Untitled - Kale Tasarım Merkezi

Transkript

Untitled - Kale Tasarım Merkezi
02
15/02/2009
03
Ardan Ergüven
ardanerguven@gmail.com
USTALARA
Barış Çakmakcı
VEDA
bcakmakci@doganburda.com
Daha İnce
Hatlar
Genç
Yeteneklerin
Peşinde
International Talent
Support, bu yıl ITS#EIGHT
‘The Greatest Show of All’
temasıyla dünyanın dört bir
yanından genç tasarımcıları
yaratıcılıklarını ifade etmeye
çağırıyor. Etkinlik
kapsamındaki dünyanın tek
aksesuar yarıkması
ITS#ACCESSORIES,
birleştirici ürünler ve
tasarım elemanlarıyla
tanınan YKK'nın ortaklığıyla
gerçekleşiyor. Yarışmaya
başvurmak için son tarih 25
Mart 2009. Finalistler
Temmuz 2009'da Trieste,
İtalya'da düzenlenecek
sergiyle tasarımlarını
dünyaya tanıtma şansını
yakalayacak.
Aşkın Damakta
Kalan Tadı
Design Zone, “Aşkın
Damakta Kalan Tadı” ile
sanatçı ve tasarımcıları
Nuruosmaniye’de bir araya
getiriyor. Küratörlüğünü Işık
Gençoğlu’nun üstlendiği ve
katılımcıların kendi aşklarını
ifade etiiği etkinlik,
yenilebilen, giyilebilen,
takılabilen bir sergiye
dönüşüyor. Son kez 21
Şubat’ta gerçekleşecek
sergiden elde edilecek
gelirin bir bölümü genç kız
sığınma evine bağışlanacak.
Adobe Tasarım
Başarı Ödülleri
İçin Başvurular
Başladı
Modada Yeni
Soluklar
London College of Fashion,
Domus Academy, Instıtut
Française de la Mode gibi
moda eğitimi alanında
dünyanın en köklü kurumları
ile olan uluslararası
bağlarını, Boğaziçi
Üniversitesi ile destekleyen
İstanbul Moda Akademisi,
şubat ayında yeni döneme
başlıyor. İMA, Moda ve
Tekstil Yönetimi’, ‘Moda
Tasarımı’, ‘Moda Visual
Merchandising’, ‘Moda
Fotoğrafçılığı ve ‘Styling’,
‘Moda Tasarımında
Photoshop ve Illustrator’,
‘Moda Çizim Teknikleri’
derslerini açıyor.
Bir Logo,
Bir Bilet
2010, yalnızca Avrupa
Kültür Başkenti olacağımız
tarih değil, aynı zamanda
Türkiye’de Japon Yılı .
Japonya Büyükelçiliği bu
bağlamda logo ve slogan
yarışması açtı. Amatör ya
da profesyonel tüm
yaratıcı fikirlere açık olan
yarışmanın iki ayrı
kategoride belirlenecek
galiplere Japonyaİstanbul uçak bileti
armağan edilecek. Son
başvuru tarihi 26 Şubat.
(www.japonya2010.org)
Bu yıl dokuzuncu kez
düzenlenen ve grafik
tasarım, fotoğraf,
animasyon, dijital film
yapımı gibi alanları olan
Adobe Tasarım Başarı
Ödülleri için (ADAA)
başvurular başladı. 18
yaşından büyük ve öğrenci
olma şartının arandığı
ADAA’ya yapılacak tüm
başvuruların 5 Haziran
2009'a kadar internet
üzerinden gönderilmesi
gerekiyor. 40 ülkeden çok
sayıda adayın ilgiyle izlediği
yarışmanın ödül töreni Ekim
2009 tarihinde Pekin'deki
Icograda Dünya Tasarım
Kongresi'nde yapılacak.
(www.adobe.com)
İkinci Kez
i-deco
İstanbul Dekorasyon ve
Tasarım Fuarı'nın ikincisi
5-9 Mart tarihleri arasında
CNR'da gerçekleşecek.
“Yarın dekorasyon
dünyasında bambaşka
tasarımlar olacak. Bugünden
görmek ister misiniz?”
sloganı ile yola çıkan
i-deco’da, trend
enstalasyonlarına ayrılmış
“i-deas” adlı bir bölüm
olacak. Ünlü tasarımcıların
özel sergileri, audio vision
alanları, sıra dışı konsept
tasarımların yer alacağı bu
bölüm fuarın en ilgi çekici
kısmı olacağa benziyor.
(www.idecoist.com)
Vestel, Chicago Mimarlık ve
Tasarım Müzesi’nin verdiği
dünyanın en prestijli tasarım
ödüllerinden biri sayılan
Good Design Award’da “Slim
and Thin” LCD TV modeli ile
2008 yılı ödülüne layık
görüldü. Vestel’in,
Finlandiyalı Finlux markası
için ürettiği Slim and Thin
LCD TV, yandan bakıldığında
piyasadaki rakiplerine göre
oldukça ince bir görünüme
sahip. Ürün, Kerem Tuncel
imzası taşıyor.
Kale’ye iki
EDIDA Ödülü
Nisan ayında Milano’da
gerçekleşecek ve 24 ülkede
yayınlanan her edisyonun
adaylarının katılacağı Elle
Decor Uluslararası Tasarım
Ödülleri EDIDA’nın Türkiye
ayağı yapıldı. 12 farklı
kategoride ödüllerin
dağıtıldığı gecede Kale
Grubu iki farklı dalda ödül
aldı. Mutfak kategorisinde
Demet Bilici, Ozan
Kayaoğulları ve Sinem
Elmalıoğlu’ndan oluşan
KalePlus tasarım ekibi ödüle
layık görülürken, Çanakkale
Seramik ve Kalebodur için
tasarladığı Orientile
Koleksiyonu ile Can Yalman
da Duvar Kaplaması
kategorisi birincisi oldu.
Geçmiş ve modern değerlerle
bir füzyon yaratan Aya,
Selçuk kültüründen
yararlanarak, tek bir dörtgen
formdan yola çıkan Feza ve
altın süslemeler ile tombak
sanatlarından esinlenilen
Rumi ile ödüle layık görüldü.
Can Yalman aynı zamanda
yılın tasarımcısı ödülüne
hak kazandı.
Logo Tasarım
Yıllığında
Bir Türk
Dünya çapında tasarlanmış
en iyi logo ve markaların
onurlandırıldığı yenilikçi
grafik tasarım ödülleri
projesi olan WOLDA
Uluslararası Logo Tasarımı
Yıllığı, Serdar Özyiğit’in logo
tasarımını da yayınladı.
Özyiğit, yıllığın ilk
baskısında, 43 ülkeden
gelen yaklaşık 1.100 başvuru
arasından seçilerek, toplam
192 tasarımcıyla birlikte,
dünyanın en iyi
tasarımcılarından biri
olarak anıldı.
(www.wolda.org)
Çağlayan,
Londra Tasarım
Müzesi’nde
Puma Kreatif Direktörü
Hüseyin Çağlayan'ın
çalışmalarından oluşan
‘From Fashion and Back’
isimli retrospektif sergisi
Londra Tasarım Müzesi'nde
açıldı. 17 Mayıs’a kadar
sürecek sergide “Puma Sport
Fashion” koleksiyonlarının
gelişen teknolojiler ve
tasarımlarla yorumlandığı
çalışmalardan oluşuyor.
Çağlayan’ın sergi için
geliştirdiği sınırlı sayıda
üretilen tişört tasarımları da,
eşzamanlı olarak satışta.
(www.designmuseum.org)
Editör: Umut Kart Katkıda Bulunanlar: Erkan Aktuğ Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven
Uygulama: Taylan Polat Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer
Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel
Korkmaz, Yasemin Köse, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Reklam Direktörü: Özer Topkaya
Reklam Müdürü: Korhan Kesici Reklam Rezervasyon: Tayfun Elaldırsın Reklamlar için Tel: 0212 505 6486 Fax: 0212 505 74 79
Doğan Medya Center 34204 İstanbul Radikal Sanat Tel: 0212 505 6494 Fax: 0212 505 69 61 sanat@radikal.com.tr,
umutkart@kaletasarimmerkezi.com Radikal'in ücretsiz ekidir.
Grafik tasarım dünyası, Shiego Fukuda
ve Pierre Mendell’İ kaybetti.
İlk olarak A.G.I. (Alliance Graphique
Internationale), uzun zamandır sağlık
problemleriyle boğuşan Pierre Mendell’in 19
Kasım 2008 tarihinde öldüğü duyurdu. 79
yaşındaki Mendell, 30 yıldan fazla bir süre
içinde danışmanlığını yaptığı Münih Tasarım
Müzesi (Die Neue Sammlung) ve 1993’ten
sonra Bavyera Devlet Operası için tasarladığı
afişlerle Münih’in çehresini değiştirmiş ve
özellikle opera afişlerinin özgün bir üslupla
tasarlanabileceğini kanıtlayarak, sayısız
tasarımcının örnek aldığı çalışmalar yapmıştı.
1958-60 arasında Basel’deki Tasarım
Okulu’nda Armin Hofmann’ın öğrencisi olan
Mendell, 1961 yılında Münih’te Klaus Oberer ile
Studio Mendell & Oberer’i kurmuş, 2000’den
itibaren Pierre Mendell Design Studio olarak
çalışmalarına devam etmişti. Mendell, grafik
tasarım kavramlarıyla son derece yalın ve
kurallı bir biçimde oynamış, afişlerinde ağırlıklı
olarak görsel mecazlar kullanmıştı. 2004’te
Grafist’in konuğu olarak İstanbul’a gelen
Mendell, başta Siemens pek çok büyük firmanın
kurum kimliğini tasarlamış, afişleriyle önemli
ödüller kazanmıştı.
Bir başka acı haber ise 11 Ocak 2009’da
Tokyo’dan geldi. Sosyal temalı afişleriyle ünlü
Shigeo Fukuda 76 yaşında ölmüştü. Minimalist
bir yaklaşımla tasarladığı afişlerindeki optik
oyunlarla tanınan Fukuda, espiriyi evrensel bir
iletişim dili olarak kullanmıştı. Japon tasarım
dergisi Idea’da yer alan söyleşide “Tasarımın
yüzde 30’unda haysiyet, yüzde 20’sinde
güzellik, yüzde 50’sinde de espiri olması
gerektiğine inanıyorum” demiş ve bu görüşünü
eserlerine yansıtmıştı. Kinayeli üslubuyla
tanınan tasarımcının en ünlü çalışmalarından
biri ikinci dünya savaşını eleştirdiği “Zafer
1945” isimli afişti. Batı kültürünün aksine
Japonya’da afiş, bir satış aracından çok politik
ve sosyal meselelerin işlendiği kültürel bir
iletişim ürünü olarak kullanılmıştı. Fukuda bu
yaklaşımın önemli temsilcilerinden biri olarak,
New York Sanat Yönetmenleri Kulübü Şöhret
Salonu’na seçilen ilk Japon grafik tasarımcı
olmuş ve eserleri dünyanın çeşitli ülkelerindeki
müzelerde ve sergi salonlarında sergilenmişti.
Grafist etkinlikleri kapsamında 2000 yılında
İstanbul’a gelen Fukuda, MSGSÜ Osman
Hamdi Bey Salonu’nda bir sergi açmış
ve üniversite öğrencileriyle atölye çalışmaları
gerçekleştirmişti.
Kunter Şekercioğlu
kunter@kilittasi.com
HAŞHAŞ İLHAM OLDU!
Anadolu Üniversitesi’nin 50. yılı etkinlikleri ilginç
bir projeye sahne oldu. Yapılan çalıştayda sekiz
farklı disiplinden öğrenciler yer aldı.
“Yerler, Yerleştirmeler, Yer
Değiştirmeler” çalıştayı, öğrencilerin her
birinin kendi mesleği ile ilgili katkıda
bulunabileceği bir alt başlık altında
yürütüldü: “Yerel yemek kültürü için
yemek tasarımı”. Eskişehir ve yemek
kültürü üzerine araştırdığımızda bölgede
geçmişi ve etkisi yadsınamaz bir “haşhaş”
kültürü olduğunu fark ettik. Güç ve
bereket sembolü olduğunu haşhaşın,
Hititler döneminden beri, Orta Anadolu'da
ekimi yapılmakta olduğunu ve adının
Hititçe "Haşşikka" kelimesinden geldiğini;
helvası, lokumu, ekmeği, ezmesi, böreği,
pidesi, katmeri vb pişirildiğini,
tohumunun şiş köfteye ve bulgur pilavına
katıldığını gördük. Haşhaş için yüzlerce
yıldır bazalt bir öğütme taşı kullanıldığını,
bu taşın anneden kızına devredildiğini
işittik. Dahası, uluslararası politik
çatışmalar ve bitkinin narkotik özellikleri
nedeni ile ekimine getirilen sınırlama ile
Orta Anadolu ve İç Ege Bölgesi’nde 4000
yıllık bir geçmişe sahip olan haşhaş
özelindeki yemek kültürünün ciddi bir
sekmeye uğradığını ve giderek unutulma
tehlikesi ile yüz yüze kaldığının
ayırdına vardık.
“Söz konusu tehlike” üzerine tartıştık ve
yeni haşhaşlı ürünler tasarlayarak,
günümüz yaşam koşullarına uygun olarak
yeni tüketicilerin beklentilerine de cevap
verebilecek yeni yiyecekler sunmaya karar
verdik. Yeni tüketicileri de, haşhaşla
henüz tanışan çocuk/gençler ve düşük
kalorili, sağlıklı beslenmeye önem veren
kesim olarak belirledik. Seçtiğimiz
tüketici profillerinin yemek ve yaşam
alışkanlıklarını tespit ederek bu
doğrultuda kendi tariflerimizi çalıştık ve
formlarımıza karar verdik. Eğlenceli
pişirme ve tadım toplantıları yaptık.
Kırmızı biberli haşhaş ekmeğinin
deneyselliği, kara kovan balının haşhaşlı
bonbon içine ne kadar katılması gerektiği
ve benzerleri gerçekten öğretici oldu.
Tabii işin uzmanlarına da danışmayı
ihmal etmedik. Yiyecek tasarımlarını
halka sunmak geçici bir çözüm önerisi
olacağı için, tasarımlarımızın tariflerini
tatlarını beğenen ve pişirmek isteyenlerle
paylaşmamız gerektiğini düşünerek
tarif kartları hazırladık.
Grubumuzun farklı yaratıcı disiplinlerden
öğrencilerden oluşmasının avantajını
kullanarak, grubun logosunu(HAŞ5),
sloganını(beş saatlerinizin yeni lezzeti),
tanıtım ve yönlendirme için kullanılacak
maskot ailesini, tadım standını ve
önlüklerimizi ürettik. Üç gün süren
sergileme ve tadım deneyimimizde bu
kadar eski bir yemek kültürünün
endişesini duyduğumuzdan daha canlı
olduğunu hem de ulaşmak istediğimiz
grupların haşhaşı tanımadığını ama
tadınca, önerdiğimiz tarifleri çok
beğendiklerini deneyimledik. Tarif
kartlarımızın istenmesi, bize Eskişehir’in
tasarımlarımızı sevdiğini, benimsediğini
ve uygulayacağını anlattı. Unutulma
tehlikesi bulunan eski bir yemek
kültürünün sürdürülebilirliğine katkımız
oldu ise ne mutlu bizlere!
04
“Sigara içme ceketi” Fiona Carswell
tarafından tasarlandı ve çevreye saygılı
içicilere yönelik. Ceketin içinde içicinin
dumanı üflemesi için bir hazne var. Tek
yönlü valfle açılan bu bölme sayesinde
kibar içiciler dumanı diğerlerinin yüzü
yerine bu hazneye üflüyor. Haznedeki
duman, plastik tüpler aracılığıyla ceketin
önünde bulunan ve görünebilir haldeki
akciğerlere gidiyor. Akciğerler, hava filtresi
malzemesinden yapılmış olduğundan,
zaman içinde kararıyor ve sigaranın
gerçekte ciğerler üzerinde nasıl etki
bıraktığını görselleştirerek hatırlatıyor.
Almanya’da ise bazı restoran sahipleri tuhaf
bir yol geliştirmişler sigara yasağına karşı.
Başı ve kolları dışarıda bırakan bu düzenek
sayesinde patronlar içerde kalıp, aynı
zamanda dışarıda sigara içebiliyorlarmış.
"Sigara İçme Noktaları" adını taşıyan ve
gemi pencerelerini andıran bu delikler ile
patronlar ellerinden bağlı suçluları
andırıyorlar. Tasarımcı Florian Brillet de,
sigara içenlere ilginç bir öneri getiriyor:
Sigara İçme Konisi. Bu koni, ayarlanabilir
bir baca aslında. İçinde, içeceklerin
konulabileceği bir alan tanımlanmış ve
körüklü kolu ile duvara monte ediliyor. İki
kişi bu aygıtın altında durarak, çay, kahve
içebiliyor ve o esnada zararlı, nahoş ve kötü
kokan duman çekilip dışarı atılıyor.
Yeni yasalar dışarıda içicilerin kendilerini
rahat hissedecekleri geçici alanlar
yaratmayı da zorunlu hale getiriyor.
İçicilerin kurallara karşı gelmeden keyif
sürdürmeleri için bir mekan oluşturmayı
amaçlayan “Sigara Çemberi”nin özelliği,
dönen bir duvarla çevrili oluşu. Böylece,
sigara içerken rüzgarın yönüne göre,
kendinizi koruyabiliyorsunuz. Sigara
çemberi, statik otobüs duraklarına
benzeyen ürünlerden farklı olarak,
içicileri yağmura, rüzgara karşı
korumayı vaat ediyor.
