2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ
Transkript
2005 ŞAMPiYONLAR LİGİ FİNALİ
İHANETİ SENDE GÖRDÜM: 2005 SOL CAMPBELL ŞAMPiYONLAR İ N E Y N İ ’ FENER : LİGİ FİNALİ MOURİNHO’SU ira e r e P r o t í V ÇÜNKÜ AYRILIK DA DERBİSİ ’R H U ’R K Ü Y Ü B SEVDAYA DAHİL: JÜRGEN KLOPP “NO TOTTİ NO PARTY” KUPA BEYİ BARCELO NA TEMMUZ 2015/SAYI 04 MARKAJ GERİ GELDİ! Merhabalar, Uzun bir aradan sonra siz değerli okuyucularımıza merhaba diyebilmenin keyfini yaşıyoruz. Bazı sebeplerden dolayı yayın hayatımıza ara vermek zorunda kaldık; ancak sizlere daha güçlü, daha profesyonel bir şekilde geri dönmeyi başardık. Bu sayımızda her yönüyle Copa Americâ değerlendirmesi, Fenerbahçe’nin çiçeği burnundaki teknik direktörü Vitor Pereira’nın geniş analizi, sezona sancılı başlayan; ancak sezon sonunu üç kupayla tamamlayan FC Barcelona’nın sezon değerlendirmesi; geçmişten günümüze Ruhr ismiyle anılan Borussia Dortmund-Schalke04 rekabetinin tarihsel geçmişi ve AS Roma’nın efsanevi kaptanı Francesco Totti’nin bilinmeyen yönleri yer alacak. Ayrıca futbolun pek bilinmeyen ilginç rekorları ve olayları siz okuyucularımızın beğenisine sunulurken; Borussia Dortmund için çok şey ifade eden Jürgen Klopp ile Liverpool’un 2005’teki mucizevi Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu’nu konu edinen ‘One Night In Istanbul’ filminin raporu da sizlerle olacak. Konuk yazarımız Emre Özcan’a da, yine bu sayımızda sizlerle buluşacak olan; yıldızı Palermo’da parlayıp Juventus’a transfer olan Paulo Dybala’yı kaleme aldığı için teşekkür ediyoruz. Saygılarımla, Samet Çayır www.markajdergi.com twitter.com/markajdergi facebook.com/markajdergi markajdergi@gmail.com İÇİNDEKİLER • Copa Amerikâ Chile 2015 • Fener’in Yeni Mourinho’su: Vítor Pereira Yayın Koordinatörü Hayrettin SANCAR • Kupa Beyi Barcelona Editör Samet ÇAYIR • Çünkü Ayrılık Da Sevdaya Dahil: Jürgen Klopp Yazarlar • “No Totti No Party” • Paulo Dybala Batuhan YÖNDEM Ceyda ARABACIGİL Hayrettin SANCAR Samet ÇAYIR Sezer YILDIZ • Büyük ’Ruh’r Derbisi • İhaneti Sende Gördüm: Sol Campbell •Bir Yerlerde İlginç Şeyler Oluyor Konuk Yazar • 2005 Şampiyonlar Ligi Finali Emre ÖZCAN Grafik Tasarım Nesligül Şenel nesligulsenel@gmail.com www.markajdergi.com facebook.com/markajdergi twitter.com/markajdergi markajdergi@gmail.com COPA AMERICÂ 2015 CHILE Copa Americâ, Şampiyonlar Ligi Finali ile biten 2014-15 futbol sezonunda, biz futbolseverler adına futbola olan sevgimizin özleme dönüşmemesini sağlayan bir şampiyona oldu. Messi, Neymar, Alexis Sanchez, Cavani, James Rodriguez, Falcao ve Higuain gibi dünya yıldızlarının gözlerimizin pasını sildiği turnuvada; Muslera, Ospina ve Bravo gibi eldivenler ise bu silahları susturmakla görevliydiler. Buyrun, dolu dolu bir Copa Americâ dosyası sizleri bekliyor 13 Haziran – 4 Temmuz tarihleri arasında Şili’de düzenlenen Copa Americâ’ya 12 ülke katıldı. Ev sahibi Şili’nin haricinde 9 Güney Amerika takımının yanı sıra, davetli olarak ise Jamaika ve Meksika turnuvada boy gösteren takımlar oldu. Turnuva başlamadan önce kuşkusuz en büyük favoriler Arjantin ve Brezilya’ydı. Bu ikiliyi zorlayacak takımlar olarak ise Uruguay ve Kolombiya ile birlikte ev sahibi olmanın da vermiş olduğu avantajla Şili gösteriliyordu. Nitekim öyle de oldu! Bu beş favori takımdan Arjantin, Brezilya ve Şili gruplarını lider olarak bitirip bir üst tura çıkarken; Uruguay ve Kolombiya ise ‘en iyi üçüncü’ kontenjanından yararlanıp çeyrek finalin yolunu tuttu. Turnuvanın sürprizini ise Mauricio Soria yönetimindeki Bolivya yaptı! Kendinden kalite olarak çok daha üst düzey ekipler olan Şili, Meksika ve Ekvador’un yer aldığı yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr A Grubu’nu 2. Olarak bitiren Güney Amerika’nın en yüksek rakımına sahip ülkesi Bolivya, tarihinde ilk kez Copa Americâ’da çeyrek finale çıkma başarısı gösterdi. Üstelik bunu üç maç sonunda -4 averaj ile başardılar! Davetli olarak katılan ekiplerden biri olan Jamaika, turnuvayı gol atamadan 0 puanla kapatırken; son finalist Paraguay başarılı çizgisini devam ettirerek Arjantin’in ardından grubu ikinci olarak tamamladı ve yarı finale kadar çıkma başarısı gösterdi. Tıpkı Jamaika gibi turnuvaya davetli olarak katılan, son iki Dünya Kupası’nda oynadığı akıcı futbol ile hafızalarımıza kazınan Miguel Herrera yönetimindeki Meksika ise nispeten kendinden daha zayıf olan Ekvador ve Bolivya’nın arkasında kalarak A Grubu’nu dördüncü olarak tamamladı ve turnuvaya erken havlu attı. Tabii bunları söylerken, Herrera’nın kendileri için daha önemli bir şampiyona olan CONCACAF Gold Cup’ düşünerek Ochoa, Dos Santos kardeşler, Carlos Vela ve Xavier Hernandez gibi yıldızları kadroya almadığını belirtmekte fayda var. Ricardo Gareca yönetimindeki Peru ise Paolo Guerrero’nun müthiş performansı ve sürekli koşan bir takım olmanın verdiği dinamizm ile 2015 Copa Americâ’yı üçüncü olarak tamamladı. Skor olarak üretken bir grafik çıkaramayan Claudio Pizarro’nun takımına yaptığı abilik de en az Guerrero’nun performansı kadar kazanılan büyük başarıda kilit rol oynadı. KOLOMBİYA 2011 yılında Jose Pekerman’ın takımın başına gelmesiyle skor ve oyun anlamında devamlı olarak bir yükseliş grafiği çizen Kolombiya, Copa Americâ 2015’te beklenen performanstan uzak bir görüntü sergiledi. Özellikle geçen yaz Brezilya’da düzenlenen 2014 Dünya Kupası’nda James Rodriguez önderliğinde büyük işler başaran, oynadığı futbol ile herkesin sempatisini kazanan Kolombiya’nın bu turnuvada başarısız olmasının temel nedeni olarak, Jose Pekerman’ın oynattığı korkak futbol felsefesi gösterilebilir. Radamel Falcao, Carlos Bacca, James Rodriguez, Jackson Martinez, Cuadrado ve Víctor İbarbo’lu hücum hattıyla kağıt üzerinde turnuvanın en etkili gol silahlarına sahip takımlarından biri olmasına rağmen, turnuvayı sadece bir gol atarak tamamlayabildiler! O gol de Brezilya maçında galibiyetti getiren takımın stoperi Fabian Murillo’dan geldi. 2014-15 sezonunda toplam 53 gol atan Bacca(21 gol) ve Jackson Martinez’e (32 gol) yalnızca birer maçta ilk on birde şans veren Pekerman, aynı sezonu toplam 10 gol ile tamamlayan Gutierrez (6 gol) ve Falcao’ya (4 gol) ise üçer maçta ilk on birde şans verdi. İstatiksel olarak ölü bir sezonu geride bırakan Falcao ve Gutierrez ikilisine, Chelsea transferi sonrası eski formundan uzak kalan Cuadrado ile bütün yılı sakatlıklarla boğuşarak geçiren İbarbo da eklenince Kolombiya için kaçınılmaz son kapıda belirmişti. Tüm bu olumsuzluklara rağmen Arjantin maçında harikalar yaratan Ospina sayesinde yarı finalin kapısına kadar gelen Kolombiya, seri penaltı atışlarında da gol atma sorunu yaşayınca turnuvaya havlu atmak zorunda kaldılar. Kolombiya Futbol Federasyonu’nun Pekerman ile devam edip etmeyeceği, devam edildiği takdirde Arjantinli teknik adamın oyun düzeninde ne gibi değişiklikler yapacağı bundan sonrası için merak konusu. yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr URUGUAY 2006 yılında Oscar Tabarez’in teknik patron olmasıyla birlikte o günden bu yana hem oyun kalitesi hem de başarı olarak inanılmaz bir ivme yakalayan Uruguay için aynı olumlu tablodan bahsetmek bu turnuva için olanaksızdı. 2010 Dünya Kupası’nda elde edilen üçüncülükte ve 2011 yılında Arjantin’de düzenlenen Copa Americâ’da ulaşılan şampiyonlukta en büyük rolü oynayan ForlanCavani-Suarez üçlüsünden yalnızca Cavani’nin oynadığı bu turnuvada, takımın skor tabelasını ne derecede değiştireceği merak konusuydu. Yaşı ilerlediği için Milli takımdan emekli olan Forlan’ın yanı sıra ‘vampir adam’ olarak tabir edilen Suarez’in de cezası nedeniyle oynamadığı Copa Americâ 2015’te, Uruguay turnuvayı yalnızca iki gol atarak tamamlayabildi. Bu gollerden bir tanesini Cristian Rodriguez atarken diğerini ise 2013 yılında ülkemizde düzenlenen U-20 Dünya Kupası’nda da boy gösteren ve oynadığı iyi futbolla dikkatleri üzerine çeken genç stoper Jose Jimenez kaydetti. yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr Hücum bölgesinde yaşanılan bu sıkıntılara rağmen Jamaika gibi güçsüz bir ülkeyle aynı grupta yer almanın verdiği avantajla çeyrek finale çıkma başarısını gösteren Tabarez’in öğrencileri, 9 kişi tamamladıkları olaylı Şili maçından 1-0 mağlup ayrılarak turnuvanın dışında kaldılar. Turnuva başlamadan önce “Bu turnuva, kendimizi göstermek ve 2018’de Rusya’da düzenlenecek Dünya Kupası’na katılabilmek için oynayacağımız eleme maçları öncesinde büyük önem teşkil ediyor.” diyen Oscar Tabarez ve Uruguay halkının hayal kırıklığına uğradığı aşikâr. Uruguay’ın bu turnuvadan sonra olumlu bir reaksiyon verip, bir kaç yıl önceki başarılı sürece geri dönmesi tüm halkın en büyük temennisi. Bakalım Tabarez ve öğrencileri bunu başarabilecek mi? Bekleyip, göreceğiz. BREZİLYA 2011 yılında düzenlenen Copa Americâ Şampiyonası’ndan sonra Scolari yönetiminde “2000’li yıllara” dönüş sinyali veren Brezilya, 2013 Konfederasyonlar Kupası’nı da şampiyonlukla tamamlayınca artık futbolcuların ve ülke insanlarının takıma olan güveni yerine gelmişti. Nitekim 2014 yılında kendi ülkelerinde düzenlenen Dünya Kupası’nda yarı finale gelene kadar da her şey yolundaydı; kâkin Almanya karşısında alınan 7-1’lik tarihi hezimet adeta ülkede şok etkisi yaratıyor, turnuvanın ardından Felipe Scolari ile yollar ayrılıyordu. Scolari’nin yerine göreve getirilen Dunga yönetimindeki Sambacılar, aralarında Fransa, Arjantin ve Şili gibi güçlü rakiplerinde bulunduğu 8 hazırlık maçının tamamını kazanınca, bir anda Copa Americâ’nın en büyük favorisi haline geldiler. Turnuvaya 2-1’lik Peru galibiyetiyle Başlayan Brezilya, ikinci maçta Kolombiya’ya 1-0 mağlup olmaktan kurtulamadı. Ancak alınan bu mağlubiyetten çok 90. dakikada gördüğü kırmızı kart nedeniyle 4 maç ceza verilen Neymar’ın turnuvayı kapatması Sambacılar cephesini alt-üst etmişti. Neymar’ın yokluğuna rağmen grubu birinci sırada tamamlayıp çeyrek finale çıkan Brezilya, favori olarak çıktığı karşılaşmada penaltılar sonuncunda Paraguay’a yenilerek turnuvadan elendi. Hazırlık maçlarında 4-4-1-1’i ve az da olsa 4-3-1-2’yi kullanan Dunga, takımı ve sistemi Neymar’ın üzerine inşa etmişti. Hal böyle olunca da Neymar cezalı duruma düştükten sonra lider oyuncu rolünde alternatifsiz bir Brezilya karşımıza çıktı. 2002 Dünya Kupası’nda Ronaldo, Ronaldinho, Rivaldo; 2006’da Ronaldinho, Ronaldo, Adriano; 2010 Dünya Kupası’nda ise Kaka’,Robinho, Ronaldinho gibi maçın gidişatını her an değiştirebilecek her zaman en az 3 süperstara sahip olan Sambacılar, son üç yıldır sadece Neymar’a bel bağlamış durumda. 