İndir - 1. International Congress of Women`s Studies Çukurova
Transkript
İndir - 1. International Congress of Women`s Studies Çukurova
TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA KADIN ARAŞTIRMALARI RESEARCH ON WOMAN IN TURKEY AND THE WORLD Editor: Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ Bu kitap Ç.Ü. BAP SBT-2015-3873 nolu proje kapsamında basılmıştır. This book is published thanks to the support of the Çukurova University’s Scientific Research Project (CU BAP) under the contract SBT-2015-3873 ADANA – 2015 I Her hakkı saklıdır. Bu kitapta yer alan makalelerin tamamıyla ve/veya bir kısmının kullanılması ancak kaynak gösterilmek kaydıyla kabul edilebilir. Bu kitabın yayım ve tekrar basımı ve çoğaltılma hakkı Çukurova Üniversitesi (Ç.Ü.) Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KADAUM) Müdürlüğüne aittir. Bu kitabın hiçbir şekilde tekrar basımı, fotokopi, teksir veya diğer türlü çoğaltılması, paylaşılması Ç.Ü.KADAUM izni olmaksızın mümkün değildir. Internet ortamında herhangi bir formatta, şekilde belli bir kişi ve/veya gruba ve/veya herkese açık olan sanal ortamlarda sadece ‘Kitap kapak tasarımı’ ve ‘Editör’ün Önsözü’ paylaşılabilir; bunun dışında kitaba ilişkin herhangi bir kısım,bölüm veya bütününün paylaşılması kabul edilemez. All rights reserved. With all of the articles in this book place and / or the use of a part it can only be accepted on the condition that the source indicated. The publication and re-publicatio n and reproduction rights of this book Cukurova University (CU) Women's Problems Applicatio n Research Center (KADAUM) belongs to the Directorate. Reprint of this book in any way, copy, duplication or other kinds of reproduction, it is not possible without the permission Ç.Ü. KADAUM . On the internet in any format, so a certain person and / or group and / or virtua l environments open to everyone and just ‘book’s cover design’ and can be shared ‘Editor's Preface’; any part other than that relating to the book, chapter, or unacceptable to share the whole. Editör : Prof.Dr. Gülseren AĞRIDAĞ Yardımcı Editörler : Doç. Dr. Filiz YURTAL Doç. Dr. Elife Hatun KILIÇBEYLİ Katkıda Bulunanlar: Doç. Dr.Müge KANTAR DAVRAN Doç. Dr. Nüket ELPEZE ERGEÇ Yrd. Doç. Dr. Metehan ÇELİK Öğr. Gör. Münire ZEREN AKGÜL Öğr. Gör. Yasemen ÖZFINDIK KOTİK Elif TELSİZ ISBN: 978-975-487-207-1 Çukurova Üniversitesi Basımevi: Adana , Türkiye - 2015. Çukurova University Publishing House. Adana, Turkey -2015 II İçindekiler Rektör Rektör Yardımcısı Kadaum Müdürü Kapanış Bildirgesi III XII XIV XVI XVIII Cumhuriyet Dönemi Modern Türk Kadını: Keriman Halis Ece Örneği Repubiıcan Period of Modern Turkish Women: as a Case of Keriman Halis Ece Ahmet ÇELİK 1 Türk Kamu Yönetiminde Personel ve Yönetici Olarak “Kadının Varlığı”: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Örneği ‘Women’s Property’ in Turkish Public Administration as Staff and as Administrator: The Case of the Ministry of Family and Social Policies Ahmet TUNÇ, Yurdanur URAL USLAN, Ali Fuat GÖKÇE 7 2000 Sonrası Türkiye Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma: “Kurtuluş Son Durak”ta İnen Erkekler Post-2000 Friendship and Solidarity among Women in Turkey's Cinema Sector: The Men get off the Bus in Film Named by "Kurtuluş Son Durak" Aslıhan DOĞAN TOPÇU 15 Kadın Girişimcilerin İş Tatminine Yönelik Amprik Bir Çalışma: Mersin ve Konya Karşılaştırması An Empirical Study of Job Satisfaction among Female Entrepreneurs: Comparison of Mersin and Konya Aslıhan YALDIZ, Ali Şükrü ÇETİNKAYA 23 Türk-Osmanlı Tarihinde İlk Kadın Sultan “ RAZİYE HATUN” ‘RAZIYE HATUN’, The First Woman ‘Sultan’ in The Turco-Ottoman History Aynur DURMUŞ 28 Magazin Haberlerinde Toplumsal Cinsiyet Temsili: Alem, HaftaSonu ve Şamdan Plus Dergilerinin Anlambilimsel Analizi Gender Mainstreaming Representation in Tabloid News: The Semantic Analysis of Alem, HaftaSonu and Şamdan Plus Magazines Ayşe ÇATALCALI 35 Cinsiyete Dayalı Zeka Düzeyi Algı Çalışmalarının Değerlendirilmesi Gender-Based Intelligence Level of Perception Study Evaluation Ayten İFLAZOĞLU SABAN 42 Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Cinsiyete Dayalı İşbölümü ve Çalışan Kadın* Division of Labor and Working Woman in the Context of Social Gender Roles Bahar ARABACI 50 İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları Employment Potential of the Women Who Completed the Vocational Training Courses By İşkur Bahar TANER, Zeynep GÖKALP 55 3 Ataerkil Sistemin Yapısökümü Olarak Meltem Arıkan’ın “Yeter Tenimi Acıtmayın” Başlıklı Romanı Deconstructionist Reading of Meltem Arıkan’s “Stop! Don’t Hurt my Body Anymore” Bekir ZENGİN 63 Türkiye’de Kadın Eğitimi ve İstihdamı Women’s Education and Employment in Turkey Birsel AYBEK, Tuğçe KARATAŞ 69 Kadın Cinayetlerini Yazılı Basın Nasıl Görüyor? Üç Gazete (Evrensel, Milliyet ve Yeni Şafak) Örneği How is the Printed Press Viewing to Women’s Murders? Three Newspaper Case ( Evrensel, Milliyet ve Yeni Şafak) Canani KAYGUSUZ, Erkan ALKAN, Merve ÖKTEN 76 Seramik Sanatçısı Hamiye Çolakoğlu ve Sanatı Üzerine Ceramic Artist Hamiye Çolakoğlu and About Her Art Candan D. TERWIEL, Burcu Ö. KARABEY 83 Akademilerde Kadın Sayısındaki Artış Bir Başarı mı, Eşitsizliğin Görünmeyen Yüzü mü? Is the Increase in the Number of Women in Academia a Success or a Hidden Face of Inequality? Ceren İrem KAYA 90 26 Kalkınma Ajansı’nın Bölge Planlarında (2014-2023) Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Ele Alınışı The ‘Gender Equality’s Dealing on the Regional Programmes of 26 Development Agencies in Turkey Cihan ARDİLİ 98 Türkiye’de Feminist İdeolojinin Gelişememesinin Nedenleri The Obstacles of Development of Feminist İdeology in Turkey Defne ERZENE BÜRGİN 105 Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Kavramının Sağlık Üzerine Etkilerine İlişkin Görüşleri Views of Students in Faculty of Health Sciences About the Effects of Gender on Health Demet AKARÇAY, Arzu KOÇAK UYAROĞLU, Doğa BAŞER 112 Televizyon Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı Women Image in Television Commercials Eda SEZERER ALBAYRAK 117 Siyasal Dönüşüm Olarak ‘Devrim’de, ‘Kadın ve Emek Özgürlüğü’: Sosyalizm ve NeoLiberalizm Yaklaşımlarda İncelenmesi Revolution” as Political Transformation , ‘Freedom for Women and Labour’: A Socialist and Neo- Liberalist Analysis Elife Hatun KILIÇBEYLİ 124 Moda Fotoğrafçılığında Kadının Metalaşması Ve Kadın Kimliğinin Oluşmasına Etkisi Fashion Photography and The Impact of the Commodification of Women Formed the Women's Identity Emine Funda SEÇAL 130 4 Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde Kadın İstihdamı Adana Province of Food, Agriculture and Livestock Directorate of Women's Employment Emine URUK, Fatma YENİLMEZ 138 Kırsal Kesimdeki Kadının Sorunları ve Çözüm Önerileri Women's Problems and Solutions in the Rural Area Emine YILMAZ, Gülen ÖZDEMİR, Funda ER ÜLKER 144 Bir Sosyal Medya Aracı Olarak Televizyonda Kadınların Temsil Biçimleri Representation of women on Television as a Social Media Tool Formats Esin ÇINAR 150 Dede Korkut Kitabı'na Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Bir Bakış Denemesi Trial of a View on Book of Dede Korkut in Context of Feminist Literary Criticism Esra KAVASOĞLU PARLAK 157 From Aesthetic to New Commentaries: Meaning of The Female Body That Transforms in Sculpture Estetik’ten Yeni Anlatımlara: Heykelde Kadın Bedeninin Dönüşen Anlamı Esra SAĞLIK 164 Panoptikonu Feminist Bakış Açısıyla Okumak Read ‘the Panopticon’ with the Feminist Perspective Ezgi KARMAZ 171 Toplumsal Ekoloji ve Ekofeminizm Ekseninde Kadın-Doğa İlişkisi Woman and Nature Relationship with the Axis of Social Ecology and Ecofeminism Fatih BALKAYA 175 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu ve İş’te Eşitlik Platformu Analizleri, Türkiye İçin Değerlendirmeler Global Gender Gap Report and Equality at Work Platform Analyses, Assessments for Turkey Fatih Feramuz YILDIZ 181 Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi’nde Kadın İmgeleri Images of Women in Alatlı’s Schrödinger’s Cat Fatma KALPAKLI 189 Çalışan Annelerde Stres Üzerine Bir Alan Araştırması A Field Study on Working Mothers’ Stress Fatma KIRMAN 194 Çocuğu Okul Öncesine Devam Eden Kadınların Anneliğe İlişkin Algılarının Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi Examining The Perceptions of Motherhood of Women Who Have Children in Pre-School Education in Terms Of Some Variables Fatoş BULUT ATEŞ, İsmail SANBERK 200 Reklamda Kadın Olgusu ve Biscolata Reklam İletisi Örneği Case of Women in Advertising and the Case Study: Biscolata Adv. Ferrah Nur DÜNDAR 205 5 İnsan Hakları Bağlamında Devletlerin Hukuksal Sorumlulukları The Judicial Responsibilities of The State in The Context of Human Rights Fethi KILIÇ, Ümmügülsüm KILIÇ 210 Evdeki Görev ve Sorumlulukların Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi: Çocukların Görüşleri Evaluation of Household Labors According to Gender: Children’s Views Filiz YURTAL, M.Sencer BULUT 215 Kadının Ekonomiye Kazandırılmasında Kadın Kooperatiflerinin Katkısı The Help of Women Cooperatives for Bringing Women to Economy Gülen ÖZDEMİR, Emine YILMAZ, Funda Er ÜLKER 222 Kadın Girişimciliği Ve İşgücü Piyasaları Açısından Perspektifi Woman Entrepreneurship and its Perspective in Terms of Labor Markets Gülşen SARI GERŞİL, Yusuf ZEYTUN 228 Bilgisayar Kullanımı ve Programlama Öğretiminde Cinsiyet Farklılıkları Gender Differences on Computer Usage and Learning of Computer Programming Habibe ALDAĞ, Mehmet TEKDAL 236 #Yerimiişgaletme Kampanyası Örneğinde Cinsiyet Ve Mekân İlişkisinin Biyopolitik Yeniden Üretimi The Reproduction of Gender-Space Relationship in The Case of #Yerimiisgaletme Campaign Halil ÇAKIR 244 Özverili Çalışma ve Kadında Meslek Aşkı Selfless Labour and Women in the Love of Profession Halil ERDEMİR, Gözde AŞKINER 251 Kadın Pantolon Giyimine Cinsiyet Faktörünün Etkisi Women’s Wear Pants Effect of Gender Factor Halime YÜCEER ARSLAN, Gülşah POLAT 257 Türkiye’de Kadın Medya ve İletişim Woman Media nd Communications in Türkiye Hatice Palaz ERDEMİR, Tansu ÖZBAYSAL. 262 Augustus Dönemi Roma Hukukunun Konusu Olarak Kadın Women as a Subjet of Roman Law in Augustan Period Hatice Palaz ERDEMİR, Nurcan BARMAN 268 Anayasa Mahkemesinin ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Türk Hukukunda Kadının Soyadı Surname of the Woman in Turkish Law with reference to the Decisions of the Constitutional Court and the European Court of Human Rights Hatice Tolunay OZANEMRE YAYLA 276 Toplumsal Cinsiyet ve Kültürlerarası İletişim Gender and Intercultural Communication İlker ÖZDEMİR 282 Modern Toplumun Eşitlik İdeali Karşısında Kadın Women Against the Equality İdeal of Modern Society 289 6 Kamuran ELBEYOĞLU Toplumsal Cinsiyet Bağlamında Din ve Kadın: Eşitlikçi ve Adaletçi Bakışlar Religion and Woman in the Context of Gender: Equitable and Egalitarian Perspectives M. Ali KİRMAN, Harun TUNÇ 296 Gökçeada Kadın Girişimci Elektronik Ticaret Projesi Gökçeada Women Entrepreneurs Electronic Commerce Project Mehmet ÇAVUŞOĞLU 304 Çukurova Bölgesi Tavukçuluk İşletmesinde Bulunan Kadınların Refah Düzeyleri Women's Welfare Levels in Poultry Business at Çukurova Region Melis ÇELİK, Figen YILDIZ, Ayşen BULANCAK 313 Türkiye Ekonomisinde Kadın Girişimciliğinin Yeri Ve Etkisi Place of The Woman Entrepreneurship in Turkey’s Economy Meltem KESKİN KÖYLÜ 318 Formasyon Grubu Öğretmen Adaylarının Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Tutumları Formation Group Teacher Candidates' Attitudes towards Gender Roles Metehan ÇELİK1 , Filiz YURTAL 323 Kadın ve Delilik: Charlotte Perkins Gilman’ın “Sarı Duvar Kâğıdı” Başlıklı Öyküsü Woman and Madness: Charlotte Perkins Gilman’s Short Story, “The Yellow Wallpaper” Mevlüde ZENGİN 329 Liberal Feminizm ve Türkiye’de Kadın Hareketi Liberal Feminism and Woman’s Liberation Movement in Turkey Mustafa Can GÜRİPEK 337 Çukurova'lı iki Kadın: Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu Two women from Çukurova: Puduhepa ve Hasibe Ramazanoğlu Muzaffer SÜMBÜL 341 Yerel Yönetimlerin Kalkınmaya Katkısı ve Toplumsal Cinsiyet: Adana-SEYMER Örneği Local Administration’s Contribution to Development and Gender: Examples of Adana-SEYMER Müge K. DAVRAN, Aykut GÜL, Fazilet BADAN 346 Tarımsal Pazarlama Sürecinde Kadın: Kadirli İlçesi Turp İşletmeleri Örneği Women in Agricultural Marketing Processes: an Example of Kadirli Red Radish Enterprises Müge K. DAVRAN, Faruk EMEKSİZ, Emine K. DUVAN 353 Kırsal Kesimde Aile İçi Şiddet Domestic Violence in Rural Place Müge K. DAVRAN, Püren VEZİROĞLU, Ayşe Öyküm BİBERLİ, Tuğba OĞUZ, Neşe MENDERES 361 Kırsal Kesimde Toplumsal Değişmenin Toplumsal Cinsiyet Açısından İncelenmesi An Investigation of Societal Chance from the Gender Point of View in Rural Place Müge Kantar DAVRAN, Burhan ÖZALP, Zübeyde EKMEKÇİ 368 VII Kadına Yönelik Şiddetin Görünmeyen Yüzünün Türk Sinemasındaki Tasviri: Vesikalı Yarim Vesikalı Yarim: Representation in Turkish Cinema of Invisible Face of Violence Against Women Neriman AÇIKALIN, Burak ŞAHİN 375 Kamu Spotu Örnekleminde Medyada Kadına Şiddetin Alımlanması Reception of Violence against Woman on the Sample of Public Service Announcements Nüket E. ERGEÇ, İbrahim ZATERİ 381 İşletmelerde Performans Yönetiminde Kadınların Öncelikli Kriterleri Women’s Prioritized Criteria of Performance Management in Companies Oya H. YÜREGİR, Filiz AFACAN 388 Devlet Lütfu Değil, Kurumsal Ataerki: Bakım Politikalarında Muhafazakâr Cinsiyetçi Devletin İzini Sürmek It’s not a Grace of the State, Contrary Institutional Patriarchy: Tracing the Conservative and Sexist State in the Care Policies Özge Sanem ÖZATEŞ GELMEZ 395 Kadına Karşı Dijital Şiddet Digital Violence Against Women Özge Tuçe GÖKALP 400 Cumhuriyet Dönemi İlk Yıllarında Türk Kadınının Değişen Sosyal Konumu ve Modaya Yön Veren Etmenler Turkish Women’s Changing Social Position and Factors Driving the Fashion in Early Republican Era Özlem USLU 407 Alman Sinemasında Türk Kadın Karakterlerinin Temsil Biçimleri Representation of Turkish Female Characters in German Cinema Pınar ÖZGÖKBEL BİLİS, Seda SÜNBÜL OLGUNDENİZ 414 Kadına Yönelik Şiddetin Kadınlara Verilen Sosyal Haklarla İlişkisi Given the Violence Against Women Women Relationship with Social Rights Rabia SOHBET, Firdevs GÜR 422 Genç Kızların Meme Kanserine Bakışı Overview of The Breast Cancer Genes Girl Rabia SOHBET, Firdevs GÜR 429 Evli Bireylerin Kadın Olgusuna İlişkin Algılarının Belirlenmesi Determination of Married Individuals’ Perception on Female Phenomenon Recep ÖZKAN 436 Rusya Federasyonu’nda Çarlık Döneminden Günümüze Kadın İşgücü İstihdamı Ve Ekonomiye Katkısı Employment of Women's Labour From Tsarst Times to Present and Its Economic Contributions in Russian Federation Remzi BULUT 446 8 1978-2013 Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırmaları Sonuçlarına Göre Doğurganlık Eğilimlerinin Değişimi Change in Fertility Trends According to Turkey Demographic and Health Survey Results by 1978-2013 Sare MIHÇIOKUR, Cihangir ÖZCAN, Ü.Nihal BİLGİLİ AYKUT 453 Televizyon Reklamlarında Çocuk Olmak; Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Çocuk Üzerinden Yeniden Kurgulanması Being a Child in Television Advertisement; Reconstruction of Gender Roles Through Children Seda SÜNBÜL OLGUNDENİZ, Pınar ÖZGÖKBEL BİLİS 458 Van İlinde Kadınların Aktif İşgücüne Katılımını Etkileyen Faktörler The Factors that Affect Women’s Participation in Active Work Forcein Van City Sema SANCAK 466 Adana ili Kırsalındaki Kadın Yetiştiricilerin Sürdürülebilir Hayvancılık Faaliyetlerindeki Rolü The Role and Contribution of Rural Woman of Adana district to Livestock Activities and Impact on Livestock Sustainability Serap GÖNCÜ, Nazan KOLUMAN, Ercan MEVLİYAOĞULLARI, Derya ÖNDER 472 Ergenlik Döneminde Cinsiyet Rolü Yüklemesinde Ebeveyn Tutumları Ve Yansımalar Parental Attitudes in Attributing A Gender Role in Adolescence and Reflections Seydi AKTUĞ, Mehmet YAPICI 477 Toplumsal Cinsiyet Açısından Kadın ve Kentli Hakları Women and Citizen Rights in Terms of Gender Şafak KAYPAK 482 Türkiye’de Kadınların İş Yaşamındaki Durumunun Analizi Analysis of Women’s Situation in Working Life in Turkey Şenol YAPRAK 490 Yerel Alandaki Kadın Haklarının Savunulmasında Medyanın Rolü Ve Aracılık İşlevi The Role of Media in Defense of Women's Rights in The Local Area And its Function as a Mediator Tuğba AKSAKAL, Suat GEZGİN 496 Kırgızistan Siyasi Tarihinde Kadın'ın Yeri Women’s Role in the Political History of Kyrgyzstan Upagul RAKHMANOVA1 , Elife Hatun KILIÇBEYLİ2 501 Käthe Kollwitz ve Marcel Duchamp’da Kadın İmgesi Käthe Kollwitz and Marcel Duchamp’s Female İmage Ü.Ilgaz (ÖZGEN) TOPCUOĞLU 507 Öjeni Teorisinin Modern Versiyonuna Kadının Alet Edilmesi: TCK 99/2 Using Women as a Tool for Eugenics: TCL 99/2 Ümmügülsüm KILIÇ, Fethi KILIÇ 513 Küçük Kalplerin, Büyük Yükleri: Çocukluktan Kadınlığa The Great Burdens of Little Hearts: From Childhood to Womanhood Veda Bilican GÖKKAYA 518 9 Kadın Yönetmen, Eril Bakış, The Babadook’da Bastırılanın Dönüşü Woman Director, Masculine Gaze, Return of the Repressed in the Babadook Y.Gürhan TOPÇU 524 Kadınların Yerel Yönetimlerde Temsili: Kilis İli Örneği Representatıon of Women in Local Governments: The Case of Kilis Yurdanur URAL USLAN, Ahmet TUNÇ 529 1980-2000 Dönemi Türk Romanında Kadının Özgürleşme Çabaları The Women’s Liberation Efforts in Turkish Novel (1980-2000 Period) Zeliha ÖZTÜRK Kadınlar ve Taşlar: Recm Edilen Küçük Kadınlar Women and Stones: Little Women Who Are Stoned to Death Zozan ÇETİN Gazetecilik Mesleğine Kadınların Bakışı Womens’ View On The Journalistic Profession Zülfiye ACAR, Aynur SARISAKALOĞLU Mimari Eserlerde Figür Olarak “Kadın’ın Yeri ve Anlamı” -19. yy Pera Örneği The Representation of the Woman as a Figure in the Architectural Pieces: The Case of the 19th Century Pera A. Güven ŞENER, Şirin BAYRAM 10 536 544 550 555 TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA KADIN ARAŞTIRMALARI RESEARCH ON WOMAN IN TURKEY AND THE WORLD Editor: Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ ADANA - 2015 11 RECTOR’S FOREWORD The increasing importance of women’s rights as part of international human rights and the increasing importance of education, as well as all the social, economic, political, societal and legal changes that our country has experienced in the phase of adapting the changing century have made it clear that women’s place and importance in the general societal and social transformation should be reconsidered. With this understanding, together with the cooperation of Siegen, Hannover and Heidelberg Universities of Germany that are members of European Women’s Studies Association (18 European Universities’ Common Research Association) and TUDEV German NGO, Women’s Issues Research and Application Center (KADAUM) affiliated to Çukurova University Rectorship held “The 1st International Çukurova Women’s Studies Congress” between April 9-11, 2015. The purpose of this book is to bring different academic disciplines together in order to discuss the scientific studies regarding women’s studies and the developments effected by existing laws. It also aims to help the legal situation to be understood and to provide solutio ns for the similar situations happening in the international arena. In this way, this congress taking all the national and international developments about “women’s studies” into account makes both theoretical and practical contributions. Another purpose of this congress is to provide a regular information flow between the Women’s Studies Centers in our country’s universities; to gather all the academics interested in women’s issues and researching about this issue; to provide a platform for sharing ideas and to establish a new international web of information. This congress has supported the international academic partnerships of our region and our country; it has also made positive contributions to the development of studies on women’s status and rights. In terms of our institutional development and management principles I support all the scientific activities and the international cooperation and I hope that these interdisciplinary studies will continue. I would like to thank each and every person and group contributing to this academic book with their scientific articles and I hope that there will more scientific events like this in the future. Prof.Dr.Mustafa KİBAR Rector, Cukurova University XII REKTÖR’ÜN ÖNSÖZÜ Uluslararası insan hakları kapsamında kadın hakları ve eğitimin artan önemi, ülkemizin değişen yüzyıla uyumunda meydana gelen sosyal, ekonomik, siyasi, hukuki ve toplumsa l değişiklikler, Türkiye’de genel toplumsal ve sosyal değişim içinde kadının yerinin ve öneminin yeniden değerlendirilmesi gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Bu anlayışla, Çukurova Üniversitesi Rektörlüğü bünyesinde yer alan Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi (KADAUM) tarafından Avrupa Kadın Çalışmaları Ağı (18 Avrupa Üniversitesi Ortak Çalışma Ağı) üyesi olan Almanya’nın Siegen, Hannover ve Heidelberg Üniversitelerinin ve TUDEV Alman STK’nın ortak katılımları ile 9-11 Nisan 2015 tarihinde “I. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi” düzenlenmiştir. Bu akademik yayının amacı, farklı disiplinleri bir araya getirerek ‘kadın çalışmala r ı’ alanındaki bilimsel çalışmaların ortaya koyduğu ve mevcut hukuki koşullarda meydana gelen gelişmeleri tartışmak, yasal durumun anlaşılması, uluslararası ortamlarda benzeri durumlar ın analizi ve çözüm süreçlerine ilişkin önerileri üretmektir. Böylece ‘kadın çalışmaları’ konusunda ulusal ve uluslararası gelişmeleri de dikkate alarak teorik ve pratik çalışmalara katkı sağlayabilmektir. Kongrenin bir diğer amacı ise ülkemizde üniversitelerde kurulmuş olan Kadın Çalışmaları Merkezleri arasında düzenli bilgi akışını sağlamak; ülkemizde bu konuda ilgi duyan ve çalışan akademisyenleri ülke dışından gelecek olan akademisyenlerle görüştürmek, fikir alışverişi sağlamak ve yeni uluslararası ‘bilgi ağı’ kurabilmektir. Bu kongrenin gerçekleşmesi, bölgemizin ve ülkemizin uluslararası akademik ve çalışma ortaklıklarını desteklemiş; kadının statüsü ve hakları bağlamında alan çalışmalarının gelişimine olumlu katkılar sağlamıştır. Kurumsal gelişim ve yönetim anlayışımız bakımından bilimsel temelli Ulusal ve Uluslararası işbirliğini destekleyerek üniversitemizin disiplinlerarası çalışmalarının devamını dilerim. Kongreye ve bu kitaba bilimsel çalışmasıyla katkı sunan tüm kişi ve taraflara teşekkür eder, bu bilimsel etkinliklerin artarak devamını temenni ederim. Prof.Dr.Mustafa KİBAR Çukurova Üniversitesi Rektörü 13 In the Beginning… Dear Academicians, Dear Contributors, The headlines of the 1st International Çukurova Women’s Studies Congress held by Çukurova University Women’s Issues Research and Application Center.Congress Program, research on women’s education in Turkey and in the world, women’s place in the society, their responsibilities and problems lead to a variety of subjects to be considered. After Union of Education Law (Tevhid- i Tedrisat Kanunu) was accepted in 1924 male and female students were included in the same education system and in 1926 the year which Civil Law was accepted, Turkish women obtained several rights and got their freedom. In time some changes were made in Civil Law to meet the needs and demands of women and new regulations were made to provide equality. Turkish women were granted their suffrage rights in 1934 and at that time women living in France, Italy and Switzerland didn’t have these rights. In many countries only after Convention on the Political Rights of Women was accepted women could have the same suffrage rights with men and they had the right to work in public services. The international convention preventing women from all kinds of discrimination that Turkey signed is an agreement proving equality for women in politics, education and family life; shortly everywhere. All these conventions, legal regulations provided women with several opportunities in different job categories. Today, in many jobs in our country women could show their power and existence. Apart from this which made us proud it is also known that women who are successful in different jobs face with problems which haven’t come to surface and haven’t been written yet. “Being a woman” still influences all the social relations of women despite the changing social, economic and cultural factors in Turkey. In this social structure, it is inevitable that women have marriage and household responsibilities. Working women’s household responsibilities and their responsibilities at work require the effort and capability to achieve everything at the same time. That’s why one can comment that in today’s world women are similar to an army with only one soldier. It is sad that in today’s society women are judged by their genders as “women who should be supported” not by the fact that they are humans. I would like to congratulat e everybody who has put an effort in organizing, editing this academic resource which can find solutions to women’s problems by uniting different disciplines working in the field of women’s studies and I wish you continued successful researches. Prof.Dr.Seyhan TÜKEL Vice- Rector 14 Başlarken... Sayın Akademisyenler, Sayın Katılımcılar, Çukurova Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezinin düzenlediği I. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongre Programının konu başlıkla r ı, Türkiye’de ve dünyada kadınların eğitimi, toplumsal yaşamdaki yerleri, sorumlulukları ve sorunları ile ilgili araştırılma s ı, üzerinde düşünülmesi gereken bir dizi konuyu karşımıza çıkarmaktadır. 1924'te kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu günümüz Türkçesiyle Eğitim Birliği Yasası- ile kız ve erkek öğrenciler aynı eğitim sistemi içine alınmış, 1926'da Medeni Kanun'un kabulüyle de Türkiye’de kadınlar birçok hak ve özgürlüğe kavuşmuştur. Medeni Kanun'da zaman içinde kadınlar ın ihtiyaç ve istekleri doğrultusunda gerekli değişiklikler yapılmış, cinsler arası eşitlik anlayış ına göre yeniden düzenlenmiştir. Ülkemizde kadınların seçme ve seçilme hakkını aldıkları tarih 1934’tür. Aynı tarihlerd e Fransa, İtalya, İsviçre gibi ülkelerde kadınlar bu hakka sahip değillerdi. Birçok ülkede, ancak 1954’te Birleşmiş Milletler Kadının Siyasal Hakları Sözleşmesinden sonra kadınların bütün seçimlerde erkeklerle eşit koşullarda oy kullanma, seçilme ve kamu hizmetlerine girme hakları düzenlendi. Türkiye’nin 1985’te imzaladığı kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın önlenmesi ile ilgili Uluslararası sözleşme, kadınlara cinsiyet ayrımı gözetmeksizin siyasette, eğitimde, çalışma ve aile hayatında, kısaca her alanda eşitlik sağlayan bir sözleşmedir. Bütün bu sözleşmeler, yasal düzenlemeler, kadınların değişik meslek dallarında ilerlemelerine olanak vermiştir. Bugün ülkemizde pek çok meslek alanında, kadınlar varlıklarını, güçlerini göstermektedirler. Tablonun yüz ağartıcı bu yanının dışında değişik mesleklerde başarılı olan kadınların birçok yazılı olmayan sorunla karşılaştıkları da bilinen gerçeklerdendir. Türkiye'de değişen sosyal, ekonomik ve kültürel etmenlere karşın, değişmeyen "kadın olma gerçeği", kadının tüm toplumsal ilişkilerini belirlemektedir. Çok güçlü ataerkil aile yapısı, cinsiyet ayrımını, kadın için geçerli kuralları ve rolleri oluşturmaktadır. Bu toplumsal yapıda, kadın için evlilik ve aile sorumlulukları vazgeçilmez bir öneme sahip olmaktadır. Çalışan kadının ailedeki sorumlulukları, çalışma alanındaki sorumlulukları ile birlikte bir insanın değil birden çok insanın yürütmesi gereken işleri tek başına üstlenme başarısını göstermesini gerektirmektedir. Tek kişilik ordu olarak çalışan kadın çıkmaktadır karşımıza. Günümüzde, kadının insan olarak değil de kadın cinsiyeti ile değerlendir ilip desteklenmesine hala ihtiyaç duyuluyor olması üzücüdür. Kadın çalışmaları yapan farklı disiplinleri bir araya getirerek Kadın sorunlarını ve nedenlerini tartışmak sorunlara çözüm üretebilecek hususların, önerilerin ortaya çıkarılacağına inandığım bu araştırma kitabının düzenlenmesinde emeği geçen herkesi kutlar, başarılı çalışmaların devamını dilerim. Prof. Dr. Seyhan TÜKEL Rektör Yardımcısı 15 Introduction Although women’s rights and gender equality have been accepted in both national and international society, it has not been implemented fully in daily life. Together with problems and their possible solutions women in social life is also among our priorities. Taking these into consideration, KADAUM has organized “The 1st International Çukurova Women’s Studies Congress” between 9-11 April, 2015 and we have gathered some of the papers presented in this Congress to provide their permanence. The fact that 180 applications were made for 20 topics shows us that there is an intense accumulation of knowledge to be shared. Also, the fact that our knowledge should be kept for future generations motivated us to publish the full articles in one book. There were two more things that we realized during the Congress. One of them was that young researchers didn’t have enough opportunities to present their studies and make their voices heard. Such kind of meetings and activities would serve the purpose providing the permanence and accumulation of knowledge. This book could contribute to this process. Another matter is that again especially the young researchers need a critical educational area to develop their skills. It is for that reason; the papers presented in the Congress were prepared for publication in the light of the critical comments of our referees. The writers were requested to provide the full texts of the presentations which were presented in the Congress. These texts were edited by our editors before publication and the final drafts were confirmed by the writers. All opinions, comments and the contexts belong to the writers and no interference has been made. I would like to thank all the researchers and colleagues that have contributed to this book with their immense effort and work in the field of women’s studies. Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ Ç.U. Head of Women’s Issues Research and Application Center 16 Sunuş Kadın hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği ulusal ve uluslararası toplumda kabul görmesine karşılık günlük yaşama yeterince yerleşememiştir. Sorunların ve çözüm öneriler inin yanı sıra toplumsal yaşamda kadın etkinliğinin de araştırmalarla ortaya konulması önceliğini korumaktadır. Merkezimiz tarafından bu amaçla 9-11 Nisan 2015 de gerçekleştirilen “I. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi” içerisinde sunulan çalışmaların bir kısmını kalıcılığı sağlamak üzere bu kitap içinde topladık. Kongreye 20 ana başlıkta 180 den fazla başvurunun olması kadın çalışmalarında ne kadar yoğun bilgi birikimi olduğu ve birikimlerin paylaşılmaya ihtiyacının olduğunun bir işareti olarak düşündürdü. Bu görüşten kalkarak paylaşılan bilgilerin kalıcılığın ve iletilmesinin sağlanması amacı ile çalışmaların tam metinlerinin bir kitapta toplanmasının yararlı olacağı düşüncesi bize ihtiyaç duyduğumuz motivasyonu sağladı. Kongre sürecinde dikkatimizi çeken iki konu daha oldu. Biri genç araştırmacılar ın seslerini duyurmak ve çalışmalarını sunmaları için yeterince ortamın olmaması idi. Bu tür toplantı ve etkinliklerle duyulan ihtiyacın karşılanması ile bilgilerin kalıcılığının ve birikimin sağlanması gerekiyordu. Bu kitap ile bu sürece katkı verilebilirdi. Diğer konu ise yine özellik le genç araştırmacıların kendilerini geliştirmeleri için gereken eleştirel eğitim ortamına olan ihtiyaçtı. Bu nedenle Kongre sürecinde hakemler tarafından yapılan eleştiriler doğrultusund a yapılan sunumların yazılı olarak kalıcılığını sağlamak için tam metinlerin basılmasının gerçekleştirilmesi gereği idi. Sunumu yapılan çalışmaların makale olarak yazılmış tam metinler yazarlarında n istenildi. Gelen metinler kitap editörleri tarafından düzenlenerek basıma hazırlandı ve yazarlarının onaylarına sunuldu. Makalelerdeki görüş, yorum ve içerikler tümü ile yazarlara aittir ve bu konuda müdahalede bulunulmamıştır. Kitabın oluşmasına çok yönlü kadın çalışmaları ile katkı veren araştırmacılara ve hazırlanmasına emek veren çalışma arkadaşlarıma çok teşekkürler ederim. Prof. Dr. Gülseren AĞRIDAĞ Ç.Ü. Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü XVII The 1st International Cukurova Women’s Studies Congress Closing Statement With the closure of the congress, we would like to share the decisions we have made thanks to the contribution of the presentations and proposals by the participants. Despite all the efforts and discussions, discrimination against women that has existed throughout the history still continues to be an issue. As a result of the recent insufficient changes that are not implemented adequately, there are still obstacles in front of women that do not allow them to be treated as equal individuals. The insufficient training women get and their economic dependence cause bigger problems. The ruling powers are continuing to focus on women bodies in their discourses and their policies do not go beyond defending and protecting women. All these reasons lead to an increase in the violence against women. Politicians being the prime decision makers, all the members of the society should be informed and educated about women’s equal rights and their being individuals. All the views on women’s rights based on religious and cultural foundations should be eliminated. Scientific studies and applications about women’s rights should be supported financia lly and inwardly. The supporting policies on the visibility of women in the public space should be fulfilled for both men and women. Concerning the cases of sexual abuse against women mitigating factors and tolerance should be out of question and there should be no flexibility in law about sexual harassment against women. As we have summarized briefly above, we would like to share with the public all these barriers in front of women’s equal rights and suggestions about the solutions of this issue. Continuation of congresses like this is the wish of all the participants. Participants of the 1st International Çukurova Women’s Studies Congress 18 I.Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi Kapanış Bildirgesi Kongrenin kapanması ile biz katılımcılar yapılan sunumlar tebliğler ve tartışmalar sonucunda vardığımız aşağıdaki şu kararları kamuoyu ile paylaşmak isteriz. Tarih boyunca yaşanan kadına karşı ayrımcılık tüm tartışma ve uğraşlara rağmen süregelmektedir. Eksik de olsa yasalarda yapılan değişikliklerin yaşama yeterince geçirilmemesi sonucu kadının eşit ve özel birey olması önündeki engeller devam etmektedir. Kadının aldığı eğitimin yetersizliği ve ekonomik bağımlılığı yaşanan sorunların büyümesine neden olmaktadır. Yönetici güçler kadın bedeni üzerinde yaptıkları söylemlere yaygın olarak devam etmekte ve politikaları kadını kollayıp, koruma bakışından öteye geçmemektedir. Bütün bu nedenler kadına yönelen şiddetin artarak sürmesine yol açmaktadır. Başta siyasi karar vericiler olmak üzere tüm toplumun kadının eşit ve özerk birey olması yönünde eğitilmesi ve dönüştürülmesi gerekmektedir. Kadın haklarının kullanımında kültürel ve dini gerekçelerle oluşturulmuş görüş ve engeller kaldırılmalıdır. Kadın sorunları ve çözümleri için yapılacak bilimsel çalışma ve uygulamalar maddi ve manevi olarak desteklenmelidir. Kadının kamusal yaşamda görünür olması için destekleme politikaları kadın ve erkek için ortaklaşa gerçekleştirilmelidir. Kadına yönelen cinsel taciz ve saldırılarda hiçbir nedenle ve hiçbir grupta tolerans ya da hafifletici nedenler ileri sürülerek hukuk esnetilmemelidir. Kısaca özetlediğimiz kadın hakları önündeki bu engellerin ve çözüm önerilerinin kamuoyu ile paylaşırız. Tüm katılımcıların dileği bu tür toplantıların süreklilik kazanarak devam etmesidir. I.Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi Katılımcıları 19 MAKALELER 20 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Cumhuriyet Dönemi Modern Türk Kadını: Keriman Halis Ece Örneği Republican Period of Modern Turkish Women: As a Case Of Keriman Halis Ece Ahmet ÇELİK 1 1Arş. Gör. Fırat Üniversitesi, İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi, Tarih Bölümü, ahmetcelik2@firat.edu.tr ÖZET: Toplumları geliştiren en temel etmen, toplum içerisindeki her bireyin topluma kazandırılması ve bireylerin zihinsel faaliyetleri ve yeteneklerini kullanmalarına fırsat verilmesine bağlıdır. Kadın toplumun ana öğesidir. Ona ulaşmayan herhangi bir fikir ve yaklaşım, hayat alanı bulamaz. Bugün muasır olarak kabul ettiğimiz toplumların geçmişlerine baktığımız zaman, toplumlarının her kesimine eşit fırsatlar tanıdığını görebiliriz. Bu eşit fırsat, eğitim-öğretimin yanı sıra farklı alanlarda da gerçekleşmiştir. Bu sayede bireyler kendini geliştirme imkânına sahip olmuş, toplumda kabiliyetleri ile sivrilerek, öncülük yapmışlar, sosyal ya da fenni alanlarda ilerlemeye katkı sağlamışlardır. Kadının psikolojik yetersizlik düşüncesinden sıyrılabilmesi ve toplumu geliştirme yarışına katılabilmesi için, eğitim-öğretim fırsatı ve yasal hakların yanında ona verilebilecek en önemli şey özgüvendir. İşte bu söz konusu özgüveni verebilmek için toplum içinde öncü olacak kadın bireylere ihtiyaç vardı. Bunlardan birisi de Keriman Halis Ece idi. Anahtar kelimeler: Keriman Halis, Keriman Halis Ece. ABS TRACT: For development of a society, should be given equal opportunities to all individual in society. Women are the prominent figüre of society. An idea which can not be reach to women, doesn’t develop. When we look at the advanced society, we can see that given equal opportunities to all individual. Owing to individuals improved himself and they can provide benefits to society. To get rid of the woman’s psychological inability thought, self-confidence should be given with educational opportunity and legal rights. A society needs pioneer women for self-confidence. Keriman Halis Ece was the one example for pioneer woman. Keywords: Keriman Halis, Keriman Halis Ece. GİRİŞ Kadının toplum içindeki statüsü konusu, sadece Türk toplumu için çözülmesi gereken bir problem değildir. Tarihsel sürece baktığımızda bunu aslında tüm insanlığın bir problemi olduğunu görürüz, çünkü ataerkil yapının getirdiği, erkek egemen bir sistem periyodlara göre farklı sistemlerle kendini korumuştur. Günümüzde ilerleyebilmiş toplumlar bu sorunu çözmüş olanlardır. Türk toplumuna baktığımızda kadının toplum içindeki statüsü, dönemlere göre değişir. Bunun sebebi ise, zaman ve mekân olgusuna göre kültürel etkileşimdir. Orta Asya Türk geleneklerinde kadının erkekle eşit olduğunu gösteren belge Orhun Yazıtlarıdır; “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ün kutlu ülkesini öyle tanzim etmiş. Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye babam İlteriş Kağan ve annem İlbilge Hatunu (Tanrı) halk içerisinden çekip yukarı çıkarmış.”1 Bunun dışında Türk destanlarında da kadına kutsal bir kimlikle bakılırdı ve anne sıfatıyla saygı duyulurdu. Kadının toplumun her kademesin de varlığını görmek mümkündü. Hatta Türklerde cinsiyete bağlı iş bölümü de mevcut değildi2 . Osmanlı Devleti’nin ilk yıllarında da Eski Türk adetlerinin geçerli olduğunu görebiliriz. Kadın yine toplum içinde saygın ve eşit şekilde kabul görürdü. Fakat Arap ve Fars kültürünün Türk toplumuna sirayet etmesinden sonra kadının statüsünü düşürdüğünü görmek mümkündür. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde kadının sosyal hayatın içinde yer aldığını ancak gerek İslamiyet’in etkisi gerekse Bizans ile İran’ın gelenek ve göreneklerinin Osmanlı sarayına dâhil edilmesi ile kadının sosyal hayattan çekildiğini görmek mümkündür. Bu dönemde Türk kadını, erkekten pasif bir konuma itilir. Osmanlı yöneticilerinin kadına karsı bu tutumu benimsemeleri ve uygulamaları, Türk kadınını peçe altına, kafes arkasına mahkûm eder. Osmanlı’da kadın adeta inzivaya çekilir. “Osmanlı toplum yapısı, cinslerin ayrılığı üzerine kurulmuş iki ayrı dünyadan oluşmuştu. Erkeğin dünyası kamusal, kadının dünyasıysa özeldi, mahremdi ve ailenin içindeydi. Eve kapatılıp çarşaf giymeye mahkûm edilen kadının, toplum hayatındaki rolü önemli ölçüde sınırlanmıştı.3 şeklinde açıklamak mümkündür. George Rolleston isimli bir seyyahın Osmanlı Eğitimi ile ilgili raporunda; ülkenin hemen her tarafında, Türk okullarının eşit düzeyde olduğunu ve burada erkeklerin öğrenim gördüğünü ve Kadınların eğitim almasının gereksiz görüldüğünden bahsetmektedir. Rolleston’un kızların okutulmaması ile ilgili ifadeleri, bu bağlamda doğru görünmektedir, zira Osmanlı Devleti’nde kızlar, 1 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, Ankara-1989, s.21. Ziya Gökalp, Türk Uygarlığı Tarihi, İstanbul-1991, s. 102. 3 Sıdıka Tezel, Atatürk ve Kadın Hakları, Ankara-1983, s. 3. 2 1 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World mekteplerde ilköğretim düzeyinde basit bir eğitim alıyor olsalar da daha üst eğitime devam edemiyorlardı. İlk kızlara yönelik üst eğitim kurumu olan Rüştiye 1855 yılından sonra açılmıştır. 1869 yılında, kızların mesleki eğitime katılmasını sağlamak amacıyla, Kız Sanayi Mektebi açılmıştır. Aynı yıl içerisinde, bayan öğretmen yetiştirmek için nizamname düzenlenmiş ve II. Abdülhamid döneminde de lise seviyesinde eğitim veren İdadiler, kız öğrenciler için de açılmaya başlanmıştır. Üniversite düzeyinde ise kızların eğitime katılması 1914 yılında olacaktır4 . Kadının yerinin Osmanlı Toplumunda geride olması, uzun imparatorluk yılları boyunca kadının düşünsel ve fiziki becerilerinden yararlanılamamasına neden olmuştur. Bundan daha da kötüsü, kadının bilinçaltında oluşan ikinci sınıflık hissidir. İmparatorluktan günümüze kadına toplumsal statü kazandırmak zaman almış, psikolojik bilinçaltını kırmak kolay olmamıştır. 1.Modern Kadın Tabiri Modern kelimesi; Latincede tam şimdi anlamına gelen “modo” kelimesinden türemiştir. İlk defa 6. Yüzyılda “eskisi gibi pagan değiliz çok şükür” manasında kullanılmıştır. Bu kullanımında anladığımız; eskinin terk edilmesidir. Modern olmak; bireyi ya da toplumu geri bırakan, çağdaşlarından düşünce, bilgi ve teknolojik olarak geri bırakan zihniyetin ve kurumların terk edilmesidir. Özgür ve taassuptan bağımsız düşünebilmek, en son çağdaş düşüncelere açık olma şeklinde tanımlanabilir. 2. Cumhuriyet ve Kadın Türk Devrimi, Osmanlı Devletinin monarşi yapısına özgü tek bir hanedanın egemenliğini temsil eden kurumlarını yıkıp yerine, halkın egemenliğini temsil eden kurumları kurarken; diğer taraftan da, özellikle dini algılayışla biçimlenmiş geleneksel Osmanlı Toplumunu da “Ulus Toplum” yapısına uygun bir biçimde yeniden yapılandırmak durumundaydı. Bu çerçevede, Osmanlı toplum yapısı ile özdeş algılayışların eskiliğini ortaya koymak ve böylece kendisinin ortaya koyduğu yeni toplumsal kaygıları ve benimseyişleri meşrulaştırmak eğilimindeydi5 . Türk Devrimi, yalnızca kendisinden önceki Osmanlı Devleti’nin kurumlarını kaldırarak, yenisini yapılandıran bir süreç değil; aynı zamanda yeni bir “Bilinçlenme” ya da “Aydınlanma” gerçekleştirmek, yani bir bilinç değişimine zemin hazırlamak durumundaydı. İşte bu noktada Devrim’in dayanacağı diğer bir kitle ve özellikle yenileşmenin “İtici Gücü” olarak “Kadın”ın ön plana çıkmasına neden oldu6 . Atatürk’e göre; kadınların ikincilleştirilmelerinin en temel öğelerinden olan ve kadınların toplum içindeyken bile ayrı bir iç mekâna tutsak bırakan kuşamlar ile ilgili olarak da; bu kuşamların, toplumun kadına bakış açısı ile doğrudan ilgili olduğunu belirtmekteydi. Böylece kıyafet konusu da önemli ayrı bir konuydu. Ancak ona göre kadınlar için gerçek başarı sadece kıyafetle değil; onların bilimsel ve kültürel kazanımlara sahip olabilmeleri ile mümkün olacaktı7 . Osmanlı döneminde, kadına bakış açısıyla ilgili eleştirimiz, elbette kadını hor görme veya aşağılama şeklinde ikinci sınıf olarak görmek değildir. Kadınına kutsal bir gözle bakılmış ve korunması gereken birey olarak algılanmıştır. Osmanlı dönemi kadının statüsü ile ilgili eleştiri; sosyal hayattan soyutlamak, iş hayatında geri plana iterek, yeterince yararlanılmamış ve gelecek kuşakları yetiştirecek temel öğenin eğitimsiz bırakılmasıdır. Atatürk, Türk Medeni Kanunu’nun kabulünden önce yaptığı konuşmada, konuyu şöyle dile getirmiştir; “Bir toplum, bir millet, kadın ve erkek denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki, bir kütlenin bir parçasını ilerletelim, diğerini öylesine bırakalım da kütlenin hepsi yükselme şerefine erişebilsin? Mümkün müdür ki, bir topluluğun yarısı topraklara zincirle bağlı kaldıkça diğer k ısım göklere yükselebilsin?”8 .Cumhuriyet döneminde, zihniyetin değiştirilmesi öngörülerek, bu değişimi sağlamak için toplumun eşit, diğer yarısından yararlanmanın mantıksal gerekliliği sıklıkla vurgulanmıştır. Cengiz Poyraz, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, Cilt:2, Sayı:1, İstanbul-2013, s. 311. Kemal Arı, Devrim Güneş Kadar Sıcaktır, İzmir-2011, s. 262. 6 Ahmet Yılmaz, “Osmanlı’dan Cumhuriyete: Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi ”, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, IX/20-21, İzmir-2010, s. 201. 7 Leyla Kaplan, “Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908 -1960)”, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1998, s.182. 8 Rahmi Doğanay, Erdal Açıkses, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Elazığ-2000, s. 146. 4 5 2 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3.Keriman Halis Ece Türk Devrimi, çağın gerektirmesine karşın kadınların daha önce elde edemedikleri hakların kazanımının gerçekleştirilmesini gerekli görüyordu. Fakat dönemin toplumsal bilinci açısından bu haklarla ilgili olarak tabandan gelen ciddi bir talep bulunmamaktaydı. Bu da kadınlar ile ilgili yeniliklerin yönetim tarafından belirlenmesine, tanımlanmasına ve tayin edilmesine neden olmakta ve “Devlet Feminizmi” diye adlandırılan bir sürecin işlemesine neden olmuştu. Bu süreç de sonunda, yeni kurulmuş bir devlet olarak Yeni Türkiye’nin, monarşinin ardından benimsediği devlet ve toplum algısıyla özdeş ve “Cumhuriyet Kadını” olarak nitelenen kadın imajının yaratılmasını getirdi. Daha öncesinde “Aile Kadını: İyi Anne ve Eş” olarak yetiştirilen “Osmanlı Kadını’na karşılık artık Ulus Devlet “Asri Kadın”ı inşa etmekteydi. Bu kadının en temel özelliği; çağın gereklerine ayak uydurmuş olması, eğitim görmüş olması; toplumsal hayata ve üretime katılabilmesi idi. Bununla birlikte erkeğin rahatça girip kendisini ifade edebildiği toplumsal ve ekonomik alanda da erkeklerle birlikte eşit bir biçimde etkin rol alması da diğer bir özelliğiydi9 . Devrimler sırasında, toplumun her kademesinin etkin olması devrimin geleceği açısından önemliydi. Modernleşme, ancak toplumun bilinçli isteği ile mümkün olabilirdi. Tepeden verilecek bir inkılap tarzının tek başına başarılı olması düşünülemezdi. Bu noktada kadınların da topluma katılmalarında tabandan bir istek gelmesi gerekliydi. Osmanlı Döneminde kadına biçilen rol sebebiyle, psikolojik olarak içine kapanmış kadını devrime dâhil etmenin yolu ona cesaret vermekten geçiyordu. Bir diğer tabirle psikolojik özgüven aşılamak. Bunun için öncü rol oynayabilecek kadınlara ihtiyaç vardı. Bu öncü kadınlardan biri de Keriman Halis Ece olmuştur. Hayatı. 16 Şubat 1913 yılında İstanbul’da doğan Keriman Halis Ece, zamanın meşhur tüccarlarından olan ve Hızır adı verilen yangın söndürme aletlerinin mümessili Tevfik Halis Bey ve Ferhunde Hanım'ın altı çocuğundan biridir. Yarışmalara da babası tarafından kaydettirilmiştir. Tahsilini Feyziati (sonraki adıyla Boğaziçi) Lisesi'nde yapmıştır. Keriman Halis'in amcası, ünlü operet bestecilerinden Muhlis Sabahaddin Ezgi'dir. Halası ise ünlü kadın bestekârımız Neveser Kökdeş'tir. Galatasaray Spor Kulübü'nün idarecilerinden Turgan Ece ise kardeşidir. Keriman Halis çok iyi piyano çalabilmekteydi, yanı sıra oldukça iyi yemek yapan ve dikiş diken Ece, Fransızcayı anadili gibi bilmekteydi10 . Onun Türk kadını için örnek gösterilme sebebi, sadece güzellik yarışmasında birinci olması değil, aynı zamanda o dönemde farklı alanlarda kendini geliştirmiş olmasıydı. Güzellik Yarışması Kariyeri, Keriman Halis'in Belçika'da kazandığı yarışmanın orijinal adı International Pageant of Pulchritude idi. Türkçe olarak Uluslararası Güzellik ve Zarafet Yarışması, o dönemin en prestijli güzellik yarışması organizasyonuydu. En eski organizasyonlardan olan yarışma bütün ülkelerce saygı görüyordu. Yarışma Kâinat Güzellik Yarışması ve Dünya Güzellik Yarışması olarak da biliniyordu, yarışmanın birincileri hem Zarafet Güzeli, hem Dünya Güzeli hem de Kâinat Güzeli unvanlarıyla anılıyorlardı. Ancak yarışma el değiştirip adı Kâinat Güzellik Yarışması olarak düzenlenmeye başlanınca, günümüz adıyla Miss Universe, yeni bir yarışma olarak dünyaya sunuldu ve Miss Universe güzelleri ayrı başlık altında toplandı. Bu dalda Türkiye'nin bir tek birincisi olan Keriman Halis'tir. Bu olay genç cumhuriyet için de oldukça anlamlıydı. Keriman Halis, 1932'de Türkiye'de dördüncüsü düzenlenen güzellik yarışmasını kazanarak Belçika'ya gittiğinde o güne kadar hiçbir Türkiye güzeli derece alamamıştı. Halkın umutlarını boşa çıkarmayan Keriman Halis, vatana döndüğünde Sirkeci Garı'nda kraliçeler gibi karşılandığını şöyle anlatıyor: "En sonunda ben ve Almanya güzeli kaldık. Kırmızı bir tuvalet giymiş, yakasına da beyaz kurdele takmıştım. Jüri başkanı elindeki zarfı açtı. Heyecandan bayılabilirdim. Ve bütün tiyatro salonu, 'Yaşasın Miss Turkey!' sesleriyle inledi." Keriman Halis, yarışma sonrasında bir Türk Bayrağı'nın bulunmaması nedeniyle halkın tezahüratına cevap vermemiş ve bunun üzerine metrelerce atlas bulunarak bayrak orada yapılmış ve balkondan dalgalandırılarak izleyicilere gösterildikten sonra, kendisini görmeye gelen halkı selamlamıştır. Keriman Halis, koyu kahverengi göz rengine, parlak uzun siyah saçlara, bembeyaz bir tene ve 1.65'in üstünde bir boya sahipti. Atatürk, bu yarışma sonrasında yaptığı açıklamada, tam olarak: "Türk ırkının necip (soylu) güzelliğinin daima mahfuz olduğunu (korunduğunu) gösteren dünya hakemlerinin bu Türk çocuğu üzerindeki hükümlerinden memnunuz. Fakat Keriman Ece, 9 Yılmaz, a.g.e., s. 203. http://tr.wikipedia.org/wiki/Keriman_Halis 10 3 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World hepimiz işittiğimiz gibi söylemiştir ki, o, bütün Türk kızlarının en güzeli olduğu iddiasında değildir. Bu güzel Türk kızımız, ırkının kendi mevcudiyetinde tabii olarak tecelli ettirdiği güzelliğini dünyaya, dünya hakemlerinin tasdikiyle tanıttırmış olmakla elbette kendini memnun ve bahtiyar addetmekte haklıdır. Türk milleti, bu güzel çocuğunu şüphesiz samimiyetle tebrik eder. Cumhuriyet gazetesi bu meselede Türk ırkının diğer dünya milletleri içinde mümtaz (seçkin) olan asil güzelliğini göstermek teşebbüsünü takip etmiş ve bunu dünya nazarında muvaffakiyetle (başarıyla) intaç eylemiştir (sonuçlandırmıştır)… " demiştir. Keriman Halis’in bu başarısı gazetelerde ilk sayfalarda manşet haber olarak verildi. “Türkiye güzeli Keriman Halis dünya kraliçesi intihap edildi. Bütün dünya telsizleri ve gazeteleri Keriman Halis Hanım’in müstesna muvaffakiyetlerini ilan ediyorlar.” 11 Keriman Halis'e, 1934'te çıkan Soyadı Kanunu ve yarışmadaki başarısından sonra bizzat Atatürk tarafından kraliçe anlamına gelen "Ece" soyadı resmî olarak verilmiştir. Ayrıca Keriman Halis Ece hakkında, güzellik yarışmasını Belçika'da bizzat gören ünlü şahsiyet Halit Turhan Bey tarafından kendisinin yayımladığı hatıralarda yer alan bazı ifadelerde o dönem genç cumhuriyet yönetimi ile yeni yeni saygınlığı artan Müslüman Türk kadınına, yarışmanın tamamı Hristiyan jüri üyeleri tarafından büyük bir hayret duygusu olduğu dile getirilmiştir ve tüm dünyada yankı uyandıran ilk Dünya Güzeli Keriman Halis'in resimlerinin yerli ve yabancı gazetelerde basılmasına hatta kartpostal yapılarak satılıp elden ele dolaşmasına vurgu yapılmıştır, İslamiyet temalı ve Osmanlı İmparatorluğu'nun geleneksel bir bağnazlık içerisinde olduğu yönünde olan ön yargıların asılsız ve yanlış olduğundan bahsedilmiştir. Türkiye’nin katıldığı bu güzellik yarışmasının maksatlı sonucu yurt içinde de kısa zamanda etkisini göstererek Kiraz Güzeli, Karpuz Güzeli, Festival Güzeli gibi yarışmaların yayılmasına sebep oldu. Keriman Halis Ece'nin yıllar boyunca konuşulmakta olan ünü ve hikâyesi Japonya'yı da etkilemiştir. Japonya'da okullarda hem temel eğitim hem de lisans eğitimi ders kitaplarında Keriman Halis Olayı diye okutulan bir konu vardır. Konu, genç cumhuriyet yıllarını yaşayan Türkiye Cumhuriyet 'de 1927 yılında ilk kez halk tarafından manevi anlamda sayılan Türk kadınının uzun bir süreç içinde erkek egemenliği ve baskısından kurtulmasıdır12 . Örnek Olarak Keriman Halis, Keriman Halis’in Dünya Güzeli seçilmesi elbette tüm dünyada yankı uyandırmıştı, dünya uluslarına Türk kadınının da başarılı olabileceği mesajı verilmişti, fakat üzerinde durmamız gereken asıl konu Türk kadınına verdiği mesajdır. İlk olarak üzerinde durulması gereken konu; başarıların ailede başladığı ve desteklendiğidir. Keriman Halis’i güzellik yarışmalarına kaydettiren kişinin kendi babası olması, ailenin verdiği özgüvenin nasıl sonuçlanabileceğini bize göstermesidir. İkinci olarak; geçmişte içine kapanmış ve özgüvenini kaybetmiş olan Türk kadınına verdiği mesajdır. Bir toplum içindeki bireyler başarıları gördüklerinde kendilerinde ilham görürler. Üzerinde durulması gereken; onun güzelliği değil, medeni cesaretidir. Modern kadın terimini açıklarken değindiğimiz gibi; modern olabilmek; çağın gerektirdiği donanımlara hâsıl olmak, bu donanım sayesinde cesaret ve özgüvene sahip olmaktır. İnsanların kalıplaşmış düşüncelerini kırabilmek, diğer başarılardan daha zor ve önemlidir. Toplumun kalıplaşmış düşüncelerini kırabilmek ise daha zor ve daha önemlidir. Bunun için toplumu yönlendirecek kahramanlara ihtiyaç vardır. Bu özelliği ile Keriman Halis öncü bir kahraman olarak tarihteki yerini almıştır. Yarışma neticelendiği esnada Türk Bayrağı olmadan seyircileri selamlamaması ve bir bayrak temin edildikten sonra selamlamaya çıkması da milli hassasiyeti bakımından yine örnek alınması gereken bir öncüdür. SONUÇ Günümüzde toplumlar gelişmişlik düzeylerine göre kadınların istihdamına ve dolayısıyla eğitimine önem vermektedirler. Gelişmiş ülkelerde kadınların nitelik kazandırılmasına yatırım yapmak, hem sosyal açıdan hem de ekonomik açıdan önemli görülmektedir. Kadınların eğitilmesi, sosyal ve ekonomik açıdan fayda sağladığı gibi çocukların gelişmesi ve eğitimi hususunda da fayda sağlamaktadır. Modern dünyaya ayak uydurabilmek için Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de kadınlara gereken hakların verilmesi ve toplumda daha çok rol almaları için mücadele edilmektedir. Doğanın 11 12 Cumhuriyet, 1 Ağustos 1932, s. 1. http://tr.wikipedia.org/wiki/Keriman_Halis 4 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World temel mantığına göre; toplumun yarısını kadınların oluşturmasına rağmen, iş hayatında yeteri kadar yer edinmemektedirler. İnsan kaynaklarının etkin olarak kullanımı açısından potansiyel bir iş gücü durumunda olan kadın nüfusun sahip olduğu bilgi, yetenek ve deneyimlerinden yeteri kadar yararlanmamak bir kayıp olarak görülmektedir. Bu bağlamda kadınların iş hayatındaki temsil düzeyinin yükseltilmesi ve iş hayatında gösterecekleri başarılar ekonomik ve sosyal gelişim açısından önem arz etmektedir. Ülkemiz, cumhuriyetin ilanından sonra kadın hakları ve kadının topluma kazandırılması konusunda önemli mesafe kat etmiştir. Gerek yasalarla ve gerekse sivil toplum örgütleri aracılığı ile kadınlara hak verilmeye çalışılmıştır ve gerekli imkânlar tanınmaya çalışılmaktadır. Psikolojik bir varlık olan inşa, önce kendini ispatlamak ve psikolojik engelleri aşmak ister. Bugün halen bazı sektörlerde kadının kariyer yapmasının önünde bir takım engellerin bulunduğu belirtilmektedir. Bu engeller toplumsal olabildiği gibi kadının doğasından veya kendinden de kaynaklanabilmektedir. Yani konumuzu anlatırken değindiğimiz gibi, özgüven eksikliği olabilir. Fakat günümüzde kadınlar, kariyer gelişimleri için önüne çıkan engellerin büyük bir kısmını aşmış ve giderek daha çok çalışma yaşamının içinde yer almaya başlamışlardır. Genel anlamda ekonomik gelişme ve kalkınma açısından kadınların nitelikli hale gelmesi ve çeşitli sektörlerde görev almaları önemlidir. Özellikle gelişmekte olan Türkiye açısından nitelikli iş gücünün yerinde ve aktif olarak kullanılması, ülkemizin gelişme hızını arttıracaktır. 5 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World KAYNAKÇA Gökalp Z.(1991)Türk Uygarlığı Tarihi, İstanbul. Tezel S.(1983), Atatürk ve Kadın Hakları, Ankara. Poyraz C. (2013), Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi Cilt:2 Sayı:1 İstanbul. Arı K(2011), Devrim Güneş Kadar Sıcaktır, Burak kitabevi, Nisan-2011, İzmir. Yılmaz A.(2010), Osmanlı’dan Cumhuriyete: Kadın Kimliğinin Biçimlendirilmesi, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, IX/20-21, İzmir-2010. Kaplan L (1998),Cemiyetlerde ve Siyasi Teşkilatlarda Türk Kadını (1908-1960), Atatürk Kültür, Dil ve Tarih yüksek Kurumu Atatürk Araştırma M erkezi, 1998, Ankara. Kırkpınar L.(2010), Türkiye’de Toplumsal Değişme ve Kadın, Zeus Kitabevi, İzmir Doğanay R. Açıkses E.(2006), Türkiye Cumhuriyeti Tarihi ve Atatürk İlkeleri, Elazığ Cumhuriyet Gazetesi, 1 Ağustos 1932. 6 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Türk Kamu Yönetiminde Personel ve Yönetici Olarak “Kadının Varlığı”: Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Örneği ‘Women’s Property’ in Turkish Public Administration as Staff and as Administrator: The Case of the Ministry of Family and Social Policies Ahmet TUNÇ1 , Yurdanur URAL USLAN 2 , Ali Fuat GÖKÇE3 1Yard. Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Ünv., İ.İ.B.F. Doç. Dr., Uşak Ünv., İ.İ.B.F. 3Yard. Doç. Dr., Kilis 7 Aralık Ünv., İ.İ.B.F. 2Yard. ÖZET: Tarihin her döneminde sosyal, ekonomik ve siyasal yaşamın bir tarafını kadınlar, diğer tarafını da erkekler oluşturmuştur. Kadınların erkekler gibi, toplum hayatında eşit olarak varolabilmeleri uzun bir serüvene sahiptir. Çalışma hayatı bu serüvenin en önemli unsurlarından biridir. Bu makalede; kadınların çalışma hayatında temsiliyet oranları ve özellikle yönetici kadrolarında ki sayısal oranları, genel olarak “Türk Kamu Yönetimi”nde yer alan kamu kurum ve kuruluşlar, özel olarak ise Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ekseninde bir değerlendirme yapılarak ele alınmıştır. Anahtar S özcükler: Kadının varlığı, kamu yönetimi, personel, yönetici ABS TRACT: In all ages of the history, one part of the social, economic and political life has been formed by women while the other part has been formed by men. Women have gone through a long struggle to exist in society as equal as men. Work life is one of the most essential components of this struggle. This article will discuss the representation ratios of women in work life as well as the number of women in executive teams based on state institutions and organizations in “Turkish Public Administration” in general and “M inistry of Family and Social Policies” in particular. Keywords: Women's presence, public administration, staff, administrators 1. GİRİŞ İnsanlık tarihi boyunca genellikle dünya nüfusu kadınlar ve erkekler arasında eşit bir dağılım göstermiştir. Fakat benzer oransal eşitliğin çalışma yaşamı ve yönetim kadrolarında görülmediği bir gerçektir. Yaşanan bu durum her ne kadar ülkelerin gelişmişlik seviyeleriyle ilişkilendirilse de, genelde kadınların bütün toplumlarda erkeklerin gerisinde kaldıkları görülmektedir. Kadınların ekonomik, sosyal ve siyasal alanda ikincil konumda olmaları, toplumların temel yapısal özellikleriyle yakında ilişkili olup, erkeğin egemenliğinde süregelen toplumsal ayrımcılık, kadınların eğitim imkanlarından az yararlandırılması, mevzuat eksiklikleri gibi sebeplerden kaynaklanmaktadır. Zaman içerisinde ve özellikle liberal ekonomik anlayışla birlikte dünyada yaşanan sosyo-ekonomik değişimler, toplumsal bakış açısını da yön vererek, kadına ailede ve toplumda yeni roller yüklemiştir. Toplumun yüklediği temel görevlerin dışında, kadın, çalışma hayatına adım atmış ve zaman içerisinde sahip olduğu özelliklerini bu alana yansıtmaya başlamış, fakat “çalışan” pozisyonundan “yönetici” kademesine gelmesi o kadar kolay olmamıştır. Dünyada yaşanan bu değişimlerden etkilenen Türkiye, Cumhuriyet ile birlikte gerçekleştirilen düzenlemelerle, kadınlara toplum içinde önemli haklar vermiştir. Ancak bu haklar, koruma amaçlı olması sebebiyle, kadınların çalışma yaşamına katılması gecikmiştir. Türkiye’de kadınların çalışma yaşamına dahil olması 1950’li yıllarla birlikte olmuş, özellikle hizmet sektörü olmak üzere diğer sektörlerde de, erkeklerin yanı sıra kadınlarda yeni iş olanakları bulmuştur. Türkiye’de kamu görevine girişte nispeten kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması ve cinsiyet nedeniyle ayrım gözetme yasağı bağlamında konu ele alındığında, genel olarak personel alımında yaşanmayan cinsiyet ayırımının, yönetici olmada ise farklılaştığı görülmektedir. Kadına pozitif ayırımcılık söylemleri çerçevesinde seçim dönemlerinde milletvekili aday listelerinde kadınlara, “öncelik politikaları” siyasal partiler tarafından kullanılmaktadır. Mevcut iktidar bu politikayı etkili bir biçimde kullanmış, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığını (ASPB) kurmuş ve üst düzey yöneticilerini kadınlardan seçmiştir. Bakanlık daha önceleri farklı bakanlıklara bağlı olan sosyal hizmet, sosyal yardım ve diğer bazı kamu kurumlarını (Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü gibi) kendi bünyesine katmıştır. Mevcut iktidarın “kadın bakanlığı” olarak da gördüğü ASPB, halihazırda görevli kadın personel ve üst düzey yönetici sayıları bakımından ele alarak incelenmeye çalışılmıştır. Makalenin amacı; mevcut iktidarın kabinesinde tek kadınla temsil edilen ve kadın bakanlığı olarak da görülen ASPB’nin gerçekte ne kadar kadın kamu personel ve özellikle üst düzey yönetici 7 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World tarafından temsil edildiğini, Türkiye geneli kamu personeli ve üst düzey yönetici sayı ve oranlarıyla karşılaştırmalı bir şekilde veriler ışığında tespit etmeye çalışmaktır. Veriler, bakanlığın yayınlamış olduğu kurumsal yayınlar, web sayfaları ve Devlet Personel Başkanlığı’nın (DPB) kamu personel sayıları çerçevesinde elde edilmeye çalışılmıştır. Sayılar bakımından ele alındığında; ASPB’nin ülkemizdeki diğer bakanlıklardan farklı olmadığı, görevli personelin ve özellikle üst düzey yöneticilerinin ezici çoğunluğunu, erkelerden oluştuğu görülmüştür. 2. TÜRK KAMU YÖNETİMİNDE PERSONEL VE YÖNETİCİ Personel, bir hizmet veya kuruluşun görevlileri, bir iş yerinde çalışanların tümüdür (TDK, 2015, www.tdk.gov.tr). Burada öne çıkan temel öğe insanlarla kurulan istihdam ilişkisidir. Bir başka anlatımla bir işi yapmak üzere işletmede istihdam edilen herkes personel kavramı içine dahil olmaktadır (Geylan vd, 2013: 5). Türkçe’de “işçi”, “memur”, “görevli” gibi çeşitli terimlerle ifade edilen “çalışanları” tüm olarak içine alan, geniş kapsamlı bir terimdir (Mucuk, 1996: 339). Türk kamu yönetiminin insan unsuru olan ve Türkiye’nin yönetim yapısı içinde bulunan kamu kuruluşlarında görev yapan herkes en geniş anlamda “kamu görevlisi” dir (Öztekin 2005: 204). Kamu görevlisi, kamu personeli, memur veya kamu hizmeti görevlisi olarak adlandırılanların çalıştığı Türk Kamu Personel Sistemi, 1982 Anayasası’nın “kamu hizmeti görevleriyle ilgili hükümler” başlığı altındaki 128. maddesiyle hukuki anlamda vücuda kavuşmaktadır. Çünkü bu madde ile kamu hizmetlerini yerine getiren kamu kurum ve kuruluşlarındaki kamu personeli belirlenmektedir. Anayasada, devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişileri sayılmaktadır. Bunların, genel idare esaslarına göre yürütmekle sorumlu oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevlerini yerine getireceklerin, memurlar ile diğer kamu görevlileri oldukları gösterilmektedir (Bilgin, 2011: 226, Akgüner, 2009: 42). Kamu personeline uygulama açısından bakıldığında, ikili bir durum bulunmaktadır. İlki 1965 tarihli 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa (DMK) dayanmaktadır. DMK’ya göre (4. md): “kamu hizmetleri; memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle gördürülür” hükmü gereğince kamu personeli ifadesinden memurlarla birlikte üç istihdam biçiminden söz etmektedir (Bilgin, 2011: 226, Sezen, 2013: 293). Diğeri ise: 1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununda belirtilen subay ve astsubaylar, 1983 tarih ve 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununda belirtilen hakim ve savcılar, 1983 tarih ve 2914 sayılı Yüksek Öğretim Personel Kanunda belirtilen personeli de diğer kamu personeli olarak yorumlamak mümkündür (Bilgin, 2011: 226-227). Tortop ve diğerleri (2013: 240) kamu personelini “çalıştıkları kurumlara göre” beşli bir sınıflandırmaya tabi tutmuşlardır: (1) Genel ve katma bütçeli kurumlarda çalışan personel: Devlete bağlı sivil ve askeri tüm kurumlardaki personeli kapsar. (2) İl özel idaresi personeli: Her ilde (büyükşehirler statülü iller hariç) tüzel kişiliği bulunan, karar organı ve bütçesi bulunan idarelerde çalışan personeli içermektedir. (3) Belediye personeli: 2005 tarih ve 5393 sayılı yeni belediye kanunun 4. maddesinde nüfusu beş bini geçen yerlerde il ve ilçelerde bulunan belediyede çalışan personel. (4) İktisadi devlet teşekkülleri personeli: Bunlar tüzel kişiliği sahip ekonomik nitelikteki kuruluşlardır. Ziraat Bankası, Toprak Mahsülleri Ofisi, Devlet Malzeme Ofisi gibi kuruluşlarda çalışan personelleri kapsar. (5) Köy personeli: Köyün tüzel kişiliğe bağlı olarak çalışan personeldir. Köy katipliği ön plana çıkmakta ve genellikle birkaç köyün işlerini birlikte yürütmektedir. Türk kamu personel rejiminde yönetici: Yönetici; bir kurum veya kuruluşun başında bulunan, emrinde personel çalıştıran, onları sevk ve idare eden kişi (Tortop, 1994: 213), yönetimin tüm fonksiyonlarını (planlama, örgütleme, yönetme, koordinasyon ve denetleme) bizzat veya yardımcıları eliyle yerine getiren kişi olduğunu söylemek doğru olmaktadır. Yani yönetici yönetimin tüm fonksiyonlarını uygulayan ve bu süreci yöneten kişidir (Aydın, 2008: 55). Yönetici, belirlenmiş bir görev için, atama yoluyla bir kurum ve kuruluşun veya organizasyonun başına getirilen (Parlak, 2013: 235), biri maddi biride beşeri araçlar olmak üzere esas itibariyle iki kaynağı harekete geçirerek örgütün amaçlarını yerine getirir (Şahin, 2014: 203). Parlak (2013: 235) ayrıca yöneticiyi “enerjisini amaçlara, kaynaklara, organizasyonu yorumlamaya yönelten ve problem çözen” kişi olarak da tanımlamaktadır. Ayrıca yönetici üst düzeyde çalışan kişi olarak da tanımlanmaktadır. Fakat yöneticiler arasında bir de üst yönetici diye bir gurup vardır. Yönetimin her aşamasında yönetici bulunmaktadır, ancak “üst” makamlara atanan yöneticiler “üst yönetici” olarak tanımlanabilinir. Bunlar ülkeden ülkeye veya sistemler arasında değişiklik göstermesine rağmen, genellikle Fransa’da milli idarecilik okulu (ENA) 8 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World veya ülkemizde, Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü (TODAİE) gibi kurumlardaki özel ve üst düzeyde bir yöneticilik eğitiminden geçtikten sonra atamaları gerekir. Yalnız yerine göre bu atamalarda, bu eğitime önem verilmediği gibi, ülkenin büyüklüğü, siyasal yapılanması, yönetimsel sistem ve bundaki değişiklikler atamalarda daha etkili olabilmektedir (Aydın, 2008: 55-56). Türkiye’de kamu kurum ve kuruluşlarının üst düzeylerinde görev alacak yöneticiler, hizmete başlamadan önce almak zorunda oldukları normal okul eğitimi dışında başka bir zorunlu eğitime tabi değillerdir. Yöneticiler genel olarak genç yaşta girdikleri memurluk mesleğine, kıdem ve liyakat esaslarına göre meslek hayatının son dönemlerinde üst düzey görevlere getirilmektedirler. Türkiye’de 1982 Anayasasına rağmen yöneticilik görevleri için (kaymakamlık hariç) özel bir mesleki bilgiye gerek görülmemektedir. Anayasada “üst kademe yöneticilerinin yetiştirilmesini” öngörmüş; buna uygun usul ve esasların kanunla ayrıca özel olarak düzenlenmesi hükme bağlanmıştır. Fakat bu konu ile ilgili herhangi bir yasal düzenleme çıkarılmamıştır (Eryılmaz, 2011: 320). Türk kamu yönetiminde personel alımı: Türkiye’de kamu personel yönetiminde en önemli konu, örgütün ihtiyaç duyduğu en iyi personeli kamu hizmetine almaktır. Sağlam ve etkin bir personel yönetimi ve kamusal hizmet için personeli, “liyakat ve ehliyet ve tarafsızlık ilkelerine uygun olarak işe almayla mümkün olmaktadır. 1982 Anayasasına ve DMK’ya göre kamu hizmetlerine giriş ve ile ilgili bazı ilke ve esaslar belirlenmiştir (Eryılmaz, 2011: 296). 1982 Anayasasının 70. maddesi “kamu hizmetine girme hakkı”nı şöyle düzenlemektedir: “her Türk, kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka bir ayırım gözetilmez”. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamının kamu hizmetine girmede herhangi bir ayırıma tabi tutulamayacağı, sadece hizmetin gerekliliği çerçevesinde istenilen bazı niteliklerin dışında eşitlik ve serbestlik öngörüldüğü anlaşılmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu memur olmada genel ve özel şartları belirtmektedir. Bunlara bakıldığında: Genel şartlar (DMK. 40-41-48 ve 53. maddeler): (1) Türk vatandaşı olmak. (2) Genel olarak 18 yaşını tamamlayanlar devlet memuru olabilirler. (3) Genel olarak ortaokulu bitirenler memur olabilirler. (4) Kamu haklarından mahrum bulunmamak, (5) Taksirli suçlar ve kanunda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veyahut 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak, (6) Askerlik durumu itibariyle; Askerlikle ilgisi bulunmamak. (7) görevini devamlı yapmasına engel olabilecek vücut veya akıl hastalığı veya vücut sakatlığı ile özürlü bulunmamak. Özel Şartlar: (DMK. 36-41 ve 48. maddeler): (1) Hizmet göreceği sınıf için (Genel İdare, Teknik, Sağlık ve Yardımcı Sağlık, Eğitim ve Öğretim, Avukatlık, Din, Emniyet, Yardımcı, M ülki İdare Amirliği, M illi İstihbarat Hizmetleri Sınıfları) ve 41 nci maddelerde (genel şartların üçüncü maddesi) belirtilen öğretim ve eğitim kurumlarının birinden diploma almış olmak, (2) Kurumların özel kanun veya diğer mevzuatında aranan şartlarını taşımak. 3. TÜRK KAMU YÖNETİMİNDE PERSONEL VE YÖNETİM KADEMELERİNDE KADIN ORANLARI Bu bölümde genel olarak Devlet Personel Başkanlığının (DPB) kamu personeli ve üst yönetici sayıları ele alınmıştır. Tablo-1 bakıldığında genel olarak Türkiye’de kamu personelinin toplam sayıları ve cinsiyet dağılımına bakıldığında; toplam kamu personelinin (2.722.652) % 36,51’ini oluşturan kadınların sayısı 993.973 ve % 63,49’unu oluşturan erkeklerin sayısı 1.728.679’dur. Kamu personelinin çoğunluğu erkeklerden oluşmakla birlikte, kadınların oranı azımsanacak seviyede değildir. 9 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo-1: İstihdam Türüne Göre Kamu Personelinin Cinsiyet Dağılımları (31.12.2014) İstihdam Şekli Memurlar Hakim ve Savcılık Öğretim Elemanları Sözleşmeli Personel Geçici Personel Sürekli İşçi Sürekli İşçi Kapsam Dışı Geçici İşçi Toplam Kadın Sayısı 899.804 4.007 51.195 21.640 5.382 9.828 757 1.360 993.973 Kadın % 39,14 25,23 41,49 23,28 22,98 6,39 21,92 12,64 36,51 Erkek Sayısı 1.399.112 11.878 72.191 71.317 18.035 144.051 2.697 9.398 1.728.679 Erkek % Toplam 60,86 74,77 58,51 76,72 77,02 93,61 78,08 87,36 63,49 2.298.916 15.885 123.386 92.957 23.417 153.879 3.454 10.758 2.722.652 Kaynak: (DPB - Kamu Personel İstatistikleri, 2015, www.dpb.gov.tr) “İstihdam Türüne Göre Kamu Personelinin Cinsiyet Dağılımlarını” gösteren tablo-1 ise tablo1’deki toplam kamu personelinin istihdam türlerine göre sayısal ve oransal dağılımları gösterilmektedir. Tablo-1’deki genel dağılıma bakıldığında kadın personel oranlarının en çok “Öğretim Elemanları”nda % 41,49 olduğu anlaşılmaktadır. Bu orandan sonra sırasıyla “Memurlar”da %39,14, “Hakim ve Savcılık”da % 25,23, “Sözleşmeli Personel”de % 23,28, ”Geçici Personel”de % 22,98, ”Sürekli İşçi Kapsam Dışı”nda % 21,92, “Geçici İşçi”de 12,64 ve en az ise Sürekli İşçi’de ise % 6,39’dur. İstihdam türlerine göre en çok kamu personelinin “Öğretim Elemanları”nda olduğu anlaşılmakta olup bu çerçevede tablo-2’e bakıldığında, “Akademik Kadrolara İlişkin Unvanlar” görülmektedir: Tablo-2: Akademik Kadrolara İlişkin Unvanlar (31.03.2015) İstihdam Şekli Kadın Sayısı Kadın % Erkek Sayısı Erkek % Profesör 5.337 30.2 12.333 69.8 Doçent 4.017 34.1 7.774 65.9 Yardımcı Doçent 9.786 37.6 16.231 62.4 Öğretim Görevlisi 6.183 39,6 9.448 60.4 Okutman 4.030 57.1 3.029 42.9 Araştırma Görevlisi 21.565 51.7 20.126 48.3 Uzman 1.689 48.5 1.790 41.5 Diğer (çevirici v.b) 27 56.3 21 43.7 Toplam 52.634 42.7 70.752 57.3 Kaynak: (DPB - Kamu Personel İstatistikleri, 2015, www.dpb.gov.tr) Toplam Personel 17.670 11.791 26.017 15.631 7.059 41.691 3.479 48 123.386 Tablo-2’de akademik unvalar çerçevesinde kadınların yüzdelik oranlarına en çoktan en aza doğru bakıldığında: “Diğer” (çevirici, eğitim ve öğretim planlamacısı ve asistan) % 56.3, “Okutman” % 57.1, “Araştırma Görevlisi”, % 51.7, “Uzman” % 48.5, “Öğretim Görevlisi” % 39.6, “Yardımcı Doçent” % 37.6, “Doçent” % 34.1, ve Profesör % 30.2’ dur. Tablo-2’deki “Öğretim Elemanları” sayı ve oranları ile tablo-3’deki oran ve sayılar arasındaki kısmi farklılıklar, verilerin tarihleriyle ilgilidir. Kamu personelinin en çok kadın tarafından temsil edilen “Öğretim Elemanları”nda özellikle “Araştırma Görevli”lerinde kadın oranının yüksekliği gelecekte ağırlığı kadınlardan oluşan bir akademik personel ile karşılaşılacağı anlaşılmakta olup, bu durum sevindirici bir gelişmedir. Çalışmada ikinci odak noktasında ise Yönetici (üst düzey) olarak kadının varlığı ele alınmıştır. Bu bağlamda tablo-3’de yıllar itibariyle (2008-2014) genel olarak Türkiye’de kamu kurum ve kuruşlarında görevli üst düzey yöneticilerin cinsiyet dağılımı gözlenmektedir. DPB “Üst Düzey Yöneticileri”: Bakan Yardımcıları, Müsteşar, Müsteşar Yardımcısı, Valiler, Vali Yardımcıları, Kaymakamlar, Bağlı Kurum Başkanı, Bağlı Kurum Başkan Yardımcısı, Bakanlık Bünyesindeki Genel Müdürler, Bağlı Kurum Genel Müdürleri, Genel Müdür, Genel Müdür 10 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Yardımcısı, Kurul Başkanı, Kurul Üyeleri, Kurum Bünyesinde Başkan, Daire Başkanı Unvanları,Bölge Müdürleri, Bölge Müdür Yardımcıları, İl Müdürleri, Başkanlık Müşaviri, Bağlı Kurum Başkan Yardımcıları, İlişkili Kurum Başkan Yardımcıları, İlgili Kurum Başkan Yardımcıları, İlgili Kurum Başkanları, Bağlı Kurum Başkanları, İlişkili Kurum Başkanları ve Yargı Organları Başkanları (DPB, 2015, www.dpb.gov.tr) olarak kabul etmektedir. Tablo-3: Cinsiyet Ayrımlı Üst Düzey Yönetici Memur Sayıları Yıl 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 Kadın 507 546 519 485 603 636 663 Kadın % 7,32 7,79 7,70 7,57 7,89 7,82 8,00 Erkek 6.409 6.448 6.219 5.919 7.037 7.500 7.625 Erkek % 92,59 91,98 92,30 92,43 92,11 92,18 92,00 Toplam 6.922 7.010 6.738 6.404 7.640 8.136 8.288 Kaynak: (DPB - Kamu Personel İstatistikleri, 2015, www.dpb.gov.tr) Tablo-3’de yer alan sayı oranlar ezici bir erkek egemen üst düzey yönetici profilini sergilemektedir. Yedi yıllık bir zaman zarfında (2008-2014) genel olarak bir değişimden söz edilememektedir. 2014 yılı için % 8’lik kadın üst düzey yönetici oranına karşılık, % 92’lik bir erkek oranı görülmektedir. Türk kamu yönetiminde personel olarak varlığında söz edebileceğimiz kadınların üst düzey kadro ve pozisyonlarda görülmediği anlaşılmaktadır. Toplam personelin % 36.51’lik oranını oluşturan kadınlar en azından aynı seviyede “Üst Düzey Yönetici” olarak temsil edilmelidir. Oranlardan anlaşılacağı üzere Türk Kamu Yönetimde çalışan kadın personeller çok büyük oranda yöneten değil fakat yönetilen konumundadırlar. 4. AİLE VE SOSYAL POLİTİKALAR BAKANLIĞI’NDA KADIN PERSONEL VE YÖNETİCİLER 03.06.2011 tarihli ve 633 sayılı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameyle kurulan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB), Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü, Kadın Statüsü Genel Müdürlüğü, Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü, Gazi ve Şehit Yakınları Daire Başkanlığı ve diğer bazı kurumlardan oluşmaktadır. Bakanlık bünyesinde bulunan genel müdürlükler Türkiye’de düzenlenen ve yapılan sosyal yardım faaliyetlerinin önemli bir kısmını yerine getirmektedirler: Evde bakım ücreti, huzurevleri ve çocuk yuvaları, kömür dağıtımı, okullarda dağıtılan ücretsiz kitaplar, engelli maaşları, asker yakını aylığı gibi çok geniş hizmet ağına sahiptir. “Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı” (ASPB), kurulduğu tarihten bugüne kadar (31.03.2015) iki kadın bakan ve bakan yardımcıları tarafından temsil edilmiştir. İlk müsteşarı erkek olan ASPB şuan kadın müsteşar tarafından yönetilmektedir. Kurulduğunda bünyesine kattığı kurum ve kuruluşlardan dolayı (çocuk ve genç yuvaları gibi) kadın personel oranı Türkiye’deki çalışan kadın kamu personeline oranla yüksektir. Bu açıdan Tablo-4’e bakıldığında: Tablo-4: ASPB Merkez ve Taşra Teşkilatı Personeli ve Cinsiyet Dağılımı (31.12.2014) ASPB Merkez Teşkilatı Personeli ve Cinsiyet Dağılımı Cinsiyet Kadın Kadın % Erkek Erkek % Oranlar 597 43 777 57 Toplam Personel 1.394 ASPB Taşra Teşkilat Personeli ve Cinsiyet Dağılımı Cinsiyet Kadın Kadın % Erkek Erkek % Oranlar 5.267 44 7.257 56 Kaynak: (ASPB-2014 Yılı Faaliyet Raporu, 2015: 46-47) 11 Toplam Personel 13.019 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo-4’de ASPB’nın merkez teşkilatının % 43’u kadınlardan % 57’si erkeklerden, taşra teşkilatının ise; % 44’u kadınlardan % 56’si erkeklerden oluşmaktadır. DPB verilerine göre Türkiye’de kamu personelinin % 36.51’i kadınlardan oluşmakta, bu oranlar ölçüsünde bakıldığında kadın personel yönünden ASPB merkez ve taşra teşkilatı oldukça iyi bir oran yakalamıştır. ASPB’nın merkez teşkilatında; bakan, bakan yardımcısı ve müsteşar kadın, ama dört müsteşar yardımcısı erkeklerden oluşmaktadır. ASPB’nin merkez teşkilatının diğer bileşenleri tablo-5’da görülmektedir: Tablo-5: ASPB Merkez Teşkilatı Birim Üst Yöneticileri Cinsiyet Dağılımı ASPB Merkez Teşkilatı Birimleri GMY/DBY/ BŞYGMY/DBY/ BYKadın (K) Erkek (E) Aile ve Toplum Hizmetleri Genel Müdürlüğü E 0 3 Çocuk Hizmetleri Genel Müdürlüğü E 0 3 Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü K 2 0 Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü E 1 2 Engelli Ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü E 1 2 Denetim Hizmetleri Başkanlığı E 1 4 İç Denetim Birimi Başkanlığı E 1 2 Strateji Geliştirme Başkanlığı E 0 2 Şehit Yakınları Ve Gaziler Dairesi Başkanlığı K 0 1 Avrupa Birliği Ve Dış İlişkiler Dairesi Başkanlığı E 0 0 Eğitim Ve Yayın Dairesi Başkanlığı E 0 0 Hukuk Müşavirliği E BY BY Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı E BY BY Personel Dairesi Başkanlığı E 1 0 Destek Hizmetleri Dairesi Başkanlığı E 0 2 Basın Ve Halkla İlişkiler Müşavirliği K BY BY Özel Kalem Müdürlüğü E BY BY Döner Sermaye Merkez Müdürlüğü E BY BY ARA TOPLAM 14 E - 4 K 7K 21 E GENEL TOPLAM 35 E – 11 K Kaynak: (ASPB-Birimler, 2015, www.aspb.gov.tr. verilerinden derlenerek hazırlanmıştır) GM/DB/B/M GM/DB/B/M: Genel Müdür, Daire Başkanı, Başkan, Müdür--GMY/ DBY/ BŞY: Genel Müdür Yardımcısı, Daire Başkanı Yardımcısı, Başkan Yardımcısı--BY: Birim Yok. Tablo-5’da görüldüğü gibi ASPB’nin üst düzey yöneticilerinin çok büyük çoğunluğunu erkekler oluşturmaktadır. Tablo-6’da 18 birimin sadece 4’ünde üst düzey yönetici kadınlardan oluşmakta, yardımcılılıklarda ise toplam 28 olan sayının sadece 7’si kadınlardan oluşmaktadır. Toplamada üst düzey yönetici ve yardımcılarının 35’ü erkeklerden, 11’i ise kadınlardan oluşmaktadır. Merkez teşkilatın en önemli uzantısı taşra birimleri yani il müdürlükleridir. Bu açıdan ASPB’ye bakıldığında 81 ilin sadece 4’ünde kadın il müdürleri (Burdur, Diyarbakır, Kırıkkale, Tokat) kalan 77 ilin tamamının il müdürleri erkeklerden oluşmaktadır (ASPB-İl müdürlükleri, 2015, www.aile.gov.tr) Ayrıca il müdür yardımcılarından ise durum il müdürleri sayılarından daha kötü bir seviyededir. ASPB’nin Etik Komisyonu ise 1 başkan ve 4 üyeden oluşmaktadır. Başkan ve üyeler merkez teşkilatında görevli üst düzey yöneticilerden oluşturulmuş ve tamamı erkektir (ASPB-Etik Komisyonu, 2015, www.aile.gov.tr). Araştırma kapsamında merkez ve taşra birimlerinin üst düzey yöneticilerinin cinsiyet dağılımlarına bakılmıştır. Üst düzey yöneticilerin dışındaki yöneticilerde cinsiyet dağılımı daha da erkek yanlısı bir yapılanmadan oluşmaktadır. Bu oranlar ve sayılardan sonra genel olarak ASPB’nin üst düzey yöneticileri DPB üst düzey yönetici tablosuyla karşılaştırılmıştır. Tablo-6’deki oran ve sayılara bakıldığında: 12 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo-6: ASPB ve DPB Üst Yönetici Sayılarının Karşılaştırması ASPB DPBTürkiye Yıl Kadın Kadın % Erkek Erkek % 2015 (01.01.2015) Yıl 17 14 121 86 Kadın Kadın % Erkek Erkek % Toplam Personel 148 Toplam Personel 8.288 2014 663 8 7.625 92 (31.12.2014) Kaynak:(ASPB-Birimler, 2015, www.aile.gov.tr,DPB-Kamu Per. İstatistikleri, 2015, ww.dpb.gov.tr) Tablo-6’de ASPB’nın “Üst Düzey Yönetici” oranları % 14 kadın, % 86’si ise erkeklerden oluşmakta, DPB verilerine Türkiye’de genel olarak “Üst Düzey Yönetici” oranları % 8’dir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye geneline göre nispeten daha çok kadın “Üst Düzey Yönetici” bulunmaktadır. Ama iki neden dolayı bu “nispetenlik” durumu yine geleneksel ezici erkek çoğunluğu değiştirememektedir, bunlar: (1) DPB verilerine göre Türk Kamu Personelinin % 36,51 kadınlardan oluşmakta iken yine Türkiye geneli “Üst Düzey Yönetici” oranı % 8’dir. ASPB ise bu oran tüm personelin % 43,5 kadınlardan oluşmakta iken % 14’ “Üst Düzey Yönetici”dir. Basit oran ve orantıda bile ASPB’nin Türkiye geneli üst düzey yönetici oranı yönünden çokta farklılaşmadığı görülmektedir. (2) ASPB’ye yüklenen sembolik “kadının varlığı”ndan dolayı, “Üst Düzey Yönetici”lerinden Bakan Yardımcısı (1 kişi) , Müsteşar (1 kişi) ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (3 kişi) bağımsız tutularak bir değerlendirme yapıldığında, genel olarak Türkiye ortalamasındaki % 8’lik üst düzey kadın yöneticiye denk gelen ve hatta daha da aşağı bir oranı oluşturmaktadır. SONUÇ “Kadının Varlık Mücadelesi” belki de ilk var olmaya başladığı dönemden beridir süregelen bir durum olarak insanlık tarihindeki yerini almaktadır. Tarihsel süreçte kısa bir dönem (neolitik çağ) hariç dünyayı eşit oranda paylaştığı erkekten hep arka sıra gelmiş ve bu düzen günümüzde de devam etmektedir. Kadının çalışma hayatına girmesiyle birlikte mevcut erkek yanlısı düzen burada da yoğun bir şekilde kendini hissettirmiş, kadın ya çalışan ya da yönetilen sınıf olmadan çokta öteye geçememiştir. Özellikle hizmet sektörünün yaygınlaşmasıyla birlikte artan kadın çalışan sayıları, günümüzde daha yoğun bir oransal büyüklüğe ulaşmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerde kadının toplumun tüm alanlarındaki varlığı, etkisini arttırarak devam etmektedir. Belki de gelişmiş, demokratik ve zengin ülkelerin bu düzenlerini sürdürmelerinin temel faktörlerinden biride kadının toplumun tüm alanlarında ve özellikle çalışan ve yönetici olarak varlıklarının artmasında aranabilinir. Türkiye, Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte kadının toplumda var olabilmesi için bazı düzenlemeler yapmıştır, ama bu düzenlemeler koruma amaçlı olduğundan kadının çalışan ve yönetici olarak toplumdaki yerini alması 1950’lerden sonra başlamıştır. Özellikle kamu sektöründe var olmaya başlayan kadınlar zamanla önemli bir oransal büyüklüğe gelmişlerdir. 2015 yılı itibariyle Türk Kamu Personel Sisteminin içerisinde kadın personel oranı yaklaşık % 37’lerde bulunmaktadır. Türkiye’de kamu personeli olmada cinsiyet ayırımının bulunmaması bu durumu sağlamıştır. Özellikle akademisyenlerin yaklaşık % 42’sinin kadınlardan oluşması (araştırma görevlilerinde yaklaşık % 52’si kadınlar) gelecekte personel olarak kadının varlığının artacağını göstermesi açısından önemli bir seviyedir. Fakat Türk Kamu Personel Yönetiminde tüm üst düzey yöneticilerin % 92’sinin erkeklerden oluşmaktadır. Bu durum önemli bir tezatlık oluşturmaktadır. Bu oranlar karşısında kadın yönetilen konumundan öteye geçememektedir. Araştırmada konu edilen ASPB’de ise, bu durumun farklılaşmadığı genel olarak veriler çerçevesinde ortaya koyulmuştur. Türk Kamu Personel Yönetiminde yer alan “personel” oranlarına göre daha fazla kadın personelin olduğu ASPB’de, mevcut iktidarın yüklediği sembolik “kadının varlığının” bile üst düzey yönetici kadrolarında görülmediği sayılar ve oranlar çerçevesinde ortaya koyulmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda; öncellikle “yönetici” ve “üst düzey yönetici” kadrolarına atamalarda ayırımın ortadan kaldırılması, kadın kotasının getirilmesi (% 40), cinsiyete dayalı kamu personel rejimine yönelik yasal düzenlemelerin ele alınması, yalnız ASPB değil, diğer bakanlıklarda da kadının sadece yönetilen olmayan, fakat yönetici kadrolarında yer alması için tüm engellerin 13 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kaldırılması ve cinsiyete dayalı olmayan bir yönetim anlayışının geliştirilmesi gerekmektedir. Son olarak Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsünde (TODAİE) kadın yönetici yetiştirme programları geliştirilmesi için çalışmalar yapılmalı, İİBF ve diğer fakültelerde kadın çalışmaları için dersler ve müfredat düzenlemeleri oluşturulmalıdır. KAYNAKÇA Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB), (2015), “Birimler”, “İl M üdürlükleri”, “Etik Komisyonu”, Erişim Tarihi: 10.03.2015, http://www.aile.gov.tr/birimler. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı (ASPB), (2015), 2014 Yılı Faaliyet Raporu, Erişim Tarihi: 10.03.2015, http://sgb.aile.gov.tr/duyurular/aile-ve-sosyal-poltikalar-bakanligi-2014-yili-idare-faaliyet-raporu. AKGÜNER, T. (2009), Kamu Personel Yönetimi, İstanbul: Der Yayınları. AYDIN, A. H. (2008), Yönetim Bilimi, Ankara: Seçkin Yayınevi. BİLGİN, K. U. (2011), “İnsan Kaynakları Yönetimi ve Türk Kamu Personel Yönetimi”, Türkiye’de Kamu Yönetimi ve Kamu Politikaları (ed. F. Kartal), Ankara: TODAİE Yayınları Yayın No: 357, s.221-240. Devlet Personel Başkanlığı (DPB), (2015), “Kamu Personel İstatistikleri”, Erişim Tarihi: 10.03.2015, http://www.dpb.gov.tr/tr-tr/istatistikler/kamu-personeli-istatistikleri, ERYILM AZ, B. (2011), Kamu Yönetimi, Ankara: Okutman Yayıncılık. GEYLAN, R., Z. Tonus, D. Kağnıcıoğlu, S. Benligiray, A.B. Baraz, D. Ergun Özler (2013), İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: AÖF Yayınları. M UCUK, İ.(1996), M odern İşletmecilik, İstanbul: Türkmen Kitabevi. ÖZTEKİN, A. (2005), Yönetim Bilimi, Ankara: Siyasal Kitabevi. PARLAK, B. (2013), Yönetim Bilimi ve Çağdaş Yönetim Teknikleri, İstanbul: Beta Basım A.Ş. TORTOP, N.i, B. Aykaç, Hüseyin Yayman (2013), İnsan Kaynakları Yönetimi, Ankara: Nobel Yayın. TORTOP, N. (1994), Personel Yönetimi, Ankara: İlk-San M atbaası. Türk Dil Durumu (TDK), (2015), “Personel”, Erişim Tarihi: 20.03.2015, http://www.tdk.gov.tr/index.php?option SEZEN, S. (2013), “Yeni Kamu Yönetimi Baskısı Karşısında Türk Kamu Yönetiminde İstihdam”, Kamu Yönetiminde Değişim ve Güncel Sorunlar (ed. E.G İspir), Ankara: TODAİE Yayınları, No: 372, s.291-310. ŞAHİN, Y. (2014), Yönetim Bilimi ve Türk Kamu Yönetimi, Bursa: Ekin Basım Yayın Dağıtım. 657 Devlet M emurları Kanunu, Erişim Tarihi: 02.03.2015, http://mevzuat.meb.gov.tr/html/dmk.html. 1982 Anayasası, Erişim Tarihi: 02.03.2015, http://www.anayasa.gov.tr/M evzuat/Anayasa1982/. 14 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 2000 Sonrası Türkiye Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma: “Kurtuluş Son Durak”ta İnen Erkekler Women’s Friendship and Solidarity in Turkish Cinema After 2000’s: A Case Study “Kurtulus Son Durak” Aslıhan DOĞAN TOPÇU1 1Doç. Dr. M ersin Üniversitesi, İletişim Fakültesi, M ersin, Türkiye aslihandt@mersin.edu.tr ÖZET: Arkadaşlık ve dayanışma kavramı, edebiyatta, tiyatroda ve sinemada çokça işlenmiştir. Sinema tarihine bakıldığında özellikle geleneksel ataerkil bakış açısına sahip popüler anlatılarda erkek kahramanlığı gibi erkek arkadaşlığı ve dayanışmasının da yüceltildiği görülmektedir. Bu tür filmlerde kadınlar genellikle ikincil konumlardadırlar ve kadınlararas ı arkadaşlık ve dayanışma ya yoktur ya da bu normal gösterilerek sıradanlaştırılır. Anlatının merkezinde kadın karakterler yer alıyorlarsa bu konum ya kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle elde edilmiş ya da eril özelliklerle donatılmış olmalarıyla sağlanmış gösterilir. Dünyada 1960’lar, Türkiye’de ise 1980’lerden itibaren kadın hareketinin yükselişiyle birlikte erkek anlatılarının dışında bir anlayışla üretilen kadın kahramanlı filmler görülmeye başlanmıştır. Ancak yine de popüler sinemanın egemen yaklaşımının dışında kalan yani anlatıda etkin kadın kahramanların ve onların arkadaşlık ve dayanışma hikâyelerinin görüldüğü filmler hem dünya hem de Türkiye sinemasında görece daha azdır ve bu nedenle bu filmler özellikle ele alınmalı, incelenmelidir. Bu amaçla bu çalışmada nitel bir analizle kadın hareketinin giderek yaygınlaştığı ve ayrıca yeni Türkiye sinemasının örneklerinin görüldüğü 2000 sonrasında çekilen filmlerden dördünde kadınlarası arkadaşlık ve dayanışma kavramsal olarak ve kategoriler üzerinden incelenerek, özellikle Kurtuluş Son Durak (2012) filmi üzerinden bir okuma gerçekleştirilmiştir. Anahtar sözcükler: Sinema, kadın, erkek, ABS TRACT: The concept of solidarity and friendship has often been used in literature, theatre and cinema. Film history has a large number of movies that dignify male friendship and solidarity between men from a patriarchal perspective. These kinds of movies subordinate female characters and ignore friendship and solidarity between women. After 1960s by the rise of feminism, movies that focus female characters and locate themselves outside of the male narratives have come in sight. In Turkey this transition occurred after 1980s. But still, narratives that locate outside of the hegemonic patriarchal perspective of popular cinema are few in number either in world cinema or in Turkish cinema and therefore this must be examined. For this purpose this paper aims to explore solidarity and friendship between women in four Turkish films shot after 2000s, especially Kurtuluş Son Durak (2012) and make a qualitative analysis. Keywords: Cinema, women, man . 1.GİRİŞ “Birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri” olarak tanımlanan arkadaşlık kavramı (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002: 41), gündelik hayattan kalkarak farklı bilimsel disiplinlerin konusu olmuş, edebiyatta, tiyatroda ve sinemada 13 çokça işlenmiştir. Sinema tarihine bakıldığında arkadaşlık kavramı yanı sıra bu kavram içerisinde var olan dayanışmanın14 çoğunlukla erkekler üzerinden işlendiğini söylemek mümkündür. Erkek egemen yapısıyla bilinen Hollywood’da olduğu gibi Yeşilçam sinemasında da çoğunlukla arkadaşlık, dayanışma ve dostluk kavramları erkekliğin bir gereği olarak yüceltilerek, erkek karakterler üzerinden verilir. Popüler sinema anlatılarında kadınlar, genellikle kahraman olarak yer almazlar. Bu metinlerde kadınlar, popüler anlatıların geleneksel ataerkil yapısına uygun şekilde erkeğin arkasında ve ona tabi konumdadırlar. Ataerkil bakış açısıyla şekillenmiş geleneksel sinemada, kadın karakterler anlatın ın merkezinde yer almışlarsa ya erkeğe özgü nitelik ve özelliklerle donatılmış kahramanlardır ya da kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle (cazibe, entrika vb.) o konumu elde etmiş gösterilirler. Bu tür filmlerde kadınlar çoğunlukla diğer kadınlara karşı rekabet, hırs ve ihanet içinde olan kötücül varlıklar olarak sergilenir. Bu egemen yaklaşımın dışında kalan ve olay örgüleri kadın karakterler üzerine kurulu filmler, dünyada 1960’lar, Türkiye’de ise 1980’lerden itibaren kadın hareketinin yükselişiyle birlikte görülmeye başlanmıştır. Ancak yine de popüler sinemanın egemen yaklaşımının dışında kalan yani anlatıda etkin kadın kahramanların ve onların arkadaşlık ve dayanışma hikâyelerinin görüldüğü filmler hem dünya hem de Türkiye sinemasında görece daha azdır. Bu nedenle bu filmlerde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın nasıl sunulduğu özellikle ele alınmalı, incelenmelidir. Bu Bu çalışma, Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu tarafından yazılmış ve 2002 yılında G.Ü. İletişim dergisi S.15’te yayımlanmış olan “Atıf Yılmaz’ın Filmlerinde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları” başlıklı makalenin bıraktığı yerden (1987) hareket ederek, o çalışmada incelenmiş olan örneklerden neredeyse yirmi yıl sonra çekilmiş olan filmler üzerinden Türk sinemasında 2000’lerde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın nasıl sunulduğunu, herhangi bir değişiklik olup olmadığını ve varsa sebep ve sonuçlarını ortaya koymaya çalışmaktadır. 14 Dayanışma “ bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması” (TDK, 1988, s.342). 13 15 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World amaçla yola çıkılan bu çalışmanın evrenini, Türk sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren filmler oluşturmaktadır. Çalışma, anlatının merkezinde kadın karakterlerin yer aldığı, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın görüldüğü filmler ile sınırlıdır. Çalışmanın evrenini Türk sinemasında kadınlararsı arkadaşlık ve dayanışma içeren filmler oluştururken örneklemini, kadın hareketinin giderek kurumsallaştığı ve ayrıca yeni Türkiye sinemasının örneklerinin görüldüğü 2000 sonrasında çekilen dört film( İki Genç Kız, 2005; Vicdan, 2008; Araf, 2012; Kurtuluş Son Durak, 2012) oluşturmaktadır. Çalışmanın varsayımını, 2000 sonrasında Türkiye sinemasında çekilen filmlerde yer alan kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın önceki dönemlere oranla değiştiği ve artık sadece ataerkil ideolojinin biçimlendirmesi ile değil, bu farklı özellikteki yönetmenlerin kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramına bakışlarının farklı olduğu ve bunda topluma yayılan kadın hareketinin etkisinin olduğu düşüncesi oluşturmaktadır. Sözkonusu filmler ilk önce elbette ortak noktaları olan ve bu çalışmanın dayandığı kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramına uygun olmaları sebebiyle seçilmişlerdir. Ayrıca dört film, tek tek hem çalışmanın sınırlılığını oluşturan 2000 sonrasında üretilmiş olmaları ve hem de yönetmenlerinin özgün özellikleri nedeniyle belirlenmiştir. İki Genç Kız, yönetmeni Kutluğ Ataman’ın geleneksel Yeşilçam-Türk sineması içerisinden film üretmeyen bir yönetmen olması sebebiyle, Vicdan 15 yönetmeni Erden Kıral’ın Türk sineması geleneğini bilen ve aynı zamanda da yeni Türkiye sinemasına geçiş döneminde filmler üretmeye devam eden bir yönetmen olması nedeniyle, Araf yönetmen Yeşim Ustaoğlu’nun hem yeni Türkiye sineması içinden hem de kadın yönetmen olması yüzünden ve Kurtuluş Son Durak, Araf ile aynı dönemde çekilmiş genç bir erkek yönetmenin (Yusuf Pirhasan) filmi olma özelliğiyle seçilmiştir. Bu filmlerden Kurtuluş Son Durak üzerinde özellikle durulmuştur. Sözkonusu filmlerde yer alan kadınlarası arkadaşlık ve dayanışma O’Connor ve Block&Greenberg’in öne sürdüğü kavramsal çerçeve ve kategoriler üzerinden nitel bir analiz gerçekleştirilmiş, özellikle Kurtuluş Son Durak (2012) filmi üzerinden bir okuma gerçekleştirilmiştir. 1.1. Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışmanın Kavramsal Çerçevesi ve Kategorilendirme Arkadaş “birbirlerine karşı sevgi ve anlayış gösteren kimselerden her biri” olarak tanımlanırken arkadaşlık kavramı ise “birlikte bulunmak, birbirine eşlik etmek, omuzdaşlık, ahbaplık” (TDK, 1988, s.86) olarak tarif edilmektedir. Arkadaşlık ve dayanışma denildiğinde sanki genellikle erkek arkadaşlığından bahsediliyor gibi algılanır çünkü Block ve Greenberg (2002, s.1) toplumda kadınlararası arkadaşlığın en iyi korunan sırlardan biri olduğunu ve kadınların öbür kadınlarla olan ilişkilerine kıyasla, erkeklerle ve çocuklarla olan ilişkileri hakkında daha fazla şey söylenebildiğini belirtir ve onlara göre, Batı kültürel geleneğinde kadınlar genellikle anne ya da eş olarak kimliklendirilir eğer erkeklerle bir karşılaştırma yapılırsa kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın yaygın olarak görmezden gelindiği söylenebilir. Kadınlararası arkadaşlık, erkeklerin arkadaşlıklarına göre, “kadınların hayatında araştırılmamış, verimli, engin bir alandır”(2002, s.1). Arkadaşlık üzerine yapılan çalışmalarda, arkadaşlığa atfedilen anlamların daha çok cinsiyetlere göre temellendirildiği görülmektedir (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002, s.43-44). Ataerkil cinsiyetçi ideolojinin bakış açısıyla da uyumlu olan bu görüş, kadın ve erkeklerin farklı şekilde toplumsallaştıklarına işaret eder ve bunu sonuçlarından biri olarak arkadaşlık anlayışlarının da farklı geliştiğini ileri sürer. Buna göre, kız çocuklarının toplumsallaşma sürecinde kendi kimliklerin i geliştirirken daha çok tabi/bağımlı ilişkiler geliştirdikleri, erkek çocuklarının ise daha bağımsız bir gelişim gösterdikleri, dolayısıyla yetişkin olduklarında da kadınların görece daha bağımlı, erkeklerin ise bağımsız ilişkiler geliştirdiklerini savunur. Bu görüşe göre bu farklılık kadınların ve erkeklerin arkadaşlık anlayışlarına da etki eder. Hangi çerçeveden bakılırsa bakılsın toplumda kadınların ve erkeklerin arkadaşlık anlayışları klasik ataerkil kadın/erkek cinsiyet rolü paradigmasından beslenmektedir. 15 Bu çalışmanın öncüsü olan Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu’nun 2002 tarihli “Atıf Yılmaz Filmleri’nde Kentli Orta Sınıf Kadınların Arkadaşlıkları” makalesi bu alanda bilinen Türk Sineması odaklı kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmaya ele alan ilk özgün çalışmadır. Çalışma, Prof. Dr. S.Büker’in doktora dersi sırasında geliştirilmiştir. Bununla birlikte o öncü çalışmanın yirmi yıl sonrasında alana yeniden bakmayı hedefleyen bu çalışmanın örneklemini oluşturacak 2000 sonrası filmleri bulmak üzere literatür taraması yaparken Erden Kıral’ın Vicdan filmini N.Ulusoy’un bir çalışmasında http://www.antropoloji.net/index.php?option=com_content&view=article&id=397:ulusal-antropoloji-kongresi-bildiriozetleri-abstract&catid=81&Itemid=476 farkederek incelemeye dahil ettiğimi de belirtmek isterim. 16 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Arkadaşlık konusunda yapılan genellemeler daha çok cinsiyetçi paradigmadan kalkılarak tanımlandığı için genellikle iki cinsin arkadaşlık anlayışları da karşılaştırılarak, kıyaslanarak tarif edilir. Bu çerçeveden bakıldığında bağımsız kişilikler geliştirdikleri varsayılan erkeklerin arkadaşlıkları ve dayanışması, zor kazanılan, özel ve değerli addedilirken kadınların arkadaşlık ve dayanışma hikayelerine ilişkin iki başat tavır göze çarpar. Bunlardan ilki, kadınların cinsiyetçi ideolojiye uygun biçimde duygusal, samimi, kırılgan vb. gibi özelliklerle, kalıpyargılarla tanımlanmalarından doğan bir yaklaşımla kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmayı olağanlaştırarak gözardı etmek, ikincisi ise kadınları cinsiyetçi ideoloji çerçevesinde atfedilen olumsuz özellikler üzerinden genelleyerek, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın olamayacağı düşüncesi üzerine kuruludur. Birinci görüşün ardında yatan anlayışta, kadınların toplumsallaşma döneminde görece daha çok bağımlı ilişkiler kurma eğiliminde oldukları düşünüldüğü için, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma da bu durumun doğal, olağan, sıradan, normal bir sonucu olarak görülmekte ve erkek dostluğuna göre daha az değerli sayılmaktadır. İkinci görüşün ardında yatan anlayışta ise kadınlar olumsuz özellikler (rekabetçi, hırslı, entrikacı vb.) içeren cinsiyetçi kalıpyargılarla tanımlandığı için kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma imkansız olarak sunulur. Block ve Greenberg’in (2002: 2) de belirttiği gibi kadınların bu türden olumsuz özelliklerle karakterize edildiği pek çok popüler kültür ürünü bulunmaktadır. Bu türden metinlerde kadınlar çoğunlukla diğer kadınlara karşı rekabet, hırs ve ihanet içinde olan kötücül varlıklar olarak sergilenir. Böylece kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma ya olağanlaştırılarak ya da marjinalleştirilerek görmezden gelinir, yok edilir. Kadınlarararası arkadaşlık ve dayanışmayı inceleyen kuramcılardan Pat O’Connor (1987) ve daha sonra da Block&Greenberg (2002), arkadaşlık ilişkilerinin doğasını ve özelliklerini, yapılan alan araştırmalarından yola çıkarak incelemişlerdir. O’Connor (aktaran Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002, s. 46-48) kadınlararası arkadaşlığı onların medeni durumları evli/bekar/dul) üzerinden sistematize eder ve kadınlararası arkadaşlığın çerçevesini bu şekilde belirler. O’na göre «evli» kadınların arkadaşlıkları daha çok eşleri ve onların sınıfsal konumu dolayımıyla tarif edilirken «bekar» kadınlar, amaç ve problemlerinin benzer olmasından kaynaklı olarak hayata karşı tampon oluşturma ve eğlence amaçlı arkadaşlıklar kurarlar. «Dul» kadınların arkadaşlıkları ise ayrılık veya eş ölümü sonrasında akrabalık ya da çift olarak kurdukları eski ilişkilerden uzaklaşma isteği içerir ve daha çok psikolojik kökenli duygusal destek arayışı ile karakterize olur. Block ve Greenberg’e (2002, s.3) göre “kadınlararası arkadaşlık kimi zaman sevgiden çok sıklıkla hayal kırıklıkları, kıskançlık, kızgınlık, aldatmayı içeren kompleks düzenlemelerdir. Gerçekten kadınlar için yakın arkadaşlığın başarılması neredeyse imkansızdır. Popüler kültüre göre kadınlar birbirlerine güvenmezler, diğer kadınlar için iyi şeyler söylemezler ve kadınlar doğaları gereği, bir erkeği elde etmek için birbirleriyle … rekabet ederler”. Ancak bu olumsuz tanımlamalar tarihsel olarak bozulmuş ve abartılmıştır. Gerçekte kadınlarasındaki arkadaşlık, erkeklerinkine göre daha derin, daha kalıcı ve daha çoktur. Kadınların cinsiyet rolleri açısından eğitimi, erkelere göre onları diğerleriyle daha içten, samimi, yakın ilişkiler kurmaya hazırlar (2002, s.3). Kadınlar genellikle rekabetçi engellerin ötesinde hareket ederek, gerçek duygu ve düşüncelerini birbirleriyle paylaşmaktan çekinmezler. İyi dönemlerinde olduğu kadar kötü dönemlerinde de birbirlerine destek olurlar; birbirlerinin zayıflıklarını ve hatalarını kabul eder ve zaferlerini olduğu kadar yenilgilerini de paylaşırlar. Kısacası, kadınlar birbirleri için savunmasız ve kolay incinir olabilirler. Bu savunmasızlık, yakınlığın, sıkı dostluğun eğlence ve ızdırabını da beraberinde getirir. Kadınlararası arkadaşlık anne kız ilişkisindeki gibi seyrek olarak orta şiddettedir. Onlar yoğun biçimde sevgi dolu, besleyici, destekleyicidir; yollarını şaşırdıklarında yalancı, hileci/hain ve tehlikeli/güvenilmez olurlar. Yakın arkadaşlık, duyguların yoğunluğundan doğar (2002, s.3). Buna göre erkeklerin arkadaşlıkları yanyana iken kadınların arkadaşlıkları yüzyüzedir; erkekler arkadaşlarıyla daha çok ortak ilgi alanları, iş, eğlence vb. için biraraya gelirken kadınların daha yakın, içten ilişkiler kurdukları ve duygularını paylaştıkları söylenmektedir (O’Connor’dan aktaran Doğan Topçu, Özsoy,Topçu, 2002, s.44). 17 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 1.2. Sinemada Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma Kadınlararası arkadaşlık, dayanışma kavramları ile ilgili önemli bir sorun yukarıda da belirtildiği gibi, popüler kültür ürünlerinde kadınlararası arkadaşlığın düşmanlık, rekabet vb. olumsuz özelliklerle sunulmasıdır (Block ve Greenberg, 2002, s.2). Gerçekten de genellikle popüler sinema anlatılarında kadınlar, geleneksel ataerkil yapıya uygun şekilde erkeğin arkasında ve ona tabi, ikincil konumlarda bulunurlar. Ataerkil bakış açısıyla şekillenmiş geleneksel sinemada çoğunlukla kadın karakterler anlatının merkezinde yer almışlarsa ya erkeğe özgü nitelik ve özelliklerle donatılmış kahramanlar ya da kadınlara atfedilen olumsuz özelliklerle (entrika, şehvet, cazibe) o konumu elde etmiş karakterler olarak gösterilirler. Elbette bu genellemelerin dışında kalan pek çok film de bulunmaktadır. Ancak olay örgülerinde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içermelerine rağmen bu filmlerde tamamen kadın odaklı bir bakış olduğunu söylemek de iddialı olur. Bu filmlerde karşımıza çıkan iki nokta vardır. Bunlardan ilki, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmayı yine popüler sinemanın kadına yönelik “eril bakışı”nın nesnesi olarak konumlamaları ve eğer kadın karakter bu konumda değilse bu kez de lezbiyenliğe atfedilebilecek göndermeler içermeleri ihtimali, ikincisi de bununla bağlantılı olarak bazı filmlerde kadınlararası arkadaşlığın olağanlaştırılması, değersizleştirme eğilimi taşımalarıdır. Bu egemen yapıdan farklı, yani kadın karakterlerin, geleneksel kadınlık rollerinin dışında sunuldukları veya kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmaya yer veren filmler, Hollywood sinemasında özellikle ikinci dalga feminizmin yükselişinden sonra (1960’lar) daha yoğun biçimde görülür. Bu filmlerin bir kısmı Hollywood sinema sistemi içerisinden gerçekleştirilirken bir kısmı da Hollywood sistemi dışında film çeken yönetmenler tarafından çekilmiştir. One Sings, the Other Doesn’t (1977 – A. Varda); Girlfriend (1978- C.Weill); Sisters, or The Balance of Happiness (1979 - M. von Trotta); Thelma ve Lousie (1991- R.Scott); Fried Green Tomatoes (1991 – J.Avnet) , Set It Off (1996, G.Gray) Me Without You (2001 - S. Goldbacher); Tiny Furniture (2010 – L.Dunham); Francesca Ha (2012-N. Baumbach ) filmleri örnek olarak verilebilir. 2. Türk Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma Kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren filmler, dünya sinemasından biraz daha geç bir tarihte, Türkiye’de ise siyasal ortamın değiştiği 1980’den sonra, yükselen kadın hareketinin ardından görülmeye başlanmıştır. Esasında Türkiye’de kadın hareketinin yükselişine de zemin hazırlamış olan ortam, ülkede, 1980’den yirmi, yıl kadar önceye gider. Türkiye’de 1960 sonrası giderek artan ve 1970’ler boyunca yükselerek devam eden siyasal gerilim ve çatışma ortamı bir yandan sinema seyircisini sinema salonlarından uzaklaştırmış bir yandan da yönetmenlerin de siyasal içerikli olmayan filmler yapma arayışını doğurmuştur. Bu filmler kimi zaman seks filmleri furyası olarak adlandırılanlarda olduğu gibi, sokaklarda ve sinemada var olan erkek seyirciye yönelikken, kimi zaman da giderek evlere çekilen kadın seyirciye de hitap edecek komedi filmleri ya da bazen dini duyguları sömürerek seyirci çekmeye çalışan hazret filmleri” veya yine herkese yönelik olarak düşünülen şarkılı-türkülü- arabeskfilmlerdir. Türk sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren ve olay örgüsü içerisinde kadınlararası dayanışmanın başat olduğu ve etkin kadın karakterlere sahip belki de ilk film, yönetmenliğini Kartal Tibet’in yaptığı 1983 yapımı Şalvar Davası’dır. Filmde büyük şehire gidip sonra köyüne dönmek zorunda kalan Elif’in, köylü kadınları ilk önce doğum kontrolü ve cinsellik, sonrasında da erkeklerle eşit toplumsal statü konusunda örgütlemesiyle başlayan bir direnişin, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın hikayesidir. Film, eril bakışa hizmet eden Müjde Ar’lı kadını cinsel hazzın nesnesi olarak konumlayan sahneler gözardı edilerek değerlendirildiğinde kendi dönemi için oldukça ilerici mesajlar içerdiği saptanır. Şalvar Davası, ağaya ve erkek egemen düzene karşı güç bir mücadele veren kadınların direnişinin yine kadınlara kırdırılma çabalarının bertaraf edilmesi ve sonunda kadınların birlikte hareket etmeleri sayesinde kadınların zaferi ile biter. Ancak anlatıda kadınların aslında sadece eşit toplumsal, cinsel konum istediklerinin altı kalınca çizilir. Film, sonu itibariyle de kadın erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik geleceğe dair iyimser bir mesaj verilerek biter. Bu yönleriyle Şalvar Davası, aslında, ataerkil ideolojinin kalıplarıyla çalışan erkek egemen Türk sinemasında, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma, kadın örgütlenmesi ve direnişine yer vermesi nedeniyle oldukça önemli bir filmdir. 1980’lerin ikinci yarısından itibaren ise Atıf Yılmaz’ın yönettiği ve daha çok kentli kadınların sorunları üzerine odaklanan ve kadın filmleri olarak bilinen filmlerde (Dağınık Yatak, 1984; Dul Bir Kadın, 1985; Kadının Adı Yok, 1987) kadınlararası arkadaşlık ve 18 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World dayanışmanın örnekleri görülmektedir (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002). Bu filmlerde yer alan kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma O’Connor’ın kadınlar arası arkadaşlığı onların medeni durumları üzerinden değerlendirdiği kategorik yapı ile oldukça uyumludur (aktaran Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002, s. 41-59). Bu tarihten sonra kadınlararası dayanışma, Türk sinemasında kızkardeşler arası ilişkilerin sorunlu hallerinden (A Ay, 1988 - R.Erdem) suçlu kadınlara ve onların dayanışma biçimlerine doğru (Uçurtmayı Vurmasınlar,1989 –T. Başaran) ilerlemiştir. 1990’ların ilk yarısında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma içeren anlatılar, Yavuz Özkan’ın İki Kadın (1992) filmi ile kadına yönelik şiddet ve bir dönemin gündemdeki konusu fahişeye tecavüz konusunu da işleyerek devam etmiştir. 1990’ların ikinci yarısı, Türkiye sinemasını yeni ve farklı bir yapıya doğru taşır. 2000’lerin ilk yarısını da içine alan bu dönem, yeni Türkiye sineması olarak adlandırılır. Artık, sadece kadınlar değil Türkiye toplumunu oluşturan ve kadınlar gibi ikincilleştirilen tüm ötekiler (fahişeler, cüceler, eşcinseller, etnik azınlıklar ve hegemonik olmayan erkekler) sinemamızda temsil edilmeye başlanmıştır. 2000’lerin ikinci yarısına gelindiğinde içinde yeniden etkin kadın karakterlerin olduğu ve olay örgüleri kadınlararası dayanışma ve arkadaşlık üzerinden ilerleyen filmleri görmeye başlarız. 2.1. 2000 Sonrası Türkiye Sinemasında Kadınlararası Arkadaşlık ve Dayanışma 2000’lerin ikinci yarısına gelindiğinde, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmayı konu edinen filmlerden biri Perihan Mağden’in romanından uyarlanmış olan, Kutluğ Ataman’ın yönettiği İki Genç Kız (2005) filmidir. Film, yeni tanışan ancak hemen çok yakın arkadaş olan Behiye ve Handan’ın hikayesine odaklanır. Film, kadınlararası arkadaşlığın hem O’Connor (2002) ve hem de Block ve Greenberg (2002) tarafından ileri sürülen tüm kuramsal yapısına uygun özellikler göstermektedir. Anlatının düzenlenişi, yer yer Behiye’den Handan’a yönelen homoerotik arzuları ve olası lezbiyen göndermeleri hissettirir Anlatıdaki karakterlerin arkadaşlığı (Behiye ve Handan ile Leman ve arkadaşı) O’Connor’ın (aktaran Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002, s. 41-59) kategorizasyonundaki kadınlararası arkadaşlığın özelliklerini gösterir. Anlatı, ataerkil ideolojiye uygun klasik bir son ile kapanmaz. Behiye, kadın ve erkek tüm bağlarından koparak tek başına özgürleşir. Film, bu açıdan oldukça dikkate değerdir. 2008’de Erden Kıral’ın çektiği Vicdan ise iki kadın karakterin (Songül ve Aydanur) çocukluklarından beri süren arkadaşlıklarında yaşanan olaylar üzerinden ilerler. Film, aynı erkeği seven iki yakın arkadaştan Songül’ün kocası tarafından öldürülmesi, Aydanur’un da fahişe ve sonra da katil olması ile biter. Ataerkil düzene aykırı davranan iki kadın arkadaş cezalandırılır. Bu filmde de kadın karakterler (Songül ve Aydanur)“eril bakış”ın seyirlik nesnesi olarak sunulur ve yer yer eril arzuyu, cinsel fanteziyi harekete geçirmek üzere lezbiyenliği çağrıştıracak planlara da yer verilir. Hatta bu türden bir sahnenin sonunda kadın karakterlerden biri (Songül) kocası tarafından öldürülür. Böylece ataerkil yapı dışına çıkmaya çalışan kadın, klasik Hollywood filmlerinde olduğu gibi ölümle cezalandırılır. Diğer kadın ise “kötü yola” düşer. Sonunda ölmemek için öldürür. Filmde böylece iğdişlik tehditi olan kadın yok edilerek ataerkil düzen kendini korur. Filmde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma O’Coonnor’ın kategorilerine uygunluk göstermekle birlikte, Block ve Greenberg’in (2002) dikkat çektiği kadınlararası arkadaşlığın popüler anlatılardaki haliyle yanlış temsili de sözkonusudur. Anlatı, kadın karakterler ve kadın arkadaşlığı üzerinden kurulu görülse de esasında ataerkil sisteme uygun kodlarla doludur ve bu yönüyle klasik bir anlatısı vardır. Yeşim Ustaoğlu’nun Araf (2012)’ında ise, Zehra ve iş yerinden arkadaşı Derya’nın arkadaşlığını görürüz. Derya, kimi zaman Zehra’yı desteklerken kimi zaman da uyarır. Zehra’nın hamile kalmasından Derya sorumlu tutularak saldırıya uğradıktan sonra kasabayı ve kendisine destek olmayan sevgilisini terkeder. Kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma bu filmde de güçlü şekilde işlenir. Film, klasik ataerkil düzene karşı gelen Zehra’nın cezalandırılmasıyla bitmemesi açısından önemlidir. Derya, bir anlamda kendi yaşadıkları üzerinden Zehra’ya zaman zaman yol gösterirken bazen de kendi travmasının da etkisiyle davranır. Film, anlatısı ve anlatının klasik yapıda olmayan sonu ile bir kadın yönetmen tarafından ve kadın bakış açısıyla çekildiğini açıkça hissettirir. 2. 2. Kurtuluş Son Durak’ta İnen Erkekler Yusuf Pirhasan’ın yönettiği Kurtuluş Son Durak (2012) kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma açısından son yılların belki de en önemli filmidir. Anlatıda yer alan kadın karakterler, farklı toplumsal sınıflar ile değişik etnik kökenlerden gelmektedir. Filmde ilk önce Eylem başından geçen aşk ve 19 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World yaşadığı ihanet anlatılır. Anlatı, Eylem karakterinin dışında, felçli babasına bakan Vartanuş; mafya babası sevgilisinin kendisini sürekli oyaladığını bilmezlikten gelen eski pavyon şarkıcısı Goncagül; çocukları için kendisini şarkıcı eskisi kocası Recep’in dayağına alıştırmış olan Gülnur ve Gülnur’un annesinin bu durumdan acı duyan kızı Tülay ile ancak kocası emekli olduktan sonra rahat eden kuaför Füsun’un hikayelerini öğrenmemizle sürer. Filmde, Saadet apartmanındaki kadınların özellikle seçildiği belli olan farklı demografik, sınıfsal ve etnik kökene dayalı özellikleri nedeniyle ataerkil düzen altında bulunan tüm kadınların ve özellikle de Türkiye toplumundaki farklı demografik, sınıfsal ve etnik özelliklere sahip kadınların düzdeğişmecesel bir temsili olduğu açıktır. Filmdeki kadınların eylemi bu temsil gücü nedeniyle de oldukça değerlidir. Filmdeki kadınlar yaşadıkları Kurtuluş-Son Durakta bulunan Saadet Apartmanı’na psikolog “Eylem” karakterinin taşınmasıyla pasif konumdan çıkarak gerçekten “eylem”e geçerler. Saadetleri eyleme geçmeleri ile bozulacaktır. Filmde ilk önce kadınların her biri ayrı ayrı sahnelerde, Eylem’e yaşadığı ihaneti kabullenip pasifize olması için ilaç, içki vb. önerilerde bulunurlar. Eylem, komşularından aldığı ilaçlarla bir intihar denemesinde bulunsa da gelinliği iktidarsız olduğunu açıkça beyan eden bir erkek tarafından Saadet apartmanının bayrağı olarak göndere çekildikten sonra eyleme geçecek özüne döner. Eylem sonunda olan bitene kayıtsız kalamaz. Gülnur’un Recep’i öldürme planları yaptığını kızı Tülay tarafından bulunan mektuptan öğrendiğinde Saadet Apartmanı’nın kadınlarını “erkek şiddeti” ne karşı bilinçlendirmeye çalışır. “Yalnız olursak güçsüzüz… , şiddete başvurursak yine güçsüzüz … ama birlik olursak …” der ve böylece hepsi birlikte hareket etmeye karar verirler. İlk adım Gülnur’un dayak yememesi için O’nu evde Recep’le yalnız bırakmamaktır. Filmde kadınlar ilk önce her akşam dayak yiyen Gülnur’u korumak için Recep’in karşısına dikilir. Ancak “devletin polisi” nden ihtar alan “Dayakçı Recep” değil dayağa karşı çıkan Eylem olur. Polis tarafından apartmanın düzenini, ailenin huzurunu bozduğu gerekçesiyle açıkça tehdit edilir. Ancak işler bekledikleri gibi gitmez. Recep yanlışlıkla öldürülür. Saadet Apartmanı’nda kadınlara kötü davranan erkekler sırayla ve hepsi de yanlışlıklar ve tesadüfler sonucu öldürülür. Önce Recep sonra Goncagül’ün aslında onu terketme niyeti olan mafya babası sevgilisi ve sonra da Eylem’in önce kendisini en yakın arkadaşıyla aldatarak terk eden sevgilisi bir dizi komik yanlış sonucu ölür. Olay örgüsü içinde işler beklenmedik bir şekilde gelişirken, Saadet apartmanının kadınlarına erkeklerle olan mücadelelerinde “gücünü” kaybetmiş erkekler (emekli, iktidarsız ve felçli) yardım eder. Saadet apartmanının kadınları pembe fularlarıyla ve rehineleriyle “eylem”lerinin ciddiye alınmadığını farkettiklerinde, polis rehineyi (ataerkil düzen) hadım etmekle tehdit ederler. Ancak o zaman yani Kurtuluş Son Durak’ta Saadet Apartmanı’nın kendi halindeki kadınları ancak devleti/sistemi/düzen i /polisi hadım etmekle tehdit ettiklerinde ciddiye alınır ve görünür/birey/eylemci olurlar. Televizyonlar sokaktan yayın yaparlar. Eylem öncülüğündeki kadınlar, ataerkil düzenin simgesi olarak görülebilecek polis şefini, Saadet Apartmanı’nın kadınlarına uygulanan şiddeti görmezden geldiği için rehin alırlar. Eylemlerini tüm Türkiye, televizyonlardan duyar. Eylem, polise/düzene teslim olmamak, boyun eğmemek için çatıdan atlamak üzereyken vazgeçer ve teslim olur. Ancak bu gerçek bir teslim oluş değildir. Eylem, bilinçli bir seçimle teslim olarak girdiği cezaevinde kadınları, şiddete karşı bilinçlendirmeye devam etmektedir. Saadet Apartmanı da sonunda kendisini sistem/düzen karşısında yalnız hisseden kadınlar için gerçekten bir saadet/bir umut apartmanı olmuştur. Film, öyküsü, karakterleri ve olay örgüsünün ilerleyişi ile klasik ataerkil popüler metinlerin aksine kadınlara birlikte olma/dayanışma gücünün gösterecek biçimde farklı bir yol/son sunar. Bu yol ancak ve ancak kadın dayanışmasından geçer ya da Eylem’in sözleriyle söylenirse “Yalnız olursak güçsüzüz… , şiddete başvurursak yine güçsüzüz … ama birlik olursak …” Bu analizin sonunda filmin tüm olumlu yönlerine ve kadın bakışı içeren yapısına göre ayrıksı duran iki yönünü de belirtmeden geçmemek gerekir. Filmde, Saadet Apartmanı’nın kadınlarını harekete geçiren Eylem karakterinin mesleğinin psikolog olarak verilmiş olması, temsili olarak apartmandaki kadınların fakat temsilin düzdeğişmecesel yapısı gereği ataerkil sistem altında yer alan tüm kadınların sorunlarının ancak ve ancak bir profesyonel (psikolog) tarafından çözülebileceği duygusunu uyandırma ihtimali nedeniyle olumsuz bir yöndür. Filmin ikinci olumsuzluğu ise filmde, zor durumdaki kadınlara yardım eden ve dayanışma gösteren erkeklerin tümünün bir biçimde, zayıf, iktidarsız ya da edilgin (emekli olmuş) erkeklerden seçilmiş olmasıdır. Bu, kadınların toplumdaki 20 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ikincil konumlarını pekiştirme ihtimali nedeniyle olumsuz bir yöndür. Gözlemlenen bu iki nokta filmin ilerici ideolojisini zayıflatan unsurlardır. 3. SONUÇ Arkadaşlık ve dayanışma kavramları, gündelik hayattan kalkarak farklı bilimsel disiplinlerin konusu olmuş, popüler kültür ürünlerinde özellikle de popüler sinemada genellikle erkeklerin arkadaşlığı, dostluğu ve dayanışması üzerinden işlenmiştir. Ataerkil sistemin cinsiyetçi ideolojis i arkadaşlık ve dayanışma kavramlarının cinsiyetler temelinde farklılık gösterdiği savından hareketle kadınların ve erkeklerin arkadaşlıklarını farklı görmüş, kadınlara atfedilen olumsuz özellikler ön plana çıkarılarak kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın imkânsızlığına vurgu yapılmıştır. Aynı zamanda ataerkil yapının cinsiyetler hiyerarşisinde kadınların bulunduğu ikincil konum itibariyle kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma da görece daha değersiz veya sıradan-normal bulunarak gözardı edilmiştir. Sinema popüler bir anlatı formu olarak, ataerkil cinsiyetci ideolojinin normlarını seyircilere sunar. Filmlerde kadınlar ve kadınlara dair temsiller, ataerkil kodlarla örülüdür. Bu nedenle filmlerde kadınlararası arkadaşlık ve dayanışmanın nasıl sunulduğu çok önemlidir. Bu çalışmada kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma öncelikle Türkiye’de kadın hareketinin ortaya çıktığı 1980’lerden itibaren genel olarak gözden geçirilmiştir. Buna göre 2000’lere dek belli başlı bazı yönetmenlerin (örneğin daha çok kadın sorunlarına ya da toplumsal sorunlara duyarlı ) filmlerinde (Şalvar Davası; Dağınık Yatak vb. Atıf Yılmaz filmleri ile İki Kadın gibi Yavuz Özkan filmleri) kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma görülmüştür. Ardından, özellikle kadın hareketinin yükseldiği ve giderek kurumsallaştığı varsayılan 2000 sonrasından seçilen ve farklı özellikteki yönetmenlerin çektiği dört filmde yer alan kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma incelenmiştir. Bu farklı özellikteki yönetmenlerin çektiği filmlerden her birinde çalışmanın varsayımına uygun şekilde yönetmenlerin kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramına bakışlarının farklı olduğu ortaya çıkmıştır. Örneğin, Kutluğ Ataman’ın zaman zaman lezbiyenliğe dair çağrışımlar içeren İki Genç Kız ve benzer bazı sahneleri olan Erden Kıral’ın Vicdan filmleri herseye rağmen birbirinden oldukça farklıdır. Ataman, iki genç kız arasındaki ilişkide olması mümkün duıyguları görece daha tarafsız vermeye çalışırken, Vicdan’da bu tür sahneler neredeyse tamamen erkek seyirinin cinsel fantazilerine sunulur. Türk sinemasının deneyimli yönetmenlerinden Erden Kıral’ın bakışı ile Araf’ta Yeşim Ustaoğlu’nun bir kadın yönetmen olarak, kadın, erkek, aşk, cinsellik vb. temalar üzerinden kadın arkadaşlığı ve dayanışmasına bakışı oldukça farklıdır. Kıral, filminde aslında kadınlık, erkeklik ve bunlarla ilintili sterotipleri kullanır, pekiştirerek yeniden üretimine katkıda bulunur. Ustaoğlu’nun filminde ise kadın bakışı, hem görsel yapı hem de anlatıdaki öykü ve olay örgüsünün ilerleyişinde açıkça görülmektedir. Bir erkek yönetmen olarak Yusuf Pirhasan’ın Kurtuluş Son Durak filmi ise kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma bakımından açıkça tüm filmlerden farklı ve öndedir. 2000 sonrası dönemde incelen dört filmde O’Connor’ın kategorizasyonu bu çalışmanın öncüsü olan Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu’nın çalışmalarında bulguladıklarının aksine (2002, s. 46-48) bir film (İki Genç Kız) dışında çok yoğun olarak gözlemlenmemiştir. Bu noktada Türkiye sinemasında kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma kavramlarının ve çerçevesinin giderek olumlu yönde değiştiği söylenebilir. İncelenen dört filmde de daha yoğun şekilde Block ve Greenberg’in (2002, s.3) tanımlamalarına uygun arkadaşlık ve dayanışma örüntüleri saptanmıştır. Türkiye’de ve dünya sinemasında kadınlararası arkadaşlığa yer veren ve burada ele alınmamış, bilinmeyen ya da gözden kaçmış olan farklı filmler elbette vardır. Ama bu filmlerin pek çoğunda kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma, ataerkil toplumsal düzen içinde ya doğal karşılanarak görmezden gelinmiş ya da değersizleştirilmeye çalışılmıştır. Ancak kadın hareketinin yükselişi ve ataerkil toplumsal düzenin sorgulanmaya başlanması sonuç vermeye başlamış, artık Tasker’ın (1998 s. 141, 142-43) da belirttiği gibi egemen söyleme sıkı sıkıya bağlı olanların yanısıra bu düzenin dışında kalan, etkin kadın karakterlerin olduğu, başkahramanı kadın olan, lezbiyenlik çağrıştırmadan ya da sadece sert ve keskin bir rekabet içermeyen kadın arkadaşlıklarının görüldüğü, kadınların birbirlerine karşı ve birbirlerine rağmen değil, omuz omuza yürümekte olduğu filmler de yapılmaktadır. Bu tür filmler Kurtuluş Son Durak’ta da olduğu gibi içerdiği kadın odaklı bakışla, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma pratiklerini içeren yapısından ileri giden daha öte bir anlam taşımaktadır, kadınlar birlikte hareket ettiklerinde, kadınlararası arkadaşlık ve dayanışma potansiyel 21 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bir güç tabanı olarak görülebilir ve kadınlara baskı ve zulmün olmadığı (Doğan Topçu, Özsoy ve Topçu, 2002:44) daha korunaklı, mikro bir dünya sunabilir. Bu anlamda, filmlerin analizinden ortaya çıkan, ataerkil toplumsal yapının kadınlarla birlikte diğer erkeklikleri16 de kuşattığı, sindirdiği, yok saydığı ve ötekileştirdiği ve bu yapıya karşı yürütülecek toplumsal mücadelenin tüm bu kimliklerin ama en çok da kadınların arkadaşlıkları ve dayanışması aracılığıyla örgütlenebileceği gerçeğidir. Bunu Kurtuluş Son Durak’ta eylem’in sözleriyle ifade edelim: “Yalnız olursak güçsüzüz…, şiddete başvurursak yine güçsüzüz… ama birlik olursak…” 4. KAYNAKLAR Block J. D. & D. Greenberg (2002) 05 .04.2015 tarihinde https://books.google.com.tr/books/about/Women_and_Friendship.html?id=ituJHex9L8wC&hl=tr adresinden alınmıştır. Doğan Topçu, A. Özsoy A. ve Topçu Y.G. (2002) Atıf Yılmaz filmlerinde kentli orta sınıf kadınların arkadaşlıkları. İletişim, Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 15, 41-60. O’Connor, P. (2002) Friendship Between Women A Critical Rewiew. New York: The Guilford Press. Tasker, Y. (1998) Working Girls, Gender and Sexuality in Popular Cinema Chapter:6 , Routledge. TDK Türkçe Sözlük (1988) 1, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi. 16 Diğer erkeklikler, eleştirel erkeklik çalışmalarında hegemonik erkeklik dışında kalan grupları temsil eden bir kavramdır. 22 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadın Girişimcilerin İş Tatminine Yönelik Amprik Bir Çalışma: Mersin ve Konya Karşılaştırması An Empirical Study of Job Satisfaction among Female Entrepreneurs: Comparison of Mersin and Konya Aslıhan YALDIZ1 , Ali Şükrü ÇETİNKAYA2 1Arş. Gör. 2Doç. Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Uluslararası Ticaret Yönetimi ABD, Konya, Dr. Selçuk Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası Ticaret Bölümü, ÖZET: İş dünyasının küreselleşme ile yeni bir boyut kazanması ülkelerin girişimcilere olan ihtiyacını da artırmıştır. Kendi işini kurmaya yönelik bu gelişmeler kadınlar tarafından da dikkate alınmış ve kadınları kendi işlerini kurmaya yönlendirmiştir. Ampirik bir araştırma niteliğinde olan bu çalışmada kadın girişimcilerin gerçekleştirdikleri girişimlerden ne düzeyde memnun oldukları tespit edilmeye çalışılmıştır. Konya ve M ersin illerinde aktif faaliyet gösteren kadın girişimcilerden elde edilen 305 geçerli ankete göre veri analizleri yapılmıştır. Çalışmanın sonucunda Konya’daki kadın girişimcilerin iş tatmini ortalamalarının 3,47 olduğu, M ersin’de faaliyet gösteren kadın girişimcilerde ise 3,41 olduğu görülmüştür. Genel olarak değerlendirildiğinde kadın girişimcilerin gerçekleştirdikleri girişimlerden iyi düzeyde tatmin oldukları söylenebilir. Anahtar sözcükler: İş tatmini, girişimcilik, kadın girişimciler, Konya, M ersin ABS TRACT: Globalization of the business world has increased the need for entrepreneurs in the world. Countries, including Turkey, make certain regulations and develop incentive tools to encourage their people to become as entrepreneurs. The purpose of this empiric research is to compare job satisfaction level of women entrepreneurs who are actively running their businesses and located either in M ersin or Konya. Data analyzed by 305 valid responses. Research results revealed that job satisfaction level of women entrepreneurs operating businesses is higher in Konya (3,47) compared to M ersin (3,41). Based on the findings it can clearly be mentioned that women entrepreneurs have high level of job satisfaction in their businesses in both cities. Keywords: Entrepreneurship, woman entrepreneurs, job satisfaction, Konya, M ersin 1. GİRİŞ ve KAVRAMSAL ÇERÇEVE Günümüz gelişen ve daha da karmaşık hale gelen küresel iş dünyası kadının ekonomik hayatta ki yerini değiştirmekte bu da kadınların iş yaşamlarındaki rekabet gücünü etkilemektedir. Önceleri kadına toplum tarafından biçilmiş rol ve girişimciliğin eril olarak değerlendirilmesi kadınların iş yaşamlarında geri planda kalmalarına sebep olmuş ancak sosyal, ekonomik ve teknolojik alandaki hızlı değişmeler kadınların iş hayatında daha sık görülmesini sağlamıştır. Son yıllarda girişimci kadın sayısındaki artış sevindirici olmakla beraber kadın nüfusuna oranlandığında bunun oldukça düşük düzeyde kaldığı görülmektedir (Çakıcı,2004; Güney,2006). Devlet tarafından kadın girişimciliğine destek amacıyla gerçekleştirilen ilk programın 1994 yılında Halk Bankasının ‘Kadın Girişimci Kredisi’ olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu konudaki geç kalınmışlık daha iyi anlaşılabilir. Bununla birlikte kadınların aktif bir şekilde iş hayatında yer alması için son yıllarda çeşitli kurum ve kuruluşlarda gerçekleştirilen bazı çalışmalar da vardır. Örneğin; 2007 yılında Gelir Vergisi Kanununda yapılan değişiklikle ev içi üretimden elde edilen gelirde vergi muafiyeti getirilmiştir. Kadın girişimciliğin desteklenmesi amacıyla 2007-2013 dönemini kapsayan dokuzuncu kalkınma planında bankalar kredi programını daha etkin hale getirmişlerdir (Kansız ve Acuner, 2008; Soysal, 2010). Klasik anlamda girişimci, daha çok kendi işini kuran, çeşitli üretim faktörlerini bir araya getirerek ve risk üstlenerek üretim sürecinde bulunan ve bunun sonucunda da kâr elde etmeyi amaçlayan kişi olarak tanımlanmaktadır (Emsen, 2001). Özen Kutanis (2006:2) girişimciyi “henüz belirginleşmemiş bir bedelle satmak üzere üretimin girdilerini ve hizmetlerini bugünden satın alan ve üreten kişi” olarak tanımlamaktadır. Girişimcilik yazınına büyük katkılardan biri Avusturyalı iktisatçı Joseph A. Schumpeter’den gelmiştir. Schumpeter, The Theory of Economic Development (1934) adlı eserinde girişimciyi yeniliği sunan birey olarak tanımlamıştır. Schumpeter’ın, girişimcilik tanımının özünü yenilik (inovasyon) kavramı oluşturmaktadır (Güney, 2008:9; Özkul, 2007). Girişimci, bir işi yapmaya girişen ve bundan çekinmeyen kişidir. Üretim faktörlerini bir araya getirerek, iktisadi mal ve hizmet üretimi için gerekli girişimi başlatan, ayrıca üretim için gerekli finansal kaynakları ve üretimin değerlendirileceği pazarları bulan kişidir (Çelik ve Akgemci, 1998). 23 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Dhillon (1993) girişimci kadını; piyasa ekonomisi içinde kendi işinin sahibi olan, tek başına çalışan ya da yanında işçi çalıştıran, mal veya hizmet üretip satan, kredi kaynaklarını araştıran, işle ilgili acil problemlerin üstesinden gelebilen, yeni koşullara adapte olabilen ve alanında deneyim sahibi olmaya çalışan kadın olarak tanımlamaktadır. Ecevit (1993:20) girişimci kadının ayırt edici özelliklerini şu şekilde sıralamıştır: Ev dışında bir mekânda, kendi adına kurduğu bir işyeri olan; işyerinde tek başına veya istihdam ettiği kişilerle çalışan; herhangi bir mal veya hizmetin üretilmesi ile ilgili faaliyetleri yürüten; işyeriyle ilgili başka kurum ve kuruluşlarla bağlantıya geçen; iş süreçlerinin örgütlenmesi, mal ve hizmet üretiminin planlanması, işyerini işletilmesi, kapatılması veya geliştirilmesi konusunda kendi karar veren; işinden elde ettiği kazancın kullanım ve yatırım hakkını elinde bulunduran kişidir. Kadın girişimcilerin artmasında sosyo-kültürel altyapıdaki değişimin sonucu kadının çalışma hayatına girmesi, eğitim düzeylerinin yükselmesi, çalışan kadınların kendilerinin patronu olmayı arzulamaları, başarılı kadın girişimcilerin örnek olması, “cam tavan” olarak adlandırılan ve kadınların işletmelerde ancak belli bir yere kadar yükselebilecekleri düşüncesinin geçerli olmasına yönelik tepkiler etkili olmuştur (Güney, 2008: 245). İş tatmini, çalışanların işi hakkındaki olumlu ve olumsuz duyguları olarak tanımlanmaktadır (Yollaç, 2008). İş tatmini, iş şartlarının (işin kendisi, yönetimin tutumu, vb.) ya da isten elde edilen sonuçların (ücret, iş güvenliği, vb.) kişisel bir değerlendirmesidir (Altaş ve Çekmecelioğlu, 2007). İş tatmini bir çalışanın işini ya da iş yaşamını değerlendirmesi sonucunda duyduğu haz ya da ulaştığı olumlu duygusal durumudur (Başaran,1991). Bir toplumun daha sağlıklı, başarılı, mutlu ve üretken olmasının, o toplumun üyelerinin tüm yaşamlarından üst düzeyde tatmin olmaları ile ilişkilidir (Ergenç,2000). İş hayatına atılan kadınların yaptıkları işten memnun olup olmamaları hem bireysel hem de toplum bazında irdelenmesi gereken konular arasındadır. Bu araştırmada girişimci kadınların işlerinden ne düzeyde memnun olduklarının belirlenmesi amaçlanmış ve iş tatmini açısından Konya ve Mersin illerindeki girişimci kadınlar arasında bir fark olup olmadığı ortaya konulmuştur. 2. YÖNTEM Ampirik bir araştırma niteliğinde olan bu çalışmada “Kadın girişimciler gerçekleştirdikleri girişimlerden ne düzeyde tatmindirler?” temel araştırma sorusuna cevap aranmıştır. Araştırmada, kendi iş yerine sahip kadınların iş tatmin düzeylerinin Konya ve Mersin illeri bazında karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi amaçlanmıştır. Araştırmada veri toplama aracı olarak anket yöntemi kullanılmıştır. Anket formu iki bölümden oluşmaktadır. Birinci bölüm demografik özellikleri belirlemeye yöneliktir. İkinci bölüm kadınların iş tatminini ölçmeye yöneliktir. İş tatmini ölçmek üzere Paul E. Spector’un (2015) iş tatmini ölçeğinden yararlanılmıştır. Sorularda “1. Kesinlikle katılmıyorum” … “ 5. Kesinlikle katılıyorum” aralığında değişen 5’li Likert ölçeği kullanılmıştır. Veri analizinde iş tatmini ölçeğinin iç tutarlılık (Cronbach’s Alpha) değeri α = 0,86 olarak bulunmuş ve iyi düzeyde olduğu görülmüştür. Araştırmanın evrenini, Mersin ve Konya Esnaf ve Sanatkârlar odasına kayıtlı kadın girişimciler oluşturmaktadır. Çalışmada tesadüfi olarak ulaşılan kadın girişimcilerden 305 geçerli anket geri dönüşü elde edilmiştir. Veriler tanımlayıcı istatistik ve bağımsız örneklem t-testi kullanılarak analiz edilmiştir. 3. BULGULAR Örneklemi oluşturan 305 kadın girişimcinin demografik özellikleri incelendiğinde (Tablo 1.) anketi cevaplandıranların %38,7’sinin bekar, %42,3’ünün 25-30 yaş aralığında, %31,5’inin lise mezunu, %40,7’sinin 2-4 yıldır faaliyette bulundukları görülmektedir. Araştırmaya konu olan girişimci kadınların %52,13’ü Mersin’de faaliyet göstermektedir. 24 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 1. Demografik Bulgular Evli Bekar Medeni Durum Boşanmış Dul Toplam 18-24 25-30 31-36 Yaş 37-43 44-50 51-57 Toplam İlkokul Ortaokul Lise Eğitim Düzeyi Ön lisans Üniversite Yüksek lisans Toplam 0-1 yıl 2-4 yıl 5-7 yıl İşletmenin faaliyette bulunduğu süre 8-10 yıl 11 yıl ve üzeri Toplam Konya Girişimcilik faaliyet yeri Mersin Toplam Frekans Oran (%) 105 34,4 118 38,7 43 14,1 39 12,8 305 100 53 17,4 129 42,3 41 13,4 29 9,5 47 15,4 6 2 305 100 7 2,3 46 15,1 96 31,5 73 23,9 70 23 13 4,3 305 100 72 23,6 124 40,7 67 22 21 6,9 21 6,9 305 100 146 47,87 159 52,13 305 100 Girişimcilikte bulunmanın iş tatminine etkisi faaliyette bulunulan il bağlamında farklı olup olmadığını belirlemek üzere bağımsız örneklem t-testi gerçekleştirilmiştir. Bağımsız örneklem t-testi sonucuna göre (Tablo 3) istatistiki olarak anlamlı bulunan grup istatistikleri Tablo 2’de görülmektedir. Tablo 2. Grup İstatistikleri S tandard S tandard Hata Ortalaması S apma İl N Ortalama M ersin 159 3,88 ,732 ,058 Konya 146 4,09 ,511 ,042 İşimi iyi yapma çabalarım nadiren bürokrasi tarafından engellenmektedir M ersin 159 3,48 1,090 ,086 Konya 146 3,71 ,813 ,067 Sahip olmamız gereken fakat sahip olmadığımız imkanlar var M ersin 159 2,66 ,973 ,077 Konya 146 2,30 ,874 ,072 İş yüküm çok fazladır M ersin 159 3,02 1,155 ,092 Konya 146 3,34 1,039 ,086 Kendi iş yerimi kurmamın çevrem tarafından yeterince ödüllendirildiğini düşünüyorum M ersin 159 3,74 ,984 ,078 Konya 146 4,08 ,784 ,065 İş yerimi, başka iş yerlerinin yaptığı kadar hızlı geliştirebilirim M ersin 159 3,57 1,139 ,090 Konya 146 3,89 1,038 ,086 İyi bir iş yaptığımda, hak ettiğim takdiri görürüm 25 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 26 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bağımsız örneklem t-testi sonuçlarına göre girişimci kadınların başarıları dolayısıyla takdir gördükleri, bürokrasi tarafından nadiren engelleme ile karşılaştıkları, iş yüklerinin fazlalığı, iş yeri sahibi olmanın çevresinde ödüllendirildiği, işlerini geliştirebildikleri ve sonuçta işlerinden tatmin oldukları söylenebilir. Konya’daki girişimci kadınların Mersin’deki girişimci kadınlara kıyasla daha yüksek tatmine sahip oldukları görülmektedir. Tablo 3. Bağımsız Örneklem t-testi Varyans eşitliği Levene Testi Ortalamaların eşitliği t-testi S td. Ort. hata (2-tailed) farkı farkı ,005 -,209 ,073 S ig. İyi bir iş yaptığımda, hak ettiğim takdiri görürüm Eşit varyans v. Eşit olmayan v. v. İşimi iyi yapma çabalarım nadiren Eşit varyans v. bürokrasi tarafından engellenmektedir Eşit olmay an v. v. F 7,931 S ig. t ,005 -2,860 -2,903 15,847 ,000 -2,113 -2,139 Sahip olmamız gereken fakat sahip olmadığımız imkanlar var Eşit varyans v. Eşit olmayan v. v. 2,864 İş yüküm çok fazladır Eşit varyans v. Eşit olmayan v. v. 1,304 Kendi iş yerimi kurmamın çevrem tarafından yeterince ödüllendirildiğini düşünüyorum İş yerimi, başka iş yerlerinin yaptığı kadar hızlı geliştirebilirim Eşit varyans v. Eşit olmayan v. v. 12,844 ,000 -3,382 ,092 3,379 3,394 ,254 -2,509 -2,521 -3,414 Eşit varyans v. Eşit olmayan v. v. 12,880 ,000 -2,542 -2,552 df 303 283,184 ,004 -,209 ,072 303 ,035 -,234 ,111 291,096 ,033 -,234 ,110 303 ,001 ,359 ,106 302,853 ,001 ,359 ,106 303 ,013 -,317 ,126 302,872 ,012 -,317 ,126 303 ,001 -,346 ,102 297,169 ,001 -,346 ,101 303 ,012 -,318 ,125 302,985 ,011 -,318 ,125 Eşit varyans v. : Eşit varyans varsayımı; Eşit olmayan v. v.: Eşit olmayan varyans varsayımı. 4. TARTIŞMA Araştırma bulgularına göre kadın girişimcilerin genç yaş diliminde oldukları, çoğunluğunun lise mezunu oldukları görülmüştür. Yüz yüze yapılan anketler süresince alınan geribildirimlerde eğitimli olmanın pek çoğu için önem arz ettiği özellikle vurgulanmıştır. Yazında yer alan bir çalışmada (Cici, 2013) evli kadın girişimci oranı % 49,34 olarak tespit edilmiş olmasına karşın bu çalışmada girişimci kadınlarının çoğunun bekâr oldukları saptanmıştır. Bu durum girişimci kadın profilinde değişimler yaşandığı yönünde değerlendirilebilir. Girişimci kadınlarının eğitim durumuna ilişkin bulgu yazını destekler niteliktedir. Lise mezunu kadın girişimci sayısı Çakıcı’nın (2006) gerçekleştirdiği bir araştırmada % 53 olarak tespit edilmiştir. 5. SONUÇ VE ÖNERİLER Ekonomik kalkınma ve gelişmelerde ülkelerin bel kemiğini oluşturan girişimcilerin sektörde yaşamlarına devam edip kendilerini geliştirmelerinin bir ayağını girişimcilerin işlerinden memnun olup olmamaları belirlemektedir. Araştırma sonuçlarına göre girişimci kadınların başardıkları ile etrafında takdir görmeleri onların iş tatminini olumlu yönde etkilemektedir. Girişimcilik kendi başına cesaret isteyen bir davranıştır ve her kadın girişimciliğe kalkışamamaktadır. Mevcut girişimci kadınların takdir edilmeleri daha fazla kadını girişimciliğe özendirecektir. Benzer şekilde kadın girişimcilerin işlerinden iyi düzeyde memnun olmaları diğer kadınlar için örnek alınmalarını sağlamaktadır. Kamu otoritelerinin bürokratik engelleri azaltması ve girişimciliği teşvik ederek kolaylaştırması daha fazla kadın girişimcinin ekonomide yer almasına katkı sağlayacaktır. Kadının ekonomik hayatta daha fazla yer alması hem aileler hem de bölge ve ülke refahı için büyük yararlar 27 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World sağlayacaktır. Kadın girişimcilere yönelik var olan desteklerin kapsamı genişletilerek ve artırılarak devam etmesi sağlanmalıdır. Gelecekte bu alanda yapılacak olası çalışmalarda ülke genelini temsil eden daha geniş örneklem büyüklüğünde araştırmalar yürütülebilir. Sadece kadın girişimciler yerine kadın ve erkek girişimcilerin iş tatminleri karşılaştırmalı olarak incelenebilir. 6. KAYNAKLAR Altaş S. ve Gündüz Çekmecelioğlu H. ( 2007). İs Tatmini, Örgütsel Bağlılık ve Örgütsel Vatandaşlık Davranışının İş Performansı Üzerindeki Etkileri: Bir Araştırma, Öneri Dergisi, Cilt.7, Sayı.28, s.50. Başaran İ.E. (1991). Örgütsel Davranış İnsanın Üretim Gücü, 2. Baskı, Ankara: Gül Yayınevi, ,s. 198 Cici, E. N. (2013). Kadınların girişimcilik yolunda karşılaştıkları sorunların öz girişimcilik yetenekleri üzerindeki etkisi: Konya ilinde bir araştırma (Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İşletme Anabilim Dalı, Üretim Yönetimi ve Pazarlama Bilim Dalı. Çakıcı, A. (2004). Kadın Girişimcilerin İşletme Fonksiyonlarındaki Etkisinin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma. Yönetim Bilimleri Dergisi, (1: 3) Çakıcı, A. (2006). M ersin’deki Kadın Girişimcilerin İş Yaşamını Etkileyen Faktörler, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 8, Sayı: 4. Çelik, A. ve Akgemci, T. (1998). Girişimcilik Kültürü ve Kobiler, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara Dhillon, P.K.(1993). Women Entrepreneurs, Blaze Publishers and Distributors, PVT-LTD Ecevit, Y. (1993). Kadın Girişimciliğinin Yaygınlaşmasına Yönelik Bir M odel Önerisi, Kadını Girişimciliğe Özendirme ve Destekleme Paneli; Ankara Emsen, Selçuk Ö. (2001). Genç Nesilde M esleki Eğilimler ve Girişimcilik: Ampirik Bir Çalışma, M illi Prodüktivite M erkezi, Verimlilik Dergisi, Sayı 2001/1, 153-176. Ergenç A. (1981). İş Doyumunun Belirleyicileri Olarak Beklenti -Algılama Tutarsızlığı ve Çalışma Değerleri Yönetim Psikolojisi 2 içinde (309-340), İstanbul: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları Güney, S. (2008). Girişimcilik: temel kavramlar ve bazı güncel konular (Genişletilmiş 3. baskı). Ankara: Siyasal Kitabevi, ss.55-250 Güney, S. (2006). Kadın Girişimciliğine Genel Bir Bakış, Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi.25,43 Kansız, N., Acuner Ş.A (2008). Üretim ve İstihdama Katılımda Kadının Yeri, Kalkınma Anahtar Verimlilik Dergisi, 20/240 Özen K., R. (2006). Girişimci kadınlar. İstanbul: Değişim Yayınları Özkul, G. (2007). Kapitalist sistemin sürükleyici aktörleri: ekonomik teoride girişimciler. Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 12(3), 343-366. Soysal, A. (2010). Türkiye’de Kadın Girişimciler: Engeller ve Fırsatlar Bağlamında Bir Değerlendirme, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 65(1) : 83-114 Yollaç, G. (2008). Satıs Elemanlarının M üsteri Yönelimi ile İş Tatmini, Örgütsel Bağlılığı ve Demografik Özellikleri Arasındaki İlişkinin Belirlenmesine Yönelik Bir Araştırma, Öneri Dergisi, Cilt.8/29, s.120. 28 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Türk-Osmanlı Tarihinde İlk Kadın Sultan “ RAZİYE HATUN” ‘RAZIYE HATUN’, The First Woman ‘Sultan’ in The Turco-Ottoman History Aynur DURMUŞ1 , 1 Emekli Bağımsız Araştırmacı ÖZET: Tarihin derin dehlizlerinde kaybolmuş bir kadından bahsetmek ve gün yüzüne çıkarmak gerek. Bu kadın bir Türk ve aynı zamanda bir hükümdar, bir şair, bir asker, bir matematikçi. Türk kavramının sorgulandığı günlerde, bir Türk kadından söz edilmesi gereklidir. Dünyanın en eski, ilk kadın hükümdarından bugüne, Türklük ve Türkler adlarını tarihe layıkıyla yazdırmışlardır. Asker, şair, matematikçi, kadın, sultan savaşçı, peçe takmayı reddeden, Hindistan imparatoriçesi Kraliçe Victorya’dan 600 yıl önce devlet başkanlığı yapmış Sultan Raziye’nin bilinmesi ve kuşaklara aktarılması gerektiği düşünülmektedir. İngiltere Kraliçesi I.M ary’den 318 yıl, en çok bilinen kadın hükümdar Kraliçe I.Elizabeth’den 322 yıl, önce hükümdarlık yapmış, aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmayarak 4 yıl tahtta oturmuş, dünya tarihinde benzerine rastlanmayan, onur duyulacak ve emsalsiz cesaret örnekleriyle dolu bir Türk kadını ve Dehli Türk Sultanlığının hükümdarı olan Sultan Raziye, aynı zamanda tarihteki İlk Türk Kadın Hükümdardır. Sultan Raziye “saltanatı esnasında kadınsı davranışlar göstermemiştir, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadınıdır. Yaşadığı felaketlere rağmen, Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i Dihlevi'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri, kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir. Ve ilk Türkçe Divan’ın sahibidir aynı zamanda. Anahtar S özcükler: Sultan Raziye, ilk kadın hükümdar, şair, türkçe divan. ABS TRACT. This study addresses the life, poetry and bravery of Sultan Raziye, and is considered to be useful at the archives of The Women's Library and Information Center Foundation. Sultan Raziye, who ruled the Dehli Turkish Sultanate for 4 years (1236-1240), was the first woman ruler of the world and was cited with her unprecedented and unique examples of bravery. Sultan Raziye is not only the greatest ruler of the Dehli Turkish Sultanate, but also one of the must important figures of the Hindu-Turkish history. As appreciated by her father, she collected in her personality many of the characteristics required for a ruler. Sultan Raziye did not display feminine behavior during her rule, as done six hundred years later by Elisabeth II, the queen of United Kingdom. She was a Turkish woman who acted like a strong man, and she caused people to forget that she was a beautiful woman. Despite all the mishaps in her life, Sultan Raziye had another peculiarity: POETRY. As confirmed, she had great talent towards poetry, her verses written under pseudonyms of “Şirin-i Dihlevi” or “Şirin-i Gun” are considered as the most beautiful examples of the Turkish-Persian literature. As well, she holds the first Turkish Divan literature. Keywords: Sultan Raziye, Turkish Divan, Ottoman Divan. GİRİŞ Bir kadın düşünün ki: yaşadığı dönemde kıyafette devrim yapmış , o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü de örtmemiş çok güzel Kur'an okuyan ve iyi bir eğitim almış hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girmeyi tercih etmiş aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan çekinmemiş aynı zamanda Türkçe divanı olan bir şair. Türk kavramının anayasadan çıkarılmaya çalışıldığı şu günlerde bir Türk kadınından söz edilmesi gereklidir. Dünyanın ilk kadın hükümdarından bugüne, “Türklük ve Türkler” adını tarihe layıkıyla yazdırmışlar, yarınlar ve sonsuzlarda da yazdırmaya devam edecekler..Asker, şair, matematikçi, kadın, sultan savaşçı, peçe takmayı reddeden, Hindistan imparatoriçesi Kraliçe Victorya’dan 600 yıl önce devlet başkanlığı yapmış Sultan Raziye’nin bilinmesi gerektiği inancındayım. 29 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Sultan Raziye, Dehli Türk Sultanlığı’nın en büyük hükümdarı olduğu gibi Hint-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu. Sultan Raziye “saltanatı esnasında, kendisinden altı yüz sene sonra "Hindistan İmparatoru” ilan edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir, Her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur. Erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır. Yaşadığı felaketlere rağmen, Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevi'' veya ''Şirin-i Gun '' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri, kendi zamanındaki Türk-Fars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir. Ve ilk Türkçe Divan’ın sahibidir aynı zamanda17 . Hindistan tarihinin önemli kaynaklarından biri olan Cüzcani, bu devletin adından “Selatin-i Hind” diye bahsetmiş ve sonraki kaynaklarda genelde bu şekilde tekrar edilmiş, ancak günümüz araştırmacılarının “Delhi Sultanlığı” diye belirttikleri bu adın “Dehli Türk Sultanlığı/Devleti olması gerektiği değerli tarihçi Doç. Dr. Salim Çöhçe tarafından ifade edilmektedir. “Dehli” söylemi tüm islam kaynaklarından kaydedilen şeklidir ve İngilizler tarafından kendi telafuzlarına uygun olarak 19. yy da “Delhi” olarak değiştirilmiştir. Ahmet Zeki Velidi Togan. Tahran Kütüphanelerinde Hindistan’dan Gelen Eserlerde Çağatay Dili ve Temürlü Sanat Abideleri., 1960 17 30 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Dehli Türk Sultanlığı, 1206 yılında Kuzey Hindistan’da Mucızzi meliklerinden olan Kutb eddin Aybeg (1206-1210) tarafından kurulmuştur. Sultan Kutb eddin’in damadı, oğulluğu ve aynı zamanda en güvendiği kumandanlarından birisi olan İltutmuş ta bu sülalenin ilk kurucularından ve ilk Sultanıdır(1211-1236). Sultan Raziye (1236-1240), Şems ed-din İltutmuş'un çok sevip, saydığı ve hareminin baş kadını olarak Kôşk ü Firuzi'de oturmaya layık gördüğü karısı Türkan/Terken Hatun'dan18 doğan kızıdır ve geleneklerin aksine evlendirilmeyerek, büyük bir titizlikle geleceğe hazırlanmıştır. Sultan Şems ed-din İltutmuş, 1233 yılı başlarında Mürif-i Memalik Tacü’l-Mülk Mahmud'a, Raziye'yi veliahd olarak tayin ettiğini belirten bir ferman yazmasını emretmiş, ancak bu davranışa, Sultan'a yakınlığı ile tanınan memluk asıllı Türk melikleri "saltanata layık, yetişmiş oğulları varken bir kızın İslam mülküne veliahd yapılmasının hikmeti nedir?” şeklinde itiraz etmişler ve söz konusu melikler “bu durumun kendilerince münasip görülmediğini” de açıkça bizzat Sultan Şems ed-din 18 Terken “M elike” manasına gelmektedir. Bkz.O.Turan, “Terken Unvanı”, THT dergisi, s.1(Ankara 1944), s.67-73 30 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World İltutmuş'a bildirmişlerdir. Bunun üzerine Sultan, "Benim oğullarım işret ve gençlik zevkleriyle meşguldürler. Hiçbirisinde memleket idare edecek kabiliyet yoktur. Dolayısıyla ülkedeki düzeni muhafaza edemezler. Biliniz ki, benim ölümümden sonra veliahdlığa hiçbirisi Raziye'den daha layık değildir”19 “Zira, Raziye her yönden erkek kardeşlerinden üstündür. Gerçi şeklen kadındır ama, zeka ve basireti erkekten farksızdır“20 sözleriyle devlet idaresinde alışılmışın dışında kararlar almış, askeri bir topluma kadın bir hükümdar adayı gösterecek kadar gerçekçi ve sağlıklı düşünmüştür. Sultan Şems ed-din İltutmuş'un vasiyeti ve kendisinden sonra yerine geçecek hükümdarı bizzat belirlemesine rağmen onun ölümünden sonra Türk emir ve melikler bunu uygulamadılar ve 21 Şems eddin İltutmuş'un oğlu Firuz Şah’ı tahta geçirdiler. Babasının da belirttiği üzere Devleti yönetecek niteliğe sahip olmayan Firuz Şah eğlence ve sefaya dalarak babasının bin bir güçlükle topladığı hazineyi boşaltmış, tecrübeli yöneticilerinin sözlerine önem vermemesi yüzünden de devlet idaresi tam bir kargaşa içine sürüklenmiş. Şems ed-din İltutmuş’un, Firuz Şah yerine Raziye’yi tahta geçirmek istemesindeki neden de bu idi. Oğlunun basiretsiz yönetiminden istifade ederek güç kazanan Sultan'ın annesi22 , daha önce kıskandığı pek çok cariyeyi çeşitli zulümlere maruz bıraktırdığı gibi, bunlardan bazılarını da öldürterek sarayda adaletsiz ve kanlı sahnelere neden olduğu gibi Başkent'te saltanata ortak olmaması için Raziye'yi ortadan kaldırmak amacıyla faaliyetlere girişir, başarılı olur ama Devlethanenin damına sığınan Raziye'de boş durmaz ve buradan yaptığı heyecanlı konuşmayla galeyana gelen halk, bazı meliklerle birlikte Devlethane'yi kuşatarak Sultanın annesini tutuklamışlar ve Raziye'yi Dehli Türk Sultanlığı tahtına oturtmuşlardır.23 Ve Raziye’nin''katiller katledilmelidir'' emri üzerine 29 Kasım 1236’da öldürülmüştür24 . Sultan Raziye’nin başında olduğu devlet ‘Dehli Türk Sultanlığı’dır. Ve böylece tarihte ilk kez bir kadın hükümdar olmuştur. Sultan Raziye, ilk iş olarak Sultan Rükneddin Firuz Şah zamanında ihmal edilen kanun ve gelenekleri tekrar canlandırdı25 . Böylece kanun hakimiyetini sağlayarak yeni bir barış ve sükunet dönemi başlatmış oluyordu. Onun bu tavrı etkisini göstermiş ve Sultan Rükned-dın Firuz Şah'a karşı isyan eden Lakhnauri Valisi Melik izz ed-din Togan Han Tuğul, Raziye'nin yüksek hakimiyetini tanıdığını bildirerek yeniden merkeze bağlandı. Bu hareketinden dolayı da muhtariyet simgesi olan Çetr ve kırmızı bayrak gönderilerek gönlü hoş edilmiştir. 26 Sultan Raziye'nin tahta geçişini izleyen en önemli olay Nur Türk27 adlı alim bir kişinin Hindistan'ın değişik bölgelerinden başına topladığı Karmati ve Mülahidelerden oluşan bir grup ile başlattığı isyandır. Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında vezirlik makamında olan Tacik zümresinden Nızamü'lMülk Muhledd Cüneydi, daha önce isyan ettikleri sırada Kilughari ‘de Sultan Rükn ed-din Firuz Şah'ı terkederek yanlarına sığındığı Melik ‘Ala ed-din Canı, Melik Seyf ed-din Kuçı, Melik 'İzz ed-din Muhammed Saları ve Melik 'İzz ed-din Kebir Han Ayaz aralarında anlaşarak Raziye'nin hakimiyetini tanımamışlardır. Dehli önlerine kadar gelen bu melikler ile anlaşma sağlanamaması üzerine Oudh Valisi Melik Nusret ed-din Taisı aldığı emirle isyancılara karşı harekete geçmiş fakat Ganj nehrini geçerken aniden saldıran Melik Seyf ed-din Kuçı'ye esir düşen Taisi bunu onur meselesi yapmış ve bu duruma dayanamayarak kısa bir süre sonra vefat etmiştir28 Cüzcani I, s.454 I, s.458 21 Cuzcani 1, s.455'de yer alan Şehzade Nasır ed-din M ahmud'un 1229 yılında Lakhnauti'de ölmesinden sonra Sultan'ın hayatta kalan en büyük oğlu olması sebebiyle Firuz Şah'ın, halkın ve meliklerin ümidi haline geldiği hususunda kayıt daha çok meliklerin isteğini yansıtır. 22 Firuz şah’ın annesinin isminin verilmediği, ''Terken Hatun" diye anıldığı görülmektedir. Kaynaklardan bu Hatun'un Raziye'nin annesinden başka birisi .,.' olduğunu anlaşılmaktadır. 23 İsemi, s.l26 vd. da Raziye'nin isyancı meliklere babasının vasiyetini hatırlatarak, içerisine düştükleri durumdan ancak kendisini tahta geçirmek suretiyle kurtu1abileceklerine inandırmış ve ''kutsuz oğuldan, kız iyidir...'' diyen meliklerini birkaç seneliğine denenmek üzere buna rıza gösterdikleri belirtilir. 24 İbn Battuta ll, s.37 25 Cüzcani 1, s. 458 : Nizam ed-din Ahmed. s.66 : Fırişte 1, s.ll8 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd. 26 (25) Cüzcanj ll, s. 13 vd 27 Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of M uhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864, (s.646'da Nur ud-din olarak kaydilen bu kişi Türk olarak gösterilir). 28Cüzcani I,s. 458 : Es-Sibrindi, s.25 : Ferişte 1, s.119 (27) Cüzcani ll, s. 3 19 20 Cüzcani 31 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Raziye, aldığı tedbirler ve büyük bir ustalıkla uyguladığı politika 29 sayesinde çok geçmeden muhaliflerin bölünmelerini sağlamıştır. Nitekim Sultan'ın tarafına çekilen Melik İzz ed-dın Muhammed Saları vasıtasıyla Melik 'İzz ed-din Kebir Han Ayaz da muhaliflerden ayrılmış ve bu ikisi ile yapılan gizli anlaşma, diğerlerinin dağılmalarına sebep olmuştur. Anlaşmaya göre bu iki melik, diğer isyancıları yakalayarak Sultan'a teslim etmeyi kabul etmekteydiler. Günümüz araştırmacılarından bazıları, bu meliklerin arkadaşlarına ihanet etmediklerini, ancak Sultan Raziye’nin yaydığı böyle bir dedikodunun melikler arasındaki birliği parçaladığını yazmakta 30 iseler de kaynakların açık ifadeleri bu savı kabul etmemektedir. Sultan Raziye'nin tedbirleri karşısında savaş meydanını bırakarak hızla kaçmaya başlayan isyancı melikler, kendilerini takip eden kuvvetlerin ellerinden kurtulamayarak, ele geçirildikleri çeşitli bölgelerde öldürülmüştür. Bu sırada Sirmur tepelerine kaçan Nizamü'l-Mülk Muhammed Cüneydı de orada öldü. Bu olaydan sonra iyice güçlenen Raziye, devlet işlerini yeniden düzenlemek üzere harekete geçti ve önemli mevkilere kendisine taraftar olan kişileri getirdi 31 . Dehli Sultanlığı yeniden huzura kavuşmuş, bu vesileyle de Lakhnauti- Dipal arasında hüküm süren bütün emir ve melikler de buyruk altına alınmışlar. Sultan Şems ed-din İltutmuş zamanında, 1226 yılında Dehli'ye bağlanan Retenbur, onun ölümünden kısa bir müddet sonra Hindular tarafından kuşatılmış ve iç çekişmeler yüzünden gerekli yardım gönderilememişti. Sultan Raziye, tahttaki yerini sağlamlaştırıp, düzeni tekrar tesis ettikten sonra ilk iş olarak Retenbur kalesinde mahsur kalan Müslümanların kurtarılması için çalışmalara başlar. Hazırladığı güçlü bir ordu, Kutluğ Han ünvanıyla “Ordu Naibliğine'' atanan melik Seyf ed-dın Aybeg'in aniden ölmesi yüzünden Melik Kutb ed-din Hüseyin komutasında çok az bir gecikmeyle harekete geçildi. Sultan Raziye, Devletin önemli mevkilerinden birine Habeş asıllı Melik Celal ed din’i atamış. Bu durum melikler arasında hoş karşılanmamış ve “ kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek ve fil üzerinde açıkça halk arasında dolaştığı” için eleştirmeye yıpratmaya başlamışlar, bu bahane ile Galyur bölgesinde karışıklık başlatmışlardı. Sultan Raziye Hükümdarlık ordusunu bölgeye sevk etmiş ve karışıklığı sona erdirmiştir. Bu defa yine bilinmeyen bir nedenle Pencap bölgesinde isyan başlamış ve Lahor valisi Kebir Han Ayaz’ın Galyur olayından başarısız çıkan merkezdeki muhalifler tarafından kışkırtıldığı sanılmakta. Sultan Raziye hükümdarlık ordusunun başında ısrarla takip sonucu Kebir Han Ayaz geri çekilmiş ama Sultan Raziye işini bitirme yerine, anlaşma yoluna gitmiş ve Ayaz yeniden merkeze bağlanırken Raziye de Dehli’ye geri dönmüş. Dehliye döndükten 20 gün kadar sonra Taberhinde meliki İhtiyar ed-dın Altuniye, Habeş asıllı Cemal ed-dın Yakut’un üstün mevkiye getirilmesini bahane ederek isyan etmiş. Bu isyanı bastırmak üzere 3 Nisan 1240 günü büyük bir orduyla Başkent’ten ayrılıp Taberhindi’ye ulaştığında Türk emir ve melikler ayaklanarak Cemal ed-dın Yakut’u öldürmüş, Sultan Raziye’yi de Taberhinde kalesine göndermişlerdir. Raziye, Taberhinde kalesinde hapiste bulunduğu sırada Dehli'de önemli olaylar cereyan etmiş, Naibü'l-Mülk tayin edilerek iktidarı ele geçiren Melik İhtiyar ed-dın Aytigin öldürülmüş ve Melik Bedr ed-dın Sungur Rumi, Emir-i Hacib olarak tayin edilmişti. Bu sırada Taberhinde Meliki Melik İhtiyar eddın Altuniye ile Raziye de evlenmişti. Bu evlilik Melik Altuniye'nin çok yakın arkadaşının intikamını almak istemesi veya hırsı 32 kadar Raziye'nin de parlak vaadlerinin bir sonucudur aynı zamanda. 33 Giriştiği ilk harekette başarılı olamayarak Taberhinde'ye geri dönen Raziye, dağılan birliklerini toparlayıp, yeniden düzenledi. Bu sırada isyan ederek Başkent'ten ayrılan Melik İzz ed-dın Muhammed Saları ve Melik İhtiyar ed-dın Karakaş Han Aytigin'in kuvvetleriyle kendilerine katılmalarıyla iyice güçlenen Raziye ile Altuniye'nin birleşik kuvvetleri, ikinci kez Dehli üzerine Datta, An Advanced History of India, London, s.286'da bu politika günümüzdeki ifadesiyle "süper diplomasi" olarak nitelendirilir 30 Bkz. Y .H. Bayur, Hindistan Tarihi 1,İlkçağlardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar, Ankara 1949, s.283 31 Cüzcani 1, s.459 : Es-Sihrindi, s.25 vd. 32 M . Aziz Ahmad, Politicial History and Institutions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948. s.203 33 Bkz.lsemi, s.133 29 R.C.M ujumdar-H.C. Raychaudhuri-K. 32 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World yürüdü. Ancak 13 Ekim 1240'da 34 Dehli kuvvetleri tekrar galip geldi. Bunun üzerine kaçmaya çalışan Raziye'yi Kayhtal sınırları yakınlarında etrafındakilerin hepsi kendisini terketti. Düz bir arazide tek başına, yorgun olduğu halde aç ve susuz kalan Raziye, bir Hindu çiftçiden istediği ekmeği yedikten sonra yorgunluğun tesiriyle uyuduğu bir sırada üzerindeki değerli elbiselere tamah eden söz konusu Hindu çiftçi tarafından, 14 Ekim 1240 günü öldürülerek35 , bir tarlaya gömülmüştür. Kısa süre sonra bu durum anlaşılmış ve Raziye'nin teşhis edilen cesedi, dini törenle aynı yere tekrar defnedilmiştir . Sonraları üzerine bir kubbe de yapılan Cemne nehri kenarındaki bu kabrin bir ziyaretgah haline geldiğini İbn Battuta haber vermektedir36 . Sultan Raziye, Dehli Türk Devletinin en büyük hükümdarı olduğu gibi, Hind-Türk tarihinin en önemli şahsiyetlerinden biridir. Ferasetli ve olgun olmasının yanı sıra, hükümdarlık için gerekli pek çok özelliği, babası tarafından da takdir edildiği gibi, şahsında toplamış bulunuyordu. Firişte’nin kayıtlarına göre Sultan Raziye'nin aynı zamanda çok güzel Kur'an okuduğu ve iyi bir eğitim aldığı 37 anlaşılmış; İbn Battuta Raziye için "Yay kuşanmış olduğu ve maiyeti etrafında bulunduğu halde erkek gibi ata biner ve yüzünü örtmezdi." Demektedir. 38 Cüzcani,onun file bindiğini açıkça belirtmesine rağmen ata bindiğinden hiç bahsetmemektedir. Dolayısıyla İsemı ve Nizam ed-dın Ahmed'in kaydettikleri şekilde, Raziye'nin ata binerken Habeş asıllı memluk Emır-ı Ahur Cemal ed- dın Yakut tarafından koltuk altından tutularak yardım edilmesi 39 gibi onun terbiyesi aleyhine yöneltilen ve daha sonraki eserlerde de sıkça tekrar edilen40 bir takım iddialar, en ufak bir ima yoluyla da olsa, Cüzcanı'nin kayıtlarında yer almamıştır. Sultan Raziye, Sultanlığı’nın son dönemlerinde tam bir erkek kimliğine bürünmüş, elbiselerini atmış ve file binerek halk arasına çıkmıştı 41 . Yukarıda da belirtildiği gibi bu tavrıyla birlikte toplantılara ve halkın arasına yüzü açık olduğu halde iştirak etmesi 42 eleştirilere sebep olmuştur. Sultan Raziye, adeta çelikten bir elle hakimiyetini bir müddet daha sürdürdüğü halde, bu konu onun tahttan indirilmes i için önemli bir neden sayılmıştır. Kirman Selçuklularında görülen43 ve daha sonra Balaban'ın da ifade ettiği gibi, o dönemin genel eğilimine göre hükümdarın askere ve halka yüzünü fazla göstermesi pek hoş karşılanmamaktaydı 44 . İsemı de “Akıllı kadınların başına külah yaramadı ki, erkeklerin başına huzurdan hususi va'zedildi.(Allah tarafından verildi)... (Öyleyse biz) Memleket gelinini bir erkeğe verelim, onun başına efendilik külahını koyalım” 45 diyerek, Türk emir ve melikleri harekete geçiren esas gerekçeyi böyle açıklamıştır. Sultan Raziye “saltanatı esnasında, kendisinden altıyüz sene sonra "Hindistan İmparatoru” ilan edilen İngiltere Kraliçesi Elizabeth II gibi kadınsı davranışlar göstermemiştir, M. Aziz Ahmad'in de belirttiği üzere, her yönden erkek gibi kuvvetli, hatta erkek bile olduğu rivayet edilen bir Türk kadını olup; hükümdarlığı sırasında harem entrikaları yerine halkın arasına girerek onlara ve Türk emir ve meliklere karşılarındakinin güzel bir kadın olduğunu unutturmuştur46 . Sultan Raziye için Cüzcanı her ne kadar ''büyük, akıllı, adaletli, kerim, alimleri hoş tutan, adil, adalet yayan, ahalisini besleyen ve ordu-çeken bir padişahtı. Padişahlara gereken bütün vasıflarla donanmıştı. Fakat, yaratılışta erkeklerin hesabından nasibini almamıştı. Bütün bu seçkin sıfatlar ona ne fayda verir” 47 demekte ise de, erkekler arasında bir kadının gösterebileceği davranışları asla yapmayan ve böylelikle ayrı cinsten olmanın ortaya çıkaracağı olumsuzlukları büyük ölçüde gidermeyi başaran Raziye, aynı zamanda aktif ve güçlü bir siyaset uygulamaktan da geri kalmamıştır. 34 Ferişte 1,(bu t arih 23 Eylül 1240 olarak verilmekte. s.l36'da Raziye'nin M elik Altuniye ile birlikte Hindular tarafından öldürüldüğü kaydedilmiş. 36 Bk. İbn Batuta s.38 37 Ferişte 1, s.l18 38 İbn Batuta. s.37 39 Bkz.Isemi, s.l29 : Nizam ed-din Ahmed, s.67 40 Örnek olarak Bkz. Ferişte 1, s.19 : Bedauni, M untakhabut Tevarikh 1, (nşr. A.A.Kebir ed-dİn Ahmed, Calcuta 1868, s.84 41 Cüzcani 1, s.460:Isemi , s.l28 : Es-Sihrindi, s.26 : Nizam ed-din Ahmed, s.67: Bedauni. s.84 42 Isemi, s.l28 vd. da bu toplantı1arın tasviri yapılır. Ayrıca Raziye'nin böyle bir toplantıda tahtta otururken, tacı üzerinden omuzlarına ve sırtına inen başörtülü. ama üzü açık şekliyle gösteren bir minyatür için Bkz. B. Üçok:. İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Ankara 1965. s.49 43 Bkz. E. M erçil. Kirman Selçukluları Tarihi. İstanbul, l980, s.251 44 Bkz. Nizam ed-din Ahmed. s. 79. 45 lsemi, s.l29 vd. 46 M Aziz Ahmad, a.g.c. s.195 47 Cüzcani I, s.457 35 Isemi; 33 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Sultan Raziye meliklerce tahttan indirilmek istendiğinde bunu kabul etmemiş, kurmak istediği düzeni sonuna kadar götürmek hususundaki azmini, saltanatı ele geçirmek için üst üste yaptığı ve hayatına mal olan hamlelerle göstermiştir. Yalnız Türk tarihinde değil dünya tarihinde bile bir benzerine rastlanmayan iftihar edilecek bir Türk kadını tipini temsil etmektedir. Yaşadığı felaketlere rağmen, yılmayan emsalsiz cesaret ve yiğitliği yanında Sultan Raziye'nin bir özelliği daha vardı, ŞİİR. Şiire karşı büyük bir yetenek olduğu kayıtlara geçmiş ve ''Şirin-i-Dihlevı'' veya ''Şirin-i Gun'' mahlaslarıyla yazdığı beyitleri kendi zamanındaki TürkFars edebiyatının en güzel örnekleri olduğu kabul edilmektedir. 48 Bunun yanında Aligarh Muslim Universitesi Profesörlerinden Dr. Ekmel Eyyubı'nin Ord. Prof. Dr. Az. Velidı Togan'a atfen verdiği bilgiye 49 göre Raziye'nin Türkçe şiirlerinin toplandığı bir divanı da bulunmaktadır. Eğer bu bilgi doğrulanırsa, Sultan Raziye Türk Edebiyatı Tarihin de bilinen ilk Türk Kadın Şairliğinin yanı sıra ilk Türkçe divan sahibi olma vasfını da kazanacaktır. Duygu dünyasının zenginliği yanında, iyi bir yönetici özelliklerini de sergileyen güçlü iradeli bu kadın şairimiz dünyanın ilk kadın şairidir. Sultan Raziye bir de o dönem geleneklerinin aksine “kadın elbiseleri ve örtüden çıktığı, cüppe giyip, külah örterek halkın arasında dolaştığı” için eleştiriler almıştır50 . Kıyafette de devrim yapmış ve o dönemdeki geleneklerin aksine yüzünü de örtmeyen, çok iyi kuran okuyan, yöneticilik yeteneği mükemmel, cesur, akıllı zeki ve şair olan Raziye’ nin tüm dünyaya duyurulması gerekmektedir. Cüzcani I, II İbn Battuta ll, KAYNAKÇA Cüzcani, Tabakat-ı Nasırı, A General History of M uhammedan Dynasties of Asia 1, (nşr. H.G. Raverty), Calcutta 1864. R.C.M ujumdar-H.C. Raychaudhuri-K. Datta, An Advanced History of India, London . Bayur , Y .H. (1949), Hindistan Tarihi 1, İlk çağlardan Gurkanlı Devletinin Kuruluşuna Kadar, Ankara 1949. Ahmad, M . A.(1948), Political History and Inslilions of the Early Turkish Empire of Delhi (l290). Lahor 1948. Ferişte 1 Üçok, B.(1965). İslam Devletleri’nde Türk Naibeler ve Kadın Hükümdarlar. Kültür Bakanlığı Ankara 1965. E. M erçil(1980). Kirman Selçukluları Tarihi. İstanbul, l980. Nizam ed-din Ahmed. Çöhçe, S(2001), Dehli Türk Sultanlığı Tarihi, M alatya 2001. Çöhçe,.S. V. ”, (1985). M illetlerarası Türkoloji Kongresi, "Delhi Türk İmparatorluğu'nda Sultan Şems ed-dîn İltutmuş'un Kırk Kölesi: Çihilganilerin Kimlikleri ve Oynadıkları Roller Togan, A. Z. V.(1960). Tahran Kütüphanelerinde Hindistan’dan Gelen Eserlerde Çağatay Dili ve Temürlü Sanat Abideleri., 1960. Beşinci M illetlerarası Türkoloji Kongresi 21 Eylül 1988 tarihinde İstanbul Üniversitesi’nde yapılmış ve bu kongrede sunulan tebliğlerden Ekmel Eyyubi’nin tebliğinde de Velidi Togan’a atfen Türkçe Divanın varlığı ifade edilmiştir. Ancak söz konusu dönemde tebliğler maalesef basılmamıştır. 48 Bkz. B. Üçok, a.g.e. .s.Sl vd bilgi 6. M illetlerarası Türkoloji Kongresi'nin 21 Eylül 1988 tarihli Oturumunda sunduğu tebliğinden sonra yapılan açıklama ile ortaya konulmuştur. 50 Es-sihrindi, s.26 49 Bu 34 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Magazin Haberlerinde Toplumsal Cinsiyet Temsili: Alem, HaftaSonu ve Şamdan Plus Dergilerinin Anlambilimsel Analizi Gender Mainstreaming Representation in Tabloid News: The Semantic Analysis of Alem, HaftaSonu and Şamdan Plus Magazines Ayşe ÇATALCALI1 1Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi, İzmir-Türkiye, ayse.catalcali@ege.edu.tr ÖZET: Toplumsal değişim süreciyle birlikte, M edya endüstrileri yoluyla yayılan modern ve postmodern değerler, sunulan haber ve fotoğraflar ile üretilen söylemler, kadın ve erkek kimliği üzerinden yeniden pekiştirilmektedir. Geleneksel toplumlarda erkeğin gerisine düşen, modern toplumlarda ise “süper kadın kimliği”nin ardında sorumluluk alan kadını, kitle iletişim araçları, yarattığı “eril ve dişil sunumlar” ile günümüzün postmodern gerçekliği içinde ve toplumsal cinsiyet ayrımını pekiştirir yönde kullanmaktadır. M edya, haber ve fotoğraflarıyla kullandığı dilin, toplumsal yapıyla bir bağlantısı bulunmakt a ve incelenmesi gerekmektedir. Kitle iletişim araçlarından biri olan dergiler de toplumsal cinsiyet temsillerini gerek haberler gerek fotoğraflar gerekse de derginin bütün evreni içinde, yarattığı cinsiyete ait metaforlar doğrultusunda söz konusu cinsiy et ayrımcılığını desteklemektedir. Bu araştırmanın amacı, magazin dergileri Alem, Haftasonu ve Şamdan Plus dergilerinde toplumsal cinsiyet temsillerinin nasıl ele alındığı üzerinedir. Söz konusu dergilerdeki kadın ve erkek kimliğinin temsil ediliş şekli ve beklenen roller incelenmektedir. Anahtar Kelimeler: Dergiler, magazin, kadın, toplumsal cinsiyet, ABS TRACT: Together with the process of social change, the modern and postmodern values disseminated through media industries, the discourses created by the presented news and photographs, are once again reinforced through female and male identities. With the “masculine and feminine representations” it creates the mass media in today’s postmodern reality uses the woman who falls behind the man in traditional societies and bears responsibility behind the “super woman identity” in modern societies, towards reinforcing gender mainstreaming discrimination. The language media uses through news and photographs has a connection to social structure and needs to be exemined. M agazines as one of mass media devices support gender representation discrimination through news, photographs and the gender metaphors created in the world of the magazine. The purpose of this research is to define how gender mainstreaming representation is approached in Alem, HaftaSonu and Şamdan Plus magazines. The manner of representation and the anticipated roles are exemined in the aforementioned magazines. Keywords: M agazines, tabloid, woman, gender mainstreaming, 1. TOPLUM, TOPLUMSAL CİNSİYET VE MAGAZİNLEŞME KAVRAMLARI Medya endüstrileri yoluyla yayılan geleneksel, modern ve postmodern değerler, toplum yapıları içindeki kadın ve erkek kimliklerini, sundukları haber ve fotoğraflar aracılığıyla pekiştirmektedir. Bu doğrultuda, çalışmanın kuramsal bölümünde, geleneksel, modern ve postmodern toplum yapıları içinde kadın ve kimlikleri ele alınmakta, Türkiye’deki toplumsal cinsiyet kalıpları ve magazinleşmeye dikkat çekilmektedir. Araştırmacı Kellner’e göre, geleneksel toplum yapısı, küçük bir toprak parçasında az sayıdaki nüfusun birbiri arasındaki derin ve yakın ilişkilerin söz konusu olduğu bir toplum çeşidi olarak vurgulanmakta ve bu toplum yapısı içinde, manevi değerlerin, aile bağlarının, toplumsal dayanışmanın vb. gibi unsurlaraönem verildiğine işaret edilmektedir. Bu toplum yapısında ekonomik yapı da son derece basittir. Dolayısıyla işbölümü ve uzmanlaşma gelişmemiştir(2003: 195). Araştırmacı Dönmezer’e göre de, geleneksel toplum örgütlenme biçimi ağırlıkla hısımlığa dayanan, yavaş değişen, az sayıda ve birbiriyle yakın ilişkideki insanlardan oluşan, işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmediği toplum tipidir(1999: 224).Önal Sayın’a göre ise, geleneksel toplum, işbölümü ve uzmanlaşmanın gelişmediği, sınırlı bir toprak parçası üzerine yerleşmiş, nüfusun az, toplumsal kontrol mekanizmasında görevini geleneklerin üstlendiği, üyeler arası sıkı ve yakın ilişkilerin egemen olduğu ve “biz” duygusunun ön planda olduğu toplumdur(Sayın, 1990:76). Emre Kongar’ın Levy’den aktardığına göre(Kongar, 1996:233-234), geleneksel toplum kısaca şöyle tanımlanmaktadır: “a.Geleneklerin egemen olduğu toplum, b. İnsan ilişkilerinin duygusal, toplumsal özel standartlara yönelmiş, başka kişileri kendilerine atfedilen özelliklere göre değerlendiren ve yaygın ilgilere yönelen toplum, c. Emek yoğun üretimin egemen olduğu toplum, d. Örgütlerin ihtisaslaşmadığı, karşılıklı bağımlılıkların bulunmadığı, insan ilişkilerinde geleneklerin, özel ilkelerin, fonksiyonel yaygınlığın hakim olduğu, merkezileşme eğilimlerinin görülmediği, Pazar ve para 35 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ekonomisinin ve bürokrasinin gelişmediği, ailenin birinci grup ilişkilerin egemen olduğu, nüfusun çoğunun köylerde yaşadığı tarım toplumu, e. Endüstrileşme ve kentleşmenin görülmediği toplum”. Geleneksel toplum yapısı sonuç olarak, durağan bir yapıya sahip, ekonomisi tarıma dayalı, düşük okuma yazma oranına sahip, teknolojik düzey geri kalmış, düşük hayat standartlarına sahip, yatay ve dikey hareketlerin olmadığı, sosyal hayata yüzyüze ilişkilerin yoğun olduğu, yönetimde kanun ve kurallardan ziyade geleneklerin hakim olduğu, inanç ve düşünüş biçimlerinde kaderci zihniyet ve anlayış egemen olduğu bir toplumsal yapı olarak görülmektedir. Bu tip toplumlarda bireylerarası ilişkiler samimi olup, bireyler akrabalıklarla birbirine kan yoluyla bağlanmakta ve yüz yüze iletişim kurmaktadırlar. Kadınlar ise, erkeğin geri planına düşmüş, ikincil plandadır. Diğer bir toplum yapısı modern toplum yapısıdır. Modernleşme ise, bilimsel, teknolojik keşif ve yenilikler, sanayideki ilerlemeler, nüfus hareketleri, ulus devlet ve kitlesel hareketlerin meydana gelmesiyle birlikte ortaya çıkan sosyal ve ekonomik değişmelerin bütünü olarak tanımlanmaktadır.(Sarup, 1995: 156). Modernleşme, geleneksel toplum yapısından çıkılarak sanayinin, teknolojinin ve bilimin geliştiği, eğitim seviyesinin yükseldiği, kapitalist dünya düzeninin oluştuğu, bürokrasinin arttığı, kentleşmenin başladığı bir toplum yapısına dönülmüştür. Kellner’e göre modern toplumda kişi, kendini doğduğu yerin bir parçası olarak kabul etmez, bu gibi şeyleri yaşadıkça yani sonradan edinir. Modern toplumlarda, sanayileşmeye paralel olarak işbölümü de artmıştır. Dolayısıyla herkes birbirinin yaptığı işin sonucuna daha bağımlı hale gelmiştir. Bunun sonucu olarak da modern toplumlarda organik bir dayanışma ortaya çıkmaktadır. Buna göre insan, tüm bu toplumsal kimliklerin ve rollerin bir birleşimidir. Bir başka deyişle, modern öncesi çağa göre kimlikler istenilen sayıda artışa açık olsa da, yine de, postmodern çağdaki kimliklere göre sınırlandırılmış ve sabittir(2003:196). Modernleşmeyle birlikte ailenin işlevlerinde değişimler yaşanmakta aile bazı fonksiyonlarını diğer kurumlara devretmektedir. Modernleşme, geleneksel tarımsal üretim ve küçük çaplı el sanatlarına dayalı durağan bir yapıdan, sanayileşmiş okur-yazar oranının arttığı ulaşım araçlarının geliştiği dinamik bir yapıya geçiş olarak nitelendirilmektedir(Yılmaz, 1996:19). Postmodernizm toplum yapısı ise, modernizmin sonrasını ifade etmektedir. Postmodernizm konusuyla ilgili tartışmalar, ilkin güzel sanatlarda başlamış, daha sonra, 19801i yıllardan itibaren toplumsal kuramla ilgili olarak Batılı toplumların entelektüel yaşamında en tartışmalı alanlardan biri haline gelmiştir(Şişman, 1996:451). "Postmodern toplum" konusundaki tartışmalar, D. Bell'in "Kapitalizmin Kültürel Çelişkileri" ve "Endüstri Sonrası Topluma Geçiş" kitaplarındaki eleştirileriyle gündeme gelmiştir. Bell, Batı toplumlarında yaşanan bazı krizlerin, kültür ile toplumun birbirinden ayrılmasına kadar geri gittiğini ileri sürmüştür. Ona göre modern kültür, gündelik hayatın değerlerine sızmaya başlamış, sınırsız bir kendini ortaya koyma (self-realization) ve aşırı uyarılmış bir duygusallığın öznelciliği, yaşama egemen olmaya başlamış, hazcı (hedonist) motifler serbest bırakılmıştır. Ona göre, modern kültür, yaşamın ahlaki temelleriyle bir uyumsuzluk oluşturmuştur. D. Bell, Protestan ahlakındaki çözülmenin sorumluluğunu da bu kültüre bağlamaktadır(Habermas, 1994:34). Baudrillard, modern dönemi Freud’la Marx’ın çağı olarak görür ve postmodern dönemi bunlardan ayırmaktadır. Baudrillard’a göre ‘postmodern dünya anlamdan yoksundur; postmodernite teorilerin boşlukta süründükleri, güvenli herhangi bir limana demirlemedikleri bir nihilizm evrenidir(Kellner, 1993:234). Kısaca bu yapıyı şöyle tanımlamak mümkündür. “a. Daha küçük aile yapısı ve dar akrabalık bağları bulunmaktadır. b. Yaşamının çoğu sembolik düzenlemeler veya elektronik olarak hareket edebileceği şekilde geçer. c. Modern dünyanın olumsuzlukları karşısında karamsar bir tavır yerine ironik, alaycı bir tavır alınmaktadır. d. Kişiler daha çok beyinlerini çalıştırmaktadır. e. Modern yaşamı sorgulayan ve reddeden bir tavrı benimsemek, f. Medya elektronik ortamlarda takip edilmektedir. f. Fiziki mücadele yerine sembolik olarak mücadele edilmektedir. g.Fizik sel, Sembolik ve Toplumsal çevre atlamalıdır ve geniş sayıdadır. h. Bilgi özet şeklindedir ve depolanmış bilgiye yüksek bir gereklilik vardır. ı. Tek ve tartışmasız bir gerçek anlayışı yerine gerçeğin ancak bir parçasının bilinebileceğine inanılmaktadır. i. Sosyal roller seçimli ve sürekli farklılaşmaktadır.” Her üç toplum yapısı içinde, kadın ve erkeğin belirlenen rol kalıpları bulunmaktadır. Ancak öncelikle toplumsal cinsiyet kalıplarına değinmekte fayda vardır. Araştırmacı Demez’e göre(2005:29), toplumsal cinsiyet kavramı cinsiyetin biyolojik özelliklerinden bağımsız olarak kadın ve erkeğin 36 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World toplumsal algılanışlarına ve kültürel olarak kadın ve erkek olma sürecine işaret etmektedir. Toplum kadını ve erkeği tarihsel süreç boyunca bazı alanlara ait kılmakta; yaşanılan toplumsal yapı ve dönem kadının ve erkeğin sosyal işlevlerini belirlemektedir. Kadının ve erkeğin görünürlüğü ve değeri yine kültür tarafından belirlenmektedir. “Toplumsal cinsiyet” bireyin kendini kadın ya da erkek olarak nasıl algıladığını açıklayan bir kavramdır. Bireyin üyesi olduğu toplumun kültürü; bir kadın ya da erkeğin hayatta nasıl davranacağını, neyi nasıl düşüneceğini ve nasıl hareket edeceğini belirler ve herkesten de bunlara uymasını beklemektedir. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet kavramı bir kültürde kadın ve erkeğe biyolojik cinsiyeti nedeniyle uygun görülen ve dayatılan toplumsal ve kültürel davranış biçimlerini, beklentileri, sorumlulukları ve rollerin bütünü olarak da tanımlanabilmektedir. Toplumsal cinsiyeti, kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade eden bir kavram olarak tanımlayan Özlem Çelik ise (2008:8), “toplumsal cinsiyet biyolojik farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir tanımdır” demektedir. Medya ile sunulan gerçeklik, bireylerin tutum ve davranışlarını etkilemede ve değiştirmede oldukça etkilidir. Özellikle çocukların medyanın bu güçlü etkisinde kaçması oldukça zordur. Bireyler üzerinde medyanın (gazete, dergi, televizyon, vb.) model oluşturma etkisi tartışılmaz bir geçekliktir. Medyanın kadını ve erkeği sunuş şeklini, her yaştan birey örnek model olarak kabul etmektedir. Bu bağlamda medyada kadınların ve erkeklerin nasıl ve ne kadar gösterildikleri, hangi rol ve davranışlar içinde sunuldukları önem kazanmaktadır. Kadınlar genel olarak medyada birer “anne, ev kadını ve iyi bir eş” rolleri ile tanımlanmaktadır. Bu roller birçok kitle iletişim aracında çocukları ile ilgilenen anne, çocuklarına yemek hazırlayan ev kadını, evini temizleyen ev kadını ve eşini memnun edebilmek amacıyla ona güzel yemekler pişiren, eşinin kıyafetlerini yıkayan, ütüleyen bir eş olarak görülmektedir. Toplumda vurgulanan kadınsılık, kadının yerini ev olarak tanımlamaktadır. Bu görüşe göre, kadının en temel görevi evin ve ailenin düzenini sağlamak, çocukları yetiştirmektir. Ev düzeni ve çocuk yetiştirme olarak adlandırılan işler, yemek yapmak, temizlik yapmak, bulaşık yıkamak ve ütü yapmak gibi çeşitli ev işlerini kapsamaktadır. Betül Feyzan Birtek'a göre (2007:16) medya kurumları kadınlarla ilgili basmakalıp imajlar kullanır ve kadınların bağımlılığını, ikincil konumunu pekiştiren bir ideolojiye hizmet ederek onların eve ve aileye ilişkin rollerinin önceliğini vurgulamaktadır. Kadınlar televizyon kanallarından, içinde yasadıkları dünyanın bir erkek dünyası olduğunu ve kendi bakış açılarını değiştirmek durumunda olduğunu öğrenirler. Kadınlar çeşitli yayın organlarında “fedakâr anne, sadık, iyi eş” kalıplarının dışında cinsellikleriyle, erkek egemen söylemlerce tanımlanmış cinsel kimlikleriyle var olabilmektedir. Kadınlar medyada genellikle ev içindeki ev kadını, anne ya da hemşire, sekreter gibi geleneksel rolleriyle yer almaktadır. Ayrıca kadınlar iş ortamında başarılı gösterildikleri durumlarda ise özel hayatlarında mutsuz gösterilirler. Medyada kadınlar konusundaki bu söylem genel olarak kadını daha pasif, kolayca el konulabilir, hükmedilir, parçalarına ayrılıp çeşitli amaçlar için kullanılabilir seyirlik bir cinsel haz nesnesine dönüştürmektedir. Erkekler medyada her zaman mantıklı, hırslı, rekabetçi, güçlü, vahşi, dengeli ve dayanıklı olarak sunulmaktadırlar. Erkekler söz konusu olduğunda vurgu hep güç, performans ve beceri üzerindir. Erkekler kitle iletişim araçlarında spor, arabalar ve araba kullanmak, işe gitmek, evde dinlenmek ve eğlenmek ile ilişkilendirilmektedirler. Ayrıca erkekler genellikle para, sigorta ya da bireyler ile ilgili konularda birer otorite ve karar mercii olarak rol almakta ve bu konularda kendi fikirlerini sık sık dile getirerek diğer bireylerin kararlarında etkin rol oynamaktadırlar. Söz konusu kadın ve erkek kalıpları medyada ve özellikle magazin basınında da kullanılmaktadır. Türkiye’de magazinleşme, 1950’li yıllarda Demokrat Parti döneminde Amerikan yaşam tarzına sunulan ilginin artması, televizyonun hayatlarımızda daha önemli bir rolde yer almaya başlaması, birbirinden farklı alanlarda (moda, yemek, eğlence vb.) yayınlanan dergilerin daha çok tüketime yönelik olmaya başlaması Türkiye’de “magazin” in vitrine çıkmaya başladığının izlerini gözlemlediğimiz yıllardır.(Uzel, 2008:32) İnsanların haberi okuması ve bilgilenmek istemesinin en önemli nedeni merak duygusudur. Magazinin de önemli bir parçasını “merak” duygusu oluşturmaktadır. Magazin haberleri sanat ve sosyete dünyasının ünlü simalarının yaşantılarını konu almaktadır ve bu insanların yasayış tarzları, 37 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World diğer insanlarla olan ilişkileri, aşkları “merak” duygusu uyandırmaktadır. Toplum tarafından da sunulan bu renkli hayatlar merakla izlenmektedir. İzleyiciler ve okuyucular bu ünlü kişilerin üzüntülü ya da sevinçli yaşamları hakkında bilgi sahibi olurken aynı zamanda onlara sunulan bu haberlerin güvenilir olmasını da isterler. Araştırmacı Uzel (2008:45), magazin haberinin öncelikleri şöyle sıralamaktadır; "Şöhret sahibi olan insanların yaşantıları, aşkları, okuyucularda merak uyandıracak konular, renkli fotoğraflar, güncellik, uyum, çıkan dedikodulardan oluşur. Sıra dışılık, yeni başlangıçlar, aniden başlayan ya da biten ilişkiler, ünlü isimlerle ilgili haberler magazin haberinde çok önemli bir yere sahiptir. Magazin haberlerinde; ünlü ses, sinema ve tiyatro sanatçıları, manken ve televizyon dizilerindeki oyuncuların fotoğrafları, onlar hakkında çıkan yazılar sık sık yer almaktadır". Sonuç olarak magazin, günümüz medya anlayışı içerisinde çok önemli bir yere sahiptir. Magazin haberciliği her eğitim seviyesindeki okura seslenebilmesinden ötürü bu popüleritesini kazanmaktadır. Bu bağlamda magazin haberciliğinin amacını, eğlendirirken bilgi vermek şeklinde özetleyebiliriz. Bu amaçla yaşanılan dünyanın daha kolay algılanabilmesi için olaylar ve olguların sınıflandırılarak düşünülmesi, karmaşık bir yapının bütününü irdelemek yerine yapıyı temsil eden bir kişinin ele alınması gibi yöntemler denenmektedir. 2. ARAŞTIRMANIN YÖNTEM VE MATERYALLERİ Bu araştırmanın yöntemi, anlambilimsel çözümleme tekniğidir. Magazin dergilerinde toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl örüldüğünü ve klişeleşen kadın ve erkek kimliklerinin nasıl sunulduğunu incelemek için, Alem dergisinin 30 Ekim 2013 tarihli ve 1064 numaralı sayısı, Haftasonu dergisinin 30 Ekim - 5 Kasım 2013 tarihli ve 2013/44 sayılı baskısı, Şamdan Plus dergisinin 30 Ekim 2013 tarihli 489 sayılı yayını anlambilimsel çözümlemeyle incelenmekte ve değerlendirmeye varılmaktadır. 3. ARAŞTIRMANIN BULGULARI Haftasonu dergisi kapak analizi ilk olarak Bergüzar Korel idol sunumu üzerinden yapılmaktadır. Güzel, çekici ve ideal kadın formlarında sunulan Korel, modern kadını temsil etmektedir. "Karadayı'nın hakime hanımı" başlığıyla 'Karadayı' adlı dizide çalışmasına vurgu yapılan Bergüzar Korel, çalışan kadın rolünde sunulmaktadır. Kapakta yer alan diğer bir idol sunumu da “starlar galada” başlığıyla yapılmaktadır. Star olarak tanıtılan kadınlar ve erkekler modern yapının getirdiği bakımlı olma ve güzel görünme şartlarına uygun olarak ideal kadın ve ideal erkek rollerinde verilmektedir. İkinci olarak ele alınan haber, iç sayfa haberidir. “Arkadaş Buluşması” adlı haberde, Esra Dinçkök’ün iş adamı Raif Dinçkök’le evli olduğu vurgulanmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kadın haber eş rolünde sunulmaktadır. Kadının kendi başına bir birey olduğu göz ardı edilerek erkek üzerinden bir tanıtım yapılmış ve erkeğe bağlı bir kadın sunumu gösterilmiştir. Geleneksel toplumda görülen ataerkil yapı kadını erkeğe bağlı bir birey olarak göstermektedir. Ayrıca haberde erkek iş adamı rolünde sunulmaktadır. Üçüncü haber, “Sabah Sporu” başlıklı haberde Ahmet Hotiç’in Bebek’te yürüyüş yaptığı ve bu sırada telefonla konuştuğu anlatılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri bakımından erkek bu haberde 38 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World iş adamı olarak sunulmaktadır. Haberde Hotiç’in patronlarından olduğu ve telefonda iş görüşmesi yaptığı vurgulanmaktadır. Dördüncü haber de, kadın ve erkek hem eş rolünde hem de anne ve baba rollerinde sunulmaktadır. Çocuklarıyla vakit geçiren ve onları mutlu etmeye çalışan bireyler olarak gösterilmektedir. Haberde ayrıca çiftin mutlu olması 3 çocuğa bağlanmakta ve evli çiftlerin mutluluğu çocukta bulduğu mesajı sunulmaktadır. Bir diğer haberde de Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal’ın küçük oğlu Efe Özal ile alışveriş merkezindedir. Haberde, “Kızı ve yardımcısıyla birlikte dolaşan Sinem Hanım’ın çantasının renginin kızının kıyafetiyle aynı tonda olması dikkatlerden kaçmıyordu” denilmektedir. Şamdan Plus dergisi kapak analizine bakıldığında ise, “Anne olmak isteyen Derin MermerciAydın Çocuklar İçin Tasarladı" başlığında kadın anne rolündedir. Aynı şekilde "Şebnem, Joy Işık Ersoy Kızını ve Anneliği Anlattı" başlığında da kadın anne rolünde sunulmaktadır. "PetraNemcova Mücevher Tanıtımı İçin İstanbul'a Geldi" başlığında kadın çalışan kadın rolünde sunulmakta ve genç, güzel ve bakımlı sunulmasıyla da modern kadını temsil etmektedir. "Gül Saygı İlk Koleksiyonu İle Büyük Övgü Aldı" başlığında çalışan kadın rolündedir. Derginin kapağında ağırlıklı olarak genç, güzel, bakımlı ve başarılı kadınlar yer almakta bu da modern kadın temsili oluşturmaktadır. Haber analizlerine bakıldığında ilk haber, "Arkadaşlarıyla Yemek Molası Verdi" başlıklı haberdir. İş adamı olan Osman Çarmıklı'nın arkadaşlarıyla iş arasında yemek yediği anlatılmaktadır. Haberde erkek toplumsal cinsiyet rolleri bakımından 'iş adamı' rolünde sunulmaktadır. Toplumda erkeğe dayatılan en genel rol olan iş adamlığı erkeği çalışmak zorunda olan ve ailesine bakmak zorunda olan bir birey olarak sunmaktadır. İkinci haber ise, “Anne olduktan sonra telaşım törpülendi” başlıklı haberdir. Haberde, Şebnem Işık Ersoy’un anne olduktan sonra telaşının törpülendiği ve sakin bir yapıya sahip olduğu anlatılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolü bağlamında kadın “anne” rolünde verilmektedir. 39 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Alem dergisi kapak analizine bakıldığında ise, Şennur Hamamcıoğlu ve Yasemin Pirinçcioğlu’nun Geyre Vakfı’nı anlatması aktarılmaktadır. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından kadın “hayır” için çalışan modern kadın rolünde sunulmaktadır. Kadın sosyal sorumluluk sahibi bir birey olarak verilmekte ve toplumda öyle bir algının oluşması gerektiği sunulmaktadır. Derginin haber analizlerine bakıldığında; haberde erkek toplumsal cinsiyet rolleri bakımından iş adamı rolünde sunulmaktadır. Metin Fadıllıoğlu’nun iş adamlığı yönü ele alınıp haberde işlenmektedir. Haberlerde ayrıca modern kadın görüntülerine de rastlamak mümkündür. “Sportif ruhlu” başlığı ile kadın, sabah sporu yaparken görüntülenmekte ve modern kadın vurgulanmaktadır. 4. TARTIŞMA ve SONUÇ Bu araştırmanın özgünlüğü, bulgular ve sonuç çerçevesinde şu sonuçlara genel olarak varılmaktadır. Yapılan taramalara göre söz konusu dergiler üzerinden özellikle magazin dergiciliği üzerinde bir çalışma yapılmadığı gözlenmekte ve bu durum araştırmanın özgünlüğünü ortaya çıkarmaktadır. Araştırmanın bulgularına bakıldığında ise; Alem Dergisi'nde genel olarak kadın "anne, eş, çalışan kadın" rollerinde sunulmaktadır. Haberlerde yer alan eş rollerinde kadın, erkeğin arkasında ikinci planda tutulan ve kadının varlığının erkek üzerinden olduğu bir birey olarak aktarılmaktadır. Kadının mutluğu âşık olmasına ve çocuk sahibi olmasına bağlanmakta ve çocukların bakımı kadının en önemli göreviymiş gibi sunulmaktadır. Kadın çalışmasına rağmen çocuklarının bakımını aksatmayan ve sürekli onlarla vakit geçiren, “modern kadın” kimliğinde sunulmaktadır. Dergi içeriklerinde, annelik toplumsal rollerin en değerlisi olarak aktarılmakta ve erkek kimliği ise, genel olarak iş adamı rolünde sunulmaktadır. Erkek genç yaştan itibaren çalışan ve kariyer yapan bir birey olarak vurgulanmaktadır. Şamdan Plus Dergisi'nin haberlerinde kadın "anne, eş, fedakar anne, genç, güzel, bakımlı” ve kimi verilerde ise, “başarılı ve çalışan kadın” rollerinde sunulmaktadır. Bunun yanı sıra, kadının fiziksel görünüşü ön plana çıkartılmakta ve bu bağlamda kadın metalaştırılmaktadır. Dergide aile, anne, baba ve çocuklardan oluşan “modern aile” yapısında verilmektedir. Şamdan Plus dergisinde erkek genel olarak iş adamı rollünde verilmekte ve erkek çalışan ve para kazanan bir birey olarak sunulmaktadır. Hafta Sonu Dergisi'nin haberlerinde ise, kadın stereotipleri (kalıpyargılar) "anne, eş, çalışan kadın, bakımlı güzel kadın" rollerinde sunulmaktadır. Dergide kadın, çalışan ve kendi ayaklarının üstünde durabilen modern bir yapıda aktarılmaktadır. Dergideki kadınlar bakımlı, güzel ve fiziki bakımdan ideal kadın formlarında sunulmakta ve bu bağlamda kadın metalaştırılmaktadır. Haber içeriklerinde, erkek ise "baba, eş ve iş adamı" rollerinde sunulmaktadır. Erkek çalışan ve eşi ve çocuklarının geçimi için para kazanan bir birey olarak kamusal alanda yer almaktadır. Hafta Sonu dergisinin haberlerinde ailelerin mutluluğu çocuk sahibi olmalarına dayandırılmakta ve çocuk bakımı kadının sorumluluğunda sunulmaktadır. Çalışmada araştırmanın hipotezini oluşturan "Magazin içeriğine sahip dergiler, çeşitli fotoğraf, haber ve diğer içeriklerinde toplumsal cinsiyet ayrımına yönelik kadın ve erkek imajlarını geleneksel, modern ve postmodern yapı çerçevesinde farklı konumlarda yansıtmaktadır. Böylelikle dergilerin yayın politikalarına göre kadın ve erkek temsilleri ön plana çıkmaktadır" söylemi doğrulanmaktadır. 40 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 5. KAYNAKLAR Birtek, B.F. (2007).Toplumsal Cinsiyet Açısından Sosyal Değişimlerin Türk Sinemasında Erkek Kimliklerine Yansıması: Koca Rolü (1980–2000 Yılları Arası), İstanbul: M armara Üniversitesi. Çelik, Ö.(2008). Ataerkil Sistem Bağlamında Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Benimsenmesi, Ankara: Gazi Üniversitesi. Demez, G. (2005). Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi, İstanbul: Babil. Dönmezer, Sulhi,(1999). Toplumbilim, İstanbul: Beta. Habermas, J. (1994). Modernlik: Tamamlanmamış Bir Proje, Çev: Necmi Zeka, İstanbul: Kıyı. Kellner, D. (2003). Popüler Kültür ve Postmodern Kimliklerin İnşası,Çev: Gülcan Seçkin, Doğu Batı: İstanbul, Sayı: 15. Kongar, E.(1996). Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği, İstanbul:Remzi. Sarup, M adan, (1995). Postyapısalcılık ve Postmodernizm, Çev: A. Baki Güçlü, Ankara: Ark. Sayın, Önal, (1990). Aile Sosyolojisi, İzmir: Ege. Şişman, M . (1996). Posmodernizm Tartışmalar ve Örgü Kuramındaki Yansımaları, Eğitim Yönetimi, Yıl.2.Sayı:3 Uzel, G. (2008).Magazin Basınında "Anne" İmgesi ve" Annelik":"Kelebek" Magazin Eki Üzerinde Bir İnceleme, Ankara: Ankara Universitesi Yılmaz, A. (1996). Modernden Postmoderne Siyasal Arayışlar, Ankara: Vadi. 41 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Cinsiyete Dayalı Zeka Düzeyi Algı Çalışmalarının Değerlendirilmesi Gender-Based Intelligence Level of Perception Study Evaluation Ayten İFLAZOĞLU SABAN1 1Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi, iayten@cu.edu.tr ÖZET: Bu araştırmanın amacı, cinsiyete dayalı zeka düzeyi algılarını belirleme ile ilgili olan ve google akademik veritabanına kayıtlı ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan makaleleri araştırma sistematiği ve cinsiyet -zeka ilişkisi bağlamında incelemektir. Araştırma, nitel araştırma metodolojisi kapsamında yürütülmüş betimsel bir çalışmadır. Araştırmada veriler, doküman analizi yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Google akademik veritabanı “cinsiyet ve zeka” anahtar kelimesi kullanılarak taranmıştır. Analize dahil edilecek makalelerin 1990-2015 yılları arasında hakemli ulusal ya da uluslararası bir dergide yayınlanmış olması koşulu aranmıştır. Ulaşılabilen 95 makale incelenmiş bunlardan 85’i. araştırma örneklemini oluşturmuştur. Verilerin analizinde içerik analizi kullanılmıştır. Araştırma sonuçları; zeka düzeyi algısını en çok kültür ve cinsiyetin etkilediğini ortaya koymuştur. Çoğu kültürde erkekler kendi zekâ düzeylerini bayanlara nazaran daha yüksek tahmin etmişlerdir. Hem kadınlar hem de erkekler babalarının annelerinden daha zeki olduğunu belirtmişlerdir. Annebabalar da erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki göstermişlerdir. Erkekler çoklu zeka kuramının ortaya koyduğu matematiksel-mantıksal, görsel/uzamsal, sözel/dilsel ve doğa zeka alanlarında da kadınlardan daha zeki olduklarını belirtmişlerdir. Anahtar S özcükler: Cinsiyet, zeka, zeka algısı, çoklu zeka ABS TRACT: The purpose of this research, gender is relevant to determining the intelligence level of perception and google is to examine academic database of articles published in registered national and international journals in the context of relationships gender-intelligence and research systematic. The research is a descriptive study was conducted under qualitative research methodology. Research data were obtained using a document analy sis method. Google Scholar database were screened using the keyword "gender and intelligence". The peer-reviewed articles to be included in the analysis between the years 19902015 have been published in national or international journals condition was sought. 95 articles were examined and 85 of them can be reached. The sample consisted of research. The content analysis was used to analyze the data. The research results; demonstrated that intelligence levels of perception affect the most cultural and gender. In many cultures, men have guessed higher compared to women their own intelligence. Both women reported that both men are smarter than their mothers, their fathers. Parents also showed the girls smarter than boys. M en posed by the multiple intelligences mathematical -logical, visualspatial, verbal-linguistic and nature intelligence field in the report that they are more intelligent than women. Keywords: Gender, intelligence, perception of intelligence, multiple intelligence GİRİŞ Zeka her dönemde insanların dikkatini çekmiş ve süreklilik arz edecek biçimde üzerinde sürekli düşünülmüş bir kavramdır. Bu bağlamda zekâ konusunda kuramsal çerçevede gerçekleştirilen ilk çalışmalar tekli zekâ anlayışı temelinde gelişirken, daha sonraki yıllarda yapılan analizler zekânın çeşitli faktörlerin oluşturduğu bir set olarak düşünülmesinin daha doğru olduğu görüşüne odaklanmıştır. Geleneksel zekâ anlayışı tekil, sabit, niceliksel ve gerçek yaşamdan soyutlanarak ölçülebilir bir karakteristiğe sahiptir. İnsanların var olan yeteneklerini ve potansiyellerini saptamayı amaçlamaktadır. Çoğul ve geliştirilebilir bir nitelikte olan ve günümüzde daha çok kabul gören zekâ anlayışında ise zeka; sayısal olarak ölçülememekte, gerçek yaşam problemleri ile ilişkilendirilerek ölçülebilmekte, bireyin geliştirdiğinden çok geliştirmesi gereken alanlara ve başarılı olma potansiyelini saptamaya odaklanmaktadır (Gardner, 1999, 2004; Gürel ve Tat, 2010). Geçmişte ve günümüzde farklı yaklaşımlar içerisinde zekânın birçok tanımı yapılmıştır. Bunlar; “Psikometrik yaklaşımlar”, “Gelişimsel yaklaşımlar”, “Biyo- ekolojik yaklaşımlar”, “Çoklu yaklaşımlar” adları altında toplulaştırılabilir. Psikometrik yaklaşımlar bilişsel faktörleri ölçerek zekânın da ölçülebileceği görüşünü ileri sürmüş, belirli zihinsel yetenekleri ‘g’ ve ‘s’ faktörü olarak değerlendirmiştir. Günümüz standart zekâ testlerinin ‘g’ ya da diğer bir ifadeyle genel zekâyı ölçtüğü varsayılmakta ve ‘g’ ile zekâ, IQ puanı gibi tek bir puanla ifade edilebilmektedir (Ülgen, 1997). Cattell’in görüşü de bu çerçevede değerlendirilebilir. Cattell’e göre zeka, ‘akıcı zekâ’ ve ‘kristalize zekâ’ olarak iki temel bileşenden oluşmaktadır. Akıcı zekâ, kavram oluşturma ve benzerlikleri tanımlamada gerekli yetenekleri içermektedir. Var olan zihinsel yapılardan yararlanmaktan çok, yeni yapılar kurmada aktif olan bu zeka türünün sezgisel özellikler içerdiğini söylemek mümkündür. Kristalize zekâ ise; kelime hazinesi testleri, sınıf ortamında uygulanan testler ve çeşitli sosyal durumlarla ilgilidir. Her iki zekâ türüyle ilgili araştırmalar; akıcı zekânın ilk yetişkinlik dönemlerinde en yüksek düzeye çıkabileceğini, kristalize zekânınsa yaşam boyunca artabileceğini ortaya koymuştur 42 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World (Başaran, 1994). Sonuç olarak psikometrik yaklaşımlar zekayı, genel zeka “g” faktörü ile nicel, tek ve bütün zihinsel becerileri kapsayan bir özellikte görümektedir. Bu bakış açısından genellikle bireyin iki kısmen üç yönü ortaya çıkarılmaktadır. Bunlar sözel-dilsel, mantıksal matematiksel ve kısmen görseluzamsal yönleridir ve bu yönler nicel olarak ifade edilebilir. Gelişimsel yaklaşımda Piaget, bireyin değişik yaşlarda özümleme ve uyum sağlama yoluyla çevreye uyum sağladığını ortaya çıkartmıştır. Zekayı çevreye uyum sağlama gücü olarak ele alır ve değişme - kendini yenileme gücü olarak tanımlar. Biyoekolojik yaklaşımcılardan Ceci ve Vygotsky zekanın oluşumunda, hem bireyin kalıtsal olarak getirdikleri hem de içinde doğduğu çevrenin bileşkesi olduğunu savunurlar. Spearman’ın ‘g’ faktörüne karşı çıkıp zekayı biyolojik temele sahip bilişsel potansiyel olarak ele almışlardır. Bilginin ve doğal yeteneğin ayrılmaz olduğunu vurgulayarak ortamsal, biyolojik, üst bilişsel ve güdüsel değişkenlerin de zekâ kavramı içinde bulunduğunu savunmuşlardır. Vygotsky’ye göre belirli bir gelişim düzeyinde çocuğun kendi başına gerçekleştirebileceği bir takım davranışlar olduğu gibi, bir yetişkinin yardımıyla başarabileceği davranışlar da vardır. Vygotsky, kavramları kendiliğinden edinilen ve öğretilen kavramlar olarak ikiye ayırmaktadır. Kendiliğinden edinilen kavramlar gündelik yaşamda kullanılan kardeş kavramı gibi kavramlardır. Öğretilen kavramlara ise sömürü kavramı örnek verilebilir. Dolayısıyla zeka hem bilişsel hem sosyokültürel temelli olarak açıklanabilir (Selçuk, Kayılı ve Okut., 2004; Gürel ve Tat, 2010). Eğitim ve psikoloji alanındaki gelişmelerle birlikte, geleneksel yaklaşımda olduğu gibi bireyin neler yapabildiğinden daha çok, neler yapabileceği üzerine düşünülmeye başlanmıştır. Bu etkiler zeka kuramlarında da değişikliklere ve gelişmelere yol açmıştır. Artık çocukların değerlendirilmesinde zeka testlerinin yeterli olmadığı düşünülmektedir. Çocukların potansiyel yeteneklerinin açığa çıkarılmasının gerektiği görüşü yaygınlaşmaya başlamıştır (Koman, 2001, s.24). Bu görüşleri destekleyen iki önemli kuramcı Sternberg ve Gardner’dir. Sternberg tarafından geliştirilen Triarşik Zekâ Teorisi –Triarchic Intelligence Theory-; ‘analitik zekâ’, ‘yaratıcı zekâ’ ve ‘pratik zekâ’ olarak ayrıntılandırılabilen üç temel zekadan söz etmektedir. Bu bağlamda analitik zeka, geleneksel zeka testleri tarafından ölçümlenen analitik düşünme yeteneğini tanımlarken; yaratıcı zeka, problemleri yeni ve farklı yollarla çözme yeteneğini kapsamaktadır. Pratik zeka ise, bireyin sosyo-kültürel çevresine uyum sağlamasına yardım eden pratik düşünme yeteneğini ifade etmektedir (Plotnik, 1996,s. 259, Akt. Gürel ve Tat, 2010). Çoklu yaklaşımcılardan diğeri de Gardner’dır. Gardner’a göre, insan beyni sekiz zekâ alanını içermektedir. Bu kuram tekli zekâ modelinin antitezi niteliğindedir. Farklı zekâ türlerinin varlığına dikkat çekmekte ve her insanın kendine özgü bir zekâ profiline sahip olduğu görüşünü savunmaktadır. 1983 yılında yayınlanan Frames of Mind -Zihin Çerçeveleri- isimli eserinde, tekli zekâ modelinin insan beyninin tam potansiyelini yeterince ortaya koyamadığına dikkat çeken Gardner; sözel ve matematiksel yetenekleri ölçen IQ testlerinin, bu kısıtları nedeniyle insan beyninin tüm süreçlerini ortaya koyma konusunda yetersiz olduğunu ifade etmiştir. Tek bir zekânın varlığını reddeden Gardner, genel olarak sekiz daha sonra dokuz, on zeka türünden söz etmiştir. Bu bağlamda “sözel-dilsel zeka”, “matematikselmantıksal zeka”, “görsel-uzamsal zeka”, ‘müziksel-ritmik zeka”, “bedensel-kinestetik zeka”, “sosyal zeka”, “kişisel-içsel zeka”, “doğa zekası” ve henüz modele eklenmeyen ama sözü edilen “varoluşçu zeka” ve “sezgisel zeka” Gardner tarafından gündeme getirilen Çoklu Zeka Kuramı çerçevesinde tanımlanan zeka türlerindendir (1999, 2004, 2009). Zeka kavramı gelişimsel ve tarihsel olarak en çok tartışılan kavramlardan biridir. Zeka kavramının bilim adamları tarafından farklı şekillerde temellendirilerek tanımlanması, farklı farklı değişkenlerle ilişkilendirilmesi ve ölçülmesinde izlenen yaklaşımlar bu konuda bir uzlaşmanın olmadığını ortaya koymaktadır. Uzmanlar arasındaki bu uzlaşmazlığın benzer şekilde zeka ile cinsiyet ilişkileri konusunda da olduğu görülmektedir. Bazıları (ör: Lynn, 1994, 1997, 1999; Lynn, Irwing, & Cammock, 2002) cinsiyet açısından zeka puanlarının farklılaşmadığını, bazıları ise erkeklerin IQ testlerinden kadınlardan daha yüksek puan aldıklarını (ör: Brody, 1992; Halpern & LaMay, 2000; Jensen, 1998) belirtmişlerdir. Erkekler toplumda eğitim araştırma ve iş bağlamında daha şanslı konumdadırlar. Bu da “g” faktörü ile tanımlanan karmaşık problemlerle baş edebilme ve problemlere çözümler üretme becerilerini arttırmaktadır. Dolayısıyla IQ testlerinden kadınlardan daha yüksek bir puan almaları bununla açıklanabilir. İkincisi Broca, çalışmalarında entelektüel başarıda beyin büyüklüğünü en önemli kriter olarak benimsemiş ve erkeklerin kadınlardan daha büyük beyne sahip olduğunu ve dolayısıyla daha zeki olduklarını iddia etmiştir (Rushton ve Ankney, 1996; Lynn, 1999). 43 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ancak bu durum ampirik olarak kanıtlanmış değildir (Allen, 2003). Dolayısıyla toplumsal cinsiyet açısından zeka konusunda ayrımcılığın olduğu söylenebilir. Söz konusu ayrımcılık, erkeğe oranla daha dezavantajlı ve daha düşük toplumsal statüye sahip olan kadınları daha olumsuz etkilenmektedir. Bununla birlikte hem cinsiyet ayrımı ve zeka arasındaki ilişki, hem de insanların zekayı algılama ve kişileri bu paralelde değerlendirmeleri hep güncelliğini koruyan bir konudur. İlgili literatür incelendiğinde bu konuda birçok araştırma yapıldığı görülmüştür. Bu araştırmalardan hareketle kadınların ve erkeklerin toplumda kendilerini ve çevrelerindeki insanları zeka düzeylerine göre nasıl sınıflandırdıkları, bu durumu nasıl algıladıklarını ortaya koyan araştırma sonuçlarının derinlemesine incelenmesi önemlidir. Araştırmanın Amacı Bu araştırmanın amacı, cinsiyete dayalı zeka düzeyi algılarını belirleme ile ilgili olan ve google akademik veritabanına kayıtlı ulusal ve uluslar arası hakemli dergilerde yayınlanan makaleleri araştırma sistematiği ve cinsiyet-zeka ilişkisi bağlamında incelemektir. Bu genel amaç doğrultusunda aşağıdaki soruya yanıt aranmıştır: 1) Google akademik veritabanına kayıtlı makalelerin; yapıldıkları yıllara, ülkelere, çalışma alanlarına, kullanılan veri toplama araçlarına, araştırma modellerine, araştırma amaçlarına ve araştırma sonuçlarına göre dağılımı nasıldır? YÖNTEM Araştırma, nitel araştırma metodolojisi kapsamında yürütülmüş betimsel bir çalışmadır. Araştırmada veriler, doküman analizi yöntemi kullanılarak elde edilmiştir. Google akademik veritabanı “cinsiyet ve zeka” anahtar kelimesi kullanılarak taranmıştır. Analize dahil edilecek makalelerin 19902015 yılları arasında hakemli ulusal ya da uluslararası bir dergide yayınlanmış olması koşulu aranmıştır. Ulaşılabilen makaleler araştırma kapsamında ele alınan başlık ve yayın yılı sınırlılığında incelenmiş ve başlığında zeka hakkında kuramsal bilgi, duygusal zeka, zeka ve yaş, kişilik, akademik başarı vb. ele alındığı makaleler araştırma kapsamı dışında bırakılmıştır. Sonuç olarak, araştırmada PDF formatında 95 makale incelenmiş bunlardan 85’i belirlenen kriterlere uygun olduğuna karar verilmiştir. Araştırma örneklemini oluşturan “cinsiyet ve zeka” ile ilgili toplam 85 adet çalışmanın analizi araştırmanın alt amaçları dikkate alınarak gerçekleştirilmiştir. Verilerin analizinde içerik analizi kullanılmıştır. Bunun için makaleler defalarca okunmuş temalar ve alt temalar oluşturulmuştur (Örneğin; tema: araştırma modeli, alt temalar: betimsel, karşılaştırmalı, ilişkisel, boylamsal, kesitsel, meta-analiz). BULGULAR Bu bölümde araştırma sonucunda elde edilen verilere ilişkin bulgular araştırma amaçları doğrultusunda sırayla verilmiştir. Araştırmanın çalışma grubunda yer alan makalelerin yapıldıkları yıllara ve ülkelere göre dağılımı Tablo 1’de verilmektedir. Tablo 1’de görüldüğü gibi araştırmaya konu olan çalışmaların 1995-2014 yılları arasında 37 farklı ülkeden seçilen örneklemlerle gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Çalışmaların ülkelere göre dağılımı ise söyledir: Türkiye (n=17), İngiltere (n=27), İngiltere örneklemi ile diğer ülkeler -Amerika, İran, İzlanda, Fransa, Singapur, Belçika, Slovakya, Havai ve Mısır (n=9), Polonya, Almanya, Portekiz, Danimarka, İspanya, Finlandiya (n=12), Amerika, Kanada, Arjantin, Japonya, Afrika (n=5), Pakistan, Malezya, Çin, Hong Kong, Rusya (n=9), Güney Africa, Nambia, Zambia, Zimbabwe, Nijerya (n=4), Avustralya, Avusturya, Brezilya, Fransa, İsrail, Malezya, Güney Africa, İspanya, Türkiye İngiltere, Amerika (n=1), Yeni Zelanda (n=1). Cinsiyeti bir değişken olarak alarak en çok incelemeye konu edinen ülkenin İngiltere olduğu görülmektedir. Bunun yanında ülkelerin kıtalara göre dağılımı temel alındığında Asya, Avrupa, Amerika, Afrika, Avustralya kıtaları temsil ettiği görülmektedir. 44 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 1: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmaların Yapıldıkları Yıllar ve Ülkeler Dağılımı Yayın Yılı 1995 1998 1999 1 1 6 1.2 1.2 2000 2001 2002 4 3 6 4.7 3.5 2003 2004 2 2.4 8 2005 2006 2007 2008 2009 6 8 6 3 9 f Ülkeler % Ingiltere İngiltere İngiltere, Amerika, Afrika; İngiltere, Hawaii and Singapur; İngiltere (3); Belçika, İngiltere, Slovakya İspanya; İngiltere; Almanya; Ingiltere, Singapur İngiltere; Amerika, İngiltere, Japonya; Yeni Zelanda İngiltere (2); İngiltere, İran; Hong Kong; İngiltere, Amerika; İngiltere, Amerika Güney Africa; Türkiye 7.1 7.1 Güney Afrika Ülkeleri: Nambia, Güney Afrika, Zambia and Zimbabwe; İngiltere (4); Güney Africa: Nijerya; İngiltere, Mısır; Güney Afrika Ingiltere(2); İngiltere, Amerika; Danimarka; Arjantin; Polonya Türkiye; İngiltere (3); Çin, Hong Kong (2); Portekiz; Malezya Türkiye (3); İngiltere, İzlanda; Portekiz; Almanya Portekiz; Fillandiya; Çin İngiltere (2); Kanada; Türkiye; Doğu Timor ve Portekiz; Portekiz; Pakistan; Avustralya, Avusturya, Brezilya, Fransa, İran, İsrail, Malezya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, İspanya, Türkiye, İngiltere; İngiltere, Fransa Malezya Iranlı öğrenciler; İspanya; Malezya; Türkiye Türkiye (6); İngiltere (3) Russia; Amerika Türkiye (2); İngiltere (2) Türkiye (2); İngiltere (1) 37 ülke 9.4 7.1 9.4 7.1 3.5 10.6 2010 2011 2012 2013 2014 Toplam 4 9 2 4 3 85 4.7 10.6 2.4 4.7 3.5 100.0 Cinsiyete göre zeka algısına yönelik yapılan çalışmaların araştırma modellerine ve ortalama katılımcı sayısına göre dağılımı Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmaların Araştırma Modeline ve Ortalama Katılımcı Sayısı Dağılımı Standart Sapma 1497.362 172.281 Araştırma Modeli Betimsel tarama Karşılaştırm alı araştırma Toplam N 57 23 Minimum 70 150 80 70 İlişkisel tarama Boylamsal 1 1 Kesitsel Literatür taraması 1 1 N = 327 (tek araştırma olduğu için analize dahil edilmemiştir) 1958: bu yıl doğan bütün bebekler (n = 17419) 1965: age 7 (n = 15496) 1969: age 11; n = (18285) Görüşmelerin başlaması; 1974 at age 16; (n = 14469) 1991; at age 33; (n = 11469), 1999–2000 at age 41–42; (n = 11,419), ve in 2004–2005 at age 46–47; (n = 9534). N= 62 (tek araştırma olduğu için analize dahil edilmemiştir) Örneklem türü olarak basılı materyal kullanımı nedeniyle katılımcı sayısı Meta-analiz Toplam 1 5 Maksimum 10475 849 Ortalama 584,07 391.33 10475 528.66 Analize dahil edilemeyen çalışmalar 1267.006 belli olmadığından, bu çalışmalar istatistiksel analize dâhil edilmemiştir. Tablo 2’de görüldüğü gibi araştırmaların büyük çoğunluğunu betimsel tarama (N=57) ve karşılaştırmalı (N=23) niteliğindeki araştırmalar oluştururken ilişkisel tarama, boylamsal, kesitsel, literatür taraması ve meta-analiz çalışmalarından da birer tane bulnunmaktadır. 45 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Örnekleme alınan araştırmaların çalışma grubuna göre dağılımı Tablo 3’te verilmiştir Tablo 3: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmaların Çalışma Grubu Dağılımı Çalışma Grubu Ortaokul, lise ve dershane öğrencileri Üniversite öğrencileri Öğretmenler Ergen-genç-yetişkin (yaş aralığı verilmiştir) Yetişkinler Diğer (Doküman analizi (1), Meta-analiz (1), Boylamsal çalışma (1), Belirtmeyen (4) Toplam f % 19 27 1 19 12 7 85 22.4 31.8 1.2 22.4 14.1 8.3 100.0 Cinsiyete göre zeka algısına yönelik çalışmaların çalışma gruplarını çoğunlukla farklı öğretim kademelerindeki (Ortaokul, lise, dershane, üniversite) öğrenciler ile öğretmenler, ergengenç-yetişkinler ve yetişkinler oluşturmaktadır. Örneklemi oluşturan çalışmalarda zekayı ölçmeye yönelik kullanılan veri toplama araçlarına ilişkin bilgiler Tablo 4’te verilmiştir. Tablo 4: Cinsiyete göre Zeka Algısına Yönelik Çalışmalarda Kullanılan Veri Toplama Araçlarının Dağılımı Veri Toplama Araçları Likert tipi ölçme araçları: Wechsler’s Intelligence Scale for Children (WISC-III), çoklu zeka envanterleri ve yüzdelik dilimlere göre zeka puanı) Ortalaması 100 Olarak Belirlenmiş Dağılım (Ortalaması 100 stardart sapması 15 olarak verilen dağılıma göre zeka tahminini ölçen araç) Normal Dağılım Eğrisi (Normal dağılım eğirisini kullanarak zeka tahmini yapma) Anket Formu (Genel zeka ve her bir zeka alanına ilişkin tanımlamaların olduğu anket) N 37 30 10 8 İncelenen araştırmalarda zekayı ölçmeye yönelik kullanılan ölçme araçlarının sırasıyla; “Likert tipi ölçme araçları”, “Ortalaması 100 Olarak Belirlenmiş Dağılım”, “Normal Dağılım Eğrisi”, “Anket Formu olduğu” görülmektedir (bkz.Tablo4). Örneklemi oluşturan araştırmalar cinsiyet-zeka ilişkisi ve cinsiyete dayalı zeka algısı açısından incelendiğinde; 48 araştırmada erkekler lehine, 9 araştırmada kızlar lehine, 16 araştırmada kızlarla erkekler lehine fark ortaya konulurken 12 çalışmada cinsiyete göre fark olmadığı belirtilmiştir. Araştırmaları yapan araştırmacı sayısı ve cinsiyeti incelendiğinde; araştırmacıların 143’ünün erkek, 55’inin kadın olduğu görülmektedir. Araştırmaların 12’sinin tek yazarlı (10 erkek, 2 kadın), 43’ünün 2 yazarlı (20’si sadece erkek; 3’ü sadece kadın; 20’si 1 kadın 1 erkek), 13’ünün 3 yazarlı (7’si sadece erkek; 2’si sadece kadın; 4’ü 2 erkek 1 kadın), 6’sının 4-5 yazarlı (4’ü sadece erkek; 2’si 3 erkek 1 kadın) olduğu ortaya çıkmıştır. Araştırmaların 46’sında hem “g” ve hem de “çoklu” birlikte, 32’sinde sadece “çoklu”, 7’sinde de sadece tekil “g” genel zeka şeklinde bir bakış açısı ile zeka kavramının tanımlandığı belirlenmiştir. Ülkelere göre bulgular sırasıyla şöyledir; Türkiye örnekleminde yapılan 17 çalışmadan 15’inde zeka alanları profilinin ortaya konulduğu, 1’inde ebeveynlerin zeka algılarına, 1’in de de cinsiyete göre IQ puanlarının karşılaştırıldığı belirlenmiştir. Bu çalışmaların 7’sinde cinsiyete göre fark bulunmazken 5’inde kızlar lehine “sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, müziksel- ritmik, sosyal, içsel ve doğa zeka alanlarında erkeklerden daha yüksek puana sahiptirler”, 3’ünde erkekler lehine “Matematiksel-mantıksal, bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve doğa zeka alanlarında kızlardan daha yüksek puan almışlardır”, 2’sinde ise hem kızlar hem de erkekler lehine “Matematiksel-mantıksal ve bedensel-kinestetik zeka açısından erkekler sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve doğacı zekâ kızlar lehine” fark bulunmuştur. Tek başına İngiltere örnekleminde yapılan 27 çalışmanın 15’inde zeka öz-değerlendirmelerine, 8’inde ebeveynlerin zeka algılarına, 1’in de doküman analizi, 1’inde meta-analiz, 1’inde boylamsal, 1’inde de kültürel kalıp yargısı ve cinsiyet’e göre bir inceleme yapıldığı saptanmıştır. Bu çalışmaların 20’sinde erkekler lehine, 1’inde kızlar lehine, 4’ünde hem kız hem de erkekler lehine, 2’sinde ise cinsiyete göre fark bulunmamıştır. Erkekler lehine fark bulunan çalışmalarda “erkeklerin kendilerine 46 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World yüksek puan verdikleri”, erkekelerin hem genel zeka hem de satandart testlerde kadınlardan anlamlı düzeyde farklılaştıkları”, babaların annelerden daha zeki bulunduğu”, erkekelerin öze llikle matematiksel-mantıksal, sözel-dilsel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında kızlardan daha iyi oldukları”, “ebeveyn zeka tahmini ile IQ puanları arasında anlamlı bir ilişki olduğu”, ebeveynlerin çocuklarını kendilerinde daha zeki gördükleri” “ebeveynlerin erkek çocuklarını daha çok düşündükleri ve kız çocuklarından daha zeki gördükleri”, “zeka öz-değerlendirme puanları ile psikometrik zeka ölçümleri arasında düşük korelasyon olduğu” gibi bulgular dikkat çekicidir. Hem erkek hem de kızlar lehine fark bulunan çalışmalarda; “Matematiksel-mantıksal zeka, bedensel- kinsetetik ile genel zeka IQ puanlarında erkekler lehine, sözel-dilsel, müziksel-ritmik, doğa, sosyal ve duygusal zeka açısından kızlar lehine bir fark”, Cinsiyetler arasındaki farkların 7-11 yaşlarında kızlar lehine, 16 yaşında ise erkekler lehine yaklaşık 1.8 zeka puanı fark olduğu”, “Kültürel kalıp yargıların zeka algısını etkilediği ve kadın olarak güçlü olanlara karşı bir önyargı oluştuğu” vurgulanmıştır. İngiltere örnekleminde sadece bir çalışmada kızların kendilerine erkeklerden yüksek puan vermeleri anlamlıdır. İngiltere-Amerika, İran, İzlanda, Fransa, Singapur, Belçika Slovakya, Hawaii ve Mısır örneklemleri ile yapılan 9 çalışmanın hepsinde zeka öz-değerlendirme puanları incelenmiştir. 7’çalışmada erkekler, 2 çalışmada kızlar, 1 çalışmada hem kızlar hem de erkekler lehine fark bulunmuştur. “İranlı öğrenciler matematiksel-mantıksal zeka alanında zayıf ama görsel-uzamsal, görsel uzamsal, müziksel-ritmik ve içsel zeka alanlarında ingilizleden daha iyi, İranlı öğrenciler babalarını matematiksel-mantıksal ve görsel-uzamsal zeka alanalarında zayıf, içsel ve sosyal zeka alanlarında ingilizleden daha güçlü bulmuşlardır”, “İzlandalı ailelerin tahminleri İngiliz ailelerin tahminlerinden düşük”, “erkekler sözel-dilsel, matematiksel-mantıksal, görsel-uzamsal ve sezgisel zeka alanalarında kendilerini Bill Clinton ve Prens Charles’tan daha zeki ama Tony Blair ve Bill Gates’ten daha az zeki görmektedirler”. “İngiltere-Singapur örnekleminde psikometrik ölçme araçlarından kızlar erkeklerden daha yüksek puan almıştır, “İran örneklemine özgü temel bulgu kadınların sosyal zekalarının erkeklerden daha yüksek çıkmasıdır” İngiltere, Amerika, Kanada, Arjantin, Japonya ve Afrika ülkelerinden seçilen örneklemlerle yapılan 5 çalışmada da zeka öz-değerlendirme puanlarına bakıldığı görülmüştür. Bu çalışmaların 4’ünde erkekler lehine fark bulunurken 1’inde hem kız hem de erkekler lehine farklar bulunmuştur. “Sayısal zeka, kültür, cinsiyet etkileşiminin olduğu, erkeklerin matematiksel- mantıksal ve görsel- uzamsal zeka alanlarında kendilerini daha zeki gördükleri ve matematiksel-mantıksal ve görsel- uzamsal zeka alanlarının IQ puanını yordadığı belirlenmiştir. Bununla birlikte erkeklerin akıcı zeka, kadınların ise kristalize zeka puanlarının yüksek olduğu ortaya çıkmıştır”. Polonya, Almanya, Portekiz, Doğu Timor Portekiz, Danimarka, İspanya, Almanya, Finlandiya örneklemlerinde yapılan 12 çalışmanın 11’inde zeka öz-değerlendirme, 1’inde cinsiyete göre zeka ile beyin büyüklüğü arasındaki ilişkiye bakılmıştır. “Kendi ile ilgili olumlu duyulara sahip olma ve kendini olumlu değerlendirmede erkekler lehine sevgisini gösterme ve başkalarına karşı anlayışlı olmada kızlar lehine”, “Almanya örnekleminde matematikse lmantıksal, ve görsel-uzamsal zeka alanlarında erkekler, müziksel ritmik ve sosyal zeka alanlarında kızlar lehine fark var”, “Erkek egemenliğinin bir ürünü olarak beyin büyüklüğü ile zeka arasında ilişi kurulmuş ancak MR çekimleri kadın beyninde zeka ile ilgili olan beyaz maddenin erkeklerden çok olduğu bulunmuştur”. Pakistan, Malezya, Çin, Hong Kong, Rusya örneklemlerinde yapılan 9 araştırmanın 7’sinde zeka öz-değerlendirme puanlarına, 1’inde ebeveynlerin zeka algılarına, 1’inde zeka alanları profiline bakılmıştır. “Rus katılımcılar IQ testlerinin zekayı ölçtüğüne inanmıyorlar”, “Hong Kong Çinli ailelere göre erkek çocukları kız çocuklarından daha zeki değil”, “Erkekler en çok matematiksel- mantıksal, sosyal, içsel sözel/dilsel ve gösel-uzamsal zeka alanlarını ilk beş sırada belirtirken, kızlar sosyal, içsel, sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve matematiksel-mantıksal zeka alanlarını tercih etmişlerdir. İlk beş olarak sıralanan zeka alanlarının dördü hem kızlar hem de erkekler için aynıdır”. Nambia, Güney Afrika, Zambia, Zimbabwe, Nijerya örneklemlerinde yapılan 4 çalışmanın 2’sinde zeka öz-değerlendirme puanları, 2’sinde ebeveyn zeka algısı incelenmiştir. “Nijeryalı erkekler kendilerine Güney Afrikalı erkeklerden daha yüksek puan vermektedirler. Cinsiyete göre az fark çıkması kültürler arası farklılıklarla açıklanabilir”, “Hint aileler diğerlerinden daha yüksek puan 47 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World vermiştir. Görsel-uzamsal, müziksel-ritmik ve bedensel-kinestetik zeka alanlarında Hint ailelerin lehine fark var” Avustralya, Avusturya Brezilya Fransa, İran, İsrail, Malezya Güney Afrika, İspanya Türkiye İngiltere Amerika örneklemleri kullanılarak yapılan bu çalışmada “Bütün ülkelerde zeka özdeğerlendirme puanlarında fark var, cinsiyete göre bu farklar zihinsel kapasiteden ve kültürden bağımsız erkeklik ve dişilik algısı erkeğin kibri ve kadının tevazusu ile ilgilidir”. Yeni Zelanda örnekleminde yapılan çalışmada da diğer çalışmalarla benzer bir biçimde “matematiksel-mantıksal, görsel-uzamsal ve varoluşsal” zeka alanlarında erkekler lehine fark bulunmuştur. TARTIŞMA SONUÇ VE ÖNERİLER Araştırmada 1995-2014 yılları arasında yayınlanmış 85 araştırmanın 37 farklı ülke örnekleminde gerçekleştirildiği belirlenmiştir. Dolayısıyla cinsiyete göre zeka algısı çalışmalarının güncelliğini koruduğu söylenebilir. Örneklemi oluşturan araştırmalar cinsiyet-zeka ilişkisi ve cinsiyete dayalı zeka algısı açısından incelendiğinde çoğunlukla erkekler lehine fark bulunmuştur. Cinsiyete göre fark olmadığını ortaya koyan çok az araştırma olmuştur. Bu durum araştırmaları yürüten araştırmacıların cinsiyetinin erkek olması ile açıklanabilir. Burada cinsiyet belirleyici bir değişkendir denilebilir. Erkekler kendilerini kadınlardan daha zeki algılarken, ebeveynlerde erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki görmektedirler. Zeka algısı ile ilgili çalışmalarda belirleyici olan bir diğer değişken kültür olmuştur. Kadınların kendilerine erkeklerden daha az puan vermeleri bununla açıklanabilir. Buna “erkek kibri ve kadın tevazusu etkisi” denilebilir. Yapılan araştırmaların sonuçları da bunu desteklemektedir ve cinsiyetler arasındaki bu farklılıkların çevresel faktörlerle “toplumsal kalıp yargılar, klişeler, eğitim, kariyer ve aile gibi” ilgili olduğunu savunmaktadırlar. (Maltby, Day, & MacAskill, 2007; Halpern, Benbow, Geary, Gür, Hyde & Gernsbacher, 2007; Swim, 1994) Araştırma sonuçları; zeka düzeyi algısını en çok kültür ve cinsiyetin etkilediğini ortaya koymuştur. Çoğu kültürde erkekler kendi zekâ düzeylerini bayanlara nazaran daha yüksek tahmin etmişlerdir. Hem kadınlar hem de erkekler babalarının annelerinden daha zeki olduğunu belirtmişlerdir. Anne-babalar da erkek çocuklarını kız çocuklarından daha zeki göstermişlerdir. Erkekler çoklu zeka kuramının ortaya koyduğu matematiksel-mantıksal, görsel-uzamsal, sözel-dilsel ve doğa zeka alanlarında da kadınlardan daha zeki olduklarını belirtmişlerdir. Bu sonuçlar kadınlar ve erkeklerin hem kendi zeka düzeyleri hem de farklı cinsiyetlerin zeka düzeyleri konusunda genel bir kabule sahip olduklarını göstermektedir. Araştırmanın sonuçları toplumsal cinsiyet bağlamında ele alınmalı ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla yapılacak çalışmalarda ön plana çıkarılmalıdır. Çünkü toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışının yerleştirilmesi sosyo-ekonomik ve siyasal göstergelere yansıyan eşitsizliklerin giderilmesi açısından son derece önemlidir. KAYNAKÇA Allen, B. P. (2003). If no “races,” no relevance to brain size, and no consensus on intelligence, then no scientific meaning to relationships among these notions: Re-ply to Rushton. The General Psychologist, 38 (2), 31–32. Başaran, İ. E. (1994), Eğitim psikolojisi: Modern eğitimin psikolojik temelleri, Ankara: Yargıcı M atbaası. Brody, N. (1992) Intelligence (2nd Edition). San Diego, CA, US: Academic Press, Inc. Gardner, H. (2004), Zihin çerçeveleri: Çoklu zekâ kuramı, (Çev. Ebru Kılıç), İstanbul: M elisa M atbaacılık. Gardner, H. (2009). M ultiple intelligences around the world. (eds. Jie-Qi Chen, S. M oran, H. Gardner), USA: John&Wiley and Sons. Gürel, E. ve Tat, M . (2010), Çoklu zekâ kuramı: Tekli zekâ anlayışından çoklu zekâ yaklaşımına. Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, 3(11), 337-356. Halpern, D. F., & LeM ay, M . L. (2000). The smarter sex: A critical review of sex differences in intelligence. Educational Psychology Review, 12, 229–246. Halpern, D., Benbow, C., Geary, D., Gur, R., Hyde, J., & Gernsbacher, M . (2007). Sex, math and scientific achievement: Why do men dominate the fields of science, engineering and mathematics? Scientific American Mind, 18(6), 44-51. Jensen, A.R. (1998) The g factor. Westport, CT: Praeger. Koman, E. (2001), Zekâ ne değildir?, Çoluk Çocuk Dergisi, 71, 24-27. Lynn, R. (1994). Sex differences in intelligence and brain size: A paradox resolved. Personality and Individual Differences, 17, 257–271. 48 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Lynn, R. (1997). Geographic variations in intelligence. In H. Nyborg (Ed.), The scientific study of human nature. Hillsdale, NJ: Lawrence Erlbaum Associates, Inc. Lynn, R. (1998). Sex differences in intelligence: Data from a Scottish standardization sample of the WAIS-R. Personality and Individual Differences, 24, 289–290. Lynn, R. (1999). Sex differences in intelligence and brain size: A developmental theory. Intelligence, 27, 1–12. Lynn, R., & Irwing, P. (2008). Sex differences in mental arithmetic, digit span, and g defined as working memory capacity. Intelligence, 36, 226–235. Lynn, R., Irwing, P., & Cammock, T. (2002). Sex differences in general knowledge. Intelligence, 30(1), 27–39. M altby, J., Day, L., & M acaskill, A. (2007). Personality, Individual Differences and Intelligence. Essex, England: Pearson Education Limited Rushton, J. P. & Ankney, C. D. (1996). Brain size and cognitive ability: Correlations with age, sex, social class, and race. Psychonomic Bulletin and Review, 3, 21–36. Selçuk, Z., H. Kayılı ve L. Okut (2004). Çoklu zeka uygulamaları. Ankara: Nobel Yayın Dağıtım. Ülgen, G. (1997), Eğitim psikolojisi: Kavramlar, ilkeler, yöntemler, kuramlar ve uygulamalar, (3. Baskı). İstanbul: Alkım Yayınevi. 49 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Cinsiyete Dayalı İşbölümü ve Çalışan Kadın* Division Of Labor And Working Woman in The Context Of Social Gender Roles Bahar ARABACI1 1Öğr. Gör., Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz M eslek Yüksekokulu, Kırklareli, Türkiye, bahararabaci22@gmail.com, bahararabaci@klu.edu.tr *Bu makale yazarın “ Çalışan Kadınların Cinsiyet Ayrımcılığına Yönelik Algıları: Bursa Dokuma Sanayii Örneği” başlıklı yüksek lisans tezinden geliştirilmiştir. ÖZET: Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyetten farklı olarak kamusal alanda ve özel yaşamda içinde bulunulan kültürle ilişkili olarak kadın ve erkeğin toplumdaki statüsü ve buna uygun biçimde toplumun cinsiyetlere yüklediği roller, duygu, tutum ve davranışlar şeklinde ifade edilmektedir. Bu durumda toplumsal cinsiyet rolleri, kadın ve erkeğin toplum tarafından nasıl algılandığına bağlı olarak farklılıklarını ortaya koyan, toplumsal kimliğin ve aidiyetin ayrılmaz bir parçası halini almıştır. Bu çalışmada, cinsiyetlerin sosyalleşmesi sürecinde yaratılan farklılıklara aile, okul, medya ve din gibi toplumsal kurumların etkileri ve bu etkilerin sonucunda kadınların işgücü piyasasındaki meslek seçimleri, çalışma hayatında yer alma/almama nedenleri ve işgücü piyasasında karşılaştıkları sorunların ortaya konulması amaçlanmaktadır. Yapılan araştırmada, bireylerin sosyalleşme sürecinde cinsiyetlere atfedilen ve toplumsal kurumların da etkisi ile özel yaşamda kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerine uygun dişil ve eril özelliklerin işgücü piyasasında meslek seçimlerinde ve işgücü piyasasına katılıp katılmama kararlarında etkili olduğu görülmektedir. Erkeğin ailesine bakmakla sorumlu aile reisi, kadının ise anne ve eş rolüne vurgu yapılması kadınların çalışma hayatına bakış açılarını olumsuz etkilemekte ve kadının işgücü piyasasına girmesine engel olmaktadır. İşgücü piyasasına katılan kadınların ise ikinci planda kalmalarına, meslek seçiminde cinsiyetlerine uygun olarak belirlenmiş mesleklere yönelmelerine, cinsiyete özgü mesleklerdeki çalışma koşullarına uygun becerileri kazanmalarına ve kadınların bu mesleklerde yoğunlaşmalarına neden olmaktadır. Anahtar Kelimeler: Toplumsal cinsiyet, cinsiyete dayalı işbölümü, çalışan kadın ABS TRACT: Gender, different from the biological sex, is defined as the role that men and women bear in relation to the roles, emotions, attitudes and behaviours resulting from the cultures of their private lives and puplic spheres. In th e present case, gender roles have become an inevitable part of social gender and belonging what makes women and men different about the the way they are considered by the society. In this study, it is aimed at investigating the the effects of social s tructures such as school, media and religion on the differences created during the socialization of the genders, the reasons of women`s choices in the professional life, their getting involved or not in the professional life due to the mentioned effects, the problems they confront in the labor market. In the research, it is found out that with the influence of the roles imputed on the genders during the individulas` socialization period and the social structures, the feminine and the masculine gender features expect ed by the society in their private lives have a great impact on their decisions about job prefences and to be included or not in the job market.As a result of the emphasis on the roles that man is the head of the family to take care of his family and the woman is the mother and the wife, women`s opinions about professional life are nefatively effected and this prevents them getting involved in the professional life. Furthermore, this also effects the women who are already in the professional life. For example, they tend to be in secondary positions or to choose a job decided as suitable for their genders and gain skills accordingly or to be common in these jobs Keywords: Social gender, labor divison based on gender, working women 1. GİRİŞ Yüzyıllardır yaşamın iki önemli parçasını oluşturan kadınlar ve erkeklerin birçok bakımdan karşılaştırılmaları sonucunda elde edilen farklılıklar kadın ve erkek olarak cinslerin yüklenecekleri rollerin belirlenmesinde etkili olmuştur. Fizyolojik farklılıkların da etkisiyle cinslerden beklenen tutum ve davranışların şekillenmesi, beklentilerin bu yönde gelişmesi ve söz konusu beklentilerin çeşitli toplumsal kurum ve yapılara yansımasıyla birlikte “toplumsal cinsiyet” kavramı ortaya çıkmıştır (Budak, Mayatürk, 2008, Özdemir, 2009). Toplumsal cinsiyet kavramı ilk olarak 1930’lu yıllarda fizyolojik cinsiyetin psikolojik karakterlerden farklı olduğunu belirtmek amacıyla kullanılmış bir kavramdır. 1950’li yıllarda ise kavram kişilik patolojilerinin tedavisi amacıyla psikoloji biliminde kullanılmış ve “kimlik” olarak kavramsallaştırılarak bireyin “kadın ya da erkek olduğuna dair öz algısı” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramı kapsamlı olarak bugünkü anlamıyla 1970’lerde feminist hareket tarafından bireyin biyolojik özelliklerinin toplumsal eşitsizliğin resmi bir sebebi olmadığını ortaya koymak amacıyla kullanılmıştır (Sayer, 2011). Başlangıçta cinsler arasındaki farklılıkların sadece biyolojik nedenli farklılıklarla ifade edilmesinin yetersizliğini vurgulamak amacıyla kullanılan toplumsal cinsiyet kavramı, aynı zamanda kadın ve erkek arasındaki farklılıkların sadece biyolojik nedenlerden kaynaklanmadığını bunun yanı sıra sosyal ve kültürel değerlerin de etkisiyle elde edilen farklılıklara da işaret etmektedir (Dedeoğlu, 50 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 2000). Bu bağlamda toplumsal cinsiyet, toplumsallaşma sürecinde sürekli olarak değişiklik gösteren bir yapıya sahiptir. 2. TOPLUMSAL CİNSİYET ROLLERİ Toplumsallaşma, doğuştan başlayarak ömür boyunca süren, bir kişi ile toplumdaki diğer kişiler arasında gerçekleşen ve sonucunda da toplumsal davranış örneklerinin kabul edilmesini ve uygulanmasını sağlayan bir süreçtir (Kırbaşoğlu-Kılıç, Eyüp: 2011). Diğer bir ifadeyle bireyin topluma uyum süreci olarak ifade edilen bu süreçte toplumsal kurallar, rol kazanma, rol öğrenme ve toplumsal cinsiyet rolleri öğrenilmektedir (Mora, 2005, Tatar, 2009). Kadın ve erkelere yönelik tutum ve davranışlar da bireyin doğuştan itibaren içinde bulunduğu aile, eğitim, kültürel ortam, din, medya gibi toplumun kurumları tarafından bireylere empoze edilip sürdürülmektedir (Yeşilorman, 2001). Toplumsal cinsiyet rolleri örgütsel bağlamda irdelendiğinde örgütler büyük oranda erkekler tarafından kurulup yönetildiğinden, örgütlerde yaşam yıllarca erkeğin toplumsal cinsiyet rollerine uygun olarak geliştirilmiştir. Sonrasında kadının toplumsal hayatta ve örgütlerde daha fazla yer almaya başlamasıyla geleneksel erkek toplumsal cinsiyet rolleri sorgulanmaya başlanmış ve çağdaş toplumsal cinsiyet rollerine doğru dönüşüm başlamıştır. Geleneksel toplumsal cinsiyet rollerinde kadının dişil özellikleri erkeğin de eril özellikleri taşıması beklenmekte iken modern toplumsal cinsiyet rollerinde kadına ait bazı özellikler erkeklerde, erkeğe ait bazı özellikler de kadınlarda kabul görmektedir. Bu da göstermektedir ki toplumsal cinsiyet rolleri gün geçtikçe birbirine yaklaşmaktadır (Bacacı, Varoğlu, 2001). Cinsiyetlerin sosyalleşmelerinde yaratılan farklılıklar bireylerin cinsiyetleri için uygun olarak belirlenen mesleklere yönelmelerini güçlendirmekte, cinsiyete özgü bu mesleklerdeki çalışma koşullarına uygun becerilerin kazanılmasını ve kadınların bu mesleklerde yoğunlaşmasına ve tercihlerinin bu yönde şekillenmesine neden olmaktadır (Reskin, 1993). 3. CİNSİYETE DAYALI İŞBÖLÜMÜ Ataerkil toplumlarda geçerli olan geleneksel ideolojinin cinsiyete dayalı işbölümü, kadınlara öncelikle ev işleri ve çocuk bakımı ile sorumlu tutmaktadır. Bu nedenle kadınların büyük bir bölümü işgücü piyasasından uzak kalmakta ve küçük yaşlardan itibaren öğretilen ve içselleştirilen toplumsal cinsiyet rollerine uygun beceriler edinmektedir. Zamanla bu beceriler kadınlara evdeki işlerinin bir uzantısı olan bazı mesleklerde ve çalışma alanlarında istihdam olanağı sağlamaktadır. Kadının çalışma hayatında yapacağı işler geleneksel ideolojiye göre erkek işi ve kadın işi olmak üzere biçimlenmişt ir. Kadınların çalıştığı işler sağlık, eğitim, tekstil, gıda gibi ev işlerine benzeyen işler olmuştur (Duruoğlu, 2007) Cinsiyet esaslı işbölümü, iki düzenleyici ilke tarafından şekillendirilmektedir. Birincisi, kadın işleri ile erkek işlerinin farklı olduğuna vurgu yapan “ayrılma ilkesi” dir. İkincisi ise erkek işlerinin kadın işlerinden daha değerli olduğunu varsayan “hiyerarşi ilkesi” dir. Kadının annelik ve kadınlık rolünün şekillendirdiği önyargı ve inançlar hem sosyal hayatın hem de çalışma yaşamının örgütlenmesinde etkili olmaktadır (Urhan, Etiler, 2011). Bu önyargılar kadınların işgücü piyasasından dışlanmalarına, belirli mesleklerde yoğunlaşmalarına ve yatay ve dikey olarak ayrışmalara neden olmaktadır (Urhan, Etiler, 2011). Kadınlar, üretim faaliyetlerinin belli başlı aşamalarında bulunmaktadırlar ve bu faaliyetlerin bulunduğu alanlarda çalışmaktadırlar. Erkeklerle aynı yerlerde çalışmaları gerektiğinde de yaptıkları işler bakımından birbirinden ayrılmaktadırlar. Hiyerarşi açısından bakıldığında ise kadınların genellikle daha alt düzey yönetim kademelerine, grup yöneticiliği olarak (genellikle grubun kadın olduğu durumlarda) gelebildikleri, erkeklerin ise daha üst düzey yönetim kademelerine yükselmektedirler (Ecevit, 1998). Kadın ve erkeklerin yaptıkları işler değerlendirildiğinde, kadınlar beceri istemeyen, emek yoğun, el emeğinin kullanıldığı, parça birleştirme ve üretim sürecine hazırlık gibi hafif işlerde, erkekler ise beceri gerektiren, kapital yoğun, makine kullanımının gerektiği, bütünü oluşturma ve bitirme gibi ağır işlerde yoğunlaştıkları görülmektedir (Ecevit, 1998). Kadınlar, evdeki rol ve sorumluluklarına benzer işlerde çalışmaya teşvik edilerek ve zorlanarak değersiz işlerde çalışmaya mecbur bırakılmaktadırlar. Kadınlar düşük statülü ve ücretli işlerde çalışmak istemeseler dahi ya kadınlar bu meslekleri seçtikleri için statüleri ve ücretleri 51 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World düşürülmekte ya da düşük statü ve ücrete sahip olduklarından dolayı kadınlara özgülenmektedir. Bu bağlamda kadınlar mesleklerini seçmekte özgür olmakta ancak, bu özgürlüklerini kullandıklarında da bu mesleklerdeki kadın sayısı arttıkça mesleklerin statü ve değerleri düşmektedir. Dolayısıyla, kadın da toplum tarafından kendisine uygun görülmüş meslekleri seçmeye mecbur bırakılmaktadır (Urhan, Etiler, 2011). gerektirm eyen Nitelik operatörleri ve Tesis ve makine işlerde çalışanlar Sanatkarlar ve ilgili hayvancılık, avcılık, Nitelikli tarım, elemanlar Hizmet ve satış hizmetl eri n de Büro ve müşteri profesyonel meslek Yardımcı mens upları Profesyonel meslek üst düzey Kanun yapıcılar, Yıllar İstihdam edilenler 3.1. TÜİK Verilerine Göre Türkiye’de Cinsiyete Dayalı İşbölümü Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)’ nun Toplumsal Cinsiyet Göstergelerinden aldığımız veriler ile elde ettiğimiz Tablo 1’ e göre kadın istihdamının 2004 yılından 2012 yılına değin sürekli bir artış gösterdiği ancak yine de erkek istihdamının altında kaldığı görülmektedir. 2012 yılı itibariyle istihdam edilenlerin sayısı erkeklerde 17.512 bin iken kadınlarda 7.309 bin de kalmıştır. Kadınların en fazla istihdam edildiği meslek grubu 2.101 bin istihdam düzeyi ile Nitelikli tarım, hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su ürünleri çalışanlarıdır. Bu düzeyi Nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar ın oluşturduğu meslek grubu takip etmektedir. Bu oranlar göstermektedir ki kadınlar en fazla ev işleriyle benzer özellikler gösteren ve ev işlerini aksatmadan yapabilecekleri tarım hayvancılık gibi bakım işlerinde ve herhangi bir nitelik gerektirmeyen işlerde yoğunlaşmaktadırlar. Kadınların en az istihdam edildiği meslek grubu 220 bin istihdam seviyesi ile Kanun yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürlerdir. Kanun yapma ve üst düzey yöneticilik işleri erkek çalışanlara uygun işler olarak görüldüğünden ve kadınların önlerine konulan engellerden dolayı en az istihdam edildikleri alandır. İkinci sırada ise 251 bin istihdam seviyesi ile erkek işi kabul edilen Tesis ve makine operatörleri ve montajcılar meslek grubu gelmektedir. Tablo 1- Meslek Grubuna Göre İstihdam Edilenler 2004-2012 (Bin Kişi) (15+ Nüfus) Kadın 2004 5 047 126 427 311 431 356 2 141 335 195 725 2005 5 108 152 467 366 448 402 2 004 336 221 711 2006 5 258 158 503 406 503 478 1 842 322 221 824 2007 5 356 157 515 413 557 524 1 787 284 230 889 2008 5 595 183 522 471 584 548 1 790 287 207 1 002 2009 5 871 189 595 437 601 594 1 852 338 183 1 083 2010 6 425 189 632 435 661 634 2 093 378 232 1 171 2011 6 973 204 661 479 736 745 2 158 360 239 1 391 2012 7 309 220 780 535 775 867 2 101 321 251 1 459 2004 14 585 1 676 861 751 680 1 746 2 826 2 557 1 812 1 676 2005 14 959 1 919 888 827 716 1 756 2 498 2 708 1 913 1 734 2006 15 165 1 774 902 883 789 1 943 2 295 2 703 1 990 1 886 2007 15 382 1 678 818 988 767 2 042 2 281 2 758 2 084 1 966 2008 15 598 1 677 799 1 035 822 2 005 2 331 2 736 2 075 2 118 2009 15 406 1 661 885 919 804 2 054 2 452 2 547 1 875 2 208 2010 16 170 1 694 976 906 874 2 124 2 599 2 702 2 102 2 193 2011 17 137 1 770 1 047 969 930 2 239 2 743 2 814 2 191 2 434 2012 17 512 1 691 1 151 1 040 961 2 315 2 767 2 887 2 288 2 413 Erkek Kaynak: TÜİK Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri 52 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadın ve erkek çalışanların istihdam seviyelerinde en az fark bulunan meslek grubu ise Büro ve müşteri hizmetlerinde çalışanlardır. Kadın istihdam seviyesi 775 bin iken erkek istihdam seviyesi ise 961 bin şeklinde gerçekleşmiştir. Kadın istihdamı bu meslek grubunda da erkek istihdam seviyesinin altında kalmış ancak yakın seyretmiştir. En yüksek erkek istihdamı Sanatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar meslek grubunda ve 2.887 bin istihdam düzeyindedir. Kadınlarda ise 321 bin seviyesinde kalmıştır. Bunu 2.767 bin istihdam seviyesi ile kadınların en çok istihdam edildiği alan olan Nitelikli tarım, hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su ürünleri meslek grubu izlemektedir. Erkeklerin en az istihdam edildiği meslek grubu ise Yardımcı Profesyonel Meslek Mensuplarıdır. Tablo 2- Meslek Grubuna Göre Aylık Ortalama Brüt Ücret, Yıllık Brüt Kazanç Ve Cinsiyetler Arası Ücret Farkı, 2010 (TL) Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek (%) Toplam 17884 18029 17837 19694 19728 19683 -1,1 Yöneticiler 43825 46201 43073 49170 52242 48198 -7,3 Profesyonel meslek mensupları 31520 27861 34549 33974 29647 37557 19,4 22082 20865 22536 24628 22872 25283 7,4 çalışan elemanlar 18875 18203 19383 21478 20700 22066 6,1 Hizmet ve satış elemanları 12922 12188 13167 13787 12919 14076 7,4 14091 0 * 14561 0 * * 15278 13004 15586 16921 14151 17297 16,6 13336 10518 13851 14544 11266 15144 24,1 12075 10713 12449 13032 11276 13513 13,9 arasıücret Yıllık ortalama brüt ücret Cinsiy etler Yıllık ortalama brüt kazanç Yardımcı profesyonel meslek mensupları Büro ve müşteri hizmetlerinde Nitelikli tarım, hayvancılık, avcılık, ormancılık ve su ürünleri çalışanları S anatkarlar ve ilgili işlerde çalışanlar Tesis ve makine operatörleri ve montajcıları Nitelik gerektirmeyen işlerde çalışanlar (*) Gizlenmiş verilerin aritmetik işlem sonucu elde edilmesini önlemek amacı ile verilmemiştir. Kaynak: TÜİK Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri Tablo 2’ye göre kadın ve erkek işgücünün yıllık ortalama brüt ücret ile yıllık ortalama brüt kazanç farkının en fazla olduğu sektör kadın işgücünün zayıf erkek işgücünün ise yoğun olarak istihdam edildiği Tesis ve makine operatörleri ve montajcıları meslek grubunda ve ücret farkının %24,1 olduğu görülmektedir. Profesyonel meslek mensupları meslek grubunda ise kadın işgücü ile erkek işgücü arasındaki ücret farkı %19,4 olarak gerçekleşmiştir. Ücret farkının en az olduğu meslek grubu ise %6,1 ile Büro ve müşteri hizmetlerinde çalışan elemanlardır. Kadın işgücünün erkek işgücünden daha fazla kazanç elde ettiği meslek grubu ise Yöneticilerdir. Bu meslek grubunda kadınların %7,3 oranında daha fazla gelir elde ettikleri görülmektedir. 5.SONUÇ Toplumsallaşma ile edinilen toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal koşullanmanın da etkisiyle, sosyal hayatta cinslerin tutum ve davranışlarının belirleyicisi olduğu gibi çalışma yaşamında da etkili 53 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World olmaktadır. Özel yaşamda kendilerinden beklenen toplumsal cinsiyet rollerine uygun dişil ve eril özelliklerin işgücü piyasasında meslek seçimlerinde ve işgücü piyasasına katılıp katılmama kararlarında etkili olduğu görülmektedir. Erkeğin ailesine bakmakla sorumlu aile reisi, kadının ise anne ve eş rolüne vurgu yapılması kadınların çalışma hayatına bakış açılarını olumsuz etkilemekte ve kadının işgücü piyasasına girmesine engel olmaktadır. İşgücü piyasasına katılan kadınların ise ikinci planda kalmalarına, meslek seçiminde cinsiyetlerine uygun olarak belirlenmiş mesleklere yönelmelerine, cinsiyete özgü mesleklerdeki çalışma koşullarına uygun becerileri kazanmalarına ve kadınların bu mesleklerde yoğunlaşmalarına neden olmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumunun “Meslek Grubuna Göre İstihdam Edilenler” araştırmasına göre 2012 yılı itibariyle istihdam edilen kadın oranının erkek oranından daha düşük seyrettiği görülmektedir. Ayrıca istihdam edilen kadınların toplumsal cinsiyet rollerine uygun ev işi ve bakım hizmetleri gibi çok fazla nitelik gerektirmeyen mesleklerde, erkeklerin ise erkek işi olarak kabul gören ve beceri gerektiren işlerde ve kanun yapıcı, üst düzey yöneticilik gibi mesleklerde yoğun olarak istihdam edildikleri, kadınlarda ise bu oranın düşük kaldığı görülmektedir. Bunun yanında meslek gruplarına göre istihdam edilenlerin yıllara göre dağılımına baktığımızda ise erkek işi kabul edilen meslekler içerisinde kadın oranında, kadın işi olarak kabul gören mesleklerde ise erkek oranında artış gözlenmektedir. Bu da göstermektedir ki toplumsal cinsiyet rolleri gün geçtikçe birbirine yaklaşmaktadır. Kadınların yoğun olarak istihdam edildiği emek yoğun nitelik ve beceri gerektirmeyen meslekleri ücret bağlamında değerlendirdiğimizde ise kadınların erkeklerden daha düşük ücretlerle çalıştıkları, aynı işlerde çalışan erkeklerin ise kadınlardan daha fazla ücret aldıkları ortaya konulmuştur. Bu durum bu mesleklerde kadın emeğinin değersizleştirilmesi ya da düşük statü ve ücretli görüldüğü için kadınlara özgülendiği şeklinde açıklanabilmektedir. Yani bazı meslekler ücretleri ve statüleri düşük olduğu için kadınlara uygun görülürken bazı meslekler ise kadınların bu meslekleri tercih etmesi sebebiyle ücreti ve statüsü düşürülmektedir. Bunun yanında kadınların en az istihdam edildiği üst düzey yöneticilik mesleğinde, kadınların erkeklerden daha fazla ücret aldıkları görülmektedir. Bu da göstermektedir ki kadınlar önlerine konulan engellere rağmen üst düzey yönetim kademelerine geldiklerinde emeğinin karşılığını almaları daha olası hale gelmektedir. 5. KAYNAKLAR Bacacı Varoğlu, D, 2001, Örgütsel Yaşamda Toplumsal Cinsiyet Rolleri, Yönetim ve Organizasyon, Derleyen: Salih Güney, Ankara, Nobel Yayın Dağııtım, 2001 Budak, G, M ayatürk, ve E, 2008, Çalışma Yaşamında Kadına Yönelik Negatif Ayrımcılık Üzerine Bir Araştırma, “İş,Güç” Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi”, Cilt:10 Sayı:1, Ocak, http://www.isgucdergi.org/?p=article&id=306&cilt=10&sayi=1&yil=2008 (27.01.2012) Dedeoğlu, S, 2000, Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Aile ve Kadın Emeği, Toplum ve Bilim Dergisi, Sayı:86, Birikim Yayıncılık, 2000 Duruoğlu, T, 2007, Emek Piyasasında Cinsiyetçi Ücret Ayrımı: Bursa Organize Sanayi Bölgesinde Bir Araştırma, İletişim Kuram Ve Araştırma Dergisi, Sayı: 24, http://www.irfanerdogan.com/dergiweb2008/24/4.pdf , (28.04.2011) Ecevit, Y, Türkiye’de Ücretli Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Temelinde Analizi, 75 Yılda Kadınlar Ve Erkekler, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul, Numune M atbaacılık, Ekim, 1998 Kırel, Ç, Kocabaş, F ve Özdemir, A, A, 2010, İşletmelerde Algılanan Cinsiyet Temelli Ayrımcılık: Eskişehir’de Özel Sektörde Bir Alan Araştırması, Çimento İşveren Dergisi, Çimento Endüstri İşverenleri Sendikası Cilt:24, Sayı:3, http://www.ceis.org.tr/dergiDocs/makale143.pdf (31.05.2010) M ora, N, 2005, Kitle İletişim Araçlarında Yeniden Üretilen Cinsiyetçilik ve Toplumda Yansıması, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:2 Sayı:1, http://www.insanbilimleri.com/ojs/index.php/uib/article/view/29 (16.07.2011) Özdemir, M .Ç, 2009, Kapitalizm Kadın ve Cam Tavanlar, Uluslararası-Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi Kongre Bildirileri, Cilt:1, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya, 2009 Reskin, B, “Sex Segregation In The Workplace”, Annual Reviews of Sociology, Vol. 19, Issue 1, 1993 Sayer, H,2011, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Erkeklerin Katılımı, Ankara, Afşar M atbaası, 2011 Tatar, T, 2009, Toplumsal Hayatta Cinsiyet Temelli Farklılaşmalar, Uluslararası-Disiplinlerarası Kadın Çalışmaları Kongresi Kongre Bildirileri, Cilt:1, Sakarya Üniversitesi Basımevi, Sakarya, 2009 Tüik, Toplumsal Yapı ve Cinsiyet İstatistikleri, Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri, İşgücü, M eslek Grubuna Göre İstihdam Edilenler, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068 (29.03.2015) Tüik, Toplumsal Yapı ve Cinsiyet İstatistikleri, Toplumsal Cinsiyet Göstergeleri, İş-Kazanç M emnuniyeti, M eslek Grubuna Göre Aylık Ortalama Brüt Ücret ve Yıllık Brüt Kazanç, http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1068 (29.03.2015) Urhan, B, ve Etiler, N, 2011, Sağlık Sektöründe Kadın Emeğinin Toplumsal Cinsiyet Açısından Analizi, Çalışma ve Toplum, Sayı:29, http://calismatoplum.org/sayi29/urhan-etiler.pdf (16.07.2011) Yeşilorman, M , 2011, Toplumsal Eşitsizlikte Kör Nokta: Kadın Eşitsizliğine Genel Bir Bakış, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt:11, Sayı:2, Elazığ, 2001 54 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları Employment Potential of The Women Who Completed The Vocational Training Courses By İŞKUR Bahar TANERˡ, Zeynep GÖKALP² ˡProf. Dr., M ersin Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı, M ersin, bahar_taner@yahoo.com ²Yüksek Lisans Öğrencisi, M ersin Üniversitesi, Kadın Araştırmaları Ana Bilim Dalı, M ersin, z_g_81@mynet.com ÖZET: Bu çalışmada dünyada ve Türkiye’de kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmaları ve yürütülen politikalar irdelenmiştir. Sonrasında M ersin işgücü piyasası genel hatlarıyla değerlendirilmiştir. Kadınların iş gücü piyasasına girememe nedenleri irdelenmiştir. İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının dışında diğer kurslar da özellikle istihdam garantili kurslar gözden geçirilerek kadınların katılımları ve katılımlarını etkileyen faktörler üzerinde durulmuştur. Özellikle son iki yıl içerisinde işe yerleşen ve yerleşmeyen kadınların genel görünümleri üzerinde durulurken yapılan görüşme verilerinden de yararlanılmıştır. Çalışma sonucunda Kurumun mevcut kaynaklarını kadın kursiyerleri için kullandığı, ancak mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerinde dolaylı etkisi olduğu tespit edilmiştir. Anahtar Kelimeler: İstihdam, İŞKUR, mesleki eğitim kursları ABS TRACT: In this study, policies aimed at increasing women employment and the associated vocational training programs are investigated in the world and in Turkey. M ersin labor market in general and employment potential of the women who completed the İŞKUR courses in specific are evaluated. Training courses other than İŞKUR, especially the ones with job placement guarantee are analyzed and the rate of participation of women in these courses and the factors affecting their participation are evaluated. In addition to the literature survey, data has been collected through interviews conducted with the women who are employed and not employed within the last two years. Results of the study indicate that although İŞKUR has put its funds into use for women trainees, it could have only on indirect effect on the employment potential of them. Keywords: Employment, İŞKUR, vocational training courses 1. GİRİŞ Bir ülkenin gelişmişlik düzeyini ve refah seviyesini belirleyen ve etkileyen en önemli unsur, kalkınmada önceliği eğitime vermektir. Günümüz dünyasında gerek bilimsel gerekse teknolojik gelişmeler işgücünün kalitesi açısından değerlendirildiğinde eğitimi zorunlu kılmaktadır. İşgücünün niteliğini belirleyen eğitim faktörü işletmelerin vasıflı, eğitimli, üretken, mesleki beceriye sahip çalışanlar tercih etmesine sebep olmaktadır. Öte yandan gelişim çağına ayak uydurmaya çalışan işletmelerin işgücü kıstasları ve istihdam olanakları değişmiştir. İşgücü piyasasında kalıcı olmak isteyen işletmeler için değişikliğe gitmek zorunluluk haline gelmiştir. Vasıfsız ve eğitimsiz işgücü gelişen teknolojinin ve değişen üretim modellerinin beklentilerini karşılamada yetersiz kalmaktadır. Bunun için işletmeler mesleki eğitimi ve becerisi yeterli, değişimin gerisinde kalmayan, üretim modellerine uyumlu işgücünü tercih etmektedirler. İşgücü piyasasının bu arz talep ilişkisini dengeleyen ve mevcut politikaların uygulanmasında eşleştirme görevini üstlenen en etkili istihdam kurumu İŞKUR’ dur. İşsizlik çağımızın en büyük sorunlarından biri gibi gözükse de, esas sorun işsizlerin işe yerleştirilmeleri esnasında işverenlerin kıstaslarına uygun vasıflara sahip olmamalarıdır. Konuya sadece işverenlerin tercihlerini temel alarak bakmak tek taraflı bir değerlendirme olacaktır. Aslında burada dikkat edilmesi gereken ve gözden kaçırılan başka bir ayrıntı vardır. Sorun sadece işverenin kendisi için uygun nitelikte eleman bulamaması değildir. İşverenin istediği vasıflara sahip elemanlarla bir araya gelememesinden önceki boyuttur; yani işgücü arzının işgücü taleplerine cevap verememesidir. İŞKUR’ un eşleştirme görevi tam da bu noktada devreye girmektedir. İŞKUR işçi ve işveren arasındaki bu arz talep ilişkisini güçlendiren ve işsizlerin istihdama katılımları için tüm koşulları etkili bir biçimde oluşturması gereken kurumdur. İŞKUR işgücünün niteliğini artırmak ve beklentileri karşılamak adına belli dönemlerde ve belli sürelerde mesleki eğitim kursları açmaktadır. Böylece kursiyerlerin gelişen teknoloji ve değişen üretim modellerine uygun meslekler edinmelerini sağlayarak istihdama katılmalarına öncülük etmektedir. İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kursları işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu meslekleri ve bu mesleklerin gerektirdiği becerileri kazandırmakla yükümlüdür. 55 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının fonksiyonları kadar bu kurslara katılan kursiyerlerin özellikle de kadınların bu kurslardan kazanımları da tartışılmalıdır. Kadınların istihdama katılımlarını etkileyen en önemli unsur işsizliktir. Ülkemizde TÜİK verilerine göre 2014 yılı itibariyle toplam işsizlik oranı yüzde 10,1 olup kadın işsizlik oranı yüzde 12,2’dir. Türkiye’de kadınların işgücüne dahil olmaları noktasında mesleki eğitim kursları ve programları önemlidir. Bu kurslara katılan dezavantajlı gruplar içerisinde yer alan kadınlar gerek kurslara başvurma ve devam sürecinde gerekse kurslardan sonra istihdama katılımda daha fazla sorunla karşılaşmaktadırlar. Özellikle bu kursları tamamlayan kadınların işgücüne katılımları ve istihdam durumlarını analiz eden araştırmalar yapılması sorunun çözümüne katkıda bulunacaktır. Bu çalışma İŞKUR mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam durumlarını ortaya koymayı amaçlamaktadır. Eğitim düzeyi düştükçe kadınların işgücüne katılımlarının azaldığı bilinen bir durumdur. Bu nedenle çalışmada mesleki eğitim kursları ile kadın istihdamı arasındaki ilişkiyi sorgulamak ve bu ilişkinin kadınların istihdam edilebilirliği üzerindeki etkisini ortaya koymak çalışmanın amacını oluşturmaktadır. “İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadınların İstihdam Durumları” adlı çalışma günümüz işgücü piyasasının mevcut politikalarını ve beklentilerini değerlendirme açısından ve kursların kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerindeki etkisini sorgulaması açısından güncel ve önemli bir çalışmadır. 1.1. Yabancı Ülkelerdeki Durum 1990-2002 yılları arasında Avusturya, Fransa, Batı Almanya, Norveç ve Polonya’da uygulanan mesleki eğitim çalışmaları ve yürütülen politikalar kadınların işgücüne katılımını olumlu yönde etkilemiştir. Diğer ülkelere göre düşük olan işgücüne katılım oranı, mesleki eğitim çalışmalarının uygulanmasıyla beraber artış göstermiştir. Ayrıca katılımla beraber cinsiyetler arası fark da büyük oranda azalmıştır. Cinsiyetler arası fark Avusturya’da yüzde 20,8’den 13,3’e; Batı Almanya’da yüzde 28’den 18’e; Norveç’te yüzde 11,1’den 7,3’e düşmüştür (Gürsel ve Uysal-Kolaşin, 2010: 34). Avusturya’da işe yerleştirme, mevcut işi değiştirme, mesleki eğitim hizmetleri AMS (Arbeitsmarktservice Österreich) Avusturya Kamu İstihdam Kurumu tarafından verilmektedir. Avusturya’da kadın istihdamını artırmak için çocuk bakımı nedeniyle çalışma hayatından ayrılmış ve yeniden iş hayatına dönmek isteyen kadınlara yönelik ücretsiz eğitim programı uygulanmaktadır. Ayrıca devlet ebeveynlerin çocuk bakımı hizmeti için özel sektöre ödeyecekleri bedelin bir kısmını karşılamaktadır. Avusturya’da 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 67,3’dür (OECD, 2013). Fransa’da işe yerleştirme, işsizlik sigortası yönetimi ve işgücü uyum programlarına katılım hizmetleri devletin üç ayrı kurumu ANPE, AFPA ve UNEDIC (Agence Nationale Pour l'Emploi, Association pour la Formation Professionnelle des Adultes, Union Nationale interprofessionnelle pour l'Emploi dans l'Industrie et le Commerce) Ulusal İstihdam Ajansı, Yetişkinleri Eğitme Kurumu, Ticaret ve Sanayide Meslekler Arası İstihdam Ulusal Birliği tarafından gerçekleştirilmektedir (Tuy, Hansen ve Price, 2001: 119). Fransa’da doğum iznini tamamlayan ve yeniden işe dönmek isteyen kadınlar ihtiyaç duymaları halinde eğitim almak için mesleki eğitim verilen merkezlere gidebilmektedirler. Devletin kadın istihdamını artırmaya yönelik yürüttüğü politikalardan bir diğeri ise 3 yaşından küçük çocukların % 48,7’ sinin devlet tarafından desteklenen çocuk bakımı hizmetlerinden yararlanmasıdır. Fransa’da 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 60,0’dır (OECD, 2013). Almanya’da yapılan mesleki eğitim çalışmalarını ve yürütülen politikaları idare eden kamu istihdam kurumu BA (Bundesanstalt fiir Arbeit) Federal Alman Çalışma Kuruludur. Almanya’da doğum ve çocuk bakımı nedeniyle işe ara veren ve yeniden işe dönmek isteyen kadınlara yönelik mesleki eğitim programları uygulanmaktadır. Almanya’da mesleki eğitim kurslarına katılan kadınlara ayrıca aldıkları mesleki eğitimin başarısını artırmak için danışmanlık hizmeti verilmektedir. Almanya’da kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan bir başka uygulama ise hasta çocuklu yalnız annelere hasta çocuğunun bakımı için yılda 20 gün izin verilmesidir. Almanya’da 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 68,0’dir (OECD, 2013). Norveç’teki iş yaratma programları Kamu İstihdam Hizmetleri tarafından yönetilmekte olup, ülke bu programların düzenlenmesi noktasında iyi bir örnek teşkil etmektedir. Norveç’te yerel yönetimlerin çocuk kreşleri, sağlık ve sosyal hizmet alanlarında yaptıkları uygulamalar kadın 56 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World istihdamının artışında etkili olmuştur. Norveç’te 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 73,8’dir (OECD, 2013). Polonya, Kamu İstihdam Hizmetlerini ve istihdam politikalarının geliştirilmesi sorumluluğunu yerel yönetimlere ve sorumlulara bırakmıştır. Polonya’da genişletilmiş ebeveyn izni modeli uygulanmaktadır. Bu modele göre anneye oldukça uzun süren doğum izni hakkı verilmektedir. Doğum iznini tamamlayan anneye çalışma hayatına döndüğünde tam zamanlı istihdam olanağı sağlanmaktadır. Polonya’da 2012 yılında kadın istihdam oranı yüzde 53,1’dir (OECD, 2013). 1.2. Türkiye’deki Durum Türkiye’de mesleki eğitim kursları düzenleyen kurum ve kuruluşlar şunlardır: Milli Eğitim Bakanlığı, İŞKUR, KOSGEB, Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel Müdürlüğü, Kültür ve Turizm Bakanlığı, belediyeler ve özel işletmelerdir. Bunlardan İŞKUR kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarını uygulayan ve yöneten en etkili kurum dur. İşgücü piyasasında işgücü arzı ve talebini karşılamada güvenilir olması, işçi-işveren arasında eşleştirme görevi yapması, meslek ve iş danışmanlığı hizmetleri vermesi Kurumu daha da önemli hale getiren diğer faktörlerdir. İŞKUR ‘İstihdam ve Eğitim Projesi’ kapsamında daha fazla kurs açarak ve bu kursları ulusal ve uluslararası projelerle destekleyerek hedef kitlesini artırmıştır. Ancak hedef kitlesi içinde kadınlar yer alsa da mevcut kurslara bakıldığında çoğunluğunun kadınlara yönelik olmadığı görülmektedir. Ülkemizde TÜİK verilerine göre 2014 yılı itibariyle kadın istihdam oranı % 29,5 olup, dünyadaki kadın istihdam oranlarından düşüktür. Dünya Ekonomik Forumu’nun (DEF) 2014 Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporuna göre Toplumsal cinsiyet endeksinde 142 ülke arasında 125. sırada olan Türkiye, ekonomik katılım ve fırsat eşitliğinde 132, eğitimde 105, siyasi güçlenmede ise 113. sırada yer aldı. 1.2.1. Mersin İŞKUR Bünyesinde Açılan Mesleki Eğitim Kursları İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kursları, işsizleri işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu nitelikli ve mesleki beceriye sahip bireyler olarak yetiştirmeye çalışmaktadır. Bu kurslarda seçilen meslek dallarına uygun mesleki eğitim verilmektedir. Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kursları aktif işgücü piyasası programlarından biridir. Aktif istihdam programları, standart iş ve işçi bulma, işsizlik yardımları gibi hizmetlerin işgücü arzı ve talebini karşılamada yetersiz kalması yüzünden işsizlerin iş bulma şanslarının artırıldığı daha aktif politikalardır. Aktif istihdam politikaları, işsiz olup çalışmak isteyenlere yönelik iş arama yardımları, mesleki ve temel eğitim gibi destek hizmetleri ve işgücü piyasasında yeni istihdam alanları açma faaliyetlerinden oluşmaktadır (Öksüz, 2007:10). Aktif istihdam programları kapsamında bulunan meslek ve iş danışmanlığı hizmetleri Mersin İŞKUR İl Müdürlüğü tarafından 2011 yılında verilmeye başlanmıştır. Özellikle kadınların seçebilecekleri meslek ve alabilecekleri eğitim hakkında onlara danışmanlık hizmeti sunulması, İŞKUR verilerine göre kurslara katılan ve mezun olan kadın sayısı temel alındığında çözülmesi gereken en öncelikli sorundur. İŞKUR bünyesinde açılan istihdam garantili işgücü eğitim kurslarında kursiyerlerin belli bir oranının istihdam edilmesi zorunluluğu vardır. Bu nedenle doğrudan istihdamı esas aldığı için en etkili olan kurstur. İstihdam garantili kurslar özel sektörde faaliyet gösteren işletmelerle işbirliği yapılarak düzenlenmektedir. 2014 yılında Mersin’de hiçbir firmanın ihaleye girmemesi ve işçi talebinde bulunmaması istihdam garantili kurs açılmamasında etkili olmuştur. Mesleki eğitim kurslarında diğer kurslarda olduğu gibi kursiyerleri istihdam etme zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu kursları tamamlayan kursiyerler mesleki bilgi ve becerileriyle işgücü piyasasında iş aramakta ya da işe girmektedirler. İŞKUR bünyesinde açılacak mesleki eğitim kurslarının çerçevesi, sayısı ve hedef kitlesi kamu ve özel kesimden temsilcilerin oluşturduğu İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulları tarafından belirlenmektedir. Ancak Mersin ili İl İstihdam ve Mesleki Eğitim Kurulu kararlarında kadınlara ya da kadın-erkek eşitliğinin sağlanmasına yönelik özel bir faaliyet yer almamaktadır (Türkiye İş Kurumu [İŞKUR], 2014). Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının ve diğer kursların finansman kaynağı işsizlik sigortası fonudur. Ayrıca katılanlara kursiyer cep harçlığı (20 TL) verilmektedir. Ancak Kurumun açtığı bazı kurs programlarına göre bu miktar değişebilmektedir. Kurum tarafından 57 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World eğitim süresince iş kazası ve meslek hastalığı sigorta primleri ile genel sağlık sigortası primi ödenmektedir. 1.2.2. Kadınların Kurslara Katılımı Türkiye genelinde 2013 yılında mesleki eğitim kursları ve diğer kurslar dahil olmak üzere 31.385 kurs açılmış olup, bu kurslara katılan kadın kursiyer sayısı 113.074’dür. Bunların 69.560’nın mezun olduğu, mezun olanların ise 44.744’ünün istihdam edildiği, 24.816’sının istihdam edilmediği bilgisine Mersin İŞKUR aracılığıyla genel müdürlükten alınan veriler ışığında ulaşılmıştır. İl bazında kadınların kurslara katılımı erkeklere göre yüksek olmasına karşın kurslardan mezun olan ve istihdam edilen kadın sayısı azdır. Köyden şehre göçle başlayan kentleşme, kadının kent yaşamına uyum sağlayamaması, kursa katılım sürecinde erkeğe bağımlı olması kursa devam etmesini ve çalışma hayatına katılmasını olumsuz yönde etkilemektedir. Mersin İŞKUR’dan alınan veriler ışığında mesleki eğitim kurslarından mezun olan ve istihdam edilen kadın kursiyer sayılarına ilişkin olarak düzenlenen tablo aşağıda verilmiştir. Tablo 1: Mesleki Eğitim Kursuna Katılan, Mezun Olan, İstihdam Edilen Kadın Kursiyer Sayıları (MERSİN) Yıllar Kurs S ayısı 2010 323 2011 791 2012 2057 2013 656 2014 489 Kaynak: M ersin İŞKUR Katılan Kadın Kursiyer S ayısı Mezun Olan Kadın Kursiyer S ayısı İstihdam Edilen Kadın Kursiyer S ayısı 2517 5601 10009 3138 2930 1739 2966 3753 747 219 370 1463 3010 258 69 İstihdam Edilen Kadın Kursiyer Yüzdesi 21.2 49.3 80.2 34.5 31.5 Tablo incelendiğinde Mersin İŞKUR tarafından 2010-2014 yılları arasında toplam 4.316 adet mesleki eğitim kursu açıldığı, 24.195 kadın kursiyerin bu kurslara katıldığı, 9.424 kadın kursiyerin mezun olduğu, 5.170 kadın kursiyerin istihdam edildiği görülmektedir. Mersin İŞKUR tarafından en fazla mesleki eğitim kursu 2012 yılında açılmıştır. Katılımın, mezuniyetin ve istihdamın en fazla olduğu yıl da 2012’dir. Tabloya bakıldığında 2010 yılında 1.369 kadın kursiyerin, 2011 yılında 1.503, 2012 yılında 743, 2013 yılında 489, 2014 yılında ise 150 kadın kursiyerin istihdam edilmediği görülmektedir. 1.2.3. Kadınların Kurslara Katılımını Etkileyen Faktörler Kadınların Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarına ve diğer kurslara katılımını etkileyen en önemli faktör zaman faktörüdür. Araştırma kapsamında görüşme yapılan kadınlar da kurslara katılımlarını etkileyen en önemli faktörün zamansızlık olduğunu dile getirmişlerdir. Gerek Türkiye genelinde gerekse TR62 (Adana, Mersin) bölgesinde kadınların ev işleriyle meşgul olmak nedeniyle işgücüne dahil olamadıkları düşünüldüğünde zaman kavramının onlar için anlamı daha iyi anlaşılacaktır. Geleneksel ev işlerinin dışında yaşlı, hasta ve çocuk bakımı sorumluluğu da kadınlara yüklendiği için yine zaman faktöründen dolayı kadınlar kurslara katılamamaktadırlar. Kadınların Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarına katılımını etkileyen başka bir faktör ise, sadece sınıf içinde değil işyerinde iş başında da eğitim verilmesidir. Bu durumun ataerkil geleneksel aile yapısına sahip, erkek egemen bir toplumda yaşayan kadın için sakıncaları vardır. Özellikle kursa katılım konusunda kocasının egemenliği altında bulunan kadının kurs yeri hakkında kocasından bağımsız hareket etmesi oldukça güçtür. Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarında kreş hizmetinin sunulmaması kurslara katılımı olumsuz yönde etkilemektedir. Mersin İŞKUR bünyesinde 2014 yılı itibariyle istihdam garantili mesleki eğitim kursları açılmaması ve kursların çoğunluğunda istihdam garantisi verilmemesi de kadınların kurslara katılımını olumsuz etkilemektedir. 58 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 2. YÖNTEM 2.1. Araştırmanın Evreni ve Örneklemi Mersin ilinde yaşayan ve İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarından mezun olan kadın kursiyerler araştırmanın evrenini oluşturmaktadır. Araştırma örnekleminin oluşturulmasında basit tesadüfi örnekleme yöntemi kullanılmıştır. Basit tesadüfi örnekleme yöntemi, örneklemi oluşturan birimlerin ya da bireylerin aynı özelliğe sahip olduğu, herkese eşit şansın verildiği yöntemdir. Araştırmanın örneklemi mesleki eğitim kursundan mezun olan 15 kadın kursiyerdir. 2.2. Ölçme Araçları Araştırmada yapılandırılmamış mülakat tekniği kullanılarak ve açık uçlu sorular sorularak on beş kadın kursiyerden alınan veriler analiz edilmiştir. Yapılandırılmamış mülakat tekniği standartlaştırılmamış, açık uçlu, derinlemesine görüşmedir. Araştırma nitel bir araştırmadır. Araştırma verileri yüz yüze görüşme yöntemiyle 15 kadın kursiyerle görüşülerek gerçekleştirilmiştir. Kursiyerlere yöneltilen sorular Ek de yer almaktadır. 2.3. Veri Analizi Görüşmelerde ses kayıt cihazı kullanılmış ve veriler analiz edildikten sonra metin haline getirilmiştir. 3. BULGULAR İŞKUR yetkilileri ile yapılan görüşmeler ve araştırmanın örneklemini oluşturan 15 kadın kursiyerden elde edinilen veriler ışığında aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır. 3.1. Mersin İŞKUR’ un Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren Kadın Kursiyerlerin İşe Yerleştirilmeleri Üzerindeki Dolaylı Etkisi Mersin İŞKUR istatistik biriminden özel olarak alınan veriler ışığında hazırlanan Tablo 1’e göre 2010-2014 yılları arasında kurslara katılan 24.195 kadın kursiyerden 9.424’ünün mezun olması, bunlardan 5.170’nin istihdam edilmesi, 4.254’ünün istihdam edilmemesi Kurumun kadın kursiyerlerin işe yerleştirilmeleri üzerinde doğrudan etkisi olmadığını göstermektedir. Ancak sadece istihdam garantili kurslarda istihdam zorunluluğu olduğu, diğer kurslarda istihdam zorunluluğu olmadığı da unutulmamalıdır. Ayrıca kurs bitiminde kadın kursiyerlerin izlenmesi daha geçerli ve güvenilir değerlendirme yapılmasını sağlayacaktır. Mersin İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarını bitiren kadın kursiyerlerin istihdam durumları Kurum tarafından izlenmemektedir. Bu yüzden çalışmaya katkı sağlamak için 15 kadın kursiyerle görüşme yapılmıştır. 15 kadın kursiyerle yapılan görüşmelerden elde edilen veriler de, Mersin İŞKUR’ un mesleki eğitim kurslarını bitiren kadın kursiyerlerin işe yerleştirilmeleri üzerinde doğrudan etkisi olmadığı sonucunu destekler niteliktedir. 3.2. Son İki Yıl İçerisinde Mersin’de İşe Yerleşen ve Yerleşmeyen Kadınların Genel Görünümü Araştırma sonucunda son iki yıl içerisinde Mersin’de işe yerleşen kadınların genel görünümüne bakıldığında kadınların kurslar vasıtasıyla dolaylı yoldan işgücüne katıldıkları tespit edilmiştir. Araştırma kapsamında 15 kadın kursiyerle yapılan görüşme verileri de bunu destekler niteliktedir. Ayrıca kursları bitiren kadınların Kurumun bulduğu işleri beğenmedikleri ve kendi buldukları işlerde çalışmayı tercih ettikleri gözlenmiştir. Kadınlar kursiyer cep harçlığı olan 20 TL’yi alabilmek için kurslara devam etmekte ve kurs bitiminde kendi buldukları işlerde çalışmayı tercih etmektedirler. Mersin’de son iki yıl içerisinde işe yerleşen kadınların daha çok tekstil sektöründe çalıştıkları ve ev eksenli çalışanların da bu sektörle ilgili işleri yapmayı tercih ettikleri gözlenmiştir. İşe yerleşmeyen kadınların ise işgücüne katılmak için Kuruma başvurmadıkları ve başka kurslara devam ettikleri tespit edilmiştir. Kadınların eğitim düzeyleri ile işgücüne katılma durumları karşılaştırıldığında özellikle lise ve yükseköğretim mezunu olan kadınların işe yerleştikleri, ilkokul ve ortaokul mezunu olan kadınların ise ev eksenli çalıştıkları gözlenmiştir. (Tablo 2) 59 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 2: İşe Yerleşme Bilgileri Katılımcılar Eğitim Durumu Ş imdiki Mesleği Katılımcı 1 Üniversite M ezunu Katılımcı 2 Lise M ezunu Takı-Tasarım Alanında Çalışıyor Tekstil Alanında Çalışıyor Katılımcı 10 Katılımcı 13 Açık Öğretim Okuyor İlkokul M ezunu Katılımcı 4 Katılımcı 14 İlişkiler İşe Yerleşirken Beklenen S üre 1 Seneden Fazla 5 Ay Tekstil Alanında Çalışıyor Beklemedi Tekstil Alanında Çalışıyor 2 Ay Okuma Yazma Biliyor Ev Eksenli Çalışıyor 3 Ay Ortaokul M ezunu Ev Eksenli Çalışıyor 3 Ay Halkla 3.3. Mesleki Eğitim Kurslarını Bitiren 15 Kadın Kursiyerle Yapılan Görüşme Verileri 15 kadın kursiyerin 18-45 yaş aralığında olduğu, yedisinin evli, yedisinin bekar, bir kişinin boşanmış olduğu tespit edilmiştir. Eğitim durumuna bakıldığında ise bir kadının okuma yazma bildiği, üç kadının ilkokul mezunu, altı kadının ortaokul mezunu, bir kadının lise mezunu, bir kadının üniversite mezunu olduğu, iki kadının açık öğretimde, bir kadının da üniversitede okuduğu bilgisine ulaşılmıştır. 15 kadın kursiyerden on ikisinin istihdam garantisiz kurstan, üçünün ise istihdam garantili kurstan mezun olduğu gözlenmiştir. Kursların süresine bakıldığında ise en uzun süren kursun yönetici asistanlık kursu olduğu, en kısa süren kursun ise ütücülük kursu olduğu tespit edilmiştir. Görüşme yapılan 15 kadın kursiyere genel sigorta yapıldığı, cep harçlığı ücreti olan 20 TL’nin ödendiği tespit edilmiştir. Görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden on dördünün gittikleri kurstan memnun kaldıkları, sadece bir kişinin memnun kalmadığı tespit edilmiştir. Mersin’deki yönetici asistanlık, kalite kontrolcü, satış görevlisi ve ütücülük mesleki eğitim kursları Türkiye genelinde mesleklere göre kadınların katıldıkları kurslarla kıyaslandığında kadınların benzer kursları tercih ettikleri gözlenmiştir. Sadece ütücülük kursu Mersin’de kadınların gitmeyi tercih ettikleri kurs olarak ayrılmaktadır. Satış danışmanı Mersin’de kadınların çalışmayı tercih ettikleri mesleklerin başında gelmektedir. Kadın kursiyerlerle yapılan görüşmelerden elde edilen önemli bir bulgu da bu kursların kadınların formel sektörde istihdam edilme olasılığını, yine formel sektörde kayıtlı kadınların istihdamından elde edilecek kazancı ve kadın istihdamında mesleki yeterliliği çok fazla etkilemediği tespit edilmiştir. Çünkü görüşmeler neticesinde kurstan sonra çalışmaya başlayan kadınların seçtikleri işlerin gittikleri kursla ilgisi olmayan işler olduğu tespit edilmiştir. 3.4. İşe Giren Kadınlar Üzerinde Mersin İŞKUR Mesleki Eğitim Kurslarının Etkisinin Değerlendirilmesi Tablo 2’de görüldüğü gibi, 15 kadın kursiyerden sadece altısının işe yerleştiği, bir kişinin kurs devam ederken çalıştığı, diğer sekiz kişinin ise işe yerleşmediği tespit edilmiştir. İşe yerleşen bu altı kadın kursiyerden sadece birisi kurs bitiminden sonra beklemeden kendi bulduğu işe yerleşmiştir. Diğer beşi ise uzun bir dönem işe yerleşmek için beklemişlerdir. İşe yerleşen altı kadın kursiyerin aldıkları eğitim ile yaptıkları mesleğin aynı olmadığı tespit edilmiştir. Görüşme yapılan yedi kadın kursiyerden sadece birisi kurs devam ederken çalıştığını belirtmiştir. Bu nedenle bu bir kişiyi işe yerleşen kategorisi dışında tutmak gerekmektedir. Verileri analiz ederken ve değerlendirirken bu ayrıntıya dikkat edilmiştir. Görüşme yapılan bu altı kadın kursiyerden sadece birisi İŞKUR’ un kendisine önerdiği bir işte kısa süreliğine çalıştığını, ancak bu deneyimin kendisini psikolojik olarak olumsuz etkilediğini dile getirmiştir. 3.5. İşe Girmeyen Kadınların İşgücüne Katılmama Nedenlerinin Değerlendirilmesi 15 kadın kursiyerden sekizinin işe girmediği tespit edilmiştir. İşe girmeyen bu sekiz kadın kursiyerden üçünün işgücüne katılmama nedenlerinin başında çocuk ve yaşlı bakımı gelmektedir. İşe 60 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World girmeyen sekiz kadın kursiyerden dördünün ise hiçbir sebep belirtmeden sadece şu an için çalışmak istemedikleri, bir kadın kursiyerin halen eğitimi sürdüğü için işgücüne katılmadığı tespit edilmiştir. 4. TARTIŞMA VE SONUÇ Dünyada kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarına ve yürütülen politikalara bakıldığında, kadınların işgücüne dahil olmaları noktasında mesleki eğitim kurslarının ve programlarının son derece etkili olduğu tespit edilmiştir. Yine çeşitli ülkeler bazında mevcut işgücü piyasasındaki istihdam durumu incelendiğinde, istihdamdaki kadınların büyük çoğunluğunun mesleki eğitim aldığı ve kadın istihdam oranının yüksek olduğu görülmüştür. TÜİK tarafından açıklanan son verilere göre, ülkemizde 2014 yılı itibariyle kadın istihdam oranı % 29,5 olup, dünyadaki kadın istihdam oranlarından düşüktür. Türkiye’de kadınların işgücüne dahil olmaları noktasında mesleki eğitim kurslarının ve programlarının önemli olduğu bilinmesine rağmen, bu çalışmada kadınların mesleki eğitimine gerekli önemin verilmediği ve mesleki eğitim kurslarının kadın istihdamına etkisi üzerinde yeterince durulmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Çalışma sonucunda Mersin İŞKUR’ un kadın istihdamı için aktif olarak çalıştığı ve danışmanlık hizmeti verdiği, ancak kadınların istihdam edilebilirlikleri noktasında tam anlamıyla etkin bir rol oynayamadığı tespit edilmiştir. Bu çalışmada Kurumun mesleki eğitim kurslarını bitiren kadınların istihdam edilebilirlikleri üzerinde doğrudan etkisinin olmadığı ve görüşme yapılan 15 kadın kursiyerden sadece altısının, kendi buldukları işlerde çalıştıkları belirlenmiştir. 15 kadın kursiyerden sadece altısının işe yerleşmesi, açılan kurslardan gereken verimin alınamadığını, kadın istihdamında gereken iyileşmenin henüz sağlanamadığını göstermektedir. Bu nedenle Mersin İŞKUR’ un açılacak kurslara karar verirken kursların etkinliğini, özellikle kadın kursiyerlerin istihdama katılımlarını artıracak programlar geliştirmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Ancak doğal olarak aile içi durumlardan kaynaklanan olumsuzluklar (kadının istihdama katılmasını engelleyen ailevi durumlar) İŞKUR’ un kontrolü dışındadır. Mersin İŞKUR bünyesinde açılan kurslarla özel sektördeki işverenlerin işgücü taleplerinin tek bir potada birleştirilmesi düşüncesi, hem rekabetçi bir ortam yaratması hem de kadın istihdamı üzerinde olumlu sonuçlar doğurması açısından önemlidir. Çalışmada mesleki eğitim kurslarında verilen eğitimin kadın kursiyerlerin mesleki ve kişisel gelişimleri üzerinde az ölçüde etkisi olduğu belirlenmiştir. Yapılan araştırmanın bir kısıtlılığı, zaman ve kaynak yetersizlikleri nedeniyle örneklem sayısının yeterince geniş tutulamamasıdır. Araştırmanın izleyen aşamalarında İŞKUR ’un değişik kurslarını bitiren daha çok kadın kursiyer ile görüşme yapılması planlanmaktadır. Araştırma sonucunda mesleki eğitim kurslarının kadın istihdamı sorunuyla mücadelede daha etkin rol oynayabilmesi için Kurumun bazı tedbirler alması gerektiği saptanmış olup, ilgili öneriler aşağıda verilmiştir: - Kurum, danışmanlık hizmeti çerçevesinde mesleki eğitim kurslarına katılacak olan kadın kursiyerleri ilgi, yetenek ve beklentilerine uygun mesleklere yönlendirmelidir. Bu noktada Mersin İŞKUR İşgücü Yetiştirme Servisindeki personelin mesleki eğitim ve meslek danışmanlığının önemi konusundaki farkındalıkları artırılmalıdır. - Mersin İŞKUR istihdam garantili mesleki eğitim kurslarından mezun olan kadın kursiyerlerin önemli bir yüzdesinin istihdamını sağlamalı, kadın kursiyerleri verilen eğitimle ilgisi olmayan bir işe yönlendirmemelidir. - Kurum tarafından kadın kursiyerleri takip için mesleki eğitim kursları izleme çizelgesi oluşturulmalı, kursların bitişinden itibaren belirli dönemlerde yapılan izlemeler çizelgeye yansıtılmalıdır. Bu tür bir yapılanma sayesinde istihdam açısından aksayan noktalar belirlenebilir, kadınların iş arama çabasından vazgeçerek ev işlerine çekilmesi önlenebilir, böylelikle kadın istihdamına etkinlik kazandırılabilir. Ayrıca kadın istihdamında olumlu gelişmeler kurslara daha çok kadının başvurmasını sağlayabilir. - Mesleki eğitim kurslarından mezun olan kadınların istihdama katılımları önündeki engellerden biri geleneksel ev işleriyle meşgul olmak, diğeri de çocuk ve yaşlı bakımı olduğu için Mersin İŞKUR yerel yönetimlerle işbirliği yaparak ücretsiz kreş ve yaşlı bakımı hizmeti verilmesini sağlamalıdır. 61 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World - İŞKUR bünyesinde açılan kurslar ve bu kurslara katılan kadın kursiyerlerin istihdam durumları ile ilgili araştırmalar kısıtlıdır. Konuyla ilgili daha çok çalışma yapılması, sorunun ortaya çıkartılması ve Türkiye’de kadın işsizliği ve genel olarak istihdam sorununun iyileştirilmesi açısından önemlidir. Bu konuda Mersin ili dışında başka illerdeki İŞKUR bünyesinde açılan mesleki eğitim kurslarının ve mezun olan kadın kursiyerlerin istihdam durumlarının incelenmesi de iller arasında karşılıklı çalışma yapılması açısından yararlı olabilir. - İŞKUR bünyesinde açılan kursları bitiren kadın kursiyerlerin istihdam durumları konusunda diğer gelişmiş ülkelerde kadın istihdamını artırmaya yönelik yapılan mesleki eğitim çalışmalarından ‘iyi örnekler’ olarak yararlanılması önerilebilir. 5. KAYNAKLAR Gürsel, S., ve Uysal-Kolaşin, G. (2010). İstihdamda dezavantajlı grupların işgücüne katılımını artırmak. Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar M erkezi, İstanbul. OECD. (2013, July 16). Employment rate of women % of female population (15-64). Employment and labour markets: Key tables from OECD - ISSN 2075-2342 - © OECD 2013. http://www.oecd-ilibrary.org/employment/employment-rate-ofwomen_20752342-table5 Öksüz, N. (2007, Eylül). M esleki eğitim kurslarının kadınların istihdam edilebilirliğine katkısı ve İŞKUR’ un üstlenebileceği roller. Uzmanlık Tezi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Türkiye İş Kurumu Genel M üdürlüğü, Ankara. Tuy, P. , Hansen, E. ve Price, D. (2001). Değişen işgücü piyasasında kamu istihdam hizmeti. Cenevre: Uluslararası Çalışma Ofisi. Türkiye İş Kurumu. (2014). İl istihdam ve mesleki eğitim kurul raporları. www.iskur.gov.tr Türkiye İstatistik Kurumu. www.tuik.gov.tr Ek: Kursiyerlere Yöneltilen Sorular 1. Yaşınız nedir? Eğitim durumunuz nedir? M edeni haliniz nedir? 2. Gittiğiniz kurs istihdam garantili miydi? 3. İŞKUR tarafından sigortanız yapıldı mı? İŞKUR tarafından kurs süresince cep harçlığınız ödendi mi? 4. Gittiğiniz kurstan memnun kaldınız mı? Aldığınız eğitimle yaptığınız meslek aynı mı? 5. M esleki eğitim kursunu bitirdikten sonra bir işe yerleştiniz mi? İşe İŞKUR tarafından mı yerleştiniz? İşe yerleşmemenizde etkili olan nedenler nelerdir? 62 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ataerkil Sistemin Yapısökümü Olarak Meltem Arıkan’ın “Yeter Tenimi Acıtmayın” Başlıklı Romanı Deconstructionist Reading of Meltem Arıkan’s “Stop! Don’t Hurt my Body Anymore” Bekir ZENGİN1 1Yard. Doç. Dr., Cumhuriyet Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sivas-Türkiye bzengin@cumhuriyet.edu.tr ÖZET: Jac Derrida’nın sistemden çok, okuma biçimi olarak geliştirdiği yapısöküm, sistem içindeki çelişkilere, tutarsızlıklara dikkat çeker ve yeni sorular üreterek, birbiriyle ilişkilerinde birincil veya ikincil olarak adlandırılan şeyler arasındaki bu derecelendirmeyi sorgular. Bu yöntem ataerkil sistem içerisinde kadınlar aleyhine olan eşitsizliğin temellerini inceleme ve ataerkil söylem tarafından ötekileştirilen kadının yerini sorgulama konusunda ve dahası bu ötekileştirmenin haksız gerekçelerini ortaya çıkarma yolunda çok uygun bir araç olarak feminist yazar ve araştırmacıların sık sık başvurduğu bir araç olmuştur. Yetmişli yıllarda Avrupa’da görülen kadın yazarların sayısındaki patlama ve bunun doğal sonucu olarak özel deneyimlerin eserlerde yansıması kadınlara sorunun bireysel olmadığını göstermiş ve bunun toplumsal bir sorun olduğu gerçeğini gün ışığına çıkarmıştır. “Özel olan politiktir” sloganından hareketle, kadınlar ortak bilinç oluşturmaya başlamış ve bu eserlerde yansımıştır. M eltem Arıkan eserlerinde kadın sorunlarına eğilirken, kadının şimdiki konumu ve bu konumu (otorite lehine) sürdürmeye yarayan değer yargılarını eleştirmekle işe başlar. Tecavüz ve sonuçları, ensest ilişki kurbanları gibi birçok tabu konuyu eserlerinde işlemeye cesaret eden Arıkan, bu eserinde de, toplum tarafından olumlu değerler olarak gösterilen birçok değerin nasıl, ataerkil sistemi devam ettirmeye y arayan araçlara dönüştüğünü göstermektedir. Biz bu çalışmada, Arıkan’ın ataerkil sisteme yaptığı eleştiriyi ve bunun yapısökümünü nasıl gerçekleştirdiğini, kavramları nasıl tersine çevirerek içerdikleri gizli anlamı öne çıkardığını göstermeye çalışacağız. Anahtar kelimeler: Yapısöküm, ideoloji, M eltem Arıkan, Yeter Tenimi Acıtmayın, ataerkil Dil Sistemi ABS TRACT: Deconstruction, which Jacques Derrida extended as a method of reading rather than a system, takes attention to the incongruities between the ideas in the dichotomies and thus questions the systems. The deconstructionist method has become a very convenient means, for the feminist writers and critics, to explore the reasons for the inequality between men and women and to question the place of woman marginalized by the patriarchal discourse, and furthermore, to put forward the unjust requisites of making woman the ‘Other’. Both the increase in the number of the women writers in Europe in 1970s and the reflection of private experiences in novels as a natural outcome of this increase demonstrated the fact that the matter is not a personal but rather a social issue. Women began to raise a consciousness in the society taking the motto “the private is the political” as a point of departure and this is reflected in their works. M eltem Arıkan dealing with the women issues in her works criticizes the current social condition of women and the social values kept on for the sake of authority. Arıkan, who is brave enough to deal with such taboo subjects as rape and its outcomes, and victims of incest, points out, in her Yeter Tenimi Acıtmayın, how social values reflected as positive in society are transformed to the vehicles used to keep the patriarchal sy stem. This paper aims to analyze Arıkan’s social critique against the patriarchal system and how she deconstructs and subverts these values in her novel. Keywords: Deconstruction, ideology, M eltem Arıkan, Yeter Tenimi Acıtmayın, patriarchal Language 1. GİRİŞ VE AMAÇ. Aydınlanma döneminin baskın yön verici unsuru olan aklından hareket eden modernist düşünce içerisinde, toplumsal yapıların dayandırıldığı temel olarak düzen toplumun ayrılmaz bir parçası olarak vurgulanır. Gerçekten de düzen’in olmadığı yerde, ortaya çıkacak olan kaos, toplumdaki dengeyi güçlüden yana kaydıracaktır. Ancak düzen dediğimiz zaman, düzenin dayanmış olduğu kuralların doğruluğu, adilliği tartışmaya açık alanlar yaratmaktadır. Düzeni kuran ve sistemi korumak üzere kural koyanların politik, ideolojik eğilimleri bu düzenin kurallarında kendini hissettirecektir. Özellikle neredeyse bütün toplumlarda yeri tartışmalı olan, tanımı ve görevleri farklı olarak tanımlanan kadın söz konusu olunca düzenin kurallarının ideolojik yönü daha çok öne çıkmaktadır. İster yazılı ister sözlü olsun veya geleneğin, kültürün içine işlenmiş olsun, genel olarak bakıldığında kadınlar hakkında kadın hariç bütün mekanizmaların karar verdiği, tanımlar yaptığı görülmektedir. Kadının ne olduğu, nasıl olması gerektiği, rolü, yapabileceği meslekler hep belli görüşler çerçevesinde tanımlanmış görünmektedir. Toplumda yerleşik hale gelmiş olan bu düşüncelerin aktarma aracı olarak dil de, bu doğrultuda anlamlar içeren tanımlarla, göstergelerle belirlenmiştir. Dil içerdiği anlamlar ile sistemin devamının bir garantisi olarak mevcuttur. Saussure’ün dilbilime getirdiği devrim niteliğindeki yenilikler ve onların sonuçları yapısalcılık ve postyapısalcılığa kadar uzanmaktadır. Modernist düşüncenin bir tarafa bırakılmasıyla, özcü yaklaşımları reddeden görüşlerin yansımaları olarak, toplumdaki yerleşik bütün tanımlar, kurallar sorgulanır hale gelmiştir. Feminist hareket de bundan yola çıkarak, toplumdaki kadın ile ilgili bütün tanım ve rolleri sorgulamaya başlamıştır. Bunun için öncelikle dilden hareket edilmesi gerekmekteydi 63 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ve bu yüzden dil konusunda kadını ifade edebilecek yeni bir dil anlayışının ortaya çıkması için çaba sarf edilmeliydi. Feminist hareket sadece kendisinin ürettiği teorilerden değil, kadını olumsuzlayan, ona biçim vermeye çalışan psikanalitik teoriler, dil teorilerinden de hareket etmiştir. Yapısöküm de bu araçlardan biridir. Feminist çalışmalarda yapısöküm aracılığıyla dildeki yerleşik anlamlar sorgulanarak, bu anlamların haksızlığı ortaya çıkarılmaya çalışılmıştır. Biz de burada, bu anlamları sorgulayan bir eser olarak gördüğümüz Meltem Arıkan’ın Yeter Tenimi Acıtmayın başlıklı eserini inceleyerek, yazarın eserde toplumdaki kavramları nasıl tersine çevirdiğini göstererek, yazarın yarattığı yeni bakış açılarını, anlamları sergilemek istiyoruz. 2. MATERYAL VE METOT Bu çalışmada yapısöküm kavramı açıklığa kavuşturulmak üzere, konu üzerine yapılan yerli ve yabancı çalışmalar taranmıştır. Ortaya çıkan bilgiler ışığında, eser merkezli (werkimmanente) yöntem kullanılarak yapısökümün nasıl gerçekleştirildiği gözler önüne serilecektir. Eser merkezli yaklaşımlarda, yazarın hayatı, çevresi vs gibi konular dikkate alınmadan, sadece eser göz önünde bulundurularak, eserin ne söylediği, nasıl söylediği ortaya konmaya çalışılmaktadır. Biz de burada bu yöntemi kullanarak, sadece eserdeki söylemleri dikkate alacağız. 3. BULGULAR VE TARTIŞMA Jacques Derrida sistemden çok bir okuma biçimi olarak geliştirdiği yapısökümü eleştiriden farklı tanımlar ve yapısökümün devamlı bir yanlışlama, bertaraf etme, yalanlama olmadığını belirterek, yapısökümün başka bir açıdan bakma, başka bir şekilde düşünme imkânı olduğunu vurgular. Yapısöküm bir olumsuzluk içerse de pozitif olmayan bir onaylamayı da içerir (Wartenpfuhl, 2000, s. 133). Derrida’nın olumlu bir şey olarak tanımladığı yapısöküm, sistem içindeki çelişkilere, tutarsızlıklara dikkat çeker ve yeni sorular üreterek, birbiriyle ilişkilerinde birincil veya ikincil olarak adlandırılan şeyler arasındaki bu derecelendirmeyi sorgular. Balkin’in ifadesiyle yapısökümcü, “belirli bir metin, argüman, tarihsel gelenek veya sosyal pratik içerisinde söz konusu karşıtlıktaki bir terimin, diğerine öncelikli/üstün” hale gelişinin temellerini göstermeye çalışır. Bu bağlam içerisinde yapısöküm üstün terimin yarattığı, varolduğu sistem içerisinde bu ayrımı haklı gösteren argümanların “kendi kendilerini zayıflattığı/ortadan kaldırdığı” (Balkin; 2004:3) noktaları, sistemin kendinden yola çıkarak ortaya çıkarmaya çalışır. Yapısöküm bunu yaparken, daha çok anlamı tersine çevirme, sözcüklerin içini boşaltma ve onları alışılan anlamların dışına çıkarma yöntemlerini kullanır. Diğer bir yöntem ise, kavramların kendisinden hareket etmek suretiyle onları taklit ederek, komik duruma düşürme, alaya alma yöntemidir. Bu yöntem ataerkil sistem içerisinde kadınlar aleyhine olan eşitsizliğin temellerini inceleme ve ataerkil söylem tarafından “öteki”leştirilen kadının yerini sorgulama konusunda ve dahası bu ötekileştirmenin haksız gerekçelerini ortaya çıkarma yolunda çok uygun bir araç olarak feminist yazar ve araştırmacıların sık sık başvurduğu bir araç olmuştur. Yetmişli yıllarda Avrupa’da görülen kadın yazarların sayısındaki patlama ve bunun doğal sonucu olarak özel deneyimlerin eserlerde yansıması kadınlara sorunun bireysel olmadığını göstermiş ve bunun toplumsal bir sorun olduğu gerçeğini gün ışığına çıkarmıştır. “Özel olan politiktir” sloganından hareketle, kadınlar ortak bilinç oluşturmaya başlamış ve bu eserlerde yansımıştır. Sorunun sadece kadın erkek eşitliğine indirgenemeyeceği olgusundan hareketle, biyolojik farklılıktan kaynaklanan eşitsizlik yansımalarının ötesinde, mevcut toplumsal sistem içerisinde kadının kendine gösterilen rollerin dışına çıkamaması, ataerkil sistemin kadına dikte ettirdiği görev ve davranış biçimlerinin kadının kimliğine yön vermesi, kadının kültürel alanlarda (yeterince ve kendi kimliğiyle) yer alamaması sorunun kültürel boyutunu da göstermektedir. (Burada ataerkil sisteme uyum sağlamış ve onun ölçütlerine uyarak kariyerlerinde belli bir yere ulaşabilen kadınların ataerkil sistemin temsilcisi durumunu aşamadıklarını belirtmek isteriz). Kadınların mevcut kültürel alanda ikincil yerini tarihsel bir yaklaşımla açıklayan Gayle Rubin, bunun sistemin değişmez bir koşulu olduğunu da şu cümlelerle vurgular: “Kadınların dünya tarihindeki yenilgisi kültürün kökenleriyle meydana geldi ve kültürün ön koşuludur” (Gayle, s. 2). Buradaki kültür kavramından kasıt, ataerkil sistemin kurallarını koyduğu, biçimlendirdiği bir kültürdür. Bu kültür içerisinde, cinsiyete dayalı rol dağılımı kadınların konumunu belirlemede en etkin rolü oynamaktadır. Özne olarak erkeğin koymuş olduğu kurallar bütünü, ataerkil sistemin devamını sağlayacak, geleneği geleceğe aktaracak bir düşünce üzerine 64 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kuruludur. Kadın, özne olan erkek karşısında her zaman “öteki” olmak zorunda bırakılmaktadır, çünkü otoritenin devamı ancak bu şekilde mümkün olabilir. Lacan, sembolik düzen olarak adlandırdığı topluma ait tüm kurumların, bireyleri düzenleyerek toplumu düzenlediğini belirtir (Tong, 2006: 341). Foucault da bu görüştedir. İdeoloji bireyleri belli bir çerçeve içinde düşünmeye yönlendirir. İdeoloji, dil aracılığıyla bireylere aktarıldığından, bireyin düşünce dünyası en başından itibaren, toplumdaki geçerli kurallar çerçevesinde biçimlendirilmekte ve bireyin bu sınırların dışına çıkabilmesi zor görünmektedir. Foucault, yüzyılın başındaki modernizmin sözde özgürleştirici bireyselleştirme çabalarını da, “normalleştirici ve disipline edici” olarak yorumlar ve bireyin “hâkim düzen tarafından yine kendi bekâsı için yaratıldığını” iddia eder (Zerzan, s. 14). Söz konusu olan bireylerin düzenlenmesi olunca, haklı olarak artık bir özneden veya toplumsallaşmadan bahsedilemez. Çünkü “birey topluma doğrudan doğar ve toplumsal ilişkiler ağına yerleşir/yerleştirilir ve kavram uygunsa varolan toplumsal biçimlenişe uygun olarak ‘yeniden üretilir’. (Tekelioğlu, s. 3) Burada vurgulanması gereken en önemli nokta, bireyin içine doğduğu toplumdaki kuralların doğal kurallar olmadığıdır. Bu kurallar (ataerkil) toplum tarafından üretilen kurallar topluluğudur ve sistem bunları değişmez, karşı gelinmez kurallar olarak meşrulaştırmanın yollarını arar: “Toplum normlar, ideolojiler, ahlaki dogmalar üretir, iktidar odakları da bunları alıp mutlaklaştırır, stratejik yönetim aygıtlarına dönüştürür” (İmam, s. 1). Özne, tamamen egemen güçlerin söylemi olarak yaratılır ve burada hakim güçlerin biçimlendirdiği özne ile sistem kendini ayakta tutar. Bu görüşlerin ışığında Althusser’in “devletin ideolojik araçları” olarak sıraladığı listeye ulaşmaktayız. Din, aile, hukuk, okul, sendika, medya ve kültür ana başlığı altında sayabileceğimiz edebiyat, güzel sanatlar, görsel sanatlar vb. birbirinden bağımsız gibi çalışan, ama ilk bakışta görülmeyen bir ortak amaca hizmet eden araçlar olarak vardırlar. Althusser’in deyişiyle, bu araçların egemen sınıf yararına sistemi devam ettirmek ve bireyi de (birey denilebilirse artık!) “egemen ideolojiye tabii olmayı” öğretmek gibi bir hedefi vardır her zaman. (Althusser, 2006:52). Bu ideolojik araçların da aracı olarak dil yukarıda bahsettiğimiz işlevi dolayısıyla üzerinde en çok konuşulması gereken konudur belki de. Bu açıdan bakıldığında ortada aşılması gereken bir sistem ve bunun yansıması olan bir eril kültür vardır. Bunu aşmak ancak yeni bir kültür anlayışıyla mümkündür. Ataerkil sistemin bireylere aktardığı değerler ancak ataerkil sistemin devamını sağlayacağı için, yeni kültürün oluşumu ancak eskisinin reddiyle ve onu aşmakla mümkün olabilir. Ancak, yukarda belirttiğimiz gibi, toplum bireylere kendi değerlerini aktararak, kendini yeniden üretiyorsa ve geleneği sürdürüyorsa, bu sistemin araçlarıyla bunu aşabilmek oldukça zor olacaktır (Tong, 2006:345). Bu yüzden mevcut durumu aşabilmek, ancak ve ancak sistemin eleştirisi ve bunun yerine yeni kavramlar, ölçütler koyarak mümkün olabilir. Feminist teorinin de yapmak istediği tam da budur. 1999 yılında yayınlanan Ve… Veya… Belki… başlıklı romanıyla okuyucularının karşısına çıkan Meltem Arıkan, başta cinsellik olmak üzere kendini kadın sorunsalına adamış bir yazar olarak dikkati çekmiştir. Çoğu zaman medyada haber konusu bile yapılmayan ve edebiyata nadiren konu olan ensest, cinsel sömürü gibi toplum gerçeklerinin bireysel yaşamda yansımalarını, kişide yarattığı travmaları cesaretle ele alan yazar, bu özelliğiyle de radikal olarak nitelendirilebilir. Kadının ataerkil sistemin dayattığı rolün dışına çıkamaması konusunda dile yaptığı göndermelerle Lacan’dan izler taşıyan yazar, eserlerinde ele aldığı cinsellik ve kadının kendi bedenine olan yabancılaşmasını ve kendini ifadede bedeni eksen olarak ele almasıyla Fransız feministleriyle paralellik göstermektedir. Meltem Arıkan eserlerinde kadın sorunlarına eğilirken, kadının şimdiki konumu ve bu konumu (otorite lehine) sürdürmeye yarayan değer yargılarını eleştirmekle işe başlar. Öncelikle kimlik sorunu bu bağlamda en çok sorgulanan kavram olmuştur. Arıkan, toplumda geçerli olan ve kadınlara hazır sunulmuş kimliğin kadınları gerçek kimliklerinden uzaklaştırdığını vurgularken, verilen bakış açısının gerçek kadın kimliğinden uzaklaşmanın da farkına varılmasını engellediğini belirtir. Burada söz konusu olan iki kat bir yabancılaşmadır. (Arıkan, 2003:30) Kadının kendi bakış açısı olmadığı için erkek bakış açısını kullanması, dünyayı onun gözüyle görmesi, onun değerlerini benimsemesi feministlerin eleştirdiği bir konudur. Lacan’ın dil teorisine paralel bir biçimde içine doğduğumuz toplumun dili aracılığıyla edindiğimiz değerler sistemini, “kodlanma” olarak adlandıran Arıkan, bunun kadın bakış açısını etkileyişini şu şekilde ifade eder romanda: “Aslında kendini de, aynen zamanı algıladığın şekilde sana öğretilenler ve genel kabul görmüş gerçekler ışığında anlamaya çalışıyor olabilirsin. Şartlanmışlıkların olmasa, kendini de başka türlü görebilirsin belki” (Arıkan, 2003:92). Bu cümleler kadının kendine, bedenine, cinselliğine bütün toplumsal yaşamına yabancılaşmasının temel nedenini gösterir niteliktedir ve toplumun sunduğu değerleri 65 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World içselleştirmesiyle toplumun beklentileri karşılayan kadın sterotipinin yeniden üretilmesi anlamına gelmektedir. Bu cümleler bize Simone de Beauvoir’ın “dünyaya kadın olarak gelinmez kadın olunur” savını hatırlatmaktadır. Kadının benliğini kaybetmesinin temellerini sözcüklerde arayan Arıkan, bu sözcüklerin gerçek anlamlarının arkasında, kadını baskı altına alma ve sistemi yeniden üretme anlamında nasıl bir işlev üstlendiğini “ahlak” kelimesini ele alarak gösterir. Arıkan roman kahramanı Sude’ye “Ahlak, aslında ahlaksızlığın kılıfı yapılmıştır” (Arıkan, 2003:90) dedirtirken, toplumda en çok değer verilen kavramın otorite tarafından kendi lehine ve işine geldiği biçimiyle kullandığının altını çizer. “Benim için ahlâk insanları kontrol altında tutabilmek için üretilmiş kontrol mekanizmalarından bir tanesi” (Arıkan, 2003: 154) diyen Ada’nın cümlesinde ise ‘ahlâk kavramının sadece kadının değil, toplum bireylerinin kimlik gelişimlerinin kısıtlandığına atıfta bulunur ve bununla ahlâk kavramının birey olamayan birey sterotipini sürdürmede nasıl bir işlevi olduğu böylelikle vurgulanmak istenir. Bunun kadının yaşamına olumsuz olarak yansıyan ve kadının kendini inkâra ve kendisine yabancılaşmasına kadar vardıran bir süreci içerdiğini şu cümlelerle ifade eder: “Ahlak bir baskı oluşturur ve kınanma korkusu ile olmadığınız gibi olmak zorunluluğunu doğurur. Olmadığınız gibi olduğunuz oranda da alkış alır, kabul görürsünüz. Alkışlar öylesine hoşunuza gider ve gözünüzü boyar ki, kendi bölünmüşlüğünüzü unutmaya başlarsınız ve sanallaşırsınız” (Arıkan, 2003:155). Roman kahramanı Sude, “Ve bizler anne-babalarımızın değil, korkuların çocuklarıyız. Korkuların ve yok edilmiş yaşamların çocukları…” (Arıkan, 2003:90) diyerek, kadının istenilen tavır ve davranış biçimlerini kabul etmekle, gerçek kimliğinden uzaklaşmasını değişik bir biçimde ifade eder. Burada gösterilen aslında “ahlak” kavramının kadınlar açısından daha farklı bir anlam içerdiğidir. Ahlâk otoritenin, kendi himayesindeki kişileri sisteme uygun hale getirmede kullandığı bir araç olarak göze çarpar. Bu açıdan sistemdeki “ikiyüzlülük” ortaya konmuş olmaktadır ve adaletsizliğin en belirgin ortaya çıktığı bir alan olarak gösterilmektedir. “Toplumsal öğrenme” nin, toplumsal baskı aracına dönüşmesini de bu satırlarda görmekteyiz. Çünkü ancak bu kuralları kabul ettiğimiz kadar topluma kabul edilir ve sosyalleşebiliriz. Yukarıda bahsettiğimiz, dilsel kodlanma ve ahlak kavramlarının yaşama damga vurduğu bir başka alan cinselliktir. Cinsellik kadının baskı altına alınmasında bir başka araç olarak ve namus kavramıyla devamlı bağlantı içerisinde karşımıza çıkar. Kadının iffetli olması onun cinsel hayatını yadsımasıyla mümkün olabileceğinden, evlilik öncesi olduğu gibi, evlilik sonrası da cinsellik kadınlar için gerçekliğini yaşayamadığı bir alan olarak ortaya çıkar. Bu açıdan bakıldığında Arıkan, “cinselliği hapşırmakla eşdeğer görenler, aslında varoluşu küçümseyenlerdir” (Arıkan, 2003:152) diyerek, cinsellik ile varoluş ve kimlik kavramları arasında bir bağ kurmuş olmaktadır. Roman kahramanı Sude cinselliğin doğal bir gereksinim olduğunu şu cümlelerle ifade eder: “Cinselliğin sadece üreme eksenli bir faaliyet olduğunu öne sürenler bedenlerin, aklın dışına çıkarak zevk almasına olanak vermek istemezler. Cinsellik bir görev değildir. Cinselliğe yüklenen anlamlar da çoğunlukla yanlıştır. Cinsellik en doğal, en masum varoluş gereksinmemizdir. Ayrıca üreme dışında da insanlığın gelişimi için gerekli bir enerjidir” (Arıkan, 2003:102). Burada cinsellik sistem tarafından, neslin devamı olarak görüldüğü için, üremeyi sağlamakla görevli kadının cinselliği onun doğurganlığı ile belirlenmiş olması eleştirilerek, cinselliğin doğallığı ve bedensel bir ihtiyaç olduğu gerçeği hatırlatılmaktadır. Cinsellik kadının baskı altına alındığı bir alan olarak eleştirilirken diğer taraftan hem dini hem de bilimsel araştırmalarda ortaya çıkan kadının “erkek olmayan” veya “eksik erkek” olarak gösteren psikanalist yaklaşımlar çürütülmeye çalışılır. “Âdem’in Kaburga kemiği” gibi bir söylem tamamen bir saptırma” (Arıkan, 2003:103) diyen roman kahramanı Derin ve erkeklerin “mutasyona uğrayan kadın” olduğunu, kromozomların gelişimiyle anlatan Sude (Arıkan, 2003:100) gerek dini açıklamalara gerekse bilimsel açıklamaların içini boşaltmaktadırlar. Böylelikle dayatılan gerçekliğin arkasının boş olduğunu göstermeye çalışmaktadırlar. Kadın toplum içerisinde genellikle kendi kimliğinden çok, ona yüklenen roller ile anılmaktadır. Çoğu zaman kadına gösterilen önemi vurgulamak için ona en yüksek payeler verilir ve şefkat gösteren anne, iyilik meleği gibi adlandırmalarla anılır. Kadından bu rollerle birlikte, bu rollerin gerektirdiği görevleri de yerine getirmesi beklenir. Fedakarlık bu görevlerin başında gelir. Meltem Arıkan, fedakarlığın da aslında bireyleri kontrol altına almada, bireyi karşıdakine bağlı hale getirmede bir araç olarak nasıl kullanıldığını göstermeye çalışır. “Fedakarlık, başkalarını esir almanın en masum görünen, ama en acımasız yolu” dur (Arıkan, 2003: 179) veya “… fedakarlık yapanlar aslında sevgi 66 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World dolu olan insanlar değil, tam tersi kendine acıyan insanlardır ve çok tehlikelidirler” (Arıkan, 2003: 180) diyerek, fedakarlığın bireyin gelişiminde, birey olmasında nasıl bir ket vurucu, engelleyici role dönüştüğünü ifade eder. Fedakârlık “zayıfların ve kendine acıyanların, kendilerini haklı çıkarmaları ve kendilerine daha da çok acımayabilmeleri için yazdıkları masalların genel adı” (Arıkan, 2003:181) olarak tanımlanmaktadır. Bunun genellikle kadınların bir özelliği olarak öne çıktığı, toplum dışına itilmiş kadının kendi dünyası içinde geliştirdiği ve tutunabileceği bir dal olarak hastalıksı bir duruma dönüştüğüne işaret edilmektedir. Yani kadın güçsüzlüğünü, zayıflığını, duygusallığını ve çaresizliğini fedakârlık aracılığıyla, çocuklarını kendine borçlu göstererek ödünlemeye çalışmaktadır. Bu ise karşıdaki bireyin yaşamını tehdit eden bir unsurdur. Kadının kendini bu şekilde anlamlandırması ataerkil sistemin değer yargılarının kalıcılaştırılmasını sağlamaktadır. Burada gösterildiği biçimde toplumda olumlu bir özellik olarak öne çıkan ve kadınlarda olması gereken bir özellik olarak anılan fedakârlık kavramı tersine çevrilmekte ve olumsuz yönü ortaya konmaktadır. Meltem Arıkan’ın ataerkil düzen içerisinde itiraz ettiği diğer bir kavram adalet kavramıdır. Eserin ağırlıklı konusu olan ensest ve tecavüz olaylarına maruz kalan kişiler hem kurban hem de uğradığı tecavüz veya tacizin cezasını da kendisi çekmek zorunda kalan doğal suçlu konumuna itilmektedir. Kurban, bir taraftan yaşamış olduğu olayların yarattığı travmayla baş etmeye çalışırken, diğer taraftan, dış dünyanın kendisine bakış tarzıyla başka bir baskıya maruz kalmaktadır. Genelde su yüzüne çıkmayan, duyulmayan ensest taciz ve tecavüzler sonucunda kurban kendi kendine bu durumu aşmaya çalışmakta ve bu mücadelede yalnız kalmaktadır. Diğer taraftan ise, bu olay duyulursa, toplum tarafından damgalanmakta ve “namusunu” kaybetmiş biri olarak zavallı yerine konulmakta, değersizleştirilmektedir. Bu olayların ardındaki bir başka acı gerçek, tacizi gerçekleştiren kişilerin “ellerini kollarını sallayarak” aramızda dolaşabilmeleri romanda etkili sahnelerle verilmektedir (Arıkan, 2003:268). Buraya kadar verdiğimiz örneklerde hareket noktası olarak hep dil ve kişinin içine doğduğu toplumdaki mevcut yerleşik toplumsal kurallar gündeme gelmektedir. Dil artık bir iletişim aracından öte kişilerin düşünce biçimlerin belirleyen, toplumsal yaşamlarını düzenleyen bir öğe ve geleneği aktarmada, sistemin devamını sağlamada etkin bir araç olarak göze çarpmaktadır. Alman araştırmacı Weigel’in deyişiyle, kadın kendini dışlayan dili kullanmak zorunda kalmaktadır (Weigel, 1989:9). Yukarıda örnekleri gösterilen dilsel ‘kodlanma’ ve dil yoluyla toplumun değerlerini içselleştirmeye karşı tepki olarak Arıkan, kadının dile yeni bir biçim verme ve kendi dilini yaratma zorunluluğunu ifade eder. Erkek egemen sistemin dayatması olan ve kadının içselleştirdiği dil ve değerler sistemi sonucu kadının düşünce ufku da belirlenmektedir, çünkü “[b]u içselleşmiş cinsiyet algısı, muhakemeyi, düşünmeyi, akıl yürütmeyi atlayarak” çalışmaktadır (Lilithkollektifi, s.1). Kadını dışlayan bu dil teorisi, Arıkan’ın eserinde Fransız feministlerinin eril sistemi açıklarken dayandırdıkları, temeli Lacan ve Faucoult’ya kadar inen, kadını dışlayan ve onu baskı altında tutan fallus merkezli düşünce sistemini çağrıştırmaktadır. Fallusa sahip olmak ile güce sahip olmak arasındaki paralelliği gösteren Arıkan, gücü sürdürmede şiddetin de bir araç olarak kullanıldığını öne çıkarır: “Erkek egemen kültür, cinselliğin yaşanması ile ilgili oluşumlardan bağımsız meydana gelemeyen dile de, şiddetini, küfür olarak yerleştirdi. Onun dildeki silahıydı küfür, okun yerine onunla özdeşleştirdiği cinsel organını koyarak geliştirdi silahını ve içimize zorla sindirdi” (Arıkan, 2003:257) Çalışmanın başında da belirttildiği gibi, feminist düşüncenin temel hareket noktası olan, ancak kültürel alanda ataerkil sisteme karşı bir şeyler yaratarak mevcut durumun aşılabileceği Arıkan’ın eserinde de bir hedef olarak göze çarpar. Kadının var olma savaşı ancak erkek egemen kültüre karşı bir şeyler üretecek olacaksa, bu dilden başlamalı, “erkek egemen kültürle mücadele, onların dilini kullanarak olmaz çünkü…” (Arıkan, 2003:256). Mevcut dil ve içindeki kadını küçümseyen küfürlerle kadını değersizleştiren dilin dişileştirilmesi önemli bir hedef ve çözüm olarak gösterilmektedir: “dili dişileştirmek, erkek egemen kültürün en önemli silahını da elinden almakla olur. Bundan sonra kullandığınız sözcüklerin sorumluluklarını da alın” (Arıkan, 2003:257). 4. SONUÇ Buraya kadar göstermiş olduğumuz örneklerde, kavramlara yaklaşımın, diğer eril kültürün hâkim eserlerden oldukça farklılık gösterdiği göze çarpmaktadır. Kavramların mevcut anlamlarının arkasında, uygulamada sahip oldukları anlamlar, toplumsal gerçekliğin diğer yüzünü göstermektedir. Bu bir bakıma sistemin kendi içindeki çelişkisidir. İdealize edilmiş, hep iyi anlamlarıyla öne çıkan 67 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kavram ve sözcükler yapısöküm aracılığıyla, idealin dışına çıkan, insanları şaşırtan boyutlarıyla gözler önüne serilmektedir. Genel olarak bakıldığında ataerkil kültür içerisinde üretilen eserlerde, kadınlara toplum gerçeklerinin tam tersini yansıtan değer atıfları, feminist yazarlar tarafından çürütülmekte ve kadınların maruz kaldıkları yaşam biçimleri gerçek ifadesini bulmaktadır. Eril kültürün tüm üst anlatılarında, tüm kültür ürünlerinde ortaya çıkan kadın imajıyla kadının toplum içerisindeki mevcut konumu ve rollere dayalı toplumsal cinsiyet kavramı iyice yerleştirilmekte, kalıcılaştırılmaktadır. Meltem Arıkan romanında ele almış olduğu konu bağlamında, ataerkil sistemin dayandığı ve bireyleri yönlendirdiği temel kuralları, dil bazında ele alarak, bu kuralların sözcüklerden aldığı gücü, sözcüklerin arkasındaki anlamlarını göstererek yapısöküme uğratmaktadır. Burada temel amaç, kuşaktan kuşağa aktarılan bu tür kuralların, doğal kurallar ve nihai anlam içeren sözcükler olmadığı, sistemi otorite lehine sürdürmeye yarayan, sonradan üretilmiş kurallar olduğunu göstermektir. Böylelikle Meltem Arıkan toplumda iyi insan, iyi kadın olmanın temelleri olarak gösterilen kavramların iç yüzünü ve bunların tersine çevrilmiş anlamlarını göstererek, yıkıcı olarak adlandırılan feminist edebiyatın bir örneğini sunmaktadır bizlere. 5. KAYNAKÇA Althusser, L.(2006). Ideoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları. Çev.: Alper Tümertekin. İstanbul: İthaki Yayınlar. Arıkan, M . (2003). Yeter Tenimi Acıtmayın. İstanbul: Everest Yayınları. 2003. Balkin, J.M . (2004). Yapısöküm. Çev.: Kasım Küçükalp. Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 13, Sayı:1, 2004. ss. 321-332. Tong, R. (2006). Feminist Düşünce. Çev.: Z.Cirhinlioğlu. İstanbul: Gündoğan Yayınları, 2006. Wartenpfuhl, B. (2000). Dekonstruktion von Geschlechtsidentität. Transversale differenzen. Eine teheoretisch-systematische Grundlegung. Springer Fachmedien. Wiesbaden. Weigel, S. (1989). Die Stimme der Medusa. Schreibweisen in der Gegenwartsliteratur von Frauen. Rowohlts Taschenbuch Verlag. GmbH. Hamburg. İnternet Kaynakları: Gayle, R.; http://www.lilithkolektifi.com/makale_detay.asp?haber_id=1905 Erişim Tarihi: 15 Ekim 2011 İmam, K.: (2007) http://www.anarkotopya.com/yazi/cinsiyete-ihanet---kinky-imam Erişim Tarihi: 15 Ekim 2011 Lilith. http://www.lilithkolektifi.com/forum/forum_posts.asp?TID=978&PN=1)” Erişim Tarihi: 11 Kasım 2012 Tekelioğlu, O. http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=1601 Erişim Tarihi: 11 Kasım 2012 Zerzan; J; Modernizmin Felaketi. http://sosyalsavas.org/2012/09/postmodernizm-felaketi-john-zerzan/ Erişim Tarihi: 12 Ocak 2015 68 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Türkiye’de Kadın Eğitimi ve İstihdamı Women’s Education and Employment in Turkey Birsel AYBEK1 , Tuğçe KARATAŞ2 1Yard. Doç. Dr.,Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, baybek@cu.edu.tr Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, tkaratas@cu.edu.tr 2Arş. Gör., ÖZET: Bireylerin topluma ve kendisine faydalı birer üye olmasında ve zihinsel, bedensel ve toplumsal gelişimlerine katkı sağlanmasında eğitim oldukça önemli bir role sahiptir. Günümüzde ise eğitim ve istihdam denilince akıllara gelen durum kadınların yaşadıkları sorunlar ve faydalanamadıkları olanaklardır. Son zamanlarda oldukça sık dile getirilen bir konu olan kadınların eğitimi ve istihdamı toplumumuzda kadınların yerini belirleyen önemli unsurlardandır. Kadınların eğitimi ve kadın istihdamının güncel durumunun araştırılması ve eksik veya yanlış olan durumlar varsa bunların telafi edilmesi bu açıdan önemlidir. Bu nedenle bu çalışmada kadın eğitimi ve istihdamı üzerine mevcut ve geçmiş duruma yönelik derleme çalışması yapılarak gelecekteki çalışmalara yol göstermek amaçlanmıştır. Bu alanla ilgili literatür taraması yapılmıştır. Ortaya çıkan bu kuramsal çalışmada, Türkiye’de geçmişte ve günümüzde kadına verilen eğitim ve iş olanakları, Türkiye İstatistik Kurumu’nun Nüfus ve Konut Araştırması güncel verilerinden ve bu alanda akademik olarak yapılmış çalışmalardan yararlanılarak ortaya konulmuştur. Bu araştırma sonuçları ve getirilen öneriler değerlendirilerek kadının eğitim ve istihdam olanaklarından yeterli düzeyde yararlanarak değerinin artırılabilmesi konusunda hem bilişsel farkındalık yaratılacak hem de birçok kurumun bu konudaki sorumluluklarına dikkat çekilecektir. Anahtar S özcükler: Kadın, eğitim, kadın eğitimi, kadın istihdamı ABS TRACT: In individuals being a member beneficial to the society and themselves, and contributing to their mental, physical and social development, education has a significantly important role. Today, when it comes to education and employment, the situation crossing one’s mind is the problems women face and the opportunities they could not use. Women’s education and employment, which is a subject brought up very often lately, is one of the important elements determining the position of a woman in our society. Researching current status of women’s education and employment, and compensating missing or incorrect situations, if any, is important in this regard. Therefore, in this study, it is aimed to guide future s tudies by conducting a compilation study for the present and past status of women’s education and employment. Relevant literature in this field has been scanned. In this resulting theoretical work, education and job opportunities provided to women today and in the past in Turkey have been introduced by making use of current data of Population and Housing Research of the Turkish Statistical Institute and the academic studies in this field. By evaluating these findings and suggestions, cognitive awareness will be created on being able to increase women’s value by benefiting from the education and employment opportunities at a sufficient level as well as drawing attention to the responsibilities of many institutions in this regard. Keywords: Woman, education, women’s education, women’s employment 1.GİRİŞ Eğitimin bireyin hayatında ne derece önemli olduğu yapılan çalışmalar sonucunda bilinmektedir. 21. yüzyılda ülkelerin kalkınabilmek için eğitime katkıda bulunması şarttır. Ancak kadınlar uzun yıllar boyunca eğitimden dışlanmıştır. Sadece eğitimden uzak kalmak değil iş olanaklarından da mahrum bırakılmak kadınların ciddi anlamda sıkıntılar yaşadığı bir konudur. Eğitimin istihdamı belirleyen bir etken olduğu da göz önüne alınırsa eğitim ve istihdam konusunun birlikte incelenmesi faydalı olacaktır. Bu nedenle bu araştırmada konuyla ilgili literatürde yapılan çalışmalardan ve istatistiki verilerden yola çıkılarak kadınlar için eğitimin ve istihdamın geçmişten günümüze durumu betimlenmeye çalışılarak mevcut durum analiz edilmiştir. 2.YÖNTEM Araştırma, Türkiye’de kadın eğitimi ve istihdamı hakkında bilgi toplamayı ve analiz etmeyi amaçladığından çalışmada literatür taraması yapılmıştır. Bir başka deyişle konuyla ilgili doküman analizi yapılmıştır. Veriler konuyla ilgili yapılan araştırmalar ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) istatistiklerinden alınmıştır. İstatistiklerin geçmiş yıllara ait olması nedeniyle 2014 dâhil 2004 yılına kadar olan istatistiklere araştırmada yer verilmiştir. Verilerin çözümlenmesinde cinsiyetler ve yıllar arası karşılaştırmalar yapılmıştır. 69 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3.BULGULAR Aşağıda öncelikle kadın eğitimi ve istihdamı ile ilgili çalışma ve görüşlere yer verilmiş, daha sonra ise işgücü ve eğitim ile ilgili istatistikler tablolaştırılarak belirtilmiştir. Kadın Eğitimi ve İstihdamı Araştırmaları Demiray (2013)’a göre bir ülkenin gelişmişlik düzeyi o toplumdaki kadınların eğitim düzeyi ile ölçülmektedir. Bu nedenle kadın eğitiminin önemini vurgulayan Demiray uzaktan eğitimi dünyada ve Türkiye’de eğitimden mahrum kalmış kadınların eğitime kazandırılması için bir seçenek olarak sunmaktadır. Gülnar (2008, s.262)’a göre “uzaktan eğitim; en yalın tanımıyla öğretici ile öğrencilerin aynı fiziksel ortamı paylaşmaksızın hatta bazı çalışmalarda aynı zaman dilimini de paylaşmadıkları, teknolojik araçların işe koşulması yoluyla eğitim-öğretim-öğrenim çalışmalarının belli bir program çerçevesinde sürdürülmesidir.” Demiray(2013) da evdeki sorumlulukları ve işleri, maddi manevi imkânsızlıkları, yer ve zaman sıkıntıları nedeniyle eğitimlerinden mahrum kalan kadınların uzaktan eğitim sayesinde hem eksik kalan eğitimlerini tamamlayabileceklerini, hem de kendilerini geliştirip meslek edinebileceklerini vurgulamaktadır. Eğitim kalkınmanın sürdürülebilirliğini güçlendirmekte (Tansel,1999, s.3-4;Akt. Özpolat, 2009) ve dolayısıyla bir ülkenin ekonomik ve sosyal açıdan gelişmesine katkıda bulunmaktadır. Kavak (1997), 1970’lerden 2000’lere doğru dünyanın pek çok bölgesinde kadınların işgücüne katılım oranlarının arttığını ve erkeklerle kadınlar arasındaki açığın giderek azaldığını belirtmiştir. Ancak Türkiye'deki eğilim bu konuda ters yönde olmuştur. Bu durum ise dikkat çekicidir. Kavak(1997, s.22)’a göre “Ülkemizde, 1970-90 yılları arasında kadınların işgücüne katılım oranları %50,3'den %33,4'e düşerken, erkeklerin katılım oranları daha yavaş bir düşüşle %79,5'den %73,9'a gerilemiştir. Aynı dönemde, kadınlarla erkekler arasındaki açık %29,2'den %40,5'e yükselmiştir.” Tunç (2009), Van il merkezinde ilköğretim çağındaki kız çocuklarının okula gitmeme nedenlerini araştırmak amacıyla okula gitmeyen ve okula geç gönderilen olmak üzere iki grup kız öğrenci, veliler ve öğretmenlerle nitel görüşmeler yapmıştır. Çalışma sonucuna göre ilköğretim düzeyinde cinsiyet eşitliğini sağlama konusunda yapılan çalışmalar 2000’li yıllarda önemli oranda fayda sağlamasına rağmen halen daha cinsiyet farkı ortadan kaldırılamamıştır. Aynı araştırma sonucuna göre, kız çocuklarının okula gönderilmeme nedenleri arasında ise ekonomik sıkıntılar, dini inançlar, geleneksel aile ve toplum yapısı bulunmaktadır. Bu nedenle geleneksel cinsiyetçi görüş ve önyargılar ortadan kaldırılmalı ve eğitim bilinci bireylere mutlaka kazandırılmalıdır. Merter(2007)’e göre bir kadının eğitilmesi bir ailenin tüm bireylerinin eğitilmesi demektir. Buna göre kadın eğitiminin ve kadınların okullaşma oranlarının yükselmesinin toplumsal kalkınmada ve kültürel sermaye birikiminde olumlu etkilere sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği ülkeleri ve Asya ülkeleri içerisinde ülkelerin gelişmişlik ve zenginlik düzeyi arttıkça kızların orta ve yükseköğretimde okullaşma oranları ile kızların eğitimde geçirdikleri süreler de artmaktadır. Schultz (1993,s.68-76;Akt. Özpolat,2009)’a göre eğitim, işgücünün verimliliğini arttırmakta, aile gelirini yükselterek yoksulluğun azalmasını sağlamakta, sağlık ve beslenmeyi geliştirmekte ve doğurganlığı azaltmaktadır. Eğitimin işgücüne olan etkisini anlamak için istatistiklerden faydalanmak yeterli olacaktır. 1.1. 1.2. İşgücü ve Eğitim İstatistikleri Bu araştırmada verilere ulaşabilmek için ağırlıklı olarak TÜİK’ten faydalanılmıştır. TÜİK’in 15 Nisan 2015 tarihli haber bültenine göre Türkiye genelinde 2015 yılı Ocak dönemi karşılaştırmasına ilişkin 15 ve daha yukarı yaştakilerde işgücü istatistikleri Tablo 1’de verilmiştir. 70 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 1. 2015 Yılı Ocak Dönemine İlişkin TÜİK’in 15 ve Daha Yukarı Yaştaki Kişilerde İşgücü İstatistikleri İstatistik Grupları Oran veya S ayı İşsiz Sayısı 3 milyon 259 bin kişi İşsizlik Oranı %11,3 Erkeklerde İşsizlik Oranı %10,2 Kadınlarda İşsizlik Oranı %12,6 İstihdam Edilenlerin Sayısı 25 milyon 454 bin kişi İstihdam Oranı %44,3 İşgücüne Katılma Oranı %50,0-28 milyon 713 bin kişi Erkeklerde İşgücüne Katılma Oranı %70,5 Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı %29,9 Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18636 Tablo 1’e göre 2015-Ocak dönemine ilişkin olarak kadınlarda işsizlik oranı (%12,6), erkeklerdeki işsizlik oranına (%10,2) göre daha fazladır. Bu durumun tam tersi olarak kadınlarda işgücüne katılma oranı (%29,9) ise erkeklerde işgücüne katılma oranına (%70,5) göre oldukça düşüktür. Yani kadınlar arasında erkeklere göre daha fazla işsiz nüfus olmasına rağmen kadınlara daha az işgücüne katılma olanakları sunulmaktadır. TÜİK’in 16 Mart 2015 tarihli haber bültenine göre Türkiye genelinde 2014 yılı Aralık dönemine ilişkin 15 ve daha yukarı yaştakilerde işgücü istatistikleri ise Tablo 2’de verilmiştir. Tablo 2. 2014 Yılı Aralık Dönemine İlişkin TÜİK’in 15 ve Daha Yukarı Yaştaki Kişilerde İşgücü İstatistikleri İstatistik Grupları İşsiz Sayısı İşsizlik Oranı Erkeklerde İşsizlik Oranı Kadınlarda İşsizlik Oranı İstihdam Edilenlerin Sayısı İstihdam Oranı Erkeklerde İstihdam Oranı Kadınlarda İstihdam Oranı İşgücüne Katılma Oranı Erkeklerde İşgücüne Katılma Oranı Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı Kaynak:http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18635 Oran veya S ayı 3 milyon 145 bin kişi %10,9 %10,2 %12,6 25 milyon 642 bin kişi %44,7 %63,6 %26,2 %50,2-28 milyon 787 bin kişi %70,8 %30 Tablo 2’ye göre ise 2014 yılı Aralık döneminde kadınlarda işsizlik oranı (%12,6), erkeklerdeki işsizlik oranına (%10,2) göre daha fazladır. Kadınlarda işgücüne katılma oranı (%30) ise erkeklerde işgücüne katılma oranına (%70,8) göre oldukça düşüktür. Aynı durum 2015-Ocak dönemi için de geçerlidir. Yani zaman ilerledikçe kadınların iş durumunda iyileşme olması beklenirken bu beklenti karşılanamamıştır. Bu durum istihdam oranları tarafından da doğrulanmaktadır. Kadınların istihdam oranı %26,2 iken, erkeklerin istihdam oranı %63,6’dır. 2014 yıllık sonuçlarına ulaşmak için TÜİK’in 6 Mart 2015 tarihinde yayınlamış olduğu istatistiklere bakmak gerekmektedir. İşgücü araştırmasında, 2014 yılının bir bütün olarak ele alındığı 6 Mart 2015 tarihli haber bültenine göre istatistik sonuçları Tablo 3’te sunulmuştur. 71 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 3. 2014 Yılına İlişkin TÜİK’in 15 ve Daha Yukarı Yaştaki Kişilerde İşgücü İstatistikleri İstatistik Grupları İşsiz Sayısı İşsizlik Oranı Erkeklerde İşsizlik Oranı Kadınlarda İşsizlik Oranı İstihdam Edilenlerin Sayısı İstihdam Oranı Erkeklerde İstihdam Oranı Kadınlarda İstihdam Oranı İşgücüne Katılma Oranı Erkeklerde İşgücüne Katılma Oranı Kadınlarda İşgücüne Katılma Oranı Kaynak:http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18645 Oran veya S ayı 2 milyon 853 bin kişi %9,9 %9,0 %11,9 25 milyon 933 bin kişi %45,5 %64,8 %26,7 %50,5-28 milyon 786 bin kişi %71,3-20 milyon 524 bin kişi %30,3-8 milyon 635 bin kişi 2014 yılı detaylı olarak Tablo 3’ten incelendiğinde kadınlarda işsizlik oranı %11,9, erkeklerde işsizlik oranı ise %9’dur. Yani işsiz sayısı içindeki dağılıma göre işsiz kadın sayısının işsiz erkek sayısından daha fazla olduğunu söylemek mümkündür. Erkeklerdeki istihdam oranı kadınların iki katından daha fazladır. Bu durum kadınların işgücüne katılma oranlarının erkeklerin işgücüne katılma oranlarından daha düşük olmasına neden olmaktadır. İstatistiklerden de görüldüğü gibi 2014 yılı ve 2015 Ocak döneminde kadınlara verilen istihdam olanakları oldukça kısıtlıdır ve erkeklere oranla daha azdır. Bu aşamada daha eski yıllara bakıp geçmişteki durumu da göz önünde bulundurmakta fayda olabilir. Dedeoğlu (2009, s.49)’na göre Türkiye’de işe alınmada cinsiyete dayalı ayrımcılıkla çok yaygın olarak karşılaşılmaktadır. Geçmiş yıllardaki durumları da ele almak amacıyla 2004- 2013 yılları arasındaki kadınların istihdam durumlarına ilişkin veriler Tablo 4’te verilmiştir. Tablo 4. Türkiye’de Kadın İstihdamının 2004-2013 Yıllarına Göre Dağılımlarına İlişkin TÜİK Verileri Yıl S ayı (bin kişi) 2004 5.047 2005 5.108 2006 5.258 2007 5.356 2008 5.595 2009 5.871 2010 6.425 2011 6.973 2012 7.308 2013 7.688 Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/jsp/duyuru/upload/yayinrapor/HIA_2013.pdf Tablo 4’e göre istihdama dâhil olan kadınların sayısı 2004 yılından itibaren 2013 ve 2014 yılları da dâhil olmak üzere sürekli bir artış göstermiştir. Bu durumda kadınların zamanla eğitime daha çok dâhil olması ve sektörlerde kadınlara duyulan ihtiyaçlarla birlikte kadınların kendilerine ait güvenlerinin gelişmesi etkili olmuş olabilir. Ancak önceki verilerle ilişkili olarak yıllara göre istihdama dâhil olan kadın sayısının artmasına rağmen halen daha bunun yeterli düzeyde olmadığını belirtmek gerekir. Özpolat (2009)’a göre, kadınların eğitimleri konusunda yapılan birçok çalışma göstermiştir ki kadınların sosyal olarak katkıları pozitif düzeyde ancak ekonomik anlamda üretime katkıları anlamlı değildir. Sosyal katkı bakımından ele alındığında ise, kadınların eğitimi doğurganlık oranını ve doğumda anne çocuk ölümlerini azaltmaktadır. Ayrıca eğitimli kadınların yetiştirdiği çocukların topluma katkısı olumlu yönde olmaktadır. Aynı zamanda eğitimle bağlantılı olarak kadınların evlilik bilgileri de değişebilmektedir. Nitekim TÜİK, 2013 sonuçlarına göre, Kadınlarda ilk evlenme yaşının en küçük olduğu il Niğde’dir. Resmi olarak ilk evliliğini 2012 yılında yapmış olan kadınların ortalama evlenme yaşı 23,5 iken, bu yaş erkeklerde 26,7’dir. 72 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World İlk evlenme yaşının en yüksek olduğu il, erkeklerde (28,7) ve kadınlarda (25,5) Tunceli’dir. İlk evlenme yaşının en düşük olduğu il ise erkeklerde Afyonkarahisar (24,8), kadınlarda Niğde (21,3) ilidir. Kadınların eğitim düzeyi arttıkça, kadınlar evlenme yaşının daha yüksek olması gerektiğini düşünmektedirler. Eğitim düzeyleri düşük olan kadınlarda doğum sayısı da fazla olmaktadır. Eğitim düzeyi artan anne ise daha az sayıda çocuk doğurmakta veya doğurmamaktadır. Nitekim Nüfus ve Konut Araştırması (NKA) sonuçlarına göre 2011 yılında, 15 ve daha yukarı yaşta ve en az bir evlilik yapmış okuryazar olmayan kadınların %74,9’u 4 ve daha fazla çocuk doğurmuş iken, Lise veya dengi okul mezunu kadınların %4,8’i 4 ve daha fazla çocuk doğurmuştur. Yükseköğretim mezunlarının %22,9’u hiç doğum yapmazken %1,9’u 4 ve daha fazla çocuk doğurmuştur. NKA, 2011 sonuçları kadınları eğitim düzeylerine göre sınıflandırmıştır. Buna göre, Okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranının en yüksek olduğu il Şırnak’tır. Türkiye’de 2012 yılında okuma yazma bilmeyen erkek nüfus oranı %1,4 iken, kadınlarda bu oran %7’dir. Okuma yazma bilmeyen kadın nüfus oranının en yüksek olduğu il %18,2 ile Şırnak olup, erkeklerde bu oran %4,1 ile Mardin ilindedir. Yükseköğretim mezunu nüfusun en yüksek olduğu il kadınlarda %15,3 ve erkeklerde %19,2 ile Ankara’dır. Yükseköğretim mezunu nüfusun en düşük olduğu il ise kadın nüfusta %2,6 ile Hakkâri, erkek nüfusta %4,7 ile Ağrı’dır. Kuzgun ve Sevim (2004) tarafından yapılan araştırma, ailelerin eğitim düzeyi yükseldikçe kadının eğitim ve çalışmasına karşı olumlu tutumların arttığını göstermektedir. TÜİK’in 6 Mart 2015 tarihli haber bültenine göre kadın ve erkeklerin işsizlik ve işgücüne katılma oranlarının sonuçları aşağıdaki gibidir: Erkeklerde işsizlik oranının en yüksek olduğu bölge %16,4 ile Güneydoğu Anadolu Bölgesi iken, kadınlarda %15,6 ile İstanbul’dur. Erkeklerde istihdam oranının en yüksek olduğu bölge %67,3 ile Doğu Marmara Bölgesi iken, kadınlarda %35,8 ile Doğu Karadeniz Bölgesidir. Erkeklerde işgücüne katılma oranının en yüksek olduğu il %74 ile İstanbul, kadınlarda ise %38,2 ile Doğu Karadeniz Bölgesidir. Avrupa Birliği üyesi ve aday ülkeler arasında kadınların işgücüne katılma oranının en düşük olduğu ülke Türkiye’dir (NKA,2011). İşgücüne katılma oranlarını etkileyen en önemli faktörlerden birisi ise kadınların eğitim durumlarıdır. Kadınların eğitim seviyeleri arttıkça işgücüne katılma oranları artmaktadır. Tablo 5’te TÜİK’in Aralık,2014 verilerine göre kadınların eğitim durumlarına ilişkin işgücüne katılma oranları verilmiştir. Tablo 5. Kadınların Eğitim Durumlarına Göre İşgücüne Katılma Oranları Eğitim Durumu İşgücüne Katılma Oranı Okur-yazar Olmayanlar 18,1 Lise Altı Eğitimliler 46,8 Lise 51,7 M esleki veya Teknik Lise 64,5 Yükseköğretim 81,2 Kaynak: http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18635 Tablo 5’e göre en düşük yüzde olan %18,1 ile okur-yazar olmayan kadınlar işgücüne katılırken, en yüksek yüzde olan %81,2 ile yükseköğretim mezunu olan kadınlar işgücüne katılmaktadır. Yükseköğretimden mezun olan kadınların büyük bir çoğunluğu çalışma hayatına dâhil olmuştur. Bu durum eğitim durumu yükselen kadınların işgücünde daha fazla yer aldığını göstermektedir. Bu aşamada eğitim kademelerine göre kadınların durumunu incelemek ise eğitimde kadının yerini belirtecektir. Bu nedenle aşağıda sırayla tablolar halinde eğitim kademelerine göre kadın ve erkeklerin 73 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World okullaşma oranları verilmiştir. Tablo 6, okul öncesine göre kadınların ve erkeklerin okullaşma oranını göstermektedir. Tablo 6. Öğretim Yıllarına Göre Okul Öncesinde Kadın ve Erkeklerin Okullaşma Oranları Okul Öncesi Okullaşma Oranı (Net %) Öğretim Yılı 2012/'13 2013/'14 Yaş 3-5 Yaş 4-5 Yaş 5 Yaş 3-5 Yaş 4-5 Yaş 5 Yaş Kadın 26,31 36,80 38,33 27,15 36,58 40,72 Erkek 26,94 37,88 41,03 28,23 38,28 44,27 Toplam 26,63 37,36 39,72 27,71 37,46 42,54 Kaynak: http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf Tablo 6’dan görüldüğü üzere okul öncesinde her yaş grubunda kadın öğrenci yüzdesi, erkek öğrenci yüzdesinden azdır. İki öğretim yılı arasında kıyaslama yapıldığında ise 4-5 yaş grubu hariç diğer yaş gruplarında okuyan kadın öğrenci sayısı 2013-2014 öğretim yılında bir önceki öğretim yılına göre daha fazladır. Ancak okul öncesinde kadınların okullaşma oranları incelendiğinde diğer bütün öğretim kademelerine göre en düşük oranda kalmıştır. Tablo 7’de öğretim yıllarına göre ilkokul, ortaokul ve ortaöğretim kademelerine göre kadınların ve erkeklerin okullaşma oranları gösterilmiştir. Tablo 7. Öğretim Yıllarına Göre İlkokul, Ortaokul ve Ortaöğretimde Kadın Ve Erkeklerin Okullaşma Oranları İlkokul Okullaşma Oranı (Net %) Ortaokul Okullaşma Oranı (Net %) Ortaöğretim Okullaşma Oranı (Net %) Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam Kadın Erkek Toplam 2012/'13 98,92 98,81 98,86 92,98 93,19 93,09 69,31 70,77 70,06 2013/'14 99,61 99,53 99,57 94,47 94,57 94,52 76,05 77,22 76,65 Öğretim Yılı Kaynak: http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf Tablo 7’ye göre ilkokulda her iki öğretim döneminde de kadınların okullaşma oranları, erkeklerin okullaşma oranlarına göre yüksektir. Bu durum ortaokula ve ortaöğretime gelindiğinde tersine dönmekte ve erkeklerin okullaşma oranları kadınlarınkine göre daha fazla olmaktadır. Aynı öğretim yılında öğretim kademelerine göre kadınların okullaşma durumları incelendiğinde ise hem 2012–2013 hem de 2013–2014 öğretim yıllarında ilkokuldan ortaokula geçişte yumuşak bir düşüş varken, ortaokuldan ortaöğretime geçişte oldukça sert bir düşüş olduğu görülmektedir. Neticede ilkokuldan sonra sürekli olarak eğitime dâhil olan kadın nüfus azalmaktadır. Tablo 8’de ise kadınların ve erkeklerin yükseköğretimde okullaşma oranlarının öğretim kademelerine göre dağılımı verilmiştir. Tablo 8. 14 Mayıs 2015 Tarihli TÜİK Haber Bültenine Göre Öğretim Yıllarına Göre Yükseköğretimde Kadın ve Erkeklerin Okullaşma Oranları Öğretim Yılı Kadın Yükseköğretim Okullaşma Oranı (Net %) Erkek Toplam 2012/'13 38,6 38,4 38,5 2013/'14 40,9 38,4 39,4 Kaynak : http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18625 74 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 8’e göre kadınların erkeklere göre daha fazla oranda yükseköğretimde okullaştığını söylemek mümkündür. 2012–2013 öğretim yılında kadınlar için %38,6 oranda olan okullaşma oranı 2013–2014 öğretim yılında 2,3 puan artış göstererek %40,9 olmuştur. 4.TARTIŞMA ve SONUÇ İstatistikler, eğitimli kadınların daha fazla işgücüne katıldığını, daha az doğum yaptığını ve daha geç evlendiğini göstermektedir. Eğitime katılan kadın nüfus az, haliyle iş gücünde yer alan kadın nüfus da erkeklere oranla oldukça düşüktür. İstatistiklerden ve araştırmalardan da görüldüğü üzere ülkemizde kadınların eğitim ve istihdam olanakları erkeklerin eğitim ve istihdam olanaklarına göre daha kısıtlıdır. Bu durumda kadınlar daima erkeklerin gerisinde kalmakta ve eşitsizliğin dezavantajlarını yaşamaktadırlar. Oysa ülkenin her açıdan gelişmesinde kadınların eğitimine ve istihdamına yeterli olanaklar sağlanmalı ve kadınlar erkeklerden düşük konumda görülmemelidirler. Bu nedenle daha fazla kız çocuğunun eğitime dâhil olabilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. Ancak bu çalışmalar ülke genelinde yapılmalı, böylece bölgeler arasındaki ciddi farklılıklar ortadan kaldırılmalıdır. İstihdam açısından ise çalışan ve girişimci kadınlar maddi ve manevi açıdan daha çok desteklenmeli ve daha çok kadının işe alınması sağlanmalıdır. Nitelikli çalışanların yetiştirilmesi için işe alınan kadın çalışanların da örgün eğitim dışında yaygın eğitime tabi tutulması gerekmektedir. Ayrıca kadınların aile sorumlulukları da göz önünde bulundurularak çalışma saatleri ayarlanabilmelidir. Böylece toplum ve aile baskısından dolayı çalışmak isteyip de çalışamayan kadınların ailelerini de ihmal etmeden çalışabilmeleri sağlanmış olacaktır. Bir ülkenin kadınlarına değer vermesi, o ülkenin ilerlemesinde en önemli ölçütlerden biridir. Ulu önder Atatürk “Bir toplum, cinslerden yalnız birinin yüzyılımızın gerektirdiklerini elde etmesiyle yetinirse, o toplum yarı yarıya zayıflamış olur. Bizim toplumumuzun uğradığı başarısızlıkların sebebi, kadınlarımıza karşı ihmal ve kusurdur.” diyerek kadınların toplumda göz ardı edilmemesi gerektiğini dile getirmiştir. Ayrıca Atatürk “Milletimiz güçlü bir millet olmaya azmetmiştir. Bunun gereklerinden biri de kadınlarımızın her konuda yükselmelerini sağlamaktır. Bundan dolayı kadınlarımız ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün öğretim basamaklarından geçeceklerdir.” sözü ile de erkeklerle kadınların her türlü eşit imkânlara sahip olmasını ve kadınların eğitimlerine değer verilmesini önemli kılmıştır. 5. KAYNAKLAR Dedeoğlu, S. (2009). Eşitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı. Çalışma ve Toplum, 2, 41-54. Demiray, E. (2013). Uzaktan Eğitim ve Kadın Eğitiminde Uzaktan Eğitimin Önemi. Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 2(2) Gülnar, B. (2008). Bilgisayar ve İnternet Destekli Uzaktan Eğitim Programlarının Tasarım, Geliştirme Ve Değerlendirme Aşamaları (SUZEP Örneği). Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (19), s.262. http://sgb.meb.gov.tr/istatistik/meb_istatistikleri_orgun_egitim_2013_2014.pdf, Erişim tarihi: 17.02.2015 http://www.tuik.gov.tr/jsp/duyuru/upload/yayinrapor/HIA_2013.pdf, Erişim tarihi:22.02.2015 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18625, Erişim tarihi:14.05.2015 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18635, Erişim tarihi:07.04.2015 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18636, Erişim tarihi:08.05.2015 http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18645, Erişim tarihi:12.03.2015 http://www.yenimakale.com/ataturkun-kadinlar-ile-ilgili-sozleri.html#ixzz3aeknkqn6, Erişim tarihi:27.04.2015 Kavak, Y. (1997). Eğitim, İstihdam ve İşsizlik İlişkileri. Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 13(13), 21-26, s.22. Kuzgun, Y., & Sevim, A. S. (2004). Kadınların Çalışmasına Karşı Tutum Ve Dini Yönelim Arasındaki İlişki. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi,37(1), 14-27. M erter, F. (2007). Kızların Okullaşması Açısından Bazı Avrupa Birliği Topluluğu Üyesi Ülkeler Ve Asya Ülkelerinin Karşılaştırılması. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Sosyal Bilimler Dergisi, (16), 221-244. Özgen, Ö., ve Ufuk, H. (2000). Kırsal Kesimde Kadın Eğitimi. Türkiye Ziraat Mühendisliği V. Teknik Kongresi, 17-21, Ankara. Özpolat, A. (2009). Gelişmekte Olan Ülkelerde Kadın Eğitimi ve Büyüme İlişkisi. Yüksek lisans tezi. Gaziantep Üniversitesi, Gaziantep Tunç, A. İ. (2009). Kız Çocuklarının Okula Gitmeme Nedenleri (Van İli Örneği).Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 6(1). 75 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadın Cinayetlerini Yazılı Basın Nasıl Görüyor? Üç Gazete (Evrensel, Milliyet ve Yeni Şafak) Örneği How is the printed Press viewing to women’s murders? Three Newspaper Case ( Evrensel, Milliyet ve Yeni Şafak) Canani KAYGUSUZ1 , Erkan ALKAN2 Merve ÖKTEN3 1Doç. Dr., Ondokuz M ayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Samsun-Türkiye, cananikaygusuz@hotmail.com Arşt. Gör., Ondokuz M ayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Samsun-Türkiye, erkan.alkan65@gmail.com 3Arşt. Gör., Ondokuz M ayıs Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Samsun-Türkiye, oktenmerve@gmail.com 2 Özet: Türkiye’de kadınlara yönelik erkek şiddeti her zaman gündemde oldu. Ancak son bir yıldır bu gündem giderek daha yakıcı hale geldi, çünkü kadın cinayetleri vahşet boyutlarına ulaştı. Kadın cinayetlerine yönelik kitlesel tepkiler ve alınan önlemler bu cinayetlerin önlenmesine yetmedi. İnsan Hakları Derneği (İHD, 2015), 2015 yılının Ocak ve Şubat ayında öldürülen kadın sayısının 52, kadına yönelik şiddet nedeniyle yaralanan kadın sayısının ise 55 olduğunu, 8 kadının ise kendilerine yönelen şiddet nedeniyle intihar ettiğini rapor etmiştir. İHD 2014 raporuna göre, 296 kadın, şiddet, taciz ve tecavüze uğrayıp yaşamını yitirmiş, 191’i taciz/tecavüz ve 585’i şiddet olmak üzere toplam 776 kadın yaralanmıştır. Yıkıcı bir toplumsal sorun haline gelen kadına yönelik şiddetle ilgili basında çıkan demeçler, zaman zaman toplumda infiale yol açacak kadar cinayetleri onaylar niteliğe bürünmüştür. Bu çalışmanın en temel amacı, 2015 yılının ilk iki ayında cinayete kurban verilmiş 52 kadının çeşitli basın organlarında nasıl ele alındığını, olayın nasıl işlenip kamuoyuna sunulduğunu görünür kılmaktır. Bu amaçla, Türkiye’ de muhafazakâr, liberal ve sosyalist/sol olduğu düşünülen/kabul edilen üç gazetenin seçili cinayet kurbanlarını “nereden ve nasıl gördükleri” anlaşılmaya çalışılmıştır. Çalışmada, öncelikle 2015 yılının ilk iki ayında işlenen cinayetlerin niteliği ve niceliği ortaya konmuştur. Daha sonra muhafazakâr basından “Yeni Şafak”, liberal basından “M illiyet” ve sosyalist/sol basından “Evrensel” gazetesinin haber başlıkları incelenmiştir. Anahtar sözcükler: Kadına yönelik şiddet, kurban algısı, yazılı basın . Abstract: In Turkey, male violence against women has been always on the agenda. However, last year the agenda has become more poignant because murders of women have reached brutality extent. M ass responses intended murders of women and precautions have not been enough for preventing these murders. HRA (HRA, 2015) has reported that in January ,February the number of murdered women is 52, the number of injured women in consequence of violence against women is 55, and the number of women who committed suicide because of violence against them is 8. According to HRA 2014 report, 296 number of women has been victims of harassment, violence and rape, and killed; 776 number of women have been injured, 191 number of them has occurred as a consequence of harassment and rape, 585 number of them has occurred as a consequence of violence. The main goal of here is to unhide how 52 numbers of women who murdered in January -February of 2015 has been handled and submitted to public opinion by written press. In this study; primarily, the quality and quantity of committed murders in first two years of 2015 has been exhibited; and analyze from conservative press “Yeni Safak”, from liberal press “M illiyet” and from socialist/ left press “Evrensel” newspapers’ news titles has been investigated. Keywords: Violence against women, perception of victims, written press 1. GİRİŞ Kadın cinayetleri, kadınların cinsiyetleri nedeniyle maruz kaldıkları şiddet türlerinden ve toplumsal cinsiyetin inşasıyla yakından ilişkilidir. Cinsiyetin söylemsel inşası, kadını tek yönlü bir denetim ilişkisi üzerinden tanımlayarak, kadına yönelik her türlü şiddete meşrulaştırma işlevi, üstlenir. Söz konusu denetim ilişkisi, bir yandan toplumsal cinsiyet kategorilerinin içeriğini belirlerken diğer yandan cinsiyet eşitsizliğine kaynaklık etmektedir. Cinsiyet üzerine uzun süredir epey tartışma yürütülmektedir. Foucault (2003), cinsiyeti biyolojik bir sınıflandırmanın yanı sıra iktidar tarafından sınırları çizilen ve iktidarın bir aracı olarak kurgulanan söylemsel inşa olarak görmektedir. Ona göre, kural koyucu olarak biyo-iktidar, cinsiyeti özellikle de kadın cinsiyetini erkeğin bir tamamlayıcısı olarak inşa ederek erkeğe kadın üzerinde denetim kurma yolunu açmaktadır. Butler (2008) kadını tahakküm altına alan toplumsal cinsiyet kavramının, iktidar ve medya aracılığıyla sürekli olarak yeniden üretildiğini savunur. Kadının hayatın her alanıyla ilgili temel hakları, toplumsal cinsiyet ve cinsel ahlaka ilişkin “değer”leştirilen söylemler yoluyla gasp edilip sınırlandırılmakta, hatta kadınların yaşamı bu çerçevede sonlandırılabilmektedir (Yıldız, 2009). Literatürde kadın cinayetleri, töre, namus ve ihtiras olmak üzere üç temel başlık altında incelenmekte(Ceren, 2008; İlköz, 2007; Taşlıçukur, 2009), kadın cinayetlerine medyanın bakışının, cinsiyetin söylemsel inşasını sürekli yeniden üretir tarzda olduğu ifade edilmektedir. Medya sektöründeki erkek egemenliği ve erkeklerin çoğunun kadın konusunda cinsiyetçi ve ayrımcı bakışının varlığı da bu duruma etki etmektedir. 76 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Medya İzleme Grubu (MEDİZ) 2008 yılında hazırladığı raporda; a)Medya yöneticilerinin %15’inin kadın, %85’inin erkek, b) Köşe yazarlarının %12’sinin kadın, %88’inin erkek, c) Televizyonda siyasi tartışma programlarına katılanların %11’inin kadın %89’unun erkek olduğuna dair veriler yer almaktadır. Bu durum, medyadaki kadının temsil biçiminin erkekler tarafından eril bir dille oluşturabileceğini imlemektedir. Medyada kadının temsilleri incelendiğinde, özellikle ağırlıklı kültürel kodların ön plana çıkarıldığı gözlenmektedir. İnceoğlu’na (2002) göre kadın, siyasi, ekonomik, kültürel gündem ve üretiminden soyutlanarak, makyaj, giyim kuşam ve erkek tavlama dışında hiçbir derdi kederi olmayan bir halde gösterilmektedir. İç sayfalarda iyi anne, eş ve mağdur olarak sunulan kadın, arka sayfalarda cinsel meta ve bağımsız kadın olarak sunulmaktadır. Medyada kadın cinayetlerinin işleniş biçimi de bu fallogosantrik eksende şekillenmektedir. Bir başka deyişle kadın cinayeti kadının erkeğe bağımlılığı üzerinden okunmaktadır. Kadın cinayeti sansasyonel bir eylem sonucunda gerçekleşmemişse ya görmezden gelinmekte ya da birkaç cümleyle geçiştirilmektedir. Kadın cinayetlerinin altında yatan sebeplerden birinin de medya eliyle üretilen erkeklik söylemi olduğu düşünüldüğünde, kadın cinayetlerini farklı basın organlarının nasıl gördüğünü incelemek anlamlı hale gelmektedir. Ayrıca alan yazın incelendiğinde kadın cinayetlerinin namus cinayeti boyutunun sıklıkla işlendiği fakat diğer cinayet türlerine yeterince yer verilmediği gözlenmiştir. Bu araştırmanın, kadın cinayetlerine genel bir bakış sunarak bu boşluğun doldurulmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir. Bu amaçla aşağıdaki sorulara cevap aranmıştır: 1.Türkiye’de işlenen kadın cinayetlerinin son 6 yıldaki dağılımı nasıldır? 2.2015 yılının ilk iki ayında işlenen kadın cinayetlerinde; a). Cinayetlerin işlendiği bölgeler, b).Cinayetlerin işlenme şekli, c). Katillerin yakınlık derecesi, d). Cinayetlerin işlenme sebebi, e). Gazete haberlerine yansıma durumu, f).Manşetlerde kullanılan dil, nedir? g) “Bir örnek” (Özgecan Aslan cinayeti) cinayet üzerinden köşe yazılarına nasıl yansımıştır 2. YÖNTEM Araştırmanın modelini içerik analizi ve söylem analizi oluşturmaktadır. Gökçe (2001) içerik analizini, “sosyal gerçeğin belirgin (manifest) içeriklerinin özelliklerinden, içeriğin belirgin olmayan özellikleri hakkında çıkarımlar yapmak yoluyla sosyal gerçeği araştıran bir yöntem” olarak tanımlamıştır. Bir başka deyişle içerik analizi “yöntem olarak, mevcut olan metinlerin nicel ve nitel boyutlarından hareketle, mevcut olmayan, yani bilinmeyen sosyal gerçeğin bazı boyut ve kesitlerine yönelik bir takım bulguları elde etmeyi amaçlamaktadır”. Söylem analizi, bağlama ilişkin bir analizdir (Taşlıçukur, 2009) ve var olan güç iktidar ilişkilerinin eleştirilerinden yola çıkarak bu ilişkilerin söylem içinde nasıl kurulduğunu açıklamaya çalışır (Gökçe, 2001). 2.1. Evren ve Örneklem Araştırmanın evrenini Türkiye’de ulusal çapta yayın yapan gazetelerin tümü oluşturmaktadır. Söz konusu evrenden temsil gücü rastlantısal olmayan, amaca yönelik belirlenmiş bir örneklem alınmıştır. Bu kapsamda seçilen gazeteler farklı ideolojik duruşa sahip olmaları üzerinden örnekleme dâhil edilmiştir. Liberal duruşa sahip ‘Milliyet’, sol/sosyalist görüşe sahip ‘Evrensel’ ve muhafazakâr görüşe sahip ‘Yeni Şafak’ gazeteleri incelenmiştir. 2.2. Verilerin Toplanması Araştırmada 1 Ocak 2015 – 28 Şubat 2015 tarihlerini kapsayan süreçteki Milliyet, Evrensel ve Yeni Şafak gazetelerinde konu ile ilgili haberler incelenmiştir. Gazetelerde tarama işlemi yapılırken “kadın cinayeti”, “öldürülen kişinin ismi”, “katledildi”, “öldürüldü” gibi anahtar sözcükler kullanılmışt ır ve 2015 yılının ilk iki ayında işlenen 36 cinayete ilişkin verilere ulaşılmıştır. Bu kapsamda cinayetlerin haberlere yansıma durumu, manşetlerde kullanılan dil ve köşe yazılarında kullanılan söylem incelenmiştir. Sonuçlar Microsoft Excel Programı aracılığıyla grafikler halinde sunulmuştur. 77 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3. BULGULAR 1. Kadın Cinayetlerinin Son 6 Yıla Göre Dağılımı Grafik 1’de görüldüğü üzere kadın cinayetleri son 3 yıl içerisinde hızla yükselmektedir. Bu durum, kısmen kadın cinayetlerinin önceki yıllara göre kayıt altına alınma düzeyindeki artışla açıklanabileceği gibi (Türkiye İstatistik Kurumu, 2012) toplumda yükselen ataerkil söylem ve cezai yaptırımların yetersizliği (İnsan Hakları Derneği, 2015) ile de açıklanabilir. 2. 2015 Yılının İlk İki Ayında İşlenen Kadın Cinayetlerinin Bölgelere Göre Dağılımı Grafik 2 incelendiğinde cinayetlerin büyük çoğunluğunun Marmara ve Ege Bölgelerinde işlendiği gözlenmektedir. Marmara bölgesinde özellikle İstanbul ve Ege bölgesinde özellikle İzmir yoğun göç alan şehirlerdir. Nüfusu yoğun ve göç alan bu şehirlerde Türkiye’nin her bölgesinden insan yaşamaktadır. Bu nedenle cinayetlerin dağılımının doğal olarak bu bölgelerde yoğunlaşması beklenir bir durumdur. Keza nüfus yoğunluğunun bu bölgelerde yüksekliği ve bu bölgelerdeki kentleşme ve iletişim kanallarının yaygınlığı nedeniyle cinayetlerin daha görünür olma olasılığı da vardır. 78 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3. Cinayetlerin İşlenme Biçiminin Dağılımı Cinayetlerin işlenme şekli incelendiğinde, kolay ulaşılabilir cinayet aletlerinin kullanıldığı gözlenmektedir. İşlenen cinayetlerin büyük çoğunluğu kesici aletler ve ateşli silahlar aracılığıyla gerçekleşmektedir. 4. Katillerin Yakınlık Derecesine İlişkin Bulgular 15 10 5 13 5 4 2 1 3 1 2 3 2 0 Ka ti lin Profili Grafik 4’te görüldüğü üzere cinayetlerin büyük çoğunluğu kurbanların birinci dereceden yakınları tarafından işlenmektedir. Özellikle eş, eski eş ve sevgili gibi kurbanın birinci dereceden duygusal bağı olan kişiler, cinayetlerin %80’inden fazlasından sorumludur. Bunun yanı sıra 3 cinayet kurbanın tanımadığı kişiler tarafından işlenmiştir. 2 cinayet ise faili meçhul durumdadır. Bu cinayetlerin hiçbiri politik değildir. 5. Cinayetlerin İşlenme Sebebine İlişkin Bulgular Cinayetlerin işlenme sebeplerine ilişkin bulgular, cinayetlerin %75’inin kadının hayatıyla ilgili bir karar almak istemesine katilin tahammülsüzlüğüyle ortaya çıktığını göstermektedir. Bu durum kadın üzerinde kurulan denetim anlayışının somut perspektifini ortaya koyması açısından önemlidir. Kadın ‘uygunsuz davranış’ kisvesi altına denetim altına alınmakta, kendi hayatına ilişkin bir karar alma konusunda ısrarcı olunca da infaz edilmektedir (Ertürk, 2007). 79 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 6. Cinayetlerin Gazetelere Yansıma Durumuna Göre Dağılımı Grafik 6 incelendiğinde Evrensel ve Milliyet gazetelerinin 36 cinayetin büyük çoğunluğunu haberleştirdiğini, Yeni Şafak gazetesinin ise 20 cinayete hiç yer vermediği gözlenmektedir. 7. Manşetlerde Kullanılan Dil Örnekleme dâhil edilen 10 cinayetin gazete manşetlerine nasıl yansıdığı incelendiğinde; Evrensel gazetesinin genellikle facia sözcüğünü kullandığı, milliyet gazetesinin idam vurgusu yaptığı ve yeni şafak gazetesinin bu cinayetleri manşette dillendirmeme eğiliminde olduğu gözlenmektedir. 8. Köşe Yazılarında Kullanılan Dile İlişkin Örnekler Her üç gazetenin bu cinayetleri köşe yazılarına taşıyıp taşımadıklarına bakıldığında, Evrensel Gazetesi 3 kadın cinayetini köşesine taşımış; bunları daha çok sosyo-politik bir dil üzerinden gündemleştirmiştir. Her üç gazetenin de köşesinde yer verdiği tek kadın cinayeti; toplumda büyük tepki çeken Özgecan Aslan cinayetidir. Bu cinayetin hangi gazetede köşe yazılarına nasıl konu edindiğinin örnekleri aşağıda verilmiştir. A. Milliyet Gazetesi –Aslı Aydıntaşbaş Milliyet Gazetesinden Aslı Aydıntaşbaş’ın Özgecan Aslan cinayetiyle ilgili köşe “Peki İktidarı Suçlamayalım” 51 başlıklı yazısında, cinayetin siyasetle ilişkilendirilemeyeceğine ilişkin vurgusu dikkat çekmektedir: ‘…. çıkıp Mersin’de olan bir tecavüz ve cinayetin faturasını Tayyip Erdoğan’a ya da AKP’ye kesmek, sosyal medyada bu zihniyet diye başlayan cümlelerle geniş kitleleri mahkum etmek bana zorlama geliyor’ demekte ve kadın cinayetlerinin daha farklı anlamlara geldiğini “…Gel gör ki, bu hükümetin “kadın meselesi” konusunda karnesinin oldukça sıkıntılı olmadığı anlamına gelmiyor” 51 http://www.milliyet.com.tr/peki-iktidari-suclamayalim-/siyaset/ydetay/2014317/default.htm 80 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World diyerek kadın meselesine hükümet politikasına eleştirel yaklaşmaktadır. Hem hükümet politikalarına eleştiri hem de Özgecan Aslan cinayetinde hükümet sorumluluğunu “aza indirme” çabası, yazarın liberal bakış açısının yansıması gibi gözükmektedir. B. Evrensel Gazetesi – Nilgün Tunççan Ongan Evrensel Gazetesinden Ongan, “Cinayeti Siyasallaştırmayın Saçmalığı” başlıklı köşe yazısında, Özgecan Aslan’ın katledilmesini, “Her iş cinayetinden, kadın katliamından ya da çocuklarımızın hedef gözetilerek öldürülmesinden sonra olduğu gibi Özgecan Aslan’ın katledilmesini de “münferit” kabul etmemiz isteniyor. Böylece ölümlerle halkın ölümü pahasına sürdürülen politikalar arasındaki bağın gizlenmesi amaçlanıyor” demektedir. Ongan bir adım daha ileri giderek, “Soma’yı, Ermenek’i AKP iktidarının sadakatle bağlı kaldığı sermaye politikalarından, patronun rekabet g ücüne halel gelmesin diye alınmayan güvenlik önlemlerinden ayrı düşünelim, kadın cinayetlerini ise bu politikalardan beslenen ayrımcılık ve cinsiyetçiliğin dışında tutalım istiyorlar” 52 şeklindeki ifadeleriyle, kadın cinayetlerini AKP hükümetinin ayrımcı politikalarıyla ilişkilerine vurgu yapmaktadır. Keza Ongan’ın köşe yazısında “…Eşitsizliği, ayrımcılığı, cinsiyetçiliği resmi ideoloji haline getiren bir sistemin sözcüleri; tüm bu cinayetlere aslında siyasi tercihlerin yol vermiş olduğunu gizleyebilmek için bir kez daha “siyasallaştırmayın” diye bağırıyorlar” şeklindeki ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, Ongan, kadın cinayetlerinin yürütülmekte olan hükümet politikalarından bağımsız olmadığını savunmaktadır. C. Yeni Şafak Gazetesi- Ali Kemal Yazıcı Yeni Şafak Gazetesinden Yazıcı “Özgecan’a Mektup” başlığıyla kaleme aldığı yazısında oldukça ilginç, bir dil kullanmaktadır. Yazıcı, “Merhaba Özgecan, nasıl ve nereden başlayacağımı bilemediğim bu mektubun girişini gün boyunca yazmaya çalıştım ama beceremedim” diye başladığı yazısını “senin yaşadıklarınla başlasam bir dert, buraları sana anlatmaya kalksam ayrı bir dert” 53 diye sürdürmekte, “…buraların olmazsa olmazı futbola ve Trabzonspor’a dair Napoli maçını değerlendireyim sana” sürdürmektedir. Sonra Trabzonspor ve Napoli maçının nasıl başladığını anlatmakta ve kısa yazısını, “… sakatı ve cezalıları bir kenara koyarsak, kenarda bir kaleci, üçü savunma oyuncusu dört futbolcusu bulunan Trabzonspor, birazda gözümüzde büyüttüğümüz Napoli karşısında eksiklerinin dezavantajına rağmen son yıllarda görmediğimiz bir taraftar desteğiyle maça başladı Özgecan” diyerek yazıyı sonlandırmaktadır. Yazıldıktan sonra sosyal medyada eleştiri konusu olan yazı şimdilerde internette linkten kaldırılmıştır. Ancak yazıya halen aşağıda verilen linkten ulaşılabilir. İlgili köşe yazsında ne bir düşünce tutarlığı ne bir değerlendirme içeriği vardır. Ne amaçla yazıldığı belli olmayan yazının yayınlaması da, Yeni Şafak Gazetesinin infial yaratan bir kadın cinayetinde bile durduğu noktayı imlemektedir. 4. TARTIŞMA ve SONUÇ Kadın cinayetlerinin medyanın nasıl gördüğünü anlamayı hedefleyen bu çalışma, üç farklı politik eğilimi temsil edeceği varsayılan üç gazete örneği (liberal basın için, Milliyet; Muhafazakar basın için Yeni Şafak ve Sosyalist/sol basın için Evrensel Gazeteleri) üzerinden, 2015 yılının ocak- şubat aylarında işlenen 52 cinayet kadın cinayetlerinin ne kadarının basına yansıdığını; (2015’in ilk iki ayında işlenen 52 cinayetin 35’sı basına yansımış; 35 cinayeti Evrensel, 34 cinayeti Milliyet ve sadece 12 cinayeti Yeni Şafak Gazetesi “görmüş”tür), bu cinayetlerin ilgili gazeteler tarafından nasıl gündemleştirildiğini iki soru etrafında değerlendirmeyi amaçlamıştır. İlk soru, Türkiye’de işlenen kadın cinayetlerinin son 6 yıldaki dağılımı nasıldır? şeklindedir. Bu soruya ilişkin bulgular, 2011 yılından itibaren yıllık periyodlar halinde kadın cinayetlerinin hızla arttığını göstermiştir. İkinci soru; 2015 yılının ilk iki ayında işlenen kadın cinayetlerinde a). Cinayetlerin işlendiği bölgeler, b).Cinayetlerin işlenme şekli, c). Katillerin yakınlık derecesi, d). Cinayetlerin işlenme sebebi, e). Gazete haberlerine yansıma durumu, f).Manşetlerde kullanılan dil nedir? g) “Bir örnek” (Özgecan Aslan cinayeti) cinayet üzerinden köşe yazılarına nasıl yansımıştır? Şeklinde düzenlenmiştir. Kadın cinayetlerinin yoğunlukla Marmara ve Ege bölgelerinde işlendiği, Karadeniz bölgesinde ise hiç işlenmediği anlaşılmıştır. Bu bulgu, Marmara ve Ege bölgelerinde yoğunlaşan nüfusa 52 http://www.evrensel.net/yazi/73409/cinayeti-siyasallastirmayin-sacmaligi 53 http://i.sozcu.com.tr/wp-content/uploads/2015/02/20/B-RnrVyIEAAzNZ2.jpg 81 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bağlanmıştır. Kentleşmenin getirdiği kendine özgü bunalımların, örneğin sürekli göç etme sonucunda yaşanılan kültürel çatışmaların; kadınların iş ve sosyal hayata katılımlarının erkek egemen zihniyeti zorlamasının bu süreçte etkili olduğuna yorumlanmıştır. Nitekim, basına yansıyan 35 kadın cinayetini işleyenlerin önemli bir kısmının birinci dereceden akraba olmaları (eşleri 13 cinayet; eski eşleri 5 cinayet; sevgilileri 4 cinayet; oğulları 2 cinayet, babaları 1 cinayet), keza kadınların öldürülme nedenlerinin “hayatlarıyla ilgili bir karar almak istemelerine” en yüksek oranda bağlanması (35 kadından 27 si böyle bir karar almak istedikleri için öldürülmüştür) ve bunu ayrılmak istemelerinin takip etmesi (6 cinayet bu nedenle işlenmiştir), kadının inisiyatif almak istediği her durumda erkek egemen bakışın zorlandığını ve kadının inisiyatif almasına tahammül edemediğini göstermektedir. Öyle ki erkek, kadını öldürmeyi onun inisiyatif almasına tercih edebilmektedir Bu durum, toplumsal cinsiyetin erkek zihninde ne kadar derine giden kökleri olduğunu ve bu köklerle mücadele etmeden kadın cinayetlerinin engellenmesinin ne kadar zor olacağını göstermektedir. Görünen o ki, hangi kaynaktan beslenirse beslensin, (gelenek, din, politik ya da toplumsal cinsiyet) kadına yönelik ataerkil, ayrımcı ve dışlayıcı politikaların o kaynaklara yönelik güçlü bir mücadele geleneği başlatmadan kadına yönelik şiddetin önlenmesi mümkün olamayacaktır. Bu ise, sadece kadının güçlenmesiyle değil erkeğin zihninde hem kendisini hem kadını “inşa eden” bütün söylemlere karşı kararlı bir mücadeleyi kadın-erkek birlikte sürdürerek başarılabilecek bir durum gibi gözükmektedir. Kadın cinayetleri gazete başlıklarına farklı biçimlerde yansımıştır. Evrensel gazetesi daha çok “facia” biçiminde temalandırmaya yönelirken, Milliyet gazetesinde ana tema olarak “idam” vurgusu öne çıkmıştır. Her üç gazetenin katliam dediği kadın cinayeti de vardır. Genel olarak bakıldığında ajitatif bir kullanılmasa bile haberlerin içeriğinde kullanılan dil “ajans dili” gibi durmakta; cinayetlerde kurbanın ve katilin ya da katillerin kimlik bilgilerine, işlerine, yaşadıkları yerlere, neden öldürülmüş olabileceğine ilişkin görüşlere yer verilmiş; ancak bu bilgiler bir araştırmacı gazetecilikten ziyade, herhangi bir haber ajansından alınmış gibi tekdüze, vurgusuz ve cinayeti analiz eden yaklaşımlardan uzak yapılmıştır. Son olarak her üç gazetede de köşe yazısına konu olan (“tek örnek” Özgecan Aslan cinayetinde) görülmüştür ki, Milliyet gazetesi yazarı Aydıntaşbaş, konunun anlaşılmasında kadına yönelik politikaların ve ataerkil tutumların önemine vurgu yapsa da konuyu politikleştirmemek gerektiğini öncelemiş; Evrensel gazetesi yazarı Ongun, konunun hükümetin muhafazakar politikalarıyla doğrudan bağının olduğuna ve kadın cinayetlerinin politik olarak değerlendirilmesi gerektiğine vurgu yapmış; her iki köşe yazısında da cinayetin bu “sahneye” tanıklık eden aile ve yakın çevreleri için ne ifade ettiği değerlendirilmemiştir. Yeni Şafak gazetesinden Yazıcı ise yukarda değinildiği üzere, bir futbol maçının içine sıkıştırarak, ne tutarlılık ne anlam bütünlüğü olmayan, “futbol çerezi” gibi anlaşılabilecek bir dil ve üslupla konuya yaklaşmış; magazinel bile olmayan bir dille cinayeti “çerezleştirmiştir”. Bu dil ve üslup infial yaratan bir kadın cinayetine bile, “muhafazakar bir gazetede” muhafazakar bir zihnin nasıl “siynik” biçimde yaklaştığına işaret olarak değerlendirilmiştir. 5. KAYNAKLAR Butler, J. (2008). Cinsiyet Belası, (çev.), Başak Ertürk, İstanbul, M etis Yayınları. Ceren, T. (2008). Türkiye’de Görülen Töre Cinayetlerinin Sosyolojik, Antropolojik ve KültürelKökenine Bakış. Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,İstanbul. Ertürk, Y. (2007). Kadına Karşı Şiddet, Nedenleri ve Sonuçları: Türkiye Raporu. Birleşmiş M illetler İnsan Hakları Konseyi, Strazburg. Foucault, M . (2003). Cinselliğin Tarihi (çev.), Hülya Uğur Tanrıöver, İstanbul, Ayrıntı Yayınları. Gökçe, O. (2001). İçerik Çözümlemesi. Selçuk Üniversitesi Yayınları, Konya. İlköz, G. (2008). 2003–2006 Yılları Arasında Töre Cinayetlerinin Ana Akım M edyada YerAlmaŞeklinin Değerlendirilmesi. Yüksek Lisans Tezi, M armara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul. İnceoğlu, Y. (2002). Gazetecilik 24 Saat, M edyada Kadın ve Kadın Gazeteciler. TürkiyeGazeteciler Cemiyeti Yayınları, İstanbul. İnsan Hakları Derneği. (2015). İHD İstanbul Şubesi Kadına Yönelik Şiddet Raporu. İHD YayınDökümantasyon, İstanbul. M edya İzleme Grubu. (2008). M edyada Kadınların Temsil Biçimleri Araştırması. İstanbul. Neuman, W.L. (2008). Toplumsal Araştırma Yöntemleri Nitel ve Nicel Yaklaşımlar. Çeviren: Sedef Özge, Yayın Odası, İstanbul. Taşlıçukur, Ç. (2009). Namus Bahaneli Cinayetlerin Türkiye’deki Basında Haber OlarakYapılandırılışının Analizi. Yüksek Lisans Tezi, Anadolu Üniversitesi, Sosyal BilimlerEnstitüsü, Eskişehir. Türkiye İstatistik Kurumu. (2012). İstatistiklerle Kadın: Women in Statistics. TÜİK M atbaası.Ankara Yıldız, N. A. (2009). Kadın Cinselliğinin Söylemsel İnşası ve Namus Cinayetleri: ŞanlıurfaÖrneği. Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi 82 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Seramik Sanatçısı Hamiye Çolakoğlu ve Sanatı Üzerine Ceramic Artist Hamiye Çolakoğlu and About Her Art Candan D. TERWIEL1 , Burcu Ö. KARABEY2 1Hacettepe Üniversitesi 2M uğla Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü, terwiel.candan@gmail.com Sıtkı Koçman Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik Bölümü, burcukarabey@mu.edu.tr ÖZET: Toplumların uygarlıkları, alt kültür katmanlarını da kapsayarak, çağlar boyu biriken bilim ve sanat, kısaca kültür alanlarındaki üretimlerini içererek oluşmaktadır. Bu araştırma içerisinde kültür, sanat ve uygarlık ilişkisi bağlamında, çağdaş Türk seramik sanatının biçimlenmesinde önemli katkıları olan seramik sanatçılarından birisi, duayenlerinden olan, hakkında yazılmış bir kitap ve sayısız yayınların olduğu Hamiye Çolakoğlu’nun yaşamı ve sanatı üzerine ayrı bir inceleme yapılarak; sürekli değişim içerisinde olan sanatta eserlerinin yeri ve etkisi, gelenek ve modernite bağlamında yorumlanmaya çalışılmaktadır. Böylece kalıcı eserleri ile ülkemiz sanatına ve evrensel kültüre izlerini bırakan sanatçının, kuşaktan kuşağa aktarılan bir değer olarak önemi bir kez daha vurgulanmaktadır. Araştırmada Hamiye Çolakoğlu’nun sanatçı kişiliği ve uygulamaları irdelenerek sanatçı hakkında yapılmış her türlü yayın, belgenin literatür olarak taranması sağlanmaya çalışılmış ve sanatçının yaşadığı döneme ilişkin koşulların, ülkemiz seramik sanatının gelişiminde yeri ve önemi vurgulanmıştır. Bu çalışma ile Hamiye Çolakoğlu sadece sanatçı ve yaratıcı bir kişilik olarak değil, aynı zamanda seramik geleneğini oluşturan ve geliştiren üretimlerin yapıldığı, güzel sanatlar eğitimine yön veren bir kurumsal yapı olan üniversite ve ülkemizde büyük bir sektör olarak seramik alanını eğitimle buluşturan aydın bir eğitimci olarak da ele alınmakta; böylece tarihin derinliklerinde n çağdaş sanatın öncülüğüne varana dek seramik sanatında gelinen çizgide, genel olarak sanatçının rolünün sorgulanması da açıklanmaya çalışılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Seramik, sanat, hamiye çolakoğlu, gelenek, modernite. ABS TRACT: Civilizations of societies are composed of art and science briefly including the productions accumulated during the ages, involving the sub-cultural layers, in the field of culture. This paper is a research about one of the most important contributors in the formation of the contemporary Turkish Ceramic Art, one of the veterans Hamiye Çolakoğlu; and about the artist by peer reviewing; analysing of publications about her. It is aimed to interpret the role and influence of her artworks in the context of tradition and modernity. The importance of the artist, with her artworks which leaving the traces in local- as well universal culture, is underlined as a value transmitted from a generation to generation. The study will emphasize her artistic personality, applications, the conditions for art during her lifetime and the place of these conditions in the development of ceramic art. And, she is discussed not only as an artist and as a creativity, but also as an intellectual educator who formed and developed the ceramic tradition of production through an institutional structure by giving direction to the training of the fine arts faculty in a university . Consequently, the role of the artist is explained in general at this point, up to the leadership of the contemporary art from the depths of history until today. Keywords: Ceramic, art, hamiye çolakoğlu, tradition, modernity. 1.GİRİŞ Hamiye Çolakoğlu, sadece seramik eserleri, sanatçı kişiliği ile değil akademisyen, eğitimci kimliği ile de kendinden sonraki kuşaklara rol model olması, Cumhuriyet sonrası kadının toplumumuzda yer alışına başarılı bir sanatçı örneği oluşturması sebebiyle bu araştırmada ele alınmaktadır. Erinç (1998) Hamiye Çolakoğlu için yazdığı “Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu” adlı kitabının giriş bölümünde uygar bir toplum olarak sanatçının yapıtlarının belgelenip böylelikle zaman ve mekan farkının ortadan kaldırılarak, tüm insanlara bu eserlerin sunulmasının; sanatçıya verilen destek ve gösterilen saygının göstergesi olduğuna değinir ve söz konusu sanat eseri seramik ya da porselenden yapılmışsa bunlara ve bunları yapana sahip çıkmanın da en çok bu konularla doğrudan uğraşanlara düşeceğini vurgular. (Erinç 1998:IX) 1933 yılında dünyaya gelen Hamiye Çolakoğlu’nun sanat yolculuğunda, Sürmene’de başlayan bir yaşam, Ayvalık, Karamürsel, Ankara, İstanbul gibi şehirlerin yanı sıra; sadece seramikle uğraş verdiği İtalya’da Faenza, İsrail’de Ein-Hod, ülkemizde Söğüt, Bozüyük, yaşamı süresince bambaşka bir yere sahip Çan’daki Çanakkale Seramik Atölyeleri ve Hacettepe gibi birçok önemli duraklar bulunmaktadır. (Terwiel 2015:99) Onun yaşamı bu çalışmada sanatı, seramik sanatı eğitimine katkıları ve gelenekten moderne giden yolda eserleri bağlamında irdelenmeye çalışılmaktadır. 1.1. Ülkemizde Seramik Sanatı Eğitiminin Kısa Tarihçesi Yakın tarihe ışık tutabilmek için, ülkemizde sanat eğitimine ve Çolakoğlu ile aynı dönemde seramik sanatına katkıda bulunan, üreten diğer sanatçı akademisyenlerin düşüncelerine yer vermek onun hakkında, yaşadığı dönem hakkında bir izlenim elde etmemize katkı sağlayabilir. Geleneksel sanatlarda köklü bir geçmişe sahip olmakla birlikte; Çağdaş Batı sanatı eğitimi anlamında sanat eğitimi ülkemizde Batı ile kıyaslandığında oldukça yenidir. Engin (2009) tarafından hazırlanan 83 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World “Türkiye’de Sanat Eğitimi ve Çalışmaları Kronolojisi” ne göre eğitim programlarında ilk kez resim dersi 1795’te Mühendishane-i Berri Hümayun’da (Kara Harp Okulu’nda) konulmuş ve ardından 1829’da ilk defa Avrupa’ya Osmanlı’dan öğrenci grubu gönderilmiş, örgün eğitimde ilk kez resim, müzik ve elişi dersleri ise 1925 yılında konulmaya başlanmıştır. Fırsat eşitliği ve Cumhuriyet yönetiminin kazanımları açısından bakıldığında, kadının sanatçı olma şansını erkeklere göre nasıl yakalayabildiği sorusunun yanıtı şöyledir; Osman Hamdi Bey’in kurduğu Sanayi-i Nefise Mekteb-i Ali’sinin 1882 yılında kuruluşuna paralel olarak 2 Mart 1883’de öğretime ilk olarak erkek öğrenciler ile İstanbul’da başlanmış, daha sonra kız öğrenciler otuz bir yıl sonra 1914 yılında kurulan İnas Sanayi-i Nefise Mektebi ile kadınlar sanat eğitimine kabul edilmişlerdir. Bu sanat eğitimi içinde seramiğin yer alması 1929 yılında Namık İsmail’in Müdürlüğü sırasında açılan seramik atölyesi ile kurumsallaşmış ve İsmail Hakkı Oygar’ın 1970 yılına kadar süren eğitimciliği ile pekişmiştir. (Terwiel 2008) Bu süreçlerden geçerek günümüze gelindiğinde ise birçok üniversitenin bünyesinde Güzel Sanatlar Fakültelerinin kurulması ile sanat eğitiminin çeşitlendiği ve yaygınlaştığı görülmektedir. Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kuruluşu da seramik sanatı eğitimi açısından önemli bir diğer adımdır. Güner (2010) anılarına yer verdiği “Farkında mısınız?” adlı biyografisinde, üniversite ve iş deneyimlerini aktarırken; Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun kuruluşuna kısaca değinir. Almanların ünlü BauHaus Felsefesi’ne uygun olarak kurulan Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nun amacının, kullanılan eşyaların estetik tasarım görüşü ile tasarlanarak, sanatın halka yaklaştırılmasının hedeflenmesi olduğunu ve ülkemizde sanayileşme girişimlerinin ilk yatırımlarının 1955 yılında yapılmaya başlanılarak; böyle bir toplumda üretilmesi düşünülen ürünlerin sanat ve üretim teknolojiler i almış kişilerce yapılmasını sağlamak üzere kurulmuş bir yüksekokul olduğunu ifade eder. Güner (2010) kitabında seramik endüstrisinde ülkemizde öncü kuruluşlara da değinmektedir. Bunlardan birisi Eczacıbaşı Seramik diğeri ise Çanakkale Seramik Fabrikaları’dır. Eczacıbaşı Seramik, 1942 yılında II. Dünya Savaşı nedeniyle ünlü Türk Kahvesinin içilebildiği fincanların ithalatında sorun çıkmaya başlaması sonucunda, Dr. Nejat Eczacıbaşı tarafından, seramik üretimini bilen bir Rum usta önderliğinde, Kartal’da 8 çalışanla kulpsuz kahve fincanı üretmek amacıyla ufacık bir atölyede başlatılmıştı. (Güner 2010:95) Güner (2010) anılarında Çanakkale Seramik Grubu için şu yorumu yapar; ...Çanakkale Grubu, aynı sınırlar içinde ulaştığı kapasite bağlamında dünyanın en önde gelen ölçülerine ulaşabilmiş, seramik konusunda ileri teknoloji gerektiren ürünler dahil, ülkenin ihtiyacı olan birçok ürünü farklı farklı fabrikalarda üretebilen, son derece iyi entegre olmuş tesisler topluluğu haline gelme başarısını elde edebilmiş, ender gruplardan biridir.(Güner 2010:110) Hamiye Çolakoğlu’ nun sanat yaşamında da fabrikaların önemli bir yeri vardır. Sanat yaşamı süresince Çanakkale Seramik Fabrikalarında eserlerini üretmiştir. Erinç’ten (1998:52-65) öğrendiğimize göre; sanatçı 1978-1982 yılları arasında Söğüt Seramik Fabrikaları’nda sanat danışmanlığı yapmış ve Yarımca Porselen Fabrikası’nda da Hacettepe Üniversitesi Beytepe Kampüsü girişinde yer alan “Derman Çeşmesi” (Resim1) adlı uygulamasını gerçekleştirmiştir. Çolakoğlu’nun bu porselen çeşmesi referansını geleneksel çeşme kültüründen almakla birlikte, özgünlüğü ile çağdaş bir seramik eser olarak görülmektedir. Simetrik bir komposizyon gibi algılansa da yüzeydeki rölyeflerde asimetrik bir komposizyon hakimdir. Kuş figürlerinin, stilize çiçek motiflerinin ve Hacettepe Ünversitesi logosunun yer aldığı komposizyonda dengeli bir asimetri hakimdir. Resim 1. “Derman Çeşmesi” Hacettepe Üniversitesi, Beytepe Kampüsü. (Görsel Kaynakça: Fotoğraf. Candan Terwiel.) 84 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Çolakoğlu, yurtdışında aldığı eğitim ve kendi toplumsal kültürünü, birikimini sentezleyerek sanatında ve kurucusu olduğu seramik bölümünde; öğrencilerine sunduğu olanaklar ve verdiği eğitim ile yaratıcılığı meydana çıkaracak bir ortamı da hazırlayabilmiş sanatçılarımızdandır. Bunu yaparken sanayi (endüstri) ile olan bağını hep canlı tutmuş; adeta evi olarak gördüğü Çanakkale Seramik Fabrikaları’nın sanat atölyesinde seramik sanatçısı ve Çanakkale Seramik Fabrikası Sanat Danışmanı Mustafa Tunçalp ile yıllar boyu eser üretmiş, İbrahim Bodur tarafından desteklenmiş ve böylece yüksek pişirim çalışmalarını o zamanın koşulları dahilinde fabrika ortamında gerçekleştirme olanağı bulmuştur. Tunçalp (2015: 95) onun için; “Hamiye Çolakoğlu’nu 1957 senesi Ankara Arı sinemasında pano montajında tanıdım. Dostluğumuz 47 yıl boyunca güçlenerek devam etti. Bu birliktelik Çanakkale Seramikte 1972 yılında abla–kardeş ve ailenin bir ferdi olarak süre geldi.” diyerek endüstrideki birlikte çalışma sürecinin de tarihini vermektedir. Fabrika ortamında kişisel sergi çalışmaları ve ileri teknoloji ve yüksek pişirim gerektiren duvar pano uygulamalarını gerçekleştirebilmiştir. 2001 sonrası yaptığı duvar uygulamaları içerisinde Bilkent Üniversitesi Kongre Merkezi girişinde yer alanlar, ayrı bir inceleme konusu olabilir. Kuşkusuz bir sanatçı için, seramik sanatının teknoloji ile olan organik bağı nedeni ile sunulan bu olanaklar çok önemlidir. Deneyimlerini endüstrideki işleyiş ve üretim aşamalarını öğrencilerine aktararak, sanat ve tasarım ilişkisinin üniversite ortamında yeşerebileceğini göstermiştir. Öğrencilerinin ufkunu geliştirerek, sanatçının yaratıcı ediminde hayal etme ve gerçekleştirme kapasitesi konularında farkındalık yaratabilmiştir. 1983 yılında kurulan Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde Seramik Bölümü Başkanlığı görevine Çolakoğlu’nun atanması ile kuruluş aşamaları sanatçının özverili çabaları ile ve çeşitli zorluklarla gerçekleşmiştir. Onun öğrencileri bugün yurdumuzun pek çok yeni kurulan üniversitelerinde sanatçı-akademisyen olarak, ülkemizde ve farklı ülkelerde serbest sanatçı olarak ya da seramik fabrikalarında tasarımcı olarak çalışmalarını sürdürmektedirler. Türkiye Seramik Federasyonu’nun (2015) da yayınladığı üzere seramik üretim geleneği, 20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren sanayi boyutuna taşınarak ülkemiz Avrupa’nın üçüncü ve dünyanın altıncı en büyük seramik karo üreticisi konumuna gelmiştir. Seramik sanayine paralel, seramik sanat eğitiminin yaygınlaşması ile seramik endüstrisinde yaşanan bu ilerlemede; Çolakoğlu ve onun kuşağından sanatçıların ve eğitimci sanatçıların katkıları ile toplumda uyandırdıkları farkındalık da çok önemlidir. Çolakoğlu ve onunla aynı kuşaktan sanatçılar, kısıtlı olanaklar ve bu olanakları çoğaltma çabaları ile özverili çalışmaları sayesinde evrensel sanat eserlerine ulaşabilmişlerdir. (Terwiel 2015:102) Hamiye Çolakoğlu Ulueren’e(2006) verdiği röportajda, seramik endüstrisinin sanata verdiği desteği şöyle ifade etmiştir; Sektörden destek gelmeseydi, seramik sanatı bugünkü düzeyde olmazdı. Bu destek olmasa seramik sanatının ülkemizdeki düzeyi daha düşük olurdu. Örneğin, Çanakkale Seramik, Eczacıbaşı gibi seramik üreten önemli sektörler bugün seramik sanatının ve sanatçısının yanında olarak ülkemize çağdaş eserler kazandırılmasına ve seramik eğitimine katkı sağlamaktadırlar. (Çolakoğlu 2006:101-102) Çolakoğlu’nun (1998) “Günümüz Seramik Sanatı ve Konumu” başlıklı makalesindeki görüşleri de sanatçıyı anlamamızı sağlar. Bu makalesinde belirttiği üzere; sanat ve sanatçının gerekliliği toplumdan soyutlanmamalıdır. Çok çalışarak kendi özgün tarzına ulaşan sanatçı, kendisini yenileyen iyi bir araştırmacı olmalıdır. Çağın yeni sanat anlayışı ve düzenlemelerinin kalıcı olmama ihtimaline karşın; birçok yeni bulguların öncüleri olarak etkiler uyandırabileceğine, sanatın yenilikçi olması gerekliliğine vurgu yapar. Her dalda eğitimin başarılı olması koşulunun, eğitimcilerin iyi yetiştirilmesine bağlı olduğunu ifade ederken; eğitim kadrolarındaki eksiklikleri görür, altyapı ve araç ve gereçlerin eksikliklerine değinir. (Çolakoğlu 1998:22-23) 1. Gelenekten Moderne – Çolakoğlu’nun Eserlerinde Öne Çıkan Değerler Anadolu geçmişten günümüze taşınabilen zengin kültür birikimini geleneksel sanattan ve geleneğin çeşitliliğinden almaktadır. Yazılmamış tarih olarak görülüp belgelenen bu eserler yoluyla, Anadolu’nun nasıl zengin uygarlıklardan geldiği anlaşılmaktadır. Yıllarca kendi içinde kapalı kalmış geleneksel el sanatlarının hak ettiği değeri bulmasına ve sürekliliğinin sağlanmasına öncülük eden Çolakoğlu, Anadolu’nun bu zengin birikimine farkındalığı sağlayan çalışmaları ile de örnek bir sanatçı 85 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World olmuştur. Bu ilgisini çağdaş bir çizgiye taşıyan sanatçı Ulueren’e (2006) verdiği röportajında seramik yapmayı ifade ederken; Toprakla buluşmak özgürce düşüncelerimize biçim vermektir. Toprak insan duyarlılığına ve düşüncelerine teslim olan en yumuşak, en sert ve en kırılgan malzemedir. Elinizi çamura değdirdiğinizde siz ona, o size teslim olur ve siz onu, o sizi sonsuza taşır.(Ulueren 2006:99) diyerek tasarımlarının kendisini peşinden sürükleyerek yenileştiğini ifade eder. Seramik gibi binlerce yıl kalabilen bir malzeme ile sanat yapmak ve bu sanatın toplumla paylaşılması konusunda ise sanatçının aşağıdaki yorumu kendinden sonraki kuşaklar için önemli bir görüştür; bu görüşü doğrultusunda da yaşamının son günlerinde Ankara’daki evini kendi çalışmalarını ve koleksiyonunu sergilemek üzere kendi adını taşıyan bir kültür evi niteliğinde, müze işlevinde hazırlamıştır. Ulueren’e (2006) verdiği röportajında Devletimizin yeni bir sanat felsefesi olmalı. Yeni müzelerin çoğalması ve değerli sanatçılarımızın seçilmiş eserlerinin bu müzelerde yer alması ve bu yolla sanatımızın arşivlenerek gezici sergilere dönüştürülmesi sanatın gelişimi açısından çok önemlidir. Sanat bir toplumun kültür düzeyinin aynasıdır. Herhangi bir ülkeye gittiğimizde ilk gezeceğimiz yer müzelerdir. Bir ülkenin tanıtımı da ancak müzelerle olur. (Ulueren 2006:101) diyerek sanat ve toplumun buluşmasını sağlamada devletin sorumluluğuna dikkat çeker. “Çağdaş” sözcüğü sanatçının içinde yaşadığı yüzyılda aynı zamanda eserler veren sanatçıları kapsayıcı bir anlamı ifade etmekle birlikte; sanatçılar arasında yapılan uygulamalara bakılarak, yenilikçi bir yaklaşımda olup olmadığı “çağdaş” olarak nitelendirilmeyi sağlayan ölçütler tartışılarak yeniden yorumlanabilir. Uludağ (1998), A.Galatalı’nın seramik sanatını tanımlama çabasına vurgu yaparak, seramik sanatının kimlik sorununa değinirken; bir yandan da “modern”, “çağdaş”, terimlerine netlik kazandırmaktadır. Klasik seramik Sanatında sanatçı, yaratıcılığa dayalı, yenilikçi ve sentezden kaynaklanan yeni bir görüş ve eser ortaya koymaktan çok, yapılanın en iyisini yapan, beceri sahibi, zanaatkar, usta kimliği taşır. Modern seramik sanatçısı ise, eleştirel tavrı, biçim ve içerik yaratıcısı olarak, kendine özgü anlatım dilini oluşturmuş, gerçek sanatçı niteliğine sahiptir. (Uludağ 1998: 37) Çolakoğlu’nun eserleri de yaşadığı kültüre ve geleneksel motiflere yakın bir bilgi ve duygu zenginliğinden kaynaklanmış ama kompozisyon ve soyutlamaları ile zamanının ilerisinde bir çizgiyi izleyici ile buluşturmuştur. Bu yönü ile de çağdaş olduğu yadsınamaz. Anadolu’nun tarihi birikimi eserlerinde yansımasını bulurken; yaptığı uluslararası seyahatlerle, ilgi ve merakları doğrultusunda araştırmacı yönü ile sanatçı, insan olmanın temel değerlerini, insani olan değerleri eserlerinde yansıtmış böylece çağdaş olana ve evrensele ulaşmıştır. Bu eserlerinden “Tılsım” Serileri, “Kahve Değirmeni Ailesi”, “Bombalar Çiçek Açmalı”, “Evrende Barış Senfonisi”, “Ana Tanrıça”, “Bilim Ağacı” bazılarıdır. “Sonsuzluğa Açılan Kapı”, “Bosna Hersek Anısına”, “Uğur Mumcu’ya Saygı”, “Bilim Ağacı”, “Bilimin Işığı” adlı eserleri de incelendiğinde çalışmalarının ana temasının insan, doğa, bilim, barış ve adalet kavramları olduğu görülmektedir. Gelenekten modernliğe eserlerini çağdaş ve başarılı kılan özellikler hiç şüphesiz sadece sanatındaki kişisel tutum ve yaklaşımı değil; eserlerinde öne çıkan insan sevgisi, insanlığı kucaklayan adalet ve barış duygusudur. Erinç (2010) Çolakoğlu’nun 2010 yılında açılan sergisinin katalog yazısında sanatçının konumunu yorumlarken şu cümleleri kurar; Bildiğim kadarıyla, gördüğüm kadarıyla ülkemizde seramiğin anıtsallaşmasında Çolakoğlu’ nun rolü asla inkar edilemez. Daha 1968 yılında gerçekleştirdiği Arı sineması panolarından tutun da bundan tam otuz yıl sonra yaptığı Çanakkale, Çan Seramik Fabrikası’ndaki “Bosna Hersek Heykeli”ne gelesiye dek pek çok şeyin ilkini başarmış pek çok kimseye bu yönde de rehberlik, öncülük etmiştir. (Erinç 2010:11) 86 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Yine kitabında Erinç (1998) Bedrettin Cömert’in 1978 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nde Çolakoğlu’nun eserleri hakkında yorumuna yer verir; “Hamiye’nin seramiklerinde yüreğini sevgiye, dostluklara sunmayı bekleyen insan var yalnızca, tüm insan.” Erinç (1998) Çolakoğu’nun sanatın bireysel bir üretim ama toplumsal bir değer olduğunun da bilincinde bir sanatçı olduğunu vurgular. (Erinç 1998: 86) Resim 2. Anıtkabir Tavan Komposizyonları, Seramik Tabak, 1953. (Görsel Kaynakça: Erinç,S.(1998)Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu, Ankara: Çanakkale Seramik Sanat Yayınları, s. 15.) Sanatçının erken dönem eserlerinden sayılabilecek Resim 2’de yer alan duvar tabağında; geleneksel kilim motiflerini ve Anıtkabir imgesini bir arada stilize ederek, resimsel bir dilde kullandığı görülmektedir. Çolakoğlu Anadolu’nun kendine has bir dili olan kilim motiflerini, bu geleneksel el sanatı motiflerini stilize ederek, yüzey tasarımında dengeli, uyumlu ve bir kompozisyonda kullanmıştır. Yüzeysel bir uygulama olmasına rağmen, merkezde Anıtkabir motifinin rakursi görülmesi sonucunda tasarımda derinlik duygusu elde edilmiştir. Yine Anadolu kadınının önemli örneklerinden birisi olan “Nene Hatun”a ithafen yaptığı Resim 3’de aynı isimli çalışması; soyut bir kompozisyonda geçirgen bir etki ile ele alınmıştır. Sonsuz bir tekrar duygusu elde edilen formda, boşluğun sanatsal açıdan plastik bir değer olarak kullanımı oldukça dikkat çekicidir. Biçimde elde edilen sonsuz tekrar duygusu, anlam olarak adeta Nene Hatun’u da yüceltmektedir. Teknik açıdan modüler olarak inşa edilen, çözümlenen form, parça-bütün ilişkisi bağlamında boşluğun değerlendirilmesini de mümkün kılmıştır. Sanatçının bu eseri çok büyük boyutlu olmasa da, anıtsal bir etki elde ettiği görülmektedir. Teknik anlamda modüllerin konstrüksiyonu da oldukça başarılı bir şekilde çözümlenmiştir. Bu çözümleme ile geçirgenlik etkisi, diğer bir deyişle çalışmaya bakıldığında aynı anda formun diğer açısının da gözükmesi seramik gibi örtücü bir malzeme ile geçirgen bir etki elde edilmesini sağlamıştır. Sanatçının boşluğu bazı duvar kompozisyonlarında ya da daha sonraki bazı soyut heykellerinde de plastik bir değer olarak kullandığı görülmektedir. Resim 3 Resim 4. “Nene Hatun” M odüler Heykel, 1985. “Kahve Degirmeni Ailesi”, Porselen, 44x13cm. 1995. (Görsel Kaynakça-Resim 3: Erinç,S.(1998)Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu, Ankara: Çanakkale Seramik Sanat Yayınları, s. 64.) (Görsel Kaynakça-Resim 4: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.41.) Resim 4’de yer alan “Kahve Değirmeni Ailesi” adlı eseri Türk kahve kültüründe kullanılan kahve değirmenlerinden hareketle tasarlanmış, 5 parçadan oluşan porselen malzeme ile yapılmış bir düzenlemedir. Sanatçı deformasyonu, form tekrarını ve yüzeydeki yoğun dokuları komposizyonunda plastik bir değer olarak kullanmıştır. Geleneksel kültürün çağdaş bir yorumudur. Resim 5 Ana Tanrıca, 2003, 350x200x45cm. (Görsel Kaynakça: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.26.) 87 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Resim 5’te yer alan “Ana Tanrıça” adlı eser sanatçının son dönem çalışmalarındandır ve giderek soyut heykel formlara yönlendiği de görülmektedir. Ana tanrıça Anadolu’nun alt kültür katmanlarından referansını alır. Ana Tanrıça kültü idollerde oldukça yalın formlarla tarihi eserlerde yer almıştır. Burada Çolakoğlu’nun eserinde yalın ve yine boşlukta çizgisel bir etki ile kullanıldığı görülmektedir. Çağdaş bir anlatımla sanatçı tarafından yorumlanmıştır. Formun alt kısmında demir konstrüksiyon ve üzerinde porselen birimlerin çoklu kullanımı; yer çekimine karşıkoyan, uzamda yoğun çizgisel bir kütle etkisi elde edilmesini sağlamıştır. Porselen formların gökyüzüne dönük içbükey hareketinin, üretkenliğin sembolü Ana Tanrıça kavramını anlam olarak pekiştirdiği düşünülmektedir. Resim 6 Resim 7 Tılsımlar Serisinden, 1992, 240x160cm. “Sonsuzluğa Açılan Kapı”, 1992, 240x160cm, Refrakter Porselen, (Güz.San. Genel Müd. Koleksiyonu) (Güz. San. Gen. Müd. Koleksiyonu) (Görsel Kaynakça-Resim 6: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.46.) (Görsel Kaynakça-Resim7: Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını, s.46.) Resim 6’da yer alan “Tılsımlar” serisinden birisi olan pano; boşluğun çizgisel değerlendirmesinin bu sefer yüzeyde başarılı bir şekilde kullanıldığı örneklerden birisidir. “Tılsım” Anadolu’nun geleneksel kültürünün bir öğesidir ve bu pano uygulamasında resimsel dilde ve soyut anlayışta yansımasını bulmuştur. 3’lü panelden oluşan eser, doğadaki parça-bütün etkisi ve yaşam döngüsünü, tılsımların kutsadığı yaşamları referans almakta; adeta tüm insanlığı kucaklamaktadır. Yüzeyde kendi içinde uyum içinde biçim tekrarları kullanılmış, ancak boyutlarındaki değişkenlik ile plastik anlamda psikolojik bir gerilim elde edilmiştir. Son olarak Resim 7’de yer alan “Sonsuzluğa Açılan Kapı” adlı eser, 4 parçadan oluşan bir bütündür ve yine soyut bir çalışmadır. Çember ya da daire yaşam döngüsünün en soyut formudur. Burada iç içe geçen yarım dairesel hareketler imgesel anlamda zihnimizde tamamlanmakta ve sonsuz bir derinliğe ve devinime ulaşmaktadır. Yarım dairesel formların kullanımı, bütünlük duygusu ile ilişkili olarak geçmiş deneyimlerimize dayanan algımızı, ezberimizi bozsa da, hiç rahatsız edici değildir. Uzayın ve uzamın sonsuzluk hissini sanatçı yüzeyde derinlik etkisi ile vermiştir. Gezegenlerin, uzayın tüm gizemi dingin, uyumlu ve bilge bir yaklaşımla sentezlenmiş, izleyicisini içine çekmektedir. Renk kullanımı da çamurun aslını inkar etmeden, sanatçının ona olan saygısını yansıtan bir biçimde, renkçi bir anlayıştan uzak kullanılmıştır. Hemen hemen tüm eserlerinde, çamurun doğasına bağlı bu renk kullanımının, sanatçının üslubunda belirgin bir özellik olduğu söylenebilir. SONUÇ Sonuç olarak bu araştırmada yaşamı, eğitimci ve sanatçı kimliği, eserleri ile sanatsal yaklaşımı irdelenmeye ve aktarılmaya çalışılan Hamiye Çolakoğlu, ülkemizde kadının konumu bağlamında düşünüldüğünde; önemli bir rol modeli olarak görülmektedir. Çok yönlülüğü, güçlü kişiliği, sanatçı duruşu, cesareti ile toplumumuza büyük değer katmış öncü sanatçılarımızdandır. Bu araştırmada sanatçının eserlerinden seçilerek ele alınan sınırlı örnekler, tıpkı diğer eserlerinde olduğu gibi onun gelenekten moderne ulaşan çizgisini yansıtmaktadır. Anadolu’yu tüm yaşamı boyunca karış karış gezmiş ve yöreselden evrensele ulaşmanın yollarını yaptığı eserleri ile kanıtlamış, Cumhuriyet Döneminin aydınlanmacı düşüncelerini kişiliğinde ve eserlerinde özgürce yansıtan sanatçı, çok yönlülüğü ile de kadının toplumsal yaşamda yer alışına önemli bir örnek teşkil eder. Toprak ve 88 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World doğurganlığı ile yaşamın merkezini oluşturan kadın, Çolakoğlu’ nun sanatında kadın ve Anadolu buluşmasının bir sonucu olarak görülebilir. Kendisini tanımlarken “Ben Toprak Anayım” demesinde yatan temel düşünce seramik ve kadının birlikteliğinde aranmalıdır. Anadolu'nun değerlerini, kültürünü, insanını özümseyen sanatçı, toplumdaki barış, adalet, insan sevgisi ana temalı yaklaşımı eserleri ile evrensele ulaşabilmiştir. Onun elitist bir bakış açısının ötesinde; oldukça alçakgönüllü, Anadolu insanı ile özdeşleşen bilge yaklaşımı; gelenekten çağdaşa ulaşan çizgisinde hep örnek olmuştur ve olmaya devam edecektir. KAYNAKLAR Anılanmert, B. (2015) 09.02.2015 tarihinde sanatçı röportajından alınmıştır. http://tetrailetisim.com/kategori/tetra-blog/49352/beril-anilanmert-sanatla-hayatimi-kazanacagimi-biliyordum Altınkurt, L.(2015). 10 M art 2015 Türkiye’de Sanat Eğitiminin Gelişimi http://birimler.dpu.edu.tr/app/views/panel/ckfinder/userfiles/17/files/DERG_/12/125-136.pdf web sitesinden alınmıştır. Çolakoğlu, H.(1998). Günümüz Seramik Sanatı ve Konumu. Türkiye’de Sanat, Sayı:33, s.22-23. Engin, G.(2009). 8 Temmuz 2009 Türkiye’de Sanat Eğitimi ve Çalışmaları Kronolojisi http://www.fgulgunengin.com/arastirma/sanategitimibibliyografyasi/kronoloji.doc Erinç,S.(1998) Toprağın Erki Hamiye Çolakoğlu, Ankara: Çanakkale Seramik Sanat Yayınları. Erinç, S.(2010) Hamiye Çolakoğlu’nun ve Toprağın Gizemi. Hamiye Çolakoğlu Retrospektif Seramik Sergisi Kataloğu. Hacettepe Üniversitesi Yayını. Güner,Y.(2010) Farkında mısınız? Voice Yayınları, Seramikte “Yeni Sırlar” Koleksiyonu Otobiyografi Dizisi, İstanbul. Terwiel.C.(2008). Türkiye’de Seramik Sanatının Kurumsallaşması , Seramik Türkiye, Türkiye Seramik Federasyonu Yayını ,Ocak-M art Sayısı s:118-123, İstanbul. Terwiel,C. (2015). Hamiye Çolakoğlu Hacettepe Yılları ve Sonrası , Seramik Türkiye Türkiye Seramik Federasyonu Yayını, M art-Ağustos, s : 98-103, İstanbul. T.S.F Türk Seramik Federasyonu www.serfed.com/tr/content.php?content_id=125 Erişim:16.03.2015 Tunçalp. M .(2015). Kadim Dostum Hamiye Çolakoğlu’na , Seramik Türkiye Türkiye Seramik Federasyonu Yayını, M artAğustos, s : 94-96, İstanbul. Ulueren, Ş.D.(2006). Seramiğin Toprak Anası…Hamiye Çolakoğlu; “Ben Ana Tanrıçayım” Röportaj, Türk Seramik Federasyonu Dergisi, Sayı:14, M art/Nisan, s.103. Uludağ,K. (1998). Seramik Sanatının Kimlik Sorunu. Türkiye’de Sanat, Sayı:33, s.36-38. 89 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Akademilerde Kadın Sayısındaki Artış Bir Başarı mı, Eşitsizliğin Görünmeyen Yüzü mü? Is the Increase in the Number of Women in Academia a Success or a Hidden Face of Inequality? Ceren İrem KAYA¹ ¹Öğr. Gör.,Gedik Üniversitesi, Gedik M eslek Yüksekokulu, İstanbul-Türkiye, ckaya@gedik.edu.tr ÖZET: Bu çalışmada, gelenekselden moderne paralel olan, kadının ikincil ve edilgen konumu üzerine tartışılacak, Türkiye modernleşme hareketi içinde kadın akademisyenlerin konumu ve dönüşen üniversiteler açıklanmaya çalışılacaktır. Bu çalışmanın amacı üniversitelerde artan kadın sayısına eleştirel bir perspektiften bakarak, bu artışın geleneksel anlamda erkek egemenliğinde bulunan bilimsel bilgi üretmede cinsiyete dayalı ayrımcılığın üniversitelerde son bulup bulmadığı sorusuna yanıt aramaktır. Bu artışı, akademilerin, geleneksel önemini yitirmesiyle, daha az nitelik, çalışma ve araştırma gerektiren belli unvanların, kadınsılaşmasıyla ilişkilendirir. Anahtar Kelimeler: Geleneksel, modernizm, türkiye modernizasyonu, cinsiyet ayrımcılığı, kadın akademisyenler. ABS TRACT: In this study, we aim to discuss the secondary and passive role of woman, which is parallel between the tradition and the modern, and explain the position of female academicians as well as the evolving universities in the modernization movement of Turkey. The objective of this study is to evaluate the increasing number of women at the universities from a critical perspective, and to answer whether or not gender discrimination in the male-dominated process of scientific knowledge production has ended or not. The study relates this increase in the number of female academicians to feminization of certain positions that require fewer qualities and less research activity, a process that accompanied the declining importance of academia. Keywords: Traditional, M odernism, Turkey’s modernization, Gender Discrimination, Female Academicians. 1.GİRİŞ Karanlık Ortaçağ’a ve dogmalara karşılık gelen gelenekselle; aklın ve bireyin özgürleşmesi olarak düşünülen modernitenin sürekli bir çekişme içinde olduğu varsayılır. İlerlemeci tarih anlayışıyla açıklanmaya çalışılan bu iki kavramın, benzer sınıf, cinsiyet ve düşünce sistemlerini barındırdığı, yeniden ürettiği hatta derinleştirdiği göz ardı edilir. Kadının konumu, gelenekselden moderne aktarılan yeni ve sabit ilişkilerden en önemlisidir. Değişmeyen cinsiyete dayalı toplumsal statü ve rollerin yanında, yeni olan, kadın erkek ayrımının farklı biyolojilere sahip olma durumuyla ilişkilendirilmesidir. Bu yeni düşünce, aydınlanmayla başlayan, modernitenin her şeyi bilimle, rasyonel ilkelere dayanarak açıklayan, araçsal pozitivist anlayışını da yansıtmaktadır. Kadının hukuki anlamda hayatına sunulan göreceli iyileş(tir)menin, modern dünyanın kurumlarında bir karşılığı yoktur. Nesnel konumu iyileşmeyen, üretim araçlarından dışlanan, bir anlamda, kapitalizmde karşılığı olmayan, yeniden üretime mecbur bırakılan kadın, toplumsal, ekonomik ve politik alandan dışlanarak, özel alana hapsedilir. Kamusal alana dahil olma mücadelesi veren kadını ise zorlu bir yol beklemektedir; toplumsal cinsiyet rollerine uygun, rutin, sıkıcı, kariyer basamaklarının önünün tıkalı, özel alana ilişkin görevleriyle birlikte yürütmek zorunda olduğu işler. Geleneksel toplumun baskı ve zorla denetim altına aldığı kadın, modern dünyada başarı şansı tanındığı halde, kendiyle ilgili karar almasını sağlayacak, dayatılan rolleri tamamını yerine getirebilecek yeterlilikten uzak olduğu için, kendi rızasıyla olduğu varsayılarak, toplumdaki ikincil konumuna itilmiş olur. 1.1. Modernleşme ve Kadının Konumsuzluğu Modern düşünce, zihni yapısını, bilimsel temele oturtarak bir diğer anlatımla rasyonalizmi araçsallaştırarak, kadın erkek ayrımını, farklı biyolojilere sahip olmalarıyla açıklar. Usçulukla açıklayamadığı, anlamlandıramadığı kadın gizemi, cinselliği ve korkusu karşısında ise kadını irrasyonalleştirir. Kadın erkek arasındaki ayrımı, geleneksel düşünceden farklı olarak, ortadan kaldırmaz, yeniden üretir/derinleştirir. Serpil Sancar’ın (2014, s.23) da ifade ettiği gibi, modern toplumlarda, cinsiyete dayalı toplumsal eşitsizliklerin, aslında biyolojik özelliklerden (cinsiyet hormonları gibi) kaynaklandığı düşünülür. Ama bu biyolojik farklar, aslında toplumsal farklara sonradan verilen anlamlar olarak toplumsalın içinde vardır. Aklı körelten dogmalardan, önyargılardan, boş inançlardan kurtulmak anlamında özgürleşmeyi talep eden aydınlanmacılar, toplumda insanlar arasında, zekâ, servet ya da cinsiyet 90 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bakımından eşitsizliklerin kaçınılmaz olduğunu ileri sürer. Voltaire’in, âşık olduğu kadına, hayranlığını dile getirmek ve övmek amacıyla “kadın olmaktan başka eksikliği olmayan büyük insan ” diye nitelendirmesi, Aydınlanmanın kadına bakış açısını epey iyi özetlemektedir (Ağaoğulları, 2011, s.527). Uygarlık eleştirisi yapan ve bunun, insanın doğal haline uygun olmadığını söyleyen Rousseau, kadın erkek ilişkisinde gelenekselden moderne devredilen bu yeni sabit ilişkiyi görmek açısından anlamlıdır. Eşitlik düşünürünün, paradoksal bir şekilde, kadın erkek eşitsizliğini benimsemesinin nedeni, cinsiyet farkını doğal bir farklılık olarak kabul etmesidir. Rousseau göre, kadın ile erkek toplumsal ve ahlaksal ilişkiler bakımından farklı tutum ve davranışlar sergiler, dolayısıyla farklı rol ve işlevler üstlenmelidir. Emile ’deki deyişiyle “Erkek aktif ve güçlü, kadın ise pasif ve zayıf olmalıdır. (…) Arzuları ve gereksinimleri bakımında erkeğe bağımlı olan kadın, itaat etmek için yaratılmıştır. (…) Öyle ki her kadın bir kocanın adaletsizlikleri ile haksız davranışlarına bile yakınmadan katlanabilmeyi öğrenebilmelidir küçük yaşta.” (Ağaoğulları, 2011, s.578-581) Modern toplumun, yurttaşlık hukukunun temelini oluşturan toplumsal sözleşme, erkek kardeşler arası bir sözleşmedir. Kamusal alandaki yurttaşların eşitliği; özel alanda, kadın ile erkek arasında eşitsiz bir ilişki kuran ikinci bir sözleşmeyle mümkün olmaktadır. Birbirinden ayrı olarak inşa edilseler de kamusal alanı mümkün kılan özel alandır. Cinsiyet ayrımına dayalı olarak özel ve kamusal alanı bölen suni ayrım, kadınları özel alana hapsederken, politik alanı erkeklere özgü kılar (Pateman, 2010). Geleneksel kadın erkek rol ayrımı sadece toplumsal ve hukuki değil, aynı zamanda ekonomik sistemlerde de varlığını sürdürür. Modern toplumlarda, cinsel kimliğin belli iş-işlevlerin taşıyıcısı haline gelmesi, cinsel kimliğin aynı zamanda sınıf ilişkileriyle özgüllenmesi olarak düşünülebilir (Federici, 2012, s.27, 110). Geleneksel yapı içerisinde geçim ekonomisin bir parçası olan ve iş gücüne dâhil edilen kadın, modernleşme ve/veya kapitalizmle birlikte, köyden kente göç gibi faktörlerin de etkisiyle, tüm karar alma süreçlerinden dışlanarak, sistem içerisinde hiçbir kapital değer taşımayan nesneye-ev hanımınadönüşür. Modern dünyanın metropollerinde, iş gücünü uzun çalışma saatleri ve düşük maaşlarıyla dâhil olabilen kadınlar ise, geleneksel rollerin -temizlik, çocuk yetiştirme, yemek gibi- reddi mümkün olmadığı için kendini geliştirme, ilerleme şanslarının olmadığı, daha önce de değinildiği gibi cinsiyetleriyle özgüllenmiş rutin işlere mahkûm edilir. Giddens’ın (2010, s.118) ifade ettiği gibi, “Ataerkillik dünyaya kapitalizmle gelmemiştir fakat gelişimi cinsiyet egemenliğinin belirli biçimleriyle ilişki içindedir. Cinsiyet ayrımları ve sınıf sistemi arasında kesin ilişki noktaları vardır. Çalışan kadınlar, erkeklere oranla daha az kazançlı, kötü iş koşullarına sahip ve terfi olanaklarının bulunmadığı işlerde yoğunlaşmaktadır. Bu duruma işverenlerin ve erkek işçilerin tutumları, çocuk doğurmadan kaynaklanan kesintiler de etki etmektedir”. 1.2. Türkiye’nin Modernleşmesi ve Modern Kadını Türkiye’nin modernleşme tarihine ilişkin çalışmaların birçoğunda kadınların konumları, yaşadığı değişim süreci ve bunun dinamikleri göz ardı edilir. Modernleşen tüm unsurlar dikkate alınırken, kadının modernleşme süresi oy hakkını elde etmesi gibi kısıtlı bir anlatımla geçiştirilir. Dolayısıyla modern Türkiye’nin kadına ilişkin temel varsayımı aynı zamanda yazarların modernitegelenek kavramlarına bakış açısıyla da paraleldir. Modern Türkiye’yi ilerici, yenilikçi, geleneğin tutuculuğundan radikal anlamda kopan yeni bir yapı olarak ele alan çalışmalar (Ahmad, 2012; Berkes, 2000/2007) bu süreçte değişen kadının konumuna olumluluk atfederler. Bu durum kadının konumunu iyileştirmeye yönelik, geleneği karşısına alma pahasına atılan cesur adımlar olarak nitelendirilir. Fakat Türkiye modernleşme çabasını yine seçkinler ve halk arasında bir çatışma olarak gören, bu sürecin toplumun genel görünümünde değişikliğe yol açtığı ve çatışmaya sebep olduğu görüşüyle beraber, geniş halk kitlelerinde karşılık bulmadığı, içselleştirilmediği yönündeki çalışmalar da (Davison, 2012; Onbaşı, 2003) aynı bakış açısını kadının modernleşmesi hususunda da taşırlar. Türkiye modernleşmesi üzerine yapılan çalışmalarda göz ardı edilen kadınlar, bir anlamda baştan pasif kabul edilir. Cumhuriyet sonrası kazanımların da erkekler tarafından bir modernizasyon hediyesi olarak onlara sunulduğu görüşü yaygındır. Özellikle 1980’lere kadar Kemalist reformun kadınları kurtardığına dair mutabakat vardır. Kadınların diğer ülkelerde olduğu gibi bu hakları elde etmek için mücadele etmek zorunda kalmadıklarına vurgu yapılmaktadır (Altınay, 2013, s.23). Fakat sınırlı sayıda çalışma (Sancar, 2014) modernleşme hareketine kadını dâhil ederek, erken modernlik aşamasında Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyet’ine uzanan kadın hareketlerinden söz eder. 91 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 1.3. Türkiye’de Kadınların Üniversitelere Girişi ve Üniversitelerdeki Dönüşüm Kadınların medeni ve siyasal haklarını elde etmesinin ardından, kadının eğitimi ve meslek sahibi olması bir devlet politikası olarak benimsendi. Böyle bir politikanın varlığı, en önemli etkisini eğitim alanında gösterdi ve kadınlar dışlanmış oldukları alanlara girme olanağı buldular (Berktay, 2004). Fakat iktidarın uzağında tutulan kadınların bu durumunu Mernissi alaycı bir dille eleştirmektedir (Mernissi’den akt. Akay, 2012, s.258): “İslam toplumlarında zeki kadınların kimseyi rahatsız etmeden erişebilecekleri yer yalnızca akademik alandır. Yeter ki bununla yetinmeyi bilsinler ve siyasi iktidar alanına sıçramaya çalışmasınlar”. Türkiye’de kadınların saygın mesleklere girişlerinin, yüksek düzeyde sanayileşmiş ülkelere yakın olduğuna değinen Öncü’nün araştırmasını aktaran Deniz Kandiyoti (2013, s.44-45), modern devlet ile seçkinler arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır: “Kadınların eğitimi sınıf atlama yönünde bir hareketten ziyade, sınıf ayrıcalıklarının pekiştirilmesi olarak ifade edilebilir”. Modern Türkiye imgesini yansıtmaya yönelik olarak kurulan üniversiteler, kaçınılmaz olarak Cumhuriyet’in kadınlarla ilgili ülkülerinin gerçekleştirilebilmesi için en uygun ortamlardan birisi olarak öne çıkmaktadır. Cumhuriyet Türkiye’sinde Kemalist söylemi benimsemiş, seçkin, kentli orta ve üst sınıf ailelerin kızları, bu uygun siyasal yapıdan ve onun etkisinde şekillenen akademik kurumsal ortamdan yararlanmıştır. Modern öncesi dönemde bir evrensel bilgi ve hakikat arayışının somutlaştığı ancak çok az sayıda “talip” olanların rağbet ettiği veya üstesinden gelebildiği bir yer olan üniversite, modernleşme süreciyle birlikte giderek her çeşit bilginin kodlandığı ve üretildiği yetkili tek organ haline gelmiştir (Er, 2008, s.73-74, 66). Bir anlamda bilginin rekabet süreci içindeki bireysel sermayeler için öneminin artması aynı zamanda işgücü piyasasında nitelikli bilgi donanımına sahip olmayı gerektirmesi gibi faktörlerin etkisiyle üniversiteler sistematik bilgi üreten kurumlara dönüşmüştür. Okullar bu anlamda bir yandan işgücü piyasasında nitelikli yerler edinmek isteyen öğrenciler için belirleyici bir önem kazanırken, sermaye için ise iki anlamda önem kazanmıştır. İlk olarak değer yitiren sermayeler için yeni yatırım alanı olması yani (eğitimin ticarileşmesi), ikinci olarak aşırı rekabet koşulları içinde araştırma-geliştirme faaliyetlerinin yaptırılması proje yönelimli ya da girişimci üniversite modeli- (Ercan, 2015). Tekeli’nin belirttiği üzere (akt. Narin, 2012) Artık üniversiteler bir akademisyen komünitesi olmaktan çıkmış, piyasa güçlerinin etkisi altında şekillenen bir organizasyonlar topluluğu haline gelmiştir. 2. YÖNTEM Diğer araştırmalar ve istatistikler gözden geçirilerek, Türkiye İstatistik Kurumu’nun istihdam ve üniversitelerde 1990’dan günümüze kadın istihdamı ile Yükseköğretim Kurumu’nun Türkiye’de üniversitelerde görev alan öğretim elemanlarına ilişkin sayısal verileri derlenip analiz edilmeye ve yorumlanmaya çalışılmıştır. 3. BULGULAR Türkiye'de yükseköğretim kurumlarında öğrencilerin yüzde 45'i, akademisyenlerin yüzde 40,8’i, profesörlerin yüzde 27,6’sı kadındır ve bu oran batılı ülkelere nazaran oldukça yüksektir (Kaplan, 2013). %10,2 olan işsizlik oranı erkekler için %9,6, kadınlarda ise %11,5’tir. Erkeklerin istihdam oranının %63,3, kadınların %25,4 olduğu bir ülke için akademilerin kadınlar lehine sıra dışı bir dağılım göstermesi nasıl açıklanabilir? Tüm bu bilgiler ışığında (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16009) Türkiye’de akademilerde cinsiyete dayalı ayrımcılığın son bulduğunu söylemek mümkün müdür? Artan yükseköğretim talebinin sonucu 19902014 arası üniversitelerdeki öğretim elemanı sayı ve cinsiyetlerine ilişkin bilgiler (Şekil 1) şu şekildedir: 92 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ş ekil 1. 1990-2004 Yılları Arasında Erkek ve Kadın Öğretim Elemanı Sayısındaki Artış Kaynak: TÜİK, (www.turkstat.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1152) yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. Erkek öğretim elemanı sayısı %35 oranında artmıştır. Kadın öğretim elemanı sayısı erkeklerden daha az olmasına rağmen oransal artışı erkeklerden çok daha fazla, %56’dır. Yükseköğretimde gittikçe artan kadın öğretim elemanı sayısı Türkiye’de başka sektörlerde kolaylıkla rastlanmayacak bir dağılımın görünmesine neden olmuştur. Ve bu dağılım Şekil 2’te görüldüğü üzere, devlet üniversiteleri, vakıf üniversiteleri ve vakıf meslek yüksekokulları olarak incelendiğinde, kadınlar lehine farklılık göstermektedir. Ş ekil 2. Devlet ve Vakıf Üniversiteleri, Vakıf M eslek Yüksekokullarında (M YO) Çalışan Kadın ve Erkek Öğr. Elemanları Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014, s.93’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. Fakat unvanlara göre dağılım dikkate alındığında üniversiteler ve vakıf MYO’larda kadın çalışanların daha düşük unvanlarda yığılı olduğu görülmektedir. Kadın akademisyenler üzerine yapılan birçok çalışmada, Türkiye’de, akademilerde görünürdeki –niceliksel- iyileşmeye karşın yaşanan cinsiyete dayalı ayrımcılıktan (Tan, 2008), kadınların görevlerinde yükselmelerine karşı bir dirençten (Ayyıldız, Baybars ve Keskin, 2014) ve toplumsal cinsiyet rolleri sebebiyle yükselemediklerinden, yaşadıkları rol çatışmasından söz edilir ( Dikmen, Maden, 2012; Er, 2008; Özkanlı, Korkmaz, 2000; Okay, 2007). Şekil 3. devlet üniversitelerinde akademik unvanlarına göre kadın ve erkek çalışanları, Tablo 1. ise kadrolarda yer alan kadın ve erkek öğretim elemanı sayısıyla, bunların toplama oranlarını içermektedir. 93 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ş ekil 3. Devlet Üniversitelerinde Unvanlarına Göre Kadın ve Erkek Öğretim Elemanları Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te, yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. Tablo1. Devlet Üniversitesi Öğretim Elemanlarının Sayı ve Oranları Toplam Profesör Doçent 16 487 0 520 24 659 %14 9 %21 11 638 996 15 575 %17 10 %23 4 799 524 9 084 115 780 Toplam O ran 56 497 Erke k O ran Kadın 47 661 %10 O ran 7 Yrd. Doçent %19 Ö ğr. Gör 5 162 13 207 14 955 13 O kutman Arş. Gör. Uzman 6 967 297 %6 38 704 %34 3 2 962 20 057 700 %4 %29 3 4 005 18 647 597 %9 %39 3 Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. Çevirici, EOPL sayıca az olduğu ve yüzde karşılığı taşımadığı için analiz dışı bırakılmışt ır. Erkek öğretim elemanları profesörlük, doçentlik, yard. doçentlik, öğretim görevlisi gibi unvanlarda, kadınlardan daha fazla yer almaktadır. Kadınlar ise araştırma görevlisi ve okutman kadrolarında erkeklerden daha fazladır ve bu kadrolar akademilerde erkeklerin tüm kadrolara oranının %33’ünü kadınlarda %48’ini oluşturmaktadır. Şekil 4 ve Tablo 2 ise vakıf üniversiteleri için benzer analizi içermektedir. Ş ekil 4. Vakıf Üniversitelerinde Unvanlarına Göre Kadın ve Erkek Öğretim Elemanları Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. Tablo 2. Vakıf Üniversitesi Öğretim Elemanlarının Sayı ve Oranları Toplam Toplam Profesör 6 952 542 15 O ran Erkek 472 O ran Kadın ran 476 1 898 Doçent 311 8 22 56 10 44 55 8 5 Yrd. Doçent Ö ğr. Gör O kutman Uzman Arş. Gör. 4 934 812 515 76 2 658 %29 16 %15 1 %11 2 703 1 170 687 87 1 071 %32 14 %8 1 %13 2231 642 1828 9 1587 %26 19 %22 Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. 94 1 %19 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadın ve erkek öğretim elemanları arasındaki oran farkının en fazla profesör ve okutman kadrolarında olduğu görülmektedir. Toplam içinde %15 olan profesör oranının %22’si erkekken, %8’i kadındır, okutmanların %22’si kadınken, %8’i erkektir. Devlet üniversitelerinden farklı olarak öğretim görevlisi kadrolarında daha fazla kadın yer alırken, okutman ve araştırma görevlisi kadrolarında devlet üniversitelerine benzer bir dağılım gösterip kadınlar, erkeklerden daha fazla istihdam edilmektedir. Bu kadrolar (öğr. gör, okutman, arş. gör.) vakıf üniversitelerinde kadın istihdamının %60’ını oluştururken, erkeklerde bu oran %35’tir. Devlet meslek yüksekokulları, YÖK’te yer aldığı gibi devlet üniversitelerine dâhil edildiği için ayrıca ele alınmamıştır. Vakıf MYO’lar vakıf üniversitelerinden bağımsız tüzel bir kişiliğe sahip olabileceği ve araştırmanın amacı için önem taşıdığı gerekçesiyle ayrı olarak (Şekil 5, Tablo 3) ele alınmıştır. Ş ekil 5. Vakıf M YO Unvanlarına Göre Kadın ve Erkek Öğretim Elemanları Kaynak: Gökhan Çetinsaya, a.g.k. Tablo 3. Vakıf MYO Öğretim Elemanlarının S ayı ve Oranları Toplam Toplam O ran 356 Erkek 136 O ran Kadın O ran Profesör Yrd. Doçent Ö ğr. Gör O kutman %2 21 %6 04 %85 25 %7 %4 12 %9 111 %81 7 %5 %1 %1 9 %4 193 %88 16 %7 %1 220 Uzman Kaynak: Gökhan Çetinsaya, 2014’te yer alan bilgiler derlenerek oluşturulmuştur. Günümüzde vakıf MYO’lardaki kadın öğretim elemanı sayısı, erkek öğretim elemanı sayısını geçmiştir. Bu kurumlarda istihdam edilen toplam kadın istihdamının %85’i öğretim görevlisiyken erkeklerde bu oran %81’dir. Kadınların akademilerde, akademik nitelik gerektirmeyen, en alt basamak kadrolarda yoğunluk gösterdiği hatta erkeklerden daha yoğun istihdam gösterdiği varsayımını (Tan, 2008, s.65), meslek yüksekokulları doğrular niteliktedir. Devlet üniversitelerinde okutman ve araştırma görevlisi; vakıf üniversitelerinde öğretim görevlisi, okutman ve araştırma görevlisi kadrolarında kadınlar erkeklere oranla daha fazla istihdam edilirken, vakıf MYO’larda çalışanların büyük bir kısmı kadındır. Üniversitelerde kadın ve erkek çalışan sayısı arasındaki fark yıllara ve unvanlara göre azalma eğilimi gösterirken, bazı kadrolarda bu durum (Şekil 6) genel eğilim yönünde olmasına karşın, dağılımdan farklılık göstermektedir. 95 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ş ekil 6. Yıllara Göre Kadroların Cinsiyet Oranlarındaki Azalma Kaynak: TÜİK Akademik Unvanlarına Göre Yükseköğretimde Görevli Öğretim Üyeleri ve Cinsiyet Oranı, 1990-2014 4. TARTIŞMA VE SONUÇ Osmanlı’nın ümmet toplumunun bireylerinden, ulus-devletin vatandaşına dönüşebilmenin formülü, cumhuriyetin kurucularına göre eğitimden geçiyordu. 1930’lu yıllarda temel amaç savaşlarla yıpranan bir ülkeyi kalkındırmak, çağdaş bilgilerle donatılmış birey yetiştirmek amacıyla eğitimin desteklenmesiydi. 1950’li yıllardan sonra ise akademiler, Fordist kitlesel üretim çağının ihtiyaç duyduğu vasıflı işgücünün yetiştirilmesi ve artan nüfusun yükseköğretim taleplerini yerine getirebilmek için gittikçe büyüyen bir yapı haline geldi. 1990’lı yıllarda, küreselleşme ve bilgi çağı gibi toplumsal dinamiklerin etkisiyle akademiler de dönüşüm sürecine dâhil oldu. Kamu üniversiteleriyle birlikte yeni kurulan, hızla artan sayıda vakıf üniversitelerinden beklenti, rekabet odaklı, bilgi toplumunun ihtiyaç duyduğu teknolojileri kullanabilen bireyler yetiştirmesiydi. Fakat akademileri piyasa koşullarına göre dönüştürme girişimi, akademilerin nicelik olarak artmasına karşın, niteliklerinin bu artışa paralel olmamasına neden oldu ve günümüzde de akademiler için başlıca sorun halini aldı. Metalaşmayla üniversiteler, geleneksel önemini yitirerek, her çeşit bilginin kodlandığı kurumlara, akademisyenler bir anlamda bilgi hamalına dönüşmektedir. Bugün, akademilerde kadın sayısındaki artışı bir başarı olarak gören yanılsama, esasında, akademik kadrolara dâhil edilen fakat üniversitelerde en rutin, kariyer yapma fırsatının ve iş güvenliğinin en az olduğu alanlarda artan kadın istihdamıdır. Bir anlamda akademilerin “alt sınıfının” kadınsılaşmasıdır. Sanayileşmeden sonra, kentlerde istihdam olanağı bulamayan kadınların tarımda; profesyonel bilgi gerektirmeyen idari kadrolarda (sekreterlik gibi) yığılmalarını ve bu meslek grubunun kadınsılaşmasının bir örneği, günümüzde küreselleşme ve bilgi çağının etkisiyle geleneksel önemini yitiren üniversitelerde de görülmektedir. Cinsiyetsiz olduğunu düşünülen akademilerde kadınlar, tıpkı yaşamın diğer tüm alanlarında olduğu gibi, birbirinden farklı ve zorlu roller üstlenmek zorunda kalmaktadır. Kadınlar kendilerini ikinci sınıf kabul eden, dişi olarak doğup kadın olmayı öğrendikleri hayatta, gelenekselden moderne uzanan bu anlayışın son bulabilmesi için esas mücadelenin ataerkillikle olduğunu unutmamalıdırlar. 5. KAYNAKLAR Altınay, A. G. (2013). M illiyetçilik Toplumsal Cinsiyet ve Feminizm, Vatan, Millet, Kadınlar, İstanbul: İletişim Yayınları. Akay, C. B. (2012). İktidarın Üç Yüzü, Ankara: Dost Kitapevi. Ahmad, F. (2012). Modern Türkiye’nin Oluşumu, cev. Yavuz Alogan, İstanbul: Kaynak Yayınları. Arslan, G. E. (2014). Türkiye’de Çalışan Kadın Olmak ve Kadın Akademisyenler, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyeleri Derneği Bülteni, 12/1. Ağaoğulları, M . A. (2011). Sokrates’ten Jakobenlere: Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul:İletişim. Berkes, N. (2000). Batıcılık Ulusçuluk ve Toplumsal Devrimler, İstanbul: Kaynak Yayınları. Berkes, N. (2007) Türkiye’de Çağdaşlaşma, YKY, İstanbul. Berktay, F. (2004) Kadınların İnsan Haklarının Gelişimi ve Türkiye, Sivil Toplum ve Demokrasi Konferans Yazıları, no:7. Black, C. and Islam, A. (2014). Women in academia: What Does It Take To Reach The Top?, The Guardian. Çetinsaya, G. (2014). Büyüme, Kalite, Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi İçin Bir Yol Haritası, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Yayın. Davison, A. (2012). Türkiye’de Sekülerizm ve Modernlik: Hermenötik Bir Yeniden Değerlendirme, çev. Tuncay Birkan, İstanbul: İletişim. Dikmen, N. ve M aden, D. (2012). Kadın Akademisyenlerin Görünmeyen Emeği Üzerine Bir Araştırma: Ordu Üniversitesi; İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 11 Sayı: 21 Bahar 2012 / 1 s.257-288 96 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Er, D. (2008). M odern Türkiye’de Kadın Öğretim Üyelerinin Konumuna ve Sorunlarına Sosyolojik Bir Yaklaşım, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Elazığ, Fırat Üniversitesi. Ercan, F. (2002). Yeni YÖK Yasa Taslağı Üzerine: Yol Ayrımındaki Türkiye’nin Kurumsallaşan Sermayesi, http://www.universite-toplum.org/text.php3?id=75. (Erişim tarihi: 20 Şubat 2015) Erman, T. (1997). The meaning of city living for rural migrant women and their role in migration: the case of Turkey , Women's Studies International Forum, 20 (M arch-April). Federici, S. (2012). Caliban ve Cadı: Kadınlar, Beden ve İlksel Birikim, İstanbul: Otonom. Giddens, A. (2010). Sosyoloji: Kısa Fakat Eleştirel Bir Giriş, çev. Ülgen Yıldız Battal, Ankara: Siyasal Kitapevi. Kandiyoti, D. (2013). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar: Kimlikler ve Toplumsal Dönüşümler, İstanbul:M etis. Kaplan, P. (2014). Kadın Rektörler, Genç Kadın Akademisyenlerin Mentoru, HaberTürk Gazetesi. Narin, Ö. (2012). Bilimin M etalaştığı Bir toplumda, Krizin Üniversiteleri, Üniversitelerin Krizi, M antık, Matematik ve Felsefe X. Ulusal Sempozyumu Bildiri Kitabı, s.247-269. Onbaşı, F. G. (2003). Geleneksel ve M odern: Sınırlar ve Geçirgenlik Üzerine, Doğu Batı Düşünce Dergisi, No:25. Okay, N. (2007). Türkiye’de ve Dünya’da M ühendislik ve Fen Bilimleri Bölümlerindeki Kadın Akademisyenlerin M evcut Durumuna Bakış, Cumhuriyet Bilim Teknik, 289:3. Özkanlı, Ö., Korkmaz, A.(2000). Kadın Akademisyenler, A. Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi Yayını, No:586. Pateman, C. (2010). Kardeşler Arası Toplumsal Sözleşme, Sivil Toplum ve Devlet, Ankara: Yedi Kıta Yayınları. Sancar, S. (2014). Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti: Erkekler Devlet, Kadınlar Aile Kurar, İstanbul:İletişim, 2014. Stavrakopoulou, F. (2014). Female academics: Don't Power Dress, Forget Heels – And No Flowing Hair Allowed, The Guardian. Tan, M . (2008). Eğitim, Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği: Sorunlar, Öncelikler ve Çözüm Önerileri, TÜSİAD, Temmuz. TÜİK, Hanehalkı İşgücü İstatistikleri, Nisan 2014,(http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=16009) (Erişim tarihi: Ocak 2015). TÜİK, Akademik Unvanlarına Göre Yükseköğretimde Görevli Öğretim Üyeleri ve Cinsiyet Oranı, 1990-2014, (www.turkstat.gov.tr/PreIstatistikTablo.do?istab_id=1152) (Erişim tarihi: Ocak 2015) Ünnü, Ayyıldız, A. N. , Baybars, M . ve Keskin J. (2014). Türkiye’de Kadınların Üniversiteler Bağlamında Yetki ve Karar M ekanizmalarına Katılımı, Dumlupınar Ünv. Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 42. 97 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 26 Kalkınma Ajansı’nın Bölge Planlarında (2014-2023) Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Ele Alınışı The ‘Gender Equality’s dealing on the Regional Programmes of 26 Development Agencies in Turkey Cihan ARDİLİ1 1Yüksek Lisans Öğrencisi, Gaziantep Üniversitesi, Kadın Çalışmaları ABD, Gaziantep -Türkiye, cihan.ardili@ika.org.tr ÖZET: Ulusal kalkınma planları, toplumun gelecek planlamasını içeren hedef ve stratejileri belirler ve kaynakların dağılımı bu planlar dikkate alınarak gerçekleştirilir. Sosyoekonomik gelişme eğilimlerine, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımına ilişkin kararlarda merkezle yerel arasında köprü kuran bölge planları ise diğer hedeflerinin/konularının yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratacak stratejik dokümanlardır. Bölge planları, Onuncu Kalkınma Planı’nda yer alan Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi ile yerel planlar olan çevre düzeni planları arasında, ulusal ve yerel planların bütünlüğünü sağlayacak ara planlardır. Bu çalışmaya konu olan bölge planlarında, toplumsal cinsiyet eşitliği genel olarak eğitim, istihdam ve girişimcilik bağlamlarında ele alınmıştır. Bunun dışında cinsiyet eşitliğine yönelik farkındalık çalışmalarının asıl hedef grubunun erkekler olduğunu vurgulayan, kadınlar için göreceli olarak daha yaşanabilir bir bölge olduğunu ileri süren, cinsiyet eşitliğinin sürdürülebilir kalkınmaya katkı sağlayacağını belirten planlar bulunmaktadır. Bu çalışma 26 Kalkınma Ajansının 2014-2023 yıllarını kapsayan bölge planlarının (ana planlarla ve TEPAV’ın 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Karnesi çalışması ile ilişkilendirilerek) karşılaştırmalı inceleme sonuçlarını içermektedir. Anahtar sözcükler: Bölge planları, Toplumsal cinsiyet eşitliği, Kalkınma Ajansları. ABS TRACT: National Development Plans set forth goals and strategies that consist of future planning of the society, and resource allocation is carried out in consideration of these plans. As for Regional Plans that set up a bridge between central and local authorities in making decisions concerning socio-economic growth trends, distribution of activities and infrastructure, they are strategic documents to create awareness about gender equality besides their other objects/subjects. Regional Plans are intermediary plans aimed at maintaining the integrity of national and local plans and stand between “National Strategy for Regional Development” of the Tenth Development Plan and “Spatial Plans” that are local plans. In the Regional Plans that are subject to this study gender equality are examined overall in the contexts od education, employment and entrepreneurship. However there are a few plans emphasizing that the main target group of the gender equality awareness efforts are men, pointing at regions that are comparatively more liveable for women, mentioning that gender equality contributes to sustainable development. This study consists of the results of comperative analysis on regional plans of 26 Regional Development Agencies in Turkey covering the period of 2014-2023 (by relating with the main plans and TEPAV's Gender Equality Ratings for 81 provinces). Keywords: Regional plans, Gender Equality, Regional Development Agencies. 1. GİRİŞ Bu çalışmada 54 , Onuncu Kalkınma Planı, Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi ve 26 bölge planını toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışı bağlamında inceledim ve bölge planları ile 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi ve sosyoekonomik gelişmişlik endeksi çalışmaları ile ilişkilendirmeye çalıştım. Öncelikle konunun bağlamını ortaya koyabilmek için toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin yasal düzenlemelere, bölge planlarının plan hiyerarşisindeki yerine ve Kalkınma Ajanslarının görevlerine kısaca değinerek çalışmanın asıl konusuna odaklanmak istiyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliği her bir bireyin fırsatları kullanma, kaynakların bölüşümü ve kullanımında, hizmetlere erişmede cinsiyet nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmamasıdır. Cumhuriyet Dönemi’nden bu yana gerçekleştirilen Medeni Kanun’un kabulü, seçme-seçilme hakkı, doğum izni düzenlemeleri, ILO sözleşmelerinin onayı, CEDAW’ın çekince belirtilerek de olsa onaylanması, 19851989 yıllarını kapsayan 5. Ulusal Kalkınma Planı’nda kadın konusuna yönelik stratejilerin belirlenmesi, AB uyum süreci ve BM projeleri ile yaşanan gelişmeler oldukça önemlidir. Ancak gelinen noktada görülmektedir ki bu gelişmeler cinsiyet eşitliği konusunda beklenilen sonuçları yaratamamıştır. Bu nedenle anayasal ya da yasal düzenlemelerin yanı sıra toplumsal cinsiyet eşitliğinin nasıl anlamlandırıldığı da önem arz etmektedir. 55 metin, 9-11 Nisan 2015 tarihlerinde 1. Uluslararası Çukurova Kadın Çalışmaları Kongresi’nde sunulan bildirinin yayın için düzeltilmiş halidir. 55 Bu metinde toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışı açısından dikkat çeken bölge planlarına yer verilmiştir. 26 bölge planının analiz edildiği çalışmaya ileriki yayınlarda yer verilecektir. 54 Bu 98 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ulusal ve yerel kalkınma planları, toplumun sosyokültürel, sosyoekonomik, teknolojik vb. açılardan gelecek planlamasını içeren hedef ve stratejileri belirler. Ulusal ve yerel düzeyde kamu kurumlarının uygulamaları ve kaynak aktarımı bu planlar dikkate alınarak gerçekleştirilir. Sosyo-ekonomik gelişme eğilimlerine , yerleşmelerin gelişme potansiyeline, faaliyetlerin ve alt yapıların dağılımına ilişkin kararlarda merkezle yerel arasında köprü kuran bölge planları, tarafımca toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık yaratacak stratejik dokümanlar olarak değerlendirilmektedir. Bölge planlarının plan hiyerarşisindeki yerine gelince; bölge planları, alt ölçekli plan ve stratejilere genel çerçeveyi oluşturan, AB müzakereleri kapsamındaki ‘Bölgesel Politika ve Yapısal Araçların Koordinasyonu Faslı’ için kapanış kriterlerinden biri olan Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi (BGUS) ile çevre düzeni planları arasında konumlanmıştır. Örneğin Belediyeler, il özel idareleri şayet stratejik planları varsa bunları bölge planlarına uyumlu şekilde hazırlamalıdır. Bölge planları Kalkınma Bakanlığı’nın koordinasyonunda ilgili bakanlıklar, yerel yönetimler, üniversiteler, STK’lar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının katkı, görüş ve önerileri doğrultusunda kalkınma ajansları tarafından hazırlanmaktadır. Planlar siyasi sahipliliğin kullanılmasını teminen Başbakan başkanlığında ilgili bakanlıkların müsteşarlarından oluşan Bölgesel Gelişme Yüksek Kurulu tarafından onaylanmaktadır. Kalkınma Ajansları, Türkiye’nin 26 Düzey 2 istatistiki bölgesinde kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum kuruluşları arasındaki işbirliğini geliştirmek, kaynakların yerinde ve etkin kullanımını sağlamak ve yerel potansiyeli harekete geçirmek suretiyle, ulusal kalkınma planı ve programlarda öngörülen ilke ve politikalarla uyumlu olarak bölgesel gelişmeyi hızlandırmak, sürdürülebilirliğini sağlamak, bölgeler arası ve bölge içi gelişmişlik farklarını azaltmak amacıyla kurulmuşlardır. 2014-2018, 2014-2023 periyodları için hazırlanan ana ve yerel planların toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında değerlendirildiği ilk çalışma niteliğinde olan bu metinle, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınlık ve erkeklik rollerinin makro ve mikro planlardaki yerini anlamayı, planların hazırlanmasında cinsiyet eşitliğinin önemle dikkate alınmasını, katılımcılık ilkesinin etkin kılınmasını sağlamayı amaçlamaktayım. 2. YÖNTEM Bu çalışma niteliksel metin analizine dayanmaktadır. Çalışmaya konu olan planlar ilgili web sitelerinden temin edilmiş olup toplamda 28 planın56 metin taraması yapılmış, planlar yardımcı kaynaklar aracılığı ile incelenmiştir. Bu kapsamda bazı ajanslar bölge planını mevcut durum analizi, mevcut durum tespiti ve bölge planı olmak üzere üç doküman şeklinde hazırlamışken çoğunluğu bölge planı olarak tek doküman halinde hazırlamıştır. Ancak bu çalışmanın ana eksenini bölge planları oluşturmaktadır. Çalışmamda, analiz birimi olarak kullandığım Onuncu Kalkınma Planı’nı, Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi’ni ve 26 bölge planını toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın konusunun nasıl ele alındığı, hangi gerekçelendirmelerin yapıldığı bağlamında inceledim. Planlara ek olarak Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) hazırladığı 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi ve Kalkınma Bakanlığı tarafından 2011 yılında hazırlanan İllerin ve Bölgelerin Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması’na (SEGE) yer vermeye çalıştım. TEPAV’ın çalışmasında, 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Karnesi’nde eğitim, karar mekanizmalarına katılım, sağlık, istihdam, hizmet sunumu başlıkları altında kadınların durumunu tespit edecek toplam 16 gösterge belirleyerek illerin karnesini çıkarılmıştır. SEGE’de demografi, eğitim, sağlık, istihdam, mali erişilebilirlik, yaşam kalitesi, rekabetçilik kapasitesi başlıkları altında 61 gösterge belirlenmiştir. Bu 61 göstergeden sadece 2’si (ortalama günlük kazanç-kadın ve okur yazar kadın nüfusunun toplam kadın nüfusuna oranı) kadınları göz önünde bulunduran göstergelerdir. Bu araştırmaları önemsememin ana nedeni kadına ilişkin göstergeler baz alındığında illerin sıralaması ile ağırlıklı olarak rekabetçilik ve ekonomik göstergeler baz alındığında ortaya çıkan il sıralaması dikkat çekicidir. Bu konuyla ilgili detaylı örnekleri bulgular kısmında açıklamaya çalışacağım. Ulusal ve bölgesel planlarda, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın konusunun ele alınışını ortaya koymak için eğitim, sağlık, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil, sürdürülebilir kalkınma, aile, ataerkillik, geleneksel işler, yerel eşitlik eylem planları (YEEP), kadının dezavantajlı grup tanımı içinde ya da dışında değerlendirilmesi, toplumsal 56 BGUS bir strateji dokümanı olmasına rağmen burada okuma kolaylığı açısından planlar arasında sayılacaktır. 99 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World statü başlıklarını belirleyerek bir matris oluşturdum. YEEP’ler illerin, yerel düzeyde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması ve kadının statüsünün güçlenmesi için izlemeleri gereken yol haritasını belirlemek üzere hazırlanan kilit belgelerdir. YEEP’ler Kadın Dostu Kentler Projesi’nin uygulandığı iller tarafından hazırlanmıştır. Dolayısıyla bu projenin uygulandığı bazı illerin bölge planlarında yerel eşitlik eylem planlarının uygulanmasının önemine vurgu yapılmıştır. Bu metinde 28 plan için hazırlamış olduğum toplumsal cinsiyet eşitliği matrisi tablo halinde sunulacak buna ek olarak planlar arasında konunun ele alınışı açısından dikkat çeken bölge planlarına biraz daha ayrıntılı bir şekilde yer verilecektir. 3. BULGULAR Birincil kaynaklarda (ulusal ve bölgesel plan dokümanları) konunun ele alınışını tespit yönelimli bir bakış açısıyla analiz ettim. Çalışmanın ana eksenini bölge planları oluşturmakta ancak ana planların analizine ve toplumsal cinsiyet eşitliği matrisine (bkz: Tablo 1) yer verdim. Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) Plan’da toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına ilişkin konular eğitim, sağlık, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, toplumsal statü bağlamında ele alınmıştır. Kadın dezavantajlı gruplar tanımının dışında değerlendirilmiştir. Plan hazırlıkları sırasında toplumsal cinsiyet eşitliğinin planın her başlığına entegre edilmesi gerektiği vurgulanmış olsa da; kadın ‘Aile ve Kadın’ başlığı altında değerlendirilmiş, genel anlamda kadın, ‘kadın’ olarak değil, aile içinde konumu bağlamında ele alınmıştır. Öte yandan, 2014-2018 döneminde toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda farkındalığın geliştirileceği ve örnek uygulamaların olacağı belirtilmiştir. Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi (2014-2023) Toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadına ilişkin konular eğitim, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil, aile bağlamında ele alınmış ve kadınlar dezavantajlı gruplar dışında tanımlanmıştır. Bölgesel kalkınmayla ilgili temel stratejileri belirleyen çerçeve belgede, genel olarak mekânsal ve ekonomik gelişmeyi hedefleyen stratejiler yer almaktadır. Kadınların özellikle eğitim aracılığıyla iş hayatına ve sosyal yaşama katılım seviyesinin yükselmesine dikkat çekilmiştir. Ekonomik ve sosyal entegrasyonun sağlanabilmesi için cinsiyet eşitliğini sağlayıcı tedbirlerin geliştirileceği belirtilmiştir. Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Zonguldak, Karabük, Bartın) Eğitim, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, ataerkillik, geleneksel işler bağlamında ele alınmıştır. Kadınlar dezavantajlı gruplar içerisinde tanımlanmıştır. Bölge planında kadının ataerkil nedenlerle kamusal hayata katılamadığına dikkat çekilerek farkındalık çalışmalarının erkeklere yönelik olması gerektiği belirtilmiştir (Bursa, Eskişehir, Bilecik Bölge Planı, Doğu Anadolu Bölge Planı, Dicle Bölge Planı, Doğu Karadeniz Bölge Planı benzer gerekçe ile erkeklere yönelik farkındalık çalışmalarının yürütülmesi gerektiğine dikkat çekmiştir). Plan’da kız çocuklarının okutulmaması ekonomik ve sosyal gelişmeye engel bir unsur olarak belirlenmiş, kadın istihdamı, eğitim, hizmetlere erişim ve farkındalık bağlamında hedef veya stratejiler belirlenmiştir. Ağırlıklı olarak kadınların istihdam edildiği çağrı merkezlerinin kurulacağı, kırsalda yaşayan kadınların orman ürünlerinin toplanmasına ve işlenmesine yönlendirilmesi konusunda somut önerilerde bulunulmuştur. Kadın istihdamının düşük olmasının nedenleri arasında eğitimsizlik, yaşlı ve çocuk bakımı hizmetlerinin yetersizliği, tek ve erkek egemen sektörlerin varlığı olarak sıralanmıştır. Doğum izni düzenlemelerinin özel sektörde kadınların istihdamı önünde bir engel olduğu bu nedenle özel sektörde kadın istihdamının teşvik edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. TEPAV’ın toplumsal cinsiyet eşitliği endeksi sıralamasında Zonguldak 34., Karabük 61., Bartın 47. sırada; SEGE çalışmasında Zonguldak 29., Karabük 28. ve Bartın 57. sırada yer almaktadır. Burada dikkat çeken nokta Karabük’te kadınların belediye genel meclisindeki temsil oranının düşük olması TEPAV sıralamasındaki yerini ve demir çelik sektörünün ekonomik anlamda ön planda olması SEGE sıralamasındaki yerini açıklamaktadır. 100 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Çukurova Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Adana, Mersin) Eğitim, sağlık, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil, sürdürülebilir kalkınma, aile, geleneksel işler, toplumsal statü bağlamında olmak üzere planlar arasında en fazla konu başlığı içeren bir plandır. Kadınlar dezavantajlı gruplar tanımı içerisinde değerlendirilmiştir. Verileri toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında analiz eden, kadın erkek eşitliğine vurgu yapan, hatta kentsel hizmetlerde kadınların yaşamını kolaylaştıracak tedbirleri tek tek belirten (sokak aydınlatması, acil yardım butonları, vs.), göçün kadın üzerindeki etkisine, engelli kadın istihdamının erkeklere göre daha az olduğuna, ücret eşitsizliğine vurgu yapan bir plandır. Bursa, Eskişehir, Bilecik Bölge Planı, İpekyolu Bölge Planı, İstanbul Bölge Planı gibi bu planda da toplumsal cinsiyet eşitliği sürdürülebilir kalkınma ile ilişkilendirilmiştir. Plan’da kadının toplumdaki konumunun güçlendirilmesi bakımından erken evlenmeler ve kadına yönelik şiddet sorun alanı olarak belirlenmiştir. Kamusal hizmetlerin planlanması ve sunumuna kadar olan tüm süreçlerde toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kamu politikalarının cinsiyet eşitliğini gözetir biçimde düzenlenmesi amacıyla kamu kurum ve kuruluşlarının toplumsal cinsiyet eşitliğine yönelik politika ve stratejilerini oluşturmalarının teşvik edileceği belirtilmiştir. TEPAV’ın toplumsal cinsiyet eşitliği endeksi sıralamasında Adana 59., Mersin 54. sırada; SEGE çalışmasında ise Adana 16., Mersin 24. sırada yer almaktadır. Her iki il için kadınların temsil mekanizmalarında düşük oranda yer alması cinsiyet eşitliği endeks sıralamasında geri sırada olmasını açıklamaktadır. Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Van, Bitlis, Hakkari, Muş) Eğitim, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil, ataerkillik, geleneksel işler bağlamında ele alınmıştır. Kadınlar dezavantajlı gruplar arasında sayılmıştır. Diğer planlardan farklı olarak bölge vizyonunda ‘sosyal refahtan herkesin adil bir şekilde faydalandığı’ ifadesi kullanılmıştır. Bu ifadeye benzer bir vizyon İstanbul Bölge Planı’nda da yer almaktadır. Toplumsal cinsiyet bakış açısına göre, eğitim sisteminde var olan eşitsizlikleri tamamen ortadan kaldırmak için başta Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere, eğitim üst yönetiminin, okul yönetimi ve ailelerle eşgüdümlü çabalar içinde bulunması şart olduğu belirtilmiştir. TEPAV toplumsal cinsiyet eşitliği sıralamasında Van 65., Bitlis 80., Hakkari 49. ve Muş 74. sırada; SEGE’de ise Van 73., Bitlis 76., Hakkari 80. Ve Muş 79. sırada yer almaktadır. Hakkari SEGE’de en son iller arasında yer alırken TEPAV’da büyük bir fark atarak 49. sıradadır. Cinsiyet eşitliği göstergelerinde Hakkari belediye genel meclislerinde kadın temsil oranı en yüksek iller arasında iken eğitim göstergelerinde geri sıralardadır. Bu nedenle bölge planında kadınların eğitim, istihdam ve ataerkil yapı içerisinde karşılaştığı sorunlara yönelik tespitler yapılmıştır. Dicle Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Mardin, Şırnak, Batman, Siirt) Eğitim, istihdam, girişimcilik, sağlık, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, temsil, ataerkillik, sürdürülebilir kalkınma, toplumsal statü konuları bağlamında ele alınmıştır. Cinsiyet eşitliğine duyarlı planlar arasında yer alan Dicle Kalkınma Ajansı Bölge Planı kadınları dezavantajlı gruplar arasında saymıştır. Bölgede kadınların statüsünü belirleyen en önemli faktörün sosyokültürel yapı olduğu vurgulanmıştır. TEPAV çalışmasında Mardin 57., Şırnak 56., Batman 52., Siirt 77. sırada; SEGE çalışmasında Mardin 74., Şırnak 74., Batman 70., Siirt 77. sıradadır. Bölge illerinin cinsiyet eşitliğine göre sıralaması ile planda yer alan kadın ve toplumsal cinsiyet analizi birbirini destekler niteliktedir. Plan’da sosyokültürel yapı, hane halkı büyüklüğü kadını ev içine ittiği, toplumsal ve ekonomik hayata katılımını engellediği gerekçesi ile; ilk evlenme yaşının diğer bölgelere kıyasla daha erken olması kadının eğitim ve çalışma hayatından uzaklaştırdığı gerekçesi ile açıklanmıştır. Geleneksel toplumsal yapı, aşiret bağları, töre cinayetleri kadının statüsüne etki eden olgular olarak sıralanmıştır. Bölgede kadının statüsünün yükseltilmesi ve fırsat eşitliğinin yaratılması, kadına yönelik şiddetin azaltılmasına yönelik özel tedbirlerin alınmasına ilişkin stratejiler belirlenmiştir. Plan’da kadınların toplumsal statüsü ile ekonomik hayata katılımı ve siyasi temsiliyet konusunda bir tezat olduğu vurgulanmıştır. Diğer planlardan farklı olarak hemen hemen tüm veriler kadın ve erkek açısından ayrı ayrı sunulmuş, ek olarak kadına yönelik şiddet, intihar, obezite, tütün alkol kullanımı verileri cinsiyet farklılıklarına dayanarak açıklanmıştır. 101 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye) 26 bölge planı içinde en çok göze çarpan plan Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı Bölge Planı olmuştur. Tüm planda bir kez kadın kelimesi kullanılmıştır. Nüfus göstergeleri dahil hiçbir göstergede cinsiyet farklılığı gözetilmemiştir. Bölge illerinin toplumsal cinsiyet eşitliği endeks sıralamasında Hatay 71., Kahramanmaraş 60., Osmaniye 38. sırada; SEGE’de Hatay 46., Kahramanmaraş 60. ve Osmaniye 53. sırada yer almaktadır. Hatay ve Kahramanmaraş cinsiyet eşitliği göstergelerinde kadınların siyasi yaşamdaki temsil oranı düşük olduğu için geri sıralarda iken Osmaniye aynı göstergede bölgenin diğer illerine fark atarak cinsiyet eşitliği endeksinde 38. sırada yer almaktadır. Bölge Planı’na gelince kadınlarda istihdam oranının %29,61’den %35’e çıkarılması planın performans göstergeleri arasında belirtilmiştir. Ana doküman olan plan da toplumsal cinsiyet eşitliği yer almamıştır. İstanbul Kalkınma Ajansı Bölge Planı Eğitim, sağlık, istihdam, girişimcilik, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık, sürdürülebilir kalkınma, aile, toplumsal statü bağlamında ele alınmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin demokrasi ve adil paylaşımın temellerini oluşturduğu vurgulanmıştır. Diğer planlardan farklı olarak ailenin erkek ve kadının müşterek sorumluluğu altında olduğu önemle belirtilmiş, ailenin korunması ve güçlendirilmesi gerektiğine yönelik hedefler belirlenmiştir. Bu kapsamda evlilik, şiddet, yasal haklar gibi konularda çiftlerin farkındalık düzeyinin artırılmasına yönelik tedbirler belirtilmiştir. ‘Kadınlar’ alt başlığı altında istihdam, karar mekanizmalarına katılım, şiddet, sığınma evlerinin artırılması bağlamında ele alınmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadının güçlendirilmesi, aile kurumunun erkek ve kadının müşterek sorumluluğu altında korunmasının ve güçlendirilmesinin sağlanması konularında stratejiler belirlenmiştir. Kadınlar bazı yerlerde dezavantajlı bazı yerlerde dezavantajlı tanım dışında kullanılmıştır. Toplumsal cinsiyet eşitliği farkındalığında hazırlanan planlardan biridir. İstanbul TEPAV ve SEGE çalışmalarında birinci sırada yer almaktadır. Trakya Kalkınma Ajansı Bölge Planı (Edirne, Kırklareli, Tekirdağ) Eğitim, istihdam, sosyal, kültürel ve kentsel hizmetler, farkındalık bağlamında ele alınmıştır. Kadın, çocuk, engelli, yaşlı ve diğer özel ihtimam gerektiren gruplara yönelik sosyal hizmetlerin kalitesi ve erişilebilirliği arttırılması konusunda stratejiler belirlenmiştir. Diğer planlardan farklı olarak suç oranlarının görece düşük olması, kadın girişimcilerin Türkiye ortalamasına göre iyi durumda olması, çocuk ve kadınlara karşı işlenilen suçların ve şiddetin az olması gibi nedenlerle bölgenin kadınlar için yaşanabilir bir bölge olduğu belirtilmiştir. TEPAV çalışmasında Edirne 27., Kırklareli 17., Tekirdağ 14. sırada yer alırken SEGE’de Edirne 12., Kırklareli 15. ve Tekirdağ 9. sırada yer almaktadır. Bölge illeri ekonomik ve cinsiyet sıralamasında görece yakın sıralardadır. Ancak Edirne’nin toplumsal cinsiyet eşitliği endeks sıralamasında diğer bölge illerine göre geri sıralarda olması ergen doğum oranının Edirne’de yüksek olması (Roman nüfusun yoğun olması ve Roman nüfus içerisinde erken yaşta evliliğin yaygın olması) ile açıklanmıştır. Planlarda toplumsal cinsiyet eşitliği genel olarak eğitim, istihdam, girişimcilik konuları kapsamında ele alınmıştır. Çocuk ve yaşlı bakımı gibi hizmetler, istihdam/iş gücüne katılamama bağlamında değerlendirilirken yaşam kalitesi ile doğrudan bağlantısı olan sağlık konusuna pek az planda vurgu yapılmıştır. Kadınların dezavantajlı gruplar içinde tanımlanması ya da tanımlanmaması şu anlamda önem arz etmektedir: dezavantajlı tanımının toplumun küçük ya da geçici kategorileri için yapılması gerektiği düşüncesi ile nüfusun yarısını oluşturan kadınların dezavantajlı gruplar kapsamına alınması kadının ikincilleştirilmesini sağlamakta ve ayrımcılık algısını yumuşatmaktadır. Bu nedenle ulusal planlar hariç bölge planlarının yarısından fazlasında kadınların dezavantajlı gruplar içerisinde yer almasını önemli bir bulgu olarak değerlendiriyorum. Bu metinde yer verilemeyen planlarda toplumsal cinsiyet eşitliği, planın izleme ve değerlendirilmesi, kadına karşı şiddetle mücadele, yaşlı ve çocuk bakımı, güçlü, zayıf yönler, fırsatlar ve tehditler (GZFT) analizi, bilişim teknolojileri, kurumlar arası işbirliği, toplumsal kaynaşma gibi bağlamlarda da ele alınmıştır. Onuncu Kalkınma Planı, Doğu Karadeniz Bölgesi Bölge Planı, Çukurova Bölge Planı’nda toplumsal cinsiyete duyarlı bütçeleme konusunda hedef, strateji ve performans göstergeleri belirlenmiştir. 102 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Onuncu Kalkınma Planı’nda ‘Aile ve Kadın’, Ahiler Bölge Planı’nda ‘Kadın İstihdamı’, Batı Akdeniz Bölgesi Bölge Planı’nda ‘Kadın İşgücü’, Fırat Bölgesi Bölge Planı’nda ‘Kadının Durumu’, İstanbul Bölge Planı’nda ‘Kadınlar’, Mevlana Bölgesi Bölge Planı’nda ‘Çalışma Hayatında Kadın’ alt başlıkları açılmıştır. 4. TARTIŞMA ve SONUÇ Toplumsal cinsiyet eşitliğinin ulusal ve bölgesel plan, politika ve programlara eklemlenmesi (gender mainstreaming) ve cinsiyet eşitliğinin yerel ve ulusal kurumların uygulamalarına yerleştirilmesi toplumsal dönüşümü sağlayacaktır. Cinsiyet eşitliğine duyarlı olmak kalkınma üzerine düşünme biçimlerini değiştirir. Elbette kadının ikincil konumunu güçlendiren geleneksel ve yaygın bakış açısını değiştirmek zaman alacaktır. Bölge planlarında toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda farkındalık eksikliği ve kavrama uzaklık söz konusudur. Verilerin sunumunda her hangi bir standardizasyon bulunmamaktadır. Bazı planlarda verilerin büyük bir kısmı cinsiyet belirtilerek sunulmuşken bazı planlarda nüfus verileri dahi toplam olarak verilmiştir. Toplumsal cinsiyet farkındalığının verilerin sunumunda dahi yer alması konunun tüm başlıklarla kesişmesi açısından ayrıca önemlidir. Eşitlik ve katılımcılık bölge planlarının temel ilkeleri arasında yer alırken nüfusun yarısının göz ardı edildiği çelişki olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak bu çalışma bağlamında planlarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışı konusunda birkaç öneri sunmak isterim. Ahiler Kalkınma Ajansı ve Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı’nın hazırlamış olduğu planlarda olduğu gibi toplumsal cinsiyet eşitliği bağlamında hedef ve stratejilere her bölge planında yer verilebilir. Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı ve İstanbul Kalkınma Ajansı bölge planlarında olduğu gibi adil paylaşıma vurgu yapan vizyonların diğer planlarda yayılması hatta toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması gibi bir ibare yer alabilir. Ahiler Kalkınma Ajansı Bölge Planı’nda olduğu gibi diğer planlarda Ajansların proje ve programlarında toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin keskin ifadeler konulabilir. Ayrıca Ajansların performans göstergelerine, bütçeleme ve hibe yönetim mekanizmalarına toplumsal cinsiyet eşitliğini ana unsurlardan biri olarak eklenebilir. Tabi ki planları hazırlayan ekibin toplumsal cinsiyet eşitliği konusundaki formasyonu ve ekibin kadın erkek dağılımı da önem arz etmektedir. Zira eksik bilgilerimizle ve alıştığımız şablonlara göre çalışmalarımızı yürütmek pek de bir anlam ifade etmeyecektir. Nicel düzenlemelerin dışında toplumsal cinsiyet eşitliğinin içselleştirilmesi ve planların izleme ve değerlendirilmesinde belirlenen kriterlerden biri mutlaka toplumsal cinsiyet eşitliği kriteri olmalıdır. Bu anlamda yapı-eylem ilişkisini sorgulayacak kriterlerden biri de toplumsal cinsiyet eşitliği olmalıdır. Planların kadınlar için çocuk ve yaşlı bakım hizmetleri, sokak aydınlatmaları gibi günlük yaşamını kolaylaştıracak pratik ihtiyaçların giderilmesinin yanı sıra, karar mekanizmalarına, istihdama (geleneksel/kadın rolünü güçlendiren işler dışında), sivil toplum kuruluşlarına katılım gibi stratejik önemi olan ihtiyaçlarına odaklanması gerekmektedir. Bölge planları her ne kadar 2014-2023 yıllarını kapsayacak şekilde hazırlanmış olsa da değişimler ve gelişmeler sonucunda periyodik aralıklarla güncellenecek dokümanlardır. Bu nedenle toplumsal cinsiyet bakış açısının ana plan ve bölgesel planlara eklemlenmesi plan süreçlerinin yeniden organize edilmesini, iyileştirilmesini ve düşünce biçimlerinin değişmesini sağlayacaktır. Bu çalışmada, ulusal ve bölgesel planlarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin ele alınışını göstermeye çalıştım. Önümüzdeki yıllarda yapılacak olan plan revizyonlarında toplumsal cinsiyet eşitliğinin mümkün olduğunca yer alması gerektiği kanaatindeyim. 5. KAYNAKLAR Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı. (2013). 2014-2023 Batı Karadeniz Bölge Planı Çukurova Kalkınma Ajansı. 2014-2023 Çukurova Bölge Planı Demirdirek, H. ve Şener, Ü. (2014). 81 İl İçin Toplumsal Cinsiyet Karnesi, Ankara, TEPAV. Dicle Kalkınma Ajansı. (2013). TRC3 2014-2023 Bölgesel Gelişme Planı Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı. TR63 Bölge Planı Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı. (2014). 2014-2023 Dönemi TRB2 Bölgesi Bölge Planı İstanbul Kalkınma Ajansı. (2014). 2014-2023 İstanbul Bölge Planı Kalkınma Bakanlığı. (2013). İllerin ve Bölgelerin Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması. Kalkınma Bakanlığı. (2013). Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018. Kalkınma Bakanlığı. (2014). Bölgesel Gelişme Ulusal Stratejisi 2014-2023. Trakya Kalkınma Ajansı. (2013). TR21 Bölgesi 2014-2023 Bölge Planı Taslağı http://www.kadindostukentler.org/projeyeep.php 103 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Onuncu Kalk ın ma Planı Bölg esel Gelişme Ulu sal Stratejisi Ahiler Kalk ın ma Ajansı Ankara Kalk ın ma Ajansı Batı Karadeniz Kalk ın ma Ajansı Batı Akdeniz Kalk ın ma Ajansı Bursa, Bilecik , Eskişehir KA. Çukurova Kalk ın ma Ajansı Doğu Anadolu Kalk ın ma Ajansı Dicle Kalk ın ma Ajansı Doğu Akdeniz Kalk ın ma Ajansı Doğu Karadeniz Kalk ın ma Ajansı Fır at Kalk ın ma Ajansı Güney Ege Kalk ın ma Ajansı Güney Marmara Kalk ın ma Ajansı İpekyolu Kalk ın ma Ajansı İstanbul Kalk ın ma Ajansı İzmir Kalk ın ma Ajansı Karacadağ Kalk ın ma Ajansı Kuzeydoğu Anadolu KA. Kuzey Anadolu Kalk ın ma Ajansı Doğu Marmara Kalk ın ma Ajansı Mevlana Kalk ın ma Ajansı Orta Karadeniz Kalk ın ma Ajansı Orta Anadolu Kalk ın ma Ajansı Serhat Kalk ın ma Ajansı Trakya Kalk ın ma Ajansı Zafer Kalk ın ma Ajansı YEEP Geleneksel İşler Ataerkilik Ajanslar Eğitim Sağlık İstih dam Gir işim cilik Sosyal, Kültürel ve Sürdürülebilir Farkın dalık Temsil Kentsel Kalk ın ma Hizmetler Aile Dezavantajlı Tanım Dezavantajlı Tanım Dışı Toplu msal Statü Tablo 1: Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Matrisi57 57 Ahiler Kalkınma Ajansı: Aksaray, Kırıkkale, Kırşehir, Nevşehir, Niğde; Batı Karadeniz Kalkınma Ajansı: Zonguldak, Karabük, Bartın; Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı: Antalya, Isparta, Burdur; Çukurova Kalkınma Ajansı: Adana, Mersin; Doğu Anadolu Kalkınma Ajansı: Van, Bitlis, Muş, Hakkari; Dicle Kalkınma Ajansı: Mardin, Batman, Şırnak, Siirt; Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı: Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye; Doğu Karadeniz Kalkınma Ajansı: Artvin, Giresun, Gümüşhane, Ordu, Rize, T rabzon; Fırat Kalkınma Ajansı: Bingöl, Elazığ, Malatya, T unceli; Güney Ege Kalkınma Ajansı: Aydın, Denizli, Muğla; Güney Marmara Kalkınma Ajansı: Balıkesir, Çanakkale; İpekyolu Kalkınma Ajansı: Adıyaman, Gaziantep, Kilis; Karacadağ Kalkınma Ajansı: Diyarbakır, Şanlıurfa; Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı: Erzurum, Erzincan, Bayburt; Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı: Kastamonu, Çankırı, Sinop; Doğu Marmara Kalkınma Ajansı: Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Yalova; Mevlana Kalkınma Ajansı: Konya, Karaman; Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı: Amasya, Çorum, Samsun, Tokat; Orta Anadolu Kalkınma Ajansı: Kayseri, Sivas, Yozgat; Serhat Kalkınma Ajansı: Ağrı, Ardahan, Iğdır, Kars; Trakya Kalkınma Ajansı: Edirne, Kırklareli, T ekirdağ; Zafer Kalkınma Ajansı: Afyonkarahisar, Kütahya, Manisa, Uşak illerinden oluşmaktadır. 104 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Türkiye’de Feminist İdeolojinin Gelişememesinin Nedenleri The Obstacles of Development of Feminist Ideology in Turkey Defne ERZENE BÜRGİN1 1Y.Doç. Dr., İzmir Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İzmir-Türkiye, defne.erzene@izmir.edu.tr ÖZET: Feminizm altmışlardan itibaren Batı dünyasında bağımsız kitle hareketlerine dönüştüğü halde, Türkiye’de benzer bir değişim ve süreç yaşanmadı. Türkiye, Cumhuriyet’in kurulduğu ilk yıllarda toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama yolunda o dönem için çok ileri bazı hukuksal düzenlemeler ve uygulamalar yapmış olmasına rağmen, bugün, bu eşitliğin sağlanması açısından ülkeler arasında yapılan sıralamada (Global Gender Gap Report, 2013) 135 ülke arasında 120. sırada yer almaktadır. Bu durum Türkiye’de kadın-erkek eşitliği açısından çok düşündürücü ve endişe vericidir. Bu noktaya nasıl gelindi? Türkiye’de yaşayan kadınlar haklarını y eterince savunmadılar mı, yoksa savunmalarına mı izin verilmedi? Feminist ideolojinin gelişememesinin önündeki temel engeller nelerdir? Türkiye’de Feminizmin tarihsel bir analizini yapmak, bu soruların olası cevaplarını bulmak açısından faydalı olacaktır. Anahtar Kelimeler: Feminizm, Türkiye, tarihsel süreç, ideoloji, toplumsal cinsiyet. ABS TRACT: While feminism has been an independent social movement in the Western World since the 1960s, Turkey did not experience similar social changes and processes. In the early years of the Turkish Republic, the ensuring of the respect of gender equality has been pursued, legally and also in practice. However, nowadays Turkey ranks only 120th (out of 135 countries) in the Global Gender Gap Report of 2013, behind many African countries. This situation in terms of equality between men and women is alarming. Based on a historical analysis, this article aims at illustrating the explaining factors for this poor ranking. Following questions are addressed: Why did feminist ideology develop only slowly in Turkey? Are Turkish women rather not able/willing or not allowed to defend their rights effectively? Keywords: feminism, Turkey, history, ideology, gender. 1. GİRİŞ Avrupa ülkelerinde feminist hareket özellikle 1960’lı yıllarda güçlenmeye başlamışken, Türkiye’de ilk feminist hareketler 1980’ler, özellikle 1990’larda daha etkili olmaya başlamıştır. Bu gecikmenin nedeni nedir ve günümüzde hâlâ Türkiye’de feminizm bir ideoloji olarak kadınlar arasında bile gelişememiştir? Türkiye’de feminist ideolojinin neden gelişemediğini sorgulamak için tarihsel bir analiz yapmak gerekir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında doğan “Milliyetçi Feminizm” anlayışının Eski Türkler’i referans gösterdiği düşünülürse bu tarihsel analizi Orta Asya Türkleri’nden başlatmak daha doğru olacaktır. 2. TÜRKİYE’DE FEMİNİST İDEOLOJİNİN TARİHİ Türk toplumu içinde kadının sosyal ve siyasi yönden durumunu incelerken, konuyu, Eski Türkler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ve Türkiye Cumhuriyeti’nde kadının yeri olmak üzere üç ana başlık altında incelemek gerekir. 2.1 Eski Türkler’de Kadın Türk toplumunun İslamiyet’i kabul etmeden önceki döneminde kadın-erkek ayırımı yapılmadığından ve kadın, erkeğin tamamlayıcısı olarak kabul edildiğinden kadınsız hiçbir iş görüşülmezdi (Sevinç, 1997: 31). Devlet başkanlığı karı-koca, hatun-hakan’ın ortak sorumluluğu ile yürütülürdü (Kışlalı, 1992: 130). Hükümdar emirnameleri yalnız hakanın onayıyla çıkmışsa geçerli olmaz, hatunun da onayı gerekirdi (Gökalp, 1974: 213). Ziya Gökalp, Türk toplumu için İslamiyet’i kabul etmeden önce Orta Asya’da toplumsal cinsiyet eşitliği sağlanmış altın bir dönemdi der. “İslamiyet’ten önce Türkler demokratik ve aynı zamanda feministtiler. Kadınlar örtünmeye zorlanmıyorlardı. Bir erkek sadece bir kadınla evlenebilirdi. Kadınlar hükümdar ve elçi olabilirlerdi.” Gökalp’e göre dış etkiler, İslamiyet öncesi Türk toplumunun bu altın çağına son verdi. “Yunan ve İran medeniyetlerinin etkisi ile kadınlar kölelileştirilerek, hakları ellerinden alındı. Eski Türklerin güzel geleneklerini tekrar geri getirmek önemliydi.” Türklerin feminist olmasına başka bir neden silâhşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi. 105 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Alelâde ailelerde de ev müştereken, karı ile kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velâyeti baba kadar anaya da aitti. Feminizm de, Türklerin en esaslı şiarı idi. Eski kavimler arasında hiçbir kavim Türkler kadar kadınlara hukuk vermemişler ve hürmet göstermemişlerdi (Gökalp, 1968: 147). 2.2. Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş döneminde eski Türk gelenekleri yaşatılmaktaydı ve kadınlar toplumda yine bu eski Türk geleneklerine göre konumlandırılıyordu. İmparatorluğun kuruluş yıllarından sonra gelen yıllarda kadın toplum hayatından uzaklaştırılmaya başlamış, yüzleri peçe ile kapatılmış, birçok hakkı elinden alınmıştır. Kadın, giderek ev içinde yaşamaya başlamıştır. Özellikle Osmanlıların ilk dönemlerinde büyük şehirlerde medreselerin ve tarikatların tesiriyle, nispeten kadına da dini inançlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de, bu durum gitgide kaybolmuştur (Tekeli, 1982). Tanzimat dönemine kadar kadınların, Osmanlı toplumunda sosyal yaşama katılımlarının çok sınırlı olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, 18. yy.’da III. Osman döneminde haftanın üç günü, III. Mustafa döneminde ise tamamen sokağa çıkmalarının yasaklandığı belirtilmektedir (Taşçıoğlu, 1958: 13). Türkiye’de kadının statüsünün tartışma konusu olmaya başlaması Tanzimat dönemine rastlar. 1900’lerin başından itibaren yaygınlaşan kadın gazetelerinde özellikle eğitim hakkı, sokağa çıkabilme ve çalışma haklarından söz edilmiştir. Bu yayınlarla kadınlar bilinçlendirilmeye çalışılmış, ayrıca konferanslar düzenlenip, yardım, eğitim, kültür gibi değişik amaçlı kadın dernekleri kurulmuş ve bu derneklerde etkin görevler üstlenilmiştir (Tekeli ve Çakır’dan aktaran Görgülü, 2014: 30). Aynı tarihlerde Batı’da kadınlar seçme ve seçilme hakkı, daha fazla eğitim ve meslek edinme gibi konularda mücadele verirlerken, Osmanlı kadını sokağa çıkma yasağı gibi konularda özgürlük mücadelesi vermekteydi. Batı’daki kadın hareketinden farklı biçimde siyasallaşan Osmanlı kadın hareketi; öncelikle kadının konumu, din kuralları ve devletin yapısının ilişkili olduğu durumlarda toplumsal dönüşüm için mücadele vermiştir. Bu sebeple de, Osmanlı kadını ve bu kadınların kızları/torunları olan Cumhuriyet kadınları Batı’daki harekete kıyasla daha farklı sorunlarla mücadele etmek durumunda kalmıştır. Üstelik belki de en can sıkıcı olanı; bu kadın mücadelesinin görmezden gelinmesi, tarihin onları yazmaması, kazanılmış haklarla alakalı başka kahramanlar yaratılmış olmasıdır (Yıldırım, 2014). Türkiye’de kadın hareketinin temellerini atan, o döneme adlarını kazıyan, feminist kimliği taşımaktan gurur duyan bu kadınlar Fatma Nesibe, Ulviye Mevlan (Civelek), Mükerrem Belkıs, Belkıs Şevket ve Halide Edip Adıvar’dır. Cumhuriyet’in “asi” kadın yazarı Halide Edip Adıvar, modernleşme sürecinde kadının bağımsızlığı üzerine yazdıklarıyla, feminist hareketin önde gelen figürlerinden oldu. Romanlarında kadın-erkek eşitsizliğinin zararlı sonuçlarını, horlanan kadının acılarını ustalıkla işledi (Feyzioğlu, 1983, 177). Adıvar’ın kadın kahramanları, iffetli ve namuslu görünmekle kalmazlar, aynı zamanda toplumsal ve siyasal olarak da etkindirler. Adıvar’ın romanları Cumhuriyet Türkiye’sinde kadınların kamusal hayata hangi koşullarla kabul edilebileceklerini ifade eden bir mecazdır; cinsiyetsiz ve kadınlıklarından sıyrılmış olarak (Kandiyoti, 2013, 159-160). Nezihe Muhiddin Tepedelengil eylemci, gazeteci, aynı zamanda yazar olan bir kadın hakları savunucusuydu. 20. yüzyıl’da Osmanlı Devleti’nde kadını toplum yaşamına dahil etme, Cumhuriyet rejiminin ilanından sonraysa kadınların siyasal haklarının tanınmasını sağlama için mücadele etmiş bir kadın hareketi öncüsüdür. Henüz Cumhuriyet Halk Fırkası bile kurulmadan "Kadın Hakları Fırkası" adlı siyasi partinin kuruluş çalışmalarını tamamlayarak Türkiye’deki ilk siyasal partinin kurucusu olmuştur. Bugün mecliste çok az sayıda kadın vekil varsa, bunun sebeplerinden biri de kadın hareketine tarihte vurulan kettir. Kadınların siyasal alanda daha aktif olamamaları, meclis koltuklarında daha fazla yer tutamamaları geçmişte yapılan “ses kısma” hareketleriyle ilişkilidir. (Yıldırım, 2014). Kadınların siyasi hak mücadelesi ve bu konuda hak kazanımları ise Kurtuluş Savaşı ve onu takip eden yıllara rastlamaktadır. Dünya Savaşını izleyen işgal ve Milli Mücadele dönemlerinde kadınlar geleneksel kadının rolünün dışında kalan bir dizi eyleme katıldılar, mitingler düzenlediler, kitleler önünde kürsüye çıktılar, Müdafa-i Hukuk derneklerini kurdular, savaştılar. Kurtuluş Savaşından sonra Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda kadınlardan beklenen en önemli katkı, evlerine dönmeleri ve çok sayıda çocuk yapmaları, insan gücü açığını kapamalarıydı. II. Dünya Savaşına kadar ki dönemde, bu koşullar 106 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World altında evlenmemiş olanların oranı son derece azdır ve doğurganlık hızı 9,1 çocuğa değin yükselir (Tekeli, 1985: 52). 2.3. Cumhuriyet Dönemi Atatürk’ün Latife Hanımla evlenmesi bir tesadüf değildir. Projeye göre, eğitimli ve Avrupa görgüsüyle yetişmiş modern bir kadın olan Latife Hanım, ulus kadınlarına örnek teşkil etmeliydi (Yıldırım, 2014). Latife Hanım’ın en büyük çabası Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı için göstermiş olduğu çabadır. Dünya onu feminist hareketin öncüsü ve büyük bir kadın hakları savunucusu olarak görmektedir. Devrimleri yapan Atatürk’tür ama eşi Latife Hanım’da medeni kanun ve kadın hakları konusunda onun en büyük danışmanı, destekçisi olmuş, hatta yeterli görmediği konularda itirazlarda bulunarak bu maddelerin son halini almasını sağlamıştır. İpek Çalışlar’ın kitabında Latife Hanım, mağrur ve feminist bir kadın olarak görülüyor (Çalışlar, 2006). Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan Türk tarihini İsa’dan önce 5000 yılına kadar inceledi. Bu şekilde Türklerin 8.yy.’da İslamiyet’i kabul ettikten sonra nasıl bir değişime uğradığını araştırdı. İnan’a göre Kemalist Devrim gerçek milli gelenekleri geri getiriyordu. Milliyetçi feminizm Cumhuriyet’ in ilk kurulduğu yıllarda oluşturuldu (Gökalp, 1968: 148). Cumhuriyet dönemi feminist savlar, bu noktadan hareketle, kadınların özgürleşmesinin Batı’dan ithal, yabancı bir şey değil, kökleri Orta Asya’da bulunan Türk kültürünün ayrılmaz bir parçası olduğunu göstermeye çalıştılar (Kandiyoti, 2013: 147). Kemalist yönetim kadının toplum içindeki konumunu Batılılaşmanın bir göstergesi ve Osmanlı ile hesaplaşmanın bir aracı saymıştır. Kemalizm yeni bir tarih yaratma çabası içinde kadına karşı “eşitlikçi” saydığı Eski Türklerin tutumu ile yeni laik Batı’lı biçimlerin sentezini oluşturmaya koyulmuştur (Çağatay; Soysal, 2011: 298). Türkiye’de ulus devletin inşa edilirken kadın modernleşmenin bir aracı olarak görüldü. Batılı, laik ve modern Türkiye’nin imajının güçlendirilmesinde Türk kadınları devlet politikaları, kanunları tarafından kontrol edildi. Modernleşme sadece kurumların modernleşmesi olarak değil, toplumsal cinsiyetlerinde modernleştirilmesi olarak algılandı. 1920’li yıllarda kadınlara verilen haklar yine erkeklerin hüküm sürdükleri bir devlet anlayışından çıkarıldı. Erkek egemenliğinde olan cumhuriyet kadınlara tüm haklarını verdiklerini düşünerek, onların artık organize olmalarının gerekliliğine inanmıyordu (Tekay; Ustun, 2014). 4 Ekim 1926'da yürürlülüğe konan Türk Medeni Kanunu ile ailede kadın-erkek eşitliği sağlanmaya çalışıldı; evlilikte resmi nikah zorunluluğu ve tek eşle evlilik esası getirildi. Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme hakkı tanındı, mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında kadın-erkek eşit hale getirildi. Bir toplumun yerleşik kültürünü, geleneklerini sarsarak bu değişiklikleri yapanlar da bilmekteydiler ki, bu değişikliklerden fiilen yararlanabilecek olan kadınlar sınırlı sayıdaydı; kentsel kesimde toplanmış, burjuva ve küçük burjuva (memur) kesimlere mensuptular (Tekeli, 1985:53). Kemalist reformların uzun bir süre, özellikle ulusal ekonomiyle zayıf bir biçimde bütünleşmiş kırsal alanlarda etkisiz kaldığı bir gerçektir. Dinsel nikah, küçük yaşta kız çocuklarıyla evlilik, kız çocuklarının eğitim hakkının reddi gibi alanlarda. Kemalist reformların kentli burjuva kadınlara doğrudan yarar sağlamış olduğu kuşku götürmez (Kandiyoti, 2013:77). Bugün 21. Yüzyıl Türkiye’sinde hala dinsel nikah, kız çocuklarının eğitim hakkının reddi ve çocuk gelinler varolmaya devam etmektedir. Kadın haklarının gerçekleştirilmesi söylemi yerini “hakların verilmesi” söylemine bırakmaktadır (Çağatay; Soysal, 2011:293). Cumhuriyet’in ilk yıllarında, Tek Parti rejiminin tepeden gerçekleştirdiği yasal kadın devrimi, bir bakıma “feminizme söylenecek söz” bırakmamıştır. Kemalizm bu kuşak kadınlar için feminizmle eş anlamlı hale gelmiştir. Kadınlar arasında her şeyi devletten bekleme, kendi durumlarını düzeltmek için siyasi/toplumsal faaliyette bulunmama tavrı, yerleşik bir nitelik kazanmıştır. Kemalist kadınların dışında kalan geniş kadın kitleleri ise, daha çok İslami değerlerin biçimlendirdiği geleneksel inançlarla harekete geçiriyor, bir başka deyişle onları hareketsizliğe itiyordu (Tekeli, 1985:55). 107 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3. GÜNÜMÜZ TÜRKİYE’SİNDE FEMİNİST İDEOLOJİNİN GELİŞEMEMESİNİN NEDENLERİ 20. Yüzyılın sonunda Avrupa’da uzun yıllar toplumsal açıdan da en güçlü ataerkil toplum Türkiye olarak kalmaya devam etti. Hem medeni kanunda hem ceza kanunun önünde kadınlara erkeklerle eşit haklar uzun süre verilmedi. Avrupa’da feminist ideoloji çok farklı boyutlarda gelişmeye devam ederken Türkiye’de gelişememesinin nedenlerinin başında eğitim gelmektedir. 1975’te ülkede kadınların yarısı hala okuryazar değildi. Kadınların çoğu 17 yaşından önce evlendiriliyordu. 2000 yıllına gelindiğinde ise Türkiye’de hâlâ her 5 kadından biri okuma yazma bilmiyordu. 2011’de hala Türkiye’de %8 oranında kadın okuma yazma bilmiyor (TUİK, 2012:61). Feminist ideolojinin doğduğu ve en gelişmiş olduğu Avrupa ülkelerinde 1980’de kadınlar arasında okur-yazarlık oranı %99’dur. Tıp ve hukuk alanlarındaki meslek kadınları üzerinde yaptığı çalışmada Öncü, Türkiye’de çalışmakta olan her beş avukattan ve her altı doktordan birinin kadın olduğunu ortaya koydu (Öncü’den aktaran Kandiyoti, 2013:43). Bu rakamlar, Türk kadınlarının hukuk ve tıp gibi saygın mesleklere girişlerinin, ABD ve Fransa gibi yüksek düzeyde sanayileşmiş ülkelerdeki hemcinslerine eşit olduğunu işaret ediyor (Kandiyoti, 2013:43). Bu eğitimli orta ve üst sınıf kadınlar haklarını elde ettikleri ve özgürlüklerini sağladıkları için alt sınıf kadınlarının hayatlarından habersiz, ilgisiz yaşamışlardır. Aynı zamanda kentli kadınlar erkek rollerine hiçbir biçimde meydan okumamakta, aile işleyişinin geleneksel düzenini koruyarak, erkek ayrıcalıklarını sorgulamamaktadırlar (Kandiyoti, 2013:51). OECD ülkelerinde kadın istihdam oran ortalaması %56,7, Türkiye’de %27’dir. (TUİK, 2012:71). Kadınların işgücüne katılma oranlarında Türkiye AB ve OECD ülkeleri arasında sonuncu sırada yer alırken, dünyanın diğer bölgeleri ile karşılaştırıldığında da durum pek iç açıcı değildir. Kadınların işgücüne katılma oranlarında Türkiye’nin gerisinde kalan tek bölge %21,1 oranla Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleridir (Dünya Bankası Göstergeleri). Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan günümüze, kadınların istihdamda payları her geçen yıl azalmaktadır. 1923 yılında %81,5 olan oran bugün %27’ye düşmüştür. Köyden kente göç ile tarımsal işgücünden ayrılan kadınların diğer sektörlerde işgücüne katılması daha zordur. Türkiye’de büyük kentlerde doğup büyümüş, göç geçmişi olmayan ve eğitimli kadınların işgücüne katılmamalarının nedenleri nelerdir? Bu durumun nedeni toplumda var olan güçlü ataerkil anlayıştır. Ataerkil toplumlarda egemen olan geleneksel ideolojinin cinsiyetçi işbölümü, kadını öncelikle ev işlerinden ve çocuk bakımından sorumlu tutar. Şehirlerde yaşayan eğitimli, üniversite mezunu kadınlar arasında bile sadece eşleri veya aileleri izin vermiyor diye iş hayatına katılamayanları vardır. Ezilişe ve ezilişin bilincine varamayış, ezilişe karşı çıkamayış ülkede feminist ideolojinin gelişmesinin önünde büyük bir engeldir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk olarak 1980’lerde feministler radikal sorular yöneltmeye başlamışlardır. “Bizim annelerimizin nesli kendilerini Feminist olarak değil, Kemalist olarak tanımlıyorlardı. Ataerkil aile yapısını ve kocalarının aile reisi olarak tanımlanmasını hiç sorgulamadılar.” (Tekeli, 1995: 12). Kadınlar bir işte çalışabilmek için kocalarından izin almaları gerekliliğini kabullenmişlerdi. 1980’lerde Kadın Hakları aktivistleri kampanyalarında eşit haklar için Medeni Kanunun reforme edilmesi gerektiğini vurguladılar. 90’lara gelindiğine feministler artık kurumlaşarak STK’lar oluşturmaya ve dergiler çıkarmaya başladılar. Türkiye AB’ye aday olduğu 1999 yılında kadın hakları konusunda hâlâ yasalar çok yetersizdi. 2001’de yeni Medeni Yasa düzenlendi. 2003 yılında Çalışma Hakları konusunda yeni reformlar yapıldı. 2004’te Anayasa değişiklikleri ile “Kadınlar ve Erkekler aynı haklara sahiptirler” ibaresi kondu. Bütün bu reformlar 1920’li yıllardan sonra yapılmış en radikal reformlardır (Tekay, Üstün, 2014). Ama bütün çıkarılan yasalara rağmen toplumsal cinsiyet eşitsizliği devam etmektedir. 2011’de kadınların %61’nin işgücüne dahil olmama nedenlerinin başında ev işleri (çocuk bakımı) gelmektedir. 0-5 yaş grubunda çocukların yaşadığı hanelerde çocuk bakımını %89,6 oranında anneler üstlenirken, %1,5’ini babalar üstlenmektedir. Çocukların %2,4’ünün bakımı kreşler tarafından sağlanmaktadır (TUİK, 2012). Bu veriler güçlü ataerkil toplum yapısının sürdürüldüğünün göstergesidir. Azgelişmiş ekonomik yapının doğurduğu en önemli sonuçlardan birisi kadının esas olarak aile yapısına olan bağımlılığıdır. Geçmişten devralınan ve bugün çok az değişme gösteren aileye ilişkin değerler büsbütün pekişmektedir. Dolayısıyla ekonomik temelleri ve ideolojik kabuğuyla ailenin Türkiye 108 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World toplumundaki yeri başlıbaşına feminizmin gelişmesi önünde önemli bir yapısal engeldir. Aile Türkiye’de yaygın ve alternatifsiz bir kurumdur. Avrupa ülkelerindeki sosyal devletin yerini Türkiye’de aile almaktadır. Ekonomik işlevini yitirdiği zaman bile, güvenlik, üreme ve sevgi ilişkilerinin tek biçimi olarak kalmaktadır. Bu yüzden Türkiye toplumunda insanların özellikle kadınların aileden bağımsız olarak bir kimlik tanımlamaları olanaksızlaşmıştır (Tekeli, 1985:55). Ataerkil sistemde kadına yüklenen ev işleri ve çocuk bakımı Türkiye’de kadınların kamusal alanda yer alamamasının en önemli nedenidir. Bugün birçok gelişmiş ve feminist ideolojinin güçlü olduğu Avrupa ülkesinde çocukların bakımını üstlenen yeterli miktarda ücretsiz kreş ve anaokulu vardır. Doğum izni ebeveyn izni olarak düzenlenmiştir ve babalarda bu izni kullanabilmektedir. Oluşturulan bu sosyal politikalarla ev işleri ve çocuk bakımı eşler arasında ortak yürütülmekte, bütün bu görevler sadece kadına yüklenmemekte, sadece kadının sorumluluk alanı olarak tanımlanmamaktadır. Bu sayede kadınların işgücü piyasasında daha fazla yer alma şansı doğmuştur. Siyasi bir ideoloji olan feminizmin Türkiye’de gelişememesinin diğer önemli bir nedeni ülkede kadınların siyasette temsil oranlarının düşüklüğüdür. 1980’e kadar sadece 2 tane kadın bakan, 1991 yılına kadar hiç kadın vali yoktu (Tekeli, 1986). Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki kadın milletvekili oranı 1935 yılında %4,5, 2012 yılında bu oran %14,4’tür ve sadece bir kadın bakan vardır (TUİK, 2012: 145). Feminizmin geliştiği ülkeler ile karşılaştırıldığında günümüzde kadın milletvekili oranları Hollanda, Finlandiya ve İsveç’te %40-45 aralığında, Almanya, Belçika, Danimarka ve Norveç’te %3040 aralığında, İsviçre, Avusturya, Fransa, Lüksemburg, Kanada, İngiltere ve İtalya’da %20-30 aralığında yer alırken; Türkiye’de mecliste kadın milletvekili oranı sadece %14,4’dür (TUİK, 2012: 143). Kadınların parlamentoda temsili Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı 2010 (UNDP) raporuna göre Türkiye Kenya ve Kongo’nun gerisinde, 186 ülke arasından 144. sırada yer aldı. Birleşmiş Milletler’in hazırladığı “2012 Siyasette Kadın Haritası”, Türkiye’nin siyasetteki kadın ortalamasında son sıralarda yer aldığını ortaya koydu. Türkiye %14,4 ile kadınların mecliste temsil edilme oranında 143 ülke arasında 88. sırada yer alıyor. Kadınların kabinede temsil edilme oranlarında ise Türkiye, %4 oranıyla 96 ülke arasında 90. sırada yer alıyor. Kadınların haklarını elde edebilmeleri ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin daha fazla sağlanabilmesi için kadınların siyasette daha fazla yer alması şarttır. Kadınların hakları konusunda gerekli yasal düzenlemeler yapılıyor olmasına rağmen toplumsal yaşam içinde kadına karşı uygulanan eşitsizlikler devam etmektedir. Global Gende Gap Report’ta (2013) Türkiye’nin 135 ülke arasında 120. sırada yer almış olması bunun en çarpıcı göstergesidir. Diğer önemli bir sorun yine gerekli yasaların yapılmış olmasına rağmen, kadınlara yönelik uygulanan şiddetin önüne geçilememesi, kadın cinayetlerinin artarak devam etmesidir. Türkiye’de doğu kadınlarının sorunları batı kadınlarının sorunlarından farklılaşmaktadır. İmam nikahı, çocuk gelinler, töre cinayetleri bunların başında gelir. Bu sorunlar göç sonucu bugün büyük şehirlerde de görülmektedir. Yakın Ertürk uzun yıllar doğu bölgelerinde yaptığı çalışmaların sonucunda: “Doğu kadının sorunları 80’li yıllarda bir dereceye kadar sosyal bilimciler tarafından incelenmeye başlanmışsa da, Türkiye’deki kadın hareketinin uğraş alanının oldukça dışında kalmaktadır. Olaya sadece “kadın hakları” açısından bakan bazı kadın örgütleri bu sorunlara eğilmekteler. Ancak, onların yaklaşımı da egemen elitist ve merkeziyetçi bakış açısından çok farklı olmadığı için, çözüm hep modernleştirici araç ve gereçlerin hedef nüfusa ulaştırılması olarak düşünülüyor. Oysa, güçlü bir kadın hareketi ve pratik siyaset alanında etkili bir politika oluşturabilmek için, Doğu kadının sorunları orta sınıf kadın sorunları ile birlikte ele alınmak zorundadır” (Ertürk, 2011: 185). Türkiye’de feminizmin gelişememesinin diğer bir nedeni feminist ideolojiye yüklenen olumsuz anlamdır. Ülkemizde feminizm kadınlar arasında bile neden erkek düşmanlığı olarak algılanmaktır? Türkiye’de toplumun birinci derecede habere ulaştığı kanalın televizyonlar olduğu düşünülürse, burada özellikle görsel medyanın rolünü tekrar sorgulamak gerekir. Kadınlar medyada kendi seyredilişlerini seyrederlerken, bir yandan da onlardan talep edilen “ideal” kadının ne olduğu gösterilir ve onlara kendini benim seni sevdiğim gibi sev, benim istediğim gibi ol denir. Türkiye’de devlet tekelinde olan radyo ve televizyonun kadınlara yönelik olarak hazırladığı programlar kadınlara “nazik hanımlar”, “kutsal anneler” muamelesi yapılan bir alandır. Öte yandan çalışan kadınlar mükemmel bir ev kadını oldukları sürece “başarılı” addedilen iş kadınlarıdır. Çalışsın veya çalışmasın onaylanan ve hedeflenen kadın, kadınlık vasıflarından uzaklaşmamış, yani şefkatli, yumuşak, anlayışlı, iyi eş, fedakar anne olandır (Saktanber, 2011: 191). 109 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Türkiye’de sol hareketin zayıf kalması, feminizmin gelişememesinin diğer bir nedenidir. Bu bağlamda Türkiye Solu’nun kadına bakış açısınıda değerlendirmek gerekir. Fatmagül Berktay Türkiye’de Sol’un Kadına Bakış Açısını “1980 öncesi ve sonrası” şeklinde değerlendirir. 1980 öncesinde, Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla bir “kadın sorunu” yoktur; bu ciddiye alınması gereken bir teorik sorun olarak görülmediği gibi, kadınların ezilmesinin özgül boyutları üzerinde de durulmazdı. Dolayısıyla 80 öncesinde, konuya ilişkin yazılı belge bulmak zordur; var olanlar ise, genellikle basmakalıp önermelerin bir derlemesi olmaktan öteye geçmezler (Berktay, 2011: 279). 1990’lardan itibaren gerçek anlamda kadın sorununun konuşulmaya başlanmış olması, feminizmin ülkede neden geç geliştiğinin göstergesidir. 4. TARTIŞMA VE SONUÇ Türkiye’de Cumhuriyet’in kurulduğu yıllardan günümüze feminizmin gelişememesinin yapısal nedenlerinin başında kırsal kesim ücretsiz aile işçiliğine bağlı kadının sömürülmesi, tarım ağırlıklı ekonomi, kentsel alanda kadın emeğine yeterli iş olanakları sağlamayan sanayinin geri kalmış yapısı gelmektedir. Bunlar daha çok ekonomik etkenlerdir. Feminist ideolojinin ülkede gelişememesinin altında yatan asıl önemli nedenler sosyo-kültürel faktörlerdir. Kadınların eğitim düzeylerinin düşük olması onların ezilmişliklerinin farkında olamayışlarına ve ezilmişliklerini kabullenmelerine sebep olmuştur. Kadının ikinci sınıf vatandaş olmasını kabullenmesi toplumda varolan ataerkil yapıyı daha da güçlendirmiştir. Kadınların kamusal alana yani iş hayatına giremeyişleri onları ekonomik yetersizliklerinden ötürü erkeklere daha bağımlı hale getirerek, bireyselleşmelerinin önüne ciddi ket vurmuştur. Türkiye’de görsel medyada feminizmin gelişememesinde etkili olmuştur. Kadınların feminizm ile ilgili olumsuz bilgilere basılı yayından çok görsel medyadan ulaşıyor olması, Türkiye’de görsel medyada sunulan kadın profilinin sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’de yaşanan siyasi ve siyasi/ideolojik gelişmelerin de feminizmin oluşumunu engelleyen özgül etkileri olmuştur. Feminist ideolojiyi daha çok savunan sol ideolojilere bağlı partilerin Türkiye’de hiçbir zaman güçlü olmamaları feminist ideolojinin ülkede güçlenmesi önünde önemli bir negatif etkendir. 1980 öncesinde, Türkiye Solu’nun gündeminde gerçek anlamıyla bir “kadın sorunu” yoktu. Yine Cumhuriyet’in ilk kurulduğu yıllarda ve Tek Parti rejimi döneminde kadınların haklarını mücadele sonunda elde ettikleri ve kadınlara haklarının erkekler tarafından verildiği yönünde iki farklı görüş yer almaktadır. Sonuç olarak mücadele sonunda veya erkekler tarafından sağlanmış olsa da kadınlara verilen hakların yeterli olduğu ve artık bir kenara çekilmeleri gerektiği düşüncesi siyasi anlamda 1980’lere kadar kadınlara kabul ettirilmiştir. Bütün bu gelişmeler Türkiye’de feminist ideolojinin gelişmesini geciktirmiş ve engellemiştir. 5.KAYNAKLAR Aksu, B. ve Günal, A. (2011). 90’larda Türkiye’de Feminizm. İletişim: İstanbul. Aktaş, C. (2006). Türbanın Yeniden İcadı. İstanbul: Kapı Yayınları. Arat, Y. (2010). Politika, Türkiye'de Din, Siyaset ve Cinsiyet Eşitliği: Demokratik Bir Paradoksun İşaretleri Mi? http://www.radikal.com.tr/politika/turkiyede_din_siyaset_ve_cinsiyet_esitligi_demokratik_bir_paradoksun_isaretleri_mi1029401 Beauvoir, S. (1947). Le Deuxieme Sexe II. Paris: Gallimard. http://www.franceinfo.us/03_books/books/beauvoir-deuxieme-sexe.pdf Beşli, G. (2014). İslamcı Feminizm. Hacettepe Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Yüksek Lisans Programı. http://hu-wgs.org/2014/03/islamci-feminizm/ Berktay, F. (2011). Türkiye Solu’nun Kadına Bakışı: Değişen Bir Şey Var mı? 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim. 2011. Çağatay, N. Ve Soysal, Y. (2011). Uluslaşma Süreci ve Feminizm Üzerine Karşılaştırmalı Düşünceler, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim. Çakir, S. (1994). Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul: M etis. Donovan, J. (2013). Feminist Teori. 7. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları European Commission http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2000/tu_en.pdf, S. 18/19 Dünya Bankasi, Dünya Bankası Göstergeleri. http://data.worldbank.org/country/turkey/turkish Ertürk, Y. (2011). Doğu Anadolu’da M odernleşme ve Kırsal Kadın. 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar. Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli. İstanbul: İletişim. 110 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Feyzioğlu, T. (1983). Atatürk ve Kadın Hakları. Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar. Ankara. http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-06/ataturk-ve-kadin-haklari-2 Göle, N. (2000). İslam’ın Yeni Kamusal Yüzleri. İstanbul: M etis Yayınları. 2000. Gökalp, Z. (1974). Türk Medeni Tarihi. İstanbul. Gökalp, Z. (1968). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Varlık Yayınları. Gökalp, Z. (2007). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Bordo Siyah. Görgülü, Ül. (2014). Kadın ve Siyaset. İstanbul: İz Yayıncılık. Güriz, A. (2011). Feminizm Postmodernizm Ve Hukuk. 2. Baskı. Ankara: Phoenix. Heywood, A. (2011). Siyasi İdeolojiler. 3. Baskı. Ankara: Adres Yayınları. Index M undi, World Literacy. http://www.indexmundi.com/g/g.aspx?v=39&c=no&l=en International Helsinki Federation for Human Rights (IHF): www.ihfhr.org/viewbinary/viewdocument.php?download=1&doc_id=2073 Kandiyoti, D. (2013). Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar, 4. Basım, İstanbul: M etis Yayınları. Kaplan, S. (2006). Latife Hanım Mustafa Kemal’in Başına Gelmiş Bir Kaza Değildi. http://www.hurriyet.com.tr/pazar/4520371.asp?m=1 Kişlali, A.T. (1992). Siyaset Bilimi, Ankara: İmge Kitabevi. Sancar, S. (2011), der. Birkaç Arpa Boyu, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları. Saktanber, A. (2011). Türkiye’de M edyada Kadın: Serbest, M üsait Kadın veya İyi Eş, Fedakar Anne. Yayına Hazırlayan: Şirin Tekeli, 1980’ler Türkiye’sinde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim: İstanbul. Sevinç, N. (1997). Eski Türklerde Kadın ve Aile, İstanbul: Bilgeoğuz Yayınları. Taşçioğlu, M . (1958), Türk Osmanlı Cemiyetinde Kadının Durumu ve Kadın Kıyafetleri, Ankara. Tekeli, Ş. (2011). 1980’ler Türkiyesi’nde Kadın Bakış Açısından Kadınlar, İletişim: İstanbul. Tekeli, Ş. (1986). The New Women’s Movement. The Rise and Change of the New Women’s M ovement, in: Drude Dahlerup. Tekeli, Ş. (1985). Türkiye’de Feminist İdeolojinin Anlamı ve Sınırları Üzerine. 48-66. http://www.halkevleri.org.tr/sites/default/files/indir/01-11-2010-tekeli_turkiyede_feminizm.pdf TUİK (2012). İstatistiklerle Kadın. Sayı: 13458 ; 08 M art 2013. http://www.tuik.gov.tr/Kitap.do?metod=KitapDetay&KT_ID=11&KITAP_ID=238 Üstün, Z. ve Tekay, C. (2013). A Short History of Feminism in Turkey and Feminist Resistance in Gezi. http://zeynoustun.com/A%20Short%20History%20of%20Feminism%20in%20Turkey%20and%20Feminist%20Resistance% 20in%20Gezi.pdf Yildirim, H. (2014). Osmanlı Kadın Hareketi. Hacettepe Üniversitesi Kadın ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Yüksek Lisans Programı. http://hu-wgs.org/2014/04/osmanli-kadin-hareketi/ 111 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Kavramının Sağlık Üzerine Etkilerine İlişkin Görüşleri Views of Students in Faculty of Health Sciences About the Effects of Gender on Health Demet AKARÇAY1 , Arzu KOÇAK UYAROĞLU 2 , Doğa BAŞER3 1Hacettepe Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Hizmet Doktora Prog. demetakarcay@gmail.com Üniversitesi,Sağlık Bilimleri Enstitüsü,Hemşirelik Doktora Prog, Asukocak51@gmail.com, 3Selçuk Üniversitesi, Sağlık Bilimleri Enstitüsü, Sosyal Hizmet Doktora Prog. dogabaser@selcuk.edu.tr 2Selçuk ÖZET: Kadın ve erkeği tanımlamada biyolojik faktörler kadar önemli olan bir diğer kavram da kadın ve erkeğin farklı kültür ve toplumlardaki tanımlamasıdır. Toplumun kadın olmaya ilişkin belirlediği roller kadının temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayabilmektedir. Önemli bir hak olan sağlık hakkının kullanım şekli ve kadının toplumsal tanımlaması toplumsal cinsiyet kavramıyla yakından ilişkili olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda toplumsal cinsiyet ayrımcılığı sağlık kavramı içinde ele alınması gereken önemli bir kavram olması fikriyle planlanan bu çalışma nitel bir araştırma olarak tasarlanmış olup Konya’da bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkilerine ilişkin görüşlerini ortaya koymayı amaçladığından olgubilim (fenomonolojik) desende planlanmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkileri ile ilgili sorular yazarlar tarafından literatür taraması (Ersoy, 2009; Pınar, Taşkın, & Eroğlu, 2008; Şavran, 2014; Zastrow, 2013) yapılarak oluşturulan havuzdan çekilmiş ve birbiri ile benzerlik gösteren, anlaşılamayan ifadeler düzeltilerek 10 sorudan oluşan tam yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla görüşler elde edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede, 30 öğrenci ile yüz yüze görüşme yapılarak sorulara yanıt aranmıştır. Anahtar Kelimeler: Erkek, kadın, toplumsal cinsiyet, sağlık ABS TRACT: The concept of identifying women and men in different cultures and socities is important as well as byological factors in definition of women and men. Determined roles of society related with being women can limit basic rights and freedom of women. Usage of health right as a curcial right is associated with communal identification of women and the concept of gender. In this context, the study was planned as in qualitative pattern wşth the idea of the importance of discrimination of gender as a part of health and aimed to reveal the views of students in faculty of health sciences at a university in Konya, about the effects of gender on health. The suggestions about the prevention of women health problmes related with discrimination of gender are shaped as raising awareness of especially men, getting a common message of communal leaders, educating individuals since childhood with the framework of justive, equity, human rights, preveniting discrimination, especially preventing to generate stereotypes for children, empowering women status in the society and precluding early marriage. Keywords: Gender, health, woman, man. GİRİŞ Kadın ve erkeği tanımlamada biyolojik faktörler kadar önemli olan bir diğer kavram da kadın ve erkeğin farklı kültür ve toplumlardaki tanımlamasıdır. Toplumun kadın olmaya ilişkin belirlediği roller kadının temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayabilmektedir. Bireyin kadın ya da erkek olmasına yüklenen farklı anlamlar toplumlarda eşitsizliklerin yaşanmasına neden olmuştur. Kentleşme, göç, ekonomik kayıplar, savaşlar gibi toplumsal olayların da etkisi düşünüldüğünde kadının toplum içindeki yerinin özellikle Türkiye’de patriyarkal ilişkilere göre belirlenmesine neden olmuştur. Kadının erkek üzerinden tanımlanması ve erkek yasasının sadece belli ülkelerde değil, bütün dünyada etkin olması kadınların sosyal ve siyasal haklarına ulaşımına engel olmaktadır. Diğer açıdan, toplumsal sağlık statüsü değerlendirildiğinde, kadının mahrum kaldığı her sağlık hizmeti, maruz kaldığı her ayrımcı politika ve toplumsal uygulama toplumun genel statüsünü olumsuz etkilemektedir. Sağlık hizmetlerine ulaşım noktasında kadının yaşadığı sorunlar toplumun kadına atfettiği rol ve sorumluluklardan ve kadını erkek üzerinden ötekileştirerek tanımlamasından kaynaklanabilmektedir. TOPLUMSAL CİNSİYET Ann Oakley biyolojik olarak kadını ve erkeği cinsiyet açısından tanımlamak için ‘sex’ ifadesini kullanırken, erkek ve kadın arasındaki toplumsal bölünmeyi belirtmek için ise ‘gender’ kavramını literatüre kazandırmıştır. Ancak batılı toplumlardaki ‘sex’ ifadesinin bizim toplumumuzda kullanım noktası farklı olduğundan dolayı toplumsal cinsiyet ifadesi tercih edilmektedir. Buradan yola çıkarak, kadın ve erkek arasındaki farklılıklar biyolojik, fizyolojik, psikolojik, kültürel ve sosyolojik olarak öne çıkmaktadır. Özellikle kültürel olarak belirlenen kalıp yargıların, rollerin ve kadını ve erkeği tanımlamak için kullanılan özelliklerin toplumsal cinsiyet üzerindeki etkisi gözlenmektedir (Ersoy, 2009, ss. 210213). Modern yaşamın gerekleriyle toplumsal işbölümünün ve rollerin giderek arttığı 112 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World modern toplumlarda kimlik çoklu ve hareketli bir yapıya sahip olmuş ve birey kendini ‘öteki’ üzerinden kurmaya başlamıştır. Dolayısıyla, kimliğini ‘öteki’ üzerinden kuran birey, kimlik edinmek amacıyla seçimler ve tercihler yapmak zorunda kalarak kendi kimliğini bu şekilde şekillendirmektedir (Karaduman, 2010, s. 2896). Toplumsal rollerin toplum içinden kaynaklanması ve özellikle erkeğe atfedilen geleneksel kalıp rollerin ve erk olma durumunun toplum tarafından desteklenmesi kadınların toplum içindeki statüsünün yükselmesini engellemiştir (Vefikuluçay, Zeyneloğlu, Eroğlu, & Taşkın, 2007, s. 33).Toplumsal cinsiyet algısına yönelik değerlendirme yapmak için aile ilişkilerinin ve aile içi iletişim boyutlarının incelenmesi gerekmektedir. Aile, toplumsal cinsiyeti tanımlamada etkin olan egemen rollerin nasıl yeniden üretildiği noktasında ipuçları vererek kadın ve erkek tanımlarını ifade etmektedir (Dedeoğlu, 2000, s. 143). Kadının rol ve sorumlulukları aile bireylerinin bakımını üstlenmesi gerektiğini belirten ataerkil yapının simgesi olarak kadının günümüzde çalışma hayatında yer almasını engellememekte ancak kadın çalışma hayatına katılsa da kendisinden bu geleneksel rolleri yerine getirmesi de beklenmektedir (Dalkıranoğlu & Çetinel, 2008, s. 293). Etkileşimci modele göre ise, toplumsal cinsiyetle ilgili kişisel algıların, seçimlerin kavramla ilgili davranışların gelişmesini sağlamaktadır. Sosyal öğrenme kuramı, toplumsal cinsiyete ilişkilerin algıların ve davranışların çocukluk döneminde aileden öğrenildiğini ifade etmektedir (Güldü & Kart, 2009, ss. 101-104). YÖNTEM Bu çalışmada, nitel araştırma teknikleri kullanılmıştır ve Konya’da bir üniversitenin Sağlık Bilimleri Fakültesi öğrencilerinin toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkilerine ilişkin görüşleri konusunu katılımcıların bakış açısından ayrıntılı bir anlayışla araştırmayı ve ortaya koymayı amaçladığından olgubilim (fenomonolojik) desende planlanmıştır. Nitel araştırmalarda örneklem büyüklüğüne karar vermede “doygunluk” önemli bir rehberdir (Lıehr ve ark 2005). Katılımcıların aynı ifadeleri/kavramları kullanması ve bu kavramların tekrarlanması, yeni bir bilgi ve kavram ortaya çıkmadığında örneklem sayısının yeterliliğine karar verilmiş olup toplam 30 katılımcı ile çalışma yürütülmüştür. Çalışma verileri 1 Ekim – 31 Ocak 2015 tarihleri arasında araştırmacılar tarafından bireysel görüşmeler ile toplanmıştır. Toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkileri ile ilgili sorular yazarlar tarafından literatür taraması (Ersoy, 2009; Pınar, Taşkın, & Eroğlu, 2008; Şavran, 2014; Zastrow, 2013) yapılarak oluşturulan havuzdan çekilmiş ve birbiri ile benzerlik gösteren, anlaşılamayan ifadeler düzeltilerek 10 sorudan oluşan tam yapılandırılmış görüşme formu aracılığıyla görüşler elde edilmeye çalışılmıştır. Bu çalışma Sağlık Bilimleri Fakültesinde görüşme yapılan 30 öğrencinin görüşleri ile sınırlıdır. Araştırmanın Amacı. Bu çalışma Sağlık Bilimleri Fakültesi son sınıf öğrencilerinin toplumsal cinsiyet kavramının sağlık üzerine etkilerine ilişkin görüşlerini belirlemek amacıyla yapılmıştır. BULGULAR Veri toplama formu sorularından yola çıkarak bulgular 7 başlık halinde sunulmuştur. Temel Cinsiyet Rolleri Kapsamında Kadının ve Erkeğin Rolleri. Kadının ve erkeğin toplumdaki rollerine ilişkin katılımcıların bakış açıları sorulduğunda, benzer ifadeleri kullandıkları görülmüştür. Buna göre, kadın toplumda aile içinde bir rol üstlenen, ev ve aile bireylerinin bakımını sağlayan, bireyler arasındaki ilişkileri düzenleyen korunmaya muhtaç, kırılgan, sabırlı olarak ifade edilen ve özellikle çocuk bakımından dolayı anne olarak şekillenen bir profile sahip olmaktadır. Buna karşın, erkek ise para kazanarak evin geçimini ve ailenin güvenliğini sağlayan, güçlü ve gücü temsil eden, aile içinde yönetici olarak ifade edilen bir aktörü temsil etmektedir. Ancak, çalışmaya katılan 30 katılımcıdan sadece 3’ünde farklı yanıtlar görülmüştür. Kadın Kavramı/Algısı. Geleceğin sağlık profesyonellerinin dezavantajlı bir grup olarak karşımıza çıkan kadın kavramını nasıl algıladıklarını ve ne tür değerler yüklediklerinin bilinmesi önemlidir. Bu gruplarla çalışma yaşamında sık sık karşılaşacaklarını varsaydığımızda kadına karşı tutumlarının şekillenmesinde önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda incelendiğinde katılımcıların büyük bir çoğunluğu kadın denildiğinde aklına gelen ilk şeyin kadının doğurganlık 113 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World özelliğinden kaynaklı olarak annelik kavramı olduğunu, 3 katılımcı kadının güzellik ve estetik unsuru olduğunu, 2 katılımcı ise diğer katılımcılardan farklı olarak kadın denildiğinde şiddete maruz kalan ve toplumsal yaşamda yasalarca korunamayan bir aktörün aklına geldiğini ifade etmişlerdir. Katılımcıların tamamı kadın ve kız kavramlarının ayrımında bekaret unsurunu kullanmakta ve bu açıdan kadın bakire olmayan, yetişkin ve evli bireyleri temsil ederken, kız ise bekaretin bir simgesi olarak ifade edilmiştir. Karar Verme Sürecine Kadının Katılımı. Katılımcılara ailelerinde önemli kararları kimin/kimlerin aldığını anlamaya yönelik yönelttiğimiz soruya kararları genellikle evin en büyük erkeği yani baba tarafından alındığını, son kararın her zaman babaya ait olduğunu ifade etmişlerdir. Ancak kadın, yani anne fikir belirten ve erkeği destekleyerek karar verme sürecine katkıda bulunan aile üyesidir. Kadına Yönelik Ayrımcılığı Önlemede Ulusal Ve Uluslararası Sözleşmeler. Katılımcıların tamamına yakını ulusal ve uluslararası düzeyde kadına yönelik ayrımcılığı önleme adına sözleşmelerin olması gerektiğini vurgularken, sözleşmelerdeki maddelerin uygulamaya yansımalarının olması gerektiğine ancak ülkemizde uygulamada yetersizliklerinin ön plana çıktığını ifade etmişlerdir. Başka bir ifadeyle, sözleşmeler olsa da bilgilendirme ve bilinçlendirme olmadığı ve ülke politikalarında kadına yer verilmediği sürece kadına yönelik ayrımcılığın engellenemediği vurgulanmıştır. Bazı katılımcılar ise, özellikle uluslar arası düzeydeki sözleşmelerin gerekliliğine ve yaptırım gücüne inanmadıklarını sözleşme yerine her toplumun kendi kültürel, toplumsal ve hukuki değerleri kapsamında kadının her türlü ayrımcılığa karşı korunması gerektiğini ifade etmişlerdir. Toplumsal Cinsiyet Rolleri Bağlamında Sağlık Hizmetlerine Ulaşım. Sağlık hizmetlerine ulaşım noktasında kadın ve erkek arasında bir farklılık olduğuna inanan katılımcılar özellikle kadınların maddi yetersizlikler nedeniyle sağlık hizmetlerine ulaşım noktasında kısıtlanabildiklerini ifade etmektedirler. Ayrıca, kadının herhangi bir sağlık kuruluşuna ulaşım noktasında erkek eşliğinde gitmesi gerektiği için kadının sağlık hizmetlerinden faydalanması erkeğin uygun görmesi ve boş zaman yaratmasına bağlı olabilmektedir. Buna karşın, erkek istediği zaman, ihtiyaç duyduğu her anda sağlık hizmetlerine ulaşabilmektedir. Değerlendirme sonucunda ulaşılan bu genel ifadelerden farklı olarak 5 katılımcı sağlık hizmetlerine ulaşım noktasında kadının yaşadığı zorlukların ve engellerin temel nedenini cinsiyet ayrımından ziyade eğitim eksikliği, kadının statüsünün düşük görülmesi ve eğitimsizliğe bağlı olarak kadının karar alma sürecine etkin bir şekilde katılamamasından kaynaklı olduğunu belirtmişlerdir. Toplumun Kadına Bakışı ve Sağlık Üzerine Etkileri. Çalışmaya katılanların tamamı toplumun kadına olan bakış açısının kadının ruhsal ve fiziksel sağlığını etkilediğini belirtmiştir. ‘… Toplumun kadını değersizleştirmesi, kadın hakkındaki kalıp yargıları ve kadından beklentileri kadının pek çok sağlık problemi yaşamasının nedenidir’. Kadının ötekileştirilmesi ve ‘diğer grup’ olarak ifade edilmesinin kadının fiziksel ve ruhsal sağlığını olumsuz yönde etkilediği de ayrıca belirtmişlerdir. Kadın sağlığı üzerine olan etkilerini ise; travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete bozukluğu, depresyon, tükenmişlik, üreme sağlığı sorunları, fiziksel yaralanmalar olarak ifade etmişlerdir. Katılımcıların tamamı toplumsal cinsiyet kavramının kadın sağlığı üzerine olan etkilerini azaltmada sağlık profesyonellerinin önemli sorumlulukları ve görevleri olduğunu vurgulamışlardır. Katılımcılar, sağlık hizmetine ulaşamayan kadına hizmetin rutin taramalar ve ev ziyaretleri aracılığıyla ulaştırılması gerektiğini ve sağlık profesyonellerinin kadının sağlık hizmetlerini kullanımı noktasında kadının hakkının savunuculuğunu yapması gerektiğini öncelikli olarak vurgulamışlardır. Ayrıca, bu eğitimlerin planlanması ve verilmesi sırasında eşitlik ve mahremiyet gibi önemli ilkelerin göz önünde bulundurulması gerektiği de ifadeler arasında yer almıştır. Cinsiyet Ayrımcılığına Bağlı Kadın Sağlığında Yaşanan Problemleri Önlemeye Yönelik Öneriler. Toplumun ve özellikle erkeklerin bilinçlendirilmesi, bu kapsamda toplum liderlerinin de ortak mesajı vermesi, konuyla ilgili eğitimin bireylere çocukluktan itibaren okul sürecinde adalet, eşitlik, insan hakları, ayrımcılığın önlenmesi şeklinde belirlenecek bir çerçeveyle verilmesi, özellikle çocukların toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin kalıplara sokulmaması, kadının toplum içindeki statüsünün güçlendirilmesi, erken yaşta evliliğin önüne geçilmesi katılımcılar tarafından sunulan önerilerdendir. 114 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World TARTIŞMA VE SONUÇ Kadın ve erkek roller karşılaştırıldığında, kadın ev içindeki işleri, doğurganlığı ve aile üyelerinin tüm yaşam alanlarındaki bakım ve denetimi üstlenirken, erkek evin reisi ve ailenin temel sahibi olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda toplumsal cinsiyet ayrımcılığının engellenmesi için sağlık, eğitim, istihdam gibi alanlarda eşitlikçi politika ve programların düzenlenmesi ve uygulanması gerekmektedir (S. D. Kahraman, 2010, s. 31). Çalışma sonunda elde edilen bulguları da destekler nitelikte kadının özellikle anne olarak algılanması, bir kadının çalışma hayatında bir yönetici olarak düşünülmemesi dikkat çekici ve toplumun bu yöndeki algısının bir göstergesi olmaktadır. Ayrıca, kadının çalışma hayatındaki başarısına güvenilmemesi sadece ev içinde bakımı ve işleri gerçekleştiren bir obje olarak düşünülmesi de erkeğe göre tanımlanan kadının toplum içindeki statüsünü düşürmektedir. Bunun yanında, kadının değersizleştirilmesi ev içinde de kadının kararlarının bir öneminin olmadığını vurgulamaktadır. Karar sürecinde ev içinde reis olarak adlandırılan babanın asıl kararları alması, kadına fikrinin sorulmaması ya da sadece kocasının kararını desteklenmesinin beklenmesi de erkek yasasını açıkça ifade etmektedir. Kadının kendi hayatını ilgilendiren bir kararın bile erkek yani kocası tarafından alınması kadının yine örselenmesine neden olmaktadır. Kadının talep etme, çalışma ve ekonomik anlamda harcama tercihlerine yönelik kararların erkek tarafından belirlenmesi, daha açık bir ifadeyle kadının fiziksel, cinsel şiddettin yanında ekonomik şiddete maruz kalması (Gürkan & Çoşar, 2009, s. 124), ailede para kazanan taraf olarak düşünülen erkeğin kadın üzerindeki bir hakkı olarak nitelendirilmektedir. Toplumun kadına yönelik baskıcı bakışının etkisiyle sağlık hizmetlerine zamanında ve yeterli bir şekilde ulaşım sağlayamayan kadının hastalık yüküne sahip olmasına ve buna bağlı olarak engellilik yaşamasına ve hatta ölümüne yol açabilmektedir. Kadın sağlığının sadece bireysel anlamda değil, aile ve toplum sağlığını da ilgilendiren tarafı göz önünde bulundurularak sunulan sağlık hizmetleri kalitesinden de etkilendiği unutulmamalıdır (Özbaş & Özkan, 2010, s. 541). Kadına yönelik ayrımcılığın önlenmesi ve kadının sağlık hizmetlerine rahat ulaşımının sağlanması noktasında sağlık profesyonellerinin büyük resmi görerek hem kadını hem de erkeği temel alan toplumsal farkındalık çalışmalarına öncülük etmeleri, sağlık kuruluşlarında hizmet sunumunda kadın ya da erkek olarak cinsiyet farklılıklarını gözetmeden temel tıbbi ilkelerden olan eşitlik ve mahremiyete saygılı bir şekilde tutum ve davranışlar sergilemeleri önem taşımaktadır. Sağlık hizmetlerine başvuran bireyin kadın olmasından dolayı erkek sağlık profesyonelleri tarafından endişeli bir şekilde yaklaşılması, dini inançlar, toplumsal baskı nedeniyle kadının muayene edilmesinin engellenmesi modern tıbbin gereklerine ve ilkelerine uygun olmayan davranışlar olmaktadır. Başka bir açıdan değerlendirildiğinde ise, seks işçisi bir kadının sağlık hizmetlerine başvurduğunda sağlık profesyonelleri tarafından yaptığı iş gereği bedeninin kamuya açık olarak kullanılabileceği algısının oluşması da yine tıptaki etik ilkelerin gözden geçirilmesi gerektiğini göstermektedir. Bunun için de sosyoloji, psikoloji, psikiyatri, halk sağlığı, sosyal hizmet, hemşirelik, sağlık yönetimi, iletişim, hukuk gibi pek çok alanda uzman olan bireylerin bir araya geldiği multidisipliner çalışmaların yürütülmesi gerekmektedir. Toplumsal cinsiyet bakış açısına yönelik eğitim çocukluk döneminden itibaren hem aile içinde hem de okuldaki eğitim aracılığıyla verilmektedir. Konuya ilişkin ayrımcılığın önlenmesi noktasında ailedeki eğitimin ve okuldaki eğitim programlarının eşitlikçi bir şekilde oluşturulması ve yürütülmesi gerekmektedir (Günay & Bener, 2011, s. 168). Çalışma sonunda ulaşılan en önemli bulgulardan biri olarak çocukluk döneminde verilecek toplumsal cinsiyet eğitimlerinin modern çağın eğitim ilkelerine ve yöntemlerine uygun olarak hem müfredat kapsamında hem de özel uygulamalarla desteklenmesi gerekmektedir. Sonuç olarak, kadın sadece kadındır ve kadının varlığına saygı gösterilmesi için anne, fedakâr bir eş, korunmaya muhtaç, çaresiz, kırılgan olması gibi ek tanımlamalara ihtiyacı bulunmamaktadır. Sağlık hizmetlerine örselendiği için başvuramayan ya da örselendiği için sağlık hizmetlerine başvurmak zorunda kalan her kadının bir toplumun utanç duyması gereken noktayı oluşturduğu da unutulmamalıdır. Aynı zamanda toplumsal cinsiyet kavramından ya da toplumun kadına bakış açısından kaynaklı olarak sağlığı olumsuz anlamda etkilenen kadın ile karşılaşan sağlık profesyonellerinin geleneksel tutumdan uzak, temel insan ve hasta hakları çerçevesinde hizmet sunmalarının sağlanabilmesi için lisans düzeyinde müfredata toplumsal cinsiyet ile ilgili derslerin eklenmesi, çalışanlarda hizmet içi eğitimler ile tutum değişikliğinin hedeflenmesi gerekmektedir. Ayrıca konu ile ilgili karma metodolojiye sahip çalışmaların yürütülerek derinlemesine analizlerin 115 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World yapılması ve geleneksel toplumun toplumsal cinsiyet rolleri üzerindeki olumsuz etkilerini önlemek için tutum ve davranış değişikliğini amaçlayan deneysel çalışmaların planlanması ve yürütülmesi gerekmektedir. KAYNAKÇA Akın, A. (2007). Toplumsal Cinsiyet (Gender) Ayırımcılığı ve Sağlık. Toplum Hekimliği Bülteni, 26(2), 1- 9. Albizu-Garcia, C. E., Alegrıa, M ., Freeman, D., & Vera, M . (2001). Gender and health services use for a mental health problem. Social Science & Medicine, 53, 865–878. Çelik, A. S., Pasinlioğlu, T., Tan, G., & Koyuncu, H. (2013). Üniversite Öğrencilerinin Cinsiyet Eşitliği Tutumlarının Belirlenmesi. F.N. Hem. Derg., 21(3), 181-186. Dalkıranoğlu, T., & Çetinel, F. G. (2008). Konaklama İsletmelerinde Kadın ve Erkek Yöneticilerin Cinsiyet Ayrımcılığına Karsı Tutumlarının Karsılastırılması. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi(20), 277-298. Dedeoğlu, S. (2000). Toplumsal Cinsiyet Rolleri Açısından Türkiye’de Aile ve Kadın Emeği. Toplum ve Bilim(86), 139-170. Dedeoğlu, S. (2009). Eşitlik mi Ayrımcılık mı? Türkiye’de Sosyal Devlet, Cinsiyet Eşitliği Politikaları ve Kadın İstihdamı. Çalışma ve Toplum, 2, 41- 54. Ersoy, E. (2009). Cinsiyet Kültürü İçerisinde Kadın ve Erkek Kimliği. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 19(2), 209230. Güldü, Ö., & Kart, M . E. (2009). Toplumsal Cinsiyet Rolleri ve Siyasal Tutumlar: Sosyal Psikolojik Bir Değerlendirme. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 64(3), 97- 116. Günay, G., & Bener, Ö. (2011). Kadınların Toplumsal Cinsiyet Rolleri Çerçevesinde Aile İçi Yaşamı Algılama Biçimleri. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, 15(3), 157- 171. Gürkan, Ö. C., & Çoşar, F. (2009). Ekonomik Şiddetin Kadın Yaşamındaki Etkileri Maltepe Üniversitesi Hemşirelik Bilim ve Sanatı Dergisi, 2(3), 124- 129. Kahraman, L., Kahraman, A. B., Ozansoy, N., Akıllı, H., Kekillioğlu, A., & Özcan, A. (2014). Nevşehr Hacı Bektaş Veli Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Algısı Araştırması. Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 9/2, 811-831. Kahraman, S. D. (2010). Kadınların Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliğine Yönelik Görüşlerinin Belirlenmesi. Dokuz Eylül Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Elektronik Dergisi, 3(1), 30-35. Karaduman, S. (2010). M odernizmden Postmodernizme Kimliğin Yapısal Dönüşümü. Journal of Yasar University, 17(5), 2886‐2899. Lıehr PR, M arcus M T, Cameron C.(2005) Qualitative Approaches to Research. In Nursing Research in Canada, M ethods, Critical Appraisal and Utilization, Ed's, Cameron C, Singh M D, Canada, Elseiver Canada, A Division of Harcourt Canada Ltd., 327–347. Özbaş, S., & Özkan, S. (2010). Utilization of M ass M edia and Effects for Developing Women’s Health. TAF Prev Med Bull, 9(5), 541-546. Pınar, G., Taşkın, L., & Eroğlu, K. (2008). Başkent Üniversitesi Öğrenci Yurdunda Kalan Gençlerin Toplumsal Cinsiyet Rol Kalıplarına İlişkin Tutumları. Hacettepe Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Hemşirelik Dergisi, 15(1), 47-57. Şavran, T. G. (2014). Sağlıkta Toplumsal Cinsiyet Eşitsizlikleri: Eskişehir'de Kırsal ve Kentsel Alanlarda Kadın Sağlığı. Fe Dergi, 6(1), 98-116. Vefikuluçay, D., Zeyneloğlu, S., Eroğlu, K., & Taşkın, L. (2007). Kafkas Üniversitesi Son Sınıf Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Bakış Açıları. Hacettepe Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Dergisi, 26-38. Yılmaz, D. V., Zeyneloğlu, S., Kocaöz, S., Kısa, S., Taşkın, L., & Eroğlu, K. (2009). Üniversite Öğrencilerinin Toplumsal Cinsiyet Rollerine İlişkin Görüşleri. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 6(1), 775- 792. Zastrow, C. (2013). Sosyal Hizmete Giriş (D. B. Çiftçi Ed.). İstanbul: Nika Yayın. 116 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Televizyon Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı Women Image In Television Commercials Eda SEZERER ALBAYRAK1 1 Okutman, KTO Karatay Üniversitesi, Yabancı Diller Koordinatörü, eda.albayrak@karatay.edu.tr ÖZET: Televizyon reklamı, mal ve hizmetlerin satışını sağlamak amacıyla kullanılan ekonomik faaliyetin bir parçası olmakla birlikte, izleyicilere yani tüketicilere içeriğiyle belli anlamlar aktaran kültürel medya metni özelliği taşıyan bir pazarlama iletişimi türüdür. Bir dizi ya da filmde olduğu gibi senaryolar üzerinden hazırlanan bir program niteliğindeki televizyon reklamları, toplumsal değerleri ve kültürel öğeleri kullanarak mevcut toplumsal yapıyı devam ettirmekte ve yeniden üretmektedir. Televizyon reklamlarında bir toplumsal yapı olarak toplumsal cinsiyetin izlerine de rastlanmaktadır. Televizyon reklamları, kadınlığın ve erkekliğin egemen söyleme bağlı olarak yeniden üretildiği, devamlılığının sağlandığı ve cinsiyet rollerinin toplumsal cinsiyet rollerine dönüştüğü bir alan olarak, toplumsal cinsiyet algısının oluşmasında, toplumsal cinsiy et rollerine dair beklenti ve davranış modellerinin iletilmesinde ve böylece toplum tarafından bu geleneksel rollerin öğrenilmesinde önemli bir işleve sahiptir. (Dökmen, 2010:143) Reklamlar büyülü, şatafatlı yaşamlar sunarak insanları başka dünyaya çekmeye çalışırlar. Bu dünyaya açılan pencere, ister yazılı, ister görsel olsun iletiler kadınlara, erkeklere ya da her ikisine birden yöneliktir. Kadın ile erkek arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken toplumsal cinsiyetin izlerine özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Yani kitle iletişim araçlarında, toplumsal cinsiyet rollerinin temsilini görmek mümkündür. Kitle iletişim araçlarından televizyonlarda, kadının ve erkeğin toplumdaki yeri ve algısına dair pek çok ipucu bulmak mümkündür. Özellikle televizyon reklamlarında, hem hedef kitle olması hem de hedef kitleyi etkileyebilmesinden ötürü kadınlar fazlaca kullanılmaktadır. Anahtar Kelimeler: Televizyon, medya, reklamcılık, kadının rolü, cinsiyet ABS TRACT: TV commercials, being as well as a part of economic activity to enable the sales of products and the services, is a kind of marketing communication that conveys specific content and cultural media text. TV commercials in the quality of a program prepared on scenarios as in a TV series or film carry on existing social structure or reproduce by using social values and cultural elements. Gender trails are traced in TV commercials as social structure. TV commercials being a field where womanhood and manhood is produced based on sovereign, continuity isprovided and gender roles turn into social gender roles have a significant function comprising perception of social gender, improving the expectation of social gender roles and behavior models, therefore learning these traditional roles expected by the society. Commercials try to attract people to a different World showing charming and luxury lives. The window that opens to this World, either written or visual, send the messages to the women, the men, or to the both. Gender question applies also in the areas of daily life. In our community , the public spaces are male, specific areas are places where women spent her life.(Dökmen, 2010:82) The difference between female and male gender traces of drawing attention to the social plane of reflection can be found in particular messages communicated to a wide audience. So the representation of gender roles is seen in mass media. It is possible to find many clues as to the location and the perception of men and women in society especially in television commercials. In television commercials women are used much because they are target audience and they directly affect the audience. Keywords: Television, media, advertisement, the role of women, gender, 1.GİRİŞ Kitle iletişiminin temel amacı, gönderilen mesajın hedef kitle üzerinde bir etki yaratmasıdır. Bu etki özellikle televizyon reklamları söz konusu olduğunda büyük öneme sahiptir. Televizyon, bir iletişim aracı olarak, hem cinsiyet değerlerini hem de insanların hayat görüşünü etkilemektedir. Kadın ile erkek arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken toplumsal cinsiyetin izlerine özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Bu araştırmanın amacı ATV, Show Tv, Kanal D ve Star Tv gibi ulusal kanalların prime-time zamanlarında sıklıkla gösterilen reklamlarında toplumsal cinsiyet rollerinin nasıl gösterildiği üzerinedir. İzleme oranları yüksek olan kanallar başta olmak üzere yayınlanan bahsi geçen reklamlarda kadın ve erkek kimliğinden beklenen roller ve bu rollerin temsil ediliş şekilleri incelenmektedir. 1.1.Reklamda Amaç ve Hedef Kitle Reklam, medyanın ekonomik boyutudur ve neyin, nasıl tüketileceğini insanın bilinçaltına yerleştirmede diğer medya içeriklerine göre çok çarpıcı biçimde ve daha hızlı verebilme özelliğine sahiptir. Reklamın sahip olduğu bu güç, özellikle toplum içindeki cinsiyete bağlı rollerin sınırlarını çizmekte oldukça etkin görünmektedir. Kitle iletişim araçlarında, özellikle de televizyon reklamlarında, kadın ve erkek kimliklerinin nasıl olması gerektiği yolundaki mesajlar yeniden üretilmektedir. “İletişim endüstrisi belli kalıp yargılara dayalı olarak ürettiği imgelerle genel izleyici kitlesini ekran başına çekip kâr ederken, aynı zamanda bu izleyici kitlesinin toplumsal değer 117 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World beklentisine de yanıt vermiş olmaktadır”. (Bilgin, 2000: 108) Reklam filmlerinde durum, kurgulanarak ancak yaşadığımız hayattan öğeler kullanılarak sunulmaktadır ve böylelikle hedef kitle tarafından gerçekliği yansıttığı mesajı ile algılanmaktadır. Cinsiyetin, insanların en derin ve önemli özelliklerinden biri olması ve uzlaşılmış cinsiyet kodları sayesinde cinsiyet mesajlarıyla kısa sürede iletişim kurulabilmesi sebeplerinden ötürü cinsiyet, reklamlarda sıkça kullanılmaktadır. (aktaran Özsoy, 2006:37) Kadın ile erkek arasındaki farkların toplumsal düzlemdeki yansımalarına dikkat çeken toplumsal cinsiyetin izlerine özellikle geniş kitlelere iletilen mesajlarda rastlamak mümkündür. Yani kitle iletişim araçlarında, toplumsal cinsiyet rollerinin temsilini görmek kadının ve erkeğin toplumdaki yeri ve algısına dair pek çok ipucu bulmak mümkündür. Özellikle televizyon reklamlarında, hem hedef kitle olması hem de hedef kitleyi etkileyebilmesinden ötürü kadınlar fazlaca kullanılmaktadır. Evlerde tüketime yönelik harcamaların büyük bir kısmı kadınlar tarafından yapılmaktadır. Bu nedenle reklamcılar, kadınların arzularını, zayıf yönlerini, korkularını, endişelerini, ihtiraslarını, ilgi alanlarını, hırslarını, yaşam biçimlerini ve yeteneklerini, onları satın almaya itecek yolları en ince ayrıntılarına kadar araştırmaktadır. Reklamcıların amacı aileyi bir tüketim merkezine dönüştürmek tutumluluğa ilişkin yaklaşımı tamamen ortadan kaldırma ve herkese modern ve genç kalmaya zorlamaktır (Demir, 2006:292). Kadınlar medya tarafından kaçırılmaması gereken bir tüketici topluluğu olarak görülmektedir ve bunu yaparken kadınların “öteki” konumunu pekiştirmektedir. Van Zonnen’e göre (1997:306) kadınlar medyada göründüklerinde ya eş, anne, kız evlat, kız arkadaş ya da geleneksel kadın mesleklerinde (sekreter, hemşire, kabul görevlisi) çalışırken ya da seks aracı biçiminde gösterilmişlerdir. Dahası genellikle genç ve güzeldirler ancak çok az eğitim almışlardır. Reklam verenler, en önemli hedef kitlesi olan kadınlarla ilgili basmakalıp imgelerin sürdürülmesini istemektedir. (aktaran Özsoy, 2006:40) Reklam fotoğrafları, kadın ve erkeğin toplum içinde oluşan geleneksel konumlarını en iyi şekilde göstermektedir. Bunu yaparken hem var olan konumlarını gözler önüne sermekte, hem de insanların hayat görüşlerine etki etmektedir. Coward’a göre (1993:85) Reklamlar kadınlar için sürekli “Çalışın, kendinizi değiştirin, daha iyi görünün, daha erotik olun” mesajı vermektedir. Böyle davrananlara “zevk ve arzu” vaat etmektedir. Fakat bu mesaj aynı yaşam tarzına sahip olmaya çalışan kadınlarda psikolojik hasara yol açmaktadır. Örneğin bir araştırma bulgularına göre, her yıl Amerika’da insanlar görümünü değiştirmek için, zayıflama ürünlerine 33 milyar dolar, kozmetik ürünlerine 7 milyar dolar ve estetik ameliyatlarına 300 milyon dolar harcamaktadırlar. Ayrıca bu maliyetlere kadınların yitirdikleri sağlıkları (silikon göğüslere bağlı sorunlar ve kendi isteğiyle ölüm derecesinde açlığın yarattığı problemler) ve kadınlarda görülen özgüven yitimi de eklenmelidir. (aktaran Özsoy, 2006: 37). 1.2.Toplumsal Cinsiyet ve Reklam İlişkisi Televizyon bir iletişim aracı olarak, hem cinsiyet değerlerini hem de insanların hayat görüşünü etkilemektedir. “Örneğin; televizyon reklamlarında kadının seks objesi olarak gösterilmesi, toplumun bireyleri üzerindeki değerde kadını bu biçimde görmeye ya da böyle düşünmeye iter. Kadın devamlı ev işlerinde ve mutfakta gösterilirse, toplumdaki bu düşünce bu defa kadını da bu gözle düşünür. Ancak bu imajı değiştirip, kadını büyük bir ofiste toplantı salonunda kalabalık üyeler içinde başkanlık yaparken, erkeği de önünde önlük mutfakta ya da çocuğun altını değiştirirken daha sık biçimde izlenirse toplumun yargıları bundan böyle değişebilir.” (Barokas, 1996:126). Bu bağlamda reklamların hedef kitleyi ne denli etkilediği görülebilmektedir. Kuruoğlu, reklamcıların temel olarak üç nedenden dolayı kadınları reklamlarda kullanmayı tercih ettiğini belirtmektedir. Bunlar: Kadının kadın olma özelliği; kadının tüketici olma özelliği ve kadının cinselliği ve güzel bir yaratık olmasıdır. (aktaran Demir, 2006:295) Kadınlar küçük yaşlardan itibaren oturuşlarına, yürüyüşlerine, kısacası davranışlarına dikkat etmeyi öğrenmektedirler. Bunun sonucu olarak John Berger’in de belirttiği gibi (1995:46) kadının kişiliği gözleyen ve gözlenen olarak ikiye ayrılmaktadır. Böylelikle kadınlar reklamlarda kendilerini göze çarpan, erkekleri etkileyen imgeler haline getirmektedirler. Reklam ve kadın denilince kirpiklerini kırpıştırdığında ya da saçını şöyle bir savurduğunda yürekler yakan aşkın yolunu midede yakalayan bir kadın imgesi akla gelir. (aktaran Çimen, 2011:50) Reklamlarda kadınların vücutlarını sergilemeleri erkeklere oranla daha yaygındır. Kadınlar genellikle; kozmetik, giyim, ev eşyası ve sağlık ürünleri reklamlarında yer almaktadırlar. Bu reklamlar arasında ise iç giyim, kadın bağı ve çorap reklamlarında kadınların 118 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World vücutları daha ön plana çıkmaktadır. Kadınların giyinirken ya da soyunurken, mayolu ya da yarı çıplak karelerinin bulunduğu birçok reklam mevcuttur. Çıplak bir kadın güzelliğin, erkeklerin arzusunun ve kadınların hayranlığının merkezidir. Özellikle otomobil reklamlarında kadın çekiciliği yoğun olarak kullanılmaktadır. Bu tür reklamlarda cinselliği adına gösterilen kadın adeta sömürülmektedir (aktaran Çetinkaya, 1993:127). Reklamlar, kadın kimliğini, erkek egemen bakış temelinden sürekli yeniden üreten, toplumsal kontrolün bir aracı olarak işlemektedir. Reklamlarda genellikle iyi ev kadınları, mutlu anneler, fiziği düzgün genç kadınlar, bakımlı, güzel olarak sunulan ideal kadın imgelerine rastlanmaktadır. Ayrıca kadınlar bağımsız, güvenli, çalışkan, heyecan, başarı ve macera arayan yeni kadın imgeleri de reklamlara yansımaya başlamıştır. Ancak, bu yeni kadın imgeleri de egemen bakışın etkisinden ve beğeniye sunulan bir arzu nesnesine dönüşme halinden uzak sunulamamakta, sunulduğunda ise erkeksileştirilerek ya da kimliksizleştirilerek sunulmaktadır (aktaran Timisi, 1997:38). Özgür (1996:237) tarafından yapılan çalışmada ise, incelenen reklam filmlerinin % 17,5' inde kadınların ev kadını olarak karşımıza çıktığı, çocuk doğurmak, yetiştirmek ve eve bakmanın kadının uğraşısının çekirdeğini oluşturduğu belirtilmektedir. Reklam filmlerinin % 20'sinde ise kadının cinsel bir meta olarak kullanıldığı ifade edilmektedir. Ülkemizde gerçekleştirilen bir araştırmada reklam izleyicileri, reklam etiği konularını önem sırasına göre sıralarken reklamlarda, kadın cinselliğinin ön plana çıkartılmasını üçüncü sıraya, erkek cinselliğinin ön plana çıkartılmasını dördüncü sıraya koymuşlardır. Adı geçen araştırmada altı kategori değerlendirmeye tutulmuş ve aşağıda bu kategoriler sırasıyla verilmiştir. 1. Ürünler arasında karşılaştırmaların tarafsız olmaması 2. Ürün özelliklerinin doğru tanıtılmaması 3. Kadın cinselliğinin ön plana çıkarılması 4. Erkek cinselliğinin ön plana çıkarılması 5. Toplumun örf ve adetlerinin dikkate alınmaması 6. Çocukların reklamlarda yer alması. (aktaran Dökmen, 2010:65) Yukarıdaki araştırmanın sonucundan da anlaşılacağı gibi toplumun büyük bir bölümüne seslenen kitle iletişim araçlarında yayınlanan reklamlarda kadın, cinselliği ile ön plana çıkmaktadır. Burada göz önünde bulundurulan gerçek, kadını erkekten ayıran özelliğidir. Bu nedenle de reklamcılıkta ürün satışını sağlamak için cinsellik kullanılmaktadır (aktaran Akdoğan, 2004: 165). İnsan yaşamının cinsiyet ve cinsellik çerçevesinde örgütlendiğini söyleyen Şahika(1991) cinsellik içermeyen bir medyanın varlığını düşünmenin pek mümkün olmayacağını ve pek bunda da erkeğin sosyalleşme sürecinin önemli rolü olduğunu belirtmektedir. Erkeğin sosyalleşme sürecinde nesnelleştirme; kadını bireysel olmayan bir kategoriye koyma ve genelleştirme, fiksasyon; sabitlenme, kadının bedeninin belirli parçalarına odaklanma, fethetme; kadını bir şey’e indirgeyip kadının isteği olsun olmasın egemen olarak kurulan, paylaşıma dayanmayan ilişkiler olarak kadının üç temel kategori altında değerlendirildiğini belirtilir (aktaran Özsoy, 2006:51). Medyadaki sunumuyla giderek nesnel bir görünüme kavuşan kadın vücudu, kısmen veya bir bütün olarak iç çamaşırından İngiliz anahtarına kadar her şeyin pazarlanmasında kullanıma gelmiştir. Bu tip reklamların kadınlar üzerinde bir etkisi, kadının nasıl görünmesi gerektiği konusunda gerçekçi olmayan bir saplantı oluşturmasıdır. Kadına endişe ve güvensizlik duygusu aşıladıktan sonra, reklam tüketicinin sergilenen ürünü alarak kusurunu kolaylıkla düzeltebileceğini ima eder (aktaran Özsoy, 2006: 51). Kadın yayıncılık mesleğine sahip olsun olmasın, televizyonda yer alan şu veya bu konunun uzmanı olsun ya da olmasın, toplumsal üretim ve ilişkiler temelinde esas alınan bir öğe, bir iş elemanı değil, fiziğiyle para kazandırmaya, izlenme oranını arttırmaya yönelik ticari bir araçtır (Akdoğan, 2004: 81). Kadınlar reklamcılar tarafından 1. Reklam hedef kitlesi olmalarından dolayı 2. Başkalarını etkilemek ve ikna etmek için kullanılmaktadır. (Akgün, 1993: 5) Günümüz toplumlarında kadın, yalnızca kendi beğenileri açısından değil, aynı zamanda erkek beğenilerinin yönlendirilmesi açısından da iyi pazarlanabilen, lüks ve sıra dışı tüketim aracına, reklam 119 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World malzemesine dönüşmüştür. Kadın bedeni, kitlelerin, firma ürünleri çerçevesinde kışkırtılması, tüketim arzularının tırmandırılması için yararlanılan en etkin görsel nesne durumundadır. 2. YÖNTEM Bu araştırmanın yöntemi anlambilimsel çözümleme tekniğidir. Bu çalışmada “Toplumsal Cinsiyet ve Reklam İlişkisi”’ne değinilecektir. 2014 yılında Haziran-Ağustos ayları arasında çeşitli ulusal kanallarda yayınlanmış reklamlar incelenmiştir. İncelenen televizyon reklamları arasından beş görsel gösterim detaylı anlatımı ve çözümlemeleri ile sunulacak ve belirlenen reklamlarda cinsellik yönünden kadın imgesi kullanımı ve bu imgelerin anne ve eş olarak, güzel ve çekici olarak, çalışan kadın olarak incelenecektir. Kadın bedeni ve cinselliğin kullanılması, cinsiyetçi iş bölümü, özel alan- kamusal alan, kadının toplumsal cinsiyet rolleri, dış sesin cinsiyeti ve rolü vb. belirlenen kategorilerde değerlendirilmektedir. 2.1. Magnum Double Reklamı Reklamda yer alan kadın ve kadının giyim tarzı, jest ve mimikleri, bindikleri araba, esmer genç adam birer göstergedir. Kadın, görsel göstergeler vasıtasıyla genç, güzel ve narin olarak sunulmaktadır. Giyim tarzları modaya uygundur ve bakımlıdır. Bu gösterimle izleyen kitlesinde yer alan kadınlara “modern ve özgüveni olan kadın”(gösterilen) tanımına hangi kıstaslara uyan kadınların girdiği sunulmaktadır. Reklamda kadın, cinselliğini ve dişiliğini kullanarak hedefine ulaşan bir kadının göstergesidir. Kadının giydiği kırmızı elbise ve ayakkabı tutkuyu ve şehveti vurgulamaktadır. Kadın avına doğru ilerlerken yüzünde munzur bir gülümseme vardır ve kendinden emin adımlarla ilerlerken birden yere yığılır ve erkek ona yaklaştığında yakın mesafede onun gözlerine bakar. Kadın cinselliği ile erkeği etkilemekte başarılı olmuştur. Ayrıca kadının gözleri kapalı ürünü yerken ve zevk aldığını belirtirken kamerayla yakın plan gösterilen yüzü, ürüne ilişkin bir başka yan anlamı da ortaya koymaktadır. Ürün eğretilemeyle erkeklik organına benzetilmektedir. Kadın formda görüntüsüyle erkeklerin beğenisini kazanmanın hazzını yaşamaktadır. Kadının dondurmayı yerken aldığı haz ile cinsellikten aldığı haz bağdaştırılmıştır. Kadın cinselliği ile erkeği etkilemekte başarılı olmuştur. Kadın erkeği etkilemesiyle akıllı gibi görünse de bunu yaparken kendi bedenini nesneleştirmiş olmaktadır. Aynı zamanda reklamda erkek, her zaman olduğu gibi kadının aciz ve yardıma ihtiyacı olduğu anda ortaya çıkar, kadını güçlü kolları arasına alarak bulunduğu güç durumdan kurtarır. Kadın yine bir erkeğin desteğini alarak o zor durumdan kurtulmuştur. Reklamda ürün cinselliğini kullanarak elde edilmeye değer olarak gösterilmektedir. 2.2. Nestle Nesfit Reklamı Reklamda forma girmek için ürünü tüketen ve sonunda mutlu olan kadın imgesi sunulmaktadır. Kadının, Nestle Nesfit kullanarak fazla kilolarını vermesiyle kendine güveni artmakta ve kadın mutlu olmaktadır. Hatta forma girmesi ve güzelleşmesi sonucu kadın bedeni, erkeklerin bir haz ve seyirlik nesnesine dönüşmektedir. Yaz ayının gelmesiyle zayıflama ve yaza daha ince girme fikri reklamlarda sıklıkla kullanılan bir unsur olmuştur. İncelme isteğinin doruk noktalara ulaşıldığı yaz dönemi, bu konuda iddialı ürünler sunan gıda sektörü için atağa geçme zamanı olmuştur. Diyet / formda kalma gibi ürünlerin çeşitlerinin tüketimini arttırmak için en çok ilginin çekeceği kadın öğesini kullanmıştır. Güzel görünme fikri kadına atfedilen bir özellik olarak vurgulandığı için bu reklamda direkt olarak kadınları hedef almaktadır. Dolayısıyla reklamda kullanılan öğe kadın cinsiyeti olmuştur. Kullanılan bu kadın öğesi, çoğu reklamda olduğu gibi ince, zarif ve güzel kadın tasviriyle örtüşmektedir. Kadın, bu reklamda bedenini forma sokarak hazza, mutluluğa ve özgüvene ulaşmaktadır. Sahilde neşe içinde manken edasıyla yürüyen ve bedenini hayranlıkla seyreden kadın ise hayattan zevk almayı ve kendine güvenmeyi ürüne borçludur. Formda bir vücuda sahip olursan istediğin her şeyi yapabilecek güce sahip olabilirsin. Bu güç sana hazzı, özgüveni, yaşam sevincini ve hatta erkekleri kontrol ve etkileme gücünü de getirecektir. Bu reklamda kadının sadece fiziki yönden üstün olmasının gerekliliği vurgulanmaktadır. Reklamda kadın ürünü kullanarak forma soktuğu bedeniyle hazza, mutluluğa ve özgüvene ulaşandır. Diğer bir deyişle vücudunu mükemmelleştirmesiyle doğru orantılıdır, kadın salt güzellik peşinde koşmaktadır ve bu yönüyle akıldan yoksun olarak konumlandırılmakta, nesneleştirilmektedir. Kadınlar, bu reklamda kendi mutluluklarını ve özgüvenlerini akılları ile oluşturamayacak durumdadırlar, çaresizdirler ve ürün 120 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World onların kurtarıcısıdır.” Kadının bedeni, güzellik mitinin bir ürününe dönüşmekte ve kadın ideal güzellik kalıplarına sokulmaktadır. Kadın bedeni, narsistik tapınma aracı olarak kullanılmakta ve böylece kadın bedeninin mükemmelliğine duyulan arzu vurgulamaktadır. Ürün, bu reklamda mutluluğun ve beğenilmenin anahtarı olarak sunulmaktadır. Ancak bu mutluluk ve beğenilme duyguları, tamamen bedensel yani fiziksel özelliklere bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuçta bu reklamda toplumsal cinsiyet rolleri bağlamında kadın; genç, güzel ve çekici olarak sunulmaktadır. 2.3. Selpak Tuvalet Kağıdı Reklamı Reklam, bir ailenin salonda baba ve oğlun logolar ile oynayıp annenin de gülümseyerek onları izlemesiyle başlar. Çocuk elindeki topu fırlattıktan sonra babasına dönerek “ Tuvaletim geldi” der. Bunu duyan baba karısına döner ve heyecanlı bir şekilde “Otur, otur, ben hallederim” der. Baba evin içinde hızlı bir şekilde odaları dolaşır ve bütün dolapların içine bakarak bir şeyler aramaktadır. Daha sonra elinde mavi bir lazımlıkla antreye doğru koşar ve yüksek sesle “Geldim” diye bağırır. Oturma odasına doğru koşarken banyonun önünden geçer ve ani bir şekilde durarak banyonun içine bakar. Banyoda oğlunun klozete oturmuş ve elinde bir dergi olduğunu gören baba şaşırarak “Nasıl yani?” der ve eşi gülümseyerek yanına gelir ve başını kocasının omzuna yaslar. Kadın gururlu bir şekilde “Eee, meslek sırrı der” ve bu sırada çocuk tuvalet kâğıdını alır ve kamera bu olaya odaklanır. Dış kadın ses devreye girer ve görüntü de Selpak’ın rulo tuvalet kâğıdı ve logosu olan beyaz fil gözükür. Dış ses, hassas bölgeler için yumuşaklığıyla ünlü ve yeni teknolojisi ile daha da pofudur olduğunu söyler. Bu sırada görüntü olayın geçtiği tuvalete döner ve erkek çocuk elini öper ve elini annesine doğru uzatır, annesi de tek gözünü kırparak erkek çocuğuna cevap verir. Bunları gören baba kıskanmış gözlerle eşine bakar ve reklam ekranda Selpak tuvalet kâğıtlarının olduğu paket görünerek dış sesin “Selpaktan daha yumuşağı yok. Yepyeni Selpak yeni ambalajında.” sözüyle sona erer. Bu reklamda baba ailesiyle vakit geçirmek isteyen fakat ev ve çocuk bakımı hakkında profesyonel olmayan bir imge olarak sunulurken, kadın toplumsal cinsiyet rolleri açısında iyi bir anne ve ev hanımı olarak izleyiciye sunulmuştur. Çocuğun büyütülmesi görevi kadına öylesine uygun görülmüştür ki çocuğun “tuvaletim geldi” demesiyle baba büyük bir panik yaşar ve ne yapacağını bilemez bir hal alır. Lazımlığın yerini evin çeşitli köşelerinden arayan baba oğlunun klozette otururken görünce büyük bir şaşkınlık yaşar. Oysa bebeğin ihtiyaçlarını sezme kabiliyeti yüksek ve dolayısıyla bebeğiyle en iyi şekilde ilgilenen bir annesi vardır. Toplumsal değerler açısından reklamda annelik yüceltilmekte; daha sevecen, ilgili bir anne temsil edilmektedir. Kadın annelik rolünden memnun ve mutlu görünmektedir ki reklamdaki mutlu yüz ifadesi bu role koşullandığını göstermektedir. Bebeğin tuvalete gitmesi vb konular kadının ilgi alanıdır. Kadını çalışıp çalışmadığına dair bir bilgi yoktur. Kadın özel alana hapsedilendir. Kadın üstlendikleri sorumluluklarıyla tüketilen konumdadır, özgür değildir. Kadın sosyalleşme açısından bebek bakımıyla sınırlandırılmasıyla erkeğin gerisindedir. Reklamda cinsiyetçi iş bölümü sunulmaktadır. Kadın, aile içi iş bölümü olan çocuk büyütmeyi gerçekleştirmektedir. Kadın, ev içi hizmetlerini ve çocuğuna bakımıyla bir değer kazanmaktadır. Kadının çocuğunun tuvalet alışkanlığını nasıl kazandığını ima eden kocasına bunun meslek sırrı olduğunu söylemesi bu görevini içselleştirmiş olarak, keyifle ve mutlulukla yerine getirdiğinin göstermektedir. Reklamda; Oğullarının tuvalete gitme alışkanlığını kazandığını bilmeyen baba ne yapacağını şaşırmış bir şekilde ve kendine yazılmış cinsiyetçi iş bölümü rolüne uygun olmayan ev işi görevini tam anlamıyla yerine getirememektedir. Bu da erkeğin yerinin kamusal alan olduğunu göstermektedir. Anne ise rahat tavırlarla kendinden emin bir şekilde hareket ederek çocuğunun bakımından sorumlu kişinin anne olduğuna dair bir kabulü yansıtmaktadır. Kadın, annelik rolü sınırları içinde değerli görülmektedir. Kadının bireyselliğine dair bir değerleştirme söz konusu değildir. Reklamda kullanılan oturma odası, antre ve banyoda hakim renk beyazdır. Beyaz renk saflığı ve temizliği göstermektedir. Beyaz rengin kullanılmasıyla yine annelik rolüne değer yüklenmiş olmaktadır. Küçük çocuk annesine öpücük göndererek onu süper birisi olarak görmektedir. 3. BULGULAR VE SONUÇ Reklamcının gözünde kadın iki farklı özellik taşımaktadır. Kadın özellikle reklamın hedef kitlesidir ve ikincil olarak başkalarını ikna etmek ve etkilemek için kullanılan önemli bir araçtır. Bu çalışmanın “Televizyon reklamları toplumun olayları değerlendirilmesinde, toplumsal cinsiyet ayrımına yönelik kadın ve erkek imajlarına bakış açılarını değiştirmelerinde önemli rol oynadığı ve 121 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bahsi geçen reklamlarda kadınların, erkeklerin yer aldığı dünya ve kendilerine çocuklarıyla, ev işleriyle ve eş görevleriyle ait oldukları dünya olmak üzere iki dünyanın ürünüdür oldukları aynı zamanda incelen diğer reklamlarda ise kadının sürekli erkeklere kendini beğendirmeye çalışan, bakımlı, güzel ve fiziki bakımdan ideal kadın formlarında sunulmakta ve kadın vücudu metalaştırılmaktadır” olarak tanımlanan hipotezi ise doğrulanmaktadır. Derler ki, dünyanın neresinde olursanız olun bir toplumun gelişmişlik düzeyini anlamak için çöp tenekelerine ki üretim niteliğini gösterir, kaldırımlarının yüksekliğine; ki kültürel yaşamın simgesidir, hepsinden önemlisi kadının konumuna bakın. Çünkü doğurup yetiştirdikleri çocuklarla toplumun aynasıdır (aktaran Akdoğan,1994: 67). Reklamcının gözünde kadın iki farklı özellik taşımaktadır. Kadın öncelikle reklamın hedef kitlesidir ve ikincil olarak başkalarını ikna etmek ve etkilemek için kullanılan önemli bir araçtır. Reklam sektöründe amaç öncelikle izleyicinin dikkatini çekmek olduğundan cinsellik de reklamlarda kullanılan önemli unsurlardan biridir. Reklamlarda kadın cinselliğinin kullanılmasıyla ürün satışlarının arttırılması umulmaktadır. Hedef kitlesini düş evrenine çekmek isteyen reklamlarda, özelliği olmayan kadın obje yerini; zengin, bakımlı, genç kadın objesine bırakmıştır. (Ezilen ve Kıran, 2000: 16) Kadın bedeni ve cinselliğin kullanılması, cinsiyetçi iş bölümü, özel alan–kamusal alan, kadının toplumsal cinsiyet rolleri, dış sesin cinsiyeti ve rolü vb. belirlenen kategorilerde değerlendirilmektedir. Selpak Tuvalet Kâğıdı reklamlarında kadın özel alan olan evde gösterilmektedir. Kadın imgeleri bu reklamlarda evle özdeşleştirilmiştir. Kadınların bu reklamlarda ekonomik güçleri hakkında bilgiler verilmemektedir. Kadınlar tamamen tüketici konumundadırlar ve bu yüzden hedef kitledirler. Kadının reklamlardaki üretimleri ekonomik karşılığı olmayan, değersizleştirilmiş emekten oluşmaktadır. Bu reklamlarda da kadın sadece bu rolleri ile gösterilmektedir. Selpak reklamında kullanılan kadın dış sese erkeklerin beceremediklerini kadınların becerebileceğini, özel alan olan evin bütün egemenliğinin kadında olduğunu pekiştirmiştir. Magnum Double, Nestle Nesfit reklamlarında kadın güzelliğini ve formunu koruyarak yani fiziksel bir mükemmellikte, kadının özgürleştirildiğine dair bir anlam aktarılmaktadır. Reklamlarda genellikle tüketim olgusu içinde konumlandırılan kadın tüketimin aktif bir öznesi yani tüketici olarak görülmekle birlikte çoğunlukla da tüketilen olmaktadır. Kadının tüketilmesi aracı olarak bedeni kullanılmaktadır. Kadın bedeni, erkek arzusunun bir nesnesi olarak kodlanarak ürün aracılığıyla ulaşılabilir bir nesneye dönüştürülmektedir. Magnum Double, Nestle Nesfit reklamlarında olduğu gibi kadın bedeni metalaştırıldığı görülmektedir. Bunun dışında kadın bedeninin mükemmelliğine duyulan arzunun ifadesi olarak kadın bedeni Magnum Double ve Nestle Nesfit reklamlarında ki gibi narsistik tapınma aracı olarak da kullanılmaktadır. Kadın bedenini kendine ve erkeğe beğendirmekle yükümlü kılınmaktadır. Magnum Double ve Nestle Nesfit reklamlarında kadının cinselliğini kullanarak istediklerini elde edebileceği mesajı da aktarılmaktadır. Kadınlar, erkeklerin yer aldığı dünya ve kendilerine özgü, çocuklarıyla, ev işleriyle ve eş görevleriyle ait oldukları dünya olmak üzere iki dünyanın ürünüdürler. Çoğunlukla da hep özel alanın rolleriyle, özel alana ait bir nesne olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu anlamda toplumsal cinsiyet ve toplumsal değerlerle belirlenmiş bir kalıba uygun olarak davranış sergilemektedirler. Toplumsal cinsiyet topluma egemen söylem tarafından oluşturulmuş, toplumun fertlerince sorgulanmadan doğal bir gerçeklikmiş gibi kabul gören, duygulanma, düşünme ve davranmayı şekillendiren “kadın” ve “erkek” kalıplarıdır. Erkek egemen toplumlarda kadın; gerek kişilik özellikleri, yetenekleri ve bilgisiyle gerekse sahip olduğu haklar ve hali hazırdaki konumu açısından hukuki, siyasi, ekonomik, toplumsal alanlarda kadın-erkek eşitliğine aykırı şekilde erkeğin gerisinde konumlandırılmaktadır. Toplumsal değerler, kadını ve erkeği toplumsal cinsiyet rollerine hazırlayıcı, erkek egemen söyleme has düşünüş ve davranış kalıplarını içselleştirici ve kadının erkeğin gerisinde konumlandırılışını destekleyici rolleriyle toplumsallaşma sürecinin oldukça etkili bir elemanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadınların kapitalist sistemler için iki açıdan önem taşıdığı söylenebilir. İlki tüketici olarak kadın boyutudur ve bu durumun nedenleri şunlardır; ev idaresi görevinin kadının sorumluluk alanına girmesi, alışverişin çoğunlukla kadın tarafından yapılıyor olması, kadınların alışveriş konusunda sınır tanımıyor olmaları, alışveriş iştahlarının kabarık olması, alışverişte rasyonel olmamaları, daha kolay etkilenmeleridir. Kadınların kapitalizm için taşıdığı ikinci önem ise kadın imgesinin reklamlarda kullanılarak erkeklerin tüketimini arttırmada araç olarak kullanılabilmesidir. (Barokas, 1994: 65) 122 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 4. KAYNAKLAR Akdoğan, Hatice (2004) Medyada Kadın, Ceylan Yayınları, İstanbul. Akgün, Nebahat (1993) Türk Basınında (1960-1876) Yılları Arasında Aile ve Kadın, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Arat, Necla (1995) Türkiye’de Kadın Olgusu, Say Yayınları, İstanbul. Avşar, Zahir ve ELDEN, M üge (2004) Reklam ve Reklam Mevzuatı RTÜK Yayın, No:8, Ankara. Barokas, Safiye Kırlar (1996) Reklam ve Kadın, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Yayınları Tezler Dizisi, İstanbul Berger, John (1995) Görme Biçimleri, M etis Yayınları, İstanbul. Berktay, Fatmagül (1994) Kadın Olmak,Yaşamak,Yazmak, Pencere Yayınları, İstanbul. Bilgin, Nuri (2000) İçerik Analizi, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir. Cemalcılar ve diğerleri (2000) İşletmecilik Bilgisi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir. Connel, R.W. (1998) Toplumsal Cinsiyet ve İktidar, Ayrıntı Yayınları, İstanbul. Çetinkaya, Yalçın (1991) Reklamcılık, Ağaç Yayınları, İstanbul. Çimen, Deniz (2011) Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Bağlamında Televizyon Reklamlarında Kadın. Yayımlanmamış Uzmanlık Tezi, Radyo Televizyon Üst Kurulu,Ankara. Demir, Nesrin Kula (2006) Kültürel Değişimlerin Reklamlarda Kadı ve Erkek Rol Modellerine Yansıması, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Cilt:16 Sayı:1, Elazığ. Dökmen, Zehra (2010) Toplumsal Cinsiyet, Remzi Kitabevi, İstanbul. Ecevit, Yıldız (2003) Toplumsal Cinsiyet İle Yoksulluk İlişkisi Nasıl Kurulabilir?,C.Ü Tıp Fakültesi Dergisi Cilt:25, Sayı:4, İstanbul. Elden ve diğerleri (2005) Şimdi Reklamlar, İletişim Yayınları, İstanbul Ercan, Fuat (2001) Toplumlar ve Ekonomiler, Bağlam Yayınları, İstanbul. GÜRÜZ, Demet(1999) Halkla İlişkiler Reklam Ajansları İşletmeciliği ve Yönetimi, Ege Üniversitesi Basımevi, 2. Baskı, İzmir. Hız ve diğerleri (2010) Tüketim Kültürünün Var ettiği Reklam Objesi Kadınlar ve Satın Alma Kararlarına Etkisi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, M uğla Üniversitesi, M uğla. İnceoğlu, M etin (1985) Güdüleme Yöntemleri, A.Ü.B.Y.Y.O Yayınları No 4, Ankara. Jefkıns, Frank (1985) Advertising,TheM &Handbook Series, Pitman Publishing. Kocabaş, Füsun ve ELDEN, M üge (2001) Reklamcılık Kavramlar, Kararlar, Kurumlar, 2. Baskı, İletişim Yayınları, İstanbul. M utlu, Erol (1998) İletişim Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara. Özsoy, Tufan (2006) Türk Dergi Reklamlarında Kadın İmgesi Kullanımı; 1971-2004 Döneminin Bir Değerlendirilmesi. Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Çukurova Üniversitesi, İstanbul. Papatya, Nurhan ve KARACA, Yasemin (2011) Reklamlardaki Kadın İmgesi: Ulusal Televizyon Reklamlarına İlişkin Bir Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Isparta. Sancar, Serpil (2009) Erkeklik: İmkânsız İktidar, M etis Yayınları, İstanbul. Taç, Oktay (1996) Reklamcılık ve Siyasal Reklamcılık, Aydoğdu Ofset, Ankara. Tanrıöver, Hülya Uğur (2007) Medyada Kadınların Temsil Biçimleri ve Kadın Hakları İhlalleri, IPS İletişim Yayınları Vakfı, İstanbul. Tek, Ömer Baybars (1990) Pazarlama İlkeler ve Uygulamalar, M emleket M atbaacılık, İzmir. TİM İSİ, Nilüfer (1997) Medyada Cinsiyetçilik, T.C. Başbakanlık Kadın Statüsü Ve Sorunları Genel M üdürlüğü Yayınları, Ankara. Yaraman, Ayşegül (2000) Resmi Tarihten Kadın Tarihine, Bağlam Yayıncılık, İstanbul. Yaylacı, Gaye (1999) Reklamlarda Stratejik Yönetim, 1. Baskı, Alfa Basım Yayım Dağıtımı, İstanbul. 123 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World “Siyasal Dönüşüm Olarak ‘Devrim’de, ‘Kadın ve Emek Özgürlüğü’: Sosyalizm ve NeoLiberalizm Yaklaşımlarda İncelenmesi” “Revolution” as Political Transformation , ‘Freedom for Women and Labour’: A Socialist and Neo- Liberalist Analysis” Elife Hatun KILIÇBEYLİ1 1Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler, Adana-Türkiye, elifhat@cu.edu.tr ÖZET: Bu makalenin konusu, 1770’lerde Avrupa ‘da Sanayi Devrimi sürecindeki siyasal düşünce ve teorilerinden başlayarak, Soğuk Savaş sonrası neo-liberal yaklaşımı benimseyen RF üzerinde ‘Devrim’, ‘Kadın’ ve ‘Emek Özgürlüğü’ incelemesidir. Öncelikle yeni teknik buluşların üretim sürecine dahil edilerek geleneksel üretim tarzını dönüştürerek makineleşme ile birlikte emek/ ücret/ kapital/ hammadde gibi süreç dahilindeki değerler; klasik Liberal yaklaşım, kapital merkezli yeni sınıfsal düzeni kapital sahibi lehineydi. Marksist ideoloji ise ‘emek-değer’ teorisi gibi emek merkezli ‘sınıfsız bir toplum’ ideali geliştirmiştir. Marksist yaklaşımı uygulamaya dönüştüren V.İ.Lenin, 1917’de ‘sınıfsız toplum idealini’ Bolşevik Devrimiyle; Sovyet kadınının koşulsuz eşitlikçi, sosyoekonomik hayata doğrudan katılımı, iş-yaşam koşullarının merkeziyetçi bir düzende görülmektedir. Fikirler Rus ve Batılı sosyalist düşünürlerle olgunlaştırılmıştır. SSCB‘de ‘cinsiyetlerarası eşitlikçi’ politikalar olsa dahi siyasi alanda kadınlar sınırlı gelişme kaydederken, bilim-sanat-teknoloji, fen, sağlık, sosyal bilimlerde eşitlikçi yaklaşımları başarıyla aşmışlarıdır. Geleneksel yaklaşımlardaki, klasik kadın-erkek cinsiyetlerindeki mesleki ayrımı ortadan kaldırmışlardır. SSCB sonrasında ise neoliberal politikaların Rusya’da tekrar uygulanmasıyla 1917-1991 dönemi ‘kadın’, ‘kadının emeği’ ve ‘emek özgürlüğü’ sıradan bir meta haline dönüştürülerek, özgül değerinin yerine ‘parasalcı’ yaklaşımlara, haksız rekabetçi ortamlara bırakılmıştır. Bu çalışmada yöntem; siyaset bilimi ve siyaset sosyolojisi temel bilgileri üzerinde Rusça yayımlanmış Rusya tarihi, SSCB tarihiyle ilgili yayınların okunarak analizi şeklindedir. Makalede Türkçe, İngilizce ve Rusça kaynaklar kullanılmıştır. Anahtar Kelimeler: Emek-değer teori, sosyalizm, neoliberalizm, SSCB, Sovyet sonrası ABS TRACT: The subject of this article, which began in 1770, starting with political thought and theoretical approaches in the Industrial Revolution processes based in Europe, after the Cold War, the process of neoliberal approach on the RF 'Revolution', 'Women' and 'labor Freedom of the investigation. First, it’s included in the production process of new technical inventions traditional mode of manuel-factured converting mechanization with labor /wage/capital/raw materials such process be examined within the values caused the questioning. V.I.Lenin into practice for Russia in 1917 'ideal of a classles s society' while putting on a large scale in the Bolshevik Revolution; Soviet state of unconditional equality of women in the country, the nature of society in socioeconomic life touchstone direct involvement by the centralized government of living conditions. The traditional approach, they eliminate occupational segregation in the classic male-female gender. In the postUSSR 1917-1991 period by applying in Russia of neoliberal policies ‘women-women's work, labor freedom’ transformed into an ordinary commodity. On the fundamental knowledge of socioeconomy politics background information on the history of Russia published in Russian, is read out as the analysis of the relevant publication date of the USSR. On this article Turkish, English and Russian sources were used. Keywords: Theory, neoliberalism, socialism, USSR, post-Soviet 1. TARİHSEL GELİŞİM Siyasi tarih, 19.yüzyılı ‘Siyasal Düşünceler-Siyasi Yaklaşımlar’ yüzyılı olarak kabul eder. Düşünsel gelişimin siyasi olarak ortaya çıkardığı süreç, toplumsal değişimlerin siyasi değişimleri tetiklediği, siyasi tarafı zorlayıcı olaylar, siyasal hareketliliklerle oluşmuş, yerleşmiştir. Sanayi devrimi de farklılıkların değişimine ve yeni fikri akımların gelişimine neden olmuştur. Sosyalizm ve Liberalizm de bu süreçte başta ‘birey’, ‘toplum’ ve ‘devlet’ ve ‘ekonomik gelişme’ ile yorumlanırken, önceliklerin farklı görülmesiyle ayrı kutuplara doğru gelişmişlerdir. Sosyalist düşünce, Avrupa’da Fransız devrimi ile sosyal örgütlenmenin bilinen şeklini altüst ederken, diğer yandan onun tamamlayıcı parçası olarak niteleyeceğimiz Sanayi Devrimi ise sosyal yapılanmaya ekonomik etkenleri de dahil ederek güçlenmiştir. Modern devletin ortaya çıkması sonrasındaki bu gelişmeler, toplumun varolma-gelişme dinamiklerinde devletin birincil sorumlu taraf olduğunu desteklemiştir. Bireyin toplumsal yapıdaki yeri, toplumsal yapının devletteki yeri ve etkisi Devrim süreçlerinde doğrudan görülmektedir. Devletin tüm bireylerine karşı sorumluluğu, öncelikle bireyin bir yurttaş olarak yaşayabilme, barınabilme, beslenme, iş edinebilme ve varlığını sürdürebilme süreçlerinde birincil derecede önemli olduğu açıktır. Kamu hizmeti olarak tüm yurttaşlarına eşit olarak sunması ise ‘Sosyal Devlet’ anlayışında olsa dahi, bunun ardılında daha da üst düzeyde eşitlikçi ve daha da fazla hak-olanak sağlaması ile sosyalist yapıya dönüşümüdür. Sınıfsız toplum düşüncesi ise K.Marks’ın bir devletteki tüm yurttaşları eşit görmedir. Mülkiyetsizleştirme ise toplum içindeki 124 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World yurttaşların arasında eşitliğe engel olacak veya eşitliği bozacak en görünür unsur olması nedeniyle, ve rekabeti oluşturabileceği kaygısıyla da K.Marks doktrinine dahil etmiştir. Lenin–devrimci ve öncü bir parti kurma-proleter sınıf bilinci yaratmak ve bunu Sovyet devleti coğrafyasında uygulamak Berlin’de Clara Zetkin’in Ausgewählte Reden und Schriften, Band I de yayınlanan yazısı ise şöyle açıklıyordu Marksist tutumu; Elbette, Marks kadın sorunuyla "doğrudan", "yalnız onun üzerinde durarak" uğraşmadı. Bununla birlikte, kadının hak-eşitliği için eşsiz olanı, en önemli olanı yaptı. Materyalist tarih kavramıyla bize kadın sorunu üzerine eksiksiz formüller vermediyse de, daha iyisini verdi; onları bulmak ve kavramak için doğru, güvenilir yöntemi. Kadın-sorununu genel tarihsel gelişmesinin akışı içinde, tarihsel bağımlılığı ve haklılığı içinde, genel toplumsal bağlantıların ışığında açıkça anlamamızı, onun itici ve sürdürücü güçlerini tanımamızı, onların yöneldikleri amaçları, ortaya konan problemlerin ancak varlıklarıyla çözüme kavuştuğu koşulları bulabilmemizi yalnız materyalist tarih anlayışı olanaklı kılar. Ahlaki yasalara ya da tanrısal buyruklara göre yaratılmış olan o kadının ailedeki ve toplumdaki konumunun öncesiz ve sonrasız olduğu boşinanı parçalanıp toz oldu. Ailenin, öbür toplum kurumları ve varlık-biçimleri gibi sürekli bir oluşa ve göçüp gidişe uğradığı ve onlar gibi olan ekonomik ilişkilerle ve bu ilişkilerin desteklediği mülkiyet düzeniyle birlikte değiştiği açıkça ortaya çıktı. Ama bu değişmeyi yapan, o sırada üretim tarzını altüst eden ve onu ekonomi ve mülkiyet düzenine karşıt duruma düşüren ekonomik üretici güçlerin gelişmesidir. Sonra, devrimcileşmiş ekonomik ilişkilerin ve bağlantıların tabanı üzerinde insanların düşüncesinin devrimcileşmesi, toplumsal üstyapının kurumlarında ekonomik temele uygun değiştirmeleri yapma, mülkiyet biçimleri ve egemenlik ilişkileri içinde katılaşıp kalmış olanı giderme çabası tamamlanır. Yardımlarıyla bu çabayı başarıya ulaştıran, sınıfların savaşımlarıdır. Engels'in "ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni" üzerine yaptığı parlak incelemenin önsözünden biliyoruz ki, burada geliştirilmiş düşünce akışı ve görüş noktaları büyük kesimiyle, Marks'ın, son derece sadık ve dâhi bir vasiyet yerine getiricisi olarak sürdürdüğü kanıtıdır. ...’ (Engels F., 2012, 129-220) Liberal fikirlerin ortaya çıkışı, Avrupa’da feodalizm sonrası kapitalist toplumla gerçekleşmiştir. 17.yüzyıl İngiliz ve 18.yüzyıl Fransız devrimleri sonrasında ‘liberte’ ve birey oldukça önceliklenmiştir. Bir bütün olarak toplumun iyiliğini sağlamanın yolunun bireylerin kendi çıkarları peşinde izin vermekten geçtiği fikri,18.yüzyılda liberal düşüncenin temel taşı oldu.(Berktay F., 2008,59).Feodal sistemde üretim biçimi değişimi ile ‘liberal’ ekonomik bir kavrama dönüşmüştür. Marksizm düşünce ise ‘özgürlük’ merkezli ancak toplumun değil; öncelikli olarak ‘bireyin özgürlüğünü’ öncelikler. Çünkü liberal yaklaşıma göre ‘her kişi, doğuştan farklıdır. Ve tüm bireyler için tek bir hedef veya sonucu tercih etmek, istemek, bireyin özgürlüğü ile çakışmaktadır. Öncelik ‘birey’ ve ‘bireyin özgürlüğü’dür. Liberal düşünce esasında ‘Birey için iyi olan toplum için de iyidir.’ Temeline dayanır ve burada devlet d e bireylerin özgür girişimlerini gözeten, kontrol eden bir mekanizmadır. Neo-Liberal düşünceden ise 1980 sonrası dönem olarak bahsederiz; yenilenmiş liberalizm artık ‘yapısal dönüşümü’ ve ‘kurumsal reorganizasyonu’ kapitalist araçlarla gerçekleştirmek üzere donanmıştır. Devletin ekonomideki rolünün minimize edilmesi, yeni bireysel girişimcilere devletin boşalttığı alanların devredilmesi, devletin ve tüm kamu sahalarının –iş alanlarının azaltılması, kamu işletmelerinin özel sektöre ‘özelleştirme’ tekniğiyle sunulması, uluslararası mal serbestisine, uluslararası işgücü serbestisine ve uluslararası sermaye hareketliliğine açık bir devlet modelinin inşaası, neo-liberal politikanın araçları olarak geliştirilmiştir. 2. SOSYALİZM’İN MARKSİST-LENİNİST İDEOLOJİDE DEVLET VE YÖNETİM MODELİ Öncelikle Sovyetler Birliğinin kuruluş felsefesi ve temel ideolojisini açıklamak; o dönemin dünya siyasal sisteminin bilinmesini gerektirmektedir. Siyaset biliminde 19.yüzyıl, siyasal ideolojiler çağı olarak kabul edilir. Bu gelişimin önemli bir etkeni, 1770’lerde başlamış olan Avrupa merkezli bir Sanayi Devrimi sürecidir. Öncelikle yeni teknik buluşların üretim sürecine dahil edilerek geleneksel üretim tarzını (manifaktür) dönüştürerek makineleşme(machinizm) ile birlikte emek / ücret / kapital / hammadde gibi süreç dahilindeki değerlerin irdelenmesine, sorgulanmasına neden oldu. Burada klasik 125 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Liberal yaklaşım, kapital merkezli yeni sınıfsal düzeni kapital sahibi lehine değerlendirirken; K.Marks tarafından ‘üretim-emek-değer’ temelinde üretici güçler ve üretim ilişkileri bütünlüğünün anlaşılırlığı ve taraflılığını analiz ederek, buna bağlı olarak da özgün bir şekilde bir altyapı – üstyapı bağıntısını ilişkilendirmiştir. Marksist ideoloji farklı bir bakış açısı geliştirerek ‘emek-değer’ teorisi gibi emek merkezli ‘sınıfsız bir toplum’ ideali geliştirmiştir. 19. yüzyıldan 21.yüzyıla kadar geçen sürede bu siyasal yaklaşımlar, gelişen ekonomi politik, siyasal sistemler ve toplum-devlet yaklaşımı anlayışlarında değişimlere uğrayarak farklı devletler tarafından farklı uygulamalara konulmuştur.. Marksist yaklaşımı Rusya için uygulamaya dönüştüren V.İ.Lenin, 1917’de ‘sınıfsız toplum idealini’ Rusya Bolşevik Devriminde geniş ölçekte ortaya koyarken; Sovyet kadınının ülke içindeki durumu koşulsuz eşitlikçi, toplumun mihenk taşı niteliğinde toplumsal ve ekonomik hayata doğrudan tam zamanlı katılımı, iş ve yaşam koşullarının devlet tarafından üstlenilen merkeziyetçi bir düzende görülmektedir. ‘Sovyetler iktidarını sosyalizmin, emekçi yığınlar tarafından bulunan yoludur’ (Lenin V.İ.,1999,321) olarak tanımlayan V.İ.Lenin toplumsal yapının düzenlenmesinde C.Zetkin’den, A.Kollontay’dan gibi Rus ve Batılı sosyalist düşünürlerden ilham, destek ve görüş almıştır. Bilindiği üzere, SSCB var olduğu 1917 - 1991 yılları arasında ‘toplumsal eşitlikçi’ bir tutumla Kadın’a devrimin kalıcılığı, ekonomik kalkınmanın gerekliliği nedenleriyle de fiziksel durumu nedeniyle kolaylıklar sağlayarak özellikle modern hayatta önemli kamusal destekler sağlamıştır. Kadın’ın da, erkek gibi tek bir ‘proleter’ bütününde tanımlanması, kabulü ile serbest rekabete, liberal temelde farklılıkları gözetmeye, eşitsizliğin doğallığını kabule dayanan kapitalizmin yaşadığı sıkıntılar ı örnek alan V.İ Lenin ‘Savaşın zenginleştirdiği varlıklılar için zorunlu çalışma hizmeti uygulaması, yoksullar ve tüm çalışanlar için de sendikalarla emek üretkenliğini artırmak, çalışma disiplinini uygulamak için’ Rusya Komunist Partisi Tasarısı programının İktisadi bölümüne eklemiştir. Ekim Devrimi Dosyasında V.İ.Lenin şöyle yazmıştır; ‘Kadının durumunu alın: Dünyada, en ileri burjuva cumhuriyetlerinin hiçbirinde demokratik parti, bu bakımdan 10larca yıl boyunca, bizim iktidar yılımızdan başlayarak gerçekleştirdiğimiz şeylerin % de 1 ini bile yapmadı. Biz kadının eşitsizliği, boşanma engelleri, kadını kuşatan aşağılık formaliteler, evlilik dışı doğan çocukların yasal kabul edilmemesi, babalığın araştırılması gibi üzerindeki, burjuvazinin ve kapitalizmin yüzkarası olarak, bütün uygar ülkelerde birçok kalıntısı bulunan o iğrenç yasaları tepeden tırnağa, gerçekten ortadan kaldırdık. Bu alanda yapmış olduklarımızdan gurur duymakta 1000 kez haklıyız.’(Lenin V.İ.,1999,s. 537) Bütün özgürleştirici yasalara rağmen kadın, gene de evcil köle olarak kalıyor, çünkü kadını mutfağa ve çocuk odasına zincirleyen küçük ev işleri, güçlerini anlamsız bir biçimde verimsiz, önemsiz, sinir bozucu, alıklaştırıcı ve ezici bir çalışmada ziyan ederek, onu bunaltıyor, söndürüyor, kafasını kazana çeviriyor ve küçük düşürüyor. Kadının gerçek özgürleşmesi, gerçek komunizm ancak, iktidara olan egemen olan proleterya tarafından yönetilen yığının bu küçük ev ekonomisine karşı savaşımının ya da daha doğrusu söz konusu ekonominin büyük bir sosyalist ekonomi durumuna toptan dönüşümünün başladığı yerde ve başladığı zamanda başlıyor… 28.Haziran 1919’da yazmış Lenin bu düşüncelerle devlet-toplum, toplumsal yapı ve eşitlikçi zihniyetini bu şekilde ortaya koymuştur. Kamusal yemekhaneler, kreşler, çocuk bahçeleri, Dom-Piyonerof (Çocuk Kültür Eğitim Evi), sağlık evleri(kısa dönemli gereksinimler için), hastaneler ve sanatoryumlar (uzun dönemli gereksinimler için) şeklinde örnekleyerek, sıradan, gösterişten uzak olarak yapılanmıştır. Bu yapısal düzenleme, kadının gerçekten özgürleştirilmesine yönelik toplumsal üretim ve kamusal yaşam içindeki rolü bakımından kadının erkek karşısındaki eşitsizliğini ortadan kaldırmaya yönelik etkin araçlardandır. Ayrıca başta Sovyet temelindeki felsefi düşünceyle evrensel eğitim, kültür her Sovyet vatandaşı için önemsenen ve desteklenen ilk politikalardandır. Kırsaldaki yüksek nüfusun eğitimi de kentteki nüfusun eğitiminden az olmayacaktır kararı nettir. Önce Liberalizm, ardından dönüşen Neo- Liberalizm yaklaşımındaki devletlerde ise devletlerin kendi içişlerine bağlı olarak, konservatizm ve/veya gelenekselcilikle ve/veya sosyal devlet düşünceleriyle beraber katmanlaşmış toplumsal yapıda kapitalist düzen sağlanmıştır; burada ‘kadına yönelik politika’ konusunda gelişmiş devletler ile gelişmemiş devletlerarasında çok farklı uygulamalar gözlemlenmiştir. Kapitalist devlet modelinde burjuva aydınlarının başını çektiği sınıf, genellikle Anayasa yapıcı olmuştur; kadın ve erkek için çoğu kez ‘eşitlikçi’ demokratik haklar yasal olarak tanımlanmıştır. Bu tanımlar, yasalar olmasına rağmen kapitalist sistemin özünde olan başta ‘özel mülkiyet’ konusu, toplumsal yaşamda önlenemez bir rekabeti beraberinde getirmektedir. Kadınların ‘yeniden üretim’ (doğurganlık) nedeniyle evliliğe ve 126 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World evliliğin getirdiği ev işleri, ana çalışana destek ve onun tekrar işe hazırlanması işleri kapitalist dünya gerçeğidir. Bazen hayranlık bazen de eleştiri alan Sovyetler Birliği'nde toplumsal cinsiyet ilişkileri ile ilgili olarak ‘cinsiyetlerarası eşitlik’ düşüncesiyle gelişmeci bir yaklaşımda bulunulmuştur. Sovyet kadınının söylediği; "Bizim iffetli ve güçlü bir aile oluşturma amaçlarımız vardı!" Her vatandaşın eşit iş, eşit maaş, eşit hak, eşit eğitim, devletin imkanlarının eşit dağıtımı, eşit yaşama alanı ( konut edindirme ) şeklinde yasal hakları bulunmaktaydı. Örneğin; bir ailede kadın ve erkek çalışıyor. Bu durumda ailenin bir tek ‘konut’ verilme hakkı değil; aile içinde çalışan her bireyin bireysel olarak ‘konut edinme’ hakkı bulunuyor ve buna göre ev dağılımı yapılıyordu. Elbette bu durum ‘savaş hali’ veya diğer başka bir ‘force major’ durumu söz konusu değilken normal işleyen bir süreçti. Burada elbette Merkeziyetçi rejimden kaynaklanan sorunlar, tahsisatların yapılmasında uygulanan kriterler devletin, üretimin ve mevcut kaynakların yeterliliği oranında farklılık gösterebiliyordu. Sovyet sistemi ne ‘aileyi’ ne de ‘çocuksuzluğu’ teşvik etmedi. Ancak 1936 -1955 yılı arası isteğe bağlı kürtaj hakkına yasak koyulmuştur. Bunun nedeni ise 2.Dünya Savaşı süresince savaşta yitirilen yaklaşık 30 milyon Sovyet vatandaşının bir tür geri dönüştürülme sürecidir. Ancak bunun için aile kurulması ve çocuk sayısının artırılması hiçbir zaman devlet politikası haline gelmemiştir. SSCB dahilinde bulunan bugünkü Orta Asya Cumhuriyetleri olarak tanımladığımız egemenliklerini ilan eden beş devlet (Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan) deki nüfus yapısı ve aileiçi çocuk sayısına baktığımızda bu sayının Rusya Federasyonu içindeki çocuk sayısından en az 4 kat fazla olduğunu görebiliriz. Yani Moskova, Leningrad ve Baltık Ülkelerinde (Litvanya, Estonya, Letonya) bir kadının doğurma sayısı genel olarak 1, %25 oranında ise 2’dir. Kırgızistan’ başkenti Bişkek’de bir kadının çocuk doğurma sayısı ortalama 4, %25 oranında ise 6 çocuktur. Kırgızistan kırsal alanda yaşayan bir kadının doğurduğu çocuk sayısı ortalama 6, %25 oranında 8’dir. Burada geleneksel tutum ve davranışların etkin ve kabul edilmiş olduğunu söyleyebiliriz. Üstelik bu dönemde din faktörü etki aracı değildir. Bu nedenle bu kadar fazla çocuk sahibi olması için bir dönem ‘Aile Vergisi’ düşünülmüş olsa dahi, bu çocuk sayısına bakılmaksızın devlet yardımı kendiliğinden devam etmiştir. İlginç olan, Sovyetler Birliği, sağlıklı aktif bir anlatımla aslında - Geleneksel - aile hayatını, modernize etse de geleneksel aile yapısını da inkar edemez. Anti-Sovyet görüşler ise bu durumu hep ‘aile karşıtı’ olarak lanse etmeyi tercih etmişlerdir. Sovyet dönemi Kadın açısından erkeğe göre ek olarak sağlanan destekler: 2. Kürtaj Hakkı: Kadının isteğine göre kullanılan bir vatandaşlık hakkıdır. Sadece 1936-1955 yılında sağlık sorunu olmayanların dışında kürtaj yasak edilmiştir. 3. Çocuk Doğurma Hakkı ( Aile olma şartı olmaksızın ): Kadının serbest iradesine bağlıdır. 4. Boşanma Hakkı ( Kadının talebi önceliklenerek yasal süreç kolaylaştırılmıştır.) 5. Çocuk için kreş/ yuva/ okul/ yaz kampları/ yüksekokul eğitiminin sistemli/düzenli/disiplinli sağlanmış olması. Her Sovyet vatandaşının çocuğuna sağlanan bedelsiz hizmettir. 6. Tüm vatandaşlara devletin sağladığı karşılıksız olanaklar: 7. Barınma (Konut sağlama) = Her çalışan yurttaşa tahisi edilen apartman dairesi olan konutun tüm giderleri devletin sorumluluğundadır. Isınma, telefon, elektrik, soğuk ve sıcak su ( sıcak su sadece yıllık bakım nedeniyle Ağustos ayında 2 hafta bakım için kapatılır), apartman temizlik hizmetleri yine devlet hizmeti olarak sağlanmıştır. 8. Beslenme = Bebeğin doğumundan, gençlikten orta yaş ve emeklilikte ev adreslerine, kapıya kadar teslim edilen, ölümüne kadar talep edilen gıda tedarikinin devlet tarafından karşılıksız olarak sağlanmıştır 9. Sağlık = Bebeğin doğumundan ölümüne kadar geçen yaşam süresince tüm sağlık gereksinimlerinin eksiksiz olarak devlet tarafından karşılıksız olarak sağlanmıştır. 10. Eğitim = Her mahallede çocuklara kreşten itibaren, eğitim-bakım hizmetleri, ilk-orta-lisemesleki veya yüksek öğrenim, başarısına göre yüksek öğrenim sonrası doktora çalışması dahil olmak üzere tüm eğitim-öğretim hizmetleri; bu yıllar dahilindeki her yıl yaz kampları, alan ziyaretleri, staj programları dahil olarak karşılıksız olarak her gence sağlanması. Eğitim ve 127 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World öğretim dönemlerinde fizik-kültür salonları, yüzme ve jimnastik salonları, kayak pistleri de dahil olmak üzere herkese açık bir kamu hizmeti olarak sunulmuştur. 11. Çalışma alanı/ işyeri tahsisi: Mesleki eğitimini (ister Meslek-Teknik Lise = bu da Politeknik Okul olarak adlandırılmıştır.) veya yükseköğrenimini tamamlayan her gence mezun olduğu kurum, almış olduğu mesleki hizmete uygun olarak devlet tarafından işe yerleştirilmesi. 12. Ulaşım = Kentiçi tüm ulaşımın tüm öğrencilere ve emeklilere ücretsiz, çalışanlara ise çok düşük bir bedelle (metro, tramvay, otobüs için 5 kapik; 1 ruble = 100 kapik) sağlanmıştır. 3. SONUÇ Devletlerin gelişmişlik düzeylerine varsıllıklarına göre (GSMH yüksekliği gibi) kadın’ın üzerinde görülen bu yükler, kısmen hafifletilmektedir. İskandinav ülkeleri bu anlamda ‘Sosyal Devlet’ politikalarını yüksek maliyetlere rağmen yüzyıl boyunca uygulamaktadırlar. Kapitalizmin yapısı gereği ‘ekonomik kriz’in kaçınılmaz olduğu tarihsel süreçte dönemsel olarak izlenmiş ve ‘emek’ faktörü yıllar içinde hep kaybeden taraf olmuştur. Kadın ise ‘yedek işgücü’ olarak değerlendirilerek, ucuz ücretli emek şeklinde satın alınmış; ekonomik kriz bu şekilde aşılmıştır. Bu bağlamda, Kadın’ın varsıl olmama durumunda ‘evcil köle’ değerlemesi çok da yanlış değildir. 1917-1991 dönemi ‘Sovyet sistemindeki Kadın’ ile 1991 sonrası yeni egemen Rusya Federasyonunda ‘Kapitalist sistemdeki Kadın’ın toplum içindeki yeri, konumu, hakları karşılaştırmalı olarak açıklandığında Rusya Federasyonundaki kadın’ın yeri ve koşullarının ‘biçareliği’, ‘sınıfsal konumunun ikinciliği’,’toplumsal ve ekonomik alanda arka sıradaki’ yeri trajik olarak görülmektedir. ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ anlayışının hakimiyeti ile ‘ Sovyet tasarruflarının ve birikimlerinin saçılması’ dönemi 1991-1999 yıllarındaki B.Yeltsin’in başkanlık dönemidir. Yine aslında bu dönem aslında bir yanda ‘oligark’ yaratırken diğer yanda ‘emekçi’ sınıfın ayrıştırılması sürecidir ve ‘kendi haline terk edilen kadın, çocuk ve tüm emekçilerin hak ve onurlu statüsü’dür. 2000-2014 yıllarında ise Rusya Federasyonu yönetiminin doğrudan ‘neo-realist’ anlayışla yönetimiyle bir önceki on yıla oranla ülke içinde devletin sorumluluk alanında bulunan barınma, bayındırlaşma, sağlık, eğitim ve ulaşım hizmetlerinde göreceli bir iyileşme görülmektedir. Ancak ‘kadın hakları’ açısından sadece kısmi bir oranda çocuklar için iyileştirme sağlanabilmiştir. Diğer yanda, Milenyuma 1 kala Rusya Federasyonu Başkanlık görevine gelen V.Putin tarafından daha demokratik olmayan sıkı ve disiplinli bir devlet yönetimi anlayışı politik olarak gerçekleşmiş ve bu süreç halen devam etmektedir. ‘Rus Milliyetçiliği’ ve eski Sovyet sosyal yaşamına özendirilerek yapılmaya çalışılan toplumsal yenilenmede kısmen olumluluklar yaşanmakta ise de hiçbir zaman Sovyet sistemindeki gibi ‘eşitlikçi’ ve beraberinde korumacı bir anlayışla emeğin değeri hedeflenmemiştir. Bu çalışma, Sosyalist ideolojiyle yönetilen devlet ile kapitalist ideoloji döneminde kadın’ın hak bağlamında kayıp ve kazançlarını karşılaştırmalı olarak ortaya koymaktır. Sovyet sonrası dönemde açık ve net görülen, egemen devlet statüsüne geçen Rusya’daki kadın’ın emeği ve özgürlüğünün tarihsel süreçteki kaybını görebilmek acı ama gerçek bir örnek olaydır. Sovyet Kadınından Rus Kadınına dönüşümün, hazin ve onulmaz yara olduğu ise diğer bir gerçeğidir. Son olarak Marksist-Leninist düşünceyle oluşturulan Sovyet devletinde her iki cinsiyet için de devlet tarafından karşılıksız bir hizmet olarak sunulan eğitim-barınma-beslenme-iş edindirme- bireyin doğumundan ölümüne kadar geçen her süreçte bakımı ve desteği sadece devlet oluşturmasıydı. Arada parasal değerler yerinde görev ve işini yapma anlayışı ile ilgili geniş hizmet destek kesimi vardı. 1991’den itibaren Rusya’ya geri dönen kapitalist rejim kendini geliştirerek neo-liberal politik araçlarla donanmıştı. Neo liberal düşünce, örgütlenmiş, yapılanmış, uluslararası sisteme hakim olmuştu. Sermaye, üretimde veya hizmette kullandığı emeğin değerini belirleyen taraf olmuştu tekrar. 1917-1991 dönemi boyunca oluşturulan cinsiyetlerarası eşit haklar, federasyon yönetimde korunmaya dikkat edilse de, başta cinsiyetlerarası eşit oranda iş edindirme ve her yurttaşın çalışma şartı ortadan kaldırıldığı için kadınların aleyhine bir geri gidiş; ve aktif iş yaşamında kadın sayısının azalmaya başladığı bir süreç başlamış oldu. Kadın ve emek değerinin, neo liberal sistemde korunmayacağı veya dikkate alınmayacağı; yerine tüm çalışanlar için yüksek ve aksak rekabetin öncelikli olduğunu bir kez daha anımsatarak; neo liberal sistemde kadınların hak kazanımları için mücadeleye devam etmesinin gerekliliği aşikardır. 128 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World KAYNAKLAR Engels, F. (2012). Ailenin, Özel M ülkiyetin ve Devletin Kökeni. Ankara: Sol Yayınları. Engels, F(1991). His Life and Work.Progress Publishers.M oscow Gimpel, J., (2004). Ortaçağda Endüstri Devrimi. Ankara.TUBİTAK Hampsher-M onk, I. (2004). M odern Siyasi Düşünce Tarihi- Hobbes’tan M arx’a Büyük Siyasi Düşünürler. Istanbul:.ay Yayınları. Heywood, A.(2007). Siyasi İdeolojiler. İstanbul: Adres Yayınları. Lenin, V.I.(1990). Sobranya-v dvuh tomah. M oskva: Panorama Izdatelstva. Lenin, V.I.(1999). Ekim Devrimi Dosyası. Ankara: Sol Yayınları. M arx, K.(1991). His Life and work.Progress Publishers.M oscow M arx-Engels-Lenin(2002). Kadın ve Aile.Sol Yayınları.Ankara M ilova, M .L.(2006). İstoriya Rasii XX-donachala XXI veka. Eksmo.M oskova.Rusya. Örs, B.(2008). 19.yüzyıldan 20.yüzyıla M odern Siyasal İdeolojiler.Bilgi Üniversitesi yayınları.İstanbul Pereslegin, S.(2006). Samauchitel igrii na mirovoy şahmatnoy doske.Ast Izdatelstva. Terra Fantastica. M oskva. Rosen, M .-Wolff J. (2006). Siyasi Düşünce.Dost Yayınevi.Ankara. Sigankov, P.A.(2006), Teoria M ejdunaradnih Otnoşenniya.Gardariki.M oskva. 129 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Moda Fotoğrafçılığında Kadının Metalaşması ve Kadın Kimliğinin Oluşmasına Etkisi Fashion Photography And The Impact of the Commodification of Women formed the Women's Identity Emine Funda SEÇAL1 1Yüksek Lisans Öğr., İzmir Ekonomi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir-Türkiye, f.secal@yahoo.com.tr ÖZET: Temeli doğanın etkilerinden korunmak olan giyinme zamanla toplumsal bir nitelik kazanmıştır. Farklı olmak arzusu ‘moda ‘ kavramını ortaya çıkarmış ve bireyin kenidini ifade etmesi için evrensel bir dil haline gelmiştir. Fotoğrafçılık sanatı bu dilin evrensel olmasını sağlayan önemli bir araç olmuştur. M odayı belgelemekle beraber, bulunduğu dönemin ruhunu, toplumsal olayların etkilerini de göstermektedir. M oda fotoğrafı toplumun moda bilincini artıran ve tüm sosyo ekonomik sınıflara yayılmasını sağlayan kitle iletişim aracıdır. M oda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu araştırma moda fotoğrafçılığının gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafındaki konumuna ışık tutmayı hedeflemektedir. Anahtar sözcükler: M oda fotoğrafçılığı, moda, kadın kimliği, metalaşma ABS TRACT: The notion of "dressing" for humanity, started as protection from various natural effects, shaped by driving intentions of beauty, conspicuousness, lead to idea of discrepancy which constituted "fashion" as a concept. Photography has become an important tool which internationalizes fashion. By discovery of photos and cameras, these changes in fashion has become certifiable. Beside certificating fashion itself, photography externalizes the soul of era and social events, therefore, photography and fashion became to be nourishing from each other. By a brief help of photography, fashion has become to be stated much easier. In this article, how fashion sense is influenced by the visual usage of female body in fashion photography, will be examined, as well as mentioning how the fashion photographers handle women as consumption element by impressing women identity. Keywords: Fashion photography, fashion, woman identity, commodification GİRİŞ İnsanoğlunun vucudunu doğanın etkilerinden koruma düşüncesi ile ortaya çıkan ‘giyinme‘ kavramı, güzel görünme ve dikkat çekme arzuları ile daha iyi ve güzel olanı aramaya sebep olmuş, farklı görünmek isteği ile ‘moda’ kavramının oluşmasını sağlamıştır. Korunmak amaçlı başlayan giyim toplumsal bir nitelik kazanmış insanların toplumsal durumunu sembolize eder hale gelmiştir. Zamanla kişiliği ve stili yansıtan evrensel bir dil haline gelmiştir. Tarihi boyunca moda; akımlar, toplumsal ve ekonomik değişimler, teknolojik gelişimler gibi faktörlerin etkisiyle ve kendi doğası gereği değişmeye devam etmiştir.(Aydoğan,2011) Moda birçok düşünür tarafından farklı tanımlanmıştır. Thornstein Veblen “gereksiz ve nedensiz tüketim sembolü” olarak değerlendirmiş, Kant ise modayı ahlak açısından ele alarak “[…] temeli bencillik, kendini beğenme olan bir taklit türü” şeklinde sınıflandırırken belirli bir toplumsal işlevinin bulunduğunu da kabul etmiş, moda sürecinin çok çeşitli toplumsal işlevlere olumlu yönde hizmet ettiğini öne sürmüştür. Güngör Başer ise “[...] sürekli bir değişim süreci” olarak tanımladığı modayı, sosyal ya da ekonomik statü kazanmada toplumsal bir nitelik olarak değerlendirmiştir. (Karabulut, 2006) Fotoğraf makinesinin buluşuyla birlikte modadaki bu değişim belgelenebilir hale gelmiştir. Fotoğraf modanın evrenselleşmesi için önemli bir araç haline gelmiştir. Modayı belgelemekle beraber, bulunduğu dönemin ruhunu, toplumsal olayların etkilerini de göstermektedir. Moda ve fotoğraf birbirinden beslenen iki kavram haline gelmiştir. Fotoğraf modanın ifade edilmesi kolaylaştırmıştır. Modanın değişken yapısında, modayı görselleştirmek ve daha anlaşılır kılmak, moda fotoğrafçılığını beslemiş ve moda kavramı gibi hızlı ve değişken yapmıştır. Moda fotoğrafçılığı modanın belgelenmesine olan hizmetinin yanı sıra evrenselleşmesini sağlamıştır. Fotoğraf bilinç arttırıcı bir modernleşme olgusu olarak ele alınmaktadır.(Oral;2009) “İyi bir moda fotoğrafı, modanın fotoğrafından daha fazlasıdır.”(Sontag;1978) bu noktadan yola çıkarak, moda fotoğrafının iletilerini anlamak için dünya moda fotoğrafçıları ile Türk moda fotoğrafçılarının stilleri üzerinden kadının metalaşma süreci incelenmiştir Moda fotoğrafındaki duruşların nasıl mesajlar içerdiğini açıklayabilmek için, moda fotoğraflarında kullanılan kadın duruşları gruplandırılmış ve incelenmiştir. Moda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu araştırma moda fotoğrafçılığının gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafçılığındaki konumuna ışık tutmayı 130 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World hedeflemiştir. Türkiyedeki ve dünyadaki moda fotoğrafçılarının moda fotoğrafındaki eğilimlerinin analizlerini ortaya koyacaktır..Bu araştırma sonucunda, moda fotoğrafçılığnın kadın ve kadın vucudunu görsel olarak kullanarak moda algısını nasıl etkilediğinden bahsedilmektedir. Moda fotoğrafı ve moda fotoğrafçılarının kadın kimliğini nasıl etkilediğine ve kadını nasıl tüketim unsuru haline getirdiğine değinilmiştir. Kitle İletişim Aracı Olarak Moda Fotoğrafçılığı Moda, bulunduğu çağdan, savaşlardan, toplumsal olaylardan, akımlardan, güncel olaylardan etkilenen ve sürekli kendini yenileyen bir kavramdır. Kökeni latince olan Moda kelimesi ‘sınırlanamayan’ anlamına gelen Modus kelimesinden türetilmiştir. Modanın görselliğe dayalı bir kavram olması fotoğrafçılıkla ortak paydada buluşmalarını sağlamıştır. Zamanla birbirlerinden beslenen iki kavram olmuşlardır. Modanın sınırsız ve değişken yapısı, başlarda modayı belgeleme amacına hizmet eden moda fotoğrafçılığını, sürekli değişime ve yaratıcılığa zorlamıştır. Cansız mankenlerin üzerinde kıyafetleri göstermek yeterli iken, endüstrileşme sürecinin etkisiyle moda fotoğrafçıları farklılaşma arayışları içine girmiştir. Böylelikle fotoğrafçılığın içine yaratıcılık girmiştir. Moda fotoğrafçıları yaratıcılıklarını kullanarak fotoğraflarında kullandıklar ı ‘kadın’ imgeleri ile toplumla moda arasında bir iletişim sağlamıştır. Fotoğraf iletişim açısından etkili bir araçtır. Moda fotoğrafçıları, çektiği fotoğraflara anlamlar yüklemiş, her fotoğrafçı çalıştığı modacı ve moda markası ile kendi kadın kimliklerini yaratmış ve fotoğraflarında bunu anlatmıştır, bu açıdan modernleşme süreci içeresinde toplumun yönlendirilmesinde önemli rol oynamıştır. Modanın yayılımı üzerine savunulan kuramlardan biri olan ‘Kitle Pazarı Kuramı’ kitle üretiminin kitle iletişim araçları ile birleşip yeni tarzların bütün sosyoekonomik sınıflar tarafından bilinir hale geldiğini savunur(Ertürk,2011). Bu bağlamda moda fotoğrafı toplumun moda bilincini arttıran ve tüm sosyoekonomik sınıflara yayılmasını sağlayan kitle iletişim aracıdır. Etkili bir kitle iletişim aracı olan moda fotoğrafı görselleri ile rutin yaşamın her alanında karşılaşılaşılabilir hale gelmiştir. Moda dergilerinde, reklamlarda, billboardlarda, duraklar gibi birçok yerde karşılaşılır olmuştur. Moda fotoğraflarının her yerde karşılaşılabiliyor olması, toplum tarafından yarattığı imajın kabul edilip normalleşmesine ve zamanla bireylerin fotoğraftaki gibi olmaları için güdülenmelerini sağlamaktadır. Bu güdülenme, fotoğrafların ‘kadın’ üzerine kurgulanmasından kaynaklanmaktadır. Bu açıdan ele aldığımızda, moda fotoğrafının toplumda yeni kadın kimliklerinin oluşmasına sebeb olduğu görülmektedir. Kadının Metalaşması, Kadın Kimliğinin Yaratılması Tüketim toplumlarında arzu sürekli uyandırılmaya çalışılan tahrik edilen bir kavram olmuştur. (Aydoğan, 2011) Genellikle moda fotoğrafçıları, fotoğraflarında kadın ve kadın vucudunu kullanmıştır. Temelde amaç ürünü satmaktır, bu nedenle kadın vucudunun çekiciliği ve estetiğinden yararlanılmıştır . Böylelikle tüketim toplumu için kadın bir satış unsuru olmuştur. Kimi fotoğrafçı kadını romantik bir atmosfer içinde erişilmez bir zerafet içinde göstermiş, kimi dişiliğinin gücünden yararlanıp, vucudununun çıplaklığını göstererek seksi, çekici bir algı oluşturmuştur. Böylelikle kadın kimliğinin toplumda var olmasında etkileri olmuştur. Moda fotoğrafçılığı kadınların giyimleri ile kişilikleri arasındaki güçlü bağı ortaya koymuştur. Hangi kıyafetin nasıl görünmesini sağlayacağını fotoğraflarla vaat etmektedir. Moda fotoğrafçıları, kimi zaman güçlü bir kadın, kimi zaman zarif, kimi zaman doğal ve rahat bir kadın yaratarak giyim zevklerinin kişilikleri ile örtüştürmeye çalışılmaktadır. Moda fotoğrafı, fotoğrafçı ve moda markasının yaratmak istediği kadını, kulland ığı modelin duruşu, bakışı, mimikleri, fotoğrafın çekildiği ortam ile kodlandırarak ortaya koymaktadır. Böylece ortaya yeni kadın kimlikleri çıkmaktadır. Oluşturulan kadın kimlikleri toplumdan topluma değişebilmektedir. Bulunduğu çağdan, çevre faktörlerinden, siyasal olaylardan etkilenebilmektedir. Moda fotoğrafı, insanlar ı doğrudan etkilemekte, güzellik, beğeni, moda gibi algılarını değiştirebilmektedir. Önceleri kıvrımlı olan, balıketli beyaz tenli kadınlar güzel olarak lanse edilirken, günümüzde kadınlar ın ince belli ve zayıf olmaları gerektiği algısı yaratılmaktadır. Tüm bu algıların oluşması moda fotoğraflarında kullanılan kadın imgeleri sağlamaktadır. 131 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Moda Fotoğrafçılığında Kadın İmgeleri Moda fotoğrafçılarının kadın imgeleri değişkenlik göstermiştir. Başlarda kadını idealize edip ulaşılmaz, zerafetli göstermiş, stüdyoda fotoğraf çekmişlerdir. Stüdyoda çekilen fotoğraflarda kadınları dönemlerinin modern, kusursuz ve çekici kadınları olarak imgelemişlerdir. Fotoğraftaki kadınlar güzel olduğunun farkında olan, izleyici ile göz teması kuracak kadar özgüvenli ya da yüzünü çevirerek ulaşılmaz bir tavır sergilemektedir. Baron Adolph De M eyer, 1919 Baron Adolph De M eyer,1917 Daha sonraları gerçekçilik adına doğal ortamlarda, dış çekimler yapmışlardır. İdeal kadın figürünün daha gerçekçi, birey tarafından ulaşılabilir hale getirilmeye çalışılmıştır. Sosyal çevreler ve toplumun ileri gelenlerinin onaylayabileceği tarzda kadınlar seçilmiş ve fotoğrafların tarzı günlük manzaralardan esinlenilerek oluşturulmuştur. Fotoğrataki kadınlar vucut dilleri ile, daha mütasıp, davetkar olmayan duruşlar sergilemektedir, izleyiciye direk bakan duruşlar sergilenmemektedir. Başların eğik olması ve dizlerin birbine yakın tutulması masum ve mütasıp bir mesaj içermektedir. Edward Steichen,1926 Toplumsal olaylar, savaşlarında etkileri fotoğrafçılıktaki anlatımları da zaman içinde değişmiştir. 1960 lardaki cinsel devrimden etkilenilmiş ve moda fotoğrafçılığında cinsellik temalarıda görülmeye başlanmıştır. Bu döneme kadar vucut duruşları ile masumiyet, zerafet, gibi elit kavramlar vurgulanırken, cinsel devrim sonrası cinsellik, çekicilik ve çıplaklık kavramları karşımıza çıkmıştır. 132 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 1920 lerin sıradanlaşmış kadınlık imgesinden sıyrılınmıştır. Erkeklerin cinsel arzuları üzerine yoğunlaşılmış, fetişizm kavramı moda fotoğrafına girmiştir. Moda fotoğraflarındaki kadın imgesi, kışkırtıcı, cinsel göndermeler içeren vucut diline sahip haline gelmiştir David Bailey, 1965 Guy Bourdin, 1977 Moda fotoğrafı modanın yarattığı kadın imgesini görsellik ile desteklemekte ve güzellik kavramının moda akımları çerçevesinde değişimini sağlayabilmektedir. bu değişimi sağlayabilmek için temelinin mitolojik güzellik algısına dayanan duruşlar ile sağlayabilmektedir. Antik çağlardan beri insanoğlunun kadın vucudu ve güzellik kavramları ile ilgili dönemsel olarak değişsede ortak algıları vardır. Her dönemin kendi içinde ideal kadın güzelliği vardır. Birçok sanatçı tarafından güzellik kavramı tasvir edilmiştir. Botticelli’nin “Venüsün Doğuşu’’ tablosu gibi. Mitolojik olarak Venüs güzelliği simgeleyen kadın olarak mitleşmiştir. Bu bağlamda ideal güzellik kavramı ile Venüs ile direk bir bağlantı kurmak mümkün olmaktadır. Moda fotoğrafçılığındaki kadın imgelerinin dönemleri ve içerdiği kadın kimlik kodlarını incelerken moda fotoğrafçılığının mitolojiden beslendiği açıkça görülmektedir. Güzellik tanrısı olarak simgelenen ‘venüs’ birçok moda fotoğrafına ilham kaynağı olmuştur. Botticelli’nin Venüs’ün Doğuşu tablosundaki güzellik tanrıçası Venüs’ün duruşu moda fotoğrafçıları tarafından kadınlara güzellik kavramını bağdaştırmak için kullandıkları önemli bir moda fotoğrafı duruşu haline gelmiştir. Bu duruşu birçok moda fotoğrafçısı kullanmaktadır. Bu duruş izleyiciye Venüs’ü çağrıştırdığı için güzellik algısı yaratmaktadır. 133 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World . M ert Alaş, 2010 Sandro Botticelli,1482-1486 134 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World M ert Alaş, 2011 Alexsandre Cabanel ,1863 Moda fotoğrafının anlatım biçimi modanın değişiminden etkilendiği gibi moda fotoğrafını çeken fotoğrafçının tarzından da etkilenmektedir Man Ray Man Ray fotoğraflarında kural bozucu bir tavır sergilemiştir. Kadının bedenini parçalayarak çekmiş ve böylelikle vucudun farklı yerlerine yeni anlamlar yüklemiştir. Kadın vucudunun parça parça çekilmesi her bir parçayı arzulanır hale getirmiştir. Bu bağlamda moda fotoğrafçısı Man Ray fetişizm akımının öncülerindendir. Man Ray fotoğraflarında genellikle fetiş ögeler kullanmıştır. yarattığı kompozisyonlar ve seçtiği neslelerle kadının cinselliğini vurgulamıştır. Kadın bedenini başan çıkarıcı göstermiştir. Ray, M , 1926 Noire et Blanche 135 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Man Ray’in Noire et Blanche adlı fotoğrafında fetiş nesne olarak Afrikada bir kabileye ait olan ölüm maskesini kullanmıştır. Kadın sade ve ve gözleri kapalıdır. Gözlerinin kapalı olmasını ölümle bağdaştırmıştır. Aynı zamanda maske şeklindeki soyutlama aracılığıyla, şekilsel mükemmellik, simetrik özellikler, anlam bütünlüğü oluşturmuş ifadeler ve kadınların fetişleştirilmiş imgelerinin açık sembolleri olan bedenin parçalı yapısı bir araya getirilmişti (Aydoğan, 2011). Man Ray’in kadınları cüretkar, kendinden emin, seksi bir imaja sahiptir. Birçok fotoğrafında fetiş ögeler kullanmasının yanı sıra kadınların vucudunu da fetiş öge olarak kullandığı görülmektedir. M an Ray,1929 M an Ray,1925,Violon d’Ingres Mert Alaş Mert Alaş ‘nü’ fotoğraflara ağırlık vermektedir. Kadın ve kadın vucudunu seksi gösteren ve sınırları zorlayan bir tarza sahiptir. Mert Alaş, fotoğraflarında kadını genel olarak maskülen bir kadınsılığa büründürmüştür. Fotoğraflarında venüs duruşunu kendi tarzı ile yorumlamaktadır. Mert Alaş’ın kadınları, maskülen görünümünün altında dişiliğin baskılı bir şekilde vurgulandığı, kendine güvenen, seksi, cüretkar, güçlü kadınlardır. M ert Alaş,2014 M ert Alaş,2014 136 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World SONUÇ Modayı belgelemek olarak başlayan moda fotoğrafçılığı endüstirinin etkisi ile rekabet ortamının doğması sonucunda farklılık yaratmaya ihtiyaç duymuş ve yaratıcılık kavramı moda fotoğrafına dahil olmuştur. Moda fotoğrafçılığın temeli ürünü satmaktır bu nedenle ürünü en cazip şekilde tüketiciye sunmayı hedeflemiştir. Moda fotoğrafı, moda ile tüketici arasında bir iletişim oluşturmuştur. Bu iletişimi oluşururken genellikle kadın ve kadın bedenini kullanmıştır. Kadın ve kadın bedenini metalaştırarak bir tüketim sembolü haline getirmiştir. Kadına, kadını izletmiştir. Moda tasarımcıları ve moda markaları sahip oldukları marka kimliklerini moda fotoğrafı ile tüketiciye anlatmıştır. Moda fotoğrafçısı yarattığı hikayeler ve kurguladığı fotoğraflarla tüketiciye fotoğraftaki görünümü, hayatı vaat etmektedir. Kadının nasıl giyinmesi, nasıl durması hatta nasıl bakması gereketiğine kadar tüm kimlik kodlarını vererek yarattığı imajı satmaktadır. Bu nedenle kıyafetin detayından çok fotoğrafın izleyiciye verdiği ruh hali, imaj önemli olmuştur. Moda fotoğrafında izleyicide oluşuracağı etkiye daha çok önem verilmektedir. Moda fotoğrafçıları, izleyicide istedikleri etkiyi yaratabilmek için gerek mitolojik duruşlardan, gerekse fotoğraf karesinde kullandıkları objelerden faydalanmışlardır. Fotoğrafçılığın başından beri kadın kullanılmıştır. Kadınlar üzerinden toplumun moda ve güzellik algısı yönlendirilmiştir. Güzellik algısı çağın olaylarına, toplumsal ve siyasi etkenlere, çevre gibi bir çok faktörden etkilenmiş ve toplumdan topluma farklılık göstermiştir. Moda fotoğrafçılığında kadının metalaştırılması hakkında yapılan bu araştırma moda fotoğrafçılığının gelişim sürecine ve kadının moda fotoğrafçılığındaki konumuna ışık tutmayı hedeflemiştir. Bunun yanısıra Moda fotoğrafının modanın evrenselleşmesindeki etkilerinin araştırılabilmesine katkıda bulunacaktır. Buna ek olarak moda fotoğrafının moda alıcılarının seçimlerine etkilerinin araştırılmasına katkıda bulunacaktır. KAYNAKLAR Kitap: Benjamin, W,2009, Fotoğrafın küçük Tarihi,Fotoğraf Neyi Anlatır,Hayalbaz Clarke G. 1997, What Is A Photography?,The Photograph,Oxford University Press Demarchelıer,P. 1991, Fashion Photography,Brown& Company (Canada) Limited Joblıng,P 2009,Bodylines: Identity and Otherness in Fashion Photography,Fashion Spreads Word And Image In Fashion Photography Since 1980,Joanne B. Eicher, Regents’ Professor, University of M innesota Devlın,P. 1979, Photography and Fashion, Vouge Book Of Fashion Photography, The Conde Nast Publications Makale: Coşgun,M ,2012,Popüler Kültür Ve Tüketim Toplumu,Yaşam Bilimleri Dergisi,Batman Üniversitesi,Cilt1,Sayı1 Demircan, M . 2012, M itolojik Kadın Figürü Ve Dergi Kapaklarındaki Göstergeler Kula Demir N. , Yiğit Z., 2013, Reklam Fotoğraflarında Kadın Bedeninin Değişimi, International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/6 Spring Ertürk,N,2011,M oda Kavramı,M oda Kuramları Ve Güncel M oda Eğilimi Çalışmaları,Güzel Sanatlar Fakültesi Hakemli Dergisi,Süleyman Demirel Üniversitesi Kanlı İ. ve Dikmen F. 2012, Kadının ‘M etalaştırılma’ Sorununun Sosyal M edya Üzerinden Okunması Ala Loca Üzerine Bir İnceleme, İletişim Çalışmaları Dergisi, İstanbul Arel University, Sayı: 3 M uraz Ö. 2009, Nur Koçak’ın Pop Sanat, Foto-Gerçekçilik, Feminist Sanat Ve Posta Sanatı İçerisinde İncelenmesi,Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim – İş Eğitimi Anabilim Dalı Özüdoğru,Ş,2009,M oda Fotoğrafında Beden Dilinin Kullanımı Ve Örnek Bir Çözümleme,Uluslararası Katılımlı Güzel Sanatlar ve Tasaım Sempozyumu,Anadolu Üniversitesi,Eskişehir Tez: Aydoğan N. 2011, M oda Fotoğrafında Bir M eta Olarak Kadın, M armara Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Fotoğraf Anasanat Dalı. İnternet: www.nigelip.com www.vogue.com www.wikipedia.org 137 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğünde Kadın İstihdamı Adana Province of Food, Agriculture and Livestock Directorate of Women's Employment Emine URUK1 , Fatma YENİLMEZ2 Dr., Ziraat M ühendisi, Gıda, Tarım ve Hayvancılık M üdürlüğü, Adana, ealtinkaya@hotmail.com Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Tufanbeyli M eslek Yüksekokulu, Adana, fyenilmez@cu.edu.tr 1 2Yard. ÖZET: Kadınların ve erkeklerin hak ve özgürlüklere eşit düzeyde sahip olma durumları, ülkelerin sosyal ve ekonomik kalkınma düzeylerinin göstergelerinden bir tanesidir. Gelişmiş ülkelerde kadınların eğitimde, istihdamda, karar alma mekanizmalarında eşit oranda yer aldığı, az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde ise sosyal ve ekonomik alanlarda eşit oranda yer almadığı gözlenmiştir. Kadınların işgücüne katılımının ve istihdamının artırılması, bireysel ve toplumsal açıdan kalkınmanın gerçekleştirilebilmesinde ve gelişmişlik seviyesine erişimde önemli bir unsurdur. M evcut araştırmada Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık M üdürlüğü’nde çalışan toplam personel sayısı, çalışan personellerin pozisyonları ve bunların ilçelere göre dağılımları ve kadınların bu dağılımdaki payları araştırılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre toplam 960 çalışan personel bulunduğu, bunlar içerisinde çalışan kadınların payının %25 olduğu belirlenmiştir. Çalışanlar arasında kadın yöneticilerin, mühendislerin, veterinerlerin, işçilerin, teknikerlerin, teknisyenlerin, memurların, targel ve 4/C’li çalışanların yer aldığı tespit edilmiştir. Araştırmada, erkeklerin çalıştığı tüm pozisyonlarda kadınların da görev aldığı belirlenmiştir. Ülkemiz nüfusunun yarısını oluşturan kadınların iş hayatındaki mevcudiyetinin arttırılması, hem kişisel ve sosyal gelişim, hem de aile ve ülke ekonomisinin gelişimi açısından oldukça önemlidir. Gelişmişlik düzeyine ulaşmak isteyen ülkelerin kadın istihdamına yeterli düzeyde önem vermeleri gerekmektedir. Anahtar kelimeler: Kadın, istihdam, çalışma hayatı. ABS TRACT: Equal rights and freedoms of women and men are the most important indicators of social and economic development level of the countries. Women have equal rights to education, employment and decision-making in developed countries, while in undeveloped or developing countries is not the case. Increasing the participation of women's labour force and employment is an important factor for the realization of the individual and social development and access to developmental level. In the present study, Adana Directorate of Provincial Food Agriculture and Livestock of the total number of employees and their position, distribution of according to districts and share of women's in this distribution were investigated. According to research results a total of 960 employees have been found and the share of women working in them was determined to be 25%. It was identified that, the women managers, engineers, veterinarians, workers, technicians, civil servant s, targel and 4/C employees included. In the study, it was determined that the women and men works in all positions but different ratio. The half of the population of our country is women. For that reason, the presence of women in business must be increased for both personal and social development, as well as for the development of the family and the economy. Countries that want to develop must give sufficient attention to women's employment. Keywords: Woman, employment, work situation. 1. GİRİŞ Dünya nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan kadınlar, hem toplumsal alanda hem de ekonomik alanda erkeklerle birlikte yerini alsa da, ekonomik yaşama katılımları ile toplumsal ve ekonomik kalkınmadan yararlanma düzeyleri aynı oranda değildir (Kocacık ve Gökkaya, 2005). Bir ülkedeki kadınların ekonomik ve sosyal hayata erkeklerle eşit oranda ve etkin bir şekilde katılıp katılmadığı, refahtan kendi payına düşeni ne oranda aldığı, ülkelerin gelişmişlik düzeyinin en önemli göstergelerinden birisidir. Az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde kadınların eğitime, istihdama ve karar alma mekanizmalarına eşit oranda katılmadığı gözlenmektedir. Gelişmiş ülkelerin hemen hepsinde ortak olan nokta ise bu ülkelerdeki yüksek kadın istihdam oranlarıdır (Anonim, 2015). Kadınların çalışma hayatında yer alması; toplumsal ve ekonomik kalkınmanın sağlanmasında, bireysel ve toplumsal açıdan sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilmesinde, işsizlik ve yoksulluk sorununun çözümünde önemli rol oynamaktadır. Diğer taraftan istihdama katılım, kadınlarda ekonomik özgürlük, toplumsal statünün yükselmesi, yeni bir sosyal çevre kazanma, kendine güven ve kişilik gelişimine katkıda bulunmaktadır. Kadınların iş gücüne dolayısıyla ekonomiye kazandırılması; kalkınmanın hızlandırılması ve büyümenin dengeli bir yapıya kavuşması açısından önemli ve ülke ekonomisi için bir kazanç olacaktır (Işık, 2015). Bu araştırmada, Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde çalışan personel sayısı, bunların pozisyonları ve ilçelere göre dağılımları, kadınların bu dağılımdaki yeri araştırılmıştır. 138 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 2. ÇALIŞMA HAYATINDA KADININ YERİ Bir toplumun sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan gelişmesi her şeyden önce toplumu oluşturan bireylerin eşit olanaklara sahip olması ve bireylerin tüm olanaklardan eşit olarak yararlanmasından geçmektedir (Oğuz ve Kan, 2011). Günümüz toplumlarında refah seviyesinin yükseltilmesi ve kalkınmanın sürdürülebilmesi için kadın istihdamı büyük önem arz etmektedir (Korkmaz ve ark., 2013). Geçmiş dönemlerde kadınların işgücüne katkısı, tarımda erkeklerle beraber aile geçimini sağlamak şeklinde olmaktaydı. 1927 yılında nüfusun %90'ı tarım, %10'u sanayi ve hizmet sektöründe çalıştığı bilinmektedir. 1950-1960’lı yıllarda tarım sektöründeki nüfus azalmaya başlamış, özellikle 1980’li yıllardan sonra, sanayileşme hızının artmasıyla tarım sektöründeki nüfus %50'nin altına düşmüştür. Kadının kırsal alanda üstlendiği en önemli rol, tarımsal üretimdedir (Göncü, 2007). Kırsal alanda çalışan kadın, hane içinde üretime yönelik emek yoğun işlerde çalışırken, erkek ev dışı veya pazara yönelik, satış, hayvan sağlığı vb. işlerde ağırlıklı olarak yer almaktadır. Kadınlar, iş bölümü bakımından ücretsiz işgücü, çoğu zaman yardımcı pozisyonunda görülmektedir (Koluman Darcan ve ark. 2009). Türkiye’de 2000 yılı sonrası; ekonomik, sosyal ve siyasal alanda köklü değişim ve dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu değişim süreci, kamunun iktisadi sistemdeki etkinliğinin azalmasına, tarımın göreceli olarak önemini kaybetmesine neden olmuştur. Ekonomideki yapısal dönüşüm ve yaşanan krizler nedeniyle, işsizlik olgusu hızla artmış ve toplumsal refah düzeyi bundan olumsuz yönde etkilenmiş, bu durum toplumu kronik bir yoksulluğun kucağına iterken, sosyal sorunların derinleşmesine neden olmuştur. Ekonomideki yapısal sorunlar ve izlenen politikalar, işsizliği azaltmada yetersiz kalmıştır. Kadın işgücü, genişleyen istihdam ve işsizlik sorunundan en fazla etkilenen kesimde yer almıştır (Karabıyık, 2012). Günümüz Türkiye’sinde 2013 yılında %49,8 kadın ve %50,2 erkek nüfus mevcut iken, bunların istihdama katılım oranı; erkeklerde %65,2, kadınlarda ise %27,1 olmuştur (TUİK, 2014, Şekil 2.1). Şekil 2.1. Türkiye 2013 Yılı Erkek ve Kadın Nüfusu Tüm yaş grupları dikkate alındığında erkeklerin iş gücüne katılma oranı kadınlara göre daha fazla olmaktadır. İşgücüne katılma oranı kadınlarda %30,8 iken, erkeklerde %71,5 ile kadınların 2,4 katı kadardır. Genç işsizlik oranı erkeklerde %17 iken kadınlarda %21,9 olmuştur. Kadınlarda eğitim seviyesi yükseldikçe çalışma hayatında yer alma oranı artmaktadır (TUİK, 2014). 2013 yılında Avrupa Birliğine (AB) üye ülkelerde (28 ülke) ortalama kadın istihdam oranı %58,8’dir. AB üyeleri arasında bu oranın en yüksek olduğu ülke %72,5 ile İsveç iken en düşük olduğu ülke %39,9 ile Yunanistan’dır. AB üyesi ve aday ülkeler arasında kadınların iş gücüne katılma oranı yüzde altmışlara ulaşırken, ülkemizde bu oranın oldukça düşük olduğu görülmektedir (Kadın İstihdam Raporu, 2011). Bunun altında yatan sebepler arasında; kırsal kesimden kente göç, tarımsal yapıdaki çözülme, geleneksel aile yapısının zayıflaması, kadınların eğitim olanaklarından daha az yararlandırılması, 139 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ev içerisindeki sorumlulukların fazla olması, aile içerisinde çocuk bakımının kadınların üzerinde olması, aile ve çalışma hayatının dengelenmesinde yaşanan sıkıntılar sayılabilir (Karabıyık, 2012). Kadın ve erkek arasındaki cinsiyet ayrımının bütün toplumlarda bir rol ayrımına yol açtığı, bu rol paylaşımı ile kadının ev ve özel yaşamla sınırlandığı, erkeğin ise toplumda evin ekmeğini kazanan, aile gelirini temin eden, kararlarda söz sahibi olan bir güç olarak etkin bir rol olması dezavantaj olarak görülmektedir. Kadın; eğitimde, çalışma hayatında ve çalışmasının karşılığını almada, toplumsal etkinliklere katılmada hep kadın olduğu için engellenmiş ve sınırlandırmıştır. Kadınların istihdama katılımlarının düşük düzeyde gerçekleşmesi, hem kadınların yapabilirlikleri önünde önemli bir engel teşkil etmekte, hem de sosyal kalkınmanın gerçekleşmesini imkânsız kılmaktadır (Karabıyık, 2012). Gelir getirici faaliyetlere katılmanın kadınlarda özgüveni arttırdığı, aile içindeki güç dengelerini değiştirip paranın nasıl harcanacağı ile ilgili kararlara daha fazla katılımlarını sağladığı, ayrımcılıklara karşı haklarını korumadaki beceri ve isteklerine katkı sağladığı belirtilmektedir (Zihnioğlu, 2013). Kadın işgücünün çalışma hayatına dâhil edilmesi ve bu yönde politikaların izlenmesi ülke kalkınması açısından son derece önemlidir. 3.Adana İl Gıda, Tarım Ve Hayvancılık Müdürlüğü Çalışanları İçerisinde Kadın Çalışanların Yeri Yapılan araştırmada, Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde (AGTHM) çalışan toplam personel sayısı, çalışan personellerin pozisyonları ve bunların ilçelere göre dağılımları ve kadınların bu dağılımdaki payları incelenmiştir. Araştırma sonuçlarına göre; AGTHM’de toplam 960 çalışan personel bulunduğu, bunlar içerisinde kadın yöneticilerin, mühendislerin, veterinerlerin, işçilerin, teknikerlerin, teknisyenlerin, memurların, targel (Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından yürütülen, 2003 yılından bu yana 10 bine yakın ziraat mühendisi ve 5 bin veteriner hekimin ilçe ve köy bazlı olarak yurdun değişik yerlerinde görevlendirilmesi ile gerçekleştirilen projede çalışan kişiler) ve 4/C’li (Geçici personel, bir yıldan daha az süreli veya mevsimlik hizmet olduğuna Bakanlar Kurulu’nca karar verilen görevler ve belirtilen ücret ve adet sınırları içinde sözleşme ile çalıştırılan ve işçi sayılmayan kişiler) çalışanların yer aldığı tespit edilmiştir (Adana Tarımsal Veriler, 2014, Şekil 3.1). Yapılan araştırmalar sonucunda, AGTHM’de 1 il müdürü, 3 il müdür yardımcısı, 9 şube müdürü ve 15 ilçe müdürünün bulunduğu, bunların %0,3’lük kısmını kadın yöneticilerin oluşturduğu belirlenmiştir. Bu verilere göre, kurumda yöneticilik yapan kadın sayısının oldukça az olduğu görülmektedir Kurum çalışanları içerisinde yoğunluğu mühendis ve işçilerin oluşturduğu tespit edilmiştir. Toplam personel içerisinde çalışan kadınların mevcut payının %25 ile çalışan erkeklerin oranından daha az olduğu belirlenmiştir. 140 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Şekil 3.1. Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde Çalışan Personel Dağılımı. AGTHM’de şubelere göre personel dağılımı incelendiğinde, toplamda 342 çalışan personel bulunduğu, çalışanların yoğun olarak Bitkisel Üretim ve Bitki Sağlığı Şubesi ile İdari ve Mali İşler Şubesi’nde çalıştığı gözlenmiştir. Şubeler bünyesinde çalışan kadınların %27’lik bir dilime sahip olduğu belirlenmiştir (Şekil 3.2). Şekil 3.2. Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü, Şubelere Göre Personel Dağılımı. 141 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadın Erkek Toplam Şekil 3.3. İlçelere Göre Personel Dağılımı. AGTHM’e bağlı 15 ilçe müdürlüğünde toplam 590 kişi çalışmakta olup, bunlar arasında en fazla personelin %16’lik oranla Yüreğir ilçesinde olduğu ve Ceyhan ilçesinin %12’lik oranla ikinci sırada yer aldığı saptanmıştır. İlçe müdürlüklerinde çalışan kadın personelin %25’lik oran ile erkeklerden daha az olduğu ve kadınların erkeklerin çalıştığı bütün pozisyonlarda görev aldığı belirlenmiştir (Şekil 3.3). Şekil 3.4. İlçe Müdürlüklerinde Çalışan Kadınların BulunduğuKadrolar. 142 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Şekil 3.5. Kadın Çalışanların İlçelere Göre Dağılımı. İlçe Müdürlükleri bünyesinde çalışan kadın personel sayısının % 22’lik pay ile en fazla Yüreğir İlçesinde olduğu ve kadın çalışanlar içerisinde en fazla targel mühendislerin (%34) bulunduğu belirlenmiştir (Şekil 3.4, Şekil 3.5). 4. SONUÇ Adana İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık Müdürlüğü’nde 960 personelin bulunduğu ve çalışan personel içerinde kadınların ¼ oranında olduğu tespit edilmiştir. Yapılan araştırma, mevcut kurum içerisinde erkeklerin çalıştığı bütün pozisyonlarda kadınların da çalışabildiğini göstermiştir. Türkiye nüfusunun yarısını oluşturan kadınların istihdama katılım payının arttırılması, kişisel ve toplumsal gelişimin sağlanmasında, aile ve ülke ekonomisinin kalkınmasında, işsizlik ve yoksulluk sorununun çözümünde önemli katkılar sağlayacaktır. Günümüzde ülkelerin gelişmişlik düzeyine ulaşabilmeleri, öncelikle kadın istihdamına yeterli düzeyde yer vermeleriyle mümkün olabilecektir. 5. KAYNAKLAR Adana Tarımsal Veriler, (2014). T.C. Adana Valiliği İl Gıda, Tarım ve Hayvancılık M üdürlüğü Verileri. Anonim, (2015). Her Alandaki Kadın İstihdamının Artırılması ve Çözüm Önerileri Komisyon Raporu, Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Yayınları, no: 12. http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/komisyon_ raporu_2014_1.pdf. Erişim: 10.03.2015. Göncü Karakök, S., (2007). Small Scale Cattle Farmers and Their Sustainability in Lowland Villages of Adana Province. Livestock Research for Rural Development 19 (6). http://www.cipav.org.co/lrrd/lrrd19/ 6/kara19087.htm. Erişim: 02.03.2015. Işık, F., (2015) Kadınların Ekonomideki Yeri ve Önemi. https://anahtar.sanayi.gov.tr/tr/News/kadinlarin-ekonomideki-yeri-veönemi/1968. Erişim: 10.03.2015. Karabıyık, İ., (2012). Türkiye’de Çalışma Hayatında Kadın İstihdamı. M armara Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi Cilt XXXII, Sayı I, S. 231-260. Kocacık, F. ve Gökkaya, V.B. (2005). Türkiye’de Çalışan Kadınlar ve Sorunları, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 6, Sayı 1. Koluman Darcan, N., Göncü Karakök S., Konyalı, A., (2009). Hayvansal Üretimde Kadının Rolü ve Statüsü. 6. Ulusal Zootekni Kongresi, 24-26 Haziran, 2009, Erzurum. Korkmaz, M ., Akalahan, N.D., Cesim, D.T., Yücel, A.S Ve Aras, G., (2013). International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 8/9 Summer 2013, p. 1845-1863, Ankara. Trc1 İpek Yolu Kalkınma Ajansı, (2011). Kadın istihdam raporu, Gaziantep, s.1. Tuik, (2014). İstatistiklerle Kadın, Ankara. Türkiye İstatistik Kurumu Haber Bülteni, s:18619. http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=18619. Erişim: 17.03.2015. Oğuz, C Ve Kan, A. (2011). Konya İli Seydişehir İlçesi Yaylacık Köyünde Bahçe Tarımında Kadınların Rolü ve Etkinliğinin Ölçülmesi. http://www.tepge.gov.tr/Dosyalar/Yayinlar/bdd878e34f3b448ea775410bbcf34278. pdf. Erişim: 10.03.2015. Zihnioğlu, Ö. (2013). Kadın güçlendirilmesi ve istihdam, İstanbul kültür üniversitesi, küresel eğilimler serisi, çalışma kağıdı no.8, s.2. http://www.gpotcenter.org/ dosyalar/KE-8_ 2013_Zihnioglu.pdf. Erişim: 07.03.2015. 143 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kırsal Kesimdeki Kadının Sorunları ve Çözüm Önerileri Women's Problems and Solutions in the Rural Area Emine YILMAZ1 , Gülen ÖZDEMİR2 , Funda ER ÜLKER3 Yard. Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tekirdağ-Türkiye, emineyilmaz@nku.edu.tr Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tekirdağ- Türkiye, gozdemir@nku.edu.tr 3Öğr. Gör., Namık Kemal Üniversitesi, Hayrabolu M eslek Yüksek Okulu Tekirdağ-Türkiye, ferulker@nku.edu.tr 1 2Doç. ÖZET: Kırsal kesimdeki kadının çalışma hayatına girişi kentte yaşayan kadınlara nazaran daha erken tarihlerde gerçekleşmiştir. Kırsal yörelerin temel ekonomik faaliyeti ve istihdam kaynağı olan tarımsal üretim, kırsal alan kadının ev içinde gerçekleştirdiği işlerin yanında, çoğu kez birbirinden ayırt edilemeyen kadının asli görevleri halini almıştır. Genellikle, ücretsiz aile işçisi konumundaki kırsal kadın sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim gibi sosyal imkanlara, finansal kaynaklara, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olmaksızın çalışarak ekonomiye katkı sağlamasına rağmen, kendi emeği üzerinde söz sahibi değildir. Türkiye nüfusu 2013 istatistiklerine göre 76.667.864 kişidir. Nüfusun %50.2’sini erkekler, %49.8’ini ise kadınlar oluşturmaktadır. Erkeklerin yaklaşık 29 milyonu kadınların ise 30 milyonu 15 yaş üstündedir. 15 yaş üstündeki kadınların sadece üçte biri çalışma yaşamına katılmaktadır. Kadınların işgücüne katılım oranı ise %30.8’dir. Türkiye’de tarım istihdamındaki azalma, kadın istihdamının da giderek düşmesine yol açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde işgücüne katılamamaktadırlar. İşgücüne katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük ve kalifiye olmayan işlerde güvenceden yoksun bir biçimde çalışmaktadırlar. Bu çalışmanın temel amacı tarımsal ve tarım dışı üretim faaliyetlerine katılan, bunun yanında ev işlerini yürüten, annelik görevini yerine getiren kırsal kadınların, toplumsal yaşamdaki sosyal ve ekonomik durumlarını ortaya koymak, sorunlarını saptamak ve çözüm önerilerinde bulunmaktır. Anahtar Kelimeler: Kırsal kadın, kırsal kalkınma, işgücü, eğitim ABS TRACT: Entrance of women in rural areas to working life was realized earlier than women in urban areas. agricultural production which is the basic economical activity and source of employment became main duty of women which can not be distinguished from each other apart from their housework. Although rural women work as non-paid family worker and provide contribution to economy without having social opportunities such as social security, health and education, financial sources and property of production tools, they do not have right to comment on their own effort. Turkey population according to 2013 statistics is 76.667.864. M ale comprise 50.2% while women comprise 49.8%. Approximately 29 million of men and 30 million of women are over 15 years of age. Only one third of women participate to work life. Participation percentage of women to work life is 30.8%. Decrease in agriculture employment in Turkey causes women employment to decrease gradually as well. When women working in agriculture change sector or migrate they cannot join the work power. M ain aim of this study is to present the social and economic status of rural women in public life who participate to agricultural and non-agricultural activities as well as performing housework and motherhood duties, to detect their problems and make solution suggestions. Keywords: Rural woman, rural development, work power, education 1.GİRİŞ Tarımsal faaliyetlerin işgücü istihdamında giderek öneminin azaldığı günümüz koşullarında tarımda kadının yeri ve ekonomik faaliyetlere katılımı farklı bir boyut kazanmıştır. Tarım kesimindeki kadınların üretime katılımı ailenin sahip olduğu arazi varlığına göre, gerçekleştirilen tarımsal faaliyete ve ailenin gelir düzeyine bağlı olarak değişmektedir. Ailenin mülk toprak genişliği ve tarımsal mekanizasyon düzeyi arttıkça kadın tarımsal üretimden kopmakta ve çalışma potansiyelini ev kadınlığına yöneltmektedir (Yıldırak vd, 2003). Özelikle kırsal kesimde hiyerarşi, yaş ve cinsiyet değişkenlerine bağlı olarak kurulmakta, yaşlı erkeklerden başlayan hiyerarşi genç kadınlarla bitmektedir. Üretim açısından hiyerarşinin en üstünde yer alan yaşlı erkek söz sahibi iken, kadınların özelikle de genç kadınların söz hakkı bulunmamaktadır (KSGM, 2011). Kadının tarımsal etkinlikleri yanında, besin maddelerinin hazırlanması ve saklanması, içme suyunun, yakacakların taşınması, pazar için yoğurt, peynir yapımı gibi etkinlikleri kapalı aile ekonomisi içinde kaybolmakta, kadın bağımsız olarak emeğinin karşılığını alma ve kullanma olanağından hukuken olmasa da uygulamada yoksun bulunmaktadır. Bu durumda bağımsız ücret kazanan kesime girmeyen fakat ekonomik açıdan üretim etkinliği olan işleri yapan kadın, geleneksel değerlerin yaygın olduğu kırsal kesimde çalışan kadın statüsüne sahip değildir. Yaptığı ev dışı iş, kırsal yapılanma modelinde ev işinin bir uzantısı olarak görülmekte ve çoğunlukla ekonomik faaliyet sınıfına alınmamaktadır (Tan 1979, Kazgan 1982). 144 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Nüfusun yarısını oluşturan kadınların iş ve toplum hayatına katılması önem taşımaktadır. Bu nedenle zor koşullarda çalışma ve yaşam mücadelesi veren tarım sektöründe çalışan kadınların, sorunlarının çözümü daha da önem kazanmaktadır. Ayrıca, Türkiye’de tarımda çalışan kadın nüfusunun fazlalığı da bu önemi arttırmaktadır. Çünkü bu nüfusun çok büyük bir çoğunluğu sosyal güvenlikten yoksun ve kayıt dışı çalışmaktadır. İşte, tarımsal üretimde yoğun olarak yer alan ve kırsal kalkınma uğraşılarının da ana aktörleri olan kadınların sosyo-ekonomik ve kültürel açılardan sorunlarının giderilmesi, toplum hayatına ve ülke ekonomisine de olumlu katkılarda bulunacaktır (Gülçubuk, 2011). Tüm bu nedenlerle bu çalışmada; kırsal kesimdeki kadın eğitim ve sağlık, istihdam, sosyal güvenlik ve mülkiyet ilişkileri açısından incelenmiştir. 2. KIRSAL ALANDA KADININ DURUMUNUN FARKLI AÇILARDAN İNCELENMESİ 2.1. Eğitim ve Sağlık Eğitim, üretken ve kaliteli bir yaşamın ön koşulu olmanın yanında, hem toplumsal hem de bireysel bağlamda etkin bir değişim aracı olarak, toplumsal gruplar ve cinsiyetler arasındaki eşitsizlikleri en aza indirebilecek anahtar kurumdur. Kadınların toplumsal yaşamdaki ikincil konumlarından sıyrılıp, erkeklerle eşit yaşam olanaklarına kavuşabilmelerinde belirli bir eğitim düzeyine ulaşabilmelerinin rolü son derece büyüktür (Anonim, 2014). Eğitim kadınların istihdama, sosyal hayata, karar alma süreçlerine katılımlarını artırmanın yanı sıra, hizmetlere erişimlerini de kolaylaştırmaktadır. Kırsal alanda çoğunlukla ücretsiz ya da düşük ücretler karşılığında çalışan kadınlar açısından sosyal hareketliliğin sağlanması ve refah düzeyinin artırılması, eğitimde yeterli bir gelişimin gerçekleştirilmesi ile mümkündür. Bununla birlikte, eğitime ilişkin veriler incelendiğinde, özellikle kadınlar açısından kırsal alanda eğitime erişim imkanlarının yetersiz olduğu görülmektedir (Kulak, 2011). Ülkemizde kadınların özellikle de kırsal kesimde yaşayan kadınların eğitim açısından daha dezavantajlı grup oldukları bilinmektedir. Kadınların eğitimden yararlanma durumlarına bakıldığında ilk göze çarpan düşük okur-yazarlık oranı ve kadın-erkek okur-yazarlık oranı arasındaki farktır. Türkiye’de okuma-yazma bilmeyenler nüfusun %3,86’sını oluşturmakta olup, kadınlarda bu oranın yüksek olduğu görülmektedir. Yıllar içinde okuryazarlık oranı sürekli artmasına rağmen henüz hedeflenen noktaya ulaşılamamıştır. Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) 2013 yılı sonuçlarına göre 2.654.643 kişi okuma-yazma bilmemekte olup bunların 2.205.315’ini kadınlar oluşturmaktadır. Okuma yazma bilmeyen kadınların %77’si (1.695.409) 50 ve üzeri yaş grubundadır. Halen 6-24 yaş grubunda ise okuma yazma bilmeyen 81.454 kadın bulunmaktadır. Çizelge 1: Okuma-Yazma Durumu ve Cinsiyete Göre Nüfus (6+ Yaş) 2013Türkiye Okuma-Yazma Durumu Toplam Kadın Erkek Okuma-Yazma Bilmeyen 2.654.643 2.205.315 449.328 Okuma-Yazma Bilen 64.374.134 31.275.805 33.098.329 Bilinmeyen 1.706.368 832.915 873.453 Toplam 68.735.145 34.314.035 34.421.110 Kaynak: TÜİK Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanı 2013 Sonuçları Eğitim düzeyinin arttırılması, kadınların iş gücüne, sosyal hayata, karar verme süreçlerine katılımlarını arttıracak ve hizmetlere ulaşımını kolaylaştıracaktır. Kırsal nüfusun eğitim düzeyinin düşüklüğü tarımsal üretimde verimliliğin düşük olmasının ve kırsal bölgelerde yenilikçi, ekonomik tarımın başlatılamamasının en önemli nedenlerindendir. Bu nedenlerle kırsal alanda yaşayan kadınların eğitim sorunlarının belirlenerek, bu sorunlara yönelik çözüm önerilerinin geliştirilmesi ve uygulamaya konulması büyük bir öneme sahiptir. Kırsal alanda yaşayan kadınların sağlık hizmetlerine erişimi, kent merkezinde yaşayan kadınlara oranla daha sınırlıdır. Bu sınırlılık, kırsalda yeterli sayıda sağlık kuruluşu olmamasından 145 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kaynaklanmaktadır. Yetersiz beslenme, çocuk denecek yaşta erken evlenme, çok sayıda ve sık aralıklarla gebe kalma kadınların vücutlarına ağır yük bindirmektedir. Erken evlilik kadınlar için sosyo-kültürel bir zorunluluk olarak görülmektedir. Kadınlarımızın yüklendikleri sorumluluklar ve görevler karşısında çok fazla yıprandıkları gözlenmektedir. Bu durum sağlık problemleriyle karşılaşmalarına neden olmaktadır. Sosyal statülerine bakıldığında kadınların her türlü sorununun eğitim seviyesiyle yakından ilişkili olduğu görülmektedir. Kırsal kesimdeki kadınlarımızın ise hem eğitim seviyelerinin düşüklüğü, hem de yaşam şartlarının ve imkanlarının yetersizliği nedeniyle sağlıklarıyla ilgilenmedikleri ya da ihmal ettikleri görülmektedir. Ayrıca kırsal kesimde gerekli sağlık kuruluşlarının ya hiç olmaması, ya da yetersiz olması da sorunlara çözüm bulunmasını engellemekte veya geciktirmektedir. Kırsal kesimde kadınların içinde bulundukları gerek çevre koşulları, gerek beslenme biçimleri, çalışma şartlarının uzunluğu ve yorucu olması sağlıklarına daha fazla dikkat ve özenin gösterilmesini gerekli kılmaktadır. 2.2. İstihdam, Sosyal Güvenlik Durumu ve Mülkiyet İlişkileri İstihdam Tarımda istihdam edilen kadınların %77.74’ü ücretsiz aile işçisi olarak çalışmaktadır. Ücretli çalışan kadınlar %7.7, işveren %0.18 ve kendi hesabına çalışan %14.37’dir. (TÜİK, 2014). Bu nedenle ekonomik bağımsızlığı yoktur. Ürünün satışından aldığı gelir ve mülkiyet eşlerine aittir. Topraksız ailelerde ise mevsimlik tarım işçilerinin büyük çoğunluğunu kadınlar oluşturmaktadır ve kadın işçiler daha düşük ücretlerle çalıştırılmaktadır. Yapılan işlerden hangilerinin ev işi, hangilerinin ekonomik faaliyet olarak tanımlanacağı toplumdan topluma ve zamandan zamana değişiklik göstermektedir. Kırsal alanda konut ve iş yerinin birbirinden kesin çizgilerle ayrılamaması, bu tanımlamayı daha da karmaşık hale getirmiştir. Dünyanın birçok yerinde, aile işletmeleri tarafından ekilen endüstriyel bitkilerin hasadı “ev işi” olarak tanımlanmış ve kadınların üretimdeki konumu ücretsiz aile işçiliği olmuştur. Türkiye, ücretsiz aile işçiliğini ekonomik faaliyet olarak kabul eden ülkeler arasında yer almasına karşın, birçok işi, örneğin yatak yorgan yapımını, yağ, süt, tezek üretimini, su teminini ve yakacak toplanmasını bu sınıflandırmanın dışında tutmaktadır (Sirman, 1991). Kırsal alanda kadınların işgücüne katılımı toplumun ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel mekanizmaları, ailenin sahip olduğu arazi ve hayvan varlığı, pazara açılma durumu, kullanılan teknoloji düzeyi, ailenin toplumsal konumu ve geliri, demografik özellikleri ve tarımsal alanın eve yakınlığı gibi faktörlere bağlı olarak karmaşık bir yapıya sahiptir. Kırsal alanlarda kadınların iş ve yaşam koşullarının yoğunlukla etkilendiği bir diğer konu ise, erkeklerin yanı sıra genç nüfusun da daha büyük yerleşim alanlarına sürekli veya geçici olarak göç etmeleridir. Bunun bir sonucu olarak kadınlar, kırsalda kalan daha yaşlı nüfusla birlikte yaşamak zorunda kalmaktadırlar. Bunun kadınlar açısından sosyal ve ekonomik sonuçları da vardır: nüfusun yaşlanması, oradaki yaşam kalitesini düşürmekle kalmamakta, yaşlı yakınların bakımı da çoğu kez kadınların üstüne kalmaktadır. Kırsal alanların feminizasyonunu etkileyen bir faktör olarak değerlendirilen bu gelişme, kadınların iş yoğunluğunu daha da artırmaktadır. Bunun bir sonucu olarak çocuk doğurma ve belli bir süre bakımı nedeniyle genç yaşlarda iş piyasasından ilk kez uzaklaşmak zoruna kalan kadınlar, bu kez de evdeki yaşlı yakınlarının bakımı için ev ve bakım işlerine dönmeye zorlanmakta ve istihdam piyasasından yeniden kopmaktadırlar (Esen, 2013). Tarımsal istihdam da bir diğer ele alınması gereken konu da gezici ve geçici işçiliktir. Türkiye’de tarımsal faaliyetin yapısının bir sonucu olarak, gezici ve geçici işçilik yaygındır. Topraksız ya da küçük arazi sahibi birçok aile, geçimini sağlayabilmek amacıyla tarımsal üretimin ve işgücü ihtiyacının daha yoğun olduğu yörelere, yılın belirli zamanlarında çalışmaya gitmektedir. Uzun saatler boyunca ve oldukça zor koşullarda çalışan gezici ve geçici kadın tarım işçilerinin elde ettikleri gelir, sağlık, barınma ve beslenme gibi en temel ihtiyaçlarını karşılamalarına yetmemekte, yani geçimlik düzeyin bile altında kalmaktadır. Gezici tarım işçiliği, bu konumda istihdam edilen kadınların hem yaşam koşulları hem de aile içi rolleri açısından ailenin erkek bireylerinden farklı zorluklarla karşılaşmalarına neden olmaktadır. Kadın tarım işçileri, genellikle gün doğumundan gün batımına kadar süren yorucu tarımsal faaliyetlerin ardından, ev ve aile yaşamına ilişkin olarak çadır koşullarında yemek hazırlama, bulaşık ve çamaşır 146 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World yıkama, çocuk bakımı, giyeceklerin hazırlanması ve bakımı, yaşam ünitesinin temizliği ve su temini gibi görevleri de yerine getirmektedir (Yıldırak, vd. 2003). Ülkemizde kadının işgücüne katılımında belirleyici olan etkenlerden en önemlisi belki de kadının medeni durumudur. Evli kadının evli olmayan kadına nazaran istihdamının sağlanması daha sıkıntılı ve zahmetlidir. Evli kadının çalışmasını engelleyen belli sebepler bulunmaktadır ve bunların başında toplumun kendisine yüklediği rolü üstlenmesi ve bu rolünü eksiksiz yerine getirmesi, sahip olduğu çocuk sayısı ve bilhassa çocukların yaş grubu aralığı ve varsa yaşlı bakımı gibi görevleridir. Kadının istihdam edilebilirliğinin arttırılması için kadının söz konusu görevlerinin hafifletilmesi gerekmektedir. Sosyal Güvenlik Tüm dünyada tarım çalışanları, gerek işçisi gerek işvereni ile sosyal güvenlik kapsamına en son alınan grup olmuştur. Ülkeler, ancak belirli bir ekonomik gelişme düzeyine eriştikten sonra tarım kesimine sosyal güvenlik sağlayabilmiştir (Akpınar, 2008). İnsan Hakları Evrensel Bildirgesine göre Toplumun bir bireyi olarak herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Sosyal güvenlik temel bir haktır. Bu temel hakkın çeşitli nedenler ve ayrıcalıklar ileri sürülerek engellenmesi mümkün değildir (Şahinli ve Şahbaz, 2013). Sosyal güvenlik hakkı, belirli bir yaşam düzeyini sürdürebilmek ve riskler karşısında güvence sağlanabilmesi için, kişilerin katkılarına dayalı, primli rejim olarak nitelenen sigorta sistemleri yanında, sosyal yardım ve sosyal hizmetler biçiminde meydana gelen, kısaca primsiz rejim olarak adlandırılan teknikleri kapsamaktadır (Turan, 2003). Kırsal alanda yaşayanların tarım dışı istihdam olanakları sınırlı düzeyde olup, çalışanların büyük bir bölümü tarım dışı sektörlerde çalışma imkânı bulamamaktadır. Kırsal kadının tarım dışında iş olanağı çok azdır. Kırsal alanda tarımda istihdam edilen kadınların çoğunun ücretsiz aile işçisi, erkeklerin de kendi hesabına çalışıyor olması, bu sektörde çalışanların büyük bir çoğunluğunun sosyal güvenlikten yoksun olmasına yol açmaktadır (Olhan, 2011). Kırsal kesimde kadının işgücüne katılım oranı, tarımda ücretsiz aile işçisi olarak çalışması nedeniyle yüksek olsa da Türkiye’de tarım istihdamındaki hızlı azalma, kadın istihdamının da giderek düşmesine yol açmaktadır. Tarımda çalışan kadınlar, tarım dışına çıktıklarında veya göç ettiklerinde işgücüne katılamamaktadır. İşgücüne katılan kadınlar ise daha çok statüsü düşük, kalifiye olmayan işlerde sosyal güvenceden yoksun olarak çalışmaktadırlar. Türkiye’de tarım sektöründe, özellikle kadın çalışanlar, sosyal güvenlik imkanlarından yeterince yararlanamamaktadır. Oysa ki, kırsal alanda yaşayan kadınlar oldukça düşük gelir düzeyleri ve yıpratıcı çalışma koşulları nedeniyle, kişilere gelecek güvencesi ve toplumsal risklere karşı korunma sağlayan sosyal güvenliğe en fazla ihtiyaç duyan kesimdir (Kulak, 2011). Mülkiyet İlişkisinde Kadının Yeri Kırsal kesimde yaşayan pek çok kadının araziler üstünde kullanım hakkı yoktur veya araziler üzerindeki imtiyazları kalıcı değildir. Üretimin sürdürülmesini ve geliştirilmesini amaçlayan çiftçi örgütlerine katılan veya kredi kaynaklarından yararlanma koşullarını taşıyor olmaları dışında, arazilerin tapularını ellerinde bulunduranlar, kocaları, erkek kardeşleri ve babalarıdır (Alkan ve Toksoy, 2009). Ecevit’e (1994) göre tarımda kadının mülksüzlüğü, kadınların miras yoluyla kendilerine kalacak topraktan vazgeçmeleri, erkek lehine oluşan dengenin bozulmaması gerekçesine dayandırılır. Bu durumun kadın açısından olumsuz sonuçları: 1. Kadın yaşam döngüsündeki üç hane (baba, kayınbaba, koca) yapısında da toprak sahibi olamamaktadır. 2. Babasının hanesindeki toprakların görece fazla olduğu durumlarda bile kadının toprağa ilişkin potansiyel gücü ortadan kalkmaktadır. 3. Kadının evlilik süresince ve evlilik öncesi pazarlık gücünü azaltmaktadır; örneğin: kendi emeğinin değerinin görünmezliğini kabul etmesi sonucunu doğurmaktadır. Bu durum kadın emeğinin üretim sürecindeki rolünü gizlemekte, mülkiyete ilişkin bilincin ortaya çıkmasını önlemekte ve mücadele gücünü sınırlamaktadır. Dolayısıyla kadının evlilik öncesi ve sonrası sadece emeğini kullanan, kendine yeterli bir yapıyı yeniden üreten, garantisiz birkaç parça altının dışında sermayesiz bir kişi olarak görülmesine, tanımlanmasına ve kabul edilmesine yol açmaktadır. Böylece 147 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World üretici cinsin sadece erkek olduğuna yönelik ideoloji meşrulaşmaktadır (Ecevit, 1994) . Araziler üzerindeki sahiplik haklarının hukuken ve fiilen erkekler üzerinde görülmesine rağmen bu arazilere sahip çıkan, sınırlarını bilen, büyük oranda yöneten ve imar edenler çoğunlukla kadınlardır. 3. SONUÇ Kadın ister kırsalda ister kentlerde yaşasın her yerde kadındır. Sadece yöreye göre ihtiyaçların ve önceliklerin yerleri değişmektedir. Sonuçta kadın, eşit olmayan fırsatlar, kendi tercihi olmayan ve onu çevreleyen sosyal ve ekonomik koşullardan kaynaklanan bir yaşamla başa çıkmak zorunda kalmaktadır (Asan vd, 2013). Kadınlar tarımsal işlerde ücretli işçi veya aile işgücü olarak üreten, değerlendiren, yöneten bireyler olarak önemli rollere sahiptirler. Tarımsal faaliyetlerde aktif kadınların çoğunluğu hala ücretsiz aile işçisi olarak tarımsal üretime katılmaktadırlar ve kadın işgücü erkeğe göre daha eğitimsiz bir grubu oluşturmaktadır. Kırsal kesimde ve tarımda kadının gerek ev ile ilgili işlerde, gerekse tarımsal faaliyetlerde çalışması, kadının statüsü ve sosyal durumunda bir iyileşme yaratmamaktadır. Bu da kırsal alanda, kadına gelir getirici istihdam olanaklarının yaratılmasını zorunlu kılmaktadır. Aile yaşamının her alanında erkeklere göre daha fazla sorumluluk yüklenen kadınların kırsal alan istihdam yapısındaki yerinin değiştirilmesi, kadınlara yeni becerilerin kazandırılması, üretimin ve istihdamın her aşamasına katılması ve kararlarda söz sahibi olabilmesi için çok yönlü eğitim projeleri hazırlanmalıdır. Kadınların kırsal alanda çalışmalarının görünür kılınması için, kadına ilişkin yapılan araştırmalar önemlidir. Kadınların eğitim düzeylerini artıracak önlemler alınmalı, yayın organları, özellikle televizyon, ülke bazında kadının ekonomi ve tarımdaki rolünü vurgulamak için kullanılmalıdır. Tarımsal yayım projelerinde doğrudan kadına yönelik eğitimler verilmeli, böylece kadınların statülerini geliştirmek ve gelir düzeylerini artırmak için yeni teknik beceriler kazanması mümkün olabilecektir. Kırsal kesim kadınlarının düşük faiz ile kredi alabilme olanakları geliştirilme li, örgütlenmeleri, kooperatifler kurmaları sağlanmalıdır. Kadının istihdamını artırmak ve düzenli gelir elde etmesini sağlamak için bölgeler bazında odaklanarak, kadınların mesleki becerilerini artırarak gelir getirici işler yapması sağlanmalıdır. Kırsalda geleneksel gıdalar, köy el sanatları, kırsal turizm gibi yeni iş imkanlarının artırılması, cazip hale getirilmesi ile kadınların gelir artırıcı koşullara kavuşması ve sosyal güvenceye sahip olması önemli olmaktadır. Kırsal kadın önemle ve öncelikle ele alınması gereken bir hedef kitle olmalıdır. Toplumsal ve ekonomik yaşam etkinliklerinde kırsal kadının çağdaş anlayışlarla yer almasını sağlayacak eğitsel ve toplumsal desteklemeler yapılmalıdır. 4. KAYNAKLAR Akpınar, T. (2008). Türkiye’deki Tarım Sektörünün Sosyal Güvenlik Sorunlarına Avrupa Birliği ile Uyum Ekseninde Çözüm Önerileri. Yayımlanmamış doktora tezi, Namık Kemal Üniversitesi. Alkan, S., Toksoy, D., (2009). II. Ormancılıkta Sosyo-Ekonomik Sorunlar Kongresi 19-21 Şubat, SDÜ, Isparta Orman Köylerinde Kadın ve Kırsal Kalkınma, (Trabzon İli Örneği). Anonim, (2014). Türkiye’de Kadın T.C. Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel M üdürlüğü, Ankara. Asan, A., Can, M ., Fazlıoğlu, A . (2013). Kırsal Alanda Yoksulluğun Gerçek Yüzü: Kadınlar, Strateji Geliştirme Başkanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı. Ecevit, M ., (1994). Tarımda Kadının Toplumsal Konumu: Bazı Kavramsal İlişkiler. Amme İdaresi Dergisi, 27 (2): 89- 96. 6. Esen, E., (2013). Avrupa Birliği Ve Türkiye’de Kırsal Kadının Durumu ve Almanya’dan Proje Uygulama Örnekleri, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt: 12, No:1. Gülçubuk B., (2011). Kırsal Alanda Kooperatif Örgütlenmesi ve Kadın, Konulu Toplantıdaki Sunum, Ankara. Kazgan G.,(1982). Türkiye Ekonomisinde Kadının İnsan Gücüne Katılması, M eslek Dağılımı ve Sosyo- Ekonomik Durumu, (Der. Nermin Abadan-Unat), Türk Toplumunda Kadın İçerisinde. Ankara, Türk Sosyal Bilimler Derneği, S. 146. KGSM , T.C., (2011). Başbakanlık Kadın Statüsü Genel M üdürlüğü, Türkiye’de Kadının Durumu, http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/mce/eski_site/Pdf/tr_de_kadinin_durumu/trde_kadin_durumu_2011_Temmuz. Pdf. Kulak, E., (2011). Tarımsal Üretim Süreçlerindeki Değişimin Kırsal alanda Kadın İstihdamına Etkileri: 1980 Sonrası Gelişmeler, TC. Başbakanlık Kadının Statüsü Genel M üdürlüğü, Uzmanlık Tezi, Ankara. 148 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Şahinli, M .A., Şahbaz, N., (2013). Tarımda Kadın İstihdamı: Sosyal Güvenlik Kurumuna Kayıtlılık Durumu, KM Ü Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi 15 (25): 85-103, ISSN: 1309-9132, www.kmu.edu.tr Olhan, E., (2011). Türkiye’de Kırsal İstihdamın Yapısı, s.10, , FAO. Sirman, N., (1991). Gelişme Sürecinde Kırsal Kesim Kadını Yaklaşımlar ve Sorunlar, Kırsal Kesimde Kadının Statüsü: Sorunlar ve Çözüm Önerileri, Nisan, Ankara. Tan, E.M ., (1979). Kadının Ekonomik Yaşam ve Eğitimi, İş Bankası Yayınları, Ankara. Turan, E. (2003). Sosyal Güvenlik Hakkı, Kamu- İş İş Hukuku ve İktisat Dergisi; C: 7, S: 3, http://www. kamuis.org.tr/pdf/7316.pdf, (Erişim Tarihi: 10.02.2014). TÜİK , (2013). Ulusal Eğitim İstatistikleri Veri Tabanı Sonuçları. www.tuik.gov.tr (Erişim Tarihi: 15.02.2014). Yıldırak, N. Gülçubuk, B. Gün, S. vd. (2003). Türkiye’de gezici ve geçici kadın tarım işçilerinin çalışma ve yaşam koşulları ve sorunları. Ankara: Uluslararası Çalışma Örgütü Türkiye Temsilciliği Yayını. 149 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bir Sosyal Medya Aracı Olarak Televizyonda Kadınların Temsil Biçimleri Representation of women on television as a Social Media Tool Formats Esin ÇINAR1 Dok. Öğr. Adnan M enderes Üni. Sosyal Bilimler Ens. Sosyoloji Aydın-Türkiye, esin.cinar@yahoo.com 1 ÖZET: M edyanın, yapılandırılmış ve yüklenmiş kimliklere ait rollere ve sorumluluklara dayalı ilişkilerin tanımlanmasında kullanılan toplumsal rol kalıplarının oluşmasında, cinsiyete dayalı ayrımcılığın yeniden üretilmesi ve sürdürülmesindeki etkisi özellikle bugünün iletişim çağında tartışılmazdır. Açıktır ki medyada temsil edilen kadın ve erkek figürleri, izleyenlerde yeniden anlam üretmekte ve tekrar eden söylem veya görsellerle anlamın pekiştirilmesine neden olmaktadır. Bu durum gündelik hayatta kadın ve erkek imajlarına ilişkin kategorilendirmelerin toplumun belleğine yerleşmesi ile sonuçlanabilmektedir. M edya üzerinden yapılan araştırmalar gösteriyor ki kadın genellikle geleneksel rollerle örneğin; anne, kız kardeş veya hemşire, sekreter gibi geleneksel kadın mesleklerinde çalışırken ya da bir güzellik objesi olarak sergilenirken, bunun dışında farklı kadınlık durumu ve yaşamları ise medya metinlerinde temsil edilmemektedir. Hal böyle olunca kadın, sadece tüketilen ya da tüketilmek üzere üretilen bir beden, bazen bir sermaye grubunun lansman aracı, bazen geleneksel rollerin pekiştireci hatta bazen tüm bunların dışında sadece doğuran bir özne. Bu çalışmada görsel medya aracı olan televizyonda kadınların yer alış biçimleri irdelenirken, kadına yüklenen özellikler üzerinden oluşturulan temsillerin, toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine etkisi tartışılacaktır. Anahtar S özcükler: Toplumsal cinsiyet, kadın, medya, temsil dili ABS TRACT: Effect of media in reproduction of sexual discrimination and its maintenance, in formation of social role models used in defining relations based on responsibilities and roles belonging to labelled and structured identities is especially unquestionable in this age of communication. It is obvious that male and female figures represented in media make significance in audience, and repetitive discourse and visuals cause reinforcement of this significance. This situation may come to a conclusion when categorized images of man and woman in daily life are carved into social consciousness. Studies about media show that women except in traditional roles such as mother, sister; working in traditional woman jobs as nurse, secretary or exposed as a beauty object, are not represented well enough in media texts. In those circumstances, women are defined as a body only for consumption or sometimes as a subject only giving birth. In this study, we discuss how women are shown on tv which is a visual media tool and effect of socially presumed tasks for women on social gender inequity. Keywords: Gender, woman, media, representation language GİRİŞ Değişen toplumsal dinamiklerle birlikte kadınların egemen tanımlamaların aracılığıyla eşitsiz konumlarının toplumsal işleyişin devam ettiği ve hatta medyada basmakalıp tanımlamaların, özel alanın içerisine sıkıştırılıp sürdürüldüğü, bu şekilde kadının toplumsal konumunun belirlendiği bilinen bir gerçektir. “Medyanın, son derece etkili bir toplumsallaştırma aracı olduğu kabul edildiğinde, erkeklerin ve çocukların kadınlara yönelik bakış ve davranışlarını belli oranlarda biçimlendirmekle kalmayıp, kadınların kendileri hakkındaki algılamalarını da pekiştireceği göz önünde tutulması gerekmektedir” (Özerkan, 2004: 21). Bu çalışmada bir kitle iletişim aracı olan televizyonda yer alan kadın imgesinin egemen olan ataerkil ideolojiden bağımsız olarak kurgulanmadığı ve medya aracılığıyla toplumsal cinsiyetin yeniden nasıl üretildiği tartışılacaktır. Toplumsal Cinsiyet ve Cinsiyet Rollerinin Benimsenmesi Tarih boyunca kadın ve erkek arasında gözlenen birtakım farklılıklara çoğu kez gerçek olamayacak kadar ilginç açıklamalar getirilmiştir. Biyolojik farklılıklardan öte toplumsal cinsiyet farklılıkları kadın ve erkek arasındaki eşitsizliklerin tartışılmasında odak noktasını oluşturmuştur. Toplumsal cinsiyet kavramı 1968 yılında Robert Stoller tarafından ortaya atılmış, yetmişlerin başında ise Ann Oakley ile popülerlik kazanmış ve sosyal bilimlere girmiştir. Oakley, cinsiyetten farklı tanımlanmış bir kavram olarak önerilen toplumsal cinsiyetin ve cinsiyet rollerinin, kadınlığın ve erkekliğin toplumsal dönüşüme açık davranış ve varoluş biçimleri olduğunu ilan etmiştir. Oakley, cinsiyetin biyolojik olarak, toplumsal cinsiyetin ise toplumsal olarak oluşmuş düzlemlerle belirlendiğini ortaya koymuştur (Savran Acar, 2004: 234). 150 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Cinsiyet terimi bireyin genetik ve kromozomal birleşimine, içsel ve dışsal üreme organlarına ve bir cinsiyeti diğer cinsiyete oranla önemli ölçüde farklılaştıran ikincil düzeydeki cinsel karakteristiklere karşılık gelmektedir (Girginer; 1994:7). Cinsiyet (sex), kişinin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleri olarak tanımlanırken; toplumsal cinsiyet (gender) kadının ve erkeğin toplumsal ve kültürel olarak belirlenen rol ve sorumluluklarını ifade eder. Kısacası bu aktarım, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı ve nasıl davranmamız gerektiği ile olduğudur (Dökmen, 2006:5). Cinsiyetimiz sadece cinsel organımıza bakılarak tespit edilebilir. Fakat her kültürün o topluma özgü kadın ya da erkek cinsiyet kimliklerini değerlendirme yöntemi farklılık gösterirken mevcut kültür onlara farklı roller ve nitelikler yükler. Doğdukları andan itibaren kızlara ve oğlanlara tüm bu sosyal ve kültürel algı ve davranışların “paket halinde yüklenmesi” aslında, “toplumsal cinsiyetin öğretilmesi ve benimsetilmesi”dir (Bhasin, 2003:1–2). Bu kültürel aktarım, tüm bireyleri içine alarak mevcut kuralları herbirinin birbirine bilinçsizce aktardığı bir süreç haline dönüşür: “Toplumsal oyunlara katılmak salt bilinçli bir seçim değildir. O, üzerinde düşünmeden yaptığımız bir şeydir. Biz bir anlamda zaten sürekli onun içindeyizdir. Çocuklukta yetişkin rollerine hazırlanırız. Büyürken bizden bir mesleğe sahip olmamız gerektiğini öğrenmemiz istenir. Düzgün oturmamız ve sorulduğunda cevap vermemiz istenir. Neyin onaylanıp onaylanmadığına, neyin işe yarayıp yaramadığına bakarak, kendimize özgü yeni eylem biçimleri, yaşantılarımızdaki oyunlarla ilgili karakteristik bir davranış biçimi geliştiririz. Kendine güveni veya utangaçlığı öğreniriz” (Calhoun, 2000: 14). Bebekler toplumsal cinsiyetlerini toplumun egemen eril söylemiyle farkında olmadan öğrenirler. Eril söylem ise; saldırgan, bağımsız ve duygularını daima gizleyen, nesnel davranabilen kolayca etkilenmeyen başat, matematiği seven, bilimsel, küçük bir kriz durumunda kolayca heyecanlanmayan, aktif, rekabetçi, mantıklı, çalışma hayatında yetenekli, dünya işlerinden iyi anlayan, kolay incinmeyen, maceracı, kararlarını kolayca veren, hiç ağlamayan, bir lider gibi davranabilen ve kendine güvenen özellikler i sergilemektedir (Girginer; 1994: 17). Kız ve erkek çocuğa uygun renkte kıyafetlerin giydirilmesi, saç biçimlerinin farklılıkları, oda takımlarının farklı renk ve biçimleri, sahip oldukları oyuncaklar bebeğin öğrenme sürecinde görsel sinyaller sağlar. Yaklaşık iki yaşında olan çocukların toplumsal cinsiyetin ne olduğuna dair çok net olmayan anlayışları gelişir. Çocuklar kendilerinin kız mı yoksa erkek mi olduklarını bilir, başkalarını da sınıflandırabilir duruma gelirler. Ayrıca Beş-Altı yaşına gelen çocuklar kızlarla erkekler arasındaki seks farklılıklarının anatomik temelli olduğunu da henüz bilmezler (Giddens,2000:100). Sosyalizasyon süreci içerisinde bireyler çevreden toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin pek çok veri elde ederler. Sosyalizasyon sürecinde öğrenilen cinsiyet rollerini belirleyen ise sosyal ortamın eril özellikleridir. Bu şekilde eril yaklaşım devamlılığını sağlayabilmek için kendi varlığını meşrulaştıracaktır. Toplumsallaşma sürecinde toplumsal cinsiyet rollerine uygun görülen duygu, tutum ve davranış arasındaki farklılıklar ise toplumsal cinsiyet farklılıklarıdır. Kadınların daha duygusal, duyarlı olarak algılanması, daha çok ev kadını, öğretmen, hemşire rollerine sahip olmasının beklenmesi; erkeklerin ise daha mantıklı, bağımsız, güçlü olarak algılanması ve asker, mühendis gibi mesleki rollere sahip olmasının beklenmesi toplumsal cinsiyet farklılıklarına örnek olarak verilebilir. Bunlar, cinsiyet farklılıklarının aksine gerçek değillerdir. Ayrıca bireyden bireye ve kültürden kültüre değişmektedirler. Geleneksel olarak tanımlanmış cinsiyet rolleri tartışmaları sosyal bilimlerde etkisini göstermesiyle 70’lerin feminist antropologları tarafından konu edilmiştir. Evrensel olarak kabul edilen erkek hegemonyası ve kadının baskı altına alınmışlığının nedenlerine ulaşmayı hedefleyen feminist sosyal bilimciler bu gerçekliği özel alan ve kamusal alan gibi ikili karşıtlıklar içerisinde teorize etmişlerdir. Rosaldo (1974) özel alanın yani evin kadına kamusal alanın yani sokağın erkeğe ait görüldüğü ve toplumsal cinsiyetin konstrüksiyonunun (yapım) bahsedilen evrensel gerçeğin nedeni olduğunu savunmuştur. Toplum, tarihsel süreç boyunca kadını özel alanda erkeği kamusal alanda konumlandırmış, erkeğin ve kadının görünürlüğü ve değeri ise kültür tarafından belirlenmiştir (Demez, 2005:29). Kültürel aktarımlar ise, erkek hegemonyasını devam ettirerek kadının baskı altına alınmışlığının nedeni haline dönüşmüştür. 151 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World İktidar ve Hegemonya Eleştirel kuramcılara göre, araçsal akıl denilen ve özel olarak modern sanayi toplumunun gelişmesi sürecinde gözlemledikleri totaliter tahakküm biçimleri; dünyayı ve diğer insanları nasıl baskılayabileceğine bakmakta ve değerleri, bilgi ve yaşam açısından önemsiz bir role indirmektedir. Bu ideoloji modern sanayi toplumunun tipik bir özelliğidir ve tahakküm yapılarıyla doğrudan bağlantılıdır (Marshall, 1999: 180). Foucault iktidarı tanımlarken bireylerin ya da grupların (delilerin, hastaların, suçluların, çocukların, vb.) davranışlarının yönlendirilme biçimi ve yani bir “yönetim” sorunu olarak gördüğünü belirtiyor (Keskin, 2005; 21). Foucault’ya göre iktidar hem mevcut toplumsal yapıyı yeniden yaratır hem de bastırır. Yani iktidar gerçekliği üretir. “Foucault iktidarı belirli bir toplumda ilan edilmemiş, çeşitli toplumsal kurumlarda, ekonomik eşitsizliklerde, dilde, bedenlerimizde yaşayan çatışmaları kapsayan sessiz ve gizli bir iç savaş olarak tanımlar” (Canpolat, 2003: 101). İşte bu nedenle Foucault’ nun iktidar çözümlemesinde “iktidar kimin elinde” veya “iktidar sahiplerinin niyeti ne” gibi sorular anlamsızdır. Çünkü onun için asıl sorun, iktidarın nasıl uygulandığı ve bu uygulamaların sonuçlarına bağlı olarak öznelerin oluşum ve oluşturulma süreçlerinin nasıl etkilendiğini çözümlemektir (Sarup, 1995:92). Her ataerkil yapı kendi kültürüne göre hegemonik erkeklikler yaratır. Burada bahsedilen erkeklikler biyolojik anlamda değil içselleştirilmiş eril erkekliklerdir. Bourdieu’nun oyun alanı kuramında bahsettiği gibi ataerkil sistem içerisinde hegemonik süreçlere dahil olmayan erkekler oyundan atılırlar. Oyunlara katılmak bilinçli bir seçim sonucunda gerçekleşmez. Rekabet ortamında erkekler arasındaki hegemonik ilişkilerde erkeğin eziliyor olmasına neden olmaktadır ancak bu eziliş kadının ezilişiyle bir tutulamaz çünkü ataerkil iktidarın içerisinde bir erkek olarak yer alıyor olması ona kadına ve çocuğa karşı tahakküm olanağı sağlamaktadır. Bir kültürel aktarım ve tahakküm aracı olan kitle iletişim araçları da bu noktada erkek iktidarın devamını sağlayıcı bir nitelik sergilerken, cinsiyetçi rollerin pekiştirilmesinin erkek bakışıyla yinelendiğini söylemek mümkün. Kitle İletişim Araçları ve Kültür Endüstrisi Kitle kültürü ya da popüler kültür Frankfurt Okulu temsilcileri tarafından endüstriyel bir dayatma sürecini anlatan kültür endüstrisi olarak ifadelendirilmektedir. Frankfurt Okulu, özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kültürün kendisinin de bir sanayiye dönüştüğünün altını çizer. Ve böylece, kültür endüstrisi tarafından üretilen kültür ürünleri, kitlelere hem “sahte bilinç” aşılar, hem de “sahte ihtiyaçlar” yaratır. Frankfurt Okulu üyeleri kitle kültürünün totaliter devlet anlayısının egemenliği altında olduğu tezini savunurlar. Adorno ve Horkheimer’a göre; “sanayi toplumunun ekonomik gelişmesine ideolojik destek” sağlayan ve kitle iletişim araçları ile çalışan kültür endüstrisi, “bireyin içsel özgürlüğünün yanılsamalı olsa bile belli bir avantaja” sahip olmasına izin vermemektedir (Türkoğlu, 2000:20-21). “Dilin yorumlayıcı çemberi içinde insanlar bağımlı kültürün tutsağıdır. Kitle iletişim araçları ve kitle eğlence endüstrisi kitlelerin bilincini o denli kolonileştirdi ki kitleler artık direnmeyi bile düşünemez hale geldiler. Bu yapıda sermaye savunucuları popüler kültür öğelerini denetlemekle kalmaz popüler düş kurma üzerinde de egemenlik kurar” (Erdoğan ve Alemdar, 2005:327). Denetlenen popüler kültür bireylere popüler hazlar sunarken onları bağımlı bireyler haline dönüştürmektedir. Böylelikle “Kültür endüstrisi bireylerin gündelik hayatla etkileşime geçmelerini dolayısıyla yaşayarak öğrenmelerini olumsuz yönde etkileyerek gerçeğin yeniden üretilmesinden öteye geçemez ve bu şekilde toplumdaki eşitsizlikleri yeniden pekiştirir. Cinsiyetçi kimliklerle kim olduğumuzu, kim olmamız, nasıl görünmemiz, nasıl davranışlar sergilenmesi gerektiğini benzenmesi istenilen kimlikler üzerinden kitle iletişim araçları vasıtasıyla sunulmaktadır. Kitle iletişim araçları ile insanlara önce bir dünya imajı çizmekte ardından da çizilen bu imaj hakkında ne düşünülmesi gerektiği kitlelere empoze edilmektedir. Başka bir ifadeyle, bu dünya hakkında düşünülebilecek şeyler ve düşünme biçimleri de bir avuç insan tarafından tayin edilmektedir (Avcı, 1990: 180). Marx’ın ifade ettiği gibi, “Egemen sınıfın düşünceleri, bütün çağlarda egemen düşüncelerdir. Başka bir deyişle, toplumun egemen maddi gücü olan sınıf, aynı zamanda egemen zihinsel güçtür. Maddi üretim 152 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World araçlarını elinde bulunduran sınıf, zihinsel üretim araçlarını da elinde tutar. Bunlar o kadar iç içe geçmiş durumdalar ki kendilerine zihinsel üretim araçları verilmeyenlerin düşünceleri de aynı zamanda bu hâkim sınıfa bağımlıdır” (Marks ve Engels, 2008: 75). Kitle iletişim araçları içinde etki gücüne sahip televizyon görsel ve işitsel özellikleri birarada bulundurmasından dolayı bağımlı sınıf yaratmada oldukça etkilidir. Televizyon ve Medya Medyanın hayatımıza girmesiyle birlikte bireyler toplumsal yaşamı bu iletişim araçları aracılığıyla algılamaya başlamış ve bu “aracıların” gerçekliğine bağımlı hale gelmişlerdir. Günümüzde televizyon yeni iletişim araçlarına rağmen hala en önemli ve etkili kitle iletişim aracı olarak işlevini sürdürmektedir. Yapılan bir araştırmaya göre televizyon, günlük yaşantılarımızın % 83’ünü ileten görme ve bu yaşantıların %11’ini ileten işitme organına hitap etmektedir (Rıza, 1997). Dursun’a göre Türkiye‘de medya ile iktidarın iç içe geçmişliğinin temel sebebi medya dünyasının devletin ucuz kredileri, resmi ilanlar, yatırım teşvikleri gibi devlet kontrolünde olan kaynaklarla hayat buluyor olmasıdır (Dursun, 2001:150). “Televizyon, nüfusunun çok büyük bir bölümünün beyinlerinin oluşturulmasında bir tür fiili tekele sahiptir” diyen Bourdieu televizyonun toplum üzerindeki tahakkümünden bahsetmektedir (Bourdieu, 1997:23). Boudrillard’ın simülasyon kavramında olduğu gibi mevcut medya aslında olmayan bir şeyi var gibi göstermektedir. Yani, gerçeğin tüm görsel özelliklerine sahip olduğu halde, gerçeğin kendisi olmayandır (Adanır, 2004:19). Rus yönetmen Vertov’un 1923’te yazdığı bir makalede televizyonda bizlere resmedilenlerin gerçek hayatla örtüşmediğini şu şekilde ifadelendiriyor: “Ben bir gözüm. Mekanik bir göz… Ben, makine, size ancak benim görebileceğim bir dünyayı açıyorum. Zaman ve yer sınırlamalarından kurtulmuşum; evrenin her bir noktasını, bütün noktalarını, nerde olmalarını istiyorsam ona göre düzenliyorum. Benim yolum, dünyanın yepyeni bir biçimde algılanmasına giden yoldur. Böylece size bilinmeyen bir dünyayı açıyorum” (Övür, 2009:89). Televizyon temsilleri genellikle kadınları ve onların sosyal problemlerini mağdur ve nesne olarak yapılandırmaktadır. Televizyonda yer alan programlar; kadın hareketlerini veya toplu mücadele formlarının olumlu temsillerini nadiren vermekte, tecavüz ve şiddet gibi sosyal problemleri kadının var olma savaşımında daha da yaralayıcı şekilde sunmaktadır. Televizyonda Söylem Dili ve Kadının Temsili Eğitim ve sosyalizasyon aracı olma niteliğine sahip medya, kültürel üretim sürecinin de ayrılmaz bir parçası haline dönüşmüştür (Arslan, 2001: 136-138). Temsil kavramı, anlamın ve gerçekliğin kurulmasına işaret etmekte, medya metinleri birileri tarafından, tasavvur edilen belirli bir izleyici kitlesi için belirli bir maksatla hazırlanmakla birlikte söz konusu metinler aracılığıyla “gerçeklik” gibi sunulmaktadır. Bu imgelerin ne anlama geldiklerini ve anlamı nasıl kurduklarını kavramak için imgenin ya da metnin arkasında ne olduğunu sorgulamak önemlidir (Marshall vd, 1999:725–726). Toplumsal gerçeklik ile toplumsal düşünce arasındaki ilişkinin açıklanmasında yanlış bilinç kavramı yerine artık temsil, dolayımlama, imgelem, simgelem gibi kavramlar kullanılmaya başlanmıştır. Temsil, gerçekliğin dil aracılığı ile kurulmasıdır. Söylem, gerçekliği yeniden üreten değil, aynı zamanda tanımlayan ve kurandır. İmgelem, toplumsalı tanımlayan bir toplumdan diğerine farklılık gösteren yaşanma biçimleridir Simgesel sistem, toplumsal gerçekliğin tanımlandığı düzeydir ve simgesel olan dil ve anlamlandırma pratikleri olarak söylemleri kurmaktadır. Dolayımlama ise, gerçekliğin düşünceye ulaşıncaya kadar geçirdiği değişim süreci anlamında tanımlanmaktadır. Negatif anlamında dolayımlama toplumsal gerçekliğin kılıf değiştirmesiyken pozitif anlamında dolayımlama ise, Frankfurt okulu tarafından geliştirilmiştir. Burada dolayımlama sürecinde değişikliği çarpıtma yerine, varlığın ve bilincin farklı türleri arasındaki tüm etkin ilişkiler dolayımlanmıştır (Sancar, 1997:123-126). “Temsil” kavramının sözlük anlamına bakıldığında “göstergelerin, anlamlarının yerine geçirilmesi süreci; bir şeyin yerini tutmak, simgesi ya da işareti olmak, onun örneği olarak bulunmak; bir şeyi göstermek, belirgin özellikleriyle yansıtmak; bir şeyin yeniden sunumu” olarak tanımlandığı görülmektedir (Mutlu, 2004:278). 153 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Medya iletişimi de tıpkı dil gibi işlem yapmaktadır. Her temsil bir kodlama sisteminin parçasıdır. Her şey bir başka şeye eklenerek ve anlam, ardıllığın içinde dönüşerek gerçeklik kazanmaktadır (Altan, 2006:195). Bu açıdan değerlendirirsek eleştirel bir bakışaçısını gerektiren medya okuryazarlığı önemini de vurgulamak gerekir. “Tüm sözcüklerin, anlam üretimlerinin, anlatıların ve temsillerin ardyöresine bakabilme bilinci ve toplumsal dönüşüm yetisidir” (Binark ve Gencel Bek, 2007:11). Söylem aracılığıyla toplumsal denetim ağı oluşturmanın en temel koşulu, söylemin manipülasyonu ve bizatihi üretilmesidir. (Erdoğan ve Alemdar; 2002:351). Zoonena göre (1997) medyada çalışanların ve patronların çoğunluğunun erkek olmasından dolayı Söylemler ve İmgeler ataerkil toplumun çıkarları doğrultusunda işleyecektir. Bundan dolayı Radikal Feministler toplumun baskın olan düşüncelerini değiştirmenin tek yolunun medyadaki erilliğinin ortadan kaldırılması olduğunu savunurlar. Medyada kadının temsili üzerinden cinsiyetçiliğin üretimi ile bunları üretenlerin çoğunun erkek olması arasında bir ilişki olduğunu biliyoruz. 80’lerden sonra bu alanda daha çok kadın çalışmaya başlasa da, beş çalışandan ancak birinin kadın olması bu sürecin devam etmesine neden olmaktadır. Medyada daha üst organlarda yani özellikle karar alma mekanizmalarında çalışanların çoğunun erkek olması cinsiyetçi işbölümünün yapıldığının da bir göstergesidir (Altun, 1995). Erol Mutlu, “taraf tutma” kavramını, “İletişim araçlarındaki temsillerin aslına uygun olmayıp çarpıtılarak kurulması.” olarak tanımlamaktadır. Ancak bu çarpıtmanın, ya taraflardan birine duyulan bilinçli bir önyargıdan ya da farkında olunmadan göz ardı edilmesinden kaynaklandığını da belirtmektedir (Mutlu, 2008:277). Foucaul’ta göre (2007) söylemin nizami gücünün insanların üzerinde disiplin baskısının kurulması ve kişileri disipline ederek belirli davranışları belirli kalıplarla yapmaya zorlaması açısından oldukça önemlidir (Artun, 2012:123). Söylem, anlamın dil içinde hareket etmesi ile oluşmaktadır. İdeoloji ise, bu anlamın belli kişi ya da gruplar lehine nasıl harekete geçirildiği ile ilgilidir (Sancar, 1997:89). İktidar Judith Butler’a göre iki özne ya da özne ve öteki arasındaki mübadeleden daha fazla bir şeydir. İktidar toplumsal cinsiyet hakkında düşünülen ikili çerçevenin üretiminde işleyen bir olgudur. Toplumsal cinsiyetin (gender), cinsiyetle (sex) örtüşmesi gerekmez, kendini onunla sınırlamaz. “Erkek”in inşası, onun bedeninden hasıl olan bir şey değildir. Şimdiye kadar toplumsal cinsiyetin cinsiyeti yansıttığı veya onun tarafından sınırlandığı örtük olarak da olsa, bir ön kabul gibi görülüyordu (Butler, 1990:6). Devlet bürokrasisinin iktidar aygıtlarını elinde tuttuğu ülkelerde, medya üzerinden uygulanan sistemli propaganda, egemen seçkinlerin çıkarına hizmet etmektedir (Chomsky ve Herman, 2004:35). Yazılı, görüntülü ya da sesli medya ürünleri kendi dışlarında varolan gerçekliği çarpıtan ya da temsil eden metinler olarak değil, kadının geleneksel toplumsal konumuna ilişkin toplumsal söylemleri dolaşıma sokarak yeniden kuran anlamlandırma pratikleridir (Alankuş ve İnal, 2000:65). Kadınların temsil edilme biçimleri, medyanın kadınları nasıl gördüğünü göstermemekte; aynı zamanda toplumun onları algılamasında da biçimlendirme işlevi görmektedir (Tanrıöver, 2007:154). Medyada kadınların temsil ediliş biçimini, kullanılan dil büyük ölçüde etkilemektedir. Çok masum gibi görünen sözcük seçimleri ve cümle kurguları cinsiyete dayalı ayrımcılığı yeniden üretebilmektedir (Alankuş, 2009:107). Bu bağlamda medya metinlerinde kadın çoğu zaman: “fettan ve kötü kadın” ya da “toplumun atfettiği rollerine uygun olarak anne ve iyi eş olarak kadın” tiplemeleriyle karşımıza çıkmaktadır. Kadınların çalışma yaşamına dahil olmaları da kadınlara uygun iş tanımları temelinde sunulmakta, bu tanımların dışına çıkan kadınlar marjinalleştirilmektedir. Ayrıca kadınlar “bedene” indirgenmekte; ilgi çekme, izlenirliği artırma kaygılarıyla kadınlar bedenleri üzerinden sömürülmektedir. Toplumsal dinamiklere koşut olarak kadının yaşamındaki değişimler ve yeni sorunlar medya metinlerinde genellikle ihmal edilmekte, farklı kadınlık durumları medya metinlerinde temsil edilmemektedir (Gencel Bek ve Binark, 2000:4). Sergilenen fotoğraflar da kadınların temsil ediliş biçimleri üzerinde etkilidir. Kadınları özel alan içinde ya da cinsel nesne olarak gösteren fotoğraflar dışında kadınların hiç temsil edilmemesi de önemli bir sorun teşkil etmektedir. Özel alanla bütünleştirilen kadın, zaman içinde kamusal alana girebilme olanağı kazanmış olsa da sorumluluklarını özel alandan soyutlayabilmiş değildir (Yaraman, 1999:12). Dolayısıyla cinsiyete dayalı işbölümü ile mücadele etmek, o toplumda kadın ve erkek olmanın gerekleriyle mücadele etmek demektir (Bhasin, 2003:29). Kadına ve erkeğe uygun görülen meslekler çoğunlukla cinsiyet kimliğiyle iç içe geçmektedir. Cinsiyetler temel alınarak kadınlara öğretmenlik, 154 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World hemşirelik, sekreterlik vb. meslekler uygun görülürken, erkeklere üst düzey yöneticilik, politika, daha fazla bilgi ve beceri isteyen meslekler uygun görülmektedir (Davis, 1997,58). Kadınların özel alandaki etkinlikleri, onların toplumsal iktidara ve mülkiyete sahip olmalarını engellemektedir; dolayısıyla kadınların konumunun en önemli belirleyicisi özel alandaki etkinlikleridir (Bora, 1997:65). Cinsiyete dayalı işbölümü kavramı erkeklerle kadınların farklı görevleri kendi aralarında basitçe böldüğü görüşünü öne sürüyor gibi görülse de erkeklerin üstlendikleri görevler “gerçek” görevler olarak görülürken; kadınlar, doğalarına atfen belirlendiği iddia edilen ve bu sayede de ayrımcılığın gizlendiği “ikincil” görevleri üstlenmektedir. Böylelikle de kadın ve erkek arasındaki tahakküm ilişkisi gizlenmektedir (Mies vd., 2008). Kadının medyada özel alanla sınırlandırılması, olumsuz temsili ya da adının yokluğu ritüellerle çevrelenmiş bir yaşam alanında kendini bulurken erkekler hegemonik düzen içerisinde özneleşir kadın ise kendini kendi istediği gibi inşa edemez ve böylelikle nesne haline dönüşür. Toplumsal cinsiyetin öğrenilmesinde önemli bir etken olan örnek alarak öğrenme medyada kadının ve erkeğin temsilleriyle kendisi arasında özdeşlik kurarak bu temsilleri rol model alır. Erkek çocuklar babalarını, kız çocuklar ise annelerini örnek alarak toplumsal cinsiyetlerini içselleştirir. Özdeşleştirme etkisiyle kadınlar ilgili, şefkatli olmayı ve başarıdan korkmayı; erkekler hırslı, akılcı ve rekabetçi olmayı öğrenir (Kaypakoğlu, 2004:25). Ve toplumsal cinsiyeti yeniden üreten bu süreç hiçbir zaman sona ermemektedir. Toplumsal cinsiyet bilinçli bir kimlik değildir; sürekli olarak yakın çevredeki ve televizyondaki mesaj ve anlam yapılarıyla şekillenmeye devam eder. SONUÇ Kadın ve erkeğin toplumsal eşitsizliklerinin kaynağını araştırmak için yapılmış bazı araştırmalarda ataerkil yapının yalnızca erkekler tarafından inşa edildiğini belirtirler ancak eril söylemlerin içinde yetişen özellikle kız çocuklarının yetişkin olduklarında aynı eril söylemleri tekrar ederek mevcut sistemi yeniden ürettikleri gözden kaçar. Bu sistemin erkekler tarafından kurulmuş olduğu fakat çoğunluğunun erkek olmakla birlikte her iki cinsiyetinde yer alabileceği bir alan olduğu unutulmamalıdır. Görsel medya aracı olan televizyonda gösterilen haberler, reklamlar, eğlence programları, diziler toplumsal cinsiyetin yeniden üretilmesinde önemli araçları oluşturmaktadır. Erkekliğin ve kadınlığın dil ve söylemlerle inşasında erkeğin net ve sözünün eri, adam gibi adam, aile reisi, erkek babası, çok kazanan, çapkın olduğu belirtilirken kadının da namuslu, erkeğe uyum sağlayan, hamarat vb. olarak tanımlandığını görebilmek mümkün. Mevcut medya; ataerkil zihniyetlerle kurgulanmış reklamlar, diziler, haberler, kadın sorunlarını sansasyonel biçimde ekrana taşıyan kadın programları ve hatta kadına yönelik şiddete tepki olarak çekilmiş kamu spotlarında dahi kadını özel alana sıkışmış, erkeğin bakışına maruz kalarak nesneleşmiş, edilginleştirilmiş, ikincilleşmiş, magazinleştirilmiş yer verilmeyerek yok sayılmış, şiddet mağduru olarak özneleştirilmiş, özneleşirken bedeni üzerinden varolabilmiş kadını, sürekli tekrarlanan eylem ve söylemlerle cinsiyetçi önyargıları pekiştirmekte en önemli unsur haline dönüşmüştür. KAYNAKLAR Adanır, O., (2004), “Baudrillard'ın Simülasyon Kuramı Üzerine Notlar ve Söyleşiler, İzmir, Dokuz Eylül Yayınları. Alemdar, K. ve Erdoğan, İ., (2005), “Öteki Kuram”, İstanbul: Erk Yayınları. Alemdar, K. ve Erdoğan, İ., (2002), “Öteki Kuram”, Kitle İletişim Yaklaşımların Tarihyolu Eleştirel bir Değerlendirmesi, Ankara: Fark Yayınları. Avcı, N., 1990), “Kitle Kültürü Enformatik Cehalet”, Ankara: Rehber Yayınları. Arslan, A., (2001), “Türk M edya Elitleri: Bir Durum Tespiti”, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, sayı: 8. Artun, İ., (2012), “M asallar ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın Kimliğinin Ataerkil Söylemlerle Yeniden Yapılandırılması”. Altan, Z., (2006), “Kadın İmgesindeki Simgesel Yokluk ve M edya Egemenliği”, İletişim Çalışmaları Dergisi, sayı:3. Altun, A., (1995), “Türkiye’de Gazetecilik ve Gazeteciler”, sayı: 15, Ankara: Çağdaş Gazeteciler Derneği Yayınları. Alankuş, S., ve İnal, A., (2000), “Güldürü Programlarında Kadının Temsili ve Kadına Yönelik Şiddet”, Televizyon, Kadın ve Şiddet, Ankara: Dünya Kitle İletişim Araştırma Vakfı KİV Yayınları. Alankuş, S., (2009), “Yeni Habercilik Arayışları: Hak Odaklı Habercilik, Yurttaş Gazeteciliği, Barış Gazeteciliği”, Gazeteciliğe Başlarken Okuldan Haber Odasına içinde (88-124). İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Butler, J., (1990), “Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi”, İstanbul: M etis Yayınları. 155 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bhasin, K., (2003), “Toplumsal Cinsiyet Bize Yüklenen Roller”, (Çev:Ayşe Coşkun), İstanbul: Kadav Yayınları. Bora, A., (1997), “Kamusal Alan/Özel Alan: M ahrumiyet-Özgürleşme İkileminin Ötesi”, (Der. Oya Çitçi), 20. Yüzyılın Sonunda Kadınlar ve Gelecek içinde (63-69), Ankara: Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayın No:285. Binark, M ., ve Gencel Bek, M ., (2007), “Eleştirel M edya Okuryazarlığı Kuramsal Yaklaşımlar ve Uygulamalar”, İstanbul: Kalkedon Yayınları. Bourdieu, P., (1997), “Televizyon Üzerine”, (çev: Turhan Ilgaz), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. Calhoun, C., (2000), “Bourdieu Sosyolojisinin Ana Hatları”, (çev: Güney Çeğin), (2007), Ocak ve Zanaat: Pierre Bourdieu Derlemesi, İstanbul, İletişim Yayınları. Canpolat, N., (2003), “M ichel Foucault” “Kadife Karanlık” içerisinde, İstanbul: Su yayınları. Chomsky, N., (2004), Herman, E., ve Peterson, D., Podor, J., “M edyanın Kamuoyu İmalatı”, (çev: Hale Alpman vd.) Chivi yazıları Yayınevi. Davis, F., (1997), “M oda, Kültür ve Kimlik”, Yapı Kredi Yayınları, Dündar, Serpil. (2010), Televizyon Haberlerinde Kadının Temsili, İstanbul: Erciyes İletişim Yayınları. Dursun, Ç., (2001), “TV Haberlerinde İdeoloji”, Ankara: İmge Yayınevi. Demez, G., (2005) “Kabadayıdan Sanal Delikanlıya Değişen Erkek İmgesi”, İstanbul: Babil Yayınları. Dökmen, Z., (2006), “Toplumsal Cinsiyet”, İstanbul: Sistem Yayıncılık. Giddens, A., (2000), Sosyoloji, Ankara. Ayraç Yayınevi. Gencel Bek, M ., ve Binark, M ., (2000). “M edya ve Cinsiyetçilik”, Ankara Üniversitesi Kadın Sorunları Araştırma ve Uygulama M erkezi ve Kader Eğitim Kitapçığı, (2009), http://kasaum.ankara.edu.tr/gorsel/ dosya/1095679063M ine.rtf. Girginer, U., (1994), “Türk Toplumunda Cinsiyet Rolleri” (yayınlanmamış yüksek lisans tezi), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Psikoloji Anabilim Dalı. Keskin, F., (2005), “Özne ve İktidar”, (M ichel Foucault, Özne ve İktidar İçin Sunuş), 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Kaypakoğlu, S., (2004), “M edyada Cinsiyet Stereotipleri Toplumsal Cinsiyet ve İletişim”, İstanbul: Naos Yayınları. M arks, K., ve Engels, F., (2008), “Alman İdeolojisi”, (çev: Sevim Belli), Ankara: Sol Yayınları. M ies, M ., Bennholdt, V., Claudia, T.,ve Werholf, V., (2008), “Son Sömürge: Kadınlar”, (çev: Yıldız Temurtürkan), İstanbul: İletişim Yayınları. M arshall, G., (1999), Sosyoloji Sözlüğü (çev: Osman Akınhay, Derya Kömürcü), Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. M utlu, E., (2004), İletişim Sözlüğü, 4. Baskı, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları. M utlu, E., (2008), İletişim Sözlüğü, Ankara: Ayraç yayınları. Özbudun, S., Sarı, C., ve Demirer, T., (2002), “Küreselleşme, Kadın ve ‘Yeni’-Ataerki”, Ankara: Ütopya Yayınevi. Övür, A., (2009), “Facebook ve Simülasyon Evreni”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul. Özerkan, Ş., (2004), “Bir Toplumsallaştırma Aracı Olarak, M edyanın Kadın İmajına Yaklaşımı”, Kadın Çalışmalarında Disiplinlerarası Buluşma, Cilt:2. Rıza, E., (1997), “Eğitim Teknolojisi Uygulamaları-1”,Genişletilmiş ve Geliştirilmiş 4. Baskı, Anadolu M atbaa, İzmir. Sarup, M ., (1995), “Postyapısalcılık ve Postmodernizm” (çev: Baki Güçlü), Ankara: Ark Yayınları. Sancar, S., (1997), “İdeolojinin Serüveni”, İmge Kitabevi. Savran, A., (2004), “Beden Emek Tarih, Diyalektik Bir Feminizm İçin”, İstanbul: Kanat Yayınları. Türkoğlu, N., (2000), “Gündelik Yaşamda İmgelerin Gücü: Görü-yorum”, İstanbul: Der Yayınları. Tanrıöver, U., (2007), “M edyada Kadınların Temsil Biçimleri ve Kadın Hakları İhlalleri”, (der:Sevda Alankuş), Kadın Odaklı Habercilik içinde (149- 165), İstanbul: IPS İletişim Vakfı Yayınları. Ramazanoğlu, C., (1998), “Feminizm ve Feminizmin Çelişkileri”, (çev. M efkure Bayatlı), Pencere Yayınları. Yaraman, A., (1999), “Türkiye’de Kadınların Siyasal Temsili”, İstanbul: Bağlam Yayınları. 156 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Dede Korkut Kitabı'na Feminist Edebiyat Eleştirisi Bağlamında Bir Bakış Denemesi Trial Of a View on book of Dede Korkut in Context of Feminist Literary Criticism Esra KAVASOĞLU PARLAK1 1Y.L. Öğr., Akdeniz Üni., Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet Anabilim Dalı, Antalya, Türkiye. kavasogluesra@gmail.com Tarih, erkeklerin hikâyelerinden ibarettir. Kadınların kendi hikâyelerini yazmaları gerekir.1 ÖZET: Dede Korkut Kitabı, Oğuzların günümüze ulaşan tek yazılı destanıdır ve Türklerin eski yaşantısına dair izlerin, mitsel kökenlerin yer aldığı hem edebi hem tarihî hem de sosyolojik bir kaynaktır. Bu önemli özellikleri nedeniyle birçok araştırmanın konusu olan eseri, 'kadın' açısından inceleyen de pek çok çalışma mevcuttur. Ancak bu çalışmalar, genellikle birbirini takip eder ve aynı sınıflandırmaları içerir niteliktedir. Ayrıca çalışmalar; 'ataerkil' bir söylemle ve eserdeki kadın karakterleri, toplumsal cinsiyet kalıp yargılarına göre idealize etmeye yönelik olarak hazırlanmıştır. Bu söylem; yazıya, üretiminden çok s onra geçirilen bir destan metnini eleştirel gözle okumaktan uzaktır ve ataerkil yapıyı yeniden üretmeye yöneliktir. Hâlbuki metin, bir geçiş dönemi eseri olması ve sözlü dilde üretilmesi nedeniyle çok daha eski, belki de ana-soylu dönemlere ait kalıntıların takip edilebilmesine imkân sağlayabilecek niteliktedir. Araştırmanın amacı; eseri, 'feminist' bir bakış açısıyla yeniden okumaya tabi tutmaktır. Bu yeniden okuma sürecinde hem metnin kendisi hem de metin üzerine yapılan çalışmalar dikkate alınacaktır. Böylece; gelenekselleşmiş ‘kadın’ rolünün temelinde gösterilen unsurların, geleneğin ta kendisi olarak sunulan bir eserde dahi bugün algılandığı biçimde olmadığı ortaya konacaktır. Türk toplumunda kadının erk ya da eşit olduğu döneme ait yeni bir geleneğin varlığı tartışmaya açılacaktır. Ayrıca metin üzerine yapılan çalışmaların yeniden okunmasıyla, çalışmalardaki ataerkil söylemin ortaya çıkarılması ve eleştirilmesi amaçlanmaktadır. Anahtar S özcükler: Dede Korkut Kitabı, feminist edebiyat eleştirisi, kadın karakter. ABS TRACT: Book of Dede Korkut, is the only surviving written saga of Oguz and this work is both a historical and sociological literary source where the mythical origins and the traces of the former life of Turkish people. The work is the subject of many studies because of these important features and there are so many works performed on book which is examining it in the terms of women studies. However, these studies usually follow each other and they contain the same classification. Also studies has been intended to idealize female characters with 'patriarchal' speech and gender stereotypes. This concept is far from critical read the text of saga which is written long after production and it is for reproducing the patriarchal structure. Whereas the text, has got features which is able to provide follow remains of old eras even mother-noble period because of that it is produced in oral language and in transition period. The purpose of the research is to provide the work to be re-read with ‘feminst’ view. In this re-reading process both original text and works done on the text will be considered. Thus; elements which has presented as basis of traditional 'female' role indicated as not as percieved today even in a work which is offered as very self of tradition. Existance of a new tradit ion of women in Turkish society in a period when women has got equality or power will be offered to be discussed. In addition, by rereading of the work, it is intended to reveal and criticize the patriarchal discourse. Keywords: Book of Dede Korkut, the feminist literary criticism, female symbols. 1.GİRİŞ “Feminizm, cinslerin (kadın ve erkeğin) eşitliği kuramına dayanan kadınlara eşit haklar isteyen temelde kadın ile erkek arasındaki iktidar ilişkisini değiştirmeyi amaçlayan bir siyasal akımdır. Bu akım, insanlığın yarısını oluşturan bir demografik grubun ve uygarlık tarihi boyunca hep ikincil konumda yaşamak zorunda kalan bir cinsin (kadınların) bu durumdan kurtuluş hareketinin öğretisidir.”2 “20. yüzyılın en önemli ve etkin siyasal ideolojilerinden” 3 olarak görülen feminizmin “ilgi odağı, kadınla erkek arasındaki toplumsal farklılık; bu farklılık olgusunun anlamı, nedenleri ve sonuçlarıdır.” Her ne kadar tek bir feminizmden bahsedilemese ve kadının ikincil konumunun nedenlerini farklı başat öğelerle değerlendiren feminist kuramlar olsa da pek çok feminist kuramcının mücadelesinin temel unsuru olarak belirlediği önemli bir kavram vardır: Patriyarka. Erkeğin (baba, koca, oğul) egemenliği anlamına gelen ataerki bir sistemdir ve “bu sistemin, kendine özgü ideolojik ve kültürel aygıtları vardır. İktidarı elinde bulunduran erkekler, bu aygıtları da Kamla-Khan-Nighad Said, Feminizm Üzerine Bazı Sorular, Kadınlarla Day. Vakfı Yay., İstanbul, 2014, s. 12. Feminizmin Abc’si, Say Yayınları, İstanbul, 2010, s. 29. 3 Arat, age., s. 29. 1 Bhasin, 2 Arat, Necla, 157 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kullanarak egemenliklerini sürdürür.” 4 Feminizme göre bilim de bu aygıtlardan biridir. “… Çünkü bilim dalları ve uzmanlık tarihlerinde de özne yine erkektir. Kadınlar işte bu nedenle, tüm bilim dallarının gözden geçirilip baştan yazılması gerektiği düşüncesini savunur.” 5 Bu nedenle “[t]arih kadınlar lehine tekrar okunmalı, deşifre edilmeli, feminist hareketin referans çerçevesinde ve taraflı bilinçlilik doğrultusunda yeniden kurgulanmalıdır.” 6 Feminist ideolojinin bu eleştirileri edebiyat bilimini için de geçerlidir. Bu doğrultuda "Feminist eleştirinin gerçekleştirmeye çalıştığı farklı bir ideolojik okumadır. Amaç sanat eserini değerlendirmek değil, onlar aracılığıyla cinsiyetçi yapılanmayı deşifre/teşhir etmektir."7 Bu yolla hareket eden "feminist edebiyat eleştirmenleri cinsiyetlendirilmiş okumaların ırk, cinsiyet ve başka farklılıklar konusunda daha geniş bir kültür politikasını zorunlu kıldığı görüşünü benimser"8 Araştırmamızın bu kuramsal çerçevede Dede Korkut Hikâyelerini yeniden okuyacak ve kadın bakış açısı ile hem metindeki hem de metin üzerine yapılan çalışmalardaki ‘cinsiyetçi tutumları’ ortaya koymaya çalışacaktır. Araştırmamızın temel metnini oluşturan Dede Korkut hikâyeleri ile ilgili kısa bir bilgi vermeden önce metnin yeniden okuma süreci iki aşamalı olarak gerçekleştirileceği belirtilmelidir. İncelememizin ilk katmanını Humm’un belirttiği biçimde “cinsiyetlendirilmiş okumalar” oluşturmaktadır. Bu bağlamda Dede Korkut Hikâyelerinde “kadın” konusu ile ilgili yapılan çalışmalar mercek altına alınacaktır. İkinci katmanda ise çalışmalar doğrultusunda metin ile ilgili yorumlar, kadın bakış açısı ile metnin kendisine başvurularak irdelenmeye çalışılacaktır. 2. DEDE KORKUT KİTABI "Oğuzlardan bize ulaşan tek destan metni[nin] Dede Korkut Kitabı"9 olduğunu iddia eden Boratav destanı, “ulusların yazı öncesi çağlarında oluşmuş, gelişmiş yapıtlardır. O çağlarda hem yaratılış ve dönüşümlere, tanrılara ve çeşitli olağanüstü varlıklara, hem de toplumun geçmişine değgin bilgiler i destanlar ver[miştir]"10 şeklinde tanımlar. Buna göre bir yanıyla edebiyata yaslanan destanlar bir yanıyla da tarihe aittir. Destanların tarihi ile ilgili olarak Reichl, "Her ne kadar Dede Korkut Kitabı'nı içine alan yazmalar 16. yüzyıl tarihini taşıyorsa da kitaptaki destani hikâyeler [...] 9. ve 11. yüzyıllar arasındaki bir döneme işaret etmektedir"11 ifadelerini kullanırken Çobanoğlu epik destanlar üzerine gerçekleştirdiği yapısal incelemesinde “destanlar, olaylar zinciri bakımından belli bir tarihi döneme dayansa da, onları hiçbir zaman tek katlı ve yalın tarihi gerçeğin tekrarı olarak ele almaz, daima çok katlı bir biçimde ele alış esastır. Bir başka ifadeyle, destan çoğu kez, çeşitli zaman dilimlerinde meydana gelmiş [olayları] kurgular” 12 ifadelerini kullanarak destanların “mitolojik dönemden itibaren şekillenen sözlü gelenek üzerinde” 13 oluştuğunu öne sürer. Bu yorum destanların alt metinlerinde çok daha eski dönemlere ait izlerin bulunabilmesinin yolunu açmaktadır. 3. DEDE KORKUT KİTABI’NDA KADIN İLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR Bahsedilen önemli özellikleri nedeniyle birçok araştırmanın konusu olan eseri 'kadın' açısından inceleyen de pek çok çalışma mevcuttur. 4 Çakır, Serpil, Osmanlı Kadın Hareketi, M etis Yayınları, İstanbul, 2013, s. 31. age., s. 43. 6 Çakır, age., s. 47. 7 Yaraman, Ayşegül, “Ne Okumak Değil, Nasıl Okumak: Feminist Eleştiri Nesnesi/Kaynağı Olarak Edebiyat”, Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi M erkezi Vakfı 20.Yıl Uluslarası Sempozyumu: Kadın Belleğini Oluşturmada Kaynak Sorunu Bildirileri, İstanbul, 2009, s.257-265. 5 Çakır, 8 Humm, age., s. 11. Pertev Naili, Yüz Soruda Türk Halk Edebiyatı, K Kitaplığı Yayınları, İstanbul, 2003, s. 59. 10 Boratav, age., s. 50. 11 Reichl, Prof. Dr. Karl, Türk Boylarının Destanları, TDK Yayınları, Ankara, 2011, s. 43. 12 Çobanoğlu, Prof. Dr. Özkul,Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara, 2011, s. 21. 13 Çobanoğlu, age., s. 39. 9 Boratav, 158 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Dede Korkut Hikâyelerinde Kadının Konumu; Alev Kâhya-Birgül14 Dede Korkut Kitabı’nda Kadın Tipleri; Doç. Dr. Metin Ekici15 Dede Korkut Boylarında Kadın Statüsü; Hatice Kübra Uygur16 Dede Korkut Hikâyelerinde Savaşçı Kadın Tip ve Animus Kavramı; Kürşat Öncül17 Dede Korkut Hikâyelerinde Kadın ve Çocuk Eğitimi; Yrd. Doç. Dr. Bülent Arı-Ercan Karakete 18 Dede Korkut Kitabında Kadın; Mehmet Kaplan19 Dedem Korkut, “Kadın”; Adnan Binyazar20 Bu eserler incelememiz açısından ayrıntılı okumaya tabi tutulan eserlerdir. Bu çalışmalar, genellikle birbirini takip eder ve Mehmet Kaplan ile Adnan Binyazar’ın çalışmaları gibi daha eski çalışmalar hariç tutulursa benzer sınıflandırmaları içerir niteliktedir. Bu sınıflandırmalar; “alp tipi kadın”, “ideal eş ve anne tipi”, “ideal sevgili tipi”, “yardımcı tip”, “erdemli ve soylu kadın”, “sığınılan eş/yüceltilen sevgili” gibi genellikle kadını idealize eden bir paydada ortaklaşırken sınıflandırmaların içeriğini ise; Alp/Yiğit, Savaşçı/Kahraman, Cesur, Özgür, Sadık, Fedakâr, İffetli/Namuslu, Bakire, Vefakâr gibi kavramlar oluşturmaktadır. Bilimsel çalışmalardaki bu sınıflandırma ve kavramlar, feminist ideoloji açısından son derece tartışmalı kavramlar olmakla beraber, özellikle çalışmalardaki “ideal” yorumu kadını yönelik her türlü ayrımı reddeden ideoloji kabul edilebilir değildir. Konu ile ilgili olarak Demren’in “tüm toplumlarda idealize edilmiş, egemen, tüm toplumca paylaşılan kimlik parçacıkları vardır. [Bu durumun] saygı görmesinin nedeni de bu parçacıkların ataerkil hiyerarşi ilişkilerini çok rahat yeniden üretebilmesidir” 2 1 ifadeleriyle vurguladığı üzere kadınlar üzerinden kurulan bu “ideallik” algısı ataerkil bir söylem içermektedir. Bu söylem kadının bireysel kimliğini ortadan kaldıran ve kadını sadece “anne” ve “eş” gibi normların içerisinde düşünebilen algının tezahürüdür. Ayrıca ideallik dönemden döneme, kültürden kültüre değişen bir kavramdır. Bugünün -modern kapitalist toplum- toplum anlayışına yönelik bir ideal kurgusu anakronizme düşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle öncelikle destandaki kadın karakterlerin özelliklerinin kadın bakış açısıyla ortaya çıkarıldığı ve idealleştirmeden uzak çalışmaların yapılması gerekmektedir. Bu bağlamda çalışmamız, şu sonuçlara ulaşmaktadır: 4.1. MUKADDİME YA DA ATAERKİL İDEOLOJİNİN KADİM İZLERİ Uygur’a göre, başlangıcında “kadınlardan bahsedilmesi sosyal hayat içerisinde kadına verilen önemi göster[en]” 22 Dede Korkut Kitabı, esere sonradan eklendiği konusunda görüş birliğinin olduğu bir mukaddime bölümü ile başlamaktadır. Bu bölümün konumuz açısından önemi, kadınların tasnif edildiği 14 Kâhya-Birgül, Alev, “Dede Korkut Hikâyelerinde Kadının Konumu”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, AKM Yayınları, Ankara, 2000, s. 229-244. 15 Ekici, Doç. Dr. M etin, “Dede Korkut Kitabı’nda Kadın Tipleri”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, AKM Yayınları, Ankara, 2000, s. 129-138. 16 Uygur, Hatice Kübra, “Dede Korkut Boylarında Kadın Statüsü”, http://eprints.ibu.edu.ba/2156/2/DEDE%20KORKUT%20HİKÂYELERİNDE%20KADIN%20STATÜSÜ.pdf 17 Öncül, Kürşat, “Dede Korkut Hikâyelerinde Savaşçı Kadın Tip ve Animus Kavramı”, Turkish Studies, Volume 3, Issue 2, 2008, s. 574-581. 18 Arı, Yrd. Doç. Dr. Bülent-Karakete, Ercan, “Dede Korkut Hikâyelerinde Kadın ve Çocuk Eğitimi”, M KÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, C. 7, S. 14, Antakya, 2010, s.275-284. 19 Kaplan, M ehmet, “Dede Korkut Kitabında Kadın”, Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 1, Dergah Yayınları, İstanbul, 1976, s. 41-54. 20 Binyazar, Adnan, “Kadın”, Dedem Korkut, Karacan Yayınları, İstanbul, 1988, s. 61-82. 21 Demren, Çağdaş, “Erkeklik, Ataerkillik ve İktidar İlişkileri”, http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/erkeklik_ataerklik.pdf 22 Uygur, age., s. 7. 159 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bir bölüm içermesidir. Bu bölüme göre; “Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soydur. Birisi dolduran toydur. Birisi evin dayağıdır. Birisi denildiğinde de bayağıdır.”23 Bu bölümde evin dayağı olarak adlandırılan kadın ‘kocası evde olmasa da konuklarını ağırlama, yedirme ve saygı gösterme’ özellikleri nedeniyle olumlanan ve diğer üç tipin aksine ‘soyunun devam etmesi arzulanan’ kadındır. Solduran soy ‘çok yemek yiyen buna rağmen kocasından şikâyet edip aç ve mutsuz’ olduğunu ifade eden kadındır. Dolduran toy ‘üşengeç, gezmeyi ve dedikoduyu seven’ bir kadın olarak anlatılır ve bu nedenle de eviyle ilgilenmez. Denildiğinde bayağı ise ‘konuklara yemek sunmaz, evde yemeğin olmadığından şikâyet eder ve kocasının sözünü dinlemez. Bu tasnifte yer alan kadınlardan sadece bir tanesi olumlu diğer üçü olumsuz özellikteki kadınlar olarak aktarılmıştır. Bu bölümde kadının toplumsal cinsiyet rollerinin stereotipilerini somut bir biçimde görmek mümkündür. Toplumun 'eş' olan kadından bekledikleri ya da onda görmek istemedikleri, erkek gözüyle ve ataerkil bir söylemle dile getirilmektedir. Feminizm, kadınların özgür iradeleri ile ve kendi seçimleri doğrultusunda yaşamalarını önemser. Kadınların tüm geleneksel normların ve ideallerin dışında bireysel istekleri ve tercihlerine saygı duyar. Feminizm için solduran soyun evdeki mutsuzluğu, dolduran toyun ev içine hapsolmayı reddedip dışarı çıkma isteği ve denildiğinde bayağının ekonomik sıkıntılar nedeniyle ettiği şikâyetler son derece önemli ve kadınsı deneyimlerdir. Mukaddime ile ilgili bir diğer veri ise olumsuz anlamada bahsedilen kadınların özelliklerine sahip karakterlerin destanın içeriğinde olmamasıdır. Destandaki kadın karakterlerin hiçbiri “misafirperverlik” ya da “aç gözlülük” gibi özellikleriyle metinde yer almaz. Destandaki kadınlar daha çok kamusal alanda görülürler. Dolayısıyla esere sonradan eklenen mukaddime kadının özel alandaki konumunun daha belirgin olduğu bir döneme aittir denebilir. Bu durum kadının tarih içerisindeki konumunun değişkenliğine dalalet olmakla birlikte, metni sonraki dönemlerde dinleyen kadınlara yönelik ataerkil bir uyarı olarak yorumlanabilir. 4.2. İDEAL EŞ VE ANNE TİPİ YA DA KURGUNUN ATAERKİL İDEOLOJİSİ VE ERKİN İKİYÜZLÜ TERCİHİ: ANNENİN NAMUSU Kâhya-Birgül Dede Korkut’taki kadınları “kocalarının yersiz ve haksız öfkelerine, sorumsuz davranışlarına karşı sabırla ve yumuşaklıkla yaklaşan kadınlar eşlerine, oğullarına yol gösterici, akıl öğretici fedakâr birer eş ve annedir” 24 şeklinde tanımlar ve bu özellikleri yüceltir. Diğer çalışmalarda da ‘ideal anne ve eş’ rolüyle benzer şekilde tanıtılan kadınlar, eserdeki Boğaç Han’ı annesi –eserde adı yoktur- ve Burla Hatun’dur. Her iki kadın karakter de çalışmamız açısından önemli veriler vermekle birlikte Burla Hatun karakterine yakından bakmak oldukça önemli çıkarımlara neden olmaktadır. Salur Kazan’ın Evinin Yağmalandığı boyda, Burla Hatun oğluyla beraber, düşmanları Şökli Melih’e esir düşer ve Şökli Melih Burla Hatun’un sakilik yapmasını ister ancak Burla Hatun’u seçemez. Esirler arasında Burla Hatun’u bulmak için Uruz’un etini esirlere yedirmeye karar verir. Plana göre eti yiyemeyen kişi anne Burla Hatun olacaktır. Burla Hatun bu durumu oğluna danışır. “Senin etinden yiyeyim mi? Düşmanın döşeğine gireyim mi?” diye sorar. Oğul Uruz’un cevabı baş tacı edilen ve sözünden çıkılmayan bir anneye verilecek cevaptan çok uzaktır: "Ağzın kurusun ana, dilin çürüsün ana! […] yakan ile boğazından tutaydım, […] ağzından burnundan kan şorlataydım, can tatlılığını sana göstereydim. Bu nasıl sözdür? [...] Onlar bir yediğinde sen iki ye! Seni kâfirler tanımasınlar, […] babam Kazan'ın namusunu lekelemeyesin, sakın!"25 Metne bakıldığında anne Burla Hatun oğlunun etini yiyip yememek konusundaki tercihi oğluna bırakmıştır. Yani kadının ‘oğullarına yol gösterici’ olduğuna dair yorumu bu bölümde izlemek mümkün değildir. Sonra oğul sert bir dille annesine kızar ve kadının tercihini kendisinden yana değil babasından yana kullanması gerektiğini belirtir. Burada bir bakıma 'eş'lik -namus- anneliğe üstün gelmiştir. Bir diğer ifade ile ataerkil iş birliği başat öğesi olarak 'beden dokunulmazlığı'nı seçmiştir. Bu destan, kadının 23 Binyazar, age., s. 97. age., s. 238. 25 Binyazar, age., s. 123. 24 Kahya-Birgül, 160 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 'idealleştirilen' eş ve anne rollerinin metnin kendisinde nasıl ve hangi şartlarda değiştiğini göstererek 'erkin ikiyüzlülüğünü' gözler önüne sermektedir. Bu destan bize idealleştirilen ve kadında verili olarak bulunan annelik ya da eşlik vasıflarından daha üstün olarak erk tarafından belirlenen namus kavramına işaret etmektedir. Feminizme göre “erkeklere kadınlardan daha çok hak tanıyan, çift standartlı ahlak anlayışı ve yasalar, kadınları aynı zamanda hem özel hem de kamusal alanda ezen ve ikincil duruma düşüren ataerkil sisteme dayanır.” 26 Kalav ise ElSaadawi’den aktararak “Bireyin kendi davranışlarından değil, bağlı bulunduğu kişilerin davranışlarından sorumlu olması, kadına eşitlenen namus kavramı aracılığıyla kadının denetimini kolaylaştırır. Kadının aile ve akrabalık ilişkileriyle sarmalanmış toplumsal cinsiyet rollerinden bağımsız insan onuruna yakışır bir hayat sürmesi, namus kavramının kadınlara yüklediği anlamlar bağlamında mümkün olmamaktadır” 27 görüşündedir. 4.3. İDEAL SEVGİLİ TİPİ YA DA ÖZGÜR KADIN MASALININ TUTSAKLIK GERÇEĞİ Araştırmaların ideal sevgili tipi başlığında verdikleri örnekler daha çok Bamsı Beyrek ve Kan Turalı destanlarındaki kadın karakterler olan Banı Çiçek'te ve Selcen Hatun'da kendilerini gösterir. Bu kadınlar 'ideal alp tipi' kadın olmaları ve evlenecekleri kişiyi kendilerinin seçmesi nedenleriyle kendi kaderlerini kendileri tayin eden kadınlar olmaları açısından idealleştirilmişlerdir. Ayrıca Arı ve Karakete Banı Çiçek’i “Bamsı Beyrek kaçırıldığında onu sabırla bekle[mesi], ona hep sadık kal[ması]” (279) açısından da yüceltir. Destana baktığımızda ise Banı Çiçek ile Bamsı Beyrek’in beşik kertmesi olduğu görülür. Buna rağmen Banı Çiçek, Bamsı Beyrek ile bir çeşit müsabakaya tutuşur. Eğer araştırmacıların ‘eşlerin özgür seçimi’ ya da ‘kadının kendi kaderini tayini’ ile ilgili ifadeler bu müsabaka üzerinden kuruluyorsa destanın ilerleyen bölümlerinde Banı Çiçek'in "deli kardeşi" Karçar'ın "kızı isteyeni öldürmesi" ya da kardeşini "vermek" için birtakım görevlerin yerine getirilmesini beklemesi bu "özgürlükçü tutum"a da kendi kaderini tayin yorumuna da gölge düşürür niteliktedir. Banı Çiçek’le ilgili olarak bir diğer yorum “[t]ek eşliliğin esas olduğu Türk göçebe toplumda kadın, erkeğini; erkek kadınını göz açup gördügüm, könül virüp sevdügüm diyerek sever. Bu cümlede ilk ve son sevdiğinin eşi olduğu açıktır. Banı Çiçek, on altı yıl sonra Bamsı Beyrek‟in öldüğüne inandıktan sonra Deli Karçar’ın isteğiyle evlenmeyi kabul eder” 28 yorumudur. Ancak anlatının finalinde Banı Çiçek’le kavuşan Bamsı Beyrek, tutsak olduğu zamanlarda kendisine ‘aşık’ olan Melik’in kızını almak ve arkadaşlarını kurtarmak üzere hisara gider. Buradan da anlaşılacağı üzere sanırız tek eşlilik sadece kadınlar için geçerli bir idealizm formudur. Çalışmaların bu bölümde ele aldığı bir diğer karakter Selcen Hatun’dur. Ancak metnin söylemi dikkatle analiz edildiğinde Selcan Hatun’un “Tanrı Teala babamın gönlüne merhamet verse, başlık kesip beni o yiğide verse"29 ifadelerinden evlilik tercihini yapanın 'baba', kızın ise 'verilen' olduğu göze çarpmaktadır. Kan Turalı boyunun son epizotları konumuz açısından önemli ifadelerin olduğu epizottur. Bu epizotta Kan Turalı ve Selcen Hatun düşmanla savaşır. Bu esnada Kan Turalı yaralanır. Ancak Selcen Hatun sayesinde düşmanı yenerler. Geri dönerlerken Kan Turalı’nın aklına şu gelir: “Oğuz'un ala gözlü kızı gelini boy attığında Her kişi sözünü söylediğinde sen orada kalkasın, övünesin 'Kan Turalı, güçsüz düştü Atın terkisine aldım, çıktım' diyesin Gözüm döndü, gönlüm gitti Öldürürüm seni"30 26 Bhasin, Kamla-Khan, Nighad Said, age., s. 22. Ayşe, Değişen ve Dönüşen Sosyal Bir Olgu Olarak Namus ve Toplumsal Cinsiyet, Akdeniz Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kadın Çalışmaları ve Toplumsal Cinsiyet ABD, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s. 18. 28 Uygur, age, s. 14. 29 Binyazar, age, s. 197. 30 Binyazar, age, s. 206. 27 Kalav, 161 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bu epizot, ataerkil ikiyüzlülüğe temel oluşturan epizotlardandır. Kan Turalı bu anlatının başında 'kendisinden önce düşmana varacak bir kadın ister' ve özellikle gidip Selcen Hatun'u seçer. Sonrasında Selcen Hatun sayesinde üç defa hayatı kurtulur ancak bunun bilinmesi ihtimalini kaldıramaz ve kadını öldürmek ister. Çünkü bunun bilinmesi ataerkil işbirliği içinde oluşturulan erkeksi role zeval getirme riski taşımaktadır. Bu epizot 'kadın' hakkındaki düşüncenin ataerkil tercihe/çıkara göre gidiş-gelişlerine bir örnektir. 4.4. YARDIMCI KADIN YA DA KADININ GÖRÜNMEZLİĞİNİN ALIŞILMIŞ YORUMU Dede Korkut Kitabı'nda ilgili çalışmalar, kadınları sınıflandırmış ve son sınıfa da 'yardımcı kadın' tipini yerleştirmişlerdir. Çalışmalarda bu ifade ile hikâyelere katılımı ve yönlendirmeleri az olan kadınları belirtilmeye çalışılsa da özellikle feminist tarihçiliğin içine doğduğu sosyal tarihçilik açısından bakıldığında bu özelliğin yanlışlığı ortaya çıkar. Çünkü sosyal tarih bu zümrelerin ele alınmasıyla tam bir tarihsel kurgu oluşabileceğini öne sürmektedir. Çalışmalarda yapılan tasniflerde yer alan kadınlar arasından iki isim araştırmamız açısından dikkat çekicidir. Kısırca Yenge, Boğazca Fatma isimli bu kadınlara Banı Çiçek'in toy (düğün) epizotlarında yer verilmiştir. Beyrek kadınları oyuna kaldırırken şu deyişleri söyler: “[…] Öküz ardında çobanlar sana bakar Buldur buldur gözlerinin yaşı akar Sen onların yanına var Muradını onlar verir, belli bil Seninle benim işim yok"31 der. Kısırca Yenge bunun üzerine " 'Vay, bu aşağılık deli beni görmüş gibi söylüyor!' de[r]" 32 Sonra Boğazca Fatma oyuna kalkar ve Beyrek bu kez de "[…] Evinizin ardı derecik değil miydi İtinizin adı Barak değil miydi Senin adın Kırk Oynaşlı Boğazca Fatma değil miydi Daha ayıbını açarım, belli bil" 33 der. Bunun üzerine Boğazca Fatma "vay deli, boğmaca çıkarası, olanca ayıbımızı başımıza kalktı" 34 der. Kadınların da Beyrek'in de 'ayıp' olarak nitelendirdiği özellikler 'cinsellikle' ilgili özelliklerdir. Ancak destanın diğer bölümlerinde sıkça 'iki öpüşüp, üç emişmek' tabiri geçmektedir. Fakat bu tabirlerin olduğu epizotların hiçbirinde 'ayıp'tan bahsedilmez. Bunun nedeninin 'öpüşüp, emişilen' kadının 'belli' bir erkeğin sevgilisi ya da karısı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Oysa buradaki kadınların eşleri ya da 'tek' bir sevgililerinden bahsedilmez. Biri çobanlarla 'bakışmakta'dır. Diğerinin ise 'kırk oynaşı' olduğu belirtilmektedir. Buradan anlaşılansa kadın cinselliğini kontrol altında tutmak isteyen erkeğin ve bunu 'nesnelleştiren' kadının bu hayat biçimini ataerkil bir söylemle 'ayıp'lamasıdır. Fakat burada, anlatıda bir paradoks daha ortaya çıkar ki bu da "adı kırk oynaşlı Boğazca Fatma" olan yani artık bu şekilde 'anılan/anılabilen' kadının toy -ki halkbiliminde üç temel geçiş evresinden biri olarak önemli bir toplumsal ritüeldir- gibi önemli bir toplumsal organizasyona dâhil olmasında bir mahsurun olmamasıdır. Yani alt metinde bu kadınların toplumdan dışlanmadıkları göze çarpmaktadır. Dolayısıyla 'ayıp' sıfatının dışarıdan ve ataerkil bir söylem olabileceği bir kez daha ispatlayarak Berktay'ın feminist tarihçilik ile ilgili yaptığı yorumlara malzeme sunmaktadır: "Feminist tarihçilik, kadın tarihini, kadınların bireysel ve kolektif seslerinin duyulmasına imkân veren, saklı kalmış anılara ve geleneklere ilişkin malzemeler bulabildiğimiz ve kadınların nasıl eylemlerde bulundukları […] konusundaki bilgilerin görünür kılındığı bir alan hâline getirerek 'kadınların tarih öncesini' sona erdir[miştir]."35 31 Binyazar, age., s. 157. Binyazar, age., s. 158. 33 Binyazar, age., s. 158. 34 Binyazar, age., s. 158. 35 Berktay, Fatmagül, Tarihin Cinsiyeti, M etis Yayınları, İstanbul, 2012, s. 32. 32 162 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 5. SONUÇ Dede Korkut Hikâyeleri, Türklerin eski yaşantılarına dair izlerin bulunabileceği önemli bir eserdir. Esere feminist bir bakış açısı ile bakıldığında şu sonuçlara ulaşılmıştır: - Eser, ataerkil söylemin özellikle kadını özel alana ait görerek ikincilleştiren düşüncesinin aksine kamusal alanda var alan bir kadın geleneğinin izlerini taşımaktadır. Ancak bu gelenek sonradan eklenen mukaddime bölümü ile pek çok çalışmanın bayraklaştırdığı fakat dikkati daha köklü bir ataerkil söylem dönemine çeken bölümün gölgesinde kalabilmektedir. - Eser üzerinde yapılan okumalar, bugünün algısı ile kadını idealleştirerek eserdeki kadın karakterleri tarihsel bağlamından koparıp anakronik yorumlara neden olmakta ve eserin kendisinde var olan ataerki ya da toplumsal cinsiyet eşitliğinin tam olarak tespitini zorlaştırmaktadır. - Eser üzerine yapılan okumaların özellikle vurguladığı kavramlar feminist ideoloji açısından tartışmalı ve kadının ikincil konumunu yeniden üreten kavramlardır. Ayrıca bu kavramların metin içindeki kullanımları net değildir. Yine ataerkil ideolojinin kullanış biçimine göre değişmektedir. - Eser, kadının kendi eşini kendisinin seçebilmesi, sosyal hayattaki konumu, cinselliği ile ilgili hem geleneksel hem de eşitlikçi olarak yorumlanabilecek bölümler içermektedir. Bu bölümlerin tam olarak tespiti ayrıntılı bir söylem analizine muhtaç olmakla beraber kadın tarihi için son derece gereklidir. - Eser, ‘önemsiz’ kadın karakterlerin incelenmesi ile kadınların gizli deneyimleri hakkında bilgi verir niteliktedir. Ataerkil söylemin ‘uygunsuz’ bulduğu durumlar tarihin her döneminde aynı olmayabilmektedir. Bu verilerin sosyal hayata eklemlenmesi alternatif bir tarihin oluşumuna etki etmekle birlikte kadının eşitlikçi konuma ulaşabilmesinde gerekli dayanakları da sağlayabilir. 6. KAYNAKLAR Acun, Fatma. "Yakın Dönem Tarih Metodolojisi", http://www.e-tarih.org/makaleler.php?sayfa=makaledetay&makaleno=5593(Erişim Tarihi 24 Nisan 2014) Arat, Necla. Feminizmin ABC'si, Say Yayınları, İstanbul: 2010. Arı, Bülent-Karateke, Ercan "Dede Korkut Hikâyelerinde Kadın ve Çocuk Eğitimi" , http://www.mku.edu.tr/files/25_dosya_13345 (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014). Berktay, Fatmagül. Tarihin Cinsiyeti, M etis Yayınları, İstanbul: 2012. Binyazar, Adnan. Dedem Korkut, Karacan Yayınları, İstanbul: 1988. Y. Dökmen, Zehra. Toplumsal Cinsiyet -Sosyal Psikolojik Açıklamalar-, Remzi Kitabevi, İstanbul:2014. Boratav, Pertev Naili. Yüz Soruda Türk Halk Edebiyatı, K Kitaplığı Yayınları, İstanbul: 2003. Çakır, Serpil. Osmanlı Kadın Hareketi, M etis Yayıncılık, İstanbul: 2010. Çobanoğlu, Özkul. Türk Dünyası Epik Destan Geleneği, Akçağ Yayınları, Ankara: 2011. Ekici, M etin. "Dede Korkut Kitabı'nda Kadın Tipleri" , Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni, Atatürk Kültür M erkezi Başkanlığı, 19-21 Ekim 2000: Ankara. Ergin, M uharrem. Dede Korkut Kitabı-1, TDK Yayınları, Ankara: 2009. Humm, M aggie. Feminist Edebiyat Eleştirisi, Yay. Haz. Gönül Bakay, Say Yayınları, İstanbul: 2002. Kaplan, M ehmet. Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar I, Dergâh Yayınları, İstanbul: 1976. M etin, Abdullah. "Kimliğin Toplumsal İnşâsı ve Geleneksel Kadın Kimliğinin Aktarımı", Çankırı Karatekin Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2(1): 74-92. http://sbedergi.karatekin.edu.tr/M akaleler/1420404194_5.kitapcik.pdf (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014) Öncül, Kürşat. "Dede Korkut Hikayelerinde Savaşçı Kadın Tipi ve Animus Kavramı", http://abs.kafkas.edu.tr/upload/40/Dede_Korkut_Hikayeleri_nde_Savasci_Kadin.pdf (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014) Reichl, Prof. Dr. Karl. Türk Boylarının Destanları, Çev. Doç Dr. M etin Ekici, TDK Yayınları, Ankara: 2011. Uygur, Hatice Kübra. “Dede Korkut Boylarında Kadın Statüsü" , http://eprints.ibu.edu.ba/2156/10/DEDE%20KORKUT%20BOYLARINDA%20KADIN%20STAT%C3%9CS%C3%9C%20full %20paper.pdf (Erişim Tarihi 24 Nisan 2014). 163 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World From Aesthetic to New Commentaries: Meaning of The Female Body That Transforms in Sculpture ‘Estetik’ten Yeni Anlatımlara: Heykelde Kadın Bedeninin Dönüşen Anlamı Esra SAĞLIK1 1Yard. Doç. M uğla Sıtkı Kocman Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü, M uğla/Türkiye, esrasaglik@gmail.com ABS TRACT: The reflection of the knowledge and meaning related to human’s physical dimension, i.e. the body on artistic figures and its artistic projection has shown alterations in terms of both style and expression within the course of history. Female body, which has always preserved is status as being an indispensible aesthetical object in arts, has traced our thought in the artistic production process from the archaic human form to the body perception used by modern arts for conceptual tendencies . The basic element of the altered representations of the female body we witnessed during this tracing is not the conversion of material or form, but their meanings altered and converted in the process of performing arts. Beginning with Giotto, painters of Renaissance illustrated some portraits, built their works onto ‘mimesis’ (emulation, imitation) and ‘simulation’ was the main target to be achieved. In this regard, human body became the primary element of that construction as well as of beauty phenomenon in the history of arts. Female body being the leading one among the styles where such beauty phenomenon reflects on the arts has gained time-varying meanings with the altered perception of object. In Renaissance, object perceived as an extension of mind and as a tangible value with its own reality, however, this perception altered with the time has also played role in identifying the art and artist. Keywords: Body, woman, aesthetic, meaning, transform ÖZET: İnsanın fiziksel boyutuyla yani bedenle ilgili bilgi ve anlamın sanattaki figürlere yansıması ile onun sanatsal izdüşümü, tarihsel süreçte hem üslup hem anlatım olarak değişimler göstermiştir. Sanatın vazgeçilmez bir estetik nesnesi olma durumunu daima koruyan kadın bedeni, arkaik insan formundan çağdaş sanatın kavramsal yönelimler amacıyla kullandığı beden algılayışına kadar olan sanatsal üretim sürecinde, düşüncemizin izini sürmüştür. Bu iz sürmede tanık olduğumuz kadın bedeninin değişen tasvirlerinde esas olan, malzeme ya da formun dönüşümü değil, bunların sanat yapma sürecindeki değişen ve dönüşen anlamları olmuştur.Rönesans ressamları, Giotto'dan başlayarak çeşitli portreleri resmetmişler, çalışmalarını ‘mimesis’ (öykünme, taklit etme) üstüne inşa etmişlerdir ve onlar için ‘benzetme’ ulaşılması gereken asıl amaç olmuştur. Bu anlamda insan bedeni, sanat tarihinde bu inşanın ve aynı zamanda güzellik olgusunun başlıca unsuru haline gelmiştir. Bu güzellik olgusunun sanata yansıdığı biçimlerin başında gelen kadın bedeni, nesnenin değişen algısı ile zamanla değişen anlamlar kazanmıştır. Rönesans’ta nesne, aklın bir uzantısı ve somut bir değer olarak kendi gerçekliğiyle birlikte algılanırken zaman içinde değişiklik gösteren bu algı aynı zamanda sanatın ve sanatçının tanımlanmasında da rol oynamıştır. Anahtar S özcükler: Beden, kadın, estetik, anlam, dönüşüm 1.INTRODUCTION Greek aesthetic was providing us the Ideal beauty. Plato was defending the thought that the actual knowledge and beauty are in the ideal world; according to him, works of art are reflections of the beauty idea to the world which we live in. Accordingly, any object made by artist is the imitation of this idea. Venus de Milo is a significant example of this which is considered as one of the most important examples of Ancient Greek sculpture; it is the embodiment response to the love and beauty of Aphrodite. Here, the relationship between form and meaning is the same. Representation forms of the figures began to change with human and mind of human coming to the forefront. Along with the 19th century, we see that in conjunction with the changing meanings of the art and the object, the beauty perception also changes. Following the enlightenment big social events, world wars, scientific and social revolutions, women’s movements, all with the modernism, the meaning of the object has changed; thus, the ways of expression of the artist’s artworks have become different. The meaning of the object, a thing, depends on how it appears to the person who watches in a sense. Therefore, subjects of the perception have focused on image, understanding and meaning. Perception, which can be defined as transfer of the objective world to the subjective consciousness through senses (Cevizci 2000: 37), can be described as subject taking things that are apart from its own. 164 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Picture 1: Venus de M ilo (B.C. 2nd century) Following the Enlightenment, with the modernism, the meaning of the object has changed; thus, the ways of expression of the artist’s artworks have become different. The work of art that previously reflected the objective reality the most efficacious has left itself into subjective expression of the artist afterwards. As a matter of fact, when the artist is freed from the obligation of exactly expressing the object, then the modernism has begun. Rodin is one of the founders and prominent examples of that era and this understanding. In his sculptures, the body that is considered as that the classic aesthetic is indivisible , inseparable to the parts, now began to be expressed in fragments. Picture 2: Rodin, Iris, 1891 Along with the 19th century, the body also began to be represented with the parts, and the human body has become to be expressed with fragments, with certain parts such as hands and feet, no longer as a whole. Similar effect has shown itself in the paintings. The similar effects began to be seen in pictures that the borders of the canvas cannot be interrupted, accordingly has no freedom of frame. In this sense, the famous sculptor Rodin who breaks the traditional structure, with fragments in his sculptors, has also brought the integrity at the same time. The feeling that his sculptors give us, makes emphasis on the one that exists there without being seen, rather than not existing. We said that the figure, in the historical process of art, has been one of the most important issue or objects of art. However, many expression languages has entered enthusiastically into the art along with Dada that the boundaries of art are expanded, and the issue of figure could not experience its former 165 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World intensity for a while in the works of art. Then, the performance that is improved upon the inclining of the artists into their own bodies and new art practices like happening, have extended this process in a sense. Picture 3: Rodin, The Kiss, 1889 Picture 4: C. Brancusi, The Kiss, 1907 Picture 5: M arc Quinn, The Kiss, 2001 The Romanian artist Brancusi who was Rodin’s student in a period has tried to find the plain expression of objects and forms with his sculptures, and by highlighting the essential, has created more pure and an integrative manner at the same time. In this sense, ‘The Kiss’ (Picture 4) is an important example of his work. Compared with Rodin's ‘The Kiss’ sculpture (Picture 3), we see that details being removed and replaced with an attitude expression that the concept approaches to its essence. On the other hand, looking at the work of Marc Quinn’s work (Picture 5) that has the same title and subject, there is something different in the figures that give an impression if it is the work of the classical period with the influence of the traditional material and method he uses, but have congenital physical defect as opposed to Ideal beauty of that era. This present a surprising kinship with classical marble sculptures, whose limbs have been eroded over time and which, unlike their live models, are considered to present an ideal of beauty. The sculpture positions all of these individuals in the site from which they are excluded, in the domain of the ideal, and elevates the sculpture of the self to the rank of an art form (Ansen, 2014:43). This difference is not the material, because still a conventional material is used; the diversity is in the form of expressing and perceiving the subject and the material conceptually. The perception which can also be defined in the form of transferring the objective world to the subjective consciousness through the senses (Cevizci, 2000: 37), can be identified as the subject taking things those are apart from its own. Meaning of an object, a thing, depends on how it appears to the person who watches in a sense. Therefore, subjects of the perception have focused on image, understanding and meaning. The phenomenology, in the most general sense, sees the object as things perceived in the relations that the subject is established with the outside world. French philosopher and phenomenologist Maurice Merleau-Ponty dwelled on the problems regarding consciousness and perception, has addressed the relationship between the conscious and the world. According to him, our field of perception does not consist of sensation, but along with the spaces between them, comprise of ‘things’ that reminds of, symbolizes an attitude for each one of us (Ponty 2008: 30). This form of perception and reminiscent of things are certainly associated with our lives as well. Louise Bourgeois is one of the most important examples of the art after 1950 in where subjective expressions are often reflected to the work of art. 166 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Picture 6: Louise Bourgeois, Couple, 1997 The method of French origin artist Louise Bourgeois is to present his past story that he describes as 'my childhood, painful, intimidating, but never loses its magic' (Bernedac 2008: 124) through skillfully selected symbolic objects. In Figure 6, the figures that are expressed with tailor mannequins are portrayed while making love in a Victorian period glass display case. For the artist, the prosthesis in the figure’s leg below means the instability, injury or lack of emotions (Bernadac 2008, 94). Here, what is presented to us is not an ideal beauty; it is the figural equivalent in the figure of the artist’s subjective world. The artist made the emotion of ‘boredom’ which was addressed among sex, women, and family and solitude concepts, to gain visibility through the work related to the ‘body’. Picture 7: A. Rodin, Danaid, 1890 Picture 8: J. D. Andrea, Diana, 1987 Picture 9: Vanessa Beecroft, VB 62, 2008 167 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Along with 1970’s, in the use of the body, Hyperrealism has emerged as a dominant orientation. At that time, virtuality had become an important issue with the impact of digital arts rapidly entered into art environment. On the other hand, this ultra-realistic attitude had begun to ‘finding body’ in the sculpture in an intense way. Likewise classical art was aiming to exactly simulate the nature and human. All the details, such as hair effect and sense of skin were trying to get close as possible as to the actual with the selected material, which usually was the marble. Looking at the examples in Picture 7, 8 and 9, Rodin’s figure portrays a figure that tries to come alive from the marble. However, there is an important point here; the artist makes us feel that this is the sculpture; not only with the material he has chosen but also with the way he processes the figure. In addition, we don’t experience any uncertainty whether that figure is a real human figure or not; because, that is a stone, a marble, is cold and part of the figure is hidden in the material, etc. However, when we look at the work of John de Andrea's who is from hyperrealist artist, we would hardly doubt that it is really a human if we didn’t encounter with the work in the gallery environment. The performance artist Vanessa Beecroft's work which is another work, is in the image of a marble statue at the first glance. Women often are completely naked. During the performance, they do not communicate with each other or the environment. This lack of interaction drags their presence into confusing level, because simultaneously they are both present and absent. The similarities to each other complicate their association with real people. Picture 10: Kiki Smith, Wolf, 2000 Picture 11: Kiki Smith, Her, 2013 Picture 12: Artemis (B.C. 1st - 2nd century) 168 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Looking at the work of American artist Kiki Smith who focuses on the relationship between the body and the existence, and approaches to the limbs of the human anatomy from different angles, particularly including her own body, we see that the artist reveals the psychological appearance of her own body. 'Wolf', 'gazelle', 'girl' images, and her own body are the items often encountered in the work of Smith. Images of dark side of the tales, the primitive fears and psychological traumas are the areas where Smith wonders around. Animal figures that appear in the plastic arts rather carry a symbolic expression. The psychoanalyst Clarissa P. Estes who focuses on the wild woman archetype concept argues that wolves and women share certain spiritual character. According to her, women and wolves are close relatives in terms of resistance to life, durability, and power they possess; they have a very strong intuition, and experience an intense relationship with their offspring, spouses and crowds. However, both have been constantly hunted, and have been described as highly offensive in a wrong way. Therefore according to Estes, wolves and women being eliminated by those who misunderstand them carries a striking resemblance (Estes, 2011: 16). Comparing Smith's sculptures again with the classical era Artemis statue (Picture 12) that has a similar composition, we observe that figures have semantic differences more than figural differences. Smith’s dialogue established with a wolf or a gazelle, and Artemis’ dialogue built with the animal figure next to him are quite different from each other. While in one, the reflection of figure’s complex, symbolic and intense relationship with the animal dominates; in other one, the concern of capturing the truth literally and describing the event are dominant. Picture 13: Esra Sağlık, Fobia, 2014 The work in the Picture 13 illustrates the body’s transformation both as figural and meaning way. The work that consists of combination of the spider and human figures can be interpreted as artist’s confrontation of her phobias in one hand, and being trapped in it on the other hand. Spider is also a powerful animal that makes its net patiently, and its arms are united with artist’s arms. This shows an inherent compromise whit what is symbolic and also illustrates internal struggle. 2.CONCLUSION An artist is recognized in its artwork not only with materials that are used or topics that are chosen, but also with the point of view to the material and subject/insight, and subjective comments 169 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World contributed to the subject of the artwork, in short, subjective differences that leave mark on the process of the artwork. The fact of female body in the sculpture, especially in the last fifty years, is 'personalized' some more, and has been transformed of a kind that based upon subjective expression and manifestation as well as artist’s creation of its own myth and mythologizing its own world. This transformation is mainly originated from conceptual and subjective foundation that gives figural approach difference to it. 3.BIBLIOGRAPHY Ansen, S. (2014). On The Edge. M arc Quinn ‘The Sleep of Reason. Istanbul: Arter. Bernadac, M .L.(2008). Louis Bourgeois. Paris : Edition du Centre Pompidou. Cevizci, A.(2000). Philosophy Dictionary. Istanbul: Paradigma. Estes, C.P. (2011). Woman Who Run with The Wolves- M yths and Stories of the Wild Woman Archetype (Tra. Hakan Atalay), Istanbul: Ayrıntı Publishing. Hentschel M . (2009). A Place to M editate, a Place for Stories, Kiki Smith’s Installation Her M emory. Barcelona: Fundacio Joan M iro. Ponty, M .M.(2008). The World of Perception (Tra. Ömer Aygün). Istanbul: M etis Publishing. Visual Bibliography http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Venus_de_M ilo_at_the_Louvre.jpg. Erişim Tarihi: 18.02.2015 http://www.bc.edu/bc_org/avp/cas/fnart/rodin/rodin_iris.jpg. Erişim Tarihi: 23.02.2015 http://www.bc.edu/bc_org/avp/cas/fnart/rodin/rodin_kiss3.jpg. Erişim Tarihi: 23.02.2015 http://www.wikiart.org/en/constantin-brancusi/the-kiss-1912-. Erişim Tarihi: 27.02.2015 http://www.mylearning.org/marc-quinn-and-figurative-sculpture/p-45/ Erişim Tarihi: 07.03.2015 Bernadac, M .L.(2008). Louis Bourgeois. Paris : Edition du Centre Pompidou. Erişim Tarihi: 18.03.2015 Crone r, S.S. (1992). Rodin, Eros and Creativity Düsseldorf: Prestel. Erişim Tarihi: 30.03.2015 http://www.stefanocarlino.com/Inumanesimo/13_La_pittura_e_un_arma.html. Erişim Tarihi: 28.03.2015 http://www.liarumma.it/img/thumbs/large/vb62.50.dg.vb.jpg. Erişim Tarihi: 28.03.2015 http://pictify.com/296047/kiki-smith-genevieva-and-the-may-wolf-bronze-2000-32. Erişim Tarihi: 28.03.2015 http://articles.philly.com/2013-06-25/news/40168091_1_art-dealer-contemporary-art-lance-fung. Erişim Tarihi: 30.03.2015 http://en.wikipedia.org/wiki/Diana_of_Versailles. Erişim Tarihi: 27.03.2015 Terrace Exhibitions 40, Exhibition Catalogue, Proje 4L Elgiz Contemporary Art M useum, 2014. Erişim Tarihi: 31.03.2015 Internet Bibliography http://saltonline.org/tr/811/vb-25-vanessa-beecroft. Erişim Tarihi: 21.03.2015 170 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Panoptikonu Feminist Bakış Açısıyla Okumak Read ‘the Panopticon’ with the Feminist Perspective Ezgi KARMAZ1 , 1Arşt. Gör, Kırıkkale Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Kırıkkale-Türkiye, ekarmaz@yahoo.com ÖZET: Toplum tarafından bireylere biçilen toplumsal cinsiyet rolleri, kimlik oluşum sürecinde başat aktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak bireylere belirli kalıplarda toplumsal cinsiyet rolleri belirlenmesi, aynı zamanda kişinin toplum içinde kendini sınırlandırması ve sürekli kendini kontrol etmesini de beraberinde getirmektedir. Ataerkil bakış açısı ve yaşam tarzının hakim olduğu toplumumuzda kaçınılmaz olarak kadınlar, eril bakış açısının sürdürücülerinin müdahalelerine maruz kalmakta ve içselleştirerek kendi kimlikleri haline getirmektedirler. Ne yazık ki bu müdahaleler, temel olarak beden üzerinden gerçekleştirilmektedir. Kadınların bedenleri ve buna bağlı olarak davranışları üzerinde kontrolü hak olarak gören eril bakış açısı ile mahkûmları sürekli gözetim ve kontrol altında tutarak onların iktidarın varlığını içselleştirip, ona göre davranmalarını sağlayan panoptikon neredeyse aynı işlevi görmektedir. Bir yanda kendi kontrolleri dışında eril bakış açısı, gözetimi ve gücünü içselleştirerek hayatına devam eden ve sürekli kontrol altında tutulmaya çalışılan kadınlar, diğer yanda kim ya da ne olduğunu bilmeden mahkûmların itaat ettiği ve ona göre kendilerini şekillendirdikleri iktidar… Bu bağlamda, bu metinde, toplumumuzda kadınlara karşı hâkim olan eril güç ve müdahale ile Foucault tarafından geliştirilen panoptikon kavramı arasındaki paralellik gösterilmeye çalışılarak, panoptikonun feminist bakış açısıyla değerlendirilmesi amaçlanmaktadır. Anahtar sözcükler: Feminizm, Panoptikon, Beden ABS TRACT: Gender roles have an important effect on formation of identities. However, to put people in to some categories result in restraining and controlling people themselves. Our society which has full of patriarchal view and life s tyle bring about intervention of people sustained masculine ideology to women. M orover, women start to normalize and internalize these interventions in socialization process. Unfortunately, interferences are basically carried through women bodies. Correspondingly, there is a close relationship between the masculine ideology controlling women bodies and behaviours and prinoners who are under surveillance and internalize the power and behave according to it, which is panopticon. In the one hand, there are women who internalize patriarchal ideology, surveillance and power out of their control, in the other hand there is a power which is unknown about who or what it is but internalized by the prisoners. In this relation, aim of the text is to evaluate dominated patriarchal power and interventions to women in society and the panopticon concept reformed by Foucault, furthermore; similarities or parallel points between them are tried to be shown. Keywords: Feminism, Panopticon, Body 1. GİRİŞ Toplumsal cinsiyet ile panoptikon kavramı arasında bir bağın kurulmasının amaçlandığı bu metinde, panoptikonun ne olduğuna dair bilgiler verilerek, tarihsel süreç içinde mahkumları kontrol etme amacıyla başlayan mekanizma ile toplum içinde kadına yönelik var olan maskulen ve eril tahakküm biçimleri karşılaştırmalı olarak tartışılacaktır. Farklı feminist bakış açılarıyla değerlendirmeler ile birlikte, Foucault’un geliştirmiş olduğu panoptikon kavramı arasındaki ilişkiye değinilerek, modern toplumu adeta atmosfer gibi saran bu olgunun hem kültüre hem de günlük pratiklere nasıl nüfuz ettiği, kadınlar açısından bu durumun nasıl gerçekleştiği anlatılmaya çalışılacaktır. 18. yüzyılda mahkûmlar için oluşturulmuş bir mekanizmanın 21. Yüzyıla gelene kadar ne şekilde dönüşerek, nasıl bir sonuç doğurduğu tartışılacaktır. Toplumsal cinsiyet çalışmaları içinde önemli olduğu düşünülen bu konu, özellikle kadınları ve bedenlerini baskı altına alan patriyarkal bakışın, sosyal kontörlü sağlamak maksadıyla nasıl panoptik bir göze dönüştüğü hakkında ipuçları taşımaktadır. Bu yüzden, fiziksel bir varlığa ya da görünürlüğe gerek duyulmadan, ne şekilde kadınlar üzerinde baskı ve gönüllü kontrol sağlandığı birbirine paralel olduğu düşünülen, yukarıda bahsedilen panoptikon ve patriyarkal gücün kadınlar üzerindeki denetimi aracılığıyla anlatılacaktır. 2. TOPLUMSAL CİNSİYET, PANOPTİKON VE DİŞİ BEDENLER Toplumsal cinsiyet sadece toplum tarafından bireylere atfedilen roller değil aynı zamanda bireyin kendini davranışlarını kontrol ettiği, bir nevi kendini sınırlandırdığı ve tarih boyunca belli bir iktidar alanının oluşturulduğu sosyal bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplumsal cinsiyet ile mücadele içinde olan feminist teori, tartışmaları içinde toplumsal cinsiyeti değerlendirirken patriyarkanın kaynağının nereden geldiğini sorgulamaya ve altında yatan nedenleri değerlendirmeye çalışmıştır. Buna bağlı olarak, birçok feminist yaklaşım biyolojik bedeni patriyarkanın kaynağı olarak 171 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kabul etmiştir. Beden öyle bir yapıdadır ki sosyal ilişkileri etkileyip hem de onlardan etkilenmektedir. Bu bağlamda bakıldığında, bedenin sosyal yapı içinde sürekli dinamik bir yapıya sahip olduğunu, tarihsel süreç içinde sosyal pratikler aracılığıyla anlamlandırılıp sürekli değişime tabii olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Toplumsal cinsiyet tartışmaları içinde, kültürel yapının karşılığı olarak varlığını sürdüren bedenin, kültürel düzeni sağlama noktasındaki önemi yadsınamayacak derecede önem arz etmektedir. Kültürel düzen, sosyal yaşamda gerçekleştirilen sosyal kontrol pratikler silsilesi içinde en önemli ve büyük alana sahiptir. Bu açıdan bakıldığında bedenin, toplumsal yaşam içinde ne derece etkili ve önemli olduğu açığa çıkmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Foucault kültürel pratiklerin beden üzerinden topluma yerleşiğini belirtmektedir (Discroll, 1997:94-95). O halde beden, daha önce de bahsedildiği gibi sosyal yapı ve kültürel pratikler üzerinden belirlenmektedir. Bedenin arzusu, hissi ve gücü belirlenen öğeler olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendi istek ve arzularını toplumun ya da ötekinin istediği biçimde şekillendiren beden, bu nedenle yine onlara bağlı olarak kendi benliğini, kadın ya da erkek kimliğini oluşturmaktadır. Topluma bağlı olarak oluşan beden ve kimlikler yine toplumun ya da kültürel düzenin olmasını istediği arzu ve hisleri üretmektedir. Beden, artık kendisini diğerlerinin onu arzuladığı biçimde arzular hale gelmektedir. Burada önemli olan nokta; işleyen bu mekanizmanın dişi bedenler üzerinden gerçekleştirilmesi, hem sosyal kontrolün hem de kültürel düzenin araçları haline gelmiş olmasıdır. Dişi bedeninin disipline edilmesi çok etkili bir sosyal kontrol stratejisi olagelmiştir (Discroll, 1997:95). Bu yüzden dişi bedenler, Foucault ‘un deyimiyle ‘edilgen bedenler’ haline gelmiş, sosyal yaşam içinde en önemli denetim mekanizması olarak hayat bulmuştur (Foucault, 1979:138). Bir gereklilik olarak toplumda var olan bu işleyiş, dişi bedenlerin kendilerine yabancılaşarak, ötekinin isteği doğrultusunda varlığını sürdürmesine neden olmuştur. Bordo, Foucault’un edilgen bedenlerine gönderme yaparak, sürekli kendini kontrol edip denetleyen ve bunu içselleştiren edilgen bedenlerin oluşumunun, sosyal yaşamda var olan kuralları benimseyip kendini onlara alıştırmasına, bu şekilde, toplumsal hayat içinde işleyen kuralların sürekli kendi tekrarlayarak devam etmesine neden olduğunu belirtmektedir (Bordo, 1990:85). Foucault’un bahsetmiş olduğu edilgen bedenler, geliştirmiş olduğu panoptikon kavramının bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. 18. Yüzyılda Bentham tarafından fikri ortaya atılan ve sonrasında Foucault’un geliştirerek iktidar bağlamında da incelediği panoptikon bir hapishanenin mahkumları kontrol etmek amacıyla ne şekilde olması gerektiğinin anlatıldığı bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Panoptikon; “Çevrede, halka şeklinde bir bina; ortada bir kule; kulede açılmış olan geniş pencereler halkanın iç cephesine bakmaktadır. Çevre bina hücrelere ayrılmıştır, hücrelerin her biri bina boyunca derinlemesine uzanır. Bu hücrelerin iki penceresi vardır: Biri içeriye doğru açıktır, kulenin pencerelerine denk düşer; diğeri dışarıya bakarak, ışığın bir baştan bir başa hücreyi kat etmesini sağlar. Bu durumda merkezi kuleye bir gözlemci yerleştirmek ve her bir hücreye bir deli, bir hasta, bir mahkûm, bir işçi ya da bir öğrenci kapatmak yeterlidir. Önden ışıklandırma sayesinde, karanlıkta kalan kuleden çevre hücrelerdeki esirlerin küçük siluetleri görülebilir. Kısacası, zindan kuralı tersine çevrilir; hücrenin apaydınlık hali ve bir gözcünün bakışı, karanlıktan daha iyi yakalar ki karanlık eninde sonunda koruyucudur.”(Foucault, 2012:86). Bu yapı sayesinde sürekli izlenen ancak ne zaman ve kim tarafından izlendiklerinin farkında olmayan mahkumlar, kendilerinin daima gözetlendiğini farz ederek davranışlarını buna göre sergilemektedirler. Bu durumda, kendi istekleri değil onları gözetleyen gücün istediği şekilde bir öz denetim geliştirmektedirler. Kendi benliklerinden bağımsız yeni bir kimlik oluşumuna giren mahkumlar, gözetlendikleri iktidarın ideolojisine bağlı bir şekilde hayatlarını devam ettirmeye başlamaktadırlar. Bir nevi disiplin etme amacı güden bu oluşum, mahkumların ne zaman izlendiklerini bilmediklerinden kendilerini izlemelerine ve kendilerini bu şekilde öğrenmelerine ve tanımalarına neden olmaktadır (Akgündüz, 2013:11). Foucault modern çağda, kontrol edip, denetim altında tutan disipline edici gücün; panoptikonun, sosyal kontrolün devamlılığını sağlayan bir unsur haline geldiğini belirtmektedir 172 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World (Hunter, 1992:14). Sosyal kontrol, bireyin bedeni ve davranışları dahil olmak üzere hayatının her bir alanına girerek günlük pratiklerin bir parçası haline gelmektedir. Bu şekilde panoptikon, insanların günlük yaşamlarına içkin olarak iktidar ilişkilerini hem tanımlamakta hem de oluşturmaktadır. Oluşturduğu bu iktidar ilişkilerini aynı zamanda düzenleyerek, gözetleme ve gözetlenmeyi hayatın bir parçası haline getirerek normalleştirmektedir. Normalleşen gözetleyici bakışlar disipline etme gücü ile sosyal kontrolün bir parçası haline gelmektedir (McKinley, 2011:685). İktidar söylem ve ilişkilerini barındıran disipline edici bakışlar, Foucault tarafından toplumsal cinsiyet bazında değerlendirilmeye alınmamıştır. Ancak Bartky, Hunter gibi bazı feminist düşünürler, panoptikona bağlı gözetleyici ve aynı zamanda disipline edici bakışların sadece mahkumlar üzerinde değil, modern toplumda kadın bedeni üzerinde de oldukça etkili olduğunu ve panoptikonun kadın bedeni üzerinden işleyen bir mekanizma haline geldiğini ve bu şekilde toplumsal yapı içinde kadın bedeni üzerinden sosyal kontrol gerçekleştirildiğini ileri sürmektedirler. Bu durumda, kadın bedeninin gözetleyenler tarafından ulaşılabilir olduğu, gözetlemenin ve bakışın cinsiyetli (seksist) bir hal aldığı, bu yüzden kadınların bedenlerinin onları kontrol etmek ve baskı altında tutmak için kullanıldığı iddia edilmektedir (McKinley, 2011:684). 3. FEMİNİST TARTIŞMALAR İÇİNDE PANOPTİKONUN KURGULANIŞI Hunter, Foucault’un panoptikon çalışmasına gönderme yaparak, bu olgunun kadının hem kendini hem de bedenini tanıması aşamasında ne kadar etkili olduğunu dile getirmektedir (Discroll, 1997:102). Kadınların kendi bedenlerini anlama ve öğrenme sürecinin nasıl gerçekleştirdiğini anlama noktasına panoptikona önem atfeden Hunter da Foucault gibi onu sosyal kontrol mekanizmaları içine yerleştirmiştir. Panoptikon sistemi içindeki kilit noktanın görünürlük olduğunu iddia etmektedir. Sürekli görünür olan kadın bedeni ataerkil toplum içinde gözetleyen eyleyeni olan erkek tarafından daima ulaşılabilir konumdadır. Çünkü tarih boyunca, erkek daima davranan iken kadın daima görünen olmuştur (Berger, 1999:47). Eril ideolojinin hakim olduğu sosyal yaşam içinde bu durum, erkeğin lehine hizmet ederek, kadın üzerinde baskı kurmasını olanaklı hale getirmektedir. Sürekli gözetleyen erkek, panoptik bakışlarıyla kadını kontrol altında tutup, onu ve bedenini kendi istekleri doğrultusunda şekillendirmeye çalışmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak Bartky, panoptikonun, kadınların maruz kaldıkları gözetleyici gözü içselleştirmelerine zemin hazırladığını ve kendi kendilerini sürekli denetleyen nesneler haline geldiklerini iddia etmiştir (Bartky, 1990:79). Panoptikonla birlikte varlığını davam ettiren iktidar, ataerkil toplum yapısı içinde ataerkil iktidar yapısına bürünerek, kadınların bedenlerini ve düşüncelerini kendi düşünce yapılarına göre disipline etmeye çalışan bir olgu olarak varlığını devam ettirmektedir (Sheffield, 2002:6). Patriyarkanın gözetleyen bakışlarında kendini gerçekleştiren panoptikon, kadınların kendilerini erkeklere göre biçimlendirmelerine ön ayak olmaktadır. Bu bakış açısıyla devam edecek olursak, Irigaray’ın erkeklerin kadınların baktığı bir ayna işlevi gördüğü düşüncesinden bahsetmek yerinde olacaktır. Irigaray’a göre, kadınlar erkeklere baktıklarında nasıl davranmaları gerektiği, ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini görmektedirler (Sheffield, 2002:5). O halde bu durumun, kadınların kimlik oluşum süreçlerine etki ettiğini ve yaşam alanlarına yönelik bakış açılarının bu aynaya bağlı kalarak oluşturdukları gözden kaçırılmaması gereken bir detay olarak belirtilmesi gerekmektedir. Kadınların sürekli panoptik erkek bakışlarına maruz kalarak kendi kendilerini kontrol altında tutmaya çalışmaları, kadınlarda ikili bilincin (double consciousness) oluşmasına neden olmaktadır (Berger, 1999:46-47). Kadınlar hem görünme hem de görüneni izleme olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durum panoptikonun işleyişi ile benzer özellikler göstermektedir (Bartky, 2003:29). Nasıl ki hapishane için oluşturulan düzende mahkumlar daima gardiyan tarafından izlendiklerini varsayarak davranışlar sergiliyorlarsa, benzer bir şekilde kadınlar da sürekli kendilerini dışarıdan bir gözle izlemektedirler. Bu göz ise eril ideolojinin hakim olduğu panoptik erkek bakışlarıdır. Kadınların kendilerini kontrol altında tutmaları için fiziksel bir erkek bedenine ihtiyaç duyulmamaktadır. Sosyal yapı içinde içselleştirilmiş erkek bakışı, erkeklerin varlığı olmadan da pratiklere dökülebilir özellik kazanmaktadır. Günlük yaşamda kendini tekrarlayan bu durum İnceoğlu ve Kar’ın bahsettikleri “bakanın gözünden kendi imgesini izleyen kadın” (2010:65) konumunun oluşmasına neden olmaktadır. Bu yüzden kadınlar kendilerinden ziyade, dışarıdan onlara bakanların ne düşündüklerini daha fazla önemsemektedirler (İnceoğlu ve Kar 2010:68). 173 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bartky edilgen bedenler ile panoptik erkek bakışların tam manasıyla toplumsal cinsiyet ile alakalı olduğunu ileri sürmektedir (Hunter, 1992:16). Hem mahkumlar hem de kadınlar maruz kaldıkları gözetleyici bakışları içselleştirmektedirler. Panoptikon mantığında mahkumlar için geçerli olan hemen her detay kadınlar için de geçerli bir hal almaktadır. Kadınların bilincine kazınmış panoptik erkek bakışları bilinçsiz bir ideoloji oluşumunun önünü açmaktadır. Edilgen bedenler üzerine çeşitli görüşler sunan Bartky, bu durumun var olan kültürel kuralları ve kadınların kendi kendilerini kontrol etme mekanizmalarının devam etmesine neden olduğunu belirtmektedir (Bartky, 2003:36). Sandra Lee Bartky’nin amacı; kadınların kendilerini nasıl erkeklerin zihinlerindeki görüntüye göre denetim altına aldıklarını göstermeye çalışmaktır. Ona göre edilgen dişi bedenlerin varlığı, sürekli denetim altında tutan ve bir düzene sokmaya çalışan gücün ya da Foucault’un deyimiyle iktidarın bir sonucudur. Bu iktidar ki sınırları belli değil ve belli bir fiziksel alana dahil edilememektedir. Ancak uygulanabilirliği belli kurumlar ve yapılar aracılığıyla gerçekleştirilmekte, bu sayede sosyal yaşamın her bir alanına yayılarak her noktada bedenlere ve zihinlere müdahalelerde bulunabilmektedir (Bartky, 2003: 36). Okul, hapishane, tımarhane gibi kurumlar hem Foucault hem de Bartky’ye göre disiplini ve panoptik işlevi yerine getiren yapılar olarak toplumsal hayatta bulunmaktadır. Bu kurumlar aracılığıyla uygulanan kontrol mekanizmaları daha önce bahsedildiği gibi yaşamın her alanına nüfuz ederek, kaçılabilecek bir yer bırakmamaktadır. Bu durum uygulanan panoptik bakışlara ve kurallara artık gönüllü bir şekilde uyulmasına neden olmaktadır. Bu şekilde, patriyarkal bakış açısı kadınların bedenleri başta olmak üzere davranışlarını, duygularını ve arzularını şekillendirmektedir. Böylece kadınlar patriyarkal panoptikonun yaratmış olduğu bakış açısıyla kendilerini izlemekte ve eril ideolojinin istediği biçimde hareket etmektedirler. Burada unutulmaması gerek detay, kadınların bunları bilinçli değil, bilinçsiz bir şekilde içselleştirip normalleştirmesiyle gerçekleştirdikleridir. 4.SONUÇ Edilgen hale gelen dişi bedenler toplumsal yaşamda maruz kaldıkları panoptik erkek bakışları nedeniyle birer nesne haline gelmektedirler. Var olan bu bakışlar patriyarkal bilgi, eril ideoloji ve iktidarın yeniden üretilmesine ve devamlılığının sağlanmasına neden olmaktadır. Dişi bedenler üzerinden gerçekleştirilen bu süreç, kadın bedeninin patriyarkal iktidarın devamlılığını sağlayacak araca dönüşmesine neden olmaktadır. Kadınların sadece bedenlerinin değil; davranışlarının, düşüncelerinin ve tutumlarının kontrol altında tutulmasına ve daima gözetlenmelerine sebep olmaktadır. Sosyalleşme süreci içinde gerçekleşen bu durum kadınların maruz kaldıkları görünen ya da görünmeyen tüm kontrol mekanizmalarını normalleştirip içselleştirmesini sağlamaktadır. Erkeklerin gözetleyici bakışları toplumdaki baskı ve iktidarın önemli bir öğesi olarak karşımıza çıkmakta ve toplum tarafından kabul görmektedir. Her yerde olan bu bakışlar –fiziksel bir varlık gerekmemektedir- kadınların panoptikonun çıkış noktası olan ve sonrasında geliştirilen hapishane uygulamasındaki mahkûmlarla benzerlik göstermesine neden olmaktadır. Sosyalleşme süreci içinde kadınların farkında olmadan maruz kaldıkları bu atmosfer, içselleştirilerek, sürecin sürekli devir daim etmesine neden olmaktadır. Hem somut hem de soyut bir gerçeklik olarak karşımıza çıkan patriyarkanın panoptik hali, hayatın her alanında varlığını sürdürerek kadınlar üzerinde baskı ve kontrol dayatmasıyla karşımıza çıkmaktadır. 5. KAYNAKLAR Akgündüz, G, Ö, 2013, Foucault’da İktidar ve Beden İnşası, Akademik Bakış Dergisi, Sayı:38 Bartky, S, L, 2003, Foucault, Femininity, and the M odernization of Patriarchal Power, in Rose Weitz (eds): The Politics of Women’s Bodies: Sexuality, Appearance, and Behavior. New York: Oxford University Press Berger, J, Görme Biçimleri, M etis Yayıncılık, 1999 Bordo, S, 1990, Reading the Slender Body, Body/Politics: Women and the Discourses of Science, Routledge, Chapman and Hall Inc., 83-112 Driscoll, E, 1997, Hunger, Representation, and the Female Body: An Analysis of Intersecting Themes in Feminist Studies in Religion and the Psychology of Women, Journal of Feminist Studies in Religion, Vol. 13, No. 1, 91-104 Foucault, M , Disipline and Punish: The Birth of the Prison, Newyork, Vintage Books, 1979 Foucault, M , İktidarın Gözü, Ayrıntı Yayınları, 2012 Hunter, A,M , 1992, Numbering the Hairs of Our Heads: M ale Social Control and the All-Seeing M ale God, Journal of Feminist Studies in Religion, Vol. 8, No. 2, 7-26 İnceoğlu, Y, ve Kar, A, Kadın ve Bedeni (Dişilik, Güzellik ve Şiddet Sarmalında), Ayrıntı Yayınları, 2010 M cKinley, N, M , 2011, Feminist Consciousness and Objectified Body Consciousness, Psychology of Women Quarterly, Vol:35, No:4, 684-685 Sheffield, T, 2002, Cover Girls Toward a Theory of Divine Female Embodiment, Journal of Religion & Society, Vol:4 174 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Toplumsal Ekoloji ve Ekofeminizm Ekseninde Kadın-Doğa İlişkisi Woman and Nature Relationship with the axis of social ecology and ecofeminism Fatih BALKAYA1 1Araşt. Gör., Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, Kahramanmaraş- Türkiye, fatihbalkaya@mynet.com ÖZET: Toplumsal ekoloji, M urray Bookchin tarafından kuramsal temelleri oluşturulan bir çevre etiği yaklaşımıdır. Bu düşünce akımı, ekolojik yaklaşım ile anarşizm arasında bir köprü kurmayı amaçlamaktadır.”Tahakküm”, “birinci doğaikinci doğa ayrımı”, “hiyerarşi”, “doğrudan demokrasi” gibi kavramlar toplumsal ekolojinin temel yapı taşlarını oluşturmaktadır. Eko-feminizm ise, aynı noktadan hareketle Batı’nın rasyonalist anlayışına karşı çıkarak, doğanın insan tarafından sömürülmesi ile kadının erkek tarafından sömürülmesini eşdeğerde görmektedir. Görüldüğü gibi bu çerçevede dişilik ile doğa, insanlık ile de erkeklik arasında bağlantı kurulmuştur. Eko-feminizm bu noktadan hareketle, Batılı rasyonalist düşüncenin düalist yanına eleştirel bir gözle yaklaşmıştır. M urray Bookchin’in toplumsal ekoloji yaklaşımı da bazı noktalardan eko-feminist görüşe yaklaşmaktadır. M urray Bookchin’e göre çevre sorunları temelde toplumsal bir nitelik taşımaktadır. Bookchin’in “birinci doğa” anlayışında eşitlikçi, farklılıklardan çok benzerlikleri vurgulayan bir söylem hakimdir. Bookchin’e göre organik toplumlar “farklılıkların birliği” ya da “çeşitliliğin birliği” olarak görülmektedir. Ancak;kültürel gelişme ile birlikte hiyerarşinin ortaya çıkışı ile “ikinci doğa” ortaya çıkmıştır. İkinci doğada Bookchin, yaşlıların gençler, erkeklerin kadınlar, bir etnik grubun başka bir etnik grup, bürokratların kitleler, kentin kır, bedenin ruh, toplum ve teknolojinin doğa üzerindeki tahakkümü söz konusudur.Tahakküme dayanan bu ilişkiler,sınıfsız ya da devletsiz bir toplumda da mevcut olabilir. Toplumsal ekoloji yaklaşımı ile eko-feminizm arasında nasıl bir ilişki bulunmaktadır? Eko- feminizm ile toplumsal ekolojiyi doğuran koşullar hangi noktalarda birbirlerine benzemekte veya hangi noktalarda birbirlerinden farklılaşmaktadır? Kadın temelli veya feminist görüş, her iki yaklaşımın da kesişim noktasında mı yer almaktadır? Her iki yaklaş ımın kadın-doğa etkileşimine bakışı hangi noktalarda birbirlerine benzemekte ve hangi noktalarda birbirlerinden farklılaşmaktadır? Çalışmanın temel izlek noktaları bu sorulardan oluşmaktadır. Anahtar sözcükler: Ekofeminizm, toplumsal ekoloji, hiyerarşi, tahakküm ABS TRACT: Social ecology is an environmental ethic approach that created the theoretical basis by M urray Bookchin. This movement of thought, aims to build a bridge between ecological and anarchism. Concepts like “domination”, “distinction of first nature – second nature”, “hierarchy”, “direct democracy” constitues the backbones of social ecology. Ecofeminism, from this point of view, opposing rationalist approach of the west, sees exploitation the nature by humanity, equal with exploitation of women by men. As can be seen, within this perspective femininity, there is a relationship between femininity and nature, humanity and masculinity. From this point of view,eco-feminism approaches with a critical approach to the dualist side of Western rationalists thought. The thought of M urray Bookchin’s social ecologism, for same aspects are similar to eco-feminist approach. According to M urray Bookchin, environmental problems have social nature on the basis. Bookchin’s “First nature” approach discourses on equitable, emphaises similarities rather than differences. According to Bookchin, organic societies are seen as “unity of difference” or “unity of diversity”. Nevertheless, together with cultural development, with the hierarchy showing up, there become another discourse, “second nature”. For Bookchin, within second nature, elderly dominates over the young, men over women, an athnic group, bureaucrats over crowds, cities over countyside, body over soul, society and technology over nature. These domination based relationships through may appear in a classless society or stateless society. How is the relationship between social ecology approach and eco-feminism? In which points are they similar and in which points they differ from each other? Is women based or feminist approach at the intersection point of these two approaches? In which points are both of these approaches to overview to woman – nature interaction, similar and different from each other? M ain theme points of the works occurs of these questions. Keywords: Ecofeminism, social ecology, hierarchy, domination 1. GİRİŞ İnsan ile doğa arasındaki etkileşimde, insanların oluşturduğu uygarlıkların doğaya belli bir ölçüde zarar verdiğini belirtir Ponting(Ponting,2008).Böylece içinde bulunduğumuz uygarlık da dahil olmak üzere her uygarlık hem çevreyi hem de kendisini dönüştürmüştür. Sanayi devrimi ile hızlanan bu süreç,insanın doğayı, kendi bencil çıkarları etrafında,aşırı derecede sömürmesine neden olmuştur. Bu çerçevede hem toplumsal ekoloji hem de ekofeminizm, insan-doğa arasındaki dengesiz ilişkilerin nedenini ortaya koymak için oluşturulan çabaların ürünleridir. Murray Bookchin, toplumsal ekoloji kuramını ortaya atarken, yazı öncesi toplumları incelemiş, toplumsal gelişme ile birlikte hiyerarşinin ortaya çıkmasının, doğaya olumsuz anlamda bir etkide bulunduğunu ifade etmiştir.”Birinci doğa”da eşitlikçi ilişkilerin yerini ikinci doğada hiyerarşiye dayanan ilişkiler almış, 175 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World insan-insan arasındaki hiyerarşi,insan-doğa arasındaki hiyerarşiye dönüşmüştür.Başka bir deyişle;insan ile doğa arasındaki birincisinin lehine işleyen ilişkilerin temeli toplumsal bir temele dayanmaktadır. Ekofeminist anlayış da Aydınlanma süreci ile birlikte ortaya çıkan, eril-rasyonel anlayışı eleştirmiş, bu anlayışın, insan ile doğa arasında eşitlikçi olmayan ilişkilere neden olduğunu belirtmiştir. Batı medeniyetinin ataerkil statükosunu eleştiren ekofeminizm, doğa üzerindeki tahakküm ile kadın üzerindeki tahakküm arasında bir ilişkinin mevcut olduğunu iddia etmiştir. Çalışmada, hem toplumsal ekoloji hem de ekofeminizmin kadın-doğa ilişkilerine yaklaşımı irdelenecek ve bu bağlamda her iki yaklaşımın birbirlerine yakınlaştığı ve birbirlerinden farklılaştığı noktalara değinilecektir. Bu çerçevede her iki yaklaşımın kesişim noktasının, “tahakküm-hiyerarşi” ikileminden oluştuğu noktasından hareketle, temel sorunun ataerkil medeniyet yapısından kaynaklandığı ifade edilecektir. 2.TOPLUMSAL EKOLOJİ NEDİR? Çevre etiği tartışmalarında genellikle iki boyut ön plana çıkar: İnsanmerkezcilik ve çevremerkezcilik. İnsanmerkezcilik, merkezine “insanı” alan, “her şeyin ölçüsü insandır” düsturuyla hareket eden bir yaklaşımdır. Çevremerkezcilik ise, insanın yanında bitkiler, hayvanlar gibi canlı unsurlar ile yeryüzü şekilleri gibi cansız unsurları da etiğin içerisine dahil etmektedir. Yukarıdaki çerçeve ekseninde, toplumsal ekoloji yaklaşımı, çevre sorunlarının temelinde toplumsal sorunların yattığı görüşünden hareketle, insanmerkezci bir yapıya sahiptir.”Hiyerarşi”, “tahakküm”,”birinci doğa-ikinci doğa ayrımı”, “liberter belediyecilik” gibi öğeler, toplumsal ekoloji yaklaşımını inşa eden temel argümanlardır. 2.1.Toplumsal Ekoloji Yaklaşımında Doğa-Toplum İlişkisi Toplumsal ekoloji yaklaşımına göre, toplum ile doğa iç içe geçmiştir. Doğa ile toplum aynı evrimin birer parçası olmakla beraber toplumsal evrim, doğal evrimden nitelik olarak farklılaşmıştır. Toplum, doğanın içerisinden çıkmakla birlikte, toplumsallaşma süreci evrim geçirmeye devam etmiştir(İdem,2012:159). Murray Bookchin, kuramsallaştırdığı toplumsal ekoloji yaklaşımını temellendirmek için organik/yazı öncesi toplumlara atıfta bulunur. Bookchin’e göre, yazı öncesi toplumlarda tahakküm veya hiyerarşi olgusuna rastlanmamaktadır(Bookchin,2013:117).Bunun yanında, “eşitsizlik” ya da “özgürlüksüzlük” gibi kavramlar da tanımlanabilir değildir(Bookchin,2013a:118). Bookchin’e göre organik toplumlar da mülkiyet ilişkileri de belirgin değildir. Organik toplumlar “sahiplik” yerine “birlikte yaşamak” terimini, hem karşılıklı saygı ve bireysel gönüllülüğü ima etme hem de bireyle grup arasında güçlü bir birlik duygusu kurma anlamında kullanmıştır(Bookchin,2013a:119). Bookchin’e göre bireyle topluluk arasındaki birlik duygusu toplulukla çevre arasındaki birliği de beraberinde getirmiş, insanların doğaya karşı olan korku ve hayranlık duygusu yerini bağımlılık ve işbirliği duygusuna bırakmıştır. Bu çerçevede organik topluluk,”ekotopluluk” şeklinde algılanmaya başlamıştır(Bookchin,2013a:120). Murray Bookchin, doğa-toplum ilişkilerinde, hiyerarşi ve tahakküm olgularını açıklayabilmek için “birinci doğa- ikinci doğa ayrımına başvurur. Çünkü Bookchin’e göre toplumun en ilkel biçimi önemli ölçüde doğadan türemiştir. Bu noktada Bookchin Romalı filozof Cicero’nun şu sözlerine atıfta bulunur:”…ellerimizi kullanarak, Doğa’nın alanı içinde kendimiz için ikinci bir doğa yaratıyoruz”(Bookchin,2013b:42).Bookchin’e göre birinci doğadan ikinci doğaya geçiş sürecinde hem biyolojik hem de kültürel faktörler önemli rol oynamıştır. Hiyerarşi de ikinci doğanın bir ürünü olarak(İmga,2013:145) ortaya çıkmıştır. Bookchin, toplumsal ekoloji yaklaşımın kilit rol oynayan hiyerarşi olgusunu şu şekilde açıklamaktadır:”Hiyerarşi sözcüğüyle, yalnızca sınıf ve devlet terimlerinin uygun bir şekilde sembolize ettiği ekonomik ve siyasi sistemleri değil; kültürel, geleneksel ve psikolojik itaat ve komuta sistemlerini de işaret ediyorum. Bu tanıma göre; hiyerarşi ve tahakküm, “sınıfsız” ya da “Devletsiz” bir toplumda da kolaylıkla var olmaya devam edebilir. Yaşlıların gençler, erkeklerin kadınlar, bir etnik grubun başka bir etnik grup, “yüksek toplumsal çıkarlar” adına konuştukları iddiasındaki bürokratların kitleler, kentin kır ve 176 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World analizi çok daha güç olan psikolojik bir anlamda aklın beden, sığ bir araçsal rasyonelliğin ruh; toplum ve teknolojinin doğa üzerindeki tahakkümlerinden söz ediyorum.”(Bookchin,2013a:72). Yukarıdaki çerçeveden de anlaşılabileceği gibi toplumsal evrim sürecinde organik toplumlar, birinci doğa anlayışında kendisine yer bulmuş ancak biyolojik ve kültürel faktörlerin etkisiyle ikinci doğaya doğru evrilen toplum yapısında hiyerarşinin ortaya çıkışı organik toplumları da eşitsizlik doğrultusunda değişime uğratmıştır. Bu bağlamda hiyerarşi unsurunun boyutları şu şekildedir: Hiyerarşi unsuru sınıfsız ve devletsiz bir toplumda da var olabilir. Hiyerarşi; kültürel, geleneksel ve psikolojik itaat sistemlerini içerisinde barındırır. Hiyerarşi yaş grupları arasında söz konusu olabilir. Hiyerarşi, cinsiyetler arasında var olabilir. Hiyerarşi, etnik gruplar arasında söz konusu olabilir. Hiyerarşi, yöneten ile yönetilenler arasında var olabilir. Hiyerarşi, coğrafi birimler/mekanlar arasında söz konusu olabilir. Hiyerarşi, maddiyat ile maneviyat arasında söz konusu olabilir. Hiyerarşi, doğa-toplum ilişkilerinde söz konusu olabilir. 2.2.Toplumsal Ekoloji Yaklaşımında Kadın-Doğa İlişkisi Organik/yazı öncesi toplumlarda kadın ve erkekler hem cinsel arzularından ötürü hem de birbirlerine sağladıkları maddi destekten ötürü birbirlerine ihtiyaç duyarlar. Erkek ile kadının evliliği temel bir iş bölümünü ortaya çıkarır ve cinsiyete dayalı iş bölümü cinsiyete dayalı bir ekonomi meydana getirir. Avcılık ve çobanlık görevleriyle birlikte topluluğun korunması ve yabancılarla ilişki kurma görevleri erkeğe verilirken; ev içi görevler, yiyecek toplama ve bahçe işleri kadınların sorumluluğundadır(Bookchin,2013a:127). Organik toplumlarda kadın ve erkekler, birbirlerini tamamlayıcı bir fonksiyona sahiptir. Günlük yaşamda kadınlar ev içi ve toplayıcılık faaliyetlerini yürütürler. Kadının yiyecek toplama faaliyetleri genellikle ailenin yiyecek ihtiyacının çoğunu sağlar. Kadın yiyecek toplamakla kalmayıp yiyeceği hazırlar, ailenin giyeceğini yapar, tüm bunlar için sepet, çanak gibi kaplar üretir. Ailenin genç üyeleriyle erkeklerden daha çok temas halindedir ve onların gelişiminde erkeklerinkine kıyasla daha “emredici” bir rol üstlenir(Bookchin,2013a:156). Kan bağı etrafında ortaya çıkan hak ve yükümlülükler kapsamında kadın tek başına toplumsallığın sembolü haline gelir. Bu kapsamda kadın; temel yaşam biçimlerinin öğreticisi, yakın bir aile deneyimi olarak düşünülen topluluğun kişiselleştirilmesidir. Birbirlerini anneleri vasıtasıyla aynı etten, kemikten kandan akraba olarak gören gençler birbirlerini annelerinin anısı aracılığıyla paylaştıkları güçlü bir kimlik duygusuyla görmeye devam ederler (Bookchin,2013a:128). Kadınların toplayıcılık faaliyetleri, insanlıkta bir mekan duygusu uyandırmaya yardımcı olmuştur. Kadının besleyici rolü hem toplumun hem de uygarlığın kökenlerinin oluşturulmasına yardımcı olmuştur. Ancak kadının uygarlığın oluşumundaki rolü erkeğinkine göre farklıdır. Bu bağlamda kadın; daha evcil, daha barışçıl ve daha önemseyicidir.(Bookchn;2013a:135). Hiyerarşinin ortaya çıkışıyla birlikte özel alan ile kamusal alan arasında bir çatışma ortaya çıkmıştır. Bu çatışma; hiyerarşiyi ev içi yaşama doğru genişletmiş ve kadının ikincil konuma gelmesine neden olmuştur. Kadının çocuk büyütme yetileri özveriye, duyarlılığı ise itaate dönüşmüştür.Bu bağlamda; erkeğin de maskulen özellikleri de değişime uğramış; cesaretin yerini saldırganlık alarak, tahakkümcü niteliği ön plana çıkmıştır. Görüldüğü gibi kadınlar, toplumsal ekoloji anlayışında, organik/yazı öncesi toplumlarda eşitlikçi bir pozisyona sahipken; hiyerarşi ve tahakkümün ön plana çıkmasıyla beraber, arka plana itilmiştir. Bu çerçevede kamusal-özel alan boyutu hiyerarşi aracılığıyla dönüşüme uğramış ve ev içi ilişkileri erkeğin leyhine olmak üzere değişime uğramıştır. 2.3.Toplumsal Ekoloji Yaklaşımının Yönetim ve Siyaset Anlayışı: Murray Bookchin, günümüzdeki bürokratik ulus devlet yapılanmalarının merkezi ve hantal olan yapısını eleştirerek, daha adem-i merkeziyetçi ve doğrudan demokrasi yapısına dönüştürülmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü Bookchin’e göre doğrudan demokrasi, doğrudan eylemin en ileri biçimidir(İmga,2013:148). 177 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bookchin, adem-i merkeziyetçi yapıya sahip bir toplumun yönetim şeklini “liberter belediyecilik” olarak adlandırmakta ve dört temel ilke üzerine temellendiğini ifade etmektedir(Önder,2003:204): Halk meclislerinin yeniden canlandırılması, Meclislerin konfederasyonu, Gerçek yurttaşlığın okulu olarak komünal ve konfederal siyasetin yapılanması, Mülkiyetin belediyeleştirilmesi yoluyla yerel topluluğun ekonomik yetkiyle donatılması 3.EKOFEMİNİZM NEDİR? Ekofeminist çevre etiğinin konusu kadın-doğa ilişkisidir. Ekofeministler doğayı kadın gözüyle inceleyerek, doğaya olan tahakküm ile kadına yönelik baskı arasında bir ilişki olduğunu iddia etmişlerdir. Ekofeministler, doğayı sömürmeye odaklanan eril-Batılı-rasyonel düşüncenin kadını da aynı sömürge sürecine dahil edeceğini iddia ederek, doğanın sömürüsü ile kadının sömürüsü arasında doğru orantı olduğunu söylemlerine dahil etmişlerdir. Bu bölümde, yukarıdaki kuramsal çerçeveye uygun olarak ekofeminist yaklaşımda kadın-doğa ilişkisine yer verildikten sonra, ikinci alt kısımda ekofeminizm türlerine değinilecektir. 3.1.Ekofeminist Yaklaşımda Kadın-Doğa İlişkisi Ekofeministler, doğa üzerindeki tahakküm sonucu oluşan çevre sorunları ile kadına yönelik tahakküm arasında bir ilişki olduğunu iddia etmişlerdir(Olgun,2013:358).Bunun nedeni ise Batı’nın insan merkezli ataerkil düşünce yapısıdır. Val Plumwood bu noktada, Batı medeniyetinin insan merkezli ataerkil düşünce yapısının bazı düalizmlerden hareket ettiğini ifade etmektedir. Bunlar (Val Plumwood, 2004:65):Erkek/kadın, akıl/doğa, kültür/doğa, zihin/beden, efendi/köle, akıl/madde vb. Tüm bu düalizmler, kadınlara ve doğaya yönelik tahakkümü meşrulaştırmak için kullanılmaktadır. Aşağıda belirtileceği gibi, birbirlerinden farklılaşan ama mantıksal temeli aynı olan ekofeminizm türleri bulunmaktadır. Farklı ekofeminizm türlerinin mutabık kaldığı hususlar şu şekildedir(Olgun, 2013:358): Doğa üzerindeki tahakkümle kadın üzerindeki tahakküm arasında önemli bir ilişki vardır. Doğa ve kadın üzerindeki tahakkümle ilgili tam olarak bilgi sahibi olabilmek için bu ilişkinin doğasını anlamak gerekir. Feminist teori ve uygulama ekolojik bir bakış açısı içermelidir. Ekolojik sorunlara çözüm arayışı feminist bir bakış açısı içermelidir. Kadın-doğa ilişkisini anlayabilmek için antropolojik çalışmalar yardımcı olabilmektedir. Bu bağlamda; kadının biyolojik özellikleri önemli bir rol oynamaktadır. Kadının gebelik, doğum yapma ve çocuk büyütme gibi yetenekleri, doğanın hayat verici rolüyle ilişkilendirilmiş, adet görme özelliği ile ayın hareketleri ve med cezir olayı arasında yakın bir ilişki kurulmuştur. Diğer yandan kadının genellikle yiyecek, içecek ve giyecek tedariki gibi gündelik hayata ilişkin işlerle uğraşması, doğanın, insanlığın ihtiyaçlarını düzenli olarak karşılayan bir “ana” olarak algılanmasına neden olmuştur(Olgun,2013:360). Mellor’ın belirttiği gibi ekofeministler, daha geniş kapsamlı toplumsal, kişisel ve ekolojik bir bağlamda sorunların üzerine gidebilecek, barışçıl, ve daha az hiyerarşik yapıdaki bir alternatif kültürün temeli olarak kadınlarla birlikte anılan besleyip büyütme ve bakma değerlerinin sözcülüğünü yaparak, ataerkil kültürü yıkmanın yollarını aramaktadırlar(Mellor,1993:70). Sonuç olarak ekofeministler, erkeklerin doğaya egemen olma isteğinin ekolojik yıkıma neden olduğunu belirterek, kadınların kendi özlerine, köklerine dönerek doğayı da özgürleştireceğini iddia etmişlerdir. 3.2.Ekofeminizm Türleri: Ekofeminizm, bütünselci bir anlayış olmamakla beraber, kendi içerisinde farklılıklar taşımaktadır. Temel prensipler aynı olmakla birlikte, kadın-doğa ilişkisine dair hareket noktaları arasında ayrılıklar bulunmaktadır. Bu çerçevede ekofeminizm anlayışları dörde ayrılmaktadır: Liberal 178 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ekofeminizm, kültürel ekofeminizm, sosyal ekofeminizm, sosyalist ekofeminizm. Aşağıda bu anlayışların detaylarına özet olarak yer verilecektir. Liberal ekofeminizm, ekolojik sorunların çözümünde kanuni düzenlemeler yoluyla mevcut idari yapıları değiştirmenin önemine vurgu yapmaktadır. Liberal ekofeministlere göre ekolojik sorunlar doğal kaynak kullanımının aşırı derecede artmasından ve kimyasal maddelerle diğer çevresel kirleticilerin denetlenmesindeki eksikliklerden kaynaklanmaktadır. Bu çerçevede, kadınlara bilim dünyasında ve yönetsel mekanizmalarda yer almaları için fırsat eşitliği tanınması durumunda, kadınlar çevrenin iyileştirilmesine katkıda bulunabilirler(Olgun,2013:367). Kültürel ekofeminizm, ataerkil yapıların kadına ilişkin değerleri aşağılamasına karşı bir başkaldırıya dayanır. Bu aşağılamaya karşı kültürel ekofeministler; sezgi, şefkat, besleyip büyütme, duygu ve beden gibi kültürel ve tarihi olarak kadınla ilişkilendirilen niteliklere özel bir önem verirler. Onlara göre ekolojik kriz, eril niteliklerin, kadınsı özellikler üzerindeki tahakkümünden kaynaklanmaktadır. Tüm bunlardan da anlaşılabileceği gibi kültürel ekofeministler, kadın üzerindeki tahakkümün temelinde cinsiyete ilişkin faktörleri görmektedirler(Olgun,2013:368). Sosyal ekofeminizm, kadınları doğaya yakın kılan hususun, onlara atfedilen sosyal roller olduğunu ileri sürer. Materyalist bir sosyal-feminist analizi benimseyen sosyal ekofeminizm; kadın üzerinde evlilik, çekirdek aile, romantik ilişki, kapitalist devlet ve ataerkil din gibi sosyal kurumlar aracılığıyla kurulan tahakkümü sorgulamaktadır(Olgun,2013:371).Bu bağlamda sosyal ekofeminizm, kadının kurtuluşunun, hayatın tüm yönlerini bir piyasa toplumuna indirgeyen iktisadi ve sosyal hiyerarşilerin ortadan kaldırılmasıyla mümkün olduğunu iddia etmekte ve bunun için toplumun adem-i merkezi topluluklar şeklinde yeniden örgütlenmesi gerektiğine vurgu yapmaktadır(Olgun,2013:372) Sosyalist ekofeministlere göre, kadın ve doğanın sömürülmesinin temeli, kapitalist ataerkillikte aranmalıdır. Tarihi süreçte kapitalizmin yükselişi, üretimin kullanım değeri temelinde örgütlendiği ve kadınla erkeğin iktisadi açıdan ortaklığına dayanan geçimlik üretim çiftliklerini ve kent atölyelerini ortadan kaldırmıştır. Bu süreç, erkeğin kontrolündeki bir kapitalist ekonomiyi beraberinde getirirken, kadını, emeğin karşılığının ödenmediği ev ortamına hapsetmiş, ev dışındaki iş ortamında ise onu erkeğin altında bir düzeyde konumlandırmıştır. Kapitalist ve ilerlemeci zihniyetin doğanın koyduğu sınırları aşması, kadın ve doğa üzerindeki ikili sömürüyü beraberinde getirmiş, bunun sonucu ise, erkeğin ve kadının doğaya yabancılaşması olmuştur (Olgun, 2013:373). 4.TOPLUMSAL EKOLOJİ VE EKOFEMİNİZM EKSENİNDE KADIN-DOĞA İLİŞKİSİ Toplumsal ekoloji ile ekofeminizmin kadın-doğa ilişkisi konusundaki hareket noktası benzeşmekle beraber vardığı sonuçlar bakımından birbirlerinden farklılaşmaktadır. Bu bağlamda; hem toplumsal ekoloji hem de ekofeminizmin kadın-doğa ilişkisi konusundaki benzerlikleri ve farklılıklar ı aşağıdaki gibidir: • Murray Bookchin, toplumsal ekoloji yaklaşımında kadın-doğa ilişkisini yazı öncesi(organik) toplumlara dek geri götürür. Bu toplum tipinde kadın ile doğa arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Kadın ile erkek arasında ise cinsiyete dayalı bir iş bölümü söz konusudur. Ekofeminist yaklaşımda ise en başta kadın doğa ile ilişkilendirilerek, kadının üreme, adet görme gibi fonksiyonları ile doğada meydana gelen değişimler arasında bir bağ kurulur. • Toplumsal ekoloji yaklaşımında, yazı öncesi(organik) toplum tipinde anaerkil özelliğe yakın bir tutum sergilenir. Ancak bu toplum tipi tam anlamıyla anaerkil bir toplum değildir. Cinsiyete dayalı iş bölümü devam ederken, “kültürel” olarak anaerkilliğe yakın bir toplum tipi bulunmaktadır. Ekofeminist yaklaşım ise, modern toplumu kendisine veri olarak alırken, modern-kapitalist-ataerkil toplum tipinin tamamıyla eril bir nitelik taşıdığını öne sürer. • Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kadın yazı öncesi topluluklarda, toplayıcılık ile ilişkilendirilmiş, erkekler ise avcılık ile ilişkilendirilmiştir. Ekofeminist yaklaşım ise en baştan bu “görev” dağılımına karşı çıkmış, uygarlığın oluşum sürecinde kadınların payının görmezden gelinemeyeceğini vurgulamıştır. • Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kadın barışçıl, evcil, paylaşımcı, misafirperver olarak tanımlanmıştır. Ekofeminist yaklaşımda ise bazı düşünürler, kadınlara basmakalıp bazı rollerin atfedilmesini eleştirirken, bazı düşünürler, kadınlara atfedilen bu rollerin, kadın-doğa ilişkisini sağlayan önemli karakteristik nitelikler olduğunu vurgular. 179 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World • • • Toplumsal ekoloji yaklaşımında, toplumların gelişim sürecinde “hiyerarşi” ve “tahakkümün” doğuşuyla birlikte “ikinci doğaya” geçiş çerçevesinde kadın kamusal alandan ayrışmış ve ikinci plana atılmıştır. Başka bir deyişle toplumsal ekolojiye göre kadın erkek ilişkilerini ikincisi leyhine bozan olgu erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm uygulamaya başlaması ve kadın erkek ilişkilerinde hiyerarşinin ortaya çıkmaya başlamasıdır. Ekofeminist yaklaşım ise, hiyerarşi olgusunun yanında ataerkil-modern-kapitalist toplumun ortaya çıkardığı sosyoekonomik eşitsizliklerin kadın erkek ilişkilerini ikincisi leyhine bozduğu düşüncesini taşır. Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kültür/doğa, akıl/beden, mantık/duygu, insan/hayvan ve erkek/kadın gibi karşıtlıklar üzerine inşa edilen düalist yapılar hiyerarşi ve tahakküm sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Ekofeminist yaklaşım ise bu düalistik yapıların sınıfsal topluma geçiş sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını iddia eder. Toplumsal ekoloji yaklaşımı, yeni ve adem-i merkeziyetçi bir toplum tipini önerir. Bu toplum tipinde özgürlükçü-liberter belediyecilik anlayışı ile konfederal bir yapıda yönetim sağlanacaktır. Bookchin bu yönetim anlayışında kadınların rolünü göz ardı etmiştir. Başka bir deyişle kadınların temsil sorunu bu yönetim anlayışında tamamen göz ardı edilmiştir. Ekofeminist yaklaşım ise, eşitlik anlayışının bir sonucu olarak, demokratik bir sistemde, kadınların erkekler ile eşit temsil hakkına sahip olması gerektiği düşüncesini ileri sürmektedir. 5.SONUÇ Toplumsal ekoloji yaklaşımında, kadın konusuna yaklaşırken temelde hiyerarşi nosyonundan hareketle, birinci doğada konumlanan yazı öncesi topluluklarda kadının başat konumda olduğu ancak; birinci doğadan ikinci doğaya doğru kültürel farklılaşma süreciyle birlikte cinsiyet, etnik köken, yaş gibi hiyerarşik unsurların belirginleşmesinin sonucu olarak kadınların da arkaplana itildiği vurgulanmıştır. Ekofeminist yaklaşımda ise, ataerkil kapitalist sürecin tohumlarının atılmasıyla birlikte kadınerkek arasındaki güç ilişkilerinin ikincisi leyhine bozulduğunu, yine aynı bağlamda, aklı ön plana çıkaran eril-rasyonalist düşüncenin hem kadına hem de doğaya çekidüzen verme amacıyla ikili bir tahakküme yol açtığı iddia edilmiştir. 6.KAYNAKLAR Bookchin, M .(2013b).Toplumu Yeniden Kurmak. Kaya Şahin(Çev.).İstanbul: Sümer Yayıncılık Bookchin, M .(2013a).Özgürlüğün Ekolojisi: Hiyerarşinin Ortaya Çıkışı ve Çöküşü. M ustafa Kemal Çoşkun (Çev.).İstanbul: Sümer Yayıncılık İdem, Ş.(2012).Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm. Orçun İmga ve Hakan Olgun(Ed.),Yeşil ve Siyaset içinde (s.152-179). Ankara:Lotus Yayınevi İmga, O. ve Olgun, H (Ed.).(2012).Yeşil ve Siyaset. Ankara:Lotus Yayınevi İmga, O. (2012).M urray Bookchin ve Sosyal Ekoloji.Orçun İmga ve Hakan Olgun(Ed.), Yeşil ve Siyaset içinde (s.136152).Ankara:Lotus Yayınevi M ellor, M . (1993). Sınırları Yıkmak: Feminist, Yeşil Bir Sosyalizme Doğru. Osman Akınhay(Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları Olgun,H.(2012).Ekofeminizm:Kadın-Doğa İlişkisi ve Ataerkil Tahakküm. Orçun İmga ve Hakan Olgun(Ed.),Yeşil ve Siyaset içinde (s.357-386).Ankara: Lotus Yayınevi Önder,T.(2003). Toplum ve Siyaset. Ankara: Odak Yayınevi Plumwood,V. (2004).Feminizm ve Doğaya Hükmetmek. Başak Ertür(Çev.).İstanbul: M etis Yayınları Ponting,C.(2008).Dünyanın Yeşil Tarihi :Çevre ve Büyük Uygarlıkların Çöküşü. Ayşe Başçı(Çev.). İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları 180 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu ve İş’te Eşitlik Platformu Analizleri, Türkiye İçin Değerlendirmeler Global Gender Gap Report and Equality at Work Platform Analyses, Assessments for Turkey Fatih Feramuz YILDIZ1 1Dr., Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Sosyal Yardımlar Genel M üdürlüğü, fatih.yildiz@aile.gov.tr ÖZET: Dünya Ekonomik Forumu tarafından hazırlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporuna yönelik eleştirilerin ana kaynağı, ülkelerin gelişmişlik düzeyini göz ardı ederek ve sadece ilgili kadın-erkek oranlarına odaklanılarak toplumsal cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıdır. Raporda kullanılan karşılaştırmalı kıyaslama yönteminde tek yönlü sıralama yapılması, eski yıllara ait verilerin kullanılması ve eksik veriye sahip ülkelerin de sıralamaya alınması diğer eleştiri konularıdır. Raporda Türkiye’nin ülke sıralaması dalgalı olmakla birlikte, tüm alt endekslerdeki puanlarının ve genel puanının son yıllarda sürekli arttığı görülmüştür. Bu nedenle, raporu incelerken ülkeler arası sıralamadan daha çok, puanlamaya dikkat edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda, raporun ekonomik katılım ve fırsatlar başlığındaki ülke puanını yükseltmek için kurulan İş’te Eşitlik Platformu çatısı altında yürütülen çalışmaların varlığının önemli ancak yetersiz olduğu görülmektedir. Bu çerçevede, çalışan kadınlar için kamu ve özel sektörde bazı destekleyici tedbirler geliştirilmelidir. Anahtar sözcükler: Toplumsal cinsiyet eşitliği, toplumsal cinsiyet uçurumu, iş’te eşitlik platformu ABS TRACT: The main critique for the Global Gender Gap Report, which is prepared by World Economic Forum, is the ranking of the countries’ gender gaps due to the women-men ratios without taken into consideration of the countries’ development levels. Using one-sided scale during benchmarking, referring to the previous years’ data and ranking of the countries with missed data are the other criticised issues of the report. It is also seen that scores of Turkey in all sub-indexes and overall point regularly increase in the last years whereas the ranking is fluctuated. Thus, during the examination of the report, the country scores should be considered, instead of the rankings. Existence of the studies driven by the Equality at Work Platform, founded for decreasing the economic participation and opportunity gap, are important but not enough. In this framework, some supporting measures should be developed for working women in both public and private sectors. Keywords: Gender equality, gender gap, equality at work platform 1. GİRİŞ 1979 yılında Birleşmiş Milletler (BM) genel kurulunda kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Uluslararası Sözleşmesi (CEDAW), toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile küresel anlamda mücadele için önemli adımlardandır. 1995’te Pekinde gerçekleştirilen BM 4.Dünya Kadın Kongresinde kabul edildiği üzere toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, üye ülkelerin amaçları arasına girmiştir. 2000 yılında yapılan Milenyum zirvesinde ise “toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadınların güçlendirilmesi”, temel sekiz hedeften birisi olmuştur. Dünya Ekonomik Forumu (DEF) tarafından 2006’dan itibaren yıllık olarak hazırlanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu (Global Gender Gap Report) ise toplumsal cinsiyete dayalı eşitsizliği rakamlara dönüştürerek ülke göstergelerindeki değişiklik ve ilerlemeleri izleme olanağı sunmaktadır (WEF, 2006: 4). Bu rapordaki endeksler ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre değil, toplumsal cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıyla oluşturulmaktadır. Bu endekslerde kaynakların toplamı yerine, kaynaklara erişimde uçurumu azaltan ülkeler sıralamada öne çıkmaktadır. Bu durum ise eleştirilmektedir. Son yıllarda yazılı basında uçurum raporu ile ilgili birçok yayın yapılmış olup bunların önemli kısmı akademik eleştiriden uzak ve raporun içeriğinden ilgisizdir. Raporun nasıl hazırlandığına dair yeterli bilgi içermeyen bu yayınlar, kamuoyunu aydınlatmaktan daha çok yönlendirici ve manipüle edici özellikler taşımaktadır. Bu çalışmanın amacı ise rapora ilişkin bilgilere ve analizlere yer vererek, daha doğru eleştirilerin yapılmasına zemin hazırlamaktır. Bu bağlamda, raporun hazırlanmasındaki ölçütler açıklanarak Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının öncülüğünde yürütülen İş’te Eşitlik Platformu çalışmalarına yer verilmiştir. Rapora getirilen eleştirilerin yanı sıra, neler yapılabileceğine dair bazı önerilerin üretilmesi de çalışmanın amacı kapsamındadır. 2. YÖNTEM Bu araştırmada DEF tarafından yayımlanan uçurum raporları incelenerek detaylı analizler ve özellikle Türkiye için değerlendirmeler yapılmıştır. Uçurumun endeks yapısı da araştırılarak hesaplama yöntemi incelenmiştir. Ülke analizlerinin yanı sıra dönemsel, bölgesel ve gelir gruplarına dayalı analizler yapılmıştır. 181 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3. BULGULAR 2006 yılından itibaren DEF tarafından yayımlanan dokuz adet uçurum raporunun yapısı detaylıca incelenerek başta Türkiye olmak üzere ülke analizleri, dönemsel analizler, bölgeler arası karşılaştırmalar ve gelir gruplarına dayalı bazı tespitler yapılarak önemli bulgulara ulaşılmıştır. Bu bulguların sağlıklı bir şekilde değerlendirilebilmesi için öncelikle uçurum raporunun içeriği, endeks yapısı ve hesaplamalar dikkate alınmalıdır. 3.1. Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu Endeks Yapısı ve Hesaplama Yöntemi Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu üç temel noktaya dayanmaktadır. Bunlardan ilki, ülkelerin seviyeleri yerine ülkelerdeki kadın-erkek arası uçurumun ölçülmesidir. İkincisi, girdi veya nedensel değişkenler yerine, çıktı-sonuç değişkenlerinin ele alınmasıdır. Sonuncusu ise bu rapor ile ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliğine göre sıralanmasıdır. Ancak ülke karşılaştırmalarında sadece sıralamaya bakmak yanlış olabilir. Rapordaki ülke profillerinin detaylıca incelenmesi ile daha doğru analizler yapılarak ülke kıyaslamaları gerçekleştirilebilir. Ayrıca, raporda yer alan genel ülke sıralamaları haricinde “ekonomi, eğitim, sağlık ve politika” alt başlıklarındaki sıralamaları da incelemek gereklidir. Bu alt başlıklara ilişkin değişkenler ve veri kaynakları, yıllara göre kısmen değişim gösterse de nihai olarak aşağıdaki tabloda olduğu gibidir. Tablo 1: Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Endeksinin Yapısı Alt Başlık Ekonomik Katılım ve Fırsatlar Eğitime Erişim Sağlık ve Yaşam Politik Güçlendirme Değişkenler Erkeklere oranla kadınların işgücüne katılım oranı Benzer iş için kadınlar ve erkekler arasında ücret eşitliği oranı Erkeklere oranla kadınların kazandığı gelir oranı Erkeklere oranla kadın yasa koyucu, üst düzey yönetici ve müdür oranı Erkeklere oranla profesyonel ve teknik işlerde kadın çalışanlar oranı Erkeklere oranla kadınların okuryazarlığı İlköğretim düzeyinde kadın-erkek net okullaşma oranı Ortaöğretim düzeyinde kadın-erkek net okullaşma oranı Yükseköğretim düzeyinde kadın-erkek brüt okullaşma oranı Doğumdaki kadın-erkek cinsiyeti oranı Sağlıklı yaşam beklentisinde kadın-erkek oranı Parlamentodaki kadın-erkek üye oranı Bakan düzeyinde kadın-erkek oranı Son elli yılda devlet veya hükümet başkanı düzeyinde kadın-erkek oranı Veri Kaynakları Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), İşgücü Piyasası Temel Göstergeleri Özel Kamuoyu Anketi (DEF) İnsani Gelişmişlik Raporuna ve BM Kalkınma Programı (UNDP) yöntemine dayalı olarak DEF hesaplamaları ILO istatistikleri (çevrimiçi) BM Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) İstatistik Enstitüsü eğitim istatistikleri UNDP BM İnsani Gelişmişlik Raporu Dünya Sağlık Örgütü istatistikleri M erkezi Haberalma Örgütü raporları Parlamentolar Arası Birlik kayıtları, DEF hesaplamaları (Kaynak: Küresel Toplumsal Uçurum Raporlarından derlenerek hazırlanmıştır) Rapordaki endekslemenin hesaplanması dört aşamalı olup ilk aşamada, tüm veriler kadın- erkek oranlarına dönüştürülür. İkinci aşamada ise bu oranlar, kıyaslama yapabilmek için, eşitlik çizelgesine çevrilir. Ancak bu karşılaştırmalı kıyaslama yönteminde, kadınların erkekleri geçtiği oranlara fazladan puan verilmesi veya puan eksiltilmesi gibi teknikler tercih edilmemiş olup tek yönlü çizelgeleme yapılmaktadır. Üçüncü aşamada ise alt başlıklara ait değişkenlerin ağırlıklı ortalamaları bulunarak alt endeksler hesaplanır. En sonunda ise nihai puanları hesaplarken tüm alt başlıklarda en yüksek skor 1 (eşitlik) ve en düşük puan ise 0 (eşitsizlik) kabul edilerek bu ikisi arasında kıyaslama çizelgelemesi yapılır. Burada, ülkelerin skorları 0’a yaklaştığında kadın-erkek arası uçurumun arttığı, ülke skorunun 1’e doğru yaklaşması halinde ise bu uçurumun azaldığı varsayılmaktadır. 182 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3.2. Uçurum Raporlarında Ülkesel, Bölgesel, Dönemsel ve Gelire Dayalı Analiz Bulguları 2006 yılı uçurum raporunda 115 ülke yer almakta olup bu ülkeler, dünya nüfusunun o dönemdeki %90’na tekabül etmektedir. Bu rapora göre kadın erkek arasındaki eşitsizliğin en az olduğu ülkeler İsveç, Norveç, Finlandiya ve İzlanda gibi kuzey ülkeleri olup şimdiye kadar yayımlanan tüm raporlarda ilk dört sırada bu ülkeler yer almaktadır. 2006 yılı raporunda 6.sırada bulunan Filipinler ilk 10’daki tek Asya ülkesi olup 7.sırada ise Yeni Zelanda yer almaktadır (WEF, 2006: 8). 2007 yılı raporunda 15.sıraya yükselen Sri Lanka’nın 2008 raporunda ise 12.sıraya kadar ilerlemesi dikkat çeken bir bulgudur. 2009 yılı raporunda Güney Afrika Cumhuriyeti 6.sırada ve Lesotho ise 10.sırada yer alarak ilk on ülke arasında girmeyi başarmışlardır. 2010, 2011 ve 2012 yıllarında ise hiç bozulmayan ilk dört ülkenin hemen ardından, 5. ve 6.sırayı İrlanda ile Yeni Zelanda paylaşarak yeni bir istikrarlı ülkeler grubu olmuşlardır. 2013 yılı raporunda en dikkat çekici bulgu, Nikaragua’nın 10.sırada yer almasıdır. En son yayımlanan 2014 yılı raporunda da Ruanda 7.sırada yer alarak dikkatleri çekmiştir. 2014 raporunda yer alan ülke bilgileri bölgesel bazda incelendiğinde başta Filipinler, Yeni Zelanda ve Avustralya olmak üzere 7 Asya ve Pasifik ülkesinin, kadın-erkek uçurumunun %70’ini kapattıkları görülmektedir. İran ve Pakistan ise uçurumu kapatmada %60’ın altında kalan son sıralardaki bölge ülkeleridir. Nikaragua, Ekvator ve Küba uçurumu kapatmada %70 başarı gösteren Latin Amerika ve Karayip ülkeleridir. Öte yandan, Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde uçurumu kapatmada %70 oranda başarı sağlayan sadece İsrail olmuştur. Son sıradaki Yemen ise %50’yi ancak geçebilmiştir. Sahra Altı Afrika’da yer alan Ruanda, Burundi ve Güney Afrika’nın başta olduğu 13 ülke, %70 oranında uçurumunu kapatmışlardır. Fildişi Sahili, Mali ve Çad ise uçurumu kapatmada %60’ın altında kalan son sıralardaki bölge ülkeleridir. Avrupa ve Merkezi Asya’dan 46 ülkenin olduğu grupta ise 5 ülke %80 ve 23 ülke ise %70 oranında bu uçurumu kapatmışlardır. Bu grupta yer alan Türkiye ise 46 ülkenin en son sırasında yer almaktadır (WEF, 2014:13). 2014 yılı raporunda bölgelerin ortalamaları karşılaştırıldığında uçurumu kapatmada en başarılı bölgenin Kanada ve ABD’den oluşan Kuzey Amerika bölgesi, uçumu en yüksek olan bölgenin ise Ortadoğu ve Kuzey Afrika olduğu görülmektedir. Kuzey Amerika bölgesinin skoru ortalaması 0,7464 iken Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri puanları ortalaması 0,6128’de kalmaktadır. 2006 – 2014 yılları arasında, uçurumu kapatma yüzdesinde en başarılı bölgenin %4,06 ile Latin Amerika ve Karayip ülkeleri olduğu görülmektedir. Aynı dönemde Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesindeki uçurum %3,08 oranında ve Sahra Altı Afrika ile Avrupa ve Merkezi Asya ülkelerinde ise %3,06 düzeyinde kapanmıştır. Ancak, Asya ve Pasifik’teki uçurum ise %3,15 kadar artmıştır. Ülkelerin gelirleri ile genel endeks puanları arasındaki ilişki incelendiğinde ülke geliri ile uçurumu kapatmadaki başarı arasında paralellik görülmektedir. Yüksek gelir grubundaki ülkelerin uçurumu kapatmadaki endeks puanları en yüksek düzeyde iken, düşük gelirli ülkelerin skorları ise en düşük gruptur. Orta-yüksek gelir grubunda 40 ülke yer almakta olup Türkiye bu grupta 36.sırada yer almaktadır (WEF, 2014:16). 2006 uçurum raporunda politik güçlendirme alt endeksinde uçurum kapatma ortalaması %14 iken, 2014 yılında bu oran %21’e çıkmıştır. Aynı dönemde, ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde uçurum kapatma ortalaması %56’dan %60’a çıkmıştır. Eğitime erişim alt endeksinde ülkelerin uçurum kapatma ortalaması %92’den %94’e çıkmıştır. Sağlık ve yaşam alt endeksinde ise 2006’da %97 olan uçurumu kapatma ortalaması, 2014’te %96’ya düşmüştür. Yıllık eğilimlere bakıldığında en düşük performansın olduğu politik güçlendirme başlığında ciddi bir ilerleme görülmüş ve uçurumu kapatmada %50’lik bir artış bulgusu saptanmıştır. 2006-2014 yıllarında ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki uçurumu en fazla kapatan bölge %7,2 ile Latin Amerika ve Karayipler olmuştur. Aynı dönemde eğitime erişim başlığında en fazla kapatılan uçurum %4,6 ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da olmuştur. Sağlık ve yaşam alt endeksinde uçurumu azalan tek bölge %0,01 ile Latin Amerika ve Karayipler olmuştur. Diğer tüm bölgelerde ise sağlık uçurumu artmıştır. Bu artışların en büyüğü %2,05 ile Sahra Altı Afrika’da yaşanmıştır. Aynı dönemde politik güçlendirme başlığında ise başta Kuzey Amerika’da %8,6 olmak üzere tüm bölgelerde önemli iyileşmeler gerçekleşmiş olup Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da bile %5,2 oranında uçurum azalması vardır (WEF, 2014:32). Şimdiye kadar yayımlanan bütün Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporlarında tam 111 ülke yer almıştır. Bu ülkelerin 105 tanesinin uçurumu azalırken Sri Lanka, Mali, Ürdün, Tunus, Hırvatistan ve Makedonya gibi 6 ülkenin uçurum miktarlarında artış olmuştur. 2006-2014 döneminde 183 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ekvator, Fransa, Nepal, Suudi Arabistan ve Nikaragua genel endekste %15’in üzerinde bir oranda uçurumu kapatmayı başarmışlardır (WEF, 2014:37). Bu dönemde Guatemala ve Ekvator, ekonomik uçurumlarını %20’nin üzerinde kapatmışlardır. 51 ülkenin sağlık uçurumları artmıştır. Politik uçurumu azaltmada 94 ülke başlangıçtan daha iyi konumda olup özellikle Nikaragua, Fransa, İsviçre, İzlanda ve Ekvator %20 ve üzerinde bir oranda politik uçurumlarını kapatmışlardır. 2006-2014 yılları arasında ekonomik uçurumu kapatmada en çok ilerleme sağlayan ülke Suudi Arabistan olmuştur. Eğitimde Burkina Faso, sağlıkta Angola ve politik uçurumda ise Birleşik Arap Emirlikleri en çok gelişme gösteren ülkelerdir. 2014 raporunda ekonomik uçurumu kapatmada ilk sıralarda Burundi, Norveç ve Malawi yer almaktadır. Burundi’yi ilk sıraya taşıyan gösterge, erkeklere oranla kadınların işgücüne katılım oranının 1,02 çıkmasıdır. Diğer yandan kadınların benzer işi yapan erkeklerin %83’ü kadar ücret kazandığı Burundi’de, erkeklere oranla kadınların kazandığı gelir oranı da 0,79 olmuştur. Kadınlar yılda ortalama 661 $ kazanırken, erkekler için bu rakam 841 $ civarındadır. Bu alt başlıktaki diğer iki gösterge için veri olmamasına rağmen mevcut üç göstergenin bileşkesi Burundi’nin ekonomik uçurumu kapatmada birinci sırayı almasını sağlamıştır. Eğitime erişim alt endeksinde ise 25 ülkenin ilk sırayı paylaştığı görülmektedir. Bu ülkelerden birisi olan Botsvana’da erkeklere oranla kadın okuryazarlığı 1,01’dir. İlköğretimde kadın-erkek net okullaşma oranı da 1,01 olup ortaöğretim çağındaki her 100 kadın bireyden 65’i okula giderken, bu çağda ortaöğretime devam eden erkekler ise her 100 kişiden 56’sı düzeyindedir. Yükseköğretimde kadın-erkek brüt okullaşma oranı rakamı ise 1,15’tir. 100 Botsvana’lı kadından sadece 8’i ve 100 erkekten 7’si üniversite eğitimi almaktadır (WEF, 2014: 10). Aynı raporda, Türkiye ile birlikte 34 ülke sağlık ve yaşam alt endeksinde 1.sırayı paylaşmışlardır. Bu ülkelerden birisi olan Fransa’nın doğumdaki kadın-erkek cinsiyet oranı 0,95 olup sağlıklı yaşam beklentisi kadınlarda 74, erkeklerde ise 69 yıldır. Yine 1.sıradaki bir başka devlet olan Afrika ülkesi olan Svaziland için ise aynı oran 0,97 iken beklenen sağlıklı yaşam kadınlarda 47 ve erkeklerde 44 senedir. Politik güçlendirme alt endeksinde ise ilk sırayı İzlanda almakta olup parlamentodaki kadın-erkek oranı 0,66, bakan düzeyinde kadın-erkek oranı 0,6 ve son elli yılda devlet veya hükümet başkanı düzeyinde kadın-erkek oranı ise 0,68’dir. 2014 raporundaki tüm alt endekslere bütüncül bir bakış açısı ile bakıldığında en yüksek skorların eğitime erişim başlığı altında olduğu ve değerlendirmeye tabi tutulan 142 ülkenin 120 tanesinin 0,9 puan üzerinde skorlara sahip oldukları görülmüştür. Sağlık ve yaşam alt endeksinde ise tüm ülkelerin 0,93’ün üzerinde skorlara sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ekonomik katılım ve fırsatlar başlığı altında ise ülke puanları daha düşüktür. En yüksek puan 0,86 olup 0,8’in üzerinde skoru olan sadece 14 ülke vardır. Bu endekste 0,4’ün altında skoru olan 7 ülke olup en düşük puan 0,29 ile Suriye’ye aittir. Politik güçlendirme ise ülke puanlarının en düşük olduğu alt endekstir. İlk sıradaki İzlanda’nın bile skoru 0,65 olup, 126 ülke 0,3’ün altında skorlara sahiptirler. Bu bağlamda, kadın-erkek arası uçurum en fazla politik güçlendirme alanında gözlenmektedir. 3.3. Uçurum Raporlarında Türkiye Analizi Bulguları Türkiye’nin, raporda yer alan ülkeler arasındaki sıralaması dalgalanmalar göstermektedir. 2006 yılında 115 ülke arasında genel puanlamada 105. sırada olan Türkiye, 2014 yılı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunda ise 142 ülke arasında 125. sırada kendine yer bulmuştur. Ancak, ülke sıralamasına bakılması yanıltıcı olup esas değerlendirmenin, puanlamalar üzerinden yapılması gerekmektedir. Çünkü her sene raporda yer alan ülke sayısı değişmektedir. Ayrıca, ülke sıralamaları yapılırken gelişmişlik düzeylerine veya kaynakların toplam düzeyleri yerine, kadın ve erkeklerin kaynaklara erişmedeki oranlarına bakılmaktadır. Öte yandan, aynı sırayı paylaşan ülke sayısı bazen 35’i bile bulmaktadır. Bu nedenlerden dolayı, sağlıklı bir değerlendirme için Türkiye’nin genel ve alt endekslerdeki puanlarının seyrini görmek daha açıklayıcı olabilir. 184 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 2: Türkiye’nin Genel ve Alt Endekslerdeki Puanları Ekonomik Eğitime S ağlık ve Katılım ve Erişim Yaşam Fırsatlar 2006 0,585 0,434 0,885 0,969 2007 0,577 0,431 0,854 0,971 2008 0,585 0,412 0,890 0,971 2009 0,583 0,400 0,892 0,971 2010 0,588 0,386 0,912 0,976 2011 0,595 0,389 0,920 0,976 2012 0,601 0,414 0,930 0,976 2013 0,608 0,427 0,943 0,976 2014 0,618 0,453 0,953 0,980 (Kaynak: Küresel Toplumsal Uçurum Raporlarından derlenerek hazırlanmıştır) Yıl Genel Puan Politik Güçlendirme 0,052 0,052 0,068 0,068 0,077 0,097 0,087 0,087 0,088 Tablo 2’de görüleceği üzere 2009 yılından itibaren Türkiye’nin genel puanı artış göstermekte olup bu dönemde Türkiye’nin toplumsal cinsiyet eşitliği uçurumu %7,1 kapanmıştır. Genel puana paralel olarak Türkiye’nin alt endeks puanları da artmıştır. Ekonomik endekste ilk başta azalan puanlar sonraki yıllarda artış göstermiştir. Eğitime ve sağlık endeksleri ise puan artışının sürekli olduğu alanlardır. Raporda politik güçlendirme başlığında da puan artışı yaşanmakla birlikte sonrasında bir düşüşle birlikte sabitlenme eğilimi görülmektedir. 3.4. İş’te Eşitlik Platformu ve Türkiye’nin Performansı Ocak 2012’de Davos’ta gerçekleşen DEF toplantısında Meksika, Türkiye ve Japonya’nın pilot ülkeler olması bu ülkelerde “Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü” kurulması kararlaştırılmıştır. Görev gücü ile bu ülkelerin “ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde” %10’a kadar ilerleme göstermeleri hedeflenmiştir (KSGM, 2014). Bu çerçevede, Haziran 2012’de İstanbul’da düzenlenen DEF toplantısında, dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı başkanlığında ve Sabancı Holding ile Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanlarının liderliğinde “Türkiye Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü” kurulmuştur. Bu görev gücü, 15 Ocak 2013 tarihinde İstanbul’da yapılan basın lansmanı ile birlikte “İş’te Eşitlik Platformuna” dönüşmüştür (İEP, 2015). Platforma üye olan şirketler, çalışanları arasında cinsiyet ayrımı göstermeyecekleri, kadınların işgücüne katılımını destekleyecekleri, kadın-erkek fırsat eşitliğini insan kaynakları politikalarına yansıtacakları, eşit işe eşit ücret verecekleri ve kadınların iş yaşamlarını kolaylaştıracak uygulamalar yapacaklarını taahhüt etmektedirler. Hali hazırda 80’in üzerinde üyesi olan platform, üye şirketlerdeki iyi uygulama örneklerini yaygınlaştırmaya, üye sayısını artırmaya ve işyerinde kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik çalışmalarını yürütmektedir. İş’te Eşitlik Platformu çalışmaları Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünce koordine edilmekte olup bu kapsamda bir araya gelen katılımcılar, platforma üye firmaların imzalayacakları İş’te Eşitlik Bildirgesi ve Kurumlar İçinde Cinsiyet Eşitliğinin Tesisi El Kitabı gibi bazı yayınları hazırlamışlardır. 2012 ve 2013 yıllarındaki DEF toplantılarında platform çalışmalarının anlatılması ile 2014’te BM’nin organize ettiği ve 58.cisi yapılan Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) toplantısında İş’te Eşitlik Platformu konulu bir yan etkinlik yapılması, platformun uluslararası alanda tanınmasını sağlamıştır. Yine aynı yıl Akdeniz İçin Birlik Sekretaryasınca Barselona’da düzenlenen bir konferansta birlik üyesi Akdeniz ve Kuzey Afrika ülkelerine İş’te Eşitlik Platformu sunulmuştur. 2012 yılı Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurumu Raporunda Türkiye’nin ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki skoru 0,414 düzeyindeydi. Bu skoru, üç yıl içinde %10’a kadar yükseltmek hedefiyle yola çıkan Türkiye Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü, süreç içerisinde gelişerek İş’te Eşitlik Platformu’na dönüşerek Meksika ile Japonya gibi diğer ülkelerdeki görev gücü çalışmalarına da örnek teşkil etmiştir. Bu bağlamda, Türkiye’nin ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki skoru 2013 yılında 0,427 ve 2014 yılında ise 0,453’e çıkmıştır. Görev gücünün faaliyete başladığı 2012’den 2014’e kadar olan süreçte Türkiye, nihai hedefi olan %10’luk ilerlemenin önemli bir kısmını başarmış ve bu dönemde ilgili endekste %9,4’lük bir skor artışı sağlamıştır. Bu arada, Meksika Cinsiyet Eşitliği Görev Gücü aynı süre içinde bu hedefin sadece %26’sını (2012’de 0,538 ve 2014’te 0,552) yakalayabilmiştir. Japonya ise %73 (2012’de 0,576 ve 2014’te 0,618) düzeyinde başarı sağlamıştır. Cinsiyet eşitliği görev gücünü 2014 yılında kuran ve ilgili çalışmalara başlayan Güney Kore’nin 185 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 2013’te ilgili skoru 0,504 iken 2014’te 0,512’ye yükselmiştir. İlk yıl içinde Güney Kore’nin ekonomik alandaki cinsiyet eşitliği uçurumu %1,6 kapattığı görülmektedir. Cinsiyet eşitliği görev gücü ülkelerinin ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksindeki uçurumları kapatmadaki başarıları, Pakistan ve Hindistan gibi ülkelere de örnek olmuş olup bu ülkelerde de görev gücü kurulması çalışmalarına başlanmıştır. 4. TARTIŞMA ve SONUÇ Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine odaklanan Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporu, sık sık gündeme gelen ve özellikle rapordaki sıralaması açısından Türkiye için eleştiri oluşturan bir kaynaktır. Ancak, raporun detaylıca incelenmesinden anlaşıldığı üzere, sıralamadan daha çok ülke puanları önemlidir. Bunun yanı sıra, rapora getirilen en temel eleştiri, rapordaki endekslerin ülkelerin gelişmişlik düzeylerine göre değil de, toplumsal cinsiyet uçurumlarının sıralanmasıyla oluşturulmasıdır. Burada sıralama yapılırken, ülkelerin toplam kaynak düzeyleri göz ardı edilmekte olup kaynaklara erişimde kadın-erkek ayrımı az olan ülke öne çıkmaktadır. Bu duruma örnek olarak ekonomik katılım ve fırsatlar başlığında ilk sırada yer alan Burundi gösterilebilir. Kadınların, benzer işi yapan erkeklerin %83’ü kadar ücret kazandığı Burundi’de, kadınlar yılda ortalama 661 $ kazanırken, erkekler için bu rakam 841 $ civarında olup kadın-erkek işgücüne katılım oranı ise 1,02’dir. Sadece mevcut bu üç göstergenin bileşkesi Burundi’yi ilgili alt endekste 1.sıraya taşımıştır. Oysaki Burundi’de kadınların yıllık kazancı çok düşük olup birçok ekonomik faaliyetten yoksun olan kadınların, sırf erkeklerle aynı finansal sefaleti yaşamalarından dolayı ilgili endekste bu ülkenin birinci sırada olması ciddi bir eleştiri konusudur. Aynı raporda Türkiye’ye ait veriler ile kıyaslama yapıldığında durum daha net anlaşılmaktadır. Türkiye’deki kadınların yıllık kazancı 10 bin doları geçmiş olmasına rağmen, Türk erkeklerinin yıllık 26 bin dolardan fazla kazanmaları nedeniyle ilgili oran 0,39 olmaktadır. Kadın-erkek işgücüne katılım oranı ise 0,43 olarak hesaplanmaktadır. Sadece oranlar açısından bakıldığında Burundi, ekonomik katılım ve fırsatlar başlığı altında Türkiye’den daha iyiymiş gibi görünmektedir. Ancak aslında Burundi kadını, Türk kadınından yaklaşık 16 kat daha az kazanca sahip olup sadece tarıma, özellikle de kahve yetiştirmeye dayalı bir ekonomide, erkeklerle birlikte aynı güç koşulları paylaşmaktadırlar. Kısacası sadece kadınerkek oranına bakılması aldatıcı olmaktadır. Öte yandan, ülkenin genel ekonomik göstergelerine odaklanarak ilgili kadın-erkek oranlarını dışlamak da sakıncalı olabilir. Bu bağlamda, her iki yaklaşıma eşlik eden başka göstergeler de geliştirerek ve kümülatif bir anlayışla raporun oluşturulması gerektiği değerlendirilmektedir. Raporun hazırlanmasında kullanılan karşılaştırmalı kıyaslama yöntemi de eleştiri konusudur. Kadınların erkekleri geçtiği oranlara fazladan puan verilmesi veya puan eksiltilmesi gibi tekniklerin tercih edilmeyerek tek yönlü sıralama yapılması doğru olmayabilir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin, ilgili oranın 1’e yaklaşması halinde sağlanabileceği düşüncesi, bu oranın 1’i geçmesi durumunda işe yaramamaktadır. Eğer mutlak eşitlikten bahsedilecek ise, oranın 1’i geçtiği ve erkekler aleyhine bir durum oluştuğunda puan eksiltilmesi yoluna gidilmesi gerekir. Eğer bu yapılmayacaksa, kadınlar genellikle daha dezavantajlı durumda oldukları için oran ne kadar yüksek olursa o kadar iy i olur düşüncesiyle, oranın 1’i geçtiği durumlarda ek puan verilmesi düşünülebilir. Ancak, raporun hazırlanmasında bu iki yöntem de tercih edilmeyip sadece tek yönlü karşılaştırmalı kıyaslama yapılmakta olup bu durum haklı eleştirileri de beraberinde getirmektedir. Uçurum raporları genellikle birkaç yıl öncesine ait verilerden derlendiği için son durumları göstermemesi de eleştiri konusudur. Örneğin, 2014 yılı raporunda ekonomik katılım ve fırsatlar alt endeksinde yer alan işgücüne katılım istatistikleri, ILO’nun 2012 yılı verileri olup son 2 yılın verilerini içermemektedir. Yıllık gelir hesaplamaları ise BM’nin İnsani Gelişmişlik Raporuna ve UNDP’nin yöntemlerine dayalı olarak DEF tarafından hesaplanmaktadır. 2008 yılından kalma veriler üzerinden geliştirilen hesaplama yönteminin 2014’te geçerliliği tartışma konusudur. Ayrıca, 2014 yılı uçurum raporunda, tarım dışı ücretler hesaplanırken kendi işini yapan işçilerin göz önüne alınmamış olması da bir diğer eleştiri noktasıdır. Yasa koyucu, üst düzey yönetici ve idarecilerine ilişkin istatistikler 2013, profesyonel ve teknik işlerde çalışanlara ait veriler ise 2009 ve 2010 yılına aittir. Bir başka eleştiri ise 2012 yılına ait sağlıklı yaşam beklentisi verilerinin 2014 uçurum raporunda kullanılmasıdır. Bu bağlamda, rapor hazırlanırken daha güncel verilerin kullanılmasının, bu yöndeki eleştirilerin önüne geçeceği değerlendirilmektedir. Bir eleştiri de, eksik verilerin olmasıdır. İlgili alt endeksin hesaplanmasında 5 veri kullanılmakta iken, sadece 3 verisi olan bir ülkenin sıralamaya girmesi eleştiriyi beraberinde getirmektedir. Özellikle eksik 186 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World olan 2 verinin, o ülke için negatif göstergeler içerebilecek bir durumda olması, bu eleştiriyi daha da haklı kılmaktadır. 2014 raporunda yer alan 142 ülkenin ortalamalarına bakıldığında eğitime erişim alt endeksinde uçurumun neredeyse %94’ü kapanmış iken ekonomik katılım ve fırsatlar alanında uçurumun kapatılmasında %60 düzeyinde kalınması, kadınların işgücüne katılımı için olanak sunulmasına rağmen bu yatırımın karşılığının alınmadığı anlamına gelmektedir. Burada hükümetlerin diğer destekleyici mekanizmaları da devreye koymaları gerekmektedir. Bu destekler işe alımdaki cinsiyet ayrımcılığının kaldırılmasından, ebeveyn izinlerinin yeniden düzenlenmesine, kadın istihdam eden işyerlerine vergi indirimi getirilmesinden, çocuk bakımı için olanakların geliştirilmesine kadar çeşitlilik göstermektedir. Bu bağlamda, politikacıların işgücü alanındaki toplumsal cinsiyet uçurumunu kapatmak için geniş anlamda teknik araçlara sahip oldukları görülmektedir. Birçok ülkede çocuk bakımı hala sadece kadının görevi olarak görüldüğü için kadınların ekonomik hayata katılımları da sınırlıdır. Çocuk bakımı ile ilgili olanakların uzun vadeli yatırımlar sınıfına alınarak hükümetlerce desteklenmesi durumunda, kadınların işgücüne katılımları da artacaktır. Ayrıca, erken çocuk bakımı ve eğitiminin desteklenmesi ile hizmet veren ilgili kurum sayısının artması, doğum oranlarının artmasına da katkıda bulunmaktadır. Bu bağlamda, gerek ülkelerin dinamik nüfuslarını korumak ve gerekse kadınların iş hayatında yer almalarını sağlamak için çocuk bakımı hizmetlerinin; vergi indirimleri, arazi ve bina tahsisi ile bölge teşvikleri gibi çeşitli mekanizmalarla desteklenmesi elzemdir. Kadınların iş yaşamlarında karşılaştığı mobbing, taciz, cinsiyet ayrımcılığı ve uzun çalışma saatleri gibi uygulamaların önüne geçilmesinin yanı sıra kreş hizmetlerine eşlik edecek olan çocuk emzirme ya da süt odası bulunması gibi imkânlar, kadınların işgücüne katılımını artıracaktır. Bu yöntemlerle iş-aile yaşamının uyumlaştırılması sağlanarak kadınların iş hayatına aktif katılımları da söz konusudur. Şirketlerin yönetim kurullarında kadın yönetici kotası olması, eşit işe eşit ücret verilmesi ve bu yöndeki teşvik edici pozitif ayrımcılık uygulamalarının yapılması da ekonomik katılım ve fırsatlar endeksindeki uçurumun azalmasına yardımcı olacaktır. Tüm bu eleştiri ve tespitlerden sonra, Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunun önemli bir veri kaynağı olduğu kabul edilmelidir. Her ne kadar ülke kıyaslamalarını sadece bu kaynağa bakarak yapmak sakıncalı olsa da, ülkeler hakkında fikir edinmek ve özellikle de yıllara göre gelişimi ve değişimi görmek açısından bu rapor faydalı bir başucu belgesidir. Raporun daha da geliştirilmesi yönündeki öneriler yerine getirilemese de, Türkiye’nin rapordaki puanlarının takibinin yapılması gerekmektedir. Ancak bunu yaparken, sıralamadan daha çok ilgili alt endeksteki ve raporun genelindeki puanların göz önüne alınması gerekmektedir. Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunun geneline bakıldığında, Türkiye’nin ülke sıralamasının dalgalı olduğu ancak genel ve alt endeks puanlarının ise artma eğiliminde olduğu görülmektedir. Bu artışa daha çok ivme kazandırmak için bazı önerilerde bulunulabilir. Türkiye’nin puanının çarpıcı biçimde artırılabileceği en kolay alt endeks politik güçlendirme başlığıdır. Buna göre, olması gereken ilk şey 2015 yılı genel seçimlerinde parlamentoya giren kadın milletvekili sayısının artmasıdır. Mevcutta %14 olan kadın milletvekili oranının, %25’e çıkması durumunda bile 0,17 olan ilgili kadın-erkek oranı yaklaşık iki katına çıkacaktır. Bunun yanı sıra, seçimler sonrası oluşacak yeni hükümette kadın bakan sayısının artması da çok etkili olacaktır. Sadece bu iki gelişme bile ilgili alt endeksteki puanın artmasına yardımcı olacaktır. Türkiye’nin rapordaki puanlarının artırılmasının bir başka yolu da ekonomik katılım ve fırsatlar başlığı altında olabilir. Bu bağlamda, kamu ve özel sektörde kadın yönetici sayısı ile yasa koyucu kadınların oranında artış sağlanması için çalışmalar yapılması önerilebilir. Mevcut durumda sadece 2 olan kadın vali sayısı, Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca 3 ile sınırlıdır. Hali hazırda kadın rektör sayısı ise 14 olup bu sayı üniversite rektörlerinin %7,6’sına karşılık gelmektedir. Eğer Türkiye’nin uçurum raporunda daha yüksek skorlara ulaşması isteniyorsa bu ve benzeri kadın yönetici oranların artması gerekmektedir. Türkiye’nin eğitime erişim başlığındaki kadın-erkek oranları 0,8 ve 0,9 gibi yüksek seviyelerdedir. Ancak eğitimli kadınların sayısının artması yeterli olmayıp, eğitimli bu kadınların profesyonel ve teknik işlerde çalışmaya yönlendirilmeleri gerekmektedir. Bu işlerden olan mühendislik, mimarlık ve avukatlık gibi sektörlerde kadın oranlarının yükselmesi, kadınların karşılaştığı camdan tavanların kaldırılmasına ve iş-aile yaşamının uyumlaştırılmasına bağlıdır. Ayrıca bu meslek dallarında öğrenim görmeleri için kadınların cesaretlendirilmeleri de gerekmektedir. Diğer taraftan, kadınların erkeklere oranla kazandıkları yıllık 187 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World gelirlerin artması ve benzer işi yapan erkekler ile aynı ücretleri almaları da sağlanmalıdır. Tüm bunların yanı sıra, kadınların iş gücüne katılım oranları da artmalıdır. İş’te Eşitlik Platformuna üye firmalarca doldurulan anket verileri ise analiz edilmeli ve diğer görev gücü ülkeleri için örnek olabilecek bir ölçek geliştirilmelidir. Ölçekte önde gelen üye şirketler, başka firmalara gönüllü olarak liderlik yapmalıdırlar. Hazırlanacak olan eğitim programlarıyla tüm özel sektöre yönelik faaliyetler de yapılabilir. Kadınların iş yaşamını kolaylaştıran uygulamalar geliştiren firmaların ve üye olurken verdikleri taahhütleri gerçekleştiren şirketlerin sembolik ödüller ile taltif edilmeleri de önerilebilir. Ayrıca, üye firmaların tedarik zincirlerindeki şirketlere İş’te Eşitlik Platformu ilkelerini tanıtıcı faaliyetlerde bulunmaları ve temin sözleşmelerinde toplumsal cinsiyet eşitliğine atıf yapan hükümler konulması da önerilebilir. Farkındalık oluşturma adına yürütülen bu çalışmaya ilave olarak platforma üye firmalardaki “en iyi uygulama örneklerinin” diğer üyelere duyurulması ve üye olmayan firmaların üyeliğe teşvik edilmesi için yayınlar yapılması ve bunların kamuoyuyla paylaşılması da tavsiye edilebilir. Gerek yazılı ve gerekse görsel basında ve hatta sosyal medyada bu konuda çalışmalar yapılarak platform ve amaçları gündemde tutulmalıdır. Bu bağlamda, platforma üye firmalarda farklı konum ve mesleklerde çalışan rol modeli kadınların seçilerek hazırlanan yayınlar ile çalışma hayatındaki kadınların cesaretlendirilmeleri önerilebilir. Üye sayısının artırılması için özellikle iş dünyasının önde gelenlerinden oluşan STK, meslek birlikleri ve benzeri oluşumlar ile irtibata geçilerek platformun bilinirliğinin artırılması da sağlanabilir. Farkındalığı artırıcı bu çalışmalarda, çalışanlarına “kadın dostu” iş ortamı sağlayan şirketlerin, iş-yaşam dengesini sağlayıcı yöntemler geliştirme adına diğer firmalara gönüllük koçluk yapması da düşünülebilir. İş’te Eşitlik Platformuna ilişkin bu önerilerin gerçekleştirilmesi, ilgili alt endekste puan artışına yol açmasa bile Türk kadınları için değerli bir kazanım olacaktır. Bu bağlamda, platform çatısı altında yürütülen çalışmaların önemli olduğu düşünülmekte olup sadece bununla sınırlı kalınmaması gerekmektedir. Platform kapsamındaki çalışmalar, Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunda ilerleme kaydetmek için yetersiz kalmaktadır. Bu çerçevede, “işe alımdaki cinsiyet ayrımcılığının kaldırılması, ebeveyn izinlerinin yeniden düzenlenmesi, kadın istihdamına vergi indirimi sağlanması, çocuk bakımı için olanakların geliştirilmesi, çalışan kadınların iş ortamlarının mobbing, taciz, cinsiyet ayrımcılığı ve benzeri sorunlardan arındırılması ile iş-aile yaşamını uyumlaştıracak adımların da atılması gerekmektedir. Ayrıca, bundan sonraki çalışmalarda Küresel Toplumsal Cinsiyet Uçurum Raporunun, diğer toplumsal cinsiyet odaklı endekslerle karşılaştırmalı analizlerinin yapılması da önerilmektedir. 5. KAYNAKLAR İEP (İşte Eşitlik Platformu), 2015, www.isteesitlikplatformu.gov.tr (Erişim: 05.02.2014) KSGM (Kadının Statüsü Genel M üdürlüğü), 2014, İş’te Eşitlik Platformu Bilgi Notu TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu), 2015, Haber Bülteni, www.tuik.gov.tr (Erişim: 05.03.2015) WEF (World Economic Forum), 2006, The Global Gender Gap Report, http://www3.weforum.org/docs/WEF_GenderGap_Report_2006.pdf (Erişim: 14.12.2013) WEF (World Economic Forum), 2014, The Global Gender Gap Report, http://reports.weforum.org/global-gender-gap-report2014/ (Erişim: 24.01.2014) 188 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi’nde Kadın İmgeleri Images of Women in Alatlı’s Schrödinger’s Cat Fatma KALPAKLI1 1Yard. Doç. Dr., Selçuk Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Konya-Türkiye, fkalpakli@gmail.com ÖZET: Alev Alatlı’nın Kâbus ve Rüya adlı iki ciltten oluşan Schrödinger’in Kedisi romanında genel olarak bakıldığında, köylü kadın, modern şehirli kadın, kolejli genç kız, fettan kadın, işkolik kadın, anaç kadın vb. gibi birçok kadın karakter tasvir edilmektedir. Romanda, ülkemizde ve dünyada sosyo-ekonomik değişimlere paralel olarak kadınlığın ve kadın imgelerinin de nasıl değiştiği gözler önüne serilmektedir. Tabi bu esnada kadın, kadınlık, dişilik, annelik, bilim kadınlığı gibi kavramlar da sorgulanmakta ve bu kavramlar romanın postmodern unsurlar taşıması sebebiyle de çok değişik bakış açılarından Kâbus’da ve Rüya’da aynı karakterlerin farklı farklı tutumlar sergileme ihtimallerinden ve farklı şekillerde potansiyellerini gerçekleştirebilme ya da gerçekleştirememe ihtimallerinden yola çıkılarak ve tek bir doğrunun olmaması ve zamanın kronolojik olmaması gibi postmodern öğelerle yoğurularak (bakınız Alice Kuantum Diyarında), romanın sonu ve böylelikle, son söz de yine okuyucuya bırakılmaktadır. Alatlı, Schrödinger’in Kedisi adlı çalışmasını postmodern bir roman şeklinde kaleme alarak ilk cildi Kâbus’da olabilecek en kötü ihtimaller, ikinci cildi Rüya’da da olabilecek iyi ihtimaller üzerinde duruyor. Bu süreçte, insanın bitip tükenmez uğraşılarını da Godot’yu Beklerken’deki potin bağı hipotezine (Alatlı, 2007: 123) değinerek okuyucuya vermeye çalışıyor. Anahtar S özcükler: Alev Alatlı, Schrödinger’in Kedisi, toplumsal cinsel kimlik, toplumsal cinsiyet adaleti, kadın imgeleri. ABS TRACT: If you have a look at Schrödinger’s Cat, you will see that there is a wide variety of women characters depicted such as peasant woman, urban woman, femme fatale, college girl, workaholic woman and domestic woman. In the novel, it has been shown that as in line with socio-economic factors, the image of women change not only in Turkey, but all over the world. M eanwhile, concepts of womanhood, motherhood, or being a working woman have been questioned and criticized. These issues are discussed within the framework of postmodern theories (see also Alice in Quantum Land) and postmodern novel; there is not one truth and time is not chronological in postmodern works of arts. Thus, in postmodern theory, anybody has the potential36 to realize himself/herself either in the worst way or best way. Keeping the dynamics of Quantum physics in mind, Alatlı prefers to conclude her novel with an open-end, to be finished by every reader as s/he likes. Thus, Alev Alatlı deals with the image of women and their struggles to survive in Schrödinger’s Cat in such a way (by giving references to Samuel Beckett’s Waiting for Godot and the shoe-laces (Alatlı, 2007: 123), underlined quite often in his play to illustrate mankind’s never ending struggle in the world ) that the postmodern qualities of the novel add to the meaning of this work. Keywords: Alev Alatlı, Schrödinger’s Cat, gender identity, gender equality, images of women. Toplum ve Kadın Psikolojisi M. Ruhat Yaşar, “Depresyon’un Kadınlaşması” adlı makalesinde, kadınların potansiyellerini gerçekleştirememe durumunda depresyona girdiklerini belirtiyor. Biz bu durumu Alatlı’nın Kâbus, potansiyellerini gerçekleştirebilme ihtimallerini de Rüya cildinde görüyoruz. Psikiyatr E. Becker, bireysel yeteneklerini somutlaştırma imkânlarından yoksun kalan bireylerin ruhsal sağlıklarının bozulduğunu dile getirmiştir. Benzer sekilde, bireylerin potansiyellerini gerçeklestirmelerine olanak tanımayan sosyo-ekonomik yapıların, depresyona neden olduğu bilinmektedir. Geleneksel rollerle ideal yaşam arasındaki en kırılgan hatta duranlar kadınlardır. Buradan hareketle, genel anlamda kadınların yetersiz statüleri ve pasif rolleriyle yaşadıkları ilişkilerden yara alma ihtimalleri yüksektir. Ayrıca, bu durumda kadınların risk alma ve kendini gerçekleştirme yetenekleri daraldığından kendileri de daralırlar. Bu ifademizi destekleyecek şekilde Bibring de, depresyonun, içe dönmüş bir saldırganlıktan çok, ideallerle gerçekler arasındaki gerginliklerden kaynaklandığını belirtmiştir. Dünya ortalamasında kız çocuklarının en az okutulduğu ülkelerden biri olan ülkemizde, genel anlamda kadınların potansiyellerini gerçekleştirebilmelerinin ne kadar zor olduğu tahmin edilebilir. Erkeği tamamlamak üzere yetiştirilen kadın, yeterli özgüven ve beceriden yoksun bırakıldığından, çoğu zaman kendini gerçekleştirebilecek iç güçten yoksun kalır (Yaşar, 2007:260-261). 36 In the first volume of Schrödinger’s Cat, entitled Nightmare, a dark picture of the world is drawn, where female characters miss the opportunities to realize themselves, whereas in the second volume, entitled Dream, an optimistic picture is drawn and the readers get the chance to see a utopian world, where women are happy as they are who they are. Relying on the postmodern theory, in the novel characters have the opportunity to lead a miserable life or a better life depending on their choices and efforts. 189 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Schrödinger’in Kedisi’ndeki Kadın Tiplemeleri Schrödinger’in Kedisi romanında bunu en güzel örnekleyen İmre Kadızade’nin yengesi rolündeki Müjgan’dır. Kocasını tamamlamak üzere yetiştirilmiştir ve yeterli özgüven ile kendini gerçekleştirebilecek iç güçten yoksundur. İmre Kadızade’nin yengesi ise Türkiye’nin 80’li yıllarda içine girdiği hızlı “köşeyi dönme” mantığına kendini kaptırıp, aile içindeki buhranları bizzat yaşayan “arada kalmış, kayıp nesli” temsil etmektedir. Bekir Kuran karısı Müjgan’ı sekreterleriyle aldatır. Eşinin kendini aldatmasına ve aşağılamalarına katlanmaktadır, fakat bu “yuvayı dişi kuş yapar” sözünün aksine, ailesinin parçalanmasını engelleyemez. Aile toplumda yozlaşmanın en açık bir şekilde belirdiği müessesedir. [Müjgan’ın kızının] Devrim’in içinde doğup büyüdüğü aile ortamı mutsuzlukların, kavgaların ve aile içi şiddetin egemen olduğu bir ortamdır. Babası Bekir ile annesi Müjgan arasındaki huzursuz evlilik çocukları Devrim, Ekim ve Toprak’ın yetişmelerini olumsuz yönde etkileyecektir. Nitekim anne baba şefkatinden uzak olan bu çocuklardan Devrim nihilizme sürüklenip eroin bağımlısı olarak intihar edecek, Ekim evlendiği Hıristiyan gencin dinine girip ülkeyi terk edecek, Toprak ise radikal İslamcı örgütlere katılacaktır. Ailenin çöküşü romanda ahlaki çöküntünün temeli olarak ele alınır. Devrim’in hayat hikâyesinin anlatıldığı satırlarda aile kontrolünden bağımsız gençlerin içine düştükleri vahim durum gözler önüne serilmektedir. Devrim’in etrafında bulunan gençlerin hayat karşısında bir duruşları ve gelecek beklentileri yoktur. Bu bağımsız yaşayış onları doğal olarak uyuşturucuya bağımlı hale getirecektir. Sorunlardan kurtulmanın en kolay yolu olarak da Devrim kurtuluşu uyuşturucuda bulur. (Çona, 2011:945) İmre Kadızade’nin yeğeni Devrim ise “batılı, özgür, modern genç kız” imgesinin peşinde koştururken hezeyana uğrayan genç kızlarımızı temsil etmektedir (Alatlı, 2012:638). Romanın ana kadın karakteri olan İmre Kadızade iyi eğitim almış, aydın37 , insancıl bir psikoterapist, bilim kadınıdır. Ancak, onun mesleki kimliği, özel kişisel hayatında kadınlığa ve dişiliğe yer bırakmayacak kadar tüm hayatını öyle doldurmuştur ki, işin ucu “kadınlığını inkâra”, diğer bir deyişle “cinselliği yadsımaya” kadar gitmektedir, ta ki Kara Kalpaklı Adamla karşılaşana kadar. İmre Kadızade’yi kadınlığı inkâra götüren toplumsal düzen ve toplumsal cinsiyet adaleti de bu bağlamda sorgulanacaktır. Schrödinger’in Kedisi romanında İmre Kadızade karakteri çocukluğundan kalma bir takım korkular ve tabular yüzünden cinsel kimliğini hiçbir zaman yaşayamamıştır. Körkuyu köyündeki bağnazlıklar ve İmre’nin bilinçaltına yerleşmiş ve onun ileriki yaşlarda cinsel kimliğinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Benzer bir bağnazlıkla büyümüş, yine Anadolu’dan gelen Münevver, bir cinle olan ilişkisini anlatır: “Öyle deme, Ayla Abla! Yakacık’ta bir gelin var, kocası askerde, onun Cin’i onu hamile bıraktı. Vallahi de billahi de! Bana inanmazsan, çağırayım kayınvalidesine sor! Hocalar getirttiler, hocalar üç gün üç gece okudular da, öyle gitti. Yoksa her gece kadının koynuna giriyordu!” “Kadın da bundan hamile kaldı?” “Kaldı ya! Böyle şeyler olur! Kuran’da yeri var.” Parmaklarını tahtaya vurmuş, kulağını çekmiş, “Allah korusun! Bu yastan sonra gebe kalmak da var!” “Yatmazsan gebe kalmazsın!” demiş 37 Kadının bir diğer önemli toplumsal rolünün “kültür bekçisi” olması olduğu ve bu da ünlü pergel imgesi ile dile getirilmektedir: Erkek, ideallerin, fetihlerin, tektanrılı dinlerin, ideoloji ve ütopyaların taşıyıcısı sıfatıyla, yola/ufka yelken açar; kadın, ocağın, ailenin, kökenin, var olanın koruyucusu olarak yuvada kalır,” demişti, Maria Evangelista. İmre Kadızade, bir kadın olarak kendisine biçilen “kültür bekçiliği” rolünü hayatının hiçbir döneminde benimsemediğini düşündü. Kendisinin, ne ailenin ne kökenlerin n e de İslamın başını beklemek gibi bir çabası olmamıştı. Tersine, eski Türkiye’nin okumuş kadını olarak, var olanı yıkmak düşmüştü kendine. Var olanı yıkan anne/kadın, elbetteki geleceğin kurulmasınd a söz sahibi olacak, “ideallerin, fetihlerin, tektanrılı dinlerin, ideoloji ve ütopyaların” oluşturulmasında erkekle rekabet edecek, yeri geldiğinde erkeğe kafa tutacaktı. Kendi hayatının “yola/ufka” açılan yelkenlinin yekesine sahip çıkma, rotasını belirleme çabasından başka bir şey olmadığın ın bilincindeydi. (Alatlı, 2012: 40-41) 190 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ayla, yine bir şey söylemiş olmak için. Fakat Münevver‟in kızarmasından kuşkulanmış. Ona da delilik gibi bir şey gelmiş olmalı ki, “Bana bak kız, yoksa Cin’in koynuna mı girdin?” Münevver, utanmış sıkılmış, “ Ne yapayım, İzzet sokağa çıkar çıkmaz geliyor!” diye fısıldamış, “Eve girer girmez öpüyor beni. Yavaşça yatak odasına doğru çekiyor…” (Alatlı, 2012: 393) Görüldüğü üzere, “[c]insellik roman boyunca başlı başına bir tabu olarak işlenir. Türk toplumunda insanlar cinsel bilgilerden mahrum yetiştirildiği için kulaktan dolma yalan yanlış bilgilerle cinsel kimliklerini yeterince kavrayamamakta ve bağnazlığın getirdiği bastırılmışlıklarla büyümektedir. İmre Kadızade‟nin kendi cinsel kimliğine yabancılaşmasında kadınlar hamamına gidişinin büyük rolü vardır” (Çona, 2011: 947-948). Romanda geriye dönüşlerle, okuyucu İmre’nin gençliğine de götürülür; “Roman kahramanı İmre gençliğinde Yusuf Eralın’a aşıktır. Aralarındaki aşk hiçbir zaman birlikteliklerini sağlayamasa da İmre için Yusuf hayatına giren tek erkektir” (Çona, 2011: 947-948). İmre hiçbir zaman Yusuf’a karşı olan duygularını ifade edemez ve bu konuda sessiz kalmayı tercih eder ve bekler; Duyguların cinsiyetler arası paylaşımında kültürel değerler belirleyici bir rol oynar. Kültürel kalıplarımızda erkeklerden sert, aktif, saldırgan, güçlü, rekabetçi ve hırslı; kadınlardan ise duyarlı, alçakgönüllü, boyun eğici, zayıf, dayanışmacı, uyumlu ve edilgen olmaları yönünde toplumsal beklentiler bulunmaktadır. Bu beklentilerin tarihi bir alt yapısı olduğu unutulmamalıdır. Örneğin, kadınların bu edilgenliğin bir parçası olarak en kötü zamanlarda bile beklemek zorunlulukları üzerinde durulabilir. Savaşın önemli bir tarihsel olgu olduğu bu topraklarda, beklemek, esini, çocuğunu kaybetmiş anneler ve sözlülerini göremeyen kızlar için kara bir alın yazısı gibi durur. Çünkü giden erkektir ve sürekli savaşlarla ve göçlerle devinen bu coğrafyada beklemek hep dişil olmuştur. Beklemek, birisi olduğu kadar istenmeyi beklemek seklinde de olabilir. Ama sonuçta beklemek kötü bir yalnızlıkt ır. Yalnızlığa ve beklemeye ise güçlü bir depresyon eşlik eder. Beklemek sonuçta kadersi bir duruştur ve ona güçlü bir keder duygusu eklenir (Yaşar, 2007: 255-256). Buna paralel olarak, İmre Kadızade de sessiz bir bekleyiş içindedir beyaz atlı prensi için, ikili ilişkilerde asla kendisi ilk adımı atan olmamıştır ve olmayacaktır da. Bu nedenle, en iyi arkadaşı yalnızlığı olmuştur. Bu bekleyişten, okuyucu İmre Kadızade’nin mahkeme salonunda yargılanışı ile uyandırılır. İmre Kadızade, çocukluğundan itibaren hayatının dönüm noktalarına değindiği mahkemedeki savunmasında aynı zamanda Türkiye’nin yok olma sürecini masaya yatırır. İmre Kadızade ve etrafındaki insanların yaşam serüveni ile Türkiye’nin yok oluş süreci arasında bu bağıntı gerçekten çok ustaca kurgulanmıştır. Zira geniş kahraman kadrosu içerisinde yazar karakterlerin her birine Türkiye’nin yok oluş süreciyle bağıntılı bir takım kimlikler yüklemiştir. Bu bağlamda İmre Kadızade kendi toplumuna yabancılaşan Türk aydınını simgelerken, Devrim adım adım yıkılışa giden Türkiye’yi sembolize eder (Çona, 2011: 940-41). Ayrıca, Devrim’in kız kardeşi Ekim’de dinini değiştirerek Hıristiyan olacaktır ki, bu da bir çeşit “kimlik erozyonu” yaşaması demektir. Romanda yozlaşmanın en belirgin sebebi aslında dil yitimi/ afazi hastalığıdır. İnsanların değerler konusunda yaşadığı akıl bulanıklığı toplumu bir arada tutan kavramların içinin boşalmasına ve ait olduğu topluma yabancı kimliksiz bireylerin doğmasına yol açmıştır. Kâbus romanında İmre Kadızade’nin mahkemedeki savunması kendi hayatı üzerinden bir Türkiye portresini çizdiği bölümdür. Kahramanları üzerinden Türk toplumundaki yozlaşma sürecini gözler önüne seren yazar, 80’li ve 90’lı yıllar boyunca eski Türkiye’nin manzarasını çarpıcı bir bakış açısı ile verir. Bunu yaparken İmre Kadızade ve yeğeni Devrim’in hayat hikâyesi merkezde yer alır (Çona, 2011: 945). Romandaki Kadızade ailesinin diğer kadınları38 da bu çalışma kapsamına alınacak İmre Kadızade’nin annesi fedakâr köylü, Anadolu kadınını temsil etmektedir. Dul bir kadının sokakta tek başına gözükmesi toplumca hoş karşılanmadığından pek dışarı çıkamamaktadır ve bunun sonucu obez olmuş, fakat bu sefer de obez olduğu için aile fertlerince eleştirilmektedir. Bu durum, ataerkil toplumlarda, kadınların, ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamama durumunu güzel bir şekilde örneklemektedir. 38 191 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ve değişen sosyo-kültürel yapılar ile toplumsal cinsel kimlikteki değişimler arasındaki bağ mercek altına alınacaktır. George Brown ve T. Haris, kadınların, çökkün duygusal durumlarına neden olan sosyo- kültürel faktörleri ele aldıkları çalışmalarında vakaların çoğunda depresyonun, “bir mahrumiyet, fazla yük altında olma” ve hayatta karşılaşılabilen olumsuz olaylarla ilgili olduğunu bulgulamışlardır. O halde “ağır toplumsal beklentileri karşılamak için davranışlarını sürekli ayarlamaya çalışanlar genelde kadınlar” olduğundan onların bütün ruhsal hastalıklarda bası çekmeleri tesadüf değildir… Depresyonun nispeten utançla suçluluğun ve nispeten de geleceğe yansıyan bir korkunun karışımından oluştuğu varsayılırsa yaşamın ve kültürün erkek doğmamış olmaktan hayıflanan kadına biçtiği rol ve duygu, iste bu imrenmeyle karışık utanç ve suçluluk üzerine inşa olur (Yaşar, 2007: 254-255). Bu da zaten dilimizdeki “eksik etek” tabiriyle hayatımızda yerini almıyor mu? Freud’un da bahsettiği penis yokluğu ve kıskançlığı, kız çocuklarına daha erken yaşlardan itibaren erkek olmamaktan hayıflanmayı öğretmiyor mu? Bu suçluluk, ayrıca kadının yatak odasında da kendini serbest bırakamamasına, ifade edememesine neden olur ki bu noktaya da Türk ve Rus kadını karşılaştırılarak parmak basılır romanda; Tüm dünyada sosyalist sistemin çökerek, kapitalizmin yaygınlaşması ve kapı komşumuz Rusya’daki ekonomik kriz nedeniyle Türkiye’ye başlayan göçler sonucu Rus göçmen kadını ve beyaz kadın ticareti sorunlarıyla tanışan Türk toplumuna da değiniliyor romanda. Rus kadını ile Türk kadınının yetiştirilmesindeki kültürel farklılıklar, Türkiye’deki belli bir kesimin yatak odasına kadar etki etmeye başlar. Bu durum, Türk kadını ile Rus kadını arasında “haksız bir rekabet” yaratarak, sözde çok sağlam bildiğimiz Türk aile yapısının çatırdamasına sebep olur ve romanın okuyucuları tüm bunlara tanık olur. Müjgan’ın kocası, Bekir Kabus’ta şu ifadeleri kullanır: “Anam var, kadınım yok!”… “Kadınım yok ama iki anam var. Hatçe, Müjgan. Hatçe doğurdu, Müjgan’a verdi!”… Elleri öpülesi, kutsal karılar! Yüceltilmeye doymazsınız!... Beni yücelt ki, sana lütufta bulunayım, koynuna gireyim!” Varsa yoksa çocuklarınız! Onlara taparsınız! Erkeklerinizi ne yersiniz, ne de yedirirsiniz! Kadın olarak dördünüzü üst üste koysam bir Rus, bir Romen dişisi etmezsiniz be!” (Alatlı, 2012: 41; ayrıca bakınız Arslan’ın Bay Türk’ün Kadınları). Ayrıca, “Kuran ailesinin en yaşlısı Osman Kuran köyden İstanbul’a geldikten sonra Zozulya adında kendisinden çok genç bir kadınla cinselliği yeniden keşfeder” (Çona, 2011: 947-948). Osman Bey eşini artık beğenmemekte ve yatak odasında Zozulya’nın oynadığı yeni oyunları eğlenceli bulmaktadır. “Nenene sor bakalım, hiç benim [genital bölgemi] öpmüş mü? Nenen beni hiç saymadı ama, Nataşa beni seviyor!” (Alatlı, 2012: 572). Ancak çelişki şudur ki bir an bu oyunları oynayanın eşi olduğunu varsayarsak, eşinin anında “fahişe39 ” damgasını yiyeceği ve bunları nerden öğrendiğinin hesabı sorulacağı da kesindir. Burada Türk kadınına uygulanan “çifte standart” ilginçtir. Schrödinger’in Kedisi’ndeki Ütopya Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi romanının gerek toplumsal cinsel kimlik, gerekse postmodern roman unsurları açısından zengin olması, kadının bugünkü toplumdaki yeri ve rolü ve ayrıca ileriye yönelik potansiyelini anlatma açısından, hem konu hem de format açısından fonksiyoneldir. Romanın ikinci cildi Rüya’da (zaman kısıtlaması nedeniyle burada ayrıntılarına giremiyoruz), işlerin yolunda gitme ve olumlu ihtimaller ve karakterlerin, kadın karakterler de dâhil olmak üzere, potansiyellerini gerçekleştirmeleri üzerine hikâyeler kurgulanmıştır ki bu da Alev Alatlı’nın kafasındaki ideal Türkiye imajını gözler önüne sermesi ve okuyucularına örnek bir resim çizmesi açısından manidardır. Alatlı’nın Rüya’sında, toplumsal cinsiyet adaletinin hakim olduğu, kadın ve erkeğin el ele, kol kola yürüdüğü ve devamlı (maddi, manevi ve entelektüel) paylaşımlarda Burada Seneca’nın ve Can Yücel’in bir kadının yatakta bir yosma, fahişe kadar cilveli, marifetli olması gerektiği sözlerini anmadan geçemeyeceğiz. Seneca, ayrıca “erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer” sözüne de inanmaktadır ki, kadının mutfakta iyi bir aşçı olması gerektiğini de ifade eder (bakınız “Güzel Sözler”, ve “Kadın Dediğin”). 39 192 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bulunarak birbirlerinin varoluş amaçlarına ve mutluluklarına katkıda bulundukları ütopik bir Türkiye hayal edilmektedir. KAYNAKLAR Alatlı, Alev. (2012). Schrödinger’in Kedisi: Kâbus. İstanbul, Everest Yayınları. Alatlı, Alev. (2007). Schrödinger’in Kedisi: Rüya. İstanbul, Everest Yayınları. Arslan, M ert. (2006). Bay Türk’ün Kadınları: Önce First Lady, Sonra Cariye. İstanbul: Beyaz Yayınları. Beckett, Samuel. (2013). Godot’yu Beklerken. Çev. Tarık Günersel ve Uğur Ün. İstanbul: Kabalcı Yayınevi. Çona, Ömer. (2011). “Alev Alatlı’nın Kâbus Romanının Tematik Açıdan Tahlili”, Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic. Volume 6/1. Winter. Gilmore, Robert (2006). Alice Kuantum Diyarında. Çev. Filiz Kaynak. İstanbul: Güncel Yayıncılık. Seneca, Lucius Annaeus. (2015) “Güzel Sözler”, www.radyosomafm.com/guzelsozler/guzelsozlerk.doc. 30 Nisan 2015. Yücel, Can. Kadın Dediğin. (2015). http://asksiirleri.web.tr/can-yucel-siirleri/kadin-dedigin. 1 M ayıs 2015. Yaşar, M . Ruhat. (2007). “Depresyon’un Kadınlaşması”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Cilt: 17, Sayı: 2 Sayfa:251-281, Elazığ. 193 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Çalışan Annelerde Stres Üzerine Bir Alan Araştırması A Field Study on Working Mothers’ Stress Fatma KIRMAN1 1Yüksek Lisans, Kahramanmaraş Anadolu Lisesi, fatkirman@hotmail.com ÖZET: Dünyada ve Türkiye’de demokrasinin gelişmesinde kadınların ve kadın haklarının önemli bir yeri vardır. Hatta kadınların sahip olduğu haklar ülkelerin gelişmişlik seviyesinin bir göstergesidir. M odern dünyada kadınların eğitimi, eğitimli kadınların çalışma hayatına atılması, çalışma hayatında yer alan kadınların karşılaştıkları problemlerin çözülmesi, toplumların gelişmişlik seviyelerinin önemli göstergeleri konumundadır. Türk toplumunda da Cumhuriyet ile başlamakla birlikte 1950 yıllarından sonra kadınların sosyal hayatı ve kimliğinde birtakım değişimler olmuştur. Kadınlar lehine yaşanan bu değişmeler ve gelişmeler bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların başında çalışma hayatına atılan kadınlarda gözlenen sıkıntı, stres ve depresyon gelmektedir. Bu bildiride genelde kadınların, özelde de çalışan annelerin yaşadıkları stresin çeşitleri, kaynakları ve başa çıkma yolları hakkında yapılan bir alan araştırmasının verileri psikolojik açıdan ele alınacaktır. Anahtar Kelimeler: Stres, stres faktörleri, çalışma yaşamı, kadın çalışanlar, çalışan anneler ABS TRACT: Women and their rights have an important place in the development of democracy in the world and Turkey. Even the rights of women are indicators of the level of development of the countries. In the modern world, the educat ion of women, entering of the educated women into the working life, solving problems faced by female employees are major indicators of the level of development of societies. In Turkish society, it has been some changes in the social life of women and their identities by starting with the Republican period, and especially after 1950s. These changes and developments in favor of women have brought with a number of problems. Among these problems are adversity, stress and depression observed in female employees. In this paper, data from a field study on the types of stress and its resources experienced by women in generally, and by working mothers in particular, will be discussed from the psychological perspective. Keywords: Stress, factors of stress, working life, female employees, working mothers 1. STRES VE CİNSİYET, ÇALIŞMA HAYATI Modern dünyada ve modern bir ulus devlet olan Türkiye’de kadın hakları, kadınların kimliği ve sosyal ve çalışma hayatı gibi konularda önemli değişimler ve gelişmeler yaşanmıştır. Genelde kadınlar lehine yaşanan bu değişmeler ve gelişmeler bir takım sorunları da beraberinde getirmiştir. Bu sorunların başında çalışma hayatına atılan kadınlarda gözlenen sıkıntı, stres ve depresyon gelmektedir. Baltaş’a göre insana stres tepkisini yaşatan kaynakları üç grupta toplamak mümkündür. Bunlar fizikî çevreden kaynaklananlar, iş veya meşguliyet konusundan kaynaklananlar, psiko-sosyal özelliklerden kaynaklananlar olarak sıralanabilir. Fizikî çevreden kaynaklananlar arasında hava kirliliği, gürültü, kalabalık, radyasyon, sıcaklık, soğukluk, toz vb. yer alır. İş veya meşguliyet konusundan kaynaklananlar arasında ağır iş, gece işi, aşırı yüklenme, karar verme güçlükleriyle dolu büyük sorumluluk getiren işler, zaman baskısı altında çalışma vb. sayılabilir. Psiko-sosyal özelliklerden kaynaklananlar da kendi aralarında üçe ayrılır. Bunlar günlük stresler, gelişimsel stresler, hayat krizleri niteliğindeki stresler. Günlük stresler: Günlük hayatın basit gerilimleridir. Örneğin, trafikte sıkışmak veya karşılaşılan bir terslik, hayal kırıklığı, ufak bir kaza, çocuk ağlaması, yemeğin yanması, her gün karşılaştığımız, insanı sinirlendiren, tedirgin eden, engelleyici ya da rahatsız edici olaylardır. Gelişimsel stresler: Gelişimsel nitelikteki olayların sebep olduğu streslerdir. Burada söz konusu olan çocuk veya yetişkinlerin kronolojik durum ile ortaya çıkan gelişimleridir. Örneğin, çocuğun okula başlaması, 11-13 yaşlarında buluğ çağı, orta yaşın sonlarında menopoz, yetişkinlikte iş hayatına geçiş vb. Hayat krizleri niteliğindeki stresler: Her hayata başlı başına biçim verecek nitelikteki olayların yarattığı streslerdir. Örneğin ciddi hastalıklar, doğum, aile bireylerinden birinin ölümü, işten çıkarılma vb. (Baltaş, 2008: 59-60). Psikoloji alanında yapılmış çalışmalarda genelde kadınların erkeklere oranla daha çok strese girdiği saptanmıştır. Bu çalışmalardan biri de Ganefski ve arkadaşlarının 251 erkek ve 379 kadın üzerinde yaptıkları çalışmadır (2004). Bu çalışmada depresyon açısından kadınlarla erkekler arasındaki farklılığı açıklayan görüşleri aktarmışlardır. Bu konudaki birinci görüşe göre, kadınlarla 194 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World erkekler arasındaki depresyon farklılığı, onlar arasındaki sosyo-ekonomik statü, eğitim düzeyi, depresif olduğunu kabul etme ve depresyondan kurtulmak için yardım talebinde bulunma konularındaki farklılığının bir sonucudur. İkinci görüş, kadınların hormonal ve genetik olarak depresyona daha açık olmalarını ön plana çıkarırken, üçüncü görüş ise kadınların negatif hayat olaylarına daha fazla maruz kaldıklarını, bunun da onların depresif rahatsızlarını tetiklediğini savunmaktadır. Bu konudaki dördüncü görüş, kadınların kişilik olarak depresyona açık olan nörotik kişilik özellikleri ve yükleme şekillerine daha çok yatkın olduklarını öne sürmektedir. Beşinci görüşe göre ise, kadınların erkeklere göre depresyona daha çok maruz kalmaları, stres ve sıkıntı durumlarında daha çok pasif ve duygu merkezli (emotion focused) başa çıkma yollarına başvurmaları sebebiyledir (bkz. Ganefski ve ark. 2004:267-8; karş. Şahin 2006; Kırman 2013). Ülkemizde kadınların hem çalışma yaşamına girmesi, hem de girdikten sonra devamları konusunda yasalarda cinsiyete dayalı ayrımcılık söz konusu olmamasına rağmen kadınların işe girebilme, mesleklerini sürdürebilme veya mesleklerinde yükselme doğrultusunda tüm potansiyelini ortaya koyabilme konusunda yaşadıkları bazı sorunlar mevcuttur. Belli iş ve mesleklerin kadınlara uygun işler olarak toplumsal kabul görmemesi, görev dağılımında adil davranılmaması ve iş piyasasındaki iş ve mesleklerin ‘kadın işleri’ ve ‘erkek işleri’ olarak ayrışıp toplumsal kabul görmesinden dolayı, kadınlar ancak geleneksel kadın mesleklerinde yoğunlaşmakta, daha düşük statülü ve ücretli işlerde çalışmaktadırlar (Çubukçu 2006). Bütün bu sorunların da çalışan kadınların daha fazla strese girmelerine yol açtığı söylenebilir. Sosyal hayatta daha çok yer almaya başlayan kadınlar birtakım sorunlarla karşılaşmış ve bu sorunlar da çeşitlendikçe stres artmıştır. İş arkadaşları ile olan ilişkiler, iş ortamında yaşanan sıkıntılar, amirlerle olan ilişkiler ve sonuçları, kadın ve erkek arasında eşitsizlik, terfi de eşitsizlik, gibi stres faktörleri bulunmaktadır. Kadın çalışanların iş hayatında yer alan diğer çalışanlara göre görevleri birkaç kat daha ağırdır. Çünkü iş dünyasındaki görevlerinin yanında anne ve eş olarak da farklı kimlikler i bulunmaktadır. Kadınların çalışma hayatının hangi alanında olursa olsun bu kimliklerini muhafaza etmeye çalışmaları psikolojik yükü ve sorumluluğu artırmıştır. Bu konuda devlet, kadınlara destek vererek iş hayatındaki yükünün hafifletilmesi için gerekli tedbirleri almaya çalışmıştır. Buna rağmen çalışan kadınlarda bir takım stres unsurlarına rastlamak mümkündür. Erkek çalışanların eve geldikleri zaman sorumlulukları belirli oranda azalmakta, ancak kadınların eve geldikten sonra da görev ve sorumlulukları devam etmektedir. Çocukların ve eşin sorumluluğu, ev işleri vs. iş ortamındaki yorgunluğunu tam olarak atamadan diğer işlere girişmektedir. Tabii ki bu kadar çok sorumluluk, iş ve görevi yerine getirebilmek için ekstra çaba sarf etmek zorunda kalmakta, işlerin bir kısmı, tüm çaba ve fedakarlığa rağmen ister istemez aksamaktadır. Böylece sorun ve çatışmalar baş göstermeye başlamaktadır. Eş ve çocukların istek ve beklentileri tam olarak karşılanmadığı için çalışan anneden şikâyet etmeye, çevredekiler ise onu “yetersiz kadın” olarak nitelendirmeye yönelmekte, bu da annenin özgüvenini kaybetmesine ve çalışma ortamında daha çok strese girmesine neden olmaktadır. Çalışan anneleri etkileyen unsulardan biri de suçluluk duygusudur. Bu stres, çocuklarını evde bırakıp gitmesi durumunun çocuklarının gelişimini ve başarısını etkileyebileceği kaygısını taşıdıklarındandır. Anneler yaşadıkları bu yoğun suçluluk duygusu nedeniyle işten eve döndüklerinde çocuklarının her istediğini yapma ve onları şımartma eğilimine girmektedirler. Oysa anneden bir ebeveyn olarak beklenilen en önemli şey çocuğuna ilgi, şefkat göstermesi, kurduğu iletişim ile çocuğunun “değerliyim”, “mutluyum”, “güvendeyim” duygusunu yaşamasını sağlamasıdır. Önemli olan annenin çocuğu ile geçirdiği zamanın niteliği, onunla kurduğu iletişimin türüdür. Bir problemle karşılaşıldığında “anne çalışmasaydı bu durum ortaya çıkmazdı” gibi bir çıkarsama yapmak doğru değildir. O halde önemli olan problemi ve nedenleri doğru ilişkilendirmek, doğru tanımlamak ve buna göre çözüm yollarını doğru saptamaktır (Yeşilyaprak 2004: 108). Dolayısıyla çalışan anneler için zorluk kendilerinin fark ettiklerinden daha çok olabilmektedir. Stresle baş etmeyi ve kendilerine zaman ayırmayı yapamadıkları takdirde sinirli ve tahammülsüz hale gelmektedirler. Her işe yetişeceğim kaygısıyla da tükenmişlik sendromu yaşamaya başlayıp yaşamdan da artık zevk alamamaktadırlar. Oysa annenin yavrusuna ilgi ve sıcaklık göstermesi kendisinin sağlıklı ve mutlu olmasına bağlıdır (Yörükoğlu 1985: 25). 195 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 2. YÖNTEM Bu araştırma nitel bir karaktere sahiptir. Bu araştırmada herhangi bir ölçek uygulanmamıştır. Bu yüzden nicel bir araştırma değildir. Ancak ölçeklerden yararlanılarak bir mülakat formu oluşturulmuştur ve derinlemesine görüşmeler (deep interview) yapılmıştır. Araştırma için Psikoloji alanında geliştirilmiş çeşitli ölçek ve envanterler tarandığında aile yapısını ve stresi ölçen bir takım ölçeklere rastlanmıştır. Bu kapsamda “Aile değerlendirme Ölçeği”, “Aile Ortamı Ölçeği”, “Aile Yapısını Değerlendirme Aracı”, “Anne-Baba Değerlendirme Ölçeği”, “Anne-Baba Ergen İlişkisi Ölçeği”, “Stres Karşısında Dayanıklılık Testi”, “Stresle Başa Çıkma Tarzları Envanteri” gibi ölçek ve envanterlere (bkz. Öner 2006:397, 401, 405, 904, 908) ulaşılmasına rağmen bunların daha çok yabancı aile yapısına uygun olduğu, bunların hiç birinin çalışan annelerdeki stresi tam olarak ölçemeyeceği anlaşılmış ve bağımsız sorular oluşturulması yoluna gidilmiş, böylece bir “görüşme formu” oluşturulmuştur. Araştırmada varsayımları test etmek için nitel araştırma verileri kullanılarak 50 kişiyle birebir görüşme yapılmıştır. Görüşme yapılan annelerde özellikle bir kurumda değil çeşitlilik arz etmesi bakımından bir kaç meslek grubunda çalışan anneler tercih edilmiştir. Çalışan annenin aile ortamındaki, iş ortamındaki ve sosyal çevresindeki stres kaynakları üç başlık altında incelenmiştir. Bu stres kaynakları çeşitlilik arz ettiğinden araştırmamız genelde aile ortamındaki stres kaynaklarına yönelmiştir. Bunun yanı sıra çalışan annelerdeki stresi belirleyebilmek için her hangi bir kurumda çalışmayan annelerle de görüşmeler yapılmıştır. Bu durumdaki kişilere iş hayatı dışındaki sorular yönetilmiştir. 2.1. Mülakat Soruları 1. Kişisel a. Yaşınız? b. Mesleğiniz? c. Kaç saat çalışıyorsunuz? d. Eğitim durumunuz? e. Sağlıklı besleniyor musunuz? f. Zararlı alışkanlıklarınız var mı? 2. Aile a. Çalışan anne olarak iş ve yaşam dengesini kurmak için neler yaparsınız? b. Aile üyelerine yeterli zaman ayırabiliyor musunuz? c. Hamilelik ve doğum esnasında aile içi rolleri yerine getirememe noktasında bir stres yaşadınız mı? d. Çabuk sinirlenme, tahammülsüzlük, aşırı yorgunluk hisseder misiniz? e. Eş ve çocuklarla ilgilenememe noktasında suçluluk duyar mısınız? f. Evde size yardımcı olabilecek biri var mı? 3. İş a. Çalışmak sizin için gerekli midir? b. İş yerine nasıl gidersiniz? c. İşyerinizde kadın -erkek arasında eşitsizlik olduğunu düşünür müsünüz? d. Hamilelik esnasında iş yerinde bir stres yaşadınız mı? e. Amiriniz ya da mesai arkadaşlarınız tarafından fiziksel ya da psikolojik tacize maruz kaldınız mı? f. İş yerinde yaşadığınız stresi aile bireylerine yansıtır mısınız? 4. Sosyal çevre a. Arkadaş grubu ile iletişiminizi aksatır mısınız? Şayet aksattığınız takdirde bu sizi nasıl etkiler? b. Sosyal etkinlikler düzenler misiniz? c. Şehrinizde önemli günlerde düzenlenen sosyal etkinliklere katılabiliyor musunuz? d. Seyahatlere katılır mısınız? 2.2. Deneklerin Kişisel Özellikleri Kendileriyle görüştüğümüz annelerin yaş aralığı 25-50’dir. Çoğunluğu 35-40 arasıdır. Görüşülen anneler akademisyen, doktor, öğretmen, hemşire, müdire, memur ve işçi olarak çalışan 196 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World annelerin yanı sıra hiçbir kurumda şu anda görevli olmayan ev hanımlarından oluşmuştur. Eğitim seviyeleri olarak çoğunluğunun lise ve üniversite mezunu olduğu, ev hanımlarında ise çok az bir kısmının ilkokul mezunu olduğu tespit edilmiştir. Çalışma saatleri ise çalışan annelerde çeşitlilik arz etmektedir. Doktor olan annenin haftada bir nöbeti olduğunu, öğretmen olan bir anne ise haftada bir kız öğrenci pansiyonunda geceleri kaldığını ifade etmiştir. Memur ve işçi olarak çalışan annelerin çalışma süreleri diğer çalışan annelere göre daha fazladır. Çalışma saatleri tam gün olan annelerin büyük çoğunluğu öğle saati hazır gıdalarla beslendiklerini eve gidince de genel de kolay ve pişme süresi hızlı olan gıdalara yöneldiklerini ya da lokantadan yemek sipariş ettiklerini ifade etmişlerdir. Çalışan annelerin çoğunluğu zararlı alışkanlıklardan uzak durduklarını, az bir kısmı ise ara-sıra sigara içtiklerini belirtmişlerdir. Çalışmayan annelerde de çok düşük oranda sigara içtiklerini ifade eden olmuştur. 3. BULGULAR VE YORUMLAR 3.1. Aile ‘Çalışan anne olarak iş ve yaşam dengesini kurmak için neler yaparsınız’ sorusu sadece çalışan annelere yöneltilmiştir. Çalışan annelerin hepsi de dengeyi sağlamak için düzenli ve pratik olmaları gerektiğini ifade etmiştir. Bazen pratik olamadıkları ya da işleri kısa sürede bitiremedikleri zaman stres yaşadıklarını ifade etmişlerdir. ‘Aile üyelerine yeterli zaman ayırabiliyor musunuz’ ve ‘onlarla ilgilenememe noktasında strese girer misiniz’ sorularına çalışan annelerin tamamı aile üyelerine yeterli zaman ayıramadıklarını ve bu yüzden suçluluk duyduklarını belirtmişlerdir. Bu yüzden bu suçluluk duygusundan kurtulmak için çocukları aşırı derece de şımartma eğilimine girdiklerini ve her istediklerini aldıklarını belirtmişlerdir. Çok az bir kısmı ise yaptıkları şeyin doğru olmadığını kabul etseler de ‘yaramazlık yapmazsan istediğin kıyafeti alırım’ ya da ‘istediğin oyuncağı alırım’ diyerek şantaja başvurduklarını söylemişlerdir. Çalışmanın verdiği stres ve yorgunluk aile bireylerine zaman ayırma noktasında eşten ziyade çocukları etkilemektedir. Çünkü bilindiği gibi bir çocuğun anneye ihtiyacı yaşamın ilk yıllarında daha fazla olmaktadır. Bazı anneler sabah evden çıkarken çocuğunun kendi arkasından uzun süre ağlamasına dayanamadığını bazen kendisinin de ağladığını ifade etmişlerdir. ‘Hamilelik ve doğum esnasında aile içi rolleri yerine getirememe noktasında bir stres yaşadınız mı’ sorusuna çalışan annelerin çoğunluğu stres yaşadıklarını, eve gelince dinlenmek istediklerini ama dinlenemediklerini ifade etmişlerdir. Her şeyin mükemmel olmasını istedikleri ve bunu gerçekleştiremedikleri için çabuk sinirlenme, tahammülsüzlük, aşırı yorgunluk hissettiklerini belirtmişlerdir. ‘Evde size yardımcı olabilecek biri var mı’ sorusuna çalışan annelerin çok az bir kısmı annesi, kayınvalidesi ya da bakıcıları olduğunu ifade etmişlerdir. Eşleri, ev işlerinde yardım edenler bu stresi daha kolay atlattıklarını da belirtmişlerdir. Çalışmayan anneler ise aile üyelerine yeteri kadar zaman ayırdıklarını hamilelik ve doğum esnasında bir sorun yaşamadıklarını söylemişlerdir. 3.2. İş İş kategorisindeki sorular çalışan annelere yöneltilmiştir. ‘Çalışmak sizin için gerekli midir’ sorusuna çalışan annelerin hepsi çalışmalarının kesinlikle gerektiğini ifade etmiştir. Bir kısmı maddi nedenlerle çalıştıklarını ifade ederken büyük çoğunluğu daha çok manevi doyuma ulaştıklarını, çalışmadıkları zaman kendilerini kötü hissettiklerini ifade etmişlerdir. ‘İş yerine nasıl gidersiniz’ sorusuna ise genelde kendi arabalarıyla gittiklerini ama trafikte çok zaman kaybettiklerini belirtmişlerdir. ‘İşyerinizde kadın -erkek arasında eşitsizlik olduğunu düşünür müsünüz’ sorusuna çalışan annelerin yarıdan azı kadın-erkek arasında eşitsizlik olduğunu vurgulamışlardır. ‘Hamilelik esnasında iş yerinde bir stres yaşadınız mı’ sorusuna ise çalışan annelerin çok azı stres yaşadığını, bu stresin ise genellikle çevresinde hasta olanlardan bebeğe bulaşma riski olan viral kaynaklı hastalıklardan olduğunu söylemişlerdir. İşyerinde her hangi bir sıkıntıya maruz kalmayanlar ise amirlerinin samimiyetinden dolayı şanslı olduklarını ama işyerinde karnı burnunda iş yaparken rahatsız olduklarını ve utanç duyduklarını belirtmişlerdir. 197 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World ‘Amiriniz ya da mesai arkadaşlarınız tarafından fiziksel ya da psikolojik tacize maruz kaldınız mı’ sorusuna ise çalışan annelerin yaklaşık yarısı fiziksel tacizden ziyade psikolojik tacize maruz kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bu tacizde ise genelde ‘bu kadın bu işi yapamaz’, ‘kısa sürede eline yüzüne bulaştırır’, ‘keşke bu işe hiç başlamasaydı’ ‘nasılsa kısa sürede pes eder’ gibi ifadeler kullanıldığı jest ve mimiklerle rahatsız edildiği ve mobbing uygulandığı belirtilmiştir. ‘İş yerinde yaşadığınız stresi aile bireylerine yansıtır mısınız’ sorusuna ise çalışan annelerin çoğunluğu bunu ister istemez eve yansıttıklarını ifade etmişlerdir. 3.3. Sosyal Çevre ‘Arkadaş grubu ile iletişiminizi aksatır mısınız, şayet aksattığınız takdirde bu sizi nasıl etkiler’ sorusuna büyük çoğunluğu ilişkilerin ister istemez azaldığını ve bu duruma üzüldüklerini ifade etmişlerdir. Çünkü kendilerinin müsait olduğu zaman onların müsait olmadığını, onların müsait olduğu zaman ise kendilerinin müsait olmadığını vurgulamışlardır. Bu yüzden ortak zaman ayarlama konusunda sıkıntı yaşadıklarını, uzun süre görüşememe söz konusu olduğunda ise ‘artık bizi sevmiyorsun, burnun büyüdü, çok gururlusun’ gibi yakıştırmalar yapıldığını belirtmişlerdir. ‘Sosyal etkinlikler düzenler misiniz, şehrinizde önemli günlerde düzenlenen sosyal etkinliklere katılır mısınız’ sorusuna büyük bir çoğunluğu sosyal etkinlik düzenlemekten çok düzenlenmiş sosyal etkinliklere fırsat buldukça katıldıklarını belirtmişlerdir. ‘Seyahatlere katılır mısınız’ sorusuna çalışanların önemli bir kısmı gezmeye zamanları olmadığı için ertelemek zorunda olduklarını ya da çocuklarını ve eşlerini tek başlarına bir yerlere gönderdiklerini ifade etmişlerdir. Çalışmayan anneler ise zaman zaman sosyal etkinlikler düzenlediklerini, bazen “altın günü” adı altında arkadaşlarıyla ve akrabalarıyla bir araya geldiklerini vurgulamışlardır. Çalışmayan annelerden çok az bir kısmı küçük çocukları olduğu için seyahatlara katılamadıklarını ama büyük bir kısmı seyahatlara sık sık katıldıklarını belirtmişlerdir. 4. STRESLE BAŞA ÇIKMA YOLLARI Çalışan annelerin stresten tamamen uzak olmaları mümkün olamadığı için stresle yaşamayı öğrenmeleri onların yaşamlarını daha da kolaylaştıracaktır. Öncelikle kendilerinde stres yaratan durumları belirlemeleri gerekmektedir. İş saatleri fazla ise, amiriyle görüşüp bu iş saatlerini azaltma yoluna gidebilirler. Diğer yandan stresi azaltma konusunda rahatlatıcı egzersizler yapmak da etkili olabilir. Stres denizin suyu gibidir ve insanlar da gemi. Su geminin altındayken onun yüzmesini sağlar fakat içine girdiğinde batırır (Çam, 2013: 243). Görüldüğü gibi spor ve egzersiz stresi kişinin dışında tutar. Çalışan anneler aile bireyleri ile ilişkiler de stres yaşayabilir. Mesela eşi ile ilgili bazı çatışmalar yaşadığında eşiyle çatışma yaratan konuları görüşmesi gerekir. Bu dönem eşlerin birbiriyle daha sıkı iletişim içinde olmaları gereken, anlayış dolu, sevgi dolu bir dönem olmalıdır. Eşlerin bir birine destek olmaları gerekir. Özellikle çalışan bir anne eşinin desteğini alırsa bu onun stresle başa çıkma konusunda yardımcı olacaktır. Her işi yapmaya çalışıp hiç kimseden destek almaması belli bir süre sonra sinirleri yıpratacaktır ve daha çok yorulacaktır. Stresle başa çıkmak için uygulanan işlevsiz yöntemler kişiye göre farklılık göstermektedir. Bunlardan en sık başvurulanlar; internet ve teknolojiyi uygunsuz kullanmak, sigara içmek, aşırı alışveriş yapmak, alkol veya madde kullanmak, yanlış beslenme ve uyku alışkanlıklarıdır. Kişi stresle başa çıkamamaya veya gerekli çözüm yollarını bulamamaya başladıysa ve stresle başa çıkmak için sağlıksız yöntemler kullanıyorsa, sağlıklı düşünme, karar verme ve problem çözme becerilerini kullanılamıyorsa psikolojik sağlığı tehdit eden durumlar yaşayabilir. Rahatlatacak aktivitelerde bulunabilirler. Bu çalışan anneyi mutlu edecek bir sosyal etkinlik, çok istenilen bir gönüllü çalışma olabilir. Resim yapma, müzik enstrümanı çalma, çeşitli sanatsal işlerle uğraşma vb. şeyler rahatlatıcı olabilir. Ya da kendisine sessiz bir zaman ayırabilir. Böylelikle insan tek başına zaman geçirirken gününü dolduran birçok gürültüyü ve karmaşayı dengeleyebilir (Carlson 1997: 51) Stres kaynaklarından biri de yoğun trafikte araç kullanmaktır. Eğer ev ve iş arası yakınsa toplu taşıma araçlarını kullanarak gitmek ya da yürüyerek gitmek daha mantıklı olacaktır. Eğer kendi taşıtını 198 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kullanıyorsa da eve gelirken taşıtını bir kenara çekip derin nefes egzersizleri uygulayabilir. (Carlson 1997: 51) İşlerin hepsini birden bir anda bitirmeye çalışmak ta strese girdirebilir. Mümkün olduğu ölçüde işleri zamana yaymak ya da zamana yayarken öncelik arz edenleri daha önce yapmak stresi azaltabilir. Örneğin, Bu noktada neyin önemli olduğunu belirlemek için temel değerlerin, temel prensiplerin ve kişisel önceliklerin açık bir şekilde ortaya konması gerekmektedir Zamanı iyi kullanmak ayrıntılarla oyalanmayıp kısa zamanda çok iş yapmak değil, tam tersine amaç ve öncelikleri saptayarak hayatını daha planlı ve anlamlı yaşamasıdır. Zaman hayattır. Geçen zamanı yerine koymanın ve telafi etmenin imkânı yoktur. Zamanı boşa geçirmek, hayatı boşa geçirmek demektir (Baltaş, 2008: 278). Çalışan annenin çocuklarla ilgilenme noktasında az ama verimli olması çocuğu doyuma ulaştıracaktır. Çocuğu ile kaliteli zaman geçirmesi, ondan ayrı kaldığı zamanlarda hem kendi hem de çocuk için sanki hiç ayrılmamış gibi hissetmelerine yol açacaktır (Keskin, 2011). Çalışan bir annenin eğlenmeye de zaman ayırmaya çalışması gerekmektedir. Mesela ailecek bir sinemaya, tiyatroya, konsere, fuara vs. gidilmelidir. Olaylara olumlu yönden bakıp ara sıra olumlu cümleler kullanılmaya çalışılmalıdır. Onun için biraz da hayata bakış açısını değiştirmeye çalışmak gerekmektedir. İnsanları stres halinde ferahlatacak hususlardan biri de psikolojik durum ve mekân değişikliğidir. Psikologlar da, insanın kendini yenilemesi ve üzerindeki sıkıntıyı atabilmesi için bir hal ve tavır değişikliğini önermektedirler. Yüce Allah Kuran’da “Öyleyse bir işi bitirince diğerine giriş.” (94/İnşirah 7) buyurmaktadır. Bu durumla aslında sadece iş, mekân ya da durumu değil, hayata bakışımızı da değiştirmemiz gerektiğini anlayabiliriz. Çünkü stres insanların algılayışıyla da bağlantılı olabilmektedir. 5. SONUÇ İnsanların stres etkenlerinden arınmış bir ortamda yaşamaları sosyal bir varlık olmaları nedeni ile mümkün değildir. İnsanların yaşadıkları uyarıları algılayışları ve bu durumun üstesinden gelmek için giriştikleri çabalar çok önemlidir. Kişi stresi tamamen ortadan kaldıramasa da stresin etkilerini en aza indirebilmesi mümkündür. Bu sebeple çözüm yolu bulabildiği veya strese rağmen hayatından doyum alabildiği sürece herhangi bir psikolojik sorunla karşılaşmamaktadır. Böylelikle stres faktörlerinin aslında günlük hayatın bir parçası olduğu, kişinin günlük işlerini bozmayacak kadar stres düzeyinin kişiyi üretmeye, sevmeye ve paylaşmaya yönelteceği belirlenmiştir. Özelikle çalışan annelerde, pek çok alanda karşılaşılan stres etkenleri ve bu etkenleri başarılı bir şekilde yorumlayıp yönetmek, hayat döngüsü içerisinde önemlidir. Sonuç olarak çalışan annelerin çalışmayan annelere göre daha stresli oldukları, çalışan annelerin rolleri arasında denge kuramamasının çatışma yaşamasına yol açtığı şeklindeki varsayımlar doğrulanmıştır. Bu çatışmaları çözümlemenin yollarından biri, stresle etkin bir şekilde başa çıkma yollarını kullanmaktır. Bunun dışında ise kadın ve anne kimliğine karşı geliştirilen bakış açısı, eş ve annelik rollerinin bizler için ne anlama geldiği, önceliklerin neler olduğunu analiz etmektir. KAYNAKÇA Baltaş, Z. ve A. Baltaş (2008), Stres ve Başaçıkma Yolları, 25. basım, İstanbul: Remzi Kitabevi Carlson, R. (1997), Ufak Şeyleri Dert Etmeyin, İstanbul, Alkım Yay. Cirhinlioğlu, Z., F. G. Cirhinlioğlu ve Ü. Ok (2013), Dindarlık, Ruh Sağlığı ve Modernite, İstanbul, Nobel Yay. Çubukçu, N. (2006), “Kadınların Eğitim Düzeyi Arttıkça, İşgücüne Katılım İmkânları da Art maktadır”, Toprak İşveren Dergisi, Sayı 69. Garnefski, N., J. Teerds, V. Kraaij, T. Legerstee, (2004), “Cognitive Emotion Regulation Strategies and Depressive Symptoms: Differences between M ales and Females”, Personality and Individual Differences, 36: 267-276. Keskin, S. P. (2011), “Çalışan anne ve çocuğu, Anne İş’te”, İstanbul, Boyut. Yay. Kırman, F. (2013), Stres ve Din: Lise Gençliği Üzerine Psikolojik Bir Araştırma (Kahramanmaraş Örneği), KSÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, yayınlanmamış yüksek lisans tezi Öner, N. (2006), Türkiye’de Kullanılan Psikolojik Testlerden Örnekler, Cilt I-II, 2. baskı, İstanbul, Boğaziçi Üniversitesi Yay. Şahin, A. (2006), “Din Kaynaklı Stres Üzerine Bir Araştırma”, SÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, 21: 147-180 Şahin, H. N. (1994), Stresle Başa Çıkma, Olumlu Bir Yaklaşım, Ankara, Türk Psikologlar Derneği Yay. Yeşilyaprak, B. (2004), Çalışan Anne ve Çocuk, İstanbul, M orpa Kültür Yay. Yörükoğlu, A. (1985), Çocuk Ruh Sağlığı, Ankara, TİB Kültür Yay. 199 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Çocuğu Okul Öncesine Devam Eden Kadınların Anneliğe İlişkin Algılarının Bazı Değişkenler Açısından İncelenmesi Examining The Perceptions Of Motherhood Of Women Who Have Children In Pre-School Education In Terms Of Some Variables Fatoş BULUT ATEŞ1 , İsmail SANBERK2 1Arş.Gör., Çukurova 2Yard. Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, fbulut@cu.edu.tr Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Adana-Türkiye, sanberk@cu.edu.tr ÖZET: Bu araştırmada annelerin kendilerine ilişkin algılarının annenin yaşı, medeni durumu, eğitim düzeyi ve sahip olduğu çocuk sayısı açısından anlamlı farklılık gösterip göstermediği incelenmiştir. Araştırmanın verileri, Gibuad- Wallston ve Wandersman (1978) tarafından geliştirilen ve uyarlaması Seçer ve arkadaşları (2008) tarafından yapılan “Ebeveynliğe Yönelik Tutum Ölçeği-Anne Formu” ve kişisel bilgi formu kullanılarak toplanmıştır. Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre annelerin kendilik algısı puanları yaş ve medeni hal değişkenleri açısından anlamlı farklılık göstermezken, çocuk sayısı ve eğitim düzeyi açısından anlamlı farklılık göstermektedir. Anahtar S özcükler: Annelik, kendilik algısı, okul öncesi. ABS TRACT: In this research, self perception of mothers were studied in terms of age, marital status, education level and owned number of children. Data of research was collected with the aid of “Attitude Scale in Relation to Parenthood-mother form” which was developed Gibuad-Wallston and Wandersman (1978) and which was adapted to Turkish by Seçer and friends (2008). According to the results obtained from study were that levels of self perception of mothers do not have significant difference in terms of age and marital status, but have significant difference in terms of owned number of children and education level. Keywords: maternity, self perception, pre-school. 1. GİRİŞ Annelik ya da ebeveynlik bir kadının yaşamındaki temel değişim ya da gelişim noktalarından biri, bir dönemeç olarak görülebilir. Çocuk sahibi olmaya yönelik beklentiler, bir canlıyı yaşamda var etmek, büyütmek, onun tüm sorumluluğunu almak, ona destek olmak ve bütün bunların getirdiği annelik heyecanı, stresi, kaygıları ve korkuları barındırır. Kuşkusuz ki birçok kültürde “ideal”, “iyi” ve “doğru” kadın olmanın bir gereği olarak kabul edilen anneliğin getirdiği bir takım ödüller/olumlu yaşantılar ve bedeller/sorunlar vardır. Annelik özellikle başka bir canlıyla sevgi ve yakınlık içeren bir bağ kurma isteğini tatmin etmesi açısından istendik bir yaşantıdır. Bunun dışında anneliğin kadınlara bir güçlülük ve yeterlilik duygusu kazandırdığı görülmektedir. Böylelikle anneler üretken olmayan olarak algılanmaktan kaçmış olup doğurgan bir kadın olduklarını ispatlamış olurlar (Solmuş, 2012). Kadınların yaşamında önemli bir değişimi ifade eden annelik, kişilik özellikleri üzerinde de etkili olur. Bazı kadınlar anne olduktan sonra daha kontrolcü, disiplinli, dikkatli olurlar; bazıları daha da esnekleşir, katı tutumlar yerini sevecenliğe bırakır. Bazı kadınların da kendilerine duydukları saygı, güven ve değer artar. Bu olumlu duyguların yanında annelik beraberinde bir takım sorunlar da doğurabilir. Annelik görevleri annelerin beklediğinden daha zaman alıcı ve yorucudur. Bebeğin/çocuğun bakımı anneyi fiziksel olarak çok yorabilir; özellikle ilk hafta ya da aylarda uyku düzensizlikleri sıklıkla görülür. Bu noktada henüz hazır olunmayan bir anneliğin yoğun strese, kaygıya, depresyona, suçluluğa, tükenmişliğe, ikilimlere, öfkeye ve psikosomatik şikayetlerin belirmesine yol açabileceği söylenebilir. Birçok yeni anne olmuş kadın anneliğin ne olduğundan habersizdir. Bu konuda yeterli bir eğitim almadıkları için de kendilerini yetersiz hissetme eğilimindedirler. Bunlara bağlı olarak da özellikle kendilerine duydukları güven, saygı ve değer azalabilmektedir. Özellikle geri dönülemez bir yola girildiği duygusu tüm bu olumsuz yaşantıların etkisini daha da derinleştirmektedir (Solmuş, 2012). Bu temel duyguların dışında bir anne, kendisini kafasındaki “ideal anne” ye yakın hissetmediğinde psikolojik sorunlar yaşayabilmektedir. Evlilik kalitesi açısından bakıldığında annelik rolü eşler arasında özellikle ev işlerinin ve çocuk bakımının paylaşımı, çocukların nasıl büyütülmesi gerektiği konularında çatışma ve gerginliklerin doğmasına, iletişim kalitesinin düşmesine neden olabilir. Annelik büyük oranda evde olmayı gerektirdiğinden annelerin sosyal ilişki kurma ihtiyacına ket vurmaktadır. Bu durum da annenin kendisini izole bir varlık olarak hissetmesine yol açabilmektedir. İşaile yaşamı dengesi açısından bakıldığında da çocuk sahibi olmadan önce aktif bir 200 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World iş yaşamı olan anneler bir yandan çalışma arzusu duyarken diğer yandan bebeğini yalnız bıraktığı düşüncesi arasında gel-gitler yaşamaktadır. (Solmuş, 2012). Tüm bu olumlu ya da olumsuz olası sonuçlar annenin kendini nasıl algıladığının şekillenmesinde katkı sağlayabilmektedir. Bu noktada kadınların anneliğe ilişkin algılarının çocuklarına yönelik tutum ve davranışlarını şekillendirmede belirleyici olduğu söylenebilir. Anneliğe geçiş sadece fiziksel bir değişim olarak yaşanmaz aynı zamanda değişen algıları da içerir. Bunlar kadınların kendilerini nasıl gördüğü ve başkalarının onları nasıl görüp tepki verdiği ile ilgili olarak etkileşimsel açıdan deneyimlenir (Miller, 2005). MacPhee ve arkadaşları (1986) ebeveynliğe ilişkin kendilik algısına yönelik annelerle yaptıkları çalışma sonrası anneliğe ilişkin kendilik algısını belirleyen işlevleri tanımlamıştır. Bu işlevlerden biri; bireyin bakım veren rolünde kendini ne derece yeterli gördüğüdür (akt: Güler ve Yetim, 2008). Yeterlik duygusu yüksek olan, bebeğine/çocuğuna bakım verme konusunda kendini güçlü, hazır, yetkin hisseden bir anne bebeğini her zaman besleyebileceğine, her ihtiyaç duyduğunda onun yanında olabileceğine, ona gerekli şefkat, sevgi ve ilgiyi gösterebileceğine inanır ve çocuğunu uygun bir biçimde disiplin edebilir (Solmuş, 2012). İşlevlerden bir diğeri de annelik faaliyetlerine duyulan ilgidir. Ebeveynliğe yönelik ilgi, annenin ebeveynliğe yönelik istekliliğini ifade etmekte ve ebeveynlikle ilgili kendisine düşen tüm görevleri yerine getirebileceğine olan inancını yansıtmaktadır (Seçer, Çeliköz ve Yaşa, 2008). Annenin, annelik rolüne ilişkin ilgisi ve duyarlılığı arttıkça bebeğine yönelik olumlu tutumlarının da artacağı söylenebilir. Anneliğe ilişkin doyum, anneliğe ilişkin kendilik algısını belirleyen üçüncü işlevdir. Mouton ve Tumo (1988), ebeveyn doyumunu ebeveynin duygularından hoşnutluk veya çocuğa karşı sorumluluklarına bağlı olarak hissedilen neşe olarak tanımlamaktadır (akt: Güler, 2007). İlgili literatür incelendiğinde anneliğe ilişkin kendilik algısının çocuk (çocuktaki davranış problemleri, çocuğun sosyal becerisi, akran ilişkileri…) ve evlilik (evlilik uyumu, evlilik doyumu…) bağlamında incelendiği görülmektedir (Deniz, 2012; Sarı, 2007; Seçer, Ogelman, Önder ve Berengi, 2012). Bu araştırmada ise amaç, anneliğe ilişkin kendilik algısı değişkeninin annelerin yaşı, eğitim düzeyi, medeni durumu ve sahip olduğu çocuk sayısı açısından incelenmesidir. Sonuç olarak bu araştırmanın problem cümlesi şudur; çocuğu okul öncesine devam eden annelerin kendilik algısı, annelerin yaşına, eğitim düzeyine, medeni durumuna ve çocuk sayısına göre anlamlı farklılık göstermekte midir? 2. YÖNTEM Araştırmanın Modeli: Bu araştırma ilişkisel tarama modelinde betimsel bir araştırmadır. Araştırmanın bağımlı değişkeni annelerin kendilik algısı, bağımsız değişkenleri ise yaş, eğitim düzeyi, medeni hal ve çocuk sayısıdır. Örneklem: Araştırmanın örneklemini Adana ili Seyhan, Çukurova ve Sarıçam ilçelerinde bulunan devlete bağlı anaokullarına devam eden 3-6 yaş arası çocukların anneleri oluşturmaktadır. Örneklemdeki toplam anne sayısı 143’ tür. Araştırmaya katılan annelerin yaş ortalaması 33’ tür. Veri Toplama Araçları: Bu araştırmada, Gibuad-Wallston ve Wandersman (1978) tarafından geliştirilen ve uyarlaması Seçer ve arkadaşları (2008) tarafından yapılan “Ebeveynliğe Yönelik Tutum Ölçeği-Anne Formu” kullanılmıştır. Ölçek 16 maddeden oluşmaktadır. Katılımcılar ölçekte yer alan maddelere 1-5 arası puan vermektedir. Yüksek puanlar ebeveynliğe yönelik tutumun olumlu olduğunu, düşük puanlar ise olumsuz olduğunu göstermektedir (Seçer ve ark., 2008). Ölçek, annelerin çocukları ile ilgili deneyimlerini dikkate alarak kendilerini değerlendirmeleri ve ebeveynliğe yönelik tutumlarını yansıtmaları süreçlerini içermektedir. Veri toplama aracı annelerin ebeveynliğe yönelik tutumlarını içeren 3 boyut ve 16 likert tipi soru maddesinden oluşmaktadır. Bu öğeler; (1) ebeveynlik görevine ilişkin yeterlilik algısı 7 soru, (2) ebeveynlik görevine yönelik ilgi 2 soru ve (3) ebeveynlik görevinden sağladığı doyum 7 soru olarak ele alınmıştır. Ölçekte ayrıca annelerin ve babaların ebeveynliğe yönelik genel tutumlarını yansıtan ölçeğin tamamından elde edilen toplam puanlar da yer almaktadır. Ölçeğin 3 faktörü ölçmeye yönelik toplam varyansı açıklama oranı % 50.93, Cronbach Alfa Güvenirlik Katsayısı ise. 84’tür 201 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3. BULGULAR Elde edilen bulgulara göre araştırmaya katılan annelerin Ebeveyn Tutum Ölçeği’nden aldıkları toplam puan ortalaması X=49.24’ tür. Kategorik değişken haline dönüştürülen (20-29; 30-39; 40-49 yaş) yaş değişkeni açısından annelerin kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Tek Yönlü Anova analizi sonucuna göre kendilik algısı puanları yaşa göre anlamlı farklılık göstermemektedir (F=1,46; p>0,24). Tablo 1: Annelerin yaşa göre ebeveynliğe yönelik algıları Yaş N X Ss F p 20-29 20 50.9 5.025 1.46 .236 30-39 103 49.09 5.347 40-49 11 47.54 7.66 Eğitim düzeyi açısından annelerin kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Bağımsız Gruplar T-Testi sonucuna göre kendilik algısı puanları anlamlı farklılık göstermektedir (p<0,05). Tablo 2 Annelerin eğitim durumuna göre ebeveynliğe yönelik algıları Eğitim Durumu N Ortaöğrtm. 55 Yükseköğ. 80 X S Sd t 48.42 5.11 133 2.09 50.41 5.66 p .039 Medeni durum (evli-boşanmış) açısından annelerin kendilik algısını incelemeye yönelik yapılan Bağımsız Gruplar T-Testi sonucuna göre ise annelerin kendilik algısı puanlarında anlamlı bir farklılaşmaya rastlanmamıştır (p>0,05). Tablo 3: Annelerin medeni durumuna göre ebeveynliğe yönelik algıları Medeni d. N X S Sd t p Evli 112 50.91 5.67 133 -1.61 .11 Boşanmış 23 48.89 4.38 Kendilik algısı puanları çocuk sayısı açısından incelendiğinde ise anlamlı farklılık olduğu görülmektedir (F=9,87; p<0,05). Farklılaşmanın kaynağını tespit etmek için yapılan Scheffe analizi sonuçlarına göre 3 çocuğa sahip annelerin kendilik algısı puan ortalamalarının (Χ=57,14) tek ve iki çocuğa sahip olan annelerin puan ortalamalarından (Χ=49,58; X=48,12) daha yüksek olduğu bulunmuştur 202 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 4:Annelerin çocuk sayısına göre ebeveynliğe yönelik algıları Çocuk S. N X Ss F p Anlam Tek İki Üç ve üzeri 60 68 7 49.58 48.12 57.14 4.55 5.56 6.41 9.87 .000 1-3 2-3 4. TARTIŞMA ve SONUÇ Araştırmadan elde edilen sonuçlara göre annelerin kendilik algısı puanları yaş ve medeni hal değişkenleri açısından anlamlı farklılık göstermezken, çocuk sayısı ve eğitim düzeyi açısından anlamlı farklılık göstermektedir. Yapılan analiz sonucunda araştırmaya katılan annelerin ebeveynliğe yönelik algılarına ilişkin puan ortalamalarının ölçekten alınabilecek minimum ve maksimum puanlar düşünüldüğünde ne çok olumlu ne de çok olumsuz olduğu söylenebilir. Araştırmanın alt problemlerinden annelerin kendilik algılarının annenin yaşına göre anlamlı farklılık gösterip göstermediği incelendiğinde anlamlı bir farklılık olmadığı görülmüştür. Yaşa göre ebeveynliğe yönelik tutumda farklılaşma olması beklenirken farklılık çıkmaması bu araştırmada yer alan annelerin yaş ranjı ile ilgili olabilir. Yaş aralığı daha geniş tutulduğunda sonucun nasıl olacağı başka bir araştırma ile sınanabilir. Anlamlı farklılık çıkmamış olmasına rağmen ölçekten alınan puan ortalamalarına bakıldığında yaş arttıkça puan ortalamasının düştüğü görülmektedir. Bu durum daha genç ve enerjik olan annelerin, anneliği daha olumlu algılamaları ile ilgili olabilir. Araştırmadan elde edilen bir diğer sonuç ebeveynliğe yönelik algının annelerin eğitim durumuna göre anlamlı farklılık gösterdiği şeklindedir. Eğitim düzeyi arttıkça anneliğe yönelik tutumun da daha olumlu olduğu görülmektedir. Eğitim düzeyi yüksek annelerin çocuk yetiştirme ile ilgili daha fazla bilgi kaynağına daha kolaylıkla ulaşabilmesi, eğitim düzeyi ile paralel daha yüksek sosyo-ekonomik düzey sayesinde daha fazla sosyal destek imkanına sahip olması gibi nedenler bu sonucun çıkmasına katkı sağlamış olabilir. Düşük eğitim düzeyinin düşük ekonomik koşullarla paralel olduğu düşünüldüğünde eğitim düzeyi düşük annelerin olumsuz ekonomik koşullar ile mücadele ederken annelikten duydukları doyum ve anneliğe karşı hissettikleri ilginin azaldığı söylenebilir. Aynı zamanda çocuk yetiştirme ile ilgili bilgi kaynaklarına ulaşma ve kullanma konusunda eğitim düzeyi yüksek annelere göre daha dezavantajlı olmaları ve bu süreçte yeni tutum ve davranışları öğrenememeleri, onların annelikle ilgili kendilerini daha az yetkin hissetmelerine katkı sağlıyor olabilir. Evli ve boşanmış annelerin kendilik algıları karşılaştırıldığında herhangi bir anlamlı farklılık çıkmamıştır. Bu sonucun boşanmanın eşler arasında gerçekleşen bir süreç olarak algılanması ve kadının eş olma rolü ile annelik rolünü birbirinden ayırt ediyor olması ile ilgili olabileceği söylenebilir. Annelerin sahip oldukları çocuk sayısı açısından anneliğe yönelik tutumları incelendiğinde; üç ve üzeri çocuk sahibi olan annelerin tek ve iki çocuk sahibi olan annelere göre anneliğe yönelik algılarının daha olumlu olduğu görülmektedir. Bu sonuç, üç ve üzeri çocuk sahibi olan annelerin büyük çoğunluğunun çalışmıyor olabileceği tahmininden yola çıkarak, yaptıkları en önemli iş olarak anneliği gördükleri ve anneliğe yönelik tutumlarının daha olumlu olduğu söylenebilir. Hamamcı (2005) da üç-altı yaşlarında çocukları olan ebeveynlerinin eğitim ihtiyaçlarının belirlenmesi amacıyla yaptığı çalışmasında çocuk sayısı arttıkça anne babaların yeterlik algısının da yükseldiğini bulmuştur. Araştırmadan elde edilen bulgulara göre şu tür önerilerde bulunulabilir: • Anne eğitim düzeyi yükseldikçe anneliğe yönelik olumlu tutumun artması sonucuna bağlı olarak annelerin eğitim düzeylerinin yükseltilmesi için, kadın okur-yazarlığının arttırılması için planlamalar yapılabilir. • Annelerin özellikle çocuk yetiştirme tutumları konusunda bilgilenmelerini sağlayan seminer, grup eğitimi çalışmaları düzenlenebilir. • Sonraki araştırmalarda annelerin kendilik algısı başka bazı değişkenlerle birlikte incelenebilir. 203 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World • Bu araştırma çocuğu okul öncesi eğitim kurumuna devam eden anneler üzerinde yapılmıştır. Başka bir çalışmada çocuğu okul öncesine devam etmeyen annelerin anneliğe yönelik tutumları incelenebilir. 5. KAYNAKÇA Güler, M . (2007). Kuşaklararası annelik bilişleri, kişilik özelliği, yaşam doyumu ve çocuk yetiştirme hedefleri. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi, M ersin Üniversitesi, M ersin Güler, M ., Yetim, Ü. (2008). Ebeveynlik rolüne ilişkin kendilik algısı ölçeği: Geçerlik ve güvenirlik çalışması. Türk Psikoloji Yazıları, 11 (22), 34-43 M iller, T. (2010). Annelik duygusu. İstanbul: iletişim Özdemir, A.D. (2012). Bazı değişkenler açısından okul öncesi dönemdeki çocukların sosyal becerilerinin ve ailelerinin ebeveynliğe yönelik tutumları. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Selçuk Üniversitesi: Konya Sarı, E. (2007). Anasınıfına devam eden 5-6 yaş grubu çocukların, annelerinin çocuk yetiştirme tutumlarının, çocuğun sosyal uyum ve becerilerine etkisinin incelenmesi. Yayımlanmamış yüksek lisans tezi. Gazi Üniversitesi: Ankara Seçer, Z., Çeliköz, N., Yaşa, S. (2008). Okulöncesi eğitim kurumlarına devam eden çocukların annelerinin ebeveynliğe yönelik tutumları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 19 (1), 413-428 Seçer, Z., Ogelman, H.G., Önder, A., Berengi,S. (2012). Okul öncesi 5-6 yaş grubu çocukların akran ilişkileri ile annelerinin ebeveynliğe yönelik özyeterlik algıları arasındaki ilişkinin incelenmesi, Kuram Ve Uygulamada Eğitim Bilimleri, 12 (3). Solmuş, T. (2012). Kadınlık ve annelik psikolojisi. Ankara: Nobel yay. 204 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Reklamda Kadın Olgusu ve Biscolata Reklam İletisi Örneği Case of Women in Advertising and the case study: Biscolata Adv. Ferrah Nur DÜNDAR1 1Öğr. Gör., Kırklareli Üniversitesi, Lüleburgaz M eslek Yüksekokulu, Kırklareli, ferrahnurdundar@klu.edu.tr ÖZET: Geleneksel toplumda kadın ataerkil ideoloji dahilinde özel alanla tanımlanırken, çağdaş top-lum yapısının oluşumuyla kamusal alanda yerini almaya başlamıştır. Kadının kamusal alanda elde ettiği güç ve statü yeniden yapılandırılan kadın kimliğini ortaya koymaktadır. Yazılı ve görsel basında ve reklamlarda kadına yüklenen özellikler ona herhangi bir güç ve statü ilişkisi kazandırmak bir yana günümüz reklam iletilerinde kadın imgesini geleneksel cinsel rollerle öne çıkarıldığın a sıkça rastlanılmaktadır. Feminizmin yükselişinden sonra 1980 sonrası refah ve lüks konusundaki değişiklikler, yeni kadın imgesinde etkili olmuştur. Yaşamdan keyif almayı hedefleyen, anne olmayı yadsımayan ancak yaşamında kendi ile ilgili zamanı da kadın tipleri, değişen kadın imgesini oluşturmuştur. Kültürel değişiklikler, kültürel ideolojilerdeki yenilikleri, bireyselliği, , özgürlüğü ve kadının cinselliği konusundaki ahlâki tabuların yıkılmasını ön plana çıkarmış, kadın-erkek imgelerinin daha eşitlikçi bir biçimde vermeye başlamıştır. Toplumsal yapıdaki değişimle birlikte reklamların da değişime uğradığı bir gerçektir. Yani değişen değerler ve yaşam tarzları reklamların yeniden düşünülmesine yol açmıştır. Toplumsal gerçeklikler değiştikçe yeni yaşam biçimlerini oluşturmuş dolayısıyla bu şablonların da hedef kitleye reklamlar yoluyla benimsenmesi sağlanmıştır. Kadınların çalışma hayatında yer almaları ile kadın imgesi de değişikliğe uğramıştır. Reklamlarda yeni kadın tipi iyi bir eş bir anne olan olmanın yanı sıra ‘‘çocuk da yaparım kariyer de’’ deyimini kendisiyle bütünleştirmiştirBiskolata markasının bisküvi reklamlarında kadın imgesi, geleneksel reklamdan ayrılarak, izlenen seyir edilen ve cinsel olarak algılanan obje algısının aksine, seçilmeyi beklemeyen, seçen, hayatına kendi istediği gibi yön veren kadın imgesi şeklinde verilmiştir. Sonuç olarak reklam sadece ürünleri satmanın yanısıra toplumsal değerleri ve idealleri de değiştirirken dönüştürürken yeni yaşam biçimleri de oluşturmaktadır. Böylece reklamın dönüştürücü gücü kültürel kodlar ve rollerin üzerinde de kendini göstermektedir. Anahtar sözcükler: Kadın, kadın olgusu, reklam. ABS TRACT: In the traditional social structur, the woman’s positioning is limited within the family. When The modern social society bride, this event becomes public. This changing highlights the female identity. M ore features are loaded to the Female Charecters in to Written and visual media and the advertising. These features are not made the status of Women stronger. Traditional sexual roles are loaded to Female Charecter as usual. Changes on welfare and luxury after 1980 after the rise of feminism, women have been effective in the new image. Aiming to get out of life, being mother and career together, et s. create the new image of woman. The destruction of moral taboos on women's sexuality has been broken down by the Cultural cahanges and according to this images of men and women began to give more equitably. Advertising with the change in the social structure is undergoing changes. So, changing values and lifestyles has led to rethinking advertisement. Social changes have created new realities, thereby providing lifestyle ads adoption by the target audience of this template. Women take part in life and work has changed the image of women. Advertisement in a new type of woman a good wife, a mother, as well as being the '' I made a career and child '’ has integrated with its own statement. Biscolata female image in biscuit ads of brand, separated from traditional advertising, unlike watched as navigation and sexual perceived as objects perception, while waiting to be chosen, selecting, shaping as his own life is given in the form of the female image. As a result, it constitutes the only social values and ideals as well as advertising to sell products at replacing converting new lifestyles. Thus advertising transformative power of cultural codes and show himself on the roles. Keywords: Woman, case of woman, advertisiment. 1. GİRİŞ Toplumların tarihinde “baskın” dişil veya eril özellikler gözlenmektedir. İnsanoğlunun anaerkillikten ataerkilliğe geçiş nedeni politik ve ekonomik nedenlerle ilgili olmuştur. Bu değişim, üretim araçlarının değişimi, ürün ile biriken artı değer olgusunun mülkiyeti önemli bir rol oynamıştır. Üretim araçlarının bu gelişimi karşısında toplumun güçsüz olanları yani kadınlar giderek üretimden uzaklaşmıştır. Bu uzaklaşmanın doğal sonucu da kadınların toplum içindeki yerini ve saygınlığını yavaş yavaş yitirmiştir. (Arel, 2014) Cinsiyetler arasında toplumsal düzlemde yaratılan ilişkileri anlamlandırmak için özel alan ile kamusal alan ya da ev içi alan ile evin dışındaki toplumsal alanın farklı ekonomik, siyasal, kültürel ve hukuki ilkelerle nasıl inşa edildiğini irdelemesi gerekmektedir. Ataerkil toplumun geleneksel değerleri modern toplumsal yapıda da önemli ölçüde devam ettiğinden kadın için iyi bir eş, iyi bir anne olmak önem taşımaktadır. Üretim şekillerinin yeniden tanımlanması ile günümüzde kadının kamusal bir yapıda değerlendirilmektedir. Kadının kamusal alanda elde ettiği güç ve statü, yeniden yapılandırılan kadın kimliğini ortaya koymaktadır. 205 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 1.1. Reklam ve Kadın Olgusu Teknolojinin hızla gelişmesi ile değişen teknoloji ürünlerinden iletişim araçları ve ağı; ürün değişim aracının vazgeçilmez aracı konumundadır. Toplumsal yaşamı belirleyen ve yönlendiren bireylerin tüketim alışkanlıklarını ve toplumu değiştiren koşullayan reklam iletileri olmuştur. Reklam yaşamımızın vazgeçilmezi durumuna gelmiş ve iletişim araçlarının işitsel, görsel ve gelişmesiyle üretim sürecini hızlandıran insan, ürettiği metayı aynı zamanda da değişim aracı olarak kullanmış ve giderek simgesel değişim aracını yaratmıştır. Cinselliğin reklamlarda kullanılması eskilere dayanmaktadır. 1800‘lü yıllarda erkekleri etkilemeyi baz alan reklamlarda kadın vücudu çizimleri kullanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı arasındaki dönemde yaygınlaşan cinsel objeler daha çok fotogerçekçi olarak çizilen kadın figürlerinden (Pin-Ups) oluşmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde ise cinselliğin reklamlarda kullanılması hızla yaygınlaşmıştır. Bu dönemde Playboy dergisi ve Hippi kültürü de cinselliğin kullanımının daha kabul edilebilir kılmış ve yaygınlaşmasını sağlamıştır. Resim geleneğinde de Berger’in söz ettiği gibi imgelerin görme biçimlerine göre oluşturulması kadın ve erkeğin, özellikle de kadının yerini belirlemiştir. Kadın imgesi nesneleştirilmiş, erkeğin mülkiyetinde kabul edilerek ele alınmıştır. Kadının bu şekilde değerlendirilmesi dini nedenlerden gelen inançlarla ve toplumsal değerlerle benimsenmiş devam etmiştir. Erkekler tarafından izlenen edilgen bir nesne olmak bunun sonucunda da, kadın başkası tarafından beğenilmeye yönelik bir yaşam kişiliği oluşturmuştur. Avrupa yağlıboya resim geleneğinin bir türünde durmadan tekrarlanmıştır. Nü resmi bu tür çıplak kadın resmidir. Asıl kahraman resimde görülmemektedir. O, resmin önündeki seyircidir ve erkek olarak kabul edilir.Herşey ona göre yapılmaktadır.Resimdeki vücutların nüleşmesi seyreden içindir ve onun cinselliğini uyandırmak için yapılmıştır. Kadın seyredilen birisi olarak dişiliğini sunarken çoğunlukla resmin dışına, kendisini kadının gerçek aşığı sanan kişiye -seyirci sahibine – bakar. (Berger, 2010) 1970 yıllarında reklamlarında kadın, çoğunlukla ev hanımı/anne/eş olarak sunulduğu görülmüştür. Mevcut literatür araştırmalarında da kadın ya ev kadını ya da cinsel obje olarak tüketiciye sunulmaktadır.-Günümüzde teknolojinin ilerlemiş olması, tüketici istek ve ihtiyaçları, beklentilerinin değişmiş olması, değişen, dönüşen bir dünya olması 1970’li yıllarda başlayan kadın imgelerinin tasvirine yönelik çalışmalardan bugüne reklamlarda sunulan kadınların rolünün değiştiği gözlenmektedir. Türk reklamcılığından Sana reklamlarında kadın imgesi 1970’lerin ailesinin sağlığına önem veren “anaç” bir tiplemedir. Sana reklamlarında kadın imgesi, daha kadınsı, daha yumuşaktır. Efe rakı reklamındaki kadın imgesi ise, ultra-modern ve erkeklerle aynı alanda varolan bir kadındır: Ceket, pantalon, yelek, gömlek göstergeleri ile kendinden emindir. Bu kadın tehdit edici, seksi, erkeksi ve daha özgür bir imgeye sahiptir. Dolayısıyla Efe Rakı’daki kadın şablonu, daha önceden reklamlarda gördüğümüz yumuşak, boyun eğici kadın imgesine benzemez: gücü elinde tutan kadındır. Bu reklam iletisinde de “feminizm” vurgusu vardır. Reklam iletilerinde ataerkil yapının yavaş yavaş değişmeye başladığı görülmektedir. Bu değişim hem kültürel değerlerin değişimiyle hem de içinde bulunduğumuz medyanın etkisiyle olmaktadır. Toplumundaki kültürel değerlere ve değişimlere dair imajlar, reklam metinlerinde de kullanılmaktadır. Reklamlarda kadının ele alınışı; gecikmeli olarak da olsa, kadının özgürleşmesi ve toplumsal rolünün değişmesinden etkilenmektedir. Dolayısıyla reklam artık yaşamımızı neredeyse biçimlendiren ve yansıtan kültürel etmenlerden biri olarak yerini almıştır. Kültürel değişiklikler, kültürel ideolojilerdeki yenilikleri, bireyselliği, yüksek modada daha ele avuca sığmaz özellikleri, özgürlüğü ve kadının cinselliği konusundaki ahlâki tabuların yıkılmasını ön plana çıkarmıştır. Ayrıca 1980 sonrası refah ve lüks konusundaki değişiklikler, yeni kadın imgesinde daha belirgin bir hale gelmiştir. Bu incelemelerden sonra Kellner şu saptamayı yapar: "...Tüm bunlardan sonra, reklamların sadece ürünleri değil, aynı zamanda toplumsal değerleri ve idealleri satmayı amaçladığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır". Günümüzde reklamlarda ise kadın-erkek imgelerinin daha eşitlikçi bir biçimde verilmeye başlandığı görülmektedir. 206 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 1.2.Biscolata Egzotik Pia Reklam İletisi Örneği Resim1: Biscolata Egzotik Pia Reklamı 2. YÖNTEM Çözümlemede Roland Barthes’ın göstergebilimsel çözümleme yönteminden yararlanılmıştır. Çağdaş göstergebilimin önemli bir ismi olan Roland Barthes, geliştirmiş olduğu özgün yaklaşımla daha çok popüler kültür çözümlemeleri üzerinde çalışmıştır. Barthes bütün bunları anlamlama (signification) kavramı aracılığıyla göstergebilime bağlamaktadır. Göstergelerle yananlam gösterilenleri arasındaki bağıntılar üzerinde durmuştur. Çalışmada Barthes’ın anlamlandırma düzlemi içerisinde bulundurduğu düzanlam (gösteren) ve yananlam (gösterilen) bağıntıları üzerinden seçilen kesitlerdeki cinsellik ve kadın imgeleri irdelenecek ve aralarındaki bağlar ortaya çıkarılacaktır. 3. BULGULAR 3.1.Düzanlam: Biscolata bisküvilerinin egzotik çeşidinin reklamında incelendiğinde, reklamın uzamı, tropikal bir adadır. Denizin içinden gelen üç yakışıklı ve yine yarı çıplak erkekler, bir sonraki kesitte, ellerinde ananas, avokado gibi egzotik meyveler taşıyarak kameraya doğru ilerlemektedirler. Erkeklerin kameraya doğru değil, kumsalda uzanan kadına doğru gittikleri anlaşılmaktadır. Erkeklerden birisi kadına ananas uzatırken, uzatılan ananasın kadının tepsiye uzandığı anda egzotik meyvelerin Biscolata Egzotik Bisküvi çeşidine dönüştüğü görülmektedir. 207 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 3.2.Yananlam: 1) Uzam: Reklamın içerdiği yananlamlara bakıldığı zaman, uzam olarak seçilen yer, kadının bütün hayatının rutinliklerinden uzaklaşarak, tatil yeridir. Burası “cennet” kavramı ile betimlenmiştir. 2) Fiziksel Çekicilik: Objenin genel fiziksel çekiciliğini ifade eder. Yüz güzelliği, ten, saç ve vücut güzelliği gösterilmektedir. Erkekler diğer reklamlarında da olduğu gibi, kasları belirgin, yakışıklı, çıplak ve ıslak görünümlüdür. Kadınlara hizmet etmek için var oldukları algısı yaratılmıştır. 3) Cinsel Davranışlar: Kişisel veya karşılıklı cinsel davranışları ifade eder. Denizden ellerinde çeşitli meyvelerle karşılarındaki kadına hizmet etmek için gelen erkeklerle, uzanarak hizmet edilmeyi bekleyen kadının bacaklarının da aynı karede yer alması cinselliğe vurgu yapmaktadır. 4) Cinsel Anlam: Cinsel düşünceleri tetikleyen içerik, görsel ve kelimeleri ifade eder. Kamera efektleri, müzik, ışık ve benzeri yardımcılarla cinsel anlam içeren mesajlar verilebilir. Kadın “biscolatasını” yerken, cennet gibi bir yerde, yakışıklı erkeklerle birlikte hayattan haz almakta, tatmin olmaktadır. Reklam içerisinde erkek imgesi üzerinden cinselliğe hazza yapılan belirgin bir gönderme yapılmıştır. Kullanılan yakın kadraj gösterilen yarı çıplak denizden çıkarken gösterilen erkeklerin görüntüleri cinsel anlam içeren mesajlar vermektedir. 5) Gömülü Mesajlar: Bilinçaltı seviyede mesajlar veren içerikleri ifade eder. Biscolata bisküvi markası erkek olarak belirlenmiş, kadına sunulmuştur. Kadın seçicidir. Geleneksel algılanan reklam söyleminin aksine, kadın izleyendir, izlenen ise erkektir. Kadınların çekici bulacağı erkek mankenler kullanılarak cinselliğe yönelik mesajlar verilmiştir. Kadınlar hayattan haz almayı hedefleyen, seçilmeyip seçen kadın şablonudur. Kadının cinsel bağımsızlaşma ve hayattan haz alma yarışı yer almaktadır. 4. TARTIŞMA VE SONUÇ Toplumsal yapıdaki değişimle birlikte reklamların da değişime uğradığı bir gerçektir. Yani değişen değerler ve yaşam tarzları reklamların yeniden düşünülmesine yol açmıştır. Kadınların çalışma hayatında yer almaları ile kadın imgesi de değişikliğe uğramıştır. Reklamlarda yeni kadın tipi iyi bir eş bir anne olan olmanın yanı sıra ‘‘çocuk da yaparım kariyer de’’ deyimini kendisiyle bütünleştirmiştir. Bir yandan reklamı yapılan mal ve hizmetlerin tüketilmesi aracılığıyla kitle iletişim araçları ile değişim yaşanırken, diğer yandan da reklamlarla üretilen imgeler aracılığıyla belli bir hayat tarzının yaygınlaştırılması sağlanmaktadır (Timisi, 1997). Reklam sadece ürünleri satmanın yanısıra toplumsal değerleri ve idealleri de değiştirirken dönüştürürken yeni yaşam biçimleri de oluşturmaktadır. Biscolata markasının bisküvi reklamlarında reklamın dönüştürücü gücü kültürel kodlar ve roller üzerinde kendini gösterdiğini söylemek mümkündür. Biscolata markasının bisküvi reklamlarında eril olmak, dişil olmak ve hazzı aramaya yönelen öyküler anlatması söz konusudur ve kendi ideolojik etkileri gizleyen mit işlevi görmektedir. Biscolata markasının bisküvi reklamlarında kadın imgesi, geleneksel reklamdan ayrılarak, izlenen seyir edilen ve cinsel olarak algılanan obje algısının aksine, seçilmeyi beklemeyen, seçen, hayatına kendi istediği gibi yön veren hazzı yaşayan kadındın imgesi şeklinde verilmiştir. İletide görüldüğü üzere erkek bedeninin erotik sunumunu büyük ölçüde piyasanın bir parçası haline gelmiştir ve pazarlama için önemli bir unsur olmuştur. Eleştirel bir yaklaşımla da bakıldığında; Biskolata markasının bisküvi reklamlarında Kadının cinselliğini tamamen kadın ve beden fikrinde sınırlandırmaktadır (Baudrillard,2012). “Çıplak” erkek bedeninin, çıplak kadın bedeni ile yer değiştirerek anlatımda bulunmak aynı ataerkil bakışın devamı olarak karşımıza çıkmaktadır. Reklamın kültürle etkileşim içinde olup toplumu değiştirip dönüştürdüğü gerçeğinden yola çıkılırsa, reklamda kadın unsurunun ataerkil söylemin içindeki erkek gibi düşünüp cinsel kimliğini benzer kılması, cinsellik vurgusu ile kendini ifade etmesi, aslında eleştirilen ataerkil bakış açısına hizmet etmektedir. 208 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Markalar için cinsellik olgusu her dönemde sattıran bir unsur olmuştur. Bu ileti örneğinde de cinselliği erkek bakış açısıyla; kadını seçen, erkeği seçilen olarak algılatılması ile cinselliğin metalaşması açısından dikkat çeken bir örnek olarak karşımıza çıkmaktadır. 5. KAYNAKLAR Baudrillard, J. , 2012 . Tüketim Toplumu Söylenceleri,/Yapıları , Çeviren: Hazal Deliceçaylı, Ferda Keskin, Ayrıntı, 5. Basım, İstanbul. Barthes, R., 2003, Çağdaş Söylenler (M ythologies), (Çev: Tahsin Yücel), İstanbul. Berger, John; 2010, Görme Biçimleri, M etis Yayınları, İstanbul Dr. Karaca, Yasemin ve Prof.Dr. Papatya, Nurhan, 2011, Reklamlardaki Kadın İmgesi, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Kelly, M . , 2008, Sanat Cinsiyet Sanat Tarihi ve Feminist Eleştiri, (Editör: Ahu Antmen), İletişim, İstanbul Timisi, N. , 1997, Medyada Cinsiyetçilik, T.C. Başbakanlık Kadının Sorunları ve Statüsü Genel M üdürlüğü Yayınları, Ankara Tom Reichert, 2004, Reklamcılığın Erotik Tarihi, Güncel Yayıncılık: İstanbul Peltekoğlu Filiz Balta, 2010, Kavram ve Kuramlarıyla Reklam, Beta Bası İstm A.Ş, İstanbul Reichert, T. , 2004, Reklamcılığın Erotik Tarihi, İstanbul: Güncel Yayıncılık. Semiotics: Language and Culture, Odabaşı, Yavuz, 1999), Tüketim Kültürü, Sistem Yay., İstanbul https://www.arel.edu.tr/pages/iletisimfakulte/dergi/ataerkil http://www.fotografbilgimerkezi.com/kadinin-reklamlarda-meta-olarak-kullanilmasi http://www.tvreklam.org/video/biscolata-pia-egzotik/ 209 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World İnsan Hakları Bağlamında Devletlerin Hukuksal Sorumlulukları The Judicial Responsibilities of the State in the Context of Human Rights Fethi KILIÇ1 , Ümmügülsüm KILIÇ2 1Yard. 2Yard. Doç. Dr., A.İ.B.Ü. İkt. Ve İd. Bil. Fak., Bolu, Türkiye, kilic_f2@ibu.edu.tr Doç. Dr. A.İ.B.Ü. Bolu M eslekYüksekokulu, Bolu, Türkiye, gulsumkilic@gmail.com ÖZET: İnsanlık tarihi hak arayışları ve üstünlük tartışmaları ile günümüze kadar gelen kavgalar bazen da uzlaşılarla doludur. İnsanlık öncelikle varlığını devam ettirmek için tabiatla çatışmak zorunda kalmıştır. Bazen tabiatın meydan okumalarına karşı çıkarlar ölçüsünde birlikte hareket edilmiş, sorun çözülünce karşılıklı olması gereken ilişkiler hâkim grup ve kişilerin istemleri doğrultusunda gelişmiştir. Karşısındaki hemcinsini küçük gören ve de daima üstünlüğünü korumak isteyen grup ve kişiler insani değerlere ters düşen zulüm ve de baskılar hale gelmişlerdir. Birinci Dünya Savaşı ve ertesinde kimyasal silahların-atom bombasının kullanılmasıyla gerçekleşen İkinci Dünya Savaşı sonucu algılayan insanlık kendine gelmiş ve insani değerlere “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ile sahip çıkmıştır. Kara Avrupa’sı bu gelişmelere bir sonraki adım olarak “İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesini” imzalamış, ertesinde de Avrupa İnsan Hakları M ahkemesini oluşturup yargı yetkisini tanımıştır. Bu sözleşmeler insan haklarının pozitif hukuklarca tanınması ve gerçekleştirilmesi için devletlere bir takım yükümlülükler getirilmiştir. Bu yükümlülükler insan haklarının a) tanınması, b) dokunulmaması, c) korunması ve d) tanıma ve tedarik edilmesi şeklinde gelişmiştir. Çalışmamızda genel olarak devletlerin hukuki sorumluluklarını özel olarak ise Türk pozitif hukukunda yer alan insan hakları düzenlemelerini inceleyeceğiz. Anahtar kelimeler: insan hakları, devlet, sorumluluk ABS TRACT: Until this day, human history is filled with reconciliation efforts alongside battles of claiming rights and supremacy discussions. The first existence battles of human beings have been against nature. Sometimes people have collaborated against nature’s challenges for their common interests, but after these problems were solved things developed towards the will of the people in command - instead of solving matters mutually. People and groups who look down on its own kind and who wish to protect their supremacy have performed pressures and constraints opposite to humanitarian values. Following World War I and World War II in which chemical weapons and atomic bombs were used, awareness on the issue was aroused and human mankind came to itself issuing “The Universal Declaration of Human Rights”. Correspondingly, Europe signed “European Convention on Human Rights” and established the European Court of Human Rights. These conventions have brought obligations to states regarding the grant of human rights issues in law. These obligations of human rights have developed in the order of a) recognition b) unviability c) protection and d) purveyance. In this paper we will examine states judicial responsibilities in general and specifically the human rights regulations in Turkish judicial system. Keywords: human rights, state, responsibility 1. İNSAN HAKLARI 1.1. Genel olarak İnsan haklan ihlallerine yönelik tepkilerin ve karşı gelimlerin sadece moral (ahlaki) bir gerekçesi yoktur. İnsani-moral değerlerle temellendirilen insan haklan anlayışları son tahlilde, aslında toplumsal yaşamda çözümlenmesi gereken ‘gerçek’ bir soruna cevap getirme hedefi taşırlar. O da, bireyin ye grupların devlete ve birbirleriyle etkile-simlerinde toplumsal barışı mümkün kılacak bir hak ve özgürlüklerin ortak paydası yaratmaktır. İdealist, bu haliyle yaşanandan kopuk bir talepler dizini gibi görülen insan haklan, gerçekte, son derece pratik ve yaşamsal sorunların çözümünü öngören ‘pragmatik’ bir kavram, ‘çatışma önleyici’ bir mekanizmadır (Daha geniş bilgi için bkz: İnsan Hakları El Kitabı s.45 vd. ). Bireyin ve grupların sadece temel haklarını garanti altına alan bir kavram olmanın yanında, bunu yapmakla aynı zamanda bireylerin ve grupların ‘temel güvenlik endişelerini’ de gideren bir işlev taşır. İnsan hakları, sanıldığının aksine yaşamdan uzakta birtakım genel ve soyut entelektüel ‘gevezelikler’ değildir; insanların hayatlarının her anında ve alanında karşılaştıktan somut, yaşanılan olaylar ve olgularla ilgilidir. İnsan hayatının dışında bir tartışma alanı gibi görünse de insan hakları yaşamın bizzat kendisiyle ilintilidir. Bu ilinti, sadece bir ihlalle karşılaşıldığında hatırlanacak bir durum olmaktan öte, toplumsal-siyasal yaşamın temelleri üzerinde varılan bir uzlaşı olarak görülmelidir. 1.2. İnsan haklarının kaynağı ve niteliği İnsan haklan, en genel ifadeyle, kişinin insan olarak var olmasından kaynaklanan yadsınamaz ve vazgeçilmez doğal kazanımlarını ifade eder. İnsan haklarının kaynağı insanın kendi doğasıdır. Yaşama hakkının en temel hak olarak genel kabulünün yanında, bu hakkın içeriğine ilişkin düşünceler 210 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World siyasal-ideolojik tercihler tarafından etkilenebilir. Batı kaynaklı liberal düşünce geleneğinde siyasal ve sivil haklar ön plana çıkarken, sosyalist görüş, ekonomik ye sosyal hakların, Üçüncü Dünyacılar ise ulusal bağımsızlık ve kalkınma gibi kolektif hakların üzerinde dururlar. Siyasal tercihlerden kaynaklanan bu farklı bakış açıları uluslararası standart oluşturma sürecinde uzlaşıya dönüşmüş, bu üç insan hakları kategorisinin de geçerliği Birleşmiş Milletler (BM) metinlerinde ifade edilmiştir İnsan kendi başına bir değer, bir amaçtır. Tanımlanamaz soyut kollektivitelere ve amaçlara feda edilemez. İnsan özgür bir doğaya sahiptir. Özgürlük, insan iradesi üzerinde dış müdahalelerin, baskıların ve kısıtlamaların olmaması durumudur. Ancak bu, klasik ifadesiyle, başka bireylerin özgürlüğüyle sınırlıdır. İnsan haklarının temelinde "insan onurunun" korunmasına yönelik bir kaygı vardır. İnsan onurunun insan hakları kavramı, kültürü1 ve mekanizmalarıyla korunacağına ilişkin inanç 20. yüzyılda pekişmiştir. İnsan olmaktan doğan değer, insana birtakım temel, dokunulmaz, vazgeçilmez haklar da sağlar. Yani bu haklar insanın doğasından, niteliğinden kaynaklanır. Temel insan hakları çiğnenen insanlar sadece kendilerine karşı bir haksızlık yapıldığı iddiasına sahip değillerdir; bir suç işlendiğini de ileri sürebilirler. İnsan hakları, insanların siyasal toplum öncesi sahip oldukları "doğal" hakları ve özgürlükleriyle temellendirildiği gibi, insan doğasının kendisini de insanca bir yaşam için korunması gereken bir "öz" taşıdığı görüşüyle meşrulaştırmıştır. Doğal haklar geleneği ve insanın özü düşüncesi insan onurunu koruyacak üstün, tartışılmaz, devredilmez ve vazgeçilmez ahlaki ilkelerin varlığı düşüncesini yansıtır. İnsanın temel ahlaki niteliklerinin ve özünün kaybı, insanı "değerli" kılan özelliklerinin de yok olması anlamına gelir. Dolayışıyla insan haklan insanın kendisiyle yabancılaşmaması için vazgeçemeyeceği ahlaki niteliklerdir. Bunların başında insanın özgürlüğü yardır; dış sınırlamalardan ve engellerden bağımsız yaşamını kurma özgürlüğü. Özgürlük, bireyin, kendini gerçekleştirme hakkını teslim eder; ancak bu, başkalarının özgürlüklerini sınırlamayacak ve engellemeyecek bir hak kullanımıdır da. Özgürlük, bireyin ahlaki ve özerk bir özne olduğunun tanınmasından doğar. Özgür insan, ahlaki niteliklerine halel gelmeyen insandır. Özgürlük, bireyin kendine ait alanda dış müdahalelerden bağımsız olmasını gerektirir. Bu bağımsızlık, bireyin ahlaki; bir özne olarak bir özerkliğinin bulunduğunu varsayar. 2. İNSAN HAKLARI VE KAMUSAL OTORİTE İnsanın özgürlüğüne sınırlama ve engel oluşturmama ilkesi siyasi otoriteyi karşımıza çıkarır. Devlerin, otorite içeren kimliğiyle bireylerin özgürlük ve özerkliklerine saygı göstermesi beklenir. İnsan hak ve özgürlüklerinin anayasal güvencelere alınması bireyin siyasal otorite karşısında olduğu "alanın" tescilidir ve devletin eylem alanının hak ve özgürlüklere ilişkin sınırını çizer. Dolayısıyla insan hakları ulusal düzeyde kurulması gereken yasal ve siyasal bir düzeni ifade eder. İnsan hakları, temelde, birey ile devlet arasında, bireyin haklarının toplum içinde ve devlete karşı korunmasını düzenleyen hukuksal bir yapılanmayı ifade eder. Devlet dediğimiz kurumsallaşmış otoritenin varlık nedeni temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması olmakla birlikte siyasal otorite içerdiği güç ve egemenlik ile özgürlükler üzerinde kısıtlayıcı bir politika da izleyebilir. Devletin insan haklarını keyfi bir biçimde düzenlemesi, hatta çiğnemesine karşı, hem ulusal düzeyde vatandaşların bilinç ve talepleri yükselmiş, hem de insan haklarının küresel bir sorun olarak uluslararası düzeyde gözetilmesi ve korunması gerektiğine ilişkin eğilim güçlenmiş, hukuksal ve siyasal kurumlarını oluşturmuştur. Dolayısıyla insan hakları ulusal düzeyde kurulması gereken yasal ve siyasal bir düzeni ifade eder. İnsan hakları, temelde, birey ile devlet arasında, bireyin haklarının toplum içinde ve devlete karşı korunmasını düzenleyen hukuksal bir yapılanmayı ifade eder. Devlet dediğimiz kurumsallaşmış otoritenin varlık nedeni temel hak ve özgürlüklerin güvenceye alınması olmakla birlikte siyasal otorite içerdiği güç ve egemenlik ile özgürlükler üzerinde kısıtlayıcı bir politika da izleyebilir. Devletin insan haklarını keyfi bir biçimde düzenlemesi, hatta çiğnemesine karşı, hem ulusal düzeyde vatandaşların bilinç ve talepleri yükselmiş, hem de insan haklarının küresel bir sorun olarak uluslararası düzeyde gözetilmesi ve korunması gerektiğine ilişkin eğilim güçlenmiş, hukuksal ve siyasal kurumlarını oluşturmuştur. Devletin iktidarını sınırlayan kurumlar, süreçler ve değerler oluşturan özgürlükçü düşünce demokrasilerin temel taşlarındandır. Demokrasilerin gelişmesinde vatandaşların hak ve özgürlüklerini yasal güvenceye alan, devletin görev ve yetkilerinin de sınırlarını çizen anayasacılık hareketinin önemli rolü olmuştur. İnsan hakları, birey/devlet ilişkisine ilişkin temel ilkeler ve devlete temel 211 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World sınırlamalar koyucu niteliğiyle anayasal bir güvenceye alınması gereken bir olgudur. İnsan haklarının anayasal güvencelere bağlanması yetmez; uygulamada bu ilkeleri yerine getirecek bir yönetim anlayışı ve yönetimin uygulamalarını denetleyecek bir hukuk devletine gereksinim vardır. Bütün bunların yanında insan hakları sorunlarını toplumsal alana taşıyacak siyasal mekanizmaların varlığı da önemli bir güvence oluşturur. 3. İNSAN HAKLARI KATEGORİLERİ İnsan hakları evrenseldir. Bütün toplumları ve toplumun bütün bireylerini kapsar. Toplumların ekonomik gelişmişlik düzeyleri veya kültürel yapıları insan haklarının evrensel özünü ortadan kaldıracak bahaneler olarak öne sürülemez. 1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Birleşmiş Milletler üyesi ülkelerin üzerinde uzlaştıkları evrensel bir insan hakları listesinin-ilk biçimini oluşturur. İnsanların hakları ve onurları bakımından özgür ve eşit doğduğunu vurgulayarak başlayan Evrensel Bildirge sivil ve siyasal haklar ile ekonomik ve sosyal haklar kategorilerini içeren bir liste ve ilkeler demeti sunmaktadır. Bunlar arasında hayat ve özgürlük hakkı, işkence ve insanlık dışı ceza- landırma yasağı; kanun önünde eşitlik ilkesi, düşünce, inanç ve din özgürlüğü, basın ve ifade özgürlüğü, toplantı ve örgütlenme özgürlüğü, siyasal katılım ve mülkiyet hakkı, sosyal güvenlik, çalışma, uygun çalışma koşulları, sendika kurma, gıda, giyinme, barınma ve eğitim hakları vardır. Ayrıca, Evrensel Bildirge ırk, milliyet, cinsiyet ve dini temellere dayanan ayrımcılığa karşı korunma, temel hakların ihlalinden doğan hak kayıplarına karşı yasal yollara başvurma, aksi kanıtlanıncaya kadar suçsuzluk karinesi, kanun önünde eşitlik ve kanunların geriye uygulanmazlığı ilkesi, adil ve tarafsız mahkeme, keyfi gözaltı, tutuklama ve sürgünün yasaklanması, düşünce, vicdan, dini inanç, seyahat, toplantı ve örgütlenme özgürlüklerini vazgeçilmez haklar olarak nitelemektedir. Siyasal nitelikli evrensel haklar arasında da yönetime katılma ve periyodik aralıklarla yapılan özgür ve adil seçimler sayılmıştır. Tarihsel kazanımı bakımından birinci kuşak haklar olarak nitelenen bu grup, devlete karşı bireyin temel hak ve özgürlüklerini belirleyen, bireye siyasal gücün dokunamayacağı temel bir özgürlük alam sağlayan haklardır. Sivil ve siyasi haklar vatandaşların siyasi otoriteye karşı korunma alanlarıdır. Bu haklar, aslında vatandaşları otoritenin kötüye kullanılmasına karşı korurken onları siyasal süreci etkilemeye imkân verecek özgürlüklerle de donatır. Düşünce, ifade ve örgütlenme gibi özgürlüklerle vatandaşlar siyaseti etkileme haklarım etkin bir biçimde kullanmaya çalışırlar. Devletten bağımsız örgütlenmelerin varlığı hem bireysel hakların bir güvencesi hem de siyaseti etkilemenin bir kanalıdır. Ekonomik ve sosyal haklar devlete pozitif bir sorumluluk yükler. Tarihsel kazanımı itibariyle sivil ve siyasal haklardan sonra meşruiyeti kabul edilen 'ikinci kuşak' haklar bireylerin devlet müdahalesiyle korunmasını öngörür. Bu, devletin toplumsal bir sorumluluk üstlendiği refah devleti anlayışıyla ilgilidir. Ancak devletin, sorumluluk gerekçesiyle de olsa yüklendiği bu tür bir işlevin sınırları önemlidir. Bu alanda aşırı yükümlülükler bireyin temel hak ve özgürlüklerini zedeleyebilir. Evrensel Bildirge'nin tanıdığı ekonomik, sosyal ve kültürel haklar arasında bireyin kendisi ye ailesi için sağlıklı bir yaşam oluşturacak standart bir refah ve gıda hakkı, çalışma ve tatil hakkı, sosyal güvenlik, eğitim ve toplumun kültürel hayatına katılma hakkı sayılabilir. Ekonomik ye sosyal hakların, gerçek anlamda birer hak olmaktan çok bir "talepler" dizini olduğunu söyleyenler vardır. Diğer yandan, ekonomik ve sosyal hakların, sivil ve siyasal haklar karşısında önceliğe sahip olduğu düşüncesi bazı kalkınmakta olan ülkelerde dile getirilmektedir. Özgürlükleri yadsıyarak toplumsal refahı önceleyen bir siyasal modelde "kalkınmanın" nasıl sağlanabileceği tartışmaya açıktır. Temel özgürlükler ile aktif, atılımcı ve üretken bir toplum arasında doğrudan ilişki olduğu söylenebilir. Özgürlükler ve kalkınma, birbirlerini gerektiren ve yaratan bireysel ve toplumsal değerlerdir. İnsan hakları taleplerinin düzeyi ile insan hakları mevzuatının ve uygulamalarının niteliği arasında genellikle ters bir ilişki vardır. Bir kavram ve talepler dizini olarak insan hakları, bundan "yoksun" olduğunu düşünen bireyler veya gruplar tarafından gündeme getirilir. Bu niteliğiyle insan haklarım toplumsal/siyasal düzene bir meydan okuma olarak algılamak yerine onu, toplumsal/siyasal düzeni tamamlayıcı bir eleştiri olarak görmek gerekir. Yani insan haklarını sadece bunlara sahip olmayanların "ayrılıkçı" bir talebi olarak nitelemek yerine onu toplumsal/siyasal barışın bir oluşturucusu olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. İnsan hakları "ayrılıkçı" bir düşünce değil, fakat modern demokrasilerde bir arada yaşama iradesini perçinleyen bir mekanizmadır. 212 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ayrıca, uluslararası meşruiyetin önemli göstergelerinden birisinin son yıllarda insan hakları ölçütü olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Mevcut küresel ilişkiler ağında-insan haklarının varlığı, bir devletin ulusal düzeyde toplumsal meşruiyetinin dayanağı olmakla kalmamakta; bu, diğer devletler, toplumlar, uluslararası 'örgütler nezdinde de saygınlığın ve meşruiyetin belirleyicisi olarak görülmektedir. 3.1. İnsan hakları ve devletlerin sorumlulukları İnsan hakları, insanın sırf insan olması sebebiyle doğuştan sahip olduğu, vazgeçilemez, başkasına devredilemez, insan hassasiyeti ve onuru ile özdeş devletten de önce var olan haklar dizinidir. ( Fethi Kılıç, Belgelerle İnsan Hakları Bolu 2007 benzer şekilde Halil Kalabık, İnsan Hakları Hukuku 2013 Ankara) İnsan hakları devletin egemenlik iddiasına sınır getiren, devleti sınırlayan ve insanları özgürleştiren haklardır. İnsan hakları klasik ayrımla; a) Devlete karşı ileri sürülen b) Kuşak haklar klasik haklar c) Ekonomik ve Sosyal Haklar d) Dayanışma Hakları olumsuz sınıflandırılabilmektedir. Aslında inan hakları insanın kendi yaşamını devam ettirebilmesi ve gelişimi için gerekli olan dokunulmaması ve engellenmemesi gereken çağın ve teknolojinin gelişimine göre gelişen haklar dizinidir ve de engellenmemesi desteklenmesi gereken haklar zinciridir. Hak: Hukuk düzenince kişilere tanınan ve kullanılması kişinin kendisine veya kanuni temsilcisine tanınan sınırları toplum çıkarlarıyla belirlenen çıkardır. İnsan hakları söylemi ile kastedilen, devletlerin kendi hukuk düzenince tanıdıkları ve gerçekleşmesi için bir takım görev ve sorumlulukları üstlendikleri haklardır. Birleşmiş Milletlerin öncülüğü ile imzalanan “1948 Tarihli İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi” ülkeler “Töre” Lindholm’ un belirttiği gibi imzalanan uluslararası belgelerin maddelerinin incelenmesi halinde insan haklarının evrensellik, kapsamının geniş olması, devletlerin çifte sorumluluğu ve yasal ve ahlaki temellere sahip olma gibi temel özellikleri içermektedir. (LİNDHOLM, Töre; “İnsan Haklarının ORTAYA Çıkması ve Gelişmesi, Kültürler ve Dinler Arası Diyalog Çerçevesinde Bir Bakış’’, Uluslararası Demokrasi, Hukuk ve İnsan Konferansı, Diyarbakır Barolar Birliği Yayınları, Diyarbakır 1958 s. 40-41: Coşkin; İNSAN HAKLARI s.98; Halil Kalabık, İnsan Hakları Hukuku, Seçkin Yayınları, Ankara 2013) İnsan hakları tanımda da belirttiğimiz gibi sırf insan olmaları sebebiyle tanımlanan haklar olduğundan, ayrım yapılmaksızın herkesi kapsar ve bu sebeple evrensel nitelik taşır. Evrensel olma yalnız hak sahipliliğini kapsamayıp, muhataplık ve sorumluluk da taşır. Uluslararası toplum bu hakları tanımak, uymak ve bu hakların gereğini yapmak zorundadır (benzer bkz. kalabalık age s.80). İnsan haklarını tanıyan ülkeler öncelikle şu sorumlulukları yüklenir: a) Tanıma: Devletler, insan haklarını tanımak ve kabul etmek zorundadırlar. Devletler insan haklarını tanımayıp, yetki alanlarını genişletip insan haklarını reddedince meşruluklarını kaybederler. Devletlerin meşruluğu ve uluslararası arenada kabul görebilmesi için insan haklarını koruma ve toplumlararası barışı sağlamak için organize olup tüm karar ve kuruluşların insan haklarını gerçekleştirecek şekilde oluşturup dizayn etmelidir. Devletler insan haklarını başta anayasalar olmak üzere tüm hukuk düzeni ile tanımalıdır. Bu düşünceden hareketle insan haklarını tanımayıp güvence altına almayan metinler, adı anayasa olsa da içerik olarak anayasa sayılmazlar. Modern devlet anlayışı ile Çağdaş Anayasalar insan haklarını tanımalı ve gerekli düzenlemeleri içermelidir. Bu düzenlemeleri içermeyen göstermelik içerikli olan ve de kendi bakış açısına göre sınırlamalar getiren devletler meşruiyetlerini kaybetmişlerdir. b) Dokunmama: Devletler insan hakları kurallarına karışıp engellememelidirler. İnsanlar herhangi bir müdahale olmaksızın kendi seçimi olan yaşam biçimlerini hayata geçirip, ihtiyaç duyduklarında başkalarıyla ortak amaç ve düşündüklerine göre değişik etkinlikler yapabilmelidirler. Devlet bu tür faaliyetlere müdahale etmeyip kolaylaştırmalıdırlar. Tabi ki 213 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bu tür faaliyetler yapılırken diğer insanların hak ve özgürlüklerini engellememek gereklidir. Devletler dışarıdan gelebilecek olası müdahalelere karşı koruyucu önlemler almalıdır. c) Koruma: İnsan haklarını koruma devletin asli görevlerindendir. “İnsan haklarının asıl ihlalcisi devlet olmakla beraber, insan haklarının korunması sadece devletin bu haklara tecavüz etmemesi ile sağlanamaz. Devlet aynı zamanda insan haklarıyla korunan temel değerlere yönelik olarak başka kişi ve gruplardan gelecek saldırıları caydırmak ve önlemek, ayrıca olabilecek saldırıları müeyyidelendirmek yükümlülüğü altındadır” (İnsan Hakları, Temel Bilgiler 1. Baskı 2006 Ankara). Devlet bu sebeple insan hakları önündeki engelleri kaldırmakla birlikte olası engelleme ve insan hakları ihlallerine engel olmak için koruma tedbirleri almalıdır. d) Temin/Tedarik: Sosyal devlet anlayışının uzantısı olarak devletin zor durumda olan kişileri bakıp gözetmek ve sosyal düzensizliklerin ortadan kalkması için tedbirler alma, toplumun refahını düzeltme yükümlülüğünün uzantısında devletin tedarik yükümlülüğü vardır. Bu yükümlülükler; Bireylerin kendi kusurları olmaksızın sakat, yaşlı, kimsesiz tabi afetlere maruz kalanları normal yaşamlarını sürdürebilmeleri için gerekli tedbirleri almalıdırlar. Zor durumda olanlara yardım etmek amacıyla kurum ve kuruluşları sosyal güvenlik çerçevesinde yapabilmelidir. Bu tür faaliyetlere diğer insanlar gönüllü katılabilmelidirler. 4. KAYNAKLAR Kalabık, H. ( 2013) İnsan Hakları Hukuku. Ankara Kılıç, F. (2007) Belgelerle İnsan Hakları. Bolu Lindholm, (1958) Uluslararası Demokrasi, Hukuk ve İnsan Konferansı, Diyarbakır Barolar Birliği Yayınları, s. 40-41. 214 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Evdeki Görev ve Sorumlulukların Cinsiyete Göre Değerlendirilmesi: Çocukların Görüşleri Evaluation of Household Labors According to Gender: Children’s Views Filiz YURTAL1 , M.Sencer BULUT2 1Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlöğretim Bölümü, Adana, Türkiye, fyurtal@cu.edu.tr Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, İlöğretim Bölümü, Adana, Türkiye, sbulut@cu.edu.tr 2Yard. ÖZET: Bu çalışmada 4. ve 5. sınıfa devam eden 10-11 yaş grubu çocukların ev ile ilgili görev ve sorumlulukları hangi cinsiyete yüklediklerine ilişkin görüşleri incelenmiştir. Bu amaçla 43 maddeden oluşan anket 245 çocuğa sınıf ortamında uygulanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre ev ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin bulgularda mutfak ve temizlik ile ilgili işlerin çoğunlukla kadının görev ve sorumluluğu olduğu vurgulanmıştır. Tamirat ve bakım, para kazanma ve harcama konusunda hesap ve faturaları ödeme çoğunlukla erkeğin görevi olarak ifade edilmiştir. Çocuklarla ilgili konularda ise ağırlıklı olarak her ikisinin de yapması gereken görev ve sorumluluklar olduğu belirtilmiştir. Anahtar S özcükler Ev işleri, cinsiyet rolü, cinsiyete ilişkin kalıpyargı, ABS TRACT: This study has investigated primary school children’s opinions about household chores and responsibilities according to genders. For this purpose 43 item questionnaires were carried out with 245 primary school students. The results indicated that students attributed cleaning and preparing food as a female responsibility yet repairing, earning, spending and paying the bills and invoices as a male responsibility. Furthermore caring children from domestic responsibilities were perceived as both female and male responsibility. Keyword Household labor, gender role, gender stereotype, primary school student 1.GİRİŞ Çocuklar erken yaşlarda aile içinde anne babanın kız ve erkek çocuklardan beklentilerine uygun olarak kendi cinsiyetine ilişkin rolleri öğrenmeye başlamaktadır. Çocukların cinsiyete ilişkin önyargılar veya kalıp yargılar olmaksızın büyümeleri zordur. Çocuklar büyüyüp gelişirken evde ortaya çıkan cinsiyete ilişkin kalıp yargılar, çevredeki diğer faktörler tarafından pekiştirilir ve çocukluktan yetişkinliğe kadar sürdürülür (Martin, Wood, & Little, 1990). Sosyalleşme sürecinde cinsel roller küçük yaşlarda öğrenilir ve yetişkinlikteki cinsel rol yapısının temelini oluşturur (Dökmen, 2004). Sosyal-Bilişsel Teoriye (Bussey ve Bandura 1999) göre çocuklar yaşantılarındaki önemli rol modellerini gözleyerek cinsiyetler hakkında fikir edinirler. Geleneksel bir aile düzeninde, ev içindeki görevlerle cinsiyet arasındaki ilişkiyi çocuklar küçük yaşta kurmaya başlarlar (Deutsch ve ark. 2001; Evertsson, 2006). İlk çocuğun doğumuyla birlikte eşler arasındaki işbölümü geleneksel bir yapıya bürünerek kadının temel rolü, çalışıyor olsa bile ev işi ve çocuk bakımı olmaya başlar (Coltrane 1996; Coltrane, 2000; Hank & Jürges, 2007). Çocuk büyürken kendi cinsinden ebeveyni ile özdeşim kurarak, erkek çocuk babayı, kız çocuk da anneyi model alarak cinsel rolleri öğrenirler. Bununla birlikte 7-11 yaşında olan kız ve erkek çocukların çok farklı muamele gördükleri ve farklı sosyalleşme örüntüleri yüzünden çok değişik cinsel rol beklentileriyle karşı karşıya oldukları da gözlenmiştir (Başaran1974). Cinsiyete ilişkin kalıpyargıların orta çocukluk dönemine kadar gelişmeye devam ettiği gözlenmektedir (Martin, Wood, ve Little 1990). Kadınların çalışma yaşamında daha aktif olarak yer alması toplumsal alanda değişiklikler yaratmaktadır. Bu değişiklikler aile içi ilişkilere ve rollere de yansımaktadır. Değişim süreci hem kadının hem de erkeğin ev içindeki rolünü değiştirmiştir (İmamoğlu, 1993). Kadının iş yaşamına girmesi, sorumluluklarını ve görevlerini değiştirmesine karşılık, toplumun cinsiyetlere atfettiği değerlerde olan değişmeler daha yavaş gelişmektedir. Kadın aileyi geçindirme sorumluluğunu eşiyle paylaşmasına karşılık, erkek evdeki iş ve görevlerle ilgili olarak aynı sorumluluğu eşiyle paylaşmamaktadır ya da eşitlikçi bakış açısını kadınla paylaşmamaktadır. Çocuk ise içinde bulunduğu ailede gözledikleri davranışları benimsemekte bir müddet sonra bu davranışları kendisi göstermeye başlamaktadır. Yapılan çalışmalar kadın ve erkeklerin özellikle ev ile görev ve sorumlulukların paylaşımına ilişkin farklı görüşleri olduğunu ortaya koymuştur. Bu çalışmalardan biri Avrupa genellinde yapılan çalışmadır (Hank & Jürges 2007). Kadınlar para kazanıyor dahi olsalar eşlerine göre daha çok ev ile ilgili görev ve sorumluluklara sahip olduklarını dile getirmişlerdir ancak eşleri çalışan erkekler ise eşleri çalışmayan erkeklere göre daha fazla ev işi ile ilgileniyor görünmelerine rağmen bu durum 215 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World çalışan eşleriyle eşit düzeyde değildir (Hank & Jürges 2007). Ev işleri ile ilgili yapılan diğer araştırmalarda ise genellikle kadın ve erkek tarafından yapılan işlerin farklılaştığını ve kız çocuklarının veya kadınların daha fazla ev işleriyle uğraştığını ortaya koymaktadır (Deutsch & Saxon 1998; Coltrane, 1996; Coltrane 2000; Evertsson, 2006; Hank & Jürges 2007). Bu farklılıkları değerlendiren araştırmacılar yemek yapma, temizlik ve alışveriş işini genellikle kadınların; daha az sıklıkla yapılan ev içi tamirler, arabanın bakımı ve çim biçme gibi işleri ise erkeklerin yaptıkları işler olarak sınıflandırmışlardır. Bazı araştırmalarda ise cinsiyetten bağımsız kadın ya da erkek işi olarak sınıflandırılmayan (hesap ödeme, araba kullanma vb.) üçüncü bir kategoriden bahsedilmektedir (Coltrane 2000). Bu durum çocukların yetişkinlerin cinsiyetlere ilişkin davranışlarından etkilenebileceğini göstermektedir. Bu araştırmada ilköğretim 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıfa devam eden öğrencilerin cinsiyete göre evle ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin görüşleri incelenmiştir. 2.YÖNTEM 2.1.Örneklem Bu çalışmaya 2004-2005 eğitim-öğretim yılında devlet okuluna devam eden 245 öğrenci alınmıştır. Bu öğrencilerin 53’ü dördüncü sınıf, 52’i beşinci sınıf, 47’si altıncı sınıf, 42’i yedinci sınıf ve 51’i ise sekizinci sınıf öğrencileri oluşturmaktadır. Çalışmaya alınan öğrencilerin 121’i kız, 124’ü ise erkek öğrencidir. 2.2.Veri Toplama Aracı Bu çalışmada araştırmacılar tarafından geliştirilen “Ev İle İlgili Görev ve Sorumluluklar” anketi kullanılmıştır. Anket geliştirilirken ilgili literatür temele alınarak ev ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin anket maddeleri oluşturulmuştur. Yapı geçerliğini sağlamak için uzman görüşü alınmış ve ankette yer alan ifadelerin öğrenciler tarafından anlaşılıp anlaşılmadığını kontrol etmek için 40 kişilik bir sınıfa uygulanarak ön denemesi yapılmıştır. Sonuçta anlaşılmayan ifadeler düzeltilmiş, gerekli görülmeyen maddeler çıkarılmış ve ankete son şekli verilmiştir. Anket; a) mutfak, b) temizlik, c) tamirat ve bakım, d) para kazanma ve harcama, e) çocuklarla ilgili görev ve sorumluluklar ı belirlemeye yönelik 5 bölüm oluşmuştur. 3.BULGULAR Ev ile ilgili görev ve sorumluluklara yönelik öğrenci görüşlerini yansıtan bulgular aşağıda verilmiştir. Mutfak ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin kız ve erkek öğrencilerin görüşleri Tablo 1’de verilmiştir. Tablo 1. Mutfak İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları Yemek pişirmek / yapmak Masayı hazırlamak/toplamak Salata yapmak Bulaşık yıkamak Izgara/kebap yapmak Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Erkek f % 1 0,83 1 0,81 2 1,65 1 0,81 4 3,3 10 8,06 3 2,47 8 6,61 87 72,5 95 77,2 Kadın f % 44 36,36 67 54,03 37 30,57 52 42,27 40 33,05 69 55,29 81 66,94 95 78,51 1 0,83 7 5,69 İkisininde f % 76 62,8 56 45,16 82 67,76 70 56,91 77 63,63 45 36,29 37 30,58 18 14,88 32 26,67 21 17,07 Toplam f % 121 100 124 100 121 100 123 100 121 100 124 100 121 100 121 100 120 100 124 100 Salata yapmak kızlara göre %33,05 kadının ve %63,63 ise her ikisinin de görevi olarak; Erkekler ise %55,29 kadının, %36,29 her ikinin de görevi olduğunu ifade etmiştir. Bulaşık yıkamak konusunda kızlar %66,94 kadının, %30,58 her ikisinin görevi olduğunu belirtirken; erkeklerin % 78,51’i kadının, 216 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World % 14,88’i erkeğin görevi olduğunu belirtmiştir. Yemek pişirme konusunda kızlarda her ikisinin görevi (%62,8) görüşü ağırlık kazanırken, erkek öğrenciler kadınların görevi olduğunu daha fazla (%54,03) ifade etmektedir. Masayı hazırlamak ve toplamak konusunda kızlar kadının (%30,57) veya her ikisinin görevi (67,76) olduğunu belirtirken; erkekler kadının %42,27 görevi ve %56,91 her ikisinin görevi olduğunu belirtmişlerdir. Mutfakla ilgili görevlerde sadece ızgara/kebap yapmak konusunda hem kızlar (%72,5) hem de erkekler (%77,2) daha çok erkeğin görevi olduğunu belirtmiştir. Tablo 2. Temizlik İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları Evi süpürmek Tozları almak Eşyaların yerini değiştirmek Banyo ve tuvaleti temizlemek Çamaşır yıkamak Çöpleri dökmek Camları silmek Yatakları düzeltmek Evin boya / badanasını yapmak Kız Erkek Erkek Kadın İkisininde Toplam f % f % f % f % 1 0,83 88 72,73 32 26,45 121 100 1 0,81 113 91,87 9 7,31 123 100 Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek 1 1 16 17 1 1 0 2 40 41 3 5 Kız Erkek Kız Erkek 2 5 89 104 0,83 0,81 13,33 13,71 0,83 0,81 0 1,61 33,06 33,06 2,48 4,1 91 106 30 36 95 106 101 115 12 21 95 106 1,65 53 4,03 58 74,17 5 85,24 6 75,83 85,48 25 29,03 78,51 85,48 84,17 92,74 9,92 16,93 78,51 86,88 28 17 74 71 25 17 19 7 69 62 23 11 23,33 13,71 61,67 57,26 20,66 13,7 15,33 5,64 57,02 50 10,01 9,01 120 124 120 124 121 124 120 124 121 124 121 122 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 43,8 46,77 4,17 4,92 66 54,54 61 49,19 26 21,67 12 9,84 121 124 120 122 100 100 100 100 Boya/badana yapmak görevi kızlara göre %74,17 erkeğin; erkeklere göre %85,24 erkeğin görevi olarak ifade edilmiştir. Temizlikle ilgili işler çoğunlukla hem kızlar hem de erkekler tarafından kadının görevi olarak belirtilmiştir. Evi süpürmek kızlara göre %72,73, erkeklere göre 91,87; Tozları almak kızlara göre %75,83, erkeklere göre %85,48; Banyo ve tuvaleti temizlemek kızlara göre %78,51, erkeklere göre 85,48; Çamaşır yıkamak kızlara göre %84,17, erkeklere göre %92,74; Camları silmek kızlara göre % 78,51, erkeklere göre %86,66 kadınların görevi olarak ifade edilmiştir. Tablo 3’te kızlar tamirci çağırmanın %29,75 erkeğin görevi, %66,11 ise her ikisinin de görevi olduğunu; erkekler ise %49,18 erkeklerin, %43,44 her ikisinin de görevi olduğunu belirtmiştir. Tamirat ve bakım ile ilgili görevlerin çoğunlukla hem kızlar hem de erkekler tarafından erkeğin görevi olarak ifade edilmiştir. Bozuk ampulü değiştirmek kızlara göre %81,51, erkeklere göre %80,64; Sigorta atınca tamir etmek kızlara göre %91,73, erkeklere göre %88,71; Bozuk musluğu tamir etmek kızlara göre %90,08, erkeklere göre %96,77; Bozulan makineleri tamir etmek kızlara göre %92,56; erkeklere göre %89,52; Elektronik aletlerin bakımını yapmak kızlara göre %82,64, erkeklere göre 89,52 erkeklerin görevleri olarak ifade edilmiştir. 217 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 3. Tamirat Ve Bakım İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları Erkek Bozuk ampülü değiştirmek Sigorta atınca tamir etmek Bozuk musluğu tamir etmek Bozulan makineleri tamir etmek Elektronik aletlerin bakımını yapmak Tamirci çağırmak Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kadın İkisininde Toplam f 97 % 81,51 f 2 % 1,68 f 20 % 16,81 f 119 % 100 100 111 110 109 120 112 121 100 111 36 60 80,64 91,73 88,71 90,08 96,77 92,56 97,58 82,64 89,52 29,75 49,18 7 0 1 0 2 0 1 1 3 5 9 5,64 0 0,81 0 1,61 0 0,81 0,82 2,42 4,13 7,38 17 10 13 12 2 9 2 20 10 80 53 13,71 8,26 10,48 9,92 1,61 7,44 1,61 16,53 8,06 66,11 43,44 124 121 124 121 124 121 124 121 124 121 122 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 Tablo 4. Para Kazanma ve Harcama İle İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Yüzde ve Frekas Sonuçları Para kazanmak Market alışverişini yapmak Pazar alışverişini yapmak Dışarıda yemek yenildiğinde hesabı ödemek Bakkala gitmek Faturaları ödemek (elektrik, su, telefon vb.) Evin ihtiyaçları için hesap yapmak Bankaya gitmek Eve elektronik/elektrikli eşya almak Kız Erkek f % 27 22,5 Kadın f % 0 0 İkisininde f % 93 77,5 Toplam f % 120 100 Erkek Kız 49 3 39,84 2,48 1 0,81 12 9,92 73 59,35 106 87,6 123 100 121 100 Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız 10 3 19 91 102 26 54 48 80 29 56 28 8,13 2,61 15,83 75,21 83,61 22,03 43,55 39,67 64,52 24,17 45,53 23,73 15 23 34 1 3 5 5 1 3 7 10 2 12,19 20 28,33 0,83 2,46 4,24 4,03 0,83 2,42 5,83 8,13 1,69 98 89 67 29 17 87 65 72 41 84 57 88 79,67 77,39 55,83 23,97 13,93 73,73 52,41 59,5 33,06 70 46,34 74,58 123 115 120 121 122 118 124 121 124 120 123 118 Erkek 56 45,53 7 5,69 60 48,78 123 100 Kız 32 26,45 9 7,44 80 66,11 121 100 Erkek 50 40,32 15 12,1 59 47,58 124 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 Tablo 4’de Pazar alışverişini yapmak ile ilgili kızların %20’si kadının, %77,39’u her ikisinin görevi olarak; erkeklerin % 28,33’ü kadının, % 55,83’ü her ikisinin görevi olduğunu belirtmiştir. Bakkala gitmek ile ilgili kızların %22,03’ü erkeklerin, %73,73’ü her ikisinin, erkeklerin % 43,55’i erkeklerin, %52,41’i her ikisinin de görevi olduğunu belirtmiştir. Evin ihtiyaçları için hesap yapmak ile ilgili kızların %24,17’i erkeklerin, %70’i her ikisinin görevi olduğunu; erkeklerin %45,53’ü erkeklerin, %46,34’ü her ikisinin görevi olduğunu ifade etmiştir. 218 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo 5. Çocuklarla İlgili Görev ve Sorumluluklara İlişkin Frekans ve Yüzde Sonuçları Erkek Kız Çocuklara harçlık vermek Çocukları gezmeye veya dışarıya götürmek Çocuklarla evin içinde oynamak Çocuklara oyuncak almak Çocukların giyinmesine yardım etmek Çocukların ev ödevlerine yardım etmek Okulda yapılan veli toplantılarına katılmak Çocukların arkadaşlarıyla buluşmalarına izin vermek Çocukların arkadaşlarıyla olan sorunları ile ilgilenmek Kardeşleriyle ilgili sorunlarını çözmelerine yardım etmek Çocukların okulla ilgili sorunları ile ilgilenmek Çocukların yatma saatine karar vermek Çocukları doktora götürmek Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kız Erkek Kadın İkisininde Toplam f % f % f % f % 53 43,80 0,0 0,0 68 56,2 121 100 58 46,77 7 5,64 59 47,58 124 100 13 10,74 3 2,48 105 86,78 121 100 29 23,58 11 8,94 83 67,48 123 100 8 6,61 20 16,53 93 76,86 121 100 29 23,58 13 10,57 81 65,85 123 100 11 9,09 8 6,61 102 84,3 121 100 35 28,45 8 6,5 80 65,04 123 100 1 0,83 64 52,89 56 46,28 121 100 9 7 12 2 8 4 18 0 12 2 12 3 16 8 18 15 22 7,32 5,83 9,76 1,67 6,45 3,3 14,63 0 9,92 1,68 10 2,48 12,9 6,61 14,52 12,4 17,74 49 13 21 25 34 13 19 25 26 6 11 12 20 13 25 12 11 39,84 10,83 17,07 20,83 27,42 10,74 15,45 20,83 21,49 5,04 9,17 9,92 16,13 10,74 20,16 9,92 8,87 65 100 90 93 82 104 86 95 83 111 97 106 88 100 81 94 91 52,84 83,33 73,17 77,5 66,13 85,95 69,92 79,17 68,59 93,28 80,83 87,6 70,97 82,64 65,32 77,68 73,39 123 120 123 120 124 121 123 120 121 119 120 121 124 121 124 121 124 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 Çocukları gezmeye veya dışarıya götürmek konusunu kızlar %86,78 her ikisinin görevi olarak, erkekler % 23,58 erkeğin, % 67,48 her ikisinin görevi olarak ifade etmiştir. Çocuklarla evin içinde oynamak konusunda kızlar %76,86 her ikisinin görevi olarak, erkekler %23,58 erkeğin, %65,85 her ikisinin görevi olarak belirtmiştir. Çocuklara oyuncak almak konusunu kızlar %84,3 her ikisinin görevi olarak, erkekler %28,45 erkeğin, %65,04 her ikisinin görevi olarak ifade etmiştir. Çocukların giyinmesine yardım etmek konusunu kızlar %52,89 kadınların, %46,28 her ikisinin görevi olarak, erkekler %39,84 kadının, % 52,84 her ikisinin de görevi olduğunu ifade etmiştir. 4.TARTIŞMA VE SONUÇ Araştırma sonuçlarına göre ev ile ilgili görev ve sorumluluklara ilişkin bulgularda mutfakla ilgili işlerin (yemek yapmak, bulaşık yıkamak vb.) çoğunlukla kadının görev ve sorumluluğu olduğu vurgulanmıştır. Ancak kebap/ızgara yapmanın erkek görevi olarak belirtilmesi araştırmanın mutfakla ilgili bölümünün dikkat çekici bulgusudur. Bu durum araştırmanın yapıldığı bölgede ızgara ve kebabı genellikle erkeklerin yapıyor olması ve çocukların model olarak hep erkeği gözlemelerinden dolayı ortaya çıkmış olabilir. Cinsiyet ile ilgili olarak kalıp yargıların oluşmasında doğrudan deneyimlerin veya benzer durumlarla sürekli karşılaşmanın etkili olduğu ifade edilmektedir (Martin, Wood&Little, 1990; Evertsson, 2006). Bu durumda çocukların büyüdükleri ortamda sürekli annesini mutfak işleri ile ilgilenirken izlemesi ve görmesi, oynadığı oyunlarda gözlemlerini deneyimlemesi, mutfak işlerini çoğunlukla kadına atfetmesine neden olabilir. Temizlik açısından (evi süpürmek, camları silmek vb.) ele alındığı zaman elde edilen bulgularda bu tür görev ve sorumlulukların daha çok kadının görevi olarak algılandığını 219 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World göstermektedir. Sadece boya/badana yapmak çoğunlukla erkeğin görevi olarak nitelendirilmiştir. Boya badana yapmak evde günlük yapılan temizlik işlerinden ziyade daha uzun aralıklarla yapılan ve güce dayalı bir temizlik işi olması nedeniyle erkeğin görevi olarak atfedilmiş olabilir. Araştırmalar da bu bulguyla paralellik göstermektedir. Coltrane (2000) temizlik ve yemek yapmayı kadın işi olarak nitelendirirken, erkeklerin daha az sıklıkla yapılan işleri üstlendiğini vurgulamaktadır. Deutsch & Saxon (1998) erkek ve kadına ev işlerine fazla vakit ayırdıkları zaman çifte standart denilebilecek türden eleştirilere özellikle erkeklerin daha fazla maruz kaldıklarını belirtmektir. Özellikle babalar evdeki işlere fazla vakit ayırdıkları zaman eleştiri alırken, anneler bu konuda övgü almaktadır. Bu durum evdeki temizlik işleri konusunda kadınların bunu rahatsızlık duymadan benimsemeleri ve erkeklerinde bu işleri kadına atfetmelerine sebep olabilir. Tamirat ve bakım ile ilgili işler (bozuk makineleri ve muslukları tamir etmek vb.), genellikle erkeğin görev ve sorumluluğu olarak görülmektedir. Blair ve Lichter (1991) ev işleri ile ilgili işbölümünde tamir işlerinin genellikle erkekler tarafından üstlenildiğini vurgulamıştır. Bu bulgu araştırmanın sonucuyla paralellik göstermektedir. Araştırma bulgularına göre para kazanma ve harcama bölümünde, para kazanmak her iki cinsin veya erkeğin görevi olarak algılanırken, hesap ve faturaları ödeme çoğunlukla erkeğin görevi olarak algılanmaktadır. Kağıtçıbaşı (1981) Türk aileleri üzerinde yaptığı araştırmasında ailelerin gelecekte maddi bakımdan güvenli hissetmek için erkek çocuklarını daha işlevsel bulduklarını vurgulamıştır. Bu durum para kazanma, harcama, hesap ve fatura ödeme konusunda erkeklerin daha baskın algılanmasına sebep olabilir. Yurt dışında yapılan araştırmalarda ise para kazanma, harcama ve hesap ödeme gibi işlerin cinsiyete bağlı olmayan görevler olarak algılandığı görülmektedir (Coltrane 2000). Araştırmada market ve pazar alışverişi, ev ihtiyaçları konusunda hesap yapma ise her iki cinsiyetin de sorumluluğu olarak vurgulanması cinsiyetten bağımsız olarak algılanması Coltrane (2000)’nın bulgusuyla benzerlik göstermektedir. Araştırma bulgularına göre çocuklarla ilgili bölümdeki görevler (çocukların sorunları ile ilgilenme, çocukların okul durumları ve ev ödevleriyle ilgilenme vb.) ağırlıklı olarak her ikisinin de yapması gereken görev ve sorumluluklar olduğu belirtilmiştir. Sabattini & Leaper (2004)’de çalışmasında anne babaların ev ve çocuk bakımı ile ilgili işleri paylaşmaları açısından, babaların ev işlerinden ziyade çocuk bakımı işini üstlendiklerini ifade etmektedir. Araştırmada çocuklara harçlık verme konusunda kadın ve erkek karşılaştırıldığında genellikle erkeklerin yapması gereken görev olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Bu, araştırmanın para kazanma ve harcamaya ilişkin bulgularıyla paralellik göstermektedir. Özetlenecek olursa ilköğretim çağındaki çocukların, cinsiyete bağlı olarak evde günlük rutin olarak yapılan yemek yapma ve temizlik ile ilgili işleri kadınların görevi olarak; daha az sıklıkta yapılan temizlikle ile ilgili boya badana işlerini ise erkeğin görevi olarak algıladıkları görülmektedir. Tamirat ve bakım, para kazanma ve harcama konusunda hesap ve faturaları ödemeyi erkeğin görevi olarak algılamaktadırlar. Çocuklarla ilgili işler ise her iki cinsiyetin de görevi olarak değerlendirmektedirler. Bu durum okul çağında ev ile ilgili işlerin cinsiyete dayalı olarak sınıflandırıldığını göstermektedir. Bu sınıflandırmada çocuğun model olarak gözlediği anne ve babanın ev işlerini paylaşımının etkili olduğu düşünülmektedir. Coltrane (2000), Sabattini ve Leaper (2004) anne babanın ev işi ve çocuk bakımıyla ilgili işbölümü, evlilikteki iletişim ve memnuniyetin kalitesini etkilediği; bu durumun çocukların olumlu yaşantılar geçirmesiyle ilgili olduğu gibi, çocuğun gözlediği cinsiyet rolleriyle de ilgili olduğunu ifade etmektedir. Ayrıca araştırma sonuçlarına göre kızlar ev ile ilgili görev ve sorumlulukları genelde her iki cinse atfederken, erkeklerin daha fazla kalıp yargılara göre değerlendirdikleri görülmüştür. Ev ile ilgili görev ve sorumlulukların cinsiyet rollerine ilişkin ipuçları verebileceği düşünülürse, erkeğin kadınsı rolleri benimsemesinin zor olduğu görülmüştür. Bu durumla ilgili olarak McCreary (1994) erkeklerin karşı cinsin davranış biçimlerini benimsemesinde neden daha katı tutumlar sergilediğini açıklarken, erkeklerde cinsiyet rolleri ile kabul edilen cinsellikleri arasında kadınlara oranla daha güçlü bir ilişkinin bulunduğunu ifade etmiştir. Yani erkek gibi kız olmak kızlar ve erkekler tarafından rahatsız edici olarak algılanmazken, kız gibi erkek olmak daha rahatsız edici algılanmaktadır (Şirin, McCreary, & Mahalik, 2004). Sonuç olarak çocukların cinsiyet rollerini kalıp yargılara dayandırmaması için ev içi görev ve sorumluluklarda daha eşitlikçi bir tutumu benimsemesi gerekmektedir. Geleneksel bakış açısı kalıp yargıların daha güçlenmesine neden olmaktadır. Her iki cins arasında uyumun artması için 220 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World çocukluktan itibaren ailede ve okulda eşitliğe dayanan cinsiyet rollerinin benimsetilmesi önem kazanmaktadır. Böylelikle çocuğun değişen yaşam koşullarına uyumu daha kolaylaştırılabilir. Bu durumda okullar programlarında cinsiyet kalıp yargıların oluşmasını önleyecek ve daha eşitliğe dayalı cinsiyet rollerini benimsetecek çalışmalara yer vermeleri gerekmektedir. 5.KAYNAKÇA Başaran, F. (1974) Psiko-sosyal gelişim. Ankara. Ankara Ünivarsitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları. No.254. Blair, S.L., & Lichter, D.T., (1991). M easuring the division of household labor: Gender segregation of housework among american couples. Journal of Family Issues, 12, 91-113. Bussey, K., & Bandura, A. (1999) Social cognitive theory of gender development and differentiation. Psychological Review, 106, 676-713. Coltrane, S. (1996). Family man: Fatherhood, housework and gender equality. New York: Oxford University Press. Coltrane, S. (2000). Research on household labor: M odeling and measuring the social embeddedness of routine family work. Journal of Marriage and The Family, 62, 1208-1233. Deutsch, F.M ., & Saxon, E. S. (1998). The double standard of praise and criticism for mothers and fathers. Psychology of Women Quarterly, (22) 665-683. Deutsch, F. M ., Servis, L.J., & Payne, J.D. (2001) Paternal participation in child care and its effects on children’s self-esteem and attituties toward gendered roles. Journal of Family Issues, 22, 1000-1024. Dökmen, Z. Y. (2004). Toplumsal cinsiyet . Sosyal psikolojik açıklamalar. İstanbul: Sistem Yayıncılık Evertsson, M . (2006). The reproduction of gender: housework and attitudes towards gender equality in the home among Swedish boys and girls. The British Journal of Sociology, 57 (3) 414-436. Hank, K. & Jürges, H. (2007). Gender and the division of household labor in older couples: A European perspective Journal of Family Issues, 28 (3) 399-421. İmamoğlu, Olcay, (1993). Değişen dünyada değişen aile içi roller. Kadın Araştırmaları Dergisi 1, 58-65. Kağıtçıbaşı Ç. (1981) Çocuğun değeri: Türkiye’de değerler ve doğurganlık. İstanbul: Gözlem matbaacılık Koll.Şti. Lupaschuk & Yewchuck (1998) Gender and Student occupational aspirations. Education Exceptionality Canada 6(2):33-39. M artin, C. L., Wood, C. H., & Little, J. K. (1990). The development of gender stereotype components. Child Development, 61, 1891-1904. M cCreary, D. R. (1994). The male role and avoiding feminity. Sex Roles, 31 , 517-531. Sabattini, L., & Leaper, C. (2004) The relation between mothers' and fathers' parenting styles and their division of labor in the home: young adults' retrospective reports. Sex Roles, 50, 217-225 Şirin, S. R., M cCreary, D. R., & M ahalik, J. R. (2004). Differential reactions to men and women’s gender role transgressions: Perceptions of social status, sexual orientation and value dissimilarity. The Journal of Men’s Studies, 12 (2) Winter 119-132. 221 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadının Ekonomiye Kazandırılmasında Kadın Kooperatiflerinin Katkısı The Help Of Women Cooperatıves For Brıngıng Women To Economy Gülen ÖZDEMİR1 , Emine YILMAZ2 , Funda Er ÜLKER3 Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Böl., T ekirdağ-TÜRKİYE, gozdemir@nku.edu.tr, Doç. Dr., Namık Kemal Üniversitesi, Ziraat Fakültesi, Tarım Ekonomisi Böl., Tekirdağ-TÜRKİYE, eyilmaz@nku.edu.tr, 3Öğr. Gör., Namık Kemal Üniversitesi, Hayrabolu M eslek Yüksek Okulu Tekirdağ-TÜRKİYE, ferulker@nku.edu.tr 1 2Yard. ÖZET: Genel anlamda dünyada ve ülkemizde kadınların üretime katkıları yadsınamayacak oranlarda gerçekleşirken , toplumsal ve ekonomik kalkınmanın olanaklarından yararlanmaları sınırlı kalmaktadır. İşgücü piyasasının etkinleştirilmesi programı kapsamında, 10. kalkınma planı, kadınların işgücüne ve istihdama katılımının artırılması, kadınlara yönelik istihdam teşviklerinin etkinleştirilmesi, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kadın girişimcilere özel bütüncül bir destek programının uygulanması gibi konuları kapsamaktadır. Bu nedenlerle ülkemizde 1990’lı yıllardan sonra gelişmeye başlayan kadın kooperatifleri girişimi dikkat çekicidir. Kadın Kooperatifleri günümüzde kısal alanda 43 kentsel alanda ise 118 adet olmak üzere, ülkemiz ekonomisi ve kadın girişimciliği açısından önemli bir fırsattır. Gelişme seyrine baktığımızda diğer birçok kooperatiften farklı olarak tabandan gelen bir hareket olması, ulusal ve uluslararası birçok kuruluşun desteği, gerçek demokratik yapıda ilerlemesi, yoksulluğa çözüm olması ve istihdama katkıları açısından değerlendirilmelidir. Bu şekilde ülke dinamikleri ortaya çıkarılmış ve daha önce fırsat verilmemiş bir grup harekete geçirilmiş olur. Böylece kooperatifler yerel güçleri ortaya çıkararak ulusal hatta uluslararası alanda kadın girişimciliği açısından başarı sağlayabilirler. Bu nedenle kadın kooperatifleri; Yeni şartlara dinamik olarak uyma gereksinimi olan kadınlar için bir ekonomik modeldir. Kadınlar kooperatiflerde para kazanmanın yanı sıra önemli roller, tecrübeler ve bilgiler edinmekte ve paylaşılmaktadır. Toplumun demokratik olarak ilerleyebilmesi için kadın kooperatiflerinin gelişimi önemli bir adımdır. Anahtar Kelimeler: Kadın, kooperatif, girişimcilik, istihdam, kalkınma ABS TRACT: Generally not only in the world but also in our country the help of the women to production occurs in an incontrovertible rate but taking the advantage of social and economical iprovements opportunuties stay limited. Within the enabling of labour force programme,10th improvement programme contains subjects such as, increasing the attending of labour force and employment of women, activating incentive of women employment, generalising of child, sick and elderly care, implementation of special total supporting programme for women intrepreneurs. Therefore since 1990s women cooperative attempt is remarkable in our country. Nowaday s women cooperatives, 43 rural areas and 113 urban areas, are great opportunities for our country’s economy and women entrepreneurship. If you look at the improvement process, differently from many other cooperatives as it is a movement from the base, the support of national and international organisation, continue within the real democratic structure, being the solution for poverty and its help for the employment must be considered. By this way country’s dynamics can be brought out and a group which didn’t have an oppurtunity to move has a chance to move. Thus by bringing out local forces, the cooperatives achieve success in national even international area from the point of women entrepreneurship. Keywords: Woman, ccooperative, entrepreneurship, employment, development 1. GİRİŞ Dünyanın ve ülkemizin günümüzdeki en önemli sorunları dünya nüfusunu besleyebilecek düzeyde üretim, işsizlik, yoksulluk, gelir dağılımı adaletsizliği iken kadınların tüm toplumlarda bu sorunların çözümünde yer almaması düşünülemez. Genel anlamda dünyada ve ülkemizde kadınların üretime katkıları yadsınamayacak oranlarda gerçekleşirken, toplumsal ve ekonomik kalkınmanın olanaklarından yararlanmaları sınırlı kalmaktadır. Toplumsal ve ekonomik kalkınma sürecinde kadınların etkin biçimde yer alması, kadın girişimciliği, kadınların işgücüne katılımının ve istihdamının artırılması, bireysel ve toplumsal açıdan sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleştirilebilmesinde önemli bir unsurdur. Türkiye’de kadınların işgücüne katılmaları büyük oranda Cumhuriyet’ten sonra başlamış ve 1950’lere kadar sürekli artmıştır. Ancak kırdan kente göçün hızla artmasıyla ters orantılı olarak kadınların işgücüne katılma oranları da azalmıştır. Kadınların işgücüne katılma oranı 1955’de %72 iken günümüzde %30’lara kadar düşmüştür (Berber ve Eser, 2008). Bu azalmaya neden olarak; kırsal alanda tarımsal üretimde yer alan kadınların bir çoğunun kentlere göç sonucu -eğitimsiz ve deneyimsiz olmaları nedeniyle- ev kadını haline gelerek, eğitimsiz işgücü piyasasından çekilmesi, diğerlerinin de genellikle enformel sektörde çalışması gösterilebilir. Ülkemizde işgücü piyasasının etkinleştirilmesi programı kapsamında, 10. kalkınma planı, kadınların işgücüne ve istihdama katılımının artırılması, kadınlara yönelik istihdam teşviklerinin 222 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World etkinleştirilmesi, çocuk, hasta ve yaşlı bakımı hizmetlerinin yaygınlaştırılması, kadın girişimcilere özel bütüncül bir destek programının uygulanması gibi konuları kapsamaktadır. Onuncu kalkınma planında kadınların karar alma mekanizmalarında daha fazla yer almaları, istihdamın artırılması, eğitim ve beceri düzeylerinin yükseltilmesinin hedeflendiği belirtilmektedir (KB, 2014). Yine “İstihdam ve Çalışma Hayatı Özel İhtisas Komisyonu” raporunda bölgesel, yerel ve sektörel işgücü dinamikleri dikkate alınarak, başta kadın ve gençler olmak üzere tüm kesimler için nitelikli istihdam imkânlarının geliştirilmesine devam edileceği ifade edilmektedir (KB, 2014a). Türkiye’de işverenler içerisinde de kendi işini kuran ve girişimcilik faaliyetleri içerisinde olan kadınların oranı oldukça düşük olup, kayıtlı esnafların % 10’u, ayrıca kayıtlı tacir ve sanayicinin % 6,5’lik bölümü kadındır (GTB, 2012). Batı dünyasında bu oran %30 civarındadır. Ülkemizde son yıllarda kadın girişimciliğini geliştirmek açısından bazı çalışmalar (Ev içi üretimden elde edilen gelirlerde vergiden muafiyet, Türkiye Halk Bankası “Girişimci Destek Paketi”, TOBB Kadın Girişimciler Kurulunun kurulması, KOSGEB, Tarım Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, İŞKUR ve yerel yönetimler gibi kurumların kadın girişimciliği faaliyetleri) gerçekleştirilmiş olmasına rağmen halen istenen düzeyde değildir (Özdemir ve Yılmaz, 2010). Bu çerçevede kadınların yönetim/organizasyon becerisi ve tasarruf/ev ekonomisi deneyimini temel alarak, bilgi ve deneyimlerini etkin hale getirmelerini ve ekonomik sürece katılımlarını sağlamak üzere eğitim, kredi, danışmanlık ve pazarlama destekleri verilmelidir. Bu kapsamda kooperatifler kadınlar için önemlidir. Kooperatifler kadınların ekonomik alanda var olma ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri nedeniyle önemli rol üstlenmektedirler. Kooperatifler, kadın ortaklar ve çalışanlarına uygun iş fırsatları, kredi kolaylıkları, yaşam standartlarını geliştirme olanakları sağlayan etkin örgütsel ortamlardır. Ayrıca kadınlar kooperatifler içerisinde özgüven kazanmakta, ekonomik, kültürel ve sosyal durumlarını iyileştirmektedirler. 2. KADIN KOOPERATİFLERİ Kooperatifler uluslararası toplumda, hem ekonomik uygulanabilirliğin hem de sosyal sorumluluğun beraber olabileceğinin bir göstergesidir. Kooperatifler, dünya nüfusunun yarısının hayat standartlarının geliştirilmesine doğrudan katkıda bulunurlar (ICA, 2013). Günümüzde yoksulluğun giderek artması kadınlarında, yoksulluktan en çok etkilenenler içerisinde yer alması, örgütlülüğü ön plana çıkarmıştır. Kooperatiflerde ortak çalışma ruhu gelişmekte ve bu ortak çalışma biçimi, göreli olarak toplumun ekonomik yönden daha zayıf kesimlerinin pazarlık gücünü kuvvetlendirmede ve toplumsal dayanışmayı artırmaktadır (Özdemir, 2006) (Özdemir, 2010) (Özdemir, 2013). Ortak çalışma ruhu Devlet tarafından artık sağlanmayan toplumsal hizmetlerde oldukça etkilidir. Bununla beraber, unutulmamalıdır ki, daha yoksul toplumlarda çalışmak için yüksek düzeyde dayanışma gerekli olup güçlü yerel liderlik önem arz etmektedir. Dünyada Hindistan, Yugoslavya, İran, Nijerya, Tayland gibi ülkelerde FAO ve ILO gibi kuruluşların çeşitli projeleri ile Kadın Kooperatifleri birlikte çalışmalar yapmaktadır (FAO, 2003). Burkina Faso, Hindistan, Japonya, Honduras ABD’den kadınlar benzer kooperatif deneyimlerini paylaşmaktadırlar. Hindistan’da başarılı bir kadın girişimci ve kooperatif ortağı olan Bayan Kumari kooperatif ile ilgili deneyimini aktarırken özetle “Beni güçlü bir kadın yaptığı ve hayallerimin gerçekleşmesini sağlama imkânı tanıdığı için kadınlar kooperatif bankasına teşekkür etmek istiyorum” demiştir (www.turkiyemillikoop.org.tr). Kadını ekonomiye kazandırmak için çeşitli programlar izlenmekte ve bu genelde iki şekilde yürütülmektedir: Birincisi kentsel kadın girişimciliği, ikincisi ise mikro finans uygulamalarıdır. İkinci yaklaşım özellikle yoksulluğun yüksek oranlara sahip olduğu ülkelerde, kadının konumunu güçlendirmek açısından küçük düzeyde de olsa girişimcilik faaliyetlerini bir çözüm olarak gündeme getirmektedir. Bütün bu çabalara rağmen, kadının konumunda ortaya çıkan iyileştirmelerin henüz arzu edilen hedeflere ulaştığını söylemek mümkün değildir Kadınlar için kooperatifler girişimcilik açısından çekici gelmektedir. Kadınlar kooperatifler kanalıyla sermayelerini birleştirmekte, gelir yaratıcı faaliyetlerde bulunabilmekte ve işlerini esnek bir biçimde organize edebilmektedirler. Bu kooperatiflerde, kadınlar özgüvenlerini kazanmakta, mesleki sorumluluk üstlenmekte ve çalışmalarının karşılığında gelir elde etmektedirler. Ortaklar ve çalışanlar olarak kadınlar karşılıklı saygı ve fırsat eşitliği yaratmaya çabalayan kooperatif girişimler i keşfetmektedirler (ICA, 2010). 223 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bu nedenlerle ülkemizde 1990’lı yıllardan sonra gelişmeye başlayan kadın kooperatifleri girişimi dikkat çekicidir. Kadın Kooperatifleri günümüzde kısal alanda 43 kentsel alanda ise 118 adet olmak üzere, ülkemiz ekonomisi ve kadın girişimciliği açısından önemli bir fırsattır. Çizelge 1. Türkiye’de Kadın Kooperatifleri Kadın Kooperatifi Türü Kooperatif S ayısı İşletme Kooperatifleri 101 İşletme Kooperatifleri Birliği Küçük Sanat Kooperatifleri Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri 1 6 43 Bulunduğu Bölgeler Adana(8), Adapazarı(2), Adıyaman(2), Ağrı(1), Ankara(4), Aydın(3), Antakya(2), Artvin(1), Balıkesir(5), Bursa(2), Bitlis(1), Çanakkale(3), Diyarbakır(3), Düzce(1), Erzincan(1), Eskişehir(2), Gaziantep(1), Hatay(2), İstanbul(17), İzmir(6), Karabük(1), Kayseri(1), Kocaeli(7), Konya(1), M anisa(1), M ardin(6), M uğla(3), Nevşehir(2), Osmaniye(1), Sivas(1), Tekirdağ(3), Tokat(3), Şanlıurfa(1), Van(3), Adana Ankara(2), Balıkesir(1), İstanbul(2), İzmir(1) Adıyaman(1), Aksaray(1), Amasya(1), Ankara(2), Balıkesir(1), Bingöl(1), Bitlis(1), Bolu(1), Bursa(1), Çankırı(1), Çorum(1), Denizli(1), Diyarbakır(1), Erzurum(1), Eskişehir(2), Giresun(1), Hakkari(1), İstanbul(1), İzmir(3), Karaman(2), Kırşehir(3), Kilis(1), Konya(1), Kütahya(1), M anisa(2), M ardin(1), M ersin(2), M uş(1), Nevşehir(1), Şanlıurfa(3), Yozgat(1), Zonguldak(1) Çanakkale(1), Kilis(1), Samsun(1), Sinop(1) Çorum(1), İstanbul(1), Osmaniye(1) Sakarya(1), Samsun(1) Gümüşhane(1) İstanbul(1) Üretim ve Pazarlama Kooperatifi 4 Tüketim Kooperatifi 3 Yardımlaşma Kooperatifi 2 Temin Tevzi Kooperatifi 1 Yayıncılık Kooperatifi 1 TOPLAM 162 Kaynak: T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı ve T.C. Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerinden yararlanılarak hazırlanmıştır. Ülkemizde Kadın Kooperatifleri öncelikle deprem bölgesi Kocaeli, İzmit başta olmak üzere İstanbul’da da örgütlenmeye başlamıştır. Daha sonra Doğu ve Güneydoğu bölgeleri ve tüm Türkiye’de örgütlenmişlerdir (Özdemir, 2008). Özellikle büyük ekonomik krizler yaşadığımız 2000’li yıllardan sonra bu kooperatifler ortaya çıkmıştır. Tablo 1’de görüldüğü üzere bugün ülkenin her tarafına yayılmış olarak toplam 162 kadın kooperatifinden bahsedilmektedir. Sayıları gün geçtikçe artmaktadır. Yapılan bir çalışmada 2005 yılında kadın kooperatifleri sayıları 36 iken günümüzde nerdeyse beş katına çıkmıştır (Özdemir, 2005). Kadın kooperatifleri genelde İşletme kooperatifi biçiminde kurulmaktadır. Ev eksenli çalışanlar ise Küçük Sanat Kooperatifi biçiminde örgütlenmeyi tercih etmektedirler. Bunun yanında konut, yayıncılık, üretim ve pazarlama, yardımlaşma kooperatifleri de kurulmuştur. Kadınlar bu kooperatiflerde çeşitli el ürünlerinin değerlendirilmesinden, ev yemekleri ve yöresel yemekler yapımı, kuaförlük hizmetleri, kadın ve çocuk merkezleri kurulmasının yanında sosyal ve sanatsal açıdan desteklere kadar birçok faaliyette bulunmaktadırlar. Tarımsal alanda ise Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonlarından yararlanmak amacıyla özellikle hayvancılık alanında Tarımsal Kalkınma Kooperatifleri kurulmuştur. Kadın kooperatifleri birçok faktörün etkisi altındadırlar. Açıkçası kadın kooperatiflerinin başarısı birçok faktöre bağlıdır, yani çok bilinmeyenli denklem çözümü gibidir. Günümüzde kadın kooperatiflerine ulusal ve uluslararası çok çeşitli kurumlar olumlu ya da olumsuz anlamda destek olabilmektedir. Bu kooperatiflerin yönetici ve ortaklarının oldukça etkileşime açık olması da kooperatifleri olumlu ya da olumsuz etkilere maruz bırakmaktadır. Burada Kadın Emeği Değerlendirme Vakfının kooperatiflere kuruluş aşamasında, kadın ve çocuk merkezlerinin kuruluşunda ve kadınlara liderlik eğitimi vermesinden bahsedilebilir. Özellikle deprem bölgesinde kurulan kooperatiflerin birçoğu KEDV’in bu desteklerinden yararlanmıştır. Ayrıca Doğu ve Güneydoğu’da kurulan birçok kadın kooperatifi AB fonlarından projelendirilmiştir. Çeşitli illerde Valilik Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Fonları ve İŞ KUR’da kooperatiflerin çeşitli projelerini desteklemiştir. Bu destekler kaynak yaratması ve istihdam sağlaması açısından oldukça önemlidir. 224 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Ş ekil 1. Türkiye’de Kadın Kooperatifleri Aynı şekilde kadın girişimciliğini destekleme ve geliştirme kapsamında; Başbakanlık, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü (KSGM), Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Bankalar (Vakıfbank, Ziraat Bankası, Halk Bankası), Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), KOSGEB İş Geliştirme Merkezleri, Sosyal Riski Azaltma Projesi (SRAP), (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri (ÇATOM), Girişimci Destekleme Merkezleri (GİDEM), Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV), Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER), Kadın Dayanışma Vakfı (KADAV), Kadın Merkezi (KA-MER), Türkiye Kalkınma Vakfı (TKV), Türk Grameen Mikrokredi Projesi, Türkiye İsrafı Önleme Vakfı (TİSVA) gibi oluşum ve projeler sıralanabilir (Toksöz, 2007). Bu kuruluşların çoğu kadın kooperatiflerinin de gelişiminde destek olan kuruluşlardır. 3. SONUÇ Kadınlar ekonomik hayata katılımlarında bilgi ve deneyim eksikliği, sermayeye ve eğitim olanaklarına sınırlı erişim gibi zorluklarla baş başa yaşamaktadırlar. Bu kooperatifler, ortağı olan kadınların tutumundan, devletin bakış açısına, hatta ortak olmayan kadınların kooperatife olan ilgisine kadar birçok faktörün etkisi altındadır. Özellikle burada Devletin kooperatiflere karşı tutumu ve Devleti temsile yetkili olan bürokrasinin bu örgütlere bakışı çok önemlidir. Kadın Kooperatifleri üretim ve işletmeyi de içerdiği için sürekliliği sağlamakta, kadınlar bu kooperatiflerde çalışma, üretme ve para kazanma olanağı bulmaktadırlar. Başka bir işte çalışma olanağı olmayan kadınlar için ideal bir ortam oluşturmaktadır. Kadın kooperatifleri finansal, örgütsel, psikolojik açılardan çeşitli darboğazlar yaşamaktadır. Bunlar; kadınların çoğunluğunun ilk kez böyle bir örgütlenmenin içinde olması, kooperatifin ekonomik yönden güçsüz kişilerden oluşması, ürünlerini pazarlama açısından deneyimsiz ve piyasa 225 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World koşullarını bilmemekten kaynaklanan çeşitli olumsuzluklardır. Bunların yanında öz kaynakların ve finansman olanaklarının yetersizliği, kadınların kooperatif bilincinin yetersizliği, devletin kooperatifleri yeterince desteklememesi, kooperatiflerin genel sorunlarının yansıması, kamu yöneticilerinin olumsuz bakışı, örgütlenme motivasyonunun sağlanamaması, popülist politikalar, bencil, bireysel davranışlar diğer olumsuzluklar olarak sıralanabilir. Tüm bunların yanında kurulan kadın kooperatiflerinin ülke çapında başarılı olabilmeleri; dağınık, düzensiz ve birbirinden kopuk bir çabayla gelişmeyip, birbirleriyle işbirliğine gitmeleri gerekmektedir. Buna uygulamada üst örgütlenme denir. Kooperatifler arası işbirliği, kooperatifçiliğin ilkelerinden biridir. Üst örgütlenmeye (birlik kurmaya) gitmeyen birim kooperatifler küçük çaplı, etkin olmayan yerel kuruluşlar olarak cılız bir varlık sürdüreceklerdir. Özellikle bölgelerinin geleneksel ürünlerine sahip çıkarak, her biri yöresel özelliklerini koruyarak, ulusal hatta uluslararası işbirliğine gitmeleri çok sayıda ekonomik, ticari, kültürel ve psikolojik yarar sağlayacaktır. Bunların yanında, kadınların örgütlenmeye yatkınlığı, kadın dinamizmi, demokrasinin ekonomik alanda uygulanmasında kooperatiflerin önemli bir araç olması, ekonomik koşulların kadınları örgütlenmeye itmesi, tabandan gelen bir talep olması, , sosyal çalışmalara yatkınlık gibi kadın kooperatiflerinin gelişimi açısından olumlu yönleri de burada belirtmekte yarar vardır. Kadınların ekonomik ve sosyal hayatta gerçek yerini alabilmesi açısından bu kooperatifler önemli araçlardır ve kadınlar için yeni bir alandır. Kadının ekonomiye kazandırılmasını salt iş bulma ya da iş kurma biçiminde bakma ve çalışan kadını sadece içinde bulunduğu koşullarla ele almak da sorunları çözmemektedir. Kadınların iş hayatında başarılı olabilmeleri için, kendi kişisel çabalarının yanında hükümetlerin ve sivil toplum örgütlerinin de buna yönelik çaba göstermesi gerekmektedir. Bu şekilde ülkenin ekonomik ve sosyal gelişmesine katkı sağlanabilir ve sürdürülebilir kalkınma gerçekleştirilebilir. Kooperatifler kadınların ekonomik alanda var olma ihtiyaçlarına cevap verebilmeleri nedeniyle önemli rol üstlenmektedirler. Kooperatifler, kadın ortaklar ve çalışanlarına uygun iş fırsatları, kredi kolaylıkları, yaşam standartlarını geliştirme olanakları sağlayan etkin örgütsel ortamlardır. Ayrıca kadınlar kooperatifler içerisinde özgüven kazanmakta, ekonomik, kültürel ve sosyal durumlarını iyileştirmektedirler. Kadınların güçlendirilmesi, kendine verdikleri değer, seçenek sahibi olma, fırsat ve kaynaklara ulaşma, ev içi ve dışında hayatlarını kontrol etme, ulusal ve uluslararası alanda daha adil bir sosyal ve ekonomik düzenin oluşmasına katkı sağlamak gibi belirleyici özelliklerle gerçekleştirilebilir. İşte kooperatifler tüm bunlara hitap etmekte ve gerçekten dünyanın her yerinde kadınlar için güçlenme fırsatları yaratmaktadır. Temel sorun kadınlar için statüsü yüksek, kendine yetebilen, üretebilen, sosyal güvenlik kapsamında olan istihdamın yaratılamamasıdır. Sorun çalışan kadınların mutlu olabilecekleri bir ortam yaratma ve temel hizmetlere erişebilmeleri ile çözülebilecektir. Gelişme seyrine baktığımızda diğer birçok kooperatiften farklı olarak tabandan gelen bir hareket olması, ulusal ve uluslararası birçok kuruluşun desteği, gerçek demokratik yapıda ilerlemesi, yoksulluğa çözüm olması ve istihdama katkıları açısından değerlendirilmelidir. Bu şekilde ülke dinamikleri ortaya çıkarılmış ve daha önce fırsat verilmemiş bir grup harekete geçirilmiş olur. Böylece kooperatifler yerel güçleri ortaya çıkararak ulusal hatta uluslararası alanda kadın girişimciliği açısından başarı sağlayabilirler. Bu nedenle kadın kooperatifleri; - Yeni şartlara dinamik olarak uyuma gereksinimi olan kadınlar için bir ekonomik modeldir. - Kadınlar kooperatiflerde para kazanmanın yanı sıra önemli roller, tecrübeler ve bilgiler edinmekte ve paylaşılmaktadır. - Toplumun demokratik olarak ilerleyebilmesi için kadın kooperatiflerinin gelişimi önemli bir adımdır. 226 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World KAYNAKLAR Berber. M ., Eser B.Y. (2008). “Türkiye’de Kadın İstihdamı: Ülke Ve Bölge Düzeyinde Sektörel Analiz “, İş, Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi”, Cilt: 10, Sayı: 2, Nisan 2008, ISSN 1303-2860 FAO (2003). Smita Premchander and V.Prameela in collaboration vith Wim Polman “Promoting rural women’s cooperative businesses in Tahilland” A training kit, RAP Publication 2004/1, FAO and UN Regional Office for Asia and Pacific, Bankok. GTB (Gümrük ve Ticaret Bakanlığı) (2012). Kooperatifçilik ve Kadın Kooperatifleri Kitapçık,. T.C. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Kooperatifçilik Genel M üdürlüğü, 18.12.2012, Ankara. ICA (2013). International Cooperative Alliance Başkanı Paulline Green’in Namık Kemal Üniversitesinde 8 M ayıs 2013 de yaptığı konuşma metninden alınmıştır. ICA (2010). “Equal rights, equal opportunities: Progress for all” Dünya Kadınlar günü için International Co-operative Alliance (ICA) Gender Equality Committee tarafından yayınlanan mesaj. http :www.ica.coop (erişim 6.5.2011). KB (Kalkınma Bakanlığı) (2014). Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018), http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/Kalknma%20Planlar/Attachments/12/Onuncu%20Kalk%C4%B1nma%20Plan%C4%B1.pd f, erişim 31.10.2014. KB (Kalkınma Bakanlığı) (2014a). İstihdam ve Çalışma Hayatı Özel İhtisas Komisyonu Raporu (2014-2018), http://www.kalkinma.gov.tr/Lists/zel%20htisas%20Komisyonu%20 Raporlar/Attachments/235/%C4%B0stihdam%20ve%20%C3%87al%C4%B1%C5%9Fma%20Hayat%C4%B1%20%C3%96 %C4%B0K%20Raporu.pdf, erişim 31.10.2014. Özdemir, G. (2013). “Women’s Cooperatives in Turkey” (Orijinal Research Article) Procedia- Social and Behavioral Sciences, Volume:81, Pages 300-305. Özdemir, G. (2010). “Yoksullukla M ücadelede Kadın Kooperatifleri Deneyimi” (Tam metin), T.C. Başbakanlık Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Genel M üdürlüğü tarafından düzenlenen “Uluslararası Yoksullukla M ücadele Stratejileri Sempozyumu: Deneyimler ve Yeni Fikirler” Sempozyumu, 13-15 Ekim 2010, İstanbul, Cilt 2 sf.363-370. Özdemir, G., Yılmaz, E. (2010). Kadın Girişimciliği ve Kooperatifler, Uluslararası II. Trakya Bölgesi Kalkınma-Girişimcilik Sempozyumu, 1-2 Ekim, 2010, Kırklareli. Özdemir, G. (2008). Günümüz Kooperatiflerinde Dönüşümün Örneği: Kadın Kooperatifleri, Türk Kooperatifçilik Kurumu tarafından 9-10 Ekim 2008 tarihinde düzenlenen XIX. M illetlerarası Türk Kooperatifçilik Kongresinde sunulu bildiri. Özdemir, G. (2006). “Türk Kooperatifçiliğinin Yeni Yüzü: Kadın Kooperatifleri” (Sunulu), Türkiye VII. Tarım Ekonomisi Kongresi, 13-15 Eylül 2006, Antalya, sf.433-441. Özdemir, G., (2005). Cooperative- Shareholder Relations in Agricultural Cooperatives in Turkey, Journal of Asian Economics, Volume 16, Issue 2, April 2005, Pages 315-325 Toksöz, G. (2007). “İşgücü Piyasasının Toplumsal Cinsiyet Perspektifinden Analizi ve Bölgeler Arası Dengesizlikler,” Çalışma ve Toplum, 4. .www.turkiyemillikoop.org.tr 227 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Kadın Girişimciliği Ve İşgücü Piyasaları Açısından Perspektifi Woman Entrepreneurship And its Perspective in Terms of Labor Markets Gülşen SARI GERŞİL1 , Yusuf ZEYTUN2 1Yard. Doç. Dr., Celal Bayar Üniversitesi İİBF/ÇEKO Bölümü Öğretim Üyesi. gulsen.gersil@cbu.edu.tr Adnan M enderes Üniversitesi İİBF/İşletme Bölümü. yusufzzeytun@gmail.com 2Arş. Gör., ÖZET: İşgücü piyasasında en önemli sorunlar arasında işsizlik ve buna bağlı istihdam alanlarının yaratılması gelmektedir. Bir ülkenin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi, çalışma çağı nüfusunun istihdamının sağlanmasıyla mümkün olabilir. Bu bağlamda, kadınların istihdama dahil olmadığı bir ülkenin ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmesi mümkün değildir. Türkiye’de küreselleşme süreciyle birlikte kadınların işgücüne katılımı konusunda aktif bir süreç başlamıştır. Bu sürece ilişkin en etkili yöntemler arasında, girişimcilik yoluyla kadın istihdamının arttırılmasıdır. Kadın girişimciliği genel olarak istihdam ve kadın istihdamının etkili bir şeklidir. Kadınların, çalışma hayatına katılımları ve girişimcilik faaliyetlerinde bulunmaları, gelişmekte olan ülkeler için “stratejik” bir öneme sahiptir. Büyük bir işgücü potansiyeline sahip olan kadınların işletmeler tarafından etkili kullanımı sonucunda yeni iş alanlarının yaratılması kadın girişimciliğinin teşvik edilmesiyle mümkün olabilir. Bu çalışmada, girişimciliğin oldukça önem kazandığı günümüzde genel olarak girişimcilik kavramı ele alınacak ve kadın girişimciliğinin önemine değinilecektir. Daha sonra kadın girişimcilerin kişisel karakteristikleri; dinamik, bağımsız, özgüvenli, rekabetçi ve amaç yönelimli olmalarından kaynaklanan potansiyellerinin çalışma hayatında erkeklerle eşit fırsat verildiği takdirde, ekonomik ve sosyal gelişmeye önemli katkılarının mümkün olacağı verilen örneklerle açıklanacaktır. Buna ilişkin, Türkiye’de kadın girişimciliği çalışmaları, ulusal ve AB, OECD, BM gibi uluslararası kuruluşlar tarafından da farklı projelerle desteklenmektedir. Son olarak gelişmiş ülkelerde kadın girişimciliği uluslararası kuruluşlar tarafından yayınlaman verilerle tespit edilerek Türkiye ile genel bir karşılaştırılması yapılacaktır. Bütün bu açıklamaların ışığında bu gelişmelerin işgücü piyasalarını nasıl etkilediği değerlendirilecektir. Anahtar Kelimeler: Girişimcilik, kadın girişimciliği, istihdam, işgücü piyasaları ABS TRACT: Unemployment and correspondingly creation of employment areas are among the most essential issues in labor market. The employment of working age population enables economic development in a country. In this regard, a country cannot realize economic development without involvement of woman into employment. An active process of involvement of woman into employment has begun in Turkey with the globalization process. One of t he most effective method for this process is the augmentation of woman employment with the help of entrepreneurship. Generally, woman entrepreneurship is an effective form of employment and woman employment. The of women into work life and their entrepreneurship activities have strategic importance for emerging markets. The creation of new work areas as a result of effective use of a highly potential work force, woman labor, is only possible by the encouragement of woman entrepreneurship. In this study, entrepreneurship concept, which is a hot topic in nowadays, will be discussed generally and the importance of woman entrepreneurship will be mentioned. Regarding this, woman entrepreneurship studies in Turkey are supported by both national and international institutions like EU, OECD and UN with various projects. Lastly, a comparison of the situation of woman entrepreneurship will be made between Turkey and other emerging markets by using the data published by international institutions. In the light of all of these explanations, the effect of these developments on labor markets will be evaluated. Keywords: Entrepreneurship, woman entrepreneurship, imployment, labor market GİRİŞ Sanayi Devrimi’ne kadar kadınların görevleri çok belirgin bir şekilde ev veya el işi olarak belirlenmişken, Endüstrileşme süreciyle birlikte işgücüne katılan kadınlar çoğalmış, çalışan karı-koca sayısında artış gözlenmiş ve aile bütçesine katkı gerçekleşmiştir.(Nayır, 2008 s:634). Özellikle küreselleşme süreciyle birlikte hızlı bir gelişme gösteren girişimcilik, ülkelerin yoksullukla mücadele ve işsizliğin önlenmesinde aktif istihdam politikalarının en önemli araçları arasında yer almıştır. Bu çalışmada, Girişimcilik kavramsal olarak açıklanarak bir ülkenin ekonomik kalkınmasının sağlanabilmesi için kadınlarında en az erkekler kadar istihdama dahil edilmesi ve buna ilişkin aktif istihdam politikaları arasında etkin olarak uygulanan kadın girişimciliğin istihdama katkısı tespit edilerek diğer ülkelerle karşılaştırılması yapılacaktır. A-GİRİŞİMCİLİK KAVRAMI VE TARİHSEL SÜRECİ Girişimci; ilk kez 18. Yüzyılın başında Fransız ekonomist Richard Cantillon tarafından ‘henüz belirginleşmemiş bir bedelle satılmak üzere üretim girdilerini ve hizmetlerini bugünden satın alan ve üreten kişi’ olarak tanımlanmıştır (Çelik ve Akgemci, 2007:15). 18. yüzyıldan bu yana birçok ekonomist tarafından girişimcinin çok farklı tanımları yapılmıştır. 20. yüzyılda ise Schumpeter tarafından girişimcinin modern bir tanımı yapılmıştır. Yapılan bu tanımda girişimcinin yenilikçi ve dinamik olma özelliğini ekonomik kalkınmada, insan 228 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World kaynaklarının temel yapı taşlarından birisi olarak ilk kez vurgulayarak ve gündeme getiren Schumpeter’dir. Girişimcilik ile ilgili çalışmalara en çok katkısı bulunan kişilerden biri olan ve teknoloji ile girişim kavramını bütünleştiren Schumpeter; girişimciyi diğerlerinden ayıran en önemli özelliğin yenilikçilik (inovasyon) kavramı olduğunu belirtmiş ve girişimciyi, toplumda değişimi yaratacak kişi ve kurumlar olarak tanımlamıştır (Gürol ve Bal, 2009). Girişimcilik kavramının tarihsel kökenini incelendiğinde kavramın Fransızca ‘’entreprendre’’ kelimesinden geldiği ve ‘’bir şey yapmak’’ anlamını taşıdığı görülmektedir. Ortaçağ’da kelime, ‘’aktif olan, iş yapan’’ anlamında kullanılmıştır. Kavram, Arapçada ise, ‘’müteşebbis’’ kökünden türetilen ‘’teşebbese’’ kelimesinden türetilmiştir. Türkçede de ‘’gir’’ kökünden türetilen ‘’gir-iş-me’’ fiiline dönüşmüştür (Güner, 2010:10). Kavram olarak girişimcilik, ticaret, endüstri vb. alanlarda sermaye koyarak girişimde bulunan kimse, müteşebbis anlamına gelmektedir (http://tdk.gov.tr/,2013). Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlüğüne göre ise girişimci, ‘emek, sermaye ve doğayı bir araya getirerek üretim sürecini bir üretim faktörü olarak tasarlayan, örgütleyen ve onun tüm riskini üstlenen kişi’ olarak tanımlanmaktadır (Seyidoğlu, 2002). Girişimcileri girişimci olmaya iten motive edici faktörlere bakıldığında ise, Scheinberg ve MacMillan (1988) 11 ülkede yaptıkları araştırmada bunun altı değerde olduğunu saptamışlardır. Bu değerler ise şöyle sıralanmıştır (Kapu, 2004: 32): Kabul görme ihtiyacı, gelir elde etme aracı olarak görülmesi, kendini geliştirme aracı olarak görülmesi, bağımsız olma isteği, toplumu geliştirme isteği ve bir çıkış yolu olarak görülmesi. Girişimcileri motive eden faktörler (Littunen, 2000: 298); Kendi kendinin patronu olma isteği, maddi ve manevi kazanımlar, kendi geleceğini kendi karar ve çabası ile şekillendirme isteği, bağımsız ya da esnek bir iş ortamına sahip olma isteği ve iş fırsatlarını değerlendirme isteği. Shane, Kolvered ve Westhead (1998) ise 14 ülkede yaptıkları araştırmada girişimcileri işletme kurmaya sevk eden dört değer olduğunu bulgulamışlardır. Bunlar ise; bağımsız olma isteği, kabul edilme, öğrenme isteği ve aile geleneğini sürdürme olarak belirlenmiştir (Soysal,2010,s.88) B-GİRİŞİMCİLİK TÜRLERİ Girişimcilik fırsat girişimciliği ve yaratıcı girişimcilik olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Fırsat girişimciliği; kârlı olabilecek alanlara yatırım yapılması, potansiyel fırsatların görülmesi olarak tanımlanabilirken, yaratıcı girişimcilik ise; bir fikir veya buluşun pazara sunulması ya da mevcut olan bir mal ya da hizmetin tasarım, fiyat, kalite gibi yönlerden iyileştirilerek pazara sunulması olarak tanımlanmaktadır (Ulaş, 2006: 137). Günümüzde girişimciliğin, yeni ekonomi ve bilişim teknolojilerinin gelişmesiyle sanal girişimcilik biçiminde de yapıldığı görülmektedir. Bilişim ortamında bilgisayarlar kullanılarak kurulan siteler aracılığıyla, pazara ürün sunan girişimcilere sanal girişimci denilmektedir. Sanal girişimciliğin çağın bir gereksinimi olarak günümüzde hızla geliştiği ve yaygınlaştığı görülmektedir (Tekin, 2004:15). Bütün bu girişimci türlerinin yanı sıra kadınının girişimcilik konusunda farklı bir yeteneği ve başarısının bazı faktörlere dayandırıldığı görülmektedir. C-NEDEN KADIN GİRİŞİMCİLER? Kadınların iş kurma nedenleri incelendiğinde “itme ve çekme” faktörlerinin önemli rol oynadığı görülmektedir. Kadınları iş kurmaya iten faktörler arasında; ülkenin sosyo-ekonomik koşullarından kaynaklanan ve işgücü piyasasına girmesini güçleştiren, başta işsizlik sorunları olmak üzere kadınlara rol model olarak biçilen işlerin çok sınırlı olması ve kadının çalışmasının zor olduğu işler ve işyerinde cinsiyet ayrımcılığına uğramaları sayılabilmektedir. Bunun yanı sıra, işletmede kariyer yapmalarını engelleyen “cam tavan” etkisi nedeniyle yükselme olanakları kalmayan kadınların, her şeye rağmen potansiyellerini ortaya koyma, kendilerini gerçekleştirmek ve başarılarını kanıtlamak için kendi işlerini kurma ve geliştirme çabaları kadınları girişimci olmaya iten en önemli faktörlerdir. Kadınları iş kurmaya çeken faktörler arasında; kadının ekonomik bağımsızlık isteği, kendini gerçekleştirme, kendi işinin patronu olma, aile ve iş sorumluluğu arasındaki dengeyi kurma vb. faktörlerdir. 229 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Türkiye’de kadınların ekonomik faaliyetlere katılımlarının sınırlı olması genellikle; aile içindeki rollere (ev hanımlığı, çocuk bakımı vb.) ilişkin tercihler ve aile içindeki ataerkil yapı ile açıklanmaya çalışılmıştır. Bir başka itici faktör ise, Türkiye’de özellikle başvurulan işlere uygun eğitim ve becerisi, tecrübesi olmayan kadınların iş bulma şanslarının son derece zayıf olması, zorunlu olarak kadınları kendi işinde çalışmaya sevk etmiştir. Girişimcilik eğiliminin oluşmasında, kişinin içinde yaşadığı aile yapısının önemli bir etkisi vardır. Girişimcilik eğilimi, girişimcilik çalışması yapan bir çok araştırmadan da anlaşılacağı gibi ailede bir girişimci olması kişiyi de girişimci olmaya sevk eder (TÜSİAD, 1987: 13-19). Bireyin sosyalleşme süreci ailede başlamakta ve sonraki hayatında da yetiştiği aile ortamının etkisi önemli bir yer tutmaktadır. Çocukluk döneminde edinilen deneyimlerin bireyin kariyer seçiminde etkisi bulunmaktadır. Diğer taraftan ailenin değer yönelimi, çocuk yetiştirme biçimi, çocuk sayısı, anababanın otoriter ya da eşitlikçi olmaları gibi unsurlar da çocukların sosyalizasyon sürecini dolayısıyla sonraki yaşamlarını da etkilemektedir(Erdoğmuş,2000: 99). Sonuç olarak, girişimciliğe yüklenen sosyo-ekonomik roller dikkate alındığında, kadın girişimciliğinin desteklenmesinin altındaki gerekçeleri 3 farklı yaklaşım doğrultusunda incelemek mümkündür( UNECE-OSAGI, 2004 ve OECD, 2000) Büyüme yaklaşımı; üretilen mal ve hizmet kapasitesinde meydana gelen artıştır. Yani bir ülkenin ekonomik büyümesi, ülke fert başına Gayri Safi Milli Hasılası(GDP)’sinin sürekli olarak artması anlamına gelmektedir. Bir ülkede ekonomik büyümenin ne oranda meydana geldiğini belirleyebilmek için ortalama büyüme hızı ile yıllık büyüme hızı hesaplanmaktadır. Ortalama büyüme hızı, belli bir zaman dilimi içinde reel GDP’de meydana gelen artışı ölçmektedir (www.ekodialog.com). İş oluşturma yaklaşımı; endüstrideki çalışma alanlarına yeni çalışma kolları eklenmesi yaklaşımıdır. Yoksulluğu azaltma yaklaşımı; bu öneri sıralanan şu üç temel boyuttan oluşmaktadır; fırsatları arttırma, yetkilendirmeyi kolaylaştırmak ve güvenliği arttırmak ( World Bank, 2000/01: 6-7, 32, 3840). Dünya Bankası’ nın değişen yoksullukla mücadele yaklaşımı yeniden yapılandırma programlarının yıkıcı etkilerini gidermek adına ortaya atılan çabalar olarak değerlendirilebilir (http://www.unece.org/2004). D-KADIN GİRİŞİMCİLİĞİNİ ENGELLEYEN UNSURLAR Girişimcilik süreci için finansal sermaye oldukça önemlidir. Bu anlamda kadın girişimcilerin önündeki en büyük engel ekonomik anlamda yetersiz olmalarıdır. Daha öncede değinildiği üzere kadınlar yüksek girişimcilik potansiyeline sahiplerdir bu nedenle, yapacakları işin projesi ve pazarı belli olsa bile banka kredi başvurularında teminat olarak üzerlerinde kayıtlı bir gayrimenkul gösterememeleri kadının ev dışında bir işletme kurarak üretime katkısı çoğu ülkede kültür algısı nedeniyle kabul gören bir davranış biçimi görülmemektedir. Kadının toplumdaki cinsiyet rolünden dolayı onun ev hayatı ve iş hayatı arasında denge kurmakta zorlanması, anne ve eş olma rolünün bir uzantısı gibi değerlendirilen öğretmenlik, hemşirelik, sekreterlik gibi daha çok kadınların çalıştığı mesleklere yönelmesine yol açmıştır (Narin vd., 2006: 71). Özellikle kadınların sanayi sektöründeki varlıkları erkeklere kıyasla çok düşüktür ve emek yoğun hafif sanayi dallarında kısmen faaliyet göstermektedirler. Gerek ücret karşılığı bir işte çalışan ve gerekse işletmelerde yönetici ve girişimci olarak çalışan kadınların özellikle kapalı toplumlarda cinsel ya da duygusal tacize uğramaları sıkça karşılaşılan bir durumdur. Bunun önlenebilmesi için etkin yollar bulunmalıdır. Çalışan kadına kendisi ile aynı meslek sahibi, aynı deneyim ve birikime sahip, aynı kıdemdeki karşı cinsine oranla daha az ücret ödenmekte, hiyerarşinin daha üst kademelerine yükselme söz konusu olduğunda, kadın sırf cinsiyetinden ötürü, karşılaştığı cam tavan engeli nedeniyle örgütte hak ettiği düzeye gelememektedir (Çelik ve Özdevecioğlu, 2001: 494). Cam tavan olarak da adlandırılan bu durum, işletmelerde kadınların yönetimde belirli bir düzeyin üzerine yükselmesini engelleyen görünmez engelleri ifade etmektedir (Kocacık ve Gökkaya, 2005: 209). Bu engellerin belli başlıları ise; basmakalıp yargılar, rol çatışması, şirket uygulamaları (işe alım, terfi ve ücretlendirmede ayrımcılık yapılması), rehbere sahip olamama, ve iletişim ağı eksikliği olarak sıralanabilir (Anafarta vd, 2008: 114). Kadın girişimcilerin karşılaştıkları sorunların başında, otorite sorunu ve güvensizlik geldiği belirlenmiştir. Gerek çalışanlar, gerekse müşteriler araştırma sonucuna göre kadın girişimcilere 230 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World güvenmekte zorlanmaktadırlar. Kadın girişimcileri iş hayatında zorlayan bir diğer unsur ise tecrübe eksikliği olarak ifade edilebilir Günümüz Türkiye’sinde kadınların eğitimi konusunda erkekler kadar bir iyileşme sağlanamamıştır. Yani eğitim alanında sınıf farklılıklarından kadınların, erkelerden çok daha fazla etkilendikleri söylenebilir. Özellikle geleneksel yaşam biçimini benimseyen aileler, mali güçlerini kızlarının değil oğullarının eğitimine yönlendirmek istemektedirler. Kağıtçıbaşı (1981) ise, eğitimin, başarının ve iş sahibi olmanın erkek çocuktan beklendiğini vurgulamaktadır (Gökakın, 2000: 111). E-TÜRKİYE’DE KADIN GİRİŞİMCİLİĞİN BOYUTLARI (UYGULAMA ALANLARI) Türkiye’de kadın girişimciliği çalışmalarının yapılmasında, gelişmiş ülkelerden başlayarak artış gösteren kadın girişimci sayısı ve AB, OECD, BM gibi uluslararası kuruluşların kadın girişimciliği destekleyici ve yaygınlaştırıcı politikalar uygulaması etkili olmuştur.(Gürol ve Marşap, 2007). Buna rağmen, Türkiye gelişmiş ülkelerle karşılaştırıldığında kadın girişimciliğinde beklenildiği kadar ilerleme sağlayamamış ve istenilen gelişmeyi gösterememiştir. Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve uluslararası kuruluşların kadın girişimciliğini geliştirmeye yönelik çalışma ve uygulamalarında belli bir seviyeye geldiği gözlenmektedir. Kadınlar arasında girişimciliğin geliştirilmesi, kadının üretime katılması, kadın işsizliğine karşı bir çözüm ve kadınların kendi kazançlarını elde ederek ekonomik bağımsızlık kazanmalarında da bir araç olarak görülmektedir. Bu alandaki politika, uygulama ve etkinlikler hızla yaygınlaşmaktadır. Türkiye’de 1990’lı yıllardan itibaren kadın çalışanlar ile ilgili yapılan çalışmalar özetlenecek olursa; iş kadınlarının yarısından fazlasının ticaret sektöründe girişimci olduğu, genellikle 30-39 yaş diliminde yer aldığı ve yarısına yakınının eğitim düzeyinin lise eğitimi düzeyinde kaldığı ve genellikle de kentte yaşadıkları belirlenmiştir. Türkiye’de girişimci kadınları belirleyen temel karakteristikler ise; kendine güvenli, cesaretli ve sabırlı olmalarıdır (Gürol ve Marşap, 2007). Ülkemizde kadın girişimciliğin geliştirilmesi konusunda çalışmaları kısaca inceleyelim. 1-Bakanlık Destekleri Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı – KOSGEB Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı (KOSGEB), 20 Nisan 1990 tarihinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’na bağlı bir kamu kurumu olarak kurulmuştur. KOSGEB’in görevi, küçük ve orta boy işletmelerin verimliliğini ve rekabet güçlerini artırmak, bu işletmelerin teknolojik gelişmelere uyumunu kolaylaştırmak ve ülke ekonomisine daha fazla katkıda bulunmalarını sağlayacak önlemleri almaktır. Kalkınma Bakanlığı – BEBKA (Kalkınma Ajansları) 2007-2013 yıllarını kapsayan Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı yürürlüktedir. Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan başlanarak, kadınların sosyo-ekonomik anlamda güçlenmesi konusuna yer verilmiştir. Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndan önce hazırlanan, kadınlar, çocuklar ve gençlerle ilgili olan Devlet Planlama Teşkilatı, Çalışma Yaşamı, Gelir, Yoksulluk ve Kadın Özel Komisyonu Raporu (2000) kadın girişimciliği konusunu ilk kez ele almıştır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı – İŞKUR Küçük ve orta ölçekli işletmeleri geliştirme ve destekleme idaresi başkanlığı ve Türkiye iş ve işçi bulma kurumunun ortaklaşa düzenledikleri girişimcilik proje kapsamında iş kurmak isteyenlere 27.000 TL hibe ve 70.000 TL faizsiz geri ödemeli kredi verilmesi kararlaştırılmıştır. Bu kapsamda kadınların iş hayatına atılması için önemli bir fırsat doğmuştur (www.sgk.com.tr). 2-Avrupa Birliği Çerçeve Programları Kadın Girişimci İş Geliştirme Merkezi (KİŞGEM) AB ve KOSGEB’in katkılarıyla Türkiye de sadece dört bölgede faaliyet gösteren Kadın Girişimci İş Geliştirme Merkezi (KİŞGEM) ise kadın girişimciler için oluşturulmuş bir iş geliştirme modelidir. Kadın Girişimcilere, işletmelerinin kuruluş ve gelişim aşamasında destek vererek ekonomik fırsatlar oluşturmak, zenginlik ve istihdam geliştirmeyi hedeflemektedir (Beba, 2008: 38). 3-Sivil Toplum Kuruluşları a-.Kadın Dernekleri Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) 231 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World KAGİDER, üyeleri kadın girişimcilerden oluşan Türkiye düzeyinde örgütlenmiş bir dernektir. 2002 yılında 38 kadın girişimci tarafından kurulan bu derneğin 2013 yılında üye sayısı 278’e çıkmıştır. Amacı ülkede kadın girişimciliğini desteklemek olan dernek, üyelerine eğitim, danışmanlık, kredi güvencesi ve iletişim ağı sağlama hizmetleri vermektedir. Kadın Emeğini Değerlendirme Vakfı (KEDV) KEDV, 1986 yılında kadınların ekonomik durumlarını ve yaşam kalitelerini iyileştirmek amacıyla kurulmuştur. Kâr amacı gütmeyen bir sivil toplum kuruluşu olan KEDV, dar gelirli bölgelerde kadınlara ve çocuklara yönelik çalışmalar yapmaktadır. KEDV, bu faaliyetleriyle her yıl yaklaşık 3000 çocuk ve kadına eğitim ve diğer kapasite geliştirme olanakları sunmaktadır (www.kedv.org.tr). b-Türkiye Odalar ve Bors alar Birliği (TOBB) Kadın girişimcilik konusunda genel politikalar geliştiren ve görüş oluşturulmasına katkıda bulunan TOBB/ KGK, her ilde kendi ilinde faaliyet gösteren iş kadınlarından ve ilgili akademisyenlerden oluşan İl KGK’larını kurmuştur. Kurullar, kadın girişimcilere eğitim, kapasite geliştirme desteği ile girişimci fikirlerini hayata geçirmelerinde destek sağlamak amacıyla çeşitli çalışmalar yürütmektedir (www.tobb.org.tr/TOBBKadinGirisimcilerKurulu). c-Türkiye Esnaf ve Sanatkarları Konfederasyonu AB/TESK Kadın Girişimcilerin Desteklenmesi projesinin başarılı sonuçlarının ardından, 20072009 yılları arasında Kadın Girişimciliğinin Desteklenmesi Projesi AB mali desteği ile toplam 24 ilde; Esnaf ve Sanatkârlar Odaları Birlikleri bünyesinde oluşturulmuş olan Merkezler ile yürütülmüştür. 6291 kadına eğitim, 2755 kadına danışmanlık hizmeti verilmiştir. Toplam 10684 girişimci kadın sertifika almayı başarmıştır, 255 kadın işyeri açmıştır (www.tesk.org.tr). (Arıkan, 2013) d-Ticaret Odaları Ticaret odalarının kadın girişimcilere destek sağlaması açısından incelendiğinde Aydın Ticaret Odası’na buna bağlı olan Koçarlı, İncirliova, Çine, Karpuzlu, Köşk, Umurlu Ticaret odalarına kayıtlı 19 farklı meslek grubundan 545 kadın girişimci mevcut olduğu görülmüştür. Destek alan kadın girişimcilerin ağırlıklı olarak; toptan gıda, inşaat sektörü, eğitim danışmanlığı, tekstil, emlak danışmanlığı gibi işlerle uğraştığı görülmüştür (http://www.ayto.org.tr/). F-KADINININ DEMOGRAFİK YAPISI Kadınların medeni durumlarına bakıldığında işgücüne en çok katılımın boşanmış olan kadınlar kısmından oluştuğu görülmektedir. Hiç evlenmeyen ve eşi ölmüş kadınların ise kendi ayakları üzerinde durmaları gerekliliğinin sonucu olarak iş hayatına atıldıkları söylenebilir. Bu sonuç da işgücüne katılan kadınların önemli bir kısmının kadını çalışmaya iten sebeplerden kaynaklandığını gösterir. Çalışan kadınların evli kadınlardan oluşan kısmında ise 2005 yıllarında %20’lerde olan seviye, 2013 yılında %30 seviyesine ulaştığı görülmüştür. Bu sonuca göre ise kadınları çalışmaya çeken faktörlerin daha ağır bastığı söylenebilir (Tablo-1). Ülkemizde toplam girişimci sayısı, 1 milyon 223 bin kişi olarak belirlendi. Bu rakamın bir milyon 114 binini erkek, 109 binini ise kadın girişimciler oluşturuyor. Veriler, özellikle Tablo.1 Medeni Duruma ve Dönemlere Göre İşgücüne Katılım Oranı (%) Hiç Evlenmedi Evli Boşandı Eşi Öldü 2013 37,9 30,5 50,9 9,0 2012 35,8 29,3 49,5 9,4 2011 36,5 28,1 49,1 10,1 2010 36,6 26,4 47,8 9,2 2009 36,2 24,3 45,8 9,0 2008 35,3 22,4 42,9 8,6 2007 34,4 21,6 40,6 8,1 2006 34,3 21,5 41,4 8,7 2005 33,6 21,3 42,7 9,2 Kaynak: TÜİK, 2015 232 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World küresel krizin etkilerinin en yoğun hissedildiği 2009 ve 2010 yıllarında erkek girişimci sayısının azaldığına, buna karşılık kadın girişimci sayısında ise artış yaşandığına işaret ediyor. Türkiye’de 10 yıl önce sadece 49 bin kadın girişimci buluyordu ve kadın girişimcilerin toplamdaki payı yüzde 4,5 düzeyindeydi. Bu oran 5 yıl sonra; 2009’da yüzde 6.4’e, 2013 sonunda da yüzde 8’e yükseldi. 2014’te hızlanan artış paralelinde kadın girişimci sayısı 109 bini bulurken, oranı da Ağustos sonunda yüzde 8.9’a ulaştı. Bu arada, kadın girişimciler ağırlıklı olarak hizmetler ve sanayi sektöründe artış göstermiştir. Tarımdaki kadın girişimci oranı son 10 yılda yüzde 0.5-1.1 arasında değişirken, tarım dışı sektörlerdeki oran yüzde 4’lerden yüzde 8’lere gelerek ikiye katlandığı görülmektedir(www.girişimhaber.com, Özcan, H.M.,2014). Tablo.2 Türkiye’de Yıllara Göre Kadınların İşgücüne Katılma Oranı Yıllar 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 % 23.6 23.6 24.5 26 27.6 28.8 Kaynak: TÜİK 2015 verilerinden kaynaklanarak tarafımdan oluşturulmuştur. 29.5 30.8 Tablo.2’de 2007 yılında toplam 42 ülkede yapılan Küresel Girişimcilik Araştırması’nda, Türkiye’deki kadınların işgücüne katılımları 2006 yılında bu oranın %23.6 civarında iken ve 2013 yılında %30.8 seviyesine yükselmiştir. G-DÜNYA’DA KADIN GİRİŞİMCİLİĞİN BOYUTLARI 1976 yılında Bangladeş Grameen Bank deneyiminden sonra mikro-kredi bankaları ve projeleri hızla artmış ve küresel ölçekte uygulama imkânı bulmuştur. Mikro-kredi özellikle dünyanın yoksul bölgelerinde faaliyette bulunan sivil toplum örgütlerinin yanı sıra iki yanlı ve çok yanlı yardım ajanslarının ekonomik kalkınmada kullandığı en başarılı programlardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu programların büyük bir kısmı da doğrudan kadın yoksulluğunu azaltmaya yönelik olarak işletilmişt ir (Ghodsee, 2003,s. 1 -7 ). Mikro-kredi uygulaması hususunda Bangladeş, Brezilya ve diğer bazı ülkelerdeki ilk deneyimleri 30 yıl öncesine kadar götürmek mümkünse de dünyada uygulamanın yaygınlaştığı yıllar 1980’lerdir. Mikro-kredinin diğer finansman biçimlerinden en önemli farkı; kredinin geri ödenmesine yönelik ısrar mekanizması, kredi masraflarını karşılayabilecek faiz oranlarının uygulanması ve alternatif kredi kaynağı tefecilik gibi illegal sektörler olan müşteri gruplarına odaklaşarak daha önceki belirli hedeflere yönelik kalkındırma amaçlı borç verme işlerinin yarattığı handikaplardan insanları kurtarmasıdır. Bunun sonucunda, faaliyetin odak noktası, yoksullara hizmet etmek amacına yönelik sürdürülebilir yerel finans kuruluşlarının kurulmasına yol açmıştır. Mikro-kredi siyasi kaygılardan uzak görünen, kâr amacı gütmeyen bir özel sektör inisiyatifi olarak gelişmiş ve dolayısıyla, kalkındırma amaçlı borç verme faaliyetlerinin diğer şekillerine kıyasla çok daha başarılı olmuştur (www.microfinancegateway.org ). Mikro-finans kurumlarını örgütlenme biçimlerine göre; “formel”, “yarı formel” ve “enformel” kurumlar olarak üçe ayırmak mümkündür. Formel kurumlar; genellikle tarım ve küçük sanayi gibi stratejik sektörlere sübvansiyonlu krediler veren kamu bankalarından oluşur. Yarı-formel kurumlar, daha çok sivil toplum örgütleri ve kooperatiflerdir. Enformel kurumların ise bir kurum olarak nitelendirilmesi güç olan yardımlaşma sandıkları, tefeciler, aile bireyleri ve arkadaş gruplarından oluşmaktadır. (www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/mikrogirisimci.doc). 233 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Tablo.3 Dünya’da ve Türkiye’de Kadın İşgücünün Se ktörel Dağılımı (%) ÜLKELER Tarım Türkiye 42,8 Belçika 1 Fransa 2 Lüxemburg 1 Hollanda 2 İspanya 3 İsveç 1 Bir. Krallık 1 ABD 1 Almanya 2 Japonya 5 Norveç 1 Avusturya 6 Kaynak: Worldbank 2011 S anayi 15 11 11 6 8 11 9 9 9 16 17 8 12 Hizmet 41,7 88 86 87 85 86 90 90 90 83 77 90 82 Tablo 3 İncelendiğinde, Türkiye’de kadınların Tarım sektöründe % 42,8 oranında istihdamda diğer ülkelerden oldukça fazla olduğu görülmektedir. Sanayi sektöründe ise, ilk sırada % 17 ile japonya, % 16 ile Almanya ve % 15 ile Türkiye gelmektedir. Hizmet sektöründe ise, İlk sırada % 41,7 ile Türkiye ve % 90 oranlarla Amerike, İsveç, Norveç, Birleşik Krallık izlemektedir. Araştırmalar, küresel kadın işgücündeki en yüksek oranın gelişmiş ülkelerde gerçekleştiğini gösterirken, en düşük oran ise Doğu Avrupa Ülkeleri’nde gerçekleşmektedir(Worldbank 2011). Bu durum Türkiye açısından değerlendirildiğinde, 1995- 2012 arasındaki dönemde kadınların kırsal alanda işgücüne katılım oranı, %49,3’ten %35,7’ye düşerken, kentlerde %17.1’den %21.3’e çıkmıştır (TÜİK, 2012). Tablo.4 Ekonomik Faaliyetlere Göre Kadın İstihdamının Sektörel Dağılımı (%) Kaynak: Worldbank, 2015 Tablo. 4 İncelendiğinde Dünyada kadınların sanayi sektöründe çalışma oranında 2004 yılı ile 2013 yılları arasında fazla bir fark olmadığı gözlemlenmiştir. Tarım ve hizmet sektörleri ise birbiri ile ters orantılı bir seviye artış ve azalışları olduğu saptanıştır. Gelişmiş ülkelerin sektörel dağılımlar ı, yapılan araştırmalar incelendiğinde tarım sektörünün % 1 ile 5 arasında, hizmet sektörünün ise %60’ın üzerinde bir seviyede olduğu tesbitine varılmıştır. Türkiye ise gelişmekte olan bir ülkeler grubunda incelendiği için yıllar ilerledikçe tarım sektöründeki seviyede azalma, hizmet sektöründeki seviyede ise artma olduğu görülmüştür. Fakat tarım sektöründeki kadın çalışan seviyesi gelişmiş ülkelerin kadın tarım sektörü seviyesinden çok uzakta kaldığı dikkat çekici bir özelliktir. SONUÇ Girişimcilik faaliyeti ile kadın, bir taraftan maddi ve manevi kazanımlar elde ederken, diğer taraftan bağımsızlık, finansal fırsatlar, toplumsal hizmet, iş güvenliği, aile istihdamı ve meydan okuyuculuk gibi özellikler ile de cinsiyet ayrımcılığına yönelik yargıları kadınlar lehine çevirebilme fırsatını da elde etmiş olmaktadır Bu kapsamda ekonomik hayatta girişimci olarak önemli roller oynayan kadının; işine yönelik kısa ve uzun vadeli planlar yapma, kaynakları optimum kullanma, beşeri ilişkiler kurma ve sürdürme, işinde edindiği deneyimleri verimli kanallara aktarma gibi bir etkiye sahip olduğu söylenebilir. Kadınların ekonomik anlamda güçlü olmaları, ekonomik ve toplumsal hayatta önemli yarar ve 234 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World fırsatlar yaratarak, başta yoksullukla mücadele olmak üzere kendi ülke ekonomilerini geliştirmede ve istihdam yaratımada önemli katkılar sağlayacaktır. Yani kadınların, potansiyel girişimcilik faaliyetleri ile ekonomik ve toplumsal yaşamın “erkek egemen” cinsiyetlerarası adaletsizliğini “insani” boyuta dönüştürerek, çalışma yaşamını daha etkin hale getireceğini söylemek mümkündür. KAYNAKÇA ARIKAN, Canan, (2013), Kadın Girişimde Başarı ve Başarıyı Etkileyen Faktörler: Bursa Örneği, Yüksek Lisans Tezi, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Bursa ANAFARTA, N. ve SARVAN, F. ve YAPICI, N. (2008), “Konaklama İşletmelerinde Kadın Yöneticilerin Cam Tavan Algısı: Antalya İlinde Bir Araştırma,” Akdeniz İ.İ.B.F. Dergisi, 15:111-137. BEBA Ali (2008), Kadın Girişimcilerin Projeleri İçin Ulusal Fonlar ve AB Destekleri, 2. b., Garanti Bankası Yayınları, İstanbul. ÇELİK, A.ve Akgemci, T. (2007), Girişimcilik Kültürü ve KOBİ’ler (Ankara: Gazi Kitabevi, 2.b.). ÇELİK, C. ve ÖZDEVECİOĞLU, M . (2001), “Kadın Girişimcilerin Demografik Özellikleri ve Karşılaştıkları sorunlara İlişkin Nevşehir İlinde Bir Araştırma,” 1. Orta Anadolu Kongresi (Nevşehir): 487-498. UNECE, UNECE/OSAGI. (2004). Regional Symposium on M ainstreaming Gender into Economic Policies ERDOĞM UŞ, N., 2000, Otobiyografilerin Analizi Yoluyla Girişimci İşadamlarının Kariyer Gelişimi Hakkında Bir İnceleme, M ümin Ertürk, 8.Ulusal Yönetim Ve Organizasyon Kongresi, Erciyes Üniversitesi, Nevşehir, s. 95-108. GHODSEE, Kristen. (2003). “Rethinking Development Templates: Women And M icrocredit In Post -Socialist Southeastern Europe, Anthropology of East Europe Review, Vol. 21, No. 2, ss.1-7. GÖKAKIN, Z.Ö. (2000), “Doksanlı Yılların Yeni Kahramanları: Türkiye’de Girişimci Kadın Profili,” 8. Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı (Nevşehir): 109-123. GÜNER, H.(2010), İstihdamın Arttırılmasında Girişimciliğin Önemi: Girişimcilik Destekleme M odeli Olarak İşgem’ler, SDÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü,ÇEKO Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, http://eprints.sdu.edu.tr/814/1/TS00877.pdf GÜROL, M . ve M arşap A.,A., (2007), Geçmişte ve Günümüz Yaşamında Ücretsiz ve Ücretli İşgücü Olarak Kadın, Bilig 4: 95 – 109. GÜROL, Y., Bal, Y., (2009). Türkiye’de Girişimciliğin Evrimi ve Gelişimi İçin Girişimcilik Eğitiminin Önemi, www.ikt.yildiz.edu.tr/RePEc/yil/makaleler/gurol 0019.pdf, 21.11.2009 KAPU, Hüsnü (2004), “Anadolu Girişimcilerinin Girişimcilik Değerleri,” 12. Ulusal Yönetim ve Organizasyon Kongresi Bildiriler Kitabı, Bursa. LITTUNEN, Hannu (2000), “Entrepreneurship and the characteristic of the entrepreneurial personality”, International Journal of Entrepreneurial Behaviour & Research, 6(6), 295-309. KOCACIK, F.ve GÖKKAYA V.B. (2005),“Türkiye’de Çalışan Kadınlar ve Sorunları,” C.Ü.İ.İ.B.F.Dergisi,6/1:195-219. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/42/1346/15596.pdf NARİN, M . ve M ARŞAP A. ve GÜROL M .A. (2006), “Global Kadın Girişimciliğinin M aksimizasyonunu Hedefleme: Uluslararası Arenada Örgütlenme ve Ağ Oluşturma,” Gazi Üniversitesi İ.İ.B.F. Dergisi, 8 /1: 65-78. NAYIR D., Zamantılı (2008), “İşi ve Ailesi Arasındaki Kadın: Tekstil ve Bilgi İşlem Girişimcilerinin Rol Çatışmasına Getirdikleri Çözüm Stratejileri,” Ege Akademik Bakış, 8 /2: 631-650 OECD.(2000). Small and M edium Enterprise Outlook: Proceedings of Second OECD Conference Women Entrepreneurs, Kantor SEYİDOĞLU, H.(2002), Ekonomik Terimler Ansiklopedik Sözlüğü, Seçkin Yayıncılık SCHINDEHUTTE M . & M orris M . & Lord M . & Brennan C. (2003), “Entrepreneurs and M otherhood: Impacts onTheir Children in South Africa and The United States,” Journal of SmallBusiness M anagement, 41/1: 94-107. SOYSAL, Abdullah(2010),Türkiye’de Kadın Girişimciler: Engeller ve Fırsatlar Bağlamında Bir Değerlendirme, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 65-1 sf.88 TEKİN M ., 1999, Girişimcilik, B:2, Damla Ofset, Konya., 2004, Girişimcilik, B:4, Ankara. TOP, S. (2006). Girişimcilik Kesif Süresi, İstanbul, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş. TÜİK, 2015 TÜS İAD Türkiye’de Girişimcilik İle İlgili Sorunlar ve Çözümler [Kitap]. - İstanbul: TÜSİAD, 1987. - s. 13 - 19. ULAŞ, D. (2006), “Franchising Sisteminin Girişimcilik Açısından Değerlendirilmesi,” G.Ü.İ.İ.B.F. Dergisi, 8/ 3: 133-151.4 World Bank, (2000/2001). World Development Report, Attacking Poverty, Washington D.C: World Bank. www.bddk.org.tr/turkce/yayinlarveraporlar/rapor/bddk/mikrogirisimci.doc www.ekodialog.com; http://www.kedv.org.tr; www.girişimhaber.com, ÖZCAN, H.M .,2014 ; www.sgk.com.tr www.tesk.org.tr; www.tobb.org.tr/TOBBKadinGirisimcilerKurulu,: www.worldbank.com http://tdk.gov.tr/,2013; http://www.unece.org/2004; http://www.ayto.org.tr 235 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Bilgisayar Kullanımı ve Programlama Öğretiminde Cinsiyet Farklılıkları Gender Differences in Computer Use and Programming Instruction Habibe ALDAĞ1 , Mehmet TEKDAL2 1Yard. 2Yard. Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi-BÖTE, Adana-Türkiye, habibe@cu.edu.tr Doç. Dr., Çukurova Üniversitesi, Eğitim Fakültesi-BÖTE, Adana-Türkiye, mtekdal@cu.edu.tr ÖZET: Bilgisayar ile ilgili bölümleri seçen kız öğrenci sayısının azlığı, seçmiş olan kız öğrencilerin diğer bölümlere geçmesi, mezun olanların ise kendi alanları dışındaki işlerde çalışmayı tercih etmeleri uluslararası düzeyde dikkat çekici bir durumdur. Bunu sorun olarak gören bazı gelişmiş ülkeler sosyal-politik düzeyde bölünmeyi engelleyici kararlar almışlardır. Türkiye’de ise sorunun temel nedenlerinin daha fazla araştırılmaya ve tartışılmaya ihtiyacı vardır. Bu çalışmada bilgisayar ile ilgili alanları kız öğrencilerin tercih etmemesinin genel nedenleri araştırılmıştır. Literatür taranmış, BÖTE 2. ve 3.sınıf öğrencileri ile informal görüşmeler yapılmış, sınıf tartışması ve görüş metinleri analiz edilmiştir. Araştırma sonuçları: sos yalkültürel gelişim, aile beklentileri, bilgisayar kullanımında fırsat eşitliğinin sağlanamaması, sterotipleme nedeni ile alanın erkeklerle bağdaştırılması, kızların performans eşitliğine rağmen öz -yeterlik algılarının erkeklere kıyasla düşük olmasının getirdiği çekimserlikler, diğer alanların sterotipleme ile daha cazip gelmesi, alanın sürekli kendini geliştirmeyi gerektirmesi, masa başında geçirilmesi gereken uzun saatlerin caydırıcılığı, asosyalleşme endişesi, kızların karakteristik özelliklerinin işe uygun olmadığı düşüncesi, kızların bu alanda başarılı olmak için erkeklerin doğuştan getirdikleri özel beceri ve eğilimlere sahip olmadıkları düşüncesi, derslerin sıkıcılığı, öğretim stratejilerinin kızların öğrenme stilleri ile uyuşmaması, aile sorumluluklarının erkeklere kıyasla fazla oluşu, erkeklerin çoğunlukta olduğu mesleklerden kaçınma isteği, uygun iş bulamama endişesi kızların alanı seçmemelerinin veya başka alanlara yönelmelerinin temel nedenleri olarak belirmiştir. Anahtar Kelimeler: Cinsiyet farklılıkları, programlama öğretimi, bilgisayar kullanımı, BİT ABS TRACT: Few girls are enrolling to the courses or fields related to computers; enrolled females are preferring to change their study subject, While the graduates choose to work in jobs outside their fields. This phenomen seems to be internationally similar. Some developed countries had already acted on the issue at policy level to prevent the leak. In Turkey, there is a high need of research and discussions to understand the causes of the phenomenen. In this research, we tried to capture the underlying themes of the tendency of not-prefering. We analyzed the related literatüre; interviewed informally 2nd and 3rd year students from Computers and Instructional Department; held a whole-class discussion. Beside students wrote opinion papers on the issue. We analyzed the transcripts as well as papers. The research is resulted with the following themes on this unequal interest in the computer related field: perception underlying socio-cultural development, family expectations, unequal oportunity in use of computers, identifying the field with men because of streotype effect, self- restriction because of low percieved self-efficacy belief (despite the equal performance), attraction of other fields because of sterotype effect, job requirement of continuous self-development, not longing to spend long hours at a table, worries about becoming asocial, incompatibilty of women characteristic tendencies with the field requirements or the perception of girls not having the innat e abilities (as boys) required for the field, boring courses, incompatiblit y between female’s learning strategies and instructional strategies, too many family responsibilities comparing to boys, avoidance from jobs which is populated heavily by man, concerns over not being able to find a job in the field. Findings are similar to the themes from other countries. Keywords: Gender differences, programming teaching, computer use, computing, ICT 1. GİRİŞ İkinci dünya savaşı sonrasında bilgisayar bilimleri veya ilgili birimlerde çalışanların cinsiyet açısından (diğer bilimlerle karşılaştırıldığında) ağırlıklarına bakıldığında bir dengesizlik görülmemektedir. Hatta bazı kaynaklara göre bilgisayar alanında bugünkü gelinen başarının nedeni kadınların emeğidir. Çünkü alanda çığır açan pek çok önemli projenin başlatılması ve yürütülmesini kadınlar üstlenmiştir. Ancak 1980’ler sonrasında bu dengenin önce hissedilmeyecek kadar, 1995’lar sonrasında ise alarma geçirecek ciddiyette kadınların aleyhine bozulduğu görülmektedir. Günümüzde bilgisayar bilimleri veya bilgisayar ağırlıklı bölümler genellikle erkek öğrenciler tarafından tercih edilmektedir. İş hayatında da bilgisayar ile ilgili işlerde çalışanlar baskın ağırlıkla erkeklerden oluşmaktadır. Öğretmenlik mesleği çoğu kız öğrencinin sıcak baktığı bir meslektir. Türkiye de Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Bölümü mezunları öğretmen olarak atanmaktadır. Göreli olarak bu bölüm mezunlarının çoğu bir-iki sene içerisinde alanları ile ilgili sürekli bir işe başlamaktadır. Bu avantaja rağmen çoğu üniversite de BÖTE bölümlerini seçen öğrencilerin çoğunluğunun erkek öğrenciler olduğu görülmektedir. Bu nedenle sadece bilgisayar bilimleri değil, bilgisayar ile ilgili alanlar da giderek erkeklerin sayıca ağırlıklı olduğu alanlar haline gelmiştir. Teknolojinin gelişimi ile serbest çalışma (free-lancing) fırsatlarının da arttığı düşünüldüğünde, dengesiz olan durumun kadınların aleyhine artacağı öngörülebilir. Erkek-egemen bir toplumda fırsat eşitliğinin sağlanması, sosyoekonomik boyutla sınırlanamayacak kadar çok boyutlu bir sorundur. 236 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World 1.1. Dijital Bölünme Dijital bölünme ile ilgili olarak yapılan araştırmaların geneli ilk yıllarda sosyo-demografik faktörler üzerine odaklanmıştır. Yaş, cinsiyet ve eğitim düzeyi faktörleri bölünme nedeni olarak belirlenmiştir. Cinsler arasında bilgisayar kullanımında farklılıklar gözlenmiştir. Erkekler kadınlardan daha fazla bilgisayar ve internet kullanıyor, daha fazla bilgisayar deneyimine sahipler, çevrim-içi geçirdikleri zaman daha fazla, bilgisayara ilgileri daha fazla, bilgisayarla ilgili etkinliklere ilişkin daha olumlu tutum içindeler, daha çok kendilerine güveniyorlar, kendilerini daha yeterli görüyorlar, bilgisayar kullanırken daha az stres yaşıyorlar ve bilgisayar ile ilgili becerilerini artırmayı daha çok istiyorlar (Losh, 2004). Avrupa genelinde yapılan bir araştırma sonucuna göre (Eurostat, 2005-2008) dijital bölünme yaş dönemlerine ve eğitim düzeylerine bağlı olarak değişiyor, cinsiyetler arası farklılıklar ise bu faktörlere bağlı olarak Finlandiya, İrlanda gibi ülkelerde kapanmaya başlamıştır. Amerika’da son yıllarda yapılan araştırmalar bu bulguyu destekler niteliktedir (Wieser, 2000). Başka bir bulgu sosyo-ekonomik düzeye ilişkindir. Ellibeş yaş üstünde bilgisayar kullanımının düşüklüğü bulgusu temelinde cinsler arası farklılığın kuşak değişimi ile ve sosyo-ekonomik faktörlerin iyileşmesi ile ortadan kalkacağı sanılmaktadır. Bu nedenle bölünmenin kuşak geçişi ile ortadan kalkabileceği düşünülmüştür. Başka bir deyişle cinsiyet faktörü açısından kadınlar aleyhine olan durumun daha yüksek eğitim almış, bilgisayar okur-yazarı genç hanımların sayısının artmasıyla ortadan kalkacağı öngörülmüştür. Sosyo-ekonomik faktör ve bilgisayarların yaygınlığı kontrol edildiğinde bilgisayar okuryazarlığı ve bilgisayar kullanımında durumun kısmen dengelendiğine ilişkin araştırma sonuçları vardır. Bross ve Roe (2006) 1145 Belçikalı ergen ile yaptıkları çalışmada sosyo-demografik faktörlere ek olarak psikolojik faktörlerin dijital bölünmeyi açıkladığını ortaya koymuşlardır. Sosyal- bilişsel kuram ve öz-yeterlik (self-efficacy) Bandura (1997) ve Rotter’ın (1966) denetim odağı faktörü (locus of control) üstüne temellendirilen çalışmada, kızlar ve erkek öğrenciler arasında görülen farklılıklar ı açıklamada cinsiyete bağlı psikolojik faktörlerin sosyo-demografik faktörlerle kıyaslandığında daha açıklayıcı olduğu görülmüştür. Bu çalışma digital bölünmenin kuşak geçişi ile sınırlandırılamayacağını göstermiştir. Bross ve Roe’nun çalışmasındaki kayda değer bir bulgu, bilgisayar kullanım düzeyi ile annenin eğitim düzeyi arasındaki güçlü ilişkidir. Araştırmacılar analize tüm grubu birlikte aldıklarında ve kızlarla erkekleri ayrı ayrı aldıklarında ulaşmış oldukları modelin farklı olması bilgisayar kullanımına ilişkin psikolojik süreçlerin cinsler arasında cinsiyet değişkeni temelinde farklılaştığına işaret etmektedir. 1.2. Sterotip Tajfel’in (1974) Sosyal Kimlik Kuramı’na göre göre birey kendisini ve diğerlerini cinsiyet, yaş, sınıf düzeyi gibi sosyal kategoriler temelinde ilişkilendirir. Sosyal kategorilere göre gruplar arası karşılaştırmalara ilişkin genel kabuller, kendini değerlendirmede önemli bir rol oynamaktadır. İşte bu nedenle cinsiyete ilişkin sterotip kadının ve erkeğin öz becerilerini değerlendirmesinde etkili olacaktır. Örneğin Ecless (2011) matematik alanında cinsiyet sterotipinin (erkekler matematikte kadınlardan daha başarılıdır düşüncesi) kadınlar arasındaki yaygınlığını göstermektedir. PISA (2010) sonuçları kadınerkek öğrenciler arasındaki erkekler lehine görünen matematik başarısı farkının, matematikte çok başarılı olan az sayıda erkek öğrencinin puanlarından kaynaklandığını göstermektedir. Benzer şekilde kadınların eşit veya daha başarılı olsalar bile (Singh, Allen, Scheckler ve Darlington, 2007) kendilerini bilgisayar alanında erkeklerden daha az başarılı gördüklerine dair araştırma sonuçları vardır (Zarrett ve Malanchuk, 2005). Kadın ve erkeklerin becerileri arasında farklılık inancının ergenliğin ilk yıllarında başladığı ve ergenliğin son yıllarına kadar artarak devam ettiği sanılmaktadır (Eccles, 1987; Wigfield, Eccles, Suk-Yoon, Harold, vd, 1997). Ancak bu noktada araştırma sonuçları kesin bir yargıya varmaya yeterli değildir. Örneğin “matematikten nefret ediyorum” diyen Barbie oyuncak bebek veya bilgisayar ödevini yapamayarak erkek arkadaşlarından yardım alan Barbie-ergen hikayesinde olduğu gibi; bu algıların ne kadarının olumsuz sosyal etkilerle oluşturulduğu bilinmemektedir. Cinslere atfedilen sosyal roller (kızlar insan iletişiminde daha özenliler), alanlara atfedilen cinsiyet beceri inançları (kızlar teknoloji ve mühendislik alanlarında başarılı olamaz) gerçek başarı düzeyinden bağımsız bir etkiye sahip olabilir. Kariyer seçimi noktasında ergen kız öğrencilerin 237 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World bilgisayar becerilerine ilişkin öz-yeterlik algılarının düşük olmasının bilgisayar ve ilgili alanları seçmelerinde olumsuz etkisi olmaktadır. Sterotip etkisi altında olan aile, akran ve eğitimcilerin de kız öğrencilerin kariyer seçimlerini etkilediğini düşünürsek, dijital bölünmenin kızlar aleyhine devam edeceğini öngörebiliriz. Sainz ve Eccles (2012) 1324 ergen öğrenci ile (2 yıl tekrarlanan) çalışmalarında bilgisayar becerisi öz-algısının Bilişim Teknolojileri (ICT) alanının kariyer olarak seçimindeki etkilerini göstermişlerdir. Bu çalışmada, kızlarda matematikte başarı ile bilgisayar becerisine ilişkin öz-algının negatif ilişki göstermesi dikkat çekicidir. Bir başka dikkat çekici durum bilgisayar ve matematik becerileri yüksek kız öğrencilerin, öz-algıları yüksek bile olsa kariyer seçimlerinde Sosyal-Beşeri bilimleri tercih ediyor olmalarıdır. Sainz ve Eccles’in çalışmasında erkek öğrencilerde bilim ve teknoloji alanlarına eğilim vardır. Bu sonuç aslında sterotiplemenin bazı alanlarda güçlendiğinin işaretçisi olabilir. Margoliss ve Fisher (2002) bilgisayar ve ilgili bilimlere atfedilen tiplemenin sosyal iletişim becerileri zayıf, çalışkan (nerdy ve geeky karekterli) (gözlüklü) görüntüsü ile kadın sterotipiyle pek uyuşmadığına dikkat çekmektedir. Bugün bile facebook’ta bilgisayar bilimcisi veya öğrencisi olan kadınlara ilişkin paylaşımlarının “gözlüklü-inek tiplemeler” olmaları dikkat çekicidir. 1.3. Meslek Seçimi Secreto (2013) Filipinler’de web-temelli-açık öğretim bölümlerine 2006-2011 yıllarında kaydolan öğrencilerin yüzde 63’ünü kızların oluşturduğunu; kızların genellikle eğitim, iletişim, sağlık, yönetim gibi bölümlere kayıt yaptırdıklarını ancak (Bilgisayar Bilimleri, Çokluortam, Bilgi Sistemleri gibi) bilişime ilişkin bölümlerde erkek öğrencilerin çoğunluğu oluşturduğunu bildirmiştir. Kordaki ve Berduosis (2014) Yunanistan’da bilgisayar bilimleri bölümünden 6 sene boyunca mezun olan 89 öğrencinin kayıtlarını araştırmışlardır. Mezun kız öğrencilerin sayısının erkeklere oranla düşük olduğu bu grupta, kızların genellikle kuramsal bilgisayar, genel eğitim ve sosyal bilimlerle ilgili dersleri tercih ederken, programlama öğretimi gibi laboratuvar çalışması gerektiren uygulama derslerinden kaçındıklarını; erkeklerin ise daha çok yazılım sistemleri derslerini tercih ettiklerini bildirmişlerdir. Sainz ve Lopez-Saez (2010) İspanya’da 550 lise öğrencisi ile yaptıkları çalışmada erkek öğrencilerin bilgisayara yönelik tutumlarının genel olarak kızlardan daha olumlu olduğunu ve olumlu tutumun teknoloji ilişkili mesleklerin seçimini etkilediğini göstermişlerdir. Araştırmacılar, görev ve başarı modelini temele alarak, tutum, cinsiyet, anne mesleği, yaşanan yer, IT-kariyer seçimi niyeti gibi, değişkenler arası ilişkileri incelemişlerdir. Görev-başarı modeline göre (Wigfield, Eccles, 2000) öznelgörev değeri ve beklenti boyutları ile insanlar değer verdikleri ve başarabileceklerini düşündükleri alanı seçerler. Araştırmacıların ulaştığı ilginç sonuçlardan biri cinsiyetin meslek seçimi ve bilgisayar yönelik tutum arasında aracı bir değişken olarak etkili olmasıdır (yalnızca bilişsel boyut: inançlar, görüşler). Bu bulgu annenin mesleği ve farklı cinslerin tutumları arasındaki ilişkidir. Annesi çalışan erkeklerin bilgisayar ve bilgisayar bilimcileri ile ilgili görüşleri annesi çalışmayan erkek öğrencilere oranla daha olumlu iken; kız öğrencilerde durum tam tersinedir. Bu bulgunun uluslararası bir genellik taşıyıp taşımadığı incelenmelidir. Görüşlerde cinsiyetler arası farklılık çalışmayan anne çocuklarında daha belirgindir. Erkek çocukları duyuşsal olarak bilgisayarlarına daha bağlı oldukları gözlenmiştir. Aynı zamanda yaşanılan yer (kırsal-alan-şehir) ve sosyal değişkenlerine göre de farklılıklar tespit edilmiştir. Bazı araştırmacılar kızların daha erken yaşlarda bilgisayar ile karşılaştırılmalarının, cinsler arası tutum farklılıklarını dengelemede işe yarayabileceği görüşündedirler (Deyoung ve Spence, 2004). Bazı araştırmacılara göre ise kadınların bilim ve teknoloji alanlarında becerilerini düşük olarak algılamaları ve bilgisayara karşı olumsuz tutumları, bilim ve teknik alanlara atfettikleri yararlılık değeri ve bu alanlara karşı ilgisiz olmaları nedeni ile bu alanlarda yeterince temsil edilmemektedirler (Ayolon, 2003; Zarrett ve Malanchuk, 2005). Kızlar ve erkekler arasındaki motivasyonel farklıkların deneyime dayalı olarak biçimlendiği ve cinsiyete dayalı sosyalleşmenin farklı gelişim yolları izlediği düşünülmektedir (Meece, Glienke ve Burg, 2006). Ailelerin ve öğretmenlerin beklenti farklılıklar ı, erkeklerin becerilerine ilişkin öz-yeterlik algılarının yüksekliği, bilgisayara daha kolay ulaşımları (sahip olamama durumunda internet kafeler) bu farklılaşmaya zemin hazırlamaktadır. Erkekler bilgisayarların teknik yönleri ile ilgilenmekte, kendi kendilerine keşfetmeyi seven eğilimleri ile bilgisayar problemlerini çözmeyi sevmektedirler. Bilişim derslerinin analitik, soyut ve sosyal bağlamdan uzak oluşu kızlar için sorun oluşturur iken, erkekler için sorun oluşturmadığı görülüyor. Kızlar işbirlikçi eğilimleri ile sosyal uygulanabilirliği olan yapılar 238 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World içinde daha yaratıcı ortamlarda çalışmayı tercih etmektedirler. Vekiri (2010) öğretim yapısının kızların tercihlerine göre düzenlendiği durumda öz-yeterlik algısının değiştirilebileceği hipotezini 301 ortaokul öğrencisinin katıldığı bir çalışmada incelemiştir. Bu çalışmada öğretmen ve veli algı ve beklentilerine paralel olarak işbirlikli proje çalışmaları ile bilişim derslerinin öğretilmesinin değer inançları ve özeyeterlik algılarını güçlendirdiği görülmüştür. 2. YÖNTEM Çalışmada bilgisayar ve ilgili bölümlerin seçimindeki dengesizliğin temel nedenleri anlaşılmaya çalışılmıştır. Bu çalışmada temel amaç literatür taraması değildir, programlama öğretiminde uygun öğretim stratejilerinin veya öğrenme stratejilerinin incelenmesi de değildir. Bilgisayar kullanımı, bilgisayar ve bilişim teknolojileri gibi ilgili alanların kariyer olarak seçimi ve özellikle programlama öğretimi ile ilgili çalışmalar cinsiyet farklılıkları odağı ile incelenerek, kadınların aleyhine gelişmekte olan sorunun boyutları görüşmeler ile tespit edilmeye çalışılmıştır. Ön taramada çıkan araştırma sayısı binlerle ifade edilebilir. Başlıkta, özette ve anahtar kelimelerinde cinsiyet olan araştırmaların incelenmesine öncelik verilmiştir. Durum tespiti gerektiği için uluslararası düzeyde araştırmalar incelenmiştir. Amaç tam bir literatür analizinden ziyade sorunun genel çerçevesinin tespiti olduğu için sorunla ilgili araştırmaları barındırdığını düşündüğümüz önemli dergileri tarayan veri tabanlarının incelenmesine ağırlık verilmiştir. Çukurova Üniversitesi kütüphanesinin kayıtlı olduğu science-direct, Wiley, Ebsco gibi 6 veri tabanı taranmıştır. Literatür kadın (female, women), kız (girl) öğrenci, insan-bilgisayar etkileşimi (Human-computer-interaction), bilgisayar (computer), online, internet, programlama dilleri (programming, programming language) görsel araçlar (visual tools) bileşikleri ile taranmıştır. 450 makale gözden geçirilmiş, az sayıda seçilen makale daha detaylı incelenmiştir. Sayfa sınırlılık sorunu, tekrarlayan önemli temalarda bir iki örnek yayın gösterme yoluyla aşılmaya çalışılmıştır. Kısacası bu araştırma için uygun örneklemeye gidilmiştir. Literatür taramasına yanında Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü öğrencileri ile informal görüşmeler ve sınıf tartışması yapılmıştır. Ayrıca gönüllülük temelinde kısa-görüş bildirim metni yazmaları istenmiştir. İnformal görüşme ve tartışma ile öğrencilerin düşüncelerini serbestçe ifade edebilmeleri sağlanmıştır. BÖTE 2. Sınıflardan 32 ve BÖTE 3. Sınıflardan 48 öğrenci ile çalışılmıştır. Öğrenciler genellikle 22-23 yaşlarındadır. Görüş bildirim metinlerinden bir kısmı virüs nedeni ile kaybedilmiş olsa da genel tema analizi bitirildiği için geride kalan verilerin yeterli olacağına karar verilmiştir. 3. BULGULAR Öğrenci ifadelerinde E harfi erkekler K harfi kadınlar için kullanılmış, doğrudan alınan öğrenci ifadeleri italik olarak yazılmıştır. E-1 Ailelerin kızları meslek liselerine göndermemelerinin olumsuz etkilediğini ifade etmiştir “Babalar genellikle kız çocuklarını meslek liselerine yollamazlar. Çünkü meslek liseleri hep erkeklerle doludur”. Kız öğrencilerin erkeklerin sayıca egemen olan meslekleri tercih etmekten kaçınmaktadırlar K-1“Bilgisayar Bilimlerini erkek mesleği olarak görmelerinden kaynaklı ön yargılarının olması ortamın tamamen erkek olmasını düşünmelerinden dolayı bu mesleği tercih etmemeleri…”. Meslek lisesi düzeyinde “ara-eleman” “teknikerlik” tanımı kızlar üstünde caydırıcı etki yaratmaktadır. E-2 “Ara elemanlık mesleği (!) ise pekte bayanlara göre bir meslek olarak görülmediğinden erkek öğrencilerin çoğu lise düzeyi KPSS ile teknisyen olarak iş hayatına başlıyor.” Daha lise düzeyinde alanın öğrenci kaybettiği görülüyor E-3“ ilk dönemde alan değiştirme ihtimali varsa başka bir alana yöneliyor. Örneğin bayanlar kuaförlük, çocuk gelişimi gibi alanlara geçiş yapıyorlar.” Diğer yandan meslek lisesinde bilgisayar gibi alanlarda okuyan öğrencilerin üniversiteye geçiş şanslarının az olduğunu düşünmeleri öğrencileri olumsuz etkilemektedir. E- 4“…mesela gerektiği kadar matematik gösterilmeyip çok fazla oranda bilgisayar dersleri gördükleri için sınavı kazanamıyorlar.” Çalışma koşullarının ağırlığı, emeğin karşılığını alamama ise meslekte çalışan kadınların diğer alanlara “kaçırılması” ile sonuçlanmaktadır. Daha önce bir web tasarımı firmasında çalışan meslek yüksekokulu mezunu bir öğrencimiz K-2 “Oradaki çalışma koşulları bizim 24 saat çalışmamızı istiyordu. Bilgisayarın başından kalkmak imkansızdı. Çok zevkliydi aslında. Ancak sürekli yetiştirilmesi gereken acil işler, bilgisayar dışında bir hayatının olmasını engelliyordu. Asosyalleşmek istemediğim ve emeğimin karşılığını alamadığım için ayrıldım.” Alanı zorlaştıran bir diğer faktörde 239 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World alandaki hızlı değişmelerdir, E-5 “Bir yazılımcı anlık olarak kendini geliştirmek zorundadır. Gün ve saat kavramının ortadan kalkması söz konusu olabilir. Bu gelişim olayına bayanlar pek fazla sıcak bakmamaktadırlar.”. Sürekli bilgisayar başında olmanın gerekliliği ile kadınların üstlenmek zorunda oldukları sorumlulukların uyuşmadığı ifade edilmiştir. K-3 “Ama sürekli bilgisayar başında olmak bana göre bir iş değil. Çünkü kadınların sorumlulukları çok fazla. Ailelerin beklentileri çok farklı. Günümü planlamam gerekiyor. Çünkü yetişmem gereken bir evim, bir işim ve ailem var. Bunlar olmasaydı eğer bilgisayar programcılığını bırakmazdım.” Masa başında oturmak ve asosyallik ilişkisi sık sık tekrarlanmıştır. Bir başka öğrenciye göre K4“Bilgisayar programcılığının gereği sürekli masa başında oturmak ve asosyalliği ittiği için bayanlar bu mesleği tercih etmiyor”. E-6 “Bir yazılımcının çalışma ortamı; sessiz, sakin, fazla konuşmaların geçmediği ortamlardır. Bu ortamlar bayanların daha çok alışık olmadıkları ortamlar olduğu için tercih etmemektedirler.” Ancak masa başında oturmak zorunda olmanın kızlar için sıkıcı olması, kızların sosyalleşme ihtiyaçlarının ağır basıyor olması, sosyal sorumluluklar sorununa getirilecek çözümlerin tek başına yeterli olmayacağını göstermektedir. Cinsiyet özellikleri, ihtiyaç ve eğilimler ilişkisine bir başka açıklama ise ilginin daha zevkli bulunan mesleklere kaydığı için programlamanın seçilmediği yönündedir. K-5 “Kadınlar sayısal alandan daha çok sözel alandaki mesleklerle ilgilendikleri için uzak duruyorlar.” İş saatlerinin belirsizliği analizde beliren bir diğer faktördür. Kadınların programlamayı yapabileceklerine olan inanca rağmen iş saatlerinin belirgin olmamasının öğretmenliğe yönlendirici olduğu söylenebilir. K-6 “Bilgisayar programcılığı yapabilmek için çok meraklı olmak gerekli. Ben sistemin çalışmasını öğrendim. Bunu güzel öğretebilirim. Ama programcılık bana göre değil….İşin bir saati olması lazım.” K-7 “sabah 8 akşam 5 gibi bi düzende olmasını istiyor çünkü işin dışında evde de fazlasıyla yükler var.”. Öğrenciler, kadınların genel olarak teknolojiye uzak olduğu görüşünde hemfikirler. Mesleklerin cinsiyet temeline göre belirlenmesi, önyargıların meslek seçiminde etkisini açıkça ortaya koymaktadır. K-8 “Kadınlar sadece bilgisayar programlamaya değil genel olarak teknolojiye uzaklar. …Aslında toplumun genel görüşü de bu şekilde, mühendislik ya da yazılım işinin erkek işi olduğu düşünülüyor ve kadınlar bu alanlara yönlendirilmiyor.” Öz-yeterlik, öz-güven eksikliği temel bir sorun oluşturuyor. Kadınlarda öz-güven eksikliğini doğrudan kültüre ve aileye bağlayan bir E-7 “Türkiye'de şöyle bir mantık vardır; "Kızın yeri evidir, sosyal hayatının olması ya da çalışması uygun değildir ."Türk aileleri kızlarına genel anlamda baskı uygular ve bu, kızlarda herhangi bir konuda ilerleme, kendini geliştirme isteğini köreltir. Temelde bu ve buna benzer mantıklar olduğu için kıza, iş konusunda aile tarafından izin verilse de kızda, öz güven eksikliği, başaramama duygusu veya çekingenlik yani iş yapma konusunda karamsarlık oluşur. Bu sadece programlamayla ilgili değil birçok konu için geçerlidir.” E-8 öğrencimiz, sosyal fırsatlar, rol beklentileri ve öz-güven gelişimi arasındaki ilişkileri internet kafe örneği ile açıklamıştır “Erkek egemen toplumda erkek çocuklar daha rahat yetişmekte ve birçok imkândan karşı cinse göre bariz bir şekilde daha iyi yararlanabilmekte. (bir iki özel girişimci dışında sadece kızlara özel internet kafe bulunmamakta, birçok kızımızda erkek yoğun kafelere gitmek istememekte.) ..Tabi böylesine teknoloji dışına itilen k ızlarımızın hayal dünyası da teknolojisiz bir kariyer planlamaktadır. Örneğin kızlarımızın ekseri doktor, avukat olmak istemektedir. Ve bu nedenle de teknoloji içerikli derslerde daha geride kalabiliyorlar.”. Internet kafeye rahatça gidebilmiş olmanın ve orada çalışmış olmanın bilgisayara olan olumlu tutum geliştirme ve meslek seçimine etkisi sınıf tartışmasında da belirgin şekilde ortaya çıkmıştır. Ancak bu ilişki tam bir nedensel temele almakta çok acele etmemek gereklidir. E-9 kodlu öğrencimizin “Bizim eve bilgisayar aldığımızda tüm kardeşlerim eşit şekilde oynaya biliyordu ama annem sık sık kız kardeşlerimi ev işlerine yardıma çağırdığından erkek kardeşim daha iyi öğrendi.” açıklaması fırsat eşitliği durumunun bile roller gereği kısa sürede fırsat eşitsizliğine dönüştüğünün bir göstergesidir. Cinsler arası beynin-yeteneklerin farklılaşması görüşü de sık tekrarlanan ifadelerden biri idi. Kızlar ve erkekler arasında cinsiyete bağlı algı ve ilgi farklılıklarının beynin yapılanmasına bağlayan bir erkek öğrenci bu farkın daha küçük yaşta gözlenebilir olduğu düşüncesindedir, E-10 “Kızların ve erkeklerin beyinlerinde bulunan hücrelerin farklı özellikler taşıdığını düşünüyorum. Birçok konuda kızların ve erkeklerin olaylara bakış açılarının farklı olduğu anlaşılabilir. Örneğin; küçük bir çocuğa oyuncak araba aldığımızda eğer çocuk erkekse hemen arabanın tekerlerini söküp… Eğer oyuncağı kız çocuğuna almışsanız arabanın… kısacası dış görüşüne bakar... hareketini sağlayan küçük 240 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World parçacıkları pek merak etmez. Programlama konusunu da örnekle bağdaştıracak olursak; erkekler daha çok içerikle yani programı çalıştıran kod kısmına ilgi duyarken kızlar ise daha çok tasarıma yönelir.”. Kızların sözel erkeklerin sayısal zekaya sahip olduğu düşüncesi erkek öğrenciler kadar kız öğrencilerin metinlerinde de tekrarlayan bir unsurdu E11 “… Yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'de kızların sözel, erkeklerin ise sayısal zekaya sahip olduğunu ortaya konulmuştur. Türkiye’deki üniversitelere baktığımızda mühendislik fakültelerinde çok az kız öğrenci olmasına karşın dil bölümlerinde ve sözel bölümlerde kızlar sayı olarak çok daha fazladır.”. Yetiştirilme farklılıklarının zihinsel yapılanmayı etkilediğini savunan bir öğrenci E-12 ise bu farklılığın alanda daha etkin ve verimli işler çıkarmada işe yarayabileceğini düşünmektedir “Erkek zihninden farklı çalışan kadın zihninin bilgisayar gibi mantık ve algoritmaya dayalı bir bilimde daha etkin ve verimli işler çıkaracağını kestirmek zor olmasa gerek.”. Kızların kişisel özellikleri nedeni ile ilgili programları tercih etmemeleri çoğunlukla kızlar tarafından ifade edilmişti. K-9 “..daha sabırsız oldukları için uzaklar. Çünkü programlama sabır gerektiren bir şey en ufak bir yanlışınız olduğu zaman program çalışmaz ve o yanlışı bu lmak saatlerinizi hatta günlerinizi alabilir. … bu tarz bir durum olduğunda sinirlenip tamamen bırakabilirim. Uğraşmak istemem daha fazla”. E-13 “Bayanların cesaretlerinin çabuk kırılmasından ve kendilerine olan güvenin yetersiz olmasından da kaynaklanabilir.” Programlamanın erkek işi olduğu düşüncesinin, kızların meslek seçimini olumsuz etkilemesi ortak görüşler arasındaydı. Erkeklerin cinsiyete dayandırdıkları özellikleri nedeni ile programlamaya daha rahat yöneldikleri görüşü de kabul görür gibiydi. K-12 “Erkeklere baktığımızda saatlerce bilgisayarda oyun oynayabiliyorlar… oyunda hangi hileyi yaparak bir üst seviyeye geçebilirim düşüncesi gelişiyor. Bu da zaman içerisinde kodlama alanında erkek egemenliğini ortaya çıkmasına neden oluyor.”. Bu öğrenci çözümün yine de gelişim psikologları ile bulunmasını öneriyordu. “Çözüm olarak kız çocuklarının eline erken yaşta bilgisayar vermek, bilgisayarın sadece facebooktan ibaret olmadığını anlatmak ve belki de en önemlisi gelişim psikolojisi uzmanları ile biraraya gelip bu soruna çözüm bulmaya çalışmak olacaktır”. Sınıf tartışmasında kızlar genellikle çok oynamadıklarını belirttiler, ancak oyun tasarımcılarının çoğunluğunun erkek olduğu ve oyun karakterlerinin itici olduğu görüşü üstünde duran pek olmadı. Hazırlamış olduğu modüllerden (oyun) para kazanmaya başladığında ilgisinin daha da arttığını ve yazılım mühendisliği okumak istediğini söyleyen bir öğrencimiz ise oyunların kendi deneyiminde programlamaya başlamasına hazırlayıcı ortam sağladığı görüşündeydi. Öğrenciler bölüme İngilizce-hazırlık sınıfının konulmasının kaliteyi artıracağını, özel sektörde iş bulmayı kolaylaştıracağı görüşündedirler. K14 “İngilizce Dersi Kalıcı ve etkin bir şekilde Küçük yaşta öğretilmeli ya da bu bölümde hazırlık olarak bir yıl okutulmalı” tekrarlanan temalardandır. Öğretim stratejilerinin farklılaştırılma ihtiyacı: Sıkılma ile ilgili ifadelerin erkek öğrenciler tarafından değil de çoğunlukla kızlar tarafından kullanılması dikkat edilmesi gereken bir duruma işaret etmektedir. K-15 “Öğretilen programlama dilleri mevcut anlatım biçimleri dışına çıkılmalı ilgi çekici örneklerle öğretilmeli.(yoksa ders dinleyesim gelmiyor gözüm açık uyuyorum)” ifadesi ise kız öğrencilerin kubaşık-uygulama çalışmalarından yararlanabileceğinin bir işareti olabilir. Bölümün yeterince tanınmadığının ve tanıtılması için öneriler veren öğrenci öğretmenlikte yapmak istediğini bildirmiştir. Öğrencilerin çoğunluğu öğretmek olmak istiyor. Yazılımcı olarak devam etmek istediğini bildiren öğrenci sayısı ise çok azdı. Temel sorunun mesleğe yönlendirme aşamasında olduğu, ilgi ve yeteneğe göre yönlendirme yapılması gereği ortak görüş olarak ortaya çıkmaktadır. E-16 “en iyi çözümü ilkokuldan başlayarak rehber öğretmenler eşliğinde öğrencilerin ilgi alanları belirlenerek onların ilerde nasıl bir mesleğe yatkın olacağını belirleyerek öğrenciyi yönlendirmelidir ve asla sınav sonucuna göre meslek seçilmesi önlenmelidir. Bir insana istemediği mesleği öğretirsen ilerde ne kendini o meslek alanında geliştirir nede ülkesine katkısı olur.”. K-16 “Ailelerin yönlendirmesi ile bölümü okumaları. …Sadece üniversite okumak adına bölüm tercih edildiği için.” diğer sıkıntılardır. MEB’in programlarda sık sık değişiklik yapması, “Bilişim teknolojilerinin facebook ve googledan ibaret olmadığı gösterilmeli…” ifadelerini alanımızın tanıtılması için öneriler takip ediyordu. Hatta E-17 “Bence bilgisayar öğretmenliğinin ve bilişim alanının gelişmesi için öncelik ilkokula kadar bilgisayar öğretimi getirilmelidir. Çocuklar ilk başta bilgisayarı tanıdığı an oyun olmamalı ama oyun olacaksa da daha çok eğitici programların kullanıldığı tarz oyunlar öncelikli 241 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World olmalıdır. Çünkü çocuklar bilgisayar deyince ilk aklına gelen oyun oluyor bu onları bilgisayara ve programlamaya yönelttiği gibi tam ters ters etki de verebilir. Görsel ve eğitici programlamalar ilkokul düzeyine kadar inerse onları öğrenerek gelişen yeni nesil ilerde gerek programlama konusunda gerekse bilişim alanında daha yatkın olacağına inanıyorum.” Bir diğer öğrenci erken yaşta öğretim önermektedir. kızların yazılım sektöründe öne çıkarmak için E-18 “..programlama dillerini, küçük yaşta iken, görsel içerikli eğitim yazılımlarıyla dikkat çekici ve güdüleyici bir şekilde anlatılmalı” diyor. Bu değişikliklerin BÖTE öğrencilerini “alandan soğuttuğu” kaygı düzeylerini artırdığı gözlenmektedir. Hatta bazı uygulama ve kararların kırgınlık yarattığı görülmektedir. E-19 “Fatih projesiyle birlikte bölümümüz beklenen değeri maalesef görmedi. Birçok böte mezunu açıkta dururken iki üç ay eğitim alan formatör öğretmenler fatih projesinden sorumlu yapıldı ve bilgisayar öğretmenleri resmen görmezden gelindi.” Bölümün ve alanın değer sorgulamasında MEB’nın kararlarının önemli bir etkisi olduğunu görüyoruz. 4. TARTIŞMA ve SONUÇ Analizler sonucu ortaya çıkan tablo, makalenin sayfa sınırı nedeni ile burada verilememiş olan uluslararası yapılan çalışma sonuçları ile tutarlılık göstermektedir. Kariyer seçiminde cinsiyet farklılığı ciddi bir sorun olarak görünmektedir. Bilgisayar ve ilgili alanlar erkek egemen bir tablo çizmektedir. Bilgisayar kullanımında ve kullanım nedenlerine ilişkin cinsiyetler arasında ciddi farklılıklar tespit edilmiştir. Ancak son yıllarda bilgisayarlara ulaşımın kolaylaşması ile bilgisayar kullanımındaki farklılıklar hızla ortadan kalmaya başlamıştır. Programlama performansları arasında farklılık olmamasına rağmen kızlar programlama performanslarına ilişkin daha düşük öz-yeterlik ve öz-güvene sahiptir. Yeterlik algısı uzun vade de kızların meslek seçimlerini olumsuz yönde etkilemektedir. Kız ve erkek öğrencilerin programlama öğrenme performansları, öğrenme stilleri ve öğretim stratejileri tarafından önemli ölçüde etkilenmektedir. Kızlar geleneksel programlama öğretiminde erkeklere kıyasla biraz daha dezavantajlı konumdadır. Kızlar bağlam temelindeki problem çözümlerinde daha başarılı olmaktadır. Öğretim yöntemlerinin farklılaştırılması ile kızların performanslarının arttığını gösteren araştırmalar vardır. Öğretimdeki strateji değişikliklerinin erkek öğrenciler üstündeki etkisinin de incelenmesi gereklidir. Cinsiyet-bağımsız öğrenme çevreleri soruna çözüm getirebilir. Özellikle görsel programlama ile öğretiminin farklı cinsler üstündeki etkilerinin tespit edilmesi için araştırmalara devam edilmelidir. “Kızların bilgisayar öğrenmesi zordur. Erkekler bilgisayarda iyidir” düşüncesi toplum ve medya tarafından mı yerleştirilmektedir? Çünkü pek çok araştırmada kızlar ve erkekler arasında performans farklılığı olmadığı gösterilmiştir. Performans farklılığı olmadığında bile öz-yeterlik farkının kızlar aleyhine olması dikkat çekicidir. Kız öğrencilerin zorlandıkları zaman, zorlandıklarını daha çok paylaşmalarının da bu düşünceyi abartılı hale getirecek bir (sapmaya) yanılgılı-algıya neden olabilmesi olasılığı da düşünülmelidir. Kısacası kendi kendini gerçekleştiren kehanet ile mi karşı karşıyayız, incelenmesinde fayda vardır. Kompütasyonel düşünme (computational thinking) becerilerin öğretilmesindeki eksikliklerin getirmiş olduğu dezavantaj yine en çok bu alanda hissedilmektedir. Diğer bilimlerde kompütasyonel düşünmenin öğretimi ile analitik-eleştirel düşünmenin birleştirildiği araştırmalar ise sayıca çok azdır. Bilgisayar kullanımı- sosyo-ekonomik statü ilişkisi bilgisayarların yaygınlaşması bulanıklaşmıştır. Kız öğrencilerin bilgisayar ile ilgili alanlara yönelmelerinde model olacak bayan öğretmenlerin veya bilim insanlarının sayıca azdır. Programlama öğretiminin ülkemizde ilköğretime yaygınlaştırılmamış olması sorunu, hatta konunun öğretiminin gerekli olup olmadığına ilişkin verilen kararların belirsiz ve sık sık değişiyor olması, mevcut derslerdeki müfredatın belirsizliği sorunu ağırlaştırıyor gibi görünmektedir. Araştırma sonuçları özetle: sosyal-kültürel gelişim, aile beklentileri, bilgisayar kullanımında fırsat eşitliğinin sağlanamaması, sterotipleme nedeni ile alanın erkeklerle bağdaştırılması, kızların performans eşitliğine rağmen öz-yeterlik algılarının erkeklere kıyasla düşük olmasının getirdiği çekimserlikler, diğer alanların sterotipleme ile daha cazip gelmesi, alanın sürekli kendini geliştirmeyi gerektirmesi, masa başında geçirilmesi gereken uzun saatlerin caydırıcılığı, asosyalleştirme endişesi, kızların karakteristik özelliklerinin işe uygun olmadığı düşüncesi, kızların bu alanda başarılı olmak için erkeklerin doğuştan getirdikleri özel beceri ve eğilimlere sahip olmadıkları düşüncesi, derslerin sıkıcılığı, öğretim stratejilerinin kızların öğrenme stilleri ile uyuşmaması, aile sorumluluklarının 242 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World erkeklere kıyasla fazla oluşu, erkeklerin çoğunlukta olduğu mesleklerden kaçınma isteği, uygun iş bulamama endişesi kızların alanı seçmemelerinde veya başka alanlara yönelmelerinin temel nedenleri olarak belirmiştir. Öğrenciler ve literatür de önerilen bazı önlemler şunlardır: Erkek egemen alan kanısına karşı sterotipleme oluşmadan eğitime başlanması, bilgisayarların yaygınlaştırılması, formal öğretimde ders konulması ve kompütasyonel düşünmenin programa yaygınlaştırılması ve ders açılması, geleneksel programlama öğretim yöntemleri ile kızların öğrenme stilleri arasında uyumsuzluğa karşı öğretim yöntemlerinin çeşitlendirilmesi, kızların öz yeterlik algılarını yükseltecek projelerin teşviki, öğrencilere model olabilecek bayan öğretmenlerin sayısının artırılması, alandaki hızlı değişimler için hizmet-içi veya mezuniyet sonrası eğitimler artırılması sağlanılabilir. Bu sorun öncelikle ve acilen sosyal politika düzeyinde ele alınması gereken bir sorundur. 5. KAYNAKLAR Ayalon, H. (2003). Women and men go to university: M athematical background and gender differences in choice of field in higher education. Sex Roles, 48(5 & 6), 277–290. Bandura, A. (1997). Self-efficacy: The exercise of control. Nueva York: Freeman and company (pp. 422–476). Bross, A & Roe, K. (2006) The digital divide in the playstation generation: Self-efficacy, locus of control and ICT adoption among adolescents. Poetics 34 (2006) 306–317 DeYoung, C. G., & Spence, I. (2004). Profiling information technology users: En route to dynamic personalization. Computers in Human Behavior, 20, 55–65 Eccles, J. S. (1987). Gender roles and women's achievement-related decisions. Psychology of Women Quarterly, 11, 135– 172. Eccles, J. S. (2011). Two roads diverged in yellow wood. Distinguished university professorship lecture. Ann Arbor, M I: University of M ichigan M arch 14, 2011. http://lecb.physics.lsa.umich.edu/CWIS/browser.php?Resourceid=3997 Eurostat. (2008). Database. <http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_ Retrieved 15.05.08. Kordaki M . &, Berduosis, I. (2014) Course Selection in Computer Science: Gender Differences Procedia - Social and Behavioral Sciences 116, 4770 – 4774 Losh, S. C. (2004). Gender, educational, and occupational digital gaps 1983-2002. Social Science Computer Review, 22(2), 152-166. M argolis, J., & Fisher, A. (2002). Unlocking the clubhouse: Women in computing. Cambridge, M A: M IT Press. M eece, J. L., Glienke, B. B., & Burg, S. (2006). Gender and motivation. Journal of School Psychology, 44, 351–373. OECD (2010). PISA 2009 at a change. Science Retrieved from. http://www.oecd.org/dataoecd/31/28/46660259.pdf Rotter, J.B., (1966). Generalized expectancies for internal versus external control of reinforcement. Psychological M onographs. 80 1. Whole No. 609. Sáinz, M .&López-Sáez , M . (2010) Gender differences in computer attitudes and the choice of technology -related occupations in a sample of secondary students in Spain. Computers in Education, 54, 578–587, Singh, K., Allen, K. R., Scheckler, R., & Darlington, L. (2007). Women in computer-related majors: A critical synthesis of research and theory from 1994 to 2005. Review of Educational Research, 77(4), 500–533. Sainz, M . & ve Eccles, J.(2012) Self-concept of computer and math ability: Gender implications across time and within ICT studies. Journal of Vocational Behavior, 80,486–499. Secreto, P. V. (2013) Gender Equality in Online Learning: The Case of UP Open University Procedia - Social and Behavioral Sciences 103 ( 2013 ) 434 – 441 Vekiri, I. (2010) Boys’ and girls’ ICT beliefs: Do teachers matter?. Computers & Education 55, 16–23 Wigfield, A., & Eccles, J. S. (2002). The development of competence beliefs, expectancies for success, and achievement values from childhood through adolescence. In A. Wigfield, & J. S. Eccles (Eds.), Development of achievement motivation (pp. 92–121). New York: Academic Press. Wigfield, A., Eccles, J. S., Suk-Yoon, K., Harold, R., Abreton, A. J., Freedman-Doan, C. (1997). Change in children's competence beliefs and subjective task values across the elementary school years: A 3-year study. Journal of Educational Psychology, 89(3), 451–469, doi:10.1037/0022-0663.89.3.451. Weiser, E.B., (2000). Gender differences in Internet use patterns and internet application preferences. CyberPsychology and Behavior 3 (2), 167–177. Zarrett, N. R., & M alanchuk, O. (2005). Who is computing? Gender and race differences in young adults' decisions to pursue an information technology career. New Directions for Child and Adolescent Development, 110, 65–84, 243 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World #Yerimiişgaletme Kampanyası Örneğinde Cinsiyet Ve Mekân İlişkisinin Biyopolitik Yeniden Üretimi The Reproduction Of Gender-Space Relationship in The Case Of #Yerimiisgaletme Campaign Halil ÇAKIR1 1Arş. Gör., M ersin Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, M ersin-Türkiye, halilcakir@mersin.edu.tr ÖZET: Feminist hareketin teori ve eylem düzeyinde ortaya çıkışından günümüze dek en büyük hedeflerinden biri, kadınların kamusal alandaki görünmezliğini yok edebilmektir. Ne var ki, tepeden tırnağa heteronormatif bir kamusallık üzerine inşa edilmiş bir güç olarak modernite, kadınların bu talebini, dispositif olarak işe koştuğu toplumsal cinsiyet normlarının biyopolitik zemininde elimine etmektedir. Türkiye’de erken Cumhuriyet dönemindeki siyasal katılım tartışmalarından 1960’lardaki kentleşme ve göç süreçlerine etkisini gösteren bu cinsiyetli mekânın varlığı, Türkiye’deki feminist hareketin söylem düzenini kaçınılmaz olarak belirlemektedir. Yeni toplumsal hareketlere gönderme yapan Türkiye’deki feminist hareket, kimlik üzerinde ısrarcı bir biçimde durmakta, böylelikle cinsiyet rejiminin biyopolitik düzenini gözden kaçırmaktadır. Güncel bir örnek olarak #yerimiişgaletme kampanyası, toplu taşıma araçlarında erkeğin baskın toplumsal zaferini ifade ettiği düşünülen oturma biçimlerini eleştirmek amacıyla sosyal medyada yer alarak sorunu yeniden gündeme getirmiştir. Ancak #yerimiişgaletme kampanyası, yukarıda ele alınan söylem kümesinin hegemonik dilinde tartışılmıştır ve dahası bu hegemonik dil kampanyanın ötesine geçmiştir. Bu çelişkili durumu ortaya koyabilmek amacıyla bu çalışmada #yerimiişgaletme kampanyası örneğinde Türkiye’de feminizmin ve hâlihazırdaki toplumsal cinsiyet rejiminin, kadının kamusal mekândaki yerine ilişkin ürettiği bilgiler tartışılmaktadır. Bu amaçla internet haberleri ve köşe yazıları karşılaştırmalı bir analize tabi tutularak söylemsel bağlamda değerlendirilmektedir. Anahtar sözcükler: #yerimiişgaletme, kamusal-özel ayrımı, feminizm. ABS TRACT: From its emergence in theory and practice up to the present, one of the biggest goals of the feminism is to handle with the public invisibility of women. Although, modernity, as a power which is constructed on a totally heteronormative publicity, eliminates this goal on the biopolitical basis of gender norms which function as a dispositive. The presence of this gendered place unavoidably determines the feminist discourse in Turkey as seen from the political involvement discussions to the urbanisation and migration processes in the 1960s. An actual instance, the campaign #yerimiisgaletme revives this problem by taking place on the social media in order to criticize the seating behaviors of men that is thought as a sign of the dominant social victory of which. Although, the campaign was discussed in the hegemonic langauge of the discouse mentioned above and moreover this hegemonic langauge went beyond the case. To st ress this paradoxal situation, in this study it is disscussed the knowledges that feminism in Turkey and the present gender regime produce about the place of women in the public place. For this purpose, it is analyzed the internet news and corner posts about the campaign comperatively and disscussed in the discursive context. Keywords: #yerimisgaletme, public-private sphere distinction, feminism. 1. GİRİŞ Toplumsal cinsiyet konusunu kendine dert edinenlerin, bu konuda hevesli olan lisansüstü ve lisans düzeyindeki öğrencilerin ve elbette ki feministlerin başucu kitaplarından biri olan Judith Butler’ın Bela Bedenler kitabı, şu soruyla başlar: “Bedenin maddesellik sorunsalı ile toplumsal cinsiyetin performatifliği arasında bağ kurmanın imkânı var mıdır?” (Butler, 2014: 7). Sorunun ele aldığı ilişkisellik, bu çalışmanın da değinmeye çalıştığı, bedenin maddi varlığının indirgenmişliği üzerine inşa edilen bir söylem kümesinin, toplumsal davranışlar aracılığıyla yeniden üretilerek toplumsal cinsiyet denilen mefhumun, bedenin başına bela edilmesini ifade eder. Bedenin maddeselliğine ilişkin modern toplumun düzenleme biçimleri, bugün toplumsal cinsiyet mefhumu üzerinde her yere makro ve biçimlerde mikro sirayet eden bir toplumsal cinsiyet iktidarının varlığı bağlamında somut politik pratiklerden cinselliğe ilişkin düzenlemelere kadar oldukça geniş bir katalog sunmaktadır. Özellikle ailenin ve kadının yeri sorunları, gündelik kamusal pratiklerde doğrudan gözlemlenebilmektedir. Bu bağlamda burada gündelik kamusal pratikler ve kadının kamusal alana çıkma mücadelesi ciddi bir biçimde kesişmektedir. Ve çeşitli feminist kampanyalar ile söz konusu kesişme kendini mekânda gösterebilmektedir (Connell, 1998). 1.1. Mekân Ve Cinsiyet İlişkisi Hakkında Modern toplumun vitrini olarak iş gören kamusal alan, kişisel olanı politik olmaktan uzak tutmak yönünde tüm gücünü ortaya koymaktadır. Kadın, üretimdeki ağırlıklı konumunu erkeğe devredip eve kapatıldığından bu yana, mekânda cinsiyetin kesif bir varlık sürdürdüğü tespiti, feminizmin bütün dalgalarında ele alınmıştır (Donovan, 1997). 244 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Burada öncelikle mekânı cinsiyete ilişkin bir zemin olarak ele almanın meşruluğunu sağlamak gerekir. Mekânda cinsiyete dair söyleme, elbette her şeyden önce bedenin mekândaki varlığının tespiti, yani diğer bedenlerle arasında kurduğu mekânsal ilişkileri gündeme getirir. Bireylerin bedenlerini konumlandırmaları, öncelikle fizyolojik bağlamdaki beden ve cinsellik pratikleriyle, daha kapsayıcı olan sosyal-psikolojik anlamda kişisel alanın korunmasıyla ve son olarak bu iki düzeyi de çevreleyen toplumsal normlarla ve özelde toplumsal cinsiyet ile açıklanabilmektedir. Buradaki düzeylerin farazi ve geçişli olduğunu belirtmekle yetinelim. Antropolog ve sosyal-psikolog Edward Twitchell Hall, The Hidden Dimension (Saklı Boyut) (1990) ‘da insanların kendi bedenleri çevresinde kurmuş olduğu kişisel savunma hatlarını “Proksemi” terimiyle kavramsallaştırmakta ve kişiler arası ilişkilerdeki birincillikikincillik ölçütüne göre birtakım açıklayıcı mesafeler (distance) ortaya koymaktadır. Hall, büyük çoğunluğu entelektüel sayılabilecek orta sınıf Amerikalı erkek ve kadınlarla yapmış olduğu görüşmelerden ve gözlemlerden derlediği dört uzaklığı tespit etmektedir (1990: 116). Bunlar; mahrem (intimate) mesafe, kişisel (personal) mesafe, sosyal (social) mesafe ve kamusal (public) mesafe. Hall’un teorisinde yukarıda ele alınan mesafeler, insanların katı bir şekilde muhafaza ettikleri mesafeler olup modern kentsel alanda giyinilen sosyal bir zırh olarak karşımıza çıkar. Dolayısıyla bu zırhın aşılmasına yönelik en küçük bir girişim ya da uygun ortam bile kişinin sosyal- psikolojik anlamda kaygı duymasına neden olmaktadır. Bu durumda, bireyler, kendi beden “ülkelerini” savunmak için ihlali gerçekleştiren kişiye yönelik bir savaş halini işe çağırırlar. Ülkelerin sınırlarını canla başla müdafaa etmesi gibi, bireyler de kendi bedenlerini düşman “öteki” bedenlere karşı canla başla müdafaa etmektedir (Giddens, 2008: 184). Hall, insanların diğer insanlarla kurmuş oldukları uzaklık ilişkisinin, kültürler arasında farklılık gösterdiğini belirterek söz konusu uzaklıkların salt fiziksel ya da psikolojik bağlamlarla açıklanamayacağına dair ipuçları vermektedir. Mekân ve cinsiyet rejimi arasındaki simbiyotik ilişki için bir bağlam olarak Toplumsal Cinsiyet Ve İktidar (1998) adlı çalışmasında R. W. Connell, toplumsal cinsiyet pratiklerini araştırırken kurumlara el atar. Aile, devlet ve sokağı ele alır. Aile ve devlet, toplumsal cinsiyet politikalarının en yoğun işlediği kurumlardır. Sokak ise, genellikle bir kurum olarak ele alınmaz. Connell’a göre sokak, oldukça kapsayıcı bir bağlam olarak, pek çok farklı toplumsal ilişki biçimini barındırdığı “kesin sınırları olan” bir toplumsal çevredir. Topluma yayılmış cinsiyet düzeninin bir yansıması olarak sokaklar, erkeklerin hâkimiyeti altındadır (Connell, 1998: 181). Modern anlamıyla toplumsal cinsiyet rejimleri, kadın ve erkeğin kentsel alanı nasıl ve ne zaman kullanacağını şekillendirmektedir. Örneğin; kriminal suç alanı olsun veya olmasın kentin sokakları, günün belirli saatleri ile birlikte kadınlara (nomos çerçevesi içinde kalan, namuslu kadınlara) kapanmaktadır. Bu durum klasik anlamıyla hala geçerlidir. Ancak kenar cinselliklerin toplumsal cinsiyet rejimlerinin üretim sahasına dâhil olmasıyla, erkekler için de aynı kapanmanın işler hale geldiğini söylemek mümkündür (Connell, 1998: 183). Türkiye özelinde cinsiyetli mekânın, kadınların bu mekânda görünürlük kazanmasına oldukça güçlü bir biçimde direndiği görülmektedir. Sosyo-kültürel tortuların cinsiyet rejimine hâkim olduğu böylesi bir toplumsal düzlemde Türkiye’deki cinsiyetli mekân tartışmalarının sık sık yerleşik iktidar mekanizmalarına takılması beklendik bir durumdur. Türkiye’nin bir modernleşme projesi olarak doğduğu erken Cumhuriyet dönemindeki siyasal katılım tartışmalarından 1960’lardaki kentleşme ve göç süreçlerine etkisini gösteren bu cinsiyetli mekânın varlığı, çok ilginç bir biçimde Türkiye’deki feminist hareketin de söylem düzenini kaçınılmaz olarak belirlemektedir. Başlatılan kampanyalar, aile kurumunun kutsallığı tarafından elimine edilmekte, Deniz Kandiyoti (2007)’nin cariyeler, bacılar ve yurttaşlar olarak formüle ettiği bir kimlikli bastırma tarafından kapılmaktadır. Yeni toplumsal hareketlerin de sosyolojik olarak Türkiye’de kendini göstermesiyle birlikte üçüncü dalga feminizm, kimlik üzerinde ısrarcı bir biçimde durmakta, böylelikle cinsiyet rejiminin biyopolitik düzeni, Türkiye’de cinsiyetler arasındaki karşıtlık üzerinde iktidarını herhangi bir engelle karşılaşmadan sürdürmektedir. Bu durumun açıkça görülebildiği örnekler, kadın cinayetleri, aile içi şiddet vakaları ve eğitim politikaları ve uygulamalarında sıklıkla kendini göstermektedir. 1.2. #yerimiişgaletme Kampanyası: Dikotominin Yeniden-Üretimine Bir Örnek Türkiye’de toplumsal cinsiyet tartışmalarının, yukarıda ele alındığı gibi, dikotomik bir paradoks üzerinden sürdürülmesi, sorunların üzerine her şeyin söylendiği ancak hiçbir zaman herhangi bir çözümün önerilemediği bir çıkmaza işaret etmektedir. Söz konusu durumun net bir biçimde görülebildiği bir mecra olan internet, gerek kadın örgütleri tarafından organize edilen kampanyalar ve 245 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World eylemliliklerin duyurulması gerekse kampanyalara ve eylemliliklere ilişkin tepkilerin gözlemlenmesi bağlamında oldukça yoğun bir bilgi (yığını) sunmaktadır. #yerimiişgaletme kampanyası, toplu taşıma araçlarında erkeklerin oturma biçimlerini eleştirmek amacıyla 2014 yılında İstanbul Feminist Kolektifi (İFK) tarafından sosyal medya üzerinden başlatılmıştır. Erkeğin baskın toplumsal zaferini ifade ettiği düşünülen oturma biçimleri, en basit anlatımla bir tür kişisel alan ihlali olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette ki burada vurgulanmak istenen husus, toplu taşıma sistemindeki aksaklığın yarattığı bir karmaşadan ziyade, toplu taşıma araçlarında örneklenebilen bir davranış biçiminin, daha üst bir başlıkta toplumsal cinsiyet normlarının erkeğe tanımış olduğu bir ayrıcalık olarak okunabilmesidir (Connell, 1998). Toplu taşıma araçlarında oldukça alışıldık olan bu davranış tarzına dikkat çekmek amacıyla bir etiket üretme fikriyle doğan kampanya, kısa bir sürede ana akım medyanın ve alternatif medyanın hararetli tartışmalarına konu olmuştur. Burada kampanyaya ilişkin veriler, eril dilin izini sürmek amacıyla internet medyası özelinde ele alınmaktadır. Bu amaçla bir iktidar dilinin temsilcisi olarak yerleşik medya, ya da ana akım medyanın internette kampanyaya ilişkin sunduğu içerik, buna zıt bir konum olarak alternatif medya medyanın kampanyaya ilişkin sunduğu içerik ve köşe yazılarından örnek içerikler burada tartışılacaktır. 2. YÖNTEM Bu çalışmada belgesel tarama ve içerik analizine başvurulmuştur. Çalışma bağlamında ele alınan veriler, internet medyası ile sınırlı tutulmuş olup, ana akım medya ve alternatif medya organlarının internet sayfalarında #yerimiişgaletme kampanyası ile ilgili olarak sunulan görsel ve yazılı bilgilerden yararlanılarak elde edilmiştir. Çalışmada rastgele örnekleme tekniği ile kampanya ile ilgili ulaşılabilen ve medya haberi olarak değerlendirilen tüm yazılı ve görsel materyal evreni içinde ana akım ve alternatif medya haberlerinden bir örneklem oluşturulmuştur. Bu bağlamda 15-18 Nisan 2014 tarihlerinde ulaşılmış olan 7’si ana akım, 4’ü alternatif olmak üzere toplam 11 haber örneği incelenmiştir. Bunun yanı sıra kampanyanın başlatıldığı mecra olan sosyal medya kanalındaki kullanıcı yorumları ve görseller ile birlikte kampanyaya ilişkin köşe yazıları, karşılaştırmalı analize yardımcı ikincil veriler olarak değerlendirilmiştir. Medya haberleri, gerek matbu halde gerekse elektronik ortamda sunulduğu şekliyle belirli bir görsel dizgi içinde oluşturulmaktadır. Bu bağlamda haberlerin üst başlıkları, vurgulanan temel kavramlar ve olaylara ilişkin tercih edilen üsluba ilişkin ögeler, iletilmek istenen mesajın arka planına ilişkin bir hayli verimli bilgiler sunmaktadır. Her ne kadar bu çalışmada Van Dijk’in eleştirel söylem çözümlemesi (Gür, 2013: 193-194) yöntemine başvurulmamış olsa da, medya haberlerinin çözümlemesi bağlamında yer yer söz konusu yöntemin vurguladığı parametreler referans alınmaktadır. 3. BULGULAR #yerimiişgaletme kampanyası sosyal medyada başladıktan kısa bir süre sonra haber medyasının gündemine girmiş ve tartışılmaya başlamıştır. Güncel politik problemler söz konusu olduğunda, benimsemiş oldukları siyasi tavır ekseninde olayları ele alan ana akım ve alternatif medyanın, kampanya özelinde değerlendirildiğinde ve daha önce de belirtildiği üzere, kadın sorununa ilişkin hayati bir problemi ele alma noktasında benzer bir üslubu taşıdığı görülmektedir. Böylesi bir tespitten sonra, burada değerlendirmeye alınan medya haberleri, başlık, giriş metni ve ana metinleri (Şen, 2012) bağlamında karşılaştırmalı bir şekilde tartışılacaktır. 3.1. Başlıklar Ana akım medyayı temsil eden Vatan, Milliyet, Radikal, Hürriyet, Sabah ve Haber Türk gazeteleri ile alternatif medyayı temsil eden Bianet, Özgür Gündem, Oda TV ve Uçan Süpürge haber organlarının #yerimiişgaletme kampanyasına ilişkin sunduğu içeriklerin başlık metinleri aşağıda listelenmektedir: “Kadınlardan İlginç Eylem!” (Vatan, 15 Nisan 2014). “Feministlerden Toplu Taşımada Tacize Son Kampanyası” (Milliyet, 16 Nisan 2014). 246 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World “Metroda Bu Adamı Görenler Dikkat!” (Milliyet, 18 Nisan 2014). “Kadınlardan Erkeklere Çağrı: Bacaklarını Topla!” (Radikal, 18 Nisan 2014). “'Bacaklarını topla' kampanyası başladı.” (Hürriyet, 18 Nisan 2014). “Twitter ’da ‘bacaklarını topla’ İsyanı.” (Sabah, tarihsiz multimedya galerisi). “Kadınlardan erkeklere; #bacaginitopla #yerimisgaletme.” (Haber Türk, 17 Nisan 2014). “‘Bacaklarını Topla’ Çığlığına ‘Pembe Metrobüs’ Çaresi.” (Yeni Şafak, 18 Nisan 2014). Yalnızca başlıkları düzeyinde bakıldığında ana akım medya haberlerinin dikotomik bir kadınerkek ayrımını başvurduğu görülmektedir. Bu başlıklarda toplu taşıma araçlarındaki oturma biçimi eleştirilen erkeklerin ve bu durumdan mustarip olan kadınların aktörler olarak vurgulanmadığı, genel bir kadın ve erkek tanımından hareket edildiği görülmektedir. Aktörlere yapılan vurguya gelindiğinde, “kadınlar”, “feministler”, “erkekler”, sözcüklerinin önemli bir yeri işgal ettiği görülmektedir. Burada genel-geçer bir heteronormativizmin işe koşulduğunu söylemek mümkündür (Bourdieu, 2014: 20-21). Eleştirel medya okuması bağlamında ana akım medya sansasyonel bir biçimde sunduğu haberlerin, ele alınan problemleri yerleşik normların dili üzerinden yeniden-ürettiği tespiti, üzerinde uzlaşıya varılan bir kabuldür. Bu durumu en iyi örnekleyen haber başlığı, “Metroda Bu Adamı Görenler Dikkat!” başlığı ile 18 Nisan 2014 tarihli Milliyet haberidir. Bu örneği, “Kadınlardan Erkeklere Çağrı: Bacaklarını Topla!” başlığı ile yine aynı tarihli Radikal gazetesi haberi izlemektedir. Bu iki örnekte işaret edilmek istenen özne, erkeklerdir. Tipik bir “potansiyel suçlu” genellemesi ile sunulan haberler, homojen bir biçimde tüm erkeklerin söz konusu davranışı gerçekleştirdiği konusunda bizi ikna etme çabasındadır. Böylelikle problemin; üstesinden gelinemez bir fizyolojik zorunluluktan, kültürel hatta antropolojik bir arka plandan kaynakladığından, dolayısıyla sahip olunan kültürün vazgeçilmez bir parçası olduğundan zahmetsiz bir biçimde bahsetmek mümkün hale gelir. En nihayetinde geleneksellik vurgusunu öne çıkaran böylesi bir algılama biçimi, cinsiyet eşitsizliğine dair yeniden-üretim mekanizmalarını geri çağırması anlamında bu çalışmanın da esas meselelerinden biridir. Kampanya özelinde göze çarpan en bariz örneği, “’Bacaklarını Topla’ Çığlığına ‘Pembe Metrobüs’ Çaresi.” başlıklı haberiyle Yeni Şafak gazetesi sunmaktadır. 2012’de ortaya atılan pembe metrobüs projesini hatırlatan gazete, yalnızca kadınların kullanabileceği pembe toplu taşıma önerisini, kampanya henüz taze iken dile getirmiştir. Ve gelinen noktada kamusal bir talep, cinsiyetlerin eşitler (equals) olarak kamusal alanda yer alması değil, birinin diğerinden izole edilmesi şeklinde bir yeniden-üretim mantığı çerçevesinde tartışılmıştır. “Kadınlar ‘Bacaklarını Topla, Yerimi İşgal Etme’ Diyor.” (Bianet,16 Nisan 2014). “Bacaklarını Topla, yerimi işgal etme” (Özgür Gündem, 18 Nisan 2014). “Bacaklarını Topla.” (Oda TV, 16 Nisan 2014). “Feministler ‘Toplu taşımada tacize son kampanyası’ başlattı.” (Uçan Süpürge, 18 Nisan 2014). Alternatif medya haberlerinin başlıklarına bakıldığında, ana akım medya ve alternatif medyanın kampanyaya yaklaşımının paralellik gösterdiği görülmektedir. Burada da “kadınlar”, “feministler” sözcükleri dikkat çekmektedir. Ana akım medya haberleri ile farklılık gösteren husus ise, “erkekler” sözcüğü gibi işaret eden (Althusser, 2003) bir ifadenin alternatif medyayı temsil eden yukarıdaki örneklerde kullanılmamış olmasıdır. Bu durum, alternatif medyanın sahiplendiği direniş perspektifinin bir yansıması olarak okunabilir (Şen, 2012). 3.2. Giriş Paragrafları Giriş paragrafı, haber metinlerinde başlık ile birlikte sunulan özet bölümünün bir diğer önemli parçasıdır (Şen, 2012). Bu bölüm, başlıkta verilen bilginin haberin ana gövdesinde yer alan daha detaylı bilgilerle bağını kurması bağlamında analiz kapsamına alınmıştır. Örneklerde görüldüğü üzere, gerek ana akım gerekse alternatif medya haberlerinin giriş paragraflarında kampanyanın vurguladığı aktörlere ilişkin bilgilere daha geniş bir yer verilmiştir. Burada, kampanyanın gerekçesi olarak toplu taşıma araçlarında erkeklerin bacaklarını, diğer yolcuların oturma alanlarını kısıtlayacak bir biçimde açarak (örneğin, Bianet haberinde V olarak da tanımlanmıştır) yolculuk etmeleri, bir “taciz” davranışı olarak ele alınmıştır. “Twitter’da başlatılan “Yerimi işgal etme hareketi, toplu ulaşımda “yayılarak” oturan erkeklerin rahatını bozacak.” (Vatan, 15 Nisan 2014). 247 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World “Feministler, toplu taşıma araçlarında yaşanan tacize karşı kampanya düzenledi. Kadınlar bu kampanyayla kendilerini yok sayan erkeklik hallerine karşı farkındalık yaratıp, bu tacize karşı ortak ses çıkartmayı amaçlıyor.” (Milliyet, 16 Nisan 2014). “Kadın yolcular toplu taşıma araçlarındaki erkeklere isyan bayrağı açtı. İşte isyan edilen o erkek tipi.” (Milliyet, 18 Nisan 2014). “Erkeklerin toplu ulaşımdaki oturma şekillerine karşı kadınlar kampanya başlattı.” (Radikal, 18 Nisan 2014). “Toplu taşıma araçlarında erkeklerin oturma şekillerine kadınlar sonunda isyan etti. Sosyal medyada 'yerimi işgal etme' ve 'bacaklarını topla' isimleriyle kampanya başlatıldı”. (Hürriyet, 18 Nisan 2014). “Erkeklerin bacaklarını açarak oturmaları, kadın yolcuları isyan ettirdi!” (Sabah, tarihsiz multimedya galerisi). “İstanbul Feminist Kolektif (İFK), kadınların mustarip olduğu toplu taşıma araçlarındaki tacizle ilgili bir kampanya düzenledi. Kampanyanın fotoğrafı oldukça çarpıcı ve aslında bir o kadar da bilindik”. (Haber Türk, 17 Nisan 2014). “Toplu taşımada tacizden ve daracık yerlere sıkışmak zorunda kalmaktan bıkan kadınlar, erkeklerin bacaklarını V şeklinde açıp oturmasına karşı kampanya başlattı.” (Bianet,16 Nisan 2014). “Toplu taşıma araçlarında bacaklarını açarak oturan erkeklere karşı Twitter ‘da kampanya başlatıldı.” (Oda TV, 16 Nisan 2014). Kampanyaya ilişkin buraya kadar ele alınan örneklerde, başlık ve giriş metinlerinde kampanyanın nasıl, ne zaman ve kimler tarafından başlatıldığına dair herhangi bir bilgi yer almamaktadır. İstisnai bir örnek olarak Haber Türk gazetesinin 17 Nisan 2014 tarihli haberinde, kampanyayı başlatan İstanbul Feminist Kolektif isimli sosyal hareket organizasyonundan (SMO) bahsedilmektedir (McCharty & Zald, 1977: 1218). Burada kampanyanın kimler tarafından başlatıldığı sorusu, diğer örneklerde ele alındığı gibi kadınların tamamının söz konusu tepkiyi tarih-dışı bir bağlamda gösterdiğine işaret etmesi bağlamında bir nesnelleştirmenin (ya da Bauman (2003)’ın ötekinin yabancı ya da müphem oluşuna ilişkin nesnelliğe itilme dediği sürecin) izini sürmek açısından önem taşımaktadır (Bourdieu, 2014: 106-107). 3.3. Ana Metinler Çalışma kapsamında incelenen haber metinlerinin içerik açısından kendilerini en açık ifade ettiği bölüm, habere ilişkin bütünlüklü bir yaklaşımın sergilendiği ana metin bölümüdür (Şen, 2012). Esasen kapsamlı bir analize ihtiyaç duyan bu bölüm, burada ele alınamayacak kadar derin anlamları barındırmaktadır. Dolayısıyla burada yapılacak olan, ele alınan haber metinlerinde vurgulanan en önemli noktaları tartışmak olacaktır. Hardt ve Negri (2011), toplumsal eşitsizliklerin hukuki düzenlemelerle aşıldığına ilişkin iddiayı dile getiren Amerika-Avrupa merkezli liberal görüşün tüm dünyayı sardığı bir dönemde kimliklere uygulanan şiddeti görünür kılma mücadelesinin artan önemine dikkat çekmektedir. Daha açık bir ifadeyle yerleşik iktidar mekanizmaları ve onların alt organları (medya da buna dâhil edilebilir) toplumda derinden işleyen eşitsizliklerin artık olmadığını bir ön kabul olarak benimsemektedir. Bu anlamda “…toplum, kimlik-körü olmak zorundadır.” (Hardt ve Negri, 2011: 324). Bu durumda kimliklere yönelik şiddet örneklerinin ve buna karşı çıkanların ortaya çıkmaları, hukuki çerçeve içinde bir tür ussallık içinde ele alınır. Örneğin, cinsiyet ayrımcılığının suç olarak kabul edilmesi gibi. Ancak ussallık ile iş gördüğünü iddia eden mekanizmalar (bu çalışma örneğinde medya), cinsiyetin toplumsal tabakalaşmayı belirlediği ve dolayısıyla cinsiyet ayrımcılığının suç olmaktan çok daha sistematik bir şiddet örneği olduğu üzerinde durmaz (MacKinnon, 2003: 190, 191). Yukarıda ele alınan perspektif ekseninde medya haberlerinin #yerimiişgaletme kampanyasına ilişkin cinsiyet-körü bir cinsiyetçiliği benimsediği görülmektedir. Daha açık bir ifadeyle medya, kampanyanın erkeklik hallerine ilişkin eleştirisini olumlayan bir söylem ile ortaya çıkarken, kullandığı dil ve olaya ilişkin büründüğü ussal tarafsızlık nedeniyle söz konusu erkeklik hallerini performatif eylemler olarak görür. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet iktidarının eleştirisine sessiz kalır. Durumu daha net hale getirmek adına birkaç örneği burada ele almak yararlı olacaktır. Örneğin, Vatan gazetesinin 15 Nisan 2014 tarihli haberinde, kampanyanın ele aldığı erkeklik halleri, oldukça kriminal bir dille okunmakta, bacaklarını açarak oturan erkeklere kamusal alanın pek çok yerinde rastlanabileceği ve bunun bir adab-ı muaşeret ihlali olduğu dile getirilmektedir. Yine Milliyet gazetesi, 16 Nisan 2014 248 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World tarihli haberde, kampanyanın arka planına ilişkin bilgilere yer vermekle birlikte ve “erkeklik halleri” eleştirisine değinmekle birlikte kampanya kapsamında kullanılan bir görsel üzerinden tacizci ve mağdur karşılaştırması yapmaktadır. Alternatif medyayı temsil eden Bianet’in 16 Nisan 2014 tarihli haberi, kampanyayı başlatan İstanbul Feminist Kolektif’e kulak vermektedir. Kampanyaya ilişkin doyurucu bir arka sunan haberde, Occupy örneğinde Şen (2012: 159)’un tespit ettiği üzere “hareketin sesini yansıtma” şeklinde bir katkı sunma işlevini Bianet’in yerine getirdiğini söylemek mümkündür. Feminist hareketin içinden bir örnek, Uçan Süpürge internet sitesinin kampanyaya ilişkin 18 Nisan 2014 tarihli haberidir. Kadınların nazarında kampanyayı yorumlayan habere göre, erkeklerin bacaklarını açarak oturmalarının “toplumda erkek ve kadının yerinin adeta küçük bir temsili niteliğinde” olduğu belirtilmektedir. Bu örneklerden hareketle alternatif medyanın kampanyayı temsil biçimi, ana akım medyadan farklılaşmaktadır. Daha önceki satırlarda başlıklar ve giriş paragraflarında da görülebildiği gibi, alternatif medya haberleri, kampanyanın arka planına ve eleştirel duruşuna ana akım medyadan daha geniş bir yer vermektedir. Son olarak, ele alınan tüm örneklerde, toplumsal cinsiyetin yarattığı sorunların, farkındalık yaratarak, “taciz” gibi kriminal bir kategorizasyona başvurularak ya da hukuki yaptırımlarla çözümlenebileceğine ilişkin reformist bir atmosfer karşımıza çıkar. Ancak Butler (2014)’ın tartıştığı gibi, toplumsal cinsiyete ilişkin bedenin maddeselliği ve performativite ilişkisinden ortaya çıkan biyopolitik iktidar, sorunların aile gibi kapalı kurumlara gönderme yaparak tersine çevirmekte, sorunlardan pay soğurarak kendini yeniden-üretmektedir. Tıpkı Yeni Şafak gazetesinin pembe metrobüs hatırlatmasında olduğu gibi, Sabah gazetesinin 4 Mayıs 2014 tarihli “Zihinler kabul etti bacaklar direniyor” başlıklı haberinde de, İstanbul’da yapılan kısa bir yolculuğun ardından kampanyanın erkeklerin bacaklarını oturmaya ilişkin bir farkındalığı kazandığı, ancak davranışlarını değiştirmediği sonucuna varılmıştır (Sabah, 4 Mayıs 2014). 4. TARTIŞMA ve SONUÇ #yerimiişgaletme kampanyasına ilişkin ortaya çıkan manzarayı değerlendirebilmek adına, bir yandan iktidar şebekelerinin iç ve dış çeperinde yer alan farklı kimlik hareketlerinin ve kadın hareketinin eril tahakküme karşı direnişi ne kadar üretebildiğine, sistemle ne kadar karşıtlık kurabildiğine bakmak gerekmektedir. Burada ele alınan kimlik mefhumunu, kadın hareketine yönelik olarak Arendtçi bir kamusal-özel ayrımı ekseninde bir olumsuzlama olarak değerlendirmek hatalı bir okuma olacaktır. Söz konusu eleştirinin arka planında, özelde kadın hareketinin, genelde cinsiyet ve diğer kimlik hareketlerinin verdiği mücadelelerin iktidar paradigması tarafından Deleuzecu bir kapmaya uğradığı, kimlik mefhumunun mücadeleleri boşa çıkarmaya hizmet edebileceği düşüncesi bulunmaktadır. Hardt ve Negri, kimlik mefhumunu kendine parametre olarak alan politikalarının esasen geride kalmış bir modernliğin hayaletiyle boğuştuğunu ileri sürer. Onlara göre eskide kalan modernitenin yok olmuş sınırlarıyla savaşan kimlik hareketleri yaratılan düşmana karşı kararlı bir duruşu mümkün kılmakla beraber, içerideki farklılıkları katı bir biçimde bastırır. Elbette bu durumun en temel öncüllerinden biri, cinsiyet politikalarının biyopolitik bağlamıyla açıklanabilir. Yani cinsiyet gibi biyolojik bir başlangıç noktasından toplumun ve toplumsal örgünün bütün kılcal damarlarına kadar uzanan bir politikanın, kimliklerin bazılarına üstün, bazılarına da daha düşük değer atfetmekten ziyade, büyük resme bakılınca esasen kimliklerin tümünü hiyerarşik bir biçimde ürettiği ve yönettiği söylenebilir. Bu çalışma bağlamında medya ya da sosyal medya, Hardt & Negri’nin tartıştığı bağlamda, nötr bir konumda okunabilir. Bir yandan bu iletişim mecraları söz konusu biyopolitik üretimi, söylemsel olarak yeniden-üretirken, bir yandan da yeni bir direniş dilini mümkün kılmaktadır. Genel perspektifleri içinde Hardt ve Negri’nin bu mümkünlüğün örgütlenme ile gerçekleştirilebileceğini iddia ettiğini biliyoruz (Hardt ve Negri, 2001, 2004 ve 2011). Samir Amin (2010)’e göre, yeni dönemde toplumsal hareketlerde meydana gelen değişmeler, büyük ölçüde dünya konjonktüründe popüler hale gelen “post-modernizm” etrafında şekillenmektedir. Post-modern ideoloji, sistem-karşıtı hareketlerin tek bir çatı altında toplanmasını engellemektedir. Postmodernist ideoloji etrafında parçalara ayrılmış olan halk kitleleri, yeni toplumsal hareketler tarafından homojen bir şekilde algılanır ve bu algılama mücadele konusunda neden yetersiz kalındığını açıklar. Samir Amin, “egemen ekonominin geleneksel söylemi en ufak bir engelle karşılaşmadan yoluna devam ederken, tüm bildirilerine onay verilecek olan kadın çalışmalarının, siyahi 249 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World çalışmalarının geniş kataloglarına sahip olacağımızı” söyler (Amin, 2010: 221). Kampanyaya ilişkin ortaya çıkan manzarada hem ana akım medyanın sergilediği meşrulaştırıcı kimlik olarak “tacize uğrayan kadın”, hem de alternatif medyanın ortaya koyduğu direniş kimliği olarak “erkekler tarafından yok sayılan kadın”, tam da Amin’in altını çizdiği kendi içinde homojen olarak algılanan kimlik parametresine dayanmaktadır. Sonuç olarak bu çalışmada ana akım ve alternatif medyanın #yerimiişgaletme kampanyasına ilişkin farklı cephelerden ancak aynı söylem kümesi üzerinden bilgi ürettiği görülmektedir. Kimlik hareketlerinin yeni bir döneme girdiği 2000’li yıllarda feminist hareketin Türkiye özelinde yeni döneme ilişkin parametreleri de mücadeleye dahil etmesi, mücadele dilini değiştirebilme potansiyelini barındırması açısından medya gibi iktidar aygıtları tarafından manipüle edilmesine direnişi mümkün kılacaktır. 5. KAYNAKLAR Althusser, L. 2003. İdeoloji ve devletin ideolojik aygıtları. (çev. A. Tümertekin). İstanbul: İthaki yayınları. Amin, S. 2010. Kapitalizmden uygarlığa. Sosyalist perspektifi yeniden inşa etmek. (çev. Y. Dönmez ve N. Atabağsoy). Ankara: Türkiye ve Orta-Doğu Forumu Vakfı Özgür Üniversite yayınları. Bauman, Z. 2003. Modernlik ve müphemlik. (çev. İ. Türkmen). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Bourdieu, P. 2014. Eril tahakküm. (çev. B. Yılmaz). İstanbul: Bağlam Yayıncılık. Butler, J. 2014. Bela bedenler. (çev. C. Çakırlar ve Z. Talay). İstanbul: Pinhan yayıncılık. Connell, R.W. 1998. Toplumsal cinsiyet ve iktidar. (çev. C. Soydemir). İstanbul: Ayrıntı yayınları. Donovan, J. 1997. Feminist teori. (çev. A. Bora ve M . M . Ağduk). İstanbul: İletişim yayınları. Giddens, A. 2008. Sosyoloji. İstanbul: Kırmızı Yayınları. Gür, T. 2013. Post-modern bir araştırma yöntemi olarak söylem çözümlemesi. Zeitschrift Für Die Welt Der Türken/Journal of World of Turks, Vol.5, No:1, 185-202. Hall, E. T. 1990. The hidden dimension. New York: Anchor Books. Hardt, M . ve Negri, A. 2011. Ortak zenginlik. (çev. B. Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. (Özgün çalışma 2009). Hardt, M . ve Negri, A. 2004. Çokluk. İmparatorluk çağında savaş ve demokrasi. (çev. B. Yıldırım). İstanbul: Ayrıntı yayınları. (Özgün çalışma 2004). Hardt, M . ve Negri, A. 2001. İmparatorluk. (çev. A. Yılmaz). İstanbul: Ayrıntı Yayınları. Kandiyoti, D. 2007. Cariyeler, bacılar, yurttaşlar: Kimlikler ve toplumsal dönüşümler. (çev. A. Bora ve F. Sayılan). İstanbul: M etis Yayınları. M acKinnon, C. A. 2003. Feminist bir devlet kuramına doğru. (çev. T. Yöney ve S. Yücesoy). İstanbul: M etis Yayınları. M cCharty, J. & Zald, M . 1977. Resource mobilization and social movements: A partial theory. The American Journal of Sociology, Vol.82, No.6 (M ay, 1977), 1212-1241, Retrieved 10.05.2015, from JSTOR Database. Şen, A. Fulya (2012). "Toplumsal hareketler ve medya: 'Wall Street işgali'nin medyada temsili", Yeditepe University Global Media Journal TR, Volume 2, Issue 4, pp. 126-154. İnternet Kaynakları: Bianet (16 Nisan 2014). Kadınlar “Bacaklarını Topla, Yerimi İşgal Etme” Diyor. http://www.bianet.org/bianet/kadin/154999-kadinlar-bacaklarini-topla-yerimi-isgal-etme-diyor. Erişim:26.12.2014 Haber Türk (17 Nisan 2014). Kadınlardan erkeklere; #bacaginitopla #yerimisgaletme. http://www.haberturk.com/yasam/haber/939910-kadinlardan-erkeklere-bacaginitopla-yerimisgaletme. Erişim: 06.04.2015 Hürriyet (18 Nisan 2014). 'Bacaklarını topla' kampanyası başladı. http://www.hurriyet.com.tr/gundem/26243104.asp Erişim: 06.04.2015. M illiyet (18 Nisan 2014). Metroda Bu Adamı Görenler Dikkat! http://www.milliyet.com.tr/metroda-bu-adami-gorenlerdikkat-/gundem/detay/1868915/default.htm, Erişim:26.12.2014. M illiyet (16 Nisan 2014). Feministlerden Toplu Taşımada Tacize Son Kampanyası. http://www.milliyet.com.tr/feministlerden-toplu-tasimada/gundem/detay/1868116/default.htm Erişim:26.12.2014 Oda TV (16 Nisan 2014). Bacaklarını Topla. http://www.odatv.com/n.php?n=kadinlardan-yerimi-isgal-etme-kampanyasi1604141200. Erişim:31.12.2014 Özgür Gündem (18 Nisan 2014). Bacaklarını Topla, yerimi işgal etme. http://www.ozgurgundem.com/haber/104577/bacaklarini-topla-yerimi-is gal-etme Erişim:31.12.2014 Radikal (18 Nisan 2014). Kadınlardan Erkeklere Çağrı: Bacaklarını Topla! http://www.radikal.com.tr/hayat/kadinlardan_erkeklere_cagri_yerimi_isgal_etme-1187380 Erişim:14.05.2014 Sabah (4 M ayıs 2014). Zihinler kabul etti bacaklar direniyor. http://www.sabah.com.tr/pazar/2014/05/04/zihinler-kabul-ettibacaklar-direniyor Erişim:26.12.2014 Sabah (tarihsiz multimedya galerisi). Twitter ’da ‘bacaklarını topla’ İsyanı. http://www.sabah.com.tr/multimedya/galeri/turkiye/twitterda-bacaklarini-topla-isyani?tc=12&page=1. Erişim: 06.04.2015 Uçan Süpürge (18 Nisan 2014. Feministler ‘Toplu taşımada tacize son kampanyası’ başlattı. http://www.ucansupurge.org/TR,1196/feministler--toplu-tasimada-tacize-son-kampanyasi-basla-.html Erişim:26.12.2014 Vatan (15 Nisan 2014). Kadınlardan İlginç Eylem!. http://www.gazetevatan.com/kadinlardan-ilginc-eylem--627629-yasam/. Erişim:26.12.2014 Yeni Şafak (18 Nisan 2014). Bacaklarını Topla” Çığlığına “Pembe Metrobüs” Çaresi. http://www.yenisafak.com.tr/gundem/bacaklarini-topla-cigligina-pembe-metrobus-caresi-637465 Erişim:14.05.2014 250 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World Özverili Çalışma ve Kadında Meslek Aşkı Selfless Labour and Women in the Love of Profession Halil ERDEMİR1 , Gözde AŞKINER2 . 1Doç.Dr., Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu, M anisa-Türkiye, uygula@yahoo.com.tr Lisans Öğrencisi, Celal Bayar Üniversitesi, Uygulamalı Bilimler Yüksek Okulu, M anisa-Türkiye, gozdeaskıner01@gmail.com 2Yüksek ÖZET: Özveri gerçekleştirilmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme olarak tanımlanabilir. Kadınlar umumiyetle bir şeyi sevdiklerinde onun için fedakârlık yaparlar. Sınırları sonuna kadar zorlarlar. Hedefe kilitlenmiş bir kadına imkân verildiğinde çalışmalar daha da genişler ve başarı kaçınılmaz olur. Kadın işinde motive olmada ve başarma isteğinde kararlıdır, çok iyi takipçi olabilmekte ve iddialı olmaktadır. Toplum içinde pek çok alanda çok farklı girişimciler vardır. Bunlardan bir tanesi genç bir öğretmen, Dilek Livaneli, yukarıda tanımlanan özverili, ideal bir model ve girişimci kadın tipine uymaktadır. Dilek Livaneli 24 Kasım 2012 tarihinde M illi Eğitim Bakanlığı tarafından Samsun’un mesleğinde fark yaratan öğretmeni seçilerek, Samsun ilimizi Ankara’da yılın öğretmeni ünvanıyla temsil etmiştir. Sunny Varkey’in kurduğu Varkey Gems Vakfı (Varkey GEM S Foundatıon) tarafından düzenlenen ‘Küresel Öğretmen Ödülü’ komitesinin seçtiği en iyi 50 öğretmen arasında yer almıştır. Livaneli, böylece dünya çapında 5 bin öğretmenin arasından ilk 50’ye kalan tek Türk öğretmen olmuştur. Dilek Livaneli her anlamda her yaştan kadın için örnek teşkil etmektedir. Çalışmamızın amacı kadının eğitim konusunda yaratacağı değişikliğin gelecek kuşaklardaki etkisini incelemektir. Araştırmamızda Dilek Livaneli ile yapılacak röportaj baz alınacaktır. Bu çalışma bir örnek olarak ele alınan Dilek Livaneli ile yapılmış ve yapılacak olan röportajlarla gerçekleştirilecek ve benzer diğer örneklerle karşılaştırılarak tamamlanacaktır. Anahtar Kelimeler: Kadın, eğitim, meslek, lider, girişimci ABS TRACT: Self-sacrifice can be defined that anyone can leave to his-her devotion for the actualization anything desired. Women generally make sacrifice for it when they like anything else. They push to the limits till the last. If an opportunity was given a woman who stays on target, the working would expand and success would be inevitable. She intends in her work to wish success and to be motivated. She is an elegant follower and assertive. In many areas of society are very different enterpreneurs. One of them is a young teacher, Dilek Livaneli. Her characterizations are consistent with the ideal model and the type of women enterpreneurs. On November 24, 2102 Dilek Livaneli was selected as Samsun’s making difference teacher by the M inister of Education. She stands for teacher of the year caption to Samsun in Ankara. Varkey GEM S Foundation which was established by Sunny Varkey organized by the ‘Global Teacher Award’ chosen by the committee has been among the top 50 teachers. Thus, Livaneli is the only Turkish teacher that she remains out of the top 50 from five thousand teachers. Livaneli is an example woman for women of all ages in every sense. The aim of our study evaluates the effect of changes in women’s education will create future generation. Our research bases on interviews will be made with Dilek Livaneli. These studies will be realized with Dilek Livaneli taken and will be taken with an interview and will be completed by comparing with other similar examples. Keywords: Women, education, professional leaders, entrepreneurs 1.Girişim- Girişimci Nedir? Girişim kelimesinin sözlük anlamı bakımından birçok manası bulunmaktadır. Girişim Türk Dil Kurumu’nun verdiği tanıma göre; bir işe girişme, teşebbüs olarak adlandırılmaktadır. 40 Esasen girişim geniş olarak tanımlanırsa belirli bir hukuki, iktisadi, teşkilati ve müesses yapıyla oluşturulan işlem ve bu işlemi gerçekleştiren kurum ya da kuruluşa girişimci yapılan işlemlere de girişimcilik denmektedir. 41 Girişim ile ilgili yapılan tanımlar farklılıklar göstermektedir. Girişimci umumiyetle kar amacı oluşabilecek bütün olumsuzlukları üzerine alan kişidir. Mal ve hizmet üretimi için bütün üretim öğelerini mümkün olan en iyi şartlarda bir araya getirmeye gayret eder. Başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak gayesiyle üretim unsurlarının alımı, birleştirilmesi ve sunumunu yapmaktadır. Bütün yapılanları hedefinde kar amacı vardır. Bu amaç sadece ekonomik gelir elde etmek olmayabilir. Girişim ve girişimcilik bir ekonomik değer üretir. Girişimcilerde temel olarak üç özellik bulunur. Bunlar yetenek, cesaret ve bilgidir. Ancak bu özellikleri tamamlayıcı unsurlar bulunmaktadır. Kişi öncelikle kendine güvenmelidir. Aynı zamanda dışarıdan da güven duyulan biri olmalıdır. Kişi zaman zaman geri çekilmeyi bilmelidir. Ancak kaldığı yerden tekrar başlamayı ya da kalkıp yürümeyi başarabilmelidir. Girişimci ulaşılan neticeleri değerlendirebilmeli, mevcut ve muhtemel riskleri kabul etmelidir. Yaratıcı ve cesaretli olmalıdır. Kişiyi farklı kılan kendi özelliklerinin yanında toplumsal da olabilmesidir. İyimser olmalı, fikir üretebilmelidir. Kişileri ve kendisine inananları sürükleyebilmeli ve güdüleyici olmalıdır. Başarıya inanmış ve yönelmiş olmalıdır. Fırsatları iyi 40 http://www.tdk.gov.tr/ Türk Dil Kurumu 41 (Görüldüğü tarih 21 M art 2015). Doygun, 2003, 4. 251 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World değerlendirmeli, yeniliklere açık olmalı ve işini gönülden yapmalıdır. Ancak her girişimci yönetici değildir. Girişimcilerin yönetim kabiliyetlerine sahip olma ihtimali yok demek çok doğru olmasa da bunun geçerli olduğu örnek sayısı pek azdır. Girişimin tanımını gördükten sonra girişimcinin tanımına değinmek doğru olacaktır. Eğer girişim bir ticari faaliyeti gerçekleştirmek ise bu ticari faaliyeti gerçekleştiren kişiye girişimci adını veririz. Girişimcinin sözlük anlamına bakacak olursak ‘üretim için bir işe kalkışan kimse, müteşebbis’ olarak adlandırılır. Yine geniş anlamda girişimci; kar hedefi içinde çeşitli riskleri göze alarak üretim faktörlerini bir araya getiren ve ürün ya da hizmet üretimi için gerekli ortamı hazırlayan kişidir. Girişimci kar amacı güder ancak bütün mesele girişimcinin kar elde etmesi dersek haksızlık etmiş oluruz. Ekonomik bir değer ortaya koymaksızın, çeşitli yollardan, başkaları tarafından ortaya konulan ortak değerleri kendi tarafına aktarmanın adı girişimcilik değildir. 42 Girişimci oluşan faaliyetler sonucunun (kar-zarar) riskini kendisi kabullenmiştir. Bu yüzden başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, üretim öğelerinin alımını yapar, bunların bir araya getirilmesi imkânını sağlar. Bir kişinin girişimci olabilmesi için bazı özelliklere sahip olması gerekir. Bu özellikler kişilere göre farklılıklar gösterse de genel olarak bu hususta çalışan pekçok kişinin mutabık olduğu noktalar; yetenek, cesaret ve bilgidir. Konuya daha geniş kapsamlı bakacak olursak; Özgüveni yüksek ve güvenilir biri olmalıdır. Yeniliklere açık olmalı, işini sevmeli ve gereken riskleri üstlenebilmelidir. Yanlış yaptığını düşündüğü bir işi bırakabilmeli ve yeniden başlayabilmelidir. Cesaretli ve yetenekli olmalıdır. Girişimci olabilmek için hukuki ve finansal açıdan bağımsız bir organizasyon gereklidir. Girişimcinin girdiği piyasa hakkında bilgi sahibi olması gerekir. Zira bilgisiz girişimci kaybetmeye mahkûm olacaktır. Yukarıdaki maddeleri çoğaltabilmek mümkündür. Bunların dışında girişimi ve girişimciyi en önemli kılan noktalardan biri bireyselliğin yanında toplumsal olmasıdır. Öncelikle bir girişimci milli gelirde artışa sebep olacaktır. Kalkınmayı, sanayileşmeyi yayacak ve yerli hammaddenin üretimini arttıracaktır. Bunun dışında bir girişim sonucu bir işletmemiz olduğunu varsayarsak öncelikle eleman istihdam etmemiz gerekir ki günümüz Türkiye’sinin en önemli sorunlarından biri istihdamdır. Girişim faaliyeti 10 kişilik bir işletmede de 1000 kişilik bir fabrikada da gerçekleştiriliyor olabilir. Önemli olan girişimin başarısı, büyümesi ve bu sayede insanların oradan gelir elde etmesidir. Bunların sonucunda o şehirde bir büyüme meydana gelecektir. Şehirdeki büyüme tesislerin artışına, daha büyük fabrikaların kurulmasına, hatta büyük franchising43 sözleşmelerinin artmasına yol açacaktır. Bu daha fazla istihdam anlamı taşıyacak ve bu durum ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayacaktır. 2.Türkiye’de Girişimcilik Türkiye’de işletmelerin genellikle problemleri finansman bulmadır. Güzel bir fikri olduğunu düşünen insanların fikirlerinden vazgeçmemesi için birçok kurum ve kuruluş faaliyet göstermektedir. Bunlardan bazıları; Ticaret ve sanayi odaları KOSGEB (http:/www.kosgeb.gov.tr) Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (http:/www.ttgv.org.tr) Mesleki Eğitim ve Küçük Sanayi Destekleme Vakfı (http:/www.meksa.org.tr) TÜBİTAK- Marmara Araştırma Merkezi Teknoparkı Teknoloji Geliştirme Merkezi gibi kuruluşlar bu konularda kredi ve hibe desteği sağlamaktadır.44 3.Girişimcilik ve Kadın TÜİK’in 8 Mart 2012’te yayınladığı “İstatistiklerle Kadın, 2012” Raporu’na göre Türkiye nüfusunun %49,8’ini kadın nüfus ve %50,2’sini erkek nüfus oluşturmaktadır. Kadın nüfusun %24,4’ünü 0-14 yaş grubu, %16,3’ünü 15-24 yaş grubu, %31’ini 25-44 yaş grubu, %19,8’i 45-64 yaş 42 http://mugim.maltepe.edu.tr/girisimcilik-nedir (Görüldüğü tarih 21 M art 2015). Sözleşmeye dayalı, direkt bütünleşmiş bir pazarlama sistemidir. Bu sistemde (know-how) markanın imtiyaz hakkı sahibi, belirli süre, koşul ve sınırları kapsayan anlaşmayla bağımsız yatırımcılara sistemini ve markasını kullandırır. http://tr.wikipedia.org/wiki/Franchising (Görüldüğü tarih 21 M art 2015). 44 Doğan, Altın ve Başar, 2010, 91-92-93. 43 252 T ürkiye’de ve Dünyada Kadın Araştırmaları / Research on Woman in Turkey and the World grubu ve %8,5’ini 65 ve daha yukarı yaş grubundaki nüfus oluşturmaktadır. 2012 yılında işgücüne katılım oranı kadınlarda %29,5 iken erkeklerde %71’dir.45 Bu durum bize gösteriyor ki kadın girişimcilerin sayısı giderek artıyor. Yukarıdaki verilere göre hareket etmek gerekirse çalışan kadınların yarısından fazlası girişimcidir. Erkek girişimcilerin azalması ve kadın girişimcilerin artması büyük ölçüde sabır, özveri ve yaptıkları işlere duydukları aşktan kaynaklanmaktadır. 4.Özveri ve Meslek Aşkı Özveri tanım olarak bir amaç uğruna veya gerçekleşmesi istenen herhangi bir şey için kendi çıkarlarından vazgeçme anlamı taşır. Meslek aşkının tanımını vermek için öncelikle aşkın tanımını vermek çok daha doğru olacaktır. Aşkın bilindiği gibi çok fazla tanımı vardır. Ancak bu çalışmada özveri, en genel hatlarıyla olan ‘aşırı sevgi ve bağımlılık duygusu’ 46 şeklinde ele alınmıştır. Burada aşkın tanımından yola çıkarak “mesleki aşk” tanımlanmaya çalışılacaktır. Meslek aşkı; mesleği veya icra ettiği iş uğruna birçok fedakârlık yapmak, kendi menfaatlerini göz ardı edebilmek anlamı taşır. 5.Türkiye’deki Girişimci ve Mesleğinde Fark Yaratan Kadınlar Girişimci ve mesleğinde farklılık yaratan kadınlara geçmeden önce ülkemizdeki girişimci kadın ve erkek oranlarına bakmak bize daha sağlıklı sonuçlar doğuracaktır. 2012 yılı itibariyle toplam çalışan kadın içinde; işveren kadın oranı yüzde 1,3, kendi hesabına çalışan kadın oranı yüzde 10,8 ve işveren ile birlikte kendi hesabına çalışan kadın oranı yüzde 12,1’dir. 47 Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 2013 yılında, Türkiye’de 15 ve daha yukarı yaştaki nüfus içerisinde istihdam oranı %45,9 olup, bu oran erkeklerde %65,2, kadınlarda ise %27,1 olarak tespit edilmiştir. (TÜİK-Sayı 18619) Öncelikle kadınların erkeklerden farklı olarak bazı sorunları vardır. Kimi çevresel faktörler, kimi ekonomik şartlar (teminat sorunu) kimi ise sadece kadın olduğu için birçok engelle karşılaşmaktadır. Girişimci kadınların; %58’i kişisel kaynaklarından, %26’sı eşinden, %16’sı da akrabalarından