Açık havada sigara içmek özgür olduğuna
göre, içicilere küllük sunmak bir zorunluluk
denebilir. Kamusal alanlarda kullanılmak
üzere tasarlanmış olan dev küllükler zemine
sabitleniyor ve çevre kirliliği yaratan
izmaritlere karşı önlem oluşturuyor.
İngiltere’de kullanılan bir başka ürün de
sigarayı bıraktırmayı hedefleyen izmarit
bidonları. İçerdeki akciğerleri gösteren bu
çöp bidonları, transparan vitrini ile içine
atılan izmaritlerin akciğerlerde yerini
alışına sahne oluyor ve kentin ortasında
keyif kaçırıcı manzara oluşturuyor.
Kamusal alanlar, klüpler, restoran ve
kafelerde içmeyi yasaklayan yasaların
başlattığı yeni bir akım da sigara-karşıtı
ürünler. Sigara karşıtı kolyelerden
tişörtlere, akciğer şeklindeki kül
tablalarından, komik tabelalara kadar pek
çok ürün artık alıcı buluyor. Tişörtler,
“sigarayı bırakın” yazılı itici bir mesaj
yerine, sigaranın başına gelen felaketlerden
bahsediyor, onu rahat bırakmaya çağırıyor.
Her gün binlerce sigaranın yanarak
ölümünden dem vuruyor ve engellenebilir
15/02/2009
Özgün Tanglay
Melis Pekand
ozguntanglay@yahoo.com
mpekand@yahoo.com
SİGARA
DÜNYANIN
SOKAKLARI
İÇ-ME
MODADAN
TASARIMLARI
Yılda 3 milyon kişi sigarayla bağlantılı
hastalıklar yüzünden ölüyor. Kamunun
dikkatini çekmek için tasarımcılar hem
sigara bıraktırmayı özendirmek, hem
de vazgeçmeyenlere yeni tasarımlar
üretmek için çalışıyor. Nasıl mı?
01
01
Diğer değişik yaklaşım da, son sigarayı
heykelsi bir edayla söndürmeniz için
tasarlanmış kül tablası. Üzerinde “sonuncu”
anlamına gelen “the last one” yazılı bu
tablalar, yalnızca tek bir sigaranın
söndürülmesi için tasarlanmış ve
tasarımcının dileği bunun son sönen sigara
olması. Bu ürün, sigarayı bırakmasını
istediğiniz birine güzel bir hediye olabilir;
her ne kadar doğru yol diğerlerinin özgür
iradelerine karışma hakkımız olmadığını
bilmekse de. Sonuçta sigara içmek ya da bu
alışkanlıktan vazgeçmek bireylerin kendi
seçimleri. Herkes kendi yaşamının
tasarımcısı; tasarlamak karar vermek,
seçmek, “bence bu daha doğru demek”le
başladığına göre. Aklın yolunun bir
olmadığını sezmek; neyse ki yalnız
tasarımcılara özgü bir erdem değil!
01 Florian Brillet tasarımı “Sigara İçme Konisi”
körüklü kolu ile duvara monte ediliyor.
02 Fiona Carswell tasarımı “Sigara İçme
Ceketi”nde duman üfleme haznesi mevcut.
03
Her nerede modayla yaşayan ve yaşatılan
şehirler varsa, son birkaç yıldır gündemleri
çok hareketli. Alışveriş yapmak için takvimler
işaretleniyor, saatler ayarlanıyor, nefesler
tutuluyor. Peki ne için?
01
02
bu yok oluşa son vermek için “bugün bir
sigaranın hayatını kurtarın” diyor. Bu tip
tişörtler, Amerika’da oldukça popülarite
kazanmış ve sigara karşıtları
tarafından giyiliyor.
02
05
03 Sigaraya karşı tasarlanan poster, ‘yavaş
ölüm’ü temsil ediyor.
Rock yıldızı muamelesi gören
tasarımcılarla, hızlı perakende dediğimiz
sokak markalarının bir araya gelip sokak
için tasarladıklarına ulaşmak için bütün bu
heyecan. Tüketim ekonomisinin son yıllarda
cilalayarak parlatıp attığı en güzel kazık
olan moda, ulaşılabilir olduğu müddetçe
yayılıyor. Ulaşılabilirliği ise gerçek yapan
bu altın değerindeki işbirlikleri. Nam-ı
diğer ünlü tasarımcının markaya yaptığı
“kapsül koleksiyonlar”.
Dünyanın sokaklarının modadan olmasının
işte böyle bir sebebi var. 2000’li yılların
başında sokak markalarının aklına gelen bu
proje, bizi bugünlere sürükleyen heyecanlı bir
dizi gibi. Geçtiğimiz sezonları yakından takip
etmiş olarak, bir sonraki sezon diziye en
sevdiğimiz konuk karakterlerden hangisinin
gireceğini merakla bekliyoruz sanki. Üstelik
bu konuk oyuncu sayesinde dolabımızda
evladiyelik bir parça bile olabilir. Moda
hakkında kulağı delik her ortalama faninin
ağzının suyunu akıtan isimlerle yapılan
BAHAR KORÇAN
Moda Tasarımcıları Derneği Başkanı
“Yeni yüzyıl tüketicisine hizmet etmek isteyen
markalar sahici ve samimi olmak zorundalar.
Uzun yıllardır arkasında durduğum cümle: Satın
alınabilir tasarım üretmektir. Yol budur.
Sokaktaki insan gerçektir.
Ne zaman ki bu pazarda, tasarımcı
mağazaları, marka-tasarımcı
birleşmelerinden doğan yeni enerjili ürünler
görürürüz, o zaman biz de geleceği ucundan
yakaladık diyebilirim. Henüz bu düşünce
tarzında örnek göremiyoruz. Örneklerin
işbirlikleri, tasarım bilincini ve marka
değerini artıran adımlar sayılıyor.
Pr gücünü yükseltirken, gelir de getiriyor.
Dünya devi H&M, Karl Lagerfeld, Stella
McCartney, Comme des Garçons,
Viktor&Rolf ve Roberto Cavalli ile çalıştı.
Şimdi Matthew Williamson için hazırlık
yapıyor. Gap bir dönem Pierre Hardy’nin
tasarım yeteneğinden yararlanmıştı.
Spor çanta markası Eastpak, iki sezondur
Raf Simons ile çalışıyor. Alman Karstadt
kendi avangard tasarımcıları Kaviar
Gauche ve Kostas Murkudis ile çalıştı.
Target, Go International adı altında
Thakoon, Issey Miyake, Anya
Hindmarch ile çalıştıktan sonra,
Alexander McQueen’in markaya özel
parçalarını satmak üzere. Avangard
tasarımcımız Ümit Ünal ile yaptığımız
söyleşide şekillenen marka-tasarımcı
işbirliği konusu onun deyimiyle ülkemizde
uygulanmıyor. Ünal; “Coğrafyamızın önde
gelenleriyle sokak markaları henüz bir
işbirliğine girmiş değil. Ülkenin %80’ini
oluşamamasını piyasadaki bu zor şartlara
bağlıyorum. Bu gelecek öngörüsüne vizyonu
yetmeyenleri zaten konu dışı bırakıyorum.
Onların bu yeni düzende varolma şansları
yok. Kısacası gelecek, tasarımcı-sanayi
işbirliğinden geçiyor. Denemek isteyenlere
hodri meydan ki, bu meydan halen boş ve
yeni yatırımcısını bekliyor.”
HÜSEYİN ÖZBEK
02
giydiren Collezione, Koton gibi markalar
sokağı değiştiren markalar. Ancak çok
kontrollü gidiyorlar. Var olanı devam
ettirmekte ısrarcılar. İngiltere’de ne çok iyi
satıyorsa kendi sokağındaki insanın
gelişimini takip etmeden oradaki ürünün
satışını devam ettirdiklerini görüyorum”
diyerek konunun bulunduğu nokta hakkında
saptamada bulunuyor.
Tasarımı sokağa döken varyasyonlar
Türkiye’de hatrı sayılmayan bir girişim olarak
kalıyor. Bu tip organizasyonları yapan yabancı
markalar da Türkiye’ye daha gelmediği için
olabilir. Ayrıca Türkiye’de daha önce
yapılmamış bir proje de olabilir. Türk
halkının sevdiği bir ünlünün adına bir
koleksiyon çıkarma gibi bir düşüncemiz var.
Burada sadece isim değil, tasarımcının
yapmış olduğu ürünler de bizim için çok
önemlidir.”
EKREM AKYİĞİT
Collezione Yönetim Kurulu Başkanı
Seven Hill Yönetim Kurulu Başkanı
“Türkiye’de tasarımcılara bağlı olarak
ilerideki dönemlerde elbette böyle bir şey
Gelecek zamana yönelik alt yapı
çalışmalarını sürdürdüğümüz bir proje
üzerinde çalışıyoruz. Projenin
aslında kendi değerlerimizi sokağa
indirmenin tam sırası. Bu uğurda sadece
Koton, Bora Aksu ile dört sezon çalışarak bir
adım attı. Sunset mayoları ise, vizyoner bir
girişimle Hakan Yıldırım’a 2006 yazının
mayolarını teslim etti. Bu çalışmaların dışında
Türkiye’de hızlı perakende diye
adlandırdığımız markalardan, sokakların
tasarımcılara emanet edilmesi adına pek bir
adım atılmış değil. Türkiye’de de
sokakların tasarıma bürünmesi, basına
sızan birkaç fotoğraftan hangi parçaların
alınacağının saptanması, koleksiyon
zamanı saatlerce sırada bekleme,
ürünlerin kapışılması ve sonunda açık
artırma sitelerinde kovalanması
hayaliyle, konuyu tasarım ve sanayi
eksenindeki isimlere danıştık.
01 Alexander Mcqueen’in Target
için yaptığı tasarımlardan.
02 Roberto Cavalli (solda), H&M için proje
yapan ünlü tasarımcılardan biri.
tüketicilerimiz ile en doğru şekilde
buluşabilmesi için hedef kitlemizi
birebir temsil edecek -hedef kitlemiz
olan gençlerin moda anlayışına yön
verecek- bir ikon ya da trendsetter
olacaktır diye düşünüyorum.
Bu konu ile ilgili bir araya getirdiğimiz
müşteri gruplarımız ile fokus
toplantıları düzenliyoruz. Çıkan
sonuçları, profesyonel ekip ile
derinlemesine analiz edip
araştırmalarımızın sonuçları ve
beklentileri ile ilişkilendirerek, kış
sezonunda bu projemizin lansmanını
gerçekleştirmeyi planlıyoruz.
06
15/02/2009
Dr. Gökçe Dervişoğlu
Hakan Gencol
gokced@bilgi.edu.tr
hakan@gencol.net
NEDİRBU
BARBARLIK?
Son birkaç senedir, Türk tasarımında bir “barbar”lık konusu gündemde. 18 tanıdık
isim buluşup, birlikteliklerine “barbar” ismini koydu. Biz de onlar tam ‘Barbar Light’
projesine başlamışken, kapılarını çaldık.
Heyecan, çekişme, hararetli tartışmalar,
ileriye dönük proje ve fikirler, kafa tutmalar,
yüksek perdeden kahkahalar... “Fotokopiyle
çoğaltılalım, kapı altından atılalım,
herhangi bir anda, herhangi bir köşeden
çıkabilelim,” diyen, birçoğu birbirini
yıllardır tanıyan tasarımcılar... İşte barbar
toplantılarının genel atmosferi. Her birinin
kendine özgü rengi bulunan endüstriyel
tasarımcı, mimar ve grafik tasarımcılardan
oluşan bir inisiyatif, Barbar. Erdem Akan,
Oya Akman, Murad Babadağ, Alper Böler,
Ela Cindoruk, Hakan Gencol, Yankı Göktepe,
Gamze Güven, Sedef Haydaroğlu, Gökhan
Karakuş, Defne Koz, Eray Makal, Nazan Pak,
Erkmen Savaşkan, Adnan Serbest, Kunter
Şekercioğlu, Taner Şekercioğlu ve Ömer
Ünal, şu andaki kadroyu oluşturuyor.
Her şey, merkezi Belçika’da bulunan
Materalise. MGX ile olan ilişkimizden ve bu
firmanın üretimiyle (Rapid Manufacturing),
kendi coğrafyamızdan çıkacak işlerden
oluşan bir koleksiyon oluşturma niyetiyle
başladı. Serbest tasarımcılar olarak, ortak
bir çalışma deneyimi yaşamak istiyorduk.
Hepimizin farklı açılardan "barbarlık" ve
"öteki olma" kavramlarıyla ilgili ifade etmek
istediği şeyler vardı. Barbar kavramını,
biraz da İstanbul’un kültürel çizgisini ayırt
edici kılan özellikleri belirleyen bir çerçeve
oluşturmak üzere, ironik bir şekilde
kullanmaya karar verdik. Özellikle ilk
toplantılarda, tarihle ilgili uzun tartışmalar
yaptık. “Barbar kimdir?”, “bu kelimenin
etimolojik anlamı nedir?”, gibi soruların
cevaplarını aramanın yanısıra, yöresel
tasarım/evrensel tasarım ayrımı yapan bir
anlayışa eleştirel bakış açıları geliştirmeye
çalıştık. Daha sonra, ilk sergimizde "sofra"
için objeler yapma fikri ortaya atıldı ve bu
hemen benimsendi. Fikrin odağı, sofradaki
paylaşma, sohbet ve birbirini yakından
tanıma olgusuydu. Kendi aramızda espri
konusu olan "Seni tanımak istiyorum"
sloganı da böyle doğdu. Kavramları
tartıştığımız bir kritik ortamı yaratmaya
çalışıp, birbirimizi anlamaya çalıştık.
Ekim 2007’deki İstanbul Tasarım
Haftası’nda, Mudo ve +90 sponsorluğunda
ilk sergimiz olan Barbarlar Sofrası
gerçekleşti. Bu sergide, hızlı üretim
07
teknolojisinin yarının üretim metodlarından
birisi haline gelebileceğini göstermeye
çalıştık. İkinci etkinliğimiz, bu serginin
Barbarians’ Banquet adıyla Köln Mobilya
Fuarı’nda 7 gün boyunca yinelenmesiydi.
Sergi, yabancı basının ilgisini çekti ve
işlerimiz Metropolis, ID, Surface gibi
dergilerde yayımlandı. 2008 baharında ise
Maison Française ve WWF’nin düzenlediği
“Re-tabure” sergisinde, bize verilen IKEA
taburelerinin oturma bölümlerini sökerek,
saksıların içinde ağaç koruyucu olarak
kullandık. Tabureleri bir bakıma
hammaddeleştirdik, objeye baska bir işlev
yükleyerek "aslolan doğayı korumaktır"
mesajını vermeyi amaçladık. Şu anda ise
hem "Barbar Light" adlı aydınlatma
elemanları projesi, hem de 2010 İstanbul
Kültür Başkenti kapsamında özel bir proje
için çalışmayı sürdürüyoruz.
Başından beri amacımız, birbirimizin
tasarımlarına müdahale edebileceğimiz,
deneysel bir çalışma atmosferi yaratmaktı.
Ancak, hem henüz kurtulamadığımız
egolarımız, hem de birlikte geçirebildiğimiz
zamanların limitli olması yüzünden bunun
zorluğunu fark edip, zamana bıraktık.
Hedef, deneysel ve kollektif bir tasarım
yöntemi bulmak. Sonunda hepimizin altına
imzasını atabileceği tasarımlar yapmayı
hedefliyoruz. Bunu yaparken de, evrensel
üretim tekniklerinden olabildiğince
faydalanma çabasındayız. Birçok
medeniyetin kesiştiği cephede bulunan
coğrafyası itibariyle İstanbul, pek çok
‘şey'in karışımından oluşan bir kültür
yaratma imkanı sunuyor, bizler de bu
kaynaktan besleniyoruz. Geçmiş,
gelecek, kültür, yeni kültür, bellek
ve nesne ilişkilerini sorguluyor, bu
kavramlarla oynuyoruz. Ortak çizgi ve
kavram konusunu aramızda çok tartıştık.
Aramızda "faydacı" tasarımlar yapmak
isteyenler de vardı, "önce bir
manifestomuz olmalı" diyenler de.
Tek bir görüş, tek bir kimlik, tek bir
vizyon olmaması gerektiği noktasındayız.
Yolumuza buradan devam ediyoruz
01 Istanbul Design Week’te yapılan ‘Barbarlar
Sofrası’ sergisinin ürünleri.
AB üyeliği sürecinde tasarımı destekleyen
ABİGEM’den, DPT’nin hazırladığı
sanayi politikasına kadar, tasarım
açıkça desteklenen bir değer. Şirketlerin
çoğu ‘star’ tasarımcılara verdikleri işlerin
ardından marka değerini yükseltmek gibi
bir çaba içindeyken, birden, araştırma,
felsefe, kültür hatta strateji gibi ‘yorucu’
kelimeler telaffuz edilmeye başlandı.
Tasarımcının araştırmacı kimliğini
keşfetmesi, bütüncül bakış açısını
daha fazla kişiye danışması, daha
çok fikir alması, daha çok alandan
beslenmesi hatta büyük laflar etmek
gerekirse ‘tasarımın demokratikleşmesi’
artık bu kişi ve fikirlerin hem fiziksel
hem de tinsel mekanlarda
buluşmasıyla gerçekleşiyor.
