Untitled - Kale Tasarım Merkezi
Transkript
Untitled - Kale Tasarım Merkezi
02 15/02/2009 03 Ardan Ergüven ardanerguven@gmail.com USTALARA Barış Çakmakcı VEDA bcakmakci@doganburda.com Daha İnce Hatlar Genç Yeteneklerin Peşinde International Talent Support, bu yıl ITS#EIGHT ‘The Greatest Show of All’ temasıyla dünyanın dört bir yanından genç tasarımcıları yaratıcılıklarını ifade etmeye çağırıyor. Etkinlik kapsamındaki dünyanın tek aksesuar yarıkması ITS#ACCESSORIES, birleştirici ürünler ve tasarım elemanlarıyla tanınan YKK'nın ortaklığıyla gerçekleşiyor. Yarışmaya başvurmak için son tarih 25 Mart 2009. Finalistler Temmuz 2009'da Trieste, İtalya'da düzenlenecek sergiyle tasarımlarını dünyaya tanıtma şansını yakalayacak. Aşkın Damakta Kalan Tadı Design Zone, “Aşkın Damakta Kalan Tadı” ile sanatçı ve tasarımcıları Nuruosmaniye’de bir araya getiriyor. Küratörlüğünü Işık Gençoğlu’nun üstlendiği ve katılımcıların kendi aşklarını ifade etiiği etkinlik, yenilebilen, giyilebilen, takılabilen bir sergiye dönüşüyor. Son kez 21 Şubat’ta gerçekleşecek sergiden elde edilecek gelirin bir bölümü genç kız sığınma evine bağışlanacak. Adobe Tasarım Başarı Ödülleri İçin Başvurular Başladı Modada Yeni Soluklar London College of Fashion, Domus Academy, Instıtut Française de la Mode gibi moda eğitimi alanında dünyanın en köklü kurumları ile olan uluslararası bağlarını, Boğaziçi Üniversitesi ile destekleyen İstanbul Moda Akademisi, şubat ayında yeni döneme başlıyor. İMA, Moda ve Tekstil Yönetimi’, ‘Moda Tasarımı’, ‘Moda Visual Merchandising’, ‘Moda Fotoğrafçılığı ve ‘Styling’, ‘Moda Tasarımında Photoshop ve Illustrator’, ‘Moda Çizim Teknikleri’ derslerini açıyor. Bir Logo, Bir Bilet 2010, yalnızca Avrupa Kültür Başkenti olacağımız tarih değil, aynı zamanda Türkiye’de Japon Yılı . Japonya Büyükelçiliği bu bağlamda logo ve slogan yarışması açtı. Amatör ya da profesyonel tüm yaratıcı fikirlere açık olan yarışmanın iki ayrı kategoride belirlenecek galiplere Japonyaİstanbul uçak bileti armağan edilecek. Son başvuru tarihi 26 Şubat. (www.japonya2010.org) Bu yıl dokuzuncu kez düzenlenen ve grafik tasarım, fotoğraf, animasyon, dijital film yapımı gibi alanları olan Adobe Tasarım Başarı Ödülleri için (ADAA) başvurular başladı. 18 yaşından büyük ve öğrenci olma şartının arandığı ADAA’ya yapılacak tüm başvuruların 5 Haziran 2009'a kadar internet üzerinden gönderilmesi gerekiyor. 40 ülkeden çok sayıda adayın ilgiyle izlediği yarışmanın ödül töreni Ekim 2009 tarihinde Pekin'deki Icograda Dünya Tasarım Kongresi'nde yapılacak. (www.adobe.com) İkinci Kez i-deco İstanbul Dekorasyon ve Tasarım Fuarı'nın ikincisi 5-9 Mart tarihleri arasında CNR'da gerçekleşecek. “Yarın dekorasyon dünyasında bambaşka tasarımlar olacak. Bugünden görmek ister misiniz?” sloganı ile yola çıkan i-deco’da, trend enstalasyonlarına ayrılmış “i-deas” adlı bir bölüm olacak. Ünlü tasarımcıların özel sergileri, audio vision alanları, sıra dışı konsept tasarımların yer alacağı bu bölüm fuarın en ilgi çekici kısmı olacağa benziyor. (www.idecoist.com) Vestel, Chicago Mimarlık ve Tasarım Müzesi’nin verdiği dünyanın en prestijli tasarım ödüllerinden biri sayılan Good Design Award’da “Slim and Thin” LCD TV modeli ile 2008 yılı ödülüne layık görüldü. Vestel’in, Finlandiyalı Finlux markası için ürettiği Slim and Thin LCD TV, yandan bakıldığında piyasadaki rakiplerine göre oldukça ince bir görünüme sahip. Ürün, Kerem Tuncel imzası taşıyor. Kale’ye iki EDIDA Ödülü Nisan ayında Milano’da gerçekleşecek ve 24 ülkede yayınlanan her edisyonun adaylarının katılacağı Elle Decor Uluslararası Tasarım Ödülleri EDIDA’nın Türkiye ayağı yapıldı. 12 farklı kategoride ödüllerin dağıtıldığı gecede Kale Grubu iki farklı dalda ödül aldı. Mutfak kategorisinde Demet Bilici, Ozan Kayaoğulları ve Sinem Elmalıoğlu’ndan oluşan KalePlus tasarım ekibi ödüle layık görülürken, Çanakkale Seramik ve Kalebodur için tasarladığı Orientile Koleksiyonu ile Can Yalman da Duvar Kaplaması kategorisi birincisi oldu. Geçmiş ve modern değerlerle bir füzyon yaratan Aya, Selçuk kültüründen yararlanarak, tek bir dörtgen formdan yola çıkan Feza ve altın süslemeler ile tombak sanatlarından esinlenilen Rumi ile ödüle layık görüldü. Can Yalman aynı zamanda yılın tasarımcısı ödülüne hak kazandı. Logo Tasarım Yıllığında Bir Türk Dünya çapında tasarlanmış en iyi logo ve markaların onurlandırıldığı yenilikçi grafik tasarım ödülleri projesi olan WOLDA Uluslararası Logo Tasarımı Yıllığı, Serdar Özyiğit’in logo tasarımını da yayınladı. Özyiğit, yıllığın ilk baskısında, 43 ülkeden gelen yaklaşık 1.100 başvuru arasından seçilerek, toplam 192 tasarımcıyla birlikte, dünyanın en iyi tasarımcılarından biri olarak anıldı. (www.wolda.org) Çağlayan, Londra Tasarım Müzesi’nde Puma Kreatif Direktörü Hüseyin Çağlayan'ın çalışmalarından oluşan ‘From Fashion and Back’ isimli retrospektif sergisi Londra Tasarım Müzesi'nde açıldı. 17 Mayıs’a kadar sürecek sergide “Puma Sport Fashion” koleksiyonlarının gelişen teknolojiler ve tasarımlarla yorumlandığı çalışmalardan oluşuyor. Çağlayan’ın sergi için geliştirdiği sınırlı sayıda üretilen tişört tasarımları da, eşzamanlı olarak satışta. (www.designmuseum.org) Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven Uygulama: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Yasemin Köse, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79 Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 sanat@radikal.com.tr, umutkart@kaletasarimmerkezi.com Radikal'in ücretsiz ekidir. Grafik tasarım dünyası, Shiego Fukuda ve Pierre Mendell’İ kaybetti. İlk olarak A.G.I. (Alliance Graphique Internationale), uzun zamandır sağlık problemleriyle boğuşan Pierre Mendell’in 19 Kasım 2008 tarihinde öldüğü duyurdu. 79 yaşındaki Mendell, 30 yıldan fazla bir süre içinde danışmanlığını yaptığı Münih Tasarım Müzesi (Die Neue Sammlung) ve 1993’ten sonra Bavyera Devlet Operası için tasarladığı afişlerle Münih’in çehresini değiştirmiş ve özellikle opera afişlerinin özgün bir üslupla tasarlanabileceğini kanıtlayarak, sayısız tasarımcının örnek aldığı çalışmalar yapmıştı. 1958-60 arasında Basel’deki Tasarım Okulu’nda Armin Hofmann’ın öğrencisi olan Mendell, 1961 yılında Münih’te Klaus Oberer ile Studio Mendell & Oberer’i kurmuş, 2000’den itibaren Pierre Mendell Design Studio olarak çalışmalarına devam etmişti. Mendell, grafik tasarım kavramlarıyla son derece yalın ve kurallı bir biçimde oynamış, afişlerinde ağırlıklı olarak görsel mecazlar kullanmıştı. 2004’te Grafist’in konuğu olarak İstanbul’a gelen Mendell, başta Siemens pek çok büyük firmanın kurum kimliğini tasarlamış, afişleriyle önemli ödüller kazanmıştı. Bir başka acı haber ise 11 Ocak 2009’da Tokyo’dan geldi. Sosyal temalı afişleriyle ünlü Shigeo Fukuda 76 yaşında ölmüştü. Minimalist bir yaklaşımla tasarladığı afişlerindeki optik oyunlarla tanınan Fukuda, espiriyi evrensel bir iletişim dili olarak kullanmıştı. Japon tasarım dergisi Idea’da yer alan söyleşide “Tasarımın yüzde 30’unda haysiyet, yüzde 20’sinde güzellik, yüzde 50’sinde de espiri olması gerektiğine inanıyorum” demiş ve bu görüşünü eserlerine yansıtmıştı. Kinayeli üslubuyla tanınan tasarımcının en ünlü çalışmalarından biri ikinci dünya savaşını eleştirdiği “Zafer 1945” isimli afişti. Batı kültürünün aksine Japonya’da afiş, bir satış aracından çok politik ve sosyal meselelerin işlendiği kültürel bir iletişim ürünü olarak kullanılmıştı. Fukuda bu yaklaşımın önemli temsilcilerinden biri olarak, New York Sanat Yönetmenleri Kulübü Şöhret Salonu’na seçilen ilk Japon grafik tasarımcı olmuş ve eserleri dünyanın çeşitli ülkelerindeki müzelerde ve sergi salonlarında sergilenmişti. Grafist etkinlikleri kapsamında 2000 yılında İstanbul’a gelen Fukuda, MSGSÜ Osman Hamdi Bey Salonu’nda bir sergi açmış ve üniversite öğrencileriyle atölye çalışmaları gerçekleştirmişti. Kunter Şekercioğlu kunter@kilittasi.com HAŞHAŞ İLHAM OLDU! Anadolu Üniversitesi’nin 50. yılı etkinlikleri ilginç bir projeye sahne oldu. Yapılan çalıştayda sekiz farklı disiplinden öğrenciler yer aldı. “Yerler, Yerleştirmeler, Yer Değiştirmeler” çalıştayı, öğrencilerin her birinin kendi mesleği ile ilgili katkıda bulunabileceği bir alt başlık altında yürütüldü: “Yerel yemek kültürü için yemek tasarımı”. Eskişehir ve yemek kültürü üzerine araştırdığımızda bölgede geçmişi ve etkisi yadsınamaz bir “haşhaş” kültürü olduğunu fark ettik. Güç ve bereket sembolü olduğunu haşhaşın, Hititler döneminden beri, Orta Anadolu'da ekimi yapılmakta olduğunu ve adının Hititçe "Haşşikka" kelimesinden geldiğini; helvası, lokumu, ekmeği, ezmesi, böreği, pidesi, katmeri vb pişirildiğini, tohumunun şiş köfteye ve bulgur pilavına katıldığını gördük. Haşhaş için yüzlerce yıldır bazalt bir öğütme taşı kullanıldığını, bu taşın anneden kızına devredildiğini işittik. Dahası, uluslararası politik çatışmalar ve bitkinin narkotik özellikleri nedeni ile ekimine getirilen sınırlama ile Orta Anadolu ve İç Ege Bölgesi’nde 4000 yıllık bir geçmişe sahip olan haşhaş özelindeki yemek kültürünün ciddi bir sekmeye uğradığını ve giderek unutulma tehlikesi ile yüz yüze kaldığının ayırdına vardık. “Söz konusu tehlike” üzerine tartıştık ve yeni haşhaşlı ürünler tasarlayarak, günümüz yaşam koşullarına uygun olarak yeni tüketicilerin beklentilerine de cevap verebilecek yeni yiyecekler sunmaya karar verdik. Yeni tüketicileri de, haşhaşla henüz tanışan çocuk/gençler ve düşük kalorili, sağlıklı beslenmeye önem veren kesim olarak belirledik. Seçtiğimiz tüketici profillerinin yemek ve yaşam alışkanlıklarını tespit ederek bu doğrultuda kendi tariflerimizi çalıştık ve formlarımıza karar verdik. Eğlenceli pişirme ve tadım toplantıları yaptık. Kırmızı biberli haşhaş ekmeğinin deneyselliği, kara kovan balının haşhaşlı bonbon içine ne kadar katılması gerektiği ve benzerleri gerçekten öğretici oldu. Tabii işin uzmanlarına da danışmayı ihmal etmedik. Yiyecek tasarımlarını halka sunmak geçici bir çözüm önerisi olacağı için, tasarımlarımızın tariflerini tatlarını beğenen ve pişirmek isteyenlerle paylaşmamız gerektiğini düşünerek tarif kartları hazırladık. Grubumuzun farklı yaratıcı disiplinlerden öğrencilerden oluşmasının avantajını kullanarak, grubun logosunu(HAŞ5), sloganını(beş saatlerinizin yeni lezzeti), tanıtım ve yönlendirme için kullanılacak maskot ailesini, tadım standını ve önlüklerimizi ürettik. Üç gün süren sergileme ve tadım deneyimimizde bu kadar eski bir yemek kültürünün endişesini duyduğumuzdan daha canlı olduğunu hem de ulaşmak istediğimiz grupların haşhaşı tanımadığını ama tadınca, önerdiğimiz tarifleri çok beğendiklerini deneyimledik. Tarif kartlarımızın istenmesi, bize Eskişehir’in tasarımlarımızı sevdiğini, benimsediğini ve uygulayacağını anlattı. Unutulma tehlikesi bulunan eski bir yemek kültürünün sürdürülebilirliğine katkımız oldu ise ne mutlu bizlere! 04 “Sigara içme ceketi” Fiona Carswell tarafından tasarlandı ve çevreye saygılı içicilere yönelik. Ceketin içinde içicinin dumanı üflemesi için bir hazne var. Tek yönlü valfle açılan bu bölme sayesinde kibar içiciler dumanı diğerlerinin yüzü yerine bu hazneye üflüyor. Haznedeki duman, plastik tüpler aracılığıyla ceketin önünde bulunan ve görünebilir haldeki akciğerlere gidiyor. Akciğerler, hava filtresi malzemesinden yapılmış olduğundan, zaman içinde kararıyor ve sigaranın gerçekte ciğerler üzerinde nasıl etki bıraktığını görselleştirerek hatırlatıyor. Almanya’da ise bazı restoran sahipleri tuhaf bir yol geliştirmişler sigara yasağına karşı. Başı ve kolları dışarıda bırakan bu düzenek sayesinde patronlar içerde kalıp, aynı zamanda dışarıda sigara içebiliyorlarmış. "Sigara İçme Noktaları" adını taşıyan ve gemi pencerelerini andıran bu delikler ile patronlar ellerinden bağlı suçluları andırıyorlar. Tasarımcı Florian Brillet de, sigara içenlere ilginç bir öneri getiriyor: Sigara İçme Konisi. Bu koni, ayarlanabilir bir baca aslında. İçinde, içeceklerin konulabileceği bir alan tanımlanmış ve körüklü kolu ile duvara monte ediliyor. İki kişi bu aygıtın altında durarak, çay, kahve içebiliyor ve o esnada zararlı, nahoş ve kötü kokan duman çekilip dışarı atılıyor. Yeni yasalar dışarıda içicilerin kendilerini rahat hissedecekleri geçici alanlar yaratmayı da zorunlu hale getiriyor. İçicilerin kurallara karşı gelmeden keyif sürdürmeleri için bir mekan oluşturmayı amaçlayan “Sigara Çemberi”nin özelliği, dönen bir duvarla çevrili oluşu. Böylece, sigara içerken rüzgarın yönüne göre, kendinizi koruyabiliyorsunuz. Sigara çemberi, statik otobüs duraklarına benzeyen ürünlerden farklı olarak, içicileri yağmura, rüzgara karşı korumayı vaat ediyor. Açık havada sigara içmek özgür olduğuna göre, içicilere küllük sunmak bir zorunluluk denebilir. Kamusal alanlarda kullanılmak üzere tasarlanmış olan dev küllükler zemine sabitleniyor ve çevre kirliliği yaratan izmaritlere karşı önlem oluşturuyor. İngiltere’de kullanılan bir başka ürün de sigarayı bıraktırmayı hedefleyen izmarit bidonları. İçerdeki akciğerleri gösteren bu çöp bidonları, transparan vitrini ile içine atılan izmaritlerin akciğerlerde yerini alışına sahne oluyor ve kentin ortasında keyif kaçırıcı manzara oluşturuyor. Kamusal alanlar, klüpler, restoran ve kafelerde içmeyi yasaklayan yasaların başlattığı yeni bir akım da sigara-karşıtı ürünler. Sigara karşıtı kolyelerden tişörtlere, akciğer şeklindeki kül tablalarından, komik tabelalara kadar pek çok ürün artık alıcı buluyor. Tişörtler, “sigarayı bırakın” yazılı itici bir mesaj yerine, sigaranın başına gelen felaketlerden bahsediyor, onu rahat bırakmaya çağırıyor. Her gün binlerce sigaranın yanarak ölümünden dem vuruyor ve engellenebilir 15/02/2009 Özgün Tanglay Melis Pekand ozguntanglay@yahoo.com mpekand@yahoo.com SİGARA DÜNYANIN SOKAKLARI İÇ-ME MODADAN TASARIMLARI Yılda 3 milyon kişi sigarayla bağlantılı hastalıklar yüzünden ölüyor. Kamunun dikkatini çekmek için tasarımcılar hem sigara bıraktırmayı özendirmek, hem de vazgeçmeyenlere yeni tasarımlar üretmek için çalışıyor. Nasıl mı? 01 01 Diğer değişik yaklaşım da, son sigarayı heykelsi bir edayla söndürmeniz için tasarlanmış kül tablası. Üzerinde “sonuncu” anlamına gelen “the last one” yazılı bu tablalar, yalnızca tek bir sigaranın söndürülmesi için tasarlanmış ve tasarımcının dileği bunun son sönen sigara olması. Bu ürün, sigarayı bırakmasını istediğiniz birine güzel bir hediye olabilir; her ne kadar doğru yol diğerlerinin özgür iradelerine karışma hakkımız olmadığını bilmekse de. Sonuçta sigara içmek ya da bu alışkanlıktan vazgeçmek bireylerin kendi seçimleri. Herkes kendi yaşamının tasarımcısı; tasarlamak karar vermek, seçmek, “bence bu daha doğru demek”le başladığına göre. Aklın yolunun bir olmadığını sezmek; neyse ki yalnız tasarımcılara özgü bir erdem değil! 