Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
Transkript
Ansiklopedik Sözlük - Prof. Dr. İsmail Ersevim
Z Zabit : (ARAP.): Subay “ ‘Bir de balta sesini doktorlar, adadaki zabitler duyarsa…’ ‘Benim baltamın sesi çıkmaz. Ses çıkmayınca da duyulmaz. İşte ben çamlığa gidiyorum, yüreği atan varsa arkamdan odun toplasın.’ ‘Zabitlerin kızacak halleri kalmadı,’ dedi Arsen Usta, ‘iki gündür de mektep tatil. İki gündür de yüzleri gülmüyor doktorların. Evlerinde yemek pişirecek odunları bile kalmamış. Balta seslerini duysalar zil takarlar da oynarlar.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:429) Zafer sarhoşu : Kazanılan herhangi bir zaferden (İmtihan başarısı, kavga, konuşma, münakaşa, politika oyunları, savaş) duyumsanan yücelik hissi “ ‘Seninle bir pazarlık yapalım,’ diye devam ediyor Fyodor Mihayloviç. ‘Şu açıklamayı yazacağım. Gerçeği söyleyeceğim..... Koşulum şu: Onu olduğu gibi basacaksınız, bir tek sözcüğü bile değişmeyecek ve öylece dağıtacaksınız.’ ‘Tamam!’ Neçayev zafer sarhoşu. ‘Pazarlıklara bayılırım. Ona bir kalemle kağıt ver!’ ” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:225-6) Zagon : Yasa, kural, yöntem, teamül (Argo) “Suat ağabeyimin geldiğini söylediniz mi? -Söylemedik!. -İyi vallahi! Sen yenisin demek... Oğlum, buranın zagonu, tutuklu gelirse haber vereceksin ki, hepsinden önce içeriye bunu alsınlar... Hadi koş... Haber ver... Hadi hopla da görelim.” (K. Tahir, “Esir Şehrin İnsanları”, sa:92-3) “-Anlarız bakalım! Fayrap ulan! -Buyur Ağa! -Bunu bizim Zekeriya Hoca’ya teslim et. Kısmın zagonunu, Ağa Odasının raconunu iyi belletsin. Seringel’e de söyle, Mahallebi Yakub’a bir papel verecek. Haydi, bas!..” (K. Tahir, “Esir Şehrin Mahpusu”, sa:35) “Kuru Zeynel’in hamiyetinden gözleri yaşarmıştı. ‘Ulan zebun oğlan,’ dedi.. ‘Eski eşkiyalığın zagonunu bir tamam yerine getirdin. Demek senin işin berbat!’ ” (K. Tahir, Rahmet Yolları Kesti”, sa:371) “... Peki yiğitliğin zagonu? Dokuzu kaçmak, biri hiç görünmemek değil midir? Tamam... Aman Selim hemşerim, bu kez, yiğitliğin gereğini yerine getireceğiz. Savuşmayı bilir misin savuşmayı?.. Yolu ele alıp tozutaraktan sırra kadem basmayı?” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:53) Zagreet : Mısır kültüründe, bir ölüm vukuunda Kıpti cemaatın, törenlerle uluması. Bk.: Uluma <L. Durrell.> Zağ; Kara zağ cücüğü : Karga <Roman dilinde>: Doğu Anadolu’da, cılız karga yavrusu <cücük>’na benzeyen sıska, cılız çocuklara takılan sıfat (Argo) “-Süylemesi <söylemesi> kolay, ille velakin şinci <şimdi> sesim kısıktır; ister ki içeyim yarın sabahlayın biraz süt ile yumurta, açılsın birazcık sesim, yarın avşam <akşam> gelesin gene buraya, süyleyeyim.. Anlaşılıyordu ki, kız, benden yarın sabah da hatır sormalık olarak sütle yumurta istiyordu. Kendisine, bu sütle yumurtayı vadettim. Ancak, ninniyi de şimdi mutlaka söylemesi için ona bir sürü dil döktüm. Nihayet çadırların birinden getirttiği kara zağ cücüğü gibi altı aylık bir çingene yavrusunu kucağına aldı ve bakalım ne söyledi?...” (O.C. Kaygılı, “Çingeneler”, sa:101) Zahir : Öyle görünüyor, herhalde “Demin o ellerimle tutup sallamaya çalıştığım köprü başında bu kıyamete bakan şube reisinin hanımı ile rastıklı taze durmuşlar bu dehşetli manzarayı seyrediyorlardı. Şube reisinin tombul hanımı: -Allahım kıyamet günü de mi böyle olacak, a Ayşe Hanım? dedi. Ayşe Hanım düşünceli: -Zahir... diye mırıldandı.” (S.F. Abasıyanık, “Şahmerdan-Çelme”, sa:22) Zahmete girmek; Zahmet etmek : Herhangi bir ikramı ya da hizmeti örneğin kapıya kadar geçirmeyi kibarca reddetmek; Bir hizmette bulunmak, emek vermek “COLOMBINA - Ama ne diye böyle bir zahmete girdiniz? ARLECCHINO - Sizin için, sevgilim hep sizin için. COLOMBINA - Bu dediğinize inansam koltuklarım kabarırdı doğrusu.” (C. Goldoni, “Yalancı”, sa:25) “Kahvaltıdan sonra Hayriye Hanım, kocasının öğle yemeğini hazırlamaya başlamıştı. Ali Rıza Bey, kızararak: -İstemez hanım, zahmet etme... dedi.” (R.N. Güntekin, “Yaprak Dökümü”, sa:30) “GARDİYAN -... Artık o kadar zahmete girmenize gerek yok. Şimdi başka bir bela var gardiyan olarak, bizden daha tehlikeli. 1. TUTUKLU - İşsizlikten korkmam ben. Gözümü daldan budaktan sakınmam.” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Ölüm Oyunları’, sa:184) Zal; Zal oğlu Rüstem : (PERS.) (MYTH.): İran mitolojisi’nde, Sam’ın oğlu, Rüstem’in babasıdır. Doğuştan saçları, kaşları, kirpikleri bembeyaz olduğu için <albino>, babası Sam, Zal’i oğul olarak kabul etmeyip bugünün İran’ında Elburz, -yani Kaf dağına-‘a atmış, orada onu Simurg=zümrüdüanka beslemiş. “Zal şöyle demişti oğlu Rüstem’e: ‘Düşmanını sakın ha, küçümseme! Irmak, çıkar önce küçük gözeden Coşunca ne olur? Bunu düşün sen!’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:44) Zalim; Zalim mi zalim : Zulüm yapan kimse (Hükümdar, karı, koca, sevgili vb.) “Tuhaf ------Şükredecek tanrının lütfuna şükredeceksek eğer, zalim bir yüreğin buzdan oyuklarına hapsedilmiş ufacık bir ateş böceği sevecenliği verdiği için canavar bir yaratığa, yoksa keselim umudumuzu bu benzer aşkın virüsünde barınıyor diye kötülük ömür boyu.” (Chinua Achebe<d.1930>-İlyas Tunç; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 14.05.09) “NE KADAR HAKLISIN ------------------------------Burada zalim ve sıradan kimselere Acıma ve anlayış gösterilmez. Sigara dumanı, beylik bağrışmalar, Tanrının unuttuğu bır yığın gariban, Bilinmez kim kimin erkeği, kim kimin kadını” (Nigar Hasanzade<d.1975>-Cevat Çapan; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.05.03) “Sabır Otu (Algave) <10 Eylül 1983> -----------------------Dilsizim, yalnız bitkilerin bilirim dilini Modası geçmiş bir lisan halbuki Sizler için çok zor anlamak, insanlar Çok uzaktan geliyordum, esrik Bir ülkeden zalim mi zalim Zehir, fırtına, yanardağ dolu.” (Primo Levi<1919-1987>-Güran Tatlıoğlu; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.07.06) “Aşığın Yaprakları 5 ---------------------zalimlerin koynundan akarım beni kilitleyen suskun benliğinle sende gizlenenle yüzleşirim çektiğim işkencemle” (Fatiha Mürşit<d.1985>-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 29.03.07) “EVLERLE SAVAŞ -----------------------Geri mi kalır kumaş, deri Onlar da zalim, kalleş. Alalı kaç gün oldu Eskir üst baş.” (B. Necatigil<1916-1979>, “Eski Sokak”, sa:34) “Ah, Zerdüşt, zalim Nemrut! Daha düne dek avcısıydın tanrının bile tuzağıydın her türlü erdemin, okuydun fenanın! Şimdi - ” (F. Nietzsche<1844-1900>, “Dionysos Dityrambosları”, sa:47) “DENİZE AĞIT ------------------Ey Deniz, mahkumiyetimizle dalga geçiyorsun, Sensin düşmanlarımızla işbirliği yapan zalim gardiyanımız. Kayalar anlatmıyor mu sana burada işlenen cürümü? Mazlum Küba’nın başına gelenler hatırlatmıyor mu sana öykülerini?” (İbrahim er-Rubeyş; “Guantanamo’dan Şiirler”, sa:84) “(Müthiş, bir Yarı-ölü dev’in başını koparmış) Argalia, tarihi geçmiş bilgilerle yola çıktığını, Altın Alay’ın Fransızları çoktan püskürttüğünü bir süre önce öğrenmiş, sonrasında, Doria’nın Türk’le savaşmak için elinden geleni ardına koymamaya karar vermişti….. denizci kamaları, piştovlar, adam boğmak için kullanılan, garotte denen çelik teller, hançerler denizlere açılmak üzere olduğunu öğrenince, onun askerlerine katılmak için, , kamçılar ve pis laflarla tepeden tırnağa silahlanmış, azgın, paralı askerlerle dolu sekiz Genova kadırgası beş gündür denizlerde yol almaktaydı…. Andrea Doria’ya gelince; iyi huylu bir adam olduğunu söylemek mümkün değildi. Hiçbir ahlak ilkesini tanımaz, fil gibi kin güder ve intikamını mutlak alırdı. Zalim ve kibirliydi. Kana susamış askerleri ellerinden gelse uzun zaman önce ona isyan ederlerdi, ama Andrea Doria müthiş bir kumandan, büyük bir strateji ustasıydı ve korku nedir bilmezdi.” (S. Rushdie, “Floransa Büyücüsü”, sa:188-9) Zalongos; Zalongos Horosu : (TARİH,YUN.) Yunanistanda, kuzeybatıdaki EPİROS-APİROS’un Sulos bölgesinde bir dağ olup, bu yöre vaktiyle, M.Ö.330-M.Ö.231 arasında bir monarki, ve M.Ö.231 ile M.Ö.167 arasında federal cumhuriyet olarak çok tanınmış, küçük ama kuvvetli bir devletti. Sakinlerinin Giritteki Miken medeniyetinden çıkıp geldikleri ve çok verimli bir hayat tarzı sürdürdükleri bilinmektedir. Arnavutluğa çok yakın olduklarından, Müslüman Arnavutlar tarafından kovalanan Suloslu’lar,kendilerini uçuruma atarak onların mezaliminden kurtulabilmişlerdir. Bu önemli olaya, Yunan tarihinde Zalangos Horosu adı verilmiştir. “Kraiskakis, Sturnara’ya şunları yazıyordu: ‘Yiğitler yiğidi, kardeşim Nikola, mektubunu aldım, bütün yazdıklarını okudum. Benim dağarcığımda dümbelekler de var, trompetler de... Hangisini istersem çalarım!’ Dümbelekler Türk müzik araçlarıdır, trompetler de Rum. Cahil kişiler değil, büyük kişilerdi onlar ve büyük kişiler daima tehlikeli olur.’ ‘Bu sırrı çok kez düşünür, böyle gübrelerden mavi özgürlük çiçeğinin nasıl beslenip filizlendiğini merak ederim! Nefret, ihanetler, birbirinden ayrı kahramanlıklar, ateşli vatan aşkı, Zalongos Horosu.’ ” (N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:131) Zaman aşımına uğramak : Miadı dolmak, eskimek, vergi ya da ceza ödeme süresinin yasal olarak dolması “Marino bir akşam Jandarma Merkezine gider. Şöyle der: -İtirafta bulunmaya geldim, soygun yaptım ben. -Soygun mu yaptın? Ne zaman? -Altı yıl önce! -Altı yıl önceyse zaman aşımına uğramış. Daha sonra bir şey yaptın mı?” (D. Fo, “Marino Serbest! Marino Masum!”, sa:69) “MADELEINE - (Sözlerini sürdürür) Başka bir şey yapmak istemiyorsan, durumu sonunda komisere anlatmak gerekecek, başka çare yok. AMEDEE - Bir sürü dert açılır başımıza. MADELEINE - En azından on beş yıl önce öldüğünü kanıtlayabilseydik... On beş yılı geçince zaman aşımına uğrar...” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Amédée ya da Nasıl Kurtulmalı’, sa:80) Zamane çocukları : Bugünün çocukları, bugünkü gençlik “LUNARDO - Bugün bana böyle yapacak birini gösterebilirseniz, aşk olsun size. Doğrusunu söyleyelim, zamane çocukları har vurup harman savuruyorlar. SIMON - Haydi parayı savurmuşlar, neyse. Fakat asıl sorun şu ki kendilerini de berbat ediyorlar.” (C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:63) Zamane kadınları : Bugünün, bu kuşağın kadınları “İşte o gece, ilk defa olarak bu çocuk, ona bir şeyin kurbanı gibi göründü; kendi kendine soruyordu: ‘Acaba bir derdi mi var? Acaba birini mi seviyor? Kim bilir, kim bilir! Zaman o kadar acayip, zamane kadınları o kadar fena ki!..’ ” (Y.K. Karaosmanoğlu, “Kiralık Konak”, sa:85) Zamanını almak : Birinin zamanını -çok kez kişisel menfaat için- harcamk, vaktini nahak yere almak “Sözü edebiyatçılara getirerek, ‘Bugün birçoğunu gördüm,’ dedim. ‘Bu kendi halindeki insanları seviyorum. Sürekli çalışırlar, yine de kimse onları rahatsız etmez; buluştuğumuzda, sizinle konuşmayı yeğleyip yalnızca sizin için çalışacaklar herhalde….. Dişe dokunur bir şey yapmadıklarından, insan, insan onların zamanını almaktan doğabilecek bir vicdan azabına da uğramaz.’ ” (A. Gide, “Batak”, sa:44) Zamanlar kötü : Gerek toplumsal ahlak ve gerekse ekonomik güçlüklerden dolayı edilen en genel şikayet “Saatte bir on beş dakika mola vermeden çalışmaya imkan yoktur. Bir liraya bu iş görülmez, görülmez ama, zamanlar kötü birader.” (S.F. Abasıyanık, “Şahmerdan”, sa:11) Zaman öldürmek : Boş vakit geçirmek, belirli bir gayeye yönelik zamanla şimdi arasını doldurmak “ ‘Çok eskiden Bay Foe,’ dedim, ‘Bütün bir akşam üstü arkadaşı ile sohbet eden bir kadın ile ilgili bir öykü yazmışsınız. Bu öyküyü kitaplığınızda buldum ve zaman öldürmek için Cuma’ya okudum. Kadın günün sonunda arkadaşını kucaklıyor ve tekrar buluşacakları güne kadar elveda diyor.” (J.M. Coetzee, “Düşman”, sa:105) “Jackson konuğunun beğenisini istem dışı belli edişine bakarak güldü: ‘Nasıl, kötü değil mi? Kızıma ben öğrettim; eski Chicago günlerimde elime su dökecek barmen yoktu. Cezaevinde yapacak bir şey bulamayınca kendi kendime yeni kokteyl karışımları düşünüp zaman öldürdüm.’ ” (S. Maugham, “Pasifik Öyküleri”, sa:86) “Kendimi, birdenbire, on saatlik bir mesafeyi yürüdükten sonra yorulmuş gibi hissettim; zamanı öldürmenin çaresini duvarlarda keşfedecekmişim gibi etrafıma bakındım. Salondan dışarı çıktım ve kafam mutlaka bir şey bulmak arzusuyla çalışır bir vaziyette garın kapısının önünde durdum.” (G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:147) “Flaxman merdivenlerin dibine geldi. Ahbap-çavuş kolunu sevgiyle Gordon’un omzuna attı. ‘Keyfine bak moruk, keyfine bak! Cenaze gibisin. Crichton’a gidiyorum. Gel bir tek atalım.’ ‘Gelemem, çalışacağım.’ ‘Yapma! Ne biçim arkadaşsın sen! Yukarıda zaman öldürmenin ne yararı var? Gel Cri’ye gidelim, barcı kıza asılalım.’ ” (G. Orwell, “Aspidistra”, sa:33) Zaman ve zemine uygun : Yer ve zaman izin verdiği şekilde, sürece “Her ne kadar, zamana ve zemine uygun düşmese de -en azından anlayışı kıt Amerikalı’nın gözünde- ve tüm dertlerin arasında garip bir biçimde yaşamayı sürdürüyorsa da, Don Benito’nun giyimi, hiç değilse moda açısından kendi sınıfından Güney Amerikalı’ların o günkü giyim tarzının dışında sayılmayabilirdi.” (H. Melville, “Benito Cereno”, sa:33) Zaman zaman : Bazen, pek sık olmayan aralıklarla, seyrek olarak “Ama zaman zaman, güçsüzlük anlarında, damarında bir yengeçlik varmış gibi geri geri çekiliyordu; onun hücresinde, ot yatağının üstüne uzanmış, yüzünün tek bir kasını bile oynatmaksızın, ağzından tek tük heceler çıkararak saatlerce yattığını gördüm.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:36) “İÇİM ACIYOR BAHÇEYE ---------------------------------zaman zaman balık ailelerini güneşe ve tatlıya davet ederdi onun evi şehrin öteki ucunda o naylon evinde kırmızı naylon balıklarıyla eşinin naylondan aşkının sığınağında ve naylon elma ağaçlarının dalları altında naylon şarkılar söylüyor” (Furuğ-Ferruhzad-(1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-inanalım soğuk mevsimin başlangıcına”, sa:97) “Zaman zaman şundan bundan sohbet etmek için buluştuğumuz Profesör Avenarius’u bekliyordum. Ama Profesör Avenarius gelmemişti ve ben hanımefendiye bakıyordum; havuzda tek başına, yarı beline kadar suya girmiş, gözlerini eşofmanlarıyla tepesine dikilmiş kendisine yüzme dersi veren genç yüzme öğretmenine dikmişti.” (M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:11) “... oysa kılı kırk yararcasına düzenlediğim ve o ana kadar büyük bir başarıyla sürdürdüğüm tatilimi salt merakım yüzünden tehlikeye düşüreceğimi, zaman zaman hayatımı cehenneme çeviren o ruh taşkınlığının bir kez daha yüreğime çökeceğini sezinliyordum; bedenimde tepeden tırnağa tuhaf bir ürperti dolanıyordu. Ama ister istemez girdim içeri.” (M.V. Llosa, “Masalcı”, sa:7) “Nanda takkesini bir yana eğmiş, ayaklarını sallayarak önde oturuyor ve arabadakilerle çene çalmak üzere, sık sık başını geri çeviremeyecek kadar yolla ilgili görünüyordu. Bazan hayvanlara birkaç sözcük söylüyor, zaman zaman da çok parlak bir sesle avazı çıktığı kadar bağırarak bir şarkı tutturuyordu.” (Th. Mann, “Değişen Kafalar”, sa:52-3) “Ayrıca epeydir zaman zaman aklıma düşen bir iş daha vardı. Kimsenin -yani aileden kimseninhaberdar olmadığı bir on yedi papelim vardı. Bu da şöyle oldu. Bizim firmada Mellors diye bir herif ‘Astrolojinin At Yarışlarına Uygulanması’ diye bir kitap ele geçirmişti. Bu kitapta, bütün davanın, gezegenlerin jokeyin giysisinin renklerine olan etkisi olduğu iddia ediliyordu.” (G. Orwell, “Daralma”, sa:9) Zamazingo, Zavalazingo : Sevgili, eş, metres; Dilin ucuna gelip de anımsanamatan sözcük ya da isim “... iki of çek, lafı mangizden aç! Hemen toslar. Uçlanmaya alıştı mı, elini çorabına atı atıverirsin. ‘Anlayalım imanım! Sen benim zamazingom değil misin?’ dersin. ‘Seninki benim, benimki gene benim,’ diye şakadan kasılırsın.” (K. Tahir, “Esir Şehrin Mahpusu”, sa:57) Zamkinoz : Alıp taşıyıp götürmek; taşıma aracı (Argo) “Baktım efendiden bir adam! Bunalmış besbelli! ‘Sen Gülcemal’den misin oğlum?’ dedi. Rıhtım üzerinde yalan mı söyleyeyim. ‘Gülcemal’dedim! Ne olmuş’ dedim. İnebolu’ya bir emaneti varmış. Posta zamkinozunu yetiştirememiş. Sırtımızda götürecek değiliz ya, memleket gibi Gülcemal vapuru!” (K. Tahir, “Esir Şehrin İnsanları”, sa:236) Zamorin : Orta Çağ Batı’sına göre, Hindistan vb. Doğu’da, dillere destan zenginlik içinde yaşayan Müslüman hükümdarlar “Ne olursa olsun, harika olan bir şey varsa, o da okyanusun <Atlas>: ‘mare tenebroso’nun <karanlık deniz> artık teslim alınmış ve bundan sonra tüm gizlerini bu cesur insanlara birer birer açmak zorunda kalcak olmasıdır. 1499. Portekiz’de zafer çığlıkları, Avrupa’da büyük olay! Vasco da Gama, tehlikeli burun üzerinden Hindistan’dan geri dönmüştür. Daha uzun ve zor olan diğer yolu tercih etmesine karşın, Kolomb’un yaptığı gibi küçük adacıklar ve uzakta bir anakara yerine Kalikut’a, dillere destan bir zenginlik içinde yaşayan zamorinlerin yaşadığı yere varmış, Hindistan’ın kalbini, onun hazinelerini görmüştür: Cabral’ın komutasından yeni bir sefer için hazırlıklar başlamıştır bile. İspanya ile Portekiz, Hindistan’ın fethi için yarışmaktadır.” (S. Zweig, “Amerigo”, sa:26-7) Zampara, Zamparalık : Kadınlara çok düşkün, her gördüğüne asılmak isteyen kimse; Bu işi yapmak (Argo) “ ‘Fakat Alain kız arkadaşından bahsetmedin bana,’ diye çıkıştı Gernie, ilk girişiminin sonuçlarından memnuniyetsizlikle. “ ‘Ben burada, bu... şeyde bir fahişe olarak çalışmayı insanları kurtarmak için -böyle bir şeyin olabileceğini siz de bilirsiniz- kabul ettim. İnsanları kurtarmak istiyorum, ancak kart zamparalarla mücadele etme gücünü kendimde bulamadığım için ben de gençleri kurtarmayı denedim. Yaşamları mahvolmaya yüz tutmuş sayısız genç insan var.’ ” (H. Böll, “Solgun Köpek-Yürek Yarası”, sa:12) ‘Rahat bırak beni! Kız arkadaşın falan yok benim!’ diye bağırdım, benim ve onun aptallığına kızarak. ‘Yalan söylüyor,’ dedi Norinne Narendra Sen’in kulağına neredeyse gizlice fısıldayarak, ‘Gerçek bir zamparadır!’ ” (M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:37) “Evlere yaklaşmıştık. Codine çocukları geri yolladı ve meydana bir göz attı. Üçüncü ev Irene’in evi idi. Codine’le ilk karşılaştığımızda, buraya bir pusula getirmiştim. Codine birden sapsarı kesildi. Sefil zampara, sırtında Pazar giysileri, şapkası kulağının üzerine eğik, orada idi. Bir çingene kemancıya eşlik ederek şarkı söylüyordu.” (P. Istrati, “Kodin”, sa:65-6) “Teke sakallı, kart <yaşı geçmiş> bir zampara: -Yaşa, Surmenila <Türkçedeki ‘Sürmeli’ -gözüne sürme çekilmiş hanım-nin, yunanca ‘dişi şekli’> diye bağırdı, önüne gitti, başındaki kocaman mendili çıkardı, bir ucunu kadına verdi, öbür ucunu kendi tuttu ve ikisi birden, başları yukarıda kendilerinden geçmiş bir halde vücutları birer meşaleymiş gibi hora tepmeye başladılar.” (Nikos Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:34) “ ‘Sarhoşmuş, utanmaz üvey kızı Salome de önünde çırılçıplak raksediyormuş. Güzelliği kart zamparanın aklını başından almış. Kızı kucağına oturtmuş ve dile benden ne dilersin demiş. Ülkemin yarısını sana vereyim mi?..... Vaftizci Yahya’nın başını. O da, peki senin olsun demiş, bir gümüş tabak üstünde başı getirtmiş.’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:315) “Doğrusunu söylemek gerekirse, gençliğinin efsanevi gülü ona serüvenler sağlamamıştı, hatta yaşadığı elle tutulur, serüven sayılabilecek hiçbir olayı anımsamıyordu - büroya gelen tuhaf, kendisinden çok yaşlı bir İngiliz’in, en az on yıl önce, yarım saat boyunca kendisine kur yapmasının bıraktığı anı dışında. Onun ünlü bir zampara, çoklu sevişme peşinde koşan biri olduğunu sonradan öğrenmişti.” (M. Kundera, “Kimlik”, sa:81) “EPIFANIA - Bu dünyada talih denemesini öğrenmelisiniz. Şu umduğunu bulamamış zampara, benim sadakatsizliğimi ileri sürerek sizi ürkütmeye çalışıyor. Hiç evlenmemiş ki.” (G.B. Shaw, “Milyoner Kadın”, sa:105) “Bizim yeni zenaat, Allah sayesinde ve de asri Cumhuriyet devri sayesinde resmen zamparalıktır.” ..... “Biz böyle ince zenaatın peştemalına sarılmışız. Başımızı kaşıyacak zamanı yitirmişiz. Aman pabuç dama atılmasın, esnaf arasında yere bakmayalım, üstesinden gelelim de, pırava deyerek alnımızdan öptürelim diye debelenmekteyiz.” ..... “Bize kalsa anlayacağımız yoktu ya, bereket versin aklımızda tuttuk da Andonyadis’ten sorduk! Andonyadis, bitişikteki İngiliz tüccarın katibiydi. Uçarı zampara olduğuyla övünüyor, ‘Biz bu işin pratisyeni değiliz, diplomalı bilginiz’ diye kasılıyordu.” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:40;143) “O sırada, hizmetçi kız, yağlı peynirle yemişten ibaret çerezi getirdiği sırada mutfak kapısını ardına kadar açık bıraktığı için, de Chédeville, Jacqueline’in güzel profilini gördü, eğildi, gözlerini kıstı, bu sevimli yaratığın dikkatini çekmek için kıpırdandı. Sonra, eski zamparalığını ele alıp, tatlı sesiyle ekledi: -Ama, bana küçük mülk sahiplerinden bahsetmediniz?” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:202-3) Zangır zangır; Zıngır zıngır (sallanmak, sarsılmak, titremek, vurmak) : Hissedilecek derecede -vücudu kasılarak- sarsıntılı titremek “Gerisin geriye döndü. Tiril tiril titriyordu. Bir sobanın, sıcacık bir sobanın başına oturabilsem bir defa, dedi. Çeneleri atarak, koşar gibi yürüdü. Otelin kapısından girdiği zaman zangır zangır titriyordu.” (S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:39) “Yol dönüyor, dönüyor, zangır zangır sallanan köprülerden geçiyor, ufak dereleri aşıyordu. Bir saat sonra sis azaldı. Farların ışığını bölen ince bir yağmur başladı.” (A. Camus, “Büyüyen Taş”, sa:44) “Gezgin satıcı hiçbir şey anlamamıştı, zangır zangır titriyordu, can havliyle, ‘Başınız sağ olsun! Başınız sağ olsun!’ diye kekeledi. Kendini Kien’in ellerinden kurtarmaya çabalıyordu ama Kien ellerini gevşetmiyor, gülümseyerek konuşmasını sürdürüyordu.” (E. Canetti, “Körleşme”, sa:300) “Suratı mosmor kesilip zangır zangır titreyen paşa: -Defol! diye bağırdı. Korkudan Çerviakov’un beti benzi atmıştı. Ancak: -Ne? Ne dediniz? diye fısıldayabildi.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:23) “... kışlalarının önündeki askerler birer kırmızı karınca gibi, ötede gümüş bir tel üzerine kurulmuş ve üstünde boyuna dans edilen minnacık bir köprü... Vah zavallı hayvan! Korkudan ödü patlayacak!... Bastığı naradan sarayın bütün camları zangır zangır titriyor.” (A. Daudet, “Değirmenimden Mektuplar”, Cilt:I, sa:55) “Ama zavallı Fenya o anda onun meseleyi anlayıp anlamadığını düşünecek halde değildi, Mitya’nın içeri daldığı andaki gibi, bir sandığın üstünde otura kalmış, zangır zangır titriyordu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”, Cilt:III, sa:55) “Kabustan farksızdı - insanın kapana kısıldığını gördüğü kabuslardan: Ama birdenbire ince bir huzme halindeki güneş ışığına çıkınca Cefalu’nun arkalarına dolandığını fark etti, ölmeye geldiği ev karşısında duruyordu. Kıl payı kurtulmuş olduğunu düşünerek her yeri zangır zangır titremeye başlamıştı.” (L. Durrell, “Karanlık Labirent”, sa:182-3) “-Ağır ol, gelen var! Kolları sıvalı, bıyıkları burulu genç şoför, ayağını gazdan kesti, frene bastı. Her tarafı zangır zangır titreyen otobüs iyice bir sarsıldı. Cins ve renk bakımından tıkabasa dolu halk, kitle halinde öne doğru yollandı.” (İ. Ersevim, “Bir Doğumun Hikayesi-Ağır Ol, Gelen Var”, sa:39) “Kırk yıldır cellatlık yapıyordu. Aristobule’ü suya atan, Alexander’ı boğan, Mathatias’ı yakan, Zosim’in Pappus’ün, Josephine’in ve Antipater’in kellesini uçuran oydu. Öyleyken şimdi Yahya’yı öldürmeyi göze alamıyordu. Dişleri birbirine çarpıyor, bütün vücudu zangır zangır titriyordu.” (G. Flaubert, “Üç Hikaye-Herodias”, sa:127) “Viyahir böyle oynak şarkılardan daha pek hoş söylerdi. Sonra anlatmaya devam etti: ‘Ya böyle işte... eşikte uyuyakaldı. Bütün odayı buz gibi soğuttu, ama nasıl gidip görmeli... zangır zangır titremeye başladım, neredeyse donacaktım.” (M. Gorki, “Çocukluğum”, sa:242) “Yağmur seller gibi yağmaya, bomboş bozkırda yıldırımlar birbiri arkasına gürüldemeye başladı. Rüzgar ve yağmurun şiddetinden otlar yere kapaklanmıştı. Her şey zangır zangır sarsılıyordu.” (M. Gorki, “Yol Arkadaşı”, sa:136) “Bu nutuk arasından kulağıma yalnız: ‘Neriman, cicim, meleğim,’ diye birkaç sözcük geldi. Zangır zangır titremeye başladım. Düşmesem bile gürültü edeceğim, yaprakları hışırdatacağım diye korkuyorum.” (R.N. Güntekin, “Çalıkuşu”, sa:39) “Bu küçük şer feylesofu tavuğu vakitsiz yumurtlatıp sabahleyin kendisine bir ‘alakok’ ziyafeti çekecekti. Beceremedi. Yumurta yerine sunturlu bir dayak yedi. Fakat bu acıyı bir türlü sindiremiyordu. Babasından öc almak hırsıyla zangır zangır titriyor ve buna gücü yetmeyeceğini düşündükçe sinirleri geriliyor, çıldırıyor, öfkesinden yine kendi kendisini ısırıyordu.” (H.R. Gürpınar, “Utanmaz Adam”, sa:25) “Sonra, Kunert’i öne itip, ‘Ispazmoza tutulmuş gibi titremesene ulan!’ dedi. Yüzbaşı Sagner, Kunert’ten olup biteni anlatmasını istedi. Ama korkudan zangır zangır titremekte olan Kunert, Teğmen Dub’un kendisine bir fiske bile vurmadığını, bunu teğmene de sorabileceklerin söyleyverdi. Dizlerinin bağı çözülen hain, işi daha da ileri götürüp, ‘Bütün bunlar Şvayk’ın uydurması,’ deyiverdi.” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:2, sa:147) “Binbir acıya uğrasın or’da yesin kölelerin ekmeğinden kaskatı kesilmiş soğuktan. Çıkarken köpüklerin içinden deniz yosunu kussun zangır zangır titresin dişleri yatarken yüzüstü yanı başında çatlayan dalgaların halsiz düşmüş bir köpek gibi.” (Hipponaks, “antikçağ anadolu şiiri antolojisi”, sa:64) “Yağmur yağıyordu; ince, sık, sert bir yağmurdu bu. Soğukla birlikte yağıyordu avluya. Kışın ilk soğuğuyla. Tilkicik, sırsıklam çulunun altında zangır zangır titriyordu. Çulunu değiştirmişti; kuru, kalın bir aba parçası bulmuştu.” (B. Karasu, “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”, sa:77) “Tanrı’yı uyarıyordu. İsrail’e verdiği sözü hatırlatıyordu ona. ‘İsrail’in Tanrısı, daha ne kadar bekleyeceğiz?’ diye bağırdı haham; delikanlı, dizlerinin zemin tahtalarına zangır zangır vurduğunu duydu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:20) “Gözleri ağaçların dibindeki çiçeklerin arasında, yılan ha çıktı ha çıkacak. Birbirlerine sokulmuşlar bekliyorlar, yılan gelir de üstümüze atlar diye gözlerini bile kırpmıyorlar. Uzun beklediler. Karşı dağların üstünden akıp gelen, adanın yöresini dolanan bulutun gölgesi üstlerine üç kez düştü geçti. Son gölge de gidince, yan yana sıkışarak ayakları aldı onları bahçenin ucuna kadar götürdü. Orada beklediler kaldılar, bir adım daha atamadılar. Zangır zangır titriyorlar, ne bir adım geriye, ne bir adım ileriye atabiliyorlardı.” (Y. Kemal, “Bir Adanın Hikayesi 2- Karıncanın Su İçtiği”, Cilt:2, sa:67) “Kaymakam neredeyse öfkesinden çat diye çatlayacaktı. ‘Size Cumhuriyet Hükümetinin faziletlerini öğreteceğim.’ Zangır zangır titriyor, ulu ağacın altında yürüyor, dolanıyor, bağırıyor, alay ediyor, küfrediyor, emirler yağdırıyordu.” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:II, sa:211) “Yatağın soğukluğundan bir an gözüm karardı. Bayılacağımdan korktum. Dişlerimin birbirine çarpmasına engel olamıyor, zangır zangır titriyordum. Profesöre arkadan kuvvetlice bastırdım. Giydiği pamuklu fanila, soğuktan katılaşmış gibiydi. Ağzımdan mümkün olduğunca sıcak nefes çıkarmaya çalışıyordum. Bir örtünün altına, içerilere doğru üflüyordum, bir profesörün ensesine ve omuzlarına doğru.” (Ö.Z. Livaneli, “Serenad”, sa:119) “Gece saat onda, zangır zangır titreyip ağlamamak için dudaklarımı ısırarak, elim kolum İsviçre çikolatası, kozhelva ve karamela kutularıyla dolu, yatağı kaplamak için de bir sepet kırmızı gülle kalkıp gittim. Kapı aralıktı, ışıklar yanıyordu, radyodan da Brahms’ın keman ve piyano için bir numaralı sonatı yarı kısılmış olarak duyuluyordu.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:88) “Başka zaman çok keskin bir dili olan karısı, bunu işitince birdenbire suspus oldu. Her yanı zangır zangır titriyordu. Kızı da aynı durumdaydı.” (E. Mörike, “Stuttgart Cücesi”, sa:83) “Rey hala tuttuğu adamın yere yığılmasını engellemeye çalışıyordu. Adamın ağzıyla burnu kırmızı ve çarpık çurpuktu. Bıyığıyla sakalı kısaydı. Bir bacağı sakattı. Çok eskiden bir kazada ya da kavgada sakatlanmış olmalıydı. İri elleri zangır zangır titriyordu. Polis şefi konuşmayı sürdürdükçe, adamın titremeleri şiddetleniyordu.” (M. Pearl, “Dante Kulübü”, sa:45) “Hele bir seferinde kapı birden ardına kadar açıldı, zıngır zıngır sallandı bütün dükkan, içeri Argenson kontunun uşağı girip yalnız uşakların bağıracağı gibi bağıra bağıra yeni kokudan beş şişe istedi.” (Patrick Süskind, “Koku”, sa:92) “TRANIO, kendi kendine. -... Haydi onunla da bir konuşalım… Ah! benim başıma gelenler! her yanım zangır zangır titriyor. Kişinin içinde bir bit yeniği oldu mu, korkudan bir türlü kurtulamıyor.” (Terentius, “Hortlak”, sa:38) “Vronski o kış albaylığa yükseltilmişti. Alaydan ayrılmış, evinde yalnız kalıyordu..... Dehşetten zangır zangır titreyerek uyandığında, hava kararmıştı, çabucak mumu yaktı. ‘Ne oldu?’ Ne? Korkunç bir şey gördüm düşümde galiba? Evet, evet. Ayı bastırıcısı, ufak tefek, pis, sakalı karmakarışık köylü öne eğilmiş, bir şeyler yapıyordu...’ ” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:675) “Barones’in geri dönüşüyle başlayan o boğucu hava sonunda bir fırtınaya dönüştü: Sevimsiz tartışmalardan biri sırasında Baron’un sabrı taşmış, uysal, aldırmaz bir öğrenci gibi davranmaktan bir çırpıda vazgeçmiş, kapıyı arkasından çarparak dışarı çıkmıştı. ‘Artık canıma tak etti!’ diye öyle bir öfkeyle bağırmıştı ki en uzaktaki odanın camları bile zangır zangır titremişti.” (S. Zweig, “Amok Koşucusu-Leporella”, sa:169) “Christine, ayaklı şamdanların ve lambaların pırıl pırıl aydınlattığı, müzik sesi ve eğlenceden zangır zangır titreyen sihirli salona bir kez daha bakıyor: Bir banyodan çıkıyormuş gibi taze ve hafiflemiş hissediyor kendisini.” (S. Zweig, “Değişim Rüzgarı”, sa:71) zani : (İNG.,PSYCH.,KOLL.) <ze’ni> : soytarı, palyaço, maskara, aptal Zapartayı yemek : Azarlanmak, paylanmak “Yorgundu, seslendi, elini üç kere gözlerinin üzerinde gezdirdi, ışık gözlerini acıtıyordu; kurşun kaleminin ucunu emip duran Dawburn, Mornıng Post’lu arkadaşına: ‘Zapartayı yemiş!’ dedi.” (J.-P. Sartre, “Yaşanmayan Zaman”, sa:122) Zapt ü rapta girmemek : İsyankar olmak, söz ve nizam dinlememek, kaidelere uymamak, kıntrolsuz. “Deli Mehmed, Deli Hüsrev... Serhat muharebelerinde, hayale sığmayacak yararlıklariyle masal kahramanları gibi inanılmaz şöhret kazanan bu iki deli, hiçbir nizama, hiçbir kayda, hiçbir zapt ü rapta girmeyen, dünya şerefinde gözleri olmayan Anadolu dervişlerindendi.” (Ömer Seyfeddin’den Seçme Hikayeler, Cilt:I, sa:7) “POLONIUS, kendi kendine - Bu delilik ama, zaptıraptı olan bir delilik. Biraz çıkmaz mısınız efendimiz, açılırsınız?” (W. Shakespeare, “Hamlet”, sa:59) Zar ağlamak : İnim inim inlemek Bk.: Zari zari ağlamak “Dediler ki: ‘Varalım kaymakama, anlatalım. Anlamazsa savcıya anlatalım. O da anlamazsa dönüp gelelim. Köyün bir delisi var eyi kötü. Bir tüfek doldurup verelim eline: Böyle böyle Delioğlan, muhtar olacak soysuzdan zar ağladık, al şu tüfeği dom!” (F. Baykurt, “Anadolu Garajı”, sa:99) “Beş yıldır da dağdaydı. Yakmadığı ev, yıkmadığı yuva kalmamıştı. Bu taraf köylüler, elinden zar ağlıyorlardı.” ..... “Köylüler candarmanın elinden zar ağlıyordu.” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:I, sa:119;377)) Zarar ziyan : Bir yangın ya da sel afetinde uğranılan toplam kayıp “... jandarmalara, oğlunu elinden almak için hasat sonunu beklemelerini haykırmış da, kent tutukevinin parmaklıklarının altında durup ona tehditler yağdırmış da, yanan evin sahiplerine zarar ziyan davası açmaya kalkışmış da. ‘Baban kaç yaşında?’ diyorum. ‘Altmışının üstünde.’ ” (C. Pavese, “Senin Köylerin’, sa:8) Zar atmak; Zar oyunları : Eski Romalı’lardanberi bilinen, Eski İstanbul sokaklarında aşağı kesim -çocuklar dahil- tarafından, hapishanelerde mahkumlar arasında gayet geniş bir şekilde kullanılan kumar şekli; Zarlarla kumar oynamak; Tavla oynamak; Şans almak; Dünya Savaşları başladığında insanlığın geleceğinin kumara bırakıldığını belirten Sartre’ın sözleri: ‘Artık zarlar atılmıştı..’ “Bezdim şu hayattan daha yirmi ikime basmadan Ey Aşk Tanrıları! Nedir bu işkence? Neden yakarsınız içimi? Diyelim öldüm, ne yapacaksınız? Doğrusu tanrılar, siz şaşkın oğlanlar, yine zar atıp duracaksınız.” (Asklepiades, “antikçağ anadolu şiiri antolojisi”, sa:54) “Einstein ünlü bir sözünde Tanrı’nın zar atmadığını söylemişti. Bununla, evrene hükmeden yasaların nitelik bakımından olasılıkçılığa değil, belirlenimciliğe dayandığı konusundaki kanaatini (inancını? umudunu?) dile getiriyordu.” (J.M. Coetzee, “Kötü Bir Yılın Güncesi”, sa:105) “Olası, eğer Roma’da sıkı dostları varsa, bu iklimden de sağ kurtulabilirse Ravenna’daki filoya terfi edebileceğini düşünüp keyifleniyordu. Ya da eski Roma giysileri içinde genç ve nazik bir yurttaşı düşünün; belki zar oyunlarına fazlaca düşkün bir genç, anlarsınız ya, buraya bir valinin, vergi tahsildarının veya tüccarın peşinde talihini kovalamak için gelmiş.” (J. Conrad, “Karanlığın Yüreği”, sa:37) “Yaşlı Brotteaux, oyun kağıtlarını toplayıp Gamelin’e şunları söyledi: ‘Yurttaş, yüce olduğu kadar korkulu bir y a r g ı ç l ı k görevi üstlenmişsiniz. Belki tüm öbür mahkemelerden, iyilik ve kötülüğü özde değil de, belli çıkarlar ve duygular yönünden araştırdığı için, daha emin, daha az yanılabilir bir mahkemenin hizmetine girdiğiniz için sizi kutlarım. Aşk ve kin arasında karar vermek zorunda kalacaksınız ki, kolay, kendiliğinden olur bu. Oysa zayıf insan zekası için güç olan doğruyu, yanlışı araştırmaktır. Bunları birbirinden ayırmak olanaksızdır. Yürek atışlarınıza göre karar vereceğiniz için yanılmak tehlikesiyle karşılaşmayacaksınız. Yargınız kutsal yasanızı, yani tutkularınızı içerdiği sürece yerinde olacak, ama sizin başkanınız ben olsaydım, Bridoire gibi yapar, kararları zar atarak verirdim. Adalet konusunda en güvenilir yol budur.” (A. France, “Tanrılar Susamışlardı”, sa:113) “Narziss heykeli üzerinde Goldmund yürekten bir sevgiyle çalışıyor, doğru yoldan saptığı kimi zamanlar bu çalışmada kendini, kendi sanatını ve kendi ruhunu yeniden buluyordu. Sık sık sevdalanıyor, danslı eğlencelere, arkadaşlarla içki alemlerine dalıyor, zar oyunlarına ve kavga döğüşlere çoğu zaman fena halde kendini kaptırıyor, dolayısıyla da bir ya da birkaç gün atelyeye uğramıyor, uğrasa da işin başında ne yapacağını bilemeyerek surat asıp dikiliyordu.” (H. Hesse, “Narziss ve Goldmund”, sa:200) “Ulrich de köyü seyretmek için boyuna Gemmi Geçidi’ne yollanıyordu. Sonra kağıt, domino oynuyorlar, zar atıyorlar, oyunlarına heyecan katmak için de ufak tefek şeyler kazanıp yitiriyorlardı.” (G. de Maupassant, “Jules Amcam”, sa:15) “PENCERE -----------Yalınayak çocuklar sokağın ortasında zar atıyorlar, basık tavanlı, açık pencereli odalarda denizcilerle yatıyor kadınlar, güneşte yanmış satıcılar yan yana bir duvarın dibine işiyorlar” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:84) “Einstein on iki yaşında kendisini geleneksel dinsel inançtan kurtardı; gene de, tümüyle kişiötesi olan ve tanımı olmayan bir ‘kozmik dine’ sıkı sıkıya bağlı kaldı. Kendi ünlü sözleriyle, “zar atmayan” Tanrı, insanlarla ilgilenen bir tanrı olmaktan çok, düzeni temsil eden bir varlıktı.” (A. Storr, “Yaratma Dürtüsü”, sa:85) “-Üç tekliğin biri önüne... Ben sizin bu fasaryalarınızı yiyecek delikanlı değilim. Niyetiniz beni makasa almak ama, bereket zar bizden yana...” (K. Tahir, “Esir Şehrin Mahpusu”, sa:125) “Ne ateşli bir biçimde iskambil oynayan hanımlar ne de yere çökerek zar atan Araplar ona aldırıyorlardı;buldoglu kadınla tıknaz adam bir koltukta midyenin kabuğuna yapışması gibi birbirlerine sarılmışlardı, neredeyse sarhoş olan amiral bağıra çağıra öğrencilerine ters esen rüzgar durumunda ne yapmak gerektiğini anlatıyordu.” (S. Tamaro, “Aklı Bir Karış Havada”, sa:116) Zarfa değil mazrufa önem vermek : Problemin (ya da kişinin) dış görünüşüne (zarf) değil, içeriğine (mazruf) önem vermek “-Din ve diyaneti istese de, bugün için temenniyle hareket edilmesinden yana... -Hani zarfa değil mazrufa önem veriyordunuz? -Şimdilik politika yapmaya da mecburuz!” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:189) Zarif : Kibar, ince “Herkes onun çetin ceviz ve çok canavar ruhlu olduğunu söylemekte el birliği etmişti, herhalde bunda bir gerçek payı olmalı idi? Peki o benim dostluğumu neden istemişti? Çok genç olduğumdan, yararlı bir sonuca varamıyordum ve onun gerçek nedenini bir türlü anlıyamıyordum. Benim kaba veya zarif olmam onun için neden önemli sayılırdı?” (P. Istrati, “Kodin”, sa:19) “Dadada, gülümseyerek bana bakıyordu: ‘Gerçekten delisin sen. Bir köpeği, kedi gibi duvarın üzerine çıkarmak tam sana göre iş.’ Bir kiremit yığınının üzerine oturdum: ‘Dadada, sol yanımızdaki komşular kimler?’ ‘Orada yalnız bir çift var. Rio’da okuyan bir kızları olduğu söyleniyor, tatilde buraya gelecekmiş.’ ‘Ya öbür yanımızda oturan kadın?’ ‘Ha! O mu, mezarlık duvarı kadar zarif bir İngiliz. Adı dona Severuba.’ ” (J.M. de Vasconcelos, “Güneşi Uyandıralım”, sa:167) Zari zari ağlamak : İnleyerek, hüngür hüngür ağlamak “Selma hanım, hem dinliyor, hem zari zari ağlıyordu. İri tatlı gözyaşı taneleri ki birbiri ardısıra yanaklarından göğsüne ve ellerinin üstüne damlıyordu ve Selma Hanım onları mendiliyle silmeye gerek görmüyor; onlar, böyle damla damla düştükçe, yüreğine bir ferahlık ve serinlik geliyordu.” (Y.K. Karaosmanoğlu, “Ankara”, sa:172) Zarlar atılmak; Zarlar düşmek : Herşey ayan beyan belli olmak, açığa çıkmak, kati karar verilmek Bk.: Son zarlar atılmak “Bütün numaralar üzerine bahse girmek hala kumar sayılır mı? Risk olmazsa, zarlar düşerken bir başka yerden gelen sese itaat edilmezse kutsal olan ne kalır geriye? Tanrı mutlaka biliyordur bunu.” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:97) “MEPHISTOPHELES - Gel, seyredelim, yaşayan, daima ümit etmelidir. Onu şu dar vadiden kurtaralım! O bir kere kurtulursa, bu bin kereye bedel olur. Zarların henüz ne şekilde düşeceğini kim bilir?” (J.W. von Goethe, “Faust”, Cilt:II, sa:257-8) “LEONARD - Zarlar atıldı bir kez! Sus! Ardımızı izliyorlar. Seni götüreceğim. GELİN - Öyleyse zorla götürürsün.” (F.Garcia Lorca, “Kanlı Düğün”, sa:61) “Kalktı. Bir memur, parasızlıktan kıvranan ve eski öğrencilerinden birinin kardeşini görmeye gidecek olan bir memur kalktı. Düşünüyordu: Zarlar atıldı bitti mi? Gerçekten artık herhangi bir memurdan başka bir şey değil miyim?” (J.-P. Sartre, “Akıl Çağı”, sa:54) “Yorgundu, bacaklarını masanın altına doğru uzattı ve bir çeşit iç rahatlığıyla düşündü: ‘Beklemekten başka bir şey yapamam!’ Herkes gibi. Zarlar atılmıştı.” ..... “Savaş: Herkes özgür ve bağımsızdı, ama zarlar atılmıştı bile. Savaş burada, savaş her yerde.” (J.-P. Sartre, “Yaşanmayan Zaman”, sa:306;329) Zarplı : Güçlü, kuvvetli “Anladığıma göre, yaşlılık ve zayıflıktan gözleri sulanmış olan, benim ve anamın sahibi Memiş Ağa’yı kutluyorlardı. Bana ‘sıpa’, anama da ‘eşek’ diyorlardı. İhtiyarcağıza: ‘Çok zarplı bir hayvan olacak. Kıbrıs cinsi olduğu daha şimcikten besbelli,’ diyorlardı.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Atılmış Bir Çiçek”, sa:87) Zart zurt etmek : Sanki önemliymiş gibi şundan bundan konuşmak, palavra atmak, tepeden konuşmak “‘Herif’ten ilk sapartayı yemiş olan kıyı mahalle şarapçısı, gri pantalonunun kıçındaki kahverengi yamayı kaşıyarak: -Fakat, dedi, şimdi kendi yok Allahı var, heybetli adamdı ya, zart zurt edişinden içime bir şüphe düşmüştü, Allah’tan.” (O. Kemal, Üç Kağıtçı”, sa:5) “Elini tuttum. Pos bıyıklıya vurdurmadım. Bana da öfkeyle baktı. ‘Aldırma kardaş,’ dedim. Öfkesi daha da büyüdü. ‘Boş ver,’ dedim. Pos bıyıklı korkmuş, biraz önceki meydan nutukçusu değil. Zart-zurtu yok. Sesini indirdi.” (Y. Kemal, “Bir Bulut Kaynıyor”, sa:59) “Sana gösteririm zartı zurtu. Alacağın olsun ki kıyamet gününe kadar. Hele bekle ki senin koltuğuna bir kaya parçası iteleyim ki acısını var ölesiye kadar taşı.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köroğlu’nun Meydana Çıkışı”, sa:68) Zar zor : Zorlukla, binbir güçlükle “BİRİNCİ KIZ : Ama zar zor biriktirdiğinizi söylediğiniz bütün paranızı böyle bir işe yatırmanız, sizi şimdi yeni tanısam da, beni üzüyor doğrusu. ADAM : Üzülmeyin bayan: Yitiren kazanacaktır! (Bir susuş) İşte bir söz daha, gene ben söylemeden önce benim ağzımdan alınıvermiş! BİRİNCİ KIZ : Yüreğim dayanamayacak öğüt vermemek için size. Gelin cayın bu tasarınızdan rica ederim.” (S.K. Aksal, “Oyunlar-Sonsuzluk Kitabevi”, sa:642) “Margot’nun elinde fırından yeni çıkmış kruvasanlarla dolu yağlı kağıttan bir külah var. Normal koşullarda elinde armağanla gelen birinin neşeli bir havada olması gerekir, oysa Margot bugün çok keyifsiz, çok tatsız görünüyor ve Walker’ın dudaklarına adet yerini bulsun gibilerden donuk bir öpücük kondururken zar zor gülümsüyor.” (P. Auster, “Görünmeyen”, sa:156) “Yumurtalar fazla pişmiş, kupkuru; tuz, biber ekmek de tatmaya yetmiyor. 19 kilometrelik yürüyüşten sonra açlıktan ölmek üzere olan Brick, lastik kıvamındaki çırpılmış yumurtaları çatalına doldurup ağzına atıyor, zar zor çiğniyor ve her lokmadan sonra hiç de söylendiği gibi sıcak olmayan ılık çaydan bir yudum alarak midesine indirmeye çalışıyor.” (P. Auster, “Karanlıktaki Adam”, sa:33) “8) 601 Batı 115. Cadde; Manhattan. Broadway’in çok yakınında, yine biçimsiz, ama eskisinden daha sağlam bir binadaki iki oda, ayrıca büyük odayla ufak odanın arasında yer alan ve zar zor da olsa açılır kapanır bir masanın sığacağı büyüklükte gerçek bir mutfağa sahip olmak gibi bir üstünlüğü de var.” (P. Auster, “Kış Günlüğü”, sa:60) “Bing’in üyesi olduğu ‘Mob Rule’ adındaki caz orkestrası, Brooklyn’in ve aşağı Manhattan’ın küçük barlarında ve kulüplerinde her ay iki ya da üç gösteri yapar. Grup biraz daha fazla para kazanabilse, Bing her şeyi bırakıp ömrünün sonuna kadar onlarla dünyayı turlardı; oysa kazandıkları parayla prova yaptıkları salonun parasını zar zor karşılayabiliyorlardı.” (P. Auster, “Sunset Park”, sa:75) “Rahip Chapelou ile ‘can dostu’ Birotteau, zengin değildiler. Köy çocuğu olan bu iki papazın da, rahiplere verilen küçücük aylıklardan başka gelirleri yoktu; zar zor biriktirdikleri birkaç para da devrimin o kötü zamanlarını geçirebilmek uğrunda harcandı.” (H. de Balzac, “Tours Papazı”, sa:35) “O müzik, yüzyıllar öncesinden kalma bu mekanda, yüzyıllar öncesinin çalgılarıyla çalınan o büyülü müzik en coşkulu bölümüne gelmişti... başım dönüyordu... sanki ateş basmış gibi yanıyordu yüzüm, dudaklarım kurumuştu, orada değildim, nerde olduğumu bilmiyordum, sanki içimden biri çıkıp gidiyor ve onu tutamıyordum. Zar zor çıkan, boğuk bir sesle, ‘Siz delirmişsiniz...’ diyebildim sonunda.” (K. Başar, “Başucumda Müzik”, sa:109) “Long Acre istikametinde, Neal Sokağı’nın sonuna kadar ilerledik. Ancak ağır yol alıyorduk. Son hayran uzaklaşır uzaklaşmaz, aynı şey tekrarlanıyor ve sonra bir daha tekrarlanıyordu... Bob’u okşamak veya konuşmak isteyen biri tarafından durdurulmadan zar zor bir metre ilerleyebiliyordum.” (James Bowen, “Sokak Kedisi Bob”, sa:52) “Seslenmeyi denedi ama ciğerlerinde hava kalmamıştı, sadece korkunç bir acı duyuyordu. ‘Hayır!’ diye öksürüdü. Sözcük dudaklarından zar zor dökülebilmişti.” (D. Brown, “Dijital Kale”, sa:263) “Amir, Knowlton’ın zar zor duyduğu bir fısıltıyla, ‘Bu kadar yeterli,’ dedi. ‘Efendim?’ ‘Kaydı durdur!’ Knowlton kaydı durdurdu. ‘Efendim, aslında en korkunç kısmı sonu.’ ” (D. Brown, “Cehennem”, sa:353) “Konuşmak isterdi. Ama söyleyecek hiçbir şeyi yoktu, ötekilerin de. Sessiz yüzlerde yalnızca keder ve bir tür inat okunuyordu. Bazı bazı, içinde, mutsuzluk sözcüğü biçimlenmekteydi, ama zar zor bir kabarcığın aynı anda doğup patlaması gibi hemen silinip gidiyordu.” (A. Camus, “Sürgün ve Krallık”, sa:59) “On basamak yukarda, düşkırıklığına uğramış bir adam durdu. Bu süprüntü onları binadan çıkarken durdursaydı, bir diyeceği yoktu; ama şimdi, daha malları paraya çevirmeden!.. Gırtlağında yükselen kükremeyi zar zor bastırdı ve Therese’ye eliyle işaret etti.” (E. Canetti, “Körleşme”, sa:322) “MUM <1860> Oturmuş yanan bir muma bakıyorum, güçlü ışıklar saçıyordu demin, ışığıyla odamı donatıyordu ve aydınlatıyordu gecemi. Kararmak üzere, artık tükeniyor, fersiz ışıyor yuvasında şamdanın, bazı sönüyor, bazı ışıyor zar zor, bazı aşağıya eğiyor başını.” (İlia Cavcavadze-Hüseyin Uygur; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.02.03) “Korku içinde, ‘Amanın, aklımı oynatıyorum! Tanrım, şimdi ben ne yapacağım?’ dedim, başımı ellerimin arasına aldım. Beynim zonkluyordu, tir tir titreyen bacaklarımın üzerinde zar zor durabiliyordum.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:59) “Birçok Avrupalı doktor geldi ve peşlerinden de dakikalarca elimi sıkıca tutarak oturan Harold: ‘Ee, eski dostum? Ee eski dostum? diye tekrarlayıp durdu, gözlerimi yüzümden ayırmadan. Beni eğlendirecek yüzlerce hikayesi vardı. Gertie, onu, koltuğu üç rupi sekiz anan’dan sinemaya götüren, zar zor öpmeye cesaret etmiş, kesesi hayli dolgun, Middle Bank yöneticilerinden biriyle çıkıyordu.” (M. Eliade, “Bengal Geceleri”, sa:30) “Yeni öğrenci kapının arkasında, köşede kalmıştı. Bu nedenle kendisini zar zor görebiliyorduk. On beş yaşlarında kadar bir köy çocuğuydu, boyu posu hepimizden uzundu. Saçları, tıpkı bir köy ilahicisi gibi, alnının üstünde dümdüz kesilmişti. Akıllı, uslu, ama çok sıkılgan bir hali vardı.” (G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:5) “Anthime böceğe on ‘sou’ vermiş, sonra da çocuğa, yarım yamalak İtalyancasıyla, zar zor da olsa, ertesi gün yerleşeceği ‘via in Lucina’daki dairede, acele birkaç fareye gereksinimi olacağını anlatmıştı.” (A. Gide, “Vatikan’ın Zindanları”, sa:5) “Neyse, zar zor tepeye çıktım. Allaha çok şükür, değirmenin kapısını kapalı buldum. Çünkü; ıssızlıkta ağacı, taşı, dağı, soyunan bir gelin gibi, iç ve gizli güzelliklerini verirler.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek”, sa:72) “İhtiyarın kararlı ve boğuk sesi, müthiş bir öfke patlamasına gebeydi. Marius’a doğru ürkek bir bakış attı teyze, zar zor tanıdı onu. Ne bir harekette bulundu ne de ses çıkarabildi. Babasının emri üzerine, kasırgaya kapılan bir saman çöpünden de çabuk kaybolup gitti.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:340) “Yıkılmış vitrinlerin, paramparça olmuş malların, sarkan boruların arasında zar zor ayakta durabiliyordu. Niye bu kadar uzağa gitmek zorunda kalmıştı ki?” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:105) “Bu sıra köylüler topallayarak, inleyerek alana doluştular. Muhtar bile geldi. Her iki koluna birer delikanlı girmişti. Bekir Çavuşun gözlerinin içine oyar gibi bakarak: ‘Çavuş,’ diye zar zor konuştu. ‘Anan seni Kadir gecesi doğurmuş, bak, at ayağına geldi.” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:IV, sa:181) “Stanley endişeyle arkadaşına baktı. ‘Müstakbel kocana babanın öldüğünü söylemek istemiyor musun?’ ‘Düngece Paris’te ölmüş; cesedi uçakla yollayacaklar, cenazesi dört gün içinde kalkacak,’ diye ekledi Julia, sesi zar zor duyuluyordu.” (M. Levy, “Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey”, sa:17) “... on dolarlık banknotumu çıkarıp salladım, fazlasını isterse çok kızmış gibi yapacaktım. Ama şaşırtıcı şekilde, elini cebine daldırıp üstüne vermeye kalktı. Ona üstünün kendisinde kalabileceğini işaret ettim ama o borcunu son ‘kuruş’una kadar ödemekte ısrar etti. Böylesine saygıdeğer bir hareketi neden tersleyeyim? Dolayısıyla, o bana vereceği parayı zar zor elinin ayasında bir araya getirene dek, adamı sersem eden bir itiş kakış içinde bekledim.” (A. Maalouf, “Béatrice’ten Sonra Birinci Yüzyıl”, sa:18) “Kırk yıl boyunca ‘Barış’ gazetesinde haber şişiriciliği yaptım; kısa dalgayla ya da Mors alfebesiyle yıldızların arasından kaptığımız dünya haberlerini şişirip tamamlayarak yerel dilde yeniden yazmaktan oluşuyordu bu görev.” Artık yapılmayan bu saygın işten aldığım emekli maaşımla bugün zar zor geçinip gidiyorum.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:12) “Bazı yerlerde, bir pencere camının gerisinden sızan bir ışık parıldıyor; ışığın geldiği yerde, ya da cesur çok fakir bir ailenin, ayakta zar zor durabilen evini muhafaza etmek için kaldığı anlaşılıyordu.” (G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:164) “Güruhun arasından kendine zar zor yol açarak İspanyolun yanına giden Amerikalı, durumunu anladığını ve duygularını paylaştığını belirttikten sonra, elinden gelen yardım ve hizmeti sunmaya hazır olduğunu söyledi.” (H. Melville, “Benito Cereno”, sa:21-2) “Dorothy bir an daha ayakta kaldı. Bayan Mayfill yavaş, sarsak adımlarla sunağa yanaşıyordu. Zar zor yürüyebiliyordu, ama yardım önerilerinden fena alınırdı. Yaşlı, kansız yüzüne göre ağzı şaşırtıcı ölçüde geniş, gevşek ve ıslaktı.” (G. Orwell, “Papazın Kızı”, sa:15) “Elbette evin içinde epeyce zaman geçirdiğimden Brooker’ların yakınmalarını olduğu gibi duyardım. Nasıl herkes bunları aldatıyormuş, nasıl herkes bunlara karşı nankörmüş, dükkandan bir şey gelmiyormuş, kiralık ev işi de zar zor masrafını çıkarıyormuş.” (G. Orwell, “Wigan İskelesi Yolu”, sa:29) “Kars’taki hastane yeterli olmadığı için annesini Erzurum’a götürdüğünü, Kars yakınlarındaki köyünde hayvancılık yaptığını, zar-zor geçindiklerini ama isyancı olmadığını, kendisi için değil -Ka’ya açıklamadığı esrarengiz nedenlerden- ülkesi için üzüldüğünü...” (O. Pamuk, “Kar”, sa:12) “Bu sayfalar yazılmış olmasaydı, bugün kimsenin José Dinis’i hatırlamayacağına inanmak istiyorum. Ekin biçme makinesinin basamağına çıkıp dengemizi zar zor bularak buğday tarlasını bir uçtan bir uca dolaşırken, başakların nasıl kesildiğini seyrettiğimizi ve tepeden tırnağa toza bulandığını hatırlayabilen bir tek ben varım.” (J. Saramago, “Küçük Anılar”, sa:77) “‘Hiçbir anlamı yok, bunun...’ Ve ardından bir ‘Neden?’ yükseliyor ondan... zar zor duyulabilen bir ‘Neden?’... Ölüm döşeğindeki birinin son nefesi... O çökerken...” (N. Sarraute, “Açınız”, sa:68) “Ama bu dalaşmalar, kahverengi parmaklıklarla ve kurumuş kan renginde incecik kübik binalarla çerçevelenmiş Manhattan sokaklarında, boş arsalarda gerçekleşiyordu. Bütün bunlar büyülüyordu beni; mekanın adeta yiyip yuttuğu ve altındaki bozkırı zar zor saklayabilen püriten ve kanlı bir kent hayal ediyordum: Cürüm ve erdemin ikisi de kanun dışıydı orada; her ikisi de özgür ve egemen olan katil ve adalet adamı, akşamları bıçak darbeleriyle anlaşıyorlardı.” (J.-P. Sartre, “Sözcükler”, sa:160) “Niçin sahte boyalar yüzünü taklid eder, Canlı renginden ölü görüntüler aşırır Ve zavallı güzellik zar zor peşinden gider Yapma güllerin - oysa tek gerçek gül ondadır.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:67, sa:175) “Lamiel’in gözüne çok çirkin ve çekingen görünümlü bir delikanlı ilişmişti. Ona döndü, birşeyler söyledi sevimli tavırla. Genç adam, zar zor karşılık verebildi ona; kulaklarına dek kızarmıştı.” (Stendhal, “Lamiel” Cilt:II, sa:66) “KIZ - Yazık olmuş insanlara! AVUKAT - Öyle! Sonra, neyle yaşar bu insanlar, aklım ermez! 2.000 kuron geliri olan evlenir, oysa 4.000 harcar.. elbette borçlanır, hepsi de borçlanırlar. Ölünceye dek, zar zor geçineceğim diye çırpınır durur! Mirasçılara da hep borç kalır. Sonunda kim bunları ödeyecek, kimbilir!” (A. Strindberg, “Düş Oyunu”, sa:33) “Orada ihtiyarlar ve orospular, seyyar satıcılar, balıkçılar, işsiz güçsüz serseri gençler, kapı üstündeki boyası solmuş levhalarda ‘Şarap-Bakkaliye-Tütün’ yazısı zar zor seçilen, karanlık eski rutubetli dükkanlarında, baharat ve kurutulmuş morina balığı kokulu bakkallar yaşar.” (A. Tabucchi, “Ufuk Çizgisi”, sa:13) “İlk Yağmurlar Gelecek -----------------------------Ne biri umursayacak, ne kuş ne de ağaç, Ya da olmuşsa tamamen insanlık diye; Ve Baharın kendisi, uyandığında tan yerinde Gittiğimizi zar zor bilecek.” (Sara Teasdale<1884-1933>-Nurduran Duman; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 29.06.06) “Bu iki yüz vesti iki haftada zar zor alabildi. Köyüne dört yüz vest kala iyice hastalanmış, dizlerinn dermanı kesilmişti. Ama işte burada, ne kendisinin tanıdığı, ne de onu tanıyabilen, kızı sayıldığı halde gerçekte öyle olmayan, bir zamanlar kolunu kırdığı Agaşka ile karşılaştı.” (L. Tolstoy, “Korney Vasilyev”, sa:117) “Miss Mitford aşağı inerken Flush’ın yüzüne birbiri ardınca kapılar kapanıyordu; özgürlüğün üzerine kapanıyorlardı; çayırların; tavşanların, otların; taptığı, deli gibi sevdiği hanımının -onu yıkamış, dövmüş, kendisi zar zor yiyecek bulurken tabağındakileri onunla paylaşmış olan o tatlı, yaşlı kadının- mutluluk, iyilik, insanların iyiliği adına ne biliyorsa üzerine kapanıyorlardı!” (V. Woolf, “Flush”, sa:25) “TARLADA <Bulutların Gölgeleri Peşinde’den> --------------Akşam zar zor eve varmak üzereyken kulağına gelir uzaktan birden ağlayış sesleri, feryat ve figan nedenini nasıl bilsin kaz kafan? oysa ki tahsildar, kralcı ahmak, yine vurmuş köyü sıtmadan beter” (Peyo K. Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap, 17.08.06) “1892 Eylülünde Stetten’den ayrılan Hesse, Basel’deki misyonerler okulunda geçirdiği sıkıntılı birkaç haftanın ardından 2 Ekim günü Bad Cannstatt’a getirilerek öğretmen Geiger’in pansiyonuna yerleştirilir; artık buradaki lisede okuyacaktır. Zar zor bir yıl geçirir.” (B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:17) “Hiçbir yayıncı yoktur artık Almanya’da kitapları için, yirmi yılının düşünce ürünü, 64 santim kalınlığında ciltsiz bir yığın halinde bodrumda beklemektedir; kitaplarını sırf yayınlatmak için cepten verir, zar zor biriktirdiği ve aldığı paradan.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:I, ‘Nietzsche’, sa:132) “Akrabalarım anlayıp da eve haber vermesinler diye, işe gidemiyordum son aylarda artık. Annemden para ricasında bulunmak da istemiyordum. Elimdeki birkaç parça mücevheri satarak doğuma kadar zarzor geçindim.” (S. Zweig, “Hikayeler”, Cilt:I, sa:209) zastrugi : (COĞR.,RUS) <zest’rugi> : Rusya ovalarında rüzgarın kar üstünde oluşturduğu çukurlar Zat, Zatı alileri : Osmanlı kültüründe: Bey, Beyefendi (Çoğu kez yerinde, bazen de değmeyen kimseleri alayla yüceltmek amacıyla söylenir.) “LOMOF - Bakınız problem ne. (Koluna girer.) Zatıalinizi, muhterem Stapan Stapanoviç, bir rica için rahatsız ettim. Birçok defalar yardımınızı istemek şerefine erişmiş ve her defasında, nasıl arzedeyim... Fakat affınızı rica ederim, heyecanımdan söyleyemiyorum. Müsaadenizle, muhterem Stapan Stapanoviç, biraz içeyim. (İçer.)” (A. Çehov, “Teklif”, sa:11-12) “Ormancının evine gitmek üzere yola çıktıkları zaman Jandarma komutan vekili gedikli çavuşun önlerine dikilmesi Ahmet’in neşesini kaçırdı. Gedikli selam verdi: ‘Zatıalinizi arıyordum Hakim bey...’ ” (O. Hançerlioğlu, “Karanlık Dünya”, sa:59-60) “ ‘Elbette güvenirsin, Zebedi, Cenab-ı Hak karnını tok, sırtını pek yapmış, işlerin de tıkırında yürütüyor; elli balıkçı kölen var, işleri için yeterince kuvvet sağlayacak, açlıktan ölmelerini engelleyecek kadar besliyor onları, bu arada zat-ı alileriniz, sandığınızı, kilerinizi ve karnınızı tıkabasa dolduruyorsunuz.’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:131) “ ‘İnsan canavardır!’ diye bağırdı ve sopasını şiddetle taşlara vurdu. ‘Büyük canavar! Zatın bunu bilmiyor. Bütün işlerin yolunda gitmiş, ama bir de bana sor. Canavar, diyorum sana! Ona kötülük mü ettin? Senden çekinir ve titrer. İyilik mi yaptın? Gözlerini oyar… Aradaki uzaklığı koru, patron! İnsanlara umut verme. Hepimizin eşit olduğunu, hepimizin eşit haklara sahip bulunduğumuzu söyleme: çünkü hemen senin hakkını çiğner, elinden ekmeğini kapar, açlıktan gebermeye bırakırlar seni. Ben senin iyiliğini isterim, aradaki uzaklığı koru, patron!’ ” (N. Kazancakis, “Zorba”, sa:62) “Soldaki: -Siz, siz... diye kekeledi. Sağdaki: -Zatınız, diye düzeltti. Zatınıza güvendik.. Kaçmayacağınızdan emindik...” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:14) Zaten : Doğrusunu isterseniz, aslında, gerçekte “Sürekli yere bakıyorlar, özür diliyorlar, bıraksam ellerime sarılacaklar: ‘Bizi yanlış bellemeyin, ne olur, siz bizi yanlış bellemeyin, bakın sayın, paranız olduğu gibi duruyor. Hiçbir şeyinize dokunmadık. Nüfus kağıdınızı, iş kartınızı görünce çok utandık zaten. Biz sizi Ayten’le karıştırdık...’ ” (A. Ağaoğlu, “Toplu Öyküler”, Cilt:II, ‘Dar Odanın Karanlığı’, sa:22) “VII Mahkeme Kararı Ve taş gibi bir sözcük düştü Henüz canlı olan göğsüme Boşver, vücut zaten alıştı, İstersen başa çıkayım deme.” (Anna Ahmatova<1889-1966>-Kanşaubiy Miziev/Ahmet Necdet; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 15.12.05) “Üstadım, bunun üzerine: -Zaten ben de bunu düşünüyordum, diye yanıt verdi ve anlatmaya başladı: Evladım, bu kayaların içinde, geride bıraktığın dairelere benzer derece derece daralan üç küçük daire daha vardır. Hepsi de cehennemliklerle doludur. Fakat sonradan kendi gözünle görüp anlayabilmen için, onların neden ve nasıl böyle balık istifi edildiklerini öğrenmen iyi olur.” (D. Alighieri, “İlahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:157-8) “Neyse ki bu konuşması korktuğum kadar korkunç olmadı. Kadehine konyağı koyarken zaten yükünü almıştı, o kehribar rengi, yakıcı içkiden biraz içtikten sonra da konuşmayı tutarlı bir çizgide sürdüremeyecek kadar sapıttı.” (P. Auster, “Görünmeyen”, sa:49) “Büyük umutlarla işe başlamıştım, roman yazarı olacaktım, öyle bir kitap yazacaktım ki inanları gerçekten etkileyecek ve yaşamlarını değiştirecekti. Ama zaman yavaş yavaş geçip gitti ve bunun gerçekleşmeyeceğini anladım. Böyle bir kitap çıkmayacaktı benden ve bir noktada düşlerimden vazgeçtim. Zaten makale yazmak daha kolaydı. Çok çalışarak, bir yazıdan başka bir yazıya geçerek, bir şekilde ekmek paramı kazanıyordum.” (P. Auster, “Kilitli Oda”, -New York Üçlemesi 3-, sa:15) “Bay Boş, çökerek gövdesini masa başındaki koltuğuna yerleştirir. Bunun fazlasıyla rahat bir koltuk olduğuna karar verir, kahverengi yumuşak deriyle kaplanmıştır; kollarını ve dirseklerini yerleştireceği kolçakları vardır, o istediği zaman öne arkaya sallanmasını sağlayan yaylı mekanizması da caba, zaten onun da oturur oturmaz yapacağı tam da budur.” (P. Auster, “Yazı Odasında Yolculuklar”, sa:11) “‘Bu işin tekniğini sonra konuşuruz,’ dedi Usta. ‘Öğrenmesi kolay bir hüner değildir bu, ama beni dinler, söylediklerimi yaparsan sonunda ikimiz de milyoner oluruz.’ ‘Siz zaten milyonersiniz,’ dedim. ‘Beni n’apıcaksınız?’ ‘Ne mi, sefil küçük serseri? Cebimde beş param bile yok benim. Senin gözüne hırsızlar kralı gibi görünmüş olabilirim, ama bunun nedeni senin et beyinli olman.’ ” (P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:8) “Ben zaten böyle hep beraber gezmeleri sevmem. Aile ziyaretlerinden de hoşlanmam. Bunları bildiği için bana ısrar etmiyordu. Ben de Ayla’yla, annemlerle kendi başıma görüşüyor, onu memnun etmek için kırk yılın başı birtakım davetlere katılıyordum.” (K. Başar, “Başucumda Müzik”, sa:81) “Irazca, yarı gecede uyandı. Zaten, geceleri dolduran silmece bir uykusu yoktu. Tilki uykusu da değil. Uykuyla uyanıklık arası. Canın geçi-geçiverdiği bir hal.” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirliği”, sa:90) “-Ama, kasıtlı olarak yapmadı herhalde, değil mi? -Elbette kasıtlı olarak yaptı, hem de herkesin gözü önünde! Bir şeye sinirlenmiş. Zaten çılgının teki! Beni havaya atıp tuttuktan sonra, öfkeden küçük parmağını kırdı.” (N. Berberova, “Kara Acı”, sa:23) “İrlandalı bir yazar için kızacak pek çok şey vardır herhalde bu ülkede, ama ben İrlandalı değilim, hakkında yazı yazdığım ve dilini kullandığım ülkeyle zaten başım dertte, üstelik dilini yazıda kullandığım ülkede o kadar çok şeye öfkeleniyorum ki, bu da bana yetiyor.” (H. Böll, “İrlanda Güncesi”, sa:146) “Ezra’nın annesi Çinli’ymiş zaten; ama, Bn. Ezra’nın hoşuna gitmeyen bir şey olduğu için, evde kimse bundan söz etmezdi. Kadını avutan bir şey vardı: Oğlu David, babasından çok kendisine, daha doğrusu kendi babasına benziyordu. ‘Babama çekmiş.’ derken büyük bir kıvanç duyardı. Oğluna dedesinin adını da koymuştu.” (P.S. Buck, “Şakayık”, sa:11) “Ya Henriette Cécile’i kandırır da, elinden almak isteği erkeğin beş para etmez biri olduğuna onu inandırırsa nice olurdu haliniz? Zaten iş ona varacağa benziyordu, tehlike henüz başlıyordu, bellir belirsiz bir gölge gibiydi henüz tehlike, ama ikisi birarada oldukça büyüyecek, önlenemez, karşı konulamaz hale gelecekti.” (Michel Butor, “Değişme”, sa:182) “Petrus, “Zaten hep başkaları suçludur,’ diye homurdandı. Bar sahibi mutfağa girdikten sonra, Petrus’a neden söz ettiğini sordum. ‘Düşünsene, yirminci yüzyılda, daha elli yıl önce bu kasabanın meydanında bir Çingene’yi diri diri yaktılar. Onu büyücülükle ve okunmuş ekmeğe sövmekle suçlamışlardı.’ ” (P. Coelho, “Hac”, sa:81) “Mari’ya, sekse ilgi duymadığını itiraf etmişti. Maria’nın içinden aynı durumda olduğunu söylemek geçti, ama kendini tuttu; zaten kendini yeterince ele vermişti, susmak daha akıllıca olurdu.” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:107) “‘Her yazarın gücünün kaynağı bu,’ diyor Neçayev makineye bir şaplak indirerek. ‘Sizin açıklamanız hücrelere bu gece dağıtılacak, yarın da sokaklarda. Ya da siz sınırı geçene kadar bekletebiliriz, eğer tercihiniz bu oklursa. Sizi bu konuda suçlayacak olurlarsa sahte olduğunu söylersiniz. O zamana kadar zaten artık hiç önemi kalmaz, etkisini göstermiş olur.’ ” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:220) “Toni dedikleri, hani Henry Handel Richardson’dan bahseden, o da Altona’dan. Avustralya konusunda uzman, zaten orada hocalık da yapmış. Paula Sachs’ı tanıyor. Kel adam, Kerrigan, o da bir romancı. İrlandalı ve şu anda New York’da yaşıyor.” (J.M. Coetzee, “Romancının Romanı”, sa:15-6) “Denizcilerin akıllarında hep evde olmak vardır; zaten evleri de, yani gemileri de hep yanlarındadır; yurtları da denizdir onların. Bütün gemiler birbirlerine benzer, deniz hep aynıdır.” (J. Conrad, “Karanlığın Yüreği”, sa:35) “Bize insan olmak, yani etiyle kemiğiyle insan olmak bile yük geliyor; bundan utanıyoruz, ayıp sayıyoruz. ‘Soyut insan’ diyebileceğim garip yaratıklar olmaya can atıyoruz. Biz ölü doğmuş kişileriz, zaten çoktandır canlı olmayan babaların soyundan ürüyoruz ve bu durumu gittikçe daha çok beğeniyor, bundan zevk almaya başlıyoruz. Nerdeyse bir kolayını bulup bizleri doğrudan doğruya düşüncelerin doğurmasını sağlayacağız.” (F. Dostoyevski, “Yeraltından Notlar”, sa:169) “Zaten kırışmış olan tenis pantolonunun, kolejli ceketinin daha da kırışmasına, taban tahtalarının arasından taşan sintine suyunun bembeyaz lastik ayakkabılarının burnunu kara bir yama gibi lekelemesine gerçekten de hiç aldırdığı yoktu.” (L. Durrell, “Mountolive-İskenderiye Üçlüsü 3”, sa:11) “Zaten zorbaydılar, şimdi Konstantinopolis onların eline geçtiği için yanlarına artık hiç yaklaşılmaz, liderlerinden biri basileus olur: Görevlilerimizin bazılarından çaldıkları mitra’ (piskopos ve din adamlarının giydiği tören başlığı) ları atlarının kafasına koyuyorlar ve ilahilerimizi kendi uydurdukları bir Yunanca’yla, kendi dillerinde kim bilir hangi yakışıksız sözleri araya katarak söylüyorlar(dı).” (U. Eco, “Baudolino”, sa:370) “Birdenbire güneş doğudan altın bir top gibi kudret çevganından (Tanrının ezeldeki takdiri) felek meydanında oynamaya başladı ve bir mızrak boyu yükseldi. Arif Çelebi buyurdu: ‘Veliler, güneşlerin güneşidirler, Güneş onların nurundan ışığını aldı.’ Bir an sonra: ‘Ben bu alçak dünyadan usandım. Ne zamana kadar bu güneşin altında toz ve dert içinde yuvarlanıp gideceğim? Renkten renge giren dünyadan tamamiyle kurtulma zamanı geldi.’..... ‘Her an sağdan soldan aşk sesleri geliyor. Biz göklere gidiyoruz. Biz zaten göklerde idik, meleklerle arkadaşlık ediyorduk...’ ” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:360) “Silas kızına bakarak, ‘Bunu sen de istiyor musun?’ diye sordu. Eppie safça, ‘Pek itirazım yok,’ dedi. ‘Benim için önemli olan senin artık fazla çalışmaman. Böyle olmasa zaten durumun hemen değişmesini istemezdim. Şimdi çok mutluyum Aaron’un beni sevmesi, bize sık sk gelmesi, size karşı iyi ve saygılı davranması hoşuma gidiyor.’ ” (G. Eliot, “Silas Marner”, sa:247) “LAVINIA. Doğrudur, kimse senin acıdığın kadar Acıyamaz çünkü sana. Budur senin gücüne giden. Ben bırakırsam belki bir yol bulursun dedim, Ben ölürsem gözünde, -Bir hayaletten başka neydim ki zaten?-” (T.S. Eliot<1888-1965), “kokteyl parti”, sa:96) “Çok istediğim halde bana bir bisiklet alınmamıştı, halamgillerin İhsan abimin bisikleti de bana çok yüksek geliyor ve kasıklarımı acıtıyordu. Zaten doğru dürüst binmesini de öğrenmemiştim. Cesaretime hala hayret ederim, bir gün, onun izniyle, amcalarının sokak başından istasyona inen yolda bisiklete binmiş ve iki yüz metre aşağıda bir kaldırıma çarparak hayalarımı incitmiştim. Ağlaya sızlaya eve döndüm.” (İ. Ersevim, “İsmayil”, sa:89) “Mesel ------Anam yalan söylemeyeyim ister, istediği özgür ve olduğum gibi biri olmamdır. Acı çektiğimi görmek istemezdi zaten korku ve kuşku yetişkinlerin başına gelen kötülüklerdir benimse çocuk olmamı ister anam.” (Pablo Armando Fernandez<d.1930>-Ayşe Nihal Akbulut, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 03.04.08) “Zaten o gün egemen olan, her şeyi birbirine karıştıran dişi ilkeydi. Ağır havada mistik bir şehvet dolaşmaktaydı. Kutsal koruların diplerinde meşaleler daha şimdiden yanmaya başlamıştı. Geceleyin büyük bir fuhuş alemi yapılacaktı. Sicilya’dan üç gemi dolusu fahişe gelmiş, ayrıca çölden gelenler de olmuştu.” (G. Flaubert, “Salambo”, sa:385-6) “Ne yapmak niyetinde olduğumu gayet iyi biliyordu herhalde; tüfeğimi doldurup doldurmadığımı da bunun için sormuştu zaten. Bugün bile kibrinden vazgeçmemiş, onsuz olamamıştı; güzelce süslenmiş, yeni bir gömlek giymişti; halinde tavrında bir azamet, bir çalımdır gidiyordu.” (K. Hamsun, “Pan”, sa:181) “Koridordan koşar adım ayak sesleri duyuldu, anahtar çevrildi, kapı açıldı. Bir polis Şvayk’ın adını seslendi. ‘Özür dilerim ama,’ dedi Şvayk soylu bir edayla, ‘ben yalnızca öğlen on ikiden beri bekliyorum; bu bey ise sabahın altısından beri burada. Hem benim acelem yok zaten.’ ” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:1, sa:64) “... birçok insan, Rusya’nın Batı Avrupa’yı ele geçireceğini sanıyordu. Derken, Çin’deki devrim, kapitalist toplumlarda korkunç bir kargaşa yaratıyordu ve bizlerde bir yerde bu gidişe ancak bizlerin dur diyebileceği inancını yerleştiriyordu. ‘Ancak bizler’in anlamını doğru dürüst açıklayabilen çıkmadı ama o dönemde mantık pek geçerli değildi zaten.” (L. Hellman, “Şarlatanlar Dönemi”, sa:38) “ALTINCI MİMOS ---------------------METRO Ama isteseydi onu da verirdin. KORİTTO Evet, ama yerli yersiz olmaz her şey! Bitas’ın Euboule buğday öğütüyordu yakında. Gece gündüz döndürmekten mahvetti zaten değirmen taşını.” (Herodas, “antikçağ anadolu şiiri antolojisi”, sa:36) “T.’nin annesine gidiyorum. Adresi lise kapıcısı veriyor. Adam çok çekingen davranıyor. Öyle ya, içeriye girmem yasak edilmişti. Zaten ben de bir daha içeriye adım atacak değilim, Afrika’ya gidiyorum.” (Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:146) “Zaten kışları, İbrail gibi bir limanda iş bulmak imkansız olduğundan, birçok işçi aileleri köylerde oturan akrabalarının yardımına güvenirler: Bunlar kendilerine ara sıra bir çuval mısır unu, bir domuz budu, bir şinik fasulya ya da mercimek, yumurta, domuz yağı, patates gibi armağanlar getirirler.” (P. Istrati, “Uşak”, sa:116) “Aynur edepsizce göz kırpmıştı: -Zaten tanıştıktan sonra da unuturlar... Ortamektepten beri böyle bir adet çıktı: her ders yılı başında bir defa bağa çağırıyoruz öğretmenlerimi, hepsi de koşa koşa geliyorlar. Müphem bir baş işaretiyle bu fenlenmiş kızın yanından ayrıldım. Gitmemeye kesinkes karar vermiştim.” (S. İleri, “Hayal ve Istırap”, sa:185) “‘... Ama umarım bizi Franz’dan başka dıuyan yoktur ve zaten o da bütün kurallara karşı gelerek size dostça davranıyor. Talihiniz bundan böyle de nöbetçilerinizin atanmasında olduğu kadar yaver giderse, o zaman geleceğe güvenle bakalabilirsiniz.’ ” (F. Kafka, “Dava”, sa:19) “GENÇLİK AŞKI ---------------------Görüyorum seni, geçen güzel yılları, Zamanın kaydığını parmaklarımızın arasından. Uzun süre büyüyemedim ben. Olağanüstü şeylere inanmazdım zaten.” (Mascha Kaleko-Arife Kalender, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 14.02.08) “En iyisi açıkça yanıma almadım, demek. Balığa çıktık derim. Laf olsun diye zaten birer balık çektik Suat’la. O, eli boş dönmesin diye aldı yanına. Eve götürür, tel dolabının orta yerine yerleştirir. Ailece paylaşacak olsalar, bir tadımlık bile düşmez her birine.” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:30) “ ‘Nasılsın söyle bakalım?’ ‘Dön de bakayım.’ ‘Yarım saattir tepeden tırnağa inceliyorsun zaten Stanley, bu platformun üzerinde daha fazla dikilemeyeceğim.’ ‘Ben olsam boyumu kısaltırdım; seninkiler gibi bacakları saklamak günah sayılır!’ ‘Stanley!’ (M. Lévy, “Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey”, sa:11) “Handan’ın teğmenden hamile kaldığının anlaşılması üzerine, evde kıyametler kopmuştu. Zaten milli duygular içinde önüne çıkan her İngiliz’den nefret eden dayısı İzzet Kemal, bu ırz düşmanını gördüğü yerde vuracağını söyleyip dolaşıyordu evde. Paşa Dede küplere biniyordu. Bu nasıl rezaletti böyle!” (Ö.Z. Livaneli, “Leyla’nın Evi”, sa:135) “Bu arada yalnızlıktan canı sıkıldığı için olsa gerek birkaç tanıdığını çağırıp ev yapmaları için teşvik etmiş. İnsanlar gelip, onunki kadar büyük olmayan evler yapmışlar. Adam, gelenlerden arazi parası falan istememiş. Zaten doğal malzemeler kullanılarak imece usulü yapılan, adanın ormanlarından yararlanılarak ortaya çıkarılan kütükten evler için dışarıdan çok az malzeme getirilmiş. Herkes eşine dostuna söyleye söyleye ada kırk eve ulaşmış.” (Z. Livaneli, “Son Ada”, sa:9) “Yakıcı içkiyi boğazımdan aşağı dikerken Louis’in kaderi bile önlemedi beni. John Barleycorn Louis’i çok kötü bir duruma düşürmüştü ama ben gençtim. Kanım kıpkızıl ve canlıydı. Demir gibi bir bünyem vardı. Gençlik zaten ilerlemiş yaşın haline hep alayla bakar.” (J. London, “İntihar”, sa:119) “AYAĞI KARINCALI --------------------------Hem böyle ağzı sıkı görünmemi Aydınlık akıl da istiyor zaten Öpüşlere, toz toprağa bulanmış Uzaklaştık kıyının ordan Süsenler silahlarını ayarlıyordu Gecenin esintilerine karşı. (F.Garcia Lorca<1898-1936>-Cemal Süreya, “aşk şiirleri”, sa:67) “Yanıt veren sultan oldu. ‘Ölenlerin çok azı atlı. Ötekiler yaya askerler ve sultanlığımda yüzlercesi, binlercesi bulunan dilenciler, ayak takımı ve hiçbir işe yaramayan gereksiz adamlar. Hepsini silahlandırmam zaten olanaksız.’ Sesinin tınısı umursamazlık ve neşe arasında gidip geliyordu. Bahaneler uydurup izin istedim ve çadırdan çıktım. Dışarıda bir meşalenin ışığında, bir öbek askerin yeni getirilmiş bir cesedin çevresine toplanmış olduğunu gördüm.” (A. Maalouf, “Afrikalı Leo”, sa:215) “GUIMORE’A ŞARKILAR <Poesias Completas’dan> III. ---Her şey saydamlaşır bu Nisan ışığında; dünün bugününde her şey; Zaten şimdinin olgunlaşmış saatlerinde şarkılar okumakta, öyküler anlatmaktadır zaman, tek bir ezgiye kök salar, seslendirdiği akşamlarla gündoğumlarının korosudur bir ağızdan. Sanadır, Guiomar, duyduğum yurtsama.” (Antonio Machado<1875-1939>-Ayşe Nihal Akbulut; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 05.03.09) “Bu karanlık sözleri söyledikten sonra yerdeki kılıcı kavradı ve kendi eliyle başını gövdesinden ayırdı. Bunu çabucak söylemek mümkün, zaten yapılması da çabucacık oluvermişti.” (Th. Mann, “Değişen Kafalar”, sa:57) “-Sizi beklettiğime ve buraya kadar gelmek zahmetine katlandığınıza çok üzüldüm... Telefonla bizimle konuşmak istediğinizi söylediniz. Halbuki sizi rahatsız etmeyelim diye kocamla size gelmeyi düşünmüştüm, dedi. -Yok canım... Zaten ben sizi yalnız görmek istiyordum. Memnun oldum.” (A. Maurois, “Ruh Tartıcısı”, sa:175) “ ‘Kocası onu bırakıp gittiğinde, zaten her zaman hor görmüş olduğu dünyaya çok kolay düşman oldu. Her gittiğimde gözlerini kaçırırdı benden. Sanki onun boşanmış olması, aramızdaki durumu eşitlemiş de, ben bunun tadını çıkarıyorum sanırdı.’ ” (M. Mungan, “Kadından Kentler”, sa:97) “AŞKIN YALNIZLIĞI (Leyla’nın babası: Oğlum senin Leyla’dan başka bir derdin yok mu. Tanrı bana başka bir yol göstermedi beni bu kara sevda almış ey Baba; Leyla’ya olan arzumu anla artık.) Babası bana söyleyip öğütlediği gibi Öğüdü o denli uzak ve tuhaf ki bana Zaten gözlerimden akan yaşlarla yanıtladım Zaten kalbim aşkımın kefeniyle sarılı eriyorken, Onu andıkça yufka yüreğim onun için erimekte.” (Mecnun Necad<Kays bin el Meluh bin Muzahim el Amri; 68 h. 687 m.>-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.08.09) “Brooker’ların birçok oğlu, kızı vardı ama, çoğu epeyce zaman önce evden ayrılmış. Birkaçı Kanada’daymış. Yakında oturan bir tek oğulları vardı, bir garajda çalışan şişman, domuza benzer bir delikanlı. Sık sık yemeğe geliyordu. Karısı bütün gün iki çocuğuyla zaten oradaydı.” (G. Orwell, “Wigan İskelesi Yolu”, sa:28) “Ötekisi, ‘Nefes alıyor mu?’ diye sordu. ‘Hayır.’ Ansızın Kern’in üzerine korkunç bir yorgunluk çökmüştü. ‘Yaptığımız saçma bir şey zaten. Adam ölmek istiyordu. Ne diye ölmeye bırakmıyoruz sanki?’ ‘Fakat, Tanrı aşkına...’ ” (E.M. Remarque, “İnsanları Sevmeli”, sa:239) “Sıradaki dört ajanın aileleri burada olup bitenleri bilebilselerdi, eminim bugünü üzücü olarak tanımlamazlardı. Ya o ajanların yarın belki de maphiaya hizmet ediyor olacaklarını bilmek, Hayat böyledir, sevgili bileşik kaplar bakanlığı bakan adayı, İçişleri, sayın başbakan, içişleri, Esas kap orası olacak zaten.” (J. Saramago, “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş”, sa:58) “FRANTZ - Ya siz? Siz beni kabulleniyor musunuz? BABA - Hayır. FRANTZ (Derinden etkilenmiş durumda.) - Bir baba olarak bile. BABA - Bir baba olarak bile. FRANZ (Üzgün.) - O halde? Ne halt ediyoruz birlikte? (Baba yanıtlamaz. Derin bir sıkıntıyla.) Ah! Seni hiç görmemeliydim. Zaten işkillenmiştim! İşkillenmiştim!” (J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:341-2) “Ah, ben ölünce neler söyletecekler sana: Ne buldun diyecekler, onun nesini sevdin? İyisi mi, sevgilim, sen hepten yan çiz bana, Zaten bende ne arar senin değer dediğin.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:72, sa:185) “IAGO - Canım, bunlar ahbap kimseler. Yalnız bir kadeh. Sizin yerinize ben içerim. CASSIO - Bu gece tek bir kadeh içtim, hem ona da gizlice su katmıştım. Yine de bak halimde ne değişiklik yapıyor. Bundan zaten başım dertte, daha ileri gidip derdimi iki kat artırmaya cesaretim yok. IAGO - Ne olur a canım! Bu gece şenlik gecesi: Yiğitler istiyorlar.” (W. Shakespeare, “Othello”, sa:41) “Zaten herhangi bir harekete geçebilmeniz için başkalarının öncülük etmesi gerekir. Herkesin yapmadığı şeyi yapmak, işte bunu asla göze alamazsınız.” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:19) “ASLAN HEYKELLERİ <1957> -----------------------------Yeni sözler buldum bir nice seni görmeyeli Daha geniş gökyüzünde soluk aldıracak şiire Hadi bir de bunlarla çağır gelsin aslan heykelleri Oldurmanın yıkmanın yeniden yapmanın aslan heykelleri Olduran yıkan yeniden yapan gözlerini seviyorum kaç kişi Bir senin gözlerin var zaten daha yok” (C. Süreya<1931-1990>, “Üvercinka”<1957>-50 yaşında-, sa:44) “O zaman gördü güvercini. Sağ tarafta, bir buçuk metrelik bir uzaklıkta oturuyordu, koridorun en sonunda, bir köşeye sıkışmış olarak. Çok az ışık düşüyordu oraya, Jonathan da yalnızca kısacık bir bakış fırlattı o yöne doğru, öyle ki uyuyup uyumadığını, gözünün açık mı kapalı mı olduğunu anlayamadı. Hiç de bilmek istemiyordu zaten hiç.” (P. Süskind, “Güvercin”, sa:24-5) “... ayrıcalık sözleşmesini hem küçümseyici, hem de karşısısındakine acır bir ifadeyle imzalayan belediye görevlisinin yüzünü çok iyi hatırlıyordu, sembolik bir bedel karşılığında on iki aylık bir ayrıcalıktı bu, üstelik görevli Manolo’ya, ‘Unutma,’ demişti, “belediyeden altyapı falan beklemeyin, suyla elektrikten söz etmeye zaten gerek yok...’ ” (A. Tabucchi, “Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı”, sa:12-3) “Üzümlerinden koyu pembe, yüksek dereceli bir şarap çıkarılıyor, sanırım adadaki tek içecek bu zaten, bir de yabanıl otlardan elde edilen bitki çayları var, tadları buruk ama pek hoş kokulular, soğuk olarak da bol bol içiliyorlar.” (A. Tabucchi, “Gittikçe Geç Olmakta”, sa:27) “ ‘Size güvenilir bir kılavuz önereceğim,’ dedim bilgiç bir edayla. ‘Bindiğiniz taksi, bu yolu kent dışından kat etti, bu da fiyatı üç katına çıkardı. Ben bir araba kiralamıştım, ama çok pahalı olduğu için bırakmak zorunda kaldım. Zaten, bu işten benim kazancım, bu yolu böylesine çekici biriyle yapmaktı.’ ” (A. Tabucchi, “Hint Gece Müziği”, sa:95) “... belki birleşik ruhlarınızın güdümünü ele geçiren bir üstün ben vardır içinizde, siz de onun yüzeye çıkmasına izin vermiyorsunuzdur, zaten elinizden başka bir şey gelmez, engelleyemezsiniz...” (A. Tabucchi, “Pereira İddia Ediyor”, sa:98) “Olanları hatırlayarak ‘Ah, ah, ah! Aa!’ diye mırıldandı. Karısıyla kavgası gene bütün ayrıntılarıyla geldi gözlerinin önüne; durumunun çaresizliğini, suçlu olduğunu -kötü olan da buydu zaten- düşündü.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:I-II, sa:7) “Herkes yol üzerinde korkunç bir bombardımanın olduğunu söylüyordu, zaten öyle olduğu da açıkça işitiliyordu. Subaysa, emirerinin daha hızlı gitmesini istiyor, mümkün olduğunca en kısa zamanda alayına katılmaya can atıyordu.” (L. Tolstoy, “Sivastopol Ağustos 1855”, sa:19) “Kızarmış elleri ile daha da gayretli çalıştı ve göğüsleri bir o yana bir bu yana oynadı. Çocuğun kendisini istediğini ve bunun da zaten kendi isteği olduğunu anlaması için Ingmar’ın gözlerine bakması gerekmiyordu. Amcası uzun zaman önce domuz ahırında onunla seviştiği zaman bir babanın bulunduğu bir yerde oğlunun da bulunmak isteyeceğini anlamıştı. Sonra da onlarla oyun oynayıp baştan çıkarmış, yalanlar söylemiş, kusurlarını bulmuş, bir onun bir diğerinin gözünün önünde dans etmişti.” (R. Tremain, “Müzik ve Sessizlik”, sa:318) “Ekibin de onunla ilgilendiği yoktu zaten. Öyle biri yokmuş gibi davranıyorlardı. Bu kasıntı zengin kızının canı cehennemeydi. Paraya ihtiyacı olmadığı halde bu işi yaptığı için ayrıca kızgındılar. ‘Amaan! Ne hali varsa görsün’ diyorlardı aralarında, ‘kendi bileceği şey, gidip zıbarsın erkenden, tavuk gibi.’ ” (A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:72) “... zaten eski İnkalar’ın memleketinden bir sürü elmas getirmiş olan Candide’in çok güzel bir hayat süreceğini düşünmek kadar doğal bir şey olamaz. Ancak Yahudiler onu öyle soyup soğana çevirdiler ki, elinde küçük çiftlikten başka bir şey kalmadı.” (Voltaire, “Candide”, sa:130) “PETER - Niçin onunla gitmedin, budala oğlan? Durmadan peşinde koşmazsan, seni asla sevmeyecek. Kadınlar üzerlerine düşülmesinden hoşlanırlar. MICHAEL - Vera’nın dediğine göre, zaten üzerine fazla düşüp, onu rahatsız ediyormuşum. Peter Baba; korkarım ki beni asla sevmeyecek.” (O. Wilde, “Vera Veya Nihilistler”, sa:29) “PRELÜD : Düşüncelerimin üstünde bir gölge asılıydı. -----------Onca yorucu günün dayanılmaz ağırlığı Yok artık, zaten bana göre değil öylesi. Aylar sürecek bir huzur, (İnsan hayatına dair herhangi bir vaat İçin böyle cesur sözler söylenebilir tabii), Aylarca bitmeyecek rahatlık ve bozulmayacak hazlar.” (William Wordsworth<1770-1850>-Nazmi Ağıl; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.11.09) “... Mösyö Ricard hiçbir şey yokmuş gibi bir sigara istiyor. Özellikle bir Araba asla hitap etmediğinden kimseden ses çıkmıyor. Zaten otobüste her zaman paketini uzatan saf biri ya da bir burjuva çıkar. Bu da yolcuları derin bir öfkeye sürüklüyor. Mösyö Ricard sigarayı alıyor. Gülüyor. Kulağını kabartıp küfürleri sineye çekerek keyifle içiyor.” (K. Yacine, “Nedjma”, sa:15) “Ciddi şekilde rahatsız olduğunu ve terapinin uzun ve riskli olacağını biliyordum. Bilinçaltıyla zaten çok fazla yüz yüze geldiğini ve benim onu suyun daha fazla derinliklere çekmek yerine gerçeğe doğru yönlendirmem gerektiğini düşündüm.” (I. Yalom, “Her Gün Biraz Daha Yakın”, sa:14) “Fouan baba, gizli tuttuğu tahvillerin faizlerini temmuzdan beri almamıştı, mal memurundan zaten onları almak istiyordu; bu yolculuktan yararlanmayı, kalabalığa karışıp oğlundan kaçarak mal memuruna uğramayı aklına koymuştu. Tabanvayla gidip yine öyle döneceklerdi.” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:II, sa:85) “Clarissa’ya biraz şüpheyle baktı. ‘Aslında bir general kızıyla böyle konuşmamalıym, aksine, meslektaşlarım gibi savaş broşürleri ve makaleleri yazmalıyım. Oysa olmayacak bir fikre saplanmışım; o da savaşın bir suç ve bir aptallık olduğudur. Sizi etkilemek istemem. Zaten bir gün bu konuşmalarımla başımı yiyeceğimi biliyorum.’ ” (S. Zweig, “Clarissa”, sa:103) “Bildiğiniz gibi Kanitz evlenme teklif ettiğinde zaten malikaneyi satın almıştı, bunun için evlenmesine gerçekten hiç ama hiç gerek yoktu. Tekrar tekrar söylüyorum: Bu gerçek değil. Dostumuzun evlenme teklifinde hiçbir art niyet yoktu. Yaşlı, küçük bir eksper olarak bu mavi gözlü kızla çıkarı için evlenmek aklına bile gelmemişti, aksine bu teklif, yoğun duygusallık sonucunda, birdenbire kendi bile tam olarak bilincine varmadan ağzından dökülmüştü.” (S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:186-7) Zatı devletiniz : Eski kültürde, ‘Devletli, haşmetli beyefendi’ gibi yüksek düzeyde hitap şekillerinden biri “PAGE - Zatı devletinizi iyi gördüğüme memnun oldum. Gönderdiğiniz av eti için teşekkürler, bay Shallow. SHALLOW - Sizi gördüğüme sevindim bay Page. Allah ağzınızın tadını eksik etmesin..... Sayın bayan Page nasıllar? Sizi oldum bittim içten severim, doğrusu... Candan...” (W. Shakespeare, “Windsor’un Şen Kadınları”, sa:11) Zati : Zaten “Saat dördü buldu muydu kocakarı hepimizi uyandırır. Ortalık daha kapkaranlıktır. Bu akşam zati geç kaldık. On bire doğru köydeyiz. Bir lokma bir şey yiyince tumba. Tumba ama saat da on ikiyi bulmuş olur.” (S.F. Abasıyanık, “Kayıp Aranıyor”, sa:9) “Dedim ya, denk karınınkiler. Söyledim, elbet söyledim. Bak dedim, aldı bu şarkıcı kızı evine, zati giren çıkan belirsiz... Yarın hem evinin adı kirlenir, hem dedim, senin adına leke gelir.” (N. Meriç, “Sular Aydınlanıyordu”, sa:26) “Kamil Bey, gönülsüz gönülsüz gülümsedi. Osman Ağa elini salladı: -Uzattın gavuroğlu! Zati efkarlıyım. Zarzar, dünden beri milleti toptan söğüşlemiş... Mangizleri borçlulara dağıtmadan, bir de bize soyunacakmış... Şunu al gel de hırboyu yırtıvereyim.” (K. Tahir, “Esir Şehrin Mahpusu”, sa:121) Zavallı; Zavallıcık : Çaresiz, korumasız, yardıma gereksinimi olan “YİRMİ BİRİNCİ ŞİİR - HİLECİLER, RÜŞVET YİYENLER, PARA AŞIRANLAR : Vergilius’la Dante köprünün üzerinden, aşağıdaki hendeğe bakarlar. Hendek, fokur fokur kaynayan ziftle doludur. Bu kaynar ziftin içinde azap çeken günahkarlar, para karşılığında birtakım karanlık işler çevirmiş veya para aşırmış kimselerin ruhlarıdır. Bu zavallılar vücutlarının bir kısmını ziftten dışarı çıkarmasınlar! Zebaniler ellerindeki uzun zıpkınlarla bunları şişlemeye hazır bir halde zift deryasının iki kıyısı boyunca nöbet beklemektedirler.” (D. Alighieri, “İlahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:234) “MEDEİA ----------Zavallı ben! Kötülükleren kötülük beğen! Şaşkına döndüm, derman yok gayrı benim derdime, yakıp duruyor içimi acı dur durak bilmeden.” (Apollonius, “antikçağ anadolu şiiri antolojisi”, sa:20) “Oldukça garip bir adam. Ticaret amacıyla ikinci kez evlendi. Bununla birlikte, karısını pek iyi mutlu ediyor. Uzun zamandır tanımak istemediği güzel bir kızı vardı; ama ne yazık ki, oğlunun düelloda ölmesi üzerine kızını yanına almak zorunda kaldı. Çünkü, artık çocuğu olmuyordu. Böylece, zavallı kız, birdenbire, Paris’in en zengin mirasçılarından biri oluverdi. Biricik oğlunu yitirmesi, bu adamcağızı zaman zaman depreşen bir üzüntüye boğdu.” (H. de Balzac, “Bilinmeyen Başyapıt-Kırmızı Han”, sa:58-9) “Evlenmeden kocamış ‘kız kurularının’ hepsinde de kin duygusundan esinlenerek yaptıkları ve söyledikleri şeyleri daha etkili kılma hususunda bambaşka bir hüner yok mudur? Kediler gibi tırmık atarlar. Üstelik yalnızca yaralamakla kalmaz, yaralamaktan ve ellerine düşmüş zavallıya, ‘Oh, seni yaraladım ya!’ demekten haz duyarlar.” (H. de Balzac, “Tours Papazı”, sa:46) “BN. ROONEY : Zavallı kadın! Bu harabeye dönmüş eski evde yapayalnız...... Christie, siz misiniz? CHRISTY : Benim efendim. BN. ROONEY : Ben de katırı bir yerden gözüm ısırıyor diyordum. Zavallı karınız nasıl? CHRISTY : Daha iyi değil efendim. BN. ROONEY : Peki ya kızınız? CHRISTY : Daha kötü değil efendim. (Sessizlik.)” (S. Beckett, “Tüm Düşenler”, sa:129) “Raşel: -Haham yaşlı, dedi. Oğlu da dün akşam eve geceyarısından sonra geldi. Lea desen, elbette zavallıcık... Vanğ Ana’nın kara kaşları yukarı doğru kalktı. -Niye zavallı oluyormuş! dedi. Talihi varmış ki bizim eve geliyor.” (P.S. Buck, “Şakayık”, sa:77) “Bir ölüm ilanı karşısında sol gözü kırparak, ‘Zavallıcık, artık şarkı söyleyemeyecek!’ ya da, kocasını hiç de sevmemiş olan şu Oranlı kadın gibi, ‘Tanrı verdi, Tanrı aldı,’ demek de kutsala saygısızlık gibi görünebilir. Ama, iyice düşünülünce, ölümün nesi kutsal olabilir, anlayamıyorum, tam tersine, korkuyla saygı arasındaki uzaklığı çok iyi seziyorum.” (A. Camus, “Düğün-Cezayir’de Yaz”, sa:49) “ ‘Birkaç gün önce şortuma kahve döken zavallı garsona o kadar çok kızmama şaşırmışsındır herhalde; üstelik şortum yolun tozu toprağında yeterince kirlenmişti zaten. Aslında ben, çocuğun gözlerinde, coşkusunun kuruyup gittiğini gördüğüm için sinirlenmiştim; insanın bileği kesildiğinde kanı nasıl çekilir, öyle işte. O güçlü ve hayat dolu oğlanın ölmeye başlamış olduğunu gördüm, çünkü içindeki Agape azar azar yok oluyordu.’ ” (P. Coelho, “Hac”, sa:109) “Elyazmasını bir kenara bırakıyor. Soylu babaymış ha! Zavallı çocuk! Gerçek bundan daha yavan, eksiksiz gerçek daha da yavan. Ama kayıtları tutan melekten başka eksiksiz, yavan gerçeği kayda geçirmeyi kim düşünür ki? Kendisi yirmi iki yaşındayken bunca tutkuyla yazmış mıydı?” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:170) “O kadın, David’e baktığında ne görüyor ki sesi bu kadar öfkeyle titriyor? Zavallı minicik balıkların arasında dolaşan bir köpekbalığı mı? Yoksa başka bir şey mi canlanıyor kadının gözlerinin önünde: İriyarı, iri kemikli bir adam, bir kız çocuğunun üzerina abanmış, kocaman eliyle onun çığlıklarını boğuyor. Ne saçma!” (J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:64) “Delikanlı neşeli neşeli konuşuyordu. -Asıl komikliğin bunun neresinde olduğunu biliyor musunuz, ekselans? Kitabın yazarı, bay Krayevski’nin ‘tenkid’i ‘telkit’ şeklinde yazmasının, kelimenin aslını bilmediğinden ileri geldiğini sanıyor. Ama zavallı gencin lafı ağzında kaldı, generalin anlatılanı çoktan bildiğini fark etti.” (F. Dostoyevski, “Tatsız Bir Olay”, sa:42) “ ‘...Çok anlaşılmaz bir şey. Ulu Tanrı’nın en sevimli yaratıkları onlar. Gelgelelim... Sevgili Clea’cığım, bunlardan öyle çok var ki, her biri ötekinden daha kusursuz. Böyle bir ordu karşısında zavallı bir adam ne yapabilir?’ ” (L. Durrell, “Clea-İskenderiye Dörtlüsü 4”, sa:300-1) “Akşam olunca döndü ve şöyle dedi: Bugünden itibaren Murtzuflos basileus, diğerlerini öldürdü. Yurttaşlarının gözüne girmek için, Latinleri kışkırtmak istediği söyleniyor. Latinler onu iktidarı gasp etmiş biri olarak görüyor, çünkü onlar, toprağı bol olsun, zavallı IV. Aleksios’la anlaşmıştı, gençti de, ama kaderi kötüymüş.” (U. Eco, “Baudolino”, sa:488-9) “Ben, Sant’Albano’lu Pietro’nun yanındaydım, onun, yanındaki Nola’lı Gunzo’ya, biraz anladığım orta İtalya ağzıyla, ‘İnanırım, bugün toplantıdan sonra zavallı ihtiyar allak bullaktı. Abbone tıpkı Avignon orospusu gibi davranıyor!’ dediğini işittim.” (U. Eco, “Gülün Adı”, sa:630) “<Matho’nun> gözlerinin dışında, insana benzer bir yanı kalmamıştı. Kıpkırmızı, uzun bir şekildi bu. Kopmuş olan bağları baldırlarından aşağı sarkıyordu, ama bunları, etleri açılıp kemikleri meydana çıkmış olan bileklerindeki liflerden ayırt etmek mümkün değildi. Ağzını alabildiğine açmıştı. Göz çukurlarından, saçlarına dek gibi görünen iki alev fışkırmaktaydı. Hala yürüyordu zavallı!” “G. Flaubert, “Salambo”, sa:392) “Üstad Mouche’un beni zavallı bir adam gibi değerlendirdiğini görür gibi oldum. Büyük bir sükunet ve güvenle yeniden söze başladı: -Bir düşünsenize, beyefendi, fakirlerin eğitiminde ölçülü olmak ve onların toplum içinde bulunmaları gereken bağımlılık durumunu gözden uzak tutmamak gerekir. Noel Alexandre’ın borç içinde öldüğünü, kızının da nerdeyse sadakalarla yetiştiğini belki de bilmiyorsunuzdur.” (A. France, “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, sa:123-4) “THOAS Hiç akla gelmezdi, hazır değildim buna. Fakat hazır bulunup beklemeliydim bunu: Bilmiyor muydum senin bir kadın olduğunu? IPHIGENIE Zavallı cinsimizi böyle horlama, kral. Göz kamaştırmasa da öyle sizinki kadar Soysuz değildir silahları kadının.” (J.W. von Goethe<1749-1832>, “Iphigenie Tauris’te”, sa:35) “Ziyaretine gelen arkadaşı makamını terk eder etmez, zavallı Akakiy Akakiyeviç’i düşünmeye başladı ve o andan itibaren neredeyse her gün zavallı Akakiy Akakiyeviç’in beti benzi atmış görüntüsü gözlerinin önünde canlandı. Biçare Akakiy Akakiyeviç hakkındaki endişeleri öyle baş edilemez hale geldi ki...” (N.V. Gogol, “Palto”, sa:66) “Dilpesent boşandı: -Ah küçük Hanım’cığım, ben bozulmayayım da kimler bozulsun? Ölmediğime çok şükür. Gün, güneş gördüğüm yok. Bu evin içinde bittim. -A... vah vah... Bir kere gelip gözükmüyorsun a dadı... -Salıveriyor mu yavrum? Ah efendimin gülü... -A, zavallı Saadet’e bak, kızcağız sarartma olmuş. İğne ipliğe dönmüş, gel kızım seni öpeyim.” (H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Melek Sanmıştım Şeytanı”, sa:358) “Zavallı adam o akşam: -Artık rakılar sidiğe döndü. Renk, koku tıpkı o... Meretten şimdiye kadar hiç tattığımı bilmiyorum ama galiba tadı da böyle olmalıdır, şikayetleriyle bağıra çağıra gıdasını aldı. Fakat bu boş suçlamaları dinleyen asıl suçlu, bir köşede kıs kıs gülüyordu.” (H.R. Gürpınar, “Utanmaz Adam”, sa:25) “Başka vakit yepyeni olaylar bile bizi monoton ve zavallı bir ruh halinden silkip uyandıramaz; bir balo salonunda kayıtsız, vurdumduymaz, tüm etkilere kapalı oturabilirsiniz. Çünkü sevincin de kederin de kaynağı insanın kendi içidir.” (K. Hamsun, “Pan”, sa:14) “Oysa kadın uzun zaman öyle kaldı, bir şey demeden, şaşkınlık kaplamıştı zavallıcığın yüreğini. Kimi zaman Odysseus’un yüzüne benzetiyordu yüzünü onun, kimi zaman da tanıyamıyordu çaputların altında bir türlü.” (Homeros, “Odysseia”, sa:352) “MARİA KADIN --------------------Ama fitil tükenecek ve o karısı olacak en sonunda Altınlar içinde yüzen kıskanç ve zavallı bir adamın. Onun kolunda takılı, sürünerek taşıyacak omzunda Olanca ağırlığını süslü püslü aptalca bir yaşamın.” (Boris Hristov<d.1945>-Ahmet Emin Atasoy, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.02.08) “...onu Tanrının günü gizli gizli rakı içen annesinin de ablasının da kendisinden uslanmasından da değil kendisinden umudu kestikleri küçük halasını daha küçükken soluğu koktuğu rakı koktuğu için sevmezmiş ama acımış o haline acımak gerektiğini sanırmış ailenin yüzkarası sayıldığı sözü edildiği zaman adının önüne ardına hep bir zavallı eklendiği için o da acımış ona...” (B. Karasu, “Troya’da Ölüm Vardı”, sa:95) “ ‘Zavallı yaşlı kadın biletini, yemek sepetini, eldivenlerini ne yapacağını bilmiyordu. Son bir gayretle torununa öğütler düzüyor, kıpır kıpır söylüyor, ayrılık duygusunun tesiriyle tir tir titriyordu.’ ” (S. İleri, “Hayal ve Istırap”, sa:181-2) “Ve ben, üzerimizden geçen mavi kuşun adını sorduğumda köylünün verdiği karşılığı hatırlarım; bana alaylı alaylı bakmıştı: ‘Boş yere ne uğraşıyorsun, be zavallıcığım! Yenmez o...’ Yanımda duran alaycı adamın biri de, aynı şekilde alay dolu bir bakışla söze karışarak araya girdi ve şu maniyi söyledi: ‘Bir mani söyleyeceğim sana, çevreyle ilgili, ‘sıç, ye, osur, iç... İşte insanın hayatı...’ ” (N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:181) “ADRIANA : Canavar falan değildi eskiden, İpsizin, zavallının biriydi. İnsanların en iyisi olacağa benzemiyordu, Ama en kötüsü de olmayabilirdi.” (A. Maalouf, “Adriana Mater”, sa:54) “Zavallı adamın çevresinde, tehditkar sakalları, intikamcı sopaları ile yirmi kadar adam toplanmış, çevrelerini de arada biraz mesafe bırakan keyifli bir seyirci halkası sarmıştı. İçlerinden biri Hayyam’ın allak bullak olmuş yüzünü görünce, içini rahatlatmak ister gibi, ‘Bir şey yok canım, alt tarafı Uzun Cabir işte!’ dedi.” (A. Maalouf, “Semerkant”, sa:16) “Her zaman karnı aç, çelimsiz ve zavallı bir kız olan Klothilde, Rahip Pringsheim’ın bakışlarıyla heyecanlanıyor ve gözlerini çikolatalı pastadan hiç ayırmıyor...” (Th. Mann, “Buddenbrooklar”, sa:350) “Zavallı taze, üzüntüyle yıldırım çarpmışa dönerek yatağa düştü, altı hafta sayıkladı. Sonra bu şiddetli bunalımın yerine dingin bir kesiklik gelince ancak yemek yiyebilerek, yalnızca gözlerini oynatarak kımıltısız kaldı.” (G. de Maupassant, “Tombalak-Kaçık”, sa:72) “Otların arasında parlayan ateşböcekleri; sonra oturdukları sıranın yanında ayakta duran çocuklar... Yakınında sessiz oturan Valentine... O gece Breuilh’den döndüğü zaman karısına: -Yolda gelirken Collette’le gevezelik ettik, ne mükemmel kız, demişti. Sonra Valentine’in birdenbire ürperdiğini hissetmişti. O kendi kendine: ‘Zavallı Gaston’ diyordu.” (A. Maurois, “Ruh Tartıcısı-Mutluluk İçgüdüsü”, sa:267) “Ben, Kadın Doğmuş ve Talihsiz -------------------------------------Açığa çıkarmak için niyeti ve bulanıklaştırmak için zihni Ve beni bir kez daha yarım, ele geçirilmiş bırakmak için. Bunun için düşünme, yine de afallamış beynime Göbek bağımın zavallı ihaneti, Seni aşkla hatırlayacağım ya da hor görmemi Acımayla körelteceğim -dur açıkça söyleyeyim: Yeniden karşılaştığımızda konuşalım diye Bu delice yetersiz nedeni buldum.” (Edna Ct.Vincent Millay<1892-1950>-Nurduran Duman; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 24.05.07) “PASTORAL ŞİİR ---------------------İşte o zaman yakaladım kediyi, yoluk kuyruklu kedisini ev sahibinin ve fırlattım üzerine onların. Gözle kaş arasında zavallı hayvan parçalanıp yutuldu.” (Konstantin Pavlov<1933-2008>-Ahmet Emin Atasoy; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.08.09) “Korkunç sarsak göbeğine, bronşitli sesine, geniş, solgun, daha çok Sargent’in Henry James portresini andıran, çekingen bir gurur ifadesi takınmış yüüzüne, saçları tamamen dökülmüş kabak kafasına, solgun, torbacıklı gözlerine, boşu boşuna yukarı kıvırmaya çabaladığı sarkık bıyığına baktığınızda, zavallı yaşlı amcanın bir zamanlar genç olduğuna asla inanmazdınız.” (G. Orwell, “Aspidistra”, sa:70) “Hesperides (İnşaat Şirketi) ve benzeri yerlerdeki biz zavallı ahmaklar, Crum’ın <sahibi> ebediyen sadık köleleri olmuş durumdayız. Saygın ev sahipleriyiz -yani birer Tori, birer evet efendimci, birer kıç yalayıcı. Aman, kaz gelecek yerden tavuğu esirgemeyelim! Ve aslında ev sahibi filan olmadığımız için, yarısına geldiğimiz taksitlerin sonuncusunu yatırmadan önce bir aksilik olur diye ödümüz koptuğu için, iyice boka batmış bulunuyoruz.” (G. Orwell, “Daralma”, sa:17-8) “TARİH KÖTÜDÜR -----------------------Çocukluğumun şiirleri Hepsinde umarsız bir çığlık Zavallı Traji-komik Şanlı tarihim: Ne zorbalar geçmiş beynimden Ne haksız kıyımlar olmuş gövdemde Kimler can vermiş hapishanelerde Hangi sınıf egemen?” (Barış Pirhasan<d.1951>, “Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi-A. Behramoğlu”, Cilt:2, sa:639) “İLK KUDAS TÖRENLERİ II Şöyle bir baktı papaz bekleyen kurbanlara; Kimi işçi çocuğu, kimi zengin çocuğu Kaçın kurrası papaz, elbette bula bula Bir bekçinin zavallı, yoksul kızını buldu: ‘Tanrı bu kızı uygun gördü büyük gün için Rahmetini kar gibi yağdıracak alnına.” (A. Rimbaud<1854-1926>, “Dizeler”, sa:109) “Demek ki, malzeme olarak sadece salyangozlarım, solucanlarım, sineklerim olacaktı ve ben ömrümü, kelebeklerin peşinde nefes nefese koşmak, zavallı sinekleri kazığa geçirmek, yakalayabildiğim fareleri veya bulduğum ölü hayvanları kesip biçmekle geçirecektim.” (J.J. Rousseau, “Yalnız Gezenin Düşleri”, sa:133) “FRANTZ (Bağırarak.) - Sizden ayrıldığımda tertemizdim, saftım. Polonyalıyı kurtarmak istemiştim... Şaşırmadınız öyle mi? (Ara.) Ne düşündünüz peki? O ana dek hiçbir şeyden haberiniz yoktu ve birdenbire gerçeği öğrendiniz. (Daha çok bağırarak.) Ne düşündünüz, Tanrı aşkına söyleyin ne düşündünüz? BABA (Derin bir hüzün ve şefkatle.) - Zavallı oğlum!” (J.-P. Sartre, “Altona Mahpusları”, sa:345) “-Sana diyeceğim şu ki: onun bir başına Pierre’le birlikte olması, özellikle gece, hoşuma gitmiyor. Düşünsene, dünyanın bin türlü hali var. Pierre fazlasıyla içten pazarlıklı. -Bilmem ama, dedi Madam Darbédat, pek kaygılanmaya gerek yok; çünkü onun her zamanki hali bu. Herkesle alay eder gibi bir izlenim bırakıyor. Zavallı oğlan, önce çalım sat, sonra da bu hale gel, diye içini çekerek ekledi.” (J.-P. Sartre, “Duvar-Oda”, sa:44) “Böyle yüce görevi zavallı aklım belki Anlatamaz da doğru dürüst, cılız gösterir, Ama sendeki ruh ve düşün öyle güzel ki, Umarım, işte onu çırçıplak verir.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:26, sa:93) “FORD - Ne nimet benim için sizinle tanışmış olmak. Ford’u bilir misiniz efendim. FALSTAFF - Bırakın şu kaltabanı. Tanımam zavallıyı. Zavallı demek de hata ya. Söylediklerine göre kıskanç boynuzlu para babası imiş. Karısı bu yüzden pek hoşuma gidiyor. Karıyı deyusun kasasına anahtar olarak kullanacağım. Ondan sonra başlayacağım sömürmeye.” (W. Shakespeare, “Windsor’un Şen Kadınları”, sa:59) “ ‘Adı Wanda,’ dedi Don Fernando, ‘tanıdığım birisi.’ ‘Wanda ne?’ diye sordu Firmino. Avukat bir yudum şarap tattı. ‘Wanda zavallı bir kadın,’ diye karşılık verdi, ‘dünya yüzünde dolaşan ve kendilerine göklerin krallığı vaat edilmemiş zavallılardan biri.’ ” (A. Tabucchi, “Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı”, sa:208) “Tam o sırada, hayvanların bulunduğu çadırdan dört tane görkemli beyaz at ve zavallı, yorgun bir eşek çıktı. Dans eden kadın kırbacını şaklattı ve atlar şaha kalkarak hızla dönmeye başladılar. Eşek maymunların kafesine yakın bir yerde durmuş, ağır ağır kuyruğunu sallayarak sinekleri kovuyordu.” (A. Tabucchi, “Düşlerin Düşü”, sa:22) “İşini bitirdiğinde, ev değişmiş gibiydi; Sara’nın hoşuna giderdi kesinlikle, zavallı bu dile sığmaz dağınıklığa o kadar uzun süre katlanmıştı ki.” (A. Tabucchi, “Ufuk Çizgisi”, sa:86) “Ferdinand’ın sarılığı iyiye gitmiyordu. Şezlongda yatıyor, okuyormuş, yazıyormuş gibi yapıyordu, ama çoğu zaman gözleri kapalıydı. Belle elinde yiyeceklerle geldiğinde, elini sallayıp ona gitmesini işaret ediyordu. İkizler ayaklarının ucuna basarak odaya girdiklerinde tek yaptığı, ‘Benim zavallı küçük kızlarım, zavallı küçük kızlarım,’ diye mırıldanmak oluyordu. Onlar da sessizce çıkıyorlar, kendilerini çok sefil hissediyorlardı.” (Eva Tucker, “Berlin Bir Mozaik”, sa:149) “ ‘Fakat ben, bizim dünyada o kadar mutsuz oldum ki, kalbim hemen hemen her umuda kapalı!’ Yaşlı kadın söze girdi ve onlara, ‘Halinizden yakınıyorsunuz,’ dedi. ‘Oysa, benim uğradığım felaketlere uğramadınız ki...’ Cunégonde gülecek gibi oldu ve kendinden daha mutsuz olduğunu ileri süren bu iyi yürekli yaşlı kadını çok şakacı buldu. ‘Ah, zavallı kadınım,’ dedi.” (Voltaire, “Candide”, sa:43) “Çorabı bu gece örüp bitirirse, Fener’e gittikleri vakit bekçinin küçük oğluna verecekti. (Çocuk kemik veremiydi de.) Bir yığın eski dergi, bir parça tütün, velhasıl etrafta yararsız, boşuna kalabalık eden ne bulursa o zavallılara götürecekti.” (V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:5) “Titreşim, garip bir biçimde, ‘Hayır’ der gibiydi, bu yetmez (Unutmayın ki burada insan ruhunun en karanlık dışavurumlarıyla uğraşıyoruz); dahası, bu boşluğun, bu anlaşılmaz ihmalkarlığın ne anlama geldiğini sorarmışçasına sorgulayıcı bir havaya bürünüyordu; o kadar ki, sonunda zavallı Orlando nedenini hiç anlamadan sol elinin yüzük parmağından fena halde utanır oldu.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:158) “DELİ PAVLETA İLE ONUN GENÇ KARISI <Penço Slavevkov’a> <Bulutların Gölgeleri Peşinde’den> ----------------------------------------------------------Ve Aglika aşka susuz, kapının gerisinde fısıltıyla konuşuyor sabırsızlık içinde: -Ey zavallı, son ver artık bu yalan oyununa. nasıl inanayım senin Pavleta olduğuna?” (Peyo K. Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap, 17.08.06) “Nihayet, Françoise bir mum yaktı. Tam o sırada kır bekçisinin karısı Bécu kadın içeri girdi. Problemi, seziş yeteneğiyle anlamış, bir haberi, kasabanın bir ucundan öbür ucuna bir dakika içinde taşıyan o gizli kuvvetle kavramıştı. -Ne o? Nesi var zavallı adamcağızın?... Ha! Anladım, kan tutmuş, çabuk, bir iskemleye oturtun.” (E. Zola, “Toprak”, Cilt:I, sa:144) “Aynen zavallı Edith’e bakıcılık yapması için Ilona’ya çeyiz sözü verdiği gibi acıma duygumu, şakalarımı, arkadaşlığımı satın almak, bunların bedelini ödemek istiyordu. Ve ben, zavallı ben farkına bile varmadan bir fırsatçı, bir asalak durumuna düşmeyi kabullenmek üzereydim.” (S. Zweig, “Sabırsız Yürek”, sa:96) Zayıf düşmek : Zayıf duruma gelmek, zayıf hissetmek “Hayvanları ondan uzaklaştığı sırada Engidu vücudu bağlanmış gibi, ürperdi. Dizleri tutmadı.Engidu zayıf düştü. Yürüyüşü eskisi gibi değildi. Sonra, aklı başına geldi, işi anladı. Geri dönüp orospunun dizlerine oturdu.” (Dr. A. Schott, “Gilgameş Destanı”, sa:25) Zayıf nahif : İnce yapılı, neredeyse hastalıklı görünümlü vücut yapısı “MARSDEN (Acı acı alay ederek.) - Neden aklımdan hiç çıkmaz bu?.. hiç de önemli bir şey değil... öyle bir şey ki o yaşta... (Sağdan birinin hızla geldiğini duyar; döner ve bekler. Odaya Profesör Leeds girer..... Ufak tefek, elli beş yaşlarında, zayıf nahif bir adam. Saçları kırlaşmış, tepesi dazlak.” (Eu. O’Neill, “Araya Giren Garip Oyun”, sa:9) zealot : (DAVR.) <zi’lıt> : Gayretli ve hamiyetli, kimse; müfrit <aşırı>, koyu dinci, muhafazakar Zebani : Elleri zıpkınlı, iriyarı cehennem nöbetçileri “YİRMİ BİRİNCİ ŞİİR - HİLECİLER, RÜŞVET YİYENLER, PARA AŞIRANLAR : Vergilius’la Dante köprünün üzerinden, aşağıdaki hendeğe bakarlar. Hendek, fokur fokur kaynayan ziftle doludur. Bu kaynar ziftin içinde azap çeken günahkarlar, para karşılığında birtakım karanlık işler çevirmiş veya para aşırmış kimselerin ruhlarıdır. Bu zavallılar vücutlarının bir kısmını ziftten dışarı çıkarmasınlar! Zebaniler ellerindeki uzun zıpkınlarla bunları şişlemeye hazır bir halde zift deryasının iki kıyısı boyunca nöbet beklemektedirler.” (D. Alighieri, “İlahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:234) Zebella(h) gibi : Masal kahramanlarında adı geçen iri kıyım, devasa kimse “Gözünüzün önüne gözleri çukurlarına kaçmış, köse sakallı, ellerinin rengi kahverengine çalan zebellah gibi bir adam getirin, buna, kemiklerine takılı yay ve vidalarla hareket eden bir iskelet görüntüsü ekleyin; bu iskeletin üzerine eskimekten tiftiği çıkmış siyah bir takım elbise giydirin; işte size gerçek bir (berber) Grebeşkov tablosu!” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:125) “ ‘İnce Memed dedikleri de kim, nasıl bir adam? Adı İnce onun, zebella gibi, kaba, iri, domuz gibi, çirkin, patlak gözlü bir adam. Böyle çirkin adam ne şu dünyaya gelmiş, ne de gelir.’ ” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:II, sa:230) Ze’bulun : (İSR.,MUS.,TAR.) : Yakup ile Lea’nın oğlu, kendi adını taşıyan İsrail kabilesinin resisi; Zebulun’un neslinden gelen kabile üyesi Zebun, zebun etmek, zebun olmak : Güçsüz, kudretsiz, tutkun (etmek, olmak) “Şir’ler (aslanlar) pençe-i kahrımda (zulmümün pençesinde) olurken lerzan (titrerken), Beni bir gözleri ahuya (ahu gözlü birine) zebun etti (tutkun yaptı) felek!” (Yavuz Sultan Selim) “Kuru Zeynel’in hamiyetinden gözleri yaşarmıştı. ‘Ulan zebun oğlan,’ dedi.. ‘Eski eşkiyalığın zagonunu bir tamam yerine getirdin. Demek senin işin berbat!’ ” (K. Tahir, Rahmet Yolları Kesti”, sa:371) Zechari’ah : (DİN,MUS.) <Zaka’ria> Zekeriya Peygamber, Küçük Peygamberlerin on birincisi. Ahd-i Atik’de bildirileri vardır. Zedelemek : İncitmek, ihlal etmek, yıpratmak “Adrian, pek az yiyip içerek, on satte ancak bir saat dinlenerek iki gün iki gece durmadan yazdı. Fincan fincan kahve içiyor, sigarasını ağzından hiç düşürmüyordu. ‘Ulvi’liğini zedelemek istemediği için Anna’nın iltifatlarına karşı hemen hemen hareketsiz kaldı. Anna da dürst bir insan olduğu için, bütün gizli isteğine rağmen, kadın zevzekliğinin sınırını aşmadı. Ama artık iffeti bir pamuk ipliğine bağlıydı ve Adrian istediği anda onu koparabilirdi.” (P. Istrati, “uşak”, sa:100) Zehir gibi bir yüzle : Acı dolu, keder ifadeli bir yüzle “Şafak atmadan gene yola düşüp, gün doğarken varacağımız yere vardık. İsmail Efendi zehir gibi bir yüzle: ‘İşte,’ dedi, ‘bundan sonra bütün orman böyle.’ ” (Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:32) Zehirle yoğrulmak : Huyu suyu, davranışı dili keskin ve sivri olmak Bk.: Zehir zemberek “LUNARDO - Haydi, git işine, diyorum. LUCIETTA, kendi kendine. - Sanki zehirle yoğurulmuş, mubarek. LUNARDO - Haydi, durma, yoksa suratına bir tane aşkederim ki...” (C. Goldoni, “Yabanlar”, sa:23) Zehir zemberek : Acı dolu (Genellikle söz ya da hayat), çok kudretli bir tonda eleştirici “Koca Yusuf gibi bir adam böyle zehir zemberek bir türküyü boşuna göndermezdi. Koca Yusuf gibi adamlar boş yere zort atmazlar.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köroğlu’nun Meydana Çıkışı”, sa:38) “daha kapıda ayrılacak yollarımız buluştuğumuz kafeden kendi hayatlarımıza dağılırken yine de birbirimizden hatırladıklarımıza değmez mi o bir fincan kahve ağzımızda yıllardır zehir zemberek bekleyen” (M. Mungan<d.1955>, “Timsah Sokak Şiirleri”, ‘Bir Fincan Kahve’, sa:45) “GÖLGE VE HAÇ 1 Bu zehir zemberek zaman Kibirle zehrini kusar Erkekle kadının arasında bir duvardır bu zehirli Sis İşkencenin derinliği değil asla Zehrin yüzeyindeki yağ tabakası Yemeği berbat etmez Başkana taşıdıkları anda bile ...Zehir iner.” (Salah Abdel Sabur<1930-1981>-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 02.22.07) “Denisof’un zehir zemberek kağıdının bir saatten fazla süren okunması bitince Rostof bir şey demedi, tekrar etrafına toplanan Denisof’un hastane arkadaşlarının meclisinde, bildiği şeyleri anlatıp başkalarının hikayelerini dinleyerek gününün kalan kısmını çok kederli bir ruh hali içinde geçirdi.” (L. Tolstoy, “Harb ve Sulh”, Cilt:III, sa:268) “ ‘Bu yüzden bizim gençliğimiz, bizim öğrencilerimiz, onların ve çalışma arkadaşları Hermann Hesse’nin asabiyetine kapılarak öylesine komik bir propogandasını yaptığı pasifizme gülüp geçer.’ Hakaret ve iftira dolu mektuplar yağmur gibi Hesse’nin evinden içeri yağar, özellikle öğrenci çevrelerinden yollanıp ‘soylu bir kızgınlığı ele veren zehir zemberek mektuplardır hepsi.’ ” (B. Zeller, “Hermann Hesse”, sa:119-20) Zehir zıkkım (sukkum) olmak : Çok acılı, sancılı, işkenceli (herhangi bir yaşantı, yemek) -genellikle, kadir kıymet bilmeyene yiyecek birşeyler takdiminden sonra, bir ilenç olarak söylenir“YAKARI Hastalığın acı yıllarını ver bana, -------------------------------------Ozanın gizemli yeteneğini de al. Nice zehir-zıkkım günden sonra Böyle yakarıyorum yakarılacak yerde Karanlık Rusyanın üzerindeki bulut Aydınlık bir buluta dönüşsün diye.” (A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:37) “Cevizleri karyolanın üsüne boşalttı. Sağa sola dökülenleri topladı. ‘Şu almalara, şu ayvalara bak!’ dedi. Birini alıp burnuna götürdü. ‘Mis gibi kokuyor!’ Ceviz dolu keseyi masaya koydu. ‘Gavatlar!’ Kapıyı çarptı. ‘Yiyin, zehir sukkum olsun!’ ” (F. Baykurt, “Onuncu Köy”, sa:26) “GECE KUŞLARI <James Lasdun’a> ----------------------İşte ulaştık bu hamburger cennetine, aynalarla kaplı ışıltılı bir hol, yüzlerimizin, neon ışığında solgun ve boşaltılmış göründüğü. Kaşıklıyoruz dondurmalarımızı metal bir kaptan. Kıyılmış fındıklar zehir zıkkım.” (Michael Hoffmann<d.1957>-Nice Damar; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.10.06) “Uysal bir hasta gibi, zehir zıkkım ilacı İçerim, andım var bu illetten kurtulmaya Umursamam - ekşiyse ekşi, acıyca acı; Yeter ki düzeleyim: razıyım çift cezaya.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:111, sa:263) “Neden hala burada oturuyordu ki? Teyzesi ve eniştesi buradan gitmesini, hem de hemen gitmesini istiyorlar. Ama neden? birşeyler olmalı, herhangi bir şey. Tıpkı bir robot gibi yemek yemeğe devam ediyor, her lokması ağzında zehir zıkkım oluyor ve birşeyler söylemesi gerektiğini hissediyor.” (S. Zweig, “Değişim Rüzgarı”, sa:138) Zeitgeist : Zamanın ruhu, dönemin düşünce ve kültürdeki karakteristik eğilimi; <ALM.: Zeit: time-zaman; Geist : Spirit-Ruh; FR.: Zamanın ruhu; Asrın esprisi : esprit du siecle - espri dü siekl> Zekat : (ARAP., MÜSL.,DİN)) : İslamın beş şartından biri; her yıl ramazanda, kişinin sahip olduğu nakit ve gayrımenkullerin kırkta biri değerinin fakir fukaraya dağıtması koşulu. Bu konuda dinimiz, Nisap diye bir zenginlik ölüsü tesbit etmiştir. (Bk.: Aşağıya’) Zekat’a : S a d a k a’da denir. Zekat, sadakanın ‘farz’ olanıdır. “Zekat, malın belirli bir bölümünü Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için Müslüman olan yoksula vermektir. Özürsüz olarak zekat’ını vermeyen, günahkar olur. İnkar eden, dinden çıkar. Zekat, fakirin zenginin malındaki hakkıdır. Zekat, sosyal bir yardımlaşma sistemidir. Zekatla, Müslüman, bir toplumda, zengin-fakir arasındaki servet farkından doğabilecek dengesizlikler giderilir. Zekat malı azaltmaz çoğaltır, bereketlendirir. Zenginin malını kirlerden temizler. Kalbini cimrilikten korur, günahların arınmasına neden olur. Kimler z e n g i n sayılır? Dinimizwe göre zengin sayılanlar, borcundan ve asli ihtiyaçlarından başka, ‘n i s a p m i k t a r ı’ malı olan kimselerdir. A s l i i h t i y a ç : Oturulan ev, giyim eşyası, binek arabası, ticaret için olmayan kitaplar, sanat icrası için gerekli aletler ile ailenin bir yıllık geçimini sağlayacak kadar maddi imkanlar. N i s a p m i k t a r ı m a l ne demektir? Bu ölçüye göre, asli ihtiyaçtan başka, birikmiş olarak : a) 8.18 gm. altın; b) 561 gm. gümüş; c) 80.18 gm. altın veya 561 gm. gümüş ksrşılığı para veya ticari mal; d) 40 adet koyun veya keçi, e) 30 sığır. Zekat’ın farz olması için, asli ihtiyaç fazlası olarak, yukarda belirtilen herhangi birine ait miktardaki mala sahip olduktan sonra, kesintisiz bir yıl geçmesi, ve malın artıcı, üreyici nitelikte olması gerekir. Zekat miktarı : Para ve para cinsinden olan maddi değerlerin zekatı o/o 2,5 tur. Devlete ödenen v e r g i , zekat yerine geçmez. Zekat : Ana, baba, dede, nine, oğul, kız ve torunlara; karı-koca birbirine; zekat vermekle yükümlü olan zenginlere, müzlüman olmayan yoksullara verilmez. (Kemal Güran, “Müslümanın El Kitabı”, sa:261-3) “Üç aylarda <Recep, Şaban, Ramazan> vaaz eder, ramazanda fitre, zekat toplar, cenazeye, ıskata, devir hatmine gider; yele, kulunca, baş ağrısına, iç sıkıntısına, havaleye okur, karnını doyurur, ev besler. İlk karısı bir kara çıraktı. Yoksulluktan öldü. Şimdi beyazını aldı.” (H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Melek Sanmıştım Şeytanı”, sa:355-6) “Hatem-i Tai’nin kendi yok, ama, İyiliği kalacak sonsuzluğa! Malın zekatını vermek gerekir: Budanan bir asma çok üzüm verir!” (Sa’di, “Gülistan”, sa:128) Zemberek gibi boşalmak : Birden boşalmak “Bir akşam yemeğinde Şerefe! niyetine söylenmiş Fransızca bir sözün yanlış çevirisi: ‘Öldürdüğümüz aşklar için!’ İstemediği kadar çok şeyi birden tanımlayarak Bir zemberek gibi boşalır İçinde yaşanan ham gerçekliğe Birbirimizden kaçırdığımız gözlerimiz” (M. Mungan<d.1955>, “Timsah Sokak Şiirleri”, ‘Öldürdüğümüz Aşklar İçin’, sa:30) Zemberek gibi yerinden fırlamak : Anide ivedilikle yerinden fırlamak, sıçramak “Derviş ağanın bir bakışı, ihtiyar oğullarının zemberek gibi yerlerinden fırlayarak, boşalan fincanlara, daima ocakta bulunan kocaman ibrikten çay doldurmalarına kafi geliyordu.” (O. Hançerlioğlu, “Karanlık Dünya”, sa:18) Zemin, Zemin hazırlamak : Taban, yer; Yer katı; Uygun ortam sağlamak “Kaptan merdivenlerden inerek geldi, Bay’ı selamladı, alıp yukarı çıkardı onu; zemin kattaki avluyu çevreleyen derma çatma, ama zarif galerilerden geçirdi; sonra her ikisi, peşlerinde saygılı bir uzaklıktan itişip kakışarak kendilerini izleyen çocuklar, evin arka cephesindeki serin ve büyük bir salona girdiler.” (F. Kafka, “Bir Savaşın Tasviri-Avcı Gracchus”, sa:89) Zemzem; Zemzem kuyusu; Zemzemle yıkanmış olmak : Kabe yakınlarında, suyu Müslümanlarca kutsal olan bir kuyunun suyu. -Birçok Hacılar tavaftan sonra akrabalarına hediye olarak küçük bir şişe zemzem suyu getirirler ; Bu suyu içeren kuyu; Sanki bu suyla yıkanmış gibi saf, her tür günahtan masun, ari “Bir kahkaha atan Désirée: -O mu? Dedi. O sizden de saf. Herkesi bir bulut içinde görüyor. Ona bakarsanız herkes zemzemle yıkanmış. Öyle tuhaf sevgiliniz var ki Mademoiselle.” (J. Green, “Adrienne Mesurat”, sa:302) “Mosca kontu da atıldı: ‘Bu imzasız mektuplar zemzemle yıkanmış günahlarıdır onların. Yüz kızartıcı, alçakça ihbarlar <gizlice yapılmış şikayet sözleri> sanayiini işletirler bunlar. Bütün o güruhu tam yirmi kez mahkeme huzuruna çıkarabilirdim,’ diyen kont, sonra da Fabrice’e dönerek: ‘Ekselansları pekala tahmin edebilirler,’ diye ekledi, ‘Benim iyi yargıçlarımın onları nasıl mahkum edebileceklerini.’ ” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:203) ZEN, Zen - Budizm : (ÇİN,JAP.,DİN) <Zen> : M.S. 6. y.y.’danberi, Çin’de ‘Mahayana’ Budacılığının bir kolu olarak gelişmeye başlamış akım, XII.y.y.’da Japonyaya sıçramış ve o kültürün sarsılmaz bir parçası haline gelmiştir.. Kökü, Sanskritçe’deki d h y a n a = meditasyon sözcüğünden çıkma olup, dayandığı esaslar: zihinsel dinginlik, korkusuzluk, Aydınlanma, ve ‘kendi’ye saygı. Aşağıdaki notları, Amerika-Boston’dayken, Maharişi^nin öğrencilerinden aldığım kurslarda ve Meditasyon yaparken öğrendiğim küçük bilgilerden alıntılardır. (İ.E.) “I know very little about Zen and Zen Budhism. What I know, had been through my interest in Meditation, consequently reading some related books, like “How Zen Thinks?”. It is already a very quiet, personal, rather passive and self-contained occupation that does not offer too much challenge it seems to me, at least to my personality patterns which are more externalized, shared and used collectively with the people who I belive I am under the obligation and be service of. On the other hand, I confess, it could be one of the most graceful methods of improving oneself if one needs it and wants to find out. I, wherever I am, trying not to change anymore perhaps, but to refine more whatever I have in my hands, if I can. Nonetheless, since I am the President of New Atlantis Republic, I have an obligation to my people what we offer here and what is our thinking process and philosophy about the phylosophical, social, psychological existences and activities we offer in this land. “ZEN, crystallizes all of the philosophy of East. However, it is not an ordinary, phylosophical systems, founded upon logic and analysis. “Zen, in the sense of intellectual analysis, has nothing to teach us. One would say it is quite chaotic. They do not have any secret books or dramatic tenets. In a way, while practicing Zen, we teach ourselves and Zen merely points the way. “Zen, claims to be Buddhism. Having no philosophy and all doctrinal authority is denied; however, it is not a nihilistic, self-destructive discipline; contrariwise, it is eternally affirmative, however of what? “Zen does not deny the existence of God but “No God in Zen” that is neither denied nor insisted upon, as it is in either Jewish, Christian and Muslim faiths. Thus, in a strict sense, Zen, is neither a religion nor a philosophy. The principles of it are rather a kind of bundles of flowers, some precious metallic or wooden pieces here and there, in a garden (of Eden?). “Zen, is the spirit of a man, Zen proponents say. He believes in the inner beauty, goodness and purity (So, all the other believe systems and religions) The legend says, when SAKYAMUNI was born, he lifted one hand toward the heavens and pointed out the earth with the other, exclaimed: “Above the heavens and below the heavens, I alone the Honored One!” Don’t you think he had referred to the uniqueness and God-like values of human existence and spirit in spite of the fact that he is mortal? To me, it carries an existentialistic value: Be aware of your existence, don’t question, cherish it, honor it, do whaetever you can while existing! “Zen is not confounded with a form of meditation either. Zen purposes to discipline the mind itself while he may pursuit in a form of meditative style. In classical “meditation”, a man has to “fix” his mind on something: God, infinite love; or, concentrating on any subjest at all to study deeper, to analyse, to solve whatever it might be that precisely a Zen avoids to do. This way, to me, he is coming pretty close to Maharishi’s Transcendental Meditation, however, to my knowledge, Zen does not posses a “mantra”. Zen defies any kind of concept formation, or having any concrete feelings experienced. “As we know, BUDDHISM means “enlightenment”, as its root word “Budh” means “to wake”; Buddha was a personalist and urged his folllowers to “value their personal experience, above of everything, of emancipating self from the bondage of birth and death”, as human beings long for immortality, eternal life, liberation and absolute freedom. “As to ZEN, he seeks “reality” and this can not be found in “conformity”, he goes beyond formality to reality and says: “Be the living truth itself”, or, simply “Be!”. (İsmail Ersevim, İng., İngiltere, Cambridge’de 2006’da basılmış : ‘AC 2084 - The New Atlantis’den notlar> zenana : (FARS.,.HİNT) <ze’nane> : Hindistanda ve İran’da h a r e m dairesi <Farsça Z e n = kadın> Zend : (DİN, ZERD.; DİL, İRAN) <zend> : Zerdüşti’lerin kutsal kitaplarının <Zend-Avesta>, P e h l e v i diline çeviri ve tefsiri; Eski İ r a n’ın Zendi dili; Zend-Avesta : Zerdüştiler’in kutsal kitapları Zengin kalkışı : Herhangi bir meclisi, sofra ya da kahveyi anide kalkarak hiçbir şey demeden terketmek “Şarapçı Kel Mıstık’a baktı. Kel Mıstık, ne şöyle dedi, ne de böyle. Altıncı bardağı usul usul içip, üçüncü yumurtanın da yarısını ağzına attıktan sonra: -Haydi bana eyvallah! dedi. Bu bir ‘Zengin kalkışı’ydı. Ya da ‘Çok şeyler bilip, susmakta hayır bulan’ bir insanın davranışı.” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:21) Zenne : Kadın; Klasik Türk Ortaoyununda kadın kılığına girerek sahneye çıkan erkek “ZENNE: Hayır efendim, yani siz Karagöz müsünüz efendim? KARAGÖZ: Evet Karagöz’üm ama, ya siz kimsiniz? ZENNE: Ah efendim, hiç sormayınız. Felaketzedeyim efendim felaketzede. KARAGÖZ: Yanlış olacak, siz pilav zerde değil, kaymakzadeye benziyorsunuz. ZENNE: Hayır efendim, yanlış anladınız.Yani talihsiz bir zavallıyım demek istedim efendim.” (İ. Ersevim, “İsmayil”, sa:58-9) Zephyr, -us : (YUN,.,MYTH.,COĞR.) <zefir> : Batı’dan esen zarif ve yumuşak rüzgar; badıseba, nesim <Esti nesimi nevbahar, açıldı güller suphu-dem, açsın bizim de gönlümüz, saki medet sun cam-ı Cem-NESİM> Zephyrus : Batı rüzgari mabudu Zerdüşt, Zerdüşçülük : M.Ö. VI-VII. y.y.’da,<628-551> tarihleri arasında Iran’da, ‘Vohu Manah’ isimli bir meleğin kendisine Tanrı’dan vahiy getirdiğini söyleyen din adamı (Zarathustra). Bilgelik Tanrısı Ahuramazda ona görünmüş ve onu, gerçeği yaymakla görevlendirmiştir. Zerdüşt’e göre, hayatta ‘iyilik’<İyilik Tanrısı ve evren’in yaratıcısı Ahuramazda> ile onun erkek kardeşi <KötülükTanrısı (A) Ehrimen> arasında devamlı bir savaş vardır, ve bu, günün birinde iyiliğin=aydınlığın zaferiyle bitecektir. Onun için iki arada bir derede kalan insanoğlunun ruhu, bu iki gücün çatışma alanıdır ve kendi selameti olan gökyüzünü=aydınlığı seçmelidir. Açık olarak, Zerdüştçülük, ikili esasa (duality) dayanıp, ‘çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa geçiş’ döneminin başlangıcını temsil eder. Zoroaster hakkında bilinenler, özdeyişlerinin biriktiği ZEND-AVESTA kitabının yorumlanmasına dayanır. Bk.: Ahura-mazda “Kendisi için her zaman ‘ölümünden sonra tanınacak filozof’ terimini kullanır; henüz dünyanın tanımaya hazır olmadığı bir filozof.. Gerçekten de yazmayı düşündüğü yeni kitabı bu temayla başlıyor; bilgelikle dolup taşmış bir kahin olan Zerdüşt, insanları aydınlatmaya karar verir. Fakat kimse onun sözlerini anlamaz. Bu kahini anlamaya hazır değildirler, o da fazla erken doğduğunu fark ederek kendi yalnızlığına döner.’ ” (I.D. Yalom, “Nietzsche Ağladığında”, sa:15) Zere : Zira (ROMAN dilinde) “Bütün bu zırıltılara biz hiç aldırmıyor, gülüyorduk. Derken gülmemizden hıza gelen şoparlar <çocuklar> bu sefer de eteklerimizden çekerek asılmaya koyuldular: -Ha versene be ağam, beş paracık, odel <Allah> versin sana daha çok! -Ah laçı <güzel> ağabeyciğim... -yerde sürünen bir meme yavrusunu göstererek- toslayasın <veresin> buncağıza yarım metelik! Zere nenesi hastadır, yatar çadır içinde...” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:12-3) Zerre, Zerrece, Zerrecik, Zerre kadar, Zerresi bile : Yalnızca bir damla, küçücük; Hiç, hiç mi hiç, bir katre kadar bile zenana : (FARS.,.HİNT) <ze’nane> : Hindistanda ve İran’da h a r e m dairesi <Farsça Z e n = kadın> Zend : (DİN, ZERD.; DİL, İRAN) <zend> : Zerdüşti’lerin kutsal kitaplarının <Zend-Avesta>, P e h l e v i diline çeviri ve tefsiri; Eski İ r a n’ın Zendi dili; Zend-Avesta : Zerdüştiler’in kutsal kitapları Zengin kalkışı : Herhangi bir meclisi, sofra ya da kahveyi anide kalkarak hiçbir şey demeden terketmek “Şarapçı Kel Mıstık’a baktı. Kel Mıstık, ne şöyle dedi, ne de böyle. Altıncı bardağı usul usul içip, üçüncü yumurtanın da yarısını ağzına attıktan sonra: -Haydi bana eyvallah! dedi. Bu bir ‘Zengin kalkışı’ydı. Ya da ‘Çok şeyler bilip, susmakta hayır bulan’ bir insanın davranışı.” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:21) Zenne : Kadın; Klasik Türk Ortaoyununda kadın kılığına girerek sahneye çıkan erkek “ZENNE: Hayır efendim, yani siz Karagöz müsünüz efendim? KARAGÖZ: Evet Karagöz’üm ama, ya siz kimsiniz? ZENNE: Ah efendim, hiç sormayınız. Felaketzedeyim efendim felaketzede. KARAGÖZ: Yanlış olacak, siz pilav zerde değil, kaymakzadeye benziyorsunuz. ZENNE: Hayır efendim, yanlış anladınız.Yani talihsiz bir zavallıyım demek istedim efendim.” (İ. Ersevim, “İsmayil”, sa:58-9) Zephyr, -us : (YUN,.,MYTH.,COĞR.) <zefir> : Batı’dan esen zarif ve yumuşak rüzgar; badıseba, nesim <Esti nesimi nevbahar, açıldı güller suphu-dem, açsın bizim de gönlümüz, saki medet sun cam-ı Cem-NESİM> Zephyrus : Batı rüzgari mabudu Zerdüşt, Zerdüşçülük : M.Ö. VI-VII. y.y.’da,<628-551> tarihleri arasında Iran’da, ‘Vohu Manah’ isimli bir meleğin kendisine Tanrı’dan vahiy getirdiğini söyleyen din adamı (Zarathustra). Bilgelik Tanrısı Ahuramazda ona görünmüş ve onu, gerçeği yaymakla görevlendirmiştir. Zerdüşt’e göre, hayatta ‘iyilik’<İyilik Tanrısı ve evren’in yaratıcısı Ahuramazda> ile onun erkek kardeşi <KötülükTanrısı (A) Ehrimen> arasında devamlı bir savaş vardır, ve bu, günün birinde iyiliğin=aydınlığın zaferiyle bitecektir. Onun için iki arada bir derede kalan insanoğlunun ruhu, bu iki gücün çatışma alanıdır ve kendi selameti olan gökyüzünü=aydınlığı seçmelidir. Açık olarak, Zerdüştçülük, ikili esasa (duality) dayanıp, ‘çok tanrıcılıktan tek tanrıcılığa geçiş’ döneminin başlangıcını temsil eder. Zoroaster hakkında bilinenler, özdeyişlerinin biriktiği ZEND-AVESTA kitabının yorumlanmasına dayanır. Bk.: Ahura-mazda “Kendisi için her zaman ‘ölümünden sonra tanınacak filozof’ terimini kullanır; henüz dünyanın tanımaya hazır olmadığı bir filozof.. Gerçekten de yazmayı düşündüğü yeni kitabı bu temayla başlıyor; bilgelikle dolup taşmış bir kahin olan Zerdüşt, insanları aydınlatmaya karar verir. Fakat kimse onun sözlerini anlamaz. Bu kahini anlamaya hazır değildirler, o da fazla erken doğduğunu fark ederek kendi yalnızlığına döner.’ ” (I.D. Yalom, “Nietzsche Ağladığında”, sa:15) Zere : Zira (ROMAN dilinde) “Bütün bu zırıltılara biz hiç aldırmıyor, gülüyorduk. Derken gülmemizden hıza gelen şoparlar <çocuklar> bu sefer de eteklerimizden çekerek asılmaya koyuldular: -Ha versene be ağam, beş paracık, odel <Allah> versin sana daha çok! -Ah laçı <güzel> ağabeyciğim... -yerde sürünen bir meme yavrusunu göstererek- toslayasın <veresin> buncağıza yarım metelik! Zere nenesi hastadır, yatar çadır içinde...” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:12-3) Zerre, Zerrece, Zerrecik, Zerre kadar, Zerresi bile : Yalnızca bir damla, küçücük; Hiç, hiç mi hiç, bir katre kadar bile “Ortağı Yoktur Onun İşte onun demirden yıldızları Siyah günahın içine girer. İşte onun gözyaşlarının kelebekleri İşte onun testeresi. Gözlerinin ayetinden süzül ve yeryüzünün gözüne yıkıl Yüzünün ayetini açıkla ve milyonlarca insanın havasına dol. (İnsanın anatomisi elektronik sayfaların zindanındadır) Kişiliği çalkanmadan çıkar rüzgar. (Kalayın kimliği ufalmadan) Çivilerle ateş alır anlar, Niyetlerin kitabını okuyunca Zerreciklerin odasında Mars’ın cinsi ve doğanın keşfi.” (Aram-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.04.10) “ ‘Bu cömertliğinden dolayı sana minnettarım delikanlı,’ derdi, ‘gerçekten şükran borçluyum. Pek tabii ki, bu ödünç verilmiş bir borç olduğu için, iade edeceğimden zerrece kuşkun olmasın...... son zamanlarda birtakım ufak tefek aksilikler oldu, senin bu alicenaplığın yeniden belimi doğrultmama yardım edecek.’ ” (P. Auster, “Cebi Delik”, sa:68) “Ancak, Walker evin son derece bakımlı olduğuna, evdeki düzen sanki dünyadaki kaosu ve bilinmezlikleri uzakta tutmak amacıyla özellikle gerçekleştirilmiş gibi her nesnenin olması gereken yerde durduğuna, üzerinde zerre toz bulunmayan cam sehpadan cilalı parkelere kadar her şeyin tertemiz ve tertipli olduğuna dikkat ediyor.” (P. Auster, “Görünmeyen”, sa:169) “Her kitap bir yalnızlık simgesidir. Elinize alabileceğiniz, bırakabileceğiniz, açıp kapatabileceğiniz somut bir nesnedir, içindeki sözcükler bir insanın yalnızlığının yıllarını değilse bile aylarını gösterir, öyle ki, bir kitapta her sözcüğü okuduğunuzda o yalnızlığın bir zerresiyle karşılaştığınızı söyleyebilirsiniz kendi kendinize. Bir adam tek başına bir odada oturup yazar. Kitap yalnızlıktan da, arkadaşlıktan da söz etse, kesinlikle bir yalnızlık ürünüdür.” (P. Auster, “Yalnızlığın Keşfi”, sa:164) “Arzular ---------Filistinli, Filistinli Gözlere dolar gözyaşı yapmadan seni Dünya dolar gözlerime Seviyorum seni ey feda olan adam O vatanımla tükenen Ey feda olan beden seviyorum seni Kefensiz göçüp giden, Seni seviyorum yükselen bayrakla Vatanımın zerresini yükselten...” (Hanan Avvad-Metin Fındıkçı, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.08.03) “ÇİNGENE AŞIĞIN GÜNLÜĞÜ ----------------------------------------Çözülen korku korkunun değiştirdiği kalplerden sonra tekrar tekrar girer açığa çıkan saklı mutlulukla hüzüne öter çözülen korkuya doymuş oluşmadan tembelce çöken zerrecikler başka zerrecikler tembelce bastırmadan” (Rita Avvad-Metin Fındıkçı, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.08.07) “2. Ölümden Önce Mezarda misafir olandan başlamalı Ölümle yeterli oldu ve uzaklaştı Rehinsiz, yollar ölüm bütün Göz yaşların zerresinde soyum soy...” (Beşir Bin Hazım El Azdi-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 09.09.04) “ÇEMBER ------------Yok Bir Şey İner Düz göğüslere Kanatlar Soğuk bulutlar irkilerek iter onları Tartarak Zerrenin yıkıntısı şafak tozunun lezzetidir.” (Mahmud Beniys<d.1942>-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, “Cumhuriyet Kitap, 05.09.02) “Yani hortlak ta, bir bakıma koku gibidir. Bu durumda ben iki tarafı da tutuyorum: bence gerçek iki fikrin arasında duruyor. Dowlas gidip orada dursa, bütün gece gözünü dört açtığı halde Cliff Şenliği’nin zerresini görmediğini söylese ben onu tutarım; ama birisi çıkıp Cliff Şenliğinin varlığına inandığını söylese onu da tutarım.” (G. Eliot, “Silas Marner”, sa:94) “TEKRAR GÖRÜŞME --------------------------Ancak insanoğlu değişkendir, Yeryüzünde dümensizdir. Biz, zerre kadar değişmemişiz, Yerimize sadık kalmışız, Güneş ve ayla, Çöller ve dünyayla, Deniz ve ırmaklarla, Orman ve kaynaklarla.” (Mihai Eminescu<1850-1889>-İsmail Ziyaeddin; “Çağdaş Romanya Şiiri-Tekrar Görüşme”, sa:26) “Sor durduğum yeri bana Gelirsen gösterem sana Bir zerrece Hak’tan ayrı Gözüm nesne görmez benim” (Y. Emre, “Seçme Şiirler”, sa:77) “İNANALIM SOĞUK MEVSİMİN BAŞLANGICINA ---------------------ben bu başına buyruk adayı okyanusun kasırgasından ve yanardağ patlamalarından geçirdim ve paramparça olmak, o parçalanamaz varlığın sırrıydı ki en küçük zerresinden güneşler doğdu” (Furuğ-Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-inanalım soğuk mevsimin başlangıcına”, sa:106) “FOUSTKA - Bacak kadar çocukların bildikleri beni zerre kadar ilgilendirmez. Bu enstitüdeki işimi bilirim ben. Onun dışında hiçbir uğraşım yok. KOTRLY - Neden sakladığını anlıyorum. Bize güvenmiyorsun değil mi? Hani, pek haksız da sayılmazsın, bazı işlerde tedbiri elden bırakmaya gelmez.” (V. Havel, “Şeytan Çelmesi”, sa:27) “-Kızmayın perder, dedi Yaban. Ne dediğimi biliyor muyum ben? Ben günahkarın biriyim, tamam. Ama siz Don Anzelmo’yu zerre kadar tanımıyorsunuz. -Haddinden fazla tanıyorum onu, diye mırıldandı peder Garcia. Sen doğmadan daha önce tanıyordum ben onu.” (M.V. Llosa, “Yeşil Ev”, sa:512) “DOST -------sarışın meafeler daraldı içine dolduğum, ey baba daraldı -Kıyılar kırıldı ey baba -Ancak uzaklaşmayacağım baba... Roma’nın dini çalındı ruhun sakalı çalındığı gibi bütün rehinelerden toz zerresiyle yarışarak uzaklaşmadan -Ey baba, görüyor musun, görüyor musun?” (Ceryes Samawi<d.1959>-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 11.05.06) “Bu kadınlar üzerinde öyle etkili olmuştu ki o andan başlayarak, üstelik cenaze evden çıktığı zaman bile kadınların, en dürüst ailelerde, ölümü en çok beklenen kimselerin arkasından gözterilen üzüntülerin zerre kadar ayrıldıkları görülüp işitilmedi.” (Stendhal, “İtalya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:26) “AKŞAM ----------Ben yalnızken Seni işaret eden suskunluğa yönelirim Beni bir erkek martı bile uyardı O havada yaratılan Suyun üstüne Bir zerre gibi konarken Balıkları yarıp Usta bir balıkçının şarkı söylemesi gibi” (Hasan Talib-Metin Fındıkçı, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.02.08) “FEDYA - İlişkimiz kesilmiştir. Fakat onun bunda zerre kadar suçu yok. Terk ettiğim kadın hiç değişmedi, saftır, lekesizdir. PRENS - İşte Viktor Karenin ve hele annesi şimdi ne yapmak istediğinizi, niyetlerinizi öğrenmek istiyorlar.” (L. Tolstoy, “Yaşıyan Ölü”, sa:94) “Nietzsche bundan hoşlanmamıştı: ‘Doktor Breuer, benim adıma gösterdiğiniz çabalar için size minnettarım ve bu görüşme bana bazı yararlar sağladı: Migren konusunda verdiğiniz bilgi benim için son derece değerli. Ancak kliniğe gitme öneriniz bana göre değil. Kaplıcalarda zaten daha önce de uzun süre kalmıştımSaint-Moritz’de, Hex’te, Steinbad’da haftalarca kaldım- hiçbiri de zerre kadar işe yaramadı.” (I.D. Yalom, “Nietzsche ağladığında”, sa:117) “4. Yüzün Nimeti --------------------... Nimetin tomurcuğu yorgun hicranda Yorgun zerrem o sürünün çobanında Güneş gibi ölen mutluluk beyaz bir günde Doğanı eziyet eder fahişelik eden komşuda Güzellik güzelliği çoğaltır olan onunla Güzel kokan iki sınır iyi açılanda” (El Nabiğ El Zabani-Metin Fındıkçı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.09.04) “GÖRMESİ ZOR AMA BİR DENİZİ DÜŞÜN Görmesi zor ama bir denizi düşün Bir zerrenin içinde yoğunlaştırılmış. Ve dalgalar varIşığın titreşimleri, Duyulabilir ötekiler.” (Louis Zukofsky<1904-1978>-Nice Damar; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 26.06.03) “Çatışmalarının her birini hayati hayati bir problem haline getirmeye çalışan bir Pascal’ın, bir Nietzsche’nin, bir Kleist’ın ahlaki açıdan yapmış oldukları o yüce fedakarlığın zerresi bile yoktur.” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, ‘Stendhal’, Cilt:III, sa:167) Zerrin : Altın, altın rengi; zer : (FAR.): Altın, akçe; (FİG.) : Nöbet, oruç, çile; sim ü zer : gümüş ve altın “SESSİZLİK DİYE BİR YER YOK -----------------------------------------Oysa ben senin yüzünü, geçen yıl doğumgününde verdiğim zerrinlerin ardında görüyorum. Dışarda ağaçların yeni yaprakları titreşirken bahar güneşi odaya gölgelerini gönderiyor. Sayfanın üzerine süzülen şu ışıktır sessizlik.” (Joan Mc Breen-Sevcan Yılmaz; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.06.04) Zerzevat; Zerzevat ayıklamak : Sebze; Sebze ayıklamak “İskarpinlerimi, çoraplarımı çıkardıktan sonra işe girişmiştim. Kalfanın isyanlarına, feryatlarına kulak asmadan, kuyudan kova kova su çektim. Tahtaları sildim yahut batırdım. Sonra, yine kuyu başına oturarak onunla beraber zerzevat ayıkladım.” (R.N. Güntekin, “Çalıkuşu”, sa:126) Zeus : (YUN.,MYTH.) <Ze’us> : Olimpian İlahların başı, Zefs, Jüpiter Tanrıların tanrısı, K r o n o s ve R e a’nın oğlu. Babası ile dost olamayacağını anlayınca, onu sürgüne gönderdi, böylece tanrıların tanrısı olduğunu kanıtladı. E v r e n’i, kardeşleriyle paylaştı: Z e u s : Yer + Gök; P o s e i d o n : Denizler, P l u t o : Yeraltı dünya. Zeus, aynı zamanda, güç durumdaki savaşçılara yardım eden kurtarıcı tanrı oldu, örneğin Truva savaşları. Bu bakımdan A d a l e t = Hakkaniyet tanrılığını da üzerine aldı.. Roma’da, ‘J u p i t e r’ile bir tutulur. Birçok ilahelerden bolo bol bol çocukları oldu, en sevdiği -ve dokunmadığı kadın tanrıça, kendi burnundan yarattığı kızı A t h e n a idi. Zevahiri kurtarmak : Görünüşteki vaziyeti kurtarmak, örtbas etmek “Kazara ya da zorunluluktan okuyacağı bir kitabı övmek için, ‘canlı tasvirler’ ve ‘akıcı anlatım’ gibisinden beylik yorumlarla zevahiri kurtarmaya çalışabilecek bir ciddi eleştirmen tarafından ‘acımasızca’ eleştirilebilirim.” (M. Levi, “Bir Şehre Gidememek’, sa:40-1) Zevce : Karı ya da koca, nikahlı eşlerden biri ya da diğeri “O akşam evine dönerken Hacı İshak Efendi’yi köşe başında Hacı Numan Efendi yakaladı. Derin bir ahla onu duvar kenarına çekerek: -Bugün bir hale rastladım. Söylemesem maazallah boynumda vebal kalacak. -Söyle Efendi... Söyle kardeş... Vebal tutma, söyle. -Bugün sokakta zevceniz Hanım’a rastgeldim, yanındaki ufak kızdan tanıdım. -La vallah, benden izinsiz çıkmaz. -Çıkmış... Çıktığını bütün komşular gördü. -Çıktı ha! Ya melun avrat, lanete gelesi iblis.” (H.R. Gürpınar, “Gulyabani-Melek Sanmıştım Şeytanı”, sa:359) Zevkini çıkarmak : Yaşamın ya da yapılan işin tadını çıkarmak “Yemekten evvel kendisine uğradığım bankacım da beni yemeğe alıkoydu. Lav akınını görmek arzusuyla yanıp tutuşmasaydım, tüm bunların zevkini çıkaracaktım. Hesaplarımı görmek ve eşya toplamakla gün geçip gitti.” (J.W. von Goethe, “İtalya Seyahati”, Cilt:II, sa:249) Zevkperest : Zevk ve safaya düşkün, vur patlasın çal oynasın tarzı yaşam biçimi olan kimse “Derken bu zevkperest Sidarta’nın, bu açgözlü Sidarta’nın da ölebilmesi için daha sonra bu berbat yılları göğüslemesi, bu iğrençliğe, kof ve yitik bir yaşamın bu boşluk ve anlamsızlığına sonuna kadar, acı bir umarsızlığa gelip dayanıncaya kadar katlanması gerekmişti.” (H. Hesse, “Sidarta”, sa:118) Zevk sahibi : İnce yaratılışlı, giyim kuşam ve davranışla birlikte yaşam felsefesi gözdolduran, sanatsever kimse “Yüksek tabaka mensubu, işinde başarılı, yaşlı ve evli biri. Çok sevdiği bir kızıyla iki oğlu var. Onlar da babalarını çok severmiş. Soylu, kültürlü, akıllı, güzel sanatlar konusunda zevk sahibi ve onuruna düşkün bir insan.” (D. Diderot, “Rahibe”, sa:19) Zevkten dört köşe olmak : Göze görünür bir şekilde çok mutlu olmak, haz almak “ESTRAGON - Yüklerini neden yere bırakmıyor? POZZO - Ama benim için şaşırtıcı olurdu. VLADIMIR - Size bir soru soruluyor. POZZO - (Zevkten dört köşe.) Bir soru mu? Kim soruyormuş? Ne sorusu? Biraz önce titreyerek Efendim diyordunuz bana, şimdi de kalkmış soru soruyorsunuz ha.” (S. Beckett, “Bütün Oyunları - 1”, ‘Godot’yu Beklerken’, sa:62) “... Şvayk da, Karel Köprüsü’nün oradaki banyolardan çok daha iyi olduğunu, zaten banyo yapmayı çok sevdiğini söylemişti. ‘Hani, bir de, ‘diye eklemişti candan bir gülümseyişle, ‘tırnaklarımla saçımı kesseniz, zil takıp oynarım herhalde..’ Şvayk’ın bu ricasını da yerine getirmişler, ardından bir süngerle ovup temizlemişler, bir çarşafa sarıp birinci koğuşa taşımışlardı. Yatağa yatırıp üstüne bir battaniye örttükten sonra uyumasını söylemişlerdi. Şvayk, bu olayı, bugün bile kendinden geçerek anlatır: ‘Düşünsenize, taşıdılar beni, kucaklarında taşıdılar. Zevkten dört köşe olmuştum.’ ” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:I, sa:56) “GEZİ ------kadınlara bakıyordum Amsterdam Sokağı’ndan inen Ansızın pencerenin altında Onlardan biri çarptı gözüme görmemiştim çıktığını Oturmuş tek başına gülümsüyor gibiydi İçim bir hoş oldu birden Ama farkettim hemen Bu benimki değil mi Dört köşe oldum zevkten!” (Jacques Prévert<1900-1977>-Kenan Sarıalioğlu; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 30.05.02) Zevk ve sefa içinde yaşamak, peşinde koşmak : Gününü gün etmek, vur patlasın çal oynasın stili hayat “Ama bizimkiler kalkıp kız peşine düştüğünde, ben aralarına karışmayarak yalnız kalıyor, içimde sevgiye karşı yakıp kavurucu bir özlem, umutsuzca bir özlem duyuyordum; oysa meyhanedeki konuşmalarıma bakılacak olursa, zevk ve sefa peşinde koşan kaşarlanmış biri sayılırdım.” (H. Hesse, “Demian”, sa:99) Zevzek; Zevzeklik etmek : Geveze, düşünmeden konuşan kendini bilmez; Bunu yapma fiili (Argo) “Muhabbet uzayıp gidiyordu ki, Şvayk zıvanadan çıktı: “Bana bak, yeter artık! Bırak zevzeklik etmeyi de, yat yatağına, zıbar! Anlaşıldı mı?’ ” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:1, sa:142) “KAPALI MEKTUP Sert topuklarla ilerliyorum yollarımda bugün de, -----------------------buz nefesli ayakkabılar ve piyango biletleri, acımasız güncelliğin yamaları -afişler ve gülücükler, zevzek gazeteler, boşaltılmış şarap şişeleri ve, ortalarda bir yerde, saatin ilerleyen adımları -derbeder;” (Boris Hristov<d.1945>-Ahmet Emin Atasoy, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 28.02.08) “Adrian, pek az yiyip içerek, on satte ancak bir saat dinlenerek iki gün iki gece durmadan yazdı. Fincan fincan kahve içiyor, sigarasını ağzından hiç düşürmüyordu. ‘Ulvi’liğini zedelemek istemediği için Anna’nın iltifatlarına karşı hemen hemen hareketsiz kaldı. Anna da dürüst bir insan olduğu için, bütün gizli isteğine rağmen, kadın zevzekliğinin sınırını aşmadı. Ama artık iffeti bir pamuk ipliğine bağlıydı ve Adrian istediği anda onu koparabilirdi.” (P. Istrati, “uşak”, sa:100) “Hem de yeni kitaplarımızda yazar efendilerin hepsi bir ağızdan eserlerini, halka sunmaya uygun değilse de halkın kusurları görmezlikten gelen insanlıklarına güvenerek sunduklarını veya bu hareketleri bir zevzeklik ise bile örneği görülen bir zevzeklikten dolayı suçlanamayacaklarını tekrar ettikleri gibi...” (A. Mithat, “Karı Koca Masalı”, sa:19) “PERDE I, SAHNE I FLAVIUS - Haydi eve, sizi tembel mahluklar, evinize; bayram günü mü bu? Bilmiyor musunuz ki işçi kısmı, mesleğinin nitelik göstergelerini takmadan iş gününde gezinemez. Söyle, sen necisin? -----------MARULLUS - Gördüğün iş nedir ulan, zevzek herif? Ne iş görürsün?” (W. Shakespeare, “Julius Caesar”, sa:3-4) “Fakat kendisini her yerde, belirgin bir saygıyla karşılıyorlardı, kentin en ileri gelen adamları önce ona selam veriyorlardı; hatta bir iki zevzek, ona senyör komutan diye seslenecek kadar ileri gitmişti.” (Stendhal, “İtalya Hikayeleri”, Cilt:II, sa:64) Zeyin : Zengin “Hıdırellezde sekizine bastı. Tay gibi de boy sürüyor. Her halde Haçça gibi uzun boylu olacak. Irazca, içinden ‘Acık daha uzasa da başka uzamasa!’ diyor. ‘Boyu uzun olanlar gaba zeyin olurlar... Dünyanın bu kadar hilesi fenni var, gaba zeyin olursa, nasıl baş eder, nasıl güç yetirir?’ ” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirliği”, sa:7) Zıbarmak : Ölmek, Yatmak (Argo) “Muhabbet uzayıp gidiyordu ki, Şvayk zıvanadan çıktı: “Bana bak, yeter artık! Bırak zevzeklik etmeyi de, yat yatağına, zıbar! Anlaşıldı mı?’ ” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:1, sa:142) “Deve esnedi. Bu, İdris’i de esnetti. -Ben yatmaya gidiyorum beyefendi. -Ben de... İkisi de kalktılar. Kudret Yanardağ: -Gidin zıbarın, dedi. Benim biraz işim var...” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:263) “ ‘Vay köpoğlular... Hepiniz siyasi kesildiniz başıma... Tetik dur, sorum var ve de maskaralık istemem. Bu günü başka güne benzetme...’ demesin mi? Vay başıma... ‘Ulan alçak Dadal! desem... Küçük su dökmeye uyanıp memişaneye gidip gelip sıcak yatağına girip zıbaracağına... Perde aralamak, bahçe gözlemek...’ ” (K. Tahir, “Yol Ayrımı”, sa:67) “Ekibin de onunla ilgilendiği yoktu zaten. Öyle biri yokmuş gibi davranıyorlardı. Bu kasıntı zengin kızının canı cehennemeydi. Paraya ihtiyacı olmadığı halde bu işi yaptığı için ayrıca kızgındılar. ‘Amaan! Ne hali varsa görsün’ diyorlardı aralarında, ‘kendi bileceği şey, gidip zıbarsın erkenden, tavuk gibi.’ ” (A. Tunç, “Ömür Diyorlar Buna”, sa:72) Zıbartmak : Öldürmek -vahşice- (Argo) “Nihayet, üç dört dakikalık zorlu bir boğuşmadan sonra, ne dersiniz, bizim cılız, sıska, korkak çingene, hayvanın <yılan> boğazını sıka sıka, başına orağın sapı ile vura vura onu kıskıvrak yere sermesin mi? -Oh, hele şükür mevlaya, zıbartabildik terezi!...” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:109) Zıkkım; Zıkkımlanmak : İçki, yasak uyuşturucu; Aşırı yemek, içmek (Hakaret ve kızgınlık sözcüğü) (Argo) “Adımlarını sessiz atmaya çalışır, ışığı çekinerek yakardı. Ama yine de büyükanne ile sık sık karşılaştığı olurdu. O zaman kadının boğuk sesi, holde yankılanırdı: ‘Ne o? açgözlü herif? Bu saatte hala daha zıkkımlanmayı mı düşünüyorsun?” Bolda, tiz sesiyle gülerdi: ‘Evet, leş kargası, daha karnım aç. Var mı bir diyeceğin?’ ” (H. Böll, “Babasız Evler”, sa:10) “Samopliuyev’in meyhanesinde oturmuş bizim katedralin zangocuyla çay içiyorduk. İçerisi öyle kalabalıktı ki, iğne atsan yere düşmez! Baktım, bu dürzü de orada, yazıcı arkadaşlarıyla birlikte bir şeyler zıkkımlanıyor. İki dirhem bir çekirdek, cakası da yerinde ha!” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:65) “-Bu gece olup bitenleri gözlerinizle gördünüz, arkadaşlar. Bakın, içki denen zıkkım insanın başına ne işler açıyor! Düşmana rezil olduk! Bu huyunuzdan vazgeçmezseniz daha nice bela gelecek başınıza! İçki payınızı arttırdık diye hepiniz kör kütük sarhoş oldunuz!” (N. Gogol, “Taras Bulba”, Cilt:II, sa:11) “Adamcağızın sevinci görülecek şeydi. Ağzında ciğerle karşıki viranenin duvarlarına tırmanmaya çalışan kediye, neşeli neşeli, -Var, güle güle, zıkkımlan, telaş etme. Helal olsun!.. diye bağırdıktan sonra yanıma geldi.” (R.N. Güntekin, “Çalıkuşu”, sa:232) “ ‘Ayıkken bayağı akıllı adamdır. Dükkanının arkasındaki odadaki kitapları bir görsen... Devamlı okur onları... Herhalde bütün derdi o içtiği zıkkımdan ötürü...’ ” (O. Henry, “viski soda”, sa:93) “Ekmeğimden olacağım. Fakat hiç kederlenmiyorum. Peki ne zıkkımlanacağım? Ne tuhaf, hiçbir derdim yok. Julius Caesar’a rastlamış olduğum barı hatırlıyorum. Pahalı yer değildir. Fakat sızmayacağım.” (Ö. von Hovarth, “Allahsız Gençlik”, sa:124) “Bira yiyecek sayılıyordu aynı zamanda. Ondan sonra zorunlu kaldığım zamanlar hep bira içtim ve insanların bu zıkkımda ne bulduklarını, neden bu kadar peşine düştüklerini düşündüm durdum. Hep bir şeyler kaçırdığımın farkındaydım.” (J. London, “İntihar”, sa:51) Zılgıt (vermek, yemek) : Azarlamak, aşağılamak, tenkit etmek, fırça çekmek, paylamak, gözdağı vermek; Azarlanmak, aşağılanmak “Başarısızlığa uğrayıp geri çekilmeleri, sonra zılgıtları, yüksek rütbeli subayların kendi aralarında birbirlerine alayla, azap çektirerek verip veriştirmelerini, iğneli telefon konuşmalarını..... sıtmalı bedeniyle yatağının kenarına ilişen ve umutsuz görünen yorgun, yaşlı bir adamı akla getiriyordu.” (H. Böll, “Ademoğlu Nerdeydin”, sa:5) “Etem’in yerini şimdi Tornavida Hasan tuttu. Kış geldi ya, Etem artık bana pek sokulmuyor; ihtimal <olası>, geçen sene Hıfzı Reis’ten yediği zılgıt’ı hatırlayıp böyle yapıyor. Fakat Tornavida şimdi adeta Etem’i aratıyor. Bizim eski pabuçlar, elbiseler, çamaşırlar hep Tornavida’ya kavanço ediliyor. Arada sırada kendisine tosladığım <verdiğim, ödediğim> rakı paraları da ayrı...” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:258) “Ansızın yumuşadı yüreği merhametle: Yaman bir zılgıt verdi ki kıyamet koparırken Bile inceliğini yitirmeden o dile; Ona öğretti selam vermesini yeniden.” ............. “Beyaz zambak benden zılgıt yedi eli senden diye, Fesleğen de, koncasını senden çalmış ya, ondan.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:145, sa:331 & no.99, sa:239) “DELİ PAVLETA İLE ONUN GENÇ KARISI <Penço Slavevkov’a> <Bulutların Gölgeleri Peşinde’den> ----------------------------------------------------------‘O ki senin güzel yüzün akbardaktan daha ak o ki senin selvi boyun açılmış yaptrak yaprak.’ -Ha, onlar mı?.. Onlar için bu kapıya gelenler eh, bir bilsen ne çektiler, ne zılgıtlar yediler!” (Peyo K. Yavorov<1878-1914>-Ahmet Emin Atasoy; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan; Cumhuriyet Kitap, 17.08.06) Zımbalamak : Kurşunla vurmak Bk.: Mıhlamak “NOEL GÜNÜ KAHKAHALARLA GÜLEN YEDİ ASKER -----------------Zımbaladılar, astılar adamı çırılçıplak Barakasının direğine. Baş aşağı Kanaradaki leş gibi, sallandı durdu Noel Günü’nde, Noel Günü’nde.” (Angifi Proctor Dladla<d.1950>-İlyas Tunç, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.03.08) “Hırsız sırıtarak: -‘Affedersin’ dedi. ‘Ortak bir yanımız var. Şansın varmış ki, ben de romatizmalıyım. Hem benim de sol omuzumda. Benden başka biri olsa, sol kolunu kaldırmayınca seni oracıkta zımbalardı.’ ” (O. Henry, “viski soda”, sa:16) Zımba sakallı : Yer yer yitmiş, eksik kıllı sakal “Aksiliğe bakın ki, değirmenin kapısı gıcırdadı. Oradan, sivri şapkalı, zımba sakallı bir adam çıktı. Adamın bakışlarından, yanımda durmak niyetinde olmadığını anladım.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek”, sa:72) Zımbırtı : O şey, alet ya da edavat, konu, kişi; Penis (Argo) “Üçüncü denemede üstünkörü onardığı zımbırtısını (uçurtma) havalandırmasını başaran Miyu: -Şimdi görür gününü diye karşılık verdi.” (P. Istrati, “Nerranstsula”, sa:58) “... bir erkek organı, bir giysi altındayken, yumuşacıktır, iri bir çiçek gibidir. Ama gerçekte hiçbir zaman bu biçimde ele gelmez, böylesi yalnız dingin kalınca olur, ama bir hayvan gibi kıpırdar, sertleşir, bu beni ürkütür, sertleşmesi, dimdik havaya kalkması, hoyratça bir şey; pis olan bu aşk. Bense Henri’yi seviyordum, çünkü, küçük zımbırtısı hiç sertleşmiyordu, başını hiç kaldırmıyordu, gülüyordum, bazen onu öpüyordum...” (J.-P. Sartre, “Duvar-Özel Yaşam”, sa:103) “Tamam, dedi adam, sizin zımbırtıyı <tekerlekli sedye> itmek o kadar da marifet değil. Dunkerque garında yük arabaları mı istersin, Lens’de vagonetler, Anzin’de el arabalarıyla eşya taşımak mı, hepsini yaptım ben merak etmeyin, ömrüm bunlarla geçti.” (J.-P. Sartre, “Yaşanmayan Zaman”, sa:220) Zındık : Ateist, Tanrıya inanmayan, dinsiz (Argo) “GECE YARISININ SINAVI Saat çalar yarı gecede Başlayarak alay etmeye Elinizde kalan ne diye, İşte bir gün daha geçmede; -Bugün Cuma, on üçüncü gün, Günlerin de en beteri, biz, Bir yana tüm bildiklerimiz, Zındık gibi yaşadık bütün.” (Ch. Baudelaire<1821-1867>, “Kötülük Çiçekleri”, sa:273) “Gelenek’e göre, haberci, yeryüzü güçlerini yöneten bir ruhtu ve her zaman bir dosttu. Ondan büyü işlerinde sık sık yararlanılırdı, ama hiçbir zaman gündelik olaylarda yardımına başvurulacak ya da akıl sorulacak bir danışman olarak görülmezdi. Petrus, habercinin dostluğundan bu dünyadaki işlerimi düzeltip geliştirmekte yararlanabileceğime yöneltmişti beni. Oysa bu düşünceyi hem zındıkça, hem de çocukca bulmuştum.” (P. Coelho, “Hac”, sa:74) “Ağabeysinin iç alemine ait önemli bir sırrı olduğunu, bir gayeye, belki çok güç bir gayeye ulaşmaya uğraştığı için ona önem verecek durumda olmadığını, ilgisizliğinin tek nedeninin bu olduğunu düşünüyordu. Belki de okumuş bir zındık, aptal bir rahip taslağını küçük görüyordu… Ağabeysinin zındık olduğunu kesinlikle biliyordu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”, Cilt:I, sa:40) “Ve cumartesilerin hesabını tutan Solomon, haftanın daha yeni başladığını ve nehrin akışını durdurması için en az altı gün beklemek gerektiğini hatırlatıyordu. ‘Nehrin akışı durduğunda da şabbat buyruğuna karşı gelerek nehir geçilemez’ diye bağırıyordu ..... ‘nasıl olsa siz zındık değil misiniz, Pazar tatilini ayaklar altına almıyor musunuz?’ ” (U. Eco, “Baudolino”, sa:371) “... orada bulunan nazik bir bayan benim durumumla ilgilenmeye hazır olduğunu söylüyor. Bu nazik bayan elini telefona atmayı düşünmüyor bile, cesurca kalkıp sürücü belgesi bürosuna gidiyor, zındıkların asla alınmadığı, girilmesi yasak o yere girip kuralları çiğniyor ve ezelden beri orada duran dosyaların bulunduğu dolambaçlı raf sıraları arasında ilerliyor.” (U. Eco, “Somon Balığıyla Yolculuk”, sa:22) “Angel Dayı bu yoksul ailenin ikinci evladıydı. Felaketli bir talihsizlik ona musallat olmuş, bu neşeli ve dindar adamı asık suratlı bir zındık yapmıştı. Derebeyinin topraklarına bağlı rençberler olan dört kız ve erkek kardeşin tek mülkleri baba kulübesinin direkleriyle yemiş ağaçları ve bağdı.” (P. Istrati, “Angel Dayı”, sa:6) “Çok geçmeden Belediye’nin karşısında Büyük Tiyatro’nun bulunduğunu öğrendim; tüm Varşova’nın, hatta tüm dünyanın en iyi, en güzel tiyatrosu. O günden zonra ne zaman önünden geçtimse, daha binanın dış görünümüyle bayağı gözlerim kamaştı. Ama bir gün, evde Büyük Tiyatro’ya gitmek için daha ne kadar bekleyeceğimizi sorup öğrenmeye kalkınca paylandım : Bir Yahudi çocuğu tiyatroya ayak atmaz, Yahudi çocuklarına yasaktır tiyatro; tiyatroya yalnız Gojim’lerle zındıklar gider.” (F. Kafka, “Taşrada Düğün Hazırlıkları”, sa:147) “Soylu ihtiyar kadın, kıpırdamadan duruyor, oğlunun haç şeklindeki tahta üzerindeki kıvranışını seyrediyordu. Dudaklarını ısırmış, ses çıkarmıyordu. Derken arkasında marangozun oğlunun ve anasının sesin işitti. Tepesi attı, onlara doğru döndü. Oğlunun çarmıhını yapan bu zındık yahudi’ydi, onu doğuran ana da yanındaydı.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:63-4) “Çetenin başını çeken adam o sırada Cabir’in üzerine eğilmiş durumdaydı; doğruldu, burnunu başkalarının işine sokan bu davetsiz misafirin karşısına gelip dikildi. Sakalının altında sağ kulağından çenesinin ucuna kadar uzanan derin bir bıçak yarası görülüyordu ve yüzünün bu oyuk tarafını karşısındakine dönüp bir hüküm açıklar gibi konuştu: -Bu adam sarhoşun, zındığın, feylesofun teki!” (A. Maalouf, “Semerkant”, sa:17) “‘Nereden biliyorsunuz sizinle beraber olduğunu? <Tanrı>” diye sorma cesaretinde bulunan genç bir köylü. ‘Sus bre zındık, boyundan büyük işlere karışma!’ cevabını aldı.” (G. de Maupassant, “Mutluluk”, sa:35) Zıngır zıngır Bk.: Zangır zangır Zınk diye durmak : Anide, birdenbire durmak “Günün birinde Emma’nın da kendisini Tanrı’ya adayacağını sanan iyi yürekli rahiberler ise, onun artık kendi etkilerinden sıyrılır gibi olduğunu görünce büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Gerçekten, ona bir sürü ayin harcamışlar, günlerce dünyadan elini eteğini çekip ibadetle uğraşmasını sağlamışlar, vaazlar dinletmişler….. sonunda kız, dizgininden tutulup çekilen atlar gibi davrandı, zınk diye durdu.gem de ağzından çıktı.” (G. Flaubert, “Madam Bovary”, sa:44-5) “Bu yepyeni dünyada, düştükleri bu hiç görülmemiş yerde korkmak için ne kadar çoki ne kadar çok sebep vardı. Nar bahçesinin içinde, korkuculuk oyunu oynar, kendilerini, ödlerini kopartacak korkuları türlü biçimde kışkırtırlarken, birden, oldukları yerde zınk diye durdular. Gözleri artlarına kadar açıldı. Tüyleri diken diken oldu. Yüzlerinden de kan çekildi. Önlerinden ak benekli lacivert bir yılan ağır ağır akıyor, arada sırada azıcık duruyor, başını kaldırır gibi ediyor, uzatıp tıslıyor, kırmızı çatal dilini çıkarıyor, çocuklar yerlerinden kımıldayamıyorlardı.” (Y. Kemal, “Bir Adanın Hikayesi 2- Karıncanın Su İçtiği”, Cilt:2, sa:57) “Memed: ‘Ben de başka insana kıyamazdım zaten,’ dedi. Süleyman, olduğu yerde zınk diye durdu.” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:I, sa:120) “Donmuş toprağa oldukça kötü bir biçimde düşen Muromski, binicisinin yok olduğunu hisseder hissetmez, aklı başına gelmişçesine zınk diye duran güdümen kısrağına lanetler savuruyordu yattığı yerden.” (A. Pushkin, “Erzurum Yolculuğu ve Biyelkin’in Öyküleri”, sa:165) “İp, herhalde kızın bileğine dolanmış, gerildikçe daha fazla sıkışmış olsa gerekti. Jean, bereket ki bir tarlaya dalıp kestirmeden gitti. İneğin karşısına öyle hızlı çıktı ki, hayvan sersemledi, zınk diye durdu. Jean, ipi hemen çözdü, yavrucağı otların üstüne oturttu. -Bir yerine bir şey olmadı ya?” (E. Zola, “Toprak, Cilt:I, sa:7) Zıpçıktı : Türedi, aklına eseni yapan, maceraperest; layık olmadığı yüksek bir konuma gelmiş kimse (Argo) “Dairede yaşamak beni kötü etkiledi sanıyorum; ama yalnızca bu da değil. Yargıcın şehrin en sakin sokağındaki villasında yaşasam, Pazartesi ve perşembeleri celseler düzenlesem, her sabah ava çıksam, akşamlarımı klasikleri okuyarak geçirsem, kulaklarımı bu zıpçıktı polisin faaliyetlerine tıkasam.....kendimi dipten gelen akıntıya kapılıp mücadeleden vazgeçen, yüzmeyi bırakan ve yüzünü açık denize ve ölüme döndüren bir adam gibi hissetmeyi kesebilirdim belki.” (J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:30) “Kuşkusuz, bir yabancı olan A’nın beğenilerini her şeyden önce kültürel farklılıklara bağlayarak anlayabilirdim, oysa aynı beğeniler bana bir Fransızda sosyal farklılık gibi görünebilirdi ya da belki A’da onun ‘en zıpçıktı’ yanını bulmak hoşuma gidiyordu.” (A. Ernaux, “Yalın Tutku”, sa:25) “-Boris’in deliliği, dedi Mathieu. Yeni bir bıçak almış, avucuna saplayamazsın diye iddia etti. -Sen de tabii saplayabileceğini hemen kanıtladın, değil mi? Ama sevgilim, şu hale bak, elini parçalamışsın. Yazık değil mi sana, şu zıpçıktı oğlanlar sonunda senin canına okuyacaklar diye korkuyorum vallahi. Zavallı elceğizine bak...” (J.-P. Sartre, “Akıl Çağı”, sa:290) “FTATATITA - Hiç yakışık alır mı, Melike’nin yalnız başına bir... KLEOPATRA (Sözünü keserek.) - Mısır Kraliçesi sen değilsin Ftatatita, benim. Bunu kafana sokmak için ne yapayım, babanın tanrılarına kurban mı edeyim seni? FTATATITA (Kızgın) - Sen de başkalarına uydun. Şu Romalıların ‘yeni kadın’ dedikleri zıpçıktılara özeniyorsun. (Kapıyı çarparak çıkar gider.)” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:118) “Fabrice, bir gün önce kılıçla vurmayıp ucuyla dokunmak gerektiğini kendisine söyleyen can dostu kantinci kadının bilgece öğüdü uyarınca, o kocaman dümdüz kılıcın ucunu indirdi, emre karşı gelmek isteyen adama vuracakmış gibi yaptı. Hafif süvariler hep bir ağızdan: ‘Sanki dün yeterince öldürülmemiş gibi, bizi öldürmek istiyor bu zıpçıktı!’ diye haykırdılar.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:88) “Atalarının tarla üstüne tarla, ev üstüne ev, unvan üstüne unvan edindiklerini yadsıyamazdı; yine de hiçbiri aziz, kahraman ya da insanlığa yararlı kişiler olmamışlardı. Ayrıca bugün atalarının üç dört yüzyıl önce yaptıklarını yapan birinin, en başta kendi ailesince; basit zıpçıktının biri, bir maceracı, bir sonradan görme olmakla suçlanacağı savına (Rüstem bu konuda üstelemeyecek kadar ince düşünceliydi) karşı söyleyecek söz bulamıyordu.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:102) Zıpır : Genellikle yaramaz çocuklara verilen sıfat “Artık, koparılan kıllarla tahta parçalarından keman yapıp komşu pencereleri önlerinde konser veren zıpırlar da yoktu. Adeta yirmi yıllık uykusundan uyanan Rip Van Winkle’e dönmüştüm.” (İ. Ersevim, “Bir Doğumun Hikayesi-Makineci Baba”, sa:10) “-Bahse girdik. Onun için öğrenmek istiyorum. Dün akşam bu ilanı veren kişi kısa boylu, şişman, tahta bacaklı, kara nıyıklı biri değil miydi? diye sordum. Karşımdaki: -Hayır, sırık gibi, bir sekseni aşkın, mısır püsküllü saçlı, konservatuar zıpırları kılıklı biri, yanıtını verdi.” (O. Henry, “New York’u Nasıl Sevdi?”, sa:57) Zıp zıp; Zıpzıp oynamak, oynatmak; zıplamak : Çocukların yerde oynadığı toprak <mile>, cam <cicali> ve taştan yapılı <keklik> küçük yuvarlak kitleler. En meşhur oyunlar: “Çukur” <Duvar dibine açılan bir çukura avuç dolusu bilye atılır, çift girerse ebe öder, tek sayıda girerse atan çocuk yutulur - o anda ebe çocuk, ‘Tek girsin kule yapalım!’ diye duasını yüksek sesle okumaktadır- kazandığı an o çukurun başına geçer >; “Kaptan”; Tümüyle toprak zeminde, birbirlerinden bir-bir buçuk metre mesafede kare yapacak şekilde açılmış dört delik ve ortada da bir kaptan deliği. Gaye: boş çukurlara dışardan atış başlar, eğer köşelerden birine girerseniz, onun ucundan sol elinizi dört parmak açar, diğerlerini zaptetmeye çalışırsınız. Eğer ortayı alırsanız ki bu ‘kaptan’dır, oradan bu sefer elinizle bir karış öteye mesafeden diğer çukurları kazanmaua çalışırsınız. Çukura girdiğiniz sürece atışa devam, yoksa, sıra diğerlerine geçer; Sürekli olarak, el topu vb.’ni yere vura vura vura oynayarak zıplatmak <ara vermeden oynanır, topu kaçıran sıra dışı olur, diğerleri başlar>; Yerde zıplamak <en çok kez zıplayan, kazanır> “Sağ olsun Devlet Baba, Sosyal Yardım çekleriyle büyüüdük; hemen onun kuvvetli kollarına atılır, beni sırtına koyduğu gibi, onu kırbaçlardım. ‘Horsie’ oynamak çocukluğumun en tatlı anılarımdan biriydi. Sonra, beni dizinin üstüne koyup havada zıp zıp zıplattığında vahşi çığlıklar atar ve ona sorardım: ‘Baba, beni seviyor musun?’ ” (İ. Ersevim, “Bir Doğumun Hikayesi-Prova”, sa:105) “Düşündü, taşındı. Oh, fakat her şey kuvvetle mi olur? Akıl, kurnazlık çok defa üstün gelmez mi? Okuduğu çocuk masallarında şunlar aklında kalmıştı. Ayı, insandan çok kuvvetlidir. Fakat insan, onu kurnazlıkla karşısında zıp zıp oynatıyor. Kuvvetini kullanmasına meydan vermeden o babasına bir fenalık edemez miydi? Edebilirdi ve mutlaka edecekti.” (H.R. Gürpınar, “Utanmaz Adam”, sa:25) “Sabahleyin en güzel elbisemi giydim: Doğduğum kasabaya, pek çok eski tanıdıklara kendimi beğendirmek, durumumun iyi olduğunu, yurduma yoksul biçare dönmediğimi açıkça ispat etmek <kanıtlamak> istiyordum. Dar vadinin üzerinde yaz göğü mavi mavi ışıldıyor, beyaz sokaklar hafif tozuyorlardı; bitişikteki postane önünde orman köylerinin posta arabaları duruyor, sokakta küçük çocuklar zıpzıp ve yün top oynuyorlardı.” (H. Hesse, “Gençlik Güzel Şey”, sa:39) “DUNCAN - Ne beklediniz öldürmek için? MACBETT - Buyruk vermenizi, iyi yürekli hükümdarım. DUNCAN - Veriyorum. Uçurulsun kellesi. Hem de zıp zıp zıplasın yerde.” (Eu. Ionesco, “Toplu Oyunları - 1”, ‘Macbett’, sa:268) “Seryoja, gözlerinin içi pırıl pırıl, yüzünü sevinç dolu bir gülümseme aydınlatmış, bir eliyle annesinin, ötekiyle de dadının elini tutmuş, tombul, çıplak ayaklarıyla zıp zıp zıplıyordu halının üzerinde. Sevgili dadısının annesine gösterdiği bu şefkat coşturmuştu onu.” (L. Tolstoy, “Anna Karenina”, Cilt:III-IV, sa:194) “Uzun boy aynasını silerken sallanan vücudunu yan gözle süzüyor, bir türkü mırıldanıyordu - bu, yirmi yıl evvel belki de sahnede neşe ile söylenmiş, herkesi zıp zıp oynatmış bir hava idi, ama şimdi ağzında tek bir dişi kalmamış, başı bağlı, boş evlere bekçilik eden bir kadının ağzında bütün anlamını kaybediyordu.” (V. Woolf, “Deniz Feneri”, sa:208-9) Zır deli; Zır zır deli : Delinin dik alası, akli melekelerini tümüyle yitirmiş akıl hastası “Şüphesiz, Sadizm ile gerçekten devrimci devrim arasında zorunlu ya da kaçınılmaz bir ilişki yoktur. Sade zır deliydi ve devriminin az çok bilinçli amacı, evrensel kaos ve yıkımdı.” (A. Huxley, “Cesur Yeni Dünya”, sa:11) “ ‘Annas ile Kayfa durmadan bu şatoya girip çıkıyor, İsa’nın Romalıları atıp, kendini kral ilan etmek istediğini söyleyerek İsa’yı suçluyorlardı. Ama Pilatus aynı fikirde değildi. ‘Zırdelinin biri’ diyordu onun için, ‘burnunu Roma’nın işine sokmuyor.’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:440) “-... İşte o zaman afandım, Mister Rett’in delirdiğine karar verdim. Üstelik ne yiyor, ne içiyor. Bir de zil zurna sarhoş! Ama hepsi bu kadar değil afandım. O aklını iyice oynatmış, zır deli olmuş.. Beni hemen kapı dışarı etti. Affınıza sığınarak söylüyorum afandım, ‘s...tir buradan!’ diyerek beni odadan kovdu.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:1270) “BUTLER -... Eğer bu şişe onların olsaydı bana verirler mi idi? İmkanı yok vermezlerdi. Hem zaten onlar için iş işten de geçti. Dördü de zır deli artık… Üç gece oluyor…” (Eu. O’Neill, “Altın”, sa:7-8) “E. DROMIO - Sözün doğrusunu isterseniz hanımım, bizim efendinin kafası öyle. ADRIANA - Terbiyesiz herif. Boynuzlu mu diyorsun? E. DROMIO - Hayır, haşa.. oynatmış, zır deli diyorum. Kendisini, yemek için eve çağırdığım zaman benden bin altın mark istedi. ‘Yemek zamanı geldi..’ dedim. ‘Altınlarım..’ dedi. ‘Et yanıyor..’ dedim. ‘Altınlarım..’ dedi.” (W. Shakespeare, “Yanlışlıklar Komedyası”, sa:23) “Politeknik okulu’ndaki ilk yıllarında, papaz olmayı daha düşünmediği sıralarda bu nöbetler çok daha sık gelmişti. Sık sık kavga ettiği arkadaşları onu zır-deli sanıyorlardı, bu düşünce de çoğu zaman onun kılıç yememesine yaramıştı.” (Stendhal, “Armance”, sa:41) Zırıltı : Acayip, can sıkıcı, göze iyi görünmeyen, kulağa hoş gelmeyen vb şeyler “PETRUCHIO - Yok, şimdi konuyu daha iyi hak edip, size, bağlılığını, daha başka kanıutlarıyla yepyeni yetilerle işlenen itaatini göstereceğim. Bakın işte geliyor, sizin dik kafalı kadınlarınızı da kadına özge konuşma sanatı becerisiyle esir etmiş getiriyor. (Kartharina, Bianca, Dul girerler.) Katharina, o başındaki hotoz sana hiç yakışmamış, çıkar o zırıltıyı da fırlat ayak altına.” W. Shakespeare, “Hırçın Kız”, sa:126) Zırıl zırıl (ağlamak, terlemek) : Sürekli, akan sel gibi (ağlamak, terlemek) “Ne de olsa daha dokuz yaşındaydım. Yaşıma göre oldukça dayanıklı olsam da göründüğüm kadar dayanıklı değildim aslında. Usta tam o sırada kapkara gözleriyle beni yukarıdan aşağıya süzüyor olmasaydı büyük bir olasılıkla sokağın ortasında zırıl zırıl ağlamaya başlardım.” (P. Auster, “Yükseklik Korkusu <Vertigo>”, sa:9) “ ‘Neden, nasıl, bir tek adamdan mı korkuyor o kadar Türk askeri, olamaz, olamaz efendim. Sus bakalım sen! Başka?’ ‘Yok Yüzbaşım yok.’ Delikanlı zırıl zırıl terliyordu. ‘Yok Yüzbaşım, yok, candarmalar İnce Memedden korkmuyorlardı.’ ” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:IV, sa:47) “Ne berbat hava, diye yakındı on dört numaralı oy verme bürosunun, kalbi dışarı uğrayacakmış gibi atan sandık kurulu başkanı, üzerinden zırıl zırıl sular akan şemsiyesini sertçe kapatıp arabasını bıraktığı yerden adımını içeri attığı kapıya kadar kırk metre soluk almadan koşmasına karşılık pek işe yaramamış olan gabardin yağmurluğunu sırtından çıkarırken.” (J. Saramago, “Görmek”, sa:11) Zırlamak : Mızmızlanmakla ağlamak arası bir davranış, gereksiz dır dır yapmak “... ve bana olum git bu senin için belki bizim içinde bi talih ama bu alamanlar dolaş dolaş hep buralara geldiklerine göre arasıra ziyaretimize gelirsin dedi ve ben yeminederim gelicem dedim ama boazım Düümlenmişti çünki anam sanki ölüme gidermişim gibi zırlıyordu” (U. Eco, “Baudolino”, sa:16-7) “Tek söz söylemedi, ama kül gibi oldu. Yüzü ve elleri kül gibiydi. Tekrar yerine oturdu; iri iri açılmış gözler toprağa baktı. Tom temiz yürekliydi. Onu kucaklamak istedi, ama ufaklık, yüzünü buruşturarak kendini sertçe çekiverdi. -Bırak, dedim, alçak sesle. Neredeyse zırlamaya başlayacak.” (J.-P. Sartre, “Duvar”, sa:18) Zırnık (almamak, koparamamak, vermemek) : Hiç birşey; bir şeyin en küçük ve en değersiz kısmını (almamak, vermemek) “Böylece zavallı, kadın velinimetinden erkek velinimetine geçti. Fedor Pavloviç bu kez zırnık alamadı, çünkü general karısı kızmış, üstelik ikisine de beddua etmişti.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”, Cilt:I, sa:12) “Benim paramı da nezaketsiz ve kaba tavırlarla, söylene söylene verdiler; çünkü buna zorunluydular ve çünkü paramı almak içn üç aylık süremin dolmasına yalnızca altı gün kalmıştı. Yoksa zırnık alamazdım...” (Th. Fontane, “Effi Briest”, Cilt:II, sa:24) “Akşam yemeğine giyinip kuşanıp inmeyen herkesi yanındaki ufak yemek salonuna tıkıyor, şampanya ve kaplumbağa etinden oluşan bir tabldottan başka zırnık vermiyorlardı.” (O. Henry, “viski soda”, sa:122) “ ‘Eeeee...? Kardeşin de olsa, onu öldürelim mi istiyorsun yani?’ ‘O benim kardeşim değil, onun zırnığı bile benim değil.’ diye bağırdı Ferisi, giysilerini yırtıyormuş gibi yaparak. ‘Senin olsun, sana teslim ediyorum!’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:423) “ ‘Dikenlidüzü, Dikenlidüzü oldu olalı böyle ekin olmadı onda. Ne yalan söylersiniz? Düpedüz, bir hak mak tanımayız densene. Biz Ağaya zırnık bile veremeyiz densene.’ ” (Y. Kemal,”İnce Memed”, Cilt:I, sa:395) “LA FLECHE - Ev sahibiyle bir dalaveren mi var? FROSINE - Ya, onun hesabına küçük bir iş çeviriyorum, beş on para kıvırırız herhalde. LA FLECHE - Ondan mı? Tam buldun adamını, zırnık koparabilirsen aşkolsun derim; haberin olsun, metelik sızdırmazlar bu evde.” (Moliere, “Cimri”, sa:65) “... bu kadar akıl almaz derecede yabancıdır Nietzsche, yaratıcılığının doruğunda, çağına. Kimse birazcık olsun ona güvenmez, bir zırnık teşekkür etmez..” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:I, ‘Nietzsche’, sa:132) Zırnık bile geçmemek (eline) : Hemen hemen hiç para kazanmamak “Herkes kendine gerekli olan şeyi biliyor. Akıllı olanlar her şeyi elde eder, aptalların eline zırnık bile geçmez, herkes öğrenmesi gerekli olan şeyi kendi kendine öğrenir...” (M. Gorki, “Yol Arkadaşım”, sa:22) Zırtapoz : Serseri, başıboş (Argo) “Nihayet sabah olmadan, herkes daha uykudayken kalkıp kaçmaya karar verdim. Çünkü beş zırtapoz adamla dört kadın ve iki çocuğun hep birden başıma çullanıp beni pataklamaları hiç işime gelmiyordu.” (M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati ”, sa:494) Zırva, zırvalamak : Saçmasapan, ipe sapa gelmez şeyler söylemek “Yazı yaşamı hakkında, boş sayfanın karşısında oturmanın yarattığı umutsuzluk hakkında, bir türlü gelmek bilmeyen esin perisinin verdiği acı hakkında, beklenmedik -ve düzensiz- uykusuzluk nöbetleri, hararetli yaratım süreci, yazdıklarını bir türlü beğenmemek, özgüveninden kuşku duymak vb. hakkında bir sürü saçma sapan laf edilir. Ama bunların hepsi de zırva sayılmaz, öyle dğil mi? Yazmak, soluklanmak için pek de ara vermeden sürekli vermek ve vermek ve vermek demektir. Shakespeare’in çok sevdiği o pelikanı, yavrularnı kanıyla beslemek için kendi göğsünü yaran o kuşu anımsıyorum. -Ne tuhaf bir masal!- <5 Mayıs 2011, John>” (P. Auster-J.M. Coetzee, “Şimdi ve Burada-Mektuplar 2008-2011, sa:259) “Kapı açıldı ve onu gördüm. Değişmişti. Maskesi düşmüştü, karşımda yine o eski Oleron, okulun son günündeki o soluk benizli canavar vardı. -Egistus, dostum, dedi. Ne senaryoydu ama! Ne gülünç komedi! Şimdi beni tanıdın mı? -Ne yapmak istiyorsun, diye sordum titreyerek. -Ben doğru yolu terk etmedim, dedi Oleron, bana doğru ilerleyerek. Ve sen de bana-son adımı atmamda yardım edeceksin. ONLAR bir sınamadan geçmemi istiyorlar. Zaman kaybetmemeliyiz. -Oleron, dedim. Eleonora iyi değil... Neler zırvalıyorsun?” (Stefano Benni, “Deniz Dibindeki Bar”, sa:101) “Ağladığını duyuyordum; yüzünü ellerinin arasına saklamıştı. Kaçıp kurtulmadan önce ev başıma yıkılacak, gökyüzü tepeme inecekti sanki. Ama hiçbir şey olmadı. Gökyüzü böylesi zırvalar için yere inmez.” (J. Conrad, “Karanlığın Yüreği”, sa:175-6) “Böylece Fedor Pavloviç, görmeden, sırf hatırında yarım yamalak kalmış eski söylenti ve dedikodulara dayanarak konuşuyordu. Ama saçmalığını yumurtlar yumurtlamaz nasıl zırvaladığını kendi de farketti.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”, Cilt:I, sa:133) “KOMİSER - Kim, bizim müdür mü? DELİ - Evet... Sizi yöneten ve yönlendiren kişi! KOMİSER - Dinle yeter artık, zırvalarınla boşuboşuna zaman harcattınız bana... Lütfen çıkar mısın! Hadi bakalım!” (D. Fo, “bir anarşistin kaza sonucu ölümü”, sa:21) “Zarif kemer, binanın ağırlığını ortaya çıkarıyor; genş basamaklar meraklı yolcuları içeriye davet ediyor. Çan kulesi -yukarıdaki haç- kiliseyi oluşturan büyük haç- içerideki büyük haç. Rahip kürsüde cehennem hakkında zırvalar saçıyor, hanımlar ise sıralara oturmuş modadan bahsediyorlar. Böylesini daha çok seviyorum.” (P. Gauguin, “Mahrem Günlük”, sa:165) “... Ee, ne var ne yok? Karın nasıl? Çocuklar ne alemde? (Dişlerini göstererek sırıttı.) Bir boş zaman olsa da ziyaretinize gelsem diyorum, ama nerde... Kafayı çekmekten zaman mı kalıyor? -Hadi, hadi, bırak zırvayı! Şakanın sırası mı şimdi, şeytan herif!” (M. Gorki, “Yol Arkadaşı”, sa:64) “Esprili konuşurdu ve belki de ancak Pigault-Lebrun’ün bir çömezi olduğu halde, kendisini Epikür’ün bir çömezi sanacak kadar okumuştu. Sonsuz, ezeli ve ebedi şeylere, Piskopos denen adamcağızın zırvalarına içten içe, tatlı tatlı gülerdi.” (V. Hugo, “Sefiller”, sa:57-8) “..... Napolyon tam bir Fransız’dı: Yüz binlerce ölü onu tatmin etmeye yetmiyor, bir de yazarların hayranlığını istiyordu. Kültür danışmanına o günün Almanya’sında en üstün kültür otoritelerinin kimler olduğunu sordu; danışman en başta Goethe adında bir beyi saydı. Goethe! Napolyon eliyle alnına vurdu: ‘Genç Werther’in Acıları’nn yazarı! Mısır seferi esnasında bir gün subaylarının bu kitaba gömüldüklerini fark etmişti. Kitabı kendisi de bildiğinden küplere binmişti. Subayları böyle duygusal zırvalar okudukları için şiddetle suçlamış ve onlara ne olursa olsun bir romanın kapağını bile açmayı kesinlikle yasaklamıştı.” (M. Kundera, “Ölümsüzlük”, sa:68) “... <Yeni gelen hemşire> başgardiyana giderek her mahkum hakkında ‘günlük” bir rapor verme sistemi başlatmak istedi. Başgardiyan, hepimizin önünde, -belli ki- tepesi ataraktan kükredi: ‘Öyle saçma bir şey burada olamaz. Burada kendi zırvalarınızla oynamaya başlamayın. Sizler burada öylece dikilir ve kimsenin kaçıp kaçmayacağını gözlemlersiniz...” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:97) “Metnin linotiple dizilmek yerine, benim Floransa stilindeki kendi el yazımla basılmasını önerdim gazeteye. Yazı işler, müdürüne bunaklara vergi yeni bir zırvalık gibi görünmüştü bu önerim, ama genel müdür, yazı işlerinde hala dolaşan bir sözle razı etti onu: ‘Aldırmayın, zararsız deliler olacakları önceden sezinlerler.’ ” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:67) “İLK KUDAS TÖRENLERİ I Şu köy kiliseleri zırvanın zırvasıdır; Direkleri kirleten on beş küçük yumurcak Ayaklarından gelen kokular gibi ağır Aptalca vaazları dinler hırıldayarak. Yaşam yürür, dallardan sızan güneş uyarır Yaşlı renkleri, çarpık camlardan uzanarak.” (A. Rimbaud<1854-1891>, “Dizeler”, sa:108) “KENEVİRCİ - Amma da martaval ha. Biz böyle bir dinsel bölge bilmiyoruz. Belli ki siz kötü insanlarsınız, sizi gidi haydutlar, yalancılar! Bu zırvaları dinletmek için başka yere gidin.” (G. Sand, “Şeytanlı Göl”, sa:132) “Birbirlerini selamlıyorlardı yolda. ‘Bence,’ diyordu biri. ‘Şu Bayan Adıneyse, sahneye kendi çıkmalıydı, papaza bırakmamalıydı bu görevi... Ne de olsa yazar kendisi... Bence çok zekice kaleme alınmış... Yok şekerim, bence zırvalık.” (V. Woolf, “Perde Arası”, sa:171) Zır zır : Acı acı sesler çıkararak ağlamak; saat çınlaması, kapı zilinin çalması “ADAM : Bütün gece... Ömrüm bir gecedir bayanlar; gece derken şimdi bu sözcüğü bu anlamda kullandığımı unutmamanızı özellikle rica edeceğim... Evet..... Bütün gece, o... karım... mır mır mır mır mır konuşur dururdu kulağımda.....hiç boş bırakmazdı beni, çevremde döner dururdu fır fır fır fır, çat önümde çat arkamda.....dır dır dır dır anlatırdı o gün gelen ya da gittiği arkadaşların yediklerini, içtiklerini, gezdiklerini, tozduklarını..... dinlerken uyku bastırsa da biraz dalsam, geçsem kendimden, aşkımız öldü mü artık diye zır zır zır zır ağlar.... ben bütün bütün susunca da, dayanamaz balkona çıkar, ayazında karanlığın hır hır hır hır hırlardı sabaha dek!” (S.K. Aksal, “Oyunlar-Sonsuzluk Kitabevi”, sa:655) “Tam o sırada çalar saat zır zır ötmeye başladı. Hemen ona doğru bir hamle yapan Chester, yerde yatan viski şişesine çarpıp devirdi. Düğmesine basıp saati susturduktan sonra sabahlığına uzandı.” (P. Highsmith, “Ocak Ayının İki Yüzü”, sa:7) Zırzop : Saçma sapan, uygunsuz, münasebetsiz, uygunsuz -hareket ya da söz- (Argo) Bk.: Zırtapoz; Zirzop “KOMİSER - Özür dilerim doktor, biraz gelir misiniz. Şimdi de daha zırzop şeyler anlatıyor. Agnelli’yi onun kurtardığını söylüyor. Kişilik bölünmesiymiş, bu hepimizle dalga geçiyor.” (D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:63-4) “LORENZO : Nasıl her zırzop sözcüklerle opynamsını bilir! Galiba bu yakında en mükemmel zeka inceliği, susmak olacak; söz de papağanlardan başkasına nasip olmayacak. (Laucelot Gobo’ya.) Hadi herif git de söyle yemeğe hazır olsunlar.” (W. Shakespeare, “Venedik Taciri”, sa:125) Zıvanadan çıkartmak, çıkmak; Zıvanasız : Delirmek, kendini kaybetmek, sınırından çıkmak, aşırı sinirlenmek; Öyle biri “Birden, davullar kudurdu, iri yarı, kırmızı iblis zıvanadan çıktı. Gözleri alev alev, dizlerini kırıyor, kollarını bacaklarını dörtbir yana savuruyor, bir o bir bu bacağının üstünde dönüyor, gittikçe hızlanıyordu, öyle ki, sonunda, kolsuz bacaksız kalmış gibi oldu.” (A. Camus, “Büyüyen Taş, sa:62) “İndigo Çocuklar tanınmaya ve statüye doğuştan ihtiyaç duyarlar. Eğer uygun biçimde ele alınmazlarsa, bu çocuklar bu ihtiyaçlarını karşılamayı, alacakları eğitimi kaybetme pahasına öğrenebilirler. Onlar küçük bir sırıtışlarıyla yetişkinleri zıvanadan çıkartacak güce sahip olup olmadıklarını çabucak fark edeceklerdir.” (L. Carroll & J. Tober, “ indigo çocuklar”, sa:106) “ANTONIA - Delirdin mi? Bana söz vermiştin? ADAM - Sana söz falan vermedim. Karımın aşığını tanımak benim en kutsal hakkım. Gözlerini görmek istiyorum. Beni küçümser tavırla yüzünü buruşturup, zıvandan çıkartıcı rock pandomimiyle gitar çalacak, ben de o gitarı kafasında kıracağım!” (D. Fo-F. Rame, “Kadın Oyunları & Açık Aile”, sa:115) “Muhabbet uzayıp gidiyordu ki, Şvayk zıvanadan çıktı: “Bana bak, yeter artık! Bırak zevzeklik etmeyi de, yat yatağına, zıbar! Anlaşıldı mı?’ ”.......................................... “Şvayk, yatıştırıcı ve inandırıcı bir sesle, ‘Ama, komutanım,’ dedi, ‘herkes akıllı olacak diye bir kanun da yok. Hayatta aptallara da ihtiyaç var; herkes akıl küpü olsaydı bı dünyada sağduyudan geçilmez olurdu ki, o zaman da hepimiz deli çıkardık valla. Mesela, komutanım, herkesin doğa yasalarını bildiğini, herkesin gökcisimlerinin uzaklıklarını ölçebildiğini düşünebiliyor musunuz, canımıza okunurdu! Bizim Kupa meyhanesine gelen Çapek adında bir adam vardı, hepimizi zıvanadan çıkarırdı. Herif meyhanede güzel güzel otururken birden kalkar, dışarı çıkar, gökteki yıldızlara bakıp geri döner, karşısına ilk çıkana, ‘Bu gece Jüpiter ışıl ışıl,’ derdi. ‘Ama sen, cahil herif, elifi görürsen mertek sanırsın, enayi dünbeleği! Dünyadan haberin yok senin, o kadar uzaklara nasıl aklın ersin! Seni bir top mermisine koyup mermi hızıyla göğe fırlatsalar, milyonlarca yıl sonra varırsın oraya, kaz yumurtası!’ ” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:1, sa:142; Cilt:II, sa:188-9)) “Kampa dönüyorum. Yatışmış bulunan kör ihtiyar kadın banna borçlu olduğunu söyledi. Ne lüzum vardı! Kadını düştüğü yerde o haliyle bırakmamam olağan değil mi? Ah, bu çılgın, zıvanadan çıkmış çocuklar.” (Ö. von Horvath, “Allahsız Gençlik”, sa:48) “Şüphesiz, aradan geçen bir gece içinde, normal adam dünyayı ahmaklarla doldurmak imkanını bulmuştu, onun içindir ki zıvanasız adamlar bu kadar az görünür. Bununla beraber, bir tahtası fazla adamlar dünyayı velveleye verecek tanrısal sessizliği bozacak kadar kalabalıklaştılar.” (P. Istrati, “Angel Dayı”, sa:108) “Ben, yedi yaşımda birinci sınıfa başlarken, talihime bir zalimin eline düştüm; hiç yoktan beni döverdi. Sonuç: Sınıfın yarısı okuldan kaçardı. Bataklıklara gider, ya da kışın kayak kayardık. Tabii sınıfta kaldım, ertesi yıl ilkinden de zıvanasız bir adamın eline düştüm. Bu adam, kulaklarımnızı koparır, cetvel tahtasıyla ellerimizi kırar, burnumuzdan kan getiresiye tokatlardı.” (P. Istrati, “Hayat Yollarında”, sa:10) “Ben: -Kudurmuş zavallı Ftohoprodromos’un şerefine yiyelim, dedim; başpapazların manastırlarda ne yemekler yediklerini ve salyalarının nasıl aktığını ne hırsla anlatırdı; kralına da nasıl şikayet ederdi! Mıralarını hatırlar mısın? -Nasıl hatırlamam? Başpapazları hatırladığımda, ey Kral. Zıvanadan çıkıyorum, ıslatıyorum beynimi; Kendileri yerken balıkların en iyisini Bana veriyorlar, kokmuş tonbalığını Onlar sakız şarabını tıka basa içerken Benim midem bozuluyor sirkeden.. Güldü, fakat birden yüzünde bir gölge belirdi: -Gülmemiz ayıp, dedi; bu manastır <Girit’te Vatopedi manastırı> yüreğime ağırlık veriyor; keşişleri gördün mü? Hepsi semiz <iyi besli>; İsa tekrar yere inse ve tesadüfen Vatopedi’den geçse, kırbaç hepsinin üstünde nasıl şaklardı! Haydi, gidelim.” (N. Kazancakis, “El Greco’ya Mektuplar”, sa:197) “Esmenin de Emine gibi burnu büyümüş, o da ak sakallı Azizi tanımamış, yüzüne bile bakmamıştı. Oysa Aziz onun babasının yakın dostuydu. Aziz, Kastal köyüne gittiğinde onların evinde kalır, Esme’nin babası da Yalnızköy’e geldiğinde onların evinde kalırdı. Ak sakallı Azizi tanımayan bu karılar babalarını tanımasalar bile Azizi, hem de ak sakallı Uzun Azizi tanırlardı. Onların Azizi tanımamaları Azizin o kadar ağırına gitmişti ki, Azizi zıvanadan çıkarmıştı.” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:328) “Paşa mektubu okyunca zıvanadan çıktı. Ne yapacağını bilmiyordu. Mektubu getireni sordu. Zavallı bir çobandı. Ve her şeyden habersizdi.” (Y. Kemal, “Çakırcalı Efe”, sa:100) “Sonra sürülerce kendi yörelerinde dönüyorlar, dönüyorlar, bitip tükeniyor, ters dönüyor apak denizin yüzüne seriliyorlardı. Ben bunu 1966 yılı baharında böylece gördüm. İnsanlığıma dokundu. Balıkçılar da böylece görüp zıvanadan çıktılar.” (Y. Kemal, “Denizler Kurudu”, sa:153) “Durup dururken şu dünyaya ne olmuştu ? Onun bu kadar delirdiği zıvanadan çıktığı şimdiye kadar ne görülmüş, ne de duyulmuştu.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köroğlu’nun Meydana Çıkışı”, sa:17) “GELİN - Hakkı var kadının. Seninle hiç konuşmamalıydım. Ama şu cüretin zıvanadan çıkarıyor beni. Gelip beni görmeye, düğünüme katılmaya ve tacımla ilgilenmeye yürek buluyorsun kendinde… Çık buradan! Git kapıda karını bekle!” (F. Garcia Lorca, “Kanlı Düğün”, sa:33) “... kalçaları biçimlenme sürecini tamamlamış, kemikleri daha sağlam, daha uyumlu olmuştu. Doğanın bu becerileri beni hayran bırakmış, ama yapay olanlar şaşırtmıştı: takma kirpikler, el ve ayak tırnaklarında sedefli ojeler ve aşkla hiç ilgisi olmayan iki çeyreklik bir parfüm. Yine de beni asıl zıvanadan çıkaran, üzerinde taşıdığı servet oldu..... ‘Orospu!’ dşiye bağırdım.” (G.G. Marquez, “Benim Hüzünlü Orospularım”, sa:89) “HORNE - Herifi yere vurdunuz; zıvanadan çıktı. BARTLETT, korkunç korkunç başını sallar. - Onu ilk kez yere vurmuyorum ki… Ama şimdiye kadar… hiçbir vakit… bana böyle karşı gelmemişti. Hayır, başka bir kurt yeniği var… Başka bir kurt yeniği.” (Eu. O’Neill, “Altın”, sa:21) “İyileşmem artık; yoktur aklıma derman, Zıvanadan çıkmışım: göremem rahat yüzü; Düşüncem de, lafım da çılgınca, karman çorman, Rastgele söylerim her deli saçması sözü.” (W. Shakespeare<1564-1616>, “Tüm Soneler”, no:147, sa:335) “Bunun üzerine onu bitkinliğinden kurtarmak istiyen doktorun çabalarıyla da öylesine zıvanadan çıktı ki, Hautemare’ların evciğine bitişik ve Sansfin’in birkaç saat içinde boşaltıp döşettiği bir kulübede birkaç gün ve herkesin gözü önünde gelip kalmak üzere şatodan ayrıldı.” (Stendhal, “Lamiel”, Cilt:I, sa:77) “ ‘Hanımefendi, işte burada, bana bu akşam sizi yeniden görme mutluluğuna erme bahanesini de işte bu sağladı.’ Düşes pusulayı hayranlıkla okudu. Kont’un uzun anlatısı sırasında Fabrice kendini toparlayacak zamanı bulmuştu: Bu olaya hiç şaşırmamış göründü; bir kentsoyluyu zıvanadan çıkaracak talihin bu tecellilerine <sonuçlarına>, bu olağanüstü ilerlemelere hakkı olduğuna doğallıkla her zaman inanan gerçek bir büyük senyör <beyefendi> gibi karşıladı olayı.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:214) “İnsanlarin, çevresinde olup bitenlere kızdıkça hastalığının artacağını, bu yüzden hiçbir şeye aldırış etmemesi gerektiğini kabul ettiği halde tam tersini yapıyordu. Huzurun, sağlığına çok iyi geldiğini bildiği için her yerde onu arıyor, huzurunu kaçıran en ufak olayda zıvanadan çıkıyordu.” (L. Tolstoy, “İvan İlyiç’in Ölümü”, sa:59) (Eusebius Chubb’ın, bahçesinde gezinti notlarından) “Nereye baksa bitkiler şaha kalkmışlardır. Salatalıklar, ‘çimenlerin üstünden kıvrıla büküle! Ayaklarına uzanmaktadır. Dev karnabaharlar zıvanadan çıkmış imgeleminde karaağaçlara bile meydan okuyarak deste deste yükselmektedir. Tavuklar dur durak bilmeden rengi belirsiz yumurtalar yumurtlamaktadır. Derken bir iç çekişiyle kendi doğurtkanlığını ve şu an içerde on beşinci doğumunun sancılarıyla kıvranmakta olan zavallı karısını anımsar ve kendi kendine tavukları ne hakla suçladığını sorar.” (V. Woolf, “Orlando”, sa:152) zibet(h) : (ZOO.,HİNT MYTH.) <zi’bet> : Hindistana mahsus bir çeşit misk kedisi Zibidi : Yersiz ve zamansız davranışlı, kısa ve dar giysili kimse “...yağ bağlamış hottentot <Hotanto’lu)> karıları gibi övüne övüne sergilemeyi, şıklığın, rahatlığın gereği sayardı bu ahmak zibidiler – ah, hançerleyebilirdi onları bakışlarıyla, havadar, serin kısa kollu garson gömleği giymiş o ‘ne oldum delisi’ öküzleri!” (Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:70) Zifaf; Zifaf gecesi : Gerdeğe girilen, evliliğin ilk gecesi “Ben ----Dünyam sana inanmaktır Dünyam kokundur Dünyam vadide bir yaldız Veya gölgede aşkı büyüten Susan ruhumla zifafım Büyür Herhangi Bir Yıkıntıda” (Vedad Benmusa-Metin Fındıkçı, “Şiir Atlası, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.04.08) “Mevlana, zifaf gecesi şu gazeli buyurdu: ‘Ey Tanrım! Bütün düğün Kadir gecesinin, Ramazan gecesinin, bayramların, Adem ile Havva’nın, Yusuf ile Yakub’un birleşmesinin, Cennet seyrinin ve daha bunun gibi anımsanması mümkün olmayan tüm kutlulukları yalnız bizim şeyhimiz ve büyüğümüzün sevinç ve mutluluğuna feda olsun.’ ” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:136) “İki kızkardeş konuğun yatağını yüksekteki tahta üzerinde serdiler. Maria sandığını açıp, zifaf gecesi için sakladığı ipek ve keten yatak takımını çıkardı..... Kokulu otlar da buldu -fesleğen ve nane- ve yastığına tıkabasa doldurdu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:318) “İLKİN İLKİ Ey uyanık şafağın sözü Yırtılmış ipeklerle sarkarsın Her şey üstünde hastalandıktan sonra Tebeşirin üstünde Zifafla toplanacak” (Mahmud Kurna<d.1961>-Metin Fındıkçı, “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 21.02.08) Zifir; Zifiri karanlık : Göz gözü görmeyecek derecede koyu, sipsiyah karanlık “REQUİEM III Hayır, ben değil, bir başkası çekiyor acıyı. Böylesine dayanamazdım ben. Ve kara çarşaflar örtüyor Örtüyor başa gelenleri. Ve gece fenerlerini de götürüyorlar... Gece. Zifiri gece.” (A. Ahmatova<1889-1966>, “yaban balı özgürlük kokar”, sa:81) “-Üstadım, dedim, zifiri karanlıklar içinde bu şekilde cezaya çarptırılan bu ruhlar kimlerdir? Yanıt verdi: -Kim olduklarını öğrenmek istediğin bu ruhlardan en önde gideni, çeşitli diller konuşan milletlere <Babil halkı> hükümdarlık etmiştir. Şehvetine o kadar düşkündü ki, kendi yüzkarasını örtmek için, hoşa giden her şeye göz yumdu yasalarında.” (D. Alighieri, “İlahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:110) “Hemen kıvırma sonuna kadar papirus rulosunu Ephesoslu Herakleitos’un. Yol çetin, Sis içinde ortalık, her yan zifiri karanlık. Ama biri anlatmaya bir başlasın, Güneşten berrak gelir sana o sözler.” (Anonim, “antikçağ anadolu şiiri antolojisi”, sa:173) “Otobüs yola devam ediyor, uzun bir yolculuk, saatlerce direksiyon sallamak gerekiyor, gecenin bir yarısı yağmur başlıyor. Dağ başında bir yerlerdeler, zifiri karanlık, bir de üstüne yağmur, şoför direksiyon kontrolünü kaybediyor, otobüs bir uçuruma yuvarlanıyor, dokuz oyuncu ölüyor. Korkunç bir şey. Ama bizim adam yine yırtıyor. Şu işe bak Pili. Azrail üç kez onu almaya geliyor ama o üçünde de yakayı sıyırmayı başarıyor.” (P. Auster, “Sunset Park”, sa:39) “Robert Langdon kendini ceset gibi hissediyordu. Hayatta olabileceği en dar yerde, zifiri karanlıkta sırtüstü yatmış, ellerini göğsüne kavuşturmuştu. Katherine benzer pozisyonda, başına yakın bir yerde yattığı halde onu göremiyordu..... Çok küçük bir yerdeydi. Küçücük. Altmış saniye önce okuma odasının kapıları yerle bir olurken, o ve Katherine, Bellamy’nin peşinden sekizgen konsola girip, dar merdivenden inmiş ve aşağıdaki beklenmedik yere gelmişlerdi.” (Dan Brown, “Kayıp Sembol”, sa:254) “Böylece, Harriette’le girişilecek bir savaşı hazırlamaya, ona neyi söylemeli neyi söylememeli düşünmeye de gerek kalmayacak, Henriette’in yönünden değişen bir şey olmayacak çünkü, bu sırada belki de binlerce damlacıkla örtülü camlardan bakarken, zifiri karanlığın bağrında, aydınlık koridor pencerelerinden sızan ışıkla ortaya çıkacak olan yerlerdeki çürümekte olan yapraklarla örtülü yamaçlarla birlikte, Fonttainebleau Ormanındaki yüzlerce ağaç gövdesinin benek benek geçtiğini göreceksiniz ve dingillerin uğultusunu bastıran nal seslerini, avcının alaycı sesini işitir gibi olacaksınız: ‘Sesimi duyuyor musunuz?..’ ” (M. Butor, “Değişme”, sa:199) “Temas. Maria fahişeleri, müşterileri, annesiyle babasını unutuyor, şimdi zifiri karanlıkta. Öğlendan akşama kadar bütün vaktini, ona onurunu tekrar kazandıran, mutluluk arayışının acı iihtiyacından daha önemli olduğunu öğreten bir erkeğe ne sunabileceğini düşünerek geçirdi.” (P. Coelho, “On Bir Dakika”, sa:189) “Uzun süre yatıp zifiri karanlığa bakıyorum, oysa çadırın tepesinin bir kol mesafesinde olduğunu biliyorum. Tutkumun kaynağına ilişkin, açıkça dile getirilmiş hiçbir düşünce, ne kadar ters olursa olsun ben altüst etmiyor, ‘Yorgun olmalıyım.’ diye düşünüyorum.” (J.M. Coetzee, “Barbarları Beklerken”, sa:87) “Bir çekişte cumbanın önündeki perde yırtılıyor. Köşe zifiri bir karanlık içinde. Bu odanın atmosferinde kibritim yanmıyor. Eğilip yoklayarak sırtüstü uzanmış olan Cuma’yı buluyorum. Tahta gibi sert olan ayaklarına dokunuyorum. Sonra gövdesini saran yumuşak, ağır dokuyu hissederek yukarı yüzüne kadar ulaşıyorum.” (J.M. Coetzee, “Düşman”, sa:120) “Ama karşıya baktıkça oradan kendisine ısrarla bakanın bir surat olduğuna daha çok inanıyor. Gerçek bir surat mı? İmgelemi, karanlık geçitlerde gizlenen, gözleri parlayan, sakallı adamlarla dolu. Bununla birlikte, bina girişinin zifiri karanlığına adım atarken bir başka varlığı o kadar somut hissediyor ki tüyleri ürperiyor. Duruyor, soluğunu tutuyor, kulak kabartıyor. Sonra bir kibrit çakıyor.” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:96) “Ana oğul, sabahın alaca karanlığından gecenin zifiri karanlığı çökünceye kadar, canlarını çıkarasıya çalışırlar, hem de hiç konuşmazlar ve mahzun mahzun düşünürlerdi, sadece.” (E. Eschenbach, “Köyün Çocuğu”, sa:4) “Bir de bu arada beni Yahudi sanmaları tepemi attırıyordu. Neyse Roma’ya vardım. Tam MaXimus Meydanından geçerken, zifiri karanlıkta birinin ‘Hey, sen misin Michob?’ diye bağırdıüğını duydum.” (O. Henry, “viski soda”, sa:84) “Zifiri karanlıkta görme açısından kedi gözlerini hiç de aratmayan gözleri, bir kapının girintisindei ressamların deyişiyle bir ‘bütün’ seçmişti: Yani bir yaratık ve bir eşya. Eşya, bir el arabasıydı; yaratıksa, arabanın içinde uyuyan bir taşralı.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:542) “ ‘Yağmur dinmiş biraz,’ dedi Magdalena. ‘Gideyim ben,’ diye cevap verdi delikanlı yerinden kalkarak. ‘İlkin ağzına bir lokma bir şey koy da gücün kuvvetin yerine gelsin. Bu havada nereye gidebilirsin ki? Dışarısı zifiri karanlık, yağmur da henüz tam dinmiş değil.’ ” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:113) “Scarlett yerinden bile kıpırdamadı. Yüzbaşı sert bir hareketle genç kadını kollarının altından yakalayıp yere indiirdi, sonra da birkaç adım öteye sürükledi. Scarlett ayakkabılarının içine toz toprak dolduğunu ve ayaklarının acıdığını hissetti. Sıcak ve zifiri karanlık onu kuşatmıştı.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:I, sa:513-4) “SMITHERS (Jones’un hissettiklerini sezerek, haince) - Bu gece ormanda zifiri karanlık basınca gözde cinlerini, hortlaklarını senin peşine takacaklar... Yarın sabaha çıkmadan geçmişi kandilli saçlarının dimdik olduğunu göreceksin..... O aşağılık orman gündüz gözü ile bile acayip bir yerdir. O derece sessizdir ki, insan orada başına neler gelebileceğini kestiremez.” (Eu. O’Neill, “İmparator Jones”, sa:31) “Eksik yaptıkları bu işten, dehşetle karışık bir esef duyuyorlardı. Şimdi, bu hatayı nasıl tamir edeceklerdi? Fouan’ın yüzünü gözünü sabunla ne kadar temizleseler, katiyen ağarmayacaktı. Onu böyle zifir gibi kararmış görüp duydukları endişe, ikisine de bir fikir ilham etti. Lise: -Yaksak, nasıl olur? dedi.” (E. Zola, “Toprak, Cilt:II, sa:371) Zifos atmak; Zifos içinde bırakmak : Çamur atmak; vasıtayla sokaktaki çamuru sıçratmak “Ah nerede o bakanlıkların kapısı önünde nöbette geçen uzun geceler, içine yağmur yağan o eski nöbetçi kulübeleri, üşüyen ayaklar!... Geçerken bizi zifos içinde bırakan saltanat arabaları!...” (A. Daudet, “Değirmenimden Mektuplar”, Cilt:II, sa:104) Ziftin pekini ye(sin) : Sunulan yemeği beyenmeyen kimsenin ardından söylenen ilenç; O ne yerse yesin (Argo) “Daha doğrusu, ikisinden de vazgeçemiyordu. Ne kahveden, ne soğan ekmekten, ama bunun olanaksız olduğunu da biliyordu. Parakovya Osipovna böyle bir şeye razı olur muydu hiç? Karısı kendi kendine, ‘Zifitin pekini ye, musibet,’ diye düşündü.” (N. Gogol, “Üç Öykü-Burun”, sa:17-18) “Alacalı bir kedi kapıdan girdi. Birkaç kere miyavladıktan sonra döndü, geldiği gibi salına salına sokağa çıktı. ‘Hayrettin?’ ‘Ne o be?’ ‘Yiyemeyeceğim ben bunu...’ ‘Ziftin pekini ye... Kes artık’ ” (O. Hançerlioğlu, “Bordamıza Vuran Deniz”, sa:37) “Kamil Bey, birkaç lokma yedikten sonra tıkandı. Bir cigara yaktı. Onun bıraktığını görünce gardiyanasker de elini çekti: -Az yedin! -Doydum. Sen de az yedin. Bunları giderken götür. Arkadaşlarınızla yarın yersiniz. -Olmaz. Arkadaşlar ziftin pekini yesin. Güzelce sararız. Yarın canın çeker.” (K. Tahir, “Esir Şehrin İnsanları”, sa:245) “ ‘... Türkü kısmında yalan olmaz. Türkü aşık işidir. Bir köprü başında kırk tane Çerkes atlısını kırdığı da doğru öyleyse...’ ‘Herhal...’ ‘Peki, zenginden alır, fakire verirmiş de, kendisi ne yermiş?’ Bektaşi Emmi içinden ‘Ziftin pekini...’ diye geçirdi..” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:34) Ziftlenmek : Tıkınmak, yemek yemek (Argo) “ ‘Manen sarhoş’muş; büyük laflara da bayılır keratalar! Lalası mıyım ben onun? Ziftlenmeden yapamadı, yüzü gözü kan içindeydi. Kim bilir gene kiminle dalaştı?” (F. Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”, Cilt:III, sa:77) “Sabah sabah terbiyesizlik istemez! Karnın acıkmadı mı? Otur da ziftlen! Gevezelik edip durma!” (M. Tevfik, “Bir Çalgıcının Seyahati”, sa:435) ziggurat, zikkurat : (MİMAR.,ASUR&BABİL MYTH.,) <zi’gurat, zi’kurat> : Asur ve Babil mimari sanatında, gökteki yıldızları izlemek için <Mısır Firavunları gibi> yaptıkları piramit şeklinde, tepelerinde mabet bulunan yüksek gözlem kuleleri Zihin : Akıl, düşünme gücü; bilinç, bellek; canlının duygu ve davranışlar dışındaki ruhsal etkinliklerinin tümü “<Serrano’dan Jung’a:> ‘Ama zihin her nerede ise, ister dağda ister kalabalıkta, alabilen ve iletebilen bir radyo gibi değil mi?’ dedim, ‘Kuşkusuz her nerede olursa olsun bir bireyin zihninden yayılanları alan bir tür kolektif zihin var. Hatta bazen bir sonuca ulaşmak için fiziksel hareketin veya bir insanla temasın bile gerekmediğini düşünürüm. Biliyorsunuz ki Benares’te dünyada barışı sağlamak için sürekli odaklanan, sihirli formülleri ve eski mantraları tekrarlayan bir avuç münzevi Brahman var. Belki de Birleşmiş Milletlerden daha başarılar. Evet, zihnin, radyoya benzediğini düşünüyorum...’ ” (Miguel Serrano, “C.G. Jung & Hermann Hesse: İki Dostluğun Anıları”, sa:107) Zihnine takılmak : Fikri sabit olmak, bir çözüm bulamamak “Hemen hemen hiçbir direnç görmeden Pork Chop Hill’il almıştık. Bu kez General Troudeau sanki hayatını bu hücuma bağlamış gibi, tüm hava kuvvetlerinin de takviyesini almıştı. Yanıtını veremediğim bir soru hep zihnime takılmıştır: bu epik yazdırmış tepeyi kurtardıktan sonra, General, oradan tamamen çekilmemeizi ve tepenin tümüyle dümdüz edilmesini emretmişti ve bunlar yapıldı. Niye?” (İ. Ersevim, “Bir Doğumun Hikayesi-Pork Chop Hill Savaşı”, sa:134) Zihnini toparlamak : Aklını, fikrini düzenlemeye çalışmak ; unutulanları anılamak “Zenci bir şey söylemeden baktı, zihnini toparlamaya çalışıyor gibiydi. Sonunda yere çöktü, mayosunu kucağına koydu ve sigara sarmaya başladı.” (J.-P. Sartre, “Yaşanmayan Zaman”, sa:44) Zik(i)r : (AR.,PSYCH.,DİN) : Anmak, hatırlamak, yad etmek. Karşıtı: Unutmak “Yüce Allahı anmak <zikir>: a) Onun büyüklüğünü ve sınırsız gücünü düşünmekle olur. Bundan, O’nu yüceltme duygusu doğar; b) Bazen de azabını anmakla doğar; c) Bir de onun nimetlerini hatırlamakla doğar ki, bundan ‘ş ü k ü r’ doğar; d) Yahut da onun pek dikkate değer ve üstün eserlerini düşünmekler olur. Bundan da uyanma ve ibret alma düşüncesi doğar. Gece gündüz zikredenin Yardımcısı Rahman olur. Her yerde Allah diyenin, Hakk derdine derman olur.” (Kemal Güran, “Müslümanın El Kitabı”, sa:374) Zikri neyse fikri de o olmak : Bk.: Fikri ne ise zikri de o olmak Zil : Aç, karnı aç “-Hangi oğlanı?.. Pandeli tayıncısını mı? Şunun lafını bana açmayın demedim mi yahu? -Yemeği yesin, dehleriz! Kumarda temizlenmiştir. Zildir. Sabahtanberi cıgarasızdır.” (K. Tahir, “Esir Şehrin Mahkumu”, sa:51) Zillet : (ARAP.): Alçaklık, aşağılık, aşırı küçülme “Hakirlikte yediğin şu yemek eksik olsun! Tenceren dolu ama, yitip gitmiş onurun! Ekmeğin arttı ama, onurun da eksildi, İstemek zilletinden, yoksulluk daha iyi!..’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:136) Zilli : Eli maşalı, gürültücü, şamatacı, çingene (Argo) “Bu olay da ayrıca, Kudret Yanardağ lehine iyi bir puvan olmuş, şehir, kadınlar bile, beyefendiye yerden göğe kadar hak vermişlerdi: -Doğrusu çok sabırlı bir insanmış! -Ben olacam da, kürsüde konuşacam da, zilli gelip dırdır edecek ha?” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:275) Zil takıp oynamak : Sevinçten, her iki eline zil takıp, oynak bir hava tutturarak göbek atmak “... Şvayk da, Karel Köprüsü’nün oradaki banyolardan çok daha iyi olduğunu, zaten banyo yapmayı çok sevdiğini söylemişti. ‘Hani, bir de, ‘diye eklemişti candan bir gülümseyişle, ‘tırnaklarımla saçımı kesseniz, zil takıp oynarım herhalde..’ Şvayk’ın bu ricasını da yerine getirmişler, ardından bir süngerle ovup temizlemişler, bir çarşafa sarıp birinci koğuşa taşımışlardı. Yatağa yatırıp üstüne bir battaniye örttükten sonra uyumasını söylemişlerdi. Şvayk, bu olayı, bugün bile kendinden geçerek anlatır: ‘Düşünsenize, taşıdılar beni, kucaklarında taşıdılar. Zevkten dört köşe olmuştum.’ ” (Y. Haşek, “Aslan Asker Şvayk”, Cilt:I, sa:56) “-Ay, ama, bırak. Annemin ölüm haberi olmasaydı. -Ne yapardın? -Zil takıp oynardım, sevincimden, hüngür hüngür ağlardım.” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:78) “ ‘Bir de balta sesini doktorlar, adadaki zabitler duyarsa…’ ‘Benim baltamın sesi çıkmaz. Ses çıkmayınca da duyulmaz. İşte ben çamlığa gidiyorum, yüreği atan varsa arkamdan odun toplasın.’ ‘Zabitlerin kızacak halleri kalmadı,’ dedi Arsen Usta, ‘iki gündür de mektep tatil. İki gündür de yüzleri gülmüyor doktorların. Evlerinde yemek pişirecek odunları bile kalmamış. Balta seslerini duysalar zil takarlar da oynarlar.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Cilt:3, sa:429) Zilzurna (Aşık; Kafayı çekmek; Sarhoş olmak) : Aşırı derecede, sırsıklam (içmek, sevmek), fitil gibi (sarhoş olmak) Bk.: Körkütük sarhoş olmak; Zurna gibi sarhoş “İSTANBUL -------------Geceleri el kadar bayraklı gemilerin Kızların uykularına girip dolaştıkları malumunuzdur İnsana daima güzel şeyler düşündüren yıldızların Zil zurnalığı için cıgaralar yakılıp İki gözü iki çeşmedir serseriler için İstanbul Dört yanında Allah’a söve söve yaşanır.” (İlhan Berk<1916-2008>; “Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antolojisi”, Ataol Behramoğlu, Cilt:1, sa:427) “ ‘Bir arkadaşım vardı, ayık dolaştığı görülmemişti, ama her gece Meryem Ana’ya üç şükran duası okurdu. Annesi çocukluğundan beri onu öyle alıştırmıştı. Eve zilzurna sarhoş gittiğinde bile, üstelik Tanrı’ya inanmadığı halde, Meryem Ana’ya üç şükran duasını okumayı hiç unutmazdı.’ ” (P. Coelho, “Hac”, sa:57) “SORİN (Sakalını tarayarak.) - Hayatımın trajedisidir bu. Gençliğimde de böyleydi dış grörünüşüm, sanki zil zurna sarhoşmuşum gibi filan. Kadınlar hiçbir zaman sevmediler beni.” ..... “(ARKADİNA) ... Hım, Fransızlarda bu böyledir belki, ama bizimle ilgisi yok. Bizde hesap kitap yoktur bu işte. Bizde kadın, yazarı elde etmeden önce zilzurna aşık olur ona, bilmez misiniz?” (A. Çehov, “Martı”, sa:28;47) “Vak’a, Fedor Pavloviç’in Petersburg’dan ilk karısı Adelaida İvanovna’nın ölüm haberini aldığı ve şapkasında siyah yas şeridiyle zilzurna sarhoş olarak türlü türlü rezaletleriyle kasabanın ipsizlerini bile iğrendirdiği sırada olmuştu.” (F. Dostoyevski, “Karamazov Kardeşler”, Cilt:I, sa:149) “ ‘Nuh yazı yazmasını biliyor muydu peki?’ diye soruyordu Boron. ‘Nuh yalnızca iyi şarapla kafayı bulmayı biliyordu’ diyordu Boidi, ‘hayvanları gemiye yüklediğinde zil zurna sarhoş olmalıydı, sivrisinekleri abarttı ama tekboynuzları unuttu, işte onun için artık tekboynuzlar yok.’ ‘Var, var...’ diye mırıldandı Baudolino, birden keyfi kaçmıştı.” (U. Eco, “Baudolino”, sa:491) “Viyahir annesini ‘Benim Mordovlum’ diye çağırırdı, biz bunu gülünç bulmazdık. ‘Dün benim Mordovlum eve yine zil zurna sarhoş damladı, kapıyı fayrap edip eşiğe yan geldi, oturdu, üstelik bir de şarkı tutturdu bizim kuş!’ ” (M. Gorki, “Çocukluğum”, sa:241) “Bir gün bir Kazak köyünde, bin güçlükle ve gizlice biriktirdiğim beş rubleyi çıkınımdan aşırdı; akşam üstü zil zurna sarhoş, yanında da iri bir Kazak karısıyla, o sırada çalıştığım bostana çıkıp geldi.” (M. Gorki, “Yol Arkadaşım”, sa:134) “İki kez boşu boşuna bekledikten birkaç gün sonra, bir akşam geç vakit ona rastladım; gecenin ayazında bir köşe başında karşıma çıkmıştı, yalpalıyordu, zil zurna sarhoştu.” (H. Hesse, “Demian”, sa:146) “Kendisini uyararak, ‘Bizi görenler ne düşünür sonra?’ dedim mahcub. ‘İkimizin mutluluktan havalarda uçtuğumuzu ya da zil zurna sarhoş olduğumuzu,’ diye cevapladı. ‘Çokları da hiçbir şey düşünmeyecektir,’ dedi.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:48) “O gün arılar, dünyanın böylesi haspalığına, şenliğine, deliliğine, ışığına hiçbir diyecekleri yokmuş gibi, zilzurna sarhoş, aptal aptal uğulduyorlardı.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek”, sa:35) “El arabasının kolları kaldırıma dayalıydı; taşralı da arabasının ön tahtasına başını dayamıştı. Gövdesi eğik düzeyin üzerinde bükülü kalmıştı, ayakları yerdeydi. Bu dünya işlerinde engin tecrübe sahibi olan Gavroche, hemen adamın sarhoşluktan sızmış olduğunu anladı; belli ki çok içen ve çarçabuk zilzurna olan hamallardan biriydi bu.” (V. Hugo, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:542) “Dört atlı araba yola koyuldu. Hemen uşak bozuntularının burunları havalandı, foyalarını meydana vurdular ve ‘kedi evde olmayınca sıçanlar hora teper’ sözünü doğruladılar. Oynadılar, tıkındılar, zilzurna oldular.” (P. Istrati, “Angel Dayı”, sa:80) “Üstelik bende para olduğunu, bu paranın havadan geldiğini bilir; çünkü kumarda kazanıp da eve zil zurna sarhoş döndüğü zamanlar babamdan çalarım.” (P. Istrati, “Nerrantsula”, sa:54) “-Bir eri vardı zavallının, senin kadar babayiğit değildi de seni andırırdı azbuçuk. Motora meraklıydı, motorsiklete. Bir gün buraya geliyor, çarşı içindeki büyük içkili lokantayı bilir misin? Orda kafayı çek ha çek ediyor. Geç vakit zil zurna çıkıyor lokantadan...” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:55) “-... İşte o zaman afandım, Mister Rett’in delirdiğine karar verdim. Üstelik ne yiyor, ne içiyor. Bir de zil zurna sarhoş! Ama hepsi bu kadar değil afandım. O aklını iyice oynatmış, zır deli olmuş.. Beni hemen kapı dışarı etti. Affınıza sığınarak söylüyorum afandım, ‘s...tir buradan!’ diyerek beni odadan kovdu.” (M. Mitchell, “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt:II, sa:1270) “Beni aşık, dertli ve çaresiz görmekteen hoşlandıkları Beyoğlu meyhanesinde, zil zurna sarhoş olmamı gülümseyerek karşıladılar, on sekiz yaşından küçük bir kızla babasının rızası olmadan değil evlenmek, aynı evde oturursam bile hapse tıkılacağımı hatırlattılar...” (O. Pamuk, “İstanbul”, sa:316) “Yazık ki Buci Sokağının çatı katındaki mutluluk da uzun sürmez. Komşular şikayetçi. Delikanlı eve zilzurna sarhoş geliyor, merdivenleri türkü söyleyerek çıkıyor, odasında sürekli dolaşıyor, pencereden sokağa haykırıyor.” (A. Rimbaud, “Dizeler”, sa:38) “... tam bu adamda düşlemgücünden bir iz bulunmadığını düşünür dururken, birden sokakta, biraz sonra da otelin kapısında büyük bir gürültü koptu. Otelde kalan ve zil zurna sarhoş bir durumda getirilen delikanlılardan biriydi bu.” (Stendhal, “Lamiel”, Cilt:II, sa:85) “O gece yüz kadar kaçak Cheval Blanc <Fr.: Beyaz At> hanına gelmişlerdi. Hepsi bir ağızdan bağırıp küfürler ediyorlardı. Fabrice’in yanı başında görebildiği beş altı tanesi zil zurna sarhoşa benziyordu. İçlerinden biri onu durdurmak istiyor ve avazı çıktığı kadar: ‘Benim atımı nereye götürüyorsun?’ diye bağırıyordu.” (Stendhal, “Parma Manastırı”, sa:91) “Yaşlı Haien bu son sözleri işitmeyerek, ‘Herifin ahırınızı berbat ettiğini düşünüyorum,’ dedi. ‘Berbat mı? Hem de nasıl! Şişman köpek kızartması, buzağılara yem vermiyor, samanlıkta zil zurna sarhoş yatıyordu. Hayvanlar bütün gece su istiyerek bağırıyor, ben de bu yüzden öğleye dek uyumak zorunda kalıyordum; işler böyle yürümez!’ ” (Th. Storm, “Kır Atlı”, sa:44-5) “Nikita yakın bir köyden, yaşamını daha çok şunun bunun yanında uşaklık ederek geçirdiği için evsizbarksız sayılan, elli yaşlarında bir köylüydü. Çalışkanlığı, işe yatkınlığı, güçlü kuvvetli oluşu, en çok da uysallığı yüzünden aranan bir işçiydi. Gelgelelim, yılda bir kaç kez zil zurna kafayı çekerek nesi var, nesi yok sattığı için hiçbir yerde dikiş tutturamamıştı.” (L. Tolstoy, “Efendi İle Uşağı”, sa:12) “<Korney> Önce bir yıl kadar bir hayvan tüccarının yanında kahya olarak çalıştı, ama bir gün yolda zil zurna sarhoş oldu diye oradan kovuldu. Sonra, tanıdığı bir şarap tüccarının yanında iş buldu, ama burada da fazla tutunamadı. Hesap yanlışı yaptığı için işine son verdiler.” (L. Tolstoy, “Korney Vasilyev”, sa:116) “THERESE - Sizden! Hatırlamıyor bile! Dün mahzendeki işi saat kaçta bitirdiniz? HIDOUX - Yedide. THERESE - Saat dokuzda zilzurna sarhoştunuz! Ama daha yıkanmamış, üstünüzü başınızı değiştirmemiştiniz!” (Ch.Vildrac, “Sonsuz Yolculuk”, sa:9) “Saat ikiye doğru üç genç ve dayı evden ayrıldılar. Dayı zil zurna sarhoştu. Onu bir arabaya koyup göndermek istediler, ama sessiz gecede hiçbir tekerlek sesi duyulmuyordu.” (E. Zola, “Apartman”, Cilt:II, sa:30) Zina işlemek, yapmak : Evli olmasına karşın başkasının eşiyle cinsel ilişkide bulunmak “Suların üzerinde bulunan ve yedi başlı olarak yaratılan, kocası <Papa> erdemi kendine rehber edindiği sürece kuvvet ve kudretini on boynuzundan almış olan kadının <Kilise> kırallarla zina ettiğini görünce, İncili yazan Havari <Aziz Giovanni> siz ruhani reisleri görmüş olmalıdır.” (D. Alighieri, “İlahi Komedya”, Cilt:I, ‘Cehennem’, sa:225) “Bu arada Petrus garsondan söz etmeyi sürdürüyordu. En sonunda, yine Hıristiyanlıktan kanıtlar göstererek kendini doğru davrandığına inandırmayı başardı. ‘Hz. İsa zina yapan kadını bağışlamış, ondan bir inciri esirgeyen adamı lanetlemişti. Eh, benim de iyilik perisi olacak halim yok.’ ” (P. Coelho, “Hac”, sa:76) “İgor, Seattle’daki Washington Üniversitesi’nin psikoloji profesörlerinden David Barash’ın yazdığı bir yazıyı hatırladı. Doğada, zina yapmayan ve yüzde yüz tekeşliliğin görüldüğü tek ürün <Diplozoon paradoxum> denilenbir cins yassısolucan olduğunu söylüyordu Barash.” (P. Coelho, “Kazanan Yalnızdır”, sa:25) “Ünlü yazarın çevresinde dönen skandal fazla uzun sürmedi: Avrupa’da, özellikle Fransa’da zina sadece kabul görmekle kalmıyor, aynı zamanda gizlice takdir bile ediliyordu. Hiç kimse kolaylıkla kendi başına da gelebilecek türden bir olay hakkında yazılanları okumak istemiyordu.” (P. Coelho, “Zahir”, sa:64) “Kalkıyor, sırtına bir caket alıyor, yatağına dönüyor. Byron’ın 1820’de yazdığı mektupları okuyor. Şişman, otuz iki yaşında bir orta yaşlı adam olarak Byron, Guicciolilerle birlikte Ravenna’da kalıyor; kendini beğenmiş, bodur metresi Teresa ve onun tatlı dilli, hain kocasıyla. Yaz sıcağı, ikindi çayı, taşra dedikoduları ve pek gizlenmeyen esnemeler. ‘Kadınlar halka olup oturuyorlar, erkekler de can sıkıcı Faro oynuyorlar,’ diye yazıyor Byron. Zina’da evliliğin bütün bıktırıcılığını yeniden keşfediyor.” (J.M. Coetzee, “Utanç”, sa:103) “ ‘Ama orada zina olmadığını ve kimsenin yalan söylemediğini, söyleyenin anında öldüğünü, yani ölmüş kadar olduğunu, yaz, sonuç itibariyle sürgüne yollandığını ve kimsenin ona kulak asmadığını da.’ ‘Ama zaten, kötü alışkanlıklar ve hırsızlık olmadığını yazdım...’ ” (U. Eco, “Baudolino”, sa:154) “O gece keşif sahibi bir aziz, Kira Hatun’u Hüdavendigarrın kutsal civarında gördü ve ondan cenazesinin neden durduğunu sordu. Kira Hatun: ‘Dün bu kapıda zina töhmetiyle bir kadınla bir erkeği taşlamışlardı. Bana merhamet geldi, onları bu azaptan kurtarıp Rahman’ın rahmetine ulaştırdım. Cenazenin durmasının nedeni bu idi’ dedi. ‘Tanrı’nın kulları çok merhametlidir ve halimdirler. İş düzeltmede Tanrı huyuna maliktirler.’ ” (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:192-3) “MARSDEN (Eza duyan bir insan gibi sırıtır.) - Böyle dalgınlıktan bir şey çıkmıyor... lanet olsun şu cinsiyete... Bu gün şu beceriksizliğimizle beraber davul çalıp zinadan bahse kalkışmak...” (Eu. O’Neill, “Araya Giren Garip Oyun”, sa:8) “POLYDEUKES - Kardeşimizi zina yaptığı için öldüreceklerini mi söylemek stiyorsun? Onun da şehvet düşkünü olduğunu? KASTOR - Keşke olsa, Polydeukes, keşke olsa. Ama şehvet düşkünü olmak seçebileceğin bir şey değildir.” (C. Pavese, “Leuko İle Söyleşiler”, sa:153) “Peki şimdi seni şehvetli kulaklardan kim geri alabilecek? Kısır kulakları, zinaya rağmen asla gebe kalmayan satılıkları müzik salonlarından kim dışarı atabilecek?” (R.M. Rilke, “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, sa:105) “.... sadece zina aleyhinde birkaç söz edip Hirodes’i öfkelendirmişti o kadar, zira kralın kendisi de bir zinakardı, Hirodias ile evlenmişti: yeğeni ve üvey kardeşinin karısı, dahası üvey kardeş hala hayattaydı. <Vaftizci> Yahya’nın ölümü hem kadınları hem de erkekleri gözyaşlarına boğdu, tüm kamp yas tutuyordu, ama kimse bu bahsi geçen sebepten öldüğüne inanmak istemiyordu.” (J. Saramago, “İncil’deki İkinci İsa”, sa: 392) “GRATIANO - Zavallı Desdomona! Baban iyi ki ölmüş. Evlenmene dayanamadı, dinmek bilmeyen acısı ömür ipliğini kesip iki parça etti..... OTHELLO - Onlar acıklı; ama Iago biliyor, o kaç defa Cassio’yla zina işlemişti. Cassio kendi ağzı ile de söyledi..... Cassio’nun elinde gördüm. Bir mendil, babamın anneme verdiği eski bir anıydı bu.” (W. Shakespeare, “Othello”, sa:127) “Dük, yanına karısının erkek kardeşi Kont d’Aliffe’yi ve aile dostu Antonio Torando’yu aldı. Üçü birlikte, bir tür mahkeme kurarak, Düşes ile zina yapmakla suçlanan Marcello Capecci’yi sorguya çektiler.” (Stendhal, “İtalya Hikayeleri”, Cilt:1, sa:125) “Kanlı-canlı ve az kaslı idi; Mirabeau ya da Danton gibi, birden ve sert parlayışları yoktu. Kadın arkasından koşan biri değildi belki, ama kadın düşmanı da değildi. Kadında beğendiği edep ve ağırbaşlılıktı; zinayı, para uğruna yapılmış evlenmeleri kınıyor, açıksaçık resimleri yasaklatıyordu.” (S. Tanilli, “Fransız Devrimi’nden Portreler”, sa:23) “ ‘Savaşta insanları öldürdüm, düello ettim; köylülerden zorla alınmış parayı kağıt oynayarak har vurup harman savurdum ve onları acımasızca cezalandırdım; hafif meşrep kadınlarla zina yaptım ve kocaları aldattım.’ ” (S. Zweig, “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt:III, ‘Tolstoy’, sa:318) Zincire vurdurmak; Zincire vurulmak : Bir sanığı ya da kaçağı (asker, hapisane) adli yargılama esnasında ya da daha sonra el ya da el ve ayaklarından tesbit etmek; Prangaya vurmak; Ayaklarına zincir ya da benzer engel konarak özgürlüğünü kösteklemek Bk.: Prangaya vurulmak “PRANGAYAVURULMANIN UTANCI ------------------------------------------------Zincire vurulmanın utancını yaşarken, Nasıl beste yapabilirim, nasıl yazabilirim ki? Zincir, zulüm, ıstırap dolu gecelerden, gözyaşlarından sonra, Nasıl şiir yazabilirim ben?” (Sami el-Hac, “Guantanamo’dan Şiirler”, sa:59) “Yüzbaşı bir saat önce bana geldi, açıklamalarını kaydettim ve hemen ardından kararı yazdım. Sonra da adamı zincire vurdurdum. Her şey çok kolay oldu. Önce adamı karşıma çağırıp sorguya çekseydim sadece işler çatallaşırdı o zaman.” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:38) Zindan gibi karanlık : Ruh sıkıcı bir karanlık, kapkara ortam “Panihidin derin bir soluk aldı, bir bardak su içtikten sonra anlatmasını sürdürdü: -Yüreğimi dolduran, kaynağı belirsiz, ama hepinizin çok iyi anlayacağı korku, Trupov’un oturduğu apartmanın dördüncü katına çıktıktan, benim kaldığım odanın kapısını açıp içeri girdikten sonra da yakamı bırakmadı. Bekar odam zindan gibi karanlıktı.” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:54) Zinde : Uykusunu almış, iyi dinlenmiş, dingin “Bayan Eva’nın zinde bir hali vardı, hiç yorgun görünmüyordu artık. Demian annesine gülümsedi; bunun üzerine Bayan Eva, bir şeyden korkmuş çocuklarının yanına seğirten bir anne gibi yanımıza geldi.” (H. Hesse, “Demian”, sa:198) “GÖNÜL HOŞLUĞU Bu bahar bir boşluğu var gönlümün Sabahları erkenden kalkıyorum Uykumu almış dinlenmiş genç zinde Neşeyle çalışıyorum bütün gün Yarınlara güvenle bakıyorum Gözüm gönlüm çocuk bahçelerinde Bu bahar bir boşluğu var gönlümün” (C. Sıtkı Tarancı<1910-1956>, “Otuz Beş Yaş”, sa:198) zingaro : zingari> (SOSY.,ROMAN MYTH.,İTA.) <çin’garo> : Erkek Çingene, Roman <kadın: Zingara; çoğul: Zinhar : Asla, sakın, kat’iyen “Her şeyi kavrayıvermişti: -Evet, dedi. Kat’iyyen heyecanlanmamak! -Bunun eli ayağı titriyor gazel gibi. -Olmadı... derhal çakılır, herif telefon eder polise, tabanca çeker. Baskın verdiğiniz işyeri zinhar şüphelenmeyecek sizden.” (O. Kemal, “Üç Kağıtçı”, sa:119) “Uzun Oğlan, Kasım Dede’nin parasını getirecek, bundan sonrasına, zinhar, karışmayacak. Evet, yiğitliğin hak vergisi olduğu ve de hak vergisi olduğundan bir vakit battal olmadığı meydanda bir şey.” (K. Tahir, “Rahmet Yolları Kesti”, sa:130) Zion : (İSRA.,HIRİS.COĞR.,MYTH) <zi’on> : Eski Yeruşalimde Sion dağı; İsrail kavmi; Hıristiyan kilisesi; semavi Yeruşalim, gök, cennet; Zionwards : Sion’a doğru, cennete doğru; zionist : Siyonist; Musevilerin Filistine yerleşmeye taraftar oldukları kimse: Zionizm : Siyonizm, tarfatar kimse Zira : Çünkü “Ertesi gün hiç kimse ölmedi. Bu olay, yaşamın temel kurallarına taban tabana zıt olduğundan, insanların ruhlarında büyük bir huzursuzluğa neden olmuş, her açıdan etkilemişti, zira dünya tarihinin kırk ciltlik külliyatında göstermelik için bile olsa böyle bir duruma rastlanmıyordu; bütün gün geçtiğinde, gündüzüyle gecesiyle, sabahıyla akşamıyla, yirmi dört saat boyunca, ne hastalıktan, ne ölümcül bir kaza sonucunda, ne de sonuna kadar götürülmüş bir intiharın neticesinde hiç bir şekilde hiç kimsenin ölmediği görülüyor, hiç kelimesi durumu özetliyordu.” (J. Saramago<d.1922>, “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş”, sa:11) Zirzop; Zirzopluk etmek : Saçma sapan sözler eden, öyle davranışlarda bulunan; Saçmalık, hafifmeşreplik etmek “A. BULUR - Benim aklıma kusur bulun, amma ilmime, irfanıma icatlarıma hakaret etmeyin! Yoo buna razı değilim, hakaret etmeyin!... KOMİSER - Ederim, bana kimse karışamaz... Zirzop.” (C.F. Başkut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:108) “Kodamanlarla sıradan insanlar, cinfikirlilerle bön kişiler hısım ve akrabalık ilşkileriyle birbirlerine bağlı olup arap saçı gibi çözülmez bir bütün oluşturuyor, aşırılığa vardırılan kasılmalar, büyüklenmelerle dünyayı umursamayan uçarılıklar ve zirzopluklar çokluk aynı çatı altında boy gösteriyordu.” (H. Hesse, “Peter Camenzind”, sa:9) “İhtiyar Berestov’a gelince, komşusunun bazı zirzoplukları olduğunu (ya da Berestov’un deyimiyle, İngiliz Budalası olduğunu) kabul ediyor, fakat onun birçok seçkin yeteneklerini, örneğin az bulunur becerikliğini yadsıyamıyordu.” (A. Pushkin, “Erzurum Yolculuğu ve Biyelkin’in Öyküleri”, sa:172) zither : (MUS.) <zi’tır, zitar> : Otuz kırk telli, kanuna benzer, fakat mızrap yerine küçük yumuşak tokmaklarla çalınan vurma saz; donuk sedsiyle insanı ürpertir, ses, sanki derin mağaralardan, tarihin kuytu köşelerinden gelir (İ.E.) Ziyade olsun : Türk-Osmanlı kültüründe, yemek ikramından sonra “Allah çoğundan versin!” anlamında ev sahibine söylenen teşekkür ve temenni deyimi. Karşılığı da: “Afiyet Olsun!”dur. “ ‘Cümleten afiyet olsun ağalar!’ dedi, kalktı. ‘Ziyade olsun. Yedik içtik. Allah bereket versin. Biz yedik Allah artırsın, sofrayı bekçi kaldırsın. Şimdi bana müsade. Gidip yatayım.’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:203) “Adam düpedüz alay ediyordu. Aşık Ali yürekten yaralandı: ‘İstemem, ziyade olsun.’ ‘Alındınız demek Beyefendi.’ ‘Alındım.’ ” (Y. Kemal, “hüyükteki nar ağacı”, sa:77) “Yemek boyunca, Memed, başını önüne eğmiş düşünceli düşünceli susmuştu. ‘Durmuş Ali Emmi,’ dedi, ‘ziyade olsun. Yemeğini yedik.’ ” (Y. Kemal,”İnce Memed”, Cilt:I, sa:239) Ziyana girmek : Zarar görmek, sermayesinden kaybetmek “Her hesaplaşmada Kir Nicolas onunla atışmak zorunda kalırdı. Adam, hep aynı nakaratı yinelerdi: -Yine ziyana girdim, askerler parayı ödemediler, bunu sen de bilirsin, diye sızlanırdı. Kir Nicolas ilkin adet yerini bulsun diye azıcık kızar, sonunda hesaplara boyun eğerdi.” (P. Istrati, “Kodin”, sa:134) Ziyan sebil, Ziyan zebile uğramak : Boşuna, hiçlik uğruna, yersiz zarara uğramak; boşuna değerler kaybolmak “Dün gece Ayvansaray’ın en meşhur, en gözde klarnetçisi İnce Mehmet’le, onun çiftenağracı Kahraman’ı alıp Balat’taki selatin meyhanelerden birine gitttik.... Ben İstanbul’da bu kadar klarnet dinledim; fakat, bunu kadar kıvrak, oynak, şakrak çalanına rastlamadım. Kaba’sı <müziğin pes kısmı>, tizi <müziğin ince, yüksek perdesi> kabasından daha mükemmel....... Hatta kemanım yanımda olsuğu için dün akşam İnce Mehmet’le ve onun çiftenağracısı <biribirine yapışık iki küçük dümbelek sanatkarı> meşhur Kahraman’la birlikte birkaç marş, polka, vals, kadril, mazurka çaldık..... Herifçioğlu bildiğimiz o çiftenağra ile adeta davul trampet çalıyor ve masanın üstüne koyduğu boş bir su bardağı ile de arada bir orkestra zili nağmeleri yapıyor..... Ne yazık ki böyle yüksek istidatlar <yetenekler> birtakım pestenkerani şarkılar, keriz havaları, çiftetelliler arasında ziyan, sebil olup gidiyor.” (O.C. Kaygılı, “çingeneler”, sa:155) “BİZİM YÜZYIL *** Sen hey gidi yalan dünya! Ölüm sonrası kolay! Feleğin ne umurunda varım ya da yoğum ben. Hep öyle önceki gibi yitecek bozkırda ay Ve fırtına karanlığı sarsacak dinlenmeden. Sayması zor ne günlerim kayboldu ziyan zebil yaşayan or gerçek yaşam şimdi benden uzakta elbet artık umduğum şey yani bir yaşam değil, tevekkülle bekliyorum sıramı son durakta.” (F.İ. Tyutçev <1803-1873> - Ahmet Emin Atasoy; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 19.05.05) zodiac : (YUN. GÖKBİLİM,AST.,İNG.) <zod’yak> : Gökyüzünde h a y v a n l a r d a i r e s i (signs of zociac); o n i k i b u r ç; tutulumun geçtiği ve üzerinde : Koç (Aries) 21 Mart - 20 Nisan; Boğa (Taurus) 21 Nisan - 21 Mayıs; İkizler (Gemini) 22 Mayıs - 21 Haziran; Yengeç, (Cancer) 22 Haziran - 23 Temmuz; Aslan (Leo) 24 Temmuz - 23 August; Başak (Virgo) 24 August - 23 Eylül; Terazi (Libra) 24 Eylül - 23 Ekim; Akrep (Scorpio) 24 Ekim - 22 Kasım, Yay (Sagittarius) 23 Kasım - 21 Aralık; Oğlak (Capricorn) 22 Aralık – 20 Ocak; Kova (Aquarius) (21 Ocak - 19 Şubat); ve Balık (Pisces) 20 Şubat - 20 Mart adlarını taşıyan on iki b u r c’un eşit aralıklarla yer aldığı kuşak Zokalamak; Zokaya düşürmek : Oltayla yakalamak, hile hurda ile aldatmak, tuzağa düşürmek “Yemelyan ansızın: -Paralı bir adamı zokalamak hiç de yabana atılacak şey değil! dedi. Hele işi iyi ayarlarsan.. -Boş lafı bırak! diye karşılık verdim.” (M. Gorki, “Yol Arkadaşım”, sa:49) Zokayı yutmak : Oltaya tutulmak, hileye hurdaya kapılmak “Mutlu kadın gibi davranıp amsalağın etrafında dolaştım.. Hazır, taze, mis gibi yıkanmış olarak… etrafta yanaşıp sulanan başkaları da vardı, ama o önce davranıp zokayı yuttu tabi: ‘Beyefendi düzüşmeyi kazandınız! Kutlarım beyefendi.’ ” (D. Fo-F. Rame, “Kadın Oyunları & Açık Aile”, sa:54) “ ‘Ankaraya hiç hiç gitmediniz mi?’ ‘Ne işim var Ankarada. Ankarada babamın evi mi var, yoksa bol balıklı deniz mi? Ne işim var benim be benim Ankara çölünün ortasında! Ne biçim adamsın sen be! Boyuna saçma sapan sorular soruyorsun sen be! Sen Rus cephesinde zokayı yutmuşsun be! Sen oradan terelelli dönmüşsün. Yoksa adam şu güzelim kiliseyi yıkar mı ulan terelelli. Ulan sen asker kaçağısın.’ ” (Y. Kemal, “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su İçtiği”, Cilt:2, sa:294) “Meteor Tam başımın üstünde upuzun bir meteor ipliği parlayarak salındı. Dikkat! Evren altından oltasını atıyor bana. Hayır, yutmayacağım zokayı! Dünyanın gecesinde yüzmeye devam...” (Georgi Konstantinov<d.1943>-Hüseyin Mevsim; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 20.10.05) Zombi, zombie : Cin, peri, iskelet ve benzeri olağanüstü korkutucu kimse ya da olaylar; son derece korkmuş; kendini bilmeyecek derecede (kafası karışık, yorgun, sarhoş); Zenci b ü y ü c ü l ü ğ ü; ‘Büyü’ ile hareket edebilen ölü. Ö l ü’leri canlandıran ve yönlendiren d o ğ a ü s t ü güç ya da ruh; H a y a l e t’e benzer kimse; yarı giysili, çoğu çıplak, uykusuz, gözler bir açık bir kapalı, akılsızca ya da istek dışı yapılan hareketli, yorgun, bitkin “Yoksullar arasında da marjinalleşmenin en son simgesinden, yani sigara içmekten vazgeçmeenler vardır. Sigara içilen tek vagona binmeye çalıştığınızda kendinizi ansızın ‘Üç Kuruşluk Opera’da bulursunuz. Oradaki tek kravatlı bendim. Gerisi de katatonik ucubeler, ağızları açık horlayarak uyuyan serseriler, yarı baygın zombiler.” (U. Eco, “Somon Balığıyla Yolculuk”, sa:33) “ANTONIO -... Hepsi ölmüştür diye düşündüm..... hayır; tam zombiler gecesiydi. Bam bam bam, onlar da ateş etmeye başladılar. Kulağıma ya da dişlerimin arasına bir kurşun girmeden nasıl çıktım oradan bilemiyorum. LUCIA - Aah, tüylerim ürperdi... Nasıl bir dünyada yaşıyoruz?” (D. Fo, “klakson borazanlar ve bırtlar”, sa:18) “Diğer hastalardan bazılarının Sulphonal dozu artırılmış ve zavallıcıklar gerçekten bir zombiye dönmüşlerdi. Kiminin ağzından salyaları akardı, kim de benim gibi yürüyemezdi. Eskiden futbol oynayan, hayat dolu adamlar, şimdi eski varlıklarının bir gölgesi haline gelmişti.” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:74) Zom olmak : Sarhoş olmak, esrimek, kendinden geçmek “Andreas, açık pencere önünde arkasına yaslanıp soğuk sabah rüzgarını yüzüne estiriyor. İçip zom olacağım, diye düşünüyor, koca bir şişe içersem hiçbir şeyin farkına varmam, hiç değilse Breslau’ya dek güvenlik duyarım o zaman.” (H. Böll, “Trenin Tam Saatiydi”, sa:13) “Gavrila doğrulmak istedi; beceremeyince bir küfür savurdu, bütün sarhoşlar aptal aptal sırıttı. Çelkaş yeniden onun karşısına otururken: -Zom olmuşsun! dedi.” (M. Gorki, “Yol Arkadaşım”, sa:73) “Ama bu durumda bile iki ayrı seçeneğin varlığından söz edilebilir: Ya içki şişesiyle kadeh tokuşturup zom olmak ve belli bir içki yükünden sonra kendini, dünyanın en deneyimli ve görmüş geçirmiş erkeklerden biri olarak görebilmek ya da eski dostlara kimi sitemleri de göze alarak gece yarıları telefon etmeyi göze alabilmek.” (M. Levi, “Bir Şehre Gidememek”, sa:17) “Altı aynı babasının yanında, altı ayını Fransa’da geçiren R. adında bir İngiliz vardı. Günde dört litre, cumartesileri altı litre şarap içerdi. Şarap orada Avrupa’nın her yerinden daha ucuz diye bir defasında da Azor Adaları’na kadar gitmişmiş. İnce, uygar bir kimseydi, hiç kabalık etmez, kavga çıkarmazdı. Öğleye kadar yataktan çıkmaz, öğleden gece yarısına kadar bistrodaki köşesinde otururdu. Zom olduğunda özenli, kadınımsı bir sesle antika döşemelerden söz ederdi.” (G. Orwell, “Paris ve Londra’da Beş Parasız”, sa:23) “Mathieu: -Şubatta da aynı şeyi söylemiştiniz, dedi. Sonra, tamam oldu; dört kadeh romu içip zom oldunuz.” (J.-P. Sartre, “Akıl Çağı”, sa:61) “ ‘Hey, Lambert, belki de barış imzalandı,’ diyor. Lambert de gülüyor, birbirlerine göz kırpıyorlar. Lambert ötekilere anlatıyor: ‘Bir güzel kafaları çekip zom olmaya yemin ettik biz.’ diyor.” (J.-P. Sartre, “Yıkılış”, sa:272) zona zoster : (TIP,) <zona zoster > : Sırtta, yüzde olabilecek, sinir köklerinin virüsle iltihabı sonucu, son derece ağrılı bir sinir hastalığı Zonk zonk zonklamak : Soğuk ya da fazla gürültüden, birinin kafasının şiştiğinin ve içten dışa acıyla vurduğunun, attığının farkına varması “Yine de, bunu der demez, kendisine yapılan haksızlığı duyar gibi oldu. Tuzağa düşmüş bir hayvan gibi bakınıp duruyordu, şakakları öfke ve korkudan zonk zonk zonkluyordu.” (N. Kazancakis, “Günaha Son Çağrı”, sa:93-4) zoosperm : (BİYO.,BİTKİ) <zoo’sperm> : Bitkilerin tohum hücresi, spermatozoid Zopa çekmek : Sopa çekmek, dayak atmak “ ‘Hökümet de hep kendini düşünüyor bilader.’ diye söylendi Muhtar. ‘Yaz gününde, hemi de akşamınan olacak iş mi bu? Şimdi çıkar da kaç ev dolaşırsın? Sapır sapır uykuya dökülüyor millet. Beri bak Tasıldar! Valla ben sana şimdi bir yol gösterir, hemi de bir zopa çekerdim emme, başımda şu işler var.’ ” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirliği”, sa:115) Zora söz geçirmek : Zorlukları yenmek “HAZER BEY - Sana sevdalanmıştım, bu yüzden evlendim. Yüreğime söz geçiremediğim için, aşiretime söz geçirdim..... Devrana söz geçiremediğim için aşiretime söz geçirdim... Bilirsin her zaman zoru sevdim. Zora söz geçirdim.” (M. Mungan, “Geyikler Lanetler”, sa:59) Zorba; Zorbalık etmek : Zalim, zor kullanan kimse; Baskıcı ve ezici bir düzen uygulamak “Halk Adamı Charlie Chaplin İçin Şarkı VI -----------------------Ah o haklı bir öfkede ve köklü bir sevgide dile gelen, insan ruhunun kökünde, canı yanmış ağaçta, zorbaların baskısına direnişteki sesin saygınlığı.” (Carlos Drummond de Andrade<1902-1987>-Cevat Çapan; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 08.01.04) “Güney Afrika -----------------Benim için değil bu güzellikler! Verilmiyor Yurdum bana! Sürgünüm kendi yudumda! Mutlusun diyorlar, uzanmış çürüyorken ben Boyunduruğa koşuluyorken boncuktan kıyılarımda! -----------------Hastalanmış kölenim senin, zarar gelmez çocuğunum, Diyorsun ki... Düşüşlerin düşünü görmüştü zorbalar!” (Herbert Isaac Ernest Dholomo<1903-1956>-İlyas Tunç; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 23.10.08) “Zaten zorbaydılar, şimdi Konstantinopolis onların eline geçtiği için yanlarına artık hiç yaklaşılmaz, liderlerinden biri basileus olur: Görevlilerimizin bazılarından çaldıkları mitra’ <piskopos ve din adamlarının giydiği tören başlığı> ları atlarının kafasına koyuyorlar ve ilahilerimizi kendi uydurdukları bir Yunanca’yla, kendi dillerinde kim bilir hangi yakışıksız sözleri araya katarak söylüyorlar(dı).” (U. Eco, “Baudolino”, sa:370) “Oysa zorbalık yok olmadı daha Bir gün bir son vereceğim buna Düzen vereceğim bütün topluma” (V. Hugo<1802-1885>, “Sefiller”, Cilt:IV, sa:547) “Mone ve Mulloch, üzerlerinde hemşire üniformaları, altlarında polis arabası ile Biggar’a yönelmişti. Orada bir çiftlik evine gitmişler ve zorbalıkla onların arabalarını gaspetmişlerdi. Bu zaman boyunca da polis toparlanmış ve onları takibe başlamıştı. Nihayet Carlisle yakınlarında polis onları yoldan çıkmaya zorlamış ve kıskıvrak enselemişti.” (J. Laing, “Sistemde 50 Yıl”, sa:165) “Ellinci Gün -------------Sana yalvarıyoruz, yakarıyoruz! in, solgun düşüncelerine mutsuz insanların keyif ver soluğunla, ey avuntuların rüzgarı; es kasırga gibi zorbanın sınır tanımayan tasarımlarına, korku sal yüreğine, acımayı öğrensin diye. (Alessandro Manzoni <1785-1973>-Necdet Adabağ; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 12.02.09) “Olası Öteki Ritim <Poesia practicable’den> ---------------------Güzel bir dize zorbayı devirmez Güzel bir dize en iyi olasılıkla soluğunu kesmeyi başarır (neredeyse hiç bir zaman sindirim sorunu yaşatmaz) (Jorge Richmann<d.1962>-Olcay Öztunalı; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 14.12.06) “İSMENE ----------kendi içine bakabildi, daha önce görmediği şeyleri birer birer hatırlayabildi, ve belki de böylece onları gerçekten görebildi; çünkü o güne kadar, korkulu uyrukların gözünde (tabii pohpohlanan) kendi zorba kişiliğini görebilmişti ancak.” (Y. Ritsos<1909-1990>, “bir mayıs günü bırakıp gittin”, sa:193) “ ‘Gel orospu, beni beraber al! Anu’nun İştar’ın evi olan muhteşem tapınağa, Gilgameş’in olduğu yere, kuvveti tam olan adamın, vahşi boğa gibi insanlara zorbalık eden kahramanın yanına. Ben ona meydan okumak istiyorum.’ ” (Dr. A. Schott, “Gilgameş Destanı”, sa:27) “DENİZDE YENİLGİ -------------------------çılgın gelgitleriyle aklının, gözdağı verdi köpürerek öfkeden gövdesini yıpratan denize gıcırdatıp dişlerini öykünürcesine ona: ‘Şimdi sende küstahlık sırası, oysa önceden bir prangan vardı kendirden zorba boynunda.’ ” (Timotheos, “antikçağ anadolu şiiri antolojisi”, sa:43) Zor bela : Zar zor, güçlükle “Sonra birgün onu zor bela hastaneye yetiştirdik, durumu ciddiydi ama onu götürdüğümüz hastanede yer bulamıyorduk, başka bir yere taşımamız mümkün değildi, uğraş savaş bin bir güçlükle ona, pek de kendine uygun görmediği bir yatak sağlayabilmiştik.” (A. Altan, “İçimizde Bir Yer”, sa:139) “... defterin kapağını açıp başlığı çevirdi: ‘Mancha’lı Don Quijote’nin Hikayesi’; yazan: Arap Tarihçi ‘Cide Hamete Benengeli’ <Seyyid Hamit bin Engeli>. Kitabın adını duyunca kapıldığım sevinci zor bela gizleyebildim; adamın elinden defteri kaptım, çocuğun bütün kağıtlarını satın aldım.” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:57) “Bruno ile ben de tıpkı öyleydik. Aramızdaki bağları koparıp birbirimizi bırakmamız, kayıplara karışmamız gerekirdi; belki o zaman Hintlilerin dediği gibi başka bir yerde yeniden doğardık, düzenli ve dingin bir yaşamımız olurdu. Yorgunduk. Birbirimize ne söyleyeceğimizi bilemiyorduk ve zorbela akşamı edecek gücümüz vardı.” (J.M. Coetzee, “Petersburg’lu Usta”, sa:100) “Gezgin, tam bu sırada, subayın öfkeyle bağırdığını duydu. Subay, mahkumun ağzına keçe tıkacı zor bela daha yeni sokmuştu ki, mahkum karşı konuşmaz bir bulantının bastırmasıyla gözlerini yumup kustu.” (F. Kafka, “Ceza Sömürgesi”, sa:47) “Diğer taraftan da Deli Durdu iyi çocuk. Onu köylüleri bozdu. Köyüne misafir gitmiş bir gün, kendi köylüsü ona delice yedirip candarmaların tuzağına düşürmüşler. Zor bela kurtulmuş.” (Y. Kemal, “İnce Memed”, Cilt:I, sa:118) “Genç kız ansızın çocuğun dudaklarını dudaklarına bastırdığını hissetti. ‘Aman Yarabbi! Aman Yarabbi!’ Çocuğu itip zor bela kollarından kurtuldu. Sendeliyerek kendini odadan dışarı attı. Habire ağzını siliyor, haç çıkartıp duruyordu. Derin bir soluk almazsa yüreği öfkeden çatlayacaktı sanki.” (M.V. Llosa, “Üveyanneye Övgü”, sa:136) Zor kullanmak : Kaba güç kullanmak “KEENEY, ona kulak asmayarak. - Tayfa güzellikle iş başı edecek mi? Yoksa zor mu kullanacağız? YARDIMCI KAPTAN - Kendi istekleriyle çalışacaklar..... Şimdi hepsi kuzu gibi yumuşak.” (Eu. O’Neill, “Yağ”, sa:36) “Refik zor kullanmaktan yana olduğunu söyleyemedi. Ama buna bütünüyle karşı olduğunu da söyleyemeyeceğini anladı..... Muhtar Bey birden: ‘Gördün mü? Zor kullanmaya, devletin gücünden yararlanmaya karşı çıkamıyorsun! Ama yol parasını, Dersim harekatını da kötülemişsin!’ ” (O. Pamuk, “Cevdet Bey ve Oğulları”, sa:385) Zorlu : Güçlü, kuvvetli, sert “... Deli Haceli’nin Fatma zorlu gancık. Gaya gibi. Değirmen alt daşı. İnsanı döndürüyor. Gara... Gözelin adı var, garanın dadı... demiş elin oğlu, boşa mı demiş? Gara emme gaya gibi. Değirmenin alt daşı. Bu dert bizi iflah etmez öldürür.’ Aklı gene türküye gitti: ‘Çay taşı, çakmak taşı’nı tersinden düşündü: ‘Gözelinen bal yenir,çirkininen daş daşı.’ dedi. ‘Kim? Fatma mı çirkin? Fatma’ya çirkin deyenin anasını satayım.’ ” (F. Baykurt, “Irazca’nın Dirliği”, sa:49-50) Zoroastrianism : (FARS-MYTH.) : İran ve Kuzey-Batı Hindistanı yüzyıllarca sihirinde tutmuş ve yönetmiş bir din, daha doğrusu bir m e z h e p’tir. S u ve a t e ş, kudret ve sihir unsurlarıdır. ‘Myth = Efsane’, ‘Ritual’ = Dini Ayinler ) ve Sembolizm, ruhsal ve yapısal bir şekilde birbirleiyle bir bütün oluştururlar bu mezhepte, bilhassa Dini seromoniler (rites) yansıtır bu örgüyü. Sembolizm, genel olarak ‘The Book of the Genesis’ olan Avesta’dan (Kutsal Kitap) öğrenilir (İncil ya da Kur’an gibi) Bk.:Ahura Mazda; Zerdüşt “Zooroastrianism’de uygulanan ‘dua’ ve ‘dinsel seromoniler’, Batı Dünyasında, özellikle Protestan mahfillerde görülenlerle kıyas edilemez. Hıristiyanlardaki gelenek,esasında o seromoninin nerdeyse Tanrı ile bir görüşmesi, diyalogu gibi kabul edilebilir. Evet, Tanrı ibadetin bir kısmı olabilir, fakat o diyalog, o dua ya da törenin esasını teşkil etmez. Zira, seremonilerde kullanılan sözcükler, Aziz bir lisanın kutsal bir ifadesi olan A v e s t a’dan <kutsal kitap>ezberlenen ve ruhsal kudretlr yüklü olan sözcüklerdir. Bu sözcüklerin ‘canlı olması’ gerekir, ancak o zaman değerlidirler, yoksa ister kitaplarda yazılı olsunlar, isterse ‘söylenmemiş’ olsunlar, onlar ‘ölü’dürler. Onların rahibinin, o sözcükleri ifade edebilmek için cidden üstün bir bağlılık ve dikkat sahibi olması gerekir. Ancak bu su şekilde, sarfedilen sözcükler, içerdikleri kudretin bu zamanda da kudretli, hayatta ve canlı olduklarına delildirler. I n i t i a t i o n <İnisieyşın (İng.) – İnisiasyon (Fr.)= Ritüeller’e, ayinlere iştirak), genelikle e r g i n l i k yaşında başlar. Çocuklar,düşünceleri, söyledikleri sözler ve hareketlerinden dolayı din bakımından sorumlu tutulmazlardı. (Bugünlerde çocuklar, ‘Yeni doğum = Naujote’ klas’larına devam ederler, yaşlarına bakmaksızın. Kursun sonunda ruhban papaz, çocuğu kutsar, o da kursu bırakır. Büluğ çağında da, çocuklar, volünter olarak ‘Tanrı’nın Ordusu’na kaydolabilirler. İlk seremoni’ye katılım’da, kıdemli bir papaz, asistanlarıyla birlikte seremoniyi idare eder. Dualar içinde çocuğun vücudu -sembolik olarak- ‘temizlenir’, ‘iç temizlik’ için de bir bardakla ineğin idrarı (gomez) içirilir, ‘kutsal -beyaz gömlek’ (sudre) ve urgan-ip (kusti) <Papaz’ın eşi tarafından, kuzu ya da keçi yününden örülmüş uzun ve yuvarlak kordon, kuşak gibi bağlanır. Bu kordon’da, 72 lif vardır ki, ‘yasna’ ritüelinin 72 kutsanmış tekst materyali ve Tanrı’nın 72 farklı ismini temsil ederler> bağlanır. Gömleğin önündeki (V) açığında, küçük sembolik ya da spiritüel bir kese vardır: ‘Kissa eh Kerfeh’ <Çekinilecek, yapılmaması gereken şeylerin kesesi> Bunlar, ‘Tanrı’nın silahları’ olarak yorumlanır ve hayat boyu vücut üzerinde taşınır. Zoroastrian’ların a t e ş’e verdikleri değer ve onlara yaptıklara ayinler, onların tarih boyunca a t e ş e – t a p a n l a r (fire-worshippers) olarak yanlış etiketlenmelerinden her dem şikayetçi olmuşlardır. A t e ş (Atar) törenlerinin orijini çok eskilere, Indo-European devirlere gider. O zamanlar, özellikle akşamları yakılan ateş, sıcaklık ve ışık saçmasının ötesinde, vahişi hayvanların gece saldırılarından da koruyordu onları. Tabii, ateşle, yemek de pişiriyorlardı. Ateş’in dinsel imajları göklere, tanrılara ‘ritual fire –ayin eteşi’ olarak göndermesi de caba. Zoroastrian’ların hurafe tarihçesinde, üç büyük a t e ş o l a y ı vardır: (1) FARNBAG Ateş’i:. Bu, ya Kabul-Afganistan’da, ya da Persia-Kanya’da oluşmuştur. (2) GUSHNAP Ateş’i, olası Shiz’de; ve (3) BURZAN MIHR ateş’i, olası Mount Revand’da, Nishabur’un kuzey-batısında. Her üçü de, kutsal öküz SHİSHOK’un omuzunda, ilkel zamanlarda, Takhmoruw zamanında oluşmuştu. Bir akşam, büyük bir fırtına vardı, ve alevler öküzün sırtından deniz sıçramış vedeniz adamlarına çok büyük ışık vermişti. Üç ‘ateş’ olayı, sosyal yapının üç sınıfı ile ilintilidir: (Farnburg) : Papazlar ile; (Gushnak) Cenkçi’ler ile, ve (Burzan Mihr) : İş üreten çiftçilerle. Üçü de, örnek olacak krallığını dikmek üzere olan YİMA tarafından ait olduğu yerde oluştu. Onun başarıları sona erdiği zaman, o ateş onu şeytan DAHAK’tan korudu. (BARZEN MIHR) ateşi de dünyayı, Zoroaster’in üstadı VISHTASPA’nın erişilmez mornarki’sinde harikalar yarattığı süreler boyunca korumaya devam etti. (GUSHNAP) ateşi de, büyük Sasani kralı Kushrau çok sevilen örnek ibadethanelerin, atının yelesinden başlayan ateşle yanıp kül olduğu ve fakat karanlığı ve hüznü dağıttığı zamana kadar yeryüzünü korudu. Yani, bu ateşler, basitçe tarihsel olaylar değil, fakat insanlığa tarih boyunca yol gösteren, koruyucu ve yol gösterici mşihmandarlar olmuştur. R i t ü e l f i r e’ (ateş)a gelince, bunlar da üç sınıfa ayrılırlar: (1) BAHRAM fires, ‘ateş’lerin muzaffer kralı’dır. Ohrmazd’ın adına yapılır. ‘Yalan – Lie’a karşı, bir doğruluk sembolü olarak, taç gibi şekillendirilmiş ahşaptan ibarettir. Ayin esnasında dört papaz tarafından, yürüyüş halinde, üzerleri bir ‘canopy’ - örtü ile örtülmüş olarak taşınır. Önünde ve ardında, muhteşem MİTHRA’nın -baş tanrı- kılıç ve pala’larla bezenmiş, elleri – arılanma’nın (purification) kanıtı olan- beyaz eldivenlerle sarılı ve omuzlarında merasim asa’ları, royal bir koruma kıtası gibi silahşörleri bulunur. Bu arada yılda 16 kere, 1,128 ‘arılanma’ sembolü olarak bu ayini tekrarlarlar. Bunlar çok pahalıya mal olur. Bu tarihte (1985), ‘Atash Bahram’ları İran’da iki ve Hindistan’da sekiz olarak bilinir. Böyle ‘ateş binaları’, bazan ‘Cathedral Fire Temples = Katedral Ateş Mabetleri’ diye de adlandırılırlar. Daha küçük boyutlarda: (2) ADRAN fires, ve (3) DADGAH fires da sıkça, lüzum görüldüğü zamanlarda icra edilir.” (John R. Hinnels, “Library of the Worlds Myths and Legends-Persian Mythology”, pp:120-133, 2nd Ed., N.Y.1985) (Çev.: İ.E.) Zort atmak : Açıkça meydan okumak “Koca Yusuf gibi bir adam böyle zehir semberek bir türküyü boşuna göndermezdi. Koca Yusuf gibi adamlar boş yere zort atmazlar.” (Y. Kemal, “Üç Anadolu Efsanesi - Köroğlu’nun Meydana Çıkışı”, sa:38) Zort-zarta (soluk yetişmek) : Nefes nefese (ancak yetişebilmek), zar zor, zoru zoruna “O gün kaymakama mızıkacılar: ‘Aman, bu sıcakta gitmeyelim. Bu cehennem havasında doğru soluk alamıyoruz. Nerde kaldı ki, zortzarta soluk yetişelim,’ dedilerse de, kaymakamın dediği dedik, koduğu koduktu.” (Halikarnas Balıkçısı, “Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek”, sa:69) Zoruna gitmek : Asabını bozmak, sinirine dokunmak, bile bile aldatıldığını kabullenememek “Örneğin, dün Madeleine Geçidi’nde genç kadın küçük bir şapkaya o kadar istekli bakmıştı ki Octave hemen alıp ona armağan etti. Hasırdan yapılma, ufak bir gül demetiyle süslü, basit bir şapkaydı bu; ama iki yüz frank ödemek adamın zoruna gitmişti.” (E. Zola, “Apartman”, Cilt:III, sa:12) Zoru olmak : Problemi, anlaşmazlığı olmak “Trenin tam saatiydi. ‘Neden binmiyorsun?’ diye sordu Katolik rahip, ere korkuyla. ‘Neden mi?...’ dedi er hayretle: ‘Belki de kendimi tekerleklerin altına atmak istiyorum da ondan. Belki de askerden kaçmak istiyorum... Olamaz mı? Ne zorun var benimle?.. Belki de delirmek istiyorumdur... hakkım değil mi yani: Delirmek hakkımdır.” (H. Böll, “Trenin Tam Saatiydi”, sa:5) Zor zahmet : Bin güçlükle “İşte bu güzelim duvarı da ışıklı bir ilanla berbat etmişler diye düşündüm. Bu arada çok düzensiz yanıp söndükleri ve de çok parlak olmadıkları için zor zahmet bir iki harfi okuyabildim.” (H. Hesse, “Bozkırkurdu”, sa:31) Zouave : (FR.,ASK.,GİYSİ) <Zu’av> : Eski devirlerde, Fransız ordusunun Zuav piyade askerleri; GİYSİ: Zouave jacket : Fr. Zouave üniformasına benzer önü açık, ekseriyetle kolsuz ve kısa kadın caketi Zounds : (Eski DİL,ALM.) : <Zundz> : ‘Aman Yarabbi!,Olur şey değil!’, (God’s Words’ den kısaltmalar) zuccetto : (İTA.,GİYSİ,DİN) <zu’ketto> : İtalyan Roman Katolik rahiplerin giydiği bir tür takke (Yeni Redhouse Lügati) Zula, Zulalamak; Zulaya atmak : Gizlice uyuşturucu ya da para saklanan yer; O işi yapmak (Argo) “ayağa kalkıp zulama gittim...... 180 dolar paramız kalmıştı. Daha güç durumlarda bulunmuştuk, birçok kez, ama fabrika ve depoların yolu görünmeye başlamıştı bana, onu da bulabilirsem. Bir onluk aldım.” Ch. Bukowski, “Büyük Zen Düğünü”, sa:77) “... Kien, güvenli bir tavırla cücenin kolunu tuttu ve, ‘Artık bana kızgın değilsiniz ya?’ dedi. ‘Kaç para var sizde? Birbirimize destek olmalıyız!’ ‘Alçak!’ dedi içinden Fischerle, ‘Bir dolaplar çeviriyorsun aklınca ama biz de burda armut toplamıyoruz!’ Ve sesli olarak, ‘Otuz şilin kadar,’ dedi. Gerisini zulaya atmıştı.” (E. Canetti, “Körleşme”, sa:259) “... yanlarında gezdirdikleri seyislerin para, merhem ve sargıbezi gibi şeyleri almasını sağlarlardı; seyisleri yoksa, bu alışılmış bir şey değildi, o zaman bunları, atın üzerindeyken bile gözünüze ilişmeyecek biçimde zulalayan bir heybede kendileri taşırlardı; zulalanan diyorum, çünkü esasen, kimi durumlar bir yana, gezgin şövalyeler heybe taşımazlardı.” (M. de Cervantes, “Don Quijote”, sa:23) “ ‘A.S. Byatt hakkında ne düşünüyorsunuz Bayan Costello?’ Hemen ardından: ‘Doris Lessing hakkında ne düşünüyorsunuz, Bayan Costello?’ Kadın yazarlar ve politika konulu bir kitap yazmaktadır; araştırma dediği şeyi yazları Londra’da sürdürmektedir. John arabanın zulasında bir kayıt cihazı bulsa şaşmayacaktır.” (J.M. Coetzee, “Romancının Romanı”, sa:14) “EY İNCİ DOLU ÜLKE ----------------------------yarından itibaren Haçik’in dükkanındaki zulada birkaç gram birinci kalite halis maldan birkaç nefes çekip birkaç kase dalavereli Pepsi cola içtikten sonra ve birkaç ya Hak ya Hu ve vah vah ve hu hu savurduktan sonra mütefekkir fazıllar ve münevver faziletliler ve lay lay lom mektebi müdavimleri arasına resmen katılabilirim” (Furuğ-Ferruhzad-<1935-1967>, “yeryüzü ayetleri-yeniden doğuş”, sa:59) Zulf olak : Sulh olalım “ ‘Ben bilirmişim! Ben ne bilirim ulan? Ne bilirim böyle karışık işleri ben? Adamın kuzusunu kestik. Karısının çocuğunu düşürdük. Yatırdık kendisini bir güzel ıslattık. Şimdi de, ‘Gel zulf olak!’ diyecez öyle mi?’ ” (F. Baykurt, “Yılanların Öcü”, sa:209) Zumn Henker diese Russen! (ALM.) : <Zu’m Hen’ker di’ze Rus’ın!> : ‘Şeytan olsun bu Rus’lar!’ Zurna gibi sarhoş olmak : Adamakıllı, zilzurna sarhoş olmak, kendinden geçmek “SESLER : Ver şu içkiyi! Al bir yudum! Salute! Gesundheit! Skoal! Zurna gibi sarhoş. Beter ol!.” (Eu. O’Neill, “Allahın Ayısı”, sa:8) Zurnanın zırt dediği yer : Zorlanma, son haddine gelme, ‘çabalama kaptan ben gidemem’ denen dönüm noktası “Toros dağlarına geldik. İşte zurnanın zırt dediği yer burası. Şoför, makinayı gayet normal kullanıyor ya, bizim gözümüz korkmuş bir kere. Bir uçurumdan yuvarlanırız diye ödümüz patlıyor.” (Y. Kemal, “Peri Bacaları”, sa:56) Züğürt : Parasız, malsız mülksüz kimse “Ben dürüstüm, çalışmayı severim, sonra sonra onurluyum. Bu konularda bana kimse bir şey diyemez. Bunların ötesinde... iyi bir geleceğim var. Ama züğürdün biriyim ben...” (A. Çehov, “Korkunç Bir Gece”, sa:31) “Karaca Oğlan der dünyaya gelmeden Ben usandım il işine yelmeden (*) Gurbet ilde padişahlık sürmeden Vatanında züğürt olmak yeğ imiş” (Yelmek: Bir işin ya da kişinin ardından acele acele koşmak) (Karaca Oğlan-Prof.Dr. M.F. Köprülü, “Türk Sazşairleri II”, xv.-xvı. yy., sa:287) Züğürt tesellisi : Elde edemediğinden yakınacağına ikincil derecede elde ettiğiyle övünme; piyangoda amorti “HALA - Evinin işini yapmak Gülten için hazdır. EMEL - Hadi oradan. Öyle haz olmaz. Züğürt tesellisi o..” (S. Engin, “Suçlu”, sa:54) Zülfikar : Hazreti Peygamber’in kullanıp Hz. Aliye hediye ettiği başı iki çatallı kılıç “Şiir: ‘Varlık iddiasında bulunan, varlığından geçmiş bir veliye çattı; kendi eliyle kendi gözüne diken soktu.’ ‘Ey kendinden geçmiş velilere Zülfikar çeken kimse, dikkat et! Sen onu kendi vücuduna vuruyorsun’ (Mesnevi, C.IV, sa. 403/2137-2138) (A. Eflaki, “Ariflerin Menkıbeleri”, Cilt:II, sa:381) “Dostum cevap verdi: ‘Yüce Tanrının eşsizliğine ve eski dostluğa ant içerim ki, alıştığımız ve bildiğimiz usulden konuşulmadıkça rahat soluk alamam! Dostun kalbini kırmak cahilliktir ama yeminin kefareti kolay iştir! <O dönemde yemin bozulduğu takdirde, günahtan kurtulmak için üç gün oruç tutulur ya da on yoksulun karnı doyurulurdu.> Ali’nin Zülfikar’ı kınında, Sa’di’nin dili damağında kalsın, bu olacak iş değil! Doğru yola da, doğru görüşe de uygun düşmez!’ ” (Sa’di, “Gülistan”, sa:27) Zülhicce : (AR.) Hicri takvimin 12. ayı: Aralık “Sa’di’nin doğum tarihinde olduğu gibi <1212-1219 yılları arasında, Şiraz>, ölüm tarihi hakkında da çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler var. Kaynakların çoğunda ölüm tarihi zilhicce - 690 (aralık 1291) olarak verilmiştir. Mezarı Şiraz’dadır. (Sa’di, “Gülistan”, sa: 9) Zümrü(d)tü Anka : “Binbir Gece Masalları”nda zikredilen, Batı dillerinde ‘Phoenix’ (Anka, Ruh, Simurg) olarak adlandırılmış, Eski Mısır’da ve İlk Çağlarda çok uzun yaşadığına inanılan, yemek amacıyla fil ve benzeri iri hayvanları taşıyabilecek yapıda efsanevi dev kuş. İslam mitolojisinde kuşların şahı, Hz. Musa zamanında yaratılmış, kuşların padişahı olarak tanınmış, birçok büyüklerin, bu arada Hz. Süleyman’ın meclisinde bulunmuş, Rüstem’in babası Zal’ı büyütmüş, Hz. Peygamber’den önce, bir peygamberin bedduasıyla yok olmuştur. Bk.: Anka kuşu, Simurg(h) “Heybetli bedeni tıraşlı ve pürüzsüzdü. Bakışlarını önce şahin pençeli dövmeli ayaklarına indirdi. Bunun üzerindeki kaslı bacakları oymalı sütunları andırıyordu; sol bacağında sarmal, sağ bacağında uzunlamasına çizgiler vardı. Boaz ve Jakin. (Kudüsteki ilk tapınak olan Süleyman Tapınağı’nın verandasındaki iki bronz sütun.) Süslü bir kemer oluşturan kasıklarıyla karnının üstündeki güçkü göğsünde çift başlı Zümrüdüanka kuşu vardı..” . ..... .”..... “Boş koridordan geçerlerken, Langdon yüzüğü <Masonik!>inceledi. ORDO AB CHAO yazılı bir levha taşıyan çift başlı Zümrüdüanka kuşu vardı ve üstüne 33 sayısı işlenmişti. ‘33 sayısıyla birlikte çift başlı Zümrüdüanka kuşu, masonluğun en üst derecesinin amblemidir.’ Teknik olarak bu prestijli derece sadece İskoç Riti’nde yer alıyordu.” (Dan Brown, “Kayıp Sembol”, sa:21;147) “Nihayet zil çaldı. Konağın girintili çıkıntılı sofalarında, en alt katından üst katlara, tavan arasına çıkan acayip merdivenlerinde kayboldum. Zümrüdüanka’yla devekuşu arası garip bir freskonun önünden en az üç defa geçtim. Bu merdivenlerde hocalar, talebeler, bir alay insan. Muallimler... Öğretmenler Odası’nı bulamıyorum, ya da şuuraltım oyun ediyor, bulmak istemiyorum. Uzun bacaklı, büyük kanatlı devekuşu üstüme üstüme uçuyor.” (S. İleri, “Hayal ve Istırap”, sa:184) “Van gölünün dibi kadar derin on yedi yaş uykularına dalmış olan Meryem, düşünde kendisini çırılçıplak bedeniyle Zümrüdüanka kuşunun boynuna binmiş uçarken görüyordu. Anka kuşu da kendi ince bedeni gibi bembeyazdı ve onu hiç sarsmadan, incitmeden bir tüy gibi uçuruyor, köpük köpük bulutların arasından geçiriyordu.” (Ö.Z. Livaneli, “Mutluluk”, sa:7) “SEN YOKTUN Sen yoktun hayatımda O zaman Ben çocuktum Seksek oynadım sokaklarda Lastik topum olmadı hiç Harp yıllarının yoksulluğunda Bezden top yapıp Dokuztaş oynadım Tütün dizdim komşulara Zümrü-ü Anka kuşunun Peri masallarının fiatına.” (Ayla Ataman, “İki Damla”) “SENSİN ---------Hem safsın hem Kaf dağı, sensin zümrütüanka Bil ki güzel buluşta kanat çırpan da sensin! Başında ağrı yoksa hiç başını sarma sen Bil ki gürültülerde toz koparan da sensin!” (Mevlana Celaleddin Rumi<1207-1273>-İsa Nurazer; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 17.05.07) “Kutsal Müziğin Yanında -------------------------------Şimdi şef müzisyen söylesin: ‘Şehvet ve öne geçme arzusu içimizde yaşadı Barbar krallar gibi: Fethetti bizi:’ -----------------------------Sonra şef müzisyen bildirecek: ‘Anka kuşlu meyvenin anlamı, Ta ki düş bilgi ve bilgi düş olana dek.’ ” (Delmore Schwartz-M.Ş.Ş., Anıl Çifter; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 10.01.08) Zümrüt; Zümürrüd : Çok güzel ve değerli yeşil bir taş. Eski devirlerin en nadide <az görülen, değerli> ziynet <süs> eşyalarından biri. O zamanın yaşamına göre, zehirli bir hayvanın soktuğu kimseye iki arpa kadarını yumuşatıp içirseler o kişi hemen iyileşir, ayrıca yılan bu taşı görürse gözleri kör olurmuş. “Yüce Tanrım, ferraş-döşeyici olan sabah rüzgarına, ‘yeryüzüne zümrüt bir yaygı ser’, demiş; sütnineye benzeyen bahar bulutuna, ‘bitki kızlarını yer beşiğinde emzir!’ diye buyurmuş. Ağaçlara ‘nevruz’ giysisi olsun diye yeşil yapraktan elbiseler giydirmiş.” (Sa’di, “Gülistan”, sa:20) Züppe; Züppece : Modern geçinen, kendini beğenmiş; O şekilde davranış “Kasım başlarında bir Cumartesi gecesiydi. Paradise Café’nin önünde duruyorduk, burası kentin merkezinde hoş bir bardı, Zenci bir caz orkestrası çalardı orada, sigara satan kızlar da içlerini gösteren giysiler giyerlerdi. Hafta sonlarında barın çevresinden ayrılmazdım, sadaka dilenirdim, ondan ona haber taşır, ya da züppe beylere taksi çevirirdim.” “DÖRDÜNCÜ SAHNE - (... Kaşif Ahmet Bulur kısa boylu, zaman zaman dalgın, zaman zaman ateşlidir. Genellikle biraz durgun, biraz sıkılgan bir adam etkisi bırakır. İcatlarının dışında pek az şey onu ilgilendirir. Ahmet Okyay belirli çevrelerde son zamanlarda bol bol görülen tam bir kart züppedir.)” (C.F. Başkut, “Harput’ta Bir Amerikalı”, sa:25-6) “Doğu’da olduğu gibi Batı’da da Marks’ın tezleri çürütülmeye çalışılıp kendisi gülünç duruma sokulmuştur. Hepsi de onun ismini kullanan çok sayıda akım, öğretisinin çok sayıda değişik biçimi, Marks’ın adına fanatik çevreler için yalnızca bir yem ya da Proust ismini tanır gibi Marks ismini tanıyan züppeler için yalnızca bir oyuncak olarak başvurmaktadır.” (H. Böll, “Gül ve Dinamit”, sa:36) “Solunda oturan bir züppeye: -Çok güzel söylediler! dedi. Son derece coşmuş olan, alkışın yanısıra ayaklarıyla daha çok gürültü çıkaran züppe, çabucak ve önemsemeden İvan Andreyiç’e baktı; daha iyi işitilsin diye ellerini boru gibi ağzına koyarak primadonnanın adını haykırdı.” (F. Dostoyevski, “Başkasının Karısı”, sa:37) “ ‘Phédre’ ve ‘Bahçıvanın Köpeği’nin afişleri asılıydı. Salondakiler yeni züppe gençliğin pek tuttuğu ‘Halkın Uyanışı’ şarkısının söylenmesini istedi. Perde kalktı ve şişman, güdük bir adam çıktı sahneye. Ünlü Lays’di bu. Güzel tenor sesiyle söylemeye başladı şarkıyı: ‘Fransız halkı, kardeşler halkı...’ ” (A. France, “Tanrılar Susamışlardı”, sa:314-5) “Erkeklerden birinin beyaz, kolasız plastronu vardı; yağmurdan yumuşamış, yer yer kabarıp sarkmıştı; bu ıslak plastrona elmas bir iğne takılmıştı. Adam görünüşü biraz züppece, uzun sivri burun ayakkabılar giymişti. Kendisine selam verdim.” (K. Hamsun, “Pan”, sa:15) “Sevgili Wilse; New York, 19 Mayıs 1918 ---------------- Ve Peg Vaughan hala ganimet arayarak mı geçiniyor ve Sevimli Leo, ganimetle yüklü, onu mu arıyor? Ve G’t Fleisler hala domuz Yahudi’nin önüne saçılan gazetecilik zekasının incilerini arayan istekli Godfrey’in gölgesinin peşini bırakmadı mı? Ve Tannembaumb, ormanadamı ve bumerang atıcısı Tazmanyalı Son züppesiz ne yapıyor? Ha? Sana soruyorum? Ernest.” (E. Hemingway, “Hemingway’in Mektupları”, sa:15) “ ‘İstanbul hanımları bizi bir alay vahşi mi sanıyorlar? Bir gün kazanoroz da İstanbul’a gideriz diye kim bilir kaç züppe hanımın yüreği hopluyordur...’ ” (Y.K. Karaosmanoğlu, “Ankara”, sa:62) “CLEANTE - Birdenbire başım döndü, gidiyorum ben. HARPAGON - Bir şey değildir. Hemen koş, mutfakta bir bardak saf su iç. Şu çıtkırıldım züppeye bakın hele, koskoca delikanlı olacak, kuş kadar da canı yok.” (Moliere, “Cimri”, sa:49) “KENT (Oswald’a.) - Sen... sen rezilin, edepsizin birisin..... Sen asılzadelik taslayan, meteliksiz, uşak kılıklı, kokmuş yün çoraplı bir sahtekarsın. Sıkışınca soluğu mahkemede alan bir ödlek, ayna düşkünü bir züppe, gayretkeş ve kıçyalayıcı bir hergelesin.” (W. Shakespeare, “Kral Lear”, sa:57) “GÖZCÜ - Yiğit bölükbaşı geç bakalım. Kraliçe’nin sarayında saygıyla eğil. SES - Var git, ciritini bir güzel yağla Afrikalı. Şafak sökmeden Romalılar sana afiyetle yedirecekler o ciriti, hem de sapına kadar. (Sesin sahibi, muhafızlardan değişik kılıkta ama gösterişte onlardan hiç te geri kalmayan sarışın bir züppe, geçitten gülerek gelir.)” (G.B. Shaw, “Sezar ve Kleopatra”, sa:26) “...bunu da bekliyorlardı daha, bu aylak beyefendiler, züppeler, fazladan bahşiş! – yoksa bir ‘Teşekkürler’ bile çıkmazdı ağızlarından, nerede kaldı ‘iyi günler’; bahşiş olmadı mı müşteri o andan itibaren havacıvaydı bunlar için, ayrılırken de artık yalnız küstah garson sırtlarıyla küstah garson kıçları görürdü, bir de arkadan pantolonlarının beline sıkıştırılmış, tıka basa dolu kasa cüzdanlarını...” (Patrick Süskind, “Güvercin”, sa:70) “OTOPORTRE <Kasım 1916, Moskova> Wilde’in profili. Çocuğun pelerin yakasını görüyorum salondaki çerçeveli aynadan. Yakanın altındaki bu omuzları öpüyorum, sakinleşmiyorum. *** Ben kimim? Bir züppe doğulu kılığında, Bağdat’ta düğmeleri açılmış giysilerin içindeyim, Tekrar, tekrar Mallarmé’yi okuyorum.” (Titsian Tabidze-Kemal Özüdoğru; “Şiir Atlası”, Cevat Çapan, Cumhuriyet Kitap, 13.03.03) “ ‘Bu yüzden, bu gece yanında oturmak istediğim bir değil elli kişi var. Ama içinizde küstahlaşmadan, burada evimdeymişçesine rahat olan bir tek benim. Kaba saba değilim, züppe değilim. Toplumun baskısına karşı apaçık uzanırsam dilimin akıntıya zor bir şey koymaktaki hüneriyle başarıya ulaşıyorum.’ ” (V. Woolf, “dalgalar”, sa:101) Zwei Seelen und ein Gedanke, zwei Herzen und ein Schlag : (ALM.,PSYCH.,KOLL.) <(Ts)vay Ze’len und ayn Gedan’ke, (Ts)vay Her’zen und yan Şlag> : İki ruh ve yalnızca bir düşünce; beraber çarpan iki kalp = Two souls with but one thought; two hearts that beat together zygote : (BOT.,GEN.,) <zi’got> : İki gametin <seks hücresinin> birleşmesiyle oluşan üretici hücre zythum : (ESKİ MISIR,İÇKİ) <zay’tım> : Eski Mısırlıların kullandıkları, arpa suyundan yapılmış bira -Tüm Hakları Saklıdır- BİBLİOĞRAFYA . ABASIYANIK, Sait Faik: “Alemdağ’da Var Bir yılan”, Y K Y, 2. Baskı, İstanbul 2003 . ABASIYANIK, Sait Faik: “Kayıp Aranıyor”, Y K Y, 4. Baskı, İstanbul 2003 . ABASIYANIK, Sait Faik: “Sarnıç”, Y H Y, 3. Baskı, İstanbul 2003 . ABASIYANIK, Sait Faik: “Semaver”, Y K Y, 3. Baskı, İstanbul 2003 . ABASIYANIK, Sait Faik: “Şahmerdan”, Y K Y, 3. Baskı, İstanbul 2003 . ADIVAR, Halide Edip: “Sinekli Bakkal”, Özgür Yayınları, 6. Basım, İstanbul 2003 . AĞAOĞLU, Adalet: “Toplu Öyküler I & II”, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2002 . AHMATOVA, Anna: “yaban balı özgürlük kokar”, Çev.: Güneş Acar, Can Yayınları, -Dünya Şiiri- İstanbul 2008 . AISKHYLOS: “Zincire Vurulmuş Prometheus”, Çev.: Azra Erhat/Sabahattin Eyüboğlu, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2000 . AKBAL, Oktay: “Bir De Simit Ağacı Olaydı”, Cem Yayınevi, İstanbul 1990 . AKBAL, Oktay: “İstinye Suları”, -öyküler-, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2002 . AKSAL, Sabahattin Kudret: Bütün Yapıtları-Oyunlar:‘Evin Üstündeki Bulut’, ‘Şakacı’, ‘Bir Odada Üç Ayna’ , ‘Tersine Dönen Şemsiye’, ‘Kahvede Şenlik Var’, ‘Kral Üşümesi’, ‘Bay Hiç’, Sonsuzluk Kitabevi’, Önemli Adam’, Y.K.Y., İstanbul 1998 . AKSOY, Ömer Asım: “Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü”, Cilt: I & II, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1998 . AKSÜT, Sadun: “Türk Musikisi Güfteleri Hazinesi”, Cilt:I, II, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1993 . AKTUNÇ, Hulki: “Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü” (Tanıklarıyla), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1998 . ALİ, Sabahattin: “Bütün Öyküleri”, Cilt I: (Değirmen, Kağnı, Ses) & II: (Yeni Dünya, Sırça Köşk,Esirler oyun-); 6. & 4. Baskı, İstanbul 2001 . ALIGHIERI, Dante: “İlahi Komedya”: Cilt: I “Cehennem”, Cilt: II “Cennet”, Cilt: III “Araf”; Çev.: Dr. Feridun Timur, MEB Yayınları, Batı Klasikleri No.13, İstanbul 1992 . ALTAN, Ahmet: “İçimizde Bir yer”, Alkım Yayınları, İstanbul 2004 . AMADO, Jorge: “Gecenin Çobanları”, Çev.: Adnan Cemgil, Can Yayınları, İstanbul 2007 . AMERİCAN BORD NEŞRİYAT DAİRESİ, “Revised Redhouse Dictionary, English-Turkish”=Yeni Redhouse Lügati, İngilizce-Türkçe; 3. print, İstanbul 1956 . ANAYA, Rudolfo: “Kutsa Beni, Ultima”, Çev.: Ayşe Yüksel, Can Yayınları, İstanbul 2007 . ANDAY, Melih Cevdet: “isa’nın güncesi”, Adam Yayınları, İstanbul 1991 . ANTİKÇAĞ ANADOLU ŞİİRİ ANTOLOJİSİ, Türkçesi: Alova, Can Yayınları, -Dünya Şiiri-, İstanbul 2008 . ARISTOPHANES: “Bulutlar”, Çev.: Ali Süha Delilbaşı, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.29, İstanbul 1994 . ARISTOTELES: “Poetika”, Çev.: İsmail Tunalı, Remzi Litabevi, 9. Basım, İstanbul 2001 . ATAMAN, Ayla: “İki Damla”, Ata Ofset Matbaacılık, İstanbul 2008 . ATILGAN, Yusuf: “Anayurt Oteli”, İletişim Yayınları, 2. Baskı, Ankara 1974 . AUSTER, Paul: “Brooklyn Çılgınlıkları”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, İstanbul 2007 . AUSTER, Paul: “Cam Kent” <New York Üçlemesi 1>, Çev.: Yusuf Eradam, Metis Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2000 . AUSTER, Paul: “Cebi Delik”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . AUSTER, Paul: “duvar yazısı” -seçme şiirler-, Çev.: Gökçenur Ç., Can Yayınları, Dünya Şiiri, İstanbul 2008 . AUSTER, Paul: “Görünmeyen”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, İstanbul 2010 . AUSTER, Paul: “Hayaletler” <New York Üçlemesi 2>, Çev.: Fatih Özgüven, Metis Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . AUSTER, Paul: “Karanlıktaki Adam”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2008 . AUSTER, Paul: “Kış Günlüğü”, Çev.: Seçkin Selvi; Can Yayınları, İstanbul 2012 . AUSTER, Paul: “Kilitli Oda”, <New York Üçlemesi 3>, Çev.: Yusuf Eradam, Metis Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . AUSTER, Paul: “Lulu Köprüde”, Çev.: Işıl Aydın, Can Yayınları, İstanbul 2009 . AUSTER, Paul: “Sunset Park”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, İstanbul 2011 . AUSTER, Paul: “Şans Müziği”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, İstanbul 1993 . AUSTER, Paul-COETZEE, J.M.: “Şimdi ve Burada, Mektuplar 2008-2001), Çev.: Seçkin Selvi, 1. Basım, İstanbul 2013 . AUSTER, Paul: “Yalnızlığın Keşfi”, Çev.: İlknur Özdemir; Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1999 . AUSTER, Paul: “Yazı Odasında Yolculuklar”, Çev.: Taciser Ulaş Belge, Can Yayınları, İstanbul 2000 . AUSTER, Paul: “Yükseklik Korkusu” (Vertigo), Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1998 . BACON, Francis “Yeni Atlantis”, Çev.: Hamit Dereli, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.70, İstanbul 1999 . BAGNOLD, Enid: “Kireçli Bahçe”, Çev.: Cahit Okurer, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.46, İstanbul 1990 . BALZAC, Honoré de: “Albay Chabert”, Çev.:Yaşar Nabi Nayır, “MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.72, İstanbul 1990 . BALZAC, Honoré de: “Bilinmeyen Başyapıt & Kırmızı Han”, Çev.: Nahit Sırrı Örik/Nermin Sankur”, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.66, İstanbul 1999 . BALZAC, Honoré de: “Süslü Hayatlar 1”, Çev.: Vahdet Gültekin, Anıt Yayıncılık, İstanbul 1983 . BALZAC, Honoré de: “Tefeci Gobseck & Üç Öykü”, Çev.: Vedat Günyol/Mücahit Topalak, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.34, İstanbul 1999 . BALZAC, Honoré de: “Top Oynayan Kedi Mağazası”, Çev.: Necdet Bingöl, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.5, İstanbul 1998 . BALZAC, Honoré de: “Tours Papazı”, Çev.: Mebrure Alevok; Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.48, İstanbul 1999 . BARICCO, Alessandro; “Bindokuzyüz-Okyanus Piyanisti Efasanesi”, Çev.: Turhan Kayaoğlu, Can Yayınları, İstanbul 2007 . BAŞAR, Kürşat: “Başucumda Müzik”, Kültür Yayınları, 31.Baskı, İstanbul 2004 . BAŞKUT, Cevat Fehmi: “Harput’ta Bir Amerikalı”, İnkılap Oyun Dizisi, 2. Baskı, İstanbul 1992 . BAUDELAIRE, Charles: “Kötülük Çiçekleri”, Çev.: Sait Maden, Çekirdek Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1998 . BAUDELAIRE, Charles: “Paris Sıkıntısı”, Çev.: Erdoğan Alkan, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.132, İstanbul 2001 . BAYKURT, Fakir; “Anadolu Garajı”, Bilgi Yayınevi, Ankara 1970 . BAYKURT, Fakir: “Çilli Karın Ağrısı Cüce”, Remzi Kitabevi, İstanbul 1971 . BAYKURT, Fakir: “Irazcanın Dirliği”, Remzi Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul 1969 . BAYKURT, Fakir: “Efendilik Savaşı”, Bilgi Yayınevi, Ankara 1969 . BAYKURT, Fakir “On Binlerce Kağnı”, Remzi Kitabevi, İstanbul 1971 . BAYKURT, Fakir: “Onuncu Köy”, Remzi Kitabevi, 3. Baskı, İstanbul 1971 . BAYKURT, Fakir: “Tırpan”, Remzi Kitabevi, İstanbul 1970 . BAYKURT, Fakir: “Yılanların Öcü”, Remzi Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 1970 . BAYRI, Mehmet Halit: “İstanbul Folkloru”, A. Eser Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1972 . BECKETT, Samuel: “Bütün Oyunları - I”: ‘Godot’yu Beklerken’, ‘Tüm Düşenler’, ‘Oyun Sonu’, Çev.: Uğur Ün; Mitos-BOYUT Tiyatro Dizisi, No.23, İstanbul 1993 . BEHRAMOĞLU, Ataol: “Büyük Türk Şiiri Antolojisi”, Cilt:1&2, Sosyal Yayınlar, 6. Basım, İstanbul 2001 . BEHRAMOĞLU, Ataol: “çağdaş rus şiiri antolojisi”, Can Yayınları, İstanbul 2008 . BENNI, Stefano; “Deniz Dibindeki Bar”, Çev.: Sema Tuksavul, Can Yayınları, İstanbul 1999 . BENSON, Michael; “Gizli Topluluklar Sözlüğü”, Çev.: Sezer Soner, Neden Kitap, İstanbul 2005 . BEONG, CHON SANG; “göğe dönüş”, Çev.: Nana Lee/Fahrettin Arslan; Özgür Edebiyat Kitaplığı; İstanbul 2008 . BERBEROVA, Nina; “Kara Acı”, Çev.: Zehra Gencosman; Can Yayınları, İstanbul 1991 . BERGSON, Henri: “Gülme” <Le Rire>, Çev.: Ord. Prof. Mustafa Şekip Tunç, MEB Yayınları, Batı Klasikleri No.31, İstanbul 1989 . 1789 FRANSIZ DEVRİMİ ŞARKILARI; Çev.: Erdoğan Alkan/Tozan Alkan, Bordo Siyah, Şiir, İstanbul 2005 . BLAKE, William; “Cennet ve Cehennemin Evliliği”, Çev.: Tozan Alkan, Bordo&Siyah KlasikYayınlar, İstanbul 2004 . BOWEN, James; “Sokak Kedisi Bob”, Çev.: Işıl Karahanoğlu Zaimoğlu, Cilt:I, Yabancı Yayımları, 2. Baskı, İstanbul 2013 . BOWEN, James; “Bob’un Dünyası”, Çev.: Seda Çıngay, C,ilt: II, Yabancı Yayınları, İstanbul 2013 . BOYTCHEV, Hristo; “Albay Kuş”, Çev.: Nihal Geyran Koldas, İstanbul Büyükşehir Tiyatroları Kütüphanesi, yayımlanmamış oyun, No.2867 . BÖLL, Heinrich; “Ademoğlu Neredeydin”, Çev.: Zeyyat Selimoğlu, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1996 . BÖLL, Heinrich; “Babasız Evler”, Çev.: Ahmet Cemal, Can Yayınları, İstanbul 1999 . BÖLL, Heinrich; “Cüce il Bebek”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi,İkinci Basım, İstanbuk 1993 . BÖLL, Heinrich; “Dokuz Buçukta Bilardo”, Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, İstanbul 1997 . BÖLL, Heinrich; “Frankfurt Dersleri”, Çev.: Kasım Eğit, Can Yayınları, İstanbul 1998 . BÖLL, Heinrich; “Gül ve Dinamit”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 2.Basım, İstanbul 2000 . BÖLL, Heinrich; “İlk Yılların Ekmeği”, Çev.: Zeyyat Selimoğlu, Can Yayınları, İstanbul 1996 . BÖLL, Heinrich; “İrlanda Güncesi”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İstanbul 1997 . BÖLL, Heinrich; “Katharina Blum’un Çiğnenen Onuru”, Çev.: Ahmet Cemal, Can Yayınları, İstanbul 1999 . BÖLL, Heinrich; “Melek Sustu”, Çev.: Yadigar-Kasım Eğit; Can Yayınları, İstanbul 2004 . BÖLL, Heinrich; “Solgun Köpek”, Çev.: Yadigar Eğit, Can Yayınları, İstanbul 2002 . BÖLL, Heinrich: “Trenin Tam Saatiydi”, Çev.: Zeyyat Selimoğlu, Can Yayınları, İstanbul 1996 . BÖLL, Heinrich: “Ve O Hiçbir Şey Demedi”, Çev.: Behçet Necatigil, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . BRECHT, Bertolt: “Üç Kuruşluk Roman”, Çev.: Sema Özkaya; Oda Yayınları, İstanbul 1988 . BROWN, Dan: “Cehennem”Çev.: Petek Demir, İpek Demir, Altın Kitaplar, 1. Basım, İstanbul 2013 . BROWN, Dan: “Da Vinci Şifresi”, Çev.: Petek Demir, Altın Kitaplar, 5. Baskı, İstanbul 2004 . BROWN, Dan: “Digital Kale”, Çev.: Sezer Soner, ODTÜ Yayıncılık, 9. Baskı, İstanbul 2004 . BROWN, Dan: “İhanet Noktası”, Çev.: Petek Demir, Altın Kitaplar, İstanbul 2005 . BROWN, Dan: “Kayıp Sembol”, Çev.: Petek Demir, Altın Kitaplar, İstanbul 2009 . BROWN, Dan: “Melekler ve Şeytanlar”, Çev.: Petek Demir, Altın Kitaplar, 5. Basım, İstanbul 2004 . BUCK, Pearl S.: “Şakayık”, Çev.: Vahdet Gültekin, Kastaş Yayınları, İstanbul 2002 . BUKOWSKI, Charles: “Büyük Zen Düğünü”, Çev.: Avi Pardo, Metis Yayınları, 4. Basım, İstanbul 1999 . BUTOR, Michel: “Değişme”, Çev.: Mükerrem Akdeniz, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1991 . CALVINO, Italo: “Ağaca Tüneyen Baron”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1998 . CALVINO, Italo: “İkiye Bölünen Vikont”, Çev.: Rekin Teksoy, Can Yayınları, İstanbul 1991 . CALVINO, Italo: “Jaguar-Güneş Altında”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1997 . CALVINO, Italo: “Savaşa Giriş”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1998 . CAMUS, Albert: “Amerika Günlükleri”,, Çev.: Osmak Akınhay, Öteki Yayınevi, İstanbul 1992 . CAMUS, Albert: “Başkaldıran İnsan”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1998 . CAMUS, Albert: “Büyüyen Taş”, Çev.: Bertan Onaran, Ara Yayıncılık, 2. Basım, İstanbul 1991 . CAMUS, Albert: “Defterler I-II-III”, Çev.: Ümit Moran Altan, İthaki Yayınevi, İstanbul 2003 . CAMUS, Albert: “Denemeler”, Çev.: Sabahattin Eyuboğlu/Vedat Günyol, Say Dağıtım, İstanbul 1998 . CAMUS, Albert: “Düğün ve Bir Alman Dosta Mektuplar”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1997 . CAMUS, Albert: “Düşüş”, Çev.: Hüseyin Demirhan, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . CAMUS, Albert: “Ecinniler”, Çev.: Aziz Çalışlar; Can Yayınları, 2.Basım, İstanbul 1994 . CAMUS, Albert: “İlk Adam”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . CAMUS, Albert: “Mutlu Ölüm”, Çev.: Ramis Dara, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1999 . CAMUS, Albert: “Sıkıyönetim”, Çev.: Bertan Onaran, Ara Yayıncılık, 2. Basım, İstanbul 1990 . CAMUS, Albert: “Sisyphos Söyleni”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 6. Basım, İstanbul 1998 . CAMUS, Albert: “Sürgün ve Krallık”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul 1996 . CAMUS, Albert: “Tersi ve Yüzü”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1997 . CAMUS, Albert: “Veba”, Çev.: Nedret Tanyolaç Öztokat, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 1999 . CAMUS, Albert: “Yabancı”, Çev.: Vedat Günyol, Can Yayınları, 10. Basım, İstanbul 2000 . CAMUS, Albert: “Yolculuk Günlükleri”, Çev.: Ramis Dara, Can Yayınları, İstanbul 1991 . CAMUS, Albert: “Yaz”, Çev.: Nalan Sezgin, Seren Yayıncılık, Ankara 1990 . CANETTI, Elias: “Gözlerin Oyunu”, Çev.: Şemsa Yeğin, Payel Yayınevi, İstanbul 2000 . CANETTI, Elias: “Körleşme”, Çev.: Ahmet Cemal, Payel Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1993 . CANETTI, Elias: “Kulaktaki Meşale”, Çev.: Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, İstanbul 1997 . CANETTI, Elias: “Kurtarılmış Dil: Bir Genliğin Öyküsü”, Çev.: Şemsa Yeğin, Payel Yayınları, İstanbul 1995 . CANETTI, Elias: “Marakeş’te Sesler”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul 1993 . CANETTI, Elias: “Sözcüklerin Bilinci”, Çev.: Ahmet Cemal, Payel Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2001 . CARROLL, Lee & TOBER, Jan: “İndigo Çocuklar”, Çev.: Semra Ayanbaşı, Akaşa Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2002 . CASTILLO, Michel del: “Gitar”, Çev.: İnci Gül, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2000 . CELAL, Peride: “Melahat Hanımın Düzenli Yaşamı”, Can Yayınları, İstanbul 1999 . CEMAL, Ahmet: “Aradığımız Tiyatro”, TEM-Mitos BOYUT Yayınları, İstanbul 1998 . CEMAL, Ahmet: “Bizi Yaşatanlar ve Öldürenler”, Can Yayınları, İstanbul 2002 . CEMAL, Ahmet: “İnsana Dönmek”, Can Yayınları, İstanbul 2002 . CEMAL, Ahmet: “Okuyan Gençliğe Mektuplar”, Kaf Yayıncılık, İstanbul 1999 . CEMAL, Ahmet: “Oynamak Varken”, Can Yayınları, İstanbul 2002 . CEMAL, Ahmet: “Sanat Üzerine Denemeler”, Can Yayınları, İstanbul 2000 . CEMAL, Ahmet: “Şeref Bey Artık Burada Yaşamıyor”, Can Yayınları, İstanbul 1999 . CEMAL, Ahmet: “Yaşamdan Çevirdiklerim”, İyi Şeyler Yayıncılık ve Yapım, İstanbul 1996 . CENGİZ, Sevgi Sakarya: “Üresin ve Türesin”, İstanbul Büyükşehir Tiyatroları Kütüphanesi, yayımlanmamış oyun. . CERVANTES, Miguel de: “Don Quijote”, Çev.: Hacer Güneyligil, Oda Yayınları, İstanbul 2003 . CEVİZCİ, Ahmet: “Felsefe Sözlüğü”, Paradigma Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2002 . CHAMISSO, Adelbert von: “Peter Schlemihl”, Çev.: Sabahattin Ali, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.69, İstanbul 1999 . CHATEUBRIAND; François-August-René: “Son İbni Sirac’ın Serüvenleri”, Çev.: Nermin Sankur, Cumhuriyet Klasikleri, No.86, İstanbul 2000 . CHRISTIE, Agatha: “Aptal Tanık”, Çev.: İvi Özerel, Kitapsarayı Yayınları: 5, İstanbul 1978 . CHRISTIE, Agatha: “Cinayet Reçetesi”, Çev.: Gönül Suvereni Altın Kitaplar, İstanbul 1976 . Le CLEZIO, J.M.G.: “Ourania-Bir Meksika Ütopyası”, M.K.-Türkuvaz Kitap, İstanbul 2007 . COCTEAU, Jean: “İnsan Sesi”, Çev.: İ. Galip Arcan, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.22, İstanbul 1989 . COELHO, Paulo: “Beşinci Dağ”, Çev.: Aykut Derman, Cem Yayınları, İstanbul 1998 . COELHO, Paulo: “Elif”, Çev.: Saadet Özen, Can Sanat Yayınları, İstanbul 2011 . COELHO, Paulo: “Hac”, Çev.: Celal Üster, Can Yayınları, İstanbul 2006 . COELHO, Paulo: “Işığın Savaşçısının Elkitabı”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İstanbul 2003 . COELHO, Paulo: “Kazanan Yalnızdır”, Çev.: Celal Üster, Can Yayınları, İstanbul 2009 . COELHO, Paulo: “On Bir Dakika”, Çev.: Saadet Özen, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2004 . COELHO, Paulo: “Piedra Irmağının Kıyısına Oturdum, Apladım”, Çev.: Aykut Derman, Cem Yayınları, İstanbul 1998 . COELHO, Paulo: “Portbello Cadısı”, Çev.: Celal Üster, Can Yayınları, İstanbul 2008 . COELHO, Paulo: “Simyacı”, Çev.: Özdemir İnce, Cem Yayınları, İstanbul 1997 . COELHO, Paulo: “Şeytan ve Genç Kadın”, Çev.: İlknur Özdemir, Cem Yayınları, İstanbul 2001 . COELHO, Paulo: “Veronika Ölmek İstiyor”, Çev.: Haldun Pamir, Cem Yayınları, İstanbul 2000 . COELHO, Paulo: “Zahir”: Çev.: Ayşegül Hatay, Can Yayınları, 7. Basım, İstanbul 2005 . COETZEE, John Michael: “Barbarları Beklerken”, Çev.: Dost Körpe, Ithaki Yayınları, İstanbul 2001 . COETZEE, John Michael: “Düşman”, Çev.: Nihal Geyran Koldaş, Adam Yayınları, İstanbul 1990 . COETZEE, John Michael: “Kötü Bir Yılın Güncesi”, Çev.: Suat Ertüzün, Can Yayınları, İstanbul 2009 . COETZEE, John Michael: “Michael K.”, Çev.: Tülin Nutku, Can Yayınları, İstanbul 2006 . COETZEE, John Michael: “Petersburg’lu Usta”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İstanbul 2003 . COETZEE, John Michael: ”Romancının Romanı” <Elizabeth Costello>, Çev.: E. Efe Çakmak, Can Yayınları, İstanbul 2004 . COETZEE, John Michael: “Utanç”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İstanbul 1999 . COETZEE, John Michael: “Yavaş Adam”, Çev.: Dost Körpe, Can Yayınları, İstanbul 2006 . COHEN, Sema J.; Editor: “Dictionary of Modern Ballet”, Tudor Publ. Comp., New York 1959 . CONRAD, Joseph: “Karanlığın Yüreği”, Çev.: Ali Kayalar, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004, Dünya Klasikleri, No.34, İstanbul 1999 . CRONIN, Achibald Joseph: “Garip Bir Aşk”, Çev.: Adnan Tahir, Arif Bolat Kitabevi, İstanbul 1970 . CRONIN, Achibald Joseph: “Şahika” <Citadel>, Çev.: Ömer Riza Doğrul, Ahmet Halit Kitabevi, İstanbul 1941 . CUMALI, Necati: “makedonya 1900”, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul 1976 . ÇAPAN, Cevat: “Şiir Atlası”, yüzlerce ozanın şiirleri, Cumhuriyet Kitap eki, yıllar: 2000,2,3,4,5,6,7,8 . ÇEHOV, Anton: “Korkunç Bir Gece”, Çev.: Mehmet Özgül, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.87, İstanbul 2000 . ÇEHOV, Anton: “Martı & Vişne Bahçesi, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.21, İstanbul 1998 . ÇEHOV, Anton: “Teklif”, Çev.: Gaffar Güney, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.51, İstanbul 1992 . ÇELEBİ, Asaf Halet: “Om Mani Padme Hum”, Adam Yayıncılık, İstanbul 2003 . ÇIMAROĞLU, Ayla: “Boş Kaplumbağa”, İstanbul Büyükşehir Belediyeleri Kütüphanesi, yayımlanmamış oyun. . ÇİZMECİLER, Osman: “Ünlü Deyimler ve Öyküleri”, Kastaş Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1999 . DAĞLARCA, Fazıl Hüsnü: “Ötekinde Olmak”, Doğan Kitap, İstanbul 2000 . DAUDET, Alphonse: “Değirmenimden Mektuplar”, Cilt: I & II, Çev.: Sabri Esat Siyavuşgil, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.116-7, İstanbul 2000 . DAUDET, Alphonse: “Pazartesi Konuşmaları”, Cilt: I & II, Çev.: Sabri Esat Siyavuşgil, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.14 &15, İstanbul 1998 . DAUDET, Alphonse: “Taraskonlu Tartarin”, Çev.: Tahsin Yücel; Can Yayınları, İstanbul 1981 . DESNOS, Robert: “hayır, aşk ölmedi”, Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, Dünya Şiiri, İstanbul 2008 . DICKENS, Charles: “Büyük Umutlar”, Çev.: Nilgün Temren, Boyut Kitapları, İstanbul -tarih yok. DICKENS, Charles: “Gizemli Öyküler”, Çev.: Saadet Akıncı, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.136, İstanbul 2001 . DICKENS, Charles: “İki Şehrin Hikayesi”, Çev.: Füsun Elioğlu, Oda Yayınları, İstanbul 1989 . DIDEROT, Denis: “Rahibe”, Çev.: Sonat Kaya, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004 . DİLMEN, Güngör: Toplu Oyunları: 1, ‘Midas’ın Kulakları’, ‘Midas’ın Altınları’, ‘Mids’ın Kördüğümü’, Metis-BOYUT: TEM Yayıncılık, 2. Basım, İstanbul 2000 . DORFMAN, Ariel: “Ölüm ve Kız”, Çev.: Filiz Ofluoğlu, Can Yayınları, Çağdaş Drama Dizisi, İstanbul 1993 . DOSTOYEVSKI, Fyodor Mihayloviç: “Başkalarının Karısı & Namuslu Hırsız”, Çev.: D. Sorakin/S. Aytekin, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.110, İstanbul 2000 . DOSTOYEVSİ, Fyodor Mihayloviç; “Beyaz Geceler & Uysal Kız”, Çev.: Mehmet Özgül, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.60, İstanbul 1999 . DOSTOYEVSKI, Fyodor Mihayloviç: “Budala”, Cilt: I & II, Çev.: Servet Lünel, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.69, İstanbul 1991 . DOSTOYEVSKI, Fyodor Mihayloviç: “Karamazov Kardeşler”, Çev. Nihal Yalaza Taluy, Cilt: I-II-III-IV, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler No.2, İstanbul 1992 . DOSTOYEVSKI, Fyodor Mihayloviç: “Tatsız Bir Olay”, Çev.: Nihal Yalaza Taluy, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.85, İstanbul 1990 . DOSTOYEVSKI, Fyodor Mihayloviç: “Yeraltından Notlar”, Çev.: Mehmet Özgül, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.53, İstanbul 1999 . DURBAŞ, Refik (Derleyen): “Cezaevi Şiirleri”, Adam Yayınları, İstanbul 1993 . DURRELL, Lawrence: <İskenderiye Dörtlüsü 1>, “Justine”, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, 5. Basım, İstanbul 2005 . DURRELL, Lawrence: <İskenderiye Dörtlüsü 2>, “Balthazar”, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2005 . DURRELL, Lawrence: <İskenderiye Dörtlüsü 3>, “Mountolive”, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, 3.Basım, İstanbul 2004 . DURRELL, Lawrence: <İskenderiye Dörtlüsü 4>, “Clea”, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2004 . DURRELL, Lawrence; “Karanlık Labirent”, Çev.: Dilek Şendil, Can Yayınları, İstanbul 2007 . DURRELL, Lawrence; “Kıbrıs’ın Acı Limonları”, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, İstanbul 2007 . DURRELL, Lawrence; “Mekan Ruhu”<Akdeniz Yazıları>, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, İstanbul 2008 . DURRELL, Lawrence; “Sırbistan Üzerinde Beyaz Kartallar”, Çev.: Seden Hatay, Can Yayınları, İstanbul 2007 . ECO, Umberto; “Açık Yapıt”, Çev.: Nilüfer Uğur Dalay, Can Yayınları, İstanbul 2000 . ECO, Umberto; “Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, 3. basım, İstanbul 1996 . ECO, Umberto; “Baudolino”, Çev.: Şemsa Gezgin, Doğan Kitap, İstanbul 2003 . ECO, Umberto; “Beş Ahlak Yazısı”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1998 . ECO, Umberto; “Foucault Sarkacı”, Çev.: Şadan Karadeniz, Can Yayınları, 4. basım, İstanbul 1998 + Sözlükçe . ECO, Umberto; “Gülün Adı”, Çev.: Şadan Karadeniz, Can Yayınları, 9. Basım, İstanbul 1998 . ECO, Umberto; “Kraliçe Loana’nın Gizemli Alevi”, Çev.: Şemsa Gezgin, Doğan Kitap, İstanbul 2005 . ECO, Umberto; “Somon Balığıyla Yolculuk”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1997 . ECO, Umberto; “Yanlış Okumalar”, Çev.: Mehmet H. Doğan, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1998 . EFLAKİ, Ahmet; “Ariflerin Menkıbeleri I & II”, Çev.: Tahsin Yazıcı, MEB, Şark-İslam Klasikleri, No.29, İstanbul 1989 . EFLATUN <Platon>; “Kratylos”, Çev.: Suad Y. Baydur; MEB, Batı Klasikleri No.210, İstanbul 1989 . EHRENBURG, İlya; “Paris Düşerken”, Cilt:I, Çev.: Attila-Erdoğan Tokatlı; Can Yayınları, İstanbul 1997 . EKREM, Recaizade Mahmut; “Araba Sevdası”, Bordo Siyah, Türk Klasikleri, İstanbul 2003 . EKREM, Recaizade Mahmut; “Çok Bilen Çok Yanılır”, Bordo Siyah, Türk Klasikleri: Tiyatro, İstanbul 2004 ELÇİN, Prof.Dr. Şükrü; “Halk Edebiyatı Araştırmaları”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 1004; Cilt:I & II, Ankara 1988 . ELÇİN, Prof.Dr. Şükrü; “Halk Edebiyatına Giriş”, Akçağ Yayınları, Ankara 1975 . ELIADE, Mircea; “Asya Simyası”, Çev.: Lale Arslan, Kabalcı Yayınevi, İstanbul 2002 . ELIADE, Mircea;“Bengal Geceleri”, Çev.: A. Nüvit Bingöl, İthaki Kitaplığı, İstanbul 2000 . ELIADE, Mircea; “Matmazel Christina”, Çev.: Roza Hakmen, Metis Edebiyat, İstanbul 1991 . ELIADE, Mircea; “Yaşlı Adam ve Bürokratlar”, Çev.: Gamze Sarı, İthaki Yayınları, İstanbul 2000 . ELIOT, George; “Silas Marner”, Çev.: Alaattin Bilgi, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.97, İstanbul 1994 . ELIOT, Thomas Sterns; “kokteyl parti”, çev.: Bülent Ecevit, bilgi yayınevi, İkinci Basım, Ankara, 1975 . EMRE, Yunus; “Seçme Şiirler” Haz.; Mehmet Nuri Yardım, Bordo Siyah, Türk Klasikleri, İstanbul 2008 . ENDE, Michael; “Kabus Yiyen”, Çev.: Özkan Schultze, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Etkinliği, Basılmamış- İstanbul 1999 . ENGİN, Sabahattin; “Suçlu”, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.62, İstanbul 1991 . ERASMUS, Deciderius: “Deliliğe Methiye”, Çev.: Nusret Hızır, MEB Yayınları, Batı Klasikleri No.48, İstanbul 1992 . ERENTÖZ, Erdoğan; “Adem’in Çocukları”, Assos Yayınları, İstanbul 2007 . ERHAT, Ezra; “Gülleyla’ya Anılar” <En Hakiki Mürşit>; Can Yayınevi, İstanbul 2002 . ERHAT, Ezra; “İşte İnsan” <Ecco Homo>, Can Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 2003 . ERNAUX, Annie; “Bir Adam”, Çev.: Yaşar Avunç, Cem Yayınları, İstanbul 1993 . ERNAUX, Annie; “Bir Kadın”, Çev.: Yaşar Avunç, Cem Yayınevi, İstanbul 1994 . ERNAUX, Annie; “Yalın Tutku”, Çev.: Yaşar Avunç, Cem Yayınevi, İstanbul 1992 . ERSEVİM, İsmail; Prof. Dr.: “Aile Tedavisi”, Özgür Yayınları, İstanbul 2008 . ERSEVİM, İsmail; Prof. Dr.: “Bir Doğumun Hikayesi”, Özgür yayınları, İstanbul 2000 . ERSEVİM, İsmail; Prof. Dr.: “FREUD ve Psikanalizin Temel İlkeleri”, 7. Basım, Assos Yayınları, İstanbul 2013 . ERSEVİM, İsmail; Prof. Dr.: “İndigo Çocuklar: Mit ya da Gerçek”, Özgür Yayınları, İstanbul 2007 . ERSEVİM, İsmail; Prof. Dr.: “İsmayil”, Assos Yayınları, İstanbul 2006 . ERSEVİM, İsmail; Prof. Dr.: “Yaratıcılık ve Diğer Söyleşiler”, Assos Yayınları, İstanbul 2004 . ERSOY, Sevgi; “Mutfak Penceremdeki Hindistan”, mia/OWO Yayınları, İstanbul 2007 . ESCHENBACH, E.; “Köyün Çocuğu”, Çev.: Burhan Arpad, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.82, İstanbul 1991 . ESTIN, Colette-LAPORTE, Hélene; “Yunan ve Roma Mitolojisi”, Çev.: Musa Eren; Tübitak Popüler Bilim Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2002 . EYUBOĞLU, İsmet Zeki; “Anadolu İnançları”, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1998 . FALKOFF, Marc; “Guantanamo’dan Şiirler-Mahpuslar Konuşuyor>, Çev.: Gündüz Vassaf/Bilgin Adalı; Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2008 . FİRDEVSİ; “Şehname”, Çev.: Prof. Necati Lugal, Cilt.:II, MEB, Şark-İslam Klasikleri No.18, İstanbul 1994 . FLAUBERT, Gustave; “Bilirbilmezler” <Bouvard İle Pécuchet>; Çev.: Tahsin Yücel, Can Yayınları, İstanbul 1990 . FLAUBERT, Gustave; “Madam Bovary”; Çev.: Celal Öner, Oda Yayınları, İstanbul 2003 . FLAUBERT, Gustave; “Salambo”, Çev.: Samih Tiryakioğlu, Literatür Yayınları, İstanbul 2003 . FLAUBERT, Gustave; “Üç Hikaye”, Çev.: Asım Bezirci; Ara Yayıncılık, 2. Baskı, İstanbul 1990 . FO, Dario; “Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü”, Çev.: Füsun Demirel, Açılım Yayınları, Tiyatro dizisi:3, 2. Basım, İstanbul 1999 . FO, Dario-RAME, Franca; “Kadın Oyunları & Açık Aile”, Çev.: Füsun Demirel, Boyut Yayınları, Tiyatro/Oyun dizisi, No.9, İstanbul 1992 . FO, Dario-RAME, Franca; “Kadın Oyunları II - açık aile neredeyse ardına kadar açık”, Çev.: Füsun Demirel, Açılım Yayınları, Tiyatro Dizisi:7, İstanbul 1998 . FO, Dario; “Klaksonlar Borazanlar ve Pırtlar”, Çev.: Füsun Demirel, Açılım Yayınları, Tiyatro dizisi No.2, İstanbul 1997 . FO, Dario; “Marino Serbest! Marino Masum!”, Çev.: Rekin Teksoy, Açılım Yayınları, Tiyatro dizisi No.5, İstanbul 1998 . FO, Dario; “Neredeyse Kadın: Elizabeth”, Çev.: Füsun Demirel, Açılım Yayınları, Tiyatro dizisi No.9, İstanbul 1999 . FO, Dario; “Yüzsüz”, Çev.: İzmir Kitaplığı, Tiyatro Kitapları No.1, İzmir 1995 . FONTANE, Theodor; “Effi Briest”, Cilt: I-II-III, Çev.: Nijad Akipek, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.1501-2; İstanbul 1991 . FORDHAM, Frieda; “Jung Psikolojisi”, Çev.:Aslan Yalçıner, Dav Yayınları, 2. basım, İstanbul 1994 . FRANCE, Anatole; “Bay Bergeret Paris’te”, Çev.: Raşit Arık/Rafael Avidor; Pencere Yayınları, İstanbul 2003 . FRANCE, Anatole; “Kraliçe Pédaque Kebapçısı”, Çev.: Cengiz Yıldırım, Pencere Yayınları, İstanbul 2002 . FRANCE, Anatole; “Küçük Pierre”, Çev.: Elif Ertan, Pencere Yayınları, İstanbul 2002 . FRANCE, Anatole; “Penguenler Adası”, Cilt: I & II, Çev.: Bekir Karaoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.105 & 6, İstanbul 2001 . FRANCE, Anatole; “Sylvestre Bonnard’ın Suçu”, Çev.: Beyhan Jayıhan, Pencere Yayınları, İstanbul 2003 . FRANCE, Anatole; “Tanrılar Susamışlardı”, Çev.: Erdoğan Alkan, İstanbul 2003 . FRANCE, Anatole; “Thais”, Çev.: Semih Atayman; Bordo Siyah Klasikleri, İstanbul 2003 . FURUĞ; “yeryüzü ayetleri”, Çev.: Makbule Aras, Can Yayınları, Dünya Şiiri, İstanbul 2008 . FÜRUZAN; “Evsahipleri”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1998, 1. Baskı: Can Yayınları 1982 . FÜRUZAN; “gecenin öteki yüzü”, Adam Yayınları, İstanbul 1982 . FÜRUZAN; “Gül Mevsimidir”, Can Yayınları, 7. Basım, İstanbul 1992 . FÜRUZAN; “Kuşatma”, Bilgi Yayınevi, Ankara 1972 . FÜRÜZAN; “redife’ye güzelleme”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1997, 1. Baskı: Bilgi 1981, 2.Baskı, Can Yayınları 1991 . FÜRÜZAN; “Yeni Konuklar”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 1998 (1. Baskı: Bilgi 1977) . GAUGIN, Paul; “Mahrem Günlük”, Çev.: Ebru Kılıç, İthaki Yayınları, İstanbul 2001 . GENET, Jean; “Hizmetçiler”, Çev.: Salah Birsel, Nisan Yayınları, İstanbul 1999 . GIDE, André; “Ahlaksız”, Çev.: Mehmet Ali Ağaoğulları; İmge Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul 2002 . GIDE, André; “Batak”, Çev.: Cengiz Ertem/Nedim Kula, Can Yayınları, İstanbul 1996 . GIDE, André; “Chopin Üzerine Notlar”, Çev.:Ömer Bozkurt <Önsöz:İdil Biret>, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul, 2010 . GIDE. André; “Dar Kapı”, Çev.: Çiğdem Özmen, Timaş Yayınları, İstanbul 2002 . GIDE, André; “Dünya Nimetleri & Yeni Nimetler”, Çev.: Tahsin Yücel, Can yayınları, 2. Basım, İstanbul 2000 . GIDE, André; “Günlük”, Çev.: Mehmet Usta, Bahar Dünya Klasikleri, İstanbul 1999 . GIDE, André; “Isabelle”, Çev.: Semih Atayman, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003 . GIDE, André; “Sapık Sevgi” <Corydon>, Çev.: Fikret Kolverdi, Varlık Yayınları, İstanbul 1992 . GIDE, André; “Thésée”, Çev.: Babür Kuzucu, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 1994 . GIDE, André; “Vatikan’ın Zindanları”, Çev.: Tahsin Yücel, Varlık Yayınları, İstanbul 1958 . GOETHE, Johann W. Von; “Faust”, I & II, Çev.: Recai Bilgin, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, No.968 &1196; İstanbul 1989, 1992 . GOETHE, Johann W. von; “Genç Werther’in Acıları”, Çev.: Yüksel Pazarkaya, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.52, İstanbul 1999 . GOETHE, Johann W. von; “Iphigenie Tauris’te”, Çev.: Prof. Selahattin Batu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.136, İstanbul 2000 . GOETHE, Johann W. Von; “İtalya Seyahati” Cilt: I-II-III, çev.: S.B. Göknil, MEB Batı Klasikleri, No.36, İstanbul 1990 . GOETHE, Johann W. Von; “Seçme Şiirler”, Çev.: Selahattin Batu, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.61, İstanbul 1990 . GOETHE, Johann W. Von; “Yarat Ey Sanatçı” -Şiirler, Roma Ağıtları, Akhilleus-, Çev.: Ahmet Cemal, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2006 . GOGOL, N.Vasilyeviç; “Ivan Ivanoviç İle Ivan Nikiforoviç’in Öyküsü”, Türk.: Hasan Bıçakçı, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No:42, İstanbul 1999 . GOGOL, N:Vasilyeviç; “Palto”, Türk.: Aslı Takanay; Bordo Siyah, Dünya Klasikleri: Uzun Öykü, İstanbul 2008 . GOGOL, N.Vasilyeviç; “Taras Bulba”, Cilt: I & II, Türk..: Mehmet Özgül, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No:98 & 99, İstanbul 2000 . GOGOL, N.Vasilyeviç; “Üç Öykü: Burun, Fayton, Palto”, Çev.:Orhan Veli/Erol Güney, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.29, İstanbul 1999 . GOLDONI, Carlo; “Kahvehane”, Çev.: Ekrem Sungar, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.8, İstanbul 1989 . GOLDONI, Carlo; “Yabanlar”, Çev.: Prof. Samim Sinanoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.149, İstanbul 2001 . GOLDONI, Carlo; “Yalancı”, Çev.: Tarık Levendoğlu, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.64, İstanbul 1991 . GOLDONI, Carlo; “Yazlık Dönüşü”, Çev.: Aydın Sinanoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.63, İstanbul 1999 . GOLDSMITH, Oliver; “Yanlışlıklar Gecesi”, Çev.: Ali Riza Seyfi, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.154, İstanbul 2001 . GORKI, Maksim; “Bozkırda”, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.104, İstanbul 2000 . GORKI, Maksim; “Çocukluğum”, Çev.: Nilgün Temren, Boyut Yayıncılık, İstanbul 1975 . GORKI, Maksim; “Yirmi Altı Adam ve Bir Kız”, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.135, İstanbul 2001 . GORKI, Maksim; “Yol Arkadaşım”, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.83, İstanbul 2000 . GRAY, John; “Near Eastern Mythology”, Library of the World’s Myths and Legends”, Peter Redrick Books, 2nd Ed., New York 1988 . GREEN, Julien; “Adrienne Mesurat”, Çev.: Sabiha Rifat, MEB Batı Klasikleri, No.66, İstanbul 1991 . GREENBERG, Joanne; “Sana Gül Bahçesi Vadetmedim”, Çev.: Nesrin Kasap, Metis Edebiyat, 12. Basım, İstanbul 2000 . GRILLPARZER, Franz; “Fakir Çalgıcı”, Çev.: Esat Nermi Erendor, Bordo & Siyah Klasik, İstanbul 2004 . GUINAH, Kevin, “Dictionary of Foreign Phrases and Abbreviations”, Pocket Books, N.Y. 1966 . GÜNGÖREN, İlhan; “Meditasyon ve Zazen”, Yol Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1992 . GÜNTEKİN, Reşat Nuri; “Bir Kadın Düşmanı”, İnkılap Kitabevi, 21. Baskı, İstanbul (Tarih yok) . GÜNTEKİN, Reşat Nuri; “Çalıkuşu”, İnkılap Yayınevi, 47. Baskı, İstanbul (Tarih yok) . GÜNTEKİN, Reşat Nuri; “Yaprak Dökümü”, İnkılap Yayınevi, 30. Baskı, İstanbul (Tarih yok) . GÜRAN, Kemal; “Müslümanın El Kitabı”, Timaş Yayınları, İstanbul 205 . GÜRPINAR, Hüseyin Rahmi; “Gulyabani & Gönül Ticareti & Melek Sanmıştım Şeytanı”, Özgür Yayınları, 14. Basım, İstanbul 2002 . GÜRPINAR, Hüseyin Rahmi; “Utanmaz Adam”, Özgür Yayınları, 7. Basım, İstanbul 1997 . HALİKARNAS BALIKÇISI; “Anadolunun Sesi”, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri:8, 3. Basım, İstanbul 1984 . HALİKARNAS BALIKÇISI; “EGE’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek”, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri:11, 2. Basım, İstanbul 1983 . HAMSUN, Knut; “Benoni”, Çev.: Behçet Necatigil, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.30, İstanbul 1989 . HAMSUN, Knut; “Pan”, Çev.: Behçet Necatigil, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.34, İstanbul 1991 . HANÇERLİOĞLU, Orhan; “Bordamıza Vuran Deniz-Yedinci Gün”, Remzi Kitabevi, 2. Basım, İstanbul 2000 . HANÇERLİOĞLU, Orhan; “Büyük Balıklar & Oyun”, Remzi Kitabevi, 3. Basım, İstanbul 1999 . HANÇERLİOĞLU, Orhan; “Ekilmemiş Topraklar”, Varlık Yayınları, İstanbul 1954 . HANÇERLİOĞLU, Orhan: “Felsefe Sözlüğü”, Remzi Kitabevi, 12. Bas ım, İstanbul 2,000 . HANÇERLİOĞLU, Orhan; “Karanlık Dünya-Ekilmemiş Topraklar”, Remzi Kitabevi, 2. Basım, İstanbul 1999 . HANDKE, Peter; “Mutsuzluğa Doyum”, Çev.: Zeynep Sayın; Ada Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1990 . HAŞEK, Yaroslav; “Aslan Asker Şvayk”, Cilt I & II, Çev.: Celal Üster, Can Yayınları, İstanbul 2006 . HAVEL, Vaclav; “Largo Desolato” <Buruk Ezgi>, Çev.: Ülkü Akbaba-Kemal Boztepe, Can Yayınları, Çağdaş Drama Dizisi, İstanbul 1990 . HAVEL, Vaclav; “Şeytan Çelmesi”, Çev.: Sevgi Sanlı, Can Yayınları, Çağdaş Drama Dizisi, İstanbul 1990 . HAYYAM, Ömer; “Rubailer”, Çev.: Rüştü Şardüz, Şark-İslam Klasikleri, No.39, İstanbul 1990 . HELLMAN, Lillian; “Şarlatanlar Dönemi”, Çev.: Tomris Uyar, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1990 . HEMINGWAY, Ernest; “Çanlar Kimin İçin Çalıyor”, Çev.: Sevim Raşa, Oda Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2004 . HEMINGWAY, Ernest; “Hemingway’in Mektupları”, Çev.: Kudret Emiroğlu, Düşün Yayıncılık, İstanbul 1995 . HEMINGWAY, Ernest; “İhtiyar Balıkçı”, Çev.: Ülkü Tamer, Sosyal Yayınlar, İstanbul 2002 . HEMINGWAY, Ernest; “Silahlara Veda”, Çev.: Nevin Türkan, Oda Yayınları, 7. Basım, İstanbul 2002 . HENRY, O.; “Gurur ve Samur”, Çev.: Nejat Dalay, Milliyet Mizah Yayınları, İstanbul 1975 . HENRY, O.; “Kaktüs”, Çev.: Mehmet Harmancı, Milliyet Yayınları, İstanbul 1972 . HENRY, O.; “New-York’u Nasıl Sevdi?”, Çev.: Nuri Eren, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.113, İstanbul 2000 . HENRY, O.; “viski soda”, Çev.: Gülşen Çalık Can, Öz Yayınları, İstanbul 1977 . HERAKLEITOS, “Kırık Taşlar”, Çev.: Alova, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004 . HERCZEG, Ferenc; “Bizans”, Çev.: Sadrettin Karatay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.49, İstanbul 1990 . HERCZEG, Ferenc; “Mavi Tilki”, Çev.: Sadrettin Karatay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.138, İstanbul 2001 . HERCZEC, Ferenc; “Paganlar”, Çev.: Sadrettin Karatay; MEB Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.60, İstanbul 1992 . HESSE, Hermann; “Boncuk Oyunu”, Çev.: Kamuran Şipal, YKY, İstanbul 2002 . HESSE, Hermann; “Bozkırkurdu”, Çev.: İris Kantemir, AFA Çağdaş Dünya Edebiyatı, İstanbul 1988 . HESSE, Hermann; “Çarklar Arasında”, Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1998 . HESSE, Hermann; “Demian”, Çev.: Kamuran Şipal, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2004 . HESSE, Hermann; “Doğuya Yolculuk”, Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, İstanbul 1993 . HESSE, Hermann; “Gençlik Güzel Şey”, Çev.: Behçet Necatigil, Afa Yayınları, İsttanbul 1999 . HESSE, Hermann; “Kaplıcada Bir Konuk”,Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, 2.Baskı, İstanbul 1995 . HESSE, Hermann “Klingsor’un Son Yazı”, Çev.: Kamuran Şipal, Afa Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1997 . HESSE, Hermann; “Knulp”, Çev.: Zahide Gökberk, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.71, İstanbul 1999 . HESSE, Hermann; “Masallar”, Çev.: İris Kantemir, Can Yayınları, İstanbul 1993 . HESSE. Hermann; “Narziss ve Goldmund”, Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, 4.Baskı, İstanbul 1994 . HESSE, Hermann; “Öldürmeyeceksin”, Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1993 . HESSE, Hermann; “Peter Camenzind”, AFA Yayınları, İstanbul 1992 . HESSE, Hermann; “Rosshalde”, Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, İstanbul 1993 . HESSE, Hermann; “Sidarta”, Çev.: Kamuran Şipal, AFA Yayınları, 2. baskı, İstanbul 1993 . HESSE, Hermann; “Siddhartha”, Çev.: Yurdanur Salman, Can Yayınları, İstanbul 1983 . HEYSE, Paul; “Andrea Delfin”, Çev.: Basir Feyzioğlu/Şahap Sıtkı İlter, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.131, İstanbul 2001 . HIGHSMITH, Patricia; “Ocak Ayının İki Yüzü”, Çev.: Ayşe Gül Güre, Can Yayınları, İstanbul 2005 . HIJUELOS, Oscar; “Son Dünyadaki Evimiz”, Çev.: Nurten Akan, Can Yayınları; İstanbul 1997 . HINNELLS, John R.; “Persian Mythology”, Library of the World’s Myths and Legends, Peter Bedrick Books, 2nd Ed., New York 1985 . HOFFMANN, E.T.A.; “Uğursuz Miras”, Çev.: Ethem Derviş Deriş, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.111, İstanbul 1999 . HOMEROS; “İlyada”, Çev.: Azra Erhat/A. Kadir; Can Yayınları, 12. Basım, İstanbul 2001 . HOMEROS; “Odysseia”, Çev.: Azra Erhat/A. Kadir; Can Yayınları, 12. Basım, İstanbul 2001 . HORVATH, Ödön von; “Allahsız Gençlik”, Çev.: Burhan Arpad, Assos Yayınları, İstanbul 1998 . HUGO, Victor; “Bir İdam Mahkumunun Son Günü”, Çev.: Rina Mehyo, Bordo Siyah Dünya Klasikleri, Doman; İstanbul 2008 . HUGO, Victor; “Nişanlıya Mektuplar”, Çev.: Alev Özgüner, Bordo Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2003 . HUGO, Victor; “Sefiller”, Cilt:I-II-III-IV-V, Çev.: Semih Atayman, Bordo-Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2003 . HUXLEY, Aldous; “Cesur Yeni Dünya”, Çev.: Ümit Tosun, İthaki Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2000 . IBSEN, Henrik; “Brand”, Çev.: Seniha Bedri Göknil, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.30, İstanbul 1990 . IBSEN, Henrik; “John Gabriel Borkman”, Çev.: Memduh Altar, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.43, İstanbul 1991 . IBSEN, Henrik; “NORA-Bir Bebek Evi”, Çev.: Cevat Memduh Altar, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.10, İstanbul 1989 . IBSEN, Henrik; “Yaban Ördeği”, Çev.: Şaziye Berrin Kurt, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.14, İstanbul 1989 . IONESCO, Eugene; “Toplu Oyunları 1”: ‘Amédée, ya da Nasıl kurtulmalı’, ‘Ölüm Oyunları’, ‘Macbett’, Çev.:Hasan Anamur, Mitos Yayınları, Boyut, Tiyatro/Oyun dizisi No.68, İstanbul 1996 . IONESCO, Eugene; “Toplu Oyunları 2”: ‘Kel Şarkıcı’, ‘Ders’, Çev.:Hasan Anamur, Mitos-BOYUT, Oyun Dizisi No.74, İstanbul 1997 . IONESCO, Eugene; “Toplu oyunları 4”: ‘Gergedanlar’, çev.: Hasan Anamur; ‘Bavullu Adam’, Çev.: Lale Arslan; ‘Şu Kahpe Dünya’, Çev.: Hülya Yılmaz; Mitos-Boyut, TEM Yayıncılık, İstanbul 1999 . IONS, Veronica; “Indian Mythology”, Library of the World’s Myth and Legends, Peter Bedrick Books, New York, 2ns Ed., 1986 . ISTRATI, Panait; “Angel Dayı”, Çev.: Yaşar Nabi Nayır, Varlık Yayınları, 4. Basım, İstanbul 1995 . ISTRATI, Panait; “Baragan’ın Devedikenleri”, Çev.: Nuriye Yiğitler, Oda Yayınları, İstanbul 1991 . ISTRATI, Panait; “Hayat Yollarında”, Çev.: Yaşar Nabi Nayır, Varlık Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 1997 . ISTRATI, Panait; “Kodin”<Codine>, Çev.: Nurten Tunç, Oda Yayınları, İstanbul 1989 . ISTRATI, Panait; “Mihail”, Çev.: Nuriye Yiğitler, Oda Yayınları, İstanbul 1990 . ISTRATI, Panait; “Minka Abla”, Çev.: Nuriye Yiğitler, Oda Yayınları, İstanbul 1990 . ISTRATI, Panait; “Nerrantsula-Sokak Kızı”, Çev.: Faruk Ersöz, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.155, İstanbul 2001 . ISTRATI, Panait; “Sünger Avcısı”, Çev.: Yaşar Nabi Nayır, Varlık Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 1997 . ISTRATI, Panait; “Uşak”, Çev.: Yaşar Nabi Nayır, Varlık Yayınları, 6. Baskı, İstanbul 1995 . IŞIK, Y. Kenan; “Aşk Hastası”, -yayımlanmamış-, İst. Büyükşehir Belediyesi Kitaplığı, No.2684, İstanbul 1998 . İLERİ, Selim; “Cehennem Kraliçesi”, Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1992 . İLERİ, Selim; “Hayal ve Istırap”, Doğan Kitap, 2. baskı, İstanbul 2003 . İLERİ, Selim; “Kırık Deniz Kabukları”, Can Yayınları, İstanbul 1993 . İLERİ, Selim; “Kırık İnceliklerin Şairi: Behçet Necatigil”, Kaf Yayıncılık, İstanbul 1999 . İLHAN, Attila; “Kurtlar Sofrası”, Bilgi Yayınevi, 5. Basım, İstanbul 1998 . İLHAN, Attila; “Şiirlerinden Seçmeler”, Haftalık-maxi özel eki, İstanbul, Ekim 2005 . JUNG, Carl Gustave; “Analitik Psikolojinin Temel İlkeleri”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, İstanbul (Tarih yok) . KAFKA, Franz; “açlık sanatçısı”, Çev.: banu ırmak, altıkırkbeş yayın, Kadıköy-İstanbul 3003 . KAFKA, Franz; “Aforizmalar”, Çev.: Osman Çakmakçı, Boordo-Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2002 . KAFKA, Franz; “Bir Savaşın Tasviri”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 5. Basım, İstanbul 1993 . KAFKA, Franz; “Ceza Sömürgesi”, Çev.: Evrim Tevfik Güney, Bordo-Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2004 . KAFKA, Franz; “Dava”; Çev.: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2000 . KAFKA, Franz; “Dönüşüm”, Çev.: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 8. Basım, İstanbul 1999 . KAFKA, Franz; “Hikayeler”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 5. Basım, İstanbul 1995 . KAFKA, Franz; “Kayıp” <Amerika>, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 3. Basım, İstanbul 2000 . KAFKA, Franz; “Mavi Oktav Defterleri”, Çev.: Osman Çakmakçı, Babil Yayınları, İstanbul 2000 . KAFKA, Franz; “Sevgili Milena-Milena’ya Mektuplar”, Çev.: Adalet Cimcoz, Say Yayımları, 9. Baskı, İstanbul, 2001 . KAFKA, Franz; “Şarkıcı Josephine ya da Fare Ulusu”, Çev.: Kamuran Şipal, Say Yayımları, İstanbul 2002 . KAFKA, Franz; “Taşrada Düğün Hazırlıkları”, Çev.: Kamuran Şipal, Cem Yayınevi, 5. Basım, İstanbul 2000 . KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri; “Ankara”, İletişim Yayınları, 15. Baskı, İstanbul 2003 . KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri; “Kiralık Konak”, İletişim Yayınları, 26. Baskı, İstanbul 2002 . KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri; “Yaban”, İletişim Yayınları, 41. Baskı, İstanbul 2002 . KARASU, Bilge; “Troya’da Ölüm Vardı”, Metis Edebiyat, 4. Baskı, İstanbul 2000 . KARASU, Bilge; “Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı”, Metis Edebiyat, 7. Basım, İstanbul 2001 . KARAY, Refik Halid; “Memleket Hikayeleri”, İnkılap Kitabevi, 20. Baskı, İstanbul -tarih yok. KAYGILI, Osman Cemal; “Argo Lügatı”, Selis Kitaplar, İstanbul 2003 . KAYGILI, Osman Cemal; “çingeneler”, bilgi yayınevi, <bütün eserleri 1>, 3. Basım, Ankara 1972 . KAZANCAKIS, Nikos; “El Greco’ya Mektuplar”, Çev.: Ahmet Angın, e yayınları, İstanbul 1995 Copy 1975 . KAZANCAKIS, Nikos; “Günaha Son Çağrı”, Çev.: Enver Gürol, Cem Yayınevi, İstanbul 2002 . KAZANCAKIS, Nikos; “Zorba”, Çev.: Ahmet Angın, Can Yayınevi, 3. Basım, İstanbul 2001 . KAZANCAKIS, Nikos; “Kardeş Kavgası”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, İstanbul 2000 . KEMAL, Orhan; “Önemli Not”, Everest Yayınları, İstanbul 2007 . KEMAL, Orhan; “Üç Kağıtçı”, Tekin Yayınevi, 8.Basım, İstanbul 1995 . KEMAL, Yaşar; “Bir Ada Hikayesi 1-Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana”, Yapı Kredi Yayınları, 17. Baskı, İstanbul 2012 . KEMAL, Yaşar; “Bir Ada Hikayesi 2-Karıncanın Su İçtiği”, Yapı Kredi Yayınları, 12.Baskı, İsanbul 2012 . KEMAL, Yaşar; “Bir Ada Hikayesi 3-Tanyeri Horozları”, Yapı Kredi Yayınları, 11. Baskı, İstanbul 2012 . KEMAL, Yaşar; “Bir Ada Hikayesi 4-Çıplak Deniz Çıplak Ada”, Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı, İstanbul 2012 . KEMAL, Yaşar; “Bir Bulut Kaynıyor”, Cem Yayınevi, İstanbul 1974 . KEMAL, Yaşar; “Çakırcalı Efe”, Adam Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1998 . KEMAL, Yaşar; “Denizler