Şubat2015 - Atatürk İletişim Gazetesi
Transkript
Şubat2015 - Atatürk İletişim Gazetesi
Özgecan’a yapılan ‘cinsiyetçi terör’dür KADIN HAKLARI DEĞİL İNSAN HAKLARI Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mevlüt Özben, Özgecan Aslan cinayeti ve benzer vakaların ‘cinsiyetçi terör’ bağlamında ele alınıp ceza yasalarının buna göre düzenlenmesi gerektiğini belirtti. ‘Kadın hakları’ ayrımını doğru bulmadığını belirten Özben, sorunların insan hakları kapsamında ele alınması gerektiğini söyledi. Ayşe İlgen t Sayfa 6 Yıl: 13 Sayı: 83 Şubat-Mart 2015 İki yeni fakülte Karne sevinci Doç. Dr. Mevlüt Özben Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Yolgeçti köyünde yaşayan kadınlara ‘kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini’ projesi kapsamında iki ay boyunca eğitim verildi. Okuma yazma, töre, aile baskısı, erken evlilik gibi çeşitli konularda ders ve seminer alan kadınlara sertifika da verildi. Melike Ceyhan t Sayfa 16 Atatürk Üniversitesi’nde iki yeni fakülte kurulmasına ilişkin 8 Mart 2015 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı kabul edildi. Karar ile Oltu’da Beşeri ve Sosyal Bilimler Fakültesi ile merkez yerleşkede Spor Bilimleri Fakültesi kuruldu. Atatürk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hikmet Koçak, kuruluşu gerçekleşen iki yeni fakültenin hayırlı olmasını diledi. Koçak, yeni fakültelere yeni eğitim-öğretim yılında öğrenci alınacağını da duyurdu. İFHA Atatürk İletişim Haber Hattı Tel: 0 442 231 51 61 Fax: 0 442 236 09 64 At a t ü r k Ü n ive r s i te s i İ l e t i ş i m Fa kü l te s i Ö ğ re n c i U yg u l a m a G a z e te s i e-mail: htemizturk@atauni.edu.tr Atatürk İletişim unutulmaya yüz tutan iki dramatik olayın üzerindeki sır perdesini aralıyor. Başbağlar’ın katilleri nerede? Yavi’de 33 ölü KÖYÜN ERKEKLERİNİ TARADILAR Turgut Özal TÜRKİYE’NİN KARANLIK YILI: 1993 1993 yılı bir dizi karanlık olayla tarihe geçti. Faili meçhul cinayetler, şüpheli kazalar ve ölümler... PKK, 24 Mayıs’ta Bingöl’de 33 eri katletti. 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak otelinde, iki gün sonra Erzincan Başbağlar’da insanlar katledildi. Adnan Kahveci Org. Eşref Bitlis 1993 yılına damga vuran faili meçhul cinayet ve katliamlar unutuluyor... SİVAS’IN İNTİKAMI ALINDI! Uğur Mumcu YAVİ VE ÇİÇEKLİ’DE KATLİAM Sonbaharda ise Erzurum’un Yavi ve ve Çiçekli köylerinde teröristler masum köylüleri kurşuna dizdi. Yavi katliamının failleri bulunamadı; 1993’teki diğer karanlık olaylar gibi unutulmaya terk edildi. Ahmet Kotan t Sayfa 12-13 Bu anıt ne için dikildi? Ulaşım yaşlı ve engelliler için sıkıntılı Yurt yok, kiralar pahalı Erzurum’da iki üniversitede 100 bin öğrenci öğretim görüyor. Bu öğrencilerin en önemli sorunu barınma. Her 10 öğrenciden sadece 1’i devlet yurdunda kendisine yer bulabiliyor. Yabancı öğrencilerin durumu ise daha kötü. Öğrenciler, yurtların yetersizliği ve yüksek kiralardan muzdarip. Ev sahipleri ve emlakçılar ise öğrencilerin kiracılığından şikayetçi. Semih Yüksel t Sayfa 10 ERZURUM için Zorlu yolların özveriyle çalışıyoruz kahramanları 65 yaş üstü ve engellilere tanınan ücretsiz ulaşım hakkı, otobüs şoförlerince hiçe sayılıyor. Soğuk kış günlerinde duraklarda bekleyen yaşlı ve engelliler, gelip geçen otobüslere binememekten yakınıyor. Şoförler ücretsiz ulaşım hakkının istismar edildiğini savunuyor. Ulaşım Daire Başkanı Yeniay, çok sayıda şikayet aldıklarını ve şoförlere ceza kestiklerini söyledi. Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Selami Keskin Erzurum için yeni yatırım projelerini büyük bir özveriyle sürdürdüklerini söyledi. Yoğun bir çalışma temposu içerisinde bulunduklarını dile getiren Keskin, “Erzurum’u dünyanın sayılı merkezlerinden biri haline getireceğiz.” dedi. Öztan Aydın t Sayfa 5 Selami Keskin Lavaş bizimdir, kaptırmayız! Tır şoförleri ağır yüklerin yılmak bilmez taşıyıcıları. Bilmedikleri ülkelere, zor yollara, farklı kültürlere yelken açarlar her seferinde. Vedat Demirci tır şoförlüğünün iyi ve kötü yönlerini anlattı. Kısmet Demirci t Sayfa 7 Dershane 5, motivasyon 95 Kapatılması gündemde olan dershaneler konusunda Doç. Dr. Başaran Gençdoğan’dan ilginç bir tespit geldi: “Başarı için dershane katkısı yüzde 5, motivasyonun katkısı yüzde 95’tir.” Yağmur Teke t Sayfa 15 Yavuz Aktürk t Sayfa 4 2 Olay yerine “Sivas’ın intikamı alındı” şeklinde not bırakıldığını belirten Başbağlar Köyü Dernek Başkanı Mehmet Ali Dikkaya katliamla ilgili kimsenin ceza almadığını söyledi. Dikkaya, şüpheli isimler üzerinde durulmadığı için olayın unutulmaya terk edildiğini de ifade etti. Işıl Çimen t Sayfa 13 Ağrı şehir merkezindeki Hava Şehitleri Anıtı, Belediye Başkanı Sırrı Sakık’ın “Kaldıracağım” sözleriyle gündeme gelmişti. “Anıtıma dokunma” hesabı ile karşı kampanya başlatıldı. Resmi görüş, anıtın İran’dan dönerken düşen uçağı temsil ettiğini savunurken karşı görüş anıtın Ağrı isyanı sırasında isyancılar tarafından düşürülen uçak için dikildiğini iddia ediyor. Y. Özgür Bülbül t Sayfa 8 Doğuda çiçekçilik yapmak zor 1993 yılının karanlık olaylarının en dramatiklerinden biri Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar Köyü’nde yaşandı. 5 Temmuz’da iftar saatinde köyü basan teröristler köyün erkeklerini hunharca katletti. Aradan geçen 22 yıla rağmen katiller yakalanamadı. Katliam faili meçhuller arasında yerini aldı. 3 Sinemanın sansür sorunu yok 9 2 Şubat-Mart 2015 Şehir Doğuda çiçekçilik zor iş İklim şartlarından dolayı üretimin yapılamadığı Erzurum’da çiçekçiler, ürünleri başka şehirlerden ya da yurt dışından tedarik ediyor. Ancak diğer şehirlerle aynı fiyata satıyor. Çiçekçi Aşkın Urhan, “Fiyat aynı fiyat olunca kârımız düşük oluyor” dedi. E rzurum’da iklim koşulları sebebiyle çiçek üretimi yapılamıyor. Hal böyle olunca çiçekçiler ürünlerini batı illerinden ya da yurtdışından tedarik etmek zorunda kalıyor. Uzak mesafeden gelen çiçekler ya deforme oluyor ya da raf ömrü azalıyor. Bunun yanında farklı şehirlerdeki çiçek fiyatlarıyla aynı fiyata satış yapan çiçekçilerin kârları azalıyor. Çiçek alanların çoğunluğunu batı kültürüne sahip insanların oluşturması doğuda çiçekçilik yapmanın zorluklarını ikiye katlıyor. Erzurum’da çiçek yetiştirilemiyor Erzurum’un soğuk iklimi ve rakım yüksekliği yüzünden çiçek yetiştirmek için uygun ortam bulunamıyor. Sera kurarak üretim yapılabilse de bu iş hayli yatırım gerektiriyor. Yaprak çiçekçilik işletme sahibi Aşkın Urhan, çiçek üretiminin yapılamaması hakkında, “Erzurum’da çiçek üretimi yok. Çünkü bu iş endüstriyel manada devasa yatırımlar gerektiriyor. Bu devasa yatırımların en önemli unsuru da enerji maliyetleri… Belli bir sıcaklık, nem, buhar gibi koşulları oluşturmak lazım. hadi bütün koşullar sağlandı diyelim. Bu sefer de rakım yüksek… Böyle bir dengesizlik söz konusu olunca üretim yapmak da imkansızlaşıyor.” diye konuştu. Erzurumlu çiçekçiler ürünleri dışarıdan getirttiği için maliyetler arrtıyor. Bu Erzurum’da Özgecan protestosu Ü durum Erzurum’daki çiçekçilerin diğer şehirlerdeki çiçekçilere oranla kârlarını düşürüyor. Diğer şehirlerle fırsat eşitliğinin olmadığını söyleyen Yaprak çiçekçilik işletme sahibi Aşkın Urhan, “Antalya’da gül 5 liraya satılıyorsa burada da 5 liraya satılıyor. Ama oradaki 1 liraya mal edip 5 liraya satıyor. Biz burada 3 liraya alıp 5 liraya satıyoruz. Fiyat aynı fiyat ama kârımız düşük.” diyerek şikayetlerini dile getiriyor. Çiçek poşete konur mu? Doğuda yaşamak çiçek almaya engel değil ama algı ve çevre faktörleri işin içine girince doğu bölgesinde insanlar çiçek taşımaya utanıyor. Urhan, “İnsanlar çiçekleri poşetlerle taşıyor. Çünkü insanlar çiçek alıcısı ama sevicisi değil” diye konuşuyor. Öte yandan prestij için çiçek alışverişi yapan da yok değil. Urhan’ın dediği gibi dizilerde gördüğü için çiçek alan da var, komşusunda olduğu için alan da… r Sadiye Kafalı niversite öğrencisi Özgecan Aslan’ın katledilmesi, Erzurum’da Atatürk Üniversitesi Öğrenci Konseyi başkanlığının düzenlediği yürüyüşle protesto edildi. Sosyal medya üzerinden organize olan yüzlerce öğrenci, Atatürk Üniversitesi kampüsü içerisinde bulunan anıtlarda toplandı. Buradan çeşitli sloganlar atarak kampüs çıkışına kadar yürüyen kalabalık, kartal heykelinin önünde basın açıklaması yaptı. Toplanan grup adına basının karşısına geçen Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi Merve Aydın; “Özgecan cinayeti sıradan bir olay değildir, toplumsal çürümenin vardığı boyutun bir yansımasıdır. İnsana yatırım yapmamanın bir karşılığıdır. Özgecan’ı katleden zihniyete savaş açıyoruz ve ilk işimiz Atatürk Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanlığı olarak hukuk fakültesinden arkadaşlarımızla oluşturduğumuz Hukuk Komisyonu aracılığıyla bu cani yaratığın yargılanma sürecini yakından takip edeceğiz. Şunu hiç kimse unutmasın ki erdemli bir toplum inşaa edene kadar yüreğimiz Özgecan’la beraber yanmaya devam edecek.” diye konuştu. Kalabalık basın açıklamasının ardından kadına şiddete hayır temalı sloganlar atarak dağıldı. r Ahmet Atsız ‘Bugün git, yarın gel’ dönemi bitti E Kongre müzesi ziyaretçi bekliyor C umhuriyet’in temellerinin atıldığı Erzurum Kongre Binası, iki yıl önce başlatılan yenileme çalışmalarını tamamladı. Erzurum Kongresi’nin 95. Yıldönümünde açılışı yapılan ve “Kongre ve Milli Mücadele Müzesi” olarak yenilenen bina ziyaretçi sayısının az olması nedeniyle tarihimize tam anlamıyla sahip çıkamadığımızı gösteriyor. 23 Temmuz-1 Ağustos 1919’da Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde toplanan ve Erzurum Kongresine ev sahipliği yapan tarihi bina, sanat okulu, lise, ilkokul ve Atatürk Sanat Okulu olarak kullanıldı. Eski ve bakımsız olan kongre binası, iki yıl önce başlatılan çalışmalarla yenilenerek “Kongreler ve Milli Mücadeleler Müzesi” ve “Erzurum Resim Heykel Müzesi” olarak yeniden düzenlendi. Erzurum İl Kültür Turizm Müdür Yardımcısı Hasan Mazlumoğlu, binanın daha fonksiyonel hale getirilmesi için çalışmalar yapıldığını ve kapatılan Resim Heykel Müzesi’nin, Erzurum Valiliğinin başlatmış olduğu çalışmayla, bir kısmının da resim müzesine ayrıldığını ifade etti. Mazlumoğlu, resim heykel müzesi olacak kısmın düzenlenme çalışmalarının hala devam ettiğini belirterek; “Bakanlığımızdan yetkili elemanlar, genel müdürümüz, genel müdür yardımcımız seviyesindeki amirlerimiz gelecekler, teknik heyet daha sonra gelip binanın resim heykel müzesi işlevini yerine getirecek şekilde düzenlemesi çalışmalarını tamamlayacak” dedi. Öğrenciler tarihimizi merak etmiyor Kongre merkezi görevlisi Resim Heykel Müzesi Uzmanı Heykeltıraş Hasan Gazi Güley, müzeyi ziyaret etmek için en çok il dışından turist geldiğini belirterek, öğrencilerin meraktan dahi olsa gelmediğini söyledi. Uzman Heykeltıraş Hasan Gazi Güley, “Özellikle Güzel Sanatlar Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve Tarih bölümünden hiç gelen öğrenci olmuyor. Erzurum Kongresi tüm tarihi derslerde geçer, inkılap tarihlerinin tümünde bu konu vardır. 90 bin öğrencisi olan üniversitede herkes zorunlu inkılap tarihi dersi görmüştür, merak için bile olsa öğrenciler Kongre Binasını görmeye gelebilirlerdi ama gelen olmadı” dedi. Öğrencilere kıyasla halkın daha çok ilgisi olduğunu belirten Güley, “Müze haline getirilmiş bu tarihi değerimize sahip çıkılması gerektiğine inanıyorum. Cumhuriyetin temelleri burada atıldı. Tabii ki Cumhuriyete sahip çıkmak isteyen olur ya da istemeyen olur, her türlü düşünceden insan olabilir fakat herhangi bir düşünceden olmaksızın gelip öğrencilerin burayı görmelerini isteriz, tarihle yüzleşmediğimiz zaman önümüzü göremeyiz” diye konuştu. r Elif Okutan rzurum Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Sedat Abdülhakimoğulları, “Bürokraside kapı her zaman açık olmalı. Devlet ve kurumları halkından bir şey saklamayacak.” dedi. ‘Bugün git yarın gel’ dönemi Erzurum’da yerini ‘Bugün gel işini hallet’ dönemine bıraktı. Erzurum’da vatandaşlar resmi kurumlarda artık güleryüzle karşılanıyor. Erzurum Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürü Sedat Abdülhakimoğulları, “Gelen bütün vatandaşa yardımcı olacaksın. Yardımcı olamazsan bile bireyin işi için yol göstereceksin. Halkı bürokraside yapılan işler için afiş, broşür ve duyuru gibi durumlarla bilgilendireceksin.” diye konuştu. Vatandaşların sabırla dinlenmesi gerektiğini söyleyen Abdülhakimoğulları şunları kaydetti: “Ayrıca bürokrasi de en önemli husus, kapının açık olması ve memurun masasında olması son derece önemli. Diğer bir konu vatandaş ile duygudaşlık yapacaksın. Yani kendini kişinin yerine koyacaksın. Bizim teşkilatta ketumluk söz konusudur. Vatandaş sabırla dinlenilmeli. Çünkü bu bizim işimiz, gelen insanların dili lehçesi farklı olabilir, derdini anlatamayabilir. Bunun için gerekirse tercüman tutacaksın. Sonuç olarak devletin kurumları vatandaşa hizmet için var. Halkın bürokraside işini halletmesi önemli bir husustur.” Mithat Yılmaz Şubat-Mart 2015 Şehir 3 Erzurum’un asırlık sofra kültürü: Lavaş Türk mutfağının geleneksel ekmeği olan lavaş, UNESCO tarafından dünya somut olmayan kültürel miras listesine alınmıştı, ancak Ermenistan’ın kültürel mirası olarak. Azerbaycan’ın itirazı üzerine UNESCO, lavaşı Ermenistan mutfağına has bir gıda türü olmaktan çıkarmıştı. Lavaş tartışmalarına Erzurumlular da katıldı ve “Kimseye kaptırmayız!” mesajı verdiler. Y. Özgür Bülbül K ebap, dürüm, çiğköfte… Bu yemekleri çoğu zaman geleneksel lavaş ekmeği tamamlıyor. UNESCO lavaş ekmeğini dünya somut olmayan kültürel miras listesine almıştı. Hal böyle iken Azerbaycan’ın itirazı üzerine aradan 24 saat geçmeden UNESCO konvansiyonu uyarınca kaydedilen dosya ismi değiştirildi ve böylece lavaş, Ermenistan mutfağına has bir gıda türü olmaktan çıktı. Aslında Türkiye ve Azerbaycan lavaş için ortak proje hazırlığındaydı. İki ülke lavaşın kültürel miras sayılabilmesi için UNESCO’ya ortak dosya verecekti. Ancak Erivan yönetimi daha erken davranmıştı. Azerbaycan Kültür Bakanlığı da lavaş kararı ile ilgili olarak, “Komitede yapılan toplantı neticesinde, bir yiyecek türünün, Ermenistan topraklarında pişse bile Ermeni halkına has sayılamayacağı sonucuna vardık” açıklamasını yapmıştı. Lavaş yıllar önce şarkılara da konuk oldu sanatçı Burhan Çaçan ‘Erzurum Yapıları’ adlı şarkısında lavaş ile ilgili, ‘Erzurum’un Dadaşı Dürüm Eder Lavaşı’ ve ‘Yine Burnuma Geldi Lavaşın Kokuları’ sözlerine yer vermişti. 150 yıldır Erzurum’da yapılıyor Lavaş ekmeği, lokantalar ve işyerleri haricinde sofralarda da yerini koruyor. Erzurum’da lavaş tandırı işleten Kasım Gök, Lavaş ekmeğinin Erzurum yöresine has bir gıda türü olduğunu söyleyerek, “Ben 50 yıldır bu işin içindeyim. Ermenilerle kesinlikle bir alakası yok. Ben 100 yaşında ustaları da gördüm. Bildim bileli en az 150 yıldır bu lavaş ekmeği Erzurum’da yapılıyor. Türk kültürünün bir ürünüdür lavaş.” ifadelerini dile getirdi. Ülkemizde dürüm kültürü yaygın Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde okuyan Şanlı Urfalı öğrenci Ayşe Gedik lavaşın daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerinde tüketildiğine dikkat çekerek, “Aslında lavaşında türleri var. Erzurum lavaşı olarak tabir edilen lavaş ekmeği aslında çok incedir ve bu Erzurum’a has olan lavaş türüdür. Bizim oralarda ise biraz daha kalın olabiliyor. Zaten en çok bu bölgelerde tüketiliyor. Batıda da tabi kebapla, çiğköfteyle falanda tüketilebiliyor. Ülkemizde dürüm kültürü de yaygındır.” şeklinde konuştu. Lavaş Erzurum’dan Türkiye’ye yayıldı Erzurumlu vatandaşlardan Ali Töz ise Ermenistan’ın zaman zaman Türkiye’nin değerlerine sahip çıkarak kendini hissettirmeye çalıştığını kaydetti. Töz şöyle konuştu: “Ermenistan zaten kuruluşundan belli Türkiye’den örnekler ala ala, kültür ala ala şimdi de lavaşımıza sahip çıkıyor. Hiç aslı yok. Lavaş dediğimiz doğunun köylerinde tandırda pişirilen bir ekmek olarak bilinir. Ermenistan’da doğuda kaldığı için buradan çalarak götürüp memleketlerinde kültür yapmaya çalışıyor. Özellikle Erzurum’dan öğrenmişler çünkü buralarda daha çok yaşadılar. Lavaş Erzurum’dan Türkiye’ye yayılmıştır. Kültür bakanlığımızda lavaşa sahip çıkmalıdır.” Lavaş bölgesel bir değer Erzurum Tarım ve Hayvancılık İl Müdürlüğü Gıda Yem Şube Müdür Vekili Hakan Kızılcım, kültürel değerlere daha fazla sahip çıkılması önerisinde bulundu. Kızılcım, “Lavaş; un, su ve tuzla yapılan bir ekmek çeşididir. Özellikle ilimizde ve ülkemizde kebap ve köftelerle birlikte yaygın olarak tüketilir. Köylerde zaten somun ekmek yerine lavaş ekmek kullanılıyor. Lavaşın bölgesel bir değer olduğunu düşünüyorum. Ne Azerbaycan’ın ne Ermenistan’ın, ne Türkiye’nin ne de İran’ın. Sadece bir millete ait bir kültür mirası olarak kabul edilemez. Ermenistan’ın bu yanlıştan da kısa sürede vazgeçmesi doğru olur. Erzurumlu olarak doğduğumdan beri lavaşı severek tüketiyorum.” değerlendirmesini yaptı. Lavaş kavgası ilk değil özellikle Türkiye ve Yunanistan arasında; baklava, ayran ve Türk kahvesi üzerinden yıllardır kültür savaşı yaşanıyor. Savaşta en son zafer Türkiye’nin olmuştu: UNESCO Türk kahvesini Türkiye geleneği olarak kültürel miras listesine almıştı. Kadana Camisi kaderine terk edildi Merkez Yakutiye ilçesi Mahallebaşı semtinde bulunan 1744 yılında yapılan Kadana Camisi günümüze kadar restore edilmedi. Yetkililer bahar aylarında cami ve çevresine bakım yapılacağını söylediler. 