Dosyayı indirmek için buraya tıklayın

Transkript

Dosyayı indirmek için buraya tıklayın
KADIN BURADA
Marmara YK
Salı, 08 Mart 2011
Sayı 1
TurkMSIC Marmara’nın 8 Mart’ta çıkardığı gazetedir.
Kadın Dolu Hayatlar
8 Mart Dünya Kadınlar Günü.
Kİmİsİne göre işçi kadınların grev haklarını aradıkları gün. Kimisine göre indirime giren kadın markalarının değerlendirilmesi için
alışveriş yapılması gereken gün. Kimisine göreyse sadece günlerden salı.
Her sene, bugün, bir şekilde akıp gidiyor. Oysa 8 Mart günü, daha çok çıkması gereken sesler ve duyulması gereken bir memnuniyet ile
dolu olmalı. Çünkü kadınsın. Kadınlığından, anneliğinden gurur duyacaksın. Ama ya bu memnuniyet yoksa? Kadın olmasından gurur
duyan kadınlar yoksa? “İyi ki kadınım çünkü...” cümlesinin devamını getirmek zorsa. Evet zor.
ERKEKLERİN
SEVGİSİ HER
GÜN 3 KADINI
ÖLDÜRÜYOR!
Katiller
Hanemizde
Neredeyse her gün gördüğümüz için belki de artık hissizleştiğimiz ama ilk okuduğumuzda canımızı sıkan haberler vardır. Dikkat edin,
kadınla ilgilidir bunlar. Yapılan bir haksızlık, işlenen bir cinayet. Tecavüz mağdurlarının sayısı ve maruz kalınan şiddet o kadar artmıştı
ki sadece son 2 aydaki haberleri taramakla bile, bir gazeteyi dolduracak kadar “Kadına yönelik şiddet ve haksızlık” haberi bulabiliriz
diye düşündük. Yaptığımız araştırma sonucunda gerek haberler, gerek köşe yazılarıyla, gerekse araştırma yazılarıyla; 2011 Türkiyesi’ni
görmüş bulunduk. Umarız sizler de bazı şeyleri görür ve gözardı edemeyecek denli büyük olduklarını fark edersiniz.
Kadınlar feryad
etti!
İstanbul Feminist Kollektifi
üyesi bir grup kadın kadına yönelik şiddeti protesto eden bir basın
açıklaması yaptı.
Kadınlar yaptıkları açıklamada “Savcılar
şikayetimizi ciddiye almıyor. Sokaklara
çıkıp cam çerçeve mi indirelim, silah mı
kuşanalım” dediler. Ümraniye Gümüşsuyu
Caddesi üzerinde Arzu Odabaşı’nın eşi
tarafından öldürüldüğü yerde saat 13.00’de
toplanan İstanbul Feminist Kollektifi üyesi
bir grup kadın, kadına yönelik şiddeti
protesto etmek için çeşitli dövizler taşıyıp
“Bağır herkes duysun erkek şiddeti dursun”,
» Devamı, sayfa 6
Kadın cinayeti
7 yılda yüzde
1400 arttı
Türkiye’de resmi rakamlara
göre her gün ortalama 5
kadın hayatlarındaki erkekler
tarafından herkesin gözleri
önünde katlediliyor. Özellikle
son 7 yılda yüzde 1400’lük artış
gösteren kadın cinayetleri cins
kırımı boyutuna ulaştı.
Özlem Güvemli’nin haberi
2002’de kayıtlara 66 olarak geçen kadın
Kadın
Cİnayetlerİ
Dosyası
SAYFA 2
cinayeti sayısı her geçen yıl artarak 2007’de
1011 oldu. Mahkemeler, karakollar, yasalar
koruyamadığı için öldürülen kadınların
ortak özelliği şiddet gördükleri eşlerinden
ya da sevgililerinden ayrılmak istemeleri
ya da ayrılmış olmaları, öldürenlerin ortak
özelliği ise sadece erkek olmaları.
» Devamı, sayfa 3
Fotoğraf: Deniz Tortum
2 8 Mart, Kadınlar günü
Kadın Cİnayetlerİ Dosyası
Testere
cinayetinde
kan donduran
ifade
”Cesetten kurtulmak için ise
perşembe pazarında gidip 250
liraya motorlu testere aldım.
Testere ile ayak bileklerini
ve sol kolunu kestim. Bunları
buzdolabına koydum. Ancak
ceset buzdolabına sığmayınca
kokmaması için buzları kırarak
cesetin üzerine koydum”
BEYOĞLU’nda, 61 yaşındaki Neşide
Dırmıkçı’yı, aralarında çıkan kavgada
öldürdükten sonra, cesedi ortadan
kaldırmak için elektrikli testere ile parçalayan 77 yaşındaki Burhan Cahit Tekinliğ,
“İçtiği zaman olmadık hakaretler ediyordu. Evden ayrılmak isteyince elinde
bıçakla kapının önünde dikildi” dedi.
Burhan Cahit Tekinliğ’in, aşırı sıcağın da
etkisiyle cesetten çıkan kokuyu bastırmak
için eve parfüm sıktığı belirlendi. Pişman
olduğunu söyleyen Burhan Cahit Tekinliğ,
“Rezil oldum” dedi.
gezerken yakalandı. Gözaltına alınan
Burhan Cahit Tekinliğ, Gayrettepe’deki
Asayiş Şube Müdürlüğü’ne götürüldü.
Burhan Cahit Tekinliğ’nin Cinayet Büro
Amirliği’nde verdiği ifadeye göre olay, 5
Ağustos Perşembe günü meydana geldi.
Tekinliğ’in iddiasına göre Neşide Dırmıkçı
her zamanki gibi içince hakaret etmeye
başladı. Artık yaşadıklarına dayanamayan
Burhan Cahit Tekinliğ evden ayrılmaya
karar verdi. Ancak Neşide Dırmıkçı, elinde
bıçak ile kapının önüne geçti. Burhan
Cahit Tekinliğ, gitmesine izin vermeyen
Neşide Dırmıçı’ya “Sen Tanrı’yı bile katil
edersin” diye bağırdı. Burhan Cahit
Tekinliğ ile Neşide Dırmıkçı arasında
boğuşma yaşandı. Bu sırada bıçak Naşide
Dırmıkçı’nın vücuduna saplandı.
250 LİRAYA TESTERE SATIN ALDI
Neşide Dırmıkçı düştüğü yerde can
verdi. Yaşlı ve güçsüz olduğu için cesedi
kaldıramayan Burhan Cahit Tekinliğ,
Perşembe Pazarı’ndaki bir dükkandan 250 liraya elektrikli testere satın
aldı. Çevredekilerin şüphelenmemesi
için Burhan Cahit Tekinliğ, hiçbirşey
olmamış gibi 5 gün eve girip çıktı. Neşide
Dırmıkçı’yı soran komşularına da “Teyzesinin rahatsızlanan kocasını ziyaret için
Akçay’a gitti” dedi.
Bir kadın daha feci şekilde
öldürüldü
Kayseri’de 21 yaşında bir kadın, boğazı kesilerek öldürüldü. Polis,
olay sonrası öldürülen kadının eşini gözaltına aldı.
KAYSERİ - Kocasinan ilçesine bağlı Kebir Mahallesi’ndeki bir sitenin 9. katındaki evde
yaşayan 21 yaşındaki Ayla Yıldırım, evinde boğazı kesilerek öldürüldü.
Bir çocuk annesi genç kadın cinayet sonrası eşi ve kayınbiraderi tarafından hastaneye
götürüldü.
Ağır yaralı olarak hastaneye kaldırılan Ayla Yıldırım, kurtarılamadı. Olay sonrası genç
kadının eşi Alper Yıldırım gözaltına alındı.
NTV 11 Şubat. 2011 http://www.ntvmsnbc.com/id/25181646/
Bir kadın daha namus kurbanı
Son günlerde artan kadın cinayetlerine bir yenisi daha eklendi.
İstanbul Ataşehir’de aldatıldığını düşünen bir kişi 38 yıllık eşini
tabancayla vurarak öldürdü.
Alınan bilgiye göre 60
yaşındaki Salih Erdem, dün
akşam saatlerinde Ataşehir
Örnek Mahallesi’nde aynı
apartmanda ayrı yaşadığı
eşi Saliha Erdem ile kendisini aldattığı gerekçesiyle
tartışmaya başladı.
ÇOCUKLUK ARKADAŞI ÇIKTILAR
Burhan Cahit Tekinliğ, polise, Neşide
Dırmıkçı ile çocukluk arkadaşı olduklarını
ve aynı mahallede birlikte büyüdüklerini
söyledi. Üç çocuk babası Burhan Cahit
Tekinliğ, 20 yıl önce eşinden boşandığını
10 yıl önce de Neşide Dırmıkçı ile
tesadüfen karşılaştığını anlattı. Bu
karşılaşmadan sonra birlikte yaşamaya
başladıklarını belirten Burhan Cahit
Tekinliğ, “İçtiği zaman beni aldığım
750 lira emekli maaşım yüzünden bile
aşağılıyordu” dedi.
Tartışmanın büyümesi
üzerine silahını çeken koca,
eşini oturduğu dairenin
girişinde öldürdü.
Olay sırasında evde
bulunan kızları ise yara
almadan kurtuldu.
Polis merkezine giderek
teslim olan zanlı, cinayeti
namus meselesi yüzünden
işlediğini söyledi.
