KTAP 3.indd - Prof. Dr. Metin Hülagü
Transkript
KTAP 3.indd - Prof. Dr. Metin Hülagü
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ YAYINI-153 KİTAP ADI Hoşgörü Toplumunda Ermeniler / Cilt III Erciyes Üniversitesi © HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. M. Metin Hülagü © Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan © Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci © Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz © ISBN: Takım No: 978-9944-976-10-7 Kitap No: 978-9944-976-13-8 İlk Basım: Ocak 2007 Kapakta Kullanılan Gravür William Henry Bartlett Kapak Tasarımı Deniz Doğan Baskı Öncesi Hazırlık Bilge Grafik / (352) 232 29 05 Baskı Orka Matbaacılık / (352) 322 17 00 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER CİLT III § ERCİYES ÜNİVERSİTESİ I. ULUSLARARASI SOSYAL ARAŞTIRMALAR SEMPOZYUMU Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği HAZIRLAYANLAR Prof. Dr. M. Metin Hülagü Yrd. Doç. Dr. Gülbadi Alan Yrd. Doç. Dr. Süleyman Demirci Yrd. Doç. Dr. Şakir Batmaz İÇİNDEKİLER İÇİNDEKİLER Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Nüfus ve Eokonomik Yönden XVI. ve XVII. Yüzyıl Kayseri’sinde Ermeniler.....................................................................9 Okt. Mehmet KINIK Osmanlı Musikî Geleneği İçerisinde Ermeni Bestekârlar ...................................................................................................35 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT H 1104–1105 (M1691-1692) Tarihli Diyarbekir Vilayeti Cizye Defterine Göre Gayrimüslimler Arasında Yer Alan Türkçe Şahıs İsimleri.................................................................................................49 Okt. Mehmet SÜME 42 Numaralı Develi Şeriye Siciline Göre (1894–1895) Develi’de Türk - Ermeni İlişkileri.............................................67 Yrd. Doç. Dr. Memet YETİŞGİN Osmanlı İmparatorluğu’nun Son Döneminde Maraş Sancağındaki Ermenilerin Ekonomik Durumları ve Yönetimdeki Yerleri........................................................................................................................79 Mehtap DAĞCI Osmanlının Son Dönemlerinde Devlet - Toplum Arasındaki İnsani Boyut: Osmanlı Devleti’nin Ermeni Yetimlerine Karşı Tutumu .................................................................................................. 113 Mehtap Dede KODAMAN Aziz George - Aziz Gregor Kesişiminde Türk - Ermeni Resimli Sanatlarında Ortak Betimlemeler......................... 143 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Bir Ermeni Efsanesinde Türk Edebiyatı’nın İzleri ............................................................................................................ 159 Öğr. Gör. Mesut AYDINER XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısında Osmanlı Ermenileri ve Bazı Önemli Sîmâlar ........................................................... 175 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS XVI. Yüzyılda Kilis ve Antep Sancaklarında Ermeniler ile Türkler Arasında Sosyal ve Kültürel İlişkiler............ 219 Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ Sürgünde Sadakat: Osmanlı Hanedanı ve Ermeni Mıgır Efendi ................................................................................... 241 5 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK Ermeni Asıllı Şair Arifi ve Şiirlerinde İslâmî Görüşler .................................................................................................... 259 Yrd. Doç. Dr. Murat Bürkan SERBEST Osmanlı’da Ermeni Katolik Kilisesi ve Toplumu............................................................................................................... 271 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzman Hüseyin CÖMERT XIX. Yüzyıl Sonlarında ve XX. Yüzyıl Başlarında Türk-Ermeni İlişkileri: Kayseri Örneği ...................................... 281 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ Osmanlı Devleti’nin Ermeni Mektepleri Üzerindeki Denetimi......................................................................................... 311 Doç. Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE XIX. Yüzyıl Seyyahlarının Eserlerinde Ermeniler ve Türk - Ermeni İlişkileri ............................................................. 331 Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK Kirkor Ceyhan’ın Öykülerinde Türk - Ermeni İlişkileri .................................................................................................... 355 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI Sağlık Alanında Türk - Ermeni İlişkileri ............................................................................................................................ 365 Okt. Nejla GÜNAY Maraş Ermenileri’nde Eğitim-Öğretim Faaliyetleri .......................................................................................................... 385 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Ermeni Harfleriyle Türkçe Metinler Üzerine ...................................................................................................................... 401 Nurdan İPEK Millet Sistemi İçinde Ermeniler ............................................................................................................................................ 419 Prof. Dr. Orhan KILIÇ XVI-XVII. Yüzyıllarda Van Gölü Çevresinde Ermeni Varlığı ve Türk-Ermeni İlişkileri ............................................. 439 Dr. Ömer ÇAKIR Birlikte Yaşamak: Faik Âli Bey ve Kütahya Ermenileri ................................................................................................... 475 Doç. Dr. Ömer DEMİREL Sosyo-Ekonomik Açıdan Osmanlı Dönemi Sivas Ermenileri .......................................................................................... 491 6 İÇİNDEKİLER Okt. Özgür YILDIZ 1860-1880 Yılları Arasında Bursa ve Civarında Ermeniler ............................................................................................. 505 Dr. Özlem NEMUTLU Tanzimat ve II. Meşrutiyet Dönemi Tiyatro Eserlerinde Bir Figür Olarak Ermeni Oyun Kişileri............................ 519 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ Sanayi-i Nefise Mektebi Muallimi Ermeni Heykeltraşlarımızdan Yervant Oskan ...................................................... 545 Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY Birlikte Yaşamaya Güzel Bir Örnek: Harput’ta Türk Ermeni İlişkileri......................................................................... 567 7 NÜFUS VE EKONOMİK YÖNDEN XVI. VE XVII. YÜZYIL KAYSERİ’SİNDE ERMENİLER Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: minbasi@yahoo.com; Tel: 0 442 231 36 20 Özet Osmanlılar zamanında önemli bir yerleşim birimi olan Kayseri, farklı toplulukları bünyesinde barındıran kültür mozayiği olan bir şehir idi. Kayseri’de Müslüman ve gayrimüslim unsurlar birlikte yaşamaktaydılar. Bu dönemde Müslüman-Türk nüfusun yanında Ermeni ve Rumların da olduğu bilinmektedir. Kayseri’deki gayrimüslim unsurlardan olan Ermeniler, Kiçi Kapı ya da diğer adıyla Ayavasil kapısı ile Sivas Kapısı arasında ki küçük alanda ikâmet etmekteydiler. Şehrin Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle birlikte burada meskûn olan halk hakkında daha detaylı bilgilere sahip olmaktayız. Burada 1484, 1500, 1520, 1570 ve 1584 tarihlerini taşıyan beş adet tapu tahrir defterine dayanılarak Müslüman ve gayrimüslim nüfus ortaya konulmuştur. Tapu tahrir defterlerinde, tahrir edilen yerin şehir merkezinden başlanmak üzere mahalleler sırasıyla kaydedilmektedir. Şehirde önce Müslüman mahalleler, sonra da gayrimüslim unsurlar Cemaat-i Zımmîyân ya da Cemaat-i Gebrân adı altında defterlere yazılmaktadır. Şehirde bulunan Müslüman ve gayrimüslim halk içerisinde belli bir sanat erbabı olanların isminin altına, hangi sanatı icra ettikleri kaydedilirdi. Vergi veren Müslüman ya da gayrimüslim nüfusun erkeklerinden evli olanlar hane, bekârları da mücerred olarak değerlendirilirdi. Daha sonra kır iskân birimleri adını verdiğimiz köyler de, tek tek ele alınarak yazılır ve köyde yetiştirilen mahsullerin akçe olarak yıllık değerleri gelirler kısmında gösterilirdi. Özelliklerinden bahsettiğimiz bu defterlerden Kayseri’yle ilgili 5 defter burada incelenmiştir. 1570 tarihli defterde Cemaat-i Ermeniyan-ı Kayseriye, Cemaat-i Ermeniyan der bab-ı Sivas, Cemaat-i Ermeniyan-ı Şarkiyan, Cemaat-i Ermeniyan-ı Sisiyân şeklinde toplam 652 nefer olarak kaydedilmişlerdir. 1584 tarihinde ise Ermeni nüfusla birlikte yerleşmiş oldukları mahalleler ilk defa zikredilmiştir. Bunlar, Şehreküstü, Bektaş, Oduncu, Tatur, Tavukçu ve İnceşehir mahalleleridir. Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Giriş Romalılar döneminden beri önemli bir merkez olan Kayseri, 647’de Müslümanların akınına uğramış, 724’te geçici bir süre için de olsa, Mesleme tarafından zapt edilmiştir. 1067’de Alparslan’ın komutanlarından olan Emir Afşin, Kızılırmak yöresini ele geçirdikten sonra Kayseri’yi fethetmiştir1. Anadolu Selçuklu Devleti’nin önemli bir merkezi olan Kayseri, 1085 yıllarına doğru Danişmendli hâkimiyetine girmiş ve Danişmendli Melik Mehmed Gazi, Kayseri’yi kendisine merkez yapmıştır2. 1162’den itibaren yeniden Selçuklu Devleti hakimiyetine giren Kayseri, Alâeddin Keykubad zamanında Konya’dan sonra devletin ikinci başkenti olmuştur. Alaaddin Keykubad, şehri imar ve iskân ettirerek Anadolu’nun önde gelen merkezlerinden biri haline getirmiştir3. 1243 Kösedağ mağlubiyeti, Selçuklu Devleti’ni Moğol tahakkümü altına sokmuş, bu dönemde Kayseri ve civarı yağma edilmiştir. Selçuklu tahtında başlayan saltanat mücadelesi, otorite boşluğu meydana getirmiş ve Memlûk Devleti’nin bölge üzerindeki nüfuzunu artırmıştır. Memlûk Sul1 2 3 G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çeviren F. Işıltan, Ankara 1986, s.78, 108; Osman Turan, Selçuklu Zamanında Türkiye Tarihi, İstanbul 1984, s.19; Coşkun Alptekin, “Selçuklular Döneminde Kayseri”, I. Kayseri Kültür ve Sanat Haftası Konuşmaları ve Tebliğleri (7-13 Nisan 1987), Kayseri 1987, s.16. Ahmet Nazif, Mir’at-ı Kayseriyye, Yayını M. Palamutoğlu, Kayseri 1987, s.58; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, İstanbul 1980, s.58-59; Mehmet Çayırdağ, Kayseri Tarihi Araştırmaları, Kayseri 2001. Halil Edhem, Kayseri Şehri Mebâni-i İslâmiye ve Kitabeleri, İstanbul, 1334, s.34–36. 11 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tanı Baybars, büyük bir kuvvetle Anadolu’ya girmiş 1277’de Kayseri’ye gelmiş ve Keykubad’da bulunan Selçuklu Sultanı’na ait saraya yerleşmiş, kısa bir süre sonra da Kayseri’den ayrılarak Tarsus ve Adana üzerinden ülkesine dönmüştür4. Selçuklulardan sonra Emir Eretna’nın hâkimiyetinde kalan Kayseri, müteakiben Kadı Burhaneddin Bey’in, 1398’de de Osmanlıların eline geçmiştir. Timur hadisesinden sonra Karaman Beyliği’nin hâkimiyetine giren şehir, Karaman Beyliği ile Dulkadırlılar arasında mücadele konusu olmuştur. Fatih Sultan Mehmed zamanında Karaman Beyliği’nin ilhakından sonra Kayseri, kesin olarak Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Osmanlı idarî teşkilâtına göre yapılandırılan Kayseri, sancak statüsünde Karaman Beylerbeyliği’ne bağlanmıştır. Bölgede tahrir yapılarak Kayseri ile ilgili ilk resmî kayıtlar ortaya konulmuştur. Dulkadır topraklarının ilhakından sonra, bölgedeki hakimiyet tam olarak sağlanmıştır. Osmanlı hâkimiyetine kadar tarihçesi verilen Kayseri şehrinde Müslüman ve gayrimüslim unsurlar birlikte yaşamaktaydılar. Selçuklular zamanından beri Kayseri ve civarında meskûn olan halk hakkında bazı bilgiler mevcuttur. Bu dönemde Kayseri’de meskûn olan halkın büyük bir kısmı Müslüman-Türk olmasına rağmen bunların sayısını ve oranlarını tespit etme imkânına sahip değiliz. Anadolu’daki Moğol hâkimiyeti, özellikle Orta ve Doğu Anadolu’da bulunan Türkmen nüfusun batıya doğru hareket etmesine sebep olmuştur. Bu dönemde Müslüman-Türk nüfusun yanında Ermeni ve Rumların da olduğu bilinmektedir. Kayseri’deki gayrimüslim unsurlardan olan Ermeniler, Kiçi Kapı diğer adıyla Ayavasil Kapısı ile Sivas Kapısı arasında ikâmet etmekteydiler5. Şehrin Osmanlı hâkimiyetine girmesiyle birlikte burada meskûn olan halk hakkında daha detaylı bilgilere sahip olmaktayız. İlk olarak 1470– 1471 tarihinde evkaf ve emlâk yönünden tahriri yapılan6 bölgenin ikinci 4 5 6 12 Talat Sakallı, “Memlûk Sultanı Baybars’ın Üç Günlük Kayseri Hâkimiyeti”, XIII ve XIV. Yüzyıllarda Kayseri’de Bilim ve Din Sempozyumu (30-31 Mayıs 1996 Kayseri), Ankara 1998 s.69; Osman Eravşar, Seyahatnamelerde Kayseri, Kayseri 2000, s.41-43. Abdulkadir Yuvalı, “Moğol Harekâtının Anadolu’nun Demografik ve Dinî Yapısı Üzerindeki Etkileri”, XIII ve XIV Yüzyıllarda Kayseri’de Bilim ve Din Sempozyumu (30–31 Mayıs 1996, Kayseri), Ankara 1998, s.61; Ahmet Akşit, “Selçuklular Devrinde Kayseri Şehrinin Nüfus ve Etnik Durumu”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Kayseri 1997, s.11–12. Kayseri ve Niğde sancaklarının vakıf ve mülkleri ile ilgili 875/1470–1471 tarihli Karaman evkaf ve mülk defteri bulunmaktadır. Ne yazık ki günümüzde Bulgaristan’da Sofya kütüphanesinde bulunan bu ilk defteri elde etmek için yaptığımız bütün girişimlerden olumlu Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI tahriri 1476’da yapılmıştır. Ne yazık ki bu defter mevcut olmadığı için bu döneme ait bilgiler elde edilememiştir. Bundan sonra elimizde mevcut olan ilk defter, 1484 tarihli defter olup bölge hakkında ilk bilgileri vermektedir. Fakat bu defter de eksik olduğundan şehir merkezi hakkında bilgiler bulunmayıp sadece nahiyeler ve köyler hakkında mufassal bilgiler yer almaktadır. Bu çalışmada; 14847, 15008, 15239, 157010 ve 158411 tarihlerini taşıyan beş adet tapu tahrir defterine ve XVII. yüzyıla ait üç adet cizye defterine dayanılarak Kayseri şehir merkezi ve kazada bulunan Müslüman ve gayrimüslim nüfus ortaya konulmaya çalışılmış ve bunların artış oranları incelenmiştir. Tapu tahrir defterleri, Osmanlı Devleti’nin nüfus ve arazi sayımını ihtiva eden en önemli istatistikleri araştırmacılara vermektedir. Bu defterlerde, tahrir edilen yerin şehir merkezinden başlanmak üzere mahalleler sırasıyla kaydedilmektedir. Şehirde önce Müslüman mahalleler, sonra da gayrimüslim unsurlar Cemaat-i Zımmîyân ya da Cemaat-i Gebrân adı altında defterlere yazılmaktadır. Şehirde bulunan Müslüman ve gayrimüslim halk içerisinde belli bir sanat erbabı olanların isminin altına, hangi sanatı icra ettikleri kaydedilirdi. Vergi veren Müslüman ya da gayrimüslim nüfusun erkeklerinden evli olanlar hane, bekârları da mücerred olarak değerlendirilirdi. Daha sonra kır iskân birimleri adı verilen köyler yazılır ve köyde yetiştirilen mahsullerin akçe olarak yıllık değerleri gelirler kısmında gösterilirdi. 1484 tarihli defterin giriş kısmı eksik olduğundan şehirdeki Müslüman ve gayrimüslim unsurları tespit etmemiz mümkün olmadı. Fakat köylerde yaşayanların etnik yapısı tespit edildi. 1500 tarihli defterde önce Müslüman mahalleleri, ardından da şehirde yaşayan Ermeni nüfusun yerleştikleri yerler hakkındaki bilgiler kaydedilmiştir. Daha sonra da şehirde mevcut olan Ermenilerin isimleri zikredilmiştir. bir sonuç alınamamıştır. Bu ilk defter elde edildiği takdirde bölge hakkında ilk bilgilere ulaşmak mümkün olacaktır. 7 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrir Defteri (TD), s.38. 8 BOA, Maliyeden Müdevver Defterleri (MAD), s.20; TD, s.33. 9 BOA, TD, s.387. 10 BOA, TD, s.976. 11 Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü (TK) Kuyud-ı Kadime Arşivi (KKA), TD, s.136. 13 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1500 tarihli defter üzerinde yapılan incelemede ilginç isimler tespit edilmiştir. Ermeni isimleri arasında birçok Türk ismine de rastlanılmıştır. Bunlar; Emir, Ayvad, Bülbül, Yadigâr, Emirşah, Melikşah, Uğurlu, Sefer, Budak, Bolad, Hasbeğ, Evren, Yusuf, İskender, Tursun, Yahşi, Arslan, Kaplan, Bâli, Kiçibeğ, Koca, Hızırşah, İsfendiyar, Hüdaverdi, Tanrıverdi, Karaca, Yakub, Temur, Zekeriya, Karagöz, Alagöz, vb. Türk isimleri yanında Kirkor, Andronik, Sergis, Mıgırdıç, Toros, Hacuk, Tatur, Vartan, David, Andor, Bogos, Ovanis, Vartanis, Aleksi, Nikola, Torik, Agop ve Vasil gibi isimler de mevcuttur12. Benzer isimlerin Rumlar arasında da olduğu görülmektedir. Ronald Jennings ve Suraiya Faroqhi’nin de belirttiği gibi, bu bölgeye yerleşen Hıristiyanlardan Rum, Ermeni ya da Karamanlılar adı verilenlerin sayısı XVI. yüzyıl boyunca sürekli artış göstermiştir. Bunlar hem Grekçe hem de Türkçe isimler kullandıkları için Hıristiyan toplumunun bu dönemdeki etnik yapısını belirlemek hemen hemen imkânsızdır13. 1500 tarihli defterde şehirde meskûn olan gayrimüslimlerle ilgili olarak; Cemaat-i zımmîyan der nefs-i Kayseriyye ba’zısı Sivas Kapusunda ve ba’zısı Kiçi Kapu ve Boyacı Kapusunda sakonend şeklinde kayıt vardır. Bunların hane sayısı 326 olup bunun 269 hanesi Ermeni, 57 hanesi de Rum nüfustan ibaretti14. Bu dönemde şehir merkezinde yaşayan gayrimüslimlerin ödedikleri cizye ise, Cizye-i gebran-ı şehir 8 695 akçe olarak kaydedilmiştir15. Şehir ile ilgili nefer sayısı hakkında bilgi verilirken, Cem’an der nefs-i şehir 2 293 nefer Hane-i avarız 1 425 nefer, gayr-i ez mücerred ve eimme ve pîr-i fânî ve muaf. Uzun Hasan askeri gelüb kal’a-i Kayseriyeyi muhasara idecek şehir halkı muhalefet ittükleri sebebden Sultan Mehmed tâbe serahû ‘avarız-ı divâniyeden mu’afname vermiş pâdişâh-ı ‘âlempenah e’azzallahû ensarehû mu’afname sadaka eyledi deyu defter-i köhnede 12 BOA, MAD, s.20, vr.19a-21b; M. Tayyib Gökbilgin, “XVI. Asır Başlarında Kayseri Şehri ve Livası”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul 1950– 1955, s.97. 13 Ronald C. Jennings, “The Population, Society and Economy of the Region of Erciyes Dağı in the Sixteenth Century”, Contr’butions a Histoire Economique et Sociale de I’Empire Ottoman, Paris 1983, s.149-250; “Urban Population in Anatolia in The Sixteenth Century; A Study of Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon and Erzurum”, International Journal of Middle East Studies (IJMES), Vol. VII/I January 1976, s.21-57; Suraiya Faroqhi, Stories of Otoman Men and Women, İstanbul 2002, s.204; Mehmet İpşirli, “Kayseri”, Diyanet İslâm Ansiklopedisi (DİA.), C. 25, Ankara 2002, s.98-99. 14 BOA, MAD, s.20, vr. 19a-21b. 15 BOA, MAD, s.20, vr. 21b. 14 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI mestûr şeklinde bir kayıt vardır. Buradan şehir halkının Uzun Hasan’ın kuvvetlerinin Karaman seferinde Kayseri’yi muhasara ettikleri sırada şehir halkının onlara karşı koyması ve askerlere yardım etmesi neticesinde, Fatih Sultan Mehmed tarafından avarız vergisinden muaf olduklarına dair ferman verildiği anlaşılmaktadır. Bu muafiyet mücerred, imam ve pîr-i fâni gibi dinî ve sosyal sınıfa mensup olanlar içindir. 1523 tarihli defterde Rumlar; Cemaat-i Rûmiyan der bab-ı Sivas nezdi bab-ı Küçük nefer 71 şeklinde kaydedilirken Ermeniler de; Cemaat-i Ermeniyan ve Kayseryan 193 nefer, Cemaat-i Ermeniyan ve Şarkıyan 47 nefer, Cemaat-i Ermeniyan ve Sisîyân 146 nefer şeklinde, toplam 386 nefer kaydedilmiştir16. Buradan doğudan ve Sis bölgesinden yani bugünkü Kozan ilçesi tarafından yoğun miktarda Ermeni nüfusu geldiği anlaşılmaktadır. Bunun sebebi de, II. Beyazid döneminde yaşanan Osmanlı-Memlûk anlaşmazlığı ve doğuda ortaya çıkan Osmanlı-Safevî mücadelesidir. 1570 tarihli defterde Rumlar; Cemaat-i Rûmiyân der bab-ı Sivas der bab-ı Küçük şeklinde 80 nefer olarak kaydedilmiştir. Ermeniler ise; Cemaat-i Ermeniyan-ı Kayseriyye 186 nefer, Cemaat-i Ermeniyan-ı Şarkiyan 245 nefer, Cemaat-i Ermeniyan-ı Sisiyân 150 nefer olarak toplam 581 nefer kaydedilmiştir17. Şehrin vergi gelirleri arasında, Mahsûl-i cizye-i gebran-ı Şehr-i Kayseriye ve nevâhi-i Kayseriyye 102 450 an nefs-i Kayseriyye 20 000 an nevahii Kayseriyye 82 450 şeklinde defterde yer alan kayıttan18 gayrimüslimlerin 102 450 akçe cizye ödedikleri, bunun 20 000 akçesinin şehirde, kalan 82 450 akçesini de kırsal kesimde yaşayanların ödedikleri anlaşılmaktadır. 1584 tarihinde ise Ermeni nüfusla birlikte yerleşmiş oldukları mahalleler ilk defa zikredilmiştir. Bunlar, Derviş Beğ mahallesi bünyesinde Gebran der kal’a-i mezbure başlığı altında 13 hane kaydedilmiştir19. Bu dönemde Müslüman nüfus ile birlikte gayrimüslimlerin aynı mahallelerde ikâmet ettikleri görülmektedir. Nitekim Hisayinlü mahallesinde 2, Mes16 17 18 19 BOA, TD, Belge No: 387, s.200. BOA, TD, Belge No:976, s.20–22. BOA, TD, Belge No: 976, s.23. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.9. 15 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER cid-i Danişmend mahallesinde 5, Sasık mahallesinde 5, Neseb Hatun mahallesinde 5, Tac-ı Kızıl mahallesinde 4, Emir Sultan mahallesinde 4 hane şeklinde Müslüman ve gayrimüslimlerin birlikte yaşadıkları mahallelere de rastlanmaktadır20. 1584 tarihinde gayrimüslim unsurların yoğun olarak Şehreküstü, Bektaş, Oduncu, Tatur, Tavukçu ve İnceşehir mahallelerinde yerleştikleri anlaşılmaktadır21. Bunların tamamı ise Cemaat-i Şarkiyân adı altında kaydedilmiş olup doğudan gelen Ermeni nüfustur. 1584 tarihli defterde Rumlar; Cemaat-i Rûmiyân der bab-ı Sivas ve der bab-ı Küçük ve der bab-ı Sabah 204 nefer22 şeklinde kayıtlıdır. Ermeni nüfus ise; Cemaat-i Ermeniyan-ı Kayseriyye 29923, Cemaat-i Ermeniyan-ı Sisiyân der Enderun ve Birûn 36924, Cemaat-i Şarkiyân-ı zımmî 22925, Şehreküstü mahallesi 108, Bektaş mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 92, Oduncu mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 118, Tatur mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 52, Tavukcu mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 79, Sayeci mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 55, Kara Kiçi mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 53, İnceşehir mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 27, Harput mahallesi halen mevzi’i Cemaat-i Şarkiyân 6326 şeklinde 1 544 nefer olarak nüfus belirtildikten sonra, cizye gelirleri de Mahsul-i cizye-i gebrân-ı nefsi Kayseriyye ve nevahî beher nefer fî 35 yekûn 163 007 akçe27 olarak kaydedilmiştir. Dolayısıyla yüzyılın sonuna doğru gayrimüslim nüfus artışına paralel olarak cizye gelirleri de önemli ölçüde artış göstermiştir. 20 21 22 23 24 25 26 27 16 TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.28–32 TK, KKA, TD, Belge No: 136. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.34–35. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.35–36. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.36–37. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.37–38. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.38-41. TK, KKA, TD, Belge No: 136, s.41. Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Kayseri’ye gelip yerleşen Ermeni nüfus ile ilgili XVII. yüzyıla ait cizye defterlerinde de daha ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır. Bunlar içerisinde en önemlisi Cemaat-i Ermeniyan-ı Sisiyân der Enderun ve Birûn şeklinde kaydedilmiş olan Sis/Kozan bölgesinden gelen Ermenilerdir. Bunlar şehir içerisinde ve dışında yerleşmek suretiyle iki ayrı mahallede ikâmet etmişlerdir. Bununla ilgili olarak cizye defterinde Kaza-i Sis hane 34, işbu zikr olunan otuz dört nefer kefere Kasaba-i Sis’ten göçüb gelmeğle yigirmi seneden mütecavizdir ki mahrûse-i Kayseriye’de sakin olub şeklinde bir kayıt vardır28. Celâlî isyanlarının da bu göç hareketinde önemli bir rolü olduğu bilinmektedir. Nitekim cizye defterinde yer alan bir kayıtta, Zamantı nahiyesi ile çevresindeki bir kısım köylerin eşkıya hareketi sırasında harap olduğu nahiye-i Zamanto’da vaki’ olub zikr olunan kura kefereleri eşkıya istilasından el’an harabelik olub şeklindeki kayıtta açıkça belirtilmektedir. Celâlî isyanlarının yanında, XVI. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan ekonomik buhranları, 1586 ve 1600 yılı büyük para tağşişleri dolayısıyla meydana gelen devalüasyonu, Amerika’dan elde edilen ucuz gümüşün önce Avrupa’ya oradan da Osmanlı Devleti’ne girmesi dolayısıyla akçenin değerinde yaşanan büyük düşüşlerin neden olduğu sosyal ve ekonomik etkileri de unutmamak gerekir. Aynı zamanda çift bozan vergisi bu dönemde büyük artış göstermiştir. Kırsal kesimden şehir merkezlerine büyük göçler yaşanmıştır. Bunun en önemli sebebi de, Celâlî asilerine karşı surları ve savunma merkezleri olan şehirlerde güvenlikli bir ortamda yaşamak arzusudur. Kayseri’ye gelip yerleşenler içerisinde önemli bir yekûn tutan gayrimüslim grup da Cemaat-i Şarkiyân-ı zımmî başlığı altında kaydedilmiş olanlardır. Bunlarla ilgili olarak da yine cizye defterlerinde geldikleri yerler hakkında bilgiler bulunmaktadır. Defterde; Kaza-i Darende hane 45 Darendelü keferesi on beş seneden mütecavizdir ki göçüb mahrûse-i Kayseriyeye gelüb sakin olmağla şeklindeki kayıt bunların geldikleri yerleri göstermektedir. Aynı şekilde, işbu zikr olunan kefere Haçinlü ve Elbistan ve Sivas’tan göçüb gelen on beş seneden mütecavizdir ki mahruse-i Kayseriye’de sakin olub şeklindeki kayıtlar29 bunların Darende, Haçinlü, Elbistan ve Sivas gibi kazalardan Kayseri’ye gelip yerleştiklerini göstermektedir. Bunlardan başka Çepni, Gemerek, Karaözü ve Rumdiken köy28 BOA, MAD, Belge No: 1208, s.52. 29 BOA, MAD, Belge No: 1208, s.52-55. 17 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER leri cizyelerinin de Kayseri cizyesine dâhil edilerek alındığı kayıtlardan anlaşılmaktadır30. 1021/1612 tarihli cizye defterinde Kayseri’de bulunan gayrimüslim unsurlarla ilgili önemli bilgiler verilmektedir. Yine Celâlî isyanlarının etkilerinin vurgulandığı kayıtta; Mahruse-i Kayseriyye cizye keferesi tevabiiyle eşkıya istilasından berü el’an bin sekiz yüz nefer kefere olub halâ bu Medine-i mübarekede müceddeden tahrir ve sebt-i defter olunması şeklindeki kayıttan31 şehirde 1 800 nefer gayrimüslimin cizye verdiği anlaşılmaktadır. Bu cizye defterinde de şehirde yaşayan Ermeni nüfus içerisinde Mavri, Yaseb, Selban, Kirkor, Turak, Kaya, Hoca Beğ, Sergir, Uğurlu, Sefer, Selban Bali gibi isimlere rastlanmaktadır. 1052/1642 tarihli avarız defterinde32 de şehirdeki gayrimüslim unsurlar hakkında bilgi verilmiştir. Bu deftere göre şehir merkezinde yerleşmiş olan gayrimüslimler 74 nefer Rum ve 1 890 nefer Ermeni nüfus olmak üzere toplam 1 964 nefer idiler. 1057/1647 tarihli cizye defterinde de benzer bilgiler vardır.33 Bu defterdeki kayıtlardan şehirdeki Ermenilerin 1584 tarihli defterde de görüldüğü üzere, Müslüman mahallelerine yerleşmeye başladıkları anlaşılmaktadır. Yine bu defterde bazı köylerin cizye gelirlerinin Kayseri’de bulunan Ahmet Paşa vakfına tahsis edildiğini gösteren kayıtlar vardır.34 Nitekim Tomarza, Korkorin, Ketha ve Saru Mehmedlü köylerinin cizyelerinin Ahmet Paşa’nın Kayseri’deki camii ve imaretine vakfedildiği, bunların 80 nefer olduğu, kalanının da mirî için alındığı kayıtlarda belirtilmiştir. Bu defterde de, Ermeni nüfus şehir ve kırsal alan olmak üzere ayrı ayrı kaydedilmiştir. 13 Recep 1103/23 Mart 1692 tarihli Kayseri kazasına ait olup Beray-ı cizye-i gebran ma’a Yahudiyan-ı kaza-i Kayseriyye başlığı altında hazır30 İşbu zikr olunan Çebni ve Karaözü ve Gemerek ve Rumdiken nam karyelerin kefere cizyeleri kadimden Kayseriye keferesi cizyesine tâbi olub deftere mülhak olmağın ber muceb-i defter-i atik yine Kayseriye keferesi cizyesi defterine ilhak olunduğu defter olundu. BOA, MAD, Belge No: 1208, s.55. 31 BOA, MAD, Belge No: 1208, s.57. 32 BOA, MAD, Belge No: 7063, s.1-26. 33 BOA, MAD, Belge No: 3659, s.6-20. 34 Zikr olunan Tomarza ve Ketha ve Korkorin ve Sarı Mehmedlu Kayseriye’de cami-i şerif ve imaret vakf-ı Merhum Ahmet Paşa’nın vakfı olub vakfın kadimden seksen cizye hanesi olub beher sene canib-i vakfı mezbure otuz beşer virüb bakisini cami içeriye olanlar miri için ahz u kabz eyleyüb hala dahi vech-i meşruh ve üslub-ı kadim üzere amel olunmak babında emr-i şerif varid olmağın deftere kayd olundu. BOA, MAD, Belge No: 3659, s.49. 18 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI lanan cizye defterinde, ilk defa Yahudi cemaatinden bahsedilmektedir. Bu defterin 1691 cizye ve vergi reformundan sonra tutulduğu anlaşılmaktadır. Kayseri kazasında cizye mükellefi olanlar; ‘a’lâ 1 515, evsat 957 ve edna 1 957 olmak üzere toplam 4 429 nefer olarak kaydedilmişlerdir. Bu defterde, daha önceki cizye defterlerinde cemaat adı altında kaydedilen Sınıkcı, Köy Yıkan, Arzıman, Keklicik, Furuncu ve Batman’ın mahalle adı altına kaydedildiği görülmektedir. Yine bu cizye defterinde; Karakaş, Şahin, İbrahim, Laçin, Sefer, Mavros, Bedros, Kaplan, Tursun, Kaya, Murat, Kızıl, Devlet, Bayındır gibi isimlere de rastlanmaktadır. (Ek Tablo II). Ancak bu dönemde şehirde 1 074 nefer, kırsal alanda ise 2 552 nefer gayrimüslim nüfus tespit edilmiştir ki bunların toplam sayısı 3 626 olup aradaki fark olan 803 nefer, Kayseri cizyesi ile birlikte kaydedilen ve farklı kazalarda ikâmet edenleri göstermektedir. Bahsetmiş olduğumuz defterlerde kır iskân birimlerine yerleşmiş olan Ermenilerin, yerleşim birimleri olarak Erciyes dağı ile Ali dağının güney, güneydoğu ve çok az da kuzey kesimlerini seçtikleri görülmektedir. Bu yerleşim birimleri şehrin coğrafî konumuna göre oldukça yüksektir. XV ve XVI. yüzyılda bu bölgeye Koramaz, Cebel-i Ali ve Cebel-i Erciyes nahiyesi isimleri verilmekteydi. Erciyes’in biraz daha güneyinde ise çok yoğun olarak konar-göçer Türkmenlerin yaşadıkları defterlerdeki kayıtlardan anlaşılmaktadır. XVI-XVII. yüzyıllar arasında Kayseri’nin köylerine yerleşmiş olan Ermeni nüfusun yerleştikleri köyler ile nefer sayıları tablo III de verilmiştir. Burada da görüldüğü gibi, 1484–1692 yılları arasında 208 yıllık süre içerisinde Ermeniler, 35 yerleşim biriminde ilk tahrirde 958 nefer olarak kaydedilmiş iken, 1584’te 4 028 nefer olarak kaydedilmişlerdir. İncelediğimiz dönem içerisinde nüfus artışı ise şu şekilde olmuştur. 1484’te 958 nefer iken 1500’de % 53’lük artışla 1 461’e, 1523’te % 10’luk artışla 1 610’a, 1570’de % 56’lık bir artışla 2 511 ve 1584’te ise % 60 artışla 4 028 nefere ulaşmıştır. Dolayısıyla 100 yıllık süre içerisinde yaklaşık üç kat artarak 958’den 4 028’e yükselmiştir. 19 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni nüfusun şehir ve kaza itibariyle durumu ise şu şekildedir: Yerleşim Birimi Şehir Kaza Toplam 1484 1500 271 1 461 1 727 958 958 1523 386 1 610 1 996 1570 622 2 518 3 170 1584 1 611 4 028 5 639 Tabloda da görüldüğü gibi, Ermeni nüfus daha ziyade kır iskân birimleri adını verdiğimiz köylerde yaşamaktadır. Gayrimüslim unsurları bu şekilde belirttikten sonra, nüfusun en büyük kısmını oluşturan Müslüman Türklerin şehir ve kır iskân birimlerindeki nüfusu da, hane sayısına muafları da ilâve etmek suretiyle şu şekilde gösterilebilir. Müslüman nüfus: Yerleşim Birimi Şehir Nahiyeler Toplam 1484 Nefer 4 070 4 070 1500 Nefer 2 059 4 529 6 588 1523 Nefer 1 871 5 343 7 214 1570 Nefer 2 786 6 902 9 688 1584 Nefer 6 479 9 931 16 410 Görüldüğü gibi Müslüman nüfusun yaklaşık % 60’ı köylerde yaşamaktadır. Kayseri ve civarında yerleşmiş olan Müslüman ve gayrimüslim unsurları bu şekilde belirttikten sonra bunların şehirde ve kır iskân birimlerindeki durumlarından bahsetmek gerekmektedir. Buna göre; şehirde meskûn olan Müslüman ve gayrimüslim nüfusun nefer sayısı olarak durumu şu şekildedir. Kayseri şehrindeki nüfus durumu: Birimi Müslüman Ermeni Rum Toplam 20 1500 2 059 271 55 2 385 1523 1 871 386 71 2 328 1570 2 786 652 80 3 518 1584 6 479 1 611 204 8 294 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Kır iskân birimlerinde ise durum daha da farklıdır. 1484-1584 tarihleri arasında Kayseri ve civarında bulunan etnik yapı nefer sayısı bakımından şu şekildedir; Nahiyelerdeki nüfus durumu: Birimi Müslüman Ermeni Toplam 1484 4 070 958 5 028 1500 4 529 1 461 5 990 1523 5 343 1 610 6 955 1570 6 902 2 518 9 420 1584 9 931 4 028 13 359 Kayseri nahiyelerinde gayrimüslim nüfusun yoğun olarak yerleştiği anlaşılmaktadır. Buradan hareketle şehir ve kazadaki nüfus durumu da şu şekilde verilebilir: Kayseri kazası nüfus durumu: Yerleşim Birimi Müslüman Ermeni Toplam 1484 4 070 958 5 028 1500 6 558 1 727 8 285 1523 7 214 1 996 9 210 1570 9 688 3 170 12 858 1584 16 410 5 639 22 049 Buna göre Kayseri şehir ve kazasındaki nüfusun yıllara göre dağılım oranları; 1484’te % 80’i Türk, % 19’u Ermeni, % 1’i Rum; 1500’de; % 79’u Türk, % 20’si Ermeni, % 1’i Rum; 1523’te % 78’i Türk, % 20’si Ermeni, % 2’si Rum; 1570’de % 75’i Türk, % 23’ü Ermeni, % 2’si Rum; 1584’te % 74’ü Türk, % 24’ü Ermeni ve % 2’si Rum nüfus şeklindedir. Cizye defterlerinde elde edilen bilgilerden hareketle XVII. yüzyılda Kayseri’de yaşayan gayrimüslim nüfusun sayısında önemli düşüşlerin olduğunu söylemek mümkündür. Bunun sebebinin İstanbul’a yoğun bir göç hareketinin yaşanmış olmasıdır. Nitekim şehir merkezinde 1584 tarihinde 1 544 nefer olarak kaydedilen Ermeni nüfus, 1612’de 579 nefer, 1647’de 1 099 nefer ve 1692’de de 1 074 nefer olarak kaydedilmiştir. XVII. yüzyılın hemen başlarında bir düşüş yaşanmış olmasına rağmen yüzyılın ortalarına 21 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER doğru belli bir artış yeniden gözlemlenmiştir. Benzer durum kırsal alan için de geçerlidir. Nitekim en yoğun oldukları 1584 tarihinde 4 028 nefer kayıtlı iken 1612’de 2 733, 1647’de 1 742 ve 1692’de 2 552 nefer olarak kaydedilmişlerdir. Dolayısıyla XVII. yüzyılda bölgede nüfus yönünden bir hareketliliğin yaşandığını söylemek mümkündür. Meslekleri; Kayseri şehrinde yaşayan gayrimüslim unsurların uğraştıkları meslekler arasında yaygın olarak; kuyumcu, nalbant, çullah, demirci, kürekçi, çanakçı, hamal, bıçakçı, çerçi, faraş, benna, şerbetçi, tavukçu, tandırcı, kuşakçı, sebzeci, terzi, hayyat, cerrah, debbağ, bezci, ayakkabıcı, dokumacı ve çoban gibi meslekler ön plana çıkmaktaydı35. Anadolu’daki pamuklu üretim ve pazarlamasının en önemli merkezlerinden birisi olan Kayseri’de, Müslüman ve gayrimüslim tüccarların penbe/pamuk pazarlamasında etkili oldukları bilinmektedir36. Sultan II. Bayezid devrinde Kayseri sancakbeyi olan Mustafa Bey’in vakfiyesine göre, 1497 tarihinde Kayseri’de bugün de faaliyette bulunan Bedesten ile Kapalı Çarşı’da 35 dükkân inşa ettirilmiştir37. Buradan Kayseri’de Osmanlı idaresinin henüz başlarında ticarete verdiği önem ve bir sancakbeyinin, şehirde yeni bir bedesten ve çarşı yaptırmasına ihtiyaç duyulacak kadar canlı bir ticarî hayatın bulunduğu açıkça anlaşılmaktadır. Bu bedestenin karşısında Şah Hatun isimli bir hanım tarafından yaptırılan bugün Pamuk, eskiden de Penbe Han olarak bilinen Kapan Hanı bulunmaktaydı. Bedesten ve civarında sarraflar ve haffaflar çarşısı vardı. Diğer taraftan tapu tahrir defterlerinde kayıtlı olan Debbağhane mahallesi, şehirdeki en eski meslekî faaliyetlerden olan dericiler esnafının bir mahalle teşkil edecek kadar genişlikte ve ehemmiyette olduğunu göstermektedir38. Kervan ticaretinin önemli uğrak yerlerinden birisi olan Kayseri’de büyük çaplı pazarlar ve hanlar kurulmuştur. Konya ve Diyarbakır gibi Kayseri şehri de debbağcılıkta büyük mesafeler kat etmiş ve deri işletmeciliğinin ana merkezlerinden birisi haline gelmiştir. Kayseri’de deri işletmeciliğinin gelişmesine paralel olarak hayvancılık da gelişmiştir. Şehirde pek çok açık pazarlar ve kapan hanları bulunmakta olup toptan ticaret gelişmiş durum35 Şehirdeki Müslümanların meslekleri hakkında bkz. Mehmet İnbaşı, “XVI. Yüzyılda Kayseri’nin İktisadî Yapısı ve Esnaf Teşkilatı”, I. Kayseri Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri (1-12 Nisan 1996, Kayseri), Kayseri 1997, s.129-140. 36 Suraiya Faroqhi, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, İstanbul 1993, s.168, 178-179, 184; Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu; Toplum ve Ekonomi, İstanbul 1993, s.260-261. 37 BOA, MAD, TD, Belge No: 20, vr. 61 b. 38 Jennings, “Kaysarıyya”, EI. IV, s.843; Mehmet Çayırdağ, Kayseri Tarihi Araştırmaları, s.212, 277. 22 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI daydı. Haftanın ve yılın belirli günlerinde büyük pazarlar kurulmaktaydı. Bu kapan ve hanların büyük bir kısmı günümüzde halâ ayakta bulunmakta olup ticarî yönden hizmet vermektedir. Kayseri Kazası’nda köylerde yaşayanlar, ziraî üretim ile uğraşmakta olup daha çok buğday ve arpa üretimi yapmaktaydılar. Tahıl ürünlerinden başka nohut, mercimek ve fasulye gibi ürünler ile bahçe bitkileri de yetiştirmekteydiler. Hububattan başka en fazla olarak elma, armut, kayısı gibi meyveler ile ceviz, üzüm, bostan (kavun-karpuz), sebze, badem ve şalgam üretimi yapılmaktadır. Bağcılık, ceviz ve meyve üretimi daha ziyade Sahra, Koramaz, Cebel-i Ali ve Cebel-i Erciyes nahiyelerinde yaygındır. Nüfus ve ekonomik yapısı belirtilen gayrimüslim topluluklar hakkında bölgeye gelen seyyahların da zaman zaman önemli bilgiler verdikleri bilinmektedir. Bunlardan birisi olan ve XVII. yüzyılın hemen başlarında 1617’de Kayseri’ye gelen meşhur Polonyalı Seyyah Simeon’un39 Kayseri ile ilgili verdiği ve önyargılı olarak değerlendirdiğimiz bilgiler üzerinde durmak gerekmektedir. Polonyalı Simeon, öncelikle şehir hakkında birkaç cümle ile bilgi vererek, merkez bir şehir olan Kayseri’ye geldik. İç ve dış olmak üzere iki kat surla çevrili olan şehrin iç kısmında Surp Asduadzadzin ve Surp Sarkis adlarını taşıyan iki kilise vardır. Şehrin iç ve dış kısımlarında eski ve yeni yapılar, kârgir ve kubbeli büyük kiliseler gördüm… Şehrin iç ve dış taraflarında birçok ziyaretgâhlar da vardır diyerek şehrin iki kat surla çevrili olduğunu belirtir ki, bunlar iç ve dış surlardır. Arkasından şehirde yaşayan Ermeniler hakkında; Şehirde 500 hane Ermeni mevcuttur. İçlerinde zengin tüccarlar ve namlı kocalar olduğu halde, fakirler pek çoktur. Bunlar ekseriya terzilik ve kaftancılıkla meşguldürler. Şehir içindeki Ermeniler Ermenice bilmeyip Türkçe konuşurlar; fakat şehir dışındakiler Ermenice bilirler. Evler ham kerpiçten yapılmıştır, kapılar o kadar ufaktır ki eğilerek girilebilir. Şehir umumiyetle bir virane manzarasını arz eder. Fakat bununla beraber, hanlar, bedestenler, dükkânlar, çarşı-pazar ve kuyumcu dükkânları vardır. Böyle olduğu halde, çok az insana rastlanır. Zira Celâlîlerin yaptıkları tahribattan maada halk emirlerin korkusundan imar işlerine yanaşmıyordu şeklinde bilgiler verir. Ermeni nüfus 1584 tarihli deftere göre 1 544 nefer olup 1612 tarihli cizye defterinde bunların sayısı 579’a düşmüştür. 39 Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi, 1608–1619, Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1964, s.158–161. 23 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Dolayısıyla Simeon’un belirttiği 500 hane nüfustan daha fazla olması gerekmektedir. Celâlî isyanları sırasında bir göç hareketinin yaşandığı bilinmektedir. Şehirdeki Ermenilerin Türkçe konuştukları, şehir dışındakilerin de Ermenice konuştukları meselesi de doğrudur. Şehrin isyanlar sırasında büyük tahribat gördüğü anlaşılmaktadır. Nitekim 1052/1642 tarihli avarız defterinin40 başında reayasının fakirü’l-hal olmağla her on beş neferine bir hane kayd olunmak istenmesi ekonomik sıkıntıların halen devam ettiğini göstermektedir. Şehirde han, bedesten, dükkân, çarşı ve pazarların bulunduğunu belirtmektedir. Ancak Simeon, Celâlî asilerinin şehre zarar verdiğini belirtmesine rağmen halkın emirlerinin korkusundan imar işlerine girişemediğini söylemektedir ki bu bilginin sağlıklı bilgi olması oldukça şüphelidir. Simeon, şehirde bulunan büyük bir kilisenin harap hale geldiğini taşlarının sökülerek kalenin tamirinde kullanıldığını Kayserili Barseh’in kabri, şehrin dışında şark tarafına düşer. Eskiden büyük bir kilise olan bu bina, kalenin inşasında kullanılmak üzere taşları sökülmüş olup şimdi harab haldedir cümleleriyle belirtmektedir. Oysa kalenin tamiri ile ilgili olarak yaptığımız geniş kapsamlı çalışmada41 kalenin tamirinde kullanılan malzemelerin nerelerden, ne kadar miktar alındığı arşiv kayıtlarına göre ortaya konulmuştur. Dolayısıyla bir kilisenin tahrip edilerek taşlarının kale tamirinde kullanılması mümkün değildir. Şehirde kaldığı yerler hakkında da bilgiler veren Simeon, şehrin etrafı, Edirne’de olduğu gibi, birçok bağ ve bahçedir. Bağlarda yedi cins üzüm gördük. Buranın insanları da, misafir-seven adamlar olup, bizi her gün başka bir bağa götürüyorlar ve akşama kadar yemek ve tatlı şarapla bizi ağırlıyorlardı. Bu insanlar, dediğim gibi, tatlı dilli, kurnaz, şâir ve nükteden adamlar, aynı zamanda boyacıdırlar şeklinde tariflerde bulunmaktadır. Bu seyahatnameyi yayınlayan Andreasyan, ne yazık ki buradaki boyacı tabirini dipnotta Kayseri ile ilgili olduğu ileri sürülen bir fıkra ile özdeşleştirmekte şehir halkının gözü açık ve hilekâr olduğunu iddia etmektedir. Simeon, şehrin idarecileri hakkında da ilginç bir iddiada bulunur. O günlerde, Hıristiyan düşmanı olan zalim bir kadı gelmiş ve kiliselerde mum yakılmasını, düğünlerde davul ve zurna çalınmasını ve ata binilmesini yasak etmişti şeklinde kadı hakkında zalim bir kadı tabirini kullanmaktadır. 40 BOA MAD, Belge No: 7063, s.1. 41 Mehmet İnbaşı, “Kayseri Kalesi”, Osmanlı Tarih Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi OTAM, Sayı 11, Ankara 2000, s.825–848. 24 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Bilindiği üzere bu döneme ait şer’iye sicillerinin tamamı üzerinde çalışmalar yapılmıştır. Aynı zamanda bir kısmı da Ronald C. Jennings tarafından çeşitli makalelerinde yayınlanmıştır. Buna rağmen şehrin kadısının mum yakılmasını, davul çalınmasını yasak ettiğini söylemesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Üstelik elimizde mevcut bulunan şer’iye sicilleri ve mühimme kayıtları Simeon’un söylediklerinin tam tersini göstermektedir. Simeon daha sonra Efkere ve arkasından Niziyye köyüne vardıklarını; daha ileride, üç kilise ile üç yüz hane Ermeni bulunan Evkara köyü; beş ok menzili ötede de, teolog Grigor’un naşının bulunduğu Nazia köyü vardır. Manastırın altından fışkıran memba, gittikçe büyük bir çay halini alır, ovayı sular ve yolu üzerinde on aded değirmeni işletir şeklinde anlatmaktadır. Efkere köyünde 300 hane Ermeni bulunduğunu belirtmektedir ki 1612 tarihli cizye defterine göre köyde bulunan Ermeni hane sayısı 138, 1647’de 162 ve 1692’de 110 olmasına rağmen rakamın ne kadar abartıldığı açıkça ortadadır. Niziyye köyünde de ortalama hane sayısı 40 ile 55 arasında değişmektedir. Dolayısıyla her iki köyün hane toplamı bile 300 haneye ulaşmamaktadır. Simeon, bütün manastır ve ziyaretgâhları görebilmek için bir ay Kayseri’ de kaldık şeklinde belirttiği gibi bir ay süre ile şehirde kalmasına, şehrin her tarafını gezmesine rağmen Türk halkından hiç bahsetmemiş olması gerçekten dikkat çekicidir. Bu yönüyle Simeon’un verdiği bilgilere tenkitçi bir metot ve dikkatle yaklaşmak gerekmektedir. Simeon’dan yedi yıl sonra 1624’te Abaza Mehmed Paşa isyanı dolayısıyla Kayseri’ye gelen ve şehir hakkında bilgi veren meşhur Osmanlı tarihçisi Kâtip Çelebi42 ise; Kayser Rumun tahtıdır. Erciyeş Dağı’nın zeyl-i şimalisinde bir şehir ve kal’adır. Akarsuları ve bağçeleri ve bağları ve camii ve hamamı ve esvakı vardır. Bunun eşher metâ’ı limonî renk sahtiyandır. Gayet latîf olur… Âb ve havası latîf ve ekser karyeleri ol dağın eteğinde vaki’ olmuştur… şeklinde şehir hakkında bilgi verirken sahtiyan üretiminin meşhur olduğunu kaydeder. Kayseri hakkında en geniş bilgiyi veren ve 1649’da şehre gelen meşhur seyyah Evliya Çelebi ise43; …Şehir zürefası Arabî ve Farisî kelimat iderler. Amma lisan-ı nas Türkçedir. Kürdçe ve Rumca bilmezler. Yetmiş yedi gûne hububat ve nebatatı, yetmiş yedi türlü de sebze ve giyahı olur. 42 Kâtip Çelebi, Cihannüma, İstanbul 1145, s.620. 43 Evliya Çelebi Seyahatnamesi III, A. Cevdet Tab’ı, İstanbul 1314, s.182, 184. 25 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Hususen buğday ve şa’iri meşhurdur. Bu şehirde cümle ehl-i hıref mevcud olub hep kârları memduhtur. Dağlarda mazusu gayet çok olduğundan debbağları anınla geçi derisini işlerler. Öyle bir sarı sahtiyanı olur ki güya altun sarısıdır… şeklinde bilgiler verdikten sonra şehrin mahalleleri, hanları, cami ve mescitleri, hamamları, akarsuları, yiyecek ve içeceği hakkında geniş bilgiler vermektedir. Evliya Çelebi, Kayseri ve civarı hakkında bilgi verirken bir miktar da Yahudi nüfusunun mevcut olduğunu belirtmektedir. Fakat bu hususta kaynaklarda XV ve XVI. yüzyıl arşiv kaynakları ile 1612 ve 1647 tarihli cizye defterinde ve 1642 tarihli avarız defterinde bilgiler yoktur. Ancak 1649’da şehre gelen Evliya Çelebi’nin Yahudi cemaatinden bahsetmiş olması, bunların şehre cizye tahririnden hemen sonra yani 1647 yılı sonları veya 1648 yılında gelmiş olabileceği düşüncesini akla getirmektedir. Nitekim sadece 1692 tarihli defterde Cizye-i gebran ma’a Yahudiyan-ı kaza-i Kayseriyye şeklinde yer alan kayıttan Kayseri şehrinde de Yahudi cemaati mensuplarının yerleştikleri anlaşılmaktadır. Sonuç olarak; bu çalışmada Osmanlı arşiv kayıtları esas alınarak gayrimüslim nüfusun XV-XVII. yüzyıllardaki durumu ortaya konulmuştur. Aynı zamanda seyyahların verdikleri bilgiler ile farklı bir bakış açısı verilmeye çalışılmıştır. Ancak batılı seyyahlar gibi bazı şarkiyatçıların da nüfus meselelerine önyargılı yaklaştıkları görülmektedir. Nitekim bunlardan birisi olan ve Kayseri civarındaki gayrimüslim -bilhassa da Ermeninüfusu ile ilgili olarak çok sayıda yayını olan Ronald C. Jennings isimli bir Amerikalı dikkati çekmektedir44. Jennings, bu bölgede bulunan Ermeni toplumu ve Ermeni nüfusu ile ilgili olarak, 7 adet çok kapsamlı makale hazırlamıştır. 1996 yılında ölen Jennings, 1974’lü yıllarda Kayseri’ye gelerek eski Ermeni yerleşim birimlerini tek tek gezip bilgiler toplamış, bunları arşiv vesikaları ile destekleyerek ilim alemine sunmuştur. Jennings’in 1500, 1523, Kanunî dönemi ve 1583 tarihli diye belirttiği defterler, aslında burada değerlendirdiğimiz defterlerdir. Ancak Jennings sadece Ermeni 44 Ronald C. Jennings, “Kaysariyya, “El2 Leiden 1978; “The Population, Society and Economy of the Region of Erciyes Dağı in the Sixteenth Century”, Contributions a Histoire Economique et Sociale de I’Empire Ottoman, Paris 1983, s.149-250; “Urban Population in Anatolia in the Sixteenth Century; A Study of Kayseri, Karaman, Amasya, Trabzon and Erzurum”, International Journal of Middle East Studies (IJMES), Vol. VII/I January 1976, s.21-57; “Kadı, Court, and Legal Procedure in 17th Century Ottoman Kayseri”, Studia Islamica, Vol: XLVIII, Paris 1978, s.133-172; “Limitations of the Judicial Powers of the Kadı in 17th Century Ottoman Kayseri”, Studia Islamica, Vol: L, Paris 1979 s.151-184, “Sakaltutan Four Centuries Ago”, IJMES. 9/1; “Loans and Credit in Early 17th Century Ottoman Judicial Powers: The Sharia Court of Anatolian Kayseri”, Journal of the Economic and Social History of the Orient (JESHO), Vol. XVI/II-III. 26 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI nüfusun meskûn olduğu köylere geniş olarak değinmiş, nüfusun % 75’ini oluşturan Müslüman Türklerden tıpkı ırkdaşı Simeon gibi çok az, bazen de hiç bahsetmemiştir. Demografi konusunda yapılan çalışmaların ve elde edilen verilerin resmî kayıtlara göre ortaya konulması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. 27 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ekler: Tablo I: XVI. yüzyılda şehirdeki Ermenilerin nüfus durumu Şehir Cemaat-i Ermeniyan ve Kayseryan Cemaat-i Ermeniyan ve Şarkıyan 1500 269 Cemaat-i Ermeniyan ve Sisîyan 1523 193 47 1570 186 245 1584 299 229 146 150 369 Şehreküstü, Bektaş, Oduncu, Tatur, Tavukcu, Sayeci, Kara Kiçi, İnceşehir, Harput mahallelerindeki Şarkiyan Ermenileri Toplam Ermeni nefer 647 269 386 581 1 544 Kayseri Şehrindeki Rumların nüfus durumu 1500 Cemaat-i Rûmiyan der bab-ı Sivas nezd-i bab-ı Küçük ve bab-ı Sabah 57 1523 1570 71 1584 80 204 Tablo II: XVII. yüzyılda şehirdeki Ermeni nüfus Mahalle Adı Bektaş Cemaat-i Sınıkcı ve Köy Yıkan Cemaat-i Arzıman? Cemaat-i Keklicik Dadir/Tahir/Tatır Depecik Hacı Mansur Elsem Paşa Emir Sultan Maa Şuturbanan Ermeniyân Gülük Gürci 28 1612 35 20 1647 65 87 29 27 29 13 4 57 24 1692 25 98 7 27 6 17 95 57 98 8 16 22 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Mahalle Adı 1612 60 Harput Hisayinlü Kara Keçili Kiçi Kapu Merkebci Mermerlü Oduncu Sasık Sayeci Selaldı tabi Selman Selman Sisiyân-ı Şehr Sisiyân-ı Taşra Sultan Hamamı Şehreküstü Tâc-ı Kızıl Tavukcu Varsaklar Cemaat-i Furuncu Cemaat-i Batman El-Hac Kasım Hasan Fakih Karabet Tutak Mumcu Halil Konuklar Toplam 28 45 17 70 60 65 55 26 579 1647 48 21 26 20 10 23 90 24 20 60 107 52 13 157 3 71 6 23 26 1692 9 9 48 12 35 92 98 35 33 27 12 43 24 60 12 21 21 52 40 10 15 4 8 1 074 1 099 Tablo III: Kayseri kazasına bağlı köylerdeki gayrimüslim nüfus Yerleşim Birimleri Ağarnos Andronik Bala Gesi 1484 Nefer 62 34 6 1500 Nefer 73 53 11 1523 Nefer 108 65 18 1570 Nefer 119 105 20 1584 Nefer 186 128 58 1612 Nefer 103 75 53 1647 Nefer 50 60 90 1692 Nefer 18 163 61 29 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yerleşim Birimleri Cırlavuk Çukur Dadasun Darsıyak Dimitre Efkere Erkilat Gergeme Germür Gesi Gömülgen Ispıdın Istefana İspile Kal’a-i Hiristos Kanber Kiçi Bürüngüz Kirkorin Mancusun Molu Muncusun Niziyye Salguma Sarımsaklı Talas Tavlusun Tomarza Ulu Bürüngüs Üskübi Vekse Vank Zincidere Toplam 30 1484 Nefer 9 49 11 57 47 68 30 61 5 19 18 104 33 24 17 48 148 21 103 19 12 54 27 958 1500 Nefer 10 37 3 166 64 30 81 69 24 35 91 5 25 132 37 138 37 54 145 37 130 106 35 19 80 38 1 461 1523 Nefer 160 12 158 97 23 79 79 23 46 76 9 31 173 68 193 30 91 183 49 118 92 48 74 46 1 610 1570 Nefer 10 66 7 113 117 179 105 38 94 136 177 35 45 77 11 14 27 171 66 194 41 93 277 56 236 137 54 24 63 39 2 511 1584 Nefer 2 287 3 157 273 193 84 216 129 55 102 203 19 227 129 243 76 362 446 96 371 238 82 58 113 61 4 028 1612 Nefer 5 83 138 145 20 135 45 20 27 38 25 19 138 105 175 41 18 510 100 128 77 30 50 30 2 333 1647 Nefer 90 162 86 123 46 24 17 71 199 65 81 55 12 27 187 75 77 20 19 21 51 31 1 742 1692 Nefer 106 110 196 16 43 99 23 50 41 58 153 54 90 45 51 498 102 353 21 36 79 86 2 552 Doç. Dr. Mehmet İNBAŞI Tablo IV: Kayseri şehir nüfusu (XVI. yüzyıl) Tablo V: Kayseri kazasındaki nüfus durumu 31 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 32 OSMANLI MUSİKİ GELENEĞİ İÇERİSİNDE ERMENİ BESTEKÂRLAR Okt. Mehmet KINIK Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi E-mail: mkinik@erciyes.edu.tr; Tel: 0 352 437 49 01-34153 Özet Osmanlı musiki geleneği içerisinde doğup gelişmiş olan Ermeni bestekarlar kendi dinsel inançları dairesinde de musiki eserleri vermiş olsalar da din dışı olarak adlandırılan beşer mûsikîsi ile ilişkileri neredeyse tamamıyla Türk-İslâm kültürüne dayalı Osmanlı mûsikîsi çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bunun en temel nedenlerinden biri ise Osmanlı musiki kültürünün kapalı bir kültür olmayıp bütün din ve kültürlere kapılarını açmasından kaynaklandığını söylemek mümkündür. Bu da Osmanlı mûsikîsinde çok kültürlü bir musiki geleneğinin oluşmasına imkân sağlamıştır. Osmanlı musiki geleneği içerisinde yer almanın koşulu ise; ne seçkin bir soya sahip olma ne varlıklı bir aileden gelme ne de belirli bir dine, inanca ve cemaate dâhil olmaktı. Tek koşul musiki yeteneğine sahip olma idi. Sadece dinî temellere dayalı olmayan Osmanlı mûsikîsi özünde Türk musiki kültürü temellerine dayanmakla birlikte aynı zamanda sahip olduğu coğrafyanın geçmişinden gelen bir kültür birikimini de içine alan ve Osmanlı Devleti’ne sonradan katılan toplumların musiki kültürlerinin etkisiyle de sentezlenen bir Osmanlı coğrafyası mûsikîsi idi. Böylece Türk ve Müslüman olmayan cemaatlerin bireyleri de Osmanlı mûsikîsi içerisinde hiç yadırganmadan sanatlarını icra edebilme imkânına sahip olmuşlardır. Osmanlı musiki geleneği içerisinde yer alan azınlık ve gayrimüslim mûsikîşinaslar, özellikle de Ermeni cemaatinin mensupları gerek Türk mûsikîsi çalgıları gerekse ses sanatkârlığı açısından sanatlarında ustalaşınca kazandıkları ve sahip oldukları bu beceriyi sadece kendi inançlarını paylaştıkları kişi ve topluluklarla paylaşmakla kalmayıp Osmanlı halkıyla hatta sarayda bile meşkler yapıp fasıllar içerisinde de yer almaya başlamışlardır. İşte burada Osmanlı, bütün tarihi boyunca olduğu gibi Ermeni mûsikîşinaslar için de hassas terazisi ile adil bir tartım yapmış ve bunu da tarihine mal etmiştir. Ermeni mûsikîşinasların Türk musiki tarihi içerisinde yer alabilmelerinin nedenlerinden biri de Osmanlı-Türk-İslâm felsefesinin ve devlet anlayışının sahip olduğu derin hoşgörünün ve asilliğin sunduğu imkânlardır Okt. Mehmet KINIK Giriş Osmanlı musiki geleneği içerisinde doğup gelişmiş olan Ermeni bestekârlar kendi dinsel inançları dairesinde de musiki eserleri vermiş olsalar da din dışı olarak adlandırılan beşer mûsikîsi ile ilişkileri neredeyse tamamıyla Türk-İslâm kültürüne dayalı Osmanlı musiki çerçevesinde gerçekleşmiştir. Bunun en temel nedenlerinden biri Osmanlı musiki kültürünün kapalı bir kültür olmayıp bütün din ve kültürlere kapılarını açmasıdır. Bu da Osmanlı mûsikîsinde çok kültürlü bir musiki geleneğinin oluşmasına imkân sağlamıştır. Osmanlı musiki geleneği içerisinde yer almanın koşulu ise ne üstün ve seçkin bir soya sahip olma, ne varlıklı bir aileden gelme, ne de belirli bir dine, inanca ve cemaate dâhil olmak değildi. Tek koşul musiki yeteneğine sahip olma idi. Sadece dinî temellere dayalı olmayan Osmanlı mûsikîsi özünde Türk musiki kültürü temellerine dayanmakla birlikte aynı zamanda sahip olduğu coğrafyanın geçmişinden gelen bir kültür birikimini de içine alan ve Osmanlı Devleti’ne sonradan katılan toplumların musiki kültürlerinin etkisiyle de sentezlenen bir Osmanlı coğrafyası mûsikîsi idi. Bu bakış açısı ve imkânlar sayesinde de Türk ve Müslüman olamayan cemaatlerin bireyleri Osmanlı mûsikîsi içerisinde hiç yadırganmadan sanatlarını icra edebilme imkânına sahip oldular. Hatta din dışı musiki çerçevesinde kendilerine bu denli açık ve sıcak bir şekilde kucak açan Osmanlı musiki kültürü dışında başka bir musiki kültürü oluşturma arayışına bile girmediler. Bunu da Osmanlının sahip olduğu engin hoşgörünün en somut delillerinden sadece biri olarak görmek mümkündür. 37 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı musiki geleneği içerisinde yer alan azınlık ve gayrimüslim mûsikîşinaslar gerek Türk mûsikîsi çalgıları gerekse ses sanatkârlığı açısından sanatlarında ustalaşınca kazandıkları ve sahip oldukları bu beceriyi sadece kendi inançlarını paylaştıkları kişi ve topluluklarla paylaşmakla kalmayıp kendi inançları dışındaki halkla paylaşıp, hatta sarayda bile meşkler yapıp fasıllar içerisinde de yer almaya başlamışlardır. Ayrıca Ermeni Kilise mûsikîsi, aynen Türk mûsikîsi makam ve usûllerini kullandığı için kilise mûsikîsi içerisinde yer alan Ermeni mûsikîşinaslar aynı zamanda Türk mûsikîsini de öğreniyorlardı. Levon Hancıyan’dan Türk mûsikîsi öğrenip bu manada eserler vermiş ve eserlerinde Nihânî mahlasını kullanan, asıl mesleği rahiplik olan Kapriyel Ebeyan bunlardan sadece birisidir1. Azınlıklar ve gayrimüslim mûsikîşinaslar Türk hocalardan dersler aldıkları gibi kendileri de hoca sıfatına sahip olup Türklere dersler vermeye başlamışlardır. Hatta zamanın devlet adamlarına hocalık yapanlar da olmuştur. Buna bir örnek olarak uzun yıllar Mısır Prenslerine musiki hocalığı yapan Asdik Ağa gösterilebilir. Öğrenci-Üstad ilişkisi içerisine aralarında Mevlevihane şeyhi gibi kişilerin de bulunduğu, dinî Türk mûsikîsine yön veren mûsikîşinasların da yetişmesine vesile olan Ermeni mûsikîşinaslar da olmuştur. Bunlardan biri olan Nikagos Ağa tamburda birçok talebe yetiştirmiştir. Bunların en meşhuru Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhi Celaleddin Dede Efendi’dir. Nikağos Ağa onun hem tanburda hem de musiki nazariyatında hocasıdır. Bu suretle aynı dergâha mensup bulunan üstadı Hammamizade İsmail Dede Efendi’den almış olduğu feyzi, yine bu dergâhın şeyhi olan Dede Efendi’ye aktarmıştır2. İşte bu öğrenci hoca ilişkisi içerisinde iki tarafta birbirlerinin inançsal yönlerini bir tarafa bırakıp hocalarına sadece usta ve üstad gözüyle baktılar. Daha çok Türk İslâm tasavvuf geleneği içerisinde yer alan ney çalgısında bile hocalık mertebesine ulaşarak dersler verip toplumun hemen her kesiminden itibar görmeye başlamışlardır. Bunun en belirgin örneklerinden birisi ise Sultan III. Selim’in tambur hocası olan İshak’ın sultandan her zaman engin saygı ve sevgi görüşü günümüze kadar ulaşan bilgilerden biridir. Osmanlı musiki geleneği içersinde yer alan gayrimüslimler sadece sanatlarını geliştirmekle kalmayıp bu gelenek içerisinde müzik adamı sıfatına sahip olma yolunda kişiliklerini de geliştirme imkânı bulmuşlardır. Bu gayrimüslimler bir nevi kimlik niteliğinde kazandıkları imkân sayesinde 1 2 38 Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul 1974, s.179. Ahmet Şahin Ak, Türk Musiki Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 1951 s.118. Okt. Mehmet KINIK tarihte kendi din ve cemaatlerinin bir üyesi olmaktan çok sonradan mensup oldukları Osmanlı musiki geleneğinin yazılı kaynaklarında yerlerini almışlardır. Bu kaynaklarda yer alan gayrimüslimler kendi dinsel mûsikîleri olan kilise mûsikîsi ile de iç içe olmalarına rağmen kendi müzik kültürlerine dâhil olan yazılı kaynaklardan ziyade Osmanlı musiki geleneğinin yazılı kaynakları içerisinde ünlü besteci ve mûsikîşinaslar arasında anılmaya başlamışlardır. Bunların içerisinde geçimlerini Türk mûsikîsi öğretmek ve icra etmekle ya da Mehter Takımı’nın ikinci ayağı da diyebileceğimiz Osmanlı ordu mûsikîsini icra eden askerî bando takımı olan Mızıka-yı Hümayun’da hanende, sazende ve musiki hocası olarak da görev yapmışlardır. Ayrıca Arşak Çömlekciyan gibi Türk mekteplerinde musiki hocalığı yapmış olanlarda mevcuttur3. Osmanlı mûsikîsinin günümüze kadar gelişine Türk mûsikîşinasların yanı sıra azınlıkların da arasında bulunduğu bazı araştırmacı müzikçiler kendi dönemlerinin ve geçmiş dönemlerin eserlerini o günün şartlarında geçerliliğini koruyan nota sistemi ve kendi geliştirdikleri nota sistemi ile kaleme alıp günümüze gelişine vesile olmalarından dolayı kendilerine olan minneti Türk musiki camiası hiçbir zaman inkâr etmemişlerdir. Bunlardan Hampartzum Limonciyan ilk sırada yer almaktadır. Bazı Ermeni bestekâr ve mûsikîşinasların çoğu Hampartzum nota sistemiyle notalandırdıkları Türk mûsikîsi eserlerinin bazılarının orijinali veya kopyaları halen İstanbul Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Devlet Türk Mûsikîsi Konservatuarı, TRT İstanbul Radyosu, Sadettin Arel Kütüphanesi gibi arşiv ve kütüpanelerde mevcuttur. Osmanlı mûsikîsinde IX yüzyıl öncesine dayanan ve günümüze kadar gelen yazılı kaynak oluşturma geleneğine de katılan Ermeni bestekâr ve mûsikîşinaslar da olmuştur. Örneğin Ermeni bestekârlardan Tamburî Nikagos (Taşçıyan) Ağa ve kardeşi Agop Taşçıyan 1861 yılında süreli yayın niteliğinde, Osmanlı mûsikîsi anlamına gelen Nıvak Osmanyan adlı dergiyi yayınlamışlardır. Diğer bir örnek ise Arşak Çömlekciyan’a ait piyasa tarzında yazılmış Fasıl Mecmuaları, Udî Onnik Zahoryan tarafından 1922–1924 yılları arasında yayınlanmıştır4. Türk musiki geleneği dâhilindeki yaşam felsefesine son derece uyumlu bir biçimde adapte olan Ermeni bestekâr ve mûsikîşinasların hemen hepsi neredeyse Müslüman Türk bestekârlar denginde ve Türk mûsikîsi geleneğine bağlı çok sayıda eser vermişlerdir. Türk mûsikîsinin hemen hemen tüm formlarında bestelenmiş olan bu eserleri tür, tarz, tavır ve yorum 3 4 Öztuna, a.g.e., s.72. Öztuna, a.g.e., s.72-83. 39 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER itibarı ile Türk bestekârların eserlerinden ayırt edebilmek de neredeyse imkânsızdır. Türk mûsikîsi, evrensel manada ürün veren Ermeni bestekârların tarzlarını da derinlemesine etkilemiştir. Örneğin Çuhacıyan gibi batı müziği formlarında ürünler veren Ermeni bestekârlardan bazıları eserlerinin çoğunda batı müziği tonlarını kullanmaktan ziyade Türk mûsikîsi makamlarını sıkça kullanmaları, bu bestekârların da diğer Ermeni bestekârlar gibi Türk mûsikîsine ne denli adapte olduklarının bir göstergesidir. Örneğin Ermeni bestekârlardan ve asıl adı Bimen Dergazaryan olan, Türk musiki camiasında Bimen Şen olarak bilinen büyük üstad bir yandan kilise korolarında geçimini sağlamak için ilâhî okumakta iken diğer yandan da Türk mûsikîsini öğrenmeye gayret etmiştir. Ticarete atılarak maddî durumunu iyileştiren bestekâr devrin ünlü mûsikîşinaslarından Tanburi Cemil Bey, Neyzen Aziz Dede, Şevki Bey, Kanunî Hacı Arif Bey, Hanende Nedim Bey -özelliklede Hacı Arif Bey- gibi üstadları dikkatle takip ederek onlardan istifade etmeye çalışmıştır5. Bu istifadeler kimi zaman da iki kültürün iyi ilişkileri sonucunda karşılıklı da olmuştur. Bimen Şen’in doğrudan yararlandığı hocaları ise Ermeni asıllı Hagopos Kıllıyan ve Türk bestekâr Lemi Atlı’dır. Bestekâr, Şen soyadını ise meşhur olan kürdîlihicazkâr makamındaki Yüzüm şen hatıram şen meclisim şen mevkiim gülşen adlı bestesinden almıştır. Bestekâr Arif Bey ve Rahmi Bey’in üslûbunu benimsemiş form mükemmelliğini bu iki bestekârdan almış ve kendi şahsiyetinin izlerini taşıyan çok başarılı şarkılara imza atmıştır. Musiki repertuarımızda iki yüz elli kadar bestesi bulunan Şen, 26 Ağustos 1943 tarihinde vefat etmiş ve Feriköy Ermeni mezarlığına defnedilmiştir. Balık Pazarı Ermeni Kilisesi’nde yapılan cenaze törenine, hocası Lemi Atlı, Neyzen Rıza Bey, Tamburî Dürrü Turan, Sadeddin Kaynak, Artaki Candan, İbnü’l-Emin Mahmut Kemal İnal, Ali Rıza Şengel gibi tanınmış mûsikîşinaslar katılmıştır. Bir diğer örnek olarak Sultan Aziz devrinin sayılı bestekârları arasında özel bir yeri olan 1836’da İstanbul Hasköy’de doğan Nikağos Ağa, mûsikîyi önce Karabet Ağa’dan sonra Dede Efendi’den öğrenmiş, daha sonrada Mankar Ağadan istifade etmiştir. Dellalzade ile de meşk eden Nikağos Ağa netice itibariyle mûsikîde öyle ilerlemiştir ki Dellalzade ve Haşim Bey’le beraber Enderun-ı Hümayun’da hocalık yapmıştır. Lisanını, lehçesini düzeltmek için de devrin ve Türk edebiyatının en tanınmış kişilerinden olan Ahmet Vefik Paşa’dan üç yıl Edebiyat dersleri almıştır. Nikağos Ağa 5 40 Ermeni Bestekârlar, CD. Okt. Mehmet KINIK Hıristiyan olmakla beraber dinî Türk mûsikîsine büyük ilgi duymuş, meşk ettiği birçok âyin, naat ve diğer formlardaki dinî eserleri okuyabilmek için Mevlevihanelere devam etmiştir. Çok değerli bir bestekâr ve mükemmel bir hanende olan Nikağos Ağa, aynı zamanda iyi bir hoca olarak bilinir. Yetiştirdiği öğrenciler arasında Yenikapı Mevlevihanesi Şeyhlerinden Mehmet Celalettin Dede en tanınmışlarındandır. Mûsikîmize çeşitli sahalarda büyük hizmetler vermiş olan Nikoğos Ağa 9 Eylül 1885 tarihinde vefat ederek Topkapı Ermeni mezarlığına defnedilmiştir6. Nikagos Ağa’nın dinî musikideki uğraşları din dışı mûsikîde de üstün vasıflı bir bestekâr olmasını sağlamış, eserlerinde melodik zenginliğe, sağlam bir bestekârlık tekniğine ulaşmış ve estetik açıdan mükemmellik gösteren eserler vermiştir7. Türk mûsikîsine besteleriyle, Müslüman ya da Ermeni birçok bestekârın eserlerini kendi buluşu olan nota sistemiyle notalandırarak repertuarımızın zenginleşmesini ve günümüze gelişini sağlayan en önemli şahsiyetlerden birisi de Hamparsum Limonciyan’dır. Baba Hamparsum, Hamparsum Ağa olarak da bilinen Limonciyan, Türk musiki camiasında nota mucidi olarak da haklı bir üne sahiptir. 1768 yılında İstanbul’un Beyoğlu semtinde Ağa Camii yakınlarında Çukur sokaktaki bir evde doğan Limonciyan’ın babasının adı Serkis, annesinin adı ise Gaderina’dır. Aslen Harputlu olan ailesi göç ederek İstanbul’a yerleşmiştir. Fakir bir ailenin çocuğu olan Hamparsum, ilkokulu bitirdikten sonra eğitimine devam edememiş ve bir terzinin yanında çırak olarak işe başlamıştır. Ancak mûsikîye olan düşkünlüğü sebebiyle kiliselere devam ederek musiki öğrenmeye çalışmış, Ermeni kilise mûsikîsini, Kayserili Kirkor Kabasakalyan (1736– 1808) ve Zenne Bogos’tan öğrenmiş daha sonra da zengin ve tanınmış aynı zamanda musiki sever bir Ermeni ailesi olan Düzyanlar tarafından himaye altına alınmıştır. Özellikle darphane müdürü, saray sarrafı ve devrin varlıklı kimselerinden biri olan Hovannes Çelebi Düzyan (1749–1812) tarafından himaye edilmiştir. Türk geleneklerinde olduğu gibi zamanın varlıklı Ermeni aileleri de konaklarında sanatkârlara yer verirlerdi. Uzun zaman bu ailenin himayesinde yaşayan Hamparsum, musiki bilgisini günden güne ilerleterek çağının musiki ustalarıyla ilişki kurdu. Bir taraftan Ermeni Kilisesi’nde korist olarak çalışırken diğer taraftan da mûsikîşinas Mevlevilerin aracılığıyla Türk sanatını ve Türk mûsikîsini yakından tanıma olanağı bulduğu Mevlevîhanelere devam etti. 6 7 Sadun Aksüt, Türk Mûsikîsinin 100 Bestekârı, İnkılâp Yayınları, İstanbul 1993. Ermeni Bestekârlar, CD. 41 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Beşiktaş Mevlevihanesi’nde kudümzenlik yapan Büyük Dede İsmail Efendi ile tanışarak kendisinden dersler aldı ve III. Selim’in huzuruna kabul edildi. Sanatkâr bir Padişah olan III. Selim, mûsikîmizde nota yazısının bulunmaması ve bunun sonucu olarak da, binlerce musiki eserinin hafızalardan silinmesi konusundaki endişelerini her vesile ile belli etmiş ve bir nota sisteminin bulunmasını emretmiştir. Abdulbaki Nasır Dede’nin nota çalışmalarına da rastlandığı bu yıllarda Hamparsum III. Selim’in emriyle kendi adını taşıyan nota sistemini bulmuştur. Hamparsum notası, batı nota sisteminin kesin yerleşmesine kadar çok tutulmuştur. Bu nota sisteminin en belirgin özelliği, seslere karşılılık olan işaretlerin kendi buluşu olması ve günümüz yazı ve nota sistemi gibi soldan sağa doğru yazılmasıdır. Bu sistem bugünkü porte çizgilerinin birincisinin altındaki Yegâh’tan başlayarak beşinci çizgiden sonra gelen üçüncü ilâve çizgisi üzerindeki tiz Hüseynî ve tiz Acem sesine kadar gösterir. Hamparsum, XVIII. asır Türk klasiklerini bu sistem ile altı defter halinde yazmış, bu defterlerden dördü kaybolmuştur. İkisi ise İstanbul Belediye Kütüphanesi ve İstanbul Belediye Konservatuarı Kütüphanesi’ndedir. Yazdığı yüzlerce peşrev ve saz semaîsinin büyük bir bölümü 11 Ekim 1875’te Mandolî Yarutin Havadurin tarafından kopya edilmiş ve bu defter de Ankara Radyosu’nda bulunmaktadır8. Ermeni bestekârlar arasında Türk mûsikîsini ileri bir teknik ve üslûpla yorumlayanların sayısı da oldukça fazladır. Bunlardan biri olan Kemanî Sebuh (Simonyan) Ağa keman çalışı ve bestekârlığıyla tanınmış bir sanatçıdır. Âmâ olan Sebuh Ağa bir süre Mızıka-yı Hümayun’da bulunmuştur. Kendisini seven Sultan Aziz, 16 Şubat 1869 tarihinde emekli maaşına üç altın zam yapmış ve Beşiktaş-Ihlamur’da bir ev bağışlamıştır. Keman çalışındaki parlak ve gösterişli üslûbu, oyun havalarına da yansımıştır. Kemanî Nikagos ve Kemanî Tatyos’un da hocası olan Sebuh Ağa’nın soyadı Beşiktaş Ermeni Kilisesi kayıtlarına göre Simonyan olup 1894 yılında Saray-ı Hümayun kemancısı iken vefat etmiştir. Tek varisi oğlu Dikran Sebuhyan’dır9. Yukarıda Sebuh Ağa’nın talebesi olarak ismini telaffuz ettiğimiz Kemanî Tatyos Efendi’ye bildirimiz içerisinde dinleyeceğimiz örnek eserlerden birinin bestecisi olması sebebiyle de farklı bir yaklaşımla değinmeden geçemeyeceğim. Kemanî Tatyos Efendi birçok bestesinin yanı sıra çeşitli makamlardaki peşrev ve saz semaileriyle musiki repertuarımıza eşsiz eserler kazandırmıştır. Türk mûsikîsi makamlarının geleneksel özelliklerini 8 9 42 Ermeni Bestekârlar, CD. Ermeni Bestekârlar, CD. Okt. Mehmet KINIK son derece başarılı bir şekilde yansıtmakla ün yapmış olan Tatyos Efendi, Türk musiki camiası içerisinde büyük üstad ve çok muhterem bir mûsikîşinas olarak saygı ve hayranlıkla anılmasına karşın kilise defterindeki ölüm kaydının meslek hanesine adeta küçümser nitelikteki Çalgıcı kaydının konulması bize gösteriyor ki Ermeni mûsikîşinasların Türk musiki tarihi içerisinde yer alıp ürün verebilmelerinin en önemli nedenlerinden birinin de, Osmanlı-Türk-İslâm felsefesinin ve devlet anlayışının sahip olduğu derin hoşgörünün sunduğu imkânlarla gerçekleşmiş olmasıdır. Tamamını ele alamadığımız ve birbirinden değerli olan Ermeni bestekârlara isimleri ve eserleriyle birlikte kısaca değinmekte yarar vardır: » Afet Mısrlıyan (Udî/1847–1919) otuz kadar şarkı bestelemiştir. » Agop Ağa (Şaşı) » Ağa Aleksa Efendi (Kemanî Ağa/1852–1910?) çeşitli makamlarda birkaç şarkısı bilinmektedir. » Ağdasar (Ekmekçi/?-1920) çeşitli makam ve formlarda altmış beş kadar eseri günümüze kadar gelmiştir. » Aleksan Ağa (Tanburî/1815–1864) on kadar şarkısı günümüze kadar gelmiştir » Aleksan Efendi (Hanende/?-1925) bir şarkısı günümüze kadar gelmiştir » Arşak Çömlekciyan (Udî/1880–1930) çeşitli makam ve formlarda on dokuz eseri günümüze kadar gelmiştir. » Artaki Candan (1885–1948) repertuarımıza çok güzel eserler kazandırmıştır. » Asdik (Hanende Asadur Hamamcıyan/1840-1913) çeşitli makam ve formlarda kırk bir eseri günümüze kadar gelmiştir. » Bağdasar (Ekmekçi/?-1880?) çeşitli makam ve formlarda on dokuz eseri günümüze kadar gelmiştir. » Bimen Şen (1873-1943) iki yüz elli kadar eseri günümüze kadar gelmiştir. » Bogos Hamamcıyan (1872–1945) çeşitli makam ve formlarda dokuz eseri günümüze kadar gelmiştir. » Çuhacıyan (Dikran/1836–1898) çeşitli makam ve formlarda yedi eseri günümüze kadar gelmiştir. 43 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER » Ebeyan (A.Kapriyel/1882–1958) Kürdîlihicazkâr ve Uşşak makamında iki eseri günümüze kadar gelmiştir. » Gabris Efendi (Uzunyan) (?-1925) bir şarkısı günümüze kadar gelmiştir » Hamparsum Limonciyan (1768–1839) çeşitli makam ve formlarda otuz bir eseri günümüze kadar gelmiştir. » Hancıyan (Leon-Levon/1857–1947) çeşitli makam ve formlarda yirmi eseri günümüze kadar gelmiştir. » Hasadur Efendi (Âmâ) » Hristaki (Lavtacı Hristo/?-1914) yirmi dokuz eseri günümüze gelmiştir. » Karabet Efendi (Hanende Hacı) (1858–1913) Uşşak makamında üç şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Karnik Garmiryan (1872–1947) çeşitli makam ve formlarda elli dört eseri günümüze kadar gelmiştir. » Kemanî Serkis Efendi (1885–1944) otuz bir eseri günümüze kadar kadar gelmiştir. » Kirkor Çulhayan (1868–1938) çeşitli makam ve formlarda otuz beş adet eseri günümüze kadar gelmiştir. » Kirkor Efendi (Udî-Berberyan/1884–1959) üç şarkı bestelemiştir. » Kirkor Mehteryan (1920-?) iki şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Kapril Efendi (?-1872 den önce) üç eseri günümüze kadar gelmiştir. » Mandolî Artin (Hanende Yarutin Havadurin/?-1890) çeşitli makamlarda onaltı peşrev ve otuz saz semaisi ve bir şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Markar (Hanende Çilingir/?-1880) çeşitli makamlarda on dokuz şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Merkel (?-1920?) bir Hüzzam şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Mestan (?-1925?) bir eseri günümüze kadar gelmiştir. » Mihran (Hanende Bursalı/?-1910?) üç eseri günümüze kadar gelmiştir. » Nikagos Ağa (1836–1885) çeşitli makam ve formlarda altmış 3 eseri günümüze gelmiştir. 44 Okt. Mehmet KINIK » Nişan Taşçıyan (?-1900?) bir saz semaisi günümüze kadar gelmiştir. » Nubar (Kanunî/1885–1954) Çeşitli makam ve formlarda on dört eseri günümüze kadar gelmiştir. » Nubar Tekyay (Kemanî/1905–1955) 21 yaşında şarkı bestekârlığına başlamıştır. » Onnik (Hanende Sarı/?-1885?) İki şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Osep Ebeyan (1873–1959) yirmi beş kadar eser bestelemiştir. » Ovrik (Hovrik) Kazaysan (Lavtacı/1872-1936) üç şarkısı günümüze kadar gelmiştir » Manol (Hanende/?-1902?) iki şarkısı günümüze kadar gelmiştir » Mihran Efendi (Bursalı/?-1901) üç şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Sahak Hocasar (Kemanî/1889–1946) otuz kadar şarkısı günümüze gelmiştir. » Serkis Efendi (Udî/?-1925) şarkı formunda iki eseri günümüze kadar gelmiştir. » Serkis Nurluyan (1836–1888) dört şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Serkis Sucuyan ile ilgili herhangi bir bilgi bulunamamıştır. » Serupe Efendi (Udî/?-1925?) sekiz şarkısı günümüze kadar gelmiştir. » Udî Hırant Kenikoğlu (1901–1978) birçok eser bestelediği bilinmektedir. » Vital Efendi (Kanunî/?-1935?) bir kaç şarkı bestelediği tahmin edilmektedir. Sonuç ve Öneriler Osmanlı dönemi mûsikîsi bünyesinde yer alan Ermeni bestekârlar kendi musiki kültürlerine dayalı ürünler vermekten ziyade sonradan mensup 45 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER oldukları Osmanlı musiki geleneği çerçevesinde kendilerini geliştirerek bu türde ürünler vermeye başlamışlardır. Şu da unutulmamalıdır ki Ermeni mûsikîşinaslar Osmanlı musiki geleneğine dayalı yaşam tarzına öylesine adapte olmuşlardır ki eserlerini ve icralarını Müslüman Türk bestecilerin eserlerinden ve icralarından ayırmak hiçbir zaman mümkün olmamaktadır. İşte bütün bu bilgiler ışığında görülüyor ki burada Osmanlı yaşam felsefesi ve devlet anlayışı, bütün tarihi boyunca olduğu gibi Ermeni mûsikîşinaslar için de hassas terazi ile adil bir tartım yapmış ve bunu da tarihine mal etmiştir10. 10 Tebliğ sunumunun sonunda, kendilerince özgün fakat tür itibariyle Türk mûsikîsine has ortak özellik bütünlüğü içerisinde Ermeni bestekârlar tarafından bestelenmiş eserlerden aşağıdaki örnek olarak misafirlere sunulmuştur. 46 1. Kürdîli-Hicazkâr Saz Semaîsi Tatyos Efendi 2. Firkatin Aldı Bütün Neşve-ü Tabım Bu Gece Bimen Şen 3. Varmı Hâcet Söyleyim Ey Gül- Tenim Nikağos Ağa 4. Mani Oluyor Halimi Taktire Hicabım Tatyos Efendi Okt. Mehmet KINIK Kaynakça Ak, Ahmet Şahin, Türk Musiki Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 1951. Aksüt, Sadun, Türk Mûsikîsinin 100 Bestekârı, İnkılâp Yayınları, İstanbul 1993. Ermeni Bestekârlar, CD. Öztuna, Yılmaz, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974. 47 H.1104–1105 (M.1691-1692) TARİHLİ DİYARBEKİR VİLAYETİ CİZYE DEFTERİNE GÖRE GAYRİMÜSLİMLER ARASINDA YER ALAN TÜRKÇE ŞAHIS İSİMLERİ Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Dicle Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: msaliherpolat@hotmail.com; Tel: 0 412 248 85 50-3033 Özet Hicrî 1104–1105/Milâdî 1691–1692 tarihli Diyarbakır cizye defterinde geçen 4137 gayrimüslim vergi mükellefinin adları üzerinde bir değerlendirme yapılmıştır. Bu adlar arasında Arslan, Kaplan, Şahin, Bayındır, Kızıl, Budak gibi tamamen Türkçe olan adlar ile Müslümanlarca da kullanılan adların kuşaklara göre kullanım rakamları verilmiştir. Gayrimüslimlerin en çok kullandıkları adlar ile bu adlarda görülen ortak özellikler üzerinde durulmuştur. Türkiye’de son zamanlarda, yer ve şahıs isimleri hakkında yapılan çalışmaların sayısında artış olduğu gözlenmektedir. Bu çalışmalar daha çok Tahrir defterlerinde yer alan bilgilere dayanmaktadır. Zaman olarak da XVI. yüzyıla ait bilgileri içermektedir. XVI. yüzyıla ait, konusu yer ve şahıs isimleri olmamakla beraber, yapılan diğer çalışmalardan bazılarının şahıs isimleri hakkında önemli bilgiler verdiği görülmektedir. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Giriş Türkiye’de, şer’iye sicillerinde geçen kişi adlarının listelenmelerini saymazsak1, gayrimüslim şahıs isimleri üzerinde yapılmış müstakil araştırmalar bir hayli yetersizdir. Gayrimüslim kişi adları üzerinde, tarafımızdan yapılan bir çalışma daha önce yayınlanmıştı2. Bu tebliğde gayrimüslimler arasında Türkçe şahıs isimleri üzerinde durulacaktır. Bu çalışmanın kaynağı 1104 tarihli Diyarbakır vilâyeti cizye defteridir. Defter, Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Maliyeden Müdevver Kataloğu’nda 3639 numarada kayıtlıdır. Bu cizye defterinde, cizyegüzarların adları, baba adları, meslekleri, ikâmet ettikleri mahalleleri ve köyleri açık bir şekilde verilmektedir. Adı geçen defterde Diyarbakır’ın yanında, Mardin, Harput, Çermik, Çüngüş, Savur, Kulp, Ciska, Hani, Atak, Meyyafarikin (Silvan) ve Siverek kazaları ve bu kazalara bağlı köylerde yaşayan gayrimüslimlere ait aynı bilgiler yer almaktadır. Bu defterdeki bilgilerden, Diyarbakır’da gayrimüslimlerin 99 mahalle ile 62 köyde mukim oldukları tespit edilebilmekte1 2 Halit Ongan, “Şer’iye Sicillerinde Geçen Türkçe Kişi Adları”, Türk Etnografya Dergisi, S. 1, Ankara 1956, s.92-94; Ongan, “XV. Yüzyıla Ait Bazı Türkçe Kişi Adları”, Türk Etnografya Dergisi, S. 4, Ankara 1961, s.32-36; Ongan, Ankara’nın İki Numaralı Şer’iye Sicili, Ankara 1974, s.168-210; Mehmet Salih Erpolat, “XVI. Yüzyılda Ergani Sancağındaki Gayrimüslim İskân Yerleri İle Şahıs İsimleri Hakkında Bir Değerlendirme”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi (SBAD), S. 4 (2004), s.155-187. 51 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dir. Ancak ikâmet ettikleri mahalle ve köyler tamamen gayrimüslimlerin oturdukları mahaller değildir. Bunlar, çoğu zaman Müslüman komşuları ile beraber aynı mahalle ve köylerde bulunuyorlardı. Hatta birçok köye sonradan gidip yerleştikleri, orada hizmet ürettikleri anlaşılmaktadır. Bu durum delilleri ile tarafımızdan daha önce ortaya konulmuştu3. Şahıs adları, insanoğlunun tarihinin, kültürünün yansımalarının en iyi gözlenebildiği tablolardan biridir. İnsanın adına bakılarak, ona o adı verenin duygularını, özlemlerini, ümitlerini, coşkularını, inançlarını ve daha başka beklentilerini tahmin etmemiz noktasında mühim bir fikir verebilir. O bakımdan bir toplumun şahıs adları, o toplumun kültürüne ve folklarına ışık tutan önemli birer belge niteliğini taşımaktadır. Şahıs adlarından hareketle bir toplumun dili, inancı, kültürü ve saygı duyduğu değerlerinin neler olduğunu tespit etmek mümkündür. O bakımdan şahıs adları hakkında derinlemesine araştırmalar yapmak büyük bir değer taşımaktadır. Eski dönemlere ait şahıs adlarını içeren belgelerin kronolojik bir şekilde incelenerek toplumda şahıs adlarının dönem dönem tespitini yapmak gerekmektedir. Bu yol ile şahıs adlarında meydana gelen değişiklikler, bu değişikliklerin ortaya çıkmasında rol oynayan etkenler ve o döneme özgü duygu ve düşüncelerin şahıs adlarına yansımalarını ortaya çıkararak, toplum tarihinin, kültürünün önemli bir kısmını aydınlatmak mümkün olacaktır. 1-Cizye Defterine Göre (MAD 3639) Gayrimüslim Şahıs İsimlerinin Özellikleri İncelemiş olduğumuz cizye defterinde, şehirde yaşayan 2 850, köylerde yaşayan 1 287 cizye mükellefinin ve babalarının adları yer almaktadır. Buna göre 4 137 kişinin adı incelenmiştir. Bu sayıya baba adları da dâhil edildiğinde sayı 8 000 civarında olacaktır. Çünkü bir babanın birden fazla çocuğu olabildiği gibi, defterde babasının adı yerine mesleği yazılanlar da vardır. Tespitimize göre baba adı yerine meslekleri yazılı olanların sayısı 80’dir. Bu durumda baba kuşağında yer alan şahısların sayısını sağlıklı olarak tespit etmek mümkün olmadığı gibi, baba kuşağında yer alan isimlerin sayısının 4 187 rakamının altında olduğu muhakkaktır, ancak bu hususta kesin bir rakam vermek yanıltıcı olacaktır. 3 52 Erpolat, “Cizye Defterlerinin Sosyal ve İktisadî Tarih Araştırmaları Açısından Önemi: Diyarbakır Örneği”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, S. 4 (2004), s.189-204 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Diyarbakır’daki gayrimüslim şahıs isimleri incelendiğinde; 1- Gayrimüslimlerin kendilerine has isimlerinin olduğu görülmektedir. Serkis, Vartan, Mıgırdiç, Hanna, Pedrus, Ebelhad, Haço, Kerebid, Hirebid, Avanis, Ohan, Melkon, İlkon, Astur, Arakil, Tanil, Arutin, Kirkor, Yagob, Kespir... gibi. 2- Arapça özellik taşıyan isimler de almışlardır. Abdi, Abdülahad, Abdulhalık, Abdullah, Abdulkerim, Abdunnur, Abdurrahman, Abdülaziz, Fethi, Feyyaz, Sefer, Akdes... gibi. 3- Farsça özellik taşıyan isimleri de kullanmışlardır. Hürmüz, Can ile biten Muratcan, Rühican, Ahican, Mirican, Nurican … gibi. 4- Türkçe özellik taşıyan isimler gayrimüslimler tarafından sık kullanılan isimlerdendir. Abdal, Ağcan (Akcan), Ahican, Altun, Allahverdi, Arslan, Ayvaz, Ayvad, Bayram, Balık, Budak, Babacan, Bulmuş, Bulut, Çalık, Çapkun (Çapkın), Durdu, Durmuş, Emirhan, Hindi, Hüdaverdi, Kaplan, Kalender, Karagöz, Kılıç, Kızıl, Köse, Karaoğlan, Ağoğlan, Saru, Saruhan, Şahin, Şahverdi, Taştimur, Verdi, Togan gibi. 5- Bölgede, gayrimüslim kişi adlarının imlasında bir takım değişikliklerin olduğu görülmektedir. 1518 tarihinde Karabet (Karabit) şeklinde yazılan ismin Kerebid (Kerebid), Mesrop’un Masrib, Haçik’in Haço bazen de Haco, Yakub’un Yagob, Akob’un İgüp şeklinde yazıldığı görülmektedir4. 6- Gayrimüslimler arasında yaygın olarak bazı adların aynı kökten olmasına rağmen farklı yazıldıkları dikkat çekmektedir. Yakub, Yağop, İgüp; Toros, Toro; Mardiros, Mardo; Tohman, Toho; Yusuf, Osib, Uso gibi. 7- Gayrimüslimler arasında dindarlığı hatırlatan ya da dinî kökenli adların da yaygın olduğu görülmektedir. Abdülahad, Abdünnur, Abdünnasır, Abdullah, Allahverdi, Rızkullah, Ataullah gibi, Müslümanlar ile aynı adların yanında, Abdülmesih, Mesih, Mesiho, Abdülmeryem, Abdülmerik gibi kendilerine özgü isimleri de kullanmışlardır. 8- Ermeni, Keldanî, Rum, Süryanî gibi farklı ırklara mensup gayrimüslimler, tıpkı Müslümanlar gibi, benzer adlar kullanmaktaydılar. Bundan dolayı sadece kişi adlarından hareketle gayrimüslimlerin mensup oldukları ırkı tayin etmek pek kolay değildir. Hatta Yahudileri de belirlemek zordur. Yahudiler arasında da Hanna, Ebelhad, Yagop, İşu’a, İlye gibi diğer 4 Bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrir Defterleri (TD), Belge No: 64, s.1228; İlhan, Amid (Diyarbakır), s.30 vd. (eski harfli kısım); Erpolat, “Ergani Sancağındaki...”, s.169-179. 53 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gayrimüslimler arasında sık rastladığımız isimler mevcuttu. Bunların yanında Yahudi mahallesinde 80 kişi arasında genç kuşaktan Arslan adını taşıyan 4, baba kuşağından 6 nefer vardı5. 9- Gayrimüslim şahıs adlarında dikkat çeken bir başka husus da, kısaltılmış bazı adların orijinalinden daha sık kullanılması hususudur. Defterde Mardo adı, Mardiros’tan, Toro adı da Toros’tan daha çok kullanılmıştır. 10- Gayrimüslimler arsında, Müslümanlarda da olduğu gibi, baba ve oğlun aynı adı taşıdıklarını görmekteyiz6. 11- İncelemiş olduğumuz cizye defterinde baba adları yerine bazen Halebî, Çerkes, Acem gibi nispetiyet ifade eden şehir ve soy isimlerin yanında, sadece meslekleri yazılanlar da vardır. Baba adı yerine, babalarının mesleği ile kayıtlı 80 kişi bulunmakta idi. 12- Gayrimüslimlerin şahıs adlarında sonu -o- ile biten adların bir hayli yaygın olduğu görülmektedir. Bunlar: Abgo, Abdo, Ado, Armo (Ermo), Argo (Ergo-Erko), Aho, Babato, Bado, Bağdo, Bahro, Bedro (Pedro), Bido, Bogo, Dahto, Devlo (Dolo), Domo, Dodo, Ebro, Enho (Enf), Erho, Eylo, Eyo, Fahro, Gâro, Gobo, Golo (Kolo), Gopo, Gosto, Habo, Haço, Hano, Hoşo, Kablo, Karo, Karbo, Kayo, Kerbo (Kirbo), Keyo, Korgo (Gorgo), Keblo, Kermo, Kemlo, Komi, Kedo, Kedirgo, Mago, Mano, Marbo, Mardo, Maso, Melehdo, Miço, Miho, Mihro, Miko, Minco, Mirco, Molo, Niko, Nuro, Nurso, Ohno, Omno, Uso, Odo, Pedo, Peydo, Polo, Rahto, Rasto, Samo, Sano, Serko, Simo, Şimo, Tano, Tato, Tavo, Toho, Tomo, Toro, Zeko olup, nerede ise her adın sonu -o- sesi ile biten bir kısaltılmasının olduğuna şahit olmaktayız. 13- Gayrimüslimlerin yaygın olarak kullandıkları adlar ise: Ağya, Arakil, Arutin, Astur (Astor), Avanis, Bağdaser, Bağdo, Barsum, Bido, Boğo, Boğos, Ebelhad, Ermiye, Estadur, Haço, Hanna, Herebid (Hirebid), İgüp (İgop), İşu’a, İlkon, Kerebid, Kerbo, Kespır, Kiragos (Giragos-Gragos), Korgo (Gorgo), Kirkor, Kiryakis, Mardo, Melkon, Minas, Nikogos, Ohan, Onan (Unan), Osib, Pedris (Pedrus), Sahak, Serkis, Simo, Şem’un, Tohman, Toho, Tomo, Toro, Yagob’tur. 14- Gayrimüslim kişi adları arasında Müslümanlarca da kullanılan Nurican, Ahican, Muratcan, Hasancan, Ağcan, Ağacan, Bican, Bucan gibi 5 6 54 BOA, MAD, Defter No: 3639, s.23-24. BOA, MAD, Defter No: 3639, s.20, Na’mi v. Na’mi gibi. Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT adların yanında, Elican (1), Malincan (1+47=5), Mirincan (12+17=29), Rasincan (1), Ruhican (13+14=27), Tomcan (38+40=78), Yağopcan (1+1=2) gibi kendilerine has isimlere, can sıfatını ekleyerek Müslümanlardaki ad verme geleneğinin aynısını yaşattıkları görülmektedir. Bu grupta özellikle Tomcan ve Mirincan adlarının rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. 15- Diyarbakır’daki Rum mahallesi sakinleri arasında da Türkçe adların yaygın bir kullanımının olduğu anlaşılmaktadır. Adı geçen mahallede 80 cizyegüzarın mükellef kuşağında 53, baba adı kuşağında 49 adın kullanıldığı tespit edilebilmektedir. Bunlardan Arslan 2, Kaplan 2, Karaca 1, Kızıl 1, Şahin 1, Kaya 1 (tamamen Türkçe), Selman 1, Ruhican 2, Handan 1, Yusuf 3, İsa 2, Abdi 2, İbrahim 3, Akdes 1, Cano 1, İskender 1, Sefer 2, Rızkullah 1, Bali 1, Mihail 6, Mose 3, Yağop 1 gibi Müslümanlarca da kullanılan isimler olduğu görülmektedir. Rum mahallesinde, mükellef kuşağında kullanılan 53 isimden 6’sının tamamen Türkçe olmak üzere, 22’sinin ortak kullanılan adlar olduğu görülmektedir. Ortak adların toplam adlara oranı % 41.5 gibi yarıya yakın bir rakamdır. Gayrimüslimler arsında Türkçe adların kullanım oranının, Zile/Artıkabad (Artova)’da % 50 olduğu bildirilmektedir8. Baba kuşağında Ayvaz 1, Budak 1, Karaoğlan 1, Bali 1, Arslan 1, Abdullah 1, Abdünnur 1, Sefer 1, Selman 2, Ruhican 1, İsa 1, İbrahim 2, Hızır 1, Abdi 4, Mansur 1, İmirza 1, Yagop 29 gibi ortak adların kullanıldığı tespit edilmektedir. Tablo: 1 Gayrimüslimler ile müslümanlar’ın kullandıkları ortak şahıs adları Adlar Sayı Baba adı sayı 1- Abdal 5 - 2- Abdi 34 37 3- Abdo 4 - 4- Abdünnasır - 1 5- Abdünnur 10 20 6- Abdulahad 1 - 7- Abdülaziz 1 1 8- Abdülgârim 1 - 7 8 9 Birinci rakam, mükellef kuşağında geçen sayıyı, ikinci rakam ise baba adları sayısını göstermektedir. Kurt, “Sivas Sancağı…”, s.238. BOA, MAD, Defter No: 3639, s.13–14. 55 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adlar Sayı Baba adı sayı 9- Abdulhalik - 1 10- Abdülk’ar (A. Kahhar) - 1 11- Abdülkerim 5 7 12- Abdülküddus - 1 13- Abdülmeryem - 1 14- Abdülmerik 1 - 15- Abdülmesih 1 2 16- Abdullah 26 37 17- Abdürrahman 3 2 18- Ağacan 1 - 19- Ağanos (?) 2 2 20- Ağcan (Akcan) 2 8 21- Ağco 5 - 22- Adem 1 - 23- Ağoğlan (Akoğlan) - 1 24- Ahican - 9 25- Aho (Ahu) 1 - 26- Akdes 23 6 27- Alaço 1 - 28- Allahverdi 3 2 29- Altun 1 - 30- Arslan 88 67 31- Arzu 2 - 32- Ataullah 4 7 33- Ayvad 2 1 34- Ayvaz 6 5 35- Aziz - 2 36- Azizcan 1 1 37- Babacan 1 1 38- Bahadır 2 2 39- Bahri 3 6 40- Bahro - 2 56 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Adlar 41- Balık 42- Balı (Bali) 43- Sayı Baba adı sayı - 1 17 17 Bayram 2 4 44- Bayındır 2 - 45- Bayro - 1 46- Berhudar 1 - 47- Beyli 1 - 48- Bican 1 - 49- Bucan 1 - 50- Budak 1 3 51- Bulud 1 - 52- Bulmuş - 2 53- Bünyamin - 3 54- Cafer 1 - 55- Canan - 1 56- Canaziz - 1 57- Cano 1 3 58- Cebrail 2 1 59- Cemkuş - 1 60- Cello 3 - 61- Comar (Çomar) - 1 62- Cuma 3 6 63- Çapğun (Çapkın) 1 4 64- Çerkes 2 1 65- Çaylak 1 - 66- Çalık - 1 67- Çıplak 1 - 68- Davud 8 9 69- Derviş 9 10 70- Devlet - 1 71- Devletyar - 2 72- Dilenci 1 57 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adlar Sayı Baba adı sayı 73- Diri 1 - 74- Durdu - 1 75- Durmuş - 1 76- Emir 4 7 77- Emirhan 78- Emirze (İmirza) 79- 10 33 100 76 Etem 12 6 80- Evran 1 - 81- Eyüp 2 - 82- Fazlü (Fazlı) 1 5 83- Ferah - 1 84- Ferhad - 2 85- Fethi 2 - 86- Fetho 2 1 87- Feyyaz - 1 88- Feyyazbal 1 - 89- Genco - 1 90- Gulamullah - 1 91- Gülhas - 1 92- Habib 1 6 93- Habil 1 - 94- Halife 1 - 95- Handan 14 11 96- Harun - 2 97- Haro 2 - 98- Hasan - 1 99- Hasancan 1 1 100- Hıdır (Hızır) 13 10 101- Hıdırşe 13 12 102- Hınzır 1 - 103- Hindi 5 5 104- Hüdaverdi 1 - 58 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Adlar Sayı Baba adı sayı 105- Hüdayi 1 - 106- Hürmüz 7 10 107- Hüsrev 2 3 108- İbrahim 107 99 109- İbrahimşe (şah) - 2 110- İsa 15 16 111- İshak 11 9 112- İskender 7 2 113- İzzo 13 9 114- Kaplan 19 5 115- Kalender - 1 116- Kara 1 - 117- Karaca 1 - 118- Karagöz - 2 119- Karaoğlan 1 - 120- Kasım 1 - 121- Kaya 1 - 122- Kenan 1 - 123- Kerim 1 - 124- Keşkül - 1 125- Kılıç 2 - 126- Kızıl 35 40 127- Köse - 4 128- Kumru 1 - 129- Kuru 1 - 130- Maksud 28 20 131- Malican 1 4 132- Malkoç 1 - 133- Mansur 1 2 134- Ma’ruf 1 - 135- Matlub 4 2 136- Mazlum 1 59 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adlar Sayı Baba adı sayı 137- Memleket 2 1 138- Mesud - 2 139- Mizan 1 - 140- Musa 3 - 141- Mübarek 2 1 142- Mübarekşe (şah) 1 2 143- Na’mi 23 26 144- Nazar 8 12 145- Necmi 1 1 146- Nesih 1 - 147- Nesim - 1 148- Nisan 1 6 149- Nuri 9 6 150- Nurican 4 5 151- Nuro 4 8 152 - Ömer (?) - 1 153- Piri - 1 154- Reşid 1 - 155- Reyhan - 1 156- Rızkullah 1 5 157- Ruhican 13 14 158- Sadaka 4 4 159- Sadullah - 1 160- Saido 1 - 161- Saru 4 4 162- Saruhan 6 2 163- Sefer 66 71 164- Selman 9 8 165- Selmo 1 - 166- Servan - 1 167- Sevdik 1 - 168- Sinan - 1 60 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Adlar Sayı Baba adı sayı 169- Sülük 1 - 170- Sürmeli 1 - 171- Şa’ban 1 - 172- Şahin 56 24 173- Şahveled 1 1 174- Şahverdi - 3 175- Şahvirdo - 1 176- Şahnazar - 1 177- Şeref 1 - 178- Şehriyar - 1 179- Şükrü 10 8 180- Taştimur - 1 181- Toğan (Doğan) - 1 182- Verdi - 1 183- Yagop 27 37 184- Yagobcan - - 185- Yakub 1 - 186- Yahya (?) 1 - 187- Yaruk - 1 188- Yiğid 1 - 189- Yusuf 65 41 190- Zeki - 1 191- Zeko 5 1 Tablo:2 Gayrimüslimlerin en çok kullandıkları 20 isim Adlar Şehir Köy Toplam 1 Haço 142 56 202 2 Serkis 165 33 198 3 Ebelhad 116 72 190 4 Kerebid 137 32 169 5 Avanis 111 39 150 61 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adlar Şehir Köy Toplam 6 Tomo 85 48 133 7 Mardo 92 37 129 8 Estadur 77 25 103 9 Tohman 88 14 102 10 Kiragos 59 35 94 11 Margos 89 1 90 12 Hanna 47 39 86 13 Korgo (Gorgo) 55 26 81 14 Kespır 54 23 77 15 Nikogos 62 13 75 16 Osib 55 10 65 17 Onan (Unan) 56 8 64 18 Bağdaser 44 13 57 19 İgüp 43 11 54 20 Ağya 48 5 53 Tablolarda verilen sayıların doğruluğu yüzde yüz olmayabilir. Çünkü gözden kaçan, ya da tam doğru okunamayan adlar olabilir, ancak isimlerin dağılımı hususunda bir fikir vereceği şüphesizdir10. Kafkasya’da III-IV. yüzyıllarda11, Anadolu’da 101812 tarihinde başlayan Türk-Ermeni ilişkileri yakın geçmişe kadar dostane geçmiştir. Bu uzun süren birliktelik sırasında, iki toplum arasındaki etkileşim sadece kendini şahıs adlarında göstermiş değildir. Ermeniler arsında Türk âşık geleneğine göre şiirleri olan, saz eşliğinde çalıp söyleyenler de olmuştur13. Hatta Köroğlu ve başka Türk halk hikâyelerinin, Ermeni varyantlarının yaygınlığı14 iki toplum arsındaki kültürel öğelerin çokluğuna işaret etmektedir. 10 Tahrir defterlerindeki kişi adları ile cizye defterlerindeki kişi adlarının mukayesesini bir başka çalışmada sayısal olarak karşılaştıracağımızdan bütün isimlerin dökümü burada verilmemiştir. 11 Fikret Türkmen, Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri, İzmir 1992, s.1. 12 Ali Sevim, Genel Çizgileri İle Selçuklu Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.7. 13 Şevket Beysanoğlu, “Diyarbakır Halk Kültüründe Saz Şâirleri Geleneği ve Türkçe Söyleyen Diyarbakırlı Ermeni Âşuglar”, IV. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi Bildirileri II, Ankara 1982, s.63-72. 14 Türkmen, a.g.e., s.34-43, 66-72. 62 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT XVII. yüzyılın başlarında Diyarbakır’a uğrayan Polonyalı Simeon, şehirde 1 000 hanelik Ermeni nüfusunun olduğunu, hayatlarından çok memnun olduklarını, iki büyük kiliselerinin olduğunu, şehrin en önemli işletmeleri olan darphane, gümrük ve hanların yanında aşçılar, kebapçılar, ekmekçiler, bakkalların hep Ermenilerden olduğunu belirtmektedir. Bu yüzden, pazar ve yortu günleri şehir ıssızlaşır ve ölü bir hale15 dönüşür. Ermenilerin, Diyarbakır’da XX. yüzyılda da rahat bir yaşantı sürdürdükleri anlaşılmaktadır16. Aynı seyyah, Çapakçur’da Celâlîlerin tahrip ettiği Ermeni köylerinin, Çapakçur Beyinin çabası ile imar edildiğini ve dağılmış olan Ermeni nüfusun tekrar yerine gelmesi için kimseden korkmamaları gerektiği hususunda çaba gösterdiğini vurgulamaktadır17. Sonuç Diyarbakır’da, 1691 tarihinde, yaşayan gayrimüslimlerin kendi millî kültürlerine ait kişi adlarının yanında, Türkçe ve Türklerce kullanılan adları da rahatlıkla ve sıkça kullandıkları tespit edilebilmektedir. Bu durum, Diyarbakır’da, inançlarının farkına rağmen Müslümanlar ile gayrimüslimlerin, canlarından bir parça olan çocuklarına ad vermede büyük ölçüde ortak hareket ettiklerini göstermektedir. Diyarbakır’da yaşayan gayrimüslimlerin millî kültürlerinin izlerini taşıyan kişi adlarını rahatlıkla kullanabildiklerinin tespit edilmesi, adı geçen zümrenin kültürel bakımdan da rahat bir yaşantı sürdürdükleri, hâkim olan Müslümanların bu durumdan rahatsız olmadıkları anlaşılmaktadır. Bu hususun hem şehirde yaşayan gayrimüslimler, hem de köylerde yaşayan gayrimüslimler için geçerli olduğunu, Osmanlı idaresi boyunca adı geçen zümrenin yeni köy ve mahallelerine yayılmalarını delil göstererek, belirtmek mümkündür. 15 Hrand D. Andreasyan, Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi 1608–1619, İstanbul 1964, s.99. 16 Mehmet Mercan, Diyarbakır Türküsü, Diyarbakır 2002, s.192–195. Yazar bu eserinde ayrıca, 1800’lü yıllarda Diyarbakır’da meydana gelen olayları, komşusu Ermeni Dikran Usta’nın ağzından şöyle vermektedir: Ortadoğu’ya gönderilen ajan provokatörler aracılığı ile bölgedeki Araplar, Ermeniler ve Kürtler sürekli kışkırtılarak Müslümanlarla çatışmaya sokuldu. Hatta İsrail’in doğuşu da bu planın bir parçasıydı. Avrupalılar İsrail aracılığı ile Ortadoğu’yu, Ermeniler arcılığı ile de Kafkasları kontrol etmeyi planlıyorlardı... Mercan, a.g.e., s.195. 17 Andreasyan, a.g.e., s.93. 63 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gayrimüslimlerin taşıdıkları Türkçe şahıs adlarında, daha çok Arslan, Kaplan, Şahin, Hindi ve Kumru gibi hayvan isimlerinin öne çıktığı görülmektedir. Allahverdi adını saymazsak, gayrimüslimlerin taşıdıkları diğer Türkçe adların büyük ölçüde din dışı konulardan olması dikkat çekicidir. Gayrimüslimler arasında taşınan Arslan, Kaplan, Kızıl ve Şahin gibi bazı Türkçe adların, Kirkor, Vartan, Arakil ve İsa gibi klasik Hıristiyan adlarından daha çok kullanıldığı görülmektedir. Günümüzde Ermeni şahıs adlarının alâmet-i farikası olan sonu -yan ile biten adların, gerek XVI. yüzyılda ve gerekse XVII. yüzyılda henüz kullanılmadığı görülmektedir. Gayrimüslim şahıs adları arasında çift isimli olanlara da rastlanılmamaktadır. Gayrimüslimlerin şahıs adlarından hareketle milliyetlerini tespit etmek hemen hemen imkânsızdır. Diyarbakır’da Ermeni, Keldanî, Rum, Süryanî ve Yahudilerin oturdukları mahalleler bilinmekle beraber, orada yaşayan şahısların adlarına bakıldığında, hepsinde ortak adları bulmak mümkündür. Burada belki mahallelerin nüfus yapısının tek tip olmadığı hususu akla gelebilir. Nitekim Osmanlı döneminin birçok kent ve köyünde Müslüman ile gayrimüslimlerin beraber yaşadıkları gibi farklı Hıristiyan grupların da aynı mahalle ve köyde yaşabildiklerini, zayıf bir ihtimal de olsa, düşünmek gerekir. Bu bakımdan nasıl ki sadece adlarından hareketle Müslüman Türk, Arap, Fars rahatlıkla ayırt edilemiyorsa, benzeri durumun gayrimüslim şahıs adları için de geçerli olduğunu ifade etmek mümkündür. Baba adları Abdullah olanların ihtida etmiş gayrimüslim oldukları şeklindeki yaygın kanaatin doğru olmadığı anlaşılmaktadır18. Zira incelemiş olduğumuz defterde, adı Abdullah olanların, baba adları rahatlıkla İslâm dışı bir ad olabilmektedir. Bu durumda bunların ihtida etmiş gayrimüslimler olduğunu ifade etmek, hele buradan hareketle Osmanlı toplumundaki gayrimüslimler arasında ihtida edenleri tespite kalkışmak yanıltıcı sonuçlar doğuracaktır. Diyarbakır’da gayrimüslimlerin 99 mahalle, 62 köyde yaşıyor olmaları, tespit edilen yerlerin eskiden beri gayrimüslimlerin yerleşim yerleri olduğu şeklinde anlaşılması, yanıltıcı bir sonuç doğuracaktır. Diyarbakır’ın fethini müteakip yapılan tahrirde gayrimüslimlerin yaşadıkları köy sayısı 10 kadardı. Şehre civar köy ve kasabalardan gelen gayrimüslim olduğu ve bunların nerelerden geldikleri de 1540 tarihli tahrir defterinde bellidir. 18 Bu husus daha önce Yılmaz Kurt tarafından da belirtilmiştir. Bkz. Kurt, “Adana Sancağı…”, s.184. 64 Yrd. Doç. Dr. Mehmet Salih ERPOLAT Gayrimüslimlerin, Osmanlı Devleti’nin bölgeye hâkim olmasından sonra, buldukları rahat yaşama zemininde, nüfusları arttığı ve yaşadıkları coğrafyanın genişlediği tespit edilmektedir. Şahıs adlarının incelenmesi hususunda, tahrir defterlerinden sonra, cizye defterlerinin de önemli bir kaynak olduğu muhakkaktır. Bu iki kaynağın karşılaştırmalı olarak incelenmesinde, zaman içinde şahıs adlarında meydana gelen değişme ve gelişmeleri takip etmek mümkündür. Bu değişme ve gelişmeleri değerlendirerek, kültür tarihinin bazı noktalarını aydınlatmak mümkün olacaktır. 65 42 NUMARALI DEVELİ ŞERİYE SİCİLİNE GÖRE (1894–1895) DEVELİ’DE TÜRK ERMENİ İLİŞKİLERİ Okt. Mehmet SÜME Abant İzzet Baysal Üniversitesi E-mail: Mehmet_sume67@hotmail.com; Tel (GSM): 0 533 351 01 73 Özet 42 numaralı Develi şer’iye sicili kayıtlarındaki 192 belgeden 45 tanesi gayrimüslimlerle ilgilidir. Bu 45 belgeden 4 tanesi Aygösten mahallesinde oturan Rumlara, geri kalan 41 belge ise Ermenilere aittir. Siciller, ağırlıkla evlenme, boşanma, arazi ve su anlaşmazlığı ile miras ve şahsa karsı işlenen suçlar gibi hukukî belgeleri ihtiva etmektedir. Kayıtlarda Türkler ile Ermeniler arasında meydana gelen herhangi bir anlaşmazlığa dair belgeye rastlanmamaktadır. Hukukî konularda sadece Türklerin değil aynı zamanda Ermenilerin davaları da şer’î mahkeme tarafından yürütülmektedir. Örneğin, ölen bir Ermeninin mal taksimini ve çocuklarına vekil tayinini şer’î mahkeme yapmaktadır. Ermeniler kendi aralarındaki bir anlaşmazlıkta bir Türkü vekil tayin ettikleri gibi, benzer bir durumda Türkler de bir Ermeniyi vekil tayin etmektedir. Ticarî ilişkilere gelince; Türkler ile Ermenilerin arazi, emlâk, hatta bir hayvana ortak oldukları görülmektedir. Tarla, bağ, bahçe gibi arazilere hem Türkler ve hem de Ermeniler sahip olsa da tarım ve hayvancılık Türkler tarafından yürütülmektedir. Ticarî faaliyetleri ellerinde bulunduran Ermeniler için ise çoğu zaman Tüccar Esnafı tabiri kullanılmaktadır. Tereke kayıtlarında yer alan eşyaların sayısı ve maddî değeri bizlere ekonomik açıdan Ermenilerin Türklerden daha iyi durumda olduklarını göstermektedir. Okt. Mehmet SÜME Giriş Şer’î mahkemelerde tarih sırasıyla tutulan kayıtlara şer’iye sicili adı verilir. Bu siciller, mahkemeye intikal eden davalar hakkında kadıların verdikleri hükümleri içerir. Ayrıca devlet merkezinden gelen fermanlar, emirler ve tebliğler kadı tarafından tetkik edilip, doğru oldukları tespit edildikten sonra özetleri sicil defterlerine kayıt edilirdi1. Şer’iye sicilleri beylerbeyilik, sancak beyliği, kethüdalık ve voyvodalık gibi idarî kadılık, naiplik ve subaşılık gibi adlî kurumların hem idarî yapısını hem de fonksiyonlarını aydınlatan önemli belgelerdir2. Şer’iye sicillerinden yararlanarak tarihini ele aldığımız herhangi bir yerleşim biriminin idarî, sosyal ve ekonomik yapısına ilişkin çok çeşitli bilgiler edinebiliriz. H.1312–1313 (M.1894–1895) tarihli 42 numaralı Develi şer’iye sicilinde mevcut olan 192 belgeden 45 tanesi gayrimüslimlere aittir. Bu belgelerin 4 tanesi Aygösten mahallesinde oturan Rumlara, geri kalan 41 belge ise Ermenilere aittir. Belgelerde Türklerle Ermeniler arasında meydana gelen herhangi bir anlaşmazlığa rastlanmamaktadır. Ermenilere ait belgeler kendi aralarındaki alacak-verecek, miras ve vekil tayinleriyle ilgilidir. 1 2 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III, İstanbul 1983, s.343 Ahmet Akgündüz, Şer’iye Sicilleri, C.I, İstanbul 1998, s.12-16 69 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bir yıllık bir zaman diliminde kaydedilen 192 belgede Türk-Ermeni anlaşmazlığına dair bir belgenin bulunmaması, Bilakis ilişkilerin çok iyi olduğunu gösteren örnek belgelerin bulunması sempozyumun konusu olan Osmanlıda Birlikte Yaşama Sanatı’nın ruhuna uygun düşmektedir. A. Ermenilerin Hukukî Statüleri İslâm devletinin tabiiyetine girmiş ve cizye ile mükellef olan gayrimüslimlere zımmî adı verilir3. Zimmet akti ile İslâm Hukuku’nda devlet gayrimüslimlere din ve ibadet hürriyeti tanımakta, can, mal ve namus güvenliklerini garanti altına almaktadır4. Bu durumda millet Osmanlı Devleti’nde dinî toplulukların adıdır. Ermeniler Gregorian, Protestan ya da Katolik oluşlarına göre farklı milletlere bölünmüşlerdir5. 42 numaralı Develi şer’iye sicilinde Ermenilerle ilgili birçok belgede şahıslar tebaa-i Devlet-i Aliye’nin Ermeni milletinden şeklinde tanımlanmaktadır. Sadece aynı şahsa ait olan 178 ile 179. belgeler tebaa-i Devlet-i Aliye’nin Protestan milleti şeklinde başlamaktadır. Sicilde Ermenilerin çoğunluğunun hangi mezhebe bağlı olduğu belirtilmemekle birlikte, Develi’de yaşayan Ermenilerin Gregorian olduğu bilinmektedir6. Ermeni milleti tabiriyle çoğunluğu oluşturan Gregorian Ermenileri kastedilmektedir. 1860’da ABD Board misyoner teşkilâtına bağlı 20 kişilik bir grup Develi kazasının merkezi Everek’e gelmiştir. Teşkilâtın 1861–1862 tarihli raporunda bölgedeki çalışmaları açıklanmakta, halkın çalışmalara karşı olumlu yaklaştığı belirtilmektedir. 1863–1864 tarihli raporda ise durum değişmiş, arzu edilen başarının sağlanamadığı belirtilmiştir. Teşkilâtın 4 yıllık çalışmaları sonucunda sadece 60 yaşın üzerinde bir şahıs Protestanlığı seçmiş ve mal varlığını misyonerlere bağışlamıştır. 1864 tarihinden sonra Board misyonerlerinin raporlarında Develi’nin yer almaması, bizi Protestanlığın Develi Ermenileri arasında pek rağbet görmediği sonucuna götürmektedir7. 3 4 5 6 7 70 Pakalın, a.g.e., s.663. İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, C.10, s.216. Gülnihal Bozkurt, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara 1989, s.9. Şakir Batmaz, “1860–1870 Tarihli Amerikan Board Misyoner Teşkilâtı Raporlarında Develi Everek”, Bütün Yönleriyle Develi I. Bilgi Şöleni, Kayseri 26-28 Ekim 2002, s.727. Batmaz, a.g.m., s.727. Okt. Mehmet SÜME Sicilde, Protestan mezhebiyle anılan sadece bir şahsa rastlanılması, bu durumu destekler mahiyettedir. B. Hukukî Alanda Türk-Ermeni İlişkileri 42 numaralı sicilde Ermenilerin kendi aralarında vekil tayini, nafaka talebi, miras taksimi gibi konularda İslâm Hukuku’na uygun olarak şer’î veya nizamiye mahkemelerine başvurduklarına dair belgeler bulunmaktadır. a) H. 8 Şevval 1312 (M. 4 Nisan 1894) tarihli 20 sayılı belgede; Kilise mahallesinden Hatun isimli kadın babasının mirasından kendi hissesine düşen menkûl, gayr-i menkûl ve hayvanlara, annesi Gülürad ve kardeşleri Agop, Andiriyas ve Egoya’nın müdahale etmesi üzerine şer’î mahkemeye başvurmuştur. Bu konuda doğacak bütün hukukî işlemlerde dava vekillerinden Mumcuyan Ohannes Efendi’ye umumî vekâletname vermiştir8. b) H. 9 Ramazan 1312 (M. 4 Mart 1894) tarihli 12 sayılı belgede; Fenese Yukarı mahallesinden Serbenk isimli kadın bidayet mahkemesine müracaat etmiş, yine aynı mahalleden kocası Tenmiroğlu Serkiz’in bir yıl kadar önce beldeden ayrılarak kayıp olduğunu belirtmiştir. Serbenk kendisinin ve oğlu Karnin’in geçim sıkıntısı çektiğini belirterek kocasının malından geçimini sağlayacak kadar para talep etmektedir. Belgenin sonunda isimleri mevcut olan şahitlerin de bu durumu doğrulamasıyla hâkim, Serbenk ve oğlunun nafakaları için Serkiz’in malından sicilin kayıt tarihinden itibaren günlük ikişer kuruş taktir buyurmuş ve bu konuda Serbenk’e izin verilmiştir9. c) H. 25 Zilhicce 1312 (M. 19 Haziran 1894) tarihli belgede Kasapoğlu mahallesinden olup, bir süre önce Hacı Bedros oğlu Egiya’nın küçük oğlu Karabet’e reşit oluncaya dek dedesi Hacı Bedros şer’î mahkemede hâkim tarafından vekil tayin edilmiştir. Bu belgenin sonunda şahit olarak belirtilen şahıslar dava vekili, Karabet Efendi, mahkeme-i şer’iye kâtibi Abdurrahman Efendi, muhzır Hasan bin Mustafa’dır. Bilgilerden anlaşılacağı üzere Ermenileri ilgilendiren bir davada Türkler de şahitlik yapmaktadır10. 8 Develi Şer’iye Sicili (DŞS), Belge No: 20/317 9 DŞS, Belge No: 12/307. 10 DŞS, Belge No: 68/364. 71 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER d) H. 15 Ramazan 1312 (M. 16 Mart 1894) tarihli belgede Fenesi Aşağı mahallesinden Agop kızı Gurihiye’nin ölümü üzerine malları kocası Agop, annesi Estebar ve küçük kızı İhserben’e kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak, ölen Gurihiye’nin vasisi anneannesi Esteban ve babası Karabetoğlu Aziz, Guriye’nin bıraktığı mallar üzerinde hisse davası açmış ve bu konuda mahkeme-i şer’iyede doğabilecek bütün davalarda Kayserili dava vekillerinden Karabet Efendi’ye umumî vekâletname vermişlerdir. Bu durumu, şahitleri, mahkeme-i şer’iye kâtibi Abdurrahman Efendi, Salih Efendi ibni Ömer ve muhzır Hasan bin Mustafa’dır. Bilgilerden anlaşılacağı üzere Ermenilerin kendi aralarındaki bir davada şahitlerin üçü de Türktür11. e) 174 numaralı belgede Fenese Yukarı mahallesinden Karabetoğlu Arti’nin ölümü üzerine küçük oğlu Karabet ve küçük kızı Serpuhiye kalan hisseleri korumak için vasi gerekli olmuştur. Ölen Artin’in kardeşi Hacı Hecr, hâkim tarafından yeğenlerine vasi tayin edilir. Daha sonra miras kalan malların dökümü yapılmakta, sayıları ve değerleri belirtilip, Artin’in varisleri arasında paylaştırılmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus, bu paylaşımın İslâm Hukuku esaslarına göre yapılmış olmasıdır. İslâm Hukuku’nun miras konusundaki esaslarını çok genel hatlarıyla belirtecek olursak; zevce (eş) için mirasta iki durum söz konusudur. 1. Ölen kocanın çocukları yoksa kadın kocasından kalan malları ¼’ünü alır. 2. Ölen kocanın çocukları varsa kadın kocasının bıraktığı malların 1/8’ini alacaktır. Kız ve erkek çocukların durumuna gelince, kız (bint sulbiye) çocuklarının mirasçılığında üç durum söz konusudur; 1. Kız çocuk tek mirasçı ise mirastaki payı ½’dir. 2. Ölen şahsın erkek çocuğu yok ve kızlar birden fazla ise mirasın 2/3’ünü kız çocukları aralarında paylaşmaktadırlar. 3. Kız çocuklar yanında erkek çocuklar da varsa muayyen hisse sahipleri hisselerini aldıktan sonra kalan miktar kız çocuklarıyla erkek çocuklar arasında paylaştırılmaktadır. Yalnız, bu paylaşımda bir oğula iki kız hissesi verilir12. 11 DŞS, Belge No: 15/310. 12 Hamza Aktan, Mukayeseli İslâm Miras Hukuku, İstanbul 1991, s.102, 111. 72 Okt. Mehmet SÜME Bu uygulamaların gerekçeleri ve izahı İslâm Miras Hukuku içersinde vardır13. Biz burada bu genel bilgileri bir durum tespiti yapmak amacıyla verdik. Buna göre yukarıda bahsettiğimiz, Artin’in mirası şu şekilde paylaştırılmıştır; miras olarak kalan malların toplamı 12 810 kuruş tutmuştur. Mahkeme masrafları ve çeşitli vergiler çıkarıldıktan sonra kalan miktar 12 562 kuruştur. Arti’nin eşi Serpuhi eşyadan ve emlâktan olmak üzere toplam 1 571 kuruş, 10 para almıştır. Bu miktar, yukarıda İslâm Miras Hukuku’nda kadın için yapılan ikinci açıklamanın kapsamına girmektedir. Çocukları olan eş, mirasın 1/8’ine sahip oluyor. Erkek çocuklardan Kirkor, Ohannes, Heznun ve Karabet’in her biri 2 198 kuruş, 14 para almaktadırlar. Kız çocukları Maryam ve Hekeszar 1 099 kuruş, 7 para almışlardır14. Bu oranlar da yine yukarıda kız çocukları için yapılan açıklamanın üçüncü maddesine girmektedir. Yani kız çocukları erkek kardeşlerinin yarısı kadar hisse almışlardır. Elde edilen bu bilgilerden Hıristiyan olan Ermeni bir ailenin miras taksimini İslâm Hukuku esaslarına uygun olarak yaptığını açıkça görmekteyiz. C. Ticarî Hayatta Türk Ermeni İlişkileri Sicilde Ermenilerden bahsedilirken tüccar esnafı15, kunduracı esnafı , sarrafattan tabirleri kullanılmaktadır. Ermenilere ait tereke kayıtlarının çoğunda dükkâna rastlanmaktadır. H. 18 Rebiyülevvel 1313 (M. 6 Eylül 1895) tarihli 105 numaralı belgede Kilise mahallesinden Hacı Egıya oğlu Ohannes’in tereke kayıtlarında Büyükküllük’te, Kuyumcular caddesinde 500 kuruş değerinde bir dükkân, Yoğurt Pazarı’nda Kalaycı Agop’la ortak 4 000 kuruş değerinde iki dükkânı olduğu kayıtlıdır. Ayrıca kuyumcuya mahsus edevat şeklinde 500 kuruş değerinde malzemeden bahsedilmektedir. Ermenilere ait diğer tereke ka16 13 İslâm Miras Hukuku’nda kardeşlerden erkeğe iki kıza bir hissesi verilmesinin, kocanın da karısının aldığı hissenin bir kat fazlasını almasının sebeplerini, İslâm müellifleri genel olarak şu şekilde izah etmektedirler: Erkek kendi nafakası ile birlikte karısının, çocuklarının, hatta gerekirse yakın akrabalarının nafakasını teminle mükelleftir. Kadın evli olduğu takdirde, kendi nafakasını dahi kendi malından temin etmekle mükellef değildir. Ayrıca kadın, malını artırmak için her türlü ticarî, sınaî ve ziraat faaliyetlerinde bulunabilme hakkına da sahiptir. Bu durum kadının lehine olarak yorumlanmaktadır. Bu da erkeğin kadına oranla malî bakımdan biraz daha himayeye mahzar olması gereğini ortaya çıkarmaktadır. Aktan, a.g.e., s.109-110 14 DŞS, Belge No: 174/33. 15 DŞS, Belge No: 52/348, 93/348. 16 DŞS, Belge No: 146/5. 73 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yıtlarında da benzer durumlarla karşılaşmamız ticarî faaliyetlerin ağırlıkla Ermenilerin elinde olduğuna dair genel bilgilerimizi desteklemektedir. Ermeniler arasında tarım ve hayvancılık faaliyetlerine gelince; H. 5 Zilkade 1312 (M. 30 Nisan 1894) tarihli 42 numaralı belgede, Develi’ye bağlı Köstere nahiyesinin merkezi Tomarza’dan Semhakoğlu Karabet’in terekesinde, 750 kuruş değerinde 3 adet öküz, 100 kuruş değerinde bir adet inek, bir adet tosun, 50 kuruş değerinde bir adet eşek ve 400 kuruş değerinde 11 adet koyun kayıtlıdır17. Diğer terekelerde hayvan kayıtları oldukça nadir görülmektedir. Ermenilerin sahip oldukları arazilere gelince Köşkpınar, Mazakyeri, Kelmak, Bozburun, Çobanbağı, Kayabaşı ve Körkuyu gibi mevkilerde bağ ve bahçelere sahip oldukları görülmektedir18. Ermenilerin ekonomik durumunu ortaya koyduktan sonra Türklere ait terekelerde ağırlıklı olarak çok sayıda büyük ve küçükbaş hayvanlara rastlanması, tarımla uğraşanların rençber taifesi olarak adlandırılması19 Develi’de ticarî faaliyetlerin Ermeniler tarafından, tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin ise Türkler tarafından yürütüldüğünü ortaya koymaktadır. Böylece birlikte yaşayan Türkler ve Ermeniler, meydana gelen bu işbölümü ile karşılıklı olarak ticaret, tarım ve hayvancılık alanlarında birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamışlardır. D. Sosyal ve Kültürel Hayatta Türk Ermeni İlişkileri Sicilde adı geçen 16 mahalleden Fenese, Tekuşa, Su, Kasapoğlu ve Kilise mahallesinde Ermenilerin oturduğu anlaşılmaktadır. Bazı belgeler Fenese İslâm mahallesi şeklinde başlamakla birlikte20 böyle bir ayrım yapılmadan Fenese Aşağı ve Fenese Yukarı mahallesinden şeklinde başlayıp, hem Türklere, hem de Ermenilere ait belgeler bulunmaktadır21. H. 17 Zilhicce 1312 (M. 11 Haziran 1894) tarihli 65 numaralı belgede Ahmet Kâhya bin Osman’ın ölümü üzerine hanımı Ayşe isimli kadın kendisi ve vasisi oğlu Hacı Osman adına mahkemeye müracaat etmiştir. Üvey 17 DŞS, Belge No: 42/338. 18 DŞS, Belge No: 173/32. Belgede geçen yerler ağırlıkla üzüm bağlarının olduğu bölgelerdir. 19 DŞS, Belge No: 171/30, 172/31. 20 DŞS, Belge No: 3/301 21 4 numaralı belge Fenese mahallesinden Süleyman bin Mehmet’e aittir. 12 numaralı belge Fenese Yukarı mahallesinden Serbenk binti Hacı Nişan’a aittir. 74 Okt. Mehmet SÜME kızları ve onların kocaları tarafından mahkeme-i şer’iye ve nizamiyede vuku bulmuş veya bulacak her türlü davada vekil tayin etmiştir. Vekiller Cami-i Kebir mahallesinden Hüseyin Efendi ibn Ömer ve dava vekillerinden Karabet Efendi’dir. Buradan anlaşılacağı üzere bir Türke ait davada bir Ermeni dava vekilliği yapmaktadır22. H. 15 Şaban 1313 (M. 1 Şubat 1895) tarihli 178 numaralı belgede Fenese Aşağı mahallesinden Agop oğlu Ohannes ile H. 5 Ramazan 1313 (M. 19 Şubat 1895) tarihli 191 numaralı belgede Fenese Aşağı mahallesinden Karabetoğlu Ohannes’in tereke kayıtlarında 50 ve 25 kuruş değerinde birer adet seccade kayıtlıdır23. Ermenilerin terekelerinde yer alan bu seccadeler eğer maddî değeri veya başka herhangi bir nedenle edinilmemiş ise bu durum bizi acaba Ermeni bir aile kendilerini ziyarete gelen Türk komşuları için seccade mi bulunduruyordu? Düşüncesine sevk etmektedir. Türklerle Ermeniler arasındaki ilişkilerin iyi olduğunu gösteren ilginç bir bilgi de 149 numaralı belgede yer almaktadır. Senderemeke karyesinden Mehmet bin Mustafa’nın tereke kayıtlarında 350 kuruş değerindeki bir deveye Kör Serkiz adlı bir Ermeni ile ortak olduğu kayıtlıdır. Sonuç Sonuç yerine şu belgeyi aktarabiliriz; H. 25 Safer 1313 (M. 17 Ağustos 1895) tarihli 93 numaralı belgede, Fenese Yukarı mahallesinden Hacı Serkizoğlu, Hacı Krikor ve oğlu Karabet bidayet mahkemesine müracaat ederek, Kozan sancağına bağlı Feke kazası köylerinden Satı ahalisinden ve tebaa-i Devlet-i Aliye’nin Rum milletinden Tavil Yadim ve oğulları Anasdi ve Vasil’de olan alacaklarının tahsili ve şer’iye mahkemelerinde vuku bulacak her türlü davada Feke kazası malmüdürü Celal Efendi’yi vekil tayin etmektedir. Celal Efendi’nin kabulü üzerine vekâlet sicile kaydedilmiştir. İşte birlikte yaşamanın en güzel örneği bir Ermeni, Rumdan alacağını tahsil etmek için bir Türkü vekil tayin etmektedir. Birlikte yaşama sanatı bu olsa gerek. 22 DŞS, Belge No: 65/361 23 DŞS, Belge No: 178/37, 191/50 75 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça 42 Numaralı Develi Şer’iye Sicili, Özel No: 42, Millî Kütüphane. Akgündüz, Ahmet, Şer’iye Sicilleri, C.I-II, İstanbul 1998. Batmaz, Şakir, “1860–1870 Tarihli Amerikan Board Misyoner Teşkilâtı Raporlarında Develi (Everek)”, Bütün Yönleriyle 1. Develi Bilgi Şöleni, Kayseri 26–28 Ekim 2002. Bozkurt, Gülnihal, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, Ankara, 1989 Ortaylı, İlber, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, C. 10, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara …. Pakalın, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C.III 76 Okt. Mehmet SÜME Ek: Belge No: 93 77 OSMANLI İMPARATORLUĞU’NUN SON DÖNEMİNDE MARAŞ SANCAĞINDAKİ ERMENİLERİN EKONOMİK DURUMLARI VE YÖNETİMDEKİ YERLERİ Yrd. Doç. Dr. Memet YETİŞGİN Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: myetisgin@ksu.edu.tr; Tel: 0 344 219 13 20 Özet Gayrimüslimlerin Osmanlı ekonomisindeki ağırlıklı yerleri tartışılmaz bir gerçektir. Para getiren ekonomik kollarındaki etkileri ile ekonomik alanda zengin bir yere sahip olan gayrimüslimler, özellikle ticaret, kuyumculuk, demircilik, marangozluk, yapı işçiliği, doktorluk gibi alanlarda önemli işler yapmaktaydılar. Asırlar boyu askerlik ve devlet memurluğunun önündeki sınırlamalardan dolayı kendilerini ekonomik işlere veren gayrimüslimler, hem devletin ekonomisi içerisinde güçlü bir yere sahip olmuşlar ve hem de birlikte yaşadıkları tüm topluluklardan daha zengin bir duruma gelmişlerdir. Maraş sancağı dâhilinde zengin iş kolları gayrimüslimler tarafından ağırlıklı olarak işletilmekteydi. Maraş şehir merkezinde çarşılara sahip olan, uluslararası şirketler kuran Maraşlı Ermeniler, sancak dâhilinde ekonomik yönden oldukça zengin bir yapıya sahiptiler. Ekonomik yönden zenginlikleri, onların daha rahat bir hayat sürmesine yol açmıştı. Yönetimde de, özellikle ekonomik faaliyet içeren işlerde, Ermeniler etkili roller oynamışlardı. Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Giriş Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimler Türkler, tüm idareleri altındaki toplumları yönetirken, Müslüman ve Müslüman olmayanlar arasında adalet prensiplerini her zaman göz önünde tutmuşlardır1. Töre olarak bilinen örf hukukunun gereği olarak adalet, eşitlik ve insanî değerlere bağlılık Türk yönetim anlayışının temellerini oluşturmuştur. İslâm dairesi içerisinde şer’î hukukun kaidelerini uygularken bile kendi örf hukuklarından azamî ölçüde faydalanmışlardır. Hatta Türkler idare ettikleri coğrafya üzerindeki halkların en mükemmel bir şekilde yönetimi için eski Roma, Türk ve Bizans hukuk ve idarî kaidelerini devam ettirmekte bir sakınca görmemişlerdir2. Osmanlı Devleti, sınırları içerisinde yaşayan gayrimüslimlere yönelik koruyucu bir politika izlemiştir. Geniş ülkede yaratılan barış ortamı tüm unsurların çıkarına olarak geliştirilmiş ve sürdürülmüştür. İslâm Hukuku ile örfî hukukun kaideleri içerisinde kalınarak her zaman bir hukuk devleti özelliğini korumuştur. İslâm Hukuku’na göre zımmî kabul edilen, vermekle zorunlu olduğu haraç ve cizye gibi vergileri verdiği sürece devletin koruması altında güvenle yaşayan gayrimüslimler, örf hukukundan gelen 1 2 Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, TTK Yayını, Ankara 1990, s.VII. İlber Ortaylı, Osmanlı Barışı, Ufuk Kitabevi, İstanbul 2003, s.17. 81 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ve Türk devlet yönetme geleneğinin tüm tebaaya yönelik adalet, hoşgörü ve eşitlikçi anlayışını içeren yapısı içerisinde oldukça ve mümkün mertebe rahat bir hayat yaşamışlardır. Gayrimüslimler, Osmanlı idaresi altında ve Osmanlılara özgü Millet Sistemi içerisinde sosyal, dinî, ekonomik ve kültürel varlıklarını korumuşlardır. Örfî hukuk, şer’î hukuka açıkça ters düşmemek kaydıyla, çoğunlukla akla ve çağın gereklerine uygun kanunları içerdiğinden, toplumu mümkün mertebe akla ve zamana uygun idare etme amacına hizmet etmiştir3. Töre olarak öteden beri Türk yönetme sanatını belirleyen hukuk, dört temele dayanmaktaydı: adalet, eşitlik, insancıllık ve hoşgörü. Töreye göre herkes eşit idi. Kral ile sıradan insan arasında bir fark yoktu. Herkese kanunla ve adaletle yaklaşma ilkesi benimsenmişti4. Böylece gayrimüslimler Türk töresi gereği adaletle ve eşitlikle yönetilme hakkına kavuşmuş bulunuyorlardı. Adalet, eşitlik ve hizmet etme gibi esas unsurları değişmeyen töre içinde, zamanın ve mekânın gereklerince akla uygun yenilikler yapmak mümkündü. Gayrimüslimlerin yaşadığı yerler için çıkarılan kanunlarla devlet, halkın keyfî idare altında ezilmesini önlemeye çalışmış5, onların daha rahat ve güvenli bir hayat yaşamasına yardımcı olmuştur. Rum, Ermeni ve Yahudi olarak üç temel guruba ayırdığı azınlıkları, Millet Sistemi içerisinde yönetmiştir. Millet Sistemi gayrimüslimlere devlet içerisinde son derece önemli ayrıcalıklar kazandırmıştır. Kayd-ı hayat şartı ile kendi cemaatleri tarafından seçilen ve Osmanlı Sultanı tarafından bir beraat ile onanan Patrikler (millet başları), kendilerine tanınan yetkiler dâhilinde dinî, sosyal, ekonomik ve hukukî yetkilerini kullanarak, kendi toplumlarını yönetmişlerdir6. Zaman zaman Osmanlı idaresinin kendilerine verdiği avantajları dile getiren azınlıklar, Osmanlı Sultanı’na geçmişten bu güne kendilerine sunduğu 3 4 5 6 82 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, 1453–1559, Cilt 2, Cem Yayınları, İstanbul 1995, s.40–41; Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet Sistemi”, Türkler, Cilt 10, s.216; Mehmet Akif Aydın, “Osmanlı Hukukunun Genel Yapısı ve İşleyişi”, Türkler, Cilt 10, s.15; Gülnihal Bozkurt, Alman-İngiliz Belgelerinde ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu 1839–1914, TTK Yayını, Ankara, s.8. Mehmet Saray, The Principles of Turkish Administration and Their Impact on the Lives of Non-Muslim Peoples: the Armenians as a Case Study, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2003, s.3-4. Aydın, “Osmanlı Hukukunun Genel Yapısı ve İşleyişi”, s.15. Bozkurt, a.g.e., s.30-31. Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN hoşgörüye dayalı yönetimden ve bir baba oğlu gibi yaşadıklarından dolayı teşekkür etmişlerdir7. Gerek eskiden beri şehirlerin sanatlarını ve sanayisini ellerinde tutmaları ve gerekse de ticarette önemli güce sahip olmaları nedeniyle gayrimüslimler gelir getiren ekonomik kollara sahiptiler. Müslümanların olduğu gibi kendilerinin de esnaf loncaları vardı. Toprak üzerindeki tasarruf hakkında ve işletmesinde de farklar pek bulunmamaktaydı. Zenginliklerini istedikleri gibi harcamakta, isterlerse varislerine ve isterlerse de kiliselerine miras olarak bırakabilmekteydiler8. Yaptıkları yaygın işler arasında sarraflık, bankacılık, hekimlik, mimarlık, kapıcılık, marangozluk, anahtar tamirciliği, nalbantlık, ayakkabıcılık, demircilik, gümüş işlemeciliği, yün elbise yapımcılığı, değirmencilik, terzicilik, öğretmenlik, doktorluk, kuyumculuk, saatçilik, ayakkabı tamirciliği, hizmetçilik, katırcılık, tüccarlık, silâh yapımcılığı ve ziraatçılık bulunmaktaydı9. Tam bir ekonomik serbestliğe sahip olan gayrimüslimler, zenginlikte Müslümanlardan daha iyi bir durumdaydı. Bunda, malî alanda önemli kazanç sağlayıcı bir iş olan ‘iltizam’ hizmetini yapabilmeleri dışında kamu hizmetlerine ve askerliğe kabul edilmemeleri etkili olmuştu10. İmparatorluğun savaşlarda sürekli yenildiği ve kayıplar verdiği dönemde Müslümanların nüfusu azalmış ve genç nüfusun eğitim ve üretim aşamasında askerlik hizmetinin zorunlu tutulması, onlar arasında sanat ve ticaretin gelişmesini olumsuz yönde etkilemiştir11. Oysa gayrimüslimler devletin verdiği güvenlik kalkanı içerisinde ticaret ve sanat kollarında kendilerini geliştirmişlerdir. Ticaret gayrimüslimlerin son derece başarılı olduğu bir ekonomi dalı idi. Gerek yabancı (ecnebi) tüccarlarla olan dinî yakınlıkları, gerekse de Osmanlı ülkesi içerisinde memuriyet ve askerlik hizmetlerinden uzak kalmalarının verdiği avantajlarla, gayrimüslimler uluslararası ticarette ön plana çıkmışlardı. Bu gelişmede, Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerdeki gayrimüslim halkın eskiden beri yaşadığı ekonomik hayata müdahale etmemesi de önemli olmuştur. Önceden yabancı ülkelerle ticaret yapan 7 Bilal N. Şimşir, Documents Diplomatiques Ottomanes: Affaires Armeniennes, 1896-1900, Volume 4, TTK Yayını, Ankara 1999, s.32. 8 Maraş Şer’iye Sicili (MŞS), Defter No: 231, Belge No: 575. Zengin bir Maraşlı Ermeni olan Kiğrok öldüğünde 3 000 liralık nakit parasının 600 lirasını Maraş Ermeni Katolik Kilisesi’ne vasiyet etmişti. 9 Şimşir, Biritish Documents, Volume 2, s.479; Bozkurt, a.g.e., s 155. 10 Akdağ, a.g.e., s.41. 11 Bozkurt, a.g.e., s.23. 83 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Rum, Ermeni ve diğer azınlıklar, Osmanlı idaresi altında da bu ayrıcalıklarını sürdürmüşlerdir. Osmanlı Devleti yabancı devletlere kapitülasyonlar dairesinde ekonomik ve hukukî ayrıcalıklar tanıdıkça, yabancı Avrupalı tüccarlar, imparatorluk içerisinde zengin bir ticarete sahip olmuşlardır. Ödedikleri düşük gümrük vergileri ve sürekli kazandıkları ekonomik ve hukukî içerikli kapitülasyon hakları ile yerli tüccardan daha avantajlı bir duruma gelen yabancı (müstemin) tüccarların kazançları ve zenginlikleri yerli tüccarların da iştahını kabartmıştır12. Bu zenginlikten pay almak isteyen Hıristiyan, Yahudi ve Ermeni tüccarlar yabancı tüccarların himayesine girmişlerdir. Bunlar yabancıların ülke içerisinde bir çeşit taşeronu gibi çalıştıkları gibi yabancı elçilik ve konsolosluklardan tercüman adı altında aldıkları beratlarla, yabancı bayrağı altında ticaret yapmışlardır. Böylece gayrimüslim tüccarlar, Osmanlı yasalarının emrettiği birçok vergiden muaf olmuşlardır. Bundan dolayı Müslüman tüccarlardan daha avantajlı bir duruma geçmişlerdir13. Durumun farkına varan ve sakıncalarını gören Osmanlı Devleti, III. Selim devrinde (1789–1807) yabancı devletlerle ticaret yapan azınlıklara kendisi berat vermeye başlamıştır. Bu şekilde berat alan tüccarlara Avrupa tüccarları denmiştir. Avrupa tüccarlarının zengin ticaretten kazancını gören Müslüman tüccarlar ise bunların taşeronu olmak veya onların hizmetine girerek ticaret yapmak zorunda kalmışlardır. Bu durumun doğurduğu sıkıntıları aşmak için de yabancı ülkelerle ticaret yapacak Müslüman tüccarlara beratlar verilmiştir. Bu tür tüccarlara da Hayriye tüccarları denmiştir. Avrupa tüccarlarının sayısı sınırsız tutulurken, Hayriye tüccarlarının sayısı sınırlandırılmıştır14. XIX. asırda gayrimüslimler artan oranda ayrılıkçı fikirler beslemeye ve ayaklanmalar çıkararak imparatorluktan ayrı devletler kurmaya başlamışlardır. Osmanlıların asırlardır uyguladığı Millet Sistemi ile kendilerine özgü yapılarını korumuş olan azınlıklar, dış devletlerin askerî ve siyasî yardımı ile özerklik veya bağımsızlık sağlayınca, kısa süre içerisinde kendi devletlerini kurmuşlardır. Bu başarı dahi onlara yönelik Türk yönetimi12 Şevket Pamuk, 100 Soruda Osmanlı-Türkiye İktisadî Tarihi 1550–1914, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1988, s.147. 13 Bozkurt, a.g.e., s.11; Pamuk, a.g.e., s.148. 14 Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı-İngiliz İktisâdî Münasebetleri-I 1580–1838, Türk Kültürünü Araştırma Ensititüsü Yayını, Ankara 1974, s.71–73. Başlangıçta İstanbul için 40, Şam, Halep, Bursa ve İzmir gibi vilâyetlere de 10’ar hayriye tüccarı kotası konmuştur. Sonradan aşırı talep üzerine bu sayılara 20’şer kişi daha eklenmiştir. Buna göre İstanbul’da 60, diğer yerlerde 30’ar hayriye tüccarı bulunacaktı. 84 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN nin gösterdiği ve asırlarca geriye giden hoşgörüyü göstermesi bakımından anlamlıdır. Azınlıkların devlete karşı sadakatini geliştirerek, imparatorluktan ayrılmalarını yavaşlatmak veya tamamen ortadan kaldırmak için Osmanlılar II. Mahmut’tan itibaren yenilikler yapmaya başlamışlardır. Tüm tebaanın can, mal ve ırz güvenliğini vurgulayan Sultan Abdülmecit devrinde (1839– 1861) çıkarılan ve devletin herkese yönelik eşit yaklaşımını sergileyen 1839 tarihli Gülhane Hatt-ı Hümayunu önemli bir başlangıç oluşturmuştur. 1856’da, yabancı devletlerin de baskısı ile çıkarılan Islahat Fermanı, gayrimüslimlere her alanda eşit ve hatta eskiden beri Millet Sistemi ile kazandıklarına ek haklar kazanmalarını sağlamıştır15. Böylece imparatorlukta ayrıcalıklı bir konuma gelen azınlıklar, devlete sadakatli olmak yerine sürekli yabancılardan yardım alarak, daha fazla ayrıcalıklar istemeye başlamışlardır. Osmanlı Devleti’nin gösterdiği ekonomik, siyasî ve askerî başarısızlıklar, onlara yönelik verilecek imtiyazların artmasını ve bu imtiyazların dış baskılar sonucu verilmesini sağlamıştır. Bu da Müslüman halktan gayrimüslimlere karşı olumsuz duygular doğurmuştur. Gayrimüslimlerin bir yandan zenginliği, diğer yandan ise devlete karşı takındıkları tutum ve davranışlar Türk ve Müslüman halkın tepkisine yol açmıştır. İngiliz konsolosu Palgrave’in 30 Ocak 1860 tarihli yazısında Türklerin gayrimüslimlere yönelik şikâyetleri arasında; gayrimüslimlerin önemsiz miktarda bedel ödeyerek askerlik hizmetinde kaçtıkları, hatta bu az miktarı dahi ödemedikleri, askerlik nedeniyle Müslümanların nüfusu azalırken, Hıristiyanların nüfusunun arttığı, Müslümanların acı ve sıkıntılarını anlatacak bir kimse ve mercî bulamazken, gayrimüslimlerin şikâyetçi olacağı birçok mahkeme, konsolos, ajan ve hatta elçiler bulunduğu, devletin tüm ekonomik yükünü ve baskılarını Müslümanların çektiği, gayrimüslimlerin daha lüks evlerde yaşayıp, daha pahalı elbiseler giydiği, Türklerin daha üretken ve çalışkan olmasına rağmen gayrimüslimlerin daha şımarık ve ileride göründüğü gibi şikâyetler gelmekteydi16. Yine aynı İngiliz konsolosu şu gerçekleri de dile getirmektedir: Türkiye’deki Hıristiyanların Müslümanlara kıyasla refah içinde olmalarını, onların daha enerjik, çalışkan ve erdemli olmalarına yormak yanlıştır. Gerçek şu ki, çalışkanlık, doğruluk, namusluluk ve dürüst iş çıkarma bakımından 15 Edouardt Englhardt, Tanzimat ve Türkiye, Tercüme Ali Reşad, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1999, s.126-129; Bozkurt, a.g.e., s.55. 16 Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians, 1856–1880, Volume 1, TTK Yayını, Ankara 1989, s.50–53. 85 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Müslümanlar şaşmaz biçimde Rum ve Ermeni hemşehrilerinden kesinlikle bir gömlek üstündürler. Ama ne var ki Müslümanlar muazzam bir yükün altında sistematik olarak ezilmişlerdir ve ezilmekteler. Hıristiyanlar ise Osmanlı Devleti’ndeki ayrıcalıklı durumlarını sürdürerek son yüzyıldan beri sürekli olarak zenginleşmişlerdir. Zenginleşmeleri de çok su götürür spekülasyonlarla, apaçık hilelerle ya da tefecilikle olmuştur17. Tanzimat dönemi reformları sonunda her alanda eşit duruma getirilen gayrimüslimler, eskiden beri, tüm olumsuzluklarına rağmen, Müslümanlara ait olan kamu hizmetlerine kabul edilince, azınlıklardan, özellikle de Ermenilerden, bürokrasiye girenlerin sayısı artmıştır. Tercümanlık işleri yanında, adliye, eğitim, belediye ve maliye ile ilgili kurumlarda görev almışlardır. Birçok Ermeni bakan ve yüksek seviye bürokrat olabilmiştir18. Osmanlı hariciyesinde 1844’te görev yapan gayrimüslimlerin oranı % 29 iken bu oran 1893’te % 67’ye yükselmiştir19. Tanzimat dönemi -özellikle de Islahat Fermanı’nın yayınlanmasından sonraki dönem- Osmanlı Devleti’ndeki azınlıkların hızlı bir şekilde örgütlendiği bir dönem olmuştur. Bir yandan devlet içerisinde kamu görevlerine kabul edilerek imparatorluğun genel imkânlarından yararlanma olanağı bulan azınlıklar, diğer taraftan yeni kabul edilen nizamnameler (millet anayasaları) ile dinî ve lâik kimselerden oluşan millet meclisleri oluşturmaya başlamıştır. 1862’de Rum Milleti Nizamnamesi ve 1863’te Ermeni Milleti Nizamnamesi kabul edilerek, bu azınlıklara devlet içerisinde devlet olma hakları verilmiştir. Maraş20 Sancağının Genel Coğrafyası Osmanlı son döneminde Halep vilâyetine bağlı bir sancak merkezi olan Maraş şehri, Torosların bir kolu olan şişman ve ağır görünümlü Ahır 17 Bozkurt, a.g.e., s.154. 18 İsrafil Kurtcephe, “1915 Ermeni Tehciri ve Doğurduğu Sonuçlar”, Maraş’ta Ermeni Sorunu Sempozyumu, Kahramanmaraş 2 Mayıs 2002, s.23; Bozkurt, a.g.e., s.155. Kurtcephe’ye göre; Osmanlı tarihi Ermenilerden 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyük elçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur kaydetmektedir. 19 Bozkurt, a.g.e., s.156. 20 Maraş Türkleri, Kuva-yi Millîye’nin de yardımı ile, mütareke döneminde Fransız işgaline ve Fransızlarla birlikte hareket eden Ermenilere karşı 21 Ocak–12 Şubat 1920 tarihleri arasında şiddetli bir savaş yapmıştır. Savaşın sonunda Türkler büyük bir zafer kazanmıştır. Bu zafer Millî Mücadele’nin ilk zaferi olduğu gibi, bölgede Fransız işgalinin sona ermesini sağlayan önemli bir tarihî olaydır. Bu başarısından dolayı Maraş’a 1925 tarihinde Türkiye 86 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN dağının güney etekleri üzerinde kurulmuştur. Maraş sancağının kuzey ve kuzey batı bölgeleri çoğunlukla dağlık, güney ve güney doğu kesimleri ise çoğunlukla düzlük ve alçak platolarla kaplı bir coğrafya arz etmektedir. Dağlık alanların büyük kısmını Toros dağları oluşturmaktadır. Dağlık bölgede Zeytun21, Fırnız, Göksun, Andırın bulunurken Elbistan, Pazarcık ve Maraş merkez düz ovalar ve alçak platolar üzerinde kurulmuştur. Maraş sancak merkezi, Ceyhan nehrinin kollarından olan Aksu çayı tarafından sulanan Çakal Ova ve Şeker Ova (Maraş Ovası) adları ile anılan çukur bölgeye hâkim konumda22, Ahır dağının zengin su kaynakları ile sulanan bağ ve bahçeciliğe müsait etekleri üzerinde kurulmuştur. Bu hal Maraş halkının bu dağ eteklerinde bağcılık ve bahçecilik yapmasına imkân vermiştir. Şehrin iklimi, yazları kurak ve şiddetli esen deli poyraz ile serinleyen sıcak; kışları ise kalın bir duvar gibi kuzeyi kaplayan Ahır dağının kuzeyde gelecek aşırı soğukları kıran, buna karşı güneyde İslahiye’ye doğru uzayan ovanın getirdiği ılıman Akdeniz iklimi ile ısınan ılıman bir iklime sahiptir. Şehir dört mevsimi yaşamakla birlikte, mevsimler arasında yer alan aşırı ısı değişimlerinden, soğuk ve sıcaklık farklarından daha az etkilenen bir konumdadır. Tablo 1: Osmanlı son döneminde Maraş merkez kaza ile sancağın nüfusları Şehir merkezi 1320/1904 Halep vilâyet sâlnamesi Müslüman Gayrimüslim 43 728 (% 77) 16 563 (% 27) 1312/1894 Halep vilâyet sâlnamesi 1914 Osmanlı nüfus istatistiği İngiliz Konsolos Albay Sir C. Wilson (1882) 50.356 (% 68) Sancak geneli Müslüman Gayrimüslim 114 964 (% 79) 29 764 (% 21) 109 648 (% 78) 30 694 (% 22) 23 517 (% 32) Büyük Millet Meclisi tarafından kahramanlık sanı verilmiştir. Bundan dolayı Maraş’ın adı Kahramanmaraş olarak değişmiştir. 21 Zeytun, Maraş sancağına bağlı bir kaza olup, Ermenilerin yoğun yaşadığı yerlerden birisi idi. Buradaki Ermeniler sık sık Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklanmalar çıkarmaktaydı. 1895’te Hınçak terör örgütünün çıkardığı ayaklanma Türk tarafından binlerce kayıp verilmesine yol açmıştı. 1914’te Osmanlı Devleti savaş içerisinde iken ilk ayaklanan Ermeniler de Zeytun’da çıkmıştı. 1915’te ayaklanan Ermenilere karşı gönderilen Binbaşı Süleyman, Ermeniler tarafından şehit edilmişti. Bu olaydan sonra Zeytun’un adı Süleymanlı olarak değiştirilmiştir. 22 Suraiya Faroqhi, “Marash”, The Encyclopaedia of Islam, Vol. 3, Luzac and Co., London 1936, s.505. 