Raporun tamamına erişmek için lütfen tıklayınız
Transkript
Raporun tamamına erişmek için lütfen tıklayınız
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi -- EDAM TÜRKİYE’DE NÜKLEER ENERJİ VE EMNİYETİ Editör : Sinan Ülgen, EDAM Bu araştırma “Nuclear Threat Initiative” tarafından sağlanan kaynak ile fonlanmıştır. Bu raporda yer alan görüşler yazarlara aittir, Nuclear Threat Initiative’in görüşlerini yansıtmamaktadır. © EDAM, 2015 Hare Sokak K8 No:16, Akatlar, 34335 Istanbul Tel : +90 212-352 1854 E-posta : info@edam.org.tr www.edam.org.tr ISBN : 978-9944-0133-6-9 Tasarım: Güngör Genç Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /1 Yazarlar Hakkında Dr. Ahmet Kasım Han Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler fakültesinde öğretim üyeliği yapmaktadır. Araştırma konuları stratejik düşünce, müzakere ve dış siyaset analizidir. İstanbul Üniversitesi’nde lisans eğitimini Ekonomi ve Uluslararası İlişkiler alanında, yüksek lisansını Politik Tarih ve doktorasını Uluslararası İlişkiler konularında almış, Harvard’da Müzakere eğitimi görmüştür. ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan ABD Dış politikası konusunda “Avrupa’nın Genç Liderleri” bursunu almış ve Afganistan’daki NATO/ISAF Operasyonunda 2005 ve 2011’de NATO gözlemciliği yapmıştır. Afganistan, jeostrateji ve enerji politikası, ABD dış siyaseti ve Türkiye dış siyaseti üzerine yayınları vardır. Radikal ve Referans gazetelerinde köşe yazarlığı yapmıştır. 20032006 arası Türkiye İhracatçılar Birliği’nde Uluslararası İlişkiler Danışmanlığı yapmıştır. İstanbul Üniversitesi, Bilgi Üniversitesi, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Türk Silahlı Kuvvetleri Harp Akademisi ve Hava Harp Okulu’nda öğretim görevliliği yapmış ya da dersler vermiştir. 2005-2008 arası Harp Akademisi’nde NATO da dahil olmak üzere uluslararası görevler üstlenen tüm yüksek rütbeli personelin alması gereken Uluslararası Müzakere Stratejileri dersini şekillendirmiş ve vermiştir. Dr. Aaron Stein Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü’nde (RUSI) araştırma görevlisidir. Aynı zamanda EDAM’da araştırmacı olan Stein, EDAM’da Orta Doğu’da güvenlik ve nükleer silahların yayılması konuları üzerine çalışmaktadır. King’s College Londra’dan doktorasını alan Stein, İran ve Türkiye’nin nükleer meselelerde karar verme mekanizmalarını incelemiştir. Stein Türkiye siyaseti ve bölgede nükleer silahların yayılması konusunda pek çok eser yazmış, aralarında New York Times, Foreign Affairs, Foreign Policy, the Bulletin of the Atomic Scientists, the National Interest ve World Politics Review’ın bulunduğu akademik dergilerde ve basın organlarında eserleri yayınlanmıştır. Siyaset bilimi üzerine olan lisans derecesini San Francisco Üniversitesi’nden, nükleer silahların yayılmasını önleme odaklı uluslararası politika çalışmaları üzerine olan yüksek lisans derecesini ise Monterey Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü’nden almıştır. Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu, 1 Haziran 2014’ten beri İstanbul merkezli MEF Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün başkanlığını yapmaktadır. Bundan önce Okan Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü başkanı, Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans programı ve Avrasya Çalışmaları Merkezi direktörü ve Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nün yardımcı başkanlığını yapmıştır. Silahların yayılmasının önlenmesi ve emniyet meseleleri üzerine çalışmaktadır ve Belfer Bilim ve Uluslararası İlişkiler Merkezi, Harvard Üniversitesi, Center for Nonproliferation Studies, Monterey Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Southampton Üniversitesi Mountbatten Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nde araştırma görevliliği yapmıştır. Global Security Watch – Turkey: A Reference Handbook (Praeger Security International, 2009) kitabının yazarıdır (Ayşegül Kibaroğlu ile birlikte) ve Türkiye’nin güvenlik meseleleri üzerine çeşitli yayınlara katkıda bulunmuş ve derlemiştir. Doktora derecesini Bilkent Üniveresitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden almıştır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /2 Doruk Ergun EDAM’da Türkiye dış politikası ve güvenliği konuları üzerine araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Doruk Ergun 2012’de EDAM’da çalışmaya başlamadan önce NATO Parlamenter Asamblesi’nin Brüksel’deki uluslararası sekreteryasında araştırma görevlisi olarak çalışmıştır. 2009 senesinde Sabancı Üniversitesi’nin Toplumsal ve Siyasal Bilimler bölümünde lisans derecesini, 2011 senesinde ise George Washington Üniversitesi’nin Uluslararası İlişkiler bölümü altındaki Uluslararası Güvenlik Çalışmaları üzerine yüksek lisans derecesini tamamlamıştır. Dr. Can Kasapoğlu güvenlik çalışmaları uzmanı ve askeri analisttir. Israil merkezli Begin-Sadat Stratejik Araştırmalar Merkezi (BESA Merkezi - 2012) ve Fransa merkezli Fondation pour la Stratégique’in (2014) de aralarında bulunduğu çeşitli kurumlarda misafir araştırmacılık yapmıştır. Halihazırda EDAM’da araştırma görevlisi ve Girne Amerikan Üniveresitesi’nde fakülte mensubudur. Kasapoğlu’nun uzmanlık alanları savaş çalışmaları, stratejik silah sistemleri, füze savunması, biyolojik ve kimyasal savaş, düşük yoğunluklu çatışmalar, terörizm, stratejik istihbarat ve sivil-asker ilişkileridir. Bunun yanı sıra Orta Doğu’daki stratejik meseleler, İran’ın askeri modernizasyonu ve Türkiye-İsrail ilişkilerine odaklanmaktadır. Kasapoğlu Harp Akademileri Stratejik Araştırmalar Enstitüsü’nde doktora derecesini, Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü’nde yüksek lisans derecesini tamamlamıştır. Prof. Dr. Mitat Çelikpala Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü profesörüdür ve Avrasya güvenliği, enerji ve kritik altyapı güvenliği, Türkiye dış siyaseti ve Kafkasya siyaseti, güvenliği ve tarihi üzerine lisans ve yüksek lisans dersleri vermekte ve bu alanlarda doktora bitirme tezlerine danışmanlık yapmaktadır. Uzmanlık alanları Kafkaslar, Kuzey Kafkasya Diyasporası, Kafkaslar ve Karadeniz bölgelerinde halk ve güvenlik, TürkiyeRusya ilişkileri, enerji güvenliği ve kritik altyapı korunmasıdır. Kadir Has Üniversitesi’nin yanı sıra Bilgi Üniversitesi, Harp Akademisi, Türkiye Ulusal Güvenlik ve askeri akademilerinde Türkiye dış siyaseti, Kafkaslar ve Orta Asya siyaseti, tarihi ve güvenliği ve Türkiye siyasi yapısı ve yaşamı üzerine dersler vermiştir. Ankara’daki NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi’nde özellikle kritik altyapı güvenliği alanında akademik danışmanlık yapmıştır. Yukarıda bahsedilen alanlarda akademik makaleler ve analizler yayınlamış ve medyada yer almıştır. Sinan Ülgen 1987 yılında ABD Virginia Üniversitesi’nde ekonomi ve bilgisayar mühendisliği dallarından mezun oldu. 1990 yılında arasında Brugge Avrupa Koleji’nde Avrupa Topluluğu konusunda yüksek lisans eğitimini tamamladı. Ülgen bunun ardından Dışişleri Bakanlığı’na kariyer diplomatı olarak girdi. 1992’de ise Brüksel’de Avrupa Birliği nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliği’nde görev yaptı, bu dönemde Gümrük Birliğiyle ilgili olarak Türkiye’nin müzakere pozisyonunun belirlenmesine katkıda bulundu ve müzakerelere fiilen katıldı. Ülgen aynı zamanda EDAM’ın başkanlığını ve Brüksel’deki Carnegie Europe’ta konuk araştırmacı görevini yürütmektedir. Makale ve araştırma yazıları Carnegie Endowment for International Peace, Center for European Policy Studies (CEPS), Center for European Reform (CER), the World Economic Forum, the Atlantic Council, German Marshall Fund ve Bookings gibi çeşitli düşünce kuruluşları ve Le Figaro, Financial Times, Wall Street Journal, European Voice, Project Syndicate ve International New York Times gibi çeşitli yabancı gazeteler tarafından yayınlandı. Aynı zamanda Kemal Derviş ile TürkiyeAB ilişkilerini üzerine olan bir kitabın yazarlığını yapmıştır ve uluslararası basında sıklıkla Türkiye meseleleri üzerine görüşlerine yer verilmektedir. Ülgen Roma’daki NATO Defece College’ın akademik danışma kurulu üyesidir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /3 GİRİŞ – Sinan Ülgen Altmış yıldan uzun bir süredir, Türk yetkililer ülkenin ithal fosil yakıtlara bağımlılığını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla nükleer enerjinin geliştirilmesini savunmaktadırlar. Türkiye 2010 yılında, sahil kenti Mersin yakınında bulunan Akkuyu sahasında dört adet VVER-1200 reaktörün inşası için Rus Rosatom şirketi ile bir anlaşma akdetmiştir. Bundan sadece üç yıl sonra, Mayıs 2013’te, Sinop kentinin yakınlarında ikinci bir nükleer santral inşa edilmesi için Türkiye, Mitsubishi liderliğindeki bir konsorsiyum ile bir anlaşma imzalamıştır. Türkiye, nükleer güç geliştirmeye devam ettiği sürece mücadele etmesi gerekecek olan bir dizi benzersiz güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu tehditlerin birçoğunu ayrıntıları ile veren bu çalışma, Türk nükleer sektöründe türünün ilk örneğidir. Bu çalışmada belirtildiği üzere Türkiye, nükleer kaçakçılık için bilinen bir geçiş güzergâhıdır, on yıllardır terör saldırıları yaşamaktadır ve hâlihazırda Irak ve Suriye’deki iki çatışma bölgesi ile sınır komşusudur. Bu tehditler Türkiye ile sınırlı değildir, ancak bununla birlikte, nükleer güce sahip yeni bir ülke olarak Ankara’nın potansiyel tehditleri tanımlamaya ve ülkenin gelecekteki nükleer santrallerini ve ilgili altyapısını korumak amacıyla kapsamlı politikalar izlemeye yönelik bir çabası mevcuttur. Türkiye’nin, gelecekte nükleer enerji altyapısı sahibi olacak bir ülke ve on yıllardır terörizm mağduru olmuş bir devlet olarak, nükleer programı için geleneksel güvenlik stratejilerinin çok ötesine geçen çok yönlü bir risk değerlendirmesi geliştirmesi gerekecektir. Bu kitapta kritik bulgular sunulmakta ve söz konusu alandaki uzmanların yanı sıra Türk karar alıcılar için nükleer ve radyolojik terörizmin temel zorlukları ele alınmaktadır. Türkiye’de etkin nükleer emniyet; içeriden kaynaklanan tehditlere karşı koruma sağlamak için tasarlanmış önlemleri, fiziki güvenliği, siber güvenliği, tehdit esaslı bir tasarım geliştirilmesini ve uluslararası kılavuzluk ile kabul edilmiş en iyi uygulamalardan dersler alınmasını içermelidir. Fiziki güvenlik, saha seçiminden tesisi savunmak için hangi güçlerin ve varlıkların kullanılacağına kadar çok çeşitli bir dizi önlemi kapsamaktadır. Türk karar alıcıların ve nükleer planlamacıların, hangi grupların gelecekteki nükleer santrallere sızma, girme ya da saldırma potansiyeli olduğunu ve bu grupların bu amaçla kullanabilecekleri kaynakları dikkatle analiz etmeleri gerekmektedir. Nükleer tesislerin emniyetini sağlamaya yönelik çeşitli yaklaşımlar mevcuttur ve Türkiye, tehdit algısına bağlı olarak, önceki deneyimlerden alınan derslerden ve dünya çapındaki en iyi uygulamalardan yararlanmalıdır. Konunun bir diğer boyutu ise siber güvenliktir. Bu, nükleer ya da radyolojik terörizm ile iki şekilde ilgili olabilir; birincisi, fiziki bir saldırı/sızma ya da hırsızlıktan önce yıkıcı bir siber saldırı gelebilir ve ikincisi, tasarım ya da emniyet zayıflıklarını ele geçirmek için kullanılabilir. Son birkaç yıl içinde, USB sürücülerin güvenlik duvarlarını aşabileceği ve özel olarak hazırlanmış bilgisayar virüslerinin anti-virüs sistemlerine nüfuz edebileceği görülmüştür; bu yöntemler, kapalı nükleer sahaları bile saldırılara açık hale getirmektedir. Türkiye’de, taze yakıtın hırsızlık için çekici bir hedef olması pek muhtemel değildir. Üstelik reaktörde “yakıldıktan” sonra, potansiyel bir saldırganın kullanılmış yakıtı çalma olasılığı da radyoaktivite miktarı nedeniyle azalmaktadır. Bununla birlikte, potansiyel bir saldırgan, bir erimeye yol açmak amacıyla reaktörün kendisini hedeflemeyi seçebilir. Ayrıca, kullanılmış yakıt havuzunun güvenliğini ihlal etmeyi de deneyebilir. Diğer vakalarda, nükleer hırsızlık Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /4 için içerideki kişiler kullanılmıştır. Dolayısıyla, Türkiye’nin yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyuma sahip olamayabilecek olmasına rağmen, potansiyel bir saldırgan sabotaj için bilgi toplamak ya da reaktör tesisine yönelik bir saldırı için zayıflıkları tespit etmek amacıyla içerideki kişileri kullanabilir. Bu nedenle, nükleer tesislerin nasıl yönetildiği ve düzenlendiği, çalışanların nasıl işe alındığı ve görevi kötüye kullanmaya karşı “tehlike önleyiciler”, bir nükleer tesisinin emniyetinde ciddi bir biçimde dikkate alınmaktadır. Türkiye, hem Kafkaslar hem de Orta Doğu’dan gelen çok sayıda kaçakçılık rotasının kavşağında yer almanın jeopolitik zorluklarına göğüs germek zorunda kalmıştır. Türk kolluk kuvvetleri birden fazla olayda Gürcistan yoluyla kaçırılan nükleer malzemeleri yakalamıştır, ayrıca geçmişteki bazı nükleer alışverişlerde kaçakçılar ile potansiyel alıcılar arasında Türkçe konuşan aracıların bulunduğu rapor edilmiştir. Türkiye; İran, Irak, Ermenistan ve Gürcistan ile çoğunlukla dağlık sınırlara ve Suriye ile oldukça uzun bir sınıra sahiptir; bu bölgelerde yaşayan kayda değer sayıda kişi geleneksel olarak kaçakçılık faaliyetleri ile uğraşmaktadır. Aşağıdaki bölümlerde, Türkiye’nin nükleer programının emniyetini iyileştirmekle ilgilenen politika yapıcılar için özgün bir bakış açısı sunulmaktadır. Kitap, bilhassa şunları içermektedir: a. Hem Türk strateji toplumunun perspektifine hem de güvenlik çalışmaları literatür bilgilerine bir katkı olarak, nükleer terörizmin etkili bir kavramsallaştırması, b. Tahayyül yetersizliğinden kaynaklanabilecek stratejik, operasyonel ve taktik sürprizleri önleyecek net bir bakış ve stratejik tahmin, c. Türk karar alıcılara ve nükleer ve radyolojik terörizmi önleme ve dünya genelinde nükleer emniyet sağlama nihai hedefine ulaşmak isteyen dünya çapındaki tüm taraflara hizmet edecek uygun bir güvenlik paradigması ile elverişli bir risk değerlendirmesi, d. Nükleer terörizm ve vekaleten savaş eğilimleri arasındaki olası (gelecekteki) ilişkiye uygun olarak Türkiye’nin güvenlik ortamı ve nükleer terörizme ilişkin stratejik analizler. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /5 Türkiye’nin Gelecekteki Nükleer Enerji Programının Emniyetini Sağlama: Stratejik bir Nükleer Emniyet Risk Analizi Doruk Ergun Araştırma Görevlisi, EDAM Can Kasapoğlu Araştırma Görevlisi, EDAM Fakülte Üyesi, Girne Amerikan Üniversitesi Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /6 GİRİŞ 1 Türkiye’nin enerji talebinin, her yıl yaklaşık yüzde 7 oranında artarak gelecek on yıl içinde iki katına çıkması beklenmektedir. Çok kısıtlı ucuz ve temiz enerji kaynaklarına sahip bir ülke olarak, Türkiye büyük ölçüde ithal enerjiye bağımlıdır. Türkiye’nin tükettiği petrol ve doğalgazın neredeyse tamamı ithal edilmektedir ve Dünya Bankası verilerine göre, ülkenin toplam enerji tüketiminin yüzde 70’inden fazlası ithalat yoluyla karşılanmaktadır2. Bu nedenle, 2012 yılında yaklaşık 60 milyar dolar olan enerji ithalatı, ülkenin mevcut cari açığının ardındaki başlıca etkenlerden birisidir. Ülke, kömür rezervlerine sahiptir; ancak bu rezervlerin büyük kısmı düşük kaliteli linyit kömüründen oluşmaktadır ve kirletici emisyon kaynağıdır. Türkiye önemli bir rüzgar ve güneş enerjisi üretim potansiyeline sahiptir, fakat bu seçeneklerin geliştirilmesinin maliyeti yüksektir ve mevcut şebeke koşulları, ülkenin enerji açığını karşılamak için yeterli miktarlarda yenilebilir enerjinin iletilebilmesine olanak vermemektedir3. Dolayısıyla nükleer enerji, mevcut koşullar altında arz güvenliği sağlamak için elverişli bir seçenek olarak öne çıkmaktadır. Bu seçenek - finansman modeli nedeniyle özellikle Akkuyu örneğinde - kayda değer ölçüde düşük bir fiyata elektrik sağlayacak ve sera gazı emisyonlarının artışını düşürecektir. Ayrıca, nükleer santrallere ev sahipliği yapma yoluyla teknik bilgi (know-how), deneyim ve uzmanlık elde edilmesi beklentisi, Türk politika yapıcıları teşvik eden bir diğer husustur. Ankara son altmış yıl içinde nükleer enerji üretimine zaman zaman ilgi göstermiş olsa da, bu teşebbüsler politik ve ekonomik nedenlerden dolayı başarısız olmuştur. Türkiye’nin mevcut yönetimi bu hedefin gerçekleştirilmesi için somut adımlar atmış ve ülke iki anlaşma imzalamıştır; bunların biri Mersin Akkuyu’da dört adet VVER-1200 ünitesinin inşası için Rusya ile imzalanan hükümetler arası anlaşma, diğeri ise Sinop’ta dört adet ATMEA-1 reaktörünün inşası için (Mitsubishi Heavy Industries ile Areva şirketlerinden oluşan) Japon-Fransız konsorsiyumu ATMEA ile imzalanan anlaşmadır. Türk hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılı olan 2023 hedeflerinin bir parçası olarak, dört adet VVER-1200 ünitesinin hepsinin ve ATMEA’nın ilk ünitesinin 2023’e kadar faaliyete başlamasını hedeflemektedir. Türkiye’nin nükleer düzenleyici kurumu olan Türkiye Atom Enerjisi Kurumu da (TAEK) düzenleyici bir çerçeve oluşturmaya yönelik çabalarını hızlandırmıştır; Türkiye, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) tarafından çıkarılanlar da dâhil olmak üzere, uluslararası nükleer güvenlik ve emniyet düzenlemelerinin istekli bir üyesi olmaya devam etmektedir4. Bununla birlikte, nükleer santrallerin kurulması çeşitli avantajlar ve riskler doğurmaktadır. Birincisi, böyle bir gelişme, Türkiye’ye enerji jeopolitiğinde bir avantaj sağlayacak ve Türkiye’nin milli kapasitesini arttıracaktır. İkincisi, nükleer santraller devletlerarası savaş durumlarında ve gayri nizami çatışmalarda, yüksek değere sahip askeri hedefler oluşturacaktır. Üçüncüsü, nükleer tesislerin kasıtlı saldırılar, kazalar ya da doğal afetler nedeniyle göreceği hasarların felaket düzeyinde sonuçları olabilir. Nükleer santrallerin (NPP) işletiminde üç ana unsur kullanılır ve bu unsurlar, bu santrallerin saldırılara karşı güvenlik zaaflarının temelini oluşturur. Birincisi, enerji üretimi sürecinde kullanılan tehlikeli radyolojik ve nükleer materyallerin varlığı Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /7 ve yakıt döngüsü sonucunda üretilen atıktır. Nükleer tesislere, nihai olarak bir erimeye yol açacak bir sabotaj yapılmasının, nükleer tesisin etrafındaki insanlar ve çevre üzerinde muazzam bir etkisi olacaktır. Ayrıca, teröristler ve suç örgütleri tarafından böylesi tehlikeli maddelerin çalınması ve daha sonra (örneğin “kirli bombalar” yoluyla) kullanılması, kamu güvenliği ve ulusal güvenlik için önemli bir tehdit oluşturacaktır. Nükleer tesisleri saldırılara karşı hassas kılan ikinci operasyonel unsur, radyolojik ve nükleer materyallerin işlenmesi için gerekli kritik bilgilerdir. Askeri amaçlarla kullanılmaya uygun uranyum ya da nükleer harp başlıkları üretmek için gerekli teknik bilgiler (know-how) kadar hayati öneme sahip olmamakla birlikte, yanlış ellere geçtiğinde, bir nükleer tesisin iç işleyişi ve nükleer ve radyolojik materyallerin kullanımı ile ilgili bilgiler, gelecekte radyolojik serpinti yoluyla yapılabilecek saldırıları planlamak için kullanılabilir. Bu teknik bilgilere sahip olan kişiler, yani tesisin çalışanları ve nükleer bilim insanları, önemli ulusal varlıklardır ve bu kişilerin güvenliği, bir ülkenin bilimsel ve teknolojik ilerlemesi için çok büyük öneme sahiptir. Potansiyel saldırganlar tarafından gelecekteki saldırıların planlanmasında kullanılabilecek olmaları nedeniyle, çalışma programı, tesis planları ve güvenlik ve emniyet önlemleri gibi nükleer santrallerin işleyişi ile ilgili bilgiler de çok önemlidir. Üçüncü ve son olarak, nükleer santraller kritik ulusal altyapılardır (KUA) ve bunların işleyişindeki aksaklıklar, önemli ekonomik maliyetlere yol açabilir. Nükleer tesisler gibi yüksek değerli KUA’ların korunamaması, görevdeki hükümet ve sorumlu güvenlik güçleri için siyasi maliyetler doğurabilir. Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından sunulan bir politika tavsiye raporunda, KUA “zarar görmesi ya da yok olması toplumsal düzenin ve kamu hizmetlerinin devamlılığının sağlanmasında güçlük yaratacak; işlevlerini kısmen ya da tamamen yerine getiremediğinde vatandaşların sağlığına, güvenliğine, emniyetine ve ekonomik faaliyetler ya da hükümetin etkin ve verimli işleyişine olumsuz etki edecek yapılar” olarak tanımlanmaktadır5. Dolayısıyla, kritik ulusal altyapıların karşı karşıya kaldığı tehlikelerin kapsamlı bir değerlendirmesinin yapılması çok önemlidir. Bu, çevrelerindeki güvenlik zaaflarının ve büyük risklerin çeşitliliği nedeniyle nükleer tesisler için bilhassa geçerlidir. Bununla birlikte, hâlihazırda, konu ile ilgili olarak Türk devlet kurumları ya da sivil toplum kuruluşları tarafından yayınlanmış herhangi bir açık-kaynaklı belge mevcut değildir. Bu çalışma, Türkiye’nin önerilen nükleer enerji altyapısının fiziki güvenliğine yönelik potansiyel riskler hakkında bir analiz sağlayarak bu açığı kapatmayı amaçlamaktadır. Çalışmada ilk olarak, nükleer santrallerin güvenlik zaafları analiz edilerek nükleer santrallere yönelik potansiyel tehditler genel olarak incelenecektir. Burada temel odak noktası radyolojik sabotaj, hassas ve kritik materyalin çalınması ya da saptırılması6, içerideki kişilerden kaynaklanan tehditler ve hassas bilgilere erişilmesi üzerinde olacaktır. Siber saldırılar, hibrid saldırılar bağlamında incelenecek olmakla birlikte, söz konusu saldırılar bu çalışmanın kapsamının dışındadır.7 Çalışmada daha sonra bölgesel eğilimler vurgulanacak ve bölgedeki devletlerin doğrudan ya da vekâleten Türkiye’nin sivil nükleer programını hedef alma potansiyelleri incelenecektir. Bunun ardından çalışmada Türkiye’deki aktif terör örgütleri ele alınacak ve Türkiye’nin hem içinde hem de dışında faaliyet gösteren radikal sol terör örgütleri, ayrılıkçı terör örgütleri ve radikal dini motivasyonlu terör örgütleri incelenerek bunların, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısına saldırma iradesine, imkâna ve kabiliyete sahip olup olmadıkları incelenecektir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /8 Bir Nükleer Santralin ve Çevresindekilerin Fiziki Güvenliğine Giriş Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu’nun (U.S. NRC) nükleer santrallerin ve materyallerin fiziki korunmasına ilişkin düzenlemesi8 (buradan itibaren 10 CFR 73 olarak anılacaktır), nükleer tesisler için radyolojik sabotaj, nükleer materyalin çalınması ya da başka amaçla kullanılması, iç tehdit, dış saldırılar ile birlikte koordine edilebilecek kara ve bombalı araç saldırıları ve siber saldırılardan oluşan beş temel tehdit kategorisi belirlemektedir. Radyolojik Sabotaj Radyolojik sabotaj, nükleer bir santraldeki ekipmanın tasarlanmış güvenlik işlevlerini ve operatör işlemlerini engellemeyi ve söz konusu güvenlik işlevlerinin eksikliğinden kaynaklanan önemli çekirdek hasarlarına ya da radyoaktif sızıntılara yol açmayı hedefler.9 Nükleer santraller, işletilmelerine olanak veren çok sayıda sisteme ek olarak, aşağıdaki üç temel alanda zafiyet taşımaktadır: “nükleer zincirleme reaksiyon üzerindeki kontroller, zincirleme reaksiyon durduktan sonra bile sıcak nükleer yakıtın erimesini önleyen soğutma sistemleri ve son derece radyoaktif tüketilmiş nükleer yakıt için depolama tesisleri.”10 Nükleer tesisler söz konusu zaafları telafi etmek için çok sayıda güvenlik ve emniyet önlemine sahip olacak şekilde tasarlanmakla birlikte, enerji uzmanları Holt ve Andrews, 2011 Fukushima felaketini oluşturan olaylar gibi ciddi koşullar altında, reaktörü kontrol altında tutma sistemlerinin radyoaktif materyalin serbest kalmasını tam olarak durduramayacağına işaret etmektedir11. Sabotajcılar tarafından nükleer tesise düzenlenecek bir saldırı tesisin çalışmasını uzun süre aksatabilir, ancak tesise, personele ve çevresindekilere en fazla zarara, yukarıda belirtilen üç zayıflığı oluşturan hedef kümeleri yol açacaktır. 10 CFR 73, radyolojik sabotajları ve nükleer materyalin çalınmasını önlemek için nükleer santrallerin savunulması gereken saldırganların genel özelliklerini ana hatları ile veren bir tasarıma esas tehdit (DBT) sunmaktadır. 10 CFR 73.1’e göre, tesisler, aşağıdakilere karşı savunma icra etmek için hazırlıklı olmalıdır: “ (i) aşağıdaki tarzların her birinde operasyon yapma yeteneğine sahip saldırgan bir kuvvet tarafından kararlı ve şiddetli bir harici saldırı, ya da şaşırtma harekatları dahil olmak üzere gizlice saldırı ya da aldatıcı harekatlar: Aşağıdaki niteliklere, yardıma ve ekipmana sahip olan, tek bir giriş noktası yoluyla saldıran tek bir grup, birden fazla giriş noktası yoluyla saldıran birden fazla grup, birden fazla giriş yoluyla saldıran bir ya da daha fazla grup ya da bir ya da daha fazla bireyin bir kombinasyonu, ya da farklı giriş noktaları yoluyla saldıran bireyler: (A)İyi eğitimli (askeri ve diğer nitelikler dahil) ve motivasyonu yüksek, ölmeye ve öldürmeye hazır, başarılı bir saldırı için gerekli spesifik ekipmanları ya da yerleri belirlemek için yeterli bilgiye sahip bireyler; (B) Bilgi sahibi kişilerden aktif (örneğin giriş ve çıkışı kolaylaştırma, alarmları devre dışı bırakma, şiddet içeren saldırıya katılma) ya da pasif yardımı (örneğin bilgi sağlama) ya da her ikisini de içeren iç yardım; (C)Elde taşınır otomatik silahlar da dahil, susturucular ile donatılmış ve etkili uzun menzilde atış sıhhatine sahip uygun silahlar; (D)Etkisiz hale getiren maddeler ile giriş için kullanmak ya da reaktörü, Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti /9 tesisi, taşıyıcıyı ya da konteyner bütünlüğünü ya da koruma sisteminin özelliklerini başka şekilde tahrip etmek için patlayıcılar da dahil olmak üzere, elde taşınabilen ekipman; (E) Personeli ve elde taşınan ekipmanı nakletmek için kullanılabilecek kara ve deniz araçları; ve (ii) Bir iç tehdit ve (iii) Dışarıdan bir saldırı ile birlikte koordine edilebilecek bombalı bir kara aracı saldırısı ve (iv) Dışarıdan bir saldırı ile birlikte koordine edilebilecek bombalı bir deniz aracı saldırısı ve (v) Bir siber saldırı.”12 13 Füzeler gibi daha karmaşık silahlar yoluyla devletler tarafından yapılabilecek saldırıların yanı sıra, teröristler tarafından gerçekleştirilebilecek kasıtlı uçak düşürme gibi eylemler yukarıdaki tasarıma esas tehdide dâhil edilmemiştir; çünkü ABD mevzuatına göre, bu tür saldırılara karşı işletme şirketi değil, devlet sorumludur. Yine de 9/11 saldırıları ABD’li düzenleyicileri 25 Şubat 200214 tarihinde - özellikle B5b kısmında - nükleer santral lisans sahiplerine “patlamalar ya da yangın nedeniyle tesisin büyük alanlarının kaybedilmesi ile bağlantılı durumlar altında çekirdek soğutma, kontrol altında tutma ve tüketilmiş yakıt havuzu soğutma kabiliyetlerini muhafaza etmek ya da eski haline getirmek” için emniyet önlemleri geliştirmesini belirten bir emir yayınlamak zorunda bırakmıştır15. Ayrıca sektör, 2011 Fukushima felaketinden sonra, “saha dışındaki güvenli yerlere acil durum ekipmanı yerleştirerek felaket düzeyinde bir olaydan sonra bile güvenliği muhafaza etmeyi” amaçlayan kendi “FLEX” yaklaşımını benimsemiştir16. Dolayısıyla bugüne kadar ABD tarafından verilen tepki, en azından sektör tarafında, nükleer santral sahaları üzerinde uçuşa yasak bölgeler oluşturmak gibi koruyucu önlemlerden ziyade, (uçak çarpmaları gibi) kasıtlı saldırıların verebileceği potansiyel zararı azaltmaya ve acil durum müdahale önlemlerini güçlendirmeye odaklanmıştır. Benzer şekilde, Sinop’ta inşa edilmesi beklenen ATMEA-1 üniteleri ve Akkuyu için planlanan VVER-1200 üniteleri gibi 3. Nesil Basınçlı Su Reaktörleri, reaktör binasının karşısına soğutma suyu için dizel acil durum santralleri ve pompa istasyonları konumlandırmak gibi yöntemler kullanarak, büyük yolcu uçağı çarpmalarına dayanacak şekilde tasarlanmışlardır.17 VVER-1200 gibi 3. nesil nükleer santrallerin ayrıca, yedek sistemler ve alt-sistemlerin fiziki olarak ayrılması, tüm AC enerjinin uzun süreli kaybı durumlarında bile kullanılabilecek güvenlik sistemleri, erimiş bir reaktör çekirdeğini önemli ölçüde radyoaktif serbest kalma yaşanmadan kontrol altında tutma kabiliyeti ve yangın korumasına gelişmiş yaklaşımlar gibi ilave tasarım özellikleri ile de donatılmış oldukları öne sürülmektedir.18 Bununla birlikte saldırganlar, diğer yöntemlerin yanı sıra yukarıda belirtilen yöntemleri arka arkaya uygulayarak nükleer santrallerde kayda değer hasara yol açabilirler. Saldırganlara karşı başarılı bir savunma, üç ana bileşeni içermelidir. Bunların ilki, CCTV kameraları, sensörler, çevre nöbetçileri ve alarm iletişim sistemleri gibi önlemleri kullanarak, yakın zamanda olabilecek ya da yeni başlamış bir saldırıyı belirleyip izlemeyi ve “alarm vermeyi” hedefleyen ‘tespit’ bileşenidir. İkinci Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 10 evre, saldırganların ilerleyişini yavaşlatarak acil müdahale ekiplerine durumu değerlendirmek, gerekirse destek çağırmak, ideal bir engelleme (örneğin önceden belirlenmiş güvenli bir engelleme noktasına erişmek gibi) için gerekli koşulları yaratmak ve böylece tehdidin etkisiz hale getirilmesi olasılıklarını arttırmak için zaman kazandırmayı amaçlayan ‘geciktirme’ evresidir. Bazı geciktirme unsuru örnekleri çitler, dikenli tel bariyerler, kurşun geçirmez muhafazalar ve araç bariyerleri gibi fiziki bariyerlerdir. Son evre ise, tehdidi, birçok saldırgan eylem senaryosunun yanı sıra bir tasarıma esas tehdite ve sahaya özel zayıflıklara dayanan planlara göre ele almayı hedefleyen ‘müdahale’ evresidir. Bir müdahale planlanırken, müdahale eden kuvvetler bir kritik durdurma noktası (CIP), yani “müdahale eden koruyucu kuvvete bir ya da daha fazla hedefi korumak için taktik ve stratejik avantaj sağlayan korunaklı bir konum ya da uzaktan çalıştırılan geciktirme ve önleme sistemleri konumu” belirlemelidir.19 Gerekli beceriye sahip ve deneyimli saldırganlar, ‘tespit’ bileşeninden mümkün olduğunca uzun bir süre kaçınmaya, geciktirme süresini kısaltmaya ve müdahale önlemlerinin üstesinden gelecek karşı önlemler kullanmaya çalışacaklardır. Başarılı bir sabotaj gerçekleştirmek için, saldırganlar şaşırtmalar yapmak ve alarm sistemlerini kapatmak gibi aldatıcı yöntemler kullanabilirler; ayrıca saldırıyı yapmadan önce ülkenin istihbarat kurumları tarafından tespit edilmekten kaçınmaya çalışacaklardır. Bir saldırıdan önce, tespit ekipmanını ve alarm sistemini kapatmak için siber saldırılar ve içeriden kişiler kullanılabilir. Tesisin içi ve emniyet önlemleri hakkında bilgi sahibi olan saldırganlar her zaman hedeflerine giden en kısa yolu seçmeyebilirler; bunun yerine, tespit edilme olasılığını en aza indirgeyerek ya da CIP’den kaçmalarına olanak vererek kendilerine taktik bir avantaj sağlayan yolları tercih edebilirler.20 Gerekli imkan ve kabiliyete haiz saldırganların, birden fazla yoldan saldıran ve arka arkaya - örneğin içeriden bir kişinin yardımıyla ya da yardımı olmadan alarm sistemlerini kapatmak, çevredeki nöbetçileri uzaktan etkisiz hale getirmek, çevre güvenliğini aşmak için bombalı araçlar kullanmak, vb. gibi - çeşitli yöntemleri kullanan birden fazla saldırgandan (ya da hücreden) oluşması muhtemeldir. Saldırganlar, güvenlik güçlerinin sahadaki tesis emniyetini takviye etmek için gelirken kullanacakları güzergahlar gibi saha dışı güvenlik yardımı rutinleri hakkında bilgi sahibi olmaları durumunda, sabotaj sırasında takviye birliklerin tesise ulaşmasını engelleyebilirler. Bu nedenle, tesisteki her kritik savunma bileşeninin ve sahadaki güvenlik personeli ile saha dışındaki güvenlik personeli arasındaki iletişimin, tek bir saldırgan eylem ile etkisiz hale getirilemeyecek şekilde tasarlanması çok büyük öneme sahiptir. Akkuyu ve Sinop’taki nükleer santrallerin güvenlik ve emniyet tasarımları ile ilgili ön güvenlik analiz raporları (ÖGAR), henüz Türk makamlarına sunulmamıştır. Bununla birlikte, Akkuyu’nun Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) raporundan, planlanan güvenlik önlemleri hakkında bazı teknik bilgiler çıkarılabilir.21 ÇED raporu, derinlemesine bir emniyet yaklaşımının tasarıma dahil edilmesinin planlandığını öne sürmektedir. Bunlar, tek bir saldırgan eylemin iletişim ve tespit sistemlerini devre dışı bırakmasını önlemek için tesis operasyonlarının her biri için otonom yardımcı sistemler tasarlanmasını, çekirdek aşırı sıcaklık ve acil durum soğutma sistemlerinde pasif güvenlik sistemlerine dayanılmasını, yangın, sel, buhar verme, füzeler ve nükleer santral boru sistemlerine karşı güvenlik ekipmanlarının birbirlerinden fiziki olarak ayrılmasını içermektedir22. Ayrıca ÇED raporu, acil durum güç kaynağı sistemlerinin otonom yükte 72 saat, yakıt ikmali yapılması halinde ise 10 gün süreyle çalışmasını23, böylece acil bir durumda müdahale edecek kişilere müdahalelerini koordine etmeleri ve uygulamaları için olanak verilmesini öngörmektedir. Akkuyu ÇED raporu, uçak düşmeleri ile ilgili olarak, Türk makamlarının hava Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 11 koridorlarının Akkuyu sahası dışında hareketine izin verileceğini öne sürmektedir. 20 tonluk bir uçağın (ÇED raporunda bir Phantom RF-4E savaş uçağı örneği verilmektedir) nükleer santrallere çarpması olasılığı tesisin tasarımına dahil edilmekle birlikte, büyük ticari uçakların çarpması, tasarıma esas olayların (DBE) ötesinde bir olasılık olarak değerlendirilmiştir.24 Ancak rapor aynı zamanda, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) tarafından getirilen ön koşullarda küçük uçak, askeri uçak ve büyük ticari uçak çarpmalarının özel olarak dikkate alınmasını gerektirdiğini ve bu yöndeki çalışmaların yürütülmekte olduğunu belirtmektedir25 - bu konuda ÖGAR’da daha fazla bilgi verilmesi beklenmektedir. Ayrıca, Milli Savunma Bakanlığı tarafından yazılan ve ÇED raporunda alıntılanan bir tavsiye mektubunda, Akkuyu santralinin inşa edileceği alanın, öncelikli hava ve füze savunma bölgeleri içine dahil edileceği belirtilmektedir26. ÇED raporuna göre, kullanılmamış yakıt depolama tesisi, tüketilmiş yakıt depolama tesisi ve pompalama istasyonları, uçak çarpmalarını dikkate alan bir şekilde tasarlanacaktır. Sabotaja ek olarak, saldırganlar, nakil halindeki radyoaktif yakıtı ve atıkları da hedef alabilirler. Bu konu aşağıdaki bölümde daha derinlemesine ele alınacak olmakla birlikte, saldırganlar, nükleer materyalleri nüfus merkezleri ya da limanlar ve havaalanları gibi stratejik öneme sahip sahalar yoluyla nakledildikleri sırada hedef almaları durumunda, önemli insani, çevresel ve ekonomik maliyetlere yol açabilirler. Bu tür hedeflerden biri, gelecekteki nükleer santrallere nükleer yakıt ve atık taşımak için kullanılabilecek olan İstanbul Boğazı’dır. İstanbul, ülke nüfusunun altıda birini barındırmakta ve ülke GSYH’sinin dörtte birini sağlamaktadır.27 Ortalama olarak günde 140 gemi Boğaz’dan geçmekte ve 2.500’den fazla deniz aracı ise kentin Avrupa ve Asya yakaları arasında yolcu taşımaktadır.28 Bir kazadan kaynaklanan nükleer sızıntı kentin sakinlerini, çevresini ve ekonomisini olumsuz etkileyebilir, ancak mümkün olduğunca fazla zarar vermek için tasarlanmış kasıtlı bir saldırı çok daha yıkıcı olabilir; bu nedenle Türk makamlarının bu tür bir senaryo için güvenilir önlemler almaları gereklidir. ÇED raporunda ne yazık ki İstanbul Boğazı konusunun raporun kapsamı dışında olduğu belirtilmekte ve sadece Boğaz’dan hassas materyalin geçişi ile ilgili mevcut uygulamalar ve uluslararası anlaşmalardan söz edilmektedir29. Yukarıda bahsedilen ÖGAR’a ek olarak, proje şirketinin, tesisi işletmeye başlamak için bir ön gereklilik olarak bir acil müdahale planına (AMP) ihtiyacı vardır. AMP, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının izin verdiği yetkili bir kurum tarafından hazırlanacaktır30. Projeye göre, doğal afetler, kazalar ve sabotajların tümü kaza olarak kabul edilmektedir. Ayrıca, proje sahası 7126 sayılı Sivil Savunma Kanununa göre “Hassas Bölge” niteliği taşıdığından Afet ve Acil Durum, Sivil Savunma, Sabotaj, Savaş, Hasar Onarım ve Milli Alarm Planları’nın hazırlanması ve onay için Mersin Valiliği İl Afet ve Acil Durum Yönetimi Müdürlüğü’ne sunulması gereklidir31. Hassas ve Kritik Radyoaktif Materyalin Çalınması ya da Saptırılması Chicago Üniversitesi’ndeki Argonne Ulusal Laboratuarına göre, dokuz tane radyoaktif izotop potansiyel olarak kirli bombalar yapmak için kullanılabilir.32 Bu izotoplar şunlardır: amerikyum-241, kaliforniyum-252, sezyum137, kobalt-60, iridyum-192, plütonyum-238, polonyum-210, radyum-226 ve stronsiyum-90. UAEA, yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumu, uranyum-233’ü, toryumu ve diğer plütonyum izotoplarını, özel güvenlik ve emniyet önlemleri gerektiren maddeler listesine eklemektedir,33 ABD’nin Nükleer Düzenleme Komisyonu ise ışınlanmamış karışık oksit yakıtı (MOX) dahil etmektedir.34 Nükleer santraller yakıt olarak yaygın şekilde uranyuma dayanmaktadır, ayrıca plütonyum, MOX ve Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 12 toryum da kullanılabilir ve atık olarak üretilebilir; yakıt döngüsünün bir sonucu olarak sezyum-137 ve kobalt-60 gibi yüksek oranda radyoaktif maddeler de üretilir. Ferguson ve diğerleri tarafından yapılan ve yarı ömrüne, taşınabilirliğine ve yaygınlığına bağlı olarak nükleer maddelerin şiddet amaçlı kullanılabilirliğini inceleyen bir çalışmada, kobalt-60, sezyum-137, iridyum-192 ve stronsiyum90’ın “muhtemelen teröristlerin eline geçebileceğini ve halk için büyük risk oluşturabileceğini” öne sürülmektedir.35 Başarılı bir şekilde basit nükleer silahlar yapmak ya da kullanmak bir yana, teröristlerin gerekli ekipmanları ve büyük miktarda radyoaktif materyali bulup bulamayacakları akademik ve bilimsel çevrelerde bir tartışma konusudur ve bu çalışmanın kapsamının dışındadır. Radyolojik serpinti düzenekleri (RDD) - ya da kirli bombalar - teröristlerin ve suç örgütlerinin teknik erişimi dahilinde olabilir; ancak yine de nükleer materyalin çıkarılması, depolanması ve kullanılması, terör örgütlerinin çoğunun kabiliyetlerini aşan çetin bir iş olacaktır. Yine de böyle bir saldırı olasılığının düşük olduğunu varsaysak bile, teröristlerin bir nükleer sahaya sızmayı ve bu sahadan nükleer materyal çalmayı başardıklarının halk tarafından öğrenilmesi durumunda, eylemin kendisi bile panik oluşturmak, güvenlik güçlerine olan güveni zayıflatmak ve ülkenin nükleer programı hakkında kuşkular uyandırmak için yeterli olacaktır. Bu nedenle, terör örgütlerinin terör saldırılarında radyolojik serpinti düzeneklerini kullanabilme kabiliyetlerine ve kullanıp kullanmamalarına bağlı olmaksızın, kritik radyoaktif materyallerin çalınması ya da başka amaçla kullanılması kendi başına bir tehdittir. Hırsızlığa ya da saptırmaya karşı önlemler birçok yönden radyolojik sabotajların durdurulmasına yönelik önlemler ile örtüşür, ancak bazı farklar mevcuttur. Farklılıklardan birisi, saldırganların hırsızlıktan sonra tesisi terk etme gerekliliğidir, yani hem giriş hem de çıkış yollarına ihtiyaç duyarlar.36 Buna karşılık, sabotajcılar görevlerini yerine getirmek için ölümü göze almış olabilirler ya da operasyonlarını uzaktan gerçekleştirebilirler, dolayısıyla çıkış yollarına mutlaka ihtiyaç duymazlar. Ayrıca, bu aynı zamanda radyolojik sabotajla ilgili bir durum da olmakla birlikte, radyolojik materyalin çalınması ya da saptırılması ile ilgili tasarıma esas tehdit, radyoaktif yakıtın ve atığın taşıma sırasındaki, diğer bir deyişle saldırılara karşı en savunmasız oldukları andaki zaafının üzerinde özellikle durulmasını gerektirir. Radyolojik materyal kara, deniz ya da hava yoluyla taşınabilir. Tarihsel olarak, hava yoluyla taşıma, güvenlik riskleri nedeniyle en az tercih edilen yöntemdir, ancak emniyet ve zaman hususları dikkate alındığında bazen tercih edilen taşıma şekli olabilir. Bu çalışmadaki analiz, radyolojik materyalin Türk topraklarına gelişinden sonra ya da Türk topraklarından çıkışına kadar - yani, nükleer tesis ile kara sınırı, liman ya da havaalanı arasında - kara yoluyla nakliyesinin emniyetine odaklanacaktır, çünkü bu, teröristlerin ya da suç örgütlerinin söz konusu yüke saldırmaları için en olası güzergâhtır. Bu çalışmanın hazırlandığı sırada, tesis operatörlerinin yakıtı, atığı ve diğer kritik materyalleri Sinop nükleer santraline nasıl nakledecekleri henüz belli olmamıştır. Dolayısıyla buradaki ön analiz, kuramsal olarak muhtemel lojistik alternatiflere ve topografiye bağlı olacaktır. Akkuyu Nükleer A.Ş. web sayfasındaki bir makaleye göre, yetkili makamlar, tesisin ihtiyaç duyduğu yakıtı37 ve ortaya çıkacak atığı deniz yoluyla taşımayı planlamaktadır; bu da deniz limanlarının kullanılmasını gerektirmektedir. Akkuyu nükleer santral sahasının 150 kilometrelik (~90 mil) yarıçapı içinde üç tane liman mevcuttur: Yeşilovacık (yaklaşık 15 km uzaklıkta), Silifke-Taşucu (~30 km), ve Mersin (~140 km). Yeşilovacık limanı halen inşaat halindedir ve bölgedeki üç termik santrale ve iki çimento fabrikasına malzeme taşımak için kullanılması planlanmaktadır. Taşucu limanının Akkuyu’daki nükleer santral için bir montaj ve inşaat sahası olarak kullanılması,38 nükleer santralin inşa aşaması sırasında Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 13 Şekil 1: Akkuyu NGS sahası ve yakınındaki limanlar Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 14 yılda yaklaşık 52 geminin limanı kullanması planlanmaktadır.39 İnşaat yükü için yardımcı olması ve nükleer yakıtın taşınması amacıyla nükleer santral sahası içine iki ilave rıhtım inşa edilmesi de planlanmaktadır.40 Üçüncü şahısların (balıkçı tekneleri ve turistik tekneler gibi) bu iki limana ve tesis sahasının yakınındaki koylara girmeleri yasaklanacaktır.41 İşletme aşaması sırasında, dört reaktörün her biri için yılda bir adet geminin nükleer santrale nükleer yakıt taşıması beklenmektedir.42 43 Proje şirketi, ekipman ve materyalin yüzde 80’ini tesise doğrudan deniz yoluyla taşımayı planlamaktadır, kalan yüzde 20’nin ise kara yoluyla taşınması beklenmektedir, ancak nükleer yakıt ve atık transferlerinin hepsi sahadaki rıhtım kompleksi yoluyla gerçekleştirilecektir44. Proje şirketinin kara taşımacılığı için iki ana alternatifi vardır. Şu anda Mersin limanını ya da diğer iki limanı Akkuyu sahasına bağlayan herhangi bir demiryolu mevcut değildir. Bölge dağlıktır, dolayısıyla demiryolu inşası uzun sürecek ve maliyetli olacaktır. Dolayısıyla radyoaktif materyaller, bölgedeki limanlardan ya da havaalanlarından birine vardıktan sonra kamyonlar ile nakledilebilir.45 Herhangi bir senaryoda, kamyonların planlanan nükleer santrale ulaşmak için geçebilecekleri iki yol vardır. Bunların ilki D-400 devlet karayoludur; bu karayolu Türkiye’nin Akdeniz kıyısının büyük kısmından geçmektedir ve büyük bir bölümü tehlikeli, virajlı ve Toros Dağlarının sarp kayalık bölgelerinden geçen iki şeritli bir yoldur. Kritik nükleer materyallerin mevcut durumuyla bu yoldan nakledilmesi, bir terörist tehdit olmasa dahi son derece tehlikelidir. Alternatif yol ise, 2015 başında tamamlanması beklenen Akdeniz Sahil Yolu projesidir.46 Düzinelerce tünel ve viyadüğün inşasından sonra, yeni yol dağlardan geçecek ve seyahat mesafesini önemli ölçüde kısaltacaktır. Lojistik nedenlerden dolayı, ikinci yol birincisine tercih edilebilir; ancak potansiyel saldırganlar tarafından yol kesme noktası olarak kullanılabilecek viyadüklerin ve tünellerin sayısı da ciddi bir güvenlik zorluğu doğurmaktadır. Akkuyu ÇED raporunda ana hatları ile belirtilen plan, tesis içinde bulunan limanlara gelen yakıt sevkiyatlarının kamyonlarla nükleer santrale taşınmasını öngörmektedir, bu da yol kesme riskini önemli ölçüde düşürmektedir.47 Bu planda, inşaat malzemelerinin büyük bir bölümü, Akdeniz Sahil Yolu projesinin bir bölümü olan Mersin-Antalya karayolu yoluyla taşınacaktır. Proje şirketi, nükleer santral sahasının çevredeki ilçelere ve karayollarına olan bağlantılarını arttırmak için yolların geliştirilmesini de planlamaktadır. Sinop’taki nükleer santralin, havaalanından yaklaşık 10 km ve şehir merkezinden ve Sinop limanından 18 km uzaklıkta bulunan Abalı’da inşa edilmesi planlanmaktadır. 