Kurudu”, Toros Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1985 . KEMAL, Yaşar; “Hüyükteki Nar Ağacı”, Toros Yayınları, İstanbul 1983 . KEMAL, Yaşar; “İnce Memed”, Cilt: I-II-III-IV, Adam Yayınları, 4. Basım, İstanbul 1998 . KEMAL, Yaşar; “Peri Bacaları”, Toros yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1985 . KEMAL, Yaşar; “Tek Kanatlı Bir Kuş”, YKY, İstanbul 2013 . KEMAL, Yaşar; “Üç Anadolu Efsanesi”, Toros Yayınları, İstanbul 1994 . KEMAL, Yaşar; “Yılanı Öldürseler”, Toros Yayınları, İstanbul 1994 . KERTESZ, Imre; “Kadersizlik”, Çev.: İlknur İgan, Can Yayınları, 2.Basım, İstanbul 2003 . KERTESZ, Imre; “Tasfiye”, Çev.: Ersel Kayaoğlu, Can Yayınları, İstanbul 2006 . KLEIST, Heindrich von; “Kırık Testi”, Çev.: Hayrullah Örs, MEB Yayınları, Tiyatro eserleri No.44 İstanbul 1990 . KLEIST, Heindrich von; “Locarno Dilencisi”, Çev.: Alev Yalnız, Can Yayınları, İstanbul 1992 . KLEIST, Heindrich von; “Michael Kohlhaas”, Çev.: Dr.Necip Üçok, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.36, İstanbul 1999 . KOÇU, Reşad Ekrem; “İstanbul Tulumbacıları”, Ana Yayınevi, İstanbul 1981 . KÖKLÜGİLLER, Ahmet; “Türkçe Deyimler Sözlüğü”, Kaya Yayınları, İstanbul 1979 . KRÜGER, Michael; “Tuhaf Bir Öykü”, Çev.: Ersel Kayaoğlu, Can Yayınları, İstanbul 1997 . KUNDERA, Milan; “Ayrılık Valsi”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, 5. Basım, İstanbul 2000 . KUNDERA, Milan; “Bilmemek”, Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2002 . KUNDERA, Milan; “Gülünesi Aşklar”, Çev.: Serdar Rıfat Kırkoğlu, Ayrıntı Yayınları, 10. Basım, İstanbul 1994 . KUNDERA, Milan; “Kimlik”, Çev.: Aykut Derman; Can Yayınları, 8. Basım, İstanbul 1999 . KUNDERA, Milan; “Ölümsüzlük”, Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul 2002 . KUNDERA, Milan; “Şaka”, Çev.: Zehra Gencosman, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1999 . KUNDERA, Milan; “Yavaşlık”, Çev.: Özdemir İnce, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 2002 . LAING, Jimmy; “Sistemde Elli Yıl”, Çev.: İsmail Ersevim, Assos Yayınları, İstanbul 1999 . LAWRENCE, D.H.; “Gökkuşağı”, Çev.: Tülin Nutku, Can Yayınları, İstanbul 1990 . LESSING, Gotthold E.; “Yahudiler”, Çev.: Yüksel Pazarkaya, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.88, İstanbul 2000 . LEVİ, Mario; “Bir Şehre Gidememek”, Remzi Kitabevi, 6. Basım, İstanbul 2000 . LEVY, Marc; “Birbirimize Söyleyemediğimiz Onca Şey”, Çev.: Ayça Sezzen, Can Yayınları, İstanbul 2010 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Arafat’ta Bir Çocuk”, Doğan Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2012 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm”, Doğan Kitap, 1. Baskı, İstanbul 2012 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Leyla’nın Evi”, Remzi Kitabevi, 27. Basım, İstanbul, Temmuz 2006 , LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Edebiyat Mutluluktur”, Doğan Kitap, İstanbul 2012 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Mutluluk”, Remzi Kitabevi, 53. Basım, İstanbul 2007 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Serenad”, Doğan Kitap, İstanbul 2011 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Son Ada”, Remzi Kitabevi, 6. Basım, İstanbul , Ekim 2008 . LİVANELİ, Ömer Zülfü; “Vatan” Gaz., ‘Hayata Dair: Demokratik Cehalet” makalesi, 2-10-12 . LLOSA, Mario Vargas; “Don Rigoberto’nun Not Defterleri”, Çev.: Peral Bayaz Charum, Can Yayınları, İstanbul 1999 . LLOSA, Mario Vargas; “Julia Teyze”, Çev.: İsmet Birkan, Can Yayınları, İstanbul 1991 . LLOSA, Mario Vargas; “Kent ve Köpekler”, Çev.: Roza Hakmen, Can Yayınları, İstanbul 1984 . LLOSA, Mario Vargas; “Masalcı”, Çev.: Celal Üster, Can Yayınları, İstanbul 1996 . LLOSA, Mario Vargas; “Mayta’nın Öyküsü”, Çev.: Armağan İlkin, Can Yayınları, İstanbul 1992 . LLOSA, Mario Vargas; “Teke Şenliği”, Çev.: Peral Bayaz Charum; Can Yayınları, İstanbul 2003 . LLOSA, Mario Vargas; “Üveyanneye Övgü”, Çev.: Celal Üster, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1994 . LLOSA, Mario Vargas; “Yeşil Ev”, Çev.: Alev Er, İstanbul 1984 . LONDON, Jack; “Demir Ökçe”, Çev.: Ali Ateşoğlu, Bordo Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2003 . LONDON, Jack; “Deniz Kurdu”, Çev.: Osman Çakmakçı, Bordo Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2004 . LONDON, Jack; “İntihar”, Çev.: Mehmet Harmancı, Oda Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1992 . LONDON, Jack “Martin Eden”, Çev.: Kaya Ersoy, Cem yayınevi, İstanbul 1989 . LORCA, Federico Garcia; “Aşk Şiirleri”, Yayına Hazırlayan: Fahri Özdemir, Kırmızı Yayınları, İstanbul 2007 . LORCA, Federico Garcia; “Kanlı Düğün”, Çev.: Tahsin Saraç/Yücel Yıldırım, M.E.B. Yayınları, Tiyatro Eserleri No.9, İstanbul 1989 . LOTI, Pierre; “Doğudaki Hayalet”, Çev.: Faruk Ersöz, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.112, İstanbul 2000 . MAALOUF, Amin; “Adriana Mater”, Çev.: Samih Rifat, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2006 . MAALOUF, Amin; “Afrikalı Leo”, Çev.: Sevim Raşa, Yapı Kredi Yayınları, 23. Baskı, İstanbul 2004 . MAALOUF, Amin; “Béatrice’den Sonra Birinci Yüzyıl”, Çev.: Orçun Türkey, Yapı Kredi yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2006 . MAALOUF, Amin; “Çivisi Çıkmış Dünya”, Çev.: Orçun Türkay; Yapı Kredi Yayınları, 5. baskı, İstanbul 2009 . MAALOOF, Amin; “Doğu’’dan Uzakta”, Çev.: Ali Berktay, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2012 . MAALOUF, Amin; “Doğu’nun Limanları”, Çev.: Saafet Özen, YKY, 52.Baskı, İstanbul 2014 . MAALOUF, Amin; “Ölümcül Kimlikler”, Çv.:Aysel Bora, Yapı Kredi Yayınları, 30 baskıi İstanbul 2010 . MAALOUF, Amin; “Semerkant”, Çev.: Ali Berktay, Yapı KrediYayınları, 40. Baskı, İstanbul 2007 . MAALOUF, Amin; “Tanios Kayası”, Çev.: Esin Talu-Çelikkan; Yapı Kredi Yayınları, 23. Baskı, İstanbul 2004 . MAALOUF, Amin; “Uzaktan Aşk”, Çev.: Samih Rifat, Yapı Kredi Yayınları, 9. Baskı, İstanbul 2004 . MAALOUF, Amin; “Yolların Başlangıcı”, Çev.: Samih Rifat/Aykut Derman; YKY, 19. Baskı, İstanbul 2004 . MAALOUF, Amin; “Yüzüncü Ad” <Baldassare’nin Yolculuğu>, Çev.: Samih Rifat, 31. Baskı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007 . MAĞDEN, Perihan; “Biz kimden kaçıyorduk Anne?”, Can Yayınları, 2. basım, İstanbul 2007 . MAISTRE, Xavier de; “Sibiryalı Kız & Kafkas Tutsakları”, Çev.: Sitare Sevin, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.130, İstanbul 2000 . MAKAL, Mahmut; “Memleketin Sahipleri”, Varlık Yayınları, İstanbul 1954 . MALORY, Sir Thomas; “Kral Arthur, Merlin ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri”, Çev.: Bilgin Adalı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2010 . MANN, Thomas; “Alacakaranlıkta & Tonio Kröger”, Çev.: Müşerref Hekimoğlu/Mehmet Karasan, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.91, İstanbul 1999 . MANN, Thomas; “Buddenbrooklar” -Bir Ailenin Çöküşü-, Kasım/Yadigar Eğit; Can Yayınları, İstanbul 2006 . MANN, Thomas; “Değişen Kafalar”, Çev.: Saadet İkesus Alp, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.25 İstanbul 1998 . MANN, Thomas; “Lotte Weimar’da”, Çev.: Gürsel Aytaç, Can Yayınları, İstanbul 2009 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Albaya Mektup Yazan Kimse Yok”, Çev.: Handan Saraç, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 200 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Anlatmak İçin Yaşamak”, Çev.: Pınar Savaş, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2005 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Aşk ve Öbür Cinler”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 5. Basım, İstanbul 1999 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Benim Hüzünlü Orospularım”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 15. Basım, İstanbul 2005 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Bir Kaçırılma Öyküsü”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1996 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Bir Kayıp Denizci”, Çev.: İsmail Yergüz, Can Yayınları, 5. Basım, İstanbul 1998 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “İyi Kalpli Eréndıra”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1996 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Kırmızı Pazartesi”, Çev.: Faik Baysal, Can yayınları, 12. Basım, İstanbul 2000 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Kolera Günlerinde Aşk”, Çev.: Şadan Karadeniz, Can Yayınları, 7. Basım, İstanbul 2001 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “On İki Gezici Öykü”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1998 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Şili’de Gizlice”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1996 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Yaprak Fırtınası”, Çev.: Yaşar Gedikoğlu, Can Yayınları, 4. Bsım, İstanbul 1998 . MARQUEZ, Gabriel Garcia; “Yüzyıllık Yalnızlık”, Çev.: Seçkin Selvi, Can Yayınları, 19. Basım, İstanbul 2001 . MARTIN, Jr.; Earle P.; “Sevgili Charlie”, Çev.: Işıl Aydın; Özgür Yayınları, İstanbul 2011 . MAUGHAM, Somerset; “Pasifik Öyküleri”, Çev.: Bekir Karaoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.119, İstanbul 2000 . MAUPASSANT, Guy de; “Jules Amcam”, Çev.: Enver Behiç Koryak, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.109 İstanbul 2000 . MAUPASSANT, Guy de; “Madam Tellier’nin Evi”, Çev.: Serdar Rifat Kırkoğlu, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004 . MAUPASSANT, Guy de; “Mutluluk”, Çev.: Semih Atayman, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003 . MAUPASSANT, Guy de; “Pierre ve Jean”, Çev.: Bedia Kösemihal, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.39, İstanbul 1999 . MAUPASSANT, Guy de; “Tombalak”, Çev.: Nermin Sankur/Enver Behiç Koryak, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.141, İstanbul 2001 . MAUROIS, André; “Ruh Tartıcısı”, Çev.: Ali Avni Öneş; Gözlem Yayınları, İstanbul 1993 . MELVILLE, Herman; “Benito Cereno”, Çev.: Lale Eren, Cumhuriyet Dünya Klasiklerii, No.89, İstanbul 2000 . MELVILLE, Herman; “Bartleby”, Çev.: Lale Eren, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.84, İstanbul 2000 . MERİÇ, Nezihe; “Sular Aydınlanıyordu & Sevdican”, Can Yayınları, İstanbul 1992 . MERIMEE, Prosper; “Karmen”, Çev.: Samih Tiryakioğlu, Oda Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1994 . MIKSZATH, Kalman; “Konuşan Kaftan”, Çev.: Sadrettin Karatay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.90, İstanbul 2000 . MITCHELL, Margaret; “Rüzgar Gibi Geçti”, Cilt: I & II, Çev.: Mine Toker, Toker Yayınları, İstanbul 2002 . MİTHAT, Ahmet; “Karı Koca Masalı”, Haz.: Nüket Esen, Kaf Yayıncılık, 1999 . MOLIERE; “Cimri”, Çev.: Yaşar Nabi Nayır, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.:32, İstanbul 1991 . MOLIERE; “Hastalık Hastası”, Çev.: İsmail Hami Danişmend, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.101, İstanbul 2001 . MOLNAR, Ferenc; “Pal Sokağının Çocukları”, Çev.: Necmi Seren, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.54, İstanbul 1999 . MORE, Thomas; “Utopia”, Çev.: Sabahattin Eyuboğlu/Vedat Günyol; Cem Yayınevi, 5..Baskı İstanbul 1997 . MÖRİKE, Eduard; “Mozart Prag Yolunda”, Çev.: Mediha Onay/Şerif Onay; Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.30 , İstanbul 1999 . MÖRİKE, Eduard; “Stuttgart Cücesi”, Çev.: Mediha Onay/Şerif Onay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.108, İstanbul 2000 . MUNGAN, Murathan; “Aşkın Cep Defteri”, Metis Yayınları, İstanbul 2012 . MUNGAN, Murathan; “Başkasının Hayatı”, Metis Yayınları, İstanbul 1997 . MUNGAN, Murathan; “Bir Garip Orhan Veli”, 3. Basım, İstanbul 1999 . MUNGAN, Murathan; “Çador”, Metis Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2004 . MUNGAN, Murathan; “Elli Parça”, Metis Edebiyat, İstanbul 2005 . MUNGAN, Murathan; “Geyikler Lanetler”, Metis Yayınları, İstanbul 1992 . MUNGAN, Murathan; “Kadından Kentler”, Metis Yayınları, İstanbul 2008 . MUNGAN, Murathan; “Mahmud ile Yezida”, Metis Yayınları, İstanbul 1992 . MUNGAN. Murathan; “Oyunlar İntiharlar Şarkılar, 2. Basım, Metis Yayınları, İstanbul 1999 . MUNGAN, Murathan; “Paranın Cinleri”, Metis Yayınları, 4. Basım, İstanbul 1999 . MUNGAN, Murathan; “Söz Vermiş Şarkılar”, Metis Yayınları, İstanbul 2006 . MUNGAN, Murathan; “Taziye”, Metis Yayınları, İstanbul 1992 . MUNGAN, Murathan; “Timsah Sokak Şiirleri”, Metis Yayınları, İstanbul 2003 . MUNGAN, Murathan; “Üç Aynalı Kırk Oda”, Metis Yayınları, İstanbul 1999 . MUNGAN, Murathan; “Yüksek Topuklar”, Metis Yayınları, İstanbul 2002 . MUSA, Nazmi; “1. Derece için Uygulamalı REİKİ”, Akis Kitap, İstanbul 2005 . MUSSET, Alfred de; “Bir Zamane Çocuğunun İtirafları”, Çev.: Yaşar Nabi Nayır; MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından seçmeler, No.86 , İstanbul 1991 . NASKALİ; Prof. Dr. Emine Gürsoy/ SAĞOL, Doç Dr. Gülden: “Türk Kültüründe Argo”, SOTA, 2003 Netherlands <Hollanda> . NECATİGİL, Behçet; “Eski Sokak” -Seçme Şiirler-, Haz.: Selahattin Özpalabıyıklar, YKY - Doğan Kardeş, İstanbul 2008 . NERVAL, Gérard de; “AURELIA: Rüya ve Yaşam”, Çev.: Erdoğan Alkan, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.148, İstanbul 2001 NERVAL, Gérard de; ”Sylvie-Diziler”, Çeviren: Erdoğan Alkan, Cumhurşyet Dünya Klasikleri, No.:125, İstanbul 2000 . NICHOLSON; Irene; “Mexican and Central American Mythology”, Library of The World’s Myths and Legends, Peter Bedrick Books, 2nd Ed., New York 1983 . NIETZSCHE, Friedrich; “Dionysos Dityrambosları”, Çev.: Oruç Aruoba, İthaki Yayınları, İstanbul 2003 . NUTKU, Özdemir; Prof.Dr.; “Gösterim Terimleri Sözlüğü”, İnkılap Yayınevi, İstanbul 1998 . NUTKU, Özdemir; Prof.Dr. “Söylev” -Belgesel Oyun-, Remzi Kitabevi, İkinci Bsım, -Tarih yok. OBSTROVSKI, Aleksandr Nikolayeviç; “Bu Hesapta Yoktu”, Çev.: Sevgi Sanlı, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.100, İstanbul 2000 . OE, Kenzaburo; “Kişisel Bir Sorun”, Çevç: H. Can Erkin, Can Yayınları, İstanbul 2010 . OKTÜRK, Şerif; “Türk Manileri Antolojisi”, Kortaş A.Ş. Yayınları, İstanbul 1985 . O’NEILL, Eugene; “Allahın Ayısı”, Çev.: Aziz Çalışlar, Can Yayınları, Çağdaş Drama Dizisi, İstanbul 1991 . O’NEILL, Eugene; “Altın”, Çev.: Avni Gilda, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.4, İstanbul 1989 . O’NEILL, Eugene; “Araya Giren Garip Oyun”, Çev.: Saffet Korkut, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.5, İstanbul 1989 . O’NEILL, Eugene; “Elektra’ya Yas Yaraşır”, Çev.: Müçteba Dorukman/Nüzhet Şenbay; MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.37, İstanbul 1992 . O’NEILL, Eugene; “İmparator Jones”, Çev.:Avni Givda, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.42, İstanbul 1001 . O’NEILL, Eugene; “Yağ”, Çev.: Avni Gilda, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.53, İstanbul 1992 . ORWELL, George; “Aspidistra”, Çev.: Şemsa Yeğin, Can Yayınları, İstanbul 2005 . ORWELL, George; “Bin Dokuz Yüz Seksen Dört”, Çev.: Nuran Akgören, Can Yayınları, 5. Baskı, İstanbul 2003 . ORWELL, George; “Daralma”, Çev.: Zuhal Bilgin, İthaki Yayınları, İstanbul 2005 . ORWELL, George; “Hayvan Çiftliği”, Çev.: Halide Edib Adıvar, “MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No:37, İstanbul 1990 . ORWELL, George; “Papazın Kızı”, Çev.: Niran Elçi, İthaki Yayınları, İstanbul 2004 . ORWELL, George; “Paris ve Londra’da Beş Parasız”, Çev.: Z. Zühre İlkgelen, İthaki Yayınları, İstanbul 2004 . ORWELL, George; “Wigan İskelesi Yolu”, Çev.: Z. Zühre İlkgelen, İthaki Yayınları, İstanbul 2005 . OXFORD Üniv.: “Resimli Ansiklopedik Sözlük”, Cilt:I+II, 3. Basım, İstanbul 1990 . ÖZER, Adnan-KÜÇÜKGEDİK, Kemal; “Çağdaş Romanya Şiiri”, Özgür Yayınları, İstanbul 2009 . ÖZÖN, Mustafa Nihat; “Osmanlıca Türkçe Sözlük”, İnkılap Kitabevi, 7. Basım, İstanbul 1987 . PAMUK, Orhan; “Benim Adım Kırmızı”, İletişim Yayınları, 13. Baskı, İstanbul 1999 . PAMUK, Orhan; “Cevdet Bey ve Oğulları”, İletişim Yayınları, 12. Baskı, İstanbul 1998 . PAMUK, Orhan; “İstanbul”, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2003 . PAMUK, Orhan; “Kar”, İletişim Yayınları, İstanbul 2002 . PAMUK, Orhan; “Kara Kitap”, İletişim Yayınları, 18. Baskı, İstanbul 1994 . PAMUK, Orhan; “Öteki Renkler”, İletişim Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 1999 . PAMUK, Orhan; “Sessiz Ev”, İletişim Yayınları, 19. Baskı, İstanbul 1998 . PAVESE, Cesare; “Ağustosta Tatil”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, İstanbul 1999 . PAVESE, Cesare; “Ay ve Şenlik Ateşleri”, Çev.: Rekin Teksoy, Can Yayınları, İstanbul 1996 . PAVESE. Cesare; “Güzel Yaz”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, İstanbul 1996 . PAVESE, Cesare; “Leuko İle Söyleşiler”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1996 . PAVESE, Cesare; “Senin Köylerin”, Çev.: Egemen Berköz, Can Yayınları, İstanbul 1999 . PAVESE, Cesare; “Tepedeki Ev”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, İstanbul 1995 . PAVESE. Cesare; “Tepelerdeki Şeytan”, Çev.: Egemen Berköz, Can Yayınları, İstanbul 2000 . PAVESE, Cesare; “Yalnız Kadınlar Arasında”, Çev.: Rekin Teksoy, Can Yayınları 3. Basım, İstanbul 2000 . PAVESE, Cesare; “Yaşama Uğraşı-Günlük: 1935-1950”; Çev.: Cevat Çapan, Can Yayınları, İstanbul 2000 . PAVESE, Cesare; “Yoldaş”, Çev.: Rekin Teksoy, Can Yayınları, İstanbul 1996 . PAZ, Octavio; “Çamurdan Doğanlar”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1996 . PAZ, Octavio; “Kartal Mı Güneş Mi”, Çev.: Ali Cengizkan, Verso Yayıncılık, 3. Baskı, Ankara 1990 . PAZ, Octavio; “Yalnızlık Dolambacı”, Çev.: Bozkurt Güvenç, Can Yayınları, İstanbul 1999 . PEARL, Matthew; “Dante Kulübü”, Çev.: Dost Körpe, İthaki Yayınları, İstanbul 2004 . PEI, Mario-GAYNOR,Frank; “Dict. of Linguistics”, Philosophical Library, New York 1954 . PEKİN, Müfide -Yayına hazırlayan-; “Mübadele Öyküleri”, <Mübadelenin 85. Yılı Öykü Yarışması>, Lozan Mübadilleri Vakfı (LMV), İstanbul 2009 . PIRANDELLO, Luigi; “Seçme Hikayeler”, Cilt:I, Çev.: Feridun Timur, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.35, İstanbul 1989 . PIRANDELLO, Luigi; “Üç Kısa Oyun”, Çev.: Egemen Berköz, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.93, İstanbul 2000 . PLATON; “Devlet I-II”, Çev.: Azra Erhat/Samim Sinanoğlu/Suat Sinanoğlu; Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.6, İstanbul 1998 . PLATON <Eflatun>; “Timaois”, Çev.: Erol Güneş/Lütfi Ay; Sosyal Yayınlar, İstanbul 2001 . PORTER, Eleanor H.; “Pollyanna”, Çev.: Pınar Güncan, Bordo Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2006 . PROUST, Marcel; “Sodom ve Gomorra”, Çev.: Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları, 7. baskı, İstanbul 2004 . PROUST, Marcel; “Yakalanan Zaman”, Çev.: Roza Hakmen, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2001 . PUSHKIN, Alexander S.; “Bakır Atlı”, Çev.: Azer Yaran, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.122, İstanbul 2000 . PUSHKIN, Alexander S.; “Dubrowski & Maça Kızı”, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.118, İstanbul 2000 . PUSHKIN, Alexander S.; “Erzurum Yolculuğu & Byelkin’in Öyküleri”, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumh riyet Dünya Klasikleri, No.50, İstanbul 1999 . PUŞKİN, Alexander S.; “Yüzbaşının Kızı”, Çev.: Ataol Behramoğlu, Cumhuriyet Dünye Klasikleri, No.8, İstanbul 1998 . PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali; “Arkadaş Türkçe Sözlük”, Arkadaş Yayınevi, Ankara 1997 . PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali; “Türkçenin Argo Sözlüğü”, Özgür Yayınları, İstanbul 1996 . PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali; “Yaşar Kemal Sözlüğü”, Toros Yayınları, 3. Baskı, İstanbul 1987 . PÜSKÜLLÜOĞLU, Ali; “Zamansız”, 2005 Yunus Nadi Şiir Ödülü, Özgür Yayınları, İstanbul 2005 . RAMBAUD, Patrick; “Savaş”, Çev.: İsmet Birkan, Can Yayınları, İstanbul 1999 . RAN, Nazım Hikmet; “Yeni Şiirler”, Dost Yayınları, 2. Baskı, Sayı:56, İstanbul (Tarih yok) . RASİM, Ahmet; “Ramazan Sohbetleri”, Kervan Yayınları, İstanbul (Tarih yok) . RAUF, Mehmet; “Eylül”, İnkilap Kitabevi, İstanbul 2003 . REGAS, Rosa; “Dorotea’nın Şarkısı”, Çev.: Pınar Savaş, Can Yayınları, İstanbul 2008 . REMARQUE, Erich Maria; “İnsanları Sevmelisin”, Çev.: Esat Nermi Erendor, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004 . Revised REDHOUSE DICTIONARY, American Board Neşriyat Dairesi, 2.Basım, İstanbul 1956 . RILKE, Rainer Maria; “Malte Laurids Brigge’nin Notları”, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2005 . RIMBAUD, Arthur; “Dizeler”, Çev.: Erdoğan Alkan, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.153, İstanbul 2001 . RIMBAUD, Arthur; “Illuminations - Cehennemde Bir Mevsim”, Çev.: Erdoğan Alkan; Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.140, İstanbul 2001 . RİTSOS, Yannis; “bir mayıs günü bırakıp gittin”, Çev.: Cevat Çapan, Can Yayınları, Dünya Şiiri, İstanbul 2008 . RONCAGLIOLO, Santiago; “Dokunuşlar” <Pudor>, Çev.: Bülent Levi, Doğan Kitapçılık A.Ş., İstanbul 2006 . ROTH, Joseph; “Radetzsky Marşı”, Çev. Ahmed Arpad, Can Yayınları, İstnbul 2013 . ROUSSEAU, Jean-Jacques; “Yalnız Gezerin Düşlemleri”, Çev.: Reşat Nuri Darago, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.55, İstanbul 1999; Bordo Siyah Dünya Klasikleri; Çev.: Ester Yanarocak, İstanbul 2004 . RUSHDIE, Salman; “Floransa Büyücüsü”, Çev.: Begüm Kovulmaz, Can Yayınları, İstanbul 2009 . RUSHDIE, Salman; “Soytarı Şalimar”, Çev.: Begüm Kovulmaz, Can Yayınları, İstanbul 2007 . SADİ; “Gülistan”, Türk.: Kenan Sarıalioğlu; Bordo Siyah, Dünya Klasikleri, Makame, İstanbul 2008 . SAFA, Peyami; “Biz İnsanlar”, Ötüken Yayınları, (İlk 1959) 12. Basım, İstanbul 1998 . SAFA, Peyami; “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu”, Ötüken Yayınları, (İlk 1937), 31. Basım, İstanbul 1997 . SAFA, Peyami; “Fatih-Harbiye”, Ötüken Yayınları, (İlk 1931) 16. Basım, İstanbul 1995 . SAFA, Peyami; “Matmazel Noraliya’nın Koltuğu”, Ötüken Yayınları (İlk 1949), 16. Basım, İstanbul 1998 . SAFA, Peyami; “Şimşek”, Ötüken Yayınları, (İlk 1923), 10. Basım, İstanbul 1997 . SAGAN, François; “Tasma”, Çev.: Hülya Tufan, Afa Yayınları, İstanbul 1993 . SAINT-PIERRE, Bernardin de; “Paul ve Virginie”, Çev.: Ali Kami Akyüz, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.40, İstanbul 1999 . SAND, George; “Şeytanlı Göl”, Çev.: Kemal Demiray, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.32, İstanbul, 1999 . SAND, George; “Thérese İle Laurent”, Vol.I & II, Çev.: Turan Gülçür, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.127&128, İstanbul 2000 . SAPPHO; “nedir gene deli gönlünü çelen”, Çev.: Cevat Çapan, Can Yayınları, Dünya Şiiri, İstanbul 2008 . SARAMAGO, José; “Baltasar ve Blimunda”, Çev.: Emrah Çakmak, Gemdaş Kültür, İstanbul 2000 . SARAMAGO, José; “Filin Yolculuğu”,, Çev.: Pınar Savaş, Turkuvaz Kitap, İstanbul 2009 . SARAMAGO, José; “Görmek”, Çev.: Aykut Derman, Can Yayınları, İstanbul 2008 . SARAMAGO, José; “İncil’deki İkinci İsa”, Çev.: Emrah Çakmak; Gendaş A.Ş., 2. baskı, İstanbul 2000 . SARAMAGO, José; “Körlük”, Çev.: Aykut Derman, Can Yayınları, 2. Basım. İstanbul 1999 . SARAMAGO, José; “Küçük Anılar”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, İstanbul 2008 . SARAMAGO, José; “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş”, Çev.: Mehmet Necati Kutlu, Merkez Kitaplar, 2.Basım, İstanbul 2007 . SARAMAGO, José; “Umut Tarlaları”, Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, İstanbul 1999 . SARAMAGO, José; “Yitik Adanın Öyküsü”, Dost Körpe, Gendaş Kültür, İstanbul 1999 . SARRAUTE, Nathalie; “Açınız”, Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul 1997 . SARRAUTE, Nathalie; “Çocukluk”, Çev.: Gülseren Devrim, Can Yayınları, İstanbul 1997 . SARTRE, Jean-Paul; “Akıl Çağı” <Özgürlüğün Yolları: 1>, Çev.: Gülseren Devrim, Can Yayınları, İstanbul, 1996 . SARTRE, Jean-Paul; “Altona Mahpusları”, Çev.: Işık M. Noyan, İthaki Yayınları, İstanbul 2005 . SARTRE, Jean-Paul; “Bulantı” <Nausé>, Çev.: Erdoğan Alkan, Oda Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1999 . SARTRE, Jean-Paul; “Duvar”, Çev.: Eray Canberk, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . SARTRE, Jean-Paul; “ İlk Uyanış” <Özgürlüğün Yolları: 1>, Çev.: Necmettin Ankan/Engin Sunar, Altın Kitaplar: Nobel Dizisi, 8 Baskı, İstanbul 1983 . SARTRE, Jean-Paul; “iş işten geçti”, Çev.: zübeyir bensan, Varlık Yayınları, 14.Basım, İstanbul 2010 . SARTRE, Jean-Paul; “Sözcükler”, Çev.: Selahattin Hilav, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . SARTRE, Jean-Paul; “Yaşanmayan Zaman” <Özgürlüğün Yolları: 2>, Çev.: Gülseren Devrim, Can Yayın ları, İstanbul 1997 . SARTRE, Jean-Paul; “Yıkılış” <Özgürlüğün Yolları: 3>, Çev.: Gülseren Devrim, Can Yayınları, İstanbul 1998 . SAYIN, Şara; “Devrimci Dram Yazarı Georg Büchner”, Multilingual, İstanbul 1999 . SCHILLER, Friedrich von; “İnsanın Estetik Eğitimi Üzerine Bir Dizi Mektup”, MEB Yayınları, Batı Klasikleri, No.78, İstanbul 1990 . SCHOTT, Dr. Albert; “Gilgameş Destanı”, Çev.: Muzaffer Ramazaoğlu, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler No.46, İstanbul 1989 . SCIASCIA, Leonardo; “Her Türlü”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 2007 . SERRANO, Miguel;“C.G. JUNG & Herman HESSE: İki Dostluğun Anıları”, Çev.: Barış İlhan, İlhan Yayınevi, İstanbul 1999 . SEYFEDDİN, Ömer; “Seçme Hikayeler”, I & II, MEB Yayınları, Türk Klasikleri, No.12, İstanbul 1989 . SEYFEDDİN, Ömer; “Yalnız Efe”, Bordo Siyah Türk Klasikleri, İstanbul 2006 . SHAKESPEARE, William; “Hamlet”, Çev.: Orhan Burian, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.1, İstanbul 1995 . SHAKESPEARE, William; “Hırçın Kız”, Çev.: Nureddin Sevin, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.16, İstanbul 1996 . SHAKESPEARE, William; “Julius Caesar”, Çev.: Nureddin Sevin, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.24, İstanbul 1992 . SHAKESPEARE, William; “Kral Lear”, Çev.: Prof. İrfan Şahinbaş, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.19, İstanbul 1989 . SHAKESPEARE, William; “Macbeth”, Çev.: Doç. Orhan Burian, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.2, İstanbul 1989, . SHAKESPEARE, William; “Othello”, Çev.: Orhan Burian, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.3, İstanbul 1989 . SHAKESPEARE, William; “Tüm Soneler”, Çev.: Talat Sait Halman, cem yayınevi, 6. Basım, İstanbul 2000 . SHAKESPEARE, William; “Venedik Taciri”, Çev.: Nurettin Sevin, MEB Yayınlari, Tiyatro Eserleri, No.15, İstanbul 1989 . SHAKESPEARE, William; “Windsor’un Şen Kadınları”, Çev.: Haldun Derin, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.17, İstanbul 1989 . SHAKESPEARE, William; “Yanlışlıklar Komedyası”, Çev.: Avni Givda, MEB Tiyatro Eserleri, No.57, İstanbul 1992 . SHAW, George Bernard; “Kırgınlar Evi”, Çev.: Sevgi Sanlı; MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.45, İstanbul 1990 . SHAW, George Bernard; “Milyoner Kadın”, Çev.: Avni Givda, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.50, İstanbul 1990 . SHAW, George Bernard; “Sezar ve Kleopatra”, Çev.: Sevgi Sanlı, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.74, İstanbul 1999 . SHELLEY, Mary, “Frankestein ya da Modern Prometheus”, Çev.: Pınar Güncan, Bordo Siyah, Dünya Klasikleri-Gotik roman; İstanbul 2004 . SIENKIEWICZ, Henrick; “Kovadis”, Çev.: Şaziye Berin Kurt, MEB Yayınları, “Dünya Edebiyatından Seçmeler”, No.9, İstanbul 1989 . SOBOL, Joshua; “Getto”, Çev.: Ahmet Necdet, Can Yayınları, İstanbul 1994 . STANISLAVSKY, Konstantin Sergeyeviç; “Bir Aktör Hazırlanıyor”, Çev.: Suat Taşer, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.28, İstanbul 1992 . STEINBECK, John; “Amerika ve Amerikalılar”, Çev.: Abdullah Yılmaz, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2002 . STEINBECK, John; “Farelere ve İnsanlara Dair”, Çev.: Necmi Sarıoğlu, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından, Seçmeler, No.52, İstnbul 1991 . STENDHAL; “Armance”, Çev.: Samih Tiryakioğlu, Klasik, Basımevi -tarih yok. STENDHAL; “İtalya Hikayeleri”, Cilt:I & II, Çev.: Hamdi Varoğlu, Cumhuriyet Dünya Klsikleri, No.10 & 11, İstanbul 1998 . STENDHAL; “Kırmızı ve Siyah”, Cilt: I & II, Çev.: Nurullah Ataç, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.43, İstanbul 1991 . STENDHAL; “Lamiel I-II”, Çev.: Vahdi Hatay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.156 & 7, İstanbul 2001 . STENDHAL; “Parma Manastırı”, Çev.: Nesrin Altınova, Oda Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . STORM, Theodor; “Fıçıdan Öyküler”, Çev.: Nijad Akipek, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.79, İstanbul 1999 . STORM, Theodor; “Kır Atlı”, Çev.: Ahmet Temir, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.75, İstanbul 1999 . STORR, Anthony; “Yaratma Dürtüsü”, Çev.: İpek Babacan, Yayınevi Yayıncılık, İstanbul 2002 . STRINDBERG, August; “Düş Oyunu”, Çev.: Afif Obay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.134, İstanbul 2001 . SÜREYA, Cemal; “Üvercinka” -50 yaşında-, Edit.: Selahattin Özpalabıyıklar, YKY, İstanbul 2008 . SÜSKİND, Patrick; “Bay Sommer’in Öyküsü”, Çev.: Tevfik Turan, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2009 . SÜSKİND, Patrick; “Güvercin”, Çev.: Tevfik Turan, Can Yayınları, İstanbul 1987 . SÜSKİND, Patrick; “Koku”, Çev.: Tevfik Turan, Can Yayınları, 23. Basım, İstanbul 2007 . SÜSKİND, Patrick; “Kontrabas”, Çev.: Tevfik Turan, Kıyı Yayınları, İstanbul 1989 . SÜSKİND, Patrick; “Üçbuçuk Öykü”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2005 . ŞERBETÇİOĞLU, Binnur & Tarık; “Mutluluk Çiçeği”, Ağustos Kültür Merkezi, yayımlanmamış oyun. . ŞİRİN, Mustafa Ruhi; “rüya saati”, İz Yayıncılık, İstanbul 1998 . TABERİ; “Milletler ve Hükümdarlar Tarihi, Cilt: I -II-III-IV-IV”, MEB Yayınları, Şark-İslam Klasikleri No.37, İstanbul 1991. . TABUCCHI, Antonio; “Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı”, Çev.: Kemal Atakay, Can Yayınları, İstanbul 1998 . TABUCCHI, Antonio; “Düşler Düşü”, Çev.: Semin Sayıt, Can Yayınları, İstanbul 2006 . TABUCCHI, Antonio; “Gittikçe Geç Olmakta”, Çev.: Neyyire Gül Işık, Can Yayınları, İstanbul 2002 . TABUCCHI, Antonio; “Hint Gece Müziği”, Çev.: Münir H. Göle, Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2000 . TABUCCHI, Antonio; “Pereira İddia Ediyor”, Çev.: Münir H. Göle, Can Yayınları, İstanbul 2005 . TABUCCHI, Antonio; “Ufuk Çizgisi”, Çev.: Münir H. Göle, Can Yayınları, 2. Baskı, İstanbul 2000 . TAHİR, Kemal; “Esir Şehrin İnsanları”, Adam Yayınları, 3. Basım, İstanbul 1998 . TAHİR, Kemal; “Esir Şehrin Mahpusu”, Adam Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1996 . TAHİR, Kemal; “Rahmet Yolları Kesti”, Adam Yayınları, 3. Basım. İstanbul 1975 . TAHİR, Kemal; “Yol Ayrımı”, Adam Yayınları, İstanbul 1993 . TAMARO, Susanna; “Aklı Bir Karış Havada”, Çev.: Eren Cendey, CanYayınları, 2. Basım, İstanbul 2002 . TAMARO, Susanna; “Anima Mundi”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, 15. Basım, İstanbul 2000 . TAMARO, Susanna; “Daha çok ateş, daha çok rüzgar”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul, 2003 . TAMARO, Susanna; “Rüzgar Ne Diyor”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, 5. Basım, İstanbul 2005 . TAMARO, Susanna; “Sevgili Mathilda, İnsanın Yürümesini Dört Gözle Bekliyorum”, Çev.: Eren Yücesan Cendey, Gendaş Yayınları, 13-14. Basım, İstanbul 1998 . TAMARO, Susanna; “Tek Ses İçin”, Çev.: Semin Sayit, Can Yayınları, 7. Basım, İstanbul 1999 . TAMARO, Susanna; “Yanıtla Beni”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, 3. Basım, İstanbul 2001 . TAMARO, Susanna; “Yüreğinin Götürdüğü Yere Git”, Çev.: Eren Cendey, Can Yayınları, 29. Basım, İstanbul 2005 . . . . . . . . . TANİLLİ, Server; “Fransız Devrimi’nden Portreler”, Cem Yayınevi, 3. Baskı, İstanbul 1995 TANİLLİ, Server; “Yüzyılların Gerçeği ve Mirası”, Adam Yayınları, Cilt:I: İlkçağ, VI..basım, İstanbul 2002 TANPINAR, Ahmet Hamdi; “Beş Şehir”, Hazırlayan M. Fatih Andı; Y.K.Y., 5. Baskı, İstanbul 2003 TARANCI, Cahit Sıtkı; “Gün Eksilmesin Penceremden”, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2006 TARANCI, Cahit Sıtkı; “Otuz Beş Yaş”, Can Yayınları, 17.Basım, İstanbul 1999 TERENTIUS; “Hortlak”, Çev.: Nurullah Ataç, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri No.40, İstanbul 1990 TEVFİK, Mehmet; “Bir Çalgıcının Seyahatı”, Atlas Kitabevi, İstanbul 1972 TİMUÇİN, Afşar; “Gece Gelen Eski Dost”, Bulut Yayınları, 4. Baskı, İstanbul 2003 TOLSTOY, Lev N.; “Anne Karenina”, Cilt:I-I I&III-IV, Çev.: Ergin Altay, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No:16, İstanbul 1991 . TOLSTOY, Lev N.; “Çocukluk”, Çev.: Rana Çakıröz, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.:33, İstanbul 1999 . TOLSTOY, Lev N.; “Efendi İle Uşağı”, Çev.: Mehmet Özgül, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No:137, İstanbul 2001 . TOLSTOY, Lev N.; “Gençlik”, Cilt: I & II, Çev.: Rana Çakıröz/Cengiz Ekinci, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No:72&73; İstanbul 1999 . TOLSTOY, Lev N.; “Harb ve Sulh”, Cilt: I-II-III, Çev.: Zeki Baştımar, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No:92, İstanbul 1993 . TOLSTOY, Lev N.; “İnsan Ne İle Yaşar”, Türk.: Günay Kızılırmak, Bordo Siyah, Dünya Klasikleri: Öykü, İstanbul 2007 . TOLSTOY, Lev N.; “İvan İlyiç’in Ölümü & Korney Vasilyev”, Çev.: Mehmet Özgül, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No:120, İstanbul 2000 . TOLSTOY, Lev N.; “Kreutzer Sonat”, Çev.: Saniye Güven, İstanbul 2003 . TOLSTOY, Lev. N.; “Hz. Muhammed-Gizlenen Kitap”, Öteki Adam Yayınları, İstanbul 2013 . TOLSTOY, Lev N.; “Sivastopol - Ağustos 1855”, Türk.: Esat Nermi Erendor, Bordo Siyah, Dünya Klasikleri,Roman, İstanbul 2007 . TOLSTOY, Lev N.; “Yaşayan Ölü”, Çev.: Rana Çakıröz/Ş. S. İlter, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No:56, İstanbul 1992 . TOLSTOY, Lev N.; “Yeniyetmelik”, Çev.: Rana Çakıröz, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No:59, İstanbul 1999 . TOMAZANİ, Despina; “Konuşmayan Su”, Çev.: Ahmet Yorulmaz, Can Yayınları, İstanbul 2007 . TORİ; “Ferhaenc”, Kürtçe-Türkçe Sözlük, Berfin Yayınlar, İstanbul 1999 . TREMAIN, Rose; “Müzik ve Sessizlik”, Çev.: Emre Kuzuoğlu, Can Yayınları, İstanbul 2008 . TREMAIN, Rose; “Renk”, Çev.: İrfan Seyrek, Can Yayaınları, İstanbul 2008 . TRISTAN VE ISEUT; Çev.: Sabiha Omay, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.107, İstanbul 2000 . TUCKER, Eva; “Berlin Bir Mozaik”, Çev.: Belkıs Çorakçı, Can Yayınları, İstanbul 2007 . TUNALI, İsmail; Prof.Dr., “Estetik”, Remzi Kitabevi, 5. Baskı, 5. Baskı, İstanbul 1998 . TUNALI, İsmail; Prof.Dr., “Grek Estetik’i”, Remzi Kitabevi, 4. Baskı, İstanbul 1996 . TUNÇ, Ayfer; “Ömür Diyorlar Buna”, Can Yayınları, İstanbul 2007 . TURGENYEV, Ivan; “Babalar ve Oğullar”, Çev.: Nilgün Temren, Boyut Kitapları, İstanbul (Tarih yok.) . TURGENYEV, Ivan; “Bozkırda Bir Kral Lear”, Çev.: Erol Güney/Oğuz Peltek, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.85, İstanbul 2000 . TURGENYEV, Ivan; “Rudin”, Cilt: I & II, Çev.: Memduh Tezel, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.114 & 5, İstanbul 2000 . UNAMUNO, Miguel De; “Tula Teyze”, Çev.: Yıldız Ersoy Canpolat, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.78, İstanbul 1999 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Çıplak Sokak”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 4. Basım, İstanbul 1999 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Delifişek”, Çev.: İnci Kut, Can Yayınları, 16. Basım, İstanbul 2005 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Güneşi Uyandıralım”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, 28. Basım; İstanbul, 2001 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Kardeşim Rüzgar Kardeşim Deniz”, Çev.: Zeyyat Selimoğlu, Can Yayınları, 8. Basım, İstanbul 2002 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Kayığım Rosinha”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, 8. Basım, İstanbul 1999 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Kırmızı Papağan”, Çev.: Şehsuvar Adiln, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . VASCONCELOS, José Mauro de; “Şeker Portakalı”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, 109. Baskı, İstanbul Nisan 2012 . VASCONCELOS, José Mauro de: “Yaban Muzu”, Çev.: Aydın Emeç, Can Yayınları, 7. Basım, İstanbul 2000 . VILDRAC, Ch.; “Dünya Gözüyle”, Çev.: Nurullah Ataç, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.36, İstanbul 1991 . VILDRAC, Ch.; “Sonsuz Yolculuk”, Çev.: Fehmi Baldaş, MEB Yayınları, Tiyatro Eserleri, No.20, İstanbul 1989 . VOLNEY, Constantin-François de Chassboeuf; “Yıkıntılar”, Cilt:I & II, Çev.: Samim Kazım Akses, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.37 & 38, İstanbul 1999 . VOLTAIRE; “Candide”, Çev.: Fehmi Baldaş, Cumhuriyet Dünya Klasikleri No.3, İstanbul 1998 . VOLTAIRE; “Hikayeler”, Cilt:I&II, Çev.: Fehmi Baldaş, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler No.54, İstanbul 1991 . WALSER, Martin; “Aşk Zamanı”, Çev.: Gülfer Tunalı, Can Yayınları, İstanbul 2007 . WALSER, Martin; “Birbirimiz Olmadan”, Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, İstanbul 1996 . WALSER, Martin; “Bir Pınar Gibi”, Çev.: Yasemin Bayer, Can Yayınları, İstanbul 2001 . WALSER, Martin; “Fink’in Savaşı”, Çev.: Sibel Aslan Yeşilay, Can Yayınları, İstanbul 2000 . WEBSTER, Richard; “Başarı ve Mutluluk İçin Feng-Shui”, Çev.: Pınar Savaş, Alfa Yayınları, II.baskı 2003, İstanbul . WILDE, Oscar; “Dorian Gray’in Portresi”, Çev.: Nihal Yeğinobalı; Can Yayınları, İstanbul 2002 . WILDE, Oscar; “Hikayeler, Cilt.: I & II”, Çev.: Nurettin Sevin, MEB, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.39, İstanbul 1989-90 . WILDE, Oscar; “Lord Arthur Savile’in Suçu”, Çev.: Sevil Cerit; Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2004 . WILDE, Oscar; “Reading Hapishanesi Baladı”, Çev.: Tozan Alkan, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003 . WILDE, Oscar; “Vera Veya Nihilistler”, Çev.: Sevil Cerit, Bordo Siyah Klasik Yayınlar, İstanbul 2003 . WILLIAMS, Tennessee; “İguananın Gecesi”, Çev.: Ülker İnce, Can Yayınları, Çağdaş Drama Serisi, İstanbul 1990 . WILLIAMS, Tennessee; “Serçe Hayvan Koleksiyonu-The Glass Menagerie”, Türkçe-İngilizce metinler; Çev.: Aytuğ İz’at, Mitos-BIYUT Yayınları, Amerikan Oyunları Dizisi No.3, İstanbul 2000 . WOOLF, Virginia; ‘Dalgalar”, Çev.: Oya Dalgıç, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1995 . WOOLF, Virginia; “Deniz Feneri”, Çev.: Naciye Aksesi, MEB Yayınları, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.17, İstanbul 1990 . WOOLF, Virginia; “Flush”, Çev.: Fatih Özgüven, Can Yayınları, İstanbul 1993 . WOOLF, Virginia; ‘Kendine Ait Bir Oda’, Çev.: Suğra Öncü, AFA Yayınları, 3.Baskı, İstanbul 1987 . WOOLF, Virginia; “Orlando”, Çev.: Seniha Akar, Ayrıntı Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1994 . WOOLF, Virginia; “Pazartesi ya da Salı”, Çev.: Alev Bulut, İmge Kitabevi, İstanbul 1992 . WOOLF, Virginia; “Perde Arası”, Çev.: Tomris Uyar, Can Yayınları, İstanbul 1992 . YACINE, Kateb; “Nedjma”, Çev.: Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul 2006 . YALKUT, Sabiha Banu; “Melek Tavus’un Halkı:Yezidiler, Metis Yayınları, İstanbul 2001 . YALOM, Irvin D.; “Aşkın Celladı”, Çev.: Handan Saraç, Remzi Kitabevi, 2. Basım, İstanbul 1995 . YALOM, Irvin D.; “Her Gün Biraz Daha Yakın”, Çev.: Zeliha İyidoğan Babayiğit, Kabalcı Yayınları, 5. Basım, İstanbul 2004 . YALOM, Irvin D.; “Nietzsche Ağladığında”, Çev.: Aysun Babacan, Ayrıntı Yayınları, 6. Basım, İstanbul 1998 . YENER, Faruk; “100 Opera”, Bateş Yayınları, İstanbul 1992 . YÜCEL, Tahsin; “Bıyık Söylencesi”, Can Yayınları, İstanbul 1995 . YÜCEL, Tahsin; “Peygamberin Son Beş Günü”, Can Yayınları, 5. Basım, İstanbul 1998 . YÜCEL, Tahsin; “Vatandaş”, Can Yayınları, İstanbul 1996 . YÜCEL, Tahsin; “Yalan”, Can Yayınları, İstanbul 2002 . ZADOW, Ingeborg von; “Katt ve Fredda’yı Ziyaret”, Çev.: Servet Aybar; İstanbul Büyükşehir Tiyatroları Kitaplığı, No.236, -yayımlanmamış-. . ZELLER, Bernhard; “Herman Hesse”, Çev.: Kamuran Şipal, Alfa Yayınları, İstanbul 1997 . ZOLA, Emile; “Apartman” Cilt: I-II-III, Çev.: Bekir Karaoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.81, İstanbul 2000 . ZOLA, Emile; “Hulya”, Cilt: I & II, Çev.: Hamdi Varoğlu, Cumhuriyet Dünya Klasikleri, No.145 & 6, İstanbul 2001 . ZOLA, Emile; “Thérese Raquin”, Çev.:Tuba Ayık, Bordo Siyah Dünya Klasikleri, İstanbul 2004 . ZOLA, Emile; “Toprak”, Cilt:I & II, Çev.: Hamdi Varoğlu, MEB Yayınları, Batı Klasikleri, No.80, İstanbul 1991 . ZWEIG, Stefan; “Amerigo”, Çev.: Ogün Duman; Can Yayınları, 3.basım, İstanbul 2008 . ZWEIG, Stefan; “Amok Koşucusu”, Çev.: İlknur Özdemir, Can Yayınları, İstanbul 2000 . ZWEIG, Stefan; “Clarissa”, Çev.: Gülperi Sert-Serpil Yalçın, Can Yayınları, İstanbul 2010 . ZWEIG, Stefan; “Değişim Rüzgarı”, Çev.: Prof. Kasım Eğit, Can Yayınları, İstanbul 1982 . ZWEIG, Stefan; “Dünün Dünyası”, Çev.: Burhan Arpad, MEB, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.11, İstanbul 1989 . ZWEIG, Stefan; “Dünya Fikir Mimarları”, Cilt: I-II-III, Çev.: Gürsel Aytaç, İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Basım, Ankara 1990 . ZWEIG, Stefan; “Fouché”, Çev.: Burhan Arpad, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1999 . ZWEIG, Stefan; “Geleceğe Güven”, Çev.: Ahmet Arpad, Everest Yayınları, İstanbul 2011 . ZWEIG, Stefan; “Hayatın Mucizeleri”, Çev.: Esen Tezel, Can Yayınları, İstanbul 2011 . ZWEIG, Stefan; “Hikayeler”, Cilt: I, Çev.: Burhan Arpad, MEB, Dünya Edebiyatından Seçmeler, No.93, İstanbul 1990 . ZWEIG, Stefan; “İnsanlık Tarihinde Yıldızın Parladığı Anlar”, Çev.: Prof. Kasım Eğit, Can Yayınları, 2.Basım, İstanbul 1997 . ZWEIG, Stefan; “Lyon’da Düğün”, Çev.: Arif Gelen, Can Yayınları, İstanbul 1992 . ZWEIG, Stefan-ZWEIG, Friderike; “Mektuplaşmalar (1912-1942)”, Çev.: Ahmed Arpad/Burhan Arpad; Yordam Kitap, Frankfurt, Germany 2006 . ZWEIG, Stefan; “Sabırsız Yürek”, Çev.: Çiğdem Öztekin, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 2006 . ZWEIG, Stefan; “Satranç”, Çev.: Ayça Sabuncuoğlu, Can Yayınları, 6. Basım, İstanbul 2001 . ZWEIG, Stefan; “Yarının Tarihi ve Rotterdamlı Erasmus”, Çev.: Ahmet Cemal, Can Yayınları, 2. Basım, İstanbul 1998. . ZWEIG, Stefan; “Yolculuklar Üzerine”, Çev.: Ahmed Arpad, Everest Klasikler, İstanbul 2011 -Her Hakkı Mahfuzdur-