2018 Dünya Kupası için önlerinde üç yıl bulunan Sambacılar’da, Coutinho, Firmino ve Fred ülkenin umut bağladığı genç yetenekler. Dunga ya da olası görev değişikliğinde yerine gelecek olan teknik direktörün NeymarCoutinho-Firmino-Fred sentezini en iyi şekilde takım sistemine adapte edip; Willian, Fernandinho ve Hernanes gibi tecrübeli isimlerin oyun bilgisi ve tecrübesiyle birleştirerek rakiplerin canını yakan bir Brezilya’nın ortaya çıkması gayet muhtemel. Aksi takdirde 2006, 2010 ve 2014 Dünya Kupalarından sonra 2018 Dünya Kupası da Sambacılar için hayal kırıklığından öteye geçemeyecektir. yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr ARJANTİN Hayal kırıklıklarıyla geçen 2002-2006 ve 2010 dünya şampiyonalarından sonra, 2014’te komşusu ve ezeli rakibi olan Sambacılar’ın topraklarında finale kadar yükselen ancak Higuain’ın kaçırdığı %100’lük gol pozisyonu sonrası kupayı elleriyle Almanlar’a teslim eden Tangocular, bu turnuvada da aynı senaryonun kurbanı oldu. Messi, Agüero, Di Maria, Lavezzi ve Higuain... Belkide günümüz futbolunda en iyi hücum oyuncularının bir arada olduğu tek takım olan Arjantin, bu turnuvada da son Dünya Kupası’ndaki başarılı çizgisini devam ettirdi. Turnuvaya 2-0 öne geçip sonrasında kalelerinde gördükleri 2 gol sonucunda 2-2’lik Paraguay beraberliğiyle başlayan ve ikinci maçta zor da olsa Uruguay’ı tek golle geçen Tangocular için herkesin kafasında “acaba?” soruları başlamıştı ki Messi ve Di Maria ikilisinin sazı eline almaya başlamasıyla fırtına gibi esen bir Arjantin karşımıza çıktı. Grubun üçüncü maçında Jamaika’yı etkili oynamasına rağmen 1-0 yenebilen; çeyrek finalde ise “Çanakkale geçilmez!” rolüne bürünen Ospina’yı geçemeyen Tangocular, Kolombiyalı futbolcuların penaltı atışlarındaki beceriksizliklerinin sonucunda yarı finale çıkmayı başardı. Yarı finalde ise adeta devir-teslim törenine tanık olduk. Jamaika ve Kolombiya maçlarında kaçan golleri Paraguay maçına devretmiş bir Arjantin karşımızdaydı. Rakibini 6-1 ile geçerek finale çıkan Tangocular, turnuva boyunca oynadıkları güzel futbolun meyvesini de almış oluyorlardı. Finale geldiğimizde ise rakip turnuvanın ev sahibi ve en etkili takımı olarak karşımıza çıkan Şili’ydi! Kağıt üzerinde Arjantin favori olarak gözükse de turnuvayı takip eden herkes denk güçlerin mücadelesi olduğunun farkındaydı. Nitekim öyle de oldu. Normal süresi ve uzatma bölümleri 0-0 biten karşılaşmada, rakibine penaltılarla 1-4 kaybeden Arjantin, 2014 Dünya Kupası’ndan sonra 2015 Copa Americâ’yı da finalde kaybetti. Önünde oynayan forvet oyuncularının final maçlarındaki beceriksizliğinin bedelini iki kupayı finalde kaybederek ödeyen Messi, hâlâ kariyerinde Milli takım formasıyla kupa sevinci yaşayamamış durumda. “Bu jenerasyon, ulusal nöbetini kupasız tamamlamayacak!” diyen Tata Martino’nun öğrencileri bir şampiyonayı daha kupasız kapattı. 2018 Dünya Kupası’nda ne mi yapar Arjantin? Messi sempatizanlarının dûalarını da alırlarsa belki bu kez şeytanın bacağını kırabilirler! yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr ŞİLİ Bizim dilimizde bir söz vardır “Bir şeyin olacağı varsa, olur.” diye. Tam da bu yıl kendi ülkesinde düzenlenen Copa Americâ’da şampiyon olan Şili takımını anlatıyor bu söz. Nedenini öğrenci ise bir hayli şaşıracaksınız! Güney Amerika Futbol Federasyonu (CONMEBOL), 2007 yılında aldığı bir kararla Copa Americâ’nın dört yılda bir düzenlenmesine ve 2011’den başlayarak turnuvalarda ev sahibi olacak ülkenin alfabetik sırayla belli olmasına karar verir. Böylelikle 2011 yılında düzenlenen turnuvaya ev sahipliği yapan Arjantin’in ardından, 2015’teki Copa Americâ için ev sahipliği sırası Brezilya gelir. Ancak Brezilya hükümeti, iki yıl içerisinde üç büyük turnuvaya (2014 Dünya Kupası, 2015 Copa Americâ ve 2016 Rio Olimpiyatları) ev sahipliği yapamayacaklarını belirterek, 2015 Copa Americâ’nın başka bir ülkede yapılmasını CONMEBOL’dan isterler. Fakat CONMEBOL turnuvanın düzenleneceği ülkenin değiştirilmesinin sadece kendilerine bağlı olmadığını, bunun için turnuvayı düzenlemek isteyen bir ülkeye de ihtiyaçları olduğunu belirtirler. İşte bu sırada Şili hükümeti devreye girer ve 2015 Copa Americâ Şampiyonası’nın kendi ülkelerinde yapılabileceğini belirtip, ev sahipliğini Brezilya’dan alırlar. Turnuvaya ev sahibi olarak girecek Şili’nin kura çekiminde de şansı yaver gider ve Meksika, Ekvador ve Bolivya gibi kendinden daha güçsüz olan rakiplerle eşleşirler. Marcelo Bielsa’nın 3-5-2 sistemini aynen devam ettiren teknik direktör Jorge Sempaoli, 2014 Dünya Kupası’nda Hollanda ve İspanya’nın aralarında bulunduğu ölüm grubundan takımını bir üst tura çıkarmayı başarmıştı. Bu turnuvada da kendine güvenleri tam olan Şilili futbolcular, ilk maçtan itibaren rakiplerine sahaya dar eden bir futbol anlayışı ortaya koyarlar. Grubunu çok rahat bir şekilde lider tamamlayan ev sahibi, çeyrek finalde Uruguay’ı, yarı finalde ise Peru’yu geçerek finale yükselir. Finalde 48.665 kapasiteli Nacional Stadı’nı tıklım tıklım dolduran seyircisi önünde Arjantin’i penaltılarla geçen Alexis Sanchez ve arkadaşları, ülkelerine tarihlerindeki ilk Copa Americâ şampiyonluğunu getirirler! Genelde ülke hükümetlerinin futbola yaptıları olumsuz etkileri duyar, okuruz. Nadir de olsa siyasi hükümetlerin, ülkelerine futbolda da başarı kazandırabileceklerine, en azından o zemini hazırlayabileceklerine 2015 Copa Americâ’da şahit olduk. Tebrikler Şili hükümeti, tebrikler Şili Milli Takımı! yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr TURNUVANIN ALTIN 11’İ Ospina (Kolombiya) Otamendi (Arjantin) Piris (Paraguay) Isla (Şili) Gimenez (Uruguay) Valdivia (Şili) Vargas (Şili) Vidal (Şili) Messi (Arjantin) Guerrero (Peru) Alexis (Şili) Jamaika'nın turnuvada topladığı puan ve attığı gol sayısı SAYILARIN DİLİYLE COPA AMERİCÂ 2015 ŞİLİ 0 Şili’nin kazandığı Copa Americâ sayısı 1 Arjantin’in son iki yılda finalde kaybettiği büyük turnuva sayısı 2 Copa Americâ’da boy gösteren Süper Lig’deki futbolcu sayısı (Muslera, Vargas, Pedriel) 3 Turnuvada penaltılara giden karşılaşma sayısı 3 Turnuvayı gol kralı olarak tamamlayan Guerrero ve Vargas’ın gol sayısı 4 Şili kalecisi Bravo’nun bu yıl kazandığı kupa sayısı Şili’nin ev sahipliğinde düzenlenen Copa Americâ sayısı 7 Copa Americâ’da maçlara ev sahipliği yapan şehir sayısı 8 Turnuvada maçların oynandığı stadyum sayısı 9 15 Arjantin’in Copa Americâ’da oynadığı final sayısı Copa Americâ’yı en çok kazanan ülke: Uruguay 27 57 4 6 Turnuvada gösterilen kırmızı kart sayısı Turnuvada gösterilen sarı kart sayısı Copa Americâ 2015’te atılan gol sayısı 125 yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr FENER’İN YENİ MOURİNHO’SU: Vítor Pereira Son beş sezondur Türk teknik direktörlerin görev verildiği Fenerbahçe’de 2015-2016 sezonu öncesi tam anlamıyla bir revizyona gidildi. Sportif direktör Giuliano Terraneo’nun göreve başlamasının ardından Portekizli teknik direktör Vítor Pereira ile anlaşma sağlayan sarı-lacivertlileri nasıl bir sezonun beklediği merak konusuyken; biz de herkesin büyük bir şaşkınlıkla karşıladığı Fenerbahçe’nin çiçeği burnundaki teknik adamı Vitor Pereira’yı her yönüyle mercek altına aldık. KLİŞE: KİMDİR? 26 Temmuz 1968’de Portekiz’in Espinho kentinde dünyaya gelen Vítor Pereira, 1981’de Espinho alt yapısında amatör olarak futbol hayatına başladı. 1986 yılında Avanca takımında profesyonel olan Pereira, pek de parlak olmayan profesyonel futbolculuk kariyerini 1996 yılında sonlandırdı. 2004-2005 sezonunda teknik direktörlük kariyerine başlayan Portekizli; sırasıyla Sanjoanense, Espinho, Santa Clara, Porto, Al-Ahli ve Olympiakos takımlarını çalıştırdı ve 11 Haziran 2015’te Fenerbahçe ile 2 yıllık sözleşme imzaladı. TAM BİR WİNNER Sarı-lacivertlilerin Portekizli teknik direktörü Vítor Pereira; hırslı, tutkulu bir antrenör olmasının yanısıra kazanma alışkanlığıyla da ön plana çıkıyor. Teknik direktörlük kariyerine 2004-2005 sezonunda Sanjoanense takımında başlayan Pereira, iki sezon da Espinho’yu çalıştırdıktan sonra 2008’de Portekiz 2. Lig takımlarından Santa Clara’nın başına geçti. Genç teknik adam, 2010’a kadar Azores temsilcisinin başında çıktığı 69 maçta 31 galibiyet, 21 beraberlik, 17 mağlubiyet aldı. 2010-2011 yılları arasında Porto’ya ilk adımını atan Portekizli çalıştırıcı, bir sene Villas-Boas’ın yardımcılığını yaptıktan sonra ondan boşalan teknik direktörlük koltuğuna oturarak kariyerinin belki de dönüm noktası olan bu fırsatı iyi değerlendirmek istiyordu. Nitekim öyle de oldu. 2011-2013 yılları arasında Porto’nun başında olan Pereira, iki seneye dört kupa sığdırarak Villas-Boas’ı aratmadı. İki Portekiz Ligi şampiyonluğu ve iki Portekiz Süper Kupa şampiyonluğu ile mükemmele yakın bir performans sergileyen 46 yaşındaki teknik adam, Porto’nun başında çıktığı 89 maçtan 62 galibiyet çıkararak dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir PREMİER LİG’İN KAPISINDAN DÖNDÜ Porto’da yakaladığı başarıyla adı artık daha sık duyulan Vítor Pereira’ya, Porto’dan ayrıldıktan sonra İngiltere Premier Lig ekiplerinden Everton talip oldu. Yemyeşil bir zemin, Goodison Park’ın masmavi tribünleri, birçok oyuncunun ve teknik direktörün hayali olan dünyanın en prestijli ligi onu beklerken Portekizli çalıştırıcı herkesi şoke ederek, Portekiz basınına göre ‘tamamen duygusal’ bir sebepten dolayı Katar’ın Al-Ahli takımının başına geçti. Katar’da kısa bir dönem antrenörlük yapan Pereira, bu süreçte çıktığı 20 maçta 9 galibiyet, 7 beraberlik ve 4 mağlubiyet aldı. Zaten bu galibiyet oranından pek memnun kalmayan Katarlı yöneticiler, Vitor Pereira’nın; yazımızın devamında bahsedeceğimiz meşhur olaylı basın toplantısından sonra kendisiyle yollarını ayırdı. Kısa süren Katar macerasından sonra belki de Everton’a gitmemesinin verdiği pişmanlıkla günlerini geçiren Pereira’ya şans bir kez daha güldü ve Yunan devi Olympiakos’tan teklif aldı. Michel ile yollarını ayıran Yunan temsilcisi, yarım sezonluğuna Vitor Pereira’yı takımın başına getirdi. Portekizli teknik adam, Yunanistan Ligi’nin ikinci yarısında Olympiakos’un başında çıktığı 27 maçta 18 galibiyet, 6 beraberlik ve 3 mağlubiyet alarak ligi şampiyon tamamladı ve kariyerine bir de Yunanistan Ligi şampiyonluğu ekleyerek ‘winner’ olma özelliğini gözler önüne serdi. Peki Vítor Pereira’nın 2,5 sezonda 5 kupa kaldırması sizce başarı mı, yoksa abartılmaması gereken olağan bir durum mu? 2 Portekiz Ligi, 2 Portekiz Süper Kupası, 1 Yunanistan Ligi şampiyonluğu. Kulağa çok hoş geliyor değil mi? Okuyucularımız bu soruyu muhtemelen ‘Evet’ diyerek cevaplarken ben de bu sırada Porto ve Olympiakos’un son yıllardaki şampiyonluk sayılarına değinmek istiyorum. Evet, Olympiakos son 19 yılın 17’sinde; Porto ise son 15 yılın 13’ünde kendi liginde şampiyon olmuş. Bu harikulade durumu Vitor Pereira üzerinden değerlendirecek olursak; bu başarılarının küçümsenmemesi için Fenerbahçe’yi de şampiyon yapması, onun bir zorunluluğu gibi gözüküyor. BİR DEVİR BİTTİ KABUL EDELİM Muhabir, ‘’Hayatınızda hiç profesyonel futbolculuk yapmamış olmanıza rağmen nasıl başarılı bir teknik direktör oldunuz?’’ Diye sorar; efsanevi İtalyan teknik direktör Arrigo Sacchi de şu cevabı verir: ‘’İyi bir jokey olmak için önce at olmak gerekmez...’’ Bu örneğin son 10 yıldaki en büyük kanıtı, Portekizli teknik direktör Jose Mourinho oldu. O geldikten sonra bir devir sona erdi. Gri paltolu adamdan sonra artık bu tartışmalar rafa kaldırıldı ve önceden eksi olarak görülen, teknik adamların düşük profilli futbolculuk kariyerleri artık dezavantaj olmaktan çıktı. Dolayısıyla Fenerbahçe’nin yeni teknik direktörü Vítor Pereira’nın futbol hayatını sorgulayacak olanlar, boşuna yol kat etmiş olacaklar. Eğer Pereira’nın gerçekten eksi yönlerini, daha doğrusu Fenerbahçe ile uyuşmayacağı, ters düşebileceği yönlerini görmek istersek, onun kişiliğinden bahsetmek kaçınılmaz olacaktır. İŞİNE KARIŞILMASINI SEVMEZ ‘’Ben, sahada gördüğüm şey hakkında konuşurum, senin duymanı istediklerini değil...’’ Bu sözler, Vítor Pereira’ya ait. Al-Ahli’yi çalıştırdığı dönemde maçtan sonra basın toplantısı sırasında rakip futbolcunun art niyetli olarak oyuncularını sakatlamak istediğini dile getiren Vítor Pereira, bir Ah-Ahli yöneticisinin uyarısıyla karşı karşıya kalır. Al-Ahli yöneticisi, Pereira’ya sadece teknik konular hakkında konuşmasını, bireysel performanslara değinmemesi gerektiğini söyler. Bu uyarı karşısında deliye dönen Portekizli, ‘’Meslek hayatımda ilk defa biri bana ne konuşacağımı söylüyor; ancak ben ne istersem onu konuşurum’’ diyerek basın toplantısını terk eder. Bu olay, Portekizlinin ne kadar bağımsızlığına düşkün olduğunu gösteriyor. İşine karışılmasını asla istemiyor ve umarım bu durum; bir gün aynı odada tam Aziz Yıldırım onu görevden aldığını söyleyecekken, onun da aynı anda istifa dilekçesini başkana iletiyor olmasına sebep olmaz. Konu eksilerinden açılmışken, biraz da saha içine dönelim. Portekizli teknik adamın, saha içinde Fenerbahçe ile yaşayacağı en büyük sorunu kadro seçimi olabilir; zira Portekizli teknik adam tam bir mükemmeliyetçi. Oynayacak oyuncunun sahaya her şeyini vermesini, bunun için de fizik olarak güçlü olmasını istiyor. Evet, onun felsefesinde eğer bir Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir futbolcu %100 hazır değilse, bu isim James Rodriguez bile olsa formayı alamaz. 46 yaşındaki çalıştırıcı, Porto’nun başındayken 2012-2013 sezonunda Şampiyonlar Ligi 2. turunda Malaga ile oynadıkları iki maçta da James Rodriguez’i fizik gücü yetersiz olduğu için kulübede bıraktı. Malaga’ya elenen Porto’da fatura bu sebepten ötürü Vitor Pereira’ya kesildi. Düşünsenize, dönemin Alex De Souza’sı, bir Şampiyonlar Ligi 2. tur maçında antrenman eksiği var diye yedek oturtuluyor ve Fenerbahçe eleniyor! İnanın, hocanın uçak bileti bile hazırlanmış olurdu. Yine de Pereira, bildiği doğrudan asla şaşmadı. Bu tespiti destekleyecek bir başka örnek arayacak olursak; Vitor Pereira’nın Olympiakos’unun, geçtiğimiz sezon 18 lig maçında sadece bir kez; önceki haftanın ilk 11’iyle sahaya çıktığını gösterebiliriz. Bu durum her ne kadar Pereira’nın rotasyon delisi olduğu anlamına gelse de, Portekizlinin mesajı net: %100’ünü veremezsen, oynayamazsın. Peki bu durum Fenerbahçe’ye nasıl yansır diye soracak olursanız, geçtiğimiz sezona bakarsak, pek olumlu yansımayacağı kesin; zira Fenerbahçe geçen sezon istikrar anlamında bazı sıkıntılar yaşadı. Gökhan Gönül, Caner Erkin, Mehmet Topal ve Dirk Kuyt dışında kimse %100’ünü veremedi. Bu durumda yaş ortalaması da yüksek olan sarı-lacivertlilerin, birçok transfer yapmak zorunda kalması kaçınılmaz gibi gözüküyor. Dolayısıyla Vítor Pereira’nın bu kırmızı çizgisi, sezon içinde bazı problemleri ortaya çıkarabilir. Hocanın bu eksi yönlerini bir kenara bırakıp biraz da artılarından bahsetmek gerekirse Portekizli çalıştırıcının en büyük avantajı Yunanistan Ligi’nde başarılı olması olarak göze çarpıyor. İspanya ya da Hollanda’da başarılı olan bir teknik direktör, Türkiye’ye uyum sağlayamayabilir. Nitekim bunun geçmişte, hem de Fenerbahçe üzerinden örnekleri elimizde mevcut. İspanya’yı 2008 Avrupa şampiyonu yapan Luis Aragones’in Fenerbahçe’de nasıl tel tel döküldüğü; PSV’yi dört kez Hollanda şampiyonu yapan; bununla da yetinmeyip Hollanda’yı 1988’de Avrupa şampiyonluğuna taşıyan Gus Hiddink’in, Fenerbahçe’de nasıl hayal kırıklığı yarattığı tüm gerçekliğiyle karşımızda duruyor. Patron bu kez yakından geliyor ve bu gergin, stresli ortamları çok seviyor. Dünyanın en hırçın taraftar gruplarından biri olan Gate 13’ün (Panathinaikos) önüne gidip hareket çeken, ardından da tüm taraftarların sahaya inip olay çıkarmasına sebep olan bir adamdan da sakinlik beklemek saçmalık olurdu zaten. Türkiye’de takım otobüsü kurşunlanırken, Yunanistan’da da stadyumdan çıktığınız anda benzer şeylerle karşılaşabiliyorsunuz. İki ülkenin futbolunu kıyasladığımızda ise gerek oyun temposu, gerekse sertlik anlamında Yunanistan ve Türkiye Ligi arasında birçok benzerlik baş gösteriyor. Buna ilave olarak Portekizlinin bir diğer avantajı olarak da müslüman bir ülke olan Katar’da görev alıp bu kültürü, tecrübeyi yaşadıktan sonra Türkiye’ye gelmesini gösterebiliriz. Hâl böyleyken, genlerimize bu kadar yakın bir yerden gelen Vítor Pereira’nın, Türkiye’de uyum sorunu yaşayacağını düşünmek biraz mantık dışı olabilir. Peki Pereira’nın takımları nasıl ncuyu sahada görüp isyan eden Fenerbahçeliler, artık o istediği futbolu sahada görebilecek mi? Pereira’nın daha önce çalıştığı takımlarda oynattığı futbola ve Fenerbahçe’ye imza attıktan sonra oyun stili hakkında yaptığı açıklamalara bakarsak, sarıYazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir lacivertli taraftarlar bu sezon oynanacak oyundan zevk alacak gibi görünüyor. Vitor Pereira’nın, Fenerbahçe ekolüne uygun bir oyun stilini tercih ediyor olması bu durumu açıklayan en büyük kanıt. Evet, Zico’nun oynattığı futbolu özleyen, tadı damağında kalan Fenerbahçeliler şimdiden kombinelerini almaya başlayabilir; çünkü Vitor Pereira, ısıran, yüksek tempolu futbolu benimsiyor; ancak bunu yaparken de savunmadaki güvenliği elden bırakmıyor. PORTEKİZLİLERİN SIRRI Fenerbahçe, 2015-2016 sezonuna bir Portekizli teknik adam ile başlayacak. Başta herkese, ‘’Eee, ne olmuş yani?’’ Dedirten bu özelliği, geçtiğimiz sezonun istatistikleriyle birleştirdiğimizde bu durumun gerçekten önemli bir avantaj olduğunu kanıtlayabiliriz. 2014-2015 sezonunda Avrupa’nın en iyi 15 liginde 10 şampiyon takımın hocası yerli olurken; geriye kalan yabancı 5 hocadan İspanyol Pep Guardiola’yı çıkarırsak, diğer dört teknik adamın Portekizli olması oldukça üzerinde durulması gereken bir istatistik olarak göze çarpıyor. İngiltere’de Jose Mourinho’nun Chelsea’si, Rusya’da Andre Villas-Boas’ın Zenit’i şampiyon olurken; İsviçre’de Paulo Sosa’nın Basel’i, Yunanistan’da ise Vitor Pereira’nın Olympiakos’u ipi göğüsleyen takımlar arasında yer aldılar. Bu başarıların birinci sebebi olarak Jose Mourinho ile başlayan Portekizli hoca akımını gösterebiliriz. Mou’nun Porto ve Chelsea’deki başarılarından sonra her kulübün kendi Mourinho’sunu aramaya başlaması, Portekizlilerin önünü açan ilk ve en büyük sebep oldu. Portekizli hocaların bu kadar başarılı olmasının ikinci sebebini de, konuştukları dil olarak gösterebiliriz. Avrupa’da oynayan 1000 üzerinde futbolcunun Brezilyalı olup Portekizce konuşmaları elbette ki başarı için önemli bir faktör olarak göze çarpıyor. BAŞARILI OLUR MU? Her başkan, getirdiği teknik adamın kulübüne başarı kazandırmasını ister. Yukarıdaki bilgileri, değerlendirmeleri bir araya topladığımızda Vitor Pereira’nın Fenerbahçe için doğru bir tercih olduğu ortaya çıkıyor; ancak burada asıl sorgulanması gereken konu, Vitor Pereira’nın hangi Fenerbahçe’yi çalıştıracağı olacaktır. Portekizli çalıştırıcı; Aziz Yıldırım’ın geçtiğimiz sezon başında, ‘’Teknik direktör çok önemli değil, kim olsa yapar’’ dediği Fenerbahçe’yi mi çalıştıracak; yoksa oluşturulacak kadronun, sahayla ilgili her konunun tamamen sportif direktör Giuliano Terraneo’ya bırakıldığı, kadroya ve sahaya dışarıdan bir müdahalenin olmadığı bir Fenerbahçe’yi mi çalıştıracak? Eğer Fenerbahçe hâlâ birinci öncüldeki Fenerbahçe’yse, Vitor Pereira son derece yanlış bir tercih; ancak ikinci öncüldeki Fenerbahçe’yi çalıştıracaksa, bundan daha iyi bir teknik direktör tercihi olamaz. Nitekim şu zamana kadar yapılan transferlere, gönderilen oyunculara bakıldığında Fenerbahçe’nin ikinci öncüle daha yakın olduğu gözle görülür bir biçimde ortada. O hâlde bu modernleşme, profesyonelleşme devam ederse bu sene sahne Portekizlinin olacaktır. KUPA BEYİ BARCELONA Geç t iğ imiz s e zo n Şampiyonlar Ligi’nden eli boş dönen, lig şampiyonluğunu evinde başkent takımı Atletico Madrid’e, Kral Kupası’nı ise ezeli rakibi Real Madrid’e kaptıran, yeni sezona yepyeni, hırslı, istikrarlı, kaybettikleri şeylerin acısını çıkarmaya yemin etmiş LuisEnrique ve onun Katalan öğrencilerinin hikayesi… 2013-2014 sezonu İspanya şampiyonu olan Atletico Madrid’in, Barcelona’nın elinden CampNou’da şampiyonluğu nasıl aldığından Markaj’ın ilk sayısında bahsetmiştim. Bu sefer roller değişti; şampiyon Barcelona, yer VicenteCalderon! İspanya’da geçen sezon Barcelona beklenen verimi verememiş, eleştirilerin odağı olmuş, adeta ‘ölü’ olarak adlandırılıyordu; ama Katalanlar ölülerinin bile ligde şampiyonluk mücadelesi vereceğini herkese kanıtlamış, Atletico Madrid ile şampiyonluk maçına çıkmışlardı. Elleri boş dönse de Barça vazgeçmeyecek başkentlilerden rövanşı alacak ve sahasında şampiyonluk turu atacak, Madrid’i renklerine boyayacak, ligin bitimine bir hafta kala en yakın rakibi Real Madrid’in 4puan önünde girip şampiyon olacaktı. Lig şampiyonluğu derken Kral Kupası’nı kazanacak, Kral Kupası derken de Şampiyonlar Ligi şampiyonu olup kupaya doyacaktı. şampiyonluğun, El Turco ise ligde kalmanın haklı sevincini yaşıyordu. HOŞÇA KAL EL MAESTRO! Katalanların mücadelesinde sakat olan LuisSuarez’in yerine Pedro görev aldı. Karşılaşmanın tek golü Barcelona’nın kilit oyuncusu LionelMessi’den geldi. 