100-km (60 mil) yarıçap içinde daha küçük limanlar bulunmakla birlikte, en yakın büyük liman, Türkiye’nin en büyük limanlarından biri olan ve yaklaşık 175 km (~105 mil) uzaklıkta bulunan Samsun limanıdır. Samsun ülkenin orta kısımları ile demiryolu bağlantısına sahiptir, ancak Sinop’a demiryolu erişimi yoktur. D-010 devlet karayolu Karadeniz sahilinden geçmektedir ve Abalı’yı Sinop’a, Samsun’a ve Karadeniz’e kıyısı olan diğer şehirlere bağlayan ana güzergâhtır. Bu karayolu, son on yılda yapılan yatırımların bir sonucu olarak, D-400’e kıyasla daha elverişli koşullar sunmaktadır. Yolun Abalı ve Sinop ile Sinop ve Samsun arasındaki kısımları daha az engebelidir, dolayısıyla saldırganlar için daha az sayıda dar geçit sunmaktadır. Şu anda, proje şirketi ile hükümetin nihai olarak mutabakata varacakları koşullar kesin olmaktan çok uzaktır; ancak her iki taraf, lojistik ve güvenlik nedenlerinden dolayı, Akkuyu’da olduğu gibi Sinop nükleer santral tesis sahası içinde de ilave limanlar inşa edilmesini seçebilirler. Ayrıca, Türkiye’de bir yakıt çubuğu tesisi kurulması olasılığı da mevcuttur. Türkçe basın kaynaklarına göre, Türkiye bu konuyu Japonya ile imzalanacak Ev Sahibi Ülke Anlaşmasına ilave etmeyi ummaktadır.48 Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a göre, Türkiye nükleer yakıtı hala ithal etmeyi planlamaktadır, ancak Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 15 kendi yakıt çubuklarını üretecek ve kendi yakıt paletlerini her iki nükleer santralde kullanılacak çubuklara yükleyecektir.49 Bu tesisin nerede bulunacağı henüz belli değildir, ancak muhtemel yakıt çubuğu üretim tesisi ve hassas radyoaktif materyalin tesis ile nükleer santraller arasında nakliyesi için benzer tasarıma esas tehdit analizlerinin yapılması gerekecektir. 2013 yılı sonunda, Akkuyu santralinin inşa edileceği arazi özel güvenlik bölgesi ilan edilmiştir. Sinop nükleer santraline de benzer bir statü tanınması muhtemeldir. Bu statü nedeniyle: “özel güvenlik bölgelerinde ve yine özel güvenlik bölgesi olarak ilan edilen deniz bölgesine tesis personeli, yetkili komutanlığın görevlileri ve özel izin verilen kişilerden başkası giremez, oturamaz. Nükleer santrale ait terminal tesislerin dış sınırlarından itibaren dört yüz metrelik mesafede yürütülecek her türlü teknik çalışma, ilgili bakanlıklar ve kurumların yetkili makamlarının nükleer santral yetkilileri ile mutabakatından sonra gerçekleştirilecektir. Santralin güvenlik bölgesinin dış sınırından itibaren iki yüz metreye kadar olan mesafe içerisinde yanıcı ve patlayıcı maddelerin üretimi, depolanması ve nakliyesi yasaktır.”50 Söylenenlere göre, tespit sisteminin bir parçası olarak, Türk makamları ayrıca Akkuyu nükleer santraline ve en yakında bulunan Gülnar ilçesine gelen tüm yolları da sürekli olarak izleyecektir.51 Sistem, 4 tanesi araç ve plaka tanıma ve 8 tanesi görsel izleme için olmak üzere toplam 12 kameradan oluşacaktır. Bu sistem, yardımcı güç sistemlerini de içerecek ve kayıtları en az bir ay süreyle tutacaktır. Sistem, Gülnar’daki jandarma komutanlığından idare edilecek ve jandarma veri tabanlarıyla bütünleşik hale getirilecektir. Akkuyu nükleer santralindeki güvenlik personeli, jandarma komutanlığındaki ana sistem ile bağlantılı ilave bir sunucu yoluyla görsel izleme sistemini izleyebilecektir. Bu önlemler tesisin dış tehditlere karşı güvenliğinin sağlanması için gerekli adımlardır; ancak Türk ve Rus yetkililerin içeriden kaynaklanabilecek tehditleri de dikkate almaları gereklidir. İçerideki Kişilerden Kaynaklanan Tehdit ve Hassas Bilgiler Radyoaktif materyallerin taşınması ve hassas teknolojiler hakkında - güzergah, emniyet önlemleri ve programlar gibi - bilgilere sahip olmak, saldırganların başarı şansını önemli ölçüde arttıracaktır. Bu bilgiyi elde etmenin bir yolu, içerideki kişi veya kişilerden yardım almaktır. Benzer şekilde, içerideki bir kişi, alarm ve kamera sistemlerini kapatarak, dikkatleri başka yöne çekerek ve tesisin yerleşim planları ve güvenlik önlemleri hakkında bilgiler sağlayarak sabotajcılara yardımcı olabilir. Bilgisayar sistemlerine erişime sahip içerideki kişiler, siber saldırılara olanak vermek için güvenlik duvarlarını kapatabilirler ya da diskler ya da taşınabilir bellekler yoluyla bilgisayarlara kötü niyetli yazılımlar yükleyebilirler. İçerideki kişiler, tesislere kendileri sabotaj düzenleyebilirler ya da güvenlik görevlilerini etkisiz hale getirerek süreci kolaylaştırabilirler. Daha önce kaydedilen nükleer hırsızlık ya da saptırma teşebbüsü olaylarının çoğunda, ister bu amaçla yerleştirilmiş ajanlar isterse sadece para kazanmak isteyen fırsatçı çalışanlar olsun, içerideki kişilerin aktif ya da pasif katılımı söz konusudur. 1995 yılında yaşanan bir örnekte, yüzde 21 zenginleştirilmiş 1,7 kg uranyum, portal monitörlerinin kapalı olduğu bir anda çalışanlardan biri tarafından “elma dolu bir pazar çantası içinde” bir Rus nükleer Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 16 yakıt tesisinden dışarı kaçırılmıştır.52 Nükleer sabotaja gelince, bugüne kadar bilinen en ciddi olay 1982’de Güney Afrika’da yaşanmıştır; tesisin inşa aşaması sırasında içerideki bir kişi doğrudan reaktör başlarına, muhafaza binası içindeki diğer bir hedefe ve ana kontrol odası altında bir arada bulunan elektrik kablolarına yerleştirilen patlayıcıları patlatmıştır53. Söylenenlere göre, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Akkuyu Nükleer Santrali’nin - stajyerler ve yükleniciler dahil - 12.000 (4.000 Rus ve 8.000 Türk) çalışanının hepsini araştıracak, güvenlik soruşturmalarını yapacak ve sabıka kayıtlarını sorgulayacaktır.54 2006 yılında yapılan bir çalışmada, Lee, “en gelişmiş ABD koruma önlemleri ile donatılmış bir Rus işletmesinde bile, içeriye iyi yerleştirilmiş sadece beş kişinin başarılı bir hırsızlık gerçekleştirmek için yeterli olabileceğini” öne sürmüştür.55 Ayrıca, Zaitseva ve Hand’e göre, içerideki kişilerin katıldığı bilinen tüm nükleer silah yapımında kullanılabilecek radyoaktif materyal hırsızlığı olaylarında, içerideki kişiler alt kademelerdeki çalışanlardır.56 Kişilerin soruşturulması süreci tamamlandıktan uzun süre sonra bile, tesiste istihdam edilen ya da tesisi ve tesisin çok sayıda işlevini inşa eden ve işleten özel yükleniciler için çalışan kişilerin “aklı çelinebilir” ya da bu kişiler rüşvetle cezbedilebilir. Bu durum, MİT’in ve devletin diğer güvenlik birimlerinin her zaman ihtiyatlı olması gerektiği anlamına gelmektedir. Bunn ve Sagan’ın öne sürdüğü gibi, güvenlik soruşturmaları genellikle çok etkili değildir ve “özellikle cebire maruz kalmaları durumunda” en güvenilir çalışanlar bile içerideki tehdit oluşturan kişiler haline dönüşebilir.57 İçerideki kişilerin saldırılara katılmaları şart değildir, ancak kritik bilgileri paylaşarak nükleer santrallerin emniyeti için benzer tehditler oluşturabilirler. 10 CFR 73.22’de, aşağıda sıralananları içeren koruma önlemleri bilgilerinin korunması için spesifik gereklilikler belirtilmiştir: sahanın fiziki güvenlik planı; sahaya özel haritalar, krokiler ya da çizimler; alarm sistemi yerleşimleri; acil durum güç kaynakları; fiziki güvenlik düzenleri ve prosedürleri; güvenlik iletişim sistemleri; parola ve kilit kombinasyonları; beklenmedik durum planları; saha içi ve saha dışı müdahale kuvvetlerine ilişkin ayrıntılar; materyallerin sevkiyat programları ve diğerlerinin yanı sıra, emniyet önlemleri ve inceleme raporları hakkındaki bilgiler.58 Akkuyu ÇED raporuna göre, tesisin inşaatı sırasında 12.500’den fazla inşaat personeli istihdam edilecektir.59 Aşağıdaki tabloda (orijinal olarak Akkuyu ÇED60) görülebileceği gibi, bu sayının 2019 yılında, ilk reaktörün devreye girmesinden hemen önce en üst noktaya ulaşması, ardından dört reaktörün hepsinin tamamlanmasının planlandığı 2023 yılına kadar kademeli olarak azalması beklenmektedir - ancak bu programın gerçekleşmeme olasılığı mevcuttur. Operatörler, bu zaman dilimi içinde, her yıl bir tane reaktörü tamamlamayı ve devreye almayı planlamaktadır ve bu reaktörlerin her birinin işletilmesi için 1.000 personel gerekmektedir. Tablo 1: Akkuyu’daki Reaktörlerin Devreye Alınması Boyunca Kümülatif Personel Sayısı Yıl Proje Aşaması İnşaat Personeli İşletme Personeli Toplam 2019 İnşaat 12,584 - 12,584 2020 İnşaat / İşletme 10,886 1,000 11,886 İnşaat / İşletme 6,138 3,000 9,138 2018 İnşaat 2021 İnşaat / İşletme 2023 İnşaat / İşletme 2022 12,579 - 9,090 2,000 - 4,000 12,579 11,090 4,000 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 17 2019 yılındaki tavan noktasında tesis sahasında bulunan kişilerin sayısı kademeli olarak düşecek olmakla birlikte, nükleer santraller - birkaç nedenden dolayı yukarıda belirtilen diğer tehditlerin yanı sıra - içerideki kişilerden kaynaklanan tehditlere karşı 2020 ile 2023 yılları arasında özellikle savunmasız olacaktır. Tesisler devreye girmeden önce, potansiyel sabotajcılar ve/veya saptırma failleri sadece tesisin işletimi ile ilgili birkaç hassas teknolojiye ve materyale erişme yeteneğine sahip olacaktır - diğer radyoaktif materyallerin yanı sıra nükleer yakıt mevcut değildir - dolayısıyla risk asgari düzeydedir. Ancak tesisler birer birer devreye girdikten sonra, saldırganlar için fırsat penceresi kayda değer ölçüde açık hale gelecektir. Tesisi işletmek için gerekli 4.000 personelin (her bir reaktör için 1.000 kişi) seçilmesi, taranması ve izlenmesi zorlu ancak yapılabilir bir iştir; ancak aynı işin binlerce inşaat işçisi için yapılması çok daha zor olacaktır - şu da gerçektir ki, inşaat personelinin yaratacağı temel tehdit, bilgiye erişimden ziyade hassas ekipmanlara ve materyallere fiziki erişim ile daha alakalı olacaktır. Bu durum, örneğin inşaatın genellikle birden fazla yüklenici tarafından üstlenilmesi ve bunların da inşaat aşaması boyunca zaman zaman işçileri değiştirmesi gibi ilave faktörler ile daha karmaşık bir hale gelmektedir. Diğer bazı faktörler şunlardır: deniz ve kara trafiği hacminin, sadece tesisleri işletmek için gerekli olan trafik hacminden kayda değer ölçüde daha yüksek olacak olması; her iki operasyonun aynı anda yürütmenin oluşturacağı kargaşa ve tam kapasiteye ulaşmadan önce yeni işe alınan güvenlik personelinin ve kurulan sistemlerin test edilmesi ve hazırlanması gerekliliği. Bu karmaşıklıklar, potansiyel saldırganların ve içerideki kişilerin kullanmayı isteyebilecekleri zayıflıklar oluşturabilirler. Proje şirketi, bu zorlukları düzeltmek amacıyla, inşaat personelinin çalışmaya başlayan ünitelere erişimini kısıtlamayı planladığını belirtmiştir. ÇED raporuna göre, üniteler çalışmaya başladıklarında kontrollü erişim alanlarına dönüştürülecekler ve UAEA düzenlemelerine uygun olarak fiziki güvenlik önlemleri ile korunacaklardır61. Diğer bir tehlike, terör örgütlerinin, tesislerde çalışan nükleer bilim adamlarından nükleer teknoloji hakkında kritik bilgiler elde etmek için şiddet içeren yöntemler kullanabilecek olmalarıdır. Örneğin, hassas radyolojik materyalin güvenliği ve nakliyesi ile ilgili olarak nükleer bilim adamlarından elde edilebilecek bilgiler, teröristler tarafından gelecekte bir radyolojik serpinti düzeneği yapma teşebbüslerinde yardımcı olacak şekilde kullanılabilir. Terör ya da suç örgütleri, bunu başarmak için adam kaçırma, şantaj ve korkutma gibi nükleer emniyeti dolaylı olarak tehdit eden yollara başvurabilir. Ayrıca teröristler, nükleer santralin çalışmasını aksatmak için üst düzey tesis çalışanlarını ve nükleer bilim adamlarını öldürmeye teşebbüs edebilirler. Bu nedenle, tesis personelinin, güvenlik kuvvetlerinin ve devletteki ilgili makamların güvenliğini sağlamak için gerekli adımların atılmasına ek olarak, emniyet önlemleri tesis çalışanlarının (özellikle hassas teknolojilere erişime sahip olanların) kimlikleri, bilim adamı profilleri, emniyet protokolleri ve uygulanabilen yerlerde, üst düzey çalışanların her gün işe gidip gelmek için kullandıkları otobüslerin tarifeleri ve güzergahları gibi hassas bilgilerin, terör ve suç örgütleri tarafından erişilebilir olmamasını sağlamalıdır. Siber Güvenlik Siber saldırılar, fiziki güvenliğe odaklanan bu çalışmanın kapsamı dışında kalmaktadır, ancak siber saldırıların hibrid saldırılar düzenlemek için kullanılabileceğini belirtmek gereklidir. Siber saldırılar, destek sistemleri ve ekipmanlarının yanı sıra, nükleer santralin güvenlik, emniyet ve acil durumlara Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 18 hazırlıklılık işlevlerini devre dışı bırakmak ya da aksatmak için kullanılabilir. Nükleer Tesislerde Bilgisayar Güvenliğine İlişkin UAEA Referans Kılavuzu’na62 göre, nükleer tesislere yapılacak siber saldırılar aşağıdakilere yol açabilir: - Bilgilere izinsiz erişim (gizlilik kaybı) - Bilgi, yazılım, donanım, vb.’nin engellenmesi ve değiştirilmesi (bütünlük kaybı) - Veri iletim hatlarının bloke edilmesi ve/veya sistemlerin kapatılması (kullanılabilirlik kaybı) - Veri iletişim sistemlerine ve bilgisayarlara izinsiz giriş (güvenilirlik kaybı). UAEA kılavuzu, nükleer santralin fiziki güvenliği ile ilgili tasarıma esas tehditten önemli ölçüde değişiklik gösterebilecek siber tasarıma esas tehditlerin oluşturulması için değerli bir kaynak görevi görmektedir. Siber uzayın, şu anda taarruzi önlemlerin avantaja sahip olduğu bir alan olduğunu, oyunun kurallarının açıkça belirlenmiş olmadığını ve müdafi ve taarruzi siber kabiliyetlerin sürekli olarak geliştiğini belirtmek önem taşımaktadır. Sistemler donanım düzeyinde kurcalanabileceği ve yukarıda belirtilen şekilde gizlilik, bütünlük, kullanılabilirlik ve güvenilirlik kaybı ile sonuçlanabileceğinden, yetkili makamlar siber güvenliğin tesisin operatörleri güç düğmesine basmadan önce başladığını akılda tutmalıdır. DEVLET KAYNAKLI TEHDİTLER Giriş kısmında değinildiği gibi, nükleer santraller inşa eden ve enerji kaynaklarını çeşitlendiren Ankara’nın, tehdit hesaplamalarını ve stratejik varlıklar kategorizasyonunu gözden geçirmesi gereklidir. Askeri bir perspektiften bakıldığında, planlanan nükleer santraller kurulduktan sonra yabancı kaynaklı silahlı saldırılar için yüksek değerli hedefler teşkil edecektir. Konvansiyonel açıdan, Ankara potansiyel hasımlarına karşı askeri üstünlüğe sahiptir. Türk Hava Kuvvetleri, gelişmiş bir F-16 filosuna sahip önde gelen hava kuvvetlerinden birisidir. Ankara sadece Türk hava sahasında hava üstünlüğüne sahip olmakla kalmamaktadır; aynı zamanda tanker uçak, etkili keşif sistemleri ve havadan havaya ve havadan karaya gelişmiş füzeler edinerek derinlikte taarruz imkan ve kabiliyeti kazanmaktadır. Bu varlıklar ve konseptler, Türk Hava Kuvvetleri’nin, caydırıcılık yaratmasına ve olası tehditlere karşı etkin cezalandırıcı harekât kabiliyetleri kazanmasına olanak vermektedir. Ayrıca Türkiye, gelecek yıllarda satın alınacak 100 kadar F-35 uçağı ile Hava Kuvvetleri’ni modernize etmektedir.63 Ordu, Altay Ana Muharebe Tankı, Fırtına 155mm Kundağı Motorlu Obüs, T-129 Taarruz Helikopteri ve CH-47 ağır yük helikopterleri gibi en son teknolojiye sahip sistemler ile önemli bir satın alma ve üretim programından geçmektedir.64 Ayrıca deniz kuvvetleri, Doğu Akdeniz’e kıyısı bulunan devletlerin çoğu ile kıyaslandığında konvansiyonel üstünlüğe sahiptir. Dolayısıyla, askeri stratejik denge ve politik durum dikkate alındığında, Türkiye’nin planlanan nükleer enerji altyapısına yönelik bir kara harekâtı, deniz harekâtı ya da amfibi operasyon ya da bir hava kuvvetleri tehdidi beklememekteyiz. Bununla birlikte, Türkiye’nin hemen yanı başındaki balistik füze yayılması ve bölgesel gerilimler, planlanan nükleer enerji altyapısı için önemli bir askeri tehdit oluşturabilir. Birincisi, balistik füzeler kara harekâtı ya da birliklerin sınır bölgelerinde konuşlandırılmaları gerekmeden kullanılabileceğinden ötürü, Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 19 Türkiye’nin konvansiyonel üstünlüklerini bir ölçüde boşa çıkarabilirler. İkincisi, Türkiye kendi başına balistik füze savunma kabiliyetine sahip değildir ve bu açığı kapatmak için halen T-Loramids adlı bir ihale üzerinde çalışmaktadır. Üçüncüsü, bir balistik füze saldırısının nispeten kısa ön uyarı süresi ve erken emarelerinin yetersizliği, planlanan kritik enerji altyapısının korunması ile ilgili olarak Ankara’yı hazırlıksız yakalayabilir. Türkiye’nin Gelecekteki Nükleer Enerji Altyapısına Yönelik Balistik Füze Tehdidi Türkiye, on yıllar boyunca yoğun bir balistik füze yayılması yaşayan bir bölge olan Orta Doğu ile sınır komşusudur. Ayrıca Türkiye’nin iki komşusu olan İran ve Suriye, Türk nükleer santralleri için potansiyel bir tehdit oluşturabilecek balistik füze envanterlerine sahiptir. Enerji bağımlılığını azaltmaları ve Türkiye’nin enerji portföyünü yeni bir seviyeye taşımaları nedeniyle, nükleer santraller Ankara’nın hasımları için yüksek değerli stratejik hedefler olarak görülebilir. Suriye ve Irak’taki politik-askeri durum, Tahran ile müttefiki olan Şam’daki Baasçı rejim, Ankara’nın bölgesel liderlik tutkusu ile bir rekabet konumuna getirmiştir. Gelecekteki bir askeri gerginlik senaryosunda, İran ve Suriye’nin Türkiye’nin nükleer santralleri için tehdit oluşturma potansiyelleri, aşağıda analiz edilen ve menzili, hareket kabiliyetini, sayısal avantajı, savaş başlığı seçimini, atış sıhhatini ve Ankara’nın planlanan füze savunması kabiliyetlerini içeren bir dizi parametreye bağlı olacaktır. Buna ek olarak, tüm askeri harekâtlar politik bir bağlam içinde gerçekleştiğinden, Şam ve Tahran’ın bu tür bir saldırı ile ilgili politik motivasyonları da önem taşıyacaktır. Daha önce belirtildiği gibi, Ankara, nükleer santraller kurarak, kritik ulusal altyapılar bakımından yüksek değerli hedefler inşa etmektedir. Bu nedenle, potansiyel devlet kaynaklı tehditleri, aşağıdaki şekilde kabiliyet-odaklı bir yaklaşım yoluyla ele almak doğru olacaktır: Menzil, Sistemler ve Savaş Başlıkları Suriye’nin mevcut balistik füze menzili, Scud sınıfı füzeler (B,C ve sınırlı sayıda daha uzun menzilli D türleri) yoluyla Akkuyu’yu hedeflemek için yeterli olmakla birlikte, İran’ın füze envanteri, Karadeniz Bölgesi’ndeki Sinop ilinde inşa edilmesi planlanan ikinci tesis de dahil olmak üzere Türkiye’nin her yerini vurma kabiliyetine sahiptir. Bununla birlikte, Suriye’nin Baasçı rejiminin - tabii Türkiye’nin nükleer enerji projesi gerçekleştiğinde böyle bir rejim kalırsa - Sinop’u vurabilmesinin yegane yolu, bu çalışmanın yazıldığı tarihte Esad rejiminin kontrolü altında olmayan sınıra çok yakın bölgelerden (savaş başlığı seçimine bağlı olarak yaklaşık 700km tahmini menzile sahip) en uzun menzilli Scud-D füzelerinin fırlatılması olacaktır. IISS’in Military Balance 2014 yayınına göre, Baasçı Rejim Kuvvetleri, Scud türleri, SS-21, M-600 ( İran F-110 Fateh füzesinin Suriye versiyonu) ve bir FROG roket sistemi ile donatılmış üç karadan karaya füze tugayına sahiptir.65 İlginçtir ki, Military Balance 2014’te, bu tugaylardan birisinin 4. Zırhlı Tümen’in komutası altında olduğu belirtilmektedir.66 Normalde, doktrin ve muharebe kuruluşu, stratejik bir füze tugayını bir zırhlı tümenin alt-birlikleri arasında görevlendirmez. Bununla birlikte, 4. Zırhlı Tümen, Baasçı rejimin “muhafız” birliklerinden birisidir ve devam eden iç Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 20 savaş sırasında yoğun olarak kullanılmıştır. Bu durum, rejimin askeri doktrini ve muharebe kuruluşu ışığında stratejik silahlarına verdiği önemi göstermektedir. Bu bakımdan, Esad rejiminin Batı’yla yaptığı kimyasal anlaşmasının, Suriye’nin stratejik silah envanterinin tamamını kapsamaması çarpıcıdır. Rejimin iç savaştan sonra ayakta kalması durumunda balistik füze kabiliyetlerini muhafaza etmesi güçlü bir olasılıktır. Ayrıca iç savaş, rejimin silahlı çatışmalarda füze unsurlarını kullanma isteğini kanıtlamıştır. Suriye’nin silahsızlanması ile ilgili iki uyarı mevcuttur. Birincisi, deklare edilmemiş kimyasal maddelerin ve diğer kabiliyetlerin Esad’ın ellerinde bırakılması riskidir. Suriye, 1.230 hazırlanmamış mühimmatın yanı sıra 23 saha, 41 tesis ve 1.300 ton kadar askeri amaçlı kimyasal madde ve öncül madde deklare etmiştir. Bununla birlikte muhalefet kaynakları, geri kalanı büyük ölçüde ölümcül VX maddesinden oluşan toplam kimyasal envanterin %20’sinin deklare edilmediğini, dolayısıyla el değmeden kaldığını iddia etmektedir. Ayrıca, biyolojik silahlar silahsızlanma anlaşmasına dahil edilmemiştir67. Bu nedenle, Türkiye’nin planlanan nükleer saldırılarına karşı bir Suriye balistik füze saldırısının simüle edilmesi, kitle imha silahlarını (KİS) ve konvansiyonel harp başlıklarını içeren senaryolarda farklılıklar gösterecektir. Bu çalışmada ele alınacağı gibi, Scud serisinin sorunlu atış sıhhatleri ile birlikte konvansiyonel harp başlıkları kullanılması, yüzlerce füzeden oluşan bir balistik füze salvosu gerektirecektir. Bununla birlikte, biyolojik ya da kimyasal harp başlıkları, tüm hesapları değiştirebilir. Diğer bir deyişle bu iki senaryo, nükleer enerji tesislerinin konvansiyonel harp başlıkları ile imha edilmesi olasılığı ve biyolojik ve kimyasal harp başlıkları yoluyla nükleer enerji tesislerinin kontaminasyonu ve halkın terörize edilmesi arasındaki farka işaret etmektedir. Biyolojik ve kimyasal kontaminasyon üzerine çalışmalar, bir mil karelik bir alanı kontamine etmek için 0,2 libre botulinum toksin ya da 0,02 libre şarbon sporunun yeterli olduğunu, ancak aynı ölümcül etkiyi yaratmak için 1.763 libre sarin sinir gazı gerekli olduğunu göstermektedir.68 Bu büyüklükte bir miktar, Akkuyu’daki nükleer santral alanının toplam büyüklüğünün iki katını ve çekirdek nükleer enerji üretim alanının üç katını kapsayacaktır. Bir yanda, Baasçı rejimin biyo-toksinleri ve biyo-ajanları silah haline getirme seviyesi hakkında çelişkili raporlar mevcuttur.69 Diğer yandan, kimyasal silah anlaşmasının ardından, stratejik silah açığını kapatmak amacıyla Esad’ın biyolojik silah araştırma ve geliştirmeye daha fazla bel bağlayabileceği makul bir varsayımdır. Tahran’ın olası balistik füze tehdidi dikkate alındığında, coğrafi uzaklık, İran’ın sınır bölgelerinden fırlatılsalar bile 850-900 km’lik asgari gerekli menzili aşamayacak olan Şahab-1 ve Şahab-2 gibi daha kısa menzilli sistemleri yararsız kılmaktadır. Bu nedenle bu çalışmada Ankara’nın, Suriye’den farklı olarak, İran’ın elinde bulunan daha uzun menzilli füzelerden endişe etmesi gerektiği savunulmaktadır; bu füzelerden Şahab-3, yaklaşık 1.000 kg’lik bir harp yükü kapasitesiyle en az 800-1.300 km menzile sahiptir.70 Aktarılan durum ve coğrafi parametreler sadece kullanılabilecek füzeleri sınırlamakla kalmamakta, aynı zamanda Tahran’ın Fateh-110 ve Zelzal serisi gibi harekat alanı sistemlerindeki sayısal avantajına da engel olmaktadır. Türkiye’nin planlanan kritik enerji altyapısını vurmayı seçmesi durumunda, Tahran’ın diğer seçenekleri yaklaşık 1.600 km menzile sahip Kadir-1 Füzesi ile 2.000 km’nin üzerinde menzile sahip yeni katı yakıtlı Siccil Füzesi olacaktır.71 Ayrıca bu iki füze, Şahab-3 füzesinin aksine, Türkiye’nin kritik nükleer enerji altyapısına İran topraklarının derinliklerinden ulaşabilirler. Bununla birlikte, yukarıda belirtildiği Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 21 gibi, füze sayısı sınırlı olacaktır. Örneğin CSIS, 2013 yılı itibariyle Kadir-1 ve Şahab-3 füzelerinin toplam sayısının 50-400 arasında olduğunu, Siccil-2 füzelerinin sayısının ise daha önce tahmin edilenden çok daha düşük olduğunu rapor etmiştir.72 Gerekli Füze Sayısı, İsabet ve Atış Sıhhati “Sorunu” Türkiye’nin planlanan kritik nükleer enerji altyapısını hedefleyen konvansiyonel savaş başlıklı balistik füzeleri içeren bir tehdit senaryosunda, fırlatılan füzelerin sayısı iki nedenden dolayı çok önemlidir. Birincisi, çok yoğun bir füze saldırısı, öngörülen BFS (balistik füze savunması) bataryalarını iş göremez duruma getirerek (saturation) Ankara’nın gelecekteki balistik füze kabiliyetlerini aşabilir. İkincisi, Suriye ve İran’ın çoğunlukla Scud tabanlı füze envanteri, Scud serisinin kronik atış sıhhati sorunu ile karşı karşıyadır. Dolayısıyla, sırasıyla Akkuyu’daki planlanan nükleer üretim tesislerinin ve çevresinin büyüklüğü olan 75-125 hektarlık bir alanı kapsamak için, çok sayıda füze gerekecektir. Balistik füzelerin isabet doğruluğu, aşağıdaki şekilde açıklanabilecek dairesel hata ihtimaline (CEP) göre ifade edilir: “...belirli bir hedef noktası için fırlatılan füzelerin yarısının düştüğü dairenin yarı çapıdır. Bu parametre, imha ihtimalinin ya da bir hedefi imha etmek için gerekli silahların sayısının hesaplanmasında yararlıdır. Ancak gelişmiş güdüm sistemlerinin etkisini değerlendirmek için farklı bir füze hatası açıklaması gereklidir, çünkü füzelerin isabet doğruluğunu etkileyen birkaç hata kaynağı vardır. Ayrıca, toplam güdüm hatası, ayrı hataların karelerinin toplamının kare köküne eşit olduğundan, toplam sistem isabetsizliği, büyük ölçüde tek bir büyük hata kaynağı tarafından belirlenir. Üç temel güdüm hatası kategorisi, fırlatma konumu doğruluğu, seyir sırasındaki hatalar ve hedef-yer hatalarıdır.”73 Türkiye’nin Akkuyu’daki planlanan nükleer santralini vurmayı planlayan herhangi bir devletin, soğutma suyu pompaları ve elektrik altyapısı gibi tüm ilgili tesisleri içeren 125 hektarlık bir alanı kapsayacak saldırı için planlama yapması gerekecektir. Daha yoğunlaşmış bir yaklaşım bile, çekirdek nükleer enerji üretimini hedefleyerek hedef alanı sadece 75 hektara düşürebilecektir.74 Hava üslerinin füzelere karşı zayıflığını değerlendiren bir RAND Corporation çalışmasında, yaklaşık 95 hektarlık bir üs alanı için gerekli füze sayısı (Scud-C örneği: 2.394,4 fit bir CEP ve 241 fit öldürücü yarı çap ile) 276 olarak hesaplanmıştır.75 Şu da gerçektir ki, bir hava üssü ile bir nükleer tesis arasında yapısal farklılıklar mevcuttur. Yine de herhangi bir devlet, Türkiye’nin planlanan kritik altyapısını konvansiyonel savaş başlıkları ile vurmak için yüzlerce balistik füzeye ihtiyaç duyacaktır. Karayoluyla Taşınma Özelliği ve Yakıt Eğilimleri Suriye balistik füze cephaneliğinin tamamı ve İran balistik füze envanterinin büyük kısmı, karayoluyla taşınabilirdir.76 Bu özellik, Türk kritik enerji altyapısına karşı potansiyel saldırıların tespit edilmesini zorlaştırmaktadır. Ayrıca İran’ın Siccil-2 füzesindeki gibi katı yakıt sistemleri, fırlatma döngüsünü kayda değer ölçüde kısaltmakta ve herhangi bir önleyici saldırı seçeneğini önemli ölçüde güçleştirmektedir.77 Karayoluyla taşınabilir füzeler, hareketli taşıyıcı-rampaların (TELAR) yerleri sürekli olarak değiştirilerek Türk misillemesinden kurtarılabilir. Bu tür bir yöntem, Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 22 planlanan nükleer santrallere ikinci dalga füze salvolarının icra edilmesine olanak verebilir. Türkiye’nin Planlanan Füze Savunması ve Nükleer Santraller için Koruma Türkiye, bu tehditlere karşılık olarak, 2009 yılından bu yana T-Loramids adı verilen uzun menzilli bir füze ve hava savunma sistemi projesi yürütmektedir. Ankara, bu çalışmanın hazırlandığı sırada, Eurosam’ın Aster-30 Block-1, Raytheon-Lockheed Martin ortaklığının Patriot PAC-3 ve CPMIEC tarafından teklif edilen tartışmalı Çin yapımı HQ-9 sistemi arasında karar verme aşamasındaydı. Bu sistemlerin farklılıklarına bakılmaksızın, Türkiye’nin gelecekteki füze savunma kabiliyetleri, planlanan nükleer santrallerin korunması düşünüldüğünden birkaç anlama gelmektedir. İlk husus, füze-önleyici füze denklemidir. Açıkçası, Türkiye’nin T-Loramids projesi seçenekleri - Baasçı Suriye rejiminin elindeki SS-21, Scud-B ve Scud-C ile İran’ın elindeki Şahab-1, Şahab-2 ve diğer kısa menzilli sistemler gibi - taktik ve kısa menzilli balistik füzelere (KMBF) karşı etkili olacak olmakla birlikte, uzun menzilli sistemler, T-Loramids tekliflerinin önleme kabiliyetlerinin oldukça ötesine geçebilecektir. Örneğin, MBDA’nın Aster-30 Block-1’e yönelik raporları göz önünde tutulursa, sistem 600 km’ye kadar menzile sahip kısa menzilli ve taktik balistik füzeleri önleyebilmektedir.78 Benzer şekilde, Patriot PAC-3 sisteminin Şahab-1 ve Şahab-2 gibi KMBF’leri ve taktik balistik füzeleri önleme kabiliyetine sahip olduğu, daha uzun menzilli tehditlere karşı ise “biraz kabiliyete” sahip olduğu belirtilmektedir.79 Katar ve BAE’nin daha gelişmiş THAAD sistemlerini satın alma çabaları ve İsrail’in Arrow programı, daha uzun menzilli balistik füzeler ve mevcut nokta savunmaları bakımından tehdit ve önleyici füze açığının açık bir kanıtıdır. Dolayısıyla, Ankara’nın gelecekteki füze savunma seçenekleri planlanan kritik nükleer enerji altyapı için belirli bir ölçüde koruma sağlayacak olmakla birlikte, T-Loramids’in karar aşamasının 2014-2015’te sonuçlandırılacağı varsayıldığında, bu proje Türkiye için bir tehdit oluşturabilecek füzelerin tümü için yine de “sihirli bir kesin çözüm” olmayacaktır. İkincisi, T-Loramids ihalesindeki tüm teklifler nokta savunması için uygundur, yani Ankara’nın nükleer santrallerin güvenliğini sağlamak istemesi durumunda, santrallerin yakınına konuşlandırılmaları gereklidir. Örneğin Patriot PAC3, balistik füzelere karşı, 15-20 km’lik bir alanı savunabilir,80 Aster-30 Block-1 aşağı yukarı aynı savunmayı sağlayabilir, HQ-9 sisteminin ise, her ne kadar kağıt üzerinde olsa da, balistik füzelere karşı 35 km’lik bir menzili olduğu belirtilmektedir.81 Bu nedenle, planlanan füze savunma sistemlerinin konuşlandırma yerleri, bunların satın alınması kadar önem taşımaktadır. Üçüncüsü, Ankara’nın T-Loramids için yapacağı seçim, Scud tabanlı sistemlere karşı savunma gerekliliklerini karşılamalıdır, çünkü Türkiye’nin bölgesel güvenliği için temel tehdidi bu füzeler oluşturmaktadır. Patriot serisi, diğer iki teklife kıyasla en iyi muharebede kanıtlanmış sicile sahip olmakla övünmektedir. Aster-30 Block-1, menzil, hız ve radar kesiti bakımından Scud füzelerini taklit etmek için şu anda en uygun sistem olan İsrail yapımı Black Sparrow füzesine karşı önleme testlerini başarıyla gerçekleştirmiştir.82 Bu başarılar iyimserlik sağlayabilecek olmakla birlikte, Suriye’nin envanterindeki Scud-D ya da İran yapımı Şahab-3 gibi (çoğunlukla Kuzey Kore sistemlerine dayanan) daha uzun menzilli tehditler söz Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 23 konusu olduğunda, Blue Sparrow gibi daha gelişmiş simülasyonlar ile başka testler yapılması gerekecektir.83 Aster-30 serisinin gelecek modifikasyonları ve Aster-30 Block-1 NT, Blue Sparrow testleri için uygun olabilir.84 Bununla birlikte, Türkiye başlangıçtaki Aster kararını ve Block-1 NT için bir yükseltmeyi seçse bile, 1.000 km’nin üzerinde menzile sahip balistik füzeler yine de bir tehdit oluşturabilir.85 Ayrıca, Çin yapımı HQ-9 sisteminin testleri, diğer iki rakibinin testleri kadar şeffaf değildir. Patriot serisinin aksine, Çin yapımı sistem gerçek bir muharebede hiç kullanılmamıştır. Bu nedenle, Türkiye’nin Çin teklifini tercih etmesi durumunda, yukarıda belirtilen belirsizlikler ilave sorunlar doğuracaktır. Türkiye’nin füze savunma kabiliyetleri, daha geniş kapsamlı NATO füze savunma kalkanı bağlamında dikkate alınmalıdır. Kuzey Atlantik İttifakı, entegre bir (komuta, kontrol, iletişim, bilgisayar, bilgi ve istihbarat) yoluyla savunma kabiliyetlerini arttırabilir. Bu çerçevede, atmosfer dışı (örneğin SM-3) ve atmosfer içi (örneğin Patriot PAC-3) önleyici füzelere ek olarak uydu, kara ve deniz tabanlı radarlar ve sensörler (AN/TPY-2, Smart-L, AN/SPY-1 gibi), çok katmanlı bir sevk ve idare içinde kullanılır.86 Bu füze savunması yaklaşımının kilit noktası, düşman bir füzenin uçuş yolu hakkında kesin bilgi sunarak önleme doğruluğu sağlayan gelişmiş bir önleme ağına olanak veren entegre hareket tarzıdır. Aster ve Patriot serileri, bu entegre NATO sistemindeki son savunma katmanlarıdır. Dolayısıyla, Ankara’nın Çin yapımı sistemi seçmesi durumunda, Türkiye, bu seçeneğin Müttefikler tarafından kesinlikle kabul edilmediğini görerek kendi füze savunması varlıklarını NATO füze kalkanına entegre edemeyecektir.87 Son olarak, hem Türkiye’nin ulusal füze savunma projesinin hem de NATO füze kalkanının zaman çizelgesi, nükleer santralin korunmasını etkilemektedir. Türkiye’nin 2014 ya da 2015 yılında bir sistem hakkında karar vermesi durumunda, ilk üniteleri 2019 ya da 2020’de almaya başlayacaktır. Bu zaman çizelgesi, ülkenin nükleer enerji altyapısı için uygundur, çünkü santrallerin yaklaşık olarak aynı dönemde devreye girmeleri planlanmıştır. NATO füze kalkanı programı, bu bakımdan iyimserlik sağlamaktadır. Gerçekten de, Aegis sistemine ve SM-3 önleyici füzelere sahip ilk BFS kabiliyetli güdümlü füze destroyeri, 2014 başında Rota’daki İspanyol deniz üssünde konuşlandırılmıştır. Akdeniz’de düzenli devriyeler yapmak üzere dört tane harp gemisinin konuşlandırılması planlanmaktadır.88 Romanya ve Polonya’daki kara tabanlı sistemlerin - Avrupa Phased Adaptive Approach konseptinin üçüncü aşamasını belirleyecek olan - konuşlandırılmasının sırasıyla 2015 ve 2018’de tamamlanması beklenmektedir.89 Balistik füze tehdidinden ayrı olarak, Türkiye’nin nükleer santrallerinin korunması değerlendirilirken seyir füzeleri de dikkate alınmalıdır. Teorik olarak, bu sistemler iki şekilde tehlikelidir. Birincisi, seyir füzeleri, isabetli güdüm sistemlerine sahip insansız hava araçlarıdır ve genel olarak nispeten daha düşük harp yükü kapasitelerine rağmen balistik füzelerden daha hassastır. İkincisi, seyir füzeleri düşük irtifalarda uçabildikleri, dolambaçlı yollar izleyebildikleri, araziden faydalanabildikleri ve bir hedefe farklı yönlerden yaklaşabildikleri için, bu füzelerin uçuş yolları savunmayı zora düşürebilir.90 Türk Hava Kuvvetleri’nin havadan havaya muharebedeki üstünlüğü dikkate alındığında, hava platformlarından fırlatılan bir seyir füzesi tehdidi ile daha uzun bir süre başa çıkılabilir. Gelişmiş güdüm ve sevk gücü gerekliliklerinden dolayı seyir füzelerinin pahalı sistemler olması nedeniyle, Türkiye’nin güvenlik çevresindeki savunma ekonomisi eğilimlerinin izlenmesi gereklidir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 24 Teorik olarak seyir füzeleri, hava savunmasını ve yüksek riskli hedefleri vurmak için bir çatışmanın başlangıç aşamasında kullanılırlar.91 Bu nedenle, Türkiye’ye yönelik potansiyel seyir füzesi tehditleri, bir balistik füze tehdidi senaryosu ile bağlantılı olarak ele alınmalıdır; bu senaryoda, hava ve füze savunma sistemlerine seyir füzeleri ile yapılan saldırıları, kritik altyapıya karşı balistik füze salvoları izleyecektir. Bu noktada, Türkiye’nin nükleer santrallerine yönelik gelecekteki seyir füzesi tehdidine ilişkin iki ana husus mevcuttur. Birincisi, Suriye ve İran, su üstü platformlardan ateşlenebilen ve gemisavar seyir füzelerini teorik olarak kara hedeflerine taarruz ve KİS atış vasıtası olarak kullanılmak üzere modifiye edebilirler.92 Tahran kısa bir süre önce, 2.000 km menzile sahip yeni bir seyir füzesi olan Meshkat’ın geliştirildiğini beyan etmiştir.93 İlginçtir ki, 2005 yılında Tom Warner, Financial Times gazetesi için Ukrayna’dan İran’a ve Çin’e Kh-55 seyir füzeleri için gizli bir silah transferi hakkında bir makale kaleme almıştır.94 Bildirilen Meshkat sistemi bir Kh-55 modifikasyonu ise, ki muhtemelen öyledir, bu gelişme yeni endişelere yol açacaktır, çünkü Kh-55 nükleer başlık taşıyabilen bir atış vasıtasıdır.95 Hem Patriot sisteminin96 hem de Aster-30 Block-197’in testler sırasında seyir füzelerini önleyebildikleri söylenmektedir. Missile Threat, Çin yapımı HQ-9 sisteminin de seyir füzesi önleme kabiliyetlerine sahip olduğunu belirtmektedir.98 Bununla birlikte, daha önce belirtildiği gibi seyir füzeleri, füze savunmaları için ciddi sorunlar oluşturmaktadır; bu nedenle, gerçek muharebe sonuçları test sonuçlarından ve bilgi formlarında belirtilen teknik hususlardan farklılık gösterebilir. Seyir füzesi tehdidi konusunda diğer bir seçenek, aktif stratejilerdir. Uçuş halindeki seyir füzelerinin önlenmesi yerine, bu füzelerin platformları, ilgili tesisleri ve stokları, önleyici bir tarzda imha edilebilir.99 Böylesi bir askeri strateji, derin taarruz kabiliyetine, yeterli istihbarata, emniyet mesafeli mühimmata, uygun platformlara, operasyonel güvenlik için SEAD (düşman hava savunmasının durdurulması) önlemlerine ve potansiyel su üstü platformlarını korumak için iyi koordine edilmiş hava-deniz muharebe kabiliyetlerine bağlı olacaktır. Türkiye’nin böyle bir hareket tarzına uygun güç unsurları şu anda olabilecek en iyi durumda değildir, ancak geleceği ümit vericidir. Birincisi, Türk Hava Kuvvetleri gelecek birkaç on yıl içinde 100 kadar F-35 JSF’ye (Müşterek Taarruz Uçağı) sahip olacaktır.100 İkincisi, Ankara 2006 yılından bu yana kendi ulusal satha atılan seyir füzesi olan SOM’u üretmek için çaba harcamaktadır.101 Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumuna (TÜBİTAK) ve bu kurumun Savunma Sanayii Araştırma ve Geliştirme Enstitüsüne (SAGE) göre, bu füze şu anda 180 km’lik bir menzili aşmaktadır, düşman hava savunmalarından kaçınabilmektedir ve F-35 JSF’ye entegre edilecektir.102 Bu nedenle askeri açıdan, F-35 ile SOM’un bir platform-akıllı mühimmat kombinasyonu, düşman komuta ve kontrolünü, yer tesislerini, su üstü platformlarını, uçak hangarlarını ve füze depolama tesislerini uzak mesafelerden hedeflemek için fazlasıyla yeterli olacaktır. Üçüncüsü, Türk Hava Kuvvetleri, derin taarruz seçeneklerini ve görevde kalma sürelerini arttırmak için savaş uçaklarına havada yakıt ikmali yapabilen bir KC-135R103 tanker uçak filosuna sahiptir. Ayrıca Türkiye, on adet A400M ağır nakliye uçağı satın alma sürecindedir. Bu alım, 2018 yılında tamamlanacaktır. Öncelikle bir ağır nakliye unsuru olarak kullanılmakla birlikte, Airbus şirketi A400M’nin tanker uçak görevi görmek üzere hızla konfigüre edilebileceğini bildirmektedir.104 Son olarak Türkiye, operasyonel güvenliği arttırmak amacıyla, AGM-88 anti-radar füzeleri ile donatılmış bir SEAD filosuna (151inci filo)105 sahiptir.106 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 25 Özetlemek gerekirse, nükleer santrallerini balistik füzelere karşı korumak için Türkiye’nin NATO füze kalkanına ve T-Loramids projesine güvenmesi gereklidir. Ülke ayrıca, şu anda daha az tehdit edici olan seyir füzesi tehdidini karşılamak için taarruz ve savunma sistemlerini birleştirmelidir. İşin iyi tarafı, T-Loramids, Türk Hava Kuvvetleri’nin modernizasyonu ve NATO müttefik füze savunması inisiyatifinin zaman çizelgesinin, Türkiye’nin nükleer enerji projesine ilişkin güvenlik gerekliliklerinin yol haritası ile uyumlu olmasıdır. Bununla birlikte Türkiye, orta menzilli balistik füze ve KİS harp başlıklı tehditleri karşılarken sadece ulusal varlıklara bel bağlayamaz ve bu nedenle Ankara yine de NATO korumasına ihtiyaç duyacaktır. T-Loramids, Türkiye için bir son değil, bir başlangıç olacaktır. Gelecekteki uzun menzilli hava ve füze savunma sistemleri, füze yayılma eğilimlerine uygun olarak başka iyileştirmelere ihtiyaç duyacaktır. Ankara, T-Loramids projesinde Çinliler ile işbirliği yapılması halinde, NATO komuta-kontrol yeteneklerini ve çok-katmanlı bir yaklaşımın sağladığı korumayı kaybedecektir. Askeri Risk Değerlendirmesi Anahtar Bilgiler Özetlemek gerekirse, balistik füzeler, Türkiye’nin planlanan nükleer santrallerinin güvenliğine ilişkin askeri risk değerlendirmesini değiştirebilir. Enerji jeopolitiğinde ezber bozucu bir durumun devreye alınması, askeri bir gerginlik durumunda Ankara’nın jeopolitik rakipleri için yüksek değerli bir askeri hedef oluşturmak ile eş değerdir. Bir askeri risk değerlendirmesinin nükleer santral güvenliği çerçevesine dahil edilmesinin, kesin bir biçimde İran ya da Suriye ile yüksek bir savaş olasılığının söz konusu olacağı anlamına gelmediğini belirtmeye gerek yoktur. Bununla birlikte, Türkiye ile Suriye arasında yaşanan ve bir Türk F-4 savaş uçağının, bir Suriye Mig-23’ünün ve bir Mi-17 helikopterin düşürülmesine yol açan tırmanışı görmezlikten gelmek akıllıca olmayacaktır. Türkiye-Suriye sınırı boyunca karşılıklı topçu ateşi, neredeyse olağan bir hal almıştır. Dolayısıyla, Türkiye’nin planlanan kritik nükleer enerji altyapısına büyük bir askeri saldırı muhtemel olmamakla birlikte, çalkantılı bölgesel konjonktürün durumu dikkate alındığında, bu ihtimal göz ardı edilemez. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 26 VEKİL UNSURLAR VE TERÖRİZM RİSKİ DEĞERLENDİRMESİ Bu çalışmada sunulan devlet kaynaklı tehditlerin askeri risk değerlendirmesi oldukça uzak olasılıklara odaklanmakla birlikte, Türkiye’nin planlanan nükleer enerji altyapısına karşı terör ve vekaleten savaş tehditleri daha olası görülmektedir. Birincisi, terörizm ve vekaleten savaşlar, Orta Doğu’daki devletlerin çoğu için normal hareket tarzı haline gelmiştir. İkincisi, terörizm ve vekaleten savaşın jeopolitik rakiplerin canını yakmak için doğrudan saldırıya kıyasla bedeli daha düşüktür. Üçüncü ve son olarak, Türkiye’nin iç bölgesinde ve çevresinde, politik konjonktürdeki değişikliklere bağlı olarak bazı “müşteri devletlere hizmetlerini sunabilecek” çok sayıda terör örgütü ve şiddet kullanan devlet dışı aktör vardır. Bu aktörler, Türkiye’nin PKK gibi olağan şüpheliler listesinin dışına çıkmakta ve Irak ve Şam İslam Devleti (IŞİD) gibi yeni ortaya çıkan tehditleri içermektedir. Ayrıca, terör örgütlerinin kendileri de Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısına saldırmaya ilgi duyabilirler. Nükleer santraller, başarılı bir saldırı durumunda ortaya çıkacak son derece yıkıcı fiziki, ekonomik, siyasi ve psikolojik etki nedeniyle, terör örgütleri için değerli hedeflerdir. Terör örgütleri, bu tesislerden elde edecekleri nükleer ve radyoaktif materyaller ve hassas teknolojiler ile kendi envanterlerini genişletmeye de ilgi duyabilirler. Nükleer santrallere yönelik tehditler, komple bir erimeye yol açmaya yönelik teşebbüsler ile sınırlı değildir. Terör örgütleri bu eşiği geçmeye teşebbüs etmeyebilirler, ancak nakledilmekte olan nükleer materyallere odaklanmayı, elektrik şebekesini hedef almayı, nükleer bilim insanlarına suikastlar düzenlemeyi ve tesise ve operasyonlarına zarar vermek için birçok diğer yöntemi kullanmayı seçebilirler. Türkiye on yıllar boyunca düzinelerce yerel ve uluslararası terör örgütünün yıkıcı faaliyetlerine maruz kalmıştır; yani, Türkiye’nin gelecekteki nükleer enerji programına saldırmak isteyebilecek “bir dizi potansiyel fail” mevcuttur. Bir sonraki bölümde, Türkiye’de şu anda faaliyet gösteren ya da uykuda olan, ancak gelecek yıllarda tekrar şiddete başvurabilecek olan başlıca terör örgütleri özetlenmektedir. Birden fazla tarife uyabilecek olmakla birlikte, şu anda Türkiye’de faaliyet göstermekte olan terör örgütleri üç ana kategoride gruplanabilir: ayrılıkçılar, kökten dinciler ve radikal sol.107 Aşağıdaki bölümlerde, 2020’lerde Türkiye’nin nükleer santralleri için bir tehdit oluşturabilecek bazı terör örgütlerine genel bir bakış verilmiştir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 27 Ayrılıkçı Terör Örgütleri PKK/KONGRA-GEL Kısa Tarihçe Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkeren Kurdistan, PKK), Türkiye’deki en bilinen terör örgütüdür. Örgüt 1978 yılında, Abdullah Öcalan liderliğinde, Türkiye’nin güneydoğusundaki Diyarbakır şehrinde kurulmuştur. Örgütün başlangıçtaki kuruluş motivasyonu, Türkiye, Irak, İran ve Suriye’nin yoğun Kürt nüfusu barındıran bölgelerinden bağımsız bir Kürt devleti kurmaktır. Örgüt Marksizm, Leninizm, Maoizm ve Kürt milliyetçiliğinden etkilenmiştir. Örgüt, 1979’daki ilk şiddet eyleminde bir milletvekilinin ikametgâhına bir baskın düzenlemiş, ardından terör dalgası için eğitim görmek üzere alt yapısını Suriye, Lübnan ve Filistin’e taşınmıştır.108 PKK’nın terör faaliyetleri 1984 yılından sonra yoğunlaşmış ve Türkiye ile PKK arasındaki çatışma 40.000’den fazla insanın hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Örgüt insan gücünü büyük ölçüde Türkiye’deki marjinalize olmuş Kürtlerden, bölgede faaliyet gösteren radikal sol gruplardan ve Suriye, İran ve Irak’ta yaşayan etnik Kürtlerden sağlamaktadır. Özellikle 1980’ler ve 1990’larda, Türk devletinin Kürt kimliği üzerindeki - zaman zaman sivil militan ayrımı gözetmeyen şiddete kadar varan - kültürel ve fiziksel baskısı, örgütün kadrolarını doldurmasına yardımcı olmuştur. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Şubat 1999’da ve ikinci adamı Şemdin Sakık’ın Nisan 1998’de yakalanmaları, PKK’nın gücüne ciddi ölçüde darbe vurmuştur. PKK, beş yıllık aradan sonra, 2004 yılında terör eylemlerine yeniden başlamıştır. 