TASARIM MERKEZLERİ
İLE KÜLTÜREL DEĞİŞİM
Dünyaya yayılan tasarım merkezi furyası,
boş yere değil. Zaman, “benim aklım”
yerine “bizim aklımız”ın zamanı... Kültürel
değişim için paylaşım şart.
Bu ortak üretim pratiği sanayi politikası
oturmuş ülkeler tarafından yarı özerk
kurumlar tarafından destekleniyor, AB
coğrafyasında ciddi fonlar alıyor. Yalnız
gelişmekte olan ekonomiler de değil tabii
sözkonusu örnekler... İngiltere’den Design
Council, Japonya’dan Design Foundation,
Yeni Zelanda’dan Better by Design, Hong
Kong Design Center, Barcelona Design
Center ve tabii İskandinavya’da Interactive
Institute, Danish Design Center gibi
emsaller de var. ABD’de neredeyse kültür
politikalarının bire bir yansıması olarak
görülebilecek Corporate Design Foundation
yani Kurumsal Tasarım Vakfı’nın
destekçileri arasında IBM, HP, IDEO,
Gensler, Whirlpool gibi dünya devlerini
saymak mümkün.
Peki tasarım merkezleri aslında
ne işe yarar? Birlikte düşünme,
birlikte üretme, açık olduğunu bildiğiniz,
sizin ilgilendiğiniz alanla ilgilenen
kişilerle görüştüğünüz, bilgi birikimini
size açan bu oluşumlar aslında sizin
bir sürecin her adımına dair fikir
geliştirmenizi sağlayarak kültürel bir
değişime öncü olurlar.
‘İnşallah’la Olmaz
Bu kültürel değişim öyle bir şeydir ki;
arada sırada Design Council’in sitesini
açıp, üretilen raporlara şöyle bir
bakıp iç geçirdikten sonra ‘inşallah
bizim de başımıza böyle güzel şeyler
gelir’ dememiz veya hazırlanmış bir
uluslararası raporu alıp Türk tasarımının
kurtuluşu için kolları sıvamamız; hatta yeni
bir ‘Türkiye’ markası furyasına kapılmamız
yeterli olmaz. O kültür çocuklarının
tasarım müzelerinde dolaşıp atölyelerinde
oynadığı, gençlerinin tasarım merkezlerinde
tartıştığı ve ürettiği, yetişkinlerinin
de bu üretimlere sahip çıktığı bir
ortamda gelişir.
Efsanevi Fabrica
Devletin ve birkaç kurumun biraraya
geldiği örneklerin ötesinde kendi
markasını, imajını, itibarını tasarımla
birlikte anmaya alışmış ve tasarımın
sorgulayan tavrını içselleştirmiş şirketler ve
onların tasarım merkezleri de söz konusu..
Bu kategoriye verilebilecek en iyi örnek
herhalde efsanevi Fabrica. Benetton’un
Warhol’a referansla kurduğu bu ‘araştırma
merkezi’ özellikle yaşam stillerine dair
araştırmanın, deneyin, üretimin bulunduğu
bir ortamda hem tasarım hem de iletişim
konusundaki birçok klişeyi yıkma görevini
yıllardır sürdürmekte... Benzer şekilde
tasarımın iletişimle bileşimini iyi gözleyen
Futurelab, yine araştırma ve eğitim ile
yoluna devam ediyor, Hollanda’lı dillere
destan Droog Design açtığı ‘lab’oratuvarda
Droog al Arab ile Dubai’ye uzanmış
durumda. İtalyan Telekom Olivetti’nin
mirasını taşımaktan memnun, tasarım
müzesini açmış.
“Benim aklım” ya da “senin aklın” değil,
“bizim” aklımızı geliştirebilirsek tasarım
kültürünün daha derinleşmesine yönelik bir
gelişme kaydedebileceğiz. O zaman da
tasarım konusunda tasarımcının ettiği söze
en büyük katkı o söze söz daha
söylenmeden vesile olanlardan gelecek.
01
01
01 Fabrica’nın “Les Youx Ouvert” sergisinden.
08
15/02/2009
Alessandro Segalini
Emilio Genovesi
Birkaç yıl önce “Business week” çevrimiçi
forumunda, MBA kısaltmasında kullanılan
İdare (Administration) kelimesindeki gibi
geleneksel bir “A”nın yerine, “Dizayn”ın
“D”si gibi güzel bir harf getirilmesine
ihtiyaç var mı, diye bir tartışma açmıştı. O
zamanlar Milano’daki Domus Akademisi’nin
“Business Design” (İş Tasarımı) konusunda
lisansüstü eğitim başlatacağını kim hayal
edebilirdi? Bu da herkesin aklında yer etmiş
bir klişe işte: Bir yenilik İtalya’da ortaya
çıkarsa tuhaftır, sıradışıdır; ama ABD’de
kabul edilirse dünya çapında standart
olmuş demektir.
Yaratıcılık, tasarım ve iş, gerçekten de
geleneksel Anglosakson yönetim kültüründe
pek birlikte gitmeyen terimler. Ama
yakından bakacak olursak, 1. Dünya
Savaşı’ndan sonra (özellikle seksenli
yıllarda) İtalya’da tasarım, bizzat iş
stratejilerini tanımlamada kullanılan bir
araç halini alarak, sistemin bütününe katma
değer oluşturdu. Günümüzde küresel
pazarların getirdiği zorluklar, bir zamanlar
“güvenli” addedilen birçok kuramı sarstı.
Rekabet gücünü korumak isteyen bir şirket,
artık kendini yenilikçi ve yeni olarak
sunmak zorunda. Bu ise şirketi adım adım,
ürün ve hizmetler için yeni fikirlerin
oluşturulmasına yönlendiren bir süreç.
Şirketin bir yandan da kendi tüketicilerine
ve piyasaya, bu adımları açıklayan ve
tüketicinin ayırdedebileceği tutarlı bir
söylem de sunması gerekiyor.
alessandro@as8.it
BU İŞ’TE BİR
TASARIM
VAR!
Tasarımın kazanması için önce iş modelinin
içinde doğru konumlaması gerekiyor. Steve
Jobs ve Ettore Sottsass burada kesişiyor!
şekilde, zanaatkârların tarihi bilgi ve
tecrübelerini yönlendiriyor. Steve Jobs’un
yerine Ettore Sottsass ve Adriano Olivetti
ikilisini, iMac veya iPod’un yerine tarihi
Valentine’i (ilk taşınabilir daktilo) koyarsak,
iki öykünün kesişen noktalarını rahatlıkla
görebiliriz.
Tek bir temel fark var: İtalyan malzeme ve
estetik kültüründe, marka vizyonu üründen
doğuyor, tersi olmuyor. Oysa Apple’da
strateji önce gelmişti: tasarım, şirket vizyon
sürecini hızlandırdı sadece. Olivetti içinse
tasarım bizzat tetikleyici öğeydi. Yine de
her iki durumda da stratejiyi tanımlamada
temel öğe tasarımdı. Eğer tüm bunlar
doğruysa, kazanan ‘Made in Italy’ şirketlerin
başarısının temelinde yatan öğeler, küresel
pazarlardaki birçok kazanan oyuncunun
başarısını belirleyen öğelerden pek farklı
değil demektir: Girişimcinin cesur vizyonu,
tasarımcının yaratıcılığı, üretim süreçlerini
yönetmede ve teknolojiyi devreye sokmada
esneklik.
Kartell veya Gucci’nin stratejisini tasarımın
yönlendirdiğini düşünürsek, neden Nokia
veya Nike’ın stratejisi de öyle olmasın?
Günümüzde kurumsal stratejik araştırmalar,
şirketin kültürü, DNA’sı ve mevcut ve
gelecekteki müşteriler kapsamında,
güvenilirlik ile yaratıcılık arasında doğru
dengeyi bulabilmeye dayanıyor.
Bu açıdan bakılınca Motorola’nın neden
Nokia olmadığı açıkça anlaşılıyor. Tasarımı
kazanan bir silah olarak kullanabilmek için,
öncelikle bir iş faktörü olarak kullanmak
gerekiyor. Ama bunu yaparken Finli
şirketinkinden farklı bir yaklaşım tercih
edilmeli. Bu tür bir süreci tetiklemek kolay
değil; şirket kendi örgütlenmesinde çok
ciddi değişikliklere hazırlıklı olmalı. Büyük
çokuluslu şirketlerin boyutları ile İtalyan
KOBİ’lerinki bir değil. Organizasyon
yönetişim süreçleri çok farklı. Dolayısıyla
eğer tasarım bir stratejik kaynak haline
getirilecekse, ciddi düzeyde yeni iş
modelleri kurabilme kapasitesi şart oluyor.
Kazanan şirket, küresel değerleri de
iletebilen kazanan şirket vizyonuna sahip
olmalı. Bu ise küresellik ve kazanma
kavramlarının her ikisinin de tutarlılıktan
taviz vermeden farklı yerel gerçekliklere
göre yönlendirilebileceği anlamına geliyor.
Bu açıdan bakarsak, tüm anlam ve
çağrışımlarıyla birlikte, güzellik fikrinden
daha küresel ve aynı zamanda daha özel
olan ne var ki?
Estetik bir unsurun stratejik öğe olarak
başarı kazanmasının sırrı da burada yatıyor.
1998’de şirkete yeniden giren Steve Jobs’un
Apple ile neler başardığını düşünecek
olursak, anlatmaya çalıştığımız tüm
öykülerin arketipini gözünüzde
canlandırabilirsiniz. On yıl önce iMac’i
piyasaya sürdüğünde Jobs, Apple’ı
bilgisayar üretim pazarında bir dünya lideri
olarak sunabildi. Jobs aynı kazanan modeli
daha sonra iPod’a da kopyalayabildi: Yeni
bir vizyonla yeni bir pazar yarattı, şimdi de
son piyasaya sürdüğü iPhone ile aynı
başarıyı yakalamayı bekliyor. Bunlar
girişimcinin, başkaları görmeden önce,
kendi sezgisiyle oluşturduğu vizyona
verilebilecek dev örnekler. Girişimci,
tasarımın yaratıcılığını kullanarak kendi
vizyonunu elle tutulur bir şeye
dönüştürüyor ve böylece henüz var olmayan
bir şeyi yaratıyor: İster ürün, ister hizmet,
ister iletişim olsun.
İtalya’da bu süreci iyi biliniyor; yerel sanayi
bölgelerinde 40 yıldır, girişimciler ve
tasarımcılar arasındaki diyalog da aynı
09
01
En üst yönetim (yani girişimci), şirket
vizyonunu şekillendirmek için gereken her
türlü yeni deneyime açık olmalı. Öyle bir
kültürel ortamda çalışmalı ki, bunun içinde
teknolojik yenilikçilik; yeni sosyo-kültürel
pazarlama; “hayali” tasarım senaryoları,
yanı sıra geleneksel ve güvenli, niceliğe
dayalı pazarlama, ve mantık ve üretim
süreçlerine dayalı derin bilgi de yer almalı.
Biraz “kültürel gurur”la, ‘Made in Italy’
tarihinde neredeyse 30 yıldır gerçekleşen
mucizeleri hemen hemen her gün tekrar
edebilen bir şirketten bahsettiğimizi
söyleyebiliriz. Aklı çok çok havalarda, ama
ayakları yere çok sağlam basan bir şirket.
Çeviri: Nilgün Özcan
01 Ettore Sottsass tasarımı “Valentino” dakilo.
02 iMac, iPod ve son olarak iPhone’u yaratan
Steve Jobs.
01
01
02
03
İletişimin ve makro/mikro fonksiyonlarının
bir yazım aracı olan yazı karakterlerinin
üretimi yoluyla geliştirilmesi için, yerel
kültür ve geleneklerin yaratıcı bir biçimde
kullanılmasını sağlayan Türk Yazı
Karakterleri Projesi, İzmir Ekonomi
Üniversitesi İletişim Tasarımı Bölümü'nde
Tipografik Tasarım dersi kapsamında ikinci
sınıf öğrencileri ile gerçekleştirdik. Proje ilk
olarak Polonya'da Katowice şehrinde
yapılan birinci "Education in Design Basics"
konferansında yaptığım sunumda yer aldı
ve ardından İEÜ İletişim Tasarımı Bölümü
ve İzmir İtalyan Konsolosluğu ortaklığında
İzmir'de gerçekleştirilen ve benim de sanat
yönetmenliğini yaptığım "Karakterler ve
Tasarım" isimli sergi formatında geliştirildi.
Son olarak, Hong Kong Politeknik
Üniversitesi Tasarım Okulu tarafından
organize edilen "DesignEd Asia 2008
Konferansı"nda sunuldu.
Kültürel Hafıza
Projenin ardındaki teori aslında insanları ve
tasarımı gözlemlemeye; başka bir deyişle
görsel bilginin geliştirilmesinde günümüz
insanının katılımının önemine dayanıyor.
Öğrenciler, yazı tipi alanına; harf biçimleri
anatomisi dersleri, kelimenin yazılış biçimi
(çizgi vuruşu) ve kökeni, harflerin
morfolojisi ve ilişkileri, tarihsel özeti rehber
alınarak yönlendirildiler.
Öğrencilerin ilgilerini, tipografinin
grafik özelliklerinin anlamını
yitirmeden itilebileceği sınırları
görmeleri açısından, kültürel çağrışımlar
ve görsel metaforlara çektim.
Eğer kişi bir proje tasarlamaya ve bunun
üzerine uzun bir süre odaklanmaya
muktedirse, bu durumda o kişinin düşünme
biçiminin gerçekte "teorik" olduğuna
inanıyorum. Kültürel hafızanın iniş çıkışları,
bu kavramla kültürümüzü saran ardışık
değişimleri, bir durumdan diğerine birbirini
izleyen değişmeleri, tasarımın kültürel
TÜRK USULÜ
YAZI
04
05
KARAKTERİ
Çiğköfteden nazar boncuğuna, kemençeden
tesbihe… “Türk” olma hali, tipografide
kendini buldu. “Morfolojik detaylarında
belirli Türklük referansları taşıyan yazı
karakterleri” İzmir’de tasarlanıp, dünyanın
ilgisini çekmeyi başardı.
ürünler olarak gelişiminin farklı zamanlarda
değişen şartlarını veya kaderini
kastediyorum.
Hafıza kişinin kimliği için ne kadar
önemlidir?
Sessizlikte dahi, sembollerin, gramerin ve
imgelerin dünyasından tam bir kaçışın
mümkün olmadığını tecrübe ediyoruz. Eğer
yazma eylemi yalnızca bilginin saklanması
demekse, o zaman tüm yazılar eşit
değerdedir.
İletişimin en büyük destekleyicilerinden biri
olan tipografi, bizleri sadece harflerin
biçimlenmesinde değil aynı zamanda
insanların kültürel hafızalarının iniş
çıkışlarında da düşünmeye davet eder.
Dijital font tasarımının hızla
yaygınlaşmasının sağladığı fırsatlar bizleri
kendi dillerimizin ayırt edici özellikleri olan
seslere kulak vermeye zorlamaktadır. Farklı
yazı karakterleri aynı kelime için yeni sesler
yaratır mı?
Kimlik, aslında, her insan grubunun
pek çok faktör arasından kişisel tarih,
kültür ve coğrafyalarına değer vermesi
ve saygı göstermesi anlamına gelen
kültürel bir gerçekliktir. İletişim, bu
içerik olmadan, dolayısıyla, bu
değişkenler dahil edilmeden makul bir
biçimde analiz edilemez. Eğer bilgi
saklama biçimi belirli bir toplum
göz önünde bulundurulduğunda
amaçlarını yerine getiriyorsa, o zaman
bu, (o toplum için) 'uygun' yazıdır."
Robert Bringhurst'un "Sesler, Diller ve
Dünyadaki Elyazıları" adlı denemesinde,
dile katı bir form verilerek "dilin nasıl
katı hale getirilebileceği" çok güzel
resmedilmektedir.
Başka bir deyişle, yazı olayların
jest ve konuşmalar şeklinde anlatımından
hatıraların kaydedilmesi tarzında bir
dile dönüşmüştür. Jestler aracılığıyla
konuşan ve konuştuğumuz gibi
jest yapan bizler yazı doğrultusunda
jest yapmaktayız; fakat içgüdüleri
bir sistem içinde dönüştürerek
konuşma dilinin inceliklerini grafik
formda yakalamak ve korumak nadir
rastlanan bir durumdur.
Dikkat Çekmeli
Tipografinin semantik fonksiyonunun
sürece dahil olması söz konusu ve
neredeyse her konsept harflerin
biçimlerinde ifade edilebilir. Aslında
yazı karakterleri belli bir grafik
düzenlemeye tabi tutulması anlamı
yoğunlaştırabilir. Eğer dikkatinizi
çekmiyorsa bir şeyin okunabilir
olmasının anlamı nedir?
Yazılı olarak kaydedilmedikçe varlığını
sürdüremeyecek bir takım diller ve
hatıralar vardır. Artistik ve dekoratif
06
07
yönleri dışında bu projeler, öğrenme
eğrısı üzerinde daha önceden yapılan
çalışmalar sonucu görünen
dalgalanmalardır. Bir basım harfi
örneğinin üzerinde yazdığı gibi,
"gözlerimizle doğduğumuz doğru,
ancak onlar güzelliğe düşündüğümüzden
daha yavaş açılıyorlar." Bir hikaye
yazı karakterlerini biçimlendirmek için
kullanıldığı zaman, gözlemci tarafından
algılanamayabilir, ancak bu o hikayenin
yararlılığını azaltmaz.
Hikayesi olmayan hiçbir dil yoktur.
