Cilt 13 Sayı 1 - ATAUM
Transkript
Cilt 13 Sayı 1 - ATAUM
ANKARA ÜNİVERSİTESİ AVRUPA TOPLULUKLARI ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ . Yıl: 2014 Cilt: 13, Sayı:1 ANKARA ÜNİVERSİTESİ BASIMEVİ İncitaşı Sokak No:10 06510 Beşevler / ANKARA Tel: 0 (312) 213 66 55 Basım Tarihi: 19/09/2014 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ Yıl: 2014 Cilt: 13, Sayı: 1 İÇİNDEKİLER M. Sait AKMAN AB-ABD Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı: Türkiye Açısından Bir Değerlendirme 1 Murat AKTAŞ Avrupa’da Yükselen İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması Tezi 31 Servet ALYANAK AB Savunma ve Güvenlik Alımlarında İhale Usulleri ve İhale Uygulamaları 55 Ersin EMBEL Avrupa İçin Ortak Dış Politika Oluşturma Sürecindeki İlk Adımlar: 1973 Arap-İsrail Savaşı ve Avrupa Birliği 75 Bayram Ali EŞİYOK Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı, Rekabet Gücü ve Endüstri-İçi Ticaret: Ampirik Bir Değerlendirme 91 Bilge FİLİZ Cost-Benefit Analysis of EU Social Inclusion Policy Implementations in Turkey 125 Burak KÜNTAY Does the US Approach Differ Towards the EU and Turkey’s Membership to the EU? 147 Selcen ÖNER Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ, Yeni ‘Öteki’ler ve Türkiye’nin AB Üyeliği 163 ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGİSİ (2014) ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES Year: 2014 Volume: 13, Number: 1 CONTENTS M. Sait AKMAN The EU and the US Transatlantic Trade and Investment Partnership: An Evaluation From Turkey’s Perspective 1 Murat AKTAŞ Rising Islamophobia in Europe and the Clash of Civilizations Theory 31 Servet ALYANAK Awarding Procedures and Bidding Implementations in EU Defence and Security Procurement 55 Ersin EMBEL First Steps Towards A Common Foreign Policy for Europe: 1973 Arab-Israeli War and the European Union 75 Bayram Ali EŞİYOK Technological Structure of the Foreign Trade Between Turkey and EU, Competitive Power and Intra-Industry Trade: An Empirical Evaluation 91 Bilge FİLİZ Cost-Benefit Analysis of EU Social Inclusion Policy Implementations in Turkey 125 Burak KÜNTAY Does the US Approach Differ Towards the EU and Turkey’s Membership to the EU? 147 Selcen ÖNER The Rise of Far Right in Europe, New ‘Othering’ of Immigrants and Turkey’s EU Membership 163 ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES (2014) Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.1-29 AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI: TÜRKİYE AÇISINDAN BİR DEĞERLENDİRME M. Sait AKMAN* Özet AB ve ABD arasında başlatılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakereleri sadece taraflara geniş bir serbest ticaret alanı oluşturmanın ötesinde küresel ticaret norm ve kurallarını da yeniden belirlemeye çalışacakları bir platform sunmaktadır. Transatlantik dünyası ile derin ilişkiye sahip olan Türkiye’nin kendi üzerinde etki yapacak bu yapının bir şekilde içinde yer alması önemlidir. Bu bağlamda ABD ile ortaklığın gelişmesine yönelik muhtemel bir ticaret anlaşmasının ‘derin ve kapsamlı’ olması Türkiye’nin yeni küresel ticaret gündemine hazırlanmasında da katkı sağlayacaktır. TTIP, AB ile mevcut Gümrük Birliği sonrasında, Türk ekonomisinin yeniden dönüşümü ve küresel ekonomiye eklemlenmesi için yeni ve zorlu bir süreçtir. Türkiye’nin TTIP konusunda göstereceği tutum, Batı dünyası ile ilişkilerini daha istikrarlı bir zemine oturtmasına ve farklı coğrafyalarda alternatif arayışlara yönelmekten kaçınmasına da katkı sağlayacaktır. Anahtar Kelimeler: Transatlantik ilişkileri, TTIP, küresel ticaret sistemi, serbest ticaret anlaşmaları, Türkiye-ABD ilişkisi The EU and the US Transatlantic Trade and Investment Partnership: An Evaluation From Turkey’s Perspective Abstract Transatlantic Trade and Investment Partnership (TTIP) negotiations initiated between the EU and the US go far from constituting a mere free trade area for the parties. It provides a platform where they endeavor to redesign global trade norms and rules. Taking part in this process seems to be vital for Turkey which has profound relationship with the transatlantic world. In this context, a possible ‘deep and comprehensive’ trade agreement to develop partnership with the US can be instrumental for Turkey to adopt itself to the coming global trade agenda. After the Customs Union with the EU, the TTIP shall be a new challenging process for Turkey to transform its economy and to integrate itself into global environment. Turkey’s approach to the TTIP shall be decisive in order to achieve stability in its relations with the West and to refrain from new quests in different geographies. * Yrd. Doç. Dr. Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü. M. SAİT AKMAN 2 Keywords: Transatlantic relations, TTIP, global trading system, free trade agreements, Turkey-US relations. Giriş ABD adına Başkan Barrack Obama ve Avrupa Birliği (AB) adına Komisyon Başkanı Jose Manuel Barroso ile AB Zirvesi’ne Başkanlık eden Herman Van Rompuy, 13 Şubat 2013 tarihinde ortak bir açıklama yaparak AB ve ABD arasında çok kapsamlı bir Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (Transatlantic Trade and Investment Partnership-TTIP) kurulması için müzakerelere başlama kararı aldıklarını duyurdular1. Bu karar, esasında tarafların kurduğu Yüksek Seviyeli Çalışma Grubunun (High Level Working Group-HLWG) yaptığı toplantılar sonucunda, girişimin gerek ABD gerek AB ekonomileri bakımından yararlı olacağı önerisinin en üst siyasi düzeyde ilan edilmesi yoluyla hayata geçirilmesidir. Bu gelişme küresel ticaret sistemi bakımından iki nedenle büyük önem taşımaktadır. İlk olarak, bu karar ile bugüne kadar bir serbest ticaret alanı oluşturulması konusunda atılmış en iddialı girişim başlatılmış olmaktadır. AB ve ABD’nin dünya hâsılasının yaklaşık olarak yarısını (% 46,7) ve dünya ticaretinin yaklaşık olarak üçte birini (% 30,4) teşkil ettiği; karşılıklı yatırımların değerinin ise 3,7 trilyon dolar olduğu düşünüldüğünde, iki taraf arasındaki ticaret ve yatırım ilişkisinin boyutlarının dünya ekonomisi açısından ne ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır. İkinci önemli konu ise, böyle bir anlaşma yoluyla tarafların daha önce uluslararası platformda üzerinde mutabakata varılamayan ya da yeterli ilerleme kaydedilemeyen pek çok alanda ‘ileri düzenlemeler’ yapmak suretiyle; küresel kuralları belirleyecek kapasiteye ulaşmalarıdır. Bu bağlamda, müzakerelerin ticarete ‘sınırda’ düzenleme ve kısıtlama getiren gümrük tarifelerinin çok ötesinde, ‘sınır ötesi’ (beyond-the-border) diye adlandırılan konuların ele alınacağı kapsamlı (comprehensive) bir zemine oturtulması ve küresel ticaretin tabi olacağı yeni kurallara emsal teşkil etmesi beklenmektedir. Atlantik bölgesinde ABD’nin AB ile üzerinde anlaşmaya çalıştığı ekonomik ve ticaret ilişkisi düzenini, ABD’nin Pasifik’te bir süredir yürüttüğü başka bir ortaklık arayışı olan Trans-Pasifik Ortaklığı (Trans-Pacific Partnership - TPP)2 ile birlikte değerlendirmek gerekir. Uzun ve zorlu müzakereler sonrasında oluşturulması amaçlanan TTIP’nin, TPP ile birlikte ‘derinleştirilmiş’ konuları kapsayan ‘yeni nesil’ anlaşmaların en kapsamlısı olması beklenmektedir. 1 Bkz. Avrupa Komisyonu MEMO 13/94, (13 Şubat 2013), http://europa.eu/rapid/pressrelease_MEMO-13-94_en.htm 2 TPP ile ilgili olarak bkz. B.R. Williams, Trans-Pacific Partnership (TPP) Countries: Comparative Trade and Economic Analysis, Congressional Research Service, Washington DC, 2013. P.A. Petri ve M.G. Plummer, Trans-Pacific Partnership and Asia-Pacific Integration: Policy Implications, Policy Brief PB12-16, Peterson Institute for International Economics, Haziran, 2012. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 3 Diğer taraftan, DTÖ’ de 2001 yılından bu yana müzakereleri devam eden Doha Kalkınma Gündemi bir çıkmazdadır. Uruguay Turunun tamamlandığı 1994 yılından bu yana küresel anlamda kapsamlı bir ticari liberalizasyon paketinin yürürlüğe girmediği göz önüne alındığında, Gelişmiş Ülkelerin (GÜ) kendi aralarında mutabakata varacakları bir “liberalizasyon paketi”, aynı zamanda bu ülkelerin küresel ticarete yeni bir yön verme arayışı olarak da tanımlanabilir. Özellikle dünya ticaretini yönlendirecek kurallar bağlamında, bu Transatlantik ortaklığı (TTIP) ile, tarafların başta çevre ve çalışma standartları olmak üzere, fikri mülkiyet hakları, rekabet politikası, yatırımlar, kamu alımları, insan-hayvan ve bitki sağlığı önlemleri, enerji ve hammadde vb. alanlarında Dünya Ticaret Örgütü düzenlemelerinin çok daha ötesinde ve ortak çıkarlarını gözeten yeni kurallarda uzlaşmaları için de zemin oluşturmasını hedeflemektedir. Ancak bu durum Gelişme Yolunda Ülkeler (GYÜ) arasında, Doha Turu müzakerelerinin de sekteye uğraması ile birlikte, ‘küresel ticaretin yeni kurallarının ve normlarının büyük ölçüde bu iki taraf arasında belirleneceği’ şeklinde bir kaygı yaratmaya başlamıştır3. TTIP girişimi gerek ABD ve AB gerek -Türkiye de dâhil olmak üzere- üçüncü ülkeler ve dünya ekonomisi üzerinde meydana getireceği olası etkileri nedeniyle uluslararası sistemde dikkat çekmeye devam edecektir. Günümüzde AB ya da ABD’den en az birinin ihraç pazarında ve yatırım ilişkilerinde öncelikli ülkeler arasında bulunmadığı bir ülke yok denecek kadar azdır. Örneğin bu iki ekonominin Türkiye’nin toplam ihracatındaki payları 2013 yılı itibarıyla yaklaşık olarak % 42,5 olmuştur. Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermayenin (FDI) yaklaşık olarak %80’i AB ve ABD kaynaklıdır. AB ile Gümrük Birliği bulunan ve katılım müzakerelerini sürdüren Türkiye’nin, bir yandan da ABD gibi siyasi ve askeri konularda ittifak oluşturduğu ancak ekonomik ve ticari ilişkilerini o derece yükseltemediği dikkate alındığında, geleceğin ticaret kurallarına ve akışına yön verecek bu girişimin içinde mutlaka yer almasının önemi açıktır. Bu sürecin içinde olmanın getireceği bazı zorluklar olsa dahi, sürecin dışında kalmanın maliyeti yanında göze alınabilir olduğu kabul edilmelidir4. Bu bakımdan Türkiye’nin TTIP sürecine bir şekilde dahil edilmesi ABD Başkanı Obama’nın da ‘model ortaklık’ (model partnership) olarak adlandırdığı ve ilişkileri dayandırmak istediği temelin, hukuki zemine dayanan somut bir içeriğe kavuşmasına yardımcı olacaktır. TTIP dünya ticaret sistemi içinde geniş kapsamlı ve yeni nesil bir anlaşma meydana getirirken, bunun Türkiye’nin AB ve ABD ile ilişkilerine yapacağı etki tartışmaya açıktır. Bu bağlamda TTIP taraflarının ileride küresel bir ‘norm koyucu’ haline gelmeleri, Türkiye’nin de bu oluşuma kayıtsız kalamayacağı bir ortam yaratacaktır. TTIP’nin üçüncü ülkeler üzerinde yaratacağı etkilere yönelik incelemeler artmakla birlikte, konunun Türkiye’de henüz yeterli sayıda çalışmaya 3 B. Aran, 2013, ‘Global partnership quests: New contentious dynamics in trade and prospects for Turkey in an age of TPP and TTIP’, Turkey Policy Brief Series, IPLI . 4 Bu husus Ekonomi Bakanlığı tarafından da sıklıkla vurgulanmaktadır. M. SAİT AKMAN 4 konu olmadığı görülmektedir. Bu makalenin amacı Türkiye’nin TTIP’e katılımı üzerinde bir tartışma yaratmaya çalışmaktır. Çalışmanın ilk bölümünde TTIP’nin ortaya çıkışına yol açan iç ve dış unsurların bir değerlendirilmesi yapılmaktadır. Bu bölümde ayrıca, TTIP’de müzakerelere konu olması beklenen alanlar incelenmekte ve bu ortaklığın taraflara getirilerinin bir analizi yapılmaktadır. İkinci bölümde TTIP’nin küresel ticaret sistemi ve üçüncü ülkeler üzerindeki muhtemel etkileri ele alınmakta ve bu konuda yapılan çalışmalar incelenmektedir. Üçüncü bölümde, TTIP’nin Türkiye için etkileri özellikle ABD ile olan ticari ilişkileri çerçevesinde ele alınmakta ve Türkiye’nin TTIP’ye katılımının nasıl gerçekleştirilebileceği konusunda farklı senaryolar tartışılmaktadır. Dördüncü bölümde, Türkiye’nin ABD ile yapacağı muhtemel bir ticaret anlaşmasının kapsamının yeni nesil unsurları içereceği ve geleneksel ticaret anlaşmalarının ötesine geçebileceği noktasından hareketle ABD’nin G. Kore ile yapmış olduğu serbest ticaret anlaşması (KORUS) incelenmektedir. Son bölümde ise genel bir değerlendirme yapılmaktadır. Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı: Çıkış Noktası ve Beklentiler AB ile ABD arasında 2012 yılında 650 milyar dolar değerinde mal ticareti gerçekleşmiş ve 2000 yılından bu yana bu miktar % 68 oranında artmıştır. Toplam AB ihracatının en önemli pazarı % 17 ile ABD olurken, ABD ihracatında ve ithalatında AB ikinci sırayı almaktadır. Toplam 50 ABD eyaletinin 45’inin ihracatında AB Çin’den daha önemli bir pazar teşkil etmektedir. Transatlantik ekonomisinin yıllık ticari satış hacminin 5 trilyon dolar olduğu ve karşılıklı olarak 15 milyon kişiye istihdam yarattığı bilinmektedir5. Tablo 1. ABD-AB mal ve hizmet ticareti hacmi 2006-2012 (milyar dolar) ABD’nin AB’ye ihracatı Toplam ihracat Yıl Mal Hizmet Milyar dolar 2006 216 146 362 ABD’nin AB’den ithalatı Toplam ithalat ABD’nin ihracat. payı Mal 24.8 333 Hizmet Milyar dolar ABD’nin ithalat. payı 128 461 20.8 Toplam ticaret hacmi 822.8 2007 249 176 425 25.7 359 142 501 21.3 926.0 2008 277 194 471 25.6 372 153 526 20.7 996.9 2009 225 175 400 25.3 284 137 420 21.5 820.2 2010 243 175 418 22.7 322 139 461 19.7 878.8 2011 273 190 463 22.0 373 150 523 19.6 986.2 2012 270 194 463 21.1 384 150 534 19.5 997.5 Kaynak: J. Schott ve C. Cimino, 2013, s. 2. 5 Hamilton, D. ve J. Quinlan (2013) The Transatlantic Economy 2013, Washington DC: Transatlantic Business Council and AmCham-EU. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 5 Benzer durum hizmet ticareti açısından da geçerlidir. Her iki taraf birbirlerinin en önemli hizmet ihracı pazarı ve tedarikçisidir. Küresel bazda Avrupa pazarı ABD hizmet satışlarının % 51’ini temsil etmektedir. 2001-2011 yılları arasında geçen on yıllık sürede ABD’nin Avrupa’ya hizmet ihracatı iki kattan fazla artarak 225 milyar dolara ulaşmıştır. Hizmet ticaretinin gelişmesi küresel payları dikkate alındığında iki taraf açısından da önemlidir. Örneğin, AB dünyadaki en büyük hizmet ihracatçısı konumunu korurken, küresel ölçekte payı iletişim hizmetlerinde % 55,7; sigorta hizmetlerinde % 54,2; mali hizmetlerde % 55,7; diğer ticari hizmetlerde ise yaklaşık % 50 olmuştur. Ancak, Transatlantik ilişkisinin ticari ilişkilerden de önemli boyutu karşılıklı doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıdır (FDI). İki taraf arasındaki yatırım stoğunun 3.7 trilyon dolara ulaştığı bilinmektedir. Bu dünyada her hangi iki ekonomi arasındaki en geniş yatırım ilişkisini teşkil etmektedir. Diğer taraftan, dünyadaki toplam sermaye yatırımlarının % 57’si AB ve ABD’ye gelirken, bu iki ülkenin dış yatırımlarının dünyadaki payı % 71’i bulmuştur. ABD yatırımlarının yaklaşık % 56’sı Avrupa’ya gitmektedir. Bu AB’ye gelen toplam dış yatırımların dörtte birinden fazlasını oluşturmaktadır. ABD’ye gelen toplam sermayenin ise üçte biri AB çıkışlıdır. Söz konusu FDI miktarı 2012 yılında 206 milyar dolara ulaşmıştır. Bu göstergeler, iki ekonominin aralarındaki ilişkiyi istikrarlı bir şekilde sürdürebilmelerinin önemini vurgularken, ticaret ve yatırımlar üzerindeki mevcut engellerin kaldırılmasının potansiyel faydalarının da anlaşılmasına yardımcı olacaktır. TTIP’in Doğmasına Yol Açan Temel Faktörler TTIP’in iki taraf arasında bir Transatlantik ortaklığının gelişimine katkı sağlaması beklenmektedir. Ancak TTIP, kökleri daha öncelere giden ve iki tarafın yaklaşık 20 yıl önce başlattıkları Transatlantik ilişkiler çerçevesine ele alınması gereken bir durumdur6. Her iki tarafın gerek iktisadi büyüklükleri gerek birbirleri ile olan ilişkilerinin derinliği düşünüldüğünde, bu stratejik adımın önemi bir kez daha anlaşılabilecektir. Burada esas olan AB ile ABD arasında kapsamlı bir müzakere kararının alınmasına neden bugün gereksinim duyulduğudur. ABD’nin saygın düşünce kuruluşlarından Peterson Enstitüsü’nden J. Schott, bu durumu özellikle dünya ekonomisindeki şartların değişmesine, Avrupa’da yaşanan ekonomik durgunluğa ve çok taraflı ticaret müzakerelerindeki yavaşlamaya bağlamaktadır7. Buna göre, küresel üretim ve ticaret ağlarındaki değişim ve yükselen ekonomilerin pazar payını artırması önemli bir faktör olarak belirmektedir. 6 AB-ABD ilişkilerinin bir değerlendirmesi için bkz. Kotzios ve Liacouras eds. (2006), EUUS Relations: Repairing the Transatlantic Rift, Palgrave Macmillan: Houndmills. 7 Bkz. http://www.cfr.org/trade/why-transatlantic-trade-winds-blowing/p30066 (3 Mayıs 2013). M. SAİT AKMAN 6 Özellikle Uzak Doğu Asya ülkeleri ve yükselen ekonomilerin ortaya çıkışı rekabet kaygılarını da beraberinde getirmiştir. Başta Çin olmak üzere G. Kore, ASEAN, Brezilya gibi yeni rakiplerin artan rekabetçi baskısı hem AB hem de ABD’yi üçüncü ülkelerle kendi menfaatleri doğrultusunda Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) imzalamaya sevk etmiştir. Bu durumun iki tarafı birbirleriyle rekabet içine soktuğu gözlerden kaçmamaktadır. 1970-2010 döneminde dünya üretiminde ABD ve AB’nin bazı üyelerinden oluşan G7’nin payı % 70’den % 47’ye inerken, başta Çin olmak üzere Asya ve yükselen ekonomilerin payı ise hızla artmıştır. 1980’li yıllarda ABD’nin sadece sekizde biri üretime sahip olan Çin’in son yıllarda ABD’yi yakaladığı görülmektedir. G. Kore’nin üretimdeki payının artış hızı ise G7 ülkelerinin çok yukarısında seyretmiştir (Grafik 1). Burada Çin’in rekabet gücü ayrıca ele alınması gereken bir unsurdur. Özellikle ABD’nin bir yandan Trans-Pasifik Ortaklığı görüşmeleri yoluyla, diğer taraftan Transatlantik ilişkisi ile Çin’e karşı rekabette kendisi için bir güvence alanı yaratmaya çalıştığı dikkatlerden kaçmamaktadır. 50% G7, 47% 40% 30% RoW China 17% + Korea 20% 10% 3% 5% five risers 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 0% 4% 2.5% 1600 India 2.0% 1.5% Turkey 1.0% US 1800 1400 China 1200 Japan 1000 800 Germany Indonesia 600 Thailand 400 Italy 200 UK France 0 Korea 0.5% Poland 0.0% 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 60% 2000 Korea $ bill 2005 3.0% Korea India Turkey Indonesia Poland Thailand 1970 1975 1980 1985 1990 1995 2000 2005 2010 70% 3.5% 1990, 65% World manufacturing share 80% Grafik 1. G7 ve yükselen ekonomilerin dünya üretimindeki payları (1970-2010) Kaynak: UNCTAD. Küresel ekonomide devam eden kriz ve durgunluk diğer bir önemli etken olarak göze çarpmaktadır. Aralarındaki ticaret ve yatırım hacminin büyüklüğüne rağmen AB ve ABD’nin birbirlerinin ticaretindeki payında son dönemlerde ciddi bir azalma olduğu görülmektedir. AB’nin dünya ülkelerine yıllık ihracat artışı % 7,6 iken, ABD’ye olan ihracatındaki artış sadece % 1 ile sınırlı kalmıştır. ABD’nin AB’nin toplam ithalatındaki payı ise son on yılda yarı yarıya azalarak % 20,8 seviyesinden % 11,1’e düşmüştür. Mali krizin de etkisiyle AB’den ABD’ye gelen doğrudan sermaye yatırımlarında da bir düşüş meydana gelmiştir. Avrupa menşeli yatırımcılar AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 7 küresel talebinde düşmesiyle yatırımlarını gözden geçirmesinin bunda etkisi vardır. Düşüş oranı 2012 yılında % 40 civarında olmuştur. AB’ye gelen ABD kaynaklı yatırımlarda ise önemli bir azalma görülmüştür. Bu durumun sermaye piyasaları, ihracat ve şirket gelirlerine etkisi son derece olumsuz olmuştur. Doha Kalkınma Turu çok taraflı ticaret müzakerelerinin zaman içinde açmaza girmesi çok taraflı ticaret sisteminin Uruguay Turundan bu yana geçen yaklaşık 19 yıl boyunca GÜ’ler bakımından beklenen bir serbestleşmenin sağlayamaması sonucunu doğurmuştur. Bu durum başta AB ve ABD olmak üzere tarafları özellikle serbest ticaret anlaşmaları yoluyla hayat bulan bölgesel ticari düzenlemelere sevk etmiştir. Doha Turunda gerek tarım ve tarım-dışı ürünlerde gerek hizmet ticaretinde serbestleşme ve pazara giriş konusunda bir sonuca varılamamış, özellikle AB ve kısmen de ABD’nin üzerinde hassasiyetle durdukları konularda da yeni kuralların geliştirilmesi de mümkün olmamıştır. Tüm bu faktörler önemli olmakla beraber en çok üzerinde durulması gereken hususun her iki tarafın da kendi ticaret stratejilerinde açıkça vurguladıkları iktisadi büyüme ve istihdam olduğu gözden kaçırılmamalıdır. AB perspektifinden bakılacak olursa, büyüme ve istihdam kaygısı kendi ticaret stratejisi içinde çok önemli bir yer tutmaktadır. Avrupa Komisyonu 2010 tarihinde hazırladığı ve temeli yıllar öncesine dayanan Trade, Growth and World Affairs (Ticaret, Büyüme ve Dünya İlişkileri) belgesinde8 Avrupa ekonomi politikasının temel amacının hızlı büyüme olduğunu; ancak sürdürülebilir bir büyüme ile yeni iş imkânlarının yaratılabileceğini ve refah devletinin korunabileceğini vurgulamaktadır. Avrupa 2020 Stratejisi’nin dış boyutu olan ticaret ve yatırım stratejisinin bu amaca katkı sağlayacak şekilde ele alınacağı vurgulanmıştır. Nitekim, Avrupa Komisyonu küresel ekonominin değişen dengelerini ve gelişmelerini dikkate alarak başta ABD olmak üzere Japonya ve BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) gibi stratejik ortakları ile ilişkilerini derinleştirme tavsiyesinde bulunmuştur. ABD açısından da benzer bir hedefin vurgulandığı gözlerden kaçırılmamalıdır. ABD Başkanı B. Obama’nın 2013 ticaret politikası gündemi raporunda her 1 milyar dolarlık mal ihracat artışının yaklaşık 5400, hizmet ticaretinde ise 4000 yeni iş imkânı sağlayacağı belirtilmektedir. İhracata ilişkin iş alanlarında ücretlerin ulusal ortalama ücretlerden %13 ila 18 kadara daha fazla olduğu da zikredilmektedir. ABD’nin Ulusal İhracat İnisiyatifi çerçevesinde 2009’dan bu yana ihracatın hizmetlerde %24 ve mallarda %47 artması sonucu 1 milyon yeni istihdamın oluştuğu da vurgulanmaktadır9. 8 Bkz. Avrupa Komisyonu MEMO 10 (9 Kasım 2010), http://europa.eu/rapid/pressrelease_MEMO-10-555_en.htm ve Trade, Growth and World Affairs: Trade Policy As A Core Component of the EU’s 2020 Strategy COM (2010) 612, http://trade.ec.europa.eu/doclib/docs/2010/november/tradoc_146955.pdf s.4. 9 ABD Başkanı Ticaret politikası gündemi için bkz. http://www.ustr.gov/sites/default/files/Chapter%20I%20%20The%20President's%20Trade%20Policy%20Agenda.pdf M. SAİT AKMAN 8 Bu çerçevede, ABD Başkanı’na bağlı Ticaret Temsilciliği’nin (USTR) 20132107 strateji belgesi temel hedef olarak ihraç piyasalarına yönelmek yoluyla daha iyi istihdam imkânlarının sağlanmasını vurgulamaktadır. Bu amaçla ‘büyüme’ ve ‘istihdam’ artışı sağlayacak ve taraflar arasında ticaret ve yatırım imkânlarını geliştirecek insiyatiflerin belirlenmesi özellikle zikredilmiştir10. Esasen 28 Kasım 2011 tarihinde AB ve ABD arasında oluşturulan Yüksek Seviyeli Çalışma Grubu (HLWG) bilahare hazırladığı ara ve nihai raporlarda, oluşturulacak kapsamlı bir ticaret ve yatırım anlaşmasının ‘büyüme’ ve ‘istihdam’ üzerinde önemli katkılar sağlayacağının altını çizmiştir11. TTIP’de Muhtemel Müzakere Konuları ve Ortaklığın Beklenen Getirileri AB ve ABD’nin özellikle sanayi mallarında birbirlerine karşı uyguladıkları gümrük tarifeleri düşük seviyelerdedir12. Dolayısıyla, olası bir uzlaşının daha ziyade tarife-dışı engeller ile hizmet ticareti ve yatırımlar üzerinde yoğunlaşması öngörülmekte ve hesaplar bu nokta üzerinde yoğunlaşmaktadır. AB ve ABD’nin ticaret ve yatırımları doğrudan etkileyen pek çok alanda farklı iç düzenlemeleri bulunmaktadır. Ürün ve üretim süreçlerine ilişkin farklı standartlara sahiptirler. Bu nedenle pazara girişte engel yaratan farklılıkların giderilmesinin tarafların ticaretine ve ekonomisine ciddi katkı yapacağı hesaplanmaktadır13. HLWG raporunda öne çıkan ve tarafların aralarında öncelikle ele almaları beklenilen belli başlı konular arasında: Gümrük tarifelerinin azaltılması/kaldırılması, Düzenleyici alanlarda yakınlaşmanın sağlanması ve tarife-dışı engellerin (TDE) azaltılması/kaldırılması, Hizmet ticaretinin serbestleştirilmesi, Fikri mülkiyet haklarının korunmasına ilişkin adımlar, Yatırımların önündeki engellerin kaldırılması, Kamu alımları piyasalarının karşılıklı olarak açılması gelmektedir. Gümrük tarifeleri en kolay göze çarpan engeller olmakla beraber tamamen kaldırılmaları halinde dahi bu durum tarafların arasındaki tüm engellerin ortadan kalkacağı anlamına gelmemektedir. Özellikle tarife-dışı engellerin tarife 10 ABD Ticaret Temsilcisi strateji belgesi, bkz. http://www.ustr.gov/sites/default/files/USTR%20FY%202013%20%20FY%202017%20Strategic%20Plan%20final.pdf 11 Bu grubun tam isminin Büyüme ve İstihdam konusunda Yüksek Seviyeli Çalışma Grubu olması da tesadüf değildir. 12 Taraflar arasında basit ortalama bağlanmış oranları sanayi ürünleri için sadece %3.3; tarım ürünleri için ise %4.9 seviyesindedir. 13 ECORYS (2009), Non-Tariff Mesaures in EU-US Trade and Investment-An Economic Analysis. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 9 eşdeğerlerinin kimi sektörlerde %50 ila %100’ler arasında olduğu (örneğin kimyasal ürünlerde %111, pirinçte %120 civarında) hesaplanmaktadır14. TDE’ler ve düzenleme farklılıkları sadece pazara girişi zorlaştırmakla kalmayıp firmaların iş yapma maliyetlerini de ciddi şekilde yükseltmektedir15. Bir örnek vermek gerekirse, AB’nin elektronik sektöründeki standartlarını uyumlaştırılması, ABD’nin Avrupa pazarına olan ihracatını bu sektörde yapılacak tarife indiriminden daha fazla artıracaktır16. İki taraf arasında uzun süredir ticari ihtilafa neden olan ve beraberinde önemli ticaret kayıplarına yol açan ‘hormonlu et’ ve ‘genetiği değiştirilmiş ürünler’ (GDO) vb. konularda varılabilecek bir uzlaşının hem AB hem ABD için refah artışında hatırı sayılır bir etki yaratacağı düşünülmektedir. Öte yandan, hizmet ticareti anlaşmada en önemli müzakere alanlarının başında gelmektedir. Bu bağlamda, AB ve ABD dünyanın en önde gelen hizmet ticareti ihracatçıları olarak özellikle birbirlerinin pazarına giriş konusunda başta finansal hizmetler, iletişim ve ulaştırma hizmet sektörleri, inşaat hizmetleri ve ticaret hizmetleri olmak üzere muhtelif hizmet alanlarındaki mevcut ve kısıtlayıcı TDE’lerin kaldırılması ve yeni düzenlemelere gidilmesini amaçlamaktadır. AB ve ABD açısından fikri mülkiyet haklarının korunması önemlidir. TTIP yoluyla üçüncü ülkelere karşı iki tarafın haklarını korumada ortak kurallar belirlemesi hedeflenmektedir. TTIP çerçevesinde iki taraf yatırımların ileri seviyede serbestleştirilmesi ve en üst standartlar ile korunabilmesi konusunda taahhütler önermektedir. Yatırımlar alanında, sebepsiz el koymaların önlenmesi; adil ve hakkaniyet ölçüsünde davranma ve firmalara eşit şartların sağlanması konularının tartışılması beklenmektedir. Tarafların kamu ihalelerinde kendi ulusal firmalarını kayıran ayırımcı uygulamalarının hafifletilmesi ile her yıl ortalama 10.7 milyar Avro dolayında bir pazar imkânı yaratılabileceği hesaplanmaktadır17. Bu nedenle TTIP’de kamu ihalelerinde şeffaflığın artırılması ve yerli malı kullanımı zorunluluğunun önlenmesi amaçlanmaktadır. Bu kapsamda bir Anlaşma’nın hem iki taraf arasındaki ticarete hem de dünya ticaretine önemli yansımaları olacaktır. Bu alanda yapılan farklı çalışmalar büyüme, istihdam ve ticaret artışı gibi göstergelere etkileri incelemişlerdir. Bu kapsamda, Avrupa Komisyon’unun anlaşmaya ilişkin müzakerelerin açılabilmesi ve olası bir mutabakatın yaratacağı yararın tespitine ilişkin bir ‘etki analizi’ çalışmasını önceden başlattığını görmekteyiz. Yapılan çalışmalar, faklı senaryolar altında tarafların milli gelir, istihdam artışı, ticaret ilişkileri, üretim, ücret seviyesi vb. alanlarda ne gibi faydalar sağlayabileceği üzerine kapsamlı analizleri içermektedir18. 14 Ifo Institute (Felbermayr vd.), Dimensions and Effects of a Transatlantic free Trade Agreement Between The EU and US, 2013. 15 CEPR (Francois vd.), Reducing Transatlantic Barriers to Trade and Investment: An Economic Assessment, 2013 16 WTO, World Trade Report 2012: Trade and Public Policies: A Closer Look at Non-Tariff Measures in 21st Century, Temmuz, 2012. 17 Bkz. ECORYS, 2009, s.xvi. 18 AB’nin etki analizi raporu için bkz. Impact Assessment Report on the future of EU-US trade relations, Commission Staff Working Document, 12 Mart 2013, SWD(2013) 68 Final, Brüksel. M. SAİT AKMAN 10 Çalışmalar taraflar arasında öncelikle hangi konuların ele alınması gerektiğine ilişkin alternatif yaklaşımları ortaya koyarak, daha kısıtlı ve daha iddialı senaryoların etkilerini incelemiştir. Buna göre, 2018 yılına kadar taraflar arasındaki tarife-dışı engellerin (TDE) yarısının (% 50) kaldırıldığı ve düzenleme farklılıklarından kaynaklanan engellerin giderildiği ‘iddialı’ bir Transatlantik Anlaşması’nın AB açısından milli gelir artışına etkisinin uzun vadede 121.5 milyar Avro, ABD açısından ise 40.8 milyar Avro dolayında olabileceği hesaplanmaktadır. Bu AB ve ABD’nin milli gelirlerinde yıllık bazda sırasıyla % 0,7 ve % 0,3 kadar yıllık bir artış anlamına gelmektedir. TDE’lerin sadece % 25 oranında kaldırılmasını içeren daha ‘mütevazı’ bir senaryo altında dahi tarafların kazancının sırasıyla 53.6 ve 18.3 milyar Avro olabileceği iddia edilmektedir19 (Tablo 2). İki ekonominin de kriz sonrası büyüme ihtiyacı göz önüne alındığında mevcut tarife dışı engellerin törpülenmesinin yaratacağı etki kayda değerdir. Sadece mal ticaretinde tarifelerin kaldırılıp ticaretin kolaylaştırıldığı basit senaryolar altında dahi iki tarafın toplam kazancının en az 7,5 milyar dolar olabileceği, bunun daha dinamik şartlar (ölçek ekonomileri, rekabet ortamında daha etkin üretime geçiş vb.) da dikkate alındığında ise her iki taraf için 60 ila 85 milyar dolara ulaştığı vurgulanmaktadır20. Tablo 2. AB-ABD Anlaşmasının tahmini makroekonomik etkileri (TDE’lerin azaltılması ve düzenlemelerde yakınlaşma sağlanması durumunda) Reel gelir (milyar Avro) ABD AB Reel gelirde artış (%) ABD AB Reel ücret artışı (niteliksiz işgücü) ABD AB Reel ücret artışı (nitelikli işgücü) ABD AB İhracatta artış (%) ABD AB İddialı senaryo (Tam serbestleşme) Uzun vade Mütevazı senaryo (Kısmi serbestleşme) Uzun vade 40,8 121,5 18,3 53,6 0,28 0,72 0,13 0,32 0,35 0,82 0,16 0,36 0,38 0,78 0,17 0,34 6,06 2,07 2,68 0,91 Kaynak: ECORYS (2009) CEPR (2013) çalışmasına göre ise, TTIP’nin AB’nin ABD’ye yönelik mal ve hizmet ihracatında %28 kadar bir artış yaratması beklenmektedir. Bu 187 milyar avroluk ticaret artışı anlamına gelmektedir. Ayrıca, TTIP’nin yıllık bazda AB ve 19 Bkz. ECORYS (2009). F. Erixon ve M. Bauer (2010), ‘A Transatlantic Zero Agreement: Estimating the Gains from Transatlantic Free Trade in Goods’, ECIPE Occasional Paper, No.4/2010. 20 AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 11 ABD için sırasıyla 119 ve 95 milyar Avroluk bir kazanç sağlayacağı, bu kazancın önemli bölümünün teknik düzenlemeler yapılmasından ve standartların yakınlaştırılmasından kaynaklanacağı hesaplanmaktadır21. TTIP’nin Çok Taraflı Ticaret Sistemi DTÖ ve Üçüncü Ülkeler Üzerine Etkileri Dünya ticaretinde önemli paya sahip iki ekonomi arasındaki kapsamlı bir ticaret ve yatırım ortaklığı girişiminin diğer ülkeler ve dünya ticaret sistemi üzerinde yaratacağı etki, konunun Türkiye açısından da en önemli yönünü teşkil etmektedir. Dünya ülkelerinin hemen tamamına yakını bakımından ABD ve AB en öncelikli ticari ortak durumundadır (en azından ilk 2 sırada en az birisi mutlaka yer alırken, hemen tüm ülkeler açısından en önemli ilk 5 içinde her ikisi de yer almaktadırlar). Bu nedenle TTIP tüm ülkeleri çok yakından ilgilendirmektedir. İki taraf başta da belirtildiği üzere, bu girişimle kendi aralarında ticaret ve yatırımlara engel olan düzenleme ve uygulamaların kaldırılması ya da en azından bazı alanlarda azaltılması yoluyla ciddi bir istihdam, refah artışı ve iktisadi büyümeye katkı beklemektedir. Ne var ki, bu Anlaşma’nın kapsamı öngörüldüğü ölçüde derin olması halinde, gerek ABD gerek AB pazarında, üçüncü ülkelerin rekabet yapısına, pazara giriş şartlarına ve istihdamına yapacağı etkiler de artacaktır. Bir örnek vermek gerekirse, AB ile benzer ürünleri Amerikan pazarına satan ülkelerin ürünlerinin TTIP sonrası tarife ve tarife-dışı engellere maruz kalmaya devam etmesi halinde pazar paylarını AB firmalarına kaptırmaları mümkün olacaktır. Bu durumun tersi ise aynı şekilde Amerikan firmaları ile Avrupa pazarında rekabet eden üçüncü ülke ihracatçıları ile ilgilidir. Bu durumun yaratacağı ‘ticaret sapması’ TTIP girişiminin üçüncü ülkeler üzerinde oluşturacağı refah etkisi bakımından önemlidir. Almanya Ekonomi ve Teknoloji Bakanlığı’nın yaptırdığı bir çalışmada22, TTIP’nin etkileri incelenirken, AB-ABD arasında kapsamlı bir ticaret serbestisi sağlanması halinde bunun en önemli refah artırıcı etkisinin % 13,38 ile ABD, % 9,7 ile Büyük Britanya ve % 7,3 ile İsveç bakımından oluşacağı ve AB ülkelerini genellikle olumlu etkileyeceğini göstermektedir. Almanya açısından refah artışı % 4,68 olurken, ABD’ye olan ihracatında % 94’lük bir büyüme beklenmektedir. Diğer taraftan, çalışma üçüncü ülkeler açısından pazar kaybı sonucu oluşacak bir refah kaybını ortaya koymaktadır. Buna göre, bu kayıp Çin, Hindistan, Brezilya, Rusya, Japonya, Meksika, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerin yanı sıra Türkiye içinde belirmektedir. Bu durumda, Türkiye için refah kaybının yaklaşık % -2,5 iş kaybının ise 95.000 kişi olacağı hesaplanmaktadır. Bu durumun tek istisnası ise her iki tarafla kapsamlı bir STA oluşturan G. Kore’dir. İsveç Ticaret Bakanlığı’nın çalışmasında ise tarifelerin kaldırılıp, tarife dışı engellerin kapsamlı şekilde azaltılması halinde, dünyanın geri kalanı açısından refah 21 22 Op.cit. CEPR (2013), Op. cit. Ifo Institute (2013). 12 M. SAİT AKMAN düşüşü etkisi % -0.15; üretimlerindeki katma değer azalışı ise % -0.40 olarak hesaplanmaktadır23. Ancak iki taraf arasında tarife-dışı engelleri kapsamlı şekilde ortadan kaldırılmasının güçlükleri dikkate alındığında ve Anlaşma’nın beklenilen derinliğe sahip olup olamayacağı henüz kesinleşmediği için, bahsi geçen etkilerin de bu seviyede gerçekleşmeyebileceğinin hatırda tutulması gerekmektedir. Ayrıca hem AB hem ABD’nin Transatlantik pazarını korumacı amaçlarla üçüncü ülkelere karşı kapalı tutacağı endişesi de tam olarak doğru değildir. Zira, tarafların başka ülkelerle imzaladığı ya da müzakere ettiği Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA) ve özellikle yer aldıkları DTÖ bünyesindeki Bilgi Teknolojileri Anlaşmaları (ITA) ve Hizmet Ticareti Anlaşması (TISA) gibi çoklu müzakereler (plurilateral), AB ve ABD’nin ‘savunmacı bir ticaret stratejisi’ yerine serbestleşme yönünde hareket edeceklerinin bir göstergesidir24. Diğer taraftan Anlaşma’nın üçüncü ülkeler üzerinde yaratacağı daha uzun vadeli ve geniş etki, AB ve ABD’nin dünya ticaret sistemine yön vermek istemeleri ile ilgilidir. Konuyla ilgili çevrelerde oluşan beklenti, İkinci Dünya Savaşı sonrası uluslararası ticaret sistemini sürükleyen, ancak görece hegemon gücü azalan ABD ile küresel aktör olarak rolünü genişletmek isteyen Avrupa Birliği’nin yeniden ön plana çıkma gayretlerinin TTIP girişimi ile artacağıdır. Bu bağlamda, ülkeler arasında sayısı giderek artan Serbest Ticaret Anlaşmaları (STA), sadece taraflar arasında pazar açmak değil aynı zamanda küresel üretim süreçleri ve ticaret ilişkilerindeki değişen yapıyı yansıtacak düzenlemeleri de beraberinde getirmek maksadıyla imzalanmaktadır. DTÖ bağlamında uygulanan anlaşmaların getirdiği kuralların ve mevcut taahhütlerin düzeyinin yetersiz görülmesi durumunda, STA yoluyla taraf ülkeler aralarındaki ticaret kuralları ve taahhütleri bir adım daha ileriye götürmeye çalışmaktadır. Bu çerçevede, sanayi ve tarım ürünleri üzerindeki tarife engellerinin daha da azaltılması; hayvan ve bitki sağlığı önlemleri; teknik standartlar; ticari korunma önlemleri; devlet yardımları; yatırımlar; kamu alımları; hizmet ticareti ve ticarete ilişkin fikri mülkiyet hakları ön plana çıkan konulardır. Bunlar, literatüre DTÖ+ konuları olarak girmekte ve ABD ile AB’nin üçüncü ülkeler ile imzaladıkları STA’ların temel saiklerinden birini oluşturmaktadır. Ayrıca, DTÖ gündeminde ele alınmayan ama ilgili ülkelerin çıkarları açısından önemli gördükleri hususları da bu STA’lar kapsamında ele almaya çalıştıkları bilinmektedir. Rekabet politikası; çevre standartları; işgücü standartları; çocuk işçiliği; insan hakları; enerji; vize ve göç konuları vb. alanlar ise DTÖ-X (ekstra) konular diye ifade edilmektedir. Gerek ABD gerek Avrupa Birliği’nin, DTÖ bağlamında yetersiz gördükleri bu alanları, üçüncü ülkeler ile imzaladıkları STA’lara yerleştirmeye çalıştıkları gözden kaçmamaktadır. Bu tür yeni nesil serbest ticaret anlaşmaları dünya ticaretinin temel bir öğesi haline gelmektedir. 23 National Board of Trade/Sweden (2012), Potential Effects from an EU-US Free Trade Agreement: Sweden in Focus. 24 F. Erixon, Whither the Transatlantic Trade and Investment Partnership, Policy Brief 18, Norwegian Institute of International Affairs, 2013. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 13 Diğer taraftan, TTIP bu yeni nesil anlaşmalardan daha öte bir etkiye de sahip olacaktır. Zira AB ve ABD’nin bir arada kural koyma kabiliyetlerinin bulunması halinde çok taraflı DTÖ sisteminde kabul ettiremedikleri ve Doha Kalkınma Gündemi’ne getiremedikleri alanlarda TTIP yoluyla üçüncü ülkelere kendi norm ve standartlarını dolaylı bir yoldan kabul ettirebilecek güce ulaşacakları da düşünülmelidir. Nitekim AB’nin, ABD’deki temsilcisi Büyükelçi J. Vale de Almeida, Transatlantik girişimi ‘Oyunun kurallarını değiştirecek bir durumdur. Bu tüm serbest ticaret anlaşmalarının da anasıdır diyebiliriz’ ifadesi ile dünya ticaret sisteminde yeni düzenleme ve kuralları etkileyecek sürecin bu girişim ile başlayacağının da haberini vermektedir25. STA’ların çok taraflı system ve DTÖ üzerinde yaratacağı etki geniş bir akademik literatürü de beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda iki farklı görüş oluştuğu gözlenmektedir. Bunlardan ilki, bölgesel anlaşmalardaki bu artışın ve özellikle ABD ve AB’nin bu sürece yönelmesinin Doha Turu müzakerelerine olan ilgiyi azaltacağı gibi daha uzun vadede DTÖ’yü de gözden düşüreceği ve çok taraflı sisteme zarar vereceği yönündedir26. Diğer görüş ise, bölgesel anlaşmaların içerik bakımından DTÖ’nün eksik kalan kısımlarını tamamlayacağı ve uluslararası ticaretin bugünkü yapısıyla ihtiyaç duyduğu kuralları getirerek ticaretin daha da serbestleşmesine katkı sağlayacağını, bunun da uzun vadede DTÖ sistemine olumlu etki yaratacağını savunmaktadır. Örneğin R. Baldwin’e göre, 21. Yüzyıl ticareti ticaret-hizmetler-yatırımlar ilişkisi çerçevesinde daha karmaşık bir yapıda olup, daha derin ve kapsamlı düzenlemeler gerektirmektedir. Bu nedenle STA’ların çok taraflı sisteme etkilerini analiz ederken artık eski geleneksel Vinerci yaklaşımdan farklı bakılması gerektiğini iddia etmektedir27. Schott ve Climino’ya göre bu durum, tıkanan Doha müzakerelerini aşmak için önemlidir. Getirilecek yeni düzenlemelerin ileride diğer ülkelerin de katılımlarıyla çok taraflı sisteme dâhil edilmesi halinde dünya ticaret sistemine katkı sağlayacaktır28. Diğer taraftan, TTIP müzakere süreci içinde bulunmayan üçüncü ülkelerin tüm bu kural ve düzenlemeleri kabul etmek zorunda kalacak olmaları ise tepkilere neden olmakta ve DTÖ sistemi üzerinde olumsuzluklar yaratacağı ifade edilmektedir. 25 http://www.voanews.com/content/eu-envoy-says-us-eu-trade-pact-will-be-gamechanger/1658096.html Ayrıca bu konuda Avrupa Komisyonu Başkanı Barroso’nun da belirttiği üzere ‘bu en önemli iki ekonomik güç arasındaki gelecekte oluşacak ilişki oyunun kurallarını değiştirir türden (game changer) olacaktır’, http://europa.eu/rapid/pressrelease_SPEECH-13-121_en.htm (13 Februaury 2013). 26 J. Bhagwati (2008),Termites in the Trading System: How Preferential Agreements Undermine Free Trade, Oxford University Press. 27 R. Baldwin (2011), ‘21st Century Regionalism: Filling the gap between 21st century trade and 20th century trade rules’, WTO Staff Working Paper, ERSD-2011-08. 28 Schott ve Climino (2013), ‘Crafting a Transatlantic Trade and Investment Partnership: What Can Be Done?’, PIIE Policy Brief, PB 13-8 Mart. M. SAİT AKMAN 14 TTIP ve Türkiye: Karşılıklı Beklentiler ve Zorluklar Avrupa Birliği’nin kendi dış ticaret stratejisi çerçevesinde üçüncü ülkelerle olan ilişkilerinin (özellikle STA’ların) Türkiye’ye yansımaları mevcut gümrük birliği ilişkisine yönelik tartışmaları da beraberinde getirmektedir29. AB’nin ABD ile oluşturacağı TTIP, gümrük birliği ilişkisi üzerinden Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinin de gündeme gelmesine yol açmıştır. Bu çerçevede: TTIP, ABD ürünlerine AB üzerinden Türk pazarına serbest bir giriş imkânı sağlarken; Türkiye’nin ABD’ye ihracatı gümrük vergisi vb. uygulamalara tabi olmaya devam edecektir. Bu durum, bir yandan ABD ile mevcut ticaret dengesini olumsuz etkileyecek bir yandan da trafik sapması sorununu beraberinde getirebilecektir. AB ile Gümrük Birliği’nin Türkiye ekonomisine katkıları bilinmektedir. Gümrük Birliği özellikle sanayi alanında üretimde verimliliğin yanı sıra Türkiye’nin rekabet gücünde ve ihracatındaki dönüştürücü gücüyle olumlu katkıda bulunmuştur. GB ile yaşanan dönüşüm ve müktesebat uyumunun bunda hiç şüphesiz payı büyüktür. Bu bağlamda, TTIP sürecinin ise Türkiye’nin hizmetler, yatırımlar ve kamu alımları vb. alanlarda küresel ekonominin dinamiklerine ve oluşmakta olan yeni dünya ticaret sistemine uyum sağlamasında dönüştürücü bir katkısı olabilir30. Türkiye’nin TTIP sürecinin dışında kalmak yerine küresel ticarete yön verecek ve oyunun kurallarına etki yapacak bu sürecin içinde yer alması bu bağlamda önemlidir. Ayrıca, son yıllarda Türkiye’nin ‘Transatlantik topluluğuna olan taahhüt ve bağlarının sorgulandığı bir döneme girildiği’ dikkate alınırsa Transatlantik dünyası ile sağlam ve güvene dayalı bir ilişkide ivme sağlanması açısından Türkiye’nin TTIP’de yer almasının önemi ortaya çıkmaktadır31. Bu şartlar altında Türkiye’nin TTIP sürecinde yer alması; gerek yeni oluşmakta olan küresel ticaret sisteminde merkezi konumda yer alacak ülkeler arasına girebilmesi, gerekse AB ile ilişkilerinin daha istikrarlı bir düzeye yükselmesi bakımından hayatidir. Türkiye-ABD arasındaki iktisadi ve ticari ilişkilere genel bakış Türkiye’nin ABD ile toplam ticareti (2012 itibarıyla 19.73 milyar dolar) küresel ölçeklerde oldukça düşüktür. Türkiye’nin toplam ihracatı içinde ABD’nin 29 AB’nin değişen dış ticaret stratejisinin ve üçüncü ülkelerle olan ticaret anlaşmalarının Türkiye’nin ticaret politikasına ve Gümrük Birliği ilişkisine tekileri için bkz. M.S. Akman (2013) ve M.S. Akman (2010). 30 Op.cit. B. Aran (2013). 31 K. Kirişçi, 2013, Turkey and the Transatlantic Trade and Investment Partnership: Boosting the Model Partnership with the United States, Brookings Turkey Project Paper, No.2, Sept. 2013, s.20. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 15 payı % 5 dolaylarında seyretmektedir. Türkiye’nin ABD’nin toplam dış alımındaki payı ise % 0,27 ile sınırlıdır. Türkiye ABD’nin ithalat yaptığı ülkeler listesinde 2011 yılında ancak 45. sırayı alabilmiştir. ABD’nin ihracatında Türkiye’nin payının ise sadece % 0.81 olduğu göz önüne alınırsa iki tarafın ticari ortak olarak dış ticaretlerindeki yeri görece çok düşük bir seviyededir. Dahası, son yıllarda ticaret dengesi artan şekilde ABD lehine dönmüş bulunmaktadır. 2004 yılına kadar ABD ile ticaretinde fazla veren Türkiye 2012 yılı itibarıyla neredeyse her sattığı 1 dolarlık ürüne karşı 3 dolarlık ürün ithal eder hale gelmiştir (Tablo 3). 2000-2011 yılları arasında ABD’nin Türkiye’ye ihracatı %292, buna karşın Türkiye’nin ABD pazarına ihracatı ise % 72 kadar artış göstermiştir. Tablo 3. Türkiye-ABD ticaret ilişkileri 2002-2012 (milyon dolar) Yıl Türkiye’nin ABD’ye ihracatı Türkiye’nin ABD’den ithalatı Ticaret dengesi 2002 3.356 3.099 257 2003 3.751 3.495 256 2004 4.860 4.745 115 2005 4.910 3.375 -465 2006 5.060 6.260 -1.200 2007 4.170 8.166 -3.996 2008 4.299 11.975 -7.676 2009 3.240 8.575 -5.335 2010 3.762 12.318 -8.556 2011 4.584 16.034 -11.450 2012 5.605 14.130 -8.525 Kaynak: Ekonomi Bakanlığı ve TÜİK verileri Türkiye’nin ABD’ye yaptığı ihracatta yıllar içinde değişim olduğu görülmektedir. 2001 yılında ABD pazarına en önemli ihraç kalemi olarak hazır giyim ürünleri (toplam ihracatın üçte biri) bulunurken, 2011 yılında bu ürünlerin payı % 6 seviyesine inmiştir. Dokuma ürünlerinin payı aynı ölçüde olmasa da görece iniş göstermiştir. Bu değişimde en önemli faktörün, 2005 yılında DTÖ’de tekstil kotalarının kalkması ile ABD pazarında daha uygun koşullarda pazara giriş imkanına kavuşan Asya vd. menşeli tekstil ve konfeksiyon ürünleri olduğu söylenebilir. Aynı dönem zarfında en önemli artış ise makina ve ulaştırma ekipmanlarında görülmektedir. Bu ürünlerin payında % 50’nin üzerinde bir artış meydana gelmiş ve ABD pazarına en önemli ana ihraç kalemini oluşturmaktadır. Aynı oranda olmasa da inşaat malzemeleri (çimento vb.) ve demir çelik ürünlerinde de bir artış söz konusudur. Türkiye’nin ABD pazarına tarım ürünleri ihracatı sadece 500 milyon dolar civarında kalmıştır. En belirgin ihraç kalemleri arasında işlenmiş meyve ve sebze, tütün ve aperitif gıda maddeleri gelmektedir. 16 M. SAİT AKMAN 2011 yılında ABD’nin Türkiye’ye yaptığı tarım-dışı ürün ihracatında en önemli ilk 5 kategori arasında hava araçları, demir ve çelik, mineral yakıtlar, pamuk ve makina gelmektedir. Aynı dönemde ABD’nin Türkiye’ye tarım ihracatı 2.5 milyar doları aşmış ve Türkiye ABD’nin 10. önemli tarım pazarını teşkil etmiştir. Bu alanda ticaret dengesi bire beş dolayında ve ABD lehinedir. Türkiye, ABD tarım ürünleri için Çin ve Vietnam’dan sonra en hızlı büyüyen üçüncü pazar konumundadır. Doğrudan yatırımlar konusu iki taraf arasındaki iktisadi ilişkilerin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır. TC Merkez Bankası verilerine göre, Türkiye’ye gelen yabancı sermaye yatırımlarının, 2010 ve 2011 yıllarında sırasıyla %5.2’si ve %8.8’i ABD’den olmuştur. Buna göre ABD 2010 yılında 323 milyon dolarlık yatırımla 7. ve 2011 yılında 1.4 milyar dolar ile 5. sırada yer alarak Türkiye’ye en çok yatırım yapan ülkelerden birisidir32. Ayrıca, ABD’nin 3.45 trilyon dolar ile (2010) dünyada en fazla doğrudan yabancı sermaye yatırımı stoğu bulunan ülke olduğu bilinmelidir. ABD yatırımları yıllara göre farklılık göstermektedir. Son dönemde en yüksek yatırım miktarı 4.2 milyar dolar ile 2007 yılında gerçekleşmiştir33. Grafik 2. Türkiye’ye ABD menşeli DYY girişleri ve şirketler Kaynak: Ekonomi Bakanlığı ve TCMB. 32 33 AB Üye Ülkeleri ayrı ayrı sayılmaktadır. Ekonomi Bakanlığı, 2012, Uluslararası Doğrudan Yatırımlar-2011. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 17 Türkiye’nin TTIP’e Katılımı Yönünde Alternatif Senaryolar AB’nin ABD gibi ticaret hacmi yüksek bir ekonomi ile müzakerelere başlayacak olması aramızdaki Gümrük Birliği nedeniyle Türkiye’de bazı kaygıları da beraberinde getirmektedir. Özellikle ABD ürünlerinin AB üzerinden Türkiye’ye gümrüksüz girebilecek olması, buna karşın Türk ihraç ürünlerine karşı ABD’nin tarife vb. uygulamalara devam edecek olması kaygının temelini oluşturan başlıca unsurdur. Bu durumun mevcut ticaret dengesini Türkiye’nin aleyhine daha da bozması beklenmektedir. Başka bir deyişle, ortada asimetrik bir durum oluşmaktadır. ABD’nin uyguladığı tarife oranlarının genelde düşük olması34 bu durumu değiştirmemektedir. Bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’nin ABD’ye ihracatında önemli bir paya sahip olan tekstil ve hazır giyim ürünlerinde ABD’nin uyguladığı gümrük tarifeleri oldukça yüksektir. ABD’nin, tekstil ürünlerinde ‘bağlı tarife oranı’ ve ‘MFN bazında uyguladığı’ tarifeleri %7.9 ve hazır giyim sektöründe ise sırasıyla %11.4 ve %11.7’dir. Ayrıca bazı tarife satırlarında ‘tarife zirve’leri de söz konusudur. Türkiye’de Transatlantik Anlaşması’na yönelik olarak artan bir diğer endişe konusu ise, Türk ihraç ürünlerinin ABD pazarında AB menşeli ürünler karşısında aynı şartlarda rekabet avantajını yakalayamayacak olmasıdır. Zira ABD ile Türkiye arasında bir serbest ticaret anlaşmasının olmayışı ve bu nedenle Türk ihraç ürünlerine ABD pazarında korumacılığın devam edecek olması, buna karşın TTIP’nin AB menşeli ürünlere uygulanan benzer uygulamaları kaldıracak olması, Türkiye’nin AB karşısında haksız rekabete uğramasına yol açmaktadır. Langhammer’a göre olası bir Transatlantik anlaşması, AB ve ABD’nin daha önce STA yaptığı ticaret ortaklarının bu pazarlara ayrıcalıklı ve öncelikli giriş imkânlarını olumsuz etkileyecektir. Örneğin, AB ile Gümrük Birliği yapmış olan ancak, ABD ile STA’sı olmayan Türkiye, Amerika pazarında AB’li üreticilere karşı daha dezavantajlı bir konumda olacaktır 35. Diğer bir önemli unsur ise AB ve ABD’nin ortak normlar ile hareket etmeleri durumunda dünyanın geri kalanı için çok belirleyici olacak küresel kural ve standartları getirmeleridir36. Transatlantik ilişkisi bu iki büyük ekonominin küresel norm koyucu olmasına yol açacaktır. Bu durumda diğer ülkeler, örneğin Türkiye, bu kurallara uyumlu bir üretim süreci, sanayi ve ticaret politikası belirlemek ve kendi iç düzenlemelerini de bu ülkelerle uyumlu hale getirmek zorunda kalacaktır. Bu Türkiye’nin ihracatı açısından AB ve ABD pazarlarının genişliği düşünüldüğünde olumlu yönde bir belirlilik sağlayacaktır. Ancak, sağlık, tüketici hakları vb. teknik standartlar, gıda güvenliği, rekabet politikası, çevre standartları, emisyon miktarının azaltılmasına ilişkin kurallar ve çalışma hayatına ilişkin 34 ABD’nin uyguladığı basit ortalama bağlı tarife oranları sanayi ürünlerinde % 3.3 ve tarım ürünlerinde % 5 seviyelerindedir. 35 Langhammer, R. ‘Why a Market Place Must Not Discriminate: The Case Against a US-EU Free Trade Agreement’, Kiel Working Papers, No.1407, Mart 2008. 36 J. S. Schott ve C. Cimino (2013), ‘Crafting a Transatlantic Trade and Investment Partnership: What Can Be Done?’, PIIE Policy Brief, Mart 2013, Washington DC. 18 M. SAİT AKMAN düzenlemeler gibi pek çok alanda maliyetli bir dönüşüm sürecini de beraberinde getirecektir. Bugüne kadar AB’ye katılım sürecinde müktesebat uyumundaki zorluklar ve yanında sağlayacağı yararlar dikkate alındığında, böyle bir megaanlaşmanın Türkiye gibi ülkelere yükleyeceği şartlar konunun üzerinde durulması gereken en önemli yönünü oluşturacaktır. Mevcut durum karşısında Türkiye’nin iki dev blokla ticaretini sürdürmek amacıyla yeni oluşacak şartlara esasen uymak zorunda olması, bu konuda AB’nin de gerisinde kalmasının getireceği büyük maliyetlere ilaveten; ticaret sapmasını önlemesi ve ikili ticaret dengesinin daha da kötüye gitmesini engellemesi için, TTIP girişimine başından itibaren katılması giderek önem kazanmaktadır. Türkiye’nin böyle bir girişimin içinde yer almasının (ya da ABD ile bir Serbest Ticaret Anlaşması-STA oluşturmasının) kendi açısından ‘daha avantajlı olacağı’ ya da en azından böyle bir süreç içinde bulunmamasına nazaran ‘daha az zararlı çıkacağı’ iddia edilebilir. Ayrıca, AB ile Gümrük Birliği bağı olan Türkiye açısından bu aynı zamanda bir hak meselesi olarak da değerlendirilebilir. Diğer taraftan, Kirişçi’ye göre ‘Türkiye’nin dünyadaki en büyük liberal ekonomi olan ve uzun zamandır askeri ve siyasi ittifakının bulunduğu ABD ile iktisadi bütünleşmesinin potansiyeli tam olarak doldurulamamıştır’37. Mevcut durumda Türkiye’nin TTIP dışında kalmasının Türkiye üzerine ciddi etkiler yaratabileceğine vurgu yapan ve Abramowitz ve Edelman (2013) tarafından hazırlanan Rapor da Türkiye’nin Transatlantik ticaret alanına bir şekilde dâhil edilmesi önemi üzerine vurgu yapmaktadır. ABD-AB arasındaki Transatlantik sürecine Türkiye’nin nasıl dâhil olabileceği konusunda bu güne kadar bazı farklı arayışlar gündeme gelmiştir38. 37 Op. cit. K. Kirişçi, 2013. Politika çevrelerinde bu konulara ilişkin tartışmalar ve alternatif yaklaşımlar, TEPAV tarafından 2 Aralık 2013 tarihinde düzenlenen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP)nın Türkiye’ye etkileri konulu panelde kapsamlı olarak ele alınmıştır. Bkz. http://www.tepav.org.tr/tr/haberler/s/3590 (9 Aralık 2013). 38 AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 19 TR'nin TTIP'ye eklemlenmesi TR-AB ve ABD arasında üçlü ve eş anlı ( ya da paralel) müzakereler (olası değil) AB: GB temelinde TR'nin dahil edilmesi (sadece GB kapsamındaki ürünler) 'Andorra- San Marino modeli' ABD: Ayrı bir ortaklık ilişkisi Türkiye'nin TTIP'ye üye olarak katılımı TR-ABD Serbest Ticaret Anlaşması (STA) (docking) TPP örneği Şekil 1. Türkiye’nin TTIP’ye eklemlenmesine ilişkin alternatif arayışlar İlk olarak, Türkiye’nin AB ile birlikte ABD ile müzakerelere eş anlı olarak (veya paralel) girmesi AB ve Türkiye’ye eşit hak ve yükümlülükler getirmesi itibarıyla Türkiye için en ideal tercih olarak görülebilir. Ancak, AB’nin bu yönde bir istek ve girişiminin olmadığı, Konsey’den aldığı müzakere yetkisinin sınırlı olması ve müzakerelere Türkiye olmadan başlamış olduğu dikkate alındığında bu tercihin gerçekleşme ihtimali zayıftır. Benzer bir durum ABD için de geçerlidir. ABD Kongre’sinin buna ilişkin onay sürecinin kolay olmayacağı Amerikan Ticaret Temsilcisi Froman tarafından da dile getirilmiştir. Türkiye’nin müzakerelerde yer alamamasını telafi etmek maksadıyla, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye adına da müzakereleri yürütmesi seçeneği zaman zaman dile getirilen bir diğer farklı yaklaşımdır. Bu durumda Ortaklık Konseyi’nin bu yönde bir karar almasıyla Türkiye’nin adına AB’nin müzakere etmesi sağlanabilir. Ancak, müzakerelerde AB’nin Türkiye’nin sektör ve müzakere konuları bazında tüm çıkarlarını azami ölçüde ne kadar iyi savunabileceği tartışmalıdır. Bu yaklaşım daha ziyade AB’nin kendi adına ABD’den alacağı pazara giriş tavizlerinden (tarifelerin indirilmesi veya engellerin kaldırılması gibi) Türkiye’nin de istifade etmesi prensipine dayanmaktadır. Buna göre, Avrupa Birliği ABD’den, Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği de göz önünde bulundurularak, Türkiye’ye de en azından gümrük vergisi vb. engellerin kaldırılmasını istemesi gerekecektir. ‘Andorra - San Marino modeli’39 olarak 39 Benzer bir durumu Avrupa Birliği daha önceki serbest ticaret anlaşmalarında, aralarındaki gümrük birliğini dikkate alarak Andorra ve San Marino için istemiştir. 20 M. SAİT AKMAN adlandırılan ve AB’nin her hangi bir üçüncü ülke ile STA yapması halinde ‘aynı haklardan Türkiye’nin de otomatik olarak yararlanabilmesini’ sağlayabilecek böyle bir hükmü AB yetkililerinin kendi çıkarları düşünüldüğünde ABD ile başlayacak karmaşık müzakere sürecine dâhil etmek isteyeceklerinin ihtimali çok zayıftır. Türkiye’nin kendisi gibi AB ile Gümrük Birliği ilişkisi olan Andorra veya San Marino gibi küçük bir ülkeye kıyasla rekabet gücü ve ekonomik büyüklüğü dikkate alındığında bu yaklaşımın özellikle ABD mercileri nezdinde kabul görmeyeceğide aşikârdır. Ayrıca, GB kapsamının dar olmasının ve GB içine giren ve girmeyen konuların nasıl ayırd edileceği konusunda da belirsizlik olmasının bu yaklaşımı zora soktuğu anlaşılmaktadır. Bu opsiyona ek olarak, özellikle Türk tarafında tartışılan bir diğer yaklaşım ise Güçlendirilmiş Türkiye Hükmü olarak adlandırılan yöntemdir. Buna göre, AB karşı tarafı (ABD’yi) Türkiye ile eş anlı ve paralel müzakereleri bir an evvel başlatmaya davet edecektir. Bu süre zarfında AB’de serbest dolaşımda bulunan Türk ihraç ürünleri AB STA’sından yararlanacak ve ABD pazarına gümrük vergisi vb. muaf olarak giriş yapabilecektir. Bu durum ABD ile Türkiye STA sürecini tamamlayana kadar sürecek ve böylece Türkiye’nin ABD pazarında AB’den farklı (daha yüksek) gümrük vergileri ile karşılaşmasının önüne geçilmiş olacaktır. Bu durum Uluslararası Standart Ticaret Sınıflandırması’nın (SITC) 25 ila 97 bölümleri arasında yer alan ve Gümrük Birliği’nin kapsadığı sanayi ürünleri için uygulanacaktır. Ancak bu alternatif konusunda da bir ilerleme görülmemektedir. Türkiye’nin TTIP’ye girmesi konusunda bir diğer öneri ise, iki taraf arasında müzakerelerin tamamlanması sonrası Türkiye’nin (belki benzer şekilde Kanada, Meksika, Norveç vb. ülkelerin de) TTIP’ye katılması şeklinde özetlenebilir. Ancak TTIP müzakerelerinin yıllara yayılacak olması ve ortaya çıkacak Anlaşma’nın geniş bir müktesebat uyumu gerektireceği dikkate alınmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin asimetrik durumu ortadan kaldırmak gayesiyle bu kadar uzun zaman beklemek istemeyeceği aşikârdır. Buna paralel olarak süreç içinde Türkiye’nin bir şekilde tıpkı Trans-Pasifik Ortaklığı sürecinde yapıldığı gibi, müzakerelerde tarafların esasları büyük ölçüde oluşturmuş olduğu belli bir aşamadan sonra TTIP’e dâhil edilmesi (docking) sağlanabilir. Bunun için TTIP’nin başka ülkelerin katılımına izin veren hükümlerinin bulunması ve elbette hem AB hem ABD’nin iç süreçlerinde bu katılımı onaylamaları gerekmektedir. Bu durum, AB’nin Konsey’den; ABD’nin ise Kongre’den ilave yetki almalarını gerektirecektir. Şu an itibarıyla üzerinde en ciddi olarak durulan yaklaşımın ise, Türkiye’nin ABD ile kendi başına bir STA müzakere sürecini başlatmasıdır. Bu çerçevede, Başbakan Erdoğan’ın Mayıs 2013’te gerçekleştirdiği son ABD ziyaretinde, iki taraf arasında- Gümrük Birliği nedeniyle TTIP’in Türkiye üzerine etkileri olabileceğine atıfla ekonomik ilişkilerin derinleştirilmesi ve ticaretin serbestleştirilmesi hedefiyleoluşturulmuş bulunan Yüksek Düzeyli Komite’de-YDK (High Level Committee) bir anlaşma olanağının incelenmesi imkânının doğmuş olması önemlidir40. 40 Komite bu konuda Bakanlar düzeyindeki ilk toplantısını Eylül 2013’te, ikinci toplantısını ise Mayıs 2014’tarihinde Washington’da gerçekleştirmiş ve çalışma metodu üzerinde AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 21 Ancak, ABD-AB arasında oluşturulan Yüksek Düzeyli Çalışma Grubu (HLWG) çalışmalarının neredeyse iki yıl sürdüğü, yine Türkiye-Güney Kore arasında imzalanan STA öncesi benzer bir çalışma grubunun, müzakerelere geçmeden önce iki yıl kadar konuyu istişare ettiği dikkate alındığında müzakerelere başlamanın hemen mümkün olamayacağı düşünülebilir. Bu durumda, mevcut şartlarda bir değişme olmaması halinde, Türkiye-ABD arasındaki YDK’nın çalışmalarının tamamlanması ve müzakere kararına geçilmesinin en az iki yıl alabileceği göz önünde bulundurulmalıdır41. Bu süreç zarfında, ABD-AB müzakerelerinin gidişatı ve kapsamı da Türkiye’nin STA müzakereleri için önemli bir gösterge teşkil edecektir. Ancak, Türkiye’nin TTIP’ye katılımı çoğu zaman Türk ihraç ürünlerinin ABD pazarına serbest olarak girişinin sağlanması gibi bir algıya yol açmaktadır. Oysa ABD ile yapılabilecek muhtemel bir STA (ya da Türkiye’nin bir şekilde TTIP’ye dâhil edilmesi) ‘yeni nesil’ serbest ticaret anlaşmalarında sıkça görülen geniş ve kapsamlı bir içeriğe sahip olacak ve ABD de Türkiye’den hizmet alanından, kamu alımlarına, teknik düzenlemelerden, fikri mülkiyet haklarına kadar pek çok alanda düzenlemeler yapmasını özellikle isteyecektir. Bu durum ABD’nin G. Kore ile yaptığı STA ya da benzer diğer ABD STA’larında ortaya çıkmaktadır. Bu açıdan G. Kore STA’sının daha detaylı incelenmesi ve kapsamının daha iyi kavranması Türkiye için önemlidir. Dolayısıyla bir STA’nın yaratabileceği etkileri değerlendiren çalışmalar yaparken sektörel rekabetçilik ve sürdürülebilirlik analizleri yanı sıra, karşılaşılması muhtemel tüm alanları (DTÖ+ ve DTÖ-X) dikkate alacak şekilde hareket etmek daha sağlıklı bir sonuç alınmasına yardımcı olacaktır. Diğer taraftan G. Kore-ABD ticaret ve ekonomik ilişkilerinin Türkiye’nin ABD ile mevcut ilişkileri ile kıyaslandığında çok daha fazla bir hacme sahip olduğu, bu nedenle ABD-G.Kore STA’sının Türkiye için ne derecede bir gösterde teşkil edebileceği sorgulanabilir. Ayrıca, G. Kore’nin küresel üretim zincirleri içindeki mutabakat sağlanmıştır. Ancak görüşmelerden yansıyan ABD tarafının bir STA başlatılması konusunda pek de istekli olamdığı ve genel olarak iktisadi ve ticari ilişkileri geliştirmek yönünde adımlar atmakla kifayet edeceği şeklinde değerlendirilebilir. ABD tarafının resmi açıklaması için bkz. http://www.ustr.gov/about-us/press-office/pressreleases/2013/august/Readout-Froman-Caglayan-meeting Bu aşamada STA’dan yana olan taraf Türkiye olmakla beraber bu konuda ABD’yi adım atmaya ikna etmek konusunda henüz yeterli ilerleme kaydedilememiştir. Türkiye’nin bu konuda girişiminin bu aşamada yeterli olmadığı görülmektedir. Bu noktada, ABD nezdinde önemli karar mercilerini harekete geçirmek için Kongre nezdinde de lobi faaliyetlerine yer verilmesi önemlidir. 41 Öte yandan, ABD Başkanı Obama’nın 2009 Nisan ayında ziyareti esnasında iki taraf arasında bir ‘model ortaklık’ oluşturulması fikri ve müteakiben, bir ‘Ekonomik ve Ticari Startejik İşbirliği Çerçevesi’ (ETSİÇ) mekanizmasının tesisi, bir STA’nın tesisi sürecinde belirli ölçüde katkı sağlayacak aşamalardır. Buna göre, ETSİÇ iki taraf arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin en az siyasi ve askeri ilişkiler düzeyine çıkarılması düşüncesine dayanmaktadır. 22 M. SAİT AKMAN konumu ABD ile daha derin ve kapsamlı bir anlaşma yapmasını da zorunlu hale getirmektedir. Ne var ki, ilerki bölümde de değinileceği üzere, ABD’nin diğer ülkelerle yaptığı STA’larda günümüz küresel ekonomik ve sosyal dinamiklerini yansıtan tüm unsurların ele alınmaya başladığı görülmektedir. Dolayısıyla, ABD tarafının gümrük tarifeleri ve sanayi ürünleri ağırlıklı olan geleneksel ve getirisi nispeten düşük bir STA için zaman ve enerji harcamak gibi bir niyetinin olmadığı aşikârdır. Türkiye ile bir STA başlatılmasındaki isteksizliğin esas nedeninin ise daha ziyade siyasi içerikli olduğu ve Amerikan Kongresi’ndeki lobilerin bu konudaki Türkiye karşıtlıklarını aşacak bir siyasi konjonktürün tam olarak mevcut olmadığı düşünülebilir. Yeni Nesil Serbest Ticaret Anlaşması Modeli Olarak G.Kore-ABD Anlaşması (KORUS) ve Türkiye İçin Çıkarımlar ABD’nin Güney Kore ile imzaladığı STA 2012 yılında yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşma, ABD’nin bugüne kadar imzalamış olduğu NAFTA dâhil en kapsamlı (derin) anlaşmadır. “Son teknoloji ürünü” olarak tanımlanan anlaşmanın kapsamı oldukça geniştir. Bu anlaşmanın tanıdığı hak ve yükümlülükler ise oldukça detaylı bir şekilde tasarlanmıştır. KORUS olarak adlandırılan anlaşma aynı zamanda Güney Kore ve Avrupa Birliği STA müzakerelerinde model olarak kullanılmıştır. Ayrıca KORUS müzakereleri sürdürülen TPP anlaşması için de bir temel oluşturmuştur. Bu bakımdan muhtemel bir Türkiye-ABD STA’sı için de model oluşturabilecek G. Kore STA’sının genel içeriğine bakmakta yarar vardır42. KORUS hizmet, mal ve tarım ürünleri ticaretinin tümünü kapsamaktadır. Anlaşmanın geniş kapsamının dışında tutulan tek ürün ise G. Kore bakımından hassas olarak kabul edilen pirinç olmuştur. Tarım alanında diğer hassas ürünler ise kısmen serbestleştirilmiş; bahse konu bu ürünler için “geçiş süreçleri öngörülmüştür”. Anlaşma ile ABD’nin G. Kore’den ithal edeceği sanayi ürünlerinin yaklaşık % 91’i 3 yıl içerisinde gümrüksüz hale gelirken; bu oranın 5 yıl içerisinde % 4 olarak artması ve 10 yıl sonra kalan tarifelerin tamamen kaldırılması öngörülmüştür. Buradan anlaşılacağı üzere tarifelerin kademeli olarak kaldırılarak ticaretin bugün için hassas kabul edilen ürünler açısından da birkaç yıl içerisinde tamamen serbestleştirilmesi (gümrük tarifelerinden arındırılması) iddialı bir girişim olup, KORUS gibi yeni nesil STA içinde yer almıştır. ABD G. Kore’den ithal ettiği tarım ürünlerinde ise tarife satırlarının %59’u üzerindeki vergileri 2-3 yıl içerisinde, %27’si üzerinde 6-7 yılda ve kalan kısmında ise 10 yıl ve daha üzerinde kaldırmayı taahhüt etmiştir. G. Kore’de gerek tarım gerek sanayi ürünlerinde benzer tarife indirim taahhütlerinde bulunmuştur. Hali hazırda ABD, tarım ürünlerinde Kore'nin baş tedarikçisidir. Ancak anlaşmanın Kore'nin 49 milyonluk tüketici kitlesine ulaşma fırsatı tanıyarak çiftçiler, 42 ABD-G. Kore STA ile ilgili detaylı analiz için bkz. op. cit. J. Schott ve C. Cimino (2013) ve W. H. Cooper vd., The US-South Korea Free Trade Agreement (KORUS FTA): Provisions and Implications, Congresional Research Service, Washington DC, March 2013. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 23 gıda işlemcileri ve Amerikan çiftlikleri için yeni ihracat imkânları oluşturması beklenmektedir. Örneğin, sığır eti ithalatına uygulanan tarifelerin taraflar arasında uzun süre görüşüldükten sonra 15 yıl içerisinde kademeli olarak kaldırılmasına karar verilmiştir. Tarifenin kaldırılması mevcut satış düzeyinde ABD sığır eti üreticileri açısından yıllık 90 milyon dolar kazanç anlamına gelmektedir. Anlaşmada otomotiv endüstrisi özel olarak ele alınmıştır. Otomotiv düzenlemelerinde ABD’nin araçlara uyguladığı %2.5’lik tarifeyi 4 yıl sonunda kaldırması öngörülürken, G. Kore’nin tarifelerini %8’den %4’e düşürmesi ve yine 4 yıl sonunda sıfırlaması planlanmıştır. ABD’nin hafif kamyonlara uyguladığı %25’lik vergi oranının 7 yıl boyunca muhafaza edilip sonraki 3 yıl süresince kaldırılmasına karar verilmiştir. G. Kore için ise anlaşmanın yürürlüğe girmesinden hemen sonra %10’luk bir tarife indirimi öngörülmüştür. KORUS FTA’de dikkat çeken bir diğer başlık ise yatırımlardır. Amerikan hukuku ve ilkelerinde yola çıkılarak tasarlanan yatırımlar başlığı bununla sınırlı kalmamış ve derinliği daha ileri bir seviyeye taşınmıştır. Uluslararası tahkim mekanizmasının bağlayıcılığını kabul eden KORUS’da yatırımcı ve devlet arasında yaşanabilecek uyuşmazlıklar için de çözüm prosedürleri öngörülmüştür. Hizmetler alanına gelindiğinde ise “anlamlı pazara giriş taahhütleri” amaçlanmıştır. Bu sayede G. Kore’nin 580 milyar dolarlık hizmetler pazarı rekabet gücü yüksek Amerikan şirketlerine açılmıştır. Muhasebe, finansal, görsel-işitsel hizmetler ve e-ticaret alanlarında pazara erişimde önemli ilerlemelere ulaşılırken hukuk hizmetleri ilk kez yabancı tüzel danışmanlık şirketlerine açılmıştır. Kamu ihaleleri DTÖ Kamu Alımları Anlaşması’nın ötesine geçilen bir diğer başlık (DTÖ+) olmuştur. Kamu ihalelerine başvuru için gerekli eşik değeri yarı oranda azaltılmış, Amerikan şirketlerine G. Kore sosyal güvenlik kurumları ve merkezi yönetim kuruluşlarının ihalelerine katılma imkânı tanınmıştır. Elektronik ihaleler teşvik edilmiş, ihale sürelerinin kısaltılması ve kamu ihaleleri alanında bir çalışma grubunun oluşturulmasına karar verilmiştir. “Rekabet” ve “şeffaflık” prensipleri anlaşmada sıklıkla öne çıkmıştır. Önerilen düzenlemelerin ve nihai düzenlemelerin yayımlanması ve muhtemel yorumlar için makul sürelerin tanınması amaçlanmıştır. Ayrıca gümrük idaresi, ilaç fiyatlandırma ve geri ödeme politikaları ve teknik düzenlemeler konularında ek şeffaflık hükümleri anlaşmaya dâhil edilmiştir. 