HİÇ SES DUYMADIK
Neşide Dırmıkçı’nın yan daire komşusu
Turan Akturan, çiftin sabahlara kadar alkol
alıp kavga ettiklerini söyledi. Daireden
koku geldiğinde Neşide Dırnakçı’nın
beslediği kedilerden birisinin öldüğünü
zannettiklerini belirten Turan Akturan
şunları söyledi:
AYAKLARI İLE KOLU BUZDOLABINDA
BULUNDU
Cihangir’deki Samanyolu Sokak,
Seyran Apartmanı’nda oturanlar 2000
yılına kadar bir genelevde hayat kadını
olarak çalışan Neşide Dırmıkçı ile bir
dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde
(TBMM) muhabirlik yaptığı öne sürülen
Burhan Cahit Tekinliğ’in birlikte yaşadığı
daireden yayılan kokunun dayanılmaz
hale gelmesi üzerine polise dün haber
verdi. Saat 22.30 sıralarında apartmanın
2 numaralı dairesine giren polis, Neşide
Dırmıkçı’nın parçalanmış ve kurtlanmış
cesedi ile karşılaştı. Bankada bulunan 800
bin lirasının faizi ve kira geliri ile geçinen
Neşide Dırmıkçı’nın elektrikli testere ile
bileklerinden kesilen ayakları ile dirsekten
kesilen sol kolu buzdolabında bulundu.
SEN TANRI’YI BİLE KATİL EDERSİN
Üzeri çarşafla örtülen Neşide
Dırmıkçı’nın birlikte yaşadığı Burhan Cahit
Tekinliğ, iki saat sonra Taksim Meydanı’nda
“Yalnız yaşayan bir kadındı. Hiç kimsesi
yoktu. Burhan isimli şahıs 5-6 yıla yakındır
kadının yanında sığıntı gibi yaşıyordu.
Sabahlara kadar alkol alıp kavga ederlerdi. Neşide Dırmıkçı, sık sık benim kapımı
çalıp ‘Bana bunu yaptılar, şunu yaptılar’
diyerek yardım isterdi. Karakola dahi sık
sık şikayette bulunurdu. Fakat son günlerde ses seda çıkmıyordu. Evin kapısını
çaldığımızda Burhan çıkıyor ve kapıyı
yarım aralayarak Neşide Hanım’ın teyzesine gittiğini söylüyordu. Kadını elektrikli testere ile kesmiş, fakat duvarlar o kadar
ince olmasına ve tüm kavgalarına istemeden kulak misafiri olmamıza rağmen
hiç ses duymadık. Cinayetten sonra
gözaltına alınan Burhan, sanki hayvan
kesmiş gibi neden yaptığı sorulduğunda
ise ‘Mikrobun birisi eksik oldu’ diye cevap
verdi” DHA
11 Ağustos 2010 http://www.
m i l l i ye t . c o m . t r / t e s t e re - c i n aye tinde-kan-donduran-ifade/turkiye/
sondakika/12.08.2010/1275227/default.
htm
Saliha Erdem’in cesedi
Adli Tıp Kurumu’na
kaldırılırken, olayla ilgili
soruşturma başlatıldı.
15 Şubat. 2011 http://
w w w.nt vmsnbc.com/
id/25182538/
Fotoğraf: Deniz Tortum
Bir kadın daha namus kurbanı
Son dönemde yaşanan kadın cinayetlerine biri daha eklendi.
İstanbul’un Üsküdar ilçesinde işe giden bir kadın, ayrı yaşadığı eşi
tarafından tabancayla öldürüldü.
İSTANBUL - Eşi Mustafa O’dan uzun süredir ayrı yaşadığı ve boşanma davası sürdüğü
öğrenilen Arzu O. (43), çocuklarını okula gönderdikten sonra işe gitmek üzere Kısıklı
Alemdağ Yanyolu’nda cadde üzerinde yürümeye başladı.
Bu sırada, Mustafa O. ayrı yaşadığı 4 çocuğunun annesine arkadan yanaşarak, tabancayla ateş etmeye başladı.
Silahlı saldırı sonrası yaralanan Arzu O, kaldırıldığı Çamlıca Özel Erdem Hastanesi’nde
yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamadı.
Mustafa O. ise olay yerine gelen polis ekiplerince gözaltına alınarak, Üsküdar İlçe
Emniyet Müdürlüğü Asayiş Büro Amirliğine götürüldü.
Cinayeti haber alarak hastaneye gelen Arzu O’nun ağabeyi Ümit T, eniştesi ile kardeşi
arasındaki boşanma davasının yaklaşık 3 yıldır sürdüğünü, Mustafa O’nun kardeşine şiddet
uyguladığını ve tehdit ettiğini ileri sürdü. AA
23 Şubat. 2011 http://www.ntvmsnbc.com/id/25185530/
8 Mart, Kadınlar günü 3
Kadın cinayeti 7 yılda
yüzde 1400 arttı
Fotoğraf: Deniz Tortum
(İlk sayfadan)
Hayatlarındaki kadınları katleden erkeklere uygulanan
“haksız tahrik indirimi”, nüfus dikkate alındığında 5000
civarında olması gereken sığınma evinin sayısının 50’yi
bulmaması ve çıkarılan koruma amaçlı yasaların neredeyse
hiç uygulanamaması bu tablonun başlıca sorumluları.
Artan kadın cinayetlerine dikkat çekmek için 2010 yılının
sonunda Mor Çatı, Sosyalist Feminist Kolektif, Amargi, Filmmor, KADAV ve bağımsız feministlerce oluşturulan İstanbul
Feminist Kolektif tarafından “Kadın Cinayetlerine İsyandayız”
kampanyası başlatıldı. Kampanya ile Türkiye’nin karşı karşıya
olduğu acı bilanço çarpıcı bir şekilde gözler önüne serildi,
ama hızla alınabilecek önlemler yine alınmayınca katledilen
kadınların arasına yenileri katıldı.
Tahrik indirimi uygulanmasın
İstanbul Feminist Kolektif’in bu cinayetlerin durdurulabilmesi için sıraladığı taleplerinin başında kadın-erkek
eşitliğinin tartışılmaya açılmaksızın hayata geçirilmesi var.
Bu cinayetlerde medyaya da önemli görevler düşüyor.
Kolektif, kadın cinayeti haberlerinin 3. sayfalarda “kıskançlıkaşk-namus cinayeti” gibi yakıştırmalarla katillerin beyanı
esas alınarak, olayı sıradanlaştıran, meşrulaştıran bir dille
yer almasına karşı iç mekanizmaların devreye girmesini
istiyor.
Feministlerin diğer talepleri şöyle: “Cinayet davalarında
‘Haksız tahrik indirimi: Erkeklik indirimi’ uygulanmasın.
Şiddet gören, tehdit edilen kadınlar karakol, adliye, jandarma kapılarından ‘aile meselesi’ denilerek geri gönderilmesin, tüm yasal haklarını kullanmaları sağlansın. Sığınma
evlerinin sayısı 38’den acilen 3800’e, kısa sürede her 7 bin 500
kişilik nüfusa bir sığınma evi düşecek sayıya getirilsin. Şiddet
tehlikesi altında yaşayan kadınların hemen başvuracağı
kadın danışma merkezleri açılsın. Can güvenliği nedeniyle
kent değiştirmek gerekiyorsa kadınların yeni bir kentte yeni
bir kimlikle barınma ve geçinme sorunlarının çözülmesi,
çocuklarının eğitime devam etmesinin sağlanması gerek.
Aynen tanık koruma programında olduğu gibi şiddete karşı
kadın koruma programları oluşturulmalı.”
7 ayda 478 tecavüz
Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel
Komutanlığı’ndan alınan bilgiler de 2010 yılının ilk 7 ayında
kadına karşı işlenen suçlarda büyük artış yaşandığını ortaya
koyuyor. Cinayetleri işleyen erkeklerin yüzde 45’i ifadelerinde, “aldatıldığını” iddia ederek kendisini savunuyor. Yine
2010’un ilk 7 ayında 478 kadın tecavüze uğrarken, 722
kadın taciz edildi. Aile içi şiddet kapsamında 6 bin 423 kadın
şiddete maruz kalarak hastanelik oldu.
Gerçeklerin yarısı
Türkiye İstatistik Kurumu’nun rakamlarına göre tecavüz
ve taciz gibi cinsel saldırı suçlarında son beş yılda yüzde
30 artış yaşandı. 2006’da 528, 2007’de 473, 2008’de 577 ve
2009’da 652 kadın tecavüze uğrarken 2006’da 489, 2007’de
540, 2008’de 589, 2009’da 624 cinsel taciz olayı meydana
geldi. 2005-2010 yılları arasında, 100 binin üzerinde kadın
cinsel saldırıdan mağdur oldu. Mağdur kadınların yüzde
40’ının korktukları için şikâyetçi olmadıkları tahmin ediliyor. Bu açıdan istatistikler gerçek rakamların ancak yarısını
ortaya koyabiliyor.
Yüzde 42 dayak yiyor
Ocak 2009’da yayımlanan “Türkiye’de Kadına Yönelik
Şiddet Raporu” en yüksek oran Kuzeydoğu Anadolu ve
Orta Anadolu’da elde edildi. Evli kadınların yüzde 15’i eşinin
cinsel şiddetine maruz kaldığını belirtiyor. En düşük oran
yüzde 9 ile Marmara’da, en yüksek oran ise yüzde 29 ile
Kuzeydoğu Anadolu’da. Fiziksel şiddet yaşayan kadınların
oranı yüzde 42 ve en sık 40-59 yaş grubu şiddete maruz
kalıyor. İlkokul düzeyinde eğitimi olan kadınlarda şiddete
maruz kalma oranı yüzde 56 iken, lise mezunu-üniversite
eğitimli olanlarda yüzde 32.
Şiddetin lafı bile yeterli görülmeli
4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Yasa’ya göre Medeni
Kanun’da öngörülen tedbirlerden ayrı olarak, eşlerden birinin veya çocukların veya aynı çatı altında yaşayan diğer
aile bireylerinden birinin aile içi şiddete maruz kaldığını
bildirmeleri halinde, aile mahkemesi hâkimi meselenin
mahiyetini göz önünde bulundurarak çeşitli tedbirlere
hükmedebilir. Ancak uygulamada resmi nikâhı olmayan
veya boşanmış olmasına rağmen eski eşinden şiddet görme
riski taşıyan kadınlar lehine de tedbir kararları alınabiliyor.