87 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şehir merkezi Müslüman Vital Cuinet (1881) Gayrimüslim Sancak geneli Müslüman 134 438 (% 75) Gayrimüslim 45 415 (% 25) Maraş’ın genel nüfus yapısına bakıldığında, sancağın toplam nüfusu 180 000 civarındadır. Bunun dörtte birden biraz azı gayrimüslim iken, gerisi Müslüman nüfustan oluşmaktadır. (Tablo 1). Gayrimüslimler daha ziyade Maraş merkez kaza ile Zeytun (Süleymanlı) kazasında toplanmışlardı. Özelikle Zeytun’un gayrimüslimlerce tercih edilmesi, dağlık bölgede silâhla kendilerini koruma ihtiyacı hissinden geldiği gibi23, çoğunlukla devlete karşı sorumluluklarından kaçmanın etkisi görülmüştür. Tablo 2: Maraş’ta bulunan önemli binalar24 Resmî ve dinî-cemaatî bina adı Hükümet konağı Redif deposu Kışla Askerî hastane Alman hastanesi Cami Mescid Medrese Mevlevihane Mevkonhane (?) Sayı 1 1 1 1 1 30 16 50 1 1 Resmî ve dinî-cemaatî bina adı İdadi İlk mektep Kız ilk mektebi İslâm mahalle mektebi Ermeni kilisesi Protestan kilisesi Katolik kilisesi Latin kilisesi Kolej mektebi Hıristiyan mektebi Sayı 1 10 1 20 4 3 2 1 2 15 Maraş sancak merkezindeki resmî, dinî ve cemaatî binalar, şehrin idarî, dinî, ekonomik ve sosyal yapısını anlamaya yardımcı olacak önemli ipuçları vermekteydi (Tablo 2). Dağlık ve ovalık arazilere sahip olarak kurulan Osmanlı şehirleri, çevre ile olduğu kadar kendi köyleri ve kasabaları arasında canlı bir ticarete sahip, dinî ve idarî merkezlerdi25. Bu binalar arasında azınlıklara ait kiliseler, okullar ve evler de bulunuyordu. Bu durum 23 Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians, Vol. 1, TTK Yayını, Ankara 1989, s.105. 24 1326/1910 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.461. 25 Yücel Özkaya, XVIII. Yüzyılda Osmanlı Kurumları ve Osmanlı Toplum Yaşantısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985, s.61. 88 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN onların dinî, eğitimsel ve ekonomik konularda bölgedeki ağırlığını göstermesi yanında, onlara yönelik Osmanlı Devleti’nin uyguladığı hoşgörüye dayalı idaresini göstermekteydi. Maraş her zaman önemli bir dinî ve idarî merkez olmuştur. Dulkadirli Beyliği’ne merkezlik yaptığı gibi, Yavuz Sultan Selim’in 1515’te beyliği Osmanlıya katmasından sonra da bu şehir; Maraş, Malatya, Gaziantep, Zülkadriye, Sümeysat sancaklarını içine alan beylerbeyilik haline26 getirilen önemli bir eyalet merkezi olarak kalmış ve sonradan Halep’e bağlı bir sancağa dönüştürülmüştür. 1914’te ise bağımsız bir sancak haline getirilmiş olan Maraş’ın daha on yedinci asırda 9 cami ve bir medreseye sahip olduğu belirtilmiştir27. Bu tabloda yer alan ve cami ve medrese gibi sadece Müslümanlara yönelik hizmet veren yerler, vakıflar aracılığı ile desteklenirken, kiliseler Hıristiyanlara yönelik olup kendi âkarları bulunmaktaydı. Çeşme, han, hamam, hastane, yetimhane, aşevi gibi yerlerin vakıfları vardı ve buraları hem Müslüman ve hem de gayrimüslimlere hizmet etmekteydi. Maraş’ta Gayrimüslimlerin Yönetime Katılımı Tanzimat döneminden (1839–1876) başlayarak gerçekleştirilen ve gayrimüslimlerin de yerel meclislerde görev almasını ve resmî işlerde çalıştırılmasını mümkün kılan yenilikler doğrultusunda, 18 Şubat 1856’da yayınlanan Islahat Fermanı ile gayrimüslimlerin Meclis-i Ahkâm-ı Adliye’ye katılmaları ve ayrıca vilâyet, sancak ve nahiyelerde de idarî meclislerde yer almaları ilkeleri kabul edilmiştir28. Eyalette zımmî varsa, metropolit ve iki kocabaş eyalet meclisine katılabilecekti. Sancak meclislerine de zımmîler alınacaktı29. Bu bağlamda, yerel yönetimlerde önemli görevler üslenen azınlıklar, özellikle ekonomi ile ilgili meclislerde idarî görevler almaya başlamışlardı. Zımmîlerin yönetim ve mahkeme meclisleri ile birçok kurumda aza olması bazı yerlerde tepkilere yol açmıştı. 1856’da Maraş’ta, 26 Ali Sevim, Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi: Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi, TTK Yayını, Ankara 1989, s.419. 27 Evliya Çelebi, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C. 9-10, Hazırlayan Mümin Çevik, Üçdal Neşriyat, İstanbul Tarihsiz, s.46; Refet Yinanç, Mesut Elibüyük, Maraş Tahrir Defteri (1563), Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara 1988, s.Xxxiii-xxxvi. Refet Yınanç ve Mesut Elibüyük’ün iddiasına göre, 1563 tarihli Maraş tahrir defterinde Maraş merkezi için 5 camii ve 5 medrese adı geçmektedir. 28 Englhardt, a.g.e., s.128-129. 29 Bozkurt, a.g.e., s.66. 89 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İngiliz konsolosluğunda çalışan bir zımmî mahkemede kadıya hakaret etti diye fanatik bir Müslüman grup tarafından ailesiyle birlikte öldürülmüştü30. Başlangıçta meclislere atanan gayrimüslimler alınan kararlara karşı muhalefet etmekten çekinmekte, sadece formalite gereği orada bulunmaktaydı. Devletin atadığı paşaların (üst düzey yöneticiler) iyi işler yapmaları, bölgedeki bozuk ve çıkarcı ayanlar tarafından iyi işler yapmaktan engellenmekteydi. Bazen meclisler halkı baskı altında tutmaktaydı. Bazen de üst düzey yöneticiler sorun çıkarmakta ve halkı kötü idare etmekteydi31. Sonraki dönemlerde azınlıklar elde ettikleri haklar doğrultusunda her mecliste ve kurumda temsil edilmeye başlanmıştı. Maraş sancağı genelinde, reformlar ve kanunlarla kendilerine verilen hakları gayrimüslimlerin oldukça iyi değerlendirdiği görülmektedir. 1886 yılında Maraş sancağında, sancağın idare meclisine seçilmiş altı azasından üçü Ermeni idi (Tablo 3)32. Tablo 3: 1886 (H.1302) tarihinde Maraş’ın idarecileri Mutasarrıf Liva idare meclisleri Aza-yı tabiyesi (Doğal) Reis mutasarrıf Paşa Naip Efendi Müftü Efendi Muhasebeci Efendi Murahhas Efendi Tahrirat müdürü Bey Kâtip Mehmet Efendi Dede Paşa Aza-yı müntehabe (seçilmiş) Hacı Hüseyin Ağa Ahmet Efendi Hacı Asım Efendi Delvet Efendi Artin Ağa (kapucubaşı) Hacor Ağa Sancak idare meclisi yanında gayrimüslimler sancağın bidayet mahkemesinde de görevlendirilmişlerdi (Tablo 4)33. Mahkemelerde gayrimüslimlerin yer alması 1864 Vilâyet Nizamnamesi şartlarına dayanmaktaydı. Buna göre, Müslüman ve gayrimüslimleri eşit şartlarda yargılayacak nizamiye mahkemeleri oluşturulmuştu34. Bu mahkemeler lâik yapıya uygun 30 31 32 33 34 90 Bozkurt, a.g.e., s.71. Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians, Vol. 1, s.28. 1302/1886 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.176-178. 1302/1886 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.176-178. Bozkurt, a.g.e., s.113-114. Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN mahkemelerdi. Osmanlı Devleti’nin İslâm devleti kimliği içerisinde geçirdiği evreyi göstermeleri bakımından da kayda değer mahkemelerdi. Tablo 4: Mahkeme-i bidayet Hukuk reisi Ceza reisi Mahkeme azaları Naib Efendi Tayyar Bey Hacı Mehmet Efendi Mustafa Efendi Oseb Efendi Kirkor Efendi Mülâzımî Şakir Efendi Mülazımî Artin Efendi Müddei-i umumî Mustafa Efendi Başkâtip Fethi Efendi Tanzimat döneminde belediyeler teşkilâtı kurulmuştu. Gayrimüslimler belediye idaresinde de temsil edilmekteydi (Tablo 5). Gerek belediye idare azaları arasında ve gerekse de menfaatler komisyonunda eşit oranda temsil edilmekteydiler35. Tablo 5: Meclis-i belediye Reis Azalar Reis Aza Kâtip Ali Efendi Mustafa Ağa Mehmet Efendi Ali Efendi Panos Efendi Ağob Ağa Hamparsom Ağa Menafi’ (menfaatler) komisyonu Süleyman Efendi Hacı Ali Efendi Hemparsom Ağa Manuk Efendi Ökkeş Efendi 35 1302/1886 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.176–177. 91 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gayrimüslimlerin Maraş sancağı dahilinde yüzde elliye varan oranda, en fazla yaşadığı yer olan Zeytun’un idare meclisinde, bidayet mahkemesinde Ermeniler önemli oranda temsil edilirken, asıl ağırlıklarını belediye idaresinde göstermişlerdi. Belediye reisi ve azalarının önemli kısmı Ermenilerden oluşmaktaydı (Tablo 6)36. Kazanın başında olan kaymakam, kazayı yönetirken kaza dâhilinde köy ve benzeri yerleşim yerleri başına seçilmiş olan muhtarlardan oluşan bir heyet ile kazayı idare ederdi. Kaza merkezindeki muhtarların toplamı 29 idi ve bunun 14’ü Müslüman ve 15’i gayrimüslim idi. Bu muhtarlar da kendi aralarında 4’ü Müslüman ve 4’ü gayrimüslim olmak üzere bir heyet oluştururdu. Bu muhtarlar heyeti kaymakama yönetimde yardımcı olurdu37. Tablo 6: Zeytun kazası Kaymakam Naib Mal müdürü Aşar memuru Ser tahsildar Reis Aza-yı tabiyesi Aza-yı müntehabesi Reis Aza Başkâtip Reis Sabri Bey Mehmet Efendi Ali Efendi Hafız Efendi Arslan Efendi Zeytun kazası idare meclisi Kaymakam Bey Naib Efendi Mal müdürü Ali Ağa Abdulgaffar Ağa Nizar Ağa Nezaret Ağa Mahkeme-i bidayet Naib Efendi Hasan Ağa Panos Ağa Rifat Efendi Meclis-i belediye Babek Ağa 36 1302/1886 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.178–179. 37 Şimşir, British Documents on Ottoman Armeninas, Vol. 1, TTK Yayını, Ankara 1989, s.420. 92 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Aza Kâtip Hazor Ağa Baba Ağa Servi Ağa Hacı Ağa Avadis Ağa Asador Efendi Ermenilerin yoğun yaşadığı Maraş merkez ve Zeytun kazalarında gayrimüslimlerin idaredeki oranı yüksek iken, sancağın diğer kazalarında, nüfuslarının azlığı nedeniyle temsil oranları da az görülmektedir. Bu bağlamda, diğer kazalarda bazı gayrimüslimlerin idarede aldığı konumları: Elbistan bidayet mahkemesi azası Manuk Ağa, belediye meclisi azası Gebriyel Ağa, Ağob Ağa; Andırın bidayet mahkemesi azası Mıgırdıç Ağa’dan oluşmaktaydı38. Maraş’ın idarî kadroları içerisinde, 1908’de sancağın başında mutasarrıf Reşit Paşa bulunurken, başkanlığını mutasarrıfın yaptığı Şehir idare meclisinde asil üye olarak sancağın erkanı olan naip Hulusi Efendi, muhasebeci Mustafa Efendi, tahrirat müdürü Mesut Bey ve müftü Mustafa Efendi yanında Katolik murahhas Ohannes Efendi ve Ermeni murahhas Kavriyon Efendi görev almaktaydı. Ayrıca, müntahab (seçilmiş) azaların da ikisi Müslüman -Mehmet Şükrü ve Mehmet Efendi-, ikisi gayrimüslim -Kostan Efendi ve Sarkis Efendi- idi. Genellikle gayrimüslimler şehir idare merkezi müntahab azaları arasında % 50’lik bir oranla temsil edilmekteydi39. Dahası, gayrimüslimlerden vergi ve belediye eminleri ile tahsildarlar bulunmaktaydı. Hatta baş tahsildar Hosyeb adında bir gayrimüslim idi ve emri altında dokuz vergi tahsil dairesi bulunmaktaydı. Şehirdeki Ziraat Bankası’nda da çalışan gayrimüslimler, asıl etkin oldukları yerler olan Osmanlı reji idaresi ve yabancı konsolos tercümanlığı gibi görevlerde bulunmaktaydılar.40 Bunlarla birlikte, ticaret, ziraat ve sanayi odasındaki dört azadan ikisi gayrimüslim -Ağop Ağa, Artin Efendi- ve aynı şekilde şehirdeki bidayet (asliye) mahkemesinin iki azasından birisi Kirkor adında 38 1302/1886 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.178–179. 39 Hicrî 1310 (Milâdî 1894) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.222; Hicrî 1326 (Milâdî 1910) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.445. Hicrî 1310 tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi’ne göre aza-yı müntahaba arasında üç Müslüman -Hacı Hüseyin Ağa, Hacı Eyüp Efendi, Ahmet Efendi- ve üç gayrimüslim -Kiğork Ağa, Haçir Ağa, Agop Efendi- bulunmaktaydı. 40 Hicrî 1326 (Milâdî 1910) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.447,448, 450 ve 457. 93 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bir Ermeni iken, ceza dairesinin de iki azasından birisi bir gayrimüslim -Andon Efendi- idi41. Maraş sancağı dâhilinde gayrimüslimler, Tanzimat döneminden beri yapılan yenilikler ve çıkarılan kanunlara uygun olarak idarî görevlerde ve meclislerde yer almışlardır. Bu bağlamda, seçilmiş azalıklarda, belediye görevlerinde ve mahkemelerde etkili olmuşlardır. Hal böyle iken, Ermenilerin devlete karşı olmalarında ve özellikle Maraş merkez ve Zeytun kazalarında sürekli ayaklanmalarında, kendilerine tanınan hoşgörü ortamı ve katılımcı yönetim yeterli olmamıştır. Dış güçlerin organize ettiği, ayrılıkçı terör örgütlerinin yönlendirdiği ve Ermeni halk ile Müslüman halkın gerçek ve akılcı çıkarlarını göz ardı edenlerin kışkırtmaları, bölgedeki huzursuzluğun kaynakları olarak ortaya çıkmıştır. Maraş’ta Gayrimüslimlerin Ekonomik Durumu On yedinci asırda Evliya Çelebi’nin şehri ziyareti sırasında Maraş, 42 mahalle ve hepsi de tepeler üzerinde bağ ve bahçeli, soğuk suları olan 10 000 evden oluşmaktaydı. Şehirde 70 çeşme ve her evde akar su42 bulunmaktaydı. 1830’ların sonlarında, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra şehre gelen H. von Moltke, şehirdeki Türk hamamında yorgunluk atıp, Paşa ile at üzerinde güzel bir gezinti yaptıktan sonra …bir Ermeni bankerinin evinin avlusunda, çiçekli badem ağaçlarının altında şıkırdayan bir fıskiyenin yanında… mektubunu yazdığını belirtmekteydi43. Maraş, Osmanlı devrinde uzun süre aynı kalmış, ancak son dönemlerde modern şehircilik anlayışının gelmesi ile değişime geçmiştir. Şehirdeki evlerin büyük kısmı kerpiç olduğundan görece manzarası o derece güzel değil ise de bir müddettir yarım kargir ve üzeri tuğlalı mükemmel ebniya ve konaklar inşa olunmaktaydı. Ayrıca, şehirde fanuslar yapılarak geceleri de aydınlanma sağlandığı gibi, sokaklar genişletilerek ve yeniden onarılarak arabaların rahatça gidebileceği şekle dönüştürülmekteydi. Şehirde şose yollar ve suyolları inşa edilmekteydi44. 41 Hicrî 1326 (Milâdî 1910) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.454–455. 42 Evliya Çelebi, a.g.e., s.46. 43 H. von Moltke, Türkiye Mektupları, Çeviren Hayrullah Örs, Remzi Kitapevi, İstanbul 1969, s.156. 44 Hicrî 326 (Milâdî 1908) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.462–463. 94 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Maraş, zengin su geçitlerinin suladığı zengin ovalara hâkim bir konumda olduğu gibi45, Toros dağlarının ormanlarına, engebeliklerine, yaylalarına, karına ve zorluklarına da sahip bir bölgede bulunmaktaydı. Ovasında ve ekilebilir dağ eteklerinde hububat, bağcılık, bahçecilik halk için önemli bir uğraş ve geçim kaynağı olurken geniş, engebeli ve ormanlarla zengin dağları ve meraları ormancılık ve hayvancılığa önemli oranda imkânlar sunan bir görüntü arz etmekteydi. Bölgedeki ormanlar öteden beri Osmanlıların Fırat nehri üzerinde, Basra ve Süveyş’te yapmaya çalıştıkları su ulaşım araçlarının kalite, sandal, piyade kayığı, açuk-ı Tuna, fırkate… gibi kereste ve diğer ihtiyaçları için kullanılmaktaydı46. Maraş sancağında iyi ekim dikim yapılan ve genellikle Pazarcık kazası ile Maraş merkez kazası etrafında yoğunlaşan düz araziler ile yüksek, dik yamaçlı ve dar geçitli dağlık alanlar geniş yer kapsamaktaydı. Ovalar zengin ziraî üretim alanları iken, dağlık alanlar zengin ormanların, zeytinliklerin ve meyve bahçelerinin olduğu yerlerdi.47 1908 yılı itibariyle şehre ait 18 100 bağ, 1 660 bahçe, 16 ambar, 22 550 tarla, 20 çayır mahalli, 61 mezrû, 110 orman, 5 çiftlik, 454 800 dönüm ekilmiş ve ekilmemiş ziraat yapılan arazi mevcuttu. Osmanlı Devleti arazinin tamamına yakınını mirî arazi kabul ettiği için, ancak özel mülkiyete şehirlerdeki arsalar ile bağ ve bahçeler bırakıldığından48 Maraş’taki bağ ve bahçenin bolluğu, bölgede yaşayanların özel mülkiyet bakımında şanslı olduğunu göstermektedir. Gayrimüslim terekelerinde de sık sık bir veya birden fazla bağ ve bahçe görülmektedir. Bağ-bahçe yapılmış toprakların mülk sayılmasının etkisiyle, gerek Hıristiyan, gerek Müslüman ahali için bir veya birkaç bağ-bahçe sahibi olmak arzusu pek genelleşmiş bulunuyordu49. Maraş’ın nahiyelerinden tahminen 111 120 Yenicekale nahiyesinde, 67 667 Camustil nahi45 Moltke, a.g.e., s.156. Osmanlı ordusunda görev yapan ve 1839 Nizip Savaşı’na katılan ünlü Alman askeri Moltke, Maraş için, Dün yüksek dağlar üzerinden çok çetin bir yolculuk yaptık. Kar ve yağmur yağıyordu. Akşamüzeri geniş, muhteşem Maraş ovasına indiğimiz zaman sahne değişti. Söğütlerin ilk yaprakları sürüyor; özlü bir yeşil, içlerinden güneşten iki nehir kıvrıla kıvrıla aktığı, saatlerce genişlikteki tarlalar ve çayırları kaplıyor, ağır kalın bulutlar Gâvurdağı’nın karlı tepelerine takılı dururken Allah’ın altın güneşi şehrin üzerinde parıldıyor diye yazmıştır. 46 1730’da Basra’da yapılacak fırkateler için Maraş dağlarından 20 100 kereste kesilip Birecik’te depo edilmişti. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Şehircilik ve Ulaşım, Derleyen Salih Özbaran, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları, İzmir, s.119– 123. 47 Cuinet, a.g.e., s.87. 48 Akdağ, a.g.e., s.87. 49 Akdağ, a.g.e., s.143. 95 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yesinde, 67 497 Bertiz nahiyesinde, 28 652 Şekeroba nahiyesinde, 24 750 Çakallı nahiyesinde, 8 915 Nadirli nahiyesinde …dönüm mezrû (ekilmiş) ve gayrimezrû (ekilmemiş) arazi bulunmaktaydı50. Maraş’ın gerek iklim ve gerekse toprak ve su zenginliği şehirde çok sayıda meyvenin, sebzenin ve hububatın yetişmesine imkân tanımıştı. Meyvelerden üzüm, zerdali, kiraz, vişne, elma, nar, incir, şeftali, armut, koz, fıstık, dut ve zeytin üretilmekteydi. Maraş’ın ziraat yapılan arazileri üzerinde her çeşit hububat -buğday, arpa, darı vb.- çeltik, pamuk, zeytin, üzüm, dut, tütün, susam, salep gibi ürünler üretilmekteydi. Hububat ve diğer bitkiler olarak buğday, arpa, ak darı, nohut, mısır darısı, mercimek, pirinç, pamuk, kök boya, meyan ve susam oldukça büyük miktarlarda tarımı yapılan bitkilerdendi51. Üretilen pirinçler ve üzümler bölgede bulunan fabrikada işlenmekteydi. Bir kısmı bölgede tüketilirken, gerisi Suriye ve Irak taraflarına satılmaktaydı. Hatta tarımsal ürünler ile ormanlarda elde edilen ürünlerin bir kısmı İskenderun limanından Avrupa’ya ihraç edilmekteydi52. Maraş sancağı genelinde 1890 tarihi itibariyle yıllık 1 278 996 kilo buğday, arpa, mısır, çavdar, yulaf, fasulye, nohut, mercimek ve bezelye benzeri hububat ve baklagiller elde edilmekteydi. Ayrıca, aynı tarihte 2 632 687 okka koz, yer fıstığı, nar, fındık, zerdali, elma, zeytin, üzüm, sumak, kimyon, incir, tütün, pamuk ve benzeri ürünler elde edilmekteydi. Maraş’ta elde edilen sarı boya Avrupa’ya ihraç edilmekteydi.53 Maraş’ta yetiştirilen tütünler iyi kalite olup, İskenderun üzerinden Mısır’a gönderilmekteydi54. Şehirde tahmisçilik (kahve işlemeciliği), bakırcılık, attariyecilik (güzel kokular, iğne, iplik… vs. satılan yerler), kazazcılık (ipek işleyen ve satan yerler), debbağcılık (deri işlemeciliği) gibi küçük sanayi kolları gelişmişti ve ayrıca Maraşbank adında bir banka bulunuyordu55. Türklerin daha ziyade tarım ve hayvancılığa dayalı ekonomilerine karşılık gayrimüslimlerin ticaret ve sanatta ileri oldukları anlaşılmaktadır. Gayrimüslimlerin ticarette kazandıkları zenginlik Müslümanların kıskanç- 50 51 52 53 54 55 96 Hicrî 1326 (Milâdî 1908) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.462. Hicrî 1326 (Milâdî 1908) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.463–464. Cuinet, a.g.e., s.88. Cuinet, a.g.e., s.89. Cuinet, a.g.e., s.90. Halil Aygan, 235 Numaralı Şer’iye Sicili, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, 1996, s.30. Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN lığına yol açmaktaydı56. 1860’ta İngiliz Konsolosu T. H. Skene’ye göre; kırsaldaki toprakların tümünün sahibi Müslümanlardır. Hemen hemen şehirlerdeki tüccarların tümü Hıristiyandır. Toprağı işleyenlerin tümüne yakını Müslümanlardır ve tüm göçebe kabileler Müslüman olan Arap, Kürt ve Türkmenlerdir. Hemen hemen tüm atölye sahipleri Hıristiyandır57. Halep vilâyeti içerisinde ve Suriye dolaylarında hiçbir köye sahip olmayan Ermenilerin, köylü olanları Maraş çevresindeki köylerde bulunmaktaydı. Bunların toprakları yoktu. Ancak, Müslümanların topraklarını işleyerek geçimlerini sürdürmekteydi. Ekonomik durumları Müslümanlarınki ile aynı seviyede idi.58 Türk hiçbir zaman kendisinin toprağın sahibi olduğunu unutmaz. Bu durum, onun gerçek zenginlik olarak gördüğü toprağı işleme ve hayvanları gütme uğraşıyla daha da bir anlam kazanır59. Bundan dolayı, tereke defterlerinde yer alan ve mirasçılara bırakılan mal ve mülklerde, Türklerin bıraktıkları arasında büyük ve küçük baş hayvanlar ve kümes hayvanları ile tarla, bağ, bahçe, ev ve evde kullanılan malzemeler yer alırken, gayrimüslimlerin terekelerinde kısmen bağ ve bahçe ve çoğunlukla da ev malzemesi, zengin giysiler, dükkânlar ve ticaret emtiası önemli oranda yer tutmaktaydı. Türkler tarla işleri, memurluk ve esnaflıkla uğraşırken, bir kaynak, şehirdeki sanatçıların tamamının gayrimüslimlerden oluştuğunu iddia etmiştir60. Kuyucak mahallesinin üçte bir nüfusunu oluşturan Ermeni Hırlakyan ailesi, şehirde tüm bir çarşıya da sahipti61. Ermenilerden, Kuyumcuyan62, Kitapcıyan63, Bilezikciyan64, Ketenciyan65…vb. gibi isimlerin yaygınlığı onların daha çok şehirli olup ticarete ve zanaata dair işlerle meşgul olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Maraş endüstriyel malzeme üretimi bakımından zengin bir yerdi. Zeytun kazası demir madenleri bakımından önde gelmekteydi. Buradaki demir koşum hayvanları için nal ve diğer malzemenin yapılması yanında evde kullanılacak malzemeler için kullanıldığı gibi, demir madenleri Zeytun 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians, Vol.1, s.26. Krikorian, Armenians in the Service of the Ottoman Empire, s.84. Şimşir, British Documents on Ottoman Armenians, Vol.1, s.26. Edwin Munsell Bliss, Turkey and the Armenian Atrocities, Edgewood Publishing Company, London 1896, s.73-74. Kerr, a.g.e., s.73. Adil Bağdadlılar, Uzunoluk: İstiklâl Harbinde Kahramanmaraş, Kervan Matbaası, Kahramanmaraş 1974, s.16. MŞS, Defter No: 235, Belge No: 562; Defter No: 234, Belge No: 400, 623. MŞS, Defter No: 235, Belge No: 632; Defter No: 234, Belge No: 623, 638. MŞS, Defter No: 234, Belge No: 400, 514. MŞS, Defter No: 234, Belge No: 666. 97 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER halkının önemli geçim kaynaklarındandı. Burada Zeytunlular günlüğü 60 piastres (3d) karşılık ile çalışmaktaydılar66. Belli başlı endüstriler içerisinde iplik, değişik elbise kumaşları ki bunlar Halep’te üretilen meşhur elbiselerin kaynağı idi, üretimi başta gelmekteydi. Yün, pamuk ve her ikisinin karışımı iplikler ile üretilen ve kenarları para, gümüş ve altın ile işlemeli abalar artistik fantezi ve güzel giyim için çokça aranan elbiseler idi ve bunların üretimini yapan 281’den fazla atölye bulunmaktaydı. Yine, meşhur ve oldukça alımlı dekore edilmiş at koşum takımları yapılmaktaydı. Dahası, bölgede deri işçiliği, ayakkabıcılık ve ahşap işçilik önemli gelişmeler göstermişti67. Besim Atalay’a göre, Maraş’ta en gelişmiş sanat kolu dericilikti. Şehirde 170 debbağhane ve 305 papuççu (ayakkabıcı) vardı68. Maraş’ta alâ at takımı ve mümtaz sırmalı mamulât seraceye ve kıymettar alâ sırmalı fernin ipinden mamul boz ve kırmızı abalar ve meşhur alaca ve pamuktan sayfiye elbiselikler ve gayet alâ sahtiyan ve kösele, ceviz ve çınardan Avrupa karî alâ meşhur ve mütenevvi masa ve kanepe ve iskemle yapılır. Bununla beraber, acem şalı taklidi güzel şallar ve mütenevvi alâ levan güzel çarşaflar ve hamam takımı havlular ve pencere, yatak, yastık yüzü, ve perdeler nesce ve imal olunur69 idi. Şehirde İzmir Şark Halı Şirketi’nin bir şubesi ve 100 tezgâhı bulunmaktaydı. Bu tezgâhlarda Hıristiyan kızlar günlüğü 2 kuruşa çalışmakta ve üretilen halılar yurt dışına satılmaktaydı70. Şehirden dışarıya değeri 17 514 000 kuruş tutan kereste, pirinç, cehri yün, yapak, mazı, sahtiyan, kösele, saraçlığa müteallik eşya, alaca ve aba halı, kilim, fıstık, ham deri, katran, biber, fasulye, üzüm, pekmez, yağ, peynir, kanepe, koltuk ve sandalye satılmakta, dışarıdan ise değeri 5 050 000 kuruş olan basma, bez, kahve, şeker, un, sabun, gaz, tuz, kösele, demir, bakır ve cam alınmaktaydı71. Maraş’ta üretilen mallar Sivas, Kayseri, Adana, Harput gibi yerlere nakledilmekteydi72. Maraş’ın ülke içerisine sattığı en önemli malzemeler 66 67 68 69 70 Şimşir, British Documents, Volume 1, s.427. Cuinet, a.g.e., s.91-92. Atalay, a.g.e., s.176. Hicrî 1326 (Milâdî 1908) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.463. Resul Kesenceli, 231 Numaralı Maraş Şer’iye Sicili (1315/1897-1898) Transkripsiyon ve Değerlendirme, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi, s.43. 71 Atalay, a.g.e., s.187. 72 Hicrî 1324 (Milâdî 1906) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.471; Hicrî 1326 (Milâdî 1908) Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi, s.463. 98 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN iyi kalite üretilen pirinç ve kereste idi. Dış ülkelere satılan mallar arasında sarı boya, sarı hububat, kuru üzüm ve meyve, sabun, pamuk, susam, ceviz, salep, zeytin yağı, ahşap inşaat malzemesi, deri, deve ve keçi kılı bulunmaktaydı. Dışa ihraç edilen malların büyük kısmı Halep, İzmir ve İskenderun üzerinden yapılmaktaydı. Buralardaki büyük aracı şirketler tarafından yurt dışına gönderilmekteydi73. Sancaktaki sanayinin gelişmesi önündeki en önemli engellerden birisi, araçlarla taşıma yapılmaya elverişli yolların bulunmaması idi. Bölgedeki suların ulaşıma elverişli olmaması nedeniyle mallar daha ziyade at, katır, deve ve eşek sırtında taşınmaktaydı74. Şer’iye Sicilleri Işığında Maraş Sancağındaki Müslüman ve Gayrimüslimlerin Ekonomik Durumu Şer’iye sicilleri, kadıların mahkemelerde evlenme, boşanma ve miras gibi davaların sonuçlarını kaydettikleri defterlerdir. Bu defterlerde Müslüman ve gayrimüslimler ile ilgili sayısız belge ve kayıt mevcuttur. Bu belgeler, bölgenin ekonomik, sosyal ve kültürel yönleri ile ilgili değerli bilgiler içermektedir. Şer’iye sicillerinde bulunan tereke defterleri irdelendiğinde ilk göze çarpan şeylerden birisinin gerek Müslüman ve gerekse de gayrimüslim Anadolu halkının hayatta kalabilmek için gösterdiği başarı göze çarpmaktadır. Kıtlık, salgın, doğal afet ve diğer birçok yıkımlar ülkede yaşayanların asırlarca tecrübe ettiği çetin şartları doğurmuştur. Bu çetin şartlar ve zorluklar burada yaşayan insanlarda kendi kendine yetme alışkanlığı yaratmıştır. Bu alışkanlık Maraş’ta oldukça canlı bir şekilde görülmektedir. Toplum kendi ailelerini beslemek ve varlığını sürdürmek için gerekli yiyeceği, her zaman ulaşabileceği ambarında, kilerinde veya ahırında bulundurmaya dikkat etmiştir. Yıl boyu tüketeceği kuru yiyecekleri, hububatı, kuru üzüm, bastık, pekmez gibi uzun süre bozulmadan kalan tatlı malzemeyi ve her an kesip, sofrasına taşıyabileceği küçük ve büyük baş hayvanı stok olarak bulundurmuştur. Tablo 7, bazı terekelerde elde edilen yiyecek stoklarını göstermektedir ki bu halkın ne kadar kendi varlığını korumak için dikkate şayan bir gayret içinde olduğunu ortaya koymaktadır. 73 Cuinet, a.g.e., s.91-92. 74 Cuinet, a.g.e., s.91. 99 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 7: Halkın kendi kendine yetme için ferekli malzeme stoku75 Kişi Hububat Şire ve yağ Abbaslar köyü sakini Bekir oğlu Ömer oğlu Bekir Hayvansal 21 keçi, 14 oğlak, 1 inek, 1 düveği Yusuf Hacılı köyü Karaçalıoğlu Bekir 4 gırat tarhana, 4 gırat bulgur, 12 gırat hınta (buğday) Bulanık köyü Karaoğlu Topal Halil 4 gırat tarhana, 26 gırat hınta, 200 kuruşluk bağ mahsulü Bertiz nahyesi Gedayimli köyünden Gamburluoğlu Ahmet 9 gırat bulgur, 4 gırat hınta 5 batman cıvık pekmez Maraş Şekerdere mahallesinden Kisforok veledi Kazor veledi Toros 1 çelik döğme, 1 gırat bulgur, 1 batman yağ, 2 gırat tarhana 20 batman üzüm Camustil nahiyesi Sadıklı köyünden Ali oğlu Çolak Bekir 6 gırat bulgur, 1 gırat tarhana, 5 gırat kızıl darı, 16 gırat çavdar 3 adet öküz, 1 adet inek Camustil nahiyesi Sadıklı köyünden Hüseyin oğlu Yusufluoğlu Mehmet 2 gırat dakik, 10 gırat bulgur, 5 gırat çavdar, 5 gırat keyl darı 1 çift öküz, 3 keçi, 3 oğlak Bertiz nahiyesi Gedayimli köyünden Mehmet oğlu Ümmetoğlu Mehmet 10 gırat bulgur, 15 gırat hınta, 15 gırat şaîr (arpa) 200 kuruşluk bağ mahsulü 2 adet öküz, 2 adet keçi. Gedayimli köyünden Mehmet oğlu Abdi 8 gırat bulgur, 2 gırat zahire, 20 gırat hınta, 4 gırat şaîr, 4 gırat kızıl darı 7 000 adet ceviz, 100 kuruş bağ mahsulü 2 adet öküz Maraş Devecili mahallesi sakini Mustafa oğlu Harbindeoğlu Hasan 250 gırat şaîr, 100 gırat hınta Bertiz, Kemahlı köyünden Mehmet oğlu Ciritlioğlu Mehmet Nadirli nahiyesi İsmailili köyünden Bekir oğlu Molla İsmail Maraş Etmekçi mahallesinden Mehmet kızı İşçioğlu Elif 3 gırat bulgur, 1 gırat tarhana, 2 gırat küşne, 8 gırat mezru hınta, 3 gırat mezru şaîr, 50 gırat hınta, 50 gırat şaîr, 50 batman haşve*, 2 gırat nohut, 15 gırat mercimek, 50 gırat küşne 8 keçi 4 çift öküz 7 adet öküz 10 batman pekmez, 10 adet arı kovanı 30 adet keçi, 1 adet öküz, 1 adet inek, 1 adet dana 2 çift öküz, 2 inek, 5 keçi, 8 koyun 1 kırat bulgur, 1 gırat un 75 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 549, 550, 551, 567, 565, 568, 570, 571, 572, 576, 644; Defter No: 234, Belge No: 283, 284, 320, 346, 552, 614. 100 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Kişi Hububat Şire ve yağ Hayvansal Nedirli nahiyesi ahalisinden Veli oğlu Moduk Mustafa 20 gırat hınta, 10 gırat şaîr, 10 gırat bulgur, 7 gırat rekik(?), 6 gırat nohut, 3 gırat döğme, 25 gırat mezru hınta, 7 gırat şaîr, 3 gırat tarhana 2 batman yağ, 20 batman pekmez 3 inek, 4 dişi dana, 3 erkek dana, 4 öküz, 75 keçi Nedirli nahiyesi ahalisinden Veli oğlu Moduk Mustafa 10 batman pirinç, 20 gırat hınta, 20 gırat arpa, 2 batman yağ, 2 çift öküz, 10 dana, 10 düveği, 17 inek Maraş Hatuniye mahallesi mütemekkinlerinden ve Ermeni milletinden Toros oğlu Şermet oğlu Oseb 6 batman sade yağ, 16 batman bastık, 2 batman güneş pekmezi, 4 batman pestil, 10 batman yufka pekmez, 30 batman pirinç, 60 gırat şaîr, 5 gırat hınta, 4 batman kuru üzüm *Haşve, minder ve yastık gibi şeylerin içerisine doldurulan pamuk, kıtık, kuru ot benzeri şeylerdir. Burada görüldüğü gibi, henüz pazarlarda ve dükkânlarda yiyeceklerin, özellikle dayanıklı yiyeceklerin -un, bulgur, mercimek, nohut, pekmez gibi- sınırlı oranlarda alındığı bir dönemde, Türklerin ve diğer halkların uzun kış aylarında kendi ve ailelerini beslemelerinde ana diyeti oluşturan bu tür zahirenin kendi imkânları elverdiği oranda kendilerinin hazırladığı ve sakladığı görülmektedir. Zaten ziraat ve hayvancılığı, pazarlara mal satmaktan ziyade kendi aile içi tüketen halk, ancak sınırlı oranda sattıkları mallarla kendi üretemedikleri ürünleri -özellikle giyim eşyası- alımında kullanmaktaydılar. 101 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 8: Müslüman ve gayrimüslimlerin malları ve mülkleri76 Müslüman mirasları Mirası bırakan Mirası bırakan Mal ve mülkler Maraş Şekerdere mahallesinde Kisforok veledi Kazor veledi Toros Yorgan, döşek, yastık, bulgur, çuval, döğme, kuru üzüm, heybe, küçük sini, bulgur, çul, cere, yağ, tarhana, et keseri, altıpatlar, hokka, kazan, süzek, ufak satır, tava, büyük satır, tas, leğen, kahve takımı, mavi bez, zerah, alaca top, çiçekli, yelek, canfes arşun, işlemeli çevre, yağluk, fes, ceket, şitari entari, kundura, yazma, don kazanı, Trablus kuşak, şerh, kuşak şeridi, teşt, dana kolanı, kısrak Yusuf Hacılı köyü Karaçalıoğlu Bekir Bakır, yatak, çul, çuval, tarhana, bulgur, hınta, bağ-bostan, keçi, hane Maraş Hatuniye mahallesinde mütemekkin ve Ermeni milletinden Toros oğlu Şermetoğlu Oseb 400 kuruşluk bir doru kısrak, 6 kuruşluk bir nargile, 6 kuruşluk 5 fincan, bir çini tası, 10 kuruşluk bir havan, 2 batman bakır, bakır sini, küçük tava, bir fanus, etmeklik ve ateş küreği, kazma, et keseri, güneş pekmezi, 4 çıra, 6 batman bastık, 4 batman pestil, bir bakır sini, ev bezi, yastık bezi, çuka aba, bir batman kuru üzüm, yufka pekmez, bir yün yorgan, yastık, döşek, iki ipek çul, 5 batman tih, kuşgana kazanı, Antep satırı, 30 batman pirinç, 6 batman sade yağ, 6 gırat şaîr, 5 gırat hınta, bir çamaşır kazanı, bab mülkhane, kürüm bağ Bulanık köyü KaraOğluoğlu Topal Halil Yatak, çul, çuval, tarhana, hınta, öküz, merkep, 3 kıta bağ, bir hane (babaevi), bağ mahsulü Maraş Çavuşlu mahallesinde Sabsızoğlu Ağob veled-i Haçer veled-i Ağob Kahvehane, köşger dükkânı, kerestehane, ev arsası, değerli yüzük taşları, bağ, elbise, mezar ve ev taşları, çuval, ambar, kalem, bir çift araba, teşt, masere kazanı, Bertiz nahiyesi Gedayimli köyünden Gamburluoğlu Ahmet Bakır batman, yatak, çul, çuval, bulgur, hınta, cıvık pekmez, sal, saman, merkep, bağ, hane (baba evi) Maraş’a bağlı Kılaguzlu köyünden Abdullah oğlu Abbas oğlu Memili Mal ve mülkler Gayrimüslim mirasları Bakır, yorgan, yastık, çuval, çul, bulgur, hınta, küşne, öküz, tosun, inek, düveği, keçi, kısrak ve çift edevatı 76 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 548, 549, 550, 551, 567, 565, 568, 572, 644; Defter No: 234, Belge No: 283, 284, 320, 346, 351, 387, 552, 13; Defter No: 231, Belge No: 80. 102 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Müslüman mirasları Mirası bırakan Mal ve mülkler Camustil nahiyesi Sadıklı köyünden Ali oğlu Çolak Bekir Bakır satır, çul, çuval, bulgur, tarhana, kızıl darı, çavdar, öküz, merkep, inek, çift edevatı, hane Bertiz nahiyesi Gedayimli köyünden Mehmet oğlu Ümmetoğlu Mehmet Bakır batman, çul, köhne çuval, bulgur, hınta, şaîr (arpa), keçi, öküz, merkep, 200 kuruşluk bağ mahsulü, çift edevatı, hane, 2 000 kuruşluk bağlar, hane, hırdavat Gedayimli köyünden Mehmet oğlu Abdi 2 batman bakır, 1 kat yatak, 1 adet çul, 8 adet çuval, 7 000 ceviz, 8 gırat bulgur, 2 gırat zahire, 20 gırat hınta, 4 gırat şaîr, 4 gırat Kızııl darı, 2 adet öküz, 1 merkep, 1 kürük (eşek yavrusu), 1 adet tüfek, 100 kuruş değerinde koz ağaçları, bağ mahsulü, bağ, bahçe, kiraz bahçesi, hane, hırdavat Gayrimüslim mirasları Mirası bırakan Mal ve mülkler Terekelerdeki mirasa konu mal ve mülklere bakıldığında Maraş’ta Müslüman ve gayrimüslim halkın oldukça mütevazı ve lüks tüketimden uzak bir hayat yaşadığı anlaşılmaktadır (Tablo 8). Genellikle bırakılan mallar yaşam için gerekli mallar olup, onların da miktarı ev halkını geçindirebilecek seviyede idi. Bu durumda, Osmanlı son döneminde Maraş’ta yaşayan halkın büyük çoğunluğunun ekonomik durumunun orta ve fakir bir seviyede olduğu savı kabul edilebilir. Zenginlikler, Türkler arasında daha ziyade tarım ve hayvancılığa dayalı iken, gayrimüslimler arasında kısmen tarıma ve çoğunlukla ticaret ve sanata dayalı idi. Gayrimüslimlerin hayvancılık alanında oldukça önemsiz bir yeri bulunmaktaydı. Türklerin, genellikle elbiselerinde oldukça sade ve sınırlı bir stoka sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bir memur olan Maraş’ın Alemli sakinle103 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rinden Edleb redif taburu kâtibi Naccarzade Mehmet Efendi’nin terekesi77 haricindeki Türklerin terekelerinde elbise, pantolon ve yelek gibi giysilerin kayıtlara geçmediği görülmektedir. Bunun sebebi iki şekilde açıklanabilir; Türklerin ölen yakınlarının giysilerini ölenin hayrına olarak fakir ve fukara ihtiyaç sahiplerine vermeleri ve mirasa bırakılacak kadar fazla ve lüks giysiye harcama yapacak kadar zengin olmamaları. Zaten çoğunlukla kırsal kültürün bir parçası olan bölgedeki Türklerin elbiselerindeki sadelik ve azlık o günün doğal şartları içerisinde olan bir olgu idi. Gayrimüslimlerin terekelerinde giysi ve kumaşlara daha fazla rastlanmaktadır. Bunda, gayrimüslimlerin günlük lüks tüketim ve mümkün mertebe giyimlerindeki zenginlik, onların çoğunlukla şehirli olmalarına, toprak ve hayvanlarla uğraşmak yerine şehirdeki iş yerlerinde işleri ile meşgul olmaları ile açıklanabilir. Örneğin, Maraş Şekerdere mahallesinden Kisforok veledi Kazor veledi Toros’un terekesinde alaca kollu yelek, alaca kolsuz yelek, ceket, 4 çift parlak kundura, altıpatlar78 bulunmaktaydı. Türklerde ziraat ve hayvancılığa yönelik mal ve mülkler ağırlık kazanırken, özellikle bağ, bahçe ve tarla gibi gayrimenkûllar asıl zenginliği oluştururken, gayrimüslimlerde mal ve mülklerin çoğunu ticarete yönelik emtia ile nakit paraların oluşturması, öncekilerin ziraat ve tarım ile uğraştıklarını ve sonrakilerin ise ticaret ve sanat ile meşgul olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Şer’iye mahkemelerinde görülen davalara bakıldığında, Türklerin genellikle tarla, bağ ve bahçe uyuşmazlıklarından doğan davaları mahkemeye taşıdığını, gayrimüslimlerin ise çoğunlukla dükkân, nakit para, alacak ve borç içerikli davaları mahkemede halletme yoluna gittiğini görmek mümkündür79. Bu da gayrimüslimlerin genellikle taşınır mallarda ve sermayede daha zengin olduklarını ve hayatlarını da bunlar üzerine kurduklarını göstermektedir. 77 MŞS, Defter No: 234, Belge No: 387. 78 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 565. 79 Kesenceli, a.g.t., s.43. 104 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Tablo 9: Müslüman ve gayrimüslim aile bireyleri sayısı80 Müslüman mirasçı sayıları Miras bırakan Maraş’a bağlı Kılaguzlu köyünden Abdullah oğlu Abbas oğlu Memili Mirasçılar Yusuf Hacılı köyü Karaçalıoğlu Bekir Bulanık köyü Karaoğlu Topal Halil Dağılım kuruş, para Miras bırakan Mirasçılar Dağılım kuruş, para Yükün-ü tereke 2 700 Yükün-ü tereke 4 200 Eşi Fatma 221.21 Eşi Toto 500.05 Oğlu Mehmet 900.28 Oğlu Kazor 875.08 Oğlu Ali 900.28 Oğlu Kirkor 875.08 Oğlu Mikail 875.08 Kızı Meryem 427.24 Kızı Terfent 427.24 Yükün-ü tereke 830 Oğlu İrvanet 461 Kızı Osene 230 Eşi Hatun 99 Yükün-ü tereke 1 470 Eşi Ağabet 183.30 Oğlu Ohannis 367.20 Oğlu Oseb 367.20 Oğlu Astor 367.20 Kızı Meryem 183.30 Yükün-ü tereke 7.630 Eşi Halime 926.11 Oğlu Ohannes 1 623.25 Oğlu İbrahim 1 623.25 Oğlu Ahrun 1 623.25 Kızı Meyrini 811.32 Kızı Fedar 811.32 Kızı Gülsüm Maraş’ın Abbaslar köyünde Ömer oğlu Bekir Gayrimüslim mirasçı sayıları 450.19 Yükün-ü tereke 1 600 Büyük oğlu Hasan 862.10 Eşi Emine 95.10 Oğlu Hüseyin 444.26 Yükün-ü tereke 1250 Eşi Ayşe 161.10 Küçük oğlu Ali 564.15 Oğlu Durdu Mehmet 564.15 Yükün-ü tereke 2 680 Kızı Zeynep 441.20 Oğlu Ökkeş 1 540.26 Kızı Fatma 776.22 Kızı Şemsiye Maraş Şekerdere mahallesinden Kisforok veledi Kazor veledi Toros 776.22 Maraş, Şeyh mahallesi sakini Kisforok veledi Karaoğlu Ohannes Maraş, Şekeroba nahiyesi Sadiler köyünden Kelçırakoğlu Artin veledi Mesdusi veledi Haçdık Maraş, Restebaiye mahallesi, Protestan milletinden Gülrüzoğlu Mosis veled-i Minos 80 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 548, 550, 551, 567, 565, 568, 571, 572; Defter No: 234, Belge No: 580, 13; Defter No: 231, Belge No: 80, 643, 642, 615. 105 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Müslüman mirasçı sayıları Miras bırakan Bertiz nahiyesi Gedayimli köyünden Gamburluoğlu Ahmet Camustil nahiyesi Sadıklı köyünden Ali oğlu Çolak Bekir Mirasçılar Gayrimüslim mirasçı sayıları Dağılım kuruş, para Yükün-ü tereke 1 840 Eşi Şerife 212.25 Oğlu Mehmet 517.28 Oğlu Ahmet 517.28 Kızı Esma 251.34 Kızı Hatice 251.34 Yükün-ü tereke 1 400 Oğlu Mehmet 204.10 Oğlu Ali 204.10 Kızı Elif 177.07 Kızı Leyla 177.07 Kızı Bekire 177.07 Miras bırakan Maraş, Çavuşlu mahallesi Protestan milletinden Gülrüzoğlu Keyfuruk veled-i Panos Maraş, Yenicekale nahiyesi Dereköy’den Ağob veledi Ohannıs Mirasçılar Dağılım kuruş, para Yükün-ü tereke 21 400 Oğlu Bogas 10 408.30 Oğlu Bedrusi 10 408.30 Yükün-ü tereke 2 100 Eşi 252.10 Oğlu Ohan 706.28 Oğlu Nişan 706.28 Kızı Meryem 353.14 Şer’iye sicilleri ölen kimselerin miras bıraktıkları mal ve mülklerin dökümlerini içeren ve bu mal ve mülklerin mirasçılarına nasıl taksim edildiğini gösteren birçok tereke defterleri ile doludur. Bu terekeler, bölgede yaşayanların ekonomik şartları yanında, sosyal ve kültürel yapıları ile de ilgili son derece önemli bilgiler içermektedir. Şer’iye sicillerindeki terekelerde görüldüğü gibi (Tablo 9), Maraş sancağında köy, şehir ve kasabalarda yaşayan Müslüman ve gayrimüslim halkın verese sayıları birbirine yakın idi. Varisler arasında anne, eş ve çocuklar görülmekteydi. Erkek çocuklar genellikle iki hisse alırken, kız çocuklar bir hisse almaktaydı. Ancak bu kaidenin dışında erkek ve kız çocukların mallarda eşit oranda hisse aldığı ve bazen de büyük erkek evlâdın diğer erkek ve kız evlâtlardan daha fazla hisse aldığı kayıtlarda mevcuttur. Büyük çoğunlukla kız çocuklarının erkek çocukların aldığı oranın yarısı oranında miras aldıkları görülmektedir. Dahası, bazı kız çocukları ölen babalarının veya annelerin mirasından pay alabilmek için mahkemeye baş vurmuş ve istekleri genellikle olumlu sonuçlar vermiştir81. Müslüman ve gayrimüslim ailelerde çok evlilik yaygın değildi. Mirasta pay alan eşlerin birden fazla olduğu durumlar pek nadir idi. Ge81 MŞS, Defter No: 234, Belge No: 660, 667 ve 672. 106 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN nellikle çok az sayıdaki çok evlilerin de eş sayısı iki ile sınırlı idi. İslâm Hukuku’nun dört kadınla evlenmeye müsaade etmesine rağmen, Türkler 1926’da medenî hukukun kabulü ile tek eşliliğin kanunî zorunluluk haline gelmesinden önce de tek eşliliği seçmiş bir toplumdu. Maraş şer’iye mahkemesinin tereke sayım ve mirasçılara intikali sırasında aldığı kanunî vergi ve ücretlere bakıldığında, Müslüman olan Bertiz Gedayimli köyü sakini Ahemet’in 1 840 kuruş tutan toplam mal ve mülkünden 47 kuruş resm-i kısmet, 15 kuruş dellaliye, 2 kuruş 20 para kaydiye, 1 kuruş 10 para pul parası alınmış olup, toplamda 65 kuruş 30 para vergi ve ücret (yükün-ü ihracat) alınmıştır. Geriye kalan 1 775 kuruşluk miras eşi ve çocukları ile birlikte beş mirasçıya dağıtılmıştır82. Bu bağlamda, mahkeme bu işlemler sırasında toplam mal ve mülkten % 3.53 oranında vergi ve ücret tahsil etmiştir. Şer’iye mahkemesinin bir gayrimüslim olan Kisforok’un toplam terekesi olan 4 200 kuruştan, 105 kuruş resm-i kısmet, 84 kuruş dellale, 6 kuruş 70 para kaydiye, 2 kuruş 70 para pul parası almış olduğu ve toplamda 200 kuruş 40 para vergi ve ücret tahsil ettiği, geri kalanın ise eşi ve çocukları arasında altı kişi olan mirasçısına dağıtılmıştır83. Bu durumda, mahkeme bir gayrimüslim için yapmış olduğu işlemde % 4.76 vergi ve ücret almıştır. Genellikle terekelerin mirasçılara intikali için mahkemenin aldığı vergi ve ücretler Müslüman ve gayrimüslimler için ortalama değer olarak aynı oranda alınmaktaydı. Ancak hem Müslüman ve hem de gayrimüslimlerin farklı terekelerinde farklı oranlarda vergi ve ücret tahakkuk ettirildiği de görülmektedir. Bu farklılıklarda mahkemenin sarf etmiş olduğu zaman ve iş gücünün etkili olabileceği muhtemeldir. Gayrimüslimler ile Müslümanların bıraktıkları terekelerin kuruş olarak toplam değerlerine bakıldığında (Tablo 10) genel olarak bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. 17 Müslüman kimsenin geride bıraktığı terekelerin toplamı 107 768 kuruş tutarında iken, 9 gayrimüslim kimsenin bıraktığı mirasın yükünü ise 87 590 kuruş tutmaktaydı. Buna göre, bir Türk mirası ortalama 6 339 kuruş iken, bir gayrimüslim miras 9 732 kuruş civarındaydı. Bu durumda, ortalama bir ailede gayrimüslimlerin zenginlikleri Türklere oranla yaklaşık % 30 daha fazla idi. Ancak, gayrimüslimlerden, özellikle Ermeni milletinden Hırlakyan ve Şermetoğlu aileleri gibi oldukça zengin 82 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 567. 83 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 565. 107 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olan, şehirde sayısız dükkân ve uluslararası çalışan birçok şirketi bulunan oldukça zengin kimseler bulunmaktaydı. Türklerde de zadegan denilen, geniş arazilere, bağ ve bahçelere, dükkân ve sanayi kuruluşlarına sahip olan kimseler mevcuttu. Bunların sayısal oranı genel içerisinde oldukça sınırlı kalmıştır. Maraş’ta nüfus ekseriyeti ziraat ve hayvancılığa hâkim olan Müslümanlar lehinde olsa da para getiren ekonomik faaliyetlerin büyük kısmı Hıristiyanların, özellikle Ermenilerin, elinde idi.84 Şehrin tüccar sınıfının % 60’ını Hıristiyanlar meydana getirmekteydi85. Bazı Hıristiyanlar uluslararası çalışan şirketlere sahipti. Maraş’ın zengin Ermeni ailelerinden Hırlakyan Kiğrok Efendi veledi Toros veledi Kasbar’ın 234 numaralı şer’iye sicilinde kayıtlı terekesine bakıldığında, zengin bir Ermeninin mal varlığı ortaya çıkmaktadır. Kiğrok kardeşleri Avadis ve Ağob ile birlikte Kiğrok ve Avadis ve Ağob Hırlakyan adlı bir şirket kurmuşlardır. Şirketin merkezi Maraş şehir merkezindeki Haşur Han’da idi. Ayrıca, şirketin Maraş’ta Aşağı Atta, Yukarı Bezazistan çarşıları ile Beyrut şehri ve İngiltere’nin Manchester şehrinde birer şubesi bulunmaktaydı. Şirketin 1905 senesindeki sermayesi 72 yük kuruş (yaklaşık 987 840 kuruş) tutmaktaydı. Kiğrok’un şahsına ait 3 000 lira (yaklaşık 384 000 kuruş) nakit parası vardı ve bunun 600 lirasını Ermeni Katolik kilisesine miras bırakmıştı. Mülkleri arasında Kuyucak mahallesinde bir han, kahvehane, mağaza, büyük bir ev, dükkânlar, değirmenler, ambar, bağ, bahçe, selamlık, kerestehane bulunmaktaydı86. Diğer bir zengin Maraşlı Ermeni -Maraş sancağının Şekerli sakinlerinden Bilezikcioğlu Karabet veledi Ohannes- öldüğünde mirasının toplamı (yükün-ü tereke) 145 890 kuruşu bulmaktaydı87. 84 85 86 87 Paul Du Véou, La Passion de la Cilicie 1919–1922, Librairie Orientaliste, Paris 1937, s.v. Besim Atalay, Maraş: Tarihi ve Coğrafyası, Dizerkonca Matbaası, İstanbul 1973, s.187. MŞS, Defter No: 234, Belge No: 575. MŞS, Defter No: 231, Belge No: 80. 108 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN Tablo 10: Müslüman ve gayrimüslimlerin zenginlikleri88 Müslümanlar Gayrimüslimler Mirası bırakan Miras yükünü kuruş, para Mirası bırakan Miras yükünü kuruş, para Maraş’a bağlı Kılaguzlu köyünden Abdullah oğlu Abbas oğlu Memili 2 700 Maraş Şekerdere mahallesinden Kisforok veledi Kazor veledi Toros 4 200 Maraş’ın Abbaslar köyünde Ömer oğlu Bekir 1 600 Yusuf Hacılı köyü Karaçalıoğlu Bekir 1 250 Maraş Hatuniye mahallesi mütemekkinlerinden ve Ermeni milletinden Toros oğlu Şermetoğlu Oseb 14 634 Bulanık köyü Karaoğlu Topal Halil 2 680 Bertiz nahiyesi Gedayimli köyünden Gamburluoğlu Ahmet 1 840 9 240 Camustil nahiyesi Sadıklı köyünden Ali oğlu Çolak Bekir 1 400 Maraş Çavuşlu mahallesinden Sabsızoğlu Ağob veled-i Haçer veled-i Ağob Bertiz nahiyesi Gedayimli köyünden Mehmet oğlu Ümmetoğlu Mehmet 2 700 Maraş Şeyh mahallesi sakini Kisforok veledi Karaoğlu Ohannes 830 Gedayimli köyünden Mehmet oğlu Abdi 2 750 Maraş Şekeroba nahiyesi Sadiler köyünden Kelçırakoğlu Artin veledi Mesdusi veledi Haçdık 1 540 Gedayimli köyünden Veli oğlu Fakioğlu Sarı Mehmet 10 700 Maraş’ın Şekerli mahallesinden Mebiyen Sarkis veled-i Karabet 13 796 Maraş Devecili mahallesi sakini Mustafa oğlu Harbindeoğlu Hasan* 9 280 Maraş sancağının Şekerli sakinlerinden Bilezikçioğlu Karabet veledi Ohannes 145 890 Bertiz, Kemahlı köyünden Mehmet oğlu Ciritlioğlu Mehmet 2 420 Maraş Restebaiye mahallesinden Gazezoğlu Ağob veled-i Ahom Nadirli nahiyesi İsmailili köyünden Bekir oğlu Molla İsmail 9 024 Maraş Etmekçi mahallesinden Mehmet kızı İşçioğlu Elif 984.20 Nadirli nahiyesi ahalisinden Veli oğlu Moduk Mustafa 6 340 Maraş, Divanlı mahallesinden Protestan milletinden Araboğlu Tehret veled-i Kiror Maraş, Restebaiye mahallesi, Protestan milletinden Gülrüzoğlu Mosis veled-i Minos Maraş, Çavuşlu mahallesi Protestan milletinden Gülrüzoğlu Keyfuruk veled-i Panos 2 300 9 920 7 630 21 400 88 MŞS, Defter No: 235, Belge No: 548, 549, 550, 551, 567, 565, 568, 571, 572, 574, 576; Defter No: 234, Belge No: 283, 284, 320, 346, 351, 552, 580, 13, 614; Defter No: 231, Belge No:, 80, 675, 672, 668, 665, 643, 642, 615. 109 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Müslümanlar Gayrimüslimler Miras yükünü kuruş, para Mirası bırakan Miras yükünü kuruş, para Maraş’ta Hacı Bebekli aşiretinden Hacı oğlu Hintooğlu Hasan 8 100 Maraş, Yenicekale nahiyesi Dereköy’den Ağob veledi Ohannıs 2 100 Maraş, Alemli mahallesi sakinlerinden Hasan oğlu Âşık Hasanzade Durdu Efendi 18 000 Mirası bırakan *Miras bırakan şahsın toplam terekesi 9 280 kuruş olmakla birlikte, alacaklılarına ödeme yapıldıktan sonra geriye kalan 2 968 kuruş vereseler arasında pay edilmiştir Sonuç Türk devletlerinden birisi olarak Osmanlı Devleti, devlet idaresinde mümkün mertebe, hatta çağının ilerisinde, bir hukuk devleti anlayışı sergilemiştir. Temel hukuk kural ve kaideleri İslâm Hukuku dairesinde olmakla birlikte, Osmanlılar Türk devlet yönetme geleneğinin inceliklerini de sergilemişlerdir. Töre olarak da bilinen örf hukuku Osmanlı asırlarında yaygın olarak uygulanmıştır. Töre gereğince adalet, hoşgörü, eşitlik ve insancıl yaklaşıma dayalı Osmanlı idaresi tüm halk için olgun bir seviye kazanmıştır. Müslüman ve gayrimüslimler Osmanlı yönetimi altında varlıklarını korumuşlardır. Tanzimat yenilikleri ile gayrimüslimlere tanınan haklar doğrultusunda, gayrimüslimlerin Osmanlı idaresi altındaki olgun durumları daha da ileri bir seviye kazanmıştır. Bu yenilikler doğrultusunda onların kamu görevlerine ve askerliğe kabul edilmesi ve idare meclislerinde yer almaları da sağlanmıştır. Halep vilâyeti içerisinde bir sancak olan Maraş’taki idarî, adlî, ekonomik ve beledî meclislerinde gayrimüslimler yeterince temsil edilmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin izlediği ekonomik politikalar gayrimüslimlerin ülke içerisinde daha zengin bir ekonomik yapıya sahip olmasını sağlamıştır. Bunda, askerlikten ve kamu hizmetlerine girmekten muaf olmaları etkili olduğu gibi, gayrimüslimlerin eskiden beri geliştirdikleri hayat tarzlarına fazlaca müdahale edilmemesi de etkili olmuştur. Maraş sancağı dâhilinde gayrimüslimler genel olarak Müslümanlardan % 30 oranında daha zengin bir ekonomik duruma sahip olmuşlardır. Uluslararası ticaret şirketlerine sahip oldukları gibi, para getiren iş kollarından kuyumculuk, demircilik, doktorluk, sanayi ve diğerlerinde gayrimüslimlerin üstünlüğü görülmüş110 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YETİŞGİN tür. Tarım ve hayvancılık Müslümanların elinde iken zanaat kollarında gayrimüslimler üstünlük kurmuşlardır. 111 OSMANLININ SON DÖNEMLERİNDE DEVLET-TOPLUM ARASINDAKİ İNSANÎ BOYUT: OSMANLI DEVLETİ’NİN ERMENİ YETİMLERİNE KARŞI TUTUMU Mehtap DAĞCI Araştırmacı; Tel: 0 352 341 16 82 Özet Osmanlı Devleti ile Ermeniler arasındaki münasebetler, diğer bütün azınlık gruplarında olduğu gibi XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tamirine imkân bırakılmayan bir sürece girmiştir. Bu süreçte, yüzyıllardır devletin sadık tebaası olarak nitelendirilen Ermenilere karşı Osmanlı Devleti’nin politika değişikliği yapması değil, araya müdahaleci olarak giren sömürgeci devletlerin tutumları en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu devletlerin Osmanlı azınlıklar üzerinde oynadıkları politikalar azınlık grupların kendi devletleri ile karşı karşıya getirmiştir. Ermenilerin de Osmanlıya karşı içine girdiği düşmanca tavrın altında bu neden yatmaktadır. Ancak Osmanlı Devleti her şeye rağmen kendi tebaasına karşı koruyucu tutumundan hiçbir zaman vazgeçmemiş, en zayıf ve çaresiz olduğu dönemlerde bile korumasız azınlıkları koruma ve kollama görevinden vazgeçmemiştir. Bu politikasını ve tutumunu birçok farklı durumlarda sergilemiştir. Birinci Dünya Savaşı dönemi bunun en güzel örneğidir. Devlet, savaş yıllarının en acımasız şartları altında mücadele ederken bile azınlık dahi olsa kendi vatandaşlarına karşı insanî tutum sergilemekten vazgeçmemiştir. Bunun en güzel örneği, savaş yıllarında Türk yetimleri gibi Ermeni yetim çocuklarının da koruma altına alınmasıdır. Tebliğimizde savaş yıllarında Osmanlı Devleti’nin bütün imkânsızlıklarına rağmen, olağan bir durum olan savaşın zor şartları altında ezilen Ermeni yetimlerine karşı takındığı tutumlar ve sergilediği politikalar ele alınacaktır. Bu politikalar Osmanlı Devleti’nin kendi toplumuna karşı sergilediği insanî boyut çerçevesinde değerlendirilecektir. Mehtap DAĞCI Giriş Osmanlı Devleti ile Ermeniler arasındaki münasebetler, diğer azınlık gruplarında olduğu gibi XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren tamirine imkân bırakılmayan bir sürece girmiştir. Bu süreçte, yüzyıllardır devletin sadık tebaası olarak nitelendirilen Ermenilere karşı Osmanlı Devleti’nin politika değişikliği yapması değil, araya müdahaleci olarak giren sömürgeci devletlerin tutumları en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu devletlerin Osmanlı azınlıkları üzerinde oynadıkları politikalar azınlık gurupları, kendi devletleri ile karşı karşıya getirmiştir. Ermenilerin de Osmanlıya karşı içine girdiği düşmanca tavrın altında bu neden yatmaktadır. Ancak Osmanlı Devleti her şeye rağmen kendi tebaasına karşı koruyucu tutumundan hiçbir zaman vazgeçmemiş, en zayıf ve çaresiz olduğu dönemlerde bile savunmasız azınlıkları koruma ve kollama görevinden vazgeçmemiştir. Bu politikasını ve tutumunu birçok farklı durumda sergilemiştir. Birinci Dünya Savaşı dönemi bunun en güzel örneğidir. Devlet, savaş yıllarının en acımasız şartları altında mücadele ederken bile azınlık dahi olsa kendi vatandaşlarına karşı insanî tutum sergilemekten vazgeçmemiştir. Bunun en güzel örneği, savaş yıllarında Türk yetimleri gibi Ermeni yetim çocuklarının da koruma altına alınmasıdır. Tebliğimizde savaş yıllarında Osmanlı Devleti’nin bütün imkânsızlıklarına rağmen, olağan bir durum olan savaşın zor şartları altında ezilen Ermeni yetimlerine karşı takındığı tutumlar ve sergilediği politikalar ele 115 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER alınmıştır. Bu politikalar Osmanlı Devleti’nin kendi toplumuna karşı sergilediği insanî boyut çerçevesinde değerlendirilmiştir. Savaş Dönemi Kimsesiz Ermeni Kadın ve Çocuklarla İlgili Osmanlı Devleti’nin Uygulamaları Birinci Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı toplumunun bütün kesimi sıkıntı yaşamıştır. Bunlardan biri de Ermeni yetimleridir. Ancak Osmanlı Devleti yaşanan olumsuzlukları ortadan kaldırmak maksadıyla, kimsesiz veya yetim ve öksüz kalan çocuklar için Dâhiliye Nezareti’ne bağlı darüleytamlar1, yani yetimhaneler açmıştır2. Bu noktada Ermeniler için Birinci Dünya Savaşı döneminin en önemli yılı 1915’tir. Bu tarihte genel sevk kararı alınınca, kimsesiz kadın ve çocukların durumu özel olarak değerlendirilmiştir. 28 Ekim 1915 tarihli Dâhiliye Nezareti’nin genel bir yazısında aile reisleri olmayan kadın veya yetimlerin kendileri için uygun görülen yerlere gitmek istememeleri halinde, kafilelerden ayrılarak istasyonların bulundukları il veya ilçelerdeki köyler arasında dağıtılmaları planlanmıştır. Buna ek olarak savaş döneminde korunmasız ve istismara açık olan kadın ve yetimler için Osmanlı Devleti özel düzenlemeler de yapmıştır. Bu konuda yapılan ilk düzenleme, sevkin başladığı günlerde şimdilik kaydıyla, sahipsiz kadın ve çocukların tehcirden muaf tutulmalarının3 öngörülmesidir. Nitekim heyet-i tahkik riyasetince bilgilendirilen Talat Paşa Mamuretülaziz valisi Sabit Bey’e gönderdiği telgrafta, kış döneminde başlarında erkekleri bulunmayan Ermeni kadın ve çocukların uzak mesafelere sevklerinin zor olacağı ve her kafileye güvenilir memurların eşlik etmesine imkân olmadığından dolayı kimsesiz kadınların ve çocukların sevk edilmeyerek uygun köylere dağıtılmasını istemiştir4. 1 2 3 4 Birinci Dünya Savaşı yıllarında babaları cephelerde ölen çocuklar için İstanbul’da açılan yetiştirme yurtlarına darüleytam, eytamhane ya da yetimhane denmiştir. Ermeni yetimleri için darüleytamların açılmasında muhacirin müdürü Şükrü Bey’in gayretleri söz konusudur. Nejdet Sakaoğlu, “Darüleytamlar”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.II, İstanbul 1994, s.558. Yavuz Selim Karakışla, “Kadınları Çalıştırma Cemiyeti Himayesinde Savaş Yetimleri ve Kimsesiz Çocuklar”, Toplumsal Tarih, C. XII, S. 69, Eylül 1999, s.46. İbrahim Ethem Atnur, Türkiye’de Ermeni Kadınları ve Çocukları Meselesi, Babil Yayınları, Ankara 2005, s.50-51. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), DH-ŞFR, Belge No: 58/124. 116 Mehtap DAĞCI Ancak her zaman şimdilik kaydı geçerli olmamıştır. Bölgelere göre bazı değişiklikler olmuş, gerekli düzenlemeler yapıldıktan sonra kadın ve çocukların bir kısmı göç kervanlarındaki yerlerini almışlardır. Bu uygulamaların dışında bir de Ermeni ailelerin giderken yakın Türk komşularına, dönecekleri düşüncesiyle veya çocukların tehcir yolculuğuna dayanamayacağı gerekçesiyle, bıraktıkları emanet çocuklar vardır5. Bu çocukların bakımları noktasında devlet için bir sorun yoktur. Çünkü bunların bakımlarıyla, aileleri tarafından gönüllü bırakıldıkları aileler ilgilenmişlerdir. Bunların yanında, sayıları hayli kabarık olan kimsesiz Ermeni çocuklarının bakımı ve eğitimi için devlet kendini sorumlu hissetmiş ve iki şekilde bu sorunu çözüme kavuşturmuştur. Başvurduğu yollardan birincisi, belli yaşlarda çocukların yetimhanelere yerleştirilmesi olmuştur. Osmanlı Devleti, buralara yerleştirilen yetimlerin iaşeleri hususunda da gerekeni yapmıştır. Kastamonu vilâyetine gönderilen 14 Mayıs 1917 tarihli telgrafta, velileri tehcir edilen ve öksüz yurtlarında kalan Ermeni çocuklarının gündelikleri onların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz ise gündeliklerinin altı kuruşa çıkartılabileceği ve bunların Harbiye ödeneklerinden karşılanacağı bildirilmiştir6. Devletin açtığı mevcut yetimhanelerin çok sayıdaki Türk ve Ermeni yetimlerini barındırması mümkün olmadığı durumlarda da yeni yetimhaneler açılması ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Meselâ, Urfa ve çevresinde Ermeni muhacirleriyle ilgilenen muhacirin müdürü Şükrü Bey’in faaliyetleri sonucu Urfa’da yetim Ermeni çocukları için bir yetimhane açılmış, bakıcı ve öğretmen olarak bazı Ermeni kadınları görevlendirilmiştir. Yine Mamuretülaziz valisinin çabaları sonucu 700 Ermeni çocuk için bir yetimhane açılmış ve her on veya beş çocuk için bir Ermeni hemşire tahsis edilmiştir7. Osmanlı Devleti, Ermeni yetimlerini barındıran bu yetimhanelerden, en zor zamanlarında dahi malî yardımlarını hiçbir eksik etmemiş ve esirgememiştir. Devlet tarafından Adana ve Halep vilâyetlerinin muhtelif mahallerinde açılan yetimhane ve sanayi müesseselerinde barınan yetimler için devlet 28 Eylül 1912 tarihinde iki milyon dört yüz otuz altı bin kuruş eklemiştir. Ayrıca 4 Eylül 1910 tarihinde, Adana ve çevresinde bulunan yetimlerin ve dulların bakım ve ihtiyaçlarının karşılanması için oluşturulan müesseselerin devamlı surette işleyebilmesi için Ermeni Patrikhanesi’nce 5 6 7 Erhan Başyurt, Ermeni Evlâtlıklar Saklı Kalmış Hayatlar, Karakutu Yayınları, İstanbul 2006, s.35. BOA, DH-ŞFR, Belge No: 76/206. Atnur, a.g.e., s.54. 117 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER talep olunan bir milyon kuruşun Patrikhane’ye verilmesi Meclis-i Mebusan tarafından kabul edilmiştir8. Osmanlı hükümeti tarafından, Adana olayları9 nedeniyle, Adana ve çevresinde meydana gelen karışıklık üzerine kimsesiz ve korumasız kalan yetimlerin ve dulların ihtiyaçlarını karşılamak için Patrikhane’ye bir milyon kuruş verilmiş ise de bu miktarın daimî surette onların ihtiyaçlarını karşılamada yetersiz olacağını düşünen hükümet iki milyon kuruşun bir yıl daha verilmesini zorunlu görmüştür10. Adana ve çevresinde bulunan 1 600 kadar yetimin her biri için senelik yedişer ve üç bin kadar dul kadının her biri içinde dörder lira verilmesi amacıyla hükümet tarafından toplanan yirmi üç bin iki yüz liranın zikredilen yetimlere ve dullara ödenmesini Ermeni Patrikhanesi talep etmiş ve hükümet adı geçen miktarı 326 seneyi maliyesi muvazenesine dâhil etmiştir11. Adana Osmanî Yetimhane müdürü Vahakin Efendi’nin kötü yönetiminden dolayı, Sis katagigosluğu ve Adana Ermeni delegesiyle bölge ahalisi tarafından meydana gelen şikayetlerin artmasıyla bölgede bulunan yetimlerin ve dulların bakımlarını üzerine alan Patrikhane, adı geçen müessesede yalnız Ermeni yetiminin barındığını iddia ederek, hem Adana Osmanî Yetimhanesi’nin yönetimini hem de yetimhaneye ayrılan bütçenin kendi bünyelerine verilmesini talep etmiştir. Patrikhane’nin talepleri arasında ayrıca Vahakin Efendi’nin memuriyetten alınması da vardır12. Adana Osmanî Yetimhanesi müdürü Vahakin Efendi’nin memuriyet görevinin 8 9 BOA, MV, Belge No: 144/5. 13-14 Nisan 1909 darbesiyle ilişkili olarak Adana ve çevresinde Türklerle Ermeniler arasında büyük bir katliam baş gösterdi. 1909-1912 yıllarında Adana valisi olan Cemal Paşa katliamın ana sorumlusunun aynı zamanda genç bir başpiskopos olan Hınçak önderi Muşeg adındaki bir Ermeni ajanının olduğunu söylemektedir. 14 Nisan’da Adana, Tarsus, Hamidiye, Misis, Erzin, Dörtyol, Azizli gibi Ermenilerin çokça bulunduğu yerleşim yerlerinde olaylar patlak verdi. İkinci Adana vakası ise birincisinden on bir gün sonra meydana gelerek yalnız Adana şehriyle sınırlı kaldı. Bu olaylar bazı Ermeni gençlerinin, askerî ordugâha ateş etmesi ile başladı. Adana katliamları esnasında 17 000 Ermeni ve 1 850 Müslüman ölmüştür. Vali Cemal Paşa Adana’da otuz, Erzin’de ise on yedi Müslümanı yaşananlarla sorumlu tutarak idam ettirdi. Bunlarla beraber yalnız bir Ermeni idam edildi. Cemal Paşa’nın olayların çıkmasında sorumlu gördüğü Muşeg ise daha olayların ikinci gününde İskenderiye’ye kaçtı. Buların yanında Cemal Paşa, olaylar esnasında yetim kalan Ermeni çocuklarının terbiye ve tahsili için Adana’da büyük bir yetimhane de yaptırmıştır. Cemal Paşa, Hatırat, Arma Yayınları, İstanbul 1996, s.355-366. 10 BOA, MV, Belge No: 166/99-2. 11 BOA, MV, Belge No: 137/105. 12 BOA, DH-İD, Belge No: 166/8 -8. 118 Mehtap DAĞCI değiştirilmesini karalaştıran Osmanlı hükümeti, Patrikhane’nin iddia ettiği gibi Adana Yetimhanesi’nde sadece Ermeni yetiminin değil çeşitli milletlerin yetimlerinin yanında Rum ve Müslüman yetimlerinin barındığını bildirmiştir. Bu nedenle hükümet, Patrikhanece talep edilen müessesenin Patrikhane’ye devredilmesine lüzum görmemiştir13. Adana Osmanî Yetimhane müdürü Vahakin Efendi Padişah’a gönderdiği telgrafta Adana olayları hakkında şu ilginç bilgileri vermektedir: Adana’da meydana gelen geçici karışıklık ortamından yararlanan çeşitli milletlerin delegeleri sokaklarda kalan yetimleri toplayarak siyasî maksatla kendi bünyelerine aldılar. Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin görevlendirdiği yeni vali Cemal Bey perişan durumda olan pek çok yetimi koruması altına alarak Osmanî Yetimhanesi’nin aşağısında yer alan Dörtyol, Haçin ve Adana’da yetimhaneler açarak, sayıları dört yüzü aşan yetimi koruması altına aldı. Bu yetimhanelerin devamlı surette varlığını koruyabilmesi için Hazine-i Hassa’dan on kuruş almaksızın, 7 500 lira toplayarak14 Adana Bağdat istasyonu civarında bir arsa alarak altmış odalı bir bina inşa etmiş ve bunu Adana Osmanî Yetimhanesi ile birleştirmiştir. Böylece zor durumda kalan Müslüman, Hıristiyan ve çeşitli mezheplere mensup yüzlerce yetimi koruması altına almıştır. Vali Cemal Bey Bağdat’a gitmeden önce Dâhiliye Nezareti, özel bir kanun çıkararak adı geçen yetimhaneye senelik 2 500 lira tahsis etmiştir. Üç seneden beri güzel bir şekilde idare edilen yetimhane Ermeni delegelerinin, özellikle de Şahe Efendi’nin, iftiraları nedeniyle zor günler geçirmiştir. Şahe Efendi, Adana’da bulunan 13 BOA, DH-İD, Belge No: 166/8-34. 14 Adana valisi Cemal Paşa 8 Eylül 1909 tarihinde Uluslararası Yardım Komitesi başkanı Peet’e yazdığı bir mektupta, kuracağı yetimhane projesi için yüklü bir para talep etti. Basın aracılığı ile de kendi yurttaşlarına yönelik başlattığı eş zamanlı bağış kampanyasında 40 000-50 000 lira topladı. Ancak devletin yani kendisinin yönetmeyi planladığı yetimhane projesine Peet’in karışmasını yasakladı. Yetimleri dinsel inanca dair etkilerden uzak tutmak isteyen Cemal Paşa, Uluslararası Yardım Komisyonu Adana bölge başkanı Chambers’la yaptığı bir görüşmede dinsel eşitlik yok edilmeden kaliteli bir Osmanlıcı ve ahlâkçı eğitim sözü vermişti; Yetimhane devlet tarafından kurulmalı. Çocuklar şu veya bu cemaatin çocukları olarak değil, Osmanlı olarak yetimhaneye kabul edilmeli. Yetimhanelerde ne papaz ne de hoca görevli olmalı. Çocuklar kendi ibadethanelerine gidip gerekli görülen dinsel eğitimi alabilir. Ancak yetimhanede bu çocuklara sağlam ahlâk kazandırılmalı. Ancak bu düşüncenin uygulanması eksik kaldı. Cemal Paşa kendi adamlarıyla yetimhane yönetecek durumda olmadığı için Alman Hülfsbund misyoneri Paula Schafer’i danışman olarak davet etti. Bu durum, aslında Jön Türklerin özel okul alanında Fransız ve İngiliz ağırlığı karşısında Almanlarla eğitim alanında bir işbirliğine girdiklerinin kanıtı olarak yorumlanmaktadır. Hans-Lukas Kieser, Iskalanmış Barış Doğu Vilâyetlerinde Misyonerlik, Etnik Kimlik ve Devlet 1839-1938, İletişim Yayınları, İstanbul 2006, s.404-406. 119 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER sekizi aşkın yetimhane arasında en parlak durumda olan Adana Osmanî Yetimhanesi’nin himayesinde bulunan yetimlerin Türkleştirildiği iddiasında bulunmuştur. Bu konuyu araştıran komisyon bu konuda atılan iftiranın asılsız olduğunu ifade etmiştir. Ayrıca üç seneden beri Hazine-i Hassa’dan Patrikhane’ye verilen on binlerce liranın maksada uygun harcanmadığını belirten Vahakin Efendi vatanın menfaati için gerekenin yapılmasını Padişah’tan istemiştir15. Başvurulan yollardan ikincisi ise kimsesiz çocukların devlet eliyle Müslüman aileler yanına dağıtılması idi. Savaş şartlarında bütün çocukları yetimhanelerde barındırmak mümkün olmadığı için, bazı dönemlerde, devlet denetimi altında olmak kaydıyla, çocukların Müslüman aileler yanına yerleştirilmesi sıkça başvurulan bir çözüm olmuştur16. Urfa’da yaşayan İsviçreli misyoner Jakob Künzler’in bu konudaki ifadeleri de dikkat çekicidir. Bugün binlerce çocuk ortaya çıktıysa bunu Müslümanların koruyuculuğuna borçludurlar. Bunlar Müslüman şehirlerinde ve evlerinde kaldılar, şimdi ise ortadalar17. Stanford Shaw’ın, Ermeni ve Rum çocuklarının çoğu din değiştirmeksizin Müslümanlar tarafından evlerine alınmış ve korunmuştu18 ifadesinden de anlaşılacağı üzerine yetimlerin Müslümanlaştırılması söz konusu değildir. Ancak kendisini ifade edemeyecek kadar küçük yaştaki çocuklar için durum biraz farklıdır. Bu çocukların zaman içinde değişime uğramaları ve bakımları için verildikleri ailelerin etnik kimliğine bürünmeleri elbete kaçınılmazdı19. Kimsesiz Ermeni çocuklarını tamamıyla Müslümanlaştırmayı düşünen bir yönetimin elbette bunları misyonerlere ve onların kontrolündeki yetimhanelere teslim etmemesi gerekirdi. Üstelik Cemal Paşa’nın ifade ettiği gibi yetimhaneye alınan çocuklara Müslüman ismi verilse dahi bu müesseselerde dinî eğitim verilmiyordu. Dönemin şartları içerisinde dinî eğitim verecek eleman bulmanın hayli zor olacağı da bir gerçekti20. Bunun yanında Osmanlı Devleti, koruması altına aldığı kimsesiz Ermeni çocuklarının güvenlikleri, terbiyeleri ve eğitimleri hususunda mutasarrıflıkları uyararak gerekenin yapılmasını istemiştir. Dâhiliye Nezareti; 15 16 17 18 19 20 BOA, DH-İD, Belge No: 166/8-21/22. Atnur, a.g.e., s.53. Atnur, a.g.e., s.69. Atnur, a.g.e. Karakışla, a.g.e., s.48. Atnur, a.g.e., s.67. 120 Mehtap DAĞCI Adana, Halep, Diyarbakır, Erzurum, Bitlis, Van, Trabzon, Sivas, Hüdavendigar, Edirne, Musul vilâyetleriyle İzmit, Canik, Kayseri, Maraş, Urfa, Zor mutasarrıflıklarına gönderdiği şifreli telgrafta kimsesiz kalan Ermeni çocuklarının eğitim ve terbiyeleri hususunda şimdiye kadar ne yapıldığının ve güvenilir ailelerin yanına dağıtılanlarla, henüz ortada kalanların miktarlarıyla durumlarının hızla haber verilmesini istemiştir21. Elbetteki sevk başlamadan kimsesiz kalan çocuklar olduğu gibi, sevk esnasında da dağılan aileler, kaybolan çocuklar ve yetim kalanlar mevcuttu ve sayıları da tehcirin ilerleyen günlerinde gittikçe artmıştı22. Bu nedenle yetimlerin bir kısmı resmî binalara yerleştirildiler. Ancak Dâhiliye Nezareti, 25 Ağustos 1915 tarihinde Ankara vilâyeti vekâletine gönderdiği telgrafta, Ermeni çocuklarının resmî kurumlarda, devlet dairelerinde bulundurulmasını doğru bulmayarak bunların Müslüman ailelerin yanına dağıtılmalarını istemiştir23. Bu dönemde kimsesiz Ermeni çocuklarını korumanın başka bir yolu da evlâtlık vermedir. Bu yol, kimsesiz çocukları koruma adına Osmanlı Devleti’nin ilk uygulaması değildir. Kırım Savaşı sonrasında, 1864’de Anadolu’ya göç eden bir buçuk milyon Kafkasyalı Çerkez o dönemde devlet eliyle yerleştirilirken, kimsesiz kalan çocukları -özellikle kızlar- varlıklı ailelere evlâtlık verilmiştir. Birinci Dünya Savaşı yıllarının zor ekonomik şartları arasında da, kimsesiz kız çocuklarının ailelere evlatlık olarak dağıtılması uygun bir çözüm olarak öne çıkmıştır. Ermeni evlâtlıkların sayısına gelince; bütün resmî yazışmalar ve kayıtlara rağmen kaç çocuğun evlâtlık alındığına dair sağlıklı rakamlar bulunmamaktadır. Arşivlerden bu konudaki kayıtlar tam olarak tasnif edilmemiştir24. Osmanlı Devleti sadece Anadolu’da değil, ülkenin başka bölgelerindeki yetimler için de üzerine düşen sorumluluğu sonuna kadar yerine getirmiştir. 3 Şubat 1916 tarihinde Dâhiliye Nezareti tarafından, Halep ve civarında bulunan Ermeni yetimlerinin bölgede muhafazasının çok zor olmasından dolayı, kimsesiz çocukların kuzeye ülkenin içlerine sevk edilmesi, muhafazalarının sağlanması ve iaşelerinin muhacirin tahsisatından karşılanması için25 bölgeye gönderdiği yazı bunun en açık bir göstergesidir. 21 22 23 24 25 BOA, DH-ŞFR, Belge No: 59/111. Atnur, a.g.e., s.55. BOA, DH-ŞFR, Belge No: 55/323. Başyurt, a.g.e., s.37. Atnur, a.g.e., s.55. 121 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu karar üzerine hükümet Halep’te bulunan Ermeni yetimlerinin İstanbul’a getirilmesini uygun bulmamış, terbiye ve tahsillerine en uygun yerin Sivas olduğuna karar vermiştir. Böylece Halep’le yapılan haberleşmeler neticesinde, yetimler Sivas’a getirilerek bölgede bulunan yetimhanelere yerleştirilmiştir26. Halep’ten yalnızca Sivas’a değil başka bölgelere de Ermeni yetimleri sevk edilmiştir. Meselâ İzmit Armaşa Manastırı’nda oluşturulan yetimhaneye Suriye ve Halep’ten çok sayıda Ermeni yetimi yerleştirilmiştir. Ayrıca Halep’ten Konya, Balıkesir ve Adapazarı’ndaki devlet yetimhanelerine de kimsesiz Ermeni çocukları sevk edilmiştir27. Ermeni yetimlerinin genel anlamda yetimhaneye yerleştirilip, terbiye ve tahsillerinin sağlanmasında dinî ayırım yapılmadığı görülmesine karşın, bazı durumlarda da farklılıkların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Nitekim Enver Paşa’nın Dâhiliye Nezareti’ne gönderdiği 9 Mayıs tarihli yazısında mühtedi ve gayri mühtedi Ermeni kız ve erkek çocukların kimsesiz olanlarının bizim yetimhanelere alınması halinde bunlar için gerekli olan tahsisatı ya siz veriniz ya da harp bütçesinden ben vereyim28. Enver Paşa’nın şifreli telgrafına verilen cevapta, Maarif Nazırı kimsesiz Müslüman ve gayrimüslim Ermeni çocuklarının bizim yetimhanelere alınması kabul etmiş ve gerektiğinde yetimler için yeniden bütçe vereceğini beyan etmiştir29. 1 Haziran 1916’da Maarif Nezareti’nin Mardin mutasarrıflığına gönderdiği şifreli telgrafta Mardin’de genişletilecek yetimhaneye yalnızca mühtedi Ermeni çocuklar alınacağı şeklindedir. Anlaşıldığı kadarıyla Osmanlı Devleti şartlara göre düzenlemeler yapmıştır. Bundan dolayı da uygulamalarda bazı farklılıklar ortaya çıkmıştır. Farklılıklar yaşanmasına karşın değişmeyen tek şey, hükümetin kimsesiz Ermeni çocukları ile ilgili faaliyetleridir. Bu konuda önemli katkısı olan Dâhiliye Nezareti, yapılacaklar hususunda sürekli olarak ilgili mutasarrıflıkları uyarmıştır30. Ermeni çocukları ile ilgili 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa’nın faaliyetleri göz ardı edilemez. Cemal Paşa Türk ordusu da dâhil Arapların ve Ermenilerin iaşesini zor savaş şartları altında kendi bünyesindeki erzaktan karşılamıştır. Cizvitler31 tarafından yapılmış olan Ayn Tura (An26 27 28 29 30 31 BOA, DH-ŞFR, Belge No: 61/20 Atnur, a.g.e., s.56. BOA, DH-KMS, Belge No: 39/4-1. BOA, DH-KMS, 39/4-1. Atnur, a.g.e., s.57. Osmanlı Devleti’nde güçlü bir şekilde temsil edilen Fransız kolonisinin üyeleri arasında Cizvit ve Kapusen misyonları mevcuttu. Anadolu’da önemli bir tarikat olan Cizvit çalışanlarının toplamı yerli çalışanlar dikkate alınmadığı taktirde American Board 122 Mehtap DAĞCI toura) Manastırı’nı yetimhaneye çevirerek Türk, Ermeni ve Kürtlerden oluşan dört yüz kadar yetimin bakımını sağlamıştır. Bunun dışında Cemal Paşa, Şam’da Ermeniler tarafından idare edilen bir takım yetimhanelere de yardım etmiştir32. Halide Edip ve Dr. Lütfü Kırdar sayesinde Ayn Tura Yetimhanesi’nde bulunan çocukların bakım ve ihtiyaçları düzenli bir şekilde sağlandığı gibi yatakhane, aşhane gibi sorunları da halledilmiştir. Ayn Tura’da bulunan yetimlerin sayısı önce sekiz yüz, ardından tam bin iki yüze çıkmıştır. Ancak, Halide Edip yetimhanede barınan çocukların kayıtlarının tutulmadığını belirtmektedir. İstanbul’dan getirttiği Halide Edip ve arkadaşları gibi eğitimciler sayesinde Beyrut, Şam ve Cebel-i Lübnan’da eğitim alanında ciddi bir faaliyet yürüten Cemal Paşa, 3 000-4 000 genç kız ve kadının devam ettiği Beyrut sanayi mekteplerini de hizmete sokmuştur33. Halide Edip yetimhane üzerine Cemal Paşa ile aralarında çok çetin münakaşalar yaşandığını şu ifadelerle anlatmaktadır: Ben Ermenilerin Türk veya Müslüman ismi taşımalarına itiraz ettim. Bunun sebebini Cemal Paşa şu surette izah etti. Şam’da Ermeniler tarafından idare edilen yerde Cemal Paşa idaresinin yardım ettiği bir takım yetimhaneler vardı. Bunlar yalnız Ermeni çocuklarını alırlardı. Hiç birinde yeniden çocuk alacak yer kalmadığı gibi, yeni bir yetimhane açmak içinde maddi imkân kalmadı. Ayin Tura sadece Müslüman çocukları için olup orada henüz yer vardı. Ermeni yetimhanesinin alamadığı kimsesiz avare Ermeni çocuklarını Ayin Tura’ya alırken onlara Türk veya Müslüman ismi vermek zorunlu idi. Esasen din dersi verilmiyordu. Yani Ermeni çocuklarını zorla Müslüman yapmak gibi bir gaye yoktu34. Kazım Karabekir Paşa, Doğu Anadolu bölgesinde Ermeni ayaklanması ve savaş sırasında sahipsiz kalan iki bini kız, altı bin yetime sahip çıkmıştır. Bu başarılarından dolayı Kazım Karabekir’e Trabzon Ermeni Yetimler Okulu öğrencileri tarafından 9 Eylül 1922 tarihli ve altında Yetimler babası kahraman Kazım Karabekir Hazretleri’ne yazan fotoğraf hediye edilmiştir. Kazım Karabekir yetim ve öksüzlere sadece sığınacakları bir yuva verip mensuplarından fazlaydı. Bu misyonlar açıkça kendilerini Protestanlığa karşı Katolikliğin ve Fransız nüfuz alanının hizmetkârları olarak görüyorlardı. 1880’li yıllardan beri Adana, Kayseri, Merzifon, Amasya, Tokat ve Sivas şehirlerinde Cizvit Ermeni Misyonu’nun ağırlık noktasını okullar oluşturmaktaydı. Kayseri-Sivas arasındaki köylerde de faaliyet gösteren Cizvitler savaş başlayınca ülkeyi terk etmek durumunda kaldılar. Kieser, a.g.e., s.439-445. 32 Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev, Özgür Yayınları, İstanbul 2005, s.253. 33 Atnur, a.g.e., s.59. 34 Adıvar, a.g.e., s.253. 123 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER onları giydirmek ve doyurmakla yetinmemiş, aynı zamanda anaokulundan meslek lisesine kadar tesis ettiği mekteplerde yetim çocukların eğitimlerine özel önem vermiştir. Her yerde ve her şartta kimsesiz çocuklarla sürekli beraber olan Karabekir, onlar için bizzat ders kitapları, marşlar, piyesler, öğüt kitapları kaleme alarak bunları Şarklı İbret kitabında toplamıştır35. Yetim çocukların bir kısmıyla Gürbüzler Ordusu adı verilen bir ordu kurmuştur. Askerî eğitim alan bu çocuklar aynı zamanda kayak dersi de almışlardır. Bir kısmı da Sanayi Gürbüzler Mektebi’nde zanaat öğrenmiştir. Gürbüzler Ordusu’nda başarılı olanların bir bölümü Bursa Işıklar Askerî Lisesi ve daha sonra Kuleli Askerî Lisesi’ne gönderilmiştir36. Kimsesiz Ermeni çocukları için mevcut yetimhaneler yeterli olmadığından ecnebilere ait bir takım manastırlar da yetimhaneye dönüştürülmüştür. İstanbul’da bulunan Notre Dame de Sion, Yedikuledeki İtalyan Mektebi ve Ermeni Hastanesi; Galata’daki Rus Manastırı, St. Joseph Mektebi gibi pek çok İngiliz, İtalyan, Fransız ve Rus binalarına el konulmuş ve bu binalar geçici olarak yetimhanelere çevrilmiştir37. Buraların da ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmıştır. Osmanlı Devleti, Yedikule Ermeni Hastanesi’nde bulunan altı yüz kadar Ermeni yetiminin 32.5 kg et ve 48 kg ekmek ihtiyacının yetmediğini ileri süren Ermeni Millet Meclisi ve Patrikhanesi’nin taleplerini kabul ederek yetimlerin et-ekmek ihtiyaçlarını bir misli artırmıştır38. Yine Hasköy’de bulunan Meryem Ana ismindeki Ermeni kadınlarının bulunduğu yetimhanenin dışında çeşitli cemaatlere ait hastane ve mekteplerin eskiden beri et ve ekmek ihtiyacını karşılayan hükümet, bu ihtiyaçların gideri için iki milyon kuruşa yakın bir bütçe ayırmıştır. Ancak 2 Eylül 1909 tarihinde adı geçen bütçe yalnızca dört yüz yetmiş altı bin kuruşa indirilmiştir. Bundan dolayı hükümet gerekli düzenlemeleri yaparak, Hazine-i Hassa’dan ihtiyaçların karşılanmasını uygun görmüştür39. Savaşın ilerleyen yıllarında kimsesiz çocukların sayısının artması neticesinde 1917’de kurulan Himaye-i Etfal40 ve Kadınları Çalıştırma Cemi35 36 37 38 39 40 www. yuzaki. com Başkurt, a.g.e., s.41. Karakışla, a.g.e., s.46. BOA, İHR-NU, Belge No: 13294. BOA, DH-MUİ, Belge No: 12-2/19-1. Himaye-i Etfal Cemiyeti (Çocuk Esirgeme Kurumu) 1 Mayıs 1917 yılında kurulmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın bütün şiddetiyle sürdüğü bir dönemde 28 Kasım 1917’de savaş bölgesinden toplanan çocuklar için Firuz Ağa’da Çocuk Misafirhanesi açıldı. 100 kişilik olarak açılan bu misafirhaneye çok sayıda çocuk gelmesinden dolayı çocuklar evlâtlık ve 124 Mehtap DAĞCI yetleri ortaya çıkmıştır. Hilal-i Ahmer41 gibi pek çok Osmanlı hayır kuruluşu da savaş nedeniyle kimsesiz kalmış olan çocukların acılarını biraz olsun dindirebilmek için Darü’leytam ve Himaye-i Etfal Cemiyeti’ne yardım etmiştir. Kadınları Çalıştırma Cemiyeti, 750 civarında kimsesiz çocuğu koruması altına alarak geçici olarak cemiyetin İstanbul’da bulunan şubelerinde barındırmaya başlamıştır. Ancak cemiyetin himayesi altına alınmaları istemiyle 1 800 civarında çocuğun İstanbul’a gönderileceği haberi duyulunca, cemiyet bu kadar çok sayıdaki çocuğa ancak geçici bir süre bakabileceğinden, bu çocukların barınabilecekleri ve çalışabilecekleri kurumlara yerleştirilmeleri ve evlâtlık veya besleme olarak evlere verilmeleri konusunda Dâhiliye Nezareti’nin aracılığını istemiştir. Yani savaş sırasında yetim ve kimsesiz kalmış olan çocuklar, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin gözetiminde Dâhiliye Nezareti’nin bulacağı işyerlerine ve evlere yerleştirileceklerdir. Böylelikle, bu kimsesiz çocukların çalıştırılması ve emekleri karşılığında bakımlarının temin edilmesi düşünülmüştür. Özellikle Ermeni Tehciri ve Pontus Rum isyanı sırasında yaşanan çarpışmalar nedeniyle Doğu Anadolu’da ve Doğu Karadeniz bölgelerinde çok sayıda çocuk yetim ve öksüz kaldığından bu çocukların bulundukları bölgelerde çalıştırılmaları ve bakılmalarını sağlamak için Dâhiliye Nezaret’i 27 Temmuz 1917 tarihinde adı geçen bölgelerde bulunan valiliklere birer çırak olarak Türk ailelerinin yanına yerleştirildi. 1917-1922 yılları arasında 2 027 çocuğa bakım sağlandı. Himaye-i Etfal Cemiyeti çocukları çiftçilik ve hayvancılığa yönlendirmek amacıyla Kalender’de Ziraat Yurdu açtı. Kurumun bir diğer çalışması anne-çocuk sağlığına yönelik başlatmış olduğu kampanyadır. Şehzadebaşı, Kadıköy, Bakırköy ve daha sonra Üsküdar semtlerinde açılan dispanserler ile hastalar tedavi edilerek ücretsiz ilaç dağıtıldı. Himaye-i Etfal Cemiyeti 1920 yılında Londra, 1921 yılında Cenevre’de düzenlenen uluslar arası toplantılara temsilci gönderdi. İstanbul’da kurulan Himaye-i Etfal Cemiyeti çalışmalarını yürütürken 30 Haziran 1921 tarihinde TBMM tarafından Ankara’da yeni bir Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu. İstanbul ve Ankara Himaye-i Etfal Cemiyetleri arasında yazışmalar olmasına rağmen bir birleşme gerçekleşemedi. İstanbul’da bulunan Himaye-i Etfal Cemiyeti 1923 yılındaki genel kurulundan sonra yeni bir genel kurul yapmayarak tarihe karıştı. Millî Mücadele’nin kazanılmasının ardından Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti tüm ülke çapında örgütlenerek anne ve çocuğa yönelik hizmetlerine devam etti. www. shcek. gov.tr. 41 Hilal-i Ahmer (Kızılay), 1912’de Besim Ömer Paşa’nın desteğiyle kuruldu. Ancak derneklerde örgütlenmeden önce Türk kadınları 11 Haziran 1868’te kurulan ve 1908’de Kızılay’ı doğuracak olan Malul ve Hasta Askerlere Yardım Cemiyeti’nin de üyesiydiler. Hilal-i Ahmer Hanımlar merkezinin başlıca görevi Balkanlardan gelen göçmenlere ve savaş yetimlerine yardım etmekti. Burada dul ve yetimler korunuyor, eğitiliyor ve kendilerine iş sağlanıyordu. Cumhuriyet döneminde derneğin adı Atatürk tarafından anlamına uygun bir biçimde Kızılay olarak değiştirildi. (www. islamiyetgerçekleri. org) 125 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yazı göndererek, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’ne sığınmış olan çocuklara iş sahaları açılmasına özen gösterilmesini istemiştir42. Bu dönemde ihmal edilmeyen bir diğer konu da din değiştiren, evlenen ve güvenilir kişiler yanına bırakılan Ermeni çocukların mülklerinin korunması, mirasçıları ölenlere hisselerinin verilmesine titizlik gösterilmesidir. Dâhiliye Nezareti 11 Ağustos 1915 tarihinde bu anlamda sevk ve iskânın gerçekleştirildiği bütün vilâyet ve mutasarrıflıklara bir telgraf göndermiştir. Dâhiliye Nezareti tehcirin bütün aşamalarında olduğu gibi bu konuda da yapılacak işlerin boyutlarını merkezden alınan cevaplarla belirlemiş ve sorgulamıştır43. Osmanlı Devleti, 30 Nisan 1916 yılında korunmaya muhtaç Ermeni aileler, kadınlar ve çocuklarla ilgili genel bir emir yayınlamıştır. Bu emre göre: 1-Erkekleri sevk edilip ya da askerde olan kimsesiz ve velisiz kalan aileler Ermeni ve ecnebi bulunmayan köylere ve kasabalara ayrı ayrı dağıtılarak ihtiyaçları muhacirin tahsisatından karşılanması, 2-Genç ve dul kadınların evlendirilmeleri, 3-12 yaşına kadar olan çocukların mahallî yetimhaneler ile öksüz yurtlarına yerleştirilmeleri, 4-Yetimhanelerin mevcudu yetmediği takdirde yetimlerin hali vakti yerinde Müslüman ailelerin yanlarına verilerek mahallî kurallar ile terbiye edilmeleri ve yetiştirilmeleri, 5-Yetimleri kabul ve terbiye edecek hali vakti yerinde uygun aileler bulunmadığı taktirde göçmenler için ayrılmış ödenekten otuz kuruş yiyecek masrafı verilmek şartıyla yetimlerin köydeki ailelerin yanına yerleştirilmelerine gayret edilmesi ve bu konularda gerçekleşen hizmet ve teşebbüslerden ara sıra bilgi verilmesi44. Osmanlı Devleti, kadınların cinsel yönden istismar edilmesini önlemek maksadıyla genç kadınların ve dulların evlendirilmesini uygun bulmuştur. Devlet bu sorunu nispeten çözmek için evlilik yolunu açarak taşradan gelen isteklere olumlu bakmıştır. Ancak kocası hayatta olan Ermeni kadınların din değiştirmelerini kabul etmeyen hükümet, kocası ölmüş kadınlardan isteyenlerin Müslümanlarla evlenmeleri uygun bulmuştur. Kayıtlardan görüldüğü üzere bu husustaki ilk yazışma Niğde mutasarrıflığı ile yapılmıştır. Niğde’de Ermenilerle evlenmek isteyenlerin talepleri söz 42 Karakışla, a.g.e., s.47. 43 Atnur, a.g.e., s.66. 44 BOA, DH-ŞFR, Belge No: 64/162. 126 Mehtap DAĞCI konusu olduğundan mutasarrıflığın telgrafına, Dâhiliye Nezareti’nce 18 Ağustos 1915 tarihinde şu cevap verilmiştir: Ermeni kızlarından ihtida edenlerinin kötüye kullanılmalarına katiyen meydan verilmemek şartıyla Müslümanlarla evlenmeleri uygundur. Ancak Müslümanların Ermenilerle evliliğinde bir izinname sorunu ortaya çıkmıştır. Ermeni sevki ve karşılaşılan sorunları incelemek için görevlendirilen Heyet-i Tahkikiye reisi Mahzar Bey 25 Ekim 1915 tarihli yazısında şöyle demektedir: Gittiğimiz kazalarda, memurlar ve ahaliden bazılarının kimsesiz Ermeni kız ve kadınlarıyla mahkemeden izin almadan şeriatın müsaade ettiği şekilde evlendikleri yaptığımız araştırma neticesinde anlaşılmıştır. Ceza kanununa göre bunlara verilecek cezalar bunlarla evlenmiş kadınların perişan olmasına yol açar. Ayrıca verilecek cezalar idarî ve siyasî mahzurları da ortaya çıkarır. Nikâhların şer’i izne bağlı olması tercihe bağlı olursa daha iyi olur. Mahzar Bey’e 1 Kasım’da cevap verilmiştir. Tarafların rızası ile gerçekleşen nikâhlar kanun karşısında da geçerli olarak kabul edilecektir. Ancak yine de nikâhın izinnameye bağlı olmasının temin edilmesi gerekliliği vurgulanmıştır45. Osmanlı Devleti’nin savaş döneminde bir çok misyoner kurumlarını yetimhaneye çevirdiğini biliyoruz Aynı şekilde öğrencisiz kalan misyonerler de kendi kurumlarını yetimhaneye çevirmişlerdir. Ancak Osmanlı hükümetinin bir şartı vardı, misyonerlerin sadece Hıristiyanlara değil Müslüman muhacirlere de yardım etmesi. Bu konuda, özellikle savaş döneminde Alman ve Amerikan misyonerleri etkili olmuştur. Osmanlı sınırları içerisinde bulunan misyonerler arasında, Ermeni yetimleri ile kimsesiz kadınlara yardım ulaştıran Hülfsbund (Doğudaki Hıristiyanlara Alman Yardım Delegasyonu) ve Deutscher Orient-Mission (Alman Şark Misyonu) olmuştur. Hülfsbund 20 Şubat 1897’de Harput’ta ilk şubesini açmıştır. Urfa, Alman Şark Misyonu’nun (DOM) merkezi durumundadır. Burada Ermeniler için yetimhane kurulmasının yanında klinik ve kadınlar için halı dokuma işletmesi açılmıştır. Doğudaki faaliyetlerini Ermeniler üzerine yoğunlaştıran Almanya, Ermeniler için Alman Ermeni Yardım Derneği ve Alman Ermeni Cemiyeti’ni kurmuştur46. Alman misyonerlerinden Halep’te bulunan Beatris Rohner 320 kadar Ermeni yetiminin bakım ve ihtiyaçlarının giderilmesini üzerine almıştır. 45 Atnur, a.g.e., s.71-74. 46 Atnur, a.g.e., s.97-98. 127 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı Devleti, Rohner ve ekibinin Halep’te kalmalarında sakınca olup olmadığı ile Rohner’in başında bulunduğu idare heyetinin kimlerden oluştuğunu öğrenmek maksadıyla Halep vilâyetine şifreli bir telgraf göndermiştir47. Halep’teki yoğun çalışmaları sonucunda Rohner’in sorumlu olduğu yetimhanedeki çocukların sayısı 720’ye ulaşmıştır. Halep’teki Alman konsolosu Walter Rössler’e göre Amerikan parası, yardım çalışmalarının ana gücüdür. Bu paralar Alman Orient Bankası vasıtasıyla bölgeye gönderilmektedir48. Görüldüğü üzere Rohner’in Halep bölgesindeki çalışmalarında Amerika’nın olağanüstü yardımları da vardır. Osmanlı Devleti’nin aldığı karar neticesinde çocuklar Suriye ve Halep bölgesinden kuzeye doğru sevk edilince Rohner’in bakımında bulunan çocuklar da sevk edilmiştir. Türk ve Amerikalı yetkililer Rohner’e Halep’teki yardım çalışmalarını organize etme görevini teklif etmişler, bu organizasyon için de Rohner 1 200 çocuğun bakımını üstlenmiştir. İki buçuk yıl bölgede kalan Rohner, yüzlerce çocuğun bakımını sağlayarak onları hastalık ve açlıktan korumuştur. Alman Şark misyonu içerisinde ve aslen Yahudi kökenli bir İsviçre vatandaşı olan Jakop Künzler de Urfa’da Ermeni kadın ve çocukları ile ilgili önemli faaliyetler yürütmüştür. Bay ve Bayan Künzler Amerikan, Alman ve İsviçre yardımları ile 2 000 kadar çocuğa bakmıştır. 1917’nin sonunda Bayan Künzler kendi çabasıyla ve resmî makamlardan gizli olarak kiralamış olduğu iki evde çocuklara eğitim imkânı dahi sağlamıştır. Ancak yetkililer olayın farkına varınca bu evler kapatılmıştır49. Marry Holmess döneminde Bay ve Bayan Künzler Amerikalılarla işbirliği yapmışlar, 1919 tarihinde iki yüz kadar Ermeni yetimini toplayan Künzler’ler den Bay Künzler veznedar ve Bayan Künzler tıbbî bölümün hemşiresi olmuştur50. Amerikalılar 20 Kasım 1915 tarihinde American Comitee For Armenian Syrian Relief adı altında bir teşkilât kurarak, Ermeniler için büyük miktarda para toplayabilmek amacıyla ciddi propaganda faaliyetleri başlatmışlardır. 1915’te 6 000 000 dolar olan yardım miktarı, 1916 yılında 20 000 000 dolara çıkarılmıştır. Bu kuruluş, paraların dağıtımı ve yardımın bölgede örgütlenmesi için ABCFM’nin personelini ve alt yapısını kullanmıştır. Toplanan paralar İstanbul’da bulunan Amerikan büyükelçiliğine ak47 48 49 50 BOA, DH-ŞFR, Belge No: 63/225. Atnur, a.g.e., s.104-105. Atnur, a.g.e., s.106-107. Holmess, a.g.e., s.21. 128 Mehtap DAĞCI tarılarak buradan çeşitli misyonerlere dağıtılmıştır. Özellikle Halep bölgesinde Amerikan yardımı sayesinde 1916 yılında 2 000 çocuk koruma altına alınmış, aynı zamanda kadınlar için de iş imkânları sağlanmıştır51. Çalışmalarıyla ön plana çıkan Amerikan misyonerlerinden biri de Marry Graffam’dır. Müstakil bir Ermenistan’dan yana olan Graffam, Sivas Amerikan Okulu’nda özellikle Ermeni kızlarının bakımını üstlenmiştir. Sivas’a akın akın kızların geldiğini belirten Graffam, 55 kişilik yetimhanede 110 kişinin bulunduğunu, Türklerin ne kadar kızın ellerinde olduğunu bilmediğini belirtmektedir Yine Amerikan misyoneri olan Henry Atkinson, Harput’taki hastanesini Ermeniler için yardım merkezine dönüştürüp tifüsle mücadelede önemli çalışmalar yapmıştır. Çalışmalarından dolayı Enver Paşa tarafından madalya ile dahi ödüllendirilmiştir. Harput’ta kalıp misyon binalarına sahip çıkan Ernest W. Rigss de aktif bir çalışma yürütmüş ve 1917’de Amerika savaşa girince bölgeyi terk etmek zorunda kalmıştır. 6 Nisan 1917’de ABD’nin Almanya’ya savaş ilân etmesi, sadece Rigss değil, misyonerlerin bir kısmı Osmanlı ülkesinden ayrılmaya mecbur olmuştur. Diplomatik ilişkilerin kesilmesiyle birlikte ülkedeki Amerikan menfaatlerini koruma işini İsveç büyükelçiliği üstlenmiş ve yardım fonları da Türkiye içlerine onlar vasıtasıyla gönderilmiştir52. 1917 yılında misyoner Barton ve etrafındaki misyon çevreleri, ABD’nin savaşa girmesine ve diplomatik ilişkilerin kesilmesine rağmen, Osmanlı-Amerikan tarafsızlığı için başarılı girişimlerde bulunmuş ve böylece American Board’un Osmanlı ülkesinde varlığı kısmen de olsa korunmasında yardımcı olmuşlardır53. Böylece ülkede kalabilen misyonerler faaliyetlerine devam etmişlerdir. Anlaşılacağı üzerine savaş sırasında zor şartlar yaşayan Osmanlı Devleti misyoner faaliyetlerine izin verdiği gibi, onların çalışmalarını da desteklemiştir. Savaş sırasında özellikle Almanlar ve Amerikalılar yetimleri koruma ve ihtiyaçlarını temin etmek noktasında etkin rol üstlenmişlerdir. Ancak 1918 döneminde Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra Almanlar kendi yardım kuruluşlarını Danimarkalılara ve İsviçrelilere teslim etmişlerdir. Mütareke döneminde ise çalışmalarına devam eden Ame51 Atnur, a.g.e., s.87-89. 52 Atnur, a.g.e., s.91-96. 53 Kieser, a.g.e., s.527. 129 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rikan misyonerlerine Fransız ve İngiliz yardım kuruluşları etkin bir şekilde katılacaktır. Mütareke Döneminde Osmanlı Devleti’nin Ermeni Kadın ve Çocuklarla İlgili Uygulamaları 1918 yılında başlayan yeni süreçte, Osmanlı hükümetinin Ermenilerin dönüşüne izin vermesiyle Anadolu’da savaştan ve Müslüman mültecilerden dolayı zaten var olan göç dalgası büyük bir karmaşaya neden olmuştur54. Tehcir esnasında olduğu gibi dönüşlerde de kadın ve çocuklara özel önem verilmiştir. Tren ve vapur imkânı olmayan bölgelerde Ermeni kadınları, çocukları ve hastaları araba ile sevk edilmiş, iaşeleri ve yol masrafları muhacirin tahsisatından karşılanmıştır. 12/13 Aralık 1918 tarihinde Konya vilâyetine gönderilen telgrafta, Ermeni piskoposunun yanında bulunan ve parça parça sevk edilmekte olan Ermeni yetimlerine seferberlik tahsisatından ödenmek üzere, ambarlardan ekmek-yiyecek sağlanması ve paylaştırması uygun görülmüştür55. Hükümetin veya Müslümanların bakımında olan Ermeni çocuklar bu dönemde genelde İstanbul’da toplanmıştır. Gelen çocuklar ve kadınlar Ermeni yardım cemiyetlerine verilmiş ise de, Anadolu’da olduğu gibi onların veya Amerikan yardım kurumlarının imkânları yetmediğinde devreye yine resmî kurumlar ve Muhacirin müdüriyeti girerek çocukların bakım ve iaşelerini karşılamıştır. Muhacirin müdüriyeti 2 500 Ermeni yetimi ile 1 500 Ermeni muhacirinin yerleştirilmesi için Büyükdere ve diğer bölgelerde bina bulmaya çalışmıştır. Yine Hilal-i Ahmer ve Himaye-i Etfal Cemiyeti’nin finansman ve organizasyonu ile büyük merkezlerin tümünde yetimhaneler açılmıştır. Burada kalanlar kendi kimliğini bilen Ermeni ve Müslüman kimsesizlerdi. Ermeni yetimleri, kendi cemaatleri ve Amerikan yardım görevlileri onları alana kadar buralarda kalacaktır. Yetimhanelerde barınan binlerce çocuk, eğitim alabilmek için sanat okullarına gönderilmiş ve eğitilmiştir56. Dâhiliye Nezareti 25 Ocak 1919 tarihinde Erzincan mutasarrıflığına gönderdiği telgrafta, gerek sancak merkezinde gerek Kuruçay ve Refahi54 www.alperenocakları. net 55 BOA, DH-ŞFR, Belge No: 94/165. 56 Atnur, a.g.e., s.130-132. 130 Mehtap DAĞCI ye kazalarında Müslüman ailelerinin bakımında bulunan Ermeni yetimleri için her türlü tedbirin alınmasını istemiştir. Ayrıca adı geçen bölgelerde Ermeni yetimi için inşa edilen yetimhanelerin süratle tamamlanarak, yetimlerin muhafazaları ve ihtiyaçlarının sağlanması, Müslüman ailelerin gözetiminde bulunan yetimlerin yetimhanelere yerleştirilmesini istemiştir57. Görüldüğü üzere Osmanlı Devleti gerekli şartları ve düzenlemeleri sağlayarak Müslüman ailelerin gözetiminde bulunan yetimleri, yetimhanelere yerleştirmiştir. Osmanlı polis müdüriyeti, Rum ve Ermeni yetimlerinin hem iskanları hem de tedavileri için, Şişli Büyükdere caddesinde bulunan Dişçi Yovanidis’e ait, Pangaltı karakolu karşısında bulunan Esat Bey’in hanesi ile Ihlamur caddesinde bulunan 14-16 numaralı Haşim Bey’e ait olan hanelerin yetimlere tahsis edilmesi için harekete geçmiş, fakat evlerin teslimi İngiliz siyasî temsilciliğince geciktirilince, durum Polis müdüriyeti tarafından Dâhiliye Nezareti’ne bildirmiştir58. Görüleceği üzere Osmanlı Devleti, İtilâf Devletleri’nin işgali altında olmasına rağmen gayrimüslim de olsa kendi vatandaşı olan yetimlerin bütün ihtiyaçlarını sağlamaya gayret etmiştir. Osmanlı hükümeti yetim çocukları, istenildiği taktirde hüviyetleri dikkatlice tespit edilerek velilerine veya cemaatlerine teslim etme59 yönünde karar almış, karara uymayarak çocukları teslim etmeyenlerin cezalandırılacağı beyan etmiştir. Bu noktada, bazen genel anlamda emirler verilirken bazen de vilâyet ve mutasarrıflıklara ayrı ayrı şifre telgraflar gönderilmiştir. Nitekim Konya vilâyetinden 14 Kasım itibariyle, Ermeni yetimlerin velilerine teslimi istenirken, Adana’ya gönderilen 4 Aralık 1918 tarihli yazıda Müslümanlar himayesinde bulunan Ermeni kız ve erkeklerden, kimsesiz olan veya akrabaları ortaya çıkmayanların kendi cemaatlerinden din adamlarına teslimi, onların bulunmadığı durumlarda yurttaşları da çocukları kabul etmezse, çocukların resmî makamlar tarafından korunması ve iaşelerin sağlanmasını talep etmiştir60. Savaşın karmaşık ortamında veli ve akraba bulmanın zor olmasından dolayı her emir bir öncekinden farklılık göstermiştir. 21 Aralık’ta Canik mutasarrıflığına gönderilen şifre telgrafta, Ermeni çocukları cemaat vekili olmadığı takdirde papazın huzurunda tutulacak zabıtname ile kolej müdürüne teslim edilmesi; 20 Ocak 1919’da 57 58 59 60 BOA, DH-ŞFR, Belge No: 96/75. BOA, DH-UMVM, Belge No: 158/61-4. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, Babıali Kültür Yayıncılığı, İstanbul 2005, s.105. BOA, DH-ŞFR, Belge No: 94/56. 131 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Konya’ya gönderilen ve oldukça ilginç olan yazıda İslâm aileleri yanından alınarak mensup oldukları cemaatlere teslim edilen Ermeni çocukların kaçtığı ve sokaklarda kalan bu çocukların toplatılarak tekrar dinî yetkililere teslimi istenmiştir. Aynı şekilde İstanbul’da toplanıp Patrikhane’ye teslim edilen çocukların kaçması, İstanbul polis müdüriyetinin 23 Ocak’ta gazetelere ilân vermesine neden olmuştur. Ermeni çocukları kaçarak eski evlerine gitmiş ve müdüriyet bu çocukların kesinlikle kabul edilmemesi kararını almıştır61. Anadolu’da çocukların teslimi konusunda en ayrıntılı bilgiyi Amerikan kayıtları vermektedir. Bu noktada Karadeniz sahil şeridinde incelemeler yapan Earl H. Zimmer’in ifadeleri dikkat çekicidir: Müslüman evlerinde tutulan Hıristiyan çocukları serbest bırakmak için hükümet çaba sarf ediyor. Hükümetin bu tavrı çocukları barındıranlar tarafından gözle görülür bir muhalefetle karşılanmaktadır. Ancak biz anladık ki, Türk evlerinden zorla uzaklaştırılan çocukların bir kısmı kaçarak tekrar eski evlerine dönüyor. Yeniden o evlerden alınıyorlar. Bunların hiç biri Ermenice konuşamıyor. Bana göre bu çocukları ırksal ve dinî düşmanlıklarla bir çevreden uzaklaştırmak hatalı politikadır62. Teslimler sırasında yaşanan önemli sıkıntılardan bir diğeri de, kimliği şüpheli çocuklardı. Yetimhanelerde bu konuda komisyonlar oluştururken, aileler yanında bulunanlar için mahkemeler, idarî birimler, mahallî Hıristiyan cemaati temsilcileri, varsa nüfus kayıtları, misyonerler ve aileler devreye giriyordu. Ayrıca bu hususta İstanbul polis müdüriyeti birinci şubede oluşturulan komisyon da önemliydi. Komisyonda Ermeni Patrikhanesi’ni temsilen Çakıryan Efendi bulunuyordu. Burada çok yönlü çalışma yapılıyor, çocukların doğdukları vilâyetler ile yazışılıyor, deliller ve şahitler bir araya getirilerek karar veriliyordu. Sonuca göre çocuklar kendi dindaşları yanına sevk ediliyordu63. Çocukların milliyetlerini tespit etmek için İngilizlerin himayesi altında Amerikalı, Ermeni ve Türk, üç kadından oluşan tarafsız hane oluşturuldu. Heyetin Türk üyesi Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nin temsilcisi olan Nezihe Hanım’ın, heyetin diğer üyeleri tarafından yapılanlar karşısında çaresiz kaldığı Dâhiliye Nezareti’ne bir yazı ile bildirilmiştir. Konuyla ilgili olarak, Nezihe Hanım’ın yardımcısı olan ve Patrikhane’nin oluşturduğu komisyonda görev yapan Sadiye Hanım’ın Şişli karakoluna gönderdiği bir dilekçede şu ifadeler yer almaktadır: Bugün 61 Atnur, a.g.e., s.134-136. 62 Atnur, a.g.e., s.148-149. 63 Atnur, a.g.e., s.148. 132 Mehtap DAĞCI bir çocuk daha Hıristiyanlaştırıldı. Bugün bir çocuk daha karşıdaki eve götürüldü. İtiraz edersem vazifemin yalnızca bu hanede oturmaktan ibaret olduğu söylenmektedir. Hükümet bu konuda gerekeni yapamayacaksa benim burada her dakika vicdan azabı çekmeme lüzum kalmamış demektir. Mümkün ise bu çocuklara destek çıkılmasını rica ediyorum64. Anlaşıldığı üzere komisyonda bulunan Türk yetkilileri yabancılar nedeniyle görevlerini ve sorumluluklarını tam olarak yerine getirememişlerdir. İtilâf Devletleri’nin desteğini arkasına alan Ermeniler, Kuleli Askerî Lisesi’nin de Ermeni yetimhanesi olarak kullanılmak üzere kendilerine verilmesini İngilizlerden istemişlerdir. Buraya yerleştirilen Ermeni çocuklarına papazların nezareti altında eğitim verilmiş ve iki yıla yakın bir süreyle burası Ermeni yetimhanesi olarak kullanılmıştır65. Kuleli Askerî Lisesi’nde bulunan çocukların bir kısmını Kazım Karabekir’in Doğu Anadolu’dan toplayarak İstanbul’a yolladığı kimsesiz Ermeni ve Kürt çocukları idi. Aynı şekilde Enver Paşa’nın Arnavutluk’tan toplattırmış olduğu Arnavut asıllı kimsesiz çocuklar ile Cemal Paşa’nın Suriye’den göndermiş olduğu kimsesiz Arap çocukları da Kuleli Askerî Lisesi’ne alındı. Kuleli’de bulunan Ermeni çocuklarını ayrı bir binaya toplamak isteyen Amerikalılar, bu çocukları ayırırken bazı Kürt çocuklarını da Ermeni safına sokarak himayelerine almışlardır66. Lehlerine yaşanan bu gelişlerin ardından, özellikle İngilizlerin desteğini alan Ermeniler, yetimleri evlâtlık verildiği evlerden geri toplamaya başladılar ve 1919–1922 yıllarında 22 bin 883 kişi geri toplandı67. Nitekim Urfa’da bulunan Holmess, İngilizlerin ve Fransızların desteği ile bölgede bin iki yüz Ermeni yetimini topladı68. Ancak geri toplanan çocuklardan pek çoğu Türk ailelerinin yanına geri döndü. Aslında bu durum, evlâtlık edinilen Ermeni yetimlerinin kendilerini evlât edinen aileler ve bulundukları ortamlarda kötü muamele görmedikleri, aksine hoş tutuldukları anlamına gelmektedir. Ancak geri toplamalar sırasında başka dramlar da yaşanmış ve bazı Müslüman yetimler veya evlâtlıklar Ermeni oldukları gerekçesiyle evlerinden alınıp götürülmüşlerdir. Nitekim bu konuda Dâhiliye Nezareti 20 Şubat 1919’da mutasarrıflıkları uyararak akrabalarına veya cemaatlerine 64 65 66 67 68 Karakışla, a.g.e., s.50. manganli.stemynet. com Karakışla, a.g.e., s.48-49. Başyurt, a.g.e., s.43-44. Holmess, a.g.e., s.29. 133 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER teslim edilmekte olan gayrimüslim çocuklardan başka Müslüman yetim çocukların da gayrimüslim zannedilerek Hıristiyanların eline geçmesine fırsat verilmemesini istemiştir. Bu konuda Kazım Karabekir Paşa Kars’ta bulunan Amerikalı misyonerlerin elindeki bir yetimhanede yaptığı araştırma da 100 kadar çocuğun Müslüman olduğunu tespit ederek onları Müslüman yetimhanelerine aldırmıştır. Sadrazam Ahmet Vefik Paşa’nın kaçırılan Müslüman Çocuklar konusunda Şeyhülislâm’dan 1922 başında araştırma yapmasını istemesi, kaçırma eylemlerinin o tarihe kadar sürdüğünü göstermektedir. Şeyhülislâm Mehmet Nuri Efendi, 2 Ocak 1922’de gönderdiği cevapta; Bazı kötü niyetliler tarafından birçok Müslüman kızlarının ailelerinden alınarak Patrikhane’ye, Rum ve Ermeni yetimhanelerine nakledildiği bir kısmının da Hıristiyan aileler nezdinde hizmetçi olarak kullanıldığını ifade etmektedir. Yine Erkan-ı Harbiye reisi Fevzi Paşa, 29 Kasım 1922’de aldığı bir bilgiye göre bin kadar Müslüman çocuğun Relief tarafından yurt dışına çıkarılmaya çalışıldığını belirtmiştir. Bu sırada Ermeni yetimler vapurlarla Amerika ve Avrupa ülkelerine götürülüyordu. Yapılan girişimlerde sadece bir tane Türk yetimi kurtarılmıştır69. Ermenilerin bu sırada uygulamaya koymak istedikleri politikalardan biri de Türk çocuklarını çeşitli yöntemlerle kandırma, kaçırma ve zorla Hıristiyanlaştırma uygulaması idi. Genellikle babasını cephede, annesini de hastalıktan dolayı kaybetmiş olan Türk çocukları hedef seçilerek kaçırılmış, kaçırılan çocuklar Ermeni Patrikhanesi’ne veya Ermeni ailesi yanına yerleştirilmiştir. Polis müdüriyeti bir yazısında; Çakıryan Efendi’nin milliyet farklılığını dile getirerek Ermenilerin nüfusça uğramış oldukları zayiatı, Türk çocuklarını kaçırarak telafi etme çabasında olduğunu belirterek, Kadınları Çalıştırma Cemiyeti’nde yetim çocukların kaydının tutulduğu defteri üç ay kadar önce incelemek üzere aldığını ve iadesi için yapılan tüm teşebbüslere rağmen, zamanında geri vermediğini, üstelik defter üzerinde tahrifat yaparak Türk çocuklarını Ermeni yetimi gibi göstermeye çalıştığını70 açık bir şekilde bildirmiştir. Patrikhane’nin elindeki Müslüman çocuklar konusunda en çok tartışılan mesele, Kayseri’den İstanbul’a sevk edilen 220 kadar kimsesiz çocuk ile ilgili yaşanan gelişmelerdir. 26 Mayıs 1919’da Kayseri’den İngilizlerin getirttiği kimsesiz ve yuvasız kalmış 220 Müslüman çocuk, Ermeni Patrikhanesi’nce teslim alınmış, Kayseri’den gelen çocuklara, Patrikhane memurları Ermeni olduklarını söyletmek için dayak atıp pek çok baskıda 69 Başyurt, a.g.e., s.46-50. 70 manganli. stemynet. com 134 Mehtap DAĞCI bulunmuştur. Dayak olayından sonra 220 çocuktan ancak 45’i Müslüman kalmakta direndikleri için polis müdüriyetine teslim edilmiştir. Olayın ortaya çıkması üzerine, Ermeni Patriği Zaven Efendi, Müslüman çocukları Hıristiyanlaştırdıklarını yalanlayarak İstanbul polis müdüriyetinin tarafsız davranmadığını iddia etmiş ve konuyu araştırma işinin başka bir kuruma verilmesini istemiştir71. İstanbul’un işgali sırasında İngiliz baskısı ve gücü ile gerçekleştirilen ve haksız bir uygulama olarak karşılaşılan bir konu da Ermeni yetimhanesi yapmak amacıyla binalara el konulmasıdır. İstanbul’da binlerce yetimin yığıldığı bir dönemde elbette çocukların barınacak binalara ihtiyaçları vardır. Ancak İngilizler konut meselesini Amerikalılar gibi kira vererek çözmek yerine, kanunlara riayet etmeden çözmek peşinde idi72. İstanbul’da yetim çocukların sayısının artması, bunların bakımlarını zorlaştırdığından Ermeni Kızılhaç Cemiyeti Kadınlar kolu Beyoğlu’nda oturan ailelere müracaat ederek, kendilerine verilecek çocukların bir müddet bakımlarının sağlanmasını istemiştir. Osmanlı hükümeti de elinden geldiği ölçüde Ermeni yardım faaliyetlerine destek olmuştur. 2 Haziran 1919 tarihli Meclis-i Vükelâ toplantısında Dâhiliye Nezareti’nin, Ermeni mülteci ve yetimleri menfaatine düzenlenen konserlerden Darülaceze’ye ait % 10 verginin alınmamasının uygun olacağı yönündeki teklifi kabul edilmiştir. Ermeni Patrikhanesi de yetimler için 100 000 liralık bir piyango düzenlemek için Ticaret ve Ziraat Nezareti’ne başvurarak gerekli izni almıştır73. Bu dönemde İstanbul’da buluna Ermeni yetimhanelerini ciddi bir incelemeye tabi tutan Anna Welles Brown, 25 adet Ermeni yetimhanesini şu şekilde sıralamıştır. Yetimhane 1 Tarafsız Yuva 2 Kızıl Haç Yuvası (anne-bebek) 3 4 Çocuk sayısı 3-20 Bulunduğu yer Şişli 45 Beşiktaş Anaokulu Yetimhanesi 155 Beşiktaş Anaokulu Yetimhanesi 70 Kuru Çeşme 71 Karakışla, a.g.e., s.52. Atnur ise kitabında 42 çocuğun gönderildiğini belirtmektedir. Atnur, a.g.e., s.162. 72 Atnur, a.g.e., s.205. 73 Atnur, a.g.e., s.223-224. 135 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yetimhane Çocuk sayısı Bulunduğu yer 5 Mülteci Yuvası (Kızıl Haç) 40 Üsküdar 6 Arnavutköy Kızlar Yetimhanesi 90 Arnavutköy 7 Ermeni Yetimhanesi (kız) 100 Balat 8 Kızlar Yetimhanesi 170 Ortaköy 9 Ermeni Yetimhanesi (kız) 100 Kumkapı 10 Üsküdar Yetimhanesi 105 Üsküdar 11 Kadıköy Yetimhanesi (kız) 250 Kadıköy 12 Kızlar Yetimhanesi 60 Bakırköy 13 St. Ann Yetimhanesi (kız) 150 Pera 14 St. Ann Yetimhanesi (kız) 150 Samatya 15 St. George Yetimhanesi 55 Galata 16 Kalfayan Yetimhanesi 66 Hasköy 17 Boyacıyan Yetimhanesi (erkek) 45 Bakırköy 18 Esayan Yetimhanesi (erkek) 86 19 Arnavutköy Erkekler Yetimhanesi 90 20 Narlıkapı Yetimhanesi 150 Narlıkapı 21 Karagözyan Yetimhanesi (erkek) 120 Şişli 22 Ermeni Merkez Yetimhanesi (erkek) 1 000 Çengelköy 23 Beylerbeyi Sanayi Mektebi (erkek) 247 Beylerbeyi 24 Trahom Yetimhanesi* (kız) 133 Hasköy 25 Yedikule Trahom Yetimhanesi (erkek-kız) 330 Yedikule Toplam Arnavutköy 3 827 * Trahom bulaşıcı bir göz hastalığıdır. Göz sağlığı elverdiği ölçüde diğer yetimhanelerdeki olağan ders programı burada da uygulandı. Atnur, a.g.e., s.233. Müslüman ailelerin yanında bulunan Ermeni yetimlerinin yanında Ermeni kadınların sorunu da o dönemde tartışma konusu olarak gündeme gelmiştir. Osmanlı hükümeti 20 yaşına kadar olan Ermeni kadınların eski dinlerine dönmesi için karar çıkarmış, 20 yaşından büyük kadınların dinlerine dönmesi ise kendi isteklerine bırakılmıştır. Ama bunu İtilâf Devletleri kabul etmemişlerdir. Her ilde İtilâf Devletleri temsilcileri ile Ermeni 136 Mehtap DAĞCI cemaatinden temsilcilerin yer aldığı komisyonlar kurulmuş, bu kadınlar komisyonda sorgulanmış, ancak genelde kadınların çoğu eski dinlerine dönmemiş ve Türk eşlerini terk etmemişlerdir74. Amerikan misyonerlerinden olan ve Urfa’da görev yapan Marry Caroline Holmes Müslümanlarla evlenen Ermeni kadınlarından şu şekilde bahsetmektedir: Az sayıda kurtarılmış kadın geride bıraktıkları çocukları nedeniyle isteyerek Müslüman kocalarının yanına döndüler. Dürüstçe söylemek gerekirse hepsinin kocaları üzerine nazik davranış ve gerçek sevgi öyküleri vardı. Birçok Türk mahkemelerde ve İngiliz komutanın önünde Ermeni eşlerinin geri dönmesi için mücadele etti. Ayrıca Müslümanlarla evlenen kadınların her biri yeteri kadar giyinmiş geliyordu. Hele bazıları pahalı giysiler giyiyor, mücevherat ve altın süsler takıyordu. Eğer adam fakirse varlığına göre giydiriyordu ama kadının ihtiyacına göre yeterliydi Müslümanların göçmen kadınlarına gösterdikleri ilgi ve koruma üzerine az şey söylendi. Türk, Kürt, Arap kadın ve erkekleri onlar için az şey yapmadılar. Bu olayları yalnız aralarında çalışan bizler biliyoruz. Birkaç gün önce, soyulmuş üç yüz kadının çırılçıplak Urfa’ya gelmesi ile o kentin hiçbir insancıl duygu taşımaması gerekirdi. Kentte hepsi yardım gördü ve bir kısmı dört yılı Müslümanların evlerinde geçirdi. Bazıları yasal olarak Müslümanlarla evlendi, ötekiler taciz edilmeden ve korkmadan onların evlerinde hizmetçilik yaptılar75. Yine Mütareke döneminde, Amerikalı General Harbord 1919 Eylül’ünde gerçekleştirdiği Anadolu ve Kafkasya gezisi esnasında bilhassa Doğuda Türk ve Ermeni olan oldukça fazla yetim çocukla karşılaştığını beyan etmektedir. Türkiye’deki 20 yardım istasyonunun vermiş olduğu bilgiye göre Amerikan yardımı alan 15 000 yetim çocuk mevcuttu. Ancak aynı şekilde yardım isteyen çocuk sayısı 30 000 civarındaydı. Bu bölgede Hilal-i Ahmer de çocuklara yardım ediyordu. Kafkasya’daki 20 000 çocukta çeşitli yardım kuruluşlarınca bakılmaktaydı. Bölgede faaliyet gösteren Amerikan yardım örgütü olan Relief okul, hastane, ve çalışma atölyeleri kurarak binlerce yetim çocuğa ve dul kadına bakmaktaydı. Ayrıca çocukların dinî eğitimi konusunda yetimhane ve kilise mensupları işbirliği yapmaktaydı, bu nedenle çocukların bir çoğu Protestan yapıldı76. 74 www. alperenocakları. net 75 Marry Caroline Holmes, Urfa’da Ermeni Yetimhanesi, Yaba Yayınları, İstanbul 2005, s.25. 76 Atnur, a.g.e., s.262-263. 137 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı hükümetinin Amerikan yardım faaliyetlerine bakışı olumluydu. Zira Relief hükümetin bakması gereken binlerce Ermeni yetim ve mülteciye bakarak onun üzerinden ciddi yükü kaldırmasının yanında, fazla olmasa da Türk ve Rumlara da bir takım yardımlarda bulunmakta idi. Bu dönemde Hilal-i Ahmer’e Relief tarafından 1 500 Osmanlı lirası ile birtakım yardım malzemeleri verilmiştir. Yine 1922 yılında Relief Harput, Samsun ve Sivas’taki Ermeni yetimlerine aylık 100 000 lira tahsis edip harcarken, Türk yetimleri için toplam 2 900 lira sarf etmiştir. Ancak rakamlar incelendiğinde görülecektir ki, Relief bütçesinin sadece % 2’lik kısmı Müslümanlara sarf edilmiştir77. Relief kontrolünde Ermeni yetim çocukların Türkiye’den ilk çıkışları 1920 yılında Çukurova’dan gerçekleşmiştir. Yetim çocukların nereye kim tarafından sevkleri konusu Amerikan, İngiliz ve Fransızlar arasında gerginlik konusu olmuştur. Bu gerginliğin en ciddi yaşandığı olay Amerikalılarla Fransızlar arasında bir gerginliğe neden olan, Antep’te Türk-Fransız çarpışmalarının yaşandığı sırada, Amerikalıların burada bulunan 6 000 civarındaki Ermeni yetim ve kadını Suriye’ye nakil kararı almasıdır. Amerikan tarafı mücadeleler devam ederken tam teşkilâta sahip oldukları Antep’ten çıkmak istememiş, ancak Fransızlar savaş ortamında kadınların ve çocukların güvenliklerinin tam olarak sağlanamayacağını dile getirerek onları kendi kontrolünde olan Suriye’ye sevk etmiştir78. Bu olay açık bir şekilde göstermektedir ki, Batılı devletler yetim çocuklar üzerinden siyaset yapmakta ve herkes bunları kendi kontrolüne almak istemektedir. Relief 1921 yılında Güneydoğu Anadolu’daki yetimleri Suriye’ye sevke başlamış ve bu işle Urfa’da bulunan Künzler çifti görevlendirilmiştir79. Çift Urfa, Mardin, Diyarbakır ve Harput bölgelerinden toplanan, çoğu Ermeni, yaklaşık 8 000 çocuğun yaya olarak, at sırtında veya araba ile Suriye’ye da naklini hem örgütlemiş hem de eşlik etmişlerdir. Bu dönemde Anadolu’dan ayrılan sadece yetim çocuklar değildir. Pek çok Hıristiyan da, yasa dışı yollarla Suriye sınırını geçmekte idi. Ekim 1922’de Türkiye yerli Hıristiyanlara sınırlarından geçiş izni verdi. Ayrıca bölgede görev yapan misyonerler, merkezlerinden aldıkları emirlerle Anadolu’yu terketmişlerdir. Künzler çifti, 1 Ekim 1922 tarihinde Urfa’daki hastaneyi kapadılar. Relief, çifti Lübnan’ın Gazir bölgesinde bulunan büyük bir yetimhaneyi yönetmekle görevlendir77 Atnur, a.g.e., s.270-272. 78 Atnur, a.g.e., s.265. 79 Atnur, a.g.e., s.285. 138 Mehtap DAĞCI di80. Yine Urfa’daki görev yapan Marry Holmess da 1921 yılında Mardin ve Diyarbakır’la haberleşerek yetimhaneyi Suriye’ye taşıdı81. Bunlara ilâve olarak, TBMM hükümeti döneminde Relief Yakındoğu merkezinin İstanbul’dan Atina’ya taşınmasına karar vermiş, Türk topraklarındaki yardım istasyonlarının ve yetimhanelerinin de -İstanbul ve Batı Anadolu hariç- kapatılmasını uygun görmüştür. Bunun yanı sıra Suriye, Türkiye’nin içlerinden kitlesel olarak gelecek olan yetimleri kabul edince Relief çalışanları Maraş, Urfa, Adana, Tarsus, Mersin, Mardin, Urfa, Malatya ve Harput’un iç bölgelerinden 5 312 yetimi Suriye’ye nakletmiş ve bir yıl içinde Suriye’ye nakledilen yetim sayısı 12 000’e çıkmıştır. Türkiye’nin diğer kesimlerinde bulunan Rum ve Ermeni yetimler de Yunanistan’a sevk edilmiştir. Yunanistan’a sevk edilen Ermeni yetimler genelde Korfu ve Atina’ya yerleştirildi. Relief’in yalnızca Atina’da yaptırmış olduğu yetimhane sayısı 13’tür. Mısır hükümeti ile yapılan antlaşma ile yetimlerin bir kısmı da Kahire ve İskenderiye’ye yerleştirilmiştir. Daha sonraki yıllarda, Yunanistan’a gönderilen yetimlerin çoğu SSCB, ABD ve Batı Avrupa’ya gönderilmiştir82. Sonuç Birinci Dünya Savaşı’nın buhranlı ortamında Ermeni yetimlerinin ve dullarının her türlü bakım ve ihtiyaçlarını karşılayan Osmanlı Devleti, mevcut yetimhanelerin yanı sıra pek çok yetimhane ve sanayi müessesesi kurmayı başarmıştır. Böylece yetimlerin bir çoğu devletin koruması altına alındı. Ancak savaş ortamında ortada kalan çocukların bir kısmı devletin uyguladığı politika neticesinde Müslüman ailelerin yanlarına yerleştirildi. Elbetteki bakımsız, başı boş bir çocuk hangi topluma girerse girsin o toplumun seviyesini düşürür. Bu nedenle Osmanlı Devleti yetimlerin ihtiyaçlarını karşılamanın yanında onların terbiye ve eğitimleri hususunda da her türlü gayreti göstererek, bu konularda neler yapılıp yapılmadığını sürekli olarak denetledi. Yine yetimhanelerde kalan yetimlerin gündelikleri yetmediği taktirde gündelikleri artırılarak Harp tahsisatından karşılandı. Olumsuz savaş koşullarının yaşandığı bir ortamda, Osmanlı Devleti’nin Harp tahsisatından yetimlere bütçe ayırması elbette taktire şayandır. Yetimhanelerin yetersizliği karşısında birtakım misyoner kurumları da devlet 80 Kieser, a.g.e., s.705-706. 81 Holmess, a.g.e., s.169. 82 Atnur, a.g.e., s.284-288. 139 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tarafından yetimhaneye dönüştürüldü. Aslında devletin amacı öğrencisiz kalan bütün misyoner kurumlarını kapatmaktı, fakat savaş şartları bunu mümkün kılmadı. Bu fırsattan yararlanan misyonerler öğrencisiz kalan okullarını derhal yetimhaneye çevirerek, Ermeni yetimlerinin koruyucusu olarak ortaya çıktılar. Misyonerlerin her biri kendi amaçları doğrultusunda Ermeniler üzerinden siyaset yapmaya başladılar. Özellikle Amerikan kurumu olan Relief savaş döneminde yapmış olduğu propagandalar sayesinde yetimler için binlerce dolar topladı. Savaş esnasında daha çok Alman misyonerler, mütareke döneminde ise İngiliz, Fransız ve Amerikan misyonerleri ortaya çıktı. Bu nedenle misyonerler kendi aralarında da yetim çocuklar konusunda birtakım sorunlar yaşadılar. Mütareke döneminde İngiliz desteği alan Ermeni Patrikhanesi, Ermeni kadın ve çocukları arama bahanesiyle Müslüman evlerini basarak, Müslüman çocuklarını da Ermeni diye topladı. Devletin gücünün olmadığı bir dönemde İngilizleri arkasına alan Patrikhane’nin baskın vermesi ve bu yolu seçmesi elbette kaçınılmazdı. Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduktan sonra, devletin uyguladığı politikalar neticesinde misyoner teşkilâtları yavaş yavaş ülkeden ayrılmaya başladılar. 1922-1923 yıllarına gelindiğinde Ermeni yetimleri ve halkı, başta Suriye olmak üzere Yunanistan, ABD ve Batı Avrupa ülkelerine, misyonerler nezaretinde göç etti. Ermenilerin bir kısmı ise Bağımsız Türkiye topraklarında hayatlarına devam etti. 140 AZİZ GEORGE-AZİZ GREGOR KESİŞİMİNDE TÜRK-ERMENİ RESİMLİ SANATLARINDA ORTAK BETİMLEMELER Mehtap Dede KODAMAN Marmara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Resim Bölümü E-mail: mehtapkodaman@hotmail.com; Tel: 0 216 345 90 90 Özet Tasvirli sanatlardaki betimlemeler, kültürün bazı özelliklerini yansıtır. İnançlar, yaşayış biçimi, sosyal olgu ve olaylar hep bu betimlemelere akis eder. Bu açıdan ele alınınca tasvir sanatları yazılı kültürel kalıttan daha nitelikli belgesel değer taşıyabilir. Bazen, ortak yaşayışlar ve inanışlar sonucu daha fazla ortak özellik görülür. Kavimler göçü ile yakın ilişki halinde olan St. George (St. Gregor) inancı, benzer sosyolojik süreçlerden geçen iki toplumun ortak manevî değerlerinden biridir. Hem Ermeni hem Türk sanatkârların temasına giren St. George figürü tanıtılarak ; Türk-Ermeni ilişkileri ve sanat loncaları kapsamında ele alınacaktır. Mehtap Dede KODAMAN Giriş Din ayrı möhkem gardaşıg Senin Bahtına benzerik Kol bir, el bir, eliyek, birlikte dağık Ayrılıkta nazik bir koluk1 İnsan toplulukları kendilerini farklı olarak tanımladığında; başka toplumlar tarafından ayrı isimlendirildiğinde; çoğu zaman da ötekileştirildiğinde diğer bir halk kitlesi olarak karşımıza çıkarlar. Bu sayede ortak coğrafya, tarih, kader birliği, dil ve din gibi kültürel özellikler de başkalaşım geçirerek ayrıntı ve renk olma durumundan ayrıksılığa terfi eder. Pek çok yerli ve yabancı tarafsız bilim adamının belirttiği gibi2, aslında aynı 1 2 Âşug Emir’in Ermenice bir şiiri. Hekim Yüzbaşyan, “İstorya Djraberta”dan nakleden M. Seyidov; Fikret Türkmen, “Tarih Boyunca Türk-Ermeni Kültür İlişkileri”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversityesi İlahiyat Fakültesi ve Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir 1983, s.66. Arsacides/Aşkaniyen sülalesi ve oymakları eskiden Partthia vs. ismiyle anılan Horasan’dan çıkmışlardır. Küçük Arşaklı Arşakuni Devleti Oğuzların Salvur Boyu Hanedanı’na mensuptur. Ahmet Zeki Velidi Togan, Mehmet Şemsettin Günaltay, 1862’den beri de Abdullatif Subhi ve Süleyman Hüsnü Paşalar ile Sinoplu Rıza Nur, Amasyalı Esat Uras, Kara Şemsioğlu Reşid Safvet Atabinen, M. Emin Bosch ve İsmail Hami Danişmend gibi tarafsız Avrupa bilginlerinin yaptığı şekilde Sakalar ve Partlılar da denen Arşaklıların Türklüğünü, onların tarihî destanlarına dayanarak güvenle ortaya koymaktadır. Fahrettin Kırzıoğlu da 1945 yılından beri Dede Korkut Oğuznameleri yer adlarını ve İç Oğuz Taş-Oğuz Beyleri’nin coğrafya ve tarihteki yerlerini çözdüğünden beri ilim alemine duyurmuştur. M. 145 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olan Türk-Ermeni toplumunun, burada ötekileştirilmeden önceki dönemlerine ve bir olduğu dönemlere ait çok önemli veriler taşıyan St. George figürü çevresindeki olay ve olgular ele alınarak ortak bir figür ve inancın nasıl ulusal bir tanımlama aracı olup özge malına dönüştürüldüğüne değinilecektir. Araştırmada tarihî gerçeklere tanıklık eden Türk-Ermeni Resimli Sanatları çıkış noktasıdır. Hıristiyan dünyasında Meryem Ana ve Havariler’den sonra en çok tanınan aziz herhalde St. George adıyla anılan zattır. Resim 1 St. George Stocholm İsviçre Dünyanın herhangi bir yerine Fot: Dickran Kouymjian gidildiğinde mutlaka onun adına yapılmış bir bazilika, manastır yahut kiliseye rastlanır. Yine Aziz George’la ilgili betimlemeler başta Orta Çağ olmak üzere sonraki dönemlerde de neredeyse tüm dünyada tasvirli sanatlarda vazgeçilmez bir konu olmuştur (Bkz. Resim1). Tasvirlerde Aziz George ve ejder mücadelesi önemli bir temadır. Aziz Gregor ile aynı kişi olduğu düşünülen3 St. George kimdir, onu bu kadar önemli kılan nedir? Aziz George (Aziz Gregor) ulusal bir tanımlama aracına nasıl dönüşmüştür? Gregorianlık ve Türk-Ermeni bağlantısının kökeni nedir; bunun resimli sanatlara tezahürleri ne boyuttadır? 3 Fahrettin Kırzıoğlu, Dede Korkut Oğuznameleri I, Burhanettin Erenler Matbaası, İstanbul 1952, s.13; Kırzıoğlu, Dede-Korkut Oğuznameleri, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, Ankara 2000, s.20; Kırzıoğlu, “Selçuklulardan Önce Armenya’ya (Yukarı İllere) Hâkim Olanlar (MÖ 4000-MS 1064)”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, Dokuz Eylül Üniversitesi Yayını, İzmir 1983, s.129-198; Gumilev, L. N., Hazar Çevresinde Bin Yıl, 3. Baskı, Selenge Yayını, İstanbul 2003, s.81, 718; Kırzıoğlu, “Dede Korkut Oğuznamelerine Göre Karsın Ani/Arpaçayı Boyu ve Kağızman Kesimindeki Kamsarakan/Kalbaş Hanedanı”, VI. Türk Tarih Kongresi Bildirileri, 1. C., Ankara 1972, s.176-229. Bu bildiride gösterilecek ortak noktalara göre Aziz George ve Aziz Gregor aynı kişidir. Neriman Köylüoğlu ile 09.02.2006 tarihinde, Tayfun Akaya ile 10.04.2006 tarihinde yapılan sözlü görüşmeler. 146 Mehtap Dede KODAMAN Bilindiği gibi millet kelimesinin anlamlarından biri dindir4. Din, öteden beri halkları bir arada tutan millî bir unsur olmaktadır. Batılı misyoner teşkilâtlarının, 1800’lerden itibaren yerli Hıristiyanlar üzerinde yoğunlaşması sonucu oluşan dinî çatışmalar beraberinde ulusal tanımlamalı kiliseleri getirmiştir. İşte bu millî kiliselerden biri de Ermeni Gregorian Kilisesi’dir. Aslında Gregorianlık, Ortodoks Hıristiyanlığ’ın bir dalıdır ve Ortodoks yani geleneksel Hıristiyanlık, İslâm’dan önce Kafkas halklarının pek çoğunun benimsediği bir dindi. Gregorianlığın kökenlerine bakıldığında ise tamamen Türklüğe özgü olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden de genellikle Ermeniler Gregorian mezhebinden Türkler olarak kabul edilmektedir5. Zira Gregorianlığın kurucusu olarak bilinen Aziz Gregory (Kirkor)Türktür6. Aziz Kirkor Horasan’daki Partların (Sakalar) Suren Pahlav Hanedanı’ndan Prens Anak’ın oğludur. Sütannesi tarafından Kirkor’un, Havarilerden Tatyos’un (Theodore)7, öldürüldüğü yerde8 doğduğunun belirtilmesiyle, bebekken götürüldüğü Kayseri’de Aziz olarak kabul edilmişti. Bir rivayete göre Erciyes ismi Aziz Georgios (Circıs, Cerciş)’tan gelmektedir. Bilhassa Kayseri, Nevşehir, Niğde ve çevresindeki çeşitli betimlemelerde Aziz George figürünün Aziz Theodore ile gösterilmesinden de Gregory 4 5 6 7 8 Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lugat, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 1993, s.648. Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ocak Yayını, Ankara 1997, s.8-9; Küçük, “Gregorian Hıristiyanlığının Türklerle İlgisi Üzerine”, Prof. Dr. Abdulhalûk M. Çay Armağanı, C. I, Ankara 1998, s.679; Nihat Çetinkaya, Jeopolitik Dergisi, Nisan 2005, S. 15, Şemsettin Günaltay, Yakın Şark Anadolu IV. II. Bölüm, TTK Yayını, Ankara 1987; Rene Grousset, Başlangıcından 1071’e Ermenilerin Tarihi, Çeviren Sosi Dolanoğlu, Aras Yayını, İstanbul Mart-2005, s.118 vd.; Kırzıoğlu, Kıpçaklar, TTK Yayını, Ankara 1992; Kırzıoğlu, Kars Tarihi, 1953, s.164 vd.; Esat Uras, Tarihte Ermeniler, 1950; Gürcistan Tarihi, Gürcüceden Çeviren Marie Félicité Brosset, Çeviren Hrand D. Andreasyan, Notlar ve Yayına Hazırlayan: Erdoğan Merçil, TTK Yayını, Ankara 2003, s.58. 311-772 arasında 460 yıl boyunca Sasanlı ve Arap İslâm çağında da sahip olageldikleri Şırak Arpaçayı Boyları ve Arşarunik (Kağızman Deresi) sancaklarında V-VII. yüzyıllar boyunca Kamsarakanlı Beyleri’nin Gregorian (Dede-Korkut) mezhebine bağlı kalarak yaptırdıkları basilika kilise ve manastırlar çok değerli ve Türk çadırı biçiminde künbetli mimarlık eserleridir. Bunların en güzel örnekleri; Arpaçayı sağında 622’den kalma Ani Saray Kilisesi ve daha eski İçkale Sarayı ile Digor, Bagaran, Pekran, Miran, Erevan ve Aşat Kiliseleri; Arpaçayı solunda Ertik, Mastara Limbatavank Ererük (Basilika ve Kilise) ve Talin Kiliseleri’dir. Kırzıoğlu, Kars Tarihi, s.129-198, 176-229; Gumilev, a.g.e., s.81, 718. Taddeus (Yahuda). İslâm inancına göre Tatyos (Yahuda) Hz. İsa ya benzetilerek çarmıha gerildiğinden burada adı geçen Tatyos Hz. İsa’nın kendisi olmalıdır. Zaten Kirkor Hz. İsa’nın Eçmiyadzin tarafında indiğini hissettiğini söylecektir. Şimdiki Doğubayazıt ilçemizin karşı yönünde sınıra yakın, İran’ın Maku ilçesidir. 147 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ile George’un aynı kişi olduğu anlaşılıyor. Hıristiyanlık dönemi Anadolu sahasında, özellikle Çorum-Yozgat-Amasya üçgeninde ejderha ile ilgili efsanelerin bulunması Saint Georges veya Saint Theodore menkıbesine bağlanmaktadır9. Akdeniz’i İran’a ve Kafkasya’ya bağlayan transit yollardan birisi olan Ahlat’taki mezar taşlarında (XIII. yüzyıl sonu), Kayseri Karatay Han eyvanında (1240), Kayseri Sultan Hanı avlu portalinde rastlanan ejder betimlemeleri10 de konuyla ilişkili gibidir. Bazı Ermenilerde Gregor ve George’un aynı kişi olduğunu bilmemekte, Gregor’u Kirkor, George’u ise Keork şeklinde telaffuz ederek farklı iki kişi olduğunu düşünmektedirler. Bunun nedeni yerli olan temaların sonradan Avrupa’dan ithal edilmesiyle oluşan karmaşa ve söyleniş biçimlerindeki değişikliklerdir. Hâlbuki St. George ve Kirkor üzerine yerli ve yabancı menkıbeler11 karşılaştırdığında, en azından tasvirli sanatlar incelendiğinde kesişen tarih, yer ve olay örgüleri ortaya çıkacaktır12. 9 Ahmet Yaşar Ocak, Bektaşî Menakıbnamelerinde İslâm Öncesi İnanç Motifleri, Enderun Kitabevi, İstanbul 1983, s.172-176. 10 Ahmet Şentürk, Anadolu Selçuklularının Yaşayış Biçimlerine ve Sanatlarına Genel Bir Bakış, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Heykel Bölümü Heykel Ana Sanat Dalı Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1991, s.63. 11 Donald Attwater, The Penguin Dictionary of Saints, Penguin Books, England 1966, s.148162; Tayfun Akkaya, Ortodoks İkonaları, Arkeoloji ve Sanat Yayını, İstanbul, 2000, s.63; Küçük, a.g.e., s.8-9, 679. 12 Kültürü imha eden Roma, Hz. İsa’yı bile tarihe geçirmediği halde, bugün azizlerle ilgili başvuru kitaplarında Gregory zamanında yaşamış Kayseri ve Ürgüp bölgelerinde gösterilen üç Aziz Gregory’den daha söz edilmektedir. Bunlar Gregory of Wonderworker (Nevşehir(213-270)), Gregory of Nazanius (Nazanius, Kapadokya (329-389)) Gregory of Nysa (Kayseri (335-395)). Oysa bilindiği gibi katliamlar nedeniyle insanlar Kirkor’a kadar dinlerini gizliyordu. Bu konuda bir de yedi uyuyanlar menkıbesi vardır. Onlar mağaralarında 309 yıl kaldıktan sonra uyandılar (Kehf/25)(13]. Korkut’la bağlantılı gibidir çünkü annesi onu 3 yıl 9 gün karnında taşımış (Nisanbayev, a.g.e.s.5). Zaten St. George ya da Kirkor’un havarilerden sonuncusuna yetişmesi ancak bu şekilde mümkün olmaktadır. Kirkor Aydınlatıcı Gregor (Gregory Enlightener, Ermenistan 240-326) olarak bilinmektedir. Aziz George ise şehit olarak ve ilgili menkıbeyle III-IV. yüzyıllarda yine Kapadokya bölgesi ile anılmaktadır. İzmit’te şehit edildiği tahmin edilmektedir. Sadece ölüm tarihi 23 Nisan nettir (Attwater, a.g.e., s.5). Aynı zamanda tarihçi olan ve çok seyahat ettiği söylenen Gregory of Tours’ta (Tours, 538-594) bildiride aranan Kirkor gibidir ne de olsa Cami-üt Tevarih’e göre Dede Korkut 295 yıl yaşamıştı. Tour of Gregarious kavimler göçü anlamına gelmekte, Tours ismi de şehre bu göçlerden adını vermiş gibidir. Biz de aynı şekilde Dede Korkut boy boyluyor soy soyluyor ve etnosun aktarıcısı görevini görüyordu. Bu da halk arasında söylenen “nere gitsen Korkut’un mezarı”, Ölü desem ölü değil diri desem diri değil ata Korkut Evliya” deyişleri ile de uyumludur. Aynı tarihlerde kavimler göçünün yoğun olduğu bölgeleri takip eden çizgide bu azizler herhalde Hıristiyanlığı Avrupa’ya ilk yayan kişi veya kişilerdir. Kavimler göçünü takip eden iki çizgi üzerinde Kuzey Avrupa ve Baltık ülkeleri diğer yandan Anadolu üzerinden Latin ülkelerden Britanya’ya kadar uzanan bir çizgide 148 Mehtap Dede KODAMAN İstanbul Okulu’nda Ermenilerin resimlemiş olduğu minyatürlerde Kral Drtad ve Kirkor aynı çerçevede görülür. Drtad nedamet getirmiş, Kirkor’dan af diler vaziyettedir. Drtad paganizm ve çok tanrıcılığın simgesi olan domuzla birlikte resmedilmiş, Kirkor çift başlı yılanlı asası ile betimlenmiştir13. Aynı konunun işlendiği bazı tasvirlerde de Drtad domuz kılığındadır (Resim 2). III. Tiridat (Drtad, 286-330), kendisini dönük hastalığından, İncil okuyarak iyileştiren ve insan kılığına dönüştüren Anak oğlu Aziz Grigor’un minnettarı olarak, 301 yılı baharında Hıristiyan oldu. Resim 2 Gregor Vahşi domuz biçimindeki O yaz yapılan onaltı boybeDrtad’ı kutsuyor. İncil 1569 Erivan lirir (satrapın) katıldığı dernekte hepsi çağın amentüsüne göre hak dinî olan Hz. İsa dinini gönülden benimsediler14. Şehname’de sembolize edilen Feridun ile Dahhak mücadeleSt. George’la ilgili festivallerin, betimlemelerin yerleşmesi konuyla ilişkilidir. Belki de Hun’lar arasında Hz. Muhammet zamanından öce Hıristiyanlığı yayan Papaz Kordost’ta aynı kişi idi. Kazakistan’da ise Dede Korkut’un adı Kökşün Örüken (Gökte gezen) kamdır. Kayı İnal zamanında Dede Korkut Hz. Muhammet’e elçi gitmişti. Bir rivayete göre de Hz Muhammet’i çocukken tanıyan papaz Bahira’nın lâkabı Cerciş’tir. Cercişin Suriye ve Musul çevresinde birçok mabedi vardır. Cercişle ilgili mekânlar Hıdırlık olarak da anılmaktadır. Kuran-ı Kerim Diyanet Meali, Kehf/25, http://www.turkcekuran.com Abdimalik Nisanbayev, “Türk Halklarının Büyük Düşünürü Korkut Ata”, Kazakistan’da Dede Korkut, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, Ankara, 2000, s.5. İlmon Hançer, Ermeni Minyatür Sanatında İstanbul Okulu, Doktora Tezi, İstanbul İstanbul Ü. Sosyal Bil. Ens. Ark v San. Tar. Böl. Sanat Tarihi Bil. Dalı), 2000, Kat. 28.1, Kat. 26.1 Adnan Binyazar, Dede Korkut, Cem Yayını 1. Baskı, İstanbul, 1991, s.15-16 13 Viyana Mkhitaristler Manastırı Yazma Koleksiyonu, Venedik Mkhitaristler Manastırı Yazma Koleksiyonu (Hançer: Kat. 28.1, Kat. 26.1) 14 Bir kısım Oğuzlarda görülen Gregoryen Hıristiyanlık ve daha sonrada bilindiği gibi Kıpçakların, Kafkas, Doğu Karadeniz ve Kuzeydoğu Anadolu ile Gürcistan ve Ermenistan 149 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER si aynı temalıdır. Dahhak’ın şeytanı öpmesi sonucu omuzlarından iki yılan çıkmıştı. Onun soyu da sonradan ejder soyu olarak anılır. Bu Aziz George menkıbesindeki insan yeme hastalığı olarak sembolize edilen konuyla bağlantılıdır. Nevruz’un ejderi öldürmesi (Hacu-yi Kirmani Hamsesi) Karakoyunlu Türkmen minyatür resminde gözlenmektedir. Şehname’ye göre Feridun, Zal ve Behram da ejderle savaşır15. Behram Gur’un16, Zaloğlu Rüstem’in ve İsfendiyar’ın ejderhayı öldürmesi17 minyatürlerde betimlenmiştir. Aslında bu Ehrimen’le Hürmüz’ün, karanlıkla aydınlığın bitmek bilmeyen savaşıdır. Circıs hakkında en çok bilgi Taberî’dedir. St. George (Georgio, Georges, Hagios) ile aynı kişi olarak kabul edilir. Zübdetü’t-Tevarih’te bazı minyatürlerde betimlenmiştir. Circis eyalet kralları döneminde yaşamış, havarilerin sonuncularına yetişmiş samimi bir Hıristiyandır18. Aziz George hak dinî yaymak için mücadele etmiş, bu uğurda çeşitli işkencelere maruz kalıp şehit olmuştur. Üç kez öldürülmüş, üç kez dirilmiş çeşitli mucizeler göstermiştir19. Drtad da Kirkor’a çeşitli işkenceler uygulamıştı. Kirkor’un gösterdiği mucizeler sonucu halk yavaş yavaş tek Tanrılı dine girmişti. St. George’un sürekli olarak betimlemelerde mücadele ederken gösterildiği ejder çok tanrıcılık ve puta taparlık anlamına gelmektedir20. Orta Asya’dan beri gelen inançlara göre kötülüğün sembolüdür21. Kirkor’un asasında görülen çift yılan ya da çift başlı ejder hayat ağacının diğer biçimidir. Zamana hakimiyet ve ölümsüzlük anlamına gelir. Türklerde büyük önemi olan koç boynuzu sembolü de zamana hakimiyet 15 16 17 18 19 20 21 bölgelerindeki Hıristiyanlığın, bu Türk aslından gelen İnak/Anag Bey’in oğlu Aziz Kirkor/ Gregor’la başladığı anlaşılmaktadır. Bugünkü Gürcistan’a çok yakın olan Erivan ilçesinin 15 km batısındaki Üç Kilise’de (Ecmiyadzin), Kirkor, büyük bir kilise yaptırarak burayı ruhani merkez haline getirmişti. Georgia ismi de aynı azizden adını aldığına göre bu iki söylenişin (Gregory/George) aynı ismin varyantı olduğu güçlenmektedir. Firdevsî, Şehname, C.1, Çeviren Necati Lugal, Millî Eğitim Basımevi, 3. Baskı, Ankara 1967, s.53, 75, 296. Şehname Şiraz 1370 Metin And, Minyatürlerle Osmanlı İslâm Mitologyası, Akbank Yayınları, İstanbul 1998, s.303; Yaşar Çoruhlu, Türk Sanatı’nda Hayvan Sembolizmi, Seyran Yayını, İstanbul 1995, s.44. Yine Tarih ve Kısas-ı Enbiya türü kitaplarda Vehb bin Münebbih’e dayanan anlatılara göre. “Circis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, C.8, 2000, s.26. And, a.g.e., s.303; Diyanet, a.g.e., s.26. And, a.g.e., s.303. Çoruhlu, a.g.e., s.44. 150 Mehtap Dede KODAMAN anlamına geliyordu22. Boynuz (karn) kelimesi zaman anlamına da geldiğinden; Zulkarneyn (çift zamanlı-çift boynuzlu) ejderi -ki oda boynuzludur23 yani kötülüğü temsil eden vasıtayı etkisiz hale getirdiği için Türklerce kutsaldır. Adalet isteyen demirci Gave de Zulkarneyn benzeri bir kişidir. Dahhak ondan korkar, çünkü onun sesi işitilince sanki arada demirden bir dağ peydah olur. İskendername’deki İskender-Darius Savaşı da bu çerçevede değerlendirilebilir. İskender’le Zulkarneyn karıştırılmaktadır. Aslında İskendername’de Zülkarneyn nefisi temsil eder24. Şark rivayetlerine göre Ab-ı hayatı Hızır ve İlyas Peygamberler bulup içmişler, sonra Allah bu pınarı insanların gözünden sakladığından İskender Zulûmat’a kadar gittiği halde bu suyu bulamamıştır25. Zaten St. George, Hz. Hızır’la da karıştırılmaktadır. Bunun geçerli nedenleri vardır. 23 Nisan 303’te Roma İmparatoru St. George’u Hiristiyanlar aleyhindeki bir fermanı yırttığı için işkencelerle öldürttü. St. George 23 Nisan’da kutlanır. Bu Kilise Takvimi’ne göredir. Aynı zamanda bahar bayramıdır. Avrupa’nın çeşitli yerlerinde St. George’u kişileştiren genç, yeşil yapraklara bürünür. Kilise Takvimi ile bugünkü takvim arasında 13 günlük fark vardır. Buna göre 23 Nisan 6 Mayıs’tır. Bu da Hızır’la İlyas’ın buluştukları gün olan Hıdırellez’dir. Bir hadise göre kendisine, yeşil anlamına gelen Al Hazir denir. Bastığı kuru otlar yeşerirmiş26. Türklerde Hıdırellez’le aynı anlamda kutlanan 21 Mart tarihinde başlayan Nevruz’un bir ismi de Ergenekon’dur27. Efsaneye göre Türkler kutsal bir günün kutsal bir saatinde Altay’da demirden dağları aşarak kurtuluşa ermiştir. Kehf suresinde de Zullkarneyn bir halkı bozgunculuk yapan bir toplumdan korumak için iki set arasına ulaşır ve demirden bir engel oluşturur. Nevruz’un bir adı da Altay Ködürgeni’dir ki bu göç olgusuyla 22 Mehtap Kodaman, “Türk Dünyasında Ortak Bir Yanışın Avrupa’da Yansımaları: Alem/ Özek-Koçmuyuz”, 1. Türkiyat Araştırmaları Sempozyumu, Gazi Üniversitesi Gazi Türkiyat Araştırmaları Merkezi, Ankara 11-13 Mayıs 2005. 23 Acaibü’l-Mahlukat’ta veya zoolojik risale Nuzhetü’l Kulub’ta da ejderlerin kanatları ve boynuzundan hiç söz edilmez, ancak biçimlendirme kanatlı ve boynuzludur. Banu Mahir, Osmanlı Saz Üslubu Resimlerinde Ejder İkonografisi, http://www.turkislamsanatlari.org/ tezhib/osmanlisaz.asp 24 Yaşar Akdoğan, İskendername’den Seçmeler, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1988, s.97. 25 Ahmet Talat Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, Ankara 1992, s.8. 