Çeviri: Bahar Emgin, Esen Segalini
01 Burak Besen
“Stencil Çiğ Köfte”
02 Entes Uztürk
“Tesbih Script”
03 Doğa Karabeloğlu
“Bayrak Display”
04 Nil Kip
“Kemençe Light”
05 Arzu Şohoğlu
“Nazar Boncuğu Sans”
06 Hande Kamburoğlu
“Dancing Carpet Bold
07 Ayberk Olgay
“Kaval Serif”
10
15/02/2009
11
Filiz Yılmaz
filizy@bilgi.edu.tr
Küreselleşmenin en önemli
gereksinimlerinden biri, güçlü bir
uluslararası ilişkiler ağına sahip olmak.
Sadece tasarım becerilerine sahip, yaratıcı,
girişimci ve tasarım teknolojilerini doğru
kullanabilen endüstriyel tasarımcıların
yetiştirilmesi bu bakımdan yetersiz kalıyor.
Uluslararası gelişmeleri dikkate alarak
dünyada önder tasarım kurumlarından
mezun kişilerle yarışabilecek tasarımcılara
ihtiyaç var artık. Bu gerçeği farkında olan
Türk üniversiteleri, uluslararası çapta öncü
eğitim kurumlarıyla araştırma ve eğitim
ortağı olarak, ERASMUS, Socrates ve AIAS
(Uluslar arası Bağımsız Sanat ve Tasarım
Okulları Birliği) gibi ikili anlaşmalar
yapıyor. Öğrenciler bu sayede yeni
tecrübeler kazanırken uluslararası alanda
çeşitli proje, sergi ve fuarlarda kalıcı
başarılara imza atma fırsatını
yakalayabiliyor.
OKULLAR
YOLLARDA
Tasarım bölümlerinin gündemi artık çok daha
“Avrupai”. Yurtdışında açılan sergi ve
fuarlarda Türk tasarım öğrencilerine
rastlamanız hiç de tesadüf değil!
Dünya, Bekle Bizi!
Öğrenci projeleri sergileyen ilk Türk tasarım
okulu olarak İTÜ, Endüstri Ürünleri Tasarımı
Bölümü (EÜTB), 11 farklı ülkenin önde gelen
20 tasarım okuluyla ERASMUS ikili
anlaşmasına sahip bölümlerden. Geçtiğimiz
ay EÜTB, İngiltere’de Sheffield Hallam
Üniversitesine bağlı bulunan ‘Sheffield
Institute of Art and Design’ evsahipliğinde
ki, International Postgraduate Design
Exhibition’da, Nokia işbirliğiyle
gerçekleştirilen ‘Only Planet Turkey (2007)’
çalışmasıyla yer aldı. Sergiye İngiltere,
Finlandiya, Çek Cumhuriyeti, Polonya ve
Çin’den 9 farklı üniversite lisansüstü
tasarım projeleriyle katıldı. Ayrıca İTÜ,
2007 yılından itibaren 8 farklı Avrupa
ülkesinden tasarım ve mühendislik
okullarının katılımıyla sürdürülen
‘Innovative Product Development’ konulu
ERASMUS Intensive Program (IP) projesinin
katılımcısı. Önemli firmaların işbirliğiyle,
her okulda 10’ar öğrencinin katılımıyla 2’şer
haftalık çok disiplinli ürün tasarımı projeleri
yapılan IP çalışması, 7-21 Şubat 2009
tarihlerinde Belçika’nın Kortrijk kentinde
01
02
gerçekleştiriliyor. 10 ülkede 12 okulla
Erasmus çerçevesinde ikili anlaşma yapan
Anadolu Üniversitesi Endüstriyel Tasarım
bölümü öğrencileri de bu günlerde oldukça
heyecanlı. “Türk Erkeği Mutfakta 2020”
başlıklı tasarım projelerini büyük bir
tutkuyla hazırlayan öğrenciler, Almanya da
gerçekleştirilen dünyanın önemli mobilya
ve dekorasyon fuarı Imm Cologne
uluslararası mobilya fuarı bünyesindeki
Design Talents sergisine katıldı. Projeyi
Türk erkeğinin mutfakla ilişkisini kültürel ve
sosyal bir problem olarak ele alan
öğrenciler, erkeğin mutfağa girerken yaptığı
eylemden keyif aldığı için değil eylemi
yaparken kullandığı üründen keyif alması
gerektiğiyle kurgulanan bir manifesto
çerçevesinde, özgün ve yaratıcı ürünlerle
erkekleri mutfağa davet ediyor.
Aynı okulun 2.sınıf öğrencilerinin
geliştirdiği ‘’20. Yüzyılın Keşkeleri….’’ isimli
tasarım projesi ise, 2009 Nisan ayında
Milano Uluslararası Mobilya Fuarı
bünyesindeki Salone Satellite’de
sergilenecek. “İnsanlık tarihinde keşke
Cem Tolga Bayraktar
demeden yaşanan bir yüzyıl var mı?”
sorusundan hareketle, yakın tarihimizin
keşkelerinin yoğun olarak başladığı
1900’lardan günümüze, yeni “keşke”lerin
oluşmasını bir tasarım problemi olarak ele
alan öğrenciler kendi keşkelerini,
duruşlarını geometrik şekil küp ve altı
yüzünde ifade ettiler. Yüzey ve grafik
kullanımları açısından deneysel boyutuyla
dikkat çeken projeler tasarım süreci
aşamaları boyunca küp yüzeylerinden 3
boyutlu ürün tasarımı projeleri haline geldi.
İtalya da Salone Satellite davet edilen
tasarımlar, genç ve yeni tasarımcı
adaylarının heyecanlarına tanık olmak için
iyi bir fırsat... Marmara Üniversitesi (M.Ü),
G.S.F Endüstri Ürünleri Tasarım Bölümü de,
fakültenin Erasmus-Socrates ikili
anlaşmasıyla, 38 Avrupa sanat ve tasarım
eğitimi veren kurumlara 2005-2006
öğretim yılından itibaren öğrenci
gönderiyor. AIAS’a da üye olan Marmara
Üniversitesi’nin, yurtdışı ile gerçekleştirdiği
bu ilişkiler çerçevesinde, öğrencilerin gittiği
okullarda geliştirdiği tasarımlar oldukça
başarılı ve görülmeye değer. 3. sınıf
öğrencilerinden Meyir Gabay’ın, MacaristanBudapeşte’de Moholy-Nagy University of
Fine Arts’da Alman Medion elektronik
firmasıyla ses dalgaları ile çalışan saç
kurutma makinesi bu projelerden. 4. sınıf
öğrencisi Nihan Lafcı’nın Fachhochschule
Coburg, Almanya’da grup çalışmasıyla
yapılan su ısıtıcısı, filtre kahve makinesi ve
ekmek kızartma makinesinden oluşan bir
kahvaltı setiyle 2008 yılında Pininfarina'nın
düzenlediği tasarım yarışmasından
mansiyon ödülü aldığını hatırlatmak gerek!
Anlaşılan o ki, geleceğin tasarımcıları
uluslararası arenada boy gösterebilecek
seviyeye çoktan gelmiş...
01 Marmara Üniversitesi öğrencisi Nihan
Lafcı’nın Erasmus projesi.
02 İTÜ- Sheffield Institute Art and Design,
Yüksek lisans tasarım sergisinden.
03 Köln’de gerçekleşen mobilya fuarında,
“Design Talents” sergisine katılan Anadolu
Üniversitesi öğrencileri.
2050’de, nerede yaşayacağız? Nasıl bir
yaşam alanına sahip olacağız? Evimizi
şekillendiren tasarımlar nasıl olacak? Bu
sorulara cevap vermek üzere organize
edilen ve ev sahipliğini Centre
Pompidou’nun üstlendiği uluslararası
çalıştaya Bilgi Üniversitesi ve
Santralistanbul adına bir grup da katıldı.
Gelecekteki yaşama, yaşam alanına, yaşam
alanını şekillendiren objelere yönelik
senaryolar hazırlamak üzere Fransa,
İngiltere, Romanya, İsviçre, Finlandiya’dan
toplam 64 gençle Paris’te buluştuk. Çok
kültürlü ekip, dört gün boyunca birlikte
yaşayarak geleceğin yaşamını tasavvur
etmeye çalıştı. Çalıştayı ünlü tasarımcı
Matali Crasset yönetti.
Türkiye ekibi olarak kapsamlı bir hazırlık
süreci ile Fransa’ya gittik. Bilgilerimizi
elektronik ortamda da paylaşmak üzere
2050nebelli.com adresli web sitemizi
kurduktan sonra film seansları yaptık.
Fikirleri “Sınırlar ve Sınırsızlıklar” ana
kavramında birleştirdik. 2050’de
varolmayacak nesneleri bulup, bunları tarot
kartlarının arka yüzüne basarak küçük bir
tarot seansı düzenlemeye, böyle bir
performans ile fikirlerimizi ve senaryo
Başlangıçta... ‘Endüstriyel tasarım’ veya
‘endüstriyel tasarımcı’ deyince…
Bilinmezlik vardı. Gözlerde ise anlamsız,
soru işareti dolu ifadeler! Endüstriyel
tasarım yapmaktan çok, onu bilinir yapma
endişesi hakimdi. Sokaktaki adama ‘iyi
endüstriyel tasarım’ın ne olduğunu
anlatma, yazıhanesindeki sanayiciye
ticaretine katkılarını anlatma çabaları,
devlet katına, ülke kültürüne ve
ekonomisine getirecekleri izah etme
gayretleri… O günler geride kaldı.
Bugün herkes endüstriyel tasarım denince
‘birşeyler’ anlıyor. Medya, tasarımdan söz
ediyor; dergiler yayınlanıyor, tasarım
haberleri var televizyonlarda. Sanayici
yarışmalar düzenliyor, devlet ödüller
veriyor, endüstriyel tasarım haklarını
korumak için davalar açılıyor. Ancak bu
dinamik ortamda olanlar, ne denli geçerli
hedefe yönelik adımlar? Sanayici ne denli
endüstriyel tasarım olgusuna hakim?
Toplumun “endüstriyel tasarım”dan
anladıkları doğru mu? Diğer deyişle,
herşey yolunda mı? Hedefin bir yanında
sanayici, diğer yanında halk varken, bu iki
gruptaki endüstriyel tasarım bilinci
nerede duruyor ve daha önemlisi, nereye
gidecek gibi görünüyor?
Sanayici 1980’lerin getirdiği liberasyon
sonucunda endüstriyel tasarımın varlığını
ikrar, önemini idrak etme zorunda kaldı.
Yabancı ürünlerin tasarımlarıyla nasıl
pazarı kaptıklarını gördü. Hele bir de
ihracata yönelecekse, ürünlerinin
özgünlüğünü, farklılığını tasarım ile
03
MODÜL EV VE SENARYO 2050
2050’de yaşantımız nasıl olacak? Ev
sahipliğini Centre Pompidou’nun
üstlendiği çalıştaya Bilgi Üniversitesi ve
Santralistanbul adına bir grup da katıldı.
tasavvurumuzu anlatmaya karar verdik.
Çalışma Crasset’in hazırladığı kağıt formları
keserek ve birleştirerek başladı. Kesilen
kağıtlardan katlama teknikleri ile özgün
formlar üretmemiz, formlar çeşitli objelere
dönüştürüldükten sonra her obje için küçük
birer hikaye yazmamız istendi. Objelerin
hikayeleri doğrultusunda topluluk beş gruba
ayrıldı. Gruplar; mahremiyet, tabiat, enerji,
kişiye özel alan, konfor konularında
çalışarak son seansı tamamladı.
01
Buluşma öncesi hazırlanan sunumlar dikkat
çekiciydi: İngiliz grup, İngiltere’nin sular
altında kalacağından hareketle, olası
değişikliği, “stopmotion” tekniği ile film
Mehmet Asatekin
KOVADİS T.E.T.
“Quo Vadis, Domine?” ( nereye gidiyorsun
Tanrı’m) der yoldaki çoban İsa’ya. “... bizi
bırakarak?” Ben de, “Kovadis Türkiye’deki
Endüstriyel Tasarım?” demek istiyorum...
vurgulama gereğini öğrendi, öğreniyor.
Kurumsal kimliğinin en önemli
tamamlayıcısının endüstriyel tasarım
olduğunu artık takdir ediyor. Ancak,
amacın bilinmesi aracın da bilinmesi
anlamına gelmiyor. Sanayici özgün
tasarıma gereksinimi olduğunu bilse de,
bunun elde edilişini yönetmeyi de
öğrenmek ve geliştirmek durumunda.
Duyduklarım, sanayicilerin etkin “brief”
hazırlamadığı, işlevsel hedefler koyan
programlar oluşturmadığı yönünde.
Dolayısyla, özellikle KOBİ seviyesinde,
endüstriyel tasarım bilincinin yanısıra
endüstriyel tasarım yönetimi bilincinin de
gelişmesi gerekiyor.
Sanayicinin pazarı anlayacak,
yorumlayacak ve ihtiyaç belirleyecek alt
yapıyı kurması, belirlenen ihtiyacı bir
proje tanımı haline getirecek düzeni işler
hale getirebilmesi ve tasarımcıya iletmesi
ancak doğru bir gelişimin adımları
olabilir. KOBİ üstü, gelişmiş kuruluşlarda
tasarım yönetimi uygulaması, kuşkusuz
daha oturmuş durumda. Bu kuruluşlarda
eleştiriler, kurumsal kimliklerini nasıl
yönettikleri konusunda düğümlenebiliyor.
Global pazara açılmanın “global tasarıma
ve tasarımcıya açılım” olarak ele alındığı
çokça izlenmekte. Firmalar uluslararası
anlamda markalaşmayı hedeflediklerinde,
tasarım girdilerini de uluslararası
kaynaklardan edinmeyi yeğliyorlar. Bu
yaklaşım, firma kimliğine katkıda bulunsa
da ‘Türk Endüstriyel Tasarımı’ kimliğine
katkısı sorgulanmaya açıktır. Bazı
firmaların yabancı çağrışımı yapan
isimler/markalar kullandıkları da
düşünülürse, yerleşen imajın ‘yabancı
tasarımcı kullanan yabancı firma’ olduğu
ve Türkiye’deki endüstriyel tasarım
tanımına/kimliğine hiçbir katkısının
bulunmadığını söylemek yanlış olmaz.
haline getirmişti. İsviçre ise “2050’de odam
nasıl olacak” temalı senaryosunu kitap
olarak ortaya koydu. Finlandiya, geleceğe
yönelik sanatsal çalışmalar sunarken,
Romanya’yı temsil eden ekip köpükten
formlar ile şehir ve eşyalar tasarlayıp
üretim süreçlerini belgeselleştirdi.
Fransızlar sanatsal anlatımı yeğledi;
dünyanın kalbinin bir gün duracağı, buna
izin vermememiz gerektiği mesajı ile
kapanışı yaptılar.
Dünyanın ortak problemlerine ortak bakış
açıları bulmaya çalışmak, bunu tasarım
pratiği ile birleştirerek sunmak, tasarımın
insanları, düşünceleri birleştirme
konusunda ne kadar etkili olduğunu bir kez
daha gösterdi. Herşey çok hijyenikti; hiçbir
zaman Afrika konuşulmadı! Afrika’daki
insanların 2050’deki yaşam alanları
hakkında en ufak bir bilgi kırıntısı yoktu…
Afrika’nın 2050’de tüketimin nasıl bir
parçası olacağını merakla bekliyorum.
01. Çalıştaydaki son seans sunumlarından.
Her ne kadar şövenist bir söylem gibi
gözükse de, Türkiye’deki endüstriyel
tasarımın ancak Türk tasarımcısını bilinçli
yönetimle kullanan sanayi sayesinde bir
yerlere gidebileceğine inanıyorum.
Halka, topluma gelince . . . Tasarım
sözcüğü o kadar rastlanan bir sözcük oldu
ki artık kimse pek yadırgamıyor. Ancak,
endüstriyel tasarım denince ne canlanıyor
zihninde? Toplumun bildiği, edindiği
kavram gerçekçi mi, doğru mu? Toplumun
tasarıma açılımı basında yeralan haberler
ve yakın çevresinde gördüğü etkinlikler
çerçevesinde oluşuyor. Basın 1970’lerde
“Uydur Uydur Yap” diye başlık koyuyordu
endüstriyel tasarım sergisi haberine.
Bugünkü başlıklar da çok değişmiyor
anlamsal olarak. Ancak böylesi bir
kavsamsallaşma, ne yazık ki, topluma
yansıyan sergiler ve benzer etkinlikler
tarafından da perçinleniyor. Perçinleyen
görüntü şu: Neşeli ve genç insanlar
(=tasarımcılar), görselliği işlevselliğinden
önde nesneler, endüstriyelliği tartışılabilir
ürünler! Dolayısıyla, toplumda gelişen
kavramsallık, neredeyse, endüstriyel
tasarımı ‘güncel zanaatkarlık’ gibi
konumlamaya ilerlemekte. Yani, bugünkü
gazeteler de “Tasarımcıdır, Ne Yapsa
Yeridir” diye başlık atsa, kimse birşey
diyemez.
Aslında Türkiye’nin endüstri tasarımı,
Türk endüstriyel tasarımcılar bunu,
bunları hiç haketmiyor. . . Onlar çok iyi
yerlere gidiyorlar; halkın bildiğinden de,
sanayicinin prim verdiğinden de!