Yasa kapsamında olmayan bu gibi durumlarda mevzuatta değişikliğe gidilinceye kadar, başvurucuların ısrarcı
olmaları gerekiyor. Yasa uygulanırken Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin Türkiye aleyhine vermiş olduğu kararlar ile
Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın
Önlenmesi Sözleşmesi’nin de dikkate alınması şart. Çünkü
uluslararası hukuk, evlilik dışı birliktelik ve yakın yaşam
arkadaşlığını, aile kavramı kapsamı içinde sayıyor. Bu
durumda başvurucunun şiddete maruz kalma olasılığının
bulunması yeterli görülmeli.
yaşadıkları erkekler veya sevgilileri tarafından öldürüldü.
Erkeklerin öldürme nedenlerine gelince: Erkekler genellikle
aldatıldıkları için cinayet işlediklerini iddia etmektedirler”
dedi.
Bir türlü çıkmayan koruma kararları
• Ayşe Paşalı, 2010 yılının aralık ayında kendisini ölümle
tehdit eden eski eşi tarafından Ankara’da sokak ortasında
öldürüldü. Paşalı’nın mahkemeden talep ettiği koruma
kararı bir türlü çıkmamıştı.
Devlet boşananı da birlikte yaşayanı da korumalı
• Ocak ayında Arzu Yıldırım, eski eşi tarafından Ümraniye’de
sokak ortasında infaz edildi. Yıldırım, katili Metin Çilingir
hakkında suç duyurusunda bulunmuş, dilekçesini daha
hızlı olsun diye cumhuriyet savcılığından alıp kendisi
elden emniyet birimlerine iletmek istemişti. Ama Yıldırım,
dilekçesini emniyete ulaştıramadan öldürüldü.
İstanbul Kadın Kuruluşları Birliği Koordinatörü Nazan
Moroğlu, son zamanlarda medyada yer alan kadın cinayetlerinin ortak yanının “boşanmış olan kadının eski eşi
tarafından veya boşanmak isteyen kadının kocası tarafından
öldürülmesi” olduğuna dikkat çekti.
• 15 Şubat’ta 59 yaşındaki Saliha Erdem Ataşehir’de ayrı
yaşadığı eşi tarafından kapısının önünde öldürüldü. 22
Şubat’ta da Adana’da öğretmen Özlem Yılmaz ayrı yaşadığı
eşi tarafından öğrencilerinin gözü önünde boğazı kesilerek
ağır yaralandı.
Boşanan kadını korumak için acilen 4320 sayılı Ailenin
Korunmasına Dair Yasa’da değişiklik yapılması gerektiğini
vurgulayan Moroğlu, “Sadece eşleri ve diğer aile bireylerini koruyan yasaya ‘evlilik birliği boşanma ile sona ermiş
olan eski eşlerden biri’ veya ‘resmi evlilik olmaksızın bir
arada yaşayan bireylerden biri’ ibareleri de eklenmeli”
dedi. Moroğlu, bu zihniyetin kadını birey olarak görmek
istemediğini ifade ederek yasalar değişse, koruyucu tedbirler içeren düzenlemeler yapılsa da erkek egemen zihniyet
değişmedikçe kadına yönelik şiddetin, cinayetlerin önlenebilmesi için uzun bir mücadelenin gerektiğini söyledi.
Moroğlu, ailede erkek egemen zihniyetin devam ettiği
dikkate alındığında, zihniyet değişimi için okul öncesinden
ve ilköğretimden başlayarak “toplumsal cinsiyet eşitliği
eğitimi” verilmesinin önemine işaret etti. Kadın cinayetlerinin birçok ülkede işlendiğini belirten Moroğlu, “Geçten yıl
Peru’da öldürülen kadınların yüzde 70’i kocaları, birlikte
• 23 Şubat günü ise dört çocuk annesi Arzu Odabaş,
boşanma davası süren eşi tarafından Üsküdar’da öldürüldü.
Aynı gün Adana’da Semiha Karadağlı boşanmak istediği
eşi tarafından çocuklarının gözleri önünde av tüfeği ile
katledildi. Bunlar sadece birkaç ay içinde basında da yer
alan tüyler ürpertici cinayet haberlerinden bazıları.
• 26 Şubat günü Maltepe’de, iki çocuk annesi Şehri
Filiz, birlikte yaşadığı Tarık E. tarafından cadde ortasında
bıçaklandı. Yere düşen kadına tekmeler atan Tarık E. koşarak
olay yerinden uzaklaşırken hastaneye kaldırılan kadın tüm
müdahalelere rğmen kurtarılamadı. CUMHURİYET
28 Şubat 2011 http://www.haber7.com/haber/20110228/
Kadin-cinayeti-7-yilda-yuzde-1400-artti.php
4 8 Mart, Kadınlar günü
Erkek Egemenlİğİ
Tecavüz Mitleri
Dolmuşta beni taciz eden üç erkekle
mücadeleye giriştiğimde, beni ilk yargılayan
bir kadın olmuştu. Peki ya kendimi
savunacak güçte olmasaydım? Neden
hiç kimsenin sesi çıkmamıştı? İnsanları
tepkisizleştiren cinsel şiddetle ilgili
önyargılara “tecavüz mitleri” denildiğini,
cinsel şiddetle mücadeleye başladığımda
öğrendim.
ELİF DUMANLI
Tecavüz mitlerine nerden ve nasıl taktığımı anlatayım
öncelikle. İki sene kadar önceydi. Öğlen vaktiydi. Dolmuşa
bindim. Arka dörtlü koltuktayım. Durakların birinde dolmuşa
iki-üç erkek bindi ve biri yanıma oturdu. Bacaklarını açtı.
Erkeklerin toplu taşıma araçlarında bacaklarını açıp
oturmaları artık erkeklik kuralı sayıldığı için alıştık, alışmakla
birlikte bir kenara bedenimizi iki büklüm edip bize kalan
yere sığmaya çalışma yöntemleri geliştirmekle meşgulüz.
Yanıma oturan adam elleriyle cinsel organına yakın yerleri okşamaya ve pis pis sırıtarak bakmaya başladı bana.
Ben de tip tip baktım. “Ne oldu bayan, rahatsız mı oldun?”
dedi. “Evet, rahatsız oldum.” dedim. Dememle adamın
elini yüzüme doğru savurması bir oldu. O zamanlar refleks
çalışması yapıyordum sporda. Kendimi korudum.
Adam ayağa kalktı ve bana tekme atmaya çalıştı. Yine
kendimi savundum. Ayağa kalktım ve yumruk sallamaya başladım. Ayaktaki diğer iki erkek de saldırganın
arkadaşlarıymış. Üç kişilermiş. Üçü de aynı anda saldırmaya
çalıştılar. İnanmayacaksınız ama darbe almadım.
Söylemiştim, refleks çalıştığımı. Sizleri ürkütmemek ve
Dolmuştaki o hamile kadının benim saldırıya uğrama sebebimi edepsiz oturmakla itham etmesinin ve düşünmesinin
sebebinin altında bu mit yatmaktadır.
İkincisi; hiçbir kadın kendi isteği dışında tecavüze
uğramaz: Bu iddiada bulunanların çıkış noktası, erkeğin,
kadının isteğini yerine getirdiğidir. Dolmuştaki o sessiz
iyi erkeklerin de bilinçaltında yatan bu mit olsa gerek.
Onlar galiba asıl bacaklarını okşayarak erkekleri baştan
çıkaranın ben olduğumu, sonra da aramızda bir anlaşmazlık
yaşandığını ve kavga ettiğimiz sandılar. Genellikle tecavüzcü
erkeklerin ilk iddiası, parada anlaşamadık oluyor. Bu iddia
otomatik olarak kadını, toplum gözünde orospu(?!) haline
getiriyor ve olayda duyulması gereken tepki kadına yöneliyor.
Bu mitler erkek egemen sistemin ürünleri. Cinsel saldırıyı
meşrulaştırma yöntemi. Saldır, gücünü kullan ve olaydan
zarar almadan kurtul. Kurtulmakla kalma olaya toplumsal
olarak devam edebilmek için mit uydur, toplumu inandır.
Kadını mücadeleden soğut ve ölüme sürükle.
Üçüncüsü; kadınlar gizliden gizleye kendilerine tecavüz
edilmesini ister: Cinsel şiddete maruz kalmış bir kadının
bile zevk almış olabileceğini düşünmek gülünç ötesi bir şey.
Cinsel saldırı travmadır ve travmanın etkileri yıllarca sürmektedir. Hatta ölene kadar. Bu yine erkeklerin tecavüzlerini
meşrulaştırma yöntemleri için uydurdukları bir yargı.
1990’larda Batı Almanya’da cinsel saldırı suçundan yargılanıp ceza alan erkekler üzerinde yapılan
bir araştırmada, görüşülen erkeklerin nerdeyse hepsi
yaptıklarını meşru görüyor. Meşruluk iddialarının ilk
sırasında da bu mit yer almakta.
Meşruluk iddialarını örneklendirmek için okudukları ve
seyrettikleri filmlerden bahsediyorlar. Filmlerdeki sevişme
sahnelerinin çoğunluğunda ilk başta erkeğe karış koyan,
direnen kadının az bir debelenmeden sonra birden bire
Dide
Gökay
Namus, baba ve hayat.
Bir gazete
haberinin
incelemesi:
“AKSARAY’da 5 çocuk babası 46 yaşındaki A.K., cinsel
ilişkiye girip hamile bıraktığı 13 yaşındaki kızı Ü.K.’nin
dünyaya getirdiği bebeği, bir taşın altına bırakarak
öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı.
Niğde’nin Bor İlçesi’ne bağlı Obruk Köyü’nde oturan
13 yaşındaki Ü.K.’nin evine giderek dünyaya getirdiği
bebeği görmek isteyen polis ekibi, bebek bulunmayınca
aile fertlerini sorguya aldı ve korkunç gerçeği ortaya
çıkardı.