26 And, a.g.e., s.303. 27 Hatice Emel Aşa, “Nevruz’un Türk Dünyası’ndaki İsimleri”, Yeni Avrasya Dergisi, 2000 Mart-Nisan. 151 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ilgisini açıklar. Türklerde ölünün karnına, demirin kutsallığından dolayı, bıçak konur. Bu da Karn (karın)-Zulkarneyn-Demir-Ergenekon ilişkisi açısından anlamlıdır28. Ermeni-Türk kültürel benzerliklerinden özellikle mezar geleneğinde kullanılan demir nesneler ve koç boynuzu imgesi29, konu açısından önemlidir. İngilizce’de Gore boynuzla yaralamak anlamına gelirken, Gorge iki dağ arasındaki geçit anlamındadır. İstanbul’daki ilk Ermeni Kilisesi olan Surp Kirkor Lusavoriç Kilisesi de Altın Boynuz denilen Galata’dadır. Kimbilir belki de Aziz George Zulkarneyn’le aynı kişidir. Ya da onun şahsıyla özdeşleştirilmiştir. Zaten bu Bahar Bayramı Hıristiyanlık’tan önce de kutlanıyordu. Eski Türkler zamanından kalma bir kutsal gündür. Hıristiyanlık’tan sonra bunun terkedilmesine uğraşılmışsa da halk öteki putperest bayramlarını bırakmış fakat bunu bırakmamış, nihayet Hıristiyanlık tarafından da resmî bayram olarak tanınmıştır. Yalnız onlarca Saint Georges, Aya Yorgi adı verilmiştir ki bu, sonraları aziz olarak kabul edilen bir kimsedir. İşte bugün, daha sonra Müslümanlar tarafından da yukarıda söylenen inanışla bir dinî gün gibi kabul edilmiş, Hızır ve İlyas sözcükleri söylene söylene halk ağzında Hıdrellez biçimini almıştır30. Selçuklu sikkelerinde de karşımıza çıkan bir kurtarıcı figürü vardır. Bu figür yukarda sözü edilen şahıs ya da şahıslarla ilişkili gibidir. Atının altında ezdiği çift boynuz sembolüyle (bazen de Süleyman mührüne dönüşen bir sembol, Resim 3, 4) zamana hakimiyeti de yenen bir aziz ya da peygamber olduğu anlaşılmaktadır. Selçukludaki bu betimlemelere St. George betimlemeleri çok benzer. St. George elinde bir asa ya da kılıçla ejderle savaşır. Selçukludaki bazı sikkelerde de bu kişi bir yaratıkla savaşır. Stocholm’de Selçukludaki örneklere benzer şekilde atının altındaki ejderde boynuz vardır. St. George betimlemeleri Orta Asya’dan İngiltere’ye kadar kavimler göçü güzergâhını süslemiştir. Örneğin Çarlık Rusyası St. George’un ejderi öldürme sahnesini resmî sembol haline getirmiştir. Fatih St. George kalkanı XV. yüzyıldan beri Moskova kentinin kalkanı ve Rusya İmparatorluğu’nun başkent hanedanlık armasının sembolüdür. Baltık ülkelerinde sürülerin vahşi hayvanlardan korunması için onun ikonuna başvurulmakta, Ukrayna’da bitkiler St. George gününde yetişsin diye yöntemler geliştirilmektedir. İngiltere’ye kadar gelindiğinde ise yine St. George hami 28 Yaşar Çoruhlu, Orta Asya’dan Anadolu’ya Lahit ya da Taş Sandukalarda Görülen Hançer Bıçak Tasvirleri’nin Sembolizmi, 2002, http://www.dergi.org/192002/1302.htm 29 Yaşar Kalafat, “Türk-Ermeni İlişkilerinde Mitolojik Boyut”, Bilim ve Aklın Aydınlığı’nda Eğitim Dergisi, Sayı 38, Nisan 2003. 30 Bedri Noyan, “Hıdrellez”, Ege Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Araştırma Dergisi, C:3, 1984, s.129-139. 152 Mehtap Dede KODAMAN Resim 3 Gordion düğümlü kurtarıcı figürlü Selçuklu sikkesi Resim 4 Koçmuyuz (Koç moynuz) yanışlı, Selçuklu sikkesi olarak karşımıza çıkar. Gregory’nin anılması Velabro’da VII. yüzyılda Aziz George kültüyle birlikte yerleşmiştir31. Haçlı Seferleri sırasında Çanakkale Boğazı’nın adı da St. George Boğazı’dır. Merovenj döneminde Gregoire’de Tours adında azizlerin hayatını yazan bir vaka-i nüvüs vardır ki tour of gregarious ise kavimler göçü demektir. XII. yüzyılda İngiltere’nin Norman istilasına uğradığı biliniyor. İrlanda ile İngiltere’yi ayıran kanalın adı da, ne tesadüftür ki St. George kanalıdır. Bu göç eden halklara kuzey Avrupa’da Norman güneyde ise Roman denir. İşte bu dönem sanatında St. George’un önemli bir yeri vardır. Birinci Kavimler Göçü döneminde IV. yüzyılda yaşamış bu zatlar nedense İkinci Kavimler Göçü döneminde, X-XII. yüzyıl ile tekrar gündeme gelir St. George hikâyeleri meşhur olur. St. George betimlemeleri XII-XV. yüzyılda çoğalır. Fransa’da bazı seyahat acentaları bu addadır; dünyanın çeşitli yerlerinde Aziz George adında gezi dernekleri oluşturulmaktadır. Osetya’da da Aziz George gezginlerin ve seyyahların koruyucusudur. İran’da Behram gezginlere yol gösteren melek anlamına gelmektedir. Ejderhaya kaya parçası atmaya hazırlanan Behram Gur tasvirleri XVI. yüzyıl Tebriz Minyatür Mektebi ile yakın sanatsal ilişki halinde olan, XVI-XVII. yüzyıl, dokuma sanatı ile resim sanatının sentezi olan figürlü Azerbaycan kumaşlarında görülmektedir32. Behram’ın 31 B. Moreton, (The Eight Century) Gelasian Sacramentary, Oxford 1976, s.103 in Alan Thacker, “Memorializing Gregory the Great: The Origin and Transmission of a Papal Cult in the Seventh and Early Eighth Centuries”, Early Medival Europe Vol. 7 (I), Blackwell Publishers, USA 1998, s.59-84, 73. 32 Ümbülbanu Hamidova, “Azerbaycan Kumaş Sanatının Tarihsel Gelişimi”, Akademik Araştırmalar Dergisi, 15. Sayı, 2003, s.43-51. 153 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER diğer anlamı da merih yıldızıdır yani koçu temsil eder. XIII. yüzyıl Kütahya seramiklerinde de görüldüğü gibi St. George betimlemeleri Ermeni sanatkârlar için önemli bir temaydı. XVIII. asır başlarından itibaren birbirinden görerek hemen tüm Ermeni kiliseleri birçok memleketten Kütahya atölyelerine sipariş veriyordu. 1700 tarihli Kurdiyan koleksiyonundan bir çini matarada at üzerinde mızrakla ejderi öldüren Jorj bulunur. Bu tarihten itibaren Tokat’taki madenî içki şişelerinde de aynı figüre rastlanır33. Kubad Abad çinilerindeki ejderle savaşan ama onunla birleşik figürle ve Kubad Abad taş kabartmalarındaki atlıyla34 Nasreddin Sivasî’nin, 1270 yılı dolaylarına tarihlenen bir eserinde kuyrukta yer alan ejder formlu Kavs burçları35 benzerlik gösterir. Kavs, yay burcunun yıldızı Bercis ya da Müşteri’dir. Diğer adı Hürmüz’dür. Bu Ehrimen’le savaşan iyilik tanrısıdır ki Şehnameye dayanarak Ehrimen’i ejderin temsil ettiği söylenebilir. Yunus Emre bir şiirinde: Niçe bir Cercîs ü Bercîs olam Mirrih olam Niçe bir Câlinûs u Bukrât olam Lokman olam36 der. Hem Sivasî’nin eserinde ve sonraki yay burcu betimlemelerinde hem bu şiirde Cercis’le Bercis arasında bir ilişki kurulmaktadır. Cercis (St. George), Bercis yani Müşteri ile ilişkilidir fakat nasılsa Merih yani koçun yıldızıyla da alâkalıdır. Koçla Cercis’in yani St. George’un bir ilgisi vardır. Bu da Zulkarneyn-21 Mart ilişkisi ile St. George arasında muhtemel bir bağlantıdır. Zaten Bercis, Karakuş, Erentüz ve Mizan yıldızı olarak geçmektedir. Yani bu yay burcu ile ilgili betimlemeler St. George betimlemeleri sayılabilir. Lindisfanya İncili’nde görülen çift başlı kartal (Karakuş, Bercis) imgesi de37 konuyla ilişkilidir. 33 Oktay Aslanapa, Osmanlılar Devrinde Kütahya Çinileri, Üçler Basımevi, İstanbul 1949, s.74-77. 34 Ruçhan Arık, Kubad Abad Selçuklu Saray ve Çinileri, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul 2000, s.21, 125. 35 Selçuk Mülayim, Rumi Motifinin Zoomorfik Kökeni Hakkında, 2005. http://www.akmb. gov.tr/turkce/books/turkkong2/tk2-16-mulayim.htm 36 Hayrettin İvgin, Yunus Emre’nin Şiirlerinde Gökle İlgili Telmihler, Çukurova Üniversitesi TürkolojiAraştırmaları Merkezi, 2005, http://turkoloji.cu.edu.tr/HALK%20EDEBIYATI/35. asp 37 Mehtap Dede Kodaman, “Orta Asya’dan Britanya’ya Uçan Bir Kuş: Çift Başlı Kartal”, Halk Kültürlerini Koruma-Yaşatma ve Geleceğe Aktarma Uluslararası Sempozyumu, 1618 Aralık, Derbent/Kocaeli 2005. 154 Mehtap Dede KODAMAN Aslında bu ejder öldürme konusu MÖ 2000 yıllarında beri temsil edilmektedir. Alp Karakuş betimlemelerinde iki ejderi yakalamış halde görülür38. Girgor ise karakuşlu mabedleri de taktis ederek aslın da onun da sonradan idolleştiğini ifade etmek istemiştir. Yine: Koç dağının başında Koç Ata, Öküz dağının başında Öküz Ata, Ölü desem ölü değil Diri desem diri değil, Bu atanın Atası Geçmişteki Korkut Ata39 Şiirinden de anladığımız kadarı ile Dede Korkut boynuz kültüyle ilişkilidir. Zaten onun mezarına gidilmeden koç heykeliyle karşılaşılır. Zulkarneyn-St. George, Kirkor, Korkut bağlantılıdır. Oğuz isminin boynuzla ilgili olarak öküzden geldiği biliniyor. Demek ki bu şahıs Oğuz Kağan’ın kişiliğinde birleştirilmiştir. Kırzıoğlu’na göre Aziz Kirkor ve Korkut (Korkut Ata/ Dede Korkut) aynı kişidir. Bayat’tan da öğrendiğimize göre Korkut’un söylenişlerinden biri Her-Ger, Ker-Ger’dir40. Buradan Kir-Korla bağlantısını anlıyoruz. Bu hayır getiren anlamındaki isim kök olarak güneş ve korla aynı zamanda mezarla bağlantılıdır. Kirkor’un Aziz Tatyos’un mezarında doğduğu belirtilmişti. Bu mezarda doğma teması Dede Korkut, Manas, Altın Arığ ve Köroğlu (Goroğlu) gibi destanlarda baş kahraman için ortak bir kaderdir. Göroğlu mezarın oğlu anlamındadır41. Zaten Ermenice’deki -yan eki hesaba katılığında Goryan Goroğlu anlamına gelir. Bu açıdan Kırzıoğlu’nun Gregorian mezhebi yerine Dede Korkut mezhebi demesine şaşmamak gerek çünkü destanların baş söyleyicisi Dede Korkut’tu. Gregorianlık tamamen Türk töresini yansıtır. Diğer Hıristiyan 38 Sergey Minyaev, “The Origins of the ‘Geometric Style’ in Hsiung nu Art”, 2000 in Jeannine Davis-Kimball, Eileen M. Murphy, Ludmila Koryakova and Leonid T.; Yablonksy, Kurgans, Ritual Sites, and Settlements: Eurasian Bronze and Iron, a.g.e., 2000, s.296,Oxford: Archeopress. 39 Yazıya geçiren Jüsip Köpeyulı. Alkey Margulan, “Korkut: Efsane ve Hakikat”, Abdimalik Nisanbayev, Kazakistan’da Dede Korkut, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, Ankara 2000, s.130. 40 Fuzuli Bayat, Korkut Ata Mitolojiden Gerçekliğe Dede Korkut, Karam Yayını Ankara 2003, s.5. 41 Annagulı Nurmemmet, Göroğlu Türkmen Halk Destanı Görogly, C. 1, Bilig Yayını, Ankara, s.XLIX. 155 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mezheplerden faklıdır. Özellikle Papa, Gregorian Ermenileri Katolik yapmak için, yetişmiş misyonerleri Anadolu’ya gönderiyordu. Dede Korkut Hikâyeleri’nin geçtiği Aphaz ili, Azerbaycan, Gürcistan, Kafkasya ve Oğuzili42 de Kirkor’un hakimiyet kurduğu yerlerdir. Gordion düğümü tabiri de konuyla ilişkili olabilir. Efsaneye göre Gordion düğümünü çözen Asya’nın hakimi olacaktır. Güya Büyük İskender bunu kesmiş de Asya’nın Resim 5 Sonsuzluk sembolüne dönüşen Süleyman mühürlü Selçuklu sikkesi hakimi olmuştu. Selçuklu sikkelerindeki kurtarıcı figürlerinde atın altında ezilen bu gordion düğümünü görmek mümkündür (Resim 5). Fizik’te ise Gordian düğümü aynı zamanda sonsuzluk anlamında kullanılmakta, Einstein’ın özel göreliliği ile çözüldüğü varsayılmaktadır43. Bizdeki mazmunlara ve divan edebiyatındaki verilere baktığımızda ise Dünya ve manevî saltanatı birleştirmek isteyen İskender’e bu müesser olmaz, o yüzden ab-ı hayatı maiyetindeki hâkim yani Hızır bulmuştur44. Aziz George ve çevresinde geçen olay ve olgular sanki onun ismine kodlanmış gibidir. Örneğin gregarious toplu halde, sürüler halinde demektir. Bu kavimler göçünü açıklamaktadır. gorge boğaz anlamına gelmekte bilindiği gibi İngiltere ile İrlanda’yı ayıran kanalın adı St. George kanalıdır. Gore ise boynuzla yaralamak anlamına gelmektedir; ejdere yani çok tanrıcılığa zarar veren anlamındadır ki yine Aziz George’un bir işlevini açıklamaktadır. Yeryüzüne ait anlamına gelen geo ön ekiyle türetilmiş olan geology, geography, geometry, geophysics gibi terimleri de hep bu George ismiyle alâkalıdır. Bunun gibi dünya coğrafyasında pek çok isim adını bu zattan almaktadır. Hatta bunlara Hazar Denizi’ni de ekleyebiliriz. Belirtildiği gibi Aziz George’la Hızır karıştırılmaktadır. Korkut’un ölümsüz oldu42 Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut Hikâyeleri, Dergâh Yayını, 3. Baskı, İstanbul 1985, s.12. 43 J¨urgen Renn, Dieter Hoffmann, Institute of Physics Publishing, Journal of Physics B: Atomic, Molecular And Optical Physics, Vol.38, 2005, s.444. 44 Onay, a.g.e., s.8. 156 Mehtap Dede KODAMAN Resim 6 Nevruz’un ejderi öldürmesi (Hacu-yi Kirmani Hamsesi) Karakoyunlu Türkmen minyatür resmi Resim 7 Alp Karakuş Ukrayna İskit işi erkek figür MÖ 350 ğuna dair halk inancı da45 burada bağdaşmaktadır. Korkut’un yel mayaya binip tüm dünyayı dolaşması da eklenebilir. Bilindiği gibi Hızır’ın ejderi öldürmesi ile ilgili bir konuda edebiyatımız da mevcuttur46. Buraya kadar anlatılanlar ışığında denebilir ki; St. George figürü ve inancı Kirkor’la kesişmekten öteye giderek çok eski Türk inançlarından Alp Karakuş’tan başlayarak Zül Karneyn, Dede Korkut, Hızır İlyas gibi kültlerle de örtüşüyor. Eldeki veriler ışığında, dünyaca ünlü olan St. George figürü çevresinde Ermeni vatandaşlarımız için millî bir tanımlama aracı haline dönüşen bu temanın bütün halinde Türk milletine ait olduğu anlaşılıyor. 45 Korkut’a mezar kazma, Nere gitsen Korkut’un Körü, Ölü desem ölü değil diri desem diri değil gibi söyleyişler vardır. 46 Ayşe Yücel, Hacı Bektaş Velayetnamesinde Ejderha Motifi, http://www.hbektas.gazi.edu. tr/aryucel.htm 157 BİR ERMENİ EFSANESİNDE TÜRK EDEBİYATININ İZLERİ Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU* Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU** *Kırıkkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü; E-mail: mtosunoglu@hotmail.com; Tel: 0 318 357 24 88 **Kırıkkale Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Eğitimi Bölümü; E-mail: denizmelan@yahoo.com; Tel: 0 318 357 24 88 Özet Tarihî olaylar, Türkler ile Ermenileri zaman zaman birbirine yakınlaştırmış, kimi zaman da bu iki milleti birbirinden uzaklaştırmıştır. Ancak tarihî seyir içerisindeki bütün gelişmeler, iki milletin birbirinden etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. Bu etkilerin görüldüğü alanların en belirgin olanı da edebiyattır. Ermeni edebiyatı ile ilgili çalışmalar incelendiğinde varılan sonuçların hep aynı olduğu görülmektedir: Ermeni edebiyatı Türk edebiyatından çok etkilenmiştir; hatta Ermeni edebiyatı, Türk edebiyatından alınarak esinlenilerek oluşturulmuştur. Türkmen (1983, 1976), çoğu Ermeni halk hikâyelerinin Türk halk hikâyesinin tesiriyle oluşturulduğunu, Ermeni âşuğların Türk halk şâirlerinin şiirlerini taklit ederek şiir söylediğini, zaman zaman neredeyse Türk şiirlerini birebir kopyalandıklarını çalışmaları ile ortaya koymuştur. Ermeni edebiyatındaki Türkçe şiirlerinin sayısının çok olduğu da bilimsel çalışmalarla ortaya konulmuştur. Coğrafafî şartların ve tarihî süreçteki kültürel ilişkilerin bir sonucu olarak değerlendirilen bu durum Ermeni edebiyatını doğal olarak etkilemiştir. Çünkü dil, düşünceyi oluşturur, onu şekillendirir, konuşulduğu, yazıldığı bütün coğrafyada kültürel etkilenmeler meydana getirir. Ermeni edebiyatı, Türkçeden etkilenmiş; Türk dili ile meydana getirilmiş eserlerin gölgesinde, onlardan alınan ilhamlarla oluşturulmuştur. Bunun bir örneği de Yelena Çudinova ve Roberta Hovhannesyan tarafından derlenen “Ermenistan Efsaneleri”dir. Çalışmamızda “Ermenistan Efsaneleri”nden bir bölüm biçim ve muhteva yönünden ele alınarak incelenecek; Türk edebiyatından nasıl etkilediği eserden verilen örneklerle izah edilecektir. Ermeni edebiyatını oluşturan türlerde Türk edebiyatının izlerini, etkilerini ortaya koymak globalleşmenin tartışıldığı, kültür değerlerinin birtakım birliklere girme uğruna itelendiği günümüzde Türk edebiyatının gücünü göstermek bakımından önemlidir. Bundan daha önemlisi ise Türkçenin ve Türk kültürünün etki sahasının ortaya konulması ve Türk kimliğinin korunmasıdır. Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Giriş Tarihî olaylar, Türkler ile Ermenileri zaman zaman birbirine yakınlaştırmış, kimi zaman da bu iki milleti birbirinden uzaklaştırmıştır. Ancak tarihî seyir içerisindeki bütün gelişmeler, iki milletin birbirinden etkilenmesi sonucunu doğurmuştur. Bu etkilerin görüldüğü alanların en belirgin olanı da edebiyattır. Ermeni edebiyatı ile ilgili çalışmalar incelendiğinde varılan sonuçların hep aynı olduğu görülmektedir: Ermeni edebiyatı, Türk edebiyatından çok etkilenmiştir; hatta Ermeni edebiyatı, Türk edebiyatından alınarak, esinlenerek oluşturulmuştur. Aynı coğrafyada yaşayan iki farklı toplumun birbirini her yönden etkilemesi kaçınılmazdır. Türk kültürü Ermeni halkının yaşayışında, törelerinde ve uygulamalarında müessir olmuş; bunun yansımaları da edebiyatta kendisini göstermiştir. Bu konuda Ermeni tarihi ve edebiyatı için Ermenilerin azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin millî tarihi ve millî folklorunun taşra niteliğinde bir kopyasıdır1 şeklinde düşünenler olduğu gibi iki halkın bir arada yaşamasından doğan derin tesir2 olduğunu ifade edenler de vardır. 1 2 Mehlika Aktok Kaşgarlı, “Anadolu Ermeni Destanları Efsaneleri ve Masalları Kritiği”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986, s.27. Türkmen, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, C. 7, S. 38, Ankara 2001, s.983. 161 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Türk- Ermeni halk edebiyatı münasebetlerini inceleyen Türkmen3, bu derin tesirin daha çok halk hikâyelerinde kesifleştiğini belirtmekte ve Türk halk edebiyatının Ermeni halk edebiyatı üzerindeki etkilerinin sebeplerini şöyle izah etmektedir: 1. Türkçe’nin çok geniş bir coğrafyada konuşulan yaygın bir dil olması, 2. Ermeniler ile Türklerin sıkı bir komşuluk ilişkisi içinde ve dost yaşamaları, 3. Daha çok dinleyiciye ulaşma imkânının Türkçe ile mümkün olması, 4. Eski Ermenice’yi Ermeni halkının anlamaması, 5. Ermeni âşuglarının Türkler arasında yetişmiş olmalarıdır4. Bu sebeplere Türk edebiyatına ait eserlerin hayranlık duygusu uyandıracak mükemmellikte olması da eklenmelidir. Çünkü mükemmel olan, hayranlık uyandıran bilindiği gibi taklit edilir. Bu yüzden Bluz Hovannes, Gul Artun gibi birçok Ermeni âşugu Türkçe söylemiş, Civanî, Aşug Cemalî, Agek Mhiteryan gibi bazı Ermeni hikâyeciler de Türk halk hikâyelerini Ermenice’ye çevirmiştir. Türkmen, çoğu Ermeni halk hikâyelerinin Türk halk hikâyesinin tesiriyle oluşturulduğunu, Ermeni âşugların Türk halk şâirlerinin şiirlerini taklit ederek şiir söylediğini, zaman zaman neredeyse Türk şiirlerini bire bir kopyaladıklarını5 çalışmalarıyla ortaya koymuştur. Ermeni edebiyatındaki Türkçe şiirlerin sayısının çok olduğu da bilimsel çalışmalarla belirlenmiştir. Coğrafî şartların ve tarihî süreçteki kültürel ilişkilerin bir sonucu olarak değerlendirilen bu durum, doğal olarak Ermeni edebiyatını etkilemiştir. Çünkü dil, düşünceyi oluşturur, onu şekillendirir, konuşulduğu, yazıldığı bütün coğrafyada kültürel etkilenmeler meydana getirir. Ermeni edebiyatına ait birçok eser Türkçe’den etkilenmiş; Türk dili ile meydana getirilmiş eserlerin gölgesinde, onlardan alınan ilhamlarla oluşturulmuştur. Bunun bir örneği de Yelena Çudinova ve Roberta Hov3 4 5 Türkmen, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, s.983. Türkmen, “Türk-Ermeni Âşık Edebiyatı İlişkileri”, İstanbul Üniversitesi Osmanlı Araştırmaları Dergisi, S. 3, İstanbul 1982, s.18. Türkmen, “Ermeniler Arasında Türk Halk Hikâyeleri”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 7, Sevinç Matbaası, Ankara 1976. 162 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU hannesyan tarafından derlenen ve Uzlova’nın redakte ettiği Ermenistan Efsaneleri’dir. Çalışmamızda Ermenistan Efsaneleri metni, biçim ve muhteva yönünden ele alınarak incelenecek; Türk edebiyatından nasıl etkilendiği eserden verilen örneklerle izah edilecektir. Ermenistan Efsaneleri, biçim olarak iç içe geçmiş ve birbirini takip eden dört ayrı metinden oluşmaktadır. Her ne kadar eseri Türkçe’ye aktaran Birsen Karaca bütün metinler için efsane demişse de bu efsanelerden ilki, halk hikâyesi özelliği taşımaktadır. Bu efsanelerin kısa özetleri şu şekildedir: Nairi adlı ülkede Romalıların ve istilacıların akınlarını önlemek için kurulan kalelerin birinde sınırdan sorumlu bey (Bdeşh) olan Boğa ve çok güzel olan karısı Cangülüm, kale halkıyla mutlu bir yaşantı sürerlermiş. Bir bahar günü kaleye cambazlar gelmiş. Eğlence sırasında Mariam adlı falcı, Boğa’nın falına bakmış ve ona bir yakını tarafından öldürüleceğini söylemiş, buna da Bey’in yeğeni Tigran ile falcının yanındaki Manuşak adındaki kız şahit olmuş. Tigran ve Manuşak iki yıl sonra kale dışında gezerken kaybolmuşlar ve bir keşişle karşılaşmışlar. Onları mağarasına götüren keşiş; ateşe tapmadığını ve tek tanrıya inandığını6 anlatmış. Çocuklar kaleye döndüklerinde ters giden bir şeylerin olduğunu anlamışlar. Bdeşh Boğa’nın evinde ise o saatlerde çoktan savaş kurulu toplanmış, savaş hazırlıkları başlamış. Ertesi gün bu kargaşa içinde kaleye bir satıcı gelmiş. Cangülüm’e sattığı altınları göstermiş, kendisinin aslında bir satıcı değil düşman Kral’ın sadık bir kölesi ve Kralı’nın Cangülüm’e talip olduğunu söylemiş. Kafası karışan Cangülüm ne yapacağını şaşırmış. Mariam, kuşatılan kalede sıkılan çocuklara bir hikâye anlatmış7. Boğa, gergin olan askerlerin ve halkın moralini yükseltmek için bir eğlence düzenlemiş. Hazırlıklar sırasında Mariam çocuklara bir hikâye daha anlatmış8. Cangülüm düşman kuvvetlerle iş birliği yapmaya karar vermiş. Eğlence sırasında içkilere uyku iksiri koyan Cangülüm, herkes uykuya dalınca kalenin büyük kapısını açmış ve düşman kuvvetleri kaleyi ele geçirmişler. 6 7 8 Ermenilerin Hıristiyanlığı kabulü ile ilgili efsane. Ahtamar Efsanesi. Sönmeyen Ateş Efsanesi. 163 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermenilerin Hıristiyanlığı Kabulü ile İlgili Efsane Ermeniler İsa’dan önce gerçek olmayan tanrılara inanıyorlarmış. Grigor Lusavoriç Ermenileri aydınlatmak için geldiğinde ona karşı çıkan pek çok insan olmuş. Buna rağmen Grigor birçok kişiyi eğitmiş ve Aragats dağının yamacında bir manastır kurmuş. Kendine inanmayanlara karşı birçok mucize göstermiş. Kötü niyetli kişiler Kral Tiridat’a Grigor’u şikâyet etmişler. Bunun üzerine Tiridat, Grigor’u yılan ve akreplerle dolu bir kuyuya attırmış. Grigor’un öldüğünü düşünerek eğlenceler düzenleyen Tiridat yemek sırasında bir yaban domuzuna dönüşmüş. Grigor on beş yıl kör kuyuda yaşamış. Tiridat’ın kardeşi Kraliçe Hosrovoduth, rüyasında Tiridat’ı sadece Grigor’un kurtarabileceğini görmüş ve ondan yardım istemiş. Grigor Kral’ın huzuruna çıkmış ve onun için Tanrı’ya dua etmiş. Tiridat yeniden insan kılığına bürünmüş, Grigor’dan kendini ve halkını kutsamasını istemiş. Aras nehrinin kıyısında Grigor’un hapsedildiği kuyunun yerine kör kuyu anlamına gelen Hor-Viab adlı bir kilise inşa edilmiş. Ahtamar Efsanesi Çok eski zamanlarda Kral Artaşes’in Tamar adında güzel bir kızı varmış. Tamar’ın güzelliği dilden dile dolaşmaktaymış. Birçok ülkenin kralı Tamar’a dünürcü göndermiş. Kral Artaşes, kızını kime vereceğine karar vermeden önce bir ejderin kızını kaçıracağından endişelenmeye başlamış. Bu korkusu nedeniyle Van gölünün ortasındaki adaya kızı için altından bir saray yaptırmış. Kızının hizmetine de yalnızca kadınları ve kızları vermiş. Tamar, güzellik ve cesaretten başka hiçbir şeyi olmayan fakir bir azatı seviyormuş. Ancak âşıkların arasında Van gölünün serin suları uzanıyormuş. Âşık, Tamar’ın özlemine dayanamayarak adada yanan ışığı kendine rehber edip adaya yüzerek geçmeyi başarmış. Artık âşıklar her gece buluşur olmuşlar. Bu durumu fark eden bir hizmetkâr, Kral’a olup biteni anlatmış. Kral Artaşes bu duruma çok kızmış. Bir gece delikanlı yine aşkına ulaşmak için adadaki ışığı kendine rehber bilip Van gölünün sularına dalmış. Birden ışık kaybolmuş. Kral Artaşes, Tamar’ın yaktığı ateşi söndürmüş. Gölün karanlık sularında delikanlı Ah Tamar! diyerek boğulmuş. O günden sonra adanın adı Ahtamar diye anılmış. 164 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Sönmeyen Ateş Efsanesi Çok eski zamanlarda krallığı dağlar olan uzun ömürlü bir Kral varmış. Kral’ı üzen tek şey üç karısından da çocuğu olmamasıymış. Bir gün sonuncu karısı krala bir kız doğurmuş. Güzelliği herkes tarafından bilinen Prenses, reddetmenin ne olduğunu bilmeksizin büyümüş. Prenses, dünyadaki her şeyi ama en çok da ateşle oynamayı seviyormuş. Prensesin evlilik çağı gelip çatmış. Kral, kızına lâyık eşi bulmak için ülkenin dört bir yanına haber göndermiş ve damat adaylarını saraya çağırmış. Prenses Sönmeyen Ateş’i kendisine getirecek delikanlı ile evleneceğini söylemiş. Yakışıklı delikanlılar Sönmeyen Ateş’i bulmak için yollara düşmüşler. Bir yıl geçmiş, iki yıl geçmiş, üç yıl geçmiş giden delikanlılardan dönen olmamış. Prenses; Eğer hepinizin öldüğü doğruysa taş olmam en iyisi! demiş. Prenses birden taşa dönüşmüş, kızını o halde gören babası da birden taş olmuş. Prenses taşa dönüştüğü halde ağlamaya devam etmiş. Kızın gözyaşları orada bir göl oluşturmuş. Sönmeyen Ateş’i ararken ölen delikanlıların ruhları ise gece pervanelerine dönüşmüş. İncelenen metinlerden üçü tür yönünden efsane özellikleri taşımaktadır: Efsane, anlatıcısı ve dinleyicisi tarafından gerçekliği kabul edilmiş; dünyanın bu günkünden çok da farklı olmadığı dönemlerde oluşmuştur. Ermenistan Efsaneleri’nin konuları; diğer efsanelerde olduğu gibi dünyevîdir. Bunun yanı sıra azizler de konu edilerek yerel anlatmalara da yer verilmiştir. Biçim Özellikleri Yönünden Ermenistan Efsaneleri Düz yazı şeklindeki metinde manzum bölümler de vardır. Türk destanlarının döşeme bölümünde olduğu gibi Ermenistan Efsaneleri de dörtlükten oluşan bir manzume ile başlamıştır: Ve rüzgâr şarkı söylüyor, anımsıyor rüzgâr dağlardaki Yok olmuş kahramanları ve çarlığı. Uyuyor dağlar ve anımsıyor eski fakirlik günlerini, Ağır darbelerini filli orduların9. 9 Birsen Karaca, Ermeni Edebiyatı Seçkisi, Kültür Bakanlığı Yayınları Dünya Edebiyatı Dizisi, 2001, s.119. 165 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Efsanede bir dörtlük daha vardır: Falcı kadın, bir kazan başında otlardan, köklerden iksir hazırlarken bu dörtlüğü söylüyor: Gece toplanan ot, Gündüz toplanan ot, Seni, hastalığı, def etmek istiyor Koş hastalık, ateşte yan10 Bundan başka metinde, bazıları kafiyeli, ikilikler halinde bilmeceler bulunmaktadır: Bir tilki oturur. Uzun kuyruğunu boynuna dolar. (Kirmen)11 Yaşarken ot yerdi Öldükten sonra şarap içmeye başladı. (Deri kırba)12 Eli yok ayağı yok Ama gökte sürünür (Duman)13 Altın kılıç yere düştü Sesini kimseler duymadı. (Güneş ışığı)14 Ermenilerin hanegul adını verdiği bu bilmeceler de Türk edebiyatının izlerini taşımaktadır. Söyleyiş kalıpları her iki edebiyatta da büyük benzerlik taşıyan bilmeceler, halk edebiyatımızda imtihan motifi içerisinde değerlendirilmektedir15. Türk edebiyatında aynı söyleyiş kalıbına aşağıdaki örnek verilebilir: 10 11 12 13 14 15 Karaca, a.g.e., s.122. Karaca, a.g.e., s.123. Karaca, a.g.e., s.123. Karaca, a.g.e., s.123. Karaca, a.g.e., s.123. Ali Berat Alptekin, Halk Hikâyelerinde Motif Yapısı, Akçağ Yayınevi, Ankara 2002, s.288. 166 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Eli yok ayağı yok Köprü kurar (Buz)16 Metinde; Uzaklardaki ateş, bana mı gönderiyorsun sen ışığını? Sevgili dilberimin selamı mısın sen?17 Mısraları da yer almıştır. Ahtamar adasına bakan âşık, sevgilisi Tamar’ı düşünerek uygularını bu ikilik ile ifade etmiştir. Görüldüğü gibi metin düz yazı ve manzume parçacıklarından oluşmuştur. Bu özelliği ile Dede Korkut metninin şekil olarak bir benzeridir denilebilir. Ermenistan Efsaneleri metninde yer ve zaman unsurları tamamen günümüz dünyası ve gerçek zaman özellikleri taşımaktadır. Bu yönüyle de eser, mitlerden ayrılmaktadır. Eserde geçen Romalılar kelimesi zamanın gerçekliğini ortaya koymaktadır. Olayların geçtiği ülkenin yeri, eserde Van ve Sevan gölleri arasında yüksek dağların tepelerinde olarak tarif edilmiştir. Türk Edebiyatının İzleri Ermenistan Efsaneleri’ne içerik yönünden bakıldığında olay, kahraman, inanış, gelenek ve halk hikâye motifleri yönünden Türk halk edebiyatının izlerini taşıdığı bariz şekilde görülmektedir. Kahraman Yönünden: Ermenistan Efsaneleri metinlerinin ilkinde olayların kahramanı Boğa adındaki Bdeşh (sınırdan sorumlu Bey)tir. Eserde bu kişi; Adı unutulmuşmuş; benzersiz gücünden dolayı Boğa derlermiş: Boynuzları arasına vurduğu yumrukla bir tosunu devirebilirmiş18 (Karaca, 2001: 121) şeklinde tasvir edilmektedir. Bu tasvir, Türk halk edebiyatında Dede Korkut Kitabı’ndaki Dirse Han-Oğlu Boğaç Han Boyu metnindeki Boğaç’ın özellikleriyle aynıdır: Meğer sultanım, Dirse Han’ın oğlancığı, üç de orda uşağı meydanda aşık oynuyorlardı. Boğayı koyuverdiler, oğlancıklara ‘kaç’ 16 Eyüboğlu, www. türkleronline.com. 17 Karaca, a.g.e., s.152. 18 Karaca, a.g.e., s.121. 167 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dediler. O üç oğlan kaçtı. Dirse Han’ın oğlancığı kaçmadı. Ak meydanın ortasında baktı, durdu. Boğa da oğlana sürdü, geldi, diledi ki oğlanı öldüreydi. Oğlan boğanın alnına yumruğu dayadı, sürdü meydanın başına çıkardı. Boğa ile oğlan bir hamle çekiştiler. Boğa ön ayaklarını gerdi, durdu. Ne oğlan yener, ne boğa yener. Oğlan düşündü, kendi kendine dedi ki bir dama direk vururlar, o dayak olur. Ben bunun alnına neye dayak olur, dururum, dedi. Oğlan boğanın alnından yumruğunu giderdi, yolundan savuldu. Boğa ayak üstüne duramadı, düştü tepesinin üstüne yıkıldı19. Alıntıdan da anlaşılacağı gibi Dede Korkut’tan etkilenme oldukça fazladır. Türkmen20 (2001:983) konuyla ilgili olarak; Türk halk hikâyeleri Ermeniler üzerinde derin tesir bırakmıştır. Bu tesir, Ermeni araştırıcıları tarafından da kabul edilmektedir. Türk halk hikâyeleri, Dede Korkut Hikâyeleri’nden XIX. yüzyılın sonuna kadar şekil ve muhteva bakımından Ermeniler arasında yayılmış, pek çok halk hikâyesi ya olduğu gibi, dili ve mevzuu ile veya adapte edilerek anlatılmıştır. Ermeni hikâyeleri ise Türk halk hikâyelerinin şekli ve geleneği içinde yaratılmıştır. açıklamasını yapmaktadır. Eserde İşlenen Olay Yönünden: Ermenistan Efsaneleri’nde Türk edebiyatının izi olarak görülen diğer bir nokta da evlenme niyetinde olan gençlerin bir sınava tâbi tutulmasıdır. Çalışmamızın konusunu oluşturan dört efsanenin sonuncusunda Kral’ın sevgili kızı güzel Prenses, evleneceği kişiyi bir sınavla belirlemek ister. Kendisine talip olan gençlerden Sönmeyen Ateş’i getiren genci seçeceğini belirtir: - O zaman kendin cevap ver, sana eş olmaya değer kişiyi nasıl bir ölçü ile ölçmek gerek? Yaptığı nasıl bir iş için cesur olan kişiyi sevebilirsin? - Söyle, Prenses, içimizden birini niçin seveceksin? diye sormuşlar süvariler. - Ben, bana ‘Sönmeyen Ateş’i’ getirecek olanı sonsuza dek seveceğim! diye cevap vermiş genç kız21. 19 Orhan Şaik Gökyay, Dede Korkut Hikâyeleri, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995, s.34. 20 Türkmen, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, s.983. 21 Karaca, a.g.e., s.175. 168 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Aşk imtihanı, Türk halk edebiyatında halk hikâyelerinin önemli motiflerinden biridir. Bu motif, Türk destanlarında ve Dede Korkut Hikâyeleri’nde sıkça yer almıştır. Meselâ Dede Korkut’ta ‘Kanlı Koca Oğlu Kanturalı Boyu’ hikâyesinde Kanturalı, Tarabuzan tekürünün kızını almak için tekürün şart koştuğu sınavı -biri kağan arslan, biri koca boğa, biri de kara buğra olan ve her birisi ejderha olarak adlandırılan üç canavarı öldürerek- geçmiştir22. Köroğlu Destanı’nda da aşk imtihanı motifi, Kırk kardeşin tek bacısı olan Dânâ Hanım güreşte kendisini kim yenerse onunla evlenecektir şeklinde yer almaktadır23. Sınav motifinin Ermeni eserlerinde kullanıldığını Sasonlu David hikâyesinde de görüyoruz. Handudu, David’le nişanlanmadan evvel onu müsabakalarla ve mücadelelerle denemiştir24. Olay yönünden bir başka benzerlik de savaşta kullanılan fillerle ilgilidir. Türk edebiyatının en önemli destanlarından biri olan Manas’ta Kalmuk kalesini kuşatan Kırgızlara karşı fillerin sırtında saldırıya geçen Kalmuk ordusu, Manas’ın fillerin hortumlarını kesmesi yüzünden yenilir. Manas’ın kılıcıyla hortumlarını kestiği filler, acıyla birbirlerine ve Kalmuk ordusuna saldırır; bundan yararlanan Manas da adamlarını kaleye sokar ve kısa zamanda kaleyi ele geçirir. Ermenistan Efsaneleri’nde de bu olayın benzeri anlatılıyor: Kaleyi kuşatan düşman fillerle gelir. Kale komutanı Bdeşh, istilacılardan ve savaş fillerinden kurtulmanın çarelerini ararken David adlı genç bir savaşçıdan yararlanır: Dinle beni, savaşçım benim, dedi Bdeşh. Düşman bir kurnazlık düşünüyor. Ben bilmiyorum ne olduğunu. Ama yalnızca aptal bekler darbeyi. İlk ben vurmak istiyorum. Söyle bana, fillerin çıldırması için ne yapılabilir? Genç savaşçı bir süre düşündü, sonra iç geçirerek cevap verdi: Ben bunu yapabilirim Bdeşh. Korku ve acı içindeki filler tüm gazaplardan daha tehlikelidir. Filleri tanıyan bir kişi uyku sırasında uyuşmuş ayaklarındaki kuru damarları kesebilir25. Genç savaşçı David, efsanede görevini yerine getirir: Karargâhın orta yerinde filler hareketsiz yığınlar halinde yatıyordu. Geçen gece fillerin neden çıldırdığı ve kudurarak insanların çoğunu öldürdüğü açığa 22 23 24 25 Gökyay, a.g.e. s.111-113. Alptekin, a.g.e., s.68-76. Türkmen, “Ermeniler Arasında Türk Halk Hikâyeleri”, s.19. Karaca, a.g.e., s.156-157. 169 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER çıkmıştı. Düşmanın, tehlikeden kurtulmak için kendi fillerini öldürmesi gerekmişti26. Görüldüğü gibi her iki metinde de düşman fillerle geliyor, ikisinde de genç savaşçı fillerin bir organını keserek onlara acı veriyor, saldırganlaşan filler de kendi ordusunu zarara uğratıyor. Her iki edebiyatta da konu edilen bu olaylar birbirine çok benzemektedir. Gelenek İnanış ve Uygulamalar Yönünden: Ermenistan Efsaneleri metninde dikkat çeken bir başka iz de Türkler arasında yaygın olan bazı gelenek, inanış ve uygulamaların kullanılmasıdır. Bunlardan en çarpıcı olanı kurt dişidir. Bilindiği gibi kurt, Türkler tarafından kutluluğuna inanılan bir hayvandır. Soylarında bir dişi kurt olduğu ve dağların arasından çıkmalarına kılağuzluk ettiği için Türkler kurdu kutlu sayarlardı. Kurdun bu niteliği Anadolu halkının inançlarında da süregelmiştir. Afyon bölgesinden derlenen bir anlatmaya göre Kurtuluş Savaşı’nın son safhalarında, o taraflardaki ordu kumandanlarından birine bir kurt kılağuzluk etmiş,... Kurdun çeşitli azaları, derisi, dişi vb. türlü mazarratlardan korunmada kullanıldığı gibi insana bazı olağanüstü güçleri de kazandırırmış27.. Anadolu’da bugün Türkler arasında kurt dişinin özellikle çocukları, insanları nazardan koruduğuna yaygın olarak inanılmaktadır. Türk toplumu arasında binlerce yıldan beri anlatılan ve inanılan kurttan türeme miti Dede Korkut’ta da inanış olarak bulunmaktadır28. Dede Korkut’ta Salur Kazan; kurt yüzü mübarektir diyerek onunla haberleşmek istiyor, onun sözlerini W. Barthold eski totemizm devrinin bir hatırası olarak yorumlamaktadır29. Türkler arasında Totemizm devrinden günümüz Anadolusu’na kadar uzanan kurt ve onun bir devamı olan kurt dişi uğrunun Ermenistan Efsaneleri’nde de aynı şekilde uğurlu sayıldığı görülmektedir: 26 Karaca, a.g.e., s.160. 27 Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar, Töre ve Törenler, Oyunlar), Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973, s.70. 28 İsmet Çetin, “Türk Mitinde Kut İyesi Kıdır ve Medeniyet Değişikliğinde Kıdır’dan Hızır’a Geçiş”, Millî Folklor, S. 54, Yaz, Ankara 2002, s.31. 29 Abdulkadir İnan, Dede Korkut Kitabında Eski İnançlar ve Gelenekler, Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1966-1969, s.151. 170 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Bdeşh, uğurunu ihtiyar kadına uzatmış: Kurt dişini hep yanında taşırmış30. Ermenistan Efsaneleri’ndeki Türk edebiyatının izlerinden biri de çukura atılma veya kuyuya hapsetme cezası uygulamasıdır. Kuyuya atılma cezası, Türk destanlarının ve halk hikâyelerinin bir motifidir: Dede Korkut’ta Salur Kazan Tutsak Olup Oğlu Uruz’un Çıkarması hikâyesinde Salur Kazan kâfirler tarafından tutsak ediliyor ve Toman’ın kalesinde bir kuyuya atılıyor31. Aynı uygulama, Manas Destanı’nda da görülmektedir. Manas, Közakmanlar tarafından aldatılıp zehirli şerbet içirildikten sonra esir edilip bir kuyuya atılmaktadır32. Türk halk edebiyatının bir geleneği olan kuyuya/çukura atılarak cezalandırma Ermeniler tarafından da kullanılmıştır. Ermenistan Efsaneleri’nde keşişin anlattığı Hıristiyanlık ile ilgili efsanede Ermenilere İsa’nın dinini anlatan ve onları aydınlatan Grigor Lusavoriç, Kral’ın iktidarını sarstığı ve ona itaat etmediği için Kral tarafından akrep ve yılanlarla dolu bir çukura attırılarak cezalandırılmıştır: Kralın hizmetlileri, Grigor’u korkunç çukura attılar ve daha kendileri saraya varmadan öleceğinden emin olarak uzaklaştılar. … On beş yıl oturdu Grigor yılan çukurunda33. Ermenistan Efsaneleri metnindeki Türk izlerinden biri de adak adama geleneğidir. Bilindiği gibi adak, bir dileğin gerçekleşmesi için Tanrı’ya söz verilen, vaad edilendir. En eski Türklerden günümüze kadar gelen bu uygulama, zaman içinde gelenekleşmiş, hatta inanışa dönüşmüştür. Kurban kesme, bağış yapma, namaz kılma, fakir fukarayı giydirme gibi uygulamalar34 adak olarak günümüzde de halkımız arasında oldukça yaygındır. Çalışmamızın konusu olan Ermenistan Efsaneleri’nin birincisinde Bdeşh’in yeğeni Tigran ile Manuşak’ı bir tepede bulan ve mağarasına götüren keşişin adak adadığı görülmektedir: Atalarımın günahlarından arınmak için ateşsiz yaşamaya adak adayalı üç kere onuncu kış geçti artık35. 30 31 32 33 34 35 Karaca, a.g.e., s.125. Mustafa Miyasoğlu, Dede Korkut Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara 1999, s.186. Destanlar, Yuva Yayınları, İstanbul 2000, s.94. Karaca, a.g.e., s.132-133. Boratav, a.g.e., s.51. Karaca, a.g.e., s.130. 171 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Adak adama geleneği/inanışı, Dede Korkut Hikâyeleri’nde Tanrı’dan bir oğul dileme şeklinde Dirse Han-Oğlu Boğaç Han Boyu metninde yer almıştır: Kara donlu dervişlere adaklar verdim, Aç görsem doyurdum, yalıncak görsem donattım, Tepe gibi et yığdım,/Göl gibi kımız sağdırdım, Dilek ile bir oğul gücile buldum36. Görüldüğü gibi adak adama geleneği hem Türkler hem de Ermeniler arasında Türk kültürünün bir izi olarak eserlere yansımıştır. Sonuç olarak; Ermenistan Efsaneleri metninde tespit ettiğimiz Türk edebiyatının izleri; 1. Türk edebiyatına ait eserlerin ahramanını kullanma, 2. Türk edebiyatını oluşturan eserlerdeki konuyu adapte etme, 3. Türk kültürüne ait gelenek, inanış ve uygulamaları kullanma, 4. Türk halk edebiyatına ait hikâye motiflerini kullanma şeklinde sıralanabilir. Kahraman, konu, esere yansıyan (gelenek, inanış ve uygulamalarla kendini gösteren) kültür ve edebî türü oluşturan nitelikler, bir eserin orijinal olup olmadığını belirlemede birer ölçüttür. Bu açıdan ele alındığında Ermenistan Efsaneleri metninin orijinalliği tartışılabilir. Eserin Türk edebiyatından alınan ilhamlarla oluşturulduğunu ve Türk kültüründen izler taşıdığını söylemek yanlış olmayacaktır. Bunun sebebi Türk ve Ermeni halklarının aynı coğrafyada, bazen aynı devlet çatısı altında dostluk içinde yaşamalarıdır ve bu dostlukların yarattığı hoşgörü ve sevgi çerçevesinde, ortak ve benzer duyuş, düşünüşlerini edebiyata dökmeleridir. Bu ortaklıkta bazen zengin kültürün izlerinin ve güçlü olan edebiyatın diğerine tesir etmesi tabiîdir. Bu tesirleri olumlu olarak değerlendirmek gerekir; çünkü eserlerdeki bu kültürel izler, iki halkı birbirine yakınlaştıracaktır. Globalleşmenin tartışıldığı, kültür değerlerinin itelendiği günümüzde önemli olan Türk edebiyatının gücünü ve Türk kültürünün etki sahalarını bilmek, bu bilincin bir gereği olarak Türkçemize ve kimliğimize sahip çıkmaktır. 36 Gökyay, a.g.e., s.36. 172 Yrd. Doç. Dr. Mesiha TOSUNOĞLU / Arş. Gör. Deniz MELANLIOĞLU Kaynakça Alptekin, Ali Berat, Halk Hikâyelerinde Motif Yapısı, Akçağ Yayınevi, Ankara 2002. Boratav, Pertev Naili, 100 Soruda Türk Folkloru (İnanışlar, Töre ve Törenler, Oyunlar), Gerçek Yayınevi, İstanbul 1973. Çetin, İsmet, “Türk Mitinde Kut İyesi Kıdır ve Medeniyet Değişikliğinde Kıdır’dan Hızır’a Geçiş”, Millî Folklor, S. 54, Yaz, Ankara 2002. Destanlar, Yuva Yayınları, İstanbul 2000. Gökyay, Orhan Şaik, Dede Korkut Hikâyeleri, Dergâh Yayınları, İstanbul 1995. İnan, Abdulkadir, Dede Korkut Kitabında Eski İnançlar ve Gelenekler, Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara 1966-1969. Karaca, Birsen, Ermeni Edebiyatı Seçkisi, Kültür Bakanlığı Yayınları Dünya Edebiyatı Dizisi, 2001. Kaşgarlı, Mehlika Aktok, “Anadolu Ermeni Destanları Efsaneleri ve Masalları Kritiği”, III. Milletlerarası Türk Folklor Kongresi Bildirileri, C. II, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1986. Miyasoğlu, Mustafa, Dede Korkut Kitabı, Akçağ Yayınları, Ankara 1999. Türkmen, Fikret, “Ermeniler Arasında Türk Halk Hikâyeleri”, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, S. 7, Sevinç Matbaası, Ankara 1976. __________, “Türk-Ermeni Âşık Edebiyatı İlişkileri”, İstanbul Üniversitesi Osmanlı Araştırmaları Dergisi, S. 3, İstanbul 1982. __________, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, Yeni Türkiye, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, C. 7, S. 38, Ankara 2001. 173 XVIII. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA OSMANLI ERMENİLERİ VE BAZI ÖNEMLİ SÎMÂLAR Öğr. Gör. Mesut AYDINER Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: me.aydiner@gmail.com Özet Türk ve Müslüman çevreye ait olmayan cemaatlerin İstanbul’daki varlıkları şüphesiz Osmanlı döneminin bir icadı değildi. Kent, başkent ve özellikle ticari merkez rolünden ötürü Bizans döneminden beri Batılı kolonilerin olduğu kadar Anadolu ve Doğu Akdeniz kökenli kimselerin de varlığına alışmıştı. (Cenevizliler, Venedikliler, Pizalılar, Katalonyalılar, Provanslılar, Ermeniler, Araplar, Gürcüler, Yahudiler vs.). İstanbul’un yeni sahibi ve bânisi II. Mehmed, şehri aynı zamanda bir başkentin tüm faaliyetleriyle donatmak istemiş ve fetih öncesi unsurların yanı sıra, kenti Müslim ve gayrimüslim yeni cemaatlerle şenlendirmek üzere bazı lütufkar tedbirler almıştı. Bursa’da oturan Ermeni Piskoposu Yovakim’i 1461’de cemaatiyle İstanbul’a getirerek, Samatya Sulu Manastır Kilisesi’nde bağımsız kılmış, Ermenileri din, eğitim-öğretim, vakıf ve aile işlerini kendi örf ve adetlerine göre düzenleme hürriyetine kavuşturmuştu. Fatih’ten sonra da padişahlar bu cemaate karşı hoşgörülü tutumu sürdürmüşler, devletin asli unsurları arasındaki yerlerini XVIII. yüzyıl sonlarına kadar korumuşlardır. Ermeniler, özellikle bu yüzyılda Osmanlı idaresinde geniş imkanlara sahip olmuşlar, en büyük şairlerinden Sayat Nova (1712-1795) bu dönemde yaşamış, Divrikli Düzyan ailesinden saray kuyumcuları, darphane nazırları, Şaşyan ailesinden saray hekimleri hep el üstünde tutulmuşlardır. İstanbul’dan İran’a uzanan ticaret yolunun hemen tüm menzillerinde Ermeniler etkili olmaya başlamış, yabancı tüccarlarla bağlantıları sayesinde ticari ve mali hayatta önemli noktalara gelmişlerdir. Bu dönemde İstanbul’daki Ermeni nüfus ve nüfuzu da bir hayli artmış, payitahtın en önemli azınlık toptancıları olmalarının yanında, büyük sarraf ve bankerler arasında Ermenilerin de adları geçer olmuştur. Osmanlıdaki gelişmelere paralel olarak XVIII. yüzyıl bu cemaat için de aydınlanma çağı olarak kabul edilmiştir. Nitekim XVIII. yüzyılın önemli Ermeni aydınlarından, Patrik Hagop Nalyan, kendisi gibi aydın ve alim bir sadrazam olan Koca Ragıp Paşa ile çok iyi ilişkiler içerisinde olmuş, yangında harap olan Kumkapı Patrikliği’nin yanı sıra pek çok kilisenin tamir ve ihyâsını temin etmiştir. Ayrıca Laleli Camii’nin molozları ile Kumkapı ile Yenikapı arasındaki sahil doldurulmuş ve buralara sadece Ermeniler için iskan hakkı tanınmıştır. 1764’te Ermeni Patrikhanesi’ne verilen beratta ilk kez geçen altı cemaat tabiri ile Patriğin tüm Ermeniler üzerinde söz sahibi olduğu ilan edilmiştir. Yine hemen hemen bütün büyük paşaların sarraf ve bezirganbaşılarının Ermeni olması dikkati çekmektedir. Bunlardan biri dönemin büyük sarraf ve bankerlerinden ve aynı zamanda Tableau général de l’empire Ottoman isimli dev eserin müellifi d’Ohsson’un kayınpederi olan Abraham Kuleliyan’dır. Dönemin büyük sarraf ve bankerlerinin üstlendiği görevler de cemaatin bu dönemdeki durumunu göstermesi bakımından ilginçtir. Öğr. Gör. Mesut AYDINER Giriş Şüphesiz etnik problemler ve bu problemlere dayalı uluslar arası anlaşmazlıklar son çağların ürünüdür. Her milletten, dinden ya da renk ve meşrepten insanın bir arada, yan yana, -belki çok huzurlu değil ama- asgarî müştereklerde birleşerek yaşadığı zamanlar, her halde problemli yıllara nisbetle daha fazladır. Tarih ve tarihçi son çağların sıcak sorunlarını dikkate aldığı ve tartıştığı kadar, eski zamanların yaşanmış pratiklerini de göz önünde tutmak zorundadır. Ermenilerin vâdedilen cenneti bu topraklarda veya Osmanlı döneminde yaşadıklarını iddia etmek ne kadar anlamsız ise, yaşanan travmatik şokların etkisi ile, diğerlerine veya başkalarına kıyasla iyi denebilecek dönemleri bilinçaltına itmek, yok saymak da o kadar yanlıştır; hata üstüne hata eklemektir. Türk-Ermeni ilişkileri çağları aşan, uzun ve nispeten aydınlık bir zaman dilimini kapsamaktadır. İşte bu çalışma Osmanlı Ermenilerinin Dîni ve kültürel Altın Çağı, Ermeni Hümanizm ve Rönesans Dönemi olarak adlandırılan bir dönemden, yani XVIII. yüzyılın ikinci yarısına ait önemli bir bölümden kesitler aktaracaktır1. Konu, 1 Ermeni toplumu moderniteyle içinde bulunduğu topluma göre nispeten erken bir tarihte tanışır. Batı’daki Aydınlanma modelleriyle de ilişkili bir Ermeni Aydınlanması hareketi özellikle XVIII. yüzyılda ortaya çıkar. Matbaa ile önemli sermaya gücünün bileşimiyle vücut bulan bu aydınlanma döneminde, daha teknik ve özelleşmiş entelektüel faaliyet alanlarında Batı’yla çok yakın temas kurulmuş, Ermeni toplumunun kitle eğitiminde önemli başarılar elde edilmiştir. Ermeni kültürünün geçirdiği bu aydınlanma hareketinin, Ermeni Sermayesinin hocalar elinden Amiralar ve Sarraflar eline geçtiği bir dönemle çakışması ilginçtir. Örneğin, bu dönemin önemli başyapıtları arasında yeralan Tovmas ve Ğugas Vanantetsi’nin 177 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER özellikle Osmanlı Arşiv Belgeleri ile Ermeni kaynakları kullanılarak ele alınacak ve bir arada yaşama pratiğinden bazı örnekler ortaya konmaya çalışılacaktır. Bu örnekler genelde, dönemin ana karekteristiğini yansıtması ve bol malzeme sunması açısından bu dönem özelinde ele alınmıştır. Konu seçimi, gerek Osmanlı devlet adamlarının Ermeni milletinin önemli simaları ile ilişkileri, gerekse Ermenilerin zirve denebilecek görevlerde yeralmalarının genel bakış açısını yansıtacağı düşünülerek gerçekleştirilmiştir. Erciyes Üniversitesi’nce düzenlenen sempozyum için hazırlanan makale, bu vesileyle, Gayrimüslim teb‘anın en önemli kesimlerinden olan Ermenilerin Osmanlı Devleti’ndeki yerini ve konumunu da bu çerçevede değerlendirecektir. Bu açıdan önce Osmanlı Ermenilerinin XVIII. yüzyıla kadar genel durumları hakkında özet bir bilgi verilecek, daha sonra ana başlıklar altında ilgili detaylara girilecektir. XVIII. Yüzyıla Kadar Osmanlı Ermenileri Türk ve Müslüman çevreye ait olmayan cemaatlerin Anadolu’daki veya Osmanlı Coğrafyası’ndaki varlıkları şüphesiz Osmanlı döneminin bir icadı değildi. Bu coğrafya özellikle medeniyetlerin birleştiği, ticârî yolların kesiştiği bir konumda yeraldığından, Bizans ve öncesi dönemlerden beri birçok toplumun varlığına alışmıştı. İstanbul’un yeni sahibi ve bânisi Fatih Sultan Mehmed, şehri aynı zamanda bir başkentin tüm faaliyetleriyle donatmak istiyordu. Onun en büyük kaygısı, İstanbul’u dünyanın siyâsî, iktisâdî merkezlerinden biri, gerçek bir metropolis haline getirebilmekti. Bu sebeple 30 bine kadar düşen nüfusu ile fakir ve büyük kısmı ile gayri meskun bir harabeler şehrini andıran kenti îmâr etmiş, kalkındırmış ve fetih öncesi unsurların yanı sıra, Müslim ve gayrimüslim yeni cemaatlerle bastıkları Dünya Haritası, Avrupa’da coğrafya biliminde kaydedilen son ilerlemelerin çok yakından takip edildiğini açıkça gösterir. Zekiyan’a göre yayıncıları bu girişime sevkeden şey yine doğrudan doğruya ticaret ile ilişkilidir ve bu durum haritanın kullanımı için basılan kitapçığın künyesinde özellikle belirtilmiştir: “Tüccarların, özellikle Ermeni tüccarların kullanımı için”. Bu alıntı ve Zekiyan’ın baştan sona önemli bilgiler ve değerli notlar içeren çalışması için bkz. Boğos Levon Zekiyan, Ermeniler ve Modernite, Gelenek ve Yenileşme/ Özgürlük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, Çev. Altuğ Yılmaz, İstanbul 2001. Konu ile ilgiliolarak ayrıca bkz. Henry Jewell Sarkiss, “The Armenian Renaissance, 1500-1863”, Journal of Modern History, C. IX, S. 4, s.434-448; Bernard Lewis & Benjamin Franklin, “Osmanlı Devleti İçerisindeki Hristiyanlar ve Yahudiler”, Çev. Halil Erdemir- Hatice Erdemir, Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 4-5, Osmanlı Özel Sayısı, İstanbul 2000, s.197206 178 Öğr. Gör. Mesut AYDINER şehri şenlendirmek üzere bazı lütufkâr tedbirler de almıştı2. Fatih, Bursa’da oturan Ermeni Piskoposu Yovakim’i de 1461 tarihinde cemaatiyle birlikte İstanbul’a getirtmiş ve onu Samatya Sulu Manastır kilisesinde bağımsız kılmıştı. Böylece Osmanlı Devleti içinde Ermeni teb‘aya din, eğitim - öğretim, aile ve vakıf işlerini kendi örf ve adetlerine göre düzenleme hürriyeti tanınmıştı3. Artık Ermenilerin de Devlet nezdinde dîni bir önderi vardı4 ve o Rumların Patriği ve Yahudilerin Hahambaşısı gibi önemli bir statüye kavuşmuş ve kendi milleti üzerinde diğerlerinin sahip olduğu tüm yetkilere sahip olmuştu5. İstanbul’un fethi döneminde yaşamış Ankara Ermenilerinden Abraham’ın anlattığına göre, Fatih yalnız müslümanları değil, hristiyanları da şehre celbetmiş ve fetihten hemen sonra, ekim ayının 28’inde Satılmış, Paşa Simon, Babaoğlu Ayvad ve Hacı Eşim gibi Ankara’lı Ermeniler İstanbul’a yerleştirilmişti6. Yine Eğin, Kilikya ve Amasya’dan ağırlıklı olarak Ermeni tüccar ve sanatkarlar da İstanbul’a getirtilmişti. Yerleştirildikleri yerlere nazaran günümüze kadar Altı cemaat tabiri ile anılan ve uzun yıllar Müslümanlarla aynı mahallelerde oturan Ermeniler hep o döne2 3 4 5 6 Halil İnalcık, “Osmanlı Tarihinde Dönemler: Devlet-Toplum-Ekonomi”, Osmanlı Uygarlığı I, Yay. Haz. Halil İnalcık, Günsel Renda, Ankara 2002, s.92; Gerçekten de yüzyılı aşkın bir zaman geçmeden İstanbul, Fatih’in tasarladığı gibi muhteşem bir dünya metropolisi haline gelmişti. s.95 Ermeni rahip Çarkçıyan, Yovakim ile Fatih’in dostluklarının fetihten öncesine uzandığını ve Yovakim’in Fatih’e fethi müjdelediğini ifade eder. Rh. V. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, İstanbul 1953. Devlet protokolünde paşa statüsü ile hürmet gören ve cemaati üzerinde maddî manevî pek çok hakları bulunan Patrik, şüphesiz özellikle Gregorgen Ermenilerin en önemli ruhânî liderlerinden biri bazı zamanlar ise neredeyse tüm Ermenilerin Devlet nezdindeki resmî temsilcisi idi. Ancak mezhep farklılıkları ve Ermenilere ait diğer bazı iç meseleler yüzünden, her zaman tüm Osmanlı Ermenilerini kapsayan bir ruhânî lider konumuna erişemedi. Konu ile ilgili önemli karşılaştırmalar ve tespitler için bkz. M. Macit Kenanoğlu, Osmanlı Millet Sistemi, Mit ve Gerçek, İstanbul 2004. Hatta, ilerleyen tarihlerde Ermeni Patriğine diğerlerine göre bir kısım artı ayrıcalıklar da tanındığını biliyoruz: O, diğer iki millet içine girmeyen birçok azınlık ve uyruklar üzerinde de yetki sahibi idi. Çok sayıdaki bu uyrukların arasında Çingeneler, Mısır Kıptîleri, Habeşiler, Süryaniler, Suriye ve Mısır’ın farklı özellikler taşıyan hristiyanları (İskenderiye Monophysitleri vd.) ve Bosnalı Bogomiller gibi tek başına dîni temsil yetkisine sahip olamayan hemen her milletten insanlar vardı. Daha sonraları Macaristan, Hırvatistan ve kuzey Arnavutluğun Latin Katolikleri de önemli bir özerkliğe sahip olarak dini faaliyetlerini Ermeni Patriği’nin sorumluluğu altında sürdürmüşlerdi. Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul 1982, C. I, s.216-217; ilgili bir ferman için bkz. Pars Tuğlacı, Tarih Boyunca Batı Ermenileri, C. I, İstanbul 2004, s.345. P. Ğ. İncicyan, 18. Asırda İstanbul, Tercüme ve Notlar: Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1976, s.19. 179 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER min hatırasını taşımışlardı7. Nitekim Kadı Muhyiddin’in 1478’de yaptığı bir sayıma göre genelde Müslümanlarla karışık yaşayan İstanbul suriçinde 372, Galata’da ise 62 Ermeni hâne tespit edilmişti8. Fatih’ten sonra da padişahlar bu cemaate karşı hoşgörülü tutumu sürdürmüşlerdi. Yavuz, Çaldıran Zaferi sonrası Tebriz’den pek çok Ermeni sanatkarı, Kânûnî de 1534 seferi ardından Van civarındaki usta kuyumcu ve sanatkarlardan bir grup Ermeniyi İstanbul’a getirmişti. Özellikle Yavuz ve Kânûnî’nin doğu ve güney fetihleri Klikya ve Filistin Ermenilerini birleştirmiş ve diğer milletlere oranla Ermeniler, sayı ve etkinliklerini de ciddi oranda artırmıştı. Fethin hemen ardından başlayan göçler yıllar geçtikçe devam etmiş ve Tokat, Sivas, Kayseri ile Doğu Anadolu’nun diğer birkaç kentinden İstanbul’a nakledilenlerle birlikte, şehirdeki Ermeni nüfusu XVII. yüzyıldan itibaren hızla artmıştır. Özellikle Celâlî isyanları yüzünden Anadolu’dan İstanbul’a iltica edenler o kadar çoğalmıştı ki, şehirdeki Ermeni nüfusu 40 bin haneyi bulmuştu. Hatta o kadar ki, 1610 tarihli emirden sonra IV. Murad da 1635 tarihinde, Kayseri ve diğer bazı bölgelerden gelenlerin memleketlerine dönmelerini emretmek zorunda kalmış, bazıları da cebren yerlerine iâde edilmişti9. Ancak bu emirler ve zorlamalar da tam anlamıyla uygulanmışa benzememektedir10. Nitekim bilhassa uzun süren İran Savaşlarının da etkisi ile, özellikle Kafkaslardan ve Doğu’dan olmak üzere Ermenilerin büyük şehirlere akını, artarak devam etmiştir. Taşradan gelen Yakışıklı Ara’nın torunları özellikle inşaat işleri başta olmak üzere pek çok sanat ve zanaat dalında maharetlerini göstererek kendilerini sevdirmişler, devlet kapısının, sarayın ve önemli idârecilerin himâyesi altına girmişlerdir. Nitekim artık saraya iş yapan en şöhretli sanatkarlar arasında, Ermeni ustalar ve hocalar özellikle dikkati çekmeye başlamıştır. XVII. yüzyılın ikinci yarısı Ermeni tüccarların Doğu ve Akdeniz ticaretinde giderek daha önemli bir yere sahip oldukları döneme tekabül etmektedir. Erzurum ve Doğu Anadolu’dan İran’a yönelik transit ticareti yönetmeye başlamalarından itibaren, Ermeniler yavaş yavaş İran’dan İstan7 Daha sonra kiliselerine göre altı cemaat adıyla anılan bu altı Ermeni topluluğu, XVIII. yüzyıla kadar odaları dağılmış olmakla birlikte, fetih sonrası daha çok şuralarda yaşamaktaydılar. Fatih’te 1-Karagümrük Odaları 2-Malta Odaları 3-Çarşamba Odaları 4-Küçükmustafapaşa denilen mahallede Tekye Odalarında 5-Vezir Hanı ve Osmaniye yakınlarında Tavukpazarı’ndaki Kömürcü Odalarında ve 6-Ahırkapı’nın iç tarafında. İncicyan, s.19 8 İnalcık, a.g.m., s.95. 9 İncicyan, a.g.e., s.20. 10 Robert Mantran, XVII. Ve XVIII. Yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu, Çev. M. Ali Kılıçbay, Ankara 1995, s.132. 180 Öğr. Gör. Mesut AYDINER bul ve Bursa’ya ulaşan ticaret yolunun tüm menzillerine yerleşmiş, hatta Avrupa’ya doğru ilerleyerek Edirneye, Filibe’ye, Sofya’ya hatta Bükreş’e bile geçmişlerdi11. Halep, Trabzon ve İzmir’de de onları önemli tüccarlar olarak görmek mümkündü. Ermeniler yavaş yavaş ticarette İranlıların da yerini almış ve İran ipeğini Avrupa’ya sokma konusunda başarısız olan vatandaşlarına kızarak bu görevi kendilerine veren İran Şahı Abbas’ın desteğinden de fazlasıyla yararlanmışlardı12. XVIII. yüzyıla gelindiğinde ise, Osmanlı Devleti’ni ve Osmanlı Ermenilerini her bakımdan farklı bir dünya beklemekteydi. Çağındaki makine devrimine ayak uyduramamış Osmanlı Devleti, kapladığı geniş alan ve barındırdığı büyük nüfus ile iyi ve zengin bir pazar görüntüsü veriyor, tarıma dayalı ekonomisi ile hammadde deposu gibi duruyordu. Devletteki gayrimüslim teba ise, yeni ortaklıklar arayan uluslararası ticaretin temsilcilerine doğal müttefikler gibi görünüyordu. Yine bu yıllarda Osmanlı Devleti’nin ezeli hasımlarından olan Avusturya Maria Theresa döneminde hatırı sayılır derecede kuvvetlenmiş, Viyana XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren mezhep çatışmalarından kaçan Katolik Osmanlı Ermenilerinin Venedik ve Fransa’dan sonraki merkezi haline gelmişti. Rusya ise, Osmanlı’nın korkunç bir hasmı olarak her durumda fırsat kolluyordu. Osmanlı dış siyasetinin en büyük ve ağırlıklı problemini bir süredir neredeyse iki konu oluşturuyordu: Özellikle Osmanlı aleyhine genişleme siyasetini açıkça belli etmeye başlayan Rusya ve Osmanlı Devleti içerisinde etkili olmanın yollarını arayan diğer büyük devletlerin çeşitli girişimleri. Ki bu girişimlerin başında Osmanlı Devleti’nin en zayıf halkası olarak görülen gayrimüslim cemaat ve bölgeler üzerindeki faaliyetler geliyordu ve bunlar bir süredir dikkat çeken boyutlara ulaşmıştı. Fransa ise Avusturya, Prusya, Rusya ve İngiltere’nin de dâhil olduğu 7 yıl harpleri ile (1756-1763)13 yitirdiği itibarını Osmanlı üzerinden elde 11 Bükreş’te zamanında da önemli ticari merkezlerden biri olan Manuk Hanı (Hanul Manuc) Ermenilere ait XVIII. yüzyıldan kalma tipik sosyo-ekonomik öğelerdendir. 12 Safevilerle sıklıkla bozuk olan ilişkiler Kuzey İran ile ve daha öteleriyle yapılan ticarete de zarar veriyordu. Ermenilerin İran ile Osmanlı Devleti arasındaki rolleri de bu bağlamda ayrı bir önem kazanıyordu. Nitekim Şah Abbas XVII. yy başında Osmanlılarla savaş halinde iken çok sayıda Ermeniyi sınır bölgelerinden, ipek üretim bölgesi olan büyük ticaret merkezi Gilan’a (özellikle Yeni Culfa’ya) nakletmişti. Bu faktör de Ermenilerin İpek Ticareti’nde büyük ilerleme kaydetmelerine imkan sağlamıştı. Zaten bu yüzyılda bölgeyi gezen birçok batılı seyyah da Ermenileri, Doğu ile Batı arasındaki ticaretin başlıca unsurlarından biri olarak göstermişlerdir. Mantran, a.g.e., s.132. 13 Osmanlı Devleti tam da bu yıllarda sadarette yer alan Râgıb Paşa’nın usta iç - dış siyâseti ve diplomatik manevraları sayesinde Avrupa’daki büyük belaya bulaşmaktan korunmuştu. 181 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ettiği menfaatlerle korumaya çalışıyordu. Bu menfaatler o seviyede idi ki; 1783 yılında Fransa’nın genel ihracat rakamları içinde Osmanlı 3 884 576 sterlin ile birinci sırayı işgal ediyordu. Keza Osmanlı Devleti de, Avrupa ile ticaretinin %55’ini Fransa ile gerçekleştiriyordu (senede 20 milyon guruş). Birçok Fransız, Osmanlı Devleti’nden Doğu’daki en büyük sömürge olarak bahsediyor14, Güney Fransa ve özellikle Bahriye Nezareti’nin kontrolü altındaki Marsilya Ticaret Odası Doğu Müstemleke İmparatorluğu’nun İdâre Merkezi gibi çalışıyordu15. Batılıların siyaset ve ticarette artan etkisi başta Ermeniler olmak üzere gayrimüslim cemaatlerin konumlarını daha da yükseltmiş, Müslüman unsurlar uluslar arası ticarette devre dışı kalmaya başlarken, özellikle Ermenilerin rolü daha da belirgin hale gelmeye başlamıştır. Yabancılarla gayrimüslim teb‘a arasında bir cins bağ oluşmuş, aracı durumda olanlar çifte konumdan yararlanmak üzere ayrıca bir büyük batılı devletin himayesine girmenin de peşinde olmuşlardır. Yüzyılın ortalarından itibaren limanlardaki yabancı ticarethanelerin gelişimi de, bu Ermeni ve Rum aracıların rollerinin artmasını teşvik etmiştir. Bu dönemde bazı gayrimüslim tüccarların mâlî durumları artık o kadar sağlamdır ki, Müslüman veya Batılı tüccarlar nakit sıkıntısı halinde, gözlerini yerlerinden oynatacak kadar yüksek faiz hadlerinden şikayet ede ede, yine de onlara başvurmak zorunda kalmaktadırlar. Yukarıdan beri saydığımız bu avantajlar sayesinde bir çok gayrimüslim tüccar veya sarraf -şüphesiz akrabalarının ve acentalarının da yardımlarıyla- uluslar arası ticarete atılabilmiş ya da kendilerine uluslar arası arenada ortaklar bulabilmişlerdir16. Ticârî alandaki bu vazgeçilmezlik kavramı böylece Batılıların diplomatik düzeyde ve konsolosluk işlerinde de ortaya çıkmaya başlamıştı. Uzun zamandan beri Doğu Akdeniz limanlarına ve Osmanlı Başkenti’ne yerleşmiş, ticaretteki değişmelerden haberdar veya Osmanlı otoriteleri ile iyi ilişkiler kurabilen Ermeniler bu alanda da el üstünde tutulur olmuştu. Yerel uygulamalar hakkında bilgi sahibi katip ve aracı rolü üstlenen yerel tercümanlar (dragoman) ya da tercüman beratlı tüccarlar genelde hep Er- 14 Halil İnalcık, Doğu-Batı, Makaleler I, Ankara 2005, s.207-256. 15 İsmail Soysal, Fransız İhtilali ve Türk Fransız Diplomasi Münasebetleri (1789-1802), Ankara 1987, s.35-38. 16 Mantran, a.g.e., s.75-78; Ancak her halükarda bunların sayıları bu yüzyılda büyük rakamlara ulaşamamış, uluslar arası çalışanların çoğunluğu da genelde yabancı tüccarlarla ortaklıklar kurmayı tercih etmişlerdir. 182 Öğr. Gör. Mesut AYDINER menilerden tercih edilir olmaya başlamıştı17. Bu koşullar altında konsolos ve elçilerin bu tüccar ve tercümanlara bağımlı olmalarında, onların yöntemlerini izlemelerinde şaşılacak taraf yoktur ki ilgili örneklere aşağıda ayrıntıları ile değineceğiz. Dönemin Ermenileri ile ilgili bir diğer önemli nokta da dîni alanda, misyonerlik faaliyetlerinde kendini gösterdi18. O yıllarda Fransız Diplomasisi Osmanlı’nın denizlere açılan bölgelerindeki faaliyetlerini şu üç amaç üzerine yoğunlaştırmıştı: Kapitülasyon imtiyazlarının genişletilmesi, Avusturya’nın Akdeniz’e, Rusya’nın Karadeniz’e çıkmasının önlenmesi, Katolik müesseselerinin propaganda faaliyetlerine karşı konan kısıtlamaların kaldırılarak bölge halklarının üzerindeki etkinliğin artırılmaya çalışılması. Sözünü ettiğimiz amaçların gerçekleştirilmesi uğrunda Fransız Diplomasisi’nin sürdürdüğü siyaset, hem Avusturya ve Rusya’nın hem de sonunda İngiltere’nin siyasi ilgilerini bu bölgeye çevirmiş ve Osmanlı topraklarını zamanın en güçlü devletlerinin çemberi içine çekmişti. Ortodoks, Katolik ve nihayet Protestan din rekabetleri ve misyonerlik faaliyetleri de bunun tabii bir görüntüsü olarak hızla artmaya başladı. Bu faaliyetler daha çok Osmanlı topraklarındaki en büyük gayrimüslim nüfus olan Ermeniler üzerinde yoğunlaştı ve Cizvit papazları ile diğer misyonerler, Ermenileri tabii ilgi alanları içerisinde saydılar. Burada başka ve çok önemli bir kısır döngü ortaya çıktı: Ermeni Patrikliği’nin bu tip faaliyetlerle amansız mücadelesi ve bu mücadelede de çoğunlukla Osmanlı hükümetini arkasına almaya çalışması ya da Ermenilerin Osmanlı idâresine ve toplum düzenine sadâkati ile Batıya olan bağlılık ve bağımlılıkların ortaya çıkardığı bir tür iç çelişki ve çatışma19. 17 Tercümanlar konusunda güzel ve yetkin iki çalışma için bkz. Frederic Hitzel, Dil Oğlanları ve Tercümanlar, İstanbul 1996 ve Kemal Çiçek, “Osmanlı Devleti’nde Yabancı Konsolosluk Tercümanları”, Tarih ve Toplum, S. 146 (Şubat 1996), s.17-23. 18 Bu aslında sadece dîni nitelikli bir problem olarak kalmayacak, gerek Ermeniler gerekse Osmanlı Devleti açısından idârî ve siyâsî bir sorun olarak ilgilileri yüzyılı aşkın bir süreçte meşgul edecekti. 19 Nitekim neredeyse son iki asırlık tarihi süreç, iki toplum açısından da, maalesef bu kısır döngü etrafında şekillenecektir. Bu ikircikli tutum ile ilgili durumu Göçek, Tosunyan (d’Ohsson) örneğinde trajik ama başarılı bir şekilde hikayeleştirerek sunar. Fatma Müge Göçek, “Osmanlı Ermenilerinin Gündelik Hayatlarına Bir Bakış: XVIII. yüzyıl İstanbul’unda Ermeni Esnafları”, Osmanlı, Ankara 1999, C. V, s.560-561 183 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yıldızın Parladığı Dönem: XVIII. Yüzyıl Ermeniler gerek Osmanlı Devleti’nin iç problemleri gerekse dış eksenli problemlere rağmen, devletin aslî unsurları arasındaki yerlerini ve Osmanlı toplumu içerisindeki önemli konumlarını XIX. yüzyıl ortalarına kadar korumuşlardır. Özellikle ele aldığımız XVIII. yüzyılda Osmanlı idâresindeki Ermeniler geniş imkanlara sahip olmuşlar, diğer yerlerdeki Ermeniler de bu dönemde Osmanlı Ermenileri ile yakın ilişki içerisinde olmuşlardır. Mesela, en büyük şairlerinden Sayat-Nova (1712-1795) bu dönemde yaşamış ve şiirlerini daha çok Osmanlı Ermenilerinin anlayacağı aşuglar olarak dillendirmiştir. Nâdir Şah ve I. Mahmud’un sarayında hoca olarak görev alan Tanburî Küçük Artin mûsikîde bir ekol oluşturmuş, hatta Osmanlı İran Elçilik Heyetine de dâhil edilmiştir20. Yine bu dönemde cemaat içinde pekçok ünlü şair, tarihçi, bilimadamı ve yazar çıkmış, Divrikli Düzyan ailesinden saray kuyumcuları ve Darphane nazırları, Şaşyan ailesinden saray hekimleri, Manas ailesinden saray ressamları ve diplomatlar, Dadyanlardan Baruthane nazırları, Balyanlardan saray mimarları hep el üstünde tutulmuşlardır21. İstanbul’dan İran’a uzanan ticaret yolunun hemen tüm menzillerinde Ermeniler neredeyse tekel oluşturmuş, Yeni Culfa şehri âdeta bir Ermeni ticaret merkezi hüviyetini almış, yabancı tüccarlarla bağlantıları sayesinde de Ermeni tüccar ve sarraflar Osmanlı ticârî ve mâlî hayatında önemli noktalara gelmişlerdir22. Özellikle XVIII. yüzyıl ortalarından sonra tarımsal ve küçük ölçekli sanayi üretimin merkezleri olan Konya, Kayseri, Elazığ, Malatya, Sivas ve 20 Tanburî Küçük Artin, Elçi Mustafa Paşa’nın seyahatine, Nâdir Şah’la görüşmesine ve İran’da gördüklerine dair Ermeni harfleriyle Türkçe bir risâle kaleme almış, eser 1800 yılında Venedik’te basılmıştır. Risale, Esat Uras tarafından türkçeye çevrilelerek 1942 yılında Türk Tarih Kurumu yayınları arasında basılmıştır. Artin’in Musiki Edvârı isimli ve yine Ermeni harfleri ile Türkçe yazdığı diğer önemli eserinde ise, XVIII. yüzyıl Osmanlı Sanat Musikîsi’nin icrâ kuramı üzerine derinlemesine ve ayrıntılı bilgiler yer alır. Nâdir Şah Hind seferinde olduğundan Elçilik Heyetiyle İstanbul’dan Hindistan’a yaptığı seyahat sırasında bu bölgelerin müziğine ilişkin önemli bilgiler derleyen Artin, pek çok renkli anekdotu bir araya getirerek dönemle ilgili değerli bir kaynak eser ortaya koymuştur. Bu eser hakkında ciddi bir çalışma için bkz. Eugenia Popescu-Judetz, Tanburî Küçük Artin, A Musıcal Treatıse of the Eigteenth Century, İstanbul 2002. 21 1744-1814 yılları arasında yaşayan ve Roma Tıp fakültesi’nden mezun olan Bogos Şaşyan III. Mustafa’nın özel doktoru olarak tayin edilmiş, Bogos’un oğlu Manuel, İtalya Padoa Tıp Fakültesi’nden mezun olarak babasının yerine geçmiş ve Şaşyanlar uzun süre saray hekimliğini ellerinde tutmuşlardır. Göçek, s.560. 22 Suraıya Faroqhı, Osmanlı Dünyasında Üretmek, Pazarlamak, Yaşamak, Çev. Gül Ç. Güven-Özgür Türesay, İstanbul 2003, s.16-19. 184 Öğr. Gör. Mesut AYDINER Tokat’ta, yün ve tiftik merkezi olan Ankara’da, ipek ve tütün merkezi olan Bursa’da, İstanbul’un Asya’daki köprü başı ve Anadolu ve İran ticaretinin son noktası Üsküdar’da, yabancı tüccarlarla bağlantılı olarak ticarette daha büyük rol oynamaya başlayan Ermenileri yoğun olarak görmek mümkündür. Galata Surp Krikor Ermeni Kilisesi bitişiğindeki handa dünyanın birçok yöresinden gelen Ermeni tacirler birbirleriyle görüşüp buluşmakta, alışveriş edip ortaklıklar kurmaktadırlar23. XVIII. yüzyılda başkentin en önemli azınlık toptancıları onlardır24. Ta III. Ahmed’den beri çeşitli loncalara kayıtlı Ermeni esnaf ve tüccarlar, önemli günlerde Padişah huzurunda yapılan geçit törenlerinde diğer esnaf ile birlikte alaya katılmakta, varlıklarını bu şekilde de isbat etmektedirler25. Bu dönemde İstanbul’daki Ermeni nüfus ve nüfûzu da bir hayli artmış, payitahtın en önemli ipek tüccarları ve toptancıları olmalarının yanında, büyük sarraf ve bankerler arasında hep Ermenilerin adları geçer olmuştur. XVII. yüzyıl ortalarına hatta XVIII. yüzyıl başlarına kadar en büyük tefeciler ve sarraf bankerler Yahudiler arasından çıkarken XVIII. yüzyıl başlarından itibaren Ermenilerin ticârî alanda yıldızlarının parlamaya başlaması ile bu sektör de Ermenilerin eline geçmeye başlamıştır26. Bu yıllarda saray ve saraya bağlı çalışan kurumların Ermeni görevlileri de başkentte başlı başına bir ticârî faaliyetin odak noktasını oluşturmaktadır: İâşe ve ikmal işini gören bezirgan ve mübâyaa görevlileri, bu tür işlerle ilgili kethüdalar, ağalar onlardandır. Tabibler, cerrahlar, sarraflar ve kuyumcular gibi genelde sarayın ya da ilgili kurumların görevlilerinin oluşturduğu önemli miktardaki gayrimüslim nüfus, genelde bu cemaatin insanları insanları arasından çıkmaktadır. Bazı Ermeniler ticaret ve maliye alanlarında da önemli devlet görevlerine gelmeye başlamıştır. Şehzadeler, sultanlar, kadın efendiler, kara ve ak ağalar başta olmak üzere saraylılar 23 Arman Tayran, TÜSİAD Görüş Dergisi, Ermeniler Özel Sayısı/Kültür-Mekanlar, Ağustos 2001, s.57-58 24 Mantran, s.80. 25 Ermeni esnafların geçit törenlerine katılmaları III. Ahmed’den III. Selim dönemine kadar hemen her padişah döneminde aralıksız devam etmiştir. Göçek, a.g.m., s.561. 26 Sadece Yeniçeri Ocağı kaldırılana kadar ordu sarraflarının Yahudilerin arasından çıkması geleneği ve tekeli devam etmiş ve bu Yahudi sarraflardan Acıman ailesi Ordu Sarraflığı tekelini yüzyılın önemli bir kısmında elinde tutmuştur. Mesela bunlardan Yeşaya Acıman I. Mahmud ve III. Mustafa döneminde (1730-1773’e kadar) Yeniçeri Sarrafı idi, suistimalleri ve hataları gerekçesiyle öldürüldü. Kardeşi Meir ise, I. Mahmud’un sarrafbaşı Yuda Baruh’tan sonra Yahudiler arasından çıkan son Saray Sarrafbaşılarından biri idi. Yusuf Belasel, Osmanlı ve Türkiye Yahudileri, İstanbul 2004, s.45; Acıman sülalesinin hâlâ devam ettiğini biliyoruz. 185 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ve hatta Padişah bile onlarla iş görür olmuş, özellikle değerli taş ticareti ve kuyumculukta maharetleri yüzünden, bu dönemde el üstünde tutulmuşlardır. Gözde Ticaret Kolu: Sarraflık Hemen her seviyeden Osmanlı devlet adamları görevlerine bağlı önemli miktarda gelirleri ve yine görevleri ile orantılı olarak oluşan kapı halkları ile devletin önemli ticaret ve yönetim merkezlerinde büyük bir nüfus oluşturmakta ve en önemli tüketim sınıfını teşkil etmekteydiler. Bunlar aynı zamanda yerel ve ithal çeşitli birçok ürünün de satın alıcıları olarak ticaretin önemli bir unsurunu oluştururlardı. Doğal olarak bunların iş yaptıkları en önemli tüccarlar arasında da Ermeniler büyük bir yekûnu oluşturuyordu. Nitekim özellikle yüzyılın ikinci yarısından sonra artık Ermeni sarraflar ve büyük tüccarlar, saraydan başka önemli paşaların, büyük ayanların ve yerel tüccarların en önemli iş ortakları arasına girerek Yahudi ve Rumların yerini almışlardı. Onlara faizle para veriyor, hatta artık genellikle hep alacaklı pozisyona geçiyorlardı. Sarraf lügatlere göre sarfeden, harcayan, bir başkası adına para ile iş gören veya gördüren gibi manalar taşımakla birlikte, o zamanlarda, aynı zamanda bankerlik, finansörlük vb. gibi fonksiyonları da icra eden bir mesleğin adı idi. Genelde kuyumcu kökenli olan ve değerli taş ticareti yanında daha çok para alışverişi ile uğraşan sarraflar, âdetâ para eksperleri gibi hizmet görürlerdi. Aynı zamanda devlet sarraflığını da yürüten büyük Ermeni sarraflar, bu dönemde artık oluşmaya başlayan geleneklere uygun olarak, genelde kış ayları Halıcıoğlu’nda, yaz ayları ise Boğaz’da otururlardı27. Aralarında bedestenlerde büyük ticaret ile uğraşan, büyük çiftliklerin, işletmelerin, madenlerin ve gümrüklerin iltizamını alan, vergi toplayan, ya da büyük tüccarların, büyük mültezimlerin temsilciliğini yapanları da vardı. Sarraflık başangıçta İstanbul ve Rumeli ile büyük ticaret ve eyalet merkezlerinde görülen bir meslek iken, özellikle XVIII. yüzyıl ve sonrası 27 O yıllarda semt adetâ Ermeni sosyetesinin merkezi gibiydi. Dönemin müellifi İncicyan’a göre, bu dönemde Ermeniler en çok Kumkapı, Yenikapı, Langa, Samatya, Üsküdar gibi yerlerde oturur, Halıcıoğlu’nda oturan Ermenilerin çoğunluğunu ise zengin sarraflar oluştururdu. Bu dönemde Kumkapı, Balat ve Samatya kiliseleri şehir dahilinde olmak üzere, Galata, Üsküdar ve başka semtlerde bulunmak üzere irili ufaklı 13 kiliseleri mevcuttu. P. Ğ. İncicyan, 18. Asırda İstanbul, Tercüme ve Notlar: Hrand D. Andreasyan, İstanbul 1976, s.20-96-133-135. 186 Öğr. Gör. Mesut AYDINER devletin neredeyse her tarafına yayılmıştı. Belgelerde ilk sarrafların çoğunluğunun Yahudi olduğu görülmekle birlikte, özellikle XVIII. yüzyılın ikinci yarısından sonra, durumun Ermeniler lehine değiştiği gözlemlenmektedir28. Mütesellimler, iltizam, mukâtaa ve mâlikâne sahipleri, özellikle paşalar, vezirler ve üst düzey devlet görevlileri, durumları ile orantılı geniş kapı halkları veya tayin-terfilerinde ödemek zorunda oldukları câize, hediye ve avâidler yüzünden devamlı sarraflardan borç almak, onlarla çalışmak zorunda kalıyorlardı29. Üst düzey devlet erkanı bilfiil kendileri iş görmese bile, onlar hesabına kapı kethüdâları sarraflar ile iş görüyor ya da sarraflar, bir nevi beylerin, paşaların mâlî işlerini idare eder pozisyonda çalışıyorlardı. Bazen kendi işlerini rahat yürütebilmek için de sarraflar, bir büyük devlet adamına, vezirlere, eyâlet ve divan paşalarına kadar nüfûz veya istinâd ediyorlardı30. Bunlar bütün para ve tahsilat işlerini kendilerine yazılan birer ‘temessük’ ile görüyor, parayı sarraf topluyor, sarraf idâre ve sarfediyor, alacak verecek işlerini ayarlıyor, sonunda kârını veya fâizini alıyordu. Kısaca dönemin piyasasında önemli miktarda altın ve gümüş böylece bunların elinde dönüyordu. Nitekim, sarrafla olan muamelesini kapatmadan, borcunu ödeyemeden ölenlerin vereseleri ile ilgili davalar mahkemeleri önemli ölçüde meşgul etmiştir31. Pek çok arşiv belgesinde, kroniklerde, tezkerelerde, hatıralarda, fıkralarda hatta son dönemlere gelindikçe piyeslerde, romanlarda bu tür olayları görmek ve sarraf isimlerine fazlası ile rastlamak mümkündür32. Ermenilerin ticarette parlayan yıldızı 28 Özellikle gayrimüslim sarraflar hakkındaki kötü nitelendirmeler için bkz. Necibe Sevgen, “Nasıl Sömürüldük, Sarraflar”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, S. 13, s.59. 29 Bunlar peşin ödedikleri ya da hazineye sarraflar eliyle borçlandıkları paraları görevlerindeki gelirlerden, topladıkları vergilerden çıkarmaya çalışıyor ancak çoğunlukla borçları bir türlü bitmiyor, aksine makam ve mevkileri ve bununla orantılı büyüyen kapı halkları ve hayat standartları yüzünden her geçen gün artıyordu. Nitekim “Valilerin sarraflarla işbirliği yapmaları kısa zamanda İstanbul’da yaşanan tüketim toplum hayatının taşraya da sirayet etmesine yol açıyordu. Bir taraftan gün geçtikçe zenginleşen gayrimüslim teb‘a, diğer taraftan bunlara sırtını dayamış vali, mutasarrıf ve mültezimler senelerden beri kapalı ekonomi gelenekleri içinde yaşamış Osmanlı kentlerinde yeni tüketim modelleri oluşturuyorlardı.” Haydar Kazgan, Galata Bankerleri, C. I., İstanbul 2005, s 19. 30 Sevgen, a.g.m., s.46-47. 31 Sevgen, a.g.m.; Mesela bu tür bazı belgeler için bkz. TSMA, E. 7017, 1-5. 32 Arşivlerde “Sarraf” adını taşıyan kayıt ve belgelere XV. yüzyıldan itibaren rastlamak mümkündür. Bu bâkir konuya ait belgeler ve bilgiler yapılmış birkaç değerli çalışmaya rağmen maalesef hâlâ pek kıttır. Mâliye zimmet defterlerinden, çeşitli darphanelere ait hesap, icmal, zimmet ve mukataa defterlerinden, tahkikat raporlarından, ihbarnamelerden, sultan, şehzade, kadın efendi ve saraylıların, birçok vezir, paşa ve diğer üst düzey devlet görevlilerinini borç, istikraz, iaşe-masraf, mevkufat, muhallefat ve tereke defter ve senetlerinden, muhtelif şahsî defter ve notlardan, çeşitli hazine defterlerinden, ordu ve mühimme 187 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER diğer milletlerin gözünü kamaştırmakta, bu durum, o yıllarda elçi ve yabancı tüccarların raporlarında, Osmanlı topraklarını gezen Avrupalı seyyahların hatıralarında özellikle belirtilmektedir. Bu seyyahlardan birinin 1746 yılına tarihlenen ifadelerine göre Ermeniler şöyle anlatılıyordu: Yüzyılın ortalarına doğru Ermeni Milleti, en kalabalık, en akıllı işler yapan, en zengin millet haline gelmiştir. Çalışkan, yorulmak bilmez, azla yetinir, çamurda yatmaktan çekinmez, sakınmaz, en meşakkatli işlerden kaçmaz. (...) Hemen hemen bütün kervanların en kalabalık unsurunu teşkil eden gezgin tüccar veya at canbazı onlar arasından çıkmaktadır; iç ticarette İran ile Hind ticaretinin en önemli kısmını onlar ellerinde tutarlar. Sarraf ya da para bozdurulan kimselerin çoğu Ermenidir. Muazzam servetleri de bundandır. Bu sarraflar memleketin bankerleri (caissiers) durumundadırlar. Aynı zamanda kambiyo ajanlığı da yaparlar. Sarraflar darphane muamelelerinden çok az şey kazanırlar. Asıl kazançları yasaklanan veya tedavülden kaldırılan paraları çok düşük bir fiyatla piyasadan toplayıp satmalarından (İran’a) ve yüksek bir kur üzerinden açtıkları kredilerden ileri gelmektedir. Mesela, Türklere verdikleri boç paralardan %24 ten 30’a kadar değişen bir faiz alırlar. Bu meslekten muazzam bir dünyalık yapanları çoktur. İçlerinden İtalyan ve Venedik ile ticaret yapanlar var, birçokları da mücevherat tüccarlığıyla uğraşır. (...) Kuyumcuların ve mücevhercilerin çoğu bu millettendir. Bezirganbaşılar da genelde bu milletin adamlarından seçilir olmuştur. (...) Artık Yahudilere nazaran daha varlıklı ve itibarlı olan Ermeniler, şimdi bu tür hizmetlerin hepsini kapmışlardır. Îtimada şâyan kimselerle sağlam ilişki kurabilmek için muhakkak Ermeni’yi tanımak lazımdır. Kendileriyle ticaret yapmak isteyen ve kendilerinden üstün bir millet veya cemaate karşı koyabilmek ve rekabet edebilmek için, aralarında birleşebilirler, bu yüzden bunları gözden ırak tutmamalıdır33. 1766’da Yunanistan’ı gezen Elias Abesi isimli bir gezgin de Ermenilerin çok zenginleştiklerine şahit olduğunu söylerken, bir başkası Ermenilerin piyasada Yahudilerin yerini aldığını, sarayın, vezirlerin, paşaların ve nâzırların mâliyelerinin ve hesaplarının kendilerinden sorulur hale geldiğini, pek çok Ermeninin gayet önemli kişiler olduğunu belirtir. Gerçekten de defterlerinden, gümrük, gümrük emini ve gümrük mukataalarına ait belge ve defterlerden, Yeniçeri Ocağı’na ait defterlerden, sarrâfân, ayniyât, cizye ve tahrir defterlerinden, elçi raporlarından ve daha sayılamayacak kadar çok ve çeşitli kayıt ve belgelerden sarraflara, dolayısıyla mâlî tarihimize ait malzeme çıkarmak mümkündür. Sevgen de hemen aynı ifadelerle durumu tavzih etmiştir. Sevgen, a.g.m., s.46-47. 33 Halil Sahillioğlu, “Yabancı Gözüyle Türkler, Yahudiler, Ermeniler, Rumlar”, Belgelerle Türk Tarihi Dergisi, Aralık 1968, C. 3, S. 15, s.46-48. 188 Öğr. Gör. Mesut AYDINER bu dönemden itibaren özellikle önemli büyük şehirlerde diğer gayrimüslimlere oranla çok daha zengin bir cemaat halini almaya başlamışlardır. Ermeni araştırmacılara göre bu dönemde cemaatin büyük kısmı çok zengin, küçük sanayi ve zanaatle uğraşan bir çeyrek kadarı orta sınıf, çok azı da fakir durumda idi. Bu yüzyılda bazı loncalar dîni ve etnik olarak karışık bir yapıya sahipken, bir kısmı da bünyesinde tamamen tek bir din ve etnisiteye mensup üyeleri barındırmaktaydı. Şehirde Ermenilere ait olan loncaların sayısı 65 iken bu rakam yüzyılın ikinci yarısında iki katına ulaşmıştı34. Gelişmelere bakıldığında XVIII. yüzyıl özellikle ikinci yarısından itibaren değerli taş ve para ticâretinin, mâli piyasanın büyük ölçüde Ermeni sarrafların tekeline girdiğini ve -yabancı ortaklıkların da artması ile- bu durumun XX. yüzyıl başlarına kadar devam ettiğini söylemek abartı sayılmaz. Nitekim bu dönemde İstanbul sanatkarları içinde yıldızı ençok parlayanlar, gümüş ve mücevher üzerinde çalışan Ermeni kuyumcular olmuşlardır. Bazı Ermeni ustalar, özellikle incelediğimiz III. Mustafa ve I. Abdülhamid zamanlarında, kuyumculuğu o kadar ilerletmişlerdir ki, bunların işleri İngiliz ve Fransız mâmüllerinden sonra dünyada üçüncü sırayı alır olmuştur35. Bu yıllarda İstanbul’daki iki büyük bedestende pek çok Ermeni esnaf ve tüccara rastlamak mümkündü. Özellikle Cevahir bedesteninde mücevherat ve içi sırmalı hint kumaşları gibi kıymetli mallarla dolu dükkanları vardı. Bedestenin dört demir kapısından kuyumcular kapısı olarak adlandırılan kapısı önünde altın, gümüş ve kıymetli taşlarla süslü ziynet eşyası mezad edilir ve kuyumcuların ekserisi Ermeni olduğu için, yortu günlerinden, pazardan ve cumadan başka hergün mezad yapılırdı36. 34 Göçek, a.g.e., 558; Loncalara giriş törenleri genelde İslâmî motifler içermesine rağmen bu loncalara dâhil olabilmek için Ermenilere özel törenler uygulanıyordu. Hakob S. Anasian, “The Turkish Fütüvvet and the Armenian”, Journal of the Society for Armenian Studies, (1988-1989), S. 4, s.161-181’den naklen Göçek, 561; Nitekim esnaf örf ve usullerinin oluşmasında İslam dininin çok önemli rolünu bildiğimiz halde bu dîni farklılığın zannedildiği kadar ayırıcı bir etki yapmamış olması dikkate şâyandır. Gerçekten çeşitli din, mezhep ve milliyetleri ahenkleştirmede Osmanlı sisteminin gösterdiği başarıyı, sistemin bir parçası olarak esnaf örgütlerinin de kendi loncalarında gerçekleştirdikleri görülmektedir. Müslümanlarla, Ermeni, Rum,Yahudi, Süryani vd.’nin değişik oranlarda aynı esnaf örgütü içinde bir arada yaşadıklarını ve bu dîni farklılıkların örgüt içi ilişkilerde dayanışma ve bütünleşmeyi sağladığını belirtmek gerekir. Çoğunluğun oyu ile seçilmiş yöneticiler esnaf içinde din çoğunluğunun hangi grupta bulunduğunu ortaya koyan başlıca gösterge olmuştur. Çünkü dinsel yoğunluk değiştikçe, yönetici kadrolar da aynı oranda değişmekte idi. Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğunda Devlet ve Ekonomi, İstanbul, 2000, s.299-300 35 İncicyan, a.g.e., s.37 36 İncicyan, a.g.e., s.36, 37 189 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni sarrafların yıldızı özellikle 1732’de Hekimoğlu Ali Paşa’nın sadaretinden itibaren parlamaya başladı. Nitekim Hekimoğlu’dan itibaren 4 büyük sadrazamın Bezirganbaşı ve Sarrafı Ermeni idi, tabii bu durumla paralel olarak Sarraflar Kethudalığı da onların eline geçti. Bu sahada dönemin en önemli ismi olarak Serpos Amira Yérévanents’i görüyoruz. Onun çabaları ve dostlukları sayesinde Ermenilerin ilişki ağı her geçen gün güçlendi37. Serpos zengin bir tüccar ve sarraftı ama aynı zamanda İngiliz konsolosluğu’na bağlı olarak da iş yapıyor ve Ermeni Patrikleri ile de iyi ilişkileri bulunuyordu. Patrikhane’ye ve kiliselere pek çok hayır yapmıştı38. Elinden tuttuğu bir çok Ermeni ve sarraf onun sayesinde saray ile vezirlerle çalışmaya başlıyordu. Serpos’un aile ilişkileri de ilginçti. Kardeşleri Levant ticaretinde önemli bir yere sahiptiler ve özellikle değerli taş ve balmumu ticareti ile uğraşıyorlardı. Râgıb’ın sadareti döneminde yani 1760’lı yıllara kadar Doğu Akdeniz ve İskenderiye merkezli olmak üzere İtalyan ve Fransız şehirlerinden Bengal’e kadar uzanan bir çizgide iş yapıyorlar, Ermeni tüccarlara yakın ilgi gösteren devlet adamları ve vezirlerin himayesinde mevkilerini muhafaza ediyorlardı39. Serpos Amira’nın bir ortağı daha sonra Mısır Paşaları ve Hidivlerinin kuyumculuğunu da yapacak olan Hacı Harutyun Çobanyan (Çobanoğlu) idi40. 37 Onnik Jamgocyan, “Les fınances de l’Empire ottoman et les fınanciers de Constantinople (1732–1853),” Ph.D., University of Paris I (Sorbonne), 1988, s.228-229; Hatta Serpos bir dönem sadrazamlar adına dokumacılık alanında da baş müfettiş gibi iş gördü. Vartan H. Artinian, “The Role of the Amiras in the Ottoman Empire”, Armenian Review, C. 34/2, S. 134, s.191 38 Devlet adamları ve kilise ile iyi ilişkileri, Kudüs’e yaptığı ziyaret ve Kudüs Surp Hagop Manastırı’na yaptığı hayırlar, onu cemaati arasında da çok popüler kılmıştı. Cemaatteki ve Kilisedeki problemler yüzünden üzülerek Kudüs’e giden dargın patriği dönmeye ikna etmesi ve diğer Sarraf Yakop Hovhannesyan Amira’nın yanında Kudüs’ten İstanbul’a gelmesi ve Patrikliğe devam etmesini sağlaması (Patrik Nalyan, 16 Mayıs 1752), onun etkisini ve cemaat içindeki yerini gösterir. İstanbul’daki bir çok kilisenin inşa ve tamir iznini de o sağlamıştı. Balat Ermeni Klisesi, Üsküdar Surp Karabet ve Surp Haç, Galata St. George Kiliselerinin tamir ve inşası sırasında da önemli hizmetleri dokunmuştu. Narlıkapı’da yoksul ve kimsesizler için yapılacak hastanenin inşâ iznini de (1743) yine Patrik Nalyan ile birlikte Serpos sağlamıştı. İncicyan, s.135; Pamukciyan, a.g.e., s.131; Tuğlacı, a.g.e., s.323- 341. 39 Jamgoçyan, a.g.e., s.526. 40 Pamukciyan, a.g.e., s.131, 523; Yaklaşık olarak Râgıb döneminden itibaren İstanbul’un paralelinde Mısır’da da artan Ermeni sarrafların etkisi özellikle XIX yüzyıl boyunca devam edecektir. Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın sarrafı Alexian isimli Eğinli bir Ermeni sarraftı. Zaten Başta Mehmet Ali Paşa olmak üzere Mısır idarecileri de maliyeyi neredeyse tamamen onlara terk edecek ve yüz yıl boyunca Mısır Maliyesi üzerindeki Ermeni etkisi iyice artacaktır. Yine bu dönemde Şeyhülislamların, Kırım Hanlarının, Eflak ve Boğdan voyvodalarının, Salyaneli-Salyanesiz büyük eyaletlerin valilerinin, Kaptan paşaların, Darüssaade Ağalarının da hizmetinde bulunan üst düzey 25 sarrafın 20 tanesi Ermeni, 3 tanesi Yahudi 190 Öğr. Gör. Mesut AYDINER XVIII. yüzyılda İstanbul piyasasında Eğin kökenli tüccar ve sarrafların hakimiyetini başlatan Serpos’un ünü ve bağlantıları Venedik’teki kuzeni Giovanni sayesinde İtalya, İspanya, Fransa hatta İsveç’e kadar uzanmıştı. Bu ülkelerdeki büyük finansörlerle bağlantıları sayesinde başkentin para trafiğinde ve tabii ki para tarihinde çok önemli bir rol oynuyordu. Galata’daki ünlü Serpos Han başta olmak üzere diğer pek çok handa işi ve şubesi olan Serpos, bir çok Ermeni sarrafın da devlet kapısında iş yapmasına aracı olmuştu ki bunlardan biri de aynı zamanda Râgıb Paşa’nın sarrafı olan Serpos’un kuzeni Abraham Kuleliyan’dı. Ermeniler arasında ismi efsaneleşmiş patriklerden Golod ve Nalyan ile iyi ilişkileri, Kudüs Patriği Kirkor Şiğtayagir ile yakın dostluğu, bir çok kiliseye yaptığı yardımlar ile cemaati arasında da sevilip sayılan bir isim olan Serpos, 5 Şubat 1754 yılında İstanbul’da vefat etti41. Ancak onun cemaati için açtığı çığır yüzyılı aşkın bir süre daha büyüyerek devam etti. İşte bu sarraflarla iş gören, döneminde Ermenilerin rahat ettiği ve önemli mevkilere geldiği devlet adamlarından biri de XVIII. yüzyılın önemli sadrazamlarından olan Koca Râgıb Paşa idi42. Râgıb, daha Reisülküttaplığı zamanında (1742-1745) dönemin önemli Ermeni aydınlarından Patrik Hagop Nalyan ile çok iyi ilişkiler içerisinde yakın dost olmuş ve bu dostlukları Râgıb’ın sadareti zamanında da artarak devam etmişti. Nalyan hafta da birkaç akşam kez konağı patrikhaneye yakın olan Paşa’yı ziyaret eder, bazen onun sohbet meclislerine katılırdı43. Ermeni rönesansının mimarlarından değerli alim Patrik Hovhannes Golod’un yetiştirdiği en önemli öğrencilerden biri olan Nalyan, Golod’un vefatından sonra bir süre patrikhaneyi idâre etmiş ve görev süresi Râgıb’ın reisliği zamanına rastlamıştı44. Ermeni cemaatinin iç problemlerinden ve mezhep çatışmalarından bıkarak bir süre sonra görevini bırakmak zorunda kalan Nalyan, ilginç bir şekilde Râgıb’ın sadaretinden kısa bir süre önce 41 42 43 44 ve 2 tanesi Rum’du. Mesela Selim ve Halim Girayların da sarrafı Agop de Rodosto isimli bir Ermeni idi. Nil ve Tuna boyunda güçlü âyan ve toprak sahiplerinin de finansörlük hizmetleri ve sarrafları özellikle bu yüzyıldan sonra neredeyse tamamen Ermenilerin kontrolüne girmişti. Jamgoçyan, a.g.e., s.364. Tuğlacı, a.g.e., s.342. Koca Râgıb Paşa’nın hayatı ve eserleri hakkında ayrıntılı bilgi ve ayrıca konu ile ilgili bazı çalışmalar için bkz. Mesut Aydıner, Koca Râgıb Paşa, Hayatı ve Dönemi, Mimar Sinan G. S. Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul 2005. Tuğlacı, a.g.e., s.323-325. 1978 yılında dünyanın hemen heryerindeki Ermeniler, Patrik Golod’un doğumunun 300. yılı anısına çeşitli anma törenleri düzenlemişlerdir. 191 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tekrar patrikliği kabul etmiş ve vefatına kadar başarılı bir şekilde bu görevini sürdürmüştü45. Râgıb ile hemen aynı yaşlarda olan Nalyan, entelektüel ilgileri ve gerek kendi dini gerekse İslam üzerindeki derin bilgisi sayesinde Râgıb’ın yakın dostları arasında yerini almıştı. Patrik Golod’dan sonra cemaatin en önemli patrikleri arasında yerini alan Nalyan döneminde Golod zamanında başlayan eğitim hamleleri devam etmiş, Ermeniler gerek dîni, gerekse kültürel alanlarda en önemli zamanlarını yaşamışlardır. Ermeni Cemaati’nin bu dönemde elde tuttuğu büyük mâlî güç ve itibar, Paşa’nın kendilerine yakın ilgisi ve dostluğu ile birleşmiş ve bu sayede birçok idârî karar ve kanun, cemaatin ve üyelerinin çıkarlarına uygun imtiyazlar haline dönüşmeye başlamıştır. Böylece cemaatin kendi arasında bir ticârî ve finans burjuvazisi oluşmuş, tabii ki, bu burjuvazinin en etkin ve güçlü yanını da saray ve üst düzey devlet adamları ile iş yapan sarraflar teşkil etmişlerdir46. Bu burjuvazi, artan kaynakları ile Ermeni kiliselerini, okullarını ve yardımlaşma derneklerini beslemeye başlamış ve Golod ve Nalyan zamanında Ermeni Cemaati her bakımdan büyük ölçüde güçlenmiştir. Bunların etkisi ve delâletiyle Ermeni cemaatinden pek çok sîmâ önemli mevkilerde görev almaya da başlamıştır47. Döneminde yerleşen geleneğe uygun olarak Koca Râgıb Paşa’nın da (ö. 1763) üç Ermeni sarrafı vardı. Kazer, Bedros ve Kuleliyan. Râgıb’ın sarraflarından biri olan Abraham Kuleliyan, daha çok d’Ohsson ismiyle meşhur olan yazar ve diplomat Muradcan Tosunyan’ın kayınpederi idi ve aile başta Fransa ve Venedik olmak üzere Avrupa ile çok sıkı ilişkiler içerisindeydi. Serpos’un da amca çocuğu olan Kuleliyan’ın dönemin Osmanlı finans piyasalarında büyük rol oynayan Ermeni sarraf ve bankerleri arasında önemli bir yeri vardı. Kuleliyan, Râgıb’ın şahsî servetinin sarrafı ve emlâkinin mâliyecisi olarak da tanınıyordu. Önceleri Serpos’un kuzeni 45 Nalyan, Paşa’nın vefatından kısa bir süre sonra da yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etmiştir (1764). 46 Kazgan, a.g.e., s.15. 47 Nitekim yüzyılın sonuna doğru sarrafların tümü alaydan yetişme olmayacak, yani, Eğinli ya da Ankaralı köylülerin çocukları olarak İstanbul’a gelip, cemaatlerinden bir yakınlarının yanında simkeşhaneden, kuyumcu ve mücevheratçı çıraklığından saray sarraflığına yükselmeyecektir. “Güçlenen bu burjuvazi açtıkları muntazam ve güçlü okullarda, çocuklarına, ticari hesap ve bankerlik bilgilerinin de verildiği ilk ve orta eğitimi yaptırdıktan sonra yüksek tahsil için Avrupa’ya göndermeye başlayacaklardır. Nitekim bu çocuklar, babaları ve dedelerinden farklı olarak uluslar arası üne kavuşmuş, bankerlik bilgileri ve güçleri ile Avrupa’da nam salmış, 1854’ten sonra devletin dış borçlarının komisyonculuğunu yapacak yeni nesil bankerleri oluşturacaklar, sermaye piyasaları ve borsalarda kendilerini göstermeye başlayacaklardır.” Kazgan, a.g.e., s.15. 192 Öğr. Gör. Mesut AYDINER olarak göze girmiş ve özellikle Koca Râgıb Paşa’nın iktidarı zamanında mesleğinin ve zenginliğinin zirvesine ulaşmıştı. Paşa’nın vefatından sonra meydana gelen hengameden o da bir hayli zarar görerek çıktı ve en önemli ilk büyük servetini kaybetmek zorunda kaldı. Sadece müthiş zenginliğinin kaynakları sebebiyle değil, Râgıb’ın mirası ve esnafa kalan önemli miktarda boçları yüzünden de sorguya çekildi. Canını serveti pahasına kurtardı ve müflis bir şekilde kaçarak kurtuldu48. Ancak Kuleliyan kısa bir süre sonra, -şüphesiz ilişkileri ve becerisi sayesinde- tekrar eski saygınlığına kavuştu. 1760’lı yıllarda Beyoğlu taraflarında çıkan büyük bir yangında zarar gören Fransız Elçiliği tamirat işini alarak biraz toparlanma imkanı buldu. Hatta onu, 1772- 1774 yıllarında Haremeyn Evkafı’nın gözde sarrafı olarak yine iş başında ve saray ile çalışırken görüyoruz49. Muhtemelen tekrar eski gücüne yakın bir zenginliğe kavuşma imkanı bulmuştu. Çünki dönemin Fransız Elçi Saint Priest, bu görevinden ve yeni durumundan elde ettiği zenginlikleri sayesinde, onun yeniden İstanbul’un en zengin ve güçlü adamlarından biri haline geldiğini belirtir50. Nitekim o yıllarda damadı d’Ohssson da İsveç’in Bâb-ı Âlî nezdindeki Büyükelçisi olarak göze çarpmaktaydı51. Yaşadığı tehlikeler Kuleliyan’a boş bulunmaması gerektiğini öğretmişti. Ancak, d’Ohsson’un eşi, Kuleli’nin kızı Eva 1782 yılında genç yaşında vefat edince, aile büyük bir acı daha yaşadı. Bu süreç zarfında gerek dostları ve akrabaları, gerekse ticaret yaptığı ortakları sayesinde Fransa’da büyük bir servet biriktirmişti. Muhtemelen, o yıllarda Fransa’da yaşayan damadı d’Ohsson’un da yardımları ile bir fırsatını bulup ailesiyle birlikte Fransa’ya yerleşti. 13 Mayıs 1802 tarihinde Fransa’da eceli ile öldü. Başta Kazer, Bedros ve Kuleliyan olmak üzere Ermeni sarraflar Râgıb Paşa döneminde zenginlik ve itibarlarıyla parlak sîmâlar oldular, gerek ticaretlerinde gerekse Lonca’da, Sarraflar Kethüdası, Bezirganbaşı olarak önemli görevler üstlendiler. Ancak, efendilerinin ölümü Râgıb’ın sarrafları için kötü günlerin başlangıcı oldu ve Paşa’nın vefat haberi ile birlikte sarraflarının da başına garip olaylar gelmeye başladı. Paşa’nın, hesabı sarraflarca tutulan ve saklandığı tahmin edilen çok büyük serveti olduğu 48 Kemal Beydilli, “Ignatius Mouradgea d’Ohsson (Muradcan Tosunyan): Ailesi Hakkında Kayıtlar, Nizâm-ı Cedîde Dâir Lâyihası ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Siyâsî Hayatı”, İÜEF Tarih Dergisi, (1983–84), S. 34, s.247-314, 249-251; Jamgocyan, a.g.e., 285; Carter Findley, www.oslo2000.uio.no/program/papers/m1b/m1b-findley.pdf 49 Jamgocyan, a.g.e., s.285, 526. 50 Jamgocyan, a.g.e., s.35-36. 51 Kemal Beydilli, “D’ohsson, Ignatius Mouradgea”, DİA, C.IX, s.496-497. 193 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER zannıyla 3 sarrafı da çok ince sorguya çekildi, hazinelerin yerlerini itiraf etmeleri istendi ve malları mühürlendi. Dönemin en büyük sarraflarından olan ve Râgıb’ın sadâreti döneminde Bezirganbaşılık ve Sarraflar Kethüdalığı, Darphane’de Sâhib-i Ayar’lık gibi önemli görevler üstlenen52 Kazer Amira Arzumanyan (d’Arutin), Paşa’nın Ermeni sarraflarının ikincisi idi. Paşa’nın vefatı ile O ve ailesinden bazı fertler, Jamgoçyan’ın tabiri ile ağır işkenceler gördü ve ailenin tüm mallarına el kondu53. Çuhacı Hanı’ndaki işyerlerine ait odalar mühürlendi. Ancak Râgıb Paşa’ya ait olduğu düşünülen vâfir mallar ve günlerce aranılan paralar bir türlü bulunamadı54. Bu olağanüstü durumdan oldukça rahatsız olan handaki diğer tacirler bir mübaşir başkanlığındaki teftiş heyetini, Halep’teki başka bir Ermeni sarraf Kazer’e yönlendirerek sıkıntıdan kurtulmayı denediler55. Handaki diğer tacir ve sarraflar oldukça ağır geçen teftişten böylece kurtulmuşlardı ama Paşa’nın sarrafı Kazer feci akıbetten kurtulamadı. Îfâ ettiği görevlerindeki suistimalleri ve Paşa’nın emlâkini gizlediği gerekçesi ile, çalıştığı Çuhacı Han’ın önünde, bir sabah ibret-i âlem için idam edildi (25 Mayıs 1763)56. Kazer’in ortağı ve bir dönem Sarraflar Kethüdalığı da yapmış olan Paşa’nın üçüncü sarrafı Bedros Aleksiyan da aynı şekilde sorgulandı. Ancak o da Kuleliyan gibi kurtulmayı başardı. Paşanın sarraflarının dışında Râgıb Paşa’nın yakın adamlarının da Ermenilerle iyi ilişkiler içerisinde olduğunu belgelerden görebiliyoruz. Mese52 Lonca idârecileri genelde Paşa Kapısı’na iş yapan, yani Sadrazam’ın da sarraflığını yapan kuyumcular arasından seçilirdi. 53 Jamgocyan, a.g.e., s.249-250, 358-59, 248, 300, 484; Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayr-i Müslimler: Kapitulasyonlar, Avrupa Tüccarları, Beratlı Tüccarlar, Hayriye Tüccarları, 1750–1839, Ankara 1983. 54 BOA D. BŞM. MHF 45/20; Bu hilâlde dâr-i bekâya irtihâl iden sadr-ı sâbık Râgıb Mehmed Paşa’nın ibtidâ-i sadâretinden fevti gününe dek sarraflık ve bezirgânlığı hidmetinde olan Bedros ve Kazaz nâm sarrafların zimmetlerinde müteveffâ-yı mûmâileyhin vâfir malı olub (...) Medine-i Halep’de şeriklerine vâfir mal gönderdikleri tahkîken haber virilüb (...); A. Refik, a.g.e., s.200; Paşa’nın vefatından 5 sene sonra bile malları ile ilgili soruşturma devam etmiş ve Diyarbakır Vâlisine konu ileilgili hüküm yazılmıştır. Bununla ilgili olarak bkz. Refik, a.g.e., s.214. 55 BOA MD 163, s.167. 56 BOA MD 163, s.117, 167; “1177/1763. Mayıs 25’te Sarraf Gazer idam edildi.” Bir Ermeni yıllığından naklen Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.26 vd.; Râgıb Paşa’yı pek sevmeyen Şemdânizâde ise eserinde olayı şöyle anlatır ki ifadeler aynı zamanda sarrafların o günki durumunu göstermesi bakımından da ilginçtir: “Sarrafları ile bile yed-i rüşvetleri-idi. Her biri âlî saraylar ve sâhil-hâneler bina edüp, mâl ü menâle malik olmuşlar idi ve malikâne ve irâdları ricâl-i devletin cümlesine tefevvuk etmişidi. (...) Sarrafı Kazar salb olunup, malları miriye zabt olundu.”, Şemdânizâde Tarihi, II-B, s.55-56 ; Târih-i Vâsıf, s.221 (1181 vekayii); Tuğlacı sarrafların komploya kurban gittiğini söyler. s.351. 194 Öğr. Gör. Mesut AYDINER la Sarraf taifesinden Aleksandri veledi Mercan ve Bogos veledi Bedros’un Sadrazam Râgıb Paşa’nın hazîne kâtibi Ali Efendi ile o dönemde hayli önemli olan bir zaruri ihtiyaç maddesi olan temiz su alış verişinde bulunduklarını biliyoruz. Belgeye göre Mercan ve Bedros Efendiler, kullanım hakkı ellerinde bulunan su menzilini ve yedi masura gibi dönemin şartları içinde hayli önemli bir miktar olarak görülebilecek su kullanım hakkını bedeli karşılığında Ali Efendi’ye satmışlardı57. Râgıb Paşa döneminde Ermenilerle ilgili Divan’a gelen meselelerde de karşı tarafta devlet görevlisi olsa bile, haklı olan taraf kimse ona göre muamele edilmiştir. Mesela Ermeni Sarrafların Divan’a intikal eden meselelerinde sarrafların lehine, sipâhilerin aleyhine karar çıkmış58, eşkıyaların saldırısına uğrayan bir Ermeni tâcirin mağduriyetinin giderilmesi ve eşkıyaların yakalanarak mallarının iâdesi için ilgililere hüküm yazılmış59 ve yine yabancı tüccarlarla Ermeni tüccarlar arasındaki ihtilafın Divan’da çözüme kavuşturulması için tarafların İstanbul’a getirtilmesi istenmiş60, ve bir Ermeni sarrafın alacaklarının tahsili için mütesellim görevlendirilmesi emredilmiştir61. 57 Yeniçeri Ağası es-Seyyid İbrahim bin es-Seyyid Ahmed’ün Baba Hasan Alemî Mahallesinde vaki menzil-i mezbur ile derûnunda yedi masura suyu taraf-ı mîrîden Sarraf taifesinden Aleksandri veledi Mercan ve Bogos veledi Bedros’a satmış onlar da bu suyu ve menzili Sadrazam Râgıb Paşa’nın hazîne kâtibi Ali Efendi ibn-i Murad’a satmışlardır. Sene 1174, Ahmet Kal‘a, İstanbul Su Külliyatı XXIII. Vakıf Su Defterleri, Avrupa Yakası Suları-I (1603-1826), İstanbul 2002, s.220. 58 Margos ve Agop’dan borç alan Sipâhilerin borçlarını inkâr ederek, ödenek istemedikleri ve derhal yakalanıp paranın tahsili ile ilgili H. 1171 tarihli hüküm için bkz. BOA, MD 160, 154/21. 59 Tüccar Bekmezoğlu Ohan’ın mallarının Tavşancıl’da gasb edildiği, eşkıyaların yakalanarak mağduriyetin giderilmesi hakkında H. 1171 tarihli hüküm için bkz. BOA, MD 160, 50/3. 60 Agop nâm tâcirin İngiltere tüccarından olan alacak davası için her ikisinin de Dersadet’e ihzârı hakkında İzmir Kadısı ve Voyvodasına yazılan hüküm için bkz.BOA, MD 161/50; yine Karabet nâm bir Ermeni’nin Fransız tüccara pamuk satmak istediği ama aralarında ihtilaf çıktığı için Divan’da mahkeme olmaları istendiği, haklı kimse belli olup ona hakkı verilsin için İzmir voyvodasına yazılan H. 1173 tarihli hüküm için bkz. BOA, A.DVNDVE, Fransa Ahkam Defteri, hk.nr.1028. 61 Sarraf taifesinden Kazez Antuan nam zimmînin alacaklarının tahsil edilmesi ve bu iş için bir mütesellim nasbolunması, bu tip sıkıntıları olan fukaraya zulüm ve taaddî edilmemesi için Bervech-i Mâlikane Kangırı Sancağı Mutasarrıfı Süleyman’a yazılan hüküm için bkz. BOA, MD 161/982. 195 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Eğin Dedikleri Bir Küçük Şehir İncelediğimiz dönemde dikkat çeken Ermeni zenginlerin, Serpos dâhil pek çoğunun Eğin kökenli olması bu küçük ilçenin cemaatin tarihinde oynadığı role de işaret edebilir62. Tarihçi Avram Galanti, ticarette Eğin kökenli Ermenilerin olağanüstü yeteneklerinden bahsederken herhalde Ermenilerin bu dönemdeki faaliyetlerine özel olarak dikkat çekmek istemişti. Hem Ermenilerin durumuna daha yakından bakmak hem de bu küçük ilçenin önemini görmek için şu birkaç örneğe göz atmak yeterlidir sanırız. Mesela Eğinli Sarraf Minas Amira Çerazyan’ın 1760 yılında İstanbul’a geldiğini ve burada çeşitli ticârî faaliyetlerde bulunduğunu biliyoruz63. 1763 yılında ise Eğin’in Abuçek köyünden Agasab oğlu Sarraf Aznavur ile karşılaşıyoruz. Yetişkin oğulları İstafan ve Kasbar da muhtemelen babalarının mesleğinde idiler. Aznavur öldüğünde oğlu İstafan, babasının iş ortağı Karabet oğlu Serkis elinde bulunan 900 bin gümüşlük miras için vâsî olarak atandı. 1797 yılına ait bir tereke defterinde rastlanan Bakırcı Oseb oğlu Azarya ise zengin Eğinlilere dâir bir başka ilginç örnek olarak dikkatleri çekmekte idi. Bakırcı Azarya vefat ettiğinde bir milyon gümüşden fazla mirasa sahipti ve terekesine vâsi olarak kardeşi Mihail, idâreci olarak ise Sarraf Asdor atanmıştı64. Fatma Müge Göçek, dönem ile ilgili olarak Osmanlı Tereke Defterleri üzerinde yaptığı araştırmada, 1705-1809 yılları arasına ait 124 kayıt arasında Ermeni esnafa ait 10 Tereke Defteri’ni incelemiş ve zengin denebilecek 10 esnaftan 4’ünün Eğinli olduğunu görmüştür ki bunlardan 3’ünün Abuçek köyünden olması durumu hayli ilginç kılmaktadır65. Diğer pek çok Ermeni sarraf ve tüccarlar gibi Eğin kökenli Serpos, Hagop, Yakop, Kazer, Cezayirliyan ve diğerleri de Ermeni Kilisesi’ne (patriarche) çeşitli vazifelerle yürekten bağlı idiler ve çoğu Amiralık makamını 62 Bugün Erzincan sınırları içinde olan ve Kemaliye adını alan ilçe Ermeniler arasında Akn, Agın gibi isimlerle anılıyordu ve bu dönemde İstanbul’a göçeden sarraf Ermenilerin pek çoğu buralı idi. Eğin’in Türk-Ermeni İlişkilerindeki yeri ile ilgili Zeki Arıkan’ın güzel çalışmaları bulunmaktadır. Bunlardan biri için bkz. Zeki Arıkan, “Türk-Ermeni Kültür İlişkileri: Eğin Örneği”, Ermeni Araştırmaları I. Kongresi Bildirileri, Ankara 2003, C. III, s.8796; Konu ile ilgili ayrıca bkz. Sahir Kozikoğlu, Eğin. (Tarih, Edebiyat, Folklar, Ekonomi), Ankara 1968; Eğin ile ilgili inceleme için bkz. Agos Gazetesi S. 93 63 Jamgocyan, a.g.e., s.394. 64 Göçek, a.g.e., s.556. 65 Bu 4 esnaftan 3’ü Eğin Abuçek köyünden, biri Edirne, biri Erzurum, biri Kayseri kalan 3’ü ise İstanbul’dan idi. s.557; Bu dağılım bile Ermenilerin döneme ait yerleşim coğrafyası ve İstanbul’a göçleri konusunda bir fikir vermektedir. 196 Öğr. Gör. Mesut AYDINER haiz olarak Ermeni cemaatinin şefleri, önderleri durumundaydılar66. Patrik Nalyan da Eğin’li idi ve şüphesiz onun gayretleri ve aktif durumu da bu zenginleri etkilemişti. Onların Patrikhane ile olan yakın ilişkileri tabii olarak patriklik seçimlerini de etkiliyor, seçimlere veya cemaatin idâresine bir tür demokratik katkı da sağlıyordu. Müslümanlarda, Rumlar ve Yahudilerde tamamen dini hiyerarşi içinde gerçekleşen bu seçimlere Ermeni cemaatinin büyüklerinin müdahalesi, bir tür cemaatin iradesinin de sandığa yansıması sonucunu doğuruyordu. Patrikleri bile değiştirebilecek bu konumları ile onlar, aynı zamanda özellikle İtalyan ve Fransız Katolik misyonerleri için büyük korku ve endişe kaynağı oluşturuyorlardı. Daha çok hayır işleri ile uğraşan ve çoğunlukla Eğin kökenli olan bu zengin ve önder Ermeniler, sosyal faaliyetlerinin yanı sıra, özellikle Patrik Golod ve Nalyan döneminde cemaatin özellikle dini ve kültürel uyanışını da desteklediler. Ermeni okulları, hastaneleri ve matbaaları ya bunların yardımları ya da öncülükleri ile kuruldu, işledi. Bunlar aynı zamanda taşradan gelmiş pekçok kabiliyetli gencin de tabii hâmîleri durumundaydılar. Onların yanında çalışan, iş öğrenen ya da devlet kademelerine tavsiye edilen Ermeni gençlerin maddî-manevî yükselişleri, cemaatin devlet ve toplum katında etkinliğinin artmasına da önemli katkı sağladı. Ele aldığımız döneme damgasını vurmuş ve adetâ bir oligark oluşturmuş Ermeni seçkinleri olan Amiralar, bu faaliyetlerinin yanında patrik seçimlerinde, patrikhanenin, önemli kiliselerin yönetiminde oynadıkları önemli roller ile şüphesiz cemaatin kaderini de derinden etkilemişlerdi67. Tarihsel süreçte bu ünvana, 66 Ermeni milletinin incelediğimiz dönemine damga vurmuş ayân ve eşrâfı, emirleri hükmünde olan Amiralar hakkında yapılmış faydalı birkaç çalışma için bkz. Pascal Carmont, Les Amiras: Seigneurs de L’Arménie Ottomane, (Préface de Bernard Dorin), Paris 1999, S.191; Hagop Barsoumanian, “The Dual Role of the Armenian Amira Class within the Ottoman Governement and the Armenian Millet (1750-1850)”, Christians and Jews of the Ottoman Empire Ed. Bernard Lewis-Benjamin Braude, C. I, New York 1982, s.171 vd.; Vartan H. Artinian, “The Role of the Amiras in the ottoman Empire”, Armenian Review C. 34/2, S.134, s.189-194; A. Ter Mınassıan, “Une Famille D’Amiras Armeniens: Les Dadian”, Historie Economique Et Sociale De l’Empire Ottoman Et DeL Turquie (1326-1960), Ed. Daniel Panzac, Paris 1995, Collection Turcica, C. VIII, s.505-519. 67 Ancak özellikle yüzyılın sonlarına doğru artmaya başlayan mezhep ayrılıkları, Amiraların da mezhepler arasında parçalanması ve güçlerinin zayıflaması sonucunu doğurdu. Bu zayıflık ve parçalanma aslında, amiralık sisteminin sonunu getiren gelişmeleri de tetiklemişti. Osmanlı Devleti ve dünyadaki değişmelere paralel olarak, Ermeni cemaat içinde artan değişim talepleri ve alevlenen mezhep tartışmaları, gerek devletin, gerekse geleneklerin ve statükonun temsilcileri konumunda olan Amiraların konumu ile çatışmaya başladı. Gelişmelere ayak uyduramayan sistem, taşrada yükselen Ermeni cemaatinin taleplerini karşılamakta da zorlanınca, Amiralar sınıfı XIX. yüzyılın ortalarına doğru tamamen ortadan kalktı. XIX. yüzyılın meşhur sarraflarından olan aynı zamanda Mithat Paşa’nın sağ kolu 197 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER genelde büyük sarraflar, yüksek devlet görevlileri, Darphane eminleri, Barutcubaşılar ve Hassa Mimarları sahip olmuşlardı ki bunların da önemli kısmı incelediğimiz döneme tesadüf etmektedir68. Buraya kadar verdiğimiz ilginç örnekler Ermeni Sarrafların o dönemdeki durumları hakkında genel bir bilgi vermiş olabilir; ancak konu ile ilgili rakamsal veriler, şüphesiz onların bu dönemdeki etkinlik ve ağırlığını daha da belirgin kılacaktır. Ele aldığımız yüzyılda özellikle 1718-1852 yılları arasında görev yapmış 24 sadrazam sarrafı arasında sadece bir tek Yahudi ve bir tek Rum Bezirganbaşı ve Sarraf görebiliyoruz. Belgelerden ve dönem ile ilgili araştırmalardan öğrenebildiğimiz kadarı ile, yüzyılın ikinci yarısında büyük paşalar ile çalışan Ermeniler dışındaki bu iki ismin Tiryaki Mehmed Paşa için çalışan (1746-1747) Yahudi Sarraf Soncino ile Mehmed Paşa için çalışan (1770-1771) Rum Sarraf Capsaloni olduğunu öğreniyoruz. Sadece u rakamlardan da anlaşılacağı gibi Rum ve Yahudi sarrafların bu dönemde ve bu piyasada itibarları Ermeniler kadar parlak değildi. Yine 1748-1853 yılları arasında Soncino’dan başka hiçbir Yahudi ve Capsaloni’den başka hiçbir Rum sarraf, onların ulaştığı bu seviyeye çıkamadı. Bu süreç içerisinde görev yapan 26 sarraftan 24 tanesinin Ermeni kökenli olması, Türkler ya da diğer gayrimüslim unsurlardan daha çok Ermenilerin bu işe hâkim olduklarını gösteriyordu. Nitekim bu durum Kethüdalık ile ilgili rakamlara da aynı oranda yansımaktadır. Râgıb döneminden itibaren 1837’ye kadar Sarraflar Kethüdalığı’na yükselmiş 9 kişinin de Ermeni olması herhalde ve sadece bir tesadüf değildi69. Yine İstanbul’da devlet tarafından tanınan ve Lonca’ya bağlı iş yapan 72 büyük sarraftan da pek çoğu Ermeni idi ve gümüşçüler ve mülazımları ile bu sayı 137 idi70. Sarrafların bu dönemde Osmanlı devlet bürokrasisi ve toplumdaki yerlerini göstermek için arşiv belgelerinden birkaç örnek daha verip, olarak bilinen Sarraflar Kethüdası Kevork Papazyan son Amira idi. Papazyan, çeşitli üst düzey devlet görevlerinin yanı sıra 1867 yılındaki Avrupa seyahatinde Sultan Abdülaziz’in refakatçilerden biri olarak da dikkat çekmişti. Arsen Yarman, Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler ve Surp Pirgıç Ermeni Hastanesi Tarihi, Ed. Ali Çakmak, İstanbul 2001, s.85. 68 Pamukciyan, s.123. 69 Jamgocyan, s.14-17; Bu kethüdalar Matos, Kazer, Harutyun, Minas, Çobanyan, Mardires ve Karabet Amira Aznavuryan idi. 70 “İstanbul’da gedikli sarraflarla gümüşçülere dâir hüküm: Alelesâmi baş muhasebeden virilen müfredat defteri mucibince yetmiş iki nefer gediklü sarrafan ile mubayaacı gümüşciyan ve mülâzimleri ve sair bu makûle sarraflık ider mu’temed ve mütemevvil zimmîler yüz otuz yedi nefere baliğ olmalarile...fî evâhir-i Z 1174 (1760)”, Ahmed Refik, Hicrî Onikinci Asırda İstanbul Hayatı, İstanbul 1988, s.193-194. 198 Öğr. Gör. Mesut AYDINER Ermenilerle ilgili kayda değer diğer detaylara geçebiliriz. Mesela Süleyman Paşa’nın Ermeni sarraf Bedros’a on sekizbin kuruş borçlu öldüğünü; Cidde Valisi iken vefat eden Hacı Salih Paşa’nın Ermeni sarraf Ohannes ve ortağı Ohan’a yaklaşık 25 bini faiz olmak üzere 79179 kuruş 12 para borcu çıktığı; Eski Tütün Gümrüğü Emini Ali Efendi’nin Vezir Hanı’nda Agop isimli Ermeni bir sarrafının olduğunu ve vefatında bu sarrafa külliyetli miktarda borcu kaldığını; yine Eski Silahtar Katibi Ali Efendi’nin Peykhane yakınındaki evini sağlığında Maros ve Bogos namında iki Ermeni sarrafa ipotek ettirerek kendilerinden borç para aldığını, Abdi Ağa’nın çeşitli yerlerde aldığı iltizamların bedeli için sarraflardan borç aldığını ve kardeşi Ahmet Efendi’nin de bu borca kefil yapıldığını ancak Abdi vefat ettiğinden kardeşinin kefil olduğu parayı ödeyemeyecek durumda olduğunu; yine Kasapbaşı Halil Ağa’nın sarraflara sekizyüz kese kadar borcu olduğu ve bu borcun çoğunluğunu faizin oluşturduğunu hep bu belgelerden öğrenebiliyoruz71. Sarraf Agop oğlu Sarraf Hamparsum’un Recep oğlu Kaymakçı Ali ile alacak verecek davasını da yine mahkeme kayıtlarındaki pek çok benzerinin arasında görebiliyor ve bunun küçük esnafın bile sarraflarla ilişkisini göstermesi açısından kayda değer olduğunu belirtip geçiyoruz72. Yine İstanbul sarraflarından Kazer, Bayezid’de Çörekçikapısı civarındaki sarraf dükkanında sarraf Avanis oğlu Bogos ile ortaklaşa gümüşçülük gediğine sahip olmuş, Kazer 1757 yılında gediğini Bogos’un kardeşi Nikogos’a satmış, muameleye sarraf Bedros oğlu Sarkis de şahitlik etmiştir73. Bu sarrafların Müslümanlar arasında alış verişlere de aracılık ettiğini mesela bazı emlaki müslümandan alıp bir başka müslümana sattığını74 hatta bazı cami ve medrese vakıflarının çalışanlarının maaşlarının ve tamirat işlerinin masraflarının sarraflardan istikraz ile karşılandığını, mütevellilerin yer değiştirdiğini biliyoruz75. Ermeni Sarraflardan Mardiros’un, 71 Mesela bu tür bazı belgeler için bkz. TSMA, E. 7017, 1-5; TSMA, E. 7018, 1; TSMA, E. 2080 ve E.1072, 3 ve 4. belgeler; Sevgen, a.g.e., S. 24, s.59-60. 72 İstanbul Şer’iyye Sicilleri, 30. Defter, s 23, 16 Zilkade 1181 (1768) tarihli hüccet. 73 16 Recep 1185 (1771) tarihli belge için bkz. Galata Şer’iyye sicilleri 35. Defter, s.77. 74 Vâlide Hanı’nda Sarraf Toros oğlu Kazer Sedefçiler arkasında Emin Sinan Mahallesinde içinde meyveli meyvesiz pek çok ağacı ve akar suyu bulunan büyük bir evi Tütün Gümrükçüsü Abdülbaki Ağa’ya İstanbul Kadısı huzurunda yirmibeşbin kuruşa satmıştır. İstanbul Şer’iyye Sicilleri, 25. Defter, s 254, 12 Muharrem 1179 (1765) tarihli hüccet; Sevgen, a.g.e., S. 24, s.59-60. 75 Fatih Sultan Mehmed Vakfı Mütevellisi Mustafa Efendi, Kadızâde Medresesinin, imâretin, Küçükçekmece Camiinin, Turunçluk Suyunun keşif ve tamir işlerinin, yine imâretin un ve odun parasının ve vakıf çalışanlarının maaşlarının temini için Ermeni Sarraf ve Ortağı Ohan’dan borç alındığına dair Cemaziyelevvel 1181(1767) tarihli belge için bkz. TSMA, E. 410 ve eklerindeki çeşitli belgeler; yine Hocapaşa’daki vakıf menzilini mütevelli mari- 199 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Avanis’in, Zaharya’nın isimlerini hep bu tip olaylar vasıtasıyla belgelerde görüyoruz. Şüphesiz bu ilişkiler sadece başkentte cerayan ettikleri için arşivlerde yeralmıyordu. Mesela Topkapı Sarayı Arşivi’nde Sivas Valisi ile ilgili bir defterde valinin Kevork, Bedros, Mikail ve Agop isimli dört Ermeni sarrafının olduğunu ve bunlarla çeşitli para ve tahvil ilişkileri içerisine girdiğini de görebiliyoruz76. İktidarın Zirvesi: Darphane Yahudi sarraflar (Bankerler) XVIII. yüzyıl ortalarına kadar bu sahadaki parıltılı iktidarlarını sürdürdüler ancak 1758’den sonra durum değişti. III. Mustafa döneminde Râgıb Paşa iktidarında Yahudilerin bu alandaki hakimiyetine son verildi. Bu konuda kritik bir görev olan Darphane sahib-i ayarlığı ve sarraflığı Yahudi Bonfil Jaco’dan alınarak Düzyanlara verildi77. Mikael Çelebi Düzyan ölene kadar bu işi başarı ile devam ettirmekle kalmadı evlatlarına da bu iktidarı miras bıraktı. Düzyan ailesinin büyük babası Harutyun XVII. asırda bir çok emsali gibi İstanbul’a gelerek Simkeşhane’de ve kuyumcularda çalışmaya başlamıştı. Kısa süre sonra kendisini Nevşehirli İbrahim Paşa çevresine kabul ettirdi ve tabii oradan da Padişah’a yaklaştı. Hizmetleri ile Saray ve çevresinin gözüne giren ve kendisini padişaha da sevdiren Harutyun ve oğlu Sarkis meslekî başarılarından dolayı III. Ahmet’ten doğru, dürüst adamlar manasına Düz ismini aldılar78. Baba Sarkis 6 Ocak 1721 yılında vefat ettiğinde geride Devlet ve Hovhannes isminde iki oğul bırakmıştı. Bunlar da emsalleri olan birçok kuyumcu gibi babalarının izini takip etmişlerdi. Biri 1730’da diğeri 1744 yılında vefat etti. Hovhannes’in dört oğlu vardı. Bunlardan aileye büyük bir devlet mirası bırakacak olan Mikael Çelebi Düzyan 14 Ocak 1724 yılında dünyaya geldi. Mikael’in doğumu aynı zamanda ailenin hergeçen gün parıldayacak ikbal tarihi için de önemli bir milad, büyük bir dönüm noktası oldu. O da babası gibi mücevherat ve kuyumculuk fetiyle kendisine terk etmesi ve kocası Hasan’ın kefil olması şartıyla Rukiye Hatun’a Sarraf Kevork’un 4130 kuruş borç verdiğine dair bkz. İstanbul Şer’iyye Sicilleri, 29. Defter, s 13, X. hüccet.; Sevgen, a.g.e., S. 24, s.59-60; Sevgen, a.g.e., S. 24, s.59-60. 76 TSMA, D. 8183; Sevgen, a.g.e., S. 24, s.59-60. 77 Tuğlacı, s.346; “Darphane’de kesilen muhtelif cins paraların ölçü (vezin) ve ayarlarını tespit eden memur hakkında kullanılır bir tâbirdir. Sahib-i Ayar olan serçeşmelik Darphane’nin mühim vazifelerindendi.” Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. III, s.93. 78 Jamgocyan, a.g.e., s.309. 200 Öğr. Gör. Mesut AYDINER üzerine bir eğitim gördü ve büyük bir usta oldu. Daha gençliğinde dikkatleri üzerine çekmeyi başardı ve henüz 18 yaşında bir delikanlı iken sarayla iş yapan gözde Ermeniler arasında yerini aldı. Kısa süre sonra Sultan I. Mahmud’a mücevheratçı olarak hizmet veren Ermeni kuyumcular arasına yükseldi79. Saraydaki mevkiinde hızla ilerledi ve başarılı meslek yaşamı boyunca Saray-ı Hümâyûn Kuyumcubaşısı ve Hazine-i Âmire Sarrafı olarak görevini I. Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarına kadar sürdürdü. Saraydaki görevlerinin yanı sıra oğlu Hovhannes ile birlikte Galata’daki Serpos Han’ın en gözde değerli taş tüccarı ve kuyumcularından biri olarak da dikkatleri çekiyor, yerli-yabancı tüccarlara bankerik yapıyordu. Doğu ile ticaretlerindeki en büyük ortaklarından biri Bağdat’taki akrabaları Serope Hürmüzyan idi. Ancak tüm bu önemli işlere ve zenginliğe rağmen aile için Mikael Çelebi (Hoca Mikael) başkanlığındaki zirve dönem III. Mustafa döneminde Sadrazam Koca Râgıb Paşa iktidarında gerçekleşti. Düzyan 1758 yılında mesleğinin en parıltılı noktasına ulaştı, hem de bu sahada neredeyse yüzyıllardır hakimiyeti ellerinde bulunduran Yahudileri saf dışı bırakarak. Bu tarihte, Hazine-i Âmire ve Darphane’nin kontrolü Yahudi Bonfil Jaco’dan (Bonfil Yako) alınarak Saray-ı Hümâyûn Kuyumcubaşısı Mikael Çelebi Düzyan’a verildi. Böylece ailenin XIX. yüzyıl sonlarına kadar devam edecek Darphane Saltanatı başlamış oldu80. Aynı günlerde Bonfil görevlerinde suistimali görüldüğü gerekçesi ile önce ciddi olarak sorgulandı ve ardından idam edildi. Düzyan, kendisi yüzünden asırlık iktidarlarını kaybeden Yahudilerin beddualarına, hakkındaki şikayet ve iftiralarına dayanamayarak felç oldu. İlerlemiş yaşının getirdiği gittikçe artan rahatsızlıkları da buna eklenince iyice yatalak hale geldi ve 1783 yılında vefat etti81. Ardında başarılı ve zengin bir iş hayatı ile ikisi erkek 4 evlat bıraktı. 1749 yılında doğan oğlu Hovhannes Çelebi Düzyan da babasının yolundan gitti ve XVIII. asrın ilk çeğreğinde vefat edene kadar o da Darphane’nin idaresinden sorumlu oldu. Özellikle oğul Hovhannes’in vefatı ve mezhep çatışmaları yüzünden bir ara ile ailenin durumu sarsılır gibi oldu ise de 1834 yılından sonra idâre tekrar Düzyanların kontrolüne girdi82. Ailenin Darphane’deki iktidarı böylece babadan oğula geçerek devam etti gitti. Darphane’deki başarılı uygulamalardan memnun kalan devlet, keyfi uygulama ve sıkıntılardan 79 80 81 82 Tuğlacı, a.g.e., s.326. Jamgocyan, a.g.e., s.309-311, 543. Tuğlacı, a.g.e., s.383. Jamgoçyan, a.g.e., s.543. 201 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kurtarmak için onlara farklı zamanlarda çeşitli imtiyazlar verdi ki Pençe imtiyazı bunlardan biriydi. Bu imtiyaz onları haklı haksız tasallutlardan koruyor, haklarında padişahtan habersiz kimsenin bir karar alamamasını gerektiriyordu83. XIX. yüzyıl başlarında 150 kişiden fazla işçinin çalıştığı İpek Fabrikası’nın kuruluşunda da önemli rol aldıklarından İpek Ticareti tekeli de bir süre sonra bunların inhisarına verildi. Düzyanlar sadece kendilerine çalışan zengin bir aile olarak kalmadılar. Belki üzerlerindeki görevin riskinin verdiği ağırlığı belki de zenginliklerini diğer güçlü Ermeni Sarraf ailelerle ve diğer cemaat üyeleri ile paylaştılar84. Böylece kendilerine paralel olarak, bu dönemde Düzyanlar gibi Katolik ve Ankara kökenli başka Ermeni aileler de İstanbul’un finans dünyasında rol oynamaya başladılar. Ailenin erkek üyeleri, uzun yıllar aynı zamanda ceb-i hümâyûn sarrafı olarak da hizmet görmeye devam ederek sarayla ilişkileri sıcak tuttular. Kız kardeşleri de genelde sarraflarla evlendirdiler ve ailenin zenginliklerine zenginlik kattılar. Düzyanların, Camcıyan, Allahverdiyan, Tıngıryan, Hürmüzyan, Aznavuryan, Alexiyan gibi güçlü ve zengin tüccar-sarraf aileler ile akrabalık ilişkisi içinde olduğunu ve bu ailelerin öncelikle birbirlerini gözettiklerini, gerek ticarette gerekse sosyal hayatta birbirlerini koruyup kolladıklarını, biliyoruz85. Gerçekten de bu ailelerin yaşama biçimi başkentte çok kıskanılır bir hal almıştı. Mesela Düzyanların kışlık evleri Pera’da, yazlık evleri Boğaz’da Yeniköy’de idi. Emirlerindeki hizmetçi sayısı, altlarındaki safkan arap atları herkesi imrendirirdi. Dönemin en meşhur diğer ailesi olarak başı çeken Tıngıryanlar ise, akrabalık ilişkileri dışında, tıpkı Düzyanlar gibi imtiyazlı ve neredeyse onlarla münavebeli olarak, XIX. yüzyıl sonlarına kadar Darphane yönetimine ortak oldu. Yüzyılın sonuna doğru Amira Garabed Manukyan büyük filosu ile İstanbul-Rusya deniz ticaretinde hâkim duruma ulaşırken, yine aynı dönemde Tıngıryanlar da Osmanlı-İtalyan ticaretini kontrol ediyorlardı86. Aslında 1758’de gerçekleşen tayinin sadece Râgıb Paşa’nın mâlî bir operasyonundan ibaret kalmadığını, Darphane’deki birçok üst düzey göre83 Bu imtiyaz bazı Ermeni hassa mimarbaşılara ve Baruthane’nin başındaki Dadyanlara da verilmişti. 84 Artık “özellikle simkeşlik ve kuyumculuktaki maharetlerinden dolayı, Darphane’de her zaman büyük ve küçük rütbeli birçok Ermeni memura rastlamak mümkündü. Darphâne emininden sonra en yüksek memuriyet olan sahib-i ayarlık makamında birçok zaman Ermeni olurdu.” İncicyan, s.29 85 Mesela Hovhannes Çelebi Düzyan’ın kızı Diruhi’nin Kirkor Tıngır’ın oğlu Harutyun ile evli olduğunu biliyoruz. Jamgoçyan, a.g.e., s.581- 82 86 Göçek, a.g.m., s.558 202 Öğr. Gör. Mesut AYDINER vin de bu süreçte el değiştirdiğini ve olayın Osmanlı mâlî tarihinde derin izler bıraktığını söylemek mümkündür. Süreci sadece bu ailelerin tarihleri ile birlikte okumak veya onların faaliyet ve ilişki ağlarını takip ederek değerlendirmek bile, bu derin izleri görmek için yeterlidir. Nitekim bu operasyon, büyük bir darbe etkisi yaparak başkentteki bütün Yahudi Sarraf ve Bankerlerin imtiyazlı etkilerini azaltmış ve git gide kontrol tamamen Yahudilerin ellerinden çıkmıştır. Gelişen yeni süreçte saray ve saraya bağlı sarraf ve bezirganbaşılıkların neredeyse tamamı el değiştirmiş, artık piyasa Ermenilerin kontrolüne girmiştir87. Bu yüzden olsa gerek ki, Ermeni Araştırmacılar, dönemi, Ermeni oligarkının oluştuğu, cemaat için parlak bir yüzyıl olarak adlandırırken, Yahudi araştırmacılar ise kendi cemaatleri için acı ve kötü günlerin başlangıcı olarak nitelendirirler88. Bu dönemden sonra artık resmen tanınan ve kuyruklu denen bir Ermeni sarraflar sınıfı oluştu. Hemen her üst düzey görevli tayinlerinde ya da önemli işlerinde sarraflardan kefil göstermeye, borç almaya mecbur 87 Darphene’nin ihtiyacı olan altın, gümüş, bakır gibi değerli madenler önceleri emanet, sonraları iltizam olarak memur veya mültezimlere verilmek suretiyle temin edilirdi. Darphane iltizam usûluyle işlettirildiğinden para işi ile uğraşan saraya yakın sarraflar hep bu işe girmişler ve servetlerine servet katmışlardır. Pakalın, s.294-297; Mesela Arpiaryan ailesi gümüş madenlerinin iltizamı ve idaresini bu yüzyılda üstlenmişti. Göçek, a.g.m., s.558; Özellikle XVIII. yüzyıl Ermeni Sarraflarının konu edildiği değerli bir tez hazırlayan Araks Şahiner’in çalışmasında da bu konuda fazlası ile örnek görmek mümkündür. The Sarrafs of İstanbul: Financiers of the Empire, Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1995 88 Lewis, s.449-450; “Sefaradimin getirdiği kültürel servetin de etkisi ile Osmanlı Yahudilerinin XVI ve XVII yüzyıllarda yaşadıkları “Altın Çağ” XVIII. yüzyıla kadar etkilerini azaltarak sürdü. Ancak özellikle XVIII. yüzyılın ikinci yarısında Yahudiler sosyal ve siyasal açıdan tamamen koyu bir karanlığa gömüldüler. Bu dönemde zaten pek zayıflamış olan iktisâdî durumları da birçok ileri gelen yahudinin yakın ilişki kurmuş olduğu Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasından sonra daha fazla çökmüştür. İstanbul, İzmir ve Selânik Yahudi cemaatlerinde ciddi boyutlarda mâlî sıkıntılar baş gösterdi. Üstelik artık devlet katında doğrudan Osmanlı otoriteleri ilişki kurarak Yahudi Cemaati’nin çıkarlarını savunacak önderlerinden de yoksundular ve bu mevkileri tamamen Ermenilere ve Rumlara kaptırmışlardı.” Siren Bora, İzmir Yahudileri Tarihi, İstanbul 1995, s.13-16; Yusuf Belasel, Osmanlı ve Türkiye Yahudileri, İstanbul 2004, XVIII. yüzyılda Ermeni-Yahudi rekabeti ve zaman zaman çatışmasını anlattığı muhtelef bölümler; ayrıca bkz. Avram Galante, Türkler ve Yahudiler, İstanbul 1947, s.147 vd.; Avigdor Levy, The Sephardim in the Ottoman Empire, Princeton Nev Jersey 1992; Ancak, XX yüzyılın başlarında Selânik Yahudilerinin ve dönmelerin gayretleriyle durumlarında bir kıpırdanma görülmüş ve eskisi kadar olmasa da cemaat yeniden yükselişe geçmiştir. Konu ile ilgili önemli tezlerden birini yapmış olan Jamgocyan ise bu dönemde Ermenilerin yükselişi ile ilgili olarak, “Büyük vezirlerin, devlet adamlarının, ayanların sarrafları ve maliyecileri olarak Ermenilerin Osmanlı Devleti’ndeki rollerini tespit ve finans dünyası üzerindeki Ermeni tekelini ispat etmek için sadece Serpos ve Yakop Hovhannesyan’ın isimleri bile yeter.” demektedir. Jamgocyan, a.g.e., s.265. 203 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER hale geldi. Ödemeyi vaktinde yapamadığı takdirde -ki çoğunlukla böyle olurdu- borcu ödeyen sarraf onları ve gelirlerini kontrol altında tutmaya başlardı. Böylece hem halk, hem de beyleri, paşaları, ayanları ile dolaylı olarak devlet hazinesi, sarrafların ipoteği ve kontrolü altına girmiş oluyordu89. XVIII. yüzyıl ortalarında artık müesseleşmeye başlayan bu iki zümrenin de başkentte, hatta sarayda güçlü lobbyleri oluşmuştu. Maliyenin dikiş tutmaz hali yüzünden, özellikle XIX. yüzyıl ortalarına doğru devlet de, para piyasasını tamâmen sarraflara ve bankerlere teslim etmek zorunda kalmıştır ki bunların çoğunluğunu da Ermeni Milleti’nden sarraflar oluşturmuştur90. Elçilik ve Konsolosluk Hizmetlerinde Ermeniler ve Beratlı Tüccarlar XVII. yüzyıl dan itibaren Osmanlı ticaretindeki mevcudiyetlerini genişletmekte ve diplomatik desteklerle büyümekte olan Avrupa ticaret kumpanyalarının, doğal aracılar olarak Ermenilere yöneldiklerine ve böylelikle onların ticaretteki rollerinin daha önemli ve etkin hale gelmesine katkı sağladıklarına değinmiştik. XVII. yüzyılın sonlarında Fener Rumları ve İstanbul, İzmir gibi kentlerin Ermenileri o zamana kadar elçiliklerde tercüman olarak çalışan dönmeleri ve Levantenleri tedricen de olsa bertaraf etmişler, bu sahada da egemen konuma yükselmişlerdir. Suriye, Lübnan gibi yerlerin dini görevlilerinin veya zengin Ermeni ailelerin çocuklarının uzun süreden beri eğitim için Fransa ve İtalya üniversitelerini özellikle Padova’yı tercih etmeleri adeta bir gelenek haline gelmişti91. Bu suretle bunlar, hem dil hem de entelektüel bakımdan yeni batılı fikir ve usullere 89 Devlet zaman zaman bu sarrafların iltizama aldıkları yerlerin halklarını ezmeleri ve yüksek faizlerle onları güç duruma düşürmeleri karşısında tedbirler almak gereği duyuyordu. Çıkan fermanlar borçluların faiz yükünü kaldırarak sadece sermayeyi ya da ana parayı ödemeleri gerektiğini söylüyordu. Başta III. Mustafa olmak üzere bu dönemden sonra pekçok padişah, haddi aşan ve ödenmesi imkansız hale gelen faizler ve bu yüzden iflas eden tüccarlarla ilgili hatt-ı hümâyunlar kaleme almak zorunda kalmışlar, faizlerin indirilmesini ya da borçların bir kısmının silinmesini istemişlerdir. Nitekim “III. Selim zamanında kaleme alınan en önemli ıslahat lâyihalarından olan Tatarcık Abdullah Molla Layihası’nın üzerinde önemle durduğu problemlerden biri sarraf ve mültezimler arasındaki ilişkiler ve anlaşmalar yüzünden reayanın ezilmesi, hatta soyulmasıydı. Mültezimler iltizâmı alabilmek için sarraflara yüksek faizle borçlanıyor ve acısını reayadan çıkarıyordu.” Konu ile ilgili ayrıntılar için bkz. Yavuz Cezar, Osmanlı Mâliyesinde Bunalım ve Değişim Dönemi, (XVIII. yüzyıldan Tanzimata Mâlî Tarih), İstanbul 1986, s.145-149. 90 Berkes, a.g.e., s.99-103. 91 Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Çev. Metin Kıratlı, Ankara 1988, s.63-448. 204 Öğr. Gör. Mesut AYDINER âşina oldukları hatta bunları yaydıkları gibi, Batıya açılan devlet kademelerinin, elçiliklerin ve üst düzey Osmanlı idarecilerin de aranan elemanları haline gelmişlerdi. Bunlardan pek çoğu Avrupalı elçilikler ve konsolosluklardaki görevlerinin yanı sıra kendilerine önemli ticârî ve mâlî ayrıcalıklar sağlayan beratlar da elde etmişlerdir. Başlangıçta yerli tercümanlara ve konsolosluk memurlarına, seyyar yabancı tüccarlara bazı muafiyetler tanımak hatta korumak amacıyla verilen bu beratlar, gittikçe artan sayıda yerli Gayrimüslim ve özellikle Ermeni tâcire de ihsan edilmiş, hatta satılmıştır92. Onlar da bu yolla ayrıcalıklı ve himâyeli bir statü kazanma imkânını sonuna kadar akılcı ve gayet iyi bir şekilde kullanmışlardır. Belirli bir şart ve ücret karşılığı verilen bu beratlar önemli kanuni, ticârî, mâlî ayrıcalık ve muafiyetlerle birlikte Avrupa ile ticaret yapma tekelini de beraberinde getirmiş, Osmanlı Gayrimüslimlerine yabancı ve yabancı himayesindeki tüccarlarla rekabet etme imkan ve yeteneği sağlamıştır. Böylece Avrupa Tüccarları diye tanınan yeni bir imtiyazlı sınıf oluşmuştur93. Bu konumdan daha çok yararlanan sınıf ise, zaten banker ve sarraf olarak iyi bir yer ve para tutmuş olan Ermeni cemaati olmuştur. Rumlardan daha güvenilir, Yahudilerden daha çok eğitim görmüş olduklarından, bu döneme kadar daha ziyade bu iki unsurun elinde bulunan mevkilere gelmişler ve bu dönemden sonraki ticârî ve sınâî gelişmelerde büyük rol oynamışlardır94. Bu dönemde gerek elçilik ve konsolosluklarda görev yapan Ermeniler, gerekse beratlı tüccarların durumu da özellikle dikkat çekmektedir. Ermenilerin tercüman olarak çalışmalarına müsaade edilirken, beratların alınıp satılmasına ve beratlı tüccarların Osmanlı Ekonomisine zarar verecek şekilde çoğalmasına da müsaade edilmemeye çalışılmıştır. Nitekim bu konuda bu dönemde yazılan pek çok emir ile tercümanların ve beratlı tüccarların tesbiti ve ayıklanmasına dair çalışmalar vardır95. Bu dönemde 92 Halil İnalcık, “İmtiyazat”, DİA, C. XXII, s.246-252. 93 XIX. yüzyıl başında berat sistemi Müslüman tâcirleri de kapsamına almış ve Hayriye Tüccarları birliği oluşturulmak istenmiştir ancak hiçbir zaman tüccar sınıfında gayrimüslim hâkimiyetini kıracak seviyeye ulaşamamıştır. Bu dönemdeki durum ve konu hakkında detaylı bilgi için bkz. Ali İhsan Bağış, Osmanlı Ticaretinde Gayr-i Müslimler: Kapitülasyonlar, Beratlı Tüccarlar, Avrupa ve Hayriye Tüccarları (1750-1839), Ankara 1983. 94 H.A.R. Gıbb & Harold Bowen, Islamıc Society and the West, I/2, (Islamıc Society in the Eighteenth Century) Londra 1957, s.233 vd.; Albert Hourani, “The Changing Face of the Fertile Cressent in the XVIII th Century”, Studa İslamica, VIII (1967, s.103 vd.; Lewis, a.g.e., s.448-450. 95 Reisülküttab Efendiye, Müste’men taifesinin zâbıta-ı nizamları hakkındaki buyruldu (Osmanlı reayasından hiç kimsenin ecnebî bayrak altında çalıştırılmaması), Hırıstiyan devletlerin tercümanlarının isimlerinin tespit edilmesi (Halep, İzmir, Mora, Trablusşam, Sayda, 205 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER özelikle dikkat çeken tercümanlardan bazılarını ve çalışmalarını şöyle sıralamak mümkündür: İsveç elçiliği baştercümanı olan Hagop Camcıyan gerek entelektüel ilgileri ve çalışmaları ile, gerekse mesleki kıdemi ile dönemin dikkat çeken bir simasıdır. Hagop kensininin çok iyi bir dostu olan Patrik Hagop Nalyan’ın (1706-1764) teklifi ile beş altı eseri Fransızca, İtalyanca, Yunanca ve Latince’den Ermenice’ye tercüme etmiştir. Yine Patrik Nalyan için Newton’un (1642-1721) fiziğe ve felsefeye dair iki eserini Fransızca’dan çevirmiş ve Nalyan’a ithaf etmiştir96. 1695 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Camcıyanlardan Hagop, ailenin en tanınmış üyelerindendir. İstanbul’da Latin misyonerlerinden ciddi eğitim alan ve dil öğrenen Hagop, Paris dönüşünde 1725 yılında İsveç Elçiliği tercümanı olarak göreve başlar. 1775 yılında vefatına kadar bu görevi başarı ile sürdüren Hagop, mesleki kıdemi, entelektüel ilgileri ve geniş bilgi birikimi ile diğer elçiliklerdeki çalışanlar ve Osmanlı devlet ricali ile iyi ilişkiler kurmuştur. Muhtemelen Camcıyan’ın himmetiyle, H. 1171’de (M.1757) Ermenilere ait ilk takvim de neşredilmişdir97. İyi bir Katolik olmasına rağmen Ermeni Patrikleri ile de dost olan Hagop, gerek Ermeni cemaatinden gerekse ailesinden bazı fertlerin Elçilik görevlerinde vazife almalarına yardımcı olmuştur. Camcıyan ailesinden bazı fertler elçilik beratlı tüccarlar olarak İpek Böceği tohumu ve hububat ticareti ile de uğraşmışlardır. Fransız sefarethanesinde çalışan Bağdasar ve yüzyıl başlarındaki Serkis Saatçi’den sonra, yüzyılın ortalarına doğru İstanbul’daki Ermeni tercüman ve Elçilik Beratlılarının sayısı hızla artmış ve zaman zaman Draç, Yanya, Kıbrıs, Girit, Sakız, Galos, Mısır, Boğazhisarı’na suret yazılması); Galata kadısı, Voyvodası ve Topcu başısına hüküm: Osmanlı teb’asından olanların bazı vergilerden kurtulmak için konsolosluk taraflarına iltica keyfiyetinin rabt-u zabt altına alınması ilgili olarak bkz. BOA, MD, 161 ilk hükümler; Ayrıca bkz. İngiltere Nişan BOA ADVN-DVE, 35-1; BOA, B.Asafî, A.AMD, 12/10; BOA, A. E. III. Mustafa, nr. 4881; BOA, MD 160, s.4; A. Refik, a.g.e., s.227-228. 96 Uzun yıllar Ermeni Patrikhanesi Kütüphanesi’nde görev yapan değerli alim ve yazar Kevork Pamukciyan, Hagop’un Nalyan’a ithaf ettiği Newton Felsefesi ile ilgili eserin çevirisinin Patrikhane Kütüphanesi’nde el yazması olarak halen mevcut olduğunu ve Kütüphane Defterine 55 numara ile kayıtlı olduğunu belirtir. Kevork Pamukciyan, Zamanlar, Mekanlar, İnsanlar, Haz. Osman Köker, İstanbul 2002, s.64-67. 97 H. 1171 (M.1757) Bu sene milletimizin ilk takvimi rahip Hagopos Camciyan’ın himmetiyle neşredilmeye başladı. Kevork Pamukciyan, İstanbul Yazıları, Bir Ermeni yıllığından naklen, s.26; Hagopos isminden dolayı bu Camcıyan’ın himmetiyle neşredildiğini belirttim ancak bu dönemde Rahip Mikayel Camcıyan isimli bir tarihçinin de bulunduğunu ifade etmek isterim. Karışıklık varsa ve düzeltme lütfunda bulunan olursa şimdiden teşekkür ederim. 206 Öğr. Gör. Mesut AYDINER bunlarla ilgili düzenlemelerin yapılması gündeme gelmiştir98. Ünlü Ermeni yazar ve tarihçilerinden Eremya Çelebi’nin kardeşi, Papaz Gomidas Kömürcüyan’ın torunu, Sicilya Krallığı elçiliği tercümanı Hovhannes Kömürciyan’ın (l708-1763) oğlu Kozmas Kömürcüyan da bu dönemde İspanyol tercümanlarından idi99. Kayserili Bedros Baronyan ise Sicilya Baştercümanı idi. Yine bu dönemde D’ohsson’un (Muradcan Tosunyan) babası Ohannes Muradcan’ın İzmir’de elçilik tercümanı olduğunu, kendisinin de 1763 yılında tercüman olarak İsveç Konsolosluğu’nda göreve başladığını anmak faydalı olacaktır100. Yine gayrimüslimlerden bir tercümanın casusluk yaparken tebdil gezen padişaha yakalandığını ve idam edildiğini biliyoruz101. 