01 Florian Brillet tasarımı “Sigara İçme Konisi” körüklü kolu ile duvara monte ediliyor. 02 Fiona Carswell tasarımı “Sigara İçme Ceketi”nde duman üfleme haznesi mevcut. 03 Her nerede modayla yaşayan ve yaşatılan şehirler varsa, son birkaç yıldır gündemleri çok hareketli. Alışveriş yapmak için takvimler işaretleniyor, saatler ayarlanıyor, nefesler tutuluyor. Peki ne için? 01 02 bu yok oluşa son vermek için “bugün bir sigaranın hayatını kurtarın” diyor. Bu tip tişörtler, Amerika’da oldukça popülarite kazanmış ve sigara karşıtları tarafından giyiliyor. 02 05 03 Sigaraya karşı tasarlanan poster, ‘yavaş ölüm’ü temsil ediyor. Rock yıldızı muamelesi gören tasarımcılarla, hızlı perakende dediğimiz sokak markalarının bir araya gelip sokak için tasarladıklarına ulaşmak için bütün bu heyecan. Tüketim ekonomisinin son yıllarda cilalayarak parlatıp attığı en güzel kazık olan moda, ulaşılabilir olduğu müddetçe yayılıyor. Ulaşılabilirliği ise gerçek yapan bu altın değerindeki işbirlikleri. Nam-ı diğer ünlü tasarımcının markaya yaptığı “kapsül koleksiyonlar”. Dünyanın sokaklarının modadan olmasının işte böyle bir sebebi var. 2000’li yılların başında sokak markalarının aklına gelen bu proje, bizi bugünlere sürükleyen heyecanlı bir dizi gibi. Geçtiğimiz sezonları yakından takip etmiş olarak, bir sonraki sezon diziye en sevdiğimiz konuk karakterlerden hangisinin gireceğini merakla bekliyoruz sanki. Üstelik bu konuk oyuncu sayesinde dolabımızda evladiyelik bir parça bile olabilir. Moda hakkında kulağı delik her ortalama faninin ağzının suyunu akıtan isimlerle yapılan BAHAR KORÇAN Moda Tasarımcıları Derneği Başkanı “Yeni yüzyıl tüketicisine hizmet etmek isteyen markalar sahici ve samimi olmak zorundalar. Uzun yıllardır arkasında durduğum cümle: Satın alınabilir tasarım üretmektir. Yol budur. Sokaktaki insan gerçektir. Ne zaman ki bu pazarda, tasarımcı mağazaları, marka-tasarımcı birleşmelerinden doğan yeni enerjili ürünler görürürüz, o zaman biz de geleceği ucundan yakaladık diyebilirim. Henüz bu düşünce tarzında örnek göremiyoruz. Örneklerin işbirlikleri, tasarım bilincini ve marka değerini artıran adımlar sayılıyor. Pr gücünü yükseltirken, gelir de getiriyor. Dünya devi H&M, Karl Lagerfeld, Stella McCartney, Comme des Garçons, Viktor&Rolf ve Roberto Cavalli ile çalıştı. Şimdi Matthew Williamson için hazırlık yapıyor. Gap bir dönem Pierre Hardy’nin tasarım yeteneğinden yararlanmıştı. Spor çanta markası Eastpak, iki sezondur Raf Simons ile çalışıyor. Alman Karstadt kendi avangard tasarımcıları Kaviar Gauche ve Kostas Murkudis ile çalıştı. Target, Go International adı altında Thakoon, Issey Miyake, Anya Hindmarch ile çalıştıktan sonra, Alexander McQueen’in markaya özel parçalarını satmak üzere. Avangard tasarımcımız Ümit Ünal ile yaptığımız söyleşide şekillenen marka-tasarımcı işbirliği konusu onun deyimiyle ülkemizde uygulanmıyor. Ünal; “Coğrafyamızın önde gelenleriyle sokak markaları henüz bir işbirliğine girmiş değil. Ülkenin %80’ini oluşamamasını piyasadaki bu zor şartlara bağlıyorum. Bu gelecek öngörüsüne vizyonu yetmeyenleri zaten konu dışı bırakıyorum. Onların bu yeni düzende varolma şansları yok. Kısacası gelecek, tasarımcı-sanayi işbirliğinden geçiyor. Denemek isteyenlere hodri meydan ki, bu meydan halen boş ve yeni yatırımcısını bekliyor.” HÜSEYİN ÖZBEK 02 giydiren Collezione, Koton gibi markalar sokağı değiştiren markalar. Ancak çok kontrollü gidiyorlar. Var olanı devam ettirmekte ısrarcılar. İngiltere’de ne çok iyi satıyorsa kendi sokağındaki insanın gelişimini takip etmeden oradaki ürünün satışını devam ettirdiklerini görüyorum” diyerek konunun bulunduğu nokta hakkında saptamada bulunuyor. Tasarımı sokağa döken varyasyonlar Türkiye’de hatrı sayılmayan bir girişim olarak kalıyor. Bu tip organizasyonları yapan yabancı markalar da Türkiye’ye daha gelmediği için olabilir. Ayrıca Türkiye’de daha önce yapılmamış bir proje de olabilir. Türk halkının sevdiği bir ünlünün adına bir koleksiyon çıkarma gibi bir düşüncemiz var. Burada sadece isim değil, tasarımcının yapmış olduğu ürünler de bizim için çok önemlidir.” EKREM AKYİĞİT Collezione Yönetim Kurulu Başkanı Seven Hill Yönetim Kurulu Başkanı “Türkiye’de tasarımcılara bağlı olarak ilerideki dönemlerde elbette böyle bir şey Gelecek zamana yönelik alt yapı çalışmalarını sürdürdüğümüz bir proje üzerinde çalışıyoruz. Projenin aslında kendi değerlerimizi sokağa indirmenin tam sırası. Bu uğurda sadece Koton, Bora Aksu ile dört sezon çalışarak bir adım attı. Sunset mayoları ise, vizyoner bir girişimle Hakan Yıldırım’a 2006 yazının mayolarını teslim etti. Bu çalışmaların dışında Türkiye’de hızlı perakende diye adlandırdığımız markalardan, sokakların tasarımcılara emanet edilmesi adına pek bir adım atılmış değil. Türkiye’de de sokakların tasarıma bürünmesi, basına sızan birkaç fotoğraftan hangi parçaların alınacağının saptanması, koleksiyon zamanı saatlerce sırada bekleme, ürünlerin kapışılması ve sonunda açık artırma sitelerinde kovalanması hayaliyle, konuyu tasarım ve sanayi eksenindeki isimlere danıştık. 01 Alexander Mcqueen’in Target için yaptığı tasarımlardan. 02 Roberto Cavalli (solda), H&M için proje yapan ünlü tasarımcılardan biri. tüketicilerimiz ile en doğru şekilde buluşabilmesi için hedef kitlemizi birebir temsil edecek -hedef kitlemiz olan gençlerin moda anlayışına yön verecek- bir ikon ya da trendsetter olacaktır diye düşünüyorum. Bu konu ile ilgili bir araya getirdiğimiz müşteri gruplarımız ile fokus toplantıları düzenliyoruz. Çıkan sonuçları, profesyonel ekip ile derinlemesine analiz edip araştırmalarımızın sonuçları ve beklentileri ile ilişkilendirerek, kış sezonunda bu projemizin lansmanını gerçekleştirmeyi planlıyoruz. 06 15/02/2009 Dr. Gökçe Dervişoğlu Hakan Gencol gokced@bilgi.edu.tr hakan@gencol.net NEDİRBU BARBARLIK? Son birkaç senedir, Türk tasarımında bir “barbar”lık konusu gündemde. 18 tanıdık isim buluşup, birlikteliklerine “barbar” ismini koydu. Biz de onlar tam ‘Barbar Light’ projesine başlamışken, kapılarını çaldık. Heyecan, çekişme, hararetli tartışmalar, ileriye dönük proje ve fikirler, kafa tutmalar, yüksek perdeden kahkahalar... “Fotokopiyle çoğaltılalım, kapı altından atılalım, herhangi bir anda, herhangi bir köşeden çıkabilelim,” diyen, birçoğu birbirini yıllardır tanıyan tasarımcılar... İşte barbar toplantılarının genel atmosferi. Her birinin kendine özgü rengi bulunan endüstriyel tasarımcı, mimar ve grafik tasarımcılardan oluşan bir inisiyatif, Barbar. Erdem Akan, Oya Akman, Murad Babadağ, Alper Böler, Ela Cindoruk, Hakan Gencol, Yankı Göktepe, Gamze Güven, Sedef Haydaroğlu, Gökhan Karakuş, Defne Koz, Eray Makal, Nazan Pak, Erkmen Savaşkan, Adnan Serbest, Kunter Şekercioğlu, Taner Şekercioğlu ve Ömer Ünal, şu andaki kadroyu oluşturuyor. Her şey, merkezi Belçika’da bulunan Materalise. MGX ile olan ilişkimizden ve bu firmanın üretimiyle (Rapid Manufacturing), kendi coğrafyamızdan çıkacak işlerden oluşan bir koleksiyon oluşturma niyetiyle başladı. Serbest tasarımcılar olarak, ortak bir çalışma deneyimi yaşamak istiyorduk. Hepimizin farklı açılardan "barbarlık" ve "öteki olma" kavramlarıyla ilgili ifade etmek istediği şeyler vardı. Barbar kavramını, biraz da İstanbul’un kültürel çizgisini ayırt edici kılan özellikleri belirleyen bir çerçeve oluşturmak üzere, ironik bir şekilde kullanmaya karar verdik. Özellikle ilk toplantılarda, tarihle ilgili uzun tartışmalar yaptık. “Barbar kimdir?”, “bu kelimenin etimolojik anlamı nedir?”, gibi soruların cevaplarını aramanın yanısıra, yöresel tasarım/evrensel tasarım ayrımı yapan bir anlayışa eleştirel bakış açıları geliştirmeye çalıştık. Daha sonra, ilk sergimizde "sofra" için objeler yapma fikri ortaya atıldı ve bu hemen benimsendi. Fikrin odağı, sofradaki paylaşma, sohbet ve birbirini yakından tanıma olgusuydu. Kendi aramızda espri konusu olan "Seni tanımak istiyorum" sloganı da böyle doğdu. Kavramları tartıştığımız bir kritik ortamı yaratmaya çalışıp, birbirimizi anlamaya çalıştık. Ekim 2007’deki İstanbul Tasarım Haftası’nda, Mudo ve +90 sponsorluğunda ilk sergimiz olan Barbarlar Sofrası gerçekleşti. Bu sergide, hızlı üretim 07 teknolojisinin yarının üretim metodlarından birisi haline gelebileceğini göstermeye çalıştık. İkinci etkinliğimiz, bu serginin Barbarians’ Banquet adıyla Köln Mobilya Fuarı’nda 7 gün boyunca yinelenmesiydi. Sergi, yabancı basının ilgisini çekti ve işlerimiz Metropolis, ID, Surface gibi dergilerde yayımlandı. 2008 baharında ise Maison Française ve WWF’nin düzenlediği “Re-tabure” sergisinde, bize verilen IKEA taburelerinin oturma bölümlerini sökerek, saksıların içinde ağaç koruyucu olarak kullandık. Tabureleri bir bakıma hammaddeleştirdik, objeye baska bir işlev yükleyerek "aslolan doğayı korumaktır" mesajını vermeyi amaçladık. Şu anda ise hem "Barbar Light" adlı aydınlatma elemanları projesi, hem de 2010 İstanbul Kültür Başkenti kapsamında özel bir proje için çalışmayı sürdürüyoruz. Başından beri amacımız, birbirimizin tasarımlarına müdahale edebileceğimiz, deneysel bir çalışma atmosferi yaratmaktı. Ancak, hem henüz kurtulamadığımız egolarımız, hem de birlikte geçirebildiğimiz zamanların limitli olması yüzünden bunun zorluğunu fark edip, zamana bıraktık. Hedef, deneysel ve kollektif bir tasarım yöntemi bulmak. Sonunda hepimizin altına imzasını atabileceği tasarımlar yapmayı hedefliyoruz. Bunu yaparken de, evrensel üretim tekniklerinden olabildiğince faydalanma çabasındayız. Birçok medeniyetin kesiştiği cephede bulunan coğrafyası itibariyle İstanbul, pek çok ‘şey'in karışımından oluşan bir kültür yaratma imkanı sunuyor, bizler de bu kaynaktan besleniyoruz. Geçmiş, gelecek, kültür, yeni kültür, bellek ve nesne ilişkilerini sorguluyor, bu kavramlarla oynuyoruz. Ortak çizgi ve kavram konusunu aramızda çok tartıştık. Aramızda "faydacı" tasarımlar yapmak isteyenler de vardı, "önce bir manifestomuz olmalı" diyenler de. Tek bir görüş, tek bir kimlik, tek bir vizyon olmaması gerektiği noktasındayız. Yolumuza buradan devam ediyoruz 01 Istanbul Design Week’te yapılan ‘Barbarlar Sofrası’ sergisinin ürünleri. AB üyeliği sürecinde tasarımı destekleyen ABİGEM’den, DPT’nin hazırladığı sanayi politikasına kadar, tasarım açıkça desteklenen bir değer. Şirketlerin çoğu ‘star’ tasarımcılara verdikleri işlerin ardından marka değerini yükseltmek gibi bir çaba içindeyken, birden, araştırma, felsefe, kültür hatta strateji gibi ‘yorucu’ kelimeler telaffuz edilmeye başlandı. Tasarımcının araştırmacı kimliğini keşfetmesi, bütüncül bakış açısını daha fazla kişiye danışması, daha çok fikir alması, daha çok alandan beslenmesi hatta büyük laflar etmek gerekirse ‘tasarımın demokratikleşmesi’ artık bu kişi ve fikirlerin hem fiziksel hem de tinsel mekanlarda buluşmasıyla gerçekleşiyor. TASARIM MERKEZLERİ İLE KÜLTÜREL DEĞİŞİM Dünyaya yayılan tasarım merkezi furyası, boş yere değil. Zaman, “benim aklım” yerine “bizim aklımız”ın zamanı... Kültürel değişim için paylaşım şart. Bu ortak üretim pratiği sanayi politikası oturmuş ülkeler tarafından yarı özerk kurumlar tarafından destekleniyor, AB coğrafyasında ciddi fonlar alıyor. Yalnız gelişmekte olan ekonomiler de değil tabii sözkonusu örnekler... İngiltere’den Design Council, Japonya’dan Design Foundation, Yeni Zelanda’dan Better by Design, Hong Kong Design Center, Barcelona Design Center ve tabii İskandinavya’da Interactive Institute, Danish Design Center gibi emsaller de var. ABD’de neredeyse kültür politikalarının bire bir yansıması olarak görülebilecek Corporate Design Foundation yani Kurumsal Tasarım Vakfı’nın destekçileri arasında IBM, HP, IDEO, Gensler, Whirlpool gibi dünya devlerini saymak mümkün. Peki tasarım merkezleri aslında ne işe yarar? Birlikte düşünme, birlikte üretme, açık olduğunu bildiğiniz, sizin ilgilendiğiniz alanla ilgilenen kişilerle görüştüğünüz, bilgi birikimini size açan bu oluşumlar aslında sizin bir sürecin her adımına dair fikir geliştirmenizi sağlayarak kültürel bir değişime öncü olurlar. ‘İnşallah’la Olmaz Bu kültürel değişim öyle bir şeydir ki; arada sırada Design Council’in sitesini açıp, üretilen raporlara şöyle bir bakıp iç geçirdikten sonra ‘inşallah bizim de başımıza böyle güzel şeyler gelir’ dememiz veya hazırlanmış bir uluslararası raporu alıp Türk tasarımının kurtuluşu için kolları sıvamamız; hatta yeni bir ‘Türkiye’ markası furyasına kapılmamız yeterli olmaz. O kültür çocuklarının tasarım müzelerinde dolaşıp atölyelerinde oynadığı, gençlerinin tasarım merkezlerinde tartıştığı ve ürettiği, yetişkinlerinin de bu üretimlere sahip çıktığı bir ortamda gelişir. Efsanevi Fabrica Devletin ve birkaç kurumun biraraya geldiği örneklerin ötesinde kendi markasını, imajını, itibarını tasarımla birlikte anmaya alışmış ve tasarımın sorgulayan tavrını içselleştirmiş şirketler ve onların tasarım merkezleri de söz konusu.. Bu kategoriye verilebilecek en iyi örnek herhalde efsanevi Fabrica. Benetton’un Warhol’a referansla kurduğu bu ‘araştırma merkezi’ özellikle yaşam stillerine dair araştırmanın, deneyin, üretimin bulunduğu bir ortamda hem tasarım hem de iletişim konusundaki birçok klişeyi yıkma görevini yıllardır sürdürmekte... Benzer şekilde tasarımın iletişimle bileşimini iyi gözleyen Futurelab, yine araştırma ve eğitim ile yoluna devam ediyor, Hollanda’lı dillere destan Droog Design açtığı ‘lab’oratuvarda Droog al Arab ile Dubai’ye uzanmış durumda. İtalyan Telekom Olivetti’nin mirasını taşımaktan memnun, tasarım müzesini açmış. “Benim aklım” ya da “senin aklın” değil, “bizim” aklımızı geliştirebilirsek tasarım kültürünün daha derinleşmesine yönelik bir gelişme kaydedebileceğiz. O zaman da tasarım konusunda tasarımcının ettiği söze en büyük katkı o söze söz daha söylenmeden vesile olanlardan gelecek. 