Kamyon şoförlüğü yapan A.K. sorgusunda, amcasının
oğluna kaçtıktan sonra tekrar eve dönen kızı Ü.K. ile kızlık
zarı kontrolü yapmak için eşi 44 yaşındaki S.K.’nin gözü
önünde ilişkiye girdiğini, daha sonra kızıyla birkaç kez
daha cinsel ilişkide bulunduğu onu hamile bıraktığını
itiraf etti.”
(10.12.2010, Hürriyet Gazetesi)
Şimdi biz yüzde bilmem kaç çoğunluğu Müslüman bir
ülkede yaşadığımız için belki de Müslüman sayılıyoruz ve
orta Asya’dan beri ataerkil bir millet olduğumuz için iki
lafımızdan birini de namus diye dile getiriyoruz ya.
Bu haberdeki gibi olayları nasıl olup da yapıyor ve
utanmıyoruz. Anlamıyorum. Siz bu haberden bir şey
anladınız mı? Durun açıklamaya çalışayım. Eğer sizin
dilinizden söylemek gerekirse bu olay tamamen şu:
“Namus”lu olup olmadığını kontrol etmek için
“namus”unu kirletmek.
Ve hatta özneye babayı, nesneye babanın öz kızını
koyarsak cümlemiz tüm öğeleriyle ve tüm gerçekliğiyle
karşımızda duruyor.
Tecavüz zaten başlı başına bir ağırlık. İnsanın içine
sıkıntılar düşüren, dönüp de düşünmek istemediğimiz
ama gün gibi açık ve ortada olan bir gerçek.
Peki, bu babanın tecavüz hikâyesi? Neler duymadık,
şaşırmam sandım, bebeklere tecavüz edildi, hayvanlara
tecavüz edildi, Pippa Bacca’ya tecavüz edildi, kız kardeşe
edildi, yengeye, gelinine, oğla...
adımı “Amozan”a çıkartmamak için yumuşatarak “refleks”
diyorum; uzak doğu yakın dövüş çalıştığım o zamanları.
Nasıl yaptığımı tam olarak hatırlamıyorum, çantamdan
biber gazını aldım ve sıktım. Ortalık birden biber gazıyla
doldu. Solculuktan gelen bir alışkanlıktan olsa gerek
saldırganlar ve dolmuştaki halkım kadar etkilenmedim.
Adamlardan biri “Oğlum bu karı boks biliyor. İnelim.” dedi
ve indiler. Zaten dolmuş durmuş ve kapılar açılmıştı.
Asıl olay şimdi başlıyor. Hamile bir kadın bana dönüp
bağırmaya başladı. Neden gaz kullanmışmışım, neden
şoförün ve dolmuştaki diğer iyi erkeklerin tepkisini
beklememişim.
“Konuşmalarımızı duymadınız mı? Şoförü ve diğer
erkekleri beklemiş olsaydım şimdiye kadar tecavüze
uğramıştım” dedim.
Cevap: “Edebinle otursaydın bunlar başına gelmezdi.”
Benim cevap: “Bu ülkede bir yaşındaki kız çocukları edepsiz
mi otuyordu tecavüze maruz kalırken?”
Atışmalar uzun. Dolmuştaki iyi erkeklerden çıt çıkmıyor.
Kafama takıldı bu olay. Beni ilk yargılayan bir kadın olmuştu.
Kendimi savunacak güçte olmasaydım, o dolmuşta gündüz
vakti onca insanın içinde tecavüze mi maruz kalacaktım?
Neden hiç kimsenin sesi çıkmamıştı? Neden tepkisizlerdi?
İnsanları tepkisizleştiren cinsel şiddetle ilgili önyargılara
“tecavüz mitleri” denildiğini öğrendim cinsel şiddetle
mücadeleye başladığımda. Tecavüz mitleriyle ilgili üç ayrı
aktarımda bulunmak istiyorum. Hepsini aynı anda değil.
Şimdi Alberto Godenzi’nin cinsel şiddet araştırmasından
yola çıkarak oluşturduğu tecavüz mitlerinden
bahsedeceğim, zamanı geldiğinde de diğerlerinden. Cinsel
şiddetle mücadelede öncelikle bilinmesi gereken bence
mitler.
Alberto Godenzi, tecavüz mitlerini beş kategoriye
ayırıyor. Birincisi; cinsel şiddeti asıl tahrik eden kadınlardır:
Bu önyargının çıkış noktası genellikle kadınların giyinişleri
ve hareketleriyle erkeği tahrik ettiğine dayandırılmaktadır.
zevkle seviştiği yıllarca gösterildi ve halen de gösterilmektedir. Suç sayılması gereken bir şey, erkeklerin cinsel
şiddetlerini meşruluk aracına dönüşüyor. Senaristlerin
nerdeyse yüzde doksan dokuz buçuğu da erkek olması da
tesadüf olmasa gerek.
Dördüncüsü; tecavüz biyolojik bir zorunluluktur: Uyarılmış
bir erkek biyolojik olarak geri dönemezmiş. Dönse bile bu
dönüş biyolojik tahribat yaratırmış erkek üzerinde.
Televizyon seyretmeyen biri olarak bu konuların gündüz
kadın kuşağı programlarında bilim safsatası kisvesi altında
işlendiğini yengemden öğrendim.
“Biliyor musun neden tecavüzler arttı? “ Bilmediğimi
söyledim. Merakla açıklamasını bekledim. Hormonlu yiyecekler yüzündenmiş. Erkekler bu hormonlu
yiyeceklerden biyolojik olarak etkileniyorlarmış ve kendilerine engel olamıyorlarmış. “Yenge, ben de sürekli hormonlu
domates yiyorum ama henüz kimseye saldırmadım” dedim
ve başladım tartışmaya.
Tartışmamıza burada Batı Almanya’da cinsel saldırı yüzünden ceza almış erkekler üzerinde yapılan araştırmadan
örnek vermek istiyorum. Yapılan bu araştırmaya göre,
saldırgan erkeklerin yüzde 70’i güç tutkusuyla hareket
etmiş; yüzde 25’i öfkeyle hareket etmiş; geriye kalan yüzde
5’i ise sadist eğilimlerle hareket etmişler. Bu yüzde 5’i hormonlu domates yemiş olabilir.
Gelelim son mite. Beşincisi; saldırgan bir yabancıdır:
Yapılan araştırmalar tam tersini göstermektedir.
Saldırganların büyük çoğunluğu tanıdıktır ve genellikle
de aile içindedir. Aile kurumunu tartışılır hale getirmemek
ve gözlerden uzak tutmak için, tecavüzcü erkekleri yabancı
sapık erkek, ailedeki erkekleri de namus şövalyesi haline
getirmeye çalışan erkek egemen zihniyettir.
Alberto Godenzi’nin mitlerine temel oluşturan araştırmayı
bir sonraki yazıya bırakıp, ayrılıyorum. (ED/BB)
22 Kasım 2010 http://bianet.org/bianet/bianet/126147tecavuz-mitleri
Ama bu... Ne denir ki buna? Nasıl namusunu korumak
dersin, nasıl aile kavramı, nasıl dini gerekçe diyebilirsin ki
buna? Buna hayvanlık bile diyemezsin affedersin. Buna
hormon diyemezsin. Buna cehalet diyemezsin. Buna
hiçbir şey diyemezsin. Bunu sadece izlersin. Ağzından
küfürler saçmak istersin, hepsi şuranda kalır. Hepsi “hafif”
kalır bu ağırlık karşısında. Hiçbir şey diyemezsin ve hiçbir
şey yapamazsın. Zira o 13 yaşındaki kız bile yaşarken bilemedi ne yaşadığını. “babam benimle ilişkiye girdi. Çok
korktum. Ne olduğunu anlayamadım. Çok ağladım.”
Endişeli gözlerle bakıyorum. Üzülüyorum. Şurama
bir şey basıyorlar sanki. Sıcak ve sivri. Oysa hepimizin
hayatları kıymetli. O kız asla böyle bir hayatı hak etmedi.
Veya öyle bir baba hepimizin olabilirdi.
“Her işte bir
hayır vardır ”
diyenlere
sormak istiyorum, “bu işteki
hayır nerede?”
diye. Çünkü bu
işte hayır yok,
düpedüz başka
bir şey var. Fotoğraf: Deniz Tortum
8 Mart, Kadınlar günü 5
Bir nesil daha ‘erkek’ egemen
100’ü kız, 100’ü erkek 200 lise öğrencisi üzerinde yaptığımız
çalışmanın sonuçları, gençlerin “kadının algılanışı” ve “ataerkil”
aile yapısı konusunda bir önceki nesle oranla ilerleme kaydettiğini
gösteriyor.
Sultan Komut
Çoğunlukla erkek egemen toplumlardan oluşan dünyamızda kadın, hayatın
her alanında ikinci plana itildi, kendisinden beklenen annelik ve ev kadınlığı
rolünü üstlenmeye zorlandı. Ne yazık ki
bu durum Türkiye’de de diğerlerinden
farklılık göstermiyor. Hatta kadın erkek
eşitliğinde ülkemiz Etiyopya ve İran gibi
ülkelerin gerisinde. Özellikle de kadınerkek eşitliği, kadın hakları, kadının rolü
gibi kavramlar karşısında hemen hemen
herkes söylem-davranış farklılığı çıkmazına
giriyor. Ancak, bireylerin farklı ortam ve
koşullardaki tüm davranışlarının izlenmesindeki zorluk hatta olanaksızlıktan
ötürü, örnek durumlar karşısında ifade
edilen yazılı ve sözlü söylemler, yüzde
yüz gerçeği yansıtmamakla birlikte toplumun eğilimlerini göstermede inkâr edilemeyecek bir öneme sahip.