98 Halep valisi Sadr-ı esbak Abdullah Paşaya ve Halep kadısına: Emr-i ticâretin teksir ve revaç bulması için konsolosların ikâmetine müsâade olunup, tercüman ve iki hademesi haricinde hiçbir Osmanlı ve reayasının konsolosluklara duhul etmemesine ve diğerlerinden her türlü tekalif ve resm-i gümrüğün tahsiline çalışılmasına, bir sureti İzmir, Selanik, Mora, Sayda, Trablusşam, Yanya, Kıbrıs, Ağrıboz, Kandiye, Sakız, Boğazhisar, Mısır, İnebahtı vesaireye yazılan hüküm için bkz. BOA, MD 161, 17 vd.; Halep’teki reayadan olup İngiltere, Fransa, Flemenk ve Venedik konsolosluklarında cizyeden kaçmak için görevlendirilenlerden beratları olanların dışındakilerden cizye ve diğer tekaliflerin tahsil edilmesi gerektiği hakkında bkz. BOA, MD 162, 1316 ve 1318 numaralı hükümler; Ankara Mutasarıfı ve Naibine: Konsoloslarda çalışan tercümanların iki hizmetkarı dışında Osmanlı reayasının mezkurların maiyetinde müstahdem iddasıyla tekaliften muaf ve Frenk kıyafeti ile gezmelerinin yasak olduğu, bu hususun teyit ve tenbihine dâir BOA, MD 162, nr. 60; Halep Kadısı ve Mütesellimine, Müste’men tüccar taifesinden Darü’l-islam’da evlenip emlak, arazi ve akar tasarruf edenler, evlenmeyip emlak ve arazi tasarruf edenler, yalnız evli olanlar olmak üzere üç sınıf halinde isimleri, mahalleri, ikamet müddetleri ve tasarrufunda olan emlak, arazi ve sairesi bir ferd dışarda kalmamak üzere defterlerinin hazırlanmasına, paraya tamah ile emrin suistimal olunmamasına dâir. Birer suretleri İzmir, Selanik, Mora, Trablusşam, Şam, Yanya, Kandiye, İnebahtı, Sakız, Boğazhisar, Mısır, Ankara’ya, BOA, MD 162, nr. 600. 99 Kozmas Gömidas Kömürciyan (1749-1805’ten sonra), 1749’da Beyoğlu’nda doğup 29 Ekim 1805’ten sonra, muhtemelen yine orada ölmüştür. Eremya Çelebi’nin kardeşi, Ermenilerce şehit kabul edilen Gömidas Kömürciyan’ın (1656-1707) torunu ve Sicilya Krallığı İstanbul Sefarethanesi’nin tercümanı Hovhannes Kömürciyan’ın (l708-1763) oğludur. Kendisi de, önce Sicilya’nın ve sonra da İspanya’nın İstanbul elçiliği tercümanlığını ifa etmiştir. Batılılarca, Kömürciyan’ın İtalyanca tercümesi olan Carbognano soyadı ile tanınmıştır. Descrizione Topogrofica di Costantinopoli (İstanbul’un Topografik Tasviri) adlı kıymetli eseri, 1794’te İtalya’nın Bassano şehrinde basılmıştır. Metin kısmı 80 büyük boy sayfadır. Sonunda da kendisi tarafından çizilen, İstanbul ve civarından 26 plan mevcuttur. Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.17. 100 Beydilli, a.g.m., s.496. 101 “Ve bir tercüman kefereyi padişah tebdil görüp, hâlini tefahhuz buyurdukda, kibar konaklarına girüp-çıkup nakl-i kelâm ettiği ma’lûm olmağla Yalı-köşkü’nde Huzûr-ı hümâyûn’da katl olundu. Bu nakl-i kelâm hususu yalnız tercümanlara ait değildir. Kefere-i etibbâ ile sarraflar dahi müşterektir.” Şemdânizâde, II-A, s.37 207 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu dönemin imtiyazlı ve beratlı tüccarları arasından öne çıkmış birkaç tanesini daha zikrederek bu bölüme son verelim: Osmanlı’da özellikle gayrimüslimler arasında bazı zenaatler nesiller boyu tamamen bir ailenin mesleği olarak bilinir ve neredeyse onların tekelinde kalırdı. Bu dönemden kalanlardan olarak bilinen ve hâlen faal olan zil yapımcısı Zilciyan ailesi bunun tipik örneklerinden birini oluşturmaktadır102. Yine 1750’lerde önemli bir tüccar olan bezirgan Hovseb Amira ve şirketi, İngiltere’den saat ithali ve bunların tüm ülkede dağıtım ve satışı konusunda tekele sahipti. Noratunkyan ailesi ise ordunun ekmek ihtiyacını karşılayan bir başka tekel durumunda idi103. Dönemin Sanatkar Zenaatkar Ermenileri Bu tarihlerde İstanbul’da dokumacılıkla uğraşan Ermeni ustalar Kuzguncuk’ta yeni bir nakışlı basma îcâd etmişler ve buraya küçük bir imâlathâne kurmuşlardı. İmalathaneyi Kayserili Serkis Kalfa isimli biri yaptığından, üretilen yeni çeşit basma daha çok Serkis Kalfa Basması olarak adlandırılmıştı. Bu dönemde dokuma sanayini geliştirmek üzere girişilen faaliyetlerden olmak üzere, Ayazma Camii vakıflarına ait dükkanların bir kısmı da bunlara verilmiş ve burası adeta bir dokumacılık merkezi haline getirilmek istenmişti. İşte Serkis Kalfa İmâlathânesi de burada, adı geçen kalfanın torunları ve diğer meslektaşları tarafından uzun yıllar işletilmiştir104. Bölgenin dokumacılık merkezi haline getirilmesi konusunda yapılan aşı tutmuş, ilerleyen yıllarda da bu bölgede dokuma üretimi devam etmiştir. Nitekim bir dokuma çeşidi olarak Üsküdar çatmaları çok tutulmuş, III. Selim döneminde de yine burada dokunan kumaşlardan SelîmîSelimiye adı verilen kumaşlar tüm dünyada meşhur olmuştur105. Yine bu dönemde bürüncük bükücü esnafları olarak tabir edilen esnaf gurubu içinde de Ermenilerin önemli bir yer işgal ettiklerini biliyoruz. Hatta bunların hayli güçlü bir lobi oluşturarak lonca kethüdasının rızası dışında, ‘nizâm-ı 102 İlk olarak Samatya’da üretilmeye başlayan Zilciyan zilleri XVIII. yüzyılın özellikle ikinci yarısında müzisyenler arasında pek tutulur olmuştur. Şu anda merkezi Amerika’da olan şirket bu ülkede faaliyet gösteren en eski şirketlerden olarak ün kazanmış durumdadır. Yarman, a.g.e., s.42. 103 Göçek, a.g.m., s.558. 104 İncicyan, a.g.e., s.133. 105 “1758’de Ayazma camii vakfına ait dükkanlarda kurulan dokuma atölyelerinde üretilen ve Selîmiye adıyla tanınan, boyuna yollu, genelde kılapdanla dokunmuş spiral dal üzerinde stilize çiçek motifleri ile süslü kumaş türünü,n XIX. yüzyılın sonuna kadar Türk kumaşının temsilcisi olduğu söylenebilir.” Nevber Gürsu, “Kumaş”, DİA, C. XXVI, s.369. 208 Öğr. Gör. Mesut AYDINER kadîme ters şakird çıkarmak’ ve bazı yeni gruplar teşekkül etmek istediklerini belgelerden öğreniyoruz. Mesela sekiz Ermeni usta kendi aralarında diğer zimmilerle de anlaşarak birbirlerini kollamak, ‘yekdiğerine gadr u te‘addî ve tecâvüz etmemek üzere kavl ü ittifak etmişler ve aralarında ahidleşerek’ Kethüda’ya muhalif bir oluşum içine girmişlerdir. Bu gruptan Agam, Ağya, Simcioğlu Serkis ve Lefter yekdil olmuşlar ve kethüdaları Mustafa’yı sıkıştırmaya başlamış, onun rızası dışında dükkan açma, ustalık, kalfalık ve çıraklık verme gibi faaliyetlerde bulunmuşlardır106. Bu dönemde gerek eserleri gerekse faaliyetleri ile öne çıkmış pek çok Ermeni arasında önemli bulduğumuz bazı simalar hakkında kısa kısa bilgiler verip konuyu nihayetlendirelim. Bu isimler arasında üç padişaha Saray Ressamı olarak hizmet verecek olan sanatçı Rafael Manas’ı özellikle anmak gerekir. Rafael Manas (ö. 27 Ocak 1780) gerek kiliselerde muganni kadrosunda gerekse I. Mahmud, III. Osman ve III. Mustafa dönemlerinde sarayda ressam olarak hizmet vermiş ve III. Selim’i babası III. Mustafa ile birlikte resmettiği tablo, pek çok albüme geçmiştir. Tanburî Rafael veya Dâhî ressam olarak da anılan Rafael’in Osmanlı toplumunun değişik tiplerini resmeden başarılı tabloları da vardır. Balyan, Dadyan, Düzyan ve Tıngıryan ailelerinden sonra İstanbul’daki büyük Ermeni ailelerinden biri olan Manas ailesinin bilinen en eski üyelerinden biri olarak kabul edilir. Saray ressamları, sanatçılar ve hariciyeciler dâhil olmak üzere bu aileden XX. yüzyıla kadar pek çok üst düzey Osmanlı Devlet Adamı çıkmıştır107. Yine bu isimler arasında Patrik Krikor Basmaciyan da önem taşımaktadır. l715‘te Samatya semtinde doğup, 22 Haziran 1791‘de Trieste‘de vefat etmiştir. 1764-1773 yılları arasında İstanbul Ermeni Patriği olmuştur. Eski kaynaklarda Asdvadzaduryân soyadı ile zikredilen Basmacıyan Hişadagaran (Muhtıra) adlı kronolojisi ile tanınmıştır. Eserin 149 sayfalık muhteviyatında İstanbul‘da o dönemde geçen bazı vakalara da yer verilmiştir108. Bu dönemin önemli isimlerinden biri de Sarkis Sarraf-Hovhannesyan’dır. Yaklaşık 1740’ta Balat semtinde doğup, 7 Mart 1805’te orada ölmüştür. 106 Kadim nizamlara muhalefetin önlenmesine dâir İstanbul Kadısına yazılan 1172 tarihli hüküm için bkz. Ahmet Kal’a-Ahmet Tabakoğlu, İstanbul Ahkam Defterleri/İstanbul Esnaf Tarihi, İstanbul 1997, s.220; Yine bu dönemde çeşitli loncalardaki Ermeni esnaflarla ilgili çeşitli hükümler için bkz. s.151, 202, 212, 213, 232, 233, 328- 330 vd. 107 Kevork Pamukciyan, DBİA, C.V, s.286-287; Yine bu dönemde kilise iç duvarlarını resmeden Kayserili Esai isimli bir ressamın da ünlü olduğu ve ağabeyi Barseğ’in III. Ahmet ve I. Mahmud döneminde saray ressamı olarak çalıştığı ve padişah portreleri yaptığı belirtilir. İncicyan, a.g.e., s.102; Yarman, a.g.e., s.62. 108 Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.16. 209 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Telif ettiği başlıca iki eserinden biri, Ermenice Osmanlı Tarihi, ikincisi ise Vibakrutyun Gosdantnubolso (İstanbul Tarihi) adlı çok kıymetli çalışmasıdır ki, XIX. yüzyılın başlarında kaleme alınmıştır. 74 büyük sayfadan ibarettir109. Dönemin bir diğer önemli ismi ise Rahip Mikayel Camcıyan’dır. Venedik Mıkhitaristler tarikatına mensup ünlü bir tarihçidir. 4 Aralık 1738’de İstanbul’da doğmuş, 30 Kasım 1823’te vefat etmiştir. 1784, 1785 ve 1786 yıllarında, Venedik‘te basılan üç ciltlik Badmutyun Hayots (Ermeniler Tarihi) adındaki büyük eserinde, İstanbul Tarihi ile ilgili bahisler de mevcuttur. Pamukciyan, bunlar arasında en önemlisi İstanbul‘un Fethi’ne hasredilen kısımdır (c. III, s. 492-500) der110. Bu dönemin en önemli Ermeni simaları arasında Râgıb Paşa’nın kuyumcusu Kuleliyan’ın damadı, Osmanlı Tarihi’ne ait büyük eseri ve İsveç Devleti elçiliği ile tanınan d’Ohsson’u da (Muradcan Tosunyan) zikretmek gereklidir. Ancak onun hakkında pek çok nitelikli araştırma yapıldığından burada detaya girilmeyecektir111. İstanbul’a matbaa kuran ve tercüme faaliyetleri ile uğraşan Tibir ailesi fertlerini ve Bağdasar Tibir’i (16831768), Hekim ve müellif Garabed’i, Samatyalı Hekim Asadur oğlu Hekim Arzuman’ı (ö. 1771), Müellif Tibir Gaseryan’ı (öl. 1782), yine mütefekkir, edip ve müderris Kevork Gaseryan’ı (öl. 1766) da dönemin önemli simaları arasında sayabiliriz112. Bu dönemde doğmuş, şahıs olarak doğrudan bu dönemi ilgilendiren isimler arasında yer almasa bile yazdığı eseri ile bu dönem hakkında kıymetli bilgiler veren İnciciyan’ı da bu bölümde önemle zikretmek gereklidir. Rahip Ğugas İnciciyan, Venedik Mıkhitarist rahiplerinden olup coğrafyacılığı ve tarihçiliği ile özellikle dikkat çekmiştir. 1758’de İstanbul’da doğup 2 Temmuz 1833’te Venedik’te, San Lazzaro Manastırı’nda vefat etmiştir. İnciciyan İstanbul ve tarihi hakkında üç eser bırakmıştır. Birinci109 Pamukciyan, İstanbul Yazıları, aynı yer. 110 Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.17. 111 Muradcan hakkında yetkin çalışmalar için bkz. Kemal Beydilli, “Ignatius Mouradgea d’Ohsson (Muradcan Tosunyan): Ailesi Hakkında kayıtlar, Nizâm-ı Cedîde Dâir Lâyihası ve Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Siyâsî Hayatı”, İ. Ü. E. F. Tarih Dergisi, (1983–84), S. 34; a. mlf., “D’ohsson, Ignatius Mouradgea”, DİA, C.IX, s.496-497; Jamgocyan, “I.M. d’Ohsson un Armenian Au Service De La Diplomatie Ottomane”, Historie Economique Et Sociale De l’Empire Ottoman Et DeL Turquie (1326-1960), Ed. Daniel Panzac, Paris 1995, Collection Turcica C. VIII, s.619-629; Carter V. Findley, www.oslo2000.uio.no/program/ papers/m1b/m1b-findley.pdf 112 Pamukciyan, a.g.e., s.165 vd. 210 Öğr. Gör. Mesut AYDINER si, 1794’te Venedik’te neşredilen Amaranots Püzantyan (Bizans‘ın Sayfiye Yeri) adlı kitabıdır ki, son zamanlarda gazeteci Hagop Sıvaslıyan tarafından Türkçe’ye çevrilerek tefrika halinde, Bonkör (Mücadele) adlı haftalık gazetede neşredilmiştir. İkincisi, 1804‘te Venedik‘te basılan „İstanbul Tarihi“dir ki, Hrand-Der-Andreasyan tarafından yapılan Türkçe tercümesi 1956 ve 1976 yıllarında iki defa, 18.Asırda Istanbul adıyla İstanbul‘da basılmış ve bu makele hazırlanırken eserden çok istifade edilmiştir. İnciciyan’ın üçüncü eseri ise 1826-1828 tarihleri arasında sekiz cilt olarak neşredilen Tarabadum (Asrın Tarihi) isimli büyük eserdir. Ciltlerden dördünde İistanbul Tarihini içeren birer bab mevcuttur113. Bazı Semtlerin Ermenilere Tahsisi ve Cemaatin Dîni Durumu İle İlgili Tutumlar İncelediğimiz dönemde devletin geneline hâkim olan hoşgörü ve barış havası gayrimüslim halklara da fazlasıyla yansımıştı. Ancak uzunca bir süredir, öncelikle İtalyan daha sonra Fransız Misyonerlerin Ermeniler arasına adeta akın etmesi ve Gregoryen/ Ortodoks Ermenileri Katolikleştirme faaliyetleri her şeyden önce cemaati çok rahatsız ediyordu. Avusturya, İtalya ve Fransa’nın zaman zaman resmi kanallardan da müdâhil olduğu bu mezhep çekişmeleri, hatta kavgaları, Osmanlı idaresini ve Ermeni Milletini uzun yıllar meşgul etmişti. Özellikle Lübnan ve Suriye’den papazlar sürekli İtalya’ya (çoğunlukla Mikhitarist Ermenilerin merkezi haline gelen Venedik’e) gidiyor ve orada okuyup, yetişip dönüyor, cemaat içinde Katolikliği yaymaya çalışıyorlardı. Kudüs’te Gregoryen Ermenilerin hakları ellerinden alınmaya çalışılıyor, kiliselerine müdahale ediliyor ve onlara eskiden beri tanınan ayrıcalıkların diğer hristiyanlara da tanınması konusunda baskı yapılıyordu. Özellikle Kudüs Kamâme kilisesi ile ilişkili konuların da dâhil edildiği bu karışıklıklar, yabancı devletlerin de ilgisini bölgeyea çekiyor ve gerek İstanbul’da patrikhane, gerekse Kudüs Ermeni patriği, olaylar yüzünden zor durumda kalıyordu. Şikayetlerin artması ve problemlerin büyümesi üzerine, Kudüs’te görev yapmış ve kendisi de mezhep çekişmeleri yüzünden 1749’da patriklikten istifa etmek zorunda kalmış olan Nalyan’ın da isteği ile devlet duruma il koydu. Kudüs Kilisesi ile ilgili yetki bu dönemde doğrudan İstanbul’a bağlanmış ve bölgeye, Er- 113 Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.17 vd. 211 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER menilerin rahatsız edilmemesinin istendiği bir ahidnâme gönderilmiştir114. Yine Patrik Nalyan’ın başvurusu üzerine, Kudüs’e giden hacı adaylarının gidiş-gelişlerinde kendilerine zorluk çıkarılmaması hakkında bir ferman da verilmiştir115. 1764 yılında yakalandığı verem hastalığından kurtulamayarak vefat eden Nalyan’ın yerine atan Basmacıyan’ın şahsında Ermeni Patrikhanesi’ne verilen beratta ilk kez geçen altı cemaat tabiri ile de Patriğin tüm Ermeniler üzerinde söz sahibi olduğu ilan edilmiş ve mezhep tartışmaları ile ilgili olarak patriklik makamı desteklenmiştir. Nitekim Golod ve Nalyan döneminde, misyonerlik faaliyetleri ile ilintili olarak yurtdışından gelen pek çok dîni kitaba karşı, pek çok Ermeni din adamı ve matbaası da faaliyete geçirilmiş ve yüzlerce eser basılarak Ermeniler dini ve kültürel konularda aydınlatılmıştır116. Çalışmalar sadece İstanbul eksenli kalmamış, bu bağlamda İzmir’de de ilk kez Ermeni matbaası faaliyete geçirilmiştir(1759)117. Bu dönemde başta zengin Ermeni sarraflar olmak üzere, üst düzey Ermeniler ve amiralar da kendi içlerinde görüş ayrılıklarına düşmüşler ve önceleri kimi Katolikliğe sonraki yıllarda da kimileri Protestanlığa meyletmişlerdi. Özellikle devletin resmî muhâtabı olan patrikhane sık sık sadrazama ve reisülküttaba müracaat ile bu tür faaliyetlerin önüne geçilmesini istiyor ve misyonerlerin cezalandırılması talebinde bulunuyordu. Bu tür meseleler divana intikal ettiğinde patrikliğin meselelerinin biran önce çözüme kavuşturulması için ilgililere emir gönderiliyordu118. Ancak Katolik Ermenilere de ilk defa bu dönemde resmen bazı haklar verilmiş, 114 Kudüs ve çevresindeki Ermenilere Hz. Ömer ve Melik Selahaddin Eyyûbî zamanlarında tanınan ayrıcalıklar gereği kilise, manastır ve ziyâretgâhlarına asla ve kat‘a müdâhale olunmayıp, Yavuz Sultan Selim, Kanûnî Sultan Süleyman, I. Mahmud gibi padişahlar tarafından sâdır olan fermanlar gereği haklarının ellerinden alınmaması, bölgedeki Ermeni halkın ibadetlerini özgürce ve birbirlerini rahatsız etmeden gerçekleştirebilmeleri hususunda yazılan 29 Safer 1171 tarihli Kudüs Ermenileri ile ilgili ahidnâme için bkz. BOA, MD 159, hk. 343/1 115 Tuğlacı, halen patrikhane arşivinin Ermenice harflerle fermanların orijinallerini içeren bölümünde Kudüs’e ait 2653 sayılı defterde 2 Zilkade 1171 (1758) tarihli bu fermanın da yer aldığını belirtir. a.g.e, s.324. 116 Bu dönemde sadece Nalyan’ın destekleri ile 60 kadar Ermenice kitap basılmıştır. Tuğlacı, a.g.e., s.323. 117 Tuğlacı, a.g.e., s.348. 118 Ermeni milletinin arasındaki Frenk maddesinin gittikçe ziyâdeleşip Ermeni erkek ve kadınlarının Frenk kiliselerinde icrâ-yı ayin yaptıkları ve Frenk dinine duhûl ettikleri görüldüğünden daha önce verilen emir-i şerif mucibince bu tür olayların önüne geçilmesine dâir Yeniçeri Ağası ve Galata Voyvodasına yazılan hüküm için bkz. BOA, MD 161, hk. 656. 212 Öğr. Gör. Mesut AYDINER Beyoğlu’nda bir kiliseyi merkez olarak kullanmalarına müsaade edilmişti. Her ne kadar devletin resmi tutumu bu işlere pek karışmamak ya da şikayet vukûunda dâhil olmak şeklinde tezâhür etse bile, Ermeni cemaatine âit problemlerle sık sık ilgilenmek durumundaydı119. Kiliselerin tamiri, yenilenmesi veya genişletilmesi divan kararı ile mümkün olduğundan bu tür talepler genellikle boş çevrilmemiş ve başta Ermeni cemaati olmak üzere gayrimüslim tebanın istekleri konusunda devlet elinden gelen yardımı yapmıştır. Ankara’da, Eğin’de, Kayseri’de, Adana’da hatta İsmail’de Ermenilere ait pek çok kilise tamir veya yeniden inşa edilmiş, 1761’deki tamir sırasında Kayseri’deki Surp Garabet kilisesine takılan sedef kakmalı kapı ve koyulan kürsü günümüze kadar gelmiştir120. Ermeni cemaati bu dönemde gerek dini gerek sosyal bazı önemli ayrıcalıklara kavuşmuştur. Bu tür bazı önemli çalışmaları da şöyle sıralamak mümkündür: Vaktiyle küçük bir Bizans limanı ve geniş bir körfez olan Yenikapı, III. Mustafa zamanında Râgıb Paşa sadaretinde yapılan Laleli Camiinin inşası sırasında çıkarılan büyük kayalar ve molozlarla doldurulmuştu121. Diğer boşlukları büyük paralar harcanarak adalardan getirtilen muazzam taşlarla doldurulan bu alana sert dalgaları önlemesi için bir de set yaptırılmıştı122. Kumkapı ile Yenikapı arasında meydana getirilen bu geniş alan, iskân yeri olarak, sadece ve tamamen Ermenilere tahsis edilmiş ve başkaların buraya yerleşmelerine pek izin verilmemiştir. Buradaki Ermenilere şehrin birçok bölgesindeki uygulamanın aksine, inşaat konusunda da bazı ayrıcalık ve kolaylıklar sağlanmıştır. Mesela komşularının şikayeti olmadığı takdirde, Ermeniler hiçbir kayda tâbi olmaksızın evlerini istedikleri yükseklikte ya119 Ermeni Patriğinin “İhtilal sebebiyle İran’dan kaçan Ermenilerden bazıları hırsızlık yaparak bazıları yerli Ermenileri rahatsız ederek, bazıları Rumeli’ye geçmeye çalışarak İran ile aramızı bozar hale gelmesin” diye şikayet etmesi üzerine yazılan 20 Ca 1171 tarihli ilginç hüküm için bkz. BOA, MD 161, hk.82/1. 120 Yanan kilise ve havraların tâmirine ve yenilenmesine izin verildiğine dâir, bu konuda kadimden bu yana gelen güzel uygulamaların da zikredildiği 10 Safer 1171 tarihli güzel bir hüküm için bkz. BOA, MD 160, 198/2; Meselâ yine İstanbul’a bir hayli uzak olan İsmail Geçidi‘nde sâkin Ermenilerin kiliselerinin tamirine engel olunmamasına dâir hüküm bkz. BOA, MD 161, hk.1402-1408; Kayseri kilisesi ile ilgili olark bkz. Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.XLV. 121 “Sultan Mustafa Laleli Camii’ni inşa etmeye başladı. Oradan çıkan toprakla Yenikapı’daki sahili doldurdu. Önce bir minare yaptı ve Gazi olduktan sonra da ikinci minareyi ilave etti.” (Ancak buradaki 1177 tarihi caminin açılış tarihini gösterir.) Bir Ermeni yıllığından naklen Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.26 vd.; Gülsün Tanyeli, “Laleli Külliyesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, İstanbul 1994, s.196-197. 122 Yarman, a.g.e., s.31. 213 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER pabilmeye mezun olmuşlar, yangın vs. tehlikelere karşı ise mahallelerinde kendilerine mahsus gece bekçileri bulundurabilmişlerdir123. Böylece bu dönemde yeni olarak oluşturulan ve imâr edilen Yenikapı Ermeni Mahallesi, 22 sene sonra meydana gelecek büyük yangına kadar şehrin önemli Ermeni Mahallelerinden biri olarak kalmış, yangından sonra birçok ev neredeyse yeniden inşâ edilmiştir124. Bu dönemde bölgeye Ermeni eğitim kurumları açılması ve ilk gerçek ruhban okulu kurulması sayesinde, Üsküdar yöresi, XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren önemli bir Ermeni Kültür Merkezi haline gelmiştir125. III. Mustafa camisinin yanındaki bu bölgeyi de Ayazma camisi vakıflarında dokuma ustası olarak çalışan Ermenilere ve halka ihsan ettiği için, burasının adı günümüze kadar İhsaniye olarak kalmıştır126. Yine Hristiyan mezarlıkları içinde en genişi olan Taksim Pangaltı’daki 150 dönümlük Ermeni Mezarlığı da (Küristân-ı Ermeniyân)127 bu dönemde Ermenilere tahsis edilmiştir (21 Safer 1171-1758)128. 10 Mayıs 1762’de vuku bulan ve 24 saat süren bir yangında, Beyazıt’tan Kumkapı’ya doğru pek çok ahşap bina kül olmuş, şehirde büyük hasar meydana gelmiştir. Yangın, Kumkapı’daki Ermeni Patrikliği’nin bulunduğu kiliseye de sıçramış, avlusundaki Kudüs Patrikliği Vekalethanesi olan yapı kül olmuştur129. Gerek kilisesi, gerekse müştemilatı ve çevresi itibarı ile patrikhane olaydan büyük zarar görmüştür130. Patrik Nalyan’ın şahsi 123 Yenikapı’da denizden doldurma arsaya ve arsa üzerine inşâ olunan hamama bağlı olan suya dâir 1763 tarihli berat kaydı için bkz. İstanbul Su Külliyatı I. Vakıf Su Defterleri, Hatt-ı Hümâyun (1577-1804), Ed. Ahmet Kal‘a, İstanbul 1997, s.313-314. 124 İncicyan, a.g.e., s.4-5. 125 Tuğlacı, s.324; Tayran, a.g.m. 126 İncicyan, a.g.e., s.135. 127 Hagop Nalyan’ın önceleri burada medfun olduğu, daha sonra Şişli Ermeni Mezarlığı’ndaki Ruhaniler Mezarlağı’na nakledildiği belirtilir. Taksim ve bu mezarlık arasındaki saha 1802 senesinde büyük kısmı Rumeli’den ve yangından sonra Bursa’dan İstanbul’a sığınan Ermenilerin yaptıkları evlerle doludur. İncicyan, a.g.e., s.110; İstanbul Ermenilerinin bugün de yoğun olarak yaşadığı bölgelerden biri olan semt Kurtuluş adı ile anılır. 128 Tuğlacı, a.g.e., s.345. 129 Kumkapı Asdvadzadzin Kilisesi olarak bilinen kilise Şarapnel sokağındadır ve Patriklik katedrali olarak da nitelendirilir. 1718’de geçirdiği yangının ardından kısa sürede tamir edilmiş ve 1719’da ana Ermeni kilisesi olarak hizmete açılmıştır. 1762 yangınında tekrar yanmıştır. 1677’de kilisenin yakınında ve kontrolünde bir basımevi kurulmuş, özellikle Golod ve Nalyan zamanında çok sayıda Ermenice kitap basılmıştır. Pamukcıyan, İstanbul Yazıları, s.149. 130 Sarkis Tibir Ohannesyan’ın halen Venedik Mikhitarist Manastırı’nın el yazmaları bölümünde bulunmakta olan eseri (nr. 779), gerek Dersaâdet gerekse Dersaâdet Ermenileri hak- 214 Öğr. Gör. Mesut AYDINER dostu Sadrazam Koca Ragıp Paşa’nın desteği ile patrikhane çabucak tamir edilerek yeniden hizmete açılmış, bu onarım sırasında kiliseye bitişik ikinci bir bina daha inşâ edilmiştir131. Yine Taksim’de St. Antoine de Padoue kilisesi Conventuel rahiplerinin ruhban mektebi iken 1724 yılında kiliseye çevrilmiş ve 1762 yılındaki yangında o da yanmıştır. Yine bu dönemde özellikle Fransız Elçisi Verjen’in tavassutu ile manastırı ile beraber yeniden yapılmış ve öncelikle Katolik Ermenilerin hizmetine verilmiştir132. Yine Pera’da Eğin’li Bağdasar Amira Çerazliyan tarafından yaptırılan ahşap kilise de bu dönemde (1757-1758) hizmete açılmıştır133. Sarıyer Surp Asdvadzadzin Ermeni Kilisesi ise Yeniköy’de Salih Ağa sokağında Hz. Meryem’e ithaf edilmiş bir Gregoryen kilisesidir. Patrik II. Hagop Nalyan zamanında 1760 yılında Râgıb Paşa yardımları ile inşâ edilmiştir. Muhtemelen Yeniköy’deki kilise boğaz kıyılarında yazlıkları olan zengin Ermeniler için yapılmıştır134. Nalyan bu dönemde yine Alemdağ’da bir kilise açılmasına önayak olmuştur135. Şüphesiz gayrimüslimlerle ilgili bu hoşgörülü tutum ve ayrıcalıklar sadece Ermenilere mahsus kalmamıştır ancak bu durumdan en çok istifade eden Ermeniler olmuştur. Araştırmalarımıza göre bu dönemde Ermenilerle ilgili olarak kayıtlara yansıyan önemsiz ve olumsuz birkaç olay da meydana gelmiştir ki bunu da burada belirtmek yararlı olacaktır. Konu ile ilgili diğer detayları ilgili kitabımıza havale edip, sadece tipik bir örneği zikrederek konuyu bitirelim136. Olay Beşiktaş’ta Ermenilerin izinsiz olarak gerçekleştirdikleri bir kilise inşâ faaliyeti ve peşinden meydana gelen yıkımla ilgilidir. İstanbul’da Hibetullah Sultan’ın doğumu için düzenlenen emsâli görülmemiş 10 günlük donanma ve şenliklerin şamatasından yararlanan Ermeniler, dönemin hoşgörülü tutumundan da istifade ile bazı faaliyetlere girişmişlerdir. Ermekında önemli bilgiler içerir ve bu yangın ve sonuçları ilgili detaylar verir. Tuğlacı, a.g.e., s.324. 131 “Bu defa da, zamanın patriği, ünlü ilahiyatçı ve şair Başpiskopos Hagop Nalyan’ın (17061764) gayreti ve şahsi dostu sadrazam Koca Ragıp Paşa’nın (1669-1763) himmeti ile (kilise) onarılmıştır.” Pamukcıyan, İstanbul Yazıları, s.149 132 bkz. dn. 159’daki bilgi ve İncicyan, a.g.e., s.110. 133 Tuğlacı, a.g.e., s.346. 134 İncicyan, a.g.e., s.118. 135 Tuğlacı, a.g.e., s.324. 136 Tarafımızdan hazırlanan ve Osmanlı Ermenileri (1700-1830) ismini taşıyan eser basım aşamasında olup, en geç 2007 başlarında piyasaya arzedilmesi beklenmektedir. 215 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ni Patriği Nalyan ve Sarraf Agob’un gayretleriyle Beşiktaş’ta yapılan Surp Asdvadzadzin kilisesi izinsiz olarak gizlice ve alelacele bir faaliyetle genişletilmiştir. Ancak semtin Müslüman halkının yoğun şikayetleri ve durumun mahkemeye intikali üzerine III. Mustafa, mimarbaşına kilisenin bazı eklerini yıktırmıştır137. O dönemde her inşa faaliyetinin ilgili makamlardan alınan izinle gerçekleştiği düşünüldüğünde, kamuoyuna da intikal eden bu olayın bir taşkınlık olarak niteleneceği ve inşaatın yıkımla neticeleneceği şüphesizdir; ki öyle olmuştur. Dönemle ilgili bilgi veren Osmanlı kaynaklarının da olaya bir şımarıklık şeklinde bakması ve kınayıcı ifadeler kullanması durumun şeklini ortaya koymaktadır. Nitekim İnciciyan da, halk arasında meydana gelen tatsız bir nizadan kaynaklanan bu olay üzerine, bir müddet sonra kilise cemaatinin de yavaş yavaş dağıldığını ve Beşiktaş Ermenilerinden bazılarının Ortaköy gibi başka bölgelere göçtüğünü söyler138. Sonuç Yerine XVIII. yüzyılın özellikle ikinci yarısı Osmanlı Ermenileri için en aydınlık ve rahat dönemlerden birini oluşturmuş, Osmanlı’daki gelişmelere paralel olarak bu cemaat için aydınlanma çağı olarak kabul edilmiştir. Ermeniler dîni, sosyal, ekonomik vs. hemen her alanda güçlenmişler ve Osmanlı Devleti içerisindeki nüfus ve nüfuzlarını artırma imkanı bulmuşlardır. Toplumlar arasında pek olumsuz vakaların görülmediği bu dönem Türk ve Ermeni İlişkileri Tarihi’ne Altın Sayfa veya Altın Çağ olarak geçebilecek nitelikte gelişmelere sahne olmuştur. Makalemizde konu ile ilgili olarak gerek arşiv, gerek yabancı, gerekse Ermeni Araştırmacıların eserlerinden alınan verilerle durumun bu şekilde cerayan ettiğine dair örnekler 137 “1173 yılı Şubat’ın 16’sı. Sultan Mustafa’nın ilk kızı Hîybetullah doğdu. Çoktandır çocuk olmadığı için, yedi gün donanma yapmak emri çıktı. Halkın büyük şenlik yaptığı görülerek, üç gün daha uzatıldı. Yani on günlük donanma yapıldı. Bütün esnaf Türk kıyafetleriyle alayını teşhir etti. İstanbul’da böyle donanma ne olmuştur, ne de olacaktır, diyorlar. Bundan dolayı İstanbul’da, buna Büyük Donanma adı verilmiştir. Bu sene Beşiktaş’taki kilise yıktırıldı.” Bir Ermeni yıllığından naklen Pamukciyan, İstanbul Yazıları, s.26 vd.; “Ve maktul Kızlar Ağası‘nın (Beşir) maktul hazinedarı Süleyman‘ın akrabasından maktul sarraf Agob‘ın irtişâ ve himmeti ile Beşiktaş‘da binâ ettirdiği kiliseye kefere kani olup hazm edememekle, Hîbetullah Sultan donanmasında bezl-i mâl ile aralık bulup, davul ve zurna şamatası arasında tevsi ettiklerini Beşiktaş ahâlisi, Beşiktaş mahkemesinden ilâm ettirüp, i‘Iâmı padişaha sunmaları ile mi‘mâr bir-kaç yüz neccar ile ta‘yin olunup, bir sa’atde hedm olundu.” Şemdânizâde, II-A, s.33. 138 Bugün aynı adla Beşiktaş’ta mevcut olan kilise 1838 senesinde meşhur Karabet Balyan tarafından eskisinin yerine inşâ edilmiştir. İncicyan, a.g.e., s.114. 216 Öğr. Gör. Mesut AYDINER dikkate sunulmuş ve bu sonuca varılmıştır. Son söz olarak, bu makalenin amacının, iki toplum arasındaki ilişkilere olumlu katkıda bulunabilmeyi hedeflediği söylenebilir. Sözü önemli Ermeni aydınlardan Boğos Levon Zekiyan’ın bir tespiti ile bitirmek yararlı olacaktır. Ermenilerin modernleşme sürecinin meydana geldiği coğrafî alan Hindistan’dan İran’a, Osmanlı ve Rus İmparatorluklarından Avrupa’nın batı uçlarına kadar uzanan çok geniş bir yöreyi kapsamasına rağmen, bu ülke ve devletler arasında Osmanlı ülkesi ve devleti özel bir yer tutar. Genel olarak sultanların gayrimüslim tebaya yaklaşımları, özellikle Millet-i sâdıka olarak tanımlanan Ermenilere tanıdıkları haklar ve gösterdikleri itimat, Ermenileri, gittikçe çoğalan ve imparatorluğun yaşamında birçok bakımdan temel unsur haline getiren bir topluluğa dönüştürmüştür139. Nitekim ele aldığımız dönem de bu konuda nirengî noktayı oluşturmaktadır. 139 Boğos Levon Zekiyan, Ermeniler ve Modernite, Gelenek ve Yenileşme/ Özgürlük ve Evrensellik Arasında Ermeni Kimliği, Çev. Altuğ Yılmaz, İstanbul 2001, s.8-9. 217 XVI. YÜZYILDA KİLİS VE ANTEP SANCAKLARINDA ERMENİLER İLE TÜRKLER ARASINDA SOSYAL VE KÜLTÜREL İLİŞKİLER Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS Kafkas Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: metinakis@hotmail.com; Tel: 0 474 212 02 01-3116 Özet XVI. yüzyılda Kilis ve Antep şehirleri aynı adı taşıyan sancaklara merkezlik yapmaktaydı. Bu şehirlerde yaşayan Müslüman halk ile gayrimüslimler ve bunların arasında da Ermeniler diğer hemşehrileri ile toplumsal yaşamın gereklerini yerine getirmekteydiler. Evleri, mahalleleri, işyerleri, ibadet yerleri ve mezarlıkları ile tam anlamıyla bir tolerans ve hoşgörü toplumu içerisinde yaşamlarını sürdürmekteydiler. Bir Ermeni veya herhangi bir başka dinî grup, sosyal ilişkiler manzumesi içerisinde hiçbir zaman dışlanmadan, günlük hayatını devam ettirmekte; cami, kilise, havra yanyana ve eş zamanlı olarak halkın ibadet ihtiyaçlarına cevap vermekteydi. Dinî topluluklar arasındaki ilişkilere Osmanlının yaklaşımı İslâm’a mensup bir devletin yaklaşımı olmuştur. Ayrı ayrı dinlere mensup vatandaşlar kendi yapıları doğrultusunda tanınmış ve saygı görmüştür. Bu döneme ait tapu tahrir defterleri, şer’iye sicilleri ve mühimme defterleri araştırmamızın temel kaymaklarını oluşturmaktadır. Belgelerde, Osmanlı toplumu içerisinde yaşayan farklı renk, din, dil ve kültür mozayiğinin nasıl yek pare bir yapı gibi yaşadığı, kültürel canlılık ve hoşgörünün günümüze bile namzet gösterilebileceğine dair örnekler bulunmaktadır. Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS Giriş Osmanlı toplumu hiçbir dönem tek siluetli görüntü arz etmemiştir. Toplumu oluşturan bireyler her zaman çeşitli renk, dil, din ve kültürlerin temsilcileri olmuşlardır. Bunlar arasındaki irtibat çoğunlukla beraber yaşamın gereklerini mümkün kılacak özellikleri ve eğilimleri sergilemek veya bunun da ötesinde bizzat bu düşünceleri bir inanç ve ahlâk örgüsü içerisinde yeniden biçimlendirerek saygı ve sevgi toplumunun örneğini yansıtacak örneklikte idi. Osmanlı toplumu ve idare anlayışı temelde bağnazlık ve yeknesaklık üzerine değil, karşılıklı anlayış, hoşgörü, dinî ve kültürel sınırların tanınması ve yaşatılmasını amaçlamış idi. Uzun süren siyasî tarihi boyunca da bu yapı korundu ve belki de uzun süre yaşamanın bir iksiri olarak nesilden nesle aktarıldı. I-XVI. Asırda Bölgede Ekonomik ve Sosyal Vaziyet 16. Asır başlarında henüz Memlûk hakimiyetinde olan bölge halkı için yaşam kolay sayılmayacak durumdaydı. Memlûk yönetimi pek çok noktada zaaflar göstermekteydi. Bir önceki asrın sonlarında yönetime gelen Sultan Kayıtbay bölgede ekonomik düzenlemelere gitmiş, alınan kararları etkili bir şekilde uygulamıştı. Ekonomik düzelmeler siyasî istikrar ile de perçinlenmiş, bu şekilde belki de yıkılışa giden süreç biraz olsun ertelenebilmiş oldu. Hatta Sultan Kayıtbay dönemine ait ekonomik tedbirler Osmanlı döneminin ilk yıllarında da bölgede iktibas edildi. Bu dönemde Su221 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER riye toprakları Türkmen, Kürt ve Bedevî Arap kabilelerinin mücadelesine sahne olmaktaydı. Bazı şehirlerden hac kafileleri dahi sırf bu karışıklık ve çapul hareketlerinden dolayı on yıl boyunca Mekke ve Medine’ye gönderilememiş idi. Memlûk Sultanı’nın bölgeye atadığı valiler kendi kesesini doldurmaya çalışıyor, komutanlar asayişi sağlayamıyorlardı. Müslüman, Hıristiyan ve Musevî halk gittikçe fakirleşmekte, hatta eğitim ve hayır kurumlarını ayakta tutmak için kurulmuş olan vakıflar bile yoksullaşmış durumdaydı. Halk tarımdan elde ettiği küçük bir gelirle veya esnaflıkla yaşamını sürdürmeye çalışmaktaydı1. Osmanlı Devleti Mercidabık ve Ridaniye Savaşları ile eski Memlûk topraklarını ele geçirince ilk iş olarak, geleneksel fetih politikasına göre, bölgenin var olan özelliklerini tanıdı ve pek çok yerel özelliğe hoş görü ile baktı. Eski Memlûk idarecilerini tekrar yerlerinde bırakarak, bir takım muafiyetler tanıdı. Vergilerin, miktarının azaltılarak alınması için devlete mahsus düzenlemeler yaptı2. A- Antep ve Kilis Coğrafyası Antep’e ait şer’iye sicilleri bize burasının hangi şehirler ile bağlantı içerisinde olduğunun ip uçlarını vermektedir. Bunlardan biri de Antep gibi önemli garnizon ve ticaret yolları üzerinde bulunan Kilis’tir.. Kilis şehri Osmanlı fethinin ilk yıllarında yakınında bulunan diğer merkez Azez’e göre nüfus bakımından daha geri durumda idi. Fakat çok geçmeden aradaki farkı kapattı ve daha üstün duruma geçti. Bu bir bakıma, Osmanlının bölgeye getirdiği farklılık olmuştu. Çünkü Azez, Memlûk döneminin bir niyabeti, yani nahiye merkezi idi. Osmanlı yönetimi ilk yıllarında aynı hinterlandı ikincil önemde olan başka bir yerle yani Kilis ile değiştirmek suretiyle, bir yerde bölge insanı için artık başkentin değiştiğini, Kahire yerine İstanbul’un geçtiğini göstermiş oldu. Sancağın ilk beyi olan Şeyh İzzeddin veya Okçu İzzeddin idi. Bu şahıs aynı zamanda önemli mik1 2 Amy Singer, Kadılar, Kullar, Kuduslü Köylüler, İstanbul 1996, s.6. Eski Memlûk yönetimi yıkılma sürecine girmiş olmasının da etkisi ile halktan 1/3 ile ½ arasında vergi almaktaydı. Aynı bölgede Osmanlının uyguladığı vergi oranı ise genellikle 1/7, 1/8 veya 1/10 idi. Zaten Müslüman halktan alınan aşar veya öşür vergisinin hukukî oranı 1/10 idi. Bu da göstermektedir ki Osmanlı yönetimi bölgeye eski yönetime göre daha rahat bir ekonomik ortam getirmişti. Margaret L. Venske, The Sixteenth Century Ottoman Sanjaq of Aleppo: A study of Provincial Taxation, Colombia University, s.112; A. Makovsky, “Sixteenth Century Agricultural Production in the Liwa of Jarusalem”, Archivum Ottomanicum, Sayı 9, 1984, s.91-127 222 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS tarda konar-göçer topluluğuna liderlik etmekteydi. Onun döneminde Kilis bir merkez olarak ön plana çıkmış oldu. Şeyh İzzeddin, 1536 tarihindeki ilk mufassal defterinde sancak beyi olarak görülmektedir. Onun ne zamana kadar bu görevde kaldığını tam olarak tespit edemememize rağmen, kroniklere göre yaklaşık on yıl beylik yaptığından bahsedilmektedir. Kilis’in asıl çok önemli hale gelmesi, 1550 yılından sonra buraya bey olarak atanan ve bölgede uzun süre yöneticilik yapacak olan aileye de adını verecek olan Canpolat Bey zamanında olmuştur. Onun ve oğulları Habip, Hüseyin ve torunu Ali zamanında aile bir liva idarecisi olmaktan çıkmış, eyalet idare etmeye başlamıştır. Hatta XVII. asrın başlarında Suriye vilâyetinin tamamına hükmetmeye azmetmiş ve bu amaçla Osmanlıya karşı Canpolatoğlu Ali Paşa isyanı olarak tarihe geçen isyan vuku bulmuştur. B- Şehirlerin Nüfusları ve Yaşam a- Kilis Şehri Hane sayıları itibariyle 1519’da 449 hane ve 97 mücerred, 1536’da 780 hane ve 152 mücerred, 1570’te Azez kazasının kayıtlarda yar almamış olması nedeniyle bir önceki ve bir sonraki tahrire bakarak yaklaşık 300 civarında hane sahibi olduğunu kabul edersek 956 hane ve 354 mücerred, 1590’da Kilis, kasaba olmuş, bennak ve mücerred resimlerinin alınmamış olması nedeniyle bu vergiler kayıtlara geçmemiştir. Bizlerde bir önceki tahrirdeki mücerred sayısını bu tahrir döneminde de nüfus hesaplamalarımızda kullandık. Buna göre 1590’da şehirlerde toplam olarak 995 hane ve 441 civarında mücerred vardı. Kilis ve Azez şehirlerinde Müslüman ve gayrimüslim toplam nüfusu 1519’da 2 342, 1536’da 3 845, 1570’te Azez şehri nüfus kayıtları olmadığı için sadece Kilis’in toplam nüfusu 3 624, 1590’da ise Kilis ve Azez toplam olarak 5 512 kişi yaşamaktaydı. Sancak genelinde gayrimüslimler sadece Kilis şehir merkezinde yaşamaktaydı. İlk tahrirde gayrimüslimler ayrı bir birim olarak kaydedilmediği için hane sayılarının ne kadar oldukları hakkında bilgimiz yoktur. Ama ilgili bölümde anlatılacağı üzere ilk tahrirden itibaren Kilis şehri vergi kalemleri arasında meyhane resmi olması gayrimüslimlerin bu tarihte şehirde yaşıyor olabileceklerini düşündürmektedir3. 3 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Tapu Tahrir Defterleri (TTD), Defter No: 93, s.209. 223 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1536’da ilk defa ayrı olarak kaydedilmiştir. 17 nefer gebrân olarak kaydedilmiştir.4 Bu sayı 85 kişi civarında tahmin olunabilir. 1570’te Hıristiyan azınlıkların nefer sayısı 35’e çıkmış, bu tarihten itibaren 18 Musevînin de şehirde yaşadıklarını müşahede etmekteyiz5. Tahminî nüfusları ise; Hıristiyanların 175, Musevîlerin 90 kişi civarındaydı. 1590’da Hıristiyanlar, cemaat-i nasarî, Musevîler ise cemaat-i hâmiyân olarak kaydedilmiştir. Hıristiyanlar 49 nefer ve 245 kişi, Musevîler ise 16 nefer ve 80 kişi civarında oldukları tahmin edilmektedir6. Toplam olarak azınlıkların nüfusu 1536’da 85, 1570’te 265, 1590’da 325 kişi civarındaydı. Gayrimüslim nüfusu artış oranları 1570’te % 21.7647, 1590’da bir önceki tahrire göre % 22.6415, gayrimüslimlerin ilk kaydedildiği 1536 ile 1590 arasında artış oranı ise % 282.3529 olmuştur. XVI. asırda Kilis sancağında toplam nüfusu ve gayrimüslimlerin sancağın genel nüfusuna oranını tahrirlere ve tarihçi Ömer Lütfi Barkan’ın tahmin metoduna göre hesap edecek olursak; 1536’da sancakta toplam 33 832 kişi yaşamakta bu sayının sadece 85’i gebran olarak geçmektedir. Oranı ise % 0,251 civarındadır. 1570’de 88 264 kişinin 265’i gayrimüslim idi. Oranı ise % 0.300 civarındaydı. 1590’da genel nüfus 62 632’ye gerilemiş olmasına rağmen gayrimüslimlerin sayısı 325’e çıkmıştır. Oranı ise % 0.518 civarında olmuştur. Yani Kilis sancağında gayrimüslim nüfusu XVI. asır boyunca hiçbir tahrirde % 1’in üzerine çıkmamıştır. b- Antep Şehrinde Nüfus ve Yaşam Antep şehri buraya ait sicillerin de bize bildirdiği kadarıyla çok geniş bir coğrafyaya etki etmekteydi. Öncelikle burası bir ticaret merkezi idi. Şehrin canlı ticarî atmosferi pek çok şehirden tüccar, seyyah ve sanatçıyı uzun veya kısa süreliğine şehre çekmekteydi. Bölgenin Kilis ve Antep’i de içine alan merkezî şehri Halep idi. Burası aynı zamanda eyalet merkezliği konumundaydı. Sicillerdeki davaların konu olduğu yerler dikkate alındığında Anteplilerin yakın çevresinde bulunan şehirler ve Halep ile çok sıkı ilişkiler içerisinde bulundukları görülmektedir. Bunlar; Kilis, Maraş, Elbistan, Behisni, Rumkale, Ruha (Urfa), Bire (Birecik), Suruç, Gerger, Kahta, Malatya vb. komşu şehirler idi. Bazen nadir de olsa dava konuları 4 5 6 BOA, TTD, Defter No: 181, s.51. BOA, TTD, Defter No: 506, s.75. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi (TKGMA), TTD, Defter No: 171, s.53. 224 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS bu şehirleri de aşarak, Kayseri, Ankara veya Diyarbakır’a kadar ulaşmaktaydı7. XVI. asırda Antep şehri Sacur ırmağı yayı içerisinde kurulmuştu. 23 mahalleden oluşuyordu. Şehirde yaşayan Ermeniler tahrir defterlerinde Ermeni mahallesi olarak kaydedilmelerinin yanında sicillerde geçtiği kadarıyla Ermeniler Hayik mahallesinde yaşamaktaydılar. Hayik mahallesi tıpkı Şehreküstü mahallesi gibi o günkü Antep’in dış mahallelerini oluşturuyordu ve şehrin güney batısında yer almaktaydı8. Antep şehrinde tahrir kayıtlarında Yahudi nüfus görünmemektedir. Hıristiyanların hepsi Ermeni vatandaşlarından oluşuyordu. Buna karşın Kilis’te XVI. asrın ikinci yarısından itibaren az da olsa Yahudi nüfus yaşamaktaydı. Piers’ın de dikkat çektiği gibi bu yüzyılda Antep’teki Hıristiyan nüfus çevresindeki diğer şehirlere göre son derece azdı. Bu oran diğer şehirlerde meselâ Maraş’ta % 4.5, Diyarbakır’da % 15, Ruha’da % 25 idi. Hasankeyf ve Arapgir’de % 50-60 arasında, Mardin’de 1540’ta 79 893 kişilik sancak nüfusunun 20 962’si Hıristiyan, 664’ü Musevî idi. Yani yaklaşık % 30’u azınlıklardan oluşuyordu. Antep’te Musevî nüfus olmamasına rağmen Halep’teki Musevî bankerler kentin iktisadî ve yönetsel yaşamında önemli etkileri bulunuyordu9. 1536 sayımında Hayık veya Ermeni mahallesinde 44 hane 11 mücerret kaydı bulunmaktaydı. Barkan metodona göre 191 civarında Ermeni yaşıyordu. 1543 yılında Antep şehrinde 28 hane Ermeni yaşamaktaydı. Ayrıca da 6 mücerret kaydı bulunmaktadır. Barkan’ın nüfus hesaplamalarında kullandığı tahmin metodunu Antep şehrindeki Ermeni nüfusun hesaplamasında kullanacak olursak 146 kişi civarında Ermeni yaşamaktaydı. Bu da göstermektedir ki iki tahrir arasında şehir merkezinde yaşayan Ermeniler açısından azalma vardır. Bu azalmanın acaba nedeni ne idi. Başka kent veya köylere göç olabileceği gibi10 ihtida ihtimalinden de bahsedebiliriz. Örneğin XVII. asrın başlarında Antep sicillerine yansıyan Ermenilerin İslâm’ı seçtiklerine dair ihtida örnekleri bulunmaktadır11. Aynı tahrir defterinde Antep şehir merkezinin dışında da Ermeniler yaşamaktaydı. Bunlar Nehrü’l-Cevz nahiyesinin Orul karyesinde diğer 7 Leslie Piers, Ahlâk Oyunları 1540-1541 Osmanlıda Ayıntab Mahkemesi ve Toplumsal Cinsiyet, Çeviren Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yayını, İstanbul 2005, s.17. 8 Piers, a.g.e., s.75. 9 Nejat Göyünç, 16. Yüzyılda Mardin Sancağı, Ankara 1991, s.88; Piers, a.g.e., s.79. 10 Piers, a.g.e., s.79. 11 Gaziantep Şer’iye Sicilleri (GŞS), Defter No:11, s.1, Hüküm No: 1,2. 225 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Müslüman halk ile birlikte yaşıyordu. Bu köy Antep sancağının en büyük üçüncü köyü idi. 1543 yılında köyde 153 hane ve 53 mücerret kaydı bulunuyordu. Tahrir defterinde mahalle-i Ermeniyan olarak ayrıca kaydedilen ve der karye-i mezbure ibaresi ile bu köye bağlı olduğu ifade edilen mahallede toplam olarak 71 nefer kaydı bulunmakta, 60’ta hane yaşamaktaydı. 11 kişi de mücerret olarak kaydedilmiş idi. Yine Barkan’ın metoduna göre hesapladığımızda burada 311 civarında Ermeninin yaşadığı ortaya çıkmaktadır. 1543 yılında Antep sancağında toplam olarak 457 civarında Ermeni vatandaşı yaşamaktaydı12. Aynı tarihte sancakta yaşayan Müslüman hane halkı sayısı ise 6.589 hanedir. Bunların kişi olarak hesabı 32 945 kişi civarındadır. Bu sayıya defterde mücerret olarak kaydedilen 1 745 kişiyi de eklediğimizde 34 690 kişi etmektedir. Müslüman nüfus ile Ermeni nüfusun oranı ise % 1.31 civarında hesaplanmıştır. II- Şehir Hayatında Ermeni Vatandaşları Ermeniler Osmanlı Devleti’nin Hıristiyan tebaası olarak Katolik ve Protestanlardan ayrı ve bağımsız bir dinî düşünceye sahiptiler. İstanbul’un fethinden sonra diğer gayrimüslim cemaatler olan Ortodoks ve Musevîler gibi Ermeniler de Osmanlı tarafından bağımsız bir cemaat olarak kabul edilmiş ve bir takım hak ve imtiyazlar tanınmıştı. Bu dönemde Osmanlı Devleti bünyesindeki Hıristiyan halkı Ortodoks ve Ermeniler olarak sınıflandırmış; Sayda, Basra, Akdeniz limanlarında ve Avusturya sınırında yaşayan az sayıdaki Katoliği ayrı bir yapı olarak tanımamıştı. Protestanlık da henüz Katolik dünyadan ayrı bir mezhep olarak teşekkül etmemişti13. Ermenilerin en eski kutsal merkezleri bugünkü Erivan yakınlarındaki Eçmiyazin Kilisesi idi. Burası Tatarların bölgeyi istilâ etmesinden sonra dağıldı. Ermeni katogigosu buradan göç ederek bazı kutsal emanetler ile Kozan’a (Sis) yerleşmiş ve burada kilise yaptırarak kutsal merkez ilân etmişti. Bir kısım Ermeni de Van’ın Ahtamar adasında yerleşmiş ve burayı merkez edinmişlerdir. Böylece Ermeniler için üç kutsal merkez ortaya çıkmış, Erivan civarındaki Ermeniler Ecmiyazin’i, Van civarındakiler Ahtamar’ı, Kilis, Antep ve Halep civarının Ermenileri ise Sis’i merkez 12 BOA, TTD, Defter No:373, s.290. 13 Bilal Eryılmaz, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Teb’anın Yönetimi, İstanbul 1990, s.5556. 226 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS olarak kabul etmişlerdi. Eçmiyazin en eski olmasından dolayı ve bağlılarının fazla olmasından dolayı üç merkezin en kıdemlisi durumundaydı14. Eçmiyazin Kilisesi’nin Osmanlı sınırları dışında kalması, devlet yönetiminin merkezde bir Ermeni katoğikosluğunun Ermeni tebaanın kontrolü açısından daha elverişli olabileceği düşüncesine götürdü15. Bu nedenle Sis katoğikosluğunun gittikçe devlet nazarında daha da itibar kazandığını görmekteyiz. İstanbul’daki Ermeni Patriği’nin ruhanî bir özelliği bulunmamaktaydı. Bu kişi Ermeni cemaatı ile Osmanlı Devleti arasında bir kapıkethüdası görevi görmekteydi16. Devletin dahilindeki Ermeni vatandaşları arasındaki hangi merkezden sevk ve idare edileceğine dair karmaşa XVI. asırda pek çok Ermeni vatandaşının mezhep değiştirmesine neden olmuştur. Bunda o yıllarda Fransa’da merkezî bir yönetim kurmayı başaran ve güçlü ordusu ile Avrupa politikalarını etkileyen XIV. Lui yönetiminin etkisi olduğu gibi, 1550-1555 yılları arasında Katolik dünyasının papazı olan Papa III. Jül’ün etkin gayretlerini de sebep gösterebiliriz. Osmanlı Devleti kendi sınırları dışında siyasî olarak muhalifi olan bir devletin yürüttüğü dinî misyonerlik faaliyetini kabul etmesi mümkün değildi. Bu amaçla özellikle XVII ve XVIII. asırlarda misyoner Katolikleri engelleyici tedbirler almıştır. Bunlar; Katolikliği özendirici yayınları basan matbaaların kapatılması, 1701 yılında Katolik düşmanı ve Osmanlı taraftarı olan Ermeni Patriği’nin göreve getirilmesi ve selefinin görevden uzaklaştırılması, ülkede dolaşan Cizvit papazlarının seyahatlerinin sınırlandırılması gibi tedbirler almışlardı. Ama bu tedbirler Diyarbakır, Siirt taraflarında bulunan Keldanî ve Asurîlerin, Sakız’daki gayrimüslimlerin, Marunî ve Süryanîlerin Katolik mezhebine geçmesine engel olamamıştı. Nitekim XVII. asırda 30 bin civarında Ermeni Katolik mezhebine geçmişti. Osmanlı toplumunda yaşayan Ermeni vatandaşları genel olarak şehirlerin sakinleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunda onların çok daha öncelerden beri şehirlerde yaşıyor olmalarının etkisi olabileceğinin düşünülebileceği gibi, daha sonradan şehrin sakinleri arasına bizzat devletin bilgisi ve isteği dahilinde yerleştirilmiş olabilecekleri de düşünülebilir. Örneğin; 14 Eryılmaz, a.g.e., s.56-57. 15 Eçmiyazin katoğikosluğu ve Revan bölgesinin, 1828 yılında Türkmençayı Antlaşması ile Rusya’nın eline geçmesi Osmanlı Devleti’ni Sis katoğikosluğunun Ermeni vatandaşları için merkez olarak tanınması hususunda daha gayretli olmaya yöneltmiştir. Eryılmaz, a.g.e., s.58. 16 Eryılmaz, a.g.e., s.58. 227 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1516 Mercidabık ve 1517 Ridaniye Savaşları’nın akabinde Osmanlı topraklarına katılan eski Memlûk toprakları içerisinde mütevazı bir şehir olan Kilis’in ilk mufassal tahririnde burada yaşayan ayrıca azınlık olarak deftere kaydedilmiş gayrimüslim cemaate rastlamamaktayız. Ama bölgenin yaklaşık on yıllık süreç içerisinde yeniden yapılandırılarak sancak haline getirildiğini ve 1536 tarihli sancağın ilk mufassal defterinde küçük de olsa bir Hıristiyan nüfusunun şehre yerleştirildiğini görmekteyiz17. Aynı şekilde Antep sancağına ait ilk defterlerde sancak dahilinde herhangi bir Ermeni veya Hıristiyan nüfusu kaydı bulunmamaktaydı. 937/1530 tarihli muhasebe defterinde Antep livasında sadece Müslüman nüfusun kaydı bulunuyordu. Osmanlı tahrir defterlerinde Yahudilerin haricindeki gayrimüslim halk Eramine adı ile kaydedilmekteydi. Eramine kelimesi Ermeni kelimesinin çoğuludur. Bir nevi Hıristiyan halkın ortak adı gibi kullanılmıştır. Ermeni Katolik, Ermeni Ortadoks, Yakubî, Keldanî, Dürzî vs. olsun yine de Ermeni olarak tanımlanmıştı. Bu Osmanlı Devleti’nin farklı Hıristiyan halkları Ermeni olarak görmesinden farklı bir şey değildi. Nitekim Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi’nde bahsettiği Diyarbakır Şemsîleri Ermenice konuşmaktaydılar ve bölgede görevlendirilen beylerbeyine Ermeni olduklarını iddia ettiklerinden dolayı bunların eğer Ermeniler ise Ermeni kilisesine, yok eğer Ermeni değillerse camiye devam etmelerini, aksi taktirde kılıçtan geçirileceklerini söylemiştir18. Buradan Osmanlı idarecilerinin ve ilim adamlarının görüşü genel olarak gayrimüslim azınlıkları bir kitap ehli olarak tanımak istedikleri anlaşılmaktadır. IV. Murat’ın Bağdat Seferi esnasında Mardin yakınlarındaki Şemsîler için takındığı tavır da bunu ortaya koymaktadır. Padişah, Müslümanlığın kitapsız millet tanımadığını iddia ederek Şemsîlerin imha edilmesini istemiş, fakat Süryanî Patriği’nin ricası ve onlara kendi kitaplarını tanıtacağı yolundaki vaadinden sonra affedilmişlerdi19. Osmanlı Devleti’nin Ermeni cemaatine yönelik bu tarafgir tutumu aslında Selçuklulardan beri devam eden bir anlayışın devamından başka bir şey değildi. Selçuklular dinî ve insanî değerler kapsamında ele aldıkları Ermenilerle ilişkilerini bölgedeki selefleri olan Bizansa göre çok daha insancıl temellere dayandırmışlar, Orta Anadolu ve Kilikya’da yaşayan, 17 BOA, TTD, Defter No:181, s.51. 18 H. Andreasyan, Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi 1608-1619, İstanbul 1964, s.100. 19 J. S. Buckingham,Travels in Mesopotamia, London 1827, s.341; Göyünç, a.g.e., s.80. 228 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS Bizansın baskı ve zulümlerinden bıkan pek çok Ermeni için kurtarıcı olmuşlardır20. Ermeniler Musevî ve Ortadoksların dışındaki bütün Hıristiyanlar üzerinde yetkili kılınmıştır. Bunlar; Çingeneler, Süryanîler, Bosnada yaşayan Bogomiller ve Suriye ile Mısır’da yaşayan Monophsitlerden meydana gelmekteydi. Osmanlının bu tavrının nedeni daha çok Ermenilerin şehir hayatına katkılarını hesaplamış olduğu için olabilir. Aslında Ermenilerin Osmanlı Devleti içerisindeki sayısı onlara bu ayrıcalığın tanınması için yeterli miktarda değildi. Ama Fatih zamanında yapılan düzenlemelere göre Ermeniler tıpkı Ortodokslar gibi haklara kavuşmuş oldular. Fatih özellikle İstanbul’un şehir hayatını canlandırmak ve burayı bir imparatorluk başkenti görünümüne kavuşturmak istiyordu. Ermenilerin genellikle esnaf ve tüccar olmaları İstanbul’un bu eksiğini tamamlayabileceğini ve nüfusunu arttırabileceğini düşünmüş olabilir. Neticede bu politikanın diğer Osmanlı Padişahları zamanında da devam ettirilmesi neticesinde XIX. asırda İstanbul’da yaşayan Ermenilerin sayısı 150 000 civarını bulmuştu.21 Aynı düşünce İstanbul’da olduğu gibi diğer Anadolu ve Suriye şehirlerinde de uygulamaya konmuş olabilir. Yani şehirlerin esnaf, sanatkâr ve tüccar nüfusunu çoğaltmak için başka yerlerden Ermeni nüfusu getirilerek buraya yerleştirilmiş olabilir. Örneğin Kilis kazasına ait tahrir defterlerinden ilki olan 1519 tarihli defterde ayrı bir mahalle olarak Hıristiyan nüfusuna rastlanmamaktadır. 1530 tarihli muhasebe defterinde Kilis sancağını oluşturan Azez ve Com nahiyelerinde herhangi bir gayrimüslüm kaydına rastlamamaktayız. Bu defterde bütün Halep vilâyeti dahilinde; Zaviye’de 5, Altun-Özü’nde 28, Şizar ve Kamine’de 68 olmak üzere toplam 101 gebr yani Hıristiyan hanesi bulunuyordu. Daha sonraki tahrirler olan 1536 tarihli defterde gebran olarak kaydedilmiş 17 aile, 1570’te 35 Nasranî ve 18 Musevî, 1590’da 49 Hıristiyan ve 16 Musevî ailenin kaydı defterlerde yer almaktadır. Aynı durum Antep livası için de söz konusu olmuştur. Nitekim, 1530 tarihli Muhasebe-i Vilâyet-i Diyâr-i Bekr ve Arab ve Zü’l-Kadriye defterindeki kayıtlara göre Antep nahiyesinde 1304 hane ve 197 mücerret, TelBaşer’de 1346 hane ve 138 mücerret, Nehrü’l-Cevz’de 290 hane ve 6 mü20 Ali Sevim, Genel Çizgileri ile Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.41; Eryılmaz, a.g.e., s.31. 21 Kamuran Gürün, Ermeni Doyası, Ankara 1986, s.56; Eryılmaz, a.g.e., s.30. 229 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER cerret, Dirbesak yani Gündüzlü’de 813 hane ve 93 mücerred olmak üzere 3 753 hane ve 434 mücerret kaydı bulunuyordu. Liva genelinde ise yaklaşık olarak 19 199 kişi yaşıyordu. Bunların arasında hiçbir gayrimüslim kaydı bulunmuyordu22. A- Mahkeme ve Ermeniler Ermeniler ile Müslümanlar arasında mahkemeye başvurma bakımından bir fark bulunmamaktaydı. Mahkemeyi büyük çoğunluğu Müslüman meslektaşları ile aralarında geçen alışveriş, borçlanma, ortaklık gibi meselelerde arabulucu olarak kullanıyorlardı23. Ama bunlar yanında, karısının cinsel yaşantısında yoldan çıkmışlığı, kardeşler arası aile içi kavgalar vb. gibi çok özel aile sorunları nedeniyle mahkemeye gelenler de vardı. Yani, tıpkı Müslümanlar gibi Ermeniler de gündelik yaşamlarında mahkemeyi bir araç olarak kullanıyorlardı24. Yine Piers’ın tespitlerine göre mahkeme Ermeni ahaliye karşı azınlıkta oldukları gerekçesiyle daha koruyucu olabiliyordu. Bu durum daha çok şehirde yaşayan Ermeniler için söz konusuydu. Orul’da yaşayan Ermeniler kendilerini daha güvelik içinde hissediyorlardı. Zaten 1540-1541 yılları arasında Orul’un Müslüman kesiminden birkaç kişi mahkemeye gelmiş olmasına karşın Ermeni tarafından hiçbir davalı mahkemeye başvurmamıştır. Belki de bu kent dışında yaşamın daha güvenli olduğunu göstermektedir. Aynı durum 1580-81 yılına ait sicilde de değişmeden devam etti25. B- İbadet Yerlerinin Durumu Şehirde yaşayan Müslüman cemaat ile Ermeni veya diğer dinî topluluklar birbirlerinin ibadet mekânlarına karşı saygılı olmak zorundaydılar. 16 Rebiyyülevvel 979/7 Eylül 1571 tarihli mühimme kaydına göre Kilis şehrinde Meşhedler mahallesinde oturan Hasan adlı şahsın evini Hıristiyanlara kiraya verdiği dile getirilmekte, fakat evin Hıristiyanlara verilmesinin bir mahsuru olmamasına rağmen, daha sonra Hıristiyanların bu evi meyhane olarak kullanmaları sorun olmuştur. Neticede Müslüman mahalle halkı bu meyhanenin Meşhedler mahallesinin mescidine çok yakın bir yer22 23 24 25 BOA, TTD, Defter No: 998, s.298. GŞS, Defter No:3, s.11. Piers, a.g.e., s.81. Piers, a.g.e., s.81. Bkz. GŞS, Defter No: 6. 230 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS de bulunduğunu iddia etmiştir. Hıristiyanların bu hareketleri Müslüman halkın dinî inanışlarının rencide edildiğini düşünmelerine ve sorunlarını kadı huzurunda çözemedikleri için de en üst düzey mahkeme ve temyiz kurumu olan Divan-ı Hümayun’a başvurarak çözüm bulunmasını istemişlerdir. Çıkan karara göre yetkilileri uyararak böyle bir durumun olup olmadığının tetkik edilmesi ve eğer varsa şeriat kurallarına göre engel olunması istenmekteydi26. Nasıl gayrimüslimler Müslümanların ibadet mekânlarına saygılı olmak zorunda iseler, aynı şekilde Müslüman halktan azınlıkların ibadet yerlerine karşı saygılı olmaları istenmekteydi. Kilis’te Müslüman nüfus ile birlikte komşuluk ilişkileri içerisinde yaşamlarını devam ettiren gayrimüslimlerin dinî inançları ve ibadet yerleri devletin güvencesi altındaydı. Eyalet dahilinde yaşayan dinî azınlıklar için devlet sıkı koruma tedbirleri getirmişti27. C- Kılık ve Kıyafet Osmanlı şehirlerinde yaşayan azınlıkların Müslüman ahaliden kıyafet ve görüntü açısından ayrılması için bir takım düzenlemeler yapılmıştı. Bundan maksat gayrimüslimlerin kılık kıyafet bakımından Müslüman halka benzememeleri veya birbirine karıştırılmamaları idi. Örneğin; XVI. asırda Manisa’da yaşayan Musevî cemaatı Müslüman ahaliden tefrik için kendilerine mahsus siyah renkli hırka veya kumaş elbise ile dolaşmak zorundaydılar28. Bazı istisnalar dışında ata binmeleri, sokakta kaldırımdan gitmeleri yasaktı, hamamda da nalınsız dolaşmaları gerekiyordu. Lüks ve gösterişli giysiler giymeleri, gayrimüslim kadınların Müslüman kadınlara benzeyecek şekilde örtünmeleri ve giyinmeleri de yasaktı. Bu gibi hususlar Müslüman ile gayrimüslim arasında bir derece farkı veya gayrimüslimlerin Müslümanlardan aşağı bir mevkide olduğunun gösterilmesi için alınmış tedbirler idi. Fakat birlikte yaşamanın getirdiği iç içelik içerisinde zamanla iki kesim arasındaki farklar göz ardı edilmeye başlandı. Nitekim 1630 tarihinde bu duruma dikkat çeken IV. Murat bu 26 BOA, Mühimme Defteri (MD), Defter No:15, s.104. 27 Şevval 995’te Halep kadısı’na yazılan hükümde İstanbul’da bir kilise’nin camiye tahvil olması sebebiyle pralarda da kiliseleri cami etmek istedikleri haber alınmakta hin-i fetihte Hristiyanlar elinde ibka edilen kiliselere bir vecihle müdahale edilmemesi buyurulmaktadır. BOA, MD, Defter No: 62, Hüküm No: 209-95. 28 Ferudun Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazası, Ankara 1988, s.65. 231 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER farka dikkat edilmesi gerektiğini fermanla duyurmuştu. Onun bu tavrı topluluklar arasındaki farkın kapanma eğiliminde olduğunu gösterdiği gibi, devletin kompartımanlar tarzındaki toplum yaşamına verdiği ehemmiyeti de göstermektedir29. III. Selim devrinde kılık kıyafet nizamı yeniden düzenlenmiş, Ermenilerin şapka ve ayakkabılarının kırmızı evlerinin de aynı renge boyanması kanun haline gelmişti30. Ama yaklaşık aynı dönemlerde Osmanlı Devleti’nin güney vilâyetlerini dolaşan Buckingham, devletin her yerinde Müslümanlar ile azınlıkların kompartımanlar halinde ayrı yaşamadıklarını, örneğin Mardin’de Hıristiyanların Müslümanlar gibi ata binebildikleri, hatta birbirleri ile selam aleyküm diye selamlaştıkları kaydetmektedir31. D- Gayrimüslimlerden Alınan Vergiler a- Cizye veya Baş Vergisi Osmanlı Devleti’nde yaşayan tüm gayrimüslimler gibi Ermeni vatandaşları da askerlik yükümlülüğüne karşılık olacak şekilde cizye ödemekteydiler. Bu vergi Müslüman olmayan, askerlik çağına gelmiş bütün erkeklerden alınmaktaydı. Kadın, çocuk, din görevlisi, hasta, özürlü vb. cizye vergisini ödeyemeyecek durumda olanlar muaf zümresini oluşturur ve defterlerde bu şekilde kaydedilirlerdi. Muaflık bazen devlet eliyle genişletilebilecek bir husus idi. Bazen devlet hizmetinde bulunmuş olan azınlıklar bu vergiden tamamen muaf tutulur, bazen de cizye vergileri genel olarak cemaat üzerinden hesaplanıp, bu miktarı tüm cemaatin paylaşarak daha rahat ödemeleri sağlanırdı. Bazı önemli yerlerde bulunan Hıristiyan vatandaşlarından hizmetleri mukabilinde bu vergiler tamamen alınmazdı. Gayrimüslim halktan alınan cizyenin Müslüman halktan alınan dengine ise çift resmi denmekteydi. Bu verginin miktarının yaklaşık olarak cizye miktarı civarında alınması Osmanlı Devleti’nin malî bakımdan gayrimüslim halk ile Müslüman halk arasında bir ayırım yapmadığını göstermektedir. Neticede Müslüman reaya da askerlik yapmazdı ve bunun karşılığında tasarruf ettiği her çift için çift vergisi öderdi. Çift vergisi ile cizye klasik dönem boyunca devletin tımar sistemi uyguladığı bölümlerinde, yani ağırlıklı olarak Anadolu, Rumeli ve Suriye’de 29 Ahmet Refik, Onbirinci Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı (1592-1688), İstanbul 1988, Sayı 53. 30 Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, IV. Cilt, Ankara 1983, s.274; Eryılmaz, a.g.e., s.49. 31 Buckingham, a.g.e., s.185. 232 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS 40-50 akçe dolayında alınmaktaydı. Elbette bennak ve mücerret vergileri çifte izafe edilerek belirlenmiş vergilerdi. Tıpkı bunun gibi cizye de kısım kısım ele alınmaktaydı. Bunlar mükellefin malî durumuna göre âlâ, evsât ve edna olarak üç kısımda alınmaktaydı. Zengin gayrimüslimler âlâ yani yüksek düzeyden cizye vergisi ödüyordu. Bu miktar XVI. asrın sonlarına kadar 30 akçe dolaylarında iken III. Murat döneminde, 40-50 akçe evsât yani orta düzey için 20 akçe ve asrın sonlarında 30 akçe, edna yani düşük düzeydeki cizye için III. Murat dönemine kadar 10 akçe alınmış, bu dönemden itibaren 15 akçe olmuştur. Cizye miktarındaki bu artış tamamen paranın değerinde meydana gelen düşüşten yani yüksek enflasyonun etkisinde olmuştur. Bu zamanda yaklaşık % 100 civarında enflasyon yaşanmıştır. Bu enflasyon Osmanlının malî dengelerini alt üst ettiği gibi, cizye üzerinde artışlar enflasyon oranı ile sınırlı kalmıştır. İnalcık’a göre Suriye ve Filistin bölgesinde genel olarak cizye miktarı 1520-1570 arasında 60-70 akçe arasında değişmekteydi32. 1595’ten sonra genel olarak devletin her tarafında 140 akçe olarak alınmaktaydı.33 Bizim tespitlerimize göre de 950/1540 tarihli Antep livası tahrir defterine göre nefs-i Antep’te yaşayan Ermeni vatandaşları cizye-i gebran adı altında toplam olarak yıllık 2 040 akçe vergi ödüyorlardı34. Burada kayıtlı olarak 28 hane bulunduğuna göre hane başına 70 akçe cizye vergisi ödemiş olmaları gerekiyordu. Toplamda geriye kalan 80 akçelik fark ise mücerret olanlardan muhtemelen kişi başına 12-13 akçe alınarak toplanmış idi. Bu miktar aynı dönemdeki Müslüman halktan alınan bennak vergisinin miktarına karşılık gelmektedir. Cizyenin dışında gayrimüslimlerden mübaşiriye, tahsildariye, kefilleme, kuşadiye ve ikramiye adıyla değişik vergiler de alınmış olduğu rivayet edilmektedir35. Bu türden değişik adlarla alınan vergilerin gayrimüslim halkta ödeme güçlüğü oluşturduğu için veya çok değişik kalemlerde alınan vergilerin Osmanlı maliyesi açısından zorluk oluşturduğu için 1830’da kaldırıldı. Bu vergilerin tümü toptan bir meblağ olarak cizye vergisine yüklendi. 1833 yılında ise bir kararname ile gayrimüslim reayadan asıl cizye 32 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu’nun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, I. Cilt, 1300-1600, İstanbul 2000, s.107. 33 İnalcık, a.g.e., s.109. 34 BOA, TTD, Defter No: 373, s.49. 35 Eryılmaz, a.g.e., s.46. 233 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER miktarından hariç para veya mal alınmaması kararlaştırılmıştır36. Toplanan cizye doğrudan beytü’l-male alınırdı. Bazen de sultanî vakıfların içerisine dâhil edilirdi37. b- Meyhane Vergisi veya Bac-ı Hamr Gayrimüslimlerin yaşadığı kent ve kasabalarda şarap satışından vergi alınmaktaydı. Hıristiyan ve Musevîlerin şarap alabileceği yerlere meyhane, alınan vergiye de resm-i meyhane denirdi. Ancak 1570 ve 1580’lere ilişkin tahrir defterlerinin derlenmesinden önceki kesin olarak bilinmeyen bir tarihte bu vergi kaldırılmıştır. Bunda muhtemelen azınlıklar tarafından üretimi yapılan ve pazarlanan içki ve şarap üretiminin bu işlem için tahsis edilen mekândan dışarı çıkartılmak suretiyle başka yerlerde veya ulu orta yerlerde satılmasından dolayı meyhane resmi alınmasından vazgeçildiği düşünülebilir. Bunun yerine şehrin dışındaki bağlardan elde edilen şarabın direk olarak metaına vergi konulmasına başlanmıştır. Gayrimüslimlerin ürettikleri şaraptan her fıçısına birer akçe olmak üzere vergi konulmuş ve şarap satışlarından bac-ı hamr denen verginin alınması ise sürdürülmüştür. Kilis kazasında 1519 ve 1536 tahrirlerinde resm-i meyhane olarak geçen verginin adı 1570 ve 1590’da bac-ı hamr olarak geçmektedir. Meyhane vergisinin kaldırılmasının görünür yerlerde şarap satılmasının yasaklanmasıyla bir arada düşünüldüğü anlaşılmaktadır. Gayrimüslimlerin kendi evlerinde şarap içme haklarına dokunulmamıştır. XVI. yüzyıl ortalarında şarap genellikle üreticilerin ve şarap tüccarlarının evlerinde satılırdı38. 1550’de Antep’te gayrimüslim Ermeni nüfusunun ödediği diğer bir vergi türü de meyhane resmi idi. Bu vergi yıllık olarak alınmaktaydı. Şehir merkezinde 32 000 akçe meyhane vergisi alınmaktaydı. Bu vergi kalemi mirliva hassı olarak tasarruf edilmekte idi39. Diğer bir Ermeni vatandaşların yoğun olarak yaşadıkları diğer bir karye olan Orul’da da meyhane vergisi alınmaktaydı. Nehrü’l-Cevz nahiyesi bağlı olan bu köyün meyhane vergisi de dâhil olmak üzere bütün vergisi hass-ı şahî olarak Padişah haslarına alınmaktaydı. İcar yani kiralama yoluyla işletilen bu vergi birimi; mahsul-i boyahane, kassabhane ve meyhane olmak üzere üç ayrı kalemden 36 Abdurrahman Vefik Bey, Tekâlif Kavâidi, I. Cilt, s.46; Ziya Karamürsel, Osmanlı Malî Tarihi Hakkında Tetkikler, Ankara 1940, s.171; Eryılmaz, a.g.e., s.47. 37 Bernard Lewis, “Ottoman Land Tenure and Taxation in Syria”, Studia Islamica, Sayı 50, 1979, s.21. 38 Suraiya Faroqhi, Osmanlıda Kentler ve Kentliler, İstanbul 1994, s.86. 39 BOA, TTD, Defter No: 373, s.47. 234 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS oluşmakta ve toplam 1 000 akçe olarak vergisi alınmaktaydı. Buradaki nüfusa göre alınan verginin Antep şehrinden tahsil edilen vergiye göre çok az olması, Antep’in şehir olması ile yakından ilgilidir. Muhtemelen bugün olduğu gibi XVI. asırda da köylerinden kalkıp şehre gelen insanlar ister Müslüman ister gayrimüslim olsun şehirdeki ihtiyaçlarını görüp tekrar köylerine dönmekteydiler. Bu durumda şehir cazip bir toplanma merkezi oluyordu. Müslüman halka içki satılması ve Müslümanların içki içmeleri devletin kanunlarında ve İslâm dininde yasaklanmıştı. Fakat bu yasak delinmiyor da değildi. Özellikle sosyal ve siyasî muvazenenin bozulmaya başladığı XVI.. asrın ortalarından itibaren Hıristiyan halk ile birlikte Müslüman gençlerden de bir kesimin meyhanelere gizlice dadanmamaları için bir sebep gözükmemektedir. Devlet bu durumda ham içki olarak meyhaneye gelen fıçılar üzerinde bir vergilendirme yapıyordu. Bu durumda sirkülasyonun en yoğun olduğu Antep şehir meyhanesi, bölgedeki diğer meyhanelere göre daha fazla vergi tahsil edilen yer olmaktaydı. III- Kırsal Yaşamda Ermeniler, Üretimleri ve Vergileri Antep sancağında yaşayan Ermeni vatandaşları köylü ve şehirli olarak iki kesimde değerlendirmek gerekmektedir. Köyde yaşayanlar tıpkı diğer Osmanlı Müslüman köylüleri gibi çiftçilikle uğraşmaktaydı. Şehirdekilerin hepsi de ya esnaflık yapmakta veya yardımcı iş gücü olarak şehir hayatına katkı sağlamaktaydılar. Orul köyündeki Ermenilerin isimlerinin altlarında yer alan çift, nim çift, bennak ve mücerret kayıtları bunların ziraî yaşamın içerisinde yer aldıklarını göstermektedir. Buna karşın şehirdekilerde çift kaydına rastlanmamaktadır. Sadece altı kişinin mücerret kaydı bulunmaktadır. Yani bu kişiler muhtemelen bekâr, ya babalarının yanında çalışmakta ve ikâmet etmekte veya diğer alanlarda iş gücü olarak şehir hayatına katkıda bulunmaktaydılar. Orul köyü genel anlamda klasik Osmanlı köyü görünümünde olmasına rağmen burası üretim çeşitliliği ve sanayi tesisleri ile diğer köylerden ayrılmaktadır. Köyden 32 581 akçe vergi alınmıştır. Bu gerçek üretimin 1/8’i kadardır. Tarımsal üretimden alınan vergi miktarı 25 585 olmuştur. O nedenle gerçek tarımsal üretim 179 095 akçe civarında olacağı tahmin edilebilir. 235 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Eğer buğday üzerinden zenginlik hesabına girişecek olursak köyden 1 500 kile buğday vergisi alınmıştır. 8x1.500= 12 000 kile, 25.6 x 12 000= 307.200 kilogram buğday üretilmiştir. Orul köyünde toplam 69 çift bulunduğuna göre, her çift başına yaklaşık olarak 4 452 kilo buğday düşmektedir. Kişi başına ise 890 kg civarında buğday üretimi gerçekleşmiş olduğu tahmin edilebilir. Yaklaşık olarak kişi başına 800 kg civarında düşen buğday üretimi miktarı Osmanlı Devleti’nin çok uzak noktalarında, meselâ Rumeli taraflarında da aynı tarihlerde kişi başına düşen buğday üretim miktarını göstermektedir40. O bakımdan aynı tarihlerde devletin değişik bölgelerinde yaklaşık olarak üretim seviyesi aynı durumda idi. Bu durum Müslüman veya gayrimüslim köylerinde değişmiyordu. Bu üretim miktarı bugünkü rakamlarla 2 500-3 000 YTL civarına tekabül etmektedir. Bazı ailelerin nim çift ve bennak olduklarına bakılırsa. O dönemde Orul köyündeki hane sahiplerinden bir kısmı bu rakamların yarısı veya daha azına geçimlerini sürdürmekteydi. Tabi ki benzer hesaplamalar diğer tarımsal üretim kalemleri, meyve, sebze, bostan üretimi için yapılabilir. Orul köyünde 91 Müslüman hanesi toplam 46.5 çift işletmekteydi. Buna karşılık 59 Ermeni hanesi 23.5 çift işletiyordu. İki kesim arasında toprak tasarrufu açısından hemen hemen bir denkliğin de düşünülmüş olabileceği akla gelmektedir. 1543 yılında Orul köyünde zeytin üretildiğine dair bir kayıt bulunmuyordu. Ama burada 2 bab ayarındaki masere (zeytinin sıkılıp yağının çıkarıldığı tesis)’den 24 akçe vergi alınıyordu41. Muhtemelen yakınındaki köylerin zeytinleri burada sıkılmakta idi. Piers, tahrirlerde Müslüman olmayan nüfusun eksik sayılmış olabileceğini iddia etmektedir. Nedenini Ermenilerin ancak bir Ermeni mahallesinde toplandıkları zaman kayda alındıkları görüşüne dayanmaktadır. Meselâ Mervana veya Murvana köyünden bir sicil kaydına göre, köyün ödediği vergiler arasında cizyeden de bahsedilmekte ama tapu kayıtlarında burada Hıristiyan yaşadığını gösteren kayıt bulunmadığını söylemektedir42. 40 B. Mc Gowan, “Food Supply and Taxation on the Middle Danube (1568-1579)”, Archivum Ottomanicum, Sayı 1, s.139-196. 41 BOA, TTD, Defter No: 373, s.291. 42 Piers, a.g.e., s.79. 236 Yrd. Doç. Dr. Metin AKİS Tahrir defterleri malî maksatlarla tutulduklarından nüfus ve sosyal yapıya dair pek çok ayrıntı bu maksadın içerisinde kaybolabilmektedir. Meselâ Orul köyünde yaşayan Ermenilerin cizye vergisi ödediklerine dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Buna karşın köyden 67 çift üzerinden vergi alınmıştır. Defterin tek tek çift sayıları hesaplandığında ise 69.5 çiftin köyde kaydı olduğu görülmektedir. Yine tahrir defterinde 67 çift karşılığı olarak, her çiftin yıllık vergisi 40 akçe üzerinden 2 680 akçe vergi alınmıştır. Bu defterde yazan rakamdır. Hesaplarımızda ise 2 780 akçe olmalıdır. Yani bu çift vergisi rakamı Orul köyünde yaşayan Müslüman ve Ermeni vatandaşlar tarafından ortaklaşa olarak ödenmiştir. Bunun haricinde ise Ermeniler herhangi bir cizye vergisi ödememiştir. Piers’in bu konudaki tespitlerine gelecek olursak Orul köyünde yaşayan Ermenilerin cizye vergisi ödemeyip sadece Müslüman halk gibi çift vergisi ödemiş olması, diğer köylerede de bazı gayrimüslimlerin yaşıyor olabileceğini düşündürmektedir. Ama tahrir mantığı içerisinde belki tek tük aileler şeklinde köylerde yaşayan gayrimüslimler, Müslüman ve Türk isimler arasında çok dikkat çekmemiş olabilir. Maalesef yapılan tahrir çalışmalarında şahıs isimlerinin bir kısmı okunamamıştır. Araştırmacılar köyün kahir ekseriyetinin isimlerinin Ahmet, Mehmed, Mahmud vb. gibi Müslüman adlarından oluşuyor olması ve vergiler kısmında da herhangi bir gayrimüslimlerden alınan vergiye rastlanmamış olması nedeniyle, orayı tamamen Müslümanların yaşadığı bir köy olarak kabul etmelerine neden olmaktadır. Böylece de mahalle şeklinde kabul edilecek kadar kalabalık nüfuslar halinde yaşamadıkları için ayrı kaydedilmediklerinden dolayı birkaç aile halinde köylerde yaşayan gayrimüslimlerin sayılarını tespit etmek güçleşmektedir. Köylerde yaşayan, şu veya bu şekilde şehirde yaşadığı halde gayrimüslimlere tahsis edilmiş mahallelerin dışında yerleşmek zorunda kalmış olan gayrimüslimlerin yine tahrir defterlerindeki şahıs isimlerinin çok detaylı olarak araştırılması ile ortaya çıkartılabileceği kanaatindeyiz. Yine yer adları hususunda da eski devirlerden kalma yer adlarından; Üç Kilise, Küçük Kilise, Kilise Vadisi, Rejim Manastırı, Gavur Dağı, Küçük Gavur veya Ermenice adı Hromklay olan Rum Kale’nin önce İslâm Kale daha sonra Rum Kale denilmesi gibi örenekler eski Hıristiyan izlerinin varlığını göstermesi açısındanörnek olarak sıralanabilir43. 43 Piers, a.g.e., s.80. 237 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sonuç Kilis ve Antep şehirlerinin her ikisi de eş zamanlı olarak Osmanlı hakimiyetine geçmiş eski Memlûk şehirleridir. Şehirlerin gelişimleri Osmanlının bölgede hakimiyeti ile paralel olmuştur. Her iki sancakta da Osmanlının Müslüman halkı ile Hıristiyan halkı birlikte ve beraberce uyum içerisinde yaşamıştır. Sancağa ait ilk tahrirlerde Hıristiyan azınlıklara rastlanmaması ve 1536’dan itibaren buralarda Ermeni, Rum, Yahudi nüfusunun görülüyor olmasının cevapları Osmanlının şehirleşme mantığı içerisinde aranmalıdır. Gerçekten de Hıristiyan halk Osmanlı şehir yaşantısına yadsınamaz katkılarda bulunmuştur. Şehirlerin esnafı ve köylerin çiftçileri olarak şer’iye sicillerinde ve tapu tahrir kayıtlarında karşımıza çıkan Ermeniler, Müslüman halk ile aralarında bir engel olmadan yaşamlarını sürdürmekteydi. Bunlara hiçbir zaman yabancı muamelesi yapılmamış, aksine komşu, hemşehrî muamelesi görmüşlerdir. İki taraf arasındaki iletişim azami düzeye ulaşmış, çocuklara verilen isimlerde bile dinî hoşgörünün sınırları dahilinde etkileşmeler olmuştur. Ticaret hayatında bir Ermeni Müslüman Türkten borç para alabilmiş, aynısı diğer taraf için de söz konusu olabilmiştir. Bir Ermeni çok özel ailevî meselelerini bile gelip kadının huzurunda, Müslüman şuhudü’l-hal şahitliğinde çözmeye çalışmıştır. Resmî makamlara başvurma hususunda Ermeniler ile Müslüman halk eşit sayılmış, hiçbir zaman ayrımcılık güdülmemiştir. Aksine zaman zaman çıkan sorunlarda Ermenilerin azınlık olmalarından dolayı çoğunluk Müslüman halk karşısında daha fazla korunulması gerektiği düşünülmüştür. İbadet yerleri tıpkı toplum yaşamının diğer safhaları gibi koruma altına alınmış. Bir Müslümanın Ermenilerin kilisesine zarar vermesi engellenmiş, aynı şekilde onların da camiye aynı saygıyı göstermesi beklenmiştir. Tüm bu tablo, yaptırımı çok kesin kurallar manzumesi içerisinde ele alınmış ve titizlikle uygulanmıştır. 238 SÜRGÜNDE SADAKAT: OSMANLI HANEDANI VE ERMENİ MIGIR EFENDİ Prof. Dr. M. Metin HÜLAGÜ Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail : hulagu@erciyes.edu.tr; Tel : 0 352 437 49 01 – 33303 Özet Osmanlı toplumunda yaşayan diğer milletler gibi Ermeniler de reaya olarak merkezî otoritenin hükmü altında hayat sürmüşlerdir. Hukuken diğer milletlerle aynı haklara sahip olmuşlar, baskı ve haksız muameleye hiçbir surette maruz kalmamışlardır. Hatta birçok noktada Müslümanlardan çok daha iyi konumlara sahip olmuşlardır. Türk-Ermeni ilişkileri karşılıklı güven ve saygı üzerine kurulmuş ve asırlarca devam etmiştir. Ermeni toplumu Osmanlı idaresinden her zaman yardım görmüş ve koruyuculuğuna muhatap olmuşlardır. Osmanlı idaresindeki Türk-Ermeni ilişkilerinin Osmanlı idaresine gösterdikleri saygı, güven ve sadakat ve bu hususiyetlerinin asırlarca devam etmiş olması Osmanlı Ermenilerine idarî ve toplumsal açıdan teb’a-i sâdıka-i Şahane veya millet-i sâdıka sıfatı izafe edilmesini sağlamıştır. Türk-Ermeni ilişkileri belli bir dönemden sonra ihtilaf dönemine şahit olmuşsa da bu durum Ermeni toplumunun genelinin benimsediği bir gelişme olmaktan ziyade Batılı devletlerin maşası durumundaki belli bir siyasal azınlığın tercihi olmakla sınırlı kalmıştır. Ermeni toplumunun ekseriyeti yine millet-i sâdıka vasfını sürdürmede kararlı olmuştur. İmparatorluğun yıkılmasına, hanedanın bütün siyasî ve malî gücünü kaybetmesine rağmen Osmanlı İmparatorluğu’nun temsilcilerine geçmişte gösterdikleri saygı ve sadakati devam ettirmeye her zaman için hazır olmuşlardır. Bu tebliğde Mığır Efendi’nin sürgündeki hanedan üyeleri ile olan ilişkileri ve onlara olan eski sadakatinin nasıl devam ettiği izah edilmeye çalışılacaktır. Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ I. Türkler ile Ermenilerin Tanışmaları Türk-Ermeni ilişkilerinin tarihi Selçuklu Türklerinin Doğu Anadolu’ya doğru başlattığı akınların tarihi kadar eskidir. Bu akınlar neticesinde Selçuklu Türkleri, Milattan önce altıncı asırda İllyrianların zulmünden kaçıp Doğu Anadolu’ya gelen Hıristiyanlığın Gregorian mezhebine tâbi bir halk kütlesi ile tanışmışlardır1. II. Osmanlı Egemenliğinde Ermeniler Osmanlı Devleti’nin kurulduğu tarihlerde Ermeni nüfusunun büyük bir bölümü, küçük krallıklar veya prenslikler halinde, yabancı idareler altında Çukurova, Doğu Anadolu, Kafkasya dolaylarında, dağınık bir şekilde İran’da, Bizans topraklarında, Gürcistan taraflarında, Selçuklu hakimiyetinde veya tabiiyetinde yaşamaktaydı. Ermeniler bağımsız bir siyasî veya sosyal örgüte sahip değillerdi. Osman Gazi Ermenilerin Anadolu’da ayrı bir topluluk olarak örgütlenmelerine ilk izin veren kimse oldu. İlk Ermeni dinî merkezi bu vesile ile Kütahya’da kuruldu. Bursa başkent yapılınca, Çukurova’daki Ermeni Krallığı’nın dağılması sonucu Kütahya’ya yerleşmiş olan Ermenilerin ekseriyeti ve onlarla birlikte dinî merkezleri de Bursa’ya intikal etti. Sultan I. Selim ve Sultan Süleyman’ın iktidarları zamanında Ermenilerin meskûn bulunduğu topraklar Osmanlı sınırlarına 1 Salahi R. Sonyel, Minorities and the Destruction of the Ottoman Empire, Ankara 1993, s.38. 243 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dâhil edildi. Sultan Selim Çaldıran Seferi’nden (1514) döndüğünde beraberinde Tebriz’den bir hayli Ermeni zanaatkâr getirerek İstanbul’un değişik semtlerine yerleştirdi2. Sultan II. Mehmet döneminde 1461’de yapılan düzenlemeler neticesinde Bursa piskoposu Hovakim imparatorluk dahilindeki Ermenilerin patriği statüsüne yükseltildi. Kendisine yargılamaktan hapsetmeye varıncaya kadar son derece geniş yetkiler veren bir fermanla Ermenilerin dinî ve sivil, tüm işlerinden Patrik olarak Hovakim Efendi sorumlu tutuldu3. III. Ermenilerin Osmanlı Toplumundaki Sosyal Statüleri Osmanlı toplumunda yaşayan diğer milletler gibi Ermeniler de reaya olarak merkezi otoritenin hükmü altında hayat sürmüşlerdir. Hukuken diğer milletlerle aynı haklara sahip olmuşlar, hiçbir şekilde baskı ve haksız muameleye maruz kalmamışlardır. Hatta birçok noktada Müslümanlardan daha iyi konumlara sahip olmuşlardır. Osmanlı coğrafyasında yaşayan Ermenileri sosyal statüleri bakımından beş guruba ayırmak mümkündür: Birinci grup özel veya tüzel kurumlarda görev yapan ve on dokuzuncu asırda daha bir önem kazanan servet ve nüfuz sahibi Ermenilerden oluşmaktaydı. İkinci gurubu ise başta İstanbul olmak üzere Anadolu şehir ve kasabalarında tüccar, yatırımcı ve sanayici sıfatı ile iş görenler oluşturmaktaydı. Üçüncü ve en geniş sınıf ise imparatorluğun hemen her tarafına yayılmış bulunan köylü kesimini oluşturmaktaydı. Dördüncü kesim, Sasun ve Zeytun gibi ücra sarp dağlık yerlerde hayatlarını yarı bağımsız ve haşin bir surette sürdüren, dağlı ve serkeş Ermenilerden oluşmaktaydı. Beşinci ve son tabakayı ise papazlar ve daha üst ruhban sınıfı oluşturmaktaydı4. IV. Ermenilerin Osmanlı Toplumundaki Ekonomik Statüleri Ermeniler ekonomik açıdan imparatorluğun en müreffeh kesimlerinden birisini oluşturmaktaydılar. İmparatorluğun ekonomik ve ticarî hayatında önemli bir yere sahip olmuşlar ve hatırı sayılır miktarda sermaye edinmişlerdi. Askerî vazifeden muafiyetleri ve savaş riskinden uzak bu2 3 4 Sonyel, a.g.e., s.43-44. Sonyel, a.g.e., s.44. Sonyel, a.g.e., s.119. 244 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ lunmaları dolayısıyla ekonomik açıdan belli seviyeye yükselmişler ve imtiyazlı bir konuma gelmişlerdi5. Yukarıda sözü edilen ilk iki sınıf, özellikle de ikinci tabaka, ayrı ve imtiyazlı bir statüye sahip bulunan ve Arapça emir kelimesinden türemiş olup prens ve komutan anlamlarına gelen amira sınıfını meydana getirmekteydi. Bu terim Ermeniler tarafından, Osmanlı hükümetinin de çeşitli yollarla tasvibini alan, Ermeni cemiyetinin servet sahibi liderleri için kullanılmıştır6. Amiraların ekserisi sermayelerini İstanbul’da yatırıma dönüştürme gereği hissetmişlerdir. Neticede bu sınıfta yer alan insanların bir kısmı kendi mesleklerinde dikkat çeken birer sarraf, kuyumcu, yatırımcı yahut banker olmuşlardır. Hatırı sayılır bir rakam oluşturan Ermeni bankerleri Galata, Hasköy ve Osmanlı başkentinde ticarî faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bunlar Osmanlı toplumuna ve piyasasına hitap ve hükmetmenin yanında Osmanlı Sarayı tarafından da aranan isimler olmuşlardır. Kuyumcubaşı ve sarraflar Ermenilerden seçilmiş, hanedan üyeleri bunların işlediği mücevherlerle süslenmişlerdir7. V. Osmanlı Hizmetinde Ermeniler Türk-Ermeni ilişkileri karşılıklı güven ve saygı üzerine kurulmuş ve asırlarca devam etmiştir. Ermeni toplumu Osmanlı idaresinden her zaman yardım görmüş ve koruyuculuğuna muhatap olmuştur. Örneğin Sultan II. Mehmet döneminde Bizans tarafından sürgün edildikleri Kırım’dan gelen 70 000 Ermeniye Osmanlı Devleti kucak açmış, kendilerini Marmara sahilinde yer ve yurt sahibi yapmıştır. Osmanlı sultanlarının ve Müslüman toplumun haklarına, hürriyetlerine ve inançlarına karşı göstermiş oldukları bu hoş görü ve saygı imparatorluğun yıkılışına kadar devam etmiştir. Osmanlı sultanları Ermeni nüfusunu sadece korumak ve kollamakla kalmamışlar özel hizmetlerinde veya devletin çeşitli idarî kademelerinde değişik meslekten birçok Ermeni vatandaşının görev almalarına da imkân tanımışlardır. Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne hizmet etmedeki isteklilikleri, Türk kültürünü benimsemeye hazır oluşları, zekî ve çalışkanlıkları ve istiklâl 5 6 7 Sonyel, a.g.e., s.120. Sonyel, a.g.e., s.120. Sonyel, aynı eser, s.120, 123. 245 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER düşüncesinden uzak bulunmaları, değişik kademelerde çalışarak devletin en üst makamlarına kadar yükselme imkânına kavuşmuşlarını sağlamıştır. Hoca Ruhican Sultan IV. Murat’ın kürkçübaşısı olurken Hoca Astuacatur ise saray mimarı olmuştur. 1644’te Abro Çelebi, Osmanlı ordusunun iaşe tedarikinden sorumlu tutulmuştur. Sarkis Çelebi Efendi Dışişleri Bakanlığı’nda tercümanlık göreviyle istihdam edilmiştir. On sekizinci asrın ilk çeyreğinde Selbos Amira sadrazamın Başbezirganı olmuştur. 1757 yılından itibaren meşhur Düziyan ailesinin üyelerinden birisi Darphane Nazırı olmuştur. Hagop Düziyan yahut hükümet çevresinde bilinen aile adıyla Düzoğlu, akrabası ve halefi Mihran Bey Düziyan Osmanlı Devleti’nde modern darphanenin kurucuları olmuşlardır. Düziyan ailesinin darphaneyi murakabeleri, 1819–1832 arası istisna edilirse, adeta bir hanedan imtiyazıyla, 1880 yılına kadar kesintisiz bir şekilde devam etmiştir. 1780 ve 1790’lı yıllar boyunca Garabed Amira Manougian, İstanbul ile Rus limanları arasındaki gemiciliğin tek hakimi olmuş, bu iş kendisine yüklü bir servet kazandırmıştır. 1750’lerde Hovsep (Yusuf) Çelebi İngiltere’den saat ithalini tekeline almış, imparatorluk içerisindeki dağıtım ve satışını da kendi kontrolünde tutmuştur. Diğer taraftan Balyan ailesi mimarîde büyük bir şöhret kazanmıştır. Meldon Arabian yahut Araboğlu, Sultan II. Ahmet’in mimarbaşısı olmuştur. Bu vazife daha sonraki tarihlerde yine bir başka Ermeni, Sarkis Kalfa tarafından sürdürülmüştür. Bu vazife 1750 yılından on dokuzuncu asrın son çeyreğine kadar adeta Balyan ailesinin tekelinde kalmıştır. Bu gayet uzun dönem içersinde Balyan ailesi birçok saray, cami, kamu binası ve garnizonlar inşa etmişlerdir. Balyan ailesi icra ettikleri siyasî ve hayırseverlik faaliyetlerinden dolayı Ermeni cemaati arasında büyük bir şöhrete ulaşmıştır8. Osmanlı toplumunda öne çıkan bir diğer Ermeni ailesi ise Tatean ailesidir. Balyan ailesi gibi Tatean ailesi de yetmiş beş yıl süreyle barut işlerinden sorumlu olmuştur. Cezeyirliyan ailesi ise gümrüklerden sorumlu tutulan bir diğer Ermeni ailesini oluşturmuştur. Noradounghiyan ailesi Osmanlı ordusunun ekmek ihtiyacının tedarikinden sorumlu tutulmuştur. Arpiaryan ailesi ise Gümüş Madenleri müdürlüğünü yürütmüştür9. Osmanlı idaresinde Ermenilerin sıradan memuriyetlerin ötesinde vali, müfettiş ve hatta vezirlik makamlarına kadar yükseldikleri görülür. 1850– 1876 yılları arasında görev yapan her sadrazamın ve Dışişleri Bakanı’nın bir Ermeni danışmanı olmuştur. Hamamcean ve Seferan adlı Ermeniler Âli 8 9 Sonyel, a.g.e, s.121, 123. Sonyel, a.g.e, s.121. 246 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ Paşa’nın; Sahak Abro Fuad Paşa’nın; Vardan Paşa diye bilinen Yovsep Vardanean önce Damat Mehmet Ali Paşa’nın, daha sonra ise Cevdet Paşa’nın, Grigor Otean (Krikor Odian) ise Mithat Paşa’nın danışmanı olmuştur10. Ermeniler diplomasi alanında da öne çıkmışlardır. Diğer azınlıklara nispetle bu vazifede bir hayli de mesafe kat ettikleri görülür. 1848 yılında Berlin’deki Osmanlı Maslahatgüzarlığı makamına Ermeni asıllı Garabet Artin Davutoğlu; 1857’deki Bürüksel Maslahatgüzarlığı makamına Diran Bey ve 1859’da Paris Maslahatgüzarlığı makamına Hagop Efendi getirilmiştir. 1876’da Odian Efendi özel bir görevle Paris’e gönderilirken, Sarkis Efendi ise 1872’de Roma’da Ortaelçilik göreviyle vazifelendirilmiştir. Osmanlı Ermenileri yukarıda kısaca belirtilmeye çalışılan görevlerle sınırlı kalmamışlar daha birçok alanda hizmet görmüşlerdir. Örneğin sağlık ve eğitim de Ermenilerin istihdam edildiği alanlardan olmuştur. Başta Padişahın bizzat kendisi olmak üzere Saray ahalisinin sağlığından sorumlu olanlar yine ağırlıklı olarak Ermeni asıllı hekimlerden seçilmiştir. Sultan II. Mehmet Sarayında Amirtovlat adlı Ermeni doktoru istihdam etmekten hiçbir şekilde endişe duymamıştır. Hemen her Padişah döneminde Ermeni asıllı doktorlar sarayda görev yapmışlardır. Örneğin Manuel Shashian, Pavlaki Shasian, Servichen ve Kasoar Sirapian Saray hekimliği görevinde bulunan Ermenilerden bazıları olmuştur11. Osmanlı Sarayı’nda, tıbbiyesinde ve askerî teşkilâtlarında görev yapan Ermeniler arasında Şaşyan Manuel’i (1775-1858), Şaşyan Pavlaki’yi (18061887), Serviçen Efendi’yi (1815-1897), Doktor Sinapyan Kaspar Bey’i (1814-1872), Doktor Kapriyel Paşa Sevyan’ı (1822-1900), Doktor Hagop Davutyan’ı (1813-1878), Doktor Parunak (Feruhan) Bey’i (1824-1868), Doktor Istepan Paşa Aslanyan’ı (1822-1902), Doktor Mıgırdiç Parladi’yi (1822-1873), Doktor Agop Ohannesyan Bey’i (1825-1860), Doktor Dikran Peştimalcıyan Paşa’yı (1840-1894), Doktor Hovsep Beyran’ı (1825) ve Doktor Antranik Gırcikyan’ı (18191894) saymak mümkündür. Başta Padişah olmak üzere Osmanlı devlet ricali, devletin çeşitli kademelerinde görev yapan Ermenilere güven duymamak bir tarafa, devletin idarî kademelerini ve Saray’ın kapılarını her zaman için kendilerine açık tutmuşlardır. Ermeni toplumunun önde gelen isimlerinden birisi olan Gümüş Gerdan ailesi, bu ailenin Sarayla olan yakın ilişkisi, Saray kapılarının her zaman için Gümüş Gerdan ailesi üyelerine açık tutulması, Sultan Ab10 Sonyel, a.g.e., s.211. 11 Sonyel, a.g.e., s.212. 247 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER dülmecit her hafta akşam yemeğini bu ailenin sofrasında yemesi, Ermenilere duyulan güvenin en açık örnekleri olmuştur12. VI. Teb’a-i Sâdıka-i Şahane veya Millet-i Sâdıka Türkler ve Ermeniler yaklaşık dokuz asır bir arada yaşamışlar, bu uzun tarih dilimi içerisinde hiçbir sorunla karşılaşmamışlardır. Osmanlı idaresindeki Türk-Ermeni ilişkilerinin karşılıklı saygı, güven ve sadakat üzerine kurulup asırlarca devam etmiş olması Osmanlı Ermenileri için idarî ve toplumsal açıdan kendileri için Teb’a-i Sâdıka-i Şahane veya millet-i sâdıka sıfatının kullanılmasıyla özel statü sağlamıştır. Sıradan bir Ermeni vatandaşı gayet sakin bir hayat sürmüşken 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos olarak Osmanlı Devleti’nde yüksek görevlerde bulunmuştur. VII. Hanedanın Sınırdışı Edilmesi ve Mıgır Efendi Osmanlı Padişahlarının ve devlet ricalinin Ermeni tebaaya karşı duyduğu güven ve itimat, Ermeniler tarafından da fazlasıyla Osmanlı sultanlarına, Osmanlı idaresine ve Müslüman tebaaya karşı her vesile ile ispat edilmeye çalışılmıştır. Bu anlamda hanedanın 1924 yılında sınır dışı edilmesi sonrasında Mıgır Efendi ile Ali Vâsıb Efendi ve babası Ahmet Nihad Efendi arasındaki münasebet Türk-Ermeni ilişkilerinin ne denli köklü ve Ermenilere Millet-i Sâdıka sıfatının verilmesinin ne denli isabetli olduğunu göstermesi bakımından önemli olsa gerektir. VIII. Ali Vâsıb Efendi Ali Vâsıb Efendi 1903’te İstanbul’da doğdu. Sultan V. Murat’ın torunu Ahmet Nihad Efendi’nin oğludur. Mekteb-i Sultanî yani Galatasaray Lisesi’nde ve Mekteb-i Askerî, bugünkü ismiyle Harp Okulu’nda okudu. Saltanatın kaldırılması ve hanedan üyelerinin 1924’te sınır dışı edilmeleri üzerine ailesiyle birlikte Avrupa’ya gitti. On yıl kadar Fransa’da yaşadı. 1983’te İskenderiye’de vefat etti. 12 Sonyel, a.g.e., s.212. 248 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ Ali Vâsıb Efendi’nin hayatının Fransa bölümünde Mıgır Efendi ile olan ilişkisi tebliğimizin asıl konusunu teşkil etmektedir. IX. Ali Vâsıb Efendi’nin Mıgır Efendi ile Tanışmaları Ali Vâsıb Efendi ile Mıgır Efendi’nin ilk tanışmaları Ali Vâsıb Efendi’nin Mekteb-i Harbiye’de tahsile başlamasından daha öncelere dayanır. O tarihlerde Ali Vâsıb Efendi’nin tahsili için iki muallim seçilmiştir. Kur’an-ı Kerim ve Ulûm-ı Diniye ve Türkçe dersleri için Kılıç Ali Camii’nin imamı Hayri Efendi görevlendirilmişken, Fransızca ve diğer ulûm için ise Mıgır Efendi tercih edilmiştir. X. Mıgır Efendi Mıgır Efendi Mekteb-i Sultanî’den mezun Ermeni Katoliklerindendir. Saray tarafından Ali Vâsıb Efendi’ye özel ders vermekle görevlendirildiği sırada Bursa’da komiserlik yapmaktaydı. Şâir Tevfik Fikret’in talebelerinden olup bizzat şâirin kendisi tarafından Ali Vâsıb Efendi’nin terbiye ve tahsili için Ali Vâsıb Efendi’nin pederine tavsiye edilmiştir13. Ali Vâsıb Efendi’nin gözü ile Mıgır Efendi çok kibar, terbiyeli, filozof ve gayet iyi bir insandır. Ali Vâsıb Efendi’nin ahlâkı, tahsil ve terbiyesi noktasında oldukça etkili olmuştur. Kendisine hiçbir vakit sert davranmamış, sabır ve nezaket ile her şeyi anlatıp öğretmeğe, icabında uzun münakaşalar etmeğe hazır bir tavır sergilemiştir. Ali Vâsıb Efendi Mıgır Efendi’den 1912 yılından 1917 yılının sonuna kadar Fransızca Lisanı ve Edebiyatı, Matematik, Ulum-i Tıbbiye, Kimya, Hikmet, Tarih ve Coğrafya dersleri almıştır. Bilâhare Mekteb-i Harbiye’de ve Ihlamur’da Şehzadegan Mektebi’nde ve daha sonraları Mekteb-i Sultanî’de bulunduğu sıralarda Mıgır Efendi haftada iki veya üç kere Ali Vâsıb Efendi’ye gitmiş ve derslerin müzakeresini beraberce yapmışlardır. Ali Vâsıb Efendi’nin Mıgır Efendi ile münasebeti sadece derslerinin birlikte müzakere edilmesi ile sınırlı kalmamış, özellikle 1912 yılında olmak üzere bazen birlikte gezmelere, sinemaya ve hatta Tepebaşı’nda bulunan Petit Champ’a birlikte gitmeye kadar varmıştır1 4 . 13 Ali Vâsıb Efendi, Bir Şehzadenin Hatıratı, Vatan ve Menfada Gördüklerim ve İşittiklerim, Hazırlayan Osman Selaheddin Osmanoğlu, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2005, s.38. 14 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.39. 249 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Mıgır Efendi sonraki yıllarda meydana gelecek olan bütün olumsuzluklara rağmen Ali Vâsıb Efendi’ye hocalık etmekten ve kendisine özel ders vermekten vazgeçmemiştir. O günler, bütün ülke ve millet için olduğu gibi Ali Vâsıb ve Mıgır Efendi açısından da gayet sıkıntılı günler olmuştur. İstanbul’un İngiliz ve Fransızlar tarafından işgali ve bilâhare Yunanlıların İzmir’e çıkmaları ve nihayet Sevr Antlaşması gibi bir memleketin idam kararı sayılan bir muahedenin imzalanması yolunda İstanbul hükümeti üzerinde oluşturulan baskılar; Osmanlı Devleti’ni parçalama girişimleri ve Türk milleHalife Abdülmecid tinin izzet-i nefsini rencide edecek davranışlar olanca hızı ve ağırlığı ile sürüp gitmiştir. Osmanlı hükümeti, içinde bulunulan şartlar gereği eğitim öğretim faaliyetleri ile ilgilenemez hale gelmiştir. Hocaların maaşlarını ödemek bile imkânsız bir hal almıştır. Ancak Mıgır Efendi, bu hamiyet sahibi hoca, kışın bütün şiddetine, kar ve yağmuruna rağmen, sırf Osmanlı idaresine ve hanedan üyelerine olan bağlılık ve muhabbetinden dolayı, bin bir müşkülatla Beşiktaş’tan da Ihlamur’a kadar yaya gelip gelme özverisini göstermiştir. Böyle olmakla birlikte Ali Vâsıb Efendi’nin Ihlamur’daki iki senelik tahsilinin devamına maddeten imkân kalmamıştır. Ihlamur Şehzadegân Mektebi hükümetin ilgisizliğinden, hocalara maaş ödeyememesinden büsbütün kapanmıştır. Bütün öğrenciler gibi Ali Vâsıb Efendi de evine çekilmek zorunda kalmıştır. Fakat Mıgır Efendi, feragat ve fedakârlık göstererek Ali Vâsıb Efendi ile zaman zaman Ali Vâsıb Efendi’nin evinde dersler ve müzakereler yapmaya devam etmiştir15. XI. Mıgır Efendi’nin Manastıra Çekilip Papaz Olması Ali Vâsıb Efendi ile Mıgır Efendi arasındaki bu yakınlık sonraki yıllarda Mıgır Efendi’nin, çoktan beri karar verdiği manastıra çekilip papaz 15 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.91. 250 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ olmak üzere İstanbul’u terk etmesi ile son bulmuştur. Mıgır Efendi kıymetli kütüphanesini kiliseye, eşyalarını dostlarına ve muhtaç insanlara hediye ederek üçüncü mevkiden bir bilet alarak İtalyan Triyatino vapuruyla 1922 yılında İstanbul’u terk ederek Venedik’e gitmiştir. Ali Vâsıb Efendi kendisini o zaman vapura teşyi ettiğinde, Mıgır Efendi, yanında birkaç kuruştan başka bir nakit para bırakmamış, hayattan çekilmeye, nefsini her şeyden mahrum ederek dua ve senaya hasretmiş bir kararlılıkla İstanbul’dan ayrılmıştır16. Mıgır Efendi 1922’de İstanbul’dan ayrılmasının ardından Venedik’e gelmiş, bir şubesi de Milano’da bulunan adadaki manastıra çekilmiştir. Manastırda hayata yeni bir sayfa açarak başladığı gibi, geçmişinden kopmak, mazi ile ilgisini kesmek üzere ismini de değiştirmiş, Frère Jean Battiste adını almıştır17. Ali Vâsıb Efendi terbiyesi ve eğitimi konusunda kendisine karşı minnettarlık duyduğu hocası Mıgır Efendi ile hanedan üyelerinin sınır dışı edildikleri 1924 yılına kadar bir daha ne görüşebilmiş ne de haberleşebilmiştir18. Hanedan üyelerinin TBMM tarafından 1924 yılında sınır dışı edilmeleri Mıgır Efendi’yle görüşebilmesi noktasında Ali Vâsıb Efendi için adeta bir fırsat olmuştur. Avrupa’da bulunduğu günlerde, pek sevgili ve muhterem olarak yâd ettiği hocası Mıgır Efendi’yi görebilmek maksadıyla Milano’ya gitmiştir19. Milano’ya varınca Ali Vâsıb Efendi’nin ilk işi söz konusu manastıra gidip Mıgır Efendi’yi arayıp bulmak olmuştur. Manastırın bütün Ermeni papazları Ali Vâsıb Efendi’yi ikram ve ihtiramlarla karşılamışlar ve kendilerine has likörlerinden ikram etmişlerdir. Ali Vâsıb Efendi üç gün kaldığı Milâno’da bulunduğu müddetçe, Mıgır Efendi ile beraber olmak için manastır idaresinden izinlerini rica etmiş ve bu rica Ermeni papazlar tarafından derhal kabul edilmiştir. Ali Vâsıb ve Mıgır Efendi gündüzleri başta Duomo Katedrali olmak üzere Milano’da gezilecek yerleri dolaşmışlar, galerideki restoranlarda yemek yiyerek hasbıhal etmişlerdir. Bu iki eski dost Milâno gecelerini de birbirinden ayrılmadan dolaşıp eğlenerek beraber geçirmişlerdir20. 16 17 18 19 20 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.129, 181. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.181. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.130. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.181. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.181-182. 251 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ali Vâsıb Efendi, 1908 dolayları Ali Vâsıb Efendi, 1918 dolayları Mıgır Efendi, Ali Vâsıb Efendi’nin muhabbetiyle, girmek için onca fedakârlıkta bulunduğu ve girdikten sonra da bütün hayatını vakfettiği manastır hayatından bir çırpıda kopmuş, üzerindeki papaz elbisesini çıkartıp Ali Vâsıb Efendi’nin elbiselerinden birisini giymiş ve birlikte gece dansinglerine giderek oldukça neşeli vakitler geçirmişlerdir21. Ali Vâsıb Efendi ile Mıgır Efendi arasındaki muhabbet Milâno’da geçirdikleri üç günlük görüşme ile bitmemiş, onun bir dostu olarak Ali Vâsıb Efendi’ye olan kalbî ve ruhî bağlığı sonraki günlerde de sürmüştür. Mıgır Efendi’nin İtalya’dan Ali Vâsıb Efendi’nin ikâmet ettiği Nice’e yazdığı mektuplar ve bilâhare Nice’den İskenderiye’ye gönderdiği kıymetli, kalbî ve felsefî mektupları aralarındaki dostluğun birer maddî vasıtası olmuştur22. Ali Vâsıb Efendi 1925 yazında ziyaret ettiği Mıgır Efendi’yi 1928 senesinde ziyaret etmek üzere pederi ile birlikte Milâno ve Venedik’e birkaç günlüğüne seyahat yapmıştır. Bu seyahatten maksat Mıgır Efendi’yi Venedik’te manastırında ziyaret edip, rahiplik silkini bırakıp kendileri ile birlikte Nice’e gelmesini rica ve ikna etmektir23. 21 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.182. 22 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.182. 23 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.208. 252 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ Ali Vâsıb Efendi babasıyla birlikte adada bulunan Katolik Ermeni manastırına gitmiş, Mıgır Efendi’yi, yeni ismi ile Frere Jean Battiste’i görmek istediklerini söylemişlerdir. Yanlarına gelen Mıgır Efendi kendilerini kucaklayarak karşılamış, pederi ve Ali Vâsıb Efendi’nin kendisini ziyaretinden dolayı pek büyük bir mutluluk duymuştur. Ermeni papazları kendilerine meşhur likörlerinden ikram etmişler ve Türkçe’ye vakıf olduklarından Türkçe sohbet etmişlerdir24. Osmanlı Hanedanı’na büyük hürmeti olan başrahipten, Venedik’te bulundukları müddetçe, Mıgır Efendi’nin kendileriyle beraber bulunması müsaadelerini Ahmed Nihad Efendi rica etmişler, bu rica başrahip tarafından 25 derhal kabul görmüştür . Bu üç günlük ziyaret esnasında, Ali Vâsıb Efendi’nin pederi Ahmet Nihad Efendi, mümkün ise manastırı terk edip Nice’e yanlarına gelmesini Mıgır Efendi’den rica etmiştir. Hanedana hizmet edebilmeyi bir vazife addeden ve hanedana kalben ve hissen son derece bağlı olan Mıgır Efendi’nin gözleri dolmuş, her şeyini İstanbul’da bırakarak meslek ve maddîyattan elini eteğini çeken, dünya hayatını din ve manevîyat uğruna feda etmeye karar veren bu zat hiç tereddüt etmeksizin kendisine yapılan bu teklife müspet cevap vermiştir26. Ali Vâsıb Efendi’nin verdiği bilgilere göre Ahmet Nihad Efendi’nin Mıgır Efendi’den beklediği şey, kendisinin her zaman refakatinde bulunması ve evin vekil-i harçlığını kendisine tevdiden ibarettir27. Mıgır Efendi 1929 ilkbaharında rahiplikten vazgeçerek Paris yoluyla Nice’e gelmiş, Ali Vâsıb Efendi ve pederi kendisini istasyonda karşılamışlardır. Ahmet Nihad Efendi’nin Boulevard Carton’daki villasında bir oda kendisine tahsis olunmuştur. Mıgır Efendi diyar-ı gurbette hanedan 24 25 26 27 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.208. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.209. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.209. Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.209. 253 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ali Vâsıb Efendi’nin annesi Safiru Hanımefendi Ali Vâsıb Efendi’nin babası Ahmed Nihad Efendi üyelerine hizmet etmek gayesiyle pek de hazzetmediği manastırı böylece tamamıyla terk etmiştir28. Esasen filozof, hür ruhlu, serbest görüşleri olan Mıgır Efendi’nin sabahtan akşama kadar Ahmet Nihad Efendi’nin her arzusuna amade olarak kalması ve her söylediğini ve düşündüğünü tasdik etmesi imkânsızdı. Zira her ikisinin de ahlâkları birbirine taban tabana zıttı. Bunu yapmadığı taktirde Ahmet Nihad Efendi’nin pek az zamanda inkisar-ı hayale uğrayarak Mıgır Efendi’den sıkılacağı da muhakkaktı. Vekil-i harçlık, yani evin idaresine bakmak, pazara alışverişe gitmek Mıgır Efendi’nin yapabileceği türden bir iş değildi. Ali Vâsıb Efendi pederini Mıgır Efendi’nin vekil-i harçlık yapamayacağı konusunda uyarmışsa da Ahmet Nihad Efendi onun bu yöndeki sözlerini hiddetle karşılamıştır. Ancak kısa bir süre sonra Ali Vâsıb Efendi’nin söyledikleri doğru çıkmış, Mıgır Efendi, Ahmet Nihad Efendi’nin yanından ayrılmak zorunda kalmıştır29. 28 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.213. 29 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.209. 254 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ Ahmed Nihad Efendi, son zamanları, Beyrut, 1954. Ahmed Nihad Efendi. İthaf Yazısı: “Nur i aynim oğlum Ali Vâsıb’a yadigârımdır. Pederiniz 3 Temmuz 1337 (1921) Manastırından ayrılan Mıgır Efendi Ahmet Nihad Efendi’nin yanından da ayrıldıktan sonra Osmanlı Hanedanı’na karşı beslemiş olduğu samimiyetinden ve muhabbetinden hiçbir şey eksilmeksizin bu sefer Halife Abdülmecid’e tavsiye edilmiştir. Pek nazik ve hassas ruhlu bir zat olan Mıgır Efendi, Ahmet Nihad Efendi’nin müsaadesini alarak vekil-i harç sıfatıyla ve birkaç yüz frank aylıkla Villa Karabasel’de Halife Abdülmecid’in hizmetine girmiş, villanın alt katında büyük bir oda ve büroya yerleşmiştir. Ancak daha evvelce Ahmet Nihad Efendi ile olduğu gibi bu defa da Halife Abdulmecid ile mizaç bakımından pek anlaşamamış, ihtarlar karşısında cevap vermeyerek vaziyeti idare etmeye çalışmıştır30. Ancak bu durum çok fazla uzun ömürlü olmamış, Mıgır Efendi kendi hayatını kendi başına idame ettirmek zorunda kalmıştır. 30 Ali Vâsıb Efendi, a.g.e., s.215. 255 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ali Vâsıb Efendi. İthaf Yazısı: Peder mükerremim efendim hazretlerine bir hatıra, muhabbet ve ihtiram. Mahdumunuz” (13 Ağustos 1921) Ali Vâsıb Efendi, Harbiye Mektebi’ndeki hocaları ile, 1922-1923. Vâsıb Efendi sağda, yaveri ise en arkada oturuyor. Netice İstanbul’dan ayrılmasının ardından onca yıl geçmiş olmasına, Osmanlı Hanedanı’nın iktidardan uzaklaştırılarak üyelerinin sınır dışı edilmeleri ve gurbet hayatında maddî olumsuzluklar deryasında yüzmelerine rağmen Mıgır Efendi’nin, Osmanlı Hanedanı adına hiçbir değişiklik yaşanmamışçasına kendilerine muhabbet duymakta devam etmesi, muhabbetten öte onca emekle oluşturmuş olduğu yeni hayat biçiminden bir çırpıda vazgeçmesi millet-i sâdıka tavsifinin ne kadar yerinde bir niteleme olduğunu göstermesi bakımından önem arz eder. Ayrıca Osamnlı Hanedanı’na duyulan sevginin ve gösterilen samimiyetin sadece Mıgır Efendi ile sınırlı kalmayıp, söz konusu manastır başrahibi ve Ermeni Katolikleri tarafından da izhar edilmiş olması oldukça önemlidir. Mıgır Efendi ile hanedan üyeleri arasında yaşanan bu münasebetin 1918 tarihinden sonra gerçekleşmiş olması ise hiç şüphesiz çok daha büyük bir öneme haizdir. 256 Prof. Dr. Metin HÜLAGÜ Mekteb-i Sultani, 1920 senesi sonları. Soldan sağa: Öğretmen, Şehzade Mehmed Abdülkerim Efendi, öğretmen, Şehzade Mehmed Şerafeddin Efendi, Müdür Salih Bey, Şehzade Ali Vâsıb Efendi, öğretmen, Şehzade Mehmed Âbid Efendi, öğretmen. Oturanlar soldan sağa: Şehzade Mehmed Nâzım Efendi, Şehzade Mehmed Nizameddin Efendi, Şehzade Mehmed Orhan Efendi 257 ERMENİ ASILLI ŞAİR ARİFİ VE ŞİİRLERİNDE İSLÂMÎ GÖRÜŞLER Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK Kırıkkale Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi E-mail: meliacik63@yahoo.com; Tel: 0 318 245 46 57 Özet Yüzyıllar boyunca Türk siyasî hakimiyeti altında Türklerle kardeşçe ve huzur içinde yaşayan Ermeniler giderek din dışında diğer hususlarda da örf, âdet, halk mûsikîsi ve edebiyatı bakımından Türk kültürünü benimser olmuşlardır. Ermeniler arasından yetişerek Türkçe yazıp söyleyen birçok şâir ve âşık bu durumun bir göstergesidir. Sazına ve sözüne Türkçe’yi çok iyi yansıtarak kullanan Ermeni âşık ve şâirlerinden birisi de Kayseri’de yaşayan Mahcûbî Baba’dır. O, Ermeni âşıklarının ortak özelliklerini ve saz şâirlerinin ehl-i beyt muhibbi ve Alevî-Bektaşî olmaları hususunu tümüyle kendinde toplamış bir saz şâiridir. Elimizde bulunan iki şiirinden Na’tı’nda Hz. Peygamber’e samimî bir sevgi ve aşkla bağlı bulunmakta, didaktik tarzdaki koşmasında ise bazı öğütler vermektedir. Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK Ermenilerin Türklerle Teması ve Birlikte Yaşam 1071’den sonra Selçuklu hakimiyetine giren Ermeniler İslâmiyet’in ve Türklüğün gayrimüslimlere uyguladığı geniş hoşgörü ve adaletten faydalanarak yüzyıllarca aynı bölge ve topraklarda, aynı idare altında Türklerle beraber yaşamışlardır. Türklerle Ermeniler, aradaki din farklılığına ve birinin hâkim diğerinin mahkûm durumda olmasına rağmen biribirlerinin örf ve âdetleri üzerinde derin izler bırakmışlardır. Gerek Ermenilerden gerekse Türklerden biribirlerinin diline, kültürüne ve edebiyatına vakıf birçok devlet adamı, alim, şâir ve âşığın yetiştiği de tarihî bir gerçektir. Bunlardan Ermenilerin sayısı pek çoktur. Türklerden de Celâleddin Harizmşah, Anadolu Selçuklu devlet adamlarından bazıları, Âşık Paşa gibi bazı alim ve şâirler ve saz şâirleriyle âşıklar Ermenice biliyorlardı. Ermenilerle Türkler arasındaki karşılıklı tesirlerin derecesi karşılaştırıldığında sayıca çok, siyasetçe hâkim ve medeniyetçe de Ermenilerden daha üstün durumda bulunan Türklerin tesirinin daha çok olduğu görülür. Ermenilerden birçok Türk âşığının yetişmesi ve bunların diğer Türk âşıkları gibi genellikle Alevî-Bektaşî olması bu duruma verilebilecek iyi bir örnektir. Gerek Selçukluların gerekse Osmanlıların hiçbir zaman Hıristiyan tebaasını İslâmlaştırmak siyasetini gütmedikleri tarihî olarak sabittir. Bulgaristan ve Romanya’da Türk olduklarından şüphe duyulmayan Gagavuzların, asırlarca Osmanlı hakimiyeti altında kaldıkları halde Ortodoksluklarını koruyabilmeleri, Osmanlı Devleti’nin değil Ermenileri, Hıristiyan Türkleri bile İslâmlaştırmadığına 261 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER açık bir delildir1. Fatih Sultan Mehmet 1461’de Ermeni Patrikliği’ni kurup İstanbul’a Ermeni muhacirlerini çağırmış, Yavuz Sultan Selim Tebriz’den Ermeni sanatkârlar getirtmiş, Safevî Şahı Şah Abbas da Ermeniler için Yeni Culfa’yı kurmuştur. Evliya Çelebi Seyahatname’sinde, Siirt’te Türkçe, Kürtçe, Arapça ve Ermenice konuşulduğunu yazar ve o tarihlerde 20 bin Türk ve 4 bin Ermeni ailesi bulunan Tokat’tan bahsederken de Türklerle Ermenilerin iç içe samimî bir hayat geçirdiklerini şöyle anlatır: Rûm diyarı ise de ahalî ve reâyâsı koyu Türktürler. Lehçe-i mahsûsaları var, amma şehrin zurefâ ve bülegâsı fasîh ve belîg Türkî ve Ermenice bilir ve tekellüm ederler. Şeb-ü rûz ihtilâtları Ermeni reâyâsıyladır2. Ermenilerin Osmanlı memleketlerinde ve İran’da iktisaden ulaştıkları seviye ve Türk hoşgörüsü, ön yargılı bir eser denilebilecek De Morgan’ın Ermeni Tarihi’nde dahi dolaylı yoldan itiraf edilmiştir3. Osmanlı Devleti’nde son zamanlara kadar kendilerine millet-i sâdıka denilen Ermeniler, azınlıklar içinde de iyi bir konuma yükselerek askerlikten muaf tutulmuşlar, sanat ve ticareti ellerine geçirmişler ve birçok üst düzey göreve yükselebilmişlerdi. Osmanlı tarihinde Ermeni asıllı 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 11 müderris ve 41 yüksek rütbeli memurun görev yaptığı düşünülürse 1914 yılına kadar iki toplum arasında hiçbir sorunun yaşanmadığı ve Ermenilerin millet-i sâdıka olarak daima değer gördüğü anlaşılır. 1910’lardan sonra Ermeniler karıştıkları bazı olumsuz olaylardan dolayı tedbir amaçlı tehcir muamelesine maruz kalmışlardır. Ermenilerle Türklerin Kültürel Münasebeti XIII-XIV. yüzyıllarda Türk siyâsî hakimiyeti altında yaşamakla beraber henüz Türklerle temasları yeni olan Ermeniler giderek kendi iktisadî menfaatleri gereği bu münasebetleri ilerleterek din dışında diğer hususlarda örf, âdet, halk mûsikîsi ve edebiyatı bakımından tamamen Türk kültürünü benimsemişlerdir. Türk idaresi onların dinî hürriyetini ve iktisadî gelişmelerini sağlamış, onlar da sadakatleri ve Türklere ve Türk kültürüne olan temayülleriyle aynı vatanda yaşadıkları Türklerin sevgilerini kazanmışlardır. Sultan II. Mahmud devrinde sarayda çok kuvvetli bir mevkiye ulaşan ve artık Türk kültürünü iyice benimsemiş olan Er1 2 3 Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları (Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatına Tesiri), TTK Yayını, 2. Baskı, Ankara 1986, s.254. Köprülü, a.g.e., s.258’den naklen, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.7, s.10. Jacques de Morgan, Ermeni Milleti Tarihi (Histoire Du Peuple Arménien), Paris 1919, s.390. 262 Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK menileri, o sırada Anadolu’yu gezen seyyah Moltke Hıristiyan Türkler zannetmiştir4. Her iki millet tarihî beraberlikte daima uyum içinde, barış ve huzur dolu bir ortamda yaşamışlar, ortak bir zevkle dil, kültür ve edebiyat oluşturmuşlardır. Bu yolda yazılmış edebî eserler incelendiğinde bu gerçek daha iyi anlaşılacaktır5. Din, dil ve kültürce farklı iki milletin asırlarca aynı şehirde, köyde, mahallede ve evde huzur içinde ve dostça yaşamalarına tarihte çok az rastlanmaktadır. 1071’den itibaren Türklerle aynı coğrafyada yaşayıp aynı kaderi paylaşan Ermenilerin, din ve kültürce kendilerinden farklı olan Türklerle aynı ruh ve coşkuyla ve ortak edebî birikimle eserler ortaya koymaları iki milletin nasıl kaynaştığına açık bir delildir. XIV-XIX. yüzyıllar arasında Ermeniler tarafından yazılan birçok eserin Ermeni harfli Türkçe oluşu ve birçok kilisede Ermeni harfli Türkçe dinî metinlerin okunması da buna başka bir delildir. 1727-1968 arasında elliye yakın şehirde iki yüzden fazla matbaada Ermeni harfli Türkçe kitaplar basılmıştır6. Ermenilerin kendi harfleriyle Türkçe olarak yazdıkları eserler arasında: 1001 Gece Masalları, Âşık Garip, Köroğlu, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Şah İsmail, Nasreddin Hoca Hikâyeleri vb. eserler bulunmaktadır. XVI. asırda ana dilleri neredeyse Türkçe olan Kilikya Ermenilerinin Kaplan Dede, Karaese, Balı, Tanrıvermiş, Keklik gibi Türk isimlerini sıkça kullanmaları, son senelere kadar Ermenice’yi ancak okulda öğrenmeleri de yine Ermenilerin Türk kültürünü benimsediklerine birer örnektir. Ermeniler birlikte yaşadıkları Türkleri ve Türk kültürünü, dilini, halk edebiyatını ve mûsikîsini zamanla benimsemişler, böylece her iki dil ve kültürden biribirine birtakım gelenek-görenek geçtiği gibi önemli ölçüde de kelime, deyim, atasözü ve edebî şekiller geçmiştir7. Ermeniler arasından yetişen ve Türkçe yazıp söyleyen birçok şâir ve âşık bu durumun bir göstergesidir. Şuarâ Tezkiresi sahibi Âşık Çelebi kendi devrinde şöhret kazanan Mesihî-i Ermeni adlı bir Azerî şâirinden bahseder. Evliya Çelebî Müslüman, gayrimüslim bütün âşıklarca bilinen Muş’taki Ermeni kilisesinden bahsederken oradaki Ermeni âşıkların da Türkçe şiirler 4 5 6 7 Köprülü, a.g.e., s.259. Kevork Pamukciyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayınları, İstanbul 2002. Pamukciyan, a.g.e., s.XVII. Bedros Keresteciyan, Türkçe’nin İştikak Lügati İçin Bazı Maddeler (Fransızca), Londra 1912. 263 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yazdığını dolaylı yönden anlatır8. Şâir Nâbî, çağdaşı Hakkî mahlaslı Erzurumlu Moses adlı bir Ermeni şâirinden bahseder. Seyyid Vehbî de bir kasidesinde, Hakkî’den daha önce yaşayan Vartan ve Mecnun adlı Ermeni saz şâirlerinden bahseder. Ayrıca Hıristiyan olduğu anlaşılan, Şuşalı bir Ermeni aileye mensup Mirza Can da bir başka Ermeni şâir ve âşığıdır. Türk Âşık Edebiyatının Ermenilere Tesiri Asırlarca beraber yaşadıkları Türklerin kültürel yönden nüfuzu altında kalan Ermeniler, XV-XVI. asırlardan itibaren âşık şiiri ile tanışarak Türkçe söyleyen âşıklar yetiştirmişler ve zevklerine uygun gelen bu edebiyat tarzıyla aynı şekil ve edada Ermenice eserler de ortaya koymaya başlamışlardır. Ermeniler Türk kültürünü bu kadar iyi benimseyip eser ortaya koymakla Türk kültürüne de bir bakıma hizmet etmişlerdir. Türk saz şâirleri için kullanılan âşık kelimesi zamanla -k yumuşatılarak Ermeni saz şâirleri için âşug şeklinde kullanılmaya başlanmıştır. Ermenilerin Türklerle temasından sonra gelişen sazlı âşuglar ile Türk âşıkları arasında tam bir bağ olduğu ve Türk edebiyatının Ermeni edebiyatı üzerinde derin tesirler bıraktığı Ermeni araştırmacılar tarafından da kabul edilen bir gerçektir9. Sadece Türkler arasında saz şâiri anlamına gelen âşık kelimesi10 âşug şeklinde Ermenice’ye saz kelimesiyle birlikte geçmiş ve nazım şekli, eda, telakki ve zevk bakımından Türk âşık edebiyatının etkisi altında gelişimini sürdürmüştür. Böylece Ermeni âşugları Türk âşıklarının mâni, koşma, türkü, destan vb. nazım şekillerini taklit etmeye başlamışlardır. Ermeni halk şâirleri aristokrat bir sınıfa değil, halka hitap etmekte ve düğün-ziyafet-bayram-evlenme ve vefat âyinlerinin bazı safhalarında sazlarıyla sanatlarını icra etmekteydiler. Bir kısmı anadan doğma kör olup büyük kısmı da ümmî olan ve daha ziyade dinî konuları terennüm eden bu âşıklara halk yarı kutsal bir özellik vermişti. Bunlar, mesleklerini ustalarından şifahî dersler alarak öğrenirler, hiç 8 Çanlı Kilise adını verdiği bu kiliseden ve yılda bir kez olan yortusundan bahsettikten sonra onun âşıklar arasındaki şöhretini anlatır ve böylece eski Ermeni geleneğinin oradaki Müslümanlar üzerinde tesiri bulunduğunu gösterir. Evliya Çelebi, Seyahatname, C.3, s.23; Çobanyan, Ermeni Âşıkları, İstanbul 1906, s.7. 9 Arşak Çobanyan, Ermeni Âşıkları (Les Trouveres Armeniens), İstanbul 1906. 10 Bu kelime daha sonra ayın harfi yerine elifle âşık-ışık şekline girerek Kalenderî, Babayî, Bektaşî, Hurûfî gibi ehl-i sünnet akidelerine aykırı zümrelere mensup dervişlere ve Yunus Emre tarzında halk şâir ve mutasavvıflarına sıfat olmuştur. 264 Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK evlenmeyip seyyar ve serserice yaşarlar ve bazıları Ermeni aziz (saint)leri hakkında didaktik şiirler ve ilâhîler yazarlardı. Ellerinde sazlarıyla köyden köye gezerek düğün ve derneklere davetsiz iştirak ederler; özellikle kış mevsiminde köylüler bir âşığın geldiğini duyunca etrafına toplanıp ocak başında şiirlerini, hikâyelerini dinlerlerdi. Kayıtsızca ve rindane yaşayıp sürekli dolaşan ve bundan da zevk alan bu âşıklar böylece eserlerini yayma imkânı bularak yeni çevrelerden yeni duygular toplarlardı. Bu âşıkların muhibb-i ehl-i beyt (Alevî) ve özellikle de Bektaşî olmaları âdettendi. Böylece Bektaşîlik adeta âşıklığın zarurî gereklerinden biri olmuştu. Ayrıca, Bektaşîliğin yaygın olduğu Yeniçeriler arasında Yeniçeri ortalarındaki âşıkların genellikle Bektaşî oldukları da unutulmamalıdır11 Ermeni Âşık ve Saz Şâirleri Ermenilerden Türkçe’yi sazına ve sözüne çok iyi yansıtarak kullanan birçok âşık ve saz şâiri yetişmiştir. Yukarıda bunların genellikle AlevîBektaşî olduğunu belirtmiş ve Bektaşîliğin adeta âşıklığın gereklerinden biri olduğunu söylemiştik. Bektaşîlik, Anadolu ve Balkanlar’da birçok Hıristiyanı Türkleştirip Müslümanlaştırarak Bektaşî tekkelerinin birer müridi ve muhibbi durumuna getirmiştir. İşte bu Türkleşip Müslümanlaşanlar da Sarkis Zeki, Harbî, Mahcûbî, Nakabî, Hiranî, Âşık Vartan, Civan Ağa, Coşkunî gibi Alevî-Bektaşî anlayışıyla şiirler ve nefesler yazan Ermeni asıllı şâirlerdir. Ayrıca, XVI-XVIII. yüzyılda Türkçe şiirler yazan Nahapet Kuçak, Kul Artunî, Tatos, Hayâtî, Çubukoğlu, Abgar, Sefanî, Hovnatan, Nağaşî, Kul Arzunî, Miran, Keşişoğlu, Sayat Nova, Şamçı Melkan, Kiçik Oğlan, Bağdasar, Dibir, Bağıoğlu, Miskin Bürcü, Abdin Oğlan vs. elliyi aşkın Ermeni âşığı olup çoğunun şiirleri mecmualara ve cönklere alınmadığından günümüze kadar gelememiştir12. Bunlar genellikle zahidlerin aleyhine yürümek, aşk ve şarap hakkında medhiyeler düzmek, Bektaşî şâirlerinin sürekli savundukları ahlâkî esasları harfiyen dile getirmek gibi konuları işlemişler ve Türkçe rindane ve sofiyâne koşmalar, ilâhîler, nefesler ve öğüt verici pek çok manzumeler yazıp söylemişlerdir. 11 Köprülü, a.g.e., s.241. 12 Ramazanov Y., Azerbaycan Dilinde Yazıb Yaradan Ermeni Âşıkları, Bakü 1977, s.262. 265 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Mahcûbî Baba13 Sazına ve sözüne Türkçe’yi çok iyi yansıtarak kullanan Ermeni asıllı âşık ve şâirlerden birisi de Kayseri’de yaşamış olan Mahcûbî Baba’dır. O, yukarıda Ermeni âşugları için söylediğimiz sıfatları tümüyle kendinde toplamış bir saz şâiridir. Elimizde bulunan iki şiiri, Arifî adlı bir şahıs tarafından yazılmış cönk benzeri bir şiir mecmuasında bulunmaktadır. Bu şiirlerden birisi aruzla yazılmış bir na’t, diğeri de didaktik bir koşmadır. Saz şâirlerinin adeta bir kural haline gelen, ehl-i beyt muhibbi ve Alevî-Bektaşî olmaları hususu onun için de geçerlidir. Onun samimî bir Bektaşî dervişi olduğu hayat hikâyesinden anlaşılmaktadır. Şiirlerinin hepsi elimizde olmadığından genel bir değerlendirme yapamasak da, iki şiirinden hareketle Âşık Ömer, Dertli ve Emrah gibi birinci sınıf şâir ve âşıklardan olmadığını; ancak, akıcı üslûbuyla Türkçe’yi çok iyi kullanan, na’t, koşma, divân gibi nazım şekil ve türlerinde ustalıkla saz, söz ve kalem oynatan, yaşadığı toprağın duyuş, düşünüş ve anlayışını hissederek sazına ve sözüne yansıtabilen bir âşık-şâir olduğunu söyleyebiliriz. Elimizdeki na’tında Hazret-i Peygamber’e samimî bir sevgi ve aşkla bağlı olduğu görülmektedir. Bu yönden onun diğer şiirlerinde de aynı anlayış içinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Yukarıda genel özelliklerini saydığımız Ermeni âşıklarına hemen her yönden benzeyen ve Ermeni adı Ohannes olan Mahcûbî Baba, Kayseri’nin Süleyman mahallesine yerleşen aslen Tiflisli bir aileye mensuptur. 1848 doğumlu olup ümmîdir14. Onun mûsikîdeki kabiliyetini anlayan eski halk şâirlerinden Bektaşî tarikatine mensup birisi tarafından çırak olarak alınmıştır. Ustasının yanında uzun süre bulunmuş ve bu sırada kendisi de Bektaşî olmuştur. Kısa bir süre sonra adı sanı belli âşıklar arasında kendisini göstermeye başlamıştır. Anadolu ve Rumeli’nin çeşitli şehir ve kasabalarını gezdiği gibi Tiflis’e de gitmiştir. Her türlü sazı çalabilen Mahcûbî’nin keman çalmakta mahir ve bu kabiliyetinin benzerleri arasında çok yüksek olduğunu hayat hikâyesini anlatan Arifî bildirmektedir. Dâvudî ve gür bir sese sahip olup bu sesiyle çok güzel güfteler de söyleyebilmiştir. Tahmînen 1913 senesinde hastalanarak 65 yaşında Kayseri’de ölmüştür. Mahcûbî’nin Hazret-i İsmaîl için yazdığı bir na’tı olduğunu ve o na’tı okurken de ağla13 Mahcûbî, Serkiz Zeki ve Harbî gibi Ermeni şâirleri hakkında Türk Yurdu dergisinin 2. cildinin 210. sayfasında bilgi vardır. 14 Sadeddin Nüzhet, Türk Edebiyatı Te’sîri Altında Kalan Ermeni Şâirleri başlıklı makâlesinde Mahcûbî’nin asıl adının İzzet Ulvî Bey’in yazısına dayanarak Kirkor olduğunu ileri sürer. Millî Mecmûa No: 119, İstanbul 1 Teşrîn-i Sânî 1930, s.68-69. 266 Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK dığını yine Arifî haber vermektedir. Arifî ayrıca Mahcûbî’nin, Fuzûlî’nin bütün şiirlerini ezbere bilmekte olduğunu da bildirmektedir.. Aruz vezniyle ve remel bahrinin fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbıyla yazdığı aşağıdaki na’tında: Hz. Peygamber şeriat rehberi, peygamberlerin övüncü ve Allah’ın sevgilisidir. Güneş, ay, yer ve gök ona Hak’kın bir bağışı olan ‘lev-lâke lev-lâk’ hitabından dolayı oluşmuştur. Allah onu on sekiz bin âleme delil kılmıştır ve Padişah-asker, zengin-fakir hep onun lutfuna muhtaçtır. Bütün dünya onun mucizelerini seyredip hayrete düşmüş ve felek başını eğip ay da ikiye bölünerek ona övgü düzmüştür. Mevlânın kapısına kimse onsuz yol bulamaz; sekiz cennet anahtarı ve cemali ‘Ve’d-duhâ’ olan odur. Ona âşık olan pek çok derviş başı açık ve yalın ayak vaziyette onun yoluna binlerce canını feda ederler. O şeriat madeni, kulu Mahcûbî ise ah çeken bir günahkârdır der ve Ey Peygamber! hesap günü Mahcûbî’ye de şefaat et diyerek na’tını tamamlar. Elimizdeki ikinci şiiri ise nasihat içeren bir koşma olup bu şiirinde şöyle öğütler verir: Beylik çeşmelerden asla su içme; bu, atalardan kalma senetli bir sözdür. Bir kapının iki kanatlı ve kapalı olduğunu görürsen geçme; bu nasihatimi tut. Göğüs gerdan açık, hiç baş örtüsü yok; Avrupa perçemli ve beyaz topuklu. Bütün başına ağaç kabuk geçmiş; içlerinde güveniliri çok az var. Âşık olan aşk yolunu kapamaz, doğru yılan eğri yola sapamaz, bir Hudâ’dan gayri kimse yapamaz, Mahcûbî’nin gönlü kırık ve bağlı. Şimdi de, Arifî’nin şiir mecmuasında Mahcûbî ile ilgili kısmı aynen aktarıyoruz: Mahcûbî Baba Kayseri’nin Süleyman mahallesinde yerleşen ve Ermeni adı Ohannes olan Mahcûbî aslen Tiflisli’dir. 1848 tevellüdlüdür.Ümmîdir. Mûsikîdeki isti’dadını anlayan eski halk şâirlerinden biri tarafından çırak olarak alınmış, Bektaşî tarîkatine mensûb olan üstâdı yanında haylî zaman bulunmuş, bu esnada kendisi de Bektaşî olmuş, hulâsa bir müddet sonra adı, sanı belli âşıklar arasında kendisini göstermege başlamıştır. Anadolu ve Rumeli’nin muhtelif şehr ve kasabalarını gezdiği gibi Tiflis’e bile gitmiştir. Her nev’ saz çalmağa muktedir bulunan Mahcûbî’nin keman çalmak gibi mahâreti emsâli arasında çok yüksek görülürdü. Dâvudî ve gür olan sesi ile çok güzel güfteler söylerdi. Tahmînen 1913 senesinde hastalanarak 65 yaşın267 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER da iken Kayseri’de ölmüştür. Mahcûbî’nin Hazret-i İsmaîl aleyhi’s-selâm içün yazdığı bir na’tı varmış. Ona âid na’tı okurken de ağlarmış. Mahcûbî Fuzûlî’nin bütün eş’ârını hâfızasına nakş itmişti. fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün Sen şerîat rehberi fahr-ı cihân-ı enbiyâ Çok buyurdu zâtıña Mahbûb Cenâb-ı Kibriyâ Bahş-ı Haktır şahsıña lev-lâke lev-lâk ey Habîb Ol sebeb nakş oldu kim şems ü kamer arz u semâ On sekiz biñ âleme Mevlâ seni kıldı delîl Lutfuña muhtâcdır mîr ü livâ şâh u gedâ Mu’cizâtıñ seyr idüp âlem taaccüb eyledi Ser-fürû kıldı felek şakku’l-kamer itti senâ Kimse bulmaz kim der-i Mevlâya sensizken hemân Heşt cennet miftâhı sensiñ cemâli Ve’d-duhâ Baş açık yalın ayaktır sâlikan-ı bî-şümâr Râhıña âşıklarıñ biñ cânını eyler fidâ Sen şerîat ma’deni abdiñ ise mücrimdir âh Kıl şefâat yâ Nebî Mahcûbîye yevmü’l-ceza 268 Doç. Dr. Muhittin ELİAÇIK Nasîhat-Âmîz Bir Koşması Beglik çeşmelerden aslâ su içme Atalardan kalma söz bu senetli Tut bu nasîhatim görürseñ geçme Baktın ki bir kapu iki çenedli Göğüs gerdân açık yok hiç yapuklu15 Avrupa perçemli beyâz topuklu Bütün başa geçti hetül kabuklu Kıt bulunur içlerinde senetli Âşık olan aşk yolunu kapamaz Doğru yılan egri yola sapamaz Bir Hudâdan gayri kimse yapamaz Mahcûbîniñ kırık göñlü kenedli 15 Metinde yapuk ve hetül kelimelerinin altları çizilmiştir. 269 OSMANLI’DA ERMENİ KATOLİK KİLİSESİ VE TOPLUMU Yrd. Doç. Dr. Murat Bürkan SERBEST Kafkas Üniversitesi İktisadî İdarî Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü E-Mail: bserbest@yahoo.com; Tel (GSM): 0 533 717 77 83 Özet Osmanlı-Ermeni ilişkileri ilk kez Orhan Bey zamanında başlamıştır. Orhan Bey, Ermenilerin Anadolu’da ayrı bir cemaat olarak örgütlenmesine izin vermiş ve Kütahya’da bulunan Ermeni ruhanî merkezi de Bursa’ya taşınmıştır. 1453’te İstanbul’un fethinin ardından 1461 yılında İstanbul Samatya’da Ermeni Patrikhanesi kurulmuş, Ermenilere dinî ayrıcalıklar verilmiş ve Osmanlı Millet Sistemi içersinde Gregorian Millet olarak örgütlenmişlerdir. Osmanlı Millet Sistemi içinde tüm Ermeniler pre-kalkedonyan olarak nitelendirilmiş, buna karşın tüm pre-kalkedonyan gruplar da Ermeni Patriği’nin otoritesi altına girmişlerdir. Kanunî Sultan Süleyman’ın Fransa’ya tanıdığı kapitülasyonlarla birlikte, Fransız Katolik misyonerler Osmanlı topraklarında faaliyete başlamışlardır. Sivaslı bir Ermeni papaz olan Mekhitar, Roma Kilisesi’yle Ermeni Patrikliği’ni birleştirmek amacıyla 1700 yılında Venedik yakınlarında bir manastıra yerleşmiş ve bu manastır Osmanlı Ermenilerini Katolik mezhebine dâhil etmek için bir misyoner merkezine dönüştürülmüştür. Bu merkezin çalışmaları neticesinde Katolik Ermeni nüfusunun artmasıyla birlikte Papa XIV. Benedikt 1742’de Ermeni Papaz Abraham Ardzivian’ı Klikya Katolik Patriği olarak tanımıştır. 5 Ocak 1831 tarihinde de Ermeni Katolik Kilisesi resmen kurulmuş ve Osmanlı Devleti tarafından Katolikler ayrı bir cemaat olarak kabul edilmiştir. Tanzimat sonrasında 1863 yılında Ermeni Gregorianlar için bir nizamname hazırlanmış, 1913’te Ermeni Katolik Kilisesi’nin nizamnamesinin düzenleme çalışmaları tamamlanmıştır. Yrd. Doç. Dr. Murat Bürkan SERBEST Giriş Osmanlı-Ermeni ilişkileri ilk kez Orhan Bey zamanında başlamıştır. Orhan Bey, Ermenilerin Anadolu’da ayrı bir cemaat olarak örgütlenmesine izin vermiş ve Kütahya’da bulunan Ermeni ruhanî merkezi de Bursa’ya taşınmıştır. 1453’te Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethedip burayı başkent yapmasının ardından 1461 yılında İstanbul Samatya’da Ermeni Patrikhanesi kurulmuş, Ermenilere yönetsel ve dinî ayrıcalıklar verilmiştir1. Bu tarihten sonra Ermeniler Osmanlı Millet Sistemi içersinde Gregorian Millet olarak örgütlenmişlerdir. Osmanlı Millet Sistemi içinde tüm Ermeniler pre-kalkedonyan2 olarak nitelendirilmiş buna karşın tüm pre-kalkedonyan gruplar da Ermeni olsun ya da olmasın Ermeni Patriği’nin otoritesi altına girmişlerdir3. Osmanlıda toplum resmen din esasına dayanan millet denen gruplara bölünmekteydi. Bu gruplaşmaya göre, vergi salınıp toplanmakta, yargı düzeni ve eğitim bu anlayış çerçevesinde dinî cemaat liderleri tarafından örgütlendirilip yürütülmekteydi. Adlî ve yönetsel örgütlenme konusunda din esaslı bir adem-i merkeziyet ve çeşitlilik vardı. Dil ve ırk milletlerin 1 2 3 Erdal İlter, “Ermeni Kilisesi ve Terör”, http://www.cagdastoplum.org/yayinda/ekitap/ermenikilesesiveteror.htm (24.01.2006). 451 tarihli Kadıköy Konsili kararlarına katılmayan Hıristiyan gruplara verilen isimdir. Ermeniler Kopt kilisesi mensupları, Süryanî Kadimler’den oluşmaktadır. John Whooley, “The Armenian Catholic Church: A Study in History and Ecclesiology”, HeyJ, XLV, 2004, s.417-418. 273 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gruplandırılmasında önem taşımaktaydı. Ermeniler aynı dili konuşmasına karşın Ermeni, Ermeni-Katolik ve Ermeni-Protestan milleti içersinde sayılmaktaydı. Bulgarlar ve Rumlar mensup oldukları din ve mezhep dolayısıyla aynı millet sayılmaktaydılar. Türkler, Arnavutlar, Araplar ve diğer Müslüman gruplar ise İslâm milleti içersinde yer almaktaydı4. Erivan yakınlarındaki Eçmiyazin Kilisesi Gregorian Ermenilerin, bugün de olduğu gibi en eski ruhanî merkezini oluşturmaktadır. Ruhanî reis olan katogigoslar da burada oturmuşlardır. Moğol istilası sırasında Ermeni ruhanî merkezi bugünkü Kozan yakınlarındaki Sis havalisine taşınmıştır. Moğol istilasının sona ermesinin ardından Ermenilerin bazıları yeniden Eçmiyazin’e dönmüşler ve bölge tekrar önemli bir ruhanî merkez olmuştur5. Bununla birlikte, Sis bölgesinde toplanan Klikya Ermeni cemaati ilk Ermeni Katolik toplumunun nüvesini oluşturması bakımından önem kazanmıştır. Ermenilerin Katoliklikle ilk tanışması Klikya Ermeni Krallığı’nın XIV. yüzyılda, Haçlı Seferleri sonrasında bölgeye yerleşen Lusignan Hanedanı tarafından ele geçirilmesiyle olmuştur. Latinlerin bu hakimiyeti sırasında Klikya’ya yerleşen Katolik unsurlar, Ermeniler arasında Katoliklik propagandası yapmışlar ve böylece Klikya Ermenileri arasında Katolik mezhebi ilk defa sınırlı da olsa taraftar bulmaya başlamıştır6. Gene XIV. yüzyılda, Anadolu’nun diğer bölgelerinde de ilk kez Katolik misyonerlerle karşılaşılmaya başlanmıştır. Papa XXII. Jean zamanında bu faaliyetler yoğunlaşmıştır. Dominiken papazların yürüttüğü bu misyoner faaliyetler sonucunda 1328 yılında Katolik mezhebini kabul eden Ermeniler tarafından Birleşmiş Kardeşler adlı bir tarikat kurulmuştur7. Kanunî Sultan Süleyman’ın Fransa’ya tanıdığı kapitülasyonlarla birlikte, Fransa’nın himayesi altında bulunan Katolik misyonerler Osmanlı topraklarında faaliyette bulunmaya başlamışlardır. 1604 yılında yenilenen Osmanlı-Fransız antlaşmasıyla Fransa’ya Osmanlı topraklarında Katolikler üzerinde himaye hakkı tanınmıştır8. Bu himayenin tanınmasıyla birlikte Katolik misyonerlerin Ermeniler üzerindeki faaliyetleri XVII. yüzyıldan itibaren yoğunlaşmaya başlamıştır. Bu yüzyılda, Galanus adındaki bir 4 5 6 7 8 İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006, s.173. Önder Kaya, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, İstanbul 2004, s.46-47. Levon Panos Dabağyan, Türkiye Ermenileri Tarihi, İstanbul 2005, s.457. Kaya, a.g.e., s.118. Erdem Çakır, “Tarihte Ermenilerin Dinî Yapısı”, http://www.geocities.com/begunay/z25.. htm (20.01.2006). 274 Yrd. Doç. Dr. Murat Bürkan SERBEST Latin rahibi, Papalık tarafından özel bir görevle İstanbul’a yollanmıştır. Galanus 1641’de İstanbul’a ayak basmasının ardından Haçlılar döneminde Katolikleştirilen Ermenilerle temasa geçmiş ve Ermeniler arasında Katoliklik propagandası başlatmıştır. Bu propagandalar sonucu bazı yoksul Ermeniler Katolikliğe döndürülmüştür. Galanus’un faaliyetleri Ermeniler arasında büyük huzursuzluklara yol açmış ve Latin rahip İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmıştır9. 1696 tarihli fermandan anlaşıldığına göre, Ermenilerin Padişaha başvurarak bazı Ermenilerin mezhep değiştirerek Katolik olmalarından şikâyet ettikleri görülmektedir. Ermenilerin ileri gelenleri, bu kişilerin engellenmesi ve cezalandırılmasını istemiştir. Padişah da bu talepler karşısında gereken önlemlerin alınmasını buyurmuştur. 1701-1702 yıllarında da II. Mustafa’nın Padişahlığı sırasında bazı Ermeni mahallelerinde mezhep değiştirme tartışmaları çatışmalara yol açmıştır. İstanbul Valide Hanı denen yerde bir Ermeni matbaasında Katoliklik propagandası içeren bir takım broşürlerin basıldığının duyulması Gregorian Ermenilerde infial yaratmış ve buraya saldırılar olmuştur10. Sivaslı Mehitar (1676-1749) adında Benedikten tarikatı üyesi olan bir Ermeni papaz Mehitarist akımın temellerini atmış ve bu akım taraftarları Ermenilerin Katolikliğe döndürülmesi yönünde büyük bir propaganda faaliyeti göstermişlerdir. Roma Kilisesi’yle Ermeni Patrikliği’ni birleştirmek amacıyla 1700 yılında Venedik yakınlarında bir manastıra yerleşmiş ve bu manastır Osmanlı Ermenilerini Katolik mezhebine dâhil etmek için bir misyoner merkezine dönüştürülmüştür. Bu kuruluş, Gregorian Ermeniler üzerinde çok etkili olmuş ve pek çok Gregorian inançtaki Ermeninin Katolikliğe geçmesine neden olmuştur. Bu durum Gregorian Ermenilerin tepkisini çekmiş ve 1701’de Ermeni Patrikhanesi, Katoliklerin tutuklanmasını ve matbaaların müsaderesini devletten istemiştir11. Mehitaristlerin merkezi 1703’te Mora yarımadasının güneyine, 1715’te de Venedik’e taşınmıştır. St. Lazarus adası Venedik Cumhuriyeti’nce Mehitar ve adamlarına tahsis edilmiştir. Burada da Mehitar Manastırı kurulmuştur. Venedik merkezli Mehitarist diye adlandırılan bu akıma bağlı din adamları özellikle yaptıkları entellektüel faaliyetlerle dikkat çekmişlerdir. Mehitarist din adamlarının ortaya koydukları eserler, Ermeniler üzerindeki milliyetçilik akımının gelişmesinde de çok etkili olmuştur. Bu cemaatten 9 Dabağyan, a.g.e., s.473-474. 10 Kaya, a.g.e., s.118-119. 11 Kaya, a.g.e., s.119. 275 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Mikael Çamciyan tarafından 1784-1786 tarihleri arasında kaleme alınan ve Ermenice olarak basılan üç ciltten oluşan Ermeni Tarihi Osmanlı Ermenileri arasında büyük rağbet görmüştür12. Katolik Ermeni nüfusunun artmasıyla birlikte Papa XIV. Benedikt 1742’de Ermeni Papaz Abraham Ardzivian’ı Klikya Katolik Patriği olarak resmen tanımış ve söz konusu kişi I. Abraham Peter adıyla Patrik sıfatını kullanmaya başlamıştır13. Ancak bu Patriklik kurumu Osmanlı Devleti yönünden bir resmîyet kazanmamıştır. 1811 tarihli Bükreş Antlaşması’nın ardından da Ermenilerin bir kısmı apaçık Katolik olduklarını ilân etmişlerdir14. Gregorian Ermeni Patriği 1820 yılında Katolik Ermenileri tekrar kendi cemaatına kazandırmak için bir takım değişikliklere gitmek istemiştir. Patrik Gregorian Kilisesi’nin âyin usûllerinde değişikliklere giderek bazı Katolik usûlleri getirmek istemiştir. Ancak Patriğin bu girişimi büyük tepki çekmiş ve iş Patrikliğin basılmasına kadar ileri boyutlara varmıştır. Dolayısıyla Patriğin girişimi sonuçsuz kalmıştır15. Nihayet, II. Mahmut döneminde, 5 Ocak 1831 tarihinde Katolikler ayrı bir cemaat olarak kabul edilmiştir16. Katolik milletin esasını ise Ermeni Katolikler oluşturmaktaydı. Bununla birlikte, Katolik olan başka etnik unsurlar da bu cemaatin başındaki Patriğe bağlıydılar. Papalık, Osmalıda yaşayan Katoliklerin, Katolik Ermeni Patrikhanesi’nin yönetimi altına sokulmasına karşı çıkarken dünyada tek Katolik merkezin Vatikan olduğunu ifade etmiştir. Osmanlı Katoliklerinin de kendisine bağlanmasını istemiştir. Ancak Osmanlı Devleti bu isteği dikkate almamış ve Papalık bu isteğinden bir sonuç alamamıştır17. Bu kilisenin kurulması ile Ermeni Katolik ruhanî reisliği Osmanlı döneminde Patriklik, Cumhuriyet döneminde ise Patrikliğin Beyrut’a taşınmasıyla İstanbul Beyoğlu Sakızağacı’nda dinî temsilcilik olarak faaliyetini sürdürmüştür18. 1831’de kurulan kilise, her ne kadar Ermeni Katolik cemaatını temel alsa da Osmanlıdaki diğer Katolik unsurların da buraya bağlı olması nede12 13 14 15 16 Kaya, a.g.e., s.119. Whooley, a.g.m., s.416. Çakır, a.g.m. Ali Arslan, Kutsal Ermeni Papalığı, İstanbul 2005, s.14. Suavi Aydın, Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme, http://www.kultur.gov.tr/portal/yazdir_ tr.asp?belgeno=20064 (20.01.2006). 17 Kaya, a.g.e., s.120-121. 18 Dabağyan, a.g.e., s.546. 276 Yrd. Doç. Dr. Murat Bürkan SERBEST niyle zaman zaman diğer etnik grupların da Katolikliğe geçmesi yönünde faaliyetler göstermiştir. 1860’lardan itibaren bazı Bulgar ulusalcıları, diğer Katolik kiliseleri gibi Roma’ya bağlı ancak özerk bir Katolik kilise kurma niyetine girişmişlerdir. 1860 yılı sonlarında Katolikliğe geçmeyi düşünen bazı Bulgar önderleri başlarında rahipler olduğu halde önce İstanbul’daki Patrik temsilcisini ziyaret etmişlerdir. Bu ziyaretin ardından Ermeni Patriği Hason Efendi heyeti kabul etmiştir. Bu görüşmede Hason Efendi, Bulgarlara ibadette Latince yerine kendi dillerini kullanacaklarını ve Roma’dan özerk olacaklarını, rahiplerin de Bulgar olacaklarını vaat etmiştir19. 1856 yılında Islahat Fermanı’nın ilânının ardından, Babıâli, her milletin kendi yönetim işlerini düzenlemesi için bir komisyon kurması ve bu komisyon kararlarının kendisine gönderilmesini istemiştir. 1862-1865 yılları arasında da çeşitli nizamnameler kabul edilmiştir. Her milletin kendi komisyonlarında kabul edilen nizamnameler Babıâli tarafından onaylanarak yürülüğe girmiştir. Gregorian Ermeni Millet Nizamnamesi 18 Mart 1963 tarihinde Padişah tarafından onaylanarak yürülüğe girmiştir20. 