17. yüzyılda yapılmış olan, minber ve tavanda aşı boyalı nakışlar bulunan Kadana Cami, kerpiç, ahşap ağırlıklı ve taş duvarlı çatılı bir yapıya sahip. Eski caminin tadilatı veya bakımı için mahalle halkının ve muhtarlığın gerekli yerlere müracaat etiği belirtildi. Mahalle sakinlerinden Erkan Güler "271 yıllık tarihi cami şu anda bakımsızlıktan yıkılmaktadır. Camimizin içerisinde bulunan mihrapta, hat sanatı ve işlemeler bulunmaktadır. Ancak cami bakımsızlıktan yıkılmak üzere. Camide bir an önce yenileme çalışmalarının yapılmasını istiyoruz. Cami tarihi olduğu için tamirini kendimiz yapamıyoruz. Bugüne kadar çok istemimize rağmen restore ettiremedik. Bu güzelim eser göz göre göre çökmektedir. Camimiz çok eski olduğu için kışın yağan kar ve yağmur sularından daha da fazla etkileniyor. Tarihimize sahip çıkılmasını istiyoruz. Şu an kaderine terk edilmiş durumda. Yetkililerden bu konuda destek istiyoruz” dedi. Mahalle Muhtarı Hasan Geçer ise ilgili kurumlara birçok kez dilekçe ile başvurduklarını ama hiçbir netice alamadıklarını söyledi. Geçer, “Caminin acil tadilata ihtiyacı var. Bu bir değerdir ve sahip çıkılması gerekir” şeklinde komuştu. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan bir yetkili ise Kadana Cami’sine İlkbaharla birlikte yenileme yapılacağını belirterek, “Tarihi eser olduğu ve Vakıflara ait bir yer olduğu için de kimse bir şey yapamamış ama nihayet çalışma yapılacak, cami ve çevresi yeniden hayat bulacak. Yeşillendirme çalışmaları gerçekleştirilerek, cami alanına oturma bankları yerleştirilecek.” ifadelerini kullandı. r Dilare Kara ‘Ehram’ da modern çağa ayak uydurdu Erzurum’un geleneksel kadın örtüsü olan ehram, yeni haliyle görenleri kendine hayran bırakıyor. Önceleri soğuktan korunmak için kullanılan ehram günümüzde farklı tasarımdaki birçok ürünüyle ilgi görüyor. K oyun yününden yapılan ve soğuktan korunma amaçlı olarak kullanılan ehram modern çağa ayak uydurdu. Zamana bağlı olarak eski değerini kaybeden ehram günümüzde farklı bir şekilde tüketicilere sunuluyor. Farklı kullanım alanlarıyla ehrama eski değerini tekrardan kazanabiliriz düşüncesiyle yola çıkan ve bu işin öncülüğünü üstlenen emekli öğretmen Erakday Başkanı Hülya Saltuklar, ehramı dünyaya açma isteklerinin en büyük hedefleri olduğunu söyledi. Ehramla değişik tasarımlar Gazi Üniversitesi Meslek Eğitim Fakültesi mezunu olan emekli öğretmen Hülya Saltuklar; “Yöresel giysi olan ehramı ceket, pelerin, yelek, atkı, küpe, yüzük, magnet, anahtarlık, kitap ayracı, tablo, perde, yatak, masa örtüsü olarak çok değişik türlerde tasarlayıp üretiyoruz. Üzerlerine de Erzurum'un Çifte Minareli Medrese'si ile çift başlı kartal gibi simgeleri işliyoruz. Günümüzde kadınların artık ehramı kullanmadıklarını, sandıklara kaldırdıklarını belirten Saltuklar işe önce eski ehramları toplayarak başladığını söyledi. Böylece amaçlarının ehramı tekrardan kullanılan bir kumaş haline getirmek olduğunu söyledi. Erzurum'un organik ehramını dünya pazarına sunmak için KUDAKA'dan destek aldığını bildiren Saltuklar, 15 kişiye eğitim verdikten sonra istihdam edeceğini söyledi. Artık doğallık ön planda Saltuklar, ehram kumaşının tamamen doğal koyun yünü olduğunu, günümüzde de artık doğallığın daha ön planda tutulduğunu ve bu nedenle beklenen talebin sağlandığını ifade etti. Ehramı yurt dışına taşımanın en üst hedefleri olduğunu söyleyen Saltuklar, “Erzurumda oltu taşından sonra ikinci bir hediyelik eşya sınıfı oluşturduk. Artık Erzurum’ a gelip dönenler yanında oltu taşı dışında ehramdan ürünler de götürüyorlar. Zaten şimdi amaçladığımız oranda hedef kitleye ulaşmış durumdayız. Bundan sonraki hedefimizde daha fazla gelişerek yurt dışına açılmak ve orada bir pazar oluşturmak var” dedi. r Gülseren Danışman 4 Şubat-Mart 2015 Şehir Ulaşımda 65 yaş sıkıntısı 65 yaş üstü ve engellilere tanınan ücretsiz ulaşım hakkı, otobüs şoförlerince hiçe sayılıyor. Soğuk kış günlerinde duraklarda bekleyen yaşlı ve engelliler, gelip geçen otobüslere binememekten yakınıyor. Şoförler ücretsiz ulaşım hakkının istismar edildiğini savunuyor. Ulaşım Daire Başkanı Yeniay, çok sayıda şikayet aldıklarını ve şoförlere ceza kestiklerini söyledi. 65 yaşını geçmiş olanlar ve engelliler, 2014 yılında tanınan hak gereği toplu ulaşım araçlarından ücretsiz yararlanıyorlar. Uygulama bütün Türkiye’de olduğu gibi Erzurum’da da geçerli. Ancak yine bütün Türkiye’de olduğu gibi Erzurum’da da sorunlu bir şekilde yürüyor. Bazı sürücüler yaşlı ve engellileri taşımakta oldukça ihmalkar davranıyor; araca almıyor, alınca iyi davranmıyor. Yaşlılar uzun süre duraklarda beklemek zorunda kalıyor. Erzurum’da ulaşım yaşlılar ve engelliler için tam bir çileye dönüşüyor. Kendilerine verilen ücretsiz ulaşım hizmeti, onları toplu taşıma araçlarından daha da uzaklaştırıyor. Yaşlıların ve engellilerin ücretsiz binişlerinin, kendilerini maddi kayba uğrattığını düşünen bazı otobüs şoförleri, ücretsiz ulaşım hakkının istismar edildiğiniden de yakınıyor. Onlara göre, canı sıkılan yaşlılar otobüslerle ordan oraya gezip zaman geçiriyorlar. Şoförler takip ediliyor Erzurum Büyükşehir Belediyesi yaşlı ve engellilerin mağduriyetlerinin farkında. Çünkü toplu ulaşım müdürlüğüne çok sayıda ihbar geliyor. İhbarları değerlendiren yetkililer araç sürücülerine ceza yağdırıyor. Ulaşım Daire Başkanı Abdulgafur Yeniay, yaşlı ve engellilerin mağduriyetlerinin farkında olduklarını söylüyor. Engelli ve yaşlıların haklarını arayamadıkları durumların da olduğunu belirterek bu noktada çalışmalarının olduğunu ifade eden Yeniay; “Bize gelen şikâyetlerin 10 tanesinden 7’si otobüslerin durmaması yönünde. Biz de kameralı sistemimizle izlediğimiz kadarıyla bu durumlara rastlıyoruz. Ancak böyle bir suçu kesinlikle cezasız bırakmıyoruz. Gelen şikayetleri değerlendirip gerekli durumlarda şoföre ceza kesiyoruz. Olay sonuçlandıktan sonra şikayetçiye mutlaka geri dönüş yapıyoruz” diyor. Yeniay, yakında otobüslerde ücretsiz internet hizmeti ve aktif olarak çalışacak irtibat bilgi ekranı hizmeti verilmeye başlanacağının müjdesini veriyor. Sorumluluk sahibi her insanın, ortaya çıkan her türlü mağduriyeti şoförle diyaloğa girmeden gerekli yerlere bildirilebileceği bu çalışmanın, önümüzdeki günlerde uygulamaya girmesi bekleniyor. Art niyetli kullanımlar var Öte yandan, ücretsiz ulaşım haklarını art niyetli kullananlar da yok değil. Ücretsiz geçiş kartına sahip bazı yaşlılar, şoförleri çileden çıkarıyor. Bu durumu Yeniay; “Ücretsiz biniş hakkına sahip vatandaşların mağduriyetleri gündemimizi oluşturuyor. Lakin öyle durumlar oluyor ki, bize gelen görüntülerden izlediğimiz kadarıyla şoför iyi dayanmış diyoruz. Kişi yakınını bindiriyor kendi iniyor ve ya arkadaşlarının yerine de kartı kullanıyor. Bazı yaşlı amcalarımız ise işi ihtiyaçtan öte keyif haline getiriyor. Böyle durumlarda şoförler olumsuz davranışlar sergilemekten kaçınmıyor.” şeklinde dile getiriyor. Yetkililer bu tür art niyetli kullanımların zorunlu olarak araçları kullanmak durumunda olanları da mağdur ettiğini vurgu- Mustafa Koç luyor. Şoförlere kameralı takip Sinirli duruşlarıyla hafızalarda kazınan otobüs şoförleri, toplu ulaşım şube müdürlüğüne bağlı en az 10 tane personel tarafından, kamera takip sistemi aracılığıyla izleniyor. Otobüsteki kameralardan, şoförlerin olumsuz tutumları, sigara içip içmedikleri gözetlenip gerekli durumlarda cezai işlem uygulanıyor. Bu sistemin yıllık maliyetinin 120 bin TL olduğunu açıklayan, Toplu Taşıma Şube Müdürü Mustafa Koç; “Sistem her ne kadar masraflı da olsa gereklidir. Geçtiğimiz günlerde yaşanan Özgecan Aslan cinayeti, burada olsaydı olay yaşanmadan müdahale edilirdi.” diyerek, kamera takip sisteminin hayati önem taşıdığına dikkat çekiyor. G1 hattındakiler hep böyle yapıyor K Öğrencilerin dolmuş çilesi A tatürk Üniversitesi öğrencileri dolmuşların azlığı ve şoförlerin arabaları tıka basa doldurmaları sebebiyle çileden çıktı. Erzurum’un soğuk hava şartları şehir içi ulaşımını da kötü etkiliyor. Bundan en çok nasibini alanlarsa üniversite öğrencileri. Özellikle ikinci öğretim öğrencileri geç saatlerde okuldan çıktıktan sonra uzun süre duraklarda dolmuş bekliyor. Geç ve dolu gelen dolmuşlarda yer bulamayan öğrenciler ev ve yurtlarına varıncaya kadar büyük zorluk çekiyorlar. Öğrenciler “Bazen hiç yer bulamıyoruz. Bir iki saat sadece araba beklediğimiz oluyor. Araba geldiğinde yine hayal kırıklığı yaşıyoruz. İçi dolu oluyor genelde ve çaresiz sıkışarak binmek zorundayız. Yapacak bir şey yok. Bu işe yetkililerin el atmasını bekliyoruz.” diye yakınıyorlar. Öğrenci Cem Aksu, şöyle konuştu: “Ben birinci sınıf ikinci öğretim inşaat mühendisliği okuyorum. Derslerimiz geç bitiyor. Akşam dersten çıktığım zaman araba bulamıyorum. Yürümek istesem evim çok uzak, yürüyemiyorum. Gelen arabalar genellikle dolu oluyor. Ya diğer arabayı beklemek zorundasın ya da sıkışarak binmek zorundayız. Tercih hakkımız fazla yok. Bence hiç değilse öğrencilerin ders bitim saatleri sırasında belli dolmuş sayılarını arttırsalar iyi olacağını düşünüyorum’’ Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğrencisi Özlem ise dolmuş şoförlerinin dikkatsiz araba sürdüklerinden ve sürekli birbirleri ile yarış içinde olduklarından yakındı: “Bence burda dolmuşların azlığından ziyade dolmuş şoförleri arabaları çok hızlı kullanıyorlar. Sürekli bir yarış ve rekabet var dolmuşlar arasında. Sürekli bir yere yetişme ve bir diğerini geçme çabasındalar. Ben birkaç defa yavaş gitmelerini söyledim şoförlere ama maalesef hiç umursanmadım. Erzurum hava şartları yolda olan buzlanmalar beni doğal olarak korkutuyor. Benim isteğim şoförlerin daha dikkatli ve biraz da güler yüzlü olması.” Öğrenciler ulaşım sorununun çözülmemesi halinde imza toplayarak, yürüyüş yaparak yetkilileri uyaracaklarını da belirttiler. r Kadir Avcı imisi hastalığının tedavisi için çıkıyor evinden, kimisi ise eş dost ziyaretine gidiyor. Uğradıkları haksızlık karşısında çaresizce bekliyorlar. Yaşadıkları sorunları bazıları dile getiriyor, bazıları ise sesini bile duyuramıyor. Yaşlıların bu türden sorunlarına şahit olanlardan biri Dadaşkent’te yaşayan Sevgi Hançer. Hançer, yaşlıların maruz kaldığı muameleye ilişkin şunları anlatıyor: “Geçtiğimiz günlerde Dadaşkent’te bindiğim otobüs arkamda binmek isteyen yaşlı amcayı sırf ücretsiz geçiş olduğundan dolayı almadı. Ben kendilerine ‘Ayıptır, günahtır neden almadınız?’ dedim. Bana ‘Sen bin, gerisini boş ver!’ dedi. Sözlü tartışma yaşadığım aynı araç sürücüsü, dün beni de otobüse almadı.” Konuyu daha iyi kavrayabilmek için gözlem yaptığımız bir gün, durakta bekleyen orta yaşını aşmış bir kadına rastladık. Yanındaki çocuğuyla birlikte otobüs bekliyordu. Otobüs şoförü kadının gerisinde durup bir kaç yolcuyu aldıktan sonra hareket etti; kadın eliyle dur işareti yapmasına rağmen otobüs şoförü görmezden gelerek hareket edip gitti. Kadın çaresizce bir sonraki otobüsü beklemeye koyuldu. Sinirlerine hakim olamayan kadın içten içe söyleniyordu. Yaklaşıp sordum: “Bir sorun mu yaşadınız, sizi almadı mı?” Kadın, “Hep böyle yapıyorlar. Özellikle G1 hattı hep böyle, sürekli bu türden sorunlarla karşılaşıyorum.” şeklinde cevap vererek dert yandı. Şoförün kadını durakta bırakıp gitmesinin yanlışlığı ortadaydı ancak o otobüsteki onlarca insandan birinin bu duruma müdahale etmemiş olması da yanlıştı. Toplum olarak bu konularda ne kadar duyarsız olunduğunu gösteren bu tür vakaların her gün onlarcası yaşanyor büyük şehirlerde... r Yavuz Aktürk Şubat-Mart 2015 Üniversite 5 ERZURUM dünyanın sayılı merkezlerinden biri olacak Öztan Aydın B ürokraside, siyasette, STK’larda ve iş hayatında birçok başarılı işlere imza atan Selami Keskin, şimdi Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcılığı görevinde bulunuyor. Mehmet Sekmen ile birlikte göreve başlayan Keskin, Erzurum için yaptıkları çalışmaları anlattı. Keskin, üstlendiği görevin büyük bir sorumluluk içerdiğini belirtti; bundan memnun olduğunu, Erzurum için büyük bir özveri ve disiplinle çalıştıklarını, halkın bunu fazlasıyla hak ettiğini dile getirdi. Yapılacak çok işin olduğunu ve farklı bir şehir planlaması için uğraştıklarını söyleyen Keskin sözlerine şöyle devam etti: “Şehrin siluetini değiştirmek istiyoruz. İmardan, eğitime, sağlıktan, sosyal kültürel alanlara kadar birçok yönde değişim yaptığımızı söyleyebiliriz fakat bu daha başlangıç. Erzurum çok şeyi hak ediyor bu yüzden şehre hak ettiğinden fazlasını kazandıracağız.” Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen’in yaklaşık bir yıldır görevde bulunduğunu belirten Keskin, ekip olarak yoğun bir tempoda çalıştıklarını söyledi. 30 Mart seçimlerinin ardından Nisan, Mayıs, Haziran aylarında koordinasyon ve belediye dizaynını gerçekleştirdiklerini ifade eden Selami Keskin, Temmuz ayında projeleri başlattıklarını ve büyük bir hızla devam ettiklerini, kısa sürede çok iş yaptıklarını fakat daha yapılacak çok işin olduğunu vurguladı. Köylerde, ilçelerde, merkezlerde vatandaşın yararına dokunacak projeler gerçekleştirdiklerini söyleyen Keskin, “Aziziye, Palandöken, Yakutiye gibi ilçe merkezlerini çıkardığımızda sadece mahal- Selami Keskin lelerimizde kültür-sanatta, altyapı ve yol çalışmalarında, küçük barajlarda, sulama kanallarında, aydınlatmalarda, park, bahçe ve peyzaj çalışmalarında birçok düzenleme yaptık.” dedi. Atölye ve fabrika kurduk Seçimlerin ardından gözle görülür işler yaptıklarını ve halkın bundan memnun kaldığını belirten Keskin, Erzurum’a birçok yenilik getirdiklerinin altını çizdi. Her alanda değişime başvurduklarını söyleyen Selami Keskin, en büyük hedeflerinin Erzurum’u dünya merkezi yapmak olduğunu ifade etti. Keskin şunları dile getirdi: “‘Ahd-i Vefa’ gecesini TRT sanatçılarıyla birlikte yaptık. Büyükşehir Belediyesi Tiyatrosu kurduk tam 20 ilçede. Bununla beraber Büyükşehir Belediyesi Korosunu kurduk ve Erzurum’un önemli ismi Mehmet Çalmaşır’ı başkan danışmanlığına getirdik. Koroyu organize Erzurum Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Selami Keskin Erzurum için yeni yatırım projelerini büyük bir özveriyle sürdürdüklerini söyledi. Yoğun bir çalışma temposu içerisinde bulunduklarını dile getiren Keskin, “Erzurum’u dünyanın sayılı merkezlerinden biri haline getireceğiz.” dedi ediyor. Birçok öğrenciye burs verdik. Bununla birlikte en önemlisi bitmiş bakırı bulduk ve Büyükşehir Belediyesi Bakır Atölyeleri kurduk. Artık Erzurum’dan bakır gidecek Türkiye’ye. Ayrıca ayakkabı fabrikası da kurduk. Bu yenilikler bizim için çok önemli.” Keskin, Yedigöller’de tabiat parkı oluşturmaya çalıştıklarını, kentsel dönüşüm alanlarında yeni bir şehir siması çıkardıklarını, Erzurum’un örf ve adetleriyle örtüşen bir “Kuş cenneti” planladıklarını ve bununla birlikte Tortum Şelalesi’nde büyük bir değişime gittiklerini ve bu değişimin uluslararası bir proje içerisinde olacağını belirtti. Ulaşım master planı Öğrenci şehri Erzurum’da birçok öğrencinin ve halk kesimin sorun yaşadığı ulaşımda yeni düzenlemeler yapılıyor. Ulaşım için yeni bir plana başvurduklarını söyleyen Keskin “Ulaşım Master Planı” ile Halk Otobüslerinde ve minibüslerde daha rahat ve düzgün bir ulaşım sağlayacaklarını dile getirdi. Keskin, şu bilgileri verdi: “Otobüs ve minibüs içlerinde kamera takılı olacak ve bunlar sürekli izlenecek, yolcular yolculuk yaparken internette takılabilecek. Kartlı sistem yine devam edecek ve bununla birlikte ayakta yolculuk yapan kimse olmayacak. Çünkü biz bu planla otobüs sayılarını da yükselttik ve saatlerde değişimlere gittik. Bunun daha uygulanabilir bir plan olduğunu düşünüyoruz. Kimse tıka basa dolu bir taşıta binmek istemez herhalde. Bir yaşlı da olabilir otobüste, bir çocuk da, bir hamile de. Bunu kabul ediyorsak sorun yok fakat biz bunu kabul etmiyoruz. Bu Ulaşım Master Planı ile hem dağılım rahatlayacak hem akslar rahatlayacak hem de yolcular rahatlayacak.” Bitmeyen medrese 3 yıl önce başlatılan ve bir türlü bitirilemeyen Çifte Minareli Medrese restorasyonu ile ilgili son durmu anlatan Keskin şunları söyledi: “Halkın çoğu Çifte Minareli Medrese’nin yenileme çalışmasının bize ait olduğunu sanıyor fakat bu bize ait değil. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yaptığı bir çalışmadır. Birçok kişi bize şikâyete geliyor. Başkanımız da bu çalışmanın kendisine devredilmesini çoğu kez istedi. Çünkü turistik açıdan büyük bir öneme sahip olan bu yapının bu kadar bekletilmesi hoş değil.” Erzurum Kalesi için de önemli çalışmalar yürüttüklerini söyleyen Keskin, “Kale için ıslah çalışmalarına başladık. Bu çalışmalar turistik açıdan bize değer katacak çalışmalardır. Erzurum, kış turizmi ile birlikte tarihsel ve kültürel turizm ile de adından söz ettirecek. Bu alanda önemli çalışmalarımız var.” diye konuştu. EBOLA değil söylentiler de öldürüyor Ebola salgınının gün geçtikçe yayıldığı ülkelerden biri olan Sierra Leone'de, salgının tedavisi olmadığına yönelik etrafa yayılan söylentiler yüzünden karamsarlığa kapılan bölge halkı, ‘nasıl olsa bu hastalığın çaresi yok’ diyerek evlerinde ölüyorlar. İHH Sierra Leone Temsilcisi Hacı Bayram Şahin, söylentilere kulak asmayıp basit temizlik kurallarına önem verildiğinde salgının önlenebildiğini söyledi. E bola salgının merkez üssü olan doğu bölgesinin karantina altında tutulduğunu belirten yetkililer, salgına karşı gerekli her türlü önlemin alındığını bildirdi. Ebola virüsünün tedavisi olmadığına yönelik çıkan söylentilerden dolayı tedaviyi reddeden Ebola hastalarının, kapı kapı dolaşarak tespit edilmesi için sağlık ekipleri görevlendirildi. İHH Sierra Leone Temsilcisi Hacı Bayram Şahin, söylentilere itibar edilmeyip basit temizlik kurallarına dikkat edildiğinde salgının önlenebildiğini söyledi. Ebolanın daha fazla yayılmaması için ülke içi yolculuklar en aza indirilirken, insanların toplu halde bir arada olduğu ortamların yeni salgın vakaları meydana getirebileceği gerekçesiyle toplu yapılan etkinlikler yasaklandı. Ebola hastalığından şimdiye kadar 6 bin 800 kişi hayatını kaybetti. ‘Hastalar iğne vurulup öldürülüyor’ Bölge halkının hastalıktan çok söylentiler yüzünden öldüğünü ifade eden Hacı Bayram Şahin, “Burada ‘nasıl olsa bu hastalığın çaresi yok. Hastaneye götürülenler iğne vurulup öldürülüyor’söylentisi nedeniyle insanlar hastalarını hastaneye götürmüyor. Hastaneye gitseler hastalığın yayılması önlenecek. Kendi başına kimler evinde ölüyor ya da onlar kimlerle temas ediyor bilmiyoruz ”dedi. Hastanelerin teknik imkânlarının olmaması nedeniyle hastalıkla yeterince mücadele edilemediğini de kaydeden Şahin, bölge halkının normal hastalıklar için bile ‘ebola bulaşır’ korkusuyla hastanelere gitmemeye başladıklarını ve bu tip basit hastalıklardan da ölümlerin yaşandığını söyledi. Ebola da en önemli ihtiyacın doğru bilgi ve temizlik malzemesi olduğunu ifade eden Şahin, “basit temizlik kurallarına dikkat edilse bu hastalığın yayılması önlenecek belki” şeklinde konuştu. Sierra Leone’de, içerisinde hijyen malzemelerinin bulunduğu dezenfektan kutuları dağıtan İHH ekipleri, salgın bölgesinde İHH dışında birebir yardım yapan başka bir sivil toplum kuruluşunun olmadığını belirtti. Her 5 çocuktan 2’si ölüyor Dünyanın en fakir 4 ülkesinden biri olan Sierra Leone’de nüfusun yüzde 60’ı Müslüman, ortalama ömür yaşı 45 ve her 5 çocuktan ikisi 5 yaşını göremeden ölüyor. Ebola salgının neden olduğu sağlık felaketinden dolayı Sierra Leone’de okullar sık sık tatil ediliyor. Halkın toplu halde bir arada bulunmasının tehlikeli olduğu gerekçesiyle futbol karşılaşmaları ve toplu yapılan etkinlikler yasaklanıyor. Ebola’nın daha fazla yayılmaması için ülke içi ve dışı yapılan uçuşlar da en aza indirildi. Tüm kutlamalar iptal edildi Ebola salgının ciddiyetini koruduğu Sierra Leone’de, insanların toplu halde bir arada bulunduğu ortamların yeni salgın vakaları meydana getirebileceği gerekçe- siyle yılbaşı kutlamaları iptal edildi. Noel ayinlerinden sonra halktan yemek davetleri gibi eğlence organizasyonları yapılmamasını isteyen Devlet Başkanı Ernest Bai Koroma , “Sierra Leone halkının coşkuyla ve gösterişli bir şekilde kutladığı festival döneminde olduğunu biliyorum fakat ülkemizin hain bir düşmanla savaş halinde olduğunu da hatırlatmak isterim” dedi. Hain düşman ‘ebola’ Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre, Batı Afrika’da bulunan Gine, Liberya, Nijerya ve Sierra Leone’de ebola hastalığından şimdiye kadar 6 bin 800 kişi hayatını kaybetti. Ebola’ya yol açan virüs sudan veya havadan geçmiyor, hastaların vücut sıvıları yoluyla yayılıyor. Virüs, bugüne kadar daha çok, hastayla temasa geçen hasta yakınlarına ve hastalara müdahale ederken yeterli önlem almayan sağlık personeline bulaştı. Ebola virüsünün yol açtığı viral hemorajik ateş, ani ateş, bulantı, yoğun halsizlik, kas, boğaz ve baş ağrısıyla kendini gösteriyor. Bu belirtileri kusma, ishal, böbrek ve karaciğer fonksiyonlarında bozulma ve bazı vakalarda da iç ve dış kanamalar takip ediyor. Temas yoluyla bulaşan ve ölüm oranı yüzde 90′u bulan hastalık için herhangi bir tedavi yöntemi veya aşı bulunmuyor. r Sümeyye İnal 6 Toplum Şubat-Mart 2015 Kadın hakları ihlalleri artık son bulsun! Ayşe İlgen K adınlar gerek aile gerek sosyal yaşamlarında pek çok zorlukla karşılaşıyor. Şüphesiz bunların en başında haklarının ihlali geliyor. Kadın hakları, insan hakları kapsamında en çok sınır ihlaline uğrayan haklarının başında yer alıyor. Kadına yönelik şiddetin de temel nedenini bu sınır ihlalleri oluşturuyor. Kadının adeta bir nesne olarak görüldüğü kesimlerde ihlaller ve şiddet olayları daha belirgin bir şekilde kendini gösteriyor. Kadın hakları ayrımının doğru olmayıp insan hakları kapsamında ele alınması gerektiğini söyleyen Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Bölüm Başkanı Doç. Dr. Mevlüt Özben, kadın haklarının dezavantajlı mağduriyet olduğunu da ekledi. Kadın hakları konusunda genel bir değerlendirme yapar mısınız? Kadın hakları ayrımını doğru bulmuyorum. Tabi ki dezavantajlı mağduriyet olduğu için gündeme gelen bir şey bu ama kadın hakları benim açımdan insan hakları bağlamında değerlendirilecek bir şey. Dolayısıyla böyle ekstradan altı çizilecek çağı geçtik aslında. Yani bütün dünyada kadınların ataerkil toplum yapısından dolayı öngörmüş olduğu bu durum modern toplumlarla birlikte belli bir mesafe kat etti. Türkiye’de bu modernleşme çabaları içinde belki görece erken bir tarihte. Fakat uygun toplumsal yapının oluşmasıyla bu görüş değişecek. Kadın hakları ile ilgili yasalar çıkarılıyor. Mesela erkeğin kadına “seni öldürürüm” lafı bile tek başına boşanma nedeni olabiliyor. Bakıldığında bu yasalar yeterli midir? Eksik var mıdır ya da neler yapılabilir? Bu işlerde tabi ki yasalardan destek alacağız. Peki caydırıcı oluyor mu bunlar? Tabii ki caydırıcı olabiliyor. Ama az önce de dediğiniz örnekten gidecek olursak “seni öldürürüm” lafı ciddi ya da şaka fark etmeksizin -kadın ciddi algılıyorsa- bunu bir boşanma nedeni olarak kullanabilir. Bir boşanma hakkı olarak kullanabilir. Şimdi düşünelim; böyle ne kadar kadın vardır? Yani zaten şiddet gördüğü için ya da ağır koşullara rağmen boşanmayan, boşanmayı göze alamayan -toplumsal koşullardan dolayı göze alamayan- pek çok kadın var Türkiye’de ve dünyada. Bu tip yasalarla birtakım şeyleri belki destekleyebilirsiniz, caydırıcı olur ama bu şuna benziyor: Bir burjuvanın fakir bir çocuğa cappuccino ısmarlayıp kendi vicdanını rahatlatması gibidir. Devleti idare edenler ya da bu tip unsurları değerlendirmeye muktedir kamuoyu yasaların çıkmasıyla rahatlıyor. Ama aşağıd,a yaşama dünyalarında ne oluyor bilemiyoruz. Kadınların tüm yaşamları boyunca haklarının ihlal edilmesi ve kadınlara yönelik şiddet günümüzde artan eğitim düzeyine rağmen bir türlü sonlandırılamıyor. Toplumun bu görüşünü değiştirebilecek yasalar dışında neler olması lazım? Toplumun bu zihniyeti nasıl değişir? İşte bu sosyolojik anlamda süreç içerisinde olgunlaşıp büyümesini bekleyeceğimiz bir olgu. Kentleşmenin artması, kadının eğitim alarak sosyal ve iş hayatına girmesi gibi toplumsal koşullar birleşince bu sefer de artık bir yasaya gerek kalmaksızın zaten bu uygulanır oldu. Yani koşullar çok önemli. Kadına şiddet, kadının mağduriyeti, kadının ikinci sınıf olarak kabul edilmesi erkek dünyası açısından ya da dezavantajlı oluşlarıyla ilgili maalesef kültürümüzün birtakım hastalıklı yönleri var. Kültürümüzün, toplumsal yapımızın, geleneklerimizin, bazen inançlarımızın, inançlarımızı yorumlama biçimlerimizin sıkıntılı yönleri var. Dolayısıyla hukuk kurallarını değiştirmektense buralarda değişmeleri hızlandırabilmek için bir şeyler yapılmasının doğru olduğuna inanıyorum. Bir kavga sırasında cinnet geçirmek ya da namus davaları gibi nedenler şiddeti meşrulaştıran sebepler gibi gösterilebiliyor. Bu doğru mudur, bu haller şiddeti meşrulaştırır mı? Asla değil. Hiçbir şekilde kadının evlilik akdi ya da normal kadın-erkek ilişkileri bağlamında toplumun meşru gördüğü, normal gördüğü şeyin dışına çıkmış olması onun uğrayacağı şiddet ya da daha üst biçimdeki cezaları meşrulaştırmaz. Hiçbir şekilde. Ne hukuken ne dini bakımdan ne de vicdani bakımdan meşrulaştırır. Bu tamamen Türkiye’ de namus kavramına yüklenen kompleksli anlamlardan kaynaklanıyor. Dolayısıyla hapishanelerde bile namus meselesi yüzünden cinayet işleyenler –ya başkasını öldürenler ya da eşini öldürenler farketmez- sanki daha ayrıcalıklı bir yerde duruyorlar. Çok yanlış bir şey. Kimsenin birini öldürmeye ya da şiddet göstermeye hakkı yok. Kadınlar günah keçisi değil. Kadınlar maalesef Türkiye’de pek çok sıkıntıdan sonra erkeklerin stresini attığı ilk yer olmuş oluyor. Nesneleştiriliyorlar. Buna tabi ki az önce sizin de söylediğiniz gibi meşrulaştırıcı kılıflar uyduruluyor. Bu yanlışları aşmak gerekiyor. Tabi bunun için de zamana ihtiyacımız var. Medyanın kadına bakış açısını ve medyanın kadın haklarını kamuya yansıtma şeklini nasıl buluyorsunuz? Şimdi medyanın dünyası ayrı. O ayrı bir dünyada yaşıyor. Medyayı eleştirdiğim yerler çok fazla. Mesela haber değeri olsun, daha çok ses getirsin diye aktarmak istedikleri şeyi aktarıyorlar sadece. Bir bütünlük olarak vermiyorlar. Ama kadına şiddet konusunda medya duyarlı. Duyarlı da olması gerekiyor ama ne kadar duyarlı? Ya da işte sadece olaylarla sınırlı tutmak… Sosyolog Doç. Dr. Mevlüt Özben, Özgecan Aslan cinayeti ve benzer vakaların ‘cinsiyetçi terör’ bağlamında ele alınıp ceza yasalarının buna göre düzenlenmesi gerektiğini belirtti. Doç. Dr. Mevlüt Özben Bir şey olduğunda medya hemen olayın üstüne gidiyor ama sonrasında unutuluyor çok çabuk. Kadınlar gününde ya da bir şiddet olayında hatırlanıyor kadınlar. Evet, vicdan rahatlatılıyor böylece ama sonrasında unutulup gidiliyor. Medyanın toplumun bu konudaki bakış açısını değiştirebileceğine inanıyor musunuz? Medyanın elinde sihirli bir değnek yok. Yani medya kendi çıkarları etrafında –başta ekonomik çıkarları olmak üzere- haber yapıyor. Fakat şu önemli; kadınlar kendi uğradıkları bu dezavantajlı durumları kendileri inşa etmek bakımından erkeklerden geri kalmıyorlar. Yani kendi ikincil pozisyonlarını gündelik yaşamdaki kabullenmeleriyle, yapıp etmeleriyle kendileri zaten üretiyorlar. Yani belki çok somut bir örnek ama “eşimdir döver de, sever de” mantığının kabullenilmesi gibi. Ya da daha pek çok şeyi yapmış olmakla kadınlar zaten bu kendilerine yönelik ikincil durumu kabul etmiş oluyorlar. Erkeklerle el ele yeniden üretiyorlar. Tabi ki umudumuz bu görüşün değişmesinden yana. Bunun adı ‘cinsiyetçi terör’dür M evlüt Özben, tüm yurtta büyük bir infiale neden olan Özgecan Aslan cinayetinin ardından yazdığı yazıda Özgecan’ın da ismi unutulan diğer kadın kurbanların arasındaki yerini alacağını belirtti; bu yüzden, ahlanıp-vahlanmayı, hatta Özgecan üzerinden kendi çıkarları hesabına türlü türlü şarlatanlıklar yapanları bir kenara bırakıp bundan sonra yapılabilecekleri konuşmak gerektiği konusunda uyarılarda bulundu. Haberx.com’da yayınlanan yazısında Özben şu görüşleri dile getirdi: “Sanırım, kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerinin her birinin ayrı ayrı vakalar olmadığı, daha kestirmeden söylersek kadın sorununun politik olduğuyla yüzleşmenin vakti, geldi de geçiyor bile. Evet, çok açık söylüyorum: Kadına yönelmiş olan her türlü şiddet ve katletme temelde politiktir, çünkü bu fiillerin altında kadını yönetmeye, belirlemeye yönelik ataerkil düşünce ve edimler yatmaktadır. Bir benzetmenin de ötesine geçecek şekilde, tıpkı terör olgusunda olduğu gibi kadına yönelik şiddet ve katletme vakalarında da, belirleme-yönetme itkisinden hareketle, açıkça, korkutma, sindirme, panikletme vb. amaçlar söz konusudur. Öyle ki, ataerkil düzenin gözünde kadın karnından sıpanın sırtından sopanın eksik edilmemesi gereken bir varlıktır. Yani gözünü açmasına imkân verilmeden yönetilmesi, belirlenmesi gereken bir varlıktır kadın. Benim tüm bu olup bitenlerden sonra önerim şudur: Kadına yönelik her türlü kötü muamele, taciz, şiddet, tecavüz ve öldürme vakaları “cinsiyetçi terör” ve yerine göre “nefret suçları” biçiminde düşünülmeli ve terör suçu kapsamında değerlendirilmelidir. Öyle ki, gerek fiilin sahibi gerekse dolaylı –dolaysız fiilin sahibiyle ilişkilendirilecek herkes maddi-manevi hukuki ve belki de daha önemlisi toplumsal yaptırım(lar)la karşı karşı kalmalarıdır. Sözgelimi, “annesinin diz kapaklarını görünce erkek tahrik olur” anlamında bir şeyler söyleyen hoca lakaplı kimseler ve benzerlerinin bu abuk-sabuk konuşmaları/beyanları pekala kolaylıkla cinsiyetçi tahakküm bağlamında değerlendirilerek “nefret suçu” kapsamına sokulabilir. Yani bu kimselerin hukukun sopasıyla sesleri bir çırpıda kesilebilir. Önüne gelenin cinsiyetçi bir kategori anlamında kadınları belirlemesinin, kadınlar hakkında ahkam kesmesinin önüne geçilebilir. Bu önlemler basitmiş gibi gözükse de, pek çok, potansiyel olarak saldırgan ve şiddet eğilimli insan için bir “geri durma” nedeni olabilir. Ben diyorum ki, Özgecan’ı katleden caniye en ağır cezanın verilmesini ummakla, onun isminin açılışı yapılacak olan bir merkeze vermekle ya da birkaç medya şarlatanına linç kampanyaları düzenleyerek olup-biteni sulandırmakla, konuyu kapatmaktan, hatta üzerine bir bardak su içmekten öte bir şey yapmış olmayız. Şimdi yetkili ve sorumlulara sesleniyorum; elbette tartışalım, ama ben önerimin arkasındayım; gelin cinsiyetçi saiklerle (yani bir anlamda politik saiklerle) kadına yönelmiş tüm şiddet ve katletme olaylarını hukuki bir tanımlama çerçevesi içinde birleştirelim ve adına da “cinsiyetçi terör” diyelim. Türkiye’nin sosyal bir gerçeklik olan “cinsiyetçi terör” ile yüzleşmesinin vakti geldi. Anayasaya, ceza kanunlarına, iç-güvenlik paketlerine, kısacası hukuki tanımlama çerçevelerinin içine gelin “cinsiyetçi terör” olgusunu da ekleyelim ve suç ve ceza yönetmelikleri bağlamında gerekli düzenlemeleri bir an önce yapalım…” Şubat-Mart 2015 Toplum 7 Bu adam benim babam Kısmet Demirci K endini yollara adayan adam… Hayatın zorlukları içinde çizilen yollarda kolay değil ekmek parası kazanmak, çektiğin tüm sıkıntıların tek dert ortağı yollar olur. Hüzünlenmek, sevinmek, düşünmek, bitmek bilmeyen uzun yollarda teselli aramak… Uzun yolların acısını aileler paylaşır, çaresiz sızlanışları anlamaz kimse. Geçim derdi denince bir durup düşünürsün çünkü kolay değil direksiyon başında ekmek parası kazanmak. Küçüklüğümden beri gözüm hep yollarda kalır, dalar giderim babam gelir aklıma. Geçen her tır şoföründe gözümde canlanır babam, yutkunurum. Gözlerim nemli kalır. Annem 25 yıldır çekti bu acıyı, hala da çekmeye devam ediyor. Çocuklarının yanında yansıtmasa da anlarım küçüklüğümden beri annemin yollara bakan derin bakışlarını. Babam eve gelince bayram sevinci yaşanır her seferinde. Ama yetmez zaman bilirim ki geldiği gibi dönecek yine yollara. Kızgınlığım, öfkem çocukluğumda kaldı. Biliyorum, babam bizim için çekiyor bu sıkıntıları… Babamla nadir görüşmelerimizden birinde kendisinin karşısına bir gazeteci olarak oturdum ve uzun yol şoförlüğünün sıkıntılarını, zorluklarını, heyecanlarını, tehlikelerini, anılarını anlatmasını istedim. Anlattı da. Hem de yeniden yaşıyormuş gibi, yüzünde beliren derin ifadelerle... İlk sorum neden bu mesleği seçtiği ile ilgili oldu. Okulu bıraktığı için 16 yaşında şoförlüğe başladığını, kendilerine ait kamyonları ile ilk olarak direksiyon başına oturduğunu söyleyen babam, o günden sonra da direksiyonun başından kalkamadığını ve daha birkaç sene de kalkamayacağını söyledi. Değişik ülkeler, değişik insanlar demek… Bu zamana kadar kaç ülkeye gittiğini sorduğumda; “Sayısını tam olarak hatırlayamıyorum. Birçok ülkeye gittim. Fransa, Rusya, Almanya, İran, Irak, Türkmenistan, Azerbaycan, Hollanda, Belçika, İtalya ve daha aklıma gelmeyen bir sürü ülke” diye cevap verdi. İlk zorluğu, ilk kez yurt dışına çıktığı Almanya seferinde yaşamış. Yeni evlendiği için evi bırakıp gitmek zor gelmiş: “İlk defa yurt dışına çıkmışım ne yol, ne iz, ne de dil biliyorum. Yükü boşaltacağım yeri bulamıyordum. Yoldan geçen birine sordum ancak ne o beni anlıyor ne de ben onu anlıyordum. İletişim kuramadım. Bizi duyan yaşlı bir kadın geldi yanıma ve nereye gitmek istediğimi sordu. Bir Türk’tü. Bana tarif etmeye çalıştı baktı anlamıyorum bindi yanıma ve gideceğim yere kadar eşlik etti. Bu ilk seferimi asla unutamıyorum.” Babama en uzun seferini sorduğumda, eve bir buçuk iki ay hiç gelmediği birçok seferinin bulunduğunu hatırlattı; derin iç çekişlerle... 