2012 yılında Ankara ile Öcalan arasında yapılan görüşmeler sonucunda, PKK Mart 2013’te “ateşkes” ilan etmiş, ancak kısa süre önce tekrar şiddet eylemlerine başvurma tehdidinde bulunmuştur. Hareket Tarzı ve Paterni PKK, faaliyet geçmişi boyunca aşağıdakileri içeren, ama bunlarla sınırlı olmayan, adam kaçırma, baskınlar, gayri nizami harp, intihar bombacıları, sabotaj, pusular, kundaklama, kent merkezlerinde şiddet içeren protestolar ve güvenlik kuvvetleri ile doğrudan çatışmalar gibi farklı şiddet yollarına başvurmuştur. PKK bu yasadışı şiddet yöntemlerini, şu amaçlarla kullanmıştır: yerel Kürt nüfusu baskı altına almak ya da sempatisini kazanmak, devlet otoritesini akamete uğratmak, halkı göçe zorlamak, kırsal alanlarda bölgesel kontrol kazanmak, devlete maddi zararlar vermek, büyük şehirlerdeki ve Türkiye’nin doğusunda ve güneydoğusundaki nüfus arasında terör estirmek ve özerk bir Kürt devleti kurmak. PKK bu amaçlara ulaşmak için devlet görevlilerini, bürokratları, güvenlik kuvvetlerini ve kent merkezleri ile kendi faaliyet alanlarındaki yerel toplumları hedeflemiştir. PKK birçok olayda bombaları, patlayıcıları, el yapımı patlayıcı düzenekleri ve roketatarları içeren çeşitli silahlar kullanarak enerji altyapısına sabotajlar ve saldırılar düzenlemiştir. 2013 yılında PKK, üzerinde özerk bir Kürt devleti kurmak istediği on iki eylem alanını ilan etmiştir. Bu bölgeler, Türkiye’nin doğusuna ve güneydoğusuna ek olarak, ortasına, güneyine ve kuzeyine uzanmaktadır. Tarihsel olarak, PKK’nın faaliyetlerinin çoğu Türkiye’nin yoğun bir Kürt nüfusu barındıran doğu ve özellikle güneydoğu bölgelerine odaklanmıştır, ancak örgüt Türkiye’nin orta, Karadeniz ve Akdeniz sahilindeki bölgelerine de yayılarak eylem alanını genişletmek için çaba göstermiştir. PKK, ulaşabildiği yerleri genişleterek ülkenin tüm kısımlarında eylem Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 28 yapma kabiliyetini göstermeye, devletin güvenlik güçlerini demoralize etmeye ve güvenlik güçlerinin geniş bir alana dağıtılmasını sağlamaya çalışmıştır.109 PKK; bir güç gösterisi olarak İstanbul, Ankara ve İzmir kent merkezleri gibi kendi alışılmış etki alanı dışındaki büyük kentleri de hedef almıştır. Sinop’taki PKK faaliyetleri asgari düzeydedir; ancak örgüt, Karadeniz bölgesinin doğu kısımlarına erişme çabasıyla komşu illerde bazı eylemler gerçekleştirmiştir. Örgüt, Sinop’ta büyük ölçekli bir eylem yapmaya karar vermesi durumunda, insan gücünü Tunceli’den ve geleneksel olarak faal olduğu diğer kentlerden getirebilir. Ancak bu tür bir faaliyetin, devletin istihbarat ve güvenlik güçleri tarafından tespit edilmesi olasılığı yüksektir. Öte yandan Mersin, devlet için kayda değer bir zorluk oluşturacaktır. PKK geçmişte Mersin’de, Hatay’da, Adana’da ve diğer yakın illerde önemli eylemler gerçekleştirmiştir. Bu bölge, PKK’nın otuz yıldan fazla bir süredir faaliyet gösterdiği güneydoğu şehirlerine yakındır. PKK, kuzey Suriye’nin yakınında bulunan Türkiye’nin güneydoğusunda daha önce güvenli bölgeler ve eğitim kampları kurmuş ve PKK ile ideolojik bağları olan PYD kısa süre önce özerklik ilan etmiştir. Bölgenin engebeli arazisi PKK’nın faaliyetlerine yardımcı olmaktadır, çünkü örgütün kırsal kanadı doğu ve güneydoğu Türkiye’deki dağlık ve engebeli arazileri tercih etmektedir. PKK ayrıca bölgedeki kentsel terör faaliyetleri için gerekli eylem birimlerine sahiptir. Yerli ve Uluslararası İşbirlikçiler PKK, Suriye ve İran’dan lojistik ve maddi destek almaya devam etmiştir,110 bu desteğin boyutu, politik bağlama bağlı olarak farklılık göstermektedir. Ayrıca, kuzey Irak’taki dağlık araziyi güvenli bir bölge ve eğitim sahası olarak kullanmışlardır. Örgüt ayrıca Türkiye’nin Suriye, İran ve Irak sınırları boyunca kaçakçılık faaliyetlerinden maddi gelir elde etmektedir. Dahası, Avrupa’daki uyuşturucu kaçakçılığı ve para aklama eylemleri de önemli bir gelir kaynağı işlevi görmektedir.111 Uluslararası düzeyde PKK, Kürt diasporasının aktif katılımı ve medya kuruluşları oluşturulması yoluyla, Avrupa’da belirli bir siyasi destek de elde etmiştir.112 PKK, DHKP/C (Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephe) ve TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) gibi daha önce Türkiye’de faaliyet gösteren radikal sol örgütlerle,113 hatta iddialara göre İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncılar Cephesi) gibi radikal sağ örgütlerle işbirliği de yapmıştır.114 İttifaklar zaman zaman değişmiştir; bu örgütler ortak eylemler yapma115 ve ortak eğitim alma116 konusunda PKK ile işbirliği geçmişine sahiptir. PKK, diğer yerli ve - 1980’lerin ortalarından bu yana Türkiye için ciddi bir tehdit oluşturmayan ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu)117 dahil - uluslararası ayrılıkçı örgütler ile işbirliği yapmıştır. Mevcut Eylem Gücü ve Durumu Küçük olaylar yaşanmasına rağmen, Türk hükümeti ile PKK lideri Abdullah Öcalan arasında devam etmekte olan görüşmelerin bir sonucu olarak son bir yıl içinde herhangi bir büyük eylem yapılmamıştır.118 Bu görüşmelerin koşullarından biri militanların ülkeyi terk etmeleri olmakla birlikte, açık kaynaklı bilgiler, çözüm sürecinin nasıl ilerleyeceği konusundaki anlaşmazlıklar nedeniyle PKK’nın tamamen silah bırakmasının henüz gerçekleşmediğini göstermektedir. Türkiye’de tam ne kadar PKK militanı bulunduğu belirsizdir, ancak haberlerde 1.500119 ile 3.000120 arasında değişen, hatta bazen 5.000’i121 bulan rakamlardan bahsedilmektedir. Benzer kaynaklar, PKK eylemlerine destek verebilecek olan PYD’nin yaklaşık 7.000 militanı122 olduğunu ve PKK’nın ayrıca Kuzey Irak’ta 2.3002.500 militana sahip olduğunu öne sürmektedir.123 Dolayısıyla PKK, Türkiye’nin Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 29 gelecekteki nükleer altyapısı - özellikle PKK’nın geleneksel eylem alanlarına ve lojistik merkezlerine yakınlığı nedeniyle Akkuyu - için bir tehdit oluşturabilecek büyük bir insan gücüne sahiptir. Ayrıca, Türkiye’de yayınlanan haberlere göre, PKK’nın elinin altında önemli bir ateş gücü mevcuttur. Örgütün sahip olduğu silahlar, şunları içermektedir: roketler (yaklaşık 2.000); AK-47’ler (20.000’e yakın); Dragunov keskin nişancı tüfekleri; Mauser tüfekler; PK makineli tüfekler; G-1’ler; M-16’lar; diğer makineli tüfekler, tüfekler ve keskin nişancı tüfekleri (10.000’e yakın); 4000’den fazla tabanca; 5.000 el bombası; 15.000 kara mayını124 ve diğer unsurların yanında bir miktar tanksavar ve hava savunma silahı. Örgüt şu anda faaliyet göstermemektedir ancak silahlarını bırakmamıştır ve çözüm süreci tamamlanmaktan uzaktır. PKK geçmişte “ateşkesler” ilan etmiş, ancak bu “ateşkesleri” kuvvetlerini yeniden silahlandırma ve yeniden düzenleme fırsatları olarak kullanmıştır. Polis ve jandarma istihbaratı tarafından derlenen yeni bir rapora göre, PKK barış süreci sırasında 2.000 yeni üye kazanmıştır, ancak bunların çoğu askeri eğitim almamıştır ve Türk sınırlarında toplamda sadece 1.000 militan kalmıştır.125 Aynı habere göre, örgüt hafif silah cephaneliğinin bir kısmını sınırın ötesine geçirmiştir, ancak ağır silahlar sınırın içinde kalmıştır. Örgüt ayrıca sınırın yakınına ilaç ve gıda maddesi depolamıştır.126 Dahası, Kürt milliyetçisi bir siyasi parti olan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) son yerel seçimlerde, çoğu doğu ve güneydoğu illerinde olmak üzere Türkiye’deki 82 belediyenin 11’ini kazanmıştır. BDP, bölgede potansiyel bir özerklik ilanı ile ilgili olarak karışık mesajlar vermektedir,127 128 Örneğin Nisan 2012’de, bir parti üyesi, Diyarbakır’da çıkarılan petrolden elde edilen gelirden yerel yönetime bir pay verilmesi gerektiğini öne sürmüş ve yerel yönetimleri güçlendirmeye yönelik başka önlemleri savunmuştur.129 Çözüm sürecinin başarısız olması ve BDP’nin tek taraflı olarak özerklik ilan etmesi durumunda, Ankara’nın geçmişte olduğu gibi askeri olarak müdahale etmesi olasılığı mevcuttur, bu da şiddetin ve PKK eylemlerinin yeniden başlamasına yol açacaktır. Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı: Geçmiş, Gerekçeler ve Olasılıklar PKK geçmişte, petrol130 131 ve gaz132 boru hatları ve barajlar133 dahil olmak üzere kritik ulusal altyapıyı hedeflerken inşaatı geciktirmek, tesisi çalışamaz hale getirmek ve güvenlik güçlerinin müdahale kabiliyetlerini akamete uğratmak için çeşitli taktikler kullanmıştır. Militanlar, son birkaç yıldaki iki ayrı olayda, uzaktan ateşlenebilen patlayıcılar yerleştirmek için boru hatlarının çevresindeki alanı kazmışlardır.134 Örgüt diğer olaylarda ise inşaat işçilerini öldürmüş, patlayıcılar yerleştirmiş ve el bombaları ve hafif silahlar kullanarak bir hidroelektrik santrali regülatörünün135 komuta ve kontrol merkezine saldırmış, uzun namlulu silahlar kullanarak inşaat işçilerini öldürmüş136, güvenlik güçlerinin saldırıları engellemek için izleyecekleri yollara mayın döşemiş ve bu yollara döşenen patlayıcıları uzaktan patlatmıştır.137 Sadece Ağustos 2013’te, Türkiye Kominist Partisi/Marksist Leninist-Konferans’ın askeri kanadı olan TİKKO, söylenenlere göre PKK ile işbirliği yaparak hidroelektrik santrali inşaat sahalarına 24 ayrı saldırı gerçekleştirmiştir.138 PKK’nın geçmişte KUA’ya düzenlediği saldırılar, örgütün Türk devletine ekonomik zarar vermek amacıyla Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısını ve bu altyapının elektrik şebekesine bağlantısını hedeflemeye ilgi duyabileceğini göstermektedir. Ayrıca örgüt, siyasi hesaplarına bağlı olarak, kendi gücünü ve Türk güvenlik güçlerinin zayıflığını göstermek için sofistike bir saldırı da Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 30 gerçekleştirebilir. Örgüt, tekrar şiddete başvurmaya karar vermesi durumunda, halk içinde korku yaratmak ve hükümeti zorlamak için sansasyonel terör saldırılarını tercih edebilir ve nükleer tesislere yapılacak saldırılar ile nükleer ve radyolojik materyallerin saptırılması bu bakımdan çekici hedefler olabilir. PKK halk desteğine dayanmaktadır, ancak bu durum örgütü geçmişte etnik Kürtlere karşı saldırılar da dâhil olmak üzere toplu katliam saldırıları yapmaktan alıkoymamıştır. PKK, çok çeşitli yeteneklere sahip olan deneyimli ve organize bir örgüttür. Güçleri değişmekle birlikte, planlanan iki nükleer santralin yakınındaki kentsel ve kırsal merkezlerde halihazırda PKK militan hücreleri kurulmuştur. Örgüt, yasadışı ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan mali garantilere sahiptir. PKK silah, istihbarat, para ve insan gücü sağlayabilecek iç ve dış aktörler ile işbirliği yapmaktadır. Örgüt şu anda düşük profilde faaliyet göstermekle birlikte, yakın gelecekte tekrar şiddete başvurması olasıdır. Ayrıca PKK’nın şahin kanadının silaha sarılarak gelecekteki nükleer altyapıya bir saldırı düzenlemesi de düşünülebilir. Tehditler PKK ve bağlı unsurları, aşağıdakileri içeren ama bunlarla sınırlı olmayan birçok yolla Türkiye’nin planlanan nükleer tesislerini tehdit edebilirler: bilim insanlarının ya da tesis personelinin kaçırılması, tesis personelini taşıyan servislere saldırılar düzenlenmesi, intihar bombacıları, patlayıcı ile dolu kara araçları, uzun namlulu silahlar, el bombaları, roketatarlar, tanksavar silahları, mayınlar, el yapımı patlayıcılar, otomatik ve yarı otomatik tüfekler kullanılarak saldırılar düzenlenmesi, yakıt ve atık gibi hassas radyoaktif materyaller taşıyan nakliye araçlarına pusu kurulması. PKK, tesislere inşaat sırasında saldırabilir ya da tesislere çalışır durumdayken sabotaj düzenleyebilir. Örgütün, kirli bombalar yapmak ya da karaborsada satmak üzere materyaller ele geçirmek amacıyla nükleer atık nakliyatlarının yolunu keserek ya da tesise girerek çekirdeği parçalanabilir materyal çalmaya teşebbüs edip etmeyeceği açık değildir. PKK şu anda siber uzayda çok fazla varlık göstermemektedir, bu nedenle örgütün karmaşık tesis ağlarına, izinsiz giriş tespit sistemlerine ya da alarm sistemlerine girebilme yeteneğine sahip olup olmadığı belli değildir, ancak olasılık dışı görülmektedir. Bunlar terör örgütlerinin çoğu için doğru olabilir; ancak PKK’nın otuz yıllık deneyimi ve bugüne kadar gösterdiği direnç, PKK’yı Türkiye’de faaliyet gösteren diğer terör örgütlerinden çok daha becerikli bir örgüt kılmaktadır. PKK’nın geniş üye bulma tabanına rağmen, örgütün tesisin içine başarıyla adam yerleştirme olasılığı şüphelidir. Personel işe alınmadan önce, Türk Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) kapsamlı bir tarama ve soruşturma süreci yürütecektir. Haberlerde, daha önce belirtildiği üzere, stajyerlerin ve alt düzey yüklenicilerin de bir soruşturmadan geçirileceği öne sürülmektedir.139 Ayrıca askeri istihbarat, emniyet istihbarat ve MİT, son otuz yıldır PKK’nın potansiyel yeni üyelerini ve sempatizanlarını yakından izlemektedir. Bu nedenle, PKK’nın tesise adam yerleştirmesi ya da yüksek ve orta düzey çalışanları angaje etmesi teorik olarak mümkün olmakla birlikte, muhtemel görülmemektedir. PKK’nın içeride çalışan kişiler bulamaması, tesislerin işleyişi, tasarımı ve yakıt döngüsü ile ilgili kritik bilgilere erişimini engelleyecek ve tespit, geciktirme ve alarm sistemlerini kapatma ya da tesisin içinden sabotaj yapma kabiliyetlerini etkileyecektir. Denizden saldırılar ya da uçak kaçırma, bugüne kadar PKK’nın hareket tarzı (Modus Operandi, MO) olmamıştır. Bununla birlikte, geçmişte benzer örnekler olmaması tehdidin olmadığı anlamına gelmez, ancak PKK’nın, daha önce belirtilen diğer yöntemlere kıyasla bu yöntemleri kullanmasının daha az olası olduğu anlamına gelecektir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 31 Radikal Sol Terör Örgütleri DHKP/C Kısa tarihçe Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (DHKP/C) örgütü, geçmişi 1960’lardaki sol gençlik örgütlerine kadar uzanan köklere sahiptir. 1970’te kurulan ve liderliğini Mahir Çayan’ın yaptığı Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi (THKP-C), Latin Amerika gerilla gruplarına benzer şekilde silahlı mücadele yoluyla Türkiye’de Marksist-Leninist bir devrim başlatmak amacını gütmüştür. Ancak bu grup, 1972 yılında liderlerinin çoğunun öldürülmesinin ardından çok sayıda örgüte bölünmüştür. 1978 yılında, Dursun Karataş’ın liderliği altında Devrimci Sol (Dev-Sol) adıyla yeni bir örgüt kurulmuştur. Dev-Sol eski ve görevdeki üst düzey Türk yetkililerini, askerleri ve polisleri hedef almıştır. 1990’ların başındaki iç güç mücadelesinin ardından, Karataş örgütün kontrolünü kaybetmiş ancak 1994’te tekrar kazanarak Devrimci Halk Kurtuluş Partisi/Cephesi’ni kurmuştur.140 Parti, örgütün siyasi faaliyetlerine, cephe ise militan kanadına işaret etmektedir. Örgüt o günden bu yana faaliyetlerini kentsel ve kırsal alanlarda ve hapishanelerde sürdürmüştür. Karataş’ın 2008 yılındaki ölümünün ardından örgüt 2012 yılına kadar nispeten sessiz kalmıştır, bu tarihten sonra sokak gösterilerinde eylem yaparak ve sansasyonel saldırılar gerçekleştirerek yavaş yavaş varlık göstermeye başlamıştır. Hareket Tarzı ve Paterni Örgüt kendi açıklamasına göre bir Marksist-Leninist devrime yol açmak için, ülkenin hem kırsal hem de kentsel bölgelerinde aynı anda silahlı çatışmalar başlatma ve bu izole çatışmaları geniş bir düşük yoğunluklu çatışmaya dönüştürme amacını gütmektedir.141 Örgüt, 1996 yılında iş dünyasının önde gelen üyelerine suikast düzenlenmesi haricinde genellikle patlayıcılar, ateşli silahlar, intihar bombacıları ve roketatarlar142 kullanarak daha çok polise, silahlı kuvvetlere, devlet binalarına ve ABD ile NATO hedeflerine saldırılar düzenlemiştir.143 Özellikle 2013 yılından bu yana örgüt, kentsel merkezlerdeki sokak gösterilerinde gözle görünür bir varlık göstermiştir.144 145 Yerel ve Uluslararası İşbirlikçiler PKK bağlantılı bir dergi olan Serxwebun’da yayınlanan ortak bir bildiriye göre, PKK ve DHKP 1996 yılında Türk devletine karşı savaşmak için birleşik bir cephe kurulması çağrısında bulunmuşlardır.146 O günden bu yana her iki taraf Karadeniz bölgesinde ortak eylemler düzenlemiş147 ve Abdullah Öcalan’ın ifadesine göre PKK, DHKP/C’ye eğitim sağlamıştır.148 Söylenenlere göre örgüt, mali kaynaklarının büyük kısmını “bağışlar” ve Avrupa ülkelerinde149 yaşayanlardan haraç alma yoluyla elde etmektedir ve Yunanistan, Almanya, Belçika, Hollanda, İspanya ve İtalya’da varlık göstermektedir.150 Örgütün 1990’larda Suriye’de eğitim kampları olduğuna inanılmaktadır,151 iddialara göre bu kamplar Suriye iç savaşının152 başlamasından ve Ankara ile Şam arasındaki ilişkilerin bozulmasından sonra tekrar kurulmuştur. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 32 Mevcut Eylem Gücü ve Durumu ABD Dışişleri Bakanlığı 2013 Terörizm Hakkında Ülke Raporuna göre, DHKP/C Türkiye’de muhtemelen “birkaç düzine”153 üyeye ve Avrupa genelinde bir destek ağına sahiptir; Maryland Üniversitesi Terörizmin ve Terörizme Müdahalelerin İncelenmesi için Ulusal Konsorsiyum ise bu rakamı “1.000 üyeden az”154 olarak vermektedir. Örgüt, yeni üyeler bulmak için çoğunlukla hapishaneleri, üniversite kampüslerini ve kentsel merkezlerdeki ötekileştirilmiş mahalleleri hedeflemektedir; bu nedenle militanların gerçek sayısı nispeten düşük olmakla birlikte, gelecekteki yeni üyeler için potansiyel bir havuz olan sempatizanların sayısı birkaç bin civarında olabilir155 156. DHKP/C yıllarca asgari düzeyde faaliyet gösterdikten sonra 2012 yılında geri dönüş yapmış ve Ankara’daki ABD Elçiliğine bir bombalı intihar saldırısı da dahil olmak üzere birkaç sansasyonel saldırı gerçekleştirmiştir. Ancak Ankara, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün başarılı operasyonları yoluyla örgüte karşı bazı başarılar elde etmiştir. Ayrıca DHKP/C’nin Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere ve Avrupa Birliği tarafından bir terör örgütü olarak tanımlanması, Ankara için olumlu bir gelişme olmuştur. Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı: Geçmiş, Gerekçeler ve Olası Tehditler KUA’lara saldırmak, DHKP/C’nin ve seleflerinin hareket tarzı (MO) olmamıştır. Yine de, örgüt 2012 yılından bu yana profilini yükseltmeye çalışmaktadır ve nükleer santraller yüksek değerli hedefler oluşturmaktadır. Geçmiş DHKP/C eylemleri, örgütün nükleer santrallere yönelik ciddi bir tehdit oluşturmak için yeterli sofistike bilgilere, silahlara ve planlamaya sahip olmadığını göstermektedir; ancak örgüt, bu tür eylemlerde diğer örgütlere yardımcı olabilir. DHKP/C’nin Suriye ile sahip olduğu iddia edilen bağları, Şam ya da Türkiye’nin diğer bölgesel hasımları için bir vekil görevi görme potansiyeli olduğu anlamına gelebilir. DHKP/C, 1960’lara uzanan militan sol gelenekten doğan birçok örgütten birisidir. Bu nedenle, Türk güvenlik güçlerinin başarılı operasyonları ya da iç güç çekişmeleri ya da her ikisi nedeniyle örgüt nükleer santraller devreye girene kadar ayakta kalamasa bile, aynı ideolojik geleneği takip eden diğer örgütlerin DHKP/ C’nin yerini alması muhtemeldir. Bu nedenle, bu çalışmanın yazıldığı sırada DHKP/C’nin Türkiye’nin gelecekteki nükleer programı için oluşturduğu tehdit düşük görünmektedir; ancak bu değerlendirme, örgütün evrimine ve bölgesel eğilimlere bağlı olarak, nükleer santraller tamamlanana kadar geçecek yıllar içinde değişebilir. Diğer Sol Militan Örgütler ve Terör Örgütleri Türkiye’de özellikle 1960’lardan sonra sol ideolojilere verilen destekte dikkat çekici bir artış yaşanmış ve bu artış, hem yasal hem de yasadışı radikal sol örgütlerin çoğalması ile sonuçlanmıştır. Bugün bile, bu örgütlerin çoğu ideolojik çizgiler ya da iç güç çekişmeleri sonucunda daha küçük gruplara bölünmekte ya da diğer fraksiyonlar ile birleşmekte, sonuç olarak bu çalışmanın kapsamını aşan sayıda kısaltmalar ortaya çıkmaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından 2007 yılında hazırlanan bir rapora göre, (yukarıda verilenler haricindeki) mevcut sol terör örgütleri şunlardır: Marksist Leninist Komünist Parti (MLKP), Türkiye Komünist Partisi / Marksist Leninist-Konferans (TKP/ML-KONFERANS), TKP/ML- Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 33 KONFERANS’ın askeri kanadı TİKKO ve Maoist Komünist Parti (MKP).157 1980 darbesinden sonra, Türk güvenlik güçleri bu örgütlerin çoğuna ve seleflerine ağır bir darbe indirmiştir. Bunların bir kısmı doğu Karadeniz bölgesi158 ve Tunceli gibi Türkiye’nin doğu illerine taşınmış,159 diğerleri ise büyük kent merkezlerinde kalmayı seçmiştir. Bazı örgütler, örneğin eğitim, kaynak, ya da ortak eylemlere katılım karşılığında doğu Karadeniz bölgesine erişim sağlayarak PKK ile işbirliği yapmıştır. Ortak eylemlerin bir örneği, Temmuz 2013 tarihinde Tunceli’deki bir hidroelektrik santralinin kontrol binasının yedi silahlı TİKKO militanı tarafından bombalanmasıdır. Daha önce MKP militanları da aynı santrale saldırmıştır.160 Temmuz 2014 kadar yakın bir tarihte, iddialara göre PKK kamplarında eğitim görmüş olan bir MLKP militanı Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tutuklanmıştır.161 Parçalanmış olmalarına rağmen, bu örgütler Türkiye’nin gelecekteki nükleer santrallerine yönelik bazı tehditler oluşturabilirler. Bu örgütlerin adları, ittifakları ve ideolojileri geçmişte olduğu gibi gelecekte de değişebilir, ancak bunlar PKK gibi önde gelen terör örgütleri ile rutin olarak ittifaklar kurmaktadır. Bu terör gruplarının çoğu, onlarca yıl geriye giden silahlı mücadele geleneğinden gelmektedir, bu nedenle sabotaj, patlayıcı kullanımı ve gerilla savaşı konularında kayda değer bir deneyime sahiptir. Ayrıca, Türkiye’deki radikal sol örgütler öncelikle devlet hedeflerini seçmektedir ve KUA’lara saldırdıkları bilinmektedir. Tunceli’de Temmuz 2013’te yaşanan saldırıda, TİKKO militanlarının çevreye zarar verdiği için hidroelektrik santraline saldırdıklarını söyledikleri iddia edilmektedir.162 163 Sinop’taki planlanan nükleer santral, çok yakınında olmasa da, PKK’nın bölgelerine ve Karadeniz bölgesindeki ilgili faaliyetlere yeterince yakın olacaktır; Türkiye’nin güneyinde yer alacak Akkuyu nükleer santrali ise PKK’nın alışılmış eylem alanlarına yakın bir noktada bulunacaktır. Kökten Dinci Terör Örgütleri TÜRK HİZBULLAHI Kısa Tarihçe Türk (ayrıca bazı kaynaklarda Kürt olarak bahsedilmektedir) Hizbullahı, güneydoğuda Sünni İslamcı bir devlet kurmayı amaçlayan ve şu anda faaliyet göstermeyen (ya da düşük profilde seyreden) bir terör örgütüdür. 1980’lerde Diyarbakır’daki dini yayınlar satan bir kitabevinde zaman içinde kurulmuştur ve Lübnan’daki aynı adı taşıyan terör grubu ile herhangi bir ilişkisi yoktur. Hizbullah kuruluşundan kısa süre sonra iki gruba bölünmüştür; bunların biri silahlı mücadele yöntemini savunurken, diğer grup radikal eylemler için uygun zamanın henüz gelmemiş olduğunu savunmuştur.164 İç çatışmanın 1980’ler boyunca devam etmesine rağmen, her iki fraksiyon da İran İslam Cumhuriyeti ile ideolojik ve lojistik bağlarını muhafaza etmişlerdir.165 Örgüt yavaş yavaş güneydoğudaki diğer büyük şehirlere ve İstanbul ve Bursa dahil olmak üzere diğer bölgelere yayılmıştır. 1990’ların başında, Hizbullah dikkatini Marksist-Leninist PKK üzerinde yoğunlaştırmıştır. 1991-1995 arasındaki dört yıllık dönemde, çoğu Hizbullah tarafından olmak üzere her iki taraftan 700’ün üzerinde militan ve sempatizan öldürülmüştür166. Bu nedenle, Hizbullah’ın Türk güvenlik güçleri ve Ankara ile Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 34 bağları olduğu iddia edilmektedir.167 168 169 Hizbullah, gazetecilerin ve işadamlarının yanı sıra, yavaş yavaş içki içenler ya da kıyafet kurallarına uymayanlar170 gibi “İslama uygun olmayan davranışlar” sergileyen kişileri hedef almaya başlamıştır.171 Emniyet Genel Müdürlüğü, 1990’ların ikinci yarısında Hizbullah’a karşı önemli operasyonlar yapmaya başlamış ve Ocak 2000’de kurucusunu öldürmeyi başarmıştır. Devleti doğrudan hedef almak uzun bir süre örgütün hareket tarzı (MO) olmamasına rağmen, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün operasyonundan bir yıl sonra bir misilleme eyleminde Diyarbakır Emniyet Müdürü’nü ve beş korumasını öldürmüştür.172 Grup, 2002 yılından bu yana herhangi büyük bir eylem yapmamıştır, bunun yerine STK’lar ve İslami eğitim kursları yoluyla bir rol oynamaya devam etmektedir. Kısa bir süre önce, HÜDA-PAR adı altında siyasi bir parti kurmuştur. Hareket Tarzı ve Paterni Örgüt, 1.392’den fazla olayda inançlarına uymayanları cezalandırmak için farklı şiddet yöntemleri kullanmıştır. Bunlar arasında yakın mesafeden suikastlar, halk içinde kılıç ve satır darbeleri, bombalama, adam kaçırma, kundaklama, haraç alma ve en kötüsü olan canlı canlı gömme vardır.173 Hizbullah daha çok PKK gibi ideolojik hasımlarını ve sivilleri hedef almıştır. “Ankara’daki laik devletin yıkılması” Hizbullah’ın retoriği ve siyasi hedefleri arasında olsa da, birkaç olay haricinde devlet güçlerine, altyapıya ve güvenlik güçlerine karşı eylemler Hizbullah’ın hareket tarzı (MO) olmamıştır. Yerli ve Uluslararası İşbirlikçiler Hizbullah yeni üyelerini camilerden, kitabevlerinde, dini kurslarda ve kendi STK’larında bulmuştur. Örgütün Kürt kimliği de Türkiye’deki dindar etnik Kürtler arasında destek bulmasına yardımcı olmuştur. Farklı bir mezhepçi bakış açısı olmasına rağmen, örgüt, 1979 İslam devriminden etkilenmiştir ve İran’la lojistik ve ideolojik bağları olabilir. Ayrıca, örgütün web sayfasında El Kaide’yi açıkça desteklemesi ve “üyelerinden Irak’taki cihada katılmalarını istemesi” temelinde, Hizbullah’ın El Kaide ve Ensar El İslam174 ile güçlü ideolojik benzerlikleri olduğu öne sürülmüştür.175 Bununla birlikte, Hizbullah’ın söz konusu iki örgütle ya da İran’la aktif olarak işbirliği yapmakta olduğu yolunda açık kaynaklı herhangi bir bilgi yoktur. Mevcut Eylem Gücü ve Durumu 2000 ve 2001 yıllarındaki polis baskınları sırasında, Hizbullah ile bağları olduğu şüphesiyle 2.000’den fazla kişi göz altına alınmış ve daha sonra bunların içinden birkaç yüz kişi mahkeme emri ile tutuklanmıştır.176 81 ilin en az 52’sine yayılan baskınlar sırasında el bombaları, roketatarlar, patlayıcılar, mayınlar ve uzun namlulu silahlar dahil olmak üzere önemli miktarda silah ele geçirilmiştir.177 Örgüt 2002’den bu yana herhangi bir terör eylemi gerçekleştirmemiş, ancak bu süreyi “Türkiye genelindeki İslami STK’lar, hayır kuruluşları, aşevleri, Kur’an kursları, kitabevleri ve medya kuruluşları” yoluyla yeni üyeler edinmek,178 destek tabanını genişletmek ve erişim kabiliyetini arttırmak için kullanmıştır.179 Hizbullah’ın artan desteğinin bir göstergesi, düzenlediği toplantıların büyük boyutudur. 18 Nisan 2010 tarihinde Diyarbakır’da düzenlediği büyük bir mitingde, peygamber Hz. Muhammed’in doğumunu kutlamak için tahminen 120.000 ile 300.000 kişi arasında bir kalabalık toplamıştır.180 2011 yılında, aralarında örgütün Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 35 üst düzey iki yöneticisi ve askeri kanadının başı da bulunan ve mahkemeye çıkmayı bekleyen 23 tutuklu Hizbullah üyesi, kanundaki bir değişiklik sonucunda şartlı olarak tahliye edilmiştir.181 Bu kişiler, şartlı tahliye koşullarına uymak yerine, salıverildikten kısa bir süre sonra ülkeden kaçmışlardır. Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı: Geçmiş, Gerekçeler ve Olası Tehditler Örgütün ulusal altyapıyı hedeflemeye yönelik çok az geçmişi ve devlet hedeflerine saldırdığı çok az sayıda olay olduğu dikkate alındığında, Hizbullah Türkiye’nin gelecekteki nükleer programı için acil bir tehdit oluşturmakta gibi görünmemektedir. Türkiye’nin nükleer santralleri için birincil bir tehdit olmamakla birlikte, örgütün - tekrar ortaya çıkması durumunda potansiyel yeni üyeler için bir kaynak görevi görebilecek - artan sempatizan sayısı ve diğer kökten dinciler ile işbirliği olasılığı, gelecek yıllarda örgüte karşı uyanık olmak için neden teşkil etmektedir. İBDA-C İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi (İBDA-C), 1970 yılında kurulmuş militan Sünni bir terör örgütüdür. Örgüt, Türkiye’deki mevcut laik rejimi yıkarak İslami yasalara göre yönetilen federatif bir devlet kurmayı amaçlamaktadır. İBDA-C, “kiliseler, hayır kurumları, azınlıklarla bağlantılı hedefler, televizyon vericileri, gazeteler, laiklik yanlısı gazeteciler, Atatürk heykelleri, tavernalar, bankalar, kulüpler ve tekel dükkanları dahil olmak üzere” öncelikle sivil hedefler seçmiş182 ve genel olarak kundaklama, bombalı saldırı, Molotof kokteylleri ve sabotajları tercih etmiştir. İBDA-C, köktendincilerin bir oteli ateşe vererek çoğu Alevi 35 aydının ölümüne yol açtığı 1993 Sivas katliamından övgüyle söz etmiştir.183 Ayrıca 2003 İstanbul terör saldırılarının sorumluluğunu El Kaide ile birlikte üstlenmiştir. Türk makamlarının İBDA-C’nin 2003 bombalı saldırılarını gerçekleştirecek örgütsel kapasiteye sahip olmadığı yolundaki ısrarlarına rağmen,184 İBDA-C’nin El Kaide ile bağları olabileceğini gösteren kanıtlar mevcuttur.185 186 İBDA-C, yukarıdan aşağıya doğru hiyerarşik bir yapıdan ziyade, El Kaide’ye benzer şekilde gevşek bağlara sahip hücrelerden (cepheler) oluşur. Hücreler, İBDAC’nin felsefesini benimsemek koşuluyla, yöntem, zaman ve yer konularında kendi tercihleri temelinde kendi eylemlerini gerçekleştirirler.187 Örgüt, son on yılın ikinci yarısında herhangi büyük bir eylem gerçekleştirmemiştir. Devlet varlıklarının ve KUA’ların hedef alınması, bugüne dek örgütün hareket tarzı (MO) olmamıştır. Bununla birlikte, El Kaide ve diğer radikal İslamcı terör örgütleri ile olduğundan şüphelenilen bağları, İBDA-C’nin kendi profilini yükseltmek amacıyla zarar verici terör saldırılarında bu örgütler için işbirliği yapabileceği anlamına gelmektedir. Mevcut koşullar altında, örgüt Türkiye’nin gelecekteki nükleer santralleri için önemli bir tehdit oluşturmakta gibi görünmemektedir, ancak İslamcı terör örgütleri ile bağları yakından izlenmelidir. TÜRKİYE’DE EL KAİDE VE EL NUSRA CEPHESİ Türkiye’de El Kaide, 15 Kasım 2003 tarihinde İstanbul’da iki sinagoga saldırarak ve beş gün sonra yine İstanbul’daki İngiliz Elçiliği’ne ve HSBC Bankası Genel Müdürlüğü’ne saldırı düzenleyip (dört intihar bombacısı dahil) 61 kişinin ölümüne ve 647 kişinin yaralanmasına yol açarak manşetlere çıkmıştır.188 Örgüt bir yıl Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 36 sonra, Haziran 2004 NATO İstanbul Zirvesini bombalamayı planlayarak diğer bir sansasyonel eylem teşebbüsünde bulunmuş, ancak bu teşebbüs ilgili makamlar tarafından başarıyla önlenmiştir. 2004 yılında El Kaide eylemcileri İstanbul’daki bir Mason locasına saldırı düzenleyerek bir kişiyi öldürmüştür. Birkaç yıl sonra, 2008’de ise, İstanbul’daki ABD Konsolosluğu’na saldırı düzenleyerek üç polis memurunu öldürmüşlerdir.189 Bu terör eylemlerine rağmen, Türk polisi ve güvenlik güçleri, El Kaide eylemlerine engel olma ve örgütün faaliyetlerini izleme konularında genel olarak etkili olmuştur.190 El Kaide Türkiye’de daha çok Musevilerin ve Hristiyanların dini mekanlarını ve konsolosluklar gibi Batı kurumlarını hedef almıştır. El Kaide Türkiye’yi “mürted” bir devlet olarak görmektedir, çünkü Türkiye halifeliği kaldırmış olan devlettir. Terör grubu ayrıca birkaç laik Müslüman ulustan biri olan Türkiye’yi, NATO üyesi olduğu için kusurlu bulmaktadır. 2011 yılında Ankara’da El Kaide militanlarına karşı yapılan bir baskında, militanların Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne bir saldırı yapmayı planladıkları tespit edilmiştir.191 İddialara göre aynı baskında Türk polisi, ABD ve diğer Batılı güçlere karşı savaşmak yerine küresel cihadı Türkiye’den başlatmanın daha iyi olacağını savunan dokümanlar da ele geçirmiştir.192 Söylenenlere göre Türkiye’de, El Kaide için yeni üye havuzu görevi görebilecek birkaç bin yerli Selefi Müslüman bulunmaktadır. El Nusra Cephesi ile diğer El Kaide bağlantılı örgütlerin Suriye’deki varlığı, bu ortamda Türkiye için ilave bir zorluk teşkil etmektedir. Türkiye’nin içindeki ve etrafındaki El Kaide unsurları, Türkiye’de sansasyonel saldırılar yapmak için çabalarını birleştirebilirler. Birden fazla değerlendirmede, El Nusra Cephesi’nin toplam insan gücünün 5.000 kişi kadar olduğu düşünülmektedir.193 El Nusra Cephesi, oldukça fazla sayıda yabancı savaşçıyı kendisine çekmektedir. Örgüt sıklıkla intihar bombacıları kullanmaktadır ve uçaksavar silahlarını da içeren kayda değer askeri malzemeye sahiptir.194 El Kaide, KİS kabiliyetleri elde etmeye ilgi göstermiştir, ancak örgütün bu hedefi gerçekleştirmek için gerekli materyalleri ve uzmanlığı elde etmeyi başarıp başaramadığı belli değildir.195 El Kaide yayınlarında belirtildiği gibi, nükleer santraller halka korku salmak için en iyi hedeflerden birisidir.196 Ayrıca, daha önce de belirtildiği gibi, RDD yapmak isteyen örgütler, söz konusu cihazları kendileri üretmek için gerekli materyali elde etmek amacıyla nükleer santralleri hedefleyebilirler ya da radyolojik ve nükleer materyal transferlerinin yolunu kesebilirler. El Kaide ve Taliban’ın daha önce Pakistan’daki nükleer sahaları hedefledikleri197 198 ve nükleer sahalarda çalışan yetkilileri ve teknisyenleri kaçırmış olabilecekleri bildirilmiştir.199 Ayrıca 2013 yılında, El Kaide ve El Nusra ile bağları olduğu şüphesiyle Türkiye’nin Adana şehrinde on iki şüpheli tutuklanmıştır. Başlangıçta şüphelilerin üzerinde 2 kg sarin bulunduğu, ancak daha sonraki haberlerde şüphelenilen malzemenin sarin değil, gerçekte öncül kimyasal maddeler olduğu bildirildiğinden, bu dava ihtilaflı bir hale gelmiştir.200 Sonuçta tüm şüpheliler salıverilmiş ve dava ertelenmiştir.201 Bölgedeki El Kaide unsurlarının gelecek on yılda nasıl değişeceği ya da Türkiye’nin gelecekteki nükleer tesislerine doğrudan bir tehdit oluşturup oluşturmayacakları kesin olmamakla birlikte, bu belli belirsiz olasılık devam edecek gibi görünmektedir ve yakından izlenmelidir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 37 Yurtdışı Kaynaklı Terör Örgütleri IRAK VE ŞAM İSLAM DEVLETİ (IŞİD) Kısa Tarihçe Irak ve Şam İslam Devleti (buradan itibaren IŞİD olarak anılacaktır), ülkenin ikinci büyük kenti Musul dahil olmak üzere Irak’ın büyük bölümlerini şaşırtıcı biçimde kontrol altına alması ile dikkatleri üzerine çekmiştir. Radikal Sünni İslamcı terör grubunun ideolojik ve operasyonel çekirdeğinin kökleri, Irak El Kaidesi’nden (AQI) gelmektedir. 2006 yılında AQI lideri Ebu Musab El Zerkavi’nin ölümünün ardından, örgüt farklı birleşmeler ve isim değişikliklerinden geçmiştir.202 2014 yazı başlangıcı kadar yakın bir tarihte, IŞİD’in lideri Ebu Bekir El Bağdadi’nin bir videosu yayınlanmış ve grubun adı sadece İslam Devleti olarak değiştirilmiştir. Aslına bakılırsa, Irak El Kaidesi’nin tekrar ortaya çıkması, IŞİD’in yükselişinin yolunu açmıştır. Temmuz 2013’te AQI tarafından yürütülen “Duvarları Yıkıyoruz” kampanyası, “çoğu Irak Savaşı sırasında terörist faaliyetlerden dolayı tutuklanmış” 500 kadar mahkumun kaçmasına yol açmıştır.203 Ayrıca, Suriye’deki iç savaş ile birlikte Irak’taki Maliki yönetiminin mezhepçi politikaları, Sünni Arapların bu radikal gruba örtülü ve açık desteği için zemin oluşturmuştur. IrakSuriye sınırındaki iktidar boşluğu, IŞİD’in çok uluslu, jeopolitik bir karakter ve kaçakçılık güzergahları üzerinde kontrol kazanmasına olanak vermiştir. Açıkçası, IŞİD’in örgütsel ve ideolojik kökenleri AQI bağlamında açıklanabilir olmakla birlikte, hızlı büyümesinin nedeni, Türkiye’nin kapısındaki jeopolitik değişim ve mezhepçi söylemin bir sonucudur. Ayrıca IŞİD ve Merkezi El Kaide arasındaki farklılıklar devam etmektedir, çünkü IŞİD, Haziran 2014’te kendisini halife ilan eden El Bağdadi liderliğinde kendisi için çok uluslu bir devlet oluşturma amacı gütmektedir. Hareket Tarzı ve Paterni IŞİD, Musul’u ve komşu bölgeleri ele geçirmesinin ardından, kaçan Irak Güvenlik Güçleri’nden nispeten gelişmiş askeri ekipmanlar ele geçirmiştir. Bu kazanç, terör örgütünün, nizami ve gayri nizami savaş konseptlerini birleştiren Hibrid Savaş operasyonları düzenleme kabiliyetini arttırmıştır. Askeri açıdan IŞİD, silahlı saldırılar, suikastlar, intihar yelekleri, el yapımı patlayıcılar taşıyan araçlarla intihar saldırıları, keskin nişancılar ve büyük kentlerin ele geçirilmesi gibi çok çeşitli şiddet teknikleri kullanmaktadır.204 Bu açıdan Suriye ve Irak’taki savaş alanları, bu radikal grubun savaş kabiliyetini kanıtlamıştır. Ayrıca IŞİD, Haziran 2014 kadar yakın bir tarihte, Türkiye’nin Musul Konsolosluğu’ndan Konsolosun kendisi de dahil olmak üzere Türk görevlileri ve ailelerini kaçırmıştır.205 Bu nedenle, bu terör örgütünün yükseliş trendi engellenmediği takdirde, IŞİD ve paramiliter kabiliyetleri, Türkiye için önemli bir tehdit olmaya devam edecektir. Mersin Akkuyu’daki planlanan nükleer santral, Suriye’ye jeopolitik yakınlığı nedeniyle Ankara için özel bir kaygı konusudur. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 38 Yerli ve Uluslararası İşbirlikçiler Özellikle Irak’ta IŞİD faaliyetlerindeki artış, Maliki yönetiminin Sünni Arapları bir kenara atan politikasından kaynaklanan mezhep çatışması ile açıklanabilir. Aslına bakılırsa, IŞİD’in geniş Irak topraklarındaki kontrolü ele geçirmesi, Sünni aşiretlerin desteği sayesinde mümkün olmuştur.206 Bu nedenle, Irak’ın Şii otoriter rejimi ve Suriye’nin Nusayri diktatörlüğü altında ezilen Sünni toplumlar, bölgedeki devam eden mezhep gerilimlerinin de etkisiyle, Orta Doğu’daki Sünni Arap topraklarını IŞİD için potansiyel bir destek üssü haline getirmektedir. Bu çalışmanın yazıldığı sırada açık kaynaklı herhangi bir bilgi mevcut olmamakla birlikte, özellikle Kuveyt, Katar ve Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkelerinden varlıklı bağışçıların IŞİD’i gizlice destekledikleri söylenmektedir.207 2013 tarihli bir Brookings raporuna göre, Kuveytli özel bağışçılar, Körfez ülkesinin nispeten zayıf finans kuralları ve “eşsiz örgütlenme özgürlüğü” sayesinde Suriye’deki 1.000’e kadar isyancıya yardım etme konusunda serbesttir.208 Bunun yanında, Kasım 2013 tarihinde Ben Hubbard tarafından dışarıdan kaleme alınan ve New York Times gazetesinde yayınlanan bir makalede, Kuveytli bağışçıların çoğunun, Suriye muhalefetinin “Batı destekli Yüksek Askeri Konseyi’nden uzak durduğu” ve bunun da Suriye’de daha fazla İslamcı radikalin desteklenmesini beraberinde getirdiği belirtilmiştir.209 Şimdiye dek ele alınan hususların ışığında, IŞİD şebekesinin Irak ve Suriye’de savaşan yabancı cihatçılara, muhalif Sünni aşiretlerine ve çoğu Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nde (GCC) bulunan varlıklı özel bağışçılara dayandığı öne sürülebilir. IŞİD ve şebekesi, bölgesel stratejik denge ve konjonktürdeki değişikliklere bağlı olarak, Türkiye’nin planlanan nükleer enerji altyapısı gibi kritik varlıklarını hedef alabilirler. Mevcut Eylem Gücü ve Durumu IŞİD, Musul’un düşmesinin ardından, ele geçirilen bölgelerdeki bankaları ve hazineyi yağmalaması sonucunda mali açıdan en iyi durumuna ulaşmıştır; terörist grup bu sayede 2 milyar ABD dolarının kontrolünü ele geçirmiştir.210 Savaşçı sayısı ve savaş deneyimi açısından IŞİD, Irak Güvenlik Güçleri ile girdiği çarpışmalarda görüldüğü gibi, Irak’ta daha üstün konumdadır. Örneğin Nisan 2014’te El Hümeyra çevresindeki çatışmalarda IŞİD unsurları, Irak Hummer’larını durdurmak için Dragunov modeli tüfeklerden atılan titanyum kaplı, zırh delici mühimmat ve Irak T-62’lerini imha etmek için kablo güdümlü tanksavar füzeleri kullanmışlardır.211 Benzer şekilde, son zamanlardaki çarpışmalarda, birkaç Irak M1A1 Abrams tankının ve birkaç helikopterin IŞİD unsurları tarafından hasara uğratıldığı ya da imha edildiği bildirilmiştir.212 Kısacası örgüt, mevcut operasyonel gücü açısından son derece kuvvetli olarak tanımlanabilir. IŞİD, terörist faaliyetlerdeki çeşitlilik ve etkililik açılarından ürkütücü ve son derece yetkindir. IŞİD tam büyüklüğü hakkındaki tahminler farklılıklar göstermektedir, ancak en son rakamlar 30.000213 ile 50.000214 savaşçı arasında olabileceğini öne sürmektedir. IŞİD’in de facto ittifaklar kurduğu haklarından mahrum edilmiş yerel Sünni gruplar, gelecek yıllarda daha fazla insan gücü elde etmek için de kullanılabilir. Üstelik IŞİD, bazıları dünya üzerindeki geçmiş cihat mücadelelerinde büyük deneyim kazanmış ve savaşta pişmiş önemli sayıda yabancı cihatçı barındırmaktadır; The Economist bunların 3.000 civarında olabileceğini belirtmektedir. Ayrıca IŞİD, Saddam dönemi Irak ordusunun eski generallerini kendi saflarına çekmeyi başarmıştır; bu generaller, örgütün askeri planlamasına ve operasyonel kabiliyetlerine önemli katkılarda bulunmaktadır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 39 Kritik Ulusal Altyapının Hedef Alınması Olasılığı: Geçmiş, Güdüler ve Olasılıklar Daha önce belirtildiği gibi, çok çeşitli operasyonel hareket biçimi kullanması, IŞİD terör grubu için temel bir avantajdır. Dahası, son derece disiplinli bir komuta yapısı, grubun faaliyetlerinin hızla yayılmasında çok önemli bir rol oynamaktadır. IŞİD’in çok uluslu jeopolitik karakteri ve yabancı cihatçılara çekici gelmesi, bu terör örgütünün Türkiye’nin kritik enerji altyapısını hedefleme kabiliyetlerini arttırmaktadır. Kısaca söylemek gerekirse, IŞİD’e karşı uluslararası baskının ve alınan önlemlerin kapsamına bağlı olarak, bu örgüt Türkiye’nin planlanan nükleer santralleri için kayda değer bir tehdit oluşturabilir. Bununla birlikte, kritik nükleer enerji altyapısına bir saldırı yapılması olasılığının değerlendirmesi sadece IŞİD’in kabiliyetlerine değil, aynı zamanda amaçlarına ve stratejik hesaplarına da bağlı olacaktır. IŞİD, Irak’taki Türk diplomatik personelini kaçırarak Ankara’yı zaten tehdit etmiş bulunmaktadır. Türkiye’nin yerel stratejik varlıklarına saldırmak, gerginlikleri daha da arttırabilir ve Türkiye’yi, IŞİD’e karşı sağlam bir askeri harekâta girişmek zorunda bırakabilir. Bununla birlikte, IŞİD’in oluşturduğu asıl tehdit gücü değil, etkisidir. Türkiye’nin sınırlarının yakınında cihatçı bir örgütün uzun süreli varlığı ve başarısı, Türkiye’deki dinci grupları etkileyebilir ve şu anda faaliyet göstermeyen grupların harekete geçmelerine neden olabilir. En az birkaç yüz215 – potansiyel olarak birkaç bin216– Türk vatandaşının Irak ve Suriye’deki cihatçı örgütlere katıldıklarına inanılmaktadır; bu kişiler er ya da geç Türkiye’ye döndüklerinde Türk devleti için bir güvenlik sorunu oluşturacaklardır. Bu gibi durumlarda tehdit, söz konusu cihatçıların artık radikal ideolojilerin sadece sempatizanları değil, ideolojik telkinden geçmiş eğitimli ve savaşta pişmiş savaşçılar olmalarından kaynaklanmaktadır. Batılı cihatçıların geri döndükten sonra kendi ülkelerinde saldırılar düzenledikleri az sayıda örnek olmakla birlikte,217 Türkiye bir dizi nedenden dolayı bu tür tehditlere karşı daha hassas olabilir. Birincisi, çatışma bölgesinin yakın çevresinde yer almaktadır ve Irak ve Suriye ile uzun bir kara sınırına sahiptir, bu da geri dönen cihatçıların tespit edilmesini zorlaştırmaktadır. İkincisi, Türkiye’de kayda değer bir yerel destek tabanı mevcuttur; Türkiye’deki yerel kökten dinci örgütler ve İstanbul ve diğer şehirlerde yeni üyeler bulmak için IŞİD unsurlarının açıkça düzenlediği çok sayıda etkinlik, bu durumun örnekleridir.218 Türkiye, IŞİD militanları tarafından halihazırda bir “mürted devlet” olarak tanımlanmıştır.219 Türkiye’nin ya da NATO’nun büyüyen IŞİD tehdidine askeri olarak karşılık vermesi durumunda, Türkiye’deki eğitimli Türk cihatçılar misilleme yapmak için birçok fırsata sahip olacaktır. SONUÇ Ankara, artan enerji talebini karşılamak ve enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için, gelecek on yılda kademeli olarak devreye girmesi planlanan barışçı bir nükleer enerji programı yürütmeyi amaçlamaktadır. Ancak Türkiye tehlikeli bir bölgede yer almaktadır ve hem devletlerden hem de devlet dışı aktörlerden kaynaklanan iç ve dış tehditler ile karşı karşıyadır. Ülkenin gelecekteki nükleer santralleri; Türkiye’nin bölgede bulunan hasımları, bu hasımların vekil terör örgütleri ya da Türkiye’ye zarar vermeyi ya da nükleer santralde bulunan hassas materyallere ve bilgilere erişmeyi amaçlayan diğer terörist ve militan gruplar için çekici hedefler olabilir. Bununla birlikte Türkiye, nükleer enerji sahnesine sonradan giren bir ülke olarak, planlanan nükleer santrallerinin güvenlik ve emniyet önlemlerini en baştan Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 40 uyarlama olanağına sahiptir. Diğer nükleer güçlerin, nükleer santral operatörlerinin ve uluslararası kuruluşların deneyimlerini, ülkenin kuruluşundan bu yana devlet ve devlet-dışı tehditlerle mücadele ederek edindiği kendi deneyimleri ile birleştirebilir. Bu çalışma, devlet kuruluşları ile sivil kuruluşların bu operasyonu üstlenirken dikkate almaları gereken bazı alanları vurgulamayı amaçlamıştır. Hasımların, Türkiye’nin gelecekteki nükleer programını tehdit edebilecekleri birçok yol mevcuttur. Bunlar, nükleer santrallerin fiziksel bütünlüğü ile sınırlı değildir. Devlet ya devlet dışı düşman bir aktör, nükleer bir santrale doğrudan saldıracak kadar cüretkar olmayabilir; ancak (özellikle taşıma sırasında) nükleer yakıtı ve radyoaktif atıkları, hassas bilgileri ve personeli hedeflemek gibi alternatif yolları tercih edebilir. Bunlar, bazı yönlerden çok daha zayıf ve reaktör çekirdeğine göre çok daha kolay erişilebilir olabilir. Bu