1911 yılında Ermeni Katolik Kilisesi’nin nizamnamesinin düzenlenmesi işine girişilmiştir21. Çalışmalar 1913’te bitirilmiştir22. Cumhuriyet döneminde ise Ermeni Katolik Patrikliği İstanbul’dan Beyrut’a taşınmıştır. Bununla birlikte, İstanbul’da bir Ermeni Katolik ruhanî reisliği muhafaza edilmiş ve Ermeni Katolik cemaatı günümüze kadar Türkiye’de özellikle İstanbul’da varlığını korumuştur. Günümüzde İstanbul’da varlığını koruyan cemaatlerden olan Ermeni Katoliklerinin İsatanbul’un çeşitli yerlerinde güzel mimarîye sahip kiliseleri bulunmaktadır. 1831’den XX. yüzyılın başlarına kadar İstanbul’da açılmış olan günümüzde de faal olan Ermeni Katolik kiliseleri şunlardır: 1. Beyoğlu Surp Asdvazazin Meryem Ana Katedrali23. 2. Samatya Anaradhğutyun Kilisesi. 3. Pangaltı Anaradhğutyun Kilisesi. 4. Büyükada Surp Asdvazazin Kilisesi. 19 Ortaylı, a.g.e., s.116. 20 Kaya, a.g.e., s.114, 117. 21 Bu dönemde Rum, Bulgar Eksarklığı, Rum Katolik ve Keldanî Kilise nizamnamelerinin düzenlenmesi işleri de devam etmiştir. 22 Aydın, a.g.m. 23 Aynı zaman da Ermeni Katoliklerinin ruhanî reisliğinin merkez kilisesidir. 277 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 5. Büyükdere Surp Boğos Kilisesi. 6. Yeniköy Surp Hovannes Mıgırdiç Kilisesi. 7. Taksim Surp Hovan Vosgeperan Kilisesi24 8. Ortaköy Surp Kirkor Lusavoriç Kilisesi. 9. Karaköy Surp Hisus Pırgiç Katedrali. 10. Kadıköy Surp Levon Kilisesi. 11. Beyoğlu Surp Yerortutyun Kilisesi25. Sonuç Ermeni Katolik kilisesi ve bu kiliseye bağlı cemaat Avrupalı misyonerlerin Anadolu’da çok erken dönemlerindeki faaaliyetlerinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Anadolu özellikle XIX. yüzyılda Protestan ve Katolik misyonerlerin bir faaliyet sahası iken daha XIV. yüzyılda Katolik misyonerlerin çabaları Anadolu’da Ermeni Katolik cemaati gibi eski bir dinî grubun doğmasına yol açmıştır. Her ne kadar XIX. yüzyıla kadar Osmanlı Devleti tarafından tanınan bir cemaat ve kilise olmasa da özellikle Fransa’nın desteğiyle varlığını hep korumuş ve konumunu güçlendirmiştir. Bunun sonucunda ise, Ermeni Katoliklerinden özellikle rahatsızlık duyan kesim Ermeni Gregorianlar olmuştur. Ermeni Katolikleri, sık sık Ermeni Gregorianlar tarafından devlete şikâyet edilmiştir. Osmanlı Devleti yönünden ise Ermeni Katoliklerin varlığı Batılı devletlerin özellikle Fransa’nın Osmanlının içişlerine müdahalesinin bir aracı olmuştur. Ancak, Ermeni Katoliklerin varlığının Osmanlı Devleti tarafından resmen tanınmasının ardından, bu cemaat de diğer dinî cemaatler gibi hoşgörü içersinde, kendi din ve mezheplerinin gereğini yerine getirmişlerdir. 24 Bu kilise Ermeni Katolik kiliseleri içinde en görkemlisi olarak bilinmektedir. 25 Dabağyan, a.g.e., s.271-275. 278 Yrd. Doç. Dr. Murat Bürkan SERBEST Kaynakça Arslan, Ali, Kutsal Ermeni Papalığı, Truva Yayınları, İstanbul 2005. Aydın, Suavi, “Anadolu Hıristiyanlığında Dönüşüm Misyoner Faaliyetlerinin Doğu Hıristiyanlığı Üzerindeki Etkisi ve Modernleşme”, http://www.kultur. gov.tr/portal/yazdir_tr.asp?belgeno=20064 (20.01.2006). Çakır, Erdem, “Tarihte Ermenilerin Dinî Yapısı”, http://www.geocities.com/begunay/ z25.htm (20.01.2006). Dabağyan, Levon Panos, Türkiye Ermenileri Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2005. İlter, Erdal, “Ermeni Kilisesi ve Terör”, http://www.cagdastoplum.org/yayinda/ekitap/ Ermenikilesesiveteror.htm (24.01.2006). Kaya, Önder, Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2004. Ortaylı, İlber, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, İstanbul 2006. Whooley, John, “The Armenian Catholic Church: A Study in History and Ecclesiology”, HeyJ, XLV, 2004. 279 XIX. YÜZYIL SONLARINDA VE XX. YÜZYIL BAŞLARINDA TÜRK-ERMENI İLIŞKILERI: KAYSERİ ÖRNEĞİ Prof. Dr. Mustafa KESKİN* Uzm. Hüseyin CÖMERT** *Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü; Tel: 0 352 437 49 01-33305 **Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Özet Türklerle Ermeniler, Selçuklu hakimiyetinden itibaren birlikte yaşamışlardır. Türk-Ermeni birlikteliğine güzel bir örnek de Kayseri’dir. Tebliğimize konu olan Türk-Ermeni ilişkileri, 1860-1915 tarihleri ile sınırlandırılmıştır. Çünkü Ermeni Sorunu denen konu bu tarihlerde ortaya çıkmıştır. Sorun içsel olmaktan çok dışsaldır. Osmanlı toplumunun bir parçası olan Ermeniler, hemen her bakımdan adı geçen toplumun gelişmiş kısmını oluştururken, birden ayrılıkçı milliyetçiliğin ateşiyle yanmaya başlamışlardır. Bu ateşi yakanlar dışarıda, maşalığını yapanlar da içeride idi. Ateş sadece maşayı eritmekle kalmadı, Ermenilerle birlikte bütün Osmanlı toplumuna da zarar verdi. Kayseri ve mülhakatı ile ilgili olarak incelediğimiz defterlerdeki bilgilerin sağlamlığında şüphe yoktur. Kayseri ve civarında salt Ermenilerin sakin olduğu mahalle ve köyler bulunduğu gibi, Müslümanlarla ve sair gayrimüslimlerle oturdukları mahalle ve köyler de mevcuttur. Ortaklaşa yaşanılan mahalle ve köylerdeki huzur ve güvenlikten şikâyette bulunulmamakta, farklı inanç sahipleri biri diğerinin sevinç ve üzüntülerine katılmakta, dinî ve kültürel merasimlerinde ziyarette bulunmaktadırlar. Evleri, barkları, mabetleri gibi, iş yerleri de iç içedir. Konuşma dilleri Türkçe’dir, yazışma dilleri, alfabeleri farklı da olsa, yine Türkçe’dir. Sonuç olarak, ortak paydaları bir hayli fazla olan Türklerin ve Ermenilerin nasıl oldu da birbirlerinden münafereti ortaya çıktı, ortaya çıkmakla kalmayıp mukateleye vardı? Kayseri ölçeğinde bu soruya cevap bulmaya çalışacağız. Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT Giriş Türklerle Ermeniler Anadolu’da, Selçuklu hakimiyetinden itibaren, birlikte yaşamışlardır. Türk-Ermeni birlikteliğine güzel bir örnek de Kayseri’dir. Tebliğimize konu olan Türk-Ermeni ilişkileri 1860-1915 tarihleriyle sınırlandırılmıştır. Çünkü Ermeni Sorunu denen konu bu tarihlerde ortaya çıkmıştır. Sorun içsel olmaktan çok dışsaldır. Osmanlı toplumunun bir parçası olan Ermeniler, hemen her bakımdan adı geçen toplumun gelişmiş kısmını oluştururken, birdenbire ayrılıkçı milliyetçiliğin ateşiyle yanmaya başlamışlardır. Bu ateşi yakanlar dışarıda, maşalığını yapanlar da içeride idi. Ateş sadece maşayı eritmekle kalmamış, Ermenilerle birlikte bütün Osmanlı toplumuna da zarar vermiştir. Kayseri ve yöresiyle ilgili olarak incelediğimiz defterlerin verdiği bilgiler açık ve nettir. Kayseri ve civarında salt Ermenilerin yerleşik olduğu mahalle ve köyler bulunduğu gibi Müslümanlarla ve diğer gayrimüslimlerle oturdukları mahalle ve köyler de mevcuttur. Ortaklaşa yaşanılan mahalle ve köylerdeki huzur ve güvenlikten şikâyette bulunulmamakta, farklı inanç sahipleri birbirinin sevinç ve üzüntülerine katılmakta, dinî ve kültürel merasimlerinde karşılıklı ziyarette bulunmaktadırlar. Evleri, barkları, mabetleri gibi işyerleri de içiçedir. Konuşma dilleri Türkçe’dir, yazışma dilleri, alfabeleri farklı da olsa, yine Türkçe’dir. Ortak paydaları bir hayli fazla olan Türklerin ve Ermenilerin nasıl oldu da birbirlerinden münafereti 283 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ortaya çıktı, bununla kalmayıp mukateleye vardı? Kayseri örneğinde bu sorunun cevabını bulmaya çalışacağız. XVII. yüzyılın başlarında (1608-1619) Anadolu’ya gelen Polonyalı seyyah Simeon, o tarihlerde iki kat surla çevrili şehrin merkezinde, yeraltında ve karanlık yerlerde, tahta merdivenlerle inilen iki Ermeni kilisesinin bulunduğunu, şehirde 500 hane Ermeninin yaşadığını, içlerinde zengin tacirler ve namlı büyüklerle birlikte yoksulların da bulunduğunu, yoksul kesimin genellikle terzilik ve kaftancılıkla uğraştığını, şehirli Ermenilerin Ermenice bilmediklerinden Türkçe konuştuklarını, şehirli olmayanlarının Ermenice’yi bildiklerini yazmaktadır1. 1920’li yılların başında Kayseri Sancağı’nı yazan Dr. Hıfzı Nuri, Kayseri’de İslâm ve Hıristiyan dinlerine bağlı olarak yaşayan halkın ana dilinin Türkçe olduğunu, Müslüman olsun olmasın, halkın birbiriyle Türkçe konuştuğunu, üslûp bakımından ayırt edilemediklerini, Tanzimat’tan sonra Rum okullarında Yunanca’nın, Ermeni okullarında Ermenicenin öğretilmesine karşın, daha başka çabalara rağmen gayrimüslimlerin günlük hayatlarında Türkçe konuşup yazmayı terk etmediklerini yazmaktadır2. XX. yüzyılın başlarında Kayseri’den Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek orada yerleşen Ermeniler Türkçe konuşmaya devam etmektedirler. Kayseri’nin Nize köyünden 1911 yılında Amerika Birleşik Devletleri’ne göçen Parsıkoğlu ailesi kendi aralarında Türkçe konuşmakta ve Türkçe’yi yeni kuşaklara öğretmektedirler. Parsıkoğlu ailesinden Herry Parsıkyan 2005 yılı Temmuz-Eylül aralığında Kayseri’ye gelmiş, Hüseyin Cömert ile sohbet etmiş, ünlü Cezayir Türküsü’nü çok içli olarak okumuş, Ermeni müziği ile ilgili bir CD hediye etmiştir ki, tamamı Türkçe ve enstrümanı ud iledir3. Osmanlılar ilerleme ve gelişme yıllarında, fethedecekleri ve fethettikleri yerlerde yaşayan bilumum tebaanın gönlüne girmeyi yahut gönüllerini kazanmayı şiar edindiği gibi, Osmanlı asırları içinde de bu müsamahasını, gönüller yapmasını sürdürmüştür. Bazı gezginlerin ve art düşünceli kimselerin iddia ettikleri gibi, Osmanlılar Ermenilerin ve sair gayrimüslimlerin ana dillerini konuşmalarını yasaklamış değildir. Anadolu’da Ermenilere inanç özgürlüğünü ilk tanıyan, onların inançlarının gereği tören1 2 3 Polonyalı Simeon, Polonyalı Simeon’un Seyahatnamesi 1608-1619, Çeviren Hrant D. Andreasyan, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1934, s.254. Hıfzı Nuri, Kayseri Sancağı 1922, Sadeleştiren Zübeyir Kars, Kayseri Ticaret Odası Yayını, Kayseri 1984, s.15-16. Görüşmeyi yapan kişi, Uzman Hüseyin Cömert’tir. 284 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT lerini serbestçe yapmalarını sağlayan Selçuklu Devleti olmuştur. Osmanlı Devleti’nin bütün kurumlarıyla kuruluşunu gerçekleştiren Fatih Sultan Mehmet, pek isabetli olarak İstanbul’u bir dünya başkenti yapmak istemiş, aldığı önlemlerle bunu gerçekleştirmiştir. İstanbul her inançtan insanların birlikte yaşayabildiği, birlikte üretime katıldığı bir dünya başkenti olmakla, 1461 yılında bağımsız Ermeni Kilisesi’nin burada kurulmasına izin vermiştir. Konu ile ilgili ferman İstanbul’da, Kumkapı Ermeni Patrikhanesi’nde mevcuttur4. Osmanlı Devleti inançlarını serbestçe yaşamalarına, âyinlerini serbestçe icra etmelerine izin verdiği gayrimüslimlerin dillerini kullanmalarını niçin yasaklamış olsun? Nitekim Efkere köyü ile ilgili bir web sayfasında 17 Eylül 1912 tarihinde İstanbul’daki bir yakınına yazdığı mektupta Harudyun Kocaoğlu şöyle demektedir: Saniyen bu tarafta bir ufacık kolera savuşturduk Allah’a çok şükür taraf taalluk bir kederimiz yok. Köyden otuz tene kadar telef oldular, ama acı verecek birinci Hancı Artin Ağa, ikinci Serkis Pıçakcı tüken konşusu, üçüncü Keleşoğlu, dördüncü Güllünün kaynı Nişan, gerisi ha koca koltuk. Ufak tefek sekiz tene kadar İslâmlardan, ehemmiyeti yok, Allah rahmet eylesin. Ne hal ise Allah’a çok şükür geçti, velâkin bu hastalık ne ise hasta olmadık adam kalmadı idi, eyle geçti. Evkere havası çok yardım etti. Havası kötü ola idi telef çok olur idi. Geçti getti. Velâkin Garabed bir pıçak arkası kaldı idi. Verkine gidiyor çok şükür Allah bize bağışladı, şimdi çok eyidir. Misak her vakit sahib oluyor eski bildiyin gibi deyil kucağından bırakmaz. Misak Ağana yazarık dersek iki eli kanda ise Verkine’yi kucağına alır beylece malûmunız ola. Mektupta kullanılan kelimeler bugün bile bu yörede kullanılmaya devam etmektedir5. Kayseri’de Ermenilerin Sosyo-Ekonomik Durumları Kayseri’de XIX. yüzyıl sonlarında vergi kayıtlarına geçirilmiş 8 137 ev mevcuttur. Bu evlerin fiyatları 150 ile 90 000 kuruş arasında değişmektedir. Evlerin fiyatlarına bakarak insanların ekonomik durumlarını ve sosyal seviyelerini anlamak mümkündür. Yukarıda belirttiğimiz 8 137 adet evin kayıtlarının yapıldığı defterdeki ev fiyatlarını 150 ile 10 000, 10 000 ile 20 000, 20 000 kuruştan yukarı değere sahip evler olarak üç grupta 4 5 Levon Panos Dabbağyan, Türkiye Ermenileri Tarihi, Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul 2003, s.72-73. www.efkere.com 285 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER incelemek mümkündür. Zira birinci sıradaki evleri çiftçi, esnaf, işçi tabakasından oluşan insanlara; ikinci sıradaki evleri ise daha çok orta halli ve biraz daha gelir durumu iyi olan insanlara; son sıradakileri ise zenginlere, servet sahibi kişilere ait evler olarak değerlendirmek mümkündür6. Buna göre değeri 20 000 kuruştan yukarı olan evleri ve sahiplerini sıralayacak olursak: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 6 Ev sahibinin ismi Tatlıoğlu yetimleri Ağop ve Meryem Demirci Torosoğlu Ahvadur Avatuzoğlu Karabet Kırıkoğlu Hacı Kirkor Eskinazoğlu İsali Dülgeroğlu Karabet Dadıroğlu Hacı Ahvadur. Baltaoğlu Hacı İbraham Keşkekoğlu Mardiros Minhacı Avakoğlu Hacı Ohannes zevcesi Turfanda Artarmorukoğlu Karabet Terzi Haçaturoğlu Avadis Zanbakçıoğlu Kirkor-zevcesi Kayar Mardinoğlu Hacı Manas Keşişoğlu Karabet zevcesi Servihid Metrisoğlu Kirkor Bağcı Hacı Avadis Zanbakçıoğlu Hacı Ağop Metrisoğlu Serviya yeğeni-Kirkor ve Ağop Camcıoğlu Hacı Artin biraderi İstefan Tekeoğlu Hacı Artin Kuyumcu Simon oğlu Hacı Ağop Bohçalıoğlu Bedros Kırnıkoğlu Hacı Artin Mahallesi Oduncu Dadır Harput Dadır Harput Dadır Harput Dadır Harput Dadır Harput Dadır Harput Dadır Harput Dadır Harput Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Sayacı Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Fiyatı 45 000 26 000 30 000 23 000 30 000 57 0007 30 000 25 0008 20 500 35 000 25 000 22 500 27 5009 22 500 30 000 32 000 20 000 30 00010 37 000 20 000 40 000 37 000 27 500 35 000 Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi (KAYTAM) Arşivi, 182 Numaralı Kayseri Vergi Kayıt Defteri. 7 KAYTAM, a.g.d., s.84. 8 KAYTAM, a.g.d., s.86. 9 KAYTAM, a.g.d., s.87. 10 KAYTAM, a.g.d., s.88. 286 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT 25 26 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 11 12 13 14 15 16 Ev sahibinin ismi Çopuroğlu Hacı ve Nazar-ve Kirkor Camcıoğlu Hacı Karabet Gümüşoğlu zevcesi Güldudu Gümüşoğlu Hacı Artin ve Avadis Yedikarındaşoğlu Kirkor Oynakoğlu zevcesi Ehsabet Kalaycı Giziroğlu Parsıh Beklioğlu Karabet İstanbulluoğlu Karabet Kazaroğlu Parsıh ve validesi Hurmiye Yazıcıoğlu Hacı Serveli Pamukçuoğlu Hacı Ağop Tahtaburunoğlu Mihayil Çamkertenoğlu Serkis Sülükçüoğlu Mardiros. Kapıcı Kesbar kızı Yedikarındaşoğlu Artin Budakoğlu Hacı Karabet Bekleroğlu Hacı Ohannes. Evhanoğlu Hacı Ohannes Artarmavrukoğlu Ağop Evhanoğlu Hacı Mihayil Tavaoğlu Karabet Uğurluoğlu Koca Danil Manasoğlu Manas Çamkertenoğlu Hacı Serkis Sağıroğlu Hacı Karabet Tekeoğlu Hacı Kirkor Şimşiroğlu Markır Şimşiroğlu Mardiros Mahallesi Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Harput Harput Harput Karakeçi Karakeçi Karakeçi Karakeçi Karakeçi Karakeçi Karakeçi Dadır Dadır Dadır Büyükbahçe Büyükbahçe Büyükbahçe Büyükbahçe Büyükbahçe Fiyatı 22 50011 25 000 32 000 46 000 25 000 20 000 25 000 27 500 25 000 20 000 35 00012 22 50013 24 000 32 000 20 000 25 00014 35 000 20 000 25 000 20 000 20 000 20 00015 20 000 20 000 20 00016 40 000 50 000 50 000 60 000 60 000 KAYTAM, a.g.d., s.89. KAYTAM, a.g.d., s.90. KAYTAM, a.g.d., s.91. KAYTAM, a.g.d., s.93. KAYTAM, a.g.d., s.94. KAYTAM, a.g.d., s.95. 287 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ev sahibinin ismi Keçecioğlu Nikagus Sağıroğlu Hacı Karabet Cırcırbagusoğlu Hacı Bagus Yüzbaşı kızı Davite Tozakoğlu Haçatur Camcıoğlu Kazancı Hacı Danil Çamuroğlu Hacı Manik Artin Balioğlu Hacı Karabet Hamameoğlu Karabet Kırnıkoğlu Hacı Karabet Mardinoğlu Karabet Kazancıoğlu Hacı Ağop Kazancıoğlu Murat Çoduloğlu Ağop Güllükoğlu Bedros Güllükoğlu Bedros Dalkıranoğlu Şekerci Kirkor Evhanoğlu Malgün Polatoğlu Hacı Ağop Evhanoğlu Parsıh Muytaboğlu Hacı Mardiros zevcesi Hursime Torosoğlu Hacı Ohanes Ekincioğlu zevcesi Maryani Miyasoğlu Hacı Keyfuruk Sarrafoğlu Karabet Dadıroğlu Mığırdıç. Şahinoğlu Hacı Keyfuruk Şekercioğlu Agya zevcesi Meryem Alboyacıoğlu Hacı Karabet Dıraz kızı Ayşe 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76 77 78 17 18 19 20 KAYTAM, a.g.d., s.96. KAYTAM, a.g.d., s.97. KAYTAM, a.g.d., s.98. KAYTAM, a.g.d., s.99. 288 Mahallesi Büyükbahçe Büyükbahçe Büyükbahçe Büyükbahçe Büyükbahçe Tavukçu Tavukçu Tavukçu Tavukçu Fırıncı Fırıncı Fırıncı Fırıncı Fırıncı Fırıncı Fırıncı Batman Batman Batman Batman Batman Batman Batman Batman Batman Batman Batman Tus Tus Tus Fiyatı 30 000 45 000 30 000 45 00017 20 000 30 000 20 000 25 000 43 00018 62 500 30 000 30 000 30 000 43 000 25 000 35 00019 25 000 25 000 27 000 65 000 37 500 35 000 20 000 20 000 55 800 36 000 30 00020 30 000 50 000 20 000 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT 79 80 81 82 83 84 85 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 96 97 98 99 100 101 102 103 104 105 21 22 23 24 25 26 27 28 29 Ev sahibinin ismi Derevenkli Bedros zevcesi Meryem Kılyüzoğlu Kirkor. Makaryos zevcesi Kıymet Hacıoğlu Mardiros Çolak Ağop ve biraderi Artin Cansızoğlu Hacı Ohannes ve Ağop Yedibela yetimi İbraham Metrisoğlu Usab Kuyumcu Güllükoğlu Karabet Güdük Kırbıtoğlu Hacı Ohannes Hacı Esiroğlu Anastasi Karamehmetağazade İsa Bey ve Hacı Osman İngiltere Devleti tabisindenSivas telgraf memuru Miyoboklu Keşkekoğlu kızı Diruhi Manükoğlu Hazar Kalpakçıoğlu Danyel Der Hacır oğlu Mığırdıç Davitoğlu Hekim İstefan Cıngıllıoğlu Hacı İsa Ağa Bezircilizade Abdullah Efendi Kalpakoğlu Ağop Manikoğlu Serkis Yasefoğlu İstavri İskenderoğlu Hacı Danyel mahtumları Muytaboğlu Ağop ve Artin Uzunaşıkoğlu Petru- Karabet Muratoğlu neftçi Sava Mahallesi Tus Tus Tus Tus Tus Tus Tus Hacı Mansur Hacı Mansur Hacı Mansur Hacı Mansur Hacı Mansur Merkebci Kiçikapu Kiçikapu Kiçikapu Kiçikapu Kiçikapu Sasık Sasık Eslimpaşa Eslimpaşa Eslimpaşa Eslimpaşa Eslimpaşa Eslimpaşa Mermerli Fiyatı 20 00021 30 000 22 500 42 000 45 000 40 000 25 00022 28 000 23 000 28 000 20 000 40 00023 35 00024 25 000 24 000 25 00025 20 000 40 000 23 000 37 00026 28 000 45 000 45 000 38 000 40 00027 30 00028 50 00029 KAYTAM, a.g.d., s.100. KAYTAM, a.g.d., s.101. KAYTAM, a.g.d., s.103. KAYTAM, a.g.d., s.105. KAYTAM, a.g.d., s.108. KAYTAM, a.g.d., s.109. KAYTAM, a.g.d., s.111. KAYTAM, a.g.d., s.112. KAYTAM, a.g.d., s.114. 289 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ev sahibinin ismi Keşişoğlu Hacı Nikola Kasap Seferoğlu Todori Hacıvasiloğlu Yuvanel Aksaraylıoğlu zevcesi Despine Pervaneoğlu Lazari Bastırmacı Seferoğulları Gülabioğlu Mihal Yorgancıoğlu Yoraki Hacı Bayram kızları Elengü ve Marya Yorgancıoğlu Pavlaki Güdük Karabetoğlu Keyfuruk Pervaneoğlu kızı Meryem Çatıloğlu Kibiyanus zevcesi Markü Durmuşoğlu Murat Sarımuratoğlu Yuvani-Nikola Kürkçübaşıoğlu Hacı Burak Kürkçübaşıoğlu Hacı Simon Bürüngüzlü hacı Ali Efendi Esbak Kayseri Hakimi Müteveffa Hacı Şükrü Efendi mahtumu Salih Efendizade Ali Ağa Minarecizade Lütfullah Efendi Şaban Bey mahtumu Ahmet ve Behçet Bey Güpgüpzade Arif Ağa Hisarcıklızade Enver ve Nail Efendi Hocazade Yahyaoğlu yeğeni Mustafa Efendi Kılagusoğlu Hacı Simon Kalaycıoğlu Mardiros Tahtaburunoğlu Ohanes Kalaycıoğlu Keyfuruk 106 107 108 109 110 111 112 113 114 115 116 117 118 119 120 121 122 123 124 125 126 127 128 129 130 131 132 133 134 30 31 32 33 34 35 36 KAYTAM, a.g.d., s.115. KAYTAM, a.g.d., s.116. KAYTAM, a.g.d., s.118. KAYTAM, a.g.d., s.120. KAYTAM, a.g.d., s.121. KAYTAM, a.g.d., s.122. KAYTAM, a.g.d., s.128. 290 Mahallesi Mermerli Mermerli Mermerli Mermerli Mermerli Mermerli Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Şarkiyan Rumsultan Camikebir Camikebir Haciivaz Tacı Kızıl Tacı Kızıl HürremÇavuş Şatırban Şatırban Emirsultan Emirsultan Emirsultan Fiyatı 33 000 25 000 85 400 60 000 30 000 23 000 22 000 21 000 20 000 45 00030 25 000 20 000 20 000 20 000 20 000 23 000 37 00031 28 00032 35 00033 20 000 37 50034 55 000 30 000 20 00035 20 000 21 00036 26 000 30 000 30 000 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT 135 136 137 138 139 140 141 142 143 144 145 146 147 148 149 150 151 152 153 154 155 156 157 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 Ev sahibinin ismi Bekirbeyoğlu Hacı Bekir Ağa Tekeoğlu Murat Ayakoğlu kızı Serbuhi Mıhçı Avakoğlu Hacı Artin Balagözoğlu Hacı Simon Çıplakoğlu Hacı Karabet İbram oğlu İbram Samurcıoğlu Bedros Keşişoğlu Hacı Hanil Yüzükçü Mardiros Terzi Yakupoğlu Ahrun ve Nazar Keşişoğlu Aragil Keşişoğlu Serkis ve Mardiros Kızıl Keyfurukoğlu Keyfuruk Karamehmetağazade Burhan Efendi Çerçi Bedrosoğlu Ağop Akçakayalızade Zahit Efendi Akçakayalızade Ömer Ağa Akçakayalızade Hüseyin ve Mehmet ve Daniş Bekir Mollazade Mustafa ağa Mollazade Şükrü Efendi Feyzizade Nuri Efendi Develizade Emin Ağa Mahallesi Emirsultan Emirsultan Caferbey Sisliyan Sınıkçı Sınıkçı Sınıkçı Sınıkçı Hacı Kasım Tutak Tutak Tutak Varsak Varsak Köyyıkan Köyyıkan Köyyıkan Kalenderhane Ağa Kalenderhane Ağa Kalenderhane Ağa Hunat Gavremzade Hunat Gavremzade Kürtler Seyfullah Kürtler Seyfullah Fiyatı 28 500 40 00037 30 00038 24 00039 20 000 27 500 20 00040 25 00041 32 000 26 000 24 750 42 20 00043 22 500 22 500 20 00044 30 00045 30 00046 32 000 30 00047 20 00048 20 00049 35 000 35 50050 KAYTAM, a.g.d., s.129. KAYTAM, a.g.d., s.132. KAYTAM, a.g.d., s.153. KAYTAM, a.g.d., s.154. KAYTAM, a.g.d., s.160. KAYTAM, a.g.d., s.162. KAYTAM, a.g.d., s.163. KAYTAM, a.g.d., s.164. KAYTAM, a.g.d., s.165. KAYTAM, a.g.d., s.187. KAYTAM, a.g.d., s.188. KAYTAM, a.g.d., s.210. KAYTAM, a.g.d., s.212. KAYTAM, a.g.d., s.194. 291 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ev sahibinin ismi Zennecizade Mustafa Ağa Güpgüpzade Hacı Efendi Zennecizade Mustafa Ağa 158 159 160 Mahallesi Çivicibektaş Lalapaşa Hunat Yanıkoğlu Fiyatı 25 00051 47 50052 32 00053 Yukarıdaki 160 adet köşk veya konak diyeceğimiz cinsten, Kayseri’nin en zenginlerinin sahip bulundukları evlerin % 87’sinin mülkiyeti Ermenilere aittir. Buradan hareketle servetin, paranın kimlerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Kayseri’de 2 700 adet iş yerinin 759’nun mülkiyeti, 550’sinin müstecirliği Ermenilere aittir ki, bunun nispeti de % 48’dir. Şehrin ve bağlılarının nüfus dağılımı göz önüne alındığında, tebaamızdan Ermeni olanlarının sosyal, ekonomik ve kültürel bakımlardan imrenilecek konumda oldukları anlaşılmaktadır. Kayseri’de Bulunan Ermenilere Ait Vakıflar Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırma Merkezi (KAYTAM) Arşivi’nde bulunan 182 numaralı Kayseri vergi kayıt defterinde vakıflarla ilgili bilgiler bulunmakta, Ermenilere ait vakıfların da epeyi bir yekûn tuttuğu anlaşılmaktadır. 1.Dört adet ev, Eslimpaşa mahallesi, Hızırilyas Kilisesi vakfı, mütevellisi Bağcıoğlu İstefan54. 2.Dört adet ev, Mermerli mahallesi Küçük Ermeni Kilisesi vakfı, mütevelli İstefan55. 3.Vakıf ev, Mermerli mahallesi, Büyükçeşme vakfı, mütevelli Parsıh56. 4.Vakıf ev, Şatırban mahallesi, Büyük Ermeni Kilisesi vakfı, mütevellisi Kürkçüoğlu Hacı Ohannes57. 51 52 53 54 55 56 57 KAYTAM, a.g.d., s.90. KAYTAM, a.g.d., s.169. KAYTAM, a.g.d., s.210. KAYTAM, a.g.d., s.111-112. KAYTAM, a.g.d., s.114-115. KAYTAM, a.g.d., s.114. KAYTAM, a.g.d., s.128. 292 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT 5.Vakıf ev, Emirsultan mahallesi, Büyük Ermeni Kilisesi vakfı, mütevellisi Hacı58. 6.Büyük Ermeni Kilisesi, Emirsultan mahallesi, Ermeni milletine mahsus59. 7.Mektep, Emirsultan mahallesi, Ermeni sübyanına mahsus60. 8.Vakıf ev, Caferbey Selaldı mahallesi, Selaldı mahallesi vakfı, mütevelli Hacı Serkis61. 9.Ermeni Kilisesi, Caferbey Selaldı mahallesi, banisi Ermeni milleti62. 10.Vakıf ev. Selaldı mahallesi, Ermeni Kilisesi vakfı, mütevelli Çamuroğlu Mığırdıç63. 11.İki adet vakıf ev, Caferbey Köyyıkan mahallesi, Ermeni Kilisesi vakfı, mütevellisi Kırnıkoğlu Hacı Artin64. 12.Vakıf ev, Caferbey bölgesi Meydan mahallesi, Ermeni Kilisesi vakfı, mütevellisi Hacı Ohannes65. 13.Vakıf ev, Caferbey Süleyman mahallesi, Büyük Kilise vakfı, mütevellisi Kürkçü Ayalıoğlu Hacı Ohannes66. 14.Harap develik, Köyyıkan mahallesi, Vakıf mütevelisi Hekim İstefan67. 15.Vakıf ev, Külük mahallesi, Büyük Ermeni Kilisesi vakfı olup mütevellisi Kürkçü Ohannes68. 16.Vakıf ev, Oduncu mahallesi, Oduncu mahallesi vakfı olup mütevellisi Ayakoğlu. 17.Vakıf ev, Oduncu mahallesi, BüyükErmeni Kilisesi vakfı, Mütevelli Ayakoğlu. 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 KAYTAM, a.g.d., s.129. KAYTAM, a.g.d., s.129. KAYTAM, a.g.d., s.129. KAYTAM, a.g.d., s.135. KAYTAM, a.g.d., s.138. KAYTAM, a.g.d., s.138. KAYTAM, a.g.d., s.140, 142. KAYTAM, a.g.d., s.147. KAYTAM, a.g.d., s.150. KAYTAM, a.g.d., s.164. KAYTAM, a.g.d., s.83. 293 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 18.Mektep, Büyükbahçe mahallesi Mekteb-i Sübyanı69. 19.Mektep, Hacı Mansur mahallesinde Katolik Ermenilere mahsus. 20.Kilise, Hacı Mansur mahallesi, Katolik milletine mahsus70. 21.İki adet vakıf dükkân, Hacıefendi çarşısı, Küçük Kilise vakfı, mütevelli Bağcıoğlu71. 22.Vakıf dükkân, Yenisaraçhane çarşısı, Ermeni Küçük Kilisesi vakfı, mütevellisi Bahçeci İstefan72. 23.Seki, Boyacı Kapısı, Ermeni evkafı marifetiyle escarı tahsil. 24.İki adet kazancı dükkânı, bir adet dökmeci dükkânı, Kazancılar caddesi, Küçük Ermeni Kilisesi’ne meşruta73. 25.Boyacı dükkânı, kasap, bakkal, Kiçikapı çarşısı, Küçük Ermeni Kilisesi vakfı, mütevellisi Yağcıoğlu İstafan74. 26.Bakkal dükkânı, Sebzeciler çarşısı, Ermeni Kilisesi vakfı, mütevelli İstefan75. 27.Duhancı dükkânı, berber dükkânı, Söğütlüçeşme sokağı, Büyük Ermeni Kilisesi vakfı, mütevelli Ohannes. 28.Ekmekçi fırını, Büyükçeşme vakfı, mütevelli Kuyumcu Parsıh. 29.Protestan Kilisesi, Sögütlüçeşme sokağı, Protestan milletine mahsus, bu kiliseye ait üç adet vakıf han yer almaktadır76. Büyük Manastır vakfının göre: Bahçe 2 adet Bezirhane 1 adet Develik 1 adet Köşk 1 adet 69 70 71 72 73 74 75 76 KAYTAM, a.g.d., s.84. KAYTAM, a.g.d., s.102. KAYTAM, a.g.d., s.232. KAYTAM, a.g.d., s.252. KAYTAM, a.g.d., s.282. KAYTAM, a.g.d., s.294. KAYTAM, a.g.d., s.296. KAYTAM, a.g.d., s.297. 294 Efkere’de de emlâkı bulunmaktadır. Buna Ahır 2 adet Ağıl 1 adet Tutluk 2 adet Cehrilik 6 adet Tarla Seten Ev Bağ 13 parça, 1 adet, 2 adet 1 adet Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT Karhane 1 adet Manastır1 adet Kilise 1 adet Kuşhane 7 adet İcmal : 551 dönüm. Manastır, ziyaretgâh-ı millet-i Gregorian77. Küçük Manastır vakfının emlâkına gelince: Tarla 8 adet Ağıl 1 adet Harman 3 adet Bahçe 1 adet Yoncalık 1 adet Manastır 1 adet Kilise 1 adet Kuşhane 1 adet İcmal : 218 dönüm. 2 evlek manastır. Ziyaretgâh-ı Gregorian milletine mahsus. Okulları : İki adet mahalle okulu mevcuttur. 42 adet işyerinin tamamı Ermenilere aittir78. Vardabet Devletyan, Efkere’de 1820 yılından itibaren faaliyette bulunan bir okulun bulunduğunu, 1872-1873 öğretim yılında bu okulda 120 erkek öğrencinin bulunduğunu belirtmektedir. 1901 yılında Surp Stefanos Kilisesi yanında açılan ve adı Totkumyan-Akabyan olan okulda 130 erkek, 40 kız öğrencinin okuduğu belirtilirken, okul yönetimine iki ayrı siyasî parti mensupları müdahale ederek yönetimin ikiye bölündüğü ve eğitimin zarar gördüğü yazılmaktadır. Ayrıca Efkere’den çok sayıda çocuk Talas’a Amerikan Koleji’ne giderek okumuşlardır. Yine Devletyan web sitesinde Efkere’de 1886 senesinden itibaren bir müstakil kız okulunun bulunduğunu ve bu okula yardım için Amerika’da yaşayan Efkereliler’in New York’ta Efkere Kız Okulu Eğitim Derneği’ni kurduklarını yazmaktadır79. Efkere’den doktor Hacik Devletoğlu, Saray avukatlarından Hacı Stepan Boyacıoğlu, filozof ve sosyal bilimci Nehabet Ruzini ve yine avukat Markos ve Kirkor Kalaycıoğlu gibi kişiler yetişmişlerdir80. Birinci Cihan Harbi’nden önce Ermeni cemaatlerinin Kayseri’de 36 ilk ve orta mektepleri, bir lise, bir de yüksekokulları vardı. Bu yüksek okuldan mezun olanlar, İstanbul ya da Beyrut Fransız Tıbbiyesi’ne giderek buralarda okudular, böylece çok sayıda hekim yetişti81. 77 78 79 80 81 KAYTAM, a.g.d., s.49. KAYTAM, a.g.d., s.49. www.efkere.com. www.efkere.com. Zübeyir Kars, “Kayseri Mutasarrıfı, Adana, Konya ve Sivas valisi Ahmet Muammer Bey’in Kayseri’nin Çağdaşlaşmasına Katkıları”, III. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayını, Kayseri 295 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1902 yılında Kayseri’nin Efkere’de Müslümanlarla birlikte yaşayan Ermenilerin temsilcisi Kalaycıoğlu Mardiros Efendi ile Türklerin temsilcisi Derviş Efendizade Mehmet Vehbi Efendi’nin birlikte imzaladıkları ve Kayseri mutasarrıfına verdikleri dilekçe ile Padişahın tahta çıkışının yıl dönümü dolayısıyla köyde yapılan ve sabaha kadar devam eden törenlerinden bahisle ahali-i İslâmiye ve Hıristiyaniye’nin yekdil ve yekvücut oldukları belirtilmiştir. Efkereli muallim Hoca Sani Efendi’nin irad ettiği nutuktan ve okuduğu duadan sonra üç defa Padişahım çok yaşa diye bağırdıklarını, adı geçen dilekçenin vilâyet gazetesinde yayımlanmasını arz ettiklerini görmekteyiz82. Kayseri’nin Mancusun köyünden Cebecizade, mülâzım-ı evvel Mustafa Remzi Bey’in 13 Mart 1914 tarihinde İstanbul’dan, babası İbrahim Efendi’ye yazdığı mektubun selam bölümünde validemin ellerinden, biraderimin gözlerinden öperim. Galip ve Münip Beyler’e, Osman, Mustafa ve Ömer Çavuşlar’a, dayıma, halalarıma ve çocuklarına, akrabaya, ahbaba ve komşulara, Hemayak Efendi’ye ve biraderine, Devletoğlu’na selam. Devam-ı teveccühünüz temennisi ile ellerinizden öperim muhterem efendim83. Mustafa Remzi Bey, üsteğmen rütbesinde bulunurken Makedonya’da, Arnavutluk’ta vuku bulan isyanların bastırılmasında ve eşkıya takibinde bulunmuş, 1913 senesinde Balkan Harbi’nde Bulgarlara esir düşmüş ve Filibe şehrinde yedi ay esarette kalmış, esaret hayatı bittikten sonra İstanbul’a gelmiş ve buradan kendisi gibi asker olan, Padişahın tüfekçi bölüğü çavuşluğundan emekli, babası İbrahim Efendi’ye yazdığı mektupta, gayrimüslim komşuları olan Hemayak Efendi ile biraderini ve Devletoğlu’nu unutmamış, adı geçenlere selam göndermiştir. Görüldüğü gibi, köyde Türk ve Ermeniler arasında son derece sıcak ve dostane bir münasebet bulunmaktadır. Kayseri’ye çok yakın bir mesafede bulunan Nize köyünde Müslümanlarla Ermeniler iç içe ve asırlarca beraberce yaşamışlardır. Köyün hemen 2000, s.276; Kars, “Kayseri Eğitim Tarihi Üzerine Bir Deneme”, I. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayını, Kayseri 1996, s.186-187. Geniş bilgi için bkz. Türkiye Ermeni Patrikliği’nin Kayseri ve Surp Krikor Lusaviroç Kilisesi, İstanbul 1996, s.38 ve devamına bakılmalıdır. 82 Ali Rıza Önder, “Ermeni Hastalığı”, Yeni Adam, Sayı 923, Ankara 1978. 83 Mustafa Keskin, “Mancusunlu Mustafa Remzi Cebeci Bey (1886-1961)”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayını, Kayseri 2003, s.351-359; Uzman Hüseyin Cömert, “Mancusunlu Mustafa Remzi Bey’in Hatıraları”, KAYTAM Arşivi’ndedir. 296 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT alt tarafından çıkan Derepınar suyu ile bahçelerini Gesi ile birlikte sulayagelmişlerken, Gesililer’in bu suyun tamamının kendilerine ait olduğunu, Nizeliler’in bir haklarının bulunmadığını belirtmeleri üzerine, Nize halkı mahkemeye başvurmuş ve mahkeme aleyhlerine karar vermiş, bunun üzerine 1904 senesinde de mahkemenin kararını temyiz etmişlerdir. Bu temyiz dilekçesi için Nize adına verilen kefaletnamede şöyle yazılmaktadır: Kayseriye’ye bağlı nüfusu 100’den fazla olan Nize köyü ahalisinden Şeyh oğlu Halid ve Müdür oğlu Mıgırdıç Efendiler tarafından yine Kayseri’ye bağlı nüfusu 100 kişiden fazla Gesi köyü ahalisinden Hacı Hafız oğlu Rüştü ve Sani oğlu Şeyh Efendiler aleyhlerine Kayseriye hukuk bidayet mahkemesinde ikame olunan Derepınar suları hakkındaki istiklâl davalarının reddine dair mahkeme-i mezkureden sadır olan 1903 tarih ve 64 numaralı ilâm vechi hükmüne merkuman Halit ve Mığırdıç Efendiler adem-i kanaat ile temyizen tedkikini istida ve istirham etmekte olduklarından, şâyet inde’t-temyiz müddei-i merkuman işbu temyiz davalarında dahi haksız çıkarlarsa, müddeialeyh merkumanın temyizen vuku bulacak ve kanunen şayan-ı kabul ve tasdik buyurulacak bilcümle mesarif-i davaya ve seferiye ve zarar ziyanlarını bilâ-tereddüt ve taallül tazmin ve ifâya kefil-i bi’l-mal ve zâmin olduğunu mübeyyen işbu kefalet senetimiz imla ve bade’t-temhir musaddakan mahkeme-i temyiz-i mezkûre takdim ve itâ kılındı. 13 Haziran 1320 (1904)84. Görüldüğü gibi köye ait bir davada köyün menfaatini korumak için her iki dindeki insanlar müşterek hareket ederek mahkemeye başvurmuşlardır. Bu da gösteriyor ki, köydeki halk arasında gayet iyi bir uyum bulunmaktadır. Kayseri’de İdarî Mevkilerde Bulunan Ermeniler (1871-1872) a.1871-1872’de Kayseri Sancağı İdarecileri Meclis-i temyiz-i liva: Mümeyyizan Hacı Mustafa Efendi, Arif Ağa, Hacı Memiş Efendi, Tegedos Ağa, Hacı Agop Ağa, Danyel Ağa85. 84 Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden edinilen belgemizin bir örneği, Gesi belediyesi kasasında muhafaza edilmekte olup, buraya o örnekten kısmen sadeleştirilmek suretiyle alınmıştır. Bu belgenin altında, senete imza koyanların tanıklar tarafından teşhis edildiklerini mübeyyen, adı geçen köy ahalisinden, çerçi esnafından Solakoğlu Hacı Ağa ile kalaycı esnafından Kiriloğlu Karabet’in imzaları da bulunmaktadır. 85 Uygur Kocabaşoğlu, Murat Uluğtekin, Sâlnamelerde Kayseri, Kayseri Ticaret Odası Yayını, Kayseri 1998, s.2. 297 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Emlak komisyonu: Aza Hacı Mehmet Efendi, Hacı Karabet Ağa, Sava Ağa, Nihabet Ağa86. Mahkeme-i ticaret: Aza-yı müntahabe Hacı Serkis Ağa, Toros Ağa, Vasil Ağa, başkâtip Arayel Efendi, ikinci kâtip Mehmet Efendi, mukayyit Salih Efendi87. Meclis-i beledî: Reis Nazif Bey, aza Said Efendi, Şaban Ağa, Nuh Efendi, Hacı Londi Ağa, Bedros Ağa, kâtip Hacı Hüseyin Efendi, sandık emini Serkis Efendi, memleket tabibi İstefan Efendi88. Deavi kalemi: Müdür Ohannes Efendi, başkâtip Mehmet Efendi, ikinci kâtip Nazaret Efendi, üçüncü kâtip Serkis Efendi, mukayyit Salih Efendi89. Güherçile fabrikası: Müdür İstefan Efendi90, telgrafhane memurlarından, müdür Rüştü Efendi, muhabere memuru Rafet Efendi, muharrerat musili Hüseyin Ağa, refiki Ohannes Efendi91. Develi kazası: Sandık emini Ohannes Efendi, kaza idare meclisi azası Vasil Efendi, Toros Efendi, Mehmet Ağa, İlyas Ağa, Parsıh Ağa92. Germir kasabası emlak komisyonu: Vukuat kâtibi Adil Efendi, reis Mehmet Tatlı Efendi, aza Mehmet Efendi, Toma Efendi, Abraham Efendi, Matil Efendi93. b.1878 Senesi Kayseri Sancağı İdarecileri Erkan-ı liva: Aza-ı daime Ermeni murahhası Agop Efendi, aza-yı muvakkate Karabet Ağa, Protestan rahibi Kerope Efendi, Nikilogos Efendi94. Temyiz ve cinayet meclisi: Mümeyyizandan Apostol Ağa ve Karabet Ağa95. 86 87 88 89 90 91 92 93 94 95 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.3. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.3-4. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.4. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.4. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.5. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.6. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.6. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.26. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.40. Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.41. 298 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT Muhasebe kalemi: Süvarilerden Nazar Efendi, piyadelerden Osman Ağa, Artin Ağa, Olasos Ağa96. Ticaret mahkemesi: Aza-yı daime Atanas Ağa, aza-yı muvakkade İbarahim Efendi, Hacı Artin Ağa, Hacı Toros Ağa, Dimitraki Efendi97. Deavi kalemi: Müdür Herdem Efendi, kâtip Serkis Efendi, diğer kâtip Serkis Efendi98. Emlak komisyonu: Azalar Musa Efendi, İbrahim Efendi, Filibos Ağa, Abraham Ağa,Avadis Ağa,Toros Ağa99. Bayındırlık komisyonu: Kasım Efendi, İbrahim Ağazade Mehmet Ağa, Danyel Ağa, Yakob Ağa100. Rüsumat dairesi: Sandık emini Mıgırdıç Haki Efendi101. Tapu kâtibi: Kostaki Efendi102. Köstere karyesi emlak komisyonu: Vukuat kâtibi Rıfkı Efendi, Hacı Ohannes Ağa, Recep Ağa, Artin Ağa103. c.1882-1883 Senesi Kayseri Sancağı İdare Meclis Üyeleri Kayseri sancağı idare meclisi: Reis mutasarrıf Paşa, aza-yı daime Naip Efendi, Müftü Efendi, metropolit Yuvani Efendi, Piskopos Agaya Efendi, muhasebeci Efendi, tahrirat müdürü Namık Efendi, Katolik başpiskoposu Bogos Efendi, Protestan rahibi Kirop Efendi104. Bidayet mahkemesi: Aza Mıgırdıç Efendi105. Ceza dairesi:Aza Bekir Efendi, Yakob Efendi, zabıt kâtibi Serkis Efendi, mukayyit Mehmet Efendi106. Belediye dairesi: Reis Mehmet Ali Efendi, Aza Hacı Mustafa Efendi, Nuh Efendi, Mehmet Ağa, Hacı Ali Ağa, Hacı Mükremin Efendi, Nazif Ağa, Şeyh İbrahim Efendi, Hacı Artin Ağa, Hacı Danyel Ağa, Hacı Kara96 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.41. 97 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.42. 98 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.42. 99 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.43. 100 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.43. 101 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.43. 102 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.43. 103 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.45. 104 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.68. 105 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.69. 106 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.69. 299 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bet Ağa, Hacı Makaryos Ağa, konturato mukayyidi Dikran Efendi, memleket tabibi Nihabet Efendi, mühendis Mehmet Efendi107. Rüsumat dairesi: Müdür Hayrullah Efendi, sandık emini Agop Haki Efendi, seyyar müfettiş Nikolaki Efendi, istimare memuru Olasposi Efendi108. Kayseri’nin Eğitim ve Kültür Hayatında İz Bırakan Ermeniler Artin Ganioğlu 1762 senesinde Germir’de doğmuş olup ölüm tarihi belli değildir. İstanbul’da Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa’nın, daha sonra Yozgat’ta Çapanoğlu’nun yanında kalmış. Yozgat, Maraş ve Adana’da ün salmıştır. Birçok defa Osmanlı Sarayı’na da davet edilmiş ve kemanı ile şiirlerini okumuştur. Ehbabın demi derdimin emi, Derelim femi eyle keremi, Beçare Gani hüsnin eremi, Yaratmıştır ırab yanaklar Güllab109. Şâir Kul Elfazi Asıl adı Bedros’tur. 1813’te Kayseri’de doğup yine 1863’te burada vefat etmiştir. Evlendikten sonra âşıklığa başlamıştır. Bağdat’a gidip ünlü âşıklarla atışmıştır. Bütün şiirleri Türkçe’dir. Şiirlerinden bazı örnekler: Tecnis- 6+5=11 hece vezinli Bu garip Elfazı düştü okuya, Zebur al desdine herdem okuya, Niçin hevas ettin sen de o huya, Ona hevas eden bir de gül dedim. 107 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.71-72. 108 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.72. 109 Kevork Pamukcuyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Hazırlayan Osman Köker, C. II, Aras Yayıncılık, İstanbul 2002, s.82. 300 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT Farsak-6+5=11 Geriden laf atmak aşikâr olmaz Pehlivan misali sarılmayınca, Ne kadar lâf atsan vazifem değil, Matahın meydanda bulunmayınca110. Karnik Germiryan Ailesi Germir’den İstanbul’a göç etmiş ve kendisi 1872 senesinde Beyoğlu’nda dünyaya gelmiştir. Annesinin adı Anber, babasının adı da Kirkor’dur. Kilise hanendesi Rupen’den musiki, Hamparsum ve Rum notalarını öğrendi. Kanun ve kemençe çaldığı bilinmektedir. Asıl mesleği muhasebecilik olup manifatura komisyonculuğu da yapmıştır. 75 yaşında İstanbul’da öldü. Şişli Ermeni mezarlığına gömüldü. Yüzden fazla eser verdi, beş peşrev ile şarkılar, semaîler, kantolar ve marşlar besteledi. 54 eseri vardır111. Sarkis Karakoç Karakoç ailesinin reisi başpiskopos Karakoçyan 1751’de Kayseri’nin Derevenk köyünde doğmuştur. 1773’te İstanbul’a gelmiştir. 1780’de ruhanî hayata intisap etmiş, 1783’te rahiplik mertebesine yükselmiştir. 1787’de Bursa Ermenilerinin murahhası tayin edilmiştir. 1825’te vefat etmiştir. Karakoçlar’ın en ünlüsü hukuk tarihçisi ve adliyeci Sarkis Karakoç’tur. Sarkis Karakoç, askerî elbiseler terzisi Osgiyan Karakoç’un oğludur. 1865’te İstanbul’da doğmuştur. 1893 tarihinde Hukuk Fakültesi’nden mezun olarak devlet memuriyetlerine girmiştir. Sırasıyla Beyrut ticaret mahkemesi azası, Selanik istintak hakimi, Preveze ve Rodos ticaret hakimi, Beyoğlu noteri, İstanbul ve Beyoğlu istintak hakimi, Adliye Vekâleti arşiv müdürü, sadrazamlık düstur encümeni (1910) reisi, Adliye Vekâleti ve bilâhare sadrazamlık müdevvenat-ı kanuniye müdürü (14 Mayıs 1911) ve nihayet duyun-i umumiye idaresi hukuk müşaviri olmuştur. 1944’te ölmüştür112. 110 Pamukcuyan, a.g.e., s.94-96. 111 Yılmaz Öztuna, Türk Mûsikîsi Ansiklopedisi, C. I, MEB Yayını, İstanbul 1969, s.329330. 112 Pamukcuyan, Kayserili Karakoçyan Ailesi, Zamanlar, Mekânlar, İnsanlar, C. III, Hazırlayan Osman Köker, Aras Yayıncılık, İstanbul 2003, s.57. 301 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Talaslı Sıvacı Kalust Dedeoğlu 1810-1910 tarihleri arasında uzunca bir ömür sürmüş olan Talaslı Kalust Dedeoğlu, Türkçe’nin destan türünde şiirleriyle de ünlüdür. Aşağıdaki dörtlükler onun şiirlerinden alınmıştır: Denk dolap hilebaz paraya kuvvet Her kim olur isen ol varlığa rağbet Cahillere bu yol güzel bir ibret Zadegan demeye şayan kalmadı. Kalıp kıyafeti düzgün gezerler Fakırların kara bağrını ezerler El altından yüz bin hile ederler Eşkıya namına meydan kalmadı113. Ohannes Balıkçıoğlu 1840’ta Kayseri’de doğan Ohannes Balıkçıoğlu, burada ticaret davaları kalem müdürlüğünde bulunmuş, avukatlık ve gazetecilik yapmış olup, şâirliği de vardır114. 1875-1880 yılları arasında ailesi ile birlikte İstanbul’a yerleşmiştir. Lütfî mahlasıyla şiirler yazmıştır. Felek adlı resimli, Ermeni harfli Türkçe mecmuayı 1882’de neşretmeye başlamıştır. Bu dergideki öz geçmişi hakkında Eser-i Ohannes Balıkçıyan, sabık müdür-i mülga kalem-i dava-i ticaret Kayseri diye yazıldığı belirtilmektedir. 1897’de İstanbul’da ölmüştür115. Dırtad Piskopos Balyan 1850’de Talas’ta doğmuştur. Kayseri Ermenilerinin ruhanî reisi ve filologdur. Efkere manastırında bulunan okullarda hocalık ve yöneticilik yapmıştır. Efkere’de bulunduğu sırada çevreyi gezerek halk ağzındaki masal ve kelimeleri de derlemiştir. Bu derlemeleri arasında Dede Korkut Masalları’ndan biri olan Akkavak Kızı ve Bey Börek hikâyelerini, Balâ Gesi köyünde yaşayan bir Ermeni ihtiyar kadının ağzından derleyerek, 24 Eylül 113 Pamukcuyan, Kayserili Karakoçyan Ailesi, s.52. 114 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.4. 115 Pamukcuyan, Kayserili Karakoçyan Ailesi, s.42-43. 302 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT 1898 tarihinde, İstanbul’da Binbir Kaynak adlı Ermenice mecmuada yayınlamıştır. Daha sonra bu hikâyeleri halkbilimci Cahit Öztelli tarafından Sivas Folklor dergisinde yayınlamıştır. Balâ Gesi köyündeki ihtiyar kadından derlenen bu Türkçe Dede Korkut Hikâyeleri’ni tercüme ederken çok zorlandıklarını ifade eden Kevork Pamukcuyan, anlayamadıkları -gadasını aldığım, kunlamak vs.- kelimeleri sıralamış ve bu kelimelerden dolayı da destanın dilini Balâ Gesi Ağzı olarak nitelemiştir116. Mihran Efendi Kayseri’de 1850 senesinde doğdu. Babası Karabet Nakkaşoğlu’dur. Çok küçük yaşta İstanbul’a giderek Sanayi Mektebi’ne girdi. Burada matbaacılık ve mürettiplik sanatını öğrendi. 1877-1922 tarihleri arasında yayınlanmış olan Sabah adlı günlük siyasî gazetenin kurucuları arasında yer aldı. Papadopulo Efendi tarafından küçük boyda ve ucuza, normal gazeteler 40 para iken 10 paraya, çıkarılarak büyük satış hedefi güdülmüştü. Başlangıçta başyazarlığını yapan Şemseddin Sami’nin geniş ansiklopedik bilgisi sebebiyle ilgi topladıysa da, onun ayrılmasıyla etkisini kaybetti. 1882’de gazete yönetiminin Mihran Efendi’ye geçmesiyle İstanbul’un ve ülkenin en etkili gazeteleri arasına girdi. Babıâli’den devamlı ödenek aldığından, yönetiminde azınlık mensupları bulunmasına rağmen, tam bir Osmanlı gazetesi niteliğini taşıdı. Yunanistan’ın yayılmacı politikasına karşı çıktı. Müslümanların dinî günlerine özel ilgi göstermesiyle dikkat çekti. Başyazarlığında Diran Kelekyan, Mahmut Sadık ve Ahmet Rasim, yazı işlerinde Hasan Bedreddin, Selanikli Tevfik ve Abdullah Zühti gibi dönemin en usta kalemlerinin bulunması sebebiyle bir gazeteci okulu niteliği taşıdı. II. Meşrutiyet’in ilânıyla birlikte ılımlı yol izledi. Katı İttihatçı karşıtı akıma katılmadı. Hüseyin Cahit (Yalçın), Cavid Bey, Abdülhak Adnan (Adıvar), Mehmet Ata, Arif Cemil, Enis Tahsin (Til) gibi kalemler gazeteye katkıda bulundular. Birinci Dünya Savaşı sırasında da Refik Halid (Karay), Ahmet Emin (Yalman) ve Yahya Kemal’in (Beyatlı) yazılarıyla en önde gelen haber ve yorum gazetelerinden biri olma niteliğini korudu. Mütareke döneminde Peyam gazetesi ile birleşip Peyam-ı Sabah ismini aldı. Gazetenin başyazarlığını üstlenen Ali Kemal’in Millî Mücadele’ye karşı tutumunu benimsedi. İzmir’in kurtuluşu haberi gelince 12 Eylül 1922’de 116 Cahit Öztelli, “Akkavak Kızı ve Bey Börek”, Sivas Folkloru Dergisi, Sayı 59, Sivas 1977; Pamukcuyan, Kayseri Karakoçyan Ailesi, s.25-26. 303 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bizim millî duygularımız herkesin malûmudur diye yazarak Peyam’dan ayrıldığını haber verdi ve tekrar gazeteyi Sabah adıyla çıkarmaya başladı. Bir süre sonra gazetenin sahibi, basım evini de satıp Avrupa’ya kaçınca gazete de kapandı117. Mihran Efendi, İstanbul’da çok sayıda mülk edindi. Satın aldığı Sabah ve Kayseri adlı vapurlarla deniz ticareti yaptı. İstanbul’un millî kuvvetlerin eline geçmeye başlamasıyla birlikte mülklerini satarak elinde avcunda nesi varsa birlikte götürerek Fransa’ya Nice şehrine yerleşti. Türkiye dışına sürülen Yüzellilikler’e çok yardımda bulundu ve burada vefat etti. 3 Ağustos 1962 tarihli Milliyet gazetesinde kendisi de Yüzellilikler’den olan merhum Refi Cevat Ulunay, Mihran Efendi için şunları yazmış: Mütarekede yanlış bir politika takip ettiği için, memleket haricine çıkan bu adam Nice’e yerleşmişti. Şahsiyetli bir gazete sahibi olması, birkaç sene sonra Fransa hükumetinin dikkatini celp etti. Alp Maritim valisi görüşmek üzere kendisini davet etti. Mihran Efendi Fransızca bilmiyordu. Tercümanlık etmek üzere birlikte gitmekliğimi rica etti, beraber gittik. Vali: -Bu zat Türkiye’de büyük bir gazete kurmuş bir şahsiyettir. İnkılâp dolayısıyla Fransa’da siyasî mülteci olarak bulunuyor. Türk hükumeti kendisiyle alâkasını kesmiştir. Haymatlos (vatansız) olduğu için seyahatlerinde, Nansen, pasaportu kullanmağa mecbur olmuştur. İçtimaî vaziyetini tanzim etmek üzere Fransa tâbiyetine geçmek arzu ederse, kendisine lâzım gelen her türlü kolaylık derhal yapılacaktır. Mihran Efendi düşünmeğe bile lüzum kalmadan dedi ki: -Ben Kayseriliyim. Fakir denilecek kadar mütevazi bir ailedenim. Ailem, hayatımı kazanmak üzere İstanbul’a gitmekliğimi münasip gördüler, beni İstanbul’a gönderdiler. Cebimde bir silik mecidiye, ayağımda yarım papuçla İstanbul’a geldim. Mithat Paşa’nın kurduğu Sanayi Mektebi’ne girdim. Okudum, orada mürettiplikle yaldızcılık öğrendim. Borç harç bir mürettiphane kurdum, kasaları ıslah ettim. Şemseddin Sami ile ‘Sabah’ı çıkardık. Çok şükür muvaffak olduk. Senelerce memleketime hizmet ettim. O memleket bana mevki verdi, balâ rütbesi verdi, nişan verdi, servet ve refah verdi. Ben bütün bunları tepip, vatanımın tâbiyetinden çıkmak nankörlüğünü asla yapmam. Türk doğdum, Türk yaşadım ve Türk öleceğim. Ama onlar beni tâbiyetten çıkarmışlar… Ben çıkmadım ki. Bunlar her memlekette olabilir. 117 Orhan Koloğlu, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 6, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 1993, s.380. 304 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT Vatanıma kavuşmadan gurbette ölürsem, vasiyetim var, nüfus kâğıdımla, Türk pasaportumu benimle gömecekler. Bunu söylerken, gözlerinden süzülen iki damla yaş, pos bıyıklarının arasında kayboldu118. Matbaacı ve gazeteci olan Mihran Efendi’nin soyadı Nakkaşyan’dır. Sultan II. Abdülhamit’in Babıâli’den geçerken Mihran Efendi’ye uğradığı ve onunla sohbet ettiği bilinmektedir. 1944 yılında Fransa’nın Nice şehrinde ölmüştür119. Cihan Kütüphanesi’nin sahibi olan Mihran Efendi, Türkiye’de ilk Türkçe Kur’an tercümesini basarak yayımlamıştır ve bu hususta öncülük yapmıştır120. Kayseri’deki Ermeni Okulları Okul adı Çalıkyan Agopyan Serkisyan Aramyan Katolik Erciyes Erciyes Varj Varj Varj Arşakgünyan Okul adı Bartoyan Raratgavaris Surphaç Mesul müdür Ermeni murahhası Ermeni murahhası Ermeni murahhası Ermeni murahhası Bagos Efendi Kerope Efendi Protestan İncil VaiziAvadis Efendi Ermeni murahhası Ermeni murahhası Ermeni murahhası Ermeni murahhası Mesul müdür Ermeni murahhası Ermeni murahhası Ermeni murahhası Derecesi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi İdadi Derecesi İdadi İdadi Âli Talebe sayısı 200 200 400 400 220 130 71 65 400 250 6 Nisan 1896 Talebe sayısı 125 127 55 Ruhsat tarihi 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 1864 6 Nisan 1896 1872 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 Ruhsat tarihi 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896 6 Nisan 1896121 118 Abdullah Satoğlu, Kayseri Ansiklopedisi, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2002, s.313314. 119 Pamukcuyan, Biyografileriyle Ermeniler, C. 4, Aras Yayıncılık, İstanbul 2003, s.316. 120 www.kalamullah.com. 121 Kocabaşoğlu, Uluğtekin, a.g.e., s.221. 305 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER XIX. Yüzyıl Sonlarında Kayserili Tüccarlar Boyacı Karabet, Erzurum’a yerleşerek Rusyalı Kirkor ile müştereken ticaret yapmıştır. Atanas, Samsun’a yerleşmiş orada Sardunyalı İstefan ile ihracat yapmıştır. Ebubekiroğlu Mehmet, Mısırlı Sarrafoğlu Karabet ile ortak ticaret yapmıştır. Serkis, Süleymaniyeli Kürt Abdullah ile ortak olarak canlı hayvan ticareti yapmıştır. Kalpakçıoğlu Artin, İstanbul’da Valide Hanı’nda, Kayseri ile ticaret yapmıştır. Parsıhoğlu Şahbaz, Boyacıoğlu Karabet’in oğlu Bodan ile Tazikoğlu Mıgırdıç’ın kurdukları Anadolu Kumpanyası adlı şirketle ticarette bulunmuştur. Hacı Yurdan, Halebli tüccarlardan Antuvan ve Pavlos ile ortak iş yapmıştır. Şekercioğlu Nişanî, Malatya’da ticaret yapmıştır. Germirli Hacı Murat ile Çobanoğlu Vasil, Yozgat’ta tüccarlık yapmıştır. İspiroğlu Hacı ile Esiroğlu Sava, Konya’da tüccarlık yapmıştır. Germirli Yurdanoğlu Pavlı, Karaman’da buğday ticareti yapmıştır. Germirli Zeyrekoğlu Serkis, Adana’da tüccardır. Germirli Çaylakoğlu Karabet, Ankara’da poliçecilik yapmıştır. Germirli Yuvan Tosya’da tüccarlık yapmıştır. Simayiloğlu Agop Amasya’da tüccarlık yapmıştır. Yorgi Bodrum’da tüccarlık yapmıştır. Germirli Agop, papuççu esnafından olup, Varna’da tüccarlık yapmıştır. Kayserili Osman Ağa ve Sahak, Samsun’da tüccarlık yapmışlardır. Kayserili Vesvesoğlu Agop ve Alboyacıoğlu Karabet, İstanbul’da ortak iş yapmışlardır. Kazancıoğlu Hacı Agop ile Kaşağıcı Hacı Efendi, tüccarlık yapmışlardır. 306 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT Germirli Logor oğlu, poliçecidir. Kayserili Davidoğlu Karabet, İstanbul’da manifatura tüccarı olup, kurduğu mağazalar zinciri ile Ankara, Yozgat ve Kayseri’ye mal satmıştır. Kayserili İskenderoğlu Hacı Agop, bankerdir. Avrupa tüccarlarından Kayserili Hacı Karabet, Kalpakoğlu Parsıh, Safaryaoğlu Yordan, Avidisoğlu Hacı Agop ve Hacı Karabet, başlıca tüccarlardan idi122. XIX. Yüzyıl Sonlarında Ermenilerin Oturdukları Mahalleler ve Hane Sayıları 1831-1860 tarihleri arasında Kayseri’de yaşayan Ermeniler 35 mahallede toplanmışlardı. Bu mahalleler ve hane mevcutları aşağıda gösterilmektedir. Mahalle Baldöktü Batman Büyük Bahçe Caferbey Köyyıkan Caferbey Meydan Caferbey Selaldı Caferbey Sisliyan Caferbey Süleyman Dadır Harput Mahalle Dadır Emirsultan Eslimpaşa Fırıncı Gürcü Hacı Kasım Hacı Mansur Hane __ 26 19 182 119 258 43 132 52 Hane 30 36 94 23 58 24 69 122 Şaban Bayrak, “18-19. Yüzyılda Kayseri’nin Ticari Hinterlandı”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu Bildirileri, Erciyes Üniversitesi Kayseri ve Yöresi Tarih Araştırmaları Merkezi Yayını, Kayseri 2003, s.74-80. 307 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Harput Hasan Fakı Karakeçi Kiçikapı Külük Mermerli Mumcuhalil Mürekkepçi Oduncu Karabet Oduncu Sasık Sayacı Sınıkçı Şarkiyan Tavukçu Tavukçu Tus Tutak Varsak 66 26 37 27 43 40 16 76 89 73 16 49 132 64 27 73 54 63 28 Kayseri şehir merkezinde Ermeniler toplam olarak 2 164 hanedirler. 1875 nüfus sayımında merkezde 7 288, merkez köyleri ile birlikte 13345 erkek nüfus bulunmaktadır123. Kayseri mahallelerinde yaşayan 456 Ermeniden 102’sinin durumu alâ (zengin), 308’ininki evsat (orta halli) ve 46’sınınki de edna (fakir)dır. Buna mukabil Kayseri’nin köylerinde yaşayan 494 Ermeninin 206’sının durumu alâ, 266’sınınki evsat ve 22’sininki ednadır124. Anlaşıldığı üzere Kayseri merkezinde ve köylerinde Türklerle birlikte yaşayan Osmanlı tebaasından millet-i Ermeniyanın sosyal, ekonomik ve kültürel durumları Müslümanlarla karşılaştırıldığında gayet iyi durumdadır. 123 Kemal Karpat, “Kayseri Sancağının Sosyal, Ekonomik ve İdarî Durumu: İngiltere’nin Anadolu Konsolos Yardımcısı Lieutenant Ferdinant Bennet’in Raporu Ekim 1880”, Çeviren Bayram Bayraktar, Belleten, C. 56, s.907; Keskin, Kayseri Nüfus Müfredat Defteri 18311860, Kayseri Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, Kayseri 2000, s.X-XI. 124 Keskin, a.g.e., s.36, 108, 150, 172, 183; köyleri ile ilgili s.59, 115, 161, 177, 186. 308 Prof. Dr. Mustafa KESKİN / Uzm. Hüseyin CÖMERT 1915 yılı hadiselerinin içsel nedenlerden çok tamamen dışsal nedenlerle çıktığı ve büyük üzüntülere sebebiyet verdiğini, olup bitenlerden Türkleri ve bütün tebaanın hükumetini suçlamanın akılla, fikirle, mantık ve izanla ilgisi olmadığı görülecektir. Bu geniş katılımlı sempozyumun tamamen şeffaf ve samimi araştırmaların, dilek ve temennilerin sergilendiği bir şölen olduğunu, bunun bundan sonraki araştırmalara örnek teşkil edeceğini ümit ediyoruz. 309 OSMANLI DEVLETİ’NİN ERMENİ MEKTEPLERİ ÜZERİNDEKİ DENETİMİ Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ Afyon Kocatepe Üniversitesi Uşak Eğitim Fakültesi E-mail: muratontug@hotmail.com; Tel: 0 276 263 42 69-128 Özet Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler Islahat Fermanı ile birlikte sınırsız mektep açma özgürlüğüne kavuşmuş, Ermeniler de bu durumdan en verimli şekilde yararlanmıştır. Ermenilerin kültür dernekleri ve zenginlerinin malî desteğiyle mektepleşme hız kazanmıştır. 1880’de bu kültür dernekleri birleşerek, Ermeni Okullar Birliği (Miatsial Enkerutiun Hayots) kurulmuştur. Bu merkezî birlik Ermeni mekteplerinin ders programlarını ve öğretmenlerinde aranan asgarî eğitim şartlarını belirli bir düzene sokmaya çalışmıştır. 1878 Berlin Anlaşması ile Ermeni konusunun uluslararası bir sorun haline gelmesiyle milliyetçilik hareketleri büyük ivme kazanmış, ülke sathına yayılmış Ermeni kiliseleri ve mekteplerinde yapılan milliyetçilik propagandaları kısa zamanda Ermeni terör hareketlerinin artmasına sebep olmuştur. Emperyalist devletlerin, Osmanlı tebaası olan Gregorian Ermeni toplumu üzerindeki yoğun misyonerlik faaliyetleri ve bunlar üzerindeki himayeci siyasetleri sonucunda, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin cemaati üçe bölünmüştür. 1879’a gelindiğinde, artan milliyetçilik duygularından dolayı Ermeni piskoposlar, ulusal özerklik ve kendi kimliklerini belirtme hakkını savunmaya başlamışlardır. Ermeni Patriği de açıkça Ermenilerin Osmanlıdan ayrılmasını desteklemiştir. Ermeni mekteplerindeki çocukların fikri, bu faaliyetlerden dolayı Ermenistan meselesiyle dolmuştur. Böylece devlet, sayıları kontrolsüz şekilde artan Ermeni mektepleri üzerindeki idarî baskıları artırmış, XIX. yüzyılın son çeyreğinde bu okullara karşı bazı tedbirler almak zorunda kalmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan belgeler incelendiğinde devletin aldığı tedbirlerin maksadının, mektepleri kapatıp, Ermenilerin eğitim özgürlüğünü ortadan kaldırmak olmadığı anlaşılmaktadır. Zaten Anadolu’da Ermeni okulu sayısının 1834’te 120 iken, 1900’de 840’a ulaşması bunu göstermektedir. Tebliğimizde, sayıları her geçen gün artan Ermeni mektepleri üzerindeki devlet denetiminin nasıl sağlandığı, devletin Ermeni mekteplerine yaklaşımı, bu mekteplerine karşı aldığı idarî tedbirler, Müslüman çocuklarının Ermeni mekteplerine gönderilmemesi, mekteplerde okutulan ve okutulması sakıncalı bulunan dersler ve Ermeni mekteplerine devletin yaptığı yardımlar gibi konular arşiv belgeleri doğrultusunda değerlendirilecektir. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ I. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Mektepleri XVIII. yüzyılın sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin sınırları içerisinde Ermenilerin açtıkları bir mektebe rastlanmamaktadır1. Bu yüzyıla kadar Ermeniler arasında dinî eğitime mahsus bazı kurumların mevcudiyeti bilinmekle birlikte, ilk resmî Ermeni mektebi 1790 yılında Eğinli Amira Miricanyan tarafından Kumkapı Fıçıcı sokağında açılmıştır2. Bu tarihten sonra İstanbul’daki Ermeni mekteplerinin sayısında artış meydana gelmiştir. Aynı yıl İzmir’de de Mesropyan Mektebi açılmıştır3. Ermeni Patriği Karabet’in Anadolu’daki Ermeni cemaatine gönderdiği 1824 tarihli bir tamim ile her vilâyette mektepler açılmasını emrettiği için bu tarihten itibaren Anadolu’nun hemen her yerinde mektepler açılmaya başlanmıştır4. Ermeni toplumunun sosyolojik tabakalaşması içinde Amira adı verilen; maddî bakımdan zengin, idarî bakımdan etkili bir zümre bulunuyordu. Ermenilerin her bakımdan gelişmesinde bu sınıfın önemli bir rolü olmuştur. Ermeni toplumunun varlıklı kesiminden olan Amiraların önderliği ve kilisenin işbirliği ile açılan Ermeni mektepleri oldukça gelişmiş, sayıları da hızla artmıştır. Ancak Amiraların kullandığı eğitim sistemi, onlarla esnaf arasında sürtüşmeye yol açmıştır. Ermeniler, 1853 yılında kurdukları 14 1 2 3 4 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, C.I-II, İstanbul 1977, s.750. Ergin, a.g.e., s.751; İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ankara 1993, s.173. Ergin, a.g.e., s.752. Ergin, a.g.e., s.753. 313 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kişilik maarif komisyonu ile eğitimi, Amiraların denetiminden almışlardır. 1856 Islahat Fermanı’ndan sonra, Ermenilere adeta devlet içinde devlet yetkileri veren, Nizamname-i Millet-i Ermeniyân 18 Mart 1863 tarihinde ilân edilmiştir5. Böylece Ermeni mekteplerinin denetimi Amiralardan kesin olarak çıkmış, maarif komisyonuna verilmiştir. Osmanlı Devleti’nde gayrimüslimler Islahat Fermanı ile birlikte sınırsız mektep açma özgürlüğüne kavuşmuşlardı. Ermeniler bu durumdan güzel şekilde istifade ettiler. Kültür dernekleri ve zengin Ermenilerin malî desteğiyle mektepleşme hız kazanmıştır. 1880 yılında Ermeni kültür dernekleri birleşerek, Ermeni Okullar Birliği (Miatsial Enkerutiun Hayots) kurulmuştur. Bu merkezî birlik mevcut Ermeni mekteplerinin ders programlarını ve öğretmenlerde aranan asgari eğitim şartlarını belirli bir düzene sokmaya çalışmıştır6. Ermeniler açacakları kurumlar için vakıf ve sandıklar kurmuşlardır. Muhtelif fermanlarda yapılacak kilise, okul vb. yapılar için gerekli olan paranın kilise vakıfları tarafından karşılandığı bilinmektedir. Bunların yanı sıra hastane sandığı ve Patrikhane sandığı gibi bazı eserlerin inşasına para yardımı yapan yardım sandıkları da bulunmaktaydı7. Ermeni mektepleri belirli cemiyetler ve kişiler tarafından açılmaktaydı. Bunlardan 1870 yılında kurulan Hayoç Mihaçyal İngerrutyan cemiyeti Birinci Dünya Savaşı’na kadar Anadolu’nun değişik yerlerinde yüzün üzerinde mektep açmıştır. Azkaniver Hahuçyan İngerrutyan cemiyeti ise 1879’da kurulmuş ve Anadolu’da yirmi üç mektep tesis etmiştir. Tibraçaser Dignanç İngerrutyan cemiyeti 1879’da Ortaköy’de açılmış ve Anadolu’daki mektepler için muallim yetiştirmiştir. Cemiyetlerin açtığı bu okulların yanı sıra, Tanzimat’tan Birinci Dünya Savaşı’na kadar, Ermeni asıllı kişilerce İstanbul’da yirminin üzerinde okul açılmıştır8. 5 6 7 8 Ergünöz Akçora, “Osmanlı Devleti Dönemi Ermeni İsyanları ve Türk-Ermeni Toplumu İlişkilerine Etkileri”, Editör Hasan Celâl Güzel, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Sorunu, Ankara 2001, s.125. Selçuk Akşin Somel, “Cemaat Mektepleri ve Yabancı Misyoner Okulları”, Osmanlı Uygarlığı 1, Yayına Hazırlayan Halil İnalcık, Günsel Rendan, İstanbul 2003, s.388, 394. Balıkesir’deki Ermeni mektepleri kilise sandığı ve Ermeni zenginlerinin bağışlarıyla tesis edilmiştir. Bkz. Mustafa Murat Öntuğ, “Balıkesir’deki Ermeni Kilisesi ve Mektep Açma Faaliyetleri”, Balıkesir Sempozyumu, 17-20 Kasım 2005. Gaziantep’teki Ermeni mekteplerinin eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürebilmeleri için de kilisenin ve vakıfların oluşturduğu yardım sandıkları bulunmaktaydı. Bkz. Yusuf Çetin, XX. Yüzyıl Başlarında Gaziantep’te Eğitim (1900-1930), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Afyon Kocatepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Afyon 1999, s.77-93. Ergin, a.g.e., s.762-765. 314 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ XX. yüzyılın hemen başında İstanbul’da 40 Ermeni okulu vardı. Anadolu’da 57 vilâyet merkezinde toplam 813 Ermeni okulunda 59 513 erkek, 21 713 kız öğrenci ve 2 088 öğretmen bulunuyordu. Bu sayıya vilâyetlerde bulunan özel iptidailer ve idadiler, eytamhaneler, resmî idadiler, Katolik, Protestan, Latin ve yabancı okullarda okuyan öğrenciler de dâhil edildiğinde, 1901-1902 öğretim yılında Osmanlı Devleti’nde 104 500 Ermeni öğrenci bulunmaktaydı9. Ermenilerin mektepleşme süreci II. Meşrutiyet döneminde daha da hız kazanmıştır. Özellikle 1908-1914 yılları arasında İstanbul ve Anadolu’nun pek çok yerinde Ermeniler mevcut kiliselerinin bahçelerine mektep açabilmek için ruhsat talebinde bulunmuşlardır10. Bu dönemde Ermeniler eğitim politikalarında daha ılımlı davranmış, genellikle hükümetle uzlaşma yoluna gitmişlerdir11. Ermenilerin, Osmanlı Devleti’nin her alanda zor günler yaşadığı bu yıllarda yeni mektep açma girişimleri dikkat çekicidir. Ermeniler mekteplerinde umumiyetle kendi matbaalarında bastıkları eserleri okutmaktaydılar. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti’nde ilk matbaa İstanbul’da 1492 yılında Yahudiler tarafından kurulmuştur. Yahudilerden sonra Ermeniler ve Rumlar da matbaa açmışlardır. Ermeniler 15671923 arasında İstanbul’da 131, taşarda 63 Ermeni matbaası kurmuşlardır. Bu matbaalarda toplam 598 dergi ve gazete basılmıştır. 1850 yılına kadar İstanbul’da basılan Ermenice kitap sayısı 14’ü tarihsiz olmak üzere 525’tir12. II. Cemaat Mekteplerinin Denetlenmesi ve Ermeni Mekteplerinin Durumu Osmanlı Devleti, önceleri eğitimi, din ve mezhep imtiyazlarının bir parçası olarak kabul etmiştir. Gayrimüslim unsurlar, mabetlerini nasıl kendileri idare ediyorsa, okullarını da yine kendi cemaat teşkilâtları vasıtasıyla kurup işletmekteydiler. Her cemaatin, kilise, havra ve benzeri mabetlerinin yanında, bunlara bağlı birer okulu vardı. Eğitimin ilk kademesinde yer alan okullar, mahallî cemaatler; orta dereceli okullarla öğretmen yetiştiren 9 Ergin, a.g.e., s.760; Her Yönüyle Ermeni Sorunu, Hazırlayan Yavuz Özgüldür, Ali Güler, Suat Akgül, Mesut Köroğlu, Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara 2001, s.152. 10 Süleyman Büyükkarcı, İstanbul Ermeni Okulları, Konya 2003, s.67-68. 11 Mustafa Ergün, II. Meşrutiyet Devrinde Eğitim Hareketleri (1908-1914), Ocak Yayınları, Ankara 1996, s.372-373. 12 Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s.43. 315 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER okullar ise, millet teşkilâtları tarafından idare olunmaktaydı. Bu unsurların idare ettiği okullar tamamen müstakil bir niteliğe sahipti. Gayrimüslimler bu cemaat okullarında millî dillerinde eğitim yapmakta, ders programlarını diledikleri gibi düzenleyebilmekteydiler. Devlet önceleri bu okulları hiç denetlememiş, ya da denetlemeye lüzum görmemiştir. Bunlar din ve mezhep sahasında olduğu gibi, eğitim alanında da özerk bir yapıda hareket edebilme imkânına sahip kılınmıştır. Cemaat okulları, zamanla gayrimüslimlerin kendi tarih ve kültürlerinin öğretildikleri, bağımsızlık fikirlerinin aşılandığı ve hatta millî bağımsızlıkları uğrunda, yabancı devletlerin siyasetlerine alet oldukları kurumlar haline gelmiştir. Gayrimüslimlerin eğitim meseleleri ile ilgili en önemli düzenleme 1869’da çıkarılan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile yapıldı. Nizamnamenin 1. maddesi ile özel okulların nezareti devlete bırakılmış; 129. madde ile mekteplerin açılabilmesi için yapılacak müracaatla birlikte bu mektepler üzerinde denetim kurulmaya çalışılmış; 143. madde vilâyet maarif meclisleri bünyesinde bir Müslüman ve bir gayrimüslim bulundurulması öngörülmüş; 148 ve 149. maddeler muhakkiklerin müfettişleri denetleme yetkisine sahip olmaları ve müfettişlerin mektepleri teftiş ve denetleme dönemlerini belirlemiştir. 1876’da Kanun-i Esâsî’nin 15 ve 16. maddeleri ile de özel ve genel eğitim imkânı sağlanmış, devletin bütün okullar üzerindeki denetleme hakkı belirtilmiştir. 1881 tarihli Rumeli-i Şarkî Vilâyetinin Mebadi-i Tedris hakkındaki kanunda bu bölgelerde yer alan mekteplerin denetlenmesiyle ilgili hükümler yer almaktadır. Kanunun 99. maddesi bütün mekâtib-i iptidaîyenin nezareti maarif müdürlüğüne bırakmış olmakla birlikte bunun belirli hukukî çerçeve içinde mektep müfettişlerince gerçekleştirileceği belirtilmiştir13. 1908’den sonra Maarif Nezareti, gayrimüslim okullarını denetleme ve programlarını, öğretmen seçimlerini düzenleme, Türkçe eğitimi mecbur kılma gibi bazı girişimlerde bulunduysa da; cemaat liderleri dinî imtiyazlarını öne sürerek bunu kabul etmemişlerdir. Büyük tartışmalardan sonra 6 Ekim 1913 (23 Eylül 1329)’da muvakkat kanun olarak çıkartılabilen Tedrisât-ı İptidaiye Kânûn-ı Muvakkate ile bu eğitim kurumlarının denetim altına alınabilmesi faaliyetlerine devam edildi. 1915 yılında çıkartılan Mekâtib-i Husûsiye Talimatnamesi isimli bir yönetmelikle ilk 13 Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okullar, MEB Yayını, İstanbul 1997, s.158. 316 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ defa cemaat okulları denetim altına alınıyordu14. Bu Talimatname ile gayrimüslimlerin mekteplerinin sayı olarak sınırlandırılması, mekteplerde yabancı personel çalıştırılmasının izne bağlanması ve Türkçe, Türk Tarihi ve Türkiye Coğrafyası derslerinin Türkçe olarak Türk öğretmenler tarafından okutulması mecburiyeti getirilmiştir. Rusya’da bulunan Ermeni Lusavoriçakan Kilisesi’nin Umûr ve Husûsâtının İdaresine Dair Nizamname Petersburg’da 11 Mart 1836 tarihinde tanzim ve neşredilmiştir15. Nizamname 10 fasıl ve 141 maddeden oluşmaktadır16. Nizamnamenin 8. bölümü Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Mekâtib-i Ruhâniyesi ile ilgilidir. 112-116. maddeler arasında; Rusya’daki Ermeni Mekteplerinde eğitim, toplanacak yardım, okutulacak dersler ve mekteplerin idaresinin nasıl olacağı gibi konulara değinilmektedir. Bu nizamnamenin 113. maddesinde Eçmiyazin manastırlarındaki mekteplerin doğrudan Lusavoriçakan Ermeni Patrikliği’nin sorumluluğunda olduğu, diğer mekteplerin ise mahallî murahhasaların hükmü altında bulunduğu; 114. madde Ermeni mekteplerinde okutulacak ulûm ve fünûn dersleri dışında Rusça lisanı, Rusya tarihi ve coğrafyasının tahsili maddesine dahi başkaca dikkat ve itina olunmasının elzem olduğu belirtilmektir. 115. madde kilise ve manastırlarda mektep menfaatine yardım toplanabileceğini, 116. madde ise mekteplerin yıllık vâridatlarını, masraflarını ve baki kalan paranın hesabını mahallî idareye bakan görevliye bildirmek zorunda 14 Devlet bu talimatnameyi uygulayamamıştır. Daha detaylı bilgi için bkz. Vahapoğlu, a.g.e., s.137-140. 15 Rusya’daki Lusavoriçakan Ermeni Kilisesi faaliyetlerini ihtiva eden bu nizamname Bandırma’daki Ermeni papazın evinde yapılan arama esnasında bir sandığın içinde bulunmuştur. Aynı sandıkta 87 adet kitap bulunmuş olup bu kitapların bir kısmı memalik-i ecnebiyede tab’ edilmiş ve bir kısmı da ruhsat usûlü cari olmadığı vakitlerde ve ancak 4 adedi Maarif Nezareti’nin ruhsat-ı resmiyesiyle muhtelif tarihlerde İstanbul ve İzmir’deki matbaalarda basılmış olup ekserisi halen zararlı bilgiler içermektedir. Mezkûr sandık içinde 22’si Ermeni katoliği ve 30’u Ermeni şahıslarına ait olarak Bandırma kazasından verilmiş 52 adet tezkere-i Osmaniye ve dört kıt’a murûr tezkeresi de yer almaktadır. 15 Ca 1320/ 20 Ağustos 1902. Başbakanlık Osmanlı Arşivi, (BOA), Y.MTV., Belge No: 233/96. 16 Nizamnamenin fasılları ve maddeleri şöyledir: 1. Fasıl (1-9): Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Hukuk ve İmtiyazat-ı Umumiyesi; 2. Fasıl (10-32) Eçmiyazin Büyük Patriği Hakkında; 3. Fasıl (33-54) Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Sinyori; 4. Fasıl (55-71) Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Murahassaları Hakkında; 5. Fasıl (72-82) Lusavoriçakan Ermenilerinin Muhakem-i Ruhaniyesi ile İdare-i Ruhaniyeleri Hakkında; 6. Fasıl (83-101) Manastırlar Hakkında; 7. Fasıl (102-111) Mütehhil Papazlar; 8. Fasıl (112-116) Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Mekâtib-i Ruhaniyesi; 9. Fasıl (117-126) Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Emval ve Emlâkının İdaresi; 10 Fasıl (127-141) Lusavoriçakan Ermeniler Kilisesi’nin Memûrin-i Ruhâniyesi ve ‘Âdî Papasların Vâridatı ve Bunların Dul Kalan Zevce ve Öksüz Çocuklarının Emr-i İaşe ve İdaresi Hakkında. 317 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER olduğu hakkındadır. Bu nizamnamenin maddelerinden anlaşılacağı üzere Osmanlı Devleti, 1915 yılında Ermeni cemaatine mensup mekteplerde denetimi oluşturmuş ve Türkçe’nin, Türk tarihi ve coğrafyasının Türk öğretmenlerce okutulmasını zorunlu hale getirebilmişken Rusya, çok daha erken bir tarihte, Ermeni mektepleri ve kiliseleri üzerinde 1836 yılında çok daha kapsamlı bir şekilde denetimi sağlamış gözükmektedir. Osmanlı Devleti Mekâtib-i Husûsiye Talimatnamesi’ni çıkardığı 1915 yılına kadar cemaat mektepleri üzerinde denetimi sağlayabilmek için bazı tedbirler almak zorunda kalmıştır. Özellikle XIX. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Ermeni mektepleri üzerinde bu denetimin daha da hissedilir şekilde arttığı görülmektedir. Bunun sebebi, Anadolu’nun değişik bölgelerinde Ermenilerin çıkardıkları olayların arkasında Ermeni kilisesi ve mekteplerinin bulunmasıdır. Şöyle ki; 1878 Berlin Anlaşması ile Ermeni konusunun uluslararası bir sorun haline gelmesiyle birlikte Ermeni milliyetçilik hareketleri büyük ivme kazanmıştır. Ülke sathına yayılmış Ermeni kiliseleri ve mekteplerinde yapılan milliyetçilik propagandaları kısa zamanda Ermeni terör hareketlerinin de artmasına sebep olmuştur. 1882-1909 yılları arasında Ermeniler, Türk toprakları içerisinde bir Ermeni devleti kurmak amacıyla kurdukları terör örgütleri vasıtasıyla birçok isyan çıkarmışlardır17. Ermeni ihtilâl örgütlerinin aralarındaki yazışmaların Türkçe tercümeleri, bu örgütlerin giriştikleri kanlı olaylar Hüseyin Nazım Paşa’nın derlediği Osmanlı istihbarat raporlarında açıkça görülmektedir18. Emperyalist devletlerin, Osmanlı Devleti tebaası olan Gregorian Ermeni toplumu üzerindeki yoğun misyonerlik faaliyetleri ve bunlar üzerindeki himayeci siyasetleri sonucunda, İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin cemaati üçe bölünmüştü. 1831’de Katolik Ermeni Kilisesi, 1850’de de Protestan Ermeni Kilisesi kuruldu19. Bu durum mezhepler arasındaki rekabeti artırmış ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin huzurunu bozmuştur. 1879’a gelindiğinde, Ermeni papazlar arasında milliyetçi duyguların belirgin bir şekilde geliştiği görülmektedir. Ermeni piskoposlar, ulusal özerklikten ve kendi kimliğini belirtmek hakkından yana olduklarını açıklıyorlardı. İstan17 Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı 1878-1897, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul 1986, s.99-174; Mehmet Saray, Ermenistan ve Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul 2003, s.38-54; Şenol Kanarcı, “Tarihi Boyutuyla Ermeni Sorunu”, Eğitim (Özel Sayı), Sayı 38, Ankara 2003, s.22-25. 18 Ermeni Olayları Tarihi I-II, T.C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara 1994. 19 Davut Kılıç, “XIX. Asırda İngiltere’nin Ortadoğu Politikasının Osmanlı Ermenilerine Yansıması”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.117, Ankara 1998, s.157-161. 318 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ bul Ermeni Patriği ise apaçık Ermeni toplumunun Osmanlı Devleti’nden ayrılmasını destekliyordu20. Örneğin, Van’da bir manastırda matbaa kuran Patrik Magırdıç Hırimyan, Ermeni bağısızlığını güden Van Kartalı, Muş Kartalı isimli gazeteleri 1857’den itibaren çıkarmaya başlamış ve Ermeni çetelerinin yaptıklarını saklamak üzere vilâyetlerde sözde Ermenilere yapılan zulüm ve baskılardan dem vuran raporlar yayımlamaya başlamıştır. Diğer taraftan etrafına topladığı ateşli Ermeni papazları ve gençlerine Ermeni kültürüyle ilgili dersler vermiştir. 1869 yılında Ermeni Patriği seçilince, dinî görevlerini bir tarafa bırakarak siyasî işlerle uğraşmaya başlamıştır. 1885 yılında da Eçmiyazin katogigosu olmuştur. Maalesef bu ve buna benzer örnekler kilisenin, Ermeni cemaatini nasıl isyana teşvik ve tahrik ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır21. Kamuran Gürün, Ermeni din adamları ve kiliseleri hakkında gerçeği şöyle ifade etmektedir: Aslında Ermeni milletinden, Ermeni Devleti’nden, Ermeni tarihinden değil, Ermeni Kilisesi’nden, Ermeni Kilisesi Devleti’nden bahsetmek icap eder. Ermeni Kilisesi’nin, mevcudiyetini koruyabilmesi için bir kuvvete, bir devlete ihtiyaç vardır. Ermeni Devleti fikrini doğuran, Ermeni milleti değil, Ermeni Kilisesi’dir22. 1915’te Osmanlı Devleti’ndeki sayıları 1 800’lere kadar abartılarak çıkarılan, ancak dünya devletleri içinde en kalabalık olduğu yerin Osmanlı Devleti’nde olduğu bilinen Ermeni kiliselerine karşı 1903’te Rusya’daki Çarlık tarafından Ermeni kilisesinin malları müsadere edilmiş, yine Rusya’da 1885 Şubatı’nda Kafkasya’da 600 Ermeni okulu kapatılış ve 1897 Haziranı’nda yeni nesli Ermeni papazlarının zararlı tesirlerinden kurtarmak amacıyla 320 Ermeni ilkokulu ve kalan 31 okuldan bazıları da öğretmenlerinin Rus diplomasına sahip olamamaları ve ruhbanların okul idareleri için gerekli parayı yatırmadıklarından dolayı kapatılmıştır. Aynı dönemde, Osmanlı Devleti ise Ermenilere ait kilise ve mektepleri kapatmak yerine, bu yapılardan tamire ihtiyaç olanların onarımına ve yenilerin yapılmasına izin vermiştir23. Nitekim 1834’te Anadolu’da 120 Ermeni mektebi bulunurken, 1900 yılında bu sayının -40’ı İstanbul’da olmak 20 Justin McCarthy, Ölüm ve Sürgün, Neşreden Bilge Umar, İstanbul 1998, s.128. 21 Erdal İlter, “Ermeni Kilisesi ve Terör”, Eğitim (Özel Sayı), Sayı 38, Ankara 2003, s.80-84; Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s.139-143. 22 Kamuran Gürün, “Ermeni Sorunu Yahut Bir Sorun Nasıl Yaratılır”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu, İzmir 1983, s.30. 23 Bu konuyla ilgili Osmanlı Arşivi’nde Anadolu’da tamir izni almış veya yeni kilise ve mektep yapılmasına onay verilmiş pek çok belge vardır. Örnek olması açısından bkz. BOA, İ.HR., Belge No: 123/6172, 140/7346, 164/8773, 170/9215; İ.MMS., Belge No: 27/1159; 319 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER üzere- 840’a yaklaşmış olması da bunu göstermektedir24. Kısaca Osmanlı Devleti kendisi için tehlikeli olmaya başlayan Ermeni kilise ve mekteplerini, Rusya’nın yaptığı gibi, kapatmak yerine onları denetleyerek kontrol altında tutmaya çalışmıştır. Pierre Loti, bu olayı...Türkiye’de her yerde misyonerler var bunlar da bilmeyerek Ermenileri kandırıyorlar... Ermeni komitecileri sakin insanları, çiftçi, esnaf ve hamalları ayaklandırıp Türklerin dine, Hıristiyanlığa saldırdıklarını ileri sürüyorlar. Hâlbuki Trabzon’dan Erzurum’a kadar yollar kasabalar manastırlarla, kiliselerle doludur. Ermeni okulları, kiliseleri, Rusya’dakinden bir kat daha serbesttir diyerek ifade etmektedir25. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni mekteplerinde çocukların fikirleri Ermenistan meselesiyle doluydu. Ermeni ileri gelenleri mektebi olmayan ve öğretmen tutmaya gücü yetmeyen köylerde hiç değilse papazların erkek ve kız çocuklarına imza atabilmesini, şehirlerde ve köylerde okuma yazma bilmeyen büyüklerin de yazı yazabilmesinin öğretilmesinin ilerisi için çok önemli olduğu vurgulanarak, tam bir okuma-yazma seferberliği başlatılmıştı26. Ararathian Derneği üyesi olan eğitimci Mıgırdıç Portugalyan 1878’de Van’da bir Ermeni Öğretmen Mektebi tesis etmiştir. Fakat mektep, öğrencilerine Osmanlı Devleti’ne karşı isyan düşüncesi aşıladığı gerekçesiyle kapatılmıştır. Bu mektebin eski öğrencileri 1885 yılında Van’da Armenakan adlı gizli bir örgüt kurup, civardaki masum Ermeni köylüsünü Osmanlı Devleti aleyhine kışkırtmışlardır27. Maalesef Ermeni mektepleri de kiliseleri gibi, Türk düşmanlığının genç nesillere aşılandığı birer fesat yuvası haline gelmiştir28. Bu durum yabancı gazete haberlerine 24 25 26 27 28 İ.DH., Belge No: 803/65031, 1040/1752, 1077/84499; DH.KKT., Belge No: 1500/12; DH.MUİ., Belge No: 52-1/37. Ergin, a.g.e., s.753; Haydaroğlu, “Ermeni Toplumunu Osmanlıdan Koparan, Ermeni ve Amerikan-Ermeni Okulları”, Ermeni Araştırmaları 1, Türkiye Kongresi Bildirileri C.I, ASAM-Ermeni Araştırmaları Enstitüsü Yayını, Ankara 2003, s.472; Haydaroğlu, a.g.e., s.173 Her Yönüyle Ermeni Sorunu, s.164. İlter, a.g.m., s.82-83. Somel, a.g.m., s.394-395. Anadolu’daki Ermeni mekteplerinde okuyan öğrencilere, muallimleri tarafından sürekli Osmanlı Devleti aleyhinde propaganda yapılmaktaydı. Osmanlı Arşivleri’nde bu konuda pek çok belge vardır. Örneğin, Sivas Ermeni Mektebi muallimi Manuk Efendi, akşamları evinde izinsiz olarak Ermenilere vaaz verdiği için evinin kapatıldığı (29 C 1304/ 25 Mart 1887); BOA, DH.KKT., Belge No: 1407/32; Tokat Ermeni Mektebi muallimi ve efkar-ı muzırra ashabından Pasbanyan ile yeğenleri Mardiros ve Revin’in bazı yerlere yaftalar yapıştırdıkları ve ruhsatsız gazete çıkardıkları, gereğinin Adliye ve Mezahib Nezareti’ne bildirildiği (24 B 1304/ 18 Nisan 1887); BOA, DH.MKT., Belge No: 1413/63; aynı konuda 320 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ bile konu olmuştur. Nitekim, Marsilya’da basılan bir gazetenin 19 Temmuz 1891 (12 Z. 1308) tarihli nüshasında29, Ermeni Patrikliği’nin mekteplerinde keyfî hareketlerde bulunduğu eskiden -Maarif Nazırı Münif Paşa zamanında- mekteplerin tevzi mükafatlarında okunacak nutuklar ve öğrencilerin okuyacağı metinler Osmanlı Maarif Nezareti’nce kontrol edilirken artık Ermeni Patrikhanesi tarafından bilgi verilmediği yazılmaktadır. Bununla birlikte devletin bu konudaki uyarıları üzerine bu sene Ermeni mekteplerinde tevzi mükâfat icra edilmeyeceği ifade edilmektedir. Bu ve buna benzer hareketler Ermeni Patrikliği’nin mektep işlerinde bağımsızlık içinde hareket ettiğini düşündürmektedir. Bu gelişmeler İstanbul’un dikkatini, sayıları her geçen gün artan, Ermeni mektepleri üzerine çekmiş ve bu mekteplerin üzerindeki idarî baskıları giderek arttırmıştır. Osmanlı Devleti sayıları kontrolsüz şekilde çoğalan Ermeni mekteplerine karşı XIX. yüzyılın son çeyreğinde bazı tedbirler almak zorunda kalmıştır. Fakat aldığı bütün bu tedbirlerin maksadı Ermenilerin mekteplerini kapatıp, onların eğitim özgürlüğünü ortadan kaldırmak değildir. Aksine yıllar içinde sayıları sürekli artan mektepleri bir düzen içine sokmaya çalışmak şeklinde düşünülmelidir. III. Ermeni Mekteplerinin Denetlenmesi Osmanlı Devleti XIX. yüzyılın son çeyreğinde Ermenilerin ülke sathında çıkardıkları isyanlar sebebiyle, bu isyanların oluşumunda etkili olduğu bilinen kilise ve mektepler üzerindeki idarî baskılarını giderek arttırmıştır. Yukarıda ifade edildiği gibi Osmanlı Devleti’nin 1869, 1881, 1908 ve 1913 yıllarında çıkardığı nizamname ve talimatnamelerde gayrimüslim okullarının denetlenmesiyle ilgili bazı maddelerin yer aldığı belirtilmişti. Fakat devlet, Ermeni mekteplerini denetlemek için sadece bu nizamname ve talimatname maddeleriyle yetinmemiştir. Şimdi, bunlar haricinde devletin Ermeni mektepleri için, Mekâtib-i Husûsiye Talimatnamesi’ni çıkardığı 1915 yılına kadar, ne tür tedbirler alarak onları denetim altında tuttuğu izah edilecektir. (4 Ş 1304/ 28 Nisan 1887) DH.MKT., Belge No: 1416/54; Hısnımansur ve Malatya Ermeni Mektebi’nde ele geçirilen zararlı evrak ve risalelerin Sadaret’e irsal edildiği (10 N 1305/ 21 Mayıs 1888); BOA, DH.MKT., Belge No: 1512/67; Erzurum Ermeni Mektebi muallimine gönderilen Hınca (Yeni Sada) gazetesinin zararlı münderecatına binaen ülkeye sokulmasının yasaklanması (8 B 1305/ 23 Mart 1888); BOA, DH.MKT., Belge No: 1509/35. 29 BOA, PRK. ZB., Belge No: 8/92. 321 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı Devleti ilk olarak Ermeni mekteplerinde verilen Ermeni Topluluğunun ve Kilisenin Tarihi dersini yasaklamıştır. Bu sayede mekteplerde Ermeni Tarihi yerine Osmanlı Tarihi okutturulması sağlanmıştır30. Ermeni mekteplerinde okutulan Ermeni Tarihi kitaplarının içinde Osmanlı Devleti aleyhinde pek çok zararlı bilgiler bulunduğu Maarif Nezareti’nce yapılan incelemeler sonucu anlaşılmıştır. Bunun üzerine Ermeni çocuklarına derslerde okutturulan bu kitabın yerine Osmanlı Tarihi okutturulması istenmiştir. Bu konuda 24 Mart 1884 (22 Recep 1306) tarihinde Maarif Nezaretin’ce Ermeni Patriği’ne gönderilen tezkere, Patrik Efendi tarafından Ermeni Meclisi’nde okutulmadığı gibi bu kararın Ermenileri Osmanlı Devleti’nden soğutacağı görüşünde olduğunu bir zatâ ifade etmiştir. Ayrıca Ermeni Patriği, Ermeni Tarihi hiç okutturulmasın denilmeyip, kitabın içindeki zararlı ve yanlış olan bilgilerin çıkarılmasını ve yine Ermeni Tarihi dersinin okutulmasına devam edilmesi gerektiğini ifade etmiştir31. Aynı şekilde Van vilâyeti Patrik vekilliğinden 1 Nisan 1889 (20 Mart 1305) tarihinde İstanbul’daki Ermeni Patriği’ne gönderilen telgrafta da mekteplerde Ermeni Tarihi yerine Osmanlı Tarihi okutulmasının Ermenilerin kendi tarihlerinden mahrum bırakmak olacağı bu konunun tekrar düşünülmesi ve öyle karar verilmesi istenmiştir32. Osmanlı Maarifi, 2 Nisan 1889 (Gurre-i Şaban 1306) tarihinde Ermeni Patrikliği’nden acilen kendilerine gönderilen tezkere gereğince Ermeni mekteplerinde Ermeni Tarihi okutulmasına son verilerek, bu dersin yerine Osmanlı Tarihi okutulmasını bildirmiştir. Devletin bu kararı almasındaki sebep ise yukarıda ifade edildiği gibi Ermeni Tarihi kitaplarının içinde Osmanlı Devleti aleyhinde pek çok bilginin bulunmasıdır. Ayrıca kitap önce Maarif Nezareti komisyonunca incelenmiş, içindeki zararlı ve yanlış bilgilerin çıkarıldıktan sonra kitabın basılmasına ruhsat verilmiş olmasına rağmen kitap aynen basılmış, yani Osmanlı Maarif Nezareti dikkate alınmamıştır33. Osmanlı Maarifi, Ermeni çocuklarına yanlış fikirler aşılayan bu tür kitapların Ermeni mekteplerinde okutulmaması için devamlı teftiş edilmesini de aynı tezkerede belirtmiştir. Bu konuda Sadaret ve Ermeni Patrikliği arasında yapılan yazışmalardan anlaşılacağı üzeri Ermeni Tarihi’nin kaldırılıp yerine Osmanlı Tarihi konulması Ermeni Patrikliği tarafından sert bir tepkiyle karşılanmıştır. 30 31 32 33 Bkz. Belge 1, 2. BOA, İ.DH., Belge No: 1127/88079. BOA, İ.DH., Belge No: 1137/88788. BOA, İ.DH., Belge No: 1137/88788. 322 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ Osmanlı Devleti, Ermeni mekteplerinde okutulan kitaplarla ilgili olarak da tedbir almıştır. Buna göre Ermeni mekteplerinde okutulacak kitapların listesi Ermeni Patrikliği tarafından Dersaadet’e sunulacak ve Osmanlı Maarif Nezareti’nce incelendikten sonra kitapların okutulmasına izin verilecekti. 8 Şubat 1894 (2 Şaban 1311) tarihinde Maarif Nezareti’nce Ermeni mekteplerinde okutulacak olan kitapların fihristi yayınlanmıştır34. Kitap fihristi Türkçe ve Ermenice olarak iki dilde hazırlanmıştır. Fihristte konularına göre toplam 146 kitap bulunmakta olup kitapların her birinin basım yeri, yazıldığı lisan, müellifi ve basım yılları ayrı ayrı belirtilmiştir. Kitapların konularına göre dağılımı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir35. Tablo-1 Ermeni mekteplerinde okutulacak kitapların konulara göre dağılımı Kitabın konusu Sayısı Lisanı Müellifi Basım yılı Ulûm-ı Diniye 12 Ermenice Ermeni 1881-1892 Ermeni Lisanı ve Edebiyatı 35 Ermenice Ermeni 1884-1893 Lisan-ı Türkiye 40 Türkçe Ermeni 1884-1892 Lisan-ı Fransevî 9 Fransızca Ermeni 1886-1893 İngilizce 4 İngilizce Ermeni 1885-1892 İlm-i Hesap 13 Ermenice Ermeni 1883-1893 Tarih (Genel, Ermeni, Osmanlı) 8 Ermenice Ermeni 1884-1892 Coğrafya 9 Ermenice-Türkçe Ermeni-Türk 1884-1893 İlm-i Servet-i Milel 4 Ermenice Ermeni 1883-1891 Filosofiye 2 Ermenice Ermeni 1868 İlm-i Hikmet 6 Ermenice Ermeni 1883-1892 Hıfzu’s-Sıhha 1 Ermenice Ermeni 1886 Usûl-ı Defter 1 Ermenice Ermeni 1884 Hüsn-i Hatt 2 Ermenice-Fransızca-Türkçe Ermeni 1890-1893 Tabloda görüldüğü gibi 14 değişik konuda toplam 146 kitabın Ermeni mekteplerinde okutulmasına Maarif Nezareti’nce onay verilmiştir. Bu kitapların tamamına yakını Ermeni lisanında yazılmıştır. Yine hepsinin mü34 BOA, Y.PRK.TKM., Belge No: 30/50. 35 Bkz. Tablo 1. 323 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ellifi Ermeni (sadece bir coğrafya kitabı hariç) olup kitapların çoğunluğu 1884-1893 yıllarında başta İstanbul ve İzmir’deki Ermeni matbaalarında, birkaç kitap da İngiltere ve Venedik’teki matbaalarında basılmıştır. Bu kitaplardan sadece biri, Hasan Ferit’in hazırladığı Yeni Coğrafya Atlası Haritası adlı eser Türkçe olup Matbaa-yı Âmire tarafından basılmıştır36. Yukarıda da ifade edildiği gibi Ermeniler, mekteplerinde umumiyetle kendi matbaalarında bastıkları eserleri okutmuşlardır. Osmanlı Devleti, 1890 tarihindeki Kumkapı olaylarından dolayı Doğu Anadolu’da bulunan birçok Ermeni okulunu devlet aleyhinde faaliyette bulunduğu şüphesiyle kapatmak zorunda kalmış ve 1893 tarihinde Ermeni Okulları Genel Birliği’ni de lağvetmiştir37. Devlet, Ermeni mekteplerinde verilen zararlı bilgilerden Müslüman çocuklarının etkilenmesini istemiyordu. Bunun için de Batı ve Orta Anadolu’da Ermeni nüfusunun yoğun bulunduğu Aydın ve Ankara gibi büyük vilâyetlerdeki Ermeni mekteplerine Müslüman çocuklarının gönderilmemesi ve eğitime devam edenler var ise okulla ilişkilerinin kestirilmesi, vilâyetteki kontrollerin yapılması ve bu hususta gerekli denetimin vilâyet valileri tarafından sürekli sağlanmasını istemiştir. Bu doğrultuda 2 Kasım 1893 (21 Teşrinievvel 1309) tarihinde Aydın vilâyeti valisi Hasan Fehmi’nin merkeze çektiği: gerek merkez ve gerek mülhakâtında zükur inas yerli yabancı ancak on altı bin nüfus Ermeni bulunup ne İzmir de ne de mülhakâtındaki mekteplerinde İslâm çocuğu bulunmadığı icrâ olunan tahkikât ve muhâberâttan anlaşılmış ve bundan böyle de ber muceb-i irâde-i seniye-i hazret-i Padişahî takayyüdat-ı mütemadiye de bulunması hakkında icab edenlerde icrây-ı tebligât kılınmış idiği ma’rûzdur şifreli telgrafı38 ile yine Ankara vilâyeti valisi Abidin Bey’in 8 Kasım 1893 (27 Teşrinievvel 1309) tarihinde merkeze çektiği: 21 Teşrin-i evvel sene 1309 merkez vilâyetteki Ermeni mekâtibine etfâl-i müsliminden kimesne devam etmediği gibi mülhakâtta dahi etfâl-i Müsliminin Ermeni mekteplerine devam ettirilmemesine dikkat ve mütemadiyen ihtimam ve itina olunması mutasarrıf ve kaîm makamlıklara tebliğ olunduğu ma’rûzdur şifreli telgrafı39 bu konuda denetimin sürdüğüne dair güzel birer örnek oluşturmaktadır40. 36 37 38 39 40 BOA, Y.PRK.TKM., Belge No: 30/50. Somel, a.g.m., s.395. BOA, Y.MTV., Belge No: 87/53. BOA, Y.MTV., Belge No: 86/99. Bkz. Belge 3, 4. 324 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ Osmanlı Devleti, sayıları kontrolsüz bir şekilde artan Ermeni mekteplerini denetim altına alabilmek amacıyla Maarif Nezareti tarafından 9 Kasım 1897 (13 Cemaziyelevvel 1315) tarihinde Ermeni Patrikliği’ne gönderilen bir tezkere ile İstanbul ve taşradaki ruhsatsız yapılan Ermeni mekteplerinin ruhsat almaları için üç ay mühlet verildiğini, bu süre zarfında ruhsat almayan Ermeni mekteplerinin kapatılacağını bildirmiştir41. Tezkerede ayrıca Rum, Bulgar, Katolik, Musevî ve sair Osmanlı Devleti’nde yaşayan milletlerin açtıkları mekteplere ruhsat aldıklarını, Ermenilerin ise açtıkları mekteplere ruhsat almadıkları gibi açık mektepleri ruhsat almamak için kapattıkları ve böylece Maarif Nezareti’ni aldatmaya yönelik hareketler içine girdikleri anlaşılmaktadır. Bu tür hareketlere son verilerek mevcut Ermeni mekteplerinin ruhsatsız olanlarının acilen Maarif Nezareti’ne başvurup ruhsat almaları istenilmektedir42. Ermeni mekteplerine ruhsat alınması konusunda sorun yaşanan vilâyetlerden biri de Aydın’dır. XIX. yüzyılın sonunda Aydın’da Rum cemaetine ait 56 mektepte toplam 7 662 Rum öğrenci ve Musevî cemaatinin 9 mektebinde 1 170 öğrenci eğitim görmektedir43. Rum ve Yahudi milletine ait mekteplerin tamamı ruhsatlıdır. Ermeni mekteplerinin sayısı ise; bir mektep idadi derecesinde, diğer 24’ü rüştiye seviyesinde olup toplam 25’tir44. Tablo-2 XIX. yüzyılın sonunda Aydın vilâyetindeki Ermeni mekteplerinin kazalara göre dağılımı45 Kaza Sayı Talebe adeti Açılışı İzmir 4 715 1300, 1302, 1306, 1313 11 Nisan 1311/23 Nisan 1895 Kuşadası 2 20 Meçhul 1 Ağustos 1310/13 Ağustos 1894 Menemen 1 13 1296 1 Ağustos 1310/13 Ağustos 1894 Bergama 2 96 Meçhul 7 Eylül 1310/19 Eylül 1894 Ödemiş 1 185 1248 Ruhsat tarihi yok Bayındır 1 26 Meçhul Ruhsat tarihi yok 41 42 43 44 45 Ruhsat tarihi BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 701/27. Bkz. Belge 5. Sâlname-i Nezaret-i Maarif-i Umûmiye (SNMU), H.1316/M.1898-1899, s.926-933. Bkz. Tablo- 2. SNMU, H.1316/M.1898-1899, s.926-933. 325 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaza Sayı Talebe adeti Açılışı Ruhsat tarihi Manisa 4 364 1247, 1291, meçhul 1 Ağustos 1310/13 Ağustos 1894 Kasaba 2 132 1256, 1307 Ruhsat tarihi yok Akhisar 2 142 1293, 1307 Ruhsat tarihi yok Kırkağaç 2 218 1286, 1290 Ruhsat tarihi yok Aydın 1 22 1292 Ruhsat tarihi yok Söke 1 22 Meçhul Ruhsat tarihi yok Nazilli 1 30 1302 Ruhsat tarihi yok Denizli 1 85 1301 Ruhsat tarihi yok Toplam 25 2 065 Tablo dikkatle incelendiğinde Osmanlı Devleti’nin Ermeni mekteplerine ruhsat alması yönünde yaptığı uyarılarda hiç de haksız olmadığı görülmektedir. Çünkü tablodan H.1316/M.1898-1899 tarihinde Aydın vilâyetindeki toplam 25 mektepten 13’ünün ruhsatlı, diğer 12’sinin ise ruhsatsız eğitim faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu durum Osmanlı Maarif Nezareti’nin 1897 Martı’nda Ermeni Patrikliği’ne gönderdiği tezkerede ruhsatsız Ermeni mekteplerinin üç ay içinde ruhsat almamaları halinde mekteplerin kapatılacağı kararının uygulanmadığını göstermektedir. Osmanlı Devleti, Ermeni ailelerin çocuklarını ecnebilerin açtıkları mekteplere göndermesini istemiyordu. Ermeni murahhasası da bu doğrultuda hareket etmekle birlikte Ermeni ailelerin fakirlik ve yoksulluk gibi sebeplerden, mecburen çocuklarını bu okullara gönderdiklerini, ancak Ermeni mektepleri ekonomik olarak güçlendirilirse ecnebi okullarına gitmeyeceklerini merkeze bildirmekteydiler. Nitekim, 23 Mart 1893/5 Ramazan 1310 tarihinde Sivas vilâyeti valisine Ermeni murahhasa ve ileri gelenleri tarafından takdim edilen mühürlü varakada Sivas Ermeni mekteplerine ayda üç bin kuruş tahsis olunduğu takdirde Ermeni çocuklarının ecnebi mekteplerine gönderilmeyeceği bildirilmektedir46. Aynı varakada ecnebi mekteplerinde Ermeni çocuklarına devlet aleyhinde zararlı bilgilerin öğretildiği, fakat muallimlerin ücret talep etmedikleri gibi, fakir öğrencilere bedava kitap, kırtasiye, elbise ve para yardımı yaptıkları ifade edilmektedir. Bundan dolayı da durumu iyi olmayan Ermenilerin çocuklarını bu mekteplere göndermek zorunda kaldıkları, eğer gerekli yardım sağlanır46 BOA, Y.MTV., Belge No: 76/25. 326 Yrd. Doç. Dr. Mustafa Murat ÖNTUĞ sa bu mekteplere gitmeyecekleri arz olunmuştur. Sivas valisi de 11 Nisan 1893/24 Ramazan 1310 tarihinde durumu Sadarete yazarak bildirmiştir47. Sonuç XIX. yüzyılın son çeyreğine doğru Ermeniler, ülke sathında isyanlar çıkarmıştır. Osmanlı Devleti bu isyanların oluşumunda etkili olduğu bilinen kilise ve mektepler üzerindeki idarî baskılarını giderek arttırmıştır. Sadaret 1869, 1881, 1908 ve 1913 yıllarında çıkardığı nizamname ve talimatnamelerde gayrimüslim okullarının denetlenmesiyle ilgili bazı maddelere yer vermiştir. Fakat devlet, Ermeni mekteplerini denetlemek için sadece bu nizamname ve talimatname maddeleriyle yetinmemiştir. Bunların dışında, Mekâtib-i Husûsiye Talimatnamesi’ni çıkardığı 1915 yılına kadar Ermeni mekteplerine karşı bazı tedbirler almıştır. Bunlar: 1. Ermeni mekteplerinde verilen Ermeni topluluğunun ve kilisenin tarih dersi yasaklanmıştır. Mekteplerde Ermeni Tarihi yerine ise Osmanlı Tarihi okutulmuştur. 2. Ermeni mekteplerinde okutulacak kitapların listesi Ermeni Patrikliği tarafından önce Dersaadet’e sunulmakta ve Osmanlı Maarif Nezareti’nce incelendikten sonra kitapların mekteplerde okutulmasına izin verilmekteydi. 3. Devlet, Ermeni mekteplerinde verilen zararlı bilgilerden Müslüman çocuklarının etkilenmesini istemediği için; Batı ve Orta Anadolu’da Ermeni nüfusunun yoğun bulunduğu Aydın ve Ankara gibi büyük vilâyetlerdeki Ermeni mekteplerine Müslüman çocuklarının gönderilmemesini ve eğitime devam edenler var ise okulla ilişkilerinin kestirilmesini, vilâyetteki kontrollerin valilerce sürekli yapılmasını sağlamıştır. 4. Maarif Nezareti, sayıları kontrolsüz bir şekilde artan Ermeni mekteplerini denetim altına alabilmek amacıyla 9 Kasım 1897 tarihinde Ermeni Patrikliği’ne bir tezkere göndermiştir. Tezkerede İstanbul ve taşradaki ruhsatsız yapılan Ermeni mekteplerinin ruhsat almaları için üç ay mühlet verildiği ve bu süre zarfında ruhsat almayan Ermeni mekteplerinin kapatılacağı ifade edilmiştir. Fakat 1898-1899 yılı Maarif Sâlnamesi’ndeki bilgi47 Bkz. Belge 6. 327 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lere göre vilâyetlerde halâ ruhsatsız Ermeni mektebi bulunuyor olması, bu kararın uygulanmadığını göstermektedir. 5. Osmanlı Devleti zararlı bilgiler öğretildiği için, Ermeni ailelerin çocuklarını ecnebilerin açtıkları mekteplere göndermesini istemiyordu. Ermeni murahhasası da bu doğrultuda hareket etmekle birlikte Ermeni ailelerin fakirlik ve yoksulluk gibi sebeplerden mecburen çocuklarını bu okullara gönderdiklerini, ancak Ermeni mektepleri ekonomik olarak güçlendirilirse ecnebi okullarına gitmeyeceklerini vilâyet valilerine bildirmeleri üzerine, gerekli yardımın yapılması için durum Sadaret’e iletilmiştir. Osmanlı Devleti’nin aldığı bütün bu tedbirlerin maksadı; Ermenilerin mekteplerini (Rusya’nın yaptığı gibi) kapatıp, onların eğitim özgürlüğünü ortadan kaldırmak değildir. Aksine yıllar içinde sayıları sürekli artan mekteplerin masum öğrencilerini Osmanlı Devleti’ne düşmanca emeller besleyen güçlerden kurtarmak ve mekteplerin bir düzen içinde eğitim-öğretim faaliyetlerini sürdürmelerini sağlamaktır. Belge-1 Ermeni mekteplerinde Ermeni Tarihi yerine Osmanlı Tarihi okutturulması hakkında (BOA, İ.DH.1137/88788). Belge-2 Ermeni mekteplerinde Ermeni Tarihi yerine Osmanlı Tarihi okutturulması hakkında (BOA, İ.DH.1127/88079). Belge-3 Ankara vilâyetindeki Ermeni mekteplerinde Müslüman çocuğu bulunmadığına dair şifreli telgraf sureti (BOA, Y.MTV. 86/99). Belge-4 Aydın vilâyetindeki Ermeni mekteplerinde Müslüman çocuğu bulunmadığına dair şifreli telgraf sureti (BOA, Y.MTV. 87/53). Belge-5 Dersaadet ve taşrada ruhsatsız yapılan Ermeni mekteplerinin ruhsat almaları için üç ay mühlet verildiği, bu süre sonunda ruhsat almayan mekteplerin kapatılacağı hakkında (BOA, MKT.MHM. 701/21). Belge-6 Sivas’taki Ermeni mekteplerine ayda üç bin kuruş tahsis olunduğu taktirde Ermeni çocuklarının ecnebi mekteplerine gitmeyeceklerine dair murahhasa ve muteberandan alınan mühürlü varaka (BOA, Y.MTV. 76/25). 328 XIX. YÜZYIL SEYYAHLARININ ESERLERİNDE ERMENİLER VE TÜRK – ERMENİ İLİŞKİLERİ Doç. Dr. Mustafa OFLAZ* Dr. İsmail MANGALTEPE** *Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: oflaz@yyu.edu.tr; Tel: 0 432 225 10 24-341 **Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-maili: imangaltepe@hotmail.com; Tel: 0432 225 10 24-3413 Özet Batılı devletlerden XIX. yüzyılda Osmanlı topraklarına çok sayıda seyyah gelmiştir. Bir kısmı samimi hislerle Anadolu’yu, Osmanlı Devleti’ni tanımak için gelse de, büyük çoğunluğu değişik faaliyetlerde bulunmuşlardır. Bu insanlar gezdikleri bölgelerin sosyal, siyasî, ekonomik, dinî etnik yapılarını araştırmışlar ve elde ettikleri bilgileri raporlar halinde hükümetlerine sunmuşlardır. Bir kısım da bizzat batılı devletler tarafından gönderilmişlerdir. Anadolu’ya gönderilmelerinin sebebi siyasî olup, verdikleri bilgiler de bu doğrultudadır. Bunların yanında tamamen bağımsız olarak ve tanıma amaçlı olarak gelen seyyahlar da vardır. Seyyahlar şartlı olarak geldiklerinden bazen gördüklerini değil, görmek istediklerini yazmışlardır. Dolayısıyla da zaman zaman Ermenilerin Müslüman halkla olan sosyal ilişkilerini sağlıklı bir zemine oturtamamışlardır. Pek çoğunun seyahatnameleri Türkçe’ye tercüme edilmemiştir. Başlıcaları şunlardır: Amédée Jaubet, Friedrich Ẻduard Schulz, Charles Felix-Marie Texier, Baron Felix de Beaujor, Eugéne Borẽ, Vital Casimir Cuinet, Le Compte de Cholet Armand-Pierre. Bunlardan Texier, Anadolu’da gezdiği bölgelerdeki halkın sosyal, ekonomik ve etnik yapısını ortaya koyarken, kendisinden sonra gelecek seyyahları kasıtlı, yanlış görüşleri ve propagandaları ile etkilemeye çalışmıştır. E. Boré ise, Anadolu’ya seyahat etmesinin sebebini bir dostuna gönderdiği mektupta şöyle ifade etmektedir: Neden diye soracaksın bana, ‘Neden bu çetin mahrumiyete katlanıyorsun?’ Sana yegâne söyleyebileceğim ‘Ermenistan sevgisi uğruna’ dır. Seyyahlar ve arkeologlar Ermenilerle ilgili bilgileri Koreneli Moise’nin eserinden alarak yazmışlardır. Bu bilgilerin çoğu yanlış ve kasıtlı olduğu gibi, seyyahların aynı konu ile ilgili verdikleri bilgilerde çelişkiler de mevcuttur. Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE A-Kaynaklar Çalışmamızın konusunu oluşturan dönemde, Osmanlı ülkesine çok sayıda Avrupalı seyyah gelmiştir. Bunları şu şekilde sıralayabiliriz: 1-1805 yılında Napoleon’un elçisi olarak İran’a giden Amédée Jaubert 2-1827 yılında Fransız Asya Cemiyeti’nin gönderdiği Arkeolog F. E. Schulz 3-1835 yılında Van’da İngiliz Konsolosu olarak bulunan I. Brant 4-1839 yılında Van’ı ziyaret eden Charles Texier 5-1850 yılında A. H. Layard 6-1855 yılında Türkiye ve İran’a seyahat eden Xavier Hommaire De Hell 7-1859 yılında Kostchy 8-1868 yılında G. Taylor 9-1869 yılında T. Deyrolle 10-1879 yılına Arkeolojik kazılar yapmak üzere gelen A. H. Sayce 11-1879 yılında Hormuzd Rassam-Emilius Clayton-Dr. Reynolda 12-1888 yılında Muller Simonis 13-1889 yılında diplomatik görevle gelen Mayevsky 333 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 14-1892 yılında Vital Cuinet 15-1898 yılında F. B. Lynch 16-1898 yılında Arkeolog C. F. Lehmann-Haupt-Waldemar Belk 17-1911 yılında Walther Bachmann1 Bunlardan bazıları hakkında ayrıntılı bilgi verecek olursak: Amédée Jaubert (Şövalye Pierre-Amédée-Emilien-Probe) Oryantalist Jaubert, 1779 yılında Aix’de doğmuş ve parlamento avukatı olarak görev yapmıştır. 1847 yılında da ölmüştür. 1795 yılında Doğu Dilleri Okulu’nun ilk öğrencilerinden biridir. 1798 yılında Mısır ordusuna tercüman olarak gitmiştir. N. Bonaparte’a, Suriye’ye yaptığı seferinde eşlik eder ve onunla birlikte Avrupa’ya döner. 1800 yılında devletin tercüman sekreteri olur. 1801 yılında da doğu dilleri okulunda Türkçe öğretmenliği yapar. Bir sonraki yıl Sebastiani ile Mısır’a, Suriye’ye ve İyon Adaları’na geri döner. Daha sonra 1804 yılında da İstanbul’a gider. İran Şahı’nın yanına görevli olarak gittiği sırada, onun taşımış olduğu hediyeleri almak isteyen Beyazıt Paşası tarafından hapse atılır. Paşanın ölümüyle hapisten çıkar ve yolculuğunu tamamlar. Napolyon ona şeref ödeneği çıkarttırır ve onu Dışişleri Bakanlığı’nın araştırma sorumlusu ve İstanbul işleriyle sorumlu tercüman sekreteri yapar. 1818 yılında Asya’ya kaşmir şalının üretildiği yünlerin alındığı keçi türlerini araştırmak için gider. Onun getirdiği keçi sürüsü Fransa’da bu üretimin gelişmesine imkân sağlamıştır. 1819 yılında Kral’ın tercüman sekreteri, 1830 yılında Güzel Sanatlar Akademisi’nin üyesi olur. Louis-Philippe döneminde yüksek meclis üyesi, Fransa Koleji’nde Farsça öğretmeni ve Doğu Dilleri Okulu’nun müdürü olur. Eserleri: Ermenistan’a ve İran’a Yolculuk 1821, Türkçe Gramerinin Öğeleri 1823, Arapça’dan çeviri 2 cilt İdrisî Coğrafyası 1837-18412. Jaubert, seyahatinin amacını şöyle izah eder: İşte amacı; az sayıdaki bilgileri, Küçük Asya’nın kuzeyi, İran’ın coğrafyası, doğunun diğer halklarının gelenekleri hakkında sahip olduğumuz notlara eklemek olan ilk cilt. Eserin hazırlanılmasına 1807 yılında başlanılmış, sonraki iki yolculuk sü1 2 Seyyahlar ve seyahatnameler hakkında detaylı bilgiler için bkz. İsmail Mangaltepe, XIX. Yüzyıl Fransız Seyyahlarına Göre Van, Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2005. C. H. Dezobry-T. H. Bachelet, Dictionnaire Générale de Biographie et D’Histoire de Mythologie de Geographie Ancienne et Moderne Comparée, Premiere Partie, Libraire Delagrave, Paris 1857, s.1499. 334 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE resince devam etmiş ve aynı türdeki eserlerin ya Londra’da ya da Paris’te ortaya çıkmasıyla sona ermiştir. O kadar yolculuk yaptıktan ve halkın iyi yüreklilik işaretlerini aldıktan sonra, yapmış olduğum gözlemlerin sonuçlarını ortaya koymanın benim için bir çeşit ödev olduğunu düşünmeseydim bu çalışma uzun zaman yayınlanmamış olurdu3. Bu şekilde bütün notlarımı faydalı olacağını düşündüğüm tarzda düzenledim ve yarı ilkel bölgelere girmenin, oraları araştırmanın ve Fransa endüstrisi için yeni maddeler elde etmenin zorluğunun farkına vardım. Seyyahlardan ziyaret ettikleri ülkelerin tarihi ve coğrafyası hakkında pozitif ve kesin bilgiler isteyen bu tür okuyucu sınıfının, hoşuna gidebilecek, uzak diyar maceralarıyla meraklarını uyandıracak bir hikâye basmaktan daha zordur. Amacıma ulaşmak için mümkün olduğu kadar aydın insanların fikirlerine başvurmak zorunda kaldım4. A. Jaubert’in seyahati esnasında bir takım gizli faaliyetlerde bulunduğu ve Van’dan ayrıldığı sırada fesat tohumları ekerek kanlı olaylara sebep olduğu ifade edilmektedir5. Friedrich Éduard Schulz 1799 yılında Almanya’nın Darmstadt şehrinde doğmuştur. 1827 tarihinde Fransız Dışişleri Bakanlığı’nın izni ve Fransız Asya Araştırma Cemiyeti’nden Baron Damas’ın görevlendirmesiyle İran ve Van’da incelemeler yapmıştır6. Çalışmaları bu esnada meydana gelen Rus-İran Savaşı sebebiyle yarım kalmış ve İstanbul’a dönmüştür. Bir yıl sonra Van’a incelemeler yapmak üzere gelmiştir7. Erzurum’daki Serasker Paşa’nın Van vilâyeti paşası İshak Paşa’ya yazdığı öneri notuyla Van’da araştırmalar yapabilmiştir8. Urartular üzerine ilk bilimsel çalışmayı yapmıştır. Schulz, Van’da bulunan eski kalıntılar hakkındaki ilk bilgileri, MS V. yüzyılda yaşamış Ermeni tarihçi Khoreneli Moise’in eserindeki kayıtlardan edinmiş3 4 5 6 7 8 Amédée Jaubert, Voyage en Arménie et en Perse Fait Dans Les Années 1805 et 1806, Libraire Pelicier, Paris 1821, s.1. Jaubert, a.g.e., s.3. Semavi Eyice, “Bir Fransız Gizli Ajanı, Amédée Jaubert-II”, Türk Yurdu, Sayı 256, İstanbul Mayıs 1956, s.831. M. Saint Martin, “Notice Sur Le Voyage Littéraire de Mr. Schulz en Orient, et sur les découvertes qu’il a faites recemment dans les ruines de la ville de Semiramis en Arménie (1)”, Journal Asiatique, İmprimerie Royale, Paris 1828, s.163. Saint Martin, a.g.m., s.162. Friedrich Éduard Schulz, “Sur Le Lac De Van Et Ses Environs”, Journal Asiatique, roisième Série, Tome IX, İmprimerie Royale, Avril-Mai-Juin, Paris 1840, s.263. 335 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tir. Görevi, bu bilgilerin yerinde kontrol edilmesidir. Moises de Khorene, Urartulara ait bu kalıntıların Asur Kraliçesi Semiramis’e bağlamaktadır, ancak yanılmıştır9. 28 Temmuz 1827 tarihinde Van’a gelen Schulz, Van kalesinde gördüğü yazıtları kopya etmiş ve 42 adet çivi yazılı kitabenin kopyasını 1828 yılında Paris’e göndermiştir10. Schulz’un dört yıl olarak planlanan seyahati, 1829 yılında Hakkari’de soyguncu Kürtler tarafından öldürülmesi üzerine yarım kalmıştır. 1822’de, Giessen Üniversitesi’nde Felsefe Profesörü unvanı almıştır. Doğu dilleri üzerinde uzun süre çalışmıştır11. Charles Felix-Marie Texier 1802 yılında Versailles’ta doğmuş ve 1871 yılında Paris’te ölmüştür. Paris Güzel Sanatlar Yüksek Okulu’nu 1823 yılında bitirmiştir. Fransız Bilimler Akademisi ve Paris Arkeoloji Enstitüsü üyeliklerinde bulunmuştur. 1827 yılında Bayındırlık işleri müfettişliği görevinde kalan Texier, 1833 yılında geleceğini değiştirecek olan adımı atmış ve hükümet tarafından Anadolu’ya gönderilmiştir. İlkine 1833 ve ikincisine 1843 tarihinde başladığı Anadolu’da yıllarca süren seyahat ve incelemeleri esnasında yurdumuzun çok büyük bir kısmını baştan başa gezip dolaşmış, kazılar yapmış, araştırmalarda bulunmuş ve bütün bu çalışmalarının sonuçlarını yayınlamıştır. 1840’da Fransa’da bir lisede yedek profesör olarak Arkeoloji dersleri vermiştir. 1843’te Güzel Sanatlarla ilgili komisyonda görevlendirilmiştir. 1845 Cezayir’de sivil yapıların genel müfettişliğini yapmış, 1855’te de Fransız Akademisi’nde yazıtlarla ilgili bölümde çalışmıştır12. Gezip dolaştığı yerlerde sadece antik devirlere ait değil Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerine ait önemli şehirlerin yapı ve eserlerinin çizimlerini yapmış; yanında götürdüğü uzmanlar ile bu eserleri gravürlerle kayıt altına almıştır. Bununla beraber Anadolu’nun jeolojik yapısını, coğrafî özelliklerini, yeraltı ve yer üstü kaynaklarını, gezdiği devirdeki halkın sosyal, ekonomik ve etnik yapısını da ortaya koymuştur. Texier, kendisinden sonra gelecek seyyahları kasıtlı, yanlış görüşleri ve propagandaları ile etkilemeye çalışmıştır. 9 Vildan Sekmen, Van ve Toprakkale’deki Araştırma ve Kazıların Tarihçesi, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eskiçağ Anabilim Dalı, İstanbul 1990, s.IV. 10 Saint Martin, a.g.m., s.175. 11 Grand Dictionnaire Universal, C.14, 1865, s.161 12 Nouveau Larousse İllustre, 7, s.984. 336 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE Bizim üzerinde çalıştığımız eser: Description de l’Arménie et de la Perse, de la Mésopotamie, 2. Cilt, Paris 1842-1845/Ermenistan, İran ve Mezopotamya’nın Tasviri adlı eseridir. Yukarıda da bahsedildiği gibi eser XIX. yüzyıl Van şehri ile alâkalı bilgiler vermektedir. Özellikle tarihî eserler incelenmiş, gravürleri yapılmış ve fizikî özellikleri anlatılmıştır. Müellifin diğer eserleri şunlardır: 1-Asie Mineure, Description Géographique, Historique et Archéologique des Provinces et des Villes de la Chersonnése d’Asie, (Küçük Asya; Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi), Paris 1862, 1882, 2- Edesse et ses Monuments (Urfa ve Anıtları), Paris1859, 3- L’Architecture Bizantine ou Receuil de Monuments, des Premiers Temps du Christianisme ou Orient (Bizans Mimarlığı), London,1864, 4-The Principale Ruins of Asia Minor (Küçük Asya’nın Önemli Harabeleri), London 186513. Xavier Hommaire de Hell Seyyah ve jeolog olan Xavier Hommaire de Hell, 1812 tarihinde Fransa’da doğmuş, 1848’de İsfahan’da ölmüştür. Madencilik okulunu 1833 yılında bitiren Hell, 1835 yılına kadar Lyon-Akdeniz demiryolu hattını inceleme görevinde bulunmuştur. İş imkânları araştırmak ve hayat standardını yükseltmek amacıyla İstanbul’a gelmiş ve farklı projelerde çalışmıştır. 1838 yılında Doğu’ya doğru ilk seyahatine çıkmıştır. Eşi ile beraber beş yıl boyunca Güney Rusya, Karadeniz ve Hazar Denizi kıyılarında incelemelerde bulunmuştur. İkinci seyahatine 1846 yılında ressam arkadaşı Jules Laurens (1825-1901) ile beraber çıkmıştır. Bu gezisi esnasında Anadolu ve İran’da gördüğü antik şehirleri inceleyerek eserinde bahsetmiştir. Hell seyahatinin sonuna doğru İran’da hastalanarak ölmüştür. Arkadaşı Laurens, yanında 1 000’den fazla resimle 1849 senesinde Fransa’ya dönmüştür14. 1846 yılında Fransa hükümeti tarafından, Hazar denizinin güneyini araştırmak üzere doğuya görevli olarak gönderilmiştir. Anadolu’dan İran’a yaptığı seyahatinde Van’a gelen Hell, eserinde bu devirde şehrin yıkıntılarla dolu olduğunu, camilerin harabe halinde bulunduğunu belirtmiştir. Hell, 13 Charles Texier, Küçük Asya, Coğrafyası Tarihi ve Arkeolojisi, C.I, Çeviren Ali Suat, Enformasyon ve Dokümantasyon Hizmetleri Vakfı Yayını, Ankara 2002, s.xiii. 14 Semavi Eyice; “Xavier Hommaire de Hell ve Ressam Laurens”, Belleten, C.XXVII, Sayı 105-108, Ankara 1963, s.59-105. 337 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bu incelemeleri sırasında yanında bulunan arkadaşı ressam Jules Laurens’e şehre ve kaleye ait çizdirdiği üç gravürü eserine koymuştur. M. J. Duckerts 1902 yılının sonbaharında başlayan seyahati 1904 yılının yazına kadar devam etmiştir. Geçtiği bütün bölgelerdeki resmî görevliler seyahatinin kolay geçmesi için her zaman yardımcı olmuşlardır15. Baron Felix de Beaujour Felix de Beaujour eserinde; Türkiye, Suriye, Mısır, Türk deniz yolları, Türkiye’nin saldırı ve savunma politikası ve gücü ile bütün Kafkas, Anadolu ve Mezopotamya bölgesini gezerek devletine bir rapor şeklinde takdim etmiştir. Seyahatinin önemli bir amacı ise Türkiye ve Mezopotamya’da yaşayan farklı etnik grupların tanınmasıdır. Müellif bölgede bulunan bütün toplulukların hayat tarzını, karakterini, dinî inançlarını, kökenlerini, siyasî ve ekonomik durumlarını, topluluklar arasındaki farklılıkları ve düşmanlıkları özellikle incelemiştir. Ayrıca bölgenin coğrafyasını ve stratejik yollarını en ince ayrıntısına kadar rapor etmiştir. Seyyah, bölgelerin haritalarını çıkararak eserin sonuna eklemiştir. Önemli bir husus da, Batılı devletlerin Türkiye’deki reformları destekleme sebeplerinin İngiltere ve Rusya’ya karşı güç oluşturulması olarak görülmesidir. Eugène Boré Eugène Boré Katolik misyonerlerin en üst seviyedeki yöneticilerinden birisidir. 15 Ağustos 1809 yılında Angers’te doğmuştur. Paris’te Stanislas Koleji’ni bitirmiştir. 1830-1836 yılları arasında kendisini Doğu dillerini öğrenmeye adamıştır. Bu zaman zarfında Türkçe, Arapça, Farsça, Ermenice ve Asurca’yı üst seviyede öğrenmiştir. 24 yaşında Florival’de, College de France’da Sanskritçe profesörü olmuştur. 1837 yılında Académie des İnscriptions tarafından İran’a bilimsel araştırmalarda bulunmak üzere görevlendirilmiştir. İsfehan’da tarihî ve arkeolojik çalışmalarda bulunmuş ve topladığı yardımlarla bir okulun yapılmasına öncülük etmiştir. 15 M. J. Duckerts, Turquie D’Asie, Compte Rendu d’une Exploration Commerciale, Consul General de Belgique a Smyrne, Bruxelles 1904, s.6. 338 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE Mezopotamya’daki seyahatinden sonra Fransa’ya dönmüş ve hükümet tarafından Kudüs’e elçi konsolos olarak atanmıştır. Ancak buradaki dinî ilişkilerinden dolayı Kudüs’ten uzaklaştırılmıştır. Bunun üzerine İstanbul’a gelen Boré, Katolik ve Ermeni okullarında ders vererek Türkçe ve Ermenice dinî makaleler yayınlamıştır. Yine bu dönemde Suriye ve Kudüs’e birçok seyahat gerçekleştirmiştir. Boré 15 Ağustos 1850 tarihinde İstanbul’a Katolik papazı olarak atanmasından sonra Bebek’teki kolejin müdürü olmuştur. 15 yıl boyunca İstanbul’da ve Anadolu’da Katolikliğin ve Fransız kültürünün yayılması için büyük çaba sarf etmiştir. 1866 yılında tekrar Paris’e çağrılarak Katolik topluluğu başkanının genel sekreteri olmuştur. 1874 yılında ise Katoliklerin yöneticisi olmuştur. Bu görevi esnasında 3 Mayıs 1878 tarihinde Paris’te ölmüştür16. Boré, doğuya seyahat etmesinin sebebini bir dostuna gönderdiği mektupta şu şekilde ifade etmektedir: …Daha önceden zaten alışkın olduğum ve aslında hiç canımı sıkmayan bu küçük sıkıntılara karşı mücadele etmekten zevk almıştım. ‘Neden’ diye soracaksın bana, ‘Neden bu çetin mahkûmiyete katlanıyorsun?’ Sana yegâne söyleyebileceğim: ‘Ermenistan sevgisi uğruna’dır. Doğu’nun en meşhur manastırlarından, bazı tarihî belgeleri bulmak için gittiğim Ecmiyadzin Manastırı’nı ziyaret edişimin bedelini ödemeliydim. Oradan sadece on sekiz fersah uzaklıktaydım. Keşfimden sonra, harabeye dönmüş iki köyün olduğu Türk topraklarından geçerek Kürdistan’a vardım. Neler gördüm, bir bilsen sevgili dostum! Tanrı ömür bağışlarsa, sana o kadar çok şey anlatacağım ki17… Hıristiyan misyoner Boré, Van’da esir alınır ve Aktamar adasına üç fersah uzaklıktaki Pehlivan Kalesi hücrelerinden birine kapatılır; fakat bu olayın ayrıntılarını yazmamaktadır18. Boré’nin yayınladığı dört eser şunlardır: 1-Le Couvent de S.-Lazare à Venise, 1837; 2-Correspondance et Mémoires d’un Voyageur en Orient, 2 Vol.,1840; 3-La Question des Lieus Saints, 1850; 16 M. Prevost-R. D’Amat, Dictionnaire De Biographie Française, Tome 6, Libraire Letouzey et Ane, Paris 1954, s.1908. 17 E. Boré, Correspondance et Mémoires d’un Voyageur en Orient, Tome II, Olivier Fulgence Libraire, Paris 1840, s.2. 18 Boré, a.g.e., s.97. 339 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 4-Vie, Vertus et Mort de M Jean-Marie Aladel, Prêtre de la Congrégation de la Mission, 1873. Vital Casimir Cuinet 1833 yılında Longesvilles’te doğan Vital Casimir Cuinet, Fransa’nın İstanbul büyükelçisinin yanında sekreter olarak görev yapmıştır. Tezimizin en önemli kaynağı, Vital Cuinet’ye ait La Turquie D’Asie, Géographie Administrative Statistique Descriptive et Raisonnée De Chaque Province De L’Asie Mineure, Ernest Leroux Editeur, Paris 1891 isimli eserdir. Müellif bu eserini 12 yıl boyunca gerçekleştirdiği keşif gezilerinden derlediği notlarla hazırlamıştır. Ayrıca bu notlarına ilâveten devletin resmî verilerinden de faydalanarak eserini meydana getirmiştir. Müellif eserini kaleme almadan önce kendisinden önce Anadolu’yu gezmiş seyyahların eserlerini incelemiştir. Bu seyyahların eserleri için şu ifadeleri kullanmaktadır: Benden önce bölgeyi ziyaret eden seyyahların büyük bir kısmının verdiği bilgiler turistik açıklamalarla sınırlandırılmış, gerçeklerden uzak, fantezi içeren, genellikle kendi kişisel duygularının ve hislerinin izlenimlerini taşıyan, kendilerine göre farklı açılardan değerlendirmelerde bulunanların verdikleri bilgilerle, doğruları karşılaştırmak oldukça güçtür19. Daha pozitif olan diğer kısmı, bu ülkeyi jeolojik bakış açısı ile de incelemişler ve Asya’nın bu parçasının oluşumundaki maddelerin, malzemenin önemini, durumunu ve teferruatını dikkate alarak bunları çalışmalarının sebebi ve gayesi yapmışlardır20. Vital Cuinet böyle bir çalışmayı hazırlamaktaki gayesini ise kendi ifadesi ile şu şekilde açıklamaktadır: Birden fazla ülkeden kıymetli bilginlerin yüksek derecede öneme haiz bu çalışmaları bize gösterdi ki bütün bu eserler hassas bir boşluk meydana getirdiler. Gerçekte; kendi kendimize, geçmiş yüzyıllar anısına, evrensel bilim adına yapılmış eserler arasında Küçük Asya’nın şimdiki durumu hakkında pratik ve net düşünmemizi sağlayacak eserlerin olmadığını söylüyoruz. Bu boşluğu doldurmanın yararlı olacağı kanaati bizde oluştu ve biz basit bir şekilde bu yerlerin hali hazırdaki durumunu, politikasını, yönetimini belirterek, idare şeklini ve böl19 Vital Cuinet, La Turquie D’Asie, Géographie Administrative Statistique Descriptive et Raisonnée De Chaque Province De L’Asie Mineure, Tome Premier, Ernest Leroux Editeur, Paris 1892, s.i. 20 Cuinet, a.g.e., s.ii. 340 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE gelerini ‘Asya Türkiyesi’nin Coğrafyası adlı eser aracılığı ile eksikliğin giderilebileceğini düşündük21. Her vilâyet için ayrı ayrı olarak bir araya getirilen belgelerle ortaya konulan eser, XIX. yüzyıl sonu Osmanlı İmparatorluğu hakkında çok önemli ve değerli bilgiler vermektedir. Çalışmanın çok teferruatlı olarak yapılması esere ayrı bir değer kazandırmaktadır. Müellif bilgi ve belgelerini topladıktan sonra bunları değerlendirmiş ve karşılaştırarak kontrol etmiştir. Cuinet’nin eseri 1891 yılında yedi cilt olarak basılmıştır. Birinci cilt; Trabzon, Erzurum, Bitlis, Van ve Diyarbakır vilâyetleri, ikinci cilt; Halep, Musul, Bağdat ve Basra, üçüncü cilt; Ege adaları ve Kıbrıs, dördüncü cilt; İstanbul ve İzmit, beşinci cilt; İzmir ve Biga, altıncı cilt; Ankara, Konya, Adana, Elazığ ve Sivas, yedinci cilt ise Bursa ve Kastamonu vilâyetleri hakkında bilgiler vermektedir. Geniş ölçüde faydalandığımız bu eserde vilâyetler ile ilgili bilgiler genel çerçevede şu şekildedir: İdarî bölümler, nüfus, ırka veya mezhebe göre ayrılmış örf ve âdetler, okullar, ticarî veriler, ihracat, ithalât, denizcilik, madenler ve endüstriyel üretim, tarım, hayvancılık, yollar, ırmaklar, dağlar, ormanlar, tuz ocakları, hazine gelirleri ve vergiler. Le Compte de Cholet Armand-Pierre Kitabında belirtilmemekle beraber araştırmalarımız sonucunda ulaştığımız ansiklopedik bilgide Cholet kontunun ismi Armand-Pierre’dir. Eseri, Le Compte de Cholet, A. P., Voyage en Turquie d’Asie Arménie, Kurdistan et Mésopotamie, Librairie Plon, Paris 1892’dir. Anadolu’ya seyahat eden Armand-Pierre’in eserinin ilk kısımlarını İstanbul oluşturmaktadır. Daha sonra Ankara, Hacı Bektaş, Kayseri, Sivas, Erzincan, Van, Bitlis, Diyarbakır, Hasankeyf hakkında özet bilgiler ve izlenimler bulunmaktadır. Cholet, Anadolu’dan geçerek Mezopotamya bölgesine inmiş ve buralardaki önemli şehirlerden olan Musul, Bağdat ve Halep hakkında bilgiler vermiştir. Halep’ten tekrar Türkiye’ye girerek İskenderun, Mersin, İzmir hattından İstanbul’a dönmüştür. Müellif gördüğü şehirler ve toplum ile ilgili gözlemlerini anlatmıştır. 21 Cuinet, a.g.e., s.iii. 341 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Diğer eserleri şunlardır: 1-Excurtion au Turkestan et sur la Frontière Russo-Afghane, 1889; 2-Etude sur la Guerre Bulgaro-Serbe 189122. B-Seyahatnamelerde Ermeniler 1-Ermenilerin Anadolu’ya Gelişi MÖ VI. yüzyılın başlarında Urartu ülkesi, Medlerle Lidyalılar arasında mücadele konusu olmuş ve sonunda Doğu Anadolu, Med hakimiyetinde kalmıştır. Bu iki topluluğun mücadeleleri esnasında Ermenilerin batıdan göç ederek, yabancı bir unsur olarak bölgeye geldiği söylenmektedir. Bu gelenlerin küçük gruplar halinde Fırat nehrinin doğusundaki bölgelere yerleştikleri belirtilmektedir23. Fakat neden ve nasıl geldikleri hususu henüz netliğe kavuşmuş değildir. Başka bir iddiaya göre Ermenilerin önce Mezopotamya çevresine geldiği, daha sonra ise Ağrı Dağı çevresine yerleştikleri ifade edilmektedir24. Ermeni adına, ilk defa MÖ VI. yüzyılda Darius’un yazıtlarında rastlanmaktadır. Filologlara göre Ermeni dili İndo-Avrupa grubuna ait olmasına rağmen Ari olmayan eski Anadolu yerli dilleri ile karışmıştır. Bundan dolayı Anadolu ve Van’a gelişleri, izledikleri göç ve istilâ yolu ve anavatanları meselesi muğlaklığını korumaktadır. Bazı araştırmacılar Ermenilerin bir zamanlar kuzey Ege’de, Yunanistan’da Teselya’nın kuzeyinde oturduklarını, bölgenin yerlileri olarak Frig-Trak kabilelerine mensup olduklarını ve İllyryalıların baskısıyla doğuya göç ettiklerini belirtmektedirler25. Seyyahlar ve arkeologlar Ermeniler ile ilgili bilgileri Koreneli Moise’in eserinden alarak yazmışlardır. Bu bilgilerin çoğu yanlış ve kasıtlıdır. Ancak bu yazılanların bilinmesi açısından biz seyyahların yazdıklarını burada belirteceğiz. Van şehrinin güneydoğusuna az bir uzaklıkta Havasor vadisi vardır. Burayı, Ermeni milletinin kurucusu olan Haig’in, Nemrud’un (MÖ 26402575) zulmünden kaçmak için aşiretiyle birlikte kurduğu ifade edilmektedir26. 22 M. Prevost-R. D’Amat, Dictionnaire de Biographie Française, Tome 8, Librairie Letouzey et Ane, Paris 1959, s.1234. 23 Afif Erzen, Doğu Anadolu ve Urartular, TTK Yayını, Ankara 1992, s.43. 24 Ernest Chantre, Recherches Anthropologiques Dans L’Asie Occidentale, Mission Scientifique au Transcaucasie, Asie Mineure et Syrie 1890-1894, Henri Georg, Lyon 1895, s.2. 25 Erzen, a.g.e., s.44. 26 Cuinet, a.g.e., s.686. 342 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE Asur Kraliçesi Şâh Miran (Semiramis) ile Ermeni Kralı Ara-le-Beau arasında bir savaş olduğu ve Ermeni Kralı’nın savaşı kazanıp Asurluların vassalı (MÖ 1900) olduğu27, iddiasının hiçbir temeli yoktur. Anadolu’da Ermeni kelimesine ilk kez VI. yüzyılda rastlanır. Birçok küçük prensliklerden oluşan Vaspurakan Ermeni krallığının kurulduğu ileri sürülse de ne Urartular döneminde ne de Medler, Persler ve Büyük İskender, hakimiyetleri altındaki topraklarda ayrı bir Ermeni prensliğinin kurulmasına izin vermemişler veya Ermeni vali atadıkları görülmemiştir28. Cuinet’ye göre; 634 yılında Halife Ömer zamanında başlayan bölgenin fethi, 644 yılında Halife Ömer’in ölümüyle neredeyse bitmiştir. Yezdigird29, 652 yılına kadar İran illeri olan Kirman ve Sistan’ı muhafaza etmiştir. Bu dönemde, Vaspurakan’ın dışında kalarak sırasıyla Bohtan, Hartochi ve Çölemerik’i ele geçirip otoritesini büyüten Arzruniler ailesinin prensleri, sonunda Ani’de hüküm süren Bagratlı ailesinin Ermeni Kralı’ndan ayrılarak 908 yılından 1022 yılına kadar sürecek olan bağımsız bir hanedanlık kurmuşlardır30. Abbasîler zamanında Ani Bagratlıları (885-1045), Kars Bagratlıları (968-1064), Taşirk Bagratlıları (982-1044) ve Arzruni Prenslikleri olmak üzere dört prenslik kurulmuştur. Abbasîlere bağlı Sacoğlu Yusuf (901-919) tarafından Van gölü doğusundaki Vaspurakan bölgesinde yaşayan Arzruni Hanedanı’na mensup Grigor-Derenik’in oğlu Gagik’e (904-936) krallık unvanı verilerek taç giydirilmiştir. Prens Gagik’in krallığı Halife AlMuktedir tarafından da onaylanmıştır31. Bölge XI. yüzyıla kadar Abbasî 27 Cuinet, a.g.e., s.686. 28 Aydın Talay, Yıkılan Bir Şehrin Anatomisi, Van Belediye Yayını, Van 1996, s.25. 29 Sasani Hükümdarı Yezdigird 651 yılında Merv’de Marzuban Mahuya tarafından öldürülmüştür. Bkz. J. H. Kramers, “İran”, İA, C.5/2, MEB Yayını, Eskişehir 1997, s.1015. 30 Arap kaynaklarında 661 yılından sonra Ermeniye olarak adlandırılan bölgenin Emevî Halifesi tarafından tayin edilen ailelerin idare ettiği (Mamikromeler, Bagratlar) bu dönem Ermeniler için inkişaf devri olarak belirtilmektedir. Abbasî valileri bölgede ağırlıklarını hissettirmişlerdir. 862 yılında Halife Mutavakkil Ermeni ailesi Bagratlar’dan Aşot bin Smbat’ı Ermenilerin başı tayin ederek hilat giydirmiştir. 882 yılında Halife Mu’tamid Ermeniye valisinin tavsiyesi üzerine Aşot bin Smbat’a kral unvanını vermiştir. Bu suretle tesis edilen Ermeniye idarecileri ülkelerini istedikleri gibi idare etmelerine rağmen Dvin’de oturan İslâm valilerine ve Halifeye tâbi bulunuyorlardı. Ölümünden sonra yerine II. Aşot geçer (915-928). II. Aşot Bizans, Gürcistan ve Abaza Krallarının yardımları ile Ermeniye’yi Arapların idaresinden çıkarmış ve 922 yılında bağımsızlıklarını elde etmişlerdir. Streck-M. H. Yınanç, “Ermeniye”, İA, C.4, MEB Yayını, Eskişehir 1997, s.320. 31 Fahrettin Kırzıoğlu, “Selçuklulardan Önce ‘Armenya’ya/ Yukarı Eller’e Hâkim Olanlar MÖ IV. Bin-MS 1064”, Türk Tarihinde Ermeniler Sempozyumu: Tebliğler ve Panel Konuşmaları, Manisa 1983, s.193; Hakkı Dursun Yıldız, “10. Yüzyılda Türk-Ermeni Müna- 343 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER egemenliğinde kalmıştır. Arzruni Hanedanlığı’nın son Kralı Senekerim’e Selçuklu Sultanları sefer düzenlemişler, ancak muzaffer olmasına rağmen bin yıl teorisi deliliğinden dolayı ele geçirilmiş ve krallığı terk etmek zorunda kalmıştır. Gerçekte buraları 1022 yılında, bugün Sivas olarak anılan Sebaste hükümetine karşı, Doğu İmparatoru olan II. Basile ile değişmiştir. Bunun sonrasında 40 000 Ermeni aile yerleşmek amacıyla bu ile göç etmişlerdir32. 2-Ermenilerin Kökeni: Ermenistan33 adının; ilk krallarından biri olan, Yunanlıların Armen ve İranlıların Armenig diye adlandırdığı, Aram’dan geldiği belirtilir34. Bütün tarihçiler Ermenilerin Hıristiyanlığı kabulünü ünlü Gregoire’a atfederler. Babası tarafından Kapadokya’ya gönderilen ve burada Hıristiyanlar tarafından büyütülen Gregoire, 30 yaşında Ermenistan’a döner ve onu bir sarnıca attıran Khosru’nun oğlunun sarayında dinini yayar35. Fatih Sultan Mehmet tarafından İstanbul’un fethi, Ermeniler arasındaki karmaşık olan durumu değiştirir. Sultan yeni başkentine insanlar yerleştirmek için Ermenilere kendi piskoposlarıyla birlikte gelip yerleşmelerini emreder ve bu papaza Patrik unvanını verir. Yeni Patrik üstünlüğünü Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bütün Ermeniler üzerine yayar ve Ermenilerin diğer üç patriği otoritelerini kendi sınırları dışında kullanmayı bırakırlar36. Ermeni yazar J. A. Gatteyrias; kökenlerini, Pamir yaylasından Orta Asya’ya yerleşen ve kavimler göçüne kadar burada kalan Ermenilerin atalarını, Hint-Avrupa ailesine mensup bir ırk olarak tarif eder37. 32 33 34 35 36 37 sebetleri”, Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu ile İlişkileri Sempozyumu, Erzurum 1984, s.29 vd.; G. Öğün, “Ortaçağ Boyunca Van Bölgesi Tarihi”, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, S. I, Van 1990, s.102 vd. Kırzıoğlu, a.g.m., s.193. Esasen Ermeniye kelimesi Arapça olup Arap tarihçilerinin Van gölü bölgesine verdikleri isimdir. Abbasîler döneminde bölge valisi olan Ali N. Yahya el-Armeni ismini taşımaktadır. Ermen, yüksek ulu manasındadır. Daha sonra kurulan Ahlat-Şahlar’a Ermenşahlar da denmiştir. Bkz. Talay, a.g.e., s.23. Urfalı Mathieu, Urfalı Mateos Vakâyinamesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (11361162), Çeviren H. D. Andreasyan, TTK Yayını, Ankara 1987, s.140. Urfalı Mathieu, a.g.e., s.147. Urfalı Mathieu, a.g.e., s.150. A. Gatteyrias, L’Arménie et Les Arméniens, Libraire Leopold Cerf, Paris 1882, s.7. 344 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE Ermeni kelimesinin kökeninin Haïq’ten38 geldiği, bu kelimeye yaşanan yer veya ülke manasına gelen -dan ekinin ilâvesiyle Haïsadan olarak oluştuğu kabul edilir; yani Haïqların ülkesi anlamına gelen Ermenistan kelimesinin de Mezopotamya’dan gelen Yahudiler tarafından kullanılan Aram (işlenmiş ülke) kelimesinden geldiği söylenir39. Ancak Emevîler devrinde Araplar, Elcezire eyaletine tâbi bir amillik iken sonraları bu eyaletten ayrılarak doğruca hilâfet merkezine bağlanan bir vilâyete ve bölgeye Ermeniye adını vermişlerdir40. Van vilâyetindeki Ermeniler genelde Van merkez sancağında yaşamaktadırlar. Gevar vadisinde ve Başkale kazasındaki vadilerde çok fazla değildirler. Van’daki Ermenilerin çoğunluğu İsrail kökenlidir. Söylendiğine göre Ermeni Kralı III. Tigrane’ın Filistin’den getirmiş olduğu tutsakların soyundan gelmektedirler. Yahudilerin türünün ve ırkının farklı ana karakteri, Ermenilerde vardır41. 3-Soysal Hayat Ermeniler, devlette üst makamlara sahip olarak buraları işgal etmişlerdir . Van vilâyetindeki Ermenilerin arasında zengin insanlar yoktur. Köylüler genellikle sıkıntı içindedirler. İşçilerin büyük bir çoğunluğu Osmanlı Devleti’nin diğer şehirlerine, özellikle İstanbul’a bir varlık elde etmek için göçmektedirler. Hayatını kazanmak için uzağa gitmek zorunda olmayan ailelerin, ev başına ortalama 5-6 çocukları vardır43. Ermeniler Osmanlı hareminde doktor, berber ve eczacı gibi beceri gerektiren işlerle kendilerine yer edinmişlerdir44. Zengin Ermeniler çocuklarını Van’da bulunan Yedi Kilise’de eğitmektedirler. Birçok seyyah, Ermeni köylüler tarafından Fransızca konuşarak karşılanmaktadır45. 42 38 39 40 41 42 43 44 45 Haïq Ermenilerin atası olarak kabul edilir. Gatteyrias, a.g.e., s.13 vd. Streck-M. H. Yınanç, “Ermeniye”, İA, C.4, MEB Yayını, Eskişehir 1997, s.317. Cuinet, a.g.e., s.686. Duckerts, a.g.e., s.11. Cuinet, a.g.e., s.648. Ubicini, La Turquie Actuelle, s.406-407. Elisee Reclus, Nouvelle Géographie Universelle, La Terre et les Hommes, Tome IX L’Asie Antérieure, Libraire Hachette, Paris 1884, s.377. 345 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermenilerin ezelî ve ebedî düşmanları olan Kürtler, her seferinde Ermenileri kovalamışlardır46. Ermenilerin de yaşadığı bölgede, Batı Asya’nın göbeğinde, Osmanlı Devleti’ni birkaç yüzyıldan bu yana parçalamaya ve yıkmaya çalışan ordularıyla, politikalarıyla, gizli ajanlarıyla Ruslar, devamlı faaliyet içindedirler47. Aynı zamanda Osmanlı Sultanı, Ermeniler de en sadık noktaları görüyordu; onların arasından en akıllı memurları buluyor; onları vilâyetlerde, mahkemelerde görevlendiriyordu. Ermenilerde güven ve sadakatle işlerini yapıyorlardı. 1890 yılına kadar Osmanlı yönetiminin sistemi Kılıç Arnavutlara, kalem ise Ermenilere aittir şeklindedir48. Bununla birlikte Avrupalının göreneklerini ve düşüncelerini çok kolay bir şekilde benimserler. Aralarında çoğunlukla Türkçe, Kürtçe, Farsça konuşurlar. Okullarda öğretilen modern Ermenice’dir49. Van’daki Ermeniler büyük bir tutum içinde yaşarlar. Ermenilerin yemekleri o kadar iyi değildir50. Üst tabakanın beslenme durumu çok sefildir. Besin kaynakları ekmek ve cacık diye adlandırılan toz halindeki peynirdir. Cacığa bahar ve yaz aylarında birkaç yabani ot parçası katılır51. Ermeniler, çevrelerinde savaş devam etmesine rağmen barış içinde tarlalarını ekip biçiyorlar, kadınları serbest ve örtüsüz bir şekilde askerlerin karşısına güvenle çıkmaktan çekinmiyorlar52. Ermeniler Nuh’un gemisinin Ağrı dağının zirvesine oturduğuna inanıyorlar53. Ermeniler buradan Musul’a dek hemen her yerde Kürtlerle birlikte yaşıyorlar54. 46 Ludovic De Contenson, Chretiens et Musulmans, Voyages et Etudes, Libraire Plon, Paris 1901, s.136. 47 Frans, Outendirck, La Turquie à Propos de l’Exposition Universelle de 1867, Typographie de Ad. Laine et J. Havard, Paris 1867, s.123. 48 Edouard Driault, La question d’Orient, Depuis ses Origines Jusqu’a nos Jours, Librairie Felix Alcan, Paris 1898, s.247. 49 Cuinet, a.g.e., s.647. 50 Robert Curzon, Armenia, a Year At Erzeroom And The Frontiers Of Russia, Turkey and Persia, Harper-Brathers Publisher, New York 1854, s.234. 51 Cuinet, a.g.e., s.646. 52 Jaubert, a.g.e., s.108. 53 Paul Lucas, Voyage Du Sieur Paul Lucas Au Levant, Tome I, Nicolas Simart İmprimeure, Paris 1714, s.258. 54 Hell, Voyage en Turquie et En Perse, Tome Second, s.513. 346 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE Chantre, 1881 yılında Rusya’nın Van’da bulunan konsolosunun bir Ermeni olan M. Camsarakan olduğunu belirtir55. Van’a 1909 yılında Ermeni kökenli Bedros Kapamacıyan belediye reisi olarak atanmıştır56. 4-Din ve Karakterleri Ermeniler, Osmanlı Devleti içinde her zaman Hıristiyan olarak kalmışlardır57. Van vilâyetindeki Ermeniler özellikle köylerde dinlerine çok bağlıdırlar58. Ermeniler, 379 yılında doğup 454’te ölen ve bir mezhep kurucusu olan ünlü Etyches’in kurduğu Hıristiyan mezhebine mensupturlar. Bu mezhebin öğretisi Hz. İsa’nın tek bir özelliğini kabul etmesidir. Onların dinî şefi olan bir Patrik, Ecmiadzin’de yaşar59. Bununla birlikte Nicéphore’un Kilise Tarihi’ne göre, Hz. İsa ve Büyük Âyin ile ilgili farklı düşüncelere sahiptirler. Onlardan pek azı kendi mezheplerini ve düzenlerini koruyarak Roma Kilisesi altında toplanmışlardır60. Katolik Ermenilerin bağlı olduğu Patriklik İstanbul’dadır. Protestan Ermenilerin Patrikliği ise Alman ve Amerikan misyonerlerinin oluşturduğu gruplar içindedir61. Ecmiadzin veya Üç Kiliseler, Ortodoks Ermeni Katolicosu’nun ikâmet ettiği yerdir62. Bölgede yaşayan Ermeniler, Roma Papalığı’nı reddederler63. 1700 yılından bu yana64 iki mezhebe ayrılmışlardır: azınlıkta olan Katolikler ve atalarının dinini koruyarak devam ettiren diğerleri65. 55 Ernest Chantre, “De Beyrouth a Tiflis (A Travers la Syrie, la Haute-Mésopotamie et le Kurdistan)”, Le Tour Du Monde Nouveau Journal Des Voyages, Deuxieme Semestre, Libraire Hachette, Paris 1889, s.282. 56 Y. G. Çark, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Yeni Matbaa, İstanbul 1953, s.175. 57 L. Collas, Histoire de L’Empire Ottoman Jusqu’a La Revolution de 1909, Felix Alcan Editeur, Paris, s.158. 58 Ermeni Hıristiyanların, resimlere tapındığı, papazlarla günah çıkarttıkları, çocuklarını meira denen bir yağ ile vaftiz ettikleri belirtilir. Bkz. F. Burnaby, At Sırtında Anadolu, s.334. 59 Outendirck, a.g.e., s.125. 60 Hamdy Bey-De Launay, Marie, Les Costumes Populaire de la Turquie en 1873, Constantinople 1873, s.213. 61 Duckerts, a.g.e., s.12. 62 Pierre Frede, Voyage En Arménie, Libraire Ch. Delagrave, Paris 1885, s.20. 63 Theophile Lavallee, Histoire De L’Empire Ottoman, Garnier Libraires-Editeur, Paris 1855, s.69. 64 XVII. yüzyıl başlarında Anadolu’daki Ermenilerin durumu için bkz. Simeon, Tarihte Ermeniler, Çeviren H. D. Andreasyan, 2. Baskı, Çiviyazıları Yayını, İstanbul 1999. 65 A. Synvet, Traité de Géographie Générale de L’Empire Ottoman, Typographie et Lithographie Centrales, Constantinople 1872, s.62. 