65. dakikada Pedro ile verkaç yapan Arjantinli yıldız sert bir şutla şampiyonluğu getiren altın değerinde golü kaydetti. Böylece Katalan ekibi, son on sezonda yedinci şampiyonluğuna ulaşmış oldu. Barcelona toplamda ise 23. kez La Liga şampiyonu oldu. Barça, son hafta sahasında, ligde kalma mücadelesi veren Deportivo ile karşılaştı. Barcelona, 5. ve 59. dakikalarda LionelMessi’nin golleri ile 2-0 öne geçerken, 67. dakikada LucasPerez ile farkı 1’e indiren Deportivo, 76. dakikada Salomao ile beraberliği yakalayarak son dakikalarda ligde kalmayı başardı. Barcelona bu sezon ilk defa NouCamp Stadı’nda beraber kaldı. Maç sonu iki taraftada mutluluk rüzgarları esiyordu. Katalanlar Barcelona’da 17 sezondur forma giyen, kalan Kral Kupası finali ve Şampiyonlar Ligi finalinden sonra ayrılacağını açıklayan 35 yaşındaki XaviHernandez için CampNou’da büyük bir uğurlama düzenlendi. Maç öncesi tribünlerde taraftarların yaptığı mozaikte “Teşekkürler Xavi” yazılı dev bir pankart açılırken, karşılaşması sonrası İspanya Futbol Federasyonu Başkanı Angel Maria Villar’ın verdiği lig şampiyonluğu kupasını da kaptan olarak Xavi kaldırdı. Barcelonalı taraftarlar uzun süre Xavi için tezahürat yaptı.Karşılaşmada ikinci yarıda oyuna giren Xavi, “Devler Ligi”nde 151. kez forma giyerek turnuva tarihinde en çok forma giyen oyuncu unvanını paylaştığı Real Madrid kalecisi IkerCasillas’ın yeniden önüne geçti. İKİNCİ KUPA, KRAL KUPASI GELİYOR! İçinde her ne kadar ‘kral’ olsa da, Barça bu kupayı da almayı çok istiyordu. İspanya’nın ayrılıkçı iki özerk bölgesi Bask ve Katalonya’nın takımlarını karşı karşıya getiren finalde yüzü gülen taraf 3-1 ile Katalan ekibi oldu. Barcelona’nın NouCamp Stadı’nda oynanan maçta tribünler her iki takımın taraftarlarına eşit şekilde bölüştürülürken, Barcelona taraftarları “Tarih yazın”, Athletic Bilbao’nun taraftarları da “Athletic” yazılı mozaiklerle maç öncesinde göze hoş gelen görüntüler oluşturdu. Maça çok hızlı başlayan taraf Katalanlar oldu. Daha 10. dakikada Messi’nin ortasında Neymar, güzel şutuyla topu Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil ağlara gönderse de ağlarla buluşan top hakemin ofsayt gerekçesiyle geçersiz sayıldı. 20. dakikada Barcelona’nın sağ kanattan geliştirdiği atakta, art arda Athleticli 4 futbolcuyu çalımlayan Arjantinli yıldız LionelMessi, güzel vuruşunda topu kalecinin solundan ağlara göndererek, takımını 1-0 öne geçirdi. Kilit açılmıştı bir kere, Barcelona’nın durmaya niyeti yoktu. Golden sonra ataklarını devam ettiren Barcelona, 36. dakikada yine Arjantinli futbolcusu ile rakip kalede tehlikeli bir atak başlattı. Messi’den topu alan LuisSuarez, ceza sahasına girdikten sonra kalecinin çıktığını görerek topu boşta olan Neymar ile buluşturdu. Brezilyalı futbolcu topu rahat bir şekilde Athletic Bilbao ağlarına göndererek, skoru 2-0’a taşıdı.Messi’nin güzel futbolu ile öne çıktığı ilk yarı 2-0 Barcelona’nın üstünlüğü ile sona erdi. Athletic, golün ardından ataklarını sıklaştırsa da bu, sonucu değiştirmeye yetmeyecekti. Karşılaşma 3-1 Barcelona lehine sonuçlandı ve ekip, bu sezonda göz kamaştıran futboluyla 2.kupasını kazanmıştı. Bu sonuçla İspanya Kral Kupası’nı en çok İkinci yarı Barcelona skoru korumaya kazanan kulüp olan Barcelona, 27. kez yönelik bir oyun ile defansına daha bu kupayı müzesine götürme başarısını ağırlık verse de Messi-LuisSuarezelde etti. En sonuncusu 31 yıl önce olmak Neymarölümcül üçlüsü ile hücumdaki üzere 23 kez ile kupayı en fazla kazanan üstünlüğünü de korudu.74. dakikada ikinci kulüp olan Athletic Bilbao ise 2009 Barcelona’nın geliştirdiği atakta Neymar ve 2012 yıllarındansonra 3. kez Kral ile duvar pası yapan Alves’in ortasında Kupası’nda finalde Barcelona’ya yenildi. rakip ceza sahasında topla buluşan Messi, penaltı noktasından vuruşunda Bu sezon La Liga şampiyonluğundan topu ağlara gönderdi. Skor Barcelona sonra Kral Kupası’nı da kazanan lehineydi. İpler artık kopmuş LuisEnrique Barcelona için sıradaki hedef6 Haziran’da ve öğrencileri yavaş yavaş kupaya Berlin’de oynanacak UEFA Şampiyonlar uzanıyorlardı..Maçta Barcelona’nın Ligi finalinde kupayı İtalyan temsilcisi üstünlüğünün tamamen hissedildiği Juventus’un elinden almaktı. bir anda, 79. dakikada Bilbao’nun sol kanattan geliştirdiği atakta gelen Yaz ar: ortaya ceza sahası içinde sırtı CEY DA kaleye dönük bir şekilde AR AB ters bir kafa vuruşu ACI GİL yapan Willams, Bask @C eyd takımının golünü aAr aba atıp, skoru cig il 3-1 yaptı. ŞAMPİYONLAR LİGİ’NE DE AMBARGO! Bir tarafta İspanya La Liga ev Kral Kupası şampiyonu Barcelona, diğer tarafta İtalya Serie A ve İtalya Kupası şampiyonu Juventus. İki takımın da ortak bir arzusu var; Şampiyonlar Ligi şampiyonu olup 3.kupayı müzesine götürebilmek. Her kulvarda iddiasını sürdüren, İspanya’daki başarısını Avrupa arenasına da taşıyan Barcelona, grup aşamasından katıldığı Şampiyonlar Ligi’ndePSG, Ajax ve Apoel ile aynı grupta yer aldı. 5 maçını kazanarak 15 puanla F Grubu’nu lider tamamlayan Barça, son 16 turunda ise Manchester City’yi 2-1 ve 1-0’lık skorlarla 2 maçta da yenerek eledi ve finalde diğer İspanya temsilcisi Real Madrid’i eleyen Juventus ile eşleşti. Karşılaşmaya iki taraf da tempolu başladı. Juventus ilk dakikada Tevez ile yakaladığı pozisyonu kullanamazken, Barcelona ise ilk atağında Rakitic ile henüz 4. dakikada öne geçti. Devrenin kalan kısmında Juventus, Vidal ve Morata ile tehlike yaratırken; oyuna ağırlığını koyan Barcelona; Neymar ve Messi ile yakaladığı fırsatları gole çeviremedi. finalde 2-0, 2011’dekinde ise 3-1 mağlup eden Barcelona, Juventus’u da 3-1 yenerek 5.kez mutlu sona ulaştı. Barcelona, ilk yarının kalan bölümünde kısa paslarla oyunun kontrolüne ele aldı.Juventus ise Katalan temsilcisinin savunmada yaptığı pas hataları ve kontra ataklarla tehlike yaratmaya çalıştı. Barcelona’nın geliştirdiği tehlikeli ataklarda Juventus kalecisi Buffon, farkın açılmasına izin vermedi ve ilk yarı İspanya temsilcisinin 1-0 üstünlüğüyle sonuçlandı. 3 GOL KRALLI TURNUVA Juventus karşısında fileleri sarsan Neymar’ın yanı sıra LionelMessi ve Real Madridli Cristiano Ronaldo, toplamda 10 golle turnuvanın gol kralı oldu. Böylece Arjantinli yıldız; 2009, 2010, 2011 ve 2012’nin ardından 5. kez “Devler Ligi”nde gol krallığıunvanını elde etti. MESSİ, SUAREZ, NEYMAR (MSN) DURDURULAMIYOR! Barcelona’nın bu sezonki üstün performansında Messi, Neymar ve Uruguaylı forvetLuisSuarez’in önemli payı bulunuyor. Performansıyla göz dolduran Messi, bu sezon Katalan temsilcisiyle çıktığı 53 maçta 53 gol ve 30 asistle takımının başarısında başrolü üstlendi. Şampiyonlar Ligi’nde 10 kez fileleri havalandırarak ilk sırayı Cristiano Ronaldo ile paylaşan Arjantinli yıldız, aynı zamanda 77 golle turnuva tarihinin en golcü futbolcusu konumunda bulunuyor. Takımın diğer yıldızları Brezilyalı Neymar, 37 gol ve 10 asist; cezası nedeniyle sezonun ilk yarısında birçok karşılaşmada forma giyemeyen LuisSuarez ise 24 gol ve 23 asistle Messi’ye eşlik etti. Rakip takımların kabusuhaline gelen bu üç futbolcu, daha sezon bitmeden toplamda 114 gole ulaşarak formununzirvesinde olduklarını gösterdiler. Şampiyonlar Ligi’nin en deneyimli takımları arasında yer alan Barcelona, turnuvada daha önce dört kez mutlu sona ulaşırken, üç kez ise finalde kaybetti. Katalan temsilcisi, UEFA Şampiyonlar Ligi’ndeki 2. zaferini ise 2006’da elde etti. Arsenal’i 2-1 mağlup ederek kupaya uzanan bordo-lacivertliler, sonraki iki kupa finalini ise Manchester United ile oynadı. Kırmızı Şeytanlar’ı2009’daki ‘’MES QUE UN CLUB!’’ Şampiyonlar Ligi kupasını Juventus’u 3-1 yenerek kazanan Barcelona, kupa sevincini taraftarlarıyla birlikte yaşadı. Barcelonakafilesi, final maçının oynandığı Berlin’den uçakla Barcelona kentine gelirken, Şampiyonlar Ligi kupasını takım kaptanları XaviHernandez ve Andresİniesta uçaktan indirdi. Avrupa’daki futbol kulüpleri arasında bir ilki gerçekleştirerek kulüp tarihinde ikinci kez sezondaki 3 kupayı birden kazanan Katalanlar; Şampiyonlar Ligi, La Liga ve Kral kupalarını yan yana koyarak üstü açık otobüsle kent sokaklarını dolaştı. Barcelonalı futbolcular ve teknik heyet yaklaşık 4,5 saat süren şehir turunda, sokaklarda kendilerini bekleyen kalabalık taraftarlarla buluşup, tezahüratların arasında Barcelona kulüp marşını söyledi. Otobüsle NouCamp’aulaşan Barcelona kafilesini ise burada yaklaşık 70 bin taraftar karşıladı. Saha ortasına kurulan sahneye tek tek çağrılan futbolcular ve teknik kadroyu alkışlayan Barcelonalı taraftarlar, üç kupanın kazanılmasıyla geçen tarihi sezonu coşkuyla kutladı. Görsel bir şölenin yaşandığı NouCamp Stadı’nda en çok alkışı, kariyeri boyunca formasını giydiği ancak Katar’ın El Sadd takımından gelen teklifi kabul ederek ayrılacak olan emektar futbolcu XaviHernandez aldı. Xavi taraftarlara, “Artık 3 kupaya birden sahibiz. Burada olduğunuz için hepinize çok teşekkürler. Sokakta bizimle birlikte olanlara da çok teşekkürler. Bana bu sezonu hediye ettiğiniz için hepinize teşekkürler. Sizleri çok özleyeceğim. Yaşasın Barça, yaşasın Katalonya!” diye seslendi. Barcelona Teknik Direktörü LuisEnrique de yaptığı konuşmada, “Söyleyecek sözü olan bir takıma sahibiz. Bu futbolcuların arzusu ve tutkusunun sınırı yok. Sizler ve bizler hiç kimsenin bilemeyeceği kadar bu noktaya gelmenin kolay olmadığını biliyorduk. Sizlerle daha güçlüyüz. Tarih yazmaya devam edeceğiz. Takımı desteklemeye devam edin” dedi. Öte yandan Barcelona’nın ikinci kaptanı İniesta, “Bu takımın bir parçası olmaktan çok gurur duyuyorum”, 4. takım kaptanı LionelMessi de “Zor bir yıldan sonra olağanüstü bir sezon geçirdik. Buraya geri dönmek gerçekten inanılmaz bir şey. Aynı şekilde devam edeceğiz; çünkü bu takımın bir şeyler kazanmak için çok büyük arzusu var. Üç kupayı istiyordunuz. İşte üç kupa” şeklinde konuştu. PIQUE’DEN RONALDO’YA GÖNDERME UEFA Şampiyonlar Ligi finalinde Juventus’u mağlup ederek, sezonu üç kupayla kapatan Barcelona ekibi, başarısını görkemli bir törenle kutlandı. NouCamp’ta yapılan kutlamalara defans oyuncusu GerardPique’nin, Ronaldo’ya yaptığı gönderme damga vurdu. Barcelona’nın defans oyuncusu Pique, takımının bu sezon yaşadığı başarıda Real Madrid’in yıldızı Ronaldo’nun da payı olduğunu ima etti. Kutlamalar sırasında mikrofonu eline alan Pique, Real Madrid’in şubat ayında Atletico Madrid’e karşı deplasmanda aldığı 4-0’lık mağlubiyetin ardından yaş günü partisi düzenleyen Ronaldo’ya mesaj gönderdi. Portekizli yıldızın yaş günü partisine katılarak Ronaldo ile birlikte düet yapan Kolombiyalı şarkıcı KevinRoldan’a teşekkür eden Pique, “Dünyanın en iyi takımıyız. KevinRoldan sana da teşekkür ediyorum. Her şey seninle başladı” dedi. Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil ÇÜNKÜ AYRILIK DA SEVDAYA DAHİL: JÜRGEN KLOPP Delikli kot pantolonu yüzünden Hamburg’a alınmayan Klopp’tan, Şampiyonlar Ligi Kupası’nı almayı son saniyede kaçıran Klopp’a! Futbolda başarının temelinde sadece paranın yer almadığını bütün dünyaya gösteren Jürgen Klopp’un Dortmund serüvenini sizler için mercek altına aldık 1967 yılında Stuttgart’ta dünyaya gelen Jürgen Klopp, hemen hemen her teknik direktör gibi futbol yaşantısına futbolcu olarak başladı. Futbolculuk kariyerinin büyük bölümünü Mainz’da geçiren Klopp, uzun boyunun da vermiş olduğu avantajla hem forvet hem de stoper mevkilerinde oynadı. Mainz formasıyla çıktığı 325 maçta 52 gol kaydeden ‘Kloppo’ lakaplı Jürgen, 25 Şubat 2001’de takımıyla son maçına çıkarak aktif futbol yaşantısını sonlandırdı. Futbolculuk kariyerinin büyük bölümünü Mainz’da geçiren Klopp için teknik direktörlük kariyerindeki ilk durak da kırmızı-beyazlı takımdan başkası değildi. 2001-02 ve 2002-03 sezonlarında Bundesliga 2’yi dördüncü sırada tamamlayan Klopp önderliğindeki Mainz, Bundesliga şansını kıl payı kaçırıyordu. 2003-04 sezonunda ise kader cilvesini yapıyor, bir önceki sezonda üst ligi averajla kaçıran Mainz, bu kez averajla Bundesliga’nın yolunu tutan takım oluyordu. Bu başarı aynı zamanda Mainz için kulüp tarihin ilk Bundesliga macerası anlamına gelmekteydi. Mainz ile 3 yıl boyunca Bundesliga’da boy gösteren Klopp, 2006-07 sezonunda takımını küme düşürmekten kurtaramazken, yönetim Klopp’a sahip çıkarak, onun takımın başında kalmasını sağlıyordu; ancak Klopplu Mainz bir kez daha Bundesliga 2’yi dördüncü sırada tamamlayınca artık Klopp için farklı semalarda yüzme zamanı gelmişti. Klopp’un Mainz ile yollarını ayırdığını duyan Hamburg kulübü yoneticileri Bernd Hoffman ve Katja Kraus, Klopp’u takımın başına getirmek isterler. Bunun için de Hamburg sportif direktörü Didi Beiersdorfer ve Klopp arasında bir görüşme ayarlarlar. Alınan bu kararla birlikte dünya futbol tarihinin en trajikomik olaylarından biri meydana gelir. Beiersdorfer ile yapılan görüşmeye delikli kot pantolon ve sakallı bir şekilde gelen Klopp’u, Hamburg sportif direktörünün gözü tutmaz. Görüşme sonunda Beiersdorfer, birkaç adam tutarak Klopp’u takip ettirir. Bunu fark eden Klopp, Beiersdorfer’i arar ve: “Eğer benimle hâlâ ilgileniyorsanız bilin ki ben kabul etmiyorum!” 2008-09 sezonunda Borussia Dortmund’un yeni teknik direktörü artık Jürgen Klopp’tur. BvB yönetimi Klopp’a ufak bir transfer bütçesi, 100 milyon Euro’yu aşmış borç ve iki yıl önce iflasın eşiğinden son anda kurtulmuş bir kulüp teslim eder! Klopp, Dortmund’a geldiği ilk andan itibaren top rakipteyken takımının neler yapacağı üzerinde çalışmalar yapıp, sistemler geliştirir. “Madem biz yeteri kadar iyi bir şekilde oyun kuramıyoruz, o halde rakip takıma da rahat oyun kurma şansı tanımamalıyız” mentalitesini ana felsefesi olarak belirledi. Pres yapmayan oyuncuya takımında yer vermeyecekti. Mladen Petric ve Alexender Frei, Klopp gelene kadar takımın en önemli gol silahlarıyken; top rakipteyken koşmamaları, pres yapmamaları onların kendilerini farklı takımlarda bulmalarına neden oldu. Rakip takıma baskı kurma konusunda sorunlu olan her futbolcu bir bir takımdan gönderildi. Klopp yapmış olduğu bu radikal değişimler yüzünden her ne kadar sezon başında eleştiri oklarının hedefi olsa da, ne kadar doğru tercihler yaptığı sezon sonunda ortaya çıktı. 2007-08 sezonunu 40 puanla 13. sırada tamamlayan BvB, 50 gol atıp 62 gol yemişti. Klopp önderliğinde geçen ilk yılda ise bambaşka bir Dortmund otoritelerin karşısına çıkıyor, ligi 59 puanla 6. Sırada tamamlayıp, 60 gol atarken, kalesinde 37 gol görüyordu. Bu şu anlama geliyordu; Dortmund geçen sezona göre yediği gol sayısını yarı yarıya düşürmüştü! yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr 2008-2012 arasında geçen yıllar, Barcelona’nın tek başına bütün futbol dünyasına hakimiyet kurduğu dönem olarak kabul edilmektedir. Peki neydi Barça’yı rakipsiz kılan? Xavi ve İniesta’nın ruhumuzu okşayan top yeteneği ve ölümcül pasları ile Messi’nin insanüstü bireysel yeteneği değil miydi? Futbola ilgi duyan insanların neredeyse tamamı böyle düşünüyordu; ancak Klopp hiçbirimizin dikkat etmediği bir noktaya kilitlendi: Yeteneğin en ufak bir rolünün olmadığı alana. Barcelona’nın kaybettiği topları yeniden ele geçiriş metodu ve pres bölgesi dikkatini çekti. Hayat hikayesi ile birlikte taktiksel analizlerinin de anlatıldığı ‘Echte Liebe’ kitabında Klopp, Barça’dan şöyle bahseder: oyuncusunu, kendisi çıkarmak. Geldiği ilk andan itibaren alt yapıya büyük önem veren, Asya Kıtası gibi yerlerden genç oyuncuları bulan Klopp, yardımcı antrenörü Zeljko Buvac’ın da büyük katkısıyla birçok oyuncuyu süper star haline getirdi: Hummels, Schmelzer, Nuri, İlkay, Götze, Kagawa, Lewandowski... 2010-11 ve 2011-12 sezonlarında Bundesliga’da şampiyonluk ipini göğüsleyen Klopp ve öğrencileri, zirveyi ise Şampiyonlar Ligi’nde final oynayarak yaptı. Son iki sezonda Kagawa, Götze ve Lewandowski gibi takımın iskelet oyuncularının ayrılmasının yanına biraz başarıya doymuşluk biraz da gelen oyuncuların sisteme ayak uyduramaması eklenince, beklenen performansın uzağında bir Dortmund karşımıza çıktı. Kan değişimi vaktinin geldiğini anlayan Klopp, “İnanılmaz... Her futbolcu topun olduğu bölgedeki baskıya aynı ölçekte destek veriyor. Lionel Messi kaybettiği topun arkasından mücadeleyi en çok ”Bu kulüp,doğru kişi tarafından çalıştırılmayı yapan oyuncu dahi olabiliyor. Topu kaybettikleri hak ediyor. Bir gün başarılı olmadığım hissine anda sanki o beş saniye içinde alamazlarsa, bir kapılırsam, kulübe bunu söyleyeceğimi ifade daha topu hiçbir zaman alamayacaklar gibi telaş içerisinde baskı kuruyorlar. Benim için dünya futbolunda olabilecek en iyi model bu oldu.” Klopp’un yukarıda bahsetmiş olduğu ve futbol literatüründe ‘gegenpressing’ diye tabir edilen, kaybedilen topu kısa süre içerisinde rakip takımdan geri almayı hedefleyen bu taktiği, Ersun Yanal’ın Fenerbahçe’sinde de sıklıkla görmüştük. Klopp ise bu sistemi 2 sezon içersinde takımına tamamen adapte ederek, BvB’nin başarısında en önemli faktörü oynayan bu anlayışla birçok takımın canını yakmayı başarıyordu. Hatta Emirates’te oynanan Arsenal-Dortmund Şampiyonlar Ligi grup maçında, kaybedilen topun sonrasında rakip ceza sahasının etrafında yapılan ani baskı sonucunda kazanılan topu ağlarla buluşturan Mkhitaryan’ın attığı gol tam da bu tanımın görsel örneği olarak karşımıza çıkıyordu. Fakat Klopp için hâla her şey yoluna girmiş sayılmazdı. BvB’nin ne Robben ya da Ribéry’i gibi yıldızları alacak parası vardı ne de ekonomik anlamda Bayern Munich’le baş edecek finansal yapısı! O halde geriye tek bir seçenek kalıyordu: Kendi yıldız etmiştim. Sadece doğru ve önemli olduğu için bu kararı aldım.’’ diyerek 7 yıllık başarılarla dolu Dortmund kariyerinin sonuna geldiğini açıklıyordu. Birçok insanın Football Manager oyununda bile gerçekleştiremediği bu başarı hikayesini Jürgen Klopp ve öğrencileri başardı. Böylesine zor şartlardan, bu denli bir peri masalını yaratan bir teknik direktöre saygı duymamak Jürgen Klopp’a değil, futbolun ilke ve doğasına ayıp etmek anlamına gelir. Klopp’u Hamburg’un kapısından döndüren Beirsdorfer, “Martin Jol’ü takımın başına getirdik ve uzun süre unutulmayacak başarılar elde etti” demişti. Benim de naçizane bir sorum olacak Sn. Beiersdorfer’e: “Martin Jol’ün başarıları unutulmaz derecede büyükse, Dortmund’un Klopp’la kazandıklarını nasıl tanımlayalım?” yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr “NO TOTTİ NO PARTY” Küçük Romalılar hayatta en çok ileride ya Roma formasını giymek ya da ileride bir Roma ultrası olmak arasında Milan’ın scoutları da vardı. Scoutlar, Totti’nin Milan altyapısına kazandırılması için her şey hazırdı. Eğitim masrafları, kalacak yer ve Milan formasını giyme şansı; ancak annesi buna karşı çıktı. Onu bu kadar erken yaşta yanından ayırmak istemiyordu. Roma kulüplerinin onu fark etmesi de uzun sürmedi. Önünde iki seçenek vardı; Lazio ya da Roma. Francesco için tek bir seçenek vardı. Francesco,daha ister; ama hem o formayı giydi hem de sahada bir Roma taraftarı gibi savaşıyordu Francesco, Francesco Totti Yağmurlu bir akşam, Roma’nın yoksulluk kokan sokaklarının birinde, yağmurun kaldırdığı toz ve onun getirdiği güzel koku, bacası tüten birkaç ev, dikişleri patlamış bir top ve her yeri çamur olmuş birkaç çocuk... Her zamanki Roma akşamı işte; ama bu sefer bir şehrin,bir ülkenin kaderi değişecekti. Aniden pencereye çıkan bir kadın ve, ‘’Francesco, artık eve gel!’’Ama kimseden çıt yok. Francesco da duymazlıktan geliyor. Arkadaşları onun ismini’’Giuseppe’’olarak biliyordu; çünkü Roma’nın efsane ismi Giuseppe Giannini gibi olmak istiyordu Francesco. Pencereye çıkan annesi, son bir kez daha sesleniyordu ona:’’Gelirsen seni takıma yazdıracağım.’’ Francesco’nun annesi sözünü tuttu .Annesi bir eliyle Francesco’yu,diğer eliyle Francesco’nun ağabeyi Riccardo’yu tutarak semtin takımı olan Fortituda’ya yazdırdı. Ağabeyi ile birlikte antrenmanlara ve maçlara giden Francesco’nun keyfine diyecek yoktu. Francesco, her şey yolunda gittiği için çok şaşırıyordu; çünkü hayatı hep aksiliklerle geçiyordu, sekiz yaşında olmasına rağmen yoksullukla cebelleşiyordu. Her şey bu kadar güzel giderken Francesco’nun ağabeyi Riccardo, ayağını üç yerden kırdı ve futbol hayatı bitti. Gözünün önünde gerçekleşen bu olay Francesco’yu korkutmadı aksine hırslandırdı. Semt takımında kendini kısa sürede gösteren Francesco, iki yıl Smit Trastevere, üç yıl da Lodigiani gibi mütevazı takımlarda forma giydi. Harikalar yarattığı antrenmanlardan biriydi; ama bu defa onu izleyenler yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem sonra o günleri şu sözlerle anlatacaktı. “Annem ve babam Roma ya da Lazio’dan birine gidebileceğimi söyledi. Ardından annem tuttuğum takım olan Roma’yı seçti. Eğer Lazio’yu seçseydi onu asla affetmezdim!” 1989 yılında, hayallerine kavuştu ve Roma’nın genç takımına transfer oldu. Orta sahanın ortası, forvet arkası ve İtalyanların “trequartista” dediği gole dönük 10 numara pozisyonlarında şans buldu Francesco, Francesco Totti. 