01 01 01 Fabrica’nın “Les Youx Ouvert” sergisinden. 08 15/02/2009 Alessandro Segalini Emilio Genovesi Birkaç yıl önce “Business week” çevrimiçi forumunda, MBA kısaltmasında kullanılan İdare (Administration) kelimesindeki gibi geleneksel bir “A”nın yerine, “Dizayn”ın “D”si gibi güzel bir harf getirilmesine ihtiyaç var mı, diye bir tartışma açmıştı. O zamanlar Milano’daki Domus Akademisi’nin “Business Design” (İş Tasarımı) konusunda lisansüstü eğitim başlatacağını kim hayal edebilirdi? Bu da herkesin aklında yer etmiş bir klişe işte: Bir yenilik İtalya’da ortaya çıkarsa tuhaftır, sıradışıdır; ama ABD’de kabul edilirse dünya çapında standart olmuş demektir. Yaratıcılık, tasarım ve iş, gerçekten de geleneksel Anglosakson yönetim kültüründe pek birlikte gitmeyen terimler. Ama yakından bakacak olursak, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra (özellikle seksenli yıllarda) İtalya’da tasarım, bizzat iş stratejilerini tanımlamada kullanılan bir araç halini alarak, sistemin bütününe katma değer oluşturdu. Günümüzde küresel pazarların getirdiği zorluklar, bir zamanlar “güvenli” addedilen birçok kuramı sarstı. Rekabet gücünü korumak isteyen bir şirket, artık kendini yenilikçi ve yeni olarak sunmak zorunda. Bu ise şirketi adım adım, ürün ve hizmetler için yeni fikirlerin oluşturulmasına yönlendiren bir süreç. Şirketin bir yandan da kendi tüketicilerine ve piyasaya, bu adımları açıklayan ve tüketicinin ayırdedebileceği tutarlı bir söylem de sunması gerekiyor. alessandro@as8.it BU İŞ’TE BİR TASARIM VAR! Tasarımın kazanması için önce iş modelinin içinde doğru konumlaması gerekiyor. Steve Jobs ve Ettore Sottsass burada kesişiyor! şekilde, zanaatkârların tarihi bilgi ve tecrübelerini yönlendiriyor. Steve Jobs’un yerine Ettore Sottsass ve Adriano Olivetti ikilisini, iMac veya iPod’un yerine tarihi Valentine’i (ilk taşınabilir daktilo) koyarsak, iki öykünün kesişen noktalarını rahatlıkla görebiliriz. Tek bir temel fark var: İtalyan malzeme ve estetik kültüründe, marka vizyonu üründen doğuyor, tersi olmuyor. Oysa Apple’da strateji önce gelmişti: tasarım, şirket vizyon sürecini hızlandırdı sadece. Olivetti içinse tasarım bizzat tetikleyici öğeydi. Yine de her iki durumda da stratejiyi tanımlamada temel öğe tasarımdı. Eğer tüm bunlar doğruysa, kazanan ‘Made in Italy’ şirketlerin başarısının temelinde yatan öğeler, küresel pazarlardaki birçok kazanan oyuncunun başarısını belirleyen öğelerden pek farklı değil demektir: Girişimcinin cesur vizyonu, tasarımcının yaratıcılığı, üretim süreçlerini yönetmede ve teknolojiyi devreye sokmada esneklik. Kartell veya Gucci’nin stratejisini tasarımın yönlendirdiğini düşünürsek, neden Nokia veya Nike’ın stratejisi de öyle olmasın? Günümüzde kurumsal stratejik araştırmalar, şirketin kültürü, DNA’sı ve mevcut ve gelecekteki müşteriler kapsamında, güvenilirlik ile yaratıcılık arasında doğru dengeyi bulabilmeye dayanıyor. Bu açıdan bakılınca Motorola’nın neden Nokia olmadığı açıkça anlaşılıyor. Tasarımı kazanan bir silah olarak kullanabilmek için, öncelikle bir iş faktörü olarak kullanmak gerekiyor. Ama bunu yaparken Finli şirketinkinden farklı bir yaklaşım tercih edilmeli. Bu tür bir süreci tetiklemek kolay değil; şirket kendi örgütlenmesinde çok ciddi değişikliklere hazırlıklı olmalı. Büyük çokuluslu şirketlerin boyutları ile İtalyan KOBİ’lerinki bir değil. Organizasyon yönetişim süreçleri çok farklı. Dolayısıyla eğer tasarım bir stratejik kaynak haline getirilecekse, ciddi düzeyde yeni iş modelleri kurabilme kapasitesi şart oluyor. Kazanan şirket, küresel değerleri de iletebilen kazanan şirket vizyonuna sahip olmalı. Bu ise küresellik ve kazanma kavramlarının her ikisinin de tutarlılıktan taviz vermeden farklı yerel gerçekliklere göre yönlendirilebileceği anlamına geliyor. Bu açıdan bakarsak, tüm anlam ve çağrışımlarıyla birlikte, güzellik fikrinden daha küresel ve aynı zamanda daha özel olan ne var ki? Estetik bir unsurun stratejik öğe olarak başarı kazanmasının sırrı da burada yatıyor. 1998’de şirkete yeniden giren Steve Jobs’un Apple ile neler başardığını düşünecek olursak, anlatmaya çalıştığımız tüm öykülerin arketipini gözünüzde canlandırabilirsiniz. On yıl önce iMac’i piyasaya sürdüğünde Jobs, Apple’ı bilgisayar üretim pazarında bir dünya lideri olarak sunabildi. Jobs aynı kazanan modeli daha sonra iPod’a da kopyalayabildi: Yeni bir vizyonla yeni bir pazar yarattı, şimdi de son piyasaya sürdüğü iPhone ile aynı başarıyı yakalamayı bekliyor. Bunlar girişimcinin, başkaları görmeden önce, kendi sezgisiyle oluşturduğu vizyona verilebilecek dev örnekler. Girişimci, tasarımın yaratıcılığını kullanarak kendi vizyonunu elle tutulur bir şeye dönüştürüyor ve böylece henüz var olmayan bir şeyi yaratıyor: İster ürün, ister hizmet, ister iletişim olsun. İtalya’da bu süreci iyi biliniyor; yerel sanayi bölgelerinde 40 yıldır, girişimciler ve tasarımcılar arasındaki diyalog da aynı 09 01 En üst yönetim (yani girişimci), şirket vizyonunu şekillendirmek için gereken her türlü yeni deneyime açık olmalı. Öyle bir kültürel ortamda çalışmalı ki, bunun içinde teknolojik yenilikçilik; yeni sosyo-kültürel pazarlama; “hayali” tasarım senaryoları, yanı sıra geleneksel ve güvenli, niceliğe dayalı pazarlama, ve mantık ve üretim süreçlerine dayalı derin bilgi de yer almalı. Biraz “kültürel gurur”la, ‘Made in Italy’ tarihinde neredeyse 30 yıldır gerçekleşen mucizeleri hemen hemen her gün tekrar edebilen bir şirketten bahsettiğimizi söyleyebiliriz. Aklı çok çok havalarda, ama ayakları yere çok sağlam basan bir şirket. Çeviri: Nilgün Özcan 01 Ettore Sottsass tasarımı “Valentino” dakilo. 02 iMac, iPod ve son olarak iPhone’u yaratan Steve Jobs. 01 01 02 03 İletişimin ve makro/mikro fonksiyonlarının bir yazım aracı olan yazı karakterlerinin üretimi yoluyla geliştirilmesi için, yerel kültür ve geleneklerin yaratıcı bir biçimde kullanılmasını sağlayan Türk Yazı Karakterleri Projesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümü'nde Tipografik Tasarım dersi kapsamında ikinci sınıf öğrencileri ile gerçekleştirdik. Proje ilk olarak Polonya'da Katowice şehrinde yapılan birinci "Education in Design Basics" konferansında yaptığım sunumda yer aldı ve ardından İEÜ İletişim Tasarımı Bölümü ve İzmir İtalyan Konsolosluğu ortaklığında İzmir'de gerçekleştirilen ve benim de sanat yönetmenliğini yaptığım "Karakterler ve Tasarım" isimli sergi formatında geliştirildi. Son olarak, Hong Kong Politeknik Üniversitesi Tasarım Okulu tarafından organize edilen "DesignEd Asia 2008 Konferansı"nda sunuldu. Kültürel Hafıza Projenin ardındaki teori aslında insanları ve tasarımı gözlemlemeye; başka bir deyişle görsel bilginin geliştirilmesinde günümüz insanının katılımının önemine dayanıyor. Öğrenciler, yazı tipi alanına; harf biçimleri anatomisi dersleri, kelimenin yazılış biçimi (çizgi vuruşu) ve kökeni, harflerin morfolojisi ve ilişkileri, tarihsel özeti rehber alınarak yönlendirildiler. Öğrencilerin ilgilerini, tipografinin grafik özelliklerinin anlamını yitirmeden itilebileceği sınırları görmeleri açısından, kültürel çağrışımlar ve görsel metaforlara çektim. Eğer kişi bir proje tasarlamaya ve bunun üzerine uzun bir süre odaklanmaya muktedirse, bu durumda o kişinin düşünme biçiminin gerçekte "teorik" olduğuna inanıyorum. Kültürel hafızanın iniş çıkışları, bu kavramla kültürümüzü saran ardışık değişimleri, bir durumdan diğerine birbirini izleyen değişmeleri, tasarımın kültürel TÜRK USULÜ YAZI 04 05 KARAKTERİ Çiğköfteden nazar boncuğuna, kemençeden tesbihe… “Türk” olma hali, tipografide kendini buldu. “Morfolojik detaylarında belirli Türklük referansları taşıyan yazı karakterleri” İzmir’de tasarlanıp, dünyanın ilgisini çekmeyi başardı. ürünler olarak gelişiminin farklı zamanlarda değişen şartlarını veya kaderini kastediyorum. Hafıza kişinin kimliği için ne kadar önemlidir? Sessizlikte dahi, sembollerin, gramerin ve imgelerin dünyasından tam bir kaçışın mümkün olmadığını tecrübe ediyoruz. Eğer yazma eylemi yalnızca bilginin saklanması demekse, o zaman tüm yazılar eşit değerdedir. İletişimin en büyük destekleyicilerinden biri olan tipografi, bizleri sadece harflerin biçimlenmesinde değil aynı zamanda insanların kültürel hafızalarının iniş çıkışlarında da düşünmeye davet eder. Dijital font tasarımının hızla yaygınlaşmasının sağladığı fırsatlar bizleri kendi dillerimizin ayırt edici özellikleri olan seslere kulak vermeye zorlamaktadır. Farklı yazı karakterleri aynı kelime için yeni sesler yaratır mı? Kimlik, aslında, her insan grubunun pek çok faktör arasından kişisel tarih, kültür ve coğrafyalarına değer vermesi ve saygı göstermesi anlamına gelen kültürel bir gerçekliktir. İletişim, bu içerik olmadan, dolayısıyla, bu değişkenler dahil edilmeden makul bir biçimde analiz edilemez. Eğer bilgi saklama biçimi belirli bir toplum göz önünde bulundurulduğunda amaçlarını yerine getiriyorsa, o zaman bu, (o toplum için) 'uygun' yazıdır." Robert Bringhurst'un "Sesler, Diller ve Dünyadaki Elyazıları" adlı denemesinde, dile katı bir form verilerek "dilin nasıl katı hale getirilebileceği" çok güzel resmedilmektedir. Başka bir deyişle, yazı olayların jest ve konuşmalar şeklinde anlatımından hatıraların kaydedilmesi tarzında bir dile dönüşmüştür. Jestler aracılığıyla konuşan ve konuştuğumuz gibi jest yapan bizler yazı doğrultusunda jest yapmaktayız; fakat içgüdüleri bir sistem içinde dönüştürerek konuşma dilinin inceliklerini grafik formda yakalamak ve korumak nadir rastlanan bir durumdur. Dikkat Çekmeli Tipografinin semantik fonksiyonunun sürece dahil olması söz konusu ve neredeyse her konsept harflerin biçimlerinde ifade edilebilir. Aslında yazı karakterleri belli bir grafik düzenlemeye tabi tutulması anlamı yoğunlaştırabilir. Eğer dikkatinizi çekmiyorsa bir şeyin okunabilir olmasının anlamı nedir? Yazılı olarak kaydedilmedikçe varlığını sürdüremeyecek bir takım diller ve hatıralar vardır. Artistik ve dekoratif 06 07 yönleri dışında bu projeler, öğrenme eğrısı üzerinde daha önceden yapılan çalışmalar sonucu görünen dalgalanmalardır. Bir basım harfi örneğinin üzerinde yazdığı gibi, "gözlerimizle doğduğumuz doğru, ancak onlar güzelliğe düşündüğümüzden daha yavaş açılıyorlar." Bir hikaye yazı karakterlerini biçimlendirmek için kullanıldığı zaman, gözlemci tarafından algılanamayabilir, ancak bu o hikayenin yararlılığını azaltmaz. Hikayesi olmayan hiçbir dil yoktur. Çeviri: Bahar Emgin, Esen Segalini 01 Burak Besen “Stencil Çiğ Köfte” 02 Entes Uztürk “Tesbih Script” 03 Doğa Karabeloğlu “Bayrak Display” 04 Nil Kip “Kemençe Light” 05 Arzu Şohoğlu “Nazar Boncuğu Sans” 06 Hande Kamburoğlu “Dancing Carpet Bold 07 Ayberk Olgay “Kaval Serif” 10 15/02/2009 11 Filiz Yılmaz filizy@bilgi.edu.tr Küreselleşmenin en önemli gereksinimlerinden biri, güçlü bir uluslararası ilişkiler ağına sahip olmak. Sadece tasarım becerilerine sahip, yaratıcı, girişimci ve tasarım teknolojilerini doğru kullanabilen endüstriyel tasarımcıların yetiştirilmesi bu bakımdan yetersiz kalıyor. Uluslararası gelişmeleri dikkate alarak dünyada önder tasarım kurumlarından mezun kişilerle yarışabilecek tasarımcılara ihtiyaç var artık. Bu gerçeği farkında olan Türk üniversiteleri, uluslararası çapta öncü eğitim kurumlarıyla araştırma ve eğitim ortağı olarak, ERASMUS, Socrates ve AIAS (Uluslar arası Bağımsız Sanat ve Tasarım Okulları Birliği) gibi ikili anlaşmalar yapıyor. Öğrenciler bu sayede yeni tecrübeler kazanırken uluslararası alanda çeşitli proje, sergi ve fuarlarda kalıcı başarılara imza atma fırsatını yakalayabiliyor. OKULLAR YOLLARDA Tasarım bölümlerinin gündemi artık çok daha “Avrupai”. Yurtdışında açılan sergi ve fuarlarda Türk tasarım öğrencilerine rastlamanız hiç de tesadüf değil! Dünya, Bekle Bizi! Öğrenci projeleri sergileyen ilk Türk tasarım okulu olarak İTÜ, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü (EÜTB), 11 farklı ülkenin önde gelen 20 tasarım okuluyla ERASMUS ikili anlaşmasına sahip bölümlerden. Geçtiğimiz ay EÜTB, İngiltere’de Sheffield Hallam Üniversitesine bağlı bulunan ‘Sheffield Institute of Art and Design’ evsahipliğinde ki, International Postgraduate Design Exhibition’da, Nokia işbirliğiyle gerçekleştirilen ‘Only Planet Turkey (2007)’ çalışmasıyla yer aldı. Sergiye İngiltere, Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve Çin’den 9 farklı üniversite lisansüstü tasarım projeleriyle katıldı. Ayrıca İTÜ, 2007 yılından itibaren 8 farklı Avrupa ülkesinden tasarım ve mühendislik okullarının katılımıyla sürdürülen ‘Innovative Product Development’ konulu ERASMUS Intensive Program (IP) projesinin katılımcısı. Önemli firmaların işbirliğiyle, her okulda 10’ar öğrencinin katılımıyla 2’şer haftalık çok disiplinli ürün tasarımı projeleri yapılan IP çalışması, 7-21 Şubat 2009 tarihlerinde Belçika’nın Kortrijk kentinde 01 02 gerçekleştiriliyor. 10 ülkede 12 okulla Erasmus çerçevesinde ikili anlaşma yapan Anadolu Üniversitesi Endüstriyel Tasarım bölümü öğrencileri de bu günlerde oldukça heyecanlı. “Türk Erkeği Mutfakta 2020” başlıklı tasarım projelerini büyük bir tutkuyla hazırlayan öğrenciler, Almanya da gerçekleştirilen dünyanın önemli mobilya ve dekorasyon fuarı Imm Cologne uluslararası mobilya fuarı bünyesindeki Design Talents sergisine katıldı. Projeyi Türk erkeğinin mutfakla ilişkisini kültürel ve sosyal bir problem olarak ele alan öğrenciler, erkeğin mutfağa girerken yaptığı eylemden keyif aldığı için değil eylemi yaparken kullandığı üründen keyif alması gerektiğiyle kurgulanan bir manifesto çerçevesinde, özgün ve yaratıcı ürünlerle erkekleri mutfağa davet ediyor. Aynı okulun 2.sınıf öğrencilerinin geliştirdiği ‘’20. Yüzyılın Keşkeleri….’’ isimli tasarım projesi ise, 2009 Nisan ayında Milano Uluslararası Mobilya Fuarı bünyesindeki Salone Satellite’de sergilenecek. “İnsanlık tarihinde keşke Cem Tolga Bayraktar demeden yaşanan bir yüzyıl var mı?” sorusundan hareketle, yakın tarihimizin keşkelerinin yoğun olarak başladığı 1900’lardan günümüze, yeni “keşke”lerin oluşmasını bir tasarım problemi olarak ele alan öğrenciler kendi keşkelerini, duruşlarını geometrik şekil küp ve altı yüzünde ifade ettiler. Yüzey ve grafik kullanımları açısından deneysel boyutuyla dikkat çeken projeler tasarım süreci aşamaları boyunca küp yüzeylerinden 3 boyutlu ürün tasarımı projeleri haline geldi. İtalya da Salone Satellite davet edilen tasarımlar, genç ve yeni tasarımcı adaylarının heyecanlarına tanık olmak için iyi bir fırsat... Marmara Üniversitesi (M.Ü), G.S.F Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü de, fakültenin Erasmus-Socrates ikili anlaşmasıyla, 38 Avrupa sanat ve tasarım eğitimi veren kurumlara 2005-2006 öğretim yılından itibaren öğrenci gönderiyor. AIAS’a da üye olan Marmara Üniversitesi’nin, yurtdışı ile gerçekleştirdiği bu ilişkiler çerçevesinde, öğrencilerin gittiği okullarda geliştirdiği tasarımlar oldukça başarılı ve görülmeye değer. 3. sınıf öğrencilerinden Meyir Gabay’ın, MacaristanBudapeşte’de Moholy-Nagy University of Fine Arts’da Alman Medion elektronik firmasıyla ses dalgaları ile çalışan saç kurutma makinesi bu projelerden. 4. sınıf öğrencisi Nihan Lafcı’nın Fachhochschule Coburg, Almanya’da grup çalışmasıyla yapılan su ısıtıcısı, filtre kahve makinesi ve ekmek kızartma makinesinden oluşan bir kahvaltı setiyle 2008 yılında Pininfarina'nın düzenlediği tasarım yarışmasından mansiyon ödülü aldığını hatırlatmak gerek! Anlaşılan o ki, geleceğin tasarımcıları uluslararası arenada boy gösterebilecek seviyeye çoktan gelmiş... 01 Marmara Üniversitesi öğrencisi Nihan Lafcı’nın Erasmus projesi. 02 İTÜ- Sheffield Institute Art and Design, Yüksek lisans tasarım sergisinden. 03 Köln’de gerçekleşen mobilya fuarında, “Design Talents” sergisine katılan Anadolu Üniversitesi öğrencileri. 2050’de, nerede yaşayacağız? Nasıl bir yaşam alanına sahip olacağız? Evimizi şekillendiren tasarımlar nasıl olacak? Bu sorulara cevap vermek üzere organize edilen ve ev sahipliğini Centre Pompidou’nun üstlendiği uluslararası çalıştaya Bilgi Üniversitesi ve Santralistanbul adına bir grup da katıldı. Gelecekteki yaşama, yaşam alanına, yaşam alanını şekillendiren objelere yönelik senaryolar hazırlamak üzere Fransa, İngiltere, Romanya, İsviçre, Finlandiya’dan toplam 64 gençle Paris’te buluştuk. Çok kültürlü ekip, dört gün boyunca birlikte yaşayarak geleceğin yaşamını tasavvur etmeye çalıştı. Çalıştayı ünlü tasarımcı Matali Crasset yönetti. Türkiye ekibi olarak kapsamlı bir hazırlık süreci ile Fransa’ya gittik. Bilgilerimizi elektronik ortamda da paylaşmak üzere 2050nebelli.com adresli web sitemizi kurduktan sonra film seansları yaptık. Fikirleri “Sınırlar ve Sınırsızlıklar” ana kavramında birleştirdik. 2050’de varolmayacak nesneleri bulup, bunları tarot kartlarının arka yüzüne basarak küçük bir tarot seansı düzenlemeye, böyle bir performans ile fikirlerimizi ve senaryo Başlangıçta... ‘Endüstriyel tasarım’ veya ‘endüstriyel tasarımcı’ deyince… Bilinmezlik vardı. Gözlerde ise anlamsız, soru işareti dolu ifadeler! Endüstriyel tasarım yapmaktan çok, onu bilinir yapma endişesi hakimdi. Sokaktaki adama ‘iyi endüstriyel tasarım’ın ne olduğunu anlatma, yazıhanesindeki sanayiciye ticaretine katkılarını anlatma çabaları, devlet katına, ülke kültürüne ve ekonomisine getirecekleri izah etme gayretleri… O günler geride kaldı. Bugün herkes endüstriyel tasarım denince ‘birşeyler’ anlıyor. Medya, tasarımdan söz ediyor; dergiler yayınlanıyor, tasarım haberleri var televizyonlarda. Sanayici yarışmalar düzenliyor, devlet ödüller veriyor, endüstriyel tasarım haklarını korumak için davalar açılıyor. Ancak bu dinamik ortamda olanlar, ne denli geçerli hedefe yönelik adımlar? Sanayici ne denli endüstriyel tasarım olgusuna hakim? Toplumun “endüstriyel tasarım”dan anladıkları doğru mu? Diğer deyişle, herşey yolunda mı? Hedefin bir yanında sanayici, diğer yanında halk varken, bu iki gruptaki endüstriyel tasarım bilinci nerede duruyor ve daha önemlisi, nereye gidecek gibi görünüyor? Sanayici 1980’lerin getirdiği liberasyon sonucunda endüstriyel tasarımın varlığını ikrar, önemini idrak etme zorunda kaldı. Yabancı ürünlerin tasarımlarıyla nasıl pazarı kaptıklarını gördü. Hele bir de ihracata yönelecekse, ürünlerinin özgünlüğünü, farklılığını tasarım ile 03 MODÜL EV VE SENARYO 2050 2050’de yaşantımız nasıl olacak? Ev sahipliğini Centre Pompidou’nun üstlendiği çalıştaya Bilgi Üniversitesi ve Santralistanbul adına bir grup da katıldı. tasavvurumuzu anlatmaya karar verdik. Çalışma Crasset’in hazırladığı kağıt formları keserek ve birleştirerek başladı. Kesilen kağıtlardan katlama teknikleri ile özgün formlar üretmemiz, formlar çeşitli objelere dönüştürüldükten sonra her obje için küçük birer hikaye yazmamız istendi. Objelerin hikayeleri doğrultusunda topluluk beş gruba ayrıldı. Gruplar; mahremiyet, tabiat, enerji, kişiye özel alan, konfor konularında çalışarak son seansı tamamladı. 01 Buluşma öncesi hazırlanan sunumlar dikkat çekiciydi: İngiliz grup, İngiltere’nin sular altında kalacağından hareketle, olası değişikliği, “stopmotion” tekniği ile film Mehmet Asatekin KOVADİS T.E.T. “Quo Vadis, Domine?” ( nereye gidiyorsun Tanrı’m) der yoldaki çoban İsa’ya. “... bizi bırakarak?” Ben de, “Kovadis Türkiye’deki Endüstriyel Tasarım?” demek istiyorum... vurgulama gereğini öğrendi, öğreniyor. Kurumsal kimliğinin en önemli tamamlayıcısının endüstriyel tasarım olduğunu artık takdir ediyor. Ancak, amacın bilinmesi aracın da bilinmesi anlamına gelmiyor. Sanayici özgün tasarıma gereksinimi olduğunu bilse de, bunun elde edilişini yönetmeyi de öğrenmek ve geliştirmek durumunda. Duyduklarım, sanayicilerin etkin “brief” hazırlamadığı, işlevsel hedefler koyan programlar oluşturmadığı yönünde. Dolayısyla, özellikle KOBİ seviyesinde, endüstriyel tasarım bilincinin yanısıra endüstriyel tasarım yönetimi bilincinin de gelişmesi gerekiyor. Sanayicinin pazarı anlayacak, yorumlayacak ve ihtiyaç belirleyecek alt yapıyı kurması, belirlenen ihtiyacı bir proje tanımı haline getirecek düzeni işler hale getirebilmesi ve tasarımcıya iletmesi ancak doğru bir gelişimin adımları olabilir. KOBİ üstü, gelişmiş kuruluşlarda tasarım yönetimi uygulaması, kuşkusuz daha oturmuş durumda. Bu kuruluşlarda eleştiriler, kurumsal kimliklerini nasıl yönettikleri konusunda düğümlenebiliyor. Global pazara açılmanın “global tasarıma ve tasarımcıya açılım” olarak ele alındığı çokça izlenmekte. Firmalar uluslararası anlamda markalaşmayı hedeflediklerinde, tasarım girdilerini de uluslararası kaynaklardan edinmeyi yeğliyorlar. Bu yaklaşım, firma kimliğine katkıda bulunsa da ‘Türk Endüstriyel Tasarımı’ kimliğine katkısı sorgulanmaya açıktır. Bazı firmaların yabancı çağrışımı yapan isimler/markalar kullandıkları da düşünülürse, yerleşen imajın ‘yabancı tasarımcı kullanan yabancı firma’ olduğu ve Türkiye’deki endüstriyel tasarım tanımına/kimliğine hiçbir katkısının bulunmadığını söylemek yanlış olmaz. haline getirmişti. İsviçre ise “2050’de odam nasıl olacak” temalı senaryosunu kitap olarak ortaya koydu. Finlandiya, geleceğe yönelik sanatsal çalışmalar sunarken, Romanya’yı temsil eden ekip köpükten formlar ile şehir ve eşyalar tasarlayıp üretim süreçlerini belgeselleştirdi. Fransızlar sanatsal anlatımı yeğledi; dünyanın kalbinin bir gün duracağı, buna izin vermememiz gerektiği mesajı ile kapanışı yaptılar. Dünyanın ortak problemlerine ortak bakış açıları bulmaya çalışmak, bunu tasarım pratiği ile birleştirerek sunmak, tasarımın insanları, düşünceleri birleştirme konusunda ne kadar etkili olduğunu bir kez daha gösterdi. Herşey çok hijyenikti; hiçbir zaman Afrika konuşulmadı! Afrika’daki insanların 2050’deki yaşam alanları hakkında en ufak bir bilgi kırıntısı yoktu… Afrika’nın 2050’de tüketimin nasıl bir parçası olacağını merakla bekliyorum. 01. Çalıştaydaki son seans sunumlarından. Her ne kadar şövenist bir söylem gibi gözükse de, Türkiye’deki endüstriyel tasarımın ancak Türk tasarımcısını bilinçli yönetimle kullanan sanayi sayesinde bir yerlere gidebileceğine inanıyorum. Halka, topluma gelince . . . Tasarım sözcüğü o kadar rastlanan bir sözcük oldu ki artık kimse pek yadırgamıyor. Ancak, endüstriyel tasarım denince ne canlanıyor zihninde? Toplumun bildiği, edindiği kavram gerçekçi mi, doğru mu? Toplumun tasarıma açılımı basında yeralan haberler ve yakın çevresinde gördüğü etkinlikler çerçevesinde oluşuyor. Basın 1970’lerde “Uydur Uydur Yap” diye başlık koyuyordu endüstriyel tasarım sergisi haberine. Bugünkü başlıklar da çok değişmiyor anlamsal olarak. Ancak böylesi bir kavsamsallaşma, ne yazık ki, topluma yansıyan sergiler ve benzer etkinlikler tarafından da perçinleniyor. Perçinleyen görüntü şu: Neşeli ve genç insanlar (=tasarımcılar), görselliği işlevselliğinden önde nesneler, endüstriyelliği tartışılabilir ürünler! Dolayısıyla, toplumda gelişen kavramsallık, neredeyse, endüstriyel tasarımı ‘güncel zanaatkarlık’ gibi konumlamaya ilerlemekte. Yani, bugünkü gazeteler de “Tasarımcıdır, Ne Yapsa Yeridir” diye başlık atsa, kimse birşey diyemez. Aslında Türkiye’nin endüstri tasarımı, Türk endüstriyel tasarımcılar bunu, bunları hiç haketmiyor. . . Onlar çok iyi yerlere gidiyorlar; halkın bildiğinden de, sanayicinin prim verdiğinden de! 12 15/02/2009 MURAT TABANLIOĞLU 13 ÜMİT ÜNAL DÂRÂ KIRMIZITOPRAK MODA TASARIMCISI MİMAR “2000 yılında başlayan yurtdışı serüvenim Düsseldorf’tan sonra Paris’e odaklandı. Milano, New York ve Tokyo’daki özel çalışmalarıma ise son olarak Stockholm eklendi. Fakat en doğru adres elbette ki her zaman Paris… Yedi yıldır Atmosphere-Jarden des Tueliries adlı tasarım fuarında Beyoğlu Tünel’deki atölyemde tasarladıklarımı tanıtıyorum. Tasarımlarım Chicago, Hong Kong, Amsterdam, Tel Aviv, Beyrut, Tokyo gibi birçok merkezde satışa sunulmakta. BanquetSoho adlı bir catering firması adına restoranları için özel tasarım üniformalar hazırladım. Dışarıyla bu tarz çalışmalar yapmak daha fazla zorluyor insanı. Başka şehirlerin sokaklarına tasarımlarımın uzanması, oralara gidip o yaklaşımları tanıma fırsatı verirken, bendeki tasarım algısını da geliştiriyor.” “Rusya Kazan Valiliği nezdinde bir başkanlık konutu, yönetici kadrolar için 30 ünitelik bir konut, 2013 Üniversite Olimpiyatları köyü ve Kazan mevzii imar çalışması içerisinde muhtelif park ve binalar çiziyoruz. İngiliz sermayeli Monarch Court grubuna Bodrum Yarımadası’nda iki tatil sitesi hazırladık. Üç adet site daha uygulama aşamasında. Pina Yarımadası’nın tamamında otel ve konutlardan oluşan bir yerleşkeyi tasarlıyoruz. Yine İngiliz sermayeli Cumberland Properties için İstanbul’da bir yalı ve Adriyatik sahilinde tatil sitesi hazırlığı içindeyiz. Uluslararası bir fon olan Bekay Property Partners için de Business Parc avan projeleri çizildi. Artık gerçek enternasyonalizm gerçek meslek sahiplerinin ışığında kuruluyor ve dünyaya katma değer ekliyor. Sonuçları başarı mutluluk, refah, sosyal adalet ve demokrasi olacak.” MİMAR “Kiev’de Mix-use, Moskova’da konut ve otel projeleri, Alma Ata ve Astana'da çeşitli konut, ofis, otel, bir ticaret ve sağlık merkezi, Astana Stadyumu, Dubai’de ofis ve konut projeleri, Amman’da bir kule gibi projelerin yanı sıra yurt içinde de Carrefour, Metro, Acteeum, Landmarkk gibi yabancı yatırımcılarla geliştirdiğimiz projelerimiz halen sürmekte. Kazakistan’dan Orta Doğu’ya farklı kültürlerin çalışma biçimlerine adapte olmayı ve o verilerle hareket etmeyi öğrendik, Avrupalı ve Amerikalı mühendisin sistematiği ile herhangi bir kültürden son kullanıcı arasında köprü kurabilmenin avantajını geliştirdik. Yaşamın her cephesinde olduğu gibi, ne kadar çok farklı deneyimden geçerseniz o kadar olgunlaşıyorsunuz.” Barış Çakmakçı bcakmakci@doganburda.com YURTDIŞI ARTIK YURTİÇİ ALEV UBUZZİYA SİESBYE SERAMİK SANATÇISI VE TASARIMCI “Danimarkalı Rosendahl firması için şarap bardakları, su bardağı ve vazolar piyasaya çıktı ve şu anda çeşitli dünya fuarlarında sunuluyor. Bir seri mumluk ve porselen yemek takımının çalışmaları ise ilerliyor. Sınırların giderek kalktığı bir dünyada sadece bir ülke ile çalışmak yeterli değil. Uluslararası olmak gerekiyor. Bu benim için bir mücadele. Dünyada ne olup bittiğini iyi izlememiz şart. Tasarımın inanılmaz boyutlara ulaşmış olması da başlı başına bir mücadele. Ödül alabilecek bir bardak çizebilmek gittikçe zorlaşıyor.” BİHTER AYDA PEKİN TAKI TASARIMCISI “Şu anda İtalya'da Roma, Floransa, Milano, Napoli ve Lucca'da farklı butiklerde, New York Nolita'da Fanny-K Bijou’da, Barselona'da Alea Galeri’de Aida Pekin ürünleri satılıyor. Şubat ayında Münih'te Inhorgenta Fuarına, Nisan sonunda ise Floransa’da bir sergiye katılacağım. Moda Tasarımcıları Derneği olarak Fransa’da Türk Yılı için yürüttüğümüz bir proje var. Aynı zamanda Hindistan'da Ganjam firması için hazırladığım koleksiyonun üretimini takip ediyorum. Özellikle Avrupa’ da özgün ürünlere yer veren ‘butik’ kültürü Türkiye’ye oranla daha yaygın. Tasarımlarım sınırlı sayıda üretildiği ve el yapımı oldukları için butiklerde doğru müşteriye buluşuyor. Farklı kültürler ile çalışmak, onların estetik algıları, tasarım ve üretim süreçlerinin içinde yer almak, belirli bir ülkenin tasarım tarzı ve bunun kültürleri ile olan paralelliği beni çok etkiliyor.” EROL GÜLGÖREN İLLÜSTRATÖR ARZU FİRUZ ÜRÜN TASARIMCISI “Paris’te Maison&Objet fuarında