nedenle tehdit tanımı, tesis sahasının ötesine uzanmaktadır. İçerideki kişilerden kaynaklanan tehdit kısmında belirtildiği gibi, bir nükleer santralin emniyetini sağlamak, daimi bir operasyondur. Bu nedenle Türk makamları, nükleer santralin emniyeti ile ilgili operasyonların etkili bir biçimde düzenlenmesini, denetlenmesini ve incelenmesini sağlamalıdır. Ayrıca, hem tehdit tanımı hem de planlanan güvenlik önlemleri, yerel ve uluslararası tehdit durumuna göre sürekli olarak gözden geçirilmeli ve güncellenmelidir. Bu güvenlik revizyonları, ilgili devlet kurumları ile işbirliği yapılarak gerçekleştirilmelidir; bu kurumlar arasında en başta Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık, Adalet Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı gelmektedir. Akkuyu ve Sinop nükleer santral sahaları büyük ölçüde - Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın bir parçası olan ancak İçişleri Bakanlığı tarafından yönetilen - Jandarma Genel Komutanlığı’nın yetki alanı içindedir. Emniyet Genel Müdürlüğü, Türk Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ortak çabası ile yürütülmelidir. Bir nükleer santralin emniyetini sağlamak gibi, bir nükleer santrali savunmak da daimi bir operasyondur. Hem saha içi hem de saha dışı güvenlik personeli, çok sayıda senaryoya müdahale etmek ve tesisteki savunma önlemlerini tehdit durumuna uyarlamak üzere eğitilmelidir. Saldırı senaryolarının taklit düşmanlar dahil edilerek simüle edildiği güç (force-on-force) alıştırmalarının, gerçek düşman saldırıları için değerli eğitim yöntemleri olduğu görülmüştür. Ayrıca bu eğitim ve savunma önlemleri, sadece bürokratik bir gerekliliği yerine getirmek için değil, tesislerin sağlam bir şekilde korunmasını sağlamak adına periyodik olarak gözden geçirilmelidir. Bir nükleer santrale başarılı bir saldırı düzenlemenin ödülleri düşmanlar için yüksek olabilir, ancak hem güvenlik önlemlerinin çokluğu hem de acı verici bir misilleme olasılığı nedeniyle riskleri de yüksektir. Bu nedenle, potansiyel düşmanların aldıkları risklerin büyüklüğünü anladıklarının (yani caydırıcılık koşullarını anladıklarını) ve bu risklerin üstesinden gelmek için gerekli hazırlıkları yapacaklarının varsayılması önemlidir. Diğer bir deyişle, bütün avcılar tavşanı bırakıp geyiğin peşine düşmeyecektir, ancak geyiğin peşine düşecek avcılar yanlarına silah almayı ihmal etmeyecektir. Türkiye, yerel ve uluslararası terör örgütleri ile uğraşmaktadır. Bu örgütler birçok kez birbirleri ile işbirliği yapmışlardır ve gelecekte - özellikle nükleer bir santral gibi sansasyonel bir hedefe yöneldiklerinde - yine işbirliği yapabilirler. Akkuyu nükleer santrali, yukarıda listelenen terör örgütlerinin çoğunun eylem alanlarına coğrafi yakınlığı nedeniyle terör saldırılarına karşı özellikle hassas olacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 41 Ayrıca, Türkiye’deki terör örgütleri daha önce devlet aktörler tarafından vekil olarak kullanılmıştır ve ülkenin nükleer santrallerini hedeflemek için gelecekte de kullanılabilirler. Cihatçı terör örgütlerinin, bilhassa IŞİD’in yükselen profili, Ankara için özellikle endişe vericidir. Bu örgütler, nükleer santraller için oluşturdukları doğrudan tehdide ek olarak, Türkiye’de bulunan ve davalarına sempati duyan yerel terör örgütlerini de etkileyebilirler. Irak ve Suriye’de cihatçıların yanında savaşan kayda değer sayıda Türk vatandaşı vardır ve bunların er ya da geç evlerine dönmeleri, Türk makamları için daha fazla risk doğuracaktır. Daha önce belirtildiği gibi, Türkiye’nin kritik enerji altyapısının devlet kaynaklı, konvansiyonel bir askeri tehdit ile karşı karşıya kalması pek muhtemel değildir. Bununla birlikte, sayıya, menzile, atış sıhhatine ve mobiliteye bağlı olarak, balistik füzelerin yayılması bir tehdit oluşturabilir. Ayrıca KİS atış vasıtası konumunda olan harp başlıkları kontaminasyon riski doğurabilir, bu da tehdit hesaplamalarını önemli ölçüde değiştirecektir. Genel jeopolitik görünüm, Ankara’nın potansiyel ve fiili hasımlarının Türkiye’nin kritik enerji altyapısına karşı tutumlarını derinden etkileyebileceğinden, kritik bir öneme sahiptir. Hem başarılı bir saldırının doğurabileceği felaket düzeyindeki potansiyel sonuçlar hem de ulusal altyapının kritik bölümleri olmaları nedeniyle, nükleer santrallerin emniyetinin ve güvenliliğinin sağlanmasında sorumluluk tamamen proje şirketlerine yüklenemez. Akkuyu nükleer santrali ÇED raporunda belirtildiği gibi, nükleer santraller için bir emniyet rejimi oluşturulmasından, bir kurum ya da kuruluşun sabotaj, hırsızlık, izinsiz giriş, terör saldırıları, tehditler ya da diğer kötü niyetli teşebbüslere karşılık verme yollarını da içeren bir acil durum müdahale planı hazırlamakla görevlendirilmesinden, söz konusu düşmanca eylemlerden kaynaklanan potansiyel acil durumlara müdahale edilmesinden ve güvenlik personelinin eğitilmesine yönelik prosedürler hazırlanmasında Türkiye devleti ve kurumları sorumludur.220 Nükleer santral sahasının güvenliğini ve emniyetini sağlamak, saha acil durum müdahale planlarını hazırlamak ve uygulamak, bu görevlerle ilgili bilgilerin ilgili devlet kurumlarına dağıtımını yapmak ve kendi çabalarının devletin güvenlik kuvvetleri ile koordinasyonunu sağlamak proje şirketinin sorumluluğunda olmakla birlikte, kriterlerin belirlenmesi ve bu savunma önlemlerinin düzenlenmesi ve denetlenmesi de devletin sorumluğundadır. ÇED raporunda ayrıca “nükleer olmayan kazalara veya suç içeren faaliyetlere (hırsızlık, sabotaj, terörist saldırı veya terörist saldırı tehdidi, vb.) yönelik emniyet planlarının hazırlanması ve icrası ilgili devlet kurum ve kuruluşları tarafından yürütülecektir” denilmektedir.221 Ayrıca hem acil durum müdahale hem de savunma işlevlerinin ilgili devlet kurumları ile koordine edilmesi gereklidir ve edilecektir; bu da devletin, proje şirketleri ile kendi kurumları arasında düzenli bir işbirliği ve koordinasyon sağlamak için görevlerin ve yetkilerin bölüştürülmesinde aktif olmasını gerektirmektedir. Bu nedenle Türk yönetimi, gelecekteki nükleer santralleri için, yukarıda belirtilen tüm unsurların ve sahaya özel riskler ile şartların dikkate alınmasını sağlayacak şekilde, ayrı ayrı tasarıma esas tehditler çalışmaları hazırlamalıdır. Ayrıca, saha içi ve saha dışı güvenlik güçlerinin uygun biçimde eğitilmesini ve çoklu saldırı senaryolarına yönelik güç (force-on-force) alıştırmalarının düzenli olarak gerçekleştirilmesini sağlamalıdır. Tesislerin inşaatı henüz başlamadığından, yukarıda belirtilen tehditlerin yakın zamanda gerçekleşmesi mümkün değildir, bu nedenle bu açılardan acil eylem gerekli değildir. Bununla birlikte, nükleer santraller bir dizi özgün zorluk doğurduğu ve başarılı bir saldırının felaket düzeyinde sonuçları olabileceği için, hazırlık faaliyetleri çok gereklidir. Ankara, ülkenin karşı karşıya olduğu tehdit tablosunun gerçekçi bir şekilde anlaşılması temelinde, tedbirlerini hazırlamak ve kabiliyetlerini arttırmak için elindeki zamanı doğru kullanmalıdır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 42 1_ Bu rapor Türkiye’nin nükleer enerji programının emniyeti hakkında Nuclear Threat Initiative tarafından finanse edilen araştırma projesi kapsamında yayınlanmıştır. 2_ Dünya Bankası (2013) “Enerji ithalatları, net (enerji kullanımının %’si)” 20 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://data.worldbank.org/indicator/EG.IMP.CONS.ZS 3_ Kumbaroğlu, G. (2015) “Turkey and Nuclear Energy”, “Turkey’s Nuclear Future” ed. Perkovich, G.; Ulgen, S. Carnegie Endowment for International Peace 4_ Nükleer yakıt ve atık seçenekleri ve planları gibi çok önemli konular da dahil olmak üzere, halen ülkenin nükleer programı ile ilgili kayda değer belirsizlikler mevcuttur. Konu hakkında kapsamlı bir tartışma için lütfen Çiğdem Bilezikçi Pekar, (2014, Mayıs) “Turkey’s Nuclear Power Plants and Nuclear Fuel Cycle Options” (Türkiye’nin Nükleer Güç Santralleri ve Nükleer Yakıt Döngüsü Seçenekleri), EDAM Tartışma Kağıtları Serisi 2014/4 çalışmasına bakınız; erişilebileceği adres: http://edam.org.tr/Media/Files/1157/Fuel_Cycle_Pekar. pdf 5_ T.C. Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Bilgi Güvenliği Derneği (2012, Haziran) “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi: 2023’ün siber uzayında güçlü ve önder bir Türkiye için” s. 11-12 6_ Nükleer materyallerin insan sağlığı üzerinde oluşturduğu tehdidin hassasiyeti ve tehlikeliliği, söz konusu materyalin hem niteliğine, hem de miktarına bağlıdır. Örneğin IAEA, “Nuclear Security Recommendations on Physical Protection of Nuclear Material and Nuclear Facilities” (Nükleer Materyal ve Nükleer Tesislerin Fiziki Korunması Hakkında Nükleer Güvenlik Tavsiyeleri) INFCIRC/225/Rev. 4 (Haziran 1999) adlı yayınında, uranyum ve plütonyum için materyalin zenginleştirme seviyesine, izotop sayısına ve miktarına göre üç farklı kategori altında farklı güvenlik ve emniyet önlemleri belirtmektedir. Aynı sınıflandırma, Türkiye’nin Japonya ile yaptığı nükleer enerji işbirliği anlaşmasının ekine de dahil edilmiştir. 7_ Özellikle Türkiye’deki siber güvenliğe odaklanan ve nükleer santraller bağlamında ele alınan ayrı bir EDAM araştırma projesi şu anda hazırlanmaktadır ve 2014 yılının sonunda yayınlanması beklenmektedir. 8_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu “NRC Düzenlemesi (10 CFR) Bölüm 73 – Santrallerin ve Materyallerin Fiziki Korunması” 9_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145 10_ Holt, M.; Andrews, A. (3 Ocak 2014) “Nükleer Santral Güvenliği ve Zayıflıkları” (Nuclear Power Plant Security and Vulnerabilities) Kongre Araştırma Servisi RL34331 s. 1 11_ A.g.e. 12_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu “NRC Düzenlemesi (10 CFR) Bölüm 73 – Santrallerin ve Materyallerin Fiziki Korunması” 10 CFR 73.1 13_ Vurgulamalar, yazar tarafından eklenmiştir 14_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu, (25 Şubat 2002) “Order Modifying Licences” (Lisansları Tadil Eden Emir), erişilebileceği yer: http://www.nrc.gov/reading-rm/doc-collections/enforcement/ security/2002/security-order-2-25-02.pdf 15_ Lyman, E. (10 Mayıs 2011) “Nuclear safety post-Fukushima: A victory for the public’s right to know” Bulletin of the Atomic Scientists Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 43 16_ Nuclear Energy Institute web sayfası “FLEX: Industry Strategy to Enhance Safety”, 12 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://safetyfirst. nei.org/industry-actions/flex-the-industry-strategy-to-enhance-safety/ 17_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı , (01 Ağustos 2011) “Status report (Durum raporu) 107 – VVER-1200 (V-392M) (VVER-1200 (V-392M))” IAEA Gelişmiş Reaktör Bilgi Sistemi 18_ Laaksonen, J. (4 Kasım 2013) “International Standards of Safety and the Modern Projects of Nuclear Power Stations” (Uluslararası Güvenlik Standartları ve Modern Nükleer Santral Projeleri), Nükleer Güvenliğe ilişkin 2nci ASEM Seminerinde Yapılan Sunum, Vilnius, 4 Kasım 2013. 19_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145 s. 46 20_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145 21_ 3740 sayfalık rapor, güvenlik ve koruma önlemleri hakkında uzun ve ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Konunun teknik boyutu bu çalışmanın dışında olmakla birlikte, aşağıdaki belgeden daha fazla bilgi alınabilir: 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf 22_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.2.1-2.5 s. 33-34, 83-91 23_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai., Bölüm V.2.1-2.5 s. 76 24_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf Bölüm III s. 11 25_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf , Bölüm XI s. 36 26_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm IV.3.1.-3.10 Ek IV.3.1-3.10-22 s. 138 http:// www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf 27_ İstanbul Büyükşehir Belediyesi web sayfası, “Ekonomi” (2010). 17 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.ibb.gov.tr/sites/ks/tr-TR/0Istanbul-Tanitim/konum/Pages/Ekonomi.aspx 28_ Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı web sayfası “Türk Boğazları”. 17 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.mfa.gov.tr/turkbogazlari.tr.mfa 29_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm X s. 14 http://www.csb.gov.tr/turkce/ dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf 30_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 44 Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm V.1.1.-1.28 s. 68 http://www.csb.gov.tr/ turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf 31_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm VIII s. 2 http://www.csb.gov.tr/turkce/ dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf 32_ Frost, Robin M. (2005) “Dirty bombs: Radiological dispersal and emission devices” adlı çalışmada alıntılanmıştır, The Adelphi Papers, 45:378, 75-78 33_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (1999), “The Physical Protection of Nuclear Material and Nuclear Facilities” (Nükleer Materyal ve Nükleer Tesislerin Fiziki Korunması) INFCIRC/225/Rev. 4 34_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145 35_ Ferguson vd. (2003), Kelly, M. (2013) “Terrorism and the Growing Threat of Weapons of Mass Destruction: Al-Shabaab” adlı çalışmada alıntılanmıştır, Diplomatica Verlag, s. 29 36_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (2013, Nisan) “Nükleer Santral Güvenlik Değerlendirmesi Kılavuzu” NUREG/CR-7145 37_ Özaltan, N. “Türkiye’de bir ilk; Nükleer enerji”, 16 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.akkunpp.com/turkiyede-bir-ilk-nukleer-enerji 38_ Akkuyu NGS AŞ “Taşucu Yapı ve Montaj Tesisi İnşaatı Basın Açıklaması”, 16 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.akkunpp.com/tasucuyapi-ve-montaj-tesisi-insaati-basin-aciklamasi/ 39_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.1.1-1.28 s. 21 40_ A.g.e. Bölüm V.1.1-1.28 s. 21,74 41_ A.g.e. Bölüm V.2.15-2.29 s. 9 42_ A.g.e. Bölüm V.1.1-1.28 s. 93 43_ Bunlar için bir alternatif ise toplam alan, maksimum derinlik, gemi ve yük kapasitesi ve işçi sayısı açılarından Türkiye’nin en büyük limanı olan Mersin Limanı olabilir. Bu liman, boyutu ve diğer teknik özellikleri nedeniyle nükleer materyalin taşınması için tercih edilebilir; ancak aynı nedenler ve diğer iki limana kıyasla nispeten daha uzak olması, radyolojik materyalin taşınması için ilave güvenlik zorlukları doğurabilir ve dolayısıyla bu limanı, söz konusu materyalin taşınması için sakıncalı bir liman haline getirebilir. 44_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.1.1-1.28 s. 74 45_ Taraflar, deniz yolundan vazgeçmeleri ve havayolunu tercih etmeleri durumunda, büyük olasılıkla aşağıdaki havaalanlarından birisini kullanacaklardır. Gazipaşa Havaalanı (170 km ~ 100 mil), planlanan Çukurova Havaalanı (180 km ~ 110 mil), Adana Havaalanı (221 km ~ 135 mil) ya da Konya Havaalanı (290 km ~ 180 mil). İncirlik’teki ABD Hava Üssü (230 km ~ 140 mil), bölgenin 300 km (~ 185 mil) yarıçapı içinde yer alan yegane diğer havaalanıdır. Bu havaalanlarının hiçbirisinin planlanan sahaya demiryolu bağlantısı mevcut değildir ve Akkuyu sahasına ulaşmak için D-100 karayolunun kullanılması gereklidir (Konya havaalanından güneye nakliye durumunda, muhtemelen D715 karayolu da kullanılacaktır). Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 45 46_ Türkiye Cumhuriyeti Karayolları Genel Müdürlüğü “Akdeniz Sahil Yolu 2015’te Trafiğe Açılıyor”, 16 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http:// www.kgm.gov.tr/SiteCollectionImages/KGMimages/Root/BasindaKGM/ Ocak2014/AKSAM_20140111_16.jpg 47_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov. tr/turkce/dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf, Bölüm V.2.1-2.5, s. 103 48_ Zaman, (28 Ekim 2013) “Nükleer santralin yakıt çubukları Türkiye’de üretilecek” 17 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.zaman.com.tr/ ekonomi_nukleer-santralin-yakit-cubuklari-turkiyede-uretilecek_2158190.html 49_ A.g.e. 50_ Akkuyu NGS AŞ Web sayfası (2 Ekim 2013) “The territory of <<Akkuyu>> NPP got the status of the special security zone”. 20 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.akkunpp.com/the-territory-of-akkuyu-npp-got-the-statusof-the- special-security-zone/update 51_ Sabah “Akkuyu çevresi BBG evi gibi olacak” (20 Eylül 2013) 26 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.sabah.com.tr/ Ekonomi/2013/09/20/akkuyu-cevresi-bbg-evi-gibi-olacak?paging=false 52_ Zaitseva, L.; Hand, K. (2003, Şubat) “Nuclear Smuggling Chains” American Behavioral Scientist Cilt 46 No. 6 s. 823 53_ Mail & Guardian, (15 Aralık 1995) “How we blew up Koeberg (... and escaped on a bicycle)” 54_ Bugün (26 Ağustos 2013) “Santralde çalışacak 12 bin kişiye nükleer sorgu” 55_ Lee, R. (2006) “Nuclear Smuggling, Rogue States and Terrorists” China and Eurasia Forum Quarterly Cilt 4 No. 6 s. 30 56_ Zaitseva, L.; Hand, K. (2003, Şubat) “Nuclear Smuggline Chains) American Behavioral Scientist Cilt 46 No. 6 57_ Bunn, M.; Sagan, S. D. “A Worst Practices Guide to Insider Threats: Lessons from Past Mistakes” (Cambridge, Mass.: American Academy of Arts and Sciences, 2014) Bu yayında Bunn ve Sagan, içerideki kişilerin karıştığı geçmiş olaylardan alınan on dersin bir listesini derlemiştir. Konuyu daha derinlemesine araştırmak bu çalışmanın kapsamı dışında olmakla birlikte, listedeki başlıklar aşağıdaki gibidir: “İçeriden kişilerden kaynaklanabilecek ciddi sorunlar ‘benim işletmemde olmaz’ diye düşünmeyin”, “sabıka kontrollerinin içerideki kişi sorununu çözeceğini varsaymayın”, “tehlike işaretlerinin doğru olarak okunacağını varsaymayın”, “içerideki kişilerden kaynaklanan komploların imkansız olduğunu varsaymayın”, “tekil koruma önlemlerine güvenmeyin”, “kurumsal kültürün ve çalışan hoşnutsuzluğunun önemli olmadığını varsaymayın”, “içerideki kişilerin güvenlik önlemlerini ve bunları nasıl atlatabileceklerini bildiklerini unutmayın”, “güvenlik kurallarına uyulduğunu varsaymayın”, “sadece içerideki kişilerin bilinçli olarak yapacakları kötü amaçlı eylemlerinin önemli olduğunu varsaymayın”, “sadece önlemeye odaklanmayın ve zararı hafifletme fırsatlarını kaçırmayın”. 58_ Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu “NRC Düzenlemesi (10 CFR) Bölüm 73,32 – Santrallerin ve Materyallerin Fiziki Korunması” 59_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf , Bölüm V.1.1-1.28, s. 91 60_ A.g.e. Tablo V.1.28-1 61_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 46 Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, http://www.csb.gov.tr/turkce/dosya/ced/ Akkuyu_nihai.pdf Bölüm V.2.15-2.29 s. 13 62_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, IAEA Nükleer Güvenlik Serisi No. 17, Teknik Rehberlik “Nükleer Tesislerde Bilgisayar Güvenliği Referans Kılavuzu” (2011) s. 3943. 63_ IHS Jane’s, World Air Forces: Turkey, Temmuz 2012, s. 3-4. 64_ IISS, Military Balance 2014, Routledge, London, 2014, s. 159 65_ IISS, Military Balance 2014, Routledge, London, 2014, s. 344. 66_ A.g.e. 67_ Dany, Shoham. “Has Syria’s Chemical Weapons Arsenal Truly been Dismantled?,Besa Perspective Paper 252, Haziran 2014. 68_ Jim, A, Davis ve Anna Johnson-Winegar, “The Anthrax Terror: DoD’s Number One Biological Threat”, Aerospace Power Journal, s. 15-29. 69_ Anthony, Cordesman. Syria Weapons of Mass Destruction, CSIS, Washington D.C. 2008. 70_ Anthony Cordesman ve Bryan Gold, The Gulf Military Balance Volume II: Missile and Nuclear Dimension, CSIS, 2013,Washington D.C., s. 26. 71_ IISS, Military Balance 2014, s. 300 – 301. 72 Anthony Cordesman ve Bryan Gold, The Gulf Military Balance Volume II: Missile and Nuclear Dimension, s. 26. 73_ John, Stillion ve David, T. Orletsky, Airbase Vulnerability to Conventional CruiseMissile and Ballistic Missiles Attack, RAND Corporation, Santa Monica, 1999 74_ Dokay-ÇED Çevre Mühendisliği, Akkuyu ÇED Raporu, Ankara 2013, s. 12. 75_ John, Stillion ve David, T. Orletsky, Airbase Vulnerability to Conventional CruiseMissile and Ballistic Missiles Attack, RAND Corporation, Santa Monica, 1999 76_ National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile Threat, WrightPatterson Air Force Base, 2013. 77_ A.g.e. 78_ MBDA Press Information, The Aster Missile Family, Haziran 2014. 79_ Anthony Cordesman ve Bryan Gold, The Gulf Military Balance Volume II: Missile and Nuclear Dimension, CSIS, 2013, Washington D.C., 80_ NATO, Patriot Deployment Fact Sheet, Şubat 2013. 81_ Army Recognition, The HQ-9 System, http://www.armyrecognition.com/china_ chinese_army_missile_systems_vehicles/hq- 9_ground-to-air_medium_range_air_ defense_missile_technical_data_sheet_specifications_pictures_.html, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014. 82_ http://aviationweek.com/defense/sampt-missile-defense-goes-three-three, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 83_ http://missilethreat.com/cheaper-high-speed-targets/, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 84_ MBDA yetkilileri ile röportaj, 29 Temmuz 2014. 85_ A.g.e. 86_ Sistemin görsel bir açıklaması için, bkz.: https://www.youtube.com/ watch?v=3LPdmxnBkIU, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 87_ http://www.defensenews.com/article/20140225/DEFREG01/302250026/AlliesIntensify-Pressure-Turkey-Over-China-Missile- Deal, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 88_ NATO, “Europe’s Missile Shield Grows Thanks to the U.S. Navy,” http://www. nato.int/cps/en/natolive/news_107082.htm, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 47 89_ http://www.defensenews.com/article/20140201/DEFREG02/302010026/First-USBMD-ship-leaves-Rota, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 90_ The U.S. National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile Threat, 2013, s. 26-27. 91_ Carlo, Kopp.Defeating Cruise Missiles, Australia Air Power, (güncellenmiş) Nisan, 2012. 92_ Anthony, Cordesman. Syria Weapons of Mass Destruction, CSIS, Washington D.C., 2008, s. 11. 93_ The U.S. National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile Threat, 2013, s. 27-29. 94_ http://www.ft.com/intl/cms/s/0/37c2003c-7565-11d9-9608-00000e2511c8. html#axzz3BFV8a2C1, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 95_ Missile Threat, Kh-55, http://missilethreat.com/missiles/kh-55-55sm-555-65/, Erişildiği tarih: 23 Ağustos 2014. 96_ Lockheed Martin, PAC-3 test raporu, Nisan 2012, http://www.lockheedmartin. com/us/news/press-releases/2012/april/mfc-042612-lm-PAC-3missilesuccessfu llyinterceptscruisemissiletargetduringintegratedflighttest.html, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014. 97_ MBDA Press Information, The Aster Missile Family, Haziran 2014. 98_ Missile Threat, HQ-9 System, http://missilethreat.com/defense-systems/hongqi-9hq-9/, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014. 99_ The U.S. National Air and Space Intelligence Center, Ballistic & Cruise Missile Threat, 2013, s. 26-27. 100_ Savunma Sanayii Müsteşarlığı, F-35 JSF Projesi Sayfası, http://www.ssm.gov.tr/ anasayfa/projeler/Sayfalar/proje.aspx? projeID=94, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014. 101_ IHS Jane’s, “Turkey’s Stand-off Missile is Revealed”, 14 Eylül 2011, http://www. ihs.com/events/exhibitions/dsei- 2011/news/day-3/Turkeys-Stand-Off-Missileis-revealed.aspx, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014. 102_ TÜBİTAK-SAGE basın Bülteni, 7 Mayıs 2013. 103_ IISS, Military Balance 2014, s. 148. 104_ Airbus, A400M sayfası, http://militaryaircraft-airbusds.com/Aircraft/A400M/ A400MAbout.aspx, Erişildiği tarih: 24 Ağustos 2014. 105_ IHS Jane’s, World Air Forces: Turkey, 2 Temmuz 2012, s. 6 106_ IISS, Military Balance 2014, s. 148. 107_ Türkiye’nin gelecekteki nükleer enerji programı belirli bir düzeyde toplumsal muhalefetle karşı karşıya olmakla birlikte, bu protestolar barışçı bir şekilde yapılmıştır ve büyük olasılıkla barışçı olmaya devam edecektir - bu nedenle, Türkiye’deki yeni filizlenen çevreci hareketin gelecekteki nükleer santral sahalarına yapılacak saldırılara dönüşmesi son derece olasılık dışıdır. 108_ Bal, İ; Özkan, E. “PKK Terör Örgütü Kronolojisi (1976-2006)” Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu (USAK). 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.usak.org.tr/dosyalar/dergi/ z6UFq2LoFkdiuzBbZSt9qHMi7u4Ke2.pdf 109_ Yenerer, V.; Karadaş, Y. “PKK’nın Doğu Karadeniz Eylemleri” (2011, Ocak) 21. Yüzyıl Dergisi Cilt 25 s. 47-55 110_ UPI. (29 Nisan 2012). Grenades suggest Iranian support of PKK. 17 Mart 2014 tarihinde United Press International sitesinden alınmıştır: http://www.upi.com/ Top_News/World-News/2012/04/29/Grenades-suggest-Iranian-support-ofPKK/UPI- 82981335709614/ Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 48 111_ ABD Hazine Bakanlığı, (1 Şubat 2012) “Treasury Sanctions Supporters of the Kurdistan Workers Party (PKK) Tied to Drug Trafficking in Europe”. 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.treasury.gov/press-center/ press- releases/Pages/tg1406.aspx 112_ Casier, Marlies (2010) ‘Designated Terrorists: The Kurdistan Workers’ Party and its Struggle to (Re)Gain Political Legitimacy’, Mediterranean Politics, 15: 3, 393-413 113_ University of Maryland National Consortium for the Study of Terrorism and Responses to Terrorism (2014) Terrorist Organization Profile: The Kurdistan Workers’ Party (PKK) 11 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.start.umd.edu/tops/terrorist_organization_profile.asp?id=63 114_ Hurriyet (28 Ocak 2000) “İBDA-C müttefiği İsmail Ağa grubu” 115_ Dündar, C. (15 Mart 1999) “Tehlikeli ittifak” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.candundar.com.tr/_v3/index.php#!#Did=664 116_ Demirci, A. N. (9 Ağustos 1997) “Polisin bitirdiği mezhepçi örgüt” Aksiyon 117_ Milliyet, (3 Ocak 2011) “İşte PKK-ASALA işbirliğinin belgesi...” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.milliyet.com.tr/iste-pkk-asala-isbirliginin-belgesi-/dunya/ sondakika/03.01.2011/1334292/default.htm 118_ Radikal, (7 Mart 2014) “PKK ile ateşkes sona mı eriyor?” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.radikal.com.tr/turkiye/pkk_ile_ ateskes_sona_mi_eriyor-1180094 119_ Haber7, (23 Mart 2013) “Türkiye’de hangi ilde kaç PKK’lı terörist var?” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.haber7.com/guncel/ haber/1005218-turkiyede-hangi-ilde-kac-pkkli-terorist-var 120_ Hürriyet, (21 Eylül 2013) “3 bin PKK’lı Türkiye’de” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24755645.asp 121_ Samanyolu Haber (5 Mart 2014) “Akpınar: 20 bin Kalaşnikof dağıttılar” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.samanyoluhaber.com/ gundem/Teror-uzmani-Akpinardan-PKK-ile-ilgili-sok-iddia/1043178/ 122_ Hürriyet, (21 Eylül 2013) “3 bin PKK’lı Türkiye’de” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24755645.asp 123_ Haber7, (23 Mart 2013) “Türkiye’de hangi ilde kaç PKK’lı terörist var?” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.haber7.com/guncel/ haber/1005218-turkiyede-hangi-ilde-kac-pkkli-terorist-var 124_ Sabah, (31 Mart 2013) “PKK’nın 50 milyon dolarlık cephanesi” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.sabah.com.tr/ Gundem/2013/03/31/pkknin-50-milyon-dolarlik-cephanesi 125_ Hürriyet (11 Nisan 2014) “Eğitildiler dönüyorlar” 126_ A.g.e. 127_ CNNTürk (27 Şubat 2014) “Selahattin Demirtaş’tan özerklik açıklaması” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.cnnturk.com/haber/ turkiye/selahattin-demirtastan-ozerklik-aciklamasi 128_ Bugün (24 Mart 2014) “Gülten Kışanak: Oylar demokratik özerkliğe verilmiş olacak” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://gundem. bugun.com.tr/agzindaki-baklayi-cikardi-haberi/1029958 129_ T24 “GültenKışanak: Diyarbakır’da üretilen petrolden pay istiyoruz” (12 Nisan 2014) 130_ Sabah (6 Şubat 2012) “PKK’lılar sabotaj düzenledi” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/06/pkklilar-sabotaj-duzenledi Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 49 131_ Milliyet (11 Ağustos 2010) “PKK sabotaj eylemi içinde pusu kurdu” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.milliyet.com.tr/pkk-sabotajeylemi-icinde-pusu-kurdu/turkiye/sondakika/11.08.2010/1275234/default.htm 132_ Doğan Haber Ajansı (8 Ekim 2012) “PKK, doğal gaz boru hattına saldırdı!” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.dha.com.tr/pkkdogalgaz-boru-hattina-saldirdi_372713.html 133_ Radikal (16 Temmuz 2013) “Tunceli’de baraj santrali merkezine bombalı saldırı” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.radikal.com.tr/ turkiye/tuncelide_baraj_santrali_merkezine_bombali_saldiri-1143553 134_ Sabah (6 Şubat 2012) “PKK’lılar sabotaj düzenledi” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/02/06/ pkklilar-sabotaj-duzenledi 135_ Radikal (16 Temmuz 2013) “Tunceli’de baraj santrali merkezine bombalı saldırı” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.radikal.com.tr/ turkiye/tuncelide_baraj_santrali_merkezine_bombali_saldiri-1143553 136_ Internethaber (7 Temmuz 2012) “PKK baraj işçilerini taradı!” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.internethaber.com/pkkteror-saldiri-kahramanmaras-nurhak-hes-baraj-isci-muharrem-erdogan-elbistan-442342h.htm 137_ A.g.e. 138_ Yeni Şafak (18 Ağustos 2013) “PKK-TİKKO baraj ortaklığı” 17 Mart 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://yenisafak.com.tr/gundem-haber/pkk-tikko-baraj-ortakligi-18.8.2013%20 -556056 139_ Bugün (26 Ağustos 2013) “Santralde çalışacak 12 bin kişiye nükleer sorgu” 3 Nisan 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://gundem.bugun.com.tr/ santralde-calisacak-12-bin-kisiye-nukleer-sorgu-haberi/770488 140_ Teymur, S. (2007 Ağustos) “A Conceptual Map for Understanding the Terrorist Recruitment Process: Observation and Analysis of DHKP/C, PKK and Turkish Hezbollah Terrorist Organizations” Doktora Tezi, University of North Texas. 141_ A.g.e. 142_ Radikal (21 Eylül 2013) “Ankara’da Emniyet’e roketli saldırı” 143_ University of Maryland Global Terrorism Database (2013, Aralık) 9 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://apps.start.umd.edu/gtd/search/ Results.aspx?perpetrator=779 144_ Al Jazeera Türk (4 Haziran 2014) “DHKP-C: Maskeliler bizim Cephe milisleri” 145_ OdaTV (13 Mart 2014) “Okmeydanı cinayetini DHKP-C üstlendi” 146_ Serxwebun (1996, Aralık) Cilt. 180. 09 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.serxwebun.org/arsiv/180/files/assets/downloads/ publication.pdf 147_ Sabah (22 Ekim 1997) “Karadeniz’de terör mercek altında” 148_ Türkiye Gazetesi (2 Haziran 1999) “Öcalan’dan şok itiraflar!..” 149_ Hürriyet (1 Mayıs 2014) “Türkiye bölümünde DHKP-C vurgusu” 150_ Ünal, C. (3 Mart 2013) “On the Blink of a Marginalizing Turkish Socialism, Extremist Turkish Revolutionary Peoples Liberation Party-Front (DHKP-C) is Signaling for More Actions in 2013” 10 Haziran 2013 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://strategyonblog.blogspot.com.tr/2013/03/on-blink-ofmarginalizing-turkish.html 151_ NTVMSNBC (3 Nisan 2000) “Bir teröristin ‘Suriye’ itirafları” 152_ Sabah (31 Mart 2013) “İşte DHKP-C’nin Suriye üssü” Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 48 153_ ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Bürosu , (2014, Nisan ) “Terörizm Hakkında Ülke Raporu 2013: Bölüm 6. Yabancı Terörist Örgütler” s. 310 154_ University of Maryland Global Terrorism Database (2013, Aralık) 10 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.start.umd.edu/tops/ terrorist_organization_profile.asp?id=38 155_ Samanyolu Haber (8 Ocak 2008) “İstanbul’un terör haritası” 156_ Zaman (14 Nisan 2013) “Eski militanlar DHKP/C’yi anlattı: Ben teröristken...” 157_ Habertürk (24 Aralık 2007) “İşte Türkiye’deki terör örgütleri” Ayrıca, Kürdistan Devrimci Partisi (KDP) gibi radikal sol ideolojilere sahip etnik ayrılıkçı örgütler de mevcuttur. 158_ Milliyet (22 Temmuz 1998) “Karadeniz’in terör haritası” 159_ Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu (13 Şubat 2013) “Terör ve Şiddet Olayları Kapsamında Yaşam Hakkı İhlallerini İnceleme Raporu” 24. Dönem 3. Yasama Yılı 160_ Bianet (26 Temmuz 2013) “Hydroelectric Plant Regulator Bombed in Dersim” 17 Haziran tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.bianet.org/ english/environment/148775-hydroelectric-plant-regulator-bombed-in-dersim 161_ Ajans Haber (07 Haziran 2014) “MLKP militanı Kayseri’de tutuklandı” 12 Haziran tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.ajanshaber.com/mlkpmilitani-kayseride-tutuklandi-haberi/76720 162_ Bianet (26 Temmuz 2013) “Hydroelectric Plant Regulator Bombed in Dersim” 17 Haziran tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.bianet.org/ english/environment/148775-hydroelectric-plant-regulator-bombed-in-dersim 163_ Burada, söz konusu örgütlerin çevreye ilişkin endişeleri olması durumunda, nükleer altyapıya saldırmamayı tercih edecekleri, çünkü bunun potansiyel olarak çevresel felaketlere yol açabileceği öne sürülebilir. Buradaki akıl yürütme, bu örgütlerin tek bir hareket tarzı olmadığı ve hedef seçimlerinde ve örgütsel amaçlarında oldukça esnek olabilecekleridir. Hidroelektrik santrallerine ya da diğer KUA’lara yapılan saldırıların mutlaka tamamen çevreci kaygılar ile yapılmadıkları, çünkü bu örgütlerin hiçbirisinin tamamen çevreci bir gündem üzerinde odaklanmadığı savunulabilir. Ayrıca, yazarların nükleer santrallere yönelik tehditler olarak tanımladıkları olgu sadece tam kapsamlı bir erime ile sınırlı değildir; örgütler elektrik şebekesinin kısımlarını ya da nükleer santral çalışanlarını hedefleyebilirler ya da nükleer santralin varlığına yönelik tehditler olmayan tehditler oluşturabilirler. 164_ The Journal of Turkish Weekly (18 Nisan 2007) “Turkish Hezbollah (Hizbullah) / Kurdish Hezbollah” 165_ T24 (12 Ocak 2011) “Hizbullah’ın dünü, bugünü ve yarını” 166_ Yıldız, M. (2001) “Terrorism and Violence: Turkish Case” Turkish Journal of Police Studies Cilt :3 (1-2) s. 39-56 167_ Human Rights Watch (16 Şubat 2000) “What is Turkey’s Hizbullah?” 11 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.hrw.org/legacy/ english/docs/2000/02/16/turkey3057.htm 168_ Harvey, B. (18 Ocak 2011) “Turkish Officer Says He Created Local Hezbollah Group, Star Says” Bloomberg News 169_ Ilıcak, N. (25 Ocak 2011) “TBMM üzerine gitsin” Sabah 170_ Milliyet (23 Mart 2007) “Hizbullah davasında 9 yıl sonra karar” 171_ NTVMSNBC “Dehşet örgütü Hizbullah’ın içyüzü” 11 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://arsiv.ntvmsnbc.com/news/4746.asp 172_ Çakır, R. (22 Nisan 2007) “Geçmiş, bugün ve gelecek kıskacında Türkiye Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 49 Hizbullahı” Birikim 173_ Radikal (22 Ocak 2013) “MİT’in ‘gizli’ Hizbullah raporu Meclis’te” 174_ Uslu, E. (2007, Bahar) “From Local Hizbollah to Global Terror: Militant Islam in Turkey”Middle East Policy, Cilt 14. No. 1 s.124-141 175_ Uslu, E. (2007, Bahar) “From Local Hizbollah to Global Terror: Militant Islam in Turkey”Middle East Policy, Cilt 14. No. 1 s. 137 176_ The Journal of Turkish Weekly (18 Nisan 2007) “Turkish Hezbollah (Hizbullah) / Kurdish Hezbollah” 177_ Yıldız, M. (2001) “Terrorism and Violence: Turkish Case” Turkish Journal of Police Studies Cilt :3 (1-2) s. 39-56 178_ Uslu, E. (2007, Bahar) “From Local Hizbollah to Global Terror: Militant Islam in Turkey”Middle East Policy, Cilt 14. No. 1 s.124-141 179_ Jenkins, G. (15 Haziran 2010) “A New Front in the PKK Insurgency” ISN ETH Zurich. 11 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten alınmıştır: http://www.isn. ethz.ch/Digital-Library/Articles/Detail//?lng=en&id=117499 180_ A.g.e. 181_ Radikal (12 Ocak 2011) “Hizbullahçılar kayıplara karıştı” 182_ Federation of American Scientists (28 Mayıs 2004) “Great East Islamic Raiders– Front (IBDA-C)” 16 Haziran 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http:// fas.org/irp/world/para/ibda-c.htm 183_ Işık, M. (2013) “Şiddetin Dili Değişmez: DHKP-C ve İBDA-C Terör Örgütlerinin Söylemlerinin Benzerliği Üzerine Bir İnceleme” Zinde Yayınları 184_ O’Byrne, David (9 Temmuz 2008) “’Al-Qaeda links’ to Istanbul attack” BBC News 185_ Hürriyet (4 Ocak 2008) “Terör örgütü İBDA-C üyelerinin lideri yakalandı” 186_ Milliyet (2 Ağustos 2005) “El Kaide Kasımpaşa’da dergi çıkarıyor!” 187_ Işık, M. (2013) “Şiddetin Dili Değişmez: DHKP-C ve İBDA-C Terör Örgütlerinin Söylemlerinin Benzerliği Üzerine Bir İnceleme” Zinde Yayınları 188_ Emniyet Genel Müdürlüğü web sayfası (2012) “Al QAEDA” 15 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.egm.gov.tr/EN/Pages/ al_qaeda.aspx 189_ Hodgson, K. (8 Temmuz 2013) “The al Qaeda threat in Turkey” The Long War Journal, 15 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www. longwarjournal.org/archives/2013/07/the_al_qaeda_threat_1.php 190_ Uslu, E. (27 Nisan 2009) “Turkish Police Target al-Qaeda Network in Turkey” Eurasia Daily Monitor Cilt 6 Sayı: 80 191_ Akşam (9 Aralık 2011) “El Kaide TBMM’yi bombalayacaktı” 192_ Hodgson, K. (8 Temmuz 2013) “The al Qaeda threat in Turkey” The Long War Journal, 15 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www. longwarjournal.org/archives/2013/07/the_al_qaeda_threat_1.php 193_ Stanford University: Mapping Militant Organizations (24 Temmuz 2014) “AlNusra Front” 17 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http:// web.stanford.edu/group/mappingmilitants/cgi-bin/groups/view/493 194_ A.g.e. 195_ Mowatt-Larssen, R. (2010, Ocak) “Al Qaeda Weapons of Mass Destruction Threat: Hype or Reality?” 196_ Council on Foreign Relations (1 Ocak 2006) “Targets for Terrorism: Nuclear Facilities” 17 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www. cfr.org/homeland-security/targets-terrorism-nuclear-facilities/p10213 197_ Roggio, B. (11 Aralık 2007) “Al Qaeda, Taliban targeting Pakistani nuclear sites” Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 50 The Long War Journal 198_ The Telegraph (11 Ağustos 2009) “Pakistan’s nuclear baswes targeted by al-Qaeda” 199_ NTI (2013, Temmuz) “Country Profiles: Pakistan – Nuclear” 17 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.nti.org/country-profiles/ pakistan/nuclear/ 200_ Doğan Haber Ajansı (11 Eylül 2013) “Türkiye’den kimyasal silah temin etmeye çalışmışlar” 201_ Zaman (30 Ekim 2013) “’Sarin gazı’ davasının tek tutuklu sanığı Qassap tahliye edildi” 202_ Ben, Smith vd., Islamic State of Iraq and the Levant and the Takeover of Mosul, Standard Note 6915, The House of Commons Library, Haziran 2014 s. 2. 203_ Jessica, D, Lewis. Al Qaeda in Iraq Resurgent, ISW, Washington D.C., 2013, s. 7. 204_ Alex, Bilger. ISIS Annual Report Reveals a Metrics-Driven Military Command, ISW, Washington D.C., 2014, s.2 205_ http://www.hurriyetdailynews.com/isil-kidnaps-turkish-consul-special-forceschildren-in-northern-iraqi-hotspot.aspx? PageID=238&NID=67660&NewsCat ID=352, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014. 206_ http://www.radikal.com.tr/yazarlar/cengiz_candar/ankara_icin_isid_tehlikesi_ mi_sunni_isyani_mi-1197149, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014. 207_ http://www.thedailybeast.com/articles/2014/06/14/america-s-allies-arefunding-isis.html, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014. 208_ Elizabeth, Dickinson. Playing with Fire: Why Private Gulf Financing for Syria’s Extremist Rebels Risks Igniting Sectarian Conflict at Home, The Brookings Institute, 2013, s. 1. 209_ http://www.nytimes.com/2013/11/13/world/middleeast/private-donors-fundsadd-wild-card-to-war-in-syria.html? pagewanted=1&_r=0, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014. 210_ http://www.theguardian.com/world/2014/jun/15/iraq-isis-arrest-jihadistswealth-power, Erişildiği tarih: 22 Haziran 2014. 211_ Michael, Knights. “The ISIL’s Stand in the Ramadi-Falluja Corridor”, CTC Sentinel, Cilt 7 Sayı 5, Mayıs 2014. 212_ http://www.janes.com/article/39550/iraqi-abrams-losses-revealed, Erişildiği tarih: 23 Haziran 2014. 213_ CNN, “ISIS can ‘muster’ between 20,000 and 31,500 fighters, CIA says” (12 Eylül 2014) 214_ Al Jazeera, “Islamic State ‘has 50,000 fighters in Syria”, (19 Ağustos 2014) 215_ Zaman “Selefi Türklerin dönüşü!” (10 Temmuz 2014) 216_ Today’s Zaman “Story of former militant reveals young Turks attracted by ISIL” (6 Haziran 2014) 217_ Jenkins, B. M. “An Evil Wind: Will the Americans and Europeans flocking to ISIS return as hardened terrorists?” Slate Magazine (30 Temmuz 2014) 218_ Cumhuriyet “IŞİD’e yakın gruptan İstanbul’da gösteri gibi piknik” (29 Temmuz 2014) 219_ Vice News, “The Islamic State: Part 2” (10 Ağustos 2014) 220_ 4800 MWe Kurulu Gücünde Olan Akkuyu Nükleer Güç Santralı Projesi (Nükleer Güç Santralı, Radyoaktif Atık Depolama Tesisi, Rıhtım, Deniz Dolgu Alanı Ve Yaşam Merkezi) ÇED Raporu, Bölüm XI s. 39 http://www.csb.gov.tr/turkce/ dosya/ced/Akkuyu_nihai.pdf 221_ A.g.e. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 51 Türkiye’nin Nükleer Altyapısının Emniyetini Etkili Bir Biçimde Sağlama Kabiliyetinin Değerlendirmesi: Şeffaflık ve Bütünleşik Bir Yaklaşıma Olan İhtiyaç Ahmet K. Han Rektör Danışmanı ve Fakülte Üyesi, Kadir Has Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyesi, EDAM Mitat Celikpala Dekan, Sosyal Bilimler Yüksek Okulu, Kadir Has Üniversitesi Doruk Ergun Araştırma Görevlisi, EDAM Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 52 GİRİŞ Türkiye, nükleer enerjiye geçiş için adımlar atmaktadır; bunların sonuncusu Akkuyu nükleer güç santralinin (NGS) çevresel etki değerlendirmesinin onaylanması ve böylece tesisin inşasının yolunun açılmış olmasıdır. Bununla birlikte, nükleer enerji fırsatların yanı sıra riskleri de beraberinde getirmektedir ve Türkiye’nin, gelecekteki nükleer altyapısının ve bağlantılı operasyonlarının güvenliğini sağlamak için sağlam bir çerçevesi mevcut değildir. Kazalar, sabotaj, terör saldırıları ve işletmedeki beklenmeyen aksaklıkların hepsi insani, ekonomik, ticari ve politik maliyetlere, ayrıca bir prestij kaybına yol açmaktadır. Bu olaylar zinciri, ülkenin kredi notunun düşmesine yol açabilir ve konumu ne kadar stratejik ve enerji kaynakları ne kadar zengin olursa olsun, ev sahibi ülkenin diğerlerinin gözündeki çekiciliğini azaltabilir. Bu nedenle, kritik elektrik altyapısının (KEA) ve özellikle nükleer santrallerin güvenliği ve emniyeti, enerji arzının ve talebinin güvenliği kadar önemlidir, çünkü her ikisini de doğrudan etkileyebilir. Türkiye, nükleer tesislerinin emniyetini yeterli şekilde sağlamak için, hem genel olarak KEA’nın hem de özel olarak nükleer santrallerin korunmasına yönelik çok katmanlı ve bütünsel bir çerçeveyi yürürlüğe koymak zorundadır. Bu çalışma, Akkuyu’yu bir vaka çalışması olarak ele alarak, Türkiye’nin nükleer altyapısına yönelik olası tehditleri değerlendirmeyi ve bu kritik varlığın korunmasına yönelik müdahale kabiliyetlerinin yanı sıra, halihazırda oluşturulmuş olan yasal ve düzenleyici çerçeveyi analiz etmeyi hedeflemektedir. Bu amaçla, çalışmada ilk olarak kritik enerji altyapısının fiziki güvenliğine yönelik olarak uluslararası düzeyde oluşturulmuş çerçeveler analiz edilecek, ardından Türkiye’nin kritik ve nükleer altyapı güvenliğine ilişkin politikaları değerlendirilecek ve son olarak mevcut çerçeveyi iyileştirmeye yönelik tavsiyeler sunulacaktır. Kritik Enerji Altyapısının Fiziki Güvenliğinin Yapı Taşları KEA’nın fiziki güvenliği çeşitli öngörülebilir, insan kaynaklı ve - doğal afetler benzeri kestirilemez ve önlenemez mücbir sebepler gibi - öngörülemez faktörlere bağlıdır. Bu faktörlerin çokluğu ve bazılarının öngörülemez nitelikte olması, karmaşık ve etkili güvenlik sistemlerinin oluşturulmasını gerektirir. Yerleşim alanlarına yakın nükleer tesisler, rafineriler ya da boru hatlarında hem inşaat hem de işletme aşamaları sırasında yangın, kazalar, kasıtlı saldırılar ve çeşitli teknik ve fiziki sorunlar ile karşılaşılabilir, bu nedenle proje aşamasından başlayıp işletme aşaması boyunca devam eden süre boyunca kesintisiz olarak KEA’nın güvenliğinin sağlanması bir mecburiyet haline gelmektedir. KEA tesislerinin ve sistemlerinin güvenliğine karşı güncel ve muhtemel tehditlere yönelik çözümler tasarlanırken, yasal, teknik ve idari hususları da barındıran çok boyutlu bir yaklaşımın izlenmesi gerekir. Farklı kurumların bir arada çalışması ve uluslararası işbirliği bunu mümkün kılmanın elzem bir boyutudur. Kritik altyapının güvenliğini sağlamak için, ilgili makamların meseleyi benimsemesi, yasal bir zemin oluşturması ve politikanın farklı kısımlarına göre sorumlulukları dağıtması ve bu çabalara eş zamanlı olarak öncülük etmesi gereklidir. Tehdit ortamı sabit olmadığı ve zaman içerisinde değiştiği için, KEA’ya ve ilgili tesislerin muhtemel güvenlik açıklarına yönelik tehditler sürekli olarak değerlendirilmelidir. Müdahale mekanizmaları teknolojik gelişmelere göre şekillendirilmeli, en iyi Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 53 uygulamalar benimsenmeli ve tatbik edilmelidir. Ayrıca, elektronik sistemler KEA’nın hem işletilmesinde hem de güvenliğinin sağlanmasında çok önemli hale geldiğinden, elektronik sistemlere yönelik siber tehditler konusunda hem yerel hem de uluslararası farkındalık arttırılmalıdır. KEA’nın işletilmesinin ve güvenliğinin tüm boyutlarında insan etkeni de mevcuttur ve bu durum, gereken şekilde eğitilmiş ve deneyimli bir iş gücü gerektirir. Hem kamu sektörü hem de özel sektör KEA’da paydaştır, bu itibarla, söz konusu tesislerin sorunsuz ve güvenli işleyişini sağlamak için düzenli olarak işbirliği yapmaları gereklidir. KEA ile İlgili Uluslararası Kuruluşlar ve İşbirliği Çerçevesi Türkiye nükleer emniyet ve silahların yayılmasını önleme düzenlemelerinin olduğu gibi, kritik altyapı güvenliğiyle ilgilenen uluslararası düzenlemelerin de bir parçasıdır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Bakanlar Kurulu, Kasım 2007’de Madrid’te yapılan on beşinci toplantısının ardından, “Kritik Enerji Altyapısının Terör Saldırılarından Korunması” başlıklı 6/07 sayılı Kararı yayınlamıştır. 