16 yaşına kadar minik takımda oynayan Totti’nin artık bir üst kademeye çıkması gerektiğini düşünen antrenörler onu genç takıma yükseltti. 1993 yılında daha 17 yaşındayken takımın teknik direktörü Sırp isim Vujodin Buskov, Totti’yi A takıma aldı. Soğuk bir bahar günü kulakları tırmalayan rüzgarın sesi ve kalkan tabela, arkasında “Totti” yazan vişneye kaçmış kırmızı bir forma Totti’nin ilk kez Roma formasını terleteceğini simgeliyordu. 16 yaşında hayatının baharında takımı 2-0 öndeyken tecrübe kazansın diye Brescia maçında 87. Dakikada oyuna giriyordu.1994 yılında ise çocukluğunda kendisini idol olarak seçtiği ve kendisine koyduğu ismin sahibi Giuseppe Giannini, Totti için şöyle diyordu: “O benim veliahtım!” Carlo Mazzone’nin takımın başına gelmesiyle daha çok maça çıkacaktı Totti. 4 Eylül 1994’te daha 18’ine bile girmemiş küçük gladyatör, takımın ilk 11’inde yer buldu. Foggia ile oynanan sezonun açılış maçında, altıpas çizgisinin oradan kendisine gelen topu sol ayağıyla filelerle buluşturuyordu. Kariyerinin ilk golünden sonra genç bir futbolcunun yapabileceği en güzel şeyi yaptı:Yumruğunu sıkıp ne yapacağını bilmeden kulübeye koşmak!Bu yeteneklerinin farkına varan sadece kulüp yetkilileri değildi. Milli takımın U-18 yaş kategorisi teknik direktörü Cesare Maldini, Roma altyapısına girdiği günden bu yana giydiği İtalya formasını terletmesi için onu 1995’teki Avrupa 18 Yaş Altı Gençler Şampiyonası’na götürdü. Totti, çok başarılı işler yaptı; ama finaldeki golü yetmedi ve İspanya’ya 4-1 kaybettiler. Kaybeden takımdan da olsa maçın adamı seçilmesini bildi. Bir sene sonra ise Milli takımla U-21 Avrupa Şampiyonasına gitti. Fransa karşısında attığı golle takımını finale taşıyan Totti’nin rakibi yine aynıydı: İspanya. Finalde attığı golle maçı penaltılara taşıyıp orada da kupayı kazanan İtalyanlarda Totti, y i n e t a k ı m ı n ı sırtlayan oyuncuydu. Kariyerinin ilk kupa sevincini de yaşamış oluyordu. Totti’nin kariyerinin en önemli dönüm noktalarından biri de Roma’nın başına 1997 yılında Zdenak Zeman’ın gelmesiydi.Ofansif bir kurguyla oynatmaya başlayacağı takımda en güvendiği isimlerden birinin Totti olduğunu söylüyordu Zeman. Totti, Zeman’ın Roma’sında iki sezonda 30 gol attı ve bir dahaki sezon genç yaşta kaptan oldu. EROS’UN OKLARI Roma tribünlerinin Totti’ye olan saygısı her geçen gün daha da çok büyüyordu. Sahada canla başla top oynayan bir futbolcu vardı; ama o sıradan bir futbolcu değildi. Hem yetenekleri ile hem de karakteri ile Roma taraftarını büyülüyordu. Roma yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem taraftarı, Totti’nin olmadığı bir maçta meşhur slogan olan’’No Ultras No Party’’sloganını Totti’ye uyarlıyordu:’’No Totti No Party’’ Totti’nin, sakat ya da cezalı olduğu maçları küçükken babası ve ağabeyiyle gittiği güney tribününde izlemesi iyiden iyiye Roma taraftarlarının ona olan bağlılığını arttırıyordu. Ona, ‘’Küçük Prens’’ lakabını taktılar. Totti, bir Lazio maçında, “Sizi yine alaşağı ettim çocuklar ”anlamına gelen,“Vi ho purgato ancora” yazan tişörtünü formasının altından gösterdi ve Eros’un okları Roma taraftarını tap kalbinin ortasından vurdu. Her transfer sezonu, büyük takımların transfer listesinin başında gelen Totti, hiçbir yere gitmiyordu. 75 puanla Juventus’u geçip şampiyon olduklarında artık Totti’nin yeni bir lâkabı daha vardı: “Il dio biondo” Sarı İlah! Yeni imzaladığı sözleşmeden sonra İtalya’nın en çok kazanan oyuncularından biri olan Tott’nin, basınla arası gittikçe kötüye gidiyordu. 2002 Dünya Kupası’nda da Güney Kore karşısında oyundan atıldıktan sonra basınla arası iyice bozuldu. Euro 2004’te Danimarkalı Poulsen’e tükürdüğünün tespit edilmesiyle üç maç ceza aldı ve İtalya gruptan çıkamayınca, “Aptal sarışın” olarak lanse edildi; ama Totti bundan yararlanmayı düşündü ve “Totti’nin Fıkraları” adını verdiği ve içinde “Totti bir gün mahkemededir. Hakim Totti’den savunma ister. Totti de Panucci, Mancini, Chivu, Candella der…” gibi esprilerin bulunduğu kitaptan elde edilen yaklaşık 1 milyon dolarlık geliri Unicef‘e bağışladı. Totti, İtalya’nın medyatik güzellerinden Ilary Blasi ile evlendi. Evlendikten sonra da baş parmağını emme sevincini yapmaya başladı. Çocuğunun doğuşunu simgeliyordu. ULTRAS TOTTİ 2010 yılında Roma ve Inter kıyasıya bir çekişme yaşıyordu. İki takım da adil bir şekilde şampiyonluk için mücadele ediyordu,ta ki Lazio-Inter maçına kadar. O maçta Laziolu yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem futbolcular kendini hiç zorlamıyor, Lazio taraftarı da Inter gol atınca seviniyordu ve Inter bu maçtan galip ayrılıyordu .LazioInter maçından sonra Roma, Inter’e konuk oldu. Maçın son bölümlerine önde giren Inter’in şımarık çocuğu Balotelli’ye tüm gücüyle vuran ve adeta hafta sonunda oynanan maçın intikamını alan Totti yüzünde en ufak pişmanlık ifadesi olmadan soyunma odasına gidiyordu.O tekmeyi atan Totti değildi, küçüklüğünden beri maçlara giden bir Roma ultrasıydı. Totti futbolcu olmasaydı onlardan biri olacağı Roma taraftarına çok saygı duyuyor ve onun için kibir sadece sözlüklerde yazan kelimeden fazlası değil. Çok uzak değil, geçen sezon Avrupa Ligi’nde Fiorentina’ya elenen Romalı futbolcular Totti önderliğinde maçtan sonra taraftarın yanına gittiler ve taraftara hesap verdiler. 10’A VEDA ZOR OLACAK Kariyerinin sonuna yaklaşırken şöyle diyor Totti: “Sizi tribünde görüyorum ve beni izlediğinizi hissediyorum. Size kim olduğumu 90 dakika içinde anlatamam; ama bütün yüreğimle doldurduğum bir 90 dakika verebilirim. Bir futbolcu olarak tüm kariyerimi size verdim. Hepinize teşekkür borcum var. Bana birine verilebilecek en saf hediyeyi verdiniz: Mücadeleye devam etme gücü! ”Hiç şüpe yok ki Totti Stadio Olimpico’ya son kez çıkacağı gün sadece Roma değil dünya futbolu öksüz kalacak. DYBALA JUVE’DE NE YAPAR? İtalya Serie A’da sezonun en flaş oyuncularından Paulo Dybala’nın Juventus’a transferi resmileşti. Palermo’nun nev-i şahsına münhasır başkanı Maurizio Zamparini’nin sezon boyunca sürekli bonservis fiyatı söyleyerek pazarladığı Dybala için elbette bahsedilen 40 milyon avrolar pek mümkün olmadı. Zaten muhtemelen bunu Zamparini de oldukça iyi biliyordu. Zira 2016 yazında kontratı bitecek olan Arjantinli yıldızın önünde sadece 1 sezon kalmıştı ve böyle bir ortamda direkt 40 milyon avroyu herhangi bir takımın vermesi mümkün değildi. Zamparini elindeki kozları iyi oynadı ve Dybala da 13 gol, 10 asistlik sezon performansıyla (İki istatistikte de çift hanelere çıkan başka bir oyuncu ligde mevcut değil) iyi katkı yaptı ve Juventus, Milano ekipleri arasından sıyrılarak Arjantinliyi bünyesine katan takım oldu. SERİE A’DA DEVAM ÖNEMLİ Paulo Dybala’nın Juventus’a gidişinin çeşitli etkileri var ve bunların birincisi ligin en potansiyelli iki genç yıldızından birinin Serie A’da kalması ki lig için en iyi sonuçlardan biri muhtemelen bu olacak. Juventus’un zaten güçlü olan kadrosunun iyice zirve yapacak olması diğer takımları korkutabilir ama bu konuda rakiplerin farklı düşünmesi gerekiyor. Juve’nin en tepede kalacak olmasından çekinmekten çok yukarı giden rakibi takibi sürdürüp kendi seviyelerini geliştirmeleri gerekiyor. Bunun için son dönemde yeterli ekonomik refaha kavuşmaya başladılar ve birçoğunun tek eksiği stat. Dolayısıyla statlar gelene kadar altyapıyı oluşturmak için önümüzdeki sezon mantıklı bir başlangıç tarihi olabilir. DYBALA - MORATA MÜCADELESİ Peki Paulo Dybala, Juventus’ta ne yapar? Bunu şimdiden kestirmek çok kolay değil ve işinin de zor olacağı açık. Şu anda önünde hem oyuncu, hem de rol olarak ligin muhtemelen en iyi forvet oyuncusu olan Carlos Tevez var ve ilk aşamada tecrübeli oyuncu tarafından kesilecektir. Alvaro Morata’nın bu sezon yaptığı çıkış onu da ana rotasyonun önemli parçalarından biri haline getirdi ve Dybala’nın asıl rakibi Morata olacak. Ama Juventus’un var olan sistemini anlaması, takım arkadaşlarını tanıması için zamana ihtiyacı olacağı kesin ve Massimiliano Allegri onu takıma ısındırırken fazla acele etmeyecektir. KISA AMA GÜÇLÜ Paulo Dybala gerçekten çok büyük bir yetenek. En başta harika bir bitirici ve bunu sezon içinde birçok kez gösterdi. Tekniği oldukça üst düzey ve pas oyununa da yatkın. En büyük dezavantajı gibi görünen 1.75’lik boyu ve çok yapılı olmayan vücuduna kıyasla gerçekten güçlü bir oyuncu. Yere çok sağlam basıyor ve topla rakibi arasında kendisini koyduğu zaman savunmaların işini çok zorlaştırıyor. Vücut sağlamlığının getirdiği top saklama kabiliyetiyle sırtı kaleye dönük oyuna da yatkınlığı var ve hem bu yönü, hem de kenarlara deplase olmasıyla 10 asist yapması zaten bu yapısını destekliyor. TEVEZ’DEN ÖNCE VE TEVEZ’DEN SONRA Dybala’nın Carlos Tevez’in önünde oynadığı bir hücum hattı gerçekten oldukça büyük bir heyecan vadediyor. Ama Dybala transferinin arkasında Carlos Tevez’in takımdan ayrılma durumunun olduğunu anlamak için iki oyuncuyu birer kez izlemek yeterli. Önümüzdeki sezon Tevez’in Juventus’taki son sezonu olabilir ve bu durumun gerçekleşme durumunda Dybala, Tevez rolüyle önüne yapılacak transfer sonrasında orta saha-hücum bağlantısını oluşturan oyuncu olacak. Onun çok yönlülüğü ve hücum hattının hemen her yerinde oynayabilecek futbol özellikleri Dybala transferini Juventus için daha değerli kılıyor. Siyah-beyazlılar Dybala ve muhtemel Khedira transferiyle önümüzdeki sezona çok daha kuvvetli girecek. Şampiyonlar Ligi finalinden bağımsız bir şekilde yapılan bu hamleler Serie A’nın gelişimi ve diğer takımları motive edici etkisiyle de çok kritik olacak gibi görünüyor. Yazar: EMRE ÖZCAN @parmamaniac BÜYÜK ’RUH’R DERBİSİ Kazmayı vurulan yerden kömürün çıktığı bu bölgenin iki güzide takımı Schalke 04 ve Borussia Dortmund rekabetinin temelleri atıldığında 1900’lü yılların başıydı. İkinci Dünya Savaşı’nın henüz anlamı olmadığı 3 Mayıs 1925’te yapıldı ilk derbi. Schalke’nin 4-2 kazandığı bu maç, tüm Almanya’yı ve dünyadaki futbol sevdalılarını dönüşü olmayan bir yola soktu: Ruhr Derbisi… ALMANYA’NIN EN BÜYÜK DERBİSİ Peki neden Almanya’nın en büyük derbisi Ruhr? Ruhr Havzası, Almanya’da kömür madenlerinin bulunduğu bir bölge. E hal böyleyse halkının da emekçi işçilerden oluştuğunu söylemeye gerek bile yok. Ruhr; emeğin, sevginin ruhunu yansıtan bir mücadeledir. Almanlar desin Kohlenpott biz diyelim Ruhr derbisi. Ruhr Havzası’nda bulunan Dortmund ve Gelsenkirchen şehirlerinin en büyük takımları Borussia Dortmund ve Schalke04 arasındaki, Almanya’nın en büyük derbisi. Dortmund ve Gelsenkirchen şehirleri sanayi dalı başta olmak üzere günümüzde dahi çekişme içerisindedirler. Her iki takım da İkinci Dünya Savaşı yıllarında Nazi diktatörlüğüne baş kaldırmakla tanınırlar; fakat iki şehir halkı da birbirinden nefret eder. Birbirlerinin isimlerini dahi ağızlarına almazlar. Boca-River gibi zengin-fakir veya CelticRangers gibi mezhep çatışması olan derbiler değil; ikisi de işçi sınıfının ve zamanında Nazi hükümetine posta koymuş takımların derbisi. Bir düşünelim, Bundesliga hakkında biraz bilgisi olanın bu derbinin güzelliğini, önemini bilmesi muhtemel; ama bu iki takım aynı dönemlerde başarılı olabilseydi, adından çok çok daha fazla söz ettirseydi geçmişinde, bugün El Clasico’nun yerini almaması işten bile değildi. İki takımın da köklerine indiğimiz zaman, kömür, işçi, maden gibi emeği çağrıştıran kavramlarla karşı karşıya kalırız. Bu sözcükler Schalke 04 için bir nebze daha anlam taşır. Nihayetinde kulübün en çok bilinen lakabı ‘Madenciler’dir. Tanıl Bora’nın “Kömürün karası, biranın sarısı” olarak adlandırdığı Borussia Dortmund da en az Schalkeliler kadar işçi takımıdır; çünkü bölgenin ruhu madendir, emektir. Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil Günümüze kadar bu iki takım, taraftarının desteğinden hiçbir zaman mahrum kalmamıştır. Bu dünyada, Schalke’yi yenmiş bir Dortmundlu, Dortmund’u yenmiş bir Schalkeli taraftar kadar mutlu olan yoktur. Bu derbiyi kaybetmenin bahanesi, telafisi olmaz. Kanazacaksın, kazanmak zorundasın! Eğer yenilirsen, burada sözü eski BVB menajeri Meire’e veriyoruz: ‘’Ola ki yenildin bu derbide, bir yıl boyunca köpek gibi yaşamaya mahkumsun.’’ Ruhr rekabeti 1925 yılında Schalke’nin 4-2’lik aldığı galibiyetle başlar. Almanya’da hitler döneminin en iyi takımlarından biri olan mavililer, BVB karşısında çok iyi skorlar elde etmiştir, bu dönemde aralarındaki rekabetten bahsetmek bile söz konusu olamaz. Peki bu ezeli rekabet nasıl başladı diye soracak olursak, yine Schalke’nin farklı galibiyetleriyle adım atıyoruz bu bitmeyecek rekabete. Hitler dönemi sonrası yeni Almanya’da, bu rekabet yeni bir hal almış ve iyice alevlenmiştir. Dortmund kendini geliştirmeye başlamış ve bunu 1955/1956-1956/1957 şampiyonluklarıyla herkese kanıtlamıştır. İki takım arasındaki nefret de oldukça büyüktür. 1933 yılında oynanacak olan BVBJuventus UEFA Kupası finalinde Juventus’u sadece İtalyanlar değil, mavililer de desteklemiş, Juve’nin galibiyetini beraber kutlamışlar. Dortmund taraftarı ise bu olayı unutmamış, karşılığını vereceği günü iple çekmiş. Dortmund’da oynanan Milli maçta Almanya forması giyen Schalke 04 oyuncularını uzun süre ıslıklamış, küfür etmişler. Biri 1904 (Schalke), diğeri 1909 (Borussia Dortmund)’da kurulan iki takımın ezeli rakip olduklarını ve günümüze kadar sadece yedi ve sekiz kez şampiyon olduklarını futbolla çok az bir ilgisi olan birine söylesek bu durumu gülünç bulabilir; çünkü biz ‘ezeli’, ‘rekabet’ ve ‘derbi’ kelimelerin yanını direkt olarak olarak ‘şampiyon’ sözcüğü ile tamamlarız. Ülkemizde en çok şampiyonluk sayısına ulaşan iki ezeli rakip var; 19 şampiyonluğu olan Fenerbahçe ve 20.şampiyonluğunu bu sene kazanmış olan Galatasaray. Ezeli rekabette şampiyonluk sayılarına bu kadar önem veren bir futbol kültürü içindeyiz; ama gel gelelim dünyada bu İstanbul derbisinin adı ne kadar duyuluyor, kaç kişi bu derbiyi izlemek için can atıyor? 7 şampiyonluğu olan Schalke 04 ve 8 şampiyonluğu olan BVB derbisi kadar sesini duyuramadığımız ise aşikar. 1963’te Bundesliga’nın başlamasından sonra tarafların şampiyonluğu tatması için tam 31 sene geçmiş. Andreas Möller, Matthias Sammer, Michael Zorc ve Stephane Chapuisatlı Borussia, Ottmar Hitzfeld yönetiminde 1995 ve 1996 yıllarında şampiyon oldu. Şampiyonlar Ligi şampiyonluğuyla da o güzel günler taçlandırılmış oldu. O yıllarda Schalke yarışta hep geride kalmıştı. 2000’li yılların başında Sammer bu kez teknik adam olarak başındaydı Dortmund’un ve takımını bir kez daha şampiyon yaptı. Maviler ve Sarılar arasındaki şampiyonluk farkı bire inmişti. O şampiyonluğun ardından mali kriz baş veriyor, 2003-2004 sezonunda zararı 65, borcu 118 milyon euro olan bu kulüp taraftarlarının da her zamanki gibi verdiği destek ve öz kaynak düzenine geri dönüşle belini doğrultuyor. 2006-07 sezonunda ise Schalke 04 hedefe çok yaklaşmışken ezeli rakibinden ligin sondan bir önceki haftasında yediği çalım şampiyonluk umutlarını yarınlara bırakıyor. 2010’a kadar ligde Bayern Münih rüzgârı varken, Jürgen Klopp’un Dortmund’u 2011’de tarih yazarak bu hegemonyaya son veriyor. Yazar: CEYDA ARABACIGİL @CeydaArabacigil “NE! KURANYİ GİTMİŞ Mİ?!” Schalke’nin de Dortmund’un da taraftarları rakiplerini kızdırmakta oldukça başarılılar ve çok da akıllıca yöntemler geliştirmişler. Bir de işin içine teknoloji girdi mi tarafların birbirine yaptıkları tadından yenmiyor. Günlerden bir gün bir Dortmund taraftarı Schalke04’ün resmi sitesini hacklemiş, o dönem mavililerin formasını g i y e n Kuranyi’nin takımla olan sözleşmesinin feshedildiğini ana sayfada ilan etmiş. Bu haber öyle yayılmış ki Almanların ünlü gazetesi Bild bile haberi resmi sitesine girmiş. Dortmundluların bu hareketini gören ve arttıran Schalke taraftarı ise Dortmund’u kendi silahıyla vurmuş. Bu sefer mavililer Luca Toni’nin popüleritesinin çok fazla olduğu dönemde BVB resmi sitesini hackleyip ‘Toni ile anlaşıldı’ haberini girerek almış intikamını. O dönemin de sportif direktörü M.Zorc bu olay üzerine ödün vermemeye çalışarak konuya esprili bir şekilde yaklaşmış ve “Toni’nin masraflarını karşılayabilmek için banka soymalıyız” demişti. 2008 yılında da BVB taraftarı Schalke’nin şampiyon olamayışının 50. Yılını şehirlerinde büyük bir coşkuyla kutladılar. Hemen hemen her maçta Signal Iduna Park ve Veltins Arena’da taraflar birbirlerine gönderme yapmaya devam ediyor. Aynı zamanda Ruhr derbilerinde her 90 dakikada heyecan, a ş k , destek, coşku, ve emek olmaya devam edeceğinden hiç kimsenin şüphesi yok. Ya z ar :C EY DA AR AB AC I Gİ L @ Ce yd aA ra ba ci gi l Çok daha fazla geriye gitmeden biraz da yakın tarihe bakacak olursak, S04 iyi sponsorluk anlaşmalarıyla, BVB ise doğru yönetim politikası izleyerek ve taraftar desteğiyle zirveye yürüyor. Bir nokta var ki Schalke adına sportif olarak üstünlük kurabilecekleri büyük bir fırsat: 1997 UEFA Kupası. Avrupa’nın ikinci kupasının en büyüğü olmuşlardı fakat buna gölge düşürecek bir takım vardı; Borussia Dortmund. O sene Dortmund, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak tarihe de en önemli imzasını atıyordu. BVB cephesinde kara bulutlar gelmeden son güzel bir olay daha vardı ki 2001 yılı Bundesliga şampiyonluğu. Bu yılda gelen şampiyonluk ile yine zirveye çıkmış; fakat çok geçmeden yanlış yönetim politikası yüzünden kaosa sürüklenmiş ve stadlarını ellerinden kaybedip iflas etmişler. Kısacası BVB dibi görmüş. Eskiden geriye kalan şey ise tahmin edebileceğimiz üzere Borussia Dortmund’a aşkları bitmek bilmeyecek taraftarlar olmuş. BVB yapılanmaya giderken bu yıllarda iyi sponsorluk anlaşmaları yapan, maddi açıdan iyi durumda olan S04 için şampiyonluk çanları çalsa da ne yazık ki ligi 2.bitirdiler. Kötü günleri geride bırakan Dortmund, 2011 ve 2012 Bundesliga şampiyonluğu ile yine rekabetin bi nebze güçlü olan tarafı diyebiliriz. ARALARINDAKİ MAÇLAR Bundesliga’da Borussia Dortmund-Schalke04 arasında oynanan 85 maçta iki takımın da 30’ar galibiyeti bulunuyor. 25 karşılaşma ise berabere bitmiş. Schalke 04 deplasmanda rakibine karşı oynadığı 42 maçtan 11’ini kazanmış, Dortmund ise sahasından 18 kez galip ayrılmış. 13 karşılaşmada ise taraflar birbirlerine üstünlük kuramamışlar. Bundesliga’da ise aralarında oynanan ilk maç 3-1’lik Shalke 04 üstünlüğüyle sona ermiş. İHANETİ SENDE GÖRDÜM: SOL CAMPBELL Güç, kuvvet, hırs bir stoper için aranılan her şey; ama kimilerine göre en büyük hatası ezeli rakibine gitmek, kimilerine göre ise o bir profesyoneldi ve de en doğrusunu yapmıştı.Bizim tabirimizle onun için vefa bir semt adıydı. Tam ismi Sulzeer Jeremiah Campbell olan Sol Campbell, alt yapı kariyerini Londra ekibi Tottenham’dan alıp profesyonelliğe ilk adımını bu kulüpte atmıştır. Dokuz sene boyunca formasını terlettiği Londra ekibinde 250’nin üzerinde maça çıktı. Kariyeri boyunca İngiltere Lig Kupası (Tottenham) Premier Lig şampiyonluğu, FA Kupası, Comunity Shield Kupası (Arsenal), FA Kupası, (Porstmouth) başarıları elde etmiş. Kariyerindeki belki de en önemli attığı gol diyebileceğimiz 2005-2006 sezonunda Paris’te gerçekleşen Şampiyonlar Ligi finalinde gol sevinci yaşamış; ancak Messili, Ronaldinholu Eto’olu Barcelona’ya boyun eğmişlerdir. Milli takım kariyeri de oldukça parlak olan Campbell, Milli formayı 73 kez sırtına geçirmiş ve 1 gole imza atmıştır. 98 Dünya Kupası’nda genç yaşına rağmen Glenn Hoddle’ın güvendiği isimlerden biri olmayı başarmış; ancak son 16’da Arjantin’e penaltılarda kaybetmişlerdir. 2000 Avrupa Şampiyonası’nda gruptan çıkamayan İngiltere kadrosunda da yer aldı, 2002 Dünya Kupası Ferdinand’la iyi bir uyum yakalayan Campbell grup maçlarında İsveç’e karşı bir de gol kaydetmiştir. Çeyrek finalde kupanın sahibi olacak Brezilya karşısına çaresiz kalmışlardır. 2002 Dünya Kupası turnuva takımına seçilmiştir, 2004 Avrupa Şampiyonası’nda Terry ile tandemi oluşturan Campbell’i İngiltere bir kez daha penaltılarda Portekiz’e kaybederek turnuvaya veda etti. Campbell turnuva takımına seçildi. 2006 Dünya Kupası’nda ise tarih tekerrür ediyor. yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem 2004’te Avrupa Şampiyonası’nda penaltılarda kaybettiği Portekiz’e bu sefer ayni şekilde 2006 Dünya Kupası’nda eleniyorlardı. 98/99, 2002/2003, 2003/2004 sezonları içerisinde Premier Lig’de yılın takımına seçilmiştir. İlginç bir nokta olarak Tottenham’dan Arsenal’e, Porstmouth, Notts County, Newcastle kulüplerine olan transferlerinde bonservis ücreti ödenmeden transfer olmuştur. Premier Lig’de 500 maç barajı aşan Campbell 20 de gole imza atmıştır. Boy olarak fazla uzun diyemeyeceğimiz (1.88) Campbell’ın en önemli özelliklerinden biri olan fiziği ve hava hakimiyeti oldukça göze çarpmaktadır. Milenyum çağının başlarında ezeli rakibe transfer olma furyasını başlatan oyunculardan biri olan Campbell 2001 sezonunda alt yapısından çıktığı, Kaptanlığa kadar yükseldiği Londra ekibi Totthennam’dan bir başka ezeli rakip olan Londra ekibi Arsenal’e transfer olarak White Hart Lane’de oldukça sert protestolara maruz kalmıştır. 