12
15/02/2009
MURAT
TABANLIOĞLU
13
ÜMİT ÜNAL
DÂRÂ KIRMIZITOPRAK
MODA TASARIMCISI
MİMAR
“2000 yılında başlayan yurtdışı
serüvenim Düsseldorf’tan sonra Paris’e
odaklandı. Milano, New York ve Tokyo’daki
özel çalışmalarıma ise son olarak
Stockholm eklendi. Fakat en doğru adres
elbette ki her zaman Paris… Yedi yıldır
Atmosphere-Jarden des Tueliries adlı
tasarım fuarında Beyoğlu Tünel’deki
atölyemde tasarladıklarımı tanıtıyorum.
Tasarımlarım Chicago, Hong Kong,
Amsterdam, Tel Aviv, Beyrut, Tokyo gibi
birçok merkezde satışa sunulmakta.
BanquetSoho adlı bir catering firması adına
restoranları için özel tasarım üniformalar
hazırladım. Dışarıyla bu tarz çalışmalar
yapmak daha fazla zorluyor insanı. Başka
şehirlerin sokaklarına tasarımlarımın
uzanması, oralara gidip o yaklaşımları
tanıma fırsatı verirken, bendeki tasarım
algısını da geliştiriyor.”
“Rusya Kazan Valiliği nezdinde bir
başkanlık konutu, yönetici kadrolar için 30
ünitelik bir konut, 2013 Üniversite
Olimpiyatları köyü ve Kazan mevzii imar
çalışması içerisinde muhtelif park ve
binalar çiziyoruz. İngiliz sermayeli Monarch
Court grubuna Bodrum Yarımadası’nda iki
tatil sitesi hazırladık. Üç adet site daha
uygulama aşamasında. Pina Yarımadası’nın
tamamında otel ve konutlardan oluşan bir
yerleşkeyi tasarlıyoruz. Yine İngiliz
sermayeli Cumberland Properties için
İstanbul’da bir yalı ve Adriyatik sahilinde
tatil sitesi hazırlığı içindeyiz. Uluslararası
bir fon olan Bekay Property Partners için de
Business Parc avan projeleri çizildi. Artık
gerçek enternasyonalizm gerçek meslek
sahiplerinin ışığında kuruluyor ve dünyaya
katma değer ekliyor. Sonuçları başarı
mutluluk, refah, sosyal adalet ve demokrasi
olacak.”
MİMAR
“Kiev’de Mix-use, Moskova’da konut ve otel
projeleri, Alma Ata ve Astana'da çeşitli
konut, ofis, otel, bir ticaret ve sağlık
merkezi, Astana Stadyumu, Dubai’de ofis ve
konut projeleri, Amman’da bir kule gibi
projelerin yanı sıra yurt içinde de Carrefour,
Metro, Acteeum, Landmarkk gibi yabancı
yatırımcılarla geliştirdiğimiz projelerimiz
halen sürmekte. Kazakistan’dan Orta
Doğu’ya farklı kültürlerin çalışma
biçimlerine adapte olmayı ve o verilerle
hareket etmeyi öğrendik, Avrupalı ve
Amerikalı mühendisin sistematiği ile
herhangi bir kültürden son kullanıcı
arasında köprü kurabilmenin avantajını
geliştirdik. Yaşamın her cephesinde olduğu
gibi, ne kadar çok farklı deneyimden
geçerseniz o kadar olgunlaşıyorsunuz.”
Barış Çakmakçı
bcakmakci@doganburda.com
YURTDIŞI
ARTIK
YURTİÇİ
ALEV UBUZZİYA SİESBYE
SERAMİK SANATÇISI
VE TASARIMCI
“Danimarkalı Rosendahl firması için şarap
bardakları, su bardağı ve vazolar piyasaya
çıktı ve şu anda çeşitli dünya fuarlarında
sunuluyor. Bir seri mumluk ve porselen
yemek takımının çalışmaları ise ilerliyor.
Sınırların giderek kalktığı bir dünyada
sadece bir ülke ile çalışmak yeterli
değil. Uluslararası olmak gerekiyor. Bu
benim için bir mücadele. Dünyada ne olup
bittiğini iyi izlememiz şart. Tasarımın
inanılmaz boyutlara ulaşmış olması da başlı
başına bir mücadele. Ödül alabilecek bir
bardak çizebilmek gittikçe zorlaşıyor.”
BİHTER
AYDA PEKİN
TAKI TASARIMCISI
“Şu anda İtalya'da Roma, Floransa, Milano,
Napoli ve Lucca'da farklı butiklerde, New
York Nolita'da Fanny-K Bijou’da,
Barselona'da Alea Galeri’de Aida Pekin
ürünleri satılıyor. Şubat ayında Münih'te
Inhorgenta Fuarına, Nisan sonunda ise
Floransa’da bir sergiye katılacağım. Moda
Tasarımcıları Derneği olarak Fransa’da Türk
Yılı için yürüttüğümüz bir proje var. Aynı
zamanda Hindistan'da Ganjam firması için
hazırladığım koleksiyonun üretimini takip
ediyorum. Özellikle Avrupa’ da özgün
ürünlere yer veren ‘butik’ kültürü Türkiye’ye
oranla daha yaygın. Tasarımlarım sınırlı
sayıda üretildiği ve el yapımı oldukları için
butiklerde doğru müşteriye buluşuyor.
Farklı kültürler ile çalışmak, onların estetik
algıları, tasarım ve üretim süreçlerinin
içinde yer almak, belirli bir ülkenin tasarım
tarzı ve bunun kültürleri ile olan paralelliği
beni çok etkiliyor.”
EROL GÜLGÖREN
İLLÜSTRATÖR
ARZU FİRUZ
ÜRÜN TASARIMCISI
“Paris’te Maison&Objet fuarında tanıttığım
en yeni ürünümün adi Moucharabieh. Şu an
en çok kullandığım ve Arzu Firuz markasını
oluşturan kesim tekniğiyle brandayı
pergolaya veya separatöre dönüştürdüm.
Ayrıca Ligne Roset için yeni bir hali projesi
üzerine çalışmaktayım. Reklamlar, fuarlar
ve markaların satış gücü sayesinde ürünler
Türkiye’de ve yurtdışında tanınmaya
başladı.”
“İngiltere’de canlanan tasarım odaklı duvar
kâğıdı akımı, Amerika ve Avrupa’dan sonra
Türkiye’de de yaygın bir hale geldi.
Christian Lacroix, Olga Zai, Philippe Goron
gibi tasarımcılarla çalışmalar yürüten
Fransız firma In Creation da böyle işleri
seçiyor. Benim için seyahat etmek ve
çizmek eşdeğerde önemli iki tutku. Her ikisi
de yeni yerler keşfetmek, tanımadığım
mekânlarda bulunmak ve yeni yüzlerle
tanışmak için bir fırsat. Sadece bir
yolcuyum ve çevremde olup bitenle ilişki
kuruyorum. Carnet de Voyage koleksiyonum
da duvarlara böyle yansıdı.”
Modadan mimariye, grafikten dekorasyona
kadar pek çok disiplinden Türk tasarımcıların
yurtdışı serüvenleri hız kesmeden devam
ediyor. Sınırları kaldıran tasarımcılarımıza
uluslararası projelerini sorduk.
GMG IN/EX
(BORA MUTLU,
SERHAN GÜRKAN)
MİMAR, TASARIMCI
“Şu an tasarım aşamasında Moskova’da
1200 metrekarelik bir restoran, Bakü’de
bağımsız konut geliştirme ve tasarımın
uygulaması aşamasında ise yine Bakü’de
bir başka ev projemiz var. Mimari anlamda,
her ülkenin kendi sosyo-ekonomik ve
kültürel birikimlerinin ürünü olarak
geliştirdiği birbirinden farklı tasarım,
uygulama ve lojistik yaklaşımlara tanıklık
ederek kendimizi geliştirdiğimize
inanıyoruz. Ekonomik olarak ise sadece iç
pazara değil, global pazarlara da hizmet
vermenin risklerimizi en aza indirgediği de
bir gerçek. Mimari hizmet verdiğimiz
müşterilerimiz aynı zamanda, GMG tasarımı
olan Mukarnas ve Golden Ratio serilerinin
pazarlama olanaklarını da artırıyor.”
BORA AKSU
MODA TASARIMCISI
“Şu an Londra’da People Tree firması için
bir çalışma sürdürüyorum. Ayrıca
Londra’daki Dali Enstitüsü’nün Salvador
Dali’nin XX. ölüm yıldönümü nedeniyle
oluşturduğu ‘Homage to Dali’ projesi için
seçilen 12 tasarımcıdan birisi olarak bu özel
proje için bir kıyafet tasarladım.
Persistence of Memory isimli eserinden
yola çıkarak hazırladığım elbise şu an Dali
Müzesi’nde sergilenmekte. Bir başka
heyecan verici proje ise, Japon şapka
tasarımcısı Misa Harada ile yaptığım
işbirliği oldu. Bir tasarımcı olarak modanın
diğer yaratıcı platformlarla her an için
etkileşim içinde olduğunu düşünüyorum. Bu
da beni modanın kalıplarının dışında
düşünmeye ve farklı şekilde çalışmaya
zorluyor.”
ŞERİFCAN ÖZCAN
GRAFİK TASARIMCI
“New York Times, New York Magazine, New
York'un radyo istasyonu WNYC,
Nickelodeon, Sundance Channel, Discovery
gurubunun yeni televizyon kanalı Planet
Green, Amerikan Tasarım Organizasyonu
AIGA, mobilya tasarımcısı Knoll, reklâm
ajansı Wieden+Kennedy gibi birçok şirketle
çalışmalarım sürmekte. Şu anda Metropolis
adlı tasarım programıyla beraber çevreye
duyarlı tasarım ürünleri üzerine bir kitap
hazırlıyoruz. Amerika da müşteriler yeniye,
daha önce denenmemişe çok açık ve öne
çıkmak için risk alıyorlar. Bu, tasarımcıya
daha fazla sorumluluk yüklerken,
yaratıcılığın da önünü açıyor.”
14
15/02/2009
15
Gülay Hasdoğan
gulayhasdogan@etmk.org.tr
Söz konusu milli içki, rakı olunca, tasarımla
en ilgisiz kişilerin bile bakışı şişelere
döndü! Sebebi, Yeni Rakı ve Tekirdağ
Rakısının tasarımlarıyla sırtladığı TSE Altın
Ambalaj, Design Turkey, Observeur du
Design, World Star 2008 ödülleri miydi? Ya
da artan imaj endeksleri, satış oranları mı?
Yoksa mis gibi anason kokusu mu? Mey İçki
pazarlama direktörü Çiçekten Becel ve
endüstriyel tasarımcı Gamze Güven’le
rakının yepyeni serüvenini konuştuk.
Tekirdağ Rakı için verilen brief ile
başlayalım...
Gamze Güven- 2007 yılında Tekirdağ rakısı
için yepyeni bir şişe tasarımı istendi. Yeni
Rakı, rakıyla ilgili bir norm oluşturmuştu
fakat Tekirdağ ayrı bir markaydı. Hedef
kitlesi de öyle.... Dolayısıyla “ kendine ait
kimliği olan bir tasarım” isteniyordu. Rakıya
ait bir norm oluşturmak için biz Yeni
Rakı’da zaten sürece girmiştik ve rakının
şişesini ayağı yere sağlam basan şekilde
tanımladı. İnce belli dendi sonra ama biz
geniş omuzlu olarak tasarlamıştık; doğunun
biraz kıvrak, iç bükey hatlarına sahip ama
batılı, modernist bir çehrede, sade bir
yapıda oluşturmak istemiştik. Süreç
sırasında 20 focus gruba katıldım 120 kişi
dinledim. Ve bu focus gruplar da müthiş
besledi çünkü tasarımcı olarak yaptığınız
her unsurun, tüketici tarafından çok net
algılandığına şahit oldum.
Umut Kart
01
umutkart@kaletasarimmerkezi.com
ÖDÜL ÜSTÜNE ÖDÜL
ŞEREFE!
Tasarımla en ilgisiz kulaklara bile çalındı
rakı şişelerinin yeni çehresi... Yeni
tasarımla beraber marka imaj endeksleri
arttı, satışlar yükseldi, ödüller sıralandı.
Focus grup okullarda, teoride öğrenilir
genelde. Pratiğe çok geçtiğine şahit
olduğumuz bir durum değil. Tekirdağ’ı
nasıl tanımladılar?
Çiçekten Becel- “Rakı dünyasının
Mercedes’i” deniyor Tekirdağ için. Çok
enteresan! Çok ayrı bir yere oturtuyorlar. En
kaliteli rakı…
Yeni Rakı ayrı , Tekirdağ ayrı. Neden
“ince bel” gibi bir ortak nokta belirleme
ihtiyacı duydunuz?
GG: Bizim yaratmak istediğimiz normda,
görsel algının dışında haptik algı çok
önemliydi. Kesinlikle benimsenmiş. İnce
belden tutuş, sahiplenme, markadan
bağımsız… Rakıyla ilişkisi çok güzel
oturmuş. Biz de o yüzden Tekirdağ’da da
tutuşun yerini tariflemek ve haptik algıyı
önemsediğimiz bir tasarım yaptık. Hem
boyundaki kıvrım, hem bu tutuşla olan ilişki
aslında o normu devam ettiriyor. Her ne
kadar farklı bir kimlik olsa da… Dolayısıyla
biz bu senteze ulaştık. Yani hem farklı bir
kimlik, hem de o normdan birazcık ipuçları
devam ettirme sentezine ulaştık.
Peki, ödül neden geldi sizce?
ÇB: Böyle bir şişenin nihai amacı önce
kendi kitlesi, sonra daha geniş kitlelerde
beğeni uyandırmak, bunun da bir ticari
sonuca ulaşması. Tekirdağ’ın yeni tasarımı,
özellikle de Altın Seri, %52 satış artışı
gerçekleştirdi. Markanın imaj değerlerinde
ortalama bir 3 puan artış oldu.
02
Mey’de böyle bir girişim başlatan neydi?
Markalarınız zaten yeterince hâkimdi…
ÇB: Büyük markalar yenilenmeye mecburlar.
Sırtını markaya dayadığın zaman orta vadede
bir yavaşlama oluşuyor. Ve yavaş yavaş yaşlı,
dar bir kesim tarafından tüketilen bir ürün
haline geliyor. Kriz ortamında da iletişimi
durdurduğu anda, kendine güveni olmayan,
kendi kabuğuna çekilmiş bir görüntü veriyor.
Rakı dünyası belli normları olup, onun dışına
hiç çıkmayan, toplumun önemli bir
kesiminden uzaklaşma riski taşıyan bir
kategoriydi. Dolayısıyla kendi
kimliklerini, özünde taşıdığı değerleri
kaybetmeden yenilenmelerini sağlamak
için böyle bir yola gittik.
Ambalaj tasarımı sektörü çok
hareketlendi. Bunun sebebi ne sizce?
GG: Ambalaj diğer sektörlerden daha uzun
süredir farkında ve yatırım yapıyor. Ama
şimdiye kadar ajanslar ve kalıpçılarla
yapılıyordu. İnanılmaz bir atakla, şu anda
ayağa kalktı ve çok ciddi yatırımlar
yapılmaya başlandı. Özellikle büyük
markalar yenilikleri kesmeyip, ihracata
adım atacağa benziyor.
Peki, sizin ekibiniz içinde grafik tasarımcı
var mıydı?
GG: Yeni Rakı’yla başlayan süreçte grafik
için dışarıdan destekleyerek biz de bir
takım önerilerde bulunmuştuk. Şişenin bir
ruhu var ve mutlaka üstünün etiketi grafiği
de bu ruhu taşımalı. Mey dedi ki siz de
çalışır mısınız, çok güvendiğimiz grafik
tasarımcı arkadaşlarımızı danışman olarak
tasarım üssü bünyesine kattık. Ve Tekirdağ
sürecinin her şeyi bizden cıktı, çok
mutluyuz o yüzden. Logo tasarımı, etiket
tasarımı, giydirme, şişesi, kapağı, malzeme
seçimi. Bundan sonra grafik tasarımı da
dâhil, komple proje olarak da devam
edeceğiz. Ama ajansların bünyesinde de çok
iyi tasarımcılar oluyor. İllaki her şeyi bizim
yapmamız gerekmiyor. Önemli olan yaratıcı
ekibin ve pazarlamanın 3 ayaklı bir şekilde
çok sağlam iyi bir ekip çalışması yapması
gerekiyor. Pazarlama, tasarım, iletişim… Bir
de dördüncü ayak var üretim. Tedarikçiyle
uyum da çok önemli. Şişe cam bu kadar
yenilikçi olmasaydı, zorlamasaydı… Keza
baskıyı yapan ya da etiketçi… Yüzlerce
deneme yapıldı. Onlar da arge yatırımı
yapıyorlar. Yapmasalardı tabii ki bu
başarıya ulaşılamazdı.
Bu sektörde tasarımın gücü aşikâr, başka
güç faktörleri neler?
ÇB: Son 2–3 senedir farklı rakı tipleri
çıkıyor. Tüketici “rakımı değiştirmem” diyor
ama özellikle genç erişkin kesim, 25–35 yaş
arası kesimimiz yeni bir şey çıktığında çok
ilgiyle deniyor. Bu aslında güzel bir şey;
kategoriyi büyütmek için de en önemli
yollardan biri bence. Ayrıca fiyat
segmentasyonu var. Bu değişik kalitede
rakıların değişik fiyat gruplamasında
olması… Mesela normal zamanda Yeni Rakı
içiyor, misafir geldiğinde ise Tekirdağ. Gene
bu bardakları marketlerde hediye olarak
veriyoruz. Tekirdağ’ın kampanyası deniz
konsepti üzerinde… Martılar fonda çok
kullanıldı. Bu şişenin tasarımını o martıya
benzeten bir sürü insan oldu.