25 yıllık şoförlük hayatı boyunca birkaç kez saldırıya uğradığını öğrendim. Bu saldırıların nasıl gerçekleştiğine değindik. Baba-kız sohbete devam ederken onu en çok korkutan saldırının uzun yol şoförlüğünün ilk yıllarında gerçekleştiğini, Fransa’da meydana gelen bu saldırının yeterli yol bilgisinin olmaması ve yanlış yerde mola vermesinden kaynaklandığını dile getirdi. Akşam uyumak için mola verdiği yerde cama vurulmasıyla uyandığını, yüzleri maskeli elleri silahlı birkaç kişinin arabadan inmesini söylediklerini anlayınca soğukkanlılığını koruyarak kafasını kaldırmadan arabayı sürdüğünü söylüyor. Daha sonra tırda bulunan kurtarma düğmesine bastığını, biraz daha gittikten sonra durduğunu anlatırken kızı olarak babamdan hayatımın en kötü anısını dinliyordum. Arabadan inip baktığında tırın çadırını boydan boya yırttıklarını söylüyor. Çadırın içindeki malları almaya çalışmışlar soyguncular: “Allah’tan yüküm çamaşır makinesiymiş, ağır oldukları için alamamışlar, yoksa başıma dertler açılacaktı.” Babam o günü yaşarken nasıl soğukkanlı olduysa bana bunları anlatırken de bir o kadar soğukkanlıydı. Ama ben dinlerken o kadar soğukkanlı olamıyordum. Kim bilir diğer tır şoförleri neler yaşıyor, ailelerini geçindirmek için. Babam ile konuşmaya devam ederken başından geçen başka bir olayı anlatıyor. Rusya’da yanlış bir sokağa girdiğini ve orada ekmek parası için hayatlarını hiçe sayan insanları gördüğünü anlattı: “Yolda gidiyordum biri arabanın önüne kendini attı. Ne yapacağımı düşünemeden polisler beni karakola götürdü. Ben dil bilmediğim için kendimi ifade etmekte çok zorlandım. Bir hafta boyunca doğru dürüst tanımadığım bir ülkenin karakolunda kaldım. Sonra patronlarım araya girmesi ve kendini arabamın Tır rinin e l r ö f şo yen e m n i l bi sı dünya altına atan adamın bunu isteyerek yaptığı öğrenilince beni serbest bıraktılar.” O günleri hatırlıyordum, evet, babamdan haber alamayınca ne zor günler geçirmiştik. Ne taşıyorlar? Akla gelebilecek her şey. En kolay, sorun yaşamadan taşıdıkları yük ise boş çuval. Tır şoförlerinin en çok zorlandığı mevsimin kış olduğunu çünkü arabalarının soğuktan donduğunu buda şoförleri çok zor durumda bıraktığından bahsetti. Tır şoförleri için önemli olan uyku düzeni kuralların başında geliyor. Çünkü kaza riski yüksek olan bu mesleğin uyku saatlerine, şoförlerin dikkat etmesi gerekir. Babam, şoförlerin günde belirli aralıklarla en fazla 9 saat araba sürmeleri gerektiğini söyledi. Ayrıca aralıksız 4 buçuk saat araba kullanmanın yasak olduğuna da değindi. Bunca zahmet, bunca emek ve bir o kadar da hasretlik çektiği bu meslekte emeğinizin karşılığını alıyor musunuz sorusuna ise şu cevabı verdi: “Daha önceki çalıştığım şirket de tam 17 yıl şoförlük yaptım. Hiçbir zaman emeğimin tam karşılığını alama- Tır şoförlüğü en zor mesleklerden biri. Bitmeyen yollar, ayları bulan ayrılıklar, yabancı ülkeler, tonlarca yükün ağırlığı... 25 yıllık tır şoförü Vedat Demirci, bu zorlukların hepsini, hatta daha fazlasını yaşamış; saldırıya uğramış mesela... Ama “Farklı ülkeler görmek, yeni kültürler tanımak ve yeni insanlarla tanışmak şoförlüğün bana kattığı en güzel şeyler. Bu mesleği yapmasaydım bu kadar ülke gezemezdim, farklı insanlarla tanışamazdım.” diyerek mesleğin olumlu yönlerinden de bahsedebiliyor. Kısmet Demirci, babası Vedat Demirci ve onun şahsında tır şoförlerinin bilinmeyen dünyasını yazdı. dım. Bu yüzden o şirkete dava açtım. Şu anda mahkememiz devam ediyor. Davamın sonucu bekliyorum. İnşallah hakkımı alacağım.” Şimdi çalıştığı şirketten çok memnun babam; çalışanlarının emekleri zamanında ve hak ettiği kadar ödeniyormuş. . Genel olarak, tır şoförlüğünün olumlu ve olumsuz yönleri hakkında ise şunları söyledi: “Tabii ki zorlukları çok aile özlemi, saldırıya uğrama gibi ancak farklı ülkeler görmek, yeni kültürler tanımak ve yeni insanlarla tanışmak şoförlüğün bana kattığı en güzel şeyler. Bu mesleği yapmasaydım bu kadar ülke gezemezdim, farklı insanlarla tanışamazdım.” Şoförlük hayatında çok sıkıntılar ve zorluklar çektiğinden bahseden babamı şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Hiçbir meslek kolay değil elbette uzun yol şoförlüğü dışarıdan kolay gibi görünse de diğer mesleklere göre daha zor. Çünkü bütün hayatınız tek bir koltuk üstünde, direksiyon başında; ailesiz, hasret dolu günler bir türlü geçmek bilmez. ‘Bitmek bilmeyen yollarda kaybolursunuz.’ Sistematik bir okul olarak Liberal Düşünce Topluluğu Erat Kocaoğlan L iberal Düşünce Topluluğu, kendisini özgürlük, özel mülkiyet, piyasa ekonomisi, insan hakları, özgürlükçü demokrasi, hukukun üstünlüğü, adalet ve barışı inşa etmek ve tanıtmak üzerine konumlandıran bir dernek. Yönetim kurulu başkanlığını Prof. Dr. Atilla Yayla’nın üstlendiği, 1 Nisan 1994’te dernek olarak kurulan Liberal Düşünce Topluluğu, medeniyetin temelinde yatan fikrî geleneklerin Türkiye’de tanıtılması amacıyla Türkiye’nin temel problemlerine liberal ilkelerle bağdaşan çözüm yolları arıyor. Siyasi partilerden bağımsız fikri bir hareket olarak çalışmayı ilke edinen topluluk, kamu politikasının oluşturulmasında yetkili çevreleri bilgilendirmek gibi bir misyonu da hedeflemekte. İnsanların düşünme ve muhakeme kabiliyetlerini geliştirmek için başvurabilecekleri fikri ve felsefî kaynakların oluşumuna katkıda bulunmak amacıyla dernek amaçlarına uygun araştırma ve inceleme yapan kişilere maddî ve manevî destek sağlandığını söyleyen İstanbul Ticaret Üniversitesi Öğretim Üyesi ve topluluğun yönetim kurulu başkanı Prof. Dr. Atilla Yayla, “Liberal düşüncenin Türkiye’de ilk defa sistematik bir fikir akımı haline gelmesi süreci 1992’de kurulan Liberal Düşünce Topluluğu ile başladı. Yirmi iki yıldır başarıyla yoluna devam eden Liberal Düşünce Topluluğu liberal düşüncenin ana kaynağını teşkil etti. Faaliyetleriyle ve yayınlarıyla memleketin her yanında liberal nesillerin yetişmesine herkesten ve her çevreden daha fazla katkı sağladı. Bugün ülkenin neresinde liberalim diyen biri varsa o mutlaka ama mutlaka doğrudan veya dolaylı olarak Liberal Düşünce Topluluğu’nun faaliyetlerinden ve yayınlarından etkilenmiş ve yararlanmıştır. Bu gurur verici çalışmanın başından beri içinde yar almış olmaktan kıvanç duymaktayım” dedi. Türkiye ve dünyada önemli bir yere sahip olan Liberal Düşünce Toplulu- ğu, 2006’dan beri her yıl Pensilvanya Üniversitesi tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi içerisinde değerlendirildiği 2013 yılı “Dünyanın En iyi Düşünce Kuruluşları Endeksi” verilerine göre, Orta Doğu ve Kuzey Afrika Bölgesi’nin en iyi 12.si, Amerika Birleşik Devletleri hariç dünya sıralamasında en iyi 67.si ve ABD dahil dünyanın en iyi 87. topluluğu seçildi. Dış ilişkiler, Kamu politikaları, Ekonomi politikaları gibi çeşitli tasnifler ve bu alanlarda kuruluşların etkinlikleri dikkate alınarak değerlendirilen sıralamada önemli bir başarı kazanan topluluğun hedefi daha geniş kitlelere ulaşmak. Entelektüel bir okul Türkiye’nin her bölgesinde birçok akademisyen, gazeteci, yazar, kanaat önderi, hukukçu, siyaset bilimci, sivil toplum gönüllüsü ve çok sayıda liberal fikirlere yakın kişinin bünyesinde bulunduğu topluluk, bir fikir okulu işlevine sahip. Türkiye genelinde kongreler, uluslararası ve ulusal toplantılar, yazı yarışmaları ile paneller düzenleyen Topluluk, Türkiye ve Dünya’da liberal bir ağ oluşturma amacıyla çalışıyor. Türkiye’nin sayılı Liberallerinden ve topluluğun Yönetim Kurulu Başkanı Atilla Yayla, Liberal kuruluşların sayısının artmasını istediğini söyledi. Renkli bir mozaiğe sahip olduklarını ifade eden Yayla, “Liberal Düşünce Topluluğu’dan sonra liberal çerçevede kurulan Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin ortaya çıkmasını memnuniyetle karşılıyorum. Yeni enerjiler ve yetenekler oryaya çıkabilir. Bu sayede daha önceden ulaşılmamış veya ulaşılamamış çevrelere ulaşılabilir. Akademik iç rekabet bizleri daha üretken kılabilir. Liberallerin kullanabildiği araçların ve mecraların sayısı artar. Bu yüzden Özgürlük Araştırmaları Derneği’nin kuruluşunu hem liberal akademik blokun kuvvetlenmesi hem de bazı yerlerde ortaya çıkan seviyesizliği ve çapsızlığı gidermekte yararlı olabilecek bir gelişme olarak da görüyorum. Ayrıca, liberal camianın bu sayede daha sağlıklı olacağına eninim” ifadelerini kullandı. 8 Tarih Şubat-Mart 2015 Ağrı’daki anıt düşürülen uçağı mı temsil ediyor? Y. Özgür Bülbül H ava Şehitleri Anıtı tartışması Sırrı Sakık’ın, 1 Haziran 2014’te Ağrı Belediye Başkanlığına seçilmesinin ardından şehrin göbeğindeki anıtları kaldırmak istemesiyle başladı. Sakık’ın, militarizmi çağrıştıran anıtların kaldırılmasına yönelik açıklamaları bazı kesimler tarafından tepkiyle karşılanmıştı. Açıklamanın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra Twitter üzerinden ‘Anıtıma Dokunma’ adlı bir hesap açıldı. Hesabın yaklaşık 2 bin takipçisi bulunuyor. Hesap üzerinden anıtla ilgili medyada yer alan haberler paylaşılıyor. Ayrıca anıtın yıkılmaması yönünde de bildiriler yayınlanıyor. Neyi temsil ediyor? Sırrı Sakık’ın sözleriyle gündeme gelen anıt Ağrı’nın tam göbeğinde yer alıyor. Anıtın altında resmi bilgilere göre İran’dan dönerken şehit olan iki havacının kabri bulunuyor. Karşı görüş ise Ağrı 1926 yılındaki Ağrı İsyanını bastırmak için isyancıları bombalarken “düşürülen” uçağı temsil ettiğini savunuyor. Ağrı Kültür Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (AKYAD) Başkanı ve Araştırmacı Mehmet İzci, konuyla ilgili makalesinde, 1926-1930 yılları arasında Ağrı dağı ve civarı ile İran topraklarının da dahil olduğu coğrafyada meydana gelen Ağrı İsyanında, dönemin önemli aktörlerinden biri olduğunu belirttiği Kor Hüseyin Paşa’nın oğlu Nadir Beg’in olayı ailesine anlattığını aktardı. Nadir Beg’in hatıraları, bahse konu edilen iki havacının Ağrı İsyanı sırasında isyancıları bombaladığını ortaya koyuyor. Nadir Beg olayı şöyle anlatıyor: “Patnos ilçesini kuşatmam için geçici hükûmetten tarafıma bilgiler tebliğ edildi. Komutamdaki 200 süvarimle, İran tarafından Türkiye sınırına geçiş yapan, Seyit Resul komutasındaki 100 süvari ile Zilan Deresi’nde buluştuk ve toplam sayımız 300 oldu. 30 Haziran 1930 Ağrı şehir merkezindeki Hava Şehitleri Anıtı, Belediye Başkanı Sırrı Sakık’ın yaptığı açıklamalarla gündeme oturdu. “Militarizmin sembolü” olarak nitelediği anıtının kaldıracağını söyleyen Sakık’a “anıtıma dokunma” hesabı ile karşı kampanya başlatıldı. Peki sözkonusu anıt neyi temsil ediyor? Atatürk İletişim, anıtı dikilen uçağın düşürüldüğü dönemin önemli aktörlerinden biri olan Kor Hüseyin Paşa’nın oğlunun hatıraları ve tanıklıklarla “anıt gerçeği”ni günyüzüne çıkarıyor. bu benim atalarımı bombalayan uçağın pervanesi ise isyanın adresi dağlardır’ deyip dağlara gidiyorsa merkezi hükümet de buna bir çözüm bulmalıdır. Bütün değerleri yan yana yaşatmak gibi bir derdimiz var. Anıtla ilgili bu konuda beni hiç kimse ikna edemez. Tank da gelse, top da gelse, benim hareketim de çıksa dese bu yanlıştır. Ben bu söylediklerimin arkasındayım.” açıklamasında bulundu. Vali: Sırrı Bey yanılıyor Resmi kaynaklar ise olayın tamamen farklı olğrı il merkezinde duğunu iddia ediyor. Ağrı Sıddıkiye Mahal lesi 203\1 parselde Valisi Mehmet Tekinarsbulunan Hava Şehitleri An lan, 1967 yılında Milli ıtı, 3 bin 67 metrekare yü Savunma Bakanlığı’nca zölçümüne sahip. Anıt “1 tahsis edilen, 15 bin TL 4 Haziran 2011 tarih ve 2 bi ödenek ile yenilenen n 367 sayılı yevmiye ile şehitlikte kabri bulunan korunması gerekli taşınmaz pilotların kesinlikle Ağrı kültür varlığı” olarak M Dağı'nda 1926-1930 yılları aliye ni öğrendik.” Hazinesi adına kayıtlı ve arasındaki çatışmalarda Milli Savunma Ba Cenazeler Patnos’tan kanlığı şehit olmadığını ve hava adına tahsisli. An Ağrı’ya taşınmış ıt, burnu operasyonlarına katılmadıküzerine yere ça İzci, 1960 yılında iki kılan çift larını bildirdi. kanatlı bir uçağ dönem Ağrı Milletvekilliği ın yerdeki Tekinarslan, Sakık’ı iki kanadı, yere yapan Halis Öztürk’ün de dik şekilde eleştirerek, “Bu uçakların du ra n uçak gövdesi ve olayı aynen Nadir Beg gibi 1929'da düştüğü fikrini uçakta kuyruk ka hatıralarında yakınlarına natlarını aklına kim soktu bilmiyoruz. te m si l edecek şekilde anlattığını ileri sürdü. İzci, haUçağın düşüş şekli, düşzırlanmış. Gövd eyi temsil Patnos’a defnedilen iki tükten sonraki kalıntıları ve eden sütun üzer ine de bir pilota ait cenazelerin 1950 bu kalıntıların hangilerinin uçak pervanesi yerleştiyılında yerinden alınarak anıtta kullanıldığı bilgileril miş. Ağrı merkeze getirildiğini rini Belediye Başkanımız ve Atatürk heykelinin de Sayın Sırrı Bey ile paylaştım. bulunduğu mevcut yerine defneBiz kendisine değer veriyoruz, dildiğini aktardı. İzci, bu alana ve mahallesamimi ve içten buluyoruz. Ancak gündeme ye de Abide isminin verildiğini hatırlattı. getirdiği konuya bakış açısı kendi tercihi “Atalarımı bombalayan uçak” olabilir. Resmi kaynaklar dışında bu konuyEllerinde bulunan çeşitli fotoğraflarla la ilgili paralel bilgiler var. Burada herhangi da konuyu tespit ettiklerini dile getiren Ağrı bir işlem yapmak hukuken de mümkün Belediyesi Eş Başkanı Sırrı Sakık, çatışarak değildir. Türk Tarih Kurumu'ndan, Milli değil uzlaşarak sorunları çözmek istedikleSavunma Bakanlığı'ndan, Kültür ve Turizm rini belirtti. Sırrı Sakık toplumsal yapılarla Bakanlığı'ndan buradaki anıtla ilgili tarihçeoynama gibi bir dertlerinin olmadığını yi sorabilirler.” ifadelerini kullandı. kaydetti. Sakık, “Oraya bakan genç, ‘Ya A tarihinde Patnos’a yürüdük. Xırındas (Patnos’un beldesi olan Dedeli yakınlarındaki Meydan dağı) Köyüne vardığımızda askerler ile aramızda büyük bir çatışma çıktı. İlk çatışmada yörenin tanınmış simalarından Hesenê Sêçarıx, Sultan Efendi, Akifê Delo ve birçok kişi yaşamını yitirdi. Çatışmada daha önce ordudan elimize geçen ağır silahlar da bulunuyordu. Komutamdaki birliğim çatışmada üstünlüğü sağlayınca savaş uçakları üzerimizde uçuşmaya başladı. Uçaklar alçak uçuş yaparak halka bomba yağdırmaya başladı. Bombardımanda yine çok kayıp verdik. Ben ve yakınımdaki savaşçılar uçağa yoğun ateş etmeye başladık. Bu esnada uçağın birini vurmayı başardık ve uçak düşmeye başladı. Sonradan askeri birlikler düşen uçağın enkazına ulaşarak olayda hayatını kaybeden iki pilotun cenazelerini alarak, Patnos merkeze götürdüler. Götürülen cenazelerin Eski Hal binası ilçe Jandarma bitişiğine defnedildiği- O uçak düşürülmedi, kırım geçirdi H ürriyet yazarı Taha Akyol da anıtla ilgili bir yazı yazdı. Akyol, yazısında, anıtın temsil ettiği uçakların düşürülen uçaklar olmadığı görüşünü savundu. Akyol, 1939 yılındaki bir uçuştan bahsetti ve o uçuştan dönen uçakların Ağrı yakınlarında hava muhalefeti sebebiyle mecburi iniş yaparken ağır hasar gördüklerini yazdı. Akyol’a göre, olay şöyle gerçekleşti: “İran veliahdının nişan törenine katılmak üzere Türk Havacıları Tahran’a gidecekti. Bu görev, Diyarbakır’daki İkinci Tayyare Alayı Komutanlığı’na verilir. İran Veliahdının düğününe Diyarbakır’dan kalkan uçaklar gider. Tahran’da kalınır. Yapılan törene Türk Havacıları da katılır. Resmi geçişler gerçekleştirilir. O yıllarda Diyarbakır 2. Tayyare Alayı’na bağlı olarak 27. ve 28. Bölüklerde Vultee V-11GBT tipi uçaklar bulunmaktaydı. Dönüş yolculuğu 26 Nisan 1939’da başlar. Uçaklar önce Tebriz’e gidecek, oradan Ağrı’dan sınıra geçiş yapıp Diyarbakır’a ulaşacaktı. Ancak işler beklendiği gibi gitmez. Tahran’dan kalkış yapıldıktan sonra filo Tebriz üzerindeyken alçalan bulut tavanı nedeniyle zor durumda kalır. Bir süre sonra yerle görüş kaybedilir. Bunun üzerine bazı uçaklar Tahran’a döner. Birkaç uçak yoluna devam eder ama Miskin Köyü yakınlarına mecburi iniş yapmak zorunda kalır. Sadece bir uçak Diyarbakır’a ulaşmayı başarır. Mecburi iniş sırasında iki uçak ağır hasarlanır. Bu uçaktaki uçuş ekiplerinde bulunan 28. Bölük’te görevli Pilot Astsubay Çavuş Fethi Sülker ile diğer V-11GBT’deki Pilot Sivil Sıddık Uyar da mecburi iniş sırasında kırım geçiren uçaklarda şehit olur. Her ikisi de Ağrı Karaköse Şehitliği’ne defnedilir. Kazalar, hem Türkiye hem de İran’da büyük üzüntüye sebep olur. Uçaklar olaydan birkaç gün sonra havanın düzelmesiyle birlikte Tebriz’de toplanır ve Diyarbakır’a dönebilir. Dönüş yolculuğunda hayatlarını kaybeden Makinist Astsubay Çavuş Fethi Sülker ve Sivil Makinist Sıddık Uyar’ın adına Ağrı’da bir anıt yapılır.” Taha Akyol Şubat-Mart 2015 Üniversite Sansürü yanlış anlıyoruz Sansürün anlam ve uygulama bakımından Türkiye’de yanlış anlaşıldığını belirten Hıdıroğlu, sanatçıların baskıları içselleştirmesinin de bir sorun olduğunu söyledi. Hıdıroğlu, başlarda ilgili yasada çocukları ve gençleri koruyan hükümlerin bulunmadığını ifade etti. 9 İletişim’de bir ilk S ansür; söz, yazı, resim ve sesle yapılan her çeşit yayının Yrd. DOç. Dr. İrfan Hıdıroğlu devlet tarafından denetlenmesi ve bu amaçla yapılan güvenlik tedbirlerini ifade ediyor. Kavram hem anlam bakımından hem de sansüre karşı geliştirilen tavır sebebiyle tartışmalara sebep oluyor. Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo Televizyon ve Sinema bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. İrfan Hıdıroğlu, “Sansürün genel tanımları önemli değil, önemli olan baskıcı geleneği sanatçılar üzerinde gereğinden fazla kendisini hissettirmesi sonucu o baskıyı içselleştiren sanatçıların ona göre davranmasını konu alan denetlemedir. Yani sektörün kendisinden, özünden gelen bir sansür uygulaması değil var olan ülkedeki baskıcı ortamın içselleştirilmesi ile alakalı bir şeydir.” dedi. İrfan Hıdıroğlu, Türkiye’de ilk sansür uygulamasının Osmanlı zamanında Lumiere Kardeşlere yapıldığını ifade etti. 1895’te sinemanın icadı ile birlikte Lumiere Kardeşler Fransa’nın Paris şehrinde Du Grand Cafe’de ilk filmlerini gösterime sunarlar. Osmanlı Devleti’ne 6 ay gibi yaptığı, hepimizin defalarca izlemekten sıkılmayacağı kısa bir dönemden sonra haber filmi film: Hababam Sınıfı. Türkiye’de böyle bir sınıf yoktur çekmek için gelen kardeşlerin ülkeye rüşvet yoluyla ve böyle bir şeyi göstermek gençlere kötü örnektir soktukları makineleri kontrol etmek adına tedbiren baskıcı bir uygulama yapılır. Ülkenin de karışık olduğu gerekçesiyle yasaklanır. 1962 yapımı, Süha Doğan’ın yönetmenliğini yaptığı bu dönemde tek yasaklamanın burada yaşandığını film: Şoförün Karısı. Filmin bir sahnesinde Handan ve görüyoruz. Osmanlı Devleti’nin filmlerin sansürlenLeyla adlı karakterler birlikte bir eve çıkıp oturmaya mesiyle ilgili herhangi bir derdi olmadığını söyleyen Hıdıroğlu; “Aslında Osmanlı’nın sinemaya ilişkin tavrı karar verir. Aralarında şöyle bir konuşma geçer: “Kazancımızı ortaya koyar beraber harcarız.” Bu söz bir şöyle: Filmlere ne sansürlenecek kadar önem veriliyor ne de onun politik gücünden faydalanacak ya da estetik çeşit komünizm propagandasını takip ettiğinden dolayı yasaklanır. gücünden yararlanacak kadar önem veriliyor. Sinema 1952 yapımı, Metin Erksan’ın yarı kurmaca yarı halkın ucuz eğlencesi olarak görülüyor.” dedi. belgesel olan filmi: Âşık Veysel’in Hayatı ya da KaranÇocuklar korunmuyor lık Dünya. Bu film “Türkiye’nin ekinleri bu kadar cılız 1932-1934 yılları arasında sinemayı düzenleyecek gösterilemez.” gerekçesiyle sansürlenir. olan Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu devreye Sansürün 90’lardan sonra ‘yumuşadığını’ söyleyen girer. 10 maddelik kısımda en önemli konunun atlanılHıdıroğlu, o dönemlerde ülkemizde yayınlanan Ameridığını vurgulayan İrfan Hıdıroğlu; “Kesinlikle dünya kan filmleri, gençlik Amerikan komedileri, en önemlisi üzerinde farklı devletlerde farklı zamanlarda sansür AB ortak yapım mevzuatı Eurimages’e girmemizle üzerine bir şeyde uzlaşılmışsa uzlaşılan şey şudur: sansürün esnekleştiğini ifade etti. Hıdıroğlu, 1980’lerÇocukların ve gençlerin fiziksel ve psikolojik gelişimden itibaren uygulamaya sokulan neo-liberal ekonomik lerini kötü yönde etkileyecek yayınların yapılmaması. ve kültürel politikaların yeni yasal düzenlemelere ihtiBu maddenin bizim yasamızda olmadığını görüyoruz. yaç duyulmadan fiilen sinemada sansürü yumuşattığını Sonralardan giriyor ama 10 maddenin içinde en önembelirtti. Fiili durumun ilerleyen yıllarda yasal zemininin lisi yok. Sansür gençleri ve çocukları korumak için oluşturulduğu kaydeden Hıdıroğlu, sansür kurullarınvardır.” ifadelerini kullandı. da değişim yaşandığını, özel yayıncılığa geçişin ve Trajikomik örnekler neo-liberal politikaların gereği olarak AB ve Eurimages Türkiye’de sansürün uygulandığı filmler, ömür ile ortak yapımların devreye girdiğini, bu gelişmelerle boyu yasaklı olan yönetmenler, şairler, yazarlar saybirlikte sansürün kademeli olarak azaltıldığını sözlerine makla bitmez. Trajikomik örnekleri içinde barındıran ekledi. filmler ise şöyle: r Melis Ceyhan 1975 yapımı, Ertem Eğilmez’in yönetmenliğini Kuduz riski en fazla Doğu Anadolu’da Ü lkemizde en yaygın hayvan hastalığı olarak görülen kuduz, Doğu Anadolu başta olmak üzere pek çok bölgede insan sağlığını tehdit ediyor. Özellikle hayvancılığın en çok yapıldığı Erzurum’da 2013 yılında 22 kuduz vakasına rastlandı. Atatürk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Özkan Timurkan kuduzun en çok memeli hayvanlarda görüldüğünü belirterek, “Kurt, tilki ve çakal ile temas sonrası hastalık oluşma ihtimali köpekle temasla oluşma ihtimalinden fazladır. Ancak insanların köpek ile teması özellikle kentlerde yaşayan popülasyon için daha fazla olduğundan köpek temaslı kuduz olayları fazla görülmektedir” dedi. Timurkan kuduzdan korunmak için ülkemizde çeşitli çalışmaların yapıldığını ve sağlık bakanlığına bağlı, kuduz hay- A tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik bölümü öğrencilerinin Alternatif Medya dersine telekonferansla katılan Bağımsız İletişim Ağı (BİA) Haber Müdürü Haluk Kalafat Hak Haberciliğini anlattı. BİA’nın Okuldan Haber Odasına (OHO) programına katılan Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü son sınıf öğrencisi Nur Ener’in hazırladığı Alternatif Medya bağlamında Hak Odaklı Habercilik konulu sunuma telekonferansla katılan Haluk Kalafat, gazeteci adaylarının sorularını da cevapladı. BİA’nın hak odaklı habercilik anlayışını öğrencilerle paylaşan Kalafat, “Şiddet dilinden, hakaret içeren sıfatlardan, cinsiyetçi söylemlerden uzak durmaya çalışıyoruz.” dedi. Okuldan haber adasına Yrd. Doç. Dr. Ömer Alanka’nın Alternatif Medya dersini alan gazeteci adaylarının sorularını samimiyetle cevaplandıran Kalafat BİA’nın haber anlayışının anlatıldığı Okuldan Haber Odasına programına katılmak isteyen öğrencilerin soruları karşısında ise son derece masraflı bir iş yaptıklarını söyleyerek bütçenin şimdilik az sayıda öğrenciyi ağırlamaya yettiğini ifade etti. Yeni bir haber dili oluşturma gayretinde olduklarını söyleyen Kalafat ajans haberciliği ile hak haberciliğini bütünleştirme noktasında sorulan soruya, “Biz rahatız tabi, ajansta hızlı olmanız gerekir ama habercinin de en büyük düşmanı heyecandır, hızdır. Biz Gezi olaylarında hata yaptık, çok büyük hatalar değil ama yaptık. Zamanla aşılamayacak mesele değil. Ajanslar ham haber yapıyor. Gazetecilere de bu noktada büyük sorumluluk düşüyor. Değişiklik yapılabilir.” şeklinde konuştu. Silahın olduğu yerde hak ihlali vardır Bağımsız İletişim Ağı’nın zaman içerisinde oluşturduğu habercilik anlayışı ve haber dilini ayrıntılarıyla anlatan Haluk Kalafat, şu bilgileri verdi: “Kadın Hak Haberciliği, Çocuk Hakları, Çevre, Hayvan Hakları gibi başlıklarımız var. Alanımız diğer medya kuruluşlarına göre biraz dar. Biz genelde özel haber yapmaya çalışıyoruz yani haberlerimizi kendimiz üretiyoruz. Bunun nedenlerini Hak Haberciliği yapmak meselesi üzerinden açıklamak lazım. Bizim dilimiz biraz farklı. Habere yaklaşımımız farklı. Bu farklılıklar nedeniyle özel haber yapmamız gerekiyor. Bizim için en genel anlamda insan hakları öncelikli haber konusu oluyor. Burada Hak Haberciliği dediğimiz yerde sorun olarak gördüğümüz devlet aslında. Devlet karşısında insanın haklarını önceliyoruz. Bu hakları öncelerken de tek tek grupların, dezavantajlı grupların devlet karşısında en güçsüz olduğu yerleri önceliyoruz. Romanlar, azınlıklar bizim için öncelikli alanlar. Haber yaparken de zaman içinde geliştirdiğimiz bir dil kullanıyoruz. Militarist dil kullanmıyoruz. Bomba gibi haber demiyoruz mesela. Şiddet dilinden, hakaret içeren ifadelerden, sıfatlardan, cinsiyetçi kelimelerden uzak durmaya çalışıyoruz. Şimdi de maden kazları için aynı şeyler söyleniyor iş kazası deniyor. Biz şunu söylüyoruz iş kazası diye bir şey yok iş cinayeti diye bir şey var.” r İHA vanları kontrol enstitülerin bulunduğunu söyleyerek, Erzurum’un hayvancılık yapan bir bölge olması nedeniyle köpek kuduzu vakalarının sık görüldüğünü belirtti. 180 bin şüpheli vaka Yrd. Doç. Dr. Hakan Aydın ise özellikle kuduz şüphesiyle onbinlerce insanın hastanelere başvurduğunu belirterek, “Ülkemizde yaklaşık her yıl 180 bin kuduz şüphesiyle hastaneye başvuru yapılmakta ve bunlardan ikisine kuduz teşhisi konulmaktadır. Ülkemizde 1991-2013 yılları arasında yaklaşık 4 bin 600 evcil hayvana kuduz teşhisi konulmuştur. İlimizi de içine alan Doğu Anadolu bölgesinde son yıllarda kuduz hayvan saldırıları sonucu hayatını kaybeden insan vakaları bildirilmiştir. Ülkemizde her yıl kuduzdan korunma amacıyla yapılan uygulamalar nedeniyle milyonlarca lira harcama yapılmaktadır” dedi. İlk müdahale çok önemli Kuduzun ilk belirtilerini sıralayan Yrd. Doç. Dr. Hakan Aydın, “Ateş ve karın ağrısıyla başlayan kuduz belirtileri; susama, korku hali, ışık ve gürültüye verilen ani tepki gibi bulgularla devam ederek yerini nörolojik ve saldırganlık bulgularına bırakır. Isırılan bölgeden başlayan hissizlik durumu yutkunma ve solunum kaslarına da yayılması sonucu koma ve ölümle son bulur. Semptomlar görülmeye başladıktan sonra hastalığın tedavisi genellikle mümkün olmamaktadır” dedi. Hakan Aydın, ilk müdahalenin çok önemli olduğunu vurgulayarak, hızlı bir şekilde yaralı yerin tazyikli su ve sabunla temizlenerek derhal en yakın enfeksiyon hastalıkları uzmanına başvurmaları gerektiğini ifade etti. r Elif Okutan 10 Toplum Şubat-Mart 2015 Yurt yok, kiralar yüksek, öğrenciler mağdur Erzurum’da iki üniversitede 100 bin civarında öğrenci öğretim görüyor. Bu öğrencilerin en önemli sorunu barınma. Her 10 öğrenciden sadece 1’i devlet yurdunda kendisine yer bulabiliyor. Yabancı öğrencilerin durumu ise daha kötü. Öğrenciler, yurtların yetersizliği ve yüksek kiralardan muzdarip. Ev sahipleri ve emlakçılar ise öğrencilerin kiracılığından şikayetçi. Semih Yüksel Dil kurslarına yoğun ilgi E rzurum’da 58 yıllık köklü bir mazisi ve 80 bini aşkın öğrencisi ile Atatürk Üniversitesi (AÜ) ile 2010 yılında kurulmuş olmasına rağmen binlerce öğrencisi ile Erzurum Teknik Üniversitesi (ETÜ) olmak üzere iki üniversite bulunuyor. Bu üniversitelerde yükseköğrenime devam eden 100 bini aşkın öğrencinin büyük kısmı barınma sorunu yaşıyor. YURT-KUR’a bağlı 6 yurdun toplam kapasitesi 9 bin 800 civarında. Her 10 öğrenciden sadece 1’i devlet yurdunda kendisine yer bulabiliyor. Yurtlarda kalanlar da yurtların bakımsızlığından ve ilgisizlikten şikayetçi. Devlet yurtlarının yetersizliği nedeniyle binlerce öğrenci çareyi özel yurtlarda ve kiralık evlerde ararıyor. Öğrenci yurtları yetersiz Birçok öğrenci, ekonomik olarak uygun olması dolayısıyla devlet yurtlarını tercih ediyor. Ancak Erzurum’daki yurtlar öğrencinin barınma sorununa çare olamıyor. Kalanlar ise bazı yurtların bakımsız olmasından, odalardaki yatak sayısının arttırılmasından ve yurtta çıkan yemekten şikayetçiler. Bu konuya dikkat çeken AÜ İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümü öğrencisi Mehmet Koca “Özel yurt pahalı olduğu için bir süre Ilıca’da akrabamızda kaldım. Daha sonra yurt çıktı. Ama yurt odalarında kalmak mümkün değildi. Rutubetten çok kötü kokuyordu ve küçücüktü. Odaya yerleştikten 1 hafta sonra rahatsızlandım. Durumu yurt yönetimine bildirdim fakat fayda etmedi, bunun sonucu olarak da arkadaşlarımla eve çıkmak durumunda kaldım” diyor. Çareyi özel yurtlarda ararsanız… Devlet yurduna yerleşemeyen öğrencilerin ilk başvurdukları çare genellikle Erzurum Merkez ve Yüksekokulların bulunduğu ilçelerde özel öğrenci yurtları ve öğrenci konuk evleri oluyor. Milli Eğitim Bakanlığına bağlı 63 özel yurt bulunuyor. 6 bin 831 kişilik kapasitesi bulunan bu özel yurtların aylık ücretleri 500 ile 1000 lira arasında değişiyor. Özel yurtların sayıları son yıllarda bir hayli artmasına rağmen ücretleri yüksek olduğu için dar gelirli öğrenciler bu yurtlara başvuramıyor. ETÜ öğrencisi Yunus Emre Yetim de yurtların pahalı ve bakımsız olmasından şikayetçi: “Erzurum’da üniversiteyi kazandığımda devlet yurduna yerleşemediğim için özel yurda yerleşmek zorunda kaldım. Özel yurtlar çok kalabalık ve pahalı. Erzurum’un kış aylarında soğuk olmasından dolayı ısınma en büyük problemimizdi. Yurt sahipleri de yakıttan tasarruf etmek için çok fazla doğalgazı açmıyorlardı. Ayrıca yemekler de zamanla kötüleşmeye başlamıştı. Ancak ev kiraları ve depozito bedelleri çok yüksek olduğundan ev de alternatif olamıyor.” Yabancı öğrenciler daha da yabancılaşıyor Lisans ve lisansüstü eğitimi almak üzere Türkmenistan, Kazakistan, Azerbaycan gibi ülkelerden Türkiye’ye gelen yabancı öğrenciler de Erzurum’da barınma sorunuyla karşılaşıyor. Ev ve yurt fiyatlarının yüksek olduğunu dile getiren öğrenciler, yerli öğrencilerin 400 lira gibi bir rakamla konaklama imkanı bulduğunu, kendilerinden daha yüksek fiyat istendiğini belirtti. Yakutiye Gençlik Merkezi Lideri Fırat Altunok Yakutiye Gençlik Merkezinin ücretsiz kurslarına gençler yoğun ilgi gösteriyor. Merkezin lideri Fırat Altunok, İngilizce, Arapça ve Osmanlıca kurslarının ciddi rağbet gördüğünü söyledi. Y Türkmenistanlı yüksek lisans öğrencisi Begenç Seyit Kuliyev, bu sorunun aşılması noktasında yabancı uyruklu öğrencilere yönelik devlet yurdu talebinde bulundu. Yabancı uyruklu öğrenci olduklarını anladıkları vakit ev sahiplerinin ya ev vermediğini ya da çok yüksek kira istediğini söyleyen Kuliyev, "Ben ve benim gibi birçok arkadaşım barınma sıkıntısı yaşıyor. Ya istediğimiz gibi ev bulamıyoruz ya da bulduğumuzda ücretini ödeyemeyeceğimiz meblağlarla karşılaşıyoruz. Ben İstanbul’da yaşadım, başka ülkelerde de öğrenim gördüm, ancak Erzurum kadar pahalı bir şehirde daha önce yaşamamıştım" diye konuştu. Ev bulmak zor, masraflar çok yüksek Erzurum’da inşaat sektörünün son derece hızla büyümesine karşın, öğrenciler kiralık ev bulmakta zorluk yaşıyor. Yurtta yaşamak istemeyip evde yaşamaya karar verenler de, yurda yerleşemediği için ev arayanlar da binbir güçlükle karşılaşıyor. Barınma sorunu nedeniyle ortaya çıkan eğitim ve ekonomik sıkıntıların çıktığını söyleyen AÜ Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü 3. sınıf öğrencisi Ferhat Kiraz, ev kiralamak istediklerini fakat kiraların yüksek oluşundan dolayı kiralayamadıklarını ifade etti. Kentte kiraların 600 ila 750 TL arasında değiştiğini ve yakıtların dolar bazından satıldığını söyleyen Kiraz, burs alamadığı için de ekonomik olarak ciddi zorluklar yaşadığını vurguladı. Ev sahibi olan Habip Güler ise evini öğrencilere kiraya vermemesinin sebeplerini şöyle sıralıyor: Eve kız veya erkek arkadaş getirme, 5 kişi evde yaşayacağız deyip evde 15 kişi kalma, evlere zarar verme, doğalgaz, su, elektrik faturalarını ödemeden evden çıkma. Emlakçı Zikri Çınar ise öğrencinin ev bulmaktaki zorluklarını şöyle anlattı: “Ev sahiplerinin öğrenciye evinin kiraya vermemesinin sebebi öğrencinin arkada dayanağı yok. Yanında kefil getiremiyor. 3 kişi tuttukları evde 13 kişi yaşıyorlar. Evi verdikten sonraki durum içler acısı, bir evin yıpranma payı aile de yüzde 10, öğrencide ise yüzde 70’dir. Elektrik, su, doğalgaz faturalarını ödemeden evden çıkıyorlar. Erkekler kız arBekadaşı, bayanlar erkek arkadaşı eve getiregenç Seyit bilelim diyorlar. Kuliyev: “Ben ve En çok da benim gibi birçok arkabayanlar bunu daşım barınma sıkıntısı istiyorlar. yaşıyor. Ya istediğimiz gibi Bir emlakçı ev bulamıyoruz ya da bulduğu- olarak çok muzda ücretini ödeyemeyeceği- öğrenci evmiz meblağlarla karşılaşıyoruz. leri gezdim öyle öğrenciBen İstanbul’da yaşadım, ler var ki evi başka ülkelerde de öğrenim aileden daha gördüm, ancak Erzurum temiz tutuyorlar. Öyle de kadar pahalı bir şehirde öğrenciler var ki daha önce yaşamamutfakta yıllık mömıştım.” nüyü çıkarabilirsin.” eni hizmet binasına taşınan Yakutiye Gençlik Merkezi’nde kurslar başladı. Gençlik Lideri Fırat Altınok öğretici kurslar içerisinde İngilizce, Arapça ve Osmanlıca kurslarının yoğun ilgi gördüğünü söyledi. 2015 yılı kurslarına yaklaşık 500-600 dolaylarında kayıt gerçekleştiğini dile getiren Altunok kayıtların devam ettiğini ifade etti. Altunok şöyle konuştu: “Kurslarda bir sınırımız yok. Kurs sayısını artırabiliyoruz. 14-29 yaş arası bütün gençlerimizi Yakutiye Gençlik Merkezinin ücretsiz kurslarına bekliyoruz. Gitar, bağlama, keman, ney, kısa film atölyesi, Erzurum Halk Oyunları, resim, ebru, ahşap boyama, fotoğrafçılık, diksiyon, Osmanlıca, İngilizce ve Rusça kurslarımız bulunuyor. Ayrıca diğer diye işaretlediğimiz kurs var. Gerekli sayı bulunduğunda istenilen o kursumuzu da açıyoruz. Gençlik genellikle gitar ve bağlama kurslarına ağırlık veriyor.” Bu yıl Çanakkale ve Sarıkamış’ın 100. Yılında 100 Bin Mektup Yarışması düzenlendiğini hatırlatan Gençlik Lideri, yarışmaya 27 Mart’a kadar başvuruların devam edeceğini kaydetti. Altunok, “Birinciye ultrabook ve bakanlık seti, ikinciye laptop ve bakanlık kitap seti, üçüncüye ise akıllı devan ile bakanlık kitap seti hediye edilecek.” dedi. Sadece kurs değil 2014 yılı içerisinde Yakutiye ve Palandöken bölgelerinde 15 okula gidip madde bağımlılığıyla ilgili konferanslar verdiklerini dile getiren Altunok şunları söyledi: “Bakanlığımızın da bir amacı gençleri dışarıdaki kötü alışkanlıklardan uzak tutup gençlik merkezlerine çekebilmektir. Geçen sene birkaç arkadaşımız bu kurslarla üniversitedeki müzik bölümüne yerleştiler. Bu arkadaşlar piyano ve gitar çalmaya başladılar ve bu yönde iyi olduklarını anladılar. Fiziki olarak Erzurum ve bölgede çok iyi imkanlara sahip bir gençlik merkezimiz var. Merkezde bulunuyoruz. Liseden çıkan bir arkadaşımız hemen buraya gelip kursunu alabiliyor. 