Algıda ilerleme var
İstanbul Bağcılar’da farklı semtlerden gelen öğrencilerden oluşan bir lisede 100’ü kız,
100’ü erkek öğrenci üzerinde yaptığım çalışmaya göre gençler halen “erkek egemen”
toplumun gölgesinde yaşıyor. Bir ay önce yapılan çalışmada Lise 1. ve 4. sınıf öğrencilerine
gerek kendi aileleri gerekse toplumda kadın ve erkeğin rolleri, evlilik hakkında görüşleri
ve ideal ailenin nasıl oluştuğuna dair sorular soruldu. Kız ve erkek öğrencilerin cevapları
karşılaştırıldı. Çalışmanın sonuçları gençlerin “kadının algılanışı” ve “ataerkil” aile yapısı
konusunda bir önceki nesle oranla ilerleme kaydettiğini gösteriyor. Ancak, veriler bu
ilerlemenin gelecek nesli “erkek egemen” toplumdan kurtarmaya yetmeyeceğini destekler
nitelikte. Çalışmaya katılan öğrencilerin aile yapıları bu çalışmanın temel taşlarından biri.
Çünkü çocukların fikir ve davranışlarını belirlemede en büyük rol kendi ailelerine düşüyor.
Türkiye’de çalışan kadın oranı dikkate alındığında (Devlet Planlama Teşkilatı’nın 2013 yılı
için öngörüsü yüzde 29), çalışmada yer alan gençlerin aile yapılarının ülkemizde yaygın
olan aile profiline uyumlu olduğu görülüyor. Evlilik fikrine sıcak bakan lise öğrencilerinin
büyük çoğunluğu ideal evlilik yaşının 26 ile 30 yaşları arasında olduğunu ifade ediyor.
Gençler ayrıca evliliğin “sevgi”yle alakalı olduğuna inanıyor. Ülkemizde yaygın bir söylem
olan ‘kadının asli görevi’ ifadesi kız öğrencilerin yüzde 85’ine hiçbir şey ifade etmiyor.
‘Kadının asli görevi diye bir şey yoktur’ görüşünü savunan kız öğrencilerin aksine yüzde
36 oranında erkek öğrenci kadının asli görevinin eviyle ilgilenmek olduğunu savunuyor.
Dikkat çeken sonuçlardan biri de şu: Kız öğrenciler arasında ‘Evlenince çalışmayacağım’
diyen yokken, erkek öğrencilerin yüzde 10’u evlendiklerinde eşlerini çalıştırmayacaklarını
ifade ediyorlar.
Nesillerdir tartışılan “kadın-erkek eşit midir?” sorusuna gençlerin verdiği cevaplarsa umut
vaat eder nitelikte. Her ne kadar ‘eşit değildir’ cevabı veren erkek öğrenci sayısı yüzde 8
oranla kız öğrencilerden fazla olsa da, kadınların bilinçlendiğinin göstergesi olarak kız
öğrenciler ‘kadın ve erkek eşittir’ ya da ‘eşitsizlik sadece fiziksel özellikler bakımındandır’
cevabını benimsemişler. Ataerkil toplum yapısının en önemli özelliklerinden biri olarak
kabul edilen “son kararı erkek verir” olgusuysa göze çarpan bir şekilde değişikliğe uğramış.
Gençler kendi ailelerinde kararların ortak alındığını ifade ediyorlar. Bu oran kız öğrencilerde
Mete
Ercis
Ben Hiç
Kadın
Olmadım.
Ben hiç kadın olmadım. İster okul yolunda olsun, ister
yürümeye çıktığım İstiklâl Caddesi’nde, kimse bana laf
atmadı. Ben de ne yapacağımı bilemeden şaşırıp kalmadım,
sinirimi içime atıp küfretmedim. Mesela araba kullanırken
bir virajı alamadığımda, bir manevrayı iyi yapamadığımda
en fazla korna çaldılar, kullanmayı bilmiyorsan kullanma
diye söylendiler de “erkek şoför işte” demediler. Eve dönmek
için, geç oldu ya, bir erkek arkadaşıma muhtaç olmadım.
Sokakların bu saatlerde erkekler için tekin olmadığını
hatırlamıyorum.
Ya da âdet sancısı içerisinde üniversite sınavına girmenin
nasıl bir his olduğunu. Kadınların üniversite okumasına,
kadınların okumasına gereksiz bakılmasını saymıyorum
bile. Bir yandan kocam, ailem, arkadaşlarım ve bir yandan
okul, adalet, devlet. Ne şanslıyım ki bir erkeğim de arada
yüzde 40, erkek öğrencilerde ise yüzde 42. Kararın kimin tarafından alındığının konuya
göre değiştiğini söyleyen kız öğrencilerin oranı yüzde 46, erkek öğrencilerin oranı
ise yüzde 33. İdeal bir ailede ‘ailenin reisi kim olmalıdır?’ sorusuysa erkek öğrencilerin
egemenlik kurma isteğini kanıtlar nitelikte: Kız öğrencilerin yüzde 97’si evde aile reisi
kavramını yanlış bulup kararların ortak alınması gerektiğini savunurken, erkek öğrencilerin
yüzde 38’i evin reisinin erkek olması gerektiğini düşünüyor. ‘Bir kadın kocasının soyadını
kullanmalıdır’ fikri erkek öğrenciler arasında popülaritesini sürdürürken (yüzde 97), kız
öğrenciler ‘Kendi soyadını da kullanabilir’ fikrini benimsiyor (yüzde 66). Oranların bu kadar
büyük farklılık göstermesi “erkek egemen”
toplumu sürdürmek isteyenin elbette
“erkekler” olduğunu, ancak kadınların bu
egemenliği yüzde yüz sonlandıramasalar
bile, ataerkil toplum yapısında çatlaklar
oluşturmaya başlatabileceklerini gösteriyor. Çalışmada ‘Kadınlar sadece kendi
soyadlarını kullanmalıdır’ diyen kız öğrenci
oranının da yüzde 6 olması, bu çatlakların
ileride kırılmalara yol açabilecek nitelikte
olduğunu göstermesi açısından önemli.
Evlilik ve boşanma
Ev işlerini yapmak ise ne yazık ki hâlâ
kadınların görevi. Çalışmaya katılan tüm
öğrenciler dikkate alındığında ‘bizim evde
işleri annem yapar’ diyen öğrenci oranı
yüzde 70’ken, bu soruda ‘bizim evde işleri
babam yapar’ diyen tek bir öğrencinin
olmamasıysa nedense hiç şaşırtıcı değil!
Çalışmanın ortaya çıkardığı en olumlu
sonuçlarsa kız çocuklarının eğitimi ve kız
erkek çocuk ayrımı üzerine. Çalışmaya
katılan öğrencilerin ezici bir çoğunluğu evlerinde kız-erkek ayrımı yapılmadığını (yüzde
90) ve kız çocuklarının eğitimlerinde herhangi bir kısıtlama yapılmadığını ifade ediyorlar
(yüzde 99). Bugün halen Türkiye’de kadınların eğitim düzeylerinin erkeklerden çok daha
alt seviyede olduğu dikkate alındığında, bu sevindirici bir gelişme.
Çalışmanın tartışmasız en ilginç sonucu ise erkeklerin evlilik ve boşanma gibi konularda
kız öğrencilere göre çok daha muhafazakâr olmaları. Ekonomik özgürlüğü bulunmayan,
eşinin kontrolündeki kadınlar artık neredeyse tarihe gömüldü. Gelecekte eş ya da anne
rolünü benimsediklerinde eylemleriyle fikirleri arasında farklılaşma görülme olasılığına
rağmen, kızlar erkeklere oranla boşanma konusunda kendilerinden çok daha emin.
Elbetteki bir evliliğin boşanmayla sonuçlanması arzulanabilir bir şey değil. Ancak “buradan
ancak cenazem çıkabilir” anlayışıyla mutsuzluklarına, dayağa, aldatılmaya rağmen evli
kalan kadınlara bir sonraki nesilde daha az rastlanacağa benziyor. Kız öğrencilerin yüzde
64’ü evliklerinde sorunla karşılaşırlarsa boşanmanın doğal olduğu görüşünde. Bu da artık
kadınların ekonomik özgürlüklerinin bir avantajı olarak “tutsaklığı” kabul etmeyeceklerini
kanıtlıyor. Erkek öğrencilerin bu soru karşısında verdikleri cevaplara bakıldığındaysa
erkeklerin evlilik konusunda kızlara oranla daha muhafazakâr oldukları görülüyor: ‘Asla
boşanamam’ diyen erkek öğrenci oranı azımsanamayacak ölçüde: Yüzde 27. Ne yazık
ki şiddet, aldatma, egemenlik altına alma da bu gelenekçiliğin, bazılarına göre de çok
sevmenin bir sonucu.
Yapılan çalışmada da açıkça görüldüğü üzere yüzyıllardır baskı altında tutulmaya
çalışılmış, kendilerine mülk gibi davranılmış, her daim erkeğin arkasında, hatta gölgesinde
durmaya zorlanmış kadınlarımızın kendilerine her türlü haksızlığı yapan ‘erkek’ egemen
toplumdan kurtulması adına umut var. Ancak, halen lise sıralarında okuyan gençler ne
yazık ki, en az bir nesil daha bu ataerkil yapıyı devam ettireceğe benziyorlar.
SULTAN KOMUT: Kadir Has Üni., Amerikan Kültürü ve Edebiyatı, doktora
20 Şubat 2011 http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&A
rticleID=1040644&Date=28.02.2011&CategoryID=42 ezilmedim, bir kere daha ne yapacağımı bilemeden şaşırıp
kalmadım.
minibüslerdeki erkek/kadın oranının ezici çoğunluğu kadar
üstünler.
Diyelim ki kadın olsaydım, ailem yine aynı ailem olsaydı,
yine evlenmeden cinsel bir ilişki yaşayabilirdim. Evleneceğim
adamı da severdim, sevdiğim adam da bakire olmadığım için
beni boşamazdı. Ama başka bir adamı sevseydim, mahkeme
beni “istenildiğim gibi çıkmadığımdan” boşayabilirdi. Güzel
ki, erkeklerin “istenildiği gibi çıkmaması” mümkün değil
de cinsel özgürlüğüm var. Kadın olsaydım, evleneceğim
adam ev işlerinin benim görevim olmadığını bilecek kadar
saygılı olacaktı belki, ama yemeği hep ben pişirecektim. Beş
on çocuğumuz olmayacaktı
belki, ama bir iki yavrumuzu
da hep ben uyutacaktım,
yedirecektim, büyütecektim.