2006 yılında kabul edilen BM Küresel Terörle Mücadele Stratejisi’ni ve G8 Küresel Enerji Güvenliği Eylem Planı’nda olduğu gibi AGİT de üyelerine ulusal düzeyde tüm gerekli önlemleri almaları, KEA’ya yönelik artan terör saldırısı tehdidinin üzerine eğilmeleri ve üye ülkelere işbirliği yapmaları ve önlemlerini koordine etmeleri çağrısında bulunmuştur. Ayrıca Genel Sekretere, ilgili uluslararası kuruluşlar ile işbirliği olanakları araması ve devam eden faaliyetleri tekrarlamadan en iyi uygulamaların paylaşılmasını kolaylaştırması görevini vermiştir.1 AGİT, 2010 yılında Viyana’da düzenlenen Nükleer Olmayan Kritik Enerji Altyapısının Terör Saldırılarından Korunması Hakkında Kamu-Özel Uzman Çalıştayı gibi çabaların ışığında, Nükleer Olmayan Kritik Enerji Altyapısının (NNCEIP) Siber-uzaydan Kaynaklanan Tehditlere Odaklanan Terör Saldırılarından Korunması Hakkında İyi Uygulamalar Kılavuzu’nun yayınlanmasına olanak sağlamıştır. Kılavuz, üye devletlerden kamu ve özel sektör uzmanları ile NATO ve Avrupa Birliği’nden (AB) uzmanların işbirliği ile Mart 2013’te yayınlanmıştır.2 Konuya NATO da ilgi göstermiştir, bunun bir örneği Güvenliğin Sivil Boyutuna İlişkin Parlamenter Asamblesi Komitesi’nin 2007 senesinde yıllık oturum raporu olan “Kritik Altyapıların Korunması” raporunun yayınlanmasıdır.3 Müttefikler, bir yıl sonra yapılan Bükreş Zirvesi’nde, 2010 Stratejik Konsepti ile birlikte, Yeni Güvenlik Sorunları Birimi’nde yer alacak Enerji Güvenliği Bölümü’ne dönüşecek süreci başlatan “NATO’nun Enerji Güvenliğindeki Rolü” raporunu yayınlamışlardır. Bükreş Zirvesi’nin ardından, “kritik enerji altyapısının ve nakil alanları ve hatlarının korunması, ortaklar ile işbirliği ve stratejik değerlendirmeler ile beklenmedik durum planlaması temelinde Müttefikler arasında istişareler dahil olmak üzere” enerji güvenliğine katkı sağlayacak bir kapasite geliştirilmesi, İttifak’ın hedefleri haline gelmiştir.4 Ayrıca 2012 yılında, NATO Enerji Güvenliği Mükemmeliyet Merkezi Litvanya’da akredite edilmiştir. Bu çabalar, NATO’nun siber güvenlik sağlamaya ve Müttefikler arasında siber savunma konusundaki işbirliğini geliştirmeye yönelik gittikçe daha iddialı hale gelen programları ile desteklenmektedir. İttifak, 2014’teki Galler Zirvesi’nde, yeni bir Geliştirilmiş Siber Savunma Politikası’nı yürürlüğe koymuştur. Yeni politika uyarınca, üye bir devlete yapılan siber saldırılar, müşterek meşru müdafaa görevi olarak kabul edilmektedir. Bu saldırıların, Müttefikler’in Madde V (müşterek müdafaa) altındaki taahhütlerinin işletilmesini gerektirip gerektirmediğine, duruma göre karar verilecektir. Yeni NATO stratejisi ayrıca NATO Endüstri Siber Ortaklığı, NATO siber saha (cyber range) kabiliyetlerinin geliştirilmesi ve AB Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 54 gibi uluslararası kuruluşlar ile işbirliği yapılması yoluyla endüstriler ile artan işbirliğine bağlılık vurgusu yapmaktadır.5 UAEA ve Nükleer Emniyet Küresel ölçekte nükleer altyapı güvenliği ve standardizasyonu konusunda çalışan başlıca uluslararası kuruluş Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’dır (UAEA). Bütünleşik bir yaklaşım kavramı, UAEA’nın çerçevesinin temelini oluşturmaktadır. UAEA, nükleer emniyeti, “nükleer ya da diğer radyoaktif maddeler ya da bunların bağlantılı tesisleri ile bağlantılı hırsızlık, sabotaj, izinsiz erişim, yasadışı aktarım ya da diğer kötü niyetli faaliyetlerin önlenmesi ve tespiti ve bunlara müdahale edilmesi” olarak tanımlamaktadır. Bu nedenle ‘fiziki koruma’, nükleer emniyet konusunda nükleer güvenlikte olduğundan daha büyük bir role sahiptir. UAEA literatürü, nükleer emniyet kültürünün, kurumun temelinde yatan tema olduğunu önermektedir. UAEA’ya göre, nükleer emniyet kültürü “bireyler, kuruluşlar ve kurumların, nükleer emniyeti desteklemek ve geliştirmek için bir yol görevi gören özellikleri, tavırları ve davranışlarının birleşimi... Nükleer emniyet kültürünün temelini, muteber bir tehdit bulunduğunun ve nükleer emniyetin önemli olduğunun kabul edilmesi oluşturur.” şeklinde tanımlanmaktadır Böyle bir kültürün oluşturulması “nihai olarak bireylere bağlıdır: politika yapıcılar, düzenleyiciler, yöneticiler, çalışanlarlar - ve belli bir dereceye kadar - vatandaşlar... Bir nükleer emniyet kültürü kavramı - ve teşvik edilmesi ile geliştirilmesi - uluslararası rehberlik oluşturulması ve kamu sektörü ile özel sektör de dâhil olmak üzere ilişkili her kesimin farkındalık düzeylerinin arttırılması hedefiyle düzenlenir”.6 UAEA, nükleer emniyet ve güvenlik kültürü anlayışı temelinde, kapsamlı bir nükleer emniyet rejimi kurulmasını istemekte ve böyle bir rejimin oluşturulmasına yönelik küresel standartları geliştirmeyi amaçlamaktadır. Kurumun görüşüne göre, “Bir nükleer emniyet rejimi, aşağıdakileri içeren bir dizi unsuru ve faaliyeti kapsar: mevzuat ve düzenlemeler; istihbarat toplama; radyoaktif maddelere ve ilgili yerlere ve tesislere yönelik tehditlerin değerlendirmesi; idari sistemler; çeşitli teknik donanım sistemleri; müdahale kabiliyetleri ve risk hafifletme faaliyetleri.”7 Böylesi kapsamlı, küresel bir rejimin oluşturulması öncelikle devletlerin sorumluluğuna girmektedir; ancak aynı zamanda, hükümetlerin nükleer endüstri ile işbirliği yapmasını da gerektirmektedir. İlişkilerin karmaşık yapısı ve uluslararası işbirliğinin kaçınılmazlığı, UAEA’yı nükleer güvenliğe ve emniyete yönelik riskleri dört grup halinde sınıflandırmaya sevk etmiştir: emniyet riskleri, üretim ve işletme ile ilgili riskler, ticari ve mali riskler ve stratejik riskler. Oak Ridge olayı, nükleer santrallere yönelik fiziki emniyet risklerini ele almak için bütünleşik bir yaklaşımın gerekliliğini ortaya koymaktadır. Emniyet Kültürü ve İnsan Faktörü: Y-12 Oak Ridge Örneği Nükleer emniyet konularında sorumluluk daha çok hükümete ve düzenleyici makamlara aittir; bu da düzenlemeleri ve bunların uygulanmasını, nükleer altyapı emniyetinin en önemli boyutu haline getirmektedir. Amerika Birleşik Devletleri muhtemelen dünyadaki en donanımlı düzenleyici yapıya sahiptir. Yalnızca ABD Nükleer Düzenleme Komisyonu bile yaklaşık 3.900 çalışana ve 1 milyar doların üzerinde bir bütçeye sahiptir. Enerji Bakanlığı tarafından çıkarılanlar gibi federal yönetmelikler ve ABD Deniz Kuvvetleri’nin yönetmelikleri gibi askeri Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 55 yönetmelikler, Amerika Birleşik Devletleri’nin nükleer düzenleme kabiliyetlerini daha da arttırmaktadır.8 Ancak bunların tümü, biri 83 yaşındaki bir rahibe9 olmak üzere hepsi 50 yaşın üzerindeki üç protestocuyu, Temmuz 2012 tarihinde dış çeper güvenliğini aşarak Y-12 Oak Ridge Ulusal Güvenlik Kompleksi’ndeki Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum Materyalleri Tesisini çevreleyen alana erişmekten alıkoyamamıştır. Y-12 kompleksinin daha önce ABD’deki en güvenli tesislerden biri olarak kabul edilmekteydi; tesisin güvenliği için sadece o yıl için 150 milyon doların harcandığını belirtmekte fayda vardır.10 ABD Enerji Bakanlığı’nın olayla ilgili soruşturması, tesisin güvenlik personeli ve yönetiminin “...alarmlara müdahale etmede yetersizlik... telafi edici önlemlere aşırı güven, emniyet protokollerini anlamama [ve] zayıf iletişim” sergilediğini ortaya koymuştur.11 Aslına bakılırsa, protestocular tesis bekçisinin aracına yaklaşmış ve bekçi onları fark etmeden önce kendileri “teslim” olmuşlardır; bunun ardından bekçi, protestocuların “başıboş dolaşmalarına ve sırt çantalarından çeşitli eşyalar çıkarmalarına”12 izin vermiş ve bir güvenlik şefi olay yerine geldikten sonra bile bölgeyi emniyete almak için herhangi bir önlem almamıştır. Ayrıca, emniyet donanımının bakımı ve onarımı zamanında tamamlanmamış ve bunların yokluğunun nükleer tesisin emniyeti üzerindeki toplam etkisi pek dikkate alınmamıştır. Sorun; bakım, onarım ve risk yönetimi maliyetlerinin telafi edici önlemlere aşırı güvenilmesine ve donanımın hiç onarılmamasına yol açabilecek olması ihtimali ile daha da kötüleşmiştir.13 Denetleme süreci, “üç ayda bir hazırlanan saha ofisi raporları, yüklenicilerin kendi yaptıkları değerlendirmelerin sonuçlarına dayalı olduğundan” bu eksiklikleri belirlemede başarısız olmuştur.14 Y-12 olayı, nükleer tesislerin emniyetini sağlamanın hiç durmayan bir operasyon olduğunu açıkça hatırlatmaktadır. Hem emniyet önlemlerinin hem de beklenmedik durum planlarının zamanında denetlenmesi, sınanması ve güncellenmesi gereklidir. Ayrıca denetleyicinin teknik kapasitesi ve bağımsızlığı da çok önemli hususlardır, nitekim bu olay sadece yüklenicinin kendi yaptığı değerlendirmelere ve emniyet önlemlerine güvenmenin yeterli olmayacağını açıkçagöstermektedir.. 2012-2014 yılları arasında ABD’nin nükleer cephaneliğinin nasıl korunduğu konusunda yapılan bazı incelemeler önemli sorunlar olduğunu ortaya çıkarmıştır; bu sorunların arasında patlama kapılarının açık bırakılması15, sertifika sınavlarındaki bir kopya çekme skandalı16 ve personelin uyuşturucu kullanması da bulunmaktadır17. Tüm bunlar, emniyet önlemleri ne kadar sağlam olursa olsun, insan faktörünün nükleer tesislerin emniyetinin sağlanmasının önemli bir parçası olduğunu ve nükleer santrallerin insan hatalarına karşı bağışıklığı olmadığını gözler önüne sermektedir. Yetkin personel çalıştırılması, bu personelin uygun şekilde eğitilmesi ve performanslarının düzenli olarak ve sıkı bir biçimde gözden geçirilmesi, nükleer santrallerin emniyetini sağlamanın elzem parçalarıdır. Benzer şekilde insan faktörü, en alt seviyedeki işletmeci ve personelden, en üst seviyedeki düzenleyicilere ve karar vericilere kadar uzanan emniyet kültürü çatısının en önemli parçasıdır. Her bir bireyin amelleri ve görevleri tabiatı itibariyle diğerlerininkinden farklı olabilecek olsa da, işletimin genel çerçevesi içindeki her bir birey emniyet ile ilgili ortak değerler ve uygulamalar konusunda eğitilmeli ve bunlara uymaları teşvik edilmelidir. Bu değerler ve uygulamalar, emniyet konularına iştirak etmeyi ve bu konularda sorumluluk almayı, hem içerideki hem de dışarıdaki kişiler ile hassas bilgileri paylaşırken dikkatli olmayı, endişe uyandıran davranışları ve faaliyetleri zamanında bildirmeyi ve koruyucu önlemlere uymayı içermektedir, ancak bunlarla sınırlı değildir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 56 TÜRKİYE’DEKİ KRİTİK ENERJİ ALTYAPISI Nükleer altyapının emniyeti, Türkiye için nispeten yeni bir gündem maddesidir. Mevcut ve planlanan petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri, kritik elektrik altyapısının (KEA) emniyeti konusunu, ulusal tartışmaların ön sıralarına taşımıştır. Bölgesel istikrarsızlık ve Kürdistan İşçi Partisi (PKK) gibi terör örgütlerinin olası saldırıları nedeniyle KEA’ya yönelik tehditler, öncelikle petrol ve doğal gaz boru hatlarının emniyetini bir endişe konusu haline getirmiştir. PKK, 5 Ağustos 2008 tarihinde, Erzincan ilinin Refahiye ilçesi yakınında BaküTiflis-Ceyhan boru hattına saldırarak sadece nakliye gelirlerinde günlük 5 milyon dolar tahmini bir zarar yol açtığını iddia etmiştir. Bununla birlikte daha yeni iddialar, bu emniyet ihlalinin suçlusu olarak Rusya kaynaklı bir siber saldırıya işaret etmektedir.18 Bu acil sorunlara rağmen Türkiye, çoğu kesimin ülkenin emniyet sistemindeki en temel eksikliklerden biri olduğunu öne sürdüğü tamamen bütünleşik bir KEA güvenlik ve emniyet çerçevesini henüz benimsememiştir. Türkiye, kritik ulusal altyapıyı (KUA) tanımlamak ve başlangıçta Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) ve daha yakın zamanda Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) tarafından öncülük edilen kapsayıcı bir siber güvenlik politikası konusunda ilerleme kaydetmek için çaba göstermiştir.19 Bu çabalar şu ana kadar, KUA’nın savunulması için kapsamlı bir strateji oluşturulması bir yana, KUA’nın açık bir tanımını dahi yapmamıştır. Bu nedenle Türkiye bu konuda Avrupalı ve okyanus ötesi emsallerinin gerisinde kalmaya devam etmektedir. Yine de bu durum, doğru kullanılması halinde Türkiye’ye, diğer ülkelerin deneyimlerini ve en iyi uygulamalarını bir araya getirme ve sağlam politikalar hazırlamak için bunları Türkiye’ye özgü coğrafi, sosyal ve çevresel koşullar ile birleştirme fırsatı sağlayabilir. Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından hazırlanan bir tavsiye raporu, kritik altyapıyı aşağıdaki şekilde tanımlamaktadır: “zarar görmesi ya da işlevsiz hale gelmesi durumunda ekonomik, ticari, siyasi ve sosyal hayatın normal seyrinde ciddi aksama ve sorunlara yol açacak, toplumsal düzeni ve ulusal güvenliği aksatacak tesis ve sistemler (unsurlar)”20. Kritik altyapı ile ilgili modern ve kapsamlı bir düzenlemenin yürürlüğe konmasına yönelik ilk adım Mart 2009’da, Başbakanlık himayesindeki e-Mevzuat Çalışma Grubu tarafından atılmıştır. Çalışma grubu, 7 Ağustos 2009 tarihinde “e-Devlet ve Bilgi Toplumu Kanun Tasarısı Taslağı”nı hazırlamıştır. Bu belgede kritik altyapı ve kritik bilgi altyapısı terimleri doğrudan geçmemiş olmakla birlikte, kanun taslağı kritik bilgi sistemini tanımlamakta, ancak daha ötesine geçmemektedir. 2013 yılında, kritik ulusal altyapının daha kapsamlı bir tanımı, Siber Güvenlik Kurulu tarafından, 25 Mart 2013 tarih ve 2013/4890 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı uyarınca yürürlüğe giren “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı”nda oluşturulmuştur. Kritik altyapı, tavsiye belgesine benzer şekilde, aşağıdaki şekilde tanımlanmaktadır: Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 57 İşlediği bilginin gizliliği, bütünlüğü ya da erişilebilirliği bozulduğunda, - Can kaybına, - Büyük ölçekli ekonomik zarara, - Ulusal güvenlik açıklarına veya kamu düzeninin bozulmasına yol açabilecek bilişim sistemlerini barındıran altyapılar.21 Bu düzenlemelerin oldukça taze ve kritik altyapıya yönelik tehditleri ele alma fikrinin yeni olduğu dikkate alındığında, Türkiye’deki kritik altyapı unsurları hakkında geniş ve kapsamlı bir politika oluşturulması halen emekleme aşamasında olduğu görülmektedir. 1981 yılında onaylanan ve 1983 yılında yürürlüğe giren 2565 sayılı “Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu”, dolaylı olarak kritik altyapıların korunması ile ilgilenen ilk düzenleme olarak görülebilir.22 Bu kanundaki 21. madde, askeri yasak bölgeleri ve güvenlik bölgelerini ayrıntılı olarak listelemektedir. Dâhil edilen bölgeler, “yurt savunmasına veya yurt ekonomisine önemli ölçüde katkıda bulunan ve kısmen dahi tahripleri veya geçici bir zaman için faaliyetten alıkonmaları halinde milli güvenlik veya toplum hayatı bakımından olumsuz sonuçlar doğurabilecek kamu veya özel kuruluşlara ait” bölgelerdir.23 Yönetmelikte kullanılan terminoloji, kritik altyapılar ve bunların güvenliği için standart bir tanım kümesi sağlayabilirdi. Bu yasa Genelkurmay Başkanlığı’na ve dolayısıyla devlete - bu bölgeleri kurma ve kaldırma yetkisi vermektedir. Söz konusu kanunun konunun sadece askeri ve güvenlik yönlerine odaklanması ve süreç içindeki diğer aktörlere sadece kısıtlı bir rol vermesi, başlıca noksanıdır. Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı ve Nabucco doğal gaz boru hattı gibi çok uluslu projeler, Türkiye’nin KEA’sının güvenliğinin, standart düzenlemeler yerine belirli bir proje için tasarlanmış duruma özel uluslararası antlaşmalar ile düzenlendiğini, bunun ise yetkilerin ve sorumlulukların dağıtılmasında farklı ölçütlerin uygulanmasına yol açtığını göstermektedir. Bu durum, usullerde ve kurumsal kültürde benzerliklerin geliştirilmesini sağlayacak eşgüdümlü çabaların yokluğuna delalet etmektedir. Mevcut teşkilat yapısı içinde özellikle bu konu ile ilgilenen özel bir organın ya da birimin bulunmaması belirsizlik yaratmakta ve sayıca artmakta olan KEA unsurlarınıngüvenliğini ve emniyetini tehlikeye atmaktadır. Nükleer enerjinin Türkiye’nin enerji karışımına dâhil edilmesi kuşkusuz ilgili zorlukların artmasına neden olacak ve kapsamlı ve eşgüdümlü bir çaba gereksinimini kaçınılmaz hale getirecektir. Politika planının bütünleşik bir çerçeveye odaklanması gerekmekle birlikte, KEA’nın güvenliğini sağlamaya yönelik bir strateji, nükleer altyapının özelliklerini de dikkate almalıdır. Nükleer enerjinin kendine özgü yönleri, konu ile ilgilenen kurumlar genelinde kapsamlı bir nükleer güvenlik ve emniyet kültürünün benimsenmesini gerektirmektedir. UAEA, nükleer emniyet kültürünün, “muteber bir tehdit bulunduğunun ve nükleer emniyetin önemli olduğunun kabul edilmesini” gerektirdiğinin altını çizmektedir.24 Kurum ayrıca, emniyetin fiziki ve siber boyutlarını eş zamanlı olarak dikkate alan “bütünleşik bir yaklaşım” gerekliliğini vurgulamaktadır. Türkiye, 1959 yılında Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezindeki (ÇNAEM) TR-2 Araştırma Reaktörünün kurulmasından bu yana nükleer emniyet ve güvenlik konularında kayda değer ölçüde bilgi ve deneyim edinmiştir. ÇNAEM, Ulusal Radyasyon Acil Durum Eylem Planı Taslağına göre radyasyon acil durumu açısından tehlike sınıflandırmasında 2. kategoride yer almaktadır..25 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 58 Ancak Türkiye, büyük ölçekli nükleer enerji konusunda deneyime sahip değildir. Örneğin Akkuyu Nükleer Santrali (NGS), aynı taslak plana göre 1. kategori olarak belirlenmiştir.26 Türkiye, bu deneyim eksikliğini telafi etmek için adımlar atmadıkça, –sahipleri ekseriyetle uluslar arası olan boru hattı şebekelerine, hidroelektrik santrallerine ve mevcut rafinelerine dayanan saha içi ve saha dışı KEA emniyeti konusundaki uzmanlığına güvenmesi gerekecektir. Yine de bu yaklaşım, nükleer santrallerin emniyetini sağlamanın kendine özgü zorluklarını dikkate alamayacaktır. Bu nedenle Türkiye’nin kabiliyetlerini geliştirmek için en iyi yaklaşım, Türkiye’nin kendi kurallarını oluşturmak için bir temel olarak uluslararası en iyi uygulamalardan yararlanmasıdır. Nükleer Altyapının Fiziki Güvenliği ve Emniyetine İlişkin Mevcut Düzenlemeler: Akkuyu ve Sinop Mevcut düzenlemeler uyarınca, kritik ulusal altyapının saha içi fiziki güvenliği, 7 Ekim 2004 tarihinde kabul edilen Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanun’da belirtildiği gibi özel güvenlik şirketleri tarafından sağlanacaktır.27 Bu kanuna göre, bireyler ya da şirketler güvenlik şirketleri kiralayabilir ya da özel güvenlik komisyonu tarafından karar verilmesi ve vali tarafından onaylanması durumunda güvenlik birimleri kurabilir. Özel güvenlik komisyonları, vali yardımcısının başkanlığı altında her bir ilde kurulacak komisyonlardır. Komisyonun üyeleri şunlardır: il emniyet müdürü, il jandarma komutanı, ticaret odası temsilcileri ve sanayi odası temsilcileri. Bir şirketin hem kendi içinde güvenlik birimleri kurması hem de bir güvenlik şirketi kiralamasının önünde herhangi bir yasal engel yoktur. Asgari personel miktarını ve özelliklerini, silahları, ekipmanı ve gerekirse diğer teçhizata dayalı güvenlik önlemlerini belirleme yetkisi özel güvenlik komisyonuna aittir. Genel olarak kritik ulusal altyapının saha içi güvenliği, Türk güvenlik güçlerinin teknoloji, istihbarat ve özel kuvvetler unsurları ile işbirliği içinde sağlanmaktadır.28 Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma ve Emniyet Genel Müdürlüğü saha dışı güvenlik sağlayabilir ve saha içi güvenlik önlemlerini denetleyebilir, ancak özel düzenlemeler mevcut olmadığı sürece, bu kurumların yetkisi özel kurumlara ait tesislere saha içi güvenlik sağlanmasını kapsamamaktadır. Halihazırdaki koşullarda Akkuyu ve Sinop santrallerini inşa eden şirketler, kendi güvenlik önlemlerine kendileri karar vereceklerdir. Büyük olasılıkla, saha içi güvenlik sağlayıcısı olarak bir şirket kiralayacaklardır. Bu karar, Türkiye’nin nükleer düzenleyicisi olan TAEK, proje şirketinin kendisi ve Türk güvenlik güçleri tarafından onaylanacak ve denetlenecektir.29 Mevcut kabiliyetleri göz önünde bulundurulduğunda TAEK’in denetlemeler için de Türk güvenlik güçlerinin varlıklarına ve uzmanlığına itimat etmesi muhtemeldir. Politika çevrelerinde, denetlemelerin yapılmasına dair usullerin oluşturulması ve sorumlulukların paydaşlar arasında hatları net bir şekilde dağıtılması adımlar atılmaya devam etmektedir. Kurumların farklı öncelikleri olabileceği ve bu nedenle birbirleriyle çelişen denetleme değerlendirmeleri yapabilecekleri dikkate alınırsa, paydaşlar arasında bir “komuta zinciri” olmaması durumunda, proje şirketinin kimin kriterlerine uyması gerektiği ile ilgili sorunlar bir ihtilaf kaynağı olabilir. Bu tür sorunları her seferinde eldeki duruma göre çözmeye çalışmak bürokratik çekişmeler nedeniyle gecikmelere yol açabileceğinden, ilgili kurumlar için hiyerarşik bir yapı ve belirgin sorumluluk alanları oluşturulması daha yeğdir. Tesisin saha içi güvenliğinin sağlanması, çok taraflı eşgüdüm ve işbirliği gerektirir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 59 Mevcut koşullar altında, saha içi fiziki güvenliği özel güvenlik şirketlerinin sağlayacağı öngörülmektedir; bu da özel Türk ve Rus şirketlerinin kendi hükümetlerinin onayına tabi olarak işbirliği yapmalarını gerektirmektedir. Görevin ehemmiyeti dikkate alındığında, söz konusu şirketlerin yetkinliğinin, bu şirketlerin seçilmesi için temel kıstas olması gerektiğinin altı çizilmelidir. Nükleer santrallerin emniyet önlemlerine ilişkin kapsamlı ve ayrıntılı düzenlemelerin ve kuralların yokluğunda, bu tesisler boru hatları gibi diğer kritik ulusal altyapılardan farklı görülmezler. Bu durumda, nükleer ve radyolojik materyallerin taşıdığı fıtri riskler ve bunları koruyamamanın doğurabileceği vahim etkiler gözden kaçırılacaktır. Dahası, emniyet gerekliliklerinin oluşturulmasından ve denetimden sorumlu bir yönetim makamının yokluğunda, Akkuyu ve Sinop’taki emniyet önlemleri farklı ve vakaya münhasır ölçütlere tabi olacaktır. Akkuyu ile ilgili olarak Türkiye ile Rusya arasında imzalanan resmi anlaşmada, tesisin emniyetinden sadece uluslararası anlaşmalar bağlamında bahsedilmektedir.30 Anlaşma, her iki tarafında imzaladığı, aşağıdakileri içeren ancak bunlarla sınırlı olmayan sözleşmeleri ve anlaşmaları belirterek başlamaktadır: Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (1 Temmuz 1968), Nükleer Kazaların Erken Bildirimine İlişkin Sözleşme (26 Eylül 1986), Nükleer Güvenlik Sözleşmesi (17 Haziran 1994), Nükleer Maddelerin Fiziksel Korunması Sözleşmesi (26 Ekim 1979) ve 6 Ağustos 2009 tarihinde Türkiye ile Rusya arasında imzalanan Nükleer Bir Kazanın Erken Bildirimine ve Nükleer Tesisler Hakkında Bilgi Değişimine İlişkin Anlaşma. Türkiye-Rusya Akkuyu anlaşması, UAEA’nin Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşmesine (5 Eylül 1997) atıfta bulunmaktadır. Ayrıca nükleer donanımın, maddelerin, nükleer olmayan özel donanımın, ilgili teknolojilerin ve bunların yan ürünlerinin, Rusya topraklarında bulundukları süre içinde Sovyetler Birliği ile yapılan NPT güvence denetimi anlaşmalarına (21 Şubat 1985) ve Türkiye topraklarında bulundukları süre içinde Türkiye ile yapılan NPT güvence denetimi anlaşmalarına (30 Haziran 1981) tabi olacakları vurgulanmaktadır. Türk düzenlemeleri ile ilgili yegane iki referans, Madde 7.2 ve Madde 8.1’dedir. Madde 7.2, Türk tarafının, ulusal güvenlik sebebiyle, belirli kişilerin nükleer tesis sahasına erişimlerini reddetme hakkına sahip olacağını belirtmektedir. Madde 8.1, nükleer santralin, nükleer güvenlik ve koruma ile ilgili Türk kanun ve düzenlemeleri ile uyumlu olarak lisanslanacağını ve denetleneceğini belirtmektedir. Ayrıca Madde 6.4’te, tedarik zinciri için yeni personel istihdam edilirken, proje şirketinin nükleer santralin genel ve özel emniyet gereksinimlerini dikkate alacağı belirtilmektedir. Türkiye’nin Japonya ile yaptığı anlaşma aynı uluslararası anlaşmalara dayanmaktadır, ancak fiziki güvenliği daha açık bir şekilde vurgulamaktadır.31 Anlaşmanın 5inci maddesinde, her iki tarafın nükleer güvenliği iyileştirmek için iki tarafın da taleplerini karşılayan düzenlemeler yapabileceği ve nükleer güvenliği ve acil durumlara hazırlıklılık kabiliyetlerini arttırmak için iki taraflı toplantılar yapabileceği belirtilmektedir. Madde 6.1, her iki Tarafın “kendi kriterlerine göre fiziki koruma tedbirleri uygulayacaklarını” eklemekte ve anlaşmanın eklerinden birinde asgari koruma standartları sağlamaktadır. Madde 6.3, fiziki koruma tedbirlerinin yeterliliği konusunda taraflar arasında istişare yapılmasının yolunu açmakta; Madde 6.4 ise tarafların, Nükleer Terör Eylemlerinin Önlenmesine Yönelik Uluslararası Sözleşme’den kaynaklanan yükümlülüklerine uygun şekilde hareket edeceklerini belirtmektedir. Yukarıda belirtilen ek, nükleer maddelerin miktarına ve ışınlanma niteliğine dayalı olarak üç adımlı bir fiziki Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 60 koruma düzeyleri sınıflandırması sağlamaktadır; bu sınıflandırma, UAEA’nın Nükleer Materyal ve Nükleer Tesislerin Fiziki Korunması belgesinde sunulan sınıflandırmanın tam bir kopyasıdır.32 Nükleer yakıt ve atıkların taşınmasının güvenliğinin de özel şirketler tarafından sağlanması gerekecektir, ancak ayrıntılar şu anda belirsizdir. 8 Haziran 2005 tarihinde kabul edilmiş bir Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı yönetmeliği olan Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği, UAEA’nın Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği TS-R-1 baskısına dayanmaktadır.33 Bu belge, fiziki emniyetinden çok radyoaktif maddelerin güvenliği ile ilgilidir. Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından yapılan bir basın açıklamasına göre, nükleer yakıtın taşınması sırasındaki güvenlik denetimleri Bakanlık ve TAEK tarafından gerçekleştirilecektir.34 Nükleer yakıtın taşınması ve elleçlenmesi ile ilgili güvenlik önlemleri, Ön Güvenlik Analiz Raporu’nda (PSAR) açıklanacaktır.35 Risk arttırıcı olarak Türk Boğazları AB, 2014 İlerleme Raporunda, atık yönetimi ile ilgili olarak, “Kullanılmış Yakıt İdaresinin ve Radyoaktif Atık İdaresinin Güvenliği Üzerine Birleşik Sözleşme’ye katılmanın uygun bulunduğuna dair kanunun halen parlamento tarafından onaylanmayı beklediğini” belirtmiştir.36 Öte yandan, şu ana kadar çıkanların en sonuncusu olan kendi 2013 İlerleme Raporunda, Türkiye’nin Avrupa Birliği Bakanlığı, atık yönetimi ve ilgili konulardaki bir dizi adım ve mevzuatı da içeren ve onay ve yapılandırma “sürecinde olan” çeşitli çabaları ve düzenlemeleri listelemiştir.37 Bununla birlikte kendi web sitesine göre, söz konusu Birleşik Sözleşme henüz Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanmamıştır.38 Akkuyu nükleer santral anlaşmasında atık yönetimine, konunun proje şirketinin sorumluluğunda olduğunu belirten bir ifadede değinilmiştir.39 Greenpeace’in Çevresel Etki Değerlendirme Raporu’na ilişkin değerlendirmesinde, atık yönetiminin halen “gizlilik” içinde ele alındığı belirtilmiştir40; hem siyasi muhalefet hem de bazı uzmanlar mevcut belirsizliği katı bir şekilde eleştirmekte41 ve bu durumu, nükleer santrale giren ve çıkan yakıt ve atığın taşınmasının da içinde bulunduğu bir dizi ilave güçlüğün habercisi olarak görmektedirler.42 Nükleer yakıt ve atığın Akkuyu nükleer santraline/santralinden taşınması ve lojistik yönetimi, çok önemli konular olacaktır. Nükleer atığın uygun bir şekilde yönetilmesi, güzergahlara, taşıma yöntemlerine ve nükleer yakıtın ve atığın depolanmasına bağlı olarak özel bir planlama gerektirir. Nükleer yakıtın ve atığın en savunmasız olduğu zaman taşıma esnasındadır. 1998 yılında Greenpeace eylemcileri, karışık oksit yakıtı (MOX) taşıyan bir gemiye Panama Kanalı’ndan geçerken binerek, yük gemilerinin dar deniz kanallarından geçerken ne kadar savunmasız olabileceklerini göstermişlerdir. Greenpeace eylemcileri, gemiye yaklaşmak için gecenin karanlığından yararlanmışlardır. Gemi güverte nöbetçisi, protestocuları kanalın güvenlik personeli sanmış ve gafil avlanmıştır.43 Eylemciler, herhangi bir direnişle karşılaşmadan gemiye çıkmayı başarmışlardır. Rusya’nın Mersin’deki Akkuyu nükleer santraline yakıtı taşımak ve atıkları almak için deniz yolunu kullanacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle Rusya, Çanakkale Boğazı’na ve Türkiye’nin demografik ve mali merkezinin tam ortasında bulunan İstanbul Boğazı’na büyük ölçüde bel bağlayacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 61 Türkiye uluslararası nükleer silahların yayılmasının önlenmesi düzenlemelerine taraftır ve UAEA’nın hem Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin Sözleşme’sini hem de Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği’ni imzalamıştır. UAEA, düzenlemelerini yenilemeye, özgül tavsiyelerde bulunmaya ve bu bağlayıcı belgelerin her ikisinin de güvenlik gerekliliklerini güncellemeye devam etmektedir. Türkiye devleti bu belgelere dayanarak, Enerji Bakanlığı tarafından çıkarılan Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği gibi bir dizi yönetmelik hazırlamıştır.44 Türkiye, Denizde Can Güvenliği Uluslararası Sözleşmesi Bölüm VII’de yapılan değişiklikler yoluyla 1 Ocak 2004 tarihinde yürürlüğe giren ve bağlayıcı hale gelen Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün (IMO) Uluslararası Denizcilik Tehlikeli Yükler Kodu’na da taraftır. Aynı anlaşmadaki Bölüm VII’ye ekli diğer bir bağlayıcı anlaşma, Paketli Işınlanmış Nükleer Yakıt, Plütonyum ve Yüksek Düzeyli Radyoaktif Atıkların Gemilerde Güvenli Taşınması Hakkında Uluslararası Kod’dur (INF Kodu). Türkiye, bu uluslararası düzenlemelere ek olarak, kazaları önlemek için İstanbul Boğazı’ndan geçen gemiler için ilave kurallar uygulamaktadır. Bir kaçını saymak gerekirse, bu kurallar trafik ayırma planlarını, bir kılavuz kaptanın eşlik etmesini ve Türk makamlarına geminin yükü ve seyir planı hakkındaki ayrıntıları verilmesi ön şartını içermektedir. 1990’lar boyunca Türkiye ve Karadeniz’e kıyısı olan diğer ülkeler arasında bir ihtilaf kaynağı olan bu yasalar bazı anlaşmazlıklara yol açmış ve bu anlaşmazlıklar, IMO’nun araya girmesi ve görece Türkiye’nin duruşu ile aynı doğrultuda olan bir orta yol bulması ile çözülmüştür.45 İstanbul Boğazı’nın Asya ve Avrupa yakaları arasındaki mesafe gerçekten çok darlaşmaktadır. Bir bakış açısı vermek gerekirse, örneğin bir RPG’nin etkili menzili 300 ila 500 metre arasında değişirken, İstanbul Boğazı 760 metreye kadar darlaşmaktadır; diğer bir deyişle, tehlikeli madde taşıyan bir gemi, sahile 380 metre kadar yakın olacaktır. Üstelik, Türk makamlarının Boğaz trafiği üzerinde örneğin tehlikeli bir yük taşıyan bir gemi geçerken kaza riskini en aza indirmek için Kuzey-Güney trafiğini geçici olarak durdurmak gibi - bazı kısıtlamalar uygulamasına rağmen, kentin Asya ve Avrupa yakaları arasındaki trafik çoğu zaman tam olarak durmamaktadır.46 Küçük turistik tekneler çoğu kez yasaklara pek kulak asmamaktadır, bu nedenle sahil güvenliğin kullanılması yoluyla toptan bir yasak koymak tatbik edilebilir olmayabilir.47 Deniz kıyısı boyunca uzanan alanlar, evler, demirleme yerleri ve küçük balıkçı limanları ile doludur; bunların tümü, sabotajcılar tarafından Boğazlar’daki yüksek değerli hedeflere patlayıcılarla dolu küçük sandallar ya da küçük saldırı tekneleri ile saldırmak için kullanılabilir. Dahası, bir dökülme durumunda, nükleer ve radyolojik materyalin kontrol altına alınması ve denizden temizlenmesinin önünde teknolojik engeller bulunmaktadır, dolayısıyla sabotajcıların ciddi miktarda tahribata yol açmak için yük gemisini havaya uçurması ya da batırması şart değildir. Öte yandan, gizlilik yoluyla güvenlik sağlama yöntemlerinin tümünün eksik yönleri vardır. Gizlilik, gemi tehlikeli madde taşımıyormuş gibi davranarak ve trafiğin serbestçe akmasına izin vererek sağlanabilir. Yetkililer, yükün radyoaktif niteliğini gizlemeyi ancak yine de trafiği durdurmayı da seçebilirler. Ayrıca, aldatma amaçlı gemiler gönderilerek ve trafik aralıklarla durdurularak da gizlilik sağlanabilir. Trafiğin serbest akışına izin vermek bir kaza olması riskini arttırır ve su üzerinden gelen bir saldırıya müdahale etme kabiliyetini kısıtlar. Türk makamları trafiği geçici olarak durdurduğunda, bu haber Boğazlar’dan geçmeyi planlayan tüm gemilere iletilir48, dolayısıyla olası saldırganları yüksek değerli bir hedef olduğuna dair uyarır. Aldatma amaçlı gemiler kullanılması, trafiğin daha Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 62 sık durdurulması anlamına gelecektir; bu da Boğazları kullanan taşıma şirketleri için seyahat maliyetlerini arttıracak ve muhtemelen IMO’ya Türkiye aleyhine şikayetlerde bulunulmasına yol açacaktır. Rus şirketi, bir önlem olarak gemilerini silahlı muhafızlar ile koruyabilir. Bu, daha önce görülmemiş bir uygulama değildir. 1999 yılında, Fransa’dan Japonya’ya giden 446 kg’lik bir karışık oksit yakıtı sevkiyatına, içinde taarruz tüfekleri, tabancalar, kurşun geçirmez yelekler, gaz maskeleri ve üç tane 30mm top ile donatılmış on üç silahlı İngiltere Atom Enerjisi Kurumu üyesi bulunan bir sürat teknesi eşlik etmiştir.48 İlaveten, Türk Sahil Güvenliği’ne, Boğazlar’dan geçiş sırasında gemilerin yükünü koruma görevi verilmesi de ihtimaller arasındadır. Bazı durumlarda, bir geminin güvenli geçişini sağlamak üzere Türk Deniz Kuvvetleri de göreve çağrılabilir. Nükleer ve radyoaktif maddelerin taşınması hakkındaki mevcut yerel ve uluslararası yasal çerçeve, tüm risklerden ve üçüncü tarafların göreceği hasarlardan göndericiyi, yani işletme şirketini sorumlu tutmaktadır.49 Bununla birlikte, olay sonrası yasal sonuçların ve telafi edici uygulamaların, nükleer risklerin ve kazaların yönetilmesinin temelini oluşturmaktan uzak olduğu tartışmasızdır. Nükleer maddelerin Boğazlar yoluyla taşınmasının fıtri risklerinin ciddiyetinin anlaşılması mühimdir. Emniyet açısından bakıldığında, kara ya da deniz yoluyla bir saldırının gelebileceği konumların çokluğu ve Boğazlar’daki deniz trafiğini etkili bir biçimde durdurmanın tabiatında yatan zorluklar, tehlikeli madde taşıyan gemileri saldırıya açık kılmaktadır. Radyoaktif yakıtın ya da atığın denize sızması, İstanbul’un 14 milyonun üzerinde olan nüfusunu tehdit edebilir, ulusal ekonomiye önemli zararlar verebilir ve bir çoğu dış ticaretleri için günlük olarak Boğazlar’a bel bağlayan Karadeniz’e kıyısı olan devletlere zarar verebilir. Bu nedenle, hükümetler ve işletmeler, Sinop ve Akkuyu için yapılacak atık ve yakıt sevkiyatı ile ilgili sorunları mümkün olan en kısa süre içinde ele almalıdır. Özbek’in50 belirttiği gibi, taşıma sorununa bulunacak çözüm, daha kapsamlı bir Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin (ÇED) hazırlanmasını içermeli ve Türk Sahil Güvenliği, Donanması ve Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı’nın aktif katılımını gerektirmelidir. Yetkili makamlar ister Boğazlar’ın kullanılmasına karar versin isterse başka bir alternatif bulsun, olası bir saldırının sonuçları çok yıkıcı ve onarılamaz olacağından, saldırılara saldırı esnasında karşılık vermeye yönelik önlemlerden ziyade proaktif savunma önlemleri alınması çok önemlidir. Bir geminin yükünün korunması sorumluluğu tamamen yükleniciye bırakılsa bile, Türk makamlarının personel sayısı, ekipman ve varlıklar gibi savunma önlemlerine yönelik asgari gereklilikleri belirli standartlara oturtması gereklidir. Sivil ve Askeri Müdahale Kabiliyetleri Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer (KBRN) kazalara müdahalenin eşgüdümünün sağlanmasından, 2009 yılı 5902 Sayılı Kanun uyarınca Başbakanlık altında kurulan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) sorumludur.51 AFAD’a ayrıca dekontaminasyon yapma ve müdahale ekiplerini ve araçlarını her zaman hazır tutma görevleri de verilmiştir.52 İstanbul dahil olmak üzere on bir şehirde 7/24 esasına göre kurulan birer KBRN ekibinde yirmi kişi görev yapmaktadır; KBRN müdahale kabiliyetlerinin Mersin’i de kapsayan on beş kente daha kazandırılması için çalışmaların sürdüğü söylenmektedir. Ayrıca, AFAD’ın İl Afet ve Acil Durum Müdürlükleri altında 7/24 esasına göre sekiz kişilik ekipleri de faaliyet göstermektedir.53 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 63 AFAD altında bir KBRN Çalışma Grubu faaliyet göstermekte ve risk değerlendirmesi, hazırlık faaliyetleri ve müdahale önlemleri ile ilgilenmektedir. Bu grup iki nükleer enerji mühendisi, bir sivil savunma uzmanı, bir kimya mühendisi, bir kıdemli biyolog, bir ekonomist ve bir veri hazırlama ve kontrol operatöründen oluşmaktadır. Söylenenlere göre, nükleer enerji mühendislerinin ikisi de nükleer güvenlik, nükleer santral kazaları, risk değerlendirme ve beklenmedik durum planlaması konularında eğitilmiştir.54 AFAD’ın KBRN Kapasitesi Arttırma Faaliyetleri, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün kabiliyetlerinin geliştirilmesini kapsamakla birlikte, Genelkurmay Başkanlığı kendi kabiliyetlerinin geliştirilmesinden sorumludur ve AFAD ile sadece koordinatör olarak işbirliği yapmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) radyolojik ve nükleer kabiliyetlerinin geliştirilmesi, 1950’lerin sonlarına kadar uzanmaktadır. İlgili birlik, on yıllar boyunca TSK altında bir KBRN okulu olarak çalıştıktan sonra, 2003 yılında Genelkurmay Başkanlığı NBC Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı olarak yeniden düzenlenmiştir. Okula ek olarak, 1998 yılında bir KBRN Savunma Taburu kurulmuştur. Tabur, 2006 yılında okul ile birleştirilmiştir; okul ise bir yıl sonra Genelkurmay Başkanlığı KBRN Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı olarak yeniden düzenlenerek şimdiki yapısına kavuşturulmuştur. Şu anda Konya ilinde bulunmaktadır ve elli beş personele sahip olduğu belirtilmektedir.55 Okul, acemi erler için 10 haftalık eğitim kursları düzenlenmektedir. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı’na ve Genelkurmay Başkanlığı’nın KBRN kabiliyeti edinme ve modernizasyon programlarına teknik destek sağlamaktadır. Bunlara ek olarak, sivil personele bir ila beş hafta süren eğitimler vermekte ve KBRN savunması konusunda üniversitelerde seminerler, atölyeler ve konferanslar düzenlemektedir.56 TSK komutası altında iki tür KBRN savunma kuvveti vardır. Bunların biri, üç dekontaminasyon mangası ile üç keşif mangasından oluşan KBRN Savunma Taburu’dur. Savunma taburunun başlıca amaçları KBRN savunmasını yönetmek, KBRN ile ilgili düzenlemelerin ve kılavuzların hazırlanmasına yardımcı olmak ve TSK bünyesindeki üç kuvvetin hepsine eğitim vermektir. Ayrıca, bu mangaların varlığının ana sebebi, savaş sırasında muharebe alanında orduya yardımcı olmaktır. Bunlar, yüksek KBRN riski bulunan alanlarda harekat yapmak üzere eğitilmiştir ve manga seviyesinde harekat yapma kabiliyetine sahiptir. İkinci grup ise bölük büyüklüğünde bir kuvvet olan ve bağımsız olarak harekat yapma kabiliyetine sahip mangalardan oluşan KBRN Özel Müdahale Kuvveti’dir (ÖMK)57. Özel Müdahale Kuvveti, TSK’nın KBRN tespit, teşhis, savunma ve müdahale kabiliyetinin omurgasını oluşturmaktadır ve sivil faaliyetlere de yardımcı olabilir. Başlangıçta, ÖMK’ler çift görevli58 personelden oluşmaktaydı; yani KBRN çalışmalarına zamanlarının tamamını ayıramıyorlardı ve çoğu kez birkaç yıl sonra tayin oluyorlardı, bu da gerçekten uzmanlaşmış ve deneyimli KBRN müdahale ekiplerinin bulunmamasına yol açıyordu. Ayrıca, Türkiye’nin KBRN mevzuatı ve planlamasının tamamı NATO’ya uygun olmakla birlikte, Türkiye’nin KBRN ekipmanı oldukça yakın bir zamana kadar birinci sınıf değildi59. Bu durum, birliğin 2012’de Konya’ya yerleşmesi ile iyileşmiştir. Personel daimi hale gelmiş ve ekipman, son teknoloji ile yenilenmiştir. Halihazırda TSK’nın KBRN doktrini, ekipmanı ve kabiliyetleri NATO ile uyumludur. ÖMK, havadan nakil kabiliyetine sahiptir ve Türkiye sınırları içindeki herhangi bir olaya 24 saatten az bir zaman içinde müdahale edebilir.60 KBRN ÖMK, sivil müdahalelere yardımcı olmak için de kullanılabilir. AFAD’ın Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer Tehlikelere Dair Görev yönetmeliğine Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 64 göre, TSK, “Ulusal KBRN Risk Analizi”ni Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu ve valilikler ile birlikte koordine ve takip etmekten sorumludur. TSK ayrıca talep üzerine sivil KBRN savunma ve müdahale çabalarına yardımcı olma sorumluluğunu da taşımaktadır. KBRN müdahale birliğine olan talebin gittikçe artması üzerine TSK, daha sonra sivil makamların yardım için doğrudan KBRN ÖMK’lere başvurmak yerine ilk olarak TSK’ya başvurmasını gerektiren bir koşul eklemiştir. Silahlı Kuvvetler aynı zamanda “KBRN silahları, maddeleri ve bu özelliklere sahip atıklar kullanılarak yapılan kaçakçılık, terör ve sabotaj eylemleri hakkındaki istihbaratı, duyumları ve haberleri bildirme” görevini de taşımaktadır.61 Mevcut yetkilerine göre, TSK özel şirketlere yardım etme sorumluluğu taşımamaktadır. Bu nedenle, ülkenin gelecekteki nükleer santralleri için yakıt ve atık sevkiyatını korumak için KBRN ÖMK kaynaklarının kullanılması düşük bir olasılıktır.62 Nükleer santralde gerçekleşebilecek beklenmedik durum planlarının hazırlanması için Silahlı Kuvvetler’in KBRN kaynakları kullanılabilir ve kullanılmalıdır; ancak kaynakların şu andaki boyutu nükleer santrallerin emniyetini sağlamak için tek başına yeterli değildir. ÖMK’nın kabiliyetlerinin en doğru biçimde kullanılacağı şekil nükleer santrallerin fiziki emniyetinin sağlanması değildir. Nükleer faaliyetlere yapılacak bir saldırıdan kaynaklanan hasarlar çok ciddi ve geri döndürülemez olabileceğinden, güvenlik önlemleri bulunmasının başlıca amacı her şeyden önce nükleer bir tesise yapılacak saldırıları önlemek ve saldırganları nükleer bir felakete neden olduktan sonra değil önce engellemektir. Bu durum, önleyici savunma tedbirleri alınmasından sorumlu daimi bir personelin belirlenmesi ile eğitilmesini ve sorumlu kurumlar arasında açık bir komuta zincirinin oluşturulmasını daha da önemli bir hale getirmektedir. Aynı nedenle, nükleer tesisleri ve maddeleri korumak için alınan savunma tedbirleri ile önleyici tedbirler kusursuz olmalıdır. Bu bakımdan başarı kriteri, saldırıların çoğunu değil hepsini engellemektir. Hükümetin ve güvenlik güçlerinin, nükleer emniyet yöntemleri ile ilgili sıfır tolerans politikaları benimsemeleri gereklidir. Türk düzenleyici kurumları, saha içi savunma ve emniyet önlemlerinin çevredeki tehdit ortamını yansıtacak şekilde oluşturulmasını sağlamalıdır, ancak devlet öncelikle saha dışı müdahaleyi organize etmekten ve saha içi önlemleri takviye etme kabiliyetlerini planlamaktan sorumludur. Türk güvenlik güçlerinin, bir önceki bölümde daha derinlemesine incelenen ve oldukça düşük ihtimalli olduğu değerlendirilen, devlet kaynaklı aşırı tahripkar saldırılar haricindeki olası saldırganlara karşı kendisini koruyabileceği düşünülmektedir. Saldırganların uzun namlulu tüfekler, roketatarlar, mayınlar, el yapımı patlayıcılar taşıyan bombalı araçlar gibi çeşitli silahlar ve başarılı olmalarını sağlayacak taktikler ile donatılmış az sayıda kişiden oluşması daha olasıdır. Bu nedenle, önemli olan saha dışı müdahalenin ve Jandarma öncülüğündeki takviye kuvvetlerinin büyüklüğü değil, daha ziyade bunların müdahalesinin çabukluğu, sahada bulunan ve ilk müdahaleyi yapan kişiler ile kesintisiz iletişim halinde olmaları ve karmaşık asimetrik tehditler ile başa çıkabilme yetenekleridir. Büyük ve hantal bir sabit birlik yığılması yerine bir ani müdahale kuvveti kullanılması, savunma ekonomisi açısından da daha mantıklı olacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 65 ORTAK BİR SORUMLULUK ALANI OLARAK İÇERİDEN KAYNAKLANAN TEHDİT Türkiye devleti ve proje şirketlerinin tesis dışı ve içi güvenliği sağlamak konusunda net çizgilerle ayrılmış ve birbiriyle çok az noktada kesişen sorumluluklara sahip oldukları bir senaryo genel itibariyle mümkündür. Aynı durum, o kadar olmasa da, nükleer yakıt ve atıkların taşıma sırasındaki güvenliğinin sağlanması için de geçerli olabilir. Fakat tarafların işbirliği yapmaya mecbur olacakları ve ortak sorumluluğa sahip olacakları önemli bir alan vardır; bu alan, tesiste çalışacak ve buradan itibaren içeride çalışanlar olarak anılacak olanlar başta olmak üzere, nükleer operasyonda yer alacak personel ile ilgilidir. İçeride çalışanların herhangi bir sabotaj ya da hırsızlık teşebbüsüne dahil olmaları, bu teşebbüslerin başarı olasılığını çok büyük oranda arttırır. İçeride çalışan “meselesi”, nükleer tesisler de dahil olmak üzere tüm teşkilatlarda her zaman mevcut olan bir risktir. Olaydan sonra geriye bakıldığında son derece açık görünebilecek tehlike emareleri olsa bile, tehditlerin zamanında belirlenmesi her zaman kolay değildir. Bu nedenle, güvenlik sisteminin yalnızca belirli bir unsuruna yoğun bir şekilde odaklanan, tek boyutlu ve tek katmanlı bir güvenlik düzenlemesine güvenilmesi tavsiye edilmemektedir. Bu tür görünüşte zaafı bulunmayan düzenlemeler mevcut olduğunda bile, kurallara uyulmayacağı ya da kuralların göz ardı edilebileceği olasılığının her zaman mevcut olduğunun akılda tutulması önemlidir. Ayrıca, bu tür ihlaller her zaman kötü niyetli olmayabilir; bunlar, “diğer karmaşık nedenlerden” doğabilir ve sadece kendileri risk oluşturmakla kalmaz, içerideki ve/veya dışarıdaki kötü niyetli kişiler için fırsatlar yaratabilir ya da gelecekte kullanılabilecek fırsatlara işaret edebilirler. İçeride çalışanların, büyük zararlara neden olmak için saldırılara doğrudan katılmalarına gerek yoktur. Dışarıdan bir kuvvet tesisin zayıflıklarını belirleyene ve taşınan nükleer maddelere ya da tesisin kendisine saldırmak için en uygun zamanı hesaplayana dek, zaman boyunca yavaş yavaş ufak tefek hassas bilgiler sağlayabilirler. Ayrıca tesis çalışanları, inşaat işçileri ve bakım işçileri başlangıçta sadık çalışanlar olabilirler, ancak daha sonra “akılları çelinebilir” ya da zor yoluyla mecbur bırakılabilirler. Kurum kültürü ve çalışan memnuniyeti, bu açıdan çok belirleyici olabilecek diğer unsurlar olarak öne çıkmaktadır. Neticede Bunn ve Sagan’ın işaret ettiği gibi, “tehditler farklı ve karmaşık şekillerde ortaya çıkmaktadır” ve riskleri ve sistemi “mümkün olduğunca gerçekçi bir şekilde” sürekli olarak değerlendirmek ve sınamak önemlidir.64 Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kimlik sorgulaması ve askeriyenin ve emniyet güçlerinin topladığı istihbarat, içeriden tehdit oluşturabilecek çalışanların Türk nükleer santrallerine kendilerini yerleştirip yerleştirememesinde belirleyici bir rol oynayacaktır; ancak bu yöntemlerin sorunu çözmesi ya da içeriden kaynaklanan tehditleri ve doğacak riskleri tamamen ortadan kaldırması beklenemez. Ayrıca, Akkuyu’daki bazı tesis çalışanları Rus kökenli olacaktır, bu da Türk kurumlarının Rus mevkidaşları ile işbirliği yapmasını gerektirmektedir. Tesis çalışanları zamanla içeriden tehdit oluşturabilecek kişilere dönüşebileceğinden, Türk ve Rus kurumları arasındaki işbirliği, ayrıca proje şirketi ile - tesisin inşaat ve işletme aşamaları boyunca saha içi güvenliği sağlaması için kiralayacağı - güvenlik şirketi arasındaki işbirliği çok önemli bir role sahiptir. Bu durum Sinop NGS için de geçerli olacağından, Türk devleti ve ilgili kurumları, bu alandaki işbirliğinin çerçevesi konusunda mevkidaşları ile görüşmeye başlamalıdır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 66 Derinlemesine Güvenlik: Mevcut Kurumsal Engeller Nükleer bir santrale saldıracak kadar cüretkar ve yetkin olan saldırganlar, tesis tasarımındaki içsel zayıflıkları ve tesisin operatörleri tarafından uygulanan güvenlik rutinlerini titizlikle inceleyecek ve bunlardan yararlanmayı deneyeceklerdir. Bu nedenle, herhangi bir emniyet kültürünün çok önemli özelliklerinden birisi, hatta belki de en önemlisi, kendi kendini değerlendirme ve denetleme yetisidir. Mütecaviz ve müdafi kuvvetlere ayrılarak gerçekçi senaryolar uyarınca yapılacak canlı kuvvet (force on force) tatbikatları gibi sağlam değerlendirme ve denetleme usullerinin yokluğunda, bu içsel kör noktalar, istismar edilebilir fırsatlar olarak kalacaktır. Bunun olmamasını sağlamak için, emniyet önlemlerinin etkililiğinin ölçülmesine yönelik ölçütler oluşturulmalıdır. Bu noktada, başlıca paydaşlar olarak değerlendirilmesi gereken Türk kurumları arasında, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı (ve buna bağlı olarak İçişleri Bakanlığı), Milli Savunma Bakanlığı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) ve Başbakanlık vardır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) da içeren diğer ilgili devlet kurumları tamamlayıcı bir rol oynayabilir. Küresel nükleer sektöründen, nükleer güce sahip devletlerden ve uluslararası kuruluşların önerilerinden alınan dersler, bu ölçütlerin oluşturulması için önemli rehberler olacaktır. İkinci görev, söz konusu ölçütlerin karşılanıp karşılanmadığının düzenli aralıklarla katı bir şekilde değerlendirilmesidir. Bu, Türkiye’deki mevcut kurumsal bağlamda sorunlu olacaktır. Öncelikle TAEK’in bağımsızlığı tartışmalıdır. Örneğin TAEK başkanı doğrudan Başbakan tarafından seçilmekte ve Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Enerji Bakanı tarafından ortak olarak atanmaktadır. Politik makamlar, TAEK bütçesi ve teşkilatı üzerinde hakimiyete sahiptir. Bu koşullarda, herhangi bir düzenleyici kurum kağıt üzerinde bağımsız görünse bile, politik baskılar nedeniyle fiilen bağımsız olmayabilir. Bunların ötesinde, örneğin Atiyas, düzenleyici kurumun şeffaflığının ve hesap verebilirliğinin (TAEK bunların ikisine de sahip değildir), bağımsızlığını sağlayan önemli bileşenler olduğunu öne sürmektedir. Dahası, Atiyas’a göre, bir düzenleyici kurumun kararlarının kamuoyu denetimine açık olması, söz konusu kurumun işini ciddiye almasına neden olmakta ve kararlarının genel kalitesini arttırmaktadır65. Mevcut bürokratik sistemin içinde kemikleşmiş bir kuruma bu görevin verilmesi, muhtemelen günümüzde Türk karar verme mekanizmalarında adeta bir salgın gibi yaygın grup düşüncesinin devamı ile sonuçlanacaktır. Bu iş ister TAEK’e yetki verilerek isterse ayrı bir yetkili kurum kurularak yapılsın; nihai hedef, bağımsız (bütçe, üyelerinin atanması üzerindeki hükümet kontrolü ve nükleer proje şirketlerinin nüfuzu bakımından), politik etkilere karşı bağışıklığa sahip ve tesis işletmecileri tarafından yolsuzluğa itilmeye dayanacak kadar şeffaf olan bir kurum yaratılması olmalıdır. Yetkinlik, bu görevin layıkıyla yerine getirilmesi için elzem ölçütlerden birisidir. Bu bakımdan kaygılandırıcı olgulardan bir tanesi, Türkiye’de nükleer güvenlik ve emniyet konusunda bilgili teknokratların, güvenlik personelinin, bilim insanlarının ve yetkililerin sayısının son derece sınırlı olmasıdır. Bilgi sahibi insanların noksanlığı, tesisin emniyet ve güvenlik usullerini değerlendirme ve denetleme görevi verilen kurumun yetkinliğini kısıtlayacaktır. 2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı himayesinde yapılan bir nükleer teknoloji transferi konferansının sonuç raporuna göre, 1962 ile 2010 yılları arasında, nükleer alanda eğitim veren okullardan sadece 315 lisans, 615 yüksek lisans ve 135 doktora öğrencisi mezun olmuştur.66 Ayrıca, bu öğrencilerin bir kısmı, nükleer sahada çok az pratik işleve sahip olan alanlara ya da diğer çalışma ya da meslek alanlarına kaymışlardır. Türkiye’nin Rusya ile yaptığı Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 67 anlaşmanın bir parçası olarak Türk öğrenciler Rus üniversitelerinde bu alanlarda eğitilmekte olmakla birlikte, bu öğrencilerin çoğu tesisin işletiminde istihdam edileceğinden, bağımsız bir düzenleyici ve denetçinin kabiliyetlerine etkili bir biçimde katkıda bulunamayacaklardır. TAEK, bu kabiliyete sahip olmadığından, değerlendirme süreci için birkaç kez dışarıdan hizmet almıştır; bunun son örneği Çek Cumhuriyeti menşeli UJV Rez, a.s. şirketi ile yapılan ve Ağustos 2014’te sonuçlandırılan “Akkuyu nükleer santrali için inşaat ruhsatı başvurusunun incelenmesi ve değerlendirilmesinde teknik destek hizmetleri alınması” üzerine yapılan anlaşmadır.67 Bu, kısa vadede uygulanabilir bir seçenek olabilir, ancak nükleer santrallerde alınan güvenlik önlemleri ile ilgili bilgilerin hassas niteliği nedeniyle uzun vadede uygulanabilir değildir. Düzenlemelerin düzgün bir şekilde uygulanmasını sağlamaya ek olarak, hem daha hassas nükleer güvenlik ve emniyet önlemlerinin hazırlanması, hem de herhangi bir kriz senaryosunda acil durum müdahale önlemlerinin koordine edilebilmesi için, yerli kabiliyetlere sahip olunması çok önemlidir. Düzenleyici çerçeve, daha üst boyutta tehdit ve risk yönetimine yönelik bir çerçeve sağladığından, hayati öneme sahip hale gelmektedir. Rosatom temsilcileri de Türkiye’nin bu konudaki eksikliklerini dile getirmişlerdir.68 TAEK internet sitesinde, radyoaktif ve nükleer emniyet konusunda birkaç düzinenin üzerinde yönetmelik, yönerge, yasa ve direktif mevcuttur.69 İnternet sitesine göre, nükleer beklenmedik durum planları hakkında şu anda beklemede olan iki taslak yönetmelik vardır. Bunların ilki, Nükleer Tesisler İçin Ekipman Tedarik Sürecine ve İmalatçıların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, ikincisi ise URAP, yani ulusal radyasyon acil durum planıdır. Türkiye’nin gelecekteki nükleer programını yönlendiren yönetmeliklerin çoğu uluslararası standartlara uygundur ve Türkiye’nin nükleer silahların yayılmasının önlenmesi ve nükleer güvenlik taahhütleri ile aynı doğrultudadır. Nükleer tesisleri inşa edilene ve devreye girene dek ülkenin daha birkaç yıl süresi olduğu dikkate alınırsa, ilgili makamların gerekirse yeni düzenlemeler hazırlamak için bol miktarda vakti vardır. Ancak düzenlemeler, buz dağının sadece görünen kısmıdır. Tıpkı proje şirketinin önceden belirlenmiş güvenlik önlemlerine layıkıyla uymasının sağlanmasında olduğu gibi, ülkenin nükleer programının tüm boyutlarını yönlendiren düzenlemeleri uygulatma yetisi, belki de düzenlemeleri oluşturmaktan daha önemlidir. Bu durumda uygulatma yetisi, yönetici kurumun, nükleer santral ile ilgili özel şirketlerin yanısıra devlet kurumları üzerindeki fiili gücüne bağlıdır. Aslına bakılırsa, bu yetkili kurumun, düzenlemelerde belirlenen koşulların karşılanmasını sağlamak için ilgili bakanlıkları, devlet kurumlarını ve güvenlik güçlerini etkileyebilmesi gereklidir. Halihazırda bu gereklilikleri karşılayabilecek bir Türk kurumu yoktur. Örneğin, görünüşe göre nükleer konularda birincil yetkili TAEK’tir ve KBRN acil durum müdahalesinden AFAD sorumludur; ancak bunların ikisi de, belirli bir beklenmedik durum senaryosunda, olası bir tehdide müdahale etmek için gerçek kabiliyete sahip olan askeriyeye harekete geçmesi yönünde emir verme yetkisine sahip değildir. Bu itibarla, kurumlar arasındaki işbirliği, mevcut yatay karar verme ve uygulatma yapısındaki bürokrasi ve yetki dağılımı sorunları nedeniyle güçleşmektedir. Türkiye’de ABD Ulusal Güvenlik Bakanlığı gibi düzenlemeleri dikey olarak uygulatabilecek bir kuruluş bulunmadığından, Türkiye’de güvenlik konusu, güvenliğe ilişkin alışılagelmiş düşünce şekli ve uygulama kalıplarının dışına çıkmamaktadır. Öngörülen yetkili kurum, devlet kurumlarına ve özel işletmelere sözünü geçirmeye ek olarak, nükleer santralin işletimi ile ilgili kamu hizmeti kuruluşlarına ve dağıtım şirketlerine de talimatlar verebilmelidir. Bu kurumlar, mali kaygılardan ötürü öncelikle nükleer santralleri mümkün olduğunca çabuk işletime alma ve Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 68 mümkün olduğunca uzun bir süre işletimde tutma ile ilgileneceklerdir. Acil bir durumda, kamu hizmeti şirketlerinin, halk sağlığını finansal maliyetlerden önde tutacakları kesin bir şekilde varsayılamaz. Özel şirketler, bir krize müdahale ederken varlıklarının koruyabildikleri kadarını korumaya çalışacaklardır ve ekipmanlarını feda etmelerini gerektiren tesiri kuvvetli önlemler almayabilirler. Bir çıkar çatışması olması durumunda, kamu sağlığına ve güvenliğine öncelik verecek güçlü bir kuruma ihtiyaç duyulmaktadır. Bunu yapabilmesi için, söz konusu kurumun şirketler üzerinde, örneğin nükleer santralin çalışmasını durdurma ya da yüklenici izinlerini iptal etme yetkisi gibi, yaptırım gücüne sahip olması gereklidir. “Nükleer Düzenleme Kurumu” isimli bir kurumun kurulmasını öngören yeni “Nükleer Enerji Kanunu”nun Başbakanlık’ın gündeminde olduğu belirtilmektedir. İddialara göre, bu yeni yetkili Kurum’a, bu çalışmada savunulan yetkilere çok benzer görünen yetkiler verilecektir. Kurumun, başkanı ve üst düzey yöneticileri görevden alınacak olan TAEK’in yerini alacağı ve TAEK’in sadece araştırma amaçlı bir kuruluşa dönüştürüleceği varsayılmaktadır. Söz konusu Kurum diğer herhangi bir kamu kurumuna ve bireye karşı sorumlu olmayacak ve tam idari ve mali bağımsızlığa sahip olacaktır. Ayrıca, yeni Kurumun kararları kati olacak ve uygunluğu denetlenemeyecektir. Teklif, yeni düzenleyici kurumun, 4734 Sayılı Kamu İhale Kanunu’na, 2886 Sayılı Devlet İhale Kanunu’na ve 5018 Sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na tabi olmayacağını da belirtmektedir. “Nükleer enerji ve radyoaktif atık tesislerine yer seçimi... lisans, izin, inşaat, işletme ve işletmeden çıkarılma gibi konular” ile ilgili şartları belirleyecektir. Ayrıca, “nükleer kazalar” konusundaki sorumluluk hususu da, yükümlülüğü ekseriyetle operatöre yükleyen uluslararası normlara ve kurallar vasıtasıyla çözülmüş görünmektedir.70 İddialara göre, kanunun, nükleer silahların, patlayıcıların ve radyoaktif serpinti cihazlarının üretimini, ithalini, ihracını ve bulundurulmasını yasaklayarak nükleer silahlanmanın men edilmesi ve suç sayılması hakkında bir hüküm içeriyor olması da takdir edilmelidir.71 Bu olumlu değişikliklere rağmen, bu kanun teklifi Akkuyu’yu Kamu İhale Kanunu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu gibi çeşitli yasa ve düzenlemelerden muaf tutmaktadır. En iyi uluslararası uygulamaları karşılayan bir emniyet ve güvenlik rejimine sahip olmak için, ülkenin yeni istisnalar yaratılmasına ve kuralların daha da esnetilmesine değil, daha fazla şeffaflığa ve tek tipliğe ihtiyacı olduğu açıktır. Şeffaflık meselesi, kanunun gizliliği düzenleyen kısımları söz konusu olduğunda da öne çıkmaktadır. Görünüşe göre bu kanun teklifi, mevcut taslağıyla, Türkiye’nin şu anda şeffaf olmayan nükleer kültürünü düzeltmek için pek bir şey sağlamamaktadır. Teklif edilen çerçeve ile ilgili kaygıların çoğunun büyük ölçüde Türkiye’deki politik ve kamu yönetimi kültürü ile, kısmen de mevcut hükümetin ve liderliğinin kendine has özellikleriyle ile ilgili olduğu açıktır. Belirtilen Nükleer Enerji Kanunu ile öngörülen şekilde ya da başka şekilde, ülkenin nükleer programının yönetim şeklinde reform yapılması gereklidir. Ancak, tek başına bu da yeterli olmayacaktır. Mikro düzeyde, nükleer santraller ülke için kritik tesislerdir; ancak makro düzeyde bu santraller aynı zamanda kritik ulusal altyapının ayrılmaz parçalarıdır ve toplam KEA/KUA çerçevesinden bağımsız olarak değerlendirilemezler. Büyük ölçekli beklenmedik durum planlamasına yönelik günümüzdeki yaklaşımlar, yoğun olarak 17.000 kişinin ölümüne yol açan ve yarım milyon insanı evsiz bırakan 1999 İzmit depreminden çıkarılan derslere dayanmaktadır. KEA ile ilgili hiçbir mevcut güvenlik riskinin, Türkiye’nin nükleer altyapısına yapılacak bir saldırının vehameti ile mukayese edilemeyeceği vurgulanmalıdır. Nükleer enerjinin zorluklarının farkında olan ve bunları içselleştirmiş kifayetli bir emniyet kültürünün var olduğu söylenemez. Genel zihniyet, daha ziyade toptan Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 69 bir yaklaşıma işaret etmektedir. Örneğin, KEA’ya yönelik güvenlik tehditleri ile mücadele etmekle görevli Türk kurumlarında hakim olan kültür, enerji santralleri tarafından işletilen bilgi sistemlerini ve iletim hatlarını kapalı sistemler olarak ele almaktır. Şu anda, KEA’ya yapılacak bir saldırının ciddiyeti, münferit sistemlerce üretilen ya da taşınan enerjinin miktarına dayanan bir formül kullanılarak değerlendirilmektedir. Bu formül ayrıca, ulusal elektrik şebekesinin, belirli bir miktarda enerjiyi telafi edebilmesi ya da yerini doldurabilmesi ile KEA tarafından toplamda sağlanan enerji miktarını da kıyaslamaktadır. Böylesi bir yaklaşımın nükleer santrallere yapılacak saldırılardan kaynaklanabilecek hasarın boyutunu neredeyse tamamen ihmal ettiği ve bunun yerine tehdit değerlendirmesini sadece bir arz ve talep formülü üzerine oturttuğu inkar edilemez.72 Bu nedenle Türkiye’nin mevcut zihniyeti, UAEA tarafından benimsenen nükleer emniyet kültürüne ya da emniyete bakış açısındaki derinliğe uymamaktadır. Ayrıca, halihazırda ulusal düzeyde kritik altyapı için eşgüdüm sağlayıcı bir yapı yoktur. Tüm kurumlar ve bakanlıklar, kendi yetki alanlarına girdiğini düşündükleri konular ile uğraşmaya çalışmaktadır. Bu tür bir yaklaşımın önemli bir menfi etkisi, sadece kurumlar arasında çıkar çatışmaları yaratması değil, aynı zamanda kaçınılmaz olarak, hiç kimsenin gerektiği şekilde sorumluluk almadığı “gri bölgelerin” ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Örneğin boru hatlarının güvenliğinden ve korunmasından hem jandarma hem de polis sorumludur. Bununla birlikte düzenlemenin yasal çerçevesi, mevcut Ev Sahibi Ülke Anlaşması’dır. Ancak – ülkenin nükleer anlaşmaları için böyle bir anlaşmanın yapıldığı, en azından şimdilik, bilinmemektedir. Bu nedenle, nihai sorumluluğun kimlerde olduğu belirsizdir. Bu zorlukların üstesinden gelmek için, ulusal düzeyde kritik altyapının korunmasıyla görevlendirilmiş olan etkili ve bağımsız bir koordine edici kurum kurulması gereklidir. Bu kurumun, ancak karar verme sürecinde kilit rol oynayacak tüm paydaşlardan girdi aldığı ölçüde etkili olabileceği ortadadır. SONUÇ VE ÖNERİLER Türkiye’nin karşı karşıya olduğu temel sorunlar, aşağıdaki şekilde özetlenebilir: 1) Nükleer emniyet kültürü oluşturulması ve teşvik edilmesi ile derinlemesine bir savunma stratejisi kurulması ihtiyacının kabul edilmesi, 2) Kritik elektrik altyapısı / ulusal altyapının tanımlanması ve önceliklendirilmesi, 3) Yetki ve sorumlulukların sahipliği ve paylaşılmasıyla ilgili net usullerin belirlenmesi, ulusal ve uluslararası yükümlülüklerin uygulanmasını denetlemek için gerçekten bağımsız ve yetkin bir düzenleyici kurum kurulması, 4) Nükleer işbirliği çerçevesinde Rusya ve Japonya ile ilişkilerin yönetilmesi. Nükleer maddeler ve altyapı, yüksek riskli hedeflerdir. Tek bir saldırının, ülkenin nüfusu, ekonomisi ve tabiatı üzerinde muazzam bir etkisi olabilir. Savunma önlemlerinin kısıtlı olduğu nükleer ve radyolojik maddelerin nakliyatı sırasında ve maddeler birden fazla güzergahta aktarıldığında, risk artmaktadır. Bu gibi alanlarda, saldırı, savunmaya göre bir avantaja sahiptir ve maddeler Türk Boğazları gibi yüksek öncelikli alanlardan geçerken risk özellikle yüksektir. Bu nedenle, Türkiye’nin nükleer altyapısının savunulması için başarı ölçüsü sonuca ulaşan saldırıların sayısının az olması değil, saldırıların hiçbirinin sonuca ulaşmamasıdır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 70 Bu nedenle, önleyici tedbirlere öncelik veren istihbarat odaklı bir müdafaa yaklaşımı, nükleer santralin fiziki savunmasının aşılmazlığı kadar önemlidir. Bu gerçeğin en iyi örneği, içeride çalışanlardan kaynaklanan tehditlerdir. Faillerin halihazırda içeride olması durumunda, en aşılmaz savunmalar bile işe yaramaz. Kurum içi ve kurumlar arası işbirliği, iç ve dış saldırılara karşı müdafaanın önemli bir parçasıdır. Ayrıca, nükleer santral çalışanlarının bazılarının yabancı kökenli olduğu dikkate alındığında, yükleniciler ve yabancı ülkelerin istihbarat kurumları ile işbirliği yapılması zorunludur. Bu, ülkedeki mevcut istihbarat ve emniyet kültüründe önemli bir değişiklik yapılmasını gerektirmektedir. Bu gruplar, kurumsal hiyerarşi, komuta zinciri, yetkileri başkasına devretme ve sorumluluk üstlenme ile ilgili konularda genellikle aynı fikirde değildir. Aslına bakılırsa bu konular bir rekabet kaynağıdır ve işbirliğinin tam potansiyeline erişmesini engellemektedir. Bu kurumsal yapıları oluşturabilecek net bir yasal çerçevenin bulunmaması ve düzenlemelerin belirsizliği, işbirliği eksikliğini daha da kötü bir hale getirmektedir. Ayrıca, önleyici planların Emniyet Genel Müdürlüğü operasyonlarında bir yeri olsa da, bunlar askeri zihniyette önemli bir rol oynamamaktadır. Güvenlik güçlerinin müdahalelerini planlarken başvurabilecekleri birçok düzenleme vardır; bunlar arasında doğrudan nükleer emniyet ile ilgili olanların yanı sıra, 1988 Sabotajlara Karşı Koruma Yönetmeliği73 ve Terörle Mücadele Kanunu74 gibi daha geniş bir çerçeve sağlayan düzenlemeler mevcuttur. Ancak bu kanunların daha çok sabit, koruyucu önlemler öngördüğünün belirtilmesi önem taşımaktadır. Türk yasama organları, kritik ulusal altyapı politikalarını hazırlarken, istihbarat odaklı bir savunma kültürünün içerilmesi için somut planlara yer vermelidirler. Bununla birlikte, istihbarat ve önleyici eylemler, her saldırıdan korunmayı garanti etmez. Bir tesisin fiziki tehditlere karşı korunması söz konusu olduğunda, Türk güvenlik güçlerinin genel kabiliyetleri - herhangi bir saldırıya karşı ilk müdahaleyi yapacak olan saha içi güvenlik güçlerinin yetkinliğine kıyasla - ikinci derecede önem taşıyacaktır. Saha içi emniyet, diğer kritik enerji altyapısı alanlarının mevcut uygulamalarına ve Rusya ile Türkiye arasındaki hükümetler arası anlaşma ile sağlanan mevcut çerçeveye bağlı olarak, büyük olasılıkla ilgili proje şirketleri tarafından sözleşme yapılacak özel Türk güvenlik şirketi tarafından sağlanacaktır. Bu durum muhtemelen radyoaktif ve nükleer kargonun nükleer santrale/ santralden taşınması sırasında da geçerli olacaktır. Mevcut yasal ve düzenleyici belirsizlikler, durumu daha da karmaşıklaştırmaktadır. Saha içi güvenliğin sağlanması proje şirketlerinin sorumluluğunda olsa da, nükleer santrallerin emniyetini sağlamak için kamu makamlarının daha kapsamlı bir yaklaşım geliştirmeleri gereklidir. Birincisi, bu makamlar, saha içi güvenlik personelinin temel kabiliyetlerine, sayısına, teçhizatlarına ve davranış kurallarına yönelik olarak, 11 Eylül saldırılarının ardından ABD tarafından kabul edilenlere benzer kapsamlı şartlar oluşturmalıdır. İkincisi, devlet kurumları söz konusu güvenlik personelinin uygun eğitime sahip olmasını ve tercihen, düşük olasılıklı ama yüksek etkili saldırı senaryoları da dahil olmak üzere gerçekçi beklenmedik durum senaryolarına dayanan düzenli canlı kuvvet (force-on-force) tatbikatları yapmalarını sağlamalıdır. Üçüncü olarak devlet, aşağıdakileri içeren ancak bunlarla sınırlı olmayan konulardaki yasal belirsizlikleri açıklığa kavuşturmalıdır: proje şirketleri, saha içi güvenlik şirketleri, Türk güvenlik güçleri ve Türk idari organları arasındaki iletişimin koordine edilmesinden hangi devlet kurumunun sorumlu olacağı, saha içi güvenlik güçlerinin ne ölçüde hazır olduğunun denetlenmesinden kimin sorumlu olacağı. Bu sorular ve Türk güvenlik güçleri ile özel güvenlik personeli arasındaki işbirliğinin yapısı, nükleer ve radyolojik maddelerin taşınmakta olduğu zamanlar için de geçerlidir. Bunlara ek olarak, istihbarat paylaşımı konusu da bir başka belirsizlik kaynağıdır. Saha içi ve saha dışı güvenlik güçleri ile her iki ülkenin istihbarat kurumlarının eyleme dönüştürülebilir Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 71 istihbaratları paylaşmalarının gerekeceği kesindir ancak şu anda bunu mümkün kılmak için bilinen herhangi bir mekanizma mevcut değildir. Üstün askeri teknolojiye erişime sahip ve terör örgütleri ile mücadelede onlarca yıllık deneyimi olan Türk güvenlik güçleri, NATO’daki en büyük ikinci ordu olarak, olası saldırganları püskürtmek için son derece iyi donanımlıdır. Saha içi güvenlik güçlerine yardımcı olacak biçimde saha dışı müdahaleye destek sağlayabilirler. Bu durumda sorun güvenlik güçlerinin boyutu değil, bu güçlerin hızlı müdahale kabiliyetleri, muhtemel tehditlere karşılık vermek üzerine aldıkları eğitim, çeşitli beklenmedik durumlara yönelik teçhizatları ve saha içi ilk müdahaleyi yapan güçler ile kesintisiz iletişim halinde olmaları gibi diğer etkenlerdir. Bu durumda en önemli nokta, saha dışından müdahale eden güvenlik güçlerinin, nükleer santrallere özgü tehditleri içeren ve saldırganların yetkin olduğunu öngören çeşitli senaryolar ile başa çıkmak için eğitimli olmaları ve düzenli olarak tatbikat yapmalarıdır. Türkiye KBRN senaryoları ile başa çıkmak üzere eğitilmiş bazı sivil ve askeri personele sahip olsa da, bu personelin çoğu KBRN saldırıları gerçekleştikten sonra alınacak önlemlere dair eğitilmiştir ve bu nedenle mevcut kabiliyetleri ile önleyici/ihtiyari güvenlik tedbirlerinde etkili bir rol oynayamayabilirler. En azından saha dışı ve saha içi müdahale güçlerinin eğitimi, denetlenmesi ve belki desteklenmesi için ilaveten bir rol üstlenebilecek tek kuvvet, Genelkurmay Başkanlığı’nın KBRN Özel Müdahale Kuvveti’dir.75 Bununla birlikte KBRN ÖMK, sınırlı boyutu ve sorumluluklarının çokluğu nedeniyle, özellikle nükleer santraller ile ilgili beklenmedik durumlara müdahale etmek için eğitilmiş bir hızlı müdahale kuvvetinin yerini tutamaz. Etkili bir saha dışı güvenlik gücünün, askeriye, Jandarma Genel Komutanlığı ve polis ile iletişiminin olması, devlet istihbaratını paylaşması, saha içi güvenlik personeli ile eş güdümünün bulunması ve gerekirse çevredeki güvenlik güçlerinden destek isteyebilmesi gerekecektir. Türk makamları, kritik ulusal altyapıyı tanımlamaya ve mevcut anlayışı yeni bir çerçeveye oturtmaya yönelik çabaları hızlandırmalıdır. KUA’nın çoğu özel şirketlere ait olduğu ya da bu şirketler tarafında işletildiği ve elektrik şebekesi gibi daha büyük sistemlerle bütünleşmiş olduğundan, KUA’nın korunmasına yönelik çabalar, özel sektörün katılımını da içermektedir ve her bir paydaştan net beklentiler barındırmaktadır. Operatörün, tesisin fiziki emniyetinin sağlanmasındaki mühim rolü dikkate alındığında, devlet, kendi kurallarını sektör ile istişare ederek geliştirmelidir. Bu çalışmada gösterildiği gibi, Türkiye’nin nükleer istekleri ile ilgili sorunlar çok çeşitlidir. Sivil toplumun gözetim için aldığı etkili inisiyatiflerin noksanlığı ile ciddi bir nükleer karşıtı lobi bulunmamasının birleşimi, kamu sektörü inisiyatiflerinin savsak olmasına yol açmıştır. Bu aşamada Türkiye, nükleer kritik altyapının zorlukları ile ilgili özel koşulları büyük ölçüde göz ardı eder gibi görünmektedir. Türkiye petrol boru hatları ve elektrik şebekeleri gibi diğer KEA türlerini korumada deneyime sahip olmakla birlikte, büyük ölçekli beklenmedik durum stratejileri ve kriz yönetimi konularında deneyimi azdır. Rusya ile yapılmış olan anlaşma, Türkiye’ye petrol boru hattı güvenliği için yürürlükte olan mevcut yapıları ve prosedürleri kopyalama imkanı vereceğe benzememektedir. Türk devletinin, nükleer tesislerin diğer KUA’dan hangi açılardan farklı olduğunu belirlemesi ve gelecekteki nükleer santrallerine özgün zaaflara ve risklere odaklanması gereklidir. Genel itibariyle, Türk devlet kurumları, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısı ile ilgili karar verme sürecinde daha aktif olmalıdır. Kısmen mevcut bürokratik belirsizlik nedeniyle, Türk güvenlik güçleri ve düzenleyici kurumları, ülkenin nükleer geleceğine ilişkin tartışmaya dahil olarak bu tartışmaya katkıda bulunmamışlardır. Bunun en iyi örneği, Türkiye’nin Akkuyu ÇED raporunu, önce nükleer yakıtın nasıl taşınacağını ve bunun hangi güvenlik önlemlerini Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 72 gerektireceğini açıklığa kavuşturmadan onaylamasıdır. Bu konular sadece ekonomik ve lojistik kaygılardan çok daha büyük olduğundan, Türkiye, olaylar önüne çıktıkça karar vermek yerine bu kararların alınmasında daha aktif bir rol oynamalıdır. Türkiye, Ön Güvenlik Analiz Raporu’nda (PSAR), taşıma güzergahları olarak Türk Boğazları’nın ve diğer alternatiflerin kullanılmasına yönelik ayrıntılı planlara yer verilmesini sağlamalıdır. Tasarım, inşaat, devreye alma, işletme, doğal afetler, terör, arz güvenliği, nükleer atık, faaliyet durdurma ve işletmeden çıkarma ile ilgili risklerin ve tehditlerin sorumluluğu Rus işletme şirketine ait olmakla birlikte, bu operasyonların herhangi birisinin aksaması ya da işletmeci ülkenin sorumluluklarını yerine getirememesi Türkiye için zararlara yol açabileceğinden, hükümet sadece Rus şirketinin iyi niyetinin ve bağlılığının devam etmesine güvenemez ve pasif kalamaz. Düzenleyici kurum, ekonomik kazançlardan önce insan güvenliğine önem veren bir emniyet kültürü oluşturulmasının ilk ve en önemli adımıdır. Bunu sağlayabilmesi için, düzenleyici kurumun sıkı emniyet önlemlerinin alınması konusunda ısrarcı olması ve proje şirketlerinden, kamu hizmetleri kuruluşlarından, dağıtım şirketlerinden ve devlet kurumlarından gelebilecek baskılara direnmesi gereklidir. Daha da önemlisi, düzenleyici kurum, kamu ve özel kurumları gereken şekilde davranmaları konusunda zorlayabilmelidir. Benzer şekilde, tesisin işletimi sırasında düzenlemelerin tam olarak uygulanmaması durumunda, düzenleyici kurum tesisi durdurup mühürleyebilmeli, ya da en uç durumlarda, gerekli önlemler uygulamaya konana dek proje şirketinin ruhsatını iptal edebilmelidir. Düzenleyici kurumun gücünü ve dirençliliğini sağlayacak unsurlar, bağımsızlık, hesap verebilirlik ve şeffaflıktır. Kamuoyu denetimine izin verilmesi, kamuoyunun düzenleyici kurumun kararlarının kaliteli olmasını sağlayan paydaşlara ve denetçilere dönüştürülmesiyle eştir. Ayrıca şeffaflık, kamuoyunun konuya ilişkin söz hakkı olmasına olanak vererek, düzenleyici kurumun siyasi baskılara karşı yalıtılmasına yardımcı olur. Bu durum, iktidardaki AKP hükümeti nükleer santralleri ulusal çıkarlar açısından olmazsa olmaz gördüğünden ve düzenleyici kurumların bağımsızlığını desteklemesiyle ünlü olmadığından, konu ile özellikle alakalıdır. Düzenlemelerin kabul edilmesinden daha acil olan bir husus, güvenlikten sorumlu yetkililerin KUA’nın ve özellikle nükleer santrallerin karşı karşıya olduğu zorluklarla başa çıkma kültürlerinin dönüştürülmesine duyulan ihtiyaçtır. Aşılması gerekilen bir diğer büyük güçlük, denetleyici kurumun kabiliyetlerinin desteklenmesi gerekliliğidir. Yeni düzenin kaçınılmaz olarak üstesinden gelmesi gerekeceği bir mesele, TAEK’in kabiliyetlerini bünyesine katarken kendi kabiliyetlerini geliştirmek, ancak bunu yaparken halihazırda TAEK’in sahip olduğu kabiliyetleri sıfırdan geliştirmeye çalışarak verimsizliğe yol açmamak olacaktır. Düzenleyici bir kurum olarak kendi gücünü oluşturmaya ve kendi bağımsızlığını sağlamaya ek olarak, işin daha yetkin bir biçimde ele alınması için TAEK’in bilimsel ve teknolojik uzmanlığının güçlendirilmesi gereklidir. Bu çabalar için dışarından hizmet alınması, sadece geçici bir önlemdir. Türkiye, kendi yerli bilimsel ve teknolojik kabiliyetlerini arttırmalı ve ülkenin uzun vadede politika dikte edebilmesi için bilgi birikimi oluşturmalıdır. Türkiye’nin yeni düzenlemeleri yürürlüğe sokmak için hala zamanı olsa da mevcut kabiliyetleri ve düzenlemeleri mümkün olan en kısa sürede, tercihen Akkuyu’da ilk taş yerine konmadan önce güçlendirmesi ve yeniden yapılandırması gereklidir. Tesis ile ilgili güvenlik ve emniyet zorlukları, ilk nükleer santral devreye girmeden önce başlamaktadır. İnşaat planı kusursuz olsa bile, kasıtsız hatalar ya da içerideki kötü niyetli kişilerin yapabileceği kasıtlı yanlışlıklar, tesisin performansı ve uzun vadede ülkenin nükleer emniyeti için zararlı olacaktır. Bu nedenle Türkiye ve ortakları, emniyet önlemlerine, daima ülkenin nükleer projeleri ile ilgili her konudan daha fazla öncelik vermelidir. Türkiye’nin uluslararası kuruluşlar ile işbirliğinin devam etmesi, ülkenin nükleer geleceğinin selameti için hayati önem taşıyacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 73 1_ Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı 30 Kasım 2007 Bakanlar Kurulu, “KARAR No. 6/07 KRİTİK ENERJİ ALTYAPISININ TERÖR SALDIRILARINDAN KORUNMASI” MC.DEC/6/07 2_ http://www.osce.org/secretariat/103500 3_ http://www.nato-pa.int/default.asp?SHORTCUT=1165 4_ Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) web sayfası: Improving NATO’s capabilities (4 Kasım 2014) 1 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_49137.htm?selectedLocale=en 5_ Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatının (NATO) web sayfası: Galler Zirvesi Deklarasyonu (5 Eylül 2014) 2 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.nato.int/cps/en/natohq/official_texts_112964.htm 6_ IAEA, Nuclear Security Culture, Implementing Guide, IAEA Nuclear Security Series No.7, Viyana, 2008, s. 19. 7_ A.g.e. 8_ U.S. NRC “WHO WE ARE AND WHAT WE DO” 25 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://pbadupws.nrc.gov/docs/ML1424/ML14241A663.pdf 9_ CNN “Nun, two others in federal court for nuclear breach” 10_ U.S. Department of Energy Office of Audits and Inspections, (2012, Ağustos) “Special Report: Inquirt into the Security Breach at the National Nuclear Security Administration’s Y-12 National Security Complex” DOE/IG-0868 11_ A.g.e., s. 2-3 12_ A.g.e. 13_ A.g.e., s. 5 14_ A.g.e., s. 8 15_ NTI, (23 Ekim 2013) “U.S. Missileers Left Blast Doors Open in Security Breach” 16_ NTI (5 Mayıs 2014) “One third of missileers implicated in cheating scandal back in training” 17_ The New York Times (28 Kasım 2014) “Wrestling with an aging arsenal” 18_ Jordan Robertson ve Michael Riley, “Mysterious ’08 Turkey Pipeline Blast Opened New Cyberwar Era”, Bloomberg, 10 Aralık 2014, Erişilebileceği adres: http:// www.bloomberg.com/news/2014-12-10/mysterious-08-turkey- pipeline-blastopened-new-cyberwar.html 19_ AFAD (Ekim 2014) “2014-2023 Kritik Altyapıların Korunması Yol Haritası Belgesi” Erişilebileceği adres: https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/12320141010111330-kritikaltyapi-son.pdf 20_ Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, Kritik Enerji Altyapı Güvenliği Projesi Sonuç Raporu, Ankara, 2011 21_ Türkiye Cumhuriyeti Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, “Ulusal Siber Güvenlik Stratejisi ve 2013-2014 Eylem Planı” s. 8 22_ Askeri YasakBölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliği, Madde21 (2): “ Bu bölgeler, Genelkurmay Başkanlığı’nın lüzum göstermesi veya Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği’ni veya İçişleri Bakanlığı’nın göstereceği lüzum üzerine Genelkurmay Başkanlığı’nın uygun görmesi kaydıyla Bakanlar Kurulu’nca kurulabilir veya kaldırılabilir.” 23_ “Askerî Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik” No. 2237 Resmi Gazete No: 28088 (18 Ekim 2011) 24_ IAEA, Nuclear Security Culture, Implementing Guide, IAEA Nuclear Security Series No.7, Viyana, 2008, s. 19. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 74 25_ TAEK, Ulusal Radyasyon Acil Durum Eylem Planı Taslağı (URAP), AFAD, 2014, s. 4. 26_ A.g.e. 27_ RG: 25606. Kanun No: 5188 28_ Kahramanmaraş’taki bir yetkili (1) ile görüşme, 05 Ağustos 2011. 29_ Eski bir kıdemli boru hattı güvenlik yetkilisi ile telefon görüşmesi, 28 Kasım 2014 30_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” Kanun No. 2010/918 (12 Mayıs 2012) Resmi Gazete 6 Ekim 2010 No: 27721 31_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Japonya Hükümeti Arasında Nükleer Enerjinin Barışçıl Amaçlarla Kullanımına Dair İşbirliği Anlaşması” 10 Eylül 2013 32_ INFCIRC/225/Rev. 4, (Haziran 1999) 33_ Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği (RG:25869 08/07/2005) 34_ T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı web sayfası (1 Aralık 2014) “Akkuyu NGS Hakkında Basın Açıklaması” 5 Şubat 2015 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.csb.gov.tr/turkce/index.php? Sayfa=faaliyetdetay&Id=1189 35_ Anadolu Ajansı (1 Aralık 2014) “Akkuyu Nükleer Santrali’nin ÇED raporuna onay” 36_ Türkiye İlerleme Raporu 2014, Avrupa Komisyonu, SWD 2014 (307) Son, 8 Ekim 2014, s. 38. 37_ Türkiye Tarafından Hazırlanan 2013 Yılı İlerleme Raporu, Yapılan Çalışmalar ve Kaydedilen İlerlemeler, Avrupa Birliği Bakanlığı, 2013, s. 93 – 94. 38_ Kanun Tasarısı Bilgileri; erişildiği tarih: 29 Aralık 2014; erişildiği yer:http://www. tbmm.gov.tr/develop/owa/ tasari_teklif_sd.onerge_ bilgileri?kanunlar_sira_ no=94242. 39_ “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” 2010/918 (12 Mayıs 2010); İsmail Altunsoy, “Nükleerde Süper Yetkili Üyeleri, Başbakan Seçecek”, Zaman, 25 Nisan 2014. 40_ “Nükleer Süreci Gizleniyor”, Birgün, 25 Ağustos 2014; “Akkuyu Nükleer Santrali ÇED Raporu Hâlâ Eksiklerle Dolu”, 7 Temmuz 2014, 21 Ağustos 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.greenpeace. org/turkey/tr/news/ced-raporu-hala-eksiklerle-dolu-070714/ 41_ Özgür Gürbüz, “Nükleer Yalanlar mı Radyasyon mu Daha Tehlikeli”, Perspective, Sayı: 2, Ekim 2012, Heinrich Böll Stiftung, s. 36. 42_ Dolunay Özbek, Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi Bağlamında, Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması, Greenpeace, s. 2-3. 43_ Nuclear Control Institute, Greenpeace 6 Kasım 1998 tarihli “Sayın Madeleine Albright’a mektup”; 29 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir:http://www.nci.org/k-m/mox11698.htm 44_ Radyoaktif Maddenin Güvenli Taşınması Yönetmeliği (RG:25869 08/07/2005) 45_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması” 46_ Dolunay Özbek ile kişisel görüşme, 27 Kasım 2014, İstanbul. 47_ A.g.e. 48_ A.g.e. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 75 49_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması” 50_ Yerel ve uluslararası yasal çerçeve, düzenlemeler ve anlaşmalar bakımından nükleer kazaların sorumluluğu konusunda kapsamlı bir analiz için bkz. N. Kağan Kocaoğlu, “Nükleer Tesis İşletenin Hukuki Sorumluluğu: Karşılaştırmalı ve Uluslararası Özel Hukuk Analizi, Ankara Barosu Dergisi, Yıl 68, No.: 2, 2010, s. 33 – 112. 51_ Özbek, D. “Deniz Hukuku ve Türk Boğazlarından Geçişin Düzenlenmesi Bağlamında Mersin’den Nükleer Atıkların Deniz Yoluyla Taşınması” 52_ AFAD bu görevde Genelkurmay, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, TAEK, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından desteklenmektedir. 53_ T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (2013, Aralık) “Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) 54_ T.C. Başbakan Yardımcılığı, “No: 56453462-610-41: Ankara Milletvekili Sayın Özcan Yeniçeri Tarafından Verilen (7/31760) Sayılı Soru Önergesine Verilen Cevaplar” (08 Ocak 2014) 55_ A.g.e. 56_ Bugün (22 Nisan 2014) “TSK’nın Konya’daki stratejik KBRN birliği kapılarını ilk kez BUGÜN’e açtı” 57_ “TSK KBRN Okulu ve Eğitim Merkezi Komutanlığı” bölümü (21 Nisan 2013), Türkiye Radyo ve Televizyonu 1 “Savaşta Barışta Türk Ordusu” programı, 25 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adreste bulunan Youtube sayfasından erişilmiştir: http://www.youtube.com/watch?v=IlDx_MEF29o 58_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde kişisel görüşme, İstanbul. Albay Orgun, TSK’nın KBRN birliğinde on yıldan fazla bir süre hizmet vermiştir. 59_ A.g.e. 60_ A.g.e. 61_ A.g.e. 62_ Başbakanlık (Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı)’tan: Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik ve Nükleer Tehlikelere Dair Görev Yönetmeliği, Resmi Gazete no: 28281 (3 Mayıs 2012) 63_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde görüşme 64_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats: Lessons from Past Mistakes, Cambridge, MA, American Academy of Arts and Sciences, 2014. 65_ Nükleer bir düzenleyici kurum olarak TAEK’in kapsamlı bir analizi için lütfen bkz. Atiyas, I.; Sanin, D. (2012, Aralık) “Bölüm V: Nükleer Enerji için Düzenleyici Otorite: Ülke Deneyimleri ve Türkiye için Öneriler” Nükleer Enerjiye Geçişte Türkiye Modeli – II, Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi 66_ “Türkiye 2023 Uluslararası Nükleer Teknoloji Transferi Kongresi Sonuç Raporu ve Bildirgesi” (2 Ekim 2012) İstanbul, s. 4. 20 Ekim 2013 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.tasam.org/tr- TR/ Icerik/4894/turkiye_2023_uluslararasi_nukleer_teknoloji_transferi_kongresi_ sonuc_raporu_ve_bildirgesi 67_ TAEK web sayfası (19 Ağustos 2014) “Announcement for Procurement of Technical Support Services for Review and Assessment of Construction License Application Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 76 of Akkuyu NPP” 30 Kasım 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.taek.gov.tr/en/latest-news/337-news-flash/1304-announcementfor-procurement-of-technical- support-services-for-review-and-assessment-ofconstruction-license-application-of-akkuyu-n-pp.html 68_ Abide Gülel, “Dünyanın öteki ucunda Akkuyu Tartışması!”, 10 Aralık 2014; 24.12.2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://enerjigunlugu.net/ dunyanin-oteki-ucunda-akkuyu-tartismasi_11254.html#.VLLZUF7fPLS. 69_ Türkiye Atom Enerjisi Kurumu: Mevzuat. 27.11.2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.taek.gov.tr/belgeler-formlar/mevzuat/ 70_ Türkiye, OECD’nin Nükleer Enerji Alanında Üçüncü Taraf Sorumluluğuna İlişkin Paris Sözleşmesine ve bu sözleşmenin her iki değişikliğine, ayrıca Viyana Sözleşmesi ile Paris Sözleşmesinin Uygulaması ile ilgili 1988 Ortak Protokolü’ne taraftır. Akkuyu hakkındaki IGA’nın 16ncı maddesi konuyu ele almaktadır ve üçüncü taraf sorumluluğu sorunlarının “Türkiye’nin taraf olduğu ve olacağı uluslararası anlaşmalara ve belgelere ve Türk Tarafının ulusal yasalarına ve düzenlemelerine” göre çözüleceğini belirtmektedir; Bkz. “Milletlerarası Anlaşma”, Karar Sayısı: 2010/ 918, Sayı 27721, Resmi Gazete, 6 Ekim 2010. 71_ İsmail Altunsoy, “Nükleerde milyarlarca dolarlık iş Kamu İhale Kanunundan muaf”, Zaman, 30 Aralık 2014. Dilek Gedik, “Nükleer santralde de her şey Başbakan’a bağlı”, Taraf, 30 Mayıs 2014. “Nükleer Enerji Yasası Değişiyor mu?”, 29 Aralık 2014 tarihinde aşağıdaki adresten erişilmiştir: http://www.yapi.com.tr/ Haberler/nukleer-enerji-yasasi- degisiyor-mu_119810.html 72_ Adının gizli kalması koşuluyla konuşan, “Kritik Enerji Altyapılarında Bilgi Sistemleri Güvenliği” konusunda aktif bir uzman ile görüşme, 29 Nisan 2014. 73_ Resmi Gazete no. 20033 (28.12.1988) 74_ Resmi Gazete no. 20843 3713 sayılı Kanun; 12 Nisan 1991 75_ Emekli Albay Bilgin Orhan Orgun ile 28 Kasım 2014 tarihinde kişisel görüşme. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 77 Nükleer Güvenlik ve Türkiye: Nükleer Kaçakçılık ile Mücadele Prof. Dr. Mustafa Kibaroğlu Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı, MEF Üniversitesi Yönetim Kurulu Üyesi, EDAM Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 78 GİRİŞ Batıdaki otoritelerin, özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin algıladığı bir numaralı güvenlik tehdidi, nükleer terörizmdir. Bu tür bir ihtimali önlemek amacıyla, dünya liderleri terör örgütlerinin nükleer ve radyolojik materyallere erişmelerini önlemek için gerekli önlemleri tartışmak üzere 2010, 2012 ve 2014 yıllarında sırasıyla Washington D.C., Seul ve La Hey’de bir araya gelmişlerdir. Nükleer terörü önlemenin yollarından birisi, hassas ve tehlikeli materyallerin ele geçirilmesinden doğrudan ya da dolaylı olarak sorumlu olan kaçakçılık şebekelerinin üstesinden gelmektir. Avrupa ve Asya’nın kesiştiği noktada yer alan Türkiye, kaçakçılığa karşı verilen uluslararası mücadelede çok önemli bir role sahiptir. Türkiye’nin rolü, sadece daha güvenli ve daha emniyetli bir dünya düzeni sağlamak açısından değil, aynı zamanda kendi ulusal güvenliği açısından da önemlidir. Türkiye, uzun yıllardır terör saldırılarına maruz kalmıştır.1 Hassas materyallerin, Türkiye’ye saldırıda bulunma kararlılığına sahip terör örgütlerinin eline geçmesi ihtimali, sorumluluk sahibi bir devlet adamının hafife alamayacağı bir durumdur. Bu nedenle Türk makamları, en başından itibaren, nükleer ve diğer hassas materyallerin kaçakçılığının önlenmesine en üst düzeyde özen göstermişlerdir. Türk hükümeti, dünya liderlerinin nükleer kaçakçılığa karşı birlikte hareket etmenin önemini kavramalarından uzun zaman önce, eski Sovyet cumhuriyetlerinden Orta Doğu’daki ve Doğu Asya’daki alıcılara hassas nükleer materyaller kaçırma teşebbüslerinin sayısının arttığı 1990’ların başlarında, önemli adımlar atmaya başlamıştır. Karadeniz ülkeleri ve Kafkaslar’da yürütülen kaçakçılık teşebbüslerinin birçoğu, Interpol ile işbirliği yapan Türk güvenlik birimleri tarafından engellenmiştir. Bu çalışmada ilk olarak, kitle imha silahlarını ve bunların üretiminde kullanılan materyalleri ele geçirmeye teşebbüs etmiş olan devlet dışı aktörlerin varlığından söz edilerek, nükleer kaçakçılığın oluşturduğu tehdidin profili çizilecektir. Ardından, Türkiye’nin son yirmi yıl içinde nükleer kaçakçılık olaylarına ne ölçüde sahne olduğu ele alınacaktır. Bu alandaki uzmanlar, “Türkiye’nin ne kaynak, ne de hedef ülke olduğunu, ancak Türkiye’nin çatışma bölgelerine yakınlığının, Avrupa ile Asya arasındaki stratejik konumunun ve teröre karşı yıllardır verdiği mücadelenin, kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer (KBRN) tehdidin göz ardı edilemeyeceği görüşünü öne çıkardığını” teyit etmektedir.2 Bu çalışmada daha sonra, Türkiye’nin nükleer kaçakçılık ile mücadele etmek için aldığı ve dört geniş kategoride gruplanabilecek önlemler verilecektir: (1) kurumlar arası işbirliğini ve eğitim ve öğretim faaliyetlerini geliştirmeye yönelik önlemler; (2) UAEA ile işbirliği içinde, Türkiye’nin anlaşma yükümlülüklerini yerine getirmeye ve uygulamaya yönelik önlemler; (3) nükleer silahların yayılmasının önlenmesini amaçlayan çok taraflı inisiyatiflere Türkiye’nin gönüllü katkıları ve (4) Türkiye’nin, nükleer kaçakçılık faaliyetleri ile mücadele etmek için tek başına ya da bölgedeki devletler ile birlikte aldığı inisiyatifler. Son olarak bu çalışmada, Türkiye’nin gelecekte neler yapabileceği konusunda tavsiyelerde bulunulacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 79 Nükleer Materyal Kaçakçılığının Doğurduğu Tehdidin Profili Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, uzun bir süre “hassas bir nükleer dengeye” dayanan stratejik bağlam son bulmuştur.3 Kalıcı bir barış elde edilmesi ve uluslararası istikrarın sağlanması, dünya politikasının merkez sahnesinde ortaya çıkan aktörlerin çoğalması nedeniyle daha zor bir hale gelmiştir. “Devlet dışı aktörler” adı verilen ve kendi bünyelerinde komuta, kontrol ve haberleşme yapıları geliştiren örgütler (yani çok uluslu terör örgütleri), uluslararası arenada etkili bir konuma gelmeye başlamıştır. Bu politik, yarı-askeri varlıkların ortaya çıkışı, uluslararası sistemin istikrarını bozmuş ve masum insanlara yapılan şiddetli saldırılar ile uluslararası barışı ve güvenliği tehdit eder hale gelmiştir. Örneğin Japon Aum Shinrikyo tarikatı, Mart 1995’te Tokyo metrosundaki Sarin gazı saldırısı da dahil olmak üzere, uzun bir yasadışı faaliyet siciline sahiptir.4 Bu alandaki uzmanlar, söz konusu tarikatın, tıp alanından mühendisliğe, arkeolojiden doğa bilimlerine kadar çeşitli alanlarda çalışan bilim adamları ve uzmanları içeren dünya genelindeki bir şebekeden oluştuğuna inanmaktadır.5 Benzer şekilde Eylül 2001’de, dünya medyası New York’taki Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Washington, D.C.’deki Pentagon’a düzenlenen saldırılar hakkında bilgi verirken, farklı kişisel ve profesyonel geçmişlere sahip binlerce insanın katılımı ile birçok ülkedeki küçük hücrelerden oluşan dünya genelinde bir şebeke oluşturmuş olan El Kaide adlı diğer bir devlet dışı varlık hakkında haberler ortaya çıkmıştır. El Kaide’nin kitle imha silahları geliştirmeye yönelik araçlar elde etme çabaları, ABD askeri operasyonları sırasında Afganistan’da ele geçirilen bilgilere dayalı olarak belgelendiği ifade edilmiştir.6 Daha yakın bir zamanda, diğer bir devlet dışı aktör olan “Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD)”, aşırı şiddet içeren eylemleri ile resme dahil olmuştur. IŞİD, uzun yıllardır düzensiz olan Suriye ve Irak ordularından ele geçirdiği askeri ekipmanlar ile, Irak ve Suriye’nin çatışmalarla dolu bölgelerinde hızla hareket etmiştir. IŞİD şu anda söz konusu iki ülkenin büyük kısımlarını kontrol etmektedir ve “İslam Devleti” adını verdiği kendi “egemenlik bölgelerinde” şeriat düzeni ilan etmiştir. 2014 yazında IŞİD tarafından işlenen ve bazıları soykırım olarak nitelendirilebilecek suçların türlerine bakıldığında, söz konusu örgütün ele geçirmesi durumunda bu kitle imha silahlarını kullanması olasılığı hafife alınamaz. Doğu Ukrayna’da faal olan milis grupları ya da yarı-askeri birimler, üzerinde oturdukları silah ve cephane yığınlarından halihazırda elde etmiş olabilecekleri kabiliyetler ile bölgesel ve uluslararası güvenlik için en az diğerleri kadar önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Kiev’deki merkezi otoriteye karşı bir ayaklanmayı sürdürmedeki niyetlerinin ne olduğu ve - Rusya Federasyonu’nun tartışmasız desteği ile - talepleri için ne kadar bastıracakları ve bunun devam eden çatışmayı nasıl kızıştıracağı konusunda doğru bir değerlendirme yapmak zordur. Bu nedenle, bunların faaliyetlerine dikkat edilmesi gereklidir. Devlet dışı aktörlerin listesi bunlarla sınırlı değildir ve radikal dinci ilkeleri savunanlardan ırkçı milis gruplarına kadar farklı amaçlara sahip gruplardan oluşmaktadır. Güvenlik analistlerinin devlet dışı varlıklara ilişkin temel endişesi, bu varlıkların - bilhassa KBRN materyaller olmak üzere - her türlü silaha ve silah yapımında kullanılan materyale erişme yetenekleridir. Bunun gerçekleşmesi durumunda, dünya üzerinde barış ve istikrarın korunması daha da zor bir hale gelecektir. Bunların ve dünya genelindeki diğer muhtemel terör örgütlerinin, sofistike silahlar Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 80 üretmek için gerekli teknolojik ekipmanı ve bileşenleri barındıracak büyük tesisler kurabilecekleri egemenlik bölgelerine sahip olmadıkları dikkate alındığında, bu örgütlerin askeri kabiliyetleri iki yolla elde edilebilir: “vekaleten savaş” ve silah kaçakçılığı. Birincisi, destekçi bir devlet, terör örgütlerinin lider kadrosuna ve militanlarına barınak, silah, mühimmat ve eğitim sağlayabilir, böylece söz konusu terör örgütünü kendi siyasi amaçlarına ulaşmak için kullanabilir. Buna, askeri-stratejik çalışmalar literatüründe “vekaleten savaş” adı verilir. Özellikle, iki taraflı ya da bölgesel ihtilafların tırmanarak iki nükleer süper güç arasındaki sıcak bir çatışmaya dönüşmesi korkusunun, bölgesel devletlerin rakiplerine karşı açıkça savaşa girme isteğini bastırdığı Soğuk Savaş döneminde, bazı ülkelerin bu tür vekalet stratejilerine başvurduğu yolunda ciddi suçlamalar mevcuttur. Destekçi bir devletin bulunmaması durumunda, bir terör örgütünün askeri kabiliyet oluşturmasının ikinci bir yolu ise, bir kısmı örgütün kendi kontrolü altında olabilecek yasadışı silah kaçakçılığı şebekesidir. Uyuşturucu, silah, cephane ve insan kaçakçılığını kontrol eden yasadışı şebekelerin varlığı, tartışmasız bir gerçektir. Bu şebekelerin bazıları, temel motivasyonu büyük miktarda para ve ayrıcalık elde etmek olan suç şebekeleri olarak kategorize edilebilir; diğerleri ise kendi politik ya da dinsel hedeflerine ulaşmak amacıyla terör faaliyetlerini desteklemek üzere özellikle oluşturulmuştur. Batıda Orta ve Doğu Avrupa’yı, doğuda Sibirya ve Çin’i ve güneyde Orta Doğu’nun bir kısmını kapsayan Avrasya bölgesi, farklı kültürlere ve dolayısıyla farklı politik ilişki kümelerine sahip farklı uluslardan oluşmaktadır; bunların bazıları geçmişte ve bugün birbirleri ile çatışma halindedir. Birçok Avrasya ülkesinin cephaneliğinde, nükleer, kimyasal ve biyolojik silahların yanı sıra, her türlü hafif ve ağır konvansiyonel silah stokları mevcuttur. Bu silahlar, geniş kıtaya yayılmış binlerce tesiste ve depolama sahalarında tutulmaktadır ve iddialara göre bunların bazıları geçmişte yeterince korunmamıştır ve muhtemelen günümüzde de korunmamaktadır.7 Bölgenin bu ve diğer özellikleri, yasadışı çok uluslu şebekelerin, bölgenin istikrarını bozabilecek silahların ve silahlarla ilgili materyallerin kaçakçılığı için kullanması için uygun kılmaktadır. Nükleer Kaçakçılık Olaylarının Ortaya Çıkışı ve Evrimi Eski Sovyetler Birliğinin on beş cumhuriyetindeki merkezi otoritenin çöküşü, hassas ve tehlikeli nükleer malzemelerin tutulduğu nükleer santral ve araştırma reaktörleri, silah üretim tesisleri, malzeme depolama sahaları ve araştırma laboratuarları gibi kritik öneme sahip tesislerde güvenlik zaaflarına yol açmıştır. Eski Sovyetler Birliği’nin geniş topraklarına dağılmış olan bu tesislerin yüzlercesinde yeterli güvenlik ve emniyet önlemlerinin bulunmaması, organize suç şebekelerinin, kaçakçıların ve nükleer alandaki fırsatçı çalışanların söz konusu materyallere yasadışı yollardan erişime sahip olmasına olanak vermiştir.8 Başlangıçta nükleer materyal kaçakçılığı vakaları genel olarak, kaçakçıların bir servet kazanma beklentisiyle eski Sovyet topraklarından taşıdıkları materyaller için alıcı bulmaya çalıştıkları Orta ve Doğu Avrupa’da görülmekteydi. Ancak Almanya, Polonya ve Çek Cumhuriyeti gibi ülkelerde alıcı kılığına giren polis yetkilileri, bu teşebbüslerin çoğunu önlemiş ve faillerin tutuklanmasını sağlamıştı. Bu tutuklamaların bazılarında, önemli miktarlarda nükleer materyal ele geçirilmişti, çoğu olayda ele geçirilen materyal düşük oranda zenginleştirilmiş uranyumdu (LEU). Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 81 Eski Sovyetler Birliği’nde nükleer kaçakçılığın yayılmasına ilişkin ilk vakalar, Ekim 1992’de Podolsk, Rusya’daki Luch Bilimsel Üretim Birliğinden yaklaşık 1,5 kilogram yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumun çalınması ile ilgiliydi. 1992 ile 1995 yılları arasında Avrupa’daki polis teşkilatları, Almanya’da Münih, Tengen ve Landshut, Litvanya’da Vilnius ve Çek Cumhuriyeti’nde Prag gibi şehirlerde on kadar teşebbüse engel oldu. Rusya’da, Andreyeva Guba’daki donanma üssü depolama tesisi ile Sevmorput’taki askeri tersanedeki olaylar gibi bazı teşebbüsler yaşandı.9 Bir dizi nedenden dolayı, nükleer materyallerin Avrupa yoluyla yasadışı transferi teşebbüslerinin birçoğu amaçlarına ulaşmada başarısız olmuştur. Bu nedenlerden birisi, Avrupa polis teşkilatlarının bu tür materyallerin doğu komşularından potansiyel akışı ile başa çıkmak için hazırlıklı olmasıdır.10 Kaçakçılık davalarından gelen belgeler, kaçakçıların profilinin büyük farklılıklar gösterdiğini ortaya koymaktadır. Örneğin bir yanda, bir gecede bir servet kazanmak isteyen, ancak hassas nükleer materyallerin kaçakçılığı konusunda hiçbir deneyimi olmayan nükleer alandaki fırsatçı çalışanlar vardır. Öte yanda, iyi organize olmuş, ancak yine hassas nükleer materyallerin kaçakçılığı konusunda hiçbir deneyime sahip olmayan kaçakçılık şebekeleri vardır.11 Mahmut Cengiz’e göre, teknoloji, polis çalışmaları için kritik öneme sahip bir tamamlayıcı olmaya devam etmektedir. Dr. Cengiz, kaçakçıları iki gruba ayırmaktadır: “iyi bağlantılara sahip profesyoneller ve küçük suçlular; çoğu kez bunların ilki, kurye olarak kullanmak üzere ikincileri işe almaktadır.”12 Dr. Cengiz ayrıca, profesyonel kaçakçıların tarayıcılardan kaçmak için bağlantılarını ve rüşveti kullanabileceklerini, ancak teknolojinin bir amatörü yakalayabileceğini ya da caydırabileceğini belirtmektedir.13 Bu nedenle kaçakçılar, alıcı kılığına giren ve kendilerini tutuklayan gizli görevdeki ajanların işini kolaylaştıran birçok hata yapmışlardır. Orta ve Doğu Avrupa’dan nükleer materyal kaçakçılığı yapma teşebbüslerinin sayısının azalmasının ikinci bir nedeni, nükleer materyalleri gizlice nükleer silahlar ya da basit patlayıcı radyolojik cihazlar yapmak gibi bir dizi amaç için kullanabilecek potansiyel alıcıların Avrupa’da bulunmamasıdır. Buna ek olarak, arttırılmış güvenlik önlemleri ile 1990’ların başlarında Avrupa sınır geçişlerinde kurulan radyasyon dedektörleri gibi yüksek teknolojili sofistike cihazlar da, kaçakçılık şebekelerini, faaliyetlerini Avrupa’dan Kafkaslar ve Orta Doğu bölgelerine kaydırmak zorunda bırakmıştır. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Dağlık Karabağ çatışması, Gürcistan’ın Osetya ve Abhazya bölgelerindeki artan gerilimler ve Ağustos 1990’da Kuveyt’in işgal edilmesini takip eden Körfez Savaşı sonrası Irak da dahil olmak üzere, Soğuk Savaş sonunda Kafkaslar ve Orta Doğu’da ülke içi ve ülkeler arası çatışmalar artmıştır. Bu çatışmalar, Avrasya bölgesindeki karışıklık ve istikrarsızlıktan yararlanan mevcut Avrasya kaçakçılık şebekelerine yardımcı olmuştur. Bu bölgede sınır kontrollerinin geleneksel olarak çok gevşek olduğunu belirtmek gerekir. Bu nedenle, kaçakçıların tutuklanması riski önemli ölçüde daha düşük olmuştur, ya da böyle bir risk hiç söz konusu olmamıştır. Tüm bu etkenler, söz konusu kaçakçılık teşebbüslerinin odak noktasını Güneydoğu Avrupa, Karadeniz, Kafkaslar ve Orta Doğu’nun kuzey katmanındaki ülkelere doğru kaydırmıştır. Nükleer kaçakçılık faaliyetlerinin hız kazandığı bölgelerin merkezinde yer alan Türkiye’nin, kaçakçılık şebekelerinin bir geçiş güzergahı olarak tercih ettiği topraklardan biri haline geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 82 Türkiye’yi İlgilendiren Nükleer Kaçakçılık Faaliyetlerinin Boyutu Türkiye’deki ilk nükleer kaçakçılık olayına ilişkin haberler, medyada Ekim 1993’te yer almıştır.14 Ancak bu olayların bazılarını alıntılamadan önce, Türkiye’deki kaçakçılıkla mücadele sırasında ele geçirilen nükleer materyallerin miktarı ile ilgili olarak, medyada yer alan haberler ile Türk makamlarının verdikleri bilgiler arasında önemli farklılıklar olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Örneğin, 5 Ekim 1993 tarihinde, bir Türk profesörden 2,5 kg Rus uranyumu satın alma teşebbüsünde bulundukları iddiasıyla, Türk polisinin dördü İranlı olmak üzere sekiz kişiyi tutukladığı haberi verilmiştir.15 Söz konusu olayda ele geçirilen nükleer materyalin tam miktarı ise 2,49 gram, yani medyada belirtilen miktarın gerçekte 1/1000’idir.16 Zamanın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi (KOM)17 Başkanı olan Salih Güngör’e göre, Rus “ziyaretçiler” uranyumu Türkiye’ye taşımış ve burada Türk uyruklu kişilere satmışlardır. Türk polisi dört İranlının İran gizli servisi ile bağlantılı olup olmadığını tespit etmeye çalışırken, İran’ın İstanbul Konsolosluğundan bir yetkili, İran devletinin olayla hiçbir ilgisi olmadığını ifade ederek iddialara yanıt vermiştir.18 Uranyumun, gramı 40,000 dolar karşılığında satılacağı da bildirilmiştir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun (TAEK) Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’nde analiz edilen uranyumun, yüzde 2,5 ila 3,5 oranında zenginleştirilmiş olduğu tespit edilmiştir. Dönemin Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi Başkan Yardımcısı Erol Barutçugil, kaçırılan uranyumun düşük oranda zenginleştirilmiş uranyum olduğunu ve nükleer silah yapımında kullanılamayacağını açıklamıştır.19 Benzer şekilde, Temmuz 1994’te Türk polisinin yedi Türk şüpheliyi gözaltına aldığı ve 12 kg (26.45 libre) uranyuma el koyduğu bildirilmiştir. Bu olayda da ele geçirilen nükleer materyalin tam miktarı ise 12.38 gram, yani basında belirtilen miktarın yine 1/1000’idir.20 853 milyon dolar değerinde olduğu belirtilen uranyumun, eski Sovyetler Birliği’ndeki adı belirtilmemiş bir ülkeden Türkiye’ye sokulduğu da bildirilmiştir.21 Bu olayların bazılarında ele geçirilen materyallerin gerçek miktarlarındaki tutarsızlıklar dikkate alındığında, bunların parasal değerlerine ilişkin rakamların da abartılmış olması son derece muhtemeldir. 28 Şubat 1997 tarihinde bildirilen bir diğer olayda bir Türk vatandaşı, sivil bir polis memuru tarafından, Türkiye’nin kuzeybatısındaki Edirne ilinde bulunan İpsala’da, yaklaşık 800,000 dolar değerindeki 509 gram “uranyum cevheri” ile tutuklanmıştır. Medya yine yanlış bir haber yapmış ve ele geçirilen madde aslında doğal uranyum iken, uranyum cevheri olduğunu bildirmiştir.22 Bu olayla ilgili olarak Ankara’da da iki kişi tutuklanmıştır. Polis tarafından sorgulanan failler, uranyumu Gürcistan’dan satın aldıklarını kabul etmişlerdir. Çekmece Nükleer Araştırma Merkezi’ndeki kaynaklara göre, uranyumun türü işlenmemiş uranyumdu ve stratejik herhangi bir öneme sahip değildi.23 Medyanın Türkiye’de ele geçirilen nükleer materyallerin tam miktarlarını yanlış bildirmesine ek olarak, TAEK yetkilileri, bildirilen bazı olayların aslında hiç meydana gelmediğini ve medya kuruluşları tarafından uydurulduğunu belirtmişlerdir. Örneğin, 8 Eylül 1998 tarihinde, The Moscow Times gazetesinde Türk polisinin Rusya’dan kaçırılan ve silah üretimi için kullanılabilecek 4,5 kilogram “aktif olmayan” uranyum ve altı gram “aktif” plütonyum ele geçirdiği haberi verilmiştir. İki eski Sovyet cumhuriyeti vatandaşı dahil olmak üzere sekiz kişinin tutuklandığı bildirilmiştir.24 28 Eylül 1998 tarihinde, zamanın TAEK Başkanı Dr. Cengiz Yalçın, Eylül 1998’de Türkiye’de plütonyum ele geçirildiğine Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 83 ilişkin basında çıkan haberleri kesin bir dille reddetmiştir. TAEK Başkanı Yalçın, “Türkiye’de hiç plütonyum ya da yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyum (HEU) bulunmadığını” ısrarla belirtmiştir.25 TAEK yetkilileri, böyle bir olayın hiçbir zaman meydana gelmemiş olduğunu yakın zamandaki bir telefon görüşmesinde de teyit etmişlerdir.26 1990’ların sonları ve 2000’lerin başlarında, Kafkaslar’da nükleer materyal kaçakçılığı teşebbüslerinin yoğunlaşması sonucunda, bölgedeki nükleer materyal kaçakçılığının boyutu konusunda Batı dünyasının, bilhassa Amerika Birleşik Devletleri’nin duyduğu endişe artmıştır. Douglas Frantz, New York Times gazetesinde yayınlanan makalesinde, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu gelişmelere, Kafkaslar bölgesindeki birkaç ülkeye milyonlarca dolar değerinde tespit ekipmanı göndererek karşılık verdiğini öne sürmüştür.27 Frantz’a göre, ABD yönetimi ayrıca yasadışı nükleer materyal sevkiyatlarını tespit etmeyi öğrenmeleri için sınır muhafızlarına eğitim sağlamış ve nükleer tesisler ile havaalanlarındaki güvenliğin iyileştirilmesine yardımcı olmuştur. Birkaç kaçakçılık olayında bomba yapmak için kullanılabilecek materyal söz konusu olmuştur; bugüne dek silah yapmak için uygun materyal kaçakçılığı konusunda başarılı olmuş bir teşebbüs bilinmemektedir. O zamanlar, artan olay sayısı ve sevkiyatların sadece bir kısmının engellenebildiği yolundaki güçlü inanış, ABD’deki kaygı düzeyini arttırmıştır. Gevşek sınır kontrolleri ile gümrük yetkililerinin rüşvete karşı zayıflığı, söz konusu endişeleri daha da ağırlaştırmıştır. Frantz makalesinde, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın Eylül 2001’de, “teyit edilmiş nükleer kaçakçılık vakası sayısının dünyanın geri kalanında düştüğünü ancak Türkiye, Kafkaslar ve Orta Asya’da arttığını gösteren” rakamlar sağladığını belirtmiştir. Ajansa göre, 1993’ten 1995’e kadar 104 vakadan sadece 4 tanesi bu bölgede yaşanırken, 1996’dan 2001’e kadar dünya genelindeki 72 vakadan 16 tanesi bu bölgede meydana gelmiştir.28 1993 ile 2002 yılları arasında, Türkiye’de yaşanan ve Nükleer Kaçakçılık, Hırsızlık ve Yetim Radyasyon Kaynakları Veri Tabanı (DSTO) tarafından kaydedilen 27 radyoaktif materyal ele geçirme olayının 25 tanesi polis ve istihbarat operasyonları sonucunda, sadece iki tanesi ise gümrük kontrolleri sonucunda gerçekleşmiştir.29 Daha sonraki üç yıl içinde Türk makamları 48 kaçakçılık olayı kaydetmiştir; bunların bir tanesi hariç hepsi, ülkenin Gürcistan ve Irak sınırlarındaki yeni donanımlı kontrol noktalarındaki radyasyon kontrollerinde tespit edilmiştir. Bu vakaların çoğu, ülkeye getirilen hurda metal içinde bulunan radyoaktif kaynaklar ya da kirlenmiş materyal ile ilgilidir. TAEK yetkilileri, medyanın ele geçirilen nükleer materyallerin miktarına ilişkin bilgileri ve rakamları yanlış verdiği tespit edilen önceki vakalarda olduğu gibi, nükleer kaçakçılık vakası olarak rapor edilen olayların sayısının da, söz konusu dönemde gerçekten yaşanan olaylardan önemli ölçüde neden daha fazla olduğu konusuna da açıklık getirme ihtiyacı hissetmişlerdir. Türk makamları, 1991’deki birinci Körfez Savaşı’nın ardından, metal sektöründe faaliyet gösteren özel Türk şirketlerinin ve tüccarların, çeşitli kullanım amaçları ve uygulamalar için Irak’tan önemli miktarlarda hurda metal ithal ettiklerini belirtmektedir. İthal edilen hurda metalin bir kısmı, bir şekilde radyolojik materyal ile kirlenmiş durumdadır. Örneğin, Saddam döneminde nükleer tesislerde kullanılan çelik kaplar, uranyum ile kirlenmiştir. Benzer şekilde, Irak’ın cephaneliğinde bulunan - savaş sırasında tahrip edilen, savaş sonrasında UAEA ve UNSCOM30 denetçileri tarafından sökülen ya da ülkedeki kaos sırasında insanlar tarafından yağmalanan - füzelerin motorları, kirlenmiş materyal ile bir şekilde karışmıştır. Bu nedenle, Irak’tan gelen ve radyolojik materyal ile kirlenmiş olan bazı hurda metal sevkiyatları, nükleer kaçakçılık vakası olarak kategorize edilebilecek kadar önemli miktarlarda radyolojik materyal içerip içermediklerini tespit etmek üzere kapsamlı muayene Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 84 için Türk-Irak sınırındaki gümrük yetkilileri tarafından incelenmiştir. Yıllar içinde bu tür vakaların sayısının artması ve Birleşmiş Milletler’in silahların yayılmasına ilişkin endişeleri nedeniyle, Türkiye 2005 yılında Irak’tan hurda metal ithalatını durdurmuştur.31 Türk hükümetinin kararı, Türk Genelkurmay Başkanlığı, Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Çevre ve Ormancılık Bakanlığı, Jandarma, Milli İstihbarat Teşkilatı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Gümrük ve TAEK’ten temsilcilerin katılımıyla Dış Ticaret Müsteşarlığı’nda yapılan istişare toplantıları sonucunda alınmıştır. Türkiye, Irak’tan doğrudan hurda metal ithalatlarını yasaklamanın yanı sıra, Irak menşeli hurda metallerin Türkiye yoluyla diğer ülkelere geçişini ve Irak menşeli hurda metallerin üçüncü ülkelerden dolaylı ithalatını da yasaklamıştır.32 2000’lerin başlarında, sadece iki gümrük noktasında radyoaktif materyalleri tespit edebilecek sistemler mevcuttu ve bunların ikisi de Amerika Birleşik Devletleri tarafından hibe edilmişti. Tespit cihazlarının bulunmadığı yerlerde, gözle yapılan incelemelere güvenilmekteydi; bir kilogram plütonyumun meşrubat kutusu büyüklüğünde bir kaba saklanabileceği dikkate alındığında, bu da zor bir işti. 20 Ocak 2009 tarihinde, TAEK ve Gümrük Müsteşarlığı, nükleer kaçakçılığa karşı bir önlem olarak sınır geçişlerine tespit cihazları kurulmasına ilişkin bir protokol imzalamışlardır. Bu protokolde, radyasyon ölçüm sistemlerinin kurulması ve işletilmesinden eğitime ve TAEK ile gümrükler arasında bilgi alışverişine kadar kapsamlı bir işbirliği öngörülmektedir.33 2014 yılı sonu itibarıyla 48 sınır kapısında, TAEK tarafından İstanbul Çekmece’deki ve Ankara Sarayköy’deki Araştırma Merkezi’nde üretilen tespit sistemleri mevcuttur. Bu tespit sistemleri, acil durumlara mümkün olan en kısa sürede müdahale etmek amacıyla TAEK tarafından çevrimiçi olarak izlenmektedir. Dahası, Türk metal sektöründe faaliyet gösteren 150’den fazla özel şirket, radyasyon ile kirlenmiş olabilecek ve dolayısıyla çalışanları için sağlık risklerine ve makinelerinde hasara neden olabilecek istenmeyen atıkları hurda metallerden ayırmak amacıyla, TAEK’ten söz konusu tespit sistemlerini satın almışlardır.34 Ocak 2001 ile Aralık 2005 tarihleri arasında, DSTO veri tabanında, INTERPOL ve FBI tanımlarına uyan ve organize suç ile bağlantılı olan toplam 40 kaçakçılık vakası belirlenmiştir.35 Söylentilere göre, bu vakaların sadece bir tanesi Türkiye’de gerçekleşmiştir ve iki Türk vatandaşı ile ilgilidir.36 Ocak 2006 ile Aralık 2012 tarihleri arasındaki dönemde, Türk polisinin yetki alanında herhangi bir tehlikeli (yani kimyasal, biyolojik, radyoaktif ya da nükleer) materyal kaçakçılığı kaydedilmemiştir. Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, 2006 yılından önce ele geçirilen maddelerin herhangi bir maddi değere ve nükleer silah yapımında kullanılabilecek niteliklere sahip olmadıklarını belirtmiştir.37 Kaçakçılığı yapılan bu maddelerin “dolandırıcılık” amaçları için üçüncü taraflara pazarlandığı ya da radyoaktif olduklarının iddia edildiği olaylar, sıklıkla tehlikeli maddeler kaçakçılığı alanındaki soruşturmaların konusu olmuştur. Bu olayların çoğunda, endüstri alanında kullanılan selenyum ya da osmiyum, hatta “kobra zehiri” ya da “kırmızı cıva” olduğu iddia edilen maddeler pazarlanmıştır. Bu gibi maddelerin kaçakçılığı ile mücadele eden makamlardan elde edilen analiz raporlarından, söz konusu maddelerin Türk Ceza Kanunu’nun 174’üncü maddesinde tanımlanan kimyasal, biyolojik, radyoaktif ya da nükleer maddeler olmadığı anlaşılmaktadır. 2009 yılında, tehlikeli maddelerin kaçırılması ile ilgili altı olay, söz konusu maddelere el konulması ile sonuçlanmış ve tutuklanan şüpheliler, 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nu çiğneme suçuyla yargılanmışlardır.38 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 85 Nükleer Kaçakçılığa Karşı Mücadelede Türkiye Tarafından Alınan Önlemler Son on yıl içinde Türk devlet yetkilileri, Türkiye’nin nükleer materyallerin teröristlerin eline geçmesi olasılığı ile bağlantılı tehlikelerle etkili bir biçimde başa çıkma kabiliyetini güçlendirmek amacıyla bir dizi kapsamlı önlem almışlardır. Bu önlemler, dört geniş kategori halinde gruplanabilir. İlk önlem kümesi, müttefik uluslar ve dost ülkeler ile birlikte Türk devlet bürokrasisi içinde kurumlar arası işbirliğini arttırmayı amaçlamaktadır. Bu önlemler ayrıca, sivil ve askeri bürokrasiden ve Türk akademik çevrelerinden her düzeydeki ilgili personele ülke içinde ve dışında eğitim ve öğretim verilmesini de içermektedir. İkinci önlem kümesi, Türkiye’nin uluslararası anlaşmalara ve sözleşmelere üyeliğinden doğan yasal yükümlülüklerinin gereken şekilde yerine getirilmesi ile ilgilidir. Bu önlemlerin bazıları, UAEA gibi uzmanlaşmış Birleşmiş Milletler kurumları ile yoğun ve uzun vadeli işbirliği yapılmasını gerektirmektedir. Üçüncü önlem kümesi, kitle imha silahlarının yayılmasını durdurmaya çabalayan ve uluslararası terörizme karşı mücadele eden çok uluslu inisiyatiflere Türkiye’nin gönüllü katkıları ile ilgilidir. Dördüncü kategori ise Türkiye’nin, suç teşkil eden girişimlerinde Türkiye’nin topraklarını kullanan yasadışı kaçakçılık şebekeleri ile mücadele etmek amacıyla devlet kolluk kuvvetlerinin kabiliyetlerini geliştirmeyi hedefleyen - Karadeniz’e kıyısı bulunan - bölge ülkeleri ile ortaklık yaparak gösterdiği inisiyatifler ile ilgilidir. Kurumlar Arası İşbirliğini / Eğitim ve Öğretim Faaliyetlerini Geliştirmeye Yönelik Önlemler KOM Dairesi’nin koordinasyonu altında KBRN materyallerinin kaçakçılığının önlenmesi konusu ile ilgili olarak, TAEK’in Araştırma Merkezi Laboratuarları tarafından üretilen 150 adet radyasyon ölçüm cihazı, TAEK ile Emniyet Genel Müdürlüğü arasından imzalanan protokol uyarınca 81 il ve 32 ilçedeki KOM birimlerine dağıtılmıştır.39 Türk Gümrük görevlileri 2001 yılından bu yana otomatikleştirilmiş bir ortamda çalışmaktadır ve verilerin yüzde 99’u bilgisayarlı bir ağ üzerinde kaydedilmekte ve işlenmektedir. Gelişmiş röntgen ekipmanının kurulması ile gümrük güvenliği de arttırılmıştır. Türkiye, radyoaktif hurda metallerin izlenmesi, önlenmesi ve yönetilmesine yönelik uluslararası standartlar ve pratik önlemler geliştirmek için UAEA ve diğer kurumlar tarafından yürütülen çalışmalara aktif olarak katkıda bulunmaktadır. Türkiye, sınır geçişlerinde kullanılmak üzere, “Sınır Kapılarındaki Radyasyon Tespit Sistemi Kullanma Talimatı” ve “Nükleer ve Radyoaktif Materyal Bildirim Formu” adlı bilgilendirme amaçlı iki el kitabı geliştirmiştir.40 TAEK, iyi eğitilmiş bir teknik uzman kadrosu sağlamak amacıyla, kolluk kuvvetleri dahil ilgili kurumlardan uzmanlar, gümrük görevlileri, nükleer sektöründen ve akademik kurumlardan temsilciler için nükleer emniyetin çeşitli yönleri hakkında düzenli eğitim kursları yürütmüştür. TAEK’in 2012 eğitim programı, “nükleer materyal ve tesislerin fiziki koruması” ve “nükleer materyalin sayım ve kontrolü” Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 86 hakkında özellikli kurslar içermiştir. Haziran 2005 tarihinde Türk Genelkurmay Başkanlığı himayesi altında kurulan ve NATO tarafından akredite edilen NATO Terörizmle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi (TMMM) tarafından, Türklerin ve yabancıların katılımıyla düzenli olarak “Kitle İmha Silahları ile Terör” konulu eğitim kursları düzenlenmiştir.41 Aynı anlayışla, radyasyon koruması, radyasyon güvenliği, nükleer enerji, nükleer güvenlik, nükleer emniyet ve nükleer uygulamalar hakkında ulusal ve uluslararası eğitim vermek üzere Ağustos 2010 tarihinde Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi (ANAEM) kurulmuştur. ANAEM’in temel görevi, endüstrinin ve kamu sektörünün insan gücü ihtiyaçlarını karşılamaktır. ANAEM ayrıca kamu bilgilendirme faaliyetlerinden de sorumludur. Uluslararası toplumun yüksek standartlarını karşılayan yenilikçi ve üretken bir araştırma ve eğitim merkezi haline gelmek, ANAEM’in çok sayıdaki kısa vadeli hedeflerinden bir tanesidir.42 ANAEM uzmanları her yıl polis, jandarma, gümrük ve bunlar gibi çeşitli bürokratik dairelerden yaklaşık 25-30 kadar uzmana nükleer güvenlik ve emniyetle ilgili konularda özel kurslar vermektedir. “Eğitimcilerin Eğitimi” kurslarına katılan kişiler, bu kurslarda edindikleri bilgi ve uzmanlıklarını, kendi ilgili kurumlarındaki iş arkadaşları ile paylaşmaktadır. Bu sayede, ANAEM tarafından doğrudan ya da dolaylı olarak eğitilen personelin toplam sayısı yılda 300 kişiyi aşmaktadır.43 Türkiye’nin Uluslararası Sözleşmelere Üyeliği ile İlgili Önlemler Türkiye, Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye (CPPNM) taraftır ve hükümlerini tam olarak uygulamaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) Dışişleri Komisyonu, bu sözleşmenin 2005 değişikliğinin onaylanmasına ilişkin öneriyi onaylamıştır. Değişikliğin onaylanmasından önce dahi, nükleer tesislerin ve nükleer materyallerin fiziki korunmasına ilişkin yönetmelik, INFCIRC/225/Rev.5’te yer alan tavsiyeler ve “Tasarıma Esas Tehdidin Geliştirilmesi, Kullanımı ve Bakımı için Uygulama Kılavuzu”nda yer alan hükümler dikkate alınarak gözden geçirilmiştir. Türkiye’deki fiziki korunma önlemlerinin kapsamını genişleten yeni yönetmelik, Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 22 Mayıs 2012’de yürürlüğe girmiştir. Bu yönetmelik, nükleer tesislerin ve materyallerin elleçleme, kullanım, depolama ya da nakliyesi sırasında sabotaj ve hırsızlığa karşı fiziki korunmasını düzenleyen önlemleri içermektedir.44 Seul Zirvesinin ardından Türkiye, “Nükleer Materyallerin Nakliye Sırasında Fiziksel Korunması Hakkında Taslak Uygulama Kılavuzu”, “Nükleer Emniyet için Yasal ve Düzenleyici Çerçevenin Uygulanması” ve “Nükleer Tesislerin Fiziksel Korunması Hakkında Taslak Uygulama Kılavuzu”nu geliştirmek amacıyla Temmuz 2012, Ekim 2013 ve Şubat 2014’te Ajans tarafından düzenlenen teknik toplantılara katılmıştır. Türkiye, Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme’yi (ICSANT) ilk imzalayanlar arasındadır. Seul Zirvesi’nden önce, bu Sözleşme TBMM tarafından onaylanmış ve Cumhurbaşkanı tarafından tasdik edilmiştir. Onay belgesini 24 Eylül 2012 tarihinde sunan Türkiye, artık Sözleşme’ye taraftır. Türk Ceza Kanunu’nun ilgili hükümlerinin, küresel gelişmeler ışığında Türkiye’nin uluslararası taahhütlerine uygun olarak güncellenmesi için, TAEK tarafından bir değişiklik yapılması teklif edilmiştir. Taslak hakkındaki kurumlar arası istişareler devam etmektedir.45 Türkiye, 1540 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı’nın uygulanmasını tamamen Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 87 desteklemekte, hedeflerini aktif olarak teşvik etmeyi sürdürmekte ve komitenin çalışmalarını desteklemektedir. Türkiye’den devlet görevlisi uzmanlar, 1540 sayılı Karar’ın uygulanması, deneyim paylaşımı, kapasite oluşturma, terörle mücadele, ihracat kontrolü ve sınır güvenliği gibi konularda bir dizi bölgesel ve uluslararası destek ve eğitim etkinliğine aktif olarak katılmışlardır. Türkiye, Haziran 2010’da, sayım ve kontrol için devlet sistemleri (ISSAS) hakkında bir UAEA danışma hizmeti misyonu almış, bu misyon sırasında nükleer materyallerin sayım ve kontrolü hakkındaki taslak ulusal yönetmelik tartışılmış ve UAEA’nın tavsiyeleri, gözden geçirilen metne yansıtılmıştır. ISSAS raporu yayınlanmamıştır ve yetkililer, yönetmeliğin raporu yansıtacak şekilde nasıl değiştirildiği konusunda bilgi vermemişlerdir. Ancak yönetmelik Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 30 Mayıs 2012’de yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Radyoaktif Kaynakların Güvenliği ve Emniyeti’ne ilişkin UAEA Davranış Kuralları’na desteğini UAEA’ya bildirmiştir. Türk makamları, “Türkiye’nin mevzuatı ve uygulamalarının, Radyoaktif Kaynakların İthalatı ve İhracatı Hakkında Tamamlayıcı Rehber” ile tamamen aynı doğrultuda olduğunu hatırlatmaktadır.46 Türkiye, Rehber için bir irtibat kişisi görevlendirmiştir ve ÖzDeğerlendirme Anketi’ni yanıtlamıştır. Türkiye ayrıca UAEA Nükleer Emniyet Rehberliği Komitesi’nin kurulmasını desteklemektedir ve söz konusu Komite’nin çalışmalarına katılma niyetini UAEA’ya bildirmiştir. Kıdemli UAEA uzmanları, Kasım 2012’de Türkiye’ye yapılan bir ziyaret sırasında, Türkiye’nin nükleer enerji programı ve UAEA’nın danışmanlık hizmetleri hakkında bilgi alışverişinde bulunmak için devlet kurumları ve özel sektörden temsilciler ile buluşmuşlardır. 7-11 Ekim 2013 tarihlerinde Ankara’da, nükleer materyallerin ve tesislerin fiziki korunması hakkında ve nükleer enerjide yeni olanlara yönelik olan bir UAEA ulusal semineri düzenlenmiş; bu seminerde devlet temsilcilerine nükleer emniyet önlemlerini geliştirme ve uygulama görevi verilmiştir. Kasım 2013’te, Türkiye’nin daveti üzerine, bir Entegre Nükleer Altyapı İncelemesi (INIR) Misyonu Ankara’da ağırlanmıştır. İki haftalık Misyon, ülkenin nükleer enerji programı için ulusal bir altyapı geliştirme konusunda Türkiye’nin kaydettiği ilerlemeyi gözden geçirmiştir. Misyon’un Nihai Rapor’unda, Türkiye’nin nükleer altyapısını geliştirme konusunda önemli ilerlemeler kaydettiği ve bağımsız kurumlar arasında işbirliğine yönelik etkin mekanizmaların yanı sıra proje için güçlü bir hükümet desteği mevcut olduğu sonucuna varılmıştır. Rapor, Türkiye tarafından alınan fiziki korunma önlemleri ile ilgili spesifik ya da önemli herhangi bir tavsiyede bulunmamakla birlikte, bu önlemlerin bazılarını iyi uygulamalar olarak tanımlamaktadır. Bu, emniyetten çok gözetim ile ilgilidir ve aradaki fark önemlidir; bununla birlikte Türk makamları, Türkiye’nin hem NPT’ye ve NPT’nin gözetim anlaşmasına tam olarak uyduğunu hem de devlet dışı tehditler ile başa çıkmak için hazırlıklı olduğunu göstermek amacıyla bu konunun üzerinde özellikle durmuşlardır.47 Türkiye ve diğer 59 ülke için, UAEA’nın Teknik Sekreterliği, “deklare edilen nükleer materyalin barışçı nükleer faaliyetlerden saptığına dair bir işaret ve deklare edilmemiş nükleer materyal ya da faaliyetler olduğuna dair bir işaret tespit etmemiştir. Sekreterlik, bu temelde, söz konusu 60 ülke ile ilgili olarak, tüm nükleer materyalin barışçıl nükleer faaliyetler kapsamında kullanıldığı sonucuna ulaşmıştır.”48 Türkiye, UAEA tarafından, nükleer materyal sayımı ve kontrolü açısından en üst seviye olarak kabul edilen “Broader Conclusion” derecesindeki ülkeler arasında sınıflandırılmıştır.49 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 88 Nükleer Kaçakçılığa Karşı Uluslararası İnisiyatiflere Gönüllü Katkılar Türkiye, silahların yayılmasını önlemeye yönelik çok taraflı inisiyatifleri, mevcut uluslararası enstrümanları ve ihracat kontrol rejimlerini tamamlayan önemli gönüllü işbirliği mekanizmaları olarak görmektedir. Türkiye, Nükleer Terörizmle Mücadele için Küresel İnisiyatif’in (GICNT) bir ortağı ve Silahlarının Yayılmasına Karşı Güvenlik İnisiyatifi’nin (PSI) bir katılımcısı olarak, bu inisiyatiflerin çalışmalarına, ayrıca Kitle İmha Silahlarının (KİS) ve Materyallerinin Yayılmasına Karşı G-8 Küresel Ortaklığının ve diğer ikili, bölgesel, çok taraflı ve devlet dışı faaliyetlerin çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. Türkiye, HEU ve plütonyum kullanımını desteklememekte ve düşük oranda zenginleştirilmiş alternatiflerin geliştirilmesini teşvik etmektedir. Türkiye, bu uygulamalara uygun olarak, 1980 yılından bu yana, Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi’nde bulunan 5 MW araştırma reaktöründe kullanılan HEU yakıtı düşük oranda zenginleştirilmiş uranyum karşılığında Amerika Birleşik Devletleri ile takas etmektedir. Tükenmiş yakıt elemanları, UAEA standartlarına ve ulusal mevzuata uygun olarak 14 Aralık 2009 tarihinde ABD’ye geri gönderilmiştir. Takası, UAEA denetlemiştir.50 Türkiye’nin Karadeniz Havzasındaki Kaçakçılığı Önlemeye Yönelik Çok Taraflı İnisiyatifleri 1990’larda Karadeniz civarındaki nükleer kaçakçılık faaliyetlerinin sayısının artması, kitle imha silahlarının devlet dışı aktörlerin, yani teröristlerin eline geçmesi olasılığının tehdit ettiği Amerika Birleşik Devletleri gibi ülkelerin dikkatini çekmiştir. Bu nedenle Amerika Birleşik Devletleri, KİS’lerin yayılmasına ve terörizme karşı mücadelelerinde Akdeniz ülkelerine yardımcı olmayı hedefleyen “Aktif Çaba (Active Endeavor)” harekatı altında Akdeniz’deki durumuna benzer şekilde, Karadeniz’de aktif bir varlık bulundurma çabalarını yoğunlaştırmıştır. Ancak her ikisi de 1936 Montrö Sözleşmesinin hükümleri konusunda son derece hassas olan (ve hala bu hassasiyeti muhafaza eden) Rusya ve Türkiye, bu çabaları hoş karşılamamıştır.51 Amerika Birleşik Devletleri’nin tüm askeri gücü ile Karadeniz’e gelmesi, donanmasını ve diğer askeri levazımını kalıcı olarak üslendirmesini gerektirecektir; bu da söz konusu sözleşmenin uygulamasını tehlikeye atabilir. Dolayısıyla Türkiye, ihtiyari bir tedbir olarak, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeleri kapsayan kaçakçılık faaliyetleri ve terörizm olayları ile bağlantılı tehlikelere karşı bölgesel askeri kabiliyetler oluşturulmasına ön ayak olmuştur. BLACKSEAFOR52 ve Karadeniz Uyum Harekatı53 (Black Sea Harmony), bölgede ve çevresinde ortaya çıkan tüm güvenlik ve emniyet sorunları ile başa çıkmak amacıyla kabiliyetlerin arttırılmasını ve belirli bir ölçüde hazırlıklılık sağlanmasını amaçlamaktadır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 89 SONUÇ Türk makamları, Türkiye yoluyla kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer materyal (KBRN) kaçakçılığı yapılmasının, herhangi bir ülkenin sadece güvenliği değil, aynı zamanda sosyal ve çevresel sağlığı üzerinde de olumsuz etkileri olabileceğini kabul etmektedir. Türkiye, coğrafi konumu nedeniyle, bu tür tehditlere karşı hassastır. Bu şartlar altında, söz konusu materyallerin kaçakçılığı ile ilgili tüm bilgiler ya da istihbarat titizlikle değerlendirilmekte ve diğer paydaş kuruluşlar ile işbirliği içinde hareket edilmektedir.54 Bu nedenle, yetkililer, nükleer kaçakçılık faaliyetlerine karşı alınan önlemler kümesinin, radyolojik materyal içeren derme çatma silahlar ile saldırılar düzenleyerek Türkiye’nin çıkarlarına ve nüfusuna zarar vermeye odaklanmış diğer teşebbüslere karşı “ilk savunma hattını” oluşturduğunu vurgulamaktadır.55 Nükleer materyallerin Türkiye sınırları içinde yasadışı kaçakçılığını önlemeye yönelik başarılı bir kampanya için, kurumlar arası işbirliği ve birlikte çalışma hem büyük ölçekte hem de etkili olmalıdır. Bu hedefe ulaşmak için, devlet aygıtının spesifik sorumlulukları ve yetki alanları düzgün bir biçimde belirlenmelidir. Üst düzey yetkililer ve politikacılar tarafından verilen beyanatlar Türk makamlarının bu konuya en yüksek önceliği verdiği izlenimini doğursa da, hala kat edilmesi gereken çok yol vardır.56 Örneğin, TAEK’in bu çabalardaki idare edici rolü, ulusal mevzuatın buna uygun şekilde revize edilmesi ve güncellenmesi yoluyla pekiştirilmelidir. İstihbaratın, kaçakçılık şebekeleri ile mücadelede anahtar bir bileşen olduğunu söylemeye gerek yoktur. 2010 yılından bu yana, Türkiye’de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Müsteşarlığı, “Bilgi Çağında Diplomasi: Anlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanılması” başlıklı tez konusu ile Uluslararası İlişkiler alanında Doktora derecesi alan Dr. Hakan Fidan’ın yönetimi altında kapsamlı bir dönüşümden geçmektedir.57 Bu nedenle, istihbarat teşkilatının, mevcut durumun ciddiyetini anlayacak akademik geçmişe sahip bir kişi tarafında yönetildiği dikkate alındığında, Türkiye’nin nükleer kaçakçılık ile başa çıkma performansının daha iyi olması gerektiğini öne sürmek haksız bir önerme olmayacaktır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 90 1_ Diğerleri arasında, ASALA ve PKK adlı iki terör örgütü, Türk sivillere, emniyet güçlerine ve diplomatlarına yapılan terör saldırılarının çoğundan sorumludur. Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu (ASALA), 1970’lerde ve 1980’lerin başlarında, tüm dünyada 30’dan fazla Türk diplomatına ve vatandaşına suikastlar düzenlemiştir. Kürdistan İşçi Partisi (Partiya Karkeren Kurdistan - PKK), Türkiye’nin güneydoğusunda ayrılıkçı bir hareket yürütmüştür ve 1984’ten bu yana 40.000’den fazla insanın ölümünden sorumludur. Bu liste kapsamlı değildir, ancak bu konunun ayrı bir akademik çalışmada çok daha uzun ve derinlemesine ele alınması gereklidir. 2_ http://www.egm.gov.tr/EN/Dkmanlar/2010_Ingilizce.pdf. 3_ Süper güçlerin rekabetindeki istikrarın, “hassas bir korku dengesinin” varlığına çok şey borçlu olduğuna inanılan ve adını, RAND Corporation’ın önde gelen bir stratejisti olan Albert Wohlstetter’in çalışmalarından alan dönemin (yani 1960’ların) terminolojisini kullanmak daha uygun olabilir. Bkz. Albert Wohlstetter, “The Delicate Balance of Terror,” Philip Bobbitt, Lawrence Freedman ve Gregory F. Treverton (editörler), US Nuclear Strategy: A Reader, London: The Macmillan Press, 1989, s. 143-167. 4_ Tarikatın adı, “yüce gerçek” anlamına gelmektedir. Söz konusu saldırıda, bir düzine insan ölmüş ve binlerce insan yaralanmıştır. 5_ 1990’ların sonlarında, tarikatın bazı üyeleri, faaliyetlerini gizlemek amacıyla ana şirketler kurmak yoluyla Avustralya’da uranyum madenleri satın alma teşebbüsleri sırasında tutuklanmıştır. Tarikatın diğer başka üyeleri ise, Afrika’da bir salgın devam ederken yapılan akademik bir toplantı sırasında bilimsel işbirliği kisvesi altında ölümcül Ebola virüsü elde etme teşebbüsleri sırasında tutuklanmıştır. Yazar, 1990’ların sonlarından bu yana dünya genelinde katıldığı uluslararası konferanslar ve seminerler sırasında sahadaki uzmanlar ile yaptığı konuşmalarını hatırlamaktadır. 6_ El Kaide’nin nükleer silah kabiliyeti elde etme çabalarına ilişkin bir tartışma için bkz. David Albright, “Al Qaeda’s Nuclear Program: Through the Window of Seized Documents,” Special Forum No. 47, 2002. http://oldsite.nautilus.org/ archives/fora/Special-Policy-Forum/47_Albright.html. 7_ Oleg Bukharin ve William Potter, “Potatoes were guarded better,” The Bulletin of the Atomic Scientists (Mayıs- Haziran 1995), Cilt 51, No. 3), s. 46-50. 8_ Kitle İmha Silahı stoklarının ve ilgili tesislerin güvenliği ve emniyeti ile ilgili olarak eski Sovyet bölgelerinde ortaya çıkan sorunlarla başa çıkmak için Amerika Birleşik Devletleri’nin gösterdiği çabalar konusunda, bkz. James E. Goodby vd., Cooperative Threat Reduction for a New Era, Washington, D.C.: Center for Technology and National Security Policy, National Defense University, Eylül 2004. http://www.nti.org/media/ pdfs/CooperativeThreatReductionForANewEra.pdf?