştır. Bu ise, neorealistlerin tarafından tümüyle dışlanılan bir durumdur. Bu tür varsayımlar uluslararası ilişkilerde liberalistler tarafından öne sürülmüştür ve bu düşünürler kendi haklılığının meyvelerinden büyük bir zevkle faydalanmağa başlamışlardır. B. Bugünkü Durum Dünyadaki bu gelişmeler realist düşüncenin tümüyle yok olmasına sebep olmamıştır. Bugün bile bu alanda bir çok düşünür kendi fikirlerini açıklamaktadır. Bunların arasında John Mearsheimer, Barry Posen, Rendell Schueller, Stephen Van Evera, Stephen Walt yer almaktadır.27 Mearsheimer, 1994’te “International Security” dergisinde yayımladığı “The False Promise of International Instututions” makalesinde realizmin bazı ilkelerini yeniden sıralamaktadır. Mearsheimer’in ilkelerini bu şekilde sıralamak mümkündür: 1. Uluslararası sistem anarşiktir. 24 DONNELLY, Jack, a. g. e., s. 29. DONNELLY, Jack, ibid , 2000, s. 7. 26 GİPLİN, Robert, No One Loves Ankara, Political Realist, Security Studies Dergisi, No 5, İlkbahar, ss. 7-8. 27 DONNELLY, Jack, a. g. e., s. 31. 25 10 2. Her devlet belli bir savunma askeri güce sahiptir, bu ise devletlerin bir birine zarar vermesine ve hatta yok etmesine imkan vermektedir. 3. Hiçbir devlet diğer devletin kendisine karşı askeri imkanını kullanıp kullanmayacağı konusunda emin değildir. 4. Devletleri harekete sevk eden başlıca sebep, kendi varlığını sürdürmektir. 5. Devletler yapısal olarak akılcıdırlar.28 Bunun dışında, realist düşünceye hizmet veren ve bu alanda çalışan yazarları bir araya getiren dergiler de yayımlamaktadır. Bunların arasında önemli olanları “International Security” ve “Security Studies” dergileridir. SONUÇ 20. yy. uluslararası ilişkiler biliminde bir çok kere başat hale gelebilen realizm paradigması, bugün bile kendi aktüelliğini sürdürmeyi başarmıştır. Realizm paradigmasına göre, devletler uluslararası ortamda tek, bazı realizm düşünürlere göre de, en önemli aktörlerdir ve bu aktörlerin üzerinde her hangi bir üst siyasi otorite bulunmamaktadır. Her devletin kendi ulusal çıkarları vardır ve onlar bu çıkarları doğrultusunda var olan kaynakların imkan verdiği derecede hareket ederler. Devletlerin çıkarları birbiriyle çatışabilir, bu durum devletlerin arasında da çatışmaya yol açar. Realizm paradigması devletlerin dış politikada karar verirken rasyonel hareket ettiklerini var sayıyor. Bu rasyonelliğin ürünü ise, devletlerin temel amacı olarak kendi güçlerinin artırılmasıdır. Bunu ise sahip olan kaynakların iyi bir şekilde tespit edilerek, hareket imkanını hesaplamakla yapmaktadırlar. Devletler bunu yaparak moral ilkeler doğrultusunda hareket etmezler, devlet çıkarlarında moral kurallarına bakılmaz. Bu ulusal gücün sağlanmasında hareket edilen rasyonellikle çatışır. Soğuk Savaşının sona ermesiyle diğer paradigmalardan (özellikle libelaristlerden) ciddi bir darbe alan liberalizm, Sovyetler Birliği’nin ve Varşava Paktı’snın dağılmasının nedenlerini açıklamağa kendi yöntemleri dahilinde aciz kalmıştır. İnsan hakları, demokrasi ve piyasa ekonomisi gibi değerlerinde uluslararası ilişkiler ortamında yer tutabileceği görüşü, realistler tarafından tümüyle reddedilmiştir. Bununla rağmen, uzun zamanlar, özellikle Anglo-Amerikan ülkelerinde başat bir paradigma haline gelen realizm, oluşturduğu teorilerle bir çok uluslararası olaya açıklama getirmeye devam etmektedir. Bunun dışında, realizmin, uluslararası ilişkilerde yeni görüşlerin kendisini eleştirme yoluyla ortaya çıkmasında büyük katkıda bulunmuştur ve daha uzun zaman bir paradigma olarak aktüelliğini sürdürecektir. 28 DONNELLY, Jack, ibid, 2000, s.7. 11