Diyeceğim o ki, çevremizdeki eşitsizliği görmezsek,
kalıplaşmış eşitliğimize inanırsak, gördüğümüz eşitsizliği
de görmez oluruz, olağan olur, eşitsizlik eşitlik olur. Açık
bir kıyafet (kime göre neye göre?) giymek suç olur, araba
kullanmak suç olur, eve geç gitmek suç olur, evlenmeden
cinsel ilişki suç olur, yemek pişirmemek, çocuğun altını
değiştirmemek suç olur. Bir kez daha, ben hiç kadın
olmadım. Ne rahat ki hiçbir zaman bunların hiçbirini
düşünmek zorunda kalmadım.
Kadınlarla erkeklerin eşit
olduğunu ileri sürenlere
diyorum. Tersten bakın, bir
kere de erkekle kadın eşit
mi diye düşünün? Erkekler
havada karada daha güçlü
değil mi? Sayıca bile üstünler.
Aynı Ümraniye, Kâğıthane,
Üsküdar sokaklarındaki,
Fotoğraf: Deniz
Tortum
6 8 Mart, Kadınlar günü
Erkeklerİn Sevgİsİ Öldürüyor
Kadınlar feryad etti: Silah mı kuşanalım!
(İlk sayfadan) İstanbul Feminist Kollektifi üyesi bir grup kadın Ümraniye’de boşanmak
istediği eşi tarafından öldürülen Arzu Odabaşı’nın öldürüldüğü yerde, kadına yönelik
şiddeti protesto eden bir basın açıklaması yaptı.
“Erkekler vuruyor devlet koruyor”, “Tesadüfdeğil erkek
şiddeti” şeklinde sloganlar attı. Daha sonra grup adına
basın açıklamasını okuyan Selin Nakıpoğlu, Arzu
Odabaşı’nın koca şiddetini adli mercilere bildirdiği halde
öldürülene kadar devletin kılını kıpırdatmadığını belirterek, şunları söyledi:
boşanmak isteyen kadın bıçaklanarak yaralandı. Erkekler
seri kadın cinayeti işlerken Devlet seyrediyor”
Bu cinayetlerin Devletin kadını koruyamadığını
kadınları hanedeki erkek şiddetiyle baş başa bırakıldığını
gösterdiğini belirten Nakıpoğlu “Aileden sorumlu Devlet
Bakanı kadın cinayetleri için münferit diyor. Ya münfe-
Milyon Kere
Ayten
Ümit Yaşar Oğuzcan
Ben bir Ayten’dir tutturmuşum oh ne iyi
Ayten’li içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum Ayten üstüne
Saatim her zaman Ayten’e beş var
Ya da Ayten’i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz
Günlerden Aytenertesidir
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten’i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz
Bir kadeh de sizinle içeriz Ayten’li
İki laf ederiz
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok Ayten’i size bırakmam
Alın tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse
Ben Ayten’i düşünürüm, üşümem
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar
“O merciler hakkında suç duyurusunda bulunacağımızı,
kadınların şikayetini ciddiye almayanların takipçisi
olacağımızı buradan herkese duyuruyoruz. Adana’da
Semiha K. Yıllarca şiddet gördüğü halde Devlet Semiha’yı
da koruyamadı ve öldürüldü. Gebze’de Çiğdem K’ yı da
kocası pompalı tüfekle öldürdü. Özlem eski kocadan
kurtulmak için il değiştirdi katil onu buldu ve bıçakla
ağır yaraladı. Maltepe’de Şehri F. daha önce şikayetçi
olduğu halde gözaltına alınıp bırakılan erkek tarafından
bıçaklanarak öldürüldü. Gaziantep’te kocasından
ridin anlamanı bilmiyor ya da bunca kadın kıyımını
görmüyor. Meclis acilen toplanıp kadın cinayetlerini
önlemek için karar almalıdır. Savcılar kadının şikayetini
ciddiye almıyor. Sokaklara çıkıp cam çerçeve mi indirelim, silah mı kuşanalım. Sabrımız kalmadı canımız
yanıyor” dedi. Grup basın açıklamasının ardından
dağıldı. (DHA)
27 Şubat 2011http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?
aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1041327&Date=28.
02.2011&CategoryID=77
Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var Ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı Ayten olsun http://www.siirleri.org/siir/2127/milyon+kere+ayten.html
Neredeyse suçlu çıkaracaklarmış
Mahkemeye göre, 13 yaşındaki N.Ç. istese, 26 erkeğe karşı koyabilirmiş!
Mardin’de 13 yaşındaki N.Ç.’ye tecavüzle suçlanan aralarında asker ve devlet
memurlarının da olduğu 26 sanıkla ilgili
‘utanç davası’ geçen Eylül’de karara
bağlanmıştı.Tam 7 yılda tamamlanan davada
sanıklar iyi hal indiriminden yararlandırılmış
ve alt sınırdan cezalandırılmıştı. İşte bu şok
kararın gerekçeleri de şok yarattı...
* N.Ç.’nin rızası vardı, para kazanmak için
yaptı
* Her şeyin farkındaydı, zorla
alıkonulmadı
* Cebir ve baskı yok, isteseydi karşı koyabilirdi
Mardin’de 2002 yılında ortaya çıkan bir
tecavüz olayı Türkiye’yi derinden sarsmıştı.
13 yaşındaki N.Ç’nin fuhuşa sürüklendiği
ve bakire olması nedeniyle, kendisini
satan kadınlar tarafından aralarında asker,
memur, korucu, muhtar gibi birçok devlet
görevlisinin bulunduğu 26 erkekle ters
ilişkiye girmeye zorlandığı ortaya çıkmıştı.
N.Ç kendisine tecavüz edenlerle ilgili olarak
açılan davada adalet istediğini dönemin
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’e bir mektupla
bildirmişti.
‘Ben daha çocuğum’
N.Ç mektubunda, “Sayın bakan adım
N.Ç. 13 yaşındayım. Ben daha çocuğum.
Küçük yaşta çekmediğim acı kalmadı. 12
yaşındayken; babam ve dedem yaşındaki
onlarca adam bana 7 ay boyunca zorla
tecavüz ettiler. Davam hala devam etmektedir. Ben bunların hiçbirini hak etmiyorum. Gazeteleri her gün takip etmekteyim.
Her gün bir genç kızın hayatı kararıyor.
Yeter artık biz çocuklar okumak istiyoruz.
Oyun oynayacak çocuklarız. Ben artık
hiçbir genç kızın hayatının kararmasını
istemiyorum. O kötü acıyı ben çektim,
başka kimsenin çekmesini istemiyorum”
diye yazmıştı. N.Ç.’nin bu çığlığına rağmen
Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan
dava, geçen Ekim ayında, 8 yıl sonra ve
sanıklara verilebilecek en hafif cezalarla
karara bağlanmıştı.
Mardin 1. Ağır Ceza Mahkemesi, N.Ç.’ye
bir kez tecavüz eden 13 sanığı, 15 yaşından
küçük çocuğun ırzına geçtikleri gerekçesi-
yle, alt sınırdan 5 yıl hapisle cezalandırmıştı.
Mahkeme, sanıkların cezalarından 6’da 1
oranında iyi hal indirimi yaparak, cezayı 4
yıl 2 aya düşürmüştü. Mahkeme, N.Ç.’ye
birden çok defa tecavüz eden 11 sanığa
ise 5 yıl 10 ay vermiş ve yine iyi hal indirimi ile cezayı 4 yıl 10 aya düşürmüştü. 18
yaşından küçük bir sanığa 3 yıl 2 ay ceza
veren mahkeme, bir sanığı ise eyleminin
teşebbüs aşamasında kalması nedeniyle 1
yıl 4 aya mahkum etmişti.
Kararda, İstanbul Adli Tıp Kurumu 4.
İhtisas Kurulu’nun, N.Ç. ile ilgili raporundaki “Olayın ahlaki radaetini müdrik
(Ahlaki kötülüğünün farkında olduğu)
olduğu” ifadelerine de yer verildi: “N.Ç.’nin
mağduresi olduğu olayların ahlaki radaetinin (kötülüğünün) farkında olduğu, bu olaylara ruhsal yönden karşı koymaya muktedir
olduğu halde kendi iradesiyle para kazanmak amacıyla sanıklar T. ve E. ile irtibata
geçtiği veya bunlarla irtibata geçen diğer
sanıklarla ilişkiye girdiği anlaşılmaktadır.
Adli Tıp’ın tespitine göre, mağdurenin olay
tarihindeki gerçek yaşı 15’tir. Sanıkların
maddi veya manevi bir cebir kullandıklarına
dair unsurun bulunmaması, mağdurenin
yaşının da kanunun suç olarak kabul ettiği
15 sınırında olması nedeniyle, sanık T.
ve E. dışındaki sanıklar için cezaların alt
sınırdan tayin edilmesi gerektiği kanısına
ulaşılmıştır.”
13 yaşındaki N.Ç’ye tecavüzle suçlanan
ve o dönem Kızıltepe Kaymakamlığı Yazı
İşleri Müdürü olan R.S ile Mardin İl Jandarma Komutanlığı’nda görevli yüzbaşı
E.E.’nin de aralarında bulunduğu 26 sanığa,
iyi hal indirimiyle “cinsel istismarda bulunmak” gerekçesiyle 1 yıl 8 ay ile 5 yıl arasında
değişen hapis cezaları verildi. Mahkeme,
sanıklara eski Türk Ceza Kanunu’nun (TCK)
414. maddesinin 1. fıkrasından ceza verdi.
Bu fıkrada, “Her kim 15 yaşını bitirmeyen bir
küçüğün ırzına geçerse beş seneden aşağı
olmamak üzere ağır hapis cezasına mahkûm
olur” hükmü yer alıyor. Bu fıkra, ancak
küçük çocuğun rızası varsa işletilebiliyor.