8-9 Gençlik lideri arkadaşımız burada hizmet verecek onlarla birlikte alanında uzman hocalarımız kursları veriyorlar. Burası sadece kurs yapılan bir yer değil. Yaz aylarında 12-15 yaş aralığı çocuklara deniz kamplarımız var yüzme öğreniyorlar. Doğa kamplarımızda 18-22 yaş arası gençlerimize yönelik burada da çadır kuruyorlar, ata biniyorlar ve rafting yapıyorlar. Geçen sene Türkiye geneli Ekim ayında 181 gençlik merkezi arasından 2. olduk. Gurur verici bir durum oldu. Sosyal medyadan gençlerimiz bize ulaşabiliyorlar.” Altunok gençlerin internet üzerinden kendileriyle irtibata geçebileceklerini de sözlerine ekledi. r Rıdvan Dereli Şubat-Mart 2015 Toplum 11 çözüm değil çözümsüzlüktür Son yıllarda giderek artan uyuşturucu madde kullanımı, gençleri ve çocukları esir aldı. Kullanım yaşının 14’e düştüğü ülkemizde bu sorun ciddi boyutlara ulaştı. Genç yaşında uyuşturucu kullanmaya başlayan Cemal Y. madde bağımlılığı ve bu bağımlılığın yıkıcı etkilerini anlattı. Ş. Tuba Özkan “B ile bile kendimi ölüme sürükledim, gecelerce acılar çektim, çok defa bırakmaya karar versem de o gücü kendimde bulamadım. Etrafımdaki insanlar bana canavarmışım gibi bakıyordu, artık buna katlanamıyordum. Bir şey olmaz demişlerdi evet bir şey olmadı, çok şey oldu!” Bu sözlerin sahibi “Bir defadan bir şey olmaz” tuzağına düşünce hayatının hatasını yaptığını yıllar sonra anlayacak olan Cemal Y. İçinde bulunduğu sıkıntı ve aile sorunları yüzünden kendini bir anda bu yanlış ve tehlikeli yolda buldu. Cemal, henüz 25 yaşında hayatının en güzel zamanlarını, uyuşturucu bağımlılığı yüzünden mahvetti.17 yaşında başladığı bağımlılığı, 4 yıl günden güne artarak devam eden Cemal, birçok kez bırakmaya karar verse de hayat ona bu şansı vermedi. Tam her şeyin bittiğini düşündüğü anda tek bir düşünce onu içinde bulunduğu durumdan kurtardı. “Etrafımdaki insanların birer birer kaybolmasına, maddi manevi her şeyimin ellerimden gitmesine şahit oldum” diyen Cemal şu an hayatının hatasından geç de olsa döndüğü için çok mutlu ve 2 buçuk yıldır temiz… Herkesin hikâyesi farklı derler ya seninki nasıl başladı? Bu bağımlılığı senden dinleyebilir miyim? “Babamı kaybetmiştim, bütün dert tasa benim omzuma bindi. Annem ve iki kız kardeşim vardı. Çalışmaya başladım ama zannettiğim gibi kolay değilmiş. Bu madde ile ilk kez arkadaş çevresinde tanıştım. Bağımlı olmam diyordum, ama öyle değil. Kısa bir sürede bağımlı hale geldim. Eğer artık kullanmaya başladıysanız etrafınızda bunu temin edebilecek çok sayıda insan bulunuyor, çünkü artık seni tanıyorlar ve nasıl bir madde olduğunu biliyorlar.” Nasıl bu hale geldiğini açıklayan Cemal, “ ilk kullanımlarda paket ücretleri çok düşük oluyor, bunun sebebi ise bağımlı olmayı kolaylaştırmak. Ama iş ona muhtaç olduğun anda başlıyor çünkü ücretleri ilk aldığının neredeyse 20 katından fazla hale geliyor, işte o anda devreye insanlık dışı manzaralar çıkıyor.” dedi. Uyuşturucu madde için hırsızlık yapmayan yok; “Ruhsal bağımlılığı olan kişi, uyuşturucu maddelerin yokluğunda huzursuzluk duyar. Huzursuzluktan kurtulmak için devamlı ya da belirli aralıklarla bağımlı olduğu maddeyi alma isteği duyar. Ne olursa olsun artık bulmak zorunda hissedersin. O anki psikoloji, uyuşturucunun etkisi size hayatta her şeyi yaptırabilir. Çalışıyorken rahatça alabiliyordum ama sonrasında ben de hırsızlık yapmaya başladım. Evdeki işe yarar yaramaz her şeyi sattım, akrabalarımı dolandırdım, en sonunda dilencilik bile yaptım.” Peki, bunları yaparken hiç pişmanlık yaşamadın mı? Gözleri dolarak cevap verdi: “Evet, çok utanç verici fakat bunu yapmalıydım. O günleri hatırladığımda pişmanlıklarla dolu yıllar geçirdim, başlamam bir hataydı devam ettirmek de daha büyük bir felaket olurdu.” Bir süre durdu; uzunca bir soluk aldı ve şöyle devam etti: “Çocuk ve gençlerde madde kullanımının en büyük nedeni merak. Uyuşturucu kullanım yaşı 14’lere kadar düştü. Kullandığım zamanlarda çocuk yaşta diyeceğimiz kişilerin kullanmasına şahit oldum. Yaş düştükçe bırakma şansı da o kadar düşüyor. Maddeyi aldığın zamanlarda ne yaptığını bilmiyorsun o yüzden kendi bedenine zarar verenleri, kafalarını duvarlara vuranları gördüm.” Uyuşturucu kullandığından bu yana, hayatında çok fazla değişiklik olduğunu belirtiyor Cemal: “Önceleri kendime, bedenime zarar verdiğimi düşünüyordum. Arkadaşlarım “mutlu olacaksın dene” dediklerinde o mutluluğu yaşamıştım, fakat sahte bir mutlulukmuş; kısa sürdü. Ama gün geçtikçe çevremdeki insanlar da bunlardan etkilenmeye başladı. Bana bakışlarında, davranışlarında farklılıklar sezdim, etrafıma ve kendime karşı kontrol edemediğim bir öfke, kin duyguları besliyordum.” Senden önce birkaç hikaye dinlemiş ve okumuştum; kiminin annesi, kiminin eşi sebep olmuş kurtulmak için. Senin kurtuluş hikayen neydi? Hafiften tebessüm etti ve başladı anlatmaya: “O zamanlarda her şeyi denemiş ve kötü şeyler yapan biri olarak sebebim çok farklı. Hiç umurumda mıydı bilmiyorum ama… Bir süre sokaklarda yaşadım, sürekli çevresinde bulunduğum bir ev vardı. O evden çıkan bir kız görüyordum gözleri deniz mavisi… Günler geçiyor ben sıklıkla onu görmeyi istiyordum. Hakkım mıydı bilmiyorum ama evet aşık olmuştum. Bir süre uyuşturucudan uzaklaştırmaya çalıştım kendimi; ama çok uzun sürmedi. Yine bir gün onunla karşılaştım, konuşmaya çalıştım ama arkadaşı büyük bir öfkeyle “defol git buradan önce dön bir kendine bak sonra konuş.” dedi. Haklıydı önce kendime bakmalıydım. O gün aklımdan hiç çıkmadı o sahne, o gün uyuşturucuyu bırakmaya karar verdim. Birçok kez başarısız olsam da, başardım. 1,5 yıl süren tedavimin ardından şu an temizim…” Çekinerek sordum: Peki hiç o mavi gözlü gördün mü? Bir daha tebessüm etti: “Mavi gözlü kız… Adını bile bilmiyorum. O günden sonra hiç görmedim Bir daha da uğramadım zaten evlerinin yanına…” Son olarak “Uyuşturucu çözüm değil çözümsüzlüktür” diyen Cemal şunları ekledi: “Uyuşturucudan kurtulduktan sonra düzenli bir işim olmadı ama yine de bir işim var. Bu durumda iken kimse bana güvenmiyor, haklılar da ama yine de bu sorunları yaşayan insanların topluma kazandırılması lazım, toplumdan dışlanması değil. Zaten kötü olan yaşam şekillerinden dolayı bu yola girmişler. Bir de şu nasihati sakın unutmayın, ne olursa olsun mutluluğu yanlış yerlerde aramayın, hayatta sizden daha önemli hiçbir şey yok.” Hayat her zaman istediğimiz gibi gitmez. Hayatın bize sunduklarını iyi değerlendirip yaşamak lazım. Sunmadıkları için de direnmek… Finali güzel olan bu hikayenin kahramanı Cemal ile sohbetin ardından onun gibi nice bağımlının bir an önce eski sağlıklarına kavuşması dileğiyle teşekkür ederek oradan ayrıldım. Tanıtım için basına ihtiyacımız var E rzurum Çevre ve Şehircilik İl Müdür Vekili Rahmi Şenocak, kurumlarında basın biriminin olmamasını büyük bir eksiklik olarak değerlendirdi. Her kurumda basın biriminin olması gerektiğini dikkat çeken Şenocak, birim olmadığı için halkın kendilerini tanımadığını ve uzak durduğunu belirtti. Basın biriminin eksikliği sebebiyle halk ile kurumların birbirinden uzak kaldığı dile getiren Şenocak, şunları söyledi: “Dışarda insanların uzak durduğu bir Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğünden çok halkla daha da iç içe bir müdürlük planlıyoruz. Kurumların iş ve faaliyetlerin tanıtılması kurumun daha iyi bilinmesini sağlıyor. Faaliyetler duyurulmasa kurumun kimliği de bilinemez. Bunu en iyi ve doğru yapacak olan basının her kurumda olması gerekiyor. Ayrıca basının diğer bir görevi kurumun reklamını yapmasıdır. Bununla beraber birçok platformda kurum ve kuruluşları en iyi tanıtabilecek olan basının kurumlara girmesiyle onları önemli bir konuma getirecek. Yapılan toplantılar, projeler, geziler, etkinlikleri en iyi bir dille anlatabilecek olan basının günümüzde ne kadar gerekli ve önemli olduğunu gözler Rahmi Şenocak önüne seriyor. Ayrıca basın biriminin açılmasıyla şuan iş alanı bulamayan gazetecilere iş imkânı da sağlanabilecek.” şeklinde konuştu. Şenocak, kurumlarda basın birimlerinin oluşturulmasının gazeteciler için istihdam oluşturacağını da sözlerine ekledi. r Sabahattin Gültekin Prof. Dr. Zühal Güvenalp Farmakon 2015 300’den fazla eczacı adayını buluşturdu A tatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi tarafından organize edilen “III. Ulusal Eczacılık Öğrenci Kongresi Farmakon 2015” Kültür ve Gösteri Merkezi’nde gerçekleştirildi. Atatürk Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Zühal Güvenalp, Kongrenin açılışında yaptığı konuşmada, “Açıldığı tarihten bugüne kadar birçok kongreye ev sahipliği yapan fakültemizde, düzenlenen III. Ulusal Eczacılık Öğrenci Kongresinin bilimsel kısmında söz alacak konuşmacıların konu başlıklarına bakıldığında, eczacıların çalıştığı her alanla ilgili farklı konuların, mesleğin şu anda sahip olduğu sorunların ve gelecekten beklentilerin konuşulup tartışılacağı görülmektedir” dedi. Güvenalp, eczacılık öğrencilerinin mesleğe dair amaçlarını sorgulayabilecekleri, mesleki bilimsel bilgiyi paylaşma ve tartışma fırsatı yakalayabilecekleri, akranları ile bir arada olmanın heyecanını yaşayabilecekleri, yeni dostlukların gelişeceği başarılı bir kongre olmasını diledi. 13. Bölge Erzurum Eczacı Odası Genel Sekreteri Hakan Özcan da 17 yıldır eğitim veren Eczacılık Fakültesi yönetim kadrosunun ve öğretim üyelerinin, öğrencilerini bilim insanı, araştırmacı, yönetim becerisi olan, eğitimli, etik değerlere bağlı, bilgi ve görgü bakımından en üst seviyede eczacılar olarak mezun etmek için elindeki bütün imkânları kullanarak üstün gayretle çalıştıklarını belirtti. Özcan, “Eczacılar olarak gelecek vizyonumuz; insanların sağlık ve esenliğini arHakan Özcan tırmada, halk sağlığını koruyup güçlendirmede, evrensel, eşitlikçi, sürdürülebilir, yüksek kaliteli, yenilikçi ve insan odaklı sağlık sistemlerinin oluşmasında eczacıyı birinci basamak sağlık danışmanı olarak merkeze koymak, eczacının vazgeçilmezliğini kanıtlamak olmalıdır” diye konuştu. 20 üniversiteden 321 katılımcının iştiraki ettiği program, Erzurum şehir gezisi ve Palandöken Tesislerinde yapılan kayak etkinliği ile sona erdi. r İFHA 12 Toplum Şubat-Mart 2015 Türkiye’nin karanlık ve puslu yılında ‘Yavi Katliamı’ 1993 yılı akıllarda neden karanlık yıl olarak kaldı? 1993 yılında Türkiye üzerinde oynanan oyunlar… Madımak olayı ve Başbağlar katliamını gerçekleştiren odak ile Yavi katliamı ve Çiçekli katliamını gerçekleştiren odak aynı odak mı? Yavi katliamından sonra yaşanan acılar… Bu karanlık yılın karanlıkta kalan olayı Yavi katlimanı değerlendiren Erzurum milletvekili Cengiz Yavilioğlu, katliamın, Ruslar ve Ermenilerle yaptığımız savaşın intikamı olabileceğini iddia etti. Ahmet Kotan 1 993 karanlık yıl olarak kazındı Türkiye’nin hafızasına. İnsanlar artık her sabaha yeni bir faili meçhul cinayeti veya faili meçhul bir olayı haberlerde görme korkusuyla uyanır olmuştu. Deyim yerindeyse ‘faili meçhul silsilesi’ 24 Ocak’ta Uğur Mumcu’nun arabasına konulan bomba ile öldürülmesiyle başlamıştı. Daha sonra 17 Şubat’ta Jandarma Genel Komutanı Org. Eşref Bitlis’in şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetmesi… 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın görevi başında şüpheli ölümü… 2 Temmuz’da Madımak Oteli’nin ateşe verilmesi ve otopsi raporunda bazılarının dumandan zehirlenerek öldüğünün, bazılarının ise ateşli silahla vurularak öldürüldüğünün tespit edilmesi… Aradan üç gün geçtikten sonra 3 Temmuz’da Erzincan’ın Başbağlar köyünde kurşuna dizilerek ve evleri yakılarak 33 vatandaşımızın katledilmesi… Bu olayın faili olarak yakalananların bir süre sonra salıverilmesi ve bugüne kadar hiçbir failin yakalanmaması… Ve Yavi katliamı… Yavi’de yaşananlar belki de 1993 yılının karanlık yıl olarak anılmasında en büyük etkiye sahipti. Yavi tam bir muammaydı. Yavi özellikle mi seçilmişti? Yavi’nin Başbağlar ve Madımakla ilişkisi var mıydı? Beş gün sonra yine Erzurum’un Pasinler ilçesinde Çiçekli köyünün PKK’lılar tarafından basılıp 6 kişinin öldürülmesi Yavi’nin devamı mıydı? Karanlık yılda karanlık bir olay Yavi, Erzurum’un Çat ilçesine bağlı, Çat’a 17 kilometre, Erzurum il merkezine 70 kilometre uzaklıkta bir Türk köyü. 25 Ekim 1993 gününün akşamı 19:40 sıralarında beş kişilik bir grubun Zeki Bingöl’e ait kamyoneti gasp ettiği, Yavi’nin telefon hatlarının kesildiği ve askeri kamuflaj giymiş G-3 piyade tüfeği taşıyan kişilerin şüphe çekmeden köye girdikleri, MİT’in TBMM meclis araştırma komisyonuna gönderdiği ‘gizli’ bilgi notunda yer alıyor. Grup köye girdikten sonra köy kahvesine gidiyor. Kahve sahibinin yeğeni Ahmet Yavilioğlu, o gün kahvenin kapalı olduğunu, cenazeleri olduğu için 2-3 gün kahvenin açılmadığını, o gün ise köylülerin gelip amcasında anahtarı istediklerini ve o şekilde açıldığını söylüyor. Ahmet Turgut Özal Uğur Mumcu Org. Eşref Bitlis Üçü de 1993 yılında öldü Yavilioğlu ve diğer köylüler, olay günü kahvede olan kişilerden dinlediklerine göre, gelen beş kişilik grubun kahvede çay içerken bir yandan da kahvede az kişi olmasından dolayı birkaç defa gidip gelerek kişi sayısının artmasını beklediklerini dile getiriyorlar. Kahvede bulunan insan sayısı artınca grup harekete geçerek, köylüyü kahvenin bir köşesine topluyor ve silahlarını insanlara doğrultuyor. O gün kahveye geç giden ve olaydan yaralı olarak kurtulan Fahri Kocaoğlu köylünün nasıl bir köşede çaresizce durduğunu ve olanları görünce neler yaşadığını şöyle anlatıyor: “Ben gittim, masayı sandalyeyi toplamışlar. Kahve halkı da öyle köşede sıkışmış ayakta duruyor. Ben içeriye girdim, tabi onların ne olduğunu fark etmedim; şaştım kaldım.” Şarjörleri üzerimize boşalttılar Kocaoğlu kahveye sonradan gitmişti. MİT’in Yavi raporunda geçen ifadesinde asker kıyafetli G-3 piyade tüfekli kişilerin olduğunu söyleyen Kocaoğlu, sorularımıza karşılık, asker kıyafetli kimseyi görmediğini, kot pantolon giymiş, tarayan iki tane sivilin olduğunu, birinin kısa boylu esmer saçını sıfıra vurmuş, diğerinin ise uzun boylu saçları önüne gelmiş kıvırcık saçlı biri olduğunu ifade etti. İçerideki iki kişiden başka bir kişinin de kamyonetin üstünde beklediğini söyleyen Kocaoğlu, onun da asker kıyafetli olmadığını söylüyor. Kahveye girdikten sonra olayın devamını Fahri Kocaoğlu şu şekilde aktarıyor: “Girdim içeri, yan tarafta bir masa vardı, o masanın arka tarafına geçtim, içeride terörist olduğunu fark etmedim, sonradan bir tanesi kalabalığın yanına geç dedi bana.” Teröristler Kocaoğlu’nu görünce telaşa kapılıp onun da hemen diğer insanların yanına geçmesini istemiş, çünkü Kocaoğlu kahveye girdikten sonra köylülere silah doğrultan kişiyle sözlü tartışmaya girmiş. O ana kadar kahvede silahlı bir kişi varmış. Sonrasında ateş açılmış, o dakikaları Kocaoğlu şöyle anlatıyor: “O anda içeriye bir kişi daha girdi, girmesiyle tarama emri verdi, seriyle taramaya başladılar iki kişi. O anda bir arkadaş kenardaydı, benim arka tarafıma düştü, bana da üç tane isabet etti. İkişer şarjör boşalttılar, üçüncü şarjörü taktılar, ben hala kendimi kaybetmemişim, o üçüncü şarjörü de biraz boşalttıktan sonra tek teke düştüler. Sonra tarama bitti, dışarıya çıktılar.” Kolundan, bacağından ve karnından yaralanan Kocaoğlu ateş açan iki kişinin dışarı çıkmasından sonra tekrar bir ses duyduğunu, bu sefer içeriye bomba attıklarını sandığını söyledi. Hala kendinde olan Fahri Kocaoğlu dışarıya çıktığını, o gelen sesin de yaşlı bir hacı amcaya sıkılan kurşunun sesi olduğunu fark ettiğini söyledi. ‘Anadolu’dan Görünüm’ ekranda Küçük bir detay: Olayın yaşandığı akşam kahvenin televizyonunda o tarihlerde pazartesi günleri yayınlanan ‘Anadolu’dan Görünüm’ adlı program izleniyordu; programda PKK’nın acımasızca gerçekleştirdiği katliamlar, baskınlar gösteriliyordu. Evleri kahvenin karşısında olan, o zaman dokuz yaşında olduğunu söyleyen Ahmet Yavilioğlu olayın hemen sonrasını şöyle anlatıyor: “Bizi, çocukları bir odaya topladılar çıkmamamızı söylediler, ben camdan bakıyordum, herkes kendi cenazesini sırtına alıp gidiyordu.” Olaydan sonra uzun bir süre (hatta jandarmanın sabah ancak geldiğini ifade edenler de var), jandarma olay yerine gelmemiş ve insanlar çaresizce kendi cenazelerini sırtına alıp evlerine götürmüş. Yavi’de yaşayan ve şu an 50 yaşlarında Yavi’de katledilen 33 kişinin katilleri henüz bulunamadı. olan kişilerin beyanına göre 1988 yılında Yavi’de jandarma karakolu varmış, o yıllarda karakol kapanmış ve bu talihsiz olaydan sonra tekrar açılmış. Olayın yaşandığı yıl 30 yaşlarında olan kişiler ise doğduklarından beri jandarmanın olduğunu daha sonra karakolun kapandığını dile getirdiler. Olaydan sonra sıra şehitlerin defnedilmesine gelmişti. O gün, Yavililerin aklında tam anlamıyla canlanamıyordu bile. O günü hatırlayanlar Yavi’de hiç kimsenin aklının başında olmadığını, büyük üzüntülerin, acıların yaşandığını dile getiriyorlar. Olayın gerçekleştiği tarihte 30 yaşında olan Atığ Kırbaş, şehitlerin defnedildiği günü şöyle anlatıyor: “32 hanede ateş yanması, her köyden imamın gelmesi, onları yıkaması, bir tane değil ki, olanlar çok büyük meseleydi Allah kimseye vermesin”. O gün, kahvede 33 kişi şehit ediliyor bunların 32’si Yavili, kalan bir kişi ise o gün teyzesini, düğününe götürmek için Yavi’ye gelen misafir. Yavi’de o zaman iki tane cami ve iki imam varmış, çevre köylerden, Erzurum’dan şehitlerin bedenini yıkamak için imamlar gelmiş. Kırbaş her evin önünde kara kazanların kaynadığını, kaynayan o kazanların görüntülerinin gözünün önünden hiç gitmediğini söylüyor. Kırbaş o elim olayda hiç yakınını kaybetmemiş fakat nasıl bir birlik ve kardeşlik duygusuyla yaşadıklarını, “Siz yakınınızı kaybettiniz mi?” sorusuna verdiği yanıt açıklar nitelikte. Yakınının şehit olmadığını “ama benim kardeşim de, yanımızdaki köylüsünü göstererek bunun kardeşi de ve bana dönerek seninki de şehit olsa aynı şey, burada böyle” diyerek herkese her kesime ders olacak bir cevap verdi. Neden yavi? Yavi’nin Başbağlar ve Madımak’la alakası var mıydı? Yavi bulunduğu konum itibariyle bir geçiş güzergâhı, çevresinde birçok Kürt ve Alevi köyü mevcut ve oradaki en fazla nüfusa sahip köy durumunda. Bu sebeplerden dolayı Yavi’nin bilerek seçildiği, amacın Madımak ve Başbağlar üzerinden çıkarılmaya çalışılan Alevi-Sünni çatışmasının bir benzeri olarak bu defa Türk-Kürt çatışması çıkarmak olduğu, Yavi’nin de bu nedenle seçilmiş olabileceği düşünülüyor. Özellikle Yavi’de yaşanan olaydan üç gün önce Diyarbakır İl Jandarma Komutanı Bahtiyar Aydın’ın şehit edilmesinden sonra Lice’de yaşanan olayların 33 sivilin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanması ve ardından bir Türk köyü olan, Yavi’de olanlar, birilerinin sanki kardeşi kardeşe kırdırma çabasında olduğunu düşündürüyor. Erzurum ayağa kalktı Yavi’den beş gün sonra Pasinler’in Çiçekli köyünün basılıp 6 köylünün daha şehit edilmesiyle sonuçlanan diğer bir üzücü olay da bu iddiaları destekler nitelikte. Bu yaşananlardan sonra Erzurum halkı HADEP’in il binasına saldırıyor, daha sonra da Kürt vatandaşların yoğunlukta olduğu Mahallebaşı semtine girmeye çalışıyor. Erzurum’da herkesin sevip saydığı ‘Naim hoca’ diye bilinen Naim Gölleroğlu, dönemin valisi Oğuz Berberoğlu ve halkın itibar ettiği kişiler devreye giriyor ve son anda Türk- Kürt çatışması önleniyor. Şubat-Mart 2015 Toplum 13 Dinmeyen acının çığlığıdır Başbağlar Katliamı 1993 yılı, bir dizi karanlık olayın yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. Aradan geçen 22 yıla rağmen bu olayların üzerindeki sır perdesi aralanamadı. 5 Temmuz 1993’te gerçekleşen Başbağlar katliamı da faili meçhul olaylardan biri olarak kaldı. Işıl Çimen B aşbağlar köyü Erzincan’ın Kemaliye ilçesine bağlı Tunceli sınır noktasında bulunuyor. Kemaliye ilçesiyle ulaşımı Fırat nehri üzerindeki sallarla mümkün olabiliyor. Türkiye’de 1993 yılına damgasını veren karanlık ve acı olaylardan birine adını yazdıran Başbağlar böylesine zor bir yerde kurulu (idi). Yaşanan acının tarifi yok, yaşayanların ise anlatacakları çok şey var. Bitmek bilmeyen bir acı bu. Zor değil midir 22 yıldır katliamı yapanların kim olduğunu bilmek ama ceza aldıklarını görememek? Yarım kalan namaz Yaşanan katliamı Dernek Başkanı Mehmet Ali Dikkaya anlatıyor: “Tarih 5 Temmuz 1993, Ramazan ayı. Akşam ezanıyla birlikte cemaat camiye toplanıyor. Olacaklardan habersiz, her şey her zamanki gibi devam ediyor. Cemaat namazını kılmaya Mehmet Ali Dikkaya başlıyor. O sırada camide yirmi iki kişi bulunuyor. Daha namaz bitmeden cami basılıyor. Köylüler neye uğradıklarını anlamadan camiden çıkarılıyor.” Telefon kabloları kesiliyor “Aslında her şey çok önceden planlanmış gibi” diyor Başkan Dikkaya, altmış kadar terörist köye geliyor. Geliş yolları Tunceli olan teröristler yol üzerinde yaylada tırpan biçmekte olan iki köylüyü de zorla yanlarına alıyor. Köyün iletişimini engellemek için telefon kabloları kesiliyor. Bu sayede köylüler yardım isteyemeyecek ve kanlı eylemleri istedikleri şekilde olacaktı. Bir grup terörist ise evlerden erkekleri çıkarmaya başlıyor. Herhangi bir sıkıntı çıkmaması açısında da sadece konuşma yapacakları söylenerek tüm erkekler köyün tepe noktasında bir yere götürülüyor. Durumdan endişe duyup gitmek istemeyenlerin ise şansı olmuyor. Eli silahlı gözü dönmüş bu insanlar zorbalıkla istediklerini yaptırıyor. Yavaş yavaş o acı sona doğru yokuştan çıkılıyor. Bu sırada çıkmakta zorlanan ancak sürekli ikaz edilen yaşlı bir köylüyü bir genç sırtına alarak birlikte ölüme adım adım yaklaşıyorlar. 28 masum insan Köyün bütün erkekleri toplantı yeri olarak belirlenen bölgeye getiriliyor. PKK’lı teröristler örgüt propagandası yapmaya başlıyorlar. Çocuklarınızı askere göndermeyeceksiniz, vergi vermeyeceksiniz sözlerine karşılık kimse bir şey söyleyemiyor. Nasıl söylesinler ki, içle- rinde bir nebze olsun yaşama umudu varken geride bırakacakları anne, eş ve çocuklarını düşünürken sadece dinleyebiliyorlar. Yaklaşık iki saat süren bu konuşma sonrasında sıraya dizilen savunmasız köylüler için acı son geliyor: 28 masum köylü vahşice kurşuna diziliyor. Oracıkta hayatını kaybediyor köyün erkekleri… Giden canlar yanan ocaklar “Sadece 28 canın gitmesi yetmedi” diyen Başkan Dikkaya şunları söyledi: “Nasıl bir öfke nasıl bir kinse bu köyün çeşitli bölgelerine dağılan teröristler haneleri ateşe verdi. 191 ev, köy okulu, halk evi (köy odası), öğretmen lojmanı, imam evi ve en ilginç ayrıntı ise ilk defa bir köy camii yakılıyordu. Başlayan bu yangınla evlerinde yanarak 5 kişi daha hayatını kaybetti. Benim de 29 yaşındaki kardeşim katledildi. Yıllar geçti ama hala acımızın tarifi yok.” “Not: Sivas’ın intikamı” Köy camisinin yakılmasındaki amaç çok geçmeden anlaşıldı. Terör örgütü 2 Temmuz 1993 yani Başbağlar Katliamı’ndan üç gün önce Sivas Madımak Oteli’nde yaşanan katliamı öne sürmüştü. Notta yazan ise şuydu; “Sivas’ın intikamı alındı”! Yaşanan iki olayla alevi-sünni çatışmasının yaratılmak istendiği açıkça görülüyordu. Dernek Başkanı Mehmet Ali Dikkaya “Bu iki olayın çok önceden planlandığı görüşündeyim ve Türkiye’de bir kargaşa ortamının yaşanması için alevilerle sünniler karşı karşıya getirilmek isteniyordu.” dedi. Yürek burkan gerçekler Yanarak hayatını kaybeden beş kişinin cesedi olay yerine gelen iş makinelerinin evleri yıkması sonucu toprağa karıştı ve bulunamadı. Olayla ilgili olarak on gün sonra Erzincan’da 16 Temmuz 1993 günü 16 kişi yakalandı ancak bir süre sonra serbest bırakıldı. Mahkeme Erzincan’dan İzmir’e alındı. Toplamda yirmi sekiz duruşma yapıldı. Dernek Başkanı Mehmet Ali Dikkaya Başbağlar Katliamıyla ilgili kimsenin ceza almadığını, yakalanan sanıkların da söyledikleri isimler üzerinde durulmadığını ve cenazelere otopsi yapılmadığını, bu konuda sıkıntılar yaşadıklarını ifade etti. Köyün ateşe verilmesinden ve köyde kimsenin kalmamasından dolayı cenazeler Erzincan’ın Başpınar Köyüne defnedildi. Geride ise 33 ölü, 30 dul kadın, 100’e yakın yetim çocuk ile evlerin enkazı kaldı. Yavi katliamını çözmek için 1993’ü iyi anlamak lazım Y Cengiz Yavilioğlu avi’nin bilerek mi seçildiği sorusuna kendisi de Yavili olan AK Parti Erzurum milletvekili Dr. Cengiz Yavilioğlu farklı bir yönden bakmamızı sağlayacak şeyler söylüyor: “Ermeni-Rus savaşı zamanında Ruslara ve Ermenilere karşı savaş Yavi’de başlatıldı. Bunun masum bir şey olmadığına tarihsel olarak inanıyorum, bunun izdüşümünü orada bulmak lazım. Çünkü savaşı ilk Muhammed Lütfü Efe başlatmıştı. Halit Paşa daha sonra devralmıştı ama ilk savaşı Muhammed Lütfü Efe Yavi’de başlatmıştı.” Savaşın bir Cuma günü Lütfü Efe’nin Cuma namazına gelen insanlara, Cuma namazının ve hutbesinin üzerlerinden düştüğünü, çünkü memleketin istila edildiğini söyleyerek köylülerden 50-60 kişilik bir müfreze oluşturduğunu ve mücadelenin başlatıldığını söylüyor Yavilioğlu ve ekliyor: “Bu anlamda Yavi’nin seçilmesi konusunda bir intikamın olduğuna dair bir şey de konuşuluyor, ben tarih kodlarına bu anlamda iyi bakılmasını istiyorum.” Yavi neden bilinmiyor? Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu 1993’te yaşanan olayları incelemeye alıyor fakat bunun içerisine Yavi alınmıyor. Bunun nedeni bilinmiyor. Yavi’nin Başbağlar ve Madımak’tan ne farkı vardı? 93’teki olayları incelemek için açılan dosyaya, Yavi katliamı Dr. Cengiz Yavilioğlu’nun çabalarıyla giriyor. Yavilioğlu, “Yavi’deki olayın sırlarının çözümlenmesi için 93’ü incelememiz lazım. Dolayısıyla Yavi tek başına değil bütünün içerisinde inceleniyor. Yavi bu kapsamın dışındaydı, biz bilgi ve belgeleri vermek suretiyle Yavi’yi de dahil ettik.” diyor. Yavi olayı kamuoyundan o kadar uzak tutulmuş ki konuyla ilgili Erzurum’da konuşma fırsatı bulduğum insanların birçoğu Yavi’de neler olduğundan habersiz. Bu durum Erzurum içerisinde bu haldeyken Türkiye genelinde bu ola- yı bilenlerin sayısı hayli az olsa gerek. Durum böyleyken bu gibi olayların üzerinde durulması imkânsız hale geliyor. Bundan dolayı zaten karanlık olan olay iyice karanlığa gömülüyor ve bu da, geçen zamanın şer odaklarının lehine işlemesine sebep oluyor. Yavi davasında zaman aşımı Yavi’de yaşananların üzerinden neredeyse 22 yıl geçti ve fail olarak yakalanan hiç kimse yok. 22 yıl geçmesinden dolayı davanın zaman aşımına uğrayıp düşme ihtimali söz konusu. Bu konuyla alakalı Dr. Cengiz Yavilioğlu “Bununla ilgili bir karar alınabilir, zaman aşımına uğramaması için bir karar verilebilir. Bu zaman aşımına uğratılabilecek bir mesele değil çünkü.” diyor. Bir 1993 yılının, bir Başbağların, bir Madımak ve bir Yavi’nin daha tekrar yaşanmaması herkesin temennisi. Yavi katliamında daha anne karnında yetim kalan çocukların olduğunun bilinmesi ve unutulmaması lazım. 14 Şubat-Mart 2015 Şehir Pratik Türkçe kursunun çok renkli öğrencileri A Müziğin en doğal hali GERÇEKLiK tatürk Üniversitesi Dış İlişkiler Ofisi ve DİLMER tarafından organize edilen ve bu yıl altıncısı düzenlenen “Kış Okulu, Pratik Türkçe Kursu” uluslararası gün etkinliği, Kültür Merkezi Mavi salonda gerçekleştirildi. Gürcistan, Kazakistan, Polonya, Moğolistan, Rusya, Kırgızistan’dan gelen Türk Dili Edebiyatı, Türk Tarihi ve Türk Kültürü’yle ilgili çeşitli bölümlerde okuyan 26 öğrencisi üç hafta sürecek “Kış Okulu, Pratik Türkçe Kursu”na katılmak için Erzurum’a geldi. Atatürk Üniversitesi Dış İlişkiler Koordinatörü Prof. Dr. Fahri Yavuz, öğrencilere Dış İlişkiler Ofisi’nin misyonunu anlattı. Atatürk Üniversitesi’nin dünyada daha çok bilinen bir üniversite statüsüne kavuşturma amaçlarının olduğunu belirterek, bu nedenle her fırsatı değerlendirdiklerini söyledi. Yavuz, üniversitelerin uluslararasılaşmanın eğitimde bir kalite göstergesi olarak kabul edildiğine de dikkat çekti. Dil Eğitimi Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Doç. Dr. Osman Mert ise, dünyanın farklı yerlerinden Türkçe dil eğitimini almak için gelen öğrencilerin, programa renk kattıklarını söyledi. Erzurum’un önemli bir şehir olduğunun ve Atatürk Üniversitesi’nin Türk Kültürünü en iyi öğrenilecek yerlerden biri olduğunun altını çizen Osman Mert; “Erzurum Türk kültürünün en yoğun yaşandığı illerimizden biridir. Dolayısıyla Türkçeyi ve Türk kültürünü de en iyi öğrenebileceğiniz yerlerden biri hiç kuşkusuz Atatürk Üniversitesi’dir. Üniversitemizin uluslararalılaşmasında önemli bir paya sahip olan DİLMER ise Üniversitemizin ve şehrimizin dışa açılan pencerelerinden biridir” diye konuştu. Öğrenciler, program sonunda konuklara ülkelerinden getirdikleri yiyecekleri ikram etti. r İFHA Özgün müzik ve türkü alanında birçok başarıya imza atan baterist Ali Bicerikli, müziğin evrenselliğine dikkat çekerek zengin müzik altyapımızın Türkiye’de yaşayan etnik çeşitlilikten beslendiğini söyledi. Alev Bicerikli A li Bicerikli, profesyonel baterist. Toplumsal olayların içine aldığı özgün müzik ve türkü alanında kendini geliştiren birçok sanatçıyla çalıştı, ezilmiş halkların sesinin yankı bulduğu bu alanda Pınar Aydınlar, Hasan Ali, Ayfer Düzdaş gibi pek çok sanatçıyla müzik yaptı. Cem TV'de Hasan Ali ile Üç Renk adlı programında, TRT Müzik kanalında, Eğlem Eğin ile birlikte şarkılara ritim tuttu. Müziğin evrenselliğine dikkati çeken ve “Müzik; bir duygu hissiyat işidir” diyen Bicerikli, “Türkiye'de birbirinden çok farklı halklar yaşıyor ve bu durum çok zengin bir müzik yapısına sahip olduğumuzu gösteriyor. Bu halkların birbirinden çok farklı kültürleri, dilleri yaşanmışlıklarıyla topluma etki eden sosyo-politik olaylarla birleşerek müzikte kendini göstermiştir.” şeklinde konuştu. Popüler olanın dışındaki halkın duygularını yansıtan bu müziğe ilişkin, “Zulüm gören halklar yaşadıklarını, başlarına gelen olayları müzikle dışa vurmuştur” yorumunu yapan Ali Bicerikli, buna örnek olarak doğu coğrafyasında ün kazanmış olan dengbejleri verdi. “Acıyı, hüznü, hasreti içinde barındırır, müziğin en doğal hali; gerçekliktir” dedi. Bunların dışında yer alan ve daha çok kitleye yönelik olanın niteliklerine bakılmaksızın iyi ilan edilmesini ise şöyle yorumladı: “Niteliğine bakılmaksızın en iyi grup diye işaret edilen muzik gruplari yoktur bana göre... Eğer ses getirmisse, seviliyorsa gercekten islerini iyi yapiyorlardir. Müzik yapmak duygu işidir. Kişi ne hissediyorsa onu yansıtır yasadığı, büyüdüğü ortamlada ilgilidir bu durum. Yetenekli muzisyenler kendilerini belli ederler, sevilirler tekrar tercih edilirler. Ben bir müziyen olarak konser izlemeye gittiğimde, sahnedeki müziği icra eden kişinin sahne durusuna disiplinine sanata saygisina bakarim bunlari bir konserde çözümlemek çok da zor değil. Eğer bunlar mevcutsa iyi muzisyendir. Dedigim gibi müzik duygu, hissiyat işidir, sahnesinde yada albümünde kendi duygusunu yansıtmışsa, insanlar tarafindan farkedilmesi daha kolay oluyor. Bir gruba iyi yada kötü demek de zor aslında. Bu bir tercih meselesi olduğu için kişiye göre değişir. Müzik evrenseldir ve herkes mutlaka ufakda olsa kendisinden birşeyler buluyor. Kendimden örnek verecek olursam; Benim hiç beğenmedigim, dinlediğimde sarkının bitmesini bile beklemeden kapattığım sarkıları arkadaşlarım çok beğenebiliyor. Bu tur örneklerin sayısını fazlalaştırabiliriz...” Müziğe merakı daha çocukluk yıllarına dayanıyor Bicerikli'nin. Bir müzik klibi döndüğünde gözünü bateriden ayırmadığını söylüyor ve ekliyor: “Mahallede kendi çabamızla bir müzik grubu kurduk, bende grubun davulcusu oldum. Harçlıklarımla kendime davul aldım ilk önce kendi çabamla çalmaya başladım. Daha sonra mahallede olan düğünlerde kendimizi gösterdik. Baktık ki bu işten yavaş yavaş para kazanıyoruz hemen paralarımızı biriktirip kendimize müzik aletleri aldık.” Ali Bicerikli kendine örnek aldığı, idol olarak seçtiği ve hayranlık duyduğu Bülent Ay ve Volkan Öktem ile tanışmasını heyecanla anlattı: “Bateristleri araştırıyordum ve karşıma Bülent Ay diye bir Baterist çıktı ilk onu tanıdım idolüm o diyebilirim.. Son iki senedir kendisiyle tanışmış ve iyi bir abi kardeş ilişkimizin olduğunu söyleyebilirim. Yeteneklerini bana aktarması da cabası... Onun dışında tabii ki Volkan Öktem bence Türkiye’nin ve dünyanın en iyi bateristleri arasındadır.” Müzikle ilgili hiç bir fikri olmayan, ondan hiç anlamayan bir kişi bile bateriye bakınca onda farklı bir ritmin, dengenin olduğunu fark edebilir. Bicerikli “Evet baterisler zeki insanlardır.” Gülüyor ve ekliyor: “Bateri çalmak bir hız işidir, denge işidir fakat bunula sınırlı bir meziyet değildir.” Çanakkale şehitleri için duygulu anma töreni A tatürk Üniversitesi Genç Akademi Kulübü ve İlim Yayma Cemiyeti (İYC) Erzurum Şubesi tarafından 18 Mart Çanakkale zaferinin yıl dönümü sebebiyle şehitleri anma programı gerçekleştirildi. Programa eğitimciler ve öğrencilerin yanı sıra vatandaşlar da ilgi gösterdi. Açılış konuşmasını yapan İYC Erzurum şubesi 2. Başkanı Cemalettin Hınıslıoğlu, Çanakkale Zaferinin önemine dikkat çekti ve unutmadan dersler çıkarılması gerektiğini dile getirdi. Anma programı kapsamında Çanakkale savaşı sırasında yaşanan olayların anlatıldığı bir tiyatro oyunu sergilendi, şehitler için Kur’an-ı Kerim okundu, dualar edildi. Programın son bölümünde ise Güzide Erkek Öğrenci Yurdu öğrencilerinin hazırladığı “Çanak- Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğrenci Uygulama Gazetesi Atatürk Üniversitesi adına sahibi Dekan Prof. Dr. Uğur Yavuz Genel Yayın Koordinatörü Doç. Dr. Hakan Temiztürk Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Prof. Dr. Uğur Yavuz Haber Müdürü Uzm. Gülhanım Küçükalkan Sayfa Tasarımı Sefa Sargın, Can Bayrak kale Zaferi” adlı fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı. Anma programının ardından salondan ayrılan konuklar mutluluk, hüzün ve gururu bir arada yaşadıklarını dile getirdi. r Burhan Konak Haber Merkezi Ahmet Atsız, Melik Bulmuş, Melike Ceyhan, Gülseren Danışman, Sümeyye İnal, Kısmet Demirci, Ayşe İlgen, Burhan Konak, Alev Bicerikli, Ahmet Kotan, Işıl Çimen, Sabahattin Gültekin, Mithat Yılmaz, Yavuk Aktürk, Y. Özgür Bülbül, Semih Yüksel, Elif Güneş, Melis Ceyhan, Ş. Tuba Özkan, Öztan Aydın, Rıdvan Dereli, Yağmur Teke, Elif Okutan, Erat Kocaoğlan, Dilare Kara, Kadir Avcı, Nur Ener İletişim Adresi Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığı ERZURUM Tel: 0442 231 51 51 Faks: 0442 236 09 64 Baskı Kardelen Matbaacılık 0 442 233 25 45 Üniversite Şubat-Mart 2015 15 Yanlış sorunun doğru cevabı olmaz Bir Tıp profesörü olan Bünyami Ünal “İç İçe Hayatlar” adlı romanının yazarı. Romanı ve romanın öyküsü hakkında sorularımızı yanıtlayan Ünal, insanların mutsuz olduğunu belirtti; bu mutsuzluğun hayata dair sorulan soruların yanlış olmasından kaynaklandığını ifade etti. Ünal, romanda ‘yanlış sorunun doğru cevabı olmaz’ mesajı verdiğini söyledi. B ünyami Ünal, bir doktor; Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji bölümünde profesör. Ünal geçtiğimiz günlerde “İç İçe Hayatlar” adıyla bir romanı yayımlandı. Kendisiyle mesleğini değil, romanını ve edebiyata olan ilgisini konuştuk. Konuşunca Ünal’ın edebiyata, yazıya ilgisinin çok fazla olduğu ortaya çıktı. Kendisi Haber Ajanda ve Kültür Ajanda dergilerinde yazarlık yapıyor. Aynı zamanda Boğaziçi Gündem’de ara ara yazılar yazıyor. Romanında gerçek hayattan izler taşıyan olaylar, kişiler ve mekanlar tıpkı bir film tadında anlatılıyor. Ünal, romanının ana mesajını “yanlış sorunun doğru cevabı olmaz” biçiminde formüle ediyor. Kitap yazma fikri nasıl oluştu? Nasıl karar verdiniz yazmaya? Yazı yazmak bende hastalık. İşte sigara içmek gibi, kahvehaneye gitmek gibi… Yazma bende ihtiyaç gibi, yazmam lazım. Hatta bazen yazdıklarımı okuyunca onlardan bile yeni şeyler öğreniyorum. 12 yaşımdan beri düzenli olarak gazete okurum ve herhalde bir de Nurcuların da etkisi oldu. Sürekli okurum ve yazarım. 6-7 sene evvel roman yazmak istedim ve bu roman öyle bir roman olmalı ki Şeytanın Avukatı ve Aşkın Sözü filmleri gibi olmalı dedim. Beni etkileyen romanlar da var; çocukluğumda etkilendiğim romanlar var. Ve ben de bir şeyler yazmalıyım çok güzel olmalı dedim. Kitabım henüz bir kıvama gelmedi. Kitabıma 10 üzerinden 2 veriyorum. Dekan olarak Kars’a atandım; geceleri yalnızdım ve yalnızlığın ürünü olarak bu romanımı yazdım. Doktorluğun yanında yazarlık nasıl yürüyor? Romanı yazdıktan sonra bir konuya saygı duydum, bir meseleyi de daha iyi anladım. İlk olarak hakikaten romancılara saygı duydum; zor iş. İkincisi ise Allah’ı anladım; uyduruk bir kader yazmak ne kadar zor, kişilerin uyumunu, olayların uyumunu; bunları denk getirmek... Bu kadar insanın kaderini nasıl uyumlu hale getirmiş? Gerçekten Allah’ın büyüklüğünü anladım. Kitabınızda yer alan konulardan biri de yeni Türkiye’de yeni Türk romanı. Yeni dönemi iki açıdan da nasıl değerlendiriyorsunuz? Bence herhangi bir mesele, ülke ya da toplumla bir bütün olarak ele alınır. Bir memleketin milli eğitimi kötüyken sağlık sistemi iyi olmaz, olamaz; eşyanın tabiatına aykırı. Hayat bir bütündür. Diğer taraftan doktorları çok iyiyse romancıları da bir o kadar iyi ve yaratıcıdır. Kitapta birçok hikayenin olması ve bunların birbirleriyle bir bütün ve ilişkiyle kurgulanması söz konusu. “Yağmur (X)” kişisinin incelediği Mehmet’in kitabında olaylar ve kişilerin gerçek hayattan olması sizin hayatınızdan da izler taşıyor mu? O bence benim bilim adamı kafamın, projeci kafamın ürünü. Romanı yazdıktan sonra anladım ki bir adam tamamen kendi dışında bir roman yazamaz. Kendi dışında yazabilecek bir tek Allah var. Onun dışında kimse böyle bir şey yapamaz. Aslında romanımda benim hayatımdan bir şeyler var. Bu roman acemi bir adamın ilk romanı… Romanınızda ilk olarak dikkatimi çeken; “insanın kaderi çabasına bağlı kılındı” ifadesi oldu. Bununla ilgili neler söylemek istersiniz? Hak edilecek donanımlara sahip olalım. İnsanoğlu talep etmekle özgür ama dönün bir de bunun gereğini yapın. Bütün bunlara rağmen, sahip olduğun donanımlara rağmen zor sorular da gelebilir. Allah istedi deyip geçmek gerekir. Bediüzzaman diyor ki; vazifeni yap, vazife-i ilahi’ye burnunu sokma; eğer vazife-i ilahi’ye burnunu sokarsan Allah sana aynı soruyu bir defa soruyor. Aynı soru neden bir daha soruluyor diye dönüp yaptıklarına bak. Kitabınızda mekan olarak Erzurum’u seçmenizin özel bir nedeni var mı? Ben Erzurum’a aşığım. Bir laf vardır “Ey Filistin sen dünyanın en güzel memleketi değilsin ama ben seni yine de çok seviyorum.” Bu yüzden Erzurum’u tercih ettim. Erzurum açısından olacaksa bir reklam olsun istedim. Bünyami Üna 1968 Erzurum l kimdir? doğumluyum. Bütün eğitim hayatımı devle t okullarında ge çird Lisesini bitird im. Erzurum ikte Mayıs Üniversi n sonra 19 düğüm ilk kız tesinde görevlendim. 12 ya a aşık oldum ve cuların içinde şımdan beri Nurbü etkilediler; hay yüdüm. Beni çok at öğretmenler o ımdaki en büyük nlar. Sonra ün iversiteyi kazandım ve Aynı üniversite Samsun’a gittim. d Histolojiyi çok e asistan oldum. sevdim. Çok iy i bir hocanın yanın d mim geçti. Dah a asistanlık dönea so Yrd. doç oldum nra Gaziantep’te Yrd. doç. oldu , Erzurum’da yine m ve Profesör o daha sonra Doçent ldum. Bir süre Kars’ta Kafkas Üniver site Dekanlığı göre si Tıp Fakültesi vini yürüttüm . Kitabı yazmaya karar verdikten sonra destek ya da yardım aldınız mı? Aldım, herkesten destek aldım. Romanımda yer alan ajandayı eşim yazdı. Daha sonra aşk mektubuna ihtiyacım vardı onu da yeğenim yazdı, bu işten anlayan asistanlarım kitabı defalarca okudular. Dil düzeltmelerini romanda adı geçen yeğenim Özge’den istedim. Bu kitabı yazdıktan sonra ne tür yorumlar aldınız? Çok güzel yorumlar yapanlar oldu. Bazı insanlar ise bir daha okumak zorunda kaldık dediler. Gramerini eleştirenler oldu. Ama okuyucularda toplam 10 üzerinden 7 almıştır. Ben ise iki veriyorum ama… Roman yazmaya devam edecek misiniz? Ederseniz hangi konuyu ele almayı düşünüyorsunuz? Edeceğim; ta ki bir roman yazacağım işte bu oldu dediğim zamana kadar. İkinci kitabımda cemaat ve hükümet meselesini daha farklı bir dille ele almak istiyorum. r Elif Güneş Dershane yetmez; motivasyon daha önemli Dershanelerin kapatılması önümüzdeki aylarda yeniden gündeme gelecek. Eğitim bilimci Gençdoğan, sınav kazandırmada dershanelerin sanıldığı kadar etkili olmadığını söyledi, motivasyonun çok daha önemli olduğunu vurguladı. İ ki yıl önce 2015’e kadar kapatılmasına veya dönüştürülmesine karar verilen dershaneler önümüzdeki aylarda yeniden gündemin en önemli konularından biri olacak. Dershanelerin kapanmasının maddi durumu iyi olmayan öğrencilerin aleyhine olacağı yorumları yapılıyor. Okullarda verilen eğitimin yetersiz olması, maddi durumu iyi olan ailelerin çocuklarına özel hoca desteği sağlamalarıyla dengelenirken fakir öğrencilerin yaşayacağı zorluklar, bunun neticesinde oluşacak merdiven altı kurslar, dershane tartışmalarının öne çıkan başlıklarını oluşturacak. Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Başaran Gençdoğan dershanelerin kapatılmasıyla ilgili değerlendirmelerde bulundu. konuştuk. Konuşmasının başlangıcında eğitim sistemi ile ilgili olarak Gençdoğan; “Bir ülkede Milli Eğitim Bakanlığı’nın hiçbir ideolojiye bağlı kalmadan, ayrı bir birim olması lazım, her iktidara göre bu sistem değişirse bu millet harcanıp gider.” dedi. Dershane değil motivasyon Gençdoğan, dershaneler konusunda ise oldukça dikkat çekici değerlendirmeler yaptı: “Dershaneler kapatılınca, öğrenciler sınavı kazanamayacağım korkusuna kapılıyor. Dershanenin öğrenciye katkısı yüzde 5 iken, öğrencinin psikolojik ve motive faktörü yüzde 95'tir. Eğer dershaneler sınav kazandırıyor olsa bütün öğrenciler sınavları kazanırdı. Dershaneye gidip kazanamayan çok sayıda öğrenci var. Bu dershaneden çok öğrencinin çalışmasıyla alakalı.” Gençdoğan; dershanelerin dışsal motivasyon açısından faydalı, ama öğrenci başarı odaklı değil de öğrenme odaklı ise, içsel motivasyon düşükse, içsel motivasyonu hareketi geçirmek açısından dershanenin ne olursa olsun etkisi olmayacağını, sadece kişinin daha düzenli hareket etmesini ve sistemli çalışmasını sağladığını belirtti. Gençdoğan, “Dershanelerin faydalı olması öğrencinin kendisiyle alakalı bir şey, biz de kursa gidiyorduk, kurstan sonra çalışmamız gerekirdi. Kursa gidiyoruz diye çalışmazsak hiç bir şey olmaz.” dedi. Ancak başarısız bir öğrencinin dershanede denemelerle de başarısız olursa bir süre sonra kendine olan güvenini kaybetmeye başlayacağını ve olumsuz sonuçlar doğurabileceğini de ifade etti. Sınav kazanmadaki tek etkenin dershaneler olmadığını, öğrenci içsel motivasyonu sağlayamıyorsa, bunu destekleyemiyorsa, öğrencinin kendisini daha kötü hissetmesine yol açacağını dile getirdi. Dershanelerin yeni düzenlenmesiyle ilgili konuşan Gençdoğan, hafta sonu okulda yapılacak olan kursların faydalı olmayacağını, zaten okullarda verilecek olan kurslara aynı öğretmenlerin geldiğini, faydalı olsaydı okula giden bir öğrencinin dershaneye ve kurslara ihtiyaç duymayacağını sözlerine ekledi. r Yağmur Teke 16 Şubat-Mart 2015 Şehir Kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini! Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Yolgeçti köyünde yaşayan kadınlara ‘kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini’ projesi kapsamında iki ay boyunca eğitim verildi. Okuma yazma, töre, aile baskısı, erken evlilik gibi çeşitli konularda ders ve seminer alan kadınlara sertifika da verildi. A lmanya’daki Joint Civic Education adlı şirket tarafından finanse edilen ‘kadınlar yeniden doğuracaklar kendilerini’ projesi Erzurum’un Tortum ilçesine bağlı Yolgeçti köyünde uygulamaya konuldu. 22 Eylül ile 3 Aralık tarihleri arasında düzenlenen eğitim projesinde Atatürk Üniversitesi İktisadi ve idari bölümler ve iletişim fakültesinden öğrenciler yer aldı. 25 ile 50 yaş arasında 25 kadının katılımı ile gerçekleştirilen projede, kırsal kesimde birçok haklarından habersiz olan kadınlar ve kız çocukları aile baskısı, kadına şiddet, kadına verilen yasal haklar, erken evlilik, ekonomik yetersizlikler, töre, eğitim gibi konularda bilgilendirildi. Toplumun temel taşı: Kadınlar! Projenin koordinatörlüğünü üstelenen Elif Çelik, “Kadınlar toplumun en temel taşıdır. Her bireyin olduğu gibi kırsal kesimlerde yaşayan kadınlarımızın da en temel hak ve hürriyetlerinin bilincinde olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu haklardan mahrum olan kadınlar ve kız çocukları günlük hayatlarında bir takım engellerle karşılaşmaktadır. Yine aynı şekilde bu kadın ve kız çocukları devlete karşı ödevlerini de yerine getirememektedir. Tanık olduğumuz bu durum karşısında ulaşabildiğimiz tüm köy ve kasabalarda bu durumu düzeltmek, kadınlara farkındalık ve doğru bilinç telkin edebilmek için bir adım başlatabileceğimizi umuyoruz.” şeklinde konuştu. Eğitim çalışmaları 3 ay boyunca devam eden, toplamda 167 saat süren eğitim çalışmasında önceliğin okuma yazma bilmeyen kadınlara verildiğini belirten Çelik. “Gittiğimiz köydeki birçok kadın okuma yazma bilmediği için derslerimiz okuma yazma eğitimi ile başladı. Bu sürecin çok kolay olmayacağını düşündüğümüz halde kadınların öğrenme hevesi ile bu zorlu süreci kısa zamanda atlattık” dedi. Tamamlanan okuma yazma eğitiminin ardından kadınların sosyal yaşama katılabilmeleri amacıyla sinevizyon gösterimleri ile beraber kadının toplumdaki yerine dair küçük paneller yapıldı. Düzenlenen panellerde kadına şiddet, aile içinde ve toplumsal yaşamda kadının yeri, kız çocuklarının erken yaşta ve zorla evlendirilmesi gibi konular tartışıldı. Kadınların kendilerini çalışmaya daha fazla katabilmeleri ve kendilerini daha rahat ifade edebilme amacıyla sosyal ilişkilerde kurmaya çalıştıklarını belirten Çelik, “Zaman zaman evlerinde hazırladıkları kek, börek, poğaça gibi aparatları getirerek ders bitimlerinde sınıfta hep beraber oturup sohbet eşliğinde yedik. Kimi zaman ağladık kimi zaman güldük. Bu tarz sosyal projelerde en önemli şey sıcak ilişkiler geliştirmektir” diye konuştu. Defterimi aldım okula gittim! Böyle bir projeyle ilk defa karşılaşan kadınlar olumlu yönde tepkiler gösterirken birçok erkek ise bu projenin gereksiz olduğunu, kadının okumayla yazmayla işi olmayacağını asıl işlerinin ev işleri ve çocuklara bakmak olduğunu söyleyerek tepkilerini dile getirdi. İlk günlerde kadınlar eşlerinin tepkisinden korktukları için eğitime katılım göstermezken sonrasında eğitmenlerin erkekleri ikna etmeleri ile katılımda artış görüldü. Fatma anne “Eşim başta bu yaştan sonra ne okuluymuş diye kızdı; sonra ise hocalarımız gelip konuştu. Ben her gün kalktım çocuklarımı doyurdum temizliği yaptım, yemeğimi pişirdim, her işim bitince ise defterimi aldım okula gittim” dedi. Kadınlar yeniden doğuracaklar kendi- Üniversiteliler birlik ve beraberlik için yürüdü A tatürk Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanlığı, birlik ve beraberliğin önemine vurgu yapmak için yürüyüş düzenledi. Yürüyüş, sosyal medya üzerinden örgütlenen öğrencilerin anıtlarda toplanmasıyla başladı. Toplanan kalabalık, polis ve güvenlik görevlilerinin önceden belirlediği güzergâh istikametinde birlik ve beraberliğe vurgu yapan sloganlarla yürüdü. Yürüyüşe dersleri olduğu için katılamayan öğrenciler Fakültelerin pencerelerine çıkarak kalabalığa el salladı. Dev Türk bayrağı eşliğinde yapılan yürüyüş başlangıç noktasına gelinmesiyle son buldu. Atatürk Üniversitesi Öğrenci Konseyi Başkanı Abdulkadir Gökçan, kalabalık adına kısa bir basın açıklaması yaptı. Gökçan; “Bugün burada toplanmamı- zın amacı birliğimizi ve beraberliğimizi tüm Türkiye’ye göstermektir. Üniversitenin içerisinde misyonerlere, provokatörlere yer vermemek için burada toplanmış bulunuyoruz. Kampüste 70 bin öğrencimiz var Edirne’den, Kars’tan, Diyarbakır’dan gelen bütün öğrenci arkadaşlarımıza sahip çıkacağız. Bütün Türkiye olarak birer yumruğuz bu yumruğu açmaya çalışanlar var, öğrencileri birbirlerine düşürmeye çalışan insanlar var bunlara karşı duyarlı olmak zorundayız. Amacımız üniversitede ve öğrenci arkadaşlarımız arasında sulhu sağlamaktır.” diye konuştu. Kalabalık yapılan basın açıklamasının ardından olaysız bir şekilde dağıldı. r Ahmet Atsız lerini projesine katılan 50 yaşındaki Zeliha Akkurt ise eğitim sonunda yeniden doğduğunu hissettiğini ifade ederek, “İlk defa birileri bizimle bu kadar yakından ilgilendi. Bizim dönemimizde kız çocuklarını okula göndermezlerdi. Okuma yazma öğreten de olmadı. Oyumuzu ata, ampule, oka bakarak kullandık hep. Fatura bile ödeyemiyordum öğrendiğim şeylerden sonra artık her işimi kendim halledebileceğim” dedi. Fırsatı yakala! Projenin Türkiye Koordinatörü Özgür Nuri Demir, 6 ay boyunca gençlerin proje ürettiğini belirterek, Joint Civic Education programı 2011 yılında bu yana Kafkas ülkelerinde ayrıca Rusya ve Türkiye’de aktif vatandaşlık kavramını desteklemek amacıyla yerel partnerler ile yürütülen bir proje. Türkiye’de 2012 yılından bu yana yürütülüyor ve ‘Türkiye 2014 Fırsatı Yakala’ adıyla Erzurum’da bu organizasyon gerçekleştirildi. Projelerini üretip hayata geçiren öğrencilerden ve katılım sağlayanlardan olumlu tepkiler geldi. Yeni projeler için gençleri her zaman desteklemeye hazırız.” dedi. r Melike Ceyhan Börekçi İstiklal Marşı’nı anlattı A tatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümü dolayısı ile “Safahatın Işığında İstiklal Marşı” adlı bir program düzenlendi. Programda konuşan Prof. Dr. Muhsine Börekçi İstiklal Marşı’nın tam manasıyla anlaşılması için tarihsel bağlamıyla ele alınması gerektiğini belirtti. Börekçi konuşmasında İstiklal Marşının genel özelliklerini anlattı. İletişimin bağlama dayalı bir süreç olduğunu belirten Börekçi marşımızın tam manası ile anlaşılabilmesi için tarihsel süreciyle birlikte ele alınması gerektiğini vurguladı. İstiklal Marşımızı günümüzün koşullarında da değerlendirmemiz gerektiğini belirten Börekçi Marşın satır aralarının tekrar tekrar incelenmesi gerektiğini ve çok derin bir metin olduğunu ifade etti. İstiklal Marşının genel özelliklerine değinen Börekçi marşın millette uyandırdığı aidiyet hissine ve at-güneş-bayrak-ölüm gibi kavramların kutsallığına da dikkat çekti. İstiklal Marşı’ndaki “ben” vurgusuna dikkat çeken Börekçi marştaki iman gücüne de vurgu yaptı. Marşta geçen “garbın afakını saran çelik zırhlı duvarın” önemli olmadığını ve önemli vurgunun “iman dolu göğüs” ibaresi olduğunu belirtti. İstiklal Marşının öyküsünü de anlatan Börekçi Meclis Zabıt kayıtlarından aldığı bilgilere göre Meclisteki yaşanan olayları tüm detayları ile ifade etti. 12 Mart 1921’de sözlerin kabul edilişini ve güftenin serüvenini anlattı. r Nur Ener