GG: Yeni Rakı’da aslında bir kadına
benzesin diye çıkmadık ortaya. Tam
tersine, geniş omuzlu, sağlam basan,
masada adabı bilen, uzun süre sohbeti
sürdürüp masadan kalkmayan bir tip…
İlginç olan, nasıl Porsche erkekler
tarafından çok beğenilir ama kadın
çizgilerine sahipse, Yeni Rakı’nın da
“kadınım” diye sahiplenilen bir yapısı var.
Bilinçaltından…Yeni Rakı aslında, çok daha
fazla halka mal olmuş, bir jenerik marka.
Ekşisözlük’e bakıyorum, çok güzel şeyler
yazmışlar, “tasarımcısı bir kadınmış helal
olsun” gibi. Yeni Rakı çok alımlı, genç,
Anadolulu bir bayan. Ama Tekirdağ, birazcık
kökeni Osmanlı’ya dayanan, daha sofistike
ve aile kökleri İstanbullu bir karakter
olabilir. Tabii kişileştiriyorlar.
ÇB: Yeni rakın da imajı delikanlı aslında,
koruyan kollayan… Kim olur dedik? Fatih
Terim adı çıktı. Güç, karizma… Daha erkeksi.
Bundan sonraki adımlar neler?
ÇB: Bu sene kriz senesi... Ama hem ürün
çeşitlemesi hem tasarım anlamında yeniliğe
ayırdığımız fonları kesmemeye karar verdik.
Türkiye’de 2 kriz yaşadım. Görüyorum ki,
yenilik ve iletişimi kesmediğiniz takdirde
onun geri dönüşü çok iyi oluyor.
01 Ödüllü tasarımlarıyla Tekirdağ
Rakısı ve Yeni Rakı.
02 Mey İçki pazarlama direktörü Çiçekten Becel
(sağda) ve endüstriyel tasarımcı Gamze Güven.
TASARIMA
İLİŞKİN BİR
DEVLET POLİTİKASI VAR MI?
Tasarım devlet gündemini her zamankinden(!) fazla meşgul eder oldu. Neden dersiniz?
Bunu anlamak için yakın geçmişte ufak bir gezinti yapmakta fayda var.
Bundan 30 yıl önce endüstriyel tasarım
okulları ilk öğrencilerini eğitmeye başlarken
tasarımın bir devlet politikası haline
gelmesi uzak bir hayaldi. Geçtiğimiz bir kaç
yılda tasarımın çeşitli devlet kurumları
tarafından önemsendiğine birbiri peşi
sıra tanık olduk. Artık Türkiye’de
Tasarım Konseyi kurulması ve “iyi
tasarım” ödüllerinin ve sanayideki
tasarım etkinliklerinin devlet tarafından
desteklenmesi, sadece meslek
kuruluşlarının bildirgelerinde değil, devletin
kalkınma politikalarında ve eylem
planlarında da yer alıyor ve hatta
uygulamaya geçiriliyor.
Bundan 21 yıl önce Endüstriyel Tasarımcılar
Meslek Kuruluşu (ETMK) kurulurken
tüzüğünde “ulusal tasarım geleneğini
oluşturmak ve çağdaş anlamda etkin bir
‘Tasarım Konseyi’ kurmak” için çalışmayı
amaçları arasında sayıyordu. 1998’de
ETMK, dönemin Cumhurbaşkanı Sayın
Süleyman Demirel’i ziyaret etmiş, tasarımı
endüstride yaygınlaştırmak ve iyi tasarımı
özendirerek tüketicinin haklarını korumak
amacıyla devlet destekli bir tasarım konseyi
kurulmasını ana gündem maddesi olarak
sunmuş, ancak bu konuda insiyatifin
devletten beklenmemesi gerektiği cevabını
almıştı. Çok değil, bu girişimden sadece altı
yıl sonra, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM)
üreticileri ve ihracatçıları tasarım bilinciyle
hızlı ve sürdürülebilir bir şekilde
buluşturmak amacıyla “Türkiye Tasarım
Konseyi”ni yarı özerk bir demokratik örgüt
olarak kurmak için girişimlerini başlattı.
TİM’in yenilenmekte olan yasa taslağında
yer alan konsey henüz yasa yürürlüğe
girmediği için kurulamadı.
Geçtiğimiz yıl Türk Patent Enstitüsü (TPE)
“Türk Tasarım Konseyi”ni TİM’inkinden
farklı olarak bürokratik bir kurul niteliğinde
kurmak için girişimde bulundu. TPE,
Gümrük Birliğine giriş sürecinde ülkemizin
geçtiği uyum süreçlerinin bir parçası olarak,
1995’te yürürlüğe giren Endüstriyel
Tasarımların Koruması Hakkında KHK ile
teknolojiye ve AR-GE’ye verilen
teşviklerdeki artış, sık sık tasarıma yönelik
de teşvik mekanizmaları geliştirmenin
gerekliliğini gündeme getiriyordu. TİM’in
2006 sonunda bu doğrultuda başlattığı
çalışmalar tasarımcıların doğrudan
desteklenmesini hedefliyordu. Geçen sene
Nisan ayında yayınlanan “Tasarım Desteği
Hakkında Tebliğ”, tasarımcı şirketlerin,
tasarım ofislerinin ve birlik ve derneklerin
yurt dışındaki faaliyetlerini destekliyor.
İhracata yönelik bir devlet yardımı olarak
yürürlüğe giren bu teşvik mekanizmasından
farklı olarak, ulusal bazda bir destek
programına yönelik çalışmalar 2007
başında Yatırım Ortamını İyileştirme
Koordinasyon Kurulunun (YOİKK)
aldığı bir kararla başladı. Bu doğrultuda
2007 yazında TOBB, KOBİ Teknik
Komitesi, ilgili bakanlıkların, kurumların,
sanayi ve ticaret odalarının ve meslek
kuruluşlarının temsilcilerinden oluşan bir
tasarım komisyonu kurdu. Komisyon,
yeni tasarım ofislerinin kurulması,
mevcut ofislerin desteklenmesi ve
tasarım ofisleri ve KOBİ’ler arasında
arayüz oluşturacak tasarım merkezlerinin
kurulmasına yönelik öneriler geliştirdi.
YOİKK’e iletilen önerilerden sonra somut
bir gelişme gözlemlenemediyse de
tasarımla ilişkili çok sayıda kurum
temsilcisinin katkı ve görüşleriyle böylesi
bir destek mekanizması geliştirilmesi
kurumsal hafızalarda önemli bir yer
edinmiştir.
tasarımları tescil etmeye başlamış,
böylelikle tasarım konusunu devletin
gündemine sokan en önemli kuruluş
olmuştu. Her ne kadar tescil sistemine
sanayimizin uyum göstermesi ve sistemin
kopyacılığın önüne geçmedeki etkinliği
konusunda sorunlar yaşansa da, tasarım
koruması zamanla devletin tasarım
konusundaki politikalarının en önemli
unsuru oldu. Bu noktadan hareketle TPE’nin
de girişimleriyle, devlet, tasarım konseyi
kurulmasını 2008 yılı eylem planına aldı ve
bu konuda bir bakanlar kurulu kararı
hazırlama görevini TPE’ye verdi. TPE,
devletin sanayi politikalarını oluşturmada
etkin üst düzey bürokratları, üniversiteler
ve meslek kuruluşları temsilcilerinden
oluşan “danışma konseyi” niteliğindeki Türk
Tasarım Konseyi’nin kurulması için bakanlar
kurulu karar taslağını hazırladı. Her ne
kadar aynı başlığı taşısalar da TİM ve TPE
tarafından başlatılan tasarım konseyi kurma
girişimlerinin hayata geçme potansiyelleri
farklı yapıları nedeniyle çok yüksek. Bu
girişimler, devletin tasarımın
kurumsallaşması yönünde attığı önemli
adımlar olarak kabul edililebilir.
Teşvik Mekanizmaları
Devletin tasarıma gösterdiği ilginin diğer
bir boyutu da tasarım teşvik
mekanizmaları. 2000’li yılların başlarında
01
Devlet tasarıma en görünür desteğini
geçtiğimiz Ekim ayında antrepolarda sergisi
ve konferansı düzenlenen Design Turkey
2008 Endüstriyel Tasarım Ödülleriyle verdi.
ETMK, iyi tasarımı ödüllendirerek endüstride
ve toplumda tasarım farkındalığını
yükseltmek amacıyla bir “tasarım
değerlendirme sistemi” geliştirmek üzere
Kasım 2006’da bir danışma kurulu kurarak
Design Turkey Ödüllerinin altyapısını
oluşturdu. Bu süreç içinde TİM’le böyle bir
etkinliği hayata geçirmenin olanaklarını
araştırdı. 2008 başında Dış Ticaret
Müsteşarlığı (DTM) TURQUALITY® programı
dahilinde bu ödül sistemini hayata geçirmek
için gerekli çalışmalara başlamayı kabul etti.
Bunun anlamı şuydu: Dış pazarlarda rekabet
için yüksek katma değerli ürünlerin
yaratılmasını teşvik etmek amacıyla
uluslararası marka yaratmayı destekleyen
TURQUALITY® programı, tasarımı da katma
değer yaratmadaki rolü nedeniyle
desteklemeyi uygun bulmuştu. Design
Turkey ödülleri için Türkiye’de ilk kez
Devleti, sanayiyi ve endüstriyel tasarımcıları
temsil eden üç kuruluş bir araya gelmişti:
DTM, TİM ve ETMK. Tasarımın devletin
gündeminde son yıllarda bu derece yoğun
yer almasının nedenleri nelerdir? Tüm
girişimlerde beş farklı stratejinin izini
görmek mümkün. Tasarım koruması kanunu
ile izlenen “yaratıcı potansiyeli ortaya
çıkarma”, yurt dışı tasarım faaliyetlerine
yönelik devlet desteği ile izlenen
“uluslararası rekabet gücünü artırma”,
Design Turkey ödülleriyle izlenen “iyi
tasarım konusunda farkındalık yükseltme”,
tasarım konseyi çalışmalarıyla izlenen
“kurumsallaşma” ve YOİKK kararıyla izlenen
“KOBİ’lerin kapasite ve yeteneklerini
geliştirme”. Bunlardan ilk üçünün hayata
geçtiğini izlemek artık tasarımın bir devlet
politikası haline gelmesinin hayal
olmadığını, ayrıca son iki stratejinin
de umut vaadettiğini gösteriyor.
01 Devlet desteğiyle gerçekleşen
Design Turkey yarışma ve sergisi,
Türkiye’de bir ilkti.
16
15/02/2009
17
Aykut Köksal
aykutkoksal@hotmail.com
01
ÖZNENİN GÖRÜNÜRLÜĞÜ
BİR SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK ÖRNEĞİ:
Türkiye'de, çağrılı bir yarışma ya da önemli bir kamu yapısı için sipariş söz konusu
olduğunda, adı geçen mimarların başında, artık herkesin tanıdığı yıldızlar geliyor:
Zaha Hadid, Frank O. Gehry, Rem Koolhaas... Başka bir deyişle, mimarlığın bilinen
"görünür" özneleri. Peki bu "görünürlük" durumu mimarlıkta ne anlam taşıyor?
02
Nevzat Sayın
nevzatsayin@nsmh.com
ZEYTİNLİMATRİX
'Sürdürülebilirlik', kopuşlar üzerine zengin
geçmişi olan bir ülkede başka yerlerde
olduğundan daha önemli olmalı. Çoğu
zaman oldukça karmaşık ve pahalı bir
altyapıdan söz etmekle aynı anlama geliyor.
Zamanla kendini karşılayacak bir kazancı
sağlasa bile, ilk girişimler için ürkütücü
görünüyor. Alışkanlıklarımız içinde
olmayınca bu girişime bir yer ayıramıyoruz.
Ona yer ayıramayınca da alışkanlıklarımız
içine giremiyor. Oysa, çok basit yollarla da
çözüm önerileri üretilebilir.
Bodrum’daki ‘Zeytinlimatrix” projesi,
her disiplinde ayrı tartışmaları doğuran
sürdürülebilirlik kavramına sıradışı bir
yaklaşım getirdi.
Bodrum’da bir ev için bu basit/kolay çözüm
yollarından birini denedik. Öyle bir yer
düşünün ki... Yerleşim yerlerinden uzak;
elektriği, suyu getirmek, çöpleri atmak çok
zor. Güneş istemediğimiz kadar, rüzgar
gündüz yok ama gece çıkıyor. Sekiz metre
aralıklarla dikilmiş zeytin ağaçları bütün
araziyi kaplıyor!
Bütün bunlar her yerde, herkes tarafından
ve her zaman yapılabilir şeyler. Bu örnek
orada burada yapılan ikinci evler için
kullanışlı bir seçenek oluşturması açısından
anlamlı olabilir. Toplam maliyet içindeki
oranı kabul edilebilirliği de cabası.
Kolay Çözümler
İri bir sivri sinek büyüklüğünde bir
'rüzgargülü' ve dört metrekare güneş paneli
kullandık. Aküleri ve diğer gereçleri koymak
için dört metrekarelik bir odacık var. Rüzgar
ve güneş enerjisi birbirini desteler şekilde
kullanılıyor. Atık suları süzgeçli bidonlarda
toplayıp, süzülmüş sıvıyı üç metre çapında
ve bir metreden daha az yüksekliği olan bir
kum çakıl havuzundan geçiriyoruz. Elde
ettiğimiz su bahçe sulaması için
kullanılıyor. Katı posadan ise altı ayda bir
çıkarılıp gübre yerine faydalanılıyor.
İçme suyu arazideki kuyudan çıkan tuzlu ve
sert suyun filitrasyonu ile elde ediliyor.
'Akıllıbirşömine' evi ısıtmak için yeterli!
Lezzetli yemekler için bakıcı evine kurulan
kuzine soba, aynı zamanda ısınma aracı.
Zeytin ağaçlarını gölgelerine eklenen kargı
gölgeliklerin gölgeleri soğutmayı gereksiz
kılıyor. Üstelik kapı pencere açık yaşanan
bir evde, neyin soğutması? Kontraplak
yüzeyler ve nitelikli camlara sahip
doğramalar 4X4 lük taşıyıcı sistemin
arasına ve ev sahibesinin istediği bölümlere
yerleştiriliyor. Kapalı, yarı kapalı ve açık
mekanlar bu 4X4 lük 'bodrumgridi'nin içine,
zeytin ağaçlarından kalan boşluklara usulca
ilişiyor ('zeytinlimatrix' adı buradan çıktı).
Yer seçimi, yönler, güneş, rüzgar,
ağaçlar, bitkiler ve toprağa yakından
bakmak konuya desturla yaklaşmak
için iyi bir yol. 'Yer'i tanımak ve o'na teslim
olmak sizi abuk, subuk şeyler istemekten
alıkoyuyor. Bu da istediğiniz şeylerin
olmasını sağlıyor. Kuşkusuz, bütün bunların
olabilmesi için, bütün bunları en
az sizin kadar isteyen bir evsahibinin
olması gerekiyor!
03
01-02-03 “Her zaman herkesin yapabileceği”
çözümlerle donatılmış Zeytinlimatrix,
Nevzat Sayın imzası taşıyor.
Özneyi işaret etme üzerine kurulu bir
mimarlık üretimi mimarlık eğitiminden
mimarlık medyasına dek mesleki bağlamın
tam göbeğinde yer alıyor. Tüm tasarım
disiplinleri sözünü belirli bir soruya yanıt
arama üzerine oturtur. Özneyi öne çıkaran
üretim ise mimarın kendi tekil sözünün (ki
bu söz önce tasarımcının kendisini gösterir)
yanıtın yerine geçmesi demektir. Bu durum
bir yandan mimarlık eğitiminin yalnızca
“auteur” mimar yetiştirmeye odaklanmış
deformasyonunda öne çıkıyor, bir yandan da
mimarlık medyasının “kendini gösterme”,
“görünür olma” üzerinden bir meşruiyet
alanı yaratmasında beliriyor. Hele Türkiye’de
olduğu gibi düşünsel arka planı son kertede
yoksul bir mimarlık bağlamı, “görünürlük”
üzerinden var olmanın koşullarını hazırlayan
uygun bir zemin oluşturuyor. Bu sapmanın
başka bir nedeni de, mimari bilgi üretiminin
asıl dolaşım alanı olması gereken “anonim”
bağlamın da mimarlığı tümüyle dışarıda
bırakması. Sonuçta mimarlık doğruluğu
kendinden menkul dar bir etkinlik alanının
-ister istemez temelden yoksun- gösteri
alanına dönüşüyor.
Öznenin görünürlük kazanması, sadece
Türkiye'de değil tüm dünyada, modernizm
sonrasındaki mimarlığın başta gelen
özelliklerinden biri. Modernizm,
programa/soruya verilen yanıtı, düşünsel
arka planı öne çıkarırken, modernizm
sonrası, mimarın görünür kimliğine bağlı bir
ölçütler dünyası getirdi. Varlık nedenlerini
büyük oranda üretimlerinin görünürlüğüne
borçlu olan mimarların arasında Zaha
Hadid, Peter Eisenman, Frank O. Gehry ilk
akla gelenler. En başta ise hiç kuşkusuz
Gehry'yi anmak gerek. Gehry’nin en bilinen
yapısı ise Bilbao’daki Guggenheim Müzesi.
Bilbao’daki müze, sergilenen nesneyi
göstermek için geri çekilmiş bir yapı değil;
tam tersine kendisini göstermek için öne
çıkıyor. Ne var ki dışa vuran bu kimliğiyle
de, endüstrinin epey tahrip etmiş olduğu
Bilbao kentini bir cazibe noktasına
dönüştürme savı taşıyor. Ancak, başlangıçta
bir ilgi odağı olsa da, bu ilginç “kabuğun”
sürdürülebilir bir çekim yaratması kolay
gözükmüyor. Guggenheim Müzesi kadar
ünlü olmasa da, Gehry'nin Prag'daki
"Danseden Ev" adıyla bilinen işyeri binası,
daha başlangıçta görünür olmayı
hedeflemiş bir yapı. Belli ki Gehry'nin
yapısının Prag'ı da Bilbao gibi bir çekim
noktası kılması istenmiş...
03
01
öğrencilere "auteur" mimarları “rol modeli”
olarak önermek, hem mesleğin genel
uygulama alanıyla çelişiyor, hem de yeni
mezun mimarın, yapı üretimindeki
endüstrileşmenin giderek dayattığı
(dayatacağı) anonim bilgi bağlamının
dışında kalmasına yol açıyor.
Modern sonrası dünyada büyük bir işaret
kirlenmesinin tam ortasında yaşıyoruz.
Benim “denetimsiz çoğulluk” diye
adlandırdığım bu ortamda kendini
özelleştirmeye çalışan, özerk bir statü
talebiyle ortaya çıkan her ürün kısa süre
içinde bu kaotik bütünün ayrıştırılamaz
öğesine dönüşüyor. İşte bu bağlam içinde
mimarın konumunu, üretimini tartışmak
gerekiyor. Kendi kişisel sözünün
buyurganlığına teslim olmuş, dahası bu
buyurganlığı bir öneri olarak bize sunan
mimarın üretimi, kaçınılmaz bir zorunlulukla,
hem kısa sürede tüketilip yok ediliyor, hem
de çevredeki enformasyon kirliliğini artırıyor.
Sözünü anonim bağlamın içine çekilerek
söylemek bu yüzden önem taşıyor. Somut bir
örnek vermek istiyorum: Şevki Pekin’in
Moda’da inşa edilmiş bir apartman projesi
var. İstanbul’un anonim apartman
tipolojisini yadsımayan ama bu tipolojinin
içinden son derece duru bir sözü aktaran bir
yapı. Ama ne yazık ki bugünün mimarlık
ortamı bize bu ve benzeri ürünleri
göstermekten alabildiğine uzak.
01 Frank O. Gehry: Guggenheim Müzesi,
Bilbao, Fotoğraf: Michael Reeve
02
Hiç kuşkusuz "auteur" mimarların üretimi
çağdaş mimarlık tarihinin önemli bir
bölümünü oluşturur, ne var ki bu üretimin
anlamı, öncelikle, mimarlığın bilgi alanına
yeni katkılar taşıdığında ortaya çıkar. Genç
mimar adaylarının, bu katkının içeriğini göz
önüne almadan "auteur" mimarları "rol
modeli" olarak algıladıklarını, dahası içinde
bulundukları eğitim sistemin bu algılamaya
zemin oluşturduğunu söylemek yanlış
olmaz. Mimarlık mesleğini öğrenme
amacıyla mimarlık okullarına gelmiş
02 Frank O. Gehry: "Danseden Ev", Prag,
Fotoğraf: Ali Sinan Koksal
03 Şevki Pekin: Moda'da apartman,
Fotoğraf: Sevki Pekin,
18
15/02/2009
19
Gözde Tüfekçi
gozdetufekci@gmail.com
KÜRESEL KURTULUŞ
Ayhan Ensici
ensicia@itu.edu.tr
YARATICI ENDÜSTRİ ÇAĞINDA
SİNEMA VE TASARIM
Sinema, son 8 yılda %7’lik büyüme gösteren yaratıcı endüstrinin başrol
oyuncularından. Tasarım, sinemada kostüm ya da araçları değil geleceği şekillendiriyor.
Endüstri çağı, teknoloji çağı ve bilgi çağı
denirken önümüzdeki dönemin yaratıcı
endüstri çağı olduğu görüşü gittikçe ağırlık
kazanıyor. Son yıllarda, yaratıcı endüstri
kavramının yanısıra kültürel ekonomi,
kültürel endüstri, yaratıcı ekonomi gibi
kavramlar da oldukça sık kullanılmaya
başlandı. Henüz kavramlar tam olarak
netleşmemekle birlikte, ‘kültürel ekonomi’
ve ‘endüstri’ kavramları bölgesel değerlere
bağlı üretim gücünün artırılmasına ve artı
değeri yüksek ekonomik yapının
geliştirilmesine yönelikler. ‘Kültürel
endüstri’nin genişleyerek ‘yaratıcı endüstri’
kavramına geçişi ile tanımladığı alanın çok
yönlülüğü artıyor. Yaratıcı endüstriler
zanaat ve turizmin ötesinde edebiyat,
müzik, sinema, mimarlık, sahne sanatları,
görsel sanatlar, reklamcılık, tasarım, video
oyunları, bilişim ve benzer sektörleri
içeriyorlar. 2003 yılı rakamlarına göre
Avrupa Birliği’nde yaratıcı endüstri içinde
çalışan 5.8 milyon kişi, 654 milyar avro
hacminde bir ekonominin oluşmasını
sağladı. Yaratıcı endüstriler son 8 yıllık
dönemde ortalama %7 büyüme göstererek
diğer tüm endüstri dallarını geride
bıraktılar.
2000'li yılların başından itibaren Avrupa
Birliği ülkeleri yaratıcı ekonomilerle ilgili
strateji çalışmaları yapmaya başladı.
Konuyla ilgili araştırmalar yapmak üzere
çeşitli enstitü ve kamu kurumları oluşturdu.
Bir yandan, yaratıcı endüstriler üzerine
çalışmalar sürerken, bu kavramın yakın
gelecekte ulusal ve bölgesel düzeyde
ekonomik kalkınma modeli olacağı
öngörülüyor. Yaratıcı endüstriler temel
olarak yaratıcılık ve fikri mülkiyet haklarını
içeren ürünlerin ve servislerin yaratılması,
üretilmesi ve dağıtılması olarak
tanımlanıyor. Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkelere, çok düşük yatırım oranları ile
beraber, gelişmiş ülkelere oranla sahip
olduğu düşük bilgi ve üretim becerisi
dezavantajını daha uygun maliyet
koşullarıyla giderme olanağını yaratıyor.
Söz konusu yeni endüstri modelinin
dayandığı yaratıcılık ve kültürel özellikler,
Uyumu, dinginliği, çevresel duyarlılığı
temsil eden yeşil, tasarımla olan ilişkisinde
sürdürülebilirlik, çevresel bozulma, verimli
enerji kullanımı gibi konulara yeni
yaklaşımlar ve çözümler getirmeyi
amaçlıyor. Eko tasarım; birçok mimarın,
tasarımcının ve modacının da ürünlerine bu
şekilde yansıyor. Çevresel etkileri azaltmak
ve giderek azalan doğal kaynaklara
alternatifler üretme gerçeğinden hareket
eden yeşil tasarım, hem çevreye olan
duyarlılığı hem de var olan kaynaklarımızı
nasıl daha iyi biçimde kullanırız sorusunu
tasarımın odağına taşıyor. Tasarımcıların bu
soruyu cevaplamaktaki en büyük aracı ise
teknoloji.
Intelligent Forms’un ürettiği Solo Lounge
Table’ı ele alalım. Açık alanda
bilgisayarınıza, cep telefonunuza veya
cihazlarınıza ihtiyacı olan enerjiyi doğrudan
karşılayabilen kahve masası, güneş
enerjisini kullanıyor. Masa, solar toplayıcı
görevini gören bir raf ve silikon hücrelerden
oluşan bir yuvaya sahip ve bu sayede ideal
iklim koşullarında, yıl boyu 17 kw’a kadar
enerji üretebilmekte. Bluetooth vericisi, şarj
edilebilir pil, LCD, ofis monitörleri ve
cihazların yeniden şarj edilebilmesi için
bağlantı tepsisi gibi araçlarla donatmış.
01
diğer endüstri yatırımlarına oranla düşük
maliyetli, güçlü rekabet unsurları.
Yaratıcı endüstri içindeki sektörler arasında
kurallı bir ilişki tanımlamak pek mümkün
olmasa da birbirleri ile doğrudan ilişkililer.
Günümüzde her yaratıcı sektörün diğer
yaratıcı sektörleri kendi bileşenleri olarak
kullandığını görülüyor. Her yaratıcı sektör
multi-disipliner bir üretim süreci
durumunda. Bu sektörler içinde sinema
sektörü diğer tüm yaratıcı disiplinleri
kullanan bir ortak payda sayılabilir. Sinema
hem kendi içindeki dünyayı oluştururken,
hem de ticari meta olduktan sonra yaratıcı
endüstrinin sektörlerini kullanıyor.
Sinema sektörü, yani film endüstrisi öteki
yaratıcı sektörlerden, sahip olduğu
ekonomik ve toplumsal etki açısından
farklılaşıyor. Sinema, 1911 de kurulan ilk
film stüdyosu ile birlikte endüstrileşmiş,
eğlence unsuru olmasının ötesinde
toplumsal ve ekonomik bir araç olmuştur.
Film endüstrisi tasarımcılar için ise oldukça
özgün bir uygulama alanıdır. Bu alanda ne
gerçek hayattaki üretim kısıtlamaları, ne
pazar araştırmaları ne de ürün rasyonalitesi
tam anlamıyla kısıtlayıcı bir faktördür.
Sinema filmi gerçekmiş gibi hikâyeler
anlatır ve dünyalar kurar ama gerçek
dünyadan çok daha özgürdür. Teknolojik
gelişmeler hem tasarıma hem de sinema
sektörüne daha iyi hizmet vererek hayal
gücünün sınırlarının genişlemesine hatta
kimi zaman ortadan kalkmasına sağlamıştır.
Hayal gücüne bağlı yaratım süreci sinema
ve tasarımın ilişkisinde döngüsel bir
etkileşim söz konusudur. Tasarım
disiplinleri ise bu dünyanın yaratımında en
önemli görevi üstlenmektedir.
Spielberg'in 2002 yılında çekmiş olduğu
Azınlık Raporu filmi için Kaliforniya'da 3
gün süren bir seminer boyunca M.I.T.'den
uzmanların, üniversitelerden şehir
plancılarının, mimarların, gelecek
tahmincilerinin, yazarların bulunduğu bir
beyin takım ile filmin üretim tasarımcısı
(aşağı yukarı bizdeki sanat yönetmeni) Alex
McDowell ve ekibi ile bir araya gelerek
gelecekteki yaşamın teknolojik ve sosyal
ayrıntılarını belirlemeye ve öngörmeye
çalışmışlardı. McDowell, bu toplantılarda
'birçok uzmanla bir odada oturarak
toplumun 5-10-20-30 yıllık dönemlerde
nasıl etkileneceğini ve dönüşeceği hakkında
fikir yürüttüklerini' söylüyor.
Böylesi bir gelecek tasarımı yapıldığında,
sadece film oyuncuların kostümleri veya
kullandıkları araçlar değil, öncelikle
gelecekte neyin değişeceği, toplumsal
eğilimlerin ne yönde olacağının belirlenmesi
gerekir. Gelecekte şehir yaşamının, insan
davranışlarının, mimarinin veya sosyal
yaşamın nasıl olacağının öngörülmesi söz
konusu olduğunda, sadece sinemanın
kendisinin değil, aynı zamanda tüm diğer
yaratıcı disiplinlerinin de üretimi söz konusu
olur. Bu aşamadan sonra, bahsini ettiğimiz
döngüsel etkileşim belirmeye başlar.
Sinema filmi kendisi için yaratıcı
disiplinlerin gücünü ve sınırlarını
zorlarken, ortaya çıkan sonuç bu
disiplinlerin sınırlarının gerçek hayatta
kullanılmasına yol açar ve böylece
yaratıcı sektörlerin gelişimini ivmelendirir.
Gelişen yaratıcı sektörler toplumsal ve
ekonomik gelişime katkı sağlayarak
kendi becerilerini belirler. Tasarım
disiplinlerinin geleceği planlanırken
yaratıcı endüstrinin iç dinamikleri ve
ilişkileri ile bir bütün olduğunu daima göz
önünde bulundurmak gerekir.
01. Azınlak Raporu filmi için tasarlanan
‘yaşam’ ve filmde kullanılan her araç, sanat
yönetmeni Alex McDowell’ın MIT’den
uzmanlarla yaptığı çalışmaların sonucu.
YEŞİLDE
‘Bildiğimizi sandığımız’ gerçekleri,
yeniden öğrenmeye başlıyoruz: Enerji
nerden elde edilir? Binalar canlı mıdır?
Yoktan var etmek mümkün müdür?
Kaynakları tüketmek yerine arttırmak
olası mıdır? Eko tasarım nedir?
Güneş, rüzgar ve hidrojen enerjilerine
alternatif olarak halen üzerinde çalışılan bir
diğer teknoloji Mikrobiyal Yakıt Hücresi
(MFC) ise tamamen geri kazanılabilir
enerjiyi temsil eden, yeni ve etkileyici bir
method. Doğal olarak var olan mikrobiyal
metabolizmalardaki enerjiyi hapsederek
toprak, gübre, yemek artıkları gibi organik
açıdan zengin malzemelerden elektrik
üretimine dayanan çalışmayı MIT
(Massachusetts Institute of Technology)
sürdürüyor. Afrika’nın bazı bölümlerinde,
birkaç saatlik aydınlatma için bile beş saat
yürüyüş mesafesindeki enerji kaynaklarına
ulaşılması gerektiğini hatırlatalım; MFC
teknolojisi yeni bir enerji anlayışı haline
dönüşüceğe benziyor, değil mi? Afrika’daki
enerji ve aydınlatma krizini bitirmeyi
hedefleyen sosyal girişim Lebon Solutions
ile ortaklaşa yürütülen çalışma, MFC
teknolojisinin tasarımcıların da ilgisiyle,
insanların günlük hayatlarını nasıl
değiştirilebileceğinin bir örneği. Topluluk,
atıl enerjileri kullanır hale getirip, bu
yöntemleri Afrika pazarı için adapte ederek,
bunları kırsal köylere yenilikçi ve
ulaşılabilir düzeyde taşımayı amaçlıyor.
Böylelikle MFC yakın zamanda daha fazla
güç sağlar hale gelip, kolay ve ucuz
kurulumu sayesinde diğer enerji
kaynaklarıyla rekabet edebilecek.
Dünya giderek sürdürülebilir girişimler
üzerine yoğunlaşırken, yeşil mimarlık
kavramı gelişen bir endüstri haline geliyor.
Tek ailelik konutlardan büyük yaşam
komplekslerine kadar her şey yeşilin etkisi
altında. İtalyan mimar David Fisher
tarafından tasarlanan “Dynamic
Architecture” isimli proje, kısa bir zamanda
dünyanın hareket halindeki ilk yapısı
olacak. Yeşil bina kavramını bir adım daha
öteye taşıyan kule, elektrik üretmenin
yanısıra çevre binalara da enerji sağlayarak,
tamamen kendi enerjisini üretebilecek ilk
gökdelen. Dubai’deki kulenin 80 katlı, 420
metre uzunluğunda ve her bir katı bir
diğerinden bağımsız olarak dönebilecek
şekilde inşa edilmesi düşünülüyor. Elektrik
enerjisini her katı arasına dikey olarak
yerleştirilen yaklaşık 79 rüzgar türbininden
sağlayacak olan bina, ışılelektriksel
hücrelerden elde edilecek güneş enerjisini
de kullanacak. Yapım aşamasında da enerji
tasarrufu sağlamayı amaçlayan projede, her
bir kat fabrikada prefabrik parçalardan
üretilecek ve bu sayede böyle bir yapıda
çalışması gereken 2000 işçi yerine 600 işçi
yeterli olacak. Projenin yaratıcısı David
Fisher başta Moskova olmak üzere dünyanın
önemli merkezlerinde de benzer yapıda
binalar inşaa edileceğini açıkladı. Hem iç
mekânda kullanılan mermer, cam ve ahşap
gibi doğal ve geridönüşümlü malzemeleriyle
hem de üretilecek enerji kaynaklarıyla
tamamen çevre dostu olması düşünülen ilk
dönen kule inşaatının Dubai’de 2010
yılında tamamlanması bekleniyor.
Artan çevresel tehditler ve var olan
kaynakların giderek kısıtlanması gibi
etkenler, mimar ve tasarımcıların bu konu
üzerine daha fazla eğilmelerini sağlıyor.
İnsan ihtiyaçlarının sınırsızlığı, zaten bir
hayli(!) sınırlı olan doğal kaynaklarımızı pek
hızlı tüketmemize sebep oluyor. Böylesi
küçük-büyük ölçekli projeler ise, doğayı
ihtiyaçlarımız için tüketmek yerine,
teknolojiyi var olanları arttırmak ve
etkilerini en aza indirmek için
kullanmayı hedefliyor.
02
01 David Fisher tasarımı dönen kule
‘Dynamic Architecture’ adını taşıyor.
01
02 Intelligent Forms’un ürettiği ‘Solo Lounge
Table’ açık havada şarj cihazı görevi görüyor.
20
15/02/2009
Asu Aksoy
Ömer Durmaz
asua@bilgi.edu.tr
Yüzyıllık geçmişi ile nadir ayakta kalmış
endüstri mirası örneklerinden Hasanpaşa
Gazhanesi’nde dönüşüm süreci başlamış
bulunmakta. Yoğun bir yerleşim alanının
ortasında sıkışıp kalmış, çökük ve metruk
Gazhane’nin binaları ve alanının tümü çok
yakında bir inşaat sürecine girecek. Alanın
mülkiyetine sahip İstanbul Büyükşehir
Belediyesi’nin hedefi Gazhaneyi bir kültür
merkezi olarak 2010 yılına yetiştirmek.
Büyükşehir Fen İşleri Daire Başkanlığı, Yapı
İşleri Müdürlüğü tarafından İstanbul 2010
Ajansı’na inşaat projesi teklifi sunuldu.
İstenilen para çıktığı taktirde, Koruma
Kurulu tarafından 2001’de onaylanmış olan
İTÜ’nün yaptığı restorasyon ve yeniden
kullanım avan projesi doğrultusunda
uygulamaya geçilecek.
Kamunun malı olan Hasanpaşa
Gazhanesi’nin bir site, alışveriş merkezi ya
da otopark gibi ticari bir kullanım alanına
değil de bir kültür merkezine dönüşümü
kararının nasıl başarılmış olduğunu
öncelikle anlamak lazım. Bugünlerde çok
aşina olduğumuz kamu varlıklarını
özelleştiren ve karşılığında büyük rant
kapatan model yerine Hasanpaşa’da gelir
kazancı gözetmeyen, sosyal odaklı, kültürel
bir projeye, İBB Genel Meclisi’nden,
belediye bürokrasisine, kamu tarafından
yeşil ışık yakılması sağlanmış. Bunu
başaran, tesisi korunması gerekli kültür
varlığı olarak tescil ettirip, ardından
çöplüğe ve yıkıma uğramaması için proje
hazırlanmasını talep eden, bunun için
Mimarlar Odası’ndan akademisyenlere
kadar geniş bir çevreyi harekete geçiren,
Gazhane Çevre Gönüllüleri isimli yerel sivil
insiyatif. Bugün İBB tarafından İstanbul
2010 Ajansı’na sunulan İTÜ Mimarlık
Fakültesi’nce yapılan avan proje, işte bu
insiyatifin Mimarlar Odası ve Büyükşehir
ile, geçmişi 1993’e dayalı çalışmalarıyla
elde edilen katılımcı sürecin sonucu.
Gazhane Çevre Gönüllüleri konuyu
uzmanlar ve yerel yöneticilerle çalışmaya
açmakla sınırlı kalmamış, alanda
gerçekleştirdikleri kültürel etkinliklerle,
semt sakinleriyle yaptıkları toplantı ve
araştırma faaliyetleriyle de Gazhane’nin
geleceğinin belirlenmesini alttan şekillenen
bir müzakere süreci olarak hayata
geçirmişler. Katılımcı model işletilmiş.
Ancak, proje onayının bundan sekiz yıl önce
gerçekleştiği düşünülecek olursa,
uygulamaya geçmek için neden bugüne
kalındığını sormak lazım. Bunun sebebi,
öngörülen proje fikrinin kültür sermayesi
(özel ya da kamu) ile buluşamamış olması
olabilir mi? İTÜ’nün hazırlamış olduğu
“Hasanpaşa Gazhanesi Koruma ve Yeniden
Kullanım Ön Projesi” 33.000 metrekareyi
geçen gazhane alanında lokanta, kafeterya,
atölyeler, sergi alanları, sinema salonları,
500 kişilik çok amaçlı salon, fuaye alanları,
kent pazarı, multivizyon binası, gezi
alanları, kütüphane, enerji merkezi, yönetim
binaları ve yeşil alan, çocuk alanı ve çocuk
evi gibi bir çok birbirinden farklı
fonksiyonun yer aldığı, tüm kente kültür ve
rekreasyon hizmeti vermeyi öngören iddialı
omer.durmaz@yahoo.com.tr
HASANPAŞA GAZHANESİNDE
İSTANBUL 2010 FIRSATI
Endüstriyel yapıların yaratıcı platformlara dönüşümüne önemli bir
örnek teşkil eden Hasanpaşa Gazhanesi, “kültür sermayesi” ne
dair soruları da alevlendirdi.
Hasanpaşa Gazhanesi, 1891’de Anadolu
yakasında artan aydınlatma ihtiyacını
karşılamak üzere Yenikapı
Gazhanesi’nden sonra kurulan
İstanbul’un ikinci büyük gazhanesi.
Aydınlatma maden kömüründen elde
edilen gazın ev ve sokaklardaki
kandillerde yakılmasından sağlanıyor.
Hasanpaşa 1993 yılında kapanıyor.
01
Kültür İşi İşte!
Proje neresinden bakarsanız pahalı. Böyle
yüksek maliyetli ve üstelik mali getirisi de,
kültür işi olduğundan, kesinlikle garanti
olmayan bir projenin altına kim elini
koyabilirdi? Belli ki Büyükşehir bizzat
finanse etmekten geri durdu; o sıralarda
Sütlüce Kültür Merkezi’ni bitirmek endişesi
belki önplandaydı. Özel sektör de proje
konsepti itibarıyla bu kadar büyük bir ön
yatırım gerektiren ve fonksiyonları baştan
belirlenmiş bir alana girmek istemedi.
Buradan çıkarılması gereken bir sonuç var:
İstanbul gibi bir çok benzeri kültür altyapısı
projesinin kaynak için yarıştığı ve özel
kaynakları kamu projelerine çekme
mekanizmalarının fazla gelişmediği bir
alanda, kamu sektörünün ticari olmayan
kültür merkezi projelerinde finansman
meselesinin baştan düşünülmesi gerekiyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Gençlik
Merkezi, Türkiye’den ve dünyadan, 40
tanınmış graffiticiyle beraber “İstanbul”
temalı sokak sanatı etkinliğini birkaç ay
önce Eski Galata Köprüsü’nde
gerçekleştirdi. Festivalin amacı, 2010
Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’da, birçok
ülke ve şehirden farklı kültürleri bir araya
getirmek, Avrupa ülkelerinde kültür ve
sanatın bir öğesi olarak görülen graffiti’nin
İstanbullulara doğru anlatımını sağlamaktı.
Güneşli bir İstanbul gününde oldukça
hareketli, boya zerreciklerinin havada
uçuştuğu, boş duvarların saatler içerisinde
rengârenk olduğu, izleyene enerji ve ilham
veren, sımsıcak bir gündü.
Etkinliği izlerken, sanırım Murat Bardakçı
aklıma girdi ve graffiti’nin Osmanlı ile olan
bağları üzerine düşünmeye başladım.
Paleolitik Çağ’dan bu yana her kültürde
görülen duvar yazılarının Osmanlı’da da
örnekleri var mıydı acaba diye belleğimi
taramaya başladım. Araştırmalarım zaman
içinde sonuç verdi...
“Bilezik Yazısı”
Avan projenin hayata geçebilmesi için,
alanın etrafındaki ”aşırı” yapılaşmanın
kontrol edilmesi , çevresinde yeşil koruma
bandının oluşturulması ve ulaşımın
çözülmesi gerekmekte. Bunlar yapılmadı.
Hemen inşaata başlanılması durumunda,
orada hızla kotarılmış, avan projenin temel
esprisine aykırı bir kültür inşaatının
yükseleceği anlamına gelmiyor mu?
bir proje. Bu projenin önemli özelliği, proje
ekibinden Gülsün Tanyeli’nin belirttiği gibi
‘karma bir yeniden işlevlendirme
programının’ uygulanması. Yani, bazı
yapıları yeniden işlevlendirmeyerek,
oldukları gibi koruyarak restore etmesi ve
diğer mevcut yapıları yeniden işlevlendirme
programı uyarınca elden geçirmesi. Proje
ayrıca sökülmüş gazometrelerin yeniden
yapımını (rökonstrüksiyon) içermekte.
21
Bu noktada, kamu ya da özel, kültür
sermayesinin işin içine baştan nasıl
çekileceği ve hangi kıstaslar çerçevesinde
angaje edileceği meselesinin yerel sivil
insiyatifin, tasarımcının ve mimarın boyunu
aştığı itirazı gelebilir. Tasarımcı ve mimar
verilen brief çerçevesinde projesini tasarlar,
sivil insiyatif yerel halkın ihtiyaçlarını karar
sürecine taşır, parayı bulmak ve altyapıyı
işletmek belediyenin işi denilebilir. Oysa,
kültür sermayesi denilen, tiyatro ya da müzik
prodüksiyon şirketi, opera, dans sahnesi,
sinema zinciri, galeri, müze, yayıncılık,
tasarım merkezi, festival işletmeleri, hatta
üniversiteler, özel kolleksiyonerler ve
mesenler ve de bu alanlardaki işletmelere
doğrudan sponsorluk yapanlar değil de
nedir? Yani, kültür sermayesini baştan
çekmek demek büyük ölçüde projenin
içeriğine ve karakterine ilişkin yönü de
belirlemek demek. Bu buluşmayı kamusal
projelerde sağlayan ise kamu sektörünün
kendisi olmak durumunda. Yani yerel
yönetimin kültür müdürlükleri ya da Kültür
Bakanlığı ilgili müdürlükleri. Mesela,
Amsterdam’da bugün başarı ile işleyen
Westergasfabriek adlı gaz fabrikası kültür
parkı durumunda, belediyenin ilk işi tam
zamanlı bir proje yöneticisini işe almaktı.
Proje yöneticisi proje geliştirme sürecinin
mahalleli ile buluşmasından, alanın geçici
olarak kullanıma başlamasına, kültür
operatörlerinin devreye girmesinin
kolaylaştırılmasına, iletişim çalışmalarının
yürütülmesine kadar bir dizi sorumluluk
almıştı. Hasanpaşa durumunda da, işin
başından kültür sermayesinin yerel kültür
kullanımı talebi ve tasarımcı ile buluşmasını
sağlayacak düzenlemenin yapılması
gerekirdi; böylece projenin yapılabilirliği ve
sürdürülebilirliği sağlanmış olacaktı.
Sanat ve tasarım dallarının çoğu,
başlangıçlarını, Paleolitik Çağ mağara
resimlerine kadar dayandırırlar. Hatta bu
disiplinlerin altbaşlıkları da bu ritüeli ayrı
ayrı tekrarlar. Fazlasıyla tekrara düşen söz
konusu ilişkilendirmenin zamanla
klişeleştiği bile söylenebilir. Yeni nesil için,
“çok kanlı bir savaş olmuştu, iki taraf da çok
asker kaybetmişti...” şeklinde başlayan tarih
sözlülerinin bir benzeri olmuştur adeta:
“Taa... ilkçağ mağara resimleriyle başlayan
resim sanatı...” Homo Sapiens atalarımızın
söz konusu bu eylemi, çağdaş görsel
tasarım ve sanat disiplinlerinin tarihi
gelişimi içerisinde değerlendirilmesine
rağmen aslında hiç tükenmedi, günümüze
OSMANLI’DA
GRAFFİTİ
Keyfinize göre, vandalizm, kamusal sanat
ya da“bilezik yazısı”! Osmanlı bize graffiti
mirası bırakmış olabilir mi?
kadar başkalaşarak süre geldi. Graffiti, yani
“duvar yazısı/resmi” bunun en iyi örneği.
Duvara uygulanan yazı ve resimler yoluyla
kendini ifade etmenin bir görsel üretim yolu
olarak düşünebileceğimiz graffiti,
Latince’de grafik (graphos; yazmak/çizmek),
sözcüğüyle benzer bir kökten graffiato
(kazımak) sözcüğünden geliyor.
Her yüzyılda ve her ülkede rastlanan bu
kaligrafik yazılar, stilize resimler,
küreselleşmeyle beraber, alt gruplara ait
ortak bir bilek hareketine hatta modern
kültürün önemli bir parçası haline dönüştü.
Kamusal bir sanat dalı olarak kabul
edenlerin yanında, vandalizm olarak görüp
karşı duranlar da oldu. İlk insanın kendini
ifade etmedeki temel içgüdüsü, bugün de
olanca hızıyla kamusal alanlarda toplumsal
izler bırakmaya devam ediyor.
Osmanlı’nın külliyelerine, cami avlularına
adımınızı attığınızda, karşınıza –mekânın
dokusu içinde kamufle olmuş– bir dolu
duvar yazısı çıktığını göreceksiniz; ancak
Şimdi, İstanbul 2010 ile önümüzde fırsat
var. Proje müelliflerinin de altını çizdiği
gibi, mevcut avan projenin etaplandırılarak,
ilk etabında düşük maliyetle binaların biran
evvel konsolidasyonlarının yapılarak esnek
kullanıma yönelik teşriflerinin gerçekleştirilmesi ve de alanın 2010 artistik
programlarına açılması mümkün. Bu artistik
kullanımı yönetmek üzere, yerel insiyatifden desteklenen bir kültür yönetimi
kapasitesinin hızla orada oluşturulması
talep edilmelidir. Bu yönetimin ilk yapacağı
2010 artistik programlarına gerek
mahallelilerin gerekse de kültür operatörlerinin etkin katılımını sağlayarak Gazhane
kültür vizyonunun uzun vadede sindirilerek
vücud bulmasının önünü açmak olacaktır.
2010 artistik programlarını Gazhaneye
çekerek Gazhane Kültür Merkezi işine
başlamak önerisi bildik arama-bilgilenmetasarım-uygulama zincirini tersine
çevirmekte. Geçici kullanımlarla tasarımcının ve kullanıcının, kültür sermayesinin
ufkunu açmak. İşte 2010 fırsatı bu.
01 Kaynak Gülsün Tanyeli
bunlara graffiti değil, “bilezik yazısı”
denmekte. Osmanlı kent yaşamının sosyal
yapısı içinde önemi tartışılmaz bu dini ve
siyasi merkezlerde, graffiti çalışmaları
işlenmiş mekânın yüzeylerine. Ama
duvarlar değil, sütunları sarmalayan
tunçtan döküm kelepçeleri kullanılmış bu
ifade biçimini nakletmek için.
Sözün bundan sonrasını, bilezik yazılarıyla
ilgili araştırmanın sahibi Baki Günay’a
bırakıyorum: “Cami, külliyenin merkezinde
yer alır ve cemaatin belirli zamanlarda
toplandığı bir çeşit ‘forum’ işlevini üstlenirdi.
Saray yönetimiyle halk arasında bir iletişim
odağı durumundaki bu mekânlar, şehir
hayatını ilgilendiren kararların cemaate
duyurularak tepkisinin ölçüldüğü yerlerdi.
‘Bilezik yazıları’ denen bu yazılar da o dönem
insanlarının haberleşmek ve bilgilenmek için
kullandığı bir çeşit fısıltı gazetesi işlevi
görürdü; matbaanın Osmanlı’ya gelişine
kadar da etkisini sürdürdü. Bu yazılar,
genellikle, önemli olayların geleceğe
aktarımını amaçlıyorlardı. Bilezik
yazılarında, meşhur İstanbul yangınlarıyla
ilgili haberlere, ölüm ve evlenme ilanlarıyla
beraber tanınmış kişilerce verilen çeşitli
ilanlara da rastlamak mümkün.”
“Bileziklerde, normal halk dili ile
yazılmış Osmanlıca yazılar bulunuyor.
Osmanlıca bilgisi olan kişilerin
rahatlıkla okuyabildiği bu yazılarda
gündelik halkın gördüğü ve etkilendiği
olayların yanı sıra halkı ibadet etmeye
davet eden ayetler de bulunuyor. İşte
Topkapı’daki Ahmet Paşa Camii
avlusundaki ‘bilezik’ de ilginç bir yazı:
‘Donanmayı hümayuna çıkalı yevmi
Pazar fi 6 şaban sene 1167’. Yine aynı
camiinin avlusundaki başka bilezikde şu
yazılar okunabiliniyor: ‘Muid Ahmed Efendi
Mısır’a gitti. Osman sene 1049.”
01
“Sütunlara yazılan bazı yazılara
tarih kitaplarında bile rastlamak
oldukça zor. Şehzade Camii’nin kıble
kapısının sol tarafındaki bilezikte
şunlar okunabiliyor: ‘Azim ateşi
göründü hava yüzünde. Kadir gecesi
fiyevmi yeksen bin sene1022’. Avludaki
sütunların başka birisinde camiinin t
amiratı ile ilgili bir not düşülmüş.
‘Altın oluk işlendi sene 1021 ve cami-i
şerif meremmat oldu 15 Recep sene 1025”.
Yazanlarıyla ilgili bilgilerin
kayıtlara geçmediği bilezik yazılarının
en eskisi, Aksaray’daki Murat Paşa
Camii’nde, en yenisi Edirnekapı
Mihrimah Sultan Camii’nde bulunuyor.
Sultanahmet Camii’nin sütunlarındaki
bir yazı, söz konusu yazıların
Osmanlı’nın graffiti örnekleri
olduğunu doğrular gibi: “Ah Hüseyin, vah
Hüseyin, dilerim Allah’tan bul Hüseyin...”
01 Bilezik yazılarına camilerde rastlanıyor.
Fotoğraf: Ömer Durmaz
02
02 Yeni nesil graffiti örneklerinden.
22
Mirzat Koç
mirzat@mirzatkoc.com
Ürün tasarımını yapmak, bana konuşmaktan
daha kolay gelmiştir her zaman, nedense.
Sebebi ürünlerin kendi hikâyelerini -benimolmadığım durumlarda rahatlıkla
anlatabilmesinden kaynaklansa gerek... Bu
bir görev paylaşımı gibi, ben tasarlıyorum
onlar - ürünler- konuşuyor. İki havaalanı
arasında yakalandığım ve 600 kelime ile
sınırlanan – ki parametreler iyi tasarım için
her zaman çok önemlidir- bu yazımda
yaşadıklarımı ve inandıklarımı kısaca
paