42.sayıya ulaşmak için tıklayınız
Transkript
42.sayıya ulaşmak için tıklayınız
CMYK CMYK Ankara’da CMOK’tan “Sömürenler Demokrasisi-Hırsızlar Düzeni” paneli Halkın Kurtuluş Partisi’nden... Cumhuriyet Gazetesi Okurları tarafından, Uğur Mumcu’yu anmayı da içeren, Tuzluçayır’da, Yozgat Büyükincirli Köyü Derneği’nde, 120 civarında bir katılımla, 29 Ocak Perşembe günü “Sömürenler Demokrasisi-Hırsızlar Düzeni” başlıklı bir panel gerçekleştirildi. Etkinliğin panelistleri, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkan Yardımcısı Av. Metin Bayyar, Dr. Ali Rıza Üçer ve Vahap Erdoğdu’ydu. BDT’de kriz tartışıldı Derleniş Yayınları ve Kurtuluş Yolu Bursa Kitap Fuarı’nda Kurtuluş Partisi Genliği’nin Bilimsel Düşünce Topluluğu, Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampusunda, “Kapitalizmin Krizi ve Türkiye” adlı bir panel gerçekleştirdi. Ankara Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Biyokimya Anabilim Dalı Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Doğan Yücel, Bilkent Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Erinç Yeldan ve ODTÜ İktisat Bölümü emekli Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Oktar Türel’in panelist olarak katıldığı etkinliğe 110 kişi katıldı. Bu yıl yedincisi düzenlenecek olan Bursa Kitap Fuarı’na Derleniş Yayınları ve Kurtuluş Yolu Gazetesi katılıyor. Bursa 7. Kitap Fuarı, 28 Şubat–7 Mart 2009 tarihleri arasında 11:00–20:00 saatleri arasında açık olacak. www.kurtulusyolu.org ISS 1305-8975 YIL: 4 • SAYI: 42 6 BUBAT 2009 15 GÜNLÜK SİYASİ GAZETE FİYATI: 50 Ykr Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor Halkın Kurtuluş Partisi Küba Devrimi’yle hep omuz omuza: Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş, Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş… Oysa dünya, halkların omzu üzerinde durur Kıpırdasın da gör! (Can Yücel) İzmir P Ankara 50’nci Yılında Küba Devrimi Halklara Umut Olmaya ve Yol Göstermeye Devam Ediyor aris Komünü’nde kıpırdamıştı halklar. Gördü dünya, tarihteki ilk işçi devleti olan Paris Komünü’nü. 18 Mart 1871’de başlayıp sadece 73 gün süren Paris Komünü, aradan geçen yıllara karşın bütün canlılığıyla insanlığa yol göstermeye devam ediyor. Paris Komünü ateşlemişti halkları. 1917 Ekimi’nde bir kez daha kıpırdadı halklar ve dünyanın ilk başarılı işçi devrimi gerçekleştirildi. Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın deyimiyle: “Proletarya Diktatörlüğü Paris Komünası’nda birinci adımı atmasa idi, şüphesiz ikinci adım Sovyetler Devrimi o denli bilinç ve başarı ile gerçekleşemezdi.” Paris Komünü’nün eşsiz dersleri, o pratiği günü gününe izleyen Marks-Engels Ustalar tarafından önce teorileştirildi. Sonra pratik mücadele silahları olarak Devrimcilerin (İnsanlığın) hizmetine sunul- Başyazı du. O teoriyi özümseyen ve geliştiren Lenin Usta, o teori ışığında mücadele ederek, dünyanın ilk başarılı işçi devletini, ilk proletarya diktatörlüğünü kurabildi. 1920’lerde üzerinde yaşadığımız coğrafyada kıpırdadı halklar. Mustafa Kemal önderliğinde birleşen halklar, Emperyalizme karşı dünyada ilk kez zaferle taçlandırdı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı. Birinci Ulusal Kurtuluş Savaşı’mızın en büyük müttefiki Lenin Usta’nın ve Sovyet Halklarının maddi-manevi katkılarıyla, Mustafa Kemal önderliğinde halkların emperyalist yedi düvele karşı vermiş olduğu şanlı mücadele tüm mazlum halklara örnek oldu, yol gösterdi. Boşuna demedi Fidel: “Ben Mustafa Kemal’in yaptıklarını yapamazdım” diye. O yüzden, ülkemizden sonra Mustafa Kemal’in anıtının olduğu tek ülke Küba. Devamı sayfa 12’de İsrail, AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki askeri üssüdür, ileri karakoludur, petrol bekçisidir. Dolayısıyla da İsrail AB-D’dir H İstanbul epimizin bildiği gibi İsrail, 27 havadan ve denizden Gazze’yi vurmayı Aralık’ta Gazze’yi havadan vur- da sürdürdü. Bir haftayı aşkın bir süreden maya başladı ve tam bir hafta bo- beri de havadan, denizden ve karadan vuyunca vurdu. Konutları, okulları, hasta- ruyor İsrail, bir buçuk milyon neleri, yoldaki yaya sivilleri, araçları vur- Filistinlinin yaşadığı Gazze Şeridi’ni. du. Asker sivil, kadın erkek, yaşlı çocuk Hayatını kaybeden Filistinlilerin sayısı ayrımı yapmadı. Aynen Tevrat’ta emre- da bine dayanmış bulunmaktadır. Tabiî dildiği gibi “nefes alan her canlıyı” vur- yaralı sayısı da bunun birkaç katıdır. du, öldürdü. Hastaneler Gazze’yi hayaralılarla rabeye çedolup taşvirdi, elekmakta, antriksiz, sucak gereken suz, enerjitedavi yapısiz, ekmeklamamaktasiz, barınakdır yaralılasız bıraktı. ra. Çünkü Kışta kıyaİsrail’in uymette, aç suguladığı hasuz, evsiz yâsızca abbarksız kaldı luka yüzünFilistinli çoden hastanecuklar, analerde tıbbî İsrail’in Gazze saldırısı insanlık suçudur lar, ihtiyararaç gereç lar. Ve bir haftalık bombardımanın bilân- bulunmamaktadır… Ölü ve yaralıların çosu 400’ün üzerinde ölü, 2000’in üze- ortalama üçte biri çocuklardan, üçte biri rinde yaralıydı. kadın ve yaşlılardan oluşmaktadır… Saldırı bir haftayı doldurup ikinci hafİsrail, dünya kamuoyunun tepkisini taya girdiğinde İsrail, saldırısına yeni bir hiç dikkate almadan saldırısını olanca caboyut getirdi: Gazze’ye kara harekâtı navarlığıyla sürdürmektedir. başlattı. Tanklar ve zırhlı araçlarla kuzeyDevamı sayfa 10’da den ve güneyden Gazze’ye girdi. Tabiî 2 6 Şubat 2009 Kurtuluş Partisi’nden “Ergenekon” maskeli saldırı, Antiemperyalist, Yurtsever, Laik, Bağımsızlıkçı güçleri terörize etme amaçlıdır “E rgenekon” maskeli saldırı 7 Ocak 2009 Çarşamba günü başlatılan 10. dalga ile tırmandırılmıştır. Tüm yaşamı boyunca vatanını, milletini, Mustafa Kemal’i sevmekten, tam bağımsızlığı, laikliği savunmaktan ve yiğitlik yarışı olarak anladığı askerlik şeref ve namusunu gözü gibi korumaktan öte bir şey yapmamış olan Gerçek Askerler-Paşalar, emekli Orgeneral Tuncer Kılıç, emekli Orgeneral Kemal Yavuz, Genelkurmay Hukuk Müşavirliği yapmış emekli Tümgeneral Erdal Şenel ile Eski YÖK Başkanı Kemal Gürüz ve Prof. Dr. Yalçın Küçük, evleri aranarak gözaltına alınmışlardır. Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama yapılmıştır. Bu “Ergenekon” maskeli saldırı aslında CIA tarafından planlanmıştır. Amaç, yurtsever, laik, bağımsızlıkçı ve Mustafa Kemal’in yolundan yürüyen Devrimci Gelenekli Ordu Gençliği’ni terörize ederek, Türk Ordusu’nu; AB-D Emperyalistlerinin saldırgan tutumları karşısında bir direnç noktası, bir kale, bir savunma mevzisi olmaktan çıkarmaktır. Ordu Gençliği’ne; “Bakın, biz en ünlü temsilcilerinizi bile –Ordu Komutanı, Kuvvet Komutanı olmuş paşalarınızı bile– işte böyle sıradan adli suçlular gibi gözaltına alır, tutuklarız. İşte böyle çizeriz. Biz böylesine güçlüyüz. Bundan böyle AB-D’nin, Parababalarının, Tayyipgiller’in emrine gireceksiniz. Onlara gık demeyeceksiniz. Mustafa Kemal, Milli Kurtuluş, Tam Bağımsızlık, vatanseverlik, laiklik gibi değerleri terk edeceksiniz. Bunların artık zamanı geçmiştir. ABD’nin, NATO’nun, TÜSİAD’ın MÜSİAD’ın, TİSK’in, TOBB’un ve Tayyipgiller’in emirlerine kulak vereceksiniz. Küreselleşme çağının gereği budur…” mesajı verilmektedir. AB-D Emperyalist haydutları, tüm namuslu aydınlarımızın kabul ettiği gibi, Türkiye’ye Yeni Sevr’i dayatmaktadır. Ve Birinci Antiemperyalist Milli Kurtuluş’un öcünü almak istemektedir. Türkiye’yi “Ilımlı İslam” batağına çekmek istemektedirler. Yerli Parababaları ve Tayyipgiller’le de bu konuda anlaşmıştır. Yani Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabe’sinde işaret ettiği gibi; AB-D Emperyalistleriyle yerli hainler ittifak etmiş bulunmaktadır. Şöyle deniyordu, “Nutuk”un son satırlarında: “Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri, şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhid edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir.” Evet, ne acıdır ki, bugün bu gerçekleşmiştir. Yerli işbirlikçiler, küplerini doldurma karşılığında, talancı AB-D Emperya- listleriyle Yeni Sevr ve Ilımlı İslam konularında anlaşmış durumdadırlar. İşte bu “Ergenekon” maskeli saldırıların nedeni budur. AB-D ve yerli ortakları Devrimci Gelenekli Ordu Gençliği’nin ve İlmiye Sınıfımızın (Üniversitelerin ve Yüksek Yargı’nın) namuslu, yurtsever, bağımsızlıkçı, laik ve Mustafa Kemalci tutumunu yok etmek istemektedir. Bu sebeple de bu güçlere gözdağı vermektedir. “Ergenekon” saldırılarının ve “Yeni Anayasa” adı altında “Ilımlı İslam” girişimlerinin, hazırlıklarının gerçek sebebi budur. Bu kesin gerçektir. Saldırılarda en küçük bir hukuki amaç yoktur. Tamamen siyasi amaçlıdır. Yine acı olan şeylerden biri de daha önce Şener Eruygur ve Hurşit Tolon Paşalara, şu anda Tuncer Kılıç, Kemal Yavuz, Erdal Şenel paşalara yapılan bu saldırıların, Genelkurmayın onayıyla yapılmış olmasıdır. Yani İlker Başbuğ da silah arkadaşlarına ihanet etmiş bulunmaktadır. Tabiî Mustafa Kemal’e, O’nun Vatanseverlik, Tam Bağımsızlık ve Laiklik ilkelerine de ihanet etmişlerdir. “İç Hizmet Kanunu”yla kendilerine verilen göreve de… Amerikancılık, NATO’culuk ve AB’cilik ortak paydasında, bu başkan Tayyipgiller’le ve Zekeriya Öz, Ferhat Sarıkaya gibi Fethullahçı savcılarla anlaşmışlar, işbirliğine girmişlerdir… Bu türden ihanetler, geçen yüzyılın başlarında da olmuştur… Fakat sonunda kazanan yurtseverler, antiemperyalistler ve laikler olmuştur. Bilindiği gibi, Mustafa Kemal’in komuta ettiği Birinci Milli Kurtuluş Savaşı’mız, Batılı Emperyalistlerle onların maşası Ermeni ve Rum işgalcilerini, yerli hainlerden derleşik Vahidettin-Damat Ferit Hükümetlerini hezimete uğratmış, zaferle sonuçlanmıştır. Yerli hainler, kaçacak delik aramışlar ve Batılı efendilerinin zırhlılarına kendilerini atarak canlarını kurtarabilmişlerdi. Bugün de sonunda aynısı gerçekleşecektir. Eskisi gibi, Yeni Sevr de Tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır. İkinci Antiemperyalist Halk Kurtuluş Savaşı’mız ergeç zafere ulaşacak, Demokratik Halk İktidarı kurulacaktır. AB-D Emperyalistlerinin hevesleri kursaklarında kalacak, yerli hainler ettiklerinin hesabını vereceklerdir. Kurtuluş Partili Hukukçular olarak buna inancımız tamdır. 08 Ocak 2009 Kahrolsun AB-D Emperyalistleri ve Yerli Hainler! Yaşasın İkinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mız! Kurtuluş Partili Hukukçular Selam Olsun Bizden Önce Geçene! Selam Olsun Savaşırken Düşene! Halkın Kurtuluş Partisi İzmir İl Örgütü tarafından, son “Ergenekon Dalgası” protesto edildi Halkın Kurtuluş Partisi İzmir İl Örgütü tarafından, 09 Ocak Cuma günü yapılan bir eylemle CIA tarafından tezgâhlanan Hukuk Maskeli “Ergenekon” saldırısı protesto edildi. Saat 12:00’da Kemeraltı Konak girişinde bir araya gelen Kurtuluş Partililer adına İl Başkanı Avukat Tacettin Çolak bir basın açıklaması yaptı. Çolak açıklamasında; Ergenekon maskeli CIA operasyonundaki yeni dalgalar; AB-D Emperyalistlerinin, Türkiye’deki Mustafa Kemalci, Yurtsever, Antiemperyalist ve Laik güçleri tasfiyeye yöneliktir, dedi Eylem sırasında; “Ergenekon Yalanı CIA’nın Planı”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek”, “Yaşasın İkinci Kurtuluş Savaşımız” sloganları atıldı. Ergenekon Maskeli CIA Operasyonundaki yeni dalgalar; AB-D Emperyalistlerinin, Türkiye’deki Mustafa Kemalci, Yurtsever, Antiemperyalist ve Laik güçleri tasfiyeye yöneliktir T ürkiye, şu anda mütareke yıllarından daha kötü günler yaşamaktadır. AB-D Emperyalistleri, yerli uşakları sayesinde kendilerine karşı olabilecek direnç noktalarını etkisiz hale getirmektedirler. Önce emekli askerleri gözaltına almış ve tutuklamışlardı, şimdi ise hem emekli hem de muvazzaf askerleri gözaltına almaktadırlar. Şu anda emekli generaller Tuncer Kılıç, Kemal Yavuz ve Erdal Şenel’le birlikte; görevdeki 4 Albay, 1 Binbaşı, 2 Yüzbaşı ve 2 Üsteğmen gözaltındadır. Yine YÖK eski Başkanı Kemal Gürüz ve Prof. Dr. Yalçın Küçük de gözaltına alınmıştır. Bununla da yetinmiyorlar, Ortaçağcı A. Gül’ün Devlet Başkanı seçilmesindeki hukuksuzlukları ve Tayyipgiller Hükümeti’nin Ortaçağcı yüzünü açığa çıkartan Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun evinde arama yapıyorlar. Görev yaptığı süre içinde Ortaçağcı gidişe karşı duran ve Tayyipgiller’in Şeriat özlemlerini deşifre eden S. Kanadoğlu’na; “Danıştay saldırısını organize etmek”, “Cumhuriyet Gazetesi’ne bomba attırmak” gibi suç isnatlarında bulunmanın saçmalığı, “rencide ediciliği” ortadadır. Daha önceki dalgalarda olduğu gibi gözaltına alınan-tutuklanan gerçek yurtseverlerin, antiemperyalistlerin, Mustafa Kemalcilerin yanına eski ABD’ci Kontrgerillacıların katılmış olması bizlerin kafasını karıştırmamalıdır. Bu durum daha önceki açıklamalarımızda defalarca belirttiğimiz gibi, Parababalarının daha doğrusu CIA’nın bir şaşırtmaca yöntemidir. CIA böyle yaparak hem eski Kontrgerillanın ulusalcı tavır koyan unsurlarından arınmakta, onları tasfiye etmekte, hem de Kontrgerilla ile hiç ilgisi olmayan, bu CIA operasyonunda gözaltına alınan-tutuklanan namuslu insanların yanına bunları koyarak bilinçsiz insanların kafasını karıştırmış olmaktadır. Bu operasyonlarla; AB-D Emperyalizminin “Yeşil Kuşak Projesi”ne karşı çıkan ve bu projenin ülkemizi en az üç parçaya bölmek olduğunu, NATO’dan çıkılması gerektiğini, “Ilımlı İslam Projesi”nin ülkemizi Ortaçağın karanlığına götürmek olduğunu savunan namuslu, antiemperyalist, laik, yurtsever, tam bağımsızlıkçı, Mustafa Kemalci, ilerici aydınlar gözaltına alınarak, tutuklanarak susturulmaktadır. Bu gözaltılar ya da ev aramaları; hiçbir hukuki değeri olmayan gerekçelerle Fethullahçı Savcılar tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle Ergenekon Davası ve bu operasyonlar tamamen CIA güdümlü ve siyasi amaçlarla yapılmaktadır. Dolayısıyla Tayyipgiller, kendilerini eleştiren, yaptıkları yolsuzlukları ve halka ihanetlerini topluma deşifre eden aydınlardan ve emekli askerlerden kurtulmak istemektedir. AB-D Emperyalistleri ve yerli hizmetkârları bu saldırılarla; Sevr’i parçalayarak Tarihin çöplüğüne fırlatıp atan Birinci Kurtuluş Savaşımızın, Amerikancı Menderes-Bayar diktatörlüğüne son veren 27 Mayıs Politik Devriminin, ülkemizin Ortaçağın karanlığına hızla götürülüşüne karşı duran 28 Şubat ve 27 isan hareketinin öcünü almak istemektedirler. Bu hainane gidiş devam ederse 28 Şubat’ın Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’ya kadar uzanacak, giderek ordu içindeki antiemperyalist, namuslu, Ordu Gençliği geleneğini taşıyan kesimlerin tasfiyesine kadar vardırılacaktır. Kısacası bu operasyonlar, ülkemizdeki Ortaçağcı ve Sevrci gidişin dizginsizce yol almasıdır. AB-D Emperyalistlerinin bir dediğini iki etmeyen yerli satılmışlar cephesi ihanette sınır tanı- mıyor. Şu anki yerli hainlerin yanında geçmişin Vahideddinleri, Damat Feritleri daha yurtsever kalmaktadır. Genelkurmay’da yapılan son toplantının da iyi okunması gerekir. Bu toplantı, dizginsiz bir şekilde geliştirilen Sevrci, Ortaçağcı kuşatmaya karşı, Ordu Gençliği içindeki tepkilerin Kuvvet Komutanları aracılığıyla nötralize edilmesidir. Genelkurmay Başkanı Başbuğ; haksız ve dayanaksız bir şekilde gözaltına alınan silah arkadaşlarına sahip çıkmak yerine, Tayyip ve A. Gül’e alttan (Ordu Gençliğinden) gelen tepkilerin bilgisini aktarmaya gitmiştir. Bu görüşmede bu tepkilerin nasıl etkisizleştirileceğinin planları yapılmıştır. Nitekim bu görüşmelerden sonra, Başbakan’ın İçişleri, Savunma, Adalet Bakanlarıyla yaptığı görüşmeler bunun kanıtıdır. Yani Genelkurmay Başkanı Başbuğ, silah arkadaşlarına ihanet ederek, halefleri Fethullahçı Hilmi Özkök ve hain, dönek, Tayyipgiller tarafından, emekliliği sonrasında trilyonluk zırhlı AUDİ ile ödüllendirilen Yaşar Büyükanıt gibi AB-D işbirlikçileriyle Amerikancılık ve NATO’culuk ve yeni Sevrcilik ortak paydasında anlaşmış bulunmaktadır. Öte yandan Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun “ihsas-ı rey” olur gerekçesiyle en yakın çalışma arkadaşlarına yapılan onur kırıcı davranışa sessiz kalmasını da buradan kınıyoruz. Bu korkakça tavırlar, AB-D Emperyalistleri ve yerli satılmışlar cephesinin saldırıları karşısında Yüksek Yargının terörize olduğunu kanıtlar. Bu hainlerin istediği de zaten budur. Bu tavırdan sonra hangi namuslu Yargıtay C. Başsavcısı görevini korkusuzca yerine getirebilir? Ancak ne yapsalar boşunadır. Yeni Sevrcilerin hevesleri kursaklarında kalacaktır. İkinci Kurtuluş Savaşı’mız başarılacak, Halkımız Kurtuluş Partisi önderliğinde örgütlenecek, ordulaşacak emekçi halkların demokratik iktidarı mutlaka kurulacaktır. İşte o zaman AB-D Emperyalistleri defolup gidecek, yerli hainler de yaptıkları ihanetin hesabını mutlaka vereceklerdir. 09/01/2009 Halkın Kurtuluş Partisi İzmir İl Örgütü DEVRİMCİ MÜCADELEMİZDE YA8IYORLAR Yol ver ölüm Çök yıkıl ey mezar Bak Devrim dev gibi dimdik İnsan ateştir, yanarken yakar Bomba patlarsa açılır gedik Şükrü Bulut 1952/06.01.1976 Kıvılcım Semiha Güldemir 1987/17.01.2003 Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: M. Cihan Çakır Yönetim Yeri: Bestekâr Osman Sokak ISSN 1305-8975 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basıldığı Yer: Gün Matbaacılık/Telsizler Mevkii Beşyol Mah. 8/19 Cağaloğlu/İST Telefaks: (0212) 512 43 95 Akasya Sok. No: 23/A K. Çekmece/ İstanbul. Tel: (0212) 426 63 30 Kemal Gençer 1965/11.12.2004 internet: www.kurtulusyolu.org e-posta: kurtulusyolu@kurtulusyolu.org 3 6 Şubat 2009 CIA Ajanı G. Fuller! Hevesin kursağında kalacak! CIA’nın harmonisi “Ilımlı İslam Cumhuriyeti”dir B akın emperyalistler, her zaman Birinci Kurtuluşun ve Mustafa Kemal’in karşısında olmuşlardır. Bitmeyen ve bitmeyecek bir kin duymuşlardır M. Kemal’e ve Birinci Kuvayimilliyecilere: Yüzyıllarca oya gibi işledikleri Osmanlı’yı bölüp parçalama, Konstantinopol’e hâkim olma düşlerini sona erdirdiği için… “Bizans’ı görmeyenin, doğanın büyüklüğünü bilemediği”, “şehirler kraliçesi” İstanbul’a (Konstantinopol’a) hâkim olmak, Batılılar için bitmeyen bir ihtiras kaynağıdır. Yüz binlerce kayıp vermelerine rağmen geçemedikleri Çanakkale Boğazı’ndan, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla geçerek İstanbul Boğazı’na girmiş, zırhlılarını limanına demirlemişlerken, eşsiz coğrafi, askeri konumuyla Boğazlar’ı ele geçirmişken, yani yüzyılların düşü gerçekleşmek üzereyken, bir anda tüm düşleri sönüp parçalanmıştır. Ve küçümsedikleri, “haydut” diye niteledikleri M. Kemal ve Kuvayimilliyeciler tarafından defedilerek, geldikleri gibi gitmişlerdir. Hem de arkalarına bakarak… Bu yüzden de M. Kemal ve Kuvayimilliye düşmanıdırlar. Ne varsa bunlara ilişkin, silinip atılmalıdır. Sonu gelmelidir. Hani Maliye Bakanı K. Unakıtan da diyordu ya Kuvayimilliye yadigârı Sümerbank için: “Tarihten izin tozunu sileceğiz”, diye. İşte aynı anlayıştan kaynaklanmaktadır. Ortak düşmanlık noktaları budur bunların M. Kemal’e. O yüzden böğürürler “Ölmüş İnek” diye durup dinlenmeden… Bakın Bay Fuller ne diyor M. Kemal için büyük bir zevkle: “Bir makalenizde “Mustafa Kemal’in işlevi bitmiştir” dediğinizde bu ülkede pek çok insanı ne kadar kızdırdığınızı biliyor musunuz? “Böyle bir şey söylemedim. Zorlu bir süreç olarak sonuna geldiğini ve belki de sonuna gelmesinin iyi olduğunu söyledim. Türkiye’ye artık yeni bir harmoni getirmek lazım.” (agy) İşte CIA Şefi, okuduğumuz gibi, Mustafa Kemal için düşüncesini açıkça ve netçe söylüyor. Daha ne desin? Ve bundan sonrası için de ne istediğini de açıkça söylüyor: “Türkiye’ye artık yeni bir harmoni getirmek lazım” diyerek… “Harmoni” bildiğimiz gibi Fransızca bir sözcük. Türkçe sözlüğe göre: “Uyum, düzen, ahenk” demek. Fuller’in “Türkiye” için istediği, getirmek için on yıllarını verdiği “yeni (…) harmoni”, yani yeni düzen ne? “Yeni Türkiye Cumhuriyeti!”, yani “Ilımlı İslam Cumhuriyeti!” Fuller’in (CIA’nın) “harmoni” dediği, bir diğer anlatımla Tayyipgiller’dir. Yani ABD-AB hizmetindeki Siyasal İslamcı Tefeci-Bezirgânlardır. Artık bunlar iktidarda olmalı, diyor ABD’li ajan. Çünkü bunlarda “Hizmette sınır yoktur”… Efendileri yeter ki istesin, emretsin... Bir de bunlar Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcisi oldukları için Ümmetçidirler. Ulus aşamasına gelememişlerdir. Kayıtsız şartsız egemen oldukları Ortaçağın o karanlık günlerinin hayali içindedirler sürekli. Onu da ABD ve AB’nin kollamasıyla, daha doğrusu onların kucağında gerçekleştirmeyi planlamaktadırlar. Tayyipgiller Ulus gerçeğini tanımadıkları için ulusal değerlerden de yoksundurlar. Bunlar için hiçbir önemi ve değeri yoktur ulusal değerlerin. İşte Tayyipgiller’in bu hainane amaçları Batılı Emperyalistlerinkiyle tıpatıp uyuşmaktadır. Batılılar, Ortadoğu’da büyük, güçlü ulus devletler istememektedir. Emirlikler, şeyhlikler gibi güçsüz, kukla devletler istemektedirler. Kolayca sömürüp talan edebilmek için... Türkiye’yi de bu sebepten en az üçe bölmek istemektedirler. Tayyipgiller de Mustafa Kemal’e ve kurduğu devlete düşmandır. Çünkü eksik gedik de olsa bir laiklik getirmiştir. Şeriat Hukukunu ve Hilafeti kaldırmıştır. Ne acı durum değil mi? Seksen üç yıl önce, bizi yok etmek isteyen emperyalistleri yenilgiye uğratarak Doğunun mazlum milletleri için olumlu bir örnek ortaya koymuştuk. Bugünse o zaferin (Birinci Kuvayimilliye’nin) getirdiği tüm kazanımları yitirerek, emperyalistlerin yeniden hizmetine girelim ve bu halimizle de, emperyalistlere uşaklık etmesi gereken sömürge, yarısömürge ülkeler için iyi bir model olarak sunulalım. Emperyalistler nasıl “uslu çocuk” olunacağına dair bizi örnek versinler. Ne derseniz deyin, siz bir CIA Ajanısınız Bay Fuller! Ha, bu arada Bay G. Fuller, bizi bir şeye daha inandırmak istiyor: Kendisinin artık CIA ajanı olmadığına ve hatta ABD politikalarına karşı ve Türk dostu olduğuna: “Bu arada okuyucularımdan bana bir iyilik yapmalarını istiyorum: Bir süre için, 1990’larda Türkiye’de istihbarat görevlisi olarak hizmet verdiğimi veya uzun yıllar CIA’de çalıştığımı unutun.” Niye? “Zamanla her şey değişir, benim görüşlerim de değişti. Lütfen bu kitabı sanki arkasında özel bir amaç güdüyormuş gibi okumayın.” Nasıl okuyalım peki? “Argümanları ve analizi maksatlı değil.” Düşüncelerinin samimiyetine inanalım diye pekiştiriyor Bay Fuller sözlerini: “Söylediklerimi ciddiye alın, çünkü demek istediğim sadece söylediğimdir, ne eksik, ne fazla. Kitabı sevmekte de, eleştirmekte de özgürsünüz fakat hayatımın şu aşamasında inandığım şey neyse, kitabın söylediği odur.” Şu anda inandığınız ve kitabınızın söylediği ne? “(…) şu anda Türkiye hakkında hayatımda olmadığı kadar olumlu düşünüyorum. (…) Bugün inanıyorum ki Türkiye’de durum daha önce hiç olmadığı kadar iyidir. Ülke refah içindedir. Ilımlı İslamcı bir çizgiyi siyasi düzene başarılı bir şekilde entegre etmiş dünyadaki ilk Müslüman ülke Türkiye’dir.” Daha ne olsun? Görevinizi yapmış, Antiemperyalist Kurtuluş Savaşıyla kurulmuş bir ülkeyi, onlarca yıllık çabalar sonucu “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” haline getirmişisiniz… Dolayısıyla tabiî ki inanacaksınız. Siz inanmayacaksınız da biz mi inanacağız? Ve “Allah inandırsın”, “yemin ederim” diyerek devam ediyor Bay Fuller: “Kitap herhangi bir ABD politikasını veya istihbarat gündemini ileri taşımak için tasarlanmış değildir. “Gerçekte ne demeye çalıştığını” çözmeye çalışmayın; gizli gündemler falan yok. Gizli bir kanaldan ABD politikasına yardım etmek için yazıyor değilim.” Demek daha önceleri bütün bunları yapıyordunuz ha Bay Fuller! “Esasen, ABD politika yapıcılarının çoğu bu kitaptan hoşlanmayacaktır. Dolayısıyla, kitabı söylediğiyle, olduğu gibi kabul edin.” (G. Fuller, agy., s.19-20) öyle mi? Emrin olur! Başka emrin?.. Şimdi Bay Fuller! İnsanlar bir işi, bir mesleği onlarca yıl severek yaptıktan sonra, emekli olsalar bile (ya da az sonra anlatacağımız gibi istemeden, hatta zorla da emekli edilmiş olsalar bile) emeklilik hayatlarında da kendi mesleklerini yapmaya devam ederler. Çünkü en iyi bildikleri iş odur. O iş için bir ömür harcamışlardır. Hele de sizin gibi yaptıkları işlerde başarılı olmuşlarsa, yaptıkları işin zevki hiçbir zaman bitmez ve son soluklarını verene dek hep o işle ilgilenirler. (2) “Velev ki”, sizin mesleğiniz “gizli” bir meslek. Ve siz, ABD Emperyalizmi adına onlarca ülkeye “özgürlük(!)” götürdünüz, yani milyonlarca insanın ölümüne ya da sakat kalmasına, ruhen yaralanmasına neden oldunuz. Ülkeleri yaktınız yıktınız, yağmaladınız tarihlerini. Ancak yukarıdaki satırlarınızla, bizi sizin de değişebileceğinize ve hatta değiştiğinize inandırmak istiyorsunuz. Artık ajanlık yapmıyorum demek istiyorsunuz. Ne zaman? CIA’da onlarca yıl geçirip, Türkiye Masası Eski Şefi (bu bildiğimiz ülke. Ya diğer ülkeler…) ve CIA Ulusal İstihbarat Konseyi Başkan Yardımcısı olduktan sonra, yani mesleğinizin en tepelerine çıktıktan sonra mı? Ne zaman?.. Ve şimdi, CIA’nın USIP’inin dolarlarıyla kitaplar basarken mi, CIA’nın RAND şirketinde siyaset bilimci, Vancuwer (Kanada) Simon Fraser Üniversitesinde misafir Tarih Profesörü ve Müslüman Dünya ile İlişkiler Danışmanlığı yaparken mi?.. Ne zaman hidayete erdiniz? Bu arada Bay Fuller, kitabınızın “Teşekkür” bölümünde de kaynaklarınız ve bağlantılarınız konusunda da açık kanıtlar sunuyorsunuz. Bir anlamada “açık”sınız… Diyorsunuz ki bu bölümde: “Bu kitap bir ömür boyunca Türkiye’ye duyulan ilginin, özellikle Türkiye tarihi, siyaseti, kültürü, dili ve toplumu ile haşır neşir olmanın eseridir. Bundan dolayı, kitabı yazmam için destek sağlayan Birleşik Devletler Barış Enstitüsü’ne teşekkürlerimi ifade etmek isterim. (…) Bu arada, Türkiye’deki çağdaş dini hareketlerin –özellikle Fethullah Gülen hareketinin- karakterini keşfetmek amacını taşıyan –ve bu kitabın içeriğini doldurmaya büyük katkısı olan- bir çalışma için daha önce sağladığı destekten dolayı Earhart Vakfı’na da teşekkür ederim.” (agy, s. 15) Kitabınızı yazmanız için kim destek sağlamış? Birleşik Devletler Barış Enstitüsü; United States Institutu for Peace (USIP). USIP’i kim kurmuştur, ? “(…) USIP, 1984’te ABD kongresince kuruldu ve 1985’de ‘ABD Savunma Yetki yasası’ ile kurumsallaştırıldı. Yönetimi ABD başkanınca atanan, CIA arşivine erişme ayrıcalığı bulunan (…) USIP bütçesi doğrudan doğruya ABD kongresince bağlanmaktadır. USIP’in yıllık bütçesi 1988-1991 arasında 10 milyon dolar, 1992-1993’te 15 milyon dolardır.” (Mustafa Yıldırım, Sivil Örümceğin Ağında, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, Genişletilmiş 3. Basım, Ağustos 2004, s. 384) “USIP kuruluş yasasına göre; Birleşik Devletlerin, Dışişleri, Savunma, Silahlanma Denetim Ajansı ve değerlendirilmiş istihbarat belgeleri gibi kaynaklarına ulaşması sağlanmaktadır. Ayrıca, CIA Bir USIP Toplantısından yönetimi, USIP’te yeterli gördüğü sayıda eleman bulundurma yetkisine sahiptir.” (agy. S. 381) Daha ne olsun Bay Fuller! “CIA yönetimi, USIP’te yeterli gördüğü sayıda eleman bulundurma yetkisine sahip”miş… E, sizden iyi eleman mı bulur CIA? Ya da sizden iyi yönetici mi bulur desek?.. USIP ne yaparmış? “USIP, “İnsan Hakları” başlığı altında CIA Türkiye Masası Eski Şefi Graham Fuller (Güneri Civaoğlu’nun köşesinden) dünyanın dört bir yanıyla ilgili araştırmaları parayla desteklemektedir. Araştırmalar, bir tür ‘research in place’ yani ‘yerinde araştırma’ niteliğinde”ymiş. (agy) Bunlara birkaç örnek verecek olursak: Boğaziçi Üniversitesi TC, proje Direktörü: Kemal Kirişçi. Konusu: Kürt sorunu. USIP’ten verilen para: 24.500 Dolar, George Washington Üniversitesi Washington ABD: Proje direktörü: Sabri Sayar: Konusu: Kürt sorunu. USIP’ten verilen para: 27.500 Hebrew Üniversitesi, Jerusalem (Kudus) İsrail: Proje Direktörü: Raymond Cohen. USIP’ten verilen para: 43.404 Dolar. Ve daha onlarca proje, yüz binlerce, milyonlarca dolar… Bir devlet kurumu, hele de ABD, durup dururken dolar verir mi adama? Verdiğinin karşılığını almaz mı?.. Soruları çoğaltabiliriz ama gerekmez her halde Bay Fuller. Konu yeterince açık sanırız. Birleşik Devletler Barış Enstitüsü, ABD’nin ve CIA’nın yan kuruluşudur. Onun çıkarları için, onun adına paralar vermekte, çalışanlar ona hizmet etmektedir. Bu kadar açıktır. Ha keza Earhart Vakfı da aynı konumdadır. Görevi aynıdır. RA D Corporation adlı “masum”(!) görünümlü (RAND, İngilizce Araştırma ve Geliştirme kelimelerinden [RESEARCH A D DEVELOPMENT] geliyor), “kâr amacı gütmeyen” (çünkü CIA tarafından finanse ediliyor) bir sözde “düşünce (think thank) kuruluşu”dur. RAND’ın genel olarak İslam Dünyası ile ilgili, ama özellikle Ortadoğu ile ilgili daha pek çok “çalışmaları” var. RAND’ın kuruluş amacı, Amerikan Silahlı Kuvvetleri için araştırmalar yapmak. Bu kuruluş da, tıpkı CIA, Ulusal Güvenlik Konseyi, Dünya Bankası, IMF gibi, İkinci Emperyalist Savaş’tan hemen sonra, 1946’da kuruluyor. Bugün başka hükümetlerle, vakıflarla, uluslararası kuruluşlarla, ticari kuruluşlarla işler çeviren bir örgüt durumunda. ABD’nin çeşitli bölgelerinde ve İngiltere’de merkezleri ve okulları var. Ortadoğu’da ise “Katar Politika Enstitüsü” adıyla bir RAND “okulu”(!) 2003’te kurulmuş durumda. Bin altı yüz kişilik kadrosunda kimler yok ki? Nobel ödüllü bilimadamları, havacılık mühendisleri, yapay zeka uzmanları, bilgisayar uzmanları, antropologlar, ekonomistler, istatistikçiler, matematikçiler, filozoflar, sosyal bilimciler, yüksek rütbeli askerler, savaş stratejisi uzmanları, terörizm uzmanları, askeri tarih uzmanları, gizli bilgi (kripto) uzmanları, büyükelçiler, politikacılar vb. İşte böylesine kirli, böylesine tehlikeli bir kuruluş RAND Şirketi. Şirketin yaptığı araştırmalarsa, doğrudan ABD çıkarlarını sağlama almaya yönelik. “Soğuk Savaş” döneminde emperyalizmin uyguladığı açık ve gizli faaliyetlerin, psikolojik savaşın kurmay merkezlerinden birisi RAND. Zaten kadrosunda yer alan politikacılar, askerler, bürokratlar da bunu kanıtlıyor. İşte Fuller’e parayı veren Earhart Vakfı, RAND’la, USIP’le iç içe aynı düşünceyi, aynı eylemi yani ABD’nin mazlum halklar üzerindeki sömürüsünü ve zulmünü sürdürmeyi sağlayan araştırmalara dolarlar veriyorlar. Bay Fuller! Güneri Cıvaoğlu adlı bir Milliyet yazarı var. Kitabınızla ilgili olarak, “Ilımlı İslam” başlığıyla bir yazı yayımladı. Yazısının “SONUÇ” bölümünde sizin için şunları yazıyor: “Graham Fuller Amerika’da üniversite öğretim üyesidir. “Büyük düşünce üretim kuruluşlarının Türkiye-Ortadoğu uzmanıdır. “Yukarıdaki satırları onun “Yükselen bölgesel aktör yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı kitabından yansıttım. AKP’nin ABD’de nasıl algılandığı ve neden desteklendiği eksenindeki tartışmalara ve soru işaretlerine bir katkıda bulunabilir. “Beyaz Saray’a Türkiye raporları, Graham Fuller ve benzerleri tarafından yazılmakta.” (Milliyet, 27 Eylül 2008) Ve yazısına koyduğu sizin fotoğrafınızda da “CIA’nın Türkiye gözü Graham Fuller” yazıyor. G. Cıvaoğlu, Marksist-Leninist, devrimci falan değil… Burjuva liberal bir gazeteci. Gördüğünüz gibi Bay Fuller, sizi ve sizin gibileri tanıyan herkes aynı kanıyı taşıyor: “Beyaz Saray’a Türkiye raporları, Graham Fuller ve benzerleri tarafından yazılmakta”dır. Siz ise bize aksini kanıtlamaya uğraşıyorsunuz ha bire… Bakın Bay Fuller! Meslektaşınız, belki sizin emriniz altında çalışan, çünkü o da Ortadoğu’da görevli, bir arkadaşınız, aynı aşağılık amaç uğruna birlikte çalıştığınız CIA ajanı Robert Baer ne diyor anılarında: CIA Ajanı Robert Baer “Teşkilattan istifa ettikten sonra, Beyrut’a taşınıp orada başka bir eski CIA elemanıyla iş kurdum. Anladığım ve bildiğim bölge orasıydı. Resmi Washington’u anladığımdan çok daha iyi anlıyordum. Aynı zamanda en iyi bağlantılarımın olduğu yer de orasıydı. Örneğin, internette paravan borsa yükseldiğinde, Mugniye’nin (CIA’ya göre terörist – K. Y.) eski ortaklarından biri, benimle bir internet sitesi oluşturmayı önerdi. “Ama daha ilginci, çektiğimiz müşteriler arasında, o sırada Şam’da yaşayan, emir kuzenini devirme girişiminde başarısız olan bir Körfez soylu ailesinin bir üyesi vardı. Belirsiz saatlerde ofisimiz ile ev arasında bir çöl bölgesinde buluşuyorduk. 1997’de aralık ayının bir gecesi gecenin soğuğunu uzaklaştırmak için ateşin yanına sıkışıp oturduğumuzda, hikâyesini anlattı. “Polis şefi olarak çalışırken, hükümetinin bir Usame bin Ladin hücresini muhafaza ettiğinin farkına varmıştı. Söylediğine göre, hücrenin iki temel üyesi, kardeşi 1981’de Enver Sedat’ı öldüren Sevki İslambuli ve uzmanlık alanı uçak kaçırma olan Halid şeyh Muhammed’di. Prens, FBI, Muhammed ve İslambuli’yi 4 6 Şubat 2009 tutuklamaya çalıştığında, hükümetinin onlara sahte pasaport verip ülke dışına kaçırdığını söyledi. Sonuçta ikisi de Prag’a yerleşti. “Casusluk işinden çekilmem, sandığımdan çok daha zordu. Hiç ayrılmamışım gibi, 1998’in başlarında eski polis şefinden öğrendiğim her şeyi CIA’e bildirdim.” (Robert Baer, Görmedim Duymadım Bilmiyorum-Bir CIA Ajanının Anıları, s. 256-257) Gördünüz mü Bay Fuller! Demek ki, Türkçede söylendiği gibi: “huylu huyundan vazgeçmiyor”. Bu işler (ajanlık işleri), böyle oluyor!.. Duramıyorsunuz! Çünkü ajanlık ruhunuza işlemiş oluyor. Bu işleri, yani insanların eski mesleklerini (sizin örneğinizde ajanlık) yapmadıkları durumlar olmaz mı? Olur. Ama az olur. Bunun olabilmesi için insanda gerçekten vicdan olması, insan yüreği olması, insan sevgisi olması gerekir. Hatta yukarıda saydığımız özellikler varsa, insanlar (ajanlar) mesleğin içindeyken de yaptıkları namussuzca, alçakça, insanlık dışı işlerin farkına varırlar ve görevlerinden istifa ederler. Ve geçmişte yaptıklarının özeleştirisini vererek, insanca yaşarlar. İnsanlara ve halklara yaptıklarının bir kısmını olsun unutturabilmek, onları uyarabilmek için de yeni bir görev üstlenirler: Gerçekleri açıklamak. Örneğin CIA’nın pis işlerini ve pis adamlarını açıklamak gibi… Bu olumlu örnek de sizin içinizden çıktı Bay Fuller, biliyorsunuzdur. Philip Agee adlı insan, ama insan gibi insan, CIA’nın yaptığı alçaklıkları görünce, hem de terfi etmişken, CIA’dan istifa etti ve ondan sonra kalan ömrünü CIA’dan gizlenerek ve CIA’nın pis işlerini deşifre etmekle geçirdi. Ve son soluğunu da geçtiğimiz 8 Ocak’ta, yeni vatanı Küba’da verdi. Şimdi özetçe Philip Agee’nin öyküsünü okuyalım. “1967’de, Meksika’ya gitmeden önce, CIA hesabına çalışma hevesim azalmıştı. İstikrarı koruma adına yaptıklarımızın, bölgede (Latin Amerika’da – K. Y.) hüküm süren toplumsal ve ekonomik ada- “D avos Krizi”nin üzerinden çok geçmedi. Olay aydınlandı. Olayın bir senaryo olduğu zaten anlaşılıyordu. Ama veriler derlendikçe bu yönde kanıtlar daha elle tutulur hale geldi. Bunun için basında yer alan aykırılıklara bakmak yeterli. Kendi deyişiyle 10 yıldan beri her Davos toplantısına katılan gazeteci Meral Tamer’i şaşırtan aykırılıklara bir bakalım. Şimon Peres ile başlayalım. Seksenaltı yaşındaki “Nobel Barış Ödüllü” bu zatın, bizim basına göre “kışkırtıcı” tavrı örneğin. Bu konuda Meral Tamer’in kullandığı ifade aynen şu: “İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres gibi sakin ve bilge bir siyasetçi, nasıl oldu da kendini kaybedip, işaret parmağını tehditkâr bir biçimde sallayıp, öfkeyle bağırarak konuştu?” (Meral Tamer, Schwab, Gazze Oturumunu Yönetmekten Neden Vazgeçti? Milliyet, 1 Şubat 2009) Peres’in tavrı belki de en az yadırganacak olan olay. Genel İsrail saldırganlığı kapsamına yerleştirilebilir çünkü. Gene de “parmağını tehditkâr bir biçimde” sallayarak ve “öfkeyle bağırarak” konuşması kaşarlanmış Davosçularca yadırganıyor. Daha da fazla yadırganan olaylara bakalım. Oturumu yöneten de yadırganıyor Meral Tamer’in anlattığına göre, böyle hükümet ya da devlet başkanlarının katıldığı oturumları geleneksel olarak Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Prof. Dr. Klaus Schwab yönetirmiş. Ne hikmetse bu oturumu yöneten başka birisi. “Bu arada böyle kritik bir oturumu neden Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucusu Prof. Dr. Klaus Schwab’ın yönetmediği sorusuna da sık sık muhatap oluyorum -ki çok haklı bir soru. Çünkü devlet başkanlarının konuşmacı olduğu oturumlar genelde büyük salonda yapılır ve hep Schwab yönetir. Zaten Erdoğan’ın yakın çevresine sorunca öğrendik ki, Gazze oturumunu da o yönetecekmiş, ancak 2 gün önce vazgeçmiş. İşte bu çok garip!” (Milliyet, agy) Evet, bu garipliğin nedeni ne ola ki? Meral Tamer, bu garipliğin üzerine gidiyor, ancak neredeyse senli benli olduğu Schwab tarafından muhatap alınmıyor, hatta korumaları tarafından itilip kakılıyor. Şöyle devam ediyor Meral Tamer: “Önceki akşam Doğuş Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk’in ver- letsizlikleri daha da arttırmaktan başka bir işe yaramadığının farkındaydım. Çalışmalarım bana sıkıcı gelmekle kalmıyor, yaptığımız işi ahlak ve siyaset yönünden de çok tartışılır buluyordum. Ciddi olarak istifayı düşünüyordum. “(…) “(…) olimpiyatlardan altı ay önce, 1968 baharında, CIA merkez karargâhından, terfi ettiğimi (…) yeniden Meksika’da görevlendirileceğimi bildiren bir telgraf aldım. İstifa etme zamanının geldiğine karar verdim ve merkeze (…) görevimden ayrılacağımı bildirdim. 1968’in son günlerinde, CIA’den ayrılıp Meksika’da yeni bir hayata başladım.” (Philip Agee, CIA Che’ye Karşı kitabına Önsöz, s. 9-11) Böyle anlatıyordu P. Agee, o andaki duygu ve düşüncelerini. Ünlü kitabı “CIA Günlüğü”nü aşağıdaki tespitlerle bitirir P. Agee: “(…) Yoksulun sömürülmesi üzerine kurulu, temelinde kişisel açgözlülük yatan Amerikan kapitalizmi zor kullanılmadan (gizli polis gücü olmadan) yaşayamaz. Sorun, kapitalizm ve üstün sınıfın gücünü ve imtiyazlarını koruyabilmesi için gerçekten gerekli oldukları anlaşılan CIA, FBI ve diğer güvenlik örgütlerine sahip kapitalizme karşı çıkmaktır. “Artık ABD içinde ve dışında haksızlığa karşı kayıtsız kalınamaz. Aşırı yoksulluk ile zenginliğin, yalnızca sosyalist devrimin çözümleyeceği uzlaşılmaz sınıf kavgalarına yol açtığı şimdi her zamankinden daha belirgindir. Artık her birimiz vicdanımızın sesini dinleyerek, bütün güvenlik ve baskı güçlerini elinde bulunduran azınlığa refah ve imtiyaz sağlayan bir sistem ile ülke içinde olduğu kadar uluslararası düzeyde de toplumun bütün bireylerine fırsat eşitliği, gelir ve çıkarların haklı dağıldığı bir toplum arasında seçim yapmak zorundayız. Artık iki taraf bulunduğu görmezlikten, ikisi de anlamazlıktan ve hoşa gitsin ya da gitmesin, her geçen günle iki taraftan birine katkıda bulunduğumuzu bilmezlikten gelemeyiz.” (Philip Agee, CIA Günlüğü, 2. Cilt, s. 816) Gördünüz mü Bay Fuller! İnsan; namuslu, vicdanlı, insan yürekli olursa böyle davranıyor. O yüzden de: “(…) Bir süre için, 1990’larda Türkiye’de istihbarat görevlisi olarak hizmet verdiğimi veya uzun yıllar CIA’de çalıştığımı unutun. “Söylediklerimi ciddiye alın, çünkü demek istediğim sadece söylediğimdir, ne eksik, ne fazla. Kitabı sevmekte de, eleştirmekte de özgürsünüz fakat hayatımın şu aşamasında inandığım şey neyse, kitabın söylediği odur.” “Kitap herhangi bir ABD politikasını veya istihbarat gündemini ileri taşımak için tasarlanmış değildir. “Gerçekte ne demeye çalıştığını” çözmeye çalışmayın; gizli gündemler falan yok. Gizli bir kanaldan ABD politikasına yardım etmek için yazıyor değilim.” gibi laf salatalarına, yemin etmelere yer vermiyor. Ne düşünüyorsa açıkça, netçe söylüyor ve yazıyor. Kimseyi inandırmaya kalkmıyor, çünkü söylediklerinin gücü ve samimiyeti herkesi zaten inandırıyor… P. Agee’nin sonraki yaşamı da zaten bunu kanıtlar: “CIA, günlüğün basılmasından önce beni Amerika’ya getirtebileceğini hâlâ ümit ediyor. Çocukları öylesine özledim ki, gerçekten onları görebilmek için CIA’nin düşündüğü gibi Amerika’ya dönebilirdim. Janet, Örgüt’ün beni Amerika’ya getirtmek için uzun bir süredir çocukları yanıma göndermemesi için kendisine baskı yaptığını itiraf etti. Onların bu isteğine uymayıp çocukları geçen yaz buraya gönderdiyse de, !oel tatilinde göndermeyi kabul etmedi ve onları görmek istiyorsam benim oraya gelmemi söyledi. Belki çocuklar çocukluktan kurtuldukları zaman onları görmem CIA tarafından engellenemeyecek” (agy., s. 815) Gördüğünüz gibi Bay Fuller, Örgütünüz, size muhalif şeyleri düşünenlerin ve yazanların çocuklarını bile rehin alıyor. Onları ana babalarına karşı kullanıyor. Manevi işkence yapıyor. Başka neler yapıyorsunuz bu gibi kişilere? ABD pasaportlarını ellerinden alıyor, bulundukları ülkelerden çıkarttırıyorsunuz. Örneğin Philip Agee’i, 17 Ağustos 1977’de, yaşadığı Fransa’dan sınır dışı ettirdiniz. Almanya’dan da sınır dışı ettirdiniz. Hakeza, Granada’yı işgal ettiğinizde, Granada hükümetinin verdiği pasaportu iptal ettirdiniz. Suikastlar düzenliyorsunuz onlara karşı. Kitabını yayınlayacakmış gibi yapan özgürlük düşkünü yayıncılar, yardımsever arkadaşlar, kadınlar, yazdıklarını ele geçirmek için daktilosuna verici yerleştirenler buluyorsunuz… Siz yani CIA, önce kitabının basılmaması için ve basıldıktan sonra da yaşamını sonlandırmak için elinizden geleni yaptınız. Yıllarca size (CIA’ya, ABD Emperyalizmine) hizmet etmiş Philip Agee’e siz böyle davranırken, yeni vatanı Küba ve devleti, Philip Agee’nin ölüm haberini: “Küba’nın sadık dostu ve halkın daha iyi bir dünya için verdiği mücadelenin ateşli savunucusu” diye verdi. Ne mutlu Philip Agee ki, son soluğunu namuslu, vicdanlı, yiğit, kararlı bir antiemperyalist olarak verdi. Ya siz Bay Fuller! Siz nasıl vereceksiniz son soluğunuzu?.. Er ya da geç! Ama mutlaka! Bay Fuller! Bütün yazdıklarınızla, söylediklerinizle ABD Emperyalizminin casus örgütü CIA’nın görüşlerini savunuyor ve yayıyorsunuz. Aksine bizi inandırmak için uğraşıyorsunuz ama bu boşuna bir çaba oluyor. Bu davranışlarınız, sizi, bizim gözümüzde daha da aşağılık bir yaratık durumuna sokuyor. Yukarıda da söyledik. Siz aşağılık bir CIA ajanısınız ve öyle kalacaksınız. Ülkemizde 12 Mart ve 12 Eylül Faşist Darbelerini siz tezgâhladınız. Yüzlerce, binlerce masum insanımızın kanına girdiniz. Onlarcasını idam ettirdiniz. Yüz binlercesini işkence tezgâhlarından geçirdiniz, onlarca yıl hapis yatırdınız. Katliamlar düzenlediniz. Halklarımızı birbirimize düşürdünüz. Düşürmeye de devam ediyorsunuz. Bugün için köpeksiz köyde değneksiz “Artiz Tayyip” Holivud’a diği davete Schwab’ın geldiğini görünce, hemen yanına gidip aynı soruyu ben de soracak oldum. Beni tanımamış gibi davrandı; ağzını açıp tek bir kelime söylemedi. Ben üsteledikçe koruması, bir yandan koluyla beni iteleyip diğer yandan da aynı cümleyi birkaç kez tekrarladı: “Bu konuya cevap vermiyor!” “Oysa 10 yıldır Davos’a her gidişimde Schwab’la üç-beş laf ederiz. Bu kez karşımda, sanki Schwab maskesi takmış bambaşka biri vardı.” (agy) rinden gelen her numarayı yapacaktır. Bu senaryo da benzer bir düşüncenin ürünüdür. Ortadoğu’da yıllardan beri çoluk çocuk demeden kan döken İsrail’e sövgü iyi oy getirir. Zaten TayyipGül’ün Gazze Savaşı sırasındaki tutumu da aynı amaca yönelikti. Esip gürleyip, duygu sömürüsü de yaparak halkı kandırmak. Bunda da başarılı oluyorlar ne yazık ki… Tayyip, Peres’i ve daha çok da oturum yöneticisini suçladı oturumdan sonra. Sanki oturum başkanı da özel seçilmiş, Tayyip’in çıkışına zemin hazırlamak için. Gene Takke Düşüyor: Meral Tamer’in bir gün önceki yazısına baMeğer Oturumu Tayyip İstemiş! kınca, bu aykırılığın da önemli olduğu anlaÖyle anlaşılıyor ki, Dünya Ekonomik şılıyor: Forumu Başkanı olanı biteni, oturumun na“Dünya Ekonomik Forumu toplantısıl gelişeceğini üç aşağı beş yukarı biliyor. larını 10 yıldır izliyorum. Daha önce hiç Oturumu isteyen Tayyip. Oturumda sal- böyle kötü yönetilen bir oturuma rastladırgan bir tutum izleyeceği de biliniyor madım. ama açığa çıksın istenmiyor. Belli ki, “Sabahtan akşama kadar toplantılaoyunda figüran olmak istemediğinden otu- rın biri bitip diğeri başladığı için, oturumu yönetmiyor Schwab. Samimi olduğu rumların değişmez bir akışı vardır. Mokişilerle bile görüşmüyor. Bilgi sızsın da is- deratör, tüm konuşmacılara 3 ya da 5’er temiyor. Meral Tamer anlatıyor: dakikalık söz hakkı tanır, bu sürenin aşılmasına izin vermez. Dolayısıyla her konuşmacı 2-3 tur konuşabildiği gibi, son 15-20 dakikada salondaki katılımcılardan soru alınıp yanıtlanır. “Olaylı Gazze oturumunu yöneten Washington Post’un deneyimli köşe yazarı David Ignatius, her nedense kimseye müdahale etmedi. İlk söz hakkı verdiği Başbakan Erdoğan da hayli uzun konuştu (12 dakikaymış, sonradan öğrendik). İkinci söz verilen Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa 20 dakika, son konuşmacı İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres de 25 dakika konuşunca, oturumun süresi zaten aşılmış oldu.” (Meral Tamer, Erdoğan Haklıydı Ama Bir Çuval İnciri BerHAMAS: Harekat el Mukavemet el İslamiyye bat Etti, Milliyet, 31 Ocak 2009) Schwab işte bu nedenden geleneksel (İslami Direniş Hareketi) olanı çiğnedi, oturum başkanlığını üstlen“Bu sahneyi gördükten ve bu oturu- medi. Oturumun kurallara uygun yürütülmu isteyenin bizim Başbakan olduğunu memesi de oyunun parçasıydı çünkü. Deneöğrendikten sonra benim tahminim şu: yimli başkanın böyle bir oturumu yöneterek Erdoğan’ın “Davos’ta Peres’i sorguya açık düşmesi, hem kendisine, hem de Daçekeceğim” sözleri (salı günü Hürriyet’e vos Zirvesi’ne zarar verirdi. Olaylar bu ka“Davos’ta Gazze bombası” başlığıyla darla da kalmıyor. Schwab adlı zatın da olayansımıştı) üzerine Schwab, moderatör- yın içinde olduğu aşikâr. TayyipGül, lükten çekildi.” (agy) Schwab adlı zatı da kullanıyor. Meral TaDurum açık. Ortada bir kayıkçı dövüşü mer anlatıyor: “Sonradan anladık ki Erdoğan’ın yavar. Malum, 29 Mart’ta seçimler var. TayyipGül, bu seçimde sarsılmamak için elle- kın çevresi, Prof. Halberstadt aracılığıy- Emine Erdoğan rol keserken… Bunlar ailece artiz! la Schwab’dan bu davete katılıp Türk tele-vizyonlarına yumuşatıcı bir şeyler söylemesini rica etmiş. Koruması beni iteledikten hemen sonra Schwab, Türk televizyonlarının karşısına geçip, skandal olayı moderatör hatasına indirgedi; Erdoğan’ı Davos’a yeniden gelmeye ikna edeceğini ve bu yaz tatilinin 2 haftasını yine Türkiye’de geçireceğini söyledi.” (Milliyet, 1 Şubat 2009) Bu türden masallara karnımız tok! Oyunun perde arkasında büyük güçlerin, emperyalizmin, destek verdiği ortada. “Davos Fatihi”nin gelişi Olayın düzmece olduğu Tayyip’in Türkiye’ye gelişi sırasında yaşananlardan da anlaşılıyor. Gecenin bir yarısı ellerinde “Davos Fatihi”, “Mazlumların Hamisi Başbakan Hoşgeldin Erdoğan”, “Hoşgeldin Dünya Lideri”, “Dünya Başbakan Görsün” gibi sloganların yazıldığı hazır pankartlarla yüzlerce TayyipGül taraftarı Atatürk Havalimanı’na gelebiliyor. Bu pankartları ne zaman hazırladıklarını mı sormak gerek, Atatürk Havalimanı’na nasıl ulaştıklarını mı? Belediye ise saat 03.00’a kadar metroyu bedava çalıştırıyor. Bu durum, oturumun nasıl gelişeceğinin bilindiğini ve buna yönelik hazırlanıldığını gösteriyor. Ertesi gün Hür Basın da Tayyip’i şişirerek ve Peres’in özür dilediğini vurgulayarak, gelişmelerin üzerine tüy dikti. Senaryo iyiydi, oyuncu da değme “artizlere” taş çıkarırdı. Dolayısıyla, herkes de yedi. Oyunun konusu dinci Hamas’ın savunulması olunca, Tayyip’in artizliği daha da inandırıcı oluyor kuşkusuz. Rolünü daha bir inanarak oynuyor olsa gerek! Ancak ortada samimiyet olmadığı ortada. O Philip Agee gezdiğinizi sanıyorsunuz. Sosyalist Kamp çökmüş, M. Kemal’in ve Kuvayimilliye şehitlerinin uğrunda severek ölümü göze aldıkları “Tam Bağımsız Türkiye” ideali yenilmiş, “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” “Ilımlı İslam Cumhuriyeti” kazanmış görünüyor. Ama sakın aldanmayın! Sadece “kazanmış” görünüyor… Yoksa kazanan her zaman ezilen ve sömürülen halklardır. Eğer siz “medeniler” kazanmış olsaydınız, Doğunun mazlum milletleri hâlâ sömürge batağında sömürülüyor olurdu. Ama başta Lenin ve Bolşevik Partisi, Sovyet İktidarı, Ekim Devrimi’yle birlikte Doğu’nun mazlum halklarının umut ışığı oldular. Halkların kurtuluşunun yolunu açtılar. Oradan tüm insanlığa yayılan ışık, Mustafa Kemal oldu, İsmet İnönü oldu, Kuvayimilliye oldu… Mao oldu, Ho Amca oldu, Che oldu, Fidel oldu… Deniz oldu, Mahir oldu… Chavez oldu, Morales oldu… Kıvılcımlı oldu, Halkın Kurtuluş Partisi oldu… Işık çoğaldı, çoğaldı… Bir gün, ama mutlaka bir gün, sizin ülkenizi de aydınlatacak o ışık Bay G. Fuller! Çünkü hayat akıyor, “yürüyüş” devam ediyor!.. Tayyip ki, Irak’ta 3.9 milyon insan çoluk çocuk demeden katledilirken “gık” demedi; hatta Wall Street Journal adlı dergiye 31 Mart 2003’te “Kahraman genç kadın ve erkek Amerikan askerlerinin, olabilecek en az kayıpla evlerine dönmeleri için dua ediyorum…” diyerek Amerikan Yalakalığı yaptı. Askerlerimizin başına çuval geçirildiğinde de kuyruğunu kısmaktan başka ne yaptı? Yetmedi, elçiler göndererek Amerikan Yönetimine yalvardı, “Aman beni deliğe süpürmeyin” diye… Dolayısıyla, emperyalizm TayyipGül gibi has evlatlarına bu kadar esneklik tanır. Nasılsa bu satılıkların ipleri elindedir. Sonuç Tayyip, düne kadar, ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanıyım diye böbürleniyordu. Büyük Ortadoğu Projesi, genel olarak İslam ülkelerini, özel olarak Ortadoğu halklarını sürekli emperyalist boyunduruğu altında tutmayı, emperyalist yağmayı artırmayı amaçlayan bir stratejik hedeftir. Bu stratejik hedef içinde “Davos Krizi” gibi taktik senaryolar da, işin gereği, uygulanır. AKP yönetimindeki Türkiye, ABD Emperyalizmi tarafından İslam ülkelerine örnek gösterilen iki Ilımlı İslam ülkesinden biridir (diğeri Malezya idi malum). Böylece hem Ortadoğu’da hem de Türkiye’de, ama özellikle Türkiye’de, İslamcı örgütlenmeye yeni bir boyut kazandırılıyor. Yanı sıra, dinci örgütlenmeye meşruiyet kazandırma, aklama çabası da var işin içinde. Hamas’ın (Harekât el Mukavamet el İslamiye: İslami Direniş Örgütü), 1987’de kurulduğunda, ABD ve İsrail tarafından Yaser Arafat’ın El Fetih’ine karşı desteklendiğini de unutmayalım. Amaç, işleri böyle Arap Saçına döndürerek Ortadoğu halklarının sömürülmesidir. Sonuç olarak, “Davos Krizi” çok ortaklı bir senaryodur. Peres ve Tayyip, ama esas oğlan olarak özellikle Tayyip, iyi artistlik yapmıştır. Bu senaryo, Amerikan çıkarları ile de uyuşmaktadır. Çünkü gerek Türkiye içinde, gerekse Ortadoğu’da Tayyip’i destekleyen bir oyundur. Tayyip de, yiğidi öldür hakkını ver(!), iyi rol kesmiştir. Dolayısıyla, Tayyip’in yeri Holivud’dur aslında, böyle iyi artizlik yapınca… Oscar’a bile aday gösterilebilir. 5 6 Şubat 2009 İsrail ve AB-D Emperyalistleri Ortadoğu’dan Defolun!.. ABD ve AB Emperyalizminin Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail ölüm saçmaya devam ediyor Yine kan... Yine gözyaşı... Katil yine aynı: Siyonist İsrail. Ortadoğu’da; ABD ve AB Emperyalizmine bekçi köpekliği yapması için kurulan Siyonist İsrail, Filistin Halkını katletmeye devam ediyor. Hitler’i aratmıyorlar. Bombalarla, füzelerle yakıp yıkıyorlar Filistin’i. Kan kusturuyorlar Filistin Halkına. Okullarından yeni çıkan çocuklar, kadını ve erkeğiyle tüm Filistin Halkı hedefi bekçi köpeğinin… Dün sabah saatlerinde İsrail askerleri, Gazze’ye ölüm yağdırdı. Polis okulu mezuniyet töreni sırasında yapılan saldırıda, Filistinli kaynakların verdiği bilgiye göre 250’yi geçkin Filistinli katledildi. ABD önderliğindeki Batılı Emperyalist haydut çetesi, kendi alçakça çıkarları öyle gerektirdiği için, 1948 yılında, Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasını uygun görmüşler, kararlaştırmışlardır. İsrail adı altındaki bu ABD uşağı ve ABD’nin, tabiî aynı zamanda da tüm Batılı Emperyalist çakalların, Ortadoğu’daki ileri karakolu veya bekçi köpeği durumundaki, insan hakkı tanımaz, tüm insanî duygulardan ve niteliklerden yoksun alçak devleti kurmuşlardır. Bu, suni-yapay-kukla bir devlettir. ABD ve diğer Batılı Emperyalist haydutların ekonomik siyasi ve askeri desteği, koruması olmasa birkaç yıl bile yaşayamaz. Yıkılır gider... Onu var eden de yaşatan da ABD ve AB Emperyalistleridir. İsrail’in görevi, bölgede ABD’ye ve diğerlerine hizmet etmektir. Tabiî her bakımdan... Esas görevi Ortadoğu’nun “Siyah altın”ının yani Petrolün, Batılı Emperyalistler tarafından sömürülmesine gözcülük, bekçilik, jandarmalık etmektir. Bu hayâsızca sömürüye karşı çıkan Arap Halkı olursa onun tepesine bugün ve geçmişte pek çok defa yaptığı gibi, füze, bomba, kurşun yağdırmaktır. Bundaki amaç; o halkı ya da devleti korkutup sindirmek, böylece de emperyalist sömürüye ses çıkaramaz hale getirmektir. Yani Ortadoğu Halklarının Batılı Emperyalist devletlere kuzu gibi boyun eğmesini sağlamaktır. İşte bu sebepten Partimiz, “İsrail ABD’dir” demektedir on yıllardan beri... Ve yine Partimiz, Ortadoğu’da böyle alçak, ajan bir devlete yer yoktur demektedir. İsrail’i tanımamaktadır. Kanlı zalim ABD ve Siyonist İsrail, köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam ediyor. Dünya halklarının başdüşmanı ABD ve onun bekçi köpeği İsrail, Ortadoğu’da yaptıkları katliamın hesabını er geç verecekler. Bugün Irak’ta Bush Köpeğinin suratında patladı El-Zeydi’nin ayakkabısı. Yarın tüm halkların birleşen yumruğu, katil ABD ve AB Emperyalistleri ve uşaklarının kafalarında balyoz gibi patlayacaktır. Irak’ta yiğit El-Zeydi’nin, Filistin’deki taş generallerin mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. Gün gelip devran dönünce, bugün katliama uğrayan tüm halklara bu katiller sürüsü hesap vereceklerdir. Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki; İnsanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımı olmaz. Filistin Halkı başta olmak üzere, dünya halklarının başı sağ olsun. Ama şu unutulmasın ki, bu katliamların hesabı eninde sonunda sorulacaktır. 28.12.2008 Katil İsrail Filistin’den Defol! Gün Gelecek Devran Dönecek Katil İsrail Hesap Verecek! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi Tekirdağ’da İsrail Katliamına tepki T ekirdağ’da 10 Ocak Cumartesi günü, İsrail’in, şerefsizce, çoluk çocuk, yaşlı genç demeden, gözü dönmüşçesine Filistin Halkını katletmesine tepki yağdı. Tekirdağ sokaklarının ve insanlarının uzun zamandır görmediği bir yürüyüşle lanetlendi; İsrail, ABD, AB, AKP, Arap ülkeleri ve katliama destek veren veya susan herkes... Eğitim Sen’in öncülüğünde gerçekleştirilen eyleme, Kurtuluş Partisi, Tekirdağ panlara serbest… Yürüyüşümüz boyunca halkın, esnafın yoğun ilgisini ve desteğini gördük. Yediden yetmişe birçok insan, öfkesini “Kahrolsun ABD AB Emperyalizmi”, “Katil İsrail Filistin’den Defol”, “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Siyonist İsrail”, “Emperyalist Katiller Çocukları Vurmayın” “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Zafer Direnen Filistin’in Olacak” “Susma Haykır Halklar Kardeştir” sloganlarıyla gösterdi. Halkı yoğun olarak katıldı. CHP, ADD, ÇYDD ve meslek örgütleri de destek verdi. 100 kişi olarak başladığımız yürüyüş artan bir katılımla, 250 kişi ile yaptığımız basın açıklaması ile sonuçlandı. Aynı gün gerçekleştirilen bir diğer eylem de Şeriatçıların eylemiydi ve İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden “resmi yazıyla ve telefon zinciri yoluyla” öğretmenlere ve öğrencilere “resmen” duyuruldu ve eyleme katılmaları “istendi”. “Okullarda siyaset yapmak suçtur” diyenler bal gibi siyaset yaptılar. Bu örnekten de bir kez daha anlayacağımız gibi, siyaset yapmak bizlere yasak, AKP’nin ve sermayenin borazanlığını ya- Eyleme liseli gençlerin sayısı, heyecanları damgasını vurdu. Eylemlerimiz, sonraki günlerde, saat 18.00’de, tüm ülkede yapılan “ses çıkarma” eylemiyle devam etti. Biz Tekirdağlı Kurtuluş Partililer olarak, halkı örgütlemek yolunda üzerimize düşen ne görev varsa yapmaya, mücadeleye etmeye devam edeceğiz. Filistin Halkı Yalnız Değildir! Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz! Yaşasın Kurtuluş Partimiz! Tekirdağ’dan Kurtuluş Partililer B Filistin’de “Taş Generaller”in mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır aşta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalistlerin desteğiyle, Siyonist İsrail, tekniğin son sözü olan gelişmiş silahlarıyla, kullanılması yasak olan fosfor bombalarıyla, Gazze’de kan kusuyor. Çoluk çocuk demeden Filistin Halkını katlediyor. İlk 7 gün hava bombardımanı ile Okul, Hastane, Üniversite demeden yerle bir ettikleri Gazze’yi, son 13 gündür de karadan, havadan ve denizden yürüttükleri kara harekâtı saldırısı ile sivil halkın katliamına dönüştürmüş bulunmaktadır. Hatay’ın Samandağ ilçesinde Halkın Kurtuluş Partisi İlçe Örgütü olarak bu katliamı protesto ettik. Basın açıklamasının yapılacağı alana kadar Parti binasından başlanarak yürüyüş gerçekleştirildi. Yapılan örgütlenme çalışmasında mahalleler ve ilçe merkezinde bulunan kahveler dolaşılarak İsrail’in ve ABD-AB Emperyalizminin aşağılık yüzü anlatıldı. Halkımızı İsrail’i protesto etmeye çağırdık. Yapılan konuşmalardan sonra yoğun ilgi ile karşılandık ve alkışlı tezahüratlarla desteklendik. Saat 16.00’da başlayan yürüyüşümüzde “İsrail ABD-AB’dir! Kahrolsun ABDAB Emperyalizmi” pankartı, dövizlerimiz, meşalelerimiz, Filistin bayrağı ve parti bayraklarımızla görkemli bir kortej oluşturduk. “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP” “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Kahrolsun ABD-AB Emperyalizmi”, “Selam Selam El Zeyd’e Bin Selam”, “Yaşasın Halkla- rın Kardeşliği” ve Arapça sloganlarımızı haykırarak alana gelindi. Halkımızın basın açıklamasına ilgi ve desteği yoğundu. Basın açıklamasından sonra ABD, AB, İsrail bayrakları ve Bush’un ayakkabı fırla- suratında patladı El Zeyd’inin ayakkabısı. Yarın tüm halkların birleşen yumruğu, Emperyalist ABD’nin ve Siyonist İsrail’in kafalarında balyoz gibi patlayacaktır. Irak’ta El Zeydi’nin, Filistin’de “Taş Gene- tılmış portresi birlikte yakılarak, ABD-AB Emperyalizmine ve işbirlikçilerine karşı kinimizi sloganlarımızla bir kez daha haykırdık. Eylem bildirilerimizin dağıtılmasıyla birlikte son buldu. Dünya Halklarının başdüşmanı ABD ve onun Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail, Ortadoğu’da yaptıkları katliamın hesabını er geç vereceklerdir. Irak’ta işgalci Bush’un rallerin” mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, insanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımı yoktur. Bu yapılanların hesabı mutlaka sorulacaktır. Hatay Samandağ’dan Kurtuluş Partililer İsrail Siyonizmi hep yaptığını yapıyor: Filistin Halkını acımasızca katletmeye devam ediyor- A B-D (ABD ve AB) Emperyalizminin Ortadoğu’daki Bekçi Köpeği İsrail, 27.12.2008 günü sabaha karşı Filistin Halkının üzerine ölüm saçmaya başladı. On dokuz gündür de kadın-erkek, yaşlı-genç tüm Filistin Halkı Siyonistlerin hedefi durumundadır. Hitler Faşistini bile aratmayacak denli gözü dönmüş bir saldırganlıkla, Filistin Halkını kana, gözyaşına boğuyorlar, evsiz, okulsuz, elektriksiz, aç-susuz bırakıyorlar. Dünya insanlığının bir kısmı yeni yıla eğlenerek girerken, Filistin Halkı ağıtlarla karşılamakta… Siyonistlerin yeni füze saldırılarına hedef olmamak için, kısıtlı olanaklar içinde kendince önlem almakta... Filistin’de on dokuz gündür 1000’e yakın çocuk, kadın, erkek, genç yaşlı yaşamını yitirmiş ve dört bini geçkin insan yaralanmıştır. Yerleşim yerleri, katledilen insanların cesetleriyle dolmuştur. Küçücük çocuklar, kadınlar katledilen yakınları için gözyaşı dökmekte… Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak alçağı “şimdi savaş zamanı” diyerek katliamlarının aralıksız süreceğini ilan etmekte… İnsanlığın gözünün içine baka baka yapılan bu katliama ise başta BM olmak üzere dünya devletleri sessiz kalmaktadır. Bizdeki Tayyipgiller’in; “saldırı bize karşı yapılan bir saygısızlıktır” demelerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktur. Sen kim, saygı kim?.. Sen ki Olmert’in yakın dostusun. Kanıtlayalım mı bu sözlerimizi Olmert’in ağzından. Bakın İsrail’in, eli bebek ve çocukların kanıyla kanlanmış Başbakanı Olmert, Tayyip için ne diyordu: “İsrail Başbakanı Ehud Olmert dün yayımlanan demecinde, “İyi arkadaşım olan Erdoğan, Suriye ile müzakereleri istikrarlı bir şekilde yoluna koymam için bana yardımcı oluyor” dedi.” (Milliyet, 15 Mayıs 2008) Tayyip, Olmert’in “iyi arkadaşı”! Latin Amerika’dan sol rüzgârlar estiren Venezüella lideri Chavez ise, İsrail hükümetini; “katil ve soykırımcı” olarak niteledi ve İsrail Büyükelçisini kovdu. (Cumhuriyet, 7 Ocak 2009) Yapabiliyor musunuz bunu... Ne gezer… Nerede sizde o yürek?.. Oysa aynı gün siz ne yaptınız? “İktidar ‘dengeleri’ gözeterek karşı çıkınca TBMM’den kınama bildirisi çıkmadı. “AKP İsrail’i kınatmadı”. (Cumhuriyet, 7 Ocak 2009) Ya ABD Emperyalistleri ne yaptı bu zulüm karşısında: “ABD Senatosu’ndan İsrail’e destek “ABD Senatosu, İsrail’e Gazze saldırıları konusunda tam destek veren bir karar aldı. Demokrat ve Cumhuriyetçi senatörler tarafından oyçokluğuyla kabul edilen karar…”la İsrail kınanamadı bile. (Cumhuriyet, 10 Ocak 2009) ABD, bu tutumunu Birleşmiş Milletler’de de gösterdi ve gazeteler: “ABD engelledi BM kilitlendi” diye vermek zorunda kaldı. İsrail’in Uluslararası antlaşmalarla kullanımı yasaklanmış fosfor bombasını ABD’den aldığı biliniyor… İsrail, uluslararası antlaşmalarla kullanımı yasak olan misket bombası kullanıyor… “Gazze’yi bombalayan İsrail pilotları, jet uçaklarıyla eğitim uçuşlarını nerede yapıyorlar? “Konya’da…” (Milliyet, 30 Aralık 2008) Türkiye, başta pilotsuz uçaklar olmak üzere, ileri teknoloji ürünü aparatları nereden alıyor? İsrail’den… Türkiye’nin tank modernizasyonunun kim yapıyor? İsrail. 2008 yılı itibariyle Türkiye ile İsrail arasındaki savunma sanayi işbirliği 1.8 milyar dolar… Sen, zamanında, iktidara gelebilmek için, AB-D Emperyalizminin önünde diz çökersen, “beni kullanın, delikten aşağı süpürmeyin” diye onursuzca yalvarırsan, Siyonist İsrail’e ülkemizin ekonomik değerlerini peşkeş çeker, onunla silah anlaşmaları yaparsan, kimse seni ciddiye almaz. Siyonist İsrail’in bu katliamı ne ilktir ne de son olacaktır. Çünkü bu devlet, AB-D Emperyalizminin bundan 60 yıl önce Filistin’de kurdurduğu suni-yapay-kukla bir devlettir. Arap Ulusu’nun bağrına sapladıkları bir kamadır... Yani İsrail=AB-D’dir. AB-D Emperyalizminin ekonomik, siyasi ve askeri desteği, koruması olmasa birkaç yıl bile yaşayamaz. Yıkılır gider. Onu var eden de yaşatan da AB-D Emperyalistleridir. Görevi; Ortadoğu’nun “siyah altın”ının yani petrolün Batılı Emperyalistlerce sömürülmesine gözcülük, bekçilik, jandarmalık etmektir. Bu hayâsızca sömürüye karşı çıkan Arap Halkının tepesine bugün ve geçmişte pek çok defa yaptığı gibi, füze, bomba, kurşun yağdırmaktır. Böylece korkutup sindirdikleri Arap Halkının emperyalist sömürüye ses çıkaramaz hale gelmesini amaçlamaktadırlar. Bunda da başarısız değiller... İlkin harita üzerinde cetvelle sınırlarını çizerek Arap Ulusu’nu 21 parçaya böldüler. Her bir parçanın başına da kendilerine bağlı uşak ruhlu krallar, şeyhler, emirler yerleştirerek, kendi içinden çıkan bu hainlerle Arap Halkına zulmetmekteler. En son bu katliamda bile Arap Birliği, katliamdan bir hafta sonra ancak toplanabilecekmiş. Gerçi toplansalar ne olacak ki... Bir iki kınama mesajı ile işi geçiştirecekler... Oysa gerçek anlamda adına yaraşan bir birlik olarak davransa, Arap Ulusu’nun bölünmüşlüğüne son verip tek bir Ulus olarak hareket etse, İsrail’in bu topraklarda bir dakika bile yaşaması olası değildir. Irak işgalinde de görüldüğü gibi, Arap Halkının (içinden çıkan hainlere rağmen) emperyalizme karşı kahramanca direnme geleneği bulunmaktadır. Son örneği katil Bush’un suratında patlayan El-Zeyd’in ayakkabısı olmuştur. Bu gelenek örgütlü bir güce dönüştürülemediği, AB-D Emperyalizmi önünde çil yavrusu gibi dağınık kalındığı sürece, Siyonist İsrail’in yenilmesi mümkün değildir. Bu nedenle kanlı zalim ABD ve Siyonist İsrail köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam etmektedir. Ancak hiçbir halka böylesi acımasız sömürü ve katliamlara ilelebet boyun eğdirilemez. Zira insan isyan huyludur. Eninde sonunda bu zulme isyan edecek ve bu katillerden hesap soracaktır. Filistin’deki taş generallerin mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. 15.01.2009 Filistin Halkı Yalnız Değildir! Filistin’de Yalnız Filistinliler Değil, İnsanlık Yok Ediliyor! İnsanlığımız ve Yüreğimiz Filistin’le Bütünleşmiştir! Katil İsrail, Filistin’den Defol! Halkın Kurtuluş Partisi Samandağ İlçe Örgütü 6 6 Şubat 2009 İsrail ve AB-D Emperyalistleri Ortadoğu’dan Defolun!.. Konya’da İsrail karşıtı eylem: Filistin Halkı Yalnız Değildir! H epimizin bildiği gibi İsrail, Filistin Halkının üstüne günlerdir uçaklarıyla ve teknolojinin en gelişmiş füzeleri ile bomba yağdırıyor; çocuk, genç, yaşlı demeden masum savunmasız Filistin Halkını katlediyor. İsrail’in görevi bölgedeki siyah altına, yani Ortadoğu’nun o kaliteli petrol rezervlerine, ABD başta olmak üzere diğer Batılı Emperyalist devletler adına bekçi köpekliği yapmaktır. Bu zulmün bütün sorumlusu AB-D Emperyalistleridir. Tabiî Arap ulusunun satılmış AB-D uşağı liderleri de bu saldırılara onurlu bir tepki vermeyerek, İsrail’in saldırganlığına ortak olmaktadırlar. Tabiî ki bizim ülkemizde de durum farksız değildir. AB-D Emperyalistlerinin ülkemizde iktidara getirdiği uşağı Tayyipgiller de bu zulme sadece bakmakla yetinmekte ve uşaklığının hakkını fazlasıyla yerine getirmektedir. Eğer ciddi bir tepki gösterirse “süpürülüp atılmaktan” korkmaktadır AB-D Emperyalistleri tarafından. Bildiğimiz gibi bu siyaset, insanlarımızın samimi dini duygularını sömürerek kandırmış ve oylarını toplamıştır saf, temiz Müslümanların. Şimdi de Filistin’de yaşa- B yan Müslüman Halkın katledilmesine ortak bile olmaktadır. Filistin Halkının üzerine bomba yağdıran uçakların pilotları Türkiye’de eğitilmektedir. Hem de en çok oyu aldığı ve kalesi durumundaki Konya’da bulunan 3’üncü Ana Jet Üssü’nde eğitilmektedir bu pilotlar. Bu üs, aynı zamanda, NATO’ ya bağlı birliklerin eğitim yaptığı bir Askeri Üs’tür dolayısı ile Irak Halkını vuran uçakların pilotları da burada eğitilmişlerdir. Yani AKP iktidarının ve Tayyipgiller’in Müslümanlığı falan hep söylediğimiz gibi hikâyedir, oy pusulasından öteye geçmez. Yani bunların Müslümanlığı, inançları kâğıttan Müslümanlıktır. Samimi değildir. Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez ise en onurlu tepkiyi vermiş ve Venezüella İsrail Başkonsolosunu sınır dışı etmiştir. Ne Venezüella Müslüman bir ülkedir, ne de Chavez Müslüman değildir. Ancak Venezüella’da Halk İktidardadır ve mazlum halkların yanındadır. Bu iktidar emperyalist çakal sürüsü ile de bütün bağlarını koparmıştır. Yani sorun zaten Müslüman olup olmama sorunu değil, İnsan olma sorunudur. AB-D Emperyalistleri ve onların bekçi köpeği İs- rail Devletinin yaptığı bu katliamlara, insanım diyen herkesin tepki göstermesi gerekir. Ancak emperyalist devletlerin kendileri ve onların uşaklarında insanlıktan eser yoktur. Bunlar insanî hiçbir değer taşımamaktadır. Tek düşündükleri daha fazla kâr, daha fazla zenginliktir. Biz de Konya’da yaşayan Kurtuluş Partililer olarak, bu insanlık dışı katliamlara karşı sessiz kalamazdık ve DİSK/Nakliyatİş Sendikası ile birlikte Konya Kayalı Park Meydanı’nda 06 Ocak Salı günü yaklaşık 110 kişinin katıldığı, Eğitim-İş Sendikası ve DİSK/Emekli Sen üyelerinin de destek verdiği bir eylem gerçekleştirdik. Basın açıklamasını, Halkın Kurtuluş Partisi Konya İl Örgütü Başkanı Av. Orhan Özer yaptı. Özer açıklamasında; AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail Devletinin, mazlum Filistin Halkına yaptığı insanlık dışı katliamların sorumlularının başta ABD olmak üzere tüm Batılı Emperyalist Devletler ve onların satılmış, uşak iktidarları olduğuna vurgu yaptıktan sonra sözlerini, “Bush’un suratında patlayan El Zeyd’in ayakkabısı, bir gün gelecek Dünya Halklarının yumruğu olarak Emperyalizmin suratında patlayacaktır” diyerek bitirdi. Basın açıklamasından sonra, kortej oluşturarak ve “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Katil İsrail Filistin’den Defol”, “Kahrolsun İsrail Siyonizmi”, “Kahrolsun Emperyalizm”, “Gün Gelecek Devran Dönecek ABD Halklara Hesap Verecek” sloganları ile Parti binamıza kadar yaptığımız yürüyüş ile eylemimiz son buldu. Basın açıklamamıza halkın ve basının ilgisi çok yoğundu. Bu da coşkumuzu ve heyecanımızı bir kat daha artırdı. Konya’dan Kurtuluş Partililer Filistin Halkının katledilmesine seyirci kalınamaz İsrail Ortadoğu’daki ABD’dir aşta ABD olmak üzere, Batılı Emperyalistlerin desteğiyle, Siyonist İsrail, tekniğin son sözü olan gelişmiş silahlarıyla, kullanılması yasak olan fosfor bombalarıyla, Gazze’de 10 gündür kan kusuyor. Çoluk çocuk demeden Filistin Halkını katlediyorlar. İlk 7 gün hava bombardımanı ile Okul, Hastane, Üniversite demeden yerle bir ettikleri Gazze’yi, son 3 gündür de karadan, havadan ve denizden yürüttükleri kara harekâtı saldırısı ile sivil halkın katliamına dönüştürmüş bulunmaktadırlar. Bu katliamda sivil halktan 500’ü aşkın kişinin yaşamını yitirdiği, bunların yüzde 35’ini çocukların oluşturduğu, 3 binin üzerinde yaralı olduğu gelen bilgiler arasındadır. Hitler faşizmini aratmayacak denli gözü dönmüş bir saldırganlıkla, Filistin Halkını kana, gözyaşına boğuyorlar, evsiz, okulsuz, elektriksiz, aç-susuz bırakıyorlar. Kısaca yıllardır İsrail tarafından etrafı tanklarla çevrili ve ambargoyla yaşamak zorunda bırakılan Filistin Halkı, şimdi de kendi ülkelerinden sökülüp atılmak istenmekte, ülkeleri işgal edilmektedir. Bu vahşete seyirci kalınamaz. Çocukların çığlıkları, annelerin feryatları, babaların isyanları bir film gibi izlenirken, insanlık bu vahşete dur diyemiyor. İnsanlığın bir kısmı yeni yıla eğlenerek girerken, Filistin Halkı feryatlarla, ağıtlarla giriyor yeni yıla. İnsanlığın gözü önünde cereyan eden bu vahşete ve katliama, başta BM olmak üzere, dünya devletleri sessiz kalmaktadır. Çünkü o Birleşmiş Milletler, ne yazık ki ABD’nin Birleşmiş Millletler’idir. Bizde ise, saldırıdan 35 gün önce İsrail Başbakanına Ortadoğu’daki barışa katkısından dolayı övgüler yağdıran Başbakan Tayyip Erdoğan, halkımızın bu katliama isyanını bildiği için, “saldırı bize karşı yapılan bir saygısızlıktır” demek zorunda kalıyor. Oysa bu efelenmeye kim inanır? Dünya da inanmadı, biz hiç inanmayız. Ey Tayyip, sen zamanında iktidar olabilmek için ABD Emperyalizminin önünde diz çökersen, “beni kullanın, süpürüp atmayın” diye yalvarırsan, ABD’nin BOP’unda Siyonist İsrail’le işbirliği yaparak onunla silah anlaşmaları imzalarsan, seni kim ciddiye alır? Bu Halk artık sizin ikiyüzlü politikalarınızı görüyor, biliyor… Sevgili Basın mensupları, saygıdeğer Halkımız; Bilindiği gibi İsrail Devleti, Batılı Emperyalist Devletlerin 1948 yılında Yahudileri toplayarak Filistin’e yerleştirmek suretiyle, kendi Emperyalist çıkarları için oluşturdukları bir devlettir. Bu suni- yapay bir devlettir. Yani İsrail, Ortadoğu’ya Emperyalistlerin sapladığı bir hançerdir. Asli görevi, Ortadoğu’nun “Siyah Altın”ı olan Petrolün, Batılı Emperyalistler tarafından sömürülmesine gözcülük, bekçilik, jandarmalık etmektir. ABD ve Batılı Emperyalist haydutların ekonomik, askeri ve siyasi desteği ve koruması olmasa, bu bekçi devletin yaşaması ve ayakta durması mümkün değildir. Kanlı zalim ABD ve Siyonist İsrail, ne yazık ki köpeksiz köyde değneksiz gezmeye devam etmek için bu katliamı planlamış bulunmaktadırlar. Gönlümüz ister ki; aynı Siyonist İsrail’e karşı, 2006’da Lübnan’daki kararlı ve inançlı direnişin Gazze’de de gösterilmesidir. Biz biliyoruz ki bu saldırının bir nedeni de; İsrail’in Lübnan’da aldığı o yenilginin onarılması amaçlıdır. Yine biz biliyoruz ki; Dünya Halklarının başdüşmanı ABD ve onun Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail, Ortadoğu’da yaptıkları katliamın hesabını er geç vereceklerdir. Irak’ta işgalci Bush’un suratında patladı El Zeyd’inin ayakkabısı. Yarın tüm halkların birleşen yumruğu, Emperyalist ABD’nin ve Siyonist İsrail’in kafalarında balyoz gibi patlayacaktır. Irak’ta El Zeydi’nin, Filistin’de “Taş Generallerin” mücadelesi er geç zafere ulaşacaktır. Herkes şunu çok iyi bilmelidir ki, insanlığa karşı işlenen suçların zaman aşımı yoktur. Bu yapılanların hesabı mutlaka sorulacaktır. Hepinizi saygıyla selamlıyor, desteğiniz için sizlere şükran sunuyoruz. 