tanıttığım en yeni ürünümün adi Moucharabieh. Şu an en çok kullandığım ve Arzu Firuz markasını oluşturan kesim tekniğiyle brandayı pergolaya veya separatöre dönüştürdüm. Ayrıca Ligne Roset için yeni bir hali projesi üzerine çalışmaktayım. Reklamlar, fuarlar ve markaların satış gücü sayesinde ürünler Türkiye’de ve yurtdışında tanınmaya başladı.” “İngiltere’de canlanan tasarım odaklı duvar kâğıdı akımı, Amerika ve Avrupa’dan sonra Türkiye’de de yaygın bir hale geldi. Christian Lacroix, Olga Zai, Philippe Goron gibi tasarımcılarla çalışmalar yürüten Fransız firma In Creation da böyle işleri seçiyor. Benim için seyahat etmek ve çizmek eşdeğerde önemli iki tutku. Her ikisi de yeni yerler keşfetmek, tanımadığım mekânlarda bulunmak ve yeni yüzlerle tanışmak için bir fırsat. Sadece bir yolcuyum ve çevremde olup bitenle ilişki kuruyorum. Carnet de Voyage koleksiyonum da duvarlara böyle yansıdı.” Modadan mimariye, grafikten dekorasyona kadar pek çok disiplinden Türk tasarımcıların yurtdışı serüvenleri hız kesmeden devam ediyor. Sınırları kaldıran tasarımcılarımıza uluslararası projelerini sorduk. GMG IN/EX (BORA MUTLU, SERHAN GÜRKAN) MİMAR, TASARIMCI “Şu an tasarım aşamasında Moskova’da 1200 metrekarelik bir restoran, Bakü’de bağımsız konut geliştirme ve tasarımın uygulaması aşamasında ise yine Bakü’de bir başka ev projemiz var. Mimari anlamda, her ülkenin kendi sosyo-ekonomik ve kültürel birikimlerinin ürünü olarak geliştirdiği birbirinden farklı tasarım, uygulama ve lojistik yaklaşımlara tanıklık ederek kendimizi geliştirdiğimize inanıyoruz. Ekonomik olarak ise sadece iç pazara değil, global pazarlara da hizmet vermenin risklerimizi en aza indirgediği de bir gerçek. Mimari hizmet verdiğimiz müşterilerimiz aynı zamanda, GMG tasarımı olan Mukarnas ve Golden Ratio serilerinin pazarlama olanaklarını da artırıyor.” BORA AKSU MODA TASARIMCISI “Şu an Londra’da People Tree firması için bir çalışma sürdürüyorum. Ayrıca Londra’daki Dali Enstitüsü’nün Salvador Dali’nin XX. ölüm yıldönümü nedeniyle oluşturduğu ‘Homage to Dali’ projesi için seçilen 12 tasarımcıdan birisi olarak bu özel proje için bir kıyafet tasarladım. Persistence of Memory isimli eserinden yola çıkarak hazırladığım elbise şu an Dali Müzesi’nde sergilenmekte. Bir başka heyecan verici proje ise, Japon şapka tasarımcısı Misa Harada ile yaptığım işbirliği oldu. Bir tasarımcı olarak modanın diğer yaratıcı platformlarla her an için etkileşim içinde olduğunu düşünüyorum. Bu da beni modanın kalıplarının dışında düşünmeye ve farklı şekilde çalışmaya zorluyor.” ŞERİFCAN ÖZCAN GRAFİK TASARIMCI “New York Times, New York Magazine, New York'un radyo istasyonu WNYC, Nickelodeon, Sundance Channel, Discovery gurubunun yeni televizyon kanalı Planet Green, Amerikan Tasarım Organizasyonu AIGA, mobilya tasarımcısı Knoll, reklâm ajansı Wieden+Kennedy gibi birçok şirketle çalışmalarım sürmekte. Şu anda Metropolis adlı tasarım programıyla beraber çevreye duyarlı tasarım ürünleri üzerine bir kitap hazırlıyoruz. Amerika da müşteriler yeniye, daha önce denenmemişe çok açık ve öne çıkmak için risk alıyorlar. Bu, tasarımcıya daha fazla sorumluluk yüklerken, yaratıcılığın da önünü açıyor.” 14 15/02/2009 15 Gülay Hasdoğan gulayhasdogan@etmk.org.tr Söz konusu milli içki, rakı olunca, tasarımla en ilgisiz kişilerin bile bakışı şişelere döndü! Sebebi, Yeni Rakı ve Tekirdağ Rakısının tasarımlarıyla sırtladığı TSE Altın Ambalaj, Design Turkey, Observeur du Design, World Star 2008 ödülleri miydi? Ya da artan imaj endeksleri, satış oranları mı? Yoksa mis gibi anason kokusu mu? Mey İçki pazarlama direktörü Çiçekten Becel ve endüstriyel tasarımcı Gamze Güven’le rakının yepyeni serüvenini konuştuk. Tekirdağ Rakı için verilen brief ile başlayalım... Gamze Güven- 2007 yılında Tekirdağ rakısı için yepyeni bir şişe tasarımı istendi. Yeni Rakı, rakıyla ilgili bir norm oluşturmuştu fakat Tekirdağ ayrı bir markaydı. Hedef kitlesi de öyle.... Dolayısıyla “ kendine ait kimliği olan bir tasarım” isteniyordu. Rakıya ait bir norm oluşturmak için biz Yeni Rakı’da zaten sürece girmiştik ve rakının şişesini ayağı yere sağlam basan şekilde tanımladı. İnce belli dendi sonra ama biz geniş omuzlu olarak tasarlamıştık; doğunun biraz kıvrak, iç bükey hatlarına sahip ama batılı, modernist bir çehrede, sade bir yapıda oluşturmak istemiştik. Süreç sırasında 20 focus gruba katıldım 120 kişi dinledim. Ve bu focus gruplar da müthiş besledi çünkü tasarımcı olarak yaptığınız her unsurun, tüketici tarafından çok net algılandığına şahit oldum. Umut Kart 01 umutkart@kaletasarimmerkezi.com ÖDÜL ÜSTÜNE ÖDÜL ŞEREFE! Tasarımla en ilgisiz kulaklara bile çalındı rakı şişelerinin yeni çehresi... Yeni tasarımla beraber marka imaj endeksleri arttı, satışlar yükseldi, ödüller sıralandı. Focus grup okullarda, teoride öğrenilir genelde. Pratiğe çok geçtiğine şahit olduğumuz bir durum değil. Tekirdağ’ı nasıl tanımladılar? Çiçekten Becel- “Rakı dünyasının Mercedes’i” deniyor Tekirdağ için. Çok enteresan! Çok ayrı bir yere oturtuyorlar. En kaliteli rakı… Yeni Rakı ayrı , Tekirdağ ayrı. Neden “ince bel” gibi bir ortak nokta belirleme ihtiyacı duydunuz? GG: Bizim yaratmak istediğimiz normda, görsel algının dışında haptik algı çok önemliydi. Kesinlikle benimsenmiş. İnce belden tutuş, sahiplenme, markadan bağımsız… Rakıyla ilişkisi çok güzel oturmuş. Biz de o yüzden Tekirdağ’da da tutuşun yerini tariflemek ve haptik algıyı önemsediğimiz bir tasarım yaptık. Hem boyundaki kıvrım, hem bu tutuşla olan ilişki aslında o normu devam ettiriyor. Her ne kadar farklı bir kimlik olsa da… Dolayısıyla biz bu senteze ulaştık. Yani hem farklı bir kimlik, hem de o normdan birazcık ipuçları devam ettirme sentezine ulaştık. Peki, ödül neden geldi sizce? ÇB: Böyle bir şişenin nihai amacı önce kendi kitlesi, sonra daha geniş kitlelerde beğeni uyandırmak, bunun da bir ticari sonuca ulaşması. Tekirdağ’ın yeni tasarımı, özellikle de Altın Seri, %52 satış artışı gerçekleştirdi. Markanın imaj değerlerinde ortalama bir 3 puan artış oldu. 02 Mey’de böyle bir girişim başlatan neydi? Markalarınız zaten yeterince hâkimdi… ÇB: Büyük markalar yenilenmeye mecburlar. Sırtını markaya dayadığın zaman orta vadede bir yavaşlama oluşuyor. Ve yavaş yavaş yaşlı, dar bir kesim tarafından tüketilen bir ürün haline geliyor. Kriz ortamında da iletişimi durdurduğu anda, kendine güveni olmayan, kendi kabuğuna çekilmiş bir görüntü veriyor. Rakı dünyası belli normları olup, onun dışına hiç çıkmayan, toplumun önemli bir kesiminden uzaklaşma riski taşıyan bir kategoriydi. Dolayısıyla kendi kimliklerini, özünde taşıdığı değerleri kaybetmeden yenilenmelerini sağlamak için böyle bir yola gittik. Ambalaj tasarımı sektörü çok hareketlendi. Bunun sebebi ne sizce? GG: Ambalaj diğer sektörlerden daha uzun süredir farkında ve yatırım yapıyor. Ama şimdiye kadar ajanslar ve kalıpçılarla yapılıyordu. İnanılmaz bir atakla, şu anda ayağa kalktı ve çok ciddi yatırımlar yapılmaya başlandı. Özellikle büyük markalar yenilikleri kesmeyip, ihracata adım atacağa benziyor. Peki, sizin ekibiniz içinde grafik tasarımcı var mıydı? GG: Yeni Rakı’yla başlayan süreçte grafik için dışarıdan destekleyerek biz de bir takım önerilerde bulunmuştuk. Şişenin bir ruhu var ve mutlaka üstünün etiketi grafiği de bu ruhu taşımalı. Mey dedi ki siz de çalışır mısınız, çok güvendiğimiz grafik tasarımcı arkadaşlarımızı danışman olarak tasarım üssü bünyesine kattık. Ve Tekirdağ sürecinin her şeyi bizden cıktı, çok mutluyuz o yüzden. Logo tasarımı, etiket tasarımı, giydirme, şişesi, kapağı, malzeme seçimi. Bundan sonra grafik tasarımı da dâhil, komple proje olarak da devam edeceğiz. Ama ajansların bünyesinde de çok iyi tasarımcılar oluyor. İllaki her şeyi bizim yapmamız gerekmiyor. Önemli olan yaratıcı ekibin ve pazarlamanın 3 ayaklı bir şekilde çok sağlam iyi bir ekip çalışması yapması gerekiyor. Pazarlama, tasarım, iletişim… Bir de dördüncü ayak var üretim. Tedarikçiyle uyum da çok önemli. Şişe cam bu kadar yenilikçi olmasaydı, zorlamasaydı… Keza baskıyı yapan ya da etiketçi… Yüzlerce deneme yapıldı. Onlar da arge yatırımı yapıyorlar. Yapmasalardı tabii ki bu başarıya ulaşılamazdı. Bu sektörde tasarımın gücü aşikâr, başka güç faktörleri neler? ÇB: Son 2–3 senedir farklı rakı tipleri çıkıyor. Tüketici “rakımı değiştirmem” diyor ama özellikle genç erişkin kesim, 25–35 yaş arası kesimimiz yeni bir şey çıktığında çok ilgiyle deniyor. Bu aslında güzel bir şey; kategoriyi büyütmek için de en önemli yollardan biri bence. Ayrıca fiyat segmentasyonu var. Bu değişik kalitede rakıların değişik fiyat gruplamasında olması… Mesela normal zamanda Yeni Rakı içiyor, misafir geldiğinde ise Tekirdağ. Gene bu bardakları marketlerde hediye olarak veriyoruz. Tekirdağ’ın kampanyası deniz konsepti üzerinde… Martılar fonda çok kullanıldı. Bu şişenin tasarımını o martıya benzeten bir sürü insan oldu. GG: Yeni Rakı’da aslında bir kadına benzesin diye çıkmadık ortaya. Tam tersine, geniş omuzlu, sağlam basan, masada adabı bilen, uzun süre sohbeti sürdürüp masadan kalkmayan bir tip… İlginç olan, nasıl Porsche erkekler tarafından çok beğenilir ama kadın çizgilerine sahipse, Yeni Rakı’nın da “kadınım” diye sahiplenilen bir yapısı var. Bilinçaltından…Yeni Rakı aslında, çok daha fazla halka mal olmuş, bir jenerik marka. Ekşisözlük’e bakıyorum, çok güzel şeyler yazmışlar, “tasarımcısı bir kadınmış helal olsun” gibi. Yeni Rakı çok alımlı, genç, Anadolulu bir bayan. Ama Tekirdağ, birazcık kökeni Osmanlı’ya dayanan, daha sofistike ve aile kökleri İstanbullu bir karakter olabilir. Tabii kişileştiriyorlar. ÇB: Yeni rakın da imajı delikanlı aslında, koruyan kollayan… Kim olur dedik? Fatih Terim adı çıktı. Güç, karizma… Daha erkeksi. Bundan sonraki adımlar neler? ÇB: Bu sene kriz senesi... Ama hem ürün çeşitlemesi hem tasarım anlamında yeniliğe ayırdığımız fonları kesmemeye karar verdik. Türkiye’de 2 kriz yaşadım. Görüyorum ki, yenilik ve iletişimi kesmediğiniz takdirde onun geri dönüşü çok iyi oluyor. 01 Ödüllü tasarımlarıyla Tekirdağ Rakısı ve Yeni Rakı. 02 Mey İçki pazarlama direktörü Çiçekten Becel (sağda) ve endüstriyel tasarımcı Gamze Güven. TASARIMA İLİŞKİN BİR DEVLET POLİTİKASI VAR MI? Tasarım devlet gündemini her zamankinden(!) fazla meşgul eder oldu. Neden dersiniz? Bunu anlamak için yakın geçmişte ufak bir gezinti yapmakta fayda var. Bundan 30 yıl önce endüstriyel tasarım okulları ilk öğrencilerini eğitmeye başlarken tasarımın bir devlet politikası haline gelmesi uzak bir hayaldi. Geçtiğimiz bir kaç yılda tasarımın çeşitli devlet kurumları tarafından önemsendiğine birbiri peşi sıra tanık olduk. Artık Türkiye’de Tasarım Konseyi kurulması ve “iyi tasarım” ödüllerinin ve sanayideki tasarım etkinliklerinin devlet tarafından desteklenmesi, sadece meslek kuruluşlarının bildirgelerinde değil, devletin kalkınma politikalarında ve eylem planlarında da yer alıyor ve hatta uygulamaya geçiriliyor. Bundan 21 yıl önce Endüstriyel Tasarımcılar Meslek Kuruluşu (ETMK) kurulurken tüzüğünde “ulusal tasarım geleneğini oluşturmak ve çağdaş anlamda etkin bir ‘Tasarım Konseyi’ kurmak” için çalışmayı amaçları arasında sayıyordu. 1998’de ETMK, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’i ziyaret etmiş, tasarımı endüstride yaygınlaştırmak ve iyi tasarımı özendirerek tüketicinin haklarını korumak amacıyla devlet destekli bir tasarım konseyi kurulmasını ana gündem maddesi olarak sunmuş, ancak bu konuda insiyatifin devletten beklenmemesi gerektiği cevabını almıştı. Çok değil, bu girişimden sadece altı yıl sonra, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) üreticileri ve ihracatçıları tasarım bilinciyle hızlı ve sürdürülebilir bir şekilde buluşturmak amacıyla “Türkiye Tasarım Konseyi”ni yarı özerk bir demokratik örgüt olarak kurmak için girişimlerini başlattı. TİM’in yenilenmekte olan yasa taslağında yer alan konsey henüz yasa yürürlüğe girmediği için kurulamadı. Geçtiğimiz yıl Türk Patent Enstitüsü (TPE) “Türk Tasarım Konseyi”ni TİM’inkinden farklı olarak bürokratik bir kurul niteliğinde kurmak için girişimde bulundu. TPE, Gümrük Birliğine giriş sürecinde ülkemizin geçtiği uyum süreçlerinin bir parçası olarak, 1995’te yürürlüğe giren Endüstriyel Tasarımların Koruması Hakkında KHK ile teknolojiye ve AR-GE’ye verilen teşviklerdeki artış, sık sık tasarıma yönelik de teşvik mekanizmaları geliştirmenin gerekliliğini gündeme getiriyordu. TİM’in 2006 sonunda bu doğrultuda başlattığı çalışmalar tasarımcıların doğrudan desteklenmesini hedefliyordu. Geçen sene Nisan ayında yayınlanan “Tasarım Desteği Hakkında Tebliğ”, tasarımcı şirketlerin, tasarım ofislerinin ve birlik ve derneklerin yurt dışındaki faaliyetlerini destekliyor. İhracata yönelik bir devlet yardımı olarak yürürlüğe giren bu teşvik mekanizmasından farklı olarak, ulusal bazda bir destek programına yönelik çalışmalar 2007 başında Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulunun (YOİKK) aldığı bir kararla başladı. Bu doğrultuda 2007 yazında TOBB, KOBİ Teknik Komitesi, ilgili bakanlıkların, kurumların, sanayi ve ticaret odalarının ve meslek kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir tasarım komisyonu kurdu. Komisyon, yeni tasarım ofislerinin kurulması, mevcut ofislerin desteklenmesi ve tasarım ofisleri ve KOBİ’ler arasında arayüz oluşturacak tasarım merkezlerinin kurulmasına yönelik öneriler geliştirdi. YOİKK’e iletilen önerilerden sonra somut bir gelişme gözlemlenemediyse de tasarımla ilişkili çok sayıda kurum temsilcisinin katkı ve görüşleriyle böylesi bir destek mekanizması geliştirilmesi kurumsal hafızalarda önemli bir yer edinmiştir. tasarımları tescil etmeye başlamış, böylelikle tasarım konusunu devletin gündemine sokan en önemli kuruluş olmuştu. Her ne kadar tescil sistemine sanayimizin uyum göstermesi ve sistemin kopyacılığın önüne geçmedeki etkinliği konusunda sorunlar yaşansa da, tasarım koruması zamanla devletin tasarım konusundaki politikalarının en önemli unsuru oldu. Bu noktadan hareketle TPE’nin de girişimleriyle, devlet, tasarım konseyi kurulmasını 2008 yılı eylem planına aldı ve bu konuda bir bakanlar kurulu kararı hazırlama görevini TPE’ye verdi. TPE, devletin sanayi politikalarını oluşturmada etkin üst düzey bürokratları, üniversiteler ve meslek kuruluşları temsilcilerinden oluşan “danışma konseyi” niteliğindeki Türk Tasarım Konseyi’nin kurulması için bakanlar kurulu karar taslağını hazırladı. Her ne kadar aynı başlığı taşısalar da TİM ve TPE tarafından başlatılan tasarım konseyi kurma girişimlerinin hayata geçme potansiyelleri farklı yapıları nedeniyle çok yüksek. Bu girişimler, devletin tasarımın kurumsallaşması yönünde attığı önemli adımlar olarak kabul edililebilir. Teşvik Mekanizmaları Devletin tasarıma gösterdiği ilginin diğer bir boyutu da tasarım teşvik mekanizmaları. 