347 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeniler Müslümanların arasında Hıristiyanlıklarını korumuşlardır; fakat Osmanlı Devleti’nin hiç bir eyaletinde bir çoğunluk oluşturamamışlardır. Kürt kabileler arasında hayatlarını sürdürürler. Ermeniler özellikle kuzeyde ve Van gölünün güneyinde yaşamaktadırlar66. Ermeniler, Yunan ve Latin Kiliseleri’nden ayrı V. yüzyılda ünlü Aziz Gregoire tarafından kurulmuş olan kendi kiliselerine sahiptirler. Kendilerine ait Ecmiadzin Katolikos (Catholicos) papazı, evli papazları, kutsal manastırlara kapanmış keşişleri, bunların eğitimini sağlayan okulları ve kahramanlıklar içeren, geçmişin izlerini taşıyan destanları ile halk şarkıları vardır. Bunların arasında Roma papazının üstünlüğünü tanıyan ve doğrudan Fransa tarafından korunan Katolik Ermeniler ya da birleşik Ermeniler de vardır; onlar da milliyetçilik düşüncesine bağlıdırlar ve bunu kendilerini ve bütün mal varlıklarını ortaya koyarak gösterirler. Bunlar Katolikos’u her ne kadar tanımasalar da onu, vatanın temsilcisi olarak görürler67. Bir rivayete göre güneşe, takımyıldızlara ve gezegenlere olan hayranlıkları Ermenileri ateşe tapmaya götürmüştür68. Bölgede Ermeni kiliselerine saygı gösteriliyor ve bu kiliseler, gündüz olduğu gibi geceleyin de açık bulunduruluyor69. Ermeniler genellikle orta halli, fakat Gürcülerden daha da vücutlu görünürler; yuvarlak gözleri, oldukça kalın ve şişkin enseleri, az ince boyları, şişmanca bir yapıları vardır. Bu yüzden biraz yavaş yürüyorlar. Kaygılı bakışları ve görünüşleriyle sessiz ve düşünceli bu insanlar, uzun zaman kölelik yapmış olan insanların kurnazlığını ve iki yüzlülüğünü ilk zamanlardan beri basit ve temiz olan gelenek ve görenekleriyle birleştiriyorlar70. Millingen, Ermenilerin bulundukları yerlerde en adi insan sıfatı aldıklarını, İstanbul ve tüm Türkiye’de Van Ermenisi sözünün görgüsüz, beceriksiz insan sıfatıyla aynı anlamda kullanıldığını belirtmektedir71. Baba emreder ve bütün ebeveynler ona itaat ederler. Çocukları hatta karıları onların önünde asla oturmazlar ve nadiren masaya kabul edilirler. Evin başka hizmetkârları yoktur ve hiçbir yerde aşkla ve şehvetle hizmet 66 67 68 69 70 Driault, a.g.e., s.246. Driault, a.g.e., s.247. Mathieu, a.g.e., s.146. Jaubert, a.g.e., s.108. Baron Felix, De Beaujour, Voyage Militaire Dans L’Empire Othoman ou Description de ses Frontières, Tome Second, Chez Firmin Didot Libraire, Paris 1829, s.96. 71 M. F. Millingen, Kürtler Arasında Doğal Yaşam, Çeviren N. Mestçi, Doz Yayını, İstanbul 1998, s.156. 348 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE etmezler. Baba ölür ve en büyük evlât, babanın aile hükümdarlığını devralır. Babalarına nasıl itaat ediyorlarsa kardeşleri de ona itaat ederler. Kız kardeşleri onun hizmetkârlarına benzerler. Aile mirasını, kızlar evlendiğinde onlara çeyiz olarak verecek olan ise hükümdardır72. Beaujour, Ermenileri; yavaş çalışan ve onun gibi yorulmak bilmeyen insanlar olarak anlatır. Cimri geçinirler, çünkü para biriktirirler veya tefecilik yaparlar. Nankördürler, çünkü kendilerine iyilik yapanları tanımazlıktan gelirler73. Rahip Moses Parmelee’ye göre; yüksek konumlardaki din adamlarının çoğu aldattıkları, baskı altında tuttukları fakirlerin sırtından geçinerek çok zenginleşmişlerdir74. Ermeniler, genelde şeytan gibi insanlardır. Bir elbisenin çekiciliği ya da az bir para onları dininden döndürür. Para bitip elbise eskidiği zaman eski inançlarına geri dönerler75. 5-Kadınlar Cuinet’nin verdiği bilgilere göre, Ermeni kadınlar Müslümanlardan daha da ciddi bir şekilde harem kanununa riayet ederler. Erkeklerin önüne çıkmazlar, durum onları buna zorlarsa kalın bir yazma ile yüzlerini örterler. Birisi tarafından çalınan kapıyı açtıklarında şayet kapıyı çalan bir erkekse ona cevap vermeden çarçabuk geri kaçarlar76. Ancak Seyyah H. Binder, uğradığı bir Ermeni köyünde geceyi geçirmek zorunda kaldığında sabahleyin kalktığında Ermeni kadınlarının hiç utanmadan herkesin gözü önünde giyindiklerini ve ev işleriyle ilgilendiklerini belirtmektedir77. Ermeni kadınları, genellikle sadece kocalarının hoşuna gitme tutkusuna ve çocuklarını iyi yetiştirme arzusuna sahiptirler. Onları ayıran bu özellikler; Ermenilerde onlara saygı duyulmasına ve karısını döven erkeğe, erkeklerin en kötüsü gibi bakılmasına sebep oluyor78. Kadınlar kocaları 72 73 74 75 De Beaujour, a.g.e., s.96. De Beaujour, a.g.e., s.96. Burnaby, At Sırtında Anadolu, s.334. M. Theophile, Deyrolle, “Voyage Dans Le Lazistan et L’Arménie”, Le Tour Du Monde, Nouveau Journal des Voyages I, Libraire Hachette, Paris 1876, s.375. 76 Cuinet, a.g.e., s.647. 77 Henry Binder, Au Kurdistan En Mésopotamie Et En Perse, Maison Quantin, Paris 1887, s.158. 78 Mathieu, a.g.e., s.145. 349 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER öldükten sonra mezarına yiyecek ve içecek götürerek belli bir süre ağlarlar79. Nazik ve boyun eğen eş, kocasına zorlukla gözlerini kaldırabilir, ondan başkasına bir söz yönelttiği zaman kızarır. Kızlar babalarının yanlarında hiç oturmazlar80. Ermeniler kızlarını, 11-12 yaşına geldiklerinde evlilik çağına gelmiş kız olarak kabul ederler81. Ermeni kadınlar ve erkekler birbirlerini hiç görmeden evlenirler. Doğunun diğer kadınları gibi yüzleri kapalı olarak eşlerinin karşısına geçerler ve din adamının merasimi sonrasında evlenirler82. Kızlarını kendi hizmetçileri olarak görürler. Bazı yörelerde Ermenilerin damatlarından, kızlarına karşılık para aldıkları belirtilmektedir83. 6-Kıyafet Erkeklerin giysileri diğer toplulukların giyiminden farklı değildir, fakat Van ve başka yerleşim yerlerindeki Ermeni kadınları her tarafları dalgalanan önlükle beraber kırmızı kumaştan bir elbise giyerler ve başlarında beyaz ketenden bir başörtüsü takarlar. Bazı köylerde kırmızı renkli dörtgen şeklinde sivrilmiş yüksek boneler de takarlar; kızlar renkli, genellikle de ipekten başörtüsüyle farklıdırlar. Doğudaki hiçbir giysi süsten yoksun olamaz84. Kadınları genellikle güzel bir kafaya, yay gibi kaşlara, uzun kirpiklerin süslediği siyah iki büyük göze ve uzunluğun güzelliğe karıştığı bir fiziğe sahiptirler. Dışarı çıktıkları zaman sadece gözlerinin görünebildiği uzun bir çarşafla örtünürler. Giysilerin geriye kalanı, bağcıklı potinlerin rengi hariç siyahtır ve Türk kadınlarınki de böyledir85. Kadınlar örtünmek için gümüş takılarla süslü rengarenk bir başlık, genç kızlar ise bundan ayrı olarak burunlarına hızma veya halka takarlar86. 79 M. De Ferriol, Recueil De Cent Estampes Representant differentes Nations Du Levant, Le Hay, Paris 1714, s.26. 80 Jaubert, a.g.e., s.109. 81 Chantre, a.g.e., s.28. 82 Frede, a.g.e., s.31. 83 Fred Burnaby, On Horseback Through Asia Minor, Vol. II, Seccond Edition, Smapson Low, London 1877, s.161. 84 Bey-De Launay, a.g.e., s.215. 85 Mathieu, a.g.e., s.145. 86 Hell, Voyage en Turquie et En Perse, Tome Second, s.499. 350 Doç.Dr. Mustafa OFLAZ / Dr. İsmail MANGALTEPE Ermeni kızları elbise olarak kırmızı pamuklu bezden uzunluğuna göre sıkmış ve bürümüş parçalar; başlık olarak da gümüş parçalarıyla süslenmiş yüksek bir bone takmaktadırlar87. 7-Ticaret Osmanlı Devleti’nin pek çok yerinde Ermeniler ticareti ve küçük endüstriyi ellerinde tutmaktadırlar. Meselâ Van’daki dükkânların ve hanların neredeyse tamamı Ermenilere aittir. En küçük üreticiler88 ve bankerler yine bunlardandır89. Van gölünün güneyindeki Ermeni köyler; İstanbul’a, denize kıyısı olan şehirlere ve Karadeniz tüccarlarına hamal gönderme ayrıcalığına sahiptirler90. Bununla birlikte, ticarette büyük bir zekâya ve dürüstlüğe sahip olduklarını kabul etmek gerekir. Avrupa Türkiyesi’ndeki Yunanlılar ve Mısır’daki Kıptîler gibi Ermeniler de bütün kamu gelirlerine sahiptirler. Onlar, neredeyse bütün Asya’nın her tarafında, hatta Hindistan’a kadar yayılmış olarak görülebilir91. Ne savaşlara katılarak ne de hırslanıp kariyer yapmakla ilgilenmişler, girişimci ruhlarını ticarete taşımışlardır. Hindistan’dan gelen kervanların birçoğu Ermenilerle ilgilidir. Bütün mekânik sanatlardaki becerileri kuyumculuk, dericilik, mine işçiliği, dokumacılık, demirciliktir ve bu gibi işlerin sahipliğini garantilemişlerdir. Bir kelimeyle onlar her şeye sahiptiler. Sonraları para yönetimi ve sarraflık ya da devlet büyüklerinin ve Saray’ın bankacılığı işlerinde Yahudilerin yerlerini almışlardır. Türkler onlara genellikle hoşgörülü davranmışlardır92. Ermeniler ticarete ve sanayiye yönelmişlerdir. Özellikle Van’da onların inşa etmediği bir ev, dokumadıkları bir halı ve onların bahçelerinden gelmeyen bir meyve yoktur. İstanbul’da Van Ermenisi sözü dikkat çeker93. 87 Binder, a.g.e., s.159. 88 Millingen, a.g.e., s.113, 160. 89 G. A. Olivier, Voyage Dans L’Empire Othoman, L’Egypte et la Perse, Tome I, H.Agusse İmprimeur Libraire, Paris 1804, s.16. 90 Deyrolle, a.g.m., s.396. 91 Jaubert, a.g.e., s.110. 92 Mathieu, a.g.e., s.143. 93 Reclus, a.g.e., s.341. 351 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Nüfusun bir kısmı genellikle tarım işleriyle, ticaretle ve zanaatla uğraşır. Tarımda gelenekçidirler, ticarette kazanmada çetin olarak kendini gösterirler; özellikle Avrupa’dan gelmiş bir eserin taklidi ve tekrar üretimi söz konusu olduğu zaman zanaatta ve işlerde yeteneklerini ve zekî olduklarını ortaya koyarlar94. Ermeni nüfusun büyük kısmının ülkeden göç etmesinin Osmanlı Devleti için büyük bir kayıp olacağını iddia eden seyyahlar; ırklarının tüm olumsuz yanlarına ve uyandırdıkları antipatiye karşın, Ermenilerin Osmanlı Devleti sınırları içindeki en çalışkan milletlerden biri olduğunu, eli sıkı ama üretken olarak tanındıkları gerçeğinin reddedilemeyeceğini, ayrıca onların terk ettikleri toprakları ellerine geçiren Kürtlerin toprağı aynı verimlilikle işleyemeyeceklerini de belirtirler95. 94 Cuinet, a.g.e., s.686. 95 A. P. Compte de Cholet, Voyage en Turquie d’Asie: Arménie, Kurdistan et Mésopotamie, Librairie Plon, Paris 1892, s.205. 352 KİRKOR CEYHAN’IN ÖYKÜLERİNDE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü E-mail : mumtazs@erciyes.edu.tr; Tel : 0 352 437 49 01-33259 Özet Kirkor Ceyhan Türkçe yazan bir Ermeni öykücüsüdür. 1926 yılında Sivas Zara’da doğmuş 1982’de Fransa’da yaşayan çocuklarının yanına göç etmiş, 1999’da Almanya’da (Bonn) ölmüştür. Ceyhan’ın Türkçe kaleme aldığı üç kitapta topladığı hikâyeleri, bu toprakların sesini Türkçe’de duymuş bir yazarın kimi zaman trajik, kimi zaman mizahî; ama daima derin duyarlılığının yansımadır. Bu metinlerde, Anadolu’da bin yıl yan yana yaşayan iki milletin siyasal kavgalara bulaşmadıkları bu süreçte nasıl insanî bir algılama etrafında bütünleştiklerini görürüz. Bu çalışmada, Ceyhan’ın hikâyelerinin muhteva tahlili yapılmıştır. Metinlerde yazarın çocukluk yıllarından itibaren yaptığı gözlemlerinin yanında büyüklerinden dinlediği gerçek hayattan alınmış olaylar hikâyeleştirilmiştir. Bu metinlerin tamamının konusunu 1915 sonrası Anadolu insanın dramı başlığı altında toplamak mümkündür. Ölüm, korku, açlık, sefalet, sürgün temleri ile dayanışma, vefakarlık, fedakarlık, misafirperverlik, yardımseverlik temlerinin iç içe geçtiği kısa öyküler ‘klasik vaka hikâyesi’ tarzında kurgulanmıştır. Kahramanları gerçek hayattan alınmış metinlerde yazar, zaman zaman sosyal/siyasal düşüncelerini ifade etmekten de kaçınmamıştır.nasıl bir ortak duyarlılıkta bütünleştiğinin işaretlerini vermiştir. Bu çalışmada, yazarın öykülerinin muhteva tahlili yapılmıştır. Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK Giriş Kirkor Ceyhan 29 Ekim 1926’da Sivas Zara’da dünyaya gelmiştir. Babası Simon Efendi, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce bir süre öğretmenlik yapmış olmakla birlikte hayatının sonraki yıllarını inşaat ustalığı yaparak geçirmiş, İstanbul’a taşındıktan sonra bir süre de zangoçluk etmiştir. Annesi Horik Hanım kilim dokumacılığı yaparak ailenin geçimine katkıda bulunmuştur. Kirkor Ceyhan’ın üç kız kardeşi vardır. Kirkor Ceyhan, ilköğrenimini Zara’da Gazi ve Cumhuriyet ilk okullarında tamamladıktan sonra Sivas’ta bir ortaokula kaydolmuş fakat tahsilini yarım bırakarak Zara’ya dönmüş ve bir terzinin yanına çırak verilmiştir. Bu yıllarda, materyalist dünya görüşünü benimsemiş, okula devam edememenin acısını ve hıncını dünyanın bütün realist yazarlarını okuyarak çıkarmış, Sabahattin Ali hayranı olmuştur1. Ceyhan, 1946’da evlenmiş, bir yıl sonra da askere alınmış, 1949’da terhis olunca İstanbul Gedikpaşa’ya yerleşmiştir. Uzaktan hayranı olduğu ve mektuplaştığı Kemal Tahir’le 1950’de şahsen tanışmıştır. 1965’te ailesiyle Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne taşınmış fakat sadece on ay kalabilmiş ve yeniden İstanbul’a dönmüş; bir terzi dükkanı açmıştır. 1977’de eşi vefat eden yazar, 1980’de oğullarının yaşadığı Fransa’ya göç etmiş, 1988’de yeni bir evlilik yaparak Almanya’ya taşınmış, 27 Eylül 1999’da Bonn’da vefat etmiştir. 1 Kirkor Ceyhan, Kapıyı Kimler Çalıyor, Belge Yayıncılık, İstanbul 1999, Ekler. 357 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ceyhan üç hikâye kitabı kaleme almıştır. İkisi sağlığında basılmış, biri de ölümünden çok kısa bir zaman sonra yayımlanmıştır2. Bu metinler, modern kısa öyküden uzak, klasik vaka hikâyesi tarzında kurgulanmıştır. Ayrıca, çoğu hikâye arasında organik bir bağ vardır. Özellikle, Kapıyı Kimler Çalıyor kitabındaki metinlerin tamamı bir bütün oluşturur. Eser, mısra ya da beyitlerin epigraf olarak kullanıldığı ayrıca başlık konmamış bölümlerden oluşur. Bu yönden bakılınca bu eseri long short story (öykü)3 veya short novel (kısa roman) olarak da değerlendirmek mümkündür. Bu yazıların tamamı yazarın anılarından ve büyüklerinden dinlediği gerçek olaylardan hareket ederek kurgulanmıştır. Bu durum göz önüne alınınca bu metinleri anı öykü/roman şeklinde adlandırmak da mümkündür. Kirkor Ceyhan’ın hikâyeleri, bu bildirinin çerçevesini oluşturan muhtevasının yanında dil ve üslubu açısından da son derece dikkate değer metinlerdir. Yazarın Türkçe’yi kullanmadaki, özellikle de metinlerin sosyal çevresini oluşturan Sivas Zara ağzının zengin kelime dağarcığını yansıtma ve söyleyiş güzelliğini yakalamadaki başarısı başlı başına bir üslup incelemesini gerektirecek niteliktedir. Şiirsel söyleyişle nüktenin iç içe geçtiği bu üslup aynı zamanda bir sehlü’l mümteni niteliği arz eder. Hikayelerin Muhtevası Ceyhan’ın üç kitabından en son yayımlananı Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize başlıklı eserdir. Ancak yazarın hikâyelerindeki aktüel zaman dikkate alınırsa, tarihi süreç açısından ilk metin Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize kitabındaki Küpçü Hoca başlıklı hikâyedir. Diğer metinlerin bir çoğu gibi anı hikâye tarzında kurgulanmış bu hikâyede, anlatıcı konumundaki yazarın babası Simon Efendi’nin bakış açısından ve onun diliyle, Tehcir Kanunu’nun çıkışından 1950’lere kadarki süreçte Zara Ermenilerinin durumunu anlatılır. Metin, Tehcir Kanunu’nun çıkması ile birlikte Zara’daki Ermenilerin danışıklı ihtida süreçleri üzerine yoğunlaşır. Simon Efendi, vakanın başında Zara’daki Amele Birliği’nde askerlik görevini yerine getirmektedir. Birden tehcir kararının çıktığı haberi gelir. 2 3 Ceyhan, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, Aras Yayınları, İstanbul 1998; Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, Aras Yayınları, İstanbul 2000 (Nisan 1999); Kapıyı Kimler Çalıyor, Belge Yayınları, İstanbul Ekim 1999. Terminoloji konusunda bkz. Mümtaz Sarıçiçek, Modern Kısa Hikaye/ Öykünün Tür Sorunu ve ‘Kısa Öykü’ Açısından Ömer Seyfettin Metinleri, Ölümünün 85. Yılında Ömer Seyfettin’i Anma Toplantısı, Erciyes Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü, 3 Mart 2005, Kayseri. 358 Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK Yahya Binbaşı adındaki kumandanları ezilerek bu haberi onlara duyurur ve kurtuluş için tek yolun Müslüman olmuş gibi görünmek olduğunu anlatır. Bir gecelik tereddütten sonra diğer Ermenilerle birlikte Simon Efendi de bu teklifi kabul eder ve İbrahim adını alır. Bu ihtida ile tehcirden kurtulan Simon Efendi’nin hayat düzeninde önemli bir değişlik olmaz. Ancak, bir süre sonra, evinde barındırdığı iki tehcir kaçağı yüzünden ailesiyle birlikte sürgüne gönderilir. Yazar bu sürgünün hikâyesini Kapıyı Kimler Çalıyor kitabında anlatacaktır. Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize kitabındaki diğer metinler Türk ve Ermeni halklarının iç içe geçmiş, dostluk, fedakarlık, empati ve yardımseverlik duygularıyla dolu hayatlarından alınmış örneklerle doludur. İlk hikâye, Can Yerini Yadıdı başlıklı metindir. Kısa öykü tarzındaki bu metinde, Kunduracı Garabed’in intihar etmesi ve sonrasında karısı Enova’nın düştüğü sıkıntılar karşısında Müslüman ve Ermeni komşuların takındığı tutum anlatılır. Metinde 3. şahıs anlatıcı kullanılmasına rağmen, bu anlatıcı ağız özelliklerini kullanmaktan çekinmez. Böylece, anı fikri pekiştirilmiş olur. Hikayenin olay örgüsü şöyledir: Garabed çarık mevsiminde alış verişe gittiği Sivas’ta ‘kuşağının arasına’ yerleştirdiği parasını kaybedince bunalıma düşmüş ve intihar etmeyi kafasına yerleştirmiştir. Garabed, ilk intihar teşebbüsünden, Enova’nın peşine taktığı bir Müslüman (Selim Ağa) ve bir Ermeni (Haçik) komşusu sayesinde kurtarılırsa da, ikincide herkesi atlatarak intihar eder. Arkasında yüklü bir miktar borç bırakmıştır. Alacaklıların çoğu Ermeni’dir ve Enova malını mülkünü satıp önce onlara olan borcu öder. Çünkü, Enova’yla beraber çığırıp ağlayan, yakasını yarı beline yırtıp debelenen akrabalar hesaptan bir kuruş noksanını bile kabul etmediler4. Sadece tek alacaklı kalır, o da Ömer Ağa’dır. Enova’nın satacağı tek mülkü de bostan tarlasıdır ve onun tapu koçanını alarak Ömer Ağa’ya gider. Ömer Ağa, Enova’nın getirdiği tapu koçanını almayı reddeder, elindeki bin altı yüz kuruşluk borç senedini çiftçelerine bağışlıyorum diyerek yırtar ve iki oğul ile anneyi sevinç göz yaşları içinde gönderir. Hikayenin satır aralarına serpiştirilmiş öyle ifadeler vardır ki, dostluğun kardeşliğin, birlikte yaşama sanatının incelikleriyle doludur. 4 Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.21. 359 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Zaralı’nın Müslümanı, Ermenisi kapıya komşuya gelen kötülüğü işitmesin. Kendini yerden yere çalar da büsbütün telef eder, Allah beterinden saklasın5. ‘Enova’nın ocağını haftalarca tüttürmediler. Ta aşağı mahalleden bile tepi tepsi yemek getirenler oldu. Nuri Efendigil’den, Müftüzadelerden, Vartanyanlardan6… Garabed’in cenazesi, Müslüman ve Ermenilerin meşveretiyle, intihar vakası değil, normal bir ölüm gibi değerlendirilerek birlikte kaldırılır. Bütün bu anlatılanlar, günümüzde düşmanlıkları körükleyenlere bir ders niteliğindedir. Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize kitabındaki bir başka kısa öykü Avşarlının Fırını başlığını taşır. Bu öyküde, kocası Balkan Harbi’nden evvel ölmüş ve üç çocuğuyla ortada kalmış Emine’nin mücadeleleri anlatılır. Avşar kızı Emine’ye önce Ermeni Manuk Ağa sahip çıkar; ona ev verir, geçimlerini temin eder. Manuk Ağa göç edince bir kez daha ortada kalan Emine’ye yine bir Ermeni olan fırın sahibi Rupen Ağa sahip çıkar; fırınında iş verir, çocuklarıyla birlikte yedirip içirir, yatırır. Emine bu sayede fırıncılığı öğrenir, çocuklarını ve geleceğini kurtarır. Emine yıllar sonra hali vakti yerinde biri iken, Ermeni komşuları Vartanuş kocası ölüp de çocuklarıyla ortada kalınca, yıllar önce yedikleri ekmeğin hatırına onları sahiplenir, kızını oğluna gelin alır. Bu hikâye de, her iki toplum arasında karşılıklı beslenen vefakarlık, insaniyet, yardımseverlik temleri üzerine kurulmuştur. Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize kitabındaki diğer hikâyeler de Türk, Ermeni, Kürt bütün halkların ortak bir kaderi olduğu gibi kabullenmenin yansıtıldığı metinlerdir. Yazar, ikinci kitabı Kapıyı Kimler Çalıyor’da, babası Simon Efendi’den dinlediklerini yine, bir anı öykü kurgulaması içinde anlatır. Tehcir sürecinin başlarında ‘danışıklı ihtida’ ile tehcirden kurtularak İbrahim adını alan Simon Efendi’nin aylar sonra başka bir memleketten gelmiş kaçak iki Ermeni genci barındığı anlaşılınca hakkında sürgün kararı verilir. Simon Efendi, sekiz kişilik ailesiyle jandarmalar eşliğinde yapılan kimi zaman yaya, kimi zaman eşek sırtında aylar süren bir yolculuktan sonra Urfa’ya ulaşırsa da geliş güzergahlarında birkaç gün konakladıkları Besni’ye dönerler ve oraya yerleşirler. Besni’ye ulaştıktan kısa bir süre sonra da Tehcir 5 6 Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.18. Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.21. 360 Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK Kanunu yürürlükten kaldırılır ve özgürlüklerine kavuşurlar. Burada zanaatkârlık ederek kısa zamanda durumlarını düzeltip refah içinde yaşamaya başlarlarsa da Simon Efendi askere alınır. Hikaye de burada sona erer. Olay örgüsünden de anlaşılacağı gibi, metnin konusunu Tehcir Kanunu ve sonuçları oluşturmaktadır. Burada, metni değerli kılan hususlardan biri ikinci ağızdan olsa bile mağdurun gözüyle anlatılmış olmasıdır. Bir diğer önemli husus mağdurun kültürlü bir kişi olmasına karşılık siyasal tutum takınmamasıdır. Problemlere sadece insani duyarlılığın penceresinden bakması onun tarafsızlığına güven duymamızı sağlamaktadır. Bu hikâye, aylar süren sürgün yolculuğu ve sonrasında Simon Efendi ve ailesinin askerlerle, mahalli idare amirleri ve halkla olan ilişkileri, iki toplumun birlikte yaşama kararlılığının dikkat çekici örnekleriyle doludur. Simon Efendi kendilerini sürgüne götüren askerleri şöyle anlatır: Başımızdakiler de nihayet jandarma. Yıkıldığımız yere han yapmayacaklar ya, biz üçümüze fazla yüz vermiyorlarsa da, yaşlı anama, hasta karıma ufaklıklara muavenetlerini eksik etmiyorlar. Bir su bulsalar önce onlara içiriyor, bir parça ekmek ellerine geçse onlara tattırmadan yemiyorlar7. Simon ve ailesini Malatya’ya teslim eden Jandarmalar onlardan ayrılmak üzeredir: Şimdi sizi buraya teslim ediyoruz. Hakkınızı helal edin, bizim işimiz bitti. Allah Allah nasıl kedere boğulduk. Başımızdaki jandarmalardan ayrılmakla, bacımızdan kardaşımızdan ayrılmanın hiçbir farkı yok. Günlerdir, haftalardır en dar en çetin zamanımızı ve yolumuzu bunlarla teptik. İnsansan üzülmez misin? Baktım onlar da üzüldüler, çocukları okşamak, anamın elini öpmek...8 Soykırım yapmakla suçlanan bir milletin sivil halkı bir yana, ordusunun takındığı tutumu gösteren bu satırların bir edebi eser olmaktan öte tarihe düşülmüş bir vesika olduğunu belirtmek gerekir. Urfa’ya kadar götürülen kafile Tehcir Kanunu’nun iptali haberi gelince Besni’ye getirilir; serbest bırakılır. Onlara boş Ermeni evlerinden biri tahsis edilir. Yiyecek içeceği olmayan bu insanlara komşular el uzatır. Simon Efendi, bu durumu Yakın komşularımız ‘Garipler gelmişler’ diyerek bize 7 8 Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.62-63. Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.72. 361 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER merhamet gösteriyorlar9. cümlesi ile anlatır. Fırıncı Memig Ağa ekmek verir. Simon birkaç Ermeni arkadaşıyla birlikte kalaycılığı başlar ve kısa sürede çok iyi paralar kazanarak hali vakti yerinde insanlar olurlar. Anlatıcının ağzından bu durum şöyle özetlenir: İki vilayet ötede halk ekmek bulamıyor, biz Besni’de yağın, peynirin içinde yüzüyoruz10. Kendileri sefalet içinde olan halk bu süreçte onlara hiçbir ayırımcılık yapmıyor; Muhtedi olduğumuz anında yayılıyor kasabaya velâkin, bize karşı ne bir haksızlık ne de bir tatsızlık11. Bununla da kalmıyor, tehcir sürecinde bir birlerinden ayrı düşmüş Ermenilerin bir araya gelmelerine de yardımcı oluyorlar. Bu tür örneklere sıkça rastladığımız hikâyede acıma, insani duyarlılık, paylaşma ve ötekine saygı duyguları metnin tematik yapısını oluşturur. Yazarın üçüncü kitabı olan Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm yazarın çocukluk yıllarına ait anıları ile babasından dinlediği dostluk hikâyelerini içermektedir. Yazarın çocukluk günleri hala sosyo-ekonomik etkilerinin devam ettiği yıllardır. Açlık, yokluk, sefalet bütün şiddetiyle her tabaka ve sosyal gruptan insanı kasıp kavurmaktadır. Ancak, halklar ortak kaderi yine birlikte yaşamanın bilinciyle dostane tutumlarını devam ettirmektedirler. Simon Efendi’nin yazara söylediği şu cümleler bunun en güzel göstergesidir: Yani şunu iyi anlayacaksın, bizde pek uzunca boylu hak, kanun, hukuk düzenlemez hayatımızı. Yüzlerce yıllık birikmiş ahbaplıklar, komşuluklar, mertlikler ve ahde vefalar tayin eder devamımızı12. Simon Efendi’nin bu cümleleri söylemesi, geçmişte yaşadığı bir olayı hatırlaması vesilesiyledir. Bu olayda, Mazingilin Ahmet, Simon Efendi’yi, kendi soydaşlarına karşı, belki de, sonu Simon Efendi’nin ölümüyle bitecek bir kavgadan kendi canını da tehlikeye atarak kurtarmıştır. Sonuç Kirkor Ceyhan, Cumhuriyet devri Türkiye’sinde yaşamış, Türkçe yazan bir Anadolu Ermenisidir. Yazarın ebeveyni, bin yıllık millet-i hakime-millet-i sadıka ilişkilerinin trajik olaylarla sona erdirilmek istendiği bir süreci yaşamış ve yazara da bu süreci bütün canlılığıyla anlatmıştır. Bir Ermeni açısından tehcir süreci ile ilgili anlatılanlar elbette son dere9 10 11 12 Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.105. Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.109. Ceyhan, Atını Nalladı Felek Düştü Peşimize, s.106. Ceyhan, Seferberlik Türküleriyle Büyüdüm, s.99. 362 Yrd. Doç. Dr. Mümtaz SARIÇİÇEK ce yaralayıcıdır. Ancak, bir Türk açısından da Doksanüç Harbi sonrasında ortaya çıkan ve tehcire kadar acımasızca devam eden bin yıllık millet-i sadıka militanlarının ihaneti de aynı derecede yaralayıcıdır. Tarihçiler veya siyasetçiler meseleye hangi açıdan bakarlarsa baksınlar şu gerçeği değiştiremezler. Türk ve Ermeni halkları arasında tarihin hiçbir devrinde bir düşmanlık, bir etnik kavga yaşanmamıştır. Ancak, militarize edilmiş grupların Taşnak-Hınçak ve benzeri örgütlerin Büyük Ermenistan kurma isteğiyle Rus işgaline uğramış bölgeler başta olmak üzere devlet otoritesinin ortadan kalktığı ya da zaafa düştüğü bölgelerde etnik temizlik hareketine giriştikleri buna karşılık da basiretsiz yöneticilerin iktidar olmanın temel şartı olan adil olma zaruretini göz ardı ederek top yekûn bir tehcir hareketine girişmeleri iki millet açısından da unutulmaz yaralar açmıştır. Vicdani duyarlılığı olan herkes hiçbir tarihi belgeye ihtiyaç duymadan şu soruların cevaplarını verirse bu iki milletin ilişkilerinin boyutunu kavrayabilir. 1. Türkler, Anadolu’nun fethinden sonraki bin yıllık süreçte, Ermenilere karşı herhangi bir kıyım hareketine girişmiş midir? Eğer bu tutum söz konusu olsaydı Ermeni varlığı devam edebilir miydi? 2. Ermeniler Türklere karşı bir kin besliyor olsalardı, Türk musikisine, şiirine, özellikle de milliyetin temsil vasfını en güçlü şekilde yansıtan dil ürünlerine bu kadar derin katkılar sağlayabilirler miydi? 3. Tehcir kararını alan basiretsiz yöneticiler dahi bir soykırım emeli taşısalardı bütün zayıflıklarına rağmen bunu başaracak güçten yoksunlar mıydı ki, öldürmek yerine sürgünü tercih etmişlerdir? 4. Hürriyet-adelet-müsavat sloganları ile iktidara gelen ama sokak ortasında muhaliflerini kurşuna dizen İttihatçıların basiretsizliklerini ve kundaktaki bebekleri bile öldüren Taşnak-Hınçak militanlarının zalimliklerini bütün bir millete mal etmek hangi aklıselim insan tarafından kabul edilebilir? Bu sorulara cevap arayanlar Kirkor Ceyhan’ın hikâyelerinde cevabı bulabilirler. O metinlerde her türlü trajedi vardır ama düşmanlık yoktur, kin yoktur, intikam yoktur. Dostluk, hoşgörü, kendini ötekinin yerine koyma; hatta öteki diye bir kavramı düşünmeme, paylaşmayı bilme, vefakar ve fedakar olma, sadakat ve muhabbet vardır. 363 SAĞLIK ALANINDA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Prof. Dr. Münir ATALAR* Sibel KAVAKLI** *Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü ; E-mail : matalar@gop.edu.tr; Tel : 0 533 529 12 91 **Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü öğrencisi Özet Bildirimizde, Sıhhat ve İçtimaî Muâvenat Vekâleti (Sağlık Sosyal ve Yardım Bakanlığı), Sosyal Yardımlaşma genel müdürlüğüne ait 1928’de, Rüştü adlı birine çizdirilen ve Hilâl Matbaası’nda çoğaltılan Türkiye haritası üzerinde duracağız. Haritanın alt-orta kısmında aynen şu kayda rastlıyoruz: Muvazene-i umumîye, hususîye ve belediyelere ait bilimum müessesâtı sıhhiye ve içtimaiyyeyi, eşhası hususîye, şirket ve cemaatle ecanibe (yabancılara) ait hastaneleri, hudut ve sevâhil (sahiller) sıhhiye merâkizile (merkezleriyle) tehaffuzhaneleri (karantina), sabit ve seyyar etüvleri (çok sıcak oda) ve buğu sandıklarını gösterir harita. Haritada, ülkedeki sağlık merkezlerinin yerleri özel işaret ve sembollerle gösterilmiştir. İstanbul ve İzmir şehirleri, haritanın sağ alt köşesinde büyültülmüş olarak ayrıca yer almıştır. Aynı haritada; Emrazın (hastalıkların) cins ve nev’ine göre hastanelerde mevcut yatak adedini gösterir mukayeseli bir grafik de vardır. Osmanlı Devleti, XV. yüzyıldan itibaren yönetimi uygun bulunan gayrimüslimleri Millet Sistemi’ne uygun şekilde yönetmiştir. Yine Osmanlı Devleti, Ermenilere kendi dinî önderleri yönetimde, kendi hastanelerini kurup sürdürmelerine, kanunlara uydukları sürece, izin vermiştir. Osmanlıda gayrimüslimlerin sağlık alanında aktif rol oynadıkları görülür. Gayrimüslimler doktor olarak devletin hizmetinde, hastane açarak da hem kendilerine, hem de gerektiğinde devlete sağlık hizmeti sunmuşlardır. Devlet, bu kurumlara gereken malî yardımı yapmıştır. Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI Giriş Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin (TBMM) 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılması, ülkenin sağlık sorunlarının çözümünde yeni bir dönemi başlatmıştır. Bu çerçevede 20 Mayıs 1920’de ülke tarihinde ilk olmak üzere Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı) kurulmuştur. Bu bakanlığın kurulmasıyla, Osmanlı İmparatorluğu dönemindekinden farklı olarak halk sağlığı ile uğraşan bağımsız bir sağlık kuruluşu oluşturulmuş oluyordu1. 1911’den beri süre gelen savaşlar içinde kalan Türkiye, birçok açıdan olduğu gibi sağlık açısından da Osmanlıdan kötü bir mirası devralmak zorunda kalmıştır. Bu nedenle 1920’de kurulan TBMM hükümeti, sağlık konusuna özel bir önem vermiştir2. Cumhuriyetin ilk yıllarında ülke, uzun süren savaşlardan henüz çıkmış (hatta 1920-1922 arası savaşın devam ettiği bir dönemdi) olması nedeniyle sağlık sorunları -özellikle bulaşıcı hastalıklar- yaygındı. Bu dönemde, 1 2 Gürkan Sert, “II. Millî Tıp Kongresi’nde (1927) Doktor Vefik Hüsnü (Bulat)’ın Sunduğu Türkiye Trahom Coğrafyası İsimli Bildirinin Türkiye Tıp Tarihi Açısından Değerlendirilmesi”, 38. Uluslararası Tıp Tarihi Kongresi, 1-6 September 2002, İstanbul-Türkiye Özet Kitabı, s.233. Osman Gümüş, “1920’lerin Türkiyesi’nde Halk Sağlığı ve Sorunları”, 38. Uluslararası Tıp Tarihi Kongresi, 1-6 September 2002, İstanbul-Türkiye Özet Kitabı, s.231. 367 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER bulaşıcı hastalıklarla mücadele sağlık alanındaki çalışmaların önemli bir kısmını oluşturuyordu3. 1 Eylül 1925’te toplanan I. Millî Türk Tıp Kongresi’nden sonra, sırayla 1927, 1929, 1931 ve 1935 yıllarında Millî Türk Tıp Kongreleri düzenlenmiştir4. Millî Tıp Kongreleri’nin, bulaşıcı hastalıklarla mücadelede önemli bir yeri olmuştur. 1925’teki I. Millî Tıp Kongresi’nde sıtma ve tüberküloz cerrahisi, 1927’deki II. Millî Tıp Kongresi’nde trahom ve tüberküloz, 1929’daki III. Millî Tıp Kongresi’nde frengi ve kızılana konular arasında ele alınmıştır5. Tarih ve dil konularında 1930’lu yıllarda toplanan kongrelerin zabıtları, bu alanlardaki yeni anlayış ve yaklaşımları öğrenmek ve kavramak bakımından önemli ise, aynı şekilde Millî Türk Tıp Kongreleri’nin zabıtları da Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki sağlık sorunlarını göstermesi açısından son derece değerli kaynaklardır. Millî Türk Tıp Kongreleri’nin gündem maddeleri Cumhuriyet’in karşı karşıya bulunduğu sağlık sorunlarını göstermesi, bu sorunlara yönelik çözüm önerilerini barındırması, kongrelerin daha çok hangi konulara ağırlık verdiğini göstermesi açısından da incelenmeye değerdir6. 1920’lerde hazırlanan Türkiye’nin Sıhhı-İçtimai Coğrafyası dizisi esas alınarak, 1920-30 yılları arasında Türkiye’nin halk sağlığı ve sorunları önemlidir. Osmanlının son yılları ile Cumhuriyet’in ilk yıllarına karşılık gelen bu dönem, hem Osmanlıdan alınan mirası görmek, hem de bugüne gelmek için alınan mesafeyi anlamak açısından ilginçtir. Yukarıda adı geçen dizi ve dönemin diğer kaynaklarına göre Türk halkının içinde bulunduğu sağlık şartları şu şekilde özetlenebilir: Geçmiş yılların eğitim sistemi ve uzun savaşlar yüzünden halk, okur-yazarlık, okul ve öğretmen bakımından oldukça fakir, dolayısıyla cehalet ve bilinçsizlik içindeydi. Sağlık da dâhil olmak üzere birçok konuda batıl inançlara sahip bulunuyor ve bu yüzden modern tıbba itibar etmiyordu. Şehirlerde hastane, dispanser, doktor, hemşire, eczane ve ilaç gibi modern imkânlar ya yoktu, ya da çok azdı. 3 4 5 6 Sert, a.g.m., s.233. Cafer Güler, “1927-1935 Arası Dönemde Toplanan Millî Tıp Kongrelerinin Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin Sağlık Politikasına Etkisi”, 38. Uluslararası Tıp Tarihi Kongres, 1-6 September 2002, İstanbul-Türkiye Özet Kitabı, s.232. Sert, a.g.m., s.233. Güler, a.g.m., s.232. 368 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI Beden ve çevre temizliğine önem verilmiyor ve çok ihmal ediliyordu. Şehirlerde, belediye hizmetlerinin yetersizliğinden kaynaklanan su ve kanalizasyon sorunları vardı. Şehirlerin yakınındaki göl ve bataklıklar sıtmanın yaygınlaşmasında, halkın temizliğe önem vermemesi kadar etkiliydi. Beslenme ve çalışma şartları da iç açıcı olmadığından; bulaşıcı hastalıklar ülkenin her tarafında önemli bir sorun oluşturuyordu. Başta sıtma ve verem olmak üzere, frengi, çiçek, difteri, kolera, dizanteri, tifo, trahom, bağırsak hastalıkları ve diğer bazı hastalıklar halk sağlığını tehdit eden en önemli problemlerdendi7. Sağlığın ve hastalıkların coğrafyası olarak isimlendirilen Sağlık Coğrafyası, doğal ortam-insan etkilerinin sonucunda coğrafî ortamda meydana gelen hastalıkların yeryüzündeki coğrafî dağılışlarını, ortaya çıkış nedenlerini, etkiledikleri nüfus miktarlarını ve yürütülen sağlık hizmetlerini bir sentez halinde ele alan beşerî coğrafya dalıdır. Bilindiği üzere Türkiye, 1911’den itibaren sürekli olarak savaşlar içinde kalmış, ülke her açıdan harap ve bitap düşmüştür. 1920’de TBMM hükümetindeki sağlık bakanlığı, bu sıkıntılı ortamda bile faydalı birçok hizmetler yapmıştır. Bunlardan biri de Türkiye’nin Sıhhî ve İçtimaî Coğrafyası’dır. Bu çalışma, aynı zamanda ülkemizin sağlık politikasına yön verecek niteliktedir. 1938-1960 döneminde sağlık alanında ilerlemeler sağlanmasına rağmen, 1923-1937 dönemindeki başarıya ulaşılamamıştır8. İşte bu bağlamda biz, Türkiye’de sağlık merkezlerinin 1928’deki durumunu bir harita9 eşliğinde ele alıp, konuyu sağlık alanında Türk-Ermeni ilişkilerine getireceğiz. Sağlık Alanında Türk Ermeni İlişkileri Biz bu bildirimizde, alt-orta kısmında Türkiye Cumhuriyeti 1928 Sıhhat ve İçtimai Muâvenat Vekâleti (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı), İçtimai Muâvenat umum müdürlüğü (Sosyal Yardımlaşma genel müdürlüğü) kaydı bulunan ve Rüştü isminde birine tersim ettirilen (çizdirilen), Hilâl 7 8 9 Gümüş, a.g.m., s.231. Mesut Yıldırım, “Coğrafî Açıdan Cumhuriyet Dönemi Sağlık Politikası ve Halk Sağlığı”, 38. Uluslararası Tıp Tarihi Kongresi, 1-6 September 2002, İstanbul-Türkiye Özet Kitabı, s.229. Mevlüt ve oğlu Ersin Zülfikaroğlu’na, işyerinde asılı duran ve tesadüfen gördüğümüz bu haritayı, incelemek ve değerlendirmek üzere istifademize sunmalarından dolayı teşekkür ediyoruz. 369 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Matbaası’nda10 çoğaltılan Türkiye Haritası üzerinde duracağız. Bu haritada, aynen şu cümleye rastlıyoruz: Muvâzene-i umûmiye, husûsiye ve belediyelere âit bilimum müessesât-ı sıhhiye ve içtimaiyyeyi, eşhâs-ı husûsiye, şirket ve cemaatle ecanibe (yabancılara) âit hastaneleri, hudut ve sevâhil (sahiller) sıhhiye merâkizile (merkezleriyle) tahaffuzhaneleri (Karantina)11, sâbit ve seyyar etüvleri12 ve buğu sandıklarını13 gösterir harita. Söz konusu bu Türkiye haritasında, yurt sathında yayılmış bulunan sağlık merkezlerinin yerleri işârât-ı mahsûsa (özel işâretler, semboller) ile yatak sayıları grafikle gösterilmiştir. İstanbul ve İzmir’de sağlık merkezlerinin yoğunluğu sebebiyle olmalıdır ki, bu iki ilimiz haritanın sol alt köşesinde büyütülmüş olarak ayrıca yer almışlardır. Haritada yer alan işârât-ı mahsûsa (özel işaretler)nın açılımları şöyledir: Muvazene-i umumiyeye ait hastaneler, Emraz-ı Sariye Hastaneleri, Emraz-ı Akliye ve Asabiye Hastaneleri, Kimyahane14, Şirketlere ait hastaneler, Sanatoryum, Sağır, Dilsiz ve Körler Müesseseleri, Doğum ve Çocuk Bakım Evi, Sıtma Muayene ve Tedavi Merkezi, Yataksız Sıtma Muayene Merkezi, Göz Hastalıkları ve Tedavi Evi, Irzahane15, Frengi Mücadele Teş10 Hilâl Matbaası, Ankara’da devletin resmî matbaasıdır. Daha çok Sağlık Bakanlığı’na ait işleri görür. 11 Ali Haydar Bayat, Osmanlı Devleti’nde Hekimbaşılık Kurumu ve Hekimbaşılar, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara 1999, s.162. Tahaffuzhaneler, karantina bölgeleri olarak bilinse de, Osmanlılar 1825’te İstanbul-Kartal’da kurdukları bir tahaffuzhanede, Avrupa ve diğer bölgelerden gelen mektupları, halka hastalık geçmemesi için sterilize edip, mikroptan arındırdıktan sonra dağıtıyordu. Türkler, bu konuda da dünyaya örnek olmuştur. Osmanlının Avrupalılara birkaç yüzyıl önce uyguladığı böyle bir uygulamayı Avrupalılar, devlet adamlarımızın uçakları da dâhil, yeni yapmaktadırlar. Bir tahaffuzhane de Kastamonu’ya bağlı mutasarrıflık olan Sinop’ta idi. Kastamonu bölgesinde açılan karantina merkez görevlileri içinde, Sinop karantina memuru olarak Emil Martin, memleket tabibi olarak da Dr. Antonyan ismi geçmektedir. Kamil Şahin, “XIX. Yüzyıl Sonlarında Kastamonu’da Hastaneler”, II. Kastamonu Kültür Sempozyumu Bildirileri, 18-20 Eylül 2003, Ankara 2005, s.123-124. 12 Etüv; otoklav, sterilizasyon cihazı, sterilizatör demektir. Tıbbî malzeme sterilizasyonu (dezenfektesi) için kullanılır. 13 Buğu sandıkları; giyeceklerin temizlenmesi için kullanılır. Bugün kuru temizleme kazanı, etüvün Anadolu’daki adı olabilir. 14 Kimyahane; küçük çapta ilaç üretim merkezi, laboratuardır. Belki aşı üretim merkezi. Önce İstanbul, sonra Ankara’da kuruldu. Murat Aksu, Tıp Tarihi Açısından Türkiye’de Verem Tarihi, Yayınlanmamış Tıpta Uzmanlık Tezi, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Deontoloji Anabilim Dalı, Ankara 2005. 15 Irzahane; terkedilmiş kimsesiz çocuklar için bir ırzahane ve bir de yetimhane açılır, kundakta bebeklerle 7 yaşında küçük çocuklar ırzahaneye yerleştirilirdi. Emzirme, emzirilme anlamındaki Arapça ırza ve ev, yer, yurt anlamındaki Farsça dar sözcüklerinin birleşmesiyle süt çocuğu yuvası, bakımevi anlamınaki Darü’l-ırza oluşturulmuştur. Anasız, babasız, 370 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI kilâtı, Küçük Sıhhiye Memur Mektebi, Muvazene-i umumiyeye ait Dispanser, Leylî (Yatılı) Talebe Yurdu, Rumlara ait hastaneler, Yahudilere ait hastaneler, Katolik Ermeni ve Katoliklere ait hastaneler, Amerikalılara ait hastaneler, Avusturyalılara ait hastaneler, İranîlere ait hastaneler, İtalyanlara ait hastaneler, İngilizlere ait hastaneler, Bulgarlara ait hastaneler, Sıtma Mücadele Şubesi, Muvazene-i Hususiyeye ait hastaneler, Belediyelere ait hastaneler, Darü’l-Aceze, Hıfz-ı Sıhha Müessesesi, Emraz-ı Zühreviye Hastanesi, Hususî Hastaneler, Guraba-i Müslimin Hastanesi, Belediyelere ait Dispanserler, Darü’l-Kelb Tedavihanesi16, Sıhhî Müze, Göz Hastanesi, Tephirhane17, Sıtma Mücadele Teşkilâtı, Buğu Sandıkları, Muvazene-i Hususiye Dispanseri, Leylî Kabile Yurdu, Sabit Etüv, Seyyar Etüv, Birinci Sınıf Sahil Sıhhiye Merkezi, İkinci Sınıf Sahil Sıhhiye Merkezi, Birinci Sınıf Tahaffuzhaneler, İkinci Sınıf Tahaffuzhaneler, Sahil Sıhhiye idaresi, Sahil Sıhhiye Muhafızlığı, Fransızlara ait hastaneler. Yine bu harita üzerinde, Emrâzın (hastalıkların) cins ve nev’ine göre hastanelerde mevcut yatak adedini gösterir mukayeseli grafik kaydı yer almaktadır. Burada, ifade başlığı altında sağlık merkezlerinin 6 gruba ayrılmış olduğunu görmekteyiz. Bu şekilde oluşturulan şemanın, tarafımızdan milimetrik ölçümleme (yanılma payı olabilir) sonucundaki açılımını aşağıda tablo 1’de gösterebiliriz. terkedilmiş ve henüz süt emmeye muhtaç masumların sığınacağı bir şefkat yuvası olarak açılmıştır. Amaç, beslenememe-kötü beslenmeyi gidermek, çocuk ölümlerini azaltmaktır. Böylece Osmanlılık ve İslâmiyet daha da yücelecekti. Hilâl-i Ahmer cemiyeti, bu çocukları toplar ve sığınacak yer bulurdu. Nil Sarı-İ. Savun, “Türk Tarihinde Acizlerin Korunmasına Kısa Bir Bakış-II (Kimsesiz Süt Çocuklarının Örnek Yuvası ‘Darü’l-ırza’)”, Türk Tarihi Araştırmaları, S. 5, İstanbul 1993, s.36-37. 16 Darü’l-kelb tedavihanesi; kuduz tedavi merkezi demektir. Prof. Dr. Ayşegül Demirhan, çalışmasında yanılgı ve yanlış olarak bu kelimeye, darü’l-kelb demiştir. Ayşegül Demirhan Erdemir, Tıbbî Deontoloji ve Genel Tıp Tarihi, Bursa 1996, s.304. 17 Tephirhane, buhar evi, toplu temizlik yapılan, yoksul ve gariplerin temizlik merkezidir. Bir arşiv kaydında: ayrıca belediyeler, etüv gibi cihazları alması ve bunlar için bina (tephirhane) inşa etmekle görevlidirler denmektedir. Mardin ve Bitlis’te vardır. 371 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo 1. Sağlık merkezleri ve yatak sayıları Muvazene-i umumiyeye ait Muvazene-i hususiyeye ait Belediyelere ait Cemaatlere ait Eşhas ve şirketlere ait Ecnebilere ait Sağlık merkezleri Emraz-ı Akliye ve Asabiye hastaneleri Muvazene-i umumiyeye ait hastaneler Muvazene-i umumiyeye ait dispanser Emraz-ı Sariye hastaneleri Sıtma muayene ve tedavi evi Doğum ve çocuk bakımevi Göz hastanesi Göz hastalıkları ve tedavi evi Toplam Muvazene-i hususiyeye ait hastaneler Muvazene-i hususiye dispanseri Toplam Belediyelere ait hastaneler, darü’l-aceze Belediyelere ait dispanserler Toplam Rumlara ait hastaneler Katolik Ermenilere ait hastaneler Katoliklere ait hastaneler Toplam Hususi hastaneler Şirketlere ait hastaneler Toplam Fransızlara ait hastaneler Amerikalılara ait hastaneler İtalyanlara ait hastaneler Avusturyalılara ait hastaneler Bulgarlara ait hastaneler İngilizlere ait hastaneler İranîlere ait hastaneler Toplam Yatak sayıları 1 130 1 000 770 160 25 20 20 15 3 140 2 270 260 2 530 1 875 75 1 950 800 120 60 980 540 50 590 330 240 115 90 65 50 40 930 Ayrıca bu harita üzerinde, bölge bölge, il il ve ilçe ilçe nokta çalışmaları yapmak sureti ile Adana’dan Zonguldak’a kadar, tüm Türkiye genelindeki sağlık merkezlerinin dağılımını, şifre ve sembolleri açmak sure372 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI tiyle, rakamsal durumlarını ortaya çıkarmaya çalıştık. Bu çalışmaya göre, sağlık merkezlerinin sayısı, yatak sayıları, yataksız olanları, yataklıların yatak sayılarının durumları ise aşağıda tablo 2’de gösterilmektedir. Ancak bazı sağlık merkezlerinin tablo 1’deki yatak sayıları ile grafiğin açılımı sonucunda elde edilen rakamlarla (tablo 2) karşılaştırıldığında, birbirine uymadığını görmekteyiz. Tablo 2. Yataklı ve yataksız sağlık merkezlerinin ve yatakların sayıları Sağlık merkezleri Buğu sandıkları Sayısı 259 Yataklı 249 Yatak sayısı 335 Yataksız 10 Sıtma mücadele şubesi 24 3 3 21 Muvazene-i hususiye dispanseri 60 16 240 44 Tephirhane 10 2 2 8 Sahil sıhhiye muhafızlığı 18 2 2 16 Darü’l-kelp tedavihanesi 5 3 126 2 Leylî kabile yurdu 1 1 50 - Belediyelere ait dispanserler 12 4 30 8 Sabit etüv 22 19 49 3 Emraz-ı zühreviye hastanesi 9 8 290 1 Sıtma mücadele teşkilâtı 10 2 2 8 İkinci sınıf tahaffuzhaneler 5 1 1 4 Emraz-ı sariye hastaneleri 2 2 150 - Avusturyalılara ait hastaneler 1 1 90 - Guraba-yi Müslimin hastanesi 1 1 200 - 36 35 574 1 Sıhhî müze 2 - - 2 Birinci sınıf tahaffuzhaneler 2 - - 2 Sıtma muayene ve tedavi Evi 7 3 3 4 Hususi hastaneler Kimyahane 3 - - 3 Birinci sınıf sahil sıhhiye merkezi 4 - - 4 Emraz-ı akliye ve asabiye hastaneleri 3 3 1 125 - Sağır, dilsiz ve körler müessesesi 1 1 60 - 101 96 153 5 Seyyar etüv 373 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Sağlık merkezleri İkinci sınıf sahil sıhhiye merkezi Doğum ve çocuk bakımevi Sayısı 5 2 Yataklı 2 Yatak sayısı 2 2 30 Yataksız 3 - Amerikalılara ait hastaneler 4 4 255 - İngilizlere ait hastaneler 1 1 45 - İranîlere ait hastaneler 1 1 31 - Hıfzısıhha müessesesi 4 1 1 3 12 4 4 8 Belediyelere ait hastaneler 9 7 621 2 Fransızlara ait hastaneler 4 4 345 - Darü’l-aceze 4 4 1 115 - Şirketler ait hastaneler 2 - - 2 Sahil sıhhiye idaresi Yataksız sıtma muayene merkezi 17 2 2 15 Göz hastalıkları ve tedavi evi 10 10 10 - Küçük sıhhiye memur mektebi 1 1 100 - Katoliklere ait hastane 1 1 50 - Sanatoryum 1 1 50 - Frengi mücadele teşkilâtı 5 3 3 2 113 23 23 90 İtalyanlara ait hastaneler 2 2 117 - Irzhane 1 1 50 - Rumlara ait hastaneler 1 1 805 - Sıtma mücadele merkezi 1 - - 1 Göz Hastanesi 1 1 20 - Muvazene-i umumiyeye ait hastaneler 8 5 520 3 Bulgarlara ait hastaneler 1 1 52 - 68 60 2 985 8 Katolik Ermeniler 1 1 122 - Yahudilere ait hastaneler 2 2 138 - Leylî talebe yurdu 1 1 160 - 881 598 11 041 283 Muvazene-i umumiyeye ait dispanser Muvazene-i hususiyeye ait hastaneler Genel Toplam Türkiye genelinde (Adana-Zonguldak) elimizdeki 1928 yılına ait bu harita, esas alınarak yapılan çalışma sonucu ortaya çıkan rakamlar (sonuç374 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI lar) ile Devlet Arşivleri genel müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi’ndeki 1928 yılına ait değişik hastalıklardan18 ve farklı yaş gruplarından19 bir yıl (1928) içinde hastaneye giren-çıkan hasta sayısının Türkiye genelinde istatistiğini (sayılarını) gösteren bir belgenin20 karşılaştırılması sonucu, rakamlarda genel bir örtüşme olduğu tespit edilmiştir21. Bu durum, devlet arşivlerimizin ne derece güvenilir olduğunu, ayrıca haritanın da sağlıklı bir çalışma sonucu resmedildiğini göstermektedir. Bu belgenin sağında, mülâhazat hanesinde Artvin ve Adana’dan başlayıp şehir şehir hususî idare ve belediye hastanelerinin (zühreviye hastanesi, belediye hastanesi, kadınlar hastanesi, darü’l-aceze, darü’l-ırza) toplam yatak adedi verilmektedir. Buna göre, hususî idare hastanelerinin 3 270, belediye hastanelerinin ise 904 yatak sayısı vardır. Toplam yatak sayısı ise 4 174’tür. Ermeni Hastahaneleri ve Gelir Kaynakları Osmanlı Devleti, XV. yüzyıldan itibaren yönetimi altında bulunan gayrimüslimleri Millet Sistemi’ne22 uygun olarak teşkilâtlandırarak idare etmiştir. Rum, Ermeni ve Yahudilere kendi dinî önderleri yönetiminde, kendi dillerini ve geleneklerini kullanarak okullarını, mahkemelerini ve hastanelerini kurup sürdürmelerine, kanunlara uydukları sürece izin vermiştir23. 18 Bu hastalıklardan bazıları şunlardır: Karahumma, lekeli humma, çiçek, kızamık, kızıl, boğmaca, kuşpalazı, grip, Asya kolerası, şarbon, verem, frengi, kanser, romatizma, kalp hastalıkları, bronşit, zatürree, mide hastalıkları, ishal, apandisit, fıtık, kadın hastalıkları, gebelik ve doğum, cilt hastalıkları, doğuştan sıskalık ve özürlülük, yaşlılık, intihar, teşhis ile izahı yapılamayan hastalıklar ve diğerleri. 19 Bu yaş grupları şu şekildedir: Doğum-1 yaş arası; 1-5 yaş arası; 5-15 yaş arası; 15-20 yaş arası; 20-30 yaş arası; 30-40 yaş arası; 40-50 yaş arası; 50-60 yaş arası; 60’dan yukarı. 20 Belge No: 490-01/1463-1-1. Özel arşivindeki bu belgeyi istifademize sunan Gaziosmanpaşa Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Deontoloji ve Tıp Tarihi anabilim dalı öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Murat Aksu’ya bilim adına teşekkür ederiz. 21 Örtüşmeyen yerleşim merkezleri ve bu merkezlerdeki yatak sayısı farkları şunlardır: Aydın 45, Çanakkale 20, Diyarbakır 55, Giresun 20, Isparta 10, Kastamonu 10, Kayseri 50, Samsun 10, Tekirdağ 25. 22 Millet Sistemi hakkında geniş bilgi için bkz. İlber Ortaylı, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Millet”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C.IV, İstanbul 1985, s.996-1002; Cevdet Küçük, “Osmanlılarda Millet Sistemi ve Tanzimat”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. IV, s.1007-1024. 23 Stanford Shaw, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Azınlıklar Sorunu”, Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi, C. IV, s.1003. 375 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gayrimüslimler İstanbul’un fethinden hemen sonra İstanbul’da bir hastaneyi hizmete açmışlardır. Bu, Karaköy’de 1454 yılında hizmete giren ve daha sonra Yedikule’ye nakledilecek olan Balıklı Rum Hastanesi’dir24. XVIII. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak XIX. yüzyılda hastane sayısı atmıştır. 1751’de Narlıkapı Ermeni Hastanesi25 1834’te Yedikule Ermeni Hastanesi, Beyoğlu Ermeni Hastanesi, 1856’da Taksim Surp Agop Vakıf Hastanesi ve Düşkünler Evi gibi Ermenilere ait hastanelerin yanı sıra, 1898’de Balat Musevî Hastanesi ve 1902 yılında Şişli Bulgar Hastanesi hizmete girmiştir26. Bu sırada, Osmanlı Devleti’nin ise İstanbul’da askerî hastaneler de dâhil olmak üzere 25’e yakın hastanesi bulunmaktadır27. Narlıkapı Ermeni Hastanesi; Ermeni hastaları ve düşkünleri için inşa edilmiş, 1751’de Patrik Kapanlı Georg zamanında hizmete açılmış, daha sonra 1794’te tamir edilmiştir28. Beyoğlu Ermeni Hastanesi; Katolik Ermeni Patriği Karabet tarafından verilen arzuhal üzerine, yapılmasına Nisan 1836 tarihli bir hükümle izin verilmiştir29. Yahudi Hastanesi’ne et tahsis etmek için ağnam ruznamçecisine yazılan 4 Nisan 1843 tarihli ilmuhaberde bu hastanenin de adı vardır. Bu durum, hastanenin 1843’ten önce hizmet vermeye başladığını göstermektedir30. 24 Nuran Yıldırım, “Balıklı Rum Hastahanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. II, İstanbul 1994, s.25. 25 P. G. İnciyan, XVIII. Asırda İstanbul, Tercüme Hrand D. Andresyan, İstanbul 1956, s.15. 26 Bedi N. Şehsuvaroğlu, Türk Tıp Tarihi, Bursa 1984, s.149-150. 27 Süheyl Ünver, “Osmanlı Tababeti ve Tanzimat Hakkında Yeni Notlar”, Tanzimat’tan Ayrı Basım, İstanbul 1940, s.19; Orhan Bolak, Hastahanelerimiz, İstanbul 1950, s.40; Anadolu Ermeni Hastahaneleri (Surp Agop Hastahanesi) ve İzmit, Bursa, İzmir, Amasya, Tokat, Sivas, Merzifon, Maraş, Harput, Urfa, Antep, Mardin’de bulunan misyoner hastaneleri için bkz. Arsen Yarman, Osmanlı Sağlık Hizmetlerinde Ermeniler ve Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Tarihi, İstanbul 2001, s.373-424. Kitap, Ermeni azınlığa ve bu azınlığın tıbba olan katkılarına ilişkin kapsamlı bilgiler ve İstanbul Ermenileri tarihine de geniş açılı bir bakış sunuyor. Kitabın ağırlıklı konusu, Ermeni tıp tarihidir. İlk Ermenilerde tıp, Osmanlıdan önce sağlık hizmetleri, Tıbhane-i Amire’nin açılışı, Osmanlı İmparatorluğu’nda sağlık hizmetlerine katkıda bulunan Ermeni doktorların biyografileri kitabın geniş içeriğinde yer bulan konular arasındadır. 1949’da İstanbulda doğan ve sanayici olan yazar, Tokat’tan İstanbul’a gelen müteşebbis Harutyun Yarmayan’ın torunudur. Aile mesleğini üçüncü kuşakta sürdürmektedir. 28 İnciyan, a.g.e., s.15. 29 Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Cevdet Sıhhiye, Belge No: 802. 30 BOA, Cevdet Sıhhiye, Belge No: 1336. 376 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI Taksim Surp Agop Vakıf Hastanesi ve Düşkünler Evi; 1856 yılında hizmete açılmıştır31. Cumhuriyet döneminde 100 yatak, bir doktor, bir hemşire, iki memur ve 13 müstahdem ile hizmet vermeye devam etmiştir32. Yedikule Ermeni Hastanesi (Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi); 18321833 yılları arasında inşa edilen ve 1834’te hizmete giren33 hastaneyi II. Mahmut devrinde Hazine-i Hassa ve Darbhane-i Amire nazırı olan Kazzaz Artin Bezciyan kurdurtmuştur34. Mimarları ise Garabed Balyan35 ve eniştesi Ohannes Amira Serveryan’dır36. Hastanenin ilk mütevellisi sarraf Mikayel Amira Pişmanyan’dır. 1848’e kadar tek mütevellilik sürmüş, 1848-1934 yılları arasında Patrikhane yüksek meclisi tarafından atanan mütevellilerce yönetilmiş, 1934’ten günümüze kadar ise halk tarafından seçilen yönetim kurullarınca idare edilmeye37 başlanmıştır. Hastane başhekimliğini önceleri Avrupalı hekimler yaparken 1848’den itibaren bu görev Ermeni hekimlere verilmiştir. İlk Ermeni başhekim, 1848-1851 yılları arasında görev yapan Hagop Hovennesyan’dır. 1860 yılına ait nizamnamede, hastane yönetim kurulunda 2 diplomalı hekimin bulunması şartı vardır. 1865 yılında hastane binasının geçirdiği tamirat için zamanın Sadrazamı Ali Paşa, 500 altınlık yardımda bulunmuştur. Padişahtan alınan izinle 1888’de de 1257 m üzerinde hastane ve çevresindeki bölümlerin inşasına başlanmış ve 4 Ağustos 1898’de tamamlanmıştır. Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı sırasında (1915) kısmen kışla olarak kullanılmıştır38. Hastane yönetiminin 1880’den sonra Ermenice olarak çıkardığı bir yıllık, 1949 yılına kadar sürmüştür. 1950’den günümüze kadar ise Surp Pırgiç adlı bir dergi çıkarılmaktadır. Hastane, günümüzde 280 yatak ve 35 doktorla hizmet vermeyi sürdürmektedir39. 31 Şehsuvaroğlu, a.g.e., s.149. 32 İstanbul İl Yıllığı 1967, İstanbul 1969. 33 Kevork Pamukciyan, “Yedikule Ermeni Hastahanesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. VII, İstanbul 1994, s.460. 34 Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Batılılaşma Dönemi ve Balyan Ailesi, İstanbul 1981, s.169. 35 Garabed Balyan için bkz. Pars Tuğlacı, a.g.e., s.51-171. 36 Tuğlacı, a.g.e., s.169. 37 Pamukciyan, a.g.m., s.460; Yarman, a.g.e., s.445-717. 38 Tuğlacı, a.g.e., s.170. 39 Pamukçiyan, a.g.m., s.460. 377 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER İncelediğimiz haritada yer alan gayrimüslim hastanelerinin bulundukları yerler ve yatak sayıları ise aşağıdaki tabloda gösterilmektedir. Tablo 3. Hastaneler, hastanelerin bulundukları yerler ve yatak sayıları Hastaneler Fransızlara ait hastaneler Amerikalılara ait hastaneler Yahudilere ait hastane İtalyanlara ait hastane Rumlara ait hastane Katoliklere ait hastane Katolik Ermenilere ait hastane Avusturyalılara ait hastane Bulgarlara ait hastane İngilizlere ait hastane İranîlere ait hastane Bulundukları yer İstanbul İstanbul İstanbul İzmir İstanbul Gaziantep Adana Kayseri İstanbul İzmir İstanbul İzmir İstanbul İstanbul İstanbul İstanbul İstanbul İstanbul İstanbul Yatak sayısı 310 35 100 100 35 20 108 30 67 50 805 50 122 90 52 45 31 Ermeni hastanelerinin gelir kaynakları, Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi Vakfı Mahallî Yardım Kollarına Ait Özel Talimat’ta şu şekilde belirtiliyor: Aidat, kiliselerde bulunan tabak ve kumbaraların hasılatı, vaftiz, düğün, cenaze vs. törenlerinde yapılan bağışlar, hastane yönetim kurulunca düzenlenen bağış kampanyaları, balo, tiyatro, konser ve lotaryalardan elde edilen meblağlar40. 16 Şaban 1312/12 Şubat 1895 tarihinde Or-Ahayim Hastanesi yararına düzenlenen balo41 bunun güzel bir örneğidir. 40 Yedikule Surp Pırgiç Ermeni Hastahanesi Vakfı Mahallî Yardım Kollarına Ait Özel Talimat, İstanbul 1975, s.10. 41 BOA, Yıldız Tasnifi Mütenevvi Maruzat Evrakı, Belge No: 114/111. 378 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI Varlıklı gayrimüslimler de hastanelere yardımda bulunmuşlardır. Bağdatlı Elie Kadoorie ve Kazzaz Artin (Bezciyan) bunlardan sadece birkaçıdır42. Yedikule Ermeni Hastanesi’ne gelir sağlaması için bir mum yapımevi inşa edilmiştir43. Osmanlı Devleti de çeşitli vesilelerle ve muhtelif şekillerde azınlıkların hastane ve kiliselerine yardımlarda bulunmuştur. 24 Mart 1843’ten itibarenYahudi Hastanesi’ne et tahsis edilmesi44, 1893’te II. Abdülhamit’in, Yedikule Ermeni Hastanesi’ne et ve ekmek tayinatında bulunması45; 3 Mayıs 1894’te Paskalya münasebetiyle Rum Patrikhanesi’ne 75 bin kuruş atiyye verilmesi46; Ermeni Patrikhanesi’ne 400 lira atiyye ihsan edilmesi47; Hamursuz Bayramı münasebetiyle 13 Nisan 1895’de Musevîlere atiyye verilmesi48; Sadrazam Ali Paşa’nın 1865’te Yedikule Ermeni Hastanesi’nin tamirine 500 altın yardımda bulunması49 bu yardımlara birer örnektir. Ermeni Asıllı Doktorlar Türk ve Ermeni genç doktorların ülkenin modernizasyonu çabalarındaki birlikteliği XVIII. yüzyıldan itibaren başlar. Türk tıp tarihindeki önemli isimlerden biri, anne-babası Sivaslı, doğum yeri İstanbul olan Dr. Bogos Sasyan’dır (1744-1814). Tıp öğrenimini Roma’da görmüştür. İstanbul’a döner dönmez 1778 yılındaki kolera salgınına karşı sürdürülen mücadelenin öncülerinden olmuş, Sultan I. Hamit tarafından Hassa tabibi unvanıyla onurlandırılmış, dört Osmanlı Sultanına hizmet etmiştir. Napoli ve Padova’daki tıp okullarından mezun olan oğlu Dr. Manuel Sasyan (1775-1858) da Sultan II. Mahmut ve Abdülmecit’in özel tabibi olmuştur. Sasyan ailesinden başka doktorlar da çıkmıştır. Manisalı Dr. Sarkis Garabedyan (1795-1869) da Girit ve Mora komutanı Yusuf Paşa tarafından donanma yardımcı tabipliğine getirilmiştir. Osmanlıda 28 ünlü Ermeni asıllı tabip Hipokrat’ın yolunda hizmet etmiş42 Bu durum Yahudi cemaati için de geçerli idi. Meselâ Yahudi esnaf toplulukları, hasta ve fakirler için hususî kumbaralar ve birçok yardımlaşma teşkilâtları kurmuşlardır. İnciyan, XVIII. Asırda İstanbul, s.18. 43 Tuğlacı, a.g.e., s.169. 44 BOA, Cevdet Sıhhiye, Belge No: 1336. Bu tahsisat, Birinci Dünya Savaşı’na kadar sürmüştür. Pamukçiyan, a.g.m., s.460. 45 BOA, Yıldız Tasnifi Sadaret Hususi Maruzat Evrakı, No: 266/38. 46 BOA, Yıldız Tasnifi Mütenevvi Maruzat Evrakı, Belge No: 94/105. 47 BOA, Yıldız Tasnifi Mütenevvi Maruzat Evrakı, Belge No: 61/75. 48 BOA, Yıldız Tasnifi Mütenevvi Maruzat Evrakı, Belge No: 118/86. 49 Tuğlacı, a.g.e., s.169. 379 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tir. 16 Ermeni asıllı tabip de Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane ve Askerî Tıp Akademisi’nde öğretmen olarak hizmet vermişlerdir50. Ermeni asıllı doktorlar, tıp ilmiyle ilgili çalışmaları ve hizmetlerinin yanı sıra Saray ve devlet hekimliği ve diğer kamu kademelerinde de görev almışlardır51. Dr. Bogos Zohrabyan (1803-1883), Dr. Hagop Bey Davutyan (1813-1878), Dr. Kapsar Sinapyan (1814-1872), Dr. Serovpe Vicenyan (1815-1897), Dr. Antranik Pasa Gircikyan (1819-1894), Dr. Nahabet Rusinyan (1819-1876), Dr. Hovsep Şişmanyan (1822-1888), Dr. Kapriel Sevyan (1822-1900), Dr. Stepan Aslanyan (1822-1902), Dr. Parunak Krtikyan (Feruhan) (1824-1869), Dr. Hovsep Beyran (1825-1866), Dr. Hagop Bey Hovhannesyan (1825-1859), Dr. Hovsep Nurican (1827-1898), Dr. Andon Paşa Nafilyan (1831-1912), Dr. Hagop Bey Handanyan (18341899), Dr. Mikayel Horasanciyan (1835-1903), Dr. Dikran Pestimalciyan (1840-1894), Dr. Vahan Paşa Manuelyan (1841-1902), Dr. Havhannes Bey Tabipyan (1845-1894), Dr. Civan Bey Ananyan (1848-?), Dr. Dikran Bey Acemyan (1852-1913) bu isimlerden sadece bir kaçıdır. XIX. yüzyılda otuza yakın Ermeni asıllı ünlü doktordan en az 16’sı Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de ve Askerî Tıp Akademisi’nde öğretmen olarak hizmet vermişlerdir52. Osmanlı döneminin sonlarından günümüze kadar tıp bilimine hizmet veren Ermeni doktorlar arasında üstün hizmetleriyle göze çarpanların isimleri şunlardır: Dr. Hayg Baronik Madteosyan, Dr. Khintir Khintiryan, Dr. Vahram Torkomyan, Dr. Yervant Bey Ozer, Dr. Bagdasar Manuelyan, Dr. Arto Mezburyan, Dr. Zakar Tarver, Dr. Hrant Pestemalciyan, Dr. Andre 50 www.bolsohays.com. Arsen Yarman ise eserinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Sağlık Hizmetlerine Katkıda Bulunan Ermeni Doktorların Biyografileri başlığı altında Ermeni doktor sayısını 270’e kadar çıkarmaktadır Yarman, a.g.e., s.775-199. 51 XIX ve XX. Yüzyılda Osmanlı Devleti’nde üst düzey görevlerde bulunan Ermenilerin sayısı şöyledir: 21 paşa, 22 bakan, 33 mebus, 7 büyükelçi, 11 konsolos, 11 öğretim üyesi, 8 doktor paşası ve 41 yüksek dereceli memur. Karabet Arman, “Türk-Ermeni İlişkileri”, Tercüman, 4 Nisan 1977. Ayrıca daha detaylı bilgi için bkz. İsmail Özçelik, Ermeni Sorunu ve Gerçekler, Ankara 2005, s.54-61. 52 Konuyla ilgili olarak Mehmet Altun şu bilgileri vermektedir: Tıbbiye İdadisi’ndeki hemen bütün hocalar asker olduğu halde, Fransızca derslerini üç sivil hoca verirdi. İbrahim Ethem’in sınıfına gelen Fransızca hocası, Hariciye Nezareti istişare odası memurlarından Bogos Keresteciyan Efendi’ydi. Mehmet Altun, Tahlilhane’den İlaç Sanayii’ne Bir Asırlık Birliktelik-İbrahim Ethem Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş. 100 Yaşında, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul 2003, s.32. Tıbbiye İdadisi’nin ders programı için bkz. Altun, a.g.e., s.65-66. Darü’l-Fünûn-ı Osmanî Tıp Fakültesi’nin kabul edilen muallim ve laboratuar şef kadroları için bkz. Altun, a.g.e., s.200-202. 380 Prof. Dr. Münir ATALAR / Sibel KAVAKLI Vahram, Dr. Karabet Paşayan53, Prof. Dr. Vensan Sayahi, Prof. Dr. Aram Sukyasyan, Prof. Dr. Hagop Gotogyan, Prof. Dr. Meri Urgancıoğlu, Prof. Dr. Nisan Nisan, Doç. Dr. Arsen Zarfcı, Doç. Dr. Vahe Aliksanyan, Doç. Dr. Vart Sigaher, Doç. Dr. Penyamin Karabet Varvar54. Gayrimüslimler, Osmanlıda yalnızca doktor olarak değil, hastane açarak da sağlık hizmeti sunmuşlardır. Devlet de onlara, kanunlara uygun olarak hastane tesis etme ve tamirlerine izin vermiş, gerektiğinde yardımda bulunmuştur. Hatta gayrimüslim doktorların, yasak konmasına rağmen, hizmetleri karşılığı samur kalpak giymelerine ve beygire binmelerine izin verilmiştir. Gayrimüslimler de gerektiğinde hastanelerini devletin hizmetine tahsis etmişlerdir. Cumhuriyet döneminde, gayrimüslim hastane ve dispanserlerinin sayısı artmıştır. Bu dönemde, İstanbul’da dispanserlerle birlikte hastane sayısı 12’ye yükselmiştir. İzmir’deki 25 yataklı Musevî Hastanesi55 de bunlara ilâve edilebilir. İstanbul’daki dispanser ve hastaneler tespit edilebildiği kadarıyla, yatak sayılarıyla birlikte şöyle sıralanabilir: 8 100 yataklı Balat Musevî Hastanesi, 650 yataklı Balıklı Rum hastanesi, Beyoğlu Rum Cemaat Dispanseri, 50 yataklı Bulgar Hastanesi, Ermeni Esenlik Dispanseri, 20 yataklı Ermeni Taksim Hastanesi, Feriköy Ermeni Dispanseri, Evengelistra Rum Dispanseri, Kumkapı Ermeni Dispanseri, Ortodoks Rum Dispanseri, 30 yataklı Surp Agop hastanesi, 300 yataklı Yedikule Ermeni Hastanesi56 53 İkinci dönem Sivas bağımsız milletvekilliği yapmıştır. 54 www.bolsohays.com. 55 Feridun Frik, Cumhuriyet Devri Sağlık Hareketleri (1923-1963) 40 Yıl, İstanbul 1963, s.67. 56 Hastahanelerin Cumhuriyet dönemindeki durumları hakkında bilgi için bkz. İstanbul Balıklı Rum Hastahanesi İç Hizmet ve Vazifeler Talimatnamesi, İstanbul 1937; Frik, a.g.e., s.62-64; Şehsuvaroğlu, İstanbul’da 500 Yıllık Sağlık Hayatımız, İstanbul 1953, s.134 vd.; İstanbul İl Yıllığı 1973, s.434-435. Bildirimizle doğrudan veya dolaylı ilgili olup atıf yapılmayan diğer araştırmalardan bazıları şunlardır: Tarih Boyunca Türklerin Ermeni Toplumu İle İlişkileri Sempozyumu, Erzurum 8-12 Ekim 1984; Aykut Kazancigil, Tıp Fakültesi Tarihçesi (Mir’at-ı Mekteb-i Tıbbiye), İstanbul 1991; Yusuf Oğuzoğlu, “Osmanlı Şehirlerinde Sağlık Hizmetleri”, IV. Türk Tıp Tarihi Kongresi 18-20 Eylül 1996; Erdem Aydın, “Cumhuriyet Döneminde Sağlık Örgütlenmesi”, Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları, S. V, İstanbul 1999, s.141-172; Hikmet Özdemir, Salgın Hastalıklardan Ölümler (1914-1918), Ankara 2005, s.77-113: “Karantinadan Savaş Ekonomisine”, Esin Kahya, Ayşegül D. Erdemir, Bilimin Işığında Osmanlıdan Cumhuriyete Tıp ve Sağlık Kurumları, Ankara 2000, s.251; Süleyman Yeşilyurt, Ermeni, Yahudi, Rum Asıllı Milletvekilleri, Ankara 2005; Nejat Göyünç, Türkler ve Ermeniler, Yayına Hazırlayan Kemal Çiçek, Ankara 2005. 1 Temmuz 2001’de aramızdan ayrılan ve bilim dünyasında tarafsızlığı asla tartışılmamış olan merhum 381 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Prof. Dr. Nejat Göyünç’ün en son kitabı olması, esere ayrı bir önem kazandırmaktadır. Ayrıca, Türklerle Ermeniler arasındaki kültürel etkileşim konularını tasnifli bir şekilde ele alan en değerli eserlerdendir. Bu tasniflerin tamamını ve tasnifleri toplu olarak, diğer eserlerde bulmak güçtür. Eserde, 4. bölüm tamamen bu tasnife ayrılmıştır. Şöyle ki: A) Lisan Alanında Türk-Ermeni Alış-Verişi, Etkileşim (s.117), B) Türk Edebiyatının Ermeni Edebiyatı Üzerindeki Tesirleri (s.120) 1. Şâir Âşug’ların (Âşık) Eserleri, 2. Edebî Eserler, 3. Ermenilerin Yaptıkları Çeviriler, 4. Gazete ve Süreli Yayınlar, 5. Mezar Taşları, C) Musiki Alanında Türk-Ermeni İlişkileri (s.125), D) Sahne Sanatları Alanındaki İlişkiler, Tesirler (s.130), E) Mimarlık Alanındaki İlişkiler (s.131), F) Avrupa’ya Türk Kültürü Taşıyıcısı Olarak Ermeniler: Ermeni tüccarlarının XIX. yüzyılda İzmir’de İran mallarında, özellikle ipekli ticaretinde bir tekel oluşturdukları, Erzurum-Tokat-Sivas-Ankara üzerinden gelen kervanları denetledikleri, başlıca rakiplerinin de Türk tacirler olduğu bilinmektedir. Kültürler ticaret yolu ile veya seyahatler sonucu birbiriyle kaynaşmaktadır. Türk kahvesinin Viyana’ya Ermeniler tarafından tanıtılması da ticaret yolu ile kültür alışverişinin tipik bir örneğidir (s.132). Böyle bir tasnifi kapsayan, hatta sağlık konusunu da sempozyumun çalışma alanlarına ekleyen editörler kurulunu içtenlikle kutluyorum. Sağlık Alanında Türk-Ermeni İlişkileri başlığını taşıyan bildirimizin, tıp konusunda sempozyumun (EUSAS-1) tek bildirisi olmasından dolayı da ayrıca mutluluk duyuyoruz. 382 MARAŞ ERMENİLERİ’NDE EĞİTİM-ÖĞRETİM FAALİYETLERİ Okt. Nejla GÜNAY Gazi Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölümü E-mail: ngunay@gazi.edu.tr; Tel: 0 312 202 28 98 Özet Bu çalışmamızda: Maraş Ermenileri’nin eğitim-öğretim faaliyetlerinin tarihçesi; şehirde Ermeniler tarafından açılmış olan cemaat okulları, okulların öğrenci sayıları, programları ve öğretmenleri; Bu okulların dinî karakterleri (Gregorian, Katolik ya da Protestan olmaları) ve şehirde bulunan aynı seviyedeki Müslüman okulları ile karşılaştırılmaları; Ermenilerin eğitim gördüğü diğer devletlere ait müesseseler ve bu müesseselerin faaliyet alanları, öğrenci sayıları, finans kaynakları, ders programları, amaçları, Maraş halkı ile ilişkileri misyonerlik faaliyetleri çerçevesinde değerlendirilecektir. Ayrıca Ermenilerin eğitim gördükleri tüm okulların diğer şehirlerdeki Ermeni okulları ile bağlantıları ve eğitim gören Ermenilerin hangi iş ve meslek kollarında çalıştıkları üzerinde durulacaktır. Okt. Nejla GÜNAY Giriş Osmanlı Devleti; sağlık, sosyal güvenlik, yardımlaşma, dinî işler ve nüfus idaresi alanlarında olduğu gibi, eğitim sahasında da gayrimüslim toplulukları serbest bırakmıştı. Çünkü eğitim faaliyetlerini din ve mezhep imtiyazlarının bir parçası olarak görmekteydi. Gayrimüslimler mabetlerini idare ettikleri gibi mekteplerini de cemaat teşkilâtları vasıtası ile kurup işletmekteydiler. Her cemaatin mabetleri yanında, bunlara bağlı okulları da vardı. Bu okullardan eğitimin ilk kademesinde yer alan okullar, mahallî cemaatler; orta dereceli okullar ile öğretmen yetiştiren okullar ise millet teşkilâtları tarafından yönetilmekteydi. Her kilise, dinî liderlerinin denetimi ve gözetimi altında gerçek birer eğitim kurumu halinde hizmet görüyordu. Kiliselerin yanında açılan okullar, genellikle ilkokul seviyesinde idi1. Okulun masrafı kilise gelirlerinden veya yapılan bağışlardan karşılanmaktaydı2. Osmanlı topraklarında bulunan gayrimüslim tebaaya ait olan okulların menşeini Bizans İmparatorluğu’na kadar götürmek mümkündür. Bizans Devleti, hem yeni müttefikler elde etmek hem de ekonomisini güçlendirmek amacı ile Venedik, Cenova, Pizza gibi Latin Şehir Devletleri’ne çe1 2 Bu duruma örnek olarak Bkz. Maraş’ın Zeytun kazasına bağlı Fırnıs nahiyesinde kilisenin yanında açılan okul ve planı için bkz. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.A.Res., Belge No: 109/69. Bilal Eryılmaz, “Azınlık Okulları”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayını, 3. Baskı, İstanbul 1995, s.212. 387 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şitli imtiyazlar vermiş, hatta onların İstanbul’da, ayrı ayrı mahalle, çarşı ve ticaret kolonileri açmalarına müsaade etmişti3. Daha sonra gerçekleşen Haçlı Seferleri sonucunda, 1204 yılında İstanbul’da bir Latin Krallığı kuruldu. Bu da Bizans topraklarında bir Latin topluluğunun oluşmasına zemin hazırladı4. İstanbul’un, 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesi ile Osmanlılar, İstanbul ve taşrada yaşayan gayrimüslim cemaatlerle ilgili düzenlemeler yaptı. Fatih, ilk olarak Latinlere verdiği hakları daha sonra diğer gayrimüslim cemaatlere de bahşederek onları ayrı ayrı tanıdı ve çeşitli dinî özgürlükler verdi. Bu cemaatler arasında Ortodoks Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Latin Katolikler vardı5. Ferman, Latin topluluklarının işlerine bakacak bir teşkilât kurulması hakkını da tanımaktaydı. Latinler bu haklardan yararlanarak teşkilâtlandılar ve kendilerine bir cemaat vekili seçtiler. Latin cemaat vekilinin unvanı Vekil-i Millet-i Reâya-ı Latin idi. Vekil bu unvanı taşıyan bir mühür kullanıyordu. Emrinde de Vekil-i Mahalle-i Galata Millet-i Latin unvanını kullanan bir yardımcısı vardı. Osmanlı Devleti içerisinde teşkilâtlanan Latin topluluk, ibadetleri ile beraber âdetlerini de devam ettirmek amacını taşımaktaydı. Bu yüzden din adamı yetiştiren seminer okulları açtılar. Daha sonra bu okullara örgün eğitim-öğretim veren bir kimlik kazandırdılar. 1583’te İstanbul’a gelen Cizvitler, birer öğretim kurumu olan gayrimüslim okullarını açmaya başladı6. İstanbul’da ve Anadolu’da yerleşen Latin topluluk, buralarda kendi mezhepleri olan Katolikliği yaymaya çalışmakta idi. Özellikle de bölge Hıristiyanlarını, meselâ Ermenileri kendilerine hedef kitle olarak belirledi. Papa XXII. Jean (1316-1334) zamanında, Dominicain misyonerleri Ermeniler arasında propaganda faaliyetlerinde bulundular. Bunun sonucu olarak bazı Ermeniler, Katolik mezhebini kabul ettiler ve 1328’de Birleşmiş Kardeşler (Freres Unis veya Uniates) tarikatını kurdular7. Türkiye deki Katolik Ermenilerin menşeini bu tarikât üyeleri oluşturmakta idi. Ancak, misyonerler ile Ermenilerin farklı diller konuşmaları 3 4 5 6 7 İlknur Polat Haydaroğlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ocak Yayını, Ankara 1993, s.4. Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çeviren Fikret Işıltan, TTK Yayını, Ankara 1999, s.390-395. Haydaroğlu, a.g.e., s.5. Haydaroğlu, a.g.e., s.6. Nurettin Polvan, Türkiye’de Yabancı Öğretim, C.I, İstanbul 1952, s.55. 388 Okt. Nejla GÜNAY aralarında iletişim sıkıntısı yaşanmasına sebep olmakta idi. Papa XXII. Jean, hem bu sıkıntıyı gidermek hem de Ermenilerin Katolik mezhebinin gereklerini yerine getirmelerini sağlamak amacıyla Latince öğretecek okullar açtı. Bu şekilde misyonerler bir taraftan yerli halkın dilini öğrenmeye çalışırken, bir taraftan da Roma Kilisesi’nin genel dili olan Latince’yi öğretmeye çalışacaklardı8. Ermeni eğitim sisteminin oluşmasını; Venedik, Etmidtzian ve Moskova gibi Ermeni kültürünün gelişip yayıldığı odakların varlığı da etkiledi. Özellikle Venedik’te, Saint Lazar adasında, Mekhitaristler ortaya çıktı. Tarikatın kurucusu olan Abbot Mekhitar, XVII. yüzyılın sonlarına doğru Sivas’ta doğdu. Genç yaşında din adamı oldu. Mekhitar, Ermeni Patrikliği ile Roma Kilisesi’ni birleştirerek Ermenilere koruma sağlamak istiyordu. Daha sonra İstanbul’a gelen Mekhitar burada ilk kitabını bastırdı. İstanbul’da rakiplerinin saldırılarından bunalınca Venediklilerin elinde bulunan Modon’a gitti. Venedikliler, Mekhitar öğrencilerini himaye ettiler. Ancak Modon’un Osmanlıların eline geçmesi ile Mekhitar rahipleri Venedik’e geçtiler. 1715 yılında Venedik Senatosu’ndan Saint Lazar adasının kendilerine verilmesini sağlayan bir karar çıkarttılar. Adayı imar ederek bir dinî merkez haline getirdiler. Böylece 1740 yılında dinî ve ilmî müesseselerin kurulması tamamlanmış idi. Latin tesiri altında olan Mekhitaristler, Avrupa’da yayımlanan önemli eserleri Ermenice’ye çevirdiler ve kendi matbaalarında basarak Ermeni dünyasına dağıttılar. Saint Lazar’ı bu işin merkezi haline getirdiler. Abbot Mekhitar öldükten sonra, burada kurulan Saint Lazar Akademisi ve matbaasının yönetimi, İstanbullu Ermeni ilim adamlarından Melişor’un eline geçti. 1773’te Mekhitaristler arasında çıkan uzlaşmazlık sonucu içlerinden bazıları Trieste’de ayrı bir grup kurdular. Burasını Napolyon’un istila etmesinden sonra bir grup 1811’de Viyana’ya taşındı. Venedik ve Viyana’daki bu iki merkezde Avrupa dillerinden Ermenice’ye çeviriler yapıldı. Ermeni millî bilincini oluşturmakta etkili olan eski Ermeni eserleri yayımlandı9. Hazırladıkları Ermeni diline ait olan Saint Lazar Kâmusu Ermeni uyanışına büyük katkı yaptı. Bu çalışmalar sonucunda Viyana merkezi 1825’te Pangaltı’da erkekler için bir okul açtı10. 8 9 Polvan, a.g.e., s.56. Bu yönde yazılmış olan eserler ve konuları için bkz. Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul 1987, s.8. 10 İlhan Tekeli-Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK Yayını, 2. Baskı, Ankara 1999, s.35. 389 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Osmanlı Devleti içindeki Ermeni okulu sayısının artması ve bunların bir eğitim sistemi geliştirmeleri XVIII. yüzyıla kadar sürmekle beraber bu kurumlar XIX. yüzyılda yaygınlaştı. Ermeni yazar Azadyan’ın raporuna göre İstanbul’un fethinden XVIII. yüzyıla kadar okul denebilecek müessese çok az olmakla beraber belli kişiler, belli süreler içerisinde kilise veya başka mekânlarda Ermeni çocuklarına eğitim vermekteydi11. Örneğin XV. yüzyılda Bitlis dolaylarında Amlorti adı verilen manastırda bir de mektep kurulmuştu ve burada ilâhiyattan başka felsefe ile mantık dersleri de okutulmaktaydı12. 1707’de Etmidtzian Manastırı’ndan İstanbul’a gelen rahip Asvazadur, beraberinde Ermenice gramer kitabı getirdi13. Ermeni eğitim sisteminin gelişiminde dönüm noktası, Amira Şinork Mıgırdıç Miricanyan’ın 1790 yılında devletten izin alarak, ilk resmî okulu Kumkapı, Fıçıcı sokağında açması oldu. Kumkapı okulu gramer eğitimi vermesiyle diğer okullardan ayrılıyordu. 1803-1812 yılları arasında İstanbul’un tüm semtlerinde ücretsiz eğitim yapan Ermeni cemaat okulları açıldı.1824 yılında Patrik Karabet, Kumkapı’daki okulu himayesine alarak programını değiştirdi. Türkçe eğitimine ağırlık vererek burayı bir yüksekokul haline getirdi14. XIX. yüzyılın başlarında, İstanbul’da bulunan Ermeni cemaatine ait tüm okullarda aynı ders programı uygulanmakta idi. Söz konusu program şu şekilde idi15: 1-Ermenice: Alfabe, Kıraat, Dinî Kıraat. 2-Din: Hıristiyanlığın Esasları, Dualar, İlâh. 3-Yazı: Alfabe (sıra yazı), Ermenice ve Türkçe Yazı. 4-Hesap ya da Rakam: Türkçe işlenirdi ve dörde ayrılırdı. a-Kara Cümle b-Çıkma c-Zarb d-Taksim Patrik Karabet, 10 Temmuz 1824 tarihinde Anadolu’ daki Ermeni cemaatine bir genelge göndererek, her cemaatin okul açmasını istedi16. Erme11 12 13 14 15 16 Osman Ergin, Türk Maarif Tarihi, C. 1-2, İstanbul 1977, s.750-751. Ergin, a.g.e., s.750. Tekeli-İlkin, a.g.e., s.36. Tekeli-İlkin, a.g.e., s.36. Ergin, a.g.e., s.752. Ergin, a.g.e., s.753. 390 Okt. Nejla GÜNAY niler, hızla okullaşmanın yanı sıra, dış ilişkilerini de hızla artırmaktaydılar. 1810’da Paris’teki Yaşayan Diller Okulu’na, 1816’da Moskova’da kurulan Lazaryan Enstitüsü’ne, 1823’te Tiflis’te kurulan Nersesyan Semineri’ne öğrenci göndermeye başladılar17. Ermenilerin eğitim anlayışlarını, 1830 yılında hazırladıkları nizamnamenin bazı kısımlarından anlamak mümkündür. Bu nizamnamenin bazı maddelerine göre; Öğretmenler, öğrencileri dayakla değil, sözle eğitmelidir ve dayağın her çeşidi yasaktır. Öğretmenler, misafir kabul etmekle, birisi ile konuşmakla vakit kaybetmeyip, öğrencilerin dersleri ile ilgilenmelidirler. Yine bu belgede yer alan, aşağıdaki ilke, Ermenilerin de Rumlar gibi dilin, varlıklarını ve benliklerini korumadaki önemini çok iyi anladıklarını gösterir; Öğretmenler, öğrencilerin yalnızca Ermenice konuşmasına ve başka dilde kelime kullanmamasına özel bir önem vermelidirler18. Bundan sonra Anadolu’da bulunan Ermeni okullarının sayıları hızla arttı. 1834 yılında Ermeni Patrikhanesi tarafından yapılan bir istatistiğe göre; Anadolu’nun çeşitli yerlerinde 120 Ermeni okulu bulunmakta idi. Ermeni yazar Azadyan’ın anlattıklarından, bu tarihte Maraş’ta da en az bir Ermeni okulunun olduğu sonucunu çıkarmak mümkündür19. XIX. yüzyıl ortalarından itibaren Ermeniler, Maraş’ta da kendi cemaat okullarını kurmaya başladılar. Maraş Ermenileri arasında Gregorian20, Katolik ve Protestan mezheplerini benimsemiş olanlar vardı. Her cemaatin, kendi kilisesinde açılan bu okullar; iptidaî denilen ilkokul, rüştiye adı verilen ortaokul ile idadî olarak adlandırılan ve yüksek okullara talebe yetiştirmeyi amaçlayan okullar şeklinde derecelendirilmişti21. Maraş’ta bulunan Ermeni okullarından birçoğunun kuruluş tarihi belli olmamakla birlikte 1899 yılında her üç Ermeni cemaatine ait olarak 14 ilkokul vardı. Bu okullardan dördü Gregorian, biri Katolik, geriye kalan dokuzu da Protestan Ermenilere aitti. Gregorian okullarının biri erkek, üçü karmaydı. Protestan okullarının da biri erkek, biri kız, diğerleri ise karmaydı. Katolikler’in sahip oldukları okulda da karma eğitim verilmek- 17 M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1990, s.10. 18 Yahya Akyüz, Türk Eğitim Tarihi-Başlangıçtan 1999’a, 7. Baskı, İstanbul 1999, s.88. 19 Ergin, a.g.e., s.753. 20 Osmanlı kaynakları bu cemaat için sadece Ermeni ifadesini kullanmaktadır. 21 Bayram Kodaman, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, TTK Yayını, Ankara 1999, s.66, 91, 114. 391 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER teydi22. İlkokul seviyesindeki bu okullarda toplam 1 972 öğrenci okumaktaydı. Bunların 1 202’si erkek, 770’i kız öğrenciydi. Öğrenci sayısının cemaatlere göre dağılımı ise şöyle idi: Gregorian cemaatinin 4 okuluna giden toplam öğrenci sayısı 333’ü erkek, 75’i kız olmak üzere 408 idi. Katolik okulunda 15 erkek, 20 kız olmak üzere toplam 35 öğrenci vardı. Protestanlar’a ait olan 9 okulda öğrenim gören 1 529 öğrencinin 854’ü erkek, 770’i kızlardan oluşuyordu23. Burada son derece ilginç bir durum ortaya çıkmaktadır. Şöyle ki, 1899 yılında Maraş’ta yaşayan Ermeni cemaatlerinin nüfus yapıları şu şekildeydi: Gregorian Ermeniler; 4 655’i erkek, 4 669’u kadın olmak üzere toplam 9 324 kişi idiler. Katolik Ermeniler; 1 571 erkek, 1 712 kadın olarak toplam 3 283 kişilik bir nüfusa sahiptiler. Protestan Ermeniler ise 1 354 erkek, 1 540 kadın, toplam 2 894 kişi ile nüfusu en az olan cemaatti24. Bu durumda toplam Protestan nüfusun % 52.83’lük kısmı ilkokullarda eğitim görmekteydi. Bu durum Protestan Ermenilerden birçoğunun genç oldukları izlenimini vermektedir. Gregorian Ermenilerin ilkokula gidenleri nüfuslarına oranlandığında % 4.3’lük bir sonuç ortaya çıkar. Katolik Ermenilerin ilkokula gidenleri % 1 civarındadır. Genel olarak Ermenilerin, özellikle XIX. yüzyılda eğitime verdikleri önem düşünülürse, bilhassa son iki cemaatin kendi okulları dışında çeşitli devletler tarafından açılmış olan okullara ya da Protestan okullarına devam etmiş olabilecekleri ihtimali vardır. Nitekim aynı yıl, Fransa’ya ait olan Katolik okuluna devam eden öğrenci sayısı 145 erkek, 110 kız olmak üzere toplam 255 idi25. Bu öğrencilerin tamamının Katolik olduğu varsayılırsa, ilkokula giden Katolik Ermenilerin nüfuslarına oranları % 8.8’dir. Bu durumda 1899 yılında, Maraş Ermenileri’nin eğitim durumları kendi içlerinde değerlendirildiğinde, Protestanlar’ın nüfusça diğerlerinden daha az olmalarına rağmen, hem okul hem de öğrenci sayısı bakımından diğer cemaatlere göre daha gelişmiş oldukları görülür26. 1899 yılında ilkokuldan sonra gidilen rüştiyelerin toplamı yedi idi. Bunların ikisi Gregorian, beşi de Protestan mezhebindeki Ermenilere ait22 23 24 25 26 1317/1899 Tarihli Maarif Nezareti Sâlnamesi (MNS), s.1128-1131. 1317/1899 Tarihli MNS, s.1128-1131. 1317/1899 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnamesi (HVS), s.327. 1317/1899 Tarihli MNS, s.1130-1133. Vital Cuinet, 1890’lı yıllarda Maraş’ta Katolik öğrenci ve okul sayısının diğer cemaatlere göre daha fazla olduğu, Katoliklerin mezhep ve millet ayrımı yapmaksızın öğrenci kabul ettikleri, hatta Protestan okullarının çok az olduğu ve bu okulların daha az öğrenci kabul ettikleri kanaatindedir. Bkz. La Turquıe D’asıe, C.II, İstanbul 2001, s.95. 392 Okt. Nejla GÜNAY ti27. Katolikler ise Fransa himayesindeki rüştiye okuluna devam ediyordu28. Gregorian Ermenilerine ait olan rüştiyelerden biri sadece erkekler içindi ve 60 öğrencisi vardı. Diğerinde ise 60 erkek ve 32 kız olmak üzere 92 öğrenci kayıtlıydı. Protestan rüştiyelerinin tamamında karma eğitim verilmekteydi. Bu okullarda 347 erkek, 287 kız olmak üzere toplam 634 öğrenci bulunuyordu29. Katolikler’e ait rüştiye olmamakla beraber, Fransız Katolik rüştiyesinin 50 erkek, 40 kız toplam 90 öğrencisi vardı30. Buna göre, Maraş’taki Ermeni rüştiyelerine giden 876 Ermeni öğrenci varken aynı yıl şehirdeki Müslümanların tek rüştiyesinde 95 öğrenci okumaktaydı31. 1899 yılında tutulan kayıtlara göre idadî derecesinde iki okul vardı. Bunlardan ilki Divanlı mahallesinde, Protestanlar tarafından açılmış olanıdır ki 24 erkek, 28 kız öğrencisi vardır. Diğeri Amerikalıların 188332 yılında açmış oldukları ve 54 öğrencisi olan kız kolejidir33. 1900 yılında Osmanlı Devleti tarafından tutulan kayıtlardan, rüştiye ve idadî sayısının daha çok olduğu anlaşılmaktadır. Bu okullarla ilgili olarak dikkati çeken diğer husus, okulların tamamının kız ya da erkekler için açılmış olmasıdır. Öte yandan bu okulların kuruluş tarihleri de bellidir. Buna göre; Ermeni Gregorianlara ait olan ve Kapancıyan adlı kişi adına ruhsat alınan 5 rüştiye ve 1 idadî vardı. Rüştiyelerden 4’ü erkek ve 1’i kızlar içindi34. Bu okulların hepsi 1846 yılında açıldı. Açıldıklarında ruhsatsız olan bu okullara 1896 yılında ruhsat verildi. Gregorian erkek rüştiyeleri 129, kız rüştiyeleri 23 öğrenciye sahipti.1873 yılında açılan Protestan erkek rüştiyesinin 36, kız rüştiyesinin 43 öğrencisi vardı. Bu okullara da 1896 yılında ruhsat verildi35. 27 28 29 30 31 32 1317/1899 Tarihli MNS, s.1128-1131. 1317/1899 Tarihli MNS, s.1130-1131. 1317/1899 Tarihli MNS, s.1128-1131. 1317/1899 Tarihli MNS, s.1130-1131. 1317/1899 Tarihli MNS, s.1111. Bazı kaynaklar bu okulun açılış tarihinin 1882 olduğunu kabul etmektedirler. Bkz. Uygur Kocabaşoğlu, Anadolu’daki Amerika-Kendi Belgeleriyle 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2000, s.61. 33 1317/1899 Tarihli MNS, s.1132-1133. 34 1318/1900 Tarihli MNS, s.1268-1269. 35 1318/1900 Tarihli MNS, s.1268-1269. Ermeni rüştiyelerinden ikisinin 1163 yılında kurulduğu kayıtlı ise de doğrusu 1263 olmalıdır. 393 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Protestan Ermeniler, 1862 yılında açtıkları, Darü’l-Feyz adındaki idadîden36 başka, 1888 yılında kızlar için bir idadî daha açtılar. Bu okulun 41 öğrencisi vardı. Bir yıl sonra bir de erkek idadîsi açtılar. Bu okulda 40 öğrenci kayıtlıydı37. Maraş’ta, ne zaman kurulduğu kesin olarak belli olmayan ve Fransa himayesinde, Teresanta Rahipleri tarafından idare edilen bir idadî daha vardı. Kız-erkek karma olarak eğitim verilen bu okulda, 1898 yılında 65 erkek, 48 kız ders görmekteydi38. 1900 yılında 60 erkek, 50 kız öğrencisi vardı39. 1903 yılında ise toplam 102 öğrencinin 55’i erkek, 47’si kız idi40. 1869 yılında ilân edilen Maarif Nizamnamesi’nde, idadî okulları tarif edilirken, rüştiyelerden mezun olan müslim ve gayrimüslim çocukların bir arada öğrenim yaptıkları yer ifadesi bulunmaktaydı41. Bu düzenlemeden sonra pek rağbet etmeseler de gayrimüslim öğrenciler de, Müslüman idadîlere gidebilmeye başlamışlardı. 1900-1901 öğretim yılında Maraş Mekteb-i İdadîsi’nde 110 Müslüman öğrenci ile birlikte eğitim alan 11 gayrimüslim öğrenci vardı42. Ermenilerin bu kadar geniş eğitim faaliyetlerine karşı Müslümanların 1894 yılında 79 ilkokul, bir de rüştiye okulu vardı43. 1898 yılında, geleneksel eğitim anlayışını devam ettiren ve çeşitli mahallelerde açılmış olan 20 medrese vardı. Bu medreselerde toplam 183 öğrenci eğitim almaktaydı44. Maraş’ta yaşayan Müslümanlar, nüfus olarak Ermenilerin 3 katı olmalarına rağmen45, Ermenilerin ilk ve orta dereceli eğitimde Müslümanlardan daha önde oldukları görülmektedir. 1906 yılında, şehirde bulunan ilkokullar ve öğrenci sayıları şu şekilde idi: Protestanlara ait olan beş okulda 130 kız, 600 erkek toplam 730 öğren36 37 38 39 40 41 42 1316/1898 Tarihli MNS, s.1012. 1318/1900 Tarihli MNS, s.1268-1269. 1316/1898 Tarihli MNS, s.1016-1017. 1318/1900 Tarihli MNS, s.1270-1271. 1321/1903 Tarihli MNS, s.467. Bkz. Kodaman, a.g.e., s.115. 1321/1903 Tarihli MNS, s.457. Ancak, bu öğrencilerin Yahudi ya da Ermeni oldukları konusunda bilgi yoktur. Zira Maraş’ta, Ermeniler ile birlikte Yahudiler de vardı. Bunların 1900’deki sayıları 94 erkek, 113 kadın olmak üzere toplam 207 kişiydi. Bkz. 1318/1900 Tarihli HVS, s.343. 43 1312/1894 Tarihli HVS, s.269. Bazı kaynaklarda bu sayı 57 olarak verilmektedir. Bkz. Cuinet, a.g.e., s.94. 44 1317/1899 Tarihli MNS, s.1118-1121. 45 Maraş’ta, 1898 yılında, 39 968 Müslüman, 3 283 Ermeni Katolik, 9 324 Ermeni Gregorian, 2 894 Protestan nüfus bulunuyordu. Bkz. 1316/1898 Tarihli HVS, s.304-305. 394 Okt. Nejla GÜNAY ci vardı. Gregorian Ermenilere ait olan yedi okulda 225 kız, 335 erkek olmak üzere toplam 560 öğrenci eğitim almaktaydı. Katolikler’e ait olan kız okulunda 100, erkek okulunda 200 öğrenci bulunmaktaydı46. Buna karşılık aynı yıl çeşitli mahallelerde bulunan 1’i kız olmak üzere, 10 Müslüman ilkokulunda okuyan toplam 530 öğrenci varken bunlardan sadece 50’si kız okuluna kayıtlıydı47. 1906 yılında daha önce bahsettiğimiz cemaatlerin okullarına ilâveten, Çukuroba mahallesinde, 3 Latin48 okulu ile Şekerli mahallesinde bir Yahudi okulu açıldı. Latinlerin rüştiye seviyesindeki okulunda, 50 erkek öğrenci vardı. Kızların eğitim gördüğü ilkokul seviyesindeki 2 Latin okulunda 75’erden toplam 150 öğrenci vardı. Yahudi okulunun da 75 erkek öğrencisi bulunuyordu49. 1908’de, tüm Ermeni ilkokullarının 350 kız, 950 erkek öğrenci olmak üzere toplam 1 300 öğrencisi vardı. Müslüman ilkokullarında ise öğrenci sayısı, 10 erkek öğrencinin eklenmesi ile 540 olmuştu50. Aynı yıl Latin ilkokulları kapatıldı. Daha önce var olan Abarabaşı mahallesindeki Latin erkek rüştiyesinin yanına bir de Latin kız rüştiyesi açıldı. Erkek rüştiyesinde 100, kız rüştiyesinde 150 öğrenci vardı. Daha önce 75 olan Yahudi okulunun öğrenci sayısı 25’e indi51. 29 Mart 1863’te Ermeni Patrikliği Nizamnamesi yayımlandı. Buna göre 140 kişilik bir genel meclis oluşturulacaktı. Bu meclis, İstanbul ve Kudüs Patrikleri’ni ve 20 kişilik lâik ve 14 kişilik ruhanî meclisi seçecekti. Dinî meclis dogma, dinî eğitim ve rahiplerin atama ve onaylama işlerinden; sivil meclis ise eğitim, hastane millet malları, bütçe, adalet vb. işlerden sorumlu idi. Her iki meclis de tüm kontrolü elinde tutan genel meclise bağlı idi52. Böylece dinî ve dünyevî işleri birbirinden ayıran Ermeni cemaati, eğitim işlerini de özel bir statüye kavuşturdu ve maarif komisyonu kurdu. 46 1324/1906 Tarihli HVS, s.459. 47 1324/1906 Tarihli HVS, s.458-459. 48 1905 yılında Maraş’ta daha önceki kayıtlarda yer almayan 884 kişilik bir Latin nüfus ve onlara ait ait bir de kilise vardır. Bkz. 1323/1905 Tarihli HVS, s.461, 469. 49 1324/1906 Tarihli HVS, s.459. 50 1326/1908 Tarihli HVS, s.452. 51 1326/1908 Tarihli HVS, s.452. 52 Gülnihal Bozkurt, Alman ve İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914), TTK Yayını, Ankara 1996, s.181-182. 395 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu komisyon, bütün Ermeni okullarında uygulanmak üzere eğitimin nasıl olacağına dair bir genelge yayımladı53. 1893 yılından itibaren, İstanbul ve Anadolu’da bulunan bütün Ermeni okulları aynı programı uyguladılar ve bu durum Cumhuriyet’in ilânına kadar devam etti. Yine 1893 yılında, Ermeni maarif komisyonu, Maarif Nezareti’nin izni ile yeni metotlara göre okul kitapları bastı. Düzenlenen eğitim programı; 7-9, 9-11, 11-13 yaşlarındaki öğrencilere gösterilecek dersleri ayrıntılı bir şekilde ortaya koymuştu54. Ermenilerin açmış oldukları okulların giderleri; kurmuş oldukları vakıflar aracılığı ile kendi cemaatleri tarafından ya da cemaat tarafından kabul edilebilir olmaları şartı ile bazı şahısların yardımları ile karşılanmaktaydı55. Vakıfların idaresi genellikle kiliselerin elindeydi. Kilise vakıflarının gelir getiren çeşitli mülkleri arasında dükkânlar ve bazı binalar önemli yer tutmaktaydı. Maraş’ta, 1902 yılında, Ermeni Katolik Kilisesi’nin himayesindeki vakıf, Serpiskopos Muratyan Ohannes Efendi tarafından idare edilmekteydi56. Öte yandan cemaatin zengin ve ileri gelen kişileri, kendi cemaatlerine ait okulların masrafları için aidat ödemekte idiler. 1905 yılında vefat eden Maraş Ermeni Katolik cemaatinin önde gelen isimlerinden Hırlakyan Kiforok Efendi’nin Maraş Ermeni Kilisesi’nce onaylanan vasiyetnamesinde, senede 5 kez, Maraş’ta bulunan kız ve erkek okullarının masraflarına karşılık, dönemin piskoposu emrine, 350 Osmanlı lirası verilmesi hususu yer almakta idi57. Zaman zaman Osmanlı Devleti de Ermeni okullarına yardım etmekte idi. Özellikle, Padişahlar; cülus yıldönümleri, doğum günleri gibi özel günlerde, okulların tamiri ya da yeni bir bölüm eklenmesi gibi düzenlemeleri üstlenebildikleri gibi para yardımında da bulunuyorlardı58. Ermeni okulları için özel toplantılar düzenlemek de başka bir gelir kaynağı idi. Meselâ, İstanbul’da Ermeni okullarına gelir sağlamak için 1892 yılında büyük bir balo düzenlenmişti59. 53 54 55 56 Ergin, a.g.e., s.758. Ergin, a.g.e., s.759. Cuinet, a.g.e., s.95; Vahapoğlu, a.g.e., s.70. Mehmet Kabacık, 230 Numaralı Maraş Şer’iye Sicili, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş 1996, s.52 (Belge No: 5, s.11). 57 Şevki Karabekiroğlu, 234 Numaralı Maraş Şer’iye Sicili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş 1999, s.124 (Belge No: 110). 58 Haydaroğlu, a.g.e., s.75. 59 BOA, İ.DH., Belge No: 99698 (1309.Ş.02). 396 Okt. Nejla GÜNAY Cemaatlerin eğitim ile ilgili birimleri vardı. Bu birimler, okulların ders programlarını yapmakta ve hatta öğrencilerin diplomalarını vermekteydi. Aynı zamanda öğretmenleri de bu birimler belirlemekteydi60. 60 Eryılmaz, a.g.m., s.213. 397 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi; Y.A.Res., Belge No: 109/69; İ.DH., Belge No: 99698 (1309.Ş.02). Maarif Nezareti Sâlnamesi; Tarih: 1316/1898, 1317/1899, 1318/1900, 1321/1903 Halep Vilâyeti Sâlnamesi, Tarih: 1312/1894, 1316/1898, 1317/1899, 1323/1905, 1324/1906, 1326/1908 Tetkik Eserler Eryılmaz, Bilal, “Azınlık Okulları”, Osmanlı Ansiklopedisi, Ağaç Yayını, 3. Baskı, İstanbul 1995. Haydaroğlu, İlknur Polat, Osmanlı İmparatorluğu’nda Yabancı Okullar, Ocak Yayını, Ankara 1993. Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Çeviren Fikret Işıltan , TTK Yayını, Ankara 1999. Polvan, Nurettin,Türkiye’de Yabancı Öğretim, C.I, İstanbul 1952. Uras, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, 2. Baskı, İstanbul 1987. Tekeli İlhan, Selim İlkin, Osmanlı İmparatorluğu’nda Eğitim ve Bilgi Üretim Sisteminin Oluşumu ve Dönüşümü, TTK Yayını, 2. Baskı, Ankara 1999. Ergin, Osman, Türk Maarif Tarihi , C. 1-2, İstanbul 1977. Vahapoğlu, M. Hidayet, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1990. Akyüz, Yahya, Türk Eğitim Tarihi-Başlangıçtan 1999’a, 7. Baskı , İstanbul 1999. Kodaman, Bayram, Abdülhamit Devri Eğitim Sistemi, TTK Yayını, Ankara 1999. Cuinet, Vital, La Turquıe D’asıe, C.II, İstanbul 2001. Kocabaşoğlu, Uygur, Anadolu’daki Amerika-Kendi Belgeleriyle 19. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Amerikan Misyoner Okulları, Arba Yayınları, 3. Baskı, Ankara 2000. Bozkurt, Gülnihal, Alman ve İngiliz Belgelerinin ve Siyasî Gelişmelerin Işığı Altında Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu (1839-1914) , TTK Yayını, Ankara 1996. Kabacık, Mehmet, 230 Numaralı Maraş Şer’iye Sicili, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş 1996. Karabekiroğlu, Şevki, 234 Numaralı Maraş Şer’iye Sicili, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Sütçü İmam Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kahramanmaraş 1999. 398 ERMENİ HARFLERİYLE TÜRKÇE METİNLER ÜZERİNE Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü E-mail: nozkan@erciyes.edu.tr; Tel: 0 352 437 49 02-33258 Özet V. yüzyılda Mesrob Maşdots’un Ermenice’nin ses yapısına uygun olarak geliştirdiği Ermeni alfabesi, 38 harften meydana gelmektedir. Sayılar da aynı şekilde ayrı bir Ermeni sayı sistemiyle karşılanmaktadır. Ermenice telaffuz özelliklerine göre iki lehçeye ayrılır. Birincisi Anadolu’da yaşayan Ermenilerin kullandığı Türkçe-Ermenice olarak anılan ve XVIII. yüzyıldan itibaren Avrupa’da da tanınan lehçe, ikincisi ise bugün Kafkasya’da da kullanılan eski Ermenice’dir. Ermenilerin Türklerle ilk önemli teması Selçuklu döneminde XI. yüzyılda olmuş ve Ermeni Bagradit Devleti yıkıldıktan sonra, dağılan Ermeni topluluklarından bir bölümü Kırım’a yerleşmiştir. Bu bölgede Kıpçaklarla temas halinde olan bir grup Ermeni Gregorian mezhebini kabul eden Kıpçak Türkü ile kaynaşarak Ermeni harfleriyle Türkçe metinler yazmışlardır. Anadolu’da Osmanlı tebaası olarak yaşayan Ermeniler de XIV-XIX. yüzyıllar arasında Ermeni harfleriyle pek çok kitap, cönk ve süreli yayın ortaya koymuşlardır. Ayrıca âşıklık geleneği içinde eser veren âşuğlar da eserlerinden önemli bir bölümünü Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yazıya geçirmişlerdir. Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Türkler ve Ermeniler Türklerle Ermenilerin tarihî ilişkileri sanıldığından daha eskilere gitmektedir. Kafkasya, Türklerle Ermenilerin ilk buluşma ve yakınlaşma alanı olmuştur. III. yüzyılda Kafkasya’da İran’a başkaldıran Ermeniler, mücadeleyi kaybetmek üzere iken, bu topraklara yeni yerleşmekte olan Kıpçaklardan yardım istemişler ve I. Hozroy’un liderliğinde onların desteğiyle bağımsızlıklarını kazanmışlardır. Bu savaşın sonunda Kıpçaklar da Derbent’i ve Hazar Denizi’nin batı kıyılarını hakimiyetleri altına almışlardır. Ancak 297 yılında Roma İmparatoru Diojletianus, şartların hazır olduğunu görünce İran’a saldırmış ve önce İran’ı ardından Ermenistan’ı yakıp yıkmıştır. Bu felâketlerin ardından Ermeniler, inançlarının kurucusu kabul ettikleri Aziz Grigoriy’in kehanetiyle bir mucize beklentisi içine girmişlerdir. Beklenen mucize bir türlü gelmeyince Grigoriy’in torunu Grigoris’i Kıpçak hükümdarına göndermişler ve bir kez daha Kıpçaklardan yardım istemişlerdir. Kıpçak hükümdarı ile Grigoris’in görüşmelerinin ardından Kıpçaklarla Ermeniler arasında bir inanç beraberliği kurulmuştur. Kıpçakların yardımıyla Grigoris, 301 yılında Derbent’te ilk Hıristiyan kilisesini inşa etmiştir. Böylece Ermeni-Kıpçak ittifakıyla Kafkasya’da kökleşen Hıristi- 403 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yanlık, Konstantin döneminde Roma’da yayılmaya başlayan Hıristiyanlığı da büyük ölçüde etkilemiştir1. Bu yakın ilişkilerin bir sonucu olarak Ermenice MS IV. yüzyıldan itibaren Türkçe’den kelime almıştır. Aynı şekilde Ermenice’den de Türkçe’ye kelimeler girmiştir2. Kafkasya’da Gregorian Ermeni kimliğinin ortaya çıkmasında etkili olan Kıpçaklar, belli aralıklarla defalarca bu bölgeye gelmişler ve derin izler bırakmışlardır. XI. yüzyıla gelindiğinde Kıpçaklar bir kez daha Kafkasya’ya yayılmışlar ve özellikle Peçenek ve Uzlardan boşalan Kuban, Don ve Özü nehirleri istikâmetine yerleşmişlerdir3. Bu dönemde Gürcüler ve Ermenilerle yakın ilişkiler kuran Kıpçaklar, bölgedeki siyasî ve sosyal dengeler üzerinde etkili olmuşlardır. Hıristiyanlığı kabul eden Kıpçakların bir bölümü Gürcü Ortodoks Kilisesi’ne bir bölümü de Ermeni Gregorian Kilisesi’ne bağlanmıştır4. Böylece Gregorian Kıpçaklar ile Ermeniler arasında yeniden bir din ve kültür birliği kurulmuştur. XIII. yüzyılın ilk yarısında Suriye ve Mısır’da hüküm süren Memlûk Kıpçakları da, Eyyûbîler döneminde Kafkasya’dan bu bölgeye getirilen esirlerin çocuklarıdır. 1259 yılında Ayn Calut savaşında Baybars Moğol baskılarını kırarak Memlûk hakimiyetini kurmuştur5. Oğuz Türkleriyle Ermenilerin ilk karşılaşması ise XI. yüzyılda gerçekleşmiştir. 1064 yılında Selçuklular Ani’yi fethedince Ermeni Bagratlılar Devleti çökmüş ve Kuzeydoğu Anadolu’dan ve Doğu Karadeniz bölgesinden Ermeniler Karadeniz’in kuzeyine özellikle Kırım’a dağılmışlardır6. Ermeniler, bu kez de Kırım’da yaşayan Kıpçaklarla ve Kıpçak kültürü ile karşılaşmışlardır. 1 2 3 4 5 6 Murat Adji, Kıpçaklar (Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi), Çeviren Zeynep Bağlan Özer, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, Ankara 2002, s.157-210. Günay Karaağaç, Türk-Ermeni Dil İlişkileri, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, yıl:7, S.38, Mart-Nisan, Ankara 2001, s.967. Akdes Nimet Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Murat Kitabevi Yayını, Ankara 1992, s.72. M. Fahrettin Kırzıoğlu, Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, TTK Yayını, Ankara 1992, s.117-118, 136. Omeljan Pritsak, Kıpçakça, Tarihî Türk Şiveleri, Çeviren M. Akalın, TKAE Yayını, Ankara 1988, s.112. Mehmet Kutalmış, On the Armeno-Kipchak, Karadeniz Araştırmaları, S.2, Mayıs 2003, s.37. 404 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN XIII-XIV. yüzyıllara gelindiğinde bazı kaynaklarda Kırım, Armenia Manga (Ermeni adası), Kırım sahilleri Armanica maritima (Ermeni denizi) olarak geçmektedir. Ermeniler, özellikle Kefe, Solhat ve Sudak bölgelerinde yoğunlaşmışlardır. Bu şehirlerde Ermeniler ve Kıpçaklar arasında özellikle ticarî ilişkiler artmış ve Ermeniler, Kıpçak Türkçesi’ni önce kilise dili, ardından resmî dil olarak benimsemişlerdir7. Daha sonra değişik sebeplerle Ermenistan’ı terk eden bazı Ermeniler de özellikle Kırım ve Basarabya bölgelerinde Kıpçaklarla komşu olmuşlar ve Kıpçak Türkçesi’ni öğrenmişlerdir. Kıpçak Türkçesi’ konuşan Ermeni Gregorianlara bazı kaynaklarda Mankerman adı verilmiştir8. Kıpçak Türkçesi kullanan Ermenilerin bir bölümü 1280 yılından itibaren Ukrayna’nın batısında yer alan Kamenets ve Podolsk şehirlerine yerleşmişler ve daha sonra Polonya Ermenileri olarak tanınmışlardır9. Kamenets-Podolsk veya Polonya Ermeni cemaati, XIV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar Türkçe konuşmuş ve yazılı eserlerini Ermeni harfleriyle Türkçe olarak vermiştir. Ancak günümüzde bu Ermeniler Türk dilli olmaktan çıkmışlar ve Ukraynca, Rusça ve Lehçe konuşmaya başlamışlardır10. XI. yüzyılda Anadolu’yu vatanlaştıran Oğuz Türkleri ile Ermeniler arasındaki ilk ilişkiler Selçuklu döneminde başlamış, Osmanlı döneminde artarak devam etmiştir. Selçuklu şehirlerinde Ermeniler ticaret ve sanat erbabı olarak önemli roller üstlenmişler, Bizans döneminde dağınık durumda iken Selçuklu döneminde belli merkezlerde yoğunlaşmışlardır. İstanbul Ermeni Patrikliği Fatih döneminde açılmış, başka bölge ve ülkelerden Ermeniler İstanbul’a getirilmiş ve Ermenilere her alanda önemli ayrıcalıklar verilmiştir. Şehirlerde çok faal bir hayat yaşayan Ermeniler ortak dil olan Türkçe’yi, hatta yaşadıkları bölgelere göre Arapça, Farsça, Kürtçe gibi diğer dilleri de öğrenmişlerdir11. Hatta Müslüman Türklerin çoğunluğu oluşturduğu İstanbul ve Batı Anadolu’daki büyük kasaba ve 7 8 Kutalmış, On the Armeno-Kipchak, s.39. Gülnisa Aynakulova, “Gregorian Kıpçaklar’a Dair”, Belleten, C.69, S.256, Aralık 2005, s.830. 9 Pritsak, Ermeni Kıpçakçası, Tarihî Türk Şiveleri, Çeviren M. Akalın, TKAE Yayını, Ankara 1988, s.123. 10 Aynakulova, a.g.m., s.825. 11 Kutalmış, On the Turkish in Armenian Script, Journal of Economic and Social Research, Vol. 5, No. 2, July 2003, s.47-50. 405 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şehirlerde yaşayan Ermenilerin pek çoğu ana dilini bırakıp Türkçe konuşmaya başlamışlardır. Ermenice’yi sadece dinî törenlerde kullanmışlardır. Osmanlı döneminde bazı Ermeniler, Avrupalı misyonerlerin de etkisi ile Katolik mezhebine geçmişler ve kendilerini Ortodoks Kilisesi’ne bağlı Gregorian Ermenilerden ayırmak için Ermenice’yi bilinçli bir şekilde terk etmişlerdir. Doğu Anadolu ve Kafkasya’da yaşayan Ermeniler ise Ermenice’yi birinci dil olarak konuşmaya devam etmişlerdir. Din ve dil konusunda görülen bu farklılaşma, siyaset ve kültür gibi alanlarda da önemli sonuçlara yol açmıştır. Bir süre sonra Ermeniler, Doğu ve Batı Ermenileri olarak iki gruba bölünmüştür12. Ermenice ve Ermeni Alfabesi Hint-Avrupa dil ailesinin İran koluna ait bir dil olarak kabul edilen ve Eski (V.-XI. yüzyıllar), Orta (XII.-XVII. yüzyıllar) Yeni (XVIII. yüzyıldan sonrası) olmak üzere üç ayrı dönemde ele alınan Ermenice, günümüzde Doğu ve Batı Ermenicesi olarak iki ana kola ayrılmaktadır. Bugün Ermenistan’ın resmî dili olan Doğu Ermenicesi, Rusya ve İran’da yaşayan Ermenilerin de konuşma ve yazı dilidir. Batı Ermenicesi ise Türkiye’de ve dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan Ermeniler arasında yaygındır. Bu iki Ermeni lehçesinde aynı alfabe kullanılmaktadır. Ancak bazı harflerin ses değeri ve dilin morfolojik özelliklerinde farklılıklar görülmektedir13. V. yüzyılda piskopos Mesrop, Ermenice’nin ses yapısına uygun bir alfabe hazırlamadan önce Ermeniler Sasani ve Yunan alfabelerini kullanmışlardır. Soldan sağa yazılan Ermeni alfabesinde 38 harf bulunur, vurgu işaretleri Yunanca’dan alınmıştır. Mesrop, Gürcü alfabesini de hazırlamıştır. Ancak Gürcü ve Ermeni alfabeleri arasında bir benzerlik yoktur14. Bir görüşe göre, Sasanilerin hakimiyetini ortadan kaldıran son Arşaklı Kralı Artaşes çağında (422-428) hazırlanan Aşuşa Ermeni alfabesinin 11 harfi ve kelimeleri ayırma işareti (:), 217 yılında Türkistan’dan gelip MuşAhlat-Taron bölgesine yerleşen Mamık ve Konak Kardeşler adlı urugdan alınmıştır15. 12 Laurent Mignon, “Tanzimat Dönemi Romanına Bir Önsöz”, Hece, Yıl 6, S.65-66-67, Mayıs-Haziran-Temmuz 2002, s.538-540. 13 Birsen Karaca, Doğu Ermenice-Türkçe Sözlük, Ankara 2001, s.III-XII. 14 Carl Faulmann, Yazı Kitabı Tüm Yerkürenin Tüm Zamanların Yazı Göstergeleri ve Alfabeleri, Çeviren Itır Arda, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul 2001, s.93. 15 Kırzıoğlu, a.g.e., s.215. 406 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Ermenice-Türkçe ilişkileri hem Kafkasya’da hem de Anadolu’da yüzlerce yıl devam etmiş ve bu yakın ilişki sonunda, XX. yüzyıla gelindiğinde, Türkçe’de 200 ile 680 arasında Ermenice kelime olduğu ifade edilirken Ermenice’de 4 000 kadar Türkçe kelimenin varlığından söz edilir olmuştur. Aynı şekilde Türkçe’nin; Ermenice’nin ses düzeni, biçim özellikleri ve söz dizimi üzerinde de çok önemli etkiler bıraktığı belirlenmiştir. Ermenice’deki e, ö, ü ünlüleri ile b, d, g ünsüzlerinin, +lI, +lIk, +çI, +nçI eklerinin ve yüklemi sonda bulunan cümle yapısı ile yardımcı unsuru başta olan tamlamanın Türkçeden geçtiği ifade edilmektedir16. Ermeniler tarih boyunca alfabe değiştirmeyen nadir milletlerden biridir. Sovyetler Birliği döneminde diğer milletlerin tamamı Kiril alfabesine geçirildiği halde sadece Ermeniler ve Gürcüler eski alfabelerini sürdürmüşlerdir. Kafkasya ve Anadolu’da Türklerle yakın ilişkiler kuran Ermenilerin bir bölümü, dillerini değiştirmelerine rağmen alfabelerini değiştirmemişler ve Türkçe’yi Ermeni alfabesiyle yazmışlardır. Özellikle Kırım ve Kamenets-Podolsk bölgesinde Ermeni harfleriyle Türkçe yazılmış metinlerin en azından bir bölümü Gregorian Kıpçaklara ait olmalıdır. Çünkü Töre Bitigi, Algış Bitigi gibi bazı metinler, açıkça Kıpçak Türk töresini ve kültürünü yansıtmaktadır. Ermeni Alfabesiyle Türkçe Yazılmış Metinler Ermeni Kıpçakçası veya Gregorian Kıpçak Türkçesi olarak adlandırılan sahada verilen eserlerin dili Karaim, Kuman, Urum ve Kırım Tatar Türkçeleri’yle benzerlik göstermektedir. Bu sahada verilen eserlerde kullanılan dil, önce Hıpçah Tili, sonra Bizim Til ve geç dönemlerde Tatarca olarak adlandırılmıştır17. Osmanlı Ermenileri ve Gregorian Kıpçaklar arasında kullanılan Ermeni alfabesi imlâ ve yazı stili bakımından birbirinden farklıdır18. Ayrıca söz varlığı bakımından da Gregorian Kıpçak Türkçesi’nde, Slav esaslı ödünç 16 Karaağaç, 2001: 968-973) 17 Nadejda Chirli, Bir Ermeni Kıpçakçası Metni: Algış Bitigi (Durum Ekleri İncelemesi, Metin, Dizin), Basılmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Adana 2004, s.5. 18 András Róna-Tas, Turkic Writing Systems, The Turkic Languages, London and New York 1998, s.127. 407 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kelimeler fazladır. Arapça ve Farsça kelimeler ise bazı eserlerde kısmen görülür. Ancak Ermenice kelimeler çok sınırlıdır19. Osmanlı Ermenilerinin verdiği eserlerde ise eserin verildiği bölgeye ve niteliğine göre farklılaşan bir dil kullanılmıştır. Pek çok eserde hem Anadolu ağızlarından hem de Arapça ve Farsça’dan çok sayıda kelimeye yer verilmiştir. Ermeni alfabesiyle Türkçe metinlerin yazımına, XIV. yüzyıldan itibaren yazma eserlerde XVIII. yüzyıldan itibaren de basma eserlerde rastlanır. Yazma eserler din, edebiyat, tarih, felsefe, doğa bilimleri, tarım gibi geniş bir alana yayılmıştır. Bu eserler, başta İstanbul olmak üzere Ankara, Bursa, Gümüşhane, Diyarbakır, Edirne, Erzurum, Sivas, Tokat, Van, Zeytun (Maraş) gibi Anadolu şehirlerinde ve Astrahan, Eçmiyadzin, Kalküta, Kırım, St. Persburg gibi diğer şehir ve bölgelerde yazılmış veya istinsah edilmiştir20. Ermenice kitaplar, XVI. yüzyılın başlarından itibaren matbaada basılmaya başlamıştır. İlk Ermeni harfli Türkçe kitap ise, Mıkhitaristler Birliği’nin kurucusu Sivaslı Mıkhitar tarafından 1876’da Venedik’te basılmıştır21. 2001 yılında Paris’te yayımlanan Ermeni Harfli Türkçe Edebiyat başlıklı bibliyografyada Ermeni harfli Türkçe kitap sayısının 2 bini geçtiği ifade edilmektedir. 1968’e kadar devam eden Ermeni harfli Türkçe metinler yaklaşık elli şehirde iki yüzü aşkın matbaada gerçekleştirilmiştir. Sadece İstanbul’da bu tür eserleri basan matbaa sayısı 85’tir. 1915 tehcirinden sonra Anadolu’daki Ermeni alfabesiyle Türkçe kitap basımı azalmış, ancak Tebriz, Halep, Şam, Kahire, Beyrut, İskenderiye, Paris, Marsilya, Buenos Aires, Boston, Philadelphia, Los Angeles, New York gibi şehirlerde ve farklı ülkelerde devam etmiştir. Türkiye dışında basılan en son Ermeni harfli Türkçe kitap, Dikran Kireçyan’ın Buenos Aires’te 1968’de yayımlanan Restan Kitabı’dır22. Osmanlı sahasında Ermeni Türkçesi ve alfabesiyle verilmiş eserleri beş grupta toplama eğilimi vardır. Bunlar: Ermeni âşıklarının (âşug) eser19 Árpád Berta, Middle Kipchak, The Turkic Languages, London and New York 1998, s.165. 20 Rober Koptaş, “Ermeni Harfleriyle Türkçe”, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, (Kevork Pamukçiyan), Aras Yayını, İstanbul 2002, s.XII. 21 Koptaş, a.g.m., s.XIV. 22 Koptaş, a.g.m., s.XVII-XXII. 408 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN leri, yazılı edebiyat ürünleri, çeviriler, gazete ve dergiler ile mezar kitabeleridir23. Bu tasnif büyük ölçüde isabetli olmakla birlikte Kıpçak sahası da dâhil edildiğinde tamamı; edebî eserler, sözlükler ve dille ilgili eserler, çeviriler, hukuk belgeleri, dinî eserler, tarihî eserler ve süreli yayınlar olmak üzere altı bölümde incelenebilir: 1) Edebî Eserler Edebî eserleri, kendi içinde sözlü edebiyat eserleri ve yazılı edebiyat eserleri olmak üzere iki ana bölümde incelemek mümkündür: a) Sözlü Edebiyat Eserleri Ermeni harfli Türkçe yazmaların önemli bir bölümü âşuğların (Ermeni âşıklar), şiirleri ve mâni, bayatı, hikâye, bilmece, masal, destan, efsane gibi anonim halk edebiyatı eserleridir24. Ayrıca Bin bir Gece Masalları gibi Doğu klasikleri ve Türk halk edebiyatından Âşık Garip’in Hikâyatı, Köroğlu, Leyla ile Mecnun, Arzu ile Kamber, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre, Kerem ile Aslı, Melik Şah ile Güllü Hanım, Tayyarzade, Şah İsmail, Nasreddin Hoca Hikâyeleri de Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yazılmış ve basılmıştır25. Ermeni harfli Türkçe şiirler, genellikle Ermenice şiirleri de ihtiva eden elyazma veya basılı cönklerde bulunmaktadır. Tamamı Ermeni harfli Türkçe şiirlere yer veren cönkler de bulunmaktadır26. Türkçe yazan ilk Ermeni şâirinin XIV. yüzyılda yaşamış olan Telkuranlı Hovhannes olduğu ileri sürülmektedir27. Ancak daha sonra başta Anadolu ve Kafkasya olmak üzere çok geniş bir alanda yüzlerce Ermeni âşuğu Türkçe söylemiş ve bu eserlerin önemli bir bölümü Ermeni harfleriyle yazıya geçirilmiştir. Berberian, âşuğları yaşadıkları yüzyıla ve bölgelere göre üç bölüme ayırmaktadır: 23 Talat Tekin, Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Simurg Yayını, İstanbul 1997, s.110-117. 24 Fikret Türkmen, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Yıl 7, S.38, Mart-Nisan, Ankara 2001, s.XII. 25 Turgut Kut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Kitapları”, Halk Kültürü, 1984/3, İstanbul 1984, s.69-79. 26 Kevork Pamukçiyan, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayını, İstanbul 2002, s.61. 27 Pamukçiyan, a.g.e., s.29. 409 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1) XVII. yüzyıl Yeni Culfa İran Okulu: Ermenice, Farsça ve Azerbaycan Türkçesi’yle yazan Kul Artin, Culfalı Petros, Kul Hovhannes, Miskin Stefan gibi şâirlerdir. 2) XVIII.-XIX. yüzyıllar Anadolu ve İstanbul Okulları: Anadolu’dan Keşişoğlu, Mesihî, Sarkis Zeki (Nurluyan), Sivaslı Pesendî; İstanbul’dan Derviş Hampar, Meydanî, Bidârî, Püryanî, Namî ve Vartan sayılabilir. 3) XVIII.-XIX. yüzyıllar Kafkasya Okulu: Azerbaycan Türkçesi’yle de şiirler yazan Sayat Nova bu okulun en önemli temsilcisidir28. b) Yazılı Edebiyat Eserleri Ermeni alfabesiyle Türkçe yazılı edebiyatın öncüsü Eremiya Çelebi Kömürciyan’dır (1637-1695). Yazarın Ermenice ve Türkçe eserleri, şiirleri29 ve çevirileri bulunmaktadır. Kömürciyan, Dimo’nun Hikâyesi adlı manzum eserinde Hıristiyan Dimo ile Yahudi Mirkada’nın aşk hikâyelerini anlatır. Hikâye-i Faris ve Vena ise bir çeviridir30. Katolik Kilisesi’ne bağlı bir Ermeni ailenin çocuğu olarak 28 Mart 1813’te dünyaya gelen Hovsep Vartanyan da Ermeni alfabesiyle Türkçe yazılı edebiyatın önemli isimlerindendir. Vartanyan, kiliseye bağlı okullarda eğitim almış ve İstanbul’da Nersessyan Okulu’nda öğretmenlik yapmıştır. Daha sonra Bahriye Nezareti’ne çevirmen olarak giren ve paşa rütbesine kadar yükselen Vartanyan, 1879’da ölmüştür31. Vartanyan’ın Ermeni alfabesiyle ve Ermenilere has sade bir Türkçe’yle Ortodoks Gregorian Ermeni kızı Akabi ile Katolik Ermeni genci Hagop’un hüsranla biten aşkını ve bazı sosyal sorunları anlatan Akabi Hikâyesi, 1851’de yayımlandığı için Türk ve Ermeni edebiyatının ilk romanı olarak kabul edilmektedir. Bu eser 1953 yılında Karnik Stepanyan tarafından Ermenice’ye çevrilerek yayımlanmıştır32. 28 H. Berberian, “La Littérature Arméno-Turque”, Philologiae Turcicae Fundamenta, Wiesbaden 1964, s.809-819. 29 Kömürciyan, 2002, s.232-235. 30 Koptaş, a.g.m., s.XII. 31 Andreas Tietze, Vartan Paşa Akabi Hikâyesi: İlk Türkçe Roman (1851), Eren Matbaası, İstanbul 1991, s.X. 32 Mignon, a.g.m., s.540-543. 410 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Vartan Paşa olarak tanınan yazarın 1852’de yayımlanan Boşboğaz Bir Adam Lafazanlık ile Husula Gelen Fenalıkların Muhtasar Risalesi adlı eseri başta olmak üzere 5 eseri daha basılmıştır33. 2) Çeviriler Batıya yönelik Türk edebiyatının gelişmesi için çaba harcayan Ermeni asıllı aydınların bu alandaki en önemli katkılarından biri de Fransızca başta olmak üzere Avrupa dillerinden Türkçe’ye tercümeler yapmalarıdır. Ermeni edebiyatçıların çevirdiği, Batı klasiklerinden 70’e yakını Ermeni harfleriyle Türkçe olarak basılmıştır. Bu çeviriler arasında Moliére’in Zoraki Tabib, Victor Hugo’nun Mağdurin Hikâyesi, Cervantes’in Don Kişot, Alexandre Duma Fils’in Monte Cristo, Eugène Sue’nin Aşk u Sevda Çocukları adlı eserleri bulunmaktadır. Bu eserlerden önemli bir bölümü Arap harfleriyle Türkçe’ye çevrilmeden önce Ermeni harfleriyle Türkçe’ye çevrilmiştir34. 3) Sözlükler ve Dille İlgili Eserler Ermeni harfli Türkçe sözlükler ise XVI-XX. yüzyıllar arasında kaleme alınmıştır. XIII. yüzyıla ait Genceli Grigoros’un Tarihi’nde yer alan Türkçe ve Moğolca 60 kelimenin fihristi bu alanda ilk örnek sayılmakla birlikte asıl önemli sözlükler Polonya ve Macaristan’da XVI. yüzyılda kaleme alınan Türkçe Kumanca (Kıpçakça) olanlardır. Bu sözlükler TürkçeErmenice (21 sözlük), Ermenice-Türkçe (15 sözlük) ve bu iki dille birlikte başka dillere (38 sözlük) de yer veren sözlüklerdir35. Mihıtar’ın 1876’da Venedik’te bastığı Ermeni harfli ilk Türkçe kitap, Yeni Ermenice’nin Dilbilgisine Giriş: Yalnızca Türkçe Bilen ve Yeni Ermenice Öğrenmek İsteyen Ermeniler İçin Türkçe Yazılmıştır adını taşımaktadır36. 33 Berberian, a.g.m., s.815. 34 Kut, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Romanlar”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi-Tebliğler II, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1985, s.195-214. 35 Pamukçiyan, a.g.e., s.138. 36 Koptaş, a.g.m., s.XIV. 411 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Gregorian Kıpçak sahasında ilki 1581’de, ikincisi 1613’te olmak üzere iki dil bilgisi kitabı yazılmıştır. Sözlük türündeki eserlerin ise 5’i Gregorian Kıpçaklarca verilmiştir37 4) Hukuk Belgeleri XVI-XVII. yüzyıllarda Ermeni harfleriyle Türkçe olarak yazılmış çoğu Kamenets-Podolsk Ermeni mahkemesine ve belediye meclisine ait 32 cilt evrakın büyük bir bölümü resmî yazışmalara ve hukuka dairdir. Bu belgeler, 1943 yılına kadar Kiev’de üniversite binasında Eski Kararnameler Arşivi’nde korunmuş38, ancak 1944 yılında Almanlar geri çekilirken çıkan yangınlarda tahrip olmuştur. Bazı belgeler de Viyana ve Paris Millî Kütüphaneleri başta olmak üzere değişik müze ve kütüphanelere dağılmıştır39. Kıpçak Kanunlar Mecmuası, Gregorian-Kıpçak Kanunlar Mecmuası veya eserin kendini tanımladığı adıyla Töre Bitigi adı verilen bu metinler 1519-1689 yılları arasında üç bölüm halinde Kıpçak Türkçesi’yle ve Ermeni alfabesiyle kaleme alınmıştır. Giriş, Sivil Kanunlar ve Ek Maddeler olmak üzere üç bölümden oluşan Kıpçak Kanunlar Mecmuası, hem Lvov’da hem Kamenets-Podolsk’ta çeşitli dönemlerde farklı insanlar tarafından yenilenmiş ve tekrar yazılmış, değişen şartlara göre eklemeler ve düzeltmeler yapılmıştır. Buna rağmen araştırmalar, metnin ilk başta Kıpçak Türkçesi’yle ve Göktürk dönemine kadar giden Türk hukuk terminolojisiyle yazıldığını, hüküm ve yorumların Türk töresinden kaynaklandığını ortaya çıkarmıştır40. 5) Dinî Eserler Kıpçaklarla Ermeniler arasındaki beraberlikte din çok önemli bir yere sahiptir. Özellikle Gregorian mezhebine bağlı Ermeniler ve Kıpçaklar ortak bir kültür alanı oluşturmuşlardır. Ermeni alfabesiyle yazılmış Türkçe 37 Chirli, a.g.t., s.20. 38 Aynakulova, a.g.m., 825-826. 39 Pritsak, Ermeni Kıpçakçası, Tarihî Türk Şiveleri, Çeviren M. Akalın, TKAE Yayını, Ankara 1988, s.123-125. 40 Erdoğan Altınkaynak, Gregorian Kıpçak Dil Yadigarları, Iq Kültür Sanat Yayını, İstanbul 2006, s.69-172; Aynakulova, a.g.m., s.832-837. 412 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN dinî eserler arasında 5 Zebur çevirisi, azizlerin hayatı, vaaz kitapları, ilâhîler, kiliseye dair belgeler ve dua kitapları önemli bir yer tutar. Dua kitaplarından Algış Bitigi 1618’de Lvov’da basılmıştır. Üzerinde bir doktora çalışması yapılan eser41 yayımlanmıştır. İçinde Mezmurdan bölümler, dualar ve ilâhîler yer almaktadır42. Osmanlı Ermenileri arasında da dinî eserler verilmiştir. Özellikle Anadolu’da faaliyet yürüten Mıkhitaristlar Birliği’nin asıl amacı dinî konularda eserler basmaktı. Bu sebeple başka konularda da eserler vermekle birlikte yayımladıkları kitapların büyük bir bölümünü dinî yayınlar oluşturmaktadır. Söz konusu eserlerden başka Ermeni harfleriyle Türkçe matbu eserler arasında Katolik ve Protestan misyonerlerin Gregorian Ermenilere yönelik yayınları da önemli bir yer tutmaktadır43. 6) Tarihî Eserler Gregorian Kıpçaklara ait Kamentes, Venedik ve Polonya Vakayinameleri tarihle ilgili eserler olarak kabul edilmektedir. Kamenets Vakayinamesi, Kıpçakça ve Ermenice olarak iki bölümden meydana gelmektedir. Kıpçakça bölümünde 1581-1621 ve 1650-1652 yılları arasında Ukrayna’nın batı bölümünde ve Moldova’da geçen olaylardan söz edilmektedir. Venedik ve Polonya Vakayinameleri ise 1530’lu yıllara ait olayları anlatmaktadır. Bu eserlerin üçü üzerinde de değişik çalışmalar yayımlanmıştır44. 7) Süreli Yayınlar Tanzimat döneminden itibaren İstanbul’da 100 kadar gazete çıkarılmıştır. Bunların 54’ü ya bütünüyle ya da kısmen Ermeni alfabesiyle Türkçe’dir. Ayrıca Adana, Amasya, Antep, Beyrut, Bursa, Detroit, Erzurum, Halep, İskenderiye, İzmir, İzmit, Kahire, Kayseri (Zincidere), Kudüs, Lyon, New York, Pasadena, Philadelphia, Saimbeyli, Sivas, Varna gibi merkezlerde de süreli yayınlar basılmıştır. Bu yayınların başlıcaları: Ahbar-ı Konstantiniye (1855), Ararad (1869-1871), Ceride-i Havadis (1840), Ceride-i Şarkiye, Cihan, Envar-ı 41 42 43 44 Hazırlayan Nadejda Chirli, Algış Bitigi, Haarlem-Hollanda 2005. Chirli, a.g.t. Koptaş, a.g.m., s.XV-XVII. Altınkaynak: a.g.e., s.25-67. 413 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şarkiye, Hüsn-i Niyet, İlâve-i Sada-yı Hakikat, Kheyal (Hayal), Manzume-i Efkâr (1866-1896), Mecmua-i Ahbar, Mecmua-i Fünûn, Mecmua-i Havadis (1852-1869), Meğu (Arı), Münadi-i Erciyas, Okkabaz (1908), Resimli Ziraat Gazetesi, Ruzname-i Muasır (1876), Tadron, (Tiyatro), Takvim-i Vekayi (1840-1841 aynı adlı gazetenin Ermeni harfleriyle Türkçe baskısı), Terciman-ı Efkâr (1878-1857), Varaka-i Havadis ve Zohal (18551857)’dır45. Sonuç Türklerle Ermenilerin köklü ve çok yönlü ilişkileri, dil ve alfabe alanında da önemli sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Ermeni harfleriyle yazılmış ve basılmış Türkçe metinler, Türk ve Ermeni dil ve kültürünün en önemli buluşma ve yakınlaşma alanlarından biridir. Dinî konulardan edebiyata, dile, tarihe, hukuka, gazete ve dergi yayınlarına kadar giden bu eserler iki toplumun ne kadar iç içe girdiğini bütün yönleriyle ortaya çıkarmaktadır. Ermeni harfli Türkçe metinlerin ortaya koyduğu bir başka önemli gerçek de, Türk-Ermeni ilişkilerinde baskın kültürün Türk kültürü olduğudur. Zira dil kültürün hem koruyucusu hem de geliştiricisidir. Sözlü ve yazılı kültür dille oluşturulur ve dille yaşatılır. Alfabe bu yazılı kültürün sadece simgesel boyutta bir taşıyıcısıdır. Bu metinlere bakılarak dille dinin en önemli bağlarından birinin alfabe olduğu da düşünülebilir. Dinî ve kültürel metinlerin yansıtıcısı ve taşıyıcısı olan alfabe, bir süre sonra yaşattığı mesajla birlikte kutsallaştırılmakta ve yüceltilmektedir. Türk kültürünü bütün yönleriyle benimseyen Kafkasya ve Anadolu’daki Ermeni cemaatleri, dinî kutsallığı sebebiyle tarihî alfabelerini terk etmemişler, hatta Kafkasya’da ve Anadolu’da Gregorian mezhebini benimseyen Türklere de bu alfabeyi kabul ettirmişlerdir. Türkçe’nin ünlülerini göstermek bakımından çok elverişli bir alfabe olan Ermeni alfabesi, özellikle Kıpçak Türkçesi’nin ve Anadolu’da kullanılan ağızların araştırılmasında da çok önemli bir kaynak niteliği taşımaktadır. 45 Koptaş, a.g.m., s.XVIII. 414 Prof. Dr. Nevzat ÖZKAN Kaynaklar Adji, Murat, Kıpçaklar (Türklerin ve Büyük Bozkırın Kadim Tarihi), Çeviren Zeynep Bağlan Özer, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayını, Ankara 2002. Altınkaynak, Erdoğan, Gregorian Kıpçak Dil Yadigarları, Iq Kültür Sanat Yayını, İstanbul 2006. Aynakulova, Gülnisa, “Gregorian Kıpçaklar’a Dair”, Belleten, C.69, S.256, Aralık 2005, s.825-839. Berberian, H., “La Littérature Arméno-Turque”, Philologiae Turcicae Fundamenta, Wiesbaden 1964, s.809-819. Berta, Árpád, Middle Kipchak, The Turkic Languages, London and New York 1998. Chirli, Nadejda, Bir Ermeni Kıpçakçası Metni: Algış Bitigi (Durum Ekleri İncelemesi, Metin, Dizin), Basılmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Adana 2004. Faulmann, Carl, Yazı Kitabı Tüm Yerkürenin Tüm Zamanların Yazı Göstergeleri ve Alfabeleri, Çeviren Itır Arda, Türkiye İş Bankası Kültür Yayını, İstanbul 2001. Karaağaç, Günay, Türk-Ermeni Dil İlişkileri, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, yıl:7, S.38, Mart-Nisan, Ankara 2001, s.967-973. Karaca, Birsen, Doğu Ermenice-Türkçe Sözlük, Ankara 2001. Kırzıoğlu, M. Fahrettin, Yukarı Kür ve Çoruk Boylarında Kıpçaklar, TTK Yayını, Ankara 1992. Koptaş, Rober, “Ermeni Harfleriyle Türkçe”, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, (Kevork Pamukçiyan), Aras Yayını, İstanbul 2002, s.XI-LVI. Kurat, Akdes Nimet, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Murat Kitabevi Yayını, Ankara 1992. Kut, Turgut, “Ermeni Harfleriyle Basılmış Türkçe Halk Kitapları”, Halk Kültürü, 1984/3, İstanbul 1984, s.69-79. __________, “Ermeni Harfli Türkçe Telif ve Tercüme Romanlar”, Beşinci Milletler Arası Türkoloji Kongresi-Tebliğler II, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul 1985, s.195-214. Kutalmış, Mehmet, On the Armeno-Kipchak, Karadeniz Araştırmaları, S.2, Mayıs 2003a, s.35-43. __________, On the Turkish in Armenian Script, Journal of Economic and Social Research, Vol. 5, No. 2, July 2003, s.47-57. Mignon, Laurent, “Tanzimat Dönemi Romanına Bir Önsöz”, Hece, Yıl 6, S.65-66-67, Mayıs-Haziran-Temmuz 2002, s.538-543. Pamukçiyan, Kevork, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, Aras Yayını, İstanbul 2002. Prıtsak, Omeljan, Kıpçakça, Tarihî Türk Şiveleri, Çeviren M. Akalın, TKAE Yayını, Ankara 1988, s.111-122. 415 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER __________, Ermeni Kıpçakçası, Tarihî Türk Şiveleri, Çeviren M. Akalın, TKAE Yayını, Ankara 1988, s.123-132. Róna-Tas, András, Turkic Writing Systems, The Turkic Languages, London and New York 1998. Tekin, Talat, Tarih Boyunca Türkçenin Yazımı, Simurg Yayını, İstanbul 1997. Tietze, Andreas, Vartan Paşa Akabi Hikâyesi: İlk Türkçe Roman (1851), Eren Matbaası, İstanbul 1991. Türkmen, Fikret, “Türk Halk Edebiyatının Ermeni Kültürüne Tesiri”, Yeni Türkiye Ermeni Sorunu Özel Sayısı II, Yıl 7, S.38, Mart-Nisan, Ankara 2001, s.974-997. 416 MİLLET SİSTEMİ İÇİNDE ERMENİLER Nurdan İPEK İstanbul Üniversitesi Doktora Öğrencisi E-mail: nurdanipek77@hotmail.com; Tel: 0 216 352 98 55 Özet İslâm Hukuku içindeki dinde zorlama yoktur esasına sıkı sıkıya sahip çıkmış olan Osmanlı Devleti ele geçirdiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle bir zimmet anlaşması imzalayarak onların can ve mal güvenliklerinin koruyucusu olmuştur. Ermeniler de bu şekilde 1461 yılından itibaren Osmanlı Devleti’ndeki diğer topluluklar gibi millet statüsünün içine dâhil edilmiş ve yine tıpkı diğer milletler gibi, hatta zaman zaman onlardan daha fazla olmak üzere, bazı ayrıcalıklara sahip olmuşlardır. İdarî alanda Rumlardan sonra protokol sıralamasında ikinci sırayı alan Ermeniler de yüzyıllar boyunca kendilerine sağlanan yaşam şartlarından oldukça hoşnut kalmışlar ve hatta bunun için sık sık Padişahın Ermeni milletine olan lütuflarından dolayı kiliselerde yapılan dualarda Padişaha şükranlarını sunmuşlardır. Bunlara karşılık Padişah tarafından da tebaanın sadakatine bağlı olarak bu imtiyazların devamı güvencesi verilmiştir. Bu imtiyazlar dahilinde dinî ve özel hukuk konularında karar mekânizması Ermeni cemaatine verilmişse de, Osmanlı yönetimi tebaasına karşı üstlendiği baba rolünün bir gereği olarak cemaatin sıkıntıya düştüğü konularda daima yardım elini uzatmaktan kaçınmamıştır. Bütçe açıklarının kapatılması, emlâk vergilerinin affedilmesi gibi maddî yardımlar daima Ermeni cemaati tarafından büyük bir ihsan olarak kabul edilmiş, bunun karşılığı da yönetime karşı sadakat olmuştur. Tebaa-i sâdıka olmanın bir ödülü olarak Saraya çok yakın bir statü kazanan Ermeniler, hukukî alanda yapılan düzenlemelerle beraber hayatî olarak adlandırılacak makamlarda görev sahibi olmuşlardır. Nurdan İPEK I- Millet Tanımı ve Statüsü İslâm Hukuku içindeki dinde zorlama yoktur esasına sıkı sıkıya sahip çıkmış olan Osmanlı Devleti ele geçirdiği topraklarda yaşayan gayrimüslimlerle bir zimmet anlaşması imzalayarak onları Allah ve Peygamber’in zimmesi altına almıştır1. Böylece gayrimüslimlerin devletin egemenliğini kabul ettikleri ve kurallarına uydukları sürece can ve mal güvenlikleri, İslâm devleti ile aralarında yapmış oldukları zimmet anlaşması gereğince koruma altına alınmıştır. Bu anlaşma ile gayrimüslimlerin yükümlülükleri cizye ve haraç vergileri ödemek, İslâm devletinin yükümlülüğü ise bunların her türlü asayiş, huzur ve güvenliğini sağlamak olmuştur. Bir İslâm devleti niteliğini taşıyan Osmanlı Devleti de bu görevi, uygulamış olduğu Millet Sistemi ile gerçekleştirmiştir. Osmanlı egemenliği altındaki gayrimüslimler din ve mezheplerine göre gruplara ayrılarak millet statüsünü oluşturmuşlardır. Buradaki millet kavramı elbette ki bugünkü anlamının dışında bir anlam ihtiva ediyordu ki, kastedilen sadece aynı din veya mezhepten olan insanların oluşturduğu topluluklardı. Yani kıstas milliyet ya da etnisite değil, din veya mezhepti. Zira Arapça’da millet sözcüğü din veya mezhebin karşılığıydı. Toplumsal hayatta şer’î hukukun uygulanmasıyla birlikte Osmanlı Devleti’nde doğal olarak meydana gelen bu sistemle birlikte ehl-i kitap sahibi olan her cema1 Cevdet Küçük, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Yeni Türkiye Yayınları, Sayı 38, Mart-Nisan 2001, s.692. 421 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ate kendi din ve özel hukuk işlerinde özerklik tanınmıştı. Bu durum kısmen İslâm Hukuku’ndan, kısmen de ekonomik nedenlerden kaynaklanıyordu2. Böylece bir yandan İslâm Hukuku’nun yalnızca Müslümanlara uygulanabilir olması esası yerine getiriliyor, diğer yandan da can ve mal güvenliğinin karşılığı olarak alınan cizye ve haraç vergileri Osmanlı Devleti’nin önemli ekonomik gelirlerinden birini oluşturuyordu. Cemaatlerin bu şekilde, devlete karşı sorumlu liderlerin kabul edilmiş yetkileri altında kendi yasalarını uygulamaları Romalılar, Avrupa’nın Ortaçağ imparatorlukları, halifelerinkiler de içinde olmak üzere bütün Ön Asya imparatorluklarında gelenekselleşmişti. Şüphesiz Osmanlılar bu sisteme çeşitli ayrıntılar getirerek sistemi örgütleştirip düzene sokmayı başarmışlardır3. İşte bu şartlar altında, tartışmalı olmakla birlikte, Ermenilerin millet statüsüne girmeleri Fatih Sultan Mehmet döneminde 1461 yılında Bursa metropoliti Ovakim’in İstanbul Ermeni Patrikliği’ne getirilmesiyle olmuştur. Süryanî, Yakubî ve Nasturîlere ait din ve mezhep işlerinin de Ermeni Patrikhanesi’ne bağlanmasıyla birlikte, ayrı bir millet statüsü kazanacak kadar yeterliliğe sahip olmayan bazı cemaatlerin de her türlü sosyal ve dinî işleri Ermeni Patriği’ne emanet edilmiştir4. II- Patrik Nerses’in Genelgesi ve Osmanlı Arşiv Belgeleri Işığında Ermeni Milletinin Genel Durumu A- Patrik Nerses’in Ermeni Cemaatine Sunduğu Genelge 1874-1884 tarihleri arasında İstanbul Ermeni Patrikliği görevini sürdürmüş olan Nerses Varjabedyan’ın Patrikliği sırasında Ermeni topluluğuna hitaben sunduğu genelge Ermeni milletinin cemaat yapısını ve örgütlenişini göstermesi açısından önemli bir belgedir. Ermenice olarak bulunan genelgenin kısaca özeti şöyledir; 29 Aralık 1882 tarihli bu genelgenin giriş kısmında Patrik Nerses öncelikle İstanbul ve Anadolu genelindeki tüm dinsel önderleri, sivil topluluk kuruluşları, okullar ve tüm insanları selamlıyor. Tanrı’nın isteği ve Sultan Hamid Han’ın izinleriyle Patriklik görevini üstlendiğini, bu görevin olduk2 3 4 Gülnihal Bozkurt, Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK Yayınları, Ankara 1996, s.1 Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, e-Yayınları, İstanbul 1994, s.215. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Y.EE., Belge No: 38/69. 422 Nurdan İPEK ça ağır olduğunu, Tanrı’nın kendisine güç vereceği kadar Ermenilerin de destek olacağını bildirirken, Ermeni toplumunun her zaman yüce Osmanlı Devleti’ne bağlı kaldığının birçok kez altını çiziyor. Bunun için de varlık sebepleri olarak Osmanlı Padişahına duaların esirgenmemesini, Ermeni toplumunun karşı karşıya kaldığı zorlukların üstesinden gelebilmesi için yüce Osmanlı Devleti’nin yardımına daima gereksinim duyulduğunu ve bundan sonra da devletin yardımlarının devam edeceğine dair duyduğu inancı dile getiriyor. Bu konuda gerek Ermeni toplumunun devlete karşı, gerekse de devletin Ermenilere karşı üzerine düşen görev konusunda hassas davranacağını hatırlatarak Ermeni toplumundan bizzat buna riayet edilmesini istiyor. Osmanlı Devleti’ne duyulan bağlılık ve sadakatin sık sık belirtildiği ilk bölümden sonra, devlet genelindeki tüm yüksek dinsel makamlarla sivil kuruluşların görevlerinin ne çizgide olacağı konusu ele alınıyor. Bunların kutsal kitap, kilise yasaları ve Ermeni topluluğunun iç tüzüğü gereklerine uygun bir şekilde yürütüleceği hususu vurgulanırken, hemen ardından bu görevlerin bir sıralaması yapılıyor. Buna göre: 1- Kilise önderleri topluluk adına yapacakları tüm dinsel eylemlerini kutsal kitap ve ruhanî önderlerin yazılarından yararlanarak yapacaklar ve bu eğitim okullarda da verilecektir. Topluluğa öğretilen gerçekler bizzat din adamlarının üzerinde somut olarak görülecek ve bunlar topluluğa örnek teşkil edeceklerdir. Tüm bu Ermeni Gregorian Kilisesi içi davranış ve eylemlerin temeli İsa’nın İncili’dir, buradan kaynaklanan ahlâksal öğretilerin toplumun her kesimi tarafından yaşama geçirildiği takdirde, ahlâklı ve iyi yetişmiş bir toplum ortaya çıkacaktır. 2- Vaiz konumundaki dinsel önderler konuşmaları sırasında her türlü gereksiz, dikkatsiz ve tartışma yaratacak sözlerden kaçınacaklardır. Zira bunlar hem topluluk üzerinde kötü bir tesir bırakabilecek hem de din görevlilerinin itibar ve değerini düşürebilecektir. 3- Dindar kişilerin dinsel ihtiyaçları en iyi şekilde giderilecek, kilisenin öğretilerine bağlılık gösterilecek, ayrıca tüm ibadet ve âyinler eksiksizce ve geleneksel kurallara uygun olarak yapılacak, son zamanlarda görülen geleneksel inançlardan sapmalara karşı gelinecektir. Her türdeki geleneksel inanç ve değerlere saygı gösterilecek, kilise içinde ve okullarda geleneksel dinsel kurallar en iyi şekilde öğretilecek, çocuk ve gençler Pazar günleri kilise âyinlerine katılma konusunda özendirilerek yönlendirileceklerdir. 423 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 4- İstanbul ve Osmanlı Devleti’nin sınırları içinde kalan diğer yerlerde özel okullar ya da cemaat okulları içinde kutsal kitap, Hıristiyanlık, kilise tarihi ve ahlâksal dersler zorunlu olarak okutulacak, özellikle bunların vurgulanması için tedbirler alınacak ve bu konudaki ders kitapları titizlikle seçilerek diplomalı öğretmenlerce eğitim sağlanacaktır. Anadolu genelinde dinsel görev üstlenmiş kişiler de görev çerçeveleri içinde okullar açacaklardır. Ancak bunlar için özel bina veya aylık gelir ihtiyacı belirdiğinden, bunların karşılanamaması durumunda, kilise önderleri kilise yapısı içinde bir oda ayıracaklar ve ilköğretim dersleri buralarda okutulacaktır. Ayrıca tüm din adamları kendi dinsel alanı kapsamında bulunan okullara sıkça ziyarete gideceklerdir. 5- Bunun temel amacı kilise ve topluluğun bütünselliğini sağlamak ve gerekli bağı oluşturmaktır. Yine birbirlerine sevgi ve saygı, yoksulları koruma hususlarında duyarlı davranılacak, eski Ermenice klasik dilini, kilise tarihini, idaresi altında bulunulan hükümetin dilini ve yasalarını, ayrıca bilinmesi gerekli yabancı diğer dilleri öğrenmeye özen gösterilecektir. Tüm bunlar topluluğun gelişimini sağlamak için şarttır. Bu şartları yerine getiren kişi topluluk ve kilise için yararlı bir birey haline gelecektir. 6- Tüm aşamalarda görevli din adamları çevre kurumlar ve yöneticileriyle iyi ilişkiler sürdürerek Patrikhane’nin istekleri doğrultusunda hareket edecekler, yerel yönetimlerle aralarını iyi tutarak yasalara uygun işler yapacaklar, her türlü ilişkilerinde tatlı dil kullanarak topluluğa her hangi bir leke getirmeyeceklerdir. 7- Kilise yöneticileri Sultanın hükümetinin koruyuculuğunun bilincinde olarak sadakatini eksik etmeyecekler, her türlü istekleri için önce yerel idarelere başvurarak işlerini yasalar çerçevesinde halledecekler, istedikleri sonucu alamazlarsa Patrikhane’nin aracılığıyla üst makamlara resmî başvuruda bulunabileceklerdir. 8- Çevrede görevli tüm aşamalardaki dinî önderler kendi bölgeleri içinde çalışanlara karşı iyi niyetli ve etkin davranacaklar, onların günlük çalışmalarına dinsel destek verecekler, gerektiğinde borç para alabilmeleri için sandıklar da kuracaklardır. Böylece onları tefecilerin ağır baskılarından kurtarmış olacaklardır. Yine topluluk üyeleri bu dinî önderler tarafından, ticarî şirketler kurmaları, tarımsal ve sanatsal atılımlarda bulunmaları doğrultusunda özendirilecektir. Kilise kürsülerinden, kişilerin kilise yönetimiyle aralarında kavga yaratmamaları, bu tür davranışların toplumun 424 Nurdan İPEK ilerlemesinin önünde büyük bir engel teşkil edeceği doğrultusunda uyarıcı konuşmalar yapılarak topluluk yönlendirilecektir. 9- Manastır önderleri tümü topluluk yasalarına ve Patrikhane’nin kararlarına uygun bir şekilde davranacaklar, her manastır önderi görevini lâyıkıyla yerine getirecek ve yönettiği manastırı ihya edecektir. Bunun için manastır kompleksi içinde okul, basımevi, müzeler kurarak orada saklanan tüm el yazması yapıtların bir çizelgesini çıkartıp Patrikhane’ye gönderecektir. 10- Manastırların tüm üyeleri önderleriyle birlik içinde bulunacaklar, manastırlar tüzüğüne uygun davranışlar sergileyeceklerdir. Bu doğrultuda, kendilerine emanet edilen bu kuruluşların yıllık bütçe hesaplarını dikkatli bir şekilde tutarak istenilen zamanda Patrikhane’ye gönderecekler, her türlü gereksiz harcamadan kaçınacaklardır. 11- Tüm manastır önderleri ve üyelerinin birinci derecedeki görevleri, manastırın ahlâksal, eğitimsel ve maddî gidişatlarını tam olarak denetleme ve kontrol altında bulundurmak olacaktır. 