Bunun yerine, aynı maddenin ikinci
fıkrasını uygulasaydı, yani N.Ç.’nin rızasının
olmadığına hükmedilseydi sanıkların her
birine en az 10 sene ceza verilecekti.
21Şubat 2011 http://www.dha.com.tr/
haberdetay.asp?newsid=143495
KISA KISA ve uzunca
Devlet yine koruyamadı
DHA
Adana’da çocuklarının gözü önünde 25 yıllık
eşi tarafından öldürülen Semiha Karadağlı ile
Samsun’da sevgilisi tarafından öldürülen Serpil
Şen’in cinayetlerden önce defalarca savcılığa
başvurarak şikayetçi oldukları ortaya çıktı.
24 Şubat 2011 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=17110873
Siirt’te yine tecavüz ve şantaj
DHA
Siirt’te ilköğretim öğrencisi 13 yaşındaki kıza
tecavüz ve şantaj suçlamasıyla 3’ü tutuklu 7 sanık,
Ağır Ceza Mahkemesi’nde 15 yılla 17 yıl arasında
değişen hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
15 Mayıs 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=14735074
Mersin’de akıl almaz töre vahşeti
DHA
MERSİN’de, 3 Şubat’ta sevgilisine kaçan 19
yaşındaki Hatice Fırat, ağabeyi 20 yaşındaki
Mahsun Fırat tarafından boğazı kesilip, 40 yerinden bıçaklanarak öldürüldü. Hatice’nin tabutunu 50 kadın tarafından morgtan alınıp toprağa
verildi.
01 Mart 2011 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=17155565
6 aylık hamileye infaz
DHA
Şanlıurfa’nın Viranşehir ilçesinde, 22
yaşındaki 6 aylık hamile kadın evinde silahla
vurulmuş halde ölü bulundu. Töre cinayetinden
kuşkulanan polis Lütfiye B.’nin eşinin yanı sıra
babası ve kardeşinin de aralarında bulunduğu
8 kişiyi gözaltına aldı. Ancak çok geçmeden olay
ortaya çıktı. Katil zanlısı eşi çıktı.
21 Aralık 2010 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=16586278
Önce eşini öldürdü sonra intihar etti
DHA
İSTANBUL’da taksi şoförlüğü yapan 35 yaşındaki
Ömer Dilek, kendisinden ayrılmak isteyen ve bir
süre önce Antalya’daki babasının evine gelen eşi
34 yaşındaki Tuğba Dilek’i tabancayla başından
vurup öldürdükten sonra intihar etti. Katliam ise
sürüyor. Geçtiğimiz hafta bir öğretmenin okul
önünde boğazı kesildi, 4 çocuk annesi bir kadın
yine eşi arafından öldürüldü. Kadına şiddet her
geçen gün artıyor.
28 Şubat 2011 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=17146337
16 yaşındaki Zelal’i 15 yaşındaki
kardeşi öldürdü
DHA
IĞDIR’da önceki gece evlerinde 21 yerinden
bıçaklanarak öldürülüş halde bulunan 16
yaşındaki lise öğrencisi Zelal Ş.’nin, ‘töre’ kurbanı
olduğu ortaya çıktı.
03 Mart 2011 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=16673234
Şanlıurfa’da 2 çocuk annesine sokak
ortasında infaz
DHA
Şanlıurfa’da, iki çocuk annesi 28 yaşındaki
Medine Taşkın, sokak ortasında kafasına 2 el
ateş edilerek öldürüldü.
20 Mart 2011 http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/
goster/ShowNew.aspx?id=16814146
8 Mart, Kadınlar günü 7
Bir şansım daha olsa kadın olmazdım!
Diyarbakır’daki 16 yaş ve üstü bin 802 kadına, eğitilmiş kadın anketörler şiddetin fotoğrafını
çekmek için sordu. Araştırmada dikkat çeken pek çok nokta bulunurken, eşinden şiddet gören
her 100 kadından 52’si dünyaya yeniden gelse kadın olmak istemediğini ifade etti.
DİYARBAKIR - Art arda gelen kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddeti Türkiye’nin en sıcak gündem maddlerinden biri haline
getirdi. Diyarbakır Bağlar Belediyesi ve Bağlar Kadın Kooperatifi ve Diyarbakır Kadın Akademisi Derneği, bu şiddetin fotoğrafını
çekmek amacıyla A&G’ye bir araştırma yaptırttı.
16 yaş ve üstü kadın nüfusunu temsil eden kadınlarla yüz yüze görüşme metoduyla yapılan ve özel eğitimden geçirilmiş
kadın anketörlerin kullanıldığı araştırmanın sonuçlarını, A&G şirketinin sahibi Adil Gür, Diyarbakır’da açıkladı:
— Her 100 kadından 36’sı okur yazar değil ve kadınların yüzde 12,7’si çalışan, yüzde 78,1’in ev kadını, yüzde 8,6’sı
öğrenci.
— Evli kadınların yüzde 53,1’i görücü usulüyle, yüzde 35,4’ün tanıyarak severek evlendi.
— Her 100 kadından 45’i akrabasıyla evli, kadınların yüzde 39,4’ü evlendiğinde 18 yaş ve daha altında.
NAMUS NEDİR?
— Kadınların yüzde 48,8’i namusu doğruluk dürüstlük diye tanımlarken, yüzde 28,6’sı kadınların ‘namus’ olduğunu ifade
etti.
— Diyarbakırlı kadınların yüzde 65,3’ü şiddetin erkeklerin kadını baskı altında tutma aracı olduğunu düşünürken, yüzde
18,2 ise kadınlar kendi hatalarından dolayı şiddet gördüğü fikrinde.
— Her 100 kadından 67’si erkeklerin eğitilerek şiddetin önlenebileceğini kaydetti.
— Kadınlar, kadına yönelik şiddetin önlenmesi konusunda kurumların üzerlerine düşen görevlerini yerine getirmede
yetersiz kaldıklarını düşünmekte.
— Evli her 100 kadından 51’i eşinden şiddet görmüş veya görmekte. Evli 10 kadından biri her zaman şiddet gördüğünü
söyledi.
— Evlendiğinde 18 yaş altında olan kadınların yüzde 58,7’si eşinden şiddet görürken, daha büyük yaşlarda evlenenlerde
bu oran azalmakta.
— Resmi nikahı olmayan kadın daha fazla şiddet görürken, görücü usulüyle evlenen her 100 kadından 54’ü eşinden şiddet
görmekte.
ŞİDDET VE EĞİTİM
— İlkokul ve daha alt eğitim gruplarında yer alan
kadınların yüzde 54,4’ü eşinden şiddet görürken, üniversite mezunu eğitimli kadınlarda bu oran yüzde
21,6’da.
— Aylık hane geliri 1000 liranın altında olan her
100 kadından 54’ü eşinden şiddet görürken, aylık
gelirin yükselmesiyle eşinden şiddet görenlerin oranı
düşüyor.
— Çalışmayan her 100 kadından 52’si eşinden
şiddet görmekte, işsiz ya da gündelik işlerde çalışan
her 100 erkekten 57’si eşine şiddet uygulamakta.
— Anadili Kürtçe olan kadınların yüzde 53,3’ü
eşinden şiddet görürken, anadili Türkçe olan kadınların
yüzde 39,2’si şiddet görüyor.
— Eşinden şiddet gören her 100 kadından 17’si
erkeklerin bazı durumlarda eşlerini dövebileceklerini düşünmekte. Eşinden şiddet gören kadınların
yüzde 18,8’i kadının kendi hatasından dolayı erkek
tarafından şiddete maruz kaldığını düşünmekte. Yüzde
10,4’ü (Erkek döver de söver de) diyor.
Geçen yılın Kasım ayında İzmir’de düzenlenen kadına karşı şiddete son
yürüyüşünden bir kare. (Şiddet görmüş kadın canlandırması)
KADIN OLMAK İSTEMİYORUM!
— Eşinden şiddet gören her 100 kadından 52’si dünyaya yeniden gelse kadın olmak istemediğini ifade etti.
— Eşinden şiddet gören her 100 kadından 27’si bu olaydan kimseye bahsetmezken, eşinden şiddet gören kadınların en
büyük dert ortağı kız kardeşleri.
— Şiddet gören kadınların yüzde 38,1’i şiddet olayını kız kardeşiyle yüzde 31,4’ü annesiyle ve yüzde 23’ü komşularıyla
paylaşmakta.
— Evli her 100 kadından 29’u kayınvalidesinden, yüzde 13’ü kayınpederinden sözlü şiddet görmekte. Her 100 kadından 8’i
kayınvalidesinden, yüzde 6’sı kayınpederinden fiziksel şiddet görmekte. Kadınların yüzde 20,5’i çocukluğunda babasından,
yüzde 29,7’si annesinden, yüzde 15,4’ü ise erkek kardeşi tarafından dövülüyor. Kadınların yüzde 29,2’si (Babam, annemi
döverdi) diyor.
CİNSEL ŞİDDET DE VAR
— Eşinden fiziksel şiddet gören her 100 kadından 39’u cinsel şiddete de maruz kalıyor. Eşinden şiddet görmeyen kadınlarda
bu oran yüzde 6,7. Eşinden şiddet gören her 100 kadından 52’si, eşine şiddet uygulayan her 100 erkekten 35’i çocuğuna da
şiddet uyguluyor. Eşine şiddet uygulamayan her 100 erkekten 91’i çocuğuna da şiddet uygulamıyor.
— Eşine şiddet uygulayan her 100 erkekten 35’i çocukluğunda ailesinden şiddet görmüş. Eşinden şiddet gören kadınların
yüzde 25,7’si çocukluğunda da babasından şiddet görmüş.
— Her 100 kadından 70’i genel olarak mutlu, 22’si ne mutlu, ne de mutsuz olduğunu ifade ederken, mutsuzum diyenlerin
oranı ise yüzde 8 civarında.