2000’li yılların başlarında 01 Devlet tasarıma en görünür desteğini geçtiğimiz Ekim ayında antrepolarda sergisi ve konferansı düzenlenen Design Turkey 2008 Endüstriyel Tasarım Ödülleriyle verdi. ETMK, iyi tasarımı ödüllendirerek endüstride ve toplumda tasarım farkındalığını yükseltmek amacıyla bir “tasarım değerlendirme sistemi” geliştirmek üzere Kasım 2006’da bir danışma kurulu kurarak Design Turkey Ödüllerinin altyapısını oluşturdu. Bu süreç içinde TİM’le böyle bir etkinliği hayata geçirmenin olanaklarını araştırdı. 2008 başında Dış Ticaret Müsteşarlığı (DTM) TURQUALITY® programı dahilinde bu ödül sistemini hayata geçirmek için gerekli çalışmalara başlamayı kabul etti. Bunun anlamı şuydu: Dış pazarlarda rekabet için yüksek katma değerli ürünlerin yaratılmasını teşvik etmek amacıyla uluslararası marka yaratmayı destekleyen TURQUALITY® programı, tasarımı da katma değer yaratmadaki rolü nedeniyle desteklemeyi uygun bulmuştu. Design Turkey ödülleri için Türkiye’de ilk kez Devleti, sanayiyi ve endüstriyel tasarımcıları temsil eden üç kuruluş bir araya gelmişti: DTM, TİM ve ETMK. Tasarımın devletin gündeminde son yıllarda bu derece yoğun yer almasının nedenleri nelerdir? Tüm girişimlerde beş farklı stratejinin izini görmek mümkün. Tasarım koruması kanunu ile izlenen “yaratıcı potansiyeli ortaya çıkarma”, yurt dışı tasarım faaliyetlerine yönelik devlet desteği ile izlenen “uluslararası rekabet gücünü artırma”, Design Turkey ödülleriyle izlenen “iyi tasarım konusunda farkındalık yükseltme”, tasarım konseyi çalışmalarıyla izlenen “kurumsallaşma” ve YOİKK kararıyla izlenen “KOBİ’lerin kapasite ve yeteneklerini geliştirme”. Bunlardan ilk üçünün hayata geçtiğini izlemek artık tasarımın bir devlet politikası haline gelmesinin hayal olmadığını, ayrıca son iki stratejinin de umut vaadettiğini gösteriyor. 01 Devlet desteğiyle gerçekleşen Design Turkey yarışma ve sergisi, Türkiye’de bir ilkti. 16 15/02/2009 17 Aykut Köksal aykutkoksal@hotmail.com 01 ÖZNENİN GÖRÜNÜRLÜĞÜ BİR SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK ÖRNEĞİ: Türkiye'de, çağrılı bir yarışma ya da önemli bir kamu yapısı için sipariş söz konusu olduğunda, adı geçen mimarların başında, artık herkesin tanıdığı yıldızlar geliyor: Zaha Hadid, Frank O. Gehry, Rem Koolhaas... Başka bir deyişle, mimarlığın bilinen "görünür" özneleri. Peki bu "görünürlük" durumu mimarlıkta ne anlam taşıyor? 02 Nevzat Sayın nevzatsayin@nsmh.com ZEYTİNLİMATRİX 'Sürdürülebilirlik', kopuşlar üzerine zengin geçmişi olan bir ülkede başka yerlerde olduğundan daha önemli olmalı. Çoğu zaman oldukça karmaşık ve pahalı bir altyapıdan söz etmekle aynı anlama geliyor. Zamanla kendini karşılayacak bir kazancı sağlasa bile, ilk girişimler için ürkütücü görünüyor. Alışkanlıklarımız içinde olmayınca bu girişime bir yer ayıramıyoruz. Ona yer ayıramayınca da alışkanlıklarımız içine giremiyor. Oysa, çok basit yollarla da çözüm önerileri üretilebilir. Bodrum’daki ‘Zeytinlimatrix” projesi, her disiplinde ayrı tartışmaları doğuran sürdürülebilirlik kavramına sıradışı bir yaklaşım getirdi. Bodrum’da bir ev için bu basit/kolay çözüm yollarından birini denedik. Öyle bir yer düşünün ki... Yerleşim yerlerinden uzak; elektriği, suyu getirmek, çöpleri atmak çok zor. Güneş istemediğimiz kadar, rüzgar gündüz yok ama gece çıkıyor. Sekiz metre aralıklarla dikilmiş zeytin ağaçları bütün araziyi kaplıyor! Bütün bunlar her yerde, herkes tarafından ve her zaman yapılabilir şeyler. Bu örnek orada burada yapılan ikinci evler için kullanışlı bir seçenek oluşturması açısından anlamlı olabilir. Toplam maliyet içindeki oranı kabul edilebilirliği de cabası. Kolay Çözümler İri bir sivri sinek büyüklüğünde bir 'rüzgargülü' ve dört metrekare güneş paneli kullandık. Aküleri ve diğer gereçleri koymak için dört metrekarelik bir odacık var. Rüzgar ve güneş enerjisi birbirini desteler şekilde kullanılıyor. Atık suları süzgeçli bidonlarda toplayıp, süzülmüş sıvıyı üç metre çapında ve bir metreden daha az yüksekliği olan bir kum çakıl havuzundan geçiriyoruz. Elde ettiğimiz su bahçe sulaması için kullanılıyor. Katı posadan ise altı ayda bir çıkarılıp gübre yerine faydalanılıyor. İçme suyu arazideki kuyudan çıkan tuzlu ve sert suyun filitrasyonu ile elde ediliyor. 'Akıllıbirşömine' evi ısıtmak için yeterli! Lezzetli yemekler için bakıcı evine kurulan kuzine soba, aynı zamanda ısınma aracı. Zeytin ağaçlarını gölgelerine eklenen kargı gölgeliklerin gölgeleri soğutmayı gereksiz kılıyor. Üstelik kapı pencere açık yaşanan bir evde, neyin soğutması? Kontraplak yüzeyler ve nitelikli camlara sahip doğramalar 4X4 lük taşıyıcı sistemin arasına ve ev sahibesinin istediği bölümlere yerleştiriliyor. Kapalı, yarı kapalı ve açık mekanlar bu 4X4 lük 'bodrumgridi'nin içine, zeytin ağaçlarından kalan boşluklara usulca ilişiyor ('zeytinlimatrix' adı buradan çıktı). Yer seçimi, yönler, güneş, rüzgar, ağaçlar, bitkiler ve toprağa yakından bakmak konuya desturla yaklaşmak için iyi bir yol. 'Yer'i tanımak ve o'na teslim olmak sizi abuk, subuk şeyler istemekten alıkoyuyor. Bu da istediğiniz şeylerin olmasını sağlıyor. Kuşkusuz, bütün bunların olabilmesi için, bütün bunları en az sizin kadar isteyen bir evsahibinin olması gerekiyor! 03 01-02-03 “Her zaman herkesin yapabileceği” çözümlerle donatılmış Zeytinlimatrix, Nevzat Sayın imzası taşıyor. Özneyi işaret etme üzerine kurulu bir mimarlık üretimi mimarlık eğitiminden mimarlık medyasına dek mesleki bağlamın tam göbeğinde yer alıyor. Tüm tasarım disiplinleri sözünü belirli bir soruya yanıt arama üzerine oturtur. Özneyi öne çıkaran üretim ise mimarın kendi tekil sözünün (ki bu söz önce tasarımcının kendisini gösterir) yanıtın yerine geçmesi demektir. Bu durum bir yandan mimarlık eğitiminin yalnızca “auteur” mimar yetiştirmeye odaklanmış deformasyonunda öne çıkıyor, bir yandan da mimarlık medyasının “kendini gösterme”, “görünür olma” üzerinden bir meşruiyet alanı yaratmasında beliriyor. Hele Türkiye’de olduğu gibi düşünsel arka planı son kertede yoksul bir mimarlık bağlamı, “görünürlük” üzerinden var olmanın koşullarını hazırlayan uygun bir zemin oluşturuyor. Bu sapmanın başka bir nedeni de, mimari bilgi üretiminin asıl dolaşım alanı olması gereken “anonim” bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarıda bırakması. Sonuçta mimarlık doğruluğu kendinden menkul dar bir etkinlik alanının -ister istemez temelden yoksun- gösteri alanına dönüşüyor. Öznenin görünürlük kazanması, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada, modernizm sonrasındaki mimarlığın başta gelen özelliklerinden biri. Modernizm, programa/soruya verilen yanıtı, düşünsel arka planı öne çıkarırken, modernizm sonrası, mimarın görünür kimliğine bağlı bir ölçütler dünyası getirdi. Varlık nedenlerini büyük oranda üretimlerinin görünürlüğüne borçlu olan mimarların arasında Zaha Hadid, Peter Eisenman, Frank O. Gehry ilk akla gelenler. En başta ise hiç kuşkusuz Gehry'yi anmak gerek. Gehry’nin en bilinen yapısı ise Bilbao’daki Guggenheim Müzesi. Bilbao’daki müze, sergilenen nesneyi göstermek için geri çekilmiş bir yapı değil; tam tersine kendisini göstermek için öne çıkıyor. Ne var ki dışa vuran bu kimliğiyle de, endüstrinin epey tahrip etmiş olduğu Bilbao kentini bir cazibe noktasına dönüştürme savı taşıyor. Ancak, başlangıçta bir ilgi odağı olsa da, bu ilginç “kabuğun” sürdürülebilir bir çekim yaratması kolay gözükmüyor. Guggenheim Müzesi kadar ünlü olmasa da, Gehry'nin Prag'daki "Danseden Ev" adıyla bilinen işyeri binası, daha başlangıçta görünür olmayı hedeflemiş bir yapı. Belli ki Gehry'nin yapısının Prag'ı da Bilbao gibi bir çekim noktası kılması istenmiş... 03 01 öğrencilere "auteur" mimarları “rol modeli” olarak önermek, hem mesleğin genel uygulama alanıyla çelişiyor, hem de yeni mezun mimarın, yapı üretimindeki endüstrileşmenin giderek dayattığı (dayatacağı) anonim bilgi bağlamının dışında kalmasına yol açıyor. Modern sonrası dünyada büyük bir işaret kirlenmesinin tam ortasında yaşıyoruz. Benim “denetimsiz çoğulluk” diye adlandırdığım bu ortamda kendini özelleştirmeye çalışan, özerk bir statü talebiyle ortaya çıkan her ürün kısa süre içinde bu kaotik bütünün ayrıştırılamaz öğesine dönüşüyor. İşte bu bağlam içinde mimarın konumunu, üretimini tartışmak gerekiyor. Kendi kişisel sözünün buyurganlığına teslim olmuş, dahası bu buyurganlığı bir öneri olarak bize sunan mimarın üretimi, kaçınılmaz bir zorunlulukla, hem kısa sürede tüketilip yok ediliyor, hem de çevredeki enformasyon kirliliğini artırıyor. Sözünü anonim bağlamın içine çekilerek söylemek bu yüzden önem taşıyor. Somut bir örnek vermek istiyorum: Şevki Pekin’in Moda’da inşa edilmiş bir apartman projesi var. İstanbul’un anonim apartman tipolojisini yadsımayan ama bu tipolojinin içinden son derece duru bir sözü aktaran bir yapı. Ama ne yazık ki bugünün mimarlık ortamı bize bu ve benzeri ürünleri göstermekten alabildiğine uzak. 01 Frank O. Gehry: Guggenheim Müzesi, Bilbao, Fotoğraf: Michael Reeve 02 Hiç kuşkusuz "auteur" mimarların üretimi çağdaş mimarlık tarihinin önemli bir bölümünü oluşturur, ne var ki bu üretimin anlamı, öncelikle, mimarlığın bilgi alanına yeni katkılar taşıdığında ortaya çıkar. Genç mimar adaylarının, bu katkının içeriğini göz önüne almadan "auteur" mimarları "rol modeli" olarak algıladıklarını, dahası içinde bulundukları eğitim sistemin bu algılamaya zemin oluşturduğunu söylemek yanlış olmaz. Mimarlık mesleğini öğrenme amacıyla mimarlık okullarına gelmiş 02 Frank O. Gehry: "Danseden Ev", Prag, Fotoğraf: Ali Sinan Koksal 03 Şevki Pekin: Moda'da apartman, Fotoğraf: Sevki Pekin, 18 15/02/2009 19 Gözde Tüfekçi gozdetufekci@gmail.com KÜRESEL KURTULUŞ Ayhan Ensici ensicia@itu.edu.tr YARATICI ENDÜSTRİ ÇAĞINDA SİNEMA VE TASARIM Sinema, son 8 yılda %7’lik büyüme gösteren yaratıcı endüstrinin başrol oyuncularından. Tasarım, sinemada kostüm ya da araçları değil geleceği şekillendiriyor. Endüstri çağı, teknoloji çağı ve bilgi çağı denirken önümüzdeki dönemin yaratıcı endüstri çağı olduğu görüşü gittikçe ağırlık kazanıyor. Son yıllarda, yaratıcı endüstri kavramının yanısıra kültürel ekonomi, kültürel endüstri, yaratıcı ekonomi gibi kavramlar da oldukça sık kullanılmaya başlandı. Henüz kavramlar tam olarak netleşmemekle birlikte, ‘kültürel ekonomi’ ve ‘endüstri’ kavramları bölgesel değerlere bağlı üretim gücünün artırılmasına ve artı değeri yüksek ekonomik yapının geliştirilmesine yönelikler. ‘Kültürel endüstri’nin genişleyerek ‘yaratıcı endüstri’ kavramına geçişi ile tanımladığı alanın çok yönlülüğü artıyor. Yaratıcı endüstriler zanaat ve turizmin ötesinde edebiyat, müzik, sinema, mimarlık, sahne sanatları, görsel sanatlar, reklamcılık, tasarım, video oyunları, bilişim ve benzer sektörleri içeriyorlar. 2003 yılı rakamlarına göre Avrupa Birliği’nde yaratıcı endüstri içinde çalışan 5.8 milyon kişi, 654 milyar avro hacminde bir ekonominin oluşmasını sağladı. Yaratıcı endüstriler son 8 yıllık dönemde ortalama %7 büyüme göstererek diğer tüm endüstri dallarını geride bıraktılar. 2000'li yılların başından itibaren Avrupa Birliği ülkeleri yaratıcı ekonomilerle ilgili strateji çalışmaları yapmaya başladı. Konuyla ilgili araştırmalar yapmak üzere çeşitli enstitü ve kamu kurumları oluşturdu. Bir yandan, yaratıcı endüstriler üzerine çalışmalar sürerken, bu kavramın yakın gelecekte ulusal ve bölgesel düzeyde ekonomik kalkınma modeli olacağı öngörülüyor. Yaratıcı endüstriler temel olarak yaratıcılık ve fikri mülkiyet haklarını içeren ürünlerin ve servislerin yaratılması, üretilmesi ve dağıtılması olarak tanımlanıyor. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelere, çok düşük yatırım oranları ile beraber, gelişmiş ülkelere oranla sahip olduğu düşük bilgi ve üretim becerisi dezavantajını daha uygun maliyet koşullarıyla giderme olanağını yaratıyor. Söz konusu yeni endüstri modelinin dayandığı yaratıcılık ve kültürel özellikler, Uyumu, dinginliği, çevresel duyarlılığı temsil eden yeşil, tasarımla olan ilişkisinde sürdürülebilirlik, çevresel bozulma, verimli enerji kullanımı gibi konulara yeni yaklaşımlar ve çözümler getirmeyi amaçlıyor. Eko tasarım; birçok mimarın, tasarımcının ve modacının da ürünlerine bu şekilde yansıyor. Çevresel etkileri azaltmak ve giderek azalan doğal kaynaklara alternatifler üretme gerçeğinden hareket eden yeşil tasarım, hem çevreye olan duyarlılığı hem de var olan kaynaklarımızı nasıl daha iyi biçimde kullanırız sorusunu tasarımın odağına taşıyor. Tasarımcıların bu soruyu cevaplamaktaki en büyük aracı ise teknoloji. Intelligent Forms’un ürettiği Solo Lounge Table’ı ele alalım. Açık alanda bilgisayarınıza, cep telefonunuza veya cihazlarınıza ihtiyacı olan enerjiyi doğrudan karşılayabilen kahve masası, güneş enerjisini kullanıyor. Masa, solar toplayıcı görevini gören bir raf ve silikon hücrelerden oluşan bir yuvaya sahip ve bu sayede ideal iklim koşullarında, yıl boyu 17 kw’a kadar enerji üretebilmekte. Bluetooth vericisi, şarj edilebilir pil, LCD, ofis monitörleri ve cihazların yeniden şarj edilebilmesi için bağlantı tepsisi gibi araçlarla donatmış. 01 diğer endüstri yatırımlarına oranla düşük maliyetli, güçlü rekabet unsurları. Yaratıcı endüstri içindeki sektörler arasında kurallı bir ilişki tanımlamak pek mümkün olmasa da birbirleri ile doğrudan ilişkililer. Günümüzde her yaratıcı sektörün diğer yaratıcı sektörleri kendi bileşenleri olarak kullandığını görülüyor. Her yaratıcı sektör multi-disipliner bir üretim süreci durumunda. Bu sektörler içinde sinema sektörü diğer tüm yaratıcı disiplinleri kullanan bir ortak payda sayılabilir. Sinema hem kendi içindeki dünyayı oluştururken, hem de ticari meta olduktan sonra yaratıcı endüstrinin sektörlerini kullanıyor. Sinema sektörü, yani film endüstrisi öteki yaratıcı sektörlerden, sahip olduğu ekonomik ve toplumsal etki açısından farklılaşıyor. Sinema, 1911 de kurulan ilk film stüdyosu ile birlikte endüstrileşmiş, eğlence unsuru olmasının ötesinde toplumsal ve ekonomik bir araç olmuştur. Film endüstrisi tasarımcılar için ise oldukça özgün bir uygulama alanıdır. Bu alanda ne gerçek hayattaki üretim kısıtlamaları, ne pazar araştırmaları ne de ürün rasyonalitesi tam anlamıyla kısıtlayıcı bir faktördür. Sinema filmi gerçekmiş gibi hikâyeler anlatır ve dünyalar kurar ama gerçek dünyadan çok daha özgürdür. Teknolojik gelişmeler hem tasarıma hem de sinema sektörüne daha iyi hizmet vererek hayal gücünün sınırlarının genişlemesine hatta kimi zaman ortadan kalkmasına sağlamıştır. Hayal gücüne bağlı yaratım süreci sinema ve tasarımın ilişkisinde döngüsel bir etkileşim söz konusudur. Tasarım disiplinleri ise bu dünyanın yaratımında en önemli görevi üstlenmektedir. Spielberg'in 2002 yılında çekmiş olduğu Azınlık Raporu filmi için Kaliforniya'da 3 gün süren bir seminer boyunca M.I.T.'den uzmanların, üniversitelerden şehir plancılarının, mimarların, gelecek tahmincilerinin, yazarların bulunduğu bir beyin takım ile filmin üretim tasarımcısı (aşağı yukarı bizdeki sanat yönetmeni) Alex McDowell ve ekibi ile bir araya gelerek gelecekteki yaşamın teknolojik ve sosyal ayrıntılarını belirlemeye ve öngörmeye çalışmışlardı. McDowell, bu toplantılarda 'birçok uzmanla bir odada oturarak toplumun 5-10-20-30 yıllık dönemlerde nasıl etkileneceğini ve dönüşeceği hakkında fikir yürüttüklerini' söylüyor. Böylesi bir gelecek tasarımı yapıldığında, sadece film oyuncuların kostümleri veya kullandıkları araçlar değil, öncelikle gelecekte neyin değişeceği, toplumsal eğilimlerin ne yönde olacağının belirlenmesi gerekir. Gelecekte şehir yaşamının, insan davranışlarının, mimarinin veya sosyal yaşamın nasıl olacağının öngörülmesi söz konusu olduğunda, sadece sinemanın kendisinin değil, aynı zamanda tüm diğer yaratıcı disiplinlerinin de üretimi söz konusu olur. Bu aşamadan sonra, bahsini ettiğimiz döngüsel etkileşim belirmeye başlar. Sinema filmi kendisi için yaratıcı disiplinlerin gücünü ve sınırlarını zorlarken, ortaya çıkan sonuç bu disiplinlerin sınırlarının gerçek hayatta kullanılmasına yol açar ve böylece yaratıcı sektörlerin gelişimini ivmelendirir. Gelişen yaratıcı sektörler toplumsal ve ekonomik gelişime katkı sağlayarak kendi becerilerini belirler. Tasarım disiplinlerinin geleceği planlanırken yaratıcı endüstrinin iç dinamikleri ve ilişkileri ile bir bütün olduğunu daima göz önünde bulundurmak gerekir. 01. Azınlak Raporu filmi için tasarlanan ‘yaşam’ ve filmde kullanılan her araç, sanat yönetmeni Alex McDowell’ın MIT’den uzmanlarla yaptığı çalışmaların sonucu. YEŞİLDE ‘Bildiğimizi sandığımız’ gerçekleri, yeniden öğrenmeye başlıyoruz: Enerji nerden elde edilir? Binalar canlı mıdır? Yoktan var etmek mümkün müdür? Kaynakları tüketmek yerine arttırmak olası mıdır? Eko tasarım nedir? Güneş, rüzgar ve hidrojen enerjilerine alternatif olarak halen üzerinde çalışılan bir diğer teknoloji Mikrobiyal Yakıt Hücresi (MFC) ise tamamen geri kazanılabilir enerjiyi temsil eden, yeni ve etkileyici bir method. Doğal olarak var olan mikrobiyal metabolizmalardaki enerjiyi hapsederek toprak, gübre, yemek artıkları gibi organik açıdan zengin malzemelerden elektrik üretimine dayanan çalışmayı MIT (Massachusetts Institute of Technology) sürdürüyor. Afrika’nın bazı bölümlerinde, birkaç saatlik aydınlatma için bile beş saat yürüyüş mesafesindeki enerji kaynaklarına ulaşılması gerektiğini hatırlatalım; MFC teknolojisi yeni bir enerji anlayışı haline dönüşüceğe benziyor, değil mi? Afrika’daki enerji ve aydınlatma krizini bitirmeyi hedefleyen sosyal girişim Lebon Solutions ile ortaklaşa yürütülen çalışma, MFC teknolojisinin tasarımcıların da ilgisiyle, insanların günlük hayatlarını nasıl değiştirilebileceğinin bir örneği. Topluluk, atıl enerjileri kullanır hale getirip, bu yöntemleri Afrika pazarı için adapte ederek, bunları kırsal köylere yenilikçi ve ulaşılabilir düzeyde taşımayı amaçlıyor. Böylelikle MFC yakın zamanda daha fazla güç sağlar hale gelip, kolay ve ucuz kurulumu sayesinde diğer enerji kaynaklarıyla rekabet edebilecek. Dünya giderek sürdürülebilir girişimler üzerine yoğunlaşırken, yeşil mimarlık kavramı gelişen bir endüstri haline geliyor. Tek ailelik konutlardan büyük yaşam komplekslerine kadar her şey yeşilin etkisi altında. İtalyan mimar David Fisher tarafından tasarlanan “Dynamic Architecture” isimli proje, kısa bir zamanda dünyanın hareket halindeki ilk yapısı olacak. Yeşil bina kavramını bir adım daha öteye taşıyan kule, elektrik üretmenin yanısıra çevre binalara da enerji sağlayarak, tamamen kendi enerjisini üretebilecek ilk gökdelen. Dubai’deki kulenin 80 katlı, 420 metre uzunluğunda ve her bir katı bir diğerinden bağımsız olarak dönebilecek şekilde inşa edilmesi düşünülüyor. Elektrik enerjisini her katı arasına dikey olarak yerleştirilen yaklaşık 79 rüzgar türbininden sağlayacak olan bina, ışılelektriksel hücrelerden elde edilecek güneş enerjisini de kullanacak. Yapım aşamasında da enerji tasarrufu sağlamayı amaçlayan projede, her bir kat fabrikada prefabrik parçalardan üretilecek ve bu sayede böyle bir yapıda çalışması gereken 2000 işçi yerine 600 işçi yeterli olacak. Projenin yaratıcısı David Fisher başta Moskova olmak üzere dünyanın önemli merkezlerinde de benzer yapıda binalar inşaa edileceğini açıkladı. Hem iç mekânda kullanılan mermer, cam ve ahşap gibi doğal ve geridönüşümlü malzemeleriyle hem de üretilecek enerji kaynaklarıyla tamamen çevre dostu olması düşünülen ilk dönen kule inşaatının Dubai’de 2010 yılında tamamlanması bekleniyor. Artan çevresel tehditler ve var olan kaynakların giderek kısıtlanması gibi etkenler, mimar ve tasarımcıların bu konu üzerine daha fazla eğilmelerini sağlıyor. İnsan ihtiyaçlarının sınırsızlığı, zaten bir hayli(!) sınırlı olan doğal kaynaklarımızı pek hızlı tüketmemize sebep oluyor. Böylesi küçük-büyük ölçekli projeler ise, doğayı ihtiyaçlarımız için tüketmek yerine, teknolojiyi var olanları arttırmak ve etkilerini en aza indirmek için kullanmayı hedefliyor. 02 01 David Fisher tasarımı dönen kule ‘Dynamic Architecture’ adını taşıyor. 01 02 Intelligent Forms’un ürettiği ‘Solo Lounge Table’ açık havada şarj cihazı görevi görüyor. 20 15/02/2009 Asu Aksoy Ömer Durmaz asua@bilgi.edu.tr Yüzyıllık geçmişi ile nadir ayakta kalmış endüstri mirası örneklerinden Hasanpaşa Gazhanesi’nde dönüşüm süreci başlamış bulunmakta. Yoğun bir yerleşim alanının ortasında sıkışıp kalmış, çökük ve metruk Gazhane’nin binaları ve alanının tümü çok yakında bir inşaat sürecine girecek. Alanın mülkiyetine sahip İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin hedefi Gazhaneyi bir kültür merkezi olarak 2010 yılına yetiştirmek. Büyükşehir Fen İşleri Daire Başkanlığı, Yapı İşleri Müdürlüğü tarafından İstanbul 2010 Ajansı’na inşaat projesi teklifi sunuldu. İstenilen para çıktığı taktirde, Koruma Kurulu tarafından 2001’de onaylanmış olan İTÜ’nün yaptığı restorasyon ve yeniden kullanım avan projesi doğrultusunda uygulamaya geçilecek. Kamunun malı olan Hasanpaşa Gazhanesi’nin bir site, alışveriş merkezi ya da otopark gibi ticari bir kullanım alanına değil de bir kültür merkezine dönüşümü kararının nasıl başarılmış olduğunu öncelikle anlamak lazım. Bugünlerde çok aşina olduğumuz kamu varlıklarını özelleştiren ve karşılığında büyük rant kapatan model yerine Hasanpaşa’da gelir kazancı gözetmeyen, sosyal odaklı, kültürel bir projeye, İBB Genel Meclisi’nden, belediye bürokrasisine, kamu tarafından yeşil ışık yakılması sağlanmış. Bunu başaran, tesisi korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil ettirip, ardından çöplüğe ve yıkıma uğramaması için proje hazırlanmasını talep eden, bunun için Mimarlar Odası’ndan akademisyenlere kadar geniş bir çevreyi harekete geçiren, Gazhane Çevre Gönüllüleri isimli yerel sivil insiyatif. Bugün İBB tarafından İstanbul 2010 Ajansı’na sunulan İTÜ Mimarlık Fakültesi’nce yapılan avan proje, işte bu insiyatifin Mimarlar Odası ve Büyükşehir ile, geçmişi 1993’e dayalı çalışmalarıyla elde edilen katılımcı sürecin sonucu. Gazhane Çevre Gönüllüleri konuyu uzmanlar ve yerel yöneticilerle çalışmaya açmakla sınırlı kalmamış, alanda gerçekleştirdikleri kültürel etkinliklerle, semt sakinleriyle yaptıkları toplantı ve araştırma faaliyetleriyle de Gazhane’nin geleceğinin belirlenmesini alttan şekillenen bir müzakere süreci olarak hayata geçirmişler. Katılımcı model işletilmiş. Ancak, proje onayının bundan sekiz yıl önce gerçekleştiği düşünülecek olursa, uygulamaya geçmek için neden bugüne kalındığını sormak lazım. Bunun sebebi, öngörülen proje fikrinin kültür sermayesi (özel ya da kamu) ile buluşamamış olması olabilir mi? İTÜ’nün hazırlamış olduğu “Hasanpaşa Gazhanesi Koruma ve Yeniden Kullanım Ön Projesi” 33.000 metrekareyi geçen gazhane alanında lokanta, kafeterya, atölyeler, sergi alanları, sinema salonları, 500 kişilik çok amaçlı salon, fuaye alanları, kent pazarı, multivizyon binası, gezi alanları, kütüphane, enerji merkezi, yönetim binaları ve yeşil alan, çocuk alanı ve çocuk evi gibi bir çok birbirinden farklı fonksiyonun yer aldığı, tüm kente kültür ve rekreasyon hizmeti vermeyi öngören iddialı omer.durmaz@yahoo.com.tr HASANPAŞA GAZHANESİNDE İSTANBUL 2010 FIRSATI Endüstriyel yapıların yaratıcı platformlara dönüşümüne önemli bir örnek teşkil eden Hasanpaşa Gazhanesi, “kültür sermayesi” ne dair soruları da alevlendirdi. Hasanpaşa Gazhanesi, 1891’de Anadolu yakasında artan aydınlatma ihtiyacını karşılamak üzere Yenikapı Gazhanesi’nden sonra kurulan İstanbul’un ikinci büyük gazhanesi. Aydınlatma maden kömüründen elde edilen gazın ev ve sokaklardaki kandillerde yakılmasından sağlanıyor. Hasanpaşa 1993 yılında kapanıyor. 01 Kültür İşi İşte! Proje neresinden bakarsanız pahalı. Böyle yüksek maliyetli ve üstelik mali getirisi de, kültür işi olduğundan, kesinlikle garanti olmayan bir projenin altına kim elini koyabilirdi? Belli ki Büyükşehir bizzat finanse etmekten geri durdu; o sıralarda Sütlüce Kültür Merkezi’ni bitirmek endişesi belki önplandaydı. Özel sektör de proje konsepti itibarıyla bu kadar büyük bir ön yatırım gerektiren ve fonksiyonları baştan belirlenmiş bir alana girmek istemedi. Buradan çıkarılması gereken bir sonuç var: İstanbul gibi bir çok benzeri kültür altyapısı projesinin kaynak için yarıştığı ve özel kaynakları kamu projelerine çekme mekanizmalarının fazla gelişmediği bir alanda, kamu sektörünün ticari olmayan kültür merkezi projelerinde finansman meselesinin baştan düşünülmesi gerekiyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Gençlik Merkezi, Türkiye’den ve dünyadan, 40 tanınmış graffiticiyle beraber “İstanbul” temalı sokak sanatı etkinliğini birkaç ay önce Eski Galata Köprüsü’nde gerçekleştirdi. Festivalin amacı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da, birçok ülke ve şehirden farklı kültürleri bir araya getirmek, Avrupa ülkelerinde kültür ve sanatın bir öğesi olarak görülen graffiti’nin İstanbullulara doğru anlatımını sağlamaktı. Güneşli bir İstanbul gününde oldukça hareketli, boya zerreciklerinin havada uçuştuğu, boş duvarların saatler içerisinde rengârenk olduğu, izleyene enerji ve ilham veren, sımsıcak bir gündü. Etkinliği izlerken, sanırım Murat Bardakçı aklıma girdi ve graffiti’nin Osmanlı ile olan bağları üzerine düşünmeye başladım. Paleolitik Çağ’dan bu yana her kültürde görülen duvar yazılarının Osmanlı’da da örnekleri var mıydı acaba diye belleğimi taramaya başladım. Araştırmalarım zaman içinde sonuç verdi... “Bilezik Yazısı” Avan projenin hayata geçebilmesi için, alanın etrafındaki ”aşırı” yapılaşmanın kontrol edilmesi , çevresinde yeşil koruma bandının oluşturulması ve ulaşımın çözülmesi gerekmekte. Bunlar yapılmadı. Hemen inşaata başlanılması durumunda, orada hızla kotarılmış, avan projenin temel esprisine aykırı bir kültür inşaatının yükseleceği anlamına gelmiyor mu? bir proje. Bu projenin önemli özelliği, proje ekibinden Gülsün Tanyeli’nin belirttiği gibi ‘karma bir yeniden işlevlendirme programının’ uygulanması. Yani, bazı yapıları yeniden işlevlendirmeyerek, oldukları gibi koruyarak restore etmesi ve diğer mevcut yapıları yeniden işlevlendirme programı uyarınca elden geçirmesi. Proje ayrıca sökülmüş gazometrelerin yeniden yapımını (rökonstrüksiyon) içermekte. 21 Bu noktada, kamu ya da özel, kültür sermayesinin işin içine baştan nasıl çekileceği ve hangi kıstaslar çerçevesinde angaje edileceği meselesinin yerel sivil insiyatifin, tasarımcının ve mimarın boyunu aştığı itirazı gelebilir. Tasarımcı ve mimar verilen brief çerçevesinde projesini tasarlar, sivil insiyatif yerel halkın ihtiyaçlarını karar sürecine taşır, parayı bulmak ve altyapıyı işletmek belediyenin işi denilebilir. Oysa, kültür sermayesi denilen, tiyatro ya da müzik prodüksiyon şirketi, opera, dans sahnesi, sinema zinciri, galeri, müze, yayıncılık, tasarım merkezi, festival işletmeleri, hatta üniversiteler, özel kolleksiyonerler ve mesenler ve de bu alanlardaki işletmelere doğrudan sponsorluk yapanlar değil de nedir? Yani, kültür sermayesini baştan çekmek demek büyük ölçüde projenin içeriğine ve karakterine ilişkin yönü de belirlemek demek. Bu buluşmayı kamusal projelerde sağlayan ise kamu sektörünün kendisi olmak durumunda. Yani yerel yönetimin kültür müdürlükleri ya da Kültür Bakanlığı ilgili müdürlükleri. Mesela, Amsterdam’da bugün başarı ile işleyen Westergasfabriek adlı gaz fabrikası kültür parkı durumunda, belediyenin ilk işi tam zamanlı bir proje yöneticisini işe almaktı. Proje yöneticisi proje geliştirme sürecinin mahalleli ile buluşmasından, alanın geçici olarak kullanıma başlamasına, kültür operatörlerinin devreye girmesinin kolaylaştırılmasına, iletişim çalışmalarının yürütülmesine kadar bir dizi sorumluluk almıştı. Hasanpaşa durumunda da, işin başından kültür sermayesinin yerel kültür kullanımı talebi ve tasarımcı ile buluşmasını sağlayacak düzenlemenin yapılması gerekirdi; böylece projenin yapılabilirliği ve sürdürülebilirliği sağlanmış olacaktı. Sanat ve tasarım dallarının çoğu, başlangıçlarını, Paleolitik Çağ mağara resimlerine kadar dayandırırlar. Hatta bu disiplinlerin altbaşlıkları da bu ritüeli ayrı ayrı tekrarlar. Fazlasıyla tekrara düşen söz konusu ilişkilendirmenin zamanla klişeleştiği bile söylenebilir. Yeni nesil için, “çok kanlı bir savaş olmuştu, iki taraf da çok asker kaybetmişti...” şeklinde başlayan tarih sözlülerinin bir benzeri olmuştur adeta: “Taa... ilkçağ mağara resimleriyle başlayan resim sanatı...” Homo Sapiens atalarımızın söz konusu bu eylemi, çağdaş görsel tasarım ve sanat disiplinlerinin tarihi gelişimi içerisinde değerlendirilmesine rağmen aslında hiç tükenmedi, günümüze OSMANLI’DA GRAFFİTİ Keyfinize göre, vandalizm, kamusal sanat ya da“bilezik yazısı”! Osmanlı bize graffiti mirası bırakmış olabilir mi? kadar başkalaşarak süre geldi. Graffiti, yani “duvar yazısı/resmi” bunun en iyi örneği. Duvara uygulanan yazı ve resimler yoluyla kendini ifade etmenin bir görsel üretim yolu olarak düşünebileceğimiz graffiti, Latince’de grafik (graphos; yazmak/çizmek), sözcüğüyle benzer bir kökten graffiato (kazımak) sözcüğünden geliyor. Her yüzyılda ve her ülkede rastlanan bu kaligrafik yazılar, stilize resimler, küreselleşmeyle beraber, alt gruplara ait ortak bir bilek hareketine hatta modern kültürün önemli bir parçası haline dönüştü. Kamusal bir sanat dalı olarak kabul edenlerin yanında, vandalizm olarak görüp karşı duranlar da oldu. İlk insanın kendini ifade etmedeki temel içgüdüsü, bugün de olanca hızıyla kamusal alanlarda toplumsal izler bırakmaya devam ediyor. Osmanlı’nın külliyelerine, cami avlularına adımınızı attığınızda, karşınıza –mekânın dokusu içinde kamufle olmuş– bir dolu duvar yazısı çıktığını göreceksiniz; ancak Şimdi, İstanbul 2010 ile önümüzde fırsat var. Proje müelliflerinin de altını çizdiği gibi, mevcut avan projenin etaplandırılarak, ilk etabında düşük maliyetle binaların biran evvel konsolidasyonlarının yapılarak esnek kullanıma yönelik teşriflerinin gerçekleştirilmesi ve de alanın 2010 artistik programlarına açılması mümkün. Bu artistik kullanımı yönetmek üzere, yerel insiyatifden desteklenen bir kültür yönetimi kapasitesinin hızla orada oluşturulması talep edilmelidir. Bu yönetimin ilk yapacağı 2010 artistik programlarına gerek mahallelilerin gerekse de kültür operatörlerinin etkin katılımını sağlayarak Gazhane kültür vizyonunun uzun vadede sindirilerek vücud bulmasının önünü açmak olacaktır. 2010 artistik programlarını Gazhaneye çekerek Gazhane Kültür Merkezi işine başlamak önerisi bildik arama-bilgilenmetasarım-uygulama zincirini tersine çevirmekte. Geçici kullanımlarla tasarımcının ve kullanıcının, kültür sermayesinin ufkunu açmak. İşte 2010 fırsatı bu. 01 Kaynak Gülsün Tanyeli bunlara graffiti değil, “bilezik yazısı” denmekte. Osmanlı kent yaşamının sosyal yapısı içinde önemi tartışılmaz bu dini ve siyasi merkezlerde, graffiti çalışmaları işlenmiş mekânın yüzeylerine. Ama duvarlar değil, sütunları sarmalayan tunçtan döküm kelepçeleri kullanılmış bu ifade biçimini nakletmek için. Sözün bundan sonrasını, bilezik yazılarıyla ilgili araştırmanın sahibi Baki Günay’a bırakıyorum: “Cami, külliyenin merkezinde yer alır ve cemaatin belirli zamanlarda toplandığı bir çeşit ‘forum’ işlevini üstlenirdi. Saray yönetimiyle halk arasında bir iletişim odağı durumundaki bu mekânlar, şehir hayatını ilgilendiren kararların cemaate duyurularak tepkisinin ölçüldüğü yerlerdi. ‘Bilezik yazıları’ denen bu yazılar da o dönem insanlarının haberleşmek ve bilgilenmek için kullandığı bir çeşit fısıltı gazetesi işlevi görürdü; matbaanın Osmanlı’ya gelişine kadar da etkisini sürdürdü. Bu yazılar, genellikle, önemli olayların geleceğe aktarımını amaçlıyorlardı. Bilezik yazılarında, meşhur İstanbul yangınlarıyla ilgili haberlere, ölüm ve evlenme ilanlarıyla beraber tanınmış kişilerce verilen çeşitli ilanlara da rastlamak mümkün.” “Bileziklerde, normal halk dili ile yazılmış Osmanlıca yazılar bulunuyor. Osmanlıca bilgisi olan kişilerin rahatlıkla okuyabildiği bu yazılarda gündelik halkın gördüğü ve etkilendiği olayların yanı sıra halkı ibadet etmeye davet eden ayetler de bulunuyor. İşte Topkapı’daki Ahmet Paşa Camii avlusundaki ‘bilezik’ de ilginç bir yazı: ‘Donanmayı hümayuna çıkalı yevmi Pazar fi 6 şaban sene 1167’. Yine aynı camiinin avlusundaki başka bilezikde şu yazılar okunabiliniyor: ‘Muid Ahmed Efendi Mısır’a gitti. Osman sene 1049.” 01 “Sütunlara yazılan bazı yazılara tarih kitaplarında bile rastlamak oldukça zor. Şehzade Camii’nin kıble kapısının sol tarafındaki bilezikte şunlar okunabiliyor: ‘Azim ateşi göründü hava yüzünde. Kadir gecesi fiyevmi yeksen bin sene1022’. Avludaki sütunların başka birisinde camiinin t amiratı ile ilgili bir not düşülmüş. ‘Altın oluk işlendi sene 1021 ve cami-i şerif meremmat oldu 15 Recep sene 1025”. Yazanlarıyla ilgili bilgilerin kayıtlara geçmediği bilezik yazılarının en eskisi, Aksaray’daki Murat Paşa Camii’nde, en yenisi Edirnekapı Mihrimah Sultan Camii’nde bulunuyor. Sultanahmet Camii’nin sütunlarındaki bir yazı, söz konusu yazıların Osmanlı’nın graffiti örnekleri olduğunu doğrular gibi: “Ah Hüseyin, vah Hüseyin, dilerim Allah’tan bul Hüseyin...” 01 Bilezik yazılarına camilerde rastlanıyor. Fotoğraf: Ömer Durmaz 02 02 Yeni nesil graffiti örneklerinden. 22 Mirzat Koç mirzat@mirzatkoc.com Ürün tasarımını yapmak, bana konuşmaktan daha kolay gelmiştir her zaman, nedense. Sebebi ürünlerin kendi hikâyelerini -benimolmadığım durumlarda rahatlıkla anlatabilmesinden kaynaklansa gerek... Bu bir görev paylaşımı gibi, ben tasarlıyorum onlar - ürünler- konuşuyor. İki havaalanı arasında yakalandığım ve 600 kelime ile sınırlanan – ki parametreler iyi tasarım için her zaman çok önemlidir- bu yazımda yaşadıklarımı ve inandıklarımı kısaca paylaşacağım. İçinde bulunduğumuz dönem birçoğumuz için tedirgin edici; güvenlerin azaldığı zedelendiği bir dönem gibi... Fakat o kadar da tersine bir ivme ile karşı karşıyayız. Yani iyi fikirlere asıl şimdi ihtiyacımız var. Tüm dünyanın ekonomik krizle çalkalandığı bu günlerde pozitif ve sosyal sorumluluk taşıyan kişilere, fikirlere, vizyon yüklü adımlara ve bunları sırtlayacak yöneticilere ihtiyacımız her zamankinden fazla. İki dünya savaşı arasındaki döneme ve yaşananlara baktığımızda ekonomik durgunluğun buhrana dönüştüğü günlerde, Bauhaus akımının modernizm fikri etrafında toplanıp, dünyayı bugünlere taşıdığını görüyoruz... Bugün aynı beklentilerin olması - tasarım anlamında- çok doğru olmayabilir fakat sürekli var olan değişikliğin bizleri daha farklı düşünmeye, tasarım sürecini kullanıcı/tüketici, üretici ve tasarımcı üçgeninde tekrar gözden geçirmeye zorlayacaktır. Bu, çok olumlu yönde geliştirilebilir... Ve 90'lı yıllarla başlayan insan faktörünün unutulduğu, göz ardı edildiği popüler tasarım dünyası- ki bugünler onlardan kurtulmak için mükemmel bir fırsattır- havalı ve içi boş sözcüklerle desteklenen - dinamizm, sentez, şirin, gizem, heykelsi şiirsel vs gibi- tasarım söylemini SORUMLULUK, DURUŞ VE TASARIM(CI) Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın dört bir yanında adından övgüyle bahsedilen ürün tasarımcısı Mirzat Koç, deneyimlerini Radikal Tasarım Gasetesi için kaleme aldı. çok sığ bir platforma çeken eğilim yerini daha akılcı, çevreye ve insana duyarlı ve en önemlisi ürün tasarımcısının tasarım süreci, insanlara karşı üstleneceği sorumluluk ve dolayısı ile bu denklemde duruşunu belirleyebilmesi için mükemmel bir fırsat dönemine geçiş yapmaktadır. İnsanlar eğer dünyayı 3 harfli popüler uluslararası haber kanalından izleyecek olurlarsa dünyanın sürekli bir kaos ortamında olduğunu düşünmeleri ve inanmaları kaçınılmazdır... Aynı söylem, tasarımı dergi ve müzelerde izleyenler için de geçerlidir... Bu durum profesyonel tanımlama açısından, kimlik ve duruş sorunu yasayanlar için sorunlu bir bölgedir... Tasarımcının insanlara yakın olması ve yürekten inandığım, Umberto Eco'nun savunduğu gibi nesnelerin dili veya "demeci" olması gibi tasarımcıların da duruşu olması gerekmektedir. Elbette hayat çoğu zaman olduğu gibi çığırından çıkabilmekte... Buna en güzel örnek 92–94 yılları arasında New York Pratt Institute'ta 2 dönem ders aldığım Karim Rashid'i -yaşanmış bir örnek olarakverebilirim... Elbette söz konusu durumun, başlangıçta urun tasarımcısı kimliğine faydalı olduğunu düşünenler olabilir... Fakat gelinen noktada Karim Rashid ve benzerlerinin “ben mouse-pad tasarlamam arkadaş” diyememeleri sorumluk ve duruş konusunda tasarımcı kimliğini birçok işveren nezdinde zedelemiştir... Bu tür örnekler ürün tasarımcısı tanımlamasını sarsmakta ve bizden sonra gelen tasarımcıların isini zorlaştırmaktadır... Ben Amerika'da her ambulansta bir ürünüm olduğunu ve her polisin kemerinde insan hayatı kurtaran bir ürünüm olduğunu söyleyemiyorum... Neden? Söz konusu ürünler entel muhabbetlere ilham olamadığı için mi acaba? Yine de fayda bazında incelendiğinde tasarımcı olarak duruşumu desteklediğine inanıyorum... Aslına bakarsanız kabahatin çoğu da bizlerden kaynaklanmakta... Onları dergilerimizin kapaklarına bizler koyduk, tasarım ödüllerini bizler verdik ve müzelerimizde yine bizler sergiledik... Aslında fonksiyonel olarak son derece yetersiz bu tasarımları zarafet ve şıklık balonları içinde yine bizler muhabbetlerimize konu ettik. Neden? Bu sorunun en güzel cevabını Radikal Tasarım Gazetesi’nin ilk sayısında tasarımcıların seçtiği “2008'in en iyi tasarımları”nda bulacaksınız... Cevaplara baktığımızda ciddi bir problemle karşı karşıya olduğumuzu görmekteyim. Yılın en iyi tasarımları arasında gösterilen ürünlerin büyük bir kısmı, çoğu insanın ulaşamayacağı, elitist ürünler ve en az 3 tanesi sandalye... Tasarımcılar arasında ciddi bir sandalye psikozu var. Oysa ben, yılın tasarımları arasında, boyunda taşınabilen LifeStraw gibi milyarlarca insanın anında arıtılmış su içebilmesini ve yaşamlarını devam ettirebilmelerini sağlayan bir ürünü görebilmeyi çok isterdim. Hal böyle olunca, tasarımcıların duruşlarını ve kendilerini işverene ispatlayabilmeleri için bu tür sorulara nasıl cevap verdikleri çok önem kazanmakta. Elbette bu tür sorulara en doğru cevabı vermek imkânsız gibi görünse de (ürün) tasarımcılar(ın)a "önce insan" söylevine sıkıca bağlanmalarını, sorumluluk almalarını ve pazarlamacıların da her söylediğine inanmamalarını öneriyorum... İyi düşünülmüş öz tasarlanmış bir gelecek dilerim... Aslı Ayşen Aydın asliaysen@gmail.com TED KONFERANSI DAVOS’U SOLLUYOR MU? Amerika’nın önde gelen tasarımcı beyinlerinden Richard Saul Wurman’ın 1984 yılında başlattığı TED, gün geçtikçe daha çok ilgi görüyor. Teknoloji-EğlenceTasarım kelimelerinin kısaltılmışı olan TED, herhangi bir reklam ya da PR çalışması yapmadan geldiği bu noktada, 25. yılını kutluyor. Her ne kadar başlangıç aşamasında kısa bir dönem tökezlemiş olsa da, TED’in Kaliforniya’daki sahnesinden her geçen gün daha yaratıcı, ilham veren ve gelecek vaat eden isimler geçiyor. Tüm haklarını, 2001 yılında Chris Anderson’ın başkanlığındaki Sapling Vakfı’nın devraldığı TED’e katılımın değeri 6000 ABD Doları. Tabii, aylar öncesinden ve anında dolan kayıt şansını bir şekilde yakalayabilirseniz. Peki, TED’i bu kadar ayrıcalıklı kılan ne? Al Gore, Bill Gates, Frank Gehry, Richard Branson gibi dünyanın önde gelen isimlerinin yanı sıra Afrika’da sosyal etki yaratmış bir sivil toplum kuruluşunun başkanı, Tianenmen Meydanı’nda isyanı başlatan öğrenci lideri ya da sahne performanslarıyla aklınızı başınızdan alacak yetenekler de TED’e davet edilme fırsatı yakalayanlar arasında. Amaç, siyasi liderlerin dudaklarının arasından çıkacak sözlerle değil, bilimsel buluşlarıyla devrim yaratanların felsefelerini ya da toplulukları peşlerinden sürükleme kapasitesine sahip geleceğin önderlerinin projelerini daha büyük kitlelerle tanıştırabilmek. Böylece insanlara değişimin bir parçası olduklarını hissettirebilmek ve onlara daha sürdürülebilir bir dünya için kendi yapabilecekleri konusunda ipuçlarını sunabilmek. Yayıncı kökenli Chris Anderson’ın TED Konferansı’na devraldığı 2001’den bu yana eklediği özellikler arasında websitesini katılımcı sunumlarıyla besleyerek herkesin ulaşabileceği bir platform haline dönüştürmesi ve her yıl 3 kişiye verilen 100.000 ABD Doları değerindeki TED Ödülü bulunuyor. Kazananlar, ödülü aldıkları gün “dünyayı değiştirecek dileklerini” de paylaşma fırsatı yakalıyor. Mesela, 2006 yılında ödül kazanan film yapımcısı Jehane Noujaim, geçen yıl dileğini gerçekleştirdi. Sinema aracılığıyla dünya barışına katkıda bulunmak isteyen Noujaim, çeşitli şehirlerden aynı anda canlı olarak yayınlanan “Pangae Day”in yaratıcısı. Sadece ekonomik kriz değil, iklim değişikliği, enerji tüketimi, fakirlik derken dünyamızın içinden geçtiği dönem artık çok daha fazla sosyal grubun bir araya gelerek değişim yaratmasını gerektiren bir zaman. Bu yüzden siyasi ya da ekonomik çıkarlardan çok, değişimi başlatacak ve sürdürülebilir kılacak kişilerin daha fazla kişiye ulaşabileceği bağımsız platformlar, dünya liderlerinin bir araya geldiği organizasyonlardan daha çok öne çıkacak gibi görünüyor.