12- Dinsel görevliler arasından evli rahipler5 görevlerini eksiksiz yerine getirecekler, 12 Aralık 1879, 26 Mart 1880 ve 12 Kasım 1881 günlü, konuyla ilgili genelgelere uygun hareket ederek, herkesin önünde iyi bir örnek yaşantı oluşturarak saygınlıklarını arttıracaklardır. 13- Evli rahipler topluluk üyelerinin evlerine sıkça ziyarete giderek yoksulları tespit edecekler ve onlara çeşitli yardımlarda bulunarak, kendileri topluluğun dinsel babaları olmalarından dolayı yoksul ve umutsuzlar için bir umut kaynağı olacaklardır. Bu şekilde topluluğa Tanrı’yı, kiliseyi ve birbirlerini sevmeyi öğreteceklerdir. 14- Gençlere özel genelgeler vererek onların sadece paraya bağımlı olmalarını engelleme yolunda öğütlerde bulunulacaktır. Ayrıca yaygın olan başlık parasından vazgeçilmesini, bunun evliliğin kutsallığını bozduğunu, evlenmenin doğal bir olgu olduğunu ve bu şekilde toplumsal bazı sıkıntıların aşılabileceğini topluluğa anlatacaklardır. 5 Burada evli ve bekâr rahiplik kavramları üzerinde biraz durmak gerekirse, bu iki ünvan için ast-üst benzetmesi yapmak yanlış olmayacaktır. Bekâr kalmayı tercih eden rahipler en üst makam ve ünvanlara kadar yükseltilirken evli rahipler ancak belli aşamalara kadar çıkabilirler. Bu anlamda evli rahipler bekârların daima astını oluştururlar. Örneğin bekâr bir rahip konuşma için kürsüye çıkarken evli rahipler önden giderek yol açmakla yükümlüdürler. Kısacası, evli rahipler ancak özel ünvanlar alma hakkına sahipken, bekârlar öğretmen veya episkopos olabilirler hatta Patrikliğe kadar yükselebilirler. 425 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 15- Ayrıca ailelere, her türlü kötü toplumsal davranışlardan uzak durulması konusunda özel uyarılar yapacaklardır. Çünkü bu kötü alışkanlıklar ve sürdürülen aykırı davranışlarla nice tanınmış aileler yıkılmış, kavgalar sonucu nice aileler dağılmışlardır. Bu şartlar altında gençler evlenmek istemeyerek bekârlığı tercih etmekte ve bunun sonucunda yaşamlarını kötü alışkanlıklar ve umutsuzluklar içinde anlamsız bir şekilde geçirmektedirler. Bunun için din görevlilileri bu konuda tüm gençlere bir baba gibi uyarılarda bulunup bilgiler vereceklerdir. 16- Topluluğun kız üyeleri alçakgönüllü bir yaşam sürerek ahlâkî kurallara uygun davranışlar sergileyeceklerdir. 17- Göçmen durumunda olan topluluk üyeleri çok daha zor koşullarla karşı karşıya kalabileceklerinden, onlar için en güzel yaşam biçimi doğdukları yerdedir ve bir an önce doğum yerlerine dönmeleri onlar açısından daha iyi olacaktır. 18- Din adamları, görevlerinden memnun bir şekilde yükümlülüklerini yerine getirecekler, zenginler kilise, okul ve hayır kurumlarına cömertçe yardımda bulunacaklar ve böylece bu zenginliği tüm topluluk üyeleriyle paylaşacaklardır. Bu halde artık zenginliklerinin hesabı İsa tarafından tutulacaktır. 19- Bir kilise inşa eden kişi Tanrı katında en üst mertebeye ulaşacak ve kutsanacaktır. Bu kişi böylece hem bu yüceliğin hem de orada eğitim gören çocukların Tanrı bilgisinde ilerlemelerinin yaratacağı manevî hazzı tadacaktır. 20- Yoksullara yardım da benzer bir şekilde bağış yapanı iç huzura götürecek, bir ticaret yeri ya da sanat atölyesi açıldığı takdirde pek çok kişiye ekmek kapısı olacak, bunun sonucunda da bir taraftan yoksulların sayısı azalırken, diğer yandan da sosyal dayanışma ve yardımlaşma sağlanarak toplanan parasal yardımlar çoğalacaktır. 21- Öğrenciler öğretmenlerine son derece saygılı olacaklar, ancak onların çalışmaları karşılığında iyi Ermeniler, iyi Hıristiyanlar yetişebilecek, onlar sayesinde örnek aileler kurularak gelecek nesillerin sağlıklı yetişmesi sağlanabilecektir. Bu yüzden öğrencilere her türlü maddî ve manevî destek tam olarak sağlanmalı, iyi eğitimli gençler yetiştirilmelidir. 22- Evli çiftler arasında ilk derecede önemli ve kutsal olan şey sevgi, saydı ve sadakattir. Evliliklerin uzun sürmesi için bu şartlar mutlaka gerek- 426 Nurdan İPEK lidir, ufak anlaşmazlıkların boşanmaya kadar götürülmeden dinsel önderlerce çözümlenmesine izin verilmelidir. 23- Genç erkek ve kızlar, çocuklar büyüklerine karşı son derece saygılı olacaklar, kilise sevgisi kazanmış, alçak gönüllü, eğitimli, dingin kişilikleriyle Ermeni topluluğunun saygınlığını arttıracaklardır. 24- Kiliseye karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyerek kötü örnek teşkil eden kişiler ve topluluğu parçalamak isteyenler en üst düzeyde cezalandırılacak, buna karşılık tersi davranışlar gösterenler de ödüllendirilecektir. Patrik Nerses bu görevleri teker teker sıraladıktan sonra genelgenin son bölümünde tüm aşamalardaki din görevlilerine, toplumun her kesiminden insanlara ve ailelere son söz olarak Tanrı’ya, kiliseye ve topluluğa karşı görevlerini eksiksiz yerine getirmelerini, tek yürek ve tek düşünce ile bu isteklere sarılmalarını istemektedir. En son olarak da sözlerini İncil’den alıntı yaparak tamamlıyor: Özetle kardeşlerim, aklınızı erdemli ve övgüye değer ne varsa, gerçek, saygılı, doğru, güzel, onurlu olan ne varsa ona yorun. Benden öğrendiğiniz, aldığınız, duyurduğunuz ve gördüğünüz şeyleri uygulayın. Barış Tanrısı sizlerle birlikte olacaktır. Rab İsa Mesih’in kayrası, Tanrı’nın sevgisi ve Kutsal Ruh sizlerle birlikte olsun6. Genelgeden anlaşıldığı gibi, Ermeni milletinin bir arada tutulması için özellikle kiliseler ve en üst düzeyde Patrikhane etrafında güçlü bir örgütlenmenin olmasına çok dikkat edilmektedir ve bu konuda en büyük görev din adamlarına yüklenmektedir. Bu da Ermeni milletinin tıpkı diğer milletlerde olduğu gibi milliyet esasının dışında dinsel bir örgütlenme bağıyla oluşmuş olduğunu ispatlar durumdadır. Yine birbirleri arasındaki sevgi, saygı, sadakat bağlarının önemi sık sık vurgulanarak dayanışmanın kopmaması yolunda önlemlerin alınması zorunlu kılınmaktadır. Burada dikkat çeken bir diğer önemli husus özellikle belli bölgelerde Müslümanlar arasında gelenekselleşmiş olan başlık parası sorununun Ermeniler arasında da görülüyor olmasıdır ki, bu durum bize kültürel alışverişi göstermesi açısından önemlidir. 6 BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 1/64. 427 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER B- Osmanlı Arşivleri Işığında Ermeni Milleti Başbakanlık Osmanlı Arşivi kayıtları içerisinde gayrimüslimlerle ilgili düzenlenmiş olan pek çok defter ve belgeye rastlamak mümkündür. Divân-ı Hümayun ve Bâb-ı Âsâfi Defterleri Kataloğu içinde bulunan Gayrımüslim Cemaatlere Ait Defterler bu konuda önemli kaynaklardır. H.12361337 (M.1820-1918) yılları arasını kapsayan, gayrimüslim cemaatlerle ilgili konuları içeren onsekiz adet defter bulunmaktadır. Bundan başka Kilise Defterleri tasnifi altında, gayrimüslim cemaatlere ait kilise, sinagog, havra, mezarlık, okul ve yetimhane inşasına, tamirine veya buraların genişletilmesine dair olan fermanları kapsayan defterler de mevcuttur7. Buradaki dinî kurumlar bulundukları yere göre gruplandırılmıştır. Defterlerin dışında, Divan-ı Hümayun’a bağlı Beylikçi Kalemine ait belgeler içinde bulunan Gayrımüslimler Dinî ve Hayrî İşler Kalemi Belgeleri, özellikle dinî ve yetimhane, okul gibi kurumların yapımı, tamiri, ruhsatı ile ilgili konuları içermektedir. Bâb-ı Âsâfî Evrakı içinde yer alan iradeler de milletlerle ilgili, son döneme ilişkin önemli kaynaklardandır. Bu defter ve belgelerin dışında hemen hemen bütün fonlarda gayrimüslimlerle ve Ermenilerle ilgili belgelere rastlamak mümkündür. Konumuz kısıtlı olduğundan biz burada çeşitli fonlardan seçilmiş olan birtakım belgelerden yola çıkarak Ermeni milletinin Osmanlı Devleti’ndeki hakları ve statülerinden bahsedeceğiz. Burada elbette ki bu hakların hepsine değinmek mümkün olamayacağı için yalnızca belgelerin muhteviyatına dayanarak sadece bazılarını inceleme altına alabileceğiz. 1- Cemaat Liderlerinin Durumu Her milletin başında cemaati tarafından seçilmiş bir dinî şef bulunurdu. Bu dinî lider aynı zamanda cemaatinin temsilcisi sıfatıyla millet başı ünvanını da taşımaktaydı. Millet başı cemaatinin yalnızca dinî lideri değil, aynı zamanda hukukî temsilcisiydi. Cemaatin her türlü adalet, eğitim, nüfus, vakıf işlemleri, evlenme-boşanma, miras gibi işleri millet başının idaresine verilmiş, Osmanlı Devleti genel yönetim, maliye ve askerî alanlardaki yetkileri ise kendi elinde tutmuştur. Her ne kadar millet başları pek çok konuda kendi içinde serbest bırakılsa da Engelhardt’ın yaptığı hükümet içinde 7 Necati Aktaş, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2000, s.39. 428 Nurdan İPEK hükümet gibi hareket ediyorlardı8 tespiti bu durum için abartılı olacaktır. Çünkü tüm bu yetkilere rağmen Osmanlı yönetimi tamamen kontrolü elden bırakmamıştı. Öncelikle kendi özel hukuklarıyla ilgili olarak uygulanan esaslardan memnun kalmayan millet üyeleri Osmanlı Devleti’nden yardım istedikleri takdirde müdahil olarak devlet olaya el atabiliyordu. Millet başları seçimi millet rüesâsına bırakılır, ancak seçildikten sonra bir beratla Padişah tarafından onaylanırdı9. Her ne kadar Patriklik görevi ömür boyu olsa da, patriğin herhangi bir şekilde devletin güvenlik ve asayişini bozucu bir hareketi görüldüğünde azledilerek idam cezasına çarptırılması da mümkündü. Kısacası buradan da anlaşılacağı gibi aslında Patrikler devletin maaşlı memurları10 durumundaydı. Patrikler vezirlik rütbesiyle eşdeğer tutulmuşlardı. Zaman zaman görevini iyi yapan sadakatli Patriklere teşvik amacıyla birinci rütbe nişan takdim edilmişti11. 2- Mezhep İmtiyazları ve Korunması Bizzat Padişah II. Abdülhamit’in ifadesiyle, Osmanlı Devleti’nin başlangıcından beri Tatarların tecavüz ve esaretinden kurtarılan Ermeniler Osmanlı yönetiminde birçok ayrıcalıklar elde etmişler, hatta Müslümanlar savaşlarda cenk edip sadece savaşlar dışında istirahat ve biraz ziraat imkânı bulurlarken, Ermeniler sanayi ve ticarette oldukça gelişmişlerdi12. Ermeniler bu yüzden sosyal ve kültürel alanda olsun ekonomik alanda olsun Müslümanlardan kalan boşlukları doldurmayı başarmışlardı. En basit örneğiyle İstanbul’da ancak XIX. yüzyılın başlarında Müslümanlardan dişçiler yetişmeye başlamış, o zamana kadar bu işi Ermeniler üstlenmişlerdi13. Osmanlı yönetimi, idaresi altındaki milletlere sadece mezhep ayrıcalıkları tanımakla kalmamış, bunların devamı ve ihlâl edilmemesi için de gerekli tedbirleri almış, zaman zaman çeşitli ferman ve iradelerle bunun üzerinde durmuştur. Ayrıca bu imtiyazlara riayet etmeyerek kanunsuz davranan memurlarını cezalandırmaktan da çekinmemiştir. Örneğin Amasya’ya bağlı Gümüşhacıköy kazasının daha önceki yıllarda müdürü olup uygunsuz davranışlarından ve zalimane muamelelerinden dolayı gö8 9 10 11 12 13 Edouart Engelhardt, Türkiye ve Tanzimat, Çeviren Ali Reşat, İstanbul 1328, s.119. BOA, İ.DH., Belge No: 987/77929. BOA, İ.HR., Belge No: 236/13975. BOA, Y.PRK.AZJ., Belge No: 49/116. BOA, Y.EE., Belge No: 3/73. BOA, HH, Belge No: 315/18545-A. 429 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER revinden alınan Mehmed Ağa, her nasılsa kazaya yeniden müdür olmuş ve aynı zalimane davranışlarından dolayı Ermeni milletini mağdur etmiştir. Durumdan rahatsız olan Ermenilerin şikâyeti üzerine hükümet derhal önce olayı araştırıp sonra da sorumluları cezalandırma yoluna gitmiştir14. Yine bir başka şikâyet Kürdistan eyaleti dahilinde Muş, Diyarbakır, Hakkari, Van, Adana, Harput bölgelerinde bir heyetin manastır murahhaslarıyla din adamlarına boş bir kâğıda hileyle imza attırıp altına istediklerini yazarak Ermeni milletini zor duruma düşürmüşler, durumun Patrikhane tarafından bildirilmesi üzerine gerekli tedbirler alınmıştır15. Bu durum tabii ki sadece Osmanlı memurları için geçerli değildi. Yasak olduğu halde Acem Ermenilerinden bir cariye satın alan Acem Sahak’ın çarptırıldığı 6 500 kuruş cezayı sâlyane adı altında Ermeni halkından toplamaya kalkışmasının karşılığı da aynı olmuştu16. Ancak elbette ki bunların yanında Türk-Ermeni birlikteliğinin güzel örnekleri de veriliyordu. Örneğin Sivas eyaleti müşiri Feyzullah Paşa Ermeni milletine karşı himaye gösterdiği, fukarayı koruduğu ve Tanzimat’ın kararlarına uygun davrandığı için kendisine millet tarafından teşekkür edilmişti17. Ermenilere sağlanan haklardan birisi de ticaret serbestliğiydi. Tanzimat ve Islahat Fermanları’yla genişletilecek olsa da, bu tarihten önce de örneğin 1797’de, yine bu durumu görmek mümkündür. İzmit’te iki boyacı Ermeniye diğer boyahaneden iki para aşağı boyaması şartıyla birer boyacı dükkânı açma izninin verilmesi18 bunun bir göstergesidir. Bazen bu serbestiyet çeşitli şekillerde engellendiği takdirde de devlet tarafından gerekli müdahale yapılmış, bununla ilgili bir örnek Merzifon’da yaşanmıştır. Sermayesi az olduğu için ancak mahalle arasında bir mensucat dükkânı açmış olan bir Ermeninin dükkânı kadınlarla alış veriş ettiği gerekçesiyle mahallî idare tarafından kapatılmış, mağdurun verdiği dilekçe üzerine gerek kadınlarla gerek erkeklerle alışveriş etmeye mani hiçbir kanunun bulunmadığı ve ticaret serbestliğinin olduğu hatırlatılarak dükkânın derhal açılması ve Ermeninin serbestçe ticaret yapmasına izin verilmesi sağlanmıştır19. Yapılan zimmet anlaşmasına göre gayrimüslimlerin ırz, namus, can ve mal güvenliğini koruma altına alan devlet, gayrimüslimlerin müşkül duru14 15 16 17 18 19 BOA, HR.MKT., Belge No: 32/64. BOA, HR.MKT., Belge No: 41/57. BOA, CDH, Belge No: 1713/1. BOA, HR.MKT., Belge No: 94/17. BOA, C.İKT., Belge No: 966. BOA, Y.EE., Belge No: 134/6. 430 Nurdan İPEK ma düşmelerini de engellemek durumundaydı. Bu doğrultudaki uygulamalardan biri Maraş’ta bulunan Protestan ve Ermenilerin sağlık taramasından geçirilip hasta olan fukaraya çeşitli yardımların toplanması olmuştu. Hatta bu durumdan büyük bir memnuniyet duyan Ermeni ve Protestan dinî liderleri Padişaha teşekkürlerini sunmuşlardı20. Osmanlı Padişahının bu ihsanlarına karşı millet durumdan memnuniyetini teşekkürleri ve kiliselerde yaptıkları dualarıyla bildiriyordu. Erzurum’da sahip olunan asayişten ve himayeden dolayı kilise âyinlerinde Padişaha yapılan şükran duası bunlardan sadece birisidir. Hatta bu himaye ve asayişi duyan ve daha önceleri Revan taraflarına giden reaya bile azar azar Erzurum’a gelmeye başlamışlardır21. Bunun yanında zaman zaman Padişah tarafından, bu imtiyazların devamının ancak tebaanın sadakati karşılığında devam edebileceği de hatırlatılmıştır. Örneğin İstanbul Ermeni Patriği Agop Bogos’a gönderilen bir tahriratta bu durum belirtilmiş, Padişah tarafından kendilerine bahşedilen ihsanlar, din adamları, kilise ve manastırlarla bunlara ait arazi ve emlâkla ilgili tanınan imtiyazlar vurgulanmıştır. Bazı ihmallerden dolayı meydana gelmiş olan suistimallerin bir daha tekrarı durumunda kilise def’i ve izalesinin Padişahın a’mal-i şâhanesinde bulunduğunun ısrarla üzerinde durulmuş, bu duruma uygun hareket edilmesi istenmiştir22. 3- Dinî İbadet ve Âyin Serbestliği İslâm dininde zorlama olmadığı temellerine oturtulan zimmet kurumunun dayandığı esaslar gereği zımmîlere din ve ibadet özgürlüğü tanınmış ve diğer hakları gibi bu da koruma altına alınmıştır. Ermenilerin Müslümanlarla birlikte karma yaşadıkları yerlerde bazı Müslümanlar bunu ihlâl etmeye kalktıklarında Ermeni milleti üzerindeki devlet himayesi devreye girmiştir. Şumnu kazasında Ermeni milletinin Paskalya günleri kiliseye gittiklerinde İslâm ahalisinin çarşıda ot ve odun yakarak kâfirleri yakıyoruz şeklinde rencide edici davranışlarına karşılık Padişah tarafından her çeşit tebaaya ibadet özgürlüğü tanındığı, her tebaanın mezhepleri gereğince yaptığı âyinlere kimsenin karışamayacağı hatırlatılmıştır. Tabii bunun yanında Paskalya günlerini çoğu yerde Müslümanlar Ermenilerle birlikte kutlamışlardır. 20 BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 11/58 21 BOA, İ.MV., Belge No: 1109. 22 BOA, Y.EE., Belge No: 33/1. 431 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Dinî ibadetlerin iç içe birlikte yaşandığı, Türklerle Ermenilerin birlikte yaşama sanatını gösterdikleri en güzel örneklerden biri İzmit’e bağlı Armaş Ermeni köyüydü. Burada yer alan manastır nedeniyle Ermeniler için dinsel bir merkez niteliği taşıyan Armaş, sadece Ermeni hacı adaylarının değil, aynı zamanda bakire Meryem’e saygı duyan Müslümanların da bir uğrak yeriydi. Hac zamanında burada düzenlenen panayırlar Müslüman-Ermeni birlikteliğinin güzel bir manzarasını oluşturmaktaydı. Gerek İstanbullu hacıların hindi (kel) yemezlerse dileklerinin gerçekleşmeyeceği inancına karşılık hindi satmak için dört gözle Ermenileri bekleyen, gerekse de yine burada bulundukları sürece hacı adaylarının ihtiyacını karşılamak için burada bulunan Müslümanlarla Ermeniler arasında sıkı ilişkiler doğuyordu. Devlet himayesini burada da hissettiriyor, herhangi bir olumsuzluğun yaşanmaması, hacı adaylarının rahat bir şekilde dinî vazifelerini yapıp memleketlerine geri dönmeleri için her türlü asayiş önlemini alıyor, hatta çoğunlukla güneş çarpması görülmesi tehlikesi için bir de doktor bulunduruluyordu. Asakir-i Şahane’nin Padişahım çok yaşa duası da çoğunlukla bu yüzden hep birlikte yapılıyordu23. Zımmîler kendi dinî inançlarında hürdüler, aynı zamanda kendi istekleri doğrultusunda, hiçbir baskı altında kalmaksızın Müslümanlığa geçebilirlerdi. Ancak Müslüman olduktan sonra tekrar eski dinine dönme müsaadesi yoktur. Müslüman olmak koşuluyla din değiştirmeye izin verildiği halde gayrimüslimlerin mezhep değiştirmelerine de pek olumlu bakılmamıştır. Bu durum aslında Osmanlı yönetiminden çok gayrimüslim cemaatlerin isteğiyle oluşmuştur. Bir taraftan özellikle misyoner faaliyetlerin önlenmesi için devlet bu yasakla tedbir alırken, diğer taraftan cemaatler de sahip oldukları üstünlükleri yitirmemek adına devletin bu politikasına destek vermişlerdir. Rum ve Ermeni Patrikhaneleri tarafından bununla ilgili sert cezalar verilmiş ve şiddetli yaptırımlar uygulanmıştır. Bununla ilgili olarak, Ermeni mezhebini bırakıp Protestanlığa girmiş olan Kayserili bazı Ermeniler Patrik tarafından aforoz edilerek cezalandırılmışlardır24. Ancak Müslüman olarak din değiştirme elbette ki kişiye her türlü hukukî üstünlüğü sağlamıyordu. Ermeni milletinden olup da Müslümanlığ’a geçen Kıdaroğlu’nun karısı ve kızını zorla yanına alıp götürmek istemesine karşı kadının isteği doğrultusunda bırakılması kararı bunun küçük bir örneğidir25. Din değiştiren kişiler, çoğunlukla yaşadıkları bölgede kalma23 Nurdan İpek, Armaş ve Ermeniler, IQ Yayınları, İstanbul 2006, s.35-40. 24 BOA, HR.MKT., Belge No: 33/6. 25 BOA, HR.MKT., Belge No: 46/80. 432 Nurdan İPEK ları sakıncalı olduğundan başka yerlere gönderilirdi. Tabii din değiştirme olayı her iki taraf açısından da hassas bir konu olduğu için zaman zaman bazı sıkıntılar yaşanabiliyordu. Örneğin Müslüman bir adamla evlenip İslâmiyet’i kabul ettikten sonra Yozgat’ta bıraktığı çocuğunu görmek için geri gelen kadın mecburen papazın evine gitmiş, burada zorla alıkoyulmuş, Müslüman ahalinin bunu bildirmesi üzerine de zaptiyeyle papazın evine gelinmişti. Ancak eve girilmesi uygun olmayacağından muhtar aracılığıyla kadın çıkarılıp müftünün evine nakledilmiş, sonra da kocasına teslim edilmişti. Yozgat’taki Ermenilerden bazılarının muhtedi kadının kendilerine teslim edilmeyişini heyecanlı telgrafla protesto etmesine karşılık, kendi isteğiyle bir Müslümanın nikâhında bulunup da İslâmiyet’i seçen bir muhtediyenin Ermenilere tesliminin mümkün olamayacağı belirtilmişti26. 4- Osmanlı Himayesi Daha önceki örneklerde de belirtildiği gibi Osmanlı Devleti tüm tebaa üzerindeki koruyuculuğunu çeşitli şekillerde gösteriyordu. Ermeniler de bu yardımlara mazhar olan toplulukların içindeydi. Bazen mahsulün iyi olmadığı zamanlarda27, bazen manastırların biriken emlâk vergisinin ödenemediği durumlarda28, yangın, deprem gibi afetlerde yıkılan binalar ve kiliselerin tamiratında aflar ilân ediliyor, bazen de manastır dahilindeki okullardaki öğrencilerin ihtiyacı olan Avrupa malı eşyaların gümrük muafiyeti29, okul ve manastırların gider açıklarının kapatılması ve paskalya zamanlarında artan zarurî ihtiyaçların karşılanması için Patrikhane’ye verilen paralar gibi yapılan yardımlar30 Ermenilerin en büyük yardımcıları oluyordu. Yine Padişahların cülus-ı hümayun ya da doğum günleri de bu aflar için birer fırsattı. Tabi bu büyük günlerde Patrikhane tarafından istenen aflar da büyük oluyordu. Örneğin 27 Mart (16 Şaban Perşembe) gününe denk gelen Padişah II. Abdülhamit’in doğum günü şerefine, İstanbul Ermeni Patriği Padişahın adalet ve merhametine sığınarak, evlâtları ve akrabaları için gözyaşları döken fukara Ermenilerin hatırına, tutuklu bulunan altı Ermeninin affını istemişti31. Yine mahbuslar için bir başka af isteğinin bahanesi ise Padişahın cülusuydu. Trablusgarp, Kudüs ve 26 27 28 29 30 31 BOA, Y.MTV., Belge No: 50/57. BOA, Y.PRK.AZN., Belge No: 19/35. BOA, İ.MV., Belge No: 163/87. BOA, MF.MGM., Belge No: 3/28. BOA, YA.Res., Belge No: 51/5. BOA, Y.MTV., Belge No: 49/40. 433 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Konya’da sürgünde bulunan, suçunu itiraf etmiş ve pişman olan suçluların affedilmesi isteği üzerine bir inceleme başlatılmış, bu incelemenin sonucunda Trablusgarp’taki sürgünlerin birinci dereceden erbab-ı fesadkâraneden oldukları için aflarının mümkün olmadığı, Konya ve Kudüs’tekilerin ikinci derece suçlu oldukları, ancak bu kez de devlet hatalı olduğunu anladı şeklindeki söylemlere mahal vermemek için tereddütte kalındığı bildirilmişti. Bu arada Patrikten suçluların arzuhalleri istenmiş ancak bir cevap gelmediği halde bir komisyon teşkil edilerek suçluların arzuhalleri teker teker incelenmiş ve nihayet Konya’da bulunan üç sürgünün bir daha aynı kusuru işlemeyecekleri ve sadakatten ayrılmayacakları hususlarında söz vermeleri üzerine aflarına karar verilmişti32. Ermeni milletinin Padişahın bu ihsan-ı şahanelerine karşılığı ise Hz. İsa yortusunda çeşitli vilâyet ve kazalardaki kiliselerde Padişah adına yapılan dualar olmuştur33. Padişah da bundan dolayı duyduğu memnuniyeti patriğe bildirmiştir34. Elbette ki sadece Osmanlı hükümetinin Ermenilere değil, aynı zamanda Ermenilerin de hükümete yardımları görülüyor, yine bu da karşılıksız kalmıyordu. Sason olayları üzerine hükümete karşı gösterdiği hizmet ve sadakatten dolayı Patrikhane’ce kabahatli sayılıp görev ve maaşlarından olan iki rahibin mağdur olmaması için önce 150’şer, ancak bir daha görevlerine dönemeyecekleri ve başka bir gelirleri de olmadığı için bunun yetersiz görülmesi üzerine paranın 300’er kuruşa çıkarılmasına karar veriliyordu35. Yine Kayseri kocabaşısı ve meclis azası olan Serkis’in gösterdiği hizmet ve sadakatten dolayı fesinin üzerine imtiyazlı bir sembol takmak istemesine karşılık, istediği şey devlet tarafından hazırlanıp takmasına izin verilmiş ayrıca, kendisine verilen müsaadeyi herkes bilemeyeceği için uğrayabileceği zararlara karşı korunup himaye edilmesi de sağlanmıştır36. Sonuç Sonuç olarak, Osmanlı Devleti içinde yaşayan Ermeniler dinde zorlama yoktur esasından dolayı dinî, İslâm Hukuku’nun dışında tutulduklarından da hukukî ve sosyal yaşantılarında serbest bırakılmışlar, kendi dinî, hukukî ve sosyal düzenlerini oluşturabilmişlerdir. Bu anlamda hem 32 33 34 35 36 BOA, Y.EE., Belge No: 81/28. BOA, Y.EE., Belge No: 47/169. BOA, İ.DH., 1213/95018. BOA, Y.EE., 81/28. BOA, HR.MKT., Belge No: 7/34. 434 Nurdan İPEK Osmanlı bütününün bir parçası, hem de cemaatlerinin bir üyesi olarak kalmayı başarabilmişlerdir. Millet kavramının henüz etnisiteyi ifade etmediği dönemlerde cemaat olarak kendi kimliklerine sahip çıkmışlar, kendi içlerinde ayrı bir statüye kavuşmuşlardır. Ancak bunun yanında Osmanlı Devleti, Millet Sistemi içinde tamamen dışarıya kapalı bir yapının oluşmasına da müsaade etmemiş, bunun için de kontrolü elden bırakmamıştır. Örneğin millet başı durumundaki Patriklerin Osmanlı Devleti’ne bağlı maaşlı bir memur statüsünde olmaları, yine Ermenilerden haksızlığa uğradıkları takdirde isteyenlerin şer’î kanunlardan yararlanabilecekleri gibi esaslar bunların göstergesidir. Millet Sistemi Osmanlı Devleti’nin siyasî ve ekonomik koşullarının bozulmaya başlamasına kadar düzenli bir işleyiş göstermiş, ancak millet kavramının anlam değiştirmesiyle birlikte sistem de parçalanmıştır. 435 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Arşiv Belgeleri Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA): Cevdet Tasnifi Dâhiliye (CDH), Cevdet Tasnifi İktisat (C.İKT.), Hariciye Mektubî Kalemi (HR.MKT.), Hatt-ı Hümayun (HH), İrade Meclis-i Valâ (İ.MV.), İrade Dâhiliye (İ.DH.), İrade Hariciye (İ.HR.), Meclis-i Vükelâ Mazbataları (MV), Yıldız Resmî Maruzat (YA. Res.), Yıldız Esas Evrakı (Y.EE.), 81/28, 47/169, 3/73 Yıldız Mütenevvi Maruzat, (Y.MTV.), Yıldız Perakende Evrakı Adliye ve Mezahib Nezareti Maruzatı (Y.PRK.AZN.), Yıldız Perakende Evrakı Arzuhal ve Jurnaller (Y.PRK.AZJ.), Maarif Nezareti Mekâtib-i Gayrımüslime ve Ecnebiye Müfettişliği (MF.MGM.), Belge No: 1713/1 Belge No: 966 Belge No: 32/64, 33/6, 46/80, 32/64, 32/64, 94/17, 7/34 Belge No: 315/18545-A Belge No: 1109 Belge No: 987/77929, 1213/95018 Belge No: 236/13975 Belge No: 63/87 Belge No: 51/5 Belge No: 38/69, 134/6, 33/1, 81/28, Belge No: 50/57, 49/40 Belge No: 1/64, 11/58, 19/35 Belge No: 49/116 Belge No: 3/28 Tetkikler Aktaş, Necati, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Rehberi, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayını, Ankara 2000 Bozkurt, Gülnihal, Gayrımüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukukî Durumu, TTK Yayınları, Ankara 1996 Engelhardt, Edouard, Tanzimat ve Türkiye, Çeviren Ali Reşad, Kaknüs Yayınları, İstanbul 1328. İpek, Nurdan, Armaş ve Ermeniler, IQ Yayınları, İstanbul 2006 Küçük, Cevdet, “Osmanlı Devleti’nde Millet Sistemi”, Ermeni Sorunu Özel Sayısı, Yeni Türkiye Yayınları, Sayı 38, Mart-Nisan 2001 Shaw, Stanford, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, e-Yayınları, İstanbul 1994 436 XVI-XVII. YÜZYILLARDA VAN GÖLÜ ÇEVRESİNDE ERMENİ VARLIĞI VE TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Prof. Dr. Orhan KILIÇ Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail: okilic@firat.edu.tr; Tel: 0 424 237 00 00-3691. Özet Osmanlı coğrafyasında farklı din ve milliyete mensup toplulukların yaşadığı malûmdur. Bunlardan biri de Ermenilerdir. Van eyaleti sınırları içerisinde bulunan Van, Bitlis, Erciş, Adilcevaz, Bargiri (Muradiye), Muş ve Hakkâri sancakları dahilinde de bir miktar Ermeni nüfus yaşamaktaydı. Osmanlı merkezî yönetiminin ve bölgedeki yöneticilerin Ermeni varlığına bakışı ve uygulamaları; ekonomik, idarî, adlî ve sosyal bakımdan Ermeni nüfusun hoşnutsuz olacağı bir düzeyde olmamıştır. Mabetlerini tamir edip genişletebilmişler, temsilcilerini seçebilmişler, Osmanlı-Safevi münasebetlerinin bölgede yarattığı huzursuz ortam sebebiyle çeşitli vergi muafiyetleri ile yaşadıkları yerleri terk edip gitmeleri önlenmiş ve Osmanlı hukuku karşısında Türk-Müslüman unsurdan farklı bir muameleye tâbi tutulmamışlardır. Yaklaşık iki asırlık bir süreç içerisinde, Van gölü çevresindeki Ermeni varlığının gerek yönetim, gerekse Türk-Müslüman unsur ile ilişkileri konusunda arşiv belgelerine yansıyan, her toplumda yaşanabilecek münferit birtakım adlî olaylar dışında, hiçbir olumsuz olaya rastlanmamaktadır. XX. yüzyılın başlarında Ermeni olayları içerisinde belki de en trajik olarak görülen Van’ın tamamen yakılması ve Ermeniler tarafından özellikle Zeve’de Türk-Müslüman unsurun toplu katliama tâbi tutulmalarının tarihî bir hesaplaşma sonucunda ortaya çıkmadığı ve bu olayların tarihî bir zemininin olmadığı sabittir. Bildiride, XVI–XVII. yüzyıllarda Van gölü çevresindeki Ermeni nüfusunun ne kadar olduğu ve bu nüfusun idarî, adlî, sosyal ve ekonomik statüleri Osmanlı belgelerinin ışığı altında ortaya konulacaktır. Prof. Dr. Orhan KILIÇ Giriş Ermenilerin Van gölü çevresindeki siyasî varlığı ile ilgili ilk bilgilere IX. yüzyılın ilk yarısından itibaren rastlanmaktadır. Bu yüzyılın ilk yarısında bölgede hâkim unsur Abbasîler olmasına rağmen, Abbasî-Bizans ve Abbasî-Ermeni Prensleri mücadelesi görülür. 852 yılında Ermeniye diye anılan bölge Abbasî komutanlarından Boga el-Kebîr tarafından fethedilmiş, Ardzeruni Hanedanı’ndan Vaspurakan Prensi Aşut (Aşot) mukavemet edemeyeceğini anlayınca teslim olmak zorunda kalmış ve gönderildiği Semerra’da idam edilmiştir1. Van bölgesindeki Ermeni hanedanları, IX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, hâkim devletlere bağlı olarak yarı bağımsız bir şekilde yaşamışlardır. Halife Mütevekkil 886 yılında Sacoğlu Afşın aracılığı ile Bagrat Hanedanı’ndan I. Aşut’a bir taç ile hilat gönderip ona Melik (Kral) ünvanını vermiş, bu durumu Bizans İmparatoru da kabul etmiştir. Ardzeruni Hanedanı’ndan Vaspurakan Prensleri de, Bagrat Hanedanı’na tâbi olmuşlardır. I. Aşut’tan sonra kral olan I. Sempat’ın, Bizanslılar ile işbirliğine girip Abbasî İslâm Devleti aleyhine çalışması sebebiyle, IX. yüzyılın sonlarında Sacoğlu Hanedanı’ndan Afşın, Van’ı ve Vatsan’ı işgal ederek buralara hadım kölelerini vali olarak tayin etmiştir. Afşın’dan sonra hanedanın başına geçen Sacoğlu Emir Yusuf (901-927), Van ve Vatsan’daki Grigoryan Ardzeruni Hanedanı’nı Bagrat Hanedanı aleyhine destekleyerek Gri1 Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul 1980, s.154. 441 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gor Darenik oğlu Gagık (Gagik)’a (904-936) bir taç ile Melik unvanını vererek Van gölü doğusu ve Kotur’a kadar yerlerde kendisine bağlı bir Ardzeruni Krallığı kurdurmuştur2. Vaspurakan Kralı Gagık’ın X. yüzyılda Vatsan şehrini tahkimatı, Aktamar adasını muhkem bir iç kale haline getirmesi ve bu adada bulunan Surp Haç Kilisesi’ni yaptırması devrin önemli olayları arasında zikredilebilir3. Van bölgesi X. yüzyılda Sacoğlu (Sacid) Hanedanı, Ardzurini Hanedanı’ndan Vaspurakan Ermeni Prensliği, Mervaniler ve Bizanslıların hakimiyetinde kalmıştır. Türklerin Bizansa doğru akınları başlayınca Vaspurakan Prensi Senekharim, Bizans imparatoru II. Basil (976-1025) ile anlaşarak Van’ı Bizansa terk etmiş ve tebaasının büyük bir kısmı4 ile, kendisine tahsis edilen Sivas ve Kayseri’ye gitmiştir. Böylece Van’daki Vaspurakan Ermeni Prensliği’ne son verilmiştir. Van’ı işgal eden Bizans, civardaki Ermenilerin bir kısmını 1030 yılında Arap Numeyrî Hanedanı’nın elinden almış olduğu Urfa’ya yerleştirmiştir5. Ermeni tarihçi Matthieu bu tehcir olayını şöyle ifade etmektedir: İktidarsız ve kadınlaşmış iğrenç Rum milleti Ermenistan’ın en cesur evlâtlarını yurtlarından koparıp dağıttılar, milletimizi tahrip edip, Türklerin istilasını kolaylaştırdılar6. Bizanslılar Ermeniye’ye girdikten sonra Ermeni halka zulüm yapmış, ordularını dağıtmış, kumandanları ve ileri gelenlerini bölge dışına sürmüşler ve burada savunmasız bir halde kalan halkı ağır vergilere bağlamışlardır. Ani, Muş, Bitlis, Bayezit, Ardahan, Van, Malazgirt, Ahlat, Erciş, Bargiri (Muradiye) ve diğer birçok şehre Bizans askerleri yerleştirilmiş, dinî kurumları saldırıya uğramış, dinî reisleri ise yakalanarak Bizansa sürülmüşlerdir. Bizanslılar; Ermeniler ile aralarında mezhep ve ırk düşmanlığı olmasından dolayı bunları kin ve nefretle karşılamışlardır. Senekharim’in anlaşarak topraklarına soktuğu Bizanslılar da bölgede kalan Ermeni varlığını yok etmeye çalışıyorlardı. Bölge dışına gönderilen Ermeni reislerinden Gagık 1079 yılında Kayseri’de, Senekharim ve oğulları ise 1080 2 3 4 5 6 Azmi Süslü, Fahrettin Kırzıoğlu, Refet Yinanç, Yusuf Hallaçoğlu, Türk Tarihinde Ermeniler (Temel Kitap), Kars Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, Ankara 1995, s.68-69; Nejat Göyünç, “Van”, İslâm Ansiklopedisi, C. 13, MEB Yayını, İstanbul 1986, s.198. Göyünç, a.g.m., s.198. Yaklaşık 40 000 Ermeni ailesi. Göyünç, a.g.m., s.198; Ali Sevim, Anadolu’nun Fethi Selçuklulur Dönemi (Başlangıçtan 1086’ya Kadar), Ankara 1988, s.20; Süslü, Kırzıoğlu…, a.g.e., s.79. Süslü, Kırzıoğlu…, a.g.e., s.79. 442 Prof. Dr. Orhan KILIÇ yılında Sivas’ta Bizanslıların ellerinde öldüler7. Bu gelişmeler sebebiyle, Selçukluların Anadolu’yu fetih ve yurt tutma faaliyetlerine başladıkları sırada Van gölü çevresinde hiçbir Ermeni siyasal kuruluşu kalmamıştı. Çağrı Bey’in 1018’de bölgeye yaptığı ilk akınlarından sonra, 10421043 yıllarında Ebulheyca Hezbânî yönetiminde olan ve Urmiye’de bulunan Türkmenlerin Van gölü havzasına akınlar yaparak Bizans generali Haçik kumandasındaki kuvvetleri mağlup ettiğini ve Haçik’in de bu çarpışmalar sırasında hayatını kaybettiğini görmekteyiz. 1045 yılında Tuğrul Bey’in emri doğrultusunda Mardin ve Diyarbakır yöresindeki Türkmen beylerinden Oğuzoğlu Mansur, Göktaş, Anasıoğlu, Boğa gibi beyler, Van gölü bölgesinde Bizans kuvvetlerini yenilgiye uğratmışlardır. 1048’de Tuğrul Bey’in amcası Musa Yabgu’nun oğlu Hasan’ın Van gölü havzasını istilaya başlaması Selçuklu kuvvetlerinin Zap Suyu yöresinde pusuya düşürülmesi ile başarısızlıkla sonuçlanmış ve Hasan Bey şehit edilmiştir8. Sultan Tuğrul, bir yandan gittikçe artan Türkmen nüfusu ve buna bağlı olarak Anadolu’yu yurt tutma zarureti, diğer yandan ise Bizans ile yapılan barıştan tam bir netice alınamaması üzerine Anadolu’nun fetih harekâtına girişmiş ve 1054 yılında bizzat kumanda ettiği büyük bir orduyla harekete geçerek Muradiye (Bargiri) ve Erciş’i feth etmiştir. Daha sonra Malazgirt’i kuşatan Sultan Tuğrul, burayı almaya muvaffak olamamıştır9. Van, 1064 yılında Sultan Alparslan’ın oğlu Melikşah tarafından etrafındaki birçok kale ve şehirlerle birlikte fethedilmiştir. Sultan Alparslan bu sefer sonunda buraların yönetimini sefere katılan vasal emirlere bırakmıştır. Van gölü bölgesi böylelikle Nahcivan emiri Sakaroğlu Ebû Dülef yönetimine geçmiş oluyordu10. Sultan Alparslan’ın 1071 Malazgirt zaferinden sonra ise, Türklerin bölgedeki hakimiyetleri tam olarak sağlanmıştır. Bölgede Selçuklu idaresi tesis edildikten sonra, Selçuklu sultanı Muhammed Tapar, 1100 yılında Diyarbakır Mervanileri emirlerinin elinde bulunan Ahlat ve yöresini halkın da isteği üzerine Selçuklu emirlerinden Sökmen’e vermiş ve 1100 yılından itibaren tarihte Sökmenliler veya Ahlatşahlar adıyla anılacak bu beylik, Malazgirt, Ahlat, Erciş, Adilcevaz, 7 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Genişletilmiş 2. Baskı, Belge Yayınları, İstanbul 1987, s.76-77. 8 Sevim, Anadolu’nun Fethi, s.25-30. 9 Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C.I, Çeviren Fikret Işıltan, Ankara 1989, s.47; Sevim, a.g.e., s.33. 10 Sevim, Anadolu’nun Fethi, s.42. 443 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Eleşkirt, Van, Tatvan, Silvan ve Muş il ve ilçelerini içine alan bu bölgede hakimiyet tesis etmiştir11. 1207 yılında Ahlatşah hakimiyeti son bulmuş, Van gölü ve çevresi daha sonra sırasıyla, Eyyûbîler, Harzemşahlar, Anadolu Selçukluları, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Safevilerin idaresinde kalmıştır. 1534 ilkbaharında Van, 14 Haziran 1534’te ise Adilcevaz, Ahlat, Erciş ve Amuk (Amik) Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Osmanlı ordusunun bölgeden çekilmesinden sonra Şah Tahmasp, Erciş ve Van’ı 1536 yılı başlarında yeniden ele geçirmesine rağmen, Kanunî Sultan Süleyman’ın bizzat başında olduğu Osmanlı ordusu 1548 yılı yazında Van ve Erciş’i Safevilerden geri alarak kalıcı bir hakimiyet tesis etmişlerdir12. Van gölü ve çevresinin Türk hakimiyetine giriş sürecinde, bölgedeki Ermenilerin bazen Bizans askerleriyle birlikte Türklere karşı, bazen de Bizansın kendilerine uyguladığı ağır dinî, iktisadî ve ekonomik baskılar sebebiyle Türklerle birlikte hareket ederek Bizanslılara karşı oldukları görülür. Bölgede Türk hakimiyetinin kesin olarak sağlanmasından sonra ise, Türklerin fethettikleri bölgelerde gayrimüslimlere uyguladığı hoşgörülü ve adaletli yönetim politikasından faydalanma yoluna gitmişlerdir13. Bu durum Osmanlılar döneminde de devam etmiş ve Bizans istilası sırasında Van gölü ve çevresinde neredeyse yok olma durumuna gelen Ermeni varlığı Türklerin bölgede hâkim unsur olması üzerine millî ve dinî benliklerini koruyarak yok olmaktan kurtulmuşlardır. Ermeniye tabirine gelince; yukarı iller, yukarı memleket anlamındaki Armenia’nın İslâmlarca kullanılan şeklidir. Van gölünün kuzeyi demek olup, zaman zaman daha geniş sahaları da içine alır. Bir coğrafî ad olup kavim ve halk ile ilgili bir anlamı yoktur. Çünkü Anadolu Selçukluları devrinde aynı bölge Ermen diyarı olarak anılmıştır14. XII. yüzyılda bu coğrafî 11 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, İstanbul 1980, s.86; Bahaeddin Ögel, Hakkı Dursun Yıldız, Fahrettin Kırzıoğlu, Mehmet Eröz, Bayram Kodaman, M. Abdulhalûk Çay, Türk Millî Bütünlüğü İçerisinde Doğu Anadolu, 2. Baskı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Ankara 1986, s.21. 12 Van gölü çevresinin Osmanlı öncesi siyasî tarihi hakkında geniş bilgi için bkz. Orhan Kılıç, XVI. ve XVII. Yüzyıllarda Van, Van Belediye Başkanlığı Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü Yayınları, Ankara 1997, s.1-18; Kılıç, XVI.Yüzyılda Adilcevaz ve Ahlat (1534-1605), Tamga Yayıncılık, Ankara 1999, s.1-12. 13 Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayını, Ankara 1990, s.5. Selçuklu-Ermeni ilişkileri için ayrıca bkz. Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, TTK Yayını, Ankara 1983. 14 Tuncer Baykara, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyasına Giriş I, Ankara 1988, s.24-25. Ermeniyye tabirinin tarihî gelişimi hakkında geniş bilgi için bkz. Süslü, Kırzıoğlu…, a.g.e., s.11-14. 444 Prof. Dr. Orhan KILIÇ bölgeye hâkim olan ve kendilerini Şah-ı Ermen ve Ermen-Şahlar olarak adlandıran Ahlatşahlar veya Sökmenliler’in Ermeni bir kavim olmadığı da tarihî bir hakikattir. Zaten bu tabirin popüler bir hale gelmesine biraz da bu Beylik sebep olmuş, Ermen bölgesinin hakimi olduklarını ifade etmek için kendilerini Ermen-Şahlar olarak adlandırmışlardır15. Sökmenlilerin, bölgede konuşulan dillerden biri olan Farsça’nın tesirinde kalarak, kendilerini Şah-ı Ermen olarak ilân etmeleri, tarihî kaynaklara da bu şekilde geçmelerine vesile olmuştur16. XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Doğu Anadolu bölgesi ve dolayısıyla Van gölü ve çevresi de Turkomania (Türkmen Ülkesi) olarak anılmaya başlanmıştır. Marco Polo 1271 yılında Doğu Anadolu’yu Turkomania olarak ifade etmektedir. Aynı şekilde İbn Batûta ve İspanyol seyyah Clavio da Doğu Anadolu’yu Türkmenler’in Ülkesi olarak tarif etmişlerdir. İslâm yazarları XV. yüzyıldan itibaren Doğu Anadolu’yu artık Türkmaniyye olarak adlandırmaktadırlar. Meselâ Timur’un tarihçisi Şerefeddin Yezdî, Anadolu’yu Türkmen Ülkesi olarak vasıflandırır. Dede Korkut Oğuznameleri’nde Doğu Anadolu, Oğuz-Eli/Elleri adıyla geçmektedir17. Doğu Anadolu’nun Osmanlı hakimiyetine girmesinden sonra bölgede önce Erzurum daha sonra Van Beylerbeyliği kurulmuştur. Dolayısıyla Osmanlı kaynaklarında artık Van gölü ve çevresi ağırlıklı olarak Van beylerbeyliği olarak anılmıştır. Ancak tarihî alışkanlık devam etmiş olmalı ki bazen Osmanlı belgelerinde de İran ve komşu olan Osmanlı coğrafyası yukarı canib olarak ifade edilmekteydi18. Osmanlı döneminde Avrupa literatüründe özellikle de coğrafya kitaplarında Doğu Anadolu, Turkomania (Türkmen Ülkesi) olarak anılmaya devam etmiştir. XVIII. yüzyıl Avrupa coğrafya kitaplarında Erzurum ve Van bölgesi yine Turkomania (Türkmen Ülkesi) olarak gösterilmektedir19. 15 Turan, s.84; Claude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, Çeviren Yıldız Moran, İstanbul 1979, s.63. 16 Turan, s.87; Cahen, s.63. 17 Halil Kemal Türközü, Türkmen Ülkesi (Doğu Anadolu) Adı ve Emperyalizmin Etkileri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 1985, s.8. 18 Meselâ, 8 Ekim 1567 tarihinde Van beylerbeyine yazılan hükümde; yukaru canib ahvali ve sahih ihbârı i’lâm etmesi ve gaflette bulunmaması isteniyordu. Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), Mühimme Defteri (MM), Defter No: 7, s.124, Hüküm No: 317. 19 Türközü, a.g.e., s.8-9. 445 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1- Van Gölü Çevresindeki Ermenilerin Nüfusu 1548 yılında Van beylerbeyliği kurularak Van gölü çevresindeki sancaklar bu beylerbeyiliğe dâhil edilmiştir. Van beylerbeyliği, Osmanlı-İran sınırında bulunduğu için sancak sayısı Osmanlı-Safevi siyasî münasebetlerinin seyrine göre azalıp artabilmiştir. Bu sebeple XVI-XVIII. yüzyıllarda Van eyaletindeki sancak sayısı 13-34 arasında değişmiştir. Van, Adilcevaz, Bitlis, Erciş, Muş, Hakkari, Mahmûdî, Hizan, Bargiri, Kârkâr, Şırvî, Kisan, Espayrid, Kotur ve Ağakis bu hareketlilikten en az etkilenen sancaklardır20. Bu sebeple Van gölünü çevreleyen sancakların tamamının Van eyaleti sınırları içerisinde olduğunu söylemek mümkündür. Van gölünün batı ve güney batısında Bitlis, kuzey ve kuzey batısında Adilcevaz, kuzey doğusunda Erciş ve Bargiri, doğu ve güney-doğusunda Van sancakları yer alıyordu. Van gölü bugün Bitlis ve Van illeri ile çevrilidir. Bölgedeki önemli merkezlerden olan Ahlat Adilcevaz’a21, Vatsan (Gevaş) Van sancağına, Tatvan Bitlis sancağına bağlı nahiye ve kaza merkezleri idi. XVI-XVII. yüzyıllarda Van gölü çevresindeki gayrimüslim nüfus arşiv kaynaklarına göre tamamen Ermenilerden oluşmaktadır. Evliya Çelebi Van ve Bitlis şehirlerinde gayrimüslim unsur olarak sadece Ermenilerin bulunduğunu, Rum, Yahudi, Frenk ve Kıptî’ye rastlanmadığını kaydetmektedir22. Evliya Çelebi’nin çağdaşı olan Jean-Babtiste Tavernier23 ve XIX. yüzyılın sonlarında Van şehrini ziyaret eden H. F. B. 20 Van eyaletinin XVI-XVIII. yüzyıllarda sancak bazındaki idarî taksimatı hakkında geniş bilgi için bkz. Kılıç, “Van Eyaletine Bağlı Sancaklar ve İdarî Statüleri (1558-1740)”, Osmanlı Araştırmaları (The Journal of Ottoman Studies) XXI, İstanbul 2001, s.189-210. 21 Ahlat, 1540 ve öncesinde Bitlis sancağına bağlı bir nahiyedir. Bkz. Mehmet Öz, “XVI. Yüzyılda Bitlis Sancağı: Yönetim, Nüfus ve Vergilendirme”, IX. International Congress of Economic and Social History of Turkey, Dubrovnik-Croatia, 20-23 August 2002, s.34-35; Öz, “Otoman Provincial Administration in Eastern and Southeastern Anatolia: The Case of Bidlis in the Sixteenth Century”, International Journal of Turkish Studies, IX/1-2, Summer 2003, s.151-152. 22 Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Bağdat No: 305, 1719-1720 (H. 1132), vr. 224/b, 257/a. 23 Jean-Babtiste Tavernier, Les Six Voyages en Turqie, en Perse et Aus Indes, C. 1, Paris 1682. 446 Prof. Dr. Orhan KILIÇ Lynch’in24 tespitleri de bu yöndedir. Bu durum Bitlis, Adilcevaz, Ahlat, Bargiri ve Erciş için de aynıdır25. XVI ve XVII. yüzyıllarda Van gölü çevresindeki nüfus tespitini yapmak için başvurulacak en önemli kaynak mufassal tahrir defterleridir. Van, Erciş ve Bargiri sancakları ile ilgili mufassal tahrir defterleri arşivlerde bulunmamaktadır. Bitlis ve Adilcevaz sancaklarına ait üç mufassal defter mevcuttur26. Ayrıca mufassalın icmali olan bir defter daha vardır. Defterlerin en eski olanı 1537, en yeni olanı ise 1556 tarihlidir. Mufassal defterlerin Van gölü ve çevresindeki Ermeni ve Müslüman nüfusu bütünüyle yansıtması bu haliyle mümkün değildir. Ancak inceleme, bölgemizdeki Ermeni nüfusun tespiti konusunda cizye rakamlarından elde edilen bilgilerle kabul edilebilir sonuçlara ulaşmak mümkündür. Ermeni halkın vermekle yükümlü olduğu cizye-i gebran veya harac vergileri ağırlıklı olarak Padişah hassı, kısmen de diğer hass gelirleri içerisinde yazılmışlardır. Bu vergilerin toplam miktarı kaydedildikten sonra her vergi mükellefi neferin kaç akçe vergi vereceği de ayrıca belirtilmiştir. Dolayısıyla vergi mükellefi Ermeni nüfus, bütün sancaklar için belirli dönemlerle sınırlı olsa bile, tespit edilebilmiştir. Bu verilere göre Van gölü ve çevresindeki Ermeni nüfusu şöyledir: 24 H. F. B. Lynch, Armenia Travels and Studies, Vol. II, London, New York and Bombay 1901, s.412. 25 Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.141-142; Emine Altunay, 1540 (H. 947) Tarihli Tahrir Defterine Göre Bitlis Sancağı, Basılmamış Yüksek Lisan Tezi, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Eğitimi Anabilim Dalı, Samsun 1994, s.38. 26 Bu defterler şunlardır: BOA, TapuTahrir Defterleri (TTD), Defter No: 189, 413, 297; Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü Arşivi (TKGMA), Kuyud-ı Kadime Defterleri (KKD), Defter No: 109. 447 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tablo- Van gölü çevresindeki Ermeni nüfusu (1537-1637) Yer Van eyaleti28 Van-Erciş-Bargiri Van, Erciş, Bargiri Sancakları29 Van şehri30 Vatsan şehri (15 köy ile birlikte)31 Bitlis Bitlis sancağı32 Bitlis sancağı33 Bitlis sancağı34 Bitlis şehri35 Bitlis şehri36 Adilcevaz Adilcevaz sancağı37 Adilcevaz sancağı38 Tarihi 1611 Vergi nüfusu 23 000 nefer Tahminî nüfus27 84 331 1605-1637 XVII. yüzyıl 1609-1610 3 981 nefer 10 000700 nefer 14 597 11 000 2 567 1540 1609-1610 1637 1537 1540 5 065 hane 706 mücerred 5 800 nefer 5 615 nefer 937 nefer 1 124 nefer 26 031 21 263 20 588 3 435 4 122 1548-1551 1556 1 707 nefer 2 189 nefer 6 259 8 025 27 Hane ve mücerredleri belirtilmeden sadece nefer olarak kaydedilen Ermeni mükelleflerin temayüle uygun olarak 2/3’ü evli, 1/3’ü bekâr kabul edilmiş; evli mükelleflerin 5 kişilik bir aileden oluşabileceği kabul edilerek 5 ile çarpılmış, çıkan rakama bekârlar ilâve edilerek tahminî bir nüfusa ulaşılmıştır. 28 Van beylerbeyine ve defterdarına maliye tarafından emr-i şerîf yazılması için çıkan 21 Nisan 1611 (7 Safer 1020) tarihli bir tezkereden, Van defterdarının merkeze bir arz göndererek Van eyaleti reayasının hepsi yerli yerine geldiğinde defter mucebince 23 000’den fazla olduğunu, ancak Kızılbaş baskısı ile çoğunun buraları terk ettiğini bildirdiği tespit edilmektedir. BOA, Maliyeden Müdevver Defterleri (MAD), Defter No: 3260, s.99. 29 BOA, Tapu Tahrir Defterleri (TTD), Defter No: 730, s.2. Bu sancakların toplam neferi Adilcevaz sancağı da dâhil olmak üzere 5 661’dir. Ancak aynı defterdeki ispençe gelirlerinden Adilcevaz sancağındaki Ermeni vergi nüfusu 1 680 nefer olarak tespit edildiği için Adilcevaz sancağı zikredilen üç sancaktan ayrılmıştır. BOA, MAD, Defter No: 3443, s.142-143. 30 Arşiv kaynakları ve seyahatnamelere dayalı olarak yapılan değerlendirmeler sonucu ulaşılan tahminî nüfustur. Bkz. Kılıç, Van, s.256. 31 BOA, MAD, Defter No: 4659, s.11. 32 TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 10/b-98/b; Altunay, a.g.t., s.36-55. 33 BOA, MAD, Defter No: 4659, s.9. Toplam cizye geliri 649 600 akçe olup nefer başına 112 akçe haraç alınmaktadır. Bu durumda 5 800 nefer Ermeni vergi mükellefi vardır. 34 BOA, MAD, Defter No: 3443, s.143. 35 BOA, TTD, Defter No: 189, s.1; Altunay, a.g.t., s.34. 36 TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 2/b-9/b. 37 BOA, TTD, Defter No: 297, s.3. 38 BOA, TTD, Defter No: 297, s.3. 448 Prof. Dr. Orhan KILIÇ Yer Adilcevaz sancağı40 Adilcevaz şehri41 Adilcevaz şehri42 Ahlat şehri43 Ahlat şehri44 Ahlat şehri45 Tarihi 1605 1540 1556 1537 1540 1556 Vergi nüfusu 1 680 nefer 210 hane 102 mücerred 420 nefer 67 nefer 137 nefer 212 nefer Tahminî nüfus39 6 160 1 152 1 540 245 502 782 Van eyaletine bağlı olan sancaklardan sadece Van, Bitlis, Erciş, Adilcavaz ve Bargiri sancakları Van gölüne kıyısı bulunan yerlerdir. Muş, Hakkari-Müküs (Bahçesaray), Bayezid, Hizan, Espayrid, Ağakis, Mahmûdî (Hoşab), Kârkâr, Şırvi (Şirvan), Kisan ve Kotur sancakları Van eyaleti bünyesinde süreklilik arz eden ve 1611 yılında da var olan sancaklardır. Bu sebeple 1611 yılında eyalette yaşayan yaklaşık 85 000 Ermeninin yarısının Van gölü çevresinde bulunmadığını söylemek mümkündür. Ulaştığımız rakamlar da bu durumu kanıtlamaktadır. Yukarıdaki tablo incelendiğinde XVII. yüzyılın başlarında Van, Erciş, Bitlis, Adilcevaz ve Bargiri sancaklarında yaşayan toplam Ermeni nüfusun yaklaşık 42 000 kişi olduğu görülecektir. Geri kalan nüfus Van gölüne kıyısı olmayan hatta bugün sınırlarımız dışında kalan yerlerde yaşıyorlardı. Meselâ Kotur sancağı bugün İran sınırları içerisindedir. Van gölüne kıyısı olamayan Muş sancağında ise 2 281 Ermeni, 6 134 Müslüman nüfusun yaşadığını biliyoruz46. Ermeni nüfusun en kalabalık olduğu sancak Bitlis’tir. Erciş ve Bargiri’de ise diğer sancaklara nazaran daha az sayıda Ermeni nüfusun yaşadığı söylenebilir. Van gölü çevresinde yaşayan yaklaşık 42 000 Ermeninin en az yarısının Van, Bitlis, Vatsan, Ahlat, Adilcevaz, Erciş ve Bargiri şehirlerinde top39 Hane ve mücerredleri belirtilmeden sadece nefer olarak kaydedilen Ermeni mükelleflerin temayüle uygun olarak 2/3’ü evli, 1/3’ü bekâr kabul edilmiş; evli mükelleflerin 5 kişilik bir aileden oluşabileceği kabul edilerek 5 ile çarpılmış, çıkan rakama bekârlar ilâve edilerek tahminî bir nüfusa ulaşılmıştır. 40 BOA, TTD, Defter No: 730, s.44. Bu tarihte Adilcevaz sancağının toplam ispençe geliri 42 000 akçe olarak kaydedilmiştir. Hiçbir artış olmadığını dikkate alarak her haraç-güzâr neferden 25’er akçe ispençe alındığını farzederek 1 680 neferlik bir vergi nüfusuna ulaşılmıştır. 41 TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 110/b. 42 BOA, TTD, Defter No: 297, s.7, 11. 43 BOA, TTD, Defter No: 189, s.14. Bu tarihte Ahlat’taki Müslüman nefer sayısı 94’tür. 44 TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 91/b. 45 BOA, TTD, Defter No: 297, s.27. 46 Süslü, Kırzıoğlu…, Türk Tarihinde Ermeniler, s.109. 449 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER landığını söylemek mümkündür. Van’da yaklaşık 10 000, Bitlis’te 4 000-5 000, Vatsan’da 2 500, Adilcevaz’da 1 500, Ahlat’ta 1 000 civarında Ermeni nüfusu vardır. Aktamar adasında bir miktar Ermeninin yaşadığı da bilinmektedir. Erciş ve Bargiri şehirlerine ait bilgilerimiz olmamakla birlikte, birkaç bin Ermeninin de buralarda yaşadığı tahmin edilebilir. Ermeni nüfusun Türk-Müslüman nüfus karşısındaki oranı konusunda şunları söylememiz bir fikir vermesi açısından faydalı olacaktır. XVII. yüzyılın ortalarında Van şehrinde 33 000, Van sancağında ise 85 000 civarında Müslüman nüfus vardır. Van şehrindeki Ermeni nüfus ise 11 000 civarındadır47. Ancak aşağıda izah edeceğimiz üzere, bölgedeki Müslüman nüfusun tespiti konusunda siyasî, ekonomik ve sosyal sebepleri göz önünde bulundurarak bir değerlendirme yapılması gerekmektedir. Mufassal defterlerdeki yetersiz bilgiler ancak diğer bilgi ve belgelerle desteklenmesi durumunda objektif sonuçlara ulaşılması bakımından bir değer ifade edebilirler. Van ve Adilcevaz sancakları için bu hususları dikkate alarak yaptığımız çalışmalardan çıkarılan sonuçlara göre, XVI-XVII. yüzyıllarda Türk-Müslüman nüfus % 80, Ermeni nüfus ise % 20 civarındadır48. Van ve çevresindeki Ermeni nüfus XIX. yüzyılın sonlarına doğru nispeten artmıştır. 1882 yılından sonra siyasî bir varlık temini için Kafkasya’dan gizlice Ermeni muhacirler getirtilerek Van’a yerleştirilmiştir49. Bu durum batılı seyyahlar tarafından da teyit edilmektedir. XIX. yüzyılda şehri ziyaret eden seyyahlar sadece iki kilisenin varlığından bahsedip diğerlerinin şehir dışındaki yerlerde bulunduklarını belirtip, Van yöresindeki kiliselerin 1850’lerden sonra revaçta olduklarına dikkat çekmektedirler50. Bu muhaceret hareketi ve doğal nüfus artışının sonucunda Van ve Bitlis vilâyetlerindeki Ermeni nüfus zaman içerisinde fazlalaşmıştır. 1914 yılı resmî istatistiğine göre, Bitlis vilâyetinde 117 492, Van vilâyetinde ise 67 792 Ermeni yaşamaktadır. Aynı istatistiğe göre Bitlis vilâyetinde 309 999, Van vilâyetinde ise 179 380 Müslüman nüfus bulunmaktadır51. Buna göre 1914 yılında Van gölü çevresinde toplam 674 663 kişi yaşamaktadır. Bunların 185 284’ü Ermeni, 489 379’u ise Türk-Müslümandır. Toplam nüfus içerisinde Türk-Müslüman nüfusun oranı % 72.5, Ermeni nüfusun oranı 47 48 49 50 Kılıç, Van, s.255-257. Kılıç, Van, s.253-257; Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.136-149. Van Tarihi ve Kürtler Hakkında Tetebbuat, Matbaa-i Ebuzziya, İstanbul 1928, s.92. Walter Bachman, Kirchen und Moscheen in Armenien und Kurdistan, Leipzig 1913, s.3133; Lynch, a.g.e., s.80. 51 Süslü, Kırzıoğlu…, Türk Tarihinde Ermeniler, s.114-115. 450 Prof. Dr. Orhan KILIÇ ise % 27.5’tir. Bu oranlar XVI-XVII. yüzyıldaki tespitlerimizi teyit edici mahiyettedirler. 2- Van Gölü Çevresindeki Nüfusu Etkileyen Faktörler Van gölü çevresindeki nüfusu etkileyen en önemli unsur Osmanlı-Safevi mücadelesidir. Bu mücadele Van gölü çevresindeki yerleşim yerlerinin tamamında yaşayan Türk-Müslüman nüfusun aleyhine olmuş büyük oranda nüfus bu mücadeleler sırasında ya yer değiştirmiş ya da Safeviler tarafından katledilmişlerdir. Müslüman nüfusa yönelik bu fizikî baskıların Ermeni nüfusa da yapıldığına dair hiçbir emare yoktur. Bölgede yaşanan bu istikrarsız siyasî ortam, elbette ki Ermeni nüfusun da maddî ve manevî bir takım zararlara uğramasına ve huzursuz olmasına sebep olmuştur. Ancak ciddi bir Ermeni nüfusun bölgeden ayrılması veya katledilmeleri gibi bir durumu asla doğurmamıştır. Bu anlamda Osmanlı yönetiminin Ermeni nüfusu burada tutmak maksadıyla getirdiği büyük vergi muafiyetleri ve indirimleri söz konusudur. Bölgedeki siyasî karışıklıktan en çok etkilenen unsur Türk-Müslüman halk olduğu için Osmanlı merkezî idaresinin tam olarak yerleşmesi ve bölgenin istikrarlı bir huzur ortamına girmesine kadar, Müslüman halka bazı vergileri belli bir süre hiç ödememeleri gibi bir muafiyet getirilmiştir. Belli bir süre vergi mükellefi olmayan Müslüman nüfusun bu arada yapılan tahrirlerde sadece hububat ve sebze-meyve öşrü verebilecek kısmı defterlere kaydedilmiştir. Bu da doğal olarak Müslüman nüfusun az olduğu gibi bir sonucun çıkmasına sebep olmuştur. Her türlü vergiden muaf olan vakıf görevlilerinin de evkaf defterlerinden tespit edilip Müslüman nüfusa ilâve edilmesi gerekmesine rağmen, sadece mufassal tahrir defterlerindeki hane rakamları ile bir nüfus tespiti yapmak hiç de doğru olmayan bir takım sonuçları doğurmaktadır. Tımarlı sipahiler ve kalelerde görev yapan TürkMüslüman unsuru da mutlaka dikkate almak gerekmektedir. Dolayısıyla özellikle Van gölü çevresi gibi bir coğrafyanın iskân ve nüfus durumunun bölgede yaşanan siyasî ortam ve buna göre şekillenen iktisadî şartlar dikkate alınarak değerlendirilmesi şarttır. 1514 Çaldıran Savaşı’ndan sonra Van gölü çevresinde Osmanlı hakimiyeti tam olarak tesis edilmemiştir. Bundan dolayı, Bitlis’teki Şeref Han ailesi Osmanlı-Safevi nüfuz mücadelesinde hangi devletin idaresine girmesi konusunda başlangıçta tereddütlü davranmıştır. Bu sebeple 1535 Aralık ayında Bitlis hakimi Emir Şemseddin Bitlis’ten çıkarılarak Malat451 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ya ve Maraş sancakları kendisine verilerek bölgeden uzaklaştırılmıştır. Bu durumdan hoşnut olmayan Emir Şemseddin daha sonra aşireti halkının bir kısmı ile Safevi Devleti’ne iltica ederek Nahcivan hakimi olarak tayin edilmiştir. Emir Şemseddin Nahcivan’a giderken sadece aile efradını yanına almakla yetinmemiş Rojiki aşiretine mensup aşiret halkının yaklaşık 400 hanesini de beraberinde götürmüştür. Bu da Bitlis’ten önemli bir Müslüman nüfusun ayrılması anlamına geliyordu. 1578 Osmanlı-Safevi Harpleri sırasında o sırada Nahcivan hakimi olan Şeref Han, Bitlis’in tekrar kendisine ocaklık olarak verilmesi şartıyla Osmanlı Devleti’ne bağlı olmayı kabul ettiğini bildirmiş ve bu isteği uygun bulunarak Aralık 1578’de Bitlis’e gelerek 400 neferlik aşireti halkı ile Osmanlı saflarında yer almıştır52. Bitlis’le ilgili mufassal defterler Şeref Han ailesinin bölgede olmadığı zamanlara aittir. Bu sebeple Bitlis sancağında yaşayan Müslüman nüfusun ne kadar olduğu konusundaki en gerçekçi rakamlar ancak 1578 yılından sonra yapılmış olan bir tahririn sonuçları ile mümkün olabilecekti ki böyle bir defterden maalesef bugün için mahrumuz. Bitlis şehrinde Ermenilere ait olan mahalle sayısı 1540’ta 16 iken, 1655’te 11’e düşmüş; Müslüman mahalle sayısı ise 1540’da 11 iken 1655 tarihinde 17’ye yükselmiştir. Bu da bize şehirde Türk-Müslüman nüfusun lehine bir gelişme yaşandığını göstermektedir53. Bargiri (Muradiye) bölgesinde etkin bir aşiret olan Dünbli (Donbalı) Aşireti reisi Mansur Bey de, Şeref Han gibi Osmanlı Devleti’ne bağlılığını bildirerek aşireti halkıyla aynı yıl Bargiri’ye gelmiştir. Dünbli Mansur Bey’e Bargiri sancağı ile birlikte İran’dan zapt olunan nahiyeler tevcih edilmiş ve çeşitli hediyelerle taltif olunmuştur54. Bu sebeple Bargiri sancağındaki Türk-Müslüman nüfus ile ilgili sağlıklı bir değerlendirmenin de ancak 1578 sonrası yapılabileceği aşikârdır. 1548 yılında Van ve Erciş’in yeniden Osmanlı hakimiyetine girmesinden sonra Van gölü çevresinde Osmanlı idaresi tam olarak sağlanmasına rağmen, siyasî huzursuzluk devam etmiş özellikle de Müslüman nüfusun azalması bakımından ciddi olaylar yaşanmıştır. 1552 yılında Van gölü çev52 Kılıç, Van, s.17, 73-74. Şeref Han’a gönderilen 17 Mart 1578 (8 Muharrem 986) tarihli bir hüküm ile, Bitlis’in kendisine inayet olunduğu, hiç beklemeden Kızılbaş ile alâkasını kesip evlâd, ahfad ve tevabi’i ile sancağına dâhil olması istenmişti. Bkz. BOA, MM, Defter No: 32, Hüküm No: 185. 53 TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 2/b-9/b; Altunay, a.g.t., s.34; Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 224/b. 54 Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyasî Münasebetleri I (1578-1590), İstanbul 1962, s.6566. 452 Prof. Dr. Orhan KILIÇ resindeki önemli merkezler üzerine yürüyen Şah Tahmasb; Ahlat’ı muhasara ederek Türk-Müslüman halkı kaleyi terk edip gitmelerine müsaade edeceğini belirterek dışarı çıkmaya ikna etmiş ancak kale kapıları açıldıktan sonra dışarıya çıkan insanlar öldürülmüş ve kale tamamen yakılmıştır. Bu yıkım ve kırım hareketi aynen Bargiri ve Erciş’te de uygulanmış, Adilcevaz Kalesi ise Sinan Paşazade Mustafa Bey tarafından savunulduğu için Şah Tahmasb burayı ele geçirememiştir. Şah Tahmasb’ın bu harekatı 1553 yılı Ağustosu’nda bizzat Kanunî Sultan Süleyman’ın yeni bir İran seferine çıkmasına sebep olmuştur55. 1552 yılındaki bu yıkımın izlerini 1556 yılında yapılan tahrirde net olarak görmek mümkündür. 1540 yılında Ahlat şehrinde 500 civarında Ermeni, 800 civarında56 Müslüman nüfus var iken57, yani nüfus oranı muafları dikkate almadan bile % 60 oranında Müslümanların lehine iken, bu oran 1556 yılında neredeyse tersine dönmüştür. Van gölü çevresindeki Türk-Müslüman halkın azalmasına yol açan bir diğer olay, Şehzade Bayezid’in İran’a ilticasıdır. Bu olay sırasında Van gölü çevresindeki aşiret halkları ve Kanunî yönetiminden memnun olmayan bazı zümreler, gruplar halinde İran tarafına geçerek Bayezid kuvvetlerine katılmışlardır. Nitekim 1560 yılı baharında Van bölgesinden 300 kişilik bir kafile İran’a iltica edip Bayezid kuvvetlerine iltihak etmiş ve bu iltica hareketi 5’er 10’ar kişilik gruplar halinde devam etmiştir. Bu konuda Van beylerbeyine gönderilen 28 Nisan 1560 (2 Şaban 967) tarihli bir hükümle, isyan eden taifeye karışmış olanların yakalanarak idam edilmeleri istenmişti58. Bu durum Van gölü çevresinden İran’a Türk-Müslüman nüfus geçişinin olduğunu göstermesi ve nüfus hareketlerini etkileyen bir faktör olması açısından önemlidir. Osmanlı Devleti 1555 Amasya Anlaşması’ndan sonra İran ahvali ile barış zamanında da ilgili olmuştur. Bu ilgi sadece hudut güvenliğinin sağlanması amacını gütmemektedir. Zira İran’dan gelen Rafızîlik akımının Osmanlı Devleti bünyesindeki ehl-i sünnet zümrenin ibadet ve huzurunu zaafa uğratan ve onları küfür, şakilik ve katillik gibi kötü yollara iten sonuçları doğurduğu görülüyordu. Bunun yanı sıra, İran’dan gönderilen halife namındaki Şii misyonerlerin halk üzerinde tesirli olarak onları toplu halde İran’a hicret etmeye yönlendirmeleri ve nezir ve sadaka adıyla top55 56 57 58 Kılıç, Van, s.21-22; Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.140-141. Baş vergisinden muaf halk, vakıf görevlileri ve askerler hariç. TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 91/b. BOA, TTD, Defter No: 3, s.351, Hüküm No: 1039. 453 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lanan paraların gizlice düzenli bir teşkilât vasıtasıyla İran’a götürülmesi, Osmanlı Devleti’ni bazı tedbirleri almaya mecbur bırakmıştır59. Meselâ, Erzurum beylerbeyine gönderilen 9 Ağustos 1560 (17 Zilkade 967) ve 12 Ağustos 1560 (20 Zilkade 967) tarihli hükümler ile Amasya, Tokat ve Çorum leventlerinden olup İran’a kaçarken yakalanan 20 neferin haklarından gelinmesi emredilmiştir60. Bunun yanı sıra Diyarbakır müteferrikalarından Hüseyin, İran tarafına gitmek şüphesi ile yakalanmış ve Van’da hapsedilmiştir61. Van’da dirlik tasarruf eden bazı kimselerin İran’la anlaşıp Rafızîliği seçtikleri de tespit edilmiştir. Van beylerbeyine yazılan bir hükümle bunların isimlerini ihtiva eden bir defterin kendisine gönderildiği bildirilmiş ve bu hususu gizlice tahkik edip suçları sabit olursa birer bahane ile dirliklerinin alınması emredilmiştir62. İran’dan elçilik vazifesi ile gelen Şah Kulu Sultan’ın Osmanlı topraklarında bulunduğu sırada, nüzûr ve sadakat adı altında para topladığı ve Osmanlı topraklarındaki Kızılbaşlardan bu parayı toplayıp teslim edenlerin durumlarının araştırılıp suçu sabit olanlarının idam edilmeleri mahallî beylere emredilmiştir. İran’la münasebet kurduğu kesin olarak ispatlananlar, ya aileleriyle Kıbrıs’a sürgün edilmiş veyahut da hırsızlık, şakîlik ve diğer suçlar yüklenerek idam edilmişlerdir. Bu şekilde İran’la münasebeti olduğu ithamı altında kalıp durumları teftiş edilenlerin sayısının bir hayli kabarık olduğunu mühimme kayıtlarından öğrenmekteyiz63. 1574 yılında Saruhan Bey’in hakimi olduğu Hizo mıntıkasındaki Halidî cemaatinin İran tarafına göç ettiği tespit edilmiştir. Van beylerbeyine gönderilen bir hükümle, bu zamana kadar vergilerini Osmanlı Devleti’ne veren bu cemaatin barışa aykırı olarak İran tarafına yerleşmesine müsaade 59 Kütükoğlu, a.g.e., s.7. 60 BOA, TTD, Defter No: 3, Hüküm No: 1422; Defter No: 4, Hüküm No: 1175 (Zikreden Kütükoğlu, a.g.e., s.8.). 61 Van beylerbeyine gönderilen 4 Haziran 1560 (10 Ramazan 967) tarihli hüküm. BOA, TTD, Defter No: 3, 409/1221. 62 Van beylerbeyine gönderilen 6 Mart 1566 (14 Şa’ban 973) tarihli hüküm. BOA, TTD, Defter No: 5, 429/1142. 63 Kütükoğlu, a.g.e., s.9. Bu sırada Van’dan da Kıbrıs’a sürgünler olmalıdır ki, Kıbrıs beylerbeyine gönderilen 3 Kasım 1579 (13 Ramazan 987) tarihli bir hükümde, Van’dan Kıbrıs’a sürgün edilen 14 kişiden 11’inin iklimle uyuşmayarak, ölmüş olmalarından dolayı sağ kalan 3 kişinin serbest bırakılması istenmiştir. Bkz. BOA, TTD, Defter No: 40, 246/568. 454 Prof. Dr. Orhan KILIÇ edilmeyeceği bildirilerek, hudutta olan İran hakimine bu durumu hatırlatıp iadelerini sağlaması istenmiştir64. Bütün bu siyasî ve sosyal gelişmeler Van gölü çevresindeki TürkMüslüman nüfusun objektif olarak tespiti konusunda ancak 1578 yılından sonraki verilerin geçerli olabileceğini göstermektedir. Bu tarihten sonra yapılacak nüfus hesaplamalarında da Müslüman vakıf görevliler ile askerîler mutlaka dikkate alınmalıdır. Çünkü bu bölgedeki kaleler hudutta olduğu için görev yapan asker sayısı iç bölgelere nazaran oldukça fazla idi. Meselâ XVI-XVII. yüzyıllarda Van şehrindeki idareci zümre, askerîler ve vakıf görevlilerinin sayısı tahminen 4 500 nefer olup bunun 3 200 neferi evlidir65. Bu zümrelerin sayısı Adilcevaz ve Ahlat şehirlerinde toplam en az 1 000 hanedir66. Bu bakımdan Van gölü çevresindeki şehirlerin adeta birer asker şehri görüntüsü verdiği söylenebilir. Bölgede siyasî istikrarın sağlanmasından sonra bir canlanma görülmüştür. Meselâ 1552 felâketinden sonra Adilcevaz ve Ahlat’ta yapılan tahrir sonuçlarına göre toplam köy sayısı 104 iken, 1605 tarihinde sadece dirlik sahibine bırakılan köy sayısı 160’a yükselmiştir. Yeniden ihya edilen veya kurulan bu köyler incelendiğinde büyük bir kısmının Müslümanlar tarafından iskân edildiği anlaşılmıştır67. 1604 yılında Şah Abbas’ın Van’ı kırk gün muhasara altında tutması da gerek Müslüman gerekse Ermeni nüfusun tedirgin olmasına ve bir kısmının geçici bir süre için bölgeyi terk etmesine sebep olmuştur. Çünkü yukarıdaki tabloda verdiğimiz 23 000 nefer Ermeninin Van eyaletinde bulunmadığını bizzat Ermeniler ifade ederek, Kızılbaş baskısı ile eyaletin harap, birçok insanın da bölge dışına çıktıklarını ifade ile ancak hepsinin yerli yerine gelmesi ile bu sayıya ulaşılabileceğini belirtmişler ve sadece mevcut olanlardan harac alınmasını istemişlerdir. Hatta haraclarının 100’er akçeye düşürülmesini teklif etmişler bu istekleri kabul edilmez ise kendilerinin de terk-i diyar edeceklerini belirtmişlerdir68. 64 Van beylerbeyine gönderilen 19 Haziran 1574 (28 Safer 982) tarihli hüküm. BOA, TTD, Defter No: 26, 29/78. 65 Kılıç, Van, 254. 66 Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.147. 67 Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.147. 68 BOA, MAD, Defter No: 3260, s.99. 455 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 3- Van Gölü Çevresindeki Ermenilerin Sosyo-Ekonomik Durumları ve Türk-Ermeni İlişkileri Van gölü çevresindeki Ermeni nüfusun şehir ve kasabalarda yoğunlaştığını söylemek mümkündür. Ermeni nüfusun bölgenin Osmanlı idaresine girmesinden sonra şehir ve kasabalarda yoğunlaştığına yerli ve yabancı araştırmacılar da dikkat çekmektedirler. Bunun en önemli sebebi şehir ve kasabalardaki müstahkem kalelerin emniyet içinde yaşamaya elverişli, sanat ve ticaret imkânlarının daha fazla olmasıdır69. Bölgedeki en önemli ticaret merkezi Van’dır. XVII. yüzyılın son çeyreğinde Van’ı ziyaret eden Tavernier, Van şehrinde ticaretin bir gelenek olduğundan bahseder70. Bu ticaretin büyük bir kısmı Ermeniler tarafından yapılmaktadır. Evliya Çelebi de Ermenilerin büyük kısmının ticaretle meşgul olduklarını ifade etmektedir71. Görgü tanıkları, XX. yüzyılın başlarında Van çarşılarında olan yaklaşık 1 000 kadar dükkânın % 80’inin Ermenilere ait olduğunu bütün ticaret ve sanatı ellerinde bulundurduklarını ifade etmektedirler72. Van şehrinde ticarî faaliyetlerin yapıldığı yerler Ulu Camii’nin kuzeyinden başlayarak güneye doğru Hüsrev Paşa Camii’nin olduğu bölgeye kadar uzanıyordu. Bu kısım şehrin merkezi olduğu için doğal olarak ticarî faaliyetler burada yapılıyordu. Ticaretin büyük kısmını elinde tutan Ermenilerden alış-veriş yapma konusunda Müslüman halkın bir önyargısı yoktur. Meselâ, 1616 yılında Van muhafazasında olan vezir Mehmed Paşa, Kulican adlı bir Ermeniden tanesi 25 kuruştan dört adet kadifeyi borçlanarak almakta bir sakınca görmemiştir73. Van şehrinde yaşayan Ermenilerin ticaret ve sanat işlerine yatkın olması onların bazı önemli devlet görevlerinde bulunmasına da sebep olmuştur. Özellikle mimarlık konusunda mahir olan Ermeniler resmî şehir mimarı olarak atanmışlardır. 14 Ocak 1556 tarihli bir buyruldu kaydından; Van mimarlığının önceden 20 akçe iken, daha sonra 15 akçe ile Selman adlı bir Ermeniye verildiğini ancak Van beylerbeyinin, adı geçen kişinin mimarlık ilminde mahir ve Van’da olan mîrî malına küllî hizmeti olduğundan dolayı 69 70 71 72 Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, İstanbul 1983, s.49. Tavernier, a.g.e., s.307. Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 257/a. Hüseyin Çelik, “1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim, MEB Yayını, Yıl 4, S. 38, Ankara Nisan 2003, s.9-10. 73 BOA, TTD, Defter No: 81, s.93. 456 Prof. Dr. Orhan KILIÇ 20 akçe ile sadaka olunması yolundaki arzı üzerine, yevmiyesinin 20 akçeye çıkarılarak mimarlığın tevcih edildiğini öğrenmekteyiz74. 1609-1610 tarihli mevacib defterleri kayıtlarına göre, Van Kalesi Merdan cemaati içerisinde günlük 17 akçe ulûfe alan Ermeni bir halife bulunmaktadır75. 1604-1605 yıllarında İstanbul’daki bir hassa halifesinin yevmiyesinin 5-17 akçe arasında değiştiğini76 ve halifeliğin de mimarlıkta bir derece olduğunu düşünürsek bu kişinin ileri derecede bir mimar hatta eyalet mimarı olabilme ihtimali vardır. 1556 yılında Safeviler tarafından tamamen yıkılan Ahlat Kalesi’nin yerine daha güneyde yeni bir kale yapılması kararlaştırılmış ve kale mimarlığı hizmetine 1556 yılı sonlarında Diyarbakır mimarı olan bir Ermeni tayin edilerek, Diyarbakır’da aldığı 10 akçe ulufenin burada da kendisine verilmesi hususu Van beylerbeyine bildirilmişti77. Van eyaletinde eyalet merkezindeki mimar ve üstadların yanı sıra, eyalete bağlı sancaklarda da üstad mertebesinde Ermeni mimarların olduğuna rastlanmaktadır. Meselâ, 20 Aralık 1570 tarihinde Van beylerbeyine gönderilen bir hükümle, Hasankeyf sancakbeyi Alaüddevle’nin merkeze adam göndererek, Hasankeyf’te yapılması ferman olunan köprü için üstad istenmesi üzerine Muş’ta olan Minas adlı Ermeni üstadın köprünün inşasına ücreti karşılığında katılması emredilmiştir78. XVI-XVII. yüzyıllarda Van gölünde ticarî ve askerî amaçla kullanılan 50 civarında gemi vardı79. Van’da bir gemi tersanesi ve bu tersanede gemi yapımı ile meşgul olan mimarlar bulunuyordu80. XVI-XVII. yüzyılda gemi yapımı devletin izni ile gerçekleşiyor ancak yapılan gemilerin işletme hakkı yıllık belli bir miktar mukataa bedelini ödemek kaydıyla gemi işletmecilerine devredilebiliyordu. Meselâ, Padişah hassı içerisinde bulunan 3 geminin yıllık mukataa bedeli 1605 yılında 8 500 akçe idi81. Elimizde bir belge olmamakla birlikte bütün bu gemileri yapan mimarların ve kaptanların Ermeni olduğunu düşünüyoruz. Zira XX. yüzyılın başları ile bilgi 74 BOA, TTD, Defter No: 2, s.2, Hüküm No: 13. 75 BOA, MAD, Defter No: 4822, s.2; Defter No: 6440, s.2-3; Defter No: 7425, s.56-58. 76 Şerafettin Turan, “Osmanlı Teşkilâtında Hassa Mimarları”, AÜDTCF Tarih Araştırmaları Dergisi, C. 1, S. 1, Ankara 1963, s.202. 77 BOA, Kepeci Tasnifi, Defter No: 215, s.152. 78 BOA, TTD, Defter No: 14, s.590, Hüküm No: 841. 79 Evliya Çelebi de Van gölünde 50 civarında gemi olduğunu ve kaleden kaleye tüccarları taşıdığını söylemektedir. Bkz. Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 238/a. 80 Kılıç, Van, s.285-286. 81 BOA, TTD, Defter No: 730, s.2. 457 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER veren görgü tanıklarının ifadeleri Van gölünde taşımacılık yapan irili ufaklı 400 gemi ve teknenin tamamının Ermenilere ait oldukları yönündedir82. Müslüman halk için gemicilik ve dolayısıyla balıkçılık bir gelenek değildir. XVII. yüzyıl seyyahı Tavernier, Van gölü ve Bend-i Mahi ırmağında Ermeniler için büyük bir balık geliri potansiyeli olduğunu söyleyerek bir ölçüde bu durumu doğrulamaktadır83. Bend-i Mahi nehri, Bargiri (Muradiye) dağlarından çıkıp Bargiri Kalesi yakınında Van gölüne dökülür. İşte bu mevkiide Bend-i Mahi denilen balık avlama yeri vardır. Mart ayından sonra balıklar büyük gruplar halinde Van gölünden nehre girip bir ay süreyle burada kalıyorlardı. Bir ay sonra balıklar geri dönmeye başladıkları sırada Van defterdarı tarafından görevlendirilen ağalarından birisi Bend-i Mahi denilen mevkiyi ağla kapatıyordu. Balıklar burada avlanıp tuzlandıktan sonra Acem ve Ermeni tüccarlara satılıyordu. Onlar da bu yüzlerce deve yükü tuzlanmış balıkları İran, Azerbaycan ve Lahican taraflarına götürüp satıyorlardı. Balıkların satışından elde edilen gelirler Van gölü etrafındaki kale askerlerinin ulufe ödemeleri için kullanılmaktaydı84. Van ve çevresinde yaşayan Ermenilerden maddî zenginliğe sahip olanların zaman zaman devlete ait mukataa gelirlerini iltizama aldıklarına rastlanmaktadır. Meselâ 1616 yılında Van gümrüğü mukataasını Mirek adlı bir Ermeni vatandaşın iltizama aldığı tespit edilmektedir85. Bu mukataa bedelinin 1637 yılında 35 000 kuruş (2 800 000 akçe)86 olduğunu düşünürsek ilgili şahsın zenginliğinin boyutu hakkında bir kanaat sahibi olabiliriz. Bu dönemde Van beylerbeyinin has geliri ise 1 100 000 akçe civarındaydı87. Van ve çevresindeki Ermenilerin ehil oldukları bir diğer faaliyetin bağcılık olduğu anlaşılmaktadır. Van şehrindeki bağ ve bahçeler surların dışındaki mezarlıklardan sonra başlayıp Edremit’e kadar uzanıyordu. Buradaki en önemli bağlardan birisi de Şirek (Şıyrek) Ermeni bağlarıdır88. Bu bağlardan alınan resm-i bağat vergisi 1571 tahririnde maktu olarak bağlanmış ve iltizama verilmişlerdir. 1611 Mart ayında Van şehri ve çevresindeki Müslüman ve Ermeniler Van divanına müracaat ederek; Kızılbaş saldırısı sebebiyle harap olan Van civarındaki bağlarının her yıl iltizama verildiğini ve mültezimlerinin kendilerinden fazla vergi ve hizmet istemeleri se82 83 84 85 86 87 88 Çelik, a.g.e., s.10. Tavernier, a,g.e., s.307. Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 237/b. BOA, TTD, Defter No: 81, s.60. BOA, MAD, Defter No: 3443, s.143. Kılıç, Van, s.153. Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 259/a. 458 Prof. Dr. Orhan KILIÇ bebiyle şikâyetçi olduklarını belirterek, bağların kendilerine aynı bedelle iltizama verilmesini talep etmişlerdir. Bu istek uygun görülerek 17 Aralık 1610 tarihinden geçerli olmak üzere iltizam bedelini nakden Van hazinesine ödemek kaydıyla bağları kendileri iltizama almışlardır89. Müslüman bağların iltizam bedeli 12 000, Ermeni bağlarının iltizam bedeli ise 24 000 akçedir. Van ve çevresinde her 100 kökten 6 akçe bağ resmi alınmaktadır. Bu durumda Müslümanlara ait olan bağlarda 200 000, Ermenilere ait olan bağlarda ise yaklaşık 400 000 kök bulunuyordu90. Osmanlı Devleti’nin fethettiği bölgelerdeki yerli Hıristiyanların bazılarını askerî amaçlı hizmetlerde kullanmışlar ve bunların silâh taşımalarına da müsaade etmişlerdir. Daha çok hudut kalelerinin ve derbendlerin muhafazası ile görevlendirilen bu askerler voynuk, martolos ve eflak gibi bazı sınıflara ayrılmışlar, bazen muharip asker bazen de inzibat görevlisi olarak kale, geçit ve derbendleri beklemişlerdir91. Martolosların sadece Rumeli’de bulunduğu yolunda bir kanaat vardır. Ancak Van’da da bu askerî sınıfın varlığına dair bilgilerimiz mevcuttur. 3 Şubat 1579 tarihinde Van beylerbeyine gönderilen hükümde, Göğercinlik Kalesi civarındaki İran gemilerini mağlup etmek için Van gölünde yapılması gereken kayıkların masrafı ve içlerine konacak martolosların ulufeleri için gerekli olan paranın Diyarbakır’dan verilmesi için emir verildiği belirtilmektedir92. Bu belgeden anlaşılacağı üzere Van Kalesi’nde bir miktar martolos görev yapıyordu. Van gölü çevresindeki yerli halkın gemicilik konusunda mahir olmamaları sebebiyle, özellikle askerî amaçlı gemilerde bu işe yatkın yerli Hıristiyanların kullanılması yadırganacak bir durum da değildir. Van şehrinde Müslüman halk tarafından Çifte Kilise diye adlandırılan Surp Petros ve Surp Paulos Kiliseleri’nden başka kiliseye tesadüf edilmemektedir. Kale burçlarının altında olan bu kiliselerden Surp Paulos 1875’ten sonra meydana gelen depremden sonra tamamen yıkılmış ve sadece Surp Petros Kilisesi ayakta kalabilmiştir. Gösterişsiz bir tarzda yapılan bu kiliselerin 960 yılında inşa edildiği ileri sürülmektedir93. Bu kiliseler 89 BOA, MAD, Defter No: 3260, s.71. 90 Kılıç, Van, s.278. 91 Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, C. II, İstanbul 1983, s.410; Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğu’nda Bulgarlar ve Voynuklar, TTK Yayını, Ankara 1986, s.8-9. Martoloslar hakkında geniş bilgi için ayrıca bkz. Cengiz Orhonlu, Osmanlı İmparatorluğu’nda Derbend Teşkilâtı, Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul 1990. 92 BOA, TTD, Defter No: 32, s.303, Hüküm No: 554. 93 Bachman, a.g.e., s.31-33. 459 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER diğer mahallelere nazaran Ermenilerin daha kalabalık olduğu Tebriz Kapısı mahallesinin Tebriz Kapısı girişinin kuzey tarafında idi. Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’nde bulunan ve XVII. yüzyıla tarihlenen bir Van şehri resmi veya minyatürü vardır. Bu resim bizim tespitlerimize göre gerçeğe çok yakın olarak çizilmiştir. Resimde Çifte Kilise’nin yanı sıra Van şehrinde Ulu Cami mahallesinde iki, İskele Kapısı mahallesinde ise bir kilisenin olduğu görülmektedir. Ancak bunların çifte kiliseye göre çok küçük yapılar olduğu anlaşılmaktadır94. Van Kalesi’nin kuzey tarafındaki Varak dağının eteklerindeki Varak (Varag) Kilisesi (Yedi Kilise) Van ve çevresindeki en büyük kilise olarak nitelendirilebilir95. 11 Eylül 1655 tarihinde elçilik vazifesiyle İran’a giden Melek Ahmet Paşa ile birlikte bu kilisede bir gece konaklayan Evliya Çelebi, kilisenin kargir yapılı, kubbeli ve kale gibi demir kapısı olduğunu içinde 300’den fazla papazın bulunduğunu belirtmektedir. Her biri farklı işlerle meşgul papazların, kendileri ile birlikte olan 500 askeri anlatılamayacak derecede bir izzet ikram ile ağırladıklarını ve ayrılırlarken kendisine ve ağalara birer vaşak postu hediye ettiklerinden sitayişle bahsetmektedir96. Varak Kilisesi’nin mukataa geliri Serbayat Kilisesi ile birlikte yazılmıştır. Toplam 21 500 akçelik olan bu gelir dilimi 1630 yılında Keyvan adlı bir sipahinin tımar gelirleri içerisinde yer almaktadır97. 915-921 yılları arasında Aktamar adasında yapılan Aktamar (AhtamarSurp Haç) Kilisesi’ni şehir dışındaki önemli kiliseler içerisinde saymak gerekir98. 1655 yılında adaya uğrayan Evliya Çelebi, adanın tamamen Ermeniler tarafından meskûn olduğunu, Müslümanların sadece ziyaret maksadıyla adaya uğradığını ifade etmektedir. Ayrıca kilisede 200’den fazla rahip ve papazın bulunduğunu, bunların nefislerini terbiye için sadece siyah üzüm ve kuru bakla yemeleri sebebiyle çok zayıf olduklarını söylemektedir. Adadaki 300 civarındaki Ermeninin adeta dünyadan el etek çektiklerini ve terzilik yaparak gelen adaklarla hayatlarını idame ettirdiklerini belirtmektedir99. Aktamar adasındaki kilisenin yıllık 5 000 akçelik mahsülü olup 1631 yılında kâtib Hasan’ın zeamet gelirleri içerisindedir100. 94 95 96 97 98 TKSMA, Belge No: E. 9487. (Van şehri resmi) Lynch, a.g.e., s.112-116; Bachman, a.g.e., s.33-40. Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 285/b. BOA, Ruznamçe 501. Bkz. Hrand D. Andreasyan, “Aktamar Kilisesi”, İÜEFTD, C. XVI, S. 21, İstanbul 1961, s.77. 99 Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 281/a. 100 BOA, Ruznamçe 501. 460 Prof. Dr. Orhan KILIÇ Az sayıda Ermeninin yaşadığı Çarpanak adasında da Limidafi adında küçük bir kilise bulunuyordu101. XVI-XVII. yüzyıllarda Van nahiyesine bağlı köylerde Serbayat, Yarkaya, Devin, Torun, Anavur, Kebûdin, Sihke, Surucvânk, Ark, Ada, Ertaş, Marunis, Erçek, Haburköm ve Şuşanis adında küçük köy kiliseleri mevcuttu102. Bitlis sancağında 1540 yılında 11 kilise mevcuttur. Bunlar Çilhac, Minazid, Çiltoma, Çil Yakub, Andocaniben, Severtan, Çörüş, Arfe, Saraç, Çaklu ve Aginiz Kiliseleri’dir103. 1605 yılında Çemeş ve Hudkân adındaki iki kilisenin daha Bitlis sancağında bulunduğu anlaşılmaktadır104. Bu kiliseler Bitlis sancağına bağlı köylerde bulunmaktaydı. Adilcevaz ve Ahlat şehirlerinde arşiv kaynaklarına geçen bir kiliseye rastlanmamıştır. Sadece 1556 tarihli mufassal defterde Cihanşah Mescidi’ nin Kilisa mahallesinde bulunduğu kayıtlıdır105. Bu sebeple mahalleye adını veren bir kilisenin bu şehirde bulunduğunu düşünebiliriz. XVI ve XVII. yüzyıllarda Adilcevaz nahiyesine bağlı Elik köyünde Kethellübeş, Dekis, Koğos-ı Süfla ve Süpân-ı Ülya köylerinde Venk, Yakub köyünde ise köyün adıyla anılan kiliseler mevcuttur. Ahlat nahiyesine bağlı Zigak (Sarıkum) köyünde Abat, Matdovans ve Piravans köylerinde ise köylerin adıyla anılan 3 kiliseye rastlanmaktadır106. Ermenilerin kiliselerinde ibadetlerini rahatça yaptıkları bu konuda hiçbir sıkıntı çekmedikleri anlaşılmaktadır. Meselâ 1565 yılında Van şehrinde ve bazı köylerde toplanıp birtakım eşkıyalık hareketlerinde bulunan Ermenilere; kendilerine birçok kilise yapıldığı, faaliyette olanlarının tamirine izin verildiği ve asla zulüm ve baskı görmedikleri hatırlatılarak, bu tür kanunsuz işlere niçin kalkıştıkları sorulduğunda, cevap veremedikleri Van beylerbeyisi ve kadısı tarafından merkeze gönderilen mektubun içeriğinden anlaşılmaktadır107. Nitekim Vatsan nahiyesine bağlı Haburköm köyünde olan kilisenin bazı yerlerinin harab olmasından dolayı, 1582 yılında 101 Tavernier, a.g.e., s.308. 102 BOA, TTD, Defter No: 730, s.4, 12, 14, 19; Ruznamçe 206, s.278; Ruznamçe 501; Ruznamçe 85; DBŞM 167, s.18-21; A. DVN., Dosya No: 4, Belge No: 13; TKGMA, KKD, Defter No: 343, vr. 1/b, 30/a; 103 Altunay, a.g.t., s.115. 104 Kılıç, 730 Numaralı Van, Adilcevaz, Muş ve Bitlis Livaları Tımar İcmal Defteri (I. Ahmet Dönemi), Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, Elazığ 1989, s.264. 105 BOA, TTD, Defter No: 297, s.69. 106 Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.234-235; BOA, TTD, Defter No: 297, s.30, 46; Defter No: 730, s.56. 107 BOA, TTD, Defter No: 6, s.513, Hüküm No: 1120-1121. 461 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER tamirinin yapılması konusunda izin verildiğini görüyoruz108. Eylül 1587 tarihinde Halep, Van, Şam, Trablusşam beylerbeyileri ve kadıları ile, Niğbolu sancakbeyi ve Ahyolu kadısına gönderilen hükümlerle; İstanbul’da bir kilisenin camiye çevrilmesi sebebiyle, kendilerinin de oradaki kiliseleri camiye çevirmek istediklerinin haber alındığı belirtilerek, fetih sırasında Hıristiyanların elinde eski hallerinde bırakılan kiliselere hiçbir şekilde müdahale edilmemesi emredilmiştir109. Evliya Çelebi, Van’ı ziyaret ettiği 1655 tarihinde, Van şehrinde üç Ermeni, dokuz Türk-Müslüman mahallesi bulunduğunu belirtmektedir110. Van şehrindeki Ermeni mahallelerinin isimleri hakkında bir kayda tesadüf edemedik. Ancak, daha sonraki yıllar hakkında bilgi veren bazı kaynaklarda, Ermenilerin çoğunlukla Tebriz Kapısı mahallesi ile şehirdeki ticarî faaliyetlerin yoğun olduğu, Hüsrev Paşa Camii’nin kuzeyi ile Ulu Câmii arasındaki bölgede oturdukları ifade edilmektedir111. 1581 tarihinde, Van şehrinin ahaliye yetecek derecede geniş olmaması sebebiyle Ermenilerin surların dışında oturmaları emredilmiş ancak, Safevi korkusu ile surların dışında oturmak istemeyen Ermeniler merkeze bir arz göndererek, şehre İskele tarafından 1 600 zira’ ilâve olunursa bir sıkıntının kalmayacağı, yapılacak masrafın ise kendileri tarafından karşılanacağını bildirmişlerdir. Bunun üzerine şehre İskele tarafından 1 600 zira’112 (yaklaşık 1 400 metre) ilâve edilmesi için Van beylerbeyine 16 Kasım 1581 tarihli bir hüküm gönderilerek çalışmalar başlatılmıştır113. Daha sonraki yıllarda şehrin batıya doğru genişlemesi ile birlikte, Tebriz Kapısı civarında oturan Ermeniler de bu yöne doğru genişlemiş olmalıdırlar ki, XIX. yüzyılda Tebriz Kapısı civarındaki Kızıl Camii Ermeni mahallesi içinde kalmıştır114. Bütün bu bilgiler bir araya getirildiğinde, Ermenilerin XVI ve XVII. yüzyılda, Tebriz Kapısı mahallesi, İskele Kapısı mahallesi, Ulu Camii mahallesi ve Orta Kapı mahallesi veya civarlarında oturdukları sonucu ortaya çıkmaktadır. 108 BOA, A. DVN, Dosya No: 4, Belge No: 13. 109 BOA, TTD, Defter No: 62, s.95, Hüküm No: 209. 110 Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, v. 257/a. 111 Van Tarihi ve Kürdler Hakkında Tetebbuat, s.92 ; Lynch, a.g.e., s.80 (Van planı). 112 75-90 cm. arasında değişen bir uzunluk ölçüsü birimidir. Çarşı zira’ı ve mimarî zira’ı olarak adlandırılan çeşitleri vardır. 113 BOA, TTD, Defter No: 46, 226/493. 114 Van Tarihi ve Kürdler Hakkında Tetebbuat, s.92. 462 Prof. Dr. Orhan KILIÇ Emeniler, bu mahallelerde Müslümanlar ile karışık olarak oturmuş olduklarından dolayı sadece Ermeniler tarafından meskûn olan bir mahalle adına rastlanmadığını düşünüyoruz. Ermenilerin oturdukları ifade edilen mahallelerin içerisinde Van şehrinin en önemli Müslüman ibadet yerleri olarak bilinen Ulu Camii, Hüsrev Paşa Camisi ve Kızıl Cami’nin bulunması her iki toplumun birlikte iç içe yaşadıklarını göstermektedir. Van şehrindeki Müslüman ve Ermeni mezarlıkları şehir surlarının güney cephesinin dışında idi. Surların dışındaki hendeklerden sonra mezarlıklar başlamaktaydı. Müslüman ve Ermeni mezarlıkları, Mustafa Paşa Camii vakfı gelirleri içerisinde bulunan bir arsa ile ayrılıyorlardı115. 1540 yılında Bitlis şehrinde 16 Ermeni, 10 Müslüman mahallesi kaydedilmiştir. Ermenilerin oturdukları mahalleler şunlardır: Devşingir, Cani Bey-gir, Taş-gir, Mardir-gir, Şam-gir, Ribat-gir, Cacan-gir, Yahşi Bey-gir, Demürcü Karabet Muhtiyar, Hoca Can-gir, Yakub Minancı-gir, Makdimgir, Nasreddin-gir, Emir Dolu-gir, Cemaat-i Pir Dinyat116. Evliya Çelebi’nin Bitlis’e uğradığı 1655 yılında durum değişmiş gözükmektedir. Evliya Çelebi tek tek isimlerini sayarak 17 Müslüman mahallesinin şehirde bulunduğunu, buna karşılık Arabî ve Yakûbî Ermeni mahallelerinin sayısının ise 11 olduğunu belirtmektedir117. Adilcevaz ve Ahlat şehirlerinde mufassal defterlerde mahalle kaydedilmemiş şehrin tamamındaki Müslümanlar ve Ermeniler ayrı ayrı mahalle belirtilmeden toplu olarak yazılmışlardır. Ancak Adilcevaz şehrinde Kilisa mahallesi adında bir mahallenin olduğunu biliyoruz. Bu addan hareketle bu mahallede Ermenilerin bulunduğunu düşünüyoruz. Ancak zikredilen mahallede Cihanşah Mescidi’nin de bulunduğunu118 dikkate alırsak mahallenin tamamının Ermeni nüfus tarafından meskûn olmadığı, Müslümanların da bu mahallede bulundukları söylenebilir. Osmanlı şehirlerinde halk ile devlet arsındaki ilişkileri düzenlemekle görevli olan şehir kethüdası veya şehir emini olarak anılan görevliler bulunurdu. Şehir kethüdaları aynı zamanda mahalle kethüdalarının başı durumundaydı119. Kethüdaların en önemli görevi devlet ile halk arasındaki 115 Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 259/a; VGMA, Anadolu Sadis No: 592, s.249, Sıra No: 183. 116 TKGMA, KKD, Defter No: 109, vr. 2/b-9/b; Altunay, a.g.t., s.34. 117 Evliya Çelebi, Seyahatname 3-4, vr. 224/b. 118 BOA, TTD, Defter No: 297, s.69; TKGMA, KKD, Defter No: 202, vr. 53/a. 119 Mustafa Akdağ, Türkiye’nin İktisadî ve İçtimaî Tarihi, C. 2, 2. Baskı, Ankara 1979, s.41. 463 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER konularda halkı temsil etmeleriydi. Genellikle şehrin ileri gelenlerinden birisi halk tarafından kethüda veya şehir emini olarak seçilirdi120. Van gölü çevresinde şehir ve köylerde yaşayan Ermenilerin kendi kethüdalarını Müslümanlardan ayrı olarak seçtikleri ve bu kethüdaları vasıtasıyla temsil edildikleri anlaşılmaktadır. Ermenilerin mahalle ve köylerdeki temsilcilerine kethüda, ilgili sancaktaki veya kazadaki bütün gayrimüslimlerin temsilcisine ise melik deniliyordu. Kethüda veya melikler devletin resmî muhatabı olup, yararlı hizmetler yapmaları durumunda tımar tevcih edilerek ödüllendirilebiliyordu. Meselâ 1554 yılında Ahlat’taki Ermenilerin meliki olan Murat’a yararlığı ve yoldaşlıkta bulunması sebebiyle Adilcevaz sancakbeyinin mektubu üzerine tımar tevcih edilmiştir121. Ermenilerin kethüda tayini ilgili yerdeki sancakbeyi ve kadının arzı üzerine buyruldu ile gerçekleşiyordu. 1564 yılında Ahlat kadısına müracaat eden Ermeniler kethüdaları olan kişiden şikâyetçi olmuşlar ve onun yerine Behlül adlı kişinin kethüda olmasını talep etmişlerdir. Ahlat kadısı bu durumu merkeze bir mektup ile arz etmiş ve talep uygun bulunarak Behlül adlı Ermeninin kethüda tayin edilmesi konusunda buyruldu çıkmıştır122. Ermenilerin kethüda ve melik seçimi ve konusunda kanun ve bürokratik teamüllere uygun olarak yaptıkları tekliflerin merkezî yönetim tarafından kabul edildiği görülmektedir. Aksi bir davranışa ise izin verilmiyordu. 1565 yılında Van şehri ve çevre köylerdeki bazı Ermenilerin devletin izni ve onayı olmadan kendi başlarına melik ve kethüda tayin etmeleri ve kanunsuz davranışlar içerisine girmeleri, haklarında tahkikat açılmasına ve 16 kişinin hapsedilmeleri gibi istenilmeyen bir sonucun doğmasına sebep olmuştur123. 1616 yılında Van şehri Ermenileri Kulican adlı kişinin kendilerine melik olarak tayin edilmesini talep etmişlerdir. Bu istek üzerine Van beylerbeyine ve kadısına gönderilen bir hükümle, adı geçen kişinin melik olarak tayin edilmesinin halka faydası var ise eskiden yapıldığı gibi sicil sureti ve hüccet ile işlemi tamamlayıp hiçbir şekilde kimseden para talep edilmemesi emredilmiştir124. Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Ermenilerin melik veya 120 XIX. yüzyılda kethüdaların kadının huzurunda yapılan bir seçimle şehrin ileri gelenlerince seçildiği belirtilmektedir. Bkz. Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, TTK Yayını, Ankara 1991, s.41. 121 BOA, Kepeci Tasnifi Ruus, Defter No: 211, s.77. 122 BOA, Kepeci Tasnifi Ruus, Defter No: 219, s.66. 123 BOA, TTD, Defter No: 6, s.513, Hüküm No: 1120. 124 BOA, TTD, Defter No: 81, s.88/3. 464 Prof. Dr. Orhan KILIÇ kethüda tayinlerinden ilgili yerdeki kadı veya beyin herhangi bir vergi talep etmesi söz konusu değildir. 1616 yılında Van şehri meliki olarak tayin edilen Kulican adlı Ermeni, Van eyaleti valisinin kendisinden borçlanarak alış-veriş yaptığı itibarlı bir tüccardı125. Bu örnek de şehrin ileri gelenlerinden birinin melik veya kethüda seçildiğini doğrulamaktadır. Van sancağına bağlı bazı köylerde kethüdaların bulunduğu yolunda da bilgilerimiz mevcuttur. 1577-1578 yıllarında Erçek nahiyesine bağlı Kirdevan köyünde Lale, Vatsan nahiyesine bağlı Kirevanis köyünde Yohanna, Engil köyünde Ohan ve Abayan köyünde Kirikor adlı kişiler köy kethüdası olarak görev yapıyorlardı126. XVI-XVII. yüzyıllarda Van gölü çevresinde yaşayan Ermenilerin devletin her bölgesinde olduğu gibi ödemekle mükellef oldukları bir takım özel vergileri vardı. Bunlar ispençe ve cizyedir. İspenç resmi çeşitli araştırmalarda farklı şekillerde tanımlanmıştır. Müslümanlardan alınan resm-i çifte eşdeğer olarak gayrimüslimlerden alınan bir vergi olarak tanımlandığı gibi127, bennak resmine karşılık geldiği de ifade edilmiştir128. Bazı yerlerde, cizye ve ispençenin aynı verginin değişik zamanlardaki adları olduğu da ileri sürülmektedir129. XVI. yüzyılda bazı sancaklarda ise, her harâc-güzâr nefer başına yirmi beşer akça ispenç resmi alındığı görülmektedir130. XVII. yüzyıla ait bir kanun dergisinde zımmîden alınan baş vergisine ispençe derler şeklindeki kayıtlara da rastlanmaktadır131. Van, Bitlis ve Adilcevaz sancaklarında resm-i ispençe-i gebrân adı altında gayrimüslimlerden nefer başına genellikle 25’er akçe alındığı tespit edilmektedir132. Ancak bazı köylerde 30 akçe resm-i ispençe alındığına da 125 BOA, TTD, Defter No: 81, s.93. 126 TKGMA, KKD, Defter No: 202, vr. 1-27. 127 Neşet Çağatay, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Reayadan Alınan Vergi ve Resimler”, AÜDTCF Dergisi, C. V, Ankara 1947, s.507. 128 Halil İnalcık, “Osmanlılarda Raiyyet Rüsumu”, Belleten, C. XXIII, S. 92, TTK Yayını, Ankara 1959, s.604. 129 Bahaeddin Yediyıldız, Ordu Kazası Sosyal Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985, s.115. 130 Mehmet Ali Ünal, XVI. Yüzyılda Harput Sancağı, TTK Yayını, Ankara 1989, s.132. 131 Yavuz Ercan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimlerin Ödedikleri Vergiler ve Bu Vergilerin Doğurduğu Sosyal Sonuçlar”, Belleten, C. LV, S. 213, Ankara 1991, s.386. 132 Kılıç, Van, s.295-296; Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.214-215; Altunay, a.g.t., s.82. Bu verginin genellikle bütün Anadolu sancaklarında 25’er akçe olarak alındığı görülmektedir. Bkz. 465 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER rastlanmaktadır. Meselâ, Vatsan nahiyesine bağlı Markis ve Melik köylerindeki gayrimüslim reayadan nefer başına 30’ar akçe resm-i ispençe alınmaktadır 133. Cizye ve harac gayrimüslim halk içinde belli birtakım şartları taşıyan kimselerden kişi başına alınan vergidir. Bu vergi türüne halk arasında harac denildiği ve resmî vesikalarda da zaman zaman bu isimle zikredildiğine rastlanmaktadır134. Ancak cizyenin gayrimüslim nüfus üzerine askerî hizmet mukabelesinde tarh olunan bir vergi, bu askerî vazifenin ise harâc olarak adlandırıldığı da ifade edilmektedir. Bu durumda, cizye ödemekle mükellef gayrimüslim reayanın askerî vazifelerine harac, ellerindeki araziye ise haraciye denilmektedir135. Buluğ çağına ermiş, iş güç sahibi ve 300 akçelik malı olan her gayrimüslim, cizye vergisini ödemekle mükelleftir136. Cizye resmi Osmanlı Devleti’nin her yerinde ve her zaman aynı miktarda alınmamıştır. Meselâ, Kanunî zamanında 60-75 akçe arasında iken IV. Murat’ın saltanatının sonunda 333 akçeye kadar yükselmiştir137. Van gölü çevresindeki Ermenilerden alınan cizye vergisinin miktarı da çeşitli zamanlarda farklılık göstermiştir. Özellikle Safevi baskısının yoğun olarak yaşandığı yıllarda, cizye vergisinin azaltılarak alındığına rastlanmaktadır. Adilcevaz sancağında 1556 yılına kadar cizye vergisi nefer başına 35 akçe iken daha sonraki yıllarda 100 akçenin üzerinde toplanmaya başlanmıştır138. Van sancağında gayrimüslimlerden alınan cizyenin miktarı 1571 yılında 118 akçe civarındadır. Bu yıllarda Vatsan nahiyesine bağlı Eruh köyündeki 59 nefer gayrimüslimden maktu’ olarak 7 000 akçe resm-i cizye-i gebran alınmaktadır139. Bu durumda her nefer ortalama 118.6 akçe cizye vergisi ödemiş oluyordu. Eruh köyündeki cizye tahsilinin maktu’ olarak Ünal, a.g.e., s.132-133; Ahmet Nezihi Turan, XVI. Asırda Ruha (Urfa) Sancağı, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Bölümü, Ankara 1993, s.12; Yediyıldız, a.g.e., s.115. Ancak XVI. yüzyılda Macaristan’da resm-i kapu adı ile iki taksitte 50 akçe olarak tahsil edildiğine de rastlanmaktadır. Bkz. Ercan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimlerin Ödedikleri Vergiler”, s.387. 133 KKD, Defter No: 202, v. 1/b-10/b. 134 Ercan, “Osmanlı İmparatorluğu’nda Gayrimüslimlerin Ödedikleri Vergiler”, s.371. 135 Abdurrahman Vefik, Tekâlif Kavâidi, Kısım 1, Dersaadet 1328, s.21-23. 136 Çağatay, a.g.e., s.493-494. 137 Ünal, a.g.e., s.133. 138 Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.218. 139 TKGMA, KKD, Defter No: 202, vr. 32/a. 466 Prof. Dr. Orhan KILIÇ yapılması sebebiyle, bu miktarı bütün Van sancağı için geçerli kılmak zor olmakla birlikte, diğer yerlerde de aşağı yukarı bu civarda bir vergi alındığını söyleyebiliriz. 1609-1610 (1018) tarihli bir askerî muhasebe kaydında, Van ve çevresinin toplam cizye gelirinin 1608-1609 (H. 1017) yılında 489 626 akçe olduğu görülmektedir140. Aynı yıla ait bir başka muhasebe defterinde ise, toplam bir miktar verilmemekle beraber, Padişah hassı içindeki Van cizyesinin 1604-1606 yıllarındaki aynı yerlerden toplandığı belirtilmektedir141. Ancak aynı defterde Bitlis sancağı cizye gelirleri verilirken her neferden 112 akçe alındığı da kaydedilmiştir. Bu itibarla Van sancağında da 16081609 yılında muhtemelen her neferden 112 akçe civarında cizye vergisi alınıyordu. 1611 yılında Van eyaletindeki Ermeniler Van defterdarı Hamid’e müracaat ederek harâcımız yüzer akçe alınmaz ise cümlemiz firar ve terk-i diyâr itmek mukarrerdir eğer minvâl-i meşrûh üzre istimalet için yüzer akçe alınmağa ferman olunur ise ca-be-ca adamlar gönderüb perakende olanlarımızı yerli yerine getirtip eyâleti şen ve abâdân eylememiz mukarrerdir diyerek haraçlarının nefer başına 100’er akçeye indirilmesini talep etmişlerdir. Bu durum üzerine Van defterdarı Hamid, ordu-yı hümayuna mektûb göndererek, Kızılbaş baskısı ve kargaşası sebebiyle eyaletin harap bir halde olduğunu ve tekrar mamur bir hale getirmek için Ermenilerin istekleri doğrultusunda haraçların 100’er akçeye indirilmesi yolunda emr-i şerîf rica etmiştir. Bu isteğe binaen Van beylerbeyine, kadısına ve defterdarına maliye tarafından emr-i şerîf yazılması hususunda çıkan 21 Nisan 1611 (7 Safer 1020) tarihli bir tezkere ile, Van’da oturanların iki seneye dek yüzer akçe ve başka yerden gelenlerin üç seneye dek yüzer akçe vermesi ve zikrolunan tarihten sonra eskiden olageldiği üzre alınması karara bağlanmıştır142. Yukarıdaki tezkere kaydından da anlaşılacağı üzere, Van eyaletindeki Ermenilerin ödedikleri cizye miktarı nefer başına 100 akçenin biraz yukarısındadır. 1611 Nisanı’ndan sonraki 2-3 yıl için bu miktar 100 akçeye düşürülmüştür. Sonuç olarak, incelediğimiz dönemin büyük kısmında, Van eyaletindeki cizyenin nefer başına 100 akçenin üzerinde toplandığı ve bazı zaruret140 BOA, MAD, Defter No: 16366, s.110. 141 BOA, MAD, Defter No: 4659, s.9. 142 BOA, MAD, Defter No: 3260, s.99. 467 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ler neticesinde bu miktarın birkaç yıl 100 akçeye düşürüldüğünü söylemek mümkündür. Ermenilerin yaptıkları ticarî, ziraî ve diğer faaliyetleri ile ilgili ödedikleri vergiler konusunda Müslüman ahaliden farklı bir muameleye tâbi tutulmadıkları görülmektedir. 1552 yılında Ahlat ve Adilcevaz çevresindeki Müslümanların uğradıkları büyük maddî ve manevî zarar onların belli bir süre bazı vergilerden muaf tutulması ve bazı vergi indirimleri yapılmasına sebep olmuştur. 1556 yılı tahririne göre Müslüman halkın bir kısmı hububat öşrü ödememekte, hububat öşrü ödemeye muktedir olanlar ise 1/10 oranında bu vergiyi vermekteydiler. Ermeniler ise bu yıllarda hububat öşrünü 1/5 oranında ödemişlerdir. Aynı durum kovan vergisi için de geçerlidir. Bunun yanı sıra bağcılık faaliyetleri ile ilgili olarak hem Müslüman hem Ermeniler için ayrım yapılmadan uzun süreli bir muafiyet uygulaması yapılmıştır143. Ermenilerin vergilerini öderken haksızlığa uğramaması ve vergi toplamaya gelen görevlilerin kendilerinden fazla vergi almamaları konusunda devletin titiz davrandığı ve bu konudaki her türlü şikâyeti dikkatle araştırıp Ermeni vatandaşların hiçbir şekilde huzursuz edilmemesi yolunda çeşitli tedbirler aldığı görülmektedir. 1576 yılında Van Ermenilerinin isteği üzerine Van beylerbeyine gönderilen bir hükümle; Van’ın tahrir edilmesinin üzerinden 6 yıla yakın bir zaman geçtiği ve bu sırada harac ödemesi gerekenlerden bir kısmının öldüğü, bir kısmının başka yerlere gitmiş olabileceği, bir kısmının ise buralara yeni gelmiş olabileceği düşüncesiyle, sadece gayrimüslimleri Van tımar defterdarı eliyle tahrir ettirmesi emredilmiştir. Bu işin adaletle yapılması ve tahrir işine memur edilen Hüseyin’in de tahrir âdetidir diyerek kimseden para talep etmemesi özellikle vurgulanmıştır144. 1576 yılında tahririn tamamlanmasından sonra, harac toplamakla görevli olan kişilerin eski defterlere göre muamele yapmamaları ve yeni tahrir sonuçlarına göre tertip edilmiş cizye defterlerini esas almaları istenmiştir. Cizye gelirleri Padişah hassı içerisinde olduğu için Van beylerbeyliğinin bağlı bulunduğu Diyarbakır defterdarlığı bu konuda muhatap alınmıştır. Van, Bitlis, Muş, Adilcevaz ve Bargiri sancaklarında harac toplamaya gelen görevlilerin, ölü ve kayıpları defterden düşmeyip sadece yeni gelenleri yazıp ona göre tahsilata kalkıştıklarından yakınan bir grup Ermeni Van 143 Kılıç, Adilcevaz ve Ahlat, s.208-211. 144 BOA, TTD, Defter No: 27, s.250, Hüküm No: 579. 468 Prof. Dr. Orhan KILIÇ beylerbeyine bizzat müracaat etmişler, bu durum Van beylerbeyi Hüsrev Paşa tarafından bir mektup ile merkeze arz edilmiştir. Bunun üzerine 1577 yılında Diyarbakır beylerbeyi ve defterdarına gönderilen hükümlerle; harac toplamak için merkezden gönderilen veya kendileri tarafından oradan görevlendirilen kişilerin hiçbir şekilde halka baskı yapmamaları, yapan varsa adlarını yazıp bildirmeleri veya kendilerinin bu konuda en ufak bir ihmalleri olursa şiddetle cezalandırılacakları konusu dile getirilmiştir145. Van şehrinde bulunan Ermeni halk 1610 yılı Kasım ayında merkeze bir arz göndererek, muhafaza hizmetinde olan askerlere un ve arpa vermelerinin kendilerinden bir ferman ile istendiğini, ancak 1 000 kile unu verip hudutta bulunmaları ve fakir olmaları sebebiyle, arpa vermeye kudretlerinin yetmediğini bildirerek bundan böyle serhad gazileri için kendilerinden un, arpa ve zahire talep edilmemesini istemişlerdir. 28 Kasım 1610 tarihinde Van beylerbeyine ve kadısına gönderilen bir hükümle, Ermenilerin 1 000 kile unu verdikten sonra, kendilerinden arpa ve zahire istenmemesi, bu sebeple asla rencide edilmemeleri ve daima himaye edilmeleri emredilmiştir146. Van ve çevresinin 1604 yılından itibaren Safeviler tarafından baskı altında tutulması Van’ın muhafazası için birtakım tedbirlerin alınmasını gerektirmiştir. Devletin sınırdaki kaleleri tamir edip içlerine yeteri miktarda asker ve cephane koyarak tahkim ettiği bilinmektedir. Ancak alınması gereken en önemli tedbirlerden birisi de halkı burada tutmak ve göç etmelerini önlemektir. Van ve çevresinde yaşayan halkın 1604 yılından başlayıp 1639 Kasr-ı Şirin Anlaşması’nın yapıldığı tarihe kadar yine huzursuz bir dönem geçirdiği görülür. Kızılbaş baskısının yanı sıra İran seferine gidip gelen orduların verdikleri maddî zarar da göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür. Bu yıllarda Celâlî hareketi denilen eşkıyalık faaliyetleri, oluşan enflasyona karşılık idareci sınıfın has gelirlerinin aynı kalması ve içine düştükleri maddî sıkıntı sebebiyle halktan usûlsüz vergi toplamaya kalkışmaları halkı tedirgin eden diğer unsurlar olarak ifade edilebilir. Belirttiğimiz bu olumsuz şartlar sadece Ermenileri değil, elbetteki Türk-Müslüman halkı da derinden etkiliyordu. Meselâ nezil zahiresi mükellefiyeti sadece gayrimüslim unsurlara ait değildi. Hatta yukarıda verdiğimiz örnekteki gibi bir hoşgörüye muhatap kalmadıklarını düşünüyoruz. Türk-Müslüman halkın bu zahireleri vermeme gibi bir teklifleri de zaten yoktu. 145 BOA, TTD, Defter No: 29, s.218, Hüküm No: 501; Defter No: 31, s.174, Hüküm No: 392. 146 BOA, TTD, Defter No: 79, s.412, Hüküm No: 1030. 469 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1611 yılında Ermeniler yine Kızılbaş baskısı ve mevcut yerlerinin harap olmasını söyleyip terk-i diyar edeceklerini ileri sürerek cizyelerinin 2-3 yıl süreyle 100 akçeye düşürülmesi tekliflerini kabul ettirmişlerdir147. Aynı yıl Müslümanlar ve Ermeniler birlikte Van Divanı’na müracaat ederek iltizama verilen bağ vergilerini aynı bedelle kendileri almayı teklif etmişler bu teklif de kabul edilerek 17 Aralık 1610 tarihinden geçerli olmak üzere bağları bizzat kendileri iltizama almışlardır148. 1636 Ağustosu’nda Van Kalesi’nin tamire muhtaç olan yerlerinin tamir edilmesi, etrafındaki hendeklerin genişletilmesi ve kalenin iki köşesinden göle kadar kanal açılıp hendeklerin su ile doldurulmasına karar verilmiştir. Bu işin kış mevsimi gelmeden bitirilmesi için Van eyaletinde olan Müslimgayrimüslim halk el birliği ile çalışmışlardır149. 1615-1616 yıllarında devletin genelinde görülen bir idarî zaafiyet Van ve çevresinde de yaşanmaktadır. Bu yıllarda Van ve çevresindeki ahaliden vergilerini beylerbeyine vermek zorunda olan yani beylerbeyi reayası olanlar; beylerbeyilerin ve onlar adına vergi toplamaya çıkan subaşıların kendilerinden haksız yere vergi aldıklarını, vergi oranlarını kanunsuz olarak yükselttiklerini, vergi sistemi içerisinde yer almayan bazı vergiler uydurarak para talep ettiklerini, bu ve buna benzer daha birçok usûlsüz işler yaparak kendilerine zulüm ve baskı yaptıklarını merkeze gönderdikleri arzlarla bildirmişlerdir. Bu yıllarda Van beylerbeyi olup muhafaza hizmetinde bulunan vezir Mehmed Paşa’nın halka bu anlamda hiç de iyi davranmadığı gönderilen şikâyetlerin çokluğundan anlaşılmaktadır. Ermeniler ve Müslümanlar tarafından yapılan bu şikâyetler devlet tarafından Mehmed Paşa muhatap alınmadan, eski Van beylerbeylerinden olup emekli olan Hacı Mustafa Paşa ve Van kadısı tarafından takip edilerek gerekli soruşturma ve incelemeler yapıldıktan sonra Mehmed Paşa bu tür işlerden men edilmiş, kısa bir süre sonra da görevden alınmıştır150. İdarecilerin halka yaptıkları kanunsuz davranışlar karşısında Müslim-gayrimüslim halkın birlikte hareket ettiklerine dair bir başka örnek de şöyledir: Adilcevaz sancakbeyi Haydar Bey’in hukuka aykırı davranışlar içerisine girip halka zulüm ve baskı yaptığı Adilcevaz uleması ile TürkMüslüman ve Ermeni halkın birlikte merkeze gönderdikleri arzlar ile duyurulmuştur. Bunun üzerine Erciş sancakbeyi Hasan ile Amid ve Bitlis 147 BOA, MAD, Defter No: 3260, s.99. 148 BOA, MAD, Defter No: 3260, s.77. 149 BOA, TTD, Defter No: 86, s.26. 150 BOA, TTD, Defter No: 81, s.43, 44, 45, 143, 144; Kılıç, Van, s.150-154. 470 Prof. Dr. Orhan KILIÇ kadılarına gönderilen 9 Mayıs 1560 tarihli bir hükümle, olayı etraflıca araştırıp bir rapor ile merkeze arz etmeleri istenmiştir151. Van şehrinde kale içinde oturan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nin Van Kalesi’ni ele geçirmesinden itibaren haraclarına bedel olarak kalenin burçlarına yağan karların süpürülmesi işini yüklenmişlerdir. Bu iş için her mahalleden birkaç süpürücü tayin edilmiştir. 1565 yılında bu hizmeti görmemek hususunda bir şekilde merkezden izin almışlar ve bu iş kale azeblerinin üzerine kalmıştır. Van beylerbeyi merkeze bir arz göndererek, birçok hizmeti yapmakla mükellef olan kale azeblerinin burçlara yağan karları da süpürmelerinin onların zor durumda kalmalarına sebep olacağı ve bu işin eskiden olduğu gibi yine Ermenilere yaptırılması konusundaki teklifi uygun görülerek kale burçlarına yağan karların Ermeniler tarafından süpürülmesi kararlaştırılmıştır152. XVI ve XVII. yüzyıllarda Ermenilerin başlangıçta uygun bulunmasına rağmen sonradan kabul görmeyen tek istekleri budur. Toplum hayatında her zaman ideal davranışların olmadığı, insanların zaman zaman kişisel veya toplu olarak bir takım kanunsuz işlere başvurdukları da bilinmektedir. Van gölü çevresindeki Türk ve Ermenilerin bazen ortak olarak kanunsuz bazı davranışlar sergilediklerine de rastlanmaktadır. Bu tür davranışlar ile ilgili birkaç örnek olayımız ise şöyledir. Van şehrinde ve yakın köylerde oturan Ermenilerden yaklaşık 20 kişilik bir grup, birkaç Müslümanla birlikte 1565 yılında eşkıyalık hareketlerinde bulunmuşlardır. Bunlar Van çevresindeki köylere adamlar göndererek tereke öşrü, bağ hakkı, bac-bâzâr, adet-i ağnam ve sair vergileri kaldırdık diye ahaliyi yoldan çıkarma yoluna gitmişlerdir. Kendilerine tâbi olmayanları mahkeme ederek şehir içinde uygunsuz davranışlar sergilemişlerdir. Bunların elebaşı olan 13 kişinin haklarından gelinmesi konusunda 1565 yılında Van beylerbeyinin yazdığı mektuba cevaben, sadece elebaşların yakalanarak hak ve adaletle durumu araştırıp suçları sabit olursa haklarından gelinmesi emredilmiştir. Bu kişilerin bir kısmı İstanbul’da yakalanarak ele geçirilmiş ve bu tür hareketlere yeltenen daha başkaları var ise ve suçları da mahkeme sonucunda sabit olmuş ise hapsedilerek sicil suretlerinin merkeze gönderilmesi ve Müslümanların da şahitliklerine başvurup durumu doğru bir şekilde arz etmeleri Van beylerbeyi ve kadısından 10 Mayıs 1565 tarihli bir hüküm ile istenmiştir153. 151 BOA, TTD, Defter No: 3, Hüküm No: 1095. 152 BOA, TTD, Defter No: 6, s.464, Hüküm No: 1003; s.475, Hüküm No: 1029. 153 BOA, TTD, Defter No: 6, s.331, Hüküm No: 698; s.513, Hüküm No: 1120. 471 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu olaydan sonra bir kısım Ermeniler merkeze giderek olayların Van beylerbeyi ve kadısının arz ettikleri gibi olmadığını ifade etmeleri üzerine, Diyarbakır beylerbeyine ve kadısına gönderilen 28 Eylül 1565 tarihli hükümle, olayı iyice araştırıp kimin haklı kimin haksız olduğunu bildirmeleri emredilmiştir154. 1560 yılında Filibe’de yankesicilik yaptıkları gerekçesiyle yakalanan 18 kişinin bir kısmı Halep, Şam, Hama ve Kara Amid Müslümanlarından; bir kısmı ise Bitlis, Akşehir, Karahisar, Tokat ve Trabzon Ermenilerindendir155. Sonuç Van gölü çevresindeki Türkler ve Ermeniler birlikte yaşamayı; ortak savunma, ortak tavır belirleme, ortak üretme, ortak tüketme veya ortak menfaat üzerine bina etmişlerdir. Bu anlayış sebebiyle, Van gölü çevresinde yaşayan Ermeni halkın XVI-XVII. yüzyıllarda gerek devlet gerekse Türk-Müslüman nüfus ile yaşadığı hiçbir problem yoktur. İbadetlerini kendi dinî müesseselerinde hiçbir baskı altında kalmadan rahatça yapıyor, kiliselerini tamir edebiliyor hatta yenisine ihtiyaç varsa yeni kiliseler bina edebiliyorlardı. Türk-Müslüman halkın Ermeniler ile birlikte yaşama konusunda olumsuz bir tavır içerisine girdiklerine rastlanmamıştır. Adilcevaz’daki Kilise mahallesinde Cihanşah Mescidi’ne, Van’daki Ulu Camii mahallesinde kiliseye rastlamak mümkündü. Van şehrindeki Kızıl Cami’ye ibadete giden halk Ermeni evlerinin arasından, İskele Kapısı mahallesindeki Ermeniler ise birkaç Müslüman mahallesinden geçerek Çifte Kilise’ye gidebiliyorlardı. Aynı mevkideki mezarlıklara defnediliyorlardı. Türk-Müslüman halk Van gölünde ancak bir Ermeninin teknesi ile seyahat edebiliyordu. Bargiri ve Ahlat’taki Bend-i Mahi’lerde yakalanan balıklar tuzlanmış bir şekilde Ermeni bir tüccarın Van pazarındaki tezgâhına geliyor, buradan satın alınarak sofraları süsleyebiliyordu. Türkler; ayaklarına giydiği pabucunu, evine serdiği kilimini, eşine veya kız çocuğuna elbise diktirmek için kadife kumaşını ve mutfak eşyasını Ermeni tüccarlardan alıyordu. Şıyrek Ermeni bağlarının üzümünden yapılan şırayı afiyetle içiyor, Ermeni bir mimarın yaptığı köprüden geçiyor, onun bina ettiği kalede yaşıyor, Ermeni gümrük emini ile muhatap oluyordu. Van Kalesi’ndeki denizci azebler, martolos 154 BOA, TTD, Defter No: 5, s.123, Hüküm No: 286. 155 BOA, TTD, Defter No: 3, Hüküm No: 1101. 472 Prof. Dr. Orhan KILIÇ Ermenilerle birlikte Van gölünde devriye geziyordu. Çan sesinden TürkMüslüman, ezan sesinden Ermeni rahatsız olmuyordu. Ortak yaşama ve savunma şuuru ile kalesini, surunu, kalesinin etrafındaki hendeğini el ele birlikte yapıyor veya onarıyorlardı. Daha da ilerisi eşkıyalığı ve yankesiciliği bile birlikte yapıyorlardı. Devlet-halk münasebetlerinde her iki toplum içlerinden seçtikleri kişiler vasıtasıyla haklarını savunuyorlardı. Beylerbeyini veya sancakbeyini birlikte merkeze şikâyet edebiliyor hatta görevden aldırabiliyorlardı. Mahkemede eşit şartlarda yargılanıyor, şahitlik yapabiliyor, suçlu ise aynı hapishanede birlikte yatıyor, aynı yere sürgün ediliyor, aynı suçtan aynı cezaya çarptırılıyorlardı. Van beylerbeyi Ermeni bir tüccardan borçlanarak alışveriş yapmakta beis görmüyordu. Türk-Müslüman halk Ermeni halkın servet sahibi olmasından rahatsızlık duymuyordu. Bu konuda hiçbir şikâyeti yoktu. Ermenilerin devletten talep ettiği vergi indirimleri, çeşitli muafiyetler kabul ediliyor, temsilcileri olmasını istedikleri melik veya kethüdalar teklif ettikleri şekliyle atanıyorlardı. Peki ne oldu da Ermeniler Zeve’de sekiz köyün 3 000 civarındaki Türk-Müslüman halkını topyekûn katlettiler? Ne oldu da 1915 yılında Van şehrini tamamen yaktılar? Niçin isyan ettiler? Diyorsanız; bu olayların tarihî bir hesaplaşmanın, ezilmişliğin, hor görülmüşlüğün, hoşgörüsüzlüğün, fakir bırakılmışlığın, haksızlığın, hukuksuzluğun, adaletsizliğin, zulmün, baskının sonucu olmadığını anlatmaya çalıştım. Ermenilerin Osmanlı Devleti’ne isyan etmelerini gerektirecek bir olayla ilgili olarak en azından Van gölü çevresi için tarihe yapacakları atıf yoktur. 473 BİRLİKTE YAŞAMAK: FAİK ÂLİ BEY VE KÜTAHYA ERMENİLERİ Dr. Ömer ÇAKIR Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü E-mail: ocakir2000@yahoo.com; Tel (GSM): 0 535 210 11 23 Özet Faik Âli (Ozansoy), önce Servet-i Fünûn daha sonra da Fecr-i Âti edebî topluluğu içinde yer almış bir şâirimizdir. Onun şâir sıfatının yanında üzerinde pek fazla durulmayan bir de yönetici kimliği vardır. Zira Faik Âli Bey çeşitli yerlerde mutasarrıflık ve valilik yapmış bir yöneticidir. Faik Âli, 1915 yılında Kütahya mutasarrıfı iken burada yaşayan Ermenilerin de tehciri gündeme gelir. Ancak Faik Âli, merkezi idarenin bu yöndeki emrini yerine getirmez. Hatta civardan Kütahya’ya gönderilen Ermenilere de sahip çıkar ve onların sorunları ile yakından ilgilenir. O sebeple Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul ve İzmir’in dışında Ermenilerin tehcir edilmediği bir başka şehir Kütahya olur. Yıllar sonra Arşak Alboyacıyan isimli bir Ermeni, Faik Âli Bey’in Kütahya’da Ermenilere karşı gösterdiği dostluğu hatıralarında ayrıntılı bir şekilde anlatır. Söz konusu hatıratın ilgili bölümü Sarkis Seropyan imzalı bir yazıda (Vicdanlı Türk Valisi Faik Âli Ozansoy, Tarih ve Toplum, Nu.23, Kasım 1995) Türkçeye çevrilir. Hem Ermeni hem de Türk kaynakları Faik Âli Bey’in idaresindeki Ermenileri tehcire göndermediği ve onlara önemli yardımlarda bulunduğu hususunda hemfikirdir. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı sona erince Ermeniler, Kütahya Kilisesi bahçesinde Faik Âli Bey için bir “kitabe-i şükran” vaz ederler. Biz bu konularla ilgili olarak Faik Âli Bey’in aynı tarihlerde Ermenilere hitaben gazete vasıtasıyla neşrettiği bir açık mektup tespit ettik. Söz konusu mektuptan mevcut kaynaklarda bahsedilmemektedir. Oysa mektubun hem Arşak Alboyacıyan’ın hatıratı hem de 1919 yılındaki gelişmelere katkıda bulunması bakımından büyük önemi vardır. Faik Âli Bey mektubunda birlikte yaşama adına Ermenilere çok önemli çağrılarda bulunmaktadır. Tebliğimizde belge özelliğine sahip bu mektubun etrafında birlikte yaşama sanatı ele alınacaktır. Dr. Ömer ÇAKIR Giriş Fâik Âli (Ozansoy), önce Servet-i Fünûn daha sonra da Fecr-i Âti edebî topluluğu içinde yer almış bir şâirimizdir. Onun şâir sıfatının yanında, üzerinde pek fazla durulmayan bir de yönetici kimliği vardır. Zira, Fâik Âli Bey çeşitli yerlerde mutasarrıflık ve valilik yapmış bir yöneticidir. Fâik Âli Bey, 1915 yılında Kütahya mutasarrıfı iken burada yaşayan Ermenilerin de tehciri gündeme gelir; fakat o, merkezî idarenin bu yöndeki emrini yerine getirmez. Hatta civardan Kütahya’ya gönderilen Ermenilere de sahip çıkar ve onların sorunları ile yakından ilgilenir. Dolayısıyla, en sıkıntılı bir dönemde Kütahya’da Türk ve Ermeni toplumu birlikte yaşamaya devam eder. Ancak birkaç yıl sonra; 1919 yılında yayımladığı ve tebliğimizin sonunda okuyacağımız bir açık mektuptan anlaşılacağı üzere, Fâik Âli Bey adeta hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira Ermeniler daha ilk yıllardan itibaren tehcir konusunda dünyayı yanıltma gayreti içine girerler. Fâik Âli Bey, söz konusu mektubunda Ermenilere dikkat çekici uyarılarda bulunmaktadır. Bu kısa girişten sonra onun Kütahya Ermenileri ile olan ilişkilerine geçmeden önce Fâik Âli Bey’i biraz daha yakından tanımakta yarar var. 477 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER A. Edebiyatçı ve İdareci Kimliği Fâik Âli, 22 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur1. Asıl adı Mehmed Fâik’tir. Babası, Diyarbakırlı Said Paşa olarak bilinen zattır. Meşhur şâir ve yazarlarımızdan Süleyman Nazif, Fâik Âli’nin ağabeyidir. Dolayısıyla şâirin ailesinde edebiyatımızın iki tanınmış siması bulunmaktadır. Bu bağlamda, tabii olarak Fâik Âli Bey’in şiire olan hevesi çok küçük yaşta uyanır. İlk şiirleri Servet-i Fünûn mecmuasında yayımlanır. Şâir, ilk şiir kitabını Fâni Teselliler adıyla II. Meşrutiyet’in ilânından sonra neşreder2. Fâik Âli Bey, nazmının bütün özellikleri ile, eksiksiz bir Servet-i Fünûn şâiri3 olmakla beraber içinde yaşadığı toplumun yaşadıkları ile yakından ilgilenmiş ve Trablus, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı ile ilgili şiirler kaleme almıştır. Elhân-ı Vatan adlı ikinci şiir kitabında işte bu ilginin ürünleri bulunur. Fâik Âli Bey’in iki adet de tiyatro türünde eseri vardır. Bunlardan Payitahtın Kapısında (1918) adlı eseri Çanakkale Muharebeleri ile ilgilidir. Nedim ve Lale Devri (1950) isimli piyesi ise konusunu Şâir Nedim’in hayatından ve zamanından alır4. Fâik Âli’nin dikkat çeken bir başka eseri ise Şâir-i Azam’a Mektup isimli manzumesidir. Bu şiirde Fâik Âli Bey, Meclis-i Ayan’ın feshi üzerine Viyana’ya giden ve orada maddî sıkıntı çeken Abdülhak Hamid’i savunur ve ona olan hayranlığını bir kez daha dile getirir. Bir nevi açık manzum mektup hüviyetindeki eser, 1923’te bir kitapçık halinde yayımlanmıştır. Fâik Âli Bey’in Türk edebiyatındaki yerine çok kısa da olsa işaret ettikten sonra konumuzla ilgili olarak idareci cephesi ve bu çerçevede yaptığı görevlerden de kısaca söz etmekte yarar görüyoruz. Fâik Âli Bey, Mekteb-i Mülkiye’den 1901’de mezun olur. Mezuniyetini müteakip ilk olarak, Bursa vilâyeti maiyet memurluğunda göreve başlar. Bu sırada ağabeyi Süleyman Nazif, aynı vilâyette mektupçu olarak görev yapmaktadır. Fâik Âli Bey daha sonra Sındırgı, Burhaniye, Pazarköy ve II. Meşrutiyet’te, Mudanya kazalarında kaymakamlık yapar. Ardından Midilli 1 2 3 4 İbnü’l-Emîn Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şâirleri, Hazırlayan Müjgân Cunbur, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1999, s.546. Kenan Akyüz, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, 4. Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1986, s.414. Akyüz, a.g.e., s.416. Akyüz, a.g.e., s.4115-418. 478 Dr. Ömer ÇAKIR mutasarrıflığına tayin olur. Balkan Savaşları sırasında Kırşehir mutasarrıflığına nakledilirse de oraya gitmez. Bilahare, Beyoğlu ardından Üsküdar mutasarrıflıklarında bulunur. Fâik Âli Bey’i 1915 yılında Kütahya mutasarrıfı olarak görüyoruz. Orada görev yaparken Gelibolu mutasarrıflığına tayin edilir; fakat Gelibolu’ya gitmemiştir. Bunun üzerine Dâhiliye Nezareti heyet-i teftişiyesi başkitabetinde bir süre görev yaptıktan sonra tekrar Beyoğlu mutasarrıflığına atanır. Fâik Âli Bey, mütarekenin ilânından sonra ise Diyarbakır valiliğine tayin edilir. Ancak birkaç ay sonra bu görevinden istifa ederek İstanbul’a gelir5. İstanbul’da, Dâhiliye Nezareti müsteşarlığına tayin edilirse de kısa bir süre sonra kabine değişip Dâhiliye Nezareti’ne Ahmet Reşîd (Rey)’in gelmesi üzerine bu görevinden de ayrılır (Nisan 1920). Fâik Âli Bey, 1931 yılında Dâhiliye müsteşarlığından emekliye ayrılarak memuriyet hayatını noktalar6. Ömrünün bundan sonraki kısmında daha çok edebiyatla meşgul olan Fâik Âli Bey, 1 Ekim 1950’de Ankara’da vefat eder. Cenazesi, vasiyeti üzerine İstanbul’da Abdülhak Hamid’in mezarının yanına defnedilir7. B. Kütahya Mutasarrıflığı ve Buradaki Ermenilerle İlişkileri Görüldüğü gibi, şâir Fâik Âli Bey, edebiyatçı kimliğinin yanında çeşitli yer ve zamanlarda değişik mevkilerde yöneticilik yapmış bir idarecidir. Onun mülkî amir olarak görev yaptığı şehirler içinde en fazla dikkat çeken yerlerden biri Kütahya’dır. Diğerinin de mütareke günlerine denk gelen Diyarbakır valiliği olduğu söylenebilir. Fâik Âli Bey, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler kitabının yazarı Ali Çankaya’ya gönderdiği mektupta verdiği bilgiye göre, 14 Kasım 1913’te tayin edildiği Beyoğlu mutasarrıflığından idarî ve ictihadî bir ihtilaf sebebiyle 30 Aralık 1913’te istifa ederek ayrılır8. İşte bu istifadan sonra Fâik Âli Bey, Kütahya mutasarrıflığı ile devlet hizmetine tekrar girecektir. Zira Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulunan resmî hal tercümesine göre Fâik Âli Bey, 18 Ağustos 1329’da 5 000 kuruş maaşla Kütahya mutasarrıflığına atanır. Yaklaşık bir ay sonra 4 000 kuruş maaşla Üsküdar mutasarrıflığına nakledilir ise de 29 Kanunuevvel 5 6 7 8 İnal, a.g.e., s.546; Akyüz, a.g.e., s.414. Akyüz, a.g.e., s.414-415. Ali Çankaya, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, C.3, Mars Matbaası, Ankara 1968-1969, s.882. Çankaya, a.g.e., s.881. 479 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 1330 tarihli irade-i Dâhiliye ile birinci sınıf mutasarrıf maaşıyla, 20 Kânunısani 1330’da Kütahya mutasarrıfı olarak ikinci defa tayin edilir9. Dolayısıyla, bu bilgilerden hareketle Fâik Âli Bey’in Kütahya’daki mutasarrıflık görevinin 1915 yılı Şubat ayının ilk günlerinde başladığını söyleyebiliriz. Fâik Âli, 1915 yılı sonuna kadar bu görevde kalır. Daha sonra yukarıda ifade edildiği üzere oradan Gelibolu mutasarrıflığına nakledilir; fakat istifa edip bu vazifeye gitmez. Fâik Âli Bey’in Kütahya mutasarrıflığı, Osmanlı Devleti’nin bugün de halâ üzerinde konuşulan Ermenilerle ilgili tehcir kararının uygulandığı bir zamana rastlar. Ancak, yerli ve yabancı kaynakların yanında hatıralarda da ittifakla dile getirildiği üzere Fâik Âli Bey bu sırada, idaresinde bulunduğu topraklardan Ermenilerin tehcirine izin vermez. Hatta bunun yanında Kütahya’ya Adapazarı ve civarından gelen Ermenilere çok önemli yardımlarda bulunur, onların gündelik yaşamlarını mümkün mertebe aynen sürdürmelerine yardımcı olacak imkânlar hazırlamaya çalışır. Bu durum, tehcir ve birlikte yaşama sanatının devamı bağlamında oldukça dikkat çeken bir husustur. Zira, aşağıda anlatacaklarımız, tebaa-i sâdıkanın dış güçlerin tahrik ve tesirine oldukça açık bir atmosferde bulunduğu ve ciddi güven erozyonunun olduğu bir zamanda gerçekleşmiştir. Gazeteci Ahmet Emin Yalman, hatıralarında bu konuda şunları yazar: Kütahya’ya gittiğim zaman tehcir zamanında orada mutasarrıf olan şâir Fâik Âli Bey’in tehcir emrini kâğıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde yaşamaya devam edildiklerini gördüm10. Burada bir parantez açarak şunu söylemek gerekir ki, aslında tehcirin Kütahya’da uygulanmaması yalnızca bu şehre özgü bir durum değildir. Örneğin İstanbul, İzmir, Konya gibi illerin dışında Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği bilgiye göre Adana, Ankara, Karahisar-ı Sahip, Kayseri, Elazığ, Maraş ve Sivas’ta binlerce Ermeni yerlerinde kalmıştır. Bunlara Niğde mutasarrıflığında yerlerinde bırakılan Ermeniler de ilâve edilebilir. Öte yandan, Katolik ve Protestan Ermenilerin, devlet kademelerinde görev yapan Ermenilerin, ticaret ve benzeri işlerle uğraşanlarla bazı özel şahısların da tehcire tâbi tutulmadığı anlaşılmaktadır ki bütün bunlara ilişkin arşiv bil9 Sevim Karabela, Fâik Âli Ozansoy Hayatı, Eserleri ve Sanatı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997, s.15-16. 10 Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C.1, Yenilik Basımevi, İstanbul 1970, s.331. 480 Dr. Ömer ÇAKIR gilerine dayanan etraflı malûmatı Davut Kılıç imzalı 1915’te Sevk ve İskân Edilmeyen Ermeniler başlıklı makalede11 okumak mümkündür. Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın dile getirdiği tarihî gerçek o yıllarda Kütahya’da yaşamış Ermenilerin hatıralarına da aksetmiştir. Konu ile ilgili ilginç detayları Arşak Alboyacıyan’ın Kütahya Ermenileri Anı Kitabı’nda yer alan Stepan Stepanyan isimli bir Ermeninin hatıralarında okumak mümkündür. Söz konusu hatıratın ilgili bölümü Sarkis Seropyan tarafından Türkçe’ye çevrilerek Tarih ve Toplum dergisinde yayımlanmıştır12. Bu hatırattan öğrendiğimize göre, Stepan Stepanyan Adapazarı’nda yaşayan ve orada özel okulu olan bir Ermenidir. Nisan 1915’te on üç kişilik bir kafile ile o da tehcire gönderilir. Ancak o sırada eşi ve birkaç tanıdığı Kütahya’da bulunmaktadır. Yol güzergâhındaki bir istasyondan ailesine telgraf çekerek onların da acele yola çıkmalarını ister. Bunun üzerine Bayan Stepenyan, telgrafı mutasarrıf Fâik Âli Bey’e takdim ederek durumu anlatır13. Bu noktada bir sancağın en üst düzeydeki yöneticisine bir vatandaşın çok rahatlıkla ulaşıp meramını anlatması pek göz ardı edilmemesi gereken bir husus olsa gerektir. Bayan Stepanyan’ın eşine yazdığı cevabî mektuptaki bilgilere göre, Fâik Âli Bey, ona Kütahya’dan ayrılmamalarını söyler. Eşinize gelince, maalesef onu resmen geri getiremem, fakat ona kaçıp buraya gelmesini, sonrasını merak etmemesini yazınız14 der. Ayrıca kendisinin mutasarrıf olarak kaldığı sürece yerli ve göçmen Ermenilerin Kütahya’da kendilerini emniyette hissedebileceklerine dair bir kez daha güvence verir. Stepan Stepanyan, birkaç gün sonra Kütahya’ya gelerek ailesine kavuşur. Yanlarına Stepan Stepanyan’ın özel okulunda öğretmenlik yapan Bayan Şuşanik Solakyan’ı da alarak mutasarrıfı ziyarete giderler. Bu ziyaret söz konusu hatıratta şöyle anlatılır: Ben, Bayan Stepanyan ve Bayan Şuşanik öğleye doğru dairesine gittik. Ermeni öğretmen hanımların geldiğini haber verdiklerinde, çalışma odasının kapısında hürmetle karşıladı bizi. Beni tanıştırıp birkaç saat önce geldiğimi söylediklerinde, ‘gelmeyi ba- 11 Davut Kılıç, “1915’te Sevk ve İskân Edilmeyen Ermeniler”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl 4, Sayı 38, Nisan 2003. 12 Sarkis Seropyan, “Vicdanlı Türk Valisi Fâik Âli Ozansoy”, Tarih ve Toplum, No: 23, Kasım 1995, s.46-50. 13 Seropyan, a.g.m., s.47. 14 Seropyan, a.g.m., s.47. 481 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER şardığınıza çok sevindim’ diyerek oturmamızı rica etti. Sigara ikram edip kahve ısmarladı15. Fâik Âli Bey, görüşmenin sonunda misafirlerini kapıya kadar geçirir ve onlara herhangi bir şekilde kendilerini rahatsız eden olursa kesinlikle çekinmemelerini ve makamında veya evinde kendisine ulaşabileceklerini söyler16. Hatıratta anlatıldığına göre, Fâik Âli Bey, o fırtınalı günlerde sadece Kütahya Ermenilerine değil çevre illerden, Adapazarı, İzmit, Eskişehir ve Bursa’dan göçen Ermenilere de yardım eder. Özellikle göçmenler arasında bulunan zanaatkâr aileler, onun önerisiyle gönüllü olarak köy ve kentlere yerleştirilmişlerdir. Böylece bir taraftan onlara geçim kolaylığı sağlanmaya çalışılmış, diğer yandan da Kütahya’daki yığılmanın önüne geçilmiştir17. Stepan Stepanyan; ...ve daha bunlar hiçbir şey değil. Onun hakkında inanılmaz görünen anlatacaklarım var diyerek hatıralarına şöyle devam eder: Fâik Âli Bey’le ilgili anılarımdan en renklisini ve onun hür fikirleriyle ruh zenginliğini ortaya koyanı anlatayım. O günlerde tek bir aileyi Kütahya’dan sürgüne gönderdi. Bu ailenin suçu da onun tüm ısrar ve tehtitlerine karşın İslâmlığı kabul etmekti18. Stepan Stepanyan’ın anlattığına göre olay şöyle gelişir: 1915 yılı sonuna doğru Fâik Âli Bey sekiz on günlüğüne İstanbul’a gider. Bu sırada polis müdürünün kendilerini tehcire göndermesinden çekinen on, on iki kişilik bir grup İslâmiyet’e geçerek bu yönde meydana gelecek bir gelişmenin önüne geçmek ister. Bunun için dinlerini değiştirmek istediklerini birer dilekçe ile meclis-i idareye iletirler. Bu arada Fâik Âli Bey İstanbul’dan döner ve duruma el kor. Öncelikle polis müdürünü başka bir yere gönderir. Ermenilere dilekçelerini yırtmalarını söyler. Ancak içlerinden biri inandığı için başvurusunda ısrar eder. Bunun üzerine Fâik Âli Bey ona şöyle der: İslâmlığı kabul ettiğin takdirde, diğerlerine örnek olması için bir tek seni, ailenle birlikte Kütahya’dan süreceğim19. Fakat o şahıs, yine de düşüncesinde kararlı olduğunu ifade ederek resmî işlemlerini bitirip İslâmiyet’e geçer. Fâik Âli Bey ise sözünü yerine getirir ve onu ailesi ile 15 16 17 18 19 Seropyan, a.g.m., s.47. Seropyan, a.g.m., s.48. Seropyan, a.g.m., s.48. Seropyan, a.g.m., s.48. Seropyan, a.g.m., s.48. 482 Dr. Ömer ÇAKIR birlikte Kütahya’dan gönderir. Stepan Stepanyan, bu ailenin akıbeti için şu bilgiyi verir: Pek iyi hatırlamıyorum, ama o ya Şam, ya da Halep’te kalmayı başarmıştı. Ateşkesten sonra ise sağ salim, ama yeniden Ermeni dinine dönmüş olarak geri gelmişti20. Stepan Stepanyan’ın anlattığı bir başka olay ise şöyledir: Çevre illerden Kütahya’ya gelen varlıklı Ermeniler hükümetin gözüne girip orada kalmayı garantilemek maksadıyla Hilâl-i Ahmer’e (Türk Kızılayı) bağışlamak üzere aralarında 500 altın toplarlar ve bu parayı vermek üzere Fâik Âli Bey’in huzuruna çıkarlar. Bağışın asıl maksadını anlayan Fâik Âli Bey, heyete bu parayı kabul etmeyeceğini söyler. Ancak onlar kararlarında ısrar ederek parayı bırakıp çıkarlar. Gerisini Stepan Stepanyan’dan dinleyelim: Sanır mısınız ki, görevi olmasına karşın Fâik Âli Bey bu önemli meblağı mecburen Hilâl-i Ahmer’e teslim etti? Kesinlikle hayır. Aksine, tüm sorumluluğu yüklenerek şahsen Alayurt’a (Alayurt Tren İstasyonu) indi ve 500 liranın bir kısmını eliyle dağıttı yoksul (Ermeni) ailelere, kalanını da son kuruşuna kadar hemen orada bir mutfak kurdurup onlara sıcak yemek dağıtılmasına harcadı21. Stepan Stepanyan, Evet, işte böyle… Okuyucularım şaşıracaklar belki ama böyle işte. Kesin hakikat bu yazdıklarım22 dedikten sonra, fakat sürdürelim diyerek Fâik Âli Bey’in Kütahya’daki Ermenilere yaptığı yardımları anlatmaya devam eder. Bu çerçevede Fâik Âli Bey’in Ermeni çocukların eğitimlerine devam etmesi için onlara özel okul açtırdığını öğreniyoruz. Söz konusu hatıratta anlatıldığına göre, Fâik Âli Bey’in talimatıyla okullar derhal açılır. Ana sınıfı ile kız ve erkek okulları üç gün içinde dolar. Okula Kütahya’daki yerli Ermeniler kadar göçmenlerin çocukları da alınır. Fâik Âli Bey ayrıca, bir de Türk ana sınıfı açtırır ve müdürlüğüne de Bayan Stepanyan’ı atar. Onun yardımcılığına da üç Türk bir de Adapazarlı Ermeni öğretmen hanım verir23. Anlaşılacağı üzere Fâik Âli Bey, bir mülkî âmir olarak yüzyıllardır birlikte yaşanan bir hayatın devamlılığını en kritik bir zamanda sürdürme- 20 21 22 23 Seropyan, a.g.m., s.49. Seropyan, a.g.m., s.49. Seropyan, a.g.m., s.49. Seropyan, a.g.m., s.49. 483 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER nin gayreti içinde olur. Bunu da bir savaş atmosferinin sıkıntılı günlerinde gerçekleştirir. Bu pek kolay bir iş olmasa gerektir. Stepan Stepanyan hatıralarının sonuna doğru şöyle der: Savaş sonrası ona lâyık olduğu şekilde şükran borcumuzu ödememiz gerekiyordu. Bu borcu ödemek için geç kaldık24. Aslında, Fâik Âli Bey’e teşekkür yolunda savaş sonrası Kütahya’da Ermeni cemaatinin bazı faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. Zira, Fâik Âli Bey’in 9 Kanunusani 1919 tarihli Tasvir-i Efkâr’da25 Kütahya Ermeni murahhas vekili Sahak Efendi’ye hitaben yayımladığı bir mektuptan, Ermenilerin Kütahya Kilisesi bahçesinde Fâik Âli Bey için bir kitabe-i şükran vaz’ına karar verdiklerini öğreniyoruz. Mektubun başında bundan dolayı duyduğu mutluluğu ve teşekkürlerini dile getiren Fâik Âli Bey, devamında Ermenilere önemli bir çağrıda bulunur. Bu noktada Fâik Âli Bey’in söyleyeceklerini bir açık mektupla ifade etmesi mesajın iletiminde tercih edilen vasıta bakımından önemlidir. Çünkü açık mektup, bir kişiye hitaben yazılmakla beraber aslında, dile getirilen düşüncelerin herkesle paylaşılması amacını güder. O bakımdan Fâik Âli Bey’in şu cümlelerini 1919 yılında Kütahya Ermeni murahhas vekili Sahak Efendi’nin şahsında tüm Ermenilere hitaben söylenmiş sözler olarak değerlendirmek mümkündür: …teşekkür ederken cümlenize bir şeyi de tahattur ettirmek, evet bu âcize karşı kendinizce lâzımü’l-ifa gördüğünüz vazifeden daha büyük bir vecibeniz olduğunu hatırlatmak isterim: Pek âlâ bilirsiniz ki sizi fecâyi’zede-i vekayi olmaktan sıyanet etmeyi bir vazife-i resmîye ve insaniye telakki ederek çalıştığım zaman Kütahya’nın merkez ve mülhakatı ahali-i İslâmiyesi kâmilen benimle hemfikir ve hemhis bulunmuş ve hatta başka vilâyet ve livâlardan o seyl-i şuun önünde düşe kalka topraklarınıza sığınan bî-hadd ü hisap Ermeni ailelerine mihman-nüvazlık göstermişti. Yerli yabancı hepiniz malınızın, canınızın, ırzınızın masuniyet-i mutlaka içinde kaldığını gördünüz. İşte bunu hiç unutmamak en büyük vazifenizdir. Hayır, unutmamak kifâyet etmez. Bütün o vakâyi ve fecayiin sun’ ve kast-ı milletten mütevellid değil, ancak bazı nemek-haram vatan haramilerin eser-i cinayeti olduğunu ve Türk vatandaşlarınızın o cerâimden müteberri ve müteâlî bulunduğunu cihan-ı medeniyyet ve insaniyyete en gür sesinizle ilân 24 Seropyan, a.g.m., s.50. 25 “Fâik Âli Bey’in Bir Mektubu”, Tasvir-i Efkar, No: 2616, 9 Kânûn-ı sânî 1919, s.1 484 Dr. Ömer ÇAKIR etmek de vecâib-i vicdaniyenizdendir. Evet, Ermenilerin de Türkler kadar mağdur, Türklerin de Ermeniler kadar mağdur ve mazur olduğunu siz de bizimle beraber ilân ediniz. Bu harb ve kıtâl-i umûmînin günah-ı vebâlini ona bâis olan eşhâs-ı madûdenin name-i âmal ve imalinden çıkararak bütün efrâd-ı insaniyetin defter-i efâline kayd ve mal etmekle hakîkatin ve hakkaniyetin ruhu pâmal edilmiş olacağı gibi esasen o bâdire-i umumiyenin bir cüzü ve birkaç veya birkaç yüz kişinin eser-i sunı olan o Ermeni vakasından da bir heyet-i ictimaiyenin milyonlarca efrâd-ı masumesi mesûl ve muâteb edilmek istenilirse, bundan da ve hepimizin bir iftikâr-ı azim ile taharri ve intizar ettiğimiz adl-i insanî ve samedanî müteessir ve rencide olur. İşte bu hakikati siz de bizimle beraber iltizam ve ilân ederseniz adalete yalnız şahsen muhtaç ve talepkâr değil suret-i mutlakada taraftar ve perestar olduğunuzu da göstermekle bir kat daha isbat-ı istihkak ve liyâkat etmiş olursunuz. Bâkî hissiyat-ı ihtiramkârânemin kabulüyle muhabbet-i kalbiyenizin devamını rica ederim. Muhibb-i muhterem efendim. Fâik Âli Görüldüğü gibi Fâik Âli Bey, Kütahya’da Ermenilere yaptığı iyilikleri bir vazife-i resmîye ve insanîye yani resmî ve insanî bir görev olarak telakki etmekte ve dolayısıyla yaptıklarının bu bağlamda değerlendirilmesini beklemektedir. Ermenilerle ilgili yapmış olduğu icraatlarda Kütahya ve civarındaki Müslümanların kendisi ile hemfikir ve hemhis bulunduğuna dikkat çekmekte, hep beraber onlara mihmannüvazlık ettiklerini, misafirperverlik gösterdiklerini, vurgulamaktadır. Buna bağlı olarak o yıllarda Kütahya’daki yerli ve göçmen Ermenilerin hepsinin malının, canının, ırzının ve namusunun korunduğunu hatırlatmaktadır. Bunun da Ermenilerce hiçbir zaman unutulmamasını istemektedir. Meydana gelen olayların bazı nemek-haram vatan haramilerin işi olduğunu, bundan dolayı bütün bir milletin mesul tutulamayacağını ifade etmektedir. Konunun bu şekilde anlaşılması ve ifadesinin Ermenilerin vicdani bir görevi olduğunu dile getirmektedir. 