06. 01. 2009 Filistin Halkı Yalnız Değildir! Filistin’de Yalnız Filistinliler Değil, İnsanlık Yok Ediliyor! İnsanlığımız ve Yüreğimiz Filistin’le Bütünleşmiştir! Katil İsrail, Filistin’den Defol! Ali Özçelik DİSK İl Temsilcisi akliyat-İş Bölge Temsilcisi Av. Orhan Özer Halkın Kurtuluş Partisi Konya İl Başkanı Ankara’da AB-D Emperyalizminin bekçi köpeği Siyonist İsrail’e öfke: Zalimlerin zulmü ilelebet devam edemez! K urtuluş Partililer, Siyonist İsrail’in Filistin Halkına yönelik son saldırısını protesto ettiler. 28 Aralık Pazar günü saat 17.00’da, Parti Genel Merkezi’nin bulunduğu Karanfil Sokak’tan Yüksel Caddesi’ndeki İnsan Hakları Anıtı’na, meşalelerle coşkulu ve çevre halkının destek verdiği bir yürüyüş gerçekleştirildi. “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Siyonist İsrail Filistin’den Defol”, “Selam Selam, Filistin’e Bin Selam”, “Selam Selam, El Zeydi’ye Bin Selam”, “Katil ABD Halklara Hesap Verecek” sloganları eşliğinde Ankara İl Başkanı Av. Sait Kıran’ın okuduğu basın açıklamasından son- ra, Sakarya Caddesi’ne yürüyüşe geçildi. Sakarya Caddesi’nde basın açıklaması yeniden okundu. Siyonist İsrail’in Katil Başbakanı Olmert ve Başkatil Bush’un fotoğraflarına, El Zeydi’nin temsili ayakkabısı fırlatıldı. Ayrıca İsrail ve ABD bayrakları yakıldı. Bütün yoldaşların attıkları sloganlarda, ABD ve AB Emperyalizmine ve onun Ortadoğu’daki Bekçi Köpeği İsrail’e duyulan nefret, katledilen Filistin Halkının üzüntüsü yansıdı. Ankara’dan Kurtuluş Partililer Kurtuluş Partililer, Siyonizme öfkesini her fırsatta haykırıyor! 6 Ocak 2009 tarihinde, Türk Telekom ile İsrail takımı Bnei Hasharon arasında gerçekleştirilecek olan basket maçı, İsrail Siyonizmine karşı gerçekleştirilen eylemler sonucu iptal edildi. Kurtuluş Partililer de tüm güvenlik önlemlerine rağmen salona girip açtıkları pankartlarla ve sloganlarıyla İsrail’e olan tepkilerini dile getirdi. Polisin sert müdahalesiyle karşılaşan yoldaşlarımız “Katil İsrail Filistin’den Defol”, “Filistin Halkı Yalnız Y Değildir” sloganlılarını haykırarak katliamı lanetlediler. Kurtuluş Partililer, bugün olduğu gibi bundan sonra da AB-D Emperyalizmine ve İsrail Siyonizmine karşı her alanda en ön safta mücadele edecektir. Katil İsrail Filistin’den Defol! Filistin Halkı Yalnız Değildir! Ankara’dan Kurtuluş Partililer İzmir’de Siyonist İsrail’e karşı halkımız alanlardaydı ıllardır insanlık dışı katliamlar uygulayan İsrail’in son Gazze katliamını Kurtuluş Partisi olarak düzenlediğimiz ve katıldığımız eylemlerle kınadık, protesto ettik. Yeni yılın ilk gününde saat 18:00’da meşalelerimizle, bayraklarımızla, pankartlarımızla, sloganlarımızla Karşıyaka Çarşı’da bir yürüyüş gerçekleştirdik. Halkın katılımı ile yapılan yürüyüşte Ortadoğu’nun bekçi köpeği İsrail’i lanetledik. Filistin Halkının yanında olduğumuzu haykırdık. İl Başkanımız Av. Tacettin Çolak, yaptığı basın açıklamasında AB-D (ABD ve AB) Emperyalizminin Ortadoğu’daki Bekçi Köpeği İsrail’in bu vahşetinin unutulmaması gerektiğini söyledi. İsrail’in vahşeti DİSK’in düzenlediği yürüyüşle de lanetlendi. DİSK’in çağrısı üzerine DİSK Genel-İş Sendikası önünde buluşan yüzlerce işçi ve genç, 9 Ocak günü saat 17:00’da Basmane’den yürüyüşe geçtiler. Akşam saatlerinde işten çıkanların da ilgi gösterdiği yürüyüşte, Kurtuluş Partililer olarak Katliama karşı öfkemizi sloganlarımızla halka yansıttık. Yürüyüş boyunca “Katil İsrail Filistin’den Defol”, “Gazze’nin Hesabı Sorulacak”, “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “İsrail ABD’dir”, “Katil ABD Ortadoğu’dan Defol”, “Gün gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap verecek”, “Katil İsrail, Halk Düşmanı AKP” sloganları atıldı. Mimar Kemalettin Çarşısı’nın girişinde DİSK Ege Bölge Temsilciliği adına konuşma yapılarak basın açıklamasına son verildi. İzmir’den Kurtuluş Partililer 7 6 Şubat 2009 Devrimci, Che gibi, Kıvılcımlı gibi yaşarsa insanlığının hakkını vermiş olur (3) Hikmet Kıvılcımlı’yı Anma Toplantısı’nda Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş’ın Yaptığı Konuşma: Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı ve Ermeni Meselesinde, Gerçek TKP ve Onbeşler de bizim gibi düşünür Türkiye Komünist Partisi’nin de, ki o zamanki lideri Mustafa Suphi ve Onbeşler’in Türkiye’ye gelmeden önce, hemen gelmek üzereyken, Kurtuluş Savaşımızı aynen bu şekilde yorumlayan yayımladıkları bir bildiri var. Orada aynı bu şekilde koyar, Mustafa Suphi Yoldaş da... Ayrıca, Bakü’de Mustafa Suphi Yoldaş, 800 kişilik Türk Kızıl Alayı oluşturur. Antiemperyalist Birinci Kurtuluş Savaşı’na, içerideki yurtseverlerle birlikte katılmak üzere. Çarlık Rusyası zamanında, yani özellikle Sarıkamış hezimeti sonrasında esir olarak alınıp Rusya’ya götürülen Osmanlı harp esirlerinden oluşan ve Asya’daki Türk Halkları arasından seçilen komünistleşmiş savaşçılardan oluşan 800 kişilik Türk Kızıl Alayı’dır bu. TKP, bu Türk harp esirleri ve Asya’daki Türk Halkları arasında devrimci örgütlenme çalışmaları yapar. O başarılı çalışmanın sonucu olarak oluşturulur bu Alay. İşte o Alay’ın Bakü’den yola çıkmadan önce yaptığı bir merasimden söz etmek istiyorum. Bakü o zaman, Kızıl İktidarın yani Komünist İktidarın yönetimi altında bulunan Azerbaycan’ın merkezi-başşehri: “Türk Kızıl Alayı Türkiye’ye gönderilmeden evvel, 8 Ekim 1920 Cuma günü karargâh ve mitralyöz süvari bölükleri ile bir resmigeçit düzenleyerek, Bakû’de bütün şehri müzika eşliğinde dolaşmıştır. Türkiye Komünist Fırkası İstihbarat Şubesi tarafından Türkiye’ye gönderilen bir raporda bu merasim esnasında Bakû Halkı Türk Kızıl Askerlerini her yerde alkışlamış ve bu alay On Birinci Kızıl Ordu Kumandanlığı Erkan-ı Harbiyesi ve Siyasi Komiserliği tarafından teftiş edilmiştir. (Bu, Lenin’in yönettiği Sovyet Devrimi’nin On Birinci Kızıl Ordusu. Onun Erkan-ı Harbiyesi ve Siyasi Komiserliği tarafından teftiş ediliyor. Sosyalist İktidarı Azerbaycan’da, Bakü’de korumakla görevlendirilmiş Kızıl Ordu bu… On Birinci Sovyet Kızıl Ordusu. – N. Ankut) Sonra ise Kızıl Ordu Kulübü’nde bir toplantı yapılmış ve burada Kızıl Ordu adına Taçkov ve Türkiye Komünist Fırkası (TKF) adına Mustafa Suphi tarafından nutuklar söylenmiş ve Ethem ejat tarafından okunan kararnâme, bütün asker tarafından kabul edilmiştir.” Ethem Nejat bildiğimiz gibi, Mustafa Suphi’nin yanındaki en yakın yoldaşlarından biri, arkadaşlar. Onbeşler’in arasında bulunan bir yoldaş, Karadeniz’de katledilen yoldaşlardan biri. “Bu kararname özet olarak şöyledir: “Rusya’da, Sovyet Hükümeti ve Kızıl Ordu nasıl düşmanlar ve Avrupa kapitalistleri elinden kurtardı ise, bizde Türkiye’ye gittiğimiz zaman Türkiye Proletaryası, işçilerini ve çiftçisini memleketimize musallat olan (dikkatinizi çekerim arkadaşlar, memleketimize musallat olan – N. Ankut) Yunanlılar ve Taşnaklar elinden kurtaracağız.” Taşnaklar bildiğimiz gibi, burjuva Ermeni partisi ve onların Ermenistan’daki burjuva iktidarı, Taşnak İktidarı. Ve onların bütün Doğu’da, Doğu illerinde, Kürt illerinde İngilizlerle birlikte işgal ve saldırısı var o günlerde. Ve Yunanlılar da İzmir’den çıkıp bütün Ege’yi istilaları altına almışlar. Onların elinden kurtaracağız, diyor TKP. Demek ki yoldaşlar, Ermeni Meselesinde de Mustafa Suphi ve Onbeşler, aynen bizim gibi düşünüyorlar. Öyle mi? Öyle. E, o zaman hani sen diyordun, Ermeni İsyanı meşru?.. Biz buna, meşru değil, emperyalistler tarafından kışkırtılan ve kullanılan bir hareket dediğimiz zaman, vay şoven adamlar, Ermeni İsyanını meşru saymıyorlar, diye bize saldırıyorlardı. Ondan sonra da bunların hepsi, TKP’nin Tarihine ve Mustafa Suphi Yoldaş’a, Onbeşler’e sahip çıkar görünürler… Demek ki Yoldaşlar, bizim bütün tezlerimiz, TKP’mizin Tarihiyle de, bugünüyle de tam bir uyum halinde. Ve bugün de bunu savunan, Hikmet Kıvılcımlı’nın önderliğindeki harekettir. Ve bizim mührümüzde de; 10 Eylül 1920 yazar, kuruluş tarihimiz olarak. Bu hareketin tek meşru mirasçısı, temsilcisiyiz biz. Bunlar sahte. Biz bunlara boşuna demiyoruz, Sahte Soytarı Sol, diye. “Kırmızı Rusya ile Türkiye arasındaki kardeşliği daha ileri götürerek silahımız, hayatımız ve bütün varlığımız ile bütün dünya emperyalistlerine ve ekspluvanosyoncularına (yani sömürücülerine) karşı harp edeceğiz.” Yani hem ulusal bazda istilacı yağmacılara karşı savaşacağız, hem de bütün dünya emperyalistlerine ve sömürgenlerine karşı harp edeceğiz, diyorlar. Bizim de Antiemperyalist İkinci Kurtuluş Savaşı teorimiz bunu der. Hep bunu dedik biz... “Alınan bu karar Türkiye Komünist Fırkası (TKF) İstihbarat Şubesi tarafından Türkiye’ye bildirilirken (yani o kadar da dostça davranıyorlar ki içerideki Ulusal Kurtuluş Hareketine karşı… Türkiye’ye bildiriyorlar bu kararı da.), bu karardan bir hafta sonra Türk Kızıl Alayı Türkiye’ye gitmek üzere yola çıkarılacaktır. Birinci Türk Kızıl işancı Alayı, Kızıl Ordu’nun yardımlarıyla teçhiz edilerek, 14 Ekim 1920’de Bakû’den Zengezur’a hareket eder. Buradan ahçivan’a geçilerek Türkiye’ye gitmeleri planlanmıştı. Ancak bu Alay’ın Zengezur’da Taşnak Ermeni Ordusu tarafından önü kesilmiş ve burada Ermenilerle yapılan müsademede 60 ölü ve yaralı ile fazla zayiat vererek geri dönmek zorunda kalmıştır.” (Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, s. 123) Demek ki, emperyalistlerle işbirliği halindeki Taşnak Ermeni burjuvalarının ordusu, Zengezur’da önünü keser Türk Kızıl Alayı’nın. Ve zayiat verdirerek onu geri dönmeye mecbur eder. Ama sonradan, bu Kızıl Alay yeniden Türkiye’ye gönderilir, arkadaşlar. Yine Mustafa Suphi Yoldaş, dönmeden az önce yayımladığı ve Türkiye’ye gönderdiği “Türk Askerine ve Türkiye’nin Mazlum İşçi ve Köylülerine” başlığını taşıyan bildiride, şöyle diyordu: “Hemşehri! “Kendini gösterecek son saat çaldı. “Çünkü bıçağı gırtlağa sapladılar. “Geçen dört yıllık kanlı, karanlık muharebede verdiğin milyonlarca kurban yetmiyormuş gibi, şimdi de memleketini bütün Türkiye’yi ve Anadolu’yu, üstünde işlediğin küçük tarlaya varıncaya kadar, Avrupa canavarları aralarında bölüşüyor, kendilerine mal ediyorlar. Fransa, İngiltere ve bunların yardakçısı, Amerikan, Yunan gibi yeryüzünde menfaatten, altından başka ne hak, ne hakikat, hiçbir şeyi tanımayan ve insanlık namına hiçbir şeyi temsil etmeyen devletler, bütün Türkiye ve Anadolu’daki askerlerin silahlarını, eski martinili tüfeklere ve altı patlar Rüvölverlere varıncaya kadar toplanmasını emir ediyorlar. Bununla da Türk işçi ve köylüsünü, talancı Avrupa Emperyalistlerine karşı hakkını müdafaadan aciz bir kadın veya bir çocuk haline getirmek istiyorlar. “Avrupa’nın alçak bezirgânları Yunan’ın İngilizlere satılmış kancık palikaryaları buna muvaffak olacaklar mı? (Palikarya, genç Rum kabadayısı anlamına gelen Yunanca bir sözcük. – N. Ankut) “Bunlar Türkiye topraklarını kendilerine mahsus bir çiftlik, bu topraklar üzerinde yaşayan mazlum işçi ve köylüyü ise kendileri için kul-köle haline getirebilecekler mi? “Şüphesiz ki hayır, onlar bu hasis ve murdar muratlarına kavuşamayacaklar… Çünkü bir kere fakir ve mazlum fakat hak ve adaleti, şeref ve namusunu müdafaa için her biri bir aslan parçası olan Türkiye’nin cesur askeri, kahraman işçi ve köylüsü bu alçakça harekete karşı koyacak, kendi toprağından kendisi için zindanlar yapılmasına, kendi gözleri önünde evlad ü iyalinin basmacı Frenk bezirgânlarına esir ve hizmetkâr olmasına asla razı olmayacaktır. “Bundan başka, Türkiye’nin fukara ve mazlum halkları üstünde işlenecek bu kasaplığa Fransa, İngiltere, Amerika, Yunan vb. memleketlerdeki dert ortaklarımız, işçi ve köylü yoldaşlarımız da razı olmayacaklar. “Arkadaş! Bu zalim dünya yüzünde, bir kulluk ve açlığı yaşatan hükümet ve devletler var; bir de bu kulluk ve açlığı çeken milletler. Hükümet ve devletler, Fransa, İngiltere ve Yunanistan’da Klemenso, Loyd Corc veya Venizelos cellatı elinde kanlı satır halinde kullanılıyor. “Halklar ise yüzde doksan beşi sizin gibi fukara ve köylüden ibaret olan halk, bu satırlar altında doğranıp eziliyor. Muharebe millet farkı olmaksızın Fransız’dan, Alman’dan, Yunan, Türk, Rus veya İtalyan’dan milyonlarca köylü ve işçiyi ejderha dişleri arasında çiğneyip mahvederken, yalnız zenginler elindeki o devletlere hâkimiyet, istibdat ve zulüm fırsatı veriyor. “Sanki korkunç ve müthiş muharebeye kadar ışığa çıkmayan bu hakikati şimdi bütün milletlerin askeri olan işçi ve köylü anladı. Ve onun için yeni memleketler fethetmek, başka milletleri kendisine esir etmek maksadıyla açılan muharebelere Fransız ve İngilizler de içinde olmak üzere hiçbir millet işçisi razı olmuyor. “Onlar bilakis kendi devletlerinin insafsız hareketlerini protesto ediyorlar. Rusya hudutlarında köylü ve işçi inkılâbını, Bolşevikliği söndürmek için gönderilen Fransız, İngiliz, Amerikan askerleri kumandanlarını yalnız bırakıp Rus Kızıl Ordusu’yla kardaşlığı ilan eyliyorlar. “Arkadaşlar! Biliniz ki, Fransız, İngiliz, Amerikan ve Yunan emperyalistlerinin Türkiye’yi yok etmeye çalışmaları, yeryüzünde yeniden yeniye kanlı, ateşli muharebeler açmaya sebep olmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. “Bundan elli sene evvel Almanların Fransızlara zorla kabul ettirdikleri insafsız sulh şartları nihayet koca Almanya’nın başını nasıl yedi ise, şimdi Almanya’nın, Türkiye’nin büsbütün paylaşılması işi de Fransız, İngiltere ve hele Yunanistan Hükümetlerinin varlığını öyle yarım asır beklemeye lüzum kalmaksızın ezip mahv edecektir. Mustafa Suphi “Amerika Hükümeti Reisi Bezirgân Wilson, bundan daha birkaç ay evvel alem-i insanlığa hitap ederek, dünyadaki bütün milletlerin hayır ve saadeti ve harbin ortadan tamamen kaldırılmasını temin edecek bir sulhun yapılmasını teklif ediyordu. “Şimdi ise Almanya ve Türkiye hakkında reva görülen bir kasaplığın başında duranlardan biri, yine bu Wilson cenapları. Bu hal gösteriyor ki, bizim için bu büyük bezirgân devletlerin başında herhangi bir Wilson veya Klemenso veya herhangi bir bey ve paşa bulunsun, hayır ve selâmet beklenemez. “Dünya yüzündeki insanlar arasında sulhun devam etmesi için bunun dünya durdukça devam edecek, ilahî ve vicdanî bir hak ve adalet esasına müstenid olması lazım gelir. Bu hak ve adaleti insanlara bahş edecek, insanları yeryüzünde kardeş gibi yaşatacak kim? “Yoldaşlar! İnsanlar arasında hak ve adalet ile beraber ebedi sulh ve selâmeti tesis edecek bir kuvvet varsa, o da hakikaten buna muhtaç olan ve kolunun gücü aklının kârı ile yeryüzünü şanlatan işçi ve köylü milletidir. Bütün insanlık âleminin zulm altında cefa çekmiş, ezilmiş fakir ve muhtaçlarından, bütün dünyanın milletlerinden bir millet olarak doğan işçi ve köylülerdir ki, bu köhne ve zalim kâinatı yıkıp onun yerine öz icadı olan yenisini kuracaktır. “Bu yeni dünyada insanlar, şeytan zenginler ve ahmak rençberler diye ikiye ayrılmayacaklar ve belki, kolunun gücüyle çalışıp, alnının teriyle gün gören bütün namuslu insanlar birleşip kardaşça yaşayacaklar, böylece ise yer, toprak, zenginlik kavgası harp bütün o bildiğiniz dehşetleriyle cehenneme gönderilmiş olacaktır. “İşte aziz yoldaşlar; bizim istediğimiz hak ve adalet dünyası, işte bütün Rusya ve Macaristan’ın alkanlar içinde yürüyüp varmak istediği ebedi sulh ve selam. “Böyle bütün dünyayı ve insanları kapsayacak olan bir sulhu, topraklar altındaki kömür madenlerini bile aralarında bir türlü paylaşamayan ve hırs ve intikamlarını insan kanı akıtmakla söndüren Wilson, Klemenso veya Venizeloslardan beklemenin büyük bir hayalperestlik, aynı zamanda nasıl bir akılsızlık olduğu böylece pek aşikâr meydana çıkmış oluyor. “Bütün dünyanın proletaryası gibi, biz Türkiye’nin mazlum ve fakir işçi ve köylüleri de bilmeliyiz ki, bizim kanımızla beslenen, esaslı düşmanımız bu krallar, imparatorlar bu çorbacı bezirgân, banker, bu bey, ağa, paşalar... Hülâsa hiç çalışmaksızın bizim sırtımızda bir bit ve tahtakurusu gibi yaşayan bu sefil mahlûklardır. “Bizim kazancımızı, hakkımızı yiyen, dünya malı için muharebeler icad edip bizim kanımız pahasına varislere sahip olan, bugün Almanya ve Türkiye’yi yarın da Rusya’yı veya diğer bir memleketi paylaşarak son sermayemiz olan az kadar toprağı elimizden almak ve can-u paremiz evlad ü iyalimizi kendilerine kıyamete kadar esir etmek isteyen hep bu menhus (tufeyli)lerdir. “Hemşehriler! Son damlaya kadar kanımızı emmek isteyen bu alçak ve arsız güruha ve bu gürüh-ı haşaratın başında durdukları yağmacı devletlere karşı ayaklanmak bizim bugünkü en büyük borcumuz, en mukaddes vazifemizdir. Memleketimizde bu Avrupalı eşkıyaya yardım eden zenginlerin ve hangi fırkadan olursa olsun hükümetlerin canları cehenneme. “Hemşehriler! Biliniz ki bugün Türkiye’nin de inkılâpçı Rusya ve Macaristan Hükümetlerinin de en büyük düşmanları; Emperyalist Fransa, İngiltere, Amerika ve Yunanistan… vb. ile bu devletlere memleketimin içinden yardım eden hain burjuvalardır. “Fakat gam yemesin, o canavar devletler ve bu hain burjuvalar, şimdi bütün dünyanın mazlum işçi ve köylüsü -herhangi milletten olursa olsun- proletaryanın birleşmiş düşmanını, hunhar emperyalizm ve burjuvazya âlemi pek iyi tanınıyor. Ve işçiler sırtında yaşayan burjuvazyanın foyası meydana çıktıkça proletaryanın kuvveti çoğalıyor. Fransız ve İngiliz orduları içindeki işçi ve köylü arkadaşlarımız, askerler hakikati anladıkça bölük bölük silahlarını bırakıp inkılâpçılar tarafına geçiyorlar. Onun için kralların, bezirgânların orduları bozuldukça biz inkılâpçı işçi ve köylüler sıralarımızı sıklaştırmalıyız. Silahı elden bırakmamalıyız. “Arkadaşlar, biliniz ki bizim karnımızı doyuran nasıl kol kuvvetimiz ise, hakkımızı müdafaa edecek de elimizdeki silahımızdır. Rusya’da başlayıp bütün Avrupa’ya ve Türkiye’ye doğru bütün şarka yayılan bu yeni kavga insanlık yaşayışında son ve şanlı en kati muharebe olacak ve bu kızıl harp meydanında bütün dünya işçilerinin, şimdi o bütün dünyaya hâkim olma tecelli ve çelik tırnaklı zalim ve katil burjuvazya âlemini yenmesiyledir ki, hak ve adalet güneşi üzerimizde parlayacaktır. “Onun için hemşehriler, Türkiye’deki işçi ve rençber arkadaşlar! Toprağınızı, hakkınızı, hürriyetinizi müdafaadan çekinmeyiniz. Dünyada yalnız olmadığınızı unutmayınız. Başka milletlerin de sizin gibi ezilmiş işçi ve köylü kızıl ordularıyla birleşip size tecavüz eden canavarlara nefes aldırmayınız. “Geceler uzun olsa da, doğan gün sizindir. Hak, adalet, zafer, ikbal, istikbal sizin hep sizindir yoldaşlar. “Yaşasın bütün dünyanın aynı ışık etrafında toplanmış işçi ve köylüleri! “Yaşasın hain ve canavar Avrupa Emperyalistlerini korkutan içtimai inkılâp! “Yaşasın Rusya ve bütün Avrupa amelesine ruh ve kuvvet veren Bolşevizm! “Türk İşçi ve Köylü Komünist Teşkilatı” (Yavuz Aslan, Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi, s. 69-72) Gördüğümüz gibi yoldaşlar, Pontus meselesinde, Yunan ve Ermeni meselelerinde; Mustafa Suphi Yoldaş’la ve TKP’nin ilk kurucusu, savaşçısı yoldaşlarla tam bir uyum içindeyiz. Bunları yazan, Yavuz Aslan. Kitabının adı da “Türkiye Komünist Fırkası’nın Kuruluşu ve Mustafa Suphi”dir. Bir burjuva tarihçisi... Antikomünist bir yazar. Ama bu gerçekleri bizim Sevrci Solculardan, Sahte, Sahtekâr Solculardan daha iyi görüyor ve ortaya koyuyor. Hiç değilse az da olsa aydın namusu, bilim adamı sorumluluğu var, bilim insanı sorumluluğu var. Bizimkilerde o da yok. O yüzden ciddiyetsiz, diyorum ben onlara. Soytarı, diyoruz. Boşuna değil soytarı dememiz. Bir hakaret sözcüğü değil. Devrimcilik böyle- Ethem ejat sine soytarılık derecesine düşürülemez. Buna izin vermeyiz biz. Onlar kendileri ciddiye almıyorlar ama biz hayatımızı koyduk bu davaya. Ömrümüzü vakfettik seve seve. Dünyanın en yüce davası!.. Bir milyon kere dünyaya gelsek, hiç tereddütsüz yine vakfederiz böyle yüce bir davaya hayatımızı! (Alkışlar…) Bundan yüce, bundan değerli hangi dava olabilir? Olamaz hiçbir şey! (Alkışlar… Sloganlar: Yaşasın Devrimci Mücadelemiz…) Sevrci Soytarı Sahte Sol’un Partimize alçakça ve demagojik saldırıları Taraf’ta yazan bir insan sefaleti var: Rasim Ozan Kütahyalı. Öyle mi, Gürdal Yoldaş? Gürdal Yoldaş: Evet Hoca’m. urullah Ankut: Evet. Diyor ki bu sefalet, bizim Sevrci Sollara: şu anda demokratik bir platformda, bir çizgide bulunuyorsunuz. Ama 68 Hareketi’yle, Denizler’le, Mahirler’le bağınızı kesmeniz gerekir. Hâlâ onları savunmanız, hem de bugün geldiğiniz durumu birlikte savunmanız tam bir çelişki oluşturuyor; bu etik değil, diyor. Vazgeçin, bırakın 68’i, Denizler’i, Mahirler’i, diyor. Bugün geldiğiniz yer, iyi yer, diyor, arkadaşlar. ABD’nin emrinde bir yazar. Project Democracy’sinin savunucusu, onu savunmakla görevlendirilmiş bir sefalet. Ama bunlardan daha tutarlı. Hiç değilse namussuzluğunda namuslu o. Neyse o. Ama bunlar namussuzluğunda da namussuz. Kıvılcımlı’yı savunur görünen SODAP diye bir sahte, sahtekâr, paçavra sol hareket var. Sitesine koymuş, internet sitesine bu yazıyı. Ve sonunda şöyle diyor: “(…) Denizlerin, Mahirlerin, İboların yürüdüğü yolun taşlarını döşeyen, devrimci mücadelemizin yolunu açan ve büyüten Dr. Hikmet kendisini (Bakın, bakın şimdi bizi işaret ediyor, bakın. Kendisini) kaba milliyetçiliğin” Bre düzenbaz, biz binlerce defa söyledik, onlarca kez literatürümüzde var; biz milliyetçi değil, halkçıyız! Milliyetçiliğin içine Parababaları da girer, Tayyipgiller de girer, Kontrgerillanın özel örgütü MHP de girer. O yüzden milliyetçi değiliz biz. TÜSİAD’çılar da girer, MÜSİAD’cılar da girer… Biz halkçıyız. Ama düzenbazlık yapacak. Biz kaba milliyetçilik yapıyormuşuz. Niye? Biz Tarihe Marksist-Leninist anlayışla bakıyoruz. Osmanlı’ya böyle bakıyoruz… Kurtuluş Savaşı’na böyle bakıyoruz… Ermeni Meselesine, Rum Meselesine böyle bakıyoruz… Ama onu anlamaktan acizsin sen soytarı. Sen onu göremiyorsun, bize pislik atmaya kalkıyorsun: “Kaba milliyetçiliğin, Kemalist solculuğun” Bakın, bize “Kemalist solcu” diyor. Biz yine defalarca söyledik. Biz Kemalist değiliz. Kemalizm bir burjuva ideolojisidir. Kemalizmin ne olduğunu Mustafa Kemal’in kendisi de bilmez. Biz, Mustafa Kemal’in; Antiemperyalist, Vatansever, Laik, Tam Bağımsızlıkçı prensiplerinin mirasçısıyız ve devamcısıyız! (Alkışlar…) Onları kim savunuyor? Lenin savunuyor, Stalin savunuyor, Mustafa Suphi savunuyor. Ve biz savunuyoruz, Kıvılcımlı savunuyor. Sen neyi savunuyorsun? ABD’nin Project Democracy’sini. Ve devam ediyor: 8 6 Şubat 2009 “Ergenekoncu heveskârlığın sembolü yapmaya çalışanlara (Biz Ergenekoncu heveskârlık yapıyormuşuz. Ergenekon meselesine de gireceğiz, burada. Az da olsa gireceğiz, arkadaşlar.) inat bir devrim ve mücadele çağrısı olarak yaşamaya devam ediyor! Devrimci mücadele sürdükçe de yaşamaya devam edecek!” Şimdi bu paçavralara, arkadaşlar biz aslında söyleyeceğimizi söyledik. Ama bunlarda, söyleneni anlayacak çap yok ki… İnsan olarak doğmuşlar ama sefaletleşmişler bir defa… Bakın şimdi, Denizler’in, Mahirler’in kiminle beraber olduğunu, bugün tezlerinin kimler tarafından savunulduğunu Tacettin Arkadaş söyledi. Kitabımızda da ortaya koyduk. Değil mi, arkadaşlar? İşte stantta var. Açık, kesin, net kanıtlarıyla… Mahir Ve bugün Mahirler’in “Savunma”sını, Denizler’in “Savunma”sını biz savunuyoruz. O arkadaşların mücadelesinin mirasçısı da biziz. Onların idealleri, bugün bizde yaşıyor. O “Savunma”larda yer alan ve uğrunda ölünen Antiemperyalist İkinci Kurtuluş Savaşı’mıza ait tezleri bugün biz temsil ediyoruz, biz savunuyoruz. O tezler, zaten Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı tarafından çok önceden açık, kesin ve anlaşılır olarak ortaya konulmuştur. Deniz ve Mahir Yoldaşlar da Usta’mızdan öğrenmiştir, o tezlerin doğruluğunu. İşte Mahirler’in ve Denizler’in “Savunma”larını, o kitapları biz aldık, biz dağıtıyoruz. Bizim Sevrci tayfanın bunları dağıtmaya yürekleri yetmiyor… Savunmaya yürekleri yetmiyor… 2002 yazından beri şu siyah pantolonumu giyiyorum. Yaz ve kış… Hiç önem vermem biçime. Bir pantolonu değiştireyim diye zaman ayıracak kadar kafamı meşgul etmem bu işle. Yoldaşlarım bilir. Yine iki yıldır, yaz ve kış bu postalları giyiyorum. Yaz ve kış... Bir ayakkabıcının önünde durup, bir on-on beş dakika ayakkabı deneyip… ona bile tahammül edemem. Benim için bu kadar önemsiz bu mesele. paralık değeriniz yok. Sözünüzün hiçbir hükmü yok. Palavralarınızın, kuru sıkı tehditlerinizin hiçbir kıymeti yok. Bunlar böyle… Denizler’in “Savunması”nı da bulamazsınız, arkadaşlar İstanbul’da. Onu da tek bir yerde, Taksim’deki bir sahafta buldum. İki adet kalmış, birini ben aldım. Bu elimde gördüğünüz “Latin Amerika’dan Türkiye’ye Devrimci Kavga” kitabımızda gösterdik: yayımladıkları Denizler’in “Savunma”sının başına ekledikleri EMEP’in temsilcisi Mustafa Yalçıner imzasıyla kaleme alınan bir “Önsöz”de, en iğrenç biçimde saldırılır, bildiğimiz gibi, Deniz’lerin ideolojisine. İşte orada yani… Kendi yayımladıkları kitapta saldırılır Denizler’e. Ve biz belgesiyle, kanıtıyla koyduk. Tabiî bu saldırının devrimci eleştirisini de burada-bu kitabımızda yaptık. Yayınımızda var stantta. E, şimdi sen reddetmişsin. E, o zaman Taraf’çı, ABD uşağı-ajanı, hiç değilse namussuzluğunda namuslu, Rasim Ozan Kütahyalı kadar namuslu ol. Bırak artık Denizler’in, Mahirler’in adını anarak kirletmeyi. Bakın bu alçak da aynı demagojiyi yapıyor. Ne ilgin var senin Denizler’le, Mahirler’le… Bir de İbo’yu sokuyor araya., İbo, tüm yaşamı boyunca, bugün Sevrci Sahte Sol’un savunduğu tezlerin tümünün mucidi PDA’nın, yani Doğu Perinçek’in ideolojik hattında kalmıştır. 12 Mart sonrasında Doğu Perinçek’ten koptuktan sonra bile, onun tezlerini savunmayı sürdürmüştür. Yani İbo’nun tezleri, eski PDA’nın tezleridir. Yani Doğu Perinçek’in tezleridir. İbrahim Kaypakkaya onları savundu. E, işte kitabı, “Bütün Yazıları” meydanda. Doğu Perinçek’in o zaman yazdığı yazılar, yazıp çizdikleri de meydanda. İşte “TİİKP Savunması” var, “Türkiye Devriminin Yolu” var, “Kıbrıs Meselesi” var. O günkü “Aydınlık”larda, “İşçi-Köylü”de vesaire de yazdığı yayınlar, yazılar var. “Ak Aydınlık”ta, yani “Proleter Devrimci Aydınlık” diye çıkardığı dergide yazdığı yayınlar var. E, birebir aynısı savunduğu tezler. Ve Kaypakkaya, Kıvılcımlı’ya “Deccal” diye saldıracak kadar da kendini bilmez. Çünkü PDA’cı, Doğu Perinçek’in tezlerini savunuyor. Şimdi onu da sokuyor buraya… Yani bunlar ahlâksız… iğrenç bunlar... Gerçekten bunları görünce iğreniyor insan. Düşman bile olsa, mert olsun yahu. Böyle paçavra düşman insanın midesini bulandırır. Ben bunlara gusano diyorum, solucan bunlar, solucan... İnsan filan değil... Böyle deyince de biz hakaret etmiş oluyoruz. Hayır. Dürüst ol. Marksist-Leninistsen, Marks’ın, Lenin’in tezlerine sahip çık, savun. Savunmuyorsan, bırak. Denizler’in, Mahirler’in, Mustafa Suphiler’in de işte tezleri meydanda. Ne diye tezlerini reddettiğin halde adlarını sömürüyorsun?.. Buna izin yok. Devrimcilik alanı, Türkiye devrimci ortamı boş değil. Yıllarca sabrettik bunları derleyelim toparlayalım diye. Ama Lenin’in dediği gibi, sabır bardağı taştı artık. Yasemin Çongar’la, Cengiz Çandar’la, Hadi Uluengin’le, Hasan Cemal’le, Amerikan Büyükelçisi Ross Wilson’la saf tutacaksın, “Project Demokracy”yi savunacaksın, ondan sonra ben solcuyum diyeceksin, ben devrimciyim diyeceksin. Hadi oradan, soytarı! (Alkışlar…) Denizler Ama Mahirler’in savunmasını bulmak için, İstanbul’da tam üç günümü harcadım. Yakın çevremdeki yoldaşlarım bilir. Tam üç günümü... Bir gün Taksim civarındaki kitapçıları, sahafları dolaştım. İkinci gün Beyazıt civarındaki kitapçıları, sahafları dolaştım. Üçüncü gün Kadıköy yakasındaki kitapçıları, sahafları dolaştım. Bulamadım. Sonunda yeniden 68’liler Vakfına dönerek, çabalayarak ulaştık ve bulduk. Kapalı orası da, açılmıyor. Bulduk, aldık. Başka yok… Dağıtımı yapılmıyor. Hiçbir kitapçıda, sahafta yok, arkadaşlar İstanbul’da. Bulamazsınız… Niye? Mahir’i bayrak yapan bu soytarıların alıp, basıp dağıtmaları gerekmez mi?.. Gerekir. Ama yürekleri yetmiyor ki… Onların kahramanlıklarını alçakça, namussuzca sömürecekler, ideolojilerini reddedecekler. Bu da devrimcilik olacak. Yüzüne tükürülür böyle siyasetin, böyle devrimciliğin!.. (Alkışlar…) Kendiniz gibi soytarılara yutturabilirsiniz bunu. Cahil, bilinçsiz genç taraftarlarınıza da yutturabilirsiniz. Ama bizim yanımızda beş Bunlar için deniz bitti artık. Ne Türkiye Halkına, ne devrimci ortama verebilecekleri hiçbir şey kalmadı. Çağrımızı yeniliyoruz: Ya aklınızı başınıza devşirin, içinizde zerre kadar samimiyet, insanlık duygusu kalmışsa adam olun, özeleştiri yapın yahut da yok olup gideceksiniz. Tarihin çöplüğüne paçavralar gibi fırlatılıp gideceksiniz. Lanetle anılacak adınız. Mustafa Suphi ve Onbeşler Konusu Şimdi yoldaşlar, isterseniz Mustafa Suphi’lerin katli meselesine de kısaca değinelim bir. Yani madem söz ettik, vesile oldu. Mustafa Suphi Yoldaş da, kendimden söz ederek biraz önce söylediğim gibi, çocuk kadar saf, masum bir yoldaş. Ve yoldaşları da öyle, arkadaşlar. Ankara Hükümeti’yle haberleşiyorlar devamlı, burada da söz edildiği gibi. Ve Türkiye’ye gelip devrimci kavgayı, Ankara Hükümeti’nin yürüttüğü Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Hareketi ile dayanışma içinde sürdürmek istiyorlar. Bunu bildiriyorlar. Burada var, defalarca söz edilir burada, metinlerde. “Tamam, gelin” deniyor. Kazım Karabekir tarafından, Ankara Hükümeti tarafından. Ve o zaman, Meclisin üçte biri Bolşevik. Yani Ekim Devrimi’nin prensiplerini benimsiyor. Zaten soyulduk soğana çevrildik, diyorlar Lenin’in deyimiyle. Neyimiz kaldı kaybedecek? Bolşevik olalım. Yeni bir dünya kuru- luyor, biz de bu kavgaya katılalım. Bakın bir güneş doğdu Kuzey komşumuzda. Biz de ona omuz verelim, diyorlar. Meclisin üçte biri, arkadaşlar. Kalpaklarına kızıl kurdeleler takıyorlar. Ve ordu içinde de bu hareket yayılıyor. Mustafa Suphi Yoldaş, Türkiye Komünist Fırkası’ndan iki militanı gönderiyor, Zonguldak kömür madenlerinde, on beş gün içinde 130 ila 140 işçiyi örgütlüyor, bu iki kişi… Düşünebiliyor musunuz? On beş günlük sürede… Vezirköprü’de yetmiş kişiyi örgütlüyor. Samsun’da elli kişiyi örgütlüyor. Yani insanlar bu kadar sosyalizme açık. Ve Sovyetler’e sıcak bakıyor. Dost biliyor Sovyetler’i. İşte Anadolu Antiemperyalist Kurtuluş Hareketini yürüten burjuvazi bundan ürküyor. Bu hareketin gelişeceğinden ürküyor. Sonunu görmüşçe ürküyor. 14, yanlış hatırlamıyorsam, Aralık’ta, 14 Aralık 1920’de, Mustafa Suphi, beş yoldaşıyla beraber Kars’a giriş yapıyor, Kars’a geliyor. Ve Kazım Karabekir başkanlığındaki bir heyet merasimle karşılıyor kendilerini. Merkez Komite’den beş kişi geliyorlar önce. İki kişiyi bırakıyorlar Dış Büro Temsilcisi olarak, Bakü’de. On üç yoldaş da bilahare, sonradan geliyor. Toplam on sekiz kişi geliyor. Yani Partinin Merkez Yönetimini Ankara’ya taşımak üzere geliyorlar. Dış Büro Temsilcisi olarak iki kişi kalıyor Bakü’de. Ve onurlarına merasim düzenleniyor, şenlik düzenleniyor ve yemek, ziyafet veriliyor Kazım Karabekir tarafından. Şimdi Mustafa Suphi Yoldaşların geleceği bilindiği için, Ankara Hükümeti ve Mustafa Kemal Paşa, acele bir sahte Komünist Partisi kurduruyor. Yani kendi denetiminde… “Türkiye Komünist Partisi” adıyla, Ankara’da bir parti kurduruyor. İçinde işte, Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu Yunus adi de var mesela. Cumhuriyet’in bize düşmanlığı tâ oralardan geliyor. Yani masum bir gazete olmayışı tâ o köklerinden itibaren devam edip geliyor. Yunus Nadi, İkinci Emperyalist Yağma Savaşı’nda da Nazi ideolojisini, Hitler’in ideolojisini benimser bildiğimiz gibi, onu savunur Cumhuriyet’te, arkadaşlar. Böylesine fırıldak bir adam… Kılıç Ali var yine Mustafa Kemal’in en yakınındaki adamlardan biri olarak. Yani Mustafa Kemal’in en güvenilir insanları var bu partinin yönetiminde. Fakat Mustafa Suphi ve yoldaşları buna kanmıyorlar tabiî. Oradaki yayımlarda, “Ankara’daki Provokatör Komünist Partisi” diye niteliyorlar bu partiyi. Yani Mustafa Kemal, kendi denetimindeki bu partiyle Mustafa Suphi ve yoldaşlarını bloke etmek istiyor, arkadaşlar. Etkisizleştirmek istiyor. Onun sökmeyeceğini anlayınca diyor ki Kazım Karabekir’e: “Ankara’ya getirme, gönderme, bunları yeniden yurtdışına çıkar. Bunlar gitsinler yeniden yurtdışına.” Kazım Karabekir tamam antiemperyalist, ama çok güçlü Ortaçağcı, Şeriatçı önyargıları var. Bağnazlıkları olan bir insan. Müthiş antikomünist bir insan. Tam klasik bir Osmanlı Paşası yani. Hemen bunun üzerine bir düzenbazlığa başvuruyor. Erzurum Valisi Deli Hamit Bey var. Onunla telgraflaşıyor. Ona diyor ki: “Ben Mustafa Suphi ve ekibini gönderiyorum.” Sonra o on üç yoldaş da geliyor. On sekiz kişi oluyorlar. “O ekibi gönderiyorum (diyor). Bu ekip Erzurum’a varır varmaz halk, bunlardan nefret ediyormuş gibi, bunları protesto eden, bunlara hakaretamiz sözler söyleyen bir eylemde bulunsun (diyor). Sen bu eylemleri örgütle. Bunlar da anlasınlar ki, Türkiye’de halk bizi istemiyor. Bizden nefret ediyor. Biz bırakıp gidelim. Böyle bir kanaat oluşsun (diyor). Ama şu anda Bolşeviklerle dostuz (diyor). Yani buradaki protesto eylemlerinde, sakın ola ki Bolşevikliği hedef almayın. Tamamen eylemi, saldırıyı bunların şahsına yöneltin. Bunları şöyle suçlayın (diyor hatta): “Bunlar Rusya’daki Türk harp esirlerine çok kötü muamele ettiler. Hatta Bolşeviklerle işbirliği ederek, Türk harp esirlerinin birçoğunu astırdılar” deyin (diyor). Ve protesto edenler de, o harp esirlerinin yakınlarıymış gibi, işte “benim kardeşimi, babamı, amcamı, dayımı nasıl öldürdün, katlettin” diye bunların şahsına saldırıda bulunsun”, diyor. Yani böylece Sovyetler’le ilişkiyi bir taraftan korumak, sürdürmek, bir taraftan da Mustafa Suphi ve yoldaşlarından kurtulmayı planlıyor, arkadaşlar. Yani böylesine düzenbazca işler planlıyor. Onurlu bir insana yakışmayacak işler planlıyor. Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti var. O cemiyette de “Albayrak Grubu” diye, komünist bir grup var. Bu grup buna karşı çıkıyor. Diyor ki: “Bu arkadaşlar gayet halisane niyetlerle bizim Kurtuluş Savaşı’mıza destek vermek için geldiler. Her türlü desteği getirdiler. Bolşevik Rusya’nın da desteğini birlikte getirdiler. Ve Kızıl Türk Alayı oluşturdular. Bunlara karşı, nasıl karşı çıkarız biz. Tersine bunları bağrımıza basmamız lazım.” Bir de Hoca Raif Efendi diye, Tefeci-Bezirgân grubun bir temsilcisi, lideri var. Ne yazık ki onlar baskın geliyor. Tabiî Ankara’nın da, Kazım Karabekir’in de direktifleri o yönde. Albayrak Grubu tasfiye ediliyor. Tamamen yönetim Hoca Raif Efendi liderliğindeki Ortaçağcıların eline geçiyor. Ve saldırıyı onlar düzenliyor. Erzurum’a girer girmez onlar başlıyorlar saldırmaya, hakarete, küfre… Oradan Trabzon Valisiyle bağ kuruyor. O bağlantıdan amaç da Trabzon üzerinden deniz yoluyla Mustafa Suphi ve Onbeşler’i Sovyetler’e göndermek. Yapılan plan bu. Halkı öylesine örgütlüyorlar ki, yolda da kimse, ekmek vermiyor, çevredeki insanlar tamamen blokaj uyguluyorlar yollarda, yiyecek vermiyorlar, su vermiyorlar, sözlü hakaretlerde bulunuyorlar. Trabzon’a gece bir civarında ulaşıyorlar. O karda kışta, biliyorsunuz doğunun o Aralık soğuklarında, arkadaşlar. Bazen hatta vasıtasız kalıyorlar, yayan yürümek durumunda kalıyorlar. Kazım Karabekir’in emrindeki askerler de onları halktan güya koruyormuş durumunda, çevrelerinde onlara refakat ediyorlar. Yani o örgütlenmiş gerici güruh saldırıyor yoldaşlara, bunlar da onların elinden bunları koruyormuş, kurtarıyormuş gibi bir hava veriyorlar. Kazım Karabekir Trabzon’a varınca, orada Sovyet Konsolosu var, arkadaşlar. O da bekliyor karşılamak için; tabiî hazırlık yapıyor. Karşılayayım, misafir edeyim, en azından dinlendireyim, diyor. Yani bir konuşayım, diyor. Ona da göstermiyorlar. Ne yazık ki, üç de ajan var, bu on sekiz kişinin içinde. Kazım Karabekir’in ajanları... Süleyman Sami, Mehmet Emin, bir kişi daha var; onun adı belirtilmiyor. Yani onlar sürekli bilgiler veriyorlar Mustafa Suphi ve yoldaşlarının ne yaptığı, ne ettiği konusunda, Kazım Karabekir’e. Onlar yolda, hastalandık bahanesiyle ayrılıyorlar, Maçka’da. On beş kişi Trabzon’a varıyor. Biri Mustafa Suphi Yoldaş’ın eşi. Ve diğerleri on dört erkek yoldaş. Enteresandır, iki tane de yüzbaşı var bu yoldaşlar arasında: Biri tayyare yüzbaşısı, biri topçu yüzbaşısı; Mustafa Suphi’nin yoldaşları arasında, katledilen yoldaşları arasında. Yani namuslu, asker, devrimci geleneğe sahip olan asker yoldaşlar da komünist harekete katılıyorlar. Nitekim İsmet İnönü, Ali Çetinkaya’ya yazdığı bir mektupta çok açık belirtiyor. Burada belgeler var, zamanımız yok ama… Asker içinde de bu hareket gelişiyor, diyor İsmet İnönü. Buna karşı da tedbir almamız lazım, diyor. Yani Ordu Gençliği o Devrimci Geleneğiyle, devrimci prensipleri ve Leninizmin ilkelerini benimsiyor, arkadaşlar. Yahya Kahya denen bir azgın, lümpen çete reisi var Trabzon’da. Astığı astık, kestiği kestik bir lümpen. Bir tayfası, ekibi var. Kayıkçılar Kâhyası bu Trabzon’da. Kayıkçılar ve mavnacılar kâhyası. İşi ona havale ediyorlar. Yani pis işleri, böyle pis adamlara gördürür ya burjuvazi... Her zaman olduğu gibi burada da onlara havale ediyorlar. Bu alçak, Mustafa Suphi Yoldaş’ın eşine el koyuyor. Kendi haremine alıyor eşini daha yola çıkmadan. Ve on dört yoldaşı bir motora bindiriyorlar. Ve iskelede de tabancalarını alıyorlar üzerlerinden. Yani silahsız, bıçaksız olarak motora bindiriyorlar. Hemen arkalarından da bu Yahya Kâhya denen alçağın adamları, başka bir motorla peşlerine düşüyor. Ve Sürmene açıklarında bunlara yetişiyor. Önce bağlıyorlar, sonra kasaturalarla katlettikten sonra denize atıyorlar on dört yoldaşı. Bu kesin, yani katledilişleri, bu şekilde katledilişleri… Bu katliamı kim planladı? sorunu var, arkadaşlar. Yani esas kim yaptı? Bize göre; açık, net bir şekilde Anadolu Burjuvazisi yaptı. Bu katliamın suçlusu Anadolu Burjuvazisidir, arkadaşlar. Tefeci-Bezirgânlıkla, daha iktidara gelmeden, yani Hoca Raif Efendiyle ve yine Trab- zon’da Barutçuzade Hacı Ahmet Efendi adındaki bir alçak, Trabzon Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin Başkanı, o da bu suçun içinde, organizatörlerin içinde, katliamı organize edenlerin içinde. Yani Trabzon Valisi ve o, arkadaşlar. Yahya Kâhya’yı da o yönlendiriyor, örgütlüyor pratik işlerde. Yani Kazım Karabekir, Trabzon Valisine ve bu Barutçuzade Hacı Ahmet Efendiye direktif veriyor, o Yahya Kâhya’ya veriyor ve katliam onun eliyle, yani daha doğrusu onun adamlarının eliyle (bizzat kendisi gitmiyor), gerçekleştiriliyor, yapılıyor. Bu katliamın faili, Anadolu burjuvazisi ve ittifak yaptığı Antika Tefeci-Bezirgân Sermayenin örgütleri, temsilcileridir. Anadolu burjuvazisi ve Tefeci-Bezirgân Sermayedarlar adına bu katliamı başından sonuna kadar planlayan, yöneten, uygulatan da Kazım Karabekir, Erzurum Valisi Deli Hamit, Trabzon Valisi Barutçuzade Hacı Ahmet ve onların emrindeki çakal sürüleridir. Mustafa Kemal’in Onbeşler’e ilişkin tutumu Şimdi Mustafa Kemal’in bu katliamdaki payı ne? Bilgisi var, arkadaşlar. Kazım Karabekir devamlı bilgi veriyor. Bilgisi var. Zaten Meclisin Gizli Oturum Tutanakları da yayımlandı. İki yayınevi tarafından yayımlandı benim bildiğim, belki daha fazla yayınevi de yayımlamıştır. “Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Gizli Oturumunda Yaptığı Konuşmalar” adı altında yayımlandı, şimdi piyasada var, arkadaşlar. Orada Mustafa Kemal de aynen böyle koyuyor. Yani bu işi baştan sona bizzat Kazım Karabekir planlamıştır, örgütlemiştir, uygulamıştır. Ve bize de her aşamada bilgi vermiştir, diyor. Yani olay bu. Burjuva toplumu kurtlar sofrası, arkadaşlar. Ve Brütüs’ler toplumu. O sofrada pay kapmak istiyorsanız, pençelerinizi ve dişlerinizi çok ustalıkla kullanmanız gerekir. Çocuk saflığı ve masumluğuyla o sofraya katıldığınız anda, heder olur giderseniz… Hiç acımazlar. Ve zerre miktarda pay vermezler size. O bakımdan, Mustafa Kemal de bilerek göz yumuyor bu işe, arkadaşlar, kabulleniyor. Çünkü o da Lenin’in dediği gibi, sosyalist değil, burjuva ulusal kurtuluş hareketinin yöneticisi. Zaten paşalar da birbirlerine karşı kurtlar mücadelesi yapıyorlar sürekli. Recep Yoldaş’ın anmasında kısaca değinmiştim. Daha hilafetin, saltanatın kaldırılması meselesinde bile Mustafa Kemal, “saltanat kaldırılacaktır ama bazı kelleler uçacaktır”, diye masanın üzerine çıkarak kesin tavır koymasa, bir anda alaşağı edilecek. Hâlbuki zafer kazanılmış… Lozan’ın arifesi. Yani o anda bile karşısında bir güçlü cephe buluyor. Ataklığı ve inisiyatifi ile hem önderliğini, hem cumhuriyeti kurtarabiliyor. Yine 1925’te, arkadaşlar… Getirmemişim… Kılıç Ali’nin Anıları yayımlandı, arkadaşlar, İş Bankası Yayınları’ndan. Hacimli bir kitap. Tüm silah arkadaşları, paşalar, karşısına geçiyor Mustafa Kemal’in. Ali Fuat Paşa, işte burada, Moskova Büyükelçisi, Rauf Orbay, Kazım Karabekir kesin bir cephe oluşturuyorlar. Alt etmek üzereler. Şeyh Sait İsyanı’nın patlaması, Mustafa Kemal’i kurtarıyor. Şeyh Sait İsyanı bir anda saman alevi gibi yayılıyor. Tüm Kürt illerini kapsıyor, İngilizlerin de her türlü desteği ve organizasyonu, örgütlemesiyle, hızla yayılıyor Şeyh Sait İsyanı. Ve Anadolu Burjuvazisi panik içinde kalıyor. O zaman, dâhi bir komutan olarak iş, Mustafa Kemal’e kalıyor; askeri başarılarıyla ünlü bir komutan olarak. Ve bu isyanı aynı hızla bastırmasının yarattığı prestijle önderliğini kurtarıyor. O olmayınca İzmir Suikastı’nı tertipliyor Anadolu Burjuvazisi. Yani Mustafa Kemal’den de rahatsız… Ve yine Kılıç Ali’nin anlattıklarına göre, Kazım Karabekir’in de, Rauf Orbay’ın da, Ali Fuat Cebesoy’un da, Refet Bele’nin de, Cafer Tayyar var İzmir Eğilmez’in de haberi Suikastı’ndan. Yani onlar da pasifçe destek veriyorlar suikasta. Ama son anda, Giritli Şevki adlı bir motorcunun doğrudan dönemin İzmir Valisi Kazım Dirik'e ihbar etmesiyle, iş yarım kalıyor. Ve Mustafa Kemal de bunları idamla yargılatıyor, biliyorsunuz, İzmir Suikastı Davası’nda. İdamla yargılatıyor ama katletmeyi de yani astırmayı da göze alamıyor. Sadece bir ayar vermekle yetiniyor. Yani “haddinizi bilin, aklınızı başınıza alın, bir dahaki sefere astırabilirim de… O güce sahibim” mesajı veriyor bunlara. Nitekim ondan sonra ölümüne kadar bunlar da kıpırdanamıyor. Yani dediğimiz, burjuva toplumu kurtlar sofrası, arkadaşlar. O bakımdan, acıma yok orada. Sadece güç hesaba katılır orada. Gücün borusu öter. Güçlü olan başa geçer. Ve o sofradan en büyük payı alır. Güçsüz olan harcanır. Yer yok. 9 6 Şubat 2009 Ne kadar zamanımız kaldı yönetici yoldaşlar? Yönetici: Bitti. urullah Ankut: Bitti. Arkadaşlar, burada çok açık, Kazım Karabekir’in “İstiklal Harbimiz”de, okumayacağım artık, M. Kemal’in Amasya’dan mektubu var, Kazım Karabekir’e. Vatanın kurtarılması için başka bütün yollar tıkanmış görünüyor. Bir çıkış yolu, bir çare olarak Bolşevik de olabiliriz, diyor. Onlardan bize teklif gelmesini beklemeyelim. Tersine biz hemen kendimiz başvuralım. Ve birlikte, Bolşevizmi nasıl uygulayacağımızı, aynı zamanda da Türkiye’yi emperyalistlerden ve onların maşalarından nasıl kurtaracağımızı oturup planlayalım beraberce, diyor, arkadaşlar bu mektupta. Ayraçladım ama zamanımız bitti, bir iki konuya daha girmemiz gerekiyor. Yayımlandığı zaman, yoldaşlar o mektubu da buradan alır koyarlar, okur arkadaşlarımız artık. “Amasya, 23.06.1919 “Şifre: “Zata Mahsustur “15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa Hazretleri’ne, “(…) “Bolşevizmin kavranış ve açıklanış biçimi dahi konuşularak, esasen Kazan, Orenburg, Kırım vb. gibi İslam ahali bunu kabul ederek; dindarlık, gelenek gibi işlerle zaten ilgili olmadığından, bunun memleket için bir sakıncası olmayacağı düşünüldü… Öte yandan, ilk teklifin herhangi bir suretle Bolşevikler tarafından yapılması beklenmeyerek, derhal o havaliden içeriye kimliği gizlenerek (mütenekkiren) gönderilecek birkaç değerli kişinin aracılığıyla hemen söyleşiye girişmek, anlaşmak pek uygun olur. (…) Ve Bolşevizm ve onunla ilgili olan amaçlar (hedefler) uğrunda paraca fedakârlığa ihtiyaç olacağına göre bu maksada kullanacağınız paranız ve vilayete en son ayrılan örtülü ödenekten yararlanmak kabil olup olmadığının inba buyurulmasını (bildirilmesini) rica ederim. “Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal” (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimiz Birinci Cilt, Emre Yayınları, s. 93-94) Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Samsun’a çıkan subaylar arasında bulunan ve M. Kemal’in gizli servis ve siyasi büro şefi Hüsrev Gerede de aynı konuda 07.06.1919’da, yani Mustafa Kemal’in Kazım Karabekir’e yazdığı mektuptan 16 gün önce, yine K. Karabekir’e yazdığı bir mektupta şöyle der: “Havza, 07.06.1919 “Mustafa Kemal Paşa’nın karargâhında, Havza’dayım. İşlerin istihbarata ve siyasata ait kısmını deruhte ettim. “(…) “Bolşeviklik -Bulgar ve Macarların katılmasıyla- bugün İtilaf kuvvetlerinin emperyalist salgınına, hırsına tamahına, gaddarlık ve itisafına (zulmüne, haksızlığına) karşı bir birleşme vesilesi oldu. Ulusların alışkanlıklarına ve bilgilerine göre pek çok değişikliğe muhtaç olan yüksek prensipleri bir yana bırakarak, inşallah en büyük ve metin bir millet olan Almanların da bu yöne –gaddar bir barışı kabul etmemek içindönmeleri bizler için pek büyük çıkarı gerektirecektir. “(…) “Bence milletin –başındaki aydınlarınvereceği karar ya bağımsız yaşamak yahut toprağın altını üstüne tercih etmekte derlenip toplanırsa, her şeyden önce Bolşeviklerle temas edilmek, prensipleri anlaşılmak, İslamda, Türkte geleneklere ve belirli kurallara çözüntü vermemek şartıyla, geliştirerek nasıl kabul olacağını, nasıl uygulanacağını kararlaştırmak ve fakat, sınırdaş olup düşman saldırılarına karşı koymayı sağlamak için silah, cephane, erzak almak yanlarını sağlama bağlamak gerektir.” (Kazım Karabekir, agy, s. 97) Yani o Osmanlı’nın ilk kuruluşundan kaynaklanan devrimci gelenekleri savunan Ordu Gençliği, tek bir şeyi düşünür; vatanın kurtarılması; vatanı korumak, kollamak. Onlar siyasi sistemler konusunda cahildirler. Öyle bir dertleri yok, yani. Birincil planda göz önünde tuttukları bu… Ama tabiî edindikleri dünya görüşü, aldıkları eğitim bakımından burjuva dünya görüşüne sahipler. “Ama başka çıkış, yol yok, Bolşeviklik uygulayalım”, diyor. “Bir sürü Müslüman ülkede uygulandı Bolşevizm: Sovyetler sınırları içinde kalan Müslüman ülkelerde uygulandı, Bakü’de, Kırım’da, Orenburg’da uygulandı, Dağıstan’da, Türkistan’da... Yani İslam ananeleriyle, Türk ananeleriyle orada çelişmediğine göre, bizde de çelişmez Bolşevizmin prensipleri; o yüzden uygulayabiliriz”, diyor. Ama Kazım Karabekir, dediğim gibi, çok güçlü Ortaçağcı dini önyargılara sahip olduğu için: “Dur şimdi, sonra düşünürüz bunu; şimdilik bekleyelim”, diyor. Mustafa Kemal, Sovyetler Birliği’yle sağlam bağlar kurmuştur Yine Mustafa Kemal, burada, Kazım Karabekir’in “İstiklal Harbimizin Esasları” adlı kitabında yayımlanan bir mektubunda: Kurtuluş Savaşı’mızla Lenin’in önderliğindeki Ekim Devrimi’yle oluşturulan Sovyetler’in bağını öylesine canlı görüyor ki, bu bağın bir an önce sağlam bir şekilde kurulması için bizim Ordu’nun Sovyet Kızıl Ordusu’yla hemen yan yana, dip dibe gelmesini önerir. Hani İngilizlerle beraber Taşnaklar, Gürcistan vb. Kafkasya’da Sovyetler’le bizim aramıza sokulan bir karşıdevrimci set oluşturmak istiyorlardı. M. Kemal işte bu girişimin bir an önce ortadan kaldırılmasını ve Sovyetler’le temasımızın sağlanmasını önerir: “İngilizler, bu tür burjuva setlerle, bizim Sovyetler’le, Bolşevik Rusya’yla bağımızı koparacaklar. Aramıza set oluşturdular. Ondan sonra, o seti tamamladıktan, sonra da İstanbul’daki İşgal Kuvvetleri önce İstanbul’u tümden hâkimiyeti altına alacak, oradan tüm Anadolu’yu kuşatacak; bir taraftan da Doğu’dan kuşatma başlayacak. Ve biz kıskaç içinde mahvolacağız. Aman o setin oluşturulmasına fırsat vermeden biz saldıralım, Bolşeviklerle aramızda bir koridor oluşturalım”, diyor, Mustafa Kemal: “6 Şubat 1920’de M. Kemal Paşa hazretlerinin gönderdiği şifrede ise (Diğer cephelerde bir şeyler yapmak imkânı yok. Uygun olmayan sulh şartlarına karşı silahla mukavemet imkânını gösteren Kafkas Cephesidir. Türkiye Kafkasya’da Bolşevik istilasını kolaylaştırıp onunla birlikte hareket etmekle Batıdan Doğuya doğru Anadolu, Suriye, Irak, İran ve Hindistan kapılarını müthiş bir surette açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapamak için müttefikan stratejik taarruz hareketi yapacak kuvvetleri süratle tedarik edemezler) diye izahatla (Bolşeviklerle Türkler arasını Kafkas milletleri vasıtasıyla kesmek planını bulmuşlardır. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, belki Kuzey Kafkas hükümetlerinin istiklalini tasdik ederek onları çektiler. Şimdi Bolşeviklerle vuruşmalarını bir emrivaki yapmak için her suretle teşvik ve takviye etmektedirler. Bundan başka bizzat kuvvet sevkine de başlamışlardır ki, bu kuvvet tesiriyle hem Bolşeviklerle çarpışmayı çabuklaştırmak, hem de Kafkas milletlerinin gerek Türklerle Bolşeviklerin herhangi bir temaslarını men ve kontrol eylemek fikrindedirler. Plan büyük bir ciddiyet ve acele ile tatbik olunmaktadır. Eğer bu plan muvaffak olur ve Kafkas milletlerinin bize karşı kat’i bir set vaziyeti almasıyla memleketimiz sarılı kalırsa Türkiye için mukavemet icabı esasından yıkılmış olur. Ondan sonra siyasi varlıklarını tamamen kayıp edebilecek olan Anadolu Türkleri itilaf devletleri kumandası altında müstemleke askeri olarak ordular teşkil edecek ve Kafkasya milletlerinin itilaf itaatinde toplanmasını ve hem Bolşevik istilasının durdurulmasını temin için kan dökeceklerdir. Bu halde itilaf devletlerine kesin teslim olmaları halinde dahi Türkler için kendini feda etmekten kurtulmak emin değildir. “Binaenaleyh, Kafkasya seddinin yapılmasını Türkiye’nin kat’î mahvolması projesi addedip bu Seddi itilaf devletlerine yaptırmamak için en son vasıtalara müracaat etmek ve bu uğurda her türlü tehlikeleri de göze aldırmak mecburiyetindeyiz. “Birinci derecede Kafkasya planını ve ikinci derecede iç çöküşü temine gereken zamanı, itilafçılar ancak zayıf ve mütereddit hükümetler sayesinde temin edebilirler. Bu suretle kazanılan zamanlardan istifade edilerek itilafçılar nihayet Türkiye’nin muhasarasını ve iç çöküşü tedbirlerini tamamlayacaklar ve ondan sonra maskelerini birden atarak İstanbul’da geniş ölçüde tevkiflere mahsur Türkiye’nin muhtelif cephelerinde yığınağa ve abluka tedabirine başlayacaklar ve aynı zamanda hükmü idam mahiyetinde sulh şartlarını tebliğ edeceklerdir. İşte 6 Şubat 1920’de aleyhimizde tatbik edilmekte olduğunu gördüğümüz plan budur. Bu planın teşrihi, bize düşen tedbir ve vazifeleri göstermektedir. “Bu tedbirler aşağıdadır. “Doğu cephesinde resmî veya gayri resmî seferberlik yaparak Kafkas seddini arkadan yıkacak yığınağa başlamak, yeni Kafkas hükümetleriyle ve bilhassa Azerbaycan, Dağıstan gibi İslam hükümetleriyle acele temasa gelerek ittifak planına karşı kararlarını ve vaziyetlerini anlamak. Kafkas milletleri bize set olmaya karar verdikleri halde taarruz hareketlerimizi birleştirmek için Bolşeviklerle anlaşmak ve içerde milli teşkilatı son derece genişletmek ve takviye ve silah ve cephane ve malzememizi vermemek için silah kullanmaktır. En mühim vazife ise itilafın zaman kazanmasına meydan vermemek. Bunu ancak vaziyeti bu suretle muhakeme eden kat’î karar sahibi bir hükümet yapabilir. Hinihacette memleketin Anadolu’dan ida- resini mümkün kılacak diğer hazırlıklara bilfiil giriştiğini de gösterir. Biz bu müsaadeyi iki ay sonra vâki olacağından daha müsait şartlar dahilinde ve itilaf manzumesinin hazırlığını daha ikmal etmemiş bulunduğu zamanda dahil olacağız. Eğer böyle bir hükümet yapılmasına imkan yoksa, maatteessüf ümitli olmaya sebep görülmüyor. Aldanmayarak bu vaziyeti şimdiden müşahede ve kabul etmeliyiz. Bunun üzerine alacağımız tedbir Hey’eti Temsiliye arkadaşlarımızı İstanbul’dan çekmek, derhal Kafkas milletlerine müracaat etmek ve derhal yukarda bildirilen tedbirlere gayri resmî, fakat fiili olarak teşebbüs etmektir. “Hey’eti Temsiliye amına Mustafa Kemal” (Kazım Karabekir, İstiklal Harbimizin Esasları, s. 195-197) Kazım Karabekir önce: “Şu anda kış (6 Şubat 1921, bu mektubun tarihi.) Şu anda bu soğukta, karda kışta böyle bir harekât yapamayız, bekleyelim”, diyor. Ama sonunda Mustafa Kemal’in dediğini yapmak zorunda kalıyor. Dediğimiz gibi, Kazım Karabekir önderliğindeki Doğu Ordusu, ileri harekâta geçerek, o burjuva setleri parçaladı attı ve Sovyetler’le teması sağladık. Yan yana geldik Lenin’in önderliğindeki Sovyetler Rusyası’yla. Ve ondan sonra onlarla Gümrü, Moskova ve Kars Antlaşmalarını yaptık, hatırlarsınız. Ve bugünkü sınırlarımız böyle belirlendi. Türkiye’nin şu anki Ermenistan ve Gürcistan’la sınırları böyle belirlendi. Moskova ve Kars Antlaşmalarıyla belirlendi. Yani Ermenistan’ın, bugünkü Burjuva Ermenistan’ın tanımayı kabul etmediği sınırlar, Sovyetler’le birlikte o antlaşmalarla belirlendi. Demek ki yoldaşlar, bir kez daha tekrarlamama izin verirseniz, bizim tüm bu konulardaki görüşlerimiz tümüyle Marksizmin-Leninizmin, Ekim Devrimi’nin ve TKP’nin ilk önderlerinin, Kıvılcımlı’nın tezleriyle tam uyum halinde. Onların devamcısı ve tek meşru mirasçısıyız biz, yoldaşlar. Bizim dışımızda hiçbir hareket, bu hakka sahip değil. Ve bu ideoloji; genelde tüm insanlığın, özelde uluslararası proletaryanın kurtuluş davasının, mücadelesinin ideolojisidir. Öylesine güçlü bir ideoloji ki, her meseleyi kolayca çözmemizi sağlar bizim. O ideolojinin projektörü öylesine güçlü ki, hangi grift, kördüğüm olmuş bir meselenin üzerine yöneltsek, o mesele gün ışığı altındaki başak tarlaları gibi gözümüzün önüne pırıl pırıl parlar bir şekilde seriliverir. Biz kolayca görür, kavrar, çözeriz her problemi. AB-D Emperyalistleri Yeni Sevr’i tezgâhlamak için uğraşıyorlar Ve yine bu ideolojinin ışığında biz diyoruz ki, ABD ve AB Emperyalistleri, Tacettin Yoldaş’ımızın da sözünü ettiği gibi, Sevr’den asla vazgeçmemişlerdir. Onlar bugün Yeni Sevr peşindedir. Açık!.. Bütün raporlarında, yazılı belgelerinde, konuşmalarında bu çok açık bir şekilde ortada, arkadaşlar. Biz bunu görüyoruz. İşte Ermenistan açıkça: “Gümrü, Moskova ve Kars Antlaşmalarını tanımıyorum”, diyor. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü, bugünkü sınırlarını tanıdığını, bugünkü sınırları kabul ettiğini resmi kayıt altına alan bir antlaşma yapmayı reddediyor, Ermenistan. Türkiye’ye bir saldırmazlık antlaşması yapmayı da reddediyor. Yani Türkiye’yle mevcut statüde, dostça komşuluk ilişkileri kurmaya yanaşmıyor. “Hayır” diyor “Özgür Ermenistan o antlaşmalara imza koymadı. Biz 1991’den sonra özgürlüğümüzü kazandık ve bizim için meşru sınırlar Sevr’in çizdiği sınırlardır”, diyor. Bir sürü Ermeni yetkilisi bunu söylüyor. Avrupa Parlamentosu’nun raporları var burada, arkadaşlar, ama şimdi zamanımız yok. Avrupa Komisyonu’nun ve Avrupa Parlamentosu’nun raporları… Hepsi de diyor ki: “Türkiye, AB’ye girmek istiyorsa 1915 Katliamı’nı, Soykırımını tanımalı.” Hem Avrupa Parlamentosu, hem Avrupa Komisyonu aynı şeyi söylüyor… Ama bu Ermenistan, 1993’ten bu yana 14.400 kilometrekare büyüklüğündeki Azerbaycan toprağını işgal altında tutmaktadır. Ve 1 milyon Azeri Türkü vatanlarından kovulmuş durumdadır, o işgal yüzünden. Ve o savaş sonunda ya da sürecinde 20.000 insan katledilmiştir. Buna dair tek bir ibare yok, Avrupa Birliği’nin ve diğer organlarının raporlarında. Bu işgale yönelik hiçbir kayıt yok, belirleme yok. Sadece Türkiye’ye yönelik tehditler var. Şimdi bu namuslu bir tutum olabilir mi? Hakkaniyetli bir tutum olabilir mi? Olamaz. ABD başkan adaylarının her ikisi de defalarca söyledi: “Türkiye, 1915 Soykırımını kabul etmeli, başkan olduğumuz zaman bunu resmi olarak ifade edeceğiz”, dediler. Hatta bunu Obama tekrar tekrar söyledi. Kaldı ki, geçmişte, azılı antikomünist Reagen da açıkça, başkanlığı döneminde söylemişti aynen: Türkleri soykırım yapmakla suçlamıştı. Bush Soykırım demiyor da: “1915’te ha- yatlarını kaybeden 1,5 milyon Ermeni’nin acısını paylaşıyoruz yahut duyuyoruz”, gibisinden laflar ediyor. Yani dolaylı şekilde soykırımcılıkla suçluyor Türkiye’yi. E, Ermeni önderleri de söylüyor, aktardık. Resmi kayıtlar var: Karşılıklı bir savaş bu… Çok net bu... Çok yazdık, koyduk. O bakımdan fazla girmeyelim. Şimdi bunu böylesine görmezlikten gelmeleri, bilmemezlikten değil, Yeni Sevr için, arkadaşlar. Yeni Sevr için… Kaldı ki adamlar söylüyor: Ortadoğu’nun haritasını yeniden çizeceğiz, diyorlar. Bu açık… Yeni bir Ortadoğu’nun zamanı geldi, diyorlar. O haritası değiştirilecek ülkeler arasında Türkiye de var mı? Var. Bu haritayı adamlar açıkça yayımladılar mı? Yayımladılar. E, o zaman bunu görmemek için kör olmak gerekir. Yahut da ABD uşağı olmak gerekir. Biz yurtseveriz, halkseveriz. Nasıl görmeyiz bunu? Görmezsek devrimci uyanıklığımız nerede kalır? (Sloganlar: Kahrolsun ABD, AB Emperyalizmi…) Lenin diyor ki: “Sosyalizmin dünya çapındaki zaferinden sonra, çok uzun yıllar uluslar varlığını sürdüreceklerdir.” Kıvılcımlı Usta ne diyor? “Ulusu burjuvazi icat etti ama biz bu- gün savunmak durumundayız. Proletarya hareketinin çıkarları açısından savunmak durumundayız ulusu.” Arkadaşlarımız bölümler okudu Usta’mızın yazılarından. Sinevizyonda da gördük, arkadaşlar. Kitapları da meydanda… Şimdi biz böylesine bir “Project Democracy”yi, Yeni Sevr’i kabul edebilir miyiz? Bir devrimci olarak buna karşı çıkmazsak Tarihimize, Önderlerimize bağlılığımız, saygımız, dürüstlüğümüz nerede kalır bizim? Biz devrimciliği ciddiye alan insanlarız… Dünyaya ikinci kez gelinmez!.. Biz ömrümüzü bu davaya adadık. Bu oyuncak değil!.. Bizim hayatımız kıymetli, yoldaşlarımızın hayatı kıymetli. Ama buna rağmen biz hiç gözümüzü kırpmadan, düşünmeden, tereddütsüz bir şekilde vakfettik bu davaya hayatımızı. Ciddiye almaz mıyız bu meseleleri? Bedenimizde bir rahatsızlık olduğu zaman nasıl iyi bir hekim, dişimiz sızladığı zaman, nasıl bilgili, deneyimli bir dişçi, tedavi için standardına göre üretilmiş kaliteli, yani gerçek etkili ilaçlar bulmak istersek; tıpkı onun gibi ömrümüzün tümünü adadığımız davamızın da gerçeklerini, doğru yönünü, dikkatle incelemek, araştırmak ve çözüm yolunu-zafere götüren yolunu bulmayı istemeliyiz. Bunu es geçersek yaptığımız gerçek devrimcilik olur mu?.. Olmaz… Bizim Sevrciler gerçeklere alerji duyuyorlar. Böyle devrimcilik olur mu?.. Devam edecek Chavez Gitmeyecek Venezüella’da Hugo Chavez’in yeniden seçilmesi için 15 Şubat’ta referandum yapılacak. Devlet Başkanı Hugo Chavez’in 2012’de yeniden seçilebilmesine olanak sağlayacak anayasal düzenlemeyi Halkımıza anlatmak için Venezüella Büyükelçiliği ve Kurtuluş Partisi tarafından 07 Şubat 2009’da Ankara’da bir eylem düzenlenmiştir. Bu eylemin afişini 20’nci sayfamızda, dağıtılacak broşürün metnini de aşağıda sunuyoruz. GİRİŞ Venezüella Bolivar Cumhuriyeti’nde egemenliğin daimi sahibi halk, karar mercisidir. Oy kullanma hakkı sayesinde yöneticilerini seçen, tekrar göreve getiren ya da görevden alan halktır. Aynı şekilde, Halkoylaması ile Ulusal Anayasa’yı yenileyecek, değiştirecek olan ya da Milli Meclis tarafından önerilen yeni bir Ulusal Anayasa’yı kabul edecek olan da halktır. Sadece halk tarafından Referandum yoluyla kabul edilebilecek olan Anayasal Değişiklik önerisi, Venezüella halkına, o yönde karar vermesi durumunda görevde olan başkanı gerekli bulacağı kadar yeniden seçme hakkını verecektir. Bu sayede, halkın seçme iradesi sınırlandırılmamış olacaktır. Bu doğrultuda, Yeniden Seçilme iki şekilde tanımlanabilir: Görevdeki başkan da dahil olmak üzere tüm Venezüella vatandaşları, başkanlık seçimlerine kendi adayını sunarak, halk iradesine katılma hakkına sahiptir. Tüm Venezüella vatandaşları, görevdeki başkan da dahil olmak üzere, tercih ettiği adayı Devlet Başkanı olarak seçme hakkına sahiptir. Başka bir deyişle, Anayasal Değişiklik, hem başkanlığa aday olma hem de Devlet Başkanını seçme ya da yeniden seçme hakkını koruyarak, Katılımcı ve Temsili Demokrasiyi sağlamlaştıracaktır. AAYASAL DEĞİŞİKLİK Anayasal Değişiklik, Ulusal Anayasa’da kurallara uygun değişiklikler yapmak için başvurulabilecek anayasal bir mekanizmadır. Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Anayasası’nın 340. Maddesi, “Değişiklik, anayasanın temel yapısını bozmaksızın, bir ya da birkaç maddesinde ekleme ya da değiştirme yapma amacını taşımalıdır” ilkesini belirlemektedir. 1. ADIM: ÖERİ Ulusal Anayasa’nın bir maddesinin kurallara uygun değiştirilmesi, Değişiklik Projesi’nin karar mercine, yani Halk’a, sunulmasını gerektirir. Bu girişim, Seçmen Kütüğü’nde kayıtlı olan vatandaşların % 15’lik, Milli Meclis üyelerinin ya da Bakanlar Kurulu’ndaki Devlet Başkanı’nın %30’luk talebinden doğmaktadır. Eğer girişim Milli Meclis’ten çıkarılırsa, Değişiklik Projesi için, iki oturum düzenlenmesi gerekmektedir ve Milletvekilleri’nin çoğunluğunca kabul edilmiş olmalıdır. 2. ADIM: HALKOYLAMASI Değişiklik Taslağı kabul edildikten sonra, resmi kabulünü takip eden 30 gün içinde halk iradesine sunması için, seçimden sorumlu kurumlara gönderilmelidir. Sonrasında, katılımcı ve temsilci Venezüella Halkı, Değişim Taslağını Halkoylaması yoluyla ya kabul edecek ya da reddedecektir. Bu karar, Halk’ın yüksek yetkisindedir. Venezüella Bolivar Cumhuriyeti’nde sadece halk, kendi iradesini kabul ettirmek yetkisine sahiptir. DEĞİŞİKLİK Mİ REFORM MU? Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Anayasası’nın 342. Maddesi, Anayasal Reform’un, Anayasa’nın kısmi revizyonunu ve Anayasal metnin temel esaslarını ve yapısını etkilemeyen bir ya da birkaç kuralının yeniden düzenlenmesini kapsamaktadır. Bu anlamda, eğer öneride bulunanların amacı, Anayasa’da kısmi bir revizyon ya da bazı kurallarının yeniden düzenlenmesinden ziyade, Anayasa’nın herhangi bir maddesinde kurallara uygun değişiklik yapmaksa, sunulacak unsur, Anayasal Değişiklik önerisi olmalıdır. Milli Meclis, Ulusal Anayasa’nın 230. Maddesi’nde değişiklik yapılması önerisini Halka sunma kararı almıştır. Bahsi geçen değişiklik metni şu şekildedir: “Başkanlık süresi altı yıldır. Devlet Başkanı, yeni dönem için görev bitimini mütakip ve sadece bir kez yeniden seçilebilir.” Bahsi geçen Madde’nin temel yapısı iki bölümden oluşmaktadır: Başkanlık döneminin süresiyle ilgili olan kısım ve görevdeki başkanın yeni başkanlık dönemi için aday olmasının mümkün olduğu kısım. Milli Meclis, Halka, görevdeki başkana gerekli gördüğü kadar oy verme hakkı tanıyarak, yeniden seçilme kısıtlamasını yürürlükten kaldıracak 230. Madde değişikliğini önerecektir. Değişiklik Önerisi, 230. Madde’nin temel yapısını bozmamakta, aksine onu derinleştirmektedir. Sadece iki unsurunu (başkanlık döneminin süresi ve yeniden seçilme biçimi) korumakta kalmayıp, bu unsurlardan biri olan başkanın yeniden seçilmesi öğesini, Halka başkanlık dönemlerini belirleme yetkisini de vererek genişletmektedir. YEİDE SEÇİLME ÜZERİE SÖYLEE YALALAR 1. Yeniden seçilme, görevdeki başkanı daimi mi kılacak? HAYIR. Venezüella’da başkanlık seçimleri her zaman adil, şeffaf ve Seçim Kurulu’nun tarafsız hakemliğinin güvencesinde gerçekleştirilecektir. Ayrıca, Ulusal Anayasa, Halka, başkanlık görevine son verme imkânı veren Revokatif Halkoylaması unsurunu içermektedir. 2. Mili Meclis daimi yeniden seçilmeyi mecbur mu kılıyor? HAYIR. Ne Milli Meclis’in Milletvekilleri, ne de Devlet Başkanı, Anayasa’da değişiklik yapılmasını mecbur kılabilir. Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Anayasası’nı sadece Halk, Halkoylaması ile değiştirebilir. 3. Yeniden seçilme çeşitlilik prensibini ortadan kaldırır mı? HAYIR. Yeniden seçilme sadece görevdeki başkana, başkanlığa aday olma hakkını tanır. Başkanın yeniden seçilmesi ya da başka bir adayın seçilmesine verdiği oy ile halk karar verir. Sonuçta, Halk, çok katılımlılık için kendi oyuyla karar verecektir. 10 6 Şubat 2009 Başyazı İsrail, AB-D Emperyalistlerinin Ortadoğu’daki askeri üssüdür, ileri karakoludur, petrol bekçisidir. Dolayısıyla da İsrail AB-D’dir Baştarafı sayfa 1’de İsrail, yıllardan beri insanlık dışı katliamlar yapmaktadır İsrail’in bu canavarlığı yeni görülmüş bir olay değildir. İsrail, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın bitiminden beri, bu insanlık dışı katliamları yapmaktadır. Ve tıpkı bugün olduğu gibi, emperyalist Batı da İsrail’i bu yaptıklarından dolayı desteklemektedir. Hatta İsrail, bu kasaplığı AB-D Emperyalistleriyle elbirliği-işbirliği ederek yapmaktadır. Başka türlü söylersek İsrail bu cinayetleri, AB-D adına da işlemektedir… Bildiğimiz gibi, AB-D Emperyalistleri Arap dünyasını Birinci Emperyalist Yağma Savaşı sonrasında Osmanlı’dan koparınca, 21 parçaya bölmüşler ve aralarında paylaşmışlardı. Bu kadar çok parçaya bölmek, onlara hükmetmekte, büyük kolaylıklar sağlıyordu AB-D Emperyalistlerine. Tanık olduğumuz gibi, bir tek Arap Ulusu’nun bu kadar çok parçaya bölünmesi bugün de büyük kolaylıklar sağlıyor AB-D’ye ve onun maşası İsrail Siyonistine… AB-D Emperyalist haydut devletleri için Ortadoğu ve Arap dünyası demek, her şeyden önce, “Siyah Altın”-Petrol demektir. Sonra da yüz küsur milyonluk koca bir pazar demektir. İşte bu “Siyah Altın”ı ve büyük pazarı her an elinin altında tutabilmesi için, AB-D Emperyalistlerinin, 21 parçaya böldükleri Arap Ulusu’na istedikleri gibi hükmedebilmeleri ya da onu yarısömürge statüsünde tutabilmeleri gerekmektedir. Bunun da sağlanması için AB-D haydutlarının, Arap Ulusu’nun tam ortasında güçlüetkili bir askeri üsse-ileri karakola ihtiyacı vardır. Bu İsrail’dir… Siyonist İsrail’in de, bir Antika kabile dini olan Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’ta, İsrail Tanrısının (Rab’bın), kendisine vaat ettiğini bildirdiği topraklarda, bir devlet kurabilmesi için, AB-D Emperyalistlerinin yardımına-koruyup kollamasına olağanüstü ihtiyacı vardır. AB-D Emperyalistlerinin yardımı olmadan, İsrail devletinin kurulması da bugüne dek yaşaması da olası değildi. Demek ki AB-D’nin ve İsrail’in birbirlerine hayati ölçüde gereksinimleri vardır. Onların “stratejik müttefik”liklerini sağlayan işte böylesine güçlü, ihtiyaçlardır, büyük çıkarlardır. İşte bu nedenden biz İsrail, AB-D’dir diyoruz. Birine dokundunuz mu, kaçınılmaz biçimde öbürüne de dokunmuş olursunuz. Birine zarar verdiniz mi, diğerine de vermiş olursunuz. Biri için tehdit oluşturdunuz mu, diğeri için de oluşturmuş olursunuz… ve başbakanı, dün geceki kasaplığın kanını onların ellerine bulaştıran ateşkesten kaçınma bahanesi olarak bu yalanı tekrar etti. Eğer George Bush’un 48 saat önce acil ateşkes isteğini söyleyecek cesareti olsaydı, yaşlılar, kadınlar ve çocuklar hayatta olacaktı.” (agy) R. Fisk, George Bush’un tutumunu “cesaret”sizliğine bağlıyor. Oysa gerçek bu değil. Bush İsrail’le tam bir amaç birliği içindedir. Yani katliamı bütünüyle, sadece onaylamıyor, aynı zamanda istiyor da… R. Fisk, şöyle sürdürüyor yazısını: “Olan sadece utanç verici değil, rezalettir de. Savaş suçu tanımlamak için çok sert mi olur? Eğer bu katliam Hamas tarafından yapılsaydı kullanacağımız tanım bu olurdu. Yani savaş suçu mu, evet, korkarım öyle. (…) Fakat İsrail “uluslararası terör”e karşı bizim savaşımızı verdiğini iddia ediyor. İsrailliler, Gazze’de Batılı ideallerimiz, güvenliğimiz ve bizim için bizim standartlarımızda savaştıklarını söylüyorlar. Yani biz de Gazze’nin üzerine yağan vahşette bizler de suç ortağıyız. “Bu kıyımlar için geçmişte İsrail ordusunun servis ettiği bahaneleri yazdım. Önümüzdeki saatlerde tekrar ısıtılacakları için bazılarını verelim: Filistinliler kendi mültecilerini öldürüyor, Filistinliler mezarlıkları kazıp enkazların içine gömüyor, silahlı bir kanadı destekledikleri için suçlanacak kimse varsa Filistinliler, silahlı Filistinliler bilerek masum mültecileri kalkan olarak kullanıyor. “Sabre ve Şatilla katliamı İsrail’in sağcı müttefiki Lübnan Falanjları tarafından gerçekleştirildi. İsrail’in kendi araştırma komisyonunun söylediği gibi, İsrail birlikleri 48 boyunca seyretti ve hiçbir şey yapmadı. İsrail suçlandığında, Menachem Begin hükümeti dünyayı kanlı bir iftirayla suçladı. İsrail topçusu Kana’daki BM üssüne 1996’da saldırdığında, İsrailliler Hizbullah savaşçılarının üste saklandığını söyledi. Hizbullah, sınırda iki İsrailli askeri ele geçirdiği için başlayan 2006’daki savaştaki bin ölünün faturası Hizbullah’a kesildi. İsrail, ikinci Kana katliamındaki çocuk cesetlerinin mezarlıktan çıkarılmış olabileceğini söyledi. Marvahin katliamına bahane bulunamadı. Köy halkına kaçmaları söylendi, onlar da İsrail emirlerine uydu ve İsrail helikopterinin saldırısına uğradı. Mülteciler çocuklarını çıkartıp kamyonetin etrafında yürütüyorlardı ki İsrail pilotları onların masum olduklarını görsünler. İsrail, katliamlarını AB-D Emperyalistleriyle işbirliği içinde yapmaktadır Bizim gerçeği netçe yansıtan bu görüşlerimizi, bir Batılı burjuva yazarı, The Independent’in ünlü yazarı Robert Fisk de, silik, bulanık, üstü bir hayli örtülü de olsa dile getiriyor. Onun 07 Ocak 2009 tarihli, Time Dergisi’nin “Timetürk” adlı internet sitesinde yer alan yazısından bölümler aktaralım: “Böylece bir kez daha İsrail, cehennemin kapılarını Filistinlilere açtı. Birleşmiş Milletler okulunda 40, başka birinde 3 sivil mülteci öldü. “Etik silah kullanımına” inanan bir ordu için Gazze’de kötü bir gece işi değil hani. Peki, neden şaşırmalıyız ki? “İsrail’in Lübnan’ı 1982’de işgalinde, neredeyse hepsi sivil, ekserisi kadın ve çocuk, 17 bin 500 ölüyü; Sabre-Şatilla’da bin 700 Filistinlinin ölümünü; BM üssündeki, yarısı çocuk 106 Lübnanlı sivil mültecimin katliamı 1996 Kana’yı; İsraillilerin evlerinden ayrılmasını söylediği ve arkasından İsrail helikopteri tarafından katledilen 2006’daki Marvahin mültecilerini; Lübnan’ı 2006’daki bombalaması ve işgalindeki neredeyse hepsi sivil bin ölüyü, unuttuk mu? “Asıl şaşırtıcı olan bu kadar Batılı liderlerin, devlet başkanının ve başbakanının ile korkarım, birçok editör ve gazetecinin bu eski yalanı yutmasıdır: İsrail, sivil kayıplar için azami ihtimamı gösterir. Gazze katliamından sadece birkaç saat önce bir İsrail elçisi, “İsrail, sivil kayıpları önlemek için her olası çabayı göstermektedir” demişti. Her devlet başkanı Robert Fisk Sonra bir İsrail helikopteri onları yakın mesafeden biçti. İki kişi kurtuldu, ölü taklidi yaparak. İsrail özür bile dilemedi. “On iki yıl önce, başka bir İsrail helikopteri, yine İsrail’in verdiği emirle boşaltılan sivilleri taşıyan bir ambülans vuruldu ve 3 çocuk 2 kadın öldü. İsrailliler Hizbullah savaşçısının ambülansta olduğunu söyledi. Doğru değildi. Tüm bu katliamları haber yaptım, araştırdım, sağ kalanlarla konuştum. Birkaç meslektaşım da yaptı. Kaderimiz, tabi ki, en karasından iftira oldu: Antisemtik olmakla suçlandık. “Şimdi yazacağımdan en ufak bir şüphem dahi yok: yeniden bu skandal yalanları yeniden duyacağız. Suçlanacak-Hamastır yalanı, - Allah bilir ya, bu suç olmasa dahi onları suçlayacak çok şey var-, mezarlıktan-çıkan-cesetler yalanı, Hamas-BM-okulundaydı yalanı ve Antisemitizm yalanı gibi. Liderlerimiz oflayacak puflayacak ve ateşkesi bozanın Hamas olduğunu söyleyecek. Hayır, onlar bozmadı. İsrail bozdu. 4 Kasım’daki bombardımanda 6 Filistinliyi öldürdüler ve daha sonra 17’sinde de başka bir bombardımanda 4 Filistinliyi daha.” (agy) Sanırız bu anlatımlardan sonra, AB ve ABD liderlerinin bugüne kadar hep olduğu gibi, şimdi de, İsrail’i savunmalarının ve olanların sorumlusu olarak Filistinlileri suçlamalarının sebebi anlaşılmış olacaktır. Hatırlayacağımız gibi AB-D sözcüleri, bu son katliamı da “İsrail’in kendini savunma hakkı” olarak yorumladılar. AB-D önderlerinde de, insanlık, vicdan, ahlâk, namus, dürüstlük ancak İsrail Siyonistlerindeki kadardır. Bir gram farklı değil… Burada bizim AB sevdalısı, satılmış medyanın dönek, hain yazarçizerlerine bir sözümüz olacak: AB’nin içyüzü işte budur. Bu emperyalist yapılanmayı, “insan haklarının, demokrasinin, çoğulculuğun, hukukun üstünlüğünün” ideal örneği olarak sunmak, savunmak, alçaklıktır, şerefsizliktir, satılmışlıktır, uşaklıktır. Hem AB’yi, ABD’yi savunmak hem de İsrail’in Filistinlilere yaptığı zulmü kınamaksa ikiyüzlülüktür, içtenlikten yoksunluktur yani yine namussuzluktur, ahlâksızlıktır. Hiç unutmayalım ki, AB-D Emperyalistlerinin koruma kalkanı olmasa, İsrail, bırakalım böyle pervasız katliamlar yapmayı, varlığını sürdürmekte bile başarılı olamaz… İsrail, AB-D’nin bir uzantısıdır, koludur. İsrail bir yapay devlettir. AB-D Emperyalistlerinin, kendi alçakça çıkarları için oluşturdukları bir uydu devlettir. Görevi de, Arap Ulusu’nu terörize etmektir. AB-D Emperyalistlerinin sağmal sürüsü durumunda tutmaktır. Obama da Bush gibi ABD Emperyalizminin temsilcisidir Satılmış medyanın dönekler ordusunun alçak yazarçizerleri, 20 Ocak’ta ABD başkanlığını, Hitler karikatürü yüreksiz Bush’tan devralacak olan Barack Obama’yı, Ortadoğu barışı için umut olarak savunma-gösterme yarışına girmiş bulunmaktadır. Onlar, ABD Emperyalistlerinin tüm dünyada yaptığı kötülükleri, Bush ve ekibine yıkarak ABD Emperyalizmini aklamayı amaçlamaktadır. Tabiî AB-D kuklası İsrail’in son Gazze vahşetinin sorumluluğunu da yine Bush ve çevresindeki NeoCon’lar denen ekibe yüklemektedirler. Eğer, B. Obama işbaşında olsaydı, İsrail’i engellerdi, demeye getirmektedirler lafı… Oysa gerçek hiç de böyle değildir. B. Obama da selefi G. W. Bush gibi ABD Emperyalizminin bir ürünüdür ve onun temsilcisidir. Aralarında bir nitelik farkı asla söz konusu değildir. ABD Emperyalizminin politikalarını onun çıkarları belirler. Ve bu çıkarlar doğrultusunda ABD ParababalarıFinans-Kapitalistleri tarafından formüle edilir bu politikalar. ABD başkanlarının göreviyse, önüne konan bu politikaları sadakatle uygulamaktan ibarettir. ABD’yi başkanlar değil, ABD Finans-Kapitalistleri yönetir. ABD başkanları da zaten bu Finans-Kapitalistler tarafından seçilir. Bu Finans-Kapitalistler, kendi emperyalist çıkarlarına en iyi hizmet edecekler arasından, kendilerince en uygun olanını seçerler başkanlığa. Yani başkan da zaten o pis işin gönüllüsüdür. Koltuk ve küpünü doldurma karşılığında, neye, kime hizmet edeceğini adı gibi bilir. Ve o işin gönüllüsüdür. Başkanlar arasında yalnızca bir stil-tarz farkı olabilir. Başkaca bir fark olamaz. Hepsi de aynı işi, aynı görevi yaparlar. Bu görev yapmada çekimser davrananlar, kişilik pişilik koymaya çalışanlar göğüslerine ya da beyinlerine kurşun sıkılarak öldürülürler. Üstelik de çoğu kez kim vurduya giderler. Bunu iyi bilen ABD başkanları da görevlerini canla başla yapmaya çalışırlar. Obama, Siyonist İsrail’i açıkça savunmakta-desteklemektedir Gelelim B. Obama ve İsrail ilişkisine. Bu konuda önce 05 Ocak 2009 tarihli Hürriyet’ten şu haberi okuyalım: “İsrail bir hafta boyunca Gazze’yi havadan bombaladı, iki gündür karadan, denizden ve havadan bombalıyor. Ve dünya, 20 Ocak günü Beyaz Saray’a yer- Emperyalizm ve Siyonizm kan ve gözyaşı demektir... leşecek olan yeni Başkan’ın bu konudaki suskunluğunu merak ediyor. “Barack Obama, İsrail’in hava harekâtı başladığında Hawaii’de tatildeydi. Bu konuda en ufak bir açıklama yapmadı. Şimdi İsrail operasyonu karadan, denizden ve havadan tam gaz sürüyor. Obama’dan yine çıt yok. “ eden suskun kaldığına ise “Bir Başkan görevdeyken, benim konuşmam nezaketsizlik olur” şeklinde bir açıklık getirmişti. “Ancak başka konularda aynı nezaketi göstermediği biliniyor. Örneğin, ekonomik kriz patlak verdiğinde pek çok açıklama yapmıştı. “Ağustos 2008’de, Kudüs’te gerçekleşen buldozerli saldırıyı kınadı ve “İsrail’in terörizme karşı mücadelesini sonsuza kadar destekleyeceğiz” dedi. “KUDÜS BÖLÜMEMİŞ BAŞKETİİZ OLACAKTIR” “Şimdi Ortadoğu barışı için “umut” olarak görünen, Obama’nın Ortadoğu’daki bu sıcak gelişme karşısındaki pozisyonunu merak ediyor. “Bush politikalarından farklı olmasını bekliyor. Ama o hâlâ tek kelime etmedi. “Oysa Obama, bu konudaki rengini bundan 6 ay önce açık ve net olarak ortaya koymuştu. “Geçtiğimiz 23 Temmuz 2008’de İsrail’i ziyaret eden Obama İsrailliler’e “Kudüs başkentiniz olacaktır” diyerek tam destek vaadinde bulunmuştu. “İSRAİL’İ “MUCİZE” OLARAK TAIMLADI “Kudüs’teki Yad Vaşem Soykırım Müzesi’ni ziyaret edip İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres ile görüşmesinden sonra Gazze’den atılan füzelerin genellikle düştüğü Sderot kentine de giden Obama, “Daha önce de söyledim. Kudüs, İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır” demiş ve İsrail Devleti’ni bir “mucize” olarak tanımlamıştı. “Uluslararası topluluk Kudüs’ün “ebedi ve bölünmez başkent” olduğu şeklindeki İsrail tezini tanımıyor. “Obama’nın ekibinde, özellikle de dış politika danışmanları arasında çift pasaportlu (ABD ve İsrail) olanlar var.” (agy) Siyonist İsrail devleti, bu satırlarda ifade edilen düşüncelerden daha güçlü, daha aktif bir biçimde nasıl savunulabilir? Bu anlayış çerçevesinde baktığımız zaman İsrail, Filistin’deki Arap Halkın tamamını, yine Tevrat’ta emredildiği biçimde kırsa, canlı, “soluk alan” bir tek Arap bırakmasa, B. Obama yine de İsrail’i savunmaya devam edecektir. Yapılanın, “İsrail’in kendini savunma hakkı” olduğunu söyleyecektir. Yukarıdaki satırlardan hareketle varılacak değerlendirme bu olur. Geçmişte, Yaser Arafat’la, İsrailliler arasında yapılan barış görüşmelerinde, İsrail tarafı bile Kudüs’ün bir bölümünü, Filis- tinlilere vermeyi kabul etmişti. Yukarıdaki ifadelerde görüyoruz ki, B. Obama, buna bile razı olmuyor: “Daha önce de söyledim. Kudüs İsrail’in bölünmemiş başkenti olacaktır” diyor. Yani Arapların tümünü yeryüzünden silmeyi ya da “vaad edilmiş topraklar”dan sürmeyi amaçlayan-hedefleyen fanatik bir Siyonist gibi düşünüyor. Barack Obama Şimdi de emekli general ejat Eslen’in bu konuya ilişkin, 07 Ocak 2009’da Radikal’de çıkan yazısından bir bölüm aktaralım: “Ortadoğu’da yine bir trajedi yaşanıyor. Bir hafta süren hava harekâtından sonra İsrail hazırlıklı bir kara saldırısını başlatırken, George W.Bush Hamas’ı açıkça suçladı ve böylece İsrail’e desteğini de açıklamış oldu. Çatışmanın süresini ve şiddetini, Hamas’ın hazırlık ve asimetrik direniş yeteneği ile İsrail’in kararlılığı ve Hizbullah savaşından çıkardığı dersler belirleyecek. Bu harekâtta İsrail’in amacının Hamas’ın askeri ve siyasi etkinliğini kırmak, harekâtın sonunda Gazze şeridinin kuzeyine uluslararası barış gücü yerleştirerek güvenliğini pekiştirmek, Hizbullah yenilgisi ile konvansiyonel caydırıcılığı ve prestiji yara alan İsrail ordusunun imajını düzeltmek olduğu anlaşılıyor. “Gazetelerde yer alan yorumlara bakılırsa, kısa bir süre sonra ABD’de yönetimi devralacak Barack Obama, Filistin sorununa karşı daha dengeli bir politika uygulayabilecek. İsrail’in Gazze saldırısı ile Barack Obama’yı yönetimi devralmadan denediğini söyleyenler ve Obama’yı bu trajediye karşı çıkmaya davet edenler de var. “Obama’nın hedefleri “Bu tür yorumlara katılmak mümkün değil. Çünkü, Barack Obama’nın İsrail ile ilgili deklare edilmiş politikası ve tutumu belli, bu nedenle de Obama yönetimindeki ABD’nin İsrail’in eylemleri konusunda radikal bir değişim bekleme- 11 6 Şubat 2009 mek gerek. “Seçim kampanyası süresince de kullandığı ve seçildiği takdirde uygulayacağı politikaları deklare ettiği internet sitesinde (www.barackobama.com ) bakın Obama ABD’nin İsrail politikası ile ilgili hedefleri olarak neleri belirlemiş: “* ‘Güçlü bir ABD-İsrail ortaklığını garanti etmek: Barack Obama ve Biden ABD-İsrail ilişkilerini güçlü bir şekilde destekler ve Ortadoğu’daki birinci öncelikli ve değiştirilemez taahhüdünün, ABD’nin Ortadoğu’daki en güçlü müttefiki İsrail’in güvenliği olduğuna inanır.’ “* ‘İsrail’in meşru müdafaa hakkını savunmak: 2006 yılı Temmuz ayındaki Lübnan Savaşı’nda Barack Obama İsrail’in Hizbullah akınlarına ve roket saldırılarına karşı kendisini savunma hakkını güçlü bir şekilde desteklemiştir... Barack Obama ve Biden İsrail’in vatandaşlarını savunma hakkına güçlü bir şekilde inanmaktadır...’ “* ‘İsrail’e yardıma destek: Barack Obama ve Joe Biden İsrail’e hem askeri hem de ekonomik yardım paketlerini savunmakta ve desteklemekte ve bu amaçla dış yardım bütçesinin artırılmasını istemektedir...’ “Görüleceği gibi Barack Obama İsrail’i ABD’nin Ortadoğu’daki en önemli stratejik ortağı olarak görmekte, bu ortaklığı güçlendirmek istemekte, İsrail’in meşru müdafaa hakkını(!) kayıtsız şartsız desteklemekte ve ABD’nin İsrail’e hem askeri hem de ekonomik yardımının giderek artırılmasını hedeflemektedir. “Bütün bunlar, Barack Obama döneminde de ABD’nin İsrail politikasında radikal bir değişim olmayacağını göstermektedir. Seçilmesine Yahudi lobisinin desteğinin katkısı ve ABD’nin Ortadoğu’daki diğer çıkarları da dikkate alındığında Obama’nın ABD’nin İsrail politikasına önemli bir değişiklik getirmesini beklememek gerekir. “Ayrıca, İsrail’in Gazze saldırısının Obama’nın bilgisi dışında gerçekleştiğini düşünmek gerçekçi değildir. “İsrail’in Gazze’ye müdahalesi Hizbullah’ı ve İran’ı da çatışmanın içine çekerek Ortadoğu’da domino etkisi yapma potansiyeli taşımaktadır. ABD’nin ve İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Büyük Ortadoğu Projesi çöktü diyenler yanılmaktadır. ABD’nin bu projede başarısızlıklarla karşılaştığını ifade etmek farklı, projenin çöktüğünü ifade etmek daha farklı bir anlam taşımaktadır. En azından ABD’nin İsrail’in güvenliği ile ilgili taahhütleri, Ortadoğu enerjisi ile ilgili çıkarları, enerji güvenliği ile ilgili kaygıları, Irak’la, İran’la, Suriye ile, Afganistan-Pakistan ile ilgili amaçları, terörle mücadele adına ortaya koyduğu çabaları sürdükçe adı ne olursa olsun, Obama döneminde de ABD bu projeyi sürdürecektir.” (agy) Gördüğümüz gibi Nejat Eslen de, B. Obama’yı doğru görüyor. AB-D uşaklarının, B. Obama hakkında yaymaya çalıştıkları, gerçeğin tam tersi olan demagojik fikirlerin, beş paralık değer taşımadığını açıkça görüyor ve gösteriyor. B. Obama tam bir sermaye uşağıdır. Zaten eşiyle birlikte yıllık gelirleri 42 milyon dolardır. Yani yaptığı hizmetin karşılığını, ABD Parababalarından almaktadır. Tabiî bundan sonra çok daha fazlasını alacaktır. B. Obama, G. W. Bush’la kıyaslandığında ondan çok daha zeki ve yetenekli kalır. Ayrıca çok sinsi ve haindir. Sermayeye hizmet karşılığında rahat bir hayat ve koltuk elde edebilmek için dinini bile değiştirmiştir. G. W. Bush, yukarıda da belirttiğimiz gibi sıradan bir Hitler karikatürüdür. Fakat hiç değilse neyse odur. Olduğu gibi görünmektedir. B. Obama ise sinsi ve yılandır. Halkları gülerek sokar… G. W. Bush döneminin batağa saplanan, çıkmaza giren politikalarını, ABD Parababalarının çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirecek ve işler hale getirecektir… Fakat bu politikalar da, emperyalist, halk düşmanı, içerik bakımından eskilerden hiç de farklı olmayacaktır. B. Obama böyle yapacak diyoruz da, bu tamamen lafın gelişidir. Bu politikaları yeniden düzenleyerek çalışır hale getirecek olan ABD Finans-Kapitalistleridir. B. Obama, o kararları imzalayacaktır sadece… Emperyalizm mezara gömülmedikçe sömürü, talan, zulüm ve katliamlar durmaz Bildiğimiz gibi emperyalizm, gerektiğinde vazgeçilebilecek bir politika değildir. Emperyalizm, sermayenin ulaştığı yoğunlaşma, olağanüstü büyüme ve sentezleşme ve santralizasyon yüzünden, ülke sınırları içine sığamayarak, mecbur olduğu, dünyayı hammadde ve pazar yönünden yağmalama, oralara hükmetme girişimidir. Bu kaçınılamaz davranış, AB-D yöneticilerinin iyi ya da kötü niyetli oluşlarından kaynaklanmaz. Tekelci kapitalizmin doğasından kaynaklanır. Bu en son aşamasına varmış, ölüm çağına girmiş olan kapitalizm; sömürü, talan, soygun, zulüm, katliam, savaş, işgal yapmadan duramaz, yaşayamaz… Nitekim, bugün -14 Ocak 2009 günüGazze saldırısının 19’uncu günü, B. Obama yönetiminin Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, ABD parlamentosunda yaptığı konuşmada; “Uluslararası sorunların çözümünde diplomasiyi ön planda tutacağız. Fakat askerî seçeneği de göz ardı etmeyeceğiz. Sorunların çözümünde, diplomatik, siyasi, kültürel, hukukî ve askerî yöntemlerin tümünü uyumlu bir biçimde kullanmalıyız, kullanacağız. ABD sorunlarını tek başına çözemez. Fakat bizim dışımızdaki dünya da sorunlarını ABD’siz çözemez” demiştir. Bunun anlamı, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da dünyaya anlayışımız, olacaktır. AB-D Emperyalistleri ve onların maşası Siyonist İsrail, insanlık düşmanı devletler olarak, Tarihin lanetle anılan meşhurlar listesindeki yerlerini alacaklardır. Hillary Clinton’ın söylediklerini, 1 Aralık 2008’de, “ulusal güvenlik ve Dışişleri ekipleri”ni kamuoyuna tanıtırken Barack Obama da hemen hemen kelimesi kelimesine söylemişti. Fidel, gazetemiz Kurtuluş Yolu’nun geçen sayısında yayımlanan “Akıntıya Karşı” başlıklı makalesinde bunları aktarmış, B. Obama’nın emperyalist içyüzünü teşhir etmişti. B. Obama’nın, Fidel’in o yazısında aktardığı görüşlerinden bir iki paragrafı da biz alıntılayalım. Şöyle diyor B. Obama bu paragraflarda: “(…) İktisadi gücümüz, askeri gücümüzü, diplomatik ağırlığımızı ve küresel öncülüğümüzü sürekli kılmalı “(…) “Amerikan değerleri, Amerika’nın en büyük iki ihraç kalemleri olacak “Bugün burada kurduğumuz ekip bu hedefleri gerçekleştirmek için biçilmiş kaftandır.” (agy) B. Obama’nın bu içerikteki görüşleri Türkiye medyasında da yer almıştır. Yukarıdaki cümlelerde B. Obama, açık ve kesin olarak, ABD’nin uluslararası emperyalistlerin ağababası olarak, dünya jandarmalığını sürdürmesi gerektiğini, kurduğu ve tanıttığı ekibinin de bu iş için “biçilmiş kaftan” olduğunu söylüyor… Burada şu noktayı da belirtmeden geçmeyelim; B. Obama’nın, başkanlık seçimi sürecindeki tüm medya ve tanıtım giderlerini ABD’deki “İsrail” ya da “Yahudi lobisi” karşılamıştır. Bu gerçeği, Liboş Mehmet bile Emre Kongar’la yaptıkları “Yorum Farkı” adlı tv geyiğinde açıkça itiraf etmekten çekinmemiştir… Bu bakımdan, B. Obama’nın Filistin Halkının iyiliğine bir şeyler yapabileceğini ummak uyurgezerliktir. Böyle bir düşünceyi savunmaksa AB-D hizmetkârlığıdır… Kukla Arap Devletlerinin Hainliği İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni çıkarlarımız doğrultusunda yön vermeye devam edeceğiz. Bunu yaparken de diplomasiden, siyasetimizden, kültürümüzden, bize ait bulunanları anlamamakta direnenleri, askerî gücümüzle yola getireceğiz, demektir. Emperyalizm, Uluslararası Proletarya Hareketi tarafından mezara gömülmediği sürece de, emperyalistler bu insanlık dışı işlerini, zulümlerini yapmaya devam edeceklerdir… Yeniden İsrail’in Gazze Katliamı’na dönersek: Bizce de İsrail bu saldırıyı, B. Obama’yla anlaşarak başlattı. B. Obama’ya rağmen bunu asla yapamazdı. Çünkü arkasındaki en etkin güç ABD’dir. Yani komuta ABD’nin elindedir. B. Obama işbaşına gelmeden, İsrail, Gazze’de yapacağını yapacaktır. Büyük çoğunluğu sivillerden oluşan bini aşkın Filistinliyi öldürecek, binlercesini de yaralayacaktır. Gazze’nin ekonomik altyapısını tümüyle çökertecektir. Ve de Hamas’ın askeri gücünü önemli ölçüde kıracaktır. Tabiî asıl amacı, Hamas’ı askeri açıdan tümüyle etkisizleştirmektir. Fakat biz bunu başarabileceği kanısında değiliz. Hamas’ı askeri yönden oldukça hırpalayacaktır İsrail. Daha fazlasına gücü yetmeyecektir. Bu arada B. Obama da koltuğuna oturmuş olacaktır. Barış meleği rolünde, ateşkesi sağlayacaktır. Tabiî ardından da, bütünüyle İsrail’in önerilerinden oluşan bir antlaşmayı Filistinlilere kabul ettirmeye çalışacaktır. Tabiî Filistinliler haklı olarak, kendilerine dayatılan, kendilerini Filistin’de köle durumuna düşüren bir antlaşmaya yanaşmayacaklardır. Zaten ABD ve İsrail’in istediği de kalıcı bir barış değildir. Böylece de sağlanan ateşkes bir süre sonra yeniden ortadan kalkacaktır. Ve Filistin’de 1947’den beri ne oluyorsa yine aynı şey olmaya devam edecektir. Filistin sorununun çözümü ve Filistin Halkının kurtuluşu, Ortadoğu’da gerçekleşecek proletarya önderliğindeki Demokratik Halk Devrimlerinin zaferi sonunda mümkün olacaktır. O zamana dek ne yazık ki Filistin Halkı acılar çekmeye devam edecek. Fakat sonunda kazanan Filistin Halkı Bu saldırı, işgal ve katliam sürerken medyada çok ilginç haberler de yer aldı. Mesela, Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’in AB temsilcileriyle yaptığı görüşmede şöyle bir istekte bulunduğu yazılıp söylendi: “Bu mücadeleden Hamas’ın galibiyetle çıkmasına izin verilmemelidir.” Libya Devlet Başkanı “keser kaçığı” Muammer Kaddafi’nin de benzer bir tutum içinde olduğu söylendi. Ve İsrail uçaklarının Mısır üzerinden gelerek Gazze’yi vurdukları da yazılıp söylendi medyada. Diğer Arap Devletlerinin de tırışkadan mızıldanmalar dışında ciddiye alınır bir tepki ortaya koyamadıkları görüldü. E, İngiliz, Fransız, ABD, İtalyan Emperyalistleri boşuna 21 parçaya bölmemişlerdi bir tek Arap Ulusunu… Bu kadar çok parçaya bölmüşler ve her birinin başına da kukla devlet başkanları, emirler, şeyhler, krallar velhasıl yüreksiz, halk düşmanı, ciğeri beş para etmez birer insan sefaleti getirmişlerdi. Emperyalistler, işte bu insan sefaletlerini, oluşturduğu kukla devletlerin başına, böyle zamanlarda yani Arap Halkı, en zalimane ve vahşiyane katliamlara uğratıldığı anlarda, yukarıda andığımız gibi, insanın kanını donduracak türden ihanetlerde bulunsunlar diye getirmişti. Bunlar da işte görevlerini yapıyorlardı. Kendilerini o devletlerin tepesine oturtan emperyalistlerin verdikleri görevi yapıyorlardı. Başka türlü yapamazlar ki… Efendileri öyle programladı onları… Zaten yapmaya kalksalar anında tekerlenirler, bulundukları koltuklardan. Chavez-Fidel-Morales: İsrail Siyonizmine ve AB-D Emperyalizmine karşı insanlığın sesi oldular gün sonra Gazze’ye bir savaş suçu sayılan fosfor bombaları da kullanmak suretiyle, insanlık dışı bir saldırı, katliam ve işgal başlatıyor. Bunu yapmakla E. Olmert, Tayyip’e ve Gül’e ne demiş oluyor? Siz hikâyesiniz. Ben böylesine önemli bir saldırıyı bile sizinle görüşmeden 5 gün sonra başlatabilirim. Yani Tayyipgiller’i Yalova Kaymakamı yerine koymuş oluyor, E. Olmert. Sen kalkar da ABD’ye elçiler göndererek onlar aracılığıyla; “Beni geriz deliğinden aşağı süpürmeyin. Kullanın.” diye yalvar yakar olursan ABD yetkilileri önünde, E. Olmert de seni tabiî ki adam yerine koymaz. Başka ne bekliyordun ki?.. Tayyip, bu aşağılanmanın verdiği acıyla İsrail’e biraz attı tuttu. Tabiî bu atıp tutmalar, içeride din alıp satarak aldattığı saf, cahil insanlarımızı kandırmaya yönelikti. Bakın ben de İsrail’e karşı sert sözler söylüyorum. Yani ben de bu konuda sizlerle aynı düşüncedeyim. Beni anlayın, demeye getiriyordu Tayyip. Tabiî bu arada da Yahudi Parababası Sami Ofer’e yaptığı bir düzenlemeyle vergi indiriminde bulunmayı ihmal etmiyordu. Tayyip’in bu ikili oyununu, uyanık herkes gibi, İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni de anında gördü. Şöyle değerlendirdi: “Bunlar, halkların tepkisine boyun eğen liderlerdir. Dünyada böyle liderlerden bol miktarda var.” Demek istedi ki T. Livni, bunlar kendi halklarını kandırmak için böyle konuşurlar. Ama bizimle karşılaşınca da uslu çocuklara dönerler. Ayrıca da İsrail’e yönelik hiçbir maddi tepki ortaya koymazlar. Yani İsrail’e maddi anlamda zarar verebilecek hiçbir girişimde bulunmazlar. Bunlarınki palavradır. O palavrayla da kendi halklarını avutmayı başarırlar. Zaten amaçları da bundan ibarettir. Namusun ve onurun ne olduğunu, Chavez ve Morales dünya halklarına göstermiştir. Küba’nın yolundan adım adım sosyalizme yürüyen ve dünyanın başhaydut devleti ABD’ye meydan okuyan Latin Amerika’nın iki yiğit lideri, Hugo Chavez ve Evo Morales, bu olayda da kendilerine yakışanı yaptılar. Dünya Halklarının kendilerinden beklediğini gerçekleştirdiler. Böylece de düş kırıklığına uğratmadılar kendilerini sevenleri ve sayanları: İsrail Büyükelçilerini ve elçilik görevlilerini Venezüella ve Bolivya’dan kovdular. İsrail’i Gazze’de soykırım yapmakla suçladılar. Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ise Siyonist İsrail Devletini zaten tanımamaktadır. Gördüğümüz gibi, dünyada namusun ve onurun gerçek temsilcisi Sosyalistlerdir. Dünya Halklarının gerçek dostu da tabiî ki yine Sosyalistlerdir. Eninde sonunda insanlık tümüyle sosyalizme ulaşacak; insanın insanı hayvan yerine koyduğu sömürü ve yağma düzenleri son bulacak; bu katliamlar, bu canavarlıklar ve tümü de emperyalizm aşamasına varmış kapitalizmin ürünü olan sosyal ayrıcalıklar, eşitsizlikler, kötülükler yeryüzünden silinecektir… Amerakan Gül’ü- Mübarek’i ile el ele... Tayyipgiller’in ikili oynaması Hatırlanacağı gibi, İsrail Başbakanı Ehud Olmert, Gazze saldırısının başlamasından 5 gün önce Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunmuştu. Tabiî AB-D Gül’ü, TC Devlet Başkanı’yla da görüşmüştü. Başbakan Tayyip’le ise tam 6 saat baş başa görüşmüştü. Tayyip’in iddiasına göre, bu uzun görüşmede E. Olmert, Gazze Meselesine hiç girmemiş, dolayısıyla da bu konuya ilişkin bir konuşma olmamış. Peki ne konuşmuşlar? Yine Tayyip’in iddiasına göre; İsrail’in Suriye ile barışmasını konuşmuşlar. Güya Tayyip bu konuda aracılık edecekmiş. Adam kalkıyor, bu uzun görüşmeden 5 Olmert-Tayyip de el ele... 15 Ocak 2009 12 6 Şubat 2009 Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor 50’nci Yılında Küba Devrimi Halklara Umut Olmaya ve Yol Göstermeye Devam Ediyor Baştarafı sayfa 1’de Ve tarih 1 Ocak 1959. Latin Amerika’da küçük bir ada olan Küba’da kıpırdadı halklar. Fidel, Che, Camilo ve Raul yoldaşların önderliğinde Küba Halkı, etkisi 50 yıl sonra bile devam eden ve insanlığa yol gösteren bir devrimi hediye ettiler. Devrimden önce ABD’nin kumarhanesi ve kerhanesi olan Küba, devrim sonrası onur timsali oldu insanlığın. Nasıl olmasın ki?.. Çünkü bu halk; “onur yaşamdan değerlidir” diyen bir önderlik tarafından yönetiliyor yıllardır. Çünkü bu halk; “adayı batırabilirsiniz ama sosyalizmi asla yok edemezsiniz” diyen bir önderliğe sahip. Çünkü bu halkın yolu; “ölüm nereden gelirse gelsin sefa geldi hoş geldi” diyen bir önderin yolu. Çünkü bu halkın önderi; “eninde sonunda dünya tek bir Sosyalist aile olacak” diyerek kendini insanlık davasına adayan bir önder. Küba’nın yiğit önderleri, güçlerini Paris Komünü’nden, Ekim Devrimi’nden alıyorlar. Bilimsel Sosyalizmin şaşmaz yol göstericiliğinde taviz vermeden ilerliyorlar. Özleri Marksist Leninist. 50 yıldır da kaybetmediler o özü. O yüzden Sosyalizmin şanlı bayrağını dünyada dalgalandırma onuru bugün Küba’nın. O yüzden küçük ada meydan okuyor 90 mil ötesindeki ABD Emperyalizmine, boyun eğmiyor ablukaya. Örnek oluyorlar tüm insanlığa. Türkiye Halklarının Mustafa Kemal önderliğinde vermiş olduğu Ulusal Kurtuluş Mücadelesini sahipleniyorlar, örnek alıyorlar Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Mücadelesini. Bilimin ışığında görebiliyorlar okyanuslar ötesinden doğruyu. Kararlı ve inançlı mücadeleleri yol gösteriyor, Yiğit Chavez Yoldaş ve Venezüella Halkına. Yiğit Morales ve Bolivya Halkı güç alıyor Küba Halkının onurlu mücadelesinden. Ve Latin Amerika’dan esen sol rüzgârlar umut taşıyorlar tüm insanlığa. Proletarya Sosyalizminin bu ülkede temsilcileri, Marksizm-Leninizmin 20’nci Yüzyıldaki geliştiricisi Kıvılcımlı Usta’nın öğrencileri Kurtuluş Partililer, gericilik rüzgârlarına karşı yürüyüşünü, sağlı sollu saldırılara aldırmadan, taviz vermeden yıllardır devam ettiriyorlar. Marksizm-Leninizm- Kıvılcımlı düşüncesinin ışığı her olayda önünü aydınlatıyor Kurtuluş Partililerin. İşte o yüzden Türkiye Halklarını İkinci Kurtuluş Savaşı’na götürme, yani halkları kıpırdatma görevi Kurtuluş Partililerin omuzlarında. 1920’lerden beri söylenen her sözün arkasında Kurtuluş Partililer… Bilimli, Bilinçli, Kararlı, İnançlı, Tavizsiz mücadeleler… İşte Kübalı yoldaşlarla bizim ortak noktalarımız. Bu yüzden biz çok iyi anlaşıyoruz yoldaşlarla. O yüzden yüreklerimiz aynı frekansta atıyor. O yüzden yüreklerimizle anlaşıyoruz. Yürekleriyle duyup yürekleriyle anlaşan- lar, bu kez Küba Devrimi’nin 50’nci yılında bir araya geldiler. 27 Aralık 2008 günü Ankara’da Ekin Sanat Merkezi’nde, Devriminin 50’nci yılını, Devrime ve Devrimin önderlerine layık bir şekilde, Küba ve Venezüella’nın temsilcileriyle Kurtuluş Partililer birlikte kutladılar. Küba Devrimi’ni anlatan sinevizyon gösteriminin ardından, Küba Komünist Partisi’nin resmi davetlisi olarak Küba’ya giden Halkın Kurtuluş Partisi Heyetinden Merkez Komite Üyesi Sait Kıran Yoldaş, Küba izlenimlerini aktardı. 50 yılda Devrimin Kü- ba’yı nereden nereye getirdiğini, Sosyalist Küba’nın insanına nasıl değer verdiğini anlattı. Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal Yoldaş, Venezüella Maslahatgüzarı Raul Betancourt Seeland Yoldaş ve Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş, Küba Devrimi’nin o sıcak günlerine götürdüler bizleri. Küba Devrimi’nin Küba Halkına ve tüm insanlığa kazandırdıklarını aktardılar gelen insanlara. Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal Yoldaş, özveri direniş ve mücadele, ama aynı zamanda da kahramanlık, saygınlık ve zafer dolu 50 yılı aktardı bizlere. Özgür ve bağımsız sosyalist ve hümanist Küba’nın dünya halkı için nasıl örnek olduğunu, Bilimsel Sosyalizmin ışığıyla siyasi ve ahlâki süper güç olarak yükseldiğini vurguladı. Venezüella Maslahatgüzarı Raul Betancourt Seeland Yoldaş, Latin Amerika’dan esen sıcak sol rüzgârlarla buluşturdu katılanları. Yüzlerinde devrimin sıcaklığı, o taze hoş kokuları salona doldu, sarıp sarmaladı herkesi o sıcak rüzgârlar... Raul Yoldaş, Küba ve Venezüella arasıdaki ilişkilerin geçmişini aktardı önce. Küba’daki ABD ablukasının kaldırılması, Guantanamo’daki ABD deniz üssünün kapatılması, Miami’deki Küba karşıtı mafyadan, mafya teröründen, ülkelerini korumaya çalışan 5 Kübalı Kahraman’ın serbest bırakılması ve Venezüella’da yapılacak olan başkanlık seçimlerinde, Chavez Yoldaş’ın, Venezüella Birleşik Partisi’nin Başkanı olarak tekrar seçilebilmesine hak tanınması amacı ile parlamentoya sunulacak olan yasa değişikliği için seslerimizi yükseltilmemizi talep etti bizlerden. Sonra ayağa kaldırdı salonu ve 50 yıldır hiç kafasını eğmeden ABD’ye baş kaldıran Küba Devrimi’ni ayakta alkışlattı. “U A Chavez ose Va-Chavez Gitmeyecek” sloganını attırdı kitleye. Ve son olarak Küba ve Venezüella Devrimlerini kendi devrimleri gibi benimseyen Halkın Kurtuluş Partisine teşekkürlerini iletti. Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut Yoldaş, yiğitliklerini anlattı Küba Devrimi’nin önderlerinin. Cesaret vatanına sahip olan gerçek devrimcilerin devrimi gerçekleştirebileceğini, zulme karşı yürüyebileceğini ve halklara önderlik edebileceğini bilinçlere çıkardı tarihten vermiş olduğu örneklerle. Küba Devrimi’ni gerçekleştiren, Birleşik Devletler korkusunu ortadan kaldıran ve onur mücadelesinin komutanları olan önder kadronun, aynı zamanda nasıl alçak gönüllü olduklarını aktardı. Latin Amerikalı yoldaşlarla yüreklerimizin nasıl aynı frekansta attığını gösterdi. Bilimsel Sosyalizmin ışığını yaşanılan son olaylara düşürdü Önderimiz, gerçek devrimci Nurullah Yoldaş. Aydınlandı, gözler önüne serildi bir bir karanlıklar… Kıvılcımlı Usta’nın öğrencilerinin kafası karışık değil Ermeni Sorununda. ABD ve AB Emperyalizminin Ergenekon Maskeli saldırısı kafalarını karıştırmadı Kurtuluş Partililerin. Çünkü Kurtuluş Partililer gücünü MarksizmLeninizm-Kıvılcımlı özünden alıyorlar. Bu özden aldığımız güçle, Halklarımızı örgütleyip, Halide Edip’in dediği gibi: “(...) insanın hayatında sabahı olmayan gece yoktur. Yarın bu geceyi yırtıp müşaşa (Parlayan, parıldayan) bir sabah yaratacağız.” Bu topraklarda eninde sonunda halklar yeniden kıpırdayacak, 1920’lerde yarım kalan işlerini tamamlayarak, ulusal kurtuluşu sosyal kurtuluşla taçlandıracaklar. Bu kıpırdanışı örgütleyip nihai kurtuluşumuz olan Sosyalizmle taçlandırma görevi ikinci kurtuluş savaşçıları olan Kıvılcımlı Usta’nın öğrencilerinin omuzlarında. Bu görev yerine getirilecek. İşte o zaman Dünya bir kez daha görecek Halklar kıpırdadığı zaman neler olduğunu. Dünya görecek, insanlığın sürgit hayvan yerine konamayacağını. Dünya görecek, insanlığın sömürüsüz, sınıfsız bir dünyaya olan özleminin bitmediğini. Ve Dünya görecek, bu topraklarda gerçekleşen sosyalist kıpırdanışın tüm dünya halklarında kıpırdanışa yol açtığını. Ankara’dan Kurtuluş Partililer Halkımıza 50. Yılında Küba Devrimi’ne sahip çıkmak, Emperyalizmin krizine, açlığına, yoksulluğuna, yağmasına, talanına, her türlü insanlık dışılığına, Siyonizm’in Filistin’deki Katliamlarına meydan okumak demektir K üba’da Devrim-Sosyalizm, Dünyanın başhaydudu ABD Emperyalizminin ekonomik ablukasına, siyasi, askeri tüm karşıdevrimci saldırılarına karşın, 50 yıldan beri yiğit, cesaretli, onurlu Küba Halkının kararlılığı ile devam ediyor. Küba, insanlığın geleceği olan Sosyalizmin bayrağını dalgalandırarak, AB-D Emperyalizmine meydan okuyor. Küba Devrimi ve önderleri, başta Fidel Castro, Kahraman Gerilla Ernesto Che keklerle eşit ücret almaktadırlar. - Küba’da, yaşamın her alanında kadın erkek eşitliği sağlanmıştır. Birkaç örnek verecek olursak: tüm teknisyen ve uzmanların % 66’sı, üniversite mezunlarının % 62’si, devlet hizmet sektöründeki işgücünün % 44’ü, avukatların % 61’i, hâkimlerin % 49’u kadındır. - Kübalılar için spor bir kâr alanı değildir. Yarışmadan keyif almak, sağlıklı olmak, birlikte yarışmak onlar için her zaman gurur Guevara, dünyadaki emperyalizme karşı isyan eden, direnen tüm halkların mücadelesinde yaşıyor, yol gösteriyor. Latin Amerika’daki sol rüzgârların, devrimci dalgaların gelişimini sağlıyor. Başta ABD Emperyalizminin kâbusu, Hugo Chavez’in ülkesi Bolivarcı Venezüella, Bolivya’da Evo Morales, Ekvador’da ve diğer ülkelerde halkçı, antiemperyalist yöneticiler iktidara geliyor. Günlerden beri Ortadoğu’da-Filistin’de devam eden ABD-İsrail Siyonizm’inin katliamına, 1000’i aşkın ve çoğu çocuk olan insanın katledilmesine, 4-5 bin insanın yaralanmasına, çocuk hastanelerinin bombalanmasına, insanların bir yere toplanarak öldürülmelerine dünyada en etkili tavrı Bolivarcı Venezüella ve Bolivya koymuştur. Venezüella Hükümeti, İsrail Elçisini ülkesinden kovmuş, Bolivya da İsrail ile tüm ilişkisini keserek, İsrail elçisini ülkesinden göndermiştir. Sosyalist Küba’nın, zaten Siyonist İsrail’le hiçbir ilişkisi yoktur. Ülkemizde ise, Filistin’deki Müslümanların katliamlarından beş gün önce, Başbakan Tayyip Erdoğan, Siyonist İsrail’in Başbakanı Olmert ile saatlerce görüşmüş, anlaşılan o ki katliamdan haberdar edilmiştir. Şimdi, Filistin Halkının gerçek dostu Chavez mi, Morales mi, Fidel mi, yoksa “Müslüman” Tayyip Erdoğan mı?.. Durum ortadadır! kaynağıdır. - Kübalı sporcular, uluslararası spor karşılaşmalarında, olimpiyatlarda, özellikle boks, voleybol, basketbol, kürek, atletizm, eskrim ve beyzbol gibi dallarda, dünya çapında önemli başarılar elde etmişlerdir. - Küba, başta biyoteknoloji ve genetik olmak üzere, bilimin tüm alanlarında önemli gelişmeler, başarılar ortaya koymaktadır. Küba, başta Latin Amerika olmak üzere 50’den fazla ülkeye ilaç ihraç ediyor. ABD’nin ekonomik ablukasına, emperyalist tekellerin tüm engellemelerine karşın, Hepatit-B aşısı, kanser aşısı üretiyor ve dünya halklarının, insanlığın hizmetine sunuyor. Tedavi edici Hepatit-B aşısı da üretim aşamasında. (Bu dünyada ilk.) Kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizmin krizinin sonucu dünya genelinde yüz binlerce, milyonlarca işçi işten atılmakta, insanlar yoksullaşmakta, açlıkla pençeleşir hale gelmektedir. Finans-Kapitalistler (yerli-yabancı Parababaları) kendi ekonomik krizlerin faturasını başta işçi sınıfları olmak üzere dünya halklarına çektirmektedirler. Filistin’de, AB-D Emperyalistlerinin ve Siyonist İsrail’in insanlık dışı katliamı devam etmektedir. Tam da bu dönemde, 50 yıldan beri ABD Emperyalizmine meydan okuyan Küba Devrimine, Sosyalizmine sahip çıkmak, dayanışma içerisinde bulunmak, insanlığın geleceğine sahip çıkmaktır. Bir, iki, üç daha fazla Küba’lar yaratmak gerekir. AB-D Emperyalizmine ve yerli satılmışlar cephesine karşı vereceğimiz İkinci Kurtuluş Savaşı’yla kuracağımız Demokratik Halk İktidarı ve Sosyalizmle, aynı zamanda Enternasyonalist görevimizi yerine getirmiş oluruz. Küba Halkı, Fidel, Raul, Camillo ve Che öncülüğünde 50 yıl önce nasıl ABD’nin kuklası Batista diktatörlüğüne son verip devrimi başarmışsa, bizler de Türkiye devrimcileri olarak, Partimiz Halkın Kurtuluş Partisi öncülüğünde, AB-D Emperyalistlerinin ve yerli satılmışların iktidarına son verip bu görevi başaracağız! Küba Devriminin ve Sosyalizmin kazanımları İnsanlığın kazanımlarıdır - Sağlık ve Eğitim parasızdır Küba’da. - Çocuk ölüm oranı binde 5,3’tür. Bu Dünya Sağlık Örgütünün de kabul ettiği bir oran ve dünya rekoru. (ABD’de bu oran ortalama binde 14, ülkemizde ise Sağlık Bakanlığı verilerine göre binde 16.7’dir.) - Küba’da ortalama yaşam süresi 78 yıl.(Ülkemizde ortalama yaşam süresi 70 yıl) - Küba, çocuklarını difteri, neonatal tetanoz, boğmaca, hepatit B ve Haemofilus İnfluenzae B (HİB) hastalıklarına karşı koruyan beşli karma aşı üretmektedir. (Bu aşıyı dünyada bir de Fransa üretmektedir.) - Küba, başta Latin Amerika olmak üzere, tüm dünya ülkelerine doktor göndermektedir. 1999 yılında Körfez Depremi’nde de ülkemize yardım amacıyla hemen 1000 doktor göndermek istemiş, ancak o zamanki iktidar bunu kabul etmemiştir. - Küba’da okuryazar oranı % 100’dür. - Eğitimin hiçbir aşamasında para alınmamaktadır. Öğrencilerin tüm okul ihtiyaçları (kırtasiye, üniforma vb. malzemeler), devlet tarafından parasız karşılanmaktadır. - Küba’da, kadınlar eşit işe karşılık er- Yaşasın Sosyalist Küba! Bir, İki, Üç Daha Fazla Küba! Yaşasın Halkların Kardeşliği! Selam Olsun 50 Yıldan Beri AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyan Yiğit Küba Halkına! Halkın Kurtuluş Partisi Genel Merkezi 13 6 Şubat 2009 Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor S Küba Devrimi, 50 yaşında AB-D Emperyalizmine meydan okuyor hâlâ% osyalist Kamp yıkıldıktan sonra Fidel’in, Che’nin ülkesine biçilen ömür çok kısaydı. Fidel devrilecek, Küba’da da sosyalizm yıkılacaktı. Öyle sanmışlardı, çünkü tutunacak dalı kalmamıştı Küba’nın. Tüm sosyalist ülkeler bir bir çöküyordu, Sosyalist Kamp dağılıyordu… Küba da çökmeliydi emperyalistlere göre. Bir ay, bir yıl, on yıl, yıllar geçti yıkılmadı! Yıkılmadığı gibi, insanların umudunu yeşertti her geçen gün. Önce Chavez’in Venezüella’sı, ardından Morales’in Bolivya’sı geldi yanlarına ve diğer Latin Amerika ülkeleri… Bundan 42 yıl önce, Sosyalist Gazetesi’nde Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı “Küba Feleğe Meydan Okuyor” demişti. Devrimden bu yana 50 yıl geçti ve Küba meydan okumaya devam ediyor hâlâ… Halkın Kurtuluş Partisi olarak, Küba Devrimi’nin 50’nci yılında, Ankara ve İstanbul’da Küba ve Venezüella Büyükelçiliklerinin katılımıyla Konferanslar, İzmir’de ise görkemli bir dayanışma şenliği düzenledik. İzmir’deki Kutlama Şöleni için, işe Küba Devrimi’ni anlatan 3 bin afişin yapılmasıyla başlandı. Seçim yasakları bahane edilerek 31 Aralık 2008 tarihine kadar izin verilen afişlerle, İzmir’in tüm ilçe ve mahalleleri donatıldı. Dondurucu soğuğa ve şiddetli yağmura rağmen, içimizdeki coşkunun sıcaklığıyla, devrime olan inancımızla işlerden geri durmadık, afişlememizi bitirdik. Afişler biter bitmez, 40 bin adet el ilanı basıldı. Halkımızı, Küba Devrimi’yle dayanışmaya çağıran el ilanları çarşı, pazar, mahalle demeden her yerde, her gün dağıtıldı. Konak’ta, Karşıyaka’da, Narlıdere’de, Üçkuyular’da standlar açıldı. Bu standlarda megafondan halka Küba Devrimi anlatıldı, el ilanları dağıtıldı. Şenliğin başlamasına 1 hafta kala Can Radyo’dan her gün ücretsiz anons yapıldı. Yine Kanal 12’de şenliğin duyurusu yapıldı. 16 ve 17 Ocak’ta 2 araçla sesli anonslar yapılarak İzmir’in tüm mahallelerine gidildi. Yine son iki gün Parti Şapkaları ve önlükleri giyilerek Konak, Karşıyaka ve Alsancak’ta sokak sokak gezilerek, hem el ilanı dağıtıldı, hem de megafonla sesli anons yapıldı. Yani daha etkinlik başlamadan, başarıya ulaşmış oldu. Halkın Kurtuluş Partisi, yaptığı bu faaliyetlerle hem Küba Devrimi’yle içten, samimi bir sahiplenmeyi göstermiş oldu, hem de gerçek bir devrimci partinin ne yapması gerektiğini dosta da, düşmana da göstermiş oldu. Yapılan ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinin her gün bitiminde Partiye dönen yoldaşlar, halkımızın gösterdiği ilgi karşısında daha bir coşkuyla sürdürüyorlardı faaliyetlerini… Başarıyla yürütülen bir çalışmanın ardından, salon hazırlıklarına geldi sıra. Yine aynı heyecan ve coşkuyla şenliğin yapılacağı İzmir Fuarı Atlas Pavyonu’na gidildi görevli arkadaşlarla. Salon günün anlamına uygun döşenmeliydi. Devrimin 50’nci yılı coşkusuna layık bir salon olmalıydı. Ölçüldü biçildi, uygun olan yerlere pankartlar, bayraklar, devrim ustalarının portreleri; Marks-Engels, Lenin, Kıvılcımlı… Küba Devrimi’nin önderleri Fidel, Che, Camillo, Raul… Venezüella’nın sosyalist Devlet Başkanı Chavez… Mustafa Kemal-Lenin… hepsi salonda yerlerini almıştı. Şenliğin başlamasına saatler kala hazırlıklar bir kez daha gözden geçirildi. Her şey tamamdı. Saat 18.30’da salon dolmuş, Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal, Venezüella Bolivar Cumhuriyeti Maslahatgüzarı Raul Betancourt Seeland ve Partimiz Genel Başkanı urullah Ankut yerlerini almıştı. Bir Halk Kurtuluşçu Liseliler kalmıştı derken, dışarıdan sloganlar ve marşlarla içeriye girdiler. Ellerinde pankartları, Küba Devrimi’ni selamlayan dövizleri, Fidel’in, Che’nin, Chavez’in posterleri, dillerinde sloganlarıyla salona coşku kattılar… Partimizin Merkez Komite Üyesi ve İzmir İl Başkanı Avukat Tacettin Çolak bir açış konuşması yaptı. Konuşmasında; Kanlı zalim AB-D’nin Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail, Filistin Halkına kan kusturuyor. Onun için çok öfkeliyiz. Ancak bir o kadar da çok coşkulu ve gururluyuz. Çünkü devriminin 50’nci yılını kutladığımız Küba’mız var, Filistin Halkını katleden İsrail Büyükelçisini Venezüella’dan kovan Chavez’imiz var, dedi. Açılış konuşmasının ardından, Enternasyonal eşliğinde tüm Devrim Şehitleri için saygı duruşunda bulunuldu. Geçtiğimiz yıl Küba Komünist Partisi’nin resmi davetlisi olarak Küba’ya ziyarete giden Partimiz Merkez Komite Üyesi ve Ankara İl Başkanı Avukat Sait Kıran izlenimlerini anlattı. Küba Devrimi’nin başarısını kendi gözlemleriyle anlattı. Sağlıkta ve eğitimde geldikleri aşamalara bizzat tanıklık ettiklerini anlattı. Küba Halkının, AB-D Emperyalistlerine karşı devrimi savunmakta ne kadar kararlı olduklarını anlattı. Ve Kübalıların deyimiyle “görmek inanmaktır” sözü doğrulanmış oldu. Bu konuşmanın ardından, Kurtuluş Partili bir genç yoldaşın hazırladığı Küba Devrimi’nin anlatıldığı sinevizyon gösterimi, salonda büyük bir coşku ve heyecan yarattı. Sinevizyon gösteriminin ardından devrimin 50’nci yıldönümünün haklı gururunu yaşayan Küba Büyükelçisi Ernesto Gomez Abascal Yoldaş coşkulu bir konuşma yaptı. Abascal Yoldaş konuşmasında; Küba Devrimi’nin 50’nci yılında Halkın Kurtuluş Partisi tarafından yapılan bu coşkulu etkinlikten dolayı çok memnun olduğunu söyledi. Abascal, Küba’dan 10 bin kilometre uzakta devrimin 50’nci yılını kutluyoruz ve artık Küba yalnız değil. Venezüella var, Bolivya var. Artık Latin Amerika ABD’nin arka bahçesi değil, dedi. Konuşmasının ardından günün anısına hazırlanan bir plaket, Halkın Kurtuluş Partisi Genel Başkan Yardımcısı Metin Bayyar tarafından kendisine verildi. Ardından yine bir Latin Amerika ülkesi olan AB-D’nin yeni korkulu rüyası Venezüella’nın Maslahatgüzarı Raul Betancourt Seeland Yoldaş mikrofona çağrıldı. Siyonist İsrail’in, Filistin Halkı’nı katletmesine karşı en sert ve en net tavrı alarak, İsrail Büyükelçisini sınırdışı eden Chavez’in ülkesindendi. Konuşması da bir o kadar coşkulu ve heyecanlıydı. Özellikle Partimizin Küba ve Venezüela ile yaptığı dayanışma etkinliklerinden dolayı çok teşekkür ettiğini, Halkın Kurtuluş Partisi’nin Küba, Venezüella ve Filistin gibi halkların hep yanında olduğunu, başta Genel Başkanımız Nurullah Ankut Yoldaş olmak üzere tüm partili Yoldaşlara teşekkür ettiğini söyledi. Raul Betancourt Seeland Yoldaş’ın plaketini de Kurtuluş Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Şahbaz Yoldaş sundu. Sıra Hikmet Kıvılcımlı’dan devraldığı mücadele bayrağını, teorik ve pratik birikimini bizlere taşıyan, bizlere önderlik eden, mücadelenin her anını Kıvılcımlı’nın öğüdüne uyarak yaşayan, Önderimiz, Partimiz Genel Başkanı Nurullah Ankut Yoldaş’a gelmişti. Coşkulu ve etkili konuşmasında, dünya halklarına dost Küba Devrimi’ni anlattı. Alkışlar ve sloganlar eşliğinde sürdürdüğü konuşmasında; Küba Devrimi’ni 40’nci yıldönümünde yalnızca bizim kutladığımı- zı, 50’nci yıldönümünde bizimle beraber birkaç grubun daha kutladığını söyledi. Sözlerini “Halkız Haklıyız Kazanacağız, Venceremos” sloganlarıyla bitirdi. Sırayı, sazıyla sözüyle, bu şenliğe katılmak için turne programını yarıda kesip, hiçbir ücret talep etmeyen, Devrimci Ozan İsmail Hakkı Demircioğlu aldı. Birbirinden güzel halk türkülerini yorumladı. Programını bitirdiğinde bu şenlik için hazırlanan plaket İzmir İl Başkanımız ve Genel Sekreter Yardımcımız Avukat Tacettin Çolak tarafından kendisine verildi. Ardından sırayı Küba Devrimi’ne Karagöz ve Hacivat gözüyle bakan Tiyatroevi aldı. Hazırladıkları oyunda Küba Devrimi’ni anlattılar. Katkılarından dolayı kendilerine teşekkür ettikten sonra, Partimiz MYK Üyesi Safiye Aslan tarafından plaket verildi. Gecenin son sanatçısı İlkay Akkaya ve Grup Kızılırmak’tı. Alkışlar ve sloganlar eşliğinde sahneye çıkan Grup Kızılırmak, birbirinden güzel şarkılarını seslendirdiler. İlkay Akkaya’ya plaketini İstanbul İl Başkanımız ve MYK üyemiz Avukat Pınar Akbina verdi. Atılan sloganlarla, çekilen halaylarla baştan sona çok coşkulu geçen şölen, tam da Küba Devrimi’nin 50’nci yılına yaraştı. Özellikle iki konuk Büyükelçinin değerlendirmesi bizim için çok dikkat çekiciydi. Küba Büyükelçisi Abascal Yoldaş, yaklaşık 10 yıldır Türkiye’de olduğunu, birçok etkinliğe katıldığını, ancak bu kadar kala- D balık ve coşkulu olanını ilk defa yaşadığını söyledi. Venezüella Maslahatgüzarı Seeland Yoldaş da daha önce Almanya’da ve Türkiye’de de etkinliklere katıldığını ancak birkaç yüzlere konuşabildiklerini, bu şölende ise kalabalık ve coşkunun çok güzel olduğunu söyledi. Yine dışımızdan gelen birçok konuğumuz ve halkımız, bu şölenden etkilenmiş olarak ayrıldılar. Bizim açımızdan da Küba Devrimi’ne verdiğimiz önem bir kez daha öne çıkmış oldu. Küba Devrimi’ne ve Önderlerine sahip çıkmak bir insanlık görevinin, bir devrimci görevin yerine getirilmesidir. Dünyanın neresinde olursa olsun her ilerici, devrimci halk hareketini desteklemek, dayanışma içinde olmak Enternasyonalist bir görevdir. Bu görevi başarıyla yerine getirmenin haklı gururunu yaşıyoruz. Selam Olsun Küba Devrimi’ne ve Önderlerine! ice 50’li Yıllara! Yaşasın Küba, Yaşasın Sosyalizm! Viva Cuba, Viva Sosyalizmo! Halkız Haklıyız Kazanacağız! Venceremos! İzmir’den Kurtuluş Partililer Bolivya’da Sosyalist Anayasa kabul edildi ünya halkları krizler ve savaşlarla boğuşuyor. Bir yanda Filistin’de insanlar, yaşlı, çocuk, kadın demeden acımasızca katlediliyor, diğer yanda ABD ve AB Emperyalizminin sebep olduğu kriz, halkları açlığa ve yoksulluğa daha da acımasızca mahkûm ediyor. Ama tüm bu vahşetin ortasında yüreğimizi biraz da olsa serinlen bir haber Bolivya’dan geliyor. Yiğit Devrimci Evo Morales’in iktidara gelmesinin ardından oluşturulan Sosyalist bir toplum inşa etmeye dönük düzenlemeleri içeren anayasanın onaylandığını öğreniyoruz. Referandumu izleyen uluslararası gözlemciler, oy verme işleminin tamamen şeffaf ve demokratik bir ortamda yapıldığını rapor ediyor. Böylece, emperyalistler, Latin Amerika’dan esen sol rüzgârları bir kez daha engelleyemiyorlar. Devlet Başkanı seçilir seçilmez, “ABD’nin kâbusu olacağım” diyen yiğit Evo Morales, emperyalistlerin heveslerini bir kez daha kursaklarında bırakıyor. Tıpkı Bush’a, “Savaş Köpeği” diye haykıran ve “Eğer ABD ülkemi işgal ederse, elde silah halkımla birlikte dağlara çıkarak, onları kovuncaya kadar Bu anayasa; yeraltı ve yerüstü kaynaklarının toplumsal yarar yönünde ve devlet kontrolünde bulunmasını, halkın devlet yönetimine katılımını kurumsallaştıracak eyalet ve mahalle meclislerinin varlığını, büyük toprak parçalarının tek elde toplanamamasını, eğitim ve sağlığın her aşamada ve herkese ücretsiz sunulmasını, ülkedeki 36 ayrı yerli dilinin tanınmasını, bütün yerli topluluklara, atalarının yaşadıkları toprakların tapusunun verilmesini ve özerkliklerinin güvence altına alınmasını öngörüyor. ABD ve AB Emperyalizminin her fırsatta karşı saldırılarına ve engelleme çalışmalarına rağmen Sosyalist Anayasa % 60 “Evet” oyuyla yürürlüğe giriyor. Ve savaşacağım” diyen yiğit Chavez gibi… Tıpkı 50 yıldır feleğe meydan okuyan Küba’da, ABD ve AB Emperyalizminin her türlü ekonomik ve siyasi ablukasına rağmen “Ya Özgür Vatan, Ya Ölüm” diyen yiğit Fidel Castro gibi… Bu durum, Bolivya ve Latin Amerika Halkları kadar, tüm dünya halklarına da umut veriyor. Ve Fidel Yoldaş’ın bir sözünü tekrar hatırlatıyor: “Dünya tek bir sosyalist aile olacak!” Buna inancımız bir kez daha bilendi. Patria o Muerte! Venceremos! 14 6 Şubat 2009 Küba Devrimi 50 Yıldır AB-D Emperyalistlerine Meydan Okuyor Küba Devrimi yüreklerimize umut, mücadelemize hız vermeye devam ediyor! D ünya halklarının başdüşmanı, kanlı zalim ABD Emperyalizmine meydan okuyan, “Ya Özgür Vatan Ya Ölüm” diyen Küba Devrimi’nin 50’nci yılını büyük bir heyecan, coşku ve onurla kutluyoruz. 1929’daki Büyük Dünya Ekonomik Bunalımı’nın bir benzerini yaşadığımız şu günlerde, Küba Devrimi’ni kutlamak daha bir önem kazanıyor. ABD’nin Ortadoğu’daki bekçi köpeği İsrail’in, Filistin’de yaptığı insanlık dışı katliamların yeni yaşandığı bir dönemde, Küba Devrimi’nin yıldönümünü kutlamak daha bir önem kazanıyor. Katil ABD’nin, alçak devlet başkanı Bush’un, görev değişimi sebebiyle Irak’a yaptığı veda ziyaretinde, bir Che hayranı olan Iraklı Kahraman gazeteci Muntazar El Zeydi’nin, Bush’un suratına ayakkabı fırlatarak Irak Halkının ve dünya halklarının yüreğini ferahlatması, Küba Devrimi’ni kutlamanın önemini daha bir arttırıyor. Kurtuluş Partisi olarak Küba Devrimi’nin 50’nci yıldönümünü; Ankara, İzmir ve İstanbul’da Konferanslar ve Şenliklerle kutladık. Ekonomik krizin etkisini gün geçtikçe arttırdığı bir dönemde dünyayı sarsan bu krizden etkilenmeyen iki ülkeden biri (diğeri de Kuzey Kore’dir) Küba. Ülkemizde son birkaç ay içerisinde kriz bahanesiyle 200 bine yakın işçi kardeşimiz işten atılırken, Küba’da kriz bahanesiyle bir tek kişi bile işsiz kalmadı. Küba’da eğitim ilkokuldan üniversiteye kadar ücretsiz. Her türlü sağlık hizmeti ücretsiz. 7 yaşına kadar her çocuğa günde 1 litre süt ücretsiz olarak veriliyor. Çünkü Küba sosyalist bir ülke. ABD Emperyalizmiyle ve onun finans örgütü IMF’yle hiçbir ilişkisi yok. O yüzden de dünyanın başhaydut devleti ABD merkezli ekonomik krizden etkilenmiyor Küba. İşte biz dünya ve Türkiye halklarına umut veren Küba devrimini kutlamakta haklı ve görevliyiz. Mazlum Filistin Halkı’nı Gazze’de katleden İsrail’le hiçbir diplomatik ilişki kurmuyor Küba. Ve İsrail’in katliamlarına karşı ülkesinden İsrail Büyükelçisini ve elçilik görevlilerini kovan Antiemperyalist ve Yurtsever önderlerin yönetimindeki Venezüella ve Bolivya da Küba’dan ilham alıyor. İşte tam da böyle bir dönemde kutlamak gerek, sahip çıkmak gerek Küba Devrimi’ne. Kurtuluş Partisi olarak Ankara ve İzmir’den sonra 25 Ocak’ta da İstanbul Kartal’da Hasan Ali Yücel Kültür Merkezi’nde Küba Devriminin 50’inci yıldönümünü bir etkinlikle kutladık. Etkinlik öncesi İstanbul’un dört bir yanını, İzmit ve Gebze sokaklarını etkinliğin duyurusunun olduğu afişlerimizle süsledik. İstanbul genelinde, Kartal, Kadıköy, Sarıgazi, Samandra meydanlarında yaygın olarak bildiri dağıttık. Sesli ajitasyonla Küba Devrimi’ni anlattık halkımıza, etkinliğimizin duyurusunu yaptık. Etkinlikten bir gün önce Kartal’ı ve çevresindeki bölgeleri ses aracımızla dolaşarak halkımızı etkinliğimize davet ettik. Etkinliğe Küba Büyükelçiliği Birinci Sekreteri Alejandro Simances Marin, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut katılarak birer konuşma yaptı. Ayrıca halk ozanı Ekrem Ataer ve Kübalı Müzik Grubu da konser verdi. Etkinlikte direnişlerden, grevlerden işçi kardeşlerimiz de aramızdaydı. Mücadelelerini henüz zaferle sonuçlandıran Ünsa İşçileri de etkinliğimize katıldılar. Direnişçilerden bir kadın işçi arkadaşımız Ünsa İşçileri adına bir konuşma yaptı. Konuşmasında, mücadelelerinin DİSK, Nakliyat-İş ve Kurtuluş Partisi sayesinde, onların öncülüğünde başarıya ulaştığını belirtti. Geçtiğimiz yıl DİSK/Nakliyat-İş Sendikası’nda örgütlendikleri için işten atılan ve kar kış demeden aylarca direniş yapan, Koç Holding’in olduğu her yeri eylem alanına çeviren Arçelik İşçileri de aramızdaydı. Birleşik Metal-İş Sendikası’nda örgütlenen ve asıl gerekçe sendikal örgütlülük olmasına rağmen kriz bahanesiyle işten çıkarılan Sinter İşçileri de etkinliğimizdeydi. Coşkumuza coşku, heyecanımıza heyecan kattılar. Küba Büyükelçiliği Birinci Sekreteri Yoldaşımız, konuşmasında Küba devriminin 50 yıldır nasıl dimdik ayakta olduğundan, Küba’nın enternasyonal dayanışmasından bahsetti. DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu da Parababalarının krizinin bedelinin İşçi Sınıfımıza ödettirilmeye çalışıldığını belirterek bugün Küba Devriminin yıldönümünü kutlamanın önemine değindi. Kurtuluş Partisi Genel Başkanı urullah Ankut da, Parababalarının krizinden, Ergenekon maskeli saldırıyla laik, yurtsever güçlerin sindirilmeye çalışılmasından, AB-D Emperyalistlerinin Türkiye’ye dönük Yeni Sevr planlarından ve ülkemizin en önemli siyasi meselesi olan Kürt Meselesi’nin devrimci çözümünden bahsederek bu değerli ve doyurucu konuşmasıyla bizi aydınlattı. Yaklaşık 350-400 kişinin katıldığı etkinlik çok coşkulu ve heyecan dolu geçti. İspanyolca ve Türkçe atılan sloganlarla salonda, tam bir enternasyonal dayanışma ve halkların kardeşliği ortamı yaşandı. Küba Halkıyla dayanışmak ve Küba Devrimi’ne sahip çıkmak, insanlık onuruna, geleceğimize sahip çıkmaktır. Küba ve Latin Amerika’dan yükselen diğer onurlu sesler, Venezüella ve Bolivya, yüreğimizi ferahlatıyor, umudumuzu perçinliyor. Dünya Halklarının Umudu Ve Onuru Küba’ya Selam Olsun! Küba Devrimi’nin 50’nci Yıldönümü Kutlu Olsun! İstanbul’dan Kurtuluş Partililer Halkın Kurtuluş Partisi’nin İstanbul’da Düzenlediği Küba Devrimi’nin 50’nci Yılı Kutlamasında Ünsa Direnişçileri adına yapılan konuşma Ünsa Direnişçileri Zaferlerini Küba Devrimi’nin 50’nci Zafer Yılı Kutlamalarıyla Birleştirdi Öncelikle burada herkesi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Ve bize destek verenlere de ayrıca teşekkür ediyorum. (Alkışlar…) Biz Ünsa İşçileri olarak mücadeleye nereden başladık? Biz bir gün işe gittiğimizde, Aralık’ın dördünde, bize işimize son verildiğini ve sözleşmemizin feshedildiğini ve bize iş veremeyeceklerini söylediler. Bizi daha doğrusu, işyerinden içeriye almadılar. Ve biz kapıda kaldık. Taşeron işçisiydik biz. Ve ne yapacağımızı bilmiyorduk… Bizim mesailerimiz, maaşlarımız ve tazminatlarımız içeride kalmıştı. Bunları ödemeyeceklerini söylüyorlardı. Biz bir karmaşa içerisindeydik. Ve o arada bir arkadaşımız bildiği için, bize sendikayı tavsiye etti. Arkadaşımızın vesilesiyle, bu arkadaşımız Sendikayı çağırdığı için, Sendika bize yardımcı oldu. Sendika Başkanımız Ali Rıza Küçükosmanoğlu’na çok teşekkür ediyorum. Ve diğer başkanlarımıza, adını sayamadığım diğer başkanlarımıza da... Çok teşekkür ediyorum… Bize çok yardımcı oldular. (Alkışlar…) Ve Kurtuluş Partisi’ne... Biz her zaman, orada bir mücadele vermemizi bunlara borçluyuz. Biz nasıl mücadele edeceğimizi, nasıl yola çıkacağımızı hiçbir zaman bilmiyorduk. Bunların desteğiyle, onların öğüdüyle, onların gösterdiği yolla çıktık biz mücadeleye. (Direne Direne Kazandık…) Arkadaşlar, Bizim patronumuz bizi yıllarca çalıştırdı ve kapıya koyduğu gün de, bizi tanımadığını söyledi. Böyle bir şey var mı?.. Bizi tabiî ki Başkan’ımızın yardımcılığıyla, Kurtuluş Partisi’nin yardımcılığıyla dedik ya bir yol izledik. Ve birinci işgalimizi gerçekleştirdik işyerimizde. Hakkımızda suç duyurusunda bulundular. Bizi içeri attırdılar. Gözaltına aldılar daha doğrusu. Ama biz birer ifade verdik, geldik. Tekrar geldik işyerimizin önüne. Biz tekrar mücadelemize kaldığımız yerden devam ettik! Ve bizi tanımayan, tanımıyorum diyen işverenden, tanımıyorum sizi dediği halde, biz maaşımızı ve mesaimizi aldık. (Alkışlar…) Ve tekrar bize, “bizden hiçbir şey talep edemezsiniz, sizin tazminat hakkınızı biz ödeyemeyeceğiz, biz sorumlu değiliz” diyen patronumuza karşı tekrar direndik. Ve ikinci işgalimizi gerçekleştirdik. İkinci işgalimizde tekrar yine bizi gözaltına aldılar. Yani yine karakol... Yani dedik ya, ikinci kez karakola düştük. (Sloganlar… Örgütsüz İşçi Köle İşçidir… Örgütlü İşçi Yenilmez…) Biz işçiyiz ya, haksızız ya… Yine karakola düştük biz. Ve orada da bir ifade verdik. Tekrar geri geldik işyerinin önüne. Çünkü yılmadık ki… Yılmayacağız! Bizim orada hakkımız vardı. (Slogan… Baskılar Bizi Yıldıramaz…) Ve biz baskılardan yılmadık. Her akşam evlerimize geldiler. Ziyarete geldiler. Neden dolayı? Biz size acıyoruz orada, dediler. Size yardım edeceğiz, dediler. Size de, işte beş on kuruş verelim susun, dediler. Ama biz hiçbir şeye baş eğmedik! Onlara baş eğmedik biz! Çünkü kimin hakkını kime veriyordu?.. O benim hakkımdı. Çünkü benim hakkımdı o. Bana fiyat biçemez o. Bana fiyat biçemez! (Alkışlar…) Kimin hakkını kime verecekti? Ve Direndik… Direnemeyen arkadaşlarımız oldu. Ve diyoruz ki; sonunda yine kazandık. Ve o direnemeyen ve bize orada desteklerini gösteremeyen arkadaşlara da diyorum ki; bak biz örnek olduk, siz de bizi örnek alın ve gelecektekilere örnek gösterin diyoruz, biz onlara. (Alkışlar… Sloganlar… İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız…) Ve dediğim gibi, Kurtuluş Partisi’ne buradan çok teşekkür ediyorum. Nakliyat-İş Sendikası Başkanlarımıza… Ali Rıza Küçükoğlu’na… Erdal Başkanımız… Barış Başkanımız… (Alkışlar… Sloganlar… İnadına Sendika İnadına DİSK…) Heyecanlıyım, Başkanımız kusura bakmasın, soyadı da uzun ya… Ali Rıza Küçükosmanoğlu’na… Sözümü bağlamak istiyorum. Biz Aralık’ın dördünden beri direndik ve Sendika Başkanlarımızla, Kurtuluş Partililer’in desteğiyle, onların gösterdiği yolla Direndik. Direndik ve kazandık! Dün aldık. Cumartesi aldık haklarımızı yani. Çok teşekkür ediyorum… (Alkışlar… Zafer Direnen İşçilerin Oldu…) 6 Şubat 2009 15 Ünsa Direnişçilerinin zafer yürüyüşü Ünsa’da İşgal: İşgal! Grev! Direniş! Yaşasın Kurtuluş Partimiz! Baştarafı sayfa 20’de Zaten hepsi de aynı konfederasyona, DİSK’e bağlı sendikalar değil miydi?.. Eylemin uzaması üzerine Ünsa’da görevi daha fazla ertelemek mümkün olmadığı için Sinter İşçilerinden ve Önderlerinden mazeret bildirilerek izin istendi. Önderleri gelir-gelmez, İşgalciler çok hızlı bir şekilde son bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, an geçirmeksizin harekete geçtiler. Hep birlikte kapıya yüklenilerek hızlı bir şekilde içeri akın ettiler. Neye uğradığını anlayamayan Güvenlik, o şaşkınlıkla ne fiziki, ne sözlü hiçbir müdahalede bulunamadı. İşgalciler bahçeden geçerek doğruca binanın içine girip bir kat çıkarak, daha önce kararlaştırıldığı gibi ilk önlerine çıkan odaya daldılar. İşgal başarılmış, yer tutulmuştu… Talepler iletilmek için Patron çağrıldı… Patrona, Ali Rıza Başkan ve Nakliyat-İş Avukatı Ayhan Erkan tarafından; Direniş’teki işçilerin ihbar ve kıdem tazminatı ile asgari geçim indirimleri, 5 günlük ücret gibi hâlâ ödenmeyen diğer alacakları ödenene kadar binanın terk edilmeyeceği bildirildi. Patronla görüşmeler sürerken jandarma da hemencecik “olay yerine” intikal ediverdi. Görevleriydi?!! Tüm kapitalist toplumlarda olduğu gibi “birinci vazifeleri” Parababalarını korumaktı… Böylece görüşmelere jandarma da katılmış oldu. Yapılan eylemin kanunsuz olduğundan, fabrikanın boşaltılması gerektiğinden dem vurup duruyorlardı… Ama ne var ki İşgalciler çok haklı bir zemindeydiler. Hiçbir yasal zorunluluğa uyulmadan, tebligat yapılmadan, “Bölge Çalışma”ya ve “İş Kurumu”na hiçbir bildirim yapılmadan, ihbar-kıdem tazminatlarını geçtik, iki aylık fazla mesai ücretleri ve Kasım ayı maaşları bile verilmeden işten çıkartılmışlardı. Direniş’in zoruyla fazla mesailer ve maaşlar alınmıştı ama ihbar ve kıdem tazminatları hâlâ duruyordu. Yasaya göre derhal verilmesi gerekiyordu. Ünsa İşçileri, jandarmaya niye hep patronları koruduklarını soruyor; haklarının patron tarafından gasp edilmiş olduğunu, asıl kanunsuzluğu patronun yapmış olduğunu, tazminatlar alınmadan fabrikayı terk etmeyeceklerini haykırıyorlardı. Bu görüşmeler sürerken, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı ve iki yöneticisi İşgalcilerle dayanışmaya geldi. Sınıf dayanışmasının güzel bir örneği yaşanıyordu… 1-2 saat önce İşgalcilerin Öncüleri Sinter’de onların yanındaydı, şimdi de Sinter Öncüleri İşgalcilere desteğe gelmişlerdi. Gelir gelmez onlar da sınıf kardeşlerinin yanında, patronla ve jandarmayla sürdürülen tartışmalara aktif bir şekilde dahil oldular. Bu tartışmalar sürerken, İşgalcilerin talep- lerini telefonla Hollandalı ortağına iletmeye giden Patron geri geldi. Haşmetmeabları (Hollandalı Parababası) işçilerin tazminat taleplerini tepkiyle karşılamış... İşgalcilerin karşı tepkisi de: “Biz Güney Afrika köleleri değiliz! Hollandalı sömürgeci Güney Afrika’da yüzyıllar boyu sürdürdüğü köleci zihniyetinden kurtulamamışsa Türkiye İşçi Sınıfı ona gereken dersi vermesini bilir!” şeklinde oldu. Bu ara jandarma, fabrika kapısında bekleyen Kurtuluş Partilileri, işçi yakınlarını ve Kızıl Bayrak okurlarını zor kullanarak, yaka-paça gözaltına alıyor, İşgalcilere olan öfkesini onlardan çıkartıyordu. İçeride de hava gerginleşmeye doğru gidiyordu. “Ro-bok-oplar” saldırı için tertibat almaya başlıyor, İşgalciler de kol-kola girerek bedence direnme vaziyeti alıyordu. Patronla yapılan son görüşmede patronun, sorunun çözümü için çalışacağına, Pazartesi (yani iki gün sonra) bir sonuç vereceğine, şirketteki hissesini de işçilere ödeyeceğine söz vermesi üzerine İşgalciler kapıları kapatarak, kendi aralarında yaptıkları bir değerlendirme sonucunda oybirliğiyle işgale şimdilik son verme, sorun çözülene kadar gerekirse tekrar fabrikayı işgal eylemi dahil olacak şekilde Direnişe devam etme kararı aldılar. “Haneye zorla girme” iddiasıyla ilgili olarak ifadeleri alınmak üzere, İşgalciler sloganlar eşliğinde jandarma araçlarıyla saat 19 sıralarında karakola götürüldü. İşgal yaklaşık 6 saat kadar sürmüştü. İfadeler gece saat 22.00’a kadar sürdü. Ünsa İşçileri, yılbaşı gecesinin büyük bir kısmını jandarma karakolunda geçirmiş oldu. Kurtuluş Partililer ise İşgal-Grev-Direnişlerle geçirdiği daha önceki birçok yılbaşı gibi, bu yılbaşını da İşgal nedeniyle karakolda geçirmişti. Ünsa İşçileri için ilk olan şey, öncüleri Kurtuluş Partililer için şanlı bir tekrar oluyordu. Ne mutlu böyle Yılbaşılara!!! Ünsa Direnişi zaferle sonuçlandı Direnişçilerin önderleriyle ikinci işgali gerçekleştirmesi Ünsa işverenini epey korkutmuştu. İşveren direnişçilere elçiler göndermeye başlamıştı. Ünsa işvereninin maşası olan taşeronlar ev ev, kapı kapı gezmeye başlamışlardı. Taşeronlar yetmeyince araya AKP’liler, o da olmayınca CHP’li belediye meclis üyeleri giriyordu devreye. Çantalarındaki paralara ilaveten, iş vaatleri istedikleri sonucu almalarına yetmiyordu. Direniş’in ilk günlerinde, “siz bizim işçimiz değilsiniz, gidin alacaklarınızı taşerondan alın, mahkemeye gidin” diyen işveren, yalvararak para dağıtmaya çalışıyordu; iş teklifleri, usatabaşılık hatta taşeronlara ortaklık bile teklif ediyordu itleri aracılığıyla. Her mücadelede olduğu gibi Ünsa Direnişi’nde de bu oyuna gelen işçiler oldu. Direnişe devam eden işçiler bu durumu; “Kurumuş dallar kırılır, Bizler Çınar ağacıyız. Fırtına da kopsa yıkılmayız.” değerlendirmesi yapıyorlardı. İşveren, Ünsa’da örgütlü olan DİSK/Tekstil Sendikası’nı da kullanarak direnişi kırma çabasına girdi. Bunun üzerine de Tekstil Sendikası bir açıklama yaparak direnişle ilgilerinin olmadığı, Ünsa işvereniyle de bir sıkıntılarının olmadığı yönünde bir açıklama yaptılar. Tekstil Sendikası işi gücü bırakıp, Direnişçilere saldırmaya başlamıştı. Bu açıklama da yetmedi, bir de işyeri temsilcileri Direnişçilere haber gönderiyordu: “İşyerimizi bir daha işgal ederseniz karşınızda bizi bulursunuz.” diye. Önderlerinin ve Direnişçi İşçilerin ceva- bı netti: “Elinizden geleni ardınıza koymayın. Hodri meydan. Her gün buradayız!” Direnişçiler, mücadelenin uzamasından dolayı, ekonomik zorluklarla da boğuşmaya başlamışlardı. 2009 yılının bugüne kadarki en soğuk günlerinde ayaklarında yazlık ayakkabıları ile kilometrelerce yol yürüyerek Direniş alanına geliyorlardı. Kurtuluş Partililer’in evlerde hazırladıkları öğle yemekleriyle karınlar doyuruluyordu. Direnişçiler yoku paylaşmaya başlamışlardı artık. Evlerde sırayla yemekler pişiriliyor, Direniş yerinde kardeşçesine paylaşılıyordu. Ünsa işvereninin yalvar yakar para dağıtması sonucunda, Direnişçilerle DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun, Nakliyat-İş Sendikası’nın kimi yöneticilerinin ve Kurtuluş Partililer’in katıldığı bir toplantı yapılarak gelinen aşama değerlendiriliyordu. Sonuç: Ünsa işvereni alt edilmiş; Zafer Direnen İşçilerin olmuştu. Artık yeni haftaya daha da moralli girilmişti. Direnişçiler, kendilerini arayan taşeronlara hak ettikleri cevapları vermeye başlamışlardı. 21 Ocak Çarşamba günü, Ünsa işverenlerinden biri fabrikaya girerken, Direnişçi İşçilerin gazabına uğradı. Fabrikaya biraz sarsılmış, birazcık da yakası dağılmış olarak girmek zorunda kalıyordu. Kadın Direnişçiler, işvereni döndüre döndüre içeriye yollamışlardı. Kapıda nöbet tutan jandarma da fabrikanın güvenlikleri de işverenin, Direnişçiler tarafından tozunun silke- İkinci İşgal, 7 gün sonra 07.01.2009 tarihinde saat 10 sıralarında gerçekleştirildi. Pazartesi günü için taahhüt edilen sonuç verilmemişti. İlk İşgalde muhatap olunan patronla ve Ünsa’nın avukatıyla sürdürülen telefon trafiğinde, Patron elinden bir şey gelmediğini ifade ediyor, avukat, bir hukukçuya yakışmayacak demagojik kaçamaklara başvuruyordu. İlk İşgalden sonra karakolda ifadeler alınırken, jandarma yetkililerinin Kaymakam vasıtasıyla işyerine Çalışma müfettişinin gelmesinin isteneceği taahhüdünden de bir ses çıkmayınca; Yeni yılın ilk haftasında, İlk İşgalden 7 gün sonra, gene Kurtuluş Partililerin öncülüğünde tekrar içeri dalındı. Bu sefer güvenlik ilk seferki gibi şaşkın değildi. İçeri girişi engellemeye çalıştı. Ama gene başarılı olamadı. Güvenlik engeli, olması gereken bir biçimde aşıldı. İşgal ikinci kez de başarıya ulaşmıştı. İşgalciler, gene jandarma karakoluna götürüldü. İfadelerin alınması, ilk gözaltındakiyle kıyaslandığında olması gerekenden çok daha uzun sürdü. Gözaltılar akşam 22.00’a doğru ancak son bulabildi. Bu sefer “haneye zorla girme” suçlamasına, “güvenliğe mukavemet ve darp” suçlaması da ilave edilmişti. İfadeler bittikten sonra, Ali Rıza Başkan ile Nakliyat-İş Yöneticisi Hakan Aslan’ın kışkırtıcılık yaptıkları, patronu tehdit ettikleri iddiasıyla ikinci kez ifadelerine başvuruldu. Hatta olay anında olay yerinde olmayan, duyum üzerine jandarma karakoluna gözaltına alınanları ziyarete gelen Nakliyat-İş Gebze Şube Başkanı Erdal Kopal, sanki olay yerinden alınmış gibi gözaltına alınarak, aynı suçlamalarla ifadesi alındı ve onun hakkında da kışkırtıcılık yaptığı suçlamasıyla ikinci kez ek ifadesine başvuruldu. İkinci İşgal, İşgalden hemen bir gün sonra, Ünsa’ya İş Müfettişinin yollanmasını sağladı. Direniş’in daha ilk günü, Ünsa’nın ve taşeronunun hukuksuzluklarının ve işçi alacaklarının tespiti için Bölge Çalışma Müdür- ÜNSA Fabrikası’nın taşeronunda çalışan İşçileri Direndiler, Mücadele Ettiler ve Kazandılar! S amandıra’da bulunan Ünsa Ambalaj Çuval Fabrikası’nın alt işvereni-taşeron Doğa Tekstil çalışanı İşçilerin 4 Aralık’tan beri devam eden Direnişleri ücret, fazla mesai, tazminatlar gibi taleplerinin kabul edilerek ödenmesi sonucu, zaferle sona erdi. İşçiler, patronların kendi düzenlerinin krizini fırsata dönüştürmesine izin vermediler. Ünsa Fabrikası’nın taşeronu Doğa Tekstil’de çalışan işçiler, işverenlerin işçi haklarını ortadan kaldırmaya yönelik oyunlarını; kararlı Mücadeleleri, Direnişleri ve gerçekleştirdikleri İşgal eylemleri ile bozdular. Üst işveren olan Ünsa işvereni; işi, alt işveren Doğa Tekstil’e vermiş, Doğa Tekstil de işçileri, işçilerden habersiz Orion isimli bir işçi istihdam şirketinde göstermiştir. Böyle hileli yollara başvurularak; işçilerin ücret, fazla mesai, tazminat haklarını kimin ödeyeceği, kimin sorumlu olduğu konusu tartışmalı duruma sokulmak istenmiştir. Üst işveren olan Ünsa işvereninin, alt işveren Doğa Tekstil ve Orion işvereninin hileli oyunlarını, işçilerin zoru, Direnişleri, iki kez yaptıkları örneği pek görülmeyen İşgal eylemleri bozmuştur. DİSK’in sahip çıkması, dost siyasi partilerin ve halk örgütlerinin dayanışması ile daha da güçlü biçimde Direnişler gerçekleştiren işçilerin, önce ödenmeyen aylık ücretleri ödenmiştir. Daha sonra 31 Aralık günü bir İşgal eylemi gerçekleştirilmiş, jandarmanın müdahalesi ve işverenin; hakların ödeneceği sözü vermesi sonucu işgale son verilmiştir. İşveren sözünü tutmamış, bunun üzerine 7 Ocak’ta ikinci kez İşgal eylemi gerçekleştirilmiştir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü yaratan New Yorklu yiğit Dokuma İşçisi Kadınların geleneğini devam ettiren Ünsa Direnişi’nin Yiğit Kadın İşçileri, cesaretleri ile Direniş’in sonucunu belirlemişlerdir. İşverenlerden biri, Kadın İşçiler tarafından darp edilmiş, yine Kadın İşçilerden Birinin patronun cipinin önüne kendisini atması ve diğer kararlı mücadeleler sonucu, Direniş, Zaferle sonuçlanmıştır. Direniş’in talepleri olan; ücret, fazla mesai ve tazminatlar alınmıştır. İşçiler, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı, Nakliyat-İş Sendikası Yöneticileri ve dayanışmaya gelen devrimciler, toplu olarak iki kez jandarma tarafından gözaltına alınmışlardır. İşyerini işgal etmek, çalışma hürriyetini engellemek, işyerini yağma etmek, işvereni tehdit etmek vb. iddialarla ifadeleri alınmıştır. Direnişçi işçilerin eş ve çocukları da defalarca gözaltına alınmış, ifadeleri alındıktan sonra serbest bırakılmıştır. Ünsa Direnişi’nde anlaşma, ne Doğa Tekstil ne de Orion isimli işverenle olmuştur. Direniş sonunda zaferle biten anlaşma, ilk zamanlar “beni ilgilendirmez, benim işçim değilsiniz, ben sorumlu değilim” diyen üst işveren Ünsa işvereni ile yapılmıştır. Ünsa Direnişi-İşgali kararlı, militan bir mücadele ve kazanımı ile Türkiye İşçi Sınıfı Mücadelesinde yerini almıştır. 02.02.2009 DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu lüğünden Ünsa’ya iş müfettiş yollanması istenmişti, ama müfettiş bir türlü gelememişti. Gecikilen her an, Ünsa ile taşeronu arasındaki hileli/muvazaalı ilişkiyi kanıtlayacak delillerin yok olmasını/yok edilmesini sağlıyordu. Ünsa ve paravan şirketi veya şirketleri arasında öylesine hileli ilişkiler vardı ki… Mesela Direniş’teki işçilerin tamamı kendilerini taşeron Doğa Tekstil’in işçisi sanırken, Direniş sırasında 5-6 işçi dışında Doğa değil de resmiyette Orion Tekstil diye paravan bir şirketin çalışanı olduklarını ve tamamen ve sadece Ünsa’nın işini yapıyor olmalarına rağmen, bu Orion Tekstil ile Ünsa arasında bir hizmet alım sözleşmesinin bile olmadığını öğrenmiş oldular… İşçilerin alın terini gasp eden gerçek suçlu Parababalarını koruyanlar ve gasp edilen hak- kını arayan İşçileri ve Öncülerini suçlayanlar, bir şeyi unutuyorlardı: ekmek mücadelesi, onur mücadelesi aynı zamanda bir demokrasi ve sınıf mücadelesiydi. İşçi Sınıfının, bir avuç azlık olan sömürücülere karşı yürüttüğü bu mücadele ise dünyanın en haklı, en hakkaniyetli ve en meşru biricik mücadelesiydi. Gerisi vız gelirdi… Unutulmasın ki, bu uğurda yürütülen mücadele esnasında Parababaları Düzeninin koruyucuları tarafından İşçi Sınıfı Militanlarına yakıştırılan her türlü “suçlama”, onlar için birer onur nişanıdır. 13.01.2008 lenmesine engel olamamışlardı. İşyeri önündeki jandarma sayısı derhal 5 kat arttırıldı. Direnişçi İşçilerden birinin eşi ve Nakliyat-İş Yöneticisi gözaltına alınarak karakola götürülürken, diğer Direnişçilerin ifadesi fabrika önünde alınıyordu. Çok fazla döndürüldüğü için olsa gerek Direnişçilerden ve Önderlerinden şikâyetçi olan Ünsa işvereni, jandarma karakolunda ilaveten 24 Ocak Cumartesi günü Direnişçi İşçilerle yapılan değerlendirme sonucunda, Direnişçilerin aldığı kararla görüşmeye gidildi: Direnişçiler, Nakliyat-İş Sendikası Yöneticilerinin hesapladığı alacakları gösteren hesap listesiyle fabrikaya girdiler. Ünsa işvereninin kendisinin de bulunduğu görüşmede, Direnişçiler alacaklarının yarısını peşin, yarısını iki eşit taksit halinde alarak yediği omuza karşı bile kafasını yerden kaldıramıyordu. İfadelerden sonra serbest bırakılanlar, Direniş alanına gelince alkışlar ve sloganlarla karşılanıyorlardı… 22 Ocak Perşembe günü, Ünsa’nın en büyük hissedarının cipinin önüne atlayan Direnişçilerin; “Paralarımızı vermeden seni buradan göndermeyeceğiz” diyen işçilerin kararlılığı karşısında, Cumartesi gününde ödeme yapacağı sözünü vererek cipini hareket ettirebiliyordu. mücadelelerini zaferle sonuçlandırdılar. Direnişçi İşçiler, kendilerini Doğa Tekstil isimli bir taşeronda çalışıyor sanırken, Orion İşçi İstihdam Aracılık Hizmetleri Otomobil ve Oto Yedek Parça Servis ve Bakım Sanayi Ticaret Limited Şirketinde çalıştıkları görünüyorlardı. Ünsa işvereninin en çok güvendiği de, bu hileydi. İşçilere sürekli mahkeme yolunu göstermesi de bundandı. Direnişin sonucunda mahkeme yoluyla kazanılması zor olan hakların alınmış olması da Direniş’in ve mücadelenin değerini ortaya koymuş oldu. Ünsa işvereni, Direniş’ten rahatsız olduğu için davalarla vermeme ihtimali olan parayı işçilere vermek zorunda kaldı. Ünsa Direnişi ve İşgalleri, İşçi Sınıfı Tarihindeki yerini onurluca almıştır. Tüm zorluklara karşın kazanımla sonuçlanmıştır Ünsa Direnişi. Geberen kapitalizm olan emperyalizmin krizinin faturasını ödemeyeceğiz diyen Ünsa İşçileri, bileklerinin, yüreklerinin ve mücadelelerinin hakkıyla faturayı Ünsa işverenine ödetmişlerdir. Türkiye Devrimi’nin Önderi ve Dünya Halklarının Devrimci Mücadelesinde Yol göstericisi Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın, biz Kurtuluş Partililer’in elinde dalgalanan Teorik ve Pratik bayrağı, her geçen gün daha da yükseklerde dalgalanmaktadır. Ünsa Direnişi ve İşgalleri, bir kez daha en kör gözlere göstermiştir ki; İşçi Sınıfımız doğru Önderlikte buluştuğunda, en zor mücadeleleri zaferle noktalıyor. Kurtuluş Partililer, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın Teorisi ve Pratiğini dövüştürmeye bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonrada devam edecektir. İşçi Sınıfımızı, emekçi halkımızı örgütleyerek Demokratik Halk İktidarını kuracak ve Parababaları düzenine son verecektir. İşgal! Grev! Direniş! Yaşasın Kurtuluş Partimiz! Yaşasın Ünsa İşgalimiz! İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız! Şan Olsun Ünsa Direnişçilerine, İşgalcilerine, Önderlerine! Yaşasın Ünsa Direnişimiz! Yaşasın Ünsa İşgalimiz! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi! 16 6 Şubat 2009 Ünsa Direnişçilerinin zafer yürüyüşü Zafer kazanan Ünsa İşçileri: “İşçi Sınıfı ekmeğine artık sahip çıkmalı”, “Mücadele ettiğin sürece mutlaka kazanırsın” Ünsa İşçileri, Kurtuluş Partililer’in önderliğinde yürüttükleri mücadelelerini başarıya ulaştırdılar. Kurtuluş Partisi, Direniş’in başarıyla sonuçlanmasının ardından, 31 Ocak’ta Ünsa İşçileri ve ailelerin katılımıyla bir kutlama etkinliği düzenledi. Etkinlikte görüştüğümüz Ünsa İşçileri, Proletarya Sosyalistleri ile birlikte yürüttükleri Mücadelede-Direniş okulunda gördüklerini-öğrendiklerini anlattı. K urtuluş Yolu: Bir Direniş yürüttünüz, mücadele ettiniz, iki kez işyerini İşgal ettiniz ve sonunda zafer kazandınız. Öncelikle sizleri tebrik ediyoruz. Mücadeleniz nasıl başladı? Melahat: Bu Direniş’e başlama kararımızı Aralık ayının 4’ünde, patron “ben işyerini kapatıyorum, maaşlarınızı veremiyorum” demesiyle aldık. İçeride fazla mesailerimiz, en önemlisi tazminatlarımız vardı. En az 3 yıldır orada çalışan arkadaşlarımız var. Bu haklarımızı alacağız, dedik. Mahkemeye gidilebilirdi. Ama bu uzun yoldu. Bizim kısa zamanda paraya ihtiyacımız vardı. Çünkü biz işçiyiz. Maaşımız olmadan geçinmemiz mümkün değil. Aramızda Güven Arkadaş vardı. Daha önce Rozi Direnişi’ni gerçekleştirmişler. Barış Başkan’la orada tanışmışlar. Onun vasıtasıyla Direnişimiz başladı. Bayram dönüşünde 15’inde Direniş başladı. tik. Hacer: İşten çıkartıldık. Kurtuluş Partisi ilk gün geldi, yol gösterdi. Ünsa’nın önüne gittik; sloganlarla gittik. 15 gün sonra işgal yaptık. Ondan sonra patron Ata Baykal söz verdi. Gözaltına alındık. Görüşme talebimiz kabul edilmedi. Bunun üzerine ikinci kez fabrikayı işgal ettik. Tekrar gözaltına alındık. Sürekli fabrika önündeydik. Taksim’de eylem yaptık. dan sözüne sadık durmayanlar oldu. Onlar olmasaydı belki daha kolay olurdu. Kadriye: Bu mücadelede doğruyu yanlışı gördük. Dostumuzu düşmanımızı da gördük. Nerede ne yapacağımızı gördük. Bu bizim açımızdan çok önemli bir sonuç. Barış Başkan, Erdal Başkan sayesinde bir araya geldik. Onlar bize çok şey öğrettiler. Öncesinde hiçbir hakkımızdan haberimiz yoktu. Örgütlülüğü, mücadeleciliği, beraberliği gördük öğrendik. Kurtuluş Yolu: Sizler epey kısa bir süre içerisinde böyle bir sonuca ulaştınız… Raife: Büyük bir başarı. 6 sene o işyerinde çalıştım, hiçbir şey görmedim. Ama bir ay gibi sürede her şeyi gördüm. Direndik ve kazandık. Çok güzeldi. Hacer Melahat Kurtuluş Yolu: İşten çıkarılma gerekçesi olarak patron ne söyledi? Hangi haklarınız verilmedi? Saadet: İki aylık mesailerimiz, maaşlarımız, tazminatlarımız içerideydi. Doğru düzgün bir gerekçe de gösterilmedi. Bizim bölümümüzden sadece 85 kişi işten çıkarıldı. Toplamda daha fazla çıkarıldı aslında. Murat: Güven aracılığıyla Kurtuluş Partisi’yle tanıştık. Direkt Partiyle tanışarak mücadeleye girdik. İlk günden son güne kadar kar, yağış, soğuk demeden; sabah, akşam bizi hiç yalnız bırakmadılar. Hep onlarla bir aradaydık. Onların sayesinde zaten bu mücadeleyi kazandık. Kurtuluş Yolu: Peki bu mücadele sırasında neler yaptınız? Eylem ve işgallerinizi aktarır mısınız? Melahat: Ayın 15’inde oybirliği ile karar alarak Direniş’e başladık. Patron bizi tanımadığını söyledi. Yılbaşında İlk İşgalimizi gerçekleştirdik. Hava şartları o kadar kötüydü ki, soğukta duramıyorduk. İşgal sırasında patron, “ben hissem oranında pazartesi günü haklarınızı vereceğim” dedi. İşgalden sonra karakola götürüldük, ifade verdik. Pazartesi oldu, cevap yok. Herkes çok gergindi. Zor durumdaydık. İçeriyi tekrar İşgal ettik. Yine gözaltına alındık. Biz de patrondan şikâyetçi olduk. Jandarma, “yaptığınız yasadışı” diyordu. Biz yasadışı bir şey yapmadık. Hakkımızı istedik. Gözaltından sonra tekrar Ünsa’nın önüne gittik, eyleme devam ettik. Kurtuluş Yolu: DİSK’in destek için sizinle birlikte gerçekleştirdiği bir eylemi oldu. Taksim’de engellemelere rağmen militan bir eylem gerçekleştirdiniz… Böylesi mücadeleler, eylemler sık olmuyor… Murat: Evet, Taksim’deki eylemimiz gerçekten güzeldi. Polis izin vermedi. Basın açıklamamızı yaptıktan sonra İstiklal Caddesi’nde yürümek istedik. Polis izin vermedi, barikat kurdu. Biz de bunu protesto etmek için oturma eylemi yaptık, direndik. Polis sonunda bizim kararlılığımızı gördü, geri adım atmak zorunda kaldı. 2.5 saati aşkın bir eylem yaptık Taksim’de. İstiklal’de de yürüyüşümüzü gerçekleştirdik. Hep bizi yıldırmaya çalıştılar. Patronun sözünü tutmaması üzerine de zaten fabrikayı ikinci kez İşgal ettik. Ne olursa olsun, dedik. Jandarmayı, askeri karşımıza çıkarttılar. Biz orada gözaltına alındık ancak pes etmedik. Ertesinde mücadeleye devam et- Kurtuluş Yolu: Sonuç olarak, neler kazandınız? Saadet: Bayramdan önce mesailerimizi aldık. Maaşlarımız verilmeden işten çıkarılmıştık. Onları aldık. Tazminatlarımızı aldık. Kıdem tazminatlarımızı aldık. Gasp edilmiş haklarımızı aldık. Kurtuluş Yolu: 39 gün süren Direnişiniz boyunca kararlı, militan bir mücadele yürüttünüz. İki defa fabrikayı işgal ettiniz. Daha önce herhangi bir Direniş-İşgal içinde yer aldınız mı? Böyle bir deneyiminiz var mı? Saadet: Hepimiz için ilkti. İlk defa böylesi bir mücadele içinde yer alıyoruz. Benim de ilk işe girişimdi. Böyle sonuçlandı. Yine Kurtuluş Partisi ve Sendikacılarımız olmasaydı biz çoktan dağılırdık. Jandarmaya, polise nasıl direneceğimizi bilmiyorduk. Daha doğrusu direnebileceğimizi bilmiyorduk. Biz kendi haklarımızı bilmiyorduk ki. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Şimdi öğrendik. Onlar olmasaydı ne mücadele başlardı, ne kazanırdık. Raife Kurtuluş Yolu: Bundan sonra yeni işyerlerinde, mücadelede sizleri görecek miyiz? Melahat: Birlik ve dayanışma içerisinde patrona karşı duracağız. Sonuçta onları patron yapan biziz. Onlar bizim sırtımızdan geçiniyorlar. Biz çalışmazsak onlar nereden patron olacaklar? Kendi başına mı çalışacak? Patronlar bunu işçiye hissettirmiyorlar. Üç kuruş para verip oyalıyorlar. Sadece çalıştırıyorlar. Hiçbir sosyal faaliyetimiz olmuyor. Bunlar bizim hayatımızı alıyorlar. Hasan: Sendika nedir, ben de bilmiyordum. DİSK’in, Ali Rıza Başkan’ın sahip çıkması, verdiği destek sonucunda paralarımızı aldık. Kurtuluş Partisi olmasaydı biz dağılırdık. Mahalleden geçiyordum. Herkes bana paraları alamazsın, boşuna gitme diyordu. Onlar anlamıyordu. Bizim çalıştığımız işyerinde Sendika’nın bir temsilcisi vardı. Mahallede Belediye Başkan Yardımcısı’nın katıldığı bir toplantı yapıldı. Temsilci, toplantıda bizim Direnişi kast ederek: “onlar, orayı kirletiyorlar, ateş yakıyorlar, bunlara bir çare bulun” diyordu. Her taraftan baskı vardı. Kadriye: Bundan sonra girdiğim her işyerinde mutlaka mücadele edeceğim. edince, insan bunları öğreniyor. Gerçekten çok şey öğrendik. Mücadele ettiğin sürece mutlaka kazanırsın. Belki bir ay, belki de çok daha fazla... Ama sonunda kazanırsın. Bundan artık bir şüphem yok. Kurtuluş Yolu: İşçi arkadaşlar bu Direniş’te Kurtuluş Partisi’nin yerini, önderliğini anlattılar. Ünsa Direnişi’nin, İşçi Sınıfı hareketi açısından öne çıkan yönleri nelerdir? Kurtuluş Partisi Kartal İlçe Örgütü İlçe Sekreteri Barış Aşan: 4 Aralık günü, Partimizin daha önce Rozi Direnişi sırasında tanıştığı bir işçi arkadaş, işyerindeki haksızlığı bize bildirdi. Biz Parti Yöneticileri olarak işyeri önüne, Üst işverenin bulunduğu Samandıra’ya gittik. Gittiğimizde işçi arkadaşlarla konuştuk. İşçi arkadaşların kafasında soru işaretleri vardı; haklarımızı alabilir miyiz? diye. İşçilerle, işverenin görüşmesi sonucunda, Ünsa patronu “bizim işçimiz değilsiniz, dolayısıyla gidip alacaklarınızı taşerondan alın” dedi. Bunun böyle olmadığını, yasaları anlattık işçilere... Ertesi gün de görüşüldü. Sı- Kadriye Murat: Eğer bir insan çalışıyorsa gururuyla çalışmalı. Biz kölece koşullarda çalışıyoruz. Bu koşuları ortadan kaldırmak bizim elimizde. Bundan sonra girdiğimiz her yerde bu mücadeleye devam edeceğim. İşçi Sınıfı, ekmeğine artık sahip çıkmalı. Zaman geldi de geçiyor. Hacer: İşçi olarak, sonuna kadar gittiğimiz zaman kazanacağımızı gördük. Direnmen gerektiğini, patronlara hakkını yedirmemen gerektiğini gördük. Kurtuluş Yolu: Artık sınıf bilinçli işçiler oldunuz… Hacer: Evet. Zannetmiyorum bundan sonraki işte kendimizi ezdireceğimizi. O kadar süre soğukta bekleyip mücadele Barış mesidir. İşgaller sırasında Kurtuluş Partililer ve DİSK Yöneticileri, işçilerle beraber gözaltına alındı. Patron mücadele içinde zayıf karakterli işçileri satın aldı. Ama mücadelenin sonucunda “benim işçim değilsin” diyen Ünsa patronu, işçilerle oturup pazarlık yapmak ve paralarını vermek zorunda kaldı. Mücadelenin diğer örnek kısımlarından biri de; böylesi bir mücadelenin sendikal örgütlülük olmadan yürütülmesidir. Bu yönleriyle Ünsa Direnişi Türkiye İşçi Sınıfı tarihinde örnek bir mücadeledir. Halkın Kurtuluş Partisi, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’dan aldığı teorik ve pratikle, İşçi Sınıfı içerisinde mücadelesini bugüne kadar sürdürdü; bundan sonra da sürdürmeye devam edecektir. Zafer İşçi Sınıfının olacaktır. Bizim de görevimiz, onca Direnişin, İşgalin, Grevin deneyimleriyle İşçi Sınıfımıza önderlik etmektir. Hasan DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün’ün, Gözaltına alınan DİSK Örgütlenme Dairesi Başkanı Ali Küçükosmanoğlu ve 55 işçi ile ilgili yaptığı açıklama Hakları ödenmeden isten atılan 55 Tekstil İşçisinin hak arama mücadelesinde DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve 55 İşçi Gözaltında Ekonomik kriz bahane edilerek işten atılan ve hakları ödenmeyen 55 Doğa Tekstil Fabrikası İşçisi’nin, haklarının ödenmesi için işyerinde yaptıkları eylemde işçiler ve Konfederasyonumuz Örgütlenme Dairesi Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu gözaltına alınarak Kartal/Samandıra Jandarma Karakolu’na götürülmüştür. Devletin, kriz fırsatçılığı yapan, işçileri haklarını ödemeden kapının önüne ko- Saadet Kurtuluş Yolu: Haklarınızı almanız dışında bu Direniş sizlere ne kazandırdı? Yani Direniş öncesi ile şimdiki sizler arasında nasıl bir fark var? Melahat: Öncesinde, Direniş öncesinde bir şey alamıyorduk. Ne mesai, ne tazminat… Şimdi ise hepsini aldık. Şunu görüyoruz; hiçbir mücadele boşuna gitmiyor. Önemli olan birlik beraberlik içinde mücadele etmek... Doğru yapılan mücadele mutlaka kazanımla sonuçlanır. Kurtuluş Yolu: Bir anlamda dostunuzu düşmanınızı gördünüz… Murat: Halkın Kurtuluş Partisi’ni kazandık. Güzel dostlukları kazandık. Karşımızdaki patronun kendi çıkarından başka bir şey düşünmediğini gördük. Onun için biz, sadece bir köleyiz. O, bizim sırtımızdan kazanıyor. Saadet: Biz hiçtik. Güven, “sendikayı çağırırız” dedi. Fabrikanın önüne gideriz dedi. O zaman biz de “sendika ne, ne yapacak?” diye sormuştuk. Ama şimdi çok farklı… Birlik olursak hangi engelleri aşacağımızı biliyoruz. Yani “birlikten kuvvet doğar” diye boşuna söylememişler. Aramız- Murat kışan patron bir aylık mesai paralarını verdi. Araya bayram tatili girdi. Ardından Direniş başladı. Parti olarak bunu DİSK’e bildirdik. Müdahil oldu. DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Başkan sürece dahil oldu. Genelde daha önceki mücadelelerde, işçilerin sendikalaşmasıyla beraber işveren sınıfının saldırısıyla Direniş başlıyordu. Burada sendikal bir örgütlenme yoktu. İşçilerin gasp edilen hakları vardı. Burada İşçi Sınıfı mücadele tarihine yaraşır şekilde, Partimizin önderliğinde mücadele yürütüldü. Mücadelenin örnek kısımlarından biri, işyerinin iki kez işgal edil- yan işverenler hakkında yasal işlem yapması gerekirken, en doğal ve meşru haklarını arayan işçileri ve DİSK yöneticilerini gözaltına alması dikkat çekici ve düşündürücüdür. Haksız ve hukuksuz bu uygulamayı protesto ediyor, meşru haklarını arayan işçilerin ve Konfederasyonumuz Örgütlenme Dairesi Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu’nun derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz. 07.01.2009 Haklarını kullandıkları için gözaltına alınan sendika yöneticilerimiz ve Örgütlenme Daire Başkanımız Ali Rıza Küçükosmanoğlu derhal serbest bırakılsın! Topkapı Nakliyeciler Sitesi’nde bulunan Akgün Taş. Otomotiv Tic. Ltd. Şti. ve Yeşil Kargo ak. Ltd. Şti işyerlerinde yasadışı lokavt uygulayarak, Nakliyeciler Sitesi’ndeki işyerlerini kapatıp işçileri açıkta bırakarak faaliyet yerlerini Kıraç’da sendikasız ve toplusözleşmesiz devam ettiren Akgün Lojistik önünde yapılan basın açıklamasından sonra DİSK Örgütlenme Daire Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Nakliyat-İş Sendikası Genel Sekreteri Aziz Cengiz, Örgütlenme Daire Başkanı Abuzer Arslan ve Nakliyat-İş Sendikası İstanbul Şube Sekreteri Hacı Altaş jandarma tarafından gözaltına alınmıştır. Kolluk kuvvetlerinin haksızlığa uğrayan işçileri koruması gerekirken tam tersine işçilere ve sendika yöneticilerine baskı uygulamasını kınıyoruz. Gözaltına alınanlar bir an önce serbest bırakılmalıdır! 22 Ocak 2009 DİSK Yönetim Kurulu 17 6 Şubat 2009 Ünsa Çuval’da Zafer, Direnen İşçilerin Oldu Ç ürüyen, dağılan ve geberen kapitalizm olan emperyalizmin krizinin faturasını, Ünsa İşçileri ödemedi. 15 Aralık’ta başlayan, kara, soğuğa, fırtınaya ve açlığa rağmen Partimiz Yöneticileri Önderliğinde direnen Ünsa İşçilerinin haklı mücadelesi, zaferle sonuçlandı. Ünsa işvereni ve maşası olan taşeronlar, yıllardan beri örgütsüz oldukları için kölece koşullarda çalıştırdığı taşeron işçilerinin maaş, fazla mesai, asgari geçim indirimi, kıdem ve ihbar tazminatlarını gasp etmek istemişti. Üst işveren olan Ünsa patronları, Direnişçi İşçilere; “siz bizim işçimiz değilsiniz, gidin alacaklarınızı taşerondan alın” demişti. Türkiye Devrimi’nin Önderi Ustamız Hikmet Kıvılcımlı’nın “Başta işçi Sınıfımız gelmek üzere” şiarını rehber edinen Partimiz, Ünsa İşçilerinin yardım talebi üzerine; ilk günden, zafere elde edilene kadar Direnişe sahip çıktı ve önderlik etti. Ünsa İşçilerinin hakları gasp edilerek işten atılmalarının DİSK’e iletilmesi sonucunda, DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, sürece dahil oldu. Ünsa İşçilerinin mücadelesi zafere ulaşana kadar, Direnişe önderlik etti. İşveren, daha Direnişin ilk günlerinde, işçilerin yürüttüğü kararlı mücadele sonucunda bir aylık maaş ve fazla mesailerin vermek zorunda kalmıştı. Bu kazanım sonucunda, işçiler, diğer gasp edilen hakları için mücadeleye devam ettiler. İşyerinin önünü eylem alanına çevirdiler. Taksim Meydanı’nda iki saatlik bir eylem gerçekleştiren Direnişçiler, polisin, “İstiklal Caddesi’nde yürüyemezsiniz” diyerek yürüyüşlerini engelleme çabasına, Oturma Eylemiyle cevap verdiler ve polise geri adım attırarak, İstiklal Caddesi’nde yürüyüşlerini gerçekleştirdiler. “Örgütsüz İşçi Köle İşçidir, Örgütlü İşçi Yenilmez” şiarıyla Direnen İşçiler, Parti Yöneticilerimiz Önderliğinde Ünsa işyerini, 31 Aralık ve 7 Ocak günlerinde iki kez İşgal ettiler. İşyeri önündeki jandarma baskısına ve Parti Yöneticilerimizin defalarca Direnişçi İşçilerle birlikte gözaltına alınmasına rağmen mücadele devam etti. 39 gün boyunca, Kadın İşçilerin kararlılığının öne çıktığı Direniş sonunda, taşeron Ünsa İşçileri, alacaklarını o güne kadar kendilerini “tanımayan” ve muhatap almayan üst işveren olan Ünsa’dan söke söke aldılar! Parababaları düzeninin, yarattığı krizin bedelini ödetmek istediği Ünsa İşçileri, İşçi Sınıfımızın son yıllardaki mücadeleleri itibariyle örnek bir mücadele sonucunda zafer kazandılar. Kurtuluş Partililer, Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın Teorisi ve Pratiğini dövüştürmeye bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonrada devam edecektir. İşçi Sınıfımızı, emekçi halkımızı örgütleyerek, Demokratik Halk İktidarını kuracak, Parababaları düzenine son verecektir. Yaşasın Ünsa Direnişimiz! Yaşasın Ünsa İşgalimiz! İşçiyiz Haklıyız Kazanacağız! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! Halkın Kurtuluş Partisi İstanbul İl Örgütü ecla Kıran Yoldaş, bedence aramızdan ayrılışının üçüncü yıldönümünde yoldaşları tarafından anıldı: Necla Yoldaş Ölümsüzdür! “Ölüm adın kalleş olsun” Ölümün yakışmadığı insanlar vardır. İnsanlar vardır yüzlerinden gülücüğün, tebessümün başka hiçbir insana bu kadar yakışmayacağı… İnsanlar vardır hayatları boyunca onur, cesaret, mücadelenin sembolü ve yürekleri insan sevgisiyle dolu… İnsanlar vardır sessiz, abartısız, pozsuz, çalımsız yani bir insanın sadeleşebileceği kadar sade… Bu insanlar, yaşamları boyunca evlerinde kırık bir kanepe, bir tas sıcak aş, tek göz bir oda da olsa dünyanın bütün güzelliklerini oraya sığdırabilecek kadar büyük bir yüreğe sahiptirler. İşte devrimci şairimiz Enver Gökçe’nin de dediği gibi, bu insanları ölüm aramızdan aldığında biz bu ölüme kalleş deriz. Bundan tam üç yıl önce zemherinin yirmisinde ölüm bu kalleşliğini yine yaptı ve Necla Yoldaş’ı aramızdan aldı. Bir halk türküsünde şöyle denir: Bir insan ömrünü neye vermeli, Yolda kalan da bir yürüyen de bir, Harcanıp gidiyor ömür dediğin. Yani sonuç aynı, ama ömrünü neye vereceğin, nasıl yaşayacağın önem kazanıyor. Bir; onurlu, yiğit, devrimci yaşam var, Bir de; korkak, sünepe sadece kendini düşünen bir yaşam... Sadece bugün değil, insanlığın geleceğine dair, kendinden sonrakileri de düşünen, gerisinde yaşanabilir bir dünya ve onurlu bir geçmiş bırakan yaşamlardır değerli olan. Biz bu insanlara; gerçek insan diyoruz. Bugün gerçek insan olmanın yolu da, devrimci olmaktan geçer. Çünkü ancak devrimciler insana yaraşacak bir dünyayı isterler. Yani insanlığın gerçek kurtuluşu olan sosyalizm mücadelesini ancak onlar verebilir. Necla Yoldaş’ımız, yaşamı boyunca hep gerçek insan oldu. Başka bir deyişle Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın da dediği gibi: “Adam gibi adam” oldu. Son soluğuna kadar da öyle kaldı. Tâ ortaokul yıllarından beri girdiği devrimci mücadelesini, üyesi olduğu sendikasında, İnsan Hakları Derneğinde, Hareketimiz içerisinde ve en son olarak da Partimizin kuruluşunda Kurucu Üye görevini alarak sürdürdü. Necla Yoldaş’la bir anım: Uzun süren 1 Mayıs veya benzeri mitinglerde bel ağrılarından bahsederdi Necla Abla. “Biraz otur dinlen” dediğimde “Yok be arkadaş bu sefer de kortej dağılır bu da içime sinmez” derdi. Ağrıları çeke çeke eylemin sonuna kadar ayakta durmayı yeğlerdi. Necla Yoldaş’ı aramızdan alan kanser illetine de, yoldaşımız aynı dirençle, acılarını çevresine belli etmeden dayanmıştı. “Devrimcilik kahırlı bir iştir, ayağının çamura batmasını istemeyen bu yola girmesin” demiştir Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı. Necla Yoldaş’ımız Usta’sına layık bir devrimci olmuştur. Ve Usta’mız gibi son soluğunu verene dek devrimci mücadeleden hiç ayrı düşmemiştir. Spartaküs’ler, Pir Sultan Abdal’lar, Şeyh Bedrettin’ler, Bilimsel Sosyalizmin kurucuları Marks-Engels, Lenin ve Kıvılcımlı Ustalar, Denizler, Mahirler, Faruk Hoca’mız, İsmet Demir, Recep Yoldaş, Saadet Bayyar ve ismini sayamadığımız, kendini insanlık davasına adamış nice devrimciler nasıl halen halkların belleğinde taptaze yaşıyorsa; Necla Yoldaş da Devrimci Mücadelemizde; Direnişlerde, İşgallerde, Grevlerde bizimle beraber yaşayacaktır!.. Ve de yaşatacağız. Partimiz, Necla Yoldaş’ın aramızdan ayrılışının 3’üncü yılında andı. Partimizin Genel Merkez’inde yaşamının ve mücadelesinin anlatıldığı bir Anma düzenleyerek O’na karşı devrimci görevimizi yerine getirdik. Anmada, onunla beraber mücadele etmiş birçok arkadaşımız; Necla Yoldaş daha dün aramızdan ayrılmış gibi konuşmakta ve duygularını ifade edebilmekte zorlandılar. Bir kez daha, anmada bulunan arkadaşlar tarafından Necla Yoldaş’ın bize sunduğu örnekte olduğu gibi insanın ömrünü neye vermesi gerektiği bilince çıkarılmış oldu. Selam Olsun Bizden Önce Geçene, Selam Olsun Savaşırken Düşene! ecla Yoldaş Ölümsüzdür! Ankara’dan Kurtuluş Partililer K Kurtuluş Partisi’nden Gebze’de Parababalarının Krizine karşı miting Krizin faturası İşçi Sınıfına değil patronlara! urtuluş Partisi, kriz bahanesiyle işten atılmalara, pahalılığa ve zamlara karşı Gebze Cumhuriyet Meydanı’nda 28 Aralık 2008’de yaklaşık 200 kişinin katılımıyla kitlesel bir basın açıklaması gerçekleştirdi. İçinde yaşadığımız günler İşçi Sınıfımız ve emekçi halkımız için gerçekten zor günler. Emperyalizmin doğasında olan kaçınılmaz krizlerinden birini daha yaşıyoruz. Bu seferki 1929’dan bu yana yaşanan en büyük ve önemli bir ekonomik kriz. Merkezi ABD olan kriz tüm dünyaya yayıldı, yayılıyor. Ülkemiz de bundan Tayyipgiller’in “teğet geçer” kandırmacalarına rağmen fazlasıyla payını alıyor. Gün geçmiyor ki, kapatılan, üretimi belirsiz sürelerle durduran fabrikaları, dolayısıyla da işten atılan işçi kardeşlerimizin haberini almayalım. Krizi fırsat bilen işverenlerin aylarca işçilerin maaşını ödemediğini veya maaşlarda düşüşe gittiğini duymadığımız gün yok gibi. Yapılan araştırmalar krizden etkilenmeyen sektörleri sağlık ve kozmetik olarak gösteriyor. Fakat hastalardan ve sosyal güvenlik kurumlarından parayı peşin alan özel hastaneler, aynı kârlılığa devam ederken, kriz bahanesiyle işçilerin maaşını ödemiyor. Krizi kendisi için fırsata çeviriyor. Bu birçok sektör için de geçerli aslında. Elbette dünyada krizden etkilenmeyen ülkeler de var. Bunları saymadan da geçemeyeceğiz. Çünkü bu ülkeler, krizin gerçek nedeninin emperyalizm, Parababaları düzeni olduğunu gözler önüne seriyor ve yüreğimizi ferahlatıyor. Kim bu ülkeler? ABD Emperyalizmi ve onun ekonomik zor örgütü IMF’yle hiçbir ilişkisi olmayan Sosyalist Küba ve Kuzey Kore. Yine Venezüella ve Bolivya da görece diğer dünya ülkelerine göre daha az etkileniyor bu ekonomik krizden. Çünkü bu ülkeler de antiemperyalist ve yurtsever liderlerce yönetiliyor ve Sosyalizm yolunda ilerliyor. Kurtuluş Partisi olarak Parababalarının krizinin faturasının İşçi Sınıfımıza ödettirilmeye çalışılmasına karşı, Parababalarının krizi fırsata dönüştürmeye çalışmalarına karşı kitlesel bir eylem yaptık, İşçi Sınıfının Anadolu yakasındaki merkezi Gebze’de. Eylem öncesi hazırlık çalışmalarımız da başlı başına birer eylem oldu. İs- tanbul’un özellikle işçi semtlerinde ve Gebze’de işçi servislerinin kalktığı yerlerde sabah servislerine krizle ilgili bildirimizi dağıttık. İşçi Sınıfımızı eyleme çağırdık, krizin bedelini ödememek için, Parababalarına ödettirmek için mücadele etmekten başka çaremiz olmadığını anlattık. Yine İstanbul’daki merkezi yerlerde, İzmit ve Gebze’de meydanlarda aynı bildirilerimizi dağıtarak halkımızı hem krizin gerçek nedeni konusunda uyardık hem de birlikte mücadeleye çağırdık. Binlerce afiş yaptık, İstanbul, İzmit ve Gebze’de. Eyleme çağrı içeren ozalitlerimizi Gebze’nin merkezi yerlerine astık. Ev toplantıları yaptık. İnsanlarımızla bir araya gelerek kriz konusunda bilinçlendirdik, nasıl mücadele edeceğimizi tartıştık. Yine merkezi yerlerde İşçi Sınıfımızı ve emekçi halkımızı eyleme çağıran el ilanlarını dağıttık. Günler öncesinden başlayan hazırlıklarımızla, Direnişte olan çeşitli işyerlerinden işçi kardeşlerimizin ve Bursa’dan Kurtuluş Partili Yoldaşlarımızın da katılacak olmasıyla büyük bir heyecan yaşadık. İçimiz içimize sığmadı. Gebze’de daha önce de eylem yapmıştık. 15-16 Haziranları kutlamıştık. Ama ilk kez böyle kitlesel bir eylem yapacak olmanın heyecanı ve coşkusuyla gece uyuyamadık, Gebze’li yoldaşlar olarak. Eylem günü Gebze’nin en kalabalık caddesi olan Eski Çarşı’dan, eylemi yapacağımız Cumhuriyet Meydanı’na kadar düzenli kortejimizle, pankartlarımız, bayraklarımız, dövizlerimiz ve sloganlarımızla yürüdük. Daha önce bu cadde- den pankartlı yürüyüşe izin vermeyen polis, kalabalık karşısında çaresiz kaldı ve yürüyüşümüze devam ettik. Eylem alanında ses düzenimiz kurulmuştu. Kriz bahanesiyle işten atılan ve direnişlerle haklarını arayan Sinter Metal İşçileri, Ünsa Ambalaj İşçileri, Dostel Makine İşçileri, Philips İşçilerinin de katıldığı eylemde basın açıklamasını Kurtuluş Partisi Kartal İlçe Sekreteri Barış Aşan yaptı. Ardından Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan ve 22 Aralık’ta fabrikalarını işgal eden, o günden beri de direnişte olan Sinter İşçileri; 4 Aralık’tan beri Direniş’te olan ve “Hakkımızı Söke Söke Alırız!” diyen Ünsa İşçileri ve Philips İşçileri adına birer işçi arkadaş da konuşma yaptı. İşçi kardeşlerimizin yaptığı konuşmalar, söylediğimiz türküler, çektiğimiz halaylarla eylemimiz küçük bir mitinge dönüştü. Gebze Halkı’nın ilgisi yoğun oldu. Sloganlarımızı hep birlikte attık. Cumhuriyet Meydanı’nı doldurduk. Basının ilgisi de dikkat çekiciydi. Ertesi gün tüm Gebze yerel basınında eylem haberimiz geniş bir şekilde yer aldı. Eyleme DİSK Örgütlenme Daire Başkanı ve akliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu ve diğer sendika yöneticileri ile Birleşik Metal-İş Sendikası Gebze Şube Mali Sekreteri ecmettin Aydın katılarak destek verdiler. Eylemde; “Yaşasın Ünsa Direnişimiz”, “Yaşasın Sinter Direnişimiz”, “Krizin Bedeli Parababalarına”, “İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek”, “Filistin Halkı Yalnız Değildir”, “Yaşasın Halkın Kurtuluş Partisi” sloganları atıldı. Kurtuluş Partisi olarak nerede kriz bahanesiyle işten atılan işçiler varsa, buna karşı mücadele eden işçiler varsa orada olacağımızı, buraları eylem alanına çevireceğimizi, Parababalarının krizi fırsata çevirmesine izin vermeyeceğimizi haykırdık bir kez daha. Parababalarının, kriz bahanesiyle işten çıkardığını duyduğumuz, bildiğimiz işyerlerine, işçi kardeşlerimize yangın yerine koşar gibi koşacağız. Krizin faturasını İşçi Sınıfımız değil, Parababaları ödeyecek. Emperyalizm var oldukça onun krizleri de var olacaktır. Onun için tek gerçek kurtuluşumuz, tek gerçek hakça düzen olan Sosyalizmdir. Gebze’den Kurtuluş Partililer Derleniş Yayınları ve Kurtuluş Yolu Çukurova Tüyap Kitap Fuarı’nda A dana Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’nde düzenlenen kitap fuarında açtığımız stantta Gazetemiz Kurtuluş Yolu ve Derleniş Yayınları’nca yayımlanan kitaplarımızla, bir yandan teorimizi Çukurova halkına ulaştırırken, diğer yandan yeni ve sıcak ilişkiler geliştirdik. Halkın Kurtuluş Partisi’nin çeşitli afişleri ve Ustamız Hikmet Kıvılcımlı’nın pankartıyla; Marks, Engels, Lenin, Mustafa Kemal, Che ve Castro’nun resimleriyle donattığımız standımız, gerek görsel açıdan gerekse stant başı sohbetleriyle önemli bir ilgi odağı oldu. Partimizi ve Kıvılcımlı Usta’yı duyan-izleyen kimi insanlarımızın yanı sıra, çeşitli siyasi gruplardan kişiler de standımıza uğrayarak sorularını ve fikirlerini yönelttiler, kitap, gazete, broşür ve bildirilerimizi aldılar. Fuar süresince, pek çok yayınevinin düzenlediği çeşitli paneller gerçekleştirildi. Bu kapsamda, Derleniş Yayınları olarak Av. Do- ğan Erkan’ın yönettiği, Halkın Kurtuluş Partisi Mersin İl Başkanı Arif Çakır’ın konuşmacı olduğu “AB-D Emperyalizmi ve Birinci Kurtuluştan İkinci Kurtuluşa Türkiye” başlıklı bir panel gerçekleştirdik. Doğan Erkan Yoldaş, Lenin Usta tarafından öngörülen Ulusal Kurtuluş Hareketleri ile Proleter Devrimlerin doğal müttefikliği tespitini kısaca açıkladı. Panel; Arif Çakır Yoldaş’ın konuşmasıyla devam etti. Gerçek olaylara dayanarak somut kanıtlarıyla ortaya koydu. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’nın ve önderlerinin ilerici niteliği, bu niteliğin Üçüncü Enternasyonal Doğu Halkları Kurultayı ve Lenin Usta’nın önderliğindeki Sovyetler Birliği tarafından duruca kavranarak kurulan ittifakı detaylarıyla anlatıldı. Bu tarihsel gerçekliği kavrayarak bugünkü mücadelesini bu hatta oturtan yegane partinin Halkın Kurtuluş Partisi olduğunu vurgulayan Arif Çakır Yoldaş, bugün kerte kerte yitirilmiş olan Ulusal Kurtuluş’un Sosyal Kurtuluş demek olan Sosyalizmle taçlandırılarak er-geç yeniden kazanılacağını söyledi. Çakır, hedefin yeni bir Sovyet Birliği demek olan Türk-Kürt Sosyalist Cumhuriyeti kurmak olduğunu belirtti. Panel’e Adana, Mersin, Antep, İskenderun, Samandağ, Antakya bölgelerinden Kurtuluş Par- tililerin yanı sıra Fuar’a gelen pek çok okur da katıldı. Yaklaşık 70 kişilik katılımla Fuar’ın en kabalık panellerinden biri gerçekleştirilmiş oldu. Fuar katılımcıları, İsrail’in Gazze’ye yaptığı insanlık dışı saldırıyı protesto etti Fuar’ın ikinci günü, devrimci-demokrat yayınevlerince İsrail’i protesto eylemi düzenlendi. Yayınevimize yapılan çağrı üzerine hazır bulunan arkadaşlarımızla bizler de eyleme katıldık. Fuar ve Kongre Merkezi’nin hemen girişinde düzenlenen eylem sırasında “Katil İsrail Filistin’den Defol”, “Katil İsrail, İşbirlikçi AKP”, “Filistin Halkı Yalnız Değildir” vb. sloganlar atıldı. Böylece Çukurovalı okurların bu insanlık dışı saldırıya karşı dikkatleri çekilerek kitap fuarından da insani bir haykırış yükselmesi sağlanmış oldu. Türkiye Halklarının biricik Kurtuluş Yolu olan Usta’mız Hikmet Kıvılcımlı’nın teorik hazineleri ve kurtuluş kavgasının önder partisi Kurtuluş Partisi’nin mücadele hattı, Çukurova halkıyla da buluşuyor. Bu buluşma kitleselleştiğinde, Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızın başlangıcında direnişlerle emperyalistleri topraklarından atan Çukurova ve yiğit Çukurova halkı da, Halk Kurtuluş Cephesi’ndeki haklı yerini elbet alacaktır. Selam olsun, kendisini Halkların Kurtuluş Davası’na adayan tüm gerçek devrimcilere! Çukurova’dan Kurtuluş Partililer 18 6 Şubat 2009 “Açık Toplum” çakalları kürk değiştiriyor Baştarafı sayfa 20’de vil ağlar” örme girişimlerine dâhil olur. Özellikle sosyalist ülkelerde alttan alta “İnsan Hakları”, “Barış”, “Demokrasi”, “Sosyal Yardım”, “Açık Toplum” diyerek, ama asıl önemlisi para dökerek, CIA ile birlikte Batı yanlısı propaganda yapar ve örgütlenir. Sosyalist ülkelerdeki sosyalistlerin uyuması sayesinde bu tür örgütlenme emperyalizm açısından çok da başarılı olur. Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa sosyalist ülkeleri yıkılınca Soros’un Açık Toplum Enstitüsü daha fütursuzca örgütlenmeye girişti. Bugün kendi sitelerinde Açık Toplum Enstitüsü’nün tüm dünyada 60 ülkede örgütlenmiş olduğu belirtiliyor. Bu örgüt yapısının temel birimlerini vakıflar oluşturuyor. Soros, kendisini ABD muhalifi hayırsever bir dolar milyarderi olarak gösterir. ABD Emperyalizminin aracı olmasına rağmen, Soros ABD’yi ve emperyalizmi yeren sunturlu sözler söyler. Örneğin: “ABD’de orta sınıfın ve yoksulların aleyhine zenginleri kayıran ve devletle büyük şirketlerin habis ittifakını temsil eden Bush’un doktrini, ‘Amerikan üstünlüğü’ görüşüne dayanıyor. ABD’nin dünyanın egemen gücü olduğunu, bu egemenliğin bütün uluslararası anlaşmaların önüne geçtiğini savunuyor. Dinsel köktencilik ile piyasa köktenciliğini buluşturan bu ‘yeni muhafazakâr’ görüşler, sosyal Darwinciliğin kaba bir versiyonudur. Bunlar terk edilmeli ve ‘halkların egemenliği’ni esas alan yeni bir sistem kurulmalı.” (www.tempodergisi.com.tr) Doğru söze ne denir? Bugün yaşadığımız ekonomik bunalımın nedeni ve sonuçları üzerine de keskin laflar eder Soros. Reuters bildiriyor: “Milyarder yatırımcı George Soros Pazar günü şu öngörüde bulundu: Mali kriz 1980’lerden beri küresel ekonomiyi borç ve kuralsızlaştırma (deregülasyon) ile sürükleyen ABD merkezli piyasa sisteminin sonu anlamına geliyor. “Soros C ile yaptığı bir söyleşide “Küreselleşme yoluyla küresel mali piyasaların merkezi Amerika dünyanın sahip olduğu birikimleri hortumlamaktadır.” dedi. “Demokrat Parti’nin sadık bir destekçisi olarak Soros, “Bu artık bitmiştir. Oyunun sonu. Bu Amerika için çok ciddi bir derstir”, diye ekledi.” (www.reuters.com, 12 Ekim 2008) Kulağa hoş geliyor. Ne var ki, Soros’un milyarlarının kaynağı dünya emekçileridir. Para oyunlarıyla dünya halklarının birikimlerini söğüşlemiştir. Yani Soros, hem insani amaçlar için yola çıktığını belirtir, hem de dünya halklarını dolandırarak milyar dolarlarını artırır. Bu büyük çelişkiyi de şöyle açıklar: “Para piyasalarında spekülasyon yaparken sıradan bir işadamının karşılaşacağı ahlaki kaygıların çoğunu bir yana bırakacaksınız… Ben para piyasalarında ahlaki kaygılarla kendimi sınırlamak zorunda kalmadım.” (George Soros, Soros on Soros, Aktaran: Friends of Liberty, www.FriendsOfLiberty.com) Görüldüğü gibi, konu para kazanmak (soygun, sömürü) olduğunda ahlâkî değerler bile çiğnenir, her şey mubahtır. Vurguncudur Soros. Sadece para oyunlarıyla yetinmez. Fırsat kaçırmaz. Bu sayede, “Vur–Kaç Kapitalizminin Kıralı” unvanını almıştır. Girdiği yerlerde yapılan emperyalist propagandaların başında “devletin küçültülmesi” tezi gelir. Zaten uluslararası finans kuruluşları da aynı tezi işler. Böylece dünya halklarının birikimleri emperyalistlere, “devleti küçültüyoruz” denerek peşkeş çekilir. Soros, özellikle eski Doğu Avrupa sosyalist ülkelerinde böyle büyük vurgunlar vurmuştur. Kazandığı bu cukka sermayenin bir bölümünü, geri ülkelerde yandaş edinmek için rüşvet olarak dağıtır. Tabiî ki, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemez. Demek ki, söz konusu vurgun olunca, emperyalist çıkarları olunca, bütün o süslü laflar bir yana bırakılır. Aslında bu süslü laflar kamuflajdır. Girilen yerde hem karşıdevrim için, politik ve ekonomik emperyalist çıkarları için çalışmalar başlatılmış olur, hem de kendi cebini doldurur Soros. Bu iki yön birbirinden ayrılmaz. Özetle, vurguncu, rüşvetçi, dolandırıcı, Parababası, emperyalist ajanı Soros’un bir hayırsever, bir insan hakları savunucusu, bir demokrat olduğuna kim inanır? Vakıf Değirmeninin Suyu Nereden Gelir? İkinci Emperyalist Savaş daha bitmeden, Sovyetler’in Stalingrad Zaferi ile savaşın sonu belli olmuştu. Bu zafer Hitler Faşizminin sonunun habercisiydi. Savaşta diri kalan genç, topraklarında savaş görmemiş ABD Emperyalizmi daha o zamandan yeni dünya için kendini hazırladı. Amaç hem emperyalist sömürüyü sağlamlaştırmak, hem de sosyalist dünyayı baskı altına almaktı. Bu amaç kapsamında, aslında gizli servislerin denetiminde olan ama bağımsızmış gibi gösterilen sözde “sivil” örgütlerle donattılar dünyayı. Bu sivil örgütler genellikle “kâr amacı gütmeyen”, masum adlı, hayır kurumu görünümünde, bu nedenle denetimi daha zor, aynı zamanda vergi bağışıklığı olan, daha kolay gözden gizlenebilir vakıflardı. Bu vakıflar öylesine girift ilişkiler içinde iç içe geçmişlerdi ki, vakıfların nasıl finanse edildiğini, arkasında kimin olduğunu saptamak kolay olmuyordu. Arada bir perde arkasında iplerin kimin elinde olduğunu ortaya koyan gelişmeler olduysa da, bunlar genellikle vakıflar ağının büyüklüğü karşısında etkisiz kaldı. İngiliz Gazeteci ve Tarihçi Frances Stonor Saunders bu karmaşık ilişkileri nice sonra, 1999’da belgeleriyle ortaya koydu. Örneğin 1960’ların başındaki durumu öğreniyoruz: “(...) 1964 Ağustosunda çok can sıkıcı bir şey oldu. Kongre üyesi Wright Patman, vergi bağışıklığı olan özel Amerikan vakıflarıyla ilgili bir Kongre araştırması yürütürken, birtakım vakıfların (‘Patman Sekizlisi’ olarak bilinen toplam sekiz vakfın) CIA’ya paravanlık ettiği bilgisi dışarıya sızdı: Gotham Vakfı, Michigan Fonu, Price Fonu, Edsel Fonu, Andrew Hamilton Fonu, Borden Tröstü, Beacon ve Kentfield fonları. Sızan bilgilere göre bu vakıflar birer posta kutusuydu, birer adresten başka bir şey değildi, CIA parasını almak ve parayı görünüşte yasal bir şekilde başka bir yere aktarmak üzere kurulmuşlardı. Söz konusu posta kutusuna para aktarıldıktan sonra ‘ikinci pas’a ya da ‘aktarma’ya sıra geliyordu: paravan vakıf, yasal etkinlikleriyle tanınan belli başlı bir vakfa ‘katkı’da bulunuyordu... “Yasal bir vakıf, CIA tarafından belirlenmiş alıcı bir örgüte bağışta bulunduğu zaman ‘üçüncü pas’ atılıyordu. Houston Post’un yönetmeni ve Hobby Vakfı’nın mütevelli heyeti üyesi William Hobby bunun nasıl işlediğini şöyle açıklıyordu: ‘Bize CIA’dan belli fonların aktarılacağı söyleniyordu. Daha sonra, sözgelimi XYZ örgütünden bir mektup alıyorduk, bizden para istiyorlardı. Biz de veriyorduk.’ Hiç soru sorulmuyordu. ‘(CIA)’nın ne yaptığını bildiğini düşünüyorduk’... “(...) Para CIA’dan geliyor, belli ara istasyonlardan – Gotham, Michigan, Andrew Hamilton, Borden, Price ve Kentfield vakıflarından, Patman Sekizlisi’nin altısından – geçerek Kaplan Vakfı’na aktarılıyordu. Kaplan Vakfı’nın başkanı ve kasadarı Jacob M. Kaplan’dı; hatırlanacağı gibi Kaplan 1956’da Allen Dulles’a (1953-1961 yılları arasında CIA Başkanı – Kurtuluş Yolu) hizmete hazır olduğunu söylemişti.” (Frances Stonor Saunders, Parayı Verdi Düdüğü Çaldı. CİA ve Kültürel Soğuk Savaş, Doğan Kitapçılık, 2004, s. 383) Ortada Arap saçına dönmüş vakıf ilişkileri vardır. Ama suyun başındaki CIA’dır. Değirmenin suyu CIA’dan gelmektedir. Çünkü CIA’da para da ganidir. Yukarıda adı geçen kitapta, Frances Saunders bir CIA ajanının ağzından şu sözleri aktarır: “Hepsini harcayamazdık. Bir keresinde, hatırlıyorum, Wisner (II. Emperyalist Savaş sonrasında CIA’nın atası Stratejik Araştırmalar Servisi’nin Güneydoğu Avrupa operasyonlarının başı, 1950’li yılarda CIA’nın Planlama Bölümü Şefi Frank Wisner – K. Y.) ve murakıpla buluşmuştuk. ‘Aman Tanrım’ dedim, ‘bu kadar parayı nasıl harcarız?’ Hiç sınır yoktu, hiç kimse de hesap vermek zorunda değildi. Hayret edilecek bir şeydi.” (Gilbert Greenway, CIA Ajanı, Aktaran Frances Saunders, age. s. 119) Bu CIA vakıflarını kurmak da pek kolaydır. Bir zamanlar gazeteci olup, 1950’de CIA’nın Uluslararası Organizasyonlar Bölümü Başkanlığına getirilen Thomas Braden’den okuyalım: “Farfield Vakfı bir CIA vakfıydı, daha böyle pek çok vakıf vardı” diye devam etmişti Braden açıklamasına. “Vakıfların adlarını çeşitli amaçlarla kullanıyorduk ama vakıf yalnızca kâğıt üzerinde vardı. ew York’ta zengin ve tanınan birine gidiyorduk, ona ‘Bir vakıf kurmak istiyoruz’ diyorduk, ne yapmak istediğimizi anlatıyorduk, gizli tutulacağına dair şeref sözü verdiriyorduk, o da ‘tabiî kurarım’ diyordu. Sonra onun adını taşıyan antetli mektup kağıdı bastırıyorduk, al sana bir vakıf. Gerçekten çok basit bir işti” (Aktaran, Frances Saunders, age, s. 140) Bu vakıflarda kaynak mümkün olduğunca gizli tu- Hakan Altınay tulur. Bunu sağlamanın bir yolu da kuruluşun kendini politik veya ideolojik olarak ABD siyasetinden bağımsız, hatta ABD’ye karşı göstermesidir. Ayrıca, emperyalist psikolojik savaş kurallarınca “Propaganda yapmanın en iyi yolu, hiç yapmıyormuş gibi görünmektir” (Richard Crossman, İngiliz İşçi Partisi’nin önde gelen antikomünist liderlerinden). Bütün bu vakıf ağları bu genel kurallara az çok uyarlar. İşte Sorosçu kuruluşlar da bu konumdaki vakıflardır genellikle. Antiemperyalist Sözler Ne Kadar İnandırıcı? Soros’un, ABD karşıtı sözlerinin arkasında yatan neden sırıtmaktadır: Halk kitlelerini kandırmak! Ama inceden, has emperyalist propagandası yaparlar aslında. İşte Soros’un, Can Dündar ile 2005 Mayısında yaptığı söyleşide AKP’ye bakışı, doğrudan ABD siyasetinin dile getirilmesinden başka bir şey değildir: “AKP, İslami bir ülkenin en demokratik partisi. Ve bu çok olumlu bir şey. İslami demokrasinin başarılı olması için elden gelen her şey yapılmalıdır. Türkiye diğer İslami ülkelerden farklı bir tarihe sahip olmasına rağmen yine de İslam dünyası için çok değerli bir örnek olabilir.” (Milliyet, 12 Mayıs 2005) Görüldüğü gibi, Soros da “Ilımlı İslam” diyor. AKP’yi “en demokrat” parti yapıyor. “İslami demokrasinin”, dolayısıyla AKP’nin başarılı olması için “elden gelen her şey yapılmalıdır” diyor. Uluslararası Sorosçu örgütlerin en etkililerinden birisi İnsan Hakları İzleme Örgütü’dür (Human Rights Watch). Bu örgüt de antikomünist sivil ağlardan biridir. Bu örgütün kuruluşu, Helsinki İzleme Örgütü (Helsinki Watch) olarak 1978’e dek gider. Amacı özellikle Sovyetler Birliği hakkında dünya kamuoyunda insan hakları ihlalleri konusunda yaygara koparmaktır. Bugün Soros’un başlıca destekçisi olduğu “sivil ağ” birimlerinden biridir. Soros, bu örgütün Avrupa ve Ortaasya Danışma Kurulu’nda yer almaktadır. Bu örgütte 12 yıl yöneticilik yapan Aryeh eier adlı uşak, şimdi Soros’un Açık Toplum Enstitüsü Başkanıdır. İşte Sorosçu olduğu aşikâr olan bu örgütün, Türkiye’de safları en net şekilde ortaya koyan üç olaya, Türban olayı ile AKP’nin kapatılması ve Darbe/Ergenekon olaylarına yaklaşımı. Dinci Basından okuyalım: “Başörtüsü tartışmalarına İnsan Hakları İzleme Örgütü Başkanı Kenneth Roth da katıldı. Özgürlükçü bir yaklaşım sergileyen Roth, başörtüsünün sadece üniversitelerde değil, kamu kurumlarında da serbest olması gerektiğini söyledi.” (Zaman Gazetesi, 24 Ocak 2008) Görüldüğü gibi, türbana sadece üniversitelerin değil, kamu kurumlarının da açılması gerektiğini belirtiyor Sorosçular. Türbanı özgürlükle eş tutup, dinci güruhlarla aynı dili kullanan, hatta ortak eylem yapan sözde solcularımıza duyururuz. Benzer şekilde, İnsan Hakları İzleme Örgütü, AKP’nin kapatılma davasına ve Ergenekon sürecine de burnunu sokar: “Raporda Ergenekon davası şu şekilde ifade edildi: “Ceza yargı sisteminin bu davanın etkin bir şekilde görülmesini sağlayacak yetki ve bağımsızlığa sahip olup olmadığına dair şüpheler olsa da bu dava, ordu ve devletin bazı unsurlarının siyasi hayattaki olumsuz rolleriyle mücadele etmek için Türkiye’ye eşsiz bir olanak sunuyor.” “Ergenekon davasında emekli generallerin de olduğuna değinen örgüt, polisin araştırmaları neticesinde Cumhuriyet Gazetesi’ne yapılan saldırıda kullanılan silahın Danıştay saldırısında da kullanıldığını yazdı. Örgüt, “aşırı ulusalcılar” olarak nitelediği Ergenekon sanıklarının suikast ve ülkede kaos çıkarmaya yönelik plan içinde olduğunu dile getirdi. “AK Parti kapatma davasına da geniş yer veren raporda 2008 yılında Türkiye’de yaşanılan siyasi krizin insan hakları reformlarını da sekteye uğrattığı kaydedildi.” (Yeni Şafak, 15 Ocak 2009) Türkiye’de 12 Eylül Faşistleri tarafından ülke mezbahaya çevrilirken sesini çıkartmayan bu Sorosçu kuruluşun amacının ne olduğu anlaşılıyor. “Törkiş” Açık Toplum Enstitüsü Neyin Nesidir? Sovyetler ve diğer sosyalist ülkelerin yıkılmasıyla birlikte, Soros’unkiler dahil, CIA kontrolündeki “sivil”(!) toplum kuruluşları dünya halklarına aç kurtlar gibi fütursuzca saldırdılar. “Küreselleşme” tezi de aynı zamanda ortaya çıktı. Amaç dünya halklarının emperyalizmce engelsiz sömürülmesiydi. Emperyalizmin amacı zaten tüm dünyayı tekellerin açık pazarı haline getirmektir. Bunun için gümrük duvarları kalkmalı, ulusal çıkarlar bir yana bırakılmalı, “küreselleşme” diyerek halklar tekellerin sonsuz sömürüsüne açılmalıdır. “Açık Toplum”un açıklığı işte bu noktadadır. Ne var ki, aynı zamanda, bu amaca engel olabilecek antiemperyalist yapıdaki eğilimlerin kafaları bulandırılmalıydı. Bunu da “ilerici”, “yenilikçi” görünümde sivil toplum kuruluşları ile yapmak mümkündü. Öteden beri CIA patentli gizli ya da açık gerici örgütlerin cirit attığı Türkiye’de, özellikle demokrat kesimleri emperyalizm gemisinin dümen suyuna sokacak sivil toplum kuruluşları açısından bir boşluk vardı. Bu boşluğu başta Sorosçular doldurdu. Politik ortamı, gene kendilerini “Yenilikçi” olarak tanımlayan Tayyipgil’e, gelmekte olan Irak işgaline ve ekonomik bunalıma hazırlamak gerekiyordu. Tabiî, Tayyipgil iktidara geldikten sonra da desteklemek görevleri vardı. Zaten Soros kuruluşları da tümüyle ABD stratejisinin sivil ağlarından başka bir şey değildi. İslam ülkelerinde, “demokrasi”, “insan hakları”, açık toplum” vb. denerek Ilımlı İslam tezleri işleniyordu. Bu tezlerin daha inandırıcı ve etkili olabilmesi için sivil ağların güçlendirilmesi gerekiyordu. Böylece bizim Soros(pu) Çocukları açıktan ortalığa çıktılar. Soros(pu) Çocukları Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Temsilciliği’nin kuruluşunu şöyle aktarıyorlar: “Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’deki çalışmalarına gelince... 1999 yılının Aralık ayında Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday ülke oluşunun karara bağlanması, Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’yi düşünmeye başlamasına vesile oldu. Avrupa Birliği’ne aday ülke olmanın Orta Avrupa ülkelerinde ne tür olumlu dönüşümlere vesile olduğunu birinci elden izlemiş olan Açık Toplum Enstitüsü, Türkiye’de de bu süreci desteklemenin önemli olabileceği tespitinden yola çıkarak, Ocak 2000’de başlayan ve 15 ay süren bir Türkiye’yi düşünme süreci yaşadı. Bu süreçte, Türkiye’deki yüzü aşkın sivil toplum temsilcisi, akademisyen ve siyasetçi ile görüşülerek, Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’de var olup olmaması gerektiği, eğer Türkiye’de var olacaksa hangi konuların öncelikli olabileceği üzerine detaylı görüş alış verişinde bulunuldu. Bu süreçte, konuştuğumuz pek çok kişinin, daha önceki yıllarda Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’de var olması gerektiğini düşünerek Enstitü ile bağlantı kurmaya çalıştıklarını, geç de olsa bunun şimdi gerçekleşiyor olmasından memnuniyet duyduklarını gördük. Yine aynı süreçte, son derece yaratıcı, becerikli, sebatkâr aktivistlerle tanıştık. Türkiye’de var olma konusundaki şevkimiz daha da arttı. Türkiye’de var olma kararını aldıktan sonra, Temmuz 2001’de kuruluş başvurumuzu yaptık; Ağustos 2001’de Bebek’teki ofisimizde çalışmaya başladık.” (Açık Toplum 2001-2008, s. 10; www.osiaf.org) Burada Türkiye Açık Toplum Temsilciliği’nin kurulmasını AB adaylığına dayandırıyor Soros(pu) Çocukları. On beş ay süren bir kuruluş öncesi hazırlık döneminden söz ediyorlar. Ancak bu doğru değil. Olayın öncesi var. Soros’un bizzat kendisi Orta ve Doğu Avrupa’ya, Türkiye dahil 1991’de girildiğini belirtiyor. Ayrıca, Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye’deki ağlarını oluşturan Açık Radyo’nun olsun, Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) olsun, kuruluşları 1994’e kadar gidiyor. Demek ki, altyapının oluşturulması Soros’un açıkladığı bilgilerle çakışıyor. Buna rağmen, Açık Toplum Enstitüsü Genel Müdürü Hakan Altınay, bakın olayı nasıl basitleştirerek örtbas etmeye çalışıyor. Devrim Sevimay ile yaptığı söyleşiden aktarıyoruz: “ George Soros’la ilk ne zaman tanıştınız? “2001’de, ATE-Türkiye’yi kurduktan sonra. “- Türkiye’de bir ATE’yi kurmayı kim önerdi size? “Daha önceden tanıdığım bir ATE sorumlusu “Türkiye’de bir ofis açmayı düşünüyoruz, bize yardımcı olur musun” dedi. Aslında zaten hobi olarak yapacağım bir işi teklif ettiler bana. Tabiî kabul ettim, 2001’de ATE Türkiye’yi kurduk.” (Milliyet, 29 Aralık 2009) Görüldüğü gibi, sıkıntılılar bu uşaklar. Vaktiyle kendi sitelerine koydukları kuruluş süreci ile bile çelişen açıklamalar yapıyor Genel Müdür Hakan Altınay. Altyapı 1990’larda oluşturulmuş, 2000’den başlayarak bir buçuk yıla yakın kuruluş çalışmaları yapmışlar. Bunu atlıyor, ne idüğü belirsiz bir “ATE sorumlusu”nun yardım istemesi üzerine bu görevi üstlendiğini belirtiyor. Üstelik hobi olarak... Amaçları Soros ile bağlantılarını gizlemek, Soros’tan ve diğer emperyalist vakıflarından para aldıklarını örtbas etmek. 19 6 Şubat 2009 Soros(pu) Çocukları, doğrudan kendileri bu 7 yıllık dönemde (2001-2008) Soros’tan 11 milyon dolar aldıklarını belirtiyorlar. Tabiî, elin oğlu bu paraları boşuna dökmüyor. Emperyalist strateji doğrultusunda çalışmalar yapmak lazım. Bu çalışmalar çok yönlü. Tabiî ki, başta örgütlenmek geliyor. Yavru vakıflar, dernekler, başka kuruluşlar örgütlemek, özellikle üniversitelerden yeni “bilimadamları” devşirmek gibi. Başı çeken üniversiteler Boğaziçi, Bilgi Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi gibi misyoner okulları. Buradan devşirdikleri “akademisyen” görünümlü uşaklarla projeler, toplantılar, kurslar, yayınlar yapmak gibi. ATE Danışma Kurulu üyeliği yapmış ya da yapmakta olan adlara bakınca, bu kişilerin neden has AKP ve ABD destekçisi oldukları anlaşılıyor: ebahat Akkoç, Suay Aksoy, Şahin Alpay, Sabih Ataç, Murat Belge, Ümit Boyner, Eyüp Can, Özlem Dalkıran, Zülfü Dicleli, eşe Düzel, Üstün Ergüder, Hasan Ersel, Melih Fereli, Memduh Hacıoğlu, Ahmet İnsel, Eser Karakaş, Ümit Kardaş, Osman Kavala, Ömer Madra, adire Mater, Oğuz Özerden, Can Paker, Ayşe Soysal, Murat Sungar, Salim Uslu, urhan Yentürk. Bunların bazıları eski solcudur. Bu türden emperyalist ağlarda eski solcuların yer almasını özellikle teşvik etmektedir CIA. Çünkü, emperyalist yalanlarını halka yutturmada daha etkili olmaktadır bu düşkünler. Parayı Veren Düdüğü Çalıyor Evet, Soros(pu) Çocukları’na parayı veren emperyalizmdir. Düdüğü de çalmaktadır. Bütün bu Sorosçu güruh var güçleriyle Amerikan siyasetinin propagandasını yapmaktadırlar. Can Paker gibi kimileri, AKP’ye açıktan akıl hocalığı yapmaktadır. Murat Belge, Şahin Alpay gibi eski solcular, Eser Karakaş gibi kendini Marksist gösteren çakallar, köşe yazılarıyla emperyalist siyasetini övmekte, AKP’ye “Helal Olsun” gülbangı çekmektedir. Bazıları ise “bilimsel” araştırmalarla emperyalist siyasetini oturtmaya çalışmaktadırlar. Bütün bu aktivitelerde emperyalist stratejiden zerre kadar sapma yoktur. ATE tarafından desteklenen projelerden birisi yakın zamanda gündemi tuttu. Boğaziçi Üniversitesi’nden Prof. Binnaz Toprak tarafından yapılan saha çalışmasında, dinci porla ilgili: “- Peki hiç aklınıza gelir miydi, günün “Mahalle Baskısı” gerçeği ortaya konulubirinde Doğu Silahçıoğlu’yla aynı saflaryor. Çalışma sonucunda şunlar belirtiliyor: “Esnafından, işadamından, memuru- da gösterileceğiniz? “Biz her zaman olduğumuz yerdeyiz; na kadar iş yaşamında yer alan çoğu kiyani özgürlüğü, demokrasiyi, hukukun şinin “ben de sizdenim” mesajını vermek üstünlüğünü önemseyen yerde. Ama anlıüzere cuma namazına gitmeye ya da kılıyor görünmek için kepenk kapatmaya yoruz ki bu rapor yeterince iyi okunmabaşladığını, o tarihe kadar başı açık olan mış. Mesela bu rapor otoriter seçeneklerin eşlerin örtündüklerini, selamlaşmanın peşinde koşanların, muhtıra verenlerin, “merhaba” ya da “günaydın”dan “sela- parti kapatmaya kalkanların bu tür sorunmünaleyküm”e dönüştüğünü, içki içen- ların konuşulmasının zorlaştırdığını söylüyor. Dolayısıyla bu işleri yapanlara lerin kamuya açık yerlerde içmekten imtina ettiklerini, hacca-umreye gitmenin ya da iftar daveti vermenin “moda” olduğunu, Ramazan’da oruçlu olunmasa bile oruçluymuş gibi davranıldığını, işyerinde Zaman gazetesi bulundurmanın ya da dini cemaat toplantılarına kaEser Karakaş Can Paker tılmanın zorunlu hale geldiğini, laik ya da sol sendikalardan istifa edilip iktidar yanlısı sendikalara üye olunduğunu anlattılar.” (Binnaz Toprak, İrfan Bozan, Tan Morgül, Nedim Şener. Türkiye’de Farklı Olmak, Din ve Muhafazakarlık Ekseninde Ötekileştirilenler, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul 2008, s. 174, Şahin Alpay Murat Belge www.osiaf.org) Burada belirtilenler, “Aferin” diyen bir rapor değil. binlerce yıldan beri Anadolu’ya kök salmış “- Bu tarif ettiğiniz cephenin de rapoolan Tefeci-Bezirgân sömürgenlerin, son ra sahip çıkmasını nasıl karşılıyorsunuz? dönemde artan gerici saldırısını gösteriyor. “Bence laikliğe özel bir önem atfedenBirinci Kurtuluş Savaşı’mız, 27 Mayıs Po- ler bu rapora bakıp “Ya acaba zamanında litik Devrimi ve 28 Şubat Hareketi ile kıs- bizim yaptıklarımızın böyle bir sonuç çıkmen baskılanan Tefeci-Bezirgân temelli ge- masında katkısı oldu mu” diye sorsalardı ricilik, Tayyipgil iktidarıyla birlikte daha da daha yararlı olurdu. Çünkü Türkiye’deki saldırganlaştı. Çünkü devlet yapısında din tek ötekileştirme en son raporda bahsedibezirgânları şimdiye kadar görülmedik öl- len ötekileştirme değil. Türkiye’de bir süçüde kadrolaşmışlardır. Tarikatlar, cemaat- rü ötekileştirme var. Laikliği çok önemseler, dinci vakıflar, her türlü dinci örgütlen- yenler de zamanında ve hatta bugün “dinme teşvik edilmiştir. Hükümet tarafından dar” olanlara ötekileştirme uyguladı.” uygulanan dinci politika çok etkilidir. Yu- (Milliyet, 29 Aralık 2008) karıdaki raporda yazılanlar bu gerçeklerin Böylece, dinci gericiliğin azıtmasında ürünüdür. Ne var ki, Sorosçuların kafaları Tayyipgil ve emperyalist siyaseti bir yana şartlanmıştır. Bu gerçeğin arkasında yatan bırakılarak, laik yapı neden olarak gösterinedeni bir türlü görmek istemezler. Hatta liverir. Araştırmaya yapan Binnaz Toprak şaşırtmaca yaparak sanki laik yapı buna ne- da benzer şekilde yaklaşmaktadır. Şöyle deden olmuş gibi göstermeye kalkarlar. Dev- mektedir: rim Sevimay’ın yaptığı söyleşide Hakan “Yürüttüğüm pek çok araştırmada ve Altınay şu açıklamalarda bulunuyor bu ra- yayınladığım yazılarda İslami kesimin İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)’den Krize, Zamlara karşı eylem Baştarafı sayfa 20’de ler’in de İsrail’e net tavır almadığını ve suça ortak olduğunu söyledi. Dünyada krizin etkilemediği Küba ve Venezüella gibi ülkelerin IMF ile bağlarını kopardığı için ayakta kaldıklarını vurgulayan Çolak, çözümün Halk İktidarında olduğunu söyledi. Konuşmalar sırasında sık sık; “Filistin Halkı Yalnız Değildir”,” Katil İsrail Filistin’den Defol”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Katiller Halka Hesap Verecek” sloganları atıldı. İPSD üyeleri, kararlı bir şekilde sağanak yağmura rağmen krize ve katliamlara karşı öfkesini dosta da düşmana da gösterdi. Basın Açıklaması 2008 yılı, işsizlik, pahalılık, kriz ve bu bahaneyle işten çıkarmalar, her yıl olduğu gibi “Asgari Ücret Orta Oyunu” ile geride kaldı. AKP iktidarı, yerli-yabancı Parababaları, IMF, AB-D Emperyalizmi el ele vererek emekçi halklarımızı ekonomik zulüm altında inim inim inletmektedir. Hayat pahalılığının her geçen gün arttığı bir dönemde, çalışanların Asgari Ücretine 2009 yılı için bir simit parası kadar dahi zam yapmadılar. Değerli Halkımız; 2008 yılında emperyalistler yaşadıkları krizin faturasını dünya halklarına fatura ediyorlar. Bizler de bu krizden nasibimizi alıyoruz. Yerliyabancı Parababalarının bir dediğini iki etmeyen Tayyipgiller, sıra halkımıza gelince her türlü ekonomik zulmü gözünü kırpmadan, vicdansızca uygulamaktadır. Kriz bahanesi ile işçiler işten çıkartılmakta, işyerleri kapatılmakta, patronlar krizi bahane ederek işçi haklarını gasp etmektedir. Son rakamlara göre 200.000’nin üzerinde işçi kardeşimiz işsiz kalmıştır. Ancak bu krizden Parababaları kârlarına kâr katmaya devam ediyor. Değerli Halkımız; Yerli-yabancı Parababalarının ve Tayyipgiller’in zulmü bununla da bitmiyor. Doğalgaza, elektriğe, kömüre ve oduna gelen zamlarla halkımız bir de pahalılık cehenneminde yanmakta- dır. Biz bunun içindir ki bu düzene işsizlik ve pahalılık düzeni diyoruz. Bunun sorumlusu da Parababaları ve onların siyasi temsilcisi Tayyipgiller’dir. İşçiler, Emekçiler; Ülkemizin ekonomisi, yerli satılmışlar cephesi ve onların iktidarları sayesinde AB-D Emperyalistleri ile onların IMF, Dünya Bankası gibi ekonomik örgütlerinin denetimi altındadır. Bundan dolayı da Kriz etkisini ülkemizde daha fazla göstermektedir. Resmi açıklamalarda yıllık % 11-12 civarında; gerçekte ise % 20-25 oranında olan enflasyon, giderek artmaktadır. Otomatiğe bağlanan doğalgaz, elektrik, su zamları; bir yılda sırasıyla doğalgazda % 82’ye, elektrikte % 65’e, suda ise % 57’ye ulaşmıştır. Ekonomik kriz, işsizliği, yoksulluğu, açlığı, ahlâkî çöküntüyü daha bir hızla arttırmaktadır. Yerli-yabancı Parababaları düzeni ve onların siyasi iktidarları tarafından ülkemizde sürekli uygulanan ekonomik-siyasi zulüm, zaten biz emekçileri canımızdan bezdirdi. Bu da yetmedi, şimdi bir de emperyalizmin en büyük krizinin faturası biz emekçilere çıkarılıyor. Son yaşamakta olduğumuz Kriz, bir kez daha göstermiştir ki, emperyalizm, çürüyen dağılmaya mahkûm olan asalak, tekelci kapitalizmdir. İçerisinde bulunduğumuz tarihsel dönem emperyalizmin ölüm, sosyalizmin doğumu dönemidir. İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği olarak tüm halkımızı AB-ABD Emperyalizmine ve yerli satılmışlar cephesine karşı, Halk Kurtuluş Cephesini örmeye çağırıyoruz. Saygılarımızla. 04.01.2009 Kahrolsun İşsizlik ve Pahalılığı Yaratan Parababaları Düzeni! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! İPSD İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği İzmir /ubesi Yönetim Kurulu Cumhuriyet elitleri tarafından marjinalleştirildiğini, siyasi güç odaklarından, sosyal statü gruplarından, entelektüel prestij dünyasından dışlandığını, karikatürleştirildiğini, vb. temaları ele aldım. Örtünen kız öğrencilerin üniversitelere devam edememelerini bir hak ihlali olarak gördüğümü belirttim. Ancak, Türkiye’de dışlanan ve baskı gören insanların sadece İslami kesimden olduğunu düşünmüyorum. Bu nedenlerdir ki, bu araştırmada İslami kesim dışında kalanları ele aldık.” (Milliyet, 20 Ocak 2009) Binnaz Toprak’ın bu söylediklerinden, sanki ağırlıklı olan baskı hâlâ “Cumhuriyet elitleri” tarafından İslami kesime uygulanan baskı imiş, ama önemsiz olmakla birlikte, İslamcılar tarafından yapılan baskıyı da ortaya koymak gerekiyormuş mesajı alınıyor. Dinci kesimin sert eleştirileri karşısında, “Bakın ben aslında sizin için ne fedakârlıklar yaptım, bu kadar da zıt görüş olsun artık”, demek istiyor. Öte yandan, bu rapor da Soros(pu) Çocukları’nın kendilerini kamufle etmeleri kapsamında değerlendirilebilir. Sonuç: Yemezler Bizim Sorosçular boş durmadılar, görüldüğü gibi. Sürekli üreterek aldıkları paraların hakkını verdiler(!). Pek çok da örgütlenmeye giriştiler. Şu anda Sorosçuların ilişkide oldukları bilinen kuruluşları saymaya çalışalım: TESEV, Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TÜSES), Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV), Açık Radyo, Açık Site, Bianet, Umut Vakfı, Anne Çocuk Vakfı (AÇEV), Tarih Vakfı, Helsinki Yurttaşlar Derneği, Avrupa Hareketi, Toplum Gönüllüleri Vakfı, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, Teknoloji Yönetim Derneği, Sosyal Politika Forumu (Boğaziçi Üniversitesi), Ulaşılabilir Yaşam Derneği, Pozitif Yaşam Derneği, Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), Kadın Fonu, Kadınlarla Dayanışma Vakfı, Kadın Yurttaş Ağı (KA-YA), Yaşamevi Kadın Dayanışma Derneği, Kadın Merkezi (KA-MER), Uçan Süpürge, Kadın Adayları Destekleme Derneği (KA-DER), Afete Karşı Sivil Koordinasyon (ASK), Medyakronik (2002’de kapanan bir internet sitesi). Bunlar bizim saptayabildiklerimiz… Demek ki, Sorosçular emperyalizmin kendilerine biçtiği sivil ağlarla donatma görevini başarıyla yerine getirmişler. Ne kadar öğünseler az! Ne var ki, tüm dünyada Soros’un kim olduğu, Soros vakıflarının CIA bağlantılı olduğu, CIA tarafından örgütlenen sivil ağ- Halkın Kurtuluş Partisi, Asgari Ücret adı altında belirlenen: Sefalet Ücretinin iptali için Danıştaya dava açtı Baştarafı sayfa 20’de “Asgari Ücret Tespit Komisyonu” adı altında oynadılar aşağılık oyunlarını. Bu ülkede asgari ücretler hep sefalet ücreti olmuştur. Türk-İş, Aralık ayında dört kişilik bir aile için açlık sınırını yaklaşık 740, yoksulluk sınırını 2 bin 409 YTL olarak hesapladı. 2009 için belirlenen Asgari Ücret ise 477.18 TL. Bu artık ölüm sınırı değil de nedir? % 4.27 oranında, yani 19.55 TL’lik bir artış… Halkın Kurtuluş Partisi, 2 Ocak Cuma günü, ABD ve AB Emperyalistlerinin ekonomik örgütü IMF’nin direktifleri doğrultusunda belirlenen ölüm ücretinin iptali için, daha önceki yıllarda olduğu gibi, Danıştayın önündeydi. “Sefalet Ücreti İstemiyoruz”, “İnsanca Yaşanacak Ücret İstiyoruz”, “Gün Gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek” sloganları eşliğinde yapılan basın açıklamasından sonra, halkımıza reva görülen ölüm ücretinin iptali için dava dilekçesi Danıştaya verildi. Yıllardır sıkıyoruz dişlerimizi. Asgari ücret adı altında bizlere ölüm ücretini dayatanları, işsizliği, pahalılığı, zammı, zulmü yaratanları ve bir avuç olan azlık olan vatan satıcılarını yok etmek için, şimdi yumrukları sıkmanın zamanı. Sıkılı yumrukları emperyalistler ve yerli satılmışların suratlarında balyoz gibi patlatmanın yolu, İşgal, Grev ve Direnişlerin Partisi olan Kurtuluş Partisi saflarında örgütlenmekten geçmekte. Partimiz, İşçi Sınıfımızın öncülüğünde Halk Kurtuluş Cephesi’ni örgütleyip, Demokratik Halk İktidarını kurarak bu ekonomik ve siyasi zulüm düzenine son verecektir. Sefalet Ücreti Değil İnsanca Yaşam Ücreti! İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek! Ankara’dan Kurtuluş Partililer ların bir parçası olduğu belirginleşince, bizim Soros(pu) Çocukları yüzük taşı gibi ortaya çıktılar. Bu oyunun bozulması anlamına gelir. O halde yeni bir aşamaya geçilmelidir: Gelsin “Yerli” ve de “Milli” Soros Vakfı. Bütün çabaları kendilerini emperyalizmden bağımsızmış gibi göstermeyi amaçlıyor. Temsilciliğin kapatılıp, Açık Toplum Vakfı’na dönüştürülmesini açıklarken hareket noktaları hep bu. Vatan Gazetesi’nde konuyla ilgili Can Paker ve Hakan Altınay’ın konuşmaları aktarılıyor. İpliklerinin pazara çıkmasından ne kadar rahatsız oldukları ortada: “Konuyla ilgili VATA’a konuşan Can Paker, ‘Bu kararı almamızın birkaç nedeni var. Temsilcilik yerine Türk vakfı olmayı ve devletin tam kontrolü altına girmenin doğru olduğunu düşündük. Temsilcilikte her işin Soros ile bağdaştırılmasının da bu kararın alınmasında önemli bir etkisi var. Her şeye ‘Soros`un parası’ deniyordu. Şimdi kendi paramızı koyduk. Her şey şeffaf, devlet gelsin kontrol etsin istedik. Artık bir vakıf olarak yola devam edeceğiz ama çalışma tarzımızda hiçbir değişiklik olmayacak’ değerlendirmesini yaptı. “Enstitü’nün Türkiye Temsilciliği Direktörü ve Açık Toplum Vakfı Genel Sekreteri Hakan Altınay ise 2001’den bu yana Türkiye`de faaliyet gösteren Açık Toplum Enstitüsü’nün öncelikle Uluslararası Açık Toplum Enstitüsü’nün irtibat bürosu olarak kurulduğunu, daha sonra Türkiye Temsilciliği olduğunu hatırlattı. “’Bizim şu ana kadar bütün karar alma mekanizmalarımız Türkiyeli’ydi. Dolayısıyla bunun altını çizmenin önemli olduğunu düşündük’ diye konuşan Altınay, bu nedenle vakıf şeklinde organize olmayı tercih ettiklerini dile getirdi. “Yaptıkları işlerin değişmeyeceğini belirten Hakan Altınay, şunları kaydetti: “Uluslararası bir kuruluşun Türkiye Temsilciliği kolay anlaşılabilen bir format değil. Buna karşın Türkiye’nin tarihinde vakıf çok uzun yıllardır olan bir kurum türü. Vakıf olarak kendimizi daha iyi anlatabileceğimiz kanısındayız.” (Vatan, 1 Ocak 2009) Bu açıklamalar gerçek niyetlerinin ne olduğunu gösteriyor. Tayyip’in deyişiyle “Durmak yok. Yola devam!” Ancak halkımız bunların ne olduklarını ortaya koydu: “Soros(pu) Çocukları.” Halkımız, eninde sonunda “kökü dışarıda” bu Soros(pu) Çocukları’nı ait oldukları yere, tarihin çöplüğüne gönderecektir. Az da olsa sayımız hep böyle gür çıkacak sesimiz Baştarafı sayfa 20’de yan insan soğuğa karşı slogan atsa ne yazar, soğukla yaşamaya alışması lazım.” diyerek ne de güzel örneklerle anlattıklarını da kavratmaya çalışıyordu güya… Ama asıl söylemek istediklerini biz biliyorduk, anlatmaya çalıştıklarını çok iyi anlıyorduk: Aslında AB-D (ABD-AB) ile iyi geçinmeliyiz demek istiyordu. Tamam, onlar emekçi halkımızın yarattığı değerleri alıp onları işsizlik ve pahalılık cehennemine itiyorlar, emperyalist politikalarıyla tüm dünyada insanlara zulüm ediyorlar ve bizim ülkemizde de Büyük Ortadoğu Projesiyle bu ülke halklarını birbirine düşman etmeye çalışıyorlar. Ilımlı İslam projesiyle, halkları daha fazla nasıl sömürmenin planlarını yapıyorlar ve Tefeci-Bezirgân Sermayenin temsilcileri Tayyipgiller’in ağzına da bir parmak bal sürmeyi de ihmal etmiyorlar. Tayyipgiller de AB-D’den yedikleri balın hatırına, “bu balı yemek için AB-D’yi kışkışlayamayız, onların bu ülke halklarına uyguladığı zulmü görmezden geleceğiz” diyorlar. İşte onursuzluk bu dereceydi Tayyipgiller’de. Bu söylenenlerin cevabı verilmeliydi. Daha fazla dayanamadı bir yoldaşımız. Bütün nefretiyle: “Siz, bu yalanlarınıza daha fazla inandıramazsınız bizi. Birinci Antiemperyalist Kurtuluş Savaşı’mızda nasıl gön- derdiysek sizin gibileri, İkinci Kurtuluş Savaşı’mızda da öyle göndereceğiz…” Daha sözlerini bitiremeden, Çelik’in güvenlikleri arkadaşımızın ağzını kapamaya, onu salondan çıkarmaya çalışıyordu. Ama Kurtuluş Partililer bir değil çoktular… Bu protesto da burada bitmemeliydi. Bir kadın yoldaşımız haykırmaya başladı onun ardından: “Siz bu yalanlarınıza ne bizi ne de başkalarını inandıramazsınız!” Onun da güvenlikler sarmıştı çevresini... Onun da ardından bir yoldaş haykırmaya başladı: “e Cemaat Yurdu e Tarikat Evi. İnsanca Yaşanılacak Yurtlar İstiyoruz!” Arkadaşlarımız daha sonra polisler tarafından gözaltına alındı. Saatlerce ifade vermek için bekletildiler. Protestonun yapıldığı kurum Yurt-Kur şikâyetçi olmuştu arkadaşlarımızdan. Onlar da Bakana mahcup olmalarının hesabını sormak istiyorlardı. Evet, bu mücadele burada bitmeyecek… Haykırdı Kurtuluş Partililer her zaman doğruyu... Her zaman haykıracak da! Hiç kimsenin gücü yetmedi şimdiye ağzımız kapamaya, bundan sonra yetmeyecek!.. Yaşasın Devrimci Mücadelemiz! Ankara’dan Kurtuluş Partisi Gençliği CMYK CMYK “Açık Toplum” çakalları kürk değiştiriyor Y Ünsa’da İşgal İşgal! Grev! Direniş! Yaşasın Kurtuluş Partimiz! *Kurtuluş Partililer bir yılbaşına daha işgalle girdi… *Kurtuluş Partisi’nden bir işgal daha… Hatta bir değil iki işgal daha… İlk işgal 31 Aralık 2008 saat 14.00 ci- varı gerçekleşti. Ünsa İşçileri, 05.12.2008 günü Kurtuluş Partililerin öncülüğünde başlattıkları Direnişlerini, 31 Aralık’ta saat 13.00’da işgalle taçlandıracaklardı. Saat 13.00 oldu, ama Öncüleri, bir diğer Direniş (Sinter Direnişi) yerinde yapılacak kitlesel basın açıklaması eylemine destek vermek için Sinter’in önündeydiler ve eylem biraz sarkmıştı. Kurtuluş Partililer, İşgalle başlayan Sinter Direnişi’nin de ilk anından, İşgalin başından itibaren, Nakliyat-İş Başkanı ve DİSK Yönetim Kurulu Üyesi Ali Rıza Başkan ve DİSK/Oleyis Kocaeli Temsilcisi Barış Aşan ile birlikte sınıf kardeşlerinin yanındaydı zaten. O gün de Ali Rıza Başkan, Birleşik Metal-İş sözcüsü tarafından konuklara; “direnişin ilk anından itibaren hep yanımızda olan” şeklinde tanıtılmıştı zaten. Ali Rıza Başkan ve yoldaşları, Sinter’li İşgalciler ve Birleşik Metal-İş Yöneticileri tarafından sanki kendi sendikalarındanmışçasına benimsenmişlerdi. Aralarında olması gerektiği gibi bir saygı, mücadele arkadaşlığı vardı. Sendika ayrımının zerresi yoktu. Devamı sayfa 15’te İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD)’den Krize, Zamlara karşı eylem P arababaları tarafından İşçi Sınıfı ve emekçi halkımıza dayatılan, insanlarımızı açlığa ve işsizliğe mahkûm eden kriz, İşsizlik ve Pahalılıkla Savaş Derneği (İPSD) tarafından 04 Ocak 2009 Pazar günü Yamanlar’da protesto edildi. Sağanak yağmura rağmen elerinde tava ve tencerelerle kadınlar, gençler “Zam Zam Zam Ucuzluk e Zaman”, “İşsizliğe, Pahalılığa, Zama, Zulme Son”, “Gün gelecek Devran Dönecek Tayyipgiller Halka Hesap Verecek” sloganlarını haykırdılar. İPSD İzmir Şube Başkanı Fahri Kaya yaptığı konuşmada; İşsizliği ve pahalılığı yaratanların Parababaları düzeni olduğunu, krizi İşçi Sınıfı ve emekçi halkın yaratmadığını, işçilerin, emekçi halkın birlikte mücadele ile bu zulme son vereceklerini, bu krize neden olanların IMF politikasını uygulayan Parababaları olduğunu vurguladı ve çözümün halk iktidarında olduğunu söyledi. Kurtuluş Partisi İzmir İl Başkanı Tacettin Çolak yaptığı konuşmada, krize karşı halkın birlikte mücadele etmesi gerektiğini, Filistin Halkına karşı yapılan İsrail katliamına emperyalistlerin göz yumduğunu, TayyipgilDevamı sayfa 19’da Halkın Kurtuluş Partisi, Asgari Ücret adı altında belirlenen: Sefalet Ücretinin iptali için Danıştaya dava açtı A BD-AB Emperyalistlerinin yarattığı kriz Parababalarına teğet geçsin diye, halkımız açlığa, yokluğa ve yoksulluğa mahkûm ediliyor. Göstermelik, göz boyamaya yönelik ve halk görmesin, duymasın diye, basına kapalı yaptılar toplantılarını. Asgari ücreti kendileri belirliyormuş gibi de havaya büründüler. Parababalarını temsilen Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) adına 5 üye, Tayyipgiller Hükümetini temsilen 5 üye, işçileri “temsilen” son toplantıya kadar bu orta oyununa katılan sarı-gangster Türk-İş’ten 5 üye, ABD-AB Emperyalistleri adına sefalet ücretini belirlemek üzere Devamı sayfa 19’da Az da olsa sayımız hep böyle gür çıkacak sesimiz Aettik. KP’li Bakan Hüseyin Çelik’i protesto gerektiğiyle sözlerine başlayan Çelik, asıl söylemek istediğine geliyordu: Bakan Çelik, “Küreselleşme ve Türki“Evet, bunun elbette ki zararları da ye” adlı konferansları birçok üniversitede var; ama bunları da bir şekilde göz ardı veriyor. Bu sefer de, 13 Ocak’ta Ankara’da, etmeliyiz. Biz arının balını istiyorsak onu Yurt-Kur Konferans Salonunda gerçekleşecek “Küreselleşme Sürecinde Türkiye” adlı konferans için önce yurtlardan öğrenciler seçiliyor, herhangi bir olaya meydan vermemek için de bu öğrenciler müdürleriyle birlikte konferansa götürülüyordu. Biliyorduk yine öğrencilere yalanlarıyla iyi görünmeye çalışacaklar, yine ağılarıyla onları etkileyeceklerdi. Kurtuluş Partisi Gençliği olarak Yurt-Kur’un öğrencilere yurt sağlama görevini cemaatlere, tarikatlara ihale etmesine karşı başlattığımız kampanya tam burada dile getirilmeliydi. “Gelişen bir Türkiye’de” “gelişen Yurt-Kur” neden sayısı belli öğrencilerine yurt sağlayamıyor da bu öğrencilerin Ortaçağcıların eline düşmesine göz yumuyordu? Dünyada iletişimin geliştiğiyle ve gelişen bu dünyada Türkiye’nin de yer alması kışkışlamamalıyız eğer kışkışlarsak o bizi sokar. Onun balını yemek için ona iyi davranmalıyız.” diyerek kendince örnekler veriyor, “Erzurum’da soğukta yaşaDevamı sayfa 19’da eni yıla başladığımız gün bir haber yayımlandı gazetelerde: Tayyip’in damadının tepe yöneticisi olduğu Çalık Grubu tarafından “cukkalanan” Sabah Gazetesi’nden aktaralım: “Açık Toplum Enstitüsü ‘Türk malı’ vakıf oldu dan finanse edildiği, faaliyet alanının aynen devam edeceği, gibi... Yeri gelmişken tekrarlamaktan kaçınmayalım. Türkiye’de yıllar yılıdır gerçek devrimciler FinansKapital + Tefeci Bezirgân uşakları tarafından “kökü dışarıda” olmakla suçlandı. Oysa hep söylediğimiz gibi ve bu olayda Soros “Para Sihirbazı” Soros’un kurduğu Açık Toplum Enstitüsü’nün Temsilciliği 2009’da Türk vakfı oldu. Temsilcilik, Soros bağı nedeniyle sık sık eleştiriliyordu… ”Macar spekülatör, girişimci ve yazar George Soros’la bağlantısı nedeniyle eleştirilere maruz kalan Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye Temsilciliği, kendini lağvederek vakıf halini aldı. Lağvedilen enstitüdeki mütevelli heyeti, yönetim kurulu, danışma kurulu, tamamen yerli olan Açık Toplum Vakfı adı altında devam edecek. Şimdiye kadar Soros’un, merkezi ew York’ta bulunan Açık Toplum Enstitüsü’nden finanse edilen kuruluş yerli bağışlarla ayakta kalacak, faaliyet alanında ise herhangi bir değişiklik olmayacak.” (Sabah, 1 Ocak 2009) Bu kısacık haberde pek çok gerçek, açıktan olmasa da, ifade ediliyor: Soros’un Parababası olduğu, Açık Toplum Enstitüsü Türkiye Temsilciliği’nin Soros bağlantılı çalıştığı, bunun açığa çıkması üzerine görünümü değiştirmek amacıyla “Temsilcilik”in kendini lağvettiği ve “mütevelli heyeti, yönetim kurulu, danışma kurulu, tamamen yerli olan” (onlara göre yerli olmak, sadece görünürde T.C. vatandaşı olmak anlaşılan) sözde bir “Türk Vakfı” halini aldığı, Temsilcilik’in bugüne dek merkezi New York’ta bulunan Soros’un Açık Toplum Enstitüsü tarafın- da görüldüğü gibi, gerçekten kökü dışarıda olanlar Finans-Kapital ve Tefeci-Bezirgân sömürgenlerle onların uşaklarıdır. Çünkü, “Yerli” Açık Toplum Çakalları da bu uşaklardandır. Soros Kimdir? George Soros (1930), Sorosçuların Açık Toplum Enstitüsü sitesinde (www.osiaf.org) belirtildiğine göre, Macar asıllı bir Yahudi. İkinci Emperyalist Savaş sonrasında İngiltere’ye göçüyor. London School of Economics’ten mezun oluyor. Bu okulun hocalarından “filozof” Karl Popper’den (1902-1994) etkileniyor. (Karl Popper, nedense sol çevrelerce de sanki Marksist gibi gösterilir. Aslında Marksizmi genç yaşında terketmiş, sınangılı bir antikomünisttir. Emperyalist dezenformasyon ve propaganda araçları ile böyle ilerici bir filozof gibi gösterilerek kullanılır). İşte Soros’un emperyalizme yamanması da Karl Popper ile başlar. Popper’in “Açık Toplum” kandırmacası kulağında kalır. Soros 1956’da ABD’ye göçer, para oyunlarına başlar. Ali’nin külahını Veli’ye giydirerek vurgun vurur. Vurgunla zengin olunca, CIA ile de bağlantılı olsa gerek, 1979’da “Açık Toplum Vakfı”nı kurar. Böylece CIA’nın hemen İkinci Emperyalist Savaş sonrasında, 1940’lı yılların sonlarında, başlattığı “siDevamı sayfa 18’de