1 Şubat 2006 günü Highbury’de oynanan West Ham maçında kötü performansı nedeniyle Arsene Wenger tarafından 2. yarıya çıkarılmayan Campbell stadyumu terk etmiş ve üç gün boyunca kendisinden haber alınamamıştır Bir zamanlar Fenerbahçe’yle adi geçen Campbell 32 yaşında olmasına rağmen istenen bonservis bedeli ve yıllık ücretinin yüksek olması nedeniyle, bu transfer gerçekleşmemiştir. Arsenal kariyerinde Wenger’in gözdelerinden biri olan Campbell namağlup kazanılan şampiyonlukta önemli bir paya sahiptir. Arsenal’den sonra Porstmouth’un yolunu tutan Campbell, burada 100’e yakın maça çıkar ve 1 aylık Notts County macerasından sonra 2010’da tekrar Arsenal yolu gözükür son olarak Newcastle profesyonel kariyerine son verir. Premier Lig’de 500’den fazla maça çıkan Campbell adını Giggs, David James, Garry Speed’in yanına yazdırmayı başarır bu parlak kariyere son olarak Milli takımdan arkadaşı David Beckham’ın sözleriyle veda ediyoruz, “Bir rugby oyuncusu kadar güçlü bir savunmacı.” yazar: BATUHAN YÖNDEM @BatuhanYondem BİR YERLERDE İLGİNÇ ŞEYLER OLUYOR Hepimizin ilgi odağı, çoğumuzun vazgeçilmezi olan futbolda, iş bazen çığrından çıkabiliyor. Biz de ufak bir araştırmayla bu güzel oyundaki bazı şaşkınlık yaratan öyküleri, okunduğunda “Yok artık!” dedirten olayları; aralara pek bilinmeyen bilgileri ve rekorları da serpiştirerek sizler için derledik DOKUZ SANİYEDE İKİ GOL İngiltere 2. Lig’inde Wycombe Wanderers ile Peterborough United arasında, 23 Eylül 2000’de oynanan maçın son anlarında Wycombe takımı bir serbest vuruş kazanır. Jamie Bates bu serbest atışı gole çevirir çevirmez ilk yarının son düdüğü gelir ve oyuncular soyunma odasına girer. İkinci devrenin başlama vuruşundan yalnızca dokuz saniye sonra Wycombe adına bu kez Jermaine McSporran topu ağlara gönderir ve durum 2-0 olur. Futbol tarihine, sadece dokuz saniye arayla ve rakibin iki gol arası topa dokunamadığı goller olarak geçen bu durum, kuşkusuz tarihin en ilginç ve tekrarının bir daha pek olası olmadığı golleri olarak hatırlanacak. SABAHA KADAR PENALTI 28 Kasım 1996’da oynanan Türkiye Kupası çeyrek finalinde Galatasaray ile Gençlerbirliği karşı karşıya geldi. 0-0 süren mücadelenin uzatmalarında da skor bozulmayınca maç penaltı atışlarına gitti. Penaltılarda gerek Galatasaray kalecisi Hayrettin, gerekse Gençlerbirliği kalecisi Kubilay, atılan şutları pek kurtarma niyetinde değillerdi ve atılan penaltıların %97,1’i gol oldu. Penaltıları 17-16 kazanan Gençlerbirliği, Galatasaray’ı kupanın dışına itmeyi başardı. BU KADAR DA ERTELENMEZ Kİ! Erteleme maçlarıyla ilgili en ilginç olaylardan biri 19621963 sezonunda İngiltere’de gerçekleşti. 5 Ocak 1963’te başlayan Lincoln City-Coventry City maçı yoğun kar yağışı nedeniyle hakem tarafından ertelendi. İlerleyen günlerde tam 15 kez daha başlayan ve tekrar ertelenen maçın kalan kısmı, maçın başlama vuruşundan tam 66 gün sonra, 6 Mart’ta oynandı ve belki de futbol tarihinin en uzun süren maçını Coventry City 6-1 kazandı. 149 GOLLÜ MAÇ Madagaskar Ligi’nde 31 Ekim 2002’de oynanan, AS Aeroport de Mafagascar’ın, Olympique de I’Emyrne’yi (SOE) 1490 yendiği maç, büyük olasılıkla futbol tarihinin üst liglerde elde edilmiş en farklı skoru oldu. Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir Bir önceki yılın şampiyonu SOE, Afrika Şampiyon Kulüpler Kupası’nda büyük başarı elde ederek son 16’ya kalmasına karşın Madagascar, Play Off’un son maçı öncesinde lig şampiyonluğunu garantilemişti. SOE’nin teknik direktörü Ratsarazaka, maçtan önce hakemleri şiddetli bir biçimde eleştirerek elde edilen sonuçlarda hakemlerin büyük payının olduğunu ve şampiyonluğu bu nedenle kaybettiklerini iddia etti. Adeta bir protesto gösterisi haline gelen maçın hemen başında SOE kaptanı Mamisoa ile başlayan ve maçın sonuna dek süren SOE’nin kendi kalesine attığı gollerle maç 149-0 sonuçlandı. 36 saniyede bir gol atılan bu maç, tarihe geçti. DUYAN GELMİŞ 24 Nisan 1937 tarihinde Celtic ile Aberden arasında Glasgow Hampden Park’ta oynanan İskoçya Kupası final maçını tam 149 bin 415 kişi izledi. Bu rakam, bugüne kadar Avrupa’da en fazla seyircinin izlediği futbol karşılaşması olarak tarihe geçti. KENDİ KALESİNE GOL ATMA SANATI - 20 Mart 1976’da oynanan ve 2-2 sonuçlanan Aston Villa-Leicester City maçında Aston Villa oyuncusu Chris Nicholl, maçın dört golünü de atmayı başararak tarihe geçti. - 21 Haziran 1978’de Hollanda-İtalya arasında oynanan Dünya Kupası maçında Hollandalı Ernie Brandts, Dünya Kupası’nda iki takım adına da gol atan tek oyuncu oldu. Hollanda maçı 2-1 kazanırken Portakalların diğer golünü Arie Haan kaydetti. - 1995’te oynanan maçta Anderlecht, Germinal Ekeren’i 3-2 yenerken; Anderlecht’in üç golünü de Germinal Ekeren’den Stan Vanden Buys, kendi kalesine kaydetti. FOWLER BİRAZ ABARTTI 28 Ağustos 1994’te Anfield Road’da Liverpool ile Arsenal karşı karşıya geldi. Yaklaşık 30 bin taraftarın izlediği maç karşılıklı ataklarla başlarken Liverpool, Robbie Fowler’ın 26. Dakikadaki golüyle 1-0 öne geçti. Ardından iki dakika sonra Fowler, takımının ve kendisinin ikinci golünü atarak farkı ikiye çıkardı. Bu golden yalnızca iki dakika sonra Fowler yine sahneye çıktı ve skoru 3-0’a getirdi. Böylelikle 4 dakika 33 saniyede hat-trick yapan Fowler, Premier Lig’in en hızlı hat-trick yapan oyuncusu oldu. ADAM OLACAK ÇOCUK… Brezilya’nın yetiştirdiği en ünlü futbolculardan biri olan Ronaldinho, henüz 13 yaşında G r e m i o altyapısında oynarken, takımının 23-0 kazandığı maçta tüm golleri atmayı başardı ve gelecekte nasıl bir futbolcu olacağının ilk sinyallerini vermiş oldu. TRANSFER PORTO’DAN SORULUR Portekiz kulübü FC Porto, 2001-2002 sezonundan günümüze kadar gelinen süreçte yapmış olduğu transferlerden tam 496 milyon euro kâr ederek ulaşılması güç bir rekora imza atmayı başardı. FİNAL OYNARIM AMA… Arsenal’in teknik direktörü Arsene Wenger bugüne kadar Avrupa’nın üç kupasında da finale çıkmayı başaran; ancak üçünde de kupaya uzanamayan tek teknik direktör olarak tarihe adını yazdırmayı başardı. BİR TAKIM YOK OLDU Ekim 1998’de futbol tarihinin en trajik kazalarından biri Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde gerçekleşti. Bena Tshadi ile Basanga arasında oynanan maç sırasında sahaya düşen yıldırımda Bena Tshadi takımının oyuncularının tamamı hayatlarını kaybederken konuk takım oyuncularına hiçbir şey olmadı. EL CLASİCO ONUN İŞİ 1994 yılında FC Barcelona forması giyen Michael Laudrup, 8 Ocak 1994’te kazanılan efsanevi 5-0’lık Real Madrid galibiyetinde takımın bir parçasıydı. Sezon sonunda Real Madrid’e transfer olan Laudrup, transferinden kısa bir süre sonra bu kez Real Madrid formasıyla Barcelona’ya karşı kazanılan 5-0’lık zafere ortak olmaya başarıyordu. KELEPÇELİ FUTBOLCU 2005 yılında İngiliz futbolcu Jermaine Pennat, futbol tarihinin elektronik kelepçe ile sahaya çıkan ilk sporcusu oldu. Alkollü araç kullanmak suçuyla tutuklanan Pennat, daha sonra şartlı tahliye edildi ve takımı Tottenham Hotspur’un Birmingham City ile oynadığı maça ayağında elektronik kelepçe ile çıktı. SİYAH GİYEN YANDI! Amerikalı iki psikolog Mark Frank ve Thomas Gilovich’in 1988 yılında yaptıkları bir araştırma hakemlerin f a v o r i renklerinin o l d u ğ u n u ortaya koydu. Binin üzerinde maçı inceleyen iki psikolog, hakemlerin siyah formayla oynayan takımlar aleyhine daha fazla faul düdüğü çaldıklarını ortaya koydu. Yazar: SAMET ÇAYIR @Sametcayir P Ş 5 0 0 2 “Ey İstanbul senin iki yüzün var, Bir yüzün gülüyorken, diğerinde hüzün var!” Tam da 2005’te İstanbul’da oynanan Şampiyonlar Ligi finalini anlatmaktaydı bu dizeler. Unutulmaz Milan-Liverpool maçını ve o karşılaşmayı konu edinen “One Night In Istanbul” filmini, siz değerli okurlarımız içine kaleme aldık. M A Türkiye, tarihinde ilk kez Şampiyonlar Ligi finaline ev sahipliği yaparken, adres İstanbul Atatürk Olimpiyat Stadı’ydı. Dönemin en güçlü takımlarından biri olan -kimilerine göre en güçlüsü- İtalya’nın devi Milan ile İngiliz’lerin son yıllarda yerel ligde olmasa da uluslararası arenadaki en önemli kulübü Liverpool, Avrupa’nın en büyüğü olabilmek için kozlarını paylaşıyorlardı. İ F A N L N O Y i P R A İ L İ G İ L Takvim yaprakları 25 Mayıs 2005’i gösterdiğinde, Manuel Mejuto Gonzales henüz başlama vuruşu düdüğünü yeni çalmıştı ki, ilk dakika dolmadan ‘yaşayan efsane’ Maldini’nin volesiyle Milan 1-0 öne geçiyordu. Devam eden dakikalarda 38 ve 44’te sahneye çıkan Crespo, ‘kırmızıların’ ağlarına bıraktığı iki golle Liverpoollu taraftarların dönüş bileti arayışlarına startı vermişti bile: 3-0! Devre arasında bazı Liverpool taraftarları stattan ayrılırken, Milanlılar ise bir an evvel kupayı kaldırmanın planlarını yapıyorlardı; lakin evdeki hesap çarşıya uymayacaktı! Dünya futbol tarihinin en görkemli geri dönüşlerinden birine imza atan Liverpool, 5 dakika 55 saniye içerisinde Gerrard, Smicer ve Xabi Alonso’nun ayağından bulduğu gollerle durumu 3-3’e getirip; seri penaltı atışları sonrasında tarihi maçı kazanarak kupayı müzesine götüren taraf oluyordu. yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr “One Night In Istanbul(İstanbul’da Bir Gece)”bu karşılaşmayı konu edinen bir film. Senaryosunu Nicky Allty’nin yazdığı, yönetmenliğini ise James Marquand’ın yaptığı filmde başrolleri; Steven Waddington ile Paul Barber paylaşmakta. Lucien Laviscount, Marc Hughes, Marc Womack ve Samantha Womack gibi oyuncuların yanı sıra Gamze Şeber, Sedat Mert ve Ayhan Eroğlu gibi Türk sinemasının tanıdık yüzlerine de filmde rastlamaktayız. İstanbul’da oynanacak finale gitmek isteyen iki Liverpoollu dost Tommy (Steven Waddington) ile Gerry (Paul Barber) tefeciden borç para ister. Ancak tefeci, ikiliye daha önceki borçlarını ödemeden para vermeyeceğini belirterek ikiliyi eli boş gönderir. Bunun üzerine Tommy, Gerry’nin Münih’teki bir müzeden çaldığı Hitler’in 300.000 dolar değerindeki kol düğmelerini iki bilet karşılığında tefeciye satar. İstediklerini elde eden iki dost, oğullarıyla birlikte İstanbul’un yolunu tutarlar. Taksim’de kaldıkları bir otelde tesadüfen buldukları içi Euro ve Amerikan Doları dolu çantayı alan iki kafadarın başı İstanbullu bir çete ile belaya girer. Devamında tehlikeli ve eğlenceli dakikaların yaşandığı filmde; kebap, İstanbul Boğazı, camiler ve Türk Hamamı gibi ülkemize ait silüetler de izleyicilerin karşısına çıkmakta. yazar: HAYRETTİN SANCAR @5hayrettinsancr facebook.com/markajdergi twitter.com/markajdergi markajdergi@gmail.com www.markajdergi.com www.markajdergi.com twitter.com/markajdergi facebook.com/markajdergi markajdergi@gmail.com