485 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Yaşananlardan her iki toplumun da mağdur ve mazur olduğunu ifade ederek şöyle demektedir: Evet Ermenilerin de Türkler kadar mağdur, Türklerin de Ermeniler kadar mağdur ve mazur olduğunu siz de bizimle beraber ilân ediniz. Fâik Âli Bey, Ermeni vakasının şayet bu şekilde ele alınmazsa aranan adaletin gerçekleşmeyeceğini bundan da herkesin müteessir olacağını ifade etmektedir. Ermenilerin adalete yalnızca kendileri için değil mutlak anlamda taraftar ve istekli olduklarını göstermeleri için işte bu hakikatin hep beraber ilân edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Sonuç Netice itibariyle, 1915’te Kütahya mutasarrıfı Fâik Âli Bey resmî ve insanî görevini yerine getirerek o yörede yaşayan Ermenilere, bölge halkı ile beraber elinden gelen yardımı yapmış; böylece yüzyıllardır süregelen birlikte yaşama kültürü sekteye uğramadan devam etmiştir. Fâik Âli Bey’in bu tutumu, hem o yıllarda hem de günümüzde takdirle hatırlanmıştır. Bu çerçevede, savaşın sona erdiği günlerde Kütahya Ermenilerinin kilise bahçesinde Fâik Âli Bey’e bir kitabe-i şükran vaz’ını kararlaştırdıkları anlaşılmaktadır. Fâik Âli Bey, bu duruma teşekkür etmekle beraber yayımladığı bir açık mektupla o günlerde tüm Ermenilere çok önemli mesajlar vermiştir. Söz konusu mektup dikkatle okunduğunda, yazılış sebebinin teşekkürün ötesinde bir uyarı amacını güttüğü anlaşılmaktadır. Fâik Âli Bey, birkaç yıl önce yaşananları hatırlatarak Ermenilerden doğru bir tavır içinde olmalarını istemektedir. Bu bağlamda mektuptaki beklentinin özü şudur: Kütahya’da mutasarrıf olduğu sırada Ermenilere karşı âdil olmaya çalışan Fâik Âli Bey, 1919 yılında onlardan tehcir konusunun ele alınışında âdil bir yaklaşım beklemektedir. Tehcirin, dünyaya tarihî bağlamından koparılarak anlatılmasının, Fâik Âli Bey’in tepkisine neden olduğu görülmektedir. Tehciri, Diaspora’nın dünyaya halâ yanlış anlatıyor olması Fâik Âli Bey’in Ermenilere yaptığı iyilikler karşısında oldukça dikkat çekici bir noktadır. Zira bugün dünyanın herhangi bir yerinde Fâik Âli Bey’in vaktiyle Kütahya’da Ermeniler için açtırdığı özel okulda okumuş bir Ermeninin çocuğunun veya torununun yaşıyor olması kuvvetle muhtemeldir. 486 Dr. Ömer ÇAKIR Son tahlilde şu husus hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır: Adalet yalnızca Türk ve Ermeni vatandaşların birlikte yaşamalarının temel koşulu olmayıp her toplumun ve milletin birlik ve beraberliği için lâzım olan vazgeçilmez unsurlardan biridir. 487 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça “Fâik Âli Bey’in Bir Mektubu”, Tasvir-i Efkâr, No: 2616, 9 Kânûn-ı sânî 1919. Akyüz, Kenan, Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi, 4. Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1986. Çankaya, Ali, Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler, C.3, Mars Matbaası, Ankara 19681969. Fâik Âli, Şâir-i Azam’a Mektup, Cihan Biraderler Matbaası, İstanbul 1339. İnal, İbnü’l-Emin Mahmud Kemal, Son Asır Türk Şâirleri, Hazırlayan Müjgân Cunbur, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1999. Karabela, Sevim, Fâik Âli Ozansoy Hayatı, Eserleri ve Sanatı, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1997. Kılıç, Davut, “1915’te Sevk ve İskân Edilmeyen Ermeniler”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Yıl 4, Sayı 38, Nisan 2003. Seropyan, Sarkis, “Vicdanlı Türk Valisi Fâik Ali Ozansoy”, Toplumsal Tarih, C.4, Sayı 23, Kasım 1995. Yalman, Ahmet Emin, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, C.1, Yenilik Basımevi, İstanbul 1970. 488 SOSYO-EKONOMİK AÇIDAN OSMANLI DÖNEMİ SİVAS ERMENİLERİ Doç. Dr. Ömer DEMİREL Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail : demirel@cumhuriyet.edu.tr; Tel : 0 346 219 10 10-1425 Özet Sivas şehri XI. yüzyıldan itibaren Ermenilerin yerleştiği ve nüfus itibariyle en yoğun Ermeni nüfusunun bulunduğu Anadolu şehirlerinden birisidir. Osmanlı öncesinde ve Osmanlı dönemi boyunca Ermenilerin yönetici veya Müslüman Türklerle örnek bir ilişki sergiledikleri arşiv kaynaklarına yansımıştır. Osmanlı dönemi boyunca nüfuslarını artırarak muhafaza etmelerinin yanı sıra ekonomik açıdan da esnaf ve tüccarlık yaparak, şehir-içi ve şehirlerarası ticareti bir anlamda ellerinde tutmuşlardır. Ermenilerin zenginlik ve refah açısından Müslüman Türkler kadar zengin ve rahat bir hayat sürdürdükleri de görülmektedir. Dinî , kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan rahat bir hayat sürmelerinin yanı sıra, bilhassa Tanzimat’tan sonra yönetim ve idarî açıdan Müslümanlarla eşit haklara da sahip olmuşlardır. Bu tebliğde başta şer’iye sicilleri ve tapu tahrir defterleri olmak üzere zengin bir arşiv taraması yapılmak suretiyle Osmanlı dönemi Sivas Ermenilerinin sosyo-ekonomik özellikleri tahlil edilmeye çalışılacaktır. Doç. Dr. Ömer DEMİREL Giriş Sivas şehrinin Ermenilerle olan ilişkilerinin tarihî kökenleri XI. yüzyılın başlarına kadar dayanmaktadır. Doğu Anadolu seferine çıkan Bizans İmparatoru II. Basil 1 021’de Vaspuragan Ermenilerinin yurdu olan Van bölgesini Bizans İmparatorluğu’na ilhak etmiş (12 kale, 4 400 köy ve 115 manastır) ve onlara yurt edinmeleri için Sivas bölgesini vermiştir1. Bizans İmparatoru ile anlaşan Vaspuragan Kralı Johan Senekerim, hanedanı ve yaklaşık 15 bin vatandaşı ile beraber Sivas’a yerleşmek suretiyle hakimiyetini buraya taşımıştır2. Senekerim liderliğindeki Ermenilerin Sivas’taki hakimiyeti, Bizans İmparatorluğu’na bağlı vassallık statüsüde, şehir yönetim özerkliğine sahip bir idare bağlılığıdır. Senekerim’in ölümü sonrasında ise oğullarından Davit ve Adom Sivas’ta Ermeni idaresini sürdürmüşlerdir3. Sivas ve yöresine Türklerin 1059’dan itibaren fasılalarla gelmesi, Romanos Diogenes’i 1071’de Anadolu seferine çıkararak bu meselenin kökünden halletmek düşüncesiyle harekete geçirdi. Sivas’a geldiğinde 1 2 3 Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, TTK Yayını, Ankara 1988, s.9. Urfalı Matheos Vekayi-Namesi ve Papaz Grigor Zeyli, Türkçe Tercüme H. D.Andreasyan, TTK Yayını, Ankara 1987, s.XIX; Sevim, Anadolu’nun Fethi, Selçuklular Dönemi, Ankara 1988, s.20; Besim Darkot, “Sivas”, İA, C. III, s.570. Mustafa Demir, Türkiye Selçukluları ve Beylikleri Devrinde Sivas Şehri, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilimdalı, İzmir 1996, s.17. 493 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Ermeni Prensleri Adom ile Abusahl tarafından törenle karşılandı. İmparatorun Sivas’ta bulunduğu sırada Sivas’taki Rumların, Türkmen saldırıları sırasında kendilerine, Türkmenlerden ziyade Ermenilerin eziyet ettikleri şeklindeki şikâyetleri üzerine, Diogenes Sivas’taki Ermenileri kıyıma girişmiş, şehrin yağmalanmasını emretmiş ve birçok Ermeniyi öldürtüp Adom ve Abusahl’ı Sivas’tan sürmüştür4. İmparator’un bu baskısı Ermenilerin Anadolu ve Sivas’a yapılan Türk akınlarını olumlu karşılamaları ve Türklerin hoşgörü ve adaletli yönetimini tasvip etmelerine sebep gösterilmektedir. Sivas şehrinin 1075 ile 1080 yılları arasında gerçekleşen fethinden sonra, Dânişmendoğulları’nın ilk yerleşik başşehri ve kültür merkezi olmuştur. 1175’ten itibaren ise, Sivas şehri Selçuklu hakimiyetine girmiş siyasî, kültürel ve ekonomik açıdan parlak bir dönem yaşamıştır. Gerek Dânişmendli ve gerekse Selçuklu yönetimi esnasında TürkErmeni ilişkilerinin çok iyi olduğu, dönem kaynaklarından olan Ermeni rahibi Urfalı Matheos ile Süryanî Mihael tarafından nakledilmektedir5. Bu dönemde Selçuklu ve Dânişmendli topraklarında çeşitli kiliselerin yapıldığı, tamir edildiği ya da donatıldığı bilgileri de kaynaklara yansımıştır6. 1243 Kösedağ bozgunundan sonra Sivas’ta kurulan İlhanlı hakimiyeti sırasında da, Sivas Ermenilerinin ve Sivas Ermeni Kilisesi başı olan katolikosun İlhanlı-Vatikan ilişkilerinde köprü rolü üstlendiği görülmektedir7. Eretna ve Kadı Burhaneddin yönetimindeki Sivas şehrinde Ermeni halkının memnuniyetinin sürdüğü anlaşılmaktadır. XIV. yüzyılın sonlarına doğru Müslüman-gayrimüslim ilişkilerinin problemsiz devam ettiği, hatta Timur’un Sivas’a saldırısı esnasında bile Ermenilerin Türklerle birlikte şehri savunduğu bilinmektedir8. Şehirde Timur’un diri diri toprağa gömdürdüğü askerlerin ise, konuyla ilgili bilgi veren Şerefeddin Yezdî, Hammer ve Ermeni tarihçilerden Thomas de Medzoph tarafından Ermeni oldukları iddiası da kaynaklarda yer almıştır9. 4 5 6 7 8 9 Urfalı Matheos, a.g.e., s.141; Darkot, a.g.e., s.570-571. Urfalı Matheos, a.g.e., s.231; Yavuz Ercan, “Ermeniler ve Ermeni Sorunu”, Osmanlıdan Günümüze Ermeni Surunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara 2001, s.80-81. Cloude Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, İstanbul 1994, s.208. Bertold Spuler, İran Moğolları, Çeviren C. Köprülü, Ankara 1987, s.257; Ahmet Gökbel, İnanç Tarihi Açısından Sivas, İstanbul 2004, s.87. Ömer Demirel, “Sivas’ın Timur Tarafından Zaptı ve Yağmalaması”, Cumhuriyetin 80. Yılında Sivas Sempozyumu Bildiriler, 15-17 Mayıs 2003, Sivas 2003. Bkz. Y. Yücel, Timur’un Dış Politikasında Türkiye ve Yakın-Doğu (1393-1402), Ankara 1980, s.82; Hammer, Devlet-i Osmaniye Tarihi, Mütercimi Mehmet Atâ, İstanbul 1329, 494 Doç. Dr. Ömer DEMİREL Osmanlı Hakimiyetinde Ermeniler Sivas şehri, Osmanlılar tarafından ilk ele geçirildiği 1398 tarihinden sonra Timur işgali sonrasında 1408 tarihinde ikinci kez Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Ancak Timur felâketi Sivas şehrini her bakımdan tahrip etmiş, sosyo-ekonomik ve demografik açıdan şehirde büyük oranda yıkım yaşanmıştır. Zira Timur öncesindeki şehrin çeşitli özellikleri hakkında önemli kaynak durumunda olan İbn Batuta’nın nüfus, iktisadî hayat ve şehrin canlılığı hakkındaki verdiği bilgiler ile Timur sonrası kaynakları bu durumu çok net olarak karşılaştırma imkânı vermektedir10. Demografik Açıdan Ermeniler Osmanlı idaresine giren Ermeniler hakkında ilk bilgiler Osmanlı Devleti tarafından 1454 tarihinden itibaren sık sık yaptırılan tahrir defterlerinden (nüfus ve vergi kaydı) öğrenilmektedir. Bilhassa Ermeniler hakkında demografik bilgilere ulaştığımız bu defterler, 1454, 1519, 1528, 15531554, 1574 tarihlerinde şehir veya vilâyet bazında teferruatlı rakamlar vermektedir11. Bu sayımlardın ilki olan Osmanlı Devleti’nin yapmış olduğu 1454 tahririnde şehirde toplam 567 hane (yaklaşık 3 000 kişi) kayıtlı olup bu sayının yarıdan fazlasının gayrimüslim yani Ermenilerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde Müslim-gayrimüslim halkın farklı mahallelerde oturduğu izlenimini veren kayıtlarda Ermenilerin Palas, Meksat Keşiş, Zilkar, Bazar, Keşiş Mehtar, Nurmuş Keşiş ismiyle kayıtlı 6 mahallede yerleşik oldukları anlaşılmaktadır12. 1574 tahririne kadar bu altı mahallede sakin olan Ermenilerin nüfusları büyük bir hızla artmış, mahalle isimlerinden bazıları Kaleardı, Kepenek ve Köhne Civan olarak değişmiştir. Toplam nüfusları 1574 tarihinde 2 085 haneyi (10 bini geçmiştir) bulmuştur. Osmanlı merkezî otoritesinin Sivas dâhil Anadolu’nun diğer şehirlerinde de sağlanması sonrasında ayrı ayrı oturan Türkler ve Ermeniler karışık bir halde aynı mahalleyi -(komşu olarak)- paylaşmışlardır. Bilhassa Celâlî isyanları sırasında kırsal yöreden şehir merkezine gelen Müslüman ve C.2, s.43-44; İ. Hakkı-R. Nafiz, Sivas Şehri, İstanbul 1928, s.94-96. 10 Seyahatname-i İbn Batuta, Tuhfetü’n-Nuzzâr fî Garaibi’l-Emsâr ve Acaibi’l-Esfâr, C.I, Mütercim Mehmed Şerif, İstanbul 1333-1335, s.326-327. 11 Demirel, Osmanlı-Vakıf Şehir İlişkisine Bir Örnek: Sivas Şehir Hayatında Vakıfların Rolü, Ankara 2000, s.183-187. 12 Demirel, Osmanlı-Vakıf Şehir İlişkisi, s.183. 495 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER gayrimüslim nüfus karışık yeni mahalleler oluşturarak birlikte yaşamaya başlamışlardır. Sivas şehrinin en kalabalık gayrimüslim mahallesi ise, bazı dönemler haricinde Bazar13 mahallesi olmuştur14. Yaklaşık 4 asrı aşkın bir süre bu özelliğini korumuştur. Sivas şehrindeki Ermeni nüfusuyla ilgili 1831 tarihli ilk Osmanlı nüfus sayımı ve seyyahlardan aldığımız rakamlar oldukça zengin ve teferruatlıdır. 1831 tarihli Osmanlı genelinde yapılan ilk nüfus sayımında Sivas şehir merkezindeki çoğunluğu Ermeni olan gayrimüslimlerin sayısı 9 bin civarındadır ( 1782 hane). Bu tarihte mahalle olarak en yoğun gayrimüslim (Ermeni) nüfusunun bulunduğu mahalleler; Hoca İmam (58 hane), Cami-i Kebir (72 hane), Bazar (178 hane), Köhne Civan (49 hane), Sarı Şeyh (42 hane), Üryan-ı Müslim (64 hane), Üryan-ı Zımmî (119 hane), Kösedere-i Zımmî (97 hane), Akdeğirmen (105 hane), Kilise (143 hane), Ağca Bölge (80 hane), Ece (129 hane), Örtülüpınar (87 hane), Baldır Bazarı (96 hane), Küçük Bengiler (98 hane), Küçük Minare (23 hane), Temürcüler Ardı (110 hane) ve Bâb-ı Kayseri (79 hane)’dir. XIX. yüzyıl Sivas şehir nüfusuyla ilgili verilerin oldukça zenginleştiği bir dönem olmuştur. Yüzyılın ilk yarısındaki sicillerde yer alan nüfus kayıtlarını, ikinci yarısında Sivas vilâyet sâlnameleri15 ve yüzyılın tamamı için seyyahlardan elde edilen bilgiler takip etmektedir. Bu yüzyılda şehir merkez nüfusunun 15 bin ile 43 bin arasında değiştiği, çoğunluğu Ermeni olan gayrimüslim nüfusun ise 6 bin-9 bin arasında olduğu belirtilmektedir16. Demografik açıdan XX. yüzyılın ilk yarısında Sivas şehir nüfusu konusunda Sivas vilâyet sâlnamelerinde ve yabancı devlet arşivlerinde17 ve tabii Cumhuriyet döneminde yapılan nüfus sayımlarında18 şehir nüfusu hızlı bir artış kaydetmek suretiyle 1980’de 173 bin ve son yapılan 1999 sayımında 233 bine ulaştı. Ermenilerin çoğunlukta olduğu gayrimüslim nüfusun ise, 1901-1965 tarihleri arasında değişken ama çeşitli sebeplere bağlı olarak azalan bir nüfus yapısı vardır19. 13 14 15 16 17 Bugünkü Bankalar caddesi ve Aynalı çarşı arasıdaki bölge. Bkz. Demirel, Osmanlı-Vakıf Şehir İlişkisi, s.183, Plan II. 1870-1890 yılları arasında 15 bin-20 bin arasındadır. Demirel, “Sivas”, DİA, Baskıda; Darkot, a.g.e., s.570. 1901’de Fransız kaynaklarında toplam 48 bin nüfusun 16 500’üni Ermeni nüfus oluşturmaktadır. 18 1927’deki ilk nüfus sayımında şehrin nüfusu 29 700’dür. 19 Fransız kaynaklarında şehrin nüfusu 16 500 olarak geçerken, 1903 sâlnamesinde vilâyet genelinde 83 bin, 1914 tarihinde Sivas ve çevresi için toplam Ermeni nüfusun 151 bin, 1945 tarihinde 3 477 rakamı kaynaklarda yer almaktadır. Gökbel, a.g.e., s.170-171; Hikmet 496 Doç. Dr. Ömer DEMİREL Ekonomik Açıdan Ermeniler Osmanlı toplumu geleneksel Ortadoğu devletlerinde olduğu gibi iki guruba ayrılır. İlki hükümdarın iktidarını devrettiği vezir ve valilerin oluşturduğu askerî grup, ikincisi ise vergi veren yani reaya. Askerî sınıf ellerinde Padişah beratına sahip olup vergi vermeyenlerdir. Reaya ise Müslüman veya gayrimüslim olsun ekonomik etkinliklerine göre, çiftçi, esnaf veya tüccar diye isim alırlar20. Bazı küçük istisnalar dışında Ermenilerin de içinde bulunduğu gayrimüslimlerin tamamı reaya zümresi içerisinde yer almış ve tüm Osmanlı şehirlerinde olduğu gibi Sivas şehrinde de esnaf ve tüccarlık yapmışlardır. Konuyla ilgili en zengin arşiv kaynağı durumunda olan kadı sicilleri, Sivas şehrinde yaşayan Ermenilerin faaliyet gösterdikleri meslek dalları hakkında ayrıntılı bilgiler vermektedir. Bu defterlere göre şehirde faaliyet gösteren esnaf gruplarını etnik dağılım açısından üç başlıkta incelemek mümkündür. Birincisi, tamamı Ermenilerden oluşan meslekler, ikincisi Müslümanlarla paylaşılan meslekler ve sonuncusu ise tamamen Müslümanların faaliyet gösterdiği meslek grupları. 1- Birinci guruba giren tamamı Ermenilerden oluşan meslekler; balmumcu (3 kişi), basmacı (16), cezveci (1), çadırcı (5), çizmeci (4), dülger (11), fişekçi (2), hekim (7), kalaycı (23), kayakçı (2), kılıççı (4), kilitçi (2), kuyumcu (23), kireççi (1), nakkaş (1), odabaşı (4), şevbci (1), tireci21 (2), yemenici (1) ve zurnacı (1)22. Dikkat edilirse Ermenilerin faaliyet gösterdiği mesleklerin hemen hepsi zanaatkârlık gerektiren veya hekimlikte olduğu gibi uzun süreli eğitim olan dallardır23. 2- Ermenilerle Müslümanların paylaştığı meslekler ise yine kendi içinde Ermenilerin çoğunlukta olduğu meslekler, Müslümanların çoğunlukta olduğu meslekler ve her iki grup tarafından eşit sayıda temsil edilen meslekler olarak gruplara ayrılmıştır. Birinci grup için attar (30-1), bakkal 20 21 22 23 Özdemir-Kemal Çiçek-Ömer Turan-Ramazan Çalık-Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler: Sürgün ve Göç, TTK Yayını, Ankara 2004, s.16-47. Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), Çeviren R. Sezer, 3. Baskı, Yapı Kredi Yayını, İstanbul 2004, s.73-74. Tire, pamuktan yapılan ipliğe verilen isimdir. Demirel, II. Mahmut Döneminde Sivas’ta Esnaf Teşkilâtı ve Üretim-Tüketim İlişkileri, Ankara 1989, s.159-162. Gayrimüslimlerin askere alınmaması onların mesleklerinde ustalık veya zanaatkârlık becerilerini artırmıştır. Ayrıca Müslümanların asker olma, beratlı olma arzusu da bu hususta etkili olmuştur. 497 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER (16-15), berber (11-10), bezirci (2-1), bezzaz (9-1), boyacı (8-1), dellaktellak (4-3), göncü (8-1), haffaf (16-3), işçi (2-1), kasap (27-26), kavukcu (3-2), kürkçü (13-1), saatçi (5-1), ve temürcü-demirci (52-3) meslekleri tespit edilmiştir24. Bu mesleklerden zanaatkârlık ve el becerisi isteyen attar, bezzaz, boyacı, haffaf, kürkçü, saatçi ve demirci esnafının çok azı Müslümanlardan oluşmaktadır. Paylaşılan mesleklerden Müslümanların çoğunluğu teşkil ettiği arpacı (16-2), bostancı (5-1), çubukçu (13-1), duhancı-tütüncü (30-10), eskici (11-9), hurdacı (4-1), kaltakçı (4-2), katırcı (9-3), kazaz (9-4), mumcu (7-3), oturakçı (15-2), penbeci (17-7), sarraç (77-2), terzi (38-27), tuzcu (6-2), ve tüccar (3-1) meslekleri tespit edilmiştir. İki grup tarafından da eşit sayıda temsil edilen mesleklere bıçakçı, değirmenci, enfiyeci, keçeci ve taşçı örnek verilebilir. 3- Tamamen Müslümanların tekelinde olan esnaf grupları ise abacı, arabacı,aşçı, bacacı, bahçıvan, balıkçı, baltacı, barutçu, pekmezci, börekçi (16), camcı, canbaz, celeb, cübbeci, çerikçi, çıkrıkçı, çorapçı, debbağ, dellal-tellal, dibekçi, ekmekçi (8), hamamcı, hancı, hızarcı, icarcı, kahveci (15), kazancı, kelleci, kebapçı, kiracıbaşı, kundakçı, küllükçü (höllükçü), leblebici, lüleci, mataracı, merkepçi, mismar (çivici), mutaf, mücellid, nalband, oduncu, paspan, soğancı, şerbetçi, tüfenkçi, yağcı, yoğurtçu ve zenbilci’dir. Sivas şehir halkının ihtiyacını karşılamak için üretim ve alım-satım faaliyetlerini yürüten esnaf ve tüccar arasında bilhassa Sivas’ın şehirlerarası veya uluslararası olan ticarî ilişkileri çoğunlukla Ermeni tüccarların elindedir. Bunlar Sivas Ermenilerinden olabildiği gibi, daha çok Kayseri, Ankara ve İstanbul’dan gelen Ermeni tüccarları vasıtasıyla gerçekleşmektedir. Genellikle şehirlerarası veya uluslararası ticaret yapan Ermenilerin şehirdeki esnaf gruplarına göre maddî açıdan daha zengin oldukları belgelere yansımıştır. Örneğin 19. yüzyıl Sivas şehrinin içerisindeki en zengin ikinci esnafı, 51 249.5 kuruş mal varlığıyla Ermeni tüccarı Ankaralı Kirkor’dur. Bu noktada şöyle bir soru akla gelebilir. Acaba Sivas Ermenilerinin refah durumu nasıldır? Müslümanlarla ve diğer şehirlerde yaşayan Müslüman veya gayrimüslim esnafla zenginlik açısından benzerlikler veya aşırı uçurumlar söz konusu mudur? Konuyla ilgili zengin ve aydınlatıcı bilgilere ulaştığımız kadı sicillerindeki belgelerde gerek Sivas şehri Müslüman esnafı, gerekse diğer Anadolu şehirlerindeki Müslüman veya gayrimüslim esnafıyla benzer bir zenginlik (refah seviyesi) düzeyinde oldukları 24 Demirel, II. Mahmut Dönemi, s.159-162. 498 Doç. Dr. Ömer DEMİREL belirlenmiştir. Örneğin Sivas Ermeni esnafı içerisinden Bezzaz Artin, Kalaycı Agop, Bezzaz Bagos, Kuyumcu Hımyarson, Terzi Mudis, Semerci Gabriel, Kürkçü Basil ve benzerlerinin mal varlıkları, aynı dönemde şehirde esnaf olarak faaliyet gösteren Bakkal Halil Ağa, Börekçi Ali, Oturakçı Osman, Oduncu Kara Ali, Tuzcu Halil, Mücellid Ahmet, Demirci Hüseyin, Bostancı Ali, Bıçakçı Hasan gibi Müslümanlarla bir benzerlik göstermektedir25. Diğer Anadolu şehirleriyle ilgili arşiv çalışmalarında da refah ya da zenginlik durumları hakkında benzerlikler tespit edilmiştir26. Sivas Ermeni esnafına bir başka açıdan baktığımızda, Müslüman esnafla olan ticarî ilişkilerinin yoğunluğu, aralarındaki sonsuz güveni ve birbirlerine kefillik düzeyindeki ilişkileri arşiv kaynaklarına zengin bir şekilde yansımıştır. Örneğin 1850 tarihinde vefat eden Tüccar Kirkor’un 195 kişiden alacağı vardır. Bunların 49’u esnaf ve diğerleri ise Sivas halkının muhtelif kesimlerinden farklı meslek, din ve etnik özellikler gösterenlerdir. Örneğin Tüccar Kirkor’un alacaklı olduğu kişiler arasında Bakkal Mahmud Ağa’nın 70 kuruş, Kale Hamamcısı İbrahim Ağa’nın 30 kuruş, Kassab Başı Muğdis Agop’un 92 kuruş, Terzi Agop’un 185 kuruş, Bakkal Mihail’in 250 kuruş, Bakkal Osman’ın 100 kuruş, Hafız Veliyyüddin Efendi’nin 1 100 kuruş, Kadızade Hafız Efendi ve biraderlerinin 379 kuruş, Zaralızade Murtaza Bey’in 132.5 kuruş, Şeyh Bekir Efendi’nin 25 kuruş, Hâkim Efendi’nin 154 kuruş, Mustafa Paşa’nın 2 420 kuruş, süvari dördüncü yüzbaşısı Osman Ağa’nın 77 kuruş, defterdar Halil Efendi’nin 240 kuruş, meydan hamamcılarının 251 kuruş ve müşâru’n-ileyh dairesinden (Sivas valisinin görevlilerinden) Yusuf Efendi’nin 25 kuruş borcu vardır27. Benzer örnekler arşiv kayıtlarında oldukça fazla bulunmaktadır. Özellikle Ermeni esnaf ve tüccarlarıyla Müslüman esnafın, şehir halkının veya 25 Demirel, “Sivas Tüccar ve Esnafının Mal Varlıkları ile Borç-Alacak İlişkileri”, Doğumunun 65. Yılında Prof. Dr. Tuncer Baykara’ya Armağan, Tarih Yazıları, Prof. Dr. Mehmet Akif Erdoğru, İstanbul 2006, s.158-173. 26 Bkz. Demirel, “Tereke Defterlerine Göre Kayseri Tüccar ve Esnafının Borç Alacak İlişkileri”, IV. Kayseri ve Yöresi Tarih Sempozyumu (10-11 Nisan 2003), Kayseri 2003, s.139-150; Demirel, “Çankırı Esnaf ve Tüccarı’nın Mal Varlıkları ile Borç-Alacak İlişkileri (1815-1875)”, Yâran Kültürü ve Çankırı, II. Çankırı Kültürü Bilgi Şöleni, 17-18 Eylül 2004, Çankırı 2005, s.32-42; Demirel, “Çorum Esnaf ve Tüccar’ının Mal Varlıkları ve Borç-Alacak İlişkileri (1850-1900)”, Osmanlı Dönemi Çorum Sempozyumu, 28 Eylül-3 Ekim 2004; Demirel, “Trabzon Tüccar ve Esnafının Mal Varlıkları ile Borç-Alacak İlişkileri (1800–1840)”, Karadeniz Tarih Sempozyumu, 25-26 Mayıs 2005, Karadeniz Teknik Üniversitesi, Trabzon 2005. 27 Bkz. Sivas Şer’iye Sicili (SŞS), Defter No: 25, s.140-145. 499 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER idarecilerin yoğun bir borç-alacak ilişkisi içerisinde olmaları dikkat çekmektedir. Ayrıca dönemine göre oldukça yüksek miktarlardaki borçlanmalar birbirlerine olan sonsuz bir güvenin varlığını da göstermektedir. Ayrıca XIX. yüzyıl arşiv kaynaklarında Ermenilerle Müslümanlar arasında ev satış anlaşmalarına da sık rastlanmakta ve daha çok Müslümanların Ermenilere ev sattıkları görülmektedir28. Sosyo-Kültürel Açıdan Ermeniler Osmanlı tebaası içerisinde millet-i sâdıka ismiyle belgelerde yer alacak kadar Türklerle iç içe girmiş bulunan Ermenilerin eğitim, kültürel faaliyetler, dinî inanç ve ibadet özgürlüğü konusunda çok rahat bir ortam buldukları söylenebilir. Tanzimat ve sonrasında ise, yönetim ve idarî haklar elde ettikleri de bilinmektedir. Yönetim açısından muhassıllık meclislerine gayrimüslimleri temsilen katılan kocabaş ve metropolit, 1842 tarihinde bu meclislerin kaldırılmasından sonra ise, vilâyet idare ve vilâyet umumî meclislerine gayrimüslim temsilcileri tabii üye olarak katılmaktadır. Ayrıca halk tarafından seçilen gayrimüslim üyeler de bulunmaktadır29. 1911-1912 tarihli Sivas vilâyeti umumî meclisi 14 üye, 1 başkan olmak üzere toplam 15 kişidir. Üyelerin 7 tanesi Sivas merkez ve sancaklarından gelen Müslüman olmayan ve çoğunlukla Ermeni milletindendir30. Ayrıca Birinci ve İkinci Meşrutiyet meclislerine (1876 ve 1909) Ermeni milletvekilleri temsilci olarak katılmışlardır. Osmanlı genelinde olduğu gibi Sivas Ermenileri dinî inanç ve ibadet hürriyetlerine de sonuna kadar sahip olmuşlardır. Sivas şehrinde çeşitli dönemlerde ve farklı özelliklere sahip olan 5 ile 9 arasında değişen sayıda kilise bulunmaktadır. Bunlardan 4’ü Gregorianlara aittir ve bunlar içinde Meryem Ana adına inşa edilmiş katedral en önemlisidir. Katoliklerin 1, Protestanların 2 kilisesi ve nihayet Cizvitlerin 1 mabedi bulunmaktadır31. 28 Demirel, Osmanlı-Vakıf Şehir İlişkisi, s.23. Ayrıca bkz. SŞS, Defter No: 10, s.19, 37, 43, 89, 90; Defter No: 15, s.6, 17, 83, 100. Kayseri ve Ankara’da da benzer satışlar görülmüştür. Bkz. Suraiye Faroqhi, Men of Modest Substance House Owners and House Property in Seventeenth Century, Ankara and Kayseri, Cambridge 1987, s.154-155 29 Musa Çadırcı, Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Ankara 1991, s.212, 219, 255-258. 30 Bkz. Demirel, 1911-1912 Sivas Vilâyet Meclisi Kararları, Sivas Valiliği tarafınadn basılmak üzere. 31 Bkz. Adnan Mahiroğulları, Seyyahların Gözüyle Sivas, İstanbul 2001, s.133. 500 Doç. Dr. Ömer DEMİREL Kilise tamiri ve bakımları hususunda da izin alabilmektedirler. Ayrıca Ermeniler inanç ve ibadetlerine uygun olarak özgürce kendi vakıflarını da kurmuşlardır32. Eğitim açısından benzer bir özgürlüğe sahip olan Sivas Ermenilerinin, şehirde XIX. yüzyılda 12’si Gregorianların, 8’i de Protestanlar’ın olmak üzere toplam 20 adet ilk ve temel eğitim kurumu bulunmaktadır.33 Yine XIX. yüzyıl itibariyle kültürel açıdan faaliyet gösteren 2 matbaa 12 adet günlük gazete ve dergileri ile binleri geçen kitap basım faaliyetleri de vardır. II. Meşrutiyet ve sonrasında Sivas’ta yaşayan gayrimüslimlerin 15 adet Ermenice yayın organından bahsedilir34. Bütün bu özgürlük ortamında Ermeniler üzerinde Osmanlı Devleti tarafından İslâmlaştırma gibi bir zorlamanın yapılmadığı da anlaşılmaktadır. Zira yüzlerce yıllık sicil kayıtlarında çok nadiren ihtida ederek (mühtedi) Müslüman olan Ermeniye rastlanılmıştır. Aynı zamanda Ermeni nüfusunun da XV. yüzyıldan itibaren artarak devam etmesi, hiçbir azalmanın görülmemesi de tesadüfî olamaz. Ermenilerin Türklerle olan sosyo-ekonomik ve kültürel anlamda ilişkileri o derece yakın olmuştur ki, Hıristiyan olan bazı Sivas Ermenilerinin veraset dağıtımı konusunda Osmanlı (İslâm) Hukuku’nu tatbik etmişlerdir. Konuyla ilgili Sivas da dâhil Osmanlı şehirlerinin çoğunda binlerce örnek bulmak mümkündür. Örneğin 1825 tarihinde Sivas Kösedere-i Zımmî mahallesinde vefat eden Artin veledi Bedros’un malı ailesi tarafından Osmanlı hukuk kuralları uygulanarak varislere paylaştırılmıştır35. Fakat XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı genelinde olduğu gibi Sivas şehrinde de bilhassa Fransız, İngiliz ve Amerikan misyonerlerinin faaliyetlerini dinî, eğitim ve sağlıkla ilgili faaliyetlerini takiben Türk-Ermeni ilişkilerinde farklılıklar ve problemler baş göstermiştir. 1879 yılından başlayarak problemlerin yaralama ve öldürme şeklinde büyük olaylara dönüştüğü kaynaklara yansımıştır. Sivas şehir tarihinde Türk-Ermeni ilişkilerinin siyasî anlamda araştırılması uzun süreli arşiv çalışmasıyla mümkün olabilir. Netice itibariyle, Sivas şehri XI. yüzyıldan itibaren Ermenilerin yerleştiği Anadolu şehirlerinden birisi olması sebebiyle, nüfus itibariyle en yoğun Ermeni nüfusunun barındığı şehirlerden birisidir. Osmanlı öncesin32 33 34 35 Demirel, Osmanlı-Vakıf Şehir İlişkisi, s.123. Bkz. Cuinet’den nakleden, Mahiroğulları, a.g.e., s.135-136. Bkz. Halacoğlu, Ermeni Tehciri ve Gerçekler (1914-1918), Ankara 2001, s.5. Bkz. SŞS, Defter No: 141, s.14-15. 501 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER de ve Osmanlı dönemi boyunca Ermenilerin yönetici veya Müslümanlarla örnek bir ilişki sergiledikleri arşiv kaynaklarına yansımıştır. Nüfuslarını artırarak muhafaza etmelerinin yanı sıra, ekonomik açıdan da esnaf ve tüccarlık yapmakta, şehir içi ve şehirlerarası ticareti de bir anlamda ellerinde tutmuşlardır. Zenginlik ve refah açısından Osmanlı reayası olan Müslüman Türkler kadar zengin ve rahat bir hayat sürdürmüşlerdir. Dinî, kültürel, sosyo-ekomik ve Tanzimat’tan itibaren ise yönetim ve idarî açıdan Müslümanlarla eşit haklara sahip olmuşlardır. 502 1860-1880 YILLARI ARASINDA BURSA VE CİVARINDA ERMENİLER Okt. Özgür YILDIZ Erciyes Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Bölümü E-mail: ozguryildiz@erciyes.edu.tr; Tel: 0 352 437 49 37-12002 Özet Türkler ve Ermeniler yüzyıllarca birlikte yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu hoşgörü ve birlikte yaşama sanatını dünyada en etkili kullanan imparatorluklardan bir tanesidir. Türkler ve Ermeniler Bursa ve civarında da uzun yıllar birlikte yaşamışlardır. Ermeniler bu sahada kiliseler ve küçük mabetler kurmuşlar ve çok rahat bir şekilde ibadetlerini yapmışlardır. Amerikan Board belgelerine göre 1860-1880 yılları arasında Bursa ve civarında hatırı sayılır derecede Ermeni yaşamaktadır. Ermeniler Türklerle birlikte müşterek bir okulda eğitim görebilmektedirler. Bu okul Türkçe ve Ermenice eğitim yapmaktadır. Bursa Ermeni Yetimhanesi’nde Türk ve Ermeni yetimler birlikte kalmaktadır. Osmanlı hoşgörüsü bu sahada derin bir şekilde görülmektedir. Bu araştırma Amerikan Board arşiv belgelerinden faydalanılarak 1860-1880 yılları arasında Bursa ve civarındaki Ermeniler hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Okt. Özgür YILDIZ 1. Giriş Türkler ve Ermeniler yüzyıllarca birlikte yaşamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu hoşgörü ve birlikte yaşama sanatını dünyada en etkili kullanan imparatorluklardan bir tanesidir. Türkler ve Ermeniler Bursa ve civarında da uzun yıllar birlikte yaşamışlardır. Ermeniler bu sahada kiliseler ve küçük mabetler kurmuşlar ve çok rahat bir şekilde ibadetlerini yapmışlardır. Amerikan Board belgelerine göre 1860–1880 yılları arasında Bursa ve civarında birçok Ermeni yaşamaktadır. Ermeniler Türklerle birlikte müşterek bir okulda eğitim görebilmektedirler. Bu okul Türkçe ve Ermenice eğitim yapmaktadır. Bursa Ermeni Yetimhanesi’nde Türk ve Ermeni yetimler birlikte kalmaktadır. Osmanlı hoşgörüsü bu sahada derin bir şekilde görülmektedir. İncelenen belgelerde Bursa ve civarında Türkler ve Ermeniler arasında büyük bir asayiş sorunu göze çarpmamaktadır. Bu araştırma Amerikan Board ve Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden temin edilen belgelerden faydalanılarak 1860-1880 yılları arasında Bursa ve civarındaki Ermeniler hakkında bilgi vermeyi amaçlamaktadır. Türk ve Ermeni ilişkilerine yeni bir bakış açısı getirmek makalenin temel hedefidir. 507 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 2. 1860-1880 Yıllarında Bursa’da Dil ve Din Konularında TürkErmeni İlişkileri Bursa ve civarından bahsedilirken ABCFM belgelerinden elde edilen misyoner mektuplarına göre açıklamalar yapılacaktır. 1860-1880 yılları arasında misyonerlerin Bursa istasyonunu geniş bir sahada ele aldıkları görülmektedir. Şöyle ki; Bilecik, Balıkesir, Eskişehir, Karahisar, Kütahya ve Ankara Bursa istasyonuna bağlıydı1. Tüm Osmanlı Devleti’nde olduğu gibi Bursa’da da Ermenilerin dillerini çok rahat kullanabildiklerini görüyoruz. Bursa merkezde yaşayan Ermeniler için misyoner Richardson’un 24 Mayıs 1873 tarihli mektubunda; Bursa’da Ermenice ve Türkçe kullanılıyor…2 demektedir. Bu mektuplarda sıkça tekrarlanıldığına göre Ermeniler kendi dillerini özgürce kullanmışlardır3. Yayın konusunda da herhangi bir sıkıntının olmadığı 18 Mart 1875 tarihli mektuptan anlaşılır. Ermenilerin Bursa’da o dönemde haftalık yayınlarının olduğu ve Ermenice makalelerin yayınlandığı bilinmektedir4. 1862-1863 yılı Bursa istasyonu yıllık raporları incelediğinde, Bursa merkez istasyonunun yanında Bursa’ya bağlı dış istasyonların bazılarında da Türkler ile Ermenilerin birlikte yaşadığı görülmektedir. Bursa’nın dış istasyonu Mihalıç’ın, o yılarda Bursa’ya 12 saatlik mesafede olduğu bu yerleşim yerinde 900 hane bulunduğu, bunlardan 150 hanesinin Ermenilere ait olduğu ve incelenen belgelerde herhangi bir asayiş sorununu bulunmadığı görülmektedir5. Bunun yanında Kirmastı ve Edincik’te de Türkler ve Ermenilerin birlikte yaşadığı görülmektedir. Edincik’te bulunan Ermenilerin ibadetlerini serbestçe yaptığı ve bir Osmanlı Ermenisinin İncil’i diğer Ermenilerle birlikte çok rahat bir şekilde okuduğu bilinmektedir6. Yukarıda belirtildiği üzere Ankara da Bursa istasyonuna bağlıydı. Osmanlı toplumunu daha iyi anlamak için 5 Mayıs 1862 tarihinde Bay Parson’dan gelen mektubu kısaca özetlemenin uygun olacağı kanısındayım; 1 2 3 4 5 6 PABCFM, Reel 586, No: 600’de Bursa’da görevli misyonerlerin Ankara sahasına da baktığını görmekteyiz. PABCFM, Reel 593, No: 790 PABCFM, Reel 593, No: 800 PABCFM, Reel 592, No: 60 PABCFM, Reel 582, No: 451 PABCFM, Reel 582, No: 453 508 Okt. Özgür YILDIZ 5 MAYIS 1862 BAY PARSONS’DAN MEKTUP ANKARA ZİYARETİ Bay Parsons Nisan ayında seyyar kitap satıcısı Baron Hampartsoon ile Ankara’yı ziyaret etti. Ziyareti 11 Nisan Cuma günü Sapanca, Nallıhan ve Kurtbelen ile başladı ve 19 Nisan’da Ankara’ya vardık. Protestan kilisesinin ilkelerine samimiyetle bağlı olan, yerli yardımcı Baron Abkar bizi hoş karşıladı. ...... 4 yıl önce Ankara’yı ziyaretimde Hasan isimli Ermeni din değiştirerek Abkar ismini aldı. O bir Müslüman idi Hıristiyan oldu. Müslüman, Yahudi, Rum, Ermeni, Romalı Katolik olsun tüm insanlara geçen Ramazan ayının sonuna kadar vaaz verdi. Türk olan kayınpederinin şikâyeti üzerine tutuklandı ve hapsedildi. Paşa ona sordu: Sen bir Müslüman mısın? Cevapladı: ‘Hayır ben ölmüş olan Muhammet’e inanamıyorum ama her zaman yaşayan İsa’ya inanıyorum.’ Yeni Ahit kitabını göstererek ‘benim kitabım bu’ dedi. Paşa: ‘İstediğin dinî seçmekte özgürsün, ama sen sadık karınla birlikte yaşarken niçin dininden dönüyorsun?’7. Burada dikkat çekilecek husus bir Osmanlı paşasının dinî özgürlük hakkındaki hassasiyetidir. Yalnız; meseleyi aile hayatı bakımından incelemesi de önemlidir. Ankara’da Türkler ve Ermeniler arasında dinî alanda bir kargaşa görülmemektedir. Fakat Ermenler kendi aralarında problemler yaşamaktadırlar. Ankara’da 1866 yılında Katolik Rumlar ile Protestan Ermeniler arasında zıtlıklar yaşandığı Amerikan belgelerinde açıkça neşredilmiştir8. Türkler ve Ermeniler arasında bir sorun veya kargaşaya, incelenen 500’e yakın belgede rastlanmamıştır. Dinî alanda Osmanlı hoşgörüsü başta İstanbul olmak üzere tüm Anadolu’da hissedilmektedir. Bu alanda bir hoşgörü göze çarpmaktadır9. Bursa’da Setbaşı’ndaki Protestan Ermeni Kilisesi’nde Ermeni papazın âyinleri rahatça yönettiği görülmektedir10. 1870 yılında Schneider Benjamin’in 7 8 9 10 PABCFM, Reel 586, No: 27 PABCFM, Reel 584, No: 1166. PABCFM, Reel 583, No: 597. PABCFM, Reel 588, No: 478. 509 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mektuplarından elde edilen bilgilere göre; Bursa’da 1848 yılında kurulan Ermeni Kilisesi papazı Dionican, Bilecik’te 1857 yılında kurulan Ermeni Kilisesi papazı Hohammnes Stepenian ve 1865 yılında kurulan Muradiye Kilisesi papazı Alexander Parhtiliyian’dır. Bu kiliselerde Ermeniler kendi dinlerinin gereklerini sorunsuz bir şekilde yerine getirmişlerdir11. 1866-1867 yılı Bursa istasyonu raporlarından anlaşıldığı üzere Bursa dış istasyonu olan Kütahya’da büyük bir Türk nüfusunun olduğu ve burada az miktarda bulunan Ermenilerin bir kilisesi bulunduğu ve bu kilisede Krikor isimli bir vaizin görev yaptığını öğreniyoruz12. Kütahya’da iki adet Hıristiyanlığ’ın öğretilerini yayan gazete yayınlanmakta ve bu gazete Ermeniler arasında okunabilmektedir13. Balıkesir’de de 1865 yılında bir Ermeni kilisesi olduğu ve bu kilisede bulunan vaizlerle Ermenilerin rahatça ibadetlerini yaptıklarını görmekteyiz14. Balıkesir’de 1868 yılında 5 000 Türkün bulunduğu ve bu bölgede yerleşen 400 Ermenin kendi dinlerini özgürce uygulayabildiği görülmektedir15. Edincik’te bulunan altı Protestan Ermenisi düzenli olarak ibadetlerini yapmaktadırlar16. Karahisar’da bulunan Ermeni Hagi Madteas bir Protestan olarak dinî hizmetlerini hiçbir engelle karşılaşmadan yapmaktadır17. Burada bulunan vaiz hem Ermenice hem de Türkçe bilmektedir18. Bursa’ya bağlı dış istasyon Muradiye’de de Ermeniler bulunmaktadır. Buradaki Ermeniler rahatça ibadetlerini yapmaktadırlar. Türk köylüleri ile birlikte çalışmalar yapmaktadırlar19. Eskişehir’de Hıristiyan Ermeni aileler bulunmaktadır. Bu şehirde dört Ermeni Protestanlık çalışmalarında bulunmaktadır20. Bursa ve civarında Amerikan arşiv belgelerinden elde edilen bilgilere göre Protestan Ermenilerin 1865 yılındaki sayılarını öğrenebilmekteyiz. 35 096 nüfuslu Bursa merkezinde 146 Protestan Ermeni bulunmaktadır. Mihalıç’ta 18, Edincik’te 17, Yenişehir’de 5, Bilecik’te 35, Muradiye’de 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 PABCFM, Reel 594, No: 16. PABCFM, Reel 582, No: 477. PABCFM, Reel 584, No: 1177. PABCFM, Reel 584, No: 1135. PABCFM, Reel 582, No: 498. PABCFM, Reel 584, No: 1147. PABCFM, Reel 584, No: 1157. PABCFM, Reel 588, No: 453. PABCFM, Reel 584, No: 1135. PABCFM, Reel 586, No: 622. 510 Okt. Özgür YILDIZ 26, Eskişehir’de 4, Kütahya’da 13, Ankara’da 15 Protestan Ermeni bulunmaktadır21. Zikredilen yerlerde bulunan Ermeniler mevcut olan kiliselerde Pazar âyinlerini yapabilmekte ve vaftiz işlerini gerçekleştirmektedirler. 3- 1860-1880 Yıllarında Bursa’da Sosyal ve Kültürel Alanda Türk-Ermeni İlişkileri Bu dönemde sosyal ve kültürel açıdan Türk-Ermeni ilişkileri incelendiğinde Türkler ve Ermenilerin aynı okullarda eğitim gördüklerini belirtmek mümkündür. Bunun yanında Bursa’da Ermeni Yetimhanesi açılmış ve bu yetimhanede Ermenilerin yanında Türkler de kalmıştır. 1865 yılında Bursa’da Türklerin ve Ermenilerin birlikte okuduğu bir okul bulunmaktadır. Bu okulda Türkçe ve Ermenice eğitim yapılmaktadır22. Karahisar’da Ermeni okulu bulunmakta, yıllardır burada Amerikalıların kitapları okutulmaktadır23. Bursa misyoneri Joseph. K. Greene’nin 12 Nisan 1867 tarihinde yazmış olduğu mektuptan anlaşıldığı üzere; misyoner Yenişehir’de Ermeni evlerini ziyaret etmiştir. Bu ziyareti sırasında Yenişehir’de bulunan okulda Ermeniler ve Türklerin birlikte eğitim yaptıklarını ve ortak kitaplar kullandıklarını belirtmiştir24. Bu dönemde Bursa’da açılan Ermeni Yetimhanesi de Türk-Ermeni ilişkilerine başka bir boyut katmıştır. Bursa’daki Ermeni Yetimhanesi ile ilgili aşağıdaki belge son derece ilgi çekicidir. Bu belgeye göre: 1875 yılında birçok iyiliksever İngiliz kardeşimiz Bursa Yetimhanesi’ni kurdu. Bu yetimhanede Türk misyonunda sekreter papaz T.W. Brown’un isteğiyle kuruldu. 29 Mart 1887 yılında papaz ve diğer arkadaşları Bursa’ya ulaştı. Ayın 30’unda burayı denetlediler ve 2 Nisan’da aşağıdaki resmî beyanatı; Ermeni Bay ve Bayan Baghdasarian kabul etti. 1 Nisan 1887’de İstanbul’u, 30 Mart’ta Bay ve Bayan Baghdasarian tarafından idare edilen Bursa’daki okul ve yetimhaneyi ziyaret ettim. Yetimhane hakkında aşağıdaki özet doyurucu olacaktır. 21 22 23 24 PABCFM, Reel 584, No: 1141. PABCFM, Reel 584, No: 1142. PABCFM, Reel 584, No: 1154. PABCFM, Reel 584, No: 1176. 511 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bizim partinin yetimhanede sayıları aşağı yukarı 100’ü bulan çocuklara yaklaşım tarzı son derece candandır. Bu yetimlerin elbiseleri düzenlice verilmekte ve mutlu bir şekilde onların bakımları gönülden yapılmaktadır. Yetimler birinci olarak küçük kilisede toplandılar ve sonra ilâhî okudular. Türk misyonunun sekreteri papaz T.W. Brown onlara Türkçe olarak samimi bir şekilde hoş geldiniz dedi. Bütün okul adına, bir memurun çocuğu ile Ermeni, Türk, Rum ve İngiliz çocuklar tarafından ilâhî ezbere okundu ve bu dillerin yanında Fransızca da bu uyuma eşlik etti. Bay Brown ve Dr. Thomson yetimhanede bulunduğu sürece İngilizce Kitab-ı Mukaddese’yi anlaşılır şekilde bütün çocuklara okudu. Bu kurumun teftişinde; zeminde iki büyük sınıf, yemek odası, mutfak ve banyo bulunmaktadır. Kızlar ve erkekler için iki geniş yatakhane üst kattadır. Çocuklar okulun sınıflarına toplandılar. Onlara Almanca Okuma, Coğrafya, Fizik, Politika ve diğer branşlarda doyurucu dersler veriliyor ve dikkatli olarak sınavlar yapılıyor. Bu teftişte son olarak el işi ve çizimler denetleniyor. Bay Baghdasarian, Bay Brown’a her gün programı sunuyor. Bütün çocukların; yaş, millet, okula giriş zamanının kayıtları listeler halinde düzenli olarak tutulmaktadır. Biz okuldaki şahane disipline, açıklığa, çocukların mutluluğuna, kurumun her yerinde çocuklar arasında temizliğe ve düzene, iyi bir eğitime şahit olduk. Bay ve Bayan Baghdasarian yetimhanenin idaresinde son derece başarılı. Mutlu bir Hıristiyan evi olarak burayı genişletiyorlar. Sonuç olarak İngiliz, Alman, İsviçreli ve bu ülkede her yerde bulunan Protestan kiliselerine değerli yardımlarını vermelerini tavsiye ederiz. T. W. BROWN M. A. (Londra Yardım Derneği’nin Türk Misyonu sekreteri) ALEXANDER THOMSON (İstanbul, İngiliz ve Yabancı İncil Derneği Temsilcisi) JOSEPH K. GREE D. D. (Şimdi İstanbul’da olan Bursa istasyonunun eski Amerikan misyoneri) A. CONSTANTİON (Papaz ve İncil tercümanı) S. UTUDJİAN (Papaz ve Pruag’ın editörü)25 25 PABCFM, Reel 596, No: 570-571. 512 Okt. Özgür YILDIZ Belgeden anlaşıldığı üzere Bursa Ermeni Yetimhanesi, 1875 yılında yapılan bağışlarla Bay Gregory Bagdasarian tarafından kurulmuştur26. Ermeni Bay ve Bayan Baghdasarian yetimhaneyi idare etmektedir. Türk yetkililer bu yetimhanenin kurulmasına karşı çıkmamışlardır. Belgenin en ilgi çekici kısmı Türk ve Ermeni yetimlerin bir arada kalmasıdır. Yetimhanenin yanında okul olarak kullanılan kurumda ise modern dersler verilmektedir. Yetimhanede Türkçe ve Ermenice konuşulmaktadır. Belgede bu kurumda Amerikalıların misyonerlik faaliyetleri yaptıkları da açık bir şekilde gözler önüne serilmekte, burada bulunan çocuklara toplu olarak ilâhîler okutulduğu ve İncil öğretildiği de belgeden anlaşılmaktadır. Kurulduğundan beri 600’den fazla çocuk Türk imparatorluğunda sığınma yerine kabul edildi ve böylelikle bu kötü hayattan kurtuldular. Bu yetimhanede 1880 yılında 50 çocuk var ama 500 yetim kız ve erkek çocuğa yuvada yiyecek ve giyecek yardımı yapılıyor27. Günlük gazetelerin belirttiğine göre; ülke çok kötü durumda ve yoksulluk ağır derecede. Bu şartlara rağmen, yetimler için yer sorunu olmuş, Türk yetkililerden yardım istenmiş ve bu yardım talebi olumlu karşılanmıştır28. Osmanlı Devleti’nin Ermeni yetimler ile ilgili alınan kararları desteklediği görülmektedir. Yetimler için bir dispansere ihtiyaç olduğu ve yetimler için hayırsever Hıristiyanların Küçük Asya’daki bu şehre 10 000 $ bağışta bulundukları belgede belirtilmiştir. Bayan Baghdasarian kendi cümleleri ile risalesinde bu yetimhaneyi Küçük Asya’da Olimpos Dağı’nın Sesi olarak adlandırmaktadır ve yetimhanenin iyi çalışması için yardım istemiştir29. 24 Temmuz 1890 tarihinde Bay Mihran Baghdasarian komitenin sekreteri olarak Bursa’daki Ermeni Yetimhanesi’ne bağış toplaması için görevlendirilmiştir. Cyrus Hamlin30 bu çalışmalara destek vereceğini belirtmiştir.31 Bursa’da görev yapan ABCFM misyoneri L. S. Crawford yetimhanenin Türkiye Krallığı’nda faydalı bir etki yaptığına inanmaktadır. Yetimhaneye gelen bütün bağışların kaydedilme zorunluluğu vardır32. Yetimha26 27 28 29 30 31 32 PABCFM, Reel 615, No: 1189. PABCFM, Reel 615, No: 1189. PABCFM, Reel 615, No: 1189. PABCFM, Reel 615, No: 1189. İstanbul eski misyoneri ve Robert Kolej’in kurucu müdürü. PABCFM, Reel: 615, No: 1190. PABCFM, Reel 615, No: 1190. 513 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER nedeki çocukların eğitimlerine önem verilmiştir. Eğitim süreçleri sürekli gözlenmiştir. Özel durumlarda çocukların tedavi ve bakımları yapılmıştır33. Osmanlı Devleti de yetimhanedeki gelişmeleri gözlemlemiştir. Ülkenin çeşitli yerlerinde yabancılar tarafından kurulan yetimhaneleri denetim altında tutmuştur. Burada kendisine tâbi olan azınlıkların yetimlerini de takip etmiştir. Bu yetimlerin nakilleri, niçin yetim kaldıkları ve ne şartta yaşadıklarını her zaman gözlemiş ve vatandaşlarına sahip çıkmıştır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nden elde ettiğimiz belgeler bu olayları şu şekilde aydınlatmaktadır; Bitlis vilâyetinden gelen şifreli bir telgraftan anlaşıldığına göre; Bitlis’teki Ermeni yetimlerin İzmir ve Bursa’da bulunan Amerikan misyonerlerine ait eytamhaneye34 gönderilmesine izin verilmesi için Dâhiliye Nezareti’ne bir yazı yollanmıştır35. Bu yazıdan çıkarılan sonuç Bursa ve İzmir’deki yetimhanelerden Osmanlı Devleti’nin haberdar olduğudur. Bu çocuklardan iki tanesinin babası bir vukuattan ve diğer ikisinin de vukuat esnasında vefat ettiğini biliyoruz. Bir diğer iki Ermeni çocuğun da Amerikalı Bayan Kol isimli bir öğretmenin valideleriyle akraba olduğu tespit edilmiştir36. O dönemde Bitlis valisi olan Ömer Bey, bu altı çocuğun mürur tezkerelerinin37 polis komiseri tarafından verildiğini ifade etmiştir38. Bizzat Bitlis valisi bu işi takip etmiştir. Bitlis’ten çıkan bu çocuklar Amerikan misyonerlerine ait olan İzmir ve Bursa’daki yetimhaneye hareket etmişlerdir. Buradan Erzurum İngiliz konsolosluğuna ulaşmışlar ve konsolosun tavsiyesiyle Trabzon’a hareket etmişlerdir. Trabzon İngiliz konsolosu bu yetimlerin masraflarını karşılayarak Yunan şirketinin Bunye isimli vapuruyla yolcu etmiştir39. Çocukların İzmir ve Bursa’ya ulaşıp ulaşmadıkları ve kaçının kız kaçının erkek olduğu takip edilmiştir40. Zaptiye Nezareti Bitlis’ten çıkan yetimlerin Trabzon’dan İzmir ve Bursa’ya gitmelerine müsaade etmiştir41. Ermeni vatandaşların yetimleri de kollanmıştır. Kısaca özetlemek gerekir33 34 35 36 37 38 39 40 41 PABCFM, Reel 607, No: 610. Eytamhane, yetimhane demektir. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 702/21/1. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 702/21/2. Mürur tezkeresi, geçiş belgesi, pasaport anlamına gelmektedir. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 702/21/3. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 702/21/5. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 702/21/8. BOA, A.MKT.MHM., Belge No: 702/21/9. 514 Okt. Özgür YILDIZ se 1860-1880 yılları arasında Türk-Ermeni ilişkilerinde sosyal ve kültürel hayatta bir birliktelik ve ortak hareket gözlenmiştir. 4. Değerlendirme ve Sonuç Ermeni Kilisesi metropoliti Kirkor Damatyan’ın ifadelerine göre: Üç kıtada hükümran olmuş bir devletin kuruluşunun 700. yıldönümünü kutluyoruz. Osmanlı İmparatorluğu’nun bizce en önemli özelliği, üç semavî dine mensup, farklı diller konuşan ve farklı kökenli milletleri 623 yıl bir bayrak altında yönetmiş olmasıdır. Osmanlı sultanları, gerek Müslüman, gerek gayrimüslim tebaaya dinî inanç ve ibadet özgürlüğü tanıdılar. Osmanlı yönetiminin bu hoşgörüsü sayesindedir ki, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde Hıristiyan ve Musevîler kendi inançlarının şartlarına göre yaşayabilme imkânı buldular42. Ermeni metropolitinin de belirttiğine göre Osmanlı Devleti Ermenilere dinî alanda son derece hoşgörülü yaklaşmıştır. Bursa ve civarında da yukarıda belirtilen belgelerde dinî alandaki bu hoşgörü son derece hissedilmektedir. Sonuç olarak söyleyebiliriz ki Bursa ve civarında Ermeniler 1860– 1880 yıllarında birlikte yaşama sanatını en iyi şekilde göstermişlerdir. Ortak okullarda okumuşlar ve açılmış olan yetimhanede birlikte kalmışlardır. Osmanlı Devleti’nin hoşgörüsü her alanda hissedilmiştir. İncelediğimiz dönemden sonra bu iki toplum dönemin güçlü devletlerinin kışkırtmalarıyla birbirine düşürülmüş ve kavga ettirilmiştir. Osmanlı Devleti her iki toplumun da daha fazla zarar görmemesi için Tehcir Kanunu’nu çıkarmıştır. Bu kanunla Ermeniler sistemli olarak güneye doğru göç ettirilmiştir. Bu iki toplum halâ karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır. Tarihî gerçekleri unutmamak ve arşiv belgeleri ışığında tarihe yaklaşmak tüm ulusların vazifesidir. Çalışmamız, bu gerçekleri ortaya koymak ve hatırlatmak amacıyla yapılmıştır. 42 Krikor Damatyan, Osmanlıda Hoşgörü Birlikte Yaşama Sanatı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul 2000, s.175. 515 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynaklar A- Papers of the American Board of Commissioners for Foreign Mission (PABCFM) 1- Reel 582, Belge No: 451, 453, 477, 498, 2- Reel 583, Belge No: 597, 3- Reel 584, Belge No: 1135, 1141, 1147, 1154, 1157, 1166, 1176, 1177, 4- Reel 586, Belge No: 27, 600, 622, 5- Reel 588, Belge No: 453, 478, 6- Reel 592, Belge No: 60, 7- Reel 593, Belge No: 790, 800, 8- Reel 594, Belge No: 16, 9- Reel 596, Belge No: 570, 571, 10- Reel 607, Belge No: 610, 11- Reel 615, Belge No: 1189, 1190. B- Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA) A.MKT. MHM., Belge No: 702/21-1, 702/21-2, 702/21-3, 702/21-5, 702/21-8, 702/21-9. C- Tetkik Eserler Damatyan, Krikor, Osmanlıda Hoşgörü Birlikte Yaşama Sanatı, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, İstanbul 2000. 516 TANZİMAT VE II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ TİYATRO ESERLERİNDE BİR FİGÜR OLARAK ERMENİ OYUN KİŞİLERİ Dr. Özlem NEMUTLU Celal Bayar Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü E-mail: ozlemnemutlu19@hotmail.com; Tel: 0 236 241 21 51-128 Özet Türk tiyatrosunun doğuşunda gayrimüslimlerin, bilhassa Ermenilerin rolü büyüktür. İlk tiyatro sanatçıları Ermeniler arasından çıkmış; ilk Türk oyuncuları Ermeni tiyatrocuların yanında yetişmiştir. Bildirimizin konusu, tiyatro eserlerinde kurgusal tip ve karakterler olarak yer alan Ermenilerdir. Ortaoyunu, Karagöz-Hacivat gibi geleneksel Türk tiyatrosundan sonra dram, komedi vb. modern Türk tiyatrosu örneklerinde de Ermeni oyun kişileri yer almıştır. Tebliğimizde, Tanzimat dönemi ve II. Meşrutiyet’in ilânından sonra kaleme alınan tiyatro eserlerini ele alacağız. Tebliğimizde inceleyeceğimiz eserlerden İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz, Eyvah, Görenek, Belâ-yı Muhabbet, Mızrak Çuvala Sığmaz, Ermeni Mazlumlar yahut Fedakâr Türk Zabiti, Yıldız’ın Sonu, İstibdat Vahşetleri yahut Bir Fedainin Ölümü, Haile-i Mahmut Şevket-Hürriyet Kurbanları, Mithat Paşa yahut Hükm-i İdam, Abdülhamit ve Genç Türk Bir Haremağası’nda tip ve karakterler; eserin yazıldığı devirdeki siyasî ve sosyal durumlara, eserlerin dram veya komedi oluşlarına göre birtakım farklılıklar ve karakteristik özellikler taşımaktadır. Amacımız, dramatik eserlere özgü karakterizasyonun teorik yönlerinden de faydalanmak suretiyle bu farklılıkları ve karakteristik yönleri ortaya koymaktır. Dr. Özlem NEMUTLU Giriş Tanzimat’tan sonra Batılı anlamda Türk tiyatrosunun kuruluşunda Ermenilerin büyük bir rolü olmuştur. İlk tiyatro topluluklarını kuranlar ve ilk oyuncular genellikle Ermeniler olmuştur. Bundan başka daha sonraki yıllarda sahneye çıkacak olan Türk sanatçılar da Ermeni tiyatrocuların yanında yetişmiştir. Biz bu bildirimizde ise, Tanzimat ve II. Meşrutiyet’in ilk dönemlerinde yazılan dramatik eserlerde Ermeni oyun kişilerinin nasıl çizildikleri üzerinde durmaya çalışacağız. Burada Manfred Pfister’in teorik bir çalışma olan Das Drama’sında olduğu gibi oyun kişileri yerine zaman zaman figür terimini de kullanacağız1. Nitekim figür, –söz sanatları (trop) anlamı dışında- tiyatro terminolojisi içerisinde “Wuchs” ibaresiyle de alâkalı olarak “büyüme, neşvünema bulma, inkişaf, gelişme”; şekil, boy, endam; boy bos; kalıp kıyafet; cüsse”2 anlamlarını da taşımaktadır. Bu bağlamda figür de, bir tiyatro eserinde aksiyon boyunca gelişen oyun kişilerinin adlandırılmasında uygun bir terim olarak karşımıza çıkmaktadır. 1 2 Bkz. Manfred Pfister, Das Drama, München:2001, s.221. Bkz. Karl Steuerwald, Deutsch-Türkisches Wörterbuch (Almanca-Türkçe Sözlük), İstanbul:1998, s.643. 521 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Konuyla ilgili malzememizi tespit etmede, Metin And3, Alemdar Yalçın4, Niyazi Akı5 ve Gıyasettin Aytaş6’ça yazılan tiyatro tarihlerinden ve Türkan Poyraz ile Nurnisa Tuğrul’un birlikte hazırladıkları Tiyatro Bibliyografyası7’ndan geniş ölçüde faydalandık. Bundan başka gerek İnci Enginün’ün Mukayeseli Edebiyat8 başlıklı kitabında genel olarak Türk edebiyatında ve gerekse Fazıl Gökçek’in Osmanlı Kapısında Büyümek9 isimli çalışmasında Ahmet Mithat Efendi’nin roman ve hikâyelerindeki yabancıların ve gayrimüslimlerin ele alınış şekilleri, bizim için de rehber oldu. Bu bağlamda tiyatro eserlerindeki Ermeni şahıslarla ilgili olarak kişileştirme meselesinin ele alınmasının öncelikle edebiyat tarihimiz, sonra da sosyal ve siyasî tarihimiz için önem taşıdığı kanaati, bizim hareket noktamızı teşkil etti. Şimdi basılış tarihlerini esas alarak sırasıyla inceleyeceğimiz veya kısaca değineceğimiz eserleri, yazarlarını ve türlerini görelim: -İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz, Osman Hamdi10 (komedya), İstanbul: 1288/1872. -Görenek, Manastırlı Mehmet Rifat, (evvelisi gülünç, sonu acıklı tiyatro)11. -Terkos Gölü, imzasız, (komedya, 1 perde) Hayal, nr.119, 13 Teşrinisani 1290/1874. -Müstait Uşak, imzasız, (komedya, 1 perde), Tiyatro Dergisi, Yıl:1, Sayı:12, 27 Nisan 1290/ 9 Mayıs 1874, ss.1-2. 3 Metin And, Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu (839-1908), Ankara:1972; 463 s.; Meşrutiyet Döneminde Türk Tiyatrosu (1908-1923), Ankara:1971, 317 s. 4 Alemdar Yalçın, II. Meşrutiyette Tiyatro Edebiyatı Tarihi, Ankara:2002, 336 s. 5 Niyazi Akı, Türk Tiyatro Edebiyatı Tarihi, İstanbul:1989, 256 s. 6 Gıyasettin Aytaş, Tanzimatta Tiyatro Edebiyatı Tarihi, Ankara:2002, 402 s. 7 Türkan Poyraz-Nurnisa Tuğrul, Tiyatro Bibliyografyası (1859-1928), Ankara:1967, 288 s. 8 İnci Enginün, Mukayeseli Edebiyat, İstanbul:1999, 295 s. 9 Fazıl Gökçek, Osmanlı Kapısında Büyümek, İstanbul:2006, 213 s. 10 Niyazi Akı, bu oyunun yazarının Osman Hamdi olduğu görüşündedir. Akı, Diyojen gazetesinin 98. (1287) ve 105. (1288) sayılarından Osman Hamdi’nin “Ben” müstearını da kullandığını tespit etmiştir. Metin And da Niyazi Akı gibi komedinin yazarı olarak Osman Hamdi’yi göstermektedir. (Bkz. Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu, s.326.) 11 Bu eserde baskı tarihi bulunmamaktadır. Ancak İslâm Ansiklopedisi’ndeki Mehmet Rifat maddesinde, yazarın bu oyunu Namık Kemal’in İbret gazetesinde yayımlanan “Görenek” başlıklı yazısından (nr.119, 7 Mart 1289/ 19 Mart 1873) ilham alarak “ahlâkımız dahilinde bir şey yazmak” düşüncesiyle kaleme aldığı; Namık Kemal’in de mektuplarında bu eserden bahsettiği belirtilmektedir. (Bkz: Alim Kahraman, “Manastırlı Mehmet Rifat”, TDVİA, C.:28, s.519.) Buna göre Görenek’in yazılış yılı da muhtemelen 1873 veya buna yakın bir sene olmalıdır. 522 Dr. Özlem NEMUTLU -Iskat-ı Cenin, Hasan Bedrettin Paşa, (facia, 4 fasıl, 4 perde), İstanbul: 1290/1874. -Bela-yı Muhabbet12, (komedya-üç fasıl), Kahkaha, nr. 8- 14, 15 Nisan- Mayıs, 1291/1875. -Mızrak Çuvala Sığmaz, Ali Rıza, (komedi 1 perde), İstanbul: 1292/1876. -Rüya Oyunu, Ali Haydar (manzum komedya, 2 perde), İstanbul: 1292/1876. -Kırk Yalan Köse, Feraizcizade Mehmet Şakir, (komedi), Bursa: 1302/1887. -Ermeni Mazlumları yahut Fedakâr Türk Zabiti, Mehmet İhsan, (dram 4 perde), İstanbul:1324/1908. -Herkesin Tanıdığı İki Hanım, Ahmet Reşat, (dram 3 perde), Dersaadet 1325/1909. -Yıldız’ın Sonu, Ahmet Cevat, (5 perdelik tiyatro), İstanbul:1325/1909. -Hralambos Cankiyadis, Safveti Ziya, (milli tiyatro 3 perde), İstanbul:1326/1910. -İstibdat Vahşetleri yahut Bir Fedainin Ölümü, Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi (üç perdelik facia), İstanbul: 1326/1910. -İstibdadın Son Günü yahut Zavallı Valide, Tahrirat-ı Hariciye Kalemi Hulefasından İbnülcemal Ahmet Tevfik, (facia 5 perde, 1 tablo), İstanbul: 1326/1910. -Hırs-ı Saltanat yahut İntikam-ı Meşru-ı Millet, Mehmet İhsan, (dram, 5 perde, 2 tablo), İstanbul:1327/1911. -Bir Fıtrat-ı Nadire, Ebulfikret, (3 perdelik tiyatro), Adana:1330/1914. Görüleceği üzere, ele alacağımız oyunlardan ilkinin yazılış yılı 1872; sonuncusunun ise 1914’tür. Konuyla ilgili yeni malzemelerin tespitiyle bu senelerin değişebileceğini de göz önünde bulundurmakla birlikte bu sene12 “Kahkaha, resimli mizah gazetesi(dir).(22 Mart 1894-10 Mayıs 1875) Salı ve cumartesi olmak üzere haftada iki gün çıktı. İmtiyaz hakkı Basiret gazetesine aitti. Yazılar M.M., resimler A.F. imzalıdır. Dört sayfa olan gazetede fıkralar, gülünç olaylar karikatürler yer almaktadır. Son sayfada bir satranç rehberi yayımlanmıştır.” Bkz. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah yayınları, c.5, s. 103. Bu bağlamda Bela-yı Muhabbet de M.M. müstearlı yazara ait olmalıdır. 523 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lerin yaşanan kültürel, sosyal ve siyasal gelişmelerle yakından bağlantılı olduğu açıktır. 1870’li yıllar, sadece tiyatroda değil, roman, hikâye ve şiir türlerinde birçok telif eserin kaleme alındığı, dolayısıyla modern Türk edebiyatın kuruluş yıllarıdır. Devrin çeşitli müslim ve gayrimüslim kesimlerinin temel ilgileri, meseleleri, bütün edebî türlerin ortak mevzularını teşkil etmiştir. 1876’da tahta çıkan II. Abdülhamit, bilindiği gibi devletin bekası için idarî mekanizmanın işleyişinde hayli zorlayıcı tedbirler almış, müstebid bir tavrı tercih etmiştir. İstibdat rejiminin hüküm sürdüğü yıllarda sahne faaliyetleri iyice kısıtlanmış, dolayısıyla oldukça hareketli başlayan dramatik edebiyat ürünleri hem nitelik hem de nicelik itibarıyla, şiir ve romana göre oldukça geri planda kalmıştır. Yukarıdaki eserler listesinde de görüleceği üzere konumuzla ilgili olarak değineceğimiz eserler arasında istibdat döneminde sadece basım tarihi 1887 olan Kırk Yalan Köse bulunmaktadır; o da komedi türünde kaleme alınmıştır. 1908’de II. Meşrutiyetin ilanıyla genel olarak bütün basın-yayın faaliyetlerinde olduğu gibi, bilhassa dramatik edebiyat sahasında birçok eser yazılmış; çoğu konuyla amatörce ilgilenen yazarlara ait olan bu tiyatro eserleri, devrin siyasî, aktüel birçok meselesini çeşitli yönleriyle ele almıştır. Ermeni oyun kişilerinin yer aldığı son eser Bir Fıtrat-ı Nadire ise, yukarıda da belirttiğimiz gibi 1914’te basılmıştır. Tehcir hadisesinin yaşandığı 1915’ten sonraki tiyatro eserlerinde Rum, Yahudi gibi diğer gayrimüslim kişiler bulunmakla birlikte Ermenilere yer verilmediği görülmektedir13. İnci Enginün’ün, “Romanlarımızda Ermeni Tipleri” başlıklı makalesinde de belirttiği gibi14, Ermeni şahıslar, sözgelimi Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Reşat Nuri Güntekin gibi yazarların Cumhuriyetin ilanından önce ve sonraki eserlerinde dikkat çekici bir şekilde yer almışlardır. Ancak tiyatro türünde kaleme alınmış eserlere baktığımızda I. Dünya Savaşı’ndan sonra Ermeni kişilerin daha nadir yer verildiklerini görmekteyiz. Ermenilerin ihanetini ve zulmünü konu alan Mehmet Rasim’in Ermeni Fırıldakları 1928’de; Necip Fazıl Kısakürek’in Tohum’u 1935’te basılmıştır. Bu durumda, konuyla ilgili yaptığımız taramalar neticesinde biz de bildirimizi Tanzimat ve II. Meşrutiyet (I915 veya I. Dünya Savaşı öncesi) dönemlerinde yazılmış eserlerle sınırlandırdık. Konumuzla ilgili temas edeceğimiz eserlere genel olarak baktığımızda II. Meşrutiyet öncesinde yazılan eserlerden İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz 13 Söz gelimi Mehmet Âsaf’ın Sinirli Bey (İstanbul: 1334/ 1918); Mehmet Talât’ın Abdurrahman Efendi Gebe (İstanbul:1923) başlıklı komedilerinde Despina ve Marika isimli Rum kişiler bulunmaktadır. Bunlardan Marika, Abdurrahman Efendinin hizmetçisidir. 14 Enginün, a.g.e., ss. 220-230. 524 Dr. Özlem NEMUTLU ve Bela-yı Muhabbet, komedi türündedirler. Fransız bulvar tiyatrosuyla ortaoyunların bir nevi karışımı olan bu oyunlardaki şahısların tümü Ermenidir. Komedi tarzında kalem alınmış Rüya Oyunu’nda da kişilerin çoğunluğunu Ermeniler teşkil etmektedir. Teodor Kasap’ın Hayal15 dergisinde tefrika edilen Terkos Gölü, kısa bir komedyadır ve birçok ecnebi doktorun yer aldığı piyeste Doktor Nuricyan Ermenidir. Bunlar dışındaki Mızrak Çuvala Sığmaz ve Müstait Uşak, Rum, Ermeni ve Müslüman Osmanlıların günlük hayatlarından kesitler sunan komedilerdir. Şahısları arasında Ermeni bir tefecinin de bulunduğu Kırk Yalan Köse de komedidir. 1908 öncesine ait eserlerden sadece Görenek ve Iskat-ı Cenin, dram türünde eserlerdir ve bunlarda da Ermeni şahısların sayısı azdır. II. Meşrutiyetin ilanından sonra yazılan eserlere baktığımızda ise Ermenilerin en çok ön planda olduğu eser, Mehmet İhsan’ın Ermeni Mazlumları yahut Fedakâr Türk Zabiti’dir. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin İstibdat Vahşetleri yahut Bir Fedainin Ölümü’nde II. Abdülhamit mağdurları arasında Ermenilerin de dikkat çekici bir şekilde yer aldıklarını görürüz. Bu iki eserdeki kadar olmasa da Hıralambos Cankiyadis, Hırs-ı Saltanat yahut İntikam-ı Meşru-ı Millet, İstibdadın Son Günü yahut Zavallı Valide, Bir Fıtrat-ı Nadire başlıklı tiyatro eserlerinde, geri planda olmakla birlikte rolleri itibarıyla ihmal edilemeyecek konumlarda olan Ermeni figürler kullanılmıştır. Diğer eserlerden Herkesin Tanıdığı İki Hanım ve Yıldız’ın Sonu’nda Ermeni şahıslara yer verildiğini görmekteyiz. Neticede Ermeni şahısların yer aldığı 1908 öncesine ait eserlerin komedi; 1908’den sonrakilerin ise dram türünde kaleme alındıkları sonucu ortaya çıkmaktadır. Bazı istisnaları göz ardı etmeksizin, bu sonucun, başka bir deyişle komedinin gevşek dokusundan dramın daha ciddi tonuna geçişin, yaşanan sosyal ve siyasî gelişmelerle yakından ilgili olduğu ortadadır. Bir başka deyişle, bu süreç, imparatorluğun yapısındaki çözülüşün de ifadesidir. Ancak gerek 1908 öncesi gerekse 1908 sonrası oyunlarında Ermeniler, Osmanlı tebasına bağlı vatandaşlar olarak çizilmektedirler ki bu, tarihî realiteye de uygundur. Bunun dışında 1908 sonrasında basılan dram türü eserlerde değinilen bazı siyasî ve sosyal problemlerin sadece Ermenileri değil, toplumun müslim-gayrimüslim bütün kesimini ilgilendirdiğini de belirtmek gerekir. Bunların dışında malzememizin edebî eser olduğu dolayısıyla temas edeceğimiz birtakım meselelerin kurgusal planda tebarüz ettirildiğini de unutmamalıyız. 15 Bakz. Kevork Pamukçiyan, “Mizah Gazetesi Hayal’in Ermeni Harfli Türkçe Baskısı”, Ermeni Harfli Türkçe Metinler, İstanbul: 2002, ss. 525 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Tiyatro eserlerindeki karektarizasyon, roman ve hikâyedekinden farklıdır. Manfred Pfister’in Das Drama’sında bir tiyatro eserinde şahısların nasıl şekil aldığı bir tablo üzerinde ayrıntılı olarak şöyle gösterilmiştir16: Görüleceği üzere, dramatik eserlerdeki kişileştirmede temel olan kimin ne şekilde veya kim tarafından takdim edildiği meselesidir. Şimdi bu tablodan da zaman zaman faydalanmak suretiyle eserlere daha yakından bakalım: Tanzimat dönemi eserleri kapsamındaki İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz, konusu tamamen Ermeniler arasında geçen bir komedidir. Mekan İstanbul’dur. Apik ve Haçik, iki mekteb-i tıbbıye öğrencisidir. İkisi de Bezci Kazaros Ağa’nın ve Aznagor Ağa’nın eşleri Aftik ve Filik Dudu’ları baştan çıkarırlar, ağaları da tuzağa düşürürler. Ayrıca kadınlar da kocala16 Pfister, a.g.e., s. 252. 526 Dr. Özlem NEMUTLU rını aldatmaktadır. Kişilerin isimleri arasındaki ses benzerlikleri, komik bir durum yaratmaktadır. Ayrıca, genellikle açık mekanda cerayan etmesi itibarıyla bir nevi orta oyununu andıran oyunda, tıpkı bizim Kavuklu ve Pişekar veya Karagöz veya Hacivat tiplemelerinde olduğu gibi, Apik daha açıkgöz, kurnaz; Haçik ise daha saf bir şekilde çizilmiştir. Apik, Haçik’i sürekli Aftik ve Filik Dudu’ları baştan çıkarma planlarına ortak etmektedir. Dolayısıyla Apik Haçik; Haçik de Apik sayesinde hüviyet bulurlar. Oyunda onların figürleşmesinde bu birbirinin karşıtı olma oldukça önemlidir. Buradaki Aznagor ve Kazaros ağalar ise, kurnaz eşleri ve hilekâr Apik karşısında son derece saftırlar. Yazar bu iki oyun kişisinin yaratılmasında da zıt mizaç özelliklerine başvurmuştur. Oyundaki bir başka figürleştirme vasıtası, kişileri Türkçeyi Ermeni ağzıyla konuşturmadır. “Dünyada bizden iyi karı vardır kim?”, “Aman hanım etmeyindi. İyi karoz etti mi ya?” Gibi devrik cümleler veya karoz etmek, aykrı bakmak, zo, ka gibi Ermeniceye özgü ifadeler ve edatlar eserde dikkat çekici bir mahiyet arzetmektedir. Dilin bu şekilde kullanımı, Pfister’in de belirttiği gibi bir bakıma oyun kişisinin dilsel tavrıyla kendisini ortaya koyması demektir. Bahsettiğimiz dil hususiyetleri, yazarın komiklik yaratmada başvurduğu usuller olarak da karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla burada, komedinin gevşek tonu içerisinde fazla ön plana çıkmamakla birlikte gerek Müslüman kesimde hoş karşılanmayan eşlerini aldatan kadınların veya evli kadınları baştan çıkaran erkeklerin kişi olarak seçilmesi gerekse şahısların konuşma tarzlarıyla alay edilmesi, bize yazarın bu gayrimüslim kesime dair hâkim konumda olmanın getirdiği istihzalı bir yaklaşımı da sezdirmektedir. Bu olgu, bizi yine Pfister’in tablosunda da zikredildiği gibi (Zımnî Müştereklikler ve Ayrılıklar) yazarların içinde bulundukları veya ait oldukları sosyal ve kültürel dünyanın sözcülüğünü yaptıkları realitesine götürmektedir. Fakat, bu komedi vasıtasıyla asıl vurgulamak istediğimiz, bahsettiğimiz müstehzi edaya rağmen eserde ne bir yargılama veya cezalandırma ne de yaşanan bu gayrimeşru ilişkiler ile doğrudan doğruya Ermenilik arasında bir bağlantı kurmanın söz konusu olmadığıdır. Vak’anın tamamıyla Ermeniler arasında geçtiği bir diğer eser Bela-yı Muhabbet’tir. Bu komedide yazarın eşhas kısmındaki ifadesiyle “karaca kuruca kara gözlü kara kaşlı kırk yaşında karı” bir olan Yeranuhi Toto, bir fabrikada direktörlük yapan Baron Rozyan’la evlidir. Ancak o da eşini Bedrosyon Ağa ile aldatır. Bedrosyan, oldukça bol terkipli Osmanlı Türkçesiyle Toto’ya aşk mektupları yazar. Toto, her konudaki sırlarını Meyanciyan’la paylaşır. 527 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bela-yı Muhabbet’teki şahıslar da Türkçeyi Ermeni ağzıyla konuşurlar. Kişileştirme usullerinden biri olan bu konuşma, ortaoyundaki şive taklidinin bir nevi bir benzeridir17: Bederosyan Ağa- Terbiyesizlik istemem. Bir erkek bir madamla konuşurken yanlarına gelinmez, ayıptır. Raçon bilmezsen ögren. Amele- Hele! Şu köpoğlunun herifine bak. Durmuş da bana raçon maçon diyor. Biz burada … Zo kimse yok mu? Komedide vak’a fabrikada geçer. Yeranuhi Toto’nun amelelerle arası hiç de iyi değildir. Toto’nun ameleler hakkındaki aşağılayıcı tavır ve sözleri, hem kendisini hem de işçileri karakterize eder. Amelelerin direktör muaviniyle patronların eşlerini çekiştirdikleri diyaloglar, realist bir tutumla düzenlenmiştir, dolayısıyla bu kısımlarda söz konusu olan şahıslar oldukça canlı bir şekilde karşımıza çıkmaktadırlar. Sonunda işçiler Toto’nun aşığıyla buluştuğu bir günü fırsat bilip onu basarlar, böylece intikamlarını almış olurlar. Bela-yı Muhabbet’in baş kişisi Yeranuhi Toto’dur. Eserde en çok onun üzerinde durulmuştur. Toto’nun kişileştirilmesinde aksesuarlardan da faydalanılmıştır. Oda tasvirindeki ayrıntılar, Yeranuhi’nin süsüne düşkün bir kadın olduğunu göstermektedir18: Sağ tarafta üzerine ayna ve aynanın önüne lavanta ve pomade şişeleriyle fırça ve tarak ve bir sürahi su ile bir kadeh konulmuş olduğu halde bir iki sandalye ve karşı tarafta dahi minder müşahade olunur. Yeranihu’nun aşığını odasında yalnız beklerken gösterildiği sahnede, figürleştirmede monologdan faydalanılmıştır19: Şimdi gelecek.(Saatine bakarak) Beşe beş var. Beşte gelecekti. Hemen nerede ise gelir. Lâkin ne? Hamil Meyanci’nin degişine bakarsak zenginmiş de. Parası olsun da… Bize de orası lâzım. Hamil olmayanda buralara düsmez a! Yazdığı mektuplarda ne kadar Farisi yazılmış. Galiba Dacikceyi iyi biliyor. Aman aman, ses var, o olmalı. 17 Bela-yı Muhabbet, Kahkaha, nr. 10, 22 Nisan 1291/1875, s.3. 18 A.g.e., Kahkaha, nr.8, 15 Nisan 1291/1875, s.2. 19 A.g.e., Kahkaha, nr. 10, 22 Nisan 1291/1875, s. 3. 528 Dr. Özlem NEMUTLU Görüleceği üzere Yeranuhi Toto, Bedrosyan’la parası için birliktedir. Bedrosyan ile buluşmalarını Meyanciyan sağlar. Meyanciyan’ın bu yönü Yeranuhi ile olan diyaloglarında ortaya çıkar. Meyanciyan, “Merak etme matmazel, benim ne köpoğlu olduğumu bilirsin.”20 diyerek Yeranihu’ya bu işlerde ne kadar mahir olduğunu anlatmak ister. Bununla birlikte gayrimeşru ilişkinin anlatıldığı bu komedide de yaşananlar ile Ermenilik arasında bir bağlantı kurulmamış, vak’a olduğu gibi sergilenmiştir21. Bizde ilk trajedi yazarı olarak bilinen Ali Haydar’ın Rüya Oyunu, manzum bir komedidir. Eserin temel kişilerinden ismi belirtilmeyen zengin bir bey, ilk perdede rüyasında peri kızı Kalipso’yu görür. Rüya Oyunu’nun ikinci perdesinde, bir balo tasvir edilmektedir. Bu baloda beyden başka Maryenko, Aryenko ve uşak Ayvaz bulunmaktadır. Bey ile Maryenko’nun birbirleriyle aşıkâne söyleşmektedirler. Divan ve halk edebiyatı mazmunlarıyla örülü bu diyaloglarda iki sevgili birbirlerini vefasızlıkla suçlamaktadırlar. Bu arada bey, gördüğü rüyayı tabir ettirmiş, sonunda etrafındakilerin kendisini aldatma niyetinde olduklarını öğrenmiştir. Gerçekten uşağı Ayvaz, Aryenko’yla işbirliği edip beyi “fakir ve hakir düşürmek” için sözleşmişlerdir. Neticede sırları ortaya çıkar. Ayvaz, Gidip gayrı ben Aryenko’ya Derdimi söyleyim o caduya Böyle bir derde çare varsa bulur Herkesin derdine o merhem olur22 Diyerek dertleşmek için Aryenko’nun yanına gider. Oyun Ayvaz’ın bu monologuyla biter. Rüya Oyunu, yukarıda bahsettiğimiz diğer komediler gibi kurgusu oldukça zayıf, gevşek dokulu bir tiyatro oyunudur. Eserdeki bey şeklinde adlandırılan kişinin ismi belirtilmediği için kimliğine dair kesin bir tes20 A.g.e., Kahkaha, nr.8, 15 Nisan 1291/1875, s.2. 21 Fazıl Gökçek, Osmanlı Kapısında Büyümek (Ahmet Mithat Efendinin Hikâye ve Romanlarında Gayrimüslüm Osmanlılar başlıklı çalışmasında Ermeni hikâye ve roman kişilerini değerlendirdiği kısımda, Ermenilerin yabancı kabul edilerek dışlanmadıklarını, Bilakis Osmanlının çok milletli yapısının önemli bir unsurunu oluşturdukları sonucuna varmıştır. Gökçek, A. Mithat Efendinin eserlerinde de olumsuz Ermeni karakterlerin de yer aldığını ancak buradan yola çıkılarak olumlu veya olumsuz genellemelere gidilmediğini de belirtmiştir. (s.149-150). 22 Ali Haydar, Rüya Oyunu, s.30. 529 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER pitte bulunamamakla birlikte, Ayvaz23’ın, Müslüman Osmanlıların evinde çalışan ve çarşı-pazar işlerine bakan Ermeni uşak olması, bey’in de bir Müslüman olduğunu düşündürmektedir. Bu bağlamda beyini kötü duruma düşürmek için Aryenko’yla anlaşan Ayvaz, beyine ihanet eden bir uşak tipi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak, komedinin mizahî atmosferi içerisinde, bu davranış şekli eleştirilmez, oyun, bizde sadece gülme hissi bırakır. Ayvaz ve eserin diğer Ermeni figürü Aryenko’nun bu ihanetleriyle kimlikleri arasında bir bağ kurulmaz. Ali Rıza24’nın Mızrak Çuvala Sığmaz’ında, esnafı, müşterisi ve zabıtasının yüz yüze geldiği tipik bir Osmanlı çarşısı panoraması tasvir edilmektedir. Bu çarşıda Tahir Ağa, kahveci; Bedos, bakkal; Petro, tütüncü; Mahir, paranomacı; Artin Ağa, Kamil Efendi, Ata Efendi, Adil Efendi ve Vasfiye Hanım müşteridirler. Bu şahıslardan Artin Ağa ve Bedos Ermenidir. Petro Rumdur. Her esnaf, sabahları birbirlerine iyi dileklerde bulunarak işlerine başlarlar. Hepsinin temel şikayeti işlerin durgunluğudur. Çarşıda yeni dükkan kiralayan ve oldukça “becerikli” olan Mahir, Amerika’dan getirdiği türlü türlü hayvanları seyrettirerek para kazanacaktır. Bu, esnaf arasında argoya kaçan ancak onların karakterlerini de ele veren şakalaşmalara sebep olur25: Bedos- Ne hayvanlar var bakalım? Mahir- Her nev. Petro- (Bedos’u göstererek) Ayı da var mı? Mahir- Hiç olmaz mı? O kadar hayvan içinde mutlak bulunacak. Bedos- (Petro’yu göstererek) Boynuzlu hayvanların da var mı? 23 Sabri Esat Siyavuşgil, Karagöz başlıklı çalışmasında geleneksel Türk tiyatrosunun bu örneğindeki tipleri değerlendirirken Ermeni’den de bahsetmektedir. Siyavuşgil’e göre bu oyunlardaki Serkiz adlı Ayvaz, zengin konaklarının vekilharcının yardımcısıdır ve bu iş için sadece Ermeniler kullanılır. Ayvazlar, konağın günlük ihtiyaçlarını alıp gelmekle yükümlüdürler. (Bkz. Karagöz, 1941, s.182.) 24 Mustafa Nihat Özön’ün Baha Dürder ile birlikte hazırladığı Türk Tiyatrosu Ansiklopedisi (İstanbul: 1967, ss.25-26)’nde Ali Rıza’nın sadece adapte ettiği uyarlamalardan bahsedilmektedir. Bizim yukarıda ele aldığımız Mızrak Çuvala Sığmaz komedisinin yazarı da muhtemelen aynı Ali Rıza’dır. Bu durumda yazarın uyarlamalar dışında telif bir eseri de olduğu anlaşılmaktadır. 25 Mızrak Çuvala Sığmaz, s.7. 530 Dr. Özlem NEMUTLU Mahir, aslında sadece üç ayna getirmiştir, amacı insanları kandırmaktır. Hilesini ilk fark eden Tahir olur, ancak kârı paylaşmak üzere anlaşır. Bedos bu işte bir şeytanlığın olduğunun farkındadır, fakat henüz siftah yapmadığı için bir türlü parasını kıyıp da bir türlü hayvanları seyretmeye giremez. Burada Bedos, öncelikle tutumluluğu ve zekasıyla dikkat çekmektedir. Sonradan Tahir onu da işe dâhil eder fakat Bedos sır tutamaz, Artin’e söyler26: Bedos- Âdeta arz-ı mahzar yapıp mahalleden çıkarmalıyız. Ne demek? Bizim namusumuz var… Şunun şurasında ırz ve edebimle bakkallık ediyorum. Hiç böyle şey görmedim. Mahallemiz ehl-i ırz mahallesidir. Böyle adam içimizde olamaz. Adeta çıkarmalıyız vesselam. Kâmil- Gevezelik ediyorsun artık. Senin de ne çiçek olduğunu biliyoruz. Bedos- Ay sanki beni de beraber mi sanıyorsunuz? Haşa kabul etmem efendim, Allah kuru iftiradan saklasın. Bu ne haksız şüphe? Artin- Canım ne telaş ediyorsun? Bedos- Komşuluk var ne yapayım? Bir kötünün yedi mahalleye zararı olur derler. Korkmaz mıyım ya? Elbette korkarım. Kâmil- Petro da komşu. Niçin hiç telaş etmiyor. Bedos- Neme lâzım benim Petro? Ben kendi işime bakarım. Görüleceği üzere, Bedos, arkadaşlarına ihanet etmiştir ama bununla Ermeniliği arasında bağlantı kurulmaz. Kaldı ki, Tahir ve Mahir Ağaların yaptıkları da neticede insanları kandırarak para kazanmaktır. Sonunda zabıtalar işe el koyar, Müslim-gayrimüslim bütün suçlular cezalarını çekerler. Tiyatro dergisinde yayımlanan Müstait Uşak, Molier’in eserlerinden izler taşıyan kısa bir komedidir. Oyun, yaşlı bir bekar olan Muhsin Ağanın uşağı Hasan Ağanın yanlış anlamaları ve bundan doğan komikliklerle örülüdür. Müstait Uşak’ta Muhsin ve Hasan Ağalardan başka Ermeni ekmekçi Zakar, Rum bakkal Todori ve bir dikişçinin kızı olan Rum Elenko da bulunmaktadır. Muhsin Ağa, evinde Elenko’yu beklemektedir. Bunun için 26 A.g.e., ss. 49-50. 531 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER uşağı Hasan’ı Elenko dışında kimseyi içeri almaması konusunda uyarır. Ancak “müstait uşak” Hasan, efendisini yanlış anlar, içeriye Zakar’ı alır. Muhsin Ağa, Zakar’a borçludur ve mümkün olduğunca ona görünmemeye çalışmaktadır. Todori ile Elenko aralarında anlaşarak Muhsin Ağayı aldatmayı planlarlar. Eserde Muhsin ve Hasan için “Ağa” unvanının kullanılmasına karşılık gayrimüslim şahıslar Zakar, Todori ve Elenko sadece isimleriyle anılırlar. Diğer taraftan hâkim konumda gibi gözüken Muhsin Ağanın Zakar’a borçlu olması, Elenko ve Todori’nin onu tuzağa düşürme planları, toplumsal hayattaki dengenin, dolayısıyla sosyal ve siyasî otoritenin, Osmanlı aleyhine değiştiğinin de bir göstergesi gibi yorumlanabilir. Borçlu Müslüman Osmanlı-alacaklı gayrimüslim veya batılı, bundan sonraki eserlerde de karşımıza çıkacaktır. Böylelikle Molier’in komedilerinin basit bir taklidi olan bu eserde, geri planda kalmış gibi gözükmekle birlikte gayrimüslim kişilerin Muhsin Ağayla olan ilişkilerinin mahiyeti de oldukça önemlidir. Burada şunu da belirtelim ki, Ermeni Zakar alacaklıdır; Rum Todori ve Elenko ise Muhsin Ağayı kandırmak için çareler düşünmektedir. Ancak buradan yola çıkarak yine bir genelleştirmeye gidilmez. Tanzimat dönemi eserleri kapsamında ele aldığımız Terkos Gölü, Doktor Nuricyan’ın çeşitli milletlerden birçok ecnebi doktora Terkos Gölü’nün suyunun içilebilirliğini ispatlama gayretlerini anlatan ve böylelikle devrin aktüel bir meselesini ele alan bir hiciv komedisidir. Burada konumuz açısından önemli olan, Doktor Nuricyan’ın suyun içilebilirliğini ispatlamak için kırk dereden su getiren ve “sudan hiç anlama”yan Frenkleri “zevzek”likle nitelendirmek suretiyle Frenkler karşısında oldukça yerli bir tavır sergilemesidir27. Bu bağlamda Terkos Gölü, yukarıda ele değerlendirdiğimiz Bela-yı Muhabbet, İki Karpuz Bir Koltuğa Sığmaz, Mızrak Çuvala Sığmaz, Müstait Uşak komedilerinden farklı bir temaya ve şahıs kadrosuna sahiptir. Mehmet Rifat’ın Görenek başlıklı dramındaki Manik Dudu, tıpkı Doktor Nuricyan gibi bir Osmanlı Ermenisi kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Görenek, bize batılılaşmayla gelen ve aile yapısını bozan gösteriş düşkünlüğünü eleştirmek amacıyla yazılmıştır. Bu oyunda Nesibe Hanım, akrabaları Cevriye Hanımlardan aşağı kalmamak için gösterişli bir sünnet düğünü yapma derdine düşer. Bunun için eşi Enis Beyden habersiz Manik Dudu adındaki bir Ermeni bohçacısına elmas broşlarını satmak ister. Cari27 Terkos Gölü, Hayal, nr.119, 13 Teşrinisani/Kasım, 1290/1874. 532 Dr. Özlem NEMUTLU yesi “Ermeni karı”nın geldiğini haber verirken Nesibe “Canım dudu” diye hitap eder. Manik Dudu, “fukaralıktan, piyasanın durgunluğundan” şikayet eder. Satışların az olmasının sebebi ise kadınların alafrangalaşması, onun deyimiyle “hoppalaşması” dır28: Manik- Ya hanım işte böyle. Bizim de günümüz bitti. Hanımlar da başkalaşmış. Elmasa o kadar itibar etmeyip Allah’a sığındık Beyoğlu’na döküldüler. Şimdi elmas yerine horoz kuyruğu tüyler takıyorlar. Bari ucuz olsa. O da elmasın yarı fiyatına. Hiç olmazsa elmas yine paradır. Hatırınız kalmasın ama pek de hoppalaştınız. Burada yazarın Manik Dudu tiplemesiyle iki farklı sonuca ulaşmak mümkündür: Mehmet Rifat, bir taraftan Manik Dudu’nun alafrangalık karşısındaki hassas tavrını ön plana çıkarmak suretiyle onu batılılardan ayırmakta ve bir Osmanlı olarak görmektedir. Diğer taraftan Müslümanlardaki alafrangalığı eleştirmek ve bundan çıkacak sonucu daha etkili kılmak için bir Osmanlı Ermenisini kullanmaktadır. Ancak Manik Dudu’ya böyle bir fonksiyon yüklerken aynı zamanda onu “öteki”leştirmektedir. Neticede aynı şahıs etrafında hem içselleştirme hem de yabancılaştırma birleşmektedir. Görenek vasıtasıyla eleştirilen alafrangalık, aile bütçesinden başka Manik Dudu gibi ev ev dolaşarak geçimini sağlayan kadınların da ekonomisini sarsmıştır. Ancak kethüda kadın, onun satışların az olduğundan şikayet etmesine inanmaz, Asaf Beylerin konağındaki hanımları örnek gösterirken o buna da “Manik- A kadınım sen Asaf Beyin hanımlarını ne ararsın? Onlar hâlâ eski gidiş.29” şeklinde cevap verir. Sıkı bir pazarlıktan sonra Dudu, mücevherleri alır, hanımın ısrarı üzerine parayı hemen getirmek için çıkar. Sabırsızlanan Nesibe ile kethüda arasında şöyle bir diyalog vuku bulur30: Nesibe- Kâfir karı hâlâ da gelmedi. Amma da nazlanıyor ha. Kethüda- Öyledir kızım onlar öyle. İnsanın bir sıkıntılı vaktini gözlerler. 28 Mehmet Rifat, Görenek, s.55. 29 A.g.e., s.55. 30 A.g.e., s.60. 533 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Bu diyalogda görüldüğü gibi Ermeniler, diğer bütün gayrimüslimlerle birlikte “kâfir” olarak nitelendirilmektedir. Burada bilhassa kethüda kadın vasıtasıyla hissettirilen, gayrimüslim kesime duyulan güven duygusunun sarsıldığı realitesidir ki, bu olgu, Osmanlının son dönemine damgasını vuran kaçınılmaz bir sondur. Burada Dudu, önce satışların durgunluğundan dem vurur, ardından parasını tam alamamakla birlikte bir çırpıda elması satar gelir. Nitekim Enis Bey, eşinin elmaslarını çarşıda görmüştür. Fakat, eserde yazarın vermek istediği mesajın hedefi Manik Dudu’nun açıkgözlüğü değil, bilhassa onun da “hoppalık”la eleştirdiği Nesibe Hanım gibilerin “alafranga”lara özgü özentili hayat tarzıdır. Yazarın bu bağlamda kullandığı Ermeni Manik Dudu, oldukça canlı bir oyun kişisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ahmet Mithat Efendinin Eyvah31 isimli tiyatrosunda Görenek’te olduğu gibi bir Ermeni bohçacı kadın tipi bulunmaktadır. Burada da gayrimüslim ve bohçacı olduğu için her eve girip çıkması ve erkeklerle de rahatça görüşebilmesi itibarıyla bir önem teşkil etmektedir. Bu tarz işler gören gayrimüslim kadınlar, roman ve hikâyelerde kadın-erkek ilişkilerinin düzenlenmesinde32, dolayısıyla vak’anın seyrinde oldukça önemli bir işleve sahiptirler. 1908’den önce yazılmış eserlerden Hasan Bedrettin Paşa’nın Iskatı Cenin dramı ve Mehmet Şakir’in Kırk Yalan Köse komedisinde kuyumculuk ve tefecilik yapan birer Ermeni oyun kişisi mevcuttur. Iskat-ı Cenin’deki Ermeni sarraf, Şevki Bey adındaki bir mirasyediye para vermiştir. Şevki Beye aldığı konsolidenin depozitesi için Alfons adındaki bir başka sarraf arkadaşının yardımcı olduğu yalanını söyler. Aslında amacı Şevki Beye verdiği borçları geri almaktır. Şevki Beyin para almak için içeriye gittiği esnada yalnız kalan sarrafın gerçek niyeti ortaya çıkar. Yazar, burada sarrafı kişileştirmek için monologa başvurmuştur33: Sarraf (yalnız)- Başka türlü olmayacak. Üç bin lira alacaktan bin beş yüz kaldı. Şimdi sekiz yüzü alırsak geriye bir şey kalmaz. Allah vere de arkadaşım sezdirmeyeydi. Şu paraları da kurtarsam.. Bir daha böyle sahte mirasyedilerin semtine bile uğramayacağım. 31 Ahmet Mithat Efendi, Eyvah, İstanbul:1288/1872. 32 Bkz. Fazıl Gökçek, “Tanzimat Döneminde Kadın-Erkek İlişkilerinin Düzenlenişine Dair Bazı Tespitler”, Türk Yurdu, S.: 153-154, Mayıs-Haziran 2000, ss. 126-132. 33 Hasan Bedrettin Paşa, Iskat-ı Cenin, s.65. 534 Dr. Özlem NEMUTLU Burada sarraf son derece işinin erbabı kurnaz bir kişi olarak çizilmektedir. S.E. Siyavuşgil, “Ayvazlıkla başlayıp da hem cizyeden kurtulan, hem de çarşı pazardaki alışverişlerden kendine pay çıkarıp zengin olan Ermenilerin bir vakitler devletin nazarını çekecek kadar çoğaldığı”nı belirtir ve Karagöz oyunlarındaki Ayvaz’ı daha sonra “kuyumcu Ermeni” tipine dönüştüğünü bildirmektedir34. Iskat-ı Cenin’deki sarraf, tıpkı Görenek’teki Manik Dudu gibi Osmanlı’nın ekonomik ve toplumsal yapısındaki dengelerin değiştiğini gösteren bir başka örnektir. Burada dikkat edilmesi gereken bir başka kişi Şevki’dir. O da Nesibe gibi bir bakıma müsrif ve saf bir alafrangadır. Hasan Bedrettin, Şevki’nin müsrifliğini eleştirmek için kurnaz sarraf tipinden faydalanmıştır. Bu oyunda dikkatimizi çeken bir başka husus ise, sarrafın Türkçeyi tıpkı Şevki Bey gibi konuşmasına mukabil, Şevki’nin amcasının kızını öldürtmek suretiyle mirasını ele geçirme planlarına ortak ettikleri Mösyö Doktor’un kendi dilinin aksanını kullanmasıdır35. Yazarın sarraf için böyle bir dili tercih etmesi, onu her şeye rağmen bizden biri gibi görmesindendir. Mehmet Şakir’in Kırk Yalan Köse’sindeki Bogos Ahbar da, Köse Mahir’in kandırdığı Hacı Safi’ye çiftliği ve evi karşılığında borç para verir. Burada isimlendirilmeden de anlaşılacağı gibi “saf” olan Hacı Safi’dir, kandırılandır. Kazançlı olan, ona borç veren, dolayısıyla üstünlüğünü sezdiren Boğos Ahbar’dır. Ancak yazar, eserde işini bilen ve yürütün Bogos Ahbar’dan ziyade bir nevi başına gelenleri hak eden Hacı Safi’yi öne çıkarır. Bogos Ahbar bir nevi maksadı için vasıtadır. İçinde Ermeni kişilerin bulunduğu Tanzimat dönemi tiyatro eserlerinin çoğunluğunun komedi olmasına mukabil 1908’den sonra yazılanların dram türünün özelliklerini taşıdıklarını söylemiştik. Bu eserlerden Mehmet İhsan’ın Ermeni Mazlumları yahut Fedakar Türk Zabiti, Ermeni şahıslarını dikkat çekici bir şekilde ele almasıyla önemlidir. Yazar, kitabın kapak sayfasında bu eseri “Türklerle Ermeniler beyninde minelkadim caygir olan hub ve muhadenatın bir kat daha teyit ve istikrarı maksadıyla” yazdığını belirtmektedir. Dolayısıyla Ermeni Mazlumları yahut Fedakar Türk Zabiti, II. Meşrutiyetin ilanından sonra yazılan birçok tiyatro eseri gibi tezli bir oyundur ve birçok propaganda unsurları taşımaktadır. Zaten yazarı Mehmet İhsan36 da, bahriye yüzbaşısıdır, yani devrin coşkulu atmosferinin etkisi altında kalarak eser veren amatör tiyatro yazarlarındandır. Bu bağ34 Sabri Esat Siyavuşgil, a.g.e., s.182-183. 35 A.g.e., s.77. 36 Bkz. Mustafa Nihat Özön-Baha Dürder, a.g.e., s.285. 535 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lamda üzerinde durduğumuz eserin kurgusu oldukça zayıftır. Bu durum, şahısların çizilmesinde de kendisini göstermektedir. Eserde olaylar II. Meşrutiyetin ilanından hemen önce ve sonrasında yaşanmaktadır. Artin ve Dikran efendiler iki kardeştir. Dikran banka memuru, Artin ise bir Fransız mağazasının müstahdemidir. Anneleri Oskok ve Dikran’ın eşi Agavni, Dikran’ın oğlu Arşak ile hep birlikte bu durumu değerlendirmekte ve ailece Ermenilerin katledileceğinden korkmaktadırlar. Dikran ve Artin, olaylar karşısında daha soğukkanlı düşünürken Oskok, Türklerin samimiyetine güvenmemektedir. Aşağıdaki uzunca alıntı, bize eserin hem şahıs kadrosunun hususiyetlerini hem de vermek istediği mesajı göstermesi bakımından önemlidir37: Oskok- Ah bu Türkler ah! Artin- (ayağa kalkarak) Hata ediyorsunuz valideciğim. Ermenilerden bomba atanlar, silah istimal edenler, isyan eyleyenler nasıl ki, milletin ekallini ve cahil kısmını teşkil ediyorlarsa Türklerden de milletimiz üzerine taarruz edenler cahil ve idraksiz kısmını teşkil edenlerdir. Bu gibi hadisat-ı müellimede bizden bir tüccar, bir kâtip, bir efendi bulunmadığı gibi Türklerden de o kâbil kimseler bulunmuyor. Bunları yapanlar hep ıglalat-ı ecnebiyeye kapılarak ve önünü ardını düşünmeyerek iki milletten de ortaya atılan birtakım sadedilândır. Agavni- Türkleri o kadar müdafaa etme Artin. Oskok- O daima müdafaa eder. Artin- Hakikati söylüyorum. Düşünelim valideciğim. Bugün İstanbul halkı birçok anasırdan mürekkep olduğu halde bize dest-i muvalat ve meveddetini uzatan, ailemizi, namusumuzu kendi aile ve namusları kadar muhafazaya çalışan, sofralarımıza teklifsizce bir kardeş gibi gelip oturan, yüreklerinde hiçbir şaibe-i ihtiyal olmadığı halde hepimiz hakkında ayrı ayrı muhabbet ve nüvazişler gösteren Türkler değil midir? Bugün Ermeniler ne kadar mazlum ise Jöntürkler, mütefennin Türkler de o kadar mazlum ve biçaredirler. Agavni- Biz ne kadar itiraz edersek Artin o kadar müdafaa eder valideciğim. Oskok- Öyledir kızım öyle… 37 Mehmet İhsan, Ermeni Mazlumları yahut Fedakar Türk Zabiti, ss. 5-7. 536 Dr. Özlem NEMUTLU Artin- Haksız mı müdafaa ediyorum ya! Bu iki millet beyninde ne kadar gürültü, ne kadar niza´ olursa olsun yine Ermeniler Türksüz, Türkler de Ermenisiz yaşayamazlar. Hasılı bu iki millet birbirinin muhibbi ve mütememmidir. Onlar bize kudret ve miknette nasıl lâzım ise bizler de sanat, ticaret ve muavenette onlarda o kadar lâzımız. Görüleceği üzere, Artin son derece idealize edilmiş bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Oskok ve Agavni çok kısa cümlelerle konuşurken Artin, bir nevi hitabet edasıyla onlara seslenir. Çünkü yazarın amacı Artin vasıtasıyla seyirciye, dolayısıyla topluma mesaj vermektedir. Bu yüzden Artin’den farklı düşünen Oskok ve Agavni’nin fonksiyonu Artin’e söz hakkı vermekten ibarettir. Sahnede tek başına konuşan aslında Artin’dir. Sonunda ailenin korktuğu başına gelir. Dikran çıkan olaylarda sopalarla öldürülür. Süvari Yüzbaşısı Fazıl, aileyi koruması altına alır. Askerlerine bu konuda emir verir. Arkadaşı doktor Hanif Bey, anne Oskok’u tedavi eder ama hiç para almaz. Çünkü dostturlar. Fazıl Bey, sürgüne gönderilir. Meşrutiyetin ilanından sonra dönüşte Dikran’ın ailesi, ellerinde Osmanlı bayraklarıyla Fazıl Beyi rıhtıma karşılamaya giderler. Neticede bu eserle verilmek istenen hem Türklerin hem de Ermenilerin II. Abdülhamit ve istibdat rejiminin mağdurları olduklarıdır38. Birtakım huzursuzlukların sorumlusu müstebid padişah ile yabancı devletler ve onların siyasî oyunlarına alet olanlardır. Mehmet İhsan’ın diğer tiyatro eseri, Hırs-ı Saltanat yahut İntikam-ı Meşru-ı Millet, 31 Mart ayaklanmasını konu alan bir oyundur. Bu eserdeki Taşnaksütyun Cemiyeti üyesi Doktor Dikran, Jön Türklerle birlikte Meşrutiyetin yıkılacağı korkusunu yaşamaktadır. Diyaloglarda ona ayrılan kısımlar son derece azdır ve çok kısa cümlelerle konuşur. O da tıpkı Oskok gibi sorduğu sorularla oyunun idealist kahramanlarına fikirlerini açıklamalarında vesile olur. Yazarın diğer oyununda olduğu gibi Dikran dâhil, hiçbir karakterin yaratılmasında canlılık yakalanamamıştır. 38 Abdülhalim Memduh ile Refik Nevzat’ın birlikte yazdıkları Abdülhamit ve Genç Türk Bir Haremağası (İzmir:1327/1911) dramında da II. Abdülhamit Ermeni düşmanı olarak gösterilir. Sultan, kendisini odasına kapatan harem ağasına “.. Bilmez misin ki seni de, sana o lisanı öğreteni de bir Ermeni gibi keserim, kestiririm, astırırım…” (s.45) der. II. Abdülhamit karşısındaki aynı tavır Mehmet Sezai Söker’in Mithat Paşa yahut Hükm-i İdam (İzmir:1328/1912) piyesinde de vardır. Mithat Paşayı yargılayan Hâkim Sururi, son derece hasta olan torunu için, kızının bütün ısrarlarına rağmen Ermeni olduğu gerekçesiyle doktor çağırmaz. Çünkü padişahın adamlarından korkmakta, kendi çıkarlarının tehlikeye düşmesinden korkmaktadır. (s.17-18) 537 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin İstibdat Vahşetleri yahut Bir Fedainin Ölümü, Mehmet İhsan’ın piyesleri gibi devrin tezli eserlerinden birisidir. İttihad-ı İslam gazetesi sahibi Ş. Filibeli Ahmet Hilmi, İslamcı ama aynı zamanda Batıcılığıyla dikkat çeken bir isimdir. Abdülhamit döneminde sürgüne gönderilmiştir. Yazarın bu muhalif tavrı eserine de yansımıştır. Oyun Ermeni çocuk Takvor’un Zaptiye Nezareti’ndeki sorgulamasıyla başlar. Takvor, muzır belgeleri taşımakta aracı olmakla suçlanmaktadır. Aslında suçsuzdur, biri eline zorla sıkıştırmıştır. Ancak masum olduğunu istibdat taraftarı Nazır ve hafiyelere anlatamaz. Onların nazarında on beş yaşındaki “Ermeni çocuğu” Takvor Kılınçyan, “piç”tir, “melun” Ermenilerin “iblis çocukları”ndandır. Bu “hain”lerin hiçbiri merhamete layık değildir39. İstedikleri bilgileri Takvor’dan alamayan zaptiye erkanı onun yakınlarını da hapse almış ve acımasızca sorguya çekmiştir. Oyunun bu kalın çizgilerle çizilmiş “kötüler (olumsuzlar)” grubunun karşısında “iyiler (olumlular)” tarafında Takvor, Jön Türk Şefkatî, Şerbetçiyan, Takvor’un babası, dayısı ve papaz olan dedesi vardır. Hapishane II. Abdülhamit mağdurlarının toplandığı yer olur. Şefkatî ile Takvor ve yakınları, hafiyelerin işkencelerine maruz kalırlar. Cemiyet-i Ahrar üyesi olan Şefkatî, üzerinde bulunan belgelerle ilgili hiçbir açıklamada bulunmaz. Daha fazla acı çekmemek için intihar ederek, “fedai”ler arasına o da karışır. Yazar, çocuk yaştaki Takvor’un masumluğunu birçok yerde vurgular. Onun kişileştirilmesinde kıyafet tasvirlerinden de faydalanır. Takvor’un yeni elbisesi lime lime edilmiştir. Çocuk ayakta yaşlı gözlerle yalvarırcasına ayakta durmaktadır. Sorgulamadan sonra “bitap, mecruh, yüzü bezlerle sarılı” bir şekilde koğuşa getirilir. Şehbenderzade Takvor’dan başka diğer Ermeni kişilerini de çizerken, bilhassa didaskali terimiyle karşılanan parantez içi açıklamalarda sürekli merhamet ve vicdan duygusunu ön plana çıkarır40. Takvor Kılınçyan’ın seksenlik “mürteiş” (tir tir titreyen, ayakta zor duran) papaz dedesi, babası, dayısı ve diğer bir Ermeni, “haifane bir tavırla oturacak bir yer ararlar, bir köşeciğe sokulurlar”41. Mahpus Sabri onların Ermeni komitesine mensup oldukları için tutuklandıklarını düşünmektedir. Oyunun diğer Ermeni figürü Şerbetçiyan da muhalif tavırlarından dolayı hapse düşmüştür. Ancak eserde onun üzerinde çok durulmaz. O 39 Ş. Filibeli Ahmet Hilmi, İstibdat Vahşetleri yuhat Bir Fedainin Ölümü, ss. 5-6. 40 Genel olarak II. Meşrutiyetin ilk yıllarında yazılmış II. Abdülhamit’i ve etrafındaki müstebid idarecileri anlatan piyeslerde sürekli vicdan, adalet, hak kavramları ön plana çıkarılır. Zulmedenler kahredilir, mazlumlar, eserlerin sonunda ölseler bile, kahramanlıkla tebcil edilirler. 41 Ş. Filibeli Ahmet Hilmi, a.g.e., s.28. 538 Dr. Özlem NEMUTLU da diğer Ermeni mahkumlar gibi, kendisine yardım eden ve dostça ilişkiler sürdürdüğü Jön Türklere yeri geldikçe minnet duygularını bildirir. Burada dikkatimizi çeken bir diğer husus, eserde Ermeni figürlerin tıpkı, Mehmet İhsan’ın dramında olduğu gibi Türkçeyi Ermeni aksanıyla konuşmamalarıdır. Buna mukabil koğuşun deli süpürgecisi leş gibi kokan Rum İştefan, daha canlı ve gerçekçi olarak çizilmiştir. Türkçeyi de Rum ağzıyla konuşur42. Bu tavır, kanaatimizce yazarın bilinçli bir tercihinden kaynaklanmaktadır. Sonuçta İstibdat Vahşetleri yahut bir Fedainin Ölümü’ndeki şahısların çoğu, başka bir ifadeyle yazarın sözünü emanet ettiği kişiler canlılığı yakalayamamışlar, birer kukla figürden ibaret olmuşlardır. Buna mukabil Takvor’u hafiyelerin tecavüzünden kurtararak papaz dedenin ve Şerbetçiyan’ın takdirlerini kazanan Kürt Hakkı, Yedi Bela, Sabri, Rum İştefan, şahsiyetlerine uygun konuşma ve tavırlarıyla oldukça canlı çizilmişlerdir43. Eser, bu şahısların yer aldığı kısımlarda gayet başarılıdır. Safvetî Ziya’nın Hıralambos Cankiyadis’nde ise Dikran ve Vartan isimlerinde iki Ermeninin adı geçmektedir. Dikran kırk iki yaşında bir tüccardır. İstibdat döneminin sefih hayatı yaşayan diğer bazı bürokratlarıyla Beyoğlu’nda Madam Jülyet’in evinde gece âlemlerine katılır. Ancak kâh konuşmasıyla kâh da Ermeniliğinden dolayı zaman zaman birlikte vakit geçirdiği arkadaşların alaylarına ve hakaretlerine maruz kalır. Yazar onu Ermeni aksanıyla konuşturur44: Dikran- (Kâğıt verirken Maryet’in şampanya dağıtmasına yan gözle bakarak) He birader, Sende insaf yoktur? Karakulak suyudur ki böyle durmadan boşaltırsın… Altıncı şişede içine oynuor bilirsin. Paraları Ganyot’tan vereceksen o başka… O vakit istediğin tarz ur patlasın edelim!... Gece âlemlerinden tanıdığı ve yukarıdaki alıntıda da adı geçen Maryet’e göre Dikran son derece pintidir ama bu mizaç özelliğinin Ermeniliğinden kaynaklandığına dair bir imada bulunulmaz. Diğer Ermeni 42 “İstefan- Kalispera! Geceler hayır... Pariluz ne düşünüyorsunuz vire… Esrarı kaçırdınız galiba. Yedi Bela- (avdet ederek) İstefan, süpürgeni bırak ben imanım… Oğlan leş gibi kokuyor be.” s. 26. 43 Bkz. Alemdar Yalçın, a.g.e., s.96. 44 Safveti Ziya, Hıralambos Cankiyadis, s.50. 539 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER kuyumcu Vartan’ın eserde sadece adı geçer. O da esere başlık olan Rum Hıralambos Cankiyadis gibi kuyumcudur. Her ikisi işinin ehlidir. Dikran’ın gece âlemlerindeki arkadaşları arasında Necdet Bey ve Selim Paşa adlı Türkler de bulunmaktadır. Bu iki gençten bilhassa şair tabiatıyla dikkat çeken Selim, bu âlemlerin iyice müptelası olmuştur. Frida adında bir metresi vardır. Ona elmas vs. aldığı gibi her ay para da vermektedir. Bu sefer vereceği kartla Vartan’a gitmesini söyler. Frida ise Vartan’ın kart kabul etmediğini belirtir. Bunun üzerine Selim Paşa ile Frida arasında şöyle bir diyalog vuku bulur45: Selim Paşa Paşa- (mütehevvir) Ahhh! Ermeni değil mi? Bendenize hep garazdır. Ama ben ona gösteririm… Bir gün elbet ona da çatarım. Frida- (gülerek) Canım bu Ermenilerden ne istiyorsunuz?... Bir parça da Rumlara çatsanıza! Selim Paşa- Yoo… Onlara ilişmek olmaz… Çoğu bendegândır!... İncelediğimiz eserler arasında sadece Hıralambos Cankiyadis’te gayrimüslim kesimler arasında böyle bir mukayeseye gidilmektedir. Eserde vak’a, kesin bir tarih bildirilmemekle birlikte istibdat döneminde geçmektedir. Devletin Rumlarla yaşadığı sorunlar ise bu dönemden daha önce başlamıştır; yani “bendegânlıklar”ı söz konusu edilemez. Ancak istibdat döneminde en çok adından söz ettiren gayrimüslim kesim doğal olarak Ermenilerdir. Jön Türklerde olduğu gibi hükümetle Ermeniler arasında birçok problem yaşanmıştır. Hıralambos Cankiyadis’teki Selim Paşa da, mücadeleci Jön Türklerden farklı olarak sefih hayatı yaşayan olumsuz bir mirasyedidir. Diğer taraftan Dikran da, Mehmet İhsan’ın ve Şehbenderzade’nin eserlerinde karşılaştığımız idealist Ermeniler gibi değildir. O da tıpkı Selim Paşa gibi Beyoğlu âlemlerinin âşina bir simasıdır. Piyesin daha ileriki sayfalarında da Selim Paşa, Muzaafer Bey ve Maryet ile Dikran arasında, Ermenilik ve Ermeniler üzerine gergin konuşmalar vuku bulur46: Selim Paşa- [Anjel’e] (mütefekirrane) Kadınlarla ortaklığı hiç sevmem ama, çapkın kız belki bana şans getirirsin. (Dikran’a hitaben) Dikran bana yirmi lira versene!.. 45 Safveti Ziya, Hıralambos Cankiyadis, s. 60. 46 A.g.e., s. 63-65. 540 Dr. Özlem NEMUTLU Dikran- Ben bunları kazanıncaya dek ciğerim ağzıma geldi. Hiç veririm! Selim Paşa- Hain herif seni!... Çık bakayım paraları. Hâla sağ kaldığına dua etmiyor da yaverandan para istiyor. (gülerek) Bir sopalık canın var ha! Dikran- (paraları sayarak) Dur, dur! Merak etme o sizdeki sopa, dönüp dolaşıp bir gün olup bizim elimize geçecek! O vakit tadını anlarsın… He sen… Daha rüzgar kellen (s.63) devrilirsin ya… Selim Paşa- (gülerek) Aç tavuk kendini arpa anbarında sanır…Sen paraları ver de sopa nöbetini daha çok beklersin korkma!! Muazzez Bey-Şu hınzır Dikran’dan benim vallah şüphem var, hain mutlak Taşnak Sütyun’dandır. Baksanıza hepimizi soydu soğana döndürdü… (Selim Paşaya hitaben) Gel paşa, şu hain herifi jurnal et. Dikran- (Bir kadeh şampanya içerek) He aklına getirme kardeş… Dayanamaz o haltı eder, alışan kudurandan beterdir derler. (gülerek) Çirkefe taş atma kuzum! Selim Paşa- (omzuna vurarak) Senin gibi herif jurnal edilmez. Sadakatine zerrece şüphe oldu mu, kafasına indirirsin sopayı… Bir hain ortadan eksik olur vesselâm. Dikran- İndirin! Birader, indirin!.. Alçak eşeğe herkes biner… Maryet- (gülerek) Aman dur, öyle ise ben de şu eşek herife bineyim de garazımı çıkarayım!.. Dikran- He! Bunun da cevabı var ama, uzuna kaçar… Hıralambos Cankiyadis’te Dikran kendi şahsında bütün Ermeniler adına konuşarak bir bakıma hükümetin kendi milleti üzerine uyguladığı baskıya karşı çıkarken İbnülcemal Ahmet Tevfik’in İstibdatın Son Günü yahut Zavallı Valide isimli dramında Ermeni Köskösyan Bey, piyesin eşhas kısmında da belirtildiği gibi “müteaddid hafiyelerden” olup “ Ermenice kütüb-i muzırra mütercimi”dir. Diğer tercümanlar Rum Razkapos Bey ile Yahudi İmkoza Beydir47. Her üçü Mekteb-i Hukuk mezunu Rifat’ın sorgulanmasında görev alırlar. Konumuzla ilgili olarak değineceğimiz son iki eser Ahmet Reşat’ın Herkesin Tanıdığı İki Hanım ve Ebulfikret’in Bir Fıtrat-ı Nadire’dir. İlk pi47 İbnülcemal Ahmet Tevfik, İstibdadın Son Günü yahut ZavallıValide, s. 3. 541 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER yesin şahıs kadrosu arasında yer alan Rupen Efendi 55 yaşında Perver Paşa ailesinin hususi doktorudur. Piyeste sadece Sedat Beyin hasta eşi Yegâne Hanımı tedavi ederken sahnede görülür. Eserin diğer kişileri, Sedat ve Haydar için “Bey” ünvanı kullanılırken Rupen “Efendi” ünvanıyla takdim edilir. Sedat Beyin Rum sandalcısı Nikoli ve Haydar Beyin uşağı Hurşit ise sadece isimleriyle anılırlar. Dolayısıyla görünürde unvanlar bakımından bir ayrım yapılmış gibi gözükmesine rağmen buradan yola çıkarak bir genelleştirmeye gitmek mümkün değildir. Bir Fıtrat-ı Nadire’de Vahan, Cafer Efendinin emektar adamıdır ve aynı zamanda onun tek oğlu Suphi’nin lalasıdır. O da tıpkı Cafer ve eşi Hürmüz Hanım gibi Suphi’nin mürüvvetini görmek istemektedir. Evlenmezse Suphi’nin de çocuklarına hizmet edecek kadar kendini Cafer Ağanın ailesine adamıştır48. Neticede Tanzimat ve II. Meşrutiyet dönemlerinde verilen tiyatro eserlerinde Ermeni kişilerin nasıl yer aldığı konusunda şunları söylemek mümkündür: Tanzimat dönemi piyesleri, genelde komedi şeklindedir ve bunların bir kısmında yazarların Ermeni şahısları çizerken ait oldukları sosyal ve kültürel geleneğin etkisinde kaldıkları aşikârdır. Ancak buradan yola çıkarak bir dışlama veya olumsuzlukların Ermenilere, Ermeniliğe teşmil edilmesi gibi genelleştirmelere gitmek mümkün değildir. 1908’den sonra yazılan eserlerin ise tamamı dramdır. Bu dramlardan Ermeni kişilerin iyice ön plana çıktığı eserler, tezli eserlerdir ve devrin genel atmosferinin etkisinde kalınarak kaleme alınmışlardır. Ancak bu piyeslerde gördüğümüz birtakım olumsuz şartlar ve durumlar, sadece Ermeni kesimine ait değildir. II. Abdülhamit, ortak düşmandır. Jön Türküyle Ermenisiyle bütün kişiler, onun ve hafiyelerinin mağdurudurlar. Bununla birlikte bazı piyeslerde istibdat rejimiyle birlikte hareket eden veya Beyoğlu’nda bohem hayatı yaşayan Türk mirasyediler gibi Ermeni şahıslar da mevcuttur. Burada dikkatimizi çeken bir husus, istibdat rejiminin ve II. Abdülhamit’in eleştirildiği tiyatro eserlerinde Jön Türklerle birlikte hareket eden kişiler arasında Ermenilerin bulunmasına mukabil, Rum ve Yahudi gibi diğer gayrimüslim kesime ait şahısların yer almamasıdır. Komedi türündeki eserlerde Ermeni şahısların çizilmesinde en çok başvurulan usul, dilin kullanımıdır. Kişilerin çoğunluğu, Türkçeyi Ermeni aksanıyla konuşurlar. Buna mukabil dramlardaki Ermeni kişiler, Türkçeyi kendi dillerinin aksanıyla kullanmazlar ve eserde de olumlu figürler arasın48 Ebulfikret, Bir Fıtrat-ı Nadire, s. 18. 542 Dr. Özlem NEMUTLU da yer alırlar. Söz gelimi Manik Dudu, Oskok, Artin, Agavni gibi. Sadece Hıralambos Cankiyadis’teki Dikran, Türkçesine bol bol Ermeni tarzı söyleyişler ve edatlar katar ki o da piyesin olumsuz kişileri arasındadır. Dram yazarlarının dil konusundaki böyle bir tercihe yönelmeleri, kanaatimizce vermek istedikleri mesajla yakından ilgilidir. Ermenileri kendi aksanıyla konuşturma bir nevi yabancılaştırmadır; ancak bu tavrın söz konusu olduğu eserlerdeki kişiler oldukça canlı ve realisttirler. Ermenileri Müslüman bir Türk gibi konuşturma bir bakıma içselleştirme, bizden biri gibi görmedir; fakat bu amaçla piyeslerde yer verilen kişiler kukla figürler olmaktan öteye geçememişlerdir. Diğer taraftan birkaç örnek dışında şahısların yaş, boy, görünüm gibi fiziksel özellikleri, fazla ön plana çıkarılmamıştır. Ermeni kişiler, kılık kıyafetleri veya oturdukları ev, mahalle, sokak vs. bakımından da diğer kişilerden farklı ele alınmamışlardır. Sonuçta birkaç istisna dışında tiyatro eserlerinde Ermenilik veya Ermeni olma, başlı başına bir problem veya olumsuzluk kaynağı olarak görülmez. 543 SANAYİ-İ NEFİSE MEKTEBİ MUALLİMİ ERMENİ HEYKELTRAŞLARIMIZDAN YERVANT OSKAN Uzm. Pınar BOLEL KOÇ Fırat Üniversitesi-Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail : rdoganay@firat.edu.tr; Tel : 0 424 233 90 71 Özet Heykeltıraş Yervant Osgan, II. Abdülhamit dönemi eğitim sistemi içerisinde yer alan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk sanat okulu olan Sanayi-i Nefise Mektebi Heykel Kısmı’nın kurucusu ve ilk hocasıdır. Bu bağlamda Yervant Osgan Osmanlı heykel sanatında gerek hocalık gerekse sanatçı duruşuyla plastik sanatlar geleneğimizde önemli bir başlangıcı gösterir. Tebliğimizde; Heykel sanatının Osmanlı plastik sanatlarında geçmişi, XIX yüzyılda Osmanlıda heykel, Yervant Osgan biyografisi, Yervant Osgan’ın Sanayi-i Nefise Mektebi içerisindeki eğitimci yönü, sanatçının plastik sanatlarımızdaki yeri ve özel koleksiyonlarda bulunan eserleri gibi başlıklar irdelenecektir. Sempozyumunuzda Osmanlılarla Ermenilerin hoşgörü içinde bir arada yaşadıkları teması çıkış noktası olduğuna göre, Yervant Osgan’ın Osmanlının değerli bir eğitim kurumu olan Sanayi-i Nefise Mektebindeki hocalığı bu birlikteliğe güzel bir örnek teşkil etmektedir. Uzm. Pınar BOLEL KOÇ Giriş Osmanlı İmparatorluğu’nda XVIII. özellikle de XIX. yüzyılda plastik sanatlar alanında Ermeni sanatçıların küçümsenmeyecek ölçüde başarıları bulunmaktadır1. XIX. yüzyılın entelektüel İstanbul sanat ortamında varlık gösteren birçok Ermeni sanatçıdan biri de kuşkusuz heykeltraş Yervant Oskan’dır. XIX. yüzyıl, eğitim tarihi açısından başarılı adımların atıldığı bir dönem olmuştur. Günümüzdeki önemli sanat kurumlarından biri olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 1883 yılında, Sanayi-i Nefise Mektebi adıyla eğitime başlamıştır. Okulun kurucusu olan Osman Hamdi Bey2, (Resim 1-2) Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürlüğü görevinin yanı sıra Sanayi-i 1 2 Rafeal Manas, Osmanlı İmparatorluğu’nda XVIII. yüzyılda Saray baş ressamı olarak görev yapmıştır. Bkz. Kevork Pamukciyan, “Manas Ailesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul 1994. Ülkemizdeki müzecilik, arkeoloji biliminin öncüsü ve Güzel Sanatlar eğitiminin kurucusu Osman Hamdi Bey, 1842 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Hukuk eğitimi almak için gittiği Paris’te resim tutkusunun baskın çıkması nedeniyle, iki yıl süre ile Boulanger ve Geroma Atölyeleri’nde sanat eğitimi aldı. Osmanlı İmparatorluğu üst kademelerinde çeşitli görevler yapan Osman Hamdi Bey, 1881 yılında İmparatorluk Müzesi (Müze-i Hümayun) müdürlüğüne atandı. Bu göreve atanmasıyla Türk müzeciliğinde yepyeni bir dönem açılmış oldu. Eğitimci, sanatçı olmasının yanı sıra arkeolog yönü olan Osman Hamdi Bey, Nemrut dağı, Lagina Tapınağı ve Sayda’da kazılar yapmıştır. Osman Hamdi Bey, arkeoloji bilimi 547 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Nefise Mektebi müdürlüğüne de atanmıştır. Kuruluş aşamasında okulun, Ticaret Nezareti’ne bağlı olarak Resim, Heykel, Mimarlık ve Hakkaklık (Gravür) bölümlerinden oluşturulmasına karar verilmiştir. Ancak okul açıldıktan sonra, hakkaklık bölümü dışında resim, heykel, mimarlık sınıfları ile eğitime başlanmıştır. Dönemin eğitim politikasına uygun olarak, Sanayi-i Nefise Mektebi’ nin mevcut bir binada eğitim vermesi yoluna gidilmemiş, okul için Mimar Vallaury’e Arkeoloji Müzesi Bahçesi’nde bulunan, günümüzde Eski Şark Eserleri Müzesi olarak kullanılan bina yaptırılarak eğitime başlanmıştır.(Resim 3) Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurucusu Osman Hamdi Bey, tarafından okulun Heykel bölümünün başına getirilen heykeltraş Yervant Oskan, (Resim 4) 1855’de İstanbul Samatya’da bilgili, kültürlü, gayrimüslim bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelir. Baba Hogop Oskan, dönemin aydın sınıfına mensup bir kişi olduğu için, ilk eğitimini babasından alan Yervant, on bir yaşına geldiğinde Beşiktaş Mahrukyan ve oradan da Pera’da Hayr Ananya okullarında kısa bir süre eğitimine devam ettikten sonra daha iyi bir eğitim alması için 1866 yılında babasının isteği üzerine Venedik’te Murat Rafaelyan okuluna gider. Bu okulda Armenolog (Ermeni dilbilimci) Norayr Püzantatzi’den Ermenice ve Fransızca dil eğitimi alan Yervant Oskan’ın bu sırada yaptığı resimler ve çizimler öğretmeninin dikkatini çeker. Öğrencisindeki bu sanat gücünü fark eden Norayr Püzantatzi ona bu yönde cesaret vererek kendisini destekler. Yervant Oskan 1872 yılında Murat Rafaelyan Okulu’ndan başarı ile mezun olur. Yervant Oskan, Murat Rafaelyan Okulu’nda aldığı dil eğitiminin yanı sıra, resim sanatında da yeterli bilgi ve becerileri kazanarak eğitimini sürdürmek için Roma’ya gitmeye karar verir. On yedi yaşına gelen Yervant, plastik sanatlardaki seçimini, heykeltraş olmaktan yana kullanarak, Roma İmparatorluk Güzel Sanatlar Akademisi’ne kayıt olur. Hayatının ileriki yıllarında övgü ile söz edeceği Roma İmparatorluk Güzel Sanatlar Akademiiçin gerekli yasal düzenlemeleri içeren, eski eserlerin yurt dışına çıkarılmalarını yasaklayan ve o gün için Türk müzeciliği ve eski eserlerin korunması bakımından büyük bir adım olan Asar-ı Atîka Nizamnamesi’ni 1884 yılında çıkararak uygulamaya koymuştur. Osman Hamdi Bey, Batılı anlamda güzel sanatların temelini oluşturan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin de kurucusudur. 1883’de Sanayi-i Nefise Mektebi’ni (Güzel Sanatlar Okulu) kurarak okulun müdürlüğünü de üstlenmiştir. Ölüm tarihi olan 1910 yılına kadar Müze-i Hümayun ve Sanayi-i Nefise Mektebi müdürlüğü görevlerinde kalan Osman Hamdi Bey, ülkemizde müzeciliğin modernleşmesi yönünde büyük çabalar göstermiştir. 548 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ si heykeltraşlarından Ernico Beketti ve Cirolama Mazini’den ders alarak heykel çalışmalarını sürdürür. Aynı zamanda, bu okulda Resim, Mimarlık derslerine de devam eden sanatçı, beş yıllık eğitimini tamamladıktan sonra 1877 yılında mezun olur. Yervant Oskan, 1877 yılında Fransız sanatını inceleme ve kendini geliştirme arzusu ile Paris’e gider. Sanat yönünden dönemin en popüler kenti olan Paris’te Yervant Oskan, birçok sergiye katılarak madalyalar kazanmıştır. Ayrıca, sanatçının Paris’te bakır kakma tekniğinde el işleri yaptığını, bu işlerde başarılı olup, çevresinden takdir topladığını da kaynaklardan öğrenmekteyiz3. Bu yıllarda Oskan, Paris’e yerleşmeye karar verir, ancak, ailesinin bu isteğini kabul etmemesi üzerine sanatçı, 1881 yılında bir daha yurt dışına çıkmamak üzere İstanbul’a geri döner. İstanbul’a döndüğü yıl dönemin İngiliz konsolosu ile tanışan heykeltraş Yervant Oskan, Konsolosun düzenlediği sergiye heykelleri ile katılır. Bu sergi vesilesiyle Yervant Oskan Osman Hamdi Bey ile tanışır ve aralarında yıllarca sürecek bir dostluk ve iş arkadaşlığı başlar. Osman Hamdi Bey, kurmak istediği Güzel Sanatlar Okulu projesine Yervant Oskan’ı da dâhil eder. 1883 yılında Osman Hamdi Bey tarafından kurulan Sanayi-i Nefise Mektebi bugünkü adı ile Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi bu yıllara kadar akademik olarak ilk kez Plastik Sanatlar alanında bir okulun kurulması ve bu okulun yüksek sanat okulu olması, dönemi içersinde bir ilktir ve hayli önem arz etmektedir. Okulun ilk muallim kadrosu Osman Hamdi Bey, Yervant Oskan, Salvatore Valeri, Joseph Warnia Zarzecki, mimar Alexandre Vallaury ve asistanı Phippe Bello’dan oluşmaktadır. (Resim 5-5a) Sanayi-i Nefise Mektebi müdürlüğü görevine atanan Osman Hamdi Bey, müdür yardımcılığı görevini de Yervant Oskan’a verir. Oskan, okulun idarî işleriyle uğraşırken aynı zamanda, Heykel bölümü başkanlığı ve muallimliği ayrıca, Müze-i Hümayun’un (İmparatorluk Müzesi) heykel restoratörlüğü görevlerini de üstlenir. Yervant Oskan’ın Türk arkeoloji dünyasına yaptığı önemli bir katkı ise bugün Arkeoloji Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan dünyaca ünlü İskender Lahti’ni gün ışığına çıkarmak olmuştur. Lahit, Osman Hamdi Bey’in kazı başkanlığını yaptığı Sayda Krallar Nekropolü Kazısı’nda 1887 yılında bu3 Kevork Pamukçiyan, el yazısı ile Ermenice yazılmış özel notlarından (Çeviren Vağarşag Seropyan). 549 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER lunmuş ve Müze-i Hümayun’a (İmparatorluk Müzesi) getirilmiştir. (Resim 6-7) Yervant Oskan’ın yaptığı en önemli restorasyon çalışmalarından biri olan bu İskender Lahiti, kazıdan pek çok parçaya bölünmüş olarak çıkartılmıştı. İskender Lahti’nin restorasyon çalışmalarını titizlikle sürdüren Oskan, bu ölümsüz eseri arkeoloji dünyasına kazandırmıştır. Ayrıca Yervant Oskan, Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki arkeolojik kazıları Osman Hamdi Bey ile birlikte sürdürmüştür. Osman Hamdi Bey ve Yervant Oskan 1890-1900 yılları arasında at sırtında çeşitli zorluklarla Adana, Urfa, Kâhta gibi Anadolu’nun birçok yerini gezmiş, çeşitli yerlerde de arkeolojik kazılar yaparak, çıkan toprak altı eserleri Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) koleksiyonuna kazandırmışlardır. Sanayi-i Nefise Mektebi’nde birçok heykeltraş4 yetiştiren muallim Yervant Oskan, okulda öğrencilere ders vermek için gerekli olan alçıdan modelleri kendisi hazırlamıştır. Sanayi-i Nefise Mektebi’nin maketlerini de alçı kalıplara döktüğünü kaynaklardan tespit etmemize karşın tüm araştırmalarımızda bu çalışmaların orijinallerine tarafımızdan ulaşılamamıştır5. Günümüze çok az sayıda heykeli ulaşan bu başarılı heykeltraşın, pek çok eseri yok olmuştur. Eserlerinin bir kısmı da yurt içi ve yurt dışındaki özel koleksiyonlara ve yurt dışı müzelere dağılmıştır. Günümüze ulaşamayan bu eserlerin, XIX. yüzyıldaki tekniğin ve şartların zorluğu nedeniyle bronza dökülememiş olması, heykellerin alçı ve pişmiş toprak gibi malzemede kalması, heykelin saklanabilirliğini ve günümüze ulaşmasını zorlaştırmıştır. Oskan, yurt dışında katıldığı sergilerin dışında yurt içinde de çeşitli sergilere katılmış ve sanatında gösterdiği başarılardan dolayı çeşitli madalyalarla ödüllendirilmiştir. Sanatçının yurt dışından döndüğü 1881 yılında Tepebaşı’nda Elifba Kulübü tarafından düzenlenen sergiye katılımını, aynı yıl Pera’daki bir başka sergiye katılımı takip eder. 1882 yılında Uhlmann Grombach’ın dükkânında Yervant Oskan ünlü ressam Ayvazovski ile birlikte sergi açar6. 4 5 6 Yervant Oskan’ın yetiştirdiği heykeltraşlar arasında İhsan Özsoy, İsa Behzad gibi sanatçılar bulunmaktadır. Yeğişe Mardikyan, Ermeni Plastik Sanatı Tarihi, C. II, Yerevan 1975, s.103. Bu makale, isteğimiz üzerine Sarkis Seropyan tarafından çevrilmiştir. Kevork Pamukçiyan, el yazısı ile Ermenice yazılmış özel notlarından (Çeviren Vağarşag Seropyan). 550 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ 1901 yılında Passage Oriental’de Bourdon Konağı’ndaki I. İstanbul Salonu Sergisi’ne altı mermer heykel, üç tuval resmi ile katılan sanatçı, yine 15 Nisan 1902 yılında Pera’daki II. İstanbul Sergisi’ne üç resim, iki heykelle katılır. 1907 yılında Abdülhamit’in tahta çıkışının otuz birinci yılı nedeniyle Babıâli’de düzenlenen Exhibition Artistic Ottoman Sergisi’ne resimleriyle katılır. Ayrıca Yervant Oskan sanatında gösterdiği başarılarından dolayı Saray tarafından birçok madalya ile ödüllendirilmiştir. Bunların içerisinde Osmanlı İmparatorluğu tarafından 1895 yılında Sanayi-i Nefise Mektebi muallimi iken IV. derece Mecidî, 1904 yılında III. derece Mecidî nişanlarını almıştır. Sanatçı, plastik sanatlardaki başarısından dolayı 1885 yılında Alman hükümeti tarafından bir madalya ile de ödüllendirilmiştir. (Resim 8) Sanatçının, 1883 yılında Sanayi Nefise Mektebi’nde başlayan; müdür yardımcılığı, Heykel bölümü başkanlığı, muallimlik ve heykel restoratörlüğü görevleri ve heykel çalışmaları, ölümü olan 1914 yılına kadar kesintisiz olarak sürmüştür. 10 Temmuz 1914 yılında vefat eden Yervant Oskan, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda medfundur7. Sanatçının özel yaşamına değinecek olursak, Yervant Oskan 1881 yılında İstanbul’a döndükten sonra, Ermeni cemaatinden Öjeni hanımla evlenmiş, Eva, Mari ve Rebeka adında üç kızları olmuştur. Ne yazıktır ki tüm çabalarımıza rağmen günümüzde ailesinden kimseye ulaşamadık. Sanatçı karakter olarak kendinden bahsetmekten ve bahsedilmesinden hoşlanmayan, çevresindekileri kırmaktan çekinen ince, nazik bir kişiliğe sahip, gençleri sanatta destekleyen yardım sever bir yapıda idi. Gençleri sanat açısından desteklediğini gösteren anısını bir kaynaktan aktarıyoruz8; Yıllık bir sergi esnasında henüz tecrübesiz bir ressam olan Yervant Demirciyan’ın tablolarından birinin, bir resim meraklısı tarafından satın alınmış olduğunu söyleyen Oskan Efendi ödemeyi yapar. Demirciyan İstanbul’dan ayrılırken eski müdürüne vedalaşmaya gittiğinde hayretle kendi tablolarının duvarda asılı olduğunu görür. Oskan Efendi bunu talebelerini teşvik etmek için yapmıştır. 7 8 Yervant Oskan’ın kabrinin pafta numarası 29-A-18 olup, Şişli Ermeni Mezarlığı kabir defterinede 1914/31/371/2212 no ile kayıtlıdır. Bu bilgiler tarafımızca yapılan Yervant Oskan araştırmasında, Şişli Ermeni Mezarlığı saha ve mezarlık kayıt çalışması sırasında 1999 yılında tespit edilmiştir. Onnik Avedisyan, “Ervant Oksan”, Temps Modernes Les Sculpteurs Armeniens En Turguie, Çeviren Mihran Hazaryan, Kahire 1959, s.414-483. 551 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER ...Daha pek çok yıl onunla görüşme arzusu sürecek, sonunda geçen baharda bir sanatçı dostun D. Josef (Oskan’ın okul arkadaşı) bir gece beni Pera’daki evine davet etti, evde bir koltukta Oskan pencereyi açarak solunumu kolaylaştırmaya çalışıyordu, kendisi çok alçak gönüllü idi ve kendisinden bahsedilmesinden fazla hoşlanmıyordu, hatta cansız maddeye hayat veren pek çok harikalar yaratan ellerini öpmeye izin vermedi, ziyaretimden kısa bir süre sonra Temmuz 1914’ de gazeteden ölüm haberini okudum... Ermenice bir kaynaktan9 aktardığımız bu anı, bize sanatçının mütevazı kişiliğini ve ölüm nedeninin solunum yetmezliğinden olduğunu göstermektedir. Sanatçının büst, rölyef çalışmalarının dışında konulu figürlerinde yaşam temaları ve mitolojik konuları çok iyi betimlediğini görmekteyiz. Heykellerinde, formları tekrarlamak yerine kendi yorumundan yola çıkarak eserlerini oluşturmuştur. Yapıtlarında natüralist üslûpta çalışan sanatçı, hareketliliği ve ince detayların başarılı sunumunu en iyi biçimde işlemiştir. Klasizime daha yakın ifadeler taşıyan eserlerinde, romantik bir nefes de hissedilir. Heykel çalışmalarının yanı sıra resimler yaptığını kaynaklardan tespit ettiğimiz sanatçının, bu resimlerle birçok sergilere katıldığını da bilmekteyiz. (Resim 9-10-11) Heykeltraş Yervant Oskan ile ilgili yapmış olduğumuz araştırmalar sırasında tarafımızca tespit edilen özel bir koleksiyonda sanatçıya ait figüratif anlayışta çalışılmış heykelleri ve rölyefleri, ayrıca tas şeklinde olan ortasında yüksek kabartma baş bulunan obje ve on adet de madalyadan oluşan eserleri yer almaktadır10. Bu koleksiyonda bulunan heykellerin hemen hepsi pişmiş toprak malzemeden olup küçük ebatlı çalışmalardır. Eserlerde, mitolojik konuların yanı sıra günlük temalar da görülmektedir. XIX. yüzyıl Osmanlı heykel sanatında büst çalışmalarının figür çalışmalarına göre daha fazla olduğu gibi yanlış bir kanı bulunmaktadır. Oysa ki Osgan Efendi’nin bu heykelleri ve tespit ettiğimiz diğer çalışmaları sa- 9 Teotik, “Yervant Oksan”, Herkesin Sâlnamesi, İstanbul 1915, s.273-278. Ermenice hazırlanmış olan bu yayın, 1999 yılı Mayıs ayında Sarkis Seropyan ve Sirvart Malhasyan tarafından isteğimiz üzerine bu çalışmada yararlanılmak üzere çevrilmiştir. 10 Konu ile ilgili araştırmalarım sırasında, Agos gazetesnin değerli çalışanlarından Editör Sarkis Seropyan’a, açık yüreklilikle, yapmış olduğu tüm yardımlarından ve ayrıca yine Agos gazetes yazarlarından Yervant Gobelyan’a yardımlarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim. 552 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ natçının dönemi içersinde çok başarılı figüratif konulu heykelleri yapmış olduğunu bize göstermektedir. Türk resim sanatının ve aynı zamanda XIX yüzyıl İstanbulu’nun entellektüel kişilerinden biri olan Osman Hamdi Bey ile Oskan Efendi’nin Türk-Ermeni ilişkileri açısından bakıldığında dostlukları önem arz eder. Her iki sanatçının dostlukları sadece sanat yönüyle değil, birbirleriyle samimiyetleri açısından önemlidir. Araştırmalarımız sırasında Erivan (Yerevan) Ulusal Sanat Galerisi’nde Yervant Oskan’a ait bir dosyanın içersinde yer alan Osman Hamdi Bey’e ait olduğunu düşündüğümüz bir eserle karşılaştık. (Resim 12) Dosyanın içersinde yer alan 38.5x31.2 cm ölçülerinde tuval üzerine yağlıboya eserin Doğu Evi Girişi adı ile 18376 numara ile galerinin envanterine kayıtlıdır11. Eserin, çerçevesiz ve paspartusuz olması ve dosya içersinde yer alması, kırışmasına ve yıpranmasına neden olmuştur. (Resim 12a-12b) Eserde eski bir niş biçiminde yapının kapı girişi ve girişin hemen sağında duvar yüzeyinde bir niş yer almaktadır. Kapının üzerinde ise çini süslemeli pano görülmektedir. Erivan (Yerevan) Ulusal Sanat Galerisi’nde yer alan Doğu Evi Girişi adlı eserin benzerini, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu’nda görmekteyiz12. Ancak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan eser 221.5x121 cm ölçülerinde olup, eserde sol alt köşeye doğru O. Hamdy Bey 1905 imzası bulunmaktadır. (Resim 13) Müze kayıtlarında Sarı Cübbeli Adam olarak adı geçen eser, Erivan (Yerevan) Ulusal Müzesi’nde yer alan Doğu Evi Girişi adlı tablo ile benzerlikler göstermektedir. Ancak iki eser arasındaki en belirgin farkın ölçü olduğu görülmektedir. Ayrıca, Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan eserde çinili cami kapısı önünde büyük boyutlarda çalışılmış ayakta duran ihtiyar sakallı adamın üzerinde sarı bir cübbe ve açık yeşil bir entari vardır. Yaşlı adam iki eliyle bir tespih tutmaktadır. Kanımızca Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan Sarı Cübbeli Adam tablosunun bir ön çalışması olan Erivan (Yerevan) Ulusal Müzesi’ndeki eser, Osman Hamdi Bey tarafından Yervant Oskan’a hediye edilmiştir. 11 Eser günümüzde Yerevan Ulusal Galerisi Koleksiyonu’na 18376 envanter numarası ile kayıtlıdır.. 12 Bkz. MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi Envanter Ana Defteri, No: 4525/814. 553 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Dönemi içersinde batılı kadın simalarından olan Osman Hamdi Bey’in eşi olan Naile Hanım, Yervant Oskan’nın birçok heykeline konu olmuş ayrıca Naile Hanım, eşi Osman Hamdi Bey’in resim çalışmalarına da poz vermiştir. (Resim14-15) Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim Heykel Müzesi Koleksiyonu’nda yer alan Yervant Oskan’nın heykel çalışması olan Naile Hanım Büstü (Resim 16) alçı malzemeden yapılmış olup, 56x38x47 cm ölçülerindedir13. Heykel, pişmiş toprak izlenimi veren renklendirilmiş boya ile boyanmıştır. Osman Hamdi Bey’in eşi Naile Hanım’a ait büstün kolları omuzdan kesik, baş hafifçe sola dönük, perçemli saçı bir eşarpla arkada toplanarak bağlanmış, gözbebekleri oyularak belirginleştirilmiştir. Yakalarının kenarları dantel işlemeli olan cepkenin içinde V yakalı bir de içlik bulunmaktadır. Realist üslupta çalışılan heykelin arka yüzünde E. Oskan Constantinope imzası yer almaktadır. Yervant Oskan’ın eserleri içersinde yer alan bir diğer çalışma ise Nahit Kabakçı Özel Koleksiyonunda bulunan Osman Hamdi Bey’in eşi Naile Hanım’ın yüksek kabartma rölyefidir. (Resim17) Rölyef, oval formda bronz malzemeden yapılmış, göğüs hizasına kadar çalışılmıştır. Portrenin ölçüleri; yükseklik 50, genişlik 36 cm dir. Rölyefte Naile Hanım’ın saçları örtüsüz arkada topuz, alında kıvırcık perçemlerle betimlenmiştir. Gözlere derinlik hissi verebilmek için gözlerin içi oyularak çalışılmıştır. Portrede görülen kıyafette, çene hizasına kadar gelen fırfır yaka, önde büyükçe bir düğme ile kapatılmış, bunun üzerinde önden düğmeli giysi görülmektedir. Natüralist üslûpta çalışılmış eserin ön sağ yüzünde E. Osgan An 1885 Constantinople (Y. Osgan 1885 İstanbul)14 imzası yer almaktadır. Portrenin sağ omuz üzerinde 636 BARBEDIIEENNE, Fondeur Paris yazısında rölyefi bronza döken kişinin adı ve yeri yazmaktadır. XIX. yüzyıl sonu XX. yüzyıl başının başarılı heykeltraşlarından ve Sanayi-i Nefise Mektebi muallimlerinden Yervant Oskan, batıda tamamladığı eğitiminin meyvelerini, gerek sanatı ile gerekse eğitmen kişiliği ile Osmanlı halkına sunmuştur. Türk-Ermeni dostluğu çerçevesinde incelediğimiz konumuz, XIX. yüzyılda Türk ve Ermeni iki sanatçının, bir arada Türk Plastik Sanatları 13 Bkz. MSGSÜ Resim ve Heykel Müzesi Envanter Ana Defteri, No: 7345/217 14 İmzada görülen Yervant adının baş harfi, Fransızca’ya çevrildiğinde Y düşüp Ervant olduğı için E olarak yazılmıştır. 554 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ adına çalışmaları ve gelecek kuşaklara bu başarılı çalışmalarını ve dostluklarını miras bırakmaları önemlidir. (Resim 18-19) Erciyes Üniversitesi’nin düzenlemiş olduğu Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk-Ermeni İlişkileri Örneği Sempozyumu’nda aktardığımız bu bildiride, dostça birlikte yaşama sanatını başaran Yervant Oskan ve Osman Hamdi Bey’in tüm dünyada din, dil, ırk ayrımı olmamaksızın böylesi olumlu ilişkilerin yönlendirici olması temennilerimizle. 555 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER Kaynakça Anonim, 1873-1908 Pera Ressamları, Beymen. Anonim, Sovyet Ermenistan Ansiklopedisi, C. 8, Yerevan 1982. Avedisyan, Onnik, “Ervant Oksan”, Temps Modernes Les Sculteurs Armeniens En Turquie, Çeviren Mihran Hazaryan, Kahire 1959. Cezar, Mustafa, Sanatta Batıya Açılış ve Osman Hamdi Bey, Erol Kerim Aksoy Eğitim Spor ve Sağlık Vakfı, İstanbul 1995. Çark, Y. G., Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler, Yeni Matbaa, İstanbul 1953. Çoker, Adnan, Osman Hamdi ve Sanayi-i Nefise Mektebi, MSÜ Yayını, İstanbul 1983. Koç, Bolel Pınar, “İlk Heykeltraşlarımızdan Yervant Osgan ve Bilinmeyen Heykelleri”, Sanat Antika Koleksiyon Dergisi, S. IV, Nisan 2003, Kalem-siz Yayıncılık, İstanbul 2003. __________, “Nahit Kabakçı Koleksiyonunda Bulunan İlk Heykeltraşlarımızdan Yervant Osgan’a Ait İki Eser”, Sanat Çevresi, S. 301, Kasım 2003, İstanbul 2003. Mardikyan, Yeğişe, “Ermeni Plastik Sanatı Tarihi”, Ermeni Plastik Sanatı Tarihi, Yerevan 1975. MSGSÜ, Resim ve Heykel Müzesi Envanter Ana Defteri. Pamukciyan, Kevork, “Manas Ailesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C. 5, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı Ortak Yayını, İstanbul 1994. __________, Özel Notları (el yazısı ile Ermenice), Çeviren Vağarşag Seropyan. Sarkisyan, Minas, “Heykeltraş Yervant Oksan”, Sovetakan Arvest (Sovyet Sanatı), 2 Şubat 196515. Seropyan, Sarkis, “Kim Bu Oskan Efendi”, Agos Gazetesi, S. 4, 13 Eylül 1996, İstanbul 1996. Surp Pırgıç Ermeni Hastanesi Kapsamlı Takvimi, İstanbul 1907. Surp Pirgiç Ermeni Hastanesi Kapsamlı Takvimi, İstanbul 193216. Teotik, “Yervant Oksan”, Herkesin Sâlnamesi, İstanbul 1915. 15 Bu makale, isteğimiz üzerine Sarkis Seropyan tarafından çevrilmiştir. 16 1907 ve 1932 tarihli her iki takvimde yer alan Yervant Osgan hakkındaki yazılar, isteğimiz üzerine, Sirvart Malhasyan tarafından çevrilmiştir. 556 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ Resim Listesi 1-Osman Hamdi Bey’in Fotoğrafı. 2-Osman Hamdi Bey’in Fotoğrafı. 3-Arkeoloji Müzesi Bahçesinde Yaptırılan Sanayi-i Nefise Mektebi’nin inşaat aşamasındaki hali. 557 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 4-Yervant Oskan’ın Fotoğrafı. 5-Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulduğu yıldaki eğitmen ve öğrencilerinin fotoğrafı. 558 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ 5-a-Sanayi-i Nefise Mektebi’nin kurulduğu yıldaki eğitmenlerinin detay görüntüsü. 6-İskender Lahiti’nin çıkartılması sonraki nakliye aşamasındaki fotoğrafı. 559 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 7-İskender Lahiti’nin fotoğrafı. 8-Yervant Oskan’a ait madalyalar. 9-Yervant Oskan’ın özel koleksiyonda yer alan eserlerinden Figüratif Heykeller, Rölyefler ve Tas Şeklinde Obje toplu halde. 560 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ 10-Yervant Oskan’ın Özel Koleksiyon’da yer alan eserlerinden Apollyon Figürü iki eli ile başının üzerinde defne dalı tutmaktadır. Yükseklik 40, genişlik 11, derinlik 10 cm; alt tabanda Y. Osgan 1901 Constantinople imzası yer alır. 11-Yervant Oskan’ın Özel Koleksiyon’da yer alan eserlerinden Sandalyede Oturan Kadın Figürü uzun elbiseli bakımlı uzun saçları ile aristokrat sınıfa mensup, beşgen kaide üzerine oturtulmuş Sandalyedeki Kadın, oturmuş olarak çalışılmıştır.Yükseklik 23, genişlik 16, derinlik 19 cm. İmzasız. 12-Osman Hamdi Bey’in Yağliboya Tablosu “Doğu Evi Girişi” (Erivan (Yerevan) Ulusal Müzesi) 561 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 12a- Osman Hamdi Bey’in yağlıboya tablosu Doğu Evi Girişi (Erivan/Yerevan Ulusal Müzesi). Eserin arka yüzünde yer alan bilgiler. 12b- Osman Hamdi Bey’in yağlıboya tablosu Doğu Evi Girişi (Erivan/Yerevan Ulusal Müzesi). Tuvalde görülen yıpranmalar. 13-Osman Hamdi Bey’in yağlıboya tablosu Sarı Cübbeli Adam (Resim ve Heykel Müzesi). 562 Uzm. Pınar BOLEL KOÇ 14-Osman Hamdi Bey’in eşi Naile Hanım’ın fotoğrafı. 15-Osman Hamdi Bey’in eserlerinden Mimozalı Kadın (Naile Hanım). 16-Osman Hamdi Bey’in eşi Naile Hanım Büstü (Resim ve Heykel Müzesi). 563 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER 17-Yervant Oskan’ın eserlerinden Osman Hamdi Bey’in eşi Naile Hanım Rölyefi (Nahit Kabakçı Koleksiyonu). 18-Yervant Oskan’ın Şişli Ermeni Mezarlığı’ndaki mezarı ve 19-Osman Hamdi Bey’in Gebze Eskihisar’da bulunan mezarı. 564 BİRLİKTE YAŞAMAYA GÜZEL BİR ÖRNEK: HARPUT’TA TÜRK-ERMENİ İLİŞKİLERİ Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY Fırat Üniversitesi-Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü E-mail : rdoganay@firat.edu.tr; Tel : 0 424 233 90 71 Özet Birlikte yaşamak, yaşayabilmek tabiidir ki; öncelikle bir hoşgörü ve kendinden emin olma, paylaşmayı başarabilmek meselesidir. Türk milleti tarihi boyunca idare ettiği ve vatan tuttuğu topraklarda farklı din, milliyet ve kültür unsurlarını sadece yönetmemiş, onlarla birlikte yaşamayı, paylaşmayı samimi duygularla başarabilmiş bir millettir. Birlikte idare etme uygulaması da -en azından Tanzimat’tan itibaren- fiili olarak uygulanabilmiştir. Türk tarihi bize Türklerin herhangi bir millete katliam uygulayacak bir kompleksinin olmadığını insaflı bir bakış açısı ile gösterebilir. Türk milletinin yaklaşık bin yıl birlikte yaşadığı; sevgi, saygı, hoşgörü ve adalet çerçevesinde beraber olduğu milletlerden bir de Ermeniler olmuştur. Bin yılın sonunda yaşanan bir trajedi varsa, bin yıllık uyum neden bozulmuştur? Amacımız bu soruya cevap aramaktan, bir sorumlu bulmaktan ziyade uyumlu birlikteliğin yaşanabildiği Harput’tan örnekler vererek, tarihe mal olmuş bir trajedi üzerinden iki toplumun geleceğine ipotek koyulmasına engel olacak çabalara katkıda bulunmaya çalışmaktır. Kullandığımız veriler Mamu’retü’l-Aziz sâlname kayıtlarından alınmıştır. 1881-1908 tarihleri arasında yayınlanan yıllıklarda görüldüğü kadarıyla bile, devlet dairelerinin her kademesinde amir ve memur olarak gayrimüslimler ve tabii ki Ermeniler görülmektedir. 1881-1908 yılları arasında Harput’ta 6 070 kadar kamu görevlisi içinde 700 kadar gayrimüslim ve bunların hemen tamamının Ermeni olduğu gözlenmektedir. Bahsedilen kamu görevlilerinin vilâyet, sancak, kaza meclislerinde, idarî ve malî memuriyetlerde bulundukları, bazen vali yardımcılığı görevini üstlendikleri görülmektedir. Bunlardan Osmanlı genel uygulamaları çerçevesinde ödül ve nişan alanlar da bir vakıadır. Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY Giriş Birlikte yaşamak, yaşayabilmek tabiidir ki; öncelikle bir hoşgörü ve kendinden emin olma meselesidir. Sonra paylaşmayı başarabilmek meselesidir. Türk milleti tarihi boyunca idare ettiği ve vatan tuttuğu topraklarda farklı din, milliyet ve kültür unsurlarını sadece yönetmemiş, onlarla birlikte yaşamayı, paylaşmayı (hem de gönülden) samimi duygularla başarabilmiş bir millettir. Birlikte yaşamaktan başka, birlikte idare etme uygulaması da en azından Tanzimat’tan itibaren fiilî olarak uygulanabilmiştir. Türk tarihi bize Türklerin herhangi bir millete katliam uygulayacak bir kompleksinin olmadığını da insaflı bir bakış açısı ile gösterebilir. Türk milletinin birlikte yaşadığı, hem de bin yıl sevgi, saygı ve hoşgörü çerçevesinde adil bir şekilde beraber olduğu milletlerden bir tanesi de Ermeniler olmuştur. Bin yılın sonunda yaşanan bir trajedi varsa, bin yıllık uyum neden bozulmuştur? Amacımız bu soruya cevap aramaktan, olanlara bir sorumlu bulmaktan ziyade, uyumlu birlikteliğin yaşanabildiği Harput şehrinden bazı örnekler vererek, tarihe mal olmuş bir trajedi üzerinden Türk ve Ermeni toplumlarının geleceğine ipotek koyulmasına engel olacak çabalara katkıda bulunmaya çalışmak olacaktır. Kullandığımız veriler Mamuretü’l-Aziz vilâyeti sâlname kayıtlarından, yani resmî il yıllıklarından alınmıştır. 1881-1908 tarihleri arasında yayınlanan yıllıklarda görüldüğü kadarıyla bile, devlet dairelerinin her kademesinde amir ve memur olarak gayrimüslimler ve tabii ki Ermeniler görül569 HOŞGÖRÜ TOPLUMUNDA ERMENİLER mektedir. Burada gayrimüslimlerin ve Ermenilerin resmî görevlilerinden bahsediyoruz. Müslüman, gayrimüslim, Türk-Ermeni vs. halk arasında zaten hoşgörü ve barış içinde, dayanışmacı bir hayat sürdürülmektedir. 1881-1908 yılları arasında Harput’ta (Mamuretü’l-Aziz, Elaziz, Ela1 zığ) 6 070 kadar kamu görevlisi içinde 700 kadarının gayrimüslim ve bunların hemen tamamının Ermeni olduğu gözlenmektedir. Bahsedilen kamu görevlilerinin vilâyet, sancak, kaza meclislerinde, idarî ve malî memuriyetlerde bulundukları, bazen vali yardımcılığı görevini üstlendikleri görülmektedir. Bunların Osmanlı genel uygulamaları çerçevesinde ödüller ve nişanlar aldıkları da bir vakıadır. Bu aşamada Türk-Ermeni ilişkilerinin bozulması sebeplerini bir yana bırakarak, Türk ve Ermeni insanının ayrı-gayrı gözetmeksizin gerçekleştirebildiği uyumun örneklerini detaylandırarak konuya daha derinlemesine bir açılım getirebiliriz. 19. yüzyılın sonlarına kadar birlikteliğin başarılabilmiş olması tamamen halkın birbirine katlanabilmesi ve Osmanlı Devleti’nin müsamahası sayesinde gerçekleşmişken, bu yüzyılda yapılan ıslahatlarla gayrimüslim unsurların ve tabiatıyla Ermenilerin hukukî bazı haklar elde ettikleri, Müslüman unsurla eşit tutulmaya başlandıkları da bir gerçektir2. 1878 Berlin Antlaşması’na, Ermeniler lehine ıslahatlar yapılması maddesi konulduktan sonra, Ermeni olaylarının en yoğun yaşandığı dönemin Padişahı II. Abdülhamit’in gayrimüslimlerin Osmanlı reayası olduğunu unutmadan tahrikleri önlemeye çalıştığını ifade etmesi3, hoşgörü ve beraberliğin sürmesi isteğinin hâlâ devam ettirilmeye çalışıldığının bir göstergesidir. Belki bu anlayış ve yaklaşım sayesinde Ermeni halkın Ermeni olaylarına 1890’lara kadar beklenen ilgiyi göstermediği de söylenebilir. Ermeni halkının ve aklıselim düşünen, birlikte yaşamayı devam ettirmek isteyen bazı Ermenilerin ifadeleri de bu kanaati güçlendirmektedir. I. Meşrutiyet Meclisi’nde mebus olarak görev yapan Hamazasp, duygularını meclis kürsüsünden ifade etmiştir. Hamazasp Türk-Ermeni birlikteliğinin bozulması için çaba sarf edenleri yerdikten sonra; Biz Hıristiyanlar halimizden memnun olup, asla himayeye ihtiyacımız yoktur. Ben Erzurum vekili bir Ermeniyim. Başka ülkelere gidip, ancak geri dönmek zorunda 1 2 3 Bahsi geçen dönemin idarî yapılanmasında Mamuretü’l-Aziz vilâyeti idarî sınırları bugünkü Malatya, Tunceli ve Adıyaman illerini de kapsamaktadır. Gayrimüslimlerin hukuku zamanın büyük devletleri tarafından korunur ve yeni haklar elde etmeleri konusunda Osmanlı Devleti’ne her vesileyle baskılar yapılırken, Türk ve Müslüman tebaanın haklarını ne derecede kullanabildiği kimsenin umurunda olmamıştır. Abdulhamit’in Hatıra Defteri, İstanbul 1975, s.56. 570 Doç. Dr. Rahmi DOĞANAY kalan Ermeniler burada tekrar şefkat ve himaye görmüşlerdir4 demektedir. Hamazasp’ın Osmanlı Parlamentosu’nda bir mebus olduğunu söylemiştik. Burada herkesin malûmu olan Osmanlı Devleti’ne nazırlık, büyükelçilik, darphane idareciliği, Saray’a ve devlet adamlarına sarraflık yapan Ermeni vatandaşları saymaya gerek görmüyoruz. Araştırma