_=1323825759; George Perkovich vd., Universal Compliance: A Strategy for Nuclear Security, Washington, D.C.: Carnegie Endowment for International Peace, Mart 2005. http://carnegieendowment.org/2007/06/20/universal-compliance-strategyfor-nuclear-securitywith-2007-report-card-on-progress org/.les/UC2.FINAL3. pdf ; Robert J. Einhorn ve Michele A. Flournoy, editör, Protecting against the Spread of Nuclear, Biological, and Chemical Weapons: An Action Agenda for the Global Partnership, 4 cilt, Washington, D.C.: Center for Strategic and International Studies, Ocak 2003. http://csis.org/publication/protectingagainst-spread-nuclear-biological-and-chemical-weapons. Matthew Bunn ve Anthony Wier, Securing the Bomb 2004: An Agenda For Action, Cambridge, Mass., ve Washington, D.C.: Project on Managing the Atom, Harvard University. http://www.nti.org/media/pdfs/Securing_The_Bomb_2004. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 91 pdf?_=1317161710. Ayrıca, Nuclear Threat Initiative web sitesine bakınız, http://www.nti.org/cnwm. 9_ Bunların ve 1990’lardaki diğer önemli yasadışı nükleer materyal kaçakçılığı olaylarının bir açıklaması için, bkz. William Potter ve Elena Sokova, “Illicit Nuclear Trafficking in the NIS: What’s New? And What’s True?” Nonproliferation Review (Yaz 2002), Cilt 9. No. 2, s. 112-120. 10_ Lyudmila Zaitseva, “Illicit Trafficking in the Southern Tier and Turkey since 1999: A Shift from Europe?” The Nonproliferation Review (Güz/Kış 2002), Cilt 9, No. 3, s. 168. 11_ A.g.e., 12_ Mahmut Cengiz, “Smuggling of Nuclear Materials in the Former Soviet Union,” Turkish Journal of Police Studies, Cilt 13, No. 1, s. 25-50. Dr. Cengiz, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki George Mason Üniversitesi’nde Doktora çalışmaları yapmış olan bir Türk Polis Teşkilatı mensubudur. 13_ A.g.e., 14_ “Atom Bombası Operasyonu (Atomic Bomb Operation),” Milliyet, 6 Ekim 1993, s. 1. 15_ Aynı zamanda bir işadamı olan Prof. Pınar Bakır, sorgulamalar sırasında, el konulan 2,5 kilogram uranyum- 238’in Cessna tipi bir uçakla Hartenholm’dan Türkiye’ye kaçırıldığını kabul etmiştir. Bkz. “Take-Off Permit forNuclear Smugglers,” Focus, 15 Mayıs 1995, s. 12. 16_ Kaynak, bu çalışmanın ilk taslağını gözden geçirme nezaketini gösteren ve kimliklerinin belirtilmesini istemeyen üst düzey TAEK yetkilileri ile yapılan bir tele-konferans görüşmesidir. 12 Eylül 2014. İstanbul. 17_ KOM, Emniyet Genel Müdürlüğünün “Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi” için kullanılan kısaltmadır. 18_İlhan Tıncı, “İran Elçilik Yetkilisi, Uranyum Ticareti Bağlantısını Reddetti,” Türkiye, 7 Ekim 1993, s. 7. 19_ “‘Key Man’ in Smuggling Operation Identified,” Proliferation Issues, 17 Kasım 1993, orijinal kaynak: Milliyet (İstanbul), 7 Ekim 1993, s. 16. 20_ TAEK yetkilileri ile telefon konuşması. 12 Eylül 2014. İstanbul 21_ ”Seven Detained in Turkey With Uranium Haul,” Reuters, 22 Temmuz 1994. Bkz. Reported Nuclear Trafficking Incidents Involving Turkey* Selected Abstracts: 1993-1999. http://cns.miis.edu/wmdme/flow/turkey/abslist.htm. Ayrıca bkz. http://www.nti.org/analysis/articles/seven-detained-turkeyuranium-haul/ 22_ TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul. Ancak bu materyalin ne tür doğal uranyum olduğu ve uranyum oksit mi, metal mi yoksa UF6 mı olduğu konusunda herhangi bir bilgi verilmemiştir. 23_ “509 gram işlenmemiş uranyum ele geçirildi,” Sabah, 5 Mart 1997. http:// arsiv.sabah.com.tr/1997/03/05/f18.html. 25_ A.g.e., 26_ TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul 27_ Douglas Frantz, “Nuclear Booty: More Smugglers Use Asia Route,” The New York Times 11 Eylül 2001. http://www.personal.umich.edu/~sanders/214/ other/news/091101NuclearBooty.html. 28_ A.g.e., 29_ Uluslararası Atom Enerjisi Ajansının (IAEA), IAEA Yasadışı Kaçakçılık Veri tabanı (ITD), Üç Aylık Raporlar, 2003–2005. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 92 30_ Birleşmiş Milletler Özel Komisyonu (UNSCOM), Irak’ın kitle imha silahlarının ve balistik füze kabiliyetinin “imhası, sökülmesi ya da zararsız kılınması” amacıyla, 3 Nisan 1991 tarihli ve 687 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı ile oluşturulmuştur. 31_ TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul 32_ 28 Haziran 2005 tarihinde Ankara’da yapılan koordinasyon toplantısında alınan kararın uygulanmasına yönelik olarak 6 Temmuz 2005 tarihinde Gümrük Müsteşarlığı tarafından yayınlanan Genelge (No: B.02.1.GÜM.0.06.00.19.570.16). 33_ “Nükleer madde kaçakçılığı ile mücadele”, Milliyet, 20 Ocak 2009. http:// www.milliyet.com.tr/nukleer- madde-kacakciligi-ile-mucadele/ekonomi/ ekonomidetay/20.01.2009/1049542/default.htm 34_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul 35_ FBI, organize suçu genel olarak “bir şekilde biçimlendirilmiş bir yapıya sahip olan ve birincil amacı, yasadışı faaliyetler yoluyla para kazanmak olan herhangi bir grup” olarak tanımlamaktadır. Bkz. Federal Soruşturma Bürosu, “FBI Sözlüğü,” FBI.gov, Zaitseva “Organized Crime, Terrorism and Nuclear Trafficking” çalışmasında alıntılanmıştır, Strategic Insights (Ağustos 2007), Cilt VI, No. 5. s. 5. 1998 yılında üye ülkelerin INTERPOL Genel Meclisi tarafından kabul edilen tanımda, ‘ulusal sınırlara bağlı olmadan, kâr üretme birincil amacıyla devam eden yasadışı bir faaliyet ile uğraşan herhangi bir kuruluş ya da insan grubunun’ organize suç teşkil ettiği belirtilmektedir. Bkz. “The Problem of Definitions”, basıldığı yer Monograph No. 28: Organized Crime in South Africa, Ağustos 1998, Zaitseva, “Organized Crime, Terrorism and Nuclear Trafficking” çalışmasında alıntılanmıştır, s. 5. 36_ 2001 ile 2005 yılları arasında, ülkelere ve nükleer kaçakçılık olaylarında organize suç ile birlikte çalıştıklarından şüphe edilen kişilerin uyruklarına ilişkin verilere bakıldığında, Ukrayna 9 nükleer kaçakçılıkteşebbüsü vakası ile ilk sırada yer almakta, onu 7 vaka ile Rusya ve 5 vaka ile Gürcistan izlemektedir. Bkz. Lyudmila Zaitseva, “Organized Crime, Terrorism and Nuclear Trafficking,” Strategic Insights (Ağustos 2007), Cilt 24 Bkz. “Turkish Police Arrest Uranium Smugglers,” BBC World News, 7 Eylül 1998, http:// news.bbc.co.uk. Ayrıca bkz. http://www.themoscowtimes.com/news/ article/turks-hold-8-for-smuggling-nuclear-matter-out- of-russia/285403.html VI, No. 5. 37_ Türkiye Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu 2012, İçişleri Bakanlığı, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi, Nisan 2013, Periyodik Yayın, Ankara, s. 56. 38_ http://www.kom.gov.tr/Tr/Dosyalar/Anti-Smuggling%20and%20 Organized%20Crime%20Report%20of %20Turkey%202009.pdf 39_ Türkiye Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu – 2011 Raporu: Operasyonel Faaliyetler, Eğitim ve Uluslararası İşbirliği Faaliyetleri, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi, Ankara, Mart 2012, s. 47. 40_ Türkiye’nin, Washington Çalışma Planının Uygulanması konusunda Nükleer Güvenlik Zirvesine Sunduğu Ulusal İlerleme Raporu, Seul, 26-27 Mart 2012. 41_ http://www.coedat.nato.int. Bu çalışmanın yazarı, Ocak 2006 ile Ocak 2013 tarihleri arasında TMMM bünyesinde Akademik Danışman olarak görev yapmış ve TMMM ile TAEK arasındaki yakın işbirliğinin birinci elden tanığı olmuştur. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 93 42_ Ulusal Rapor: Türkiye’de Radyasyon Kaynaklarının Güvenliği ve Emniyeti, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, Haziran 2014, s. 11. 43_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi. 12 Eylül 2014. İstanbul 44_ Nükleer Güvenlik Zirvesi, Ulusal İlerleme Raporu, Türkiye, La Hey, Mart 2014. https://www.nss2014.com/sites/default/files/documents/turkey.pdf. 45_ A.g.e., 46_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi, 12 Eylül 2014. İstanbul. 47_ Üst düzey TAEK yetkilileri ile tele-konferans görüşmesi, 12 Eylül 2014. İstanbul. 48_ Safeguards Statement for 2012, s. 1. http://www.iaea.org/safeguards/ documents/es2012.pdf. 49_ http://www.taek.gov.tr/basin-aciklamalari/313-2013/1102-basin-aciklamasino-01-2013-turkiye-uluslararasi-atom-enerjisi-ajansi-nin-uaea-nukleerguvence-denetimleri-sonucunda-edinilen-ve-en-ust-seviyeye-karsilik- gelenbroader-conclusion-sinifindaki-ulkeler-arasina-girdi.html. 50_ Nükleer Güvenlik Zirvesi, Ulusal İlerleme Raporu, Türkiye, La Hey, Mart 2014. https://www.nss2014.com/sites/default/files/documents/turkey.pdf. 51_ 1936’da Montrö Sözleşmesinin uygulamaya konması, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra işgal kuvvetlerine karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın ardından modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlayan Lozan Anlaşması’nın hükümlerine göre oluşturulmuş olan Uluslararası Boğazlar Komisyonu’nun lağvedilmesine yol açmıştır. Boğazlar üzerindeki Türk egemenliği ve askeri kontrolü ile Çanakkale Boğazı’nın yeniden tahkimat yapılması hakları tamamen iade edilmiştir. Türkiye, savaş zamanında ya da saldırı tehdidi altında olduğunda Boğazları tüm yabancı savaş gemilerine kapatma hakkına sahiptir. Türkiye ayrıca, Türkiye ile savaşta olan ülkelere ait ticaret gemilerinin geçişini reddetme hakkına da sahiptir. Ayrıca, geçişine izin verilen savaş gemilerinin türlerine ilişkin bir dizi son derece spesifik kısıtlama da getirilmiştir. Bu, Atatürk’ün dikkatle ve sabırla işlenmiş diplomasisi ve doğru zamanda doğru adımlar atılması sonucunda Türkiye için elde edilen önemli bir diplomatik başarıdır. Bkz. Şule Güneş, “Türk Boğazları”, ODTÜ Geliştirme Dergisi, Aralık 2007, No. 34, s. 217-250. 52_ BLACKSEAFOR, 1998’de Varna/Bulgaristan’da yapılan ikinci Karadeniz Deniz Kuvvetleri Komutanları (CBSN) toplantısında Türkiye tarafından başlatılan “Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu” anlamına gelmektedir. Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya Federasyonu, Türkiye ve Ukrayna, 2 Nisan 2001 tarihinde İstanbul’da BLACKSEAFOR kuruluş anlaşmasını imzalamışlardır. http://www.mfa.gov.tr/blackseafor.en.mfa 53_ NATO’nun daimi deniz harekatlarından ilham alan Karadeniz Uyum Harekatı (OBSH), gizlice izleme, takip ve önlemeyi kapsayan hazır bulunma operasyonları yoluyla Karadeniz’de deniz emniyeti sağlamayı amaçlamaktadır. Türk Donanması, OBSH’yi 1 Mart 2004 tarihinde başlatmıştır. Bu harekat, şüpheli gemilerin gizlice izlenmesi ve önlenmesinin yanı sıra bilgi ve istihbarat paylaşımı açısından Akdeniz’deki NATO tarafından yönetilen Aktif Çaba Harekatı ile bağlantılı hale gelmiştir. OSBH, firkateynler ve devriye botları ile, Karadeniz’deki önceden tanımlanmış denetleme alanlarında düzenli devriyeler yapılmasından oluşmaktadır. Helikopterler, denizaltılar, deniz devriye uçakları ve sahil güvenlik gemileri de bu çabaya yardımcı olmaktadır. http://turkishnavy.net/2009/04/01/ Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 94 more-on-operation-black-sea-harmony/ 54_ Türkiye Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Raporu – 2012 Raporu:,İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü, Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Dairesi, Ankara, Nisan 2013, s. 56. 55_ Sivil ve askeri bürokrasiden Türk yetkililer ile konuşmalar. Ağustos/Eylül 2014, Ankara ve İstanbul. 56_ Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül tarafından Üçüncü Nükleer Güvenlik Zirvesinde verilen Demece bakın, The Hague, Hollanda, 24-25 Mart 2014. http://www.tccb.gov.tr/ dosyalar/2014-03-23- NATOKonusma-Eng.pdf 57_ MİT Müsteşarı Dr. Hakan Fidan, Doktora çalışmasını 2001-2006 yılları arasında, bu çalışmanın yazarının gözetimi altında, Ankara’da Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yapmıştır. Dr. Fidan’ın “Bilgi Çağında Diplomasi: Anlaşmaların Doğrulanmasında Enformasyon Teknolojilerinin Kullanılması” (2006) başlıklı tezi, Bilkent Üniversitesi kütüphanesinde bulunabilir. http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0003191.pdf. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 95 Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti: Bir Değerlendirme Aaron Stein Araştırma Görevlisi, Kraliyet Birleşik Hizmetler Enstitüsü Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Programı Yöneticisi, EDAM Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 96 GİRİŞ: NÜKLEER ENERJİ VE NÜKLEER EMNİYET Altmış yıldan uzun bir süredir, Türk yetkililer ülkenin ithal fosil yakıtlara bağımlılığını azaltmaya yardımcı olmak amacıyla nükleer enerjinin geliştirilmesini savunmuşlardır. Türkiye 2010 yılında, sahil kenti Mersin yakınında bulunan Akkuyu sahasında dört adet VVER-1200 reaktörün inşası için Rus Rosatom şirketi ile bir anlaşma akdetmiştir. Bundan sadece üç yıl sonra, Mayıs 2013’te, Sinop kentinin yakınlarında ikinci bir nükleer santral inşa edilmesi için Türkiye, Mitsubishi liderliğindeki bir konsorsiyum ile bir anlaşma imzalamıştır. Ankara, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yıldönümü olan 2023 yılına kadar Akkuyu sahasında en az bir reaktörün çalışır duruma gelmesini ummaktadır. Türkiye, nükleer enerji geliştirmeye devam ettiği sürece mücadele etmesi gerekecek olan bir dizi kendine özgü güvenlik tehdidi ile karşı karşıyadır. Bu zorlukların birçoğunu ayrıntıları ile veren bu çalışma, Türk nükleer sektöründe türünün ilk örneğidir. Bu çalışmada belirtildiği üzere Türkiye, nükleer kaçakçılık için bilinen bir geçiş güzergahıdır, on yıllardır terör saldırıları yaşamaktadır ve halihazırda Irak ve Suriye’deki iki çatışma bölgesi ile sınır komşusudur. Bu zorluklar Türkiye ile sınırlı değildir, ancak bununla birlikte, nükleer güce sahip yeni bir ülke olarak Ankara’nın potansiyel tehditleri tanımlamaya ve ülkenin gelecekteki nükleer santrallerini ve ilgili altyapısını korumak amacıyla kapsamlı politikalar izlemeye yönelik bir çabası mevcuttur. Ankara halihazırda, nükleer santrallerin güvenli inşasını sağlamak ve tesisleri saldırılardan korumak amacıyla daha kapsamlı düzenlemeler hazırlama sürecindedir. Türkiye, nükleer güce sahip yeni bir devlet olarak, aynı anda hem uluslararası ölçekte kabul edilmiş en iyi uygulamaları takip etmek için hem de daha önceden nükleer güce sahip diğer devletlerin yanlışlarından ders almak için eşsiz bir olanağa sahiptir. Matthew Bunn ve Scott Sagan, nükleer güce sahip yeni devletlerin, yaygın organizasyon sorunlarının nükleer santrallerde gevşek güvenliğe yol açtığı “en kötü uygulamalardan” ders çıkarma fırsatına işaret etmektedir.1 Ankara, bu fırsattan yararlanması durumunda, dış saldırıların, içerideki kişilerin ve siber tehdidin yarattığı tehditleri dikkate alan nükleer saha güvenliğine dair kapsamlı bir yaklaşım yaratma fırsatına sahip olacaktır. Türkiye, bunu yaparken, nükleer güce sahip diğer yeni devletler için bir örnek oluşturabilir. İstikrarsız Bir Bölgede Nükleer Enerji Önceki bölümlerde görüldüğü gibi, politika yapıcılar, Akkuyu ve Sinop santrallerinin potansiyel saldırılardan iyi korunmasını sağlamak amacıyla uygun mevzuatı oluşturma gayreti içindedir. Ancak bu çabalar düzensiz bir şekilde gerçekleştirilmiştir ve Türk politika yapıcılar, gelecekteki nükleer altyapıyı korumaya yönelik gerekli tüm düzenlemeleri ve politikaları şu ana kadar hayata geçirememişlerdir. Can Kasapoğlu ve Doruk Ergun, bu eksikliğin üstesinden gelmek için, Türkiye’nin gelecekteki nükleer altyapısının risklerini tanımlamışlardır. Nükleer enerjinin geliştirilmesi ile bağlantılı başlıca risk, radyolojik malzemenin kasıtsız olarak serbest bırakılması ya da radyolojik malzemelerin çalınmasıdır. Birinci bölüm, reaktör sahasının içerideki kişilerden Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 97 gelen bir saldırı ya da reaktörün kendisine dışarıdan kişiler tarafından yapılan bir saldırı nedeniyle söz konusu malzemelerin kasıtlı olarak serbest bırakılmasının yarattığı tehdide odaklanmaktadır. İkinci olarak, Türk yetkililerin, tesise iyi planlanmış bir saldırıya dayanmak üzere tasarlanmış belirli güvenlik ve emniyet önlemlerini bir araya getirmeleri gerekmektedir. Türkiye, nükleer emniyet ile ilgili tüm UAEA uygulamalarına uymayı amaçladığını açıkça belirtmiştir. Bu itibarla Türkiye, reaktör sahasının hem dışarıdan hem de içeriden gelen tehditlerden korunmasını düzenleyen kabul edilmiş uluslararası normlara uymayı sözlü olarak taahhüt etmiştir. Kasapoğlu ve Ergun’un belirttiği gibi, Amerika Birleşik Devletleri Nükleer Düzenleme Komisyonu (NRC) “dışarıdan gelen tehdit” olgusunu, “İyi eğitimli (askeri ve diğer vasıflar dahil) ve kendini adamış, ölmeye ve öldürmeye hazır, başarılı bir saldırı için gerekli özel ekipmanları ya da yerleri belirlemek için yeterli bilgiye sahip bireyler” olarak tanımlamaktadır. Nükleer Düzenleme Komisyonu, dışarıdaki kişilerin, gerçekleştirecekleri saldırılara yardımcı olmaları için içerideki kişilere güvenebileceklerini açıkça belirtmektedir. Dolayısıyla Ankara en azından, gelecekteki tesislerine yapılacak iyi planlanmış bir saldırıya karşı savunma yapmak için gerekli adımları atmayı şimdiden taahhüt etmiştir. Ancak bu normlar, Türkiye ve karşı karşıya olduğu mevcut tehditlere özel olarak hazırlanmamıştır. Bu konuda yalnız olmamakla birlikte Türkiye, hafif silahlar kullanmak üzere eğitilmiş bir grup saldırganın, Türk devletine çevresel ve ekonomik zarar vermek amacıyla tesise bir saldırı düzenlemesinin ihtimal dahilinde olduğunu dikkate almak zorundadır. Türkiye, 1980’lerin başından bu yana, Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) başlattığı düşük yoğunluklu ayaklanma ile mücadele etmektedir. Söz konusu grup, Kasapoğlu ve Ergun’un belirttiği gibi, “bombaları, patlayıcıları, el yapımı patlayıcıları ve roketatarları içeren çeşitli silahlar kullanarak boru hatlarına ve enerji altyapısına sabotajlar ve saldırılar düzenlemiştir.” Ancak, bu güvenlik riskine rağmen, İkinci bölümde Ahmet Han, Mitat Çelikpala ve Ergun, 2008 yılında Refahiye yakınında BTC boru hattına düzenlenen (resmi olarak PKK’ya mal edilen, ancak bir siber saldırının yol açmış olabileceği) bir saldırı milyonlarca dolarlık ekonomik ve çevresel zarar yol açtıktan sonra dahi, Türkiye’nin “tamamen bütünleşik bir KEA güvenlik ve emniyet çerçevesini henüz kabul etmemiş olduğunu...” belirtmektedir. Ayrıca, radikal sol bir grup olan DHKP-C, on yıllardır Türkiye’de terörist saldırılar gerçekleştirmektedir. DHKP-C yakın dönemde Ankara’daki Amerikan Elçiliği’ne düzenlenen bir bombalı intihar saldırısının sorumluluğunu üstlenmiş, Ankara’daki Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na roketatar ile saldırmış ve çok sayıda diğer devlet binasına saldırı teşebbüsünde bulunmuştur.2 Ayrıca Ocak 2015’te, bir Rus vatandaşı olan Diana Ramazova, İstanbul’un en popüler turist bölgesi olan Sultanahmet’teki bir polis karakolunda bir intihar bombası patlatmıştır. Çok sayıda habere göre Ramazova, Haziran 2014 ile Ocak 2015 arasında, terör grubu İslam Devleti ile bağları olduğu belirtilen kimliği belirsiz bir erkek ile iki kez Suriye’ye seyahat etmiştir.3 Bugüne kadar 600 kadar Türk vatandaşı, özellikle El Kaide ile bağlantılı El Nusra Cephesi ve İslam Devleti saflarında savaşmak için Suriye’ye geçmiştir.4 Suriye’de yaşanan ve zaman içinde Irak’a da taşan çatışmalar, Türk politika yapıcıların nükleer emniyet düzenlemelerini hazırlarken dikkate almaları gereken bir dizi yeni potansiyel tehdit oluşturmaktadır. Çatışmaların dinamiği, öngörülebilir bir gelecekte hem Suriye hem de Irak’ta istikrarsızlığın devam edeceğine işaret etmektedir. İkinci olarak, Ankara Eylül 2011’de Esad rejimi ile bağlarını koparmasından bu yana söz konusu çatışmaya derinlemesine dahil olmuştur. Türkiye daha sonra çok sayıda isyancı grubu silahlandırmayı tercih etmiş ve çok sayıda yabancı savaşçının Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 98 Türk topraklarından geçiş yapmasına olanak veren gevşek bir sınır politikası uygulamıştır. Bu yabancı savaşçıların birçoğu daha sonra İslam Devleti’ne ya da El Nusra Cephesi’ne katılmıştır. Suriye’deki aşırı grupların yükselişini büyük ölçüde görmezlikten gelen Ankara, 2014 başlarında ülkeye giren yabancı savaşçı akışına müsamaha göstermekten vazgeçmeye başlamıştır.5 Bununla birlikte, Ocak 2015 kadar yakın bir tarihte, Fransız mizah dergisi Charlie Hebdo ile bir Koşer markete yapılan terör saldırısının suç ortağı olduğu iddia edilen Hayat Boumeddiene’nin Türkiye’ye ve ardından Suriye’ye seyahat ettiği bildirilmiştir; bu durum, sınırı güvenli hale getirmenin ne kadar zor olduğunun altını çizmektedir. Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, artan yabancı savaşçı riskine karşı uyarıda bulunmuş ve Türkiye ile Avrupa Birliğinin söz konusu savaşçılar konusunda ortak bir kaygı taşıdıklarını ve Türkiye’nin, bu savaşçıların Suriye’deki savaş alanlarından geri dönüşü konusunda endişe duyduğunu belirtmiştir.6 Ankara nükleer emniyete kapsamlı bir yaklaşımı düzenlemeye devam ederken, bu risklerin de hesaba katılması gereklidir. Hiçbir ülke terör şiddetinden muaf olmamakla birlikte, Ankara, Suriye ve Irak’taki çatışmaların doğurduğu özgün tehditlere ek olarak, sınırları içinde faaliyet gösteren çok sayıda grup ile karşı karşıyadır. Bu amaçla Türk politika yapıcıların, nükleer tesisleri potansiyel bir saldırıdan korumak için belirlenmiş olan müesses UAEA normlarını ve uluslararası normları aşmaya çalışmaları gereklidir. Türk politika yapıcılar, bu hususu göz önüne alarak, söz konusu farklı radikal grupların geçmişte hükümet hedeflerine karşı saldırılarını hangi şekillerde yaptıklarını dikkate almalı ve bu tehdit değerlendirmesini, kritik altyapının güvenliğini düzenleyen yeni ve kapsamlı bir yasaya dâhil etmelidir. Birinci ve ikinci bölümde ayrıntıları verilen bu yaklaşım, KEA tesislerindeki saha güvenliğine daha kapsamlı bir yaklaşım ile sonuçlanacaktır. Dolayısıyla Ankara’nın ilk adım olarak KEA’yı tanımlaması gereklidir; bunun ardından, saha güvenliğine kapsayıcı bir yaklaşımı getiren etraflı bir mevzuat oluşturması gerekecektir. Türkiye, bunu gerçekleştirmek için tüm ilgili uluslararası kurumları, yerel düşünce kuruluşlarını / sivil toplum gruplarını ve Türk işletmelerini kapsayan bir dizi aktöre danışmalıdır. Ardından, alınan dersleri ve bu gruplardan sağlanan girdileri, terör tehdidine ilişkin kendi değerlendirmeleri ile bütünleştirmelidir. Bu bilgiler daha sonra, her KEA tesisinin bağlı kalacağı bir dizi standardı hazırlamak için kullanılmalıdır. Ayrıca, hükümetin incelemeleri denetlemek üzere bağımsız bir kurum görevlendirmesi gerekecektir. Bu açıdan Ankara’nın, güvenlik düzenleyicisinin doğrudan Başbakana rapor veren bir bakanlık bünyesine dâhil edilmekten ziyade bağımsız ve Parlamento gözetimine tabii olmasını sağlaması gereklidir. İçeriden Kaynaklanan Tehdidin Dikkate Alınması Türkiye ayrıca, nükleer santralin içinde çalışan bir suç ortağının bu tür bir saldırıya yardımcı olabileceğini de hatırda tutmalıdır. Sagan ve Bunn’a göre “İçeriden kaynaklanan tehditler, muhtemelen nükleer emniyet sistemlerinin karşı karşıya kaldığı en ciddi zorluklardır. Hırsızlık koşullarının bilindiği tüm nükleer malzeme hırsızlığı vakaları, ya içerideki kişiler tarafından ya da içerideki kişilerin yardımıyla gerçekleştirilmiştir.”7 Kasapoğlu ve Ergun, içeriden kaynaklanacak tehdidi hesaba katabilmek için, Türk makamlarının “Akkuyu Nükleer santralinin stajyerleri ve müteahhitleri dahil olmak üzere 12 bin (4 bin Rus ve 8 bin Türk) çalışanının hepsini araştırması ve sabıkalarını sorgulaması” gerekeceğini belirtmektedir. Çalışanların dikkatli bir biçimde araştırılması, tesiste çalışmakta olan bir grubun komplo hazırlaması ve reaktörün basınç kazanına, reaktör kompleksi içindeki diğer hassas alanlara ya da reaktörün bilgisayar ağına erişmesi tehdidini en aza indirmek Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 99 üzere tasarlanmıştır. Bununla birlikte Kasapoğlu ve Ergun, özellikle saldırganların sahanın güvenlik sistemlerini aşmak için zor kullanmaları durumunda, sabıka sorgulamalarının o kadar da etkili olmadığını belirtmektedir. Bununla birlikte Türk politika yapıcılar, yaptıkları düzenlemelerin, tesis içindeki potansiyel güvenlik tehditleri hakkında bilgiler getirebilecek potansiyel “muhbirleri” koruma ihtiyacını da dikkate almasını sağlamalıdır. Bu tür bir saldırıya karşı ilk savunma hattı, Türkiye’nin emniyet ve istihbarat teşkilatlarıdır. Bununla birlikte, söz konusu sabıka sorgulamalarının, içeriden kaynaklanan potansiyel tehditleri ortadan kaldıracağı garantisi yoktur. Potansiyel bir suç ortağı, bir saldırıya yardımcı olmaya karar verene dek, yasalara saygılı bir vatandaş olabilir. Bu nedenle Türk güvenlik planlamacılarının - Han, Çelikpala ve Ergun’un hala “belirli projeler için tasarlanmış duruma özel uluslararası anlaşmalara” dayandığını belirttikleri - mevcut kritik altyapı güvenliği yaklaşımını geliştirmeye çalışmaları gereklidir. Türkiye aynı zamanda, “içerideki bir siber saldırganın” - yani bilerek ya da bilmeyerek bir siber saldırıya yardımcı olabilecek bir kişinin - oluşturduğu tehdidi de dikkate almalıdır. İran’ın Natanz zenginleştirme tesisine yapılan Stuxnet siber saldırı olayında mevcut kanıtlar kötü amaçlı yazılımın tesisin dışından getirilen taşınabilir bir bellek yoluyla İran’ın bilgisayar sistemine bulaştırıldığını göstermektedir.8 2012 yılında Suudi Aramco’ya yapılan saldırıda, siber güvenlik uzmanları olayın “Aramco’nun ağına erişim ayrıcalığına sahip şirket içindeki bir kişiyi ya da kişileri kapsadığı” sonucuna ulaşmışlardır.9 Daha yakın bir zamanda, 2015 yılında, bir Alman çelik fabrikasına yapılan siber saldırı operatörlerin bir yüksek fırını kapatmaları önlendikten sonra ekipmanın fiziki zarar görmesi ile sonuçlanmıştır; .10 Bu saldırı, gerçek fiziki zarar ile sonuçlanan sadece ikinci teyit edilmiş vakadır; diğeri ise, daha önce belirtilen Stuxnet vakasıdır. Türkiye de fiziki hasarla sonuçlanan bir siber saldırıya uğramış olabilir. Batılı istihbarat kurumları 2008 yılında, Rus bilgisayar korsanlarının “alarmları kapattığına, iletişimi kestiğine ve” Türkiye’de Refahiye ilçesi yakınında Bakü-Tiflis Ceyhan boru hattı yoluyla pompalanan “ham petrolü aşırı basınçlandırdığına” inanmaktadır.11 Patlama, “bir su akiferinin üzerinde bulunan bir bölgeye 30.000 varilden fazla petrol dökülmesine yol açmış ve boru hattının kapalı kaldığı süre zarfında BP ve ortaklarına günlük 5 milyon dolardan fazla geçiş vergisine mal olmuştur.”12 Ankara bu saldırıyı resmi olarak “mekanik arıza” olarak nitelemiştir. Boru hattının tahrip olmasını PKK da üstlenmiştir. Bununla birlikte daha sonra yapılan soruşturmaya göre, bilgisayar korsanları, boru hattının güvenlik kameralarını çalıştırmak için kullanılan Windows yazılımındaki bir zayıflığı kullanarak boru hattının dahili ağına erişmiş görünmektedir. Bugüne kadar bu olay hakkında, ne Türk makamları tarafından, ne de boru hattından sorumlu enerji şirketleri grubu British Petroleum tarafından yeterli açıklama yapılmamıştır. Saldırı, siber sorunların karmaşıklığını vurgulamaktadır. Türkiye’nin devlet tarafından işletilen ve Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattının Türkiye’deki kısmının işletmesini ve güvenliğini denetleyen BOTAŞ şirketi, boru hattının güvenliğini sağlamak için çok sayıda sensöre, kameraya ve devriyeye güvenmektedir. Bununla birlikte raporlar, kamera sistemine ve düzenli yapılan devriyelere rağmen kontrol merkezinin 40 dakikadan fazla bir süre boyunca saldırıyı öğrenmediğini göstermektedir. Bu saldırı, Türkiye’nin siber güvenliğe kapsamlı bir yaklaşım oluşturma ihtiyacının altını çizmektedir. Kapsamlı bir dizi düzenlemenin yokluğunda, siber güvenlik, proje esasına bağlı olmaya devam edecektir. Bu şekilde, standartlar farklılıklar gösterebilecek ve bilgisayar korsanlarının, Türk altyapısındaki zayıf noktaları kullanmalarına olanak verecektir. Nükleer bir Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 100 santrale benzer bir saldırı yapılması durumunda, böylesi yavaş bir tepki süresi, Refahiye olayında olduğundan çok daha yıkıcı sonuçlara yol açabilir. Ankara şu ana kadar siber güvenliğe kapsamlı bir yaklaşımı tam olarak geliştirmemiştir. Ankara, görevi Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığına (AFAD) vermeden önce, kapsamlı bir siber güvenlik planı hazırlamak üzere ilk olarak Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumunu (TÜBİTAK) görevlendirmiştir.13 2012 yılında Bakanlar Kurulu, yeni oluşturulan Siber Güvenlik Kurulunu denetleme ve ulusal siber güvenlik politikalarını hazırlama görevini Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanına vermiştir. Türkiye’nin, devlet politikasının hazırlanmasını denetlemek üzere belirli bir bakanlığı görevlendirmesi şeklindeki ilk adımı doğru yönde atılmış bir adımdır. Ancak Ankara henüz konuyla tamamen bütünleşmiş bir yaklaşımı benimsememiştir, bunun yerine altyapı güvenliğini bağımsız projeler temelinde gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Siber Güvenlik Kurulunun, nükleer emniyet ile siber güvenliği birleştirmenin ilk adımı olarak, Türkiye’nin kritik öneme sahip altyapısını açıkça tanımlaması ve bu tesislerin korumasını daha iyi tanımlanmış bir siber güvenlik politikasıyla nasıl birleştireceğini açıklaması gereklidir. Türkiye ayrıca siber güvenlik konusunu merkezileştirmeyi ve devlet mekanizmaları ile ülke genelinde siber güvenlik standartları oluşturmayı dikkate almalıdır. Örneğin Finlandiya’da hükümet, hükümetin tamamı için “siyasi rehberlik ve stratejik kurallar sağlamaktan” sorumludur. Uygulama her bir bağımsız bakanlığa bırakılmıştır ve bu bakanlıklar ülkenin kapsamlı siber güvenlik stratejisinin uygulamasının denetlenmesi görevini taşıyan bir Güvenlik Komitesi’ne rapor verirler. Bu Güvenlik Komitesi, Savunma Bakanlığının bir parçasıdır, dolayısıyla Parlamento denetimine tabiidir.14 Bu ulusal politikanın bir parçası olarak, Fin şirketlerinin “siber olaylara hazırlıklı olmayı, normal süreklilik yönetimi planlamalarına dahil etmeleri gereklidir.” Ankara, Fin modelinin unsurlarını benimseyebilir, ya da tamamen Türkiye’deki deneyimlere dayanan yeni bir sistem tasarlayabilir.15 Ancak KEA’nın fiziki koruması durumunda olduğu gibi, başlıca zayıflık, Ankara’nın siber güvenlik tehdidine karşı açık, kapsamlı ve tutarlı bir yaklaşımı henüz oluşturmamış olmasıdır. Bu şekilde, Türkiye’nin yaklaşımı projeden-projeye esasına dayalı olarak kalmaktadır. Bu yaklaşım, Türkiye’yi siber saldırılara karşı savunmasız kılmaktadır. Örneğin potansiyel bir saldırgan, tesise dışarıdan yapılacak bir saldırıya yardımcı olmak ya da fiziki hasara yol açmak için daha kritik sistemlere erişim sağlamak amacıyla - iddia edilen Refahiye boru hattı saldırısında olduğu gibi - nükleer santralin ağındaki zayıf bir halkadan faydalanabilir. Bu güvenlik açığını dikkate almak için, Ankara’nın siber güvenliği kendi kapsayıcı tehdit değerlendirmesine katması ve KEA tesislerinin uymaları için standart bir dizi düzenlemeyi, yukarıda belirtilen evrensel standartlara dahil etmesi gereklidir. Nükleer Kaçakçılık: Başarılı bir Sistemde Düzeltmeler Yapma Üçüncü bölümde Mustafa Kibaroğlu’nun belirttiği gibi, Türkiye kendi topraklarında radyoaktif nükleer malzeme kaçakçılığı yapılmasını önlemek için çaba göstermektedir. Ankara, kendi topraklarında nükleer malzeme kaçakçılığını önlemek için bölgedeki devletler ve batılı müttefikleri ile birlikte çalışma konusunda onlarca yıllık deneyime sahiptir. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 101 sonra, Türkiye kendisini sık sık kötü korunan Sovyet tesislerinden çekirdeği parçalanabilir materyaller elde eden kaçakçıları önlemek için gösterilen küresel çabaların ön saflarında bulmuştur. Uluslararası toplum ve Rusya tarafından birlikte yürütülen çabaların Sovyet dönemi nükleer tesislerin güvenliğinin arttırması ile sonuçlanmasının ardından, nükleer kaçakçılığın hızı son yıllarda azalmıştır. Bununla birlikte Suriye’deki son olaylar, Türkiye’nin Suriye ile olan sınırını geçmeye kararlı bireylerin önlenmesinin ne kadar zor olduğunu açıkça göstermiştir. Nükleer kaçakçılık söz konusu olduğunda tespit etme görevi, nükleer materyallerin depolandığı bölgelerin yeterli fiziki koruması ile başlamaktadır. Herhangi bir nükleer materyalin çalınması durumunda, bu materyalin geri alınması görevi, uzmanlaşmış güvenlik ekiplerine bırakılacaktır. Türk emniyet teşkilatı TAEK’ten uzmanlık ekipmanı almıştır ve politika yapıcılar, Türkiye içindeki nükleer malzemelerin açıklamasını yapmak için güncellenmiş kurallar hazırlamışlardır. Bununla birlikte, nükleer kaçakçılık ile ilgili hükümler Türk Ceza Kanunu ve Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu ile Terörle Mücadele Kanunu olmak üzere mevzuatın iki ayrı parçasına - dağılmıştır. Bunlara ek olarak, üçüncü bir yönerge olan 2010-2012 Organize Suçlarla Mücadele Eylem Planı kimyasal, biyolojik, radyolojik ve nükleer materyallerin (KBRN) önlenmesi ile ilgili hükümler içermektedir.16 Türkiye’nin KBRN kaçakçılığını önleme çabalarını düzene koymak için, Türk politika yapıcıların, hem Akkuyu hem de Sinop nükleer sahalarında tesis içi güvenlik düzenlemelerini oluşturmaya yönelik devam eden çabaları yansıtan ve tamamen KBRN kaçakçılığına odaklanmış yeni bir kapsayıcı kanun çıkarmayı dikkate almaları gerekmektedir. Genel olarak Ankara’nın bugüne kadar olan çabaları uluslararası en iyi uygulamalar ile aynı doğrultudadır ve KBRN’nin kaçakçılığını önlemeye yönelik uluslararası çabaları yansıtmaktadır. Türkiye, devam eden çabalara yardımcı olmak üzere daha fazla personeli eğitmeye odaklanırken, halihazırda devreye almış olduğu önlemleri uygulamaya da devam etmelidir. Türk emniyet teşkilatı 2006’dan bu yana KBRN kaçakçılığı olayı olmadığını rapor etmektedir. Bunun aksine, 1993 ile 2006 yılları arasında emniyet personeli tarafından on üç kez radyolojik materyal ele geçirilmiştir. Söz konusu olaylardaki azalma kuşkusuz eski Sovyetler Birliği’ni oluşturan ülkelerde bulunan nükleer sahalardaki güvenliğin iyileştirilmesi de dahil olmak üzere, bir dizi faktörün birleşiminin bir sonucudur. Bununla birlikte, Türkiye’nin kaçakçılığı önleme yeteneklerini geliştirmeye devam etmesi gereklidir. Ankara, uzman personelin eğitimine ağırlık vermeye devam etmelidir. Sırf emniyet teşkilatının uzmanlık ekipmanı ile donatılması yeterli değildir. Söz konusu ekipmanı kullanmak ya da çalıştırmak için gereken becerilerin körelmemesi için, ekipmanı kullanan personelin devamlı olarak eğitime tabi tutulması gereklidir. Bunun yanı sıra Türkiye, halihazırda mevcut olan yöntemlerin ve personelin etkinliğini test etmek için daha fazla sayıda önceden duyurulmamış tatbikat yapmayı dikkate almalıdır. Bu tatbikatlar, potansiyel zayıf noktalar hakkında daha fazla veri toplamak ve ardından mevcut sistemi iyileştirmek için kullanılmalıdır. Ancak bu tatbikatlar basmakalıp olmamalı, kolluk kuvvetlerinin en güncel istihbarat ve tehdit değerlendirmelerini yansıtmalıdır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 102 SONUÇ: KEA GÜVENLİĞİNE ENTEGRE BİR YAKLAŞIM GEREKLİLİĞİ Türkiye’nin temel önceliği açıktır: mevcut ve gelecekteki KEA’sını savunmak için bir dizi kapsamlı ilkenin belirlenmesi. Bu çalışmada belirtildiği gibi, saha güvenliği konusundaki mevcut ‘projeden-projeye’ yaklaşımı, Türkiye’yi bir dizi tehdide karşı savunmasız kılmaktadır. Türkiye, kendine özgü güvenlik sorunlarını ele almak için özel olarak tasarlanmış kapsamlı bir nükleer saha güvenliği yaklaşımını devreye sokma fırsatına sahiptir. İlk adım olarak, Türkiye’nin KEA’sını tanımlaması gereklidir. Bu liste daha sonra, KEA saha güvenliğine yönelik yasal olarak bağlayıcı bir dizi düzenlemenin oluşturulması için baz alınmalıdır. Bu kurallar, siber güvenliğe ilişkin açık rehberlik sağlamalıdır. Bu kuralların uygulanmasını sağlamak için, bu yeni kuralların uygulanmasını denetleyen kurum bağımsız ve tercihen parlamento denetimine tabii olmalıdır. Bu kurumun sorumluluklarının bir parçası olarak, ilgili makamlar her yıl KEA saha güvenliği hakkında kapsamlı bir rapor yayınlayabilir ve halkın da rapordaki başlıca bulgulardan haberdar olabilmesi için söz konusu raporun belirli bölümlerinin gizliliğini kaldırabilir. Türkiye, daha da hazırlıklı olabilmek için, tesis içi güvenliğin ve ilgili devlet kurumlarının hazırlıklı olup olmadığını ve tepkisini test etmek amacıyla kritik KEA tesislerinde önceden duyurulmamış tatbikatlar yapmayı dikkate almalıdır. Bu tatbikatlar basmakalıp olmamalı, daha ziyade en son tehdit değerlendirmelerini ve istihbaratları yansıtmak üzere sürekli olarak güncellenmelidir. Türk politika yapıcılar, KEA tesisleri dahilinde, içerideki kişilerden kaynaklanan tehditleri de dikkate almalı ve “tehlike işareti” olarak görülen çalışan davranışlarını “ihbar eden” çalışanları teşvik etmeye ve korumaya yönelik mekanizmalar oluşturmalıdır. Bu politika, uygun çalışan eğitimi seminerleri ve nükleer sahanın güvenlik personeline içerideki kişilerden gelen daha önceki saldırılar hakkında bilgi verilmesini içermelidir. Bu tutum, içerideki tehdit oluşturan olası kişilerin belirlenmesi için iki katmanlı bir yaklaşım oluşturulmasına yardımcı olabilir. Türkiye, nükleer güce sahip yeni bir devlet olarak, nükleer emniyeti düzenleyen kapsamlı ve bütünleşmiş bir dizi düzenlemeyi oluşturma olanağına sahiptir. Bu düzenlemeler UAEA düzenlemelerinin harfi harfine kopyaları olmaktan ziyade, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu özgün tehditleri dikkate alacak şekilde kısaltılmalıdır. Ayrıca, bu düzenlemeler hazırlandıktan sonra güvenlik planlamacıları varsayımlarını sık sık yeniden değerlendirmeli ve gereken durumlarda değişiklikler yapmalıdırlar. Bu yönde gösterilecek çabalar, güvenlik planlamacılarının kalıpların dışında düşünmelerini sağlamaya ve genel olarak nükleer emniyete yaklaşımlarını geliştirmeye devam etmelerine yardımcı olacaktır. Ankara, ilk reaktörünün devreye girmesine dört yıldan fazla bir zaman kala, etkili saha güvenliği düzenlemeleri oluşturmak ve uygulamaya koymak için bol zamana sahiptir. Türkiye’nin bu durumdan yararlanması, uygun ortaklara danışması ve yeni gelişmekte olan nükleer sektörü için kapsamlı ve bütünleşmiş bir dizi standardı oluşturma sürecine başlaması gereklidir. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 103 1_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats: Lessons from Past Mistakes, (Cambridge: American Academy of Arts and Sciences, 2014). 2_ “DHKP-C claims Istanbul palace attack bid,” Hurriyet Daily News, 2 Ocak 2015, http://www.hurriyetdailynews.com/dhkp-c-claims-istanbulpalace-attack-bid.aspx? pageID=238&nID=76412&NewsCatID=509; “DHKP/C claims responsibility for the attack on U.S. Embassy,” Hurriyet Daily News, 1 Şubat 2013, http://www.hurriyetdailynews.com/Default. aspx?NID=40308&PageID=238. 3_ Constanze Letsch, “Pregnant Istanbul suicide bomber was Russian citizen,” The Guardian, 16 Ocak 2015, http://www.theguardian.com/world/2015/ jan/16/pregnant-istanbul-suicide-bomber-russian-citizen . 4_ “Turkish FM says 600 Turkish nationals joined jihadists, more than 100 killed,” Hurriyet Daily News, 25 Kasım 2014, http://www.hurriyetdailynews.com/ turkish-fm-says-600-turkish-nationals-joined-jihadists-more-than-100- killed.asp x?PageID=238&NID=74813&NewsCatID=359 . 5_ Sinan Ülgen ve Doruk Ergun, “A Turkish Perspective on the Rise of the Islamic Caliphate,” EDAM Tartışma Kağıtları Serisi 2014/6, Ekonomi ve Dış Politika Araştırma Merkezi, http://www.edam.org.tr/Media/Files/2157/ISIL_TR_ Perspective.pdf. 6_ Fevzi Kızılkoyun, “3,000 in Turkey linked to ISIL group, police intel report says,” Hurriyet Daily News, 17 Ocak 2015,http://www.hurriyetdailynews. com/3000-in-turkey-linked-to-isil-group-police-intel-report-says.aspx? PageID= 238&NID=77063&NewsCatID=341 . 7_ Matthew Bunn ve Scott D. Sagan, A Worst Practices Guide to Insider Threats: Lessons from Past Mistakes, (Cambridge: American Academy of Arts and Sciences, 2014). 8_ Kim Zetter, “How Digital Detectives Deciphered Stuxnet, the Most Menacing Malware in History,” Wired, 11 Temmuz 2011, http://www.wired. com/2011/07/how-digital-detectives-deciphered-stuxnet/all/. 9_ Nicole Perloth, “In Cyberattack on Saudi Firm, U.S. Sees Iran Firing Back,” The New York Times, 23 Ekim 2012, http://www.nytimes.com/2012/10/24/ business/global/cyberattack-on-saudi-oil-firm-disquiets-us.html? pagewanted=all. 10_ Kim Zetter, “A Cyberattack Has Caused Confirmed Physical Damage for the Second Time Ever,” Wired, 8 Ocak 2015, http://www.wired.com/2015/01/ german-steel-mill-hack-destruction/. 11_ Jordan Robertson ve Michael Riley, “Mysterious ’08 Turkey Pipeline Blast Opened New Cyberwar Era,” Bloomberg, 10 Aralık 2014 http://www. bloomberg.com/news/2014-12-10/mysterious-08-turkey-pipeline-blastopened-new- cyberwar.html. 12_ A.g.e. 13_ AFAD (Ekim 2014) “2014-2023 Kritik Altyapıların Korunması Yol Haritası Belgesi” Erişilebileceği adres: https://www.afad.gov.tr/Dokuman/TR/12320141010111330-kritikaltyapi-son.pdf 14_ “Finlandiya’nın Siber Güvenlik Stratejisi,” Hükümet Kararı 24.1.2013, http://www.defmin.fi/files/2378/Finland_s_Cyber_Security_Strategy.pdf. 15_ A.g.e. 16_ Türkiye’nin, Washington Çalışma Planının Uygulanması konusunda Nükleer Güvenlik Zirvesine Sunduğu Ulusal İlerleme Raporu, Harvard Belfer Center, 26-27 Mart 2012, http://nuclearsecuritymatters.belfercenter.org/files/ nuclearmatters/files/turkey_-_national_progress_report.pdf. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti / 104 KISALTMALAR Acil Müdahale Planı AMP Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı AFAD Ankara Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Çevresel Etki Değerlendirme (EIA Environmental Impact Assessment) ANAEM ÇNAEM ÇED Dairesel Hata İhtimali (CEP Circular Error Probable) Entegre Nükleer Altyapı İncelemesi (Intergrated Nuclear İnfrastructure Review) INIR Kimyasal, Biyolojik, Radyolojik, ve Nükleer (CBRN Chemical, Biological, Radiological and Nuclear) KBRN Kritik Durdurma Noktası (Critical Interruption Point) CIP Milli İstihbarat Teşkilatı MİT Nükleer Kaçakçılık, Hırsızlık ve Yetim Radyasyon Kaynakları Veri Tabanı (Database on Nuclear Smuggling on Theft and Orphan Radiation Sources) DSTO Nükleer Olmayan Kritik Enerji Altyapısı (Non-Nuclear Critical Energy Infrastructure Protection) NNCEIP Nükleer Terörizmle Mücadele için Küresel İnisiyatif (Global Initiative to Combat Nuclear Terrorism) GICNT Özel Müdahale Kuvveti ÖMK Silahların Yayılmasına Karşı Güvenlik İnsiyatifi (Proliferation Security Initiative) PSI Tasarıma Esas Tehdit (Design Basis Threat) DBT Türkiye Atom Enerjisi Kurumu TAEK Karışık Oksit Yakıtı (Mixed Oxide Fuel) MOX Kitle İmha Silahları (WMD Weapon of Mass Destruction) KİS Kritik Ulusal Altyapı (CNI Critical National Infrastructure) KUA Nükleer Düzenleme Komisyonu (NRC Nuclear Regulatory Commission) Nükleer Materyallerin Fiziki Korunmasına İlişkin Sözleşme (Convention on The Physical Protection of Nuclear Material) CPPNM Nükleer Terörizmin Önlenmesine İlişkin Uluslararası Sözleşme ICSANT (International Convention for the Suppression of Acts of Nuclear Terrorism) Ön Güvenlik Analiz Raporu (PSAR Preliminary Safety Analysis Report) ÖGAR Radyolojik Serpinti Düzeneği (Radiological Dispersion Device) RDD Tasarıma Esas Olay (Design Basis Event) DBE Terörle Mücadele Mükemmeliyet Merkezi TMMM Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu TÜBİTAK Ulusal Radyasyon Acil Durum Planı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA International Atomic Energy Agency) Uluslararası Denizcilik Örgütü (International Maritime Organization) Yüksek Oranda Zenginleştirilmiş Uranyum (High Enriched Uranium) URAP UAEA IMO HEU Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) İstanbul merkezli bağımsız bir düşünce kuruluşudur. EDAM, Türkiye’nin yeni dünya düzeni içinde alacağı yeri belirleyecek politika alanlarına dair görüş oluşturmak suretiyle Türkiye içinde ve dışında karar alma süreçlerine katkıda bulunmayı amaçlamaktadır.EDAM’ın çalışma alanları, •Türk dış ve güvenlik politikası, •Türkiye-AB ilişkileri, •Uluslararası ekonomi ile küreselleşmenin yönetişimi, •Enerji ve iklim değişikliği politikalarını kapsamaktadır. EDAM bu çerçevede araştırmalar yaparak düzenli yuvarlak masa toplantıları ve konferanslar düzenlemektedir. EDAM aynı zamanda Avrupa Birliği ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki çeşitli kuruluşlar ile ortak araştırma ve yayın konularında işbirliği yapmaktadır. Türkiye’de Nükleer Enerji ve Emniyeti ISBN : 978-9944-0133-6-9 Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi Hare Sokak K8 No:16, Akatlar, 34335 Istanbul Tel : 0212-352 1854 E-posta : info@edam.org.tr www.edam.org.tr