— Kadınlara; ‘Gelecekle ilgili ne düşünüyorsunuz?’ diye sorulduğunda, yüzde 56,2’si çok daha iyi olacağını, yüzde 36’sı aynı
kalacağını değişmeyeceğini, yüzde 7,9’u ise daha kötü olacağını düşündüğünü söyledi.
— Her 100 kadından 17’si intihar aşamasına geldiğini söylerken, eşinin kendisine hakaret ettiğini söyleyen kadınların yüzde
27’si intiharı düşündüğünü belirtti.
— Her 100 kadından 7’si intihara teşebbüs ettiğini söylerken, kadınların yüzde 43,2’si hiçbir zaman kuaföre gitmediğini,
yüzde 47,5’i hiçbir zaman makyaj yapmadığını, yüzde 51,6’sı ailesiyle hiçbir zaman dışarıda veya lokantada yemek yemediğini,
yüzde 58,3’ü hiçbir zaman tatile gitmediğini, yüzde 65,5’i doğum gününü hiçbir zaman kutlamadığını ifade etti.
02 Mart. 2011 http://www.ntvmsnbc.com/id/25188238/
8 8 Mart, Kadınlar günü
KADIN BURADA
Marmara YK
Salı, 08 Mart 2011
Sayı 1
TurkMSIC Marmara’nın 8 Mart’ta çıkardığı gazetedir.
Kadına Şİddet
Kadına yönelik şiddet kınandı
Antalya Kent Konseyi Kadın Meclisi üyeleri, kadınlara yönelik şiddeti, yüzlerine sürdükleri boyalarla
protesto ettiler.
Antalya- Antalya Kent Konseyi Kadın Meclisi Kadına Yönelik Şiddet Grubu üyeleri, konsey binası önünde bir araya gelerek son
günlerde kadınlara yönelik şiddet olaylarının arttığına dikkati çekerek, yüzlerine sürdükleri boyalarla şiddeti kınadılar.
Burada basın açıklamasını okuyan grup sözcüsü Yonca Ayaz, alınan önlemlere rağmen şiddet ve nefret cephesinde değişen bir şey
olmadığını söyledi. Televizyonlarda sabah kocası tarafından bıçaklanan Özlem öğretmenin acı haberini unutmadan, akşam Adana’da
kocası tarafından tabancayla öldürülen Arzu Odabaşı’ın haberini aldıklarını belirten Ayaz, devlet tarafından koruma isteyen ancak
buna rağmen eşi tarafından öldürülen Ayşe Paşalı’nın son günlerdeki acı örnekler olduğunu kaydetti.
Türkiye’de 2009’da yurt çapında yapılan ilk resmi aile içi şiddet araştırması sonuçlarına göre aile içi şiddetin yüzde 39 artış gösterdiğine
dikkati çeken Ayaz, şu bilgileri verdi:
‘’2006 yılında 72 bin 643 kadın şiddet gördü, 842 kadın cinayete kurban gitti, 93 bin 17 kadın yaralandı.
Dört yıl içinde 1906 kadın töre cinayetine kurban gitti. 5 Haziran 2005’te Türk Ceza Kanunu’nda yapılan değişikliklere rağmen cinsiyete
dayalı ayrımcılık ve kadına yönelik şiddetle mücadele devlet politikası olmamıştır. Yasa değişse de zihniyet aynı kalmıştır.
Türkiye’de her gün 4’ten fazla kadın öldürülüyor. Can güvenliği açısından riskte olduğunu düşünen kadın savcılığa başvuruyor ama
korunmuyor. Polise gidiyor (kocadır yapar) deniyor, demek ki bize yanlış öğretilmiş, yanlışlık nerede? Daha kaç kadın öldürülecek
bu ülkede, kaç kadın duygusal, ekonomik, ruhsal şiddete uğrayacak, haydi hepsinden vazgeçtik canından olacak? Bugün Türkiye’de
kadınlar için ölüm geliyorum diyor. Üstelik en yakınları tarafından...’’
Şiddetin iki tarafı olduğunun sanıldığını aslında üçüncü tarafının da bulunduğunu kaydeden Ayaz, ‘’Bu da şiddete seyirci kalmaktır.
Türk Ceza Kanunu’nda şiddeti duyan ve gören haber vermezse suçlu konumdadır’’ ifadelerini kullandı.
Ayaz, vatandaşlardan kadınlara yönelik şiddeti ilgililere bildirmelerini ve bu konuda duyarlılık oluşturmalarını istedi.
28 Şubat 2011 http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=221048
Şiddetin
nedenleri
Yrd. Doç Dr. Vehbi Bayhan’ın
konuşmasından kesitler
Şiddetin Biyolojik Nedenleri
Erkekliğin doğası: Saldırgan yani şiddeti
uygulayan aile bireylerinin büyük oranlarda erkek oluşu erkeklik hormonlarının
şiddet davranışında etkili olduğunu
düşündürmektedir. Artan yaşla birlikte erkeklerde saldırganlığın azaldığı
saptaması bunu desteklemekle birlikte,
bu görüşün kesin doğruluğunu kanıtlayan
veriler bulunmamaktadır. Patoloji: Şiddet
uygulayanların dengesiz veya ruhsal
bozukluğu olan kişiler olduğu düşünülür.
Oysa şiddet kullananların sadece yüzde
10’unda ruhsal bozukluğa rastlanmaktadır.
Uyuşturucu ve alkol kullanımı: Alkol ve
madde bağımlılığı olan kişiler kullandıkları
maddelerin neden olduğu ruhsal etkiler
sonucunda şiddet uygulamaya daha
yatkındırlar. Ancak, alkol şiddetin esas
nedeni olarak değerlendirilmemektedir.
Kendini kaybetme: Şiddeti, davranışların
kontrolünün kaybedilmesi ile açıklayan
yaklaşım kabul görmemektedir. Saldırgan
kişilerin sadece belli yerlerde ve belli kişilere
karşı şiddet kullandığı görülür. Örneğin bu
kişiler evde eşlerini döverken, ne kadar
kızgın olurlarsa olsunlar patronlarına
veya bir polise saldırmaya kalkışmazlar.
Ayrıca ailede şiddet kullananların şiddet
taktiklerini de dikkatlice seçtikleri görülmektedir. Eşlerini sıklıkla etrafta başkaları
yokken belirgin bir iz veya önemli zarar
bırakmayacak şekilde dövme gibi tutumlar ve taktikler şiddet kullananların aslında
davranışlarını kontrol edebildiklerini göstermektedir.”
Ah Şu Atasözleri Yok Mu?
TurkMSIC Nedir?
Türkiye’nin en büyük tıp öğrenci topluluğu olan TurkMSIC (Turkish Medical
Students’ International Committee – Türk Tıp Öğrencileri Uluslararası Komitesi)
ülkemizdeki tıp öğrencileri arasında oluşturulmuş ve onları bir araya getiren
bağımsız, siyasi olmayan, kar amacı gütmeyen en köklü kuruluştur.
Sağlığın sosyal boyutunun farkında olan TurkMSIC, tıp öğrencileri ve doktorların yanı sıra diğer öğrenci ve gençlik topluluklarıyla
ve sivil toplum kuruluşlarıyla da ortak projeler yürütmektedir. TurkMSIC’in organizasyon şeması diğer öğrenci topluluklarına da örnek
olmaya başlamış, farklı bölüm ve meslekten birçok gençlik hareketine önderlik eder olmuştur.
İnsan Hakları Ve Barış Alt Komitesi
Standing Committee On Human Rights And Peace (SCORP)
Geleceğin sağlık çalışanları olacak tıp fakültesi öğrencilerinin, küresel bir bakış açısıyla,
sağlıkta eşitlik, insan hakları ihlallerinin ve çatışmaların önlenmesi için bilgi, beceri ve
tutum sahibi olmalarını sağlayarak, yoksullar, göçmenler, mülteciler ve insan hakları
konusunda savunmasız insanlar gibi sağlık hakkı ihlallerine uğrayan insanların sağlık
durumlarının düzeltilmesi ve güçlendirilmesi için çalışabilmesine imkan sağlar.
Üreme Sağlığı ve HIV/AIDS Alt Komitesi
Standing Committee on Reproductive Health Including AIDS (SCORA)
Hedefi ulusal ve uluslararası düzeyde üreme sağlığı ve AIDS konusundaki aktiviteleri
koordine ve teşvik etmek; onları destekleme ve geliştirmektir. Aktivitelere, eğitimsel,
toplum temelli kampanyalar, AIDS ve üreme sağlığı hakkında koruyucu kampanyalar
dahildir.
SCORA; UNFPA, UNAIDS, UNICEF, WHO, IPPF, FHI ve çalışmalarında AIDS/HIV dahil
üreme sağlığı üzerinde yoğunlaşan diğer kuruluşlarla sıkı ortak çalışmalar içerisindedir.
Kadına şiddet uygulanmasına yönelik
olarak çok sayıda atasözü ve deyim olması
dikkat çekmektedir. Kızını dövmeyen dizini
döver”, Kadının karnından sıpayı, sırtından
sopayı eksik etmeyeceksin”, “ Beyaz gelinlikle çıktığın eve ancak, kefenle dönersin”,
“Kocandır, sever de döver de”, “İyi günde
kocandı da, şimdi mi kötü oldu”, “Dayak cennetten çıkmadır” söylemleri ve anlayışları
şiddetin toplumsal zihniyete ne kadar
etkin olduğunu göstermektedir. Böyle bir
sosyal ve kültürel yapının ürettiği bireyler
de şiddet eğilimli olmaktadır. Genel olarak
toplumda ve aile içi şiddetin önlenmesinde temel problem, toplumsal ve kültürel
yapıdaki şiddetin bir çözüm aracı olarak
kullanılmasının önüne geçmektir. Bu süreç,
eğitim yoluyla uzun bir sürede sağlanabilir.
Ancak, eğitim salt formel okul kurumlarında
değil, yaygın öğretim teknikleriyle ve
medyanın etkinliğiyle sağlanmalıdır.
Yrd. Doç Dr. Vehbi Bayhan
İnönü Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
Öğretim Üyesi