2000’li yıllar itibariyle her türlü yatırım ve ticaretin serbestleştirilmesine karşı çıkan G. Kore hükümeti yabancı yatırımcıları çekerek finansal kaynakları arttırmak ve “know-how” ithalatı için öngörülebilirliğin önemini fark etmiş ve şeffaflık prensibinin üzerinde durmuştur. ABD ise tarife dışı engellerden arındırılmış adil bir “oyun alanı” oluşturmayı amaçlamıştır. Ticarette teknik engeller KORUS’da ele alınırken; DTÖ’nün TBT (Ticarette Teknik Engeller) Anlaşması esas alınmış ve bu düzenlemenin de ötesine geçiş (DTÖ+) öngörülmüştür. Anlaşmada otomotive ilişkin standartların özellikle ele 24 M. SAİT AKMAN alındığı görülmektedir. Bu bağlamda, otomotiv endüstrisinde en önemli değişiklikler düzenlemeler yani tarife dışı engeller alanında yapılmıştır. Güney Kore, senelik satışı 4500 adeti aşmayan Amerikan otomotiv üreticilerine bir “hoşgörü oranı” uygulanmış ve uygulanan emisyon sınırını %119’u aşmadığı takdirde ABD ithalatlarının yakıt ekonomisi ve emisyon standartlarına uygun olacağını kabul etmiştir. Uygulanan hoşgörü oranı ithal otomobillerin G. Kore pazarına girerken sıkça maruz kaldıkları negatif ayrımcılığı ortadan kaldırmayı hedeflemiştir. 25.000 âdeti aşmadığı takdirde Kore ABD’den ithal edilen araçlar için ABD güvenlik düzenlemeleri tanımayı kabul etmiştir. Bunlara ek olarak anlaşma ABD ve G. Kore’nin ithalat dalgalanmalarından etkilenmelerini önlemek için geçici koruma hükümleri öngörmüştür. Geçici koruma hükümleri KORUS STA’ nın öngördüğü 10 yıllık genel koruma önlemleri sona erdikten sonra taraflar tarafından uygulanabilecektir. G. Koreli otomotiv üreticilerinin ABD’ye olan satışları Amerika merkezli montaj tesislerinde gerçekleştirdiği göz önünde bulundurulduğunda, Kore’nin bu koruma mekanizmasına başvurma ihtimalinin düşük olduğunu söyleyebiliriz. ABD otomotiv endüstrisi için bu önemler ise pazar bozulma olasılığına karşı bir “sigorta” teşkil etmektedir. Anlaşmanın otomotiv sektörüne yönelik hükümlerine bakıldığında, bu düzenlemelerin ABD pazarını ithal araçlardan bir süre daha korumayı hedeflediği görülmektedir. Bunlara ek olarak Obama yönetimi “Detroit planı” kapsamında federal yatırımlar ve otomotiv üreticilerine sübvansiyonlar uygulayarak iç pazarı desteklemiştir. Düzenlemelerde yapılan reformlar ve tarife indirimleri birleştirildiğinde, ABD’nin G. Kore’den yapılan araç ithalatının artması beklenmektedir. Buna karşın, yürürlükte olan tarifeler doğrudan sıfırlanmadığı için G. Kore pazarına girişte ABD’nin güçlü AB rekabeti ile karşı karşıya kalması beklenmektedir. Hayvan ve bitki sağlığı alanında mevcut DTÖ SPS anlaşmasının hak ve yükümlülükleri teyit eden STA, hayvan ve bitki sağlığı uyuşmazlıklarının çözümünü bilim ve risk bazlı değerlendirmeye bağlamıştır. Ayrıca bu değerlendirmenin ilgili düzenleyici kurumlar tarafından yürütülmesine karar verilmiştir. Fikri mülkiyet konusu ABD açısından üzerinde özellikle durulan alanların başında gelmektedir. KORUS’da taklit ürünler ve korsan yayınların cezalandırılmasına ilişkin hükümler yer almıştır. Çevre ve çalışma standartları konuları da Anlaşma’da yer almıştır. Bu alanlarda, ILO temel sözleşmeleri ve çok taraflı çevre anlaşmaları bağlamında kabul edilmiş olan taahhütlerin esas alınması kabul edilmiştir. Bu alanlarda ortaya çıkacak ihtilafların Anlaşma’nın genel anlaşmazlıkların çözümü mekanizmasına tabi olması istenmektedir. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 25 Türkiye-ABD Serbest Ticaret Anlaşması’nda Öne Çıkabilecek Konular ABD ile muhtemel bir STA müzakerelerinde ön plana çıkabilecek muhtemel konular arasında tarım, hizmet ticareti, fikri mülkiyet hakları, yatırımların korunması, devlet yardımları, kamu alımlarının yanında ilaç sanayi, tekstil ve hazır giyim ürünleri ticareti sayılabilir. ABD’nin daha önce tamamladığı STA’lar dikkate alındığında, sanayi ürünlerinde tarife indirimleri, anti-damping ve korunma hükümleri gibi ticaret politikası önlemleri; ticaretin kolaylaştırılması amacıyla gümrük mevzuatı ve uygulamalarında ileri adımlar atılması; ve devlet yardımları konularının olası bir anlaşmada yer alması beklenmelidir. ABD’nin ticarete konu olan imalat sanayi ürünleri üzerindeki gümrük vergilerini ilk yıllar içerisinde önemli ölçüde sıfırlaması; çok istisnai bazı ürünlerde ise birkaç yıla yayması beklenebilir. Örneğin G. Kore ile yapılan STA’da 5-10 yıla yayılan indirimler söz konusu olmakla beraber bu tür istisna ürünlerin sayısı toplam tarife satırlarının % 9’unu geçmemektedir. ABD’nin diğer STA’larında üzerinde durduğu ve Anlaşma kapsamında düzenleme yapılan diğer önemli alanlar arasında yatırımların korunması; hizmet ticaretinin geliştirilmesi; kamu alımlarında yerli girişimcileri sağlanan imkânların yabancılara da temini; ticarette teknik engeller oluşturan standartlara ilişkin düzenlemeler dikkati çekmektedir. Bu alanlarda özellikle DTÖ kapsamında atılan adımların ve mevcut anlaşmaların yetersizliği ABD’yi ikili ticaret ilişkilerinde (STA vb.) daha ileri düzenlemeler için adım atmaya sevk etmektedir. ABD’nin, DTÖ+ olarak kabul edilen ve yukarıda daha önce bahsi geçen bu alanlarda STA anlaşmalarında bağlayıcı hükümler koydurabildiği görülmektedir43. Buna göre ABD, bugüne kadar yapmış olduğu 14 STA’dan tamamına yakınında 14 DTÖ+ konusunu ve 7 DTÖ-X konusunu anlaşma kapsamına aldırmış olup bunlardan yaklaşık olarak %90’ı hukuken yaptırımı olan hükümler içermektedir. ABD’nin bu bağlamda AB’ye nazaran daha bağlayıcı hükümleri STA anlaşmalarına koydurabildiği (daha sıkı müzakere gücüne sahip olabildiği) anlaşılmaktadır (Grafik 3). Bu konulara ek olarak, yine ABD’nin üçüncü ülkeler ile yaptığı ticaret anlaşmalarında özellikle DTÖ sisteminde yeterince ön plana çıkmayan ancak kendi çıkar ve beklentileri açısından kayda değer başka bazı konuları da gündeme getirdiği görülmektedir. Bunlar arasında, DTÖ TRIPs anlaşmasının kapsamadığı ve fikri mülkiyet haklarının daha ileri düzeyde korunmasına yönelik düzenlemeler; çevre standartları; çalışma yasaları; çocuk işçilik ve iş yeri sağlığı ve güvenliğine yönelik konular ile yolsuzlukla mücadele gibi doğrudan ticaretle ilgili olmayan yeni konular gündeme taşınmak istenebilir. 43 Horn, Mavroidis ve Sapir (2009), Beyond the WTO? An Anatomy of EU and US Preferential Trade Agreements, Bruegel: Brussels. M. SAİT AKMAN 26 Grafik 3. AB ve ABD’nin STA’larında DTÖ+ ve DTÖ-X konular ve bağlayıcılığı Kaynak: Horn, Mavroidis ve Sapir (2009), s. 33. EC-LE: AB’nin yaptırımı var US-LE: ABD’nin yaptırımı var EC-AC: AB’nin STA’sının kapsadığı alanlar US-AC: ABD’nin STA’sının kapsadığı alanlar ABD’nin Türkiye ile ilişkilerinde ticaret politikaları konuları dâhilinde üzerinde durduğu bazı hususların ileride gündeme getirilmesi de beklenebilir. Bu bağlamda: - AB ile Gümrük Birliği kapsamında yer almayan, ancak ticaret ilişkilerinde önemli yer tutan tarım ürünlerinde serbestîye gidilmesi konusu muhtemel bir STA içerisinde ele alınacak ve tartışılacaktır. ABD’nin, Türkiye’nin uyguladığı yüksek gümrük tarifeleri konusundaki çekincelerini ısrarla dile getirdiği görülmektedir. Örneğin taze meyve, sebze ve meyve sularında %130-140 oranlarına ulaşan tarifeler hassasiyet yaratabilmektedir. Alkollü ürünlerde uygulanan ve %200’leri bulan tüketim vergileri ve et ithalatındaki engeller de diğer öne çıkan noktalardır. - Gıda ürünleri bağlamında bir diğer ciddi müzakere konusu da sağlık ve bitki sağlığı önlemlerine yönelik düzenlemeler alanında olacaktır. Bu düzenlemeler kapsamında özellikle ABD’nin tarım ihracatı açısından önemli başta soya, mısır gibi ürünleri ilgilendiren Bio-güvenlik yasası ve son zamanlarda çok sık tartışılan ‘genetiği değiştirilmiş ürünler’ (GDO) de gündemde önemli yer alabilecektir. - ABD ile olan iki taraflı ticaret ilişkilerinde patent ve ‘taklit mallar’ gibi fikri mülkiyet haklarına ilişkin konular da önemini korumaktadır. Bilindiği üzere ABD Başkanı’nın eski Ticaret Temsilcisi Büyükelçi Ron Kirk’in Ofisi (USTR) tarafından yayınlanan ve ABD’nin fikri ve sınaî mülkiyet AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 27 haklarını ihlal eden ülkelere karşı hazırladığı Rapor’da44 Türkiye 2012 yılında İzleme Listesine (Watch List) alınan ülkeler arasındadır. Rapor, bazı ilerlemelere rağmen Türkiye’de taklit ürünlerin hala yaygın olduğunu, Türkiye’den ithal ürünler konusunda ciddi endişeler bulunduğunu ve başta ilaç endüstrisi olmak üzere düzenlemelerin yeterince şeffaf olmadığı, bu konularda gerekli adımların atılmadığı vurgulanmaktadır. İnternet üzerinden telif haklarının ihlali de bir diğer önemli konu olarak zikredilmektedir. - Hizmet ticareti konusu da ele alınabilecek önemli alanlardandır. Belki mal anlaşmasından ayrı olarak ya da bir arada ele alınabilecek bu alanda özellikle mali hizmetler, hukuk hizmetleri, telekomünikasyon, posta ve dağıtım hizmetleri, görsel işitsel hizmetler vd. alanlar ABD açısından önemli görülmektedir. ABD’nin gerek DTÖ çok taraflı Doha Turu müzakereleri ve gerek halen devam eden ve Türkiye’nin de taraf olduğu çoklu müzakerelerde (plurilateral) yabancı hizmet sağlayıcılarına yerli şirketlere ve kişilere sağlanan hakların verilmesini öngören ‘negatif liste’ yaklaşımını öne çıkarması beklenebilir. - Kamu alımları konusu da özellikle Amerikan şirketlerinin yurt dışında kamu ihalelerine girerken karşılaştıkları zorlukların dile getirildiği bir alan olarak ABD STA’larında önemli bir unsur haline gelmiştir. Bu bağlamda Türkiye’nin DTÖ Kamu Alımları Anlaşması’na dâhil olması konusu muhtemel bir Anlaşma öncesi ABD tarafından gündeme getirilebilir. Bu noktalardan hareketle, Türkiye’nin imzalayacağı bir STA’nın sadece sanayi vb. ürünler üzerindeki gümrük vergilerinin kaldırıldığı ve ticareti kolaylaştıracak geleneksel bir anlaşmanın çok ilerisinde ve ticaretle bağlantılı (beyond-the-border) konuları içine alan daha kapsamlı ve ‘yeni nesil’ bir STA olacağı her zaman göz önünde bulundurulmalıdır. Sonuç TTIP girişimi her şeyden once AB ve ABD arasında ticaretin ve yatırımların serbestleştirilmesi yoluyla büyüme ve istihdamı artırmaya yönelik bir adımdır. Bununla birlikte, dünya ekonomisinin bu iki başat aktörü arasında bu çerçevede yapılacak düzenlemeler ve oluşturulacak kuralların küresel ticaret sistemine ve çok taraflı DTÖ müzakereleri açısından da yol gösterici olacağı iddia edilmektedir. Türkiye’nin Transatlantik ilişkileri (özellikle AB katılım süreci çerçevesinde müktesebat uyumu, gümrük birliği ilişkisi, NATO üyeliği vb.) dikkate alındığında TTIP sürecine başından itibaren müdahil olması artan şekilde önem kazanmaktadır. Diğer taraftan TTIP süreci sonucunda oluşacak Ortaklığa taraf olmak; Türkiye için tarım, hizmetler, fikri mülkiyet, kamu alımları gibi dünya ticaret gündeminde daha ağırlıklı olarak yer almaya başlayan konularda ciddi ve sancılı bir dönüşüm (transformasyon) sürecini de gerektireceği göz önünde tutulmalıdır. Türkiye’nin 44 ABD Special 310 Raporu için http://www.ustr.gov/sites/default/files/2012%20Special%20301%20Report_0.pdf (erişim tarihi: 4 Mayıs 2012) bkz. ss.49-50 28 M. SAİT AKMAN Gümrük Birliği ile sanayi alanında yaşadığı zorlu ama olumlu dönüşüm sürecinin ABD ile sağlanacak bir STA yoluyla veya TTIP’ye eklemlenmek suretiyle, bu alanlarda da küresel ekonominin dinamiklerine uyum sağlamasına faydası olacağı akılda tutulmalıdır. Transatlantik dünyası ile daha istikrarlı bir ilişkinin kurulması, sadece ticaret politikasıyla sınırlı bir tercih olarak görülmemelidir. Türkiye’nin TTIP vesilesiyle Transatlantik ekonomisi içerisine entegre edilmesi, ABD ile iktisadi ve ticari ilişkilerin bir ‘model ortaklık’ olarak gelişmesine yardımcı olurken aynı zamanda Avrupa Birliği ile Türkiye arasında bulunan Gümrük Birliği’nin de daha işlevsel hale gelmesine imkan sağlayacaktır. Bu durum, aynı zamanda Türkiye’nin dünya ekonomisindeki konumunun da geliştirilmesi ve gelişmiş ülkelerle ilişkilerini daha sağlam ve sürdürülebilir temellere dayandırılması açısından da hayatidir. TTIP süreci Türkiye’nin ‘kurallara uymaya zorlanacak’ ülkeler yerine ‘kuralları belirlemeye çalışan’ ülkeler arasında yer almasında bir dönüm noktası oluşturabilir. Kaynakça Abramowitz, M. ve E. Edelman, From Rhetoric to Reality: Reframing U.S. Turkey Policy, Bipartisan Policy Center, Ekim 2013. Akman, M.S., ‘The European Union’s Trade Strategy and Its reflections on Turkey: An Evaluation From the Perspective of Free Trade Agreements’, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 2010, 12(2), ss.17-45. Akman, M.S., ‘Dynamics of the European Union’s Trade Strategy and Its Imperatives on Turkish Trade Policy: Prospects for a Functioning Customs Union’, iç. Belgin Akçay and Bahri Yılmaz (der.), Turkey’s Accession to the European Union: Political and Economic Challenges, Lexington Books: Lanham, Boulder, New York, Toronto, 2013, ss.129-176. Baldwin, R., 21st Century Regionalism: Filling the gap between 21st century trade and 20th century trade rules, WTO Staff Working Paper, ERSD-201108, 2011. Bhagwati, J., Termites in the Trading System: How Preferential Agreements Undermine Free Trade, Oxford University Press, 2008. Aran B., Global partnership quests: New contentious dynamics in trade and prospects for Turkey in an age of TPP and TTIP, Turkey Policy Brief Series, IPLI, 2013. Francois, J. vd., Reducing Transatlantic Barriers to Trade and Investment: An Economic Assessment, CEPR-Centre for Economic Policy Research, 2013. Cooper W.H. vd, The US-South Korea Free Trade Agreement (KORUS FTA): Provisions and Implications, Congresional Research Service, Washington DC, Mart 2013. ECORYS, Non-Tariff Mesaures in EU-US Trade and Investment-An Economic Analysis, 2009. AB-ABD TRANSATLANTİK TİCARET VE YATIRIM ORTAKLIĞI 29 Erixon, F., Whither the Transatlantic Trade and Investment Partnership, Policy Brief 18, Norwegian Institute of International Affairs, 2013. Erixon F. ve M. Bauer, A Transatlantic Zero Agreement: Estimating the Gains from Transatlantic Free Trade in Goods, ECIPE Occasional Paper, No.4/2010. Felbermayr, G. vd., Dimensions and Effects of a Transatlantic free Trade Agreement Between The EU and US, Ifo Institute, 2013. Felbermayr, G., B. Heid ve S. Lehwald, Transatlantic Trade and Investment Partnership (TTIP): Who benefits from a trade deal?, Bertelsmann Stiftung-Global economic Dynamics, 2013. Fontagne, L., J. Gourden ve J. Sebastien, Transatlantic Trade: Whither Paretnership, Which Economic Consequences?, CEPII Policy Brief, Eylül 2013. Hamilton, D. ve J. Quinlan, The Transatlantic Economy 2013, Washington DC: Transatlantic Business Council and AmCham-EU, 2013. Horn H., P. Mavroidis ve A. Sapir, Beyond the WTO? An Anatomy of EU and US Preferential Trade Agreements, Bruegel: Brussels, 2009. Kirişçi, K., Turkey and the Transatlantic Trade and Investment Partnership: Boosting the Model Partnership with the United States, Brookings Turkey Project Paper, No.2, Eylül 2013, s.20. Kotzios ve Liacouras (der.), EU-US Relations: Repairing the Transatlantic Rift, Palgrave Macmillan: Houndmills, 2006. Langhammer, R., Why a Market Place Must Not Discriminate: The Case Against a US-EU Free Trade Agreement, Kiel Working Papers, No.1407, Mart 2008. National Board of Trade/Sweden, Potential Effects from an EU-US Free Trade Agreement: Sweden in Focus, 2012. Petri P.A. ve M.G. Plummer, Trans-Pacific Partnership and Asia-Pacific Integration: Policy Implications, Policy Brief PB12-16, Peterson Institute for International Economics, Haziran, 2012. Schott, J. S. ve C. Climino, Crafting a Transatlantic Trade and Investment Partnership: What Can Be Done?, PIIE Policy Brief, PB 13-8 Mart ,2013. Williams B.R., Trans-Pacific Partnership (TPP) Countries: Comparative Trade and Economic Analysis, Congressional Research Service, Washington DC, 2013. WTO, World Trade Report 2012: Trade and Public Policies: A Closer Look at Non-Tariff Measures in 21st Century, Temmuz, 2012. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.31-54 AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ Murat AKTAŞ Özet Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte uluslararası politika önemli değişimlere sahne olurken İslam, komünizm yerine en önemli düşman olarak ikame edilerek, Medeniyetler Çatışması tezi, Batı ile Müslümanlar arasında çatışmayı savunan en önemli araçlardan biri olarak kullanıldı. Bu teoriye göre Soğuk Savaş’tan sonra gelişecek olan çatışmalar ideolojik değil kültürel nedenlerden doğacaktır. 21. yüzyıl Batı uygarlığı ile diğer uygarlıklar arasında, özellikle de Batı, İslam ve Konfüçyüs uygarlıkları arasında çatışmalara sahne olacaktır. Dünyada büyük yankı uyandıran bu teori tartışılırken, istatistikler, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile birlikte Avrupa ülkelerinde Müslümanlara karşı İslamofobi olarak adlandırılan bir sosyal, kültürel, ekonomik ayırımcılık ve hoşgörüsüzlüğün geliştiğini ortaya koymaktadır. Bu makale, Avrupa’da yükselmekte olan İslamofobi ile Medeniyetler Çatışması tezi arasındaki ilişkiyi analiz etmeyi amaçlamaktadır. Anahtar Kelimeler: Medeniyetler Çatışması, İslamofobi, İslam ve Avrupa. Rising Islamophobia in Europe and the Clash of Civilization Theory Abstract The end of the Cold War has included major changes in international politics and Islam has rapidly replaced “communism” in the role of principal enemy of the Western world. The Clash of Civilizations theory has been used as one of the main instruments of the conflict between Islam and Western world. This theory contends that in the post-Cold War world the crucial distinctions between people will be cultural rather than ideological or economical. According to this theory the 21st century will witness struggles between Western civilization and others, especially the Western, Islamic and Confucian civilizations. Therefore, the statistics reflect that a strong social, cultural and economic discrimination and intolerance against Muslim inhabitants called Islamophobia has gradually spread to the European Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Üniversitesi İİBF Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı. MURAT AKTAŞ 32 countries since the end of the Cold War. This article aims to analyze the relationships between rising Islamophobia, in Europe and The Clash of Civilisations theory. Keywords: Clash of Civilizations, Islamophobia, Islam and Europe. Giriş Soğuk Savaş döneminde Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı müttefikleri ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve müttefikleri arasında iki kutuplu bir çekişmeye sahne olan dünyada, her bir kutup öteki için bir nevi karşıt güç ve denge unsuru oluşturmaktaydı. Ancak Berlin Duvarı’nın yıkılması, komünizmin çökmesi ve liberalizmin zaferini ilan etmesiyle birlikte, ulus devletler önemli oranda küreselleşmenin baskılarına boyun eğmek zorunda kaldı. Sınırlar ticaret ve finans hareketleri açısından sınırlayıcı olma durumlarını yitirirken, yeni neo-liberal ekonomik düzende, ABD’nin ticaret üzerindeki etkisi çok daha fazla hissedilmeye başlandı. ABD ve Avrupa ülkelerinin bu düzeni sürdürebilmesi için Berzezinski’nin deyimiyle; mevcut düzen kendisini koruyucu küresel bir siyasi ve askeri güce ihtiyaç duymaktaydı.1 İşte bu yüzden yıkılan komünizmin yerine yeni bir düşman gerekliydi. Böylece bazı Amerikalı düşünce kuruluşları ve medya organları yeni bir düşman arayışına girerken, İslam ve Müslümanları, yıkılan komünist bloğun yerine, Batı uygarlığına karşı düşman olarak işaret eden fikirler üretilmeye başlandı. Bu görüşlerin en çok tartışılanı ise Batı ile İslam uygarlıklarını karşı karşıya getiren Amerikalı siyaset bilimci Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi olmuştur. Böylece Batı ülkelerinde yaşayan Müslümanlara karşı 1990’lı yıllardan itibaren gelişen ayırımcılık, dışlama ve fiziki saldırılar da giderek artmıştır. Özellikle 11 Eylül saldırılarından sonra ABD’de artmaya başlayan Müslüman karşıtlığı, ardından Almanya, Avusturya, İngiltere, Hollanda ve Fransa gibi Avrupa ülkelerde de giderek yayılmıştır. Avrupa ülkelerinde yapılan anketler İslamofobi olarak adlandırılan bu kaygı verici gelişmelerin son yıllarda daha da arttığını göstermektedir. Dolayısıyla günümüzde Avrupa’da adeta bir salgın haline gelen İslamofobinin ortaya çıkışı ve yükselişinin arka planındaki etmenlerin doğru tespit edilmesi büyük önem taşımaktadır. Bazılarının 11 Eylül saldırıları ve El Kaide gibi örgütlerin saldırılarına bağladığı İslamofobinin tarihsel ve kültürel kökenleri nelerdir? Avrupa’daki bu İslam karşıtlığının yükselmesinde Medeniyetler Çatışması Tezinin rolü nedir? Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi doğrulanıyor mu? Bu sorulara cevap arayarak Avrupa ülkelerinde gittikçe yükselmekte olan İslamofobi ve Medeniyetler Çatışması tezi arasındaki ilişkiyi analiz etmeyi amaçlayan bu çalışmada, öncelikle İslamofobi kavramı, tarihsel kültürel kökenleri ve ardından Medeniyetler Çatışması tezi ele alınacaktır. 1 Zbigniew Berzezinski, Tercih, Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?, çev. Cem Küçük, İstanbul, İnkılâp Yayınevi, 2. Baskı, 2005, s.14. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 33 Avrupa ve İslamofobi Avrupa ülkelerinde yapılan kamuoyu yoklamaları, bu ülkelerde yaşayan Müslümanlara karşı bir ayırımcılık ve nefretin gelişip yayıldığını göstermektedir. Avrupa Birliği’nin 27 ülkesinde 23,500 kişi üzerinde kapsamlı bir araştırma yapan ‘European Union Agency for Fundamental Fights’ (FRA) yayınladığı bir ankette bu ülkelerde yaşayan her üç Müslüman’dan birinin sadece son bir yılda mutlaka ayırımcılıkla karşılaştığını ve her on Müslüman’dan birinin de saldırı veya aşağılanmaya maruz kaldığını göstermektedir. Ankete katılan her dört kişiden biri ise son 12 ayda polis tarafından kontrol edildiğini belirtmektedir. Bunların yüzde 40’ı maruz kaldıkları bu ayırımcılık ve saldırıların sebebini kültürel kökenlerine bağlamaktadır. Yaşadıkları ülkenin vatandaşı olan Müslümanların yüzde 27’si ayırımcılığa uğradığını belirtirken, vatandaş olmayanlarda bu oranın yüzde 41 olduğu görülmektedir.2 Araştırmalar, alınan önlemlere rağmen Müslümanların sosyal, kültürel, ekonomik alanda ve kamusal yaşamda ayırımcılığa uğradığını göstermektedir. Merkezi Washington’da bulunan PEW Araştırma Merkezi’nin dini temel alarak dünyadaki nüfus artışını analiz ettiği “Küresel Müslüman Nüfusun Geleceği: 2030 Öngörüsü” raporunda “20 yıl sonra her dört kişiden biri Müslüman olacak” denilerek Hıristiyan dünyası uyarılmaktadır. Rapora göre; Avrupa’da 2010 yılında 44 milyon olan Müslüman nüfusun 2030 yılında 58 milyona çıkması beklenmektedir. Müslümanlar 2010 yılında Avrupa nüfusunun yüzde 6’sını oluştururken, 2030 yılında bu oranın yüzde 8’e ulaşması tahmin edilmektedir. Müslümanlardaki nüfus artışının daha yüksek olduğu vurgulanan raporda, gelecekte Müslümanların Avrupa’daki toplam nüfusun yüzde 10’unu oluşturabileceği kaydedilmektedir. Belçika’da Müslüman nüfusun artışı yüzde 6’dan yüzde 10,2’ye çıkarken, Fransa’da yüzde 7,5’tan yüzde 10,3’e çıkmaktadır. Almanya’ya bakacak olursak, ülkede yaklaşık 4 milyon 100 bin Müslüman yaşamaktadır. 2030 yılında Almanya’daki Müslüman sayısının 5 milyon 500 bine yükseleceği öngörülmektedir.3 Bu tür anket ve araştırmaların sık sık yapıldığı Avrupa’da göçmenler, özellikle de Müslüman göçmenler bir tür tehdit olarak işaret edilerek bunlara yönelik bir kuşku ve korku oluşturulmaktadır. Kitle iletişim araçları ile yayılan bu korkular toplumda bir İslam karşıtlığının yükselmesine neden olmaktadır. Özellikle göçmenleri siyasi malzeme olarak kullanan muhafazakar, popülist ve aşırı sağcı siyasi partiler içerisinde yaygın olarak dillendirilen İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığı gittikçe artmakta ve kaygı verici boyutlara varmaktadır. Zira ekonomik krizle birlikte artan işsizlik ve güvenlik sorunundan Müslüman göçmenleri sorumlu 2 EU-MIDIS, “Enquête de l’Union européenne sur les minorités et la discrimination”, http://fra.europa.eu/sites/default/files/fra_uploads/663-FRA-2011_EU_MIDIS_FR.pdf, (10.01.2013). 3 PEW, “The Future of the Global Muslim Population Projections for 2010-2030”, Analysis, January 27, 2011, http://www.pewforum.org/The-Future-of-the-Global-MuslimPopulation.aspx, (10.01.2013). 34 MURAT AKTAŞ tutan bu siyasi çevreler, İslam karşıtlığı ve Müslüman düşmanlığını sürekli bir propaganda aracı olarak kullanmakta ve bu yolla oylarını arttırmaktadırlar.4 Bu siyasi partiler sadece göçmenlere ve Müslümanlara karşı değil aynı zamanda Avrupa Birliği’ne karşı da propaganda yaparak milliyetçi hatta ırkçı görüşler yaymaktadırlar. Avrupa Birliği ülkelerinde son yıllarda yapılan seçimlere baktığımızda Avrupa’daki aşırı sağcı, milliyetçi, popülist, göçmen ve Müslüman düşmanı partilerin önemli oranda oylarını arttırarak siyasi aktör haline geldiği görülmektedir. 22-25 Mayıs 2014 tarihlerinde tüm Avrupa Birliği’ne üye ülkelerde gerçekleşen Avrupa Parlamentosu (AP) seçim sonuçlarına genel olarak bakıldığında, birçok ülkede aşırı sağ partilerin yüksek oy oranlarına ulaştığı görülmektedir. Avrupa’daki en eski ve köklü aşırı sağ partilerden biri olan Fransa’daki aşırı sağcı Ulusal Cephe (Front National) Partisi 2009’da yüzde 6.3 oy alırken, 2014 AP seçimlerinde yüzde 24.95 oranında oy alarak birinci parti oldu. Avrupa şüpheciliğinin en güçlü olduğu İngiltere’de de Bağımsız Parti (UK Independence Party) 2009’da aldığı yüzde 16.09 oy oranını, 2014 AP seçimlerinde yüzde 26.77’e çıkararak ülke genelinde birinci sıraya yükseldi. Almanya’da ise ilk defa AP seçimlerine katılan aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi (AfD) yüzde 7 oy oranıyla 7 sandalye kazandı. Bu eğilim sadece Avrupa’nın göç alan merkez ülkelerinde değil, çevre ülkelerde de görülmektedir. Yunanistan’da ekonomik kriz sonrası öne çıkan aşırı sağcı Altın Şafak (Golden Dawn) partisi yüzde 9.38, Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) ise yüzde 19.7 oy oranına ulaşmıştır. Macaristan’da ise aşırı sağ Jobbik Partisi 2009’da elde ettiği yüzde 14.77 oy oranını korumuş ve 2014 seçimlerinde de seçmenin yüzde 14.68 oyunu almıştır. Danimarka’da ise 2009’da sadece yüzde 14.8 oy olan Danimarka Halk Partisi (DPP) 2014’te oylarını yüzde 26.6’ya yükseltmeyi başarmıştır.5 Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin ilk belirtisi, Avusturya’da 1999 yılında Jörg Haider liderliğindeki FPÖ -Özgürlükçüler Partisi’nin yüzde 26 oy alması ile gündeme gelmiştir. Fransa’daki Ulusal Cephe’nin oy oranının 2002 yılında ilk kez yüzde 16’ları bulması tehlikenin Avusturya’ya özgü olmadığını göstermiştir. Yine Bulgaristan’da Türk karşıtı ve anti-semitik ATAKA’nın, İsviçre’de İsviçre Halk Partisi’nin (SVP) oy oranı yüzde 26’ları bulmuştur. Danimarka’da Danimarka Halk Partisi’nin (Dansk Folkeparti), oy oranı yüzde 12’leri aşınca dikkatleri üzerine çekmiştir. Yine Norveç’te göçmenlere karşı politikaları ile tanınan Gelişim Partisi’nin (Fremskrittspartiet), oy oranı zamanla yüzde 23’lere dayanıp ülkenin ikinci partisi olurken, Hollanda’da liderleri Geert Wilders’le tanınan Özgürlük Partisi’nin (PVV) oy oranı yüzde 15’leri aşınca ülkedeki çok kültürlülüğü tehlikeye attığı yorumlarına neden olmuştur. Bu partilerin yükselişleri ve bazı ülkelerde 4 Murat Aktaş, “Avrupa’da İslamofobi ve Türkiye’nin AB’ye Üyeliği”, 2. Kriz ve Kritik Konferansları, Avrupa Birliği’nin Krizi ve Kritiği Konferansı Bildiri, Sakarya Üniversitesi, 25-26 Nisan 2012. 5 Yüksel Alper Ecevit, Özgür Ünal, Selcen Öner, Merve Özdemirkıran, Avrupa Parlamentosu Seçimleri ve Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi, Betam, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu, 14/167, 4 Haziran, 2014. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 35 hükümet ortağı olmaları, gidişatın vahametini gözler önüne sermektedir. Almanya’da yaşanan “Dönerci Cinayetleri”6 ve Yunanistan’da zaman zaman şiddet olaylarına da karışan Altın Şafak Partisi – Hrisi Avgi’nin seçimlerde oylarını arttırması olayın ciddiyetini ortaya koymaktadır.7 Avrupalı sağcı liderler de liberal kanatlarının zayıfladığını ve aşırı sağın yükselişini önlemekteki başarısızlıklarını itiraf etmektedirler. İlk olarak Almanya Şansölyesi Angela Merkel’in 2010 Ekim’inde itiraf ettiği bu gerçeği, daha sonra Şubat 2011’de İngiltere Başbakanı David Cameron ve dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de ifade etmiş ve Avrupa’da çok kültürlülüğün sonunun geldiğini söylemişlerdir.8 Avusturya’da III. Reich dönemi nostaljisi ile siyaset yapan Avusturya Özgürlükçüler Partisi, 2013 seçimlerinde yüzde 20 oranında oy alarak parlamentoya 42 milletvekili göndermeyi, Yunanistan’da açık açık AB karşıtı ve yabancı düşmanı görüşler savunan Altın Şafak Partisi “Yunanistan Yunanlılarındır” sloganı ile Mayıs 2012’deki seçimlerde parlamentoya girmeyi başarmıştır. Tümü aşırı sağ çizgide olan bu siyasi partiler, Hıristiyanlık ve Nazi sembolleri kullanarak, neo-popülist9 harekete dönüşerek, siyasi tehdit oluşturmaktadırlar. Yeni kuşaktan yüzlerle sözcülerini yenileyen bu hareketler, ajandalarını ve programlarını ise İslam’ı hedef göstermek suretiyle güncellemiş bulunmaktadırlar.10 İslamofobi Kavramının Kökeni İslamofobi olarak adlandırılan bu İslam karşıtlığı, İslam kelimesine phobia kelimesi eklenerek türetilmiştir. Yunan mitolojisinde dehşet ve korku tanrısı olarak bilinen “phobos” kelimesinden türetilen fobi (phobie veya phobia) genel olarak korkuyu ifade etmekte ve eklendiği kelimelere korku anlamı yüklemektedir. Fobi veya fobia, normal koşullarda korkulmayacak belli bir durum ya da nesne karşısında ortaya çıkan olağan dışı korku halini anlatmaktadır11. Örneğin kapalı alan korkusunu 6 Murat Çiçek, “Avrupa’daki Sorunlar: Almanya’da Uyanan Dev”, Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/avrupadaki-sorunlar-almanyada-uyanan-dev/, (25.12.2013). 7 George Iordanou (2013), “Golden Dawn is growing -Europe must help curb the rise of the far right”, The Guardian, http://www.theguardian.com/commentisfree/2013/sep/19/goldendawn-europe-greek-cypriot, (25.12.2013). 8 Ozan Örmeci, “Avrupa’da Aşırı Sağın Önlenemez Yükselişi”, Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/avrupada-asiri-sagin-onlenemez-yukselisi/, (25.12.2013). 9 Neopopülizm: Yeni popülizm veya medya popülizmi olarak da bilinen neopopülizm 21. yüzyılın başında ortaya çıkan, başlangıçta özellikle Latin Amerika ülkelerinde etkili olan siyasi ve kültürel bir harekettir. Neopopülizm aynı zamanda çalışan kesimin demokratik ideallere yönelik taleplerini ifade eden ekonomik ve sosyal bir düzen olarak yorumlanmaktadır. İmtiyazlı elitlere karşı halkını gücünü ve mücadelesini ifade eden yeni popülizm 20. yüzyıl popülizminden farklı bir hareket olarak kabul edilir. Klasik sağ sol tutumlardan ziyade günümüzde çeşitli sosyal medya ve elektronik ortamlarda propagandasını yaparak kendisini duyuran bir hareket olarak bilinmektedir. 10 Nilüfer Göle, “La montée de l'islamophobie en Europe”, Bertrand Badie et Dominic Vidal, (eds.), Puissances d’Hier ed Demain, L’Etat du Monde 2014, La Decouverte, Paris, 2013, s.29. 11 Orhan Öztürk, Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara, 1992, s. 241. 36 MURAT AKTAŞ ifade eden klostrofabia (clostrophobia) bu şekilde oluşturulmuştur. Burada anlatılan korkunun semptomları psikolojik sıkıntının işareti olarak kabul edilmektedir. Genel olarak çocuklarda ve yetişkinlerde yaşanabilen bir dizi farklı psikolojik sıkıntıyı ifade eden kavram endişe ve histeri ile bağlantılı bir şekilde ele alınmaktadır. Endişe bozukluklarının en yaygın biçimleri olarak ele alınan fobiler, genel olarak irrasyonel bir korku ile karakterize edilmektedir. Korku düzeyinin kişinin kontrolünden çıkarak rahatsızlık vermesi ve endişeye dönüşmesi ile korkular fobiye dönüşebilmekte ve bazen panik atağa yol açabilmektedir. Dolayısıyla fobi tedavi edilmesi gereken bir tür hastalık olarak görülmektedir. O halde “İslamofobi” de iyileştirilmesi gereken bir rahatsızlık olarak tanımlanabilir. Diğer yandan fobi veya fobia ayrıca eklendiği kelimelere korkunun yanı sıra kelimenin anlattığı olgu, nesne veya duruma karşı bir tür kin ve nefret besleme anlamı da yükler. Yabancı düşmanlığı anlamına gelen zenofobi (xenophobia) buna örnek gösterilebilir. Dolayısıyla İslamofobi genel olarak: İslam ve/veya Müslümanlara karşı kin, nefret veya düşmanlık besleme veya onlara güvenmeme, onlardan şüphe duyma, İslam’dan korkma şeklinde tanımlanabilir. Aslında yapay olan, yani Kentel’in söylemiyle Batı’da “inşa edilmiş” bir korku olarak ortaya çıkan “İslamofobi” yeni zamanların ürünü olsa da, öncelikle, İslam korkusunun aslında pek yeni ve özel bir durum olmadığını belirtmek gerekmektedir. Kuşkusuz Batı’da, Arapların İspanya’yı fethinden beri ya da Osmanlı’nın Avrupa içlerine ilerleyişinden bu yana İslam’a veya Müslümanlara dair bir korkudan söz etmek mümkün olsa da, öncelikle burada “İslamofobi” kelimesinin içindeki “fobi” kısmına dikkat çekmekte yarar vardır. “Fobi” somut bir durum karşısında duyulan “korku” olmaktan ya da yani bir “gerçekliğe” tekabül etmekten ziyade, hayatı sürekli etkileyen ve bir “takıntıya”, bir “hayale” işaret eden bir duygu haline tekabül etmektedir. “İslam” ve “fobi” kelimelerinin yan yana gelmesi ise aslında İslam’ın yaratmadığı, İslam’dan kaynaklanmayan bir korkuya, başka bir deyişle, “yaratılmış” ya da “icat edilmiş” bir korkuya işaret etmektedir. Genellikle İslam dairesinin dışında kalan insanların, İslam hakkında duydukları icat edilmiş bu korkunun temelinde ise çok daha basit ve temel bir “öteki” korkusunun yeniden ve yeni biçimler altında üretilmiş olması yatmaktadır.12 İslam ve Müslümanlara duyulan korku anlamında kullanılan İslamofobi kavramının sık sık İslam karşıtlığı ile eş anlamlı olarak da kullanıldığına tanık olunmaktadır. Literatürde her ne kadar İslamofobi ile anti-İslamizm kavramları eş anlamlı ve geçirgen olarak kullanılıyor olsa da, Kadir Canatan, bu iki kavramın tekabül ettiği olgular alanının birbirinden ayrılması ve dolayısıyla farklı anlamlarda kullanılması gerektiğini ifade etmektedir. Ona göre İslamofobi daha sosyolojik bir kavram olarak, Batılı toplumların İslam karşısındaki korku, nefret, kınama, küçümseme gibi tutumlarını dile getirmektedir. Bu duyguların temelinde aile, sosyal çevre, eğitim ve medya gibi kurumlar aracılığıyla aktarılan ve yeniden üretilen 12 Ferhat Kentel, “İslamofobi” Vesilesiyle Türkiye’nin Fobilerine Bakmak”, İslamofobi Kolektif Bir Korkunun Anatomisi, Sivas Kemal İbn-i Hümam Vakfı Sempozyum Tebliğleri, 30 Nisan-1Mayıs 2010 Sivas, Ankamat Matbaacılık, Ankara, 2012, s. 133-134. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 37 tarihsel ve kültürel önyargılar yatmaktadır. Bu durumda İslamofobinin iki boyutunu birbirinden ayırt etmek mümkündür: Tutum, kanaat ve davranışlarda görünür hale gelen “güncel” boyutu (ki bu güncel İslamofobi olarak adlandırılabilir) ve bu görünür olguları besleyen tarihsel ve kültürel kaynaklar yönü (bu boyut ön yargılar ve basmakalıp yargılar olarak adlandırılabilir).13 İlgili literatür içerisinde akademisyenler tarafından kaleme alınan bilimsel yayınlar ve araştırma merkezleri tarafından hazırlanan raporlar incelendiğinde, İslamofobi’nin daha çok “önyargı” (prejudice), “ayrımcılık” (discrimination), “dışlanma” (exclusion), “şiddet” (violence) gibi kavramlara atfen tanımlandığı görülür. “Önyargı” ile Batı medyasında ve Batılıların gündelik hayatında Müslümanlar aleyhine sergilenen tutum ve tavırlar kastedilir. “Ayrımcılık” kavramı Müslümanların iş ve çalışma hayatında, eğitim ve sağlık hizmetleri alımında karşılaştıkları farklı uygulamaları, zorluk ve sıkıntıları ifade eder. “Dışlanma” ile anlatılan ise Müslümanların yönetim mekanizmalarına dâhil edilmemeleri, siyasi ve demokratik haklarını kullanmaktan yoksun bırakılmaları durumudur. Müslümanlar tarafından yapılan sözlü sataşmalar ile fiziki saldırılar da “şiddet” kavramı içerisinde değerlendirilmektedir. İslamofobi ile ilgili yapılan tanımlamalar da “ırkçılık” (racism), “yabancı düşmanlığı” (xenophobia), “Yahudi düşmanlığı” (anti-semitizm) ve “İslam düşmanlığı” kavramları da kaçınılmaz olarak gündeme gelmektedir. Aslında aralarında oldukça yakın anlam ilişkisi olan bu kavramların ve olguların birbiriyle karıştırılmaması, birbirinden ayırt edilmesi önem arz etmektedir. Bilindiği gibi, İslamofobi kavramıyla sıkça zikredilen ırkçılık ve yabancı düşmanlığı batı ülkelerinde yaşayan daha geniş bir kitleyi ilgilendirmektedir.14 İslamofobi kavramının iyileştirilmesi gereken bir tür ruh hastalığını ifade etmesi ve ırkçılığı çağrıştıran xenofobiyi (yabancı düşmanlığını) hatırlatması nedeniyle, bu kelimenin kullanılmasından rahatsız olan bazı Avrupalı yazar ve akademisyenler ise bu kavramın aslında 1970’li yılların sonunda İranlı İslamcılar tarafından üretildiğini ve İslam’ı eleştiren Amerikalı feministlerin İslam’ı eleştirmelerini engellemek için kullanıldığını savunmaktadırlar. Bu görüşü savunan yazarlar; bu nedenle bu kavramın günümüzde yaygın olarak kullanıldığı şekli ile İslam karşıtlığını ifade edemeyeceğini ileri sürmektedirler. Örneğin Fransız yazar ve akademisyenler Caroline Fourest ile Fiammetta Venner’e göre İslamofobi kelimesinin bir tarihi vardır ve bu kelimeyi “hafif bir şekilde” kullanmadan önce bu tarihi bilmek gerekmektedir. Bu “kavramın ilk olarak 1979’da İran devriminden sonra, İranlı İslamcılar tarafından kapanmayı reddeden kadınları “kötü Müslümanlar” olarak tanımlamak amacıyla” kullanıldığını savunan bu yazarlar; bu kadınların ‘İslamofob’ olarak suçlandıklarını yazmaktadırlar. Ardından Salman Rüşdü olayı ile beraber 1989’da medyaya yansıyan kitap yakma olayları ile bu kavramın tekrar gündeme getirildiğini yazan Fourest ve Venner’in iddialarına göre, İslamofobi kavramı bu kez Londra’daki El Muhacirun ve Islamic Human Rights 13 Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Kadir Canatan ve Özcan Hıdır, (eds.), Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Eski Yeni Yayınları, Ankara, 2010, s. 42. 14 Ali Kirman, “İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı Doğulu?”, Journal of Islamic Research 2010; 21 (1), s. 21-39. MURAT AKTAŞ 38 Commission gibi İslamcı dernekler tarafından gündeme getirilmiştir.15 Yazarların bu görüşlerine yer veren İslamophobia kitabının yazarı Cristopher Allen de kitabında, Chahdort Djavann ve Carla Amina Baghajati gibi yazarların da bu görüşleri savunduğunu yazmaktadır.16 Özellikle Türkçe’deki birçok kaynak bu kavramın ilk defa İngiliz Düşünce Kuruluşu Runnymede Trust’ın 1997’de yayımlanan Islamophobia: A Challenge for Us All (İslamofobi: Hepimiz İçin Bir Meydan Okuma) adlı raporunda kullanıldığını17 yazsa da, yukarıdaki İngilizce ve Fransızca kaynaklarımız bu kavramın 1997’den çok daha önce kullanıldığını doğrulamaktadır. Ancak Runnymede Trust’un 1997’de yayımladığı raporun İslamofobi kavramının duyurulmasında önemli rol oynadığı belirtilebilir. Dinsel önyargıların nedenlerinin araştırıldığı ve Müslümanların karşılaştığı sorunları ele alan Runnymede Trust’un raporu büyük yankı uyandırmıştır. Müslümanlarla ilgili yürütülen tartışmalarda ve Müslümanların karşılaştığı sorunlarda İslam karşıtı bir önyargının hâkim olduğunu ifade eden rapor, bu önyargının iş ve eğitim alanında Müslümanlara yönelik ayrımcılığı, onlardan nefret edilmesini, onların medyada ve günlük yaşamda yanlış karakterize edilmesini körüklediğini dile getirmektedir.18 İslamofobiyi kendinden olmayanı dışlamanın ifadelerinden biri ve ırkçılığın yeni biçimi olarak tanımlayanlar da bulunmaktadır. Özellikle İslam’ın radikal olaylarla ilişkilendirilerek bu dine mensup olanlara karşı önyargı, korku ve endişe dolu tavırların ifadesine dönüşen biçimiyle İslamofobi, tüm dünyadaki özellikle de Avrupa’daki Müslüman göçmenler aleyhine ırkçı bir zemin oluşturmaktadır. Irkçılığın kişileri kategorize etme özelliğinden yola çıkarak Müslüman olanların siyasi, etnik, kültürel referanslarla ortaya çıkan farklılıkları da tek bir kategoriye yani İslam’a indirgenerek tanımlanmaktadır. Küreselleşme ve Avrupa Birliği’nin oluşması ile göç olgusunun beraberinde getirdiği kültürel, sosyal ve dini çeşitlilik, farklılıkları görünür kılarken; farklı dil, din ve ırklarla ortak ve birlikte yaşam sürme konusunda zengin bir deneyime sahip olmayan Avrupa’nın geçmişten beri yabancı olduğu bir din etrafında bu farklılıkları toplayarak kategorize etmesi, Avrupa kimliğinin bir parçası olan ‘öteki’ için de kolaycı bir zemin sağlamaktadır.19 İslam Karşıtlığı ve İslamofobinin Kökenleri Avrupa’daki İslam karşıtlığı ve İslamofobinin tarihi, siyasi, dini ve sosyokültürel pek çok sebebi bulunmaktadır. Hıristiyan ve Müslümanlar arasında tarih boyunca sık sık savaşlar yaşandığı ve bu savaşların iki toplum arasındaki ilişkilerde etkili olduğu bilinmektedir. Yunanlıların kendilerini “özgürlük aşığı” ve “uygar” 15 Caroline Fourest ve Fiammetta Venner,” Islamophobie?”, Prochoix, No : 26-27, AutomneHiver, Paris, 2003, s. 28. 16 Christopher Allen, Islamophobia, Ashgate Publishing Limited, England, 2010, s.9. 17 Erhan Akdemir, “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının Adından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1 (Yıl: 2009), s.1-26. 18 Islamophobia: A Challenge for Us All, Runnymede Trust, Londra, 1997. 19 Fatma Yılmaz, Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayınları, Ankara, 2008, s. 86. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 39 insanlar olarak tanımlarken, kendilerine göre Doğu’da kalanları (Persleri) “barbar” olarak tanımlamaları toplumların “Doğulu” ve “Batılı” olarak ötekileştirilmesi tarihinin çok eskilere dayandığını göstermektedir. Avrupalılar, başlangıçtan beri kendi kimliklerini kendi sınırları dışındaki toplulukları esas alarak tanımlamışlardır. Onlar Asya’da yaşayan Arap ve Persleri İslam’ın doğuşundan ve yayılışından çok önceki zamanlarda bile “alt, aşağı, ikinci sınıf” toplumlar olarak görmüşlerdir. Mesela Antik Yunan ve Roma dönemindeki ilk Avrupalılar, kendi hudutları yakınındaki bu Asyalı düşmanlardan korkmakta ve nefret etmekteydiler. Yunanlar kendilerini “medeni” ve “özgürlük aşığı” insanlar olarak tanımlarken, kendi kimliklerinin anti tezi olarak algıladıkları Persler gibi Asyalıları “despot ve barbar” olarak tanımlamaktaydılar. Yine aynı şekilde Romalı yazarlar, henüz Araplar Müslüman olmadan önce onları “Arabistan haydutları, Arabistan’ın kurtları” şeklinde tasvir etmekteydiler. Yani Avrupalılar “barbar öteki”ye karşı “medeni biz” anlayışını daha dördüncü yüzyılda çoktan tesis etmişlerdi.20 Kendini öteki üzerinden tanımlamaya çalışma ve “ötekileştirme” sonucunda iç ve dış düşman ya da tehditlerin işaret edilmesi suretiyle bir kimlik kurma girişimleri çok eskilere dayanmaktadır. İnsanlık tarihinin erken dönemlerinden itibaren, kendini kendisinden farklılık gösterenler üzerinden tanımlama çabasına giren toplumlar ve örnekler mevcuttur. Avrupalıların da güvenlik saikıyla kendilerinden kültürel anlamda farklı olan diğer toplumları “öteki” olarak göstermek suretiyle kendi içlerinde birlik ve güç oluşturma girişimleri anlaşılabilir. Ancak dinin insanlık tarihindeki belirleyici rolünü hesaba katarak, İslam’ın ötekileştirme konusunda etkin bir unsur olarak kullanıldığını belirtmek gereklidir. Avrupa kimliğinin, gerçekten ziyade bir imge veya düşünce olduğu, farklı dönemlerin farklı koşullarına göre şekillendirilen tarihsel bir kurgu olduğu iddiasından yola çıkarak, İslam dininin belirli dönemlerde farklı koşullar altında tekrar tekrar gündeme getirildiğini söylemek mümkündür.21 İslam Karşıtlığı ve İslafomofobinin Tarihsel Kökenleri İslam’ın ortaya çıkıp yayılmasının ardından, Müslümanların Hıristiyan toplumların egemenliği altındaki toprakları fethetmesi ile İslam ve Müslümanlar, Hıristiyan dünyası tarafından öteki olarak algılanmış, zaman zaman da kendileri için tehdit ve düşman olarak görülmüşlerdir. Müslümanların Cebelitarık Boğazı’ndan geçerek İspanya’ya yerleşmesi ve burada Endülüs Emevi Devleti’ni kurması Müslümanları kendi varlıkları ve güvenlikleri için bir tehdit olarak algılayan Hıristiyan âleminin bu İslam karşıtı reflekslerini iyice ortaya çıkarmıştır. İslam ordularının 717-718 yıllarında güneybatı bölgesinde İspanya sınırında bulunan Pirene Dağları’nı aşarak Fransa topraklarına girmesiyle, Fransızlar kendi topraklarında Müslümanlarla karşı karşıya kalmış ve aralarında şiddetli çatışmalar 20 Alice Arslan, İslamophobia in Australia, Agora Press, Sydney, 2009, s. 9-10. Fatma Yılmaz, Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayınları, Ankara, 2008, s. 86. 21 40 MURAT AKTAŞ yaşanmıştır. Müslümanlar 721-726 yılları arasında Fransa’nın içlerine doğru ilerleyerek Lyon ve Bordeaux’ya kadar ulaşmışlardır. Müslüman kuvvetlerinin bir müddet sonra Frank kuvvetlerine yenilmesi ile daha ileri gitmeleri mümkün olamamıştır. Ancak bir süre daha güney sahillerine ve Marsilya yakınlarına yerleşerek buralarda 975 yılına kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.22 Bu dönemden Fransa’da kalan Müslümanlar süre içerisinde ya göç etmişler ya da Hıristiyan toplum içerisinde eriyerek kaybolmuşlardır. Diğer yandan İspanya’da yerleşerek burada uzun yıllar kalan Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında yıllarca süren çatışmalar yaşanmıştır. Bu süre içerisinde Avrupalılar Müslümanları, asırlarca ülkelerini işgal eden ve insanları kaçırarak onları köleleştirip satan acımasız insanlar olarak anmış ve kuşaktan kuşağa bu şekilde anlatmışlardır. Bu arada Ortaçağda Avrupa’daki Hıristiyanlar da Doğu’daki zenginlikleri ele geçirmek, Kudüs gibi kutsal yerleri Müslümanların elinden alarak bu bölgede yaşayan dindaşlarını İslam tehdidinden kurtarmak gibi gerekçelerle Müslümanların yaşadığı Doğu ülkelerine haçlı seferleri düzenlemişlerdir. Ortaçağda Avrupa’da Müslümanlar “kâfirler” olarak etiketlenip aşağılanmışlardı. Nitekim 1095’te I. Haçlı Seferi’ni ilan eden Papa II. Urbanus’a göre, Müslümanlar şeytanın uşaklarıydı. Bu yüzden Müslümanlar ile savaş aslında Tanrı’nın düşmanları ile dostları arasında yaşanan bir savaştı.23 Ardından Osmanlı İmparatorluğu’nun Balkanları fethederek Avrupa’ya doğru yayılması ve burada yüzyıllarca hüküm sürmesi Hıristiyan dünyasının İslam korkusunu iyice ortaya çıkarmış ve pekiştirmiştir. Bu çatışmalar dışında Avrupalıların Müslümanlarla ilişkileri yüz yıllar boyunca sadece bazı ticari faaliyetlerle sınırlı kalmış ve Müslümanlarla ilgili bütün bildikleri de çok uzun yıllar boyunca bu savaşlar, olaylar ve bir takım doğru veya yanlış kulaktan dolma söylentiler ve ön yargılardan ibaret olmuştur. Tarihte yaşanmış olaylar ile söylemlerin gerek İslamofobik davranışların ortaya çıkmasında, gerekse İslam karşıtlığında oldukça önemli rolü bulunmaktadır. Bu anlamda İslamofobi ve anti-İslamizmin tarihini özel bir tespit ile belirlemek zor olsa da, onu “Haçlı Savaşları” yıllarına hatta İslam’ın başlangıç dönemlerine götürmek mümkündür. Bu durumda İslam karşıtlığı/anti-İslamizmin, 1300 yıllık bir tarihe sahip olduğu söylenebilir. Burada tarih boyunca benzer çatışmaların değişik dinler ve uygarlıklar arasında da yaşandığını ve bu çatışmaların, savaşların sorumluluğunun sadece Hıristiyan toplumlara mal edilemeyeceğini belirtmekte yarar bulunmaktadır. Zira her ne kadar tarihte Müslümanların ortaya koyduğu fetih hareketleri, Müslümanlar açısından meşru ve haklı gerekçelere sahip gösteriliyor olsa da, karşı taraf açısından bir tehdit olarak algılanmış ve bu durum “İslamofobik” ve “anti-İslamist” duyguları beslemiştir.24 22 Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, Cilt 1, İstanbul, 1996, s. 175. Dominique Schnapper, Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile İlişki, çev., Aşegül Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2005, s. 45. 24 Özcan Hıdır, “Anti-Semitizm” ve “Anti-İslamizm”: Benzerlikler ve Farklılıklar”, Kadir Canatan ve Özcan Hıdır, (eds.) Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Eski Yeni Yayınları, 2010, s. 83,70. 23 AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 41 Kanuni Sultan Süleyman ve I. François’nın kurdukları ittifakla Fransızlar ile Müslümanlar arasında ticari ve siyasi ilişkiler gelişirken, Osmanlılarla Fransızlar arasındaki bu yakınlaşma, bir anlamda Fransa’nın bugüne kadar İslam ülkeleriyle yürüttüğü ilişkilerin de temelini oluşturmuştur çünkü 1536 yılında Fransa’ya verilen kapitülasyonlar ile Fransızlara Osmanlı sınırları içinde dini, ticari, hukuki sahalarda önemli imtiyazlar tanınmıştır. Artık Fransız tüccar, misyoner ve diplomatlar İmparatorluğun önemli merkezlerine yerleşerek, Müslümanları tanıma fırsatını bulmuşlardır.25 Daha sonra Napolyon’un 1798 yılında Mısır’ı işgal etmesiyle başlayan Fransa’nın İslam ülkelerine yayılma ve hâkim olma siyaseti, 1830’da Cezayir ve ardından diğer Kuzey Afrika ülkelerinde ve Kara Afrika’sında devam etmiştir. Bu arada Osmanlıların Avrupa Kıtası’ndaki fetihleri buralarda yaşayan toplumların hafızalarında önemli izler bırakmıştır. Bu yüzden birçok Batı dilinde Türklerle ilgili ırkçı deyimler üretilmiş ve kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun dönemin İslam uygarlığı içerisindeki en büyük güç olması ve Avrupa Kıtası’nda toprakları olması sebebiyle Türkler de İslam’ın temsilcileri olarak ele alınmış ve birçok eserde olumsuz anlamlar yüklenen Türk kavramı Müslüman kavramı yerine kullanılmıştır. Avrupa’da kullanılan ırkçı deyimlerin bazıları şunlardır: İtalyanca’da “Anneciğim, Türkler geliyor”, Türkleri korkunç olarak gösteren deyimin yanı sıra "Türk gibi pis kokmak" deyimi de bulunmaktadır. Sırpça’da “Bir ite bir de Türk’e güvenilmez” ve “Bir Türk gibi bencil” aralarında bulunduğu çok sayıda ırkçı deyim bulunmaktadır. Ayrıca “Türk” kavramı Sırpça’da, kadınlara haksız ve eşit olmayan bir şekilde davranan geleneksel ve maço erkek tipini betimlemek için ırkçı bir deyiş olarak da kullanılmaktadır. Günlük dildeki kullanım yaygınlığı az olsa da, hakaret etmek için kullanılan bu sözün anlamı herhangi açıklama gerektirmeden anlaşılabilmektedir. “Öfkesinden Türk oldu” aşırı öfkelenen birini tanımlamak için kullanılan yaygın bir ırkçı Yunanca deyimdir. “Seni Türk!” cahil birini betimlemek için kullanılan ırkçı bir Rumence deyimdir. Fransızca’da da “Türk kafası” ve “Gerçek bir Türk” gibi cahil, inatçı, kaba ve acımasız insanları betimlemek için kullanılan ırkçı deyimler bulunmaktadır. Yine Flemenkçe’de “Türk” kelimesi, kirli, barbar ya da kana susamış anlamında kullanılabilmektedir. Bu dilde de “Türk’e benzemek” kirli ya da iğrenç anlamında kullanılmaktadır. İspanyolca’da “Türk” kelimesi, birini aşağılamak için kullanılabilmektedir. “Türk” kelimesi Malta’da, doğası gereği korkulan ve istenmeyen korkunç birini betimlemek için kullanılabilmektedir. Onaylanmayan bir davranış şeklinin belli bir ulusal kimlikle eşleştirilmesi, açıkça ırkçılık yapıldığını göstermektedir.26 Bütün bu deyimler bir takım tarihsel söylenti veya efsanelere dayandırılarak, asırlardır tekrar edilmiş ve toplumların hafızalarına kazınmıştır. 25 Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, s. 175. “Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş, Deyim ve Atasözleri”, Ayırımcı Sözlük, http://ayrimcisozluk.blogspot.com/, ( 20.10.2013.) 26 42 MURAT AKTAŞ Tarih boyunca bazı toplumlar ve medeniyetler arasında, büyük mücadeleler ve kanlı savaşların olduğu bilinmektedir. Birçok toplum arasında tarihte yaşanan mücadelelerin, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra azaldığı bilinmektedir. Ancak Batı’nın İslam’a karşı olan önyargısında bir iyileşme olduğuna dair pek veri bulunmamaktadır. Bu durum Batı toplumlarında bu önyargıyı besleyen tarihsel nedenler dışında başka etkenlerin de olduğunu akla getirmektedir. Lewis’e göre bu etkenlerin başında bizatihi İslam dininin kendisi gelmektedir. Batılıların İslam ile en uzun mücadelesi şüphesiz Osmanlılara karşı yapılmıştır. “Uzun yıllar boyunca Batı’da Müslüman dendiğinde Türklerin (Osmanlılar) anlaşıldığı düşünülürse, bu mücadelelerin sadece fiziki savaşlar olarak kalmadığı, ciddi manada bir medeniyet çatışmasının yaşandığı da söylenebilir. Bu uzun mücadeleler boyunca Avrupalılar Osmanlılar karşısında hep yenilgi almışlar ve onları büyük ve baş edilemez bir tehdit olarak algılamışlardır. Bu tehdidin temel olarak iki boyutu vardır: birincisi bir inanç sistemi olarak İslam’ın Hıristiyanlık için bir rakip olarak görülmesi, ikincisi ise Avrupa’nın tümüyle Türkler tarafından fethedilip “zamanın korku simgesi (terör) olan Türk (Osmanlı) İmparatorluğuna” katılma ihtimalinden doğan korku”dur.27 Türklerin amacının Hıristiyanlığı yok etmek olduğunu söyleyen Abercromby ve Botero gibi yazarlar da, Hıristiyanların derhal birleşik bir güç oluşturup onlara saldırması gerektiğini savunmuşlardır. Reform dönemi de bu birliğe olan inancı tamamıyla yok edememiştir. Birliğin temeli olan din hala Hıristiyan dünyanın temel içeriğini oluşturmaktaydı. Bu dönemde Hıristiyanlık ortak din, miras ve kader olarak algılanmaktaydı. Din kavgaları ise iç savaş olarak lanetlenmekteydi. Türklere ve Müslümanlara karşı görüşleri ile tanınan Luther ve La Noue gibi Protestan yazarlar, Tanrı’nın Hıristiyanları Türkler aracılığıyla cezalandırdığına inanırken, “imansız” Türk’e karşı savaşmayı ortak görev olarak ilan ediyorlardı. Hıristiyanların Türklere karşı ortak ordu oluşturmasını isteyen La Noue, “eğer Hıristiyanlar birleşir ve İslam’ın kirlettiği Hıristiyan ruhları Türklerin elinden, “olabilecek en kötü esaretten” kurtarırsa belki de Tanrı’nın gazabı üzerimizden kalkar” demiştir. Bu dönemde dünya, bir tarafta barışı ve doğru yolu temsil eden Hıristiyanlar, diğer yanda savaşı temsil eden Türkler bağlamında ikiye bölünmüş olarak algılanmaktadır. Hıristiyan Avrupa, Müslüman Türk çatışmasını sık sık dile getiren strateji uzmanları, “Hıristiyan prenslerin ortak çıkarları Türklere karşı birleşmek ve Avrupa’yı savunmaktır” veya “Avrupa, Hıristiyan prenslerin çıkarlarının Türklere karşı toplamıdır” diyerek kamuoyunu kendi aralarındaki dini ve siyasi bölünmeleri aşmaya davet etmişlerdir. 18. yüzyıl boyunca Avrupa, Avrupa olmayan ayrımı birbirinden tamamıyla farklı hatta karşıt toplumsal ve siyasal yapıları ve ayrı gelişme yolları olan iki ayrı öze gönderme yaparken, Avrupa’nın Avrupa olmayana üstünlüğünü varsaymaya başladı. Bu dönemde Avrupa’nın kendi görüntüsünü oluşturan özgürlük kavramı gibi ötekiyi tanımlayan kölelik kavramı da birçok farklı ve çeşitli özelliği içinde barındırıyordu. Özgür olmak, akılcı, çalışkan, dinamik ve ilerici olmayı; köle olmak ise bağnaz, tembel, cahil, durağan ve gerici olmayı içinde taşıyordu. Özgürlük imgesi Avrupa’yı sahip olmak istediği tüm olumlu özelliklerle donatırken, Avrupa’nın kaçınmak istediği neredeyse tüm olumsuzluklar ötekine 27 Bernard Lewis, Islam and the West, Oxford University Press, New York, 1993, s. 72. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 43 yükleniyordu. Fransız Devrimi’nden sonra da Ulusal Konsey Üyesi Volney, özgürlüğün bir doğa yasası olduğuna inandığından Türklerin hiçbir zaman özgürleşemeyeceğini çünkü kendilerini despotizme, bağnazlığa ve cehalete mahkûm ettiklerini söyler. Hâlbuki doğa yasalarına (“kutsal doğrulara”) uyan Avrupalılar özgürlüğü arzulayıp ele geçirmişlerdir. İşte bu nedenle Avrupa üstündür ve despot Türklerin hâkimiyetinde yaşayan milletleri kölelikten kurtarmalıdır.28 Günümüzde Avrupa kültürü ve kimliğinin Antik Yunan, Helen, Roma, Yahudi ve Hıristiyan uygarlıkları ile Aydınlanma değerlerinin bir tür sentezinden oluştuğunu savunan Avrupalı aydınlar, Avrupa uygarlığı ve kimliğinin tarihsel kaynağını da Yunan, Roma ve Helen uygarlıklarına dayandırmaktadır. Hz. İsa ve Hıristiyanlık Ortadoğu kökenli olmasına karşın Avrupa uygarlığı köklerini Yunan ve Roma uygarlıklarına dayandırmaktadır. Avrupalılar bilinçli olarak veya bazen farkında olmadan Ortadoğu ve Mezopotamya uygarlıklarının Yunan ve Roma uygarlıkları, dolayısıyla Batı uygarlığının gelişimi üzerindeki etkilerini görmezden gelmiştir. Aydınlanmanın önemli temsilcilerinin, Doğu’yu uygarlaşma ve ilerleme yeteneğinden yoksun gördükleri ve gösterdikleri bilinmektedir. Oysa “İslam toplumu, 17. yüzyıla kadar, diğer toplumlar üzerinde en fazla etkiye ve AfroAvrasya yarım küresindeki en yaygın alana sahip olan bir toplumdu. Bunun bir sebebi ise İslam toplumunun merkezi konumuydu. Ama bu, aynı zamanda, adı geçen toplumun daha eski ve daha merkezi olan topraklarında gelişen -kozmopolitik, eşitlikçi (ve gelenek karşıtı)- belli kültürel tesirlerin etkin bir şekilde kendini ortaya koymasından kaynaklanıyordu. İslam kültürü, birçok toplum için yarım küreye ait ticari bağ ile bütünleştikleri oranda evrensel bir incelik normu sağlıyordu. Ayrıca bu kültür gittikçe artan sayıdaki medenileşmiş topraklara da esnek bir siyasi saha temin ediyordu. Böyle bir dünya rolünde İslam toplumu ve kültürü -bazı dönemler diğer dönemlerden daha yaratıcı olmak üzere, modern döneme kadar uzanan- devamlı bir yaratıcılık ve gelişme göstermiştir. Bundan sonra, gelişme bir çöküş ile değil, o zamana kadar hiç görülmemiş olan dış gelişmeler neticesinde içten dumura uğradı.”29 İslam Karşıtlığı ve İslamofobinin Kültürel Kökenleri Avrupa kültürü, kendisini Doğu’dan ayırarak, Doğu ile karşılaştırarak “güç” ve “özdeşlik” kazanmıştır. Avrupa kültürü, bu güç ve özdeşliği öncelikle Doğu’ya ilişkin anlatımlar, raporlar, üniversitelerin oryantalistik bölümlerinde kurgulanan/geliştirilen “Doğu despotizmi, Doğu acımasızlığı, Doğu tensilliği/duyusallığı/cinselliği, Doğu görkemi” gibi ideler/genellemelerle kazanmıştır. Bu bağlamda Asya karşıtlığı temelinde kendisini kültürel olarak 28 Aslı Çarkman, “Avrupa ve Öteki: Avrupa İmgesinin Osmanlı Aydınlanmasından Yansıması”, E. Fuat Keyman, (der.), Türkiye’nin Yeniden İnşası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2013, s. 55-58. 29 Marshall G. S. Hodgson, Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, çev., Ahmet Kanlıdere, Ahmet Aydoğan, Yöneliş, İstanbul, 2001, s. 167. 44 MURAT AKTAŞ konumlandıran Avrupa’nın kültürel kimliği “dış belirlenimli” bir kimliktir. Hem Hıristiyanlık hem de antik dönemde oluşturulan Helen kültür birikimi, coğrafi olarak Avrupa dışında oluşturulmuş ve geliştirilmiştir. Hıristiyanlık, “Kutsal Topraklar” olarak adlandırılan Kudüs’te ortaya çıkmış, Anadolu üzerinden Avrupa’ya geçmiştir. Helen kültür birikimi (antik dönemde mimari, heykel ve edebiyat gibi sanat dalları, felsefe ve bilim alanlarında sağlanan ilerlemeler) coğrafi olarak en batı noktası Atina, en doğu noktası İskenderiye olan Akdeniz havzasında gelişmiştir. Batı Anadolu, coğrafi olarak Helen kültür birikiminin odak noktasıdır.30 Avrupalı yazarların eserlerinde İslam ve Doğu’yu Batı uygarlığının düşmanı olarak gösteren oryantalist görüşler, sürekli bu uygarlıklar arasında yaşanan tarihsel sorunları ve çelişkileri canlı tutarak günümüze taşımış ve bu çelişkiler günümüzde İslamofobi ve İslam düşmanlığının temel dayanakları arasında yer almıştır. İslam ve Müslümanların Hıristiyan toplumunun en büyük rakibi olarak anlatılması suretiyle, Hıristiyan toplumunun bir kimlik etrafında toplanmasını hedefleyen bu toplumun ileri gelenleri, İslam karşıtlığını ihtiyaç duyulduğunda çok rahat uyanacak bir dozda tutmuşlardır. Erken dönem Aydınlanma felsefesinin en önde gelen filozoflarından biri olan ve klasik Alman felsefesini ve Alman edebiyatını derinden etkileyen bir filozof olan Wilhelm Leibniz Ortaçağın olumsuz Türk imgesinden etkilenmiştir. “Leibniz akıldışı durumları anlatmak için sıkça kullandığı “fatum Mahometanum” (Muhammet yazgıcılığı) kavramını Türklerle örneklendirmiştir. Bu amaca yönelik olarak, söz konusu kavramın akıl dışılığını açıklamak için daha önce kullandığı “Türkler, veba salgınının kasıp kavurduğu yerlerden sakınmazlar” önyargısını sıkça yinelemiştir. Veba gibi ağır bir salgın hastalığın kasıp kavurduğu bir yerden uzak durmamak, doğaldır ki akıldışı bir davranıştır. Leibniz’e göre Türkler, bu akıldışı davranışı sergileyen Asyalı ve Müslüman topluluklardan biridir.”31 Avrupa’da Aydınlanma döneminde özellikle aydınlar arasında görülen ırkçı görüşler sadece Müslüman ve Türklere karşı değil aynı zamanda Afrikalılara karşı da son derece yaygındır. Örneğin David Hume, 1748’de yazdığı “Ulusların Karakterleri” denemesinde, “Siyahlar ve öteki yaratıklar doğal olarak beyazlardan daha aşağıdır” demiştir. Immanuel Kant, 1764’te “Yüce ve Güzel Olanı Hissetme Üzerine Gözlemler” başlıklı eserinde Afrika siyahlarının doğadan zekâ almadıklarını ileri sürmüştür. Hegel, siyahların insanlığın yüz karası olduğunu ve Afrika’nın Dünya Tarihi’nin bir parçasını oluşturamayacağını çünkü bu yönde herhangi bir gelişme sergilemediğini Tarih Felsefesi başlıklı yapıtında belirtmiştir. Bu eserlerin yazıldığı tarihlerde üniversiteler ırkçılıklarla dolup taşıyordu. Irkçılık Aydınlanma’nın bir ürünü olarak ortaya çıktı. Ancak sözü edilen bu üç filozofu ve aydınlanma döneminin kendisini ırkçı ilan etmek ne kadar doğrudur?32 sorusu 30 Onur Bilge Kula, Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2005, s.3-4. 31 Ibid, s.16. 32 Mehmet Taş, Avrupa’da Irkçılık, Aşırı Sağ Partiler ve Göçmenler, İmge Yayınevi, Ankara, 1999, s. 40-41. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 45 sorulabilir. Fakat bugün Avrupa’da hala önemli oranda okunan ve etkileri bulunan birçok aydınlanma filozoflarının eserlerinde İslam ve Türklerle ilgili olumsuz görüşlerin açıkça ifade edildiği görülmektedir. Avrupa’da oldukça yaygın bir olumsuz İslam ve Türk imgesinin olduğu 18. yüzyılda, Voltaire Türkleri “köle ticareti yapan”, gayri Müslim tutsakları “gavur, köpek” diye çağıran insanlar olarak anlatmaktadır. Voltaire’in anlatımına göre, Osmanlıda sürgün ve “kelle kesme” sıradanlaşmıştır.33 Müslümanlar ve Türklere ilişkin oryantalist ve olumsuz önyargılı yaklaşımlar Alman literatüründe de oldukça dikkat çekicidir. “Avrupa, dolayısıyla da Alman kültüründe var olan söz konusu olumsuz imgelerin başında Türklerin çirkinliğinin yanı sıra, baskıcılığı, yıkıcılığı ve başka halkların uygarlaşmasını önleme gibi değerlendirmeler anılabilir. Türklerin özellikle “soylu” Yunanlıları uzun süre egemenlikleri altında tutarak, onların daha da uygarlaşmalarını, yurttaşlaşmalarını önledikleri ileri sürülür. Türklerin, daha doğru bir adlandırma ile Osmanlıların, Avrupa kültürünün önemli kaynaklarından birini oluşturan Yunanlıları boyunduruk altında tutmuş olmaları, Avrupa, özellikle de bazı Alman filozoflarınca ki bu görüşün en belirgin temsilcileri Herder, Kant ve Hegel’dir, sürekli olarak onların barbarlığının kanıtı olarak anlaşılmış ve anlatılmıştır. Daha soylu ve uygarlık yaratan bir topluluk olarak nitelendirilen Yunanlıların, Türkler gibi yabanıllarca uyruklaştırılması bu tür filozoflarca bağışlanamaz olarak değerlendirilmiştir.”34 Eserlerinde uzun uzun İslam ve Türklerle ilgili değerlendirmeler yapan Hegel, Türklerin buluntu insan aklına sahip olduğunu ileri sürerek; “kaba saba Türklerin buluntu insan usu ve doğal duygusu ölçüt alındığında, iğrenç ilkeler doğar” demektedir.35 Denemelerinde zaman zaman Türklere atıfta bulunan Francis Bacon da eserlerinde Türkleri acımasız, tiran, vahşi ve barbar olarak tanımlayan cümleler kullanmıştır. Ona göre Türkler tarih boyunca bütün dönemlerde dünya görüşlerini yaymak ve başkalarına kabul ettirmek için savaşlar yapmışlardır.36 Bacon eserlerinde birçok kez Türk kavramını Müslüman kavramı yerine de kullanmıştır. Yine aydınlanma çağının önemli düşünürlerinden Dante de “Hz. Peygamberi ve Hz. Ali’yi cehennemin, bölücü ve bozguncuların alıkonulduğu sekizinci katına yerleştirmiştir.”37 Yine Montesquieu doğrudan karşısına almaya çekindiği, Fransız monarşisini eleştirmek amacıyla “doğu despotizmi”ni sıkça başvurduğu bir araç olarak kullanmıştır. Montesquieu’ye göre, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki despotizm, açık bir veraset kanununun olmayışından, yasama, yürütme ve yargı güçlerinin üçünün de sultanın sorumluluğunda oluşunun yarattığı karışıklıktan, “İslam’ın yayılması, 33 Voltaire, Candide ya da İyimserlik, çev. Server Tanilli, Cem Yayınları, İstanbul, 1994, s.242. 34 Ibid, s.67-68. 35 Ibid., s. 140 36 Francis Bacon, Denemeler, çev. Elif Günçe, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, 2004, s. 45111. 37 Galen Johnson, “Muhammad and Ideology in Medieval Christian Literature”, Islam and Christian-Muslim Relations, XI-, 2000, s. 336-338. MURAT AKTAŞ 46 çok eşlilik ve despotizme yol açan sıcak iklim koşullarından kaynaklanmaktadır. Montesquieu sonunda, “ılımlı yönetim Hıristiyan dinine, despotik yönetim Müslümanlığa daha uygundur” sonucuna varmaktadır.38 Philosophy of History isimli eserinde İslam’ı; “inançsız bir peygamber” tarafından vazedilen “boş bir kibir ve anlamsız bir gurur” dini olarak tanımlayan Scehlegel’e göre; İslam, uzlaşma, merhamet, sevgi ve saadet gibi bütün kurtuluş unsurlarını göz ardı etmiş, bu sebeple bir medeniyet ortaya koyamamıştır. Yönetim sistemi; insanlığı korkunç bir devletin otoritesine boyun eğdiren İslam, “ruhanî ve maddî otoritenin Hıristiyan karşıtı bir karışımından ibarettir ve yakıp yok edici coşkuyla, fethettiği ülkelerdeki antikitenin bütün kalıntılarını ve daha yüksek bir uygarlığın her türlü kırıntısını ortadan kaldırmıştır.39 20. yüzyıla geldiğimizde Doğu ile Batı veya İslam ile Hıristiyan dünyası arasındaki çelişkilerin karşılıklı bazı siyasi güçler eliyle devam ettirildiğini görmekteyiz. 20. yüzyılda Ortadoğu’daki en önemli toplumsal siyasal hareketlerden biri olan İslami örgütlenmelerin de bu çelişkilerin derinleştirilmesinde önemli etkisi olmuştur. 19. yüzyılın sonunda modernleşme -sömürgeleşme üzerinden İslam’ı yeniden yorumlayarak yaşanan toplumsal siyasal sorunlara bir çözüm üretme çabası olarak ortaya çıkan İslamcı hareketler, başlangıçta İslam’ın modernist yorumu biçiminde kendini ortaya koyarken, sömürgecilik deneyimi ile birlikte milliyetçi bir çizgiye kaymıştır. 20. yüzyılın başlarında milliyetçi eksende şekillenen bu hareketler, bağımsızlık sonrasında siyasal yapıların İslam temelinde şekillenmesi gerektiğini savunurken, 1970-80’lere kadar hâkim olan milliyetçi ve sol hareket karşısında en önemli muhalefet örgütlenmesi olarak yer almıştır. 1970’lerin ortasından itibaren hızla radikalleşen İslami hareketler içindeki bu eğilim 2000’lerde etkisini yitirirken İslami hareketler Ortadoğu’da en önemli ve örgütlü muhalefet olma durumunu devam ettirmektedir.40 Hıristiyan ve İslam dünyası arasındaki çelişkileri sürekli canlı tutarak propaganda aracı olarak kullanan bu radikal örgütlerin kullandığı dil ve argümanların yanı sıra, Samuel Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi ile Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu gibi tezleri ve çalışmaları bu çelişkilere teorik malzeme sağlamakta ve hatta entelektüel dünyada zemin hazırlayarak bir tür meşruluk ve saygınlık sağlamaktadır. Medeniyetler Çatışması Tezi Uygarlıklar kendilerini savunmak ve propagandalarını yapmak için sürekli kendilerine barbar ötekiler bulurlar. Bu anlamda İslamofobi insanlık açısından bir ilk değildir. Soğuk Savaş boyunca Batı, siyasal ve kültürel kimliğini anti-komünist eksende tanımlamaktaydı. Batı dünyası Doğu bloğunu işaret ederek kendini demokratik ve özgürlükçü olarak ifade etmekteydi. Bu bağlamda iki kutuplu dünya 38 Alain Servante, “Batılıların Gözünde Türk İmajının Geçirdiği Değişimler”, Özlem Kumrullar, (ed.) Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, 2. Basım, 2008, s.59. 39 Albert Hourani, Avrupa ve Orta Doğu, çev: Ahmet Aydoğan, Fahrettin Altun, İstanbul 2001, s.60. 40 Fulya Atacan, “Radikal İslam’ın Küresel Bir Tehdit’e Dönüşüm Süreci: Afganistan Deneyimi”, YDU Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt/Volume I Sayı/Number 1 Nisan/April 2008, s. 35-52. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 47 sisteminin son bulması, Batı için büyük bir meşruiyet eksikliği doğurdu. “Biz”i meşru kılacak bir “öteki” antitezi, yani Doğu bloğu ortadan kalkmıştır. İşte tam bu noktada “İslam tehlikesi” keşfedildi. Hatta bu bağlamda Ekim 1994 -Aralık 1995 tarihleri arasında NATO Genel Sekreterliği görevinde bulunan Willy Claes, 2 Şubat 1995 tarihinde Alman Sueddeutsche Zeitung gazetesine verdiği demeçte İslami köktendinciliği NATO ittifakı için çok ciddi bir tehlike olarak gördüğünü41 ifade etti. Bu çerçevede “komünizm tehlikesi” nin yerini “İslam tehlikesi” aldı. Sovyetler Birliği yerini İran’a bıraktı. Nasıl ki komünizm sadece silahlı bir tehdit olarak gösterilmekle kalınmayıp, Batı kültürünün ve değer yargılarının düşmanı gibi gösterildiyse, İslam dünyasına da aynı işlev yüklendi.42 Bu çerçevede de Soğuk Savaş dönemindeki ortak düşmana (Sovyetler Birliği) karşı birliktelik, yerini güvensizlik ve düşmanlığa bırakmıştır. Bu bağlamda Soğuk Savaş sonrası dönem siyasal İslam’ın kendini Batı’ya karşı tanımlayıp, küreselleşmesine yol açmıştır. Buna karşılık Batı da İslamiyet’i bir güvenlik sorunu olarak algılamaya başlamış ve 11 Eylül ile beraber değiştirilmesi ve modernleşmeyle uyumlaştırılması gereken bir “öteki” olarak görmeye başlamıştır.43 İngiliz The Economist dergisi, 26 Aralık 1992 ile 8 Ocak 1993 tarihli sayılarında gelecek yüzyıl için yaptığı siyasi tahminlerde bazı ilginç senaryolar ortaya atmıştır. Suudi Arabistan’da radikal İslamcıların bir darbe ile yönetimi ele geçireceklerini yazan dergi, bu İslamcıların Balkanları işgal ederek Çin ile birlikte eskiden SSCB’nin etkisinde olan alanı ele geçirecek önemli bir blok oluşturacağını ileri sürüyordu.44 Yine 9 Eylül 1993 tarihinde “İslam fundamentalizmi hızlı bir şekilde dünya barışı ve güvenliği için bir tehdide dönüşüyor” satırlarını yazan International Herald Tribune bu tehdit “1930’lu yıllardaki nazizm ile faşizm tehdidine ve 1950’li yıllardaki komünistlerinkine benziyor”45 diyerek İslam’ı açıkça nazizm ve komünizmin yerine ikame ediyordu. Oysa nazizm Avrupa’nın en büyük 41 2 Subat 19954 Süddeutsche Zeitung’dan Aktaran Rienk W. Terpstra, “The Mediterranean Basin As A New Playing Field For European Security Organizations”, Helsinki Monitor, Vol. 8, No. 1, 1997, s. 48 – 58., Aktaran, Erhan Akdemir, “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1 (Yıl: 2009), s.1-26. 42 Bihter Çarhoğlu, “Medeniyetler Çatısması ve Batı Medyasında İslâm Söylemi: Almanya Örneği”, Doğu Batı Düsünce Dergisi Vol:10 No:41, Doğu Batı Yayınları, Ankara, 2007, s. 207213. 43 Rasim Özgür Dönmez, “Küreselleşme, Batı Modernliği ve Şiddet: Batı’ya Karsı Siyasal İslam”, Uluslararası İlişkiler Dergisi, Cilt 1, Sayı 4, 2004, s. 81-114. 44 Dario Battistella, “Recherche ennemi désespérément..., Réponse à Samuel P. Huntington à propos d'un affrontement à venir entre l'Occident et l'Islam”, Confluences Méditerranée, 2002/1 N°40, s. 81-94. DOI : 10.3917/come.040.0081, 45 “Another Despotic Creeds Seeks to Infiltrate the West”, International Herald Tribune, 9 Eylül 1993. 48 MURAT AKTAŞ gücü Almanya’da, komünizm ise Rusya ve Çin’de gelişmiştir. Diğer yandan Alman haftalık dergisi Die Zeit 2 Nisan 1993’te NATO güçlerinin Komutanı General Galvin görevinden ayrılmadan önce yaptığı açıklamadan yaptığı alıntıda, “Soğuk Savaşı kazandık. Yaklaşık 70 yıllık bu sapmalardan sonra, İslam ile aramızda 1300 yılı aşan eski çatışma durumuna geri döndük”46 ifadelerine yer vermiştir. Bu görüşlerin en çok dikkat çekerek tartışılanı ise Samuel Huntington’ın 1993’te Foreign Affairs dergisinde yayımlanan ve daha sonra genişletilerek 1996’da Medeniyetler Çatışması ve Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması adıyla kitap olarak yayınlanan çalışması ile onun öğrencisi olan Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu tezi olmuştur. Uygarlıklar kendilerini savunmak ve propagandalarını yapmak için sürekli kendilerine barbar ötekiler bulurlar. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi de bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde, İslam ile Batı arasında çatışmanın kaçınılmaz olduğunu savunan, hatta bu çatışmaların normal olduğunu savunan görüşler için bir tür dayanak noktası ve sığınılan bir teori olmuştur. Hıristiyan ve İslam dünyasını karşı karşıya getiren tartışmaları tetikleyen Medeniyetler Çatışması tezine göre, 21. yüzyıl medeniyetler arasındaki çatışmalarla şekillenecektir. Uluslararası ilişkiler sisteminin 16. ve 17. yüzyıllarda doğuşundan bu yana, ana hatlarıyla dört dönem geçirdiğini ifade eden Huntington’a göre, Fransız Devrimi’ne kadar süren birinci dönemde; uluslararası ilişkiler temelde egemenler arasında yürütülüyordu. Fransız Devrimi’nden sonra çok kutuplu hale gelen uluslararası sistemde, savaşa ve barışa birlikte karar veren, birbirine aşağı yukarı eşit durumda olan çok sayıda aktör bulunmaktaydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu sistem sona ererken, önce komünizm, ardından faşizmin yükselişi, ideolojik blokların çatıştığı bir uluslararası sistemi hazırladı. İkinci Dünya Savaşı ise uluslararası ilişkiler tarihindeki en ideolojik süreci ve Soğuk Savaş dönemini oluşturdu. Bu dönemde ülkeler, siyasi ve iktisadi durumlarına göre sistemde yerlerini alırken “Doğu” ve “Batı”, dünya hâkimiyeti için yaptıkları mücadelede, ya başkalarının çatışmasına izin verdiler ya da “üçüncü dünya ülkeleri” olarak adlandırdıkları ülkeleri pasif bir savaş alanı olarak kullandılar. Huntington bu dönemin sona ermesiyle birlikte ülkelerin artık siyasi veya iktisadi sistemlerine veya ekonomik gelişmişlik düzeylerine göre değil, kültürel özelliklerine göre sınıflandırılması gerektiğini savunmaktadır. Ona göre artık ideolojiler çağının demir perdesinin yerini kültürün kadife perdesi alacaktır. Dünyayı Batı’daki Katolik Hıristiyan, Çin’deki Konfüçyüs, Japon, İslam, Hindu, Slav-Ortodoks, Latin Amerika ve Afrika olmak üzere sekiz medeniyet bölgesine ayıran Huntington, önümüzdeki yıllarda bu medeniyetler arasındaki fay hatları boyunca bazı çatışmaların meydana gelerek yayılacağını ileri sürmektedir. O’na göre eğer gelecekte bir dünya savaşı çıkacaksa bu da medeniyetler arası bir savaş olacaktır. Huntington asıl büyük çatışmanın ise, Batı ve İslam medeniyeti ile Çin’deki Konfüçyüs uygarlığı arasında patlayacağını ileri sürmektedir. Son yıllarda tanık olduğumuz etno-kültürel çatışma 46 Dario Battistella, “Recherche ennemi désespérément..., Réponse à Samuel P. Huntington à propos d'un affrontement à venir entre l'Occident et l'Islam”, Confluences Méditerranée, 2002/1 N°40, s. 81-94. DOI : 10.3917/come.040.0081. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 49 ve/veya işbirliği örnekleri göstererek hipotezini desteklemeye çalışan Huntington İslam uygarlığının kanlı sınırlara sahip olduğunu, dolayısıyla çatışmanın onun karakteristik özelliği olduğunu savunmaktadır. Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi uzun dönemin medeniyet etkileşimi sürecini stratejik bir hedef için nasıl bir manivela gibi kullanılabileceğinin çarpıcı ve tehlikeli yüzünü göstermiştir. Batı-dışı medeniyet havzalarındaki kültürel canlanmayı, stratejik bir tehdit gibi gösteren ve batılı stratejistlere bu medeniyet havzaları arasındaki çelişkileri manipüle etmeyi öneren Huntington’ın yaklaşımı, sadece Batı-dışı medeniyetlerin, özellikle de İslam ve Çin medeniyetlerinin ciddi tepkilerine maruz kalmamıştır. Aynı zamanda West-Rest (Batı-Diğerleri) gibi kategorik bir ayırımın doğuracağı riskleri sezen batılı seçkinler ve siyaset yapımcıları nezdinde de ciddi kuşkular uyandırmıştır. Clinton’un 1999 yılı sonlarındaki Türkiye ve 2000 yılı başlarındaki Hindistan ziyaretlerinde, bu ülkelerin medeniyet geçmişlerinin insanlık birikimine yapabilecekleri katkılara özel atıflarda bulunması, Medeniyetler Çatışması tezinin doğurduğu güvensizlik ortamını gidermeye yönelik mesajlar olarak görülmelidir. Gerçekten dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan Çin’in ve dünya nüfusunun yaklaşık diğer dörtte birini barındıran ve dünya jeopolitiğinin en hassas kuşağını ve geçiş yollarını elinde tutan İslam dünyasını karşı-medeniyet kutupları olarak gören bir yaklaşıma dünya düzeni oluşturmada ne derece riskli sonuçlar doğuracağı açıktır.47 Artık kültürel farklılıkların siyasal ve ideolojik karşıtlıklardan daha önemli olduğunu ileri süren Huntington, insan ve Tanrı, birey ve grup, devlet ve vatandaş, özgürlük ve otorite, çocuklar ve aileleri, eşitlik ve hiyerarşi gibi kavramların çok yönlü üretim tarzının sonucu olduğunu ve yakın zamanda kaybolmayacaklarını savunmaktadır. Bu ilişkilerin farklı yorumlarını gündeme getiren Huntington’a göre, bunu belirleyenlerin içinde en güçlü olanı dindir. İnsanlar yarı Amerikalı, yarı Arap gibi melez veya çoğu yerde iki ülkenin vatandaşı olabilmekte, ancak hem Katolik hem de Müslüman olamamaktadır. Dolayısıyla bunlar arasında bir çatışma olması kaçınılmazdır. Aydınlanma süreci ve onun ortaya çıkardığı bilimsel, kültürel ve siyasal gelişmelerin Batı’da ortaya çıktığını dolayısıyla evrensel değil Batı’ya özgü bir toplumsal kültürel, felsefi ilkeler ve değerler bütünü olduğunu savunan Huntington’a göre “demokrasi”, “hukuk devleti”, “insan hakları”, “halk egemenliği” ve “laiklik” gibi aydınlanma ilkeleri Batı medeniyetine aittir.48 Burada Aydınlanma değerlerini, bilim ve teknolojiyi evrensel köklerinden kopararak sadece Batılılaştırmak isteyen Huntington, diğer toplumlar ve değerleri dışlamaktadır. Oysa Huntington’un öğrencisi olan Francis Fukuyama, dünyada büyük yankı uyandıran Tarihin Sonu tezi ile Batı’nın üstünlüğünün kanıtlandığını ileri sürmüştür. Batı medeniyetinin oluşturduğu liberal demokrasiyle insanoğlunun ulaşabileceği en mükemmel siyasal ve ekonomik yapıya kavuştuğunu, ileri süren Fukuyama, insanlığın siyasi ve felsefi anlamdaki arayışının sonuna gelindiğini iddia etmiştir. O’na göre artık dünya Soğuk Savaş’tan zaferle çıkmış olan Batı’nın hegemonyasını 47 Ahmet Davutoğlu, Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 17. Baskı, İstanbul, 2004, s.542. Samuel Huntington, Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, çev. Mehmet Turhan ve Cem Soydemir, Okyanus Yayınları, İstanbul, 2006, s. 237-268. 48 50 MURAT AKTAŞ kabul etmek zorundadır. Yani Batı’nın üstünlüğü kabul edildiğine göre artık Batı ile çatışmaya girmeye cesaret edecek bir güç de kalmamıştır. Ancak Fukuyama’nın bu tezleri boşa çıkınca, dünyadaki çatışmalar değişik yerlerde değişik amaçlarla ve hatta çoğu zaman ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından kışkırtılınca, özellikle de Balkanlardaki etnik çatışmalarda ABD ve Avrupa ülkeleri kamuoyu tarafından suçlanarak zan altında kalınca, aslında Batı’nın bu çatışmalarda herhangi bir suçu olmadığını ileri sürmek için bu kez Huntington’un tezleri ortaya atılmıştır. Nitekim Fukuyama aldığı eleştiriler üzerine kitabının yeni baskısında şöyle yazmaktadır: “Birçok kişi beni Medeniyetler Çatışması’nda çok farklı bir gelişimsel model ortaya koyan hocam Samuel Huntington’la kıyasladı. Bence belli açılardan dünyayı yorumlama yollarımız arasındaki farkı abartmak mümkün. Örneğin, kültürün toplumların indirgenemez bir parçası olduğu ve gelişim ile politikayı kültürel değerleri işin içine katmadan anlayamayacağımız konusunda onunla aynı fikirdeyim. Fakat bizi birbirimizden ayıran çok önemli bir konu var. Bu konu, aydınlanma döneminde geliştirilen değerler ve kurumların potansiyel olarak evrensel mi olduğu ya da kültürel bağlama göre değişkenlik mi gösterdiği sorusu etrafında şekillenmektedir. Huntington açıkça bizim Batı’da aşina olduğumuz çeşitli siyasi kurumların, Batı Avrupa Hıristiyan kültürünün bir ürünü olduğuna ve onların bu kültürün dışındaki bağlamlarda kök salamayacaklarına inanmaktadır. Bu durumda cevaplanması gereken temel soru da Batılı değer ve kurumların evrensel bir anlamı olup olmadığı ya da bugünün hegemonik kültürünün geçici başarısını mı temsil ettikleri olarak ortaya çıkmaktadır. Aslında Huntington’ın modern, seküler ve liberal demokrasinin tarihsel köklerini Hıristiyanlığa dayandırdığı, ona özgü olmayan savı oldukça doğrudur.49 Bu açıklama dikkatlice okunduğunda hocası Huntington’dan farklı düşündüğünü ileri süren Fukuyama, aslında bu temel konularda hocasının fikirlerini benimsediği görülmektedir. Tarihin Sonu’na yapılan eleştirilerden dört tanesini en ciddi eleştiriler olarak gördüğünü belirten Fukuyama, bunların ilkinin İslam’ın demokrasiye bir engel olmasıyla ilgili olduğunu söylemektedir. O’na göre problemin İslam’dan kaynaklandığını düşünmek pek gerçekçi görünmemektedir. Bugün modern demokrasinin destekçisi olarak gördüğümüz Hıristiyanlık (pek de uzak olmayan bir dönemde) köleliği ve hiyerarşiyi meşrulaştırmak için kullanılıyordu. Nesilden nesile dini öğretiler, siyasi yorumlamalardan geçmektedir. Bu durum Hıristiyanlık için geçerli olduğu ölçüde İslam için de geçerlidir. Bugün kültürel olarak İslam’ı benimsemiş toplumların siyasi pratikleri arasında muazzam bir çeşitlilik vardır. Seyyid Kutub’un yazıları ya da Usame Bin Ladin ve El Kaide’deki ideologların devlet, devrim ve şiddetin estetikleştirilmesiyle ilgili politik düşünceleri, İslami gelenekten ziyade faşizm ve komünizm gibi 21. yüzyıl Avrupa’sının aşırı sol ve sağ ideolojilerinden beslenmektedir. Çok tehlikeli olan bu öğretiler, İslam’ın hiçbir temel öğretisini yansıtmadığı gibi İslam’ı politik amaçlarının bir aracı haline getirmektedir.50 Görüldüğü üzere Fukuyama bir yandan bütün dinlerin siyasal amaçlara göre yorumlandığını söylerken, aslında siyasal 49 Francis Fukuyama, Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli Profil Yayınları, 2.Baskı İstanbul, 2011, s. 426-427. 50 Ibid., s. 431-433. AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 51 İslam’ın şiddete, dolayısıyla Batı ile çatışmaya müsait olduğunu da savunarak Huntington’ın tezlerini desteklemeye çalışmaktadır. Medeniyetler Çatışması tezi ile ihtiva ettiği anlam arasında önemli bir fark olduğunu söyleyen Ahmet Davutoğlu’na göre ise Körfez Savaşı ve ardından yaşanan Bosna Savaşı’nda 250 bin insanın bir etnik kıyıma kurban edilmiş olması, aslında tarihin sona ermediğini ve Batı medeniyetinin değerlerinin de insanı tümüyle kuşatan değerler olmadığını ortaya koymaktadır. Bu tablo karşısında Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi ortaya atılarak, Batı medeniyetinin o ideal değerlerinden sapmasının onun suçu olmadığı ve bütün diğer medeniyetlerin çatışmasından kaynaklanan yeni bir kaotik dönemin başladığı iddia edilmektedir. Fukuyama “düzen”i vurguluyordu, Huntington “kaos”u; Fukuyama düzenin arkasında Batı medeniyetini görüyordu, Huntington düzensizliğin arkasında bütün diğer medeniyetleri gösteriyordu. Birbirine alternatif gibi görünen bu iki tez, aslında siyasi stratejik arka plan açısından birbirini tamamlamaktadır. Bosna’da yaşananlar sebebiyle, Fukuyama’nın tezi çökünce, Huntington’ın tezi öne çıkmaya başlamıştır.51 Sonuç İletişim ve ulaşım teknolojisinin geliştiği, küreselleşme süreci ile birlikte bir taraftan farklı dil, din ve kültürlerden insanların internet üzerinden rahatça iletişim sağlayabilmesi gelişirken, diğer taraftan Avrupa ülkelerinde İslam karşıtlığı, milliyetçi ve ırkçı hareketlerin yükselişe geçmesi, son derece ilginç bir nokta olarak dikkat çekmektedir. En ilginç olanı da aslında entelektüel dünyada ortaya atılan ve sık sık gündeme getirilen “medeniyetler arası çatışma” teorilerinin ciddiye alınması, taraftar bulması ve halen savunulmasıdır. Hıristiyan Batı ile İslam dünyası arasında çatışmaların yaşanacağına dair ortaya atılan çatışma teorileri değişik sosyo-kültürel ve ekonomik çelişkilerden muzdarip toplumların bazı kesimlerince sahiplenilebilmekte ve tartışılmaktadır. İslam ve Hıristiyan dünyasını karşı karşıya getiren önemli kamplaşmaları da beraberinde getiren Huntington’ın Medeniyetler Çatışması tezi ve kitle iletişim araçlarında yer alan benzer görüşler etrafında yürüyen tartışmalar, Avrupa ülkelerinde gittikçe yükselen bir İslam karşıtlığını körüklemiş ve dünya adeta bir tür Hıristiyan-Müslüman kamplaşmasına doğru yönlendirilmeye çalışılmıştır. Huntington’ın aydınlanma sürecini tamamen Batı’nın değerleri olarak yansıtarak aydınlanma değerlerinin evrenselliğini reddetmesi, farklı kültürler ve uygarlıklar arasında çatışmayı körükleyen görüşler için teorik bir sığınma ve çatışmacı görüşlerin meşrulaştırılma alanı haline gelmiştir. Avrupa’da yükselmekte olan İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve göçmenlere yönelik saldırılar ile Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan terörist saldırılar, Şarm El Şeyh’te Batılı turistlere yönelik saldırılar, İstanbul’da Sinagog ve İngiliz Bankasına yönelik saldırılar, Madrid ve Londra metrolarına yapılan terörist saldırılar, Müslümanlar ile Batılılar arasında çatışma senaryoları ve teorilerini savunanların görüşlerine hizmet etmektedir. Avrupa ülkeleri ırkçılıkla mücadele konusunda bir 51 Ahmet Davutoğlu, Küresel Bunalım, Küre Yayınları, 25. Baskı, İstanbul, 2011, s.221-222. MURAT AKTAŞ 52 yandan önlemler alıp yaptırımlar uygularken, diğer yandan buralarda yayılan dünyayı kamplaştıran söylemler, toplumlar arasında kin ve nefreti körükleyen Medeniyetler Çatışması tezi ve buna benzer görüşlerin meşrulaştırılma çabaları, bütün bu önlemleri boşa çıkarmakta ve/veya önemli oranda zayıflatmaktadır. ABD eski Başkanı George Bush’un yeni bir Haçlı seferinden söz ederek dünyayı kendi yanlarında ve karşılarında yer alanlar şeklinde ikiye ayırması da Medeniyetler Çatışması tezinin resmi olarak kabulü ve bizzat bir devlet başkanı tarafından ilanı anlamına gelmiyor muydu? 11 Eylül 2001’de Amerika terörizmle vurulduğunda, İngilizler ve dünyanın pek çok ülkesi, Amerikan’ın küresel terörizme karşı savaş ilan etmesini hızla kabul ederek desteklemiştir.52 “Hepimiz Amerikalıyız” gibi dünya deklarasyonları sadece empati ifadeleri miydi? İngiltere, İspanya ve İtalya gibi Avrupa ülkelerinin Irak savaşında ABD’nin yanında yer alması bunun sadece bir empati olmadığının göstergesi değil mi? Kaynakça Akdemir, Erhan, (2009), “11 Eylül 2001, 11 Mart 2004 ve 7 Temmuz 2005 Terörist Saldırılarının Ardından İslam’ın Avrupa’da Algılanışı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt: 8, No:1. Aktaş, Murat, (2012), “Avrupa’da İslamofobi ve Türkiye’nin AB'ye Üyeliği”, 2. Kriz ve Kritik Konferansları, Avrupa Birliği’nin Krizi ve Kritiği Konferansında Sunulmuş Bildiri, Sakarya Üniversitesi, 25-26 Nisan 2012. Allen, Christopher, (2010), Islamophobia, Ashgate Publishing Limited, England, 2010. Aslan, Alice, (2009), İslamophobia in Australia, Agora Press, Sydney, 2009. Atacan, Fulya, (2008), “Radikal İslam’ın Küresel Bir Tehdit’e Dönüşüm Süreci: Afganistan Deneyimi”, YDU Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt/Volume I Sayı/Number 1 Nisan/April. Battistella, Dario, (2002), “Recherche ennemi désespérément..., Réponse à Samuel P. Huntington à propos d'un affrontement à venir entre l'Occident et l'Islam”, Confluences Méditerranée, 2002/1 N°40. Bacon, Francis, (2004), Denemeler, çev. Elif Günçe, Morpa Kültür Yayınları, İstanbul, 2004. Berzezinski, Zbigniew, (2005), “Tercih, Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?”, çev. Cem Küçük, İstanbul, İnkılâp Yayınevi 2. Baskı. Canatan, Kadir, (2010), “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Kadir Canatan, Özcan Hıdır, (ed.) Batı Dünyasında İslamofobi ve Antiİslamizm, Eski Yeni Yayınları. 52 Zbigniew Berzezinski, “Tercih, Küresel Hâkimiyet mi? Küresel Liderlik mi?”, çev. Cem Küçük, İstanbul, İnkılâp Yayınevi 2. Baskı, 2005, s. 13-14, 178 AVRUPA’DA YÜKSELEN İSLAMOFOBİ VE MEDENİYETLER ÇATIŞMASI TEZİ 53 Çarhoğlu, Bihter, (2007), “Medeniyetler Çatışması ve Batı Medyasında İslâm Söylemi: Almanya Örneği”, Doğu Batı Düşünce Dergisi Vol:10 No:41, Doğu Batı Yayınları, Ankara. Çarkman, Aslı, (2013), “Avrupa ve Öteki: Avrupa İmgesinin Osmanlı Aydınlanmasından Yansıması”, E. Fuat Keyman (der.) Türkiye’nin Yeniden İnşası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Davutoğlu, Ahmet, (2011), Küresel Bunalım, Küre Yayınları, 25. Baskı, İstanbul. Ahmet Davutoğlu, (2004), Stratejik Derinlik, Küre Yayınları, 17. Baskı, İstanbul. Fourest, Caroline ve Venner Fiammetta, (2003), “Islamophobie?”, Prochoix, No : 26-27, Automne-Hiver, Paris. Ecevit, Yüksel Alper, Özgür Ünal, Selcen Öner, Merve Özdemirkıran, Avrupa Parlamentosu Seçimleri ve Aşırı Sağ Partilerin Yükselişi, Betam, Bahçeşehir Üniversitesi Ekonomik ve Toplumsal Araştırmalar Merkezi, Araştırma Notu, 14/167, 4 Haziran, 2014. Fukuyama, Francis, (2011), Tarihin Sonu ve Son İnsan, çev. Zülfü Dicleli Profil Yayınları, 2.Baskı İstanbul. Göle, Nilüfer, (2013), “La montée de l'islamophobie en Europe”, Bertrand Badie et Dominic Vidal, (eds.), Puissances d’Hier ed Demain, L’Etat du Monde 2014, La Decouverte, Paris. Hourani, Albert, (2001), Avrupa ve Orta doğu, çev. Ahmet Aydoğan, Fahrettin Altun, İstanbul. Hodgson, G. S. Marshall G. S., (2001), Dünya Tarihini Yeniden Düşünmek, çev. Ahmet Kanlıdere, Ahmet Aydoğan, Yöneliş, İstanbul. Huntington, Samuel, (2006), Medeniyetler Çatışması ve Yeni Dünya Düzeninin Yeniden Kurulması, çev. Mehmet Turhan, Cem Soydemir, İstanbul, Okyanus Yayınları. Islamophobia: A Challenge for Us All, Runnymede Trust, Londra, 1997. International Herald Tribune, (1993), “Another Despotic Creeds Seeks to Infiltrate the West”, 9 Eylül 1993. Johnson, Galen, (2000), “Muhammad and Ideology in Medieval Christian Literature”, Islam and Christian-Muslim Relations. Kentel, Ferhat, (2012), “İslamofobi” Vesilesiyle Türkiye’nin Fobilerine Bakmak, (iç.) İslamofobi Kolektif Bir Korkunun Anatomisi, Sivas Kemal İbn-i Hümam Vakfı Sempozyum Tebliğleri 30 Nisan-1Mayıs 2010 Sivas, Ankamat Matbaacılık, Ankara. Kirman, Ali, (2010), “İslamofobinin Kökenleri: Batılı mı Doğulu?”, Journal of Islamic Research. MURAT AKTAŞ 54 Kula, Onur Bilge, (2005), Batı Felsefesinde Oryantalizm ve Türk İmgesi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul. Lewis, Bernard, (1993), Islam and the West, Oxford University Press, New York. Öztürk, Orhan, (1992), Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Ankara. Said, Edward, (1997), Orientalism, Seuil, Paris. Schnapper, Dominique, (2005), Sosyoloji Düşüncesinin Özünde Öteki ile İlişki, çev., Aşegül Sönmezay, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul. Servante, Alain, (2008), “Batılıların Gözünde Türk İmajının Geçirdiği Değişimler”, Özlem Kumrullar, (ed.) Dünyada Türk İmgesi, Kitap Yayınevi, 2. Basım. Türkiye Diyanet Vakfı Ansiklopedisi, (1996), Cilt 1, İstanbul. Taş, Mehmet, (1999), Avrupa’da Irkçılık, Aşırı Sağ Partiler ve Göçmenler, İmge Yayınevi, Ankara. Voltaire, (1994), Candide ya da İyimserlik, çev. Server Tanilli, Cem Yayınları, İstanbul. Yılmaz, Fatma, (2008), Avrupa’da Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Yayınları, Ankara. İnternet Kaynakları Ayırımcı Sözlük, Türklere Yönelik Türkçe ve Yabancı Dillerde Ayrımcı Deyiş, Deyim ve Atasözleri, http://ayrimcisozluk.blogspot.com. Çiçek, Murat, “Avrupa’daki Sorunlar: Almanya’da Uyanan Dev”, Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/avrupadaki-sorunlar-almanyada-uyanandev/. EU-MIDIS, “Enquête de l’Union européenne sur les minorités et la discrimination”, http://fra.europa.eu/sites/default/files/fra_uploads/663-FRA2011_EU_MIDIS_FR.pdf. Iordanou, George, “Golden Dawn is growing – Europe must help curb the rise of the far right”, The Guardian, http://www.theguardian.com/commentisfree/2013/sep/19/golden-dawn-europegreek-cypriot. Örmeci Ozan, “Avrupa’da Aşırı Sağın Önlenemez Yükselişi”, Politika Akademisi, http://politikaakademisi.org/avrupada-asiri-sagin-onlenemez-yukselisi/, PEW, “The Future of the Global Muslim Population Projections for 20102030” Analysis”, http://www.pewforum.org/The-Future-of-the-Global-MuslimPopulation.aspx. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.55-74 AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE UYGULAMALARI Servet ALYANAK Özet 2009 yılında, Avrupa Birliği (AB), sınır-aşırı savunma alımlarıyla ilgili yasal bir çerçeve oluşturarak AB savunma ekipmanları piyasasının gelişmesine yardımcı olmak amacıyla 2009/81/AT sayılı savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili yönergeyi kabul etmiştir. Bu makale, AB içerisinde ortak bir savunma piyasasını oluşturmak ve serbestleştirmek için 2009/81/AT sayılı yönergenin tam ve yeterli bir şekilde bütün üye devletlerde uygulanmasını sağlamanın son derece önemli olduğunu vurgulamak amacını taşımaktadır. Şu husus açıktır ki 2009/81/AT sayılı yönerge, AB içerisinde sınır-aşırı savunma ihaleleri yönünden yasal bir çerçeve oluşturarak ortak bir savunma piyasası oluşumu yönünden bir kilometre taşıdır. Bu makale üye devletlerin söz konusu yönergenin ihlal edilmesi kuvvetle muhtemel olan kurallarının analiz edilmesini amaçlamaktadır. Bu amaçla, yönergenin ihale usulleriyle ilgili temel hükümleri ve ihalede değerlendirme dışı bırakılma ile offset uygulamaları tartışılacaktır. Anahtar kelimeler: Savunma politikası, uyumlaştırma, AB savunma piyasasında uyumlaştırma, rekabet ve şeffaflık, kamu ihalesi, ihale usulleri, offset uygulamaları. Awarding Procedures and Bidding Implementations in Defence and Security Procurement Summary In 2009, the European Union (EU) has introduced the EU Defence and Security Procurement Directive 2009/81/EC in order to foster the development of an EU defence equipment market by establishing a legal framework for cross-border Dr, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Hukuk Anabilim Dalı. SERVET ALYANAK 56 defence procurement. This essay intends to emphasize that it is highly important to implement Directive 2009/81/EC fully and adequately in all Member States in order to create and liberalize a common defence market within the EU. It is certain that 2009/81/EC Directive constitutes a milestone in creating a common defence market by providing a framework for cross-border defence procurement in the EU. This paper seeks to analyse the most likely violated rules of the concerned Directive by the Member States. Accordingly, the main provisions of this Directive on contract award procedures will be explained and the other relevant provisions such as exclusion from the tendering process and offset implementations will be discussed. Keywords: Defence policy, harmonisation, competition and transparency in EU defence market, public procurement, bidding procedures, offset implementations. Giriş Avrupa Birliği (AB) savunma alımlarına ilişkin 2009/81/AT sayılı Yönerge’yi1 21 Ağustos 2009 tarihinde kabul etmiştir. Bu yönerge ile savunma alımlarıyla ilgili entegrasyonu hedefleyen Topluluk düzeyinde yasal bir uyumlaştırmaya gidilmiştir. Savunma ve güvenlik alanında AB tarafından bir yönerge kabul edilmiş olsa da, AB hukukunun savunma alanındaki temel kuralları ve ilkelerine ilişkin gerek özel sektör gerekse kamu sektöründe hala bir bilinç eksikliği mevcuttur. Bunun en önemli nedeni, savunma sektöründeki gizlilik kültürü ile ulusal kuralların ve uygulamaların AB hukukuna aykırı bir şekilde bu gizliliğe tolerans göstermesidir.2 Bu makalede savunma ve güvenlik alımlarında ihale usulleri, ihale dışı bırakılma, ihaleye katılım ve yeterlik kriterleri ile savunma alımlarıyla ilgili offset uygulamalarına değinilecektir. 1 Directive 2009/81/EC of the European Parliament and of the Council of 13 July 2009 on the coordination of procedures for the award of certain public works contracts, supply contracts and service contracts by contracting authorities or entities in the fields of defense and security, and amending Directives 2004/17/EC and 2004/18/EC, in OJ L/216 of August 20, 2009, p.76. Yönergenin tam metni için bkz. <http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2009:216:0076:0136:EN:PDF>,10.10.20 10. Yönergeyle ilgili ayrıntılı analiz için bkz. Aris Georgopoulos, “The new Defence Procurement Directive enters into force”, Public Procurement Law Review, 2010, 1, NA13. Aris Georgopoulos, “Commission's Communication on the Results of the Consultation Process on European Defence Procurement”, Public Procurement Law Review, 15(4), 2006, s. NA119. Aris Georgopoulos, “The Commission's Green Paper on defence procurement”, Public Procurement Law Review, 2, NA34-38, 2005, s. NA36. EU Commission COM (2004) 608 final “Green Paper on Defence Procurement”. 2 AB savunma sektörünün entegrasyonunda mevcut sorunlar ve bu sektörün gelişimiyle ilgili AB Komisyonu Tebliği için bkz. “Towards a more competitive and efficient defence and security sector” Brussels, 24.7.2013, COM(2013) 542 final. AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 57 Yönergenin Kabulü Neticesinde Oluşacak Ekonomik, Siyasal ve Hukuki Faydalar Savunma alımları kabaca, güvenlik kuvvetlerinin ihtiyaçlarını karşılamak üzere gerçekleştirilen kamu alımları veya daha detaylı olarak silahlanmayla ilgili alımlar ile bunlara ilişkin yapım ve hizmet alımlarını kapsamaktadır. Savunma ve güvenlik alımları üye ülkeler açısından stratejik olduğu kadar ekonomik açıdan da önemlidir. Çünkü savunma ve güvenlik alımları bütçenin en ciddi harcama kalemlerinden biridir. 2012 yılı itibariyle savunma harcamaları yıllık 189,6 milyar Euro’luk bir hacim oluşturmakta ve savunma sektörü açısından dünya üretiminin %30’unu teşkil etmekte ve bu sektörde yaklaşık 300.000 kişiye istihdam sağlamıştır.3 Bu kadar önemli bir ekonomik büyüklük arz etmesine rağmen, savunma alımları, kamu alımlarının diğer sektörlerine nazaran ulusal sınırlar dahilinde kalan parçalı bir yapı arz etmiştir. Bunun temel nedeni, üye ülkelerin savunma ihalelerinde tedarik güvenliğini sağlamak düşüncesiyle, katı bazı kurallar benimsemeleri ve ulusal savunma sektörü ile yerli firmalar lehine bazı uygulamaları, offset uygulamaları (bu kavramla ilgili aşağıda detaylı açıklama yapılacaktır), hayata geçirmeleridir. Savunma alımlarıyla ilgili diğer bir sıkıntı da bu tür alımların şeffaf ihale usulleri ve süreçleri içerisinde gerçekleştirilmemesiydi.4 Bu bağlamda AB kamu alımları kurallarının (2004/18/AT sayılı yönergenin) savunma ve güvenlik alımlarının kendine özgü yapısına uygun düşmediği ve dolayısıyla genel kuralların tatbikine uygun olmadığı, bu nedenle savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili ayrı bir yönerge gerekliliği ifade ediliyordu.5 2009/81/AT sayılı Savunma ve Güvenlik Alımları Yönergesi bu ihtiyacı karşılamak üzere, yukarıda da belirtildiği üzere şeffaf ihale usulleri ve süreçlerinin, offset uygulamaları ile tedarik güvenliğini sağlamaya yönelik kuralların AB içerisinde uyumlaştırılması (harmonizasyonu) amacıyla kabul edildi. Yönergenin kabulü, Avrupa Birliği’nde savunma alanında faaliyet gösteren müteşebbislerin, bütün AB üyesi ülkelerde kısıtlama olmadan ihalelere katılımını kolaylaştırarak, ihalelerin daha şeffaf usullerle ve kurallara bağlı olarak gerçekleştirilmesinin önünü açtı. Ayrıca, yönergenin yürürlüğe girmesi ile AB düzeyinde ortak bir savunma sanayi piyasası oluşturulmasına yönelik önemli bir gelişme oldu.6 Savunma ve Güvenlik Alımları Açısından Olası İhlaller ve İhale Usulleri Aşağıda belirtileceği üzere, savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili 2009/81/AT sayılı Yönerge’de klasik kamu alımlarıyla ilgili 2004/18/AT sayılı Yönerge’den farklı olarak ‘açık ihale usulü’ bir ihale usulü olarak belirtilmiş değildir. 2009/81/AT 3 European Defence Agency, "Defence Data Portal", <http://www.eda.europa.eu/DefenceData>, (30.05.2014). 4 Baudouin Heuninckx, “Security of supply and offsets in defence procurement: what's new in the EU?”, Public Procurement Law Review, 2, 33-49, 2014, s. 33. 5 Aris Georgopoulos, “Commission’s Communication on the Results of the Consultation Process on European Defence Procurement”, Public Procurement Law Review, 15(4), 2006, s. NA119. 6 Servet Alyanak, “Avrupa Birliği Hukukunda Savunma ve Güvenlik Alımları”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt.12, No.2, 2013, s.1-26, s. 6. SERVET ALYANAK 58 sayılı Yönerge ‘belli istekliler arasındaki ihale usulü’ ile ‘önceden ihale ilanı verilerek gerçekleştirilen pazarlık ihale usulü’ arasında hangi ihale usulünün seçileceği konusunda tercihi idarelere bırakmıştır. Bu tercih de facto ‘önceden ihale ilanı verilerek gerçekleştirilen pazarlık ihale usulünü’ ‘belli istekliler arasındaki ihale usulüne’ oranla daha fazla ön plana çıkartmıştır. Ayrıca, kurallara bağlanmış bazı koşullar dahilinde, ‘önceden ihale ilanı verilmeden gerçekleştirilen pazarlık ihale usulü’ de müracaat edilebilecek usuller arasında kabul edilmiştir.7 Mevcut durumda idarelerin hangi durumlarda hangi ihale usulünü tercih etmeleri gerektiği ile savunma ve güvenlik alımlarında, doğru ihale usulünü seçmeleri önem arz etmektedir. Yanlış ihale usulünün tercih edilmesi veya koşulları oluşmadığı halde ‘önceden ihale ilanı verilmeden gerçekleştirilen pazarlık ihale usulüne’ müracaat edilmesi, AB Komisyonunun ihlal soruşturmasına veya ulusal denetim prosedürleri altında ihale iptallerine yol açabilecektir. Bu nedenle savunma ve güvenlik alımlarında ihale usullerinin neler olduğu ve hangi durumlarda hangi ihale usulüne müracaat edilebileceği önemlidir. İhale Usulleri 2009/81/AT sayılı Savunma ve Güvenlik Alımları Yönergesi’nin V. bölümünde idarelerin kamu ihalelerinin düzenlenmesinde uymaları gereken ihale usulleriyle ilgili kurallar yer almaktadır. 2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde dört çeşit ihale usulü bulunmaktadır. Bunlar; ‘belli istekliler arasındaki ihale usulü’, ‘önceden ihale ilanı verilerek veya verilmeyerek gerçekleştirilen pazarlık ihale usulü (ilanlı pazarlık usulü, ilansız pazarlık usulü)’ ve ‘rekabetçi müzakere’ usulüdür.8 Yönergenin 25(2) maddesinde yapılan düzenlemede; “ihaleci kurum ve kuruluşların ihalelerini belli istekliler arasındaki ihale usulü veya ilanlı pazarlık usullerinden birisiyle gerçekleştirme konusunda özgür oldukları” belirtilmiştir. Yukarıda bahsedilen bu iki ihale usulünden birisinin seçilmesi, tamamen ve yalnızca ihaleci kurum ve kuruluşların takdirindedir. İhaleci kurum ve kuruluşlar, kendi ihtiyaçları ve gerekliliklerini dikkate alarak, yukarıda belirtilen ihale usullerinden birisiyle alım konusunda iş yapabilir. Dolayısıyla, ihaleci kurum ve kuruluşlar, yönergenin 28. maddesinde belirtilen sınırlı durumlarda ilansız pazarlık usulüne başvurabilirler. Aynı şekilde, ihaleci kurum ve kuruluşlar rekabetçi müzakere usulüne de yönergenin 27. maddesinde açık bir şekilde ifade edilen belli durumlarda ancak başvurabilirler. Bu yönergenin kapsamına giren ihaleler, karmaşıklık, bilgi güvenliği ya da tedarik güvenliği bakımından özel koşullar içermektedir. İhalelerin gerçekleştirilmesinde bu gerekliliklerin karşılanması, geniş kapsamlı müzakereyi 7 Martin Trybus, “The hidden Remedies Directive: review and remedies under the EU Defence and Security Procurement Directive”, Public Procurement Law Review, 4, 2013, 135-155, s. 143-144. 8 Bkz. 2009/81/AT sayılı yönergenin 25-28. maddeleri AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 59 çoğunlukla gerekli kılmaktadır. Bu nedenle, ihaleci kurum ve kuruluşlara ihalelerini belli istekliler arasındaki ihale usulü veya ilanlı pazarlık usullerinden birisiyle gerçekleştirme konusunda bir seçim serbestisi tanınmıştır. Yönerge de ortaya konulan bu düzenlemeler, ilanlı pazarlık usulü ile belli istekliler arasındaki ihale usulünün, idarelerin kamu ihalelerini gerçekleştirirken normal şartlar altında başvurmaları gereken standart usuller olduğu anlaşılmaktadır.9 Bununla birlikte, 2009/81/AT sayılı yönerge de, yukarıda belirtilen ihale usulleri temelinde gerçekleştirilen ‘çerçeve anlaşma’ ve yalnızca on-line elektronik iletişim araçları kullanılarak gerçekleştirilen ‘elektronik açık eksiltme’ olarak tarif edilen 2004/18/AT ve 2004/17/AT sayılı kamu ihale yönergelerindeki satın alma tekniklerine de yer verildiğine değinmek gereklidir. Pazarlık İhale Usulü Yönerge, bu ihale usulünün iki farklı şekilde gerçekleştirilebileceğini öngörmüştür. Bunlar, önceden ihale ilanının yayımlandığı pazarlık ihale usulü10 ve önceden ihale ilanının yayımlanmadığı pazarlık ihale usulüdür.11 İlanlı Pazarlık İhale Usulü Pazarlık usulü, idarenin tedarikçilere, yüklenicilere veya hizmet sağlayıcılarına kendi seçimleriyle ilgili olarak danıştığı ve onlarla sözleşme koşullarını, örneğin, teknik, idarî veya mali koşulları görüştüğü bir usuldür.12 Pazarlık usulünde, yönerge idareye sadece ihaleyi karara bağladığı esnada değil, aynı zamanda o noktadan önceki görüşmeler esnasında da esnek bir şekilde davranma olanağı tanır. Bu şekilde, idareler, fiyatlar, teslim tarihleri, miktarlar, teknik özellikler ve teminatlara özel atıfta bulunarak sözleşme şartlarının belirlenmesinde aktif bir rol oynayabilir. Ancak, idarelerin bu usulde, özellikle, teklifleri ve tekliflerin sunduğu avantajları etkin bir biçimde karşılaştırması, istekliler arasında eşit muamele ilkesini uygulaması gerekir. Önceden ihale ilanının yayımlandığı pazarlık ihale usulünde, idareler sadece yönergenin bu usule ilişkin öngördüğü detay kurallarla değil, aynı zamanda eşit muamele ilkesi, şeffaflık ilkesi ve rekabetin temini ilkesine de riayet etmekle mükelleftir.13 İdare bu usulü uygularken, Avrupa Birliği Resmi Gazetesi’nde (ABRG) ihaleye ilişkin bir ihale ilanı yayımlamalıdır. İdare, bu usulde, isteklilerle sundukları tekliflerin ihale dokümanında belirtilen gerekliliklere uyulması ve yönergenin 47. 9 2009/81/AT sayılı yönergenin giriş kısmının 47 no’lu paragrafı. 2004/81/AT sayılı yönergenin 26. maddesi 11 2004/81/AT sayılı yönergenin 28. maddesi 12 2009/81/AT sayılı yönergenin “tanımlar” başlıklı 1(20) maddesinde; “pazarlık usulü”, ihaleci kurum ve kuruluşun ihale konusuna ilişkin kendi seçimiyle ilgili müteşebbisleri davet ederek sözleşme şartlarından birisi veya birkaçı ile ilgili görüşme yaptığı usuldür. 13 2009/81/AT sayılı yönergenin 26(2) maddesi. 10 60 SERVET ALYANAK maddesi kapsamında en uygun teklifi almak için müzakereler gerçekleştirir. Böylece, bu usulde müzakere, tekliflerin alınmasının ardından gerçekleştirilir. İdare, müzakereler esnasında tüm isteklilere eşit muamelede bulunmalıdır. Özellikle de diğer istekliler aleyhine bazı isteklilere avantaj tanıyarak, ayrımcılık oluşturacak bir şekilde bilgi vermemelidir. Ayrıca, daha önceden belirtilen teklif değerlendirme kriterleri çerçevesinde, ihalenin sonuçlandırılması gerekmektedir. Böylece, belli istekliler arasındaki ihale usulünde olduğu gibi, idareler bu usulde isteklileri ilgi beyanına davet eden bir ihale ilanı yayımlamalı ve daha sonra ihale ilanında belirtilen yeterlik kriterleri temelinde pazarlık (müzakere) yapmak üzere davet edilecek adayları seçmelidir.14 Bu amaçla, yönergenin 26.3 maddesinde; “idareler, ihale ilanında veya şartnamelerde yer alan ihale kriterlerini uygulayarak pazarlığını (müzakere) yapacakları tekliflerin sayısını azaltmak için pazarlık usulünü tedrici aşamalarda gerçekleştirmeyi tercih edebilirler” yönünde düzenleme yer almıştır. Adayların sayısını azaltmakta kullanılması mümkün olan kriterler, kişisel durum, mali kapasite, teknik kapasite, ilgili deneyim, uzmanlık ve adayların yeterliliğiyle ilgili kriterlerdir.15 Bu madde metninde, ayrıca, bu imkânın kullanılması halinde, ilan veya şartnamede bu seçeneğe başvurulmasıyla ilgili bilgi verilmesi gerektiği belirtilmiştir. İdarelerin görüşülecek çözüm önerilerinin veya pazarlığı yapılacak tekliflerin sayısını azaltma seçeneğini ihale ilanı, şartname veya açıklayıcı belgede belirtilen ihale kriterlerini uygulayarak kullanması gerektiğini belirten Yönergenin 26(3) maddesinin, yönergenin giriş kısmının 63 no’lu paragrafı ve yönergenin 38. maddesi ile birlikte okunması ve değerlendirilmesi gerekmektedir. İdare müzakere için belli bir aralıkta (sayıda minimum ve maksimum sayıda) istekliyi davet etmeyi öngörebilir. Ancak bu paragrafın son cümlesinde müzakere için davet edilecek aday sayısının, gerçek bir rekabet ortamını sağlayacak sayıda olması gerekmektedir. Örneğin, davet edilecek aday sayısının minimum 6 maksimum 8 aday olacağının belirtildiği, ancak yapılan yeterlik değerlendirmesinde sadece 4 adayın yeterlik değerlendirmesi neticesinde yeterli görüldüğü bir durumda idare, bu sayının rekabet yönünden yeterli olduğu kanaatinde ise, ihaleye yeterli görülen bu adaylarla müzakere aşamasını başlatabilir veya bu sayının rekabet yönünden yeterli olduğu kanaatinde değilse, tekrar başlangıçtaki ihale ilanını yayımlayarak başvuru yapılmasına imkan tanıyarak, hem yeterlik kriterlerini karşılayan yeni isteklileri, hem de yeterlik kriterlerini daha önce karşılayan isteklileri müzakere aşamasına davet eder.16 Nihayetinde, müzakere aşamasının başlangıcında, katılımcıların sayısıyla ilgili olarak yönergenin 38(3) maddesi, önceden bir ihale ilanının yayımlanmasıyla gerçekleştirilen pazarlık usulünde en az üç katılımcı olması gerektiğini belirtmiştir. 14 Sue Arrowsmith, The Law of Public and Utilities Procurement, London, Sweet & Maxwell, 2005, s.571. 15 2009/81/AT sayılı yönergenin giriş kısmının 62 no’lu paragrafı 16 2009/81/AT sayılı yönergenin 38.3 maddesi AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 61 Görüşmelere en az üç aday ile başlayan bir idare, müzakereler tamamlandığında yönergenin adaylardan görüşmeler süresince sunulan ve açıkça belirtilen çözüm veya çözümler üzerindeki son tekliflerini sunmalarını isteyecektir. Bu teklifler projenin yerine getirilmesi için istenen ve gerekli tüm hususları içerecektir. Müzakere aşamasından sonraki nihai teklif aşamasında ise en az kaç aday bulunması gerektiği yönünde 26. maddede herhangi bir açıklama bulunmamakla birlikte, yönergenin 38(5) maddesi bu konuda yol göstericidir. Yönergenin 38(5) maddesi ihaleci kurumlara, tartışılacak çözümlerin sayısını veya müzakere yapılacak istekli sayısını, yönergenin 26(3) maddesi ile 27(4) maddesine göre azaltma seçeneğini kullanacağı durumlarda, müzakere aşamasından sonraki nihai teklif aşamasında en az kaç aday bulunması gerektiğine ilişkin yapılan açıklama yol göstericidir. Bu nedenle, müzakere aşamasından sonraki son aşamanın,17 yönergenin 38(5) maddesinde, “ulaşılan sayı, yeterli sayıda çözüm veya uygun aday olduğu sürece gerçek rekabet oluşturacak düzeyde olmalıdır” düzenlemesi dikkate alınarak gerçekleştirilmesi gerekir. Bu açıkça ifade edilmese de, yönergenin 38(5) maddesinde belirtildiği üzere müzakere yapılacak istekli sayısının azaltılmasının öngörüldüğü durumlarda, son aşamada nihaî sayının iki adaya kadar indirilebileceği anlamına gelir. Bu düzenlemeden de anlaşıldığı üzere, bu aşamada da asgari bir rekabet düzeyinin gerçekleştirilmesi istenildiğinden, son aşamada en az iki adaydan nihai teklif vermesinin istenmesi gerekmektedir. Bu durum aslında rekabeti teşvik eden asgarî istekli sayısı hakkında da bir ipucu vermektedir.18 Bu düzenlemeden hareketle, pazarlık usulünde müzakere aşamasından sonraki nihai teklif aşamasında en az iki adayın bulunması gerektiği söylenebilir. İhale İlanı Yapılmaksızın Pazarlık Usulünün Kullanılabileceği Haller Yönergenin 28. maddesine göre, idareler aşağıdaki durumlarda önceden ihale ilanı vermeksizin pazarlık usulü yoluyla ihale düzenleyebilir. 1) Mal ve hizmet alımları ile yapım işlerine özgü olarak; a) Belli istekliler arasındaki ihale usulünde, ilanlı pazarlık ihale usulünde veya rekabetçi müzakere usulünde, hiç teklif ya da başvuru gelmemesi veya hiçbir uygun teklif ya da başvuru gelmemesi ve ihalenin başlangıçtaki koşullarının büyük ölçüde değiştirilmemesi şartıyla, ilan yapılmaksızın pazarlık usulüne başvurulabilir. İhaleci kurum ve kuruluşların bu gerekçelerle pazarlık usulüne başvurmaları halinde, Komisyonun talebi halinde Komisyona rapor göndermesi gerekir. Burada belirtilen durum tüm ihale türlerinde (yapım, mal ve hizmet alımlarında) geçerlidir. Buradaki argüman, belli istekliler arasındaki ihale usulüne, ilanlı pazarlık ihale usulüne veya rekabetçi müzakere usulüne yanıt olarak hiçbir isteklinin ilgi göstermemesi, alınan 17 18 Yönergenin 26.4 maddesi Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, s.578. 62 SERVET ALYANAK tekliflerin de gerçek bir teklifin yokluğu nedeniyle kabul edilemeyecek şekilde uygunsuz olması, zira verilen teklifin ihale dokümanında belirtildiği üzere ihale dokümanındaki gerekliliklere açıkça uymamasıdır (örneğin bilgisayar istenmesine rağmen televizyon sunulması gibi). Burada teklif sunulmuş olması durumunda, bu usule başvurabilmek için sunulan teklifin hiç teklif verilmemiş olarak addedilmesi söz konusudur. İhaleyle hiçbir ilgisi olmayan ve dolayısıyla idarenin ihale dokümanında yer alan ihtiyaçlarını gideremeyecek olan tekliflerdir. Bu tür teklifler nihayetinde hiç verilmemiş olarak varsayılır. b) Belli istekliler arasındaki ihale usulünde, ilanlı pazarlık usulünde veya rekabetçi müzakere usulü ile yapılan ihalede, usulsüz teklifler veya yönergenin 5, 19, 21 ve 24. maddeleri ile 7. bölümünün II. başlığa aykırı düşecek şekilde kabul edilemeyecek olan teklifler alınması durumlarında bu usule başvurulabilir.19 Burada ihalenin temel koşullarının büyük ölçüde değiştirilmemesi ve yönergenin 3946. maddeleri arasındaki hükümlerine uygun olarak teklif veren tüm istekliler ile sadece önceki belli istekliler arasındaki ihale usulünde veya rekabetçi müzakere usulündeki şekil koşullarına uygun teklif veren isteklilerin, bu pazarlık usulüne katılımlarının sağlanması gerekmektedir. c) Ortaya çıkan bir kriz neticesinde oluşan acil durumlardan ötürü, belli istekliler arasındaki ihale usulü ile önceden ihale ilanı yayımlamak suretiyle yürütülen pazarlık usulü için (yönergenin 33(7) maddesinde belirtilen kısaltılmış süreler tatbik edilse dahi) belirtilen sürelere uyulamadığı ve ihtiyacın temininin gerektiği durumlarda bu usule başvurulabilir. Yönergenin 23. maddesinin ikinci fıkrasının (d) bendi, bu yönde bir duruma örnek olarak gösterilmiştir. Bu düzenleme uyarınca, ihaleci kurum/kuruluşun herhangi bir kriz sonucunda oluşabilecek ilave taleplerinin, kendisiyle sözleşme yapılan yükleniciden üzerinde anlaşılacak şartlarda karşılanması bu yönde bir alımdır. d) İhaleci kurum/kuruluşlar tarafından öngörülmesi mümkün olmayan olaylar nedeniyle, ortaya çıkan son derece acil durumlardan ötürü, belli istekliler arasındaki ihale usulü veya önceden ihale ilanı yayımlamak suretiyle yürütülen pazarlık usulü için belirtilen sürelere (yönergenin 33(7) maddesinde belirtilen kısaltılmış süreler tatbik edilse dahi) 19 Usulsüz tekliflere örnek olarak ihale kurallarına uygun olmayan teklifler, sunulan fiyatların rekabetçi teklif verme ilkesinin bir sonucu olmadığının açıkça görüldüğü teklifler verilebilir. Diğer taraftan, kabul edilemez tekliflere örnek olarak; tekliflerin sunulması için belirtilen süreden sonra veya gerekli yeterlik koşullarına sahip olmayan istekliler tarafından sunulan teklifler veya idarenin bütçesiyle karşılaştırıldığında çok yüksek ya da anormal şekilde düşük fiyatlar içeren teklifler verilebilir. AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 63 uyulamadığı ve kesinlikle ihtiyacın temininin gerektiği durumlarda bu usule başvurulabilir. Burada, son derece acil durumu gerekçelendirmek için gösterilen koşulların hiçbir şekilde ihaleci kurum/kuruluşa atfedilmemesi gerekmektedir. Bahsedilen öngörülemeyen olaylar, normal ekonomik ve sosyal faaliyet alanlarının dışında kalan sel, deprem gibi olaylardır. Bu usule başvurmanın, yalnızca o acil durumla ilgili olarak temini gereken hizmet, malzeme veya yapım işi alımının gerçekleştirilmesi gereken durumlarla sınırlı olduğu unutulmamalıdır. Bu durumda acil durumu gerekçelendirmek için gösterilen koşullar hiçbir şekilde idarenin eylemleriyle alakalı olmaması gerekir. 2004/18/AT sayılı yönergenin benzer mahiyetteki 31. maddesine göre, idarelerin bu öngörülemeyen olaylara ilişkin önceden ihale ilanı vermeksizin pazarlık usulüne başvurmalarıyla ilgili olarak gösterdikleri gerekçeler, Adalet Divanı tarafından çok sıkı ve katı yoruma tâbi tutulmuştur.20 Divan, acil durumla ilgili çok dar bir tanım yapmış olup, bu usule başvurmanın, acil durumun öngörülemeyen olaylar sebebiyle gerçekleşmediği durumlarda yasal olmadığını belirtmiştir. Bu usule başvurulmasına ilişkin gerekli koşulların oluştuğunu ispat etmenin de, idareye ait olduğu belirtilmiştir. Divan, bu istisnai usul ile söz konusu acil durum nedeniyle yalnızca ihtiyaç duyulan hizmetlerin alımının yapılması gerektiğini belirtmiştir.21 Dolayısıyla, 2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde, bu usule söz konusu acil durumla ilgili olarak yalnızca ihtiyaç duyulan mal, yapım ve hizmetlerin alımının yapılması gerektiği unutulmamalıdır. Belirlenen asgari süre dikkate alındığında bu, acil durumun devam ettiği bir dönemi kapsayan mal, yapım ve hizmetler anlamına gelmektedir. İdare, bu süreden sonra ihtiyaç duyulan mal, yapım ve hizmetlerle ilgili olarak, normal ihale usullerine göre alım gerçekleştirmelidir. e) Teknik nedenlerden ötürü veya münhasır hakların korunmasıyla ilgili sebeplerden ötürü, ihalenin sadece belirli bir işletmeye verilebileceği durumlarda bu usule başvurulabilir. Bir idarenin sadece tek bir ticari işletme tarafından üretilen çok özel bir teknolojiye sahip ürünler satın almasının gerektiği durumlarda da yukarıda bahsedilen madde hükmü geçerlidir. Yerel olarak ve Topluluk düzeyinde söz konusu ekipmanı temin edebilecek diğer ticari işletmelerin bulunup bulunmadığını tespit etmek idarenin görevidir ancak bu durumu kanıtlamak oldukça güç olabilmektedir. 20 Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, s.560. Örneğin, Case 199/85, Commission v Italy [1987] E.C.R. 1039, parag. [14]; Case 71/92, Commission v Spain [1993] E.C.R. I-5923, parag. [36]; Case C-328/92 Commission v Spain [1994] E.C.R. I-1569, parag. [15]; Case C-57/94 Commission v Italy [1995] E.C.R. I-1249, parag. [15] 21 Case 194/88R, Commission v Italy [1988] ECR 4547; Case C-24/91, Commission v Spain, [1992] ECR I-1989. SERVET ALYANAK 64 2) Mal ve hizmet alımlarına özgü olarak; a) Yönergenin 13. maddesi dışında kalan araştırma ve geliştirme hizmet alımlarıyla ilgili olarak bu usule başvurulabilir. b) Ticari faaliyetlerin devamlılığını sağlayacak seri üretim veya araştırma ve geliştirme masraflarını karşılama amacı dışında, sadece araştırma ve geliştirme amacıyla ihtiyaç duyulan ürünlerin temini amacıyla bu usule başvurulabilir. 3) Sadece mal alımlarıyla ilgili olarak; a) Mevcut malların veya ekipmanların kısmen değiştirilmesi veya arttırılması için ilave teslimatlar yapılmasıyla ilgili olarak bu usule başvurulabilir. Ancak, idarenin bu ilave teslimatlara ilişkin önceki tedarikçinin değiştirilmesi durumunda, idarenin farklı teknik özelliklerde malzeme almasına ve bunun sonucunda uyumsuzluk ya da işletme ve bakımla ilgili orantısız teknik zorluklar yaşamasına sebep olacağı durumlarda, idare asıl tedarikçiden bu yöndeki mal teminini bu usule göre gerçekleştirebilir. Bu yöndeki bir sözleşmenin süresi ile yapılan bir sözleşme neticesinde alınan ürünle ilgili süreklilik gösteren alımların süresi, genel bir kural olarak beş yılı geçemez. Ancak teslim edilen ürünlerin beklenen kullanım süresi ile bu ürünlerin kurulumu ve işleyiş sistemi dikkate alındığında, bu ürünlerin alındığı tedarikçinin değiştirilmesi neticesinde yaşanacak teknik zorlukların dikkate alındığı çok istisnai durumlar bu süre kısıtlaması dışındadır. b) Bir emtia piyasasında kote edilmiş ve satın alınmış mallarla ilgili olarak da bu usule başvurulabilir. c) Faaliyetlerini kesin olarak tasfiye eden bir tedarikçiden veya bir iflasın tarafı ya da tasfiye memurundan veya alacaklılarla anlaşma yoluyla veya ulusal hükümler ve kanunlar kapsamında, benzeri bir usulle son derece avantajlı koşullar altında mal almak için de bu usule başvurulabilir. 4) Yapım ve hizmet alımlarıyla ilgili olarak; a) İlk başta proje kapsamında veya asıl sözleşmede yer almayan, ancak öngörülemeyen koşullar nedeniyle daha önce açıklanan yapım işleri ve hizmetlerin gerçekleştirilebilmesi için gerekli hale gelen ilave yapım işleri veya hizmetleri belli koşullar altında mevcut yapım işi veya hizmetini gerçekleştiren ticari işletmeye verilebilir. Bu koşullar, ilave yapım işleri veya hizmetlerin, idareler açısından önemli bir sorun yaratmaksızın asıl sözleşmeden teknik veya ekonomik olarak ayrılamaması, bu yapım işleri veya hizmetlerin, asıl sözleşmeden ayrılabilir olsalar da, işin tamamlanması için kesinlikle gerekli olması lazımdır. Burada belirtilen durum, kamu yapım işleri ihalelerinde ve kamu hizmet alımı ihalelerinde geçerlidir. Bununla birlikte, ilave AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 65 yapım işleri veya hizmetlerle ilgili olarak yapılan ihalelerin toplam değeri asıl sözleşme bedelinin % 50’sini geçemez. b) İdarelerin daha önce asıl ihaleyi verdikleri bir ticari işletmeye verilmiş yapım işleri veya hizmetlere benzer ve tekrar niteliğinde olan yeni yapım işleri veya hizmetler için de bu usule başvurulabilir. Ancak bu hizmetler veya yapım işlerinin, asıl ihalesi belli istekliler arasındaki ihale usulü, ilanlı pazarlık veya rekabetçi müzakere usulüyle verilen temel projeyle uyumlu olması gerekmektedir. Dolayısıyla, ilk ihale ilansız pazarlık usulüyle verilmişse, bu koşul yerine getirilmemiş sayılır. Ayrıca burada bahse konu usule, asıl ihaleden sonraki üç yıl içerisinde başvurulmalıdır. Asıl ihalenin yaklaşık maliyeti ile ilgili tespit yapılırken, yönergenin uygulanması için gereken eşik değere22 ulaşılıp ulaşılmadığını tespit etmek amacıyla bu yöndeki müteakip hizmetler veya yapım işlerinin (bu kurala göre verilebilecek iş ve hizmetlerin) toplam tahmini bedelinin de asıl ihaleye ilişkin yaklaşık maliyet hesabında dikkate alınması gerekir. 5) AB üyesi dışındaki başka bir ülkede konuşlandırılan veya konuşlandırılacak olan bir üye devletin güvenlik güçleri ya da silahlı kuvvetleri için gerçekleştirilecek deniz ve hava ulaştırma hizmetleri ile ilgili alımlar bu usule göre gerçekleştirilebilir. Ancak böyle bir alım için isteklilerin kısa zaman dilimlerini içeren süreler için geçerli teklif sunabilecekleri bir hal olması ve belli istekliler arasındaki ihale usulü ile ilanlı pazarlık usulüne ilişkin süre koşullarının (yönergenin 33(7) maddesinde öngörülen süre kısaltmasının dahi yeterli kalmadığı) bu kısa süreler için uygun olmaması da gerekmektedir. Ayrıca, ihaleci kurum/kuruluşun söz konusu alımı süre ile ilgili böyle bir kısıtlaması olan isteklilerden gerçekleştirme zorunluluğu olması gerekmektedir. Belli İstekliler Arasındaki İhale Usulü Belli istekliler arasındaki ihale usulü, yalnızca ihale ilanında belirtilen koşullara uyan isteklilerin idareler tarafından teklif vermeye davet edildiği bir usuldür. 2009/81/AT sayılı yönergenin “tanımlar” başlıklı 1(19) maddesinde verilen tanıma göre, belli istekliler arasındaki ihale usulü, “ekonomik faaliyet gösteren herhangi bir işletmenin katılma talebinde bulunabileceği ve sadece idare tarafından davet edilen işletmelerin teklif verebileceği usuldür”. Belli istekliler arasındaki ihale usulü, yeterlik ve teklif vermeye davet şeklinde iki aşamalı bir süreçtir. İlk aşamada (yeterlik aşaması) ihaleyle ilgilenen her işletme, ihale ilanına karşılık olarak bir katılım talebinde bulunabilir. İhale ilanı, istekli olabileceklerin sunmaları gereken bilgileri belirtebilir. Bu durumda işletme veya kişiye ‘aday’ adı 22 2009/81/AT sayılı yönergenin 8. maddesinde belirtilen eşik değerler. SERVET ALYANAK 66 verilir. Bu aşamada idare, kişi veya işletmenin uygunluğunu önceden belirlenmiş yeterlik kriterleri doğrultusunda kontrol edecektir. Yeterlik aşamasındaki adaylar için uygulanmasına izin verilen yeterlik kriterleri yönergenin 39-44. maddelerinde belirtilmiş olup, sadece adayların kişisel durumu ile ekonomik ve mali yeterlik ile teknik yeterliğe ilişkin kriterler (bu maddelerde belirtilen mali kapasite, teknik kapasite, uygun deneyim, uzmanlık ve ehliyetle) ilgili olarak belirlenmesi gerekmektedir. İkinci aşamada (teklif vermeye davet), idare seçtiği adayları teklif vermeye davet eder. Bu aşamada idare, ihaleyi ihale ilanında veya davet mektubunda belirtilen kriterler doğrultusunda sonuçlandırır. Belli istekliler arasındaki ihale usulü iki şekilde ele alınabilir. İdareler ihale ilanında teklif vermeye davet edilecek aday sayısını belirtmezlerse, bu durumda aranan şartlara sahip tüm adayları çağırmaları gerekmektedir. İdareler ihale ilanında teklif vermek üzere, davet edeceği adayların sayılarını sınırlayabilir. Bu durumda asgarî katılım kriterlerine sahip olan adayların listesi, adaylara bildirilmiş olan, ayrımcı olmayan şeffaf kurallar ve kriterler aracılığıyla belirlenir. İdareler belli bir aralıktaki sayıda (minimum ve maksimum) istekliyi davet etmeyi öngörebilir.23 Yönergenin 38(3) maddesi, önceden belli istekliler arsındaki ihale usulünde yeterlik aşamasından sonraki teklif aşamasında en az üç katılımcı olması gerektiğini belirtmiştir. Davet edilecek aday sayısının belli bir aralıkta (sayıda minimum ve uygun görülmesi halinde maksimum sayıda) olacağının belirtildiği ancak yapılan yeterlik değerlendirmesinde öngördüğü minimum sayıdan daha az sayıda ancak üçten fazla adayın yeterlik değerlendirmesi neticesinde yeterli görüldüğü bir durumda idare, bu sayının rekabet yönünden yeterli olduğu kanaatinde ise, ihaleye yeterli görülen bu adaylarla devam edebilir veya bu sayının rekabet yönünden yeterli olduğu kanaatinde değilse, tekrar başlangıçtaki ihale ilanını yayımlayarak başvuru yapılmasına imkan tanıyarak, hem yeterlik kriterlerini karşılayan yeni adayları hem de yeterlik kriterlerini daha önce karşılayan adayları sürece dahil eder.24Ancak bu usul bağlamında idare, katılım talebinde bulunmayan diğer işletmeleri veya gerekli ehliyete sahip olmayan adayları sürece dâhil ederek ihaleye devam edemez.25 İhale Dışı Bırakılma Yönerge, bir yüklenicinin 'kişisel durumuyla' ilgili olarak ihale dışı bırakılmasına neden olabilecek durumları sınırlı sayma yöntemi ile liste halinde belirtmiştir. 2009/81/AT sayılı yönergenin 39. maddesinin 1. fıkrasında, ihale 23 2009/81/AT sayılı yönergenin giriş kısmının 62 no’lu paragrafında, ihaleci kurum ve kuruluşların ilanlı pazarlık usulü, belli istekliler arasındaki ihale usulü ve rekabetçi müzakere usulünde davet edilecek aday sayısının aday sayısındaki azaltmaya ilişkin kıstasların ihale ilanında belirtilmesi ve objektif temellere dayanması karşılığında belli bir aralıkta olacağını öngörebilecekleri belirtilmiştir. 24 Yönergenin 38.3 maddesi 25 Sue Arrowsmith, op.cit., s.460-461. AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 67 dışında bırakılmanın zorunlu olduğu durumlar liste halinde belirtilmiştir. Burada amaç, kamu ihalelerinin, bir suç örgütüne katılmış veya AB’nin mali çıkarları aleyhinde bir unsur oluşturacak şekilde yolsuzluk ya da dolandırıcılık veya kara para aklama suçlarından ötürü suçlu bulunmuş ticarî işletmelere verilmesinden kaçınılması gerektiği anlamına gelir.26 Yönergenin 39. maddesinin 1. paragrafında belirtilen sebeplerden biri veya birkaçı nedeniyle idarenin de haberdar olduğu şekilde kesin bir hükümle mahkum olmuş adaylar veya isteklilerin ihale dışında bırakılması şart koşulmuştur. Yönerge de belirtildildiği üzere, bir mahkumiyetin; bir suç örgütüne katılmak,27 yolsuzluk,28 dolandırıcılık,29 terörist faaliyetlerle alakalı suçlar ve terör suçları30 veya kara para aklama ve terörün finanse edilmesiyle ilgili mali suçlardan31 alınmış olması halinde, bu durumdaki isteklinin değerlendirme dışı bırakılması gerekir.32 2009/81/AT sayılı yönergenin 39. maddesinin 2. fıkrasında da herhangi bir istekli aşağıda belirtilen nedenlerden ötürü ihale dışı bırakılabilir. Bunlar; a) İflas edenler ya da tasfiye konumunda bulunanlar, ticari faaliyetleri mahkeme tarafından yönetilenler, ticari borçları konusunda alacaklıları ile düzenlemeye girenler, ticari faaliyetleri askıya alınan ya da ulusal yasa ve düzenlemelere göre benzer durumlarda olanlar, b) İflasın duyurulması ve zorunlu tasfiye işlemlerine muhatap olanlar ile işlerinin mahkeme tarafından yürütülmesi ve borçları konusunda alacaklıları ile bir anlaşmaya varılması işlemlerine konu olanlar ile ulusal mevzuata göre benzer süreçte bulunanlar, c) Savunma ve güvenlik teçhizatlarının ihracatıyla ilgili mer’i mevzuatın ihlali gibi mesleki faaliyetleriyle ilgili herhangi bir eylemden dolayı kesin bir yargı kararıyla hüküm giyenler, 26 Christopher Bovis, EC Public Procurement: Case Law and Regulation, Newyork, Oxford University Press, 2006, s. 224. 27 98/733/JHA sayılı Konsey Ortak Eylem Belgesinin 2(1) maddesinde (OJ L 351, 29.12.1998, p. 1) tanımlandığı üzere. 28 26 Mayıs 1997 tarihli Konsey Tasarrufunun 3. maddesi (OJ C 195, 25.6.1997, p. 1.) ve 2003/568/JHA sayılı Konsey Çerçeve Kararının 2(1) maddesinde (OJ L 192, 31.7.2003, p. 54) tanımlandığı üzere. 29 Avrupa Topluluklarının Mali Çıkarlarının Korunmasına İlişkin Sözleşmenin (OJ C 316, 27.11.1995, p. 49) 1. maddesi kapsamında tanımlandığı üzere. 30 2002/475/JHA sayılı Konsey Çerçeve Kararının 1 ve 3. maddelerinde tanımlanan terörist faaliyetlerle alakalı suçlar ve terör suçları ile 4. maddesi kapsamında bu suçlara azmettirme, teşvik etme, teşebbüs, yardım ve yataklık yapma olarak ifade edilen suçlar için tanımlandığı üzere. 31 26 Ekim 2005 tarih ve 2005/60/AT sayılı, kara para aklama veya terörün finanse edilmesi amacıyla mali sistemin kullanılmasının önlenmesine ilişkin Yönergenin 1. maddesinde (OJ L 309, 25.11.2005, p. 15) tanımlandığı üzere. 32 Sue Arrowsmith, “Implementation of the new EC procurement directives and the Alcatel ruling in England and Wales and Northern Ireland: a review of the new legislation and guidance”, Public Procurement Law Review, 3, 2006, s.118. SERVET ALYANAK 68 d) İhaleci kurum veya kuruluşa yaptığı önceki iş sırasında bilgi güvenliği veya tedarik güvenliği ile ilgili yükümlülüklerini ihlal gibi meslek ahlakına ağır aykırılık teşkil eden eylemlerde bulunduğu, ihaleyi yapan ihaleci kurum veya kuruluş tarafından herhangi bir araçla ispat edilenler, e) Korunmuş bilgi kaynakları dâhil, herhangi bir kanıt aracı temelinde üye devletin güvenliğine yönelik riskleri dışarıda tutmak için gerekli olan güvenilirliğe sahip olmadığına kanaat getirilenler, f) Kendi ülkesi veya ihaleci kurum veya kuruluşun bağlı olduğu ülkenin mevzuat hükümleri uyarınca, kesinleşmiş sosyal güvenlik prim borcunun ödenmesi ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, g) Kendi ülkesi veya ihaleci kurum veya kuruluşun bağlı olduğu ülkenin mevzuat hükümleri uyarınca, vergi borcunun ödenmesi ile ilgili yükümlülüklerini yerine getirmeyenler, h) Bu bölüm altında istenen ve bu türde olan bilgileri hiç sunmayanlar ile bu bilgilerin sunulmasında ciddi yanlış beyanlarda bulunanlar, Üye devletler, 2009/81/AT sayılı yönergenin 39. maddesinin 2. fıkrasında belirtilen bu hükümlerin iç hukuka aktarımını kendi ulusal mevzuatı ile Topluluk hukukuna uygun olarak belirleyeceklerdir. Yeterlik ve Katılım Kriterleri ‘Yeterlik’ kavramı burada, tedarikçilerin ihale usullerine özellikle mali ve teknik açıdan katılım için uygun olup olmadıklarının değerlendirildiği sürece atfen kullanılmaktadır.33 Bu kavram, ister ihaleden önce, ister ihaleden sonra olsun, her türlü değerlendirme sürecini kapsayacak kadar geniş bir şekilde kullanılmaktadır. 2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde yeterlikle ilgili ayrıntılı kurallar olmakla birlikte, Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşma’nın (ABİDA) genel ilkelerinin bu süreçte önemli uygulamaları olduğu açıktır. 2009/81/AT sayılı kamu ihale yönergesinde; tedarikçinin, yüklenicinin veya hizmet sağlayıcısının iyi bir geçmişe sahip olması, mesleki yeterlik ve nitelikleri, ekonomik ve mali durumu ile teknik bilgi veya becerileriyle alakalı birtakım yeterlik kriterleri listelenmiştir. Bu kuralların amacı, mesleki, ekonomik ve mali kapasite oluşturmak için ne gibi referanslar veya kanıtlara gerek duyulabileceğini belirlemektir. Bir yeterlik sürecinin uygulanmasının sebebi, isteklinin ihale dokümanında belirtilen işi gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini tespit etmektir. Yeterlik kriterleri, tedarikçi/hizmet sağlayıcısının ihale dokümanları ve koşullarına uygun olarak, ihale konusu işi gerçekleştirmesine yetecek deneyim, araçlar, teşkilat yapısı ve mali istikrara sahip olup olmadığını bulmaya yarar. Elbette ki yeterlik kriterleri farklı ihalelerdeki çeşitli koşullara göre değişkenlik gösterir. Adalet Divanının 33 Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, s. 713. AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 69 birçok kararında belirttiği üzere, yüklenicilerin uygunluğu, sadece yönerge de belirtilen yüklenicilerin ekonomik ve mali durumu ile teknik kapasitesi gibi niteliksel seçim kriterleri temelinde incelenebilir.34 Yeterlik kriterleri, ihale belgelerinde açık bir şekilde belirtilmelidir. İstenen koşullar isteklinin “kişisel durumuyla” (ticaret sicil kaydı, bir odaya kayıtlı olması gibi),35 “ekonomik ve mali durumuyla” ya da “mesleki ve teknik kapasitesiyle” ilgili olabilir. Bu koşulların ihale dokümanında, bir isteklinin yeterlilik kriterine sahip olup olmadığını tespit etmeyi mümkün kılacak şekilde açıklanması gerekmektedir. İdare, ihaleye katılacak olanların “kişisel durumuyla” alakalı olarak ihale ilanında isteklilerin mesleki bir sicile veya ticaret siciline kayıtlı olduklarını kanıtlamasını veya kurulu bulundukları üye devletin mevzuatında belirtilen koşullara uygun olarak bir yeminli bildirim veya sertifika sunmasını36 isteyebilir. Ancak, başka bir üye devlette kurulu bir yüklenicinin idarenin bulunduğu ülkedeki bir mesleki sicile veya ticaret siciline kayıtlı olmasını şart koşmak hem açık bir şekilde yönergeye aykırıdır, hem de Topluluk içerisinde serbest hizmet sunma özgürlüğü ilkesinin ciddi bir şekilde ihlâlidir. Bir tedarikçinin/hizmet sağlayıcısının “mali ve ekonomik kapasitesini ölçmeye yönelik” kriterler, o şirketlerin yıllık faaliyet raporlarında birtakım anahtar rakamlar olarak ifade edilebilir. Bu bağlamda ekonomik ve mali kriterler; kabul edilebilir asgarî borç ödeme gücü düzeyi (bilanço), asgarî likidite düzeyi (bankalardan alınan referanslar) ve asgarî yıllık ciro şeklinde belirlenebilir.37 İdarelerin, ihale ilanında veya teklif davetinde, bu hususlardan hangi belge ve unsurları seçtiklerini ve hangi diğer belge ve unsurlara ihtiyaç duyduklarını belirtmesi gerekir.38 Geçerli bir sebepten ötürü yüklenicinin talep edilen belge ve unsurları sağlayamaması durumunda, idare söz konusu yüklenicinin ekonomik ve mali 34 Peter Braun, “Selection of bidders and contract award criteria: the compatibility of practice in PFI procurement with European law”, Public Procurement Law Review, 1, 2001, s.2. Ayrıca bu yöndeki Divan kararları için bkz. Joined Cases 27 to 29/86 SA Constructions et enterprises industrielles (CEI) v. Societe cooperative ‘ Association intercommunlae pour les autoroutes des Ardennes’ [1987] E.C.R. 3347; C-31/87 “Beentjes”. 35 2009/81/AT sayılı yönergenin 40. maddesi. 36 Mesleki bir sicile veya ticaret siciline kayıtlı olunduğunun bir sertifika ile kanıtlaması açısından 2009/81/AT sayılı yönergenin VII no’lu ekinde liste halinde ihale türlerine göre her üye ülke makamının bu konudaki yetkili mercii ayrı ayrı belirtilmiştir. Buna göre bir üye devlette kurulu istekli, mesleki bir sicile veya ticaret siciline kayıtlı olduğuna ilişkin olarak yapım işleri ihalelerine katılırken yönergenin Ek-VII A kısmında, mal alımı ihalelerine katılırken Ek-VII B kısmında, hizmet alım ihalelerine katılırken Ek-VII C kısmında, her üye ülke açısından listede belirtilen makam veya merciden bu hususa ilişkin belgeyi sertifika şeklinde sunabilir. 2009/81/AT sayılı yönergenin VII no’lu ekinde düzenlenen listeler bildirici mahiyette olup, üye ülkeler, bu listelerde yer alan kayıtlarda ve kanıtlama araçlarıyla ilgili herhangi bir değişiklik olduğunda, AB Komisyonunu ve diğer üye ülkeleri haberdar etmelidirler. 37 2009/81/AT sayılı yönergenin 41(1) maddesinin (a), (b) ve (c) bentleri. 38 2009/81/AT sayılı yönergenin 41(4) maddesi. 70 SERVET ALYANAK durumunu başka bir belge aracılığıyla kanıtlamasına olanak tanımalıdır. Bununla birlikte, bu belgelerin uygun olup olmadığını değerlendirmek idarenin görevidir.39 Ekonomik ve mali yeterliğe ilişkin olarak Adalet Divanı tarafından geliştirilen diğer bir prensip de, isteklilerin bir ihaleye ilişkin olarak karşılamaları gereken mali yeterlilik belgelerindeki, örneğin ciro oranı veya belli bir hacme sahip olan bir firmanın bir defa da üstlenebileceği azami iş taahhüdü gibi standartları belirlemek tamamen idarenin takdir yetkisi içerisinde kalmaktadır.40 2009/81/AT sayılı yönerge de, Avrupa Toplulukları Adalet Divanı kararları doğrultusunda, bir ticarî işletmenin belirli bir ihale için ve koşullar uygun olduğunda diğer işletmelerin kapasitelerine, bu iki işletme arasındaki bağların hukuki niteliği ne olursa olsun, başvurabileceği belirtilmiştir.41 Bu durumda ilgili ticarî işletme, örneğin bu işletmelerin kuracakları bir işletme vasıtasıyla, gerekli kaynakların kendi kullanımında bulunacağını idareye kanıtlamalıdır. İdarelerce, bir ihalede isteklilerin “mesleki ve teknik yeterliliğini belirlemek” amacıyla sunulacak belgeler, 2009/81/AT sayılı yönergenin 42. maddesinde belirtilmiştir. Bu belgeler; geçmiş iş deneyimi, personel durumu, araç gereçler gibi isteklilerin becerilerini, verimliliklerini, deneyimlerini ve güvenilirliklerini ölçmeye yönelik olmalıdır.42 İsteklilerin mesleki ve teknik yeterliliğini belirlemek amacıyla, 2009/81/AT sayılı yönergenin 42. maddesinde belirtilen yeterlik şartları dışında başka yeterlik şartları öngörülemez. Yönergede belirtilen sistemde, yüklenicilerin yeterlik kriterlerine uygunluğunun incelenmesi ve ihalenin sonuçlandırılması, ihale sürecinin iki ayrı adımıdır. Divan, Beentjes kararında,43 iki aşama arasında zaman yönünden kesin bir kronolojik ayırım bulunmamasına rağmen, yönerge de yer alan, bir isteklinin uygunluğunun kontrol edilmesiyle ilgili kriterlerle, ihalenin sonuçlandırılmasına ilişkin kriterler arasında açık bir ayırım olduğunu vurgulamıştır.44 Dolayısıyla, idareler teklifleri incelerken, örneğin, isteklinin mali kapasitesinden etkilenemezler veya önceden belirlenmiş seçim kriterlerini haiz olmayan bir istekliye sırf teklifini dikkate aldıkları için ikinci bir şans veremezler. Yönerge açısından, yüklenicilerin ayrımcı sebeplerden ötürü elenmemesini sağlamak son derece önemli bir amaçtır. Bu nedenle, yönerge sadece yüklenicilerin ihaleyi düzenleyen idare tarafından süreç dışında bırakılmasında kullanılan seçim (yeterlik) kriterlerini belirtmekle 39 2009/81/AT sayılı yönergenin 41(5) maddesi. Sue Arrowsmith , op.cit, 2005, s.717. Ayrıca bkz. Case C-27-29/86; C-31/87 Beentjes; C315/01 (GAT). 41 2009/81/AT sayılı yönergenin 41(2) maddesi. 42 Christopher Bovis, op.cit., s.227 43 Case 31/87, Gebroeders Beentjes BV v. Netherlands, 1988 E.C.R. 4635, 4657. 44 Peter Braun, “The use of qualitative award criteria and the difference between award and qualification criteria: a note on T-4/01, Renco SpA v Council of the European Union”, Public Procurement Law Review, 5, NA116-119, 2003, s.NA118. 40 AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 71 kalmaz, aynı zamanda yüklenicilerin ilgili kriterlere uyduklarını kanıtlamakta kullanabilecekleri yöntemleri de açıklar.45 Yönerge de belirtildiği üzere, standart bir usul olarak yeterlik kriteri olarak istenecek bilgi ve belgelerin istenmesi yerine, her yeni ihale süreci için en başında hangi kanıta ihtiyaç olduğu tespit edilmeli ve sadece uygun yükleniciyi seçmek için gereken bilgi ve belgeler istenmelidir. Somut bir ihaleye katılımı azaltacak ve yerine getirilmesi çok zor olan gereğinden fazla bilgi ve belgeler istenmemelidir. Çalışmanın önceki kısmında açıklandığı üzere, orantılılık ilkesi gereği, bir ihalede istenecek ekonomik ve mali yeterlik ile mesleki ve teknik yeterliğe ilişkin kriterlerin ihale konusu ile bağlantılı ve alım konusu ihtiyaçla ölçülü olması gerekmektedir.46 Offset Uygulamaları “Offset uygulamaları”; kamu kurum ve kuruluşları ile kamu ortakları ve kamu iştirakleri tarafından yapılan ihalelerde çıkacak dövizi telafi etmek, ihracat potansiyelini, kendi ulusal sanayi ve üretim alanlarını geliştirmek, kendi kalifiye işgücünü oluşturmak, lisans ve know-how transferini gerçekleştirmek, ihale konusu iş alanındaki eğitimi artırmak amacıyla ihaleyi kazanan yabancı firmadan, ihale sözleşmesine ek olarak alınan taahhütlerdir. Offset uygulamaları savunma alanında alım yapan hükümetlerin, yabancı yüklenicilere belirli yükümlülükler dayatmak suretiyle yerli sanayilerini geliştirmek ve ulusal savunma sektörünü belli bir düzeye getirmeyi amaçlayan uygulamalardır. AB ülkeleri arasındaki savunma ve güvenlik alımlarındaki offset uygulamaları da oldukça yaygındır. Bu taahhütler ihalede yeterlik koşulu olarak öngörülebileceği gibi ihalenin karara bağlanması kriteri olarak da öngörülebilir. Yapılan bir savunma ihale sözleşmesinin yerine getirilmesi sırasında, yüklenicinin ihalenin yapıldığı ülkeden bir alt yüklenici kullanma zorunluluğu getirilmesi doğrudan offset uygulamasına örnek olarak verilebilir. Bir savunma ihalesinin yüklenicisi olan bir şirketin, ileride yapılacak ağır silahlara takılacak ‘radar uyarı’ kurulumuyla ilgili ulusal firmalardan mekanik cihaz alma zorunluluğu getirilmesi dolaylı offset uygulamasına örnek olarak gösterilebilir. Bunun dışında yapılan bir savunma ve güvenlik ihale sözleşmesinde, ihale konusu savunma alımı dışında kalan ihaleyi yapan ülkeden kağıt, gıda malzemesi, kıyafet malzemesi, fotokopi cihazı vs. alma zorunluluğu getirilmesi de bir offset uygulaması olarak tanımlanabilir. 2009/81/AT sayılı yönerge, kapsamda kalan idarelerin ihalelerinde ihale dokümanında, isteklilerin yeterliği ile tekliflerin değerlendirilmesi ve ihalenin karara bağlanmasına ilişkin olarak “offset uygulanmasına” yönelik işlem ve uygulama geliştirmelerini açıkça yasaklamamakla birlikte, anılan yönergenin ortaya koyduğu 45 Dimitri Mardas ve Dimitri Triantafyllou, “Criteria for qualitative selection in public procurement: a legal and economic analysis”, Public Procurement Law Review, 4, 1995, s. 147. Bu konudaki Divan kararı için bkz. Case C-76/81 Transporoute et Traveaux SA v. Minister of Public Works [1982] E.C.R. I-417. 46 Sue Arrowsmith, op.cit, 2005, 12.5, s.719. SERVET ALYANAK 72 amaçlar ve ABİDA’nın genel ilkelerinden (açıklık ve şeffaflık ile ayırımcılık yapılması yasağı) hareketle, offset uygulamalarının yapılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir. Nitekim AB Komisyonu savunma ve güvenlik alımlarında offset uygulamalarıyla ilgili olarak bir Tebliğ kabul etmiştir.47 Offset uygulamaları ancak ABİDA’nın 346. maddesi bağlamında ileri sürülen muafiyet kapsamında gerekçelendirilebilir. Bunun için de ABİDA’nın 346. maddesinin uygulanma koşullarının ortaya konulması gerekmektedir. Bununla birlikte Avrupa Birliği Adalet Divanı, istikrarlı bir şekilde kamu ihale yönergesi kurallarından muafiyet sağlayan derogasyonların çok dar ve kısıtlı yorumlanması gerektiğini her fırsatta ifade etmiştir.48 Adalet Divanının istisnaların dar yorumlanmasına yönelik istikrar arz eden bu yaklaşımı, ‘istisnaların dar ve kısıtlı yorumlanması ilkesi’ olarak adlandırılmıştır.49 Adalet Divanının askeri faaliyetlere ilişkin güvenlik gerekçesiyle kamu ihale mevzuatının tatbikine ilişkin istisnanın konu edildiği Komisyonun Belçika aleyhine açtığı C-252/01 sayılı dâvada50, bu ilkeye değinmemesinin bu durumu değiştirmediği belirtilmiştir.51 Sonuç Avrupa Birliği Adalet Divanı önüne kamu ihalesi alanında gelen uyuşmazlıkların önemli bir kısmı kamu ihale usullerinin yanlış tercihi ve ihale usullerine ilişkin uygulamada ABİDA’nın temel ilkelerine karşı yapılan ihlallerdir. 2009/81/AT sayılı savunma ve güvenlik alımlarının ihale usulleri ile yeterlik kriterlerine ilişkin kuralların, üye ülkelerin ulusal mevzuatına tam olarak aktarımı ve ABİDA’nın temel ilkeleriyle çelişmeyen uygulama yapılması, yönergenin hedeflerine ulaşılması açısından son derece önemlidir. Savunma ve güvenlik alanında hükümetlerin korumacı uygulamalarının ve benzer düşünce yapısının devam ettirilmesi, bu sektörün AB düzeyinde entegrasyonunun sağlanması açısından en büyük engeldir. 2009/81/AT sayılı savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili yönerge bu açıdan çok önemli olup, üye ülkelerin yönerge kurallarına aykırı davranmaları durumunda bu yönerge, AB Komisyonunun ihlal prosedürünü başlatması açısından AB Komisyonunun elini güçlendirmiştir. 47 EU Commission Directorate General Internal Markets and Services, “Guidance Note on Offsets for Directive 2009/81/EC on the award of contracts in the fields of defence and security”<http://ec.europa.eu/internal_market/publicprocurement/docs/defence/guideoffsets_en.pdf> (11.11.2013) 48 Adrian Brown “Grounds for failing to advertise a contract for a conveyor-belt system: a note on C-394/02 Commission v Greece”, Public Procurement Law Review, 2005(c), 5, NA111-113, s.NA 112; 49 Martin Trybus “Procurement for the armed forces: balancing security and the internal market”, European Law Review, 2002, 6, s. 692-699. 50 Case C-252/01, Commission v. Belgium [2003] E.C.R. I-11859. 51 Adrian Brown, “The exemption for contracts accompanied by special security measures: Case C-252/01 Commission v Belgium”, Public Procurement Law Review, 2004(c), 2, s. NA33-35. AB SAVUNMA VE GÜVENLİK ALIMLARINDA İHALE USULLERİ VE İHALE… 73 Bir savunma ve güvenlik ihale sözleşmesinde offset uygulaması olarak ihale konusu savunma alımı dışında kalan ihaleyi yapan ülkeden kağıt, gıda malzemesi, kıyafet malzemesi, fotokopi cihazı vs. alma zorunluluğu getirilmesi, ABİDA’nın temel ilkelerine aykırı düşmektedir. Böyle bir uygulamanın ABİDA’nın 346. maddesi kapsamında değerlendirilmesi de mümkün değildir. Doğrudan savunma odaklı olan bazı offset uygulamalarının ABİDA’nın 346. maddesi kapsamında değerlendirilmesi mümkün olsa da, ABİDA’nın 346. maddesi uygulamasının orantılılık ilkesi testine tâbi olduğunu da unutmamak gereklidir. Bu nedenle ABİDA’nın 346. maddesi savunma ve güvenlik alımlarıyla ilgili otomatik olarak bir istisna getirmemektedir. Kaynakça Makale 1) Adrian BROWN “Grounds for failing to advertise a contract for a conveyorbelt system: a note on C-394/02 Commission v Greece”, Public Procurement Law Review, 2005(c), 5, NA111-113, 2) Adrian BROWN, “The exemption for contracts accompanied by special security measures: Case C-252/01 Commission v Belgium”, Public Procurement Law Review, 2004(c), 2, s. NA33-35. 3) Aris Georgopoulos, “Commission’s Communication on the Results of the Consultation Process on European Defence Procurement”, Public Procurement Law Review, 2006, 15(4), s. NA119-127. 4) Baudouin Heuninckx, “Security of supply and offsets in defence procurement: what's new in the EU?”, Public Procurement Law Review, 2014, 2, s. 33-49. 5) Dimitri MARDAS ve Dimitri TRIANTAFYLLOU, “Criteria for qualitative selection in public procurement: a legal and economic analysis”, Public Procurement Law Review, 4, 1995, s.145-158. 6) Martin TRYBUS “Procurement for the armed forces: balancing security and the internal market”, European Law Review, 2002, 6, s. 692-699. 7) Martin Trybus, “The hidden Remedies Directive: review and remedies under the EU Defence and Security Procurement Directive”, Public Procurement Law Review, 4, 2013, s. 135-155. 8) Sue ARROWSMITH, “Implementation of the new EC procurement directives and the Alcatel ruling in England and Wales and Northern Ireland: a review of the new legislation and guidance”, Public Procurement Law Review, 3, 2006, s.118. 9) Peter BRAUN, “Selection of bidders and contract award criteria: the compatibility of practice in PFI procurement with European law”, Public Procurement Law Review, 1, 2001, s.2. 74 SERVET ALYANAK 10) Peter BRAUN, “The use of qualitative award criteria and the difference between award and qualification criteria: a note on T-4/01, Renco SpA v Council of the European Union”, Public Procurement Law Review, 5, NA116-119, 2003, s.NA118. 11) Servet Alyanak, “Avrupa Birliği Hukukunda Savunma ve Güvenlik Alımları”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt.12, No.2, 2013, s.1-26. Kitap 12) Sue ARROWSMİTH, The Law of Public and Utilities Procurement, London, Sweet & Maxwell, 2005, s. 126. 13) Christopher BOVIS, EC Public Procurement: Case Law and Regulation, Newyork, Oxford University Press, 2006, s. 224. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.75-90 AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR: 1973 ARAP-İSRAİL SAVAŞI VE AVRUPA BİRLİĞİ Ersin EMBEL Özet Avrupa bütünleşmesinin başlıca temalarından bir tanesi de ortak dış politika oluşturulması ihtiyacıdır. Soğuk Savaş’ın erken dönemlerinden itibaren çeşitli tarihlerde konuyla ilgili bazı girişimler yapılmıştır. 1950’ler ve 1960’lardaki başarısız girişimlerin ardından 1970’lerin başından itibaren bu konuda mesafe alınmaya başlamıştır. Yumuşama döneminin yarattığı imkânlar çerçevesinde Fransa önderliğinde gündeme getirilen bu süreç, İngiltere’nin örgüte üye olmasıyla hız kazanmıştır. Konuyla ilgili olarak örgütün ilk somut başarısı ise 1973’teki Arapİsrail Savaşı sırasında ortaya konulan ortak tutum olmuştur. Söz konusu olayın neden olduğu krizin ekonomik ve stratejik açılardan arz ettiği ciddiyet, AB’nin o dönemdeki dokuz üyesinin de bir araya gelmesini sağlamıştır. Bunun yanı sıra Orta Doğu ile tarihsel bağları nedeniyle İngiltere ve Fransa’nın yürüttüğü dış politika ve bu iki devletin Avrupa’daki siyasi gücü söz konusu ortak tutumun benimsenmesinde etkili olmuştur. Bu çalışma hem söz konusu süreci analiz etmek hem de AB’nin ortak bir dış politika oluşturma sürecinin tarihsel dayanaklarını 1973 Arap-İsrail Savaşı örnek olayı ekseninde irdelemek amacındadır. Anahtar Kelimeler: Avrupa Birliği, Ortak Dış Politika, Yumuşama Dönemi, 1973 Arap-İsrail Savaşı. First Steps Towards A Common Foreign Policy for Europe: 1973 Arab-Israeli War and the European Union Abstract Building a common foreign policy is a leading aspect in European unification. Since the early years of the Cold War, there were several attempts in order to put the process into progress. Following the failed initiatives in 1950's and 1960's, a Dr, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Siyasi Tarih Anabilim Dalı Araştırma Görevlisi ERSİN EMBEL 76 serious development was achieved with the 1970's. Thanks to the French leadership along with the British membership process to the EU, the success was built on the founding stones of the Détente Era. Here, the Arab-Israeli War in 1973 marked a threshold, as the incident opened the path for initial steps in the building of a common approach under the EU umbrella. The severity of the crisis from an economic and strategic perspective not only harmonized the foreign policies of the nine members of the organization, but also marked the accelarating elements that constitute the EU's political power via the foreign policies of the British and the French in connection with the historical ties of those two states to the Middle East. Thus, this study aims at both dealing with the historical foundations of building a common approach on foreign affairs within the EU context and handling the subject on a case-specific basis by bringing the 1973 Arab-Israeli War in its focus. Keywords: European Union, Common Foreign Policy, Détente Era, 1973 Arab-Israeli War. Giriş Günümüzde sui generis nitelikli bir yapı olarak değerlendirilen Avrupa Birliği’nin (AB) federal devlet formasyonu kazanması sürecindeki en önemli gündem maddelerinden birisi de ortak bir dış politika üretilebilecek kurumsal mekanizmaların oluşturulması yolunda atılan adımlardır. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte ortaya çıkan konjonktürün sunduğu imkânlar ve aynı zamanda getirdiği yeni istikrarsızlık unsurları, sahip olduğu ekonomik güçle uluslararası politikadaki etkinliği arasında belirgin bir açıklık bulunan AB’nin bu alanda kayda değer bir ilerleme sağlamasına ilişkin ihtiyacını giderek keskinleştirmiştir. Soğuk Savaş sonrası dönemde, Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı sonundan beri süregelen bölünmüş yapısının sona ermesiyle birlikte, kıtanın orta ve doğusunda yer alan ülkelerin AB’ye dâhil edilmeleri imkânı doğmuş, özellikle Orta Doğu kaynaklı sorunlar başta olmak üzere Sovyetler Birliği ve Yugoslavya’nın dağılmasının doğrudan ya da dolaylı etkileri Avrupa’da hissedilmiştir. Öte yandan AB’nin Soğuk Savaş sonrasında artan ortak bir dış politika oluşturulması ihtiyacı çerçevesinde, önemli adımlar atıldığı da görülmektedir. 1993’te yürürlüğe giren Maastricht Antlaşması’ndan itibaren yapılan tüm antlaşmalarda bu konuya yer verilmiştir. Söz konusu antlaşmada, AB’nin üzerine bina edildiği üç sütundan ikincisi olan Ortak Dış ve Güvenlik Politikası (Common Foreign and Security Policy/ODGP) benimsenmiş ve bu alandaki düzenlemeler Lizbon Antlaşması’na uzanan birliğin derinleşmesi çalışmaları çerçevesinde giderek güçlendirilmiştir. AB’nin ortak bir dış politika ve buna eşlik eden bir güvenlik Sözkonusu örgütün adı 1957-1965 döneminde Avrupa Ekonomik Topluluğu, 1965-1993 döneminde ise Avrupa Topluluğu (AT) olsa da, Maastricht Antlaşması’ndan itibaren kullanılan isim olması nedeniyle, bu çalışmada kurumsal sürekliliği vurgulamak amacıyla AB adı tercih edilmiştir. AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 77 yapılanması geliştirmesi o kadar merkezi bir tema haline gelmiştir ki, 2004’te imzalanan AB Anayasası’nda öngörülen ilgili hükümlere atıfla, AB Anayasası’na ilişkin olarak 2005’te Fransa ve Hollanda’da yapılan referandumlardaki hayır oylarının bir nedenini de “AB bir süper güç olmaya çalışıyor” iddiasını oluşturmuştur. Bu makalede, AB’nin 2000’lerin başlarında giderek olgunlaştırdığı ortak bir dış politika geliştirme sürecinin, 1970’lerin başlarına kadar kat ettiği aşamalara kısaca değinildikten sonra, örgütün 1973 Arap-İsrail Savaşı’nın yol açtığı kriz karşısında verdiği tepki ekseninde ortak bir dış politikayı mümkün kılacak unsurların tarihsel bir dönemeçte belirginleşen yönleri incelenecektir. Çalışmada, AB üyelerinin, devlet egemenliğinin başlıca tezahürlerinden biri olan dış politika alanında kendi ulusal pozisyonlarını ve hareket imkânlarını korumak konusunda hassasiyet gösterirken, siyasi olduğu kadar ekonomik bakımdan da büyük etkiler yaratabilecek bir kriz anında nasıl ortak bir tutum sergilemek durumunda kalmış olduklarına işaret edilecektir. İncelenecek olan 1973 Savaşı özelinde bu kriz, Avrupa ekonomisini temelden ilgilendiren petrole erişimin kısıtlanması ve sınai üretim için ihtiyaç duyulan bu hammaddenin kesintisiz temininin riske girmiş olması gibi yaşamsal çıkarların süreci inşada oynadığı rol ele alınacaktır. Yine bu kapsamda, uluslararası politikada Yumuşama (Détente) sürecinin yarattığı imkânlar temelinde olmak üzere, söz konusu ortak tutumun geliştirilmesinde Ortadoğu ile tarihsel bağları bulunan İngiltere ve Fransa’nın önemli bir rol oynadığı iddiası incelenecektir. Bu nedenle söz konusu iki ülkenin dış politika vizyonlarına özel olarak değinilecektir. Avrupa’da Ortak Dış Politika Geliştirmeye Yönelik İlk Girişimler İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinden itibaren Avrupa’da gerçekleşen bölünme, kıtanın iki tarafında yer alan ülkeler bakımından farklı örgütlenmelere gidilmesi sonucunu doğurmuştur. Batı Avrupa’da 1948 tarihli Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü ile başlayan örgütlenme, 1949’da NATO ve Avrupa Konseyi’nin kurulmasıyla birlikte ortak bir siyasi-ideolojik zemini de içerecek şekilde çeşitlenmiştir. 1950’de ortaya atılan Schuman Planı temelinde olmak üzere 1952’de kurulan Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu (AKÇT), nihai statüsü halen belirsiz durumda olan Almanya’nın Batı Avrupa sistemine dâhil edilmesi sürecini başlatmış ve siyasi boyutu da bulunan daha ileri bir bütünleşme için umutları artırmıştır. Özellikle Haziran 1950’de patlak veren Kore Savaşı’nın etkisiyle gündeme gelen ve yine Batı Almanya’nın Fransa’nın da rıza göstereceği biçimde Batı Avrupa yapılanmasına dâhil edilmesi amacını taşıyan Avrupa Savunma Topluluğu ve Avrupa Politik Topluluğu girişimleri 1950’lerin ilk yarısında başarısızlığa uğramıştır. Söz konusu başarısızlığın önde gelen nedeni, özellikle Fransız siyasetinde beliren ve sonraki dönemlerde de çeşitli vesilelerle görülecek olan, dış politika ve savunma konularındaki ulusal egemenlik yetkilerinin ulus-üstü bir yapılanmaya devri konusundaki güçlü itirazdır.1 1 Diğer nedenler, doğrudan Soğuk Savaş gelişmelerine bağlanabilir. Mart 1953’te Stalin’in ölümü ve aynı yılın Temmuz ayında Kore’de ateşkes yapılmış olmasının yarattığı iyimserlik ERSİN EMBEL 78 AB’nin kuruluş metni olan 1957 tarihli Roma Antlaşması’nda öngörülen kapsam ve amaçlar, AKÇT’nin kuruluşu sonrasındaki süreçte Avrupa bütünleşmesine siyasi bir içerik kazandırılmasına ilişkin olarak yapılan girişimlerin uğradığı başarısızlık dikkate alınarak hazırlanmıştır. Bu bağlamda, Antlaşma da dış politika alanına ilişkin olarak örgüt için ne bir amaç ne de bir mekanizma öngörülmüştür. İmzacı devletler bakımından ekonomi alanında bütünleşme adımları kapsamında bir gümrük birliği ve ortak pazar yaratılması hedefine dayandırılan Antlaşma da, doğrudan siyasi içerikli olarak addedilebilecek belki de tek husus, dibace kısmında Avrupa halkları arasında daha yakın bir birliğin temellerini atmak amacının zikredilmiş olmasıdır.2 1960’lar AB için asıl kuruluş yılları olarak geçmiştir. Bu dönemde AB mesaisini özellikle ortak bir tarım politikasının oluşturulmasına harcamıştır. Fransa Cumhurbaşkanı Charles de Gaulle’ün damgasını vurduğu 1960’ların sonuna kadar, Yumuşama sürecinin sağladığı imkânlara karşın ortak bir dış politika geliştirilmesine yönelik olarak kayda değer bir mesafe alınamamıştır. İzleyen kısımda, ortak dış politika oluşturulmasına temel oluşturacak süreç, Avrupa’nın iki büyük devleti İngiltere ile Fransa’nın Avrupa politikaları çerçevesinde incelenecektir. İngiltere ile Fransa’nın Avrupa Politikaları İngiltere’nin Yönünü Avrupa’ya Dönüşü İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere, önceki döneme ait küresel konumunu ve “büyük güç” sıfatını sürdürmek istemiş; hem savaş sırasında kurulan “özel ilişki” çerçevesinde başlıca müttefiki olan ABD’ye SSCB karşısında destek olmak hem de kendi emperyal varlığını azami ölçüde korumak temelinde bir dış politika benimsemiştir.3 İngiltere, Avrupa’ya yönelik politikasını da bu temelde kurgulamıştır. Öte yandan Avrupa’yı istikrar içinde tutmak, ABD’nin stratejik ortağı İngiltere için, küresel bir gereklilik olarak değerlendirilmiştir. İngiltere, kıtadaki istikrara katkı sağlayacak bütünleşme çalışmalarını desteklemekle birlikte, bu çabaların içinde doğrudan yer almamış ve kıtadaki siyasi rakibi Fransa’dan özellikle farklılaşan bir çizgiyi izlemiştir.4 Fransa’nın “Avrupacı” olarak nitelenebilecek havası, özellikle Fransız siyasetçilerinde, Almanya’nın pozisyonunu güçlendirecek böyle bir örgütlenmeye söz konusu koşullarda gerek kalmadığını düşüncesini uyandırmıştır. Fransa tarafından başlatılan bu girişimler, Ağustos 1954’te Fransız Parlamentosu’nun olumsuz tutumu nedeniyle sonuçsuz kalmıştır. Söz konusu tutumun nedenleriyle ilgili olarak bk.: Thomas Hörber, The Foundations of Europe: European Integration Ideas in France, Germany and Britain in the 1950s, Weisbaden, VS Verlag, 2006, s. 104-108. 2 Treaty of Rome, s. 2. http://ec.europa.eu/archives/emu_history/documents/treaties/rometreaty2.pdf, erişim tarihi 15/06/2014. 3 Nitekim 1945’te İngiltere, emperyal iddialarını devam ettirebilmek adına dünyanın çeşitli yerlerindeki 40’tan fazla ülkede asker bulundurmaktaydı. Bkz.: David Sanders, Losing and Empire, Finding a Role: British Foreign Policy since 1945, London, MacMillan, 1990, s. 50-51. 4 Stephen George, Britain and European Integration since 1945, Oxford, Blackwell, 1991, s. 35. AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 79 politikalarına karşılık, İngiltere bir yandan ABD ile geliştirdiği bağları çerçevesinde Atlantik, diğer yanda da İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) ülkeleriyle ilişkileri ekseninde görece küresel bir dış politika izlemiştir. İngiltere bu tercihleri nedeniyle de 1960’lara kadar Avrupa bütünleşmesinin uzağında kalmış, gelişmeleri belli bir mesafeden izlemekle yetinmiştir.5 Aynı dönemde İngiltere, Avrupa işlerinin dışında kalmasına karşın Orta Doğu’da etkin bir politika izlemeye gayret etmiştir. 1945’te başlayan ve 1950’de ABD’nin de dahil olduğu bir deklarasyon ile çözümlenen Levanten Devletler (Suriye ve Lübnan) ile ilgili İngiliz-Fransız anlaşmazlığı,6 İngiltere’nin Fransa ile sonraki yıllardaki örtük ihtilafı bakımından önemli bir etki yapmıştır. 1950’lerin ilk yarısında İngiltere’nin gündeme getirdiği Orta Doğu Komutanlığı projesi ve ardından ABD destekli Bağdat Paktı projesi de, İngiltere’nin bölgedeki etkinliğini zayıflatmış, SSCB ile yakınlaşan Mısır başta olmak üzere Arap ülkeleri, İngiltere’de büyük kaygı uyandırmıştır. İzleyen dönemde gerçekleşen 1956 Süveyş Bunalımı7 ise, İngiltere’nin hem Avrupa hem de Orta Doğu politikasındaki dönüşümü bakımından çok etkili olmuştur. Fransa ile birlikte, bölgedeki çıkarlarını korumak üzere harekete geçen İngiltere, ABD’nin tepkisini çekmiş ve sonuçta istediğini alamamıştır. Bu olumsuz sonuç İngiltere’ye göstermiştir ki; ABD ile ilişkiler kurması, çıkarlarını mutlak anlamda gerçekleştirmesine izin vermemektedir. Bunun yanında İngiltere gelinen noktada Commonwealth ülkelerinden istediği desteği görememiştir. En önemlisi de İngiltere’nin 1945’ten beri taşıdığı ve Avrupa’nın dışında kalmasının başlıca nedenlerinden biri olan “büyük güç” iddiası darbe yemiştir. Böylelikle İngiltere bu tarihten itibaren sömürgelerden çekilme, uluslararası sorumluluklarının bir kısmını bırakma ve yanı başında giderek güçlenen Avrupa oluşumuna katılma yoluna girmiştir. Tüm bu nedenlerle, İngiltere’nin AB’ye yönelerek ekonomi ve dış politikasını yeniden güçlendirme girişimlerine başlamasında kırılma noktasının, bir Orta Doğu gelişmesi olan 1956 Krizi olduğu söylenebilir. 1960’ların başlarından itibaren, gerek İşçi gerekse Muhafazakâr Parti hükümetleri İngiltere’nin AB’ye üye olmasına çalışmıştır. 1961 ve 1967’de iki kez De Gaulle’ün vetosuna maruz kalan İngiltere, savaş sonrası dönemdeki başbakanlar arasında Avrupa yönelimi en güçlü olduğu iddia edilen Muhafazakar Edward Heath8 5 Stephen George, An Awkward Partner: Britain in the European Community, Oxford, Oxford University Press, 1999, s. 15-16. 6 Bkz.: George Kirk, The Middle East 1945-1950, Oxford, Oxford University Press, 1954, s. 106-107. 7 İsrail’in Fransa ve İngiltere ile anlaşarak Mısır’a saldırması sonrasında, İngiltere ve Fransa’nın Süveyş Kanalı’nın denetimini tekrar ele geçirmek üzere Port Said bölgesine asker çıkarmaları başta ABD ve SSCB olmak üzere şiddetle kınanmış ve her iki ülke de birliklerini bölgeden çekmek zorunda kalmıştır. Konuyla ilgili olarak bkz.: Fahir Armaoğlu, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994, s. 162-170. 8 John W. Young, Britain and European Unity, 1945-1992, London, MacMillan, 1993, s. 107. ERSİN EMBEL 80 döneminde, 1973 yılında AB’ye üye olabilmiştir. Özetle, AB üyeliğini elde ettiği sırada İngiltere bir yandan Avrupa’da Fransa’ya karşı kaybettiği konumunu yeniden kazanmak üzere örgüt bünyesinde etkin olma ihtiyacı içinde olmuştur. Söz konusu etkinliğin gösterilebileceği başat alanlardan birisi de dış politikadır. Nitekim İngiltere de 1956 sonrasında kaybettiği prestijini Orta Doğu’da patlak veren 1973 krizi vesilesiyle yeniden kazanmak üzere insiyatif alarak yeni üyesi bulunduğu AB’nin daha etkin bir rol oynamasını sağlayacaktır. De Gaulle ve Avrupa İkinci Dünya Savaşı ertesinde Avrupa’daki en önemli sorunun, Batı Almanya’nın Batı sistemi içine nasıl alınacağı ve Fransa’nın bunu nasıl kabul edeceği olduğundan yukarıda bahsedilmiştir. 1955’e gelindiğinde ise özellikle ABD ve İngiltere’nin desteğiyle Batı Almanya’nın NATO’ya üyeliği kabul edilmiştir. Böylelikle, Roma Antlaşması’nın boş bıraktığı bir diğer alan olan ortak dış politika konusu tümüyle NATO’nun tasarrufuna bırakılmıştır. Fakat bu durum, Yumuşama döneminin en önemli figürlerinden biri olan De Gaulle’ün 1959’da Fransa’da cumhurbaşkanlığı görevine gelmesiyle birlikte değişmeye başlamıştır. De Gaulle’ün İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde giderek artan AngloAmerikan karşıtı çizgisi, kısa sürede Fransız dış politikasına ve AB’ye yansımıştır. Fransa önderliğinde olmak üzere, federatif değil hükümetlerarası niteliği haiz bulunan, ABD etkisinden çıkmış, dolayısıyla uluslararası politikada bağımsız bir üçüncü güç olarak birleşik Avrupa yaratma amacını güden De Gaulle, 1960 yazında, AB üyesi altı ülkeye, dış politika ve savunma alanları da dâhil olmak üzere üyeler arası eşgüdüm sağlamak üzere yeni bir hükümetlerarası örgüt içinde yer almaları önerisinde bulunmuştur.9 Yapılan ilk görüşmeler üzerine Fransa’nın Kopenhag Büyükelçisi Christian Fouchet başkanlığındaki bir komite tarafından öneriye ilişkin çalışma yapılması kabul edilmiştir. Bu ön çalışma sonrasında ortaya çıkan plan (“Fouchet Planı”), ortak bir dışişleri ve güvenlik politikası kurmak ve eğitim, bilim, kültür alanında işbirliği yapmak hedefiyle bir Avrupa konfederasyonu önerisini içermiştir. Planda, bakanlar konseyi, ulusal parlamenterlerden oluşacak bir danışma meclisi ve bir komisyondan oluşan hükümetlerarası bir yapı öngörülmüştür. Avrupa’da Fransa ile ilişkilerini iyi tutmasının Avrupa içerisindeki hareket imkânını artıracağını düşünen Almanya dışındaki üyeler ve özellikle Hollanda ile Belçika, bunun bir FransızAlman hegemonyası anlamına geleceğinden endişe ederek plana olumsuz yaklaşmışlardır. Aynı dönemde İngiltere’nin ilk başvurusunun De Gaulle tarafından reddedilmesi, Fransa’nın Avrupa’yı etkisi altına alma olasılığı bağlamında ABD’yi de endişelendirmiştir. Sonuçta, Nisan 1962’de görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanmış, bunun ardından da De Gaulle dikkatini iyi ilişkiler içinde bulunduğu Hıristiyan- Demokrat Şansölye Konrad Adenauer yönetimindeki Almanya’yla ikili ilişkileri geliştirmeye vermiştir. Nitekim De Gaulle’ün kendi Avrupa tasavvurunu 9 Desmond Dinan, Avrupa Birliği Tarihi, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2013, s. 134-135. AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 81 desteklemek üzere Almanya’yı yanına almak istemesi olarak yorumlanan bir işbirliği antlaşması (“Elysée Antlaşması”) 22 Ocak 1963’te iki ülke arasında imzalanmış ve kıtadaki Fransız-Alman ekseni güçlendirilmiştir.10 1960’lı yıllarda AB’yi, İngiltere’nin üyeliğine yönelik vetosu ve hükümetlerarası Avrupa ısrarıyla sekteye uğratan De Gaulle’ün 1969’daki istifası sonrasında yapılan seçimleri George Pompidou kazanmıştır. Pompidou, selefinin aksine, İngiltere’nin üyeliğine sıcak bakmaya başlamıştır. Bu değişiklikte, Fransa’nın AB’nin ekonomik pazarının genişlemesine duyduğu ihtiyaç kadar, yaklaşık olarak aynı tarihlerde Almanya’da iktidara gelen Willy Brandt’ın izlediği Ostpolitik’in Fransa’da yarattığı endişenin de payı vardır.11 İngiltere bu dönemde giderek yükselen Almanya’yı dengeleyecek bir güç olarak değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme temelinde AB’ye üyeliği kabul edilecek İngiltere ise üyeliğinin ilk yılında gerçekleşen büyük bir uluslararası kriz sırasında yürüttüğü politika ile örgüt için gelecekte üstlenebileceği rolün altından kalkabileceğini gösterebilme imkânı bulacaktır. 1973 Öncesinde AB’nin Orta Doğu’ya Bakışı Akdeniz Ülkeleri İle Artan İlişkiler AB’nin Orta Doğu’ya ilişkin politikaları, örgütün Akdeniz’in güneyindeki Arap ülkeleri ile kurduğu ilişkiler temelinde şekillenmeye başlamıştır. Özellikle İtalya ve Fransa, AB’nin Mağrip ülkeler ile ilişkilerinin geliştirilmesi önerilerini, ağırlıklı olarak ekonomik nedenler ve stratejik gerekler çerçevesinde ortaya atmışlardır. Ayrıca Fransa’nın, eski nüfuz alanı olan Kuzey Afrika ülkeleri ile yakınlığını ve bu ülkeler nezdindeki etkinliğini AB çerçevesinde de sürdürme gayretleri olmuştur. Bu çerçevede, 1960’lardan itibaren Fas, Tunus, Cezayir ile başlayan ticaret anlaşmaları serisi, 1972’de Mısır ve Lübnan’ı da kapsamıştır. Söz konusu ikili ticaret anlaşmaları, 1972’deki Paris Zirvesi’nde AB’nin ortak bir Akdeniz politikası benimsemesine altyapı hazırlamıştır. AB’nin Akdeniz ülkeleri ile daha kurumsal bir çerçevede ilişki kurmasında çeşitli nedenler etkili olmuştur. Siyasal açıdan, Soğuk Savaş gelişmelerinin etkisinden söz edilebilir. 1956 Süveyş krizi sonrasında, bölgede Avrupa etkisinin azalması, buna karşılık ABD ve SSCB’nin etkinleşmesi, Avrupalı ülkelerde huzursuzluk yaratmıştır. Özellikle SSCB’nin yükselişi, ABD’nin, Avrupa’nın bölgedeki çıkarlarını ne derece koruyabileceğine ilişkin endişe yaratmıştır. Avrupa’nın hemen yakınında bulunan ve ekonomik, stratejik önemi yüksek olan bölgenin, büyük güçlerin mücadele alanı olmaktan çıkarılması, artan gerilimin düşürülmesi ve nihayet Avrupa ile yakınlaşması, başta Fransa olmak üzere Avrupalı ortaklar için güçlü bir siyasal motivasyon haline gelmiştir.12 10 Ulrich Krotz ve Joachim Schild, Shaping Europe: France, Germany, and Embedded Bilateralism from the Elysée Treaty to Twenty-First Century, Oxford, Oxford University Press, 2013, s. 54-56. 11 Dinan, op. cit., s. 164-165. 12 Haifaa A. Jawaad, Euro-Arab Relations, Reading, Ithaca Press, 1992, s. 28. ERSİN EMBEL 82 AB’yi Akdeniz ülkeleri ile kurumsal bir ilişki kurmaya yönelten stratejik ve ekonomik nedenler arasında petrol kaynaklarının öneminin yanı sıra, petrolün ulaşım rotasının güvenliği de gelmektedir. Özellikle 1973’te İngiltere, Danimarka ve İrlanda’nın örgüte katılacak olmasıyla Batı dünyasının en büyük ticari gücü haline dönüşecek AB’nin artan pazar ihtiyacı ve bölgenin sunduğu olanaklar ise AB’nin Akdeniz ülkelerine ekonomik bakımdan duyduğu ihtiyacı artırmıştır. Ayrıca, o tarihlerde AB ekonomik bütünleşmesini tamamlayamamış ve ekonomi ve dış ticaret rejimine ilişkin tam bir ortak politikayı henüz hayata geçirmemiştir. Bu durumda, üçüncü ülkelerle yapılacak ticaret ve gümrük anlaşmalarının belirli bir çerçeveye oturtulması daha da önem kazanmıştır.13 Arap-İsrail Sorunu ve AB’nin Tutumu 1970’lerden önce AB’nin Orta Doğu ile ilgili ortak bir politikasından söz etmek mümkün değildir. Fransa ve İngiltere’nin 1956 sonrası bölge ile ilişkilerinin kötüleşmesi, Federal Almanya ve Hollanda gibi ülkelerin İsrail yanlısı tutumu da Avrupa’yı genel olarak Arap kamuoyu ve Orta Doğu nezdinde etkisiz bırakmıştır. Bununla birlikte, 1967 Arap-İsrail Savaşı ve savaşın yol açtığı sorunlar, AB’nin hem genel olarak ortak bir dış politika hem de Orta Doğu’ya ilişkin ortak politika oluşturma girişimleri bakımından önemli bir başlangıç noktası teşkil etmiştir. Ortak dış politika oluşturulmasına giden süreç, 2 Aralık 1969 tarihinde Lahey’deki AB Zirvesi’nde alınan kararlar çerçevesinde başlatılmıştır. Söz konusu zirve bildirgesinde,14 Ortak Pazar’da nihai aşamaya girilmesinin, aynı zamanda, “yarının dünyasında sorumluluklarını alabilen birleşik bir Avrupa” bakımından da önem taşıdığı vurgulanmıştır. Zirvede dışişleri bakanlarından, siyasi birliğin ilerletilmesi için gerekenlerin ortaya konulacağı bir rapor hazırlanması da istenmiştir. Belçikalı diplomat Eienne Davignon başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan bu rapor (“Davignon Raporu”) Ekim 1970’te Konsey tarafından kabul edildi. Raporda,15 siyasi birliğin ilerletilmesi için üyelerin uluslararası faaliyetlerinin eşgüdümlü olması ve bunun için de dış politika alanında işbirliği yapılması gereği belirtilmiştir. Dış politikanın, devletlerin münhasır egemenlik yetkisine girdiğinden hareketle resmi bir nitelik tanınmayan bu mekanizmaya Avrupa Siyasi İşbirliği (ASİ) adı verilmiş, bu çerçevede üye ülke dışişleri bakanlarının yılda iki kez toplanmaları fakat daha alt düzeylerde kurulacak komitelerin de daha sık toplanarak sürekli çalışma yapması benimsenmiştir. ASİ, gayrıresmi pratik ve esnek oluşu nedeniyle üyeler tarafından benimsenecek ve bu temelde başlayan süreç, dış politika konusunda giderek bir “Avrupa refleksi” oluşmasını sağlayacaktır.16 1987’de yürürlüğe giren Avrupa Tek Senedi (Single European Act) ile resmen AB 13 Ibid., s. 28-29. Bildirinin tam metni için bkz.: Christopher Hill ve Karen E. Smith (der.), European Foreign Policy, Key Documents, London, Routledge, 2000, s. 72-74. 15 Raporun metni için bkz.: http://www.cvce.eu/content/publication/1999/4/22/4176efc3c734-41e5-bb90-d34c4d17bbb5/publishable_en.pdf, son erişim tarihi 15/06/2014. 16 Trevor C. Salmon, “Avrupa Siyasi İşbirliği,” Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Cilt I, der. Desmond Dinan, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005, s. 182-183. 14 AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 83 mevzuatına giren ASİ, Maastricht Antlaşması’ndan itibaren anılan adla ODGP’nin öncülü olması bakımından büyük önem arz etmektedir. İşte, bir Orta Doğu gelişmesi sonrasında başlatılan ve iki temel gündem maddesinden birisi (diğeri ise Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı olmuştur) Orta Doğu olan ASİ, Avrupa’nın bir bütün olarak dış politika üretmesine yönelik temel çerçeveyi kurmaya başlamıştır. Gerek söz konusu temel çerçevenin kuruluşu sırasındaki gerek AB’nin Orta Doğu’daki bunalıma yönelik politika oluşturması kapsamında atılan adımlardan birisi, 13 Mayıs 1971’de AB Dışişleri Bakanları’nın Paris’teki toplantılarında kabul ettikleri belgedir. Hazırlanmasında büyük etkisi olan Fransız Dışişleri Bakanı Maurice Schumann’ın adıyla anılan belge, resmen yayınlanmasa da AB’nin Orta Doğu sorununa nasıl yaklaştığına dair önemli bir veri sağlamıştır. BM Güvenlik Konseyi’nin 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında aldığı 242 sayılı kararın esaslarını kabul eden belgede, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi, tarafların sınırlarında askersizleştirilmiş bir alan ihdas edilmesi, bölgeye BM güçlerinin konuşlandırılması, Kudüs’ün uluslararası bir yönetim altına alınması, Akabe Körfezi ve Süveyş Kanalı’ndaki deniz taşımacılığının düzenlenmesi ve Arap mülteciler sorununun çözümü talep edilmiştir.17 Dolayısıyla İngiltere, AB’ye katıldığı dönemde, ortak bir dış politika oluşumuna yönelik uygun bir siyasal ve kurumsal atmosfer bulacaktır. 1973 Arap-İsrail Savaşı ve AB’nin Tutumu 1973 Arap-İsrail Savaşı ve İlk Tepkiler AB’nin Orta Doğu politikasını esas olarak başlatan gelişme Ekim 1973’teki Arap-İsrail Savaşı (Yom Kippur Savaşı) olmuştur. Arap tarafının, 1967 savaşında kaybettikleri toprakları İsrail’den geri alma niyetiyle giriştiği sürpriz saldırı ile başlayan savaş18 sonrasında Arapların Batı’ya yönelik tepkisi sertleşmiştir. Bu tepki, petrol üreticisi olan Arap ülkelerinin, ham petrol fiyatlarını artırması ve ayrıca bazı ülkelere yönelik bir petrol ambargosu uygulaması şeklinde gelişmiştir. Söz konusu uygulama çerçevesinde ülkeler; düşman ülkeler (İsrail’e destek verenler ve dolayısıyla ambargoya tabi olanlar), dost ülkeler ve tarafsız ülkeler olarak sınıflandırılmıştır. ABD ve AB üyesi Hollanda, İsrail’e verdikleri destek nedeniyle ilk grupta, İngiltere ise Fransa ile birlikte ikinci grupta değerlendirilmiştir. Arap ülkelerinin, petrolü Arap davasında bir silah olarak kullanma girişimi AB üyelerini de son derece kaygılandırmıştır. Orta Doğu’ya enerji alanındaki üst düzey bağımlılık nedeniyle, bölgedeki bir siyasi çatışmanın, Avrupa’nın ekonomik güvenliğini köklü biçimde tehdit edebileceği olgusu kendisini göstermiştir. 1945 sonrası dönemde ilk kez Avrupa, SSCB’nin askeri gücünden değil, gelişmekte olan bir grup ülkenin ekonomi politikaları nedeniyle tehdit algılamıştır. Bu aynı zamanda 17 18 Bkz.: Jawaad, op. cit., s. 60-61. Ayrıntılar için bkz. Armaoğlu, op. cit., s. 320-337. 84 ERSİN EMBEL güvenlik konusunda Kuzey-Güney ayrışmasının da ilk tezahürlerinden biridir.19 Dolayısıyla AB karar-vericileri, ortak politika oluşturma eksikliğinin bir yansıması olarak uzak durdukları Orta Doğu’daki siyasi sorunlara eğilmek, bu konuda kesin bir tavır belirlemek zorunluluğunu hissetmişlerdir. Böyle bir zorunluluğun bir diğer nedeni ise İsrail’e etkin destek veren ABD ile aynı tarafta kabul edilerek Arap tarafının tepkisini çekmekten duyulan endişedir. Özellikle petrol merkezli stratejik endişeler ile giderek gelişen ticari ilişkilerin sekteye uğraması olasılığı, Avrupa’da genel bir huzursuzluk yaratmıştır. Fransa’nın başını çektiği AB, bölge ile geçmişten gelen yakın ilişkilerini de kullanarak Arap tarafı ile daha dengeli, hatta çoğu zaman İsrail karşısında Arap tezlerine yakın bir tutum benimseyerek bölgede siyasi bir etkinlik sağlama arayışına girmiştir. AB üyelerini endişelendiren bir diğer durum ise Soğuk Savaş’ın yeniden alevlenmesi ve böylece Avrupa’nın bir çatışmanın ortasında kalması olasılığının belirmesidir. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin aldığı 338 Sayılı Karar uyarınca 22 Ekim’de başlayan ateşkesin korunamaması sonrasında ABD ile SSCB arasındaki ilişkiler 1962’deki Küba Krizinden beri en kötü halini almış ve ABD Başkanı Nixon, SSCB’nin gerekirse tek başına müdahale etme tehdidine, nükleer silahların kullanılabileceği anlamına gelen alarm tedbirlerini yürürlüğe koyarak yanıt vermiştir.20 Kısa süre sonra taraflar arasında uzlaşı sağlanmış olsa da yaşanan bu gerginlik Avrupa devletlerine, Soğuk Savaş koşullarında durumlarının ne kadar hassas olduğunu bir kez daha göstermiştir. Öte yandan, krizin ilk günlerinde AB üyeleri farklı tepkiler vermişlerdir. Yelpazenin bir ucunda Arap yanlısı siyasetiyle Fransa, diğer ucunda ise İsrail yanlısı tutumuyla Hollanda yer almıştır. AB’nin yeni üyelerinden olan İngiltere ise Fransa’ya daha yakın bir tavır sergilemiştir. Nitekim savaşın başlamasından sonra, savaşan tüm taraflara yönelik silah ambargosu uygulaması başlatmıştır. Ayrıca, Orta Doğu’da soruna adil ve kalıcı bir çözüm getirilmesi ihtiyacı dile getirilmiş, böylelikle de bir çözümün, İsrail’in işgal ettiği Arap topraklarını ele geçirmesi üzerinden olmayacağı vurgulanmıştır.21 İngiltere’nin krize ilişkin bu tavrı, ABD ve AB ile ilişkilerinin o dönemdeki seyri çerçevesinde değerlendirilebilir. ABD-İngiliz ilişkileri bakımından düşünüldüğünde, İngiltere’nin 1973 Savaşı ile ilgili ABD politikasına sıcak bakmadığı açıktır. Başbakan Heath, ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde önerdiği ve İsrail’in avantajına olacak bir erken ateşkesi desteklememiştir. Ayrıca, ABD uçaklarının İsrail’e silah götürmek üzere İngiltere’nin Kıbrıs adasındaki üssünü kullanmasına da izin verilmemiştir.22 Üstelik Fransa ile birlikte, üs imkanı bulunan 19 Daniel Mockli, European Foreign Policy during the Cold War: Heath, Brandt, Pompiduo and the Short Dream of Political Unity, London-New York, IB Tauris, 2009, s. 184-185. 20 Armaoğlu, op. cit.,s. 333-335. 21 Jawaad, op. cit., s. 70. 22 John Calabrese, “The United States, Great Britain, and the Middle East: How Special the Relationship?,” Mediterranean Quarterly, Vol. 12, No. 3 (Summer 2001), s. 64. AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 85 Avrupalı ülkeler nezdinde girişimlerde bulunarak bu ülkelerin de ABD’ye yardım etmemesini sağlamıştır.23 İngiltere’nin ABD ile paralel bir politika izlemeyişinden de görüleceği gibi, iki ülke arasındaki “özel ilişki”, sorunsuz ve mutlak bir uyuma dayalı olmamıştır. Nitekim 1956 Süveyş Krizi’nde ABD İngiltere’nin karşısında yer almıştır. Yine, 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ABD’nin İsrail’e yönelik desteği İngiltere tarafından, Arap-İsrail sorununda ABD ile ortak bir ittifak pozisyonu belirlenmesi Ancak, İngiltere’nin girişimlerinden bir kopuş olarak değerlendirilmiştir.24 1970’lerden 1980’lerin ilk yarısına dek tekrar edecek benzer çıkışları (örneğin İran’a yönelik silah ambargosunu delmesi, İran-Irak Savaşı sırasında ABD yönetiminde Körfez bölgesinde konuşlandırılan eskortluk görevine alt düzeyde katılması gibi), bir istisnai dönem olarak nitelendirilebilir. Zira, 1970’lerden önce ve 1980’lerin ortalarından itibaren İngiltere ile ABD’nin ayrı saflarda yer aldığı görülmemiştir. Dolayısıyla İngiltere’nin bu ara dönemdeki “aykırı” politikası, 1970’lerin yumuşayan uluslararası konjonktürü kadar, ülkenin AB içinde kendi konumunu güçlendirmeye ve yeni ortaklarıyla yakınlaşmaya yönelik bir çabası olarak da değerlendirilebilir. AB’nin Krizle İlgili Tutumu Kriz sırasında Fransa, İngiltere ve Federal Almanya, AB’nin Orta Doğu ile ilgili ortak bir pozisyon benimsemesi gerektiği hususunda birleşmişlerdir. AB’nin bu üç büyük ülkesinin ortak tavır takınması, AB’nin Orta Doğu’ya yönelik ilk ciddi politikasının oluşturulmasını mümkün kılmıştır. Bu hava içinde atılan ilk adım, AB Bakanlar Konseyi’nin 13 Ekim tarihinde yaptığı ateşkes çağrısı olmuştur. Bu çağrıda, çatışmaların durdurulması ve BM Güvenlik Konseyi’nin ünlü 242 Sayılı kararı temelinde görüşmelerin başlatılması gerektiği de belirtilmiştir. 17 Ekim tarihli bir Avrupa Parlamentosu kararında ise bölgedeki çatışmaların dünya barışı için büyük bir tehdit oluşturduğuna değinilmiş, AB’nin genelde küresel düzlemdeki, özelde ise Akdeniz’deki sorumluluğu vurgulanmıştır.25 Bakanlar Konseyi’nin ateşkes çağrısı kadar, Parlamento’nun bu kararı da son derece önemlidir. Zira bu kararın, AB’nin Orta Doğu ile ilgilenmeye başlaması ile örgütün, kendisini küresel bir aktör olarak görmeye ve öyle davranmaya başlaması arasındaki teorik ve pratik bağlantıyı da gösterdiği düşünülebilir. AB’nin Orta Doğu politikası ile ilgili bir dönüm hatta başlangıç noktası teşkil eden gelişme, 6 Kasım 1973 tarihli AB Bakanlar Konseyi açıklamasıdır.26 Bu açıklamada şu ifadeler yer almıştır: “1. [AB Üyesi Devletler] Orta Doğu sorununda çatışan her iki tarafın güçlerini de, Güvenlik Konseyi’nin 339 ve 340 sayılı kararlarına uygun olarak, 22 Ekim’deki pozisyonlarına dönmeleri gerektiği konusunda uyarmaktadır...” 23 Arap ülkelerinin tepkisinden de çekinen AB üyeleri üs vermezken, sadece, bir NATO üyesi olan Portekiz ABD’ye havaalanlarını kullandırmıştır. Bkz.: Armaoğlu, op. cit., s. 332. 24 Calabrese, op. cit., s. 64. 25 Jawaad, op. cit., s. 73’ten European Parliament, Information, Parliament in Session, Luxembourg, European Parliament, 1973, s. 23-24. 26 Hill ve Smith, op. cit., s. 300-301. 86 ERSİN EMBEL “2. [Üyeler] umut etmektedirler ki, Güvenlik Konseyi’nin 22 Ekim tarihli ve 338 sayılı kararını takiben, Güvenlik Konseyi’nin 242 sayılı kararının bütün unsurlarının uygulanması yoluyla Orta Doğu’da adil ve kalıcı bir barışın tesis edilmesi için müzakereler başlayacaktır. [Üyeler] bu barışa tüm güçleriyle katkı yapmaya hazır olduklarını ifade etmektedirler. Bu görüşmelerin BM çatısı altında yapılması gerektiğine inanmaktadırlar...” “3. [Üyeler] bir barış anlaşmasının (“agreement”) özellikle şu esaslara dayanması gerektiğini düşünmektedirler: i. kuvvet kullanımı yoluyla toprak kazanımının kabul edilmezliği; ii. İsrail’in 1967 çatışmasından beri sürdürdüğü işgale son vermesi gereği; iii. bölgedeki her devletin egemenliğine, teritoryal bütünlüğüne ve bağımsızlığına saygı ve bu devletlerin güvenli ve tanınmış sınırlar dahilinde, barış içinde yaşama hakkı; iv. adil ve kalıcı bir barışın yapılmasında, Filistin halkının meşru haklarının tanınması. “4. [Üyeler] 242 sayılı karar göre, barış düzenlemesinin uluslararası güvenceye tabi olması gerektiğini hatırlatırlar. Bu güvencelerin, ..., 242 sayılı kararın 2. Maddesinde öngörülen silahsızlandırılmış bölgeye barış-koruma güçlerinin gönderilmesi aracılığıyla güçlendirilmesi gerektiğini düşünmektedirler. Bu güvencelerin, ..., 242 sayılı karara uygun olarak Orta Doğu’daki sorunun çözülmesinde başlıca önemi haiz olduğu konusunda hemfikirdirler...” “5. [Üyeler] bu vesileyle, kendilerini Akdeniz’in güney ve doğusundaki kıyıdaş devletlerle uzun süredir ilişkilendiren her türlü bağı hatırlatırlar. Bu bağlamda, 21 Ekim 1972 Paris Zirvesi Bildirisi’ni teyit ederler ve Topluluğun [AB] bu ülkelerle, küresel ve dengeli bir yaklaşım çerçevesinde anlaşmalar müzakere etmeye karar verdiğini hatırlatırlar.” Yukarıda zikredilen karar, hem AB’nin dış politika konusunda işbirliğine hem de Orta Doğu’daki AB etkisini sağlamaya yönelik önemli bir adım olmuştur. Bu işbirliğinin sağlanmasında, İngiltere’nin Avrupa yönelimi hayati bir önem taşımıştır. Avrupa’nın üç büyük ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Federal Almanya’nın bir araya gelmesi, o dönemdeki yapısı ve kapasitesi düşünüldüğünde AB için çok önemli bir işin başarılmasıyla sonuçlanmıştır. Bu üç ülkenin anlaşması ve bunun üzerinden yürüttüğü diplomasi, AB’nin diğer üyelerinin de ortak çıkarlarını görmeleri ve ortak 338 sayılı karara göre taraflar 12 saat içinde ateşkes yapacaklar, 242 sayılı kararı tüm unsurlarıyla uygulayacaklar, “uygun aracılık vasıtası ile” taraflar arasında müzakereler başlayacaktı. 339 sayılı karar, 338’deki esaslara ek olarak, bölgeye BM gözlemcilerinin gönderilmesini öngörmüştür. 340 sayılı karar ise, tarafların 22 Ekim’deki pozisyonlarına dönmelerini, derhal savaşmayı durdurmalarını ve bir Barış Gücü’nün oluşturulmasını öngörmüştür. Bkz.: Armaoğlu, op. cit., s. 333-335. AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 87 bir Avrupa vizyonu çerçevesinde birleşmelerini sağlamıştır. Söz konusu birliğin dikkat çekici yansımalarından birisi de başta Hollanda ve Danimarka gibi, İsrail’e öteden beri yakın duran AB üyelerinin bile, İsrail’in sert biçimde kınadığı bu kararı tümüyle desteklediklerini bildirmeleri ve de Amerikan çizgisinden açıkça çıkmaları olmuştur.27 Böylelikle birliğin ortak dış politikasının oluşturulması adına kritik bir merhale aşılmıştır. AB ülkelerinin Arap ülkeleriyle yaşadığı bu yakınlaşma, kısa sürede etkisini göstermiş ve bir başka önemli gelişmeye vesile olmuştur. Fransa Cumhurbaşkanı Georges Pompidou’nun önerisiyle, Orta Doğu sorunlarını görüşmek üzere 14-15 Aralık 1973’te o sırada dönem başkanı olan Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da bir AB zirve toplantısı düzenlenmiştir. Toplantıda Fransa ve İngiltere, Arap dünyası ile özel bir ilişki biçiminin geliştirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Söz konusu ilişki, özellikle petrol ve ticaret konularında işlevsel ve gerekli sayılmıştır. Burada, AB’nin Orta Doğu’ya yönelik politikasının, örgütün ortak dış politika oluşturmada bir ilk adımı oluşturduğu saptamasını doğrular bir gelişme daha yaşanmıştır. Ortak bir dış politikanın oluşturulmasını önceleyen husus “ortak” olacak öznenin, yani “biz” mefhumunun belirlenmesidir. Ancak bu belirlendikten sonra özü itibarıyla “biz” dışında kalacaklara ilişkin olan bir dış politika benimsenebilecektir. İşte bu bağlamda AB ilk kez kendi kimliğini tanımlama çabasına girişmiştir. Bu çerçevede örgüte üye olan dokuz ülkenin dışişleri bakanları 14 Aralık 1973’te Avrupa Kimliği Bildirisi’ni (Declaration on European Identity) yayınlamışlardır.28 Bildirinin giriş kısmında, Avrupa kimliğiyle ilgili bir belgenin oluşturulma zamanının geldiğini ve bu belge sayesinde üyelerin dünya politikasında konumlandıkları yerin, diğer ülkelerle olan ilişkilerinin ve bu ülkelere yönelik sorumluluklarının daha iyi tarif edilebileceği belirtilmiştir. Yine bu kısımda, Birleşik Avrupa kurulması yolunda üyelerin daha ileri çalışmalarını sürdürme niyetinde oldukları ifade edilmiştir. Bildirinin dış ilişkileri konu alan ikinci bölümünde ise Orta Doğu ve Akdeniz bölgeleri özel olarak anılmıştır. Öyle ki, bu iki bölge, ABD ile ilişkilere değinilen paragraftan bile önceye yerleştirilmiştir. Orta Doğu ve Akdeniz ülkeleriyle ilgili paragrafta bölgeyle olan tarihsel bağların korunmak istendiği ve burada barış ve güvenliğin korunması için işbirliği yapılacağı kaydedilmiştir. Kopenhag’daki zirveye, Kasım ayındaki Arap Zirvesi tarafından görevlendirilen dört Arap ülkesinin dışişleri bakanları da sürpriz bir ziyarette bulunmuştur. 6 Kasım Açıklaması sonrasında Arap dünyasının da AB’ye artan yakınlığının bir göstergesi olarak Arap heyeti, AB ile diyalog kurularak daha kapsamlı bir işbirliğine gidilmesi önerisini getirmişlerdir. Sonuçta, Kopenhag Zirvesi’nde AB, Arap ülkeleriyle ekonomik, ticari ve sınai işbirliği çerçevesinde kapsamlı düzenlemelerin yapılmasına yönelik müzakerelere başlama niyetini ortaya 27 Elena Aoun, “European Foreign Policy and the Arab-Israeli Dispute: Much Ado About Nothing?,” European Foreign Affairs Review, Cilt 8 (2003), s. 291. 28 Bildirinin metni için bkz.: http://www.cvce.eu/content/publication/1999/1/1/02798dc99c69-4b7d-b2c9-f03a8db7da32/publishable_en.pdf, Son erişim tarihi: 15/06/2014. ERSİN EMBEL 88 koymuş, böylelikle AB-Orta Doğu ilişkilerinde yeni süreç kurulan mekanizmayla hayata geçirilmiştir.29 Sonuç II. Dünya Savaşı sonrasında, Soğuk Savaş koşullarında başlayan Avrupa bütünleşmesine ilişkin çabalar zor ve hassas bir süreçten geçerek belli sonuçlara ulaştırılmıştır. Doğu-Batı bölünmesiyle beraber Batı Avrupa’nın en önemli üç ülkesi olan İngiltere, Fransa ve Almanya arasındaki ilişkiler bütünleşmenin seyrini etkilemiştir. Avrupa bütünleşmesinin en önemli unsurlarından biri olan dış politika konusunda bir ortaklığın kurulabilmesinin Fransa’nın Almanya’ya ilişkin kaygıları nedeniyle kısa süre içinde gerçekleştirilemeyeceğinin 1950’lerin başları itibarıyla anlaşılmış olması, 1957 Roma Antlaşması ile kurulan AB’nin yapısını da belirlemiş ve sonuçta dış politika, örgütün sorumluluk alanlarının dışında bırakılmıştır. Bu dönemde Avrupa’nın diğer büyük gücü İngiltere ise bir yandan özel ilişki kurduğu ABD’nin Soğuk Savaş politikalarının yürütücüsü konumundadır. Diğer yandan da İngiliz Milletler Topluluğu’nu bir arada tutmaya ve savaş öncesindeki gücüne ulaşmaya çalışan bir imparatorluk görünümü sergilemiş, bunun sonucu olarak da ulus-üstü nitelikli bir Avrupa bütünleşmesi fikrine 1960’lara dek soğuk bakmıştır. 1960’lara gelindiğinde ise AB’nin kuruluş gerekçesi olan ekonominin en hassas konusu olan Ortak Tarım Politikası tartışmaları ve De Gaulle’ün ulusalcı/Avrupacı itirazlarıyla meşgul olan örgütün, Yumuşama döneminin getirdiği dış politika imkânlarını değerlendirecek fırsatı bulamadığı görülmüştür. 1956 Süveyş Krizi sonrasında “üzerinde güneş batmayan imparatorluk” ve büyük devlet olma iddiası büyük yara alan İngiltere’nin rotasını Avrupa’ya çevirerek AB üyesi olmak üzere yaptığı başvurular, De Gaulle’ün vetosuna takılmıştır. Bu vetonun esas dayanağını İngiltere’nin ABD’nin Truva atı olduğu iddiası teşkil etmiştir ve özünde de De Gaulle’nin ABD etkisinden sıyrılmış ve Fransa’nın siyasi liderliğinde bir Avrupa yaratma isteği yer almıştır. De Gaulle’den sonra cumhurbaşkanı olan Pompidou döneminde Fransa’nın Avrupa politikasında gözle görülür bir değişiklik olmuştur. Hem ekonomik gerekçeler hem de Almanya’nın AB içinde siyaseten dengelenmesindeki destek ihtiyacı, İngiltere’nin üyeliği önündeki Fransa engelini ortadan kaldırmıştır. Bunun yanı sıra Pompidou döneminde, siyasi niteliği haiz bulunan daha ileri bir birlik amacı gündeme yeniden gelmiş ve 1969’daki Lahey Zirvesi’nden itibaren ortak dış politika oluşturulmasına ilişkin olarak belli bir düzenlilik içinde adımlar atılmaya başlamıştır. Sürece eklemlenen İngiltere’nin üyeliğinin başladığı 1973 yılının Ekim ayında patlak veren Arap-İsrail Savaşı, Londra’nın siyasi etkinliğini göstermesi için uygun bir vesile olmuştur. Çalışmada incelenen 1973 krizi, üyeliğinin ilk yılında İngiltere’ye, “Avrupalılığını” özellikle Fransa’ya “kanıtlamak” ve Avrupalı ortaklarını Orta Doğu politikası oluşturma sürecinde yönlendirmek imkânı 29 Jawaad, op. cit.., s. 79-81. AVRUPA İÇİN ORTAK DIŞ POLİTİKA OLUŞTURMA SÜRECİNDEKİ İLK ADIMLAR 89 tanımıştır. Atlantik ötesi bağlardan ziyade Avrupalı kimliğine yapılan vurgunun artması, İngiltere’nin AB içindeki etkisini artırmıştır. Bunun yanı sıra İngiliz diplomasisinin bu etkinliği, Orta Doğu ile ilgili AB politikasında da kendisini göstermiştir. 1956’dan sonra hızlanan Avrupa yönelimine uygun olarak, Orta Doğu ülkeleriyle AB’nin kuracağı ilişkiyi olumlu anlamda etkilemeye çalışmış ve olumlu sonuç almış olan İngiltere’nin bunu, gerek AB içinde gerek Arap ülkeleri nezdinde güçlü bir konuma sahip olan eski rakibi Fransa’nın politikalarına yaklaşarak gerçekleştirebildiği de unutulmamalıdır. Başta Fransa olmak üzere, Avrupalı devletlerin Orta Doğu ile ilgilenmelerindeki öncelikli amaçlar; bölgenin olası bir Soğuk Savaş çatışmasına sahne olmasını önlemek, Avrupa’nın özellikle ekonomik istikrarını güvenceye almak ve bölge ülkeleriyle ABD kanalının dışında bir ilişki mekanizması geliştirmektir. Kaybedilecek şey çok fazla olunca Avrupa ülkelerinin bir araya gelmesi mümkün olmuş, İngiltere ve Fransa’nın etkili tutumu sayesinde AB ortak bir ses verebilmiştir. Özellikle Arap-İsrail sorunu vesilesiyle gündeme gelen bu ortaklık ASİ mekanizmasının kurulmasını sağlamıştır. Zamanla bir “Avrupa refleksi” yaratacak olan bu mekanizma ise Soğuk Savaş sonrasında AB kurumsal yapısında yer alacak ODGP’nin temelini oluşturmuştur. Kaynakça AOUN, Elena, “European Foreign Policy and the Arab-Israeli Dispute: Much Ado About Nothing?,” European Foreign Affairs Review, Cilt 8 (2003), s. 289312. ARMAOĞLU, Fahir, Filistin Meselesi ve Arap-İsrail Savaşları, 1948-1988, Ankara, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1994. CALABRESE, John, “The United States, Great Britain, and the Middle East: How Special the Relationship?,” Mediterranean Quarterly, Vol. 12, No. 3 (Summer 2001), s. 57-84. DEVEREUX, David R., “Britain, the Commonwealth and the Defence of the Middle East 1948-56,” Journal of Contemporary History, Vol. 24, No. 2 (april 1989), s. 327-345. DINAN, Desmond (der.), Avrupa Birliği Ansiklopedisi, Cilt I, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2005. DINAN, Desmond, Avrupa Birliği Tarihi, çev. Hale Akay, İstanbul, Kitap Yayınevi, 2013. Document on the European Identity Published by the Nine Foreign Ministers on 14 December 1973, in Kopenhagen, http://www.cvce.eu/content/publication/1999/1/1/02798dc9-9c69-4b7d-b2c9f03a8db7da32/publishable_en.pdf, Son Erişim Tarihi 15/06/2014. 90 ERSİN EMBEL FRANKEL, Joseph, “Britain’s Changing Role,” International Affairs, Vol. 50, No. 4 (October 1974), s.574-583. GEORGE, Stephen, An Awkward Partner: Britain in the European Community, Oxford, Oxford University Press, 1999. GEORGE, Stephen, Britain and European Integration since 1945, Oxford, Blackwell, 1991. GLUBB, John Bagot, Britain and the Arabs, London, Hodder and Stoughton, 1959. GREENWOOD, Sean, Britain and European Cooperation since 1945, Oxford, Blackwell, 1992. HILL, Christopher ve Karen E. SMITH (der.), European Foreign Policy, Key Documents, London, Routledge, 2000. HÖRBER, Thomas The Foundations of Europe: European Integration Ideas in France, Germany and Britain in the 1950s, Weisbaden, VS Verlag, 2006. JAWAAD, Haifaa A., Euro-Arab Relations, Reading, Ithaca Press, 1992. KIRK, George, The Middle East 1945-1950, London, Royal Institute of International Affairs, Oxford University Press, 1954. KROTZ, Ulrich ve Joachim SCHILD, Shaping Europe: France, Germany, and Embedded Bilateralism from the Elysée Treaty to Twenty-First Century, Oxford, Oxford University Press, 2013. MELISSEN, Jan ve Bert ZEEMAN, “Britain and Western Europe, 1945-1951: Opportunities Lost?,” International Affairs, Vol. 63, No. 1 (Winter 19861987), s. 81-95. MOCKLI, Daniel, European Foreign Policy during the Cold War: Heath, Brandt, Pompiduo and the Short Dream of Political Unity, London-New York, IB Tauris, 2009. Report by the Foreign Ministers of the Member States on the Problems of Political Unification, http://www.cvce.eu/obj/davignon_report_luxembourg_27_october_1970-en4176efc3-c734-41e5-bb90-d34c4d17bbb5.html, Son Erişim Tarihi 15/06/2014. SANDERS, David, Losing and Empire, Finding a Role: British Foreign Policy since 1945, London, MacMillan, 1990. Treaty of Rome, http://ec.europa.eu/archives/emu_history/documents/treaties/ rometreaty2.pdf, Son Erişim Tarihi 15/06/2014. YOUNG, John Y., Britain and European Unity, 1945-1992, London, MacMillan, 1993. YOUNGER, Kenneth, “Britain in Europe: The Impact on Foreign Policy,” International Affairs, Vol. 48, No. 4 (October 1972), s. 579-592. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.91-124 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI, REKABET GÜCÜ VE ENDÜSTRİ-İÇİ TİCARET: AMPİRİK BİR DEĞERLENDİRME B. Ali EŞİYOK* Özet Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracat profili incelendiğinde,“yüksek teknoloji” içerikli sektörlerin ihracat payının %4 eşiğini aşamadığı, yüksek teknoloji payının marjinal kaldığı saptanmıştır. Çalışmada Türkiye’nin AB karşısında yüksek teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücü düşük tespit edilirken, Türkiye’nin AB karşısında sadece “düşük” teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücünün “yüksek” bulunduğu gözlemlenmiştir. Diğer yandan Türkiye’nin AB karşısında sadece düşük teknoloji içerikli sektörlerde dış ticaret fazlası verdiği (net ihracatçı olduğu), “yüksek”, “düşük-orta” ve “orta-yüksek” teknolojilerde ise dış ticaret açıkları verdiği (net ithalatçı olduğu) saptanmıştır. Son yıllarda imalat sanayiinde üretim artışı ile ithal girdi kullanımı arasındaki ilişkiyi güçlendiren ve küreselleşmenin hızlanması ile giderek ağırlık kazanan olgulardan birisi de endüstri-içi ticaretteki gelişmelerdir. Başka bir ifadeyle, Türkiye ile AB arasındaki endüstri-içi ticaretin temel olarak “düşük-orta” ve “orta-yüksek” teknolojilere dayalı geliştiği, söz konusu kategoride yer alan sektörlerde hem ihracatın hem de ithalatın diğer gruplarda yer alan sektörlere göre daha yüksek gerçekleştiği gözlemlenmiştir. Türkiye’nin AB karşısında orta ve uzun dönemde ihracat başarımını sürdürmesi teknolojide sağlayacağı gelişmelerle yakından ilgilidir. Bu ise ancak yeni bir sanayileşme stratejisinin hazırlanıp uygulanmasına ve bu stratejinin en temel bileşeni olarak uygulanacak teknoloji politikalarına bağlı gözükmektedir. AnahtarKelimeler: Teknolojik yapı, rekabet gücü, endüstri-içi ticaret Technological Structure of the Foreign Trade Between Turkey and EU, Competitive Power and Intra-Industry Trade: An Empirical Evaluation Abstract When the exporting profile of Turkey as EU oriented is investigated, it has been determined that the export share of the sectors including “high technology” * Türkiye Kalkınma Bankası’nda Kıdemli Uzman İktisatçı. B. ALİ EŞİYOK 92 doesn’t exceed the threshold of 4%, and the share of high technology stays as mariginal. In the study, while the competitive power of Turkey at the sectors including high technology against EU is determined low, it has been observed that Turkey’s competitive power against EU is “high” at only the sectors including “low” technology. On the other hand, it has been determined that Turkey has got foreign trade surplus against EU at only the sectors including low technology (that it is the net exporter), but that it has got foreign trade deficits at “high”, “low-mid” and “mid-high” technologies (that it is the net importer). Recently, one of the facts that consolidates the relation between the speed-up at the production industry and the usage of import input and that gains importance day by day through the speeding globalization is the development at the intra-industry trade. In other words, it has been observed that the intra-industry trade between Turkey and EU has developed basically depending on “low-mid” and “mid-high” technologies, and that both export and import has carried out higher at the sectors existing at the mentioned category according to the sectors existing in the other groups. Turkey’s carrying on the export success against EU at the mid and high term is closely related to the developments it will perform at technology. However, it seems that it depends on preparing a new industrialization strategy and applying it, and on the technology policies which will get applied as the most fundamental component of this strategy. KeyWords: Technological structure, competitive power, intra-industry trade. Giriş Klasik dış ticaret kuramı, ülkelerin dış ticarette hangi sektörlerde uzmanlaşacaklarına (gümrük tarifelerinin ve miktar kısıtlamalarının olmadığı bir dünyada) ilişkin iki farklı yaklaşım getirmiştir: Bunlar; A. Smith’in1mutlak maliyet üstünlüğü ve D. Ricardo2’nun göreli maliyet üstünlüğü yaklaşımlarıdır. Smith’in yaklaşımında, bir ülkenin ihracat üstünlüğünün (rekabet gücünün) ve iç pazarda yerli üreticilerin ithalata karşı rekabet güçlerini korumada maliyet (fiyat düzeyleri) belirleyici olmaktadır. Smith’in aksine, göreli maliyet üstünlüğünü savunan Ricardo, uluslararası ticaretin (uzmanlaşmanın) mutlak maliyet üstünlüğüne göre değil, göreli maliyet üstünlüklerine dayanarak yapılması gerektiğini ileri sürmüştür. Buna göre göre İngiltere hem şarabı, hem de kumaşı Portekiz’den daha ucuza (daha az emek girdisiyle) üretiyor olsa bile, Portekiz şarap üretiminde uzmanlaşmalıdır. İki ülkede kumaş üretimine göre şarap maliyetleri arasındaki fark görece daha azdır (Ricardo’nun örneğinde kumaş üretimindeki üstünlük İngiltere lehine 8 kat iken, şarap üretiminde 2 kattır). Bu yaklaşıma göre İngiltere şarap üretimine ayırdığı işgücünü kumaş üretimine yönlendirse, her iki ülkenin toplam şarap ve kumaş üretimleri artacaktır. Uluslararası uzmanlaşma göreli maliyet üstünlüğüne göre 1 Adam Smith, Wealth of Nations, New York, Prometheus Books, 1991. David Ricardo, On the Principles of Political Economy and Taxation, 1817, (thirdedition 1821), Batoche Books, 2001. 2 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 93 düzenlenirse, dünya refahı da artacaktır. Başka bir anlatımla, günümüz dünyasındaki uluslararası ticaret koşulları göz önüne alındığında ihracat (rekabet gücünde) artışında birim üretim maliyeti etkili olmaktadır. Smith’in yaklaşımı reel uluslararası ticareti açıklamaya yönelirken, Ricardo’nun yaklaşımı normatif (olması gereken) bir dünya ticaretini ifade etmektedir.3 Avrupa Birliği’nin çekirdeğini oluşturan Almanya, Fransa ve İngiltere gibi gelişmiş ülkelerin uluslararası rekabet güçlerinin temelinde yüksek teknolojilerin öncelediği yüksek verimlilik düzeyi yatmaktadır.Yüksek verimlilik düzeyi sayesinde birim işgücü maliyetleri düşürülerek rekabet gücü yükseltilebilmektedir. Türkiye ve benzeri gelişmekte olan ülkelerin rekabet güçleri ise, sektörel düzeyde farklılaşmakla ile birlikte, temel olarak göreli fiyatlara (düşük ücretler ve reel döviz kuru hareketlerine) dayanmaktadır. Ancak verimlilik artışları ile desteklenmeyen, sadece göreli fiyatlara dayalı bir rekabet gücü başarımı kalıcı olmamakta, iktisadi koşulların değişmesi ile birlikte göreli fiyatlar da değişmekte (ücretler yükselerek ve ulusal para değerlenerek), bu gelişmelerden rekabet gücü olumsuz etkilenmektedir. Türkiye ile AB arasındaki dış ticaretin, rekabet gücünün ve endüstri-içi ticaretin teknolojik yapısını incelemeyi amaçlayan bu yazı kısa giriş bölümü ile birlikte beş bölüm altında kurgulanmıştır. Türkiye-AB arasındaki dış ticaretin teknolojik yapısı girişi izleyen ikinci bölümde çözümlenirken, OECD’nin teknoloji sınıflandırmasından hareketle Türkiye imalat sanayiinin AB-27 karşısındaki rekabet gücü sektörel düzeyde üçüncü bölümde incelenmektedir. Bu bölümün sonunda UNIDO’nun sanayi rekabet performans endeksi (Competitive Industrial Performance Index) ve IMD’nin dünya rekabet gücü yıllığı (The World Competitiveness Yearbook) çalışmalarından hareketle Türkiye ve AB ülkelerinin sanayi ve ülke rekabet güçleri ele alınmaktadır. Teknoloji düzeyine göre TürkiyeAB arasındaki endüstri-içi ticaret dördüncü bölümde değerlendirilirken, beşinci ve son bölümünde ise çalışmanın bulgularına yer verilmektedir. Türkiye-AB Arasındaki Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı Bu bölümde OECD4’nin ISIC Rev.3 teknolojik sınıflandırmasından hareketle Türkiye-AB arasındaki dış ticaretin yapısının ortaya konması amaçlanmaktadır. Bilindiği üzere AB’nin merkezinde yer alan ülkeler üretim yapıları itibarıyla dünyanın en gelişmiş teknolojilerine sahip ülkelerden oluşmaktadır. Başta Almanya olmak üzere, AB’nin çekirdeğini oluşturan ülkeler yaşadıkları sanayi devrimleri sonucunda teknolojide önemli atılımlar yaparak, ABD ve Japonya ile birlikte dünyanın en büyük teknoloji üretici ülkeleri arasına katılmışlardır. Bu bağlamda Türkiye’nin AB ülkelerine yaptığı ihracatın teknolojik düzeyinin ortaya konması, Türkiye ile AB arasındaki dış ticaretin niteliğini göstermesi açısından son derece 3 Korkut Boratav, “Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Rekabet Gücü Göstergeleri”, Selim İlkinOrhan Silier-Murat Güvenç (ed.), İlhan Tekeli İçin Armağan Yazılar, Ankara, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004, s. 391. 4 OECD, ISIC Rev.3 Technology Intensity Definition, OECD DirectorateforScience, Technology and Industry, Economic Analysis and Statistic Division, 2011. B. ALİ EŞİYOK 94 önemlidir. Zira dış ticaret kuramı orta ve uzun dönemde dış ticaret hadlerinin birinci malların aleyhine dayalı gelişeceğini5 ve bu üretim ve ihracat yapısına sahip ülkelerin zamanla fakirleşerek büyüyeceğini ileri sürmektedir.6 İhracatın Teknolojik Yapısı Türkiye’nin AB’ne yaptığı ihracatın sektörel değerlerini gösteren Tablo 1 incelendiğinde, ihracatın esas olarak “düşük” ve “orta-yüksek” teknolojilere dayalı geliştiği görülmektedir. 2013 ihracat verileri göz önüne alındığında, Türkiye AB’ne 21,775 milyon dolar düşük teknoloji içerikli sanayi ürünleri ihracatı gerçekleştirirken, 22,359 milyon dolar orta-yüksek teknoloji içerikli sanayi ürünleri ihracatı gerçekleştirdiği görülmektedir. Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatında yüksek teknoloji içerikli sanayi ürünlerinin payı son derece düşük olup, 2013 yılı itibariyle 2,429 milyon dolar tespit edilmiştir. Diğer taraftan yüksek teknoloji içerikli ihracat değerinde bir durağanlık gözlemlenmekte, 2013 yılında AB’ne yapılan yüksek teknoloji içerikli sanayi ihracatının 2008 yılına göre aşındığı izlenmektedir. Yüksek teknoloji içerikli sektörler kategorisinde, Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatında öne çıkan en temel sektörün radyo, televizyon, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektörü olduğu görülmektedir. 2013 yılında AB’ne yapılan 2,429 milyon dolarlık yüksek teknoloji içerikli ihracatın 1,625 dolarlık bölümü (% 66.9’u) radyo, televizyon, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektörü tarafından karşılanmıştır. Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatında öne çıkan en temel sektörlerin başında orta-yüksek teknoloji içerikli sektör kategorisinde yer alan motorlu kara taşıtları ve römorklar sektörü (2013 yılı verisine göre 12,887 milyon dolar) gelirken, bu sektörü düşük teknoloji içerikli sektör kategorisinde yer alan giyim eşyası sektörü (2013 değerine göre 9,285 milyon dolar) ve aynı kategoride yer alan tekstil ürünleri (7,550 milyon dolar) sektörlerinin izledikleri görülmektedir. 5 Raul Prebisch, The Economic Development of Latin American and Its Principal Problems, New York, United Nations, 1950; Hans W Singer, "The Distribution of Gains Between Investing and Borrowing Countries", The American Economic Review, Volume 40, 1950, pp.473-485. 6 Jagdish Bhagwati, “Immiserizing Growth: A Geometrical Note”, Review of Economic Studies, June , 1958, p. 201-205. D23 D25 D26 D27 D28 D351 D2411 D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 D2423 D30 D32 D33 D353 Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Orta-İleri Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M. BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ISIC3 Adı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Genel Toplam ISIC3 Kodu D15 D16 D17 D18 D19 D20 D21 D22 D36 Data Grup Düşük Teknoloji Sanayii Tablo 1: İhracat Değerleri (Milyon $) 60,414 2,656 203 69 1,984 180 220 22,965 569 97 279 27 79 203 117 274 4,708 1,965 14,603 9 34 14,584 1,957 2,367 1,481 4,781 2,430 1,568 20,208 2,360 38 6,464 9,190 300 83 381 62 1,330 2008 44,361 2,175 200 51 1,685 140 98 16,438 402 28 196 14 62 198 74 180 3,726 1,514 9,999 11 34 8,753 771 1,900 1,220 2,199 1,734 930 16,995 2,083 30 5,536 7,688 214 53 309 67 1,014 2009 49,553 2,253 241 71 1,683 157 101 18,786 623 83 287 12 59 193 104 247 4,072 1,879 11,186 7 34 9,892 735 2,331 1,185 3,108 2,014 519 18,622 2,394 26 6,067 8,495 268 47 316 58 951 2010 59,095 2,396 208 63 1,791 187 146 21,810 753 114 388 9 70 236 94 286 5,106 2,102 12,608 11 33 13,903 1,509 3,090 1,266 4,678 2,753 607 20,987 2,755 46 7,103 9,227 308 51 367 64 1,067 2011 56,084 2,704 187 60 2,059 204 195 20,543 854 103 429 9 61 264 100 251 4,961 2,122 11,335 16 36 12,656 2,045 2,842 1,172 3,824 2,468 305 20,180 2,686 28 6,629 8,960 307 48 371 57 1,095 2012 59,455 2,429 191 71 1,625 234 308 22,359 809 55 397 8 72 288 113 295 5,140 2,173 12,887 70 52 12,892 1,957 3,083 1,158 3,685 2,611 398 21,775 2,865 11 7,550 9,285 391 50 416 55 1,152 2013 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 95 B. ALİ EŞİYOK 96 Teknolojik Düzeyine Göre İhracat Payları Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne yönelik ihracat payında öne çıkan sektörlerin başında Türkiye’nin iki geleneksel sektörü (tekstil ve giyim eşyası) yer almakta, bu iki sektörüm 2008 yılında % 25.9 olan toplam ihracat payının, zaman içerisinde artarak 2013 yılında % 28.3 oranına yükseldiği görülmektedir. Düşük teknoloji içerikli geleneksel söz konusu iki sektör yanında öne çıkan diğer geleneksel bir sektör de gıda ürünleri ve içecek sektörüdür. Söz konusu sektörün 2008 yılında % 3.9 olan ihracat payı zamanla artarak 2013 yılında % 4.8 oranına yükselmiştir.7 Türkiye’nin AB ülkelerine yönelik ihracatında öne çıkan diğer temel bir grubu da düşük-orta teknoloji sanayi grubu oluşturmaktadır. 2008 yılında söz konusu kategoride % 24.1 olan ihracat payı zaman içerisinde aşınarak 2013 yılında % 21.7 oranına gerilemiştir. Düşük-orta teknoloji sanayi ihracatı içerisinde en temel sektörü ana metal sanayi oluşturmakta, sektörün 2008 yılında % 7.9 olan ihracat payının 2013 yılında % 6.2 oranına düştüğü izlenmektedir. Bu kategoride öne çıkan diğer bir sektör de 2008-2013 yılları arasında ihracat payını % 3.9’dan % 5.2’ye çıkaran plastik ve kauçuk ürünleri sektörüdür. Düşük teknoloji içerikli sektörlerin tersine, düşük-orta teknoloji sanayi kategorisinde ihracat yoğunlaşmasının olmadığı, ihracat paylarının sektörler arasında görece dengeli dağıldığı izlenmektedir.8 Orta-yüksek teknoloji içerikli sektörlerin 2008 yılında % 38 olan ihracat payının ılımlı bir aşınmayla 2013 yılında % 37.6 oranına gerilediği izlenmektedir. Bu kategorideki en temel sektör motorlu kara taşıtı, römork ve yarı-römork sektörü olup, söz konusu sektörün 2008 yılında % 24.2 olan ihracat payı zamanla aşınmasına karşın 2013 yılında % 21.7 oranı ile görece yüksek bir düzeyde bulunmaktadır. Bu grupta yer alan diğer önemli bir sektör de başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat imalatı sektörüdür. Söz konusu sektörün 2008 yılında % 7.8 olan ihracat payı ılımlı bir artışla 2013 yılında % 8.6’ya yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, Orta-yüksek teknoloji sanayi kategorisinde, Türkiye’nin AB-27 ülkelerine yaptığı ihracatın temel olarak iki sektörde ve ağırlıklı olarak da motorlu kara taşıtı, römork ve yarı-römork üretimi sektöründe meydana geldiği gözlemlenmektedir. Bu grupta yer alan sektörlerden ihracat payı %1’in üzerinde olan diğer iki sektör de başka yerde sınıflandırılmamış elektrikli makine ve cihazlar sektörü ile birlikte ana kimyasal maddeler sektörü olup, diğer hiçbir sektörün ihracat payı %1’in üzerinde bulunmamaktadır. Teknoloji düzeyine göre 2008-2013 yılları arasında sadece düşük teknoloji sanayi grubunun ihracat payında bir artış izlenmekte, diğer üç grubun ihracat paylarında ise ılımlı düşüşler görülmemektedir. Başka bir ifadeyle, düşük teknoloji sanayi grubunun ihracat payı 2008-2013 yılları arasında % 33.4’den % 36.6’ya yükselirken, orta-düşük sanayi grubunun ihracat payı % 24.1’den % 21.7’ye, ortaileri teknoloji sanayi grubunun payı % 38’den % 37.6’ya ve ileri teknoloji sanayi grubunun ihracat payı ise % 4.4’den % 4.1’e düşmüştür. Kısaca, Türkiye’nin AB ülkelerine esas olarak düşük ve orta profilli sektörler temelinde ihracat yaptığı izlenmekte, teknoloji içeriği yüksek sektörlerdeki ihracatının ise marjinal (önemsiz) kaldığı gözlemlenmektedir. 7 B. Ali Eşiyok, “Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı”, Türkiye Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi, 2013a, s. 3. 8 a.k., s. 3. D23 D25 D26 D27 D28 D351 D2411 D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 D2423 D30 D32 D33 D353 Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Orta-İleri Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M. BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MAKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ISIC3 Adı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Genel Toplam ISIC3 Kodu D15 D16 D17 D18 D19 D20 D21 D22 D36 Data Grup A. Düşük Teknoloji Sanayii Tablo 2: İhracat Payları (%) 100.00 4.40 0.34 0.11 3.28 0.30 0.36 38.01 0.94 0.16 0.46 0.05 0.13 0.34 0.19 0.45 7.79 3.25 24.17 0.02 0.06 24.14 3.24 3.92 2.45 7.91 4.02 2.60 33.45 3.91 0.06 10.70 15.21 0.50 0.14 0.63 0.10 2.20 2008 100.00 4.90 0.45 0.12 3.80 0.32 0.22 37.06 0.91 0.06 0.44 0.03 0.14 0.45 0.17 0.41 8.40 3.41 22.54 0.02 0.08 19.73 1.74 4.28 2.75 4.96 3.91 2.10 38.31 4.70 0.07 12.48 17.33 0.48 0.12 0.70 0.15 2.29 2009 100.00 4.55 0.49 0.14 3.40 0.32 0.20 37.91 1.26 0.17 0.58 0.02 0.12 0.39 0.21 0.50 8.22 3.79 22.57 0.01 0.07 19.96 1.48 4.70 2.39 6.27 4.06 1.05 37.58 4.83 0.05 12.24 17.14 0.54 0.09 0.64 0.12 1.92 2010 100.00 4.05 0.35 0.11 3.03 0.32 0.25 36.91 1.27 0.19 0.66 0.02 0.12 0.40 0.16 0.48 8.64 3.56 21.34 0.02 0.06 23.53 2.55 5.23 2.14 7.92 4.66 1.03 35.51 4.66 0.08 12.02 15.61 0.52 0.09 0.62 0.11 1.80 2011 100.00 4.82 0.33 0.11 3.67 0.36 0.35 36.63 1.52 0.18 0.76 0.02 0.11 0.47 0.18 0.45 8.85 3.78 20.21 0.03 0.06 22.57 3.65 5.07 2.09 6.82 4.40 0.54 35.98 4.79 0.05 11.82 15.98 0.55 0.09 0.66 0.10 1.95 2012 100.00 4.09 0.32 0.12 2.73 0.39 0.52 37.61 1.36 0.09 0.67 0.01 0.12 0.48 0.19 0.50 8.65 3.66 21.67 0.12 0.09 21.68 3.29 5.19 1.95 6.20 4.39 0.67 36.62 4.82 0.02 12.70 15.62 0.66 0.08 0.70 0.09 1.94 2013 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 97 B. ALİ EŞİYOK 98 Teknolojik Düzeyine Göre İthalat Değerleri Dışa açık bir ekonomide ihracat değerleri yanında ithalat profilinin de incelenerek (söz konusu ülkenin hangi sektörlere dayalı bir ithalat yapısına sahip olduğu belirlenerek), makro düzeyde uygulanacak olması kalkınma ve rekabet stratejileri açısından son derece önemlidir. Bu bağlamda teknolojik düzeyine göre Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalat değerlerini gösteren Tablo 3 incelendiğinde, orta-yüksek teknoloji sanayi grubu ithalatının diğer sektörlere göre öne çıktığı izlenmektedir. Başka bir ifadeyle, (2013 ithalat bulguları göz önüne alındığında) 47,960 milyon dolar ithalat değeri ile orta-yüksek teknolojilere dayalı ithalatın diğer kategorilere göre belirgin bir biçimde yüksek gerçekleştiği izlenmektedir. Bu grupta gözlenen görece yüksek ithalat değerine dört sektörün katkı yaptığı görülmektedir. Söz konusu bu sektörler; motorlu kara taşıtı ve römorklar (2013 yılı itibariyle 16,224 milyon dolar), başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat sektörü (13,712 milyon dolar), sentetik kauçuk ve plastik hammaddeler (5,178 milyon dolar) ve ana kimyasal maddeler sektörü (kimyasal gübre ve azotlu bileşikler hariç) (3,103 milyon dolar) olarak belirlenmiştir. AB’den yapılan ithalatta, iki uç kutupta bulunan düşük ve yüksek teknoloji sanayi kategorilerinin en düşük ithalat değerlerine sahip kategoriler olarak öne çıktıkları görülmektedir. Bu iki zıt kategoride izlenen düşük ithalat değerlerinin nedeni, Türkiye’nin üretim yapısı ile ilgilidir. Başka bir anlatımla, Türkiye düşük teknoloji içerikli sektörlerde kendi teknolojisini üretme kapasitesine (yetkinliğine) ulaşıp, ithalat gereksinimi düşerken, bunun tam karşısında yer alan yüksek teknoloji içerikli sektörlerde ise (sanayi üretim yapısının düşük ve orta teknolojilere dayalı gelişmesi nedeniyle), sanayiinin yüksek teknoloji talebinin sınırlı olmasından kaynaklanmaktadır. Teknoloji düzeyine göre 2008-2013 yılları arasında Türkiye’nin AB’den yaptığı toplam ithalat % 24.1 oranında artarken, orta-yüksek teknoloji sanayiinde % 25.6, orta-düşük teknoloji sanayiinde % 34.8, düşük teknoloji sanayiinde % 22 ve yüksek teknoloji sanayiinde ise % 0.8 oranında arttığı izlenmektedir. Başka bir anlatımla, sadece iki kategoride (orta-yüksek teknoloji sanayiinde ve orta-düşük teknoloji sanayiinde) ithalat artışının, AB’den yapılan toplam ithalat artışından yüksek gerçekleştiği izlenmekte, geleneksel sektörlerinden oluşan düşük teknoloji sanayiinde gözlenen ithalat artışı da dikkat çekmektedir. D21 D22 D36 ISIC3 Kodu D15 D16 D17 D18 D19 D20 Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı 69,212 8,680 3,398 629 1,894 1,898 861 38,199 Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI 2,811 297 4,212 160 625 770 1,688 604 10,648 4,012 12,153 182 39 15,310 3,132 2,181 803 6,591 2,145 459 7,023 1,788 336 996 1,168 89 1,492 442 315 396 2008 ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUV.MA. BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ISIC3 Adı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Genel Toplam Yüksek Teknoloji D2423 Sanayii D30 D32 D33 D353 Orta-İleri D2411 Teknoloji Sanayii D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 Orta-Düşük D23 Teknoloji Sanayii D25 D26 D27 D28 D351 Data Grup Adı Düşük Teknoloji Sanayii Tablo 3: İthalat Değerleri (Milyon $) 52,940 7,379 3,082 452 1,873 1,478 494 29,324 2,036 241 3,069 133 484 727 1,456 510 7,754 3,713 8,690 491 20 10,714 2,006 1,701 584 4,421 1,427 576 5,523 1,557 292 666 985 91 1,149 302 199 282 2009 66,600 8,690 3,354 559 2,145 1,767 866 37,730 2,607 245 3,965 160 565 871 1,638 582 9,620 4,144 12,824 481 27 13,404 2,781 2,089 711 5,896 1,751 176 6,776 1,929 271 789 1,461 84 1,235 334 230 443 2010 84,427 9,593 3,244 574 2,138 2,264 1,374 47,729 3,128 321 5,045 201 669 982 1,880 624 13,245 4,884 16,337 372 41 18,687 5,880 2,680 844 7,066 2,144 73 8,418 2,178 326 1,009 2,079 95 1,430 405 302 595 2011 80,487 8,516 2,880 628 1,500 2,094 1,414 43,390 3,054 454 4,758 203 666 964 1,728 642 12,457 4,210 13,973 239 41 20,451 7,439 2,636 803 7,374 2,044 154 8,130 2,113 308 978 1,895 118 1,320 398 293 709 2012 85,921 8,749 3,107 690 1,158 2,260 1,534 47,960 3,103 289 5,178 215 736 1,052 1,824 584 13,712 4,731 16,224 262 50 20,641 6,407 2,876 883 7,828 2,394 253 8,571 2,218 321 1,165 1,807 115 1,426 445 354 718 2013 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 99 B. ALİ EŞİYOK 100 Teknoloji Düzeyine Göre İthalat Payları Teknolojik düzeyine göre Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalat paylarını gösteren Tablo 4 incelendiğinde, en temel kategoriyi “orta-yüksek” teknoloji içerikli sektör kategorisinin oluşturduğu, söz konusu kategorinin 2008 yılında % 55.2 olan ithalat payının ılımlı bir artışla 2013 yılında % 55.8 oranına yükseldiği izlenmektedir. Bu kategoriyi oluşturan sektörler arasında ithalat payı en yüksek sektörler olarak motorlu kara taşıtı, ve römork sektörü ile birlikte başka yerde sınıflandırılmamış makine ve teçhizat imalatı sektörleri öne çıkmaktadır. Söz konusu bu iki sektörün 2008 yılında % 32.9 olan toplam ithalat payı, küçük bir artışla 2013 yılında % 34.8 oranına yükselmiştir. Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı sektörel ithalat payı sıralamasında iki uç noktada yer alan düşük ve yüksek teknoloji sanayi kategorilerinin son iki sırada yer aldıkları izlenmektedir. 2013 yılı bulguları göz önüne alındığında, “yüksek” teknoloji içerikli sektörlerin ithalat payı % 10.2 oranında tespit edilirken, “düşük” teknoloji sanayi grubunun ithalat payı % 10 oranında gerçekleşmiştir. Türkiye’nin AB ülkelerinde yaptığı ithalatta öne çıkan diğer temel bir kategori de düşük-orta teknoloji sanayi kategorisidir. Söz konusu kategorinin 2008 yılında % 22.1 olan ithalat payı ılımlı bir artışla 2013 yılında % 24 oranına yükselmiştir. Bu kategoride ithalat payı en yüksek sektörlerin başında ana metal sanayi ve kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri sektörleri gelmektedir. Söz konusu bu iki sektörün 2008 yılında % 14.1 olan toplam ithalat payları zaman içerisinde artarak 2013 yılında % 16.6 oranına yükselmiştir. 2013 yılında düşük-orta teknoloji içerikli sektör kategorisinin toplam ithalat içerisindeki payının % 24 olduğu göz önüne alınırsa, bu kategorideki gerçekleştirilen ithalatın esas olarak ana metal sanayi ile kok kömürü ve rafine edilmemiş sektörler tarafından gerçekleştirildiği (yoğunlaşmanın yüksek olduğu) anlaşılmaktadır. D2411 D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 D2423 D30 D32 D33 D353 Orta-İleri Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK, CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M. BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ISIC3 Adı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Genel Toplam D23 D25 D26 D27 D28 D351 Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Data Grup Adı ISIC3 Kodu Düşük D15 Teknoloji D16 Sanayii D17 D18 D19 D20 D21 D22 D36 Tablo 4: İthalat Payları (%) 100.00 12.54 4.91 0.91 2.74 2.74 1.24 55.19 4.06 0.43 6.09 0.23 0.90 1.11 2.44 0.87 15.38 5.80 17.56 0.26 0.06 22.12 4.53 3.15 1.16 9.52 3.10 0.66 10.15 1.69 0.13 2.16 0.64 0.46 0.57 2.58 0.49 1.44 2008 100.00 13.94 5.82 0.85 3.54 2.79 0.93 55.39 3.85 0.45 5.80 0.25 0.91 1.37 2.75 0.96 14.65 7.01 16.41 0.93 0.04 20.24 3.79 3.21 1.10 8.35 2.70 1.09 10.43 1.86 0.17 2.17 0.57 0.38 0.53 2.94 0.55 1.26 2009 100.00 13.05 5.04 0.84 3.22 2.65 1.30 56.65 3.92 0.37 5.95 0.24 0.85 1.31 2.46 0.87 14.44 6.22 19.26 0.72 0.04 20.13 4.18 3.14 1.07 8.85 2.63 0.26 10.17 2.19 0.13 1.85 0.50 0.35 0.66 2.90 0.41 1.18 2010 100.00 11.36 3.84 0.68 2.53 2.68 1.63 56.53 3.70 0.38 5.98 0.24 0.79 1.16 2.23 0.74 15.69 5.79 19.35 0.44 0.05 22.13 6.96 3.17 1.00 8.37 2.54 0.09 9.97 2.46 0.11 1.69 0.48 0.36 0.70 2.58 0.39 1.20 2011 100.00 10.58 3.58 0.78 1.86 2.60 1.76 53.91 3.79 0.56 5.91 0.25 0.83 1.20 2.15 0.80 15.48 5.23 17.36 0.30 0.05 25.41 9.24 3.28 1.00 9.16 2.54 0.19 10.10 2.35 0.15 1.64 0.49 0.36 0.88 2.62 0.38 1.21 2012 100.00 10.18 3.62 0.80 1.35 2.63 1.78 55.82 3.61 0.34 6.03 0.25 0.86 1.22 2.12 0.68 15.96 5.51 18.88 0.30 0.06 24.02 7.46 3.35 1.03 9.11 2.79 0.29 9.98 2.10 0.13 1.66 0.52 0.41 0.84 2.58 0.37 1.36 2013 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 101 B. ALİ EŞİYOK 102 Dış Ticaret Dengesinin Teknolojik Yapısı Teknoloji düzeyine göre Türkiye ile AB arasında dış ticaret dengesini (net ihracatçı ve net ithalatçı sektörleri ve kategorileri) gösteren Tablo 5 incelendiğinde, Türkiye’nin AB karşısında sadece düşük teknoloji sanayi grubunda net ihracatçı olduğu (dış ticaret fazlası verdiği), diğer üç kategoride ise net ithalatçı olduğu (dış ticaret açığı verdiği) izlenmektedir. Türkiye’nin AB karşısında net ithalatçı olduğu sektör kategorilerinin başında orta-yüksek teknoloji kategorisi gelmekte olup, söz konusu sektör grubunun 2008 yılında 15,234 milyon dolar olan net ithalat değerinin zamanla artarak 2013 yılında 25,601 milyon dolara yükseldiği görülmektedir. Türkiye 2008 yılında düşük teknoloji içerikli sektörlerde 13,186 milyon dolar net ihracatçı iken, 2013 yılında net ihracat değerinin küçük bir artışla 13,204 milyon dolara yükseldiği izlenmektedir. Tabloda göze çarpan bulgulardan birisini de, orta-düşük teknoloji sanayiinin dış ticaret açığında gözlenen çarpıcı gelişme oluşturmaktadır. Buna göre Türkiye 2008 yılında orta-düşük teknoloji sanayiinde bir milyarın altında net ithalatçı iken (özellikle kok kömürü, rafine edilmiş petrol ürünleri ve nükleer yakıtlar sektörü ile birlikte ana metal sanayiinin dış ticaret dengesinde gerçekleşen bozulma sonucunda), net ithalat değerinin 2013 yılında 7,749 milyon dolara yükseldiği ve dış ticaret açığı ile cari açık üzerinde baskı oluşturduğu gözlemlenmektedir. Kısaca, teknolojik düzeyine göre Türkiye ile AB arasındaki dış ticaret dengesinin yapısı genel olarak değerlendirildiğinde; Türkiye’nin düşük profilli sektörlerde net ihracatçı olduğu, buna karşın orta-yüksek, yüksek ve düşük-orta teknoloji sanayi kategorilerinde ise net ithalatçı olduğu izlenmekte, sadece düşük teknoloji sanayi grubunun cari açık üzerinde baskı oluşturmadığı izlenmektedir. 2013 bulgularına göre ileri teknoloji sanayi grubu 6,320 milyon dolar dış ticaret açığı verirken, orta-ileri teknoloji sanayi grubu 25,601 milyon dolar ve orta-düşük sanayi grubunun ise 7,749 milyon dolar açık verdiği izlenmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin net ithalatçı olduğu sektör gruplarının başında orta-ileri teknoloji sanayi grubu gelmekte, bu grupta verilen açıklar dış açıklar kanalıyla cari açığı olumsuz etkilemektedir. Türkiye ekonomisinin temel makro-ekonomik sorunlarından birisini oluşturan cari açık sorununun çözümünün enerji üretme kapasitesinde sağlanacak gelişmeler yanında, orta-ileri teknoloji sanayi grubunda gerçekleştirilecek sabit yatırımlara (bu grupta gerçekleştirilecek ithal ikamesi ile) bağlı olduğunu özellikle vergulamak gerekiyor. D23 D25 D26 D27 D28 D351 D2411 D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 D2423 D30 D32 D33 D353 OrtaDüşük Teknoloji Sanayii Orta-İleri Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M. BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA ISIC3 Adı Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Genel Toplam ISIC3 Kodu D15 D16 D17 D18 D19 D20 D21 D22 D36 Data Grup Adı Düşük Teknoloji Sanayii Tablo 5: Teknolojik Düzeyine Göre Türkiye AB Arasında Dış Ticaret Dengesi (Milyon $) -6,024 -8,799 -3,195 -560 90 -1,718 -641 -15,234 -2,242 -200 -3,933 -133 -546 -567 -1,571 -330 -5,940 -2,046 2,450 -172 -5 -726 -1,175 186 678 -1,810 285 1,110 13,186 1,192 -51 4,973 8,748 -16 -313 -1,407 -274 334 2008 -5,204 -8,580 -2,882 -401 -188 -1,338 -396 -12,885 -1,634 -212 -2,874 -119 -421 -529 -1,381 -330 -4,028 -2,199 1,310 -480 13 -1,962 -1,235 198 636 -2,222 307 354 11,471 1,099 -62 4,387 7,386 14 -229 -1,248 -225 348 2009 -6,437 -17,046 -3,113 -488 -461 -1,610 -765 -18,943 -1,984 -162 -3,678 -149 -507 -678 -1,534 -335 -5,548 -2,265 -1,638 -474 7 -3,512 -2,046 242 474 -2,788 263 343 11,846 934 -58 4,833 8,161 38 -396 -1,613 -213 162 2010 -7,198 -25,332 -3,036 -510 -347 -2,076 -1,228 -25,919 -2,375 -207 -4,657 -192 -599 -746 -1,786 -338 -8,138 -2,783 -3,729 -361 -7 -4,784 -4,371 410 422 -2,388 609 534 12,568 676 -49 5,673 8,822 6 -544 -1,810 -263 57 2011 -5,812 -24,403 -2,693 -568 559 -1,890 -1,220 -22,847 -2,200 -350 -4,330 -194 -605 -700 -1,627 -391 -7,495 -2,088 -2,638 -223 -4 -7,795 -5,394 206 369 -3,550 424 152 12,050 791 -90 5,309 8,562 14 -660 -1,741 -251 117 2012 -6,320 -26,465 -2,916 -619 466 -2,025 -1,226 -25,601 -2,295 -233 -4,781 -207 -665 -764 -1,711 -288 -8,572 -2,558 -3,337 -191 2 -7,749 -4,450 207 276 -4,143 217 145 13,204 1,058 -104 6,124 8,840 37 -668 -1,802 -266 -14 2013 TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 103 104 B. ALİ EŞİYOK Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü Bu bölümün konusunu teknoloji düzeyine göre Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücü analizi oluşturmaktadır. Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlük (Revealed Comparative Advantage) yaklaşımı kullanarak hesapladığımız rekabet gücü bulgularına geçmeden önce, belirtmek gerekir ki ülkelerin rekabet gücünün ölçümünde açıklanmış karşılaştırmalı üstünlükler yaklaşımı dışında ölçüm yöntemleri de bulunmaktadır. Bu çalışmada Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlükler (AKÜ) yaklaşımını tercih etmemizin nedeni, sektörel düzeyde rekabet gücünün çözümlenmesinde daha elverişli bir yöntem olmasından kaynaklanmaktadır. Başka bir ifadeyle, bir ülkenin diğer ülkeler karşısındaki rekabet gücünün ölçümünde AKÜ tek yaklaşım olmadığı gibi, gerçekleşmiş gözlemlerden hareketle hesaplanan AKÜ’ ye dayalı bir rekabet gücü analizi ülkenin rekabet gücünün eğilimi hakkında ipuçları vermekte, ancak rekabet gücünün tüm bileşenlerini içermemektedir. AKÜ yaklaşımı ülkenin rekabet gücünün dış ticaret parametrelerine (ihracat ve ithalata) dayandırmakta, ülkeler arasındaki karşılaştırmalı üstünlüğün farklılaşmasına neden olan yapısal parametreler üzerinde durmayarak salt sonuçlarla ilgilenmektedir. AKÜ yaklaşımı Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin teknoloji içeriği düşük sektörlerde uzmanlaşmasını, buna karşın gelişmiş ülkelerin ise ileri teknoloji içerikli sektörlere dayalı bir dış ticaret yapısını zımnen önermektedir. Zira çevre ekonomiler teknoloji içeriği düşük harcı alem sektörlerde (gıda, tekstil vb) dış ticaret fazlası vermekte, buna karşın ileri teknoloji içerikli sektörlerde ise (dışa bağımlı olmaları nedeniyle) dış ticaret açıkları gündeme gelmektedir. Başka bir ifadeyle, AKÜ yaklaşımı örtük biçimde uluslararası işbölümüne dayalı sektörel uzmanlaşmayı veri kabul etmekte, çevre ekonomilerin ancak avantajlı oldukları düşük profilli sektörlerde uluslararası ticarete eklemlenmeleri halinde rekabet gücü kazanabileceklerini varsaymaktadır. Oysa bugünün gelişmiş metropol ülkeleri ve sanayileşmede önemli mesafeler kat etmiş Yeni Sanayileşmiş Ülkelerin (Newly Industrialized Countries, NICs) kalkınma/sanayileşme deneyimleri incelendiğinde, bu ülkelerin hiçbirinin statik rekabet gücüne dayalı bir sanayileşme politikası uygulamadıkları, söz konusu ülkelerin başlangıçtaki doğal kaynak ve işgücü maliyetlerini veri alıp sanayileşmelerini bu kaynaklara dayandırmadıkları görülmektedir. Sanayileşmiş ülkeler başlangıçta sahip oldukları üstünlükleri korumakta ısrar etmemişler, ekonomiye müdahale ederek dinamik rekabet gücüne dayalı bir sanayileşme politikası izleyerek ihracatta önemli gelişmeler sağlamışlardır.9 Bu bağlamda sadece ucuz emek rezervlerine ve doğal kaynaklara 9 G. Kore ve diğer Asya Pasifik ekonomilerinin kalkınmalarının temelinde kalkınmacı devletin olduğunu ileri süren çalışmalar için bkz.Ha-Joon Chang ve Peter Evans, “Ekonomik Değişimde Kurumların Rolü”, Neo-liberal Küreselleşme ve Kalkınma Seçme Yazılar, Fikret Şenses (Der.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s.617–678; Peter Evans “Predatory, Developmental and Other Apparatuses: A Comparative Political Economy Perspective on The Third World State”, Sociological Forum, 4(4), 1989, p.561- 87; Chalmers Johnson MITI and The Japanese Miracle: The Growth of Industrial Policy, 1925–1975, California, TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 105 dayalı bir sektörel uzmanlaşma ile ülkenin sanayileşmesi önünde önemli güçlükler bulunmakta, dünya ekonomisinin çevresinde yer alan bir ülkenin uluslararası ihtisaslaşmayı veri alan bir sanayileşme stratejisi ile yarı-sanayileşmiş bir ekonomik formasyonu aşması neredeyse olanaksız hale gelmektedir. Uluslararası rekabet gücünü belirleyen en temel parametrelerin başında verimlilik düzeyi gelmektedir. Rekabet gücü üzerinde göreli fiyatlar başta olmak üzere (reel kur ve ücret hareketleri) birçok parametre etkili olmakla birlikte, bir ülkenin uzun dönemde rekabet gücünün kalıcı olmasının en temel koşulunun ülkenin teknolojide (verimlilikte) sağlayacağı yapısal dönüşümlerle yakından ilgili olduğunu özellikle belirtmek gerekir. Ulusal paraların devalüasyonuna dayalı bir rekabet gücü sağlıklı bir yöntem olamayacağı gibi kalıcı da olmamaktadır. Başka bir ifadeyle, bir ülkenin devalüasyona başvurarak rekabet gücü kazanma arayışı, rakip ülkelerinde aynı yola başvurması ile ülkeler arasında bir kur yarışına neden olacağından başarılı olma şansı orta ve uzun dönemde yok gibidir. Bir ülkenin rekabet gücü kazanmasında başvurabileceği diğer bir seçenek de ücretlerin bastırılmasına dayalı düşük ücret politikasıdır. Özellikle emek yoğun sektörlere dayalı düşük ücret politikası kısa dönemde söz konusu sektörlerin rekabet gücünü artırıcı yönde etkide bulunur. Ancak ücret bastırmalarına dayalı bir rekabet gücü politikasının da tıpkı reel kur hareketlerine dayalı politikada olduğu gibi başarı şansı neredeyse yok gibidir: Bir eğilim olarak ücret bastırmalarını, ücret patlamaları izlemekte (konjonktürel hareketler izlenmekte), bu da ücretlerin bastırılmasına dayalı bir seçeneğin orta ve uzun dönemde sürdürülebilir olmasını mümkün kılmamaktadır. Bu bağlamda bir ülkenin rekabet gücü kazanmasının en temel koşulu ülkenin verimlilik düzeyini yükseltmesine bağlı gözükmektedir. Özellikle imalat sanayi gibi ticarete konu olan sektörlerde tempolu artan verimlilik düzeyi sonucunda ülkenin rekabet gücü de artmakta ve kalıcı bir platoya yerleşmektedir. Ülkenin verimlilik düzeyindeki artış ise sermaye stoku ile yakından ilgilidir. Oysa AKÜ yaklaşımı yukarıda kısaca ifade edilen ve rekabet gücü üzerinde etkide bulunan parametrelerin nedenleri üzerinde durmamakta, ülkenin üretim yapısının bir yansıması olarak gündeme gelen dış ticaret ögelerinden hareketle rekabet gücünü hesaplamaktadır. Kısaca AKÜ yaklaşımı herhangi bir ülkenin rekabet gücünü ölçerken olgunun görünen yüzü ile ilgilenmekte, rekabet gücü üzerinde etkide bulunan (teknoloji, reel ücretler, kur hareketleri gibi) bir dizi temel ögeyi göz ardı etmektedir. Oysa günümüz dünyasında bir ülkenin rekabet gücünü artırmasının en temel, belki de biricik yolu verimlilikte sağlayacağı tempolu gelişmelerle ilgilidir. Verimlilik artışı ise ülkenin teknoloji üretme kapasitesi dahil, eğitim, kalifiye işgücü gibi bir dizi faktörle ilintilidir. Standford University Press, 1982; Chalmers Johnson, Japan:Who Governs? The Rise of the Developmental State, New York, W.W Norton, 1995; Linde Weiss ve John M.Hobson, Devletler ve Ekonomik Kalkınma, Ankara, Dost Kitabevi, 2009; Robert Wade, Governing the Market:Economic Theory and The Role of Government in East Asian Industrialization, New Jersey, Princeton University Press, 2003. B. ALİ EŞİYOK 106 Metodoloji Utkulu ve Seymen’in10 belirttiği gibi Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlüklerin ölçümünde birçok göstergeden yararlanılmaktadır. Karşılaştırmalı üstünlükleri ampirik olarak inceleyen ilk araştırmacı Liesner’dir.11 Liesner İngiltere’nin o zamanki ismiyle Avrupa Ortak Pazar karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu sektörleri belirlemek için; RCAj1=(Xj)/(Xja) endeksinden yararlanmıştır. Formülde Xj ilgili ülkenin j-inci mal ihracatını gösterirken, Xja ise Ortak Pazar ülkelerinin j-inci mal ihracatını göstermektedir. Kısaca Liesner İngiltere’nin ilgili üründeki ihracatının Ortak Pazar ülkelerinin söz konusu ürün ihracatı içerisindeki payı ile ilgilenmektedir. Balassa12ise karşılaştırmalı üstünlüğü (Karşılaştırmalı İhracat Performans Endeksi olarak da adlandırılan) aşağıda 2 nolu formül (Balassa’nın orijinal endeksi) yoluyla hesaplanması gerektiğini belirtmektedir. RCAj2=(Xj/X)/(Xja/Xa). Formülde X ülkenin toplam ihracatını, Xa ise orijinal ifadesiyle Ortak Pazar ülkelerinin toplam ihracatını göstermektedir. RCAj2 katsayısının birden büyük olması ülkenin söz konusu mal ya da sektörde açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu kabul edilmektedir. Yukarıda ifade edilen rekabet gücü endeksleri salt ihracatı göz önüne almakta, ithalatı analiz dışında tutmaktadır. Başka bir ifadeyle, RCAj2 herhangi bir malın ülkenin toplam ihracat içerisindeki payının ilgili malın dünyanın ya da bölgenin toplam ihracatındaki payına oranını ifade etmekte, ülkenin bir maldaki ya da sektördeki uzmanlaşmasını dünyanın ya da bölgenin uzmanlaşmasıyla karşılaştırmaktadır. Oysa günümüz dünyasında bir ülkenin ihracatı yanında ithalatının da göz önüne alınması gerekir. Bu bağlamda Balassa tarafından revize edilen ve ithalatı da analize içeren RCA3 formülü geliştirilmiş ve aşağıda gösterilmiştir. Burada X ihracatı, M ithalatı, i bir ülkeyi, j bir ürün veya sektörü, t ise bir ürünler seti veya sektörler setini temsil etmektedir. RCAj3= ln [(Xij/ Xit) / (Mij/ Mit)] *100 ya da RCAj3= ln [(Xij/ Mij) / (Xit/Mit)] *100 yazılabilir. RCA3’nın alacağı değerlere göre; RCA3>50 ise rekabet gücünün yüksek olduğu,-50<RCA<50 ise rekabet gücünün marjinal sınırda olduğu ve RCA3<-50 ise rekabet gücünün düşük bulunduğu sonucuna ulaşılacaktır. 10 Utku Utkulu ve Dilek Seymen, “RevealedComparative Advantage andCompetitiveness: EvidenceforTurkeyforvis—a’-visthe EU/15”, European Trade Study Group 6th Annual Conference, ETSG, Nottingham, 2004. 11 H.H.Liesner, “TheEuropeanCommon Market and British Industry”, Economic Journal, 1958, V.68, p.302-316. 12 Bela Balassa, “TradeLiberalizationand ‘RevealedComparative’ Advantage”, The Manchester School, 33,1965, p.99-123. TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 107 Diğer yandan Volrath13 karşılaştırmalı üstünlüklerin aşağıda belirtilen RCAj4; RCAj5 ve RCAj6 formüller yardımıyla ölçülebileceğini belirtmektedir. RCAj4= RXAj-RMAj RXAj=(Xj/X)/(Xrj/Xr) Burada Xrj j-inci malın dünya ihracatından söz konusu malın ilgili ülke ihracatını çıkartarak elde edilen değeri göstermektedir. Xr ise toplam dünya ihracatından ilgili ülke ihracatının çıkartılması ile elde edilen değeri göstermektedir. RMAj=(Mj/M)/(Mjr/Mr) RCAj5=ln (RXAj) RCAj6=ln (RXAj)- ln (RMAj). RCAj4, RCAj5 ve RCAj6 formüllerinde katsayılarının pozitif değer alması karşılaştırmalı üstünlüğü, eksi değerleri ise karşılaştırmalı dezavantaja işaret etmektedir. Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücü ilk olarak OECD’nin teknoloji sınıflandırmasından hareketle14 RCAj3 formülünden (ithalatı da içeren) hesaplanmış, izleyen satırlarda ise rekabet gücü analizi Hufbauer ve Chilas’ın15 önerdiği sektör sınıflandırmasından hareketle RCA2 (Karşılaştırmalı İhracat Performans endeksi olarak da adlandırılan) formülü kullanılarak analiz edilmiştir. Literatür Araştırması Türkiye’nin Gümrük Birliği’ne üye olması ile birlikte, Türkiye-AB arasındaki dış ticaretin yapısını ele alan ampirik çalışmalarda artış izlenmekte, Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücü başta olmak üzere sektörel analizlere dayalı çalışmalarda çeşitlilik görülmektedir. Bu çalışmalardan en temel olanı editörlüğünü Selahattin Bekmez’in yaptığı “Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri16” çalışmasıdır. Söz konusu çalışmada, Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücünü genel olarak çözümleyen makaleler yanında, gıda, tekstil, kimya, makine ve teçhizat, toprağa dayalı endüstriler, demir-çelik, elektronik sanayi, otomotiv, tarım, petrol ürünleri, eğitim, madencilik ve sağlık sektörüne ilişkin rekabet gücü çözümlemeleri de yer almaktadır. Çalışmadaki bulgulara göre, Türkiye’nin geleneksel sektörlerde 13 T.L.Vollrath. “A Theoretical Evaluation of AlternativeTradeIntensityMeasures of Revealed Comparative Advantage”, Weltwirtschaftliches Archiv, 1991, p.265-279. 14 Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücünü aynı formülden hareketle çözümleyen bir analiz için bkz. Dilek Seymen ve Özgül Bilici, “Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretin Yapısı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Pazarında Rekabet Gücü: Genel Bir Değerlendirme”, Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, SehattinBekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.41. 15 C. G. Hufbauer ve J.C.Chilas, “SpecializationbyIndustrialCountries:ExtentandConsequences”, in the International Division of Labour: Problemsand Perspectives, International Symposium, H.Giersch, J.C.B.Mohr, Tubingen, 1974, p.3-38. 16 Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Selahattin Bekmez (ed.), Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2008. 108 B. ALİ EŞİYOK rekabet gücünün yüksek, buna karşın teknoloji içeriği yüksek sektörlerde ise rekabet gücünün düşük olduğu belirtilmektedir. Seymen ve Bilici, Türkiye’nin hammadde ve emek yoğun ürünlerde AB karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bulunduğunu, buna karşın sermaye yoğun, kolay taklit edilebilir ve zor taklit edilebilir Ar-Ge yoğun mallarda ise açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bulunmadığı sonucuna ulaşmıştır.17Söz konusu çalışmada ayrıca Türkiye’nin AB pazarına entegrasyon düzeyini çözümlemek için ticaret entropi endeksinden yararlanılmış, çalışmanın sonucunda Türkiye’nin AB pazarına önemli ölçüde entegre olduğu saptanmıştır. Çalışmada Türkiye ile AB ülkelerinin ihracat kompozisyonları karşılaştırılmış, eski üyelerden Portekiz ve İtalya’nın yeni üyeler arasında ise Polonya ve Romanya’nın rakip ülkelerin başında yer aldığı saptanmıştır. Utkulu ve Seymen’in AKÜ yaklaşımı kullanarak Türkiye’nin AB-15 ülkeleri karşısında rekabet gücünü çözümleyen çalışmada, Türkiye’nin AB karşısında geleneksel sektörlerde rekabet gücüne sahip olduğu tespit edilmiştir.18 Yazarlar, 1990-2003 döneminde Türkiye’nin 7 sektörde rekabet gücüne sahip olduğu, buna karşın 28 sektörde ise rekabet gücünün bulunmadığı sonucuna ulaşmışlardır. Güran19’ın 1988 yılı için hesapladığı RCA analiz sonuçlarına göre ise Türkiye’nin 17 mal grubunda AB karşısında rekabet avantajına sahip bulunduğu, buna karşın 27 mal grubunda ise açıklanmış karşılaştırmalı avantaja sahip bulunmadığı tespit edilmiştir. Eşiyok,20AKÜ yaklaşımından hareketle Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücünü çözümleyen makalede Türkiye’nin diğer birçok araştırmada elde edilen bulguda olduğu gibi geleneksel sektörlerde rekabet gücüne sahip olduğu, yüksek katma değer üreten sektörlerde ise açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip bulunmadığını ortaya koymuştur. Türkiye imalat sanayiinin AB ülkeleri karşısında rekabet gücünü ampirik olarak inceleyen Kösekahyaoğlu ve Özdamar’ın21 bulgularına göre; kimyasal ürünler, tıp-eczacılık-kozmetik ve plastik ürünlerinde Türkiye’nin genel rekabet gücü oldukça düşük bulunmaktadır. Yine aynı çalışmada deri ve kauçuk, kağıt, tekstil ve demir-çelik gibi hammaddeye dayalı ürünlerde Türkiye’nin rekabet gücü 17 Dilek Seymen ve Özgül Bilici, “Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretin Yapısı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Pazarında Rekabet Gücü: Genel Bir Değerlendirme”, Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, SehattinBekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.47. 18 Utku Utkulu ve Dilek Seymen, “RevealedComparative Advantage andCompetitiveness: EvidenceforTurkeyforvis—a’-visthe EU/15”, European Trade Study Group 6th Annual Conference, ETSG, Nottingham, 2004. 19 Nevzat Güran, Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücü, DPT, Yayın No:2231-AETB, Ankara, 1990. 20 B.Ali Eşiyok, “Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri,SehattinBekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.86-87. 21 Levent Kösekahyaoğlu ve Gökhan Özdamar, “Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Türk İmalat Sanayinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, C.14, S.1, S.17-30, 2009. TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 109 Finlandiya, Slovenya, Bulgaristan, İsveç ve Polonya karşısında Türkiye imalat sanayiinin bir rekabet gücüne sahip olmadığı, Avusturya, İtalya, Portekiz, Letonya ve Slovekya karşısında ise rekabet gücünün son yıllarda zayıfladığı belirtilmektedir. Küçükahmetoğlu’nun22AKÜ yaklaşımından hareketle, Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücünü çözümlediği çalışmada, Türkiye’nin standart sanayi mallarının yaklaşık % 50’sinde rekabet üstünlüğüne sahip olduğu, buna karşın ileri teknoloji içerikli ürünlerde ise rekabet gücünün bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. 1990-1999 arasında AKÜ yaklaşımını kullanarak Türkiye’nin rekabet gücünü inceleyen bir diğer çalışmada ise, Türkiye’nin AB ülkeleri karşısında rekabet gücü bulunan ürünlerin %80’nin sanayi kategorisinde yer aldığı gösterilmiştir. Özellikle Türkiye’nin geleneksel sektörlerinin başında gelen ve sanayi ihracatı içerisinde önemli bir ağırlığa sahip tekstil ve hazır giyim sektöründe sanayinin rekabet gücü yüksek tespit edilirken, hazır giyim ürünlerinin bütününde Türkiye’nin AB ülkeleri karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu belirlenmiştir.23 Sonuç olarak, farklı dönemler ve farklı sektör sınıflandırmaları altında yapılmış olsa da, yapılan birçok çalışma Türkiye’nin AB karşısında temel olarak geleneksel sektörlerde rekabet gücünün varlığını ortaya koymakta, yüksek katma değer üreten ya da ileri teknoloji içerikli sektörlerde ise rekabet gücünün bulunmadığını göstermektedir. Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü Teknoloji sanayi gruplarına göre Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücünü gösteren Tablo 6 incelendiğinde, Türkiye’nin sadece düşük teknoloji içerikli sektörlerde AB karşısında rekabet gücünün yüksek olduğu, orta-düşük ve ortayüksek teknoloji sanayi kategorilerinde ise marjinal sınırda bulunduğu tespit edilmiştir. Diğer taraftan Türkiye’nin AB karşısında “yüksek teknoloji” içerikli sektörde rekabet gücünün bulunmadığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, ISIC Rev.3 baz alınarak yapılan teknolojik sınıflandırmasına göre, Türkiye’nin AB karşısında sadece 5 sektörde rekabet gücü yüksek bulunurken, 20 sektörde düşük ve 8 sektörde de marjinal sınırda tespit edilmiştir.Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücü sektörlerin teknoloji içeriği yükseldikçe düşmekte, Türkiye’nin AB karşısında temel olarak geleneksel sektörlerde (gıda ürünleri ve içecek, tekstil ürünleri, giyim eşyası vs) ise rekabet gücünün yüksek olduğu görülmektedir. Yüksek teknoloji içerikli sektör grubunda yer alan sektörlerden sadece radyo, TV, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektöründe rekabet gücü marjinal sınırda tespit edilirken, bu grupta yer alan diğer tüm sektörlerin rekabet gücü düşük bulunmuştur. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin teknoloji içeriği yüksek hiçbir sektörde AB karşısında rekabet gücü bulunmamaktadır. Orta-yüksek teknoloji grubunda rekabet gücü marjinal sınırda bulunan iki sektör bulunurken (başka yerde sınıflandırılmamış ulaşım araçları ile motorlu kara taşıtı ve römorklar) diğer 11 sektörde düşük tespit edilmiştir. Düşük-orta teknoloji içerikli sektörlerde ise sadece deniz taşıtlarının 22 Osman Küçükahmetoğlu, “Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İktisadi Etkileri”, İktisat Dergisi, Sayı:408, S.34-37. 23 Dış Ticaret Müsteşarlığı, Türkiye Dış Ticaret Stratejisi (2005-2010-2015-2023), Ankara, 2003. B. ALİ EŞİYOK 110 yapımı ve onarımı sektörü ile metalik olmayan diğer mineral ürünler sektörlerinde rekabet gücü yüksek bulunmuştur. Tablo 6: Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü (RCA Değerleri) (2008-2013) Grup Adı Düşük Teknoloji Sanayii ISIC3 Kodu D15 D16 D17 D18 D19 D20 D21 D22 D36 OrtaDüşük Teknoloji Sanayii Orta-İleri Teknoloji Sanayii D23 D25 D26 D27 D28 D351 D2411 D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 Yüksek Teknoloji Sanayii D2423 D30 D32 D33 D353 ISIC3 Adı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAP. M. KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MAD.; PARFÜM; KOZMETİK VE TUV.M BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜR. BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı Ortalama RCA Simgesel Gösterim 78.9 -99.0 186.8 341.4 33.9 Y D Y Y MS -193.4 D -141.2 -134.8 45.8 127.4 -81.7 D D MS Y D 38.1 76.8 -29.8 44.7 129.1 -1.8 -116.7 MS Y MS MS Y MS D -113.4 -232.3 -240.5 -194.4 D D D D -107.7 D -255.5 -56.5 -59.5 -50.2 D D D D 19.7 -280.9 34.1 -39.7 -246.0 MS D MS MS D -193.1 31.2 -208.7 -154.4 -98.0 D MS D D D Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle kendi hesaplamamız. Tabloda simgesel olarak gösterilen “Y” ilgili sektörde rekabet gücünün yüksek olduğunu, D” düşük olduğunu ve “MS” marjinal sınırda bulunduğunu göstermektedir. TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 111 Kullanılan Üretim Faktörüne Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü: Kesit Analizi Bu alt bölümde C. G. Hufbauer&J.C.Chilas’ın sektör sınıflandırmasından ve RCA2 formülünden (Karşılaştırmalı İhracat Performans endeksinden) hareketle, Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücü 2012 yılı için (kesit analizi) incelenmiş, bulgular Tablo 7’de ana24 kategoriler olarak gösterilmiştir. Buna göre Türkiye’nin AB karşısındaki rekabet gücü teknoloji yoğunluğu arttıkça düşmekte, zor taklit edilen ve kolay taklit edilen Ar-Ge yoğun sektörlerde Türkiye’nin AB karşısında açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olmadığı görülmektedir. Ancak Türkiye’nin sermaye-yoğun, emek yoğun ve hammadde yoğun gibi görece düşük teknolojilere sahip sektör kategorilerinde açıklanmış karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olduğu izlenmektedir. Tablo 7: Kullanılan Üretim Faktörüne Göre Türkiye’nin AB Karşısında Rekabet Gücü (2012) (SITC Rev.3, 2 Digit) Kullanılan Faktörlere Göre Sektör Grupları RCA2 Zor Taklit Edilen Ar-Ge Yoğun Sektörler 0.38 Kolay Taklit Edilen Ar-Ge Yoğun Sektörler 0.67 Sermaye-Yoğun Sektörler 1.27 Emek Yoğun Sektörler 2.25 Hammadde Yoğun Sektörler 2.59 Kaynak ve Notlar: C. G. Hufbauer &J.C.Chilas’ın sektör sınıflandırmasından ve UN Comtrade veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. Hammadde yoğun sektörler kategorisinde yer alan 42 nolu sektör ortalamadan önemli ölçüde saptığı için hesaplamada göz önüne alınmamıştır. Sanayi Rekabet Performans Endeksine Göre Türkiye ve AB Ülkeleri Bu alt bölümde UNIDO tarafından hazırlanan Sanayi Rekabet Performans Endeksinden (Competitive Industrial Performance Index) hareketle, Türkiye ve AB27 ülkelerinin dünya rekabet gücü içerisindeki yerlerinin çözümlenmesi amaçlanmaktadır.25 Başka bir ifadeyle, önceki bölümde AKÜ yaklaşımı kullanılarak sektörel düzeyde yapılan analiz bu kez UNIDO’nun sanayi rekabet performans endeksi ve bileşenleri (Tablo 8) kullanılarak, Türkiye ve AB-27 ülkeleri bağlamında çözümlenecektir. 24 Yerden tasarruf etmek amacıyla sektörel ayrıntı verilmemiştir. UNIDO’nun sanayi performans endeksini hesaplarken kullandığı değişkenlere ve metodolojisine ilişkin olarak bkz. B. Ali Eşiyok, “Türkiye Sanayileşmenin Neresinde? Uluslararası Bir Karşılaştırma”, İktisat ve Toplum, Sayı:24,2013c, s.58-60. 25 B. ALİ EŞİYOK 112 Tablo 8: Sanayi Rekabet Performans Endeksinin (CIP) Bileşenleri Göster ge Orijinal Simge Açıklaması 1 MVApc Kişi başına imalat sanayi katma değeri 2 MXpc Kişi başına imalat sanayi ihracatı Orta ve yüksek teknolojilere dayalı imalat san. Yaratılan KD'in Toplam imalat San. KD. İçerisindeki payı 3 MHVAsh 4 MVAsh 5 MHXsh 6 MXsh İmalat sanayi ihracatının toplam ihracat içindeki payı 7 lmWMVA Ülkenin Dünya imalat sanayi katma değerine etkisi 8 lmWMT Ülkenin dünya imalat sanayi ticaretine etkisi İmalat sanayi katma değerinin GSYH içindeki payı Orta ve Yüksek teknolojilere dayalı imalat san. İhracatının toplam imalat san.ihracatı içindeki payı Kaynak: UNIDO, Competitive Industrial Performance Report 2012/2013. Türkiye ve AB-27’ülkelerine ilişkin sanayi rekabet performans sıralamasını, sanayi rekabet performans endeks değerini ve bileşenlerini 2010 yılı için gösteren Tablo 9 incelendiğinde, Almanya 0.5176 endeks değeri ile AB-27 içerisinde en yüksek sanayi performans değerine sahip ülke olarak öne çıkarken, dünya sanayi performans sıralamasına göre ise ikinci sırada bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle, Almanya gerek AB-27 içerisinde ve gerekse de dünya içerisinde sanayi sektörü en rekabetçi ülkelerin başında gelmektedir. Almanya’nın dünya sanayi içerisindeki yeri, tablonun son iki sütununda gösterilen; “ülkenin dünya imalat sanayi katma değerine etkisi” ve “ülkenin dünya imalat sanayi ticaretine etkisi” göstergeleri incelendiğinde daha da belirginleşmektedir. Buna göre, Almanya’nın dünya imalat sanayi katma değerine etkisi % 5.317 oranında tespit edilirken, dünya imalat sanayi ticaretine etkisi % 10.219 gibi yüksek bir oranda gerçekleşmiştir. Tablo 9: Türkiye ve Avrupa Birliği (27) Ülkelerinin Sanayi Rekabet Performans Endeksine Göre Dünya Rekabet Gücü İçerisindeki Yerleri, Rekabet Performans Endeks Değeri ve Bileşenleri TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… CIP Sıra CIP End. 2010 2010 Ülke MVApc MXpc 113 MHVAsh MVAsh MHXAsh MXsh lmWMVA lmWMT (%) (%) (%) (%) (%) (%) 10.219 2 0.5176 Almanya 4666.91 13397.43 56.76 18.57 72.34 86.81 5.317 9 0.3114 Belçika 3793.78 34137.53 42.28 14.99 54.95 87.38 0.552 3.326 10 0.3095 Fransa 2885.09 7237.36 45.41 12.16 65.77 88.42 2.492 4.189 11 0.2945 İtalya 2847.72 6935.05 39.33 14.94 53.93 91.62 2.325 3.791 12 0.2896 Hollanda 3324.63 22081.02 40.07 12.48 55.01 73.97 0.759 3.374 13 0.2850 İsveç 6559.37 15375.64 46.96 20.04 57.69 89.70 0.838 1.316 14 0.2782 İngiltere 3162.34 5247.64 41.99 11.44 63.22 79.54 2.691 2.989 15 0.2695 İrlanda 6506.68 23950.5 64.07 23.11 53.84 91.65 0.407 1.004 16 0.2436 Avusturya 4869.48 14926.31 41.74 18.43 59.97 86.97 0.569 1.167 18 0.2220 Finlandiya 6795.27 12001.19 45.36 24.72 48.98 91.10 0.500 0.592 19 0.1979 İspanya 1896.88 4571.87 34.28 12.01 57.40 83.74 1.183 1.910 20 0.1931 Çek Cumh. 2148.21 11816.28 44.62 28.15 67.94 90.99 0.302 1.113 24 0.1705 Danimarka 3887.02 12839.14 30.51 12.46 51.88 72.81 0.294 0.651 25 0.1696 Polonya 1489.98 3639.62 35.35 22.51 58.14 87.83 0.781 1.277 27 0.1562 Slovakya 2303.72 11125.34 43.32 27.43 66.26 93.80 0.172 0.556 29 0.1402 Macaristan 1210.31 8291.96 53.47 21.08 77.99 87.04 0.166 0.763 30 0.1283 TÜRKİYE 1012.73 1286.7 30.04 20.23 42.47 87.72 1.088 0.926 32 0.1152 Slovenya 2716.24 11094.26 45.52 20.89 62.96 90.83 0.075 0.206 34 0.1043 Portekiz 1503.64 4098.3 22.36 12.90 40.53 90.17 0.223 0.407 42 0.0761 Lüksemburg 3737.35 24557.2 4.97 6.59 38.04 85.76 0.025 0.110 46 0.0675 Romanya 341.552 2111.4 33.88 13.06 54.69 90.36 0.100 0.413 47 0.0674 Litvanya 964.003 5343.24 18.46 18.35 37.83 85.63 0.044 0.165 49 0.0653 Yunanistan 1289.68 1429.1 17.17 9.10 37.19 73.69 0.200 0.148 52 0.0583 Estonya 978.874 8360.44 25.66 15.47 42.28 86.22 0.018 0.102 59 0.0460 Bulgaristan 398.788 1958.22 25.57 15.52 35.40 70.99 0.041 0.135 61 0.0452 Malta 1257.27 8406.84 44.92 11.30 56.16 93.04 0.007 0.032 68 0.0367 Letonya 480.598 3190.16 20.77 9.61 35.18 80.85 0.015 0.066 88 0.0186 Kıbrıs 918.488 640.88 12.32 6.58 60.43 75.21 0.011 0.005 Kaynak: UNIDO,Competitive Industrial Performance Report 2012/2013, s. ix-x. Almanya’dan sonra öne çıkan diğer AB-27 ülkeleri ise Belçika ve Fransa’dır. Belçika ve Fransa, AB sanayi rekabet performans sıralamasında sırasıyla ikinci ve üçüncü sırada yer alırken, dünya sanayi rekabet performans sıralamasına göre ise 9. ve 10. sırada yer almıştır. Türkiye dünya sanayi rekabet performans sıralamasında 0.1283 endeks değeri ile 30. sırada yer alırken, AB sanayi rekabet performans sıralamasında 18. sırada yer almıştır. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin sanayi rekabet performans endeksi AB-27 içerisinde yer alan 11 ülkeden daha yüksek gözükmektedir. AB-27’ye üye olup da sanayi rekabet performansı Türkiye’den düşük olan ülkeler şunlardır: Slovenya, B. ALİ EŞİYOK 114 Portekiz, Lüksemburg, Romanya, Litvanya, Yunanistan, Estonya, Bulgaristan, Malta, Letonya ve Kıbrıs. Bu bulgulara göre AB-27 ülkeleri arasında 16 ülkenin sanayi rekabet performansı Türkiye’den yüksek gerçekleşirken, 11 ülkenin sanayi rekabet performansı Türkiye’nin altında tespit edilmiştir. Sanayi rekabet performans endeks değerini oluşturan göstergeler daha yakından incelendiğinde Türkiye bağlamında aşağıda belirtilen tespitleri yapmak mümkün gözükmektedir26: i) “Kişi başına imalat sanayi katma değer (MVApc)” göstergesine göre Türkiye AB-27 ülkeleri arasında 22. sırada yer alarak, sanayi rekabet performansının altında bir başarı göstermiştir. ii) “Kişi başına imalat sanayi ihracatı (MXpc)” göstergesine göre Türkiye AB-27 ülkeleri arasında sadece Malta’dan daha yüksek bir performans göstermiştir. iii) “Orta ve yüksek teknolojilere dayalı imalat sanayiinde yaratılan KD’in toplam imalat sanayi katma içerisindeki payı (MHVAsh)” göstergesine göre Türkiye’nin AB-27 ülkeleri arasındaki yeri, % 30.04 pay ile 20. sırada tespit edilmiştir. iv) “İmalat sanayi katma değerinin GSYH içindeki payı (MVAsh)” göstergesine göre Türkiye % 20.23 pay ile 8.sırada yer almaktadır. Başka bir ifadeyle, Türkiye imalat sanayiinin ulusal katma değer (GSYH) payında son yıllarda gözlenen aşınmaya karşın Türkiye’nin imalat sanayi katma değer payı 20 AB ülkesinden daha yüksek gözükmektedir. v) “Orta ve yüksek teknolojilere dayalı imalat sanayi ihracatının toplam imalat sanayi ihracatı içindeki payı (MHXsh)” göstergesine göre Türkiye % 42.47 pay ile AB ülkeleri arasında 21. sırada bulunmaktadır. vi) “İmalat sanayi ihracatının toplam ihracat içindeki payı (MXsh)” göstergesine göre Türkiye % 87.72 oranı ile 12. sırada yer alarak birçok AB-27 ülkesinden daha yüksek bir performans ortaya koymuştur. vii) Ülkenin “dünya imalat sanayi katma değerine etkisi (lmWMVA)” göstergesine göre Türkiye % 1.088 oranı ile 6. sırada yer almaktadır. Bu göstergeye göre Türkiye’nin üzerinde performans gösteren ülkelerin Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya ve İspanya gibi AB’nin büyük ekonomileri olduğu düşünülürse, Türkiye’nin söz konusu göstergeye göre AB’nin çevresini oluşturan ülkelerden ziyade, çekirdeğini oluşturan ülkelere (Almanya, Fransa gibi) daha yakın bir performans ortaya koyduğu anlaşılmaktadır. viii) Tablonun son sütununda gösterilen ülkenin “dünya imalat sanayi ticaretine etkisi (lmWMT)” göstergesine göre ise Türkiye % 0.926 pay ile AB-27 ülkeleri arasında 13.sırada yer alarak önemli bir performans 26 Bu yazıda AB sanayi rekabet performans sıralaması, Türkiye’yi de içeren 28 ülke bağlamında yapılmıştır. TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 115 ortaya koymuştur. Başka bir ifadeyle, bu göstergeye göre 15 AB üyesi ülkenin sanayi performans değeri Türkiye’nin altında tespit edilmiştir. Sonuç olarak, sanayi rekabet performans endeksini oluşturan bileşenlere göre, Türkiye’nin birçok AB-27 ülkesinden daha yüksek bir performans ortaya koyduğu izlenmektedir. Başka bir anlatımla, Türkiye’nin AB üyeliği söz konusu olduğunda, sanayi sektöründe Türkiye’ye rakip olabilecek ülkelerin başında AB’nin çekirdeğini oluşturan az sayıda ülke gelmekte, AB-27’nin çevresinde yer alan ülkelerin Türkiye ile rekabet edebilecek kapasitede olmadıkları anlaşılmaktadır. Türkiye ve Avrupa Birliği-27 Ülkelerinin Makro Rekabet Gücü Bu alt bölümde Türkiye ile birlikte Avrupa Birliği’ne üye ülkelerin makro (ülke) rekabet güçlerinin çözümlenmesi amaçlanmaktadır. Farklı bir ifadeyle, önceki bölümlerde Açıklanmış Karşılaştırmalı Üstünlük (AKÜ) yaklaşımı ve Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü’nün (UNIDO), sanayi rekabet performans endeksinden hareketle yaptığımız analizleri, bu alt bölümde IMD (Uluslararası Yönetim Geliştirme Merkezi- International Management Development) isimli kuruluşun, “Dünya Rekabet Yıllığı-The World Competitiveness Yearbook” çalışmasından hareketle daha da genişletilerek, ülke rekabet güçlerinin analizi amaçlanmaktadır. Bu bağlamda, Türkiye ve AB-27 ülkelerinin dünya rekabet gücü sıralaması Tablo 10’da gösterilmektedir.27 Tablo 10: AB-27 Ülkelerinin ve Türkiye’nin Dünya Rekabet Gücü Sıralamasındaki Yeri (2012) Sıra Ülke 5 İsveç Skor Sıra 91.393 33 Ülke Çek Cumhuriyeti Skor 66.187 9 Almanya 89.257 34 Polonya 64.179 11 Hollanda 87.158 36 Litvanya 63.422 12 Lüksemburg 86.052 38 Türkiye 62.244 13 Danimarka 84.876 39 İspanya 61.118 17 Finlandiya 82.467 40 İtalya 60.641 18 İngiltere 80.142 41 Portekiz 60.380 20 İrlanda 78.465 45 Macaristan 57.340 21 Avusturya 77.673 47 Slovak Cumhuriyeti 55.667 25 Belçika 73.484 51 Slovenya 52.957 29 Fransa 70.003 53 Romanya 48.929 31 Estonya 66.947 54 Bulgaristan 48.450 58 Yunanistan 43.054 Kaynak: IMD. 27 IMD’nin Dünya Rekabet Yıllığını hazırlarken kullandığı metodolojiye ve kullandığı değişkenlere ilişkin olarak bkz. B. Ali Eşiyok, Dünya Rekabet Gücü İçerisinde Türkiye’nin Yeri, Türkiye Kalkınma Bankası Araştırma Müdürlüğü Yayını, GA-01-03-06, Ankara, 2001a; B. Ali Eşiyok, Türkiye Ekonomisinde Yeniden Yapılanma Sürecinde İhracat ve Rekabet Gücündeki Gelişmeler, GA-01-2-5, Ankara, 2001b. 116 B. ALİ EŞİYOK Dünya Rekabet Yıllığı (The World Competitiveness Yearbook) çalışmasının 2012 bulguları göz önüne alındığında, Türkiye’nin 62.244 puan ile 38. sırada yer aldığı görülmektedir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin ülke rekabet gücünün İspanya, İtalya gibi AB ekonomisi içerisinde önemli ağırlığa sahip ülkelerin üzerinde bulunduğu izlenmektedir. Türkiye’nin genel rekabet gücü İspanya ve İtalya gibi büyük ekonomiler yanında, AB-27’ye üye olan ve AB’nin çevresinde yer alan şu ülkelerden de yüksek gerçekleşmiştir: Portekiz, Macaristan, Slovakya, Slovenya, Romanya, Bulgaristan ve Yunanistan. Dünya Rekabet Yıllığı sonuçlarına göre genel rekabet gücü Türkiye’den yüksek olan AB ülkeleri ise şunlardır: İsveç, Almanya, Hollanda, Lüksemburg, Danimarka, Finlandiya, İngiltere, İrlanda, Avusturya, Belçika, Fransa, Estonya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Litvanya. Ülke rekabet gücü AB-27 içerisinde ilk üç sırada yer alan İsveç, Almanya ve Hollanda’nın dünya rekabet gücü içerisindeki yerleri ise sırasıyla 5., 9., ve 11. sırada tespit edilmiştir. Başka bir ifadeyle, AB-27 ülkeleri arasında ülke rekabet gücü en yüksek ilk üç ülkenin, dünya rekabet gücü sıralamasındaki yerlerinin önemli ölçüde aşındığı, 2012 dünya rekabet sıralamasında hiçbir AB-27 ülkesinin ilk dört sırada yer almadığı izlenmektedir. Ülke rekabet güçlerine ilişkin bu bulgular, Türkiye’nin dünya rekabet gücü içerisindeki yerinin AB-27’ye üye olan birçok ülkeden daha iyi bir konumda bulunduğunu ortaya koymakta, Türkiye’nin ülke rekabet performansının AB’ne üyelik önünde iktisadi bir sorun teşkil etmeyeceğini göstermektedir. Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye-AB Arasında Endüstri-İçi Ticaret Son yıllarda imalat sanayiinde üretim artışı ile ithal girdi kullanımı arasındaki ilişkiyi güçlendiren ve küreselleşmenin hızlanması ile giderek ağırlık kazanan olgulardan birisi de endüstri-içi ticaretteki gelişmelerdir. Bu bağlamda bu bölümün konusunu Türkiye ile AB arasındaki endüstri-içi ticarette meydana gelen gelişmeler oluşturmaktadır. Ancak ampirik çözümlemeye geçmeden önce endüstri-içi ticaret olgusuna kısaca değinmek gereklidir. Günümüzde uluslararası ticaret, endüstriler arası ticaret ve endüstri-içi ticaret şeklinde sürdürülmektedir. Geleneksel iktisat teorisi, ülkeler arasındaki teknolojik veya faktör donanımları farklılıklarını ticaretin nedeni olarak ileri sürmektedir. Bu varsayımın geçerli olduğu bir dünyada uluslararası ticaretin kompozisyonu bunu yansıtacak şekilde, ülkelerin göreli olarak daha fazla sahip oldukları üretim faktörlerini içeren malları ihraç etmelerini gerektirirdi. Oysa reel dünyada ülkeler arasındaki dış ticaretin yapısı incelendiğinde, aynı endüstriye ait homojen veya benzer malların iki yönlü ticaretinin; yani hem ithalatının hem de ihracatının yapıldığı görülmektedir. Bu olgu endüstri-içi ticaret olarak kavramsallaştırılmaktadır. Geleneksel iktisat kuramına göre bir ülkenin herhangi bir üründe hem karşılaştırmalı üstünlüğe sahip olması, hem de karşılaştırmalı dezavantaja sahip olması mümkün olmadığına göre, endüstri-içi ticaret olgusu geleneksel iktisat kuramının varsayımları ile çelişmektedir. Endüstri-içi ticaretin oligopol veya tekelci rekabet piyasalarının hakim olduğu sektörlerde (otomobil, elektronik, elektrikli makina-teçhizat vs) oldukça etkin olduğu, söz konusu TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 117 sektörlerde hem ihracatın hem de ithalatın yaygın olarak yapıldığı izlenmektedir. Kuşkusuz endüstri-içi ticaretin artması ihracatın belli sektörlerde yoğunlaşmasını azaltırken, ihracatın çeşitlenmesine katkıda bulunmaktadır.28 Endüstri-içi ticaretin temel nedenleri arasında ölçek ekonomileri ile ürün farklılaşmasını özellikle belirtmek gerekir.29 Oysa geleneksel iktisat kuramı ticarete konu olan malların homojen olduklarını varsaymaktadır. Başka bir deyişle, bu varsayıma göre uluslararası ticarette herhangi bir ürünün hem ihracatının hem de ithalatının olmaması gereklidir. Oysa reel dünyada (piyasalarda) ticarete konu olan ürünlerin çoğu homojenlik varsayımına uymamaktadır. Görüntüleri, bileşenleri, kaliteleri açısından birbirlerinden oldukça farklılık göstermektedir. Tüm bu gelişmeler bize, sanayi malları üzerindeki doğru ve reel hayata yakın bir açıklamanın ancak mal farklılaşması ile onun doğurduğu endüstri-içi ticaretin etkilerini göz önüne alan yeni dış ticaret kuramı çerçevesinde ele alınmasını göstermektedir. Bu bağlamda yeni dış ticaret teorileri, ölçeğe göre artan getiri, aksak rekabet şartlarında çalışan piyasalara ve ürün farklılaşmasına dayanmaktadır.30 Endüstri-İçi ticaretin ampirik analizinde farklı yöntemler kullanılmakla birlikte, yaygın olarak kullanılan yaklaşımların başında Grubel-Lloyd31 yaklaşımı gelmektedir. Xi ihracat değerini, Mi ithalat değerini göstermek üzere endüstri içi ticaret (IIT) aşağıdaki gibi ifade edilmektedir: IITi={1-[(|X i-M i|) / (|X i+ Mi |)]}*100. Formülde IITi katsayısı sıfır ile yüz arasında bir değer almakta, endüstri-içi katsayısının 100’e yaklaşması sektördeki ticaretin daha fazla endüstri-içi ticaret özelliği taşıdığını, IITi katsayısının sıfıra yaklaşması halinde ise ticaretin endüstrilerarası ticaret özelliği gösterdiğini ortaya koymaktadır. Tanım gereği, bir ülkenin herhangi bir ürünü sadece ihraç ya da ithal ediyorsa IITi katsayısı sıfır değerini alacak ve ilgili üründe endüstri-içi ticaretin olmadığı anlaşılacaktır. Tersi durumda, yani ilgili üründe ihracat ve ithalat değerleri birbirine eşit olması halinde ise IITi katsayısı 100 değerini alarak, ilgili üründe maksimum oranda endüstri-içi ticaretin olduğunu gösterecektir. Teknoloji sanayi gruplarına göre Türkiye-AB ülkeleri arasında endüstri-içi katsayılarını gösteren Tablo 11 incelendiğinde, Türkiye ile AB arasında teknoloji 28 B.Ali Eşiyok, “Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Selahattin Bekmez (ed.), Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Ankara, Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.57-94. 29 OECD, Intra-IndustryandIntra-FirmTrade and Internationalization of Production, Economic Outlook, 2002. 30 Bu konuda bkz. A.K Dixitand Joseph Stiglitz, “MonopolisticCompetitionand Optimum Product Diversity”, AmericanEconomicReview, 67, 1977, p.297-308; Paul R Krugman, “IncreasingReturns, MonopolisticCompetitionand International Trade”, Journal of International Economics, 9, 1979, p.469-479. 31 HerbertGrubel ve Peter Llyod, Intra-IndustryTrade: The Theory and Measurement of International Trade in Differentiated Products, Holsted Press, 1975. 118 B. ALİ EŞİYOK düzeyine göre endüstri-içi ticaretin en yüksek olduğu teknoloji sanayi gruplarının başında düşük-orta teknolojilerden oluşan sektör grubunun geldiği görülmektedir. Türkiye ile AB ülkeleri arasında endüstri-içi ticaretin en düşük gerçekleştiği teknoloji sanayi gruplarının başında ise iki uç noktada bulunan yüksek ve düşük teknoloji sanayi grupları gelmektedir. Sektörel düzeyde endüstri-içi ticaretteki gelişmeler incelendiğinde, endüstri içi ticaretin yüksek gerçekleştiği sektörlerin başında dabaklanmış deri, bavul, el çantası, saraciye ve ayakkabı; plastik ve kauçuk ürünleri imalatı; metal eşya sanayi; mobilya; motorlu kara taşıtı, römork; başka yerde sınıflandırılmamış ulaşım araçları ve radyo, televizyon, haberleşme teçhizatı ve cihazları gibi sektörler gelmektedir. Söz konusu sektörlerde Türkiye ile AB arasında hem ihracatın hem de ithalatın yapıldığı izlenmekte, bunun sonucunda yaygın olarak endüstri-içi ticaret gözlenmektedir. Sektörel düzeyde endüstri-içi ticaretin görece düşük gerçekleştiği belli başlı sektörler ise şunlardır: Giyim eşyası; başka yerde sınıflandırılmamış kimyasal ürünler; eczacılıkta ve tıpta kullanılan kimyasal ve bitkisel kaynaklı ürünler; demiryolu ve tramvay lokomotifleri ve vagonları; sentetik kauçuk ve plastik hammaddeler; pestisit (haşarat ilacı) ve diğer zirai-kimyasallar; tıbbi aletler, hassas ve optik aletler ile saat imalatı. Söz konusu sektörlerde Türkiye ile AB arasında ağırlıklı olarak tek yönlü (ihracat veya ithalat) ticaret söz konusu olup, endüstri-içi ticaretin gelişmediği izlenmektedir. D23 D25 D26 D27 D28 D351 D2411 D2412 D2413 D2421 D2422 D2424 D2429 D2430 D29 D31 D34 D352 D359 D2423 D30 D32 D33 D353 OrtaDüşük Teknoloji Sanayii Orta-İleri Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Yüksek Teknoloji Sanayii Ara Toplamı TIPTA VE ECZACILIKTA KULLANILAN KİMYASAL VE BİTKİSEL KAYNAKLI ÜRÜNLER BÜRO, MUHASEBE VE BİLGİ İŞLEME MAKİNALARI RADYO, TELEVİZYON, HABERLEŞME TEÇHİZATI VE CİHAZLARI TIBBİ ALETLER; HASSAS OPTİK ALETLER VE SAAT HAVA VE UZAY TAŞITLARI Orta-İleri Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ANA KİMYASAL MADDELER (KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER HARİÇ) KİMYASAL GÜBRE VE AZOTLU BİLEŞİKLER SENTETİK KAUÇUK VE PLASTİK HAMMADDELER PESTİSİT (HAŞARAT İLACI) VE DİĞER ZİRAİ-KİMYASALLAR BOYA, VERNİK VB.KAPLAYICI MADDELER İLE MATBAA MÜREKKEBİ VE MACUN SABUN, DETERJAN, TEMİZLİK , CİLALAMA MADDELERİ; PARFÜM; KOZMETİK VE TUVALET M. BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ KİMYASAL ÜRÜNLER SUNİ VE SENTETIK ELYAF BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ MAKİNE VE TEÇHİZAT BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ELEKTRİKLİ MEKİNA VE CİHAZLAR MOTORLU KARA TAŞITI VE RÖMORKLAR DEMİRYOLU VE TRAMVAY LOKOMOTİFLERİ İLE VAGONLARI BAŞKA YERDE SINIFLANDIRILMAMIŞ ULAŞIM ARAÇLARI Orta-Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı KOK KÖMÜRÜ, RAFİNE EDİLMİŞ PETROL ÜRÜNLERİ VE NÜKLEER YAKITLAR PLASTİK VE KAUÇUK ÜRÜNLERİ METALİK OLMAYAN DİĞER MİNERAL ÜRÜNLER ANA METAL SANAYİ METAL EŞYA SANAYİ (MAKİNE VE TEÇHİZATI HARİÇ) DENİZ TAŞITLARI Düşük Teknoloji Sanayii Ara Toplamı ISIC3 Adı GIDA ÜRÜNLERİ VE İÇECEK TÜTÜN ÜRÜNLERİ TEKSTİL ÜRÜNLERİ GİYİM EŞYASI DABAKLANMIŞ DERİ, BAVUL, EL ÇANTASI, SARACİYE VE AYAKKABI AĞAÇ VE MANTAR ÜRÜNLERİ (MOBİLYA HARİÇ); HASIR VB. ÖRÜLEREK YAPILAN MADDELER KAĞIT VE KAĞIT ÜRÜNLERİ BASIM VE YAYIM; PLAK, KASET VB. MOBİLYA Kaynak: OECD sınıflandırmasından ve TÜİK veri tabanından hareketle hesaplanmıştır. ISIC 3 D15 D16 D17 D18 D19 D20 D21 D22 D36 Data Grup Düşük Teknoloji Sanayii Tablo 11 : Teknoloji Düzeyine Göre Türkiye-AB Ülkeleri Arasında Endüstri-İçi Ticaret Katsayıları (IIT) 46.9 11.3 19.8 97.7 17.3 40.7 75.1 33.7 49.4 12.4 29.1 22.4 41.7 13.0 62.4 61.3 65.8 90.8 9.8 93.6 97.6 76.9 95.9 70.3 84.1 93.8 45.2 51.6 66.2 59.7 37.5 9.2 97.5 34.6 35.1 31.3 85.6 2008 45.5 12.2 20.3 94.7 17.3 33.1 71.8 33.0 21.2 12.0 18.7 22.8 42.8 9.7 52.2 64.9 57.9 93.0 4.3 75.6 89.9 55.5 94.5 64.7 66.4 90.3 76.5 49.1 64.2 49.2 34.4 7.6 96.5 31.7 33.1 37.5 79.3 2009 41.2 13.4 22.6 88.0 16.3 20.9 66.5 38.6 50.6 13.5 13.8 18.8 36.3 12.0 59.6 59.5 62.4 93.2 2.8 87.9 84.9 41.8 94.5 75.0 69.0 93.0 50.7 53.4 75.8 47.5 33.8 7.6 92.3 19.1 28.1 35.3 90.7 2010 40.0 12.1 19.8 91.2 15.3 19.2 62.7 38.8 52.4 14.3 8.5 18.9 38.8 9.5 62.9 55.7 60.2 87.1 5.9 90.1 85.3 40.8 92.9 80.0 79.7 87.6 21.4 57.3 86.0 65.0 33.5 8.4 99.0 15.7 28.9 32.6 97.2 2011 48.2 12.2 17.4 84.3 17.8 24.2 64.3 43.7 37.1 16.5 8.5 16.9 43.0 11.0 56.3 57.0 67.0 89.6 12.8 94.4 76.5 43.1 96.2 81.3 68.3 90.6 67.0 57.4 82.7 38.0 33.2 8.5 97.7 12.7 29.9 31.2 94.4 2012 43.5 11.6 18.7 83.2 18.8 33.4 63.6 41.3 32.2 14.2 7.4 17.7 42.9 11.6 67.2 54.5 63.0 88.5 42.4 97.6 76.9 46.8 96.5 86.5 64.0 95.7 77.7 56.5 77.4 18.0 31.8 9.1 95.1 13.0 31.6 29.2 99.4 2013 44.2 12.1 19.8 89.8 17.1 28.6 67.3 38.2 40.5 13.8 14.3 19.6 40.9 11.1 60.1 58.8 62.7 90.4 13.0 89.9 85.2 50.8 95.1 76.3 71.9 91.8 56.4 54.2 75.4 46.2 34.0 8.4 96.3 21.1 31.1 32.9 91.1 Ort TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 119 B. ALİ EŞİYOK 120 2008-2013 arasında Türkiye ile AB arasında endüstri-içi ticaretin en çok arttığı sektörlerin başında demiryolu ve tramvay lokomotifleri ile vagonları sektörü yanında metalik olmayan diğer mineral ürünler sektörleri gelmektedir. 2008-2013 arasında endüstri-içi ticaret katsayısı en fazla düşen sektörler ise şunlardır: Kok kömürü ve rafine edilmiş petrol ürünleri; pestisit (haşarat ilacı) ve diğer ziraikimyasallar ile kimyasal gübre ve azotlu bileşikler. Sonuç Türkiye’nin AB’ne yönelik dış ticaret (ihracat ve ithalat) paylarında Gümrük Birliği’ni izleyen yıllarda önemli boyutlara varan aşınma izlenmektedir. Buna göre 1996 yılında Türkiye’nin ihracatında AB’nin payı % 54.1 oranında gerçekleşirken, 2012 yılına gelindiğinde 15.3 puan aşınarak % 38.8 oranına gerilemiştir. Aynı dönemde ithalat payı ise 18.7 puan düşerek % 55.7 oranından % 37’ye düşmüştür. Başka bir ifadeyle, Türkiye ekonomisinde son yıllarda cari açıkta meydana gelen artışlar, esas olarak dış ticaret açıklarından32 kaynaklanmakta, dış ticaret açıkları ise AB ile yapılan dış ticaretten değil, AB dışındaki ülkelerden yapılan ithalattan (özellikle Çin, Hindistan, Rusya vs.) kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin ithalatında Uzak Doğu Asya ülkelerinin artan ithalat payının nedeni, 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği olmuştur.33 Türkiye Gümrük Birliği sonucunda gümrükler üzerindeki hükümranlık haklarını devrederek, AB’nin ortak gümrük tarifesini uygulamaya başlamış, bu da Çin ve Hindistan gibi gelişmekte olan büyük ekonomilerden yapılan ithalatın hızla artmasına ve ithalatta Asyalaşma olgusunun yaşanmasına neden olmuştur. Gümrük Birliği ile birlikte, Asya ülkelerinden yapılan enerji ithalatının etkisini ayrıştırmak için, Asya ülkeleri, enerji ihracatçısı ve sanayi girdisi ve mamul mal ihracatçısı ülkeler olarak iki grup altında ayrıştırıldığında, Gümrük Birliği ile birlikte AB’nin ortak gümrük tarifesine tabi olmayan Çin, Hindistan, Kore başta olmak üzere Uzak Doğu Asya ülkelerinin Dünya Ticaret Örgütü’nün tanımladığı kurallar çerçevesinde, Türkiye’ye karşı rekabet güçlerini yükselterek, iç piyasaya büyük ölçüde nüfuz ettikleri, 1996 yılında sanayi girdisi ve mamül mal ihracatçısı Asya ülkelerinden yapılan 4,3 milyar dolarlık ithalat değerinin hızla artarak 2012 yılında 44,6 milyar dolara yükseldiği görülmektedir. Türkiye’nin ithalatında giderek öne çıkan ikinci grup Asya ülkesi ise Rusya başta olmak üzere Azerbaycan gibi enerji ihracatçısı ülkelerdir. 1996 yılında bu 32 Bilindiği üzere cari işlemler hesabı mal dengesi, hizmetler dengesi, yatırım dengesi ve cari transferlerden oluşmaktadır. 2013 yılının Ocak-Eylül dönemine ilişkin cari işlemler dengesini oluşturan kalemler incelendiğinde; mal dengesinin 60,600 milyon dolar, yatırım dengesinin 7,434 milyon dolar açık vermesine karşın, hizmetler dengesinin 18,722 milyon dolar fazla verdiği görülmektedir. Söz konusu dönemde cari transferlerin 762 milyon dolar olduğu göz önüne alınırsa, 2013 yılının Ocak-Eylül döneminde cari işlemler dengesinde meydana gelen açığın esas olarak dış ticaret açığından (mal ihracatı-mal ithalatı) kaynaklandığı anlaşılmaktadır. 33 Bu konuda bkz. B. Ali Eşiyok “Gümrük Birliği Anlaşmasının Dış Ticaret (Cari Açık) Üzerindeki Etkisi: İthalatta Asyalaşma”, İktisat ve Toplum, Sayı.35, 2013, s.45-57. TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 121 ülkelerden yapılan ithalat değeri 3 milyar dolar iken, 2012 yılında 34,7 milyar dolara yükselmiştir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin enerjide dışa bağımlı olması nedeniyle, Gümrük Birliği’nden bağımsız olarak düşünülmesi gereken enerji ithalat değerlerine karşın, girdi ve mamül mal ihracatçısı Asya ülkelerinden (Çin, Hindistan, Güney Kore vs) yapılan ithalat artışları esas olarak Gümrük Birliği’nden kaynaklanmış, bu da dış ticaret açıkları kanalıyla cari açık üzerinde baskı oluşturmaya başlamıştır. Türkiye’nin AB ülkelerine yönelik ihracatında en temel kategoriyi düşük ve orta-düşük teknoloji sanayi kategorileri oluşturmaktadır. 2013 yılı bulgularına göre düşük teknoloji sanayi grubunun ihracat payı % 36.6 oranında tespit edilirken, ortayüksek teknoloji sanayi grubunun % 37.6, orta-düşük teknoloji sanayi grubunun payı ise % 21.7 oranında tespit edilmiştir. Türkiye’nin AB’ne yönelik yüksek teknoloji sanayi grubu ihraç payı % 4.1 ile sınırlı kalmıştır. Türkiye’nin AB ülkelerinden yaptığı ithalatın teknolojik profili incelendiğinde ise temel olarak orta-yüksek teknolojilere dayalı geliştiği, 2013 yılı itibariyle ithalat payının % 55.8 gibi yüksek bir oranda gerçekleştiği saptanmıştır. AB’nde yapılan düşük teknolojilerin ithalat payı ise % 10’lar düzeyinde bulunmaktadır. Bu bulgular Türkiye’nin üretim yapısının ve bu üretim yapısının gereksinimleri doğrultusunda ithal teknoloji profilinin orta-yüksek ve düşük-orta teknolojilere dayalı gelişmesine neden olmaktadır. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin düşük teknoloji içerikli sektörlerde ithalat paylarının % 10’lar ile sınırlı kalması, Türkiye’nin düşük teknolojilerde ithalata bağımlı olmadığının ya da düşük profilli teknolojilerde üretim kapasitesinin yeterli olduğunu göstermektedir. Oysa Türkiye imalat sanayinin yüksek teknolojilerde dışa bağımlı olmasına karşın ithalat payının sınırlı kalması (2013 yılı itibariyle % 10.2), üretim yapısının yüksek teknolojilere dayalı gelişmediğinin, üretim yapısının düşük ve orta teknolojilere dayalı geliştiğini ortaya koymaktadır. Teknoloji düzeyine göre Türkiye’nin AB karşısında sadece düşük teknoloji sanayi kategorisinde rekabet gücünün yüksek bulunduğu, diğer kategorilerde ise rekabet gücünün marjinal sınırda ya da düşük kaldığı gözlemlenmiştir. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin AB karşısında yüksek teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücü düşük tespit edilirken, düşük-orta ve orta-yüksek teknolojilerde rekabet gücünün marjinal sınırda bulunduğu saptanmıştır. Yüksek teknoloji içerikli sektör kategorisinde yer alan hiçbir sektörde rekabet gücü yüksek bulunmaz iken, sadece radyo, TV, haberleşme teçhizatı ve cihazları sektöründe rekabet gücünün marjinal sınırda bulunduğu gözlemlenmiştir. OECD’nin ISIC Rev.3 baz alınarak yapılan teknolojik sınıflandırmasına göre, Türkiye’nin AB karşısında 33 sektörden sadece 5 sektörde (% 15.2) rekabet gücü yüksek tespit edilirken, 20 sektörde (% 60.6) düşük ve 8 sektörde (% 24.2) de marjinal sınırda tespit edilmiştir. Türkiye’nin AB karşısında rekabet gücü yüksek sektörler şunlardır: Gıda ürünleri ve içecek; tekstil ürünleri; giyim eşyası; metalik olmayan diğer minerallerin imalatı ve deniz taşıtlarının yapımı ve onarımı. 122 B. ALİ EŞİYOK Bu çalışmanın temel bulgularından birisini de, gerek UNIDO’nun sanayi rekabet performans endeks değerlerine ve gerekse de IMD’nin ülke rekabet gücü analiz sonuçlarına göre, Türkiye’nin AB-27 içerisinde yer alan birçok üye ülkeye göre daha yüksek bir rekabet gücüne sahip olması oluşturmaktadır. Başka bir ifadeyle, Türkiye’nin ülke ve sanayi rekabet gücü değerleri, AB-27’ye üye olan (Almanya, Fransa gibi AB çekirdeğini oluşturmayan) birçok ülkenin üzerinde olup, Türkiye’nin tam üyeliği açısından iktisadi bir kısıt oluşturmamaktadır. Dünya ekonomisinde meydana gelen gelişmeler sonucunda imalat sanayinde üretim artışı ile ithal girdi kullanımı arasındaki ilişkiyi güçlendiren ve dış ticarette giderek ağırlık kazanan olgulardan birisi de endüstri-içi ticaretteki gelişmeler oluşturmaktadır. Teknoloji düzeyine göre Türkiye-AB arasında endüstri-içi ticarette meydana gelen gelişmeler çözümlendiğinde, yüksek ve düşük teknoloji sanayi kategorilerinde endüstri-içi ticaret katsayıları 2013 yılı itibariyle sırasıyla % 56.5 ve % 43.5 oranında tespit edilirken, düşük-orta ve orta-ileri teknoloji içerikli sektör kategorilerinde sırasıyla % 76.9 ve % 63.6 oranında tespit edilmiştir. Yıllık ortalama değerlere göre (2008-2013 için) endüstri-içi ticaret katsayıları incelendiğinde, düşük teknoloji sanayi grubunda endüstri-içi ticaret katsayısı % 54.2 oranında tespit edilirken, orta-düşük sanayi grubunda % 85.2, orta-yüksek teknoloji sanayi grubunda % 67.3 ve yüksek teknoloji sanayi grubunda ise % 44.2 oranında tespit edilmiştir. Başka bir ifadeyle, Türkiye ile AB arasındaki endüstri-içi ticaretin temel olarak orta-düşük teknolojilere dayalı geliştiği, söz konusu kategoride yer alan sektörlerde hem ihracatın hem de ithalatın diğer gruplarda yer alan sektörlere göre daha yüksek gerçekleştiği izlenmektedir. Türkiye-AB arasında endüstri-içi katsayısının yüksek gerçekleştiği belli başlı sektörler şunlardır: Giyim eşyası; başka yerde sınıflandırılmamış kimyasal ürünler; eczacılıkta ve tıpta kullanılan kimyasal ve bitkisel kaynaklı ürünler; demiryolu ve tramvay lokomotifleri ve vagonları; sentetik kauçuk ve plastik hammaddeler; pestisit (haşarat ilacı) ve diğer ziraikimyasallar; tıbbi aletler, hassas ve optik aletler ile saat imalatı. Sonuç olarak, Türkiye 1980’li yılların başında dünya ekonomisine teknolojisi basit emek yoğun sektörler temelinde eklemlenmiş, sonraki yıllarda uygulanan politikalar üretimin ve ihracatın teknoloji düzeyini yükseltmede başarılı olamamıştır. Bu bağlamda Türkiye’nin AB’ne yönelik ihracatının teknolojik düzeyi esas olarak düşük ve orta teknolojilere dayalı gelişmiş, yüksek teknoloji içerikli sektörlerde rekabet gücü düşük kalmıştır. Bu çerçevede özellikle rekabet gücü düşük bulunan sektörlerde rekabet gücünün yükseltilmesine yönelik bir sanayileşme stratejisinin hazırlanıp uygulanması gerekmektedir. Hazırlanacak sanayileşme stratejisi çerçevesinde, imalat sanayi yüksek katma değer üreten, ileri teknoloji içerikli sektörler temelinde yeniden yapılandırılmalı, üretimin ve ihracatın ithalata bağımlılığı düşürülerek dış ticaret açıkları (dolayısıyla cari açık) azaltılmalıdır. TÜRKİYE–AB ARASINDA DIŞ TİCARETİN TEKNOLOJİK YAPISI… 123 KAYNAKÇA Balassa, Bela. “Trade Liberalization and ‘Revealed Comparative’ Advantage”, The Manchester School, 33,1965, p.99-123. Bhagwati, Jagdish. “Immiserizing Growth: A Geometrical Note”, Review of Economic Studies, June , 1958, p. 201-205. Boratav, Korkut. “Gelişmekte Olan Ülkelerdeki Rekabet Gücü Göstergeleri”, Selim İlkin-Orhan Silier-Murat Güvenç (ed.), İlhan Tekeli İçin Armağan Yazılar, Ankara, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2004, s.391-405. Castells,Manuel. “Four Asian Tigers With a Rdagon Head: A Comparative Analysis of the State, Economy, and Society in the Asian Pacific Rim”, in R. Appelbaum and J.Henderson (eds.), States and Development in the Asia Pacific Rim, London, Stage Publications, 1992, p.33–70. Chang, Ha-Joon ve Peter Evans. “Ekonomik Değişimde Kurumların Rolü”, Neoliberal Küreselleşme ve Kalkınma Seçme Yazılar, Fikret Şenses (der.), İstanbul, İletişim Yayınları, 2009, s.617–678. Dixit, A.K and Joseph Stiglitz. “Monopolistic Competitionand Optimum Product Diversity”, American Economic Review, 67, 1977, p.297-308. Eşiyok, B. Ali. “Türkiye-AB Arasında Dış Ticaretin Teknolojik Yapısı”, Türkiye Siyasi Analiz ve Araştırma Merkezi, 2013a, s.3. Eşiyok, B. Ali. “Gümrük Birliği Anlaşmasının Dış Ticaret (Cari Açık) Üzerindeki Etkisi: İthalatta Asyalaşma”, İktisat ve Toplum, Sayı.35, 2013b, s.45-57 Eşiyok, B. Ali. “Türkiye Sanayileşmenin Neresinde? Uluslararası Karşılaştırma”, İktisat ve Toplum, Sayı:24,2013c, s.58-60. Bir Eşiyok, B.Ali. “Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücündeki Gelişmeler”, Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Selahattin Bekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.57-94. Eşiyok, B. Ali. Dünya Rekabet Gücü İçerisinde Türkiye’nin Yeri, Türkiye Kalkınma Bankası Araştırma Müdürlüğü Yayını, GA-01-03-06, Ankara, 2001a. Eşiyok, B. Ali.Türkiye Ekonomisinde Yeniden Yapılanma Sürecinde İhracat ve Rekabet Gücündeki Gelişmeler, GA-01-2-5, Ankara, 2001b. Evans, Peter.“Predatory, Developmental and Other Apparatuses: A Comparative Political Economy Perspective on The Third World State”, Sociological Forum, 4(4), 1989, p.561- 87. Grubel,Herbert ve Peter Llyod. Intra-IndustryTrade: TheTheory and Measurement of International Trade in Differentiated Products, Holsted Press,1975. Güran, Nevzat .Dışa Açılma Sürecinde Türkiye Ekonomisinin Rekabet Gücü, DPT, Yayın No:2231-AETB, Ankara, 1990. 124 B. ALİ EŞİYOK Johnson, Chalmers. MITI and The Japanese Miracle: The Growth of Industrial Policy, 1925–1975, California, Standford University Press, 1982. Johnson, Chalmers. Japan:Who Governs? The Rise of the Developmental State, New York, W.W Norton, 1995. Krugman, Paul R. “Increasing Returns, Monopolistic Competitionand International Trade”, Journal of International Economics, 9, 1979, p.469-479. Küçükahmetoğlu, Osman .“Türkiye-AB Gümrük Birliği’nin İktisadi Etkileri”, İktisat Dergisi, Sayı:408, s.34-37. Ricardo, David. On the Principles of Political Economy and Taxation, 1817, (third edition 1821), BatocheBooks, 2001 OECD.Intra-Industry and Intra-Firm Trade and Internationalization of Production, Economic Outlook, 2002. OECD. ISIC Rev.3 Technology Intensity Definition, OECD Directorate for Science, Technology and Industry, Economic Analysis and Statistic Division, 2011. Prebisch, Raul.TheEconomic Development of Latin American and Its Principal Problems, New York: United Nations,1950. Seymen, Dilek ve Özgül Bilici. “Türkiye-Avrupa Birliği Dış Ticaretin Yapısı ve Türkiye’nin Avrupa Birliği Pazarında Rekabet Gücü: Genel Bir Değerlendirme”, Türkiye Avrupa Birliği Sektörel Rekabet Analizleri, Selahattin Bekmez (ed.), Nobel Yayın Dağıtım, 2008, s.23-56. Singer, Hans W., "The Distribution of Gains Between Investing and Borrowing Countries", The American Economic Review, Volume 40, 1950, pp.473-485. Smith, Adam. Wealth of Nations, New York, PrometheusBooks, 1991. Utkulu, Utku ve Dilek Seymen. “Revealed Comparative Advantage and Competitiveness: EvidenceforTurkey for vis—a’-visthe EU/15”, European Trade Study Group 6th Annual Conference, ETSG, Nottingham, 2004. Vollrath, T.L. “A Theoretical Evaluation of Alternative Trade Intensity Measuresof Revealed Comparative Advantage”, Weltwirtschaftliches Archiv, 1991, p.265-279 Wade, Robert. Governing the Market:Economic Theory and The Role of Government in East Asian Industrialization, New Jersey, Princeton University Press, 2003. Weiss, Linde ve John M.Hobson. Devletler ve Ekonomik Kalkınma, Ankara, Dost Kitabevi, 2009. www.comtrade.un.org, Erişim Tarihi 5.9.21 Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.125-145 COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN TURKEY Bilge FİLİZ Abstract Welfare regime is composed of social and economic policies that are adopted to protect and promote the economic and social well-being of its citizens. While neoliberal principles extend through globalization, welfare regimes have been suffering from these spreading principles focusing on individual empowerment and equality of opportunity rather than collective security and shared welfare. This perception has widened the inequalities in the society between empowered and weakened individuals and the urgent need to call back the ‘social justice’ becomes sino qua non. This is the base of how the concept of social inclusion and social risk management policies has emerged. This article analyzes ways of the reflection of this basis from EU to Turkey and its possible benefits/costs and advantages/disadvantages for Turkish social policy development. The policy approach suggested by Graziano that evaluates policies with four key dimensions: “objectives, principles, procedures and instruments is applied to the analysis of EU and Turkish social inclusion policy implementations”.1 Keywords: EU Social Policy, Social Inclusion, Poverty, Social Justice, Equality AB Sosyal İçerme Politikası Uygulamalarının Türkiye’deki Maliyet-Fayda Tahlili Özet Refah rejimleri vatandaşların sosyal ve ekonomik menfaatlerini korumak ve geliştirmek için yürütülen sosyal ve ekonomik politikalardan oluşur. Küreselleşmenin yarattığı ivme ile neoliberal politikalar yaygınlaştıkça refah rejimleri; sosyal durum güvenliği, toplu ve paylaşılan refah kavramları yerine bireysel güçlenme ve fırsat eşitliği kavramlarına odaklanan bu neoliberal prensiplerden olumsuz etkilenmektedir. Algıdaki bu değişiklik toplumda eşitsizliği derinleştirerek güçlendirilen ve zayıflaştırılan bireyler arasında uçurum yaratmış, T.C. Kamu Denetçiliği Kurumu Proje Danışmanı Yardımcısı. Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf 1 BİLGE FİLİZ 126 ‘sosyal adalet’ kavramının geri çağırılma ihtiyacını zorunlu hale getirmiştir. Bu durum sosyal içerme kavramının ve sosyal risk yönetimi politikalarının temelinin nasıl oluştuğunu gözler önüne sermektedir. Bu makale, söz konusu temelin AB yoluyla Türkiye’ye yansıma yolları ve Türkiye’de sosyal politikanın gelişiminde olası fayda/maliyeti veya avantaj/dezavantajlarını tartışmaktadır. AB ve Türkiye’nin sosyal içerme politikalarının analizinde Graziano’nun siyasaları: “hedefler, prensipler, prosedürler ve araçlar olmak üzere 4 temel boyutta değerlendiren teorik bakış açısı”2 kullanılmıştır. Anahtar kelimeler: AB Sosyal Politikası, Sosyal İçerme, Yoksulluk, Sosyal Adalet, Eşitlik. Introduction Within the severe capitalism, welfare regimes have evolved into a mix of social and economic policies in order to somehow tame pure market capitalism and to decrease or lighten its possible inhuman effects on the ‘social citizens’- if still exist any in today’s capitalist world. Welfare states ‘were’3 usually characterized by their comprehensiveness, inclusiveness, universalness and their emphasis on equality and solidarity. 4 However, starting from 1980s, while neoliberal policies were increasingly been globalized, the social policies in these welfare states have started to lose all these functions and adapted purely individual achievement and empowerment. This situation has widened the inequalities and therefore struggle in the society between empowered and weakened individuals. Thus, the emergent need to call back the ‘social justice’ becomes sino qua non. Even if it never serves to bring social justice, the concept of social inclusion has been emerged in order to avert the increasing social problems, restrain unemployment rates, prevent the increasing immigration and revive the stagnant economies. 5 It converts social policies to social risk prevention and/or risk management mechanism. These risks can be divided into two groups: first, the risks of unemployment and unequal distribution of income faced by the individuals during the times of financial crisis; and second, the risks faced by the system itself when the amount of individuals that encounter aforementioned challenges increase. 6 This social risk management mechanism is fed by the fears and accusations of the so called ‘losers’ of the system, tendency to profit from them (cheap labor) or mercy towards these people (through charity organizations).7 However, if the objective is to obtain social justice, there is 2 Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf 3 Added by the author 4 Lillesto, B. & Sandvin, J.T. (2014). Limits to vocational inclusion?: Disability and the social democratic conception of labour. Scandinavian Journal of Disability Research, 16:1. Doi: 10.1080/15017419.2012.735203 5 Özcüre, G. (2010). Avrupa Birliği’nin Sosyal Politikası ve Türkiye. Derin Yayınları ISBN: 978-9944-250-93-1 6 Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. & Çakar,B.Y.(Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 7 Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Op.cit COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…127 only one way to deal with the problems of poverty and social exclusion: the rightbased point of view. Moreover; the institutions should take the obligatory responsibility through making these individuals the subject and listen to them instead of being absorbed in the statistics, numerical information of the weakened individuals. From this point of view, this article examines the development of social inclusion policies in EU and the critics of EU to social inclusion policies of a candidate country, Turkey. The aim of the study is to perform cost-benefit analysis for Turkey in the condition that EU perspective is fully internalized. The article goes through three stages. At the outset, development of social inclusion in EU discourse is analyzed briefly. Situation in Turkey is discussed at the second stage in order to assess the level of development in social inclusion policies in Turkey. These two steps that prepare a background for cost- benefit analysis are reviewed with the policy approach that unpacks policies into four key dimensions: objectives, principles, procedures and instruments as suggested by Graziano. 8 Finally, costbenefit analysis of the full harmonization of Turkey to the EU mechanism is performed at the third section. Development of Social Inclusion Policies in the EU As the concept of social inclusion is assessed with the analysis of poverty, the review on development of social inclusion policies in the EU starts with the evaluation of the concept of poverty. European Union initiated to develop its policies on poverty in 1970s. Geyer points out three main reasons why the EU did not develop the perspective on poverty until 1970s: “First reason is that in 1950s and 1960s, member countries had growing and stable economies. Poverty existed but it was believed that this problem could be overcome with the full employment policies and welfare state regimes. The second reason is that EU focuses on economic integration in its historical development and put social policies subordinated position at EU level. Third one is the increasing power of right wing parties in the majority of member states that did not pay attention to poverty alleviation policies.”9 Therefore, it is seen that poverty did not emerge as a risk until 1970s due to stable economies of Europe. However, it did not last long and the European unemployment miracle came to an end in 1970s10 due to several crises in the world 8 Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf 9 Erdoğdu, S. (2010). Avrupa Birliği’nde Sosyal Koruma ve Sosyal İçerme. Ataman, B. (Edt). Türkiye’nin Adaylık Sürecinde Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal Politikası. Siyasal Kitapevi. ISBN: 978-6055-782-50-4 10 Blanchard, J.O. (2004). Explaining European Unemployment. The National Bureau of Economic Researh. Research Summary. Summer 2004. Available at:http://www.nber.org/reporter/summer04/blanchard.html BİLGE FİLİZ 128 economy. As a response, first Social Action Programme of EU adopted in 1974 mentions ‘to implement, in cooperation with the Member States, specific measures to combat poverty’ 11 besides other social policy priorities. Moreover, in 1989 a Council Resolution stated for the first time (1) there is a need to put emphasis on combating social exclusion’s being an important part of social dimension of the internal market; (2) the process of exclusion is spreading in a number of fields and (3) the reasons for this process lie in structural changes in the societies and that, of these, difficulty of access to the labor market is a particularly decisive factor.12 It shows that EU found the solution of social exclusion in access to labor market and perceived it as an economic insufficiency in 1980s. After the recognition of its importance, social inclusion has gained the legal basis with Amsterdam Treaty through its articles 136 -that includes the combat with social exclusion as an objective of the Union- and 137- that entitles the Council to develop creative measures to combat with social exclusion and evaluate the related experiences in this matter.13 Pursuing how the concept of social inclusion has developed in the EU context, the policy approach of Graziano that unpacks policies into four key dimensions: objectives, principles, procedures and instruments is applied to EU social inclusion policy area14. Objectives and Indicators In Lisbon Council 2000, it has been decided that ‘The steps must be taken to make a decisive impact on eradication of poverty because the number of people living below the poverty line and in social exclusion in the Union is unacceptable’.15 These steps have been concreted by adapting 4 key objectives for social inclusion in Nice Council 2000. - “facilitating participation in employment and access by all to the resources, rights, goods and services, - preventing the risks of exclusion, - helping the most vulnerable, - mobilising all relevant bodies.”16 11 Council (1974). Council Resolution of 21 January 1974 concerning a social action programme OJ C 13, 12.2.1974.available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31974Y0212(01):en:NOT 12 Council (1989). Resolution of the Council and of the Ministries for Social Affairs Meeting within the Council on C 277/01, available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:1989:277:0001:0001:EN:PDF 13 Erdoğdu, S. (2010).Op. cit 14 Graziano,P. (2009). Op. cit. 15 Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at: http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100-r1.en0.htm 16 Council (2001). Objectives in the Fight against Poverty and Social Exclusion. C 82/02. Available at: http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2001:082:0004:0007:EN:PDF COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…129 The programme of action to encourage cooperation between Member States on combating social exclusion that was adapted in 2001 for the years between 2002 and 2006 determines the objectives as follows: - “improving the understanding of social exclusion and poverty with the help in particular of comparable indicators; - organising exchanges on policies which are implemented and promoting mutual learning inter alia in the context of national action plans, with the help in particular of comparable indicators; developing the capacity of actors to address social exclusion and poverty effectively, and to promote innovative approaches, in particular through networking at European level, and by promoting dialogue with all those involved including at national and regional level.”17 These comparable indicators have been defined in 2001 in Social Protection Committee as primary and secondary indicators. Table 1 compiles them in detail. As observed frankly, the reason behind the exclusion was related to economic reasons and the majority of the indicators try to measure economic sufficiency. Table 1: Indicators of poverty and social inclusion, 2001 Primary Indicators Secondary Indicators Low income rate after transfers with low-income threshold set at 60% of median income (with breakdowns by gender, age, most frequent activity status, household type and tenure status; as illustrative examples, the values for typical households) Dispersion around the 60% median low income threshold Distribution of income (income quintile ratio) Low income rate anchored at a point in time Persistence of low income Low income rate before transfers Median low income gap Distribution of income (Gini coefficient) Regional cohesion Persistence of low income (based on 50% of median income) Long term unemployment rate Long term unemployment share People living in jobless households Very long term unemployment rate. Early school leavers not in further education or training Persons with low educational attainment Life expectancy at birth Self-perceived health status Source: Report on Indicators in the field of poverty and social exclusion, Social Protection Committee 17 Council and Parliament (2001).Decision No 50/2002/EC of the European Parliament and of the Council of 7 December 2001 establishing a programme of Community action to encourage cooperation between Member States to combat social exclusion. L 010 , 12/01/2002available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002D0050:EN:HTML BİLGE FİLİZ 130 Table 2: Latest version of indicators of poverty and social inclusion, 2008 Indicators At-risk-of poverty rate + illustrative threshold values Persistent at-risk of poverty rate Relative median poverty risk gap Long term unemployment rate Population living in jobless households Early school leavers not in education or training Poverty risk by household type Poverty risk by the work intensity of households Poverty risk by most frequent activity status Poverty risk by accommodation tenure status Dispersion around the at-risk-of-poverty threshold Persons with low educational attainment Low reading literacy performance of pupils Source: Web-site of EU Commission- Employment, Social Affairs & Inclusion These indicators have changed overtime and the latest version updated in 2008 can be observed in Table 2. Even if social exclusion should be analyzed by taking into account economic, political, cultural and also spatial constraints, EU measures it mostly with economic terms. Principles The main guideline to combat with social exclusion in the EU is to incorporate the individuals in the labor market. It was highlighted in the Lisbon Council in 2000 that ‘the best safeguard against social exclusion is a job’18. Moreover, Commission Recommendation has defined in 2008 following common principles and guidelines on the active inclusion of people excluded from the labour market: - “Adequate income support Recognize the individual’s basic right to resources and social assistance sufficient to lead a life that is compatible with human dignity as part of a comprehensive, consistent drive to combat social exclusion. 18 Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at: http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100-r1.en0.htm COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…131 - Inclusive labour markets Adopt arrangements covering persons whose condition renders them fit for work to ensure they receive effective help to enter or re-enter and stay in employment that corresponds to their work capacity. - Access to quality services Take every measure to enable those concerned, in accordance with the relevant national provisions, to receive appropriate social support through access to quality services.”19 Procedures The member states are invited to prepare NAPs (National Action Plan) on social inclusion in line with the indicators mentioned above in every two years. The Council and Commission work on the joint report to direct the member states in a right position on common policies. Moreover, candidate countries are asked to prepare JIM (Joint Inclusion Memorandum) which is a road map for the candidate countries on their harmonization to social inclusion policies of the EU. Instruments The Commission works together with EU countries through the Social Protection Committee using the Open Method of Co-ordination in the areas of social inclusion.20 The social OMC is a voluntary process for political cooperation based on agreeing common objectives and measuring progress towards these goals using common indicators.21 In addition, IPA (Instrument for Pre-Accession Assistance) is an important financial instrument used by candidate countries. The component of ‘Human Resources of Development’ can be benefited for the development of social inclusion policies. Situation in Turkey on Social Inclusion Policy Area Turkish economy has experienced a severe structural transformation in 1970s when economic liberalization programmes were put into the agenda of Turkish politics. Adapting to this transformation, Turkey has suffered from several crises that were followed by structural adjustment programmes of the IMF. The results of these programmes were highly serious for Turkey because they have worsened the 19 Commission (2008). Commission Recommendation of 3 October 2008 on the active inclusion of people excluded from the labour market.L 307 , 18/11/2008. Available at: http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2008:307:0011:01:EN:HTML 20 Web site of Employment, Social Affairs & Inclusion.available at:http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750 21 Web site of Employment, Social Affairs & Inclusion.available at:http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750 BİLGE FİLİZ 132 Percentage income distribution, decreased employment and deepened poverty problem.22 Even though the problem of poverty, therefore social exclusion, has started to be a risk (under capitalist terms) for Turkey starting from early 1970s, there is still no policy objective, strategy or an action plan to combat with poverty today in 2014. As an indication of poverty becoming a concern, TURKSTAT initiated to measure the rate of poverty starting from 2002. Table 3 shows that poverty is measured in terms of food and non-food poverty and the rate of both of them is almost 27% in 2002. The method of measurement of poverty and the available data clearly indicate how much importance is given even to measure the poverty level in the society. In addition, as observed in Graphic 1, when the poverty is measured according to the criteria of 60% of the median income, the rate increases by almost 5 % more for each year. Two statistics are contradictory even if the publisher is the same. Therefore, one can easily claim that in addition to no existence of decent study on poverty and social inclusion, even the measurement is not able to draw a real picture of the poverty level in Turkey. 26 24 Poverty in Turkey 22 20 2006 2007 2008 2009 2010 2011 Graphic 1: The level of poverty (according to the criteria of 60% of usable median income Source: Results of Poverty Study, TURKSTAT Table 3: Percentage of poor individuals (%) Source: Results of Poverty Study, TURKSTAT 22 Saner, F. (2011). Op.cit. COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…133 Moreover, the picture of Turkey’s distribution of income in 2012 can be observed in Table 4 bearing in mind that it doesn’t reflect the high rate of informal workers in Turkey. The most important point in the table is that 21, 5% of individuals in lowest level depend on the casual income that can be lost in any time. Besides informal workers, these people can also be named as unemployed workers and as observed clearly the amount of them is very high. Furthermore, as indicated in Table 5, when compared distribution of annual income by income levels in 2011 and 2012, almost no change is observed possibly due to lack of any efficient strategy on fair distribution of income and on combat with poverty. Table 4:Quintiles ordered by equivalised household disposable income and distribution of annual incomes by types of income (Vertical % ) (Turkey) Source: Results of Income and Living Conditions Survey, TURKSTAT Table 5: Quintiles Ordered By Equivalised Household Disposable Income, 2011-2012 Source: Income and Living Conditions Survey, TURSTAT BİLGE FİLİZ 134 Objectives and Indicators Yalman states that it is difficult to say that there has been an acknowledgement of the phenomena of poverty as a major policy concern in Turkey.23 Moreover, he adds that there has been a tradition to develop policies to decrease the poverty level but is seen as an instrument to decrease social risks rather than aiming of social justice and he thinks that this spirit comes from the international agencies, World Bank in particular.24 The best way to test this argument and present Turkey’s objectives- if exist- on combating with poverty is to analyze National Development Plans. In the part of spreading welfare policies, the seventh plan (1996-2000) mentions for the first time the concept of poverty as follows: ‘The priority is given to the issues of poverty alleviation, imbalance in income distribution and increase in welfare by taking into account criteria of economic effectiveness. The policies of increasing active labor and individual’s constructing their own businesses will be fostered…Social Solidarity Fund is restructured in order to increase the welfare level of poor people.’25 The ninth plan (2007-2013) includes for the first time the concept of ‘social exclusion’. The statement is as follows: the life of the individuals that face the risk of poverty and social exclusion will be improved through inclusion policies and increasing their living standards.’26 In the tenth plan (2014-2018), it is clearly remarked that Turkey aims to solve the poverty problem but the instruments to reach this objective is still ambiguous. 27 Moreover, when the whole report is evaluated, the perception of Turkey towards social exclusion is obvious: economic insufficiency. Poverty and social exclusion are only stated as a risk rather than evaluated from rights based point of view same as the poverty assessment reports of World Bank. There is no clearly defined objective or indicator for neither poverty alleviation nor social exclusion in Turkish policy dimension. However, there is an evidence of international organizations’ influence in mentioning these concepts in Turkish documents. Principles In a similar way, Turkey doesn’t have a strategy and therefore principles to improve poverty alleviation and social inclusion. However, there are some laws and 23 Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. & Çakar,B.Y.(Edt). Op.cit 24 Saner, F. (2011). Op.cit. 25 State Planning Organization (1996). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000. Ankara. Available at: http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan7.pdf 26 State Planning Organization (2007). Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı 2007-2013. Ankara. Available at: http://ekutup.dpt.gov.tr/plan/plan9.pdf 27 State Planning Organization (2014). Dokuzuncu Beş Yıllık Kalkınma Planı 2014-2018. Ankara. Available at: http://pbk.tbmm.gov.tr/dokumanlar/10-kalkinma_plani.pdf COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…135 acts that can be considered to be followed in line with some invisible objectives. All has been done disorderly. Therefore, for the purpose of this article these acts will be analyzed according to the recent criticism of the Progress Report 2013 of EU Commission: - In the area of social inclusion, an overall policy framework is still lacking. - Income inequality remains considerable as compared with the EU and social transfers have a limited impact in alleviating poverty. - Social expenditures have increased further but are still low. - The administrative capacity to design, implement and evaluate policies tailored to the needs of the most vulnerable groups is increasing but still insufficient. - People with disabilities continue to face serious difficulties in accessing employment in the private sector, though there is a limited upward trend in the public sector. 28 The policy area of social inclusion requires to analyze social policy in Turkey in several perspectives such as low rate of labor force participation of females, early age of retirement, informality in Turkish labor force, activation policies of İŞKUR (Turkish Employment Agency), recent social security reform, involving all relevant actors, building a strong social dialogue…etc. However, analyzing all these factors exceed the aim of this article. That’s why the social inclusion part of the progress report 2013 is taken as a reference point. Turkey is very far away from the direction that EU tries to pull over Turkey. The situation of Turkey regarding poverty alleviation and unequal distribution of income is drawn in the initial part of ‘Situation in Turkey on Social Inclusion Policy Area’. Continuing with the remaining ones, in 2004 Progress Report of EU Commission, it is stated that ‘Existing structures to promote social inclusion are highly dispersed and there is insufficient coordination of activities. It is important to promote an integrated approach mobilizing various governmental bodies and all relevant stakeholders in the process’29 As a response to this criticism, it was decided in 2011 to establish General Directorate of Social Assistance and Solidarity (DGSAS) under Ministry of Family and Social Policies in order to gather under a single roof all institutions that provides social assistance. This Directorate General carries out its activities by using the Fund for the Encouragement of Social Assistance and Solidarity through 973 social assistance and solidarity foundations established in several provinces and sub-provinces. However, as observed in 28 CEC (2013). 2013 Regular Report on Turkey’s Progress towards Accession, Brussels. Available at: http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2013/package/tr_rapport_2013.pdf 29 CEC (2004). 2004 Regular Report on Turkey’s Progress towards Accession, Brussels. Available at: http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/rr_tr_2004_en.pdf BİLGE FİLİZ 136 Graphic 2, there are plenty of organizations that provide social assistance under several institutions such as Directorate General of Services for Disabled and Old People, Credit and Dormitories Institution, Ministry of Health, Ministry of Education, General Directorate for Foundations, Municipalities…etc. The DGSAS coordination role is highly limited and the share of other institutions on distribution of social assistance is quite high compared with DGSAS. The whole picture of the social expenditure in Turkey can be analyzed in Annex I. Millions 6 5 4 3 2 1 0 Graphic 2: The resources provided by some of social assistance institutions 1.000.000/TL, 2001 Source: Bulletin of DGSAS in social assistance statistics, 2012 The Incentive Law for Social Assistance and Solidarity (Law no: 3294) define the target group of the DGSAS in its article 2 as ‘those who are poor, those who are not covered by public social security schemes and not having pensions from those institutions, and those who can become productive and beneficial for the society by means of a little monetary support, or education and training’. 30 This article is highly general and there is no standard mechanism to decide who fulfil these requirements. This uncertainty creates discrimination and bad usage of the resources. Similarly, municipalities in Turkey are a great supplier of social assistance but there are several misfits with this assistance. For instance, the sources of the municipalities are not transparent; and they could be and probably is carried out in conformity with political interests in a way to maximize the chances of reelection of the party in power.31 30 Saner, F. (2011). Op.cit. Buğra, A. & Keyder, Ç. (2005) Poverty and Social Policy in Contemporary Turkey. Report of Bogazici University, Social Policy Forum. Available at: http://www.spf.boun.edu.tr/docs/WP-Bugra-Keyder.pdf 31 COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…137 Regarding the provision of social assistance to the most vulnerable part of the society, Directorate General of the Social Services and Child Protection Agency (Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü - SHÇEK) affiliated to the Turkish Prime Ministry tries to promote the care at home model for children and disabled people. Monitoring Platform of Social Expenditures, composed of 30 several NGOs, believes that SHÇEK has a risk to be converted into an institution that distribute aid rather than protect the vulnerable children. 32 Regarding the disabled people, the law nr. 5378 passed in 2005 regulates health, education, rehabilitation, employment and care services for disabled people. 33 However, the implementation level is not satisfactory. Procedures Turkey initiated the preparation process of Joint Inclusion Memorandum in 2004 and the drafting period is estimated to be finished at the beginning of 2009. However, due to the disagreements occurred between Turkey and the Commission on the way how to insert Romany people in the document, the process has been locked up. JIM is supposed to outline the principal challenges in relation to tackling poverty and social exclusion, present the major policy measures taken by Turkey in the light of the agreement to start translating the EU's common objectives into national policies and identify the key policy issues for future monitoring and policy review. Therefore, this process could benefit Turkey to define its own strategy on combating poverty and to bring all related parties together. It seems that this opportunity is missed due to a comparatively slight disagreement. Instruments In Turkey, there is no instrument in particular to tackle with social inclusion. However, there are several public and private institutions (from Municipalities to Union of Turkish Bar Associations) that provide social assistance in highly fragmented mechanism. Even if there are plenty of organizations, they cannot reach their aim due to lack of a strategy to direct them. Therefore, it is not surprising that Yalman thinks that this incoordination problem resembles to rag bag (yamalıbohça).34 Cost Benefit Analysis for Turkey Given this background, it is obvious that Turkey should pay attention within the shortest time on definition of its strategy on poverty alleviation by identifying an objective; indicators; worthwhile principles; procedures; and instruments in order to measure the fulfillment of the defined objectives and attain these targets. The basic question is whether Turkey should follow the direction that EU pulls over Turkey. 32 Bianet (21.04.2010). SHÇEK Çocuğu değil Aileyi Koruyor. Available at: http://www.bianet.org/bianet/toplum/121471-shcek-cocugu-degil-aileyi-koruyor 33 Turkish Official Gazette. Law nr. 5378. Available at: http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5378.pdf 34 Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. & Çakar,B.Y.(Edt). Op.cit 138 BİLGE FİLİZ First of all, it has to be underlined that EU focuses on market confirming rather than market correcting policies in its historical development and put social policies in the subordinated position.35 The main driving force of European integration is to design European single market without interventions and not to protect but to empower individuals through its judicial power: European Court of Justice (ECJ).36 Richard Münch explains the deficiency of satisfactory European social policy as follows: “The European law constructs a society from market citizen point of view and, therefore, European Court of Justice takes into account empowered, knowledgeable individuals and disregards the others that do not fill the minimum standards for the competitive economy. This social order is appropriate for market citizen of liberalism rather than political citizen of republicanism or social citizen of social democratic welfare state. In addition, the principle of non-discrimination is designed to bring economic self-sufficiency for individuals. It is applied frankly to remove trade barriers but it is fostered as basic principles of justice. Therefore, it is perceived as legitimate principle by competitive companies and individuals that promote competition on European level and provide legitimate framework for them.37 Therefore, the welfare regime that tame pure market capitalism and decrease or lighten its possible inhuman effects on the ‘social citizens’ tries to be converted into activation policies of the individuals, which creates a minority of empowered individuals and a majority of weakened counterparts. This endangers the smooth continuity of the capitalist system. With the aim of sustaining the wellbeing of the system and decreasing the risks that are created by the system itself, social inclusion policies in the EU follows the same logic and raises the ideas of flexicurity, activation, partnership in order to convert social policy into an instrument for optimizing the adjustment of effective social protection systems in member states to international market forces.38 The concept of social inclusion is seen as a key to developing ‘neoliberalism with a heart’, in which globally competitive free market capitalism is not seriously challenged, but instead mitigated through social policies heavily focused on education and the acquisition of skills for ‘employability’ in a 35 Bailey, D.J (2008). Explaining the underdevelopment of ‘Social Europe’: a critical realization. Journal of European Social Policy, vol.18(3): 232-245 doi: 10.1177/0958928708091057 36 Münch, R. (2008). Constructing a European Society by Jurisdiction. European Law Journal, vol.14, no.5: 519-541 37 Münch, R. (2008). Op. Cit. 38 Jepsen, M. & Pascual, S.A. (2005). The European Social Model: an exercise in desconstruction. Journal of European Social Policy, 15:231 doi: 10.1177/0958928705054087 COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…139 fast-changing knowledge economy.39 Moreover, Pichierri states in his article where he analyzes European social model that European social model is – or at least has become – a mere façade masking the steady rise of the neoliberal ‘penseé unique’ and he continues that it is simply maintained that the EU re-proposes and promotes a ‘stateless market’ where welfare is a cost to be cut in order to survive in a globalized world. 40 This logic can be observed clearly in the design of recent social inclusion and poverty alleviation policies in the objectives, principles, procedures and instruments of EU institutions- as indicated above. Therefore, it can be concluded that EU, from the beginning of its integration process, has removed itself from following a welfare regime in which the political and economic organization takes an active role to protect and promote the economic and social well-being of its citizens. That’s why Özdemir believes that the concept of social inclusion creates an inhuman social policy area and as it guarantees the continuity of this unequal system, she calls social inclusion as a nocent concept.41 Therefore, it is obvious that the direction that EU pulls over Turkey does not tend to benefit Turkey in order to define appropriate strategy on poverty alleviation. On the other hand, in the EU social platform, there are many powerful and also highly effective civil society organizations on fighting with this logic. As an example, EAPN (European Anti- Poverty Network) and FEANSTSA (European Federation of National Organizations working with Homeless) can be given. EAPN established officially in 1990 perceives the poverty problem as a challenge of not being able to actualize the social rights. It presents itself as follows: “EAPN is one of the main partners of the European institutions on the European strategy to combat social exclusion and has a great power to affect the policies of the Commission. It lobbies for the integration of the fight against poverty and social exclusion into all Community policies, ranging from Structural Funds and employment policies through to economic and monetary policies. EAPN builds alliances with relevant actors to create a stronger voice in favour of social inclusion”.42 Moreover, it struggles for changing the idea that employment is the only solution for poverty problem and suggests that every individual should have a right 39 Mulderrig, J. (2012). The hegemony of inclusion: A corpus- based critical discourse analysis of deixis in education policy. Discourse Society, 23:701 doi:10.1177/0957926512455377 40 Pichierri, A. (2012). Social cohesion and economic competitiveness: Tools for analyzing the European model. European Journal of Social Theory, 16:85 doi:10.1177/1368431012449234 41 Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir: Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Op.cit. 42 Web-site of EAPN. Available at: http://www.eapn.eu/en/who-we-are/what-is-eapn BİLGE FİLİZ 140 to have minimum income and reach qualified services. Beside all, it takes its power from working with the people who live in poverty.43 FEANTSA, on the other hand, brings more than 130 NGOs from EU member states under a single roof. It also works closely with the EU institutions, and has consultative status at the Council of Europe and the United Nations. It engages in constant dialogue with the European institutions, national and regional governments to promote the development and implementation of effective measures to fight homelessness.44 Most importantly, both of these organizations try to remind the responsibilities of public institutions; insist on and monitor the realization of these responsibilities rather than acting as a charity organization and assuming full social responsibilities of the political organizations.45 Therefore, Turkish civil society should take these institutions as an example in order to remind the government that the solution for poverty alleviation or social inclusion stems from the lack of right-based approach in this policy area.46 Turkish NGOs have been acting as a charity organization in order to diminish the burden of social expenditures on state budget. As they do not have any obligatory responsibility, they create further problems. The challenges of poverty and social exclusion that society -not the system- face today can be lightened with the responsibility and right-based point of view. Conclusion Social exclusion and poverty cannot be solved purely by activation of the individuals in labor force. As Freire states, one cannot become an active person after the process that s/he involves as an object. 47 The inhuman effects of the current system can be overcome through accepting that sufferers of the system have a right to live in a decent way and therefore regulations should be directed into definition of individual social rights and of institutional responsibilities to implement them rather than following unsustainable ways of activation policies. The capability to avoid bad conditions (such as hunger, malnutrition, unsoundness, ignorance…etc.) should be assured by authorized state organization for social justice in the society.48 Therefore, it can be concluded that social inclusion policies at the EU level are not able to help Turkey to realize this objective. However, the struggle of many European NGOs in combating poverty and social exclusion can contribute in a great extent to tackle with these problems in Turkey. 43 Ekim, B. (2007). Sosyal Dışlanma ile Mücadelede Hak Temelli Yaklaşım: Avrupa Yoksulluk ile Mücadele Ağı. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Op.cit. 44 Web-site of FEANTSA. Available at:http://www.feantsa.org 45 Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Op.cit 46 Buğra, A. (2007). Op. Cit. 47 Freire (2002) in Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir: Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair… Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Op.cit 48 Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma.(Alogan, Y. Trans.) İstanbul. Ayrıntı Yayınları. ISBN: 975-539-414-1 COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…141 Annex I. Social expenditures in Turkey The total amount of social assistance and service expenditures 19.595.000.000 The rate of social expenditures in GDP %1,43 The number of households benefited from social assistance 2.101.611 The number of individuals benefited from social assistance 6.370.100 The number of right holders benefited from regular aids (such as conditional cash transfer, widow allowance) 1.657.144 The number of right holders benefited from temporary aids 1.994.470 The amount transferred to the resources of the Fund of Encouraging Social Help and Solidarity 3.099.582.115 TL The rate of females benefited from social assistance %70 The rate of males in the period of active working (age of 18-55) in all right holders %28 The number of right holders of old age pension and pension of disabled 1.228.355 The total amount transferred to the resources of old age pension and pension of disabled 2.911.191.180 TL The number of individuals whose general health insurance is paid by the state 9.099.059 The amount of health insurance paid by state 4.072.863.815 TL The number of individuals undergone income test 14.493.157 The number of individuals employed through social assistance and employment programs (Turkish Employment Agency) 21.755 The number of individuals directed to vocational training through social assistance and employment programs (Turkish Employment Agency) 61.045 The rate of the individuals that live on below 2,15$ per day according to purchasing power parity (2011) %0,14 The rate of the individuals that live on below 4,30$ per day according to purchasing power parity (2011) %2,79 The number of households registered in the information system of integrated social assistance services 6.768.126 The number of individuals registered in the information system of integrated social assistance services 23.668.942 The number of associations of social assistance and solidarity 973 The number of personnel in the associations of social assistance and solidarity 8.607 The number of social assistance inspecting personnel in the associations of social assistance and solidarity 3.301 Source: The Bulletin of Statistics of Social Expenditures- Directorate General of Social Assistance and Solidarity (translated by Bilge FİLİZ) http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/upload/Node/11873/files/SYGM_2012.pdf 142 BİLGE FİLİZ REFERENCES Bailey, D.J (2008). Explaining the Underdevelopment of ‘Social Europe’: A Critical Realization. Journal of European Social Policy, vol.18(3): 232-245 doi: 10.1177/0958928708091057 Bianet (21.04.2010). SHÇEK Çocuğu Değil Aileyi Koruyor. Available at: http://www.bianet.org/bianet/toplum/121471-shcek-cocugu-degil-aileyikoruyor Blanchard, J.O. (2004). Explaining European Unemployment. The National Bureau of Economic Researh. Research Summary. Summer 2004. Available at:http://www.nber.org/reporter/summer04/blanchard.html Bora, A. (2007). ‘Yoksulluk ve Kadınlar’ Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 Buğra, A. & Keyder, Ç. (2005) Poverty and Social Policy in Contemporary Turkey. Report of Bogazici University, Social Policy Forum. Available at: http://www.spf.boun.edu.tr/docs/WP-Bugra-Keyder.pdf Buğra, A. (2007). Yoksulluk ve Sosyal Haklar. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 Bulletin of Statistics of Social Expenditures (2012). Directorate General of Social Assistance and Solidarity. Available at: http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/upload/Node/11873/files/SYGM_2012.pdf CEC (2013). 2013 Regular Report on Turkey’s Progress Towards Accession, Brussels. Available at: http://ec.europa.eu/enlargement/pdf/key_documents/2013/package/tr_rapport_ 2013.pdf CEC (2004). 2004 Regular Report on Turkey’s Progress Towards Accession, Brussels. Available at: http://ec.europa.eu/enlargement/archives/pdf/key_documents/2004/rr_tr_2004_ en.pdf Commission (2008). Commission Recommendation of 3 October 2008 on the active inclusion of people excluded from the labour market.L 307 , 18/11/2008. Available at: http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:L:2008:307:0011:01:EN:HT ML Council (1974). Council Resolution of 21 January 1974 concerning a social action programme OJ C 13, 12.2.1974.available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:31974Y0212(01):en:N OT Council (1989). Resolution of the Council and of the Ministries for Social Affairs Meeting within the Council on C 277/01, available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:1989:277:0001:0001:EN:P DF COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…143 Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at: http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100r1.en0.htm Council (2001). Objectives in the Fight Against Poverty and Social Exclusion. C 82/02. Available at: http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=OJ:C:2001:082:0004:0007:EN:P DF Council and Parliament (2001).Decision No 50/2002/EC of the European Parliament and of the Council of 7 December 2001 establishing a programme of Community action to encourage cooperation between Member States to combat social exclusion. L 010 , 12/01/2002available at:http://eurlex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=CELEX:32002D0050:EN:HTM L Council (2000). Presidency Conclusions of Lisbon Council. Available at: http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/ec/00100r1.en0.htm Ekim, B. (2007). Sosyal Dışlanma ile Mücadelede Hak Temelli Yaklaşım: Avrupa Yoksulluk ile Mücadele Ağı. Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 Erdoğdu, S. (2010). Avrupa Birliği’nde Sosyal Koruma ve Sosyal İçerme. Ataman, B. (Edt). Türkiye’nin Adaylık Sürecinde Avrupa Birliği İstihdam ve Sosyal Politikası. Siyasal Kitapevi. ISBN: 978-6055-782-50-4 Freire (2002) in Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir: Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair… Atılgan, G. & Çakar,B.Y. Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 Graziano,P. (2009). Bringing the Actors Back In. Europeanization and Domestic Policy Change: The Case of the European Employment Strategy in Italy and France. Paper presented at the IPSA International Conference Luxembourg, March 18-20 2010. Available at: http://paperroom.ipsa.org/papers/paper_4123.pdf Lillesto, B. & Sandvin, J.T. (2014). Limits to Vocational Inclusion?: Disability and The Social Democratic Conception of Labour. Scandinavian Journal of Disability Research, 16:1. Doi: 10.1080/15017419.2012.735203 Mulderrig, J. (2012). The Hegemony of Inclusion: A Corpus- Based Critical Discourse Analysis of Deixis in Education Policy. Discourse Society, 23:701 doi:10.1177/0957926512455377 Münch, R. (2008). Constructing a European Society by Jurisdiction. European Law Journal, vol.14, no.5: 519-541 Jepsen, M. & Pascual, S.A. (2005). The European Social Model: An Exercise in Deconstruction. Journal of European Social Policy, 15:231 doi: 10.1177/0958928705054087 BİLGE FİLİZ 144 Özcüre, G. (2010). Avrupa Birliği’nin Sosyal Politikası ve Türkiye. Derin Yayınları ISBN: 978-9944-250-93-1 Pichierri, A. (2012). Social cohesion and economic competitiveness: Tools for analyzing the European model. European Journal of Social Theory, 16:85 doi:10.1177/1368431012449234 Saner, F. (2011). Tracing Domestic Change in Turkey’s Poverty and Social Inclusion Regime: A Case in Europeanization? Master Thesis submitted to Graduate School of Social Sicences of METU. Sen, A. (2004). Özgürlükle Kalkınma. (Alogan, Y. Trans.) Ayrıntı Yayınları. ISBN: 975-539-414-1 State Planning Organization (SPO) (1963).Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 19631967. State Planning Organization, Ankara. SPO (1968). İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1968-1972. State Planning Organization, Ankara. SPO (1973). Üçüncü BeşYıllık Kalkınma Planı 1973-1977. State Planning Organization, Ankara. SPO (1979). Dördüncü Beş Yıllık Kalkınma Planı 1979-1983. State Planning Organization, Ankara. SPO (1985). Beşinci Beş Yıllık Kalkınma Planı Organization, Ankara. 1985-1989. State Planning SPO (1990). Altıncı Beş Yıllık Kalkınma Planı Organization, Ankara. 1990-1994. State Planning SPO (1996). Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 1996-2000. State Planning Organization, Ankara. SPO (2000). Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı 2000-2005. State Planning Organization, Ankara. SPO (2007). Dokuzuncu Kalkınma Planı 2007-2013. State Planning Organization, Ankara. SPO (2014). Onuncu Kalkınma Planı 2014-2018. State Planning Organization, Ankara. Turkish Official Gazette. Law nr. 5378. http://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5378.pdf Available Website of Employment, Social Affairs & Inclusion.available http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750 Website of EAPN. Available at: http://www.eapn.eu/en/who-we-are/what-is-eapn Website of FEANTSA. Available at: http://www.feantsa.org at: at: COST-BENEFIT ANALYSIS OF EU SOCIAL INCLUSION POLICY IMPLEMENTATIONS IN…145 Yalman, G. (2007). Tarihsel Bir Perspektiften Sosyal Politika ve Yoksulluk. Atılgan, G. & Çakar,B.Y.(Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 Yücesan, Ö.G. (2007). ‘Sosyal Dışlanma’ Kavramı Masum Değildir: Insandışılaşmanın Reddi ve İnsanlaşmaya Dair… Atılgan, G. & Çakar,B.Y. (Edt). Yoksulluk ve Dışlanma. Teş-İş Dergisi, Haziran 2007 Tables and Graphics: Table 1: Council (2001). Report on Indicators in the Field of Poverty and Social Exclusion DG J 13509/01 available at: http://www.consilium.europa.eu/uedocs/cms_data/docs/pressdata/en/misc/DO C.68841.pdf Table 2: Website of Employment, Social Affairs & Inclusion.available at: http://ec.europa.eu/social/main.jsp?langId=en&catId=750 Table 3 / Graphic 1: TURKSTAT, Results of Poverty Study. Available at: http://www.turkstat.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1013 Table 4: TURKSTAT (2013), Results of Income and Living Conditions Study. Available at: http://www.turkstat.gov.tr/VeriBilgi.do?alt_id=1011 Table 5: TURKSTAT (2013). Income And Living Conditions Survey, Bolletin No: 13594 23 September 2013. Available at: http://www.turkstat.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=13594 Graphic 2: Bolletin of 2012 of Directorate General of Social Assistance and Solidarity, Turkish Ministry of Social Politics and Home Affairs. Available at: http://www.sosyalyardimlar.gov.tr/upload/Node/11873/files/SYGM_2012.pdf Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.147-162 DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S MEMBERSHIP TO THE EU? Burak KÜNTAY Abstract The relationship between United States and the European Union, one which consists of two economic, political and military giants, is arguably the most important bilateral relationship in the world. The issues in this relationship involves arguably covers the whole spectrum of the politics, including topics as disparate as energy, social development, international trade, and environmental issues. This relationship also occasionally involves issues related to third parties, from neighbors and political allies, to neutral or unimportant actors who do not have direct influence for either side. One of the most important and frequently-discussed of these parties in the relationship is Turkey. Turkey has a unique position between Southeast Europe and the Middle East and Caucasus, in addition to another of other important characteristics including its Muslim majority population, secular constitution and political system, and close institutional ties to the West via its membership in the Council of Europe, NATO, European Court of Human Rights as well as its membership in various other European institutions. This paper aims to scrutinize in detail the changing trends of American foreign policy and the ways in which it has affected and shaped the relationship between Turkey and the European Union. Keywords: Turkey-US Relations, US Foreign Policy, EU-Turkey Relations ABD’nin AB’ye ve Türkiye’nin AB’ye Üyelik Sürecine Yaklaşımı Farklılık Gösterir mi? Özet İki ekonomik, siyasi ve askeri dev olarak Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği arasındaki ilişki dünyadaki en önemli ikili ilişki olarak tanımlanabilir ve de dâhil olduğu konular genellikle enerjiden sosyal gelişime, uluslararası ticaretten çevresel konulara politikanın tüm spektrumunu kapsamaktadır. Yrd. Doç. Dr. Bahçeşehir Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi BURAK KÜNTAY 148 Bu ilişki genellikle komşular, siyasi/askeri müttefikler, tarafsız ülkeler, diğer bölgesel bloklar ve hatta hiçbir tarafa direkt etkisi veya taraflar için önemi olmayan uzak ülkeler gibi üçüncü partileri kapsar. İkili görüşmelerde Güneydoğu Avrupa, Orta Doğu ve Kafkaslar arasındaki emsalsiz konumuyla, Müslüman nüfusuyla, laik anayasası ve siyasi sistemiyle; Avrupa Konseyi, NATO, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve diğer pek çok Avrupalı kurum yoluyla Batı’yla kurumsal bağlarıyla en çok bahsi geçen üçüncü partilerden biri Türkiye’dir. Bu makalenin amacı Amerikan dış politikasının Türkiye ve Avrupa Birliği arasındaki ilişkiye bakışı ve bu ilişkiyi nasıl şekillendirdiği çerçevesinde değişen eğilimlerini detaylı bir şekilde incelemektir. Anahtar kelimeler: Türkiye-ABD ilişkileri, Amerikan Dış Politikası, ABTürkiye İlişkileri Introduction The global political order established in the following aftermath of World War II has created strong political and economic relations between the United States and the Western European countries. As one of the two superpowers that emerged in the aftermath of the war, the United States controlled a dominating 50 percent of the world economy, and boasted impressive military power particularly given its acquisition of nuclear weapons. Furthermore, it experienced unprecedented economic growth and a major population boom following the war.1 At the same time, the European Union started as the European Coal and Steel Community, becoming European Economic Community and finally the European Union after the Maastricht Agreement in 1992. Turkey has a special relationship with the European Union, one that stretches from 1959 to 2014 in various forms, and has had ups and downs throughout its course. In the second half of the 1990s, Turkey’s nominations for a candidate, its achievement of official candidate status and the start of the accession talks sparked a great deal of global attention. A number of countries supported Turkey’s bid to join the E.U., most notably the United States. As a strategic ally of the United States and a member state of the North Atlantic Treaty Organization (NATO), Turkey enjoyed special relationship with the United States since its earliest days in the Western camp. Thus, American influence on the Turkish relationship the European institutions and potential membership in the European Union has been highly discussed. Following a brief presentation of Turkish foreign policy and the history of the relationship between Turkey and the U.S., the paper will also briefly discuss the 1 Alex Woolf, A Short History of the World – The Story of Mankind from Prehistory to the Modern Day, New York, Metro Books, 2008, pp.266. DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 149 relationship between Turkey and the E.U. in order to lay the framework on which to conduct its main analysis. This will primarily be an in-depth examination of American foreign policy and the ways in which it has affected the Turkey-E.U. relationship in the administrations of three successive presidents: Bill Clinton, George W. Bush and Barack Obama. Upon concisely presenting the different administrations’ approaches and dominant themes in their conduct of foreign policy, the main issue of the United States’ approach to Turkish membership in the European Union will be analyzed in a detailed fashion. In order to achieve this, the main body of the paper will consist of three sections, followed by a conclusion that will summarize the findings of the paper, as well as their future policy implications: First, the U.S.-E.U. relationship will be briefly analyzed, followed by a short analysis of Turkey’s relations with both these powers. In the following section, the main analysis of the paper will consist of in-depth scrutiny of three successive eras in the U.S.-E.U. relationships, that is, the Clinton, G.W. Bush, and Obama administrations’ relationships with the E.U. vis-à-vis Turkish membership of the E.U., to come up with a comparative result that will shed light on the development and the ups and downs of such a topic. U.S.-E.U. Relationship The US-EU partnership is the largest economic relationship in the world, and is likely to remain unmatched in the near future. This fact alone makes this relationship a very important one on the global scale. Keohane argues that the primary distinction between these two polities is their understanding of sovereignty.2 While the United States has over time adopted a classic definition of sovereignty, the European Union moved away from such this conception of external sovereignty, attempting to make its member states delegate part of their governing power to the higher institutions of the Union. The beginning of the relationship between the European Union and the United States goes back to 1950s. Overall, this is one of the most important bilateral relationships in the world, since both parts are the biggest economic and military (and arguably, diplomatic) powers in the world. This fact leads these two entities to dominate international scientific production, economic production, international trade, etc. Thus, the main theme, course and changes of their relationship impacts not only these two parts but arguably the whole global community at large. The relationship is sometimes complicated, as the E.U. still does not function as a completely integrated political and military power. For example, during the Iraq 2 Robert O. Keohane, “Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States”,Journal of Common Market Economics, Vol. 40, No. 4, 2002, pp. 743–765. BURAK KÜNTAY 150 War in 2003, members of the E.U. took opposing stances. Similarly, not all member states took the same position about critical issues such as E.U. enlargement, or the ratification of the proposed European Union constitution, which was drafted in 2004 and later signed as the Treaty of Lisbon in 2007. The relationship with Turkey remains one of the most important issues related to the enlargement processes of the Union and continues to be a source of significant disagreement among E.U. member states. Turkey-U.S. Relations During the Post-Cold War Era Turkey and the United States have been strategic allies since the end of the 1940s and have maintained an overall positive and cordial relationship; however, this relationship was one subject to temporary crises and disagreements rather than the uninterrupted alliance that is sometimes retrospectively imagined. During the “Johnson letter” incident in 1964 and the Cyprus crisis between the 1950s and 1970s, especially when Turkey took military action in Cyprus in 1974, the relationship became strained.3 Nevertheless, the two countries continued to share above-average warmth in their relationship, one which begins with military ties and extends to commerce, tourism and foreign policy. In the post-Cold War period, however, the relationship was seriously tested in new ways time outside the boundaries and the structure dictated by the necessities of the Cold War. The first instance followed Iraq’s invasion of Kuwait and the transition of the Gulf crisis turned into open warfare as coalition forces led by the United States took military action in December 1990. Turkish-American cooperation during this incident was seemingly very fruitful; however, the aftermath of the Gulf War presented a new political landscape with both opportunities and threats to bilateral cooperation. Starting in the early 2000s, Turkey adopted an assertive stance and showed significantly increased activism in its foreign policy regarding the Middle East.4. This was perhaps to be expected: until the end of the Cold War, because of, Turkey saw the former Soviet Union’s close relations with Middle Eastern countries such as Syria as a threat and maintained a low-profile policy towards these countries. 5 With its participation in the 1990 Gulf War, Turkey’s foreign policy towards the Middle East changed considerably. Turkey became a member of the Allied coalition and subsequently stopped the flow of Iraqi oil through the existing Kirkuk-Yumurtalik pipeline, while simultaneously permitting the United States Air Force to use NATO bases in Turkey, most notably İncirlik in Adana province in the south. The Turkish 3 E. J.Erickson, “Turkey as Regional Hegemon—2014: Strategic Implications for the United States”,Turkish Studies, Vol. 5, No. 3, 2004,pp. 25-45. 4 Tarık Oğuzlu,“Soft Power in Turkish Foreign Policy”, Australian Journal of International Affairs,Vol. 61, 2007, pp. 81-97; Bülent Aras, The Davutoğlu Era in Turkish Foreign Policy, Policy Brief No. 32,Ankara, SETA Foundation, May 2009. 5 Alan Makovsky and Sabri Sayari, Turkey’s New World: Changing Dynamics in Turkish Foreign Policy, Washington, D.C., The Washington Institute for Near East Policy, 2000. DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 151 president at the time, Turgut Özal, believed that this was an opportunity to demonstrate and reassert Turkey’s geostrategic importance for the West, most notably the United States.6 The Turkish-American relationship during the post-Cold War era can be analyzed by looking into four main areas: regional security issues; energy development and security; Turkey’s membership in the European Union which is broadly discussed in the following sections; and domestic issues and developments. The threat of the former Soviet Union was a point of consensus for Turkey and the United States during the Cold War era. Consequently, the disintegration of the Soviet Union and subsequent changes in the Eurasian region deeply affected Turkish-American relations. With the collapse of the Soviet Union, the bipolar international system gave way to a new unipolar world stage in which the United States was the primary superpower, a change which nevertheless had significant ramifications. In contrast to the Cold War era during which Turkey was the third largest recipient of American foreign aid, military assistance drastically declined in the post-Cold war period.7 With the increasing interest in human rights and democracy, Greek and Armenian lobbies in the United States emphasized the Kurdish issue and human rights problems in Turkey. From a regional security perspective, the first major area of concern has been the Middle East. Turkey’s had an active role during the First Gulf War and its support for the United States illustrated that Turkey gave up its non-involvement with regional conflicts. Another important issue in the region is the PalestinianIsraeli peace process, which, unlike the current situation, looked promising in the 1990s. The United States and Turkey agreed that this issue would determine stability in the region. Therefore, the United States lend its support to the emergence and development of Turkish-Israeli relations. In the Caucasus, while Turkey and America had some common interests, there were also extremely divergent elements of American and Turkish interests. Turkey was worried about Russia’s influential policy over the former Soviet Union states. In addition to regional security issues, energy development and security were an important aspect of Turkish-American relations. With the demand growing for domestic energy consumption, Turkey became increasingly interested in Caspian oil as a new energy source. Concern about the routing of new pipelines to transport Caspian oil and gas to towards the west also increased. In the 1990s, the most significant of these was the Baku-Ceyhan pipeline project between Turkey, Azerbaijan and Georgia; which also determined the nature of bilateral relations with United States. At present, Turkish relations with the Caucasus are largely shaped by topics such as energy sources and economic development, especially the Baku– 6 Cengiz Çandar, “Turgut Özal Twenty Years After: The Man and the Politician”, Insight Turkey, Vol. 15, No. 2, 2013, pp. 27-36. 7 U.S. Agency for International Development (USAID), U.S. Overseas Loans and Grants: Obligations and Loan Authorizations, 1 July 1945–September 30, 2012 < http://gbk.eads.usaidallnet.gov/data/fast-facts.html > (29April 2014). 152 BURAK KÜNTAY Tbilisi–Ceyhan pipeline.8 The energy resources in the Caspian region also increased its importance for aspiring regional leaders such as Iran and Russia. Because of the potential threats from these countries, the United States supported Turkey in the region. With the disintegration of the former Yugoslavia, ethnic conflicts surfaced in the Balkans, even turning into civil wars. The tense regional instability was especially concerning since these ethnic conflicts had the potential to spill-over into neighboring states like Turkey. 9 The breaking point of regional order and stability started with the Bosnian crisis and afterwards the Kosovo Conflict. Turkey was against the fragmentation of Yugoslavia. They were worried about its implication for Kurdish separatists. As we can see again how domestic policies affected. The multilateral United Nations peacekeeping forces in Bosnia-Herzegovina included Turkish troops. The Kosovo conflict in 1998 was also a critical issue. Even though Turkey had forces in the region, Turkey did not vigorously take on diplomatic efforts for the Kosovar Albanians. Also, Turkey did not seek to advocate them in international organization. Turkey’s main goal in regards to the Balkan Policy was to prove to Europe that Turkey had westernized characteristics. Three Turkish domestic issues affected bilateral relations between Turkey and United States. First of all, human rights have become a major element in post-Cold War American foreign policy, and, Turkey’s efforts to address the Kurdish issue were sometimes perceived as human rights violations.10 While the United States recognized the PKK as a terrorist organization, it wanted Ankara to find a political solution to the issues. At the same time, Anti-Turkey lobbies in the United States have made use of this issue to pressure the American governments which were expected, in turn, to pressure Turkey. Secondly, increasing political Islam and rising Islamist parties were another issue in Turkish domestic policy that affected its relationship with the U.S. For example, the United States saw the military ousting of the Welfare Party in 1997 as an important human rights issue.11 Finally, as mentioned above, Armenian and Greek lobbies in the United States are quite powerful; therefore Cyprus and issues regarding the events of 1915 also became important issues for Turkish-American relations. The final key issue affecting the relationship between Turkey and America is the transformation of Turkish domestic politics. The AKP has won three successive elections in the years 2002, 2007 and in 2011, recently showing signs of turning into 8 Ziya Öniş, “Turkey and Post-Soviet States: Potential and Limits of Regional Power Influence”, Middle East Review of International Affairs, Vol. 5, No. 2, 2001, p. 69. 9 Sabri Sayarı, “Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War Era: The Challenges of MultiRegionalism,” Journal of International Affairs.Vol. 54, no. 1, 2000, pp. 176-77. 10 Hamit Bozarslan “Human rights and the Kurdish issue in Turkey: 1984–1999”, Human Rights Review, October-December, 2001, pp. 45-54. 11 Umit Cizre-Sakallioglu and Menderes Çınar, “Turkey 2002: Kemalism, Islamism, and Politics in the light of the February 28 Process”,The South Atlantic Quarterly, Vol. 102, No. 2, 2003, pp. 309-332. DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 153 a dominant party and further consolidating its political power.12 The party stems from Turkey’s Islamist movement and has maintained power in the Turkish Parliament for the past decade. The AKP has a large number of officials who possess negative views towards the United States; often these views stem from the close alliance between America and Israel. Although these opinions rarely have concrete policy implications, due to realpolitik considerations, they still affect the tenor of Turkey and America’s relationship. In addition, AKP’s foreign policies are designed to promote interaction with neighboring Muslim countries in the Middle East. The AKP continues to spend considerable diplomatic energy and money to raise the Turkish regional profile, with the goal of making Turkey the leading country in the Middle East. The Davutoğlu foreign policy doctrine which calls for ‘Zero Problems with Neighbors’ ignored the fact that Turkish neighbors had significant problems with Turkish Western allies, including the United States. In addition to a host of additional issues, this made a peaceful Middle East a highly ambitious dream. Turkish Prime Minister Erdoğan’s government also continues to try to develop closer relations with Iran. Erdoğan’s administration holds a positive attitude regarding the Iranian nuclear development program, which has at times given the impression that Turkey values a relationship with Iran more than a relationship with the west. In addition to Turkey’s attempt at developing an allegiance with Iran, the AKP government’s policies toward Israel have been another crucial point of resistance between Turkey and the United States. A closer look at the relationship under different administrations will offer a more detailed picture, enabling an analysis that captures the changes and continuities in the established political relationship. Clinton Administration’s Foreign Policy As Robert Rubin says, President Clinton emphasized three issues: reducing the deficit, investing in people and opening markets abroad while keeping U.S. markets open at home.13 Bill Clinton began his presidency in an era when the European Union was regarded as a project to secure peace and democratization. As one of the post-Cold War presidents in the U.S., Clinton focused the importance of “economic diplomacy” and maintained a foreign policy of integrating with global actors by establishing economic and commercial ties in addition to diplomatic and military relations.14 His tenure was one of intense American military and political action, yet 12 For a detailed account of the AKP’s success and transformation see Sabri Sayarı, “Towards a New Turkish Party System?” Turkish Studies, Vol. 8, No. 2, 2007,pp. 197-210; Şebnem Gümüşcü, “The Emerging Predominant Party System in Turkey”, Government and Opposition, Vol. 48, No. 2, 2013, pp. 223-244. 13 Chris Bury, “The Clinton Years: Interview with Robert Rubin”, 2000, < http://www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/shows/clinton/interviews/rubin.html> (5 May 2014). 14 John Peterson and Maria Green Cowles, “Clinton, Europe and Economic Diplomacy: What Makes the E.U. Different?” Governance: An International Journal of Policy and Administration, Vol. 11, No. 3, July 1998, pp. 251-271. 154 BURAK KÜNTAY also one that focused on creating multilateral ties and mobilizing the global community, as well as global public opinion, on the necessity of preserving peace and democracy. Clinton established U.S. foreign policy on the idea that a stabilized world is necessary to encourage U.S.’s economic integration with the rest of the world. In order to achieve this stability, he argued, U.S. may use all the necessary foreign policy instruments. For this reason, one can argue that the Clinton era was the most demanding period of U.S. leadership with regard to peace-making and conflict resolution. Actions by Clinton’s administration included initiatives to resolve conflicts including those between Israel and Palestine, as well as those between Jordan and Israel, conflict in Kosovo, between Eritrea and Ethiopia, India and Pakistan, Peru and Ecuador, and Greece and Turkey. E.U.-U.S. relations during Clinton era involved a great deal of cooperation on “behind the border” issues15 such as competition policy, rules and regulations, and trade liberalization. The United States’ relationship with the E.U. during this era should also be regarded in terms of the economic expansion; the period is often referred to as the “roaring 90’s”.16 Peterson and Cowles explains Clinton’s approach to the E.U. mentioning nature of E.U.’s market as the most closest market to U.S. in terms of maturity, impact of U.S. corporations that politically involved to the E.U. via their economic activities namely the E.U. Committee of the American Chamber of Commerce and finally impact of the same U.S. corporations both in U.S. and the E.U. decision making processes.17 The year 1995 was an important turning point both in terms of E.U.-U.S. relations and E.U.-Turkey relations. The Trans-Atlantic Business Dialogue (TABD) was established as the official business sector advisory group for E.U. and U.S. officials with purpose of nurturing continuing relations between business and government at the highest levels. This initiative was unique as the first time the private sector took an official role in transatlantic relations. TABD conference that held in Seville, Spain and conference accomplished establishment of working groups on standards and regulatory issues, trade liberalization, investment, and third country relations.18 In the same year, Turkey and the E.U. signed the Custom Union Agreement that is also important turning point of Turkey’s integration to the E.U. in terms of trade liberalization and third country relations. Although, there was a lack of enthusiasm from the E.U. Parliament to sign such an agreement with Turkey, with an obvious support by U.S. officials influential lobbying activities, Turkey and the E.U. signed the Customs Union Agreement in 1995. Another important turning point 15 Ibid. Martjin Konings, “Neoliberalism and the American State”, Critical Sociology, Vol. 36, No. 5, 2010, pp.741-765. 17 John Peterson and Maria Green Cowles, “Clinton, Europe and Economic Diplomacy: What Makes the E.U. Different?” Governance: An International Journal of Policy and Administration, Vol. 11, No. 3, July 1998, pp. 251-271. 18 Transatlantic Business Council, <http://transatlanticbusiness.org/tabd/> (6 May 2014). 16 DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 155 in Turkey’s E.U. membership process is recognition of Turkey’s candidacy for full membership at Helsinki Summit in 1999. Likely Clinton administration made significant efforts through both formal and informal channels, including telephone calls by President Clinton to European leaders as well as by high-ranking Clinton administration officials on their European counterparts during the recognition of Turkey’s full membership candidacy process. 19 Many critical events for E.U.-Turkish relations occurred during the Clinton presidency, including the signed a Custom Union Agreement in 1995 and E.U. accepted Turkey’s candidacy for full membership in 1999. The Clinton administration also encouraged Greek-Turkish rapprochement, fueled by the “earthquake diplomacy” that appeared after two major earthquakes that took place in 1999 in Greece and Turkey. Turkey was also affected by Clinton’s economic policies, which resulted in more economic cooperation in the Western hemisphere. However, the success of the European project had conflicting results for the United States. On the one hand, such a major scale project was inspiring peace and prosperity around the globe, thus bolstering the American discourse on the matter and adding to the legitimacy and the political power of global economic institutions such as the World Bank and the IMF. On the other hand, Europe retained the potential to become a larger economy than the United States. Due to its geographical location, historical ties and its more particular emphasis on democracy and human rights, it even threatens to undermine American credibility in comparison. Furthermore, an assertive Europe is thought to be likely to develop its own, independent security strategies and adopt a more independent foreign policy approach towards the aforementioned conflict-ridden regions and countries. Thus, it can be said that, during the Clinton administration, America’s stance towards the E.U. oscillated between full cooperation and cautious examination. Bush Administration’s Foreign Policy The power of the United States to shape international relations significantly decreased under President Bush. Efforts to establish a new order in the Middle East have largely failed, as did Washington’s influence in Russia and parts of Asia. The partial renunciation of the neoconservative project during Bush’s second term in office was not enough to repair the damage done to America’s reputation. Among the challenges Bush left to his successor were reforming the global governance framework, strengthening the transatlantic partnership, and pursuing a selective strategic partnership with China and Russia.20 When Bush moved into the White House in January 2001, he had no visible foreign policy experience. During the election campaign, his foreign policy team 19 Sabri Sayarı, “The United StatesandTurkey’sMembership in theEuropeanUnion”, TheTurkish Yearbook¸ Vol. 34, 2003, pp. 167-176. 20 Andreas Wenger, “US Foreign Policy under Bush: Balance Sheet and Outlook”,CSS Analysis in Security Policy, October Vol. 41, Issue: 3, 2008, pp. 1-3. 156 BURAK KÜNTAY had distanced itself from the humanitarian interventionism of Bill Clinton and had warned against overstretching U.S. military resources in the context of extensive stabilization missions. This pragmatic realism was also dominant in the first foreign policy statements of the new administration. Against this background, it seems ironic that U.S. foreign policy in Bush’s first term was strongly marked by idealist and interventionist elements.21 The terrorist attacks on September 11, 2001, in which nearly 3,000 Americans were killed, transformed George W. Bush into a wartime president. The attacks put many of Bush’s hopes and plans on hold, and George H. W. Bush, Bush’s father and the 41st president, declared that his son “faced the greatest challenge of any president since Abraham Lincoln.”22 Given the fact that the rapid change in Bush’s foreign policy course was dependent upon 9/11, the infamous attacks marked the defining moment in the so-called “Bush revolution” in foreign policy. The rise of the neoconservative forces to become the dominant faction among Bush’s foreign policy advisors was supported by two factors. At first, the 9/11 attacks revoked a fundamental feeling of vulnerability in U.S. society that contradicted the national self-perception as a safe haven free from conflict. Secondly, a dramatic realignment of U.S. foreign policy seemed not just necessary, but also possible in the wake of such an unprecedented event. The belief in the U.S. ability to eradicate evil unilaterally was based on a new feeling of unique and unmatched power.23 In response to al-Qaeda’s attacks, Bush sent American forces into Afghanistan to eliminate the Taliban, the fundamentalist Islamic group that had provided a safe haven to al-Qaeda and Osama bin Laden. While the efforts to remove the Taliban from power seemed successful, American troops failed to capture Bin Laden, who remained at large as Bush began his second term. Following the attacks, the president also formed a new cabinet-level position heading the Department of Homeland Security, reforming the nation’s intelligence and military capability to meet the new enemy. The invasion of Iraq in 2004 is regarded as the most controversial act of the Bush administration. The administration invasion justified on the belief that Iraqi President Saddam Hussein posed a grave threat to the United States, due to his possession of weapons of mass destruction. President Bush pledged during his 2005 State of the Union Address that the United States would help the Iraqi people establish a fully democratic government because the victory of freedom in Iraq would strengthen a new ally in the war on terror, bring hope to a troubled region, and lift a threat from the lives of future generations.24 Instead, though Saddam 21 Ibid. Freidel, Frank, and Hugh Sidey, “The Presidents of the United States of America”, 2006,<http://www.whitehouse.gov/about/presidents/georgewbush> ( 15.04.2014). 23 Andreas Wenger, “US Foreign Policy under Bush: Balance Sheet and Outlook”,CSS Analysis in Security Policy, October Vol. 41, Issue: 3, 2008, pp. 1-3. 24 Freidel, Frank, and Hugh Sidey, “The Presidents of the United States of America”, 2006,<http://www.whitehouse.gov/about/presidents/georgewbush> ( 15.04.2014). 22 DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 157 Hussein was captured, the damage to Iraqi society and the deaths of American servicemen and Iraqis became a persistent challenge of Bush’s second term in office. In hindsight, another of Bush’s comments may have been more telling: his matter-of-fact statement about using American military force to “overthrow the dictator”.25 However, this approach came with its downside, as the US prestige considerably declined throughout the world, and especially in the Middle East and North Africa region. Figure1: US Global Prestige – 2002-2007 The Bush administration did successfully cruise through several major events during their eight years in office. Today, Turkey would have been in a different place had not Washington moved smartly in 2001 to organize the IMF/World Bank package that checked the Turkish economy’s free fall and created the basis for its dramatic recovery. The Bush White House repeatedly prevailed in resisting the Armenian lobby’s efforts to pass a “genocide” resolution through Congress. In addition, President Bush’s support for Turkey’s candidacy for European Union membership was noteworthy and exemplary. Finally, Secretary of State Condoleezza Rice deserves special credit for building strong personal relationships with Turkish leaders early in her tenure as that more than once mitigated bilateral tensions. Nor can the Turkish side escape a degree of blame for recurrent tensions in the relationship. Some of its contributions, notably the March 1, 2003 debacle over 25 University of Virginia Miller Center. “American President: A Reference Resource”, <http://millercenter.org/president/gwbush/essays/biography/5> (16.04.2014). BURAK KÜNTAY 158 authorizing U.S. forces to invade Iraq through Turkey and the surprise invitation in early 2005 to Hamas’s military chief, were arguably more a function of inexperience than ill-intent. Others, (notably what appeared to be a studied series of slights throughout the winter of 2004-05 against the Bush administration, appeared less benign.26 At the end, however, the burden of responsibility for what has been the most problematic six years in Turkish-American relations since the Cyprus crises of the 1970s lies with Washington. Of its sins of commission and omission, the latter stands out.27 As the facts clearly demonstrate, the policies and actions of the George W. Bush administration decreased the favorability of the United States in Turkey, and consequently weakened the historical and strategic friendship between the two countries. Given Turkey's strategic location and its ability to advance or impede American freedom of action from the eastern Mediterranean to Central Asia, the U.S. has been key stakeholder in the long-term process of Turkey’s membership negotiation with the U.S. The Bush Administration wisely chose to take a low-key approach to Turkish-E.U. negotiations. Given the troubled state of transatlantic relations, anything else might have harmed rather than helped the Turkish case. However, the Bush administration failed to grasp that the Turkish-American relationship needed to reflect several realities, and capture some important opportunities.28 Obama Administration’s Foreign Policy Some of the main characteristics of President Obama’s foreign policy have become commonly known as the “Obama Doctrine”. Principles of the doctrine, while widely debated, generally include multilateral cooperation rather than unilateral confrontation, and diplomacy rather than force, in international affairs.29 Indeed, critics and supporters alike recognize that from the Arab Spring and its aftermath to the 2014 crisis in Crimea, the Obama administration has sought to maintain commitment without overt intervention. During his 2014 State of the Union address, the president promised to keep minimal U.S. troops in Afghanistan after 2014 and veto any upcoming sanctions on Iran that could risk derailing negotiations on Tehran’s nuclear program. He also reasserted his desire to close Guantanamo Bay and put limitations on drone use. The President claimed that U.S. strategy in Syria, one based on diplomacy and verbal 26 Parris, Mark R. “Common Values and Common Interests? The Bush Legacy in US-Turkish Relations”, Insight Turkey, Vol. 10 No. 4, 2008, pp. 6. 27 Ibid. 28 Lesser, Ian. “Global Europe Program: Turkey in the E.U. Means a New Kind of USTurkish Relationship”,<http://www.wilsoncenter.org/publication/turkey-the-eu-means-newkind-us-turkish-relationship,< (12.04. 2014). 29 Juliet Eilperin, “Obama Lays out His Foreign Policy Doctrine: Singles, Doubles and the Occasional Home Run”, Washington Post,28 April 2014. DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 159 condemnation, has been keeping pressure on the murderous Syrian regime and has resulted in the elimination of Syrian chemical weapons.30 The Obama administration exercised caution rather than boldness in such international crises and, in cases such as Syria, the U.S. has refused to act without the support of regional partners. Turkey has been one of the most important of these regional partners. Consequently, since 2009, the Obama Administration has followed the Bush Administration’s policy of supporting full Turkish membership in the European Union. At the start of President Obama’s first term, deepened ties with Turkey represented an opportunity to counter his predecessor’s alienation of Middle Eastern countries. Supporting Turkey’s membership in the E.U. became another way to promote a new trend of cooperation and reaffirm U.S. support for Turkey’s aspirations to gain influence in the international arena. Barack Obama’s presidency started at a time when the E.U. euphoria had largely waned in Turkey. As a NATO ally, mediator between the West and the Muslim world as well as being a regional economic powerhouse, Turkish membership in the E.U. and strong Turkish-American relations have consistently remained in line with U.S. interests. The Obama Administration continues to support Turkey’s E.U. membership, although reactions from the major European powers and Turkish policies have complicated these interests, so far originated most importantly from France and Germany. Conclusion This paper has sought to trace the developmental path and the shifts either temporary or long-term in the United States-European Union relationships particularly with regards to Turkey’s candidacy and future membership in the European Union. It sought to accomplish this task through establishing the historical roots of the U.S.’s approach to Turkey’s potential membership in the E.U. in terms of different administrations’ stance, while at the same time considering the impact of political developments that affected the course of the E.U.-Turkey relationship since the end of 1960s. Furthermore, the relationship between the U.S. and the E.U. is analyzed in-depth in order to assess how the historical and current status of Turkey’s candidacy for full membership in the E.U. has been represented in the U.S.-E.U. relationship. As a result, this paper confirms the existence of consistent support from the United States on Turkey’s journey to European Union membership. During the Presidency of the three leaders, Bill Clinton, George W. Bush, and Barack Obama, America has continued to support Turkey in its negotiations with the E.U, mainly thanks to a dominant consideration based on security perspective, hence ascribing 30 HowardLaFranchi, “Top FiveForeignPolicyPoints in Obama'sState of theUnion Speech”, 29 January 2014<http://www.csmonitor.com/USA/Politics/2014/0129/Top-five-foreign-policypoints-in-Obama-s-State-of-the-Union-speech-video> (12 May 2014). 160 BURAK KÜNTAY Turkey an important place in U.S.’s security concerns as the country is one of the strongest allies of the U.S. and a regional power. This position, furthermore, did not disappear or arguably even wane in the post-Cold War era, further contributing to American support in various fields. Thus, despite short-term shifts in Turkey’s regional position, its long-term importance does not decrease. As a result, three different presidents with very different foreign policy approaches all demonstrated their support for Turkey against the E.U. While Clinton’s presidency saw a drastic rise in the usage and legitimacy of the discourse of democratization, thus affecting the support for Turkey in a positive manner, the Bush administration had to take a hard stance against what it perceived and attacked as “global terror”, this time acting with an impulse to not let important allies down, of which Turkey constitutes one of the best examples, especially with its role of exemplifying a secular, democratic, liberal Muslim country that enjoy close ties with the West, despite radical terrorist groups’ claim that call for a global “jihad”. Finally, the Obama administration had to deal with the conclusion parts of the U.S.’s military adventures in Afghanistan and in Iraq, while also having to deal with the grassroots popular movements that swept through North Africa and the Middle East, starting from late 2010. Thus, the Obama administration’s approach to Turkey can be regarded as a mixture of the Clinton and G.W. Bush administrations’ approaches, since the considerations during Barack Obama’s tenure were mixed and involved both counter-terror and democracy-building elements. The United States has always recommended European leaders to show goodwill towards the Muslim world through Turkish integration. Should Turkey achieve European Union member-status, it would undoubtedly be viewed as a constructive effort by the West to strengthen ties with the often-misunderstood Islamic world. The opposition to Turkish membership argued that the Turkish government needs to implement reforms on both domestic and international problems, including the examination and potential improvement of laws protecting human rights. For the most part, Turkey has acknowledged that some reforms are necessary; however, for many areas including political, judicial, freedom of the press and laws regarding the minority Kurdish population, changes may already be imminent. Meanwhile, The United States and Turkey have been shared a close and mutually beneficial relationship for decades, as their cooperation in NATO shows the strength of it. Their relationship however, was subject to temporary crises and strains as in the case of the Cyprus crisis in 1963 and 1974, or when Turkey refused to allow the United States to use its bases for the Iraq invasion in March 2003. The American war in Iraq was also greatly opposed by many in Turkey. However, the alliance was robust enough to overcome these crises. Turkey is undoubtedly a crucial ally to the United States, in addition to being an important component member of the European community. Both the United States and Turkey need to stand together and cooperate to conquer the overwhelming and complex challenges in our modern day, and that clear reality, which would be visible even to the least informed individual if be presented with adequate facts, was of course not ignored by successive American Presidents and their counselors. DOES THE US APPROACH DIFFER TOWARDS THE EU and TURKEY’S… 161 Bibliography Aras, B. (2009). Davutoğlu Era in Turkish Foreign Policy. Ankara: SETA Foundation. Aruri, N. H. (Winter, 1999, Vol. 28 No. 2). The Wye Memorandum: Netanyahu's Oslo and Unreciprocal Reciprocity. Journal of Palestine Studies, pp. 651678. Bozarslan, H. (2001, October-December). Human rights and the Kurdish issue in Turkey: 1984–1999. Human Rights Review, pp. 45-54. Bury, C. (2000). The Clinton Years: Interview with Robert Rubin. Retrieved May 05, 2014, from PBS: http://www.pbs.org/wgbh/pages/frontline/shows/clinton/interviews/rubin.html Cizre-Sakallıoğlu, U., & Çınar, M. (2003, Vol. 102 No. 2). Turkey 2002: Kemalism, Islamism, and Politics in the light of the February 28 Process. The South Atlantic Quarterly, pp. 309-332. Common Values and Common Interests? The Bush Legacy in US-Turkish RelationsInsight Turkey 5-14 Çandar, C. (2013, Vol. 15 No. 2). Turgut Özal Twenty Years After: The Man and the Politician. Insight Turkey, pp. 27-36. Eilperin, J. (April 28, 2014). Obama Lays out His Foreign Policy Doctrine: Singles, Doubles and the Occasional Home Run. The Washington Post. Erickson, E. J. (2004, Vol. 5 No. 3). Turkey as Regional Hegemon—2014: Strategic Implications for the United States. Turkish Studies, pp. 25-45. Freidel, F., & Sidey, H. (2006). WhiteHouse.gov. Retrieved 04 15, 2014, from The Presidents of the United States of America: http://www.whitehouse.gov/about/presidents/georgewbush Gorelick, B. A. (2003, Vol. 9). The Israeli Response to Palestinian Breach of the Oslo Agreements. New England Journal of International and Comparative Law, p. 651. Gümüşcü, Ş. (2013, Vol. 48 No. 2). The Emerging Predominant Party System in Turkey. Government and Opposition, pp. 223-244. Keohane, R. O. (2002, Vol. 40 No. 4). Ironies of Sovereignty: The European Union and the United States. Journal of Common Market Economics, pp. 743–765. Konings, M. (2010, Vol. 36 No. 5). Neoliberalism and the American State. Critical Sociology, pp. 741-765. Lesser, I. (n.d.). Global Europe Program: Turkey in the EU Means a New Kind of US-Turkish Relationship. Retrieved April 12, 2014, from Wilson Center: 162 BURAK KÜNTAY http://www.wilsoncenter.org/publication/turkey-the-eu-means-new-kind-usturkish-relationship Makovsky, A., & Sayarı, S. (2000). Turkey’s New World: Changing Dynamics in Turkish Foreign Policy. Washington, D.C.: The Washington Institute for Near East Policy. Official Website of President of Azerbaijan Republic. (n.d.). Joint Press Statements of Presidents of Azerbaijan and Turkey. Retrieved May 10, 2014, from http://en.president.az/articles/736/print Oğuzlu, T. (2007, Vol. 61). Soft Power in Turkish Foreign Policy. Australian Journal of International Affairs, pp. 81-97. Öniş, Z. (2001, Vol. 5, No. 2) “Turkey and Post-Soviet States: Potential and Limits of Regional Power Influence”, Middle East Review of International Affairs, pp. 66-74 Peterson, J. (1994, Vol. 32 No. 3). Europe and America in the Clinton Era. Journal of Common Market Studies, pp. 411-426. Peterson, J., & Cowles, M. G. (1998, Vol. 11 No. 3). Clinton, Europe and Economic Diplomacy: What Makes the EU Different? Governance: An International Journal of Policy and Administration, pp. 251-271. Sayarı, S. (2003, Vol. 34). The United States and Turkey’s Membership in the European Union. The Turkish Yearbook, pp. 167-176. Sayarı, S. (2000, Vol. 54, No. 1). “Turkish Foreign Policy in the Post-Cold War Era: The Challenges of Multi-Regionalism,” Journal of International Affairs, pp. 169- 182. U.S. Agency for International Development (USAID). (n.d.). U.S. Overseas Loans and Grants: Obligations and Loan Authorizations, 1 July 1945–September 30, 2012. Retrieved April 29, 2014, from http://gbk.eads.usaidallnet.gov/data/fast-facts.html University of Virginia Miller Center. (n.d.). American President: A Reference Resource. Retrieved April 16, 2014, from millercenter.org: http://millercenter.org/president/gwbush/essays/biography/5 US Foreign Policy under Bush: Balance Sheet and OutlookCSS Analysis in Security Policy 1-3. Woolf, A. (2008). A Short History of the World – The Story of Mankind from Prehistory to the Modern Day. New York: Metro Books. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi Cilt:13, No:1 (Yıl: 2014), s.163-184 AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN AB ÜYELİĞİ Selcen ÖNER Özet Makalede ilk olarak aşırı sağ partilerin Avrupa’da yükseliş nedenleri, Batı Avrupa’da aşırı sağ partilerin göçmenleri özellikle de Müslüman göçmenleri “öteki”leştirmesi tartışılacak, ikinci olarak Avusturya’da aşırı sağ partilerin federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü, özellikle Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ)’nün parti programı ve söylemi üzerinde durulacak, buna karşılık Almanya’da aşırı sağ partilerin özellikle Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD)’nin daha çok yerel düzeydeki gücü ve parti programı incelenecektir. FPÖ ve NPD’nin parti programlarında özellikle göçmenlere, ulusal kimliklerine, Avrupa kimliğine ve Avrupa Birliği (AB)’ye bakış açıları incelenecektir. Avusturya’da popülist aşırı sağ partilerin federal düzeydeki gücü ile Almanya’da aşırı sağın daha çok yerel düzeyde etkili oluşu, aşırı sağ hareketlerin ve göçmenlere karşı şiddet eylemlerinin yaygın oluşu karşılaştırılacaktır. Üçüncü olarak Türk göçmenlerin yoğun olduğu Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde aşırı sağ söylemde özellikle Müslüman göçmenlerin ötekileştirilmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı söylem tartışılacak, son olarak da Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin Avrupa’nın geleceğine ve Türkiye’nin AB üyeliği sürecine etkileri tartışılacaktır. Anahtar sözcükler: Aşırı Sağ, Göçmenler, Avusturya, Almanya, Avrupa Birliği, Türkiye. The Rise of Far Right in Europe, New ‘Othering’ of Immigrants and Turkey’s EU Membership Abstract In this article firstly the reasons of the rise of far right in Europe, in Western Europe “othering” of immigrants especially Muslim immigrants will be discussed. Secondly, the rise of the far-right parties in Austria which can be seen at federal parliament elections, the party programme of Freedom Party of Austria (FPÖ) and Yrd. Doç. Dr, Bahçeşehir Üniversitesi AB İlişkileri Bölümü. SELCEN ÖNER 164 discourse of its leaders and the strength of far-right at local level in Germany and especially the party programme of National Democrat Party (NPD) will be analysed. In the party programmes of FPÖ and NPD, especially their perceptions about immigrants, national identities, European identity and European Union (EU) will be examined. The strength of populist far right parties at federal level in Austria will be compared with the influence of far right at local level in Germany, far right movements and violent attacks against immigrants will be compared. Thirdly, in countries such as Germany and Austria which have high number of Turkish immigrants othering of Muslim immigrants by far right and discourse against Turkey’s membership to the EU will be discussed and finally, the influence of the rise of far right in Europe on the future of Europe and Turkey’s accession process to the EU will be analysed. Key words: Far right, Immigrants, Austria, Germany, European Union, Turkey. Giriş Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin göstergeleri arasında, aşırı sağ partilerin özellikle yerel seçimlerde, bazı ülkelerde ise ulusal seçimlerde aldığı oy oranlarındaki artış, aşırı sağ örgütler ve aşırı sağ şiddet olaylarındaki artış, aşırı sağ söylemin özellikle merkez sağ partilerin söylemine ve pek çok Avrupa ülkesinde göç politikalarının sertleşmesine olan etkisi yer almaktadır. Nisan 2012’deki Fransa seçimlerinin ilk turunda aşırı sağ Ulusal Cephe (FN)’nin % 181 oy oranıyla üçüncü parti olması, Hollanda’da iktidardaki sağ azınlık koalisyon hükümetini dışarıdan destekleyen aşırı sağ Özgürlük Partisi (PVV)’nin ekonomik önlemler üzerinde uzlaşmaya varamayınca desteğini çekmesi sonucu 23 Nisan 2012’de hükümetin düşmesi, aşırı sağın Avrupa siyasetinde artan etkisinin yansımalarıdır. Aşırı sağ hareketler 1930’larda genelde ekonomik bunalımdan etkilenen insanların desteğini kazanırken, günümüzde daha çok küreselleşme sürecinin unsurlarından faydalanamayan, tam tersine bu süreçten ekonomik ve sosyal açıdan olumsuz etkilenenlerin desteğini almaktadır.2 1930’lardakinden farklı olarak günümüzdeki aşırı sağ hareketlerin demokrasiyi ortadan kaldırma gibi bir istekleri yoktur ama onu “etnokrasi” olarak yeniden tanımlama istekleri vardır.3 Aşırı sağ partiler arasında farklı düzeylerde otoriter, radikal, popülist, milliyetçi, hatta bazılarında ırkçı eğilimler hakim olup, küreselleşmeye karşıdırlar. Her aşırı sağ 1 David Chazan, “Fransa Seçimleri: Le Pen Yandaşları Ne Düşünüyor?”, BBC Türkçe, (02.05.2012) <http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/05/120502_france_elections.shtml>, (Erişim tarihi: 04.11.2013). 2 Emanuel Godin ve David Hanley, “Introduction: No Enemies on the Right? Competition and Collusion between Conservatives, Moderates and Extreme Right Parties in Europe”, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21, Sayı 1, 2013, s.2. 3 R. Griffin, The Nature of Fascism, New York: St. Martin’s Press, 1991. Aktaran: Michael Minkenberg, “From Pariah to Policy-Maker? The Radical Right in Europe, West and East: Between Margin and Mainstream”, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21, Sayı 1, 2013, s.10. AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 165 partide bu özelliklerin bazıları farklı oranlarda bulunabilmektedir. Hâkim etnik ve dini grubu “biz”, diğerlerini “öteki” olarak görmektedirler. Bazılarında antisemitism halen etkili olmaktadır. Yabancılara, göçmenlere karşı korku ve düşmanlık söz konusudur. Çoğulcu demokrasiye karşıdırlar, dinin ve kültürel değerlerin korunmasına çalışırlar, ülkelerindeki iş olanakları ve refah devletinin faydalarından öncelikli olarak hâkim etnik grubun yani “biz”in faydalanması gerektiğini düşünmektedirler.4 Aşırı sağ partilerin çoğunun dışlayıcı bir “ulus” anlayışı vardır. Ulusun homojenliğinden yanadırlar.5 Göçmen karşıtlığı aşırı sağ partilerin temel özelliklerindendir.6 Göçmenler “ötekileştirilerek” tüm sorunların kaynağı olarak görülmekte ve “günah keçisi” olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Aşırı sağ partiler sadece Batı Avrupa’da değil, Doğu Avrupa’da özellikle Bulgaristan ve Romanya’da da etkilidirler. Bulgaristan’da aşırı sağ parti Türk azınlıkları, Romanya’da ise Roman azınlıkları “öteki”leştirmektedir. Doğu Avrupa’da aşırı sağ partilerin çoğu 1990’larda hükümet ortağı olmuşlar, Batı Avrupa’da ise çoğunlukla 21.Yüzyıl’ın ilk 10 yılında hükümet ortağı olmuşlardır.7 “Xenophobia” Yunanca yabancı anlamına gelen “xenos” ve korku anlamına gelen “phobos” kelimelerinden oluşmaktadır. Yabancı etkilerin, içinde yer aldığı hâkim kültürün homojenliğini bozacağından endişe edilmektedir. Eğer yabancı korkusu Müslüman gruplara yönelikse “İslamofobi” olarak ifade edilmektedir.8 11 Eylül’den sonra İslamofobinin Avrupa’da yaygınlaşmasıyla aşırı sağ için de yeni “ötekiler” Müslüman göçmenler olmaya başladı. Avrupa’nın 2008’den beri yaşadığı ekonomik krizle birlikte artan işsizlik ve ekonomik sorunlar, göçmen karşıtlığını daha da arttırmaktadır. Aşırı sağ partiler Avrupa dışından olan göçmenlerin özellikle Müslüman göçmenlerin Batı Avrupa ülkelerindeki yoğunluğunu, buna karşılık kendi ülkelerindeki düşük nüfus artışını vurgulayarak hem ulusal kimliklerinin hem de Avrupa kimliğinin zayıfladığını ve bulanıklaştığını ileri sürmektedirler. Bir yandan bazı aşırı sağ partiler tabanlarını genişletmek için merkeze kayarken, aşırı sağ partilerin yükselişini gören merkez partiler, özellikle Hristiyan Demokrat partiler de oy kaygılarıyla aşırı sağ partilerin söyleminden etkilenmekte ve özellikle göçmen politikalarını sertleştirmektedirler. 4 David Gowland, vd., The European Mosaic, London, Prentice Hall, 2006, s. 428-429. Michael Minkenberg, “The Radical Right in Europe Today: Trends and Patterns in East and West”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s. 42. 6 Douglas R. Holmes, “Experimental Identities (after Maastricht)”, Jeffrey Checkel ve Peter Katzenstein der., European Identity, New York, Cambridge University Press, 2009. 7 Cas Mudde, “Radical Right Parties in Europe: What, Who, Why?”, Participation (Bulletin of the International Political Science Association, Cilt 35, Sayı 1, 2011, s.14. 8 Kadir Canatan, “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Kadir Canatan ve Özcan Hıdır der., Batı Dünyasında İslamofobi ve Anti-İslamizm, Ankara, Eskiyeni Yay., 2007, s. 26-27. 5 SELCEN ÖNER 166 Aşırı sağın yükselişinin göstergelerinden biri de aşırı sağ hareketler ve örgütlerin artışı ve özellikle göçmenlere yönelik şiddet olaylarındaki artıştır. Diğer yandan, Norveç’te 22 Temmuz 2011’de aşırı sağ görüşlü Anders Breivik’in, çoğu İşçi Parti üyesi gençlerden 77 kişinin ölümüne yol açan terörist saldırısı, aşırı sağ şiddet eylemlerindeki artışın sadece Avrupa’daki göçmenler için değil, tüm Avrupa halklarının geleceği için 21.Yüzyıl’ın en önemli tehditlerinden biri olduğunu göstermiştir. Türkiye’nin AB’ye üyeliğine karşı söylem de aşırı sağ partiler arasında yaygındır. Özellikle Türk göçmenlerin yoğun olduğu Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde Türkiye’nin AB’ye üyeliğine kamuoyunun olumsuz baktığı görülmektedir. Eurobarometre’nin yaptığı kamuoyu araştırmalarında en az istenen göçmenler Müslüman göçmenlerdir, Türkiye ise AB’ye üyeliği en az istenen ülkelerdendir. Aşırı sağ partiler Türkiye’nin AB’ye üyeliğinin Avrupa’nın İslamlaşmasının önemli bir aracı olduğunu iddia etmektedirler. Bu makalede, Batı Avrupa’da yükselen aşırı sağ, özellikle de Türk göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkanların oranının en yüksek olduğu ülkelerden olan Almanya ve Avusturya’daki aşırı sağ partiler üzerinde durulacaktır. Almanya ve Avusturya, Türkiye’den göçmenlerin başlangıçta “misafir işçi” statüsünde gittiği, ardından çoğunun yerleştiği ve Türk göçmen nüfusun Avrupa’da en yoğun olduğu ülkeler arasındadır. Buradaki Türk göçmenlerin pek çoğunun yaşadığı entegrasyon problemleri Türkiye’nin AB üyeliğine de şüpheyle bakılmasına yol açmakta ve Türkiye’nin üyeliği durumunda Avrupa ülkelerinin yeni göçmen akınlarına uğramasından korkulmaktadır. Makalede ilk olarak aşırı sağ partilerin Batı Avrupa’da yükseliş nedenleri, aşırı sağ partilerin göçmenleri “öteki”leştirmesi, ikinci olarak Avusturya’da aşırı sağ partilerin federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü, özellikle Özgürlük Partisi (FPÖ)’nin parti programı ve söylemi üzerinde durulacak, buna karşılık Almanya’da aşırı sağ partilerin özellikle Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD)’nin daha çok yerel düzeyde artan gücü ve parti programı incelenecektir. Avusturya’da aşırı sağın federal parlamento seçimlerine yansıyan gücü ile Almanya’da daha çok aşırı sağ hareketlerin ve göçmenlere karşı şiddet olaylarının artışı şeklinde görülen aşırı sağın yükselişinin göstergeleri karşılaştırılacaktır. Son olarak da Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin Avrupa’nın geleceğine ve Türkiye’nin AB üyeliği sürecine yansımaları tartışılacaktır. Aşırı Sağın Batı Avrupa’da Yükseliş Nedenleri Avrupa’da aşırı sağdaki yükselişin göstergeleri arasında aşırı sağ partilerin yerel, ulusal ve dönem dönem Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerindeki oy oranlarındaki artış yanında, aşırı sağ örgütlerin ve hareketlerin artışı ve aşırı sağ grupların ve bireylerin şiddet olaylarındaki artışı yer almaktadır. 1965 ile 1995 arası dönemde Batı Avrupa’da 19 aşırı sağ parti kurulmuştur.9 Aşırı sağ partilerin nüfuzu Batı Avrupa’da 1980’lerden itibaren artmaktadır. Henüz hiçbir ulusal seçimde tek parti hükümetini oluşturabilecek çoğunluğu elde 9 Michael Minkenberg, “The Radical Right in Europe Today...”, s. 42. AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 167 edememişlerdir ama bazıları Avusturya’da, İtalya’da, İsviçre’de olduğu gibi koalisyon hükümetlerinin ortağı olmuşlar ya da dışarıdan desteklemişlerdir.10 Bu da aşırı sağın normalleşme sürecine katkıda bulunan unsurların başında gelmektedir.11 Avusturya’da 2000’de Jörg Haider’in liderliğindeki FPÖ’nün koalisyon ortağı olması ve Fransa’da FN’nin lideri Jean-Marie Le Pen’in 2002’de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci olması, Batı Avrupa’da aşırı sağın yükselişinin en önemli göstergeleri arasındadır.12 Aşırı sağ partilerin yükselişindeki ana nedenlerden biri küreselleşmenin sosyoekonomik olumsuz etkilerine karşı insanların kendini savunmasız hissetmesidir. Avrupa’da aşırı sağın güçlenmesinde başta gelir dağılımı adaletsizliğine yol açan bölüşüm krizi, siyasi temsil krizi ve kimlik krizi olmak üzere sosyo-ekonomik ve siyasi krizler etkilidir. Bu krizlerin üstesinden gelmeden aşırı sağın yükselişini durdurmak zordur. Bu partiler genelde kendilerini “sokaktaki adam”ın temsilcisi veya “halkın gerçek sesi” olarak göstermektedirler. Merkez sağ ve sol partileri elitist olarak nitelendirmekte ve onların sadece kendi ekonomik çıkarlarını temsil ettiklerini iddia etmektedirler.13 Yapılan kamuoyu araştırmalarında aşırı sağ partileri destekleyen kişilerin çoğunlukla küreselleşmenin olumsuz sosyo-ekonomik etkilerinden en fazla etkilenen, eğitim düzeyi düşük, işçi genç erkekler oldukları ve genellikle alt ya da alt orta sınıflardan geldikleri görülmektedir.14 Eski Yugoslavya’daki savaşlar ve AB’nin Doğu Avrupa’ya genişlemesi sonrası artan göçler ve merkez partilerin aşırı sağ partileri dışlama konusundaki uzlaşmasının pek çok ülkede sona ermesi de aşırı sağ partilerin yükselişinde etkili olan faktörler arasındadır.15 Bazı araştırmacılar göç düzeyi ile aşırı sağ partilere olan destek oranı arasında pozitif ilişki olduğunu savunurken16, diğerleri de ikisi arasında bir bağ olmadığını veya zayıf bir bağ olduğunu söylemektedirler.17 Avrupa’da artan 10 Neil Fligstein, vd., “European Integration, Nationalism and European Identity”, Journal of Common Market Studies, Cilt 50, Sayı 1, 2012, p.115. 11 Michael Minkenberg, “From Pariah to Policy Maker?...”, s.17. 12 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. İKV websitesi (08.03.2012) <www.ikv.org.tr/.../avrupada_asiri_sag_partiler_turkiyenin_ab_uyelig...>, (Erişim tarihi 17.05.2012). 13 Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg, “Introduction: An Anthology about the Manifestations and Development of the Radical Right in Europe”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Rightwing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.12-15. 14 Zuhal Yeşilyurt Gündüz, “The European Union at 50: Xenophobia, Islamophobia and the Rise of the Radical Right”, Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 30, Sayı 1, 2010, s.40. 15 Marc Morje Howard, “ Can Populism be Suppressed in a Democracy?”, East European Politics and Societies, Cilt 14, Sayı 2, 2001, s. 21. 16 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. R. Gibson, The Growth of Anti-immigrant Parties in Western Europe, Ceredigion, Edwin Mellen yay., 2002; M. Golder, “Explaining Variation in Success of Extreme Right Parties in Western Europe”, Comparative Political Studies, Cilt 36, 2002, s.432-466; M. Lubbers, M. Gijsberts ve P. Sheepers, “Extreme Right-Wing Voting in Western Europe”, European Journal of Political Research, Cilt 41, 2002, s. 345-378. 17 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. H. Kitschelt, The Radical Right in Western Europe: A Comparative Analysis, Ann Arbor, MI, University of Michigan Press, 1995; D. Swank ve H. SELCEN ÖNER 168 yabancı düşmanlığı, merkez partilerin sosyo-ekonomik problemleri çözme konusundaki başarısızlıkları, yolsuzluğa karışmaları da aşırı sağın yükselişinde etkili olmaktadır. 2008’den itibaren Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz ve artan işsizlik oranları, göçmen karşıtı görüşlerin artışında etkili olmaktadır. Aşırı sağ partiler pek çok sosyo-ekonomik sorunun olduğu Avrupa ülkelerinde göçmenleri “günah keçisi” ilan ederek, göçmenlerin kendi ülkelerinin vatandaşlarının çalışma ücretlerinde düşüşe yol açtıklarını iddia etmektedirler. Avrupa’da göç ve İslam konusunda siyasilerin söylemleri ve medyada yer alan söylemler de aşırı sağa olan destek oranını etkilemektedir. Medyanın özellikle internetin kullanılması da aşırı sağ partilerin ve örgütlerin aralarındaki iletişimin ve bağlantıların artmasında etkilidir. “İslamlaştırmaya karşı şehirler” oluşumu Avusturya, Almanya, Belçika, Danimarka, İspanya, İtalya, Fransa, Hollanda ve İngiltere’deki aşırı sağ gruplar arasındaki ulusaşırı işbirliği örneklerindendir.18 Sonuç olarak 21.Yüzyıl’da aşırı sağın Avrupa’da yükselişini hızlandıran nedenler arasında 11 Eylül sonrası artan İslamofobi, 2004’te ve 2007’de AB’nin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine genişlemesi sonrası Doğu’dan Batı’ya artan göç ve 2008’den itibaren Avrupa’da yaşanan ekonomik kriz ve işsizlik oranlarındaki artış yer almaktadır. Avrupa’da Yükselen Aşırı Sağ ve Yeni “Ötekiler” Aşırı sağ partiler genelde çokkültürlülüğe karşıdırlar. “Çokkültürlülük” farklı toplulukların eşit şekilde yan yana yaşamaları, birbirleriyle pek etkileşime girmeden kendi değerlerini ve geleneklerini koruyabilmelerini sağlar. Ancak birbirleriyle karşılıklı etkileşime fazla girmemeleri, zamanla birbirlerinden yabancılaşmalarına yol açabilmektedir.19 Aşırı sağ partiler çokkültürlülüğün ulusların dağılmasına yol açtığını iddia etmektedirler. Aşırı sağ partiler, sıkı göçmen politikalarından yanadırlar ve genellikle sosyal hakların göçmenlere verilmesine karşıdırlar.20 21.Yüzyıl’ın ilk 10 yılında merkez sağ partiler de çokkültürlülüğün başarısız olduğu konusunda aşırı sağ partilerle hemfikirdirler. Almanya Başbakanı Angela Merkel, 1 Ekim 2010’da “çok kültürlülük tamamen başarısız oldu. Almanya, kapılarını göç dalgasına açmadan önce entegre olmayanlara karşı daha katı bir tutum sergilemelidir” demiştir.21 İngiltere gibi çokkültürlülüğün hâkim olduğu ülkeler bile çokkültürlülüğü sorgulamaya başlamıştır. İngiltere Başbakanı David Cameron 2 Betz, “Globalization, the Welfare State and Right-Wing Populism in Western Europe”, SocioEconomic Review, Cilt 1, 2003, s.215-245. 18 Langenbacher ve Schellenberg, a.g.e., s.22. 19 Nedret Kuran-Burçoğlu, “From Vision to Reality: A Socio-Cultural Critique of Turkey’s Accession Process”, Esra Lagro ve Knud E. Jorgensen der., Turkey and the European Union: Prospects for a Difficult Encounter, New York, Palgrave Yay., 2007, s. 152-153. 20 Fligstein vd., a.g.e., s.115. 21 Sezgin Mercan, “Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak”, <http://www.21yyte.org/tr/yazi6465-Avrupada_Asiri_Sagin_Yukselisini_Anlamak.html>, (Erişim tarihi 14.05.2012). AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 169 Şubat 2011’de “onlarca yıldır izlenen çokkültürlülük politikası, radikal İslam’ın güç kazandığı ayrılıkçı topluluklar yarattı” demiştir.22 Çokkültürlülük giderek entegrasyonun önündeki önemli bir engel olarak görülmektedir.23 Aşırı sağ partiler homojen bir toplumdan yanadırlar. “Öteki”lerin dışlanmasıyla sosyo-ekonomik problemlerin çözülebileceğini iddia etmektedirler.24 Her ülke için “öteki”leştirme farklı gruplara yönelik olabilmektedir. Örneğin Fransa’da özellikle Kuzey Afrikalı göçmenler temel “öteki” grup olarak inşa edilmektedir.25 Milliyetçilik, aşırı sağ partilerin temel özelliklerinden biridir ancak giderek Avrupa kimliğine de daha fazla vurgu yapmaktadırlar.26 Avrupa kültürünün göçmenlerin etkisiyle yok olduğunu iddia etmektedirler. FN’nin lideri Marine Le Pen şöyle demektedir: “bir dönüm noktasındayız, eğer medeniyetimizi koruyamazsak yok olacak”.27 Zuquete, aşırı sağ partilerin giderek Avrupa kimliğine daha fazla vurgu yapmasının “İslam”ın Avrupa’nın “öteki”si olarak inşa edilmesi süreciyle paralel gittiğini ileri sürmektedir.28 Anti-semitizm iki savaş arası dönemde aşırı sağ partilerin temel özelliklerindendir. Ancak Soğuk Savaş sonrası dönemde NPD gibi bazı aşırı sağ partiler dışında pek çok aşırı sağ partinin söyleminde bir değişim yaşanmıştır. Williams, 21.Yüzyıl’da aşırı sağ partiler için yabancı düşmanlığından çok İslamofobinin ön planda olduğunu iddia etmektedir. Williams’a göre Türkler, diğer Müslüman göçmenler ve eski sömürge devletlerinden gelen göçmenler, toplumun homojenliğine bir tehdit olarak görülmekte ve aşırı sağ partiler için temel “öteki” olarak inşa edilmektedirler.29 Bazı aşırı sağ partiler, Müslüman göçmenler arasında kadınlara karşı ayrımcılık yapıldığını, zorunlu evlilikler ve töre cinayetlerini vurgulayarak kendi destekçileri dışında, toplumun farklı kesimlerinden de destek sağlayabilmektedirler.30 Aşırı sağ partiler 2. Dünya Savaşı öncesinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve Yahudi karşıtlığı üzerinde dururken, giderek Avrupa’nın Hristiyan ve Yahudi geçmişine atıf yapmakta, Yahudilerin entegre ya da asimile edilebilir olmalarına rağmen, Müslüman göçmenlerin entegre veya asimile edilmesi zor gruplar olduklarını ileri sürmektedirler.31 Bazı araştırmacılar Avrupa’da “biyolojik 22 A.g.e. Gerard Delanty, “Fear of ‘Other’s: Social Exclusion and the European Crisis of Solidarity”, Social Policy and Administration, Cilt 42, Sayı 6, 2008, s. 685. 24 Langenbacher ve Schellenberg, a.g.e., s. 17. 25 Michelle Hale Williams, “Can Leopards Change Their Spots? Between Xenophobia and Trans-ethnic Populism among West European Far Right Parties”, Nationalism and Ethnic Politics, Cilt 16, 2010, s. 112-113. 26 Jose Pedro Zuquete, “The European Extreme-Right and Islam: New Directions?”, Journal of Political Ideologies, Cilt 13, Sayı 3, 2008, s. 329. 27 Katrin Bennhold, “2 Personalities Clash on European Immigration”, International Herald Tribune, 15.01. 2008. 28 A.g.e., s.332. 29 Williams, a.g.e., s. 128-129. 30 Zuquete, a.g.e., s. 333. 31 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Pierre-Andre Taguieff, The Force of Prejudice: On Racism and Its Doubles, Minneapolis, University of Minnesota Yay., 2001. 23 SELCEN ÖNER 170 ırkçılık”tan “kültürel ırkçılık”a doğru bir dönüşüm yaşandığını, Avrupa’da “öteki” olarak Müslümanların Yahudilerin yerini aldığını ileri sürmektedir.32 Fransa aşırı sağının teorisyenlerinden biri olan Guillaume Faye, Avrupa kimliğini savunan birinin Yahudi karşıtlığını bırakması gerektiğini söylemekte ve asıl tehdidin Üçüncü Dünya ve İslam tarafından kolonizasyon olduğunu ileri sürmektedir.33 Hollanda, Danimarka ve İsveç’te olduğu gibi bazı aşırı sağ partiler için anti-Semitizm artık söz konusu değildir. Batı Avrupa’da özellikle 11 Eylül sonrasında aşırı sağ partiler için “öteki” çoğunlukla Müslüman göçmenlerdir.34 11 Eylül sonrası göç konusu giderek güvenlik çerçevesi içinde değerlendirilerek, Müslüman göçmenler ve terörizm birlikte anılmaya başlanmıştır. Müslüman göçmenler giderek ulusal kimlik, ulusal güvenlik ve Avrupa kimliği için bir tehdit olarak algılanmaktadır. Avusturya ve Danimarka göç politikalarını daha da sıkılaştıran radikal değişiklikler yapmışlardır. Bu ülkeler Avrupa’daki en sıkı göç hukuku düzenlemelerine sahip ülkeler arasındadır.35 Avusturya ve Almanya’da Aşırı Sağ Aşırı sağ partiler henüz tek başlarına hükümet olamadılar ama Avusturya, Danimarka ve İtalya’da merkez sağ partilerle birlikte koalisyon hükümetlerinde yer aldılar. Aşırı sağ partilerin hükümet ortağı olduğu ülkeler, göç kanunlarının en sıkı olduğu ülkeler arasındadır. Aslında genel olarak tüm Avrupa’da böyle bir eğilim söz konusudur. Diğer yandan hükümet ortağı olan aşırı sağ partilerin siyasi etkileri sınırlıdır. Çünkü genelde hükümetin küçük ortağıdırlar ve liberal demokrasinin koruyucusu olan yargı tarafından kontrol edilmektedirler.36 Aşırı sağ partilerin Avrupa siyasetine etkisi sadece ulusal ve yerel seçimlerde artan başarılarıyla sınırlı değildir, dolaylı olarak siyasete etkileri de giderek artmaktadır. Seçimlerde aşırı sağın yükselişini gören merkez partiler, özellikle de merkez sağ partiler aşırı sağın söyleminden ve politikalarından etkilenmektedir. 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya ve Avusturya’daki merkez partiler arasında aşırı sağ partiler ve hareketlerle işbirliği yapmamak, hatta tolerans bile göstermemek konusunda bir elit uzlaşması söz konusuydu. Her iki ülkede de erken savaş sonrası dönemden beri devam eden küçük aşırı sağ partiler vardı ve onlar da dışlanmış durumda oldukları için siyasi parti sisteminde marjinal bir konuma sahiptiler. Fakat bu süreç her iki ülkede farklı şekilde gerçekleştirildiği için farklı sonuçlar doğurmuştur. Almanya’daki elit uzlaşması sadece isteğe bağlı değildi, aşırı sağ örgütleri ve partileri kapatma yetkisi olan Anayasa Mahkemesi’nin kontrolü altındaydı. Avusturya’da ise elitler arası uzlaşma Anayasa Mahkemesi tarafından uygulanmamakta, iki temel parti olan Sosyal Demokratlar ve Halk Partisi potansiyel 32 Zuquete, a.g.e., s. 335. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Dominic Boyer, “Welcome to the New Europe”, American Ethnologist, Cilt 32, Sayı 4, 2005. 33 Zuquete, a.g.e., s. 328-335. 34 Langenbacher ve Schellenberg, a.g.e., s. 18. 35 Yeşilyurt Gündüz, a.g.e., s. 42. 36 Mudde, a.g.e., s. 14-15. AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 171 rakiplerini dışlamak için işbirliği yapmaktaydı. Bu partiler işbirliğine devam ettiği sürece aşırı sağ partilerin sistemin istikrarını tehdit edebilme şansı çok azdı. Örneğin, Nazi sonrası “Bağımsızlar Kurumu”nun devamı olarak 1956’da kurulan FPÖ, merkez partiler tarafından uzun bir süre dışlanmıştı. Ancak merkez partiler arası bu uzlaşma 1970’lerin sonlarında Sosyal Demokrat Bruno Kreisky’nin Halk Partisi’ni zayıflatmak için FPÖ’yü desteklemesiyle değişmeye başlamıştır. 1983 ve 1986 arasında Franz Vranitzky liderliğindeki Sosyal Demokratlar, FPÖ’yü küçük ortak olarak koalisyon hükümetine dâhil etmişlerdir. FPÖ’nün hükümete ortak olması onu meşrulaştırdı ve elit uzlaşması sona ermiş oldu. 1986’da Jörg Haider, FPÖ’nün başına geçti. 1986 ve 1999 yılları arasında Sosyal Demokratlar ve Halk Partisinin başarısız bir koalisyon hükümeti kurduğu dönemde, FPÖ ana muhalefet partisi olarak gücünü arttırma fırsatı bulmuştur.37 1999 seçimlerinde FPÖ % 27 oy almıştır. Seçimlerden birinci çıkan Sosyal Demokratlarla koalisyon görüşmeleri başarısız olunca, Hristiyan Demokrat Wolfgang Schüssel, Haider’in liderliğindeki FPÖ’yü hükümette koalisyon ortağı olması için davet etmiştir. FPÖ 31 Ocak 2000’de Avusturya hükümetinin koalisyon ortağı olunca, AB üyesi diğer 14 ülke, Haider’in partisinin hükümete ortak olmasını, Avusturya ile ikili ilişkilerini askıya alarak, Avusturya büyükelçileriyle iletişimi azaltarak ve Avusturyalı adayların uluslararası pozisyonlara gelmesine karşı çıkarak protesto edeceklerini bildirmişlerdir. AB’nin bu tepkisinin sembolik bir önemi vardı, böylece aşırı sağ partilerin AB’nin ilke ve değerlerine aykırı olduğu gösterilmiştir.38 Avusturya Cumhurbaşkanı Thomas Klestil, koalisyon anlaşmasına ek olarak Haider’in kurulacak hükümetin bütün Avrupa insan hakları sözleşmelerine ve diğer uluslararası insan hakları sözleşmelerine bağlı kalacağına dair bir deklarasyona imza atmasını istemiştir.39 AB’nin hazırladığı bir rapor sonrasında Eylül 2000’de diğer üye ülkeler diplomatik yaptırımların kaldırılması konusunda ikna olmuş, böylelikle AB’nin tepkisi amacına ulaşmıştır.40 AB’nin gösterdiği bu tepki, Avusturya’ya ve diğer AB ülkelerine AB’nin aşırı sağa karşı tutumu konusunda uyarı niteliğinde olmuştur. Bu arada Nisan 2005’te parti içi anlaşmazlıklar nedeniyle FPÖ’den ayrılan bir grup “Avusturya'nın Geleceği için İttifak” (BZÖ) partisini kurmuştur. FPÖ’nün parti programında, kimlik ve çevre başlığı altında “Avusturya anavatanımızı, ulusal kimliğimizi ve doğayı korumaya bağlıyız” denilmektedir. Avusturya’nın bir göç ülkesi olmadığı vurgulanmakta, entegre olmuş, Almanca bilen, Avusturya’nın değerlerine saygı duyan yasal göçmenlere ülkelerinde kalma ve vatandaşlığa geçme hakkı verilmesi gerektiği belirtilmektedir (2011). Güvenlik başlığı altında ise “Avusturya’da suç işleyen yabancıların ülkelerine geri 37 Howard, a.g.e., s.22-24. A.g.e., s.25-26. 39 Martin Schulz, “Combating Right-wing Extremism as a Task for European Policy Making”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s. 28. 40 Howard, a.g.e., s.31. 38 172 SELCEN ÖNER gönderilmeleri gerektiği belirtilmektedir” (2011). Yani FPÖ, Almanca bilen, entegre olmuş, yasalara uygun davranan göçmenlere karşı olmadığını belirtmiştir. FPÖ’nün hükümetlerarası bir AB anlayışı vardır. Parti programında “Halkların Avrupası” anlayışına bağlı oldukları, Avrupa’nın sadece AB siyasi projesine indirgenmemesi gerektiği belirtilmektedir. AB hukuku, ulusal hukuklardan üstün olmasına rağmen, egemen devletlerin hukuklarının AB hukukundan üstün olması gerektiği savunulmaktadır (2011). FPÖ, AB’nin uluslarüstü yanlarına ve daha fazla uluslarüstü bir yapıya dönüşmesine karşıdır. Almanya’da ise 2. Dünya Savaşı sonrası aşırı sağ partiler için sınırlı bir siyasi alan bulunmaktadır. Nazi geçmişinden dolayı Almanya, aşırı sağ partiler konusunda diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha hassas konumdadır. Almanya’da aşırı sağ partiler sık sık yolsuzlukla suçlanmakta ve yetersiz nitelikli elemanları olduğu konusunda eleştirilmektedirler. Nazizmle olan bağlantılarından dolayı da saygınlıkları azdır. Tüm bu nedenlerin etkisiyle diğer Batı Avrupa ülkelerine göre, Almanya’da aşırı sağ partilerin özellikle federal parlamento seçimlerindeki başarıları düşüktür. Hiçbir aşırı sağ parti federal parlamento Bundestag’a girememiştir. AP seçimlerinde de Cumhuriyetçiler’in 1989’da aldığı % 7.1 oy oranı dışında pek başarılı olamamışlardır. Buna karşılık Almanya’da aşırı sağ partiler yerel düzeyde güçlüdürler. Alman Ulusal Demokrat Partisi (NPD), Alman Halk Birliği (DVU), Cumhuriyetçiler ve Yabancıları Durdur (Stop Foreigners) ve Köln Yanlısı (ProCologne) gruplarından temsilciler bölgesel meclisler ve belediye meclislerinde sandalyeye sahiptirler. 1990’ların ortalarına kadar aşırı sağ partiler, Batı Almanya’da Doğu Almanya’ya göre daha iyi sonuçlar almışlardır. Ancak 1990’ların ortalarından itibaren Doğu Almanya’da Batı’ya göre daha iyi sonuçlar almaya başlamışlardır.41 1964 yılında kurulan NPD’nin başlangıçtaki programı Nazi yanlısı, komunizm karşıtıydı ve Katolik unsurlar barındırmaktaydı. NPD organizasyon açısından pek güçlü değildi ve finansal sorunları vardı. Ayrıca karizmatik bir lideri de yoktu. 1996’dan beri parti başkanı olan Udo Voigt’un liderliği döneminde parti marjinal konumundan bir ölçüde kurtulabilmiştir. Voigt’un seçilmesinden sonra, halen kullanılmakta olan yeni bir parti programı hazırlandı. NPD’nin parti programı milliyetçi, popülist, bir tür nasyonal sosyalizmi destekleyen, kapitalizm karşıtı unsurlar içermektedir. 1998’de partinin ulusal kongresinde 3 temel stratejik kampanya hedefi belirlenmiştir. Bunlar “sokaklar için savaş”, “zihinler için savaş” ve “oylar için savaş”tır. Bunlara ek olarak 2004’te “organize irade” için savaş da eklenmiştir. Seçimlerin diğer aşırı sağ partilerle işbirliği içinde başarılabileceği kabul edilmiştir. 2011’de parti başkanlığına Holger Apfel gelmiştir. 42 41 Britta Schellenberg, “The Radical Right in Germany: Its Prohibition and Reinvention,” Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.64-76. 42 A.g.e., s.58-59. AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 173 NPD küreselleşmeye ve çokkültürlülüğe karşı çıkarak, küreselleşmeyi yabancılaşma ve kimlik kaybına eşdeğer olarak görmektedir. Yabancılar tüm sosyoekonomik problemlerin nedeni olarak görülmekte ve “günah keçisi” olarak ilan edilmektedirler. Yabancılara karşı bir ayrımcılık söz konusudur ve yabancıların geri gönderilmeleri hedeflenmektedir. Türk göçmenler Almanya’da aşırı sağın “öteki” leri arasında bulunmaktadır.43 Almanya’da aşırı sağın sloganlarından biri “Almanya Almanlarındır” (“Deutschland den Deutschen”) sloganıdır. Çocuk yardımlarından sadece Alman ailelerinin yararlanmaları gerektiği, Alman sosyal güvenlik sisteminden de göçmenlerin yararlanmaması gerektiği savunulmaktadır. Voigt, Alman ailelerine ve aile yapısına yatırım ve destek talep ettiklerini belirterek şöyle diyor: “Göçmen değil, Alman çocuklara ihtiyacımız var. Çocuk sayısı arttırılmalı…”44 NPD’nin Müslüman göçmenlere bakışı konusunda ise Voigt “biz NPD olarak Müslüman ve İslam düşmanlığı yapmıyoruz. NPD olarak zaten göçmenleri ülkelerine gönderdiğimizde bu tartışmalar da son bulacak” demiştir.45 Voigt, göçmen politikaları konusunda “Almanlar işsiz dururken, göçmenlere iş verilmesine karşıyız. Yabancılar bizim için misafirdir ve misafir tekrar evine gider. Üst sınır şu anki göçmen oranının yüzde 10-15’idir. İktidara geldiğimizde 5 yıl içinde göçmen nüfusu yüzde 80 oranında azaltmayı hedefliyoruz. Göçmen derken sadece Türkleri değil AB vatandaşlarını da kastediyoruz” demiştir.46 Almanya’da 2003 yılında NPD’nin yasaklanması için girişimde bulunulmuş ancak partinin kapatılması talebiyle açılan dava Anayasa Mahkemesi’nden geri dönmüştür. NPD’nin kapatılması özellikle artan “dönerci cinayetleri”nden sonra yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD), NPD’nin kapatılması gerektiğini düşünmektedir. Diğer yandan son yıllarda aşırı sağ partiler olan NPD ve DVU’nun birleşmesi tartışılmaktadır fakat bu durum henüz gerçekleşmemiştir. Almanya’da göçmen karşıtı söylem sadece aşırı sağ partilerde değil, merkez sağda da görülmektedir. Diğer yandan SPD kökenli Alman Merkez Bankası üyesi ve eski Berlin Maliye Bakanı Thilo Sarrazin’in “Almanya Kendini Yok Ediyor” kitabı Ağustos 2010’da basılmış ve büyük yankı uyandırmıştır. Sarrazin, kitabında Müslüman göçmenlerin entegre olmak istemediklerini iddia etmektedir. Almanya’yı göçmenlere verilen sosyal haklar konusunda fazla cömert olmakla suçlamıştır. “Avrupa’da hiçbir din bu kadar talepkar değildir, hiçbir göçmen grubu refah devletine bu kadar bağımlı değildir ve suçlarla bu kadar bağlantılı değildir” demiştir.47 NPD eski başkanı Voigt, 2010’da kendisiyle yapılan bir mülakatta, 43 Williams, a.g.e., s.112. “Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt: Sarrazin ve Uyum Tartışmaları, NPD’ye Olan Bakış Açısını Olumlu Etkiledi”, Zaman Avrupa, <http://eurozaman.com/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=54630>, (Erişim tarihi: 11.03.2012). 45 “Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt...”, a.g.e. 46 A.g.e. 47 “Book Sets off Immigration Debate in Germany”, The New York Times, <http://www.nytimes.com/2010/09/03/world/europe/03germany.html>, (Erişim tarihi: 04.03. 2012). 44 174 SELCEN ÖNER Sarrazin’in kitabını büyük bir memnuniyetle karşıladıklarını ve kendi partilerinin yıllardır dile getirdiği şeyleri ifade ettiğini belirtmiştir. Aralarındaki farkın ise Sarrazin’in Türkleri ve Arapları aptal gösterirken, Yahudi ve İranlıları zeki gösterdiğini, kendilerinin ise hiç göçmen istemediklerini belirtmiştir. Voigt, aynı mülakatta “Sarrazin’in kitabının çıkışından sonra öncesine göre NPD’nin internet sitesine beş kat fazla tıklama oldu. Bize olan bakış açısını değiştirdi. Gelecek seçimlerde bunun bize yansımalarını göreceğiz. Sarrazin’in kitabının daha fazla insana ulaşması için çalışacağız. Seçim kampanyalarında kullanacağız. Saksonya ve Doğu Almanya’da çok sorun yok ama Berlin ve Batı Almanya’daki seçimlerde ‘Sarrazin de bizim tezlerimizi seslendiriyor’ diye seçmenden destek isteyeceğiz” demiştir.48 Almanya’da partiler arası uzlaşma aracılığıyla aşırı sağ hareketler dikkatli bir şekilde bastırılmış, bir yandan da demokratik rekabet korunmuştur. Alman Anayasa Mahkemesi Almanya’da aşırı sağ hareketin örgütlenmesi ve organizasyonunu sınırlama konusunda başarılıdır.49 Ancak bu sınırlama aşırı sağ şiddet eylemlerini önleme konusunda yetersizdir. Almanya’da aşırı sağ şiddet olaylarının yaygın olduğu görülmektedir. Almanya, Batı Avrupa ülkeleri arasında en fazla aşırı sağ şiddet olaylarının görüldüğü ülkedir. Almanya’nın Türk mahallelerindeki kundaklama olayları50 ve 2000 sonrasında “dönerci cinayetleri” olarak adlandırılan çoğunluğu Türk esnafa yönelik cinayetler bunun en önemli göstergeleridir. Hoyerswerda ve Rostock’ta mültecilerin kaldığı hostellere yapılan saldırılar, Solingen ve Mölnn’deki ırkçı cinayetlerden sonra Almanya’da bazı aşırı sağ örgütler yasaklanmıştır. Bunun üzerine aşırı sağ gruplar resmi statü kazanmak için başvurmaktan vazgeçmişler, bunun yerine 10-30 arasında kişiden oluşan daha esnek örgütlenmeleri tercih etmeye başlamışlardır. Almanya’da bu tip yaklaşık 150 bölgelerarası ve bölgesel aşırı sağ grup bulunmaktadır. Gevşek otonom yapılarından dolayı devlet kontrolünden kaçabilmektedirler ancak yakın dönemde bu gruplardan küçük bir kısmı yasaklanmıştır.51 2000-2007 yılları arasında 8’i Türk 10 kişiyi öldürmek, 2 bombalı saldırı ve soygun düzenlemekle suçlanan Nasyonel Sosyalist Yeraltı (NSU) örgütü davası, 17 Nisan 2013’ten itibaren görülmeye başlanmıştır. Bu örgütün NPD ile de bağları olduğu ileri sürülmektedir. Polis ve istihbarat teşkilatlarının aşırı sağ örgütlerle mücadele konusundaki eksiklikleri, aralarındaki bilgi paylaşımı ve işbirliği yetersizliği de Almanya’daki önemli tartışmalardandır. İstihbarat örgütleri çoğunlukla İslamcı gruplar, anarşistler ve sol gruplardan gelebilecek tehditlere odaklanmaktadır. Almanya Türk Toplumu (TGD) başkanı Kenan Kolat’a göre 48 “Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt...”, a.g.e. Howard, a.g.e., s.18-29. 50 1993 Solingen, 2005’te Ludwingshafen’de kundaklama olayları yaşanmıştır. 2002’de 10,902 aşırı sağ saldırı varken, 2008’de 19,894 saldırı olmuştur. Die Zeit Almanya’nın birleşmesinden bu yana 137 kişinin ırkçı saldırıda kurban olduğunu belirtmiştir. 51 Schellenberg, a.g.e., s.68-72. 49 AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 175 devlet ve devletin bazı organları aşırı sağ örgütlere karşı kör olabilmektedir. Avrupa’da Norveç’te 2011’deki saldırıya kadar polis ve istihbarat örgütlerinin aşırı sağ örgütlerden gelecek tehditleri yeteri kadar önemsemedikleri öne sürülmektedir. Bu tip örgütler genelde devlete tehdit olarak görülmemiş, insanların güvenliğine tehdit oluşturmaları da pek önemsenmemiştir.52 Avrupa’daki aşırı sağ gruplar arasında işbirliği özellikle internet sayesinde giderek artmaktadır. Aşırı sağ yanlısı Almanca internet sitesi sayısı giderek artmaktadır. Alman hükümeti de bunları pek engelleyememektedir. Çünkü aşırı sağ gruplar yabancı servis sağlayıcılarla işbirliği yapmakta, böylece Alman yasalarındaki baskıya ve kontrole maruz kalmadan serbestçe hareket edebilmektedirler. NPD de Avrupa’daki diğer aşırı sağ partilerle ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Ancak Avrupa’daki bazı aşırı sağ partiler, NPD’yi aşırı sağ hareketin de aşırı ucu olarak gördükleri ve itibar kaybından korktukları için genellikle bu tip partilere mesafeli durmayı tercih edebilmektedirler.53 FPÖ ve NPD’nin Federal Parlemento Seçim Sonuçları: Tablo 1: “Elections to the German Bundestag” (2005, 2009), <http://www.electionresources.org/de/>, (Erişim tarihi: 07.04.2012); “Federal Elections in Austria” (1999, 2002, 2006, 2008), <http://www.electionresources.org/at/>, (Erişim tarihi: 18.04.2012). Avusturya-FPÖ Almanya-NPD 1999- % 26.9 2002- % 10 2006- % 11.0 2008-% 17.5 2005- % 1.6 2009- % 1.5 Sonuç olarak, Avusturya’da aşırı sağ Almanya’daki aşırı sağa göre çok daha merkeze yakın, daha popülist ve muhafazakar milliyetçi bir söyleme sahiptir. Avusturya’da merkez sağ ve sol partiler arasında aşırı sağa karşı uzlaşmanın sona ermesinden sonra aşırı sağ meşrulaşmış, federal parlamento seçimlerine yansıyan, hatta FPÖ ve BZÖ54’nün koalisyon ortağı olabildiği bir siyasi güç kazanmıştır. Diğer yandan Almanya’da NPD ve diğer aşırı sağ partiler federal parlamentoda yer alamamaktadırlar. Avrupa’da Aşırı Sağ Partiler ve Türkiye’nin AB Üyeliği Aşırı sağ partilerin Avrupa’ya değil ama AB’ye genelde karşı olduğunu ya da en azından AB şüphecisi oldukları görülmektedir. Marine Le Pen, Euronews’e verdiği röpörtajda “AB’ye karşıyım, Avrupa’ya değil. Avrupa bir medeniyet, bir 52 Institute of Race Relations European Research Programme, “State Intelligence Agencies and the Far Right: A Review of Developments in Germany, Hungary and Austria”, Sayı 6, Nisan 2013, s.1-4. 53 Schellenberg, a.g.e., s. 77-78. 54 Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ile Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) 2000-2005 arası, Avusturya’nın Geleceği için İttifak (BZÖ) ile de 2005-2006 arasında koalisyon hükümeti kurmuşlardır. 176 SELCEN ÖNER bölge, ben Avrupalı’yım. Fakat AB totaliter olarak değerlendirdiğim bir yapı...” demiştir.55 Aşırı sağ partiler kendilerini devletlerinin AB’ye karşı savunucuları gibi görmekte, hatta bazıları ülkelerinin AB’den ayrılması gerektiğini düşünmektedir.56 Aşırı sağ partilerin söylemleri ve politikaları, AB’nin çoğulculuk, tolerans gibi bazı temel ilkelerini tehdit etmektedir. Aşırı sağ partiler, çoğunlukla kültürel temelde ulusal kimlik ve Avrupa kimliği anlayışına sahiptirler. Aşırı sağ partileri destekleyenler çoğunlukla kendilerini Avrupa kimliğinden çok ulusal kimlikleri ile tanımlayan ve çoğunlukla Avrupa entegrasyon sürecinden faydalanamamış kişilerden oluşmaktadır.57 1997’de AB Konseyi tüzüğü ile merkezi Viyana’da olan ‘Avrupa Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı’nı İzleme Merkezi’ (EUMC) kurulmuştur. Bu tüzükte İslamofobi’ye bir atıfta bulunulmamış, AB ülkelerinde ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve anti-Semitizm eylemlerinin takip edileceği belirtilmiştir.58 EUMC 2001’den itibaren “İslamofobiye dayalı ayrımcılık ve belirtileri” konusunda da ülkelerin durumlarını karşılaştıran raporlar yayınlamaktadır. 2006 raporunda, Avrupa’da Müslümanlara karşı ayrımcılığın yaygın olduğu, bunun “İslamofobik tavırlara, bunun yanında ırkçılık ve yabancı düşmanlığına dayandığı, bunların genelde iç içe geçtiği” belirtilmiştir.59 Bu rapora göre pek çok Avrupalı Müslüman, iş, eğitim ve barınma alanlarında ayrımcılıkla karşılaşmaktadır. Müslümanların sözlü tehditlerden fiziksel saldırılara kadar değişen İslamofobi eylemlerine maruz kaldıkları görülmektedir. Avrupalı Müslümanların eğitimde başarı ortalamalarının altında, işsizlik oranlarının ise ortalamaların üzerinde olduğu belirtilmiştir. Irkçılık, ayrımcılık ve sosyal marjinalleşmenin toplumsal entegrasyona yönelik önemli zorluklar oluşturduğu ifade edilmiştir.60 EUMC, Mart 2007’den itibaren AB Temel Haklar Ajansı’na dönüştürülmüştür. 2005’te yedi aşırı sağ partinin temsilcileri, “Avrupa’daki Yurtsever ve Milliyetçi Hareketler ve Partiler Viyana Deklarasyonu”nu yayınladı. Bu deklarasyonda Avrupa dışı bölgelere doğru AB genişlemesine karşı çıktıklarını belirtmenin yanı sıra göçün bir an önce durdurulmasını, göçmenlerin sosyal haklarının sınırlandırılmasını ve AB Anayasası’nın reddini istediler.61 55 Marine Le Pen’le Röportaj, “Türkiye’nin AB’ye Girmesine Karşıyım”, Euronews <http://tr.euronews.com/2011/02/18/turkiye-nin-ab-ye-girmesine-karsiyim/>, (Erişim tarihi: 09.03.2012). 56 Yeşilyurt Gündüz, a.g.e., s. 40. 57 Fligstein vd., a.g.e., s.114-120. 58 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. EC, Konsey Tüzüğü (1997), Sayı 1035/ 97, 2 Haziran 1997, “Establishing a European Monitoring Centre on Racism and Xenophobia”. http://ec.europa.eu/employment_social/fundamental_rights/pdf/arcg/1035_97_en.pdf (Erişim tarihi: 25.04.2012). 59 “The Annual Report on the Situation Regarding Racism and Xenophobia in the Member States of the EU”, EUMC, <www.raxen.eumc.eu.int/1/webmill.php?id=32835&doc_id=56129>, (Erişim tarihi: 18.02.2012). 60 “The Annual Report on the Situation...”, a.g.e., s.39-41. 61 Fligstein vd., a.g.e., s.115. AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 177 AP’de aralarında FN, Bulgaristan’dan Ataka and Romanya’dan Daha Büyük Romanya Partisi (PRM)’nin bulunduğu aşırı sağ partiler, Ocak 2007’de Bulgaristan ve Romanya’nın AB’ye üyeliği sonrası “Kimlik, Gelenek ve Güvenlik” (Identity, Tradition and Sovereignty-ITS) adı altında yeni bir siyasi grup kurdular. Ancak bu grup iç çekişmeler nedeniyle Kasım 2007’de dağıldı.62 Eurobarometre kamuoyu araştırmalarına göre Türkiye, aday ülkeler arasında AB’ye üyeliği en az istenen ülkeler arasındadır. Türkiye’nin AB üyeliğine olan destek, AB’ye aday ülke olmayan Ukrayna’dan bile daha düşüktür. Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen partilerin daha çok merkez sol ya da Yeşiller’den olduğunu, karşı çıkanların ise çoğunlukla aşırı sağ ya da merkez-sağ partiler olduğunu görüyoruz.63 Avrupa’da aşırı sağ partilerin göçmen karşıtı ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olan söylemleri merkez partilerin söylemlerini de etkileyebilmektedir.64 Aşağıdaki ülkelerden her birinin gelecekte AB üyesi olmasını destekliyor musunuz veya karşı mısınız? Tablo 2:Standart Eurobarometre 74, Güz 2010, s. 62. İzlanda % 60 Hırvatistan % 47 Ukrayna % 37 Karadağ % 36 Makedonya % 35 Bosna-Hersek % 35 Sırbistan % 34 Türkiye % 30 Arnavutluk % 29 Kosova % 29 Türkiye’nin AB üyeliğine desteğin en düşük olduğu ülkeler ise genellikle Türkiye’den gelen göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı Batı Avrupa ülkeleridir. 62 Schulz, a.g.e., s.34. Daha fazla bilgi için bkz. Hakan Yılmaz, “Turkish Identity on the Road to the EU: Basic Elements of French and German Oppositional Discourses”, Journal of Southern Europe and the Balkans, Cilt 9, Sayı 3, 2007; Selcen Öner, Turkey and the European Union: The Question of European Identity, Lanham, Maryland, Lexington Pub., 2011. 64 Cas Mudde, “The Single-Issue Party Thesis: Extreme Right Parties and the Immigration Issue”, West European Politics, Cilt 22, Sayı 3, 1999. 63 SELCEN ÖNER 178 Türkiye’nin AB Üyeliğine Desteğin En Düşük Olduğu Ülkeler Tablo 3: Standart Eurobarometre 62 (Güz 2004), Standard Eurobarometre 71 (Bahar 2009). Eurobarometre Güz 2004 Eurobarometre Bahar 2009 Almanya % 36 % 27 Avusturya % 28 % 25 Fransa % 39 % 31 Lüksemburg % 38 % 27 AB ülkelerinde aynı milliyetten olmayan insanların en fazla bulunduğu ülke Almanya’dır. Almanya’da en fazla göçmen 2,5 milyon ile Türkiye kökenli olanlardır.65 Almanya’ya Türkiye’den ilk göç, savaş sonrası iş gücü ihtiyacı nedeniyle 1960’larda başlamıştır. Almanya Ekim 1961’de Türkiye ile işçilerin kısa dönemli göçünü düzenleyen ikili anlaşmayı imzalamıştır.66 1964’te Avusturya ile ikili anlaşma imzalamıştır. 1973’te ekonomik problemlerin de etkisiyle Türkiye’den göçmen alımı durdurulmuştur. Kısa dönemli göç için yapılan düzenlemelere rağmen göçmenlerin çoğu bu ülkelerde kalmayı tercih etmiş,67 aile birleşmeleriyle de göç devam etmiştir. Türkiye’nin AB’ye üyeliği ile ilgili tartışmalar diğer AB üyesi ülkelerle kıyaslandığında, en fazla Fransa ve Almanya’da kimlik üzerinden yapılmaktadır. Fransa’da merkez sağ parti Halk Hareketi Birliği (UMP), Almanya’da ise Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve Hristiyan Sosyal Birliği (CSU), Türkiye’nin bir Avrupa ülkesi olmadığını iddia ederek, Türkiye’nin tam üye olması yerine “ayrıcalıklı ortaklık” verilmesini önermektedir. Fransa’da aşırı sağ FN’nin eski lideri Jean Marie Le Pen, Türkiye’nin AB üyeliği ile “Avrupa’nın gerçek bir İslam istilasına” uğrayabileceğini iddia etmiştir.68 FN’nin şu anki lideri Marine Le Pen, Euronews’e verdiği röpörtajda “Türkiye’nin, AB’ye girmesine karşıyım” demiştir.69 Almanya’da merkez sağ CDU, Türkiye ile “ayrıcalıklı ortaklık”tan yanadır. Ancak 2005-2009 arası Alman Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ile 2009’dan itibaren de Liberaller (FDP) ile koalisyon içinde olduğu için “ahde vefa” ilkesi temelinde 65 “Facts About Germany”, <http://www.tatsachen-ueber-deutschland.de/en/society/maincontent-08/immigration-and-integration.html>, (Erişim tarihi: 27.04.2012). 66 Almanya’nın ardından Hollanda, Fransa, İsviçre gibi bazı Avrupa ülkeleri de Türkiye ile işçi göçü için ikili anlaşmalar imzalamıştır. 67 Johan Wets, “The Turkish Community in Austria and Belgium: The Challenge of Integration”, Turkish Studies, Cilt 7, Sayı 1, Mart 2006, s. 85. 68 Zuquete, a.g.e., s.331. 69 Marine Le Pen’le Röportaj, a.g.e. AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 179 hareket etmekte, tam üyelikten yana olmasa da Türkiye ile AB arasındaki müzakere sürecini desteklemektedir. Eylül 2013’te Almanya’daki federal parlamento seçimlerinde de CDU birinci parti olmuştur, Merkel’in Yeşiller ve SPD ile koalisyon görüşmeleri devam etmektedir. Avusturya’da FPÖ, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu vurgulamaktadır. BZÖ de başından beri Türkiye ile AB arasında müzakerelerin başlamasına karşı çıkmıştır. Avusturya Sosyal Demokrat Partisi (SPÖ) de Türkiye’nin tam üyeliğinden ziyade, “ayrıcalıklı ortaklık” gibi farklı bir ilişkiden yanadır. Diğer yandan Avusturya Cumhurbaşkanı Heinz Fischer ve Viyana Belediye Başkanı Michael Haupl, Türkiye ile AB arasındaki müzakereleri desteklemiştir.70 Avusturya Halk Partisi (ÖVP)-FPÖ koalisyonunun oluşturduğu Avusturya hükümeti 2005’te AB’nin Türkiye ile müzakerelere başlamasını istememiş, ancak daha sonra Hırvatistan’la müzakerelerin de 3 Ekim 2005’te başlaması şartıyla Türkiye ile müzakereleri kabul etmiştir. 23-24 Ekim 2010’da Viyana’da, FPÖ’nün ev sahipliğinde Avrupa’nın bazı aşırı sağ partileri, AB’deki sağ partiler arasındaki işbirliğini geliştirmek amacıyla bir toplantı düzenledi. Toplantıya Belçika, Danimarka, İtalya, Slovakya ve İsveç’ten sağ partiler katılmıştır. Bu buluşmada daha çok Hristiyan Demokrat Partiler etkili olmuş, Almanya, Fransa ve Hollanda’dan aşırı sağ partiler katılmamıştır. Toplantıda Türkiye’nin AB’ye üyeliği konusunda referandum kampanyası başlatma kararı almışlardır. Toplantı sonrasında bir basın toplantısı düzenleyen FPÖ lideri Strache, “Avrupalı olmayan” ülkelerin AB’ye girmesinin yanlış olacağını belirterek, böyle bir birleşimin Avrupa-AsyaAfrika Birliği’ni temsil edeceğini iddia etmiştir.71 Aşırı sağın Türkiye’nin AB üyeliğine karşı bu söylemleri göçmen karşıtı söylemlerle beraber kullanılmakta, ayrıca merkez sağ söylemi ve politikaları da etkilemektedir. Sonuç 21. Yüzyıl’da aşırı sağ, marjinal konumundan çıkarak, pek çok Avrupa ülkesindeki etkisi giderek artmaya başlamıştır. Aşırı sağın yükselişi, Avrupa’da 60 yıllık barış ve huzur ortamının korunmasında büyük katkısı olan AB projesinin geleceği açısından da önemli tehditlerden biridir. Günümüzde aşırı sağ partiler klasik ırkçı söylemi kullanmayıp, daha çok kültürel temelli bir dışlayıcılık yönünde bir eğilime sahiptir. Bu da çok tehlikelidir çünkü halkın farklı kesimleri tarafından daha fazla destek sağlanabilmektedir. Giderek aşırı sağ söylem, merkez sağ partilerin söylemini de etkilemektedir. Merkez sağ partiler de Avrupalı ulusların göç ve demografik baskılar sonucu düşüşte olduklarını vurgulamakta72 ve göç politikalarını katılaştırmaktadır. 70 Sabine Strasser, “Europe’s Other: Nationalism, Transnationals and Contested Images of Turkey in Austria”, European Societies, Cilt 10, Sayı 2, 2008, s.180-181. 71 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. İKV websitesi (08.03.2012) <www.ikv.org.tr/.../avrupada_asiri_sag_partiler_turkiyenin_ab_uyelig...>, (Erişim tarihi:17.05.2012). 72 Zuquete, a.g.e., s.339. 180 SELCEN ÖNER Aşırı sağ partilere olan desteğin temelinde, küreselleşmenin de etkisiyle gelecek konusundaki endişeler etkili olmaktadır. Bu partiler göçmen korkusuyla, iş olanakları ve refah devletinin imkânlarını ilişkilendirmektedir. Delanty’e göre dayanışmanın temel dayanağı olarak sınıf ve ulus zayıflamakta, bundan kaynaklanan geleceğe dönük endişeler de yabancı düşmanlığına dönüşmektedir. Bir yandan ulus ve sınıf, kollektif kimliğin temel kaynağı olmaktan çıkarken, diğer yandan küreselleşme ve Avrupalılaşma süreçleri Avrupa halkları arasındaki kimlikleri ve gelecekleriyle ilgili endişeleri arttırmaktadır.73 Bu insanlar sözü edilen endişe ve korkularla aşırı sağ hareketlere veya partilere sarılabilmektedir. Almanya’da aşırı sağ partiler bölünmüş ve zayıf bir yapıya sahiptir, buna karşılık daha çok esnek örgütlenmelere sahip aşırı sağ hareketler güçlüdür ve aşırı sağ şiddet yaygındır.74 Avusturya’da ise aşırı sağ şiddet olayları pek görülmemektedir. Avusturya’daki aşırı sağ partiler daha çok popülist özelliğe sahipken, Almanya’da NPD aşırı sağın da en aşırı ucundaki partiler arasında yer almaktadır. Avusturya’da aşırı sağ partiler oldukça güçlüdürler, hatta bunlar hükümette yer alabilmişlerdir. Almanya’da ise devletin özellikle de Anayasa Mahkemesi’nin çok sıkı bir gözetim ve kontrol mekanizması vardır. Almanya’da aşırı sağ partiler ulusal seçimlerde başarılı olamamaktadır, ancak bölgesel ve yerel düzeyde güçlüdürler. NPD özellikle eski Doğu Almanya’nın kırsal bölgelerinde başarılıdır. Avrupa’da aşırı sağ giderek İslamofobi ve hatta İslam karşıtlığı75 üzerinde durmaktayken, Almanya’da aşırı sağ için bunlara ek olarak hala daha antiSemitizm devam etmektedir. Aşırı sağ gruplar interneti kullanarak ve ulusaşırı ağlar kurarak Almanya’daki baskı ve kontrol mekanizmasından kaçmaya çalışmaktadırlar. Buna karşılık Almanya’da aşırı sağ üzerindeki denetim ve bu partilerin kendi iç sorunları nedeniyle bu partilerin yakın gelecekte federal seçimlerde başarılı olmaları pek kolay görünmemektedir.76 Avrupa’daki göçmenlerin entegrasyon problemleri halk arasında yabancı düşmanlığı ve göçmen karşıtı görüşlerin yaygınlaşmasına yol açmakta, bu da aşırı sağ hareketlerin ve partilerin güçlenmesine uygun bir zemin hazırlamaktadır. Hükümetlere ortak olan veya söylemleriyle hükümetleri etkileyen aşırı sağ partiler, daha katı göç politikalarının ve vatandaşlık düzenlemelerinin yapılmasında etkili olabilmektedirler. Türk göçmenlerin yoğun olduğu ve pek çoğunun entegrasyon sorunlarıyla karşılaştığı Almanya ve Avusturya gibi ülkelerde, Türkiye’nin AB üyeliğine, özellikle Türkiye’den daha fazla göçmen akını olacağı varsayımıyla karşı çıkılmaktadır. Türkiye’den gelen göçmenlerin yoğunlukta olduğu Almanya ve Avusturya’da yaşayan göçmenlerin özellikle de Müslüman göçmenlerin “öteki”leştirilmesi ve Türkiye’nin AB üyeliğine karşı söylemler paralel olarak 73 Delanty, a.g.e., s. 685-689. Minkenberg, a.g.e., s.47. 75 İslamofobi, İslam korkusu ve şüpheciliği anlamına gelirken, İslam karşıtlığı İslam düşmanlığı anlamına gelmektedir. 76 Schellenberg, a.g.e., s.79. 74 AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 181 yürümektedir. Aşırı sağ partilerin söylemleri, merkez partilerin özellikle de merkez sağ partilerin Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik söylemini de olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Avrupa’nın yaşadığı ekonomik krizin ve kimlik krizinin en önemli yansımalarından biri Avrupa’da yükselen aşırı sağ partiler ve hareketlerdir. Avrupa’da yükselen aşırı sağ ile başa çıkabilmek için yerel, bölgesel, ulusal ve Avrupa düzeylerini kapsayan “çok düzeyli strateji” uygulanması gerekmektedir. Her Avrupa ülkesindeki aşırı sağ eğilimin kendine özgü özellikleri vardır. Bu yüzden Avrupa ülkeleri arasında daha fazla karşılaştırmalı analize ihtiyaç bulunmaktadır.77 Aşırı sağ hareketlerin ve siyasi partilerin güçlenmesi, AB projesinin üzerine kurulu olduğu demokrasi, insan hakları, çoğulculuk, “farklılık içinde birlik” ilke ve değerleri için önemli bir tehdittir. Yaşlanan Avrupa’nın gelecekte daha da fazla göçmene ihtiyacı olacağı düşünüldüğünde, aşırı sağın yükselişi, özellikle de aşırı sağ şiddet olaylarındaki artış, sadece “öteki”leştirilen Müslüman göçmenler için değil, 21.Yüzyıl’da tüm Avrupa’nın barış ve huzurunu tehdit eden en önemli sorunlardandır. Kaynakça: “Aşırı Sağ Parti NPD Başkanı Voigt: Sarrazin ve Uyum Tartışmaları, NPD’ye Olan Bakış Açısını Olumlu Etkiledi”, Zaman Avrupa, 25.11.2010, <http://eurozaman.com/euro/newsDetail_getNewsById.action?newsId=54630> , (Erişim tarihi: 11.03.2012). Bennhold, Katrin, “2 Personalities Clash on European Immigration,” International Herald Tribune, 15.01.2008 . “Book Sets off Immigration Debate in Germany”, The New York Times, 02.09.2010, <http://www.nytimes.com/2010/09/03/world/europe/03germany.html>, (Erişim tarihi: 04.03. 2012). Canatan, Kadir, “İslamofobi ve Anti-İslamizm: Kavramsal ve Tarihsel Yaklaşım”, Kadir Canatan ve Özcan Hıdır der., Batı Dünyasında İslamofobi ve Antiİslamizm, Ankara: Eskiyeni Yay., 2007. Chazan, David, “Fransa Seçimleri: Le Pen Yandaşları Ne Düşünüyor?”, BBC Türkçe, (02.05.2012) <http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2012/05/120502_france_elections.shtm l>, (Erişim tarihi: 04.11.2013). 77 Britta Schellenberg, “Strategies against The Radical Right and for a Pluralist, ForwardLooking Europe”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s. 317. 182 SELCEN ÖNER Delanty, Gerard, “Fear of “Other”s: Social Exclusion and the European Crisis of Solidarity”, Social Policy and Administration, Cilt 42, Sayı 6, 2008, s.676-690. “Elections to the German Bundestag”, (2005, <http://www.electionresources.org/de/> (Erişim tarihi: 07.04.2012). 2009), “Facts About Germany”, 21.04.2012, <http://www.tatsachen-ueberdeutschland.de/en/society/main-content-08/immigration-and-integration.html>, (Erişim tarihi: 27.04.2012). “Federal Elections in Austria,” (1999, 2002, 2006, <http://www.electionresources.org/at/>, (Erişim tarihi: 18.04.2012). 2008), Fligstein, Neil, Alina Polyakova ve Wayne Sandholtz, “European Integration, Nationalism and European Identity”, Journal of Common Market Studies, Cilt 50, Sayı 1, 2012, s.106-122. FPÖ Parti Programı, 18.06.2011, <www.fpoe.at>, (Erişim tarihi: 12.02.2012). Godin, Emanuel ve David Hanley, “Introduction: No Enemies on the Right? Competition and Collusion between Conservatives, Moderates and Extreme Right Parties in Europe”, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21, Sayı 1, 2013, s.2-4. Gowland, David, Richard Dunphy ve Charlotte Lythe, The European Mosaic, London: Prentice Hall, 2006. Holmes, Douglas R., “Experimental Identities (after Maastricht)”, Jeffrey Checkel ve Peter Katzenstein der., European Identity, New York: Cambridge University Press, 2009. Howard, Marc Morje, “Can Populism be Suppressed in a Democracy?”, East European Politics and Societies, Cilt 14, Sayı 2, 2001, s.18-32. Institute of Race Relations European Research Programme, “State Intelligence Agencies and the Far Right: A Review of Developments in Germany, Hungary and Austria”, Sayı 6, Nisan 2013, s.1-11. Kuran-Burçoğlu, Nedret, “From Vision to Reality: A Socio-Cultural Critique of Turkey’s Accession Process”, Esra Lagro ve Knud E. Jorgensen der., Turkey and the European Union: Prospects for a Difficult Encounter, New York, Palgrave Yay., 2007. Langenbacher, Nora ve Britta Schellenberg, “Introduction: An Anthology about the Manifestations and Development of the Radical Right in Europe”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.11-25. Marine Le Pen’le Röportaj, “Türkiye’nin AB’ye Girmesine Karşıyım”, Euronews, 18.02.2011, <http://tr.euronews.com/2011/02/18/turkiye-nin-ab-ye-girmesinekarsiyim/>, (Erişim tarihi: 09.03.2012). AVRUPA’DA YÜKSELEN AŞIRI SAĞ, YENİ ‘ÖTEKİ’LER VE TÜRKİYE’NİN… 183 Mercan, Sezgin, “Avrupa’da Aşırı Sağın Yükselişini Anlamak”, 24.01.2012, <http://www.21yyte.org/tr/yazi6465Avrupada_Asiri_Sagin_Yukselisini_Anlamak.html>, (Erişim tarihi: 14.05.2012). Minkenberg, Michael, “From Pariah to Policy-Maker? The Radical Right in Europe, West and East: Between Margin and Mainstream”, Journal of Contemporary European Studies, Cilt 21, Sayı 1, 2013, s.5-24. Minkenberg, Michael, “The Radical Right in Europe Today: Trends and Patterns in East and West”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.37-55. Mudde, Cas, “The Single-Issue Party Thesis: Extreme Right Parties and the Immigration Issue”, West European Politics, Cilt 22, Sayı 3, 1999, s.182-197. Mudde, Cas, “Radical Right Parties in Europe: What, Who, Why?”, Participation (Bulletin of the International Political Science Association), Cilt 35, Sayı 1, Ekim 2011, s.12-15. NPD Parti Programı, 2010, <http://www.npd-sh.de/index.php>, (Erişim tarihi: 16.02.2012). Schellenberg, Britta, “The Radical Right in Germany: Its Prohibition and Reinvention”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.57-81. Schellenberg, Britta, “Strategies against The Radical Right and for a Pluralist, Forward-Looking Europe”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s. 309-317. Schulz, Martin, “Combating Right-wing Extremism as a Task for European Policy Making”, Nora Langenbacher ve Britta Schellenberg der., Is Europe on the “Right” Path?: Right-wing Extremism and Right-wing Populism in Europe, Forum Berlin, Friedrich Ebert Stiftung, 2011, s.27-35. Standart Eurobarometre 62, Brüksel, Avrupa Komisyonu, Güz 2004. Standart Eurobarometre 71, Brüksel, Avrupa Komisyonu, Bahar 2009. Standart Eurobarometre 74, Brüksel, Avrupa Komisyonu, Güz 2010. Strasser, Sabine, “Europe’s Other: Nationalism, Transnationals and Contested Images of Turkey in Austria”, European Societies, Cilt 10, Sayı 2, 2008, s.177195. “The Annual Report on the Situation Regarding Racism and Xenophobia in the Member States of the EU”, EUMC, 2006, 184 SELCEN ÖNER <www.raxen.eumc.eu.int/1/webmill.php?id=32835&doc_id=56129>, tarihi: 18.02.2012). (Erişim Wets, Johan, “The Turkish Community in Austria and Belgium: The Challenge of Integration”, Turkish Studies, Cilt 7, No. 1, Mart 2006, s.85-100. Williams, Michelle Hale, “Can Leopards Change Their Spots? Between Xenophobia and Trans-ethnic Populism among West European Far Right Parties”, Nationalism and Ethnic Politics, Cilt 16, 2010, s.111-134. Yeşilyurt Gündüz, Zuhal, “The European Union at 50: Xenophobia, Islamophobia and the Rise of the Radical Right”, Journal of Muslim Minority Affairs, Cilt 30, Sayı 1, Mart 2010, s. 35-47. Zuquete, Jose Pedro, “The European Extreme-Right and Islam: New Directions?”, Journal of Political Ideologies, Cilt 13, Sayı 3, Ekim 2008, s. 321-344. ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ GENEL YAYIN ĐLKELERĐ 1. Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi'ne gönderilecek olan yazılar, işlediği konuya yeni bir boyut getirecek şekilde özgün ve daha önce hiçbir yayın organında yayınlanmamış ya da yayınlanmak üzere gönderilmemiş olmalıdır. 2. Gönderilen makalelerin yayınlanmasından sonra dergi yayın kurulu tarafından uygun görüldüğü takdirde, tüm yayın hakları Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma Uygulama Merkezi’ne (ATAUM) aittir. 3. Yayınlanan makalelerden alıntı yapılması halinde kaynak belirtilmesi zorunludur. Makalelerin tamamının kullanılması derginin iznine bağlıdır. 4- Makaleler Türkçe, Almanca, Fransızca ya da Đngilizce dillerinden birinde yazılabilir. 5. Sunulan makale önce derginin editörlük kıstaslarını karşılayıp karşılamadığının görülmesi için Yayın Kurulu tarafından incelenir. Kıstasları karşılayan makale hakeme gönderilir. Kıstasları karşılamayan makale, istenen düzeltmeler için yazara geri gönderilir. 6. Makale hakeme gönderildikten sonra, hakem, hakem raporu kıstasları çerçevesinde makaleyi iki ay içinde değerlendirir ve kararını gönderir. Hakem kararına göre, makale, yayınlanmaya uygun bulunabilir, makalede bazı düzeltmeler istenebilir ya da makale yayınlanmaya uygun bulunmayabilir. Bundan sonra yazar, en kısa sürede, ekinde hakem raporlu bir yazı ile karar hakkında bilgilendirilir. 7. Yayınlanan makalenin sorumluluğu yazara aittir. Makaledeki hiçbir görüş dergiye veya ATAUM’a yüklenemez. 8. Yayınlansın ya da yayınlanmasın hiçbir makale iade edilmez. 9. Makalelerin sonuna kaynakça listesi eklenmelidir. 10. Yazarlar, yazılarını (makalelerini, kitaplarını vb.), 9. maddenin altındaki “Yazarlık Formu”nu eksiksiz doldurarak ve istenilen diğer belgelerle birlikte, Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590 Cebeci/ANKARA adresine posta yoluyla göndermeleri ve ayrıca, cortoglu@ankara.edu.tr veya dsenemoglu@ankara.edu.tr adresine de elektronik posta olarak göndermeleri gerekmektedir. Eksik evrak ile gönderilen makaleler, işleme alınamamaktadır. 11- Yazılar/makaleler, Microsoft Word programında, Times New Roman karakterinde yazılacaktır. Satır aralığı 1,5 olmalıdır. Metin için 12 punto, dipnotlar için 10 punto kullanılacaktır. 12. Makale, dipnotlar dahil 4.000 ila 10.000 kelime arasında olmalıdır. 13. Kitap incelemeleri 1500-2000 kelime arasında olmalıdır. 14. Olay incelemeleri dipnotlar dahil 3000-5000 kelime arasında olmalıdır. 15. Makale, Türkçe dilinde yazılmışsa Türkçe ve Đngilizce özet ve anahtar kelime, Yayın Kurulu tarafından kabul edilen başka bir dilde (Đngilizce, Almanca, Fransızca) yazılmışsa, Türkçe ve yazıldığı dilde özet ve anahtar kelime eklenmelidir. Özetlerin her birinde ortalama 125’er kelime olmalı, anahtar kelimeler ise 5’er adedi geçmemelidir. 16. Makalelerde en fazla üçlü altbaşlık sistemi kullanılacaktır. Đlk altbaşlık koyu, ikinci altbaşlık koyu ve italik yazılmalıdır. Üçüncü altbaşlık sadece italik olmalıdır. Altbaşlıklarda harf ya da rakam kullanılmamalıdır. 17. Makale içinde çift tırnak kullanılmalıdır. 18- Makalenin yazılmasında kullanılan kaynakçaya ilk atıf, dipnot yazım ilkelerinde belirtilen örnekler çerçevesinde yapılacaktır. Makalenin sonraki sayfalarında, aynı kaynağa yapılan atıflarda ise yazarın soyadı ile Ibid., op.cit. vb. Latince terimler kullanılacaktır. “Dipnot Yazım Đlkeleri”ne üzerine tıklayarak ulaşabilirsiniz. 19- Yayınlanan makalelerin yazarlarına ilgili mevzuat çerçevesinde telif ücreti ödenecektir. 20- Yayınlanan makalelerin 10 adet tıpkı basım ve 1 adet dergi yazara ücretsiz olarak verilecektir. THE GENERAL PUBLICATION PRINCIPLES OF THE ANKARA REVIEW OF EUROPEAN STUDIES 1. All papers sent to the journal should be original enough as they will bring a new dimension to the topic in which they study and should not have been published or presented to the editorial board of other publications in any kind. 2. If presented paper’s publication is approved by the Review’s Editorial Board, the Ankara University ATAUM holds all publication rights of the paper. 3. Any other publication and paper that have used some parts of papers published in the Ankara Review of European Studies as quotations should give the source paper of these quotations in their bibliography. The complete usage of paper is a subject to the permission of the review. 4. The language of papers to be presented to the review could be in Turkish, English, French and German. 5. Presented paper will first be reviewed by the editorial board to see whether the paper meets the editorial criterias of the review. The paper that meets the criterias will be sent to the referee. Paper that do not meet the criterias will be sent back to the author for the requested corrections. 6. After the sending of the paper to the referee, the referee will asses the paper in the framework of the terms of referee report and send his decision about the paper within two months. In the referee’s decision, the paper may be found eligible to the publication or some corrections may be requested on the paper or the paper may be found ineligible for the publication. Then the author is immediately informed about the decision in writing with a copy of referee report. 7. The responsibility of the published papers belongs to the authors. All opinions in the papers can not be ascribed to the review or ATAUM 8. All papers either published or not are not returned. 9. Authors who would like to sent their papers, books, etc. to ATAUM for the publication assessment should fill up “The Author Form” and send it with other requested document with their papers or books etc. by post to the following address: Ankara Üniversitesi Avrupa Toplulukları Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayın Koordinatörlüğü 06590 Cebeci /ANKARA. They should also e-mail the form, requested documents and their papers or books etc. to one of the following e-mail addresses: cortoglu@.ankara.edu.tr or dsenemoglu@ankara.edu.tr . All applications with incomplete document will not be admitted. 10. Papers should be written in one of the Windows for Word programmes with a 1.5 line matter and in the Times New Roman character. The size of the letters will be 12 points, for the text and 10 points, for the foot notes. 11. The total words at the paper including the foot notes should be between 4000 and 10000 words. 12. The total words in the book reviews should be between 1500 and 2000 words. 13. The total words in the case studies should be between 3000 and 5000 words. 14. If the paper is written in Turkish, English abstract and key words and also an abstract and key words in the original language should be added to the paper. Each abstract should comprise 125 words in average and the number of key words both in Turkish and in original language should not be more than 5 words. 15. In the papers, maximum three subtitle system will be used. The first subtitle should be bold the second subtitle should be bold and italic and the third subtitle should be italic in character. Letters or numbers should not be used in the subtitle. 16. Quotation marks should be used in the paper. 17. In the first quotations for the bibliography used in the preparation of the papers, a foot note procedure will be used in the framework of the Footnote Writing Principles. In the following pages if the quotation is made to the same bibliography, the family name of the author and terms in latin such as Ibid., op.cit,etc. will be used. All quotations to the sources used in the writing of the paper will be made through footnotes procedure in the framework of the examples given in the footnote writing principles link. You may download “Footnote Writing Principles” 18. Copy right priced will be paid to the author in the framework of the reliated legistation. 19. The author will be given 10 (ten) blue print of his/her paper separately and also 1 (one) review that his/her paper has been published free of charge. ANKARA AVRUPA ÇALIŞMALARI DERGĐSĐ DĐPNOT YAZIM ĐLKELERĐ A-TEK YAZARLI KĐTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Çağrı Erhan, Türk-Amerikan Đlişkilerinin Tarihsel Kökenleri, Ankara, Đmge Kitabevi, 2001, s. 55. ii-Makale: Gökhan Çetinsaya, “Essential Friends and Natural Enemıes: The Hıstorıc Roots of Turkish-Iranian Relations”, Middle East Review of International Affairs, Cilt 7, No3, 2003, s. 116-132. B-ĐKĐ YAZARLI KĐTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Gülten Kazgan ve Natalya Ulçenko, Dünden Bugüne Türkiye ve Rusya, Đstanbul, Bilgi, 2003, s. 32. ii-Makale: Thomas G. Mahnken ve James R. FitzSimonds, “Revolutionary Ambivalance: Understanding Officer Attitudes Toward Transformation”, International Security, Cilt 28, No 2 ,2003, s.122-135. C-ÜÇTEN FAZLA YAZARLI KĐTAP YA DA MAKALE i-Kitap: Mehmet Gönlübol et al, Olaylarla Türk Dış Politikası, 1919-1995, Ankara Siyasal Kitabevi, 1996, s. 129. ii-Makale: David Dranove et al., “Is More Information Better? The Effects of “Report Cards” on Health Care Providers”, Journal of Political Economy, Cilt 11, No 3, 2003, s. 25. D- KĐTAPTA MAKALE Joseph Turow, “A Mass Communication Perspective on Entertainment Industries”, James Curan ve Michael Gurevitch (der.), Mass Media and Society, Londra, Edward Arnold, 1991, s. 160-167. E- GAZETE YAZISI Yazarı Belli Gazete Yazısı Hasan Cemal, “Fiyasko ve Çıkış Yolu”, Milliyet, 18 Aralık 2003, s. 7. Yazarı belli olmayan gazete yazıları: “Başbakan Washington Yolcusu”, Cumhuriyet, 22 Aralık 2003, s. 8. Yazarı belli olmayan resmi ya da özel yayınlar, raporlar vb. Enerji Teknolojileri Politikası Çalışma Grubu Raporu, Ankara, TÜBITAK, Mayıs 1998, s. 35. ARŞĐV BELGELERĐ Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Hususi Kalem, 33218, 10 Aralık 1943. ĐNTERNETTEN ALINAN KAYNAKLAR Mustafa Aydın, “ABD Dünyadan Ne Đstiyor”, 23 Mart 2003, <http://www.haberanaliz.comldetay.php?detayid=325> (19 Aralık 2003), s. 1. YÜKSEK LĐSANS-DOKTORA TEZLERĐ Mustafa Pulat, Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası: Türkiye’nin Avrupa Savunmasındaki Geleceği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002, s. 10. SÖYLEŞĐ Đlber Ortaylı, Ankara, 10 Ekim 2003, kişisel görüşme. REVIEW OF EUROPEAN STUDIES FOOT NOTE ORTHOGRAPHY PRINCIPLES A – FOR A BOOK OR A PAPER WITH ONE AUTHOR i – For a Book : Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . B - FOR A BOOK OR A PAPER WITH TWO AUTHORS i – For a Book : Author, Author, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, Author, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . C - FOR A BOOK OR A PAPER WITH THREE OR MORE THAN THREE AUTHORS i – For a Book : Author, et al, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . ii – For a Paper : Author, et al, “Title of article”, Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . Ç – FOR A PAPER IN A BOOK Author, “Title of article”, Author of book ed., Title of book, Location, Publisher, Year, p. …. . D – FOR AN ARTICLE ON A NEWSPAPER With Author or Without Author, ‘Title of article’, Title of Magazine, Day Month Year, p. .. . E – FOR AN OFFICIAL OR FOR A SPECIAL ARTICLES OR REPORTS WITHOUT AN AUTHOR Title of article or report, Location, Publisher, Year, p. …. . F – FOR A ARCHIVAL DOCUMENT Title of document, Number of the document, Day Month Year. G – FOR THE BIBLIOGRAPHY DOWNLOADED FROM THE INTERNET Author “Title of article”, <addres of the webpage>, (Retrieved Day Month), p. … . H – FOR A GRADUATE AND FOR A DOCTORATE THESIS Author, Title of thesis, Thesis type, Location, Year, p. …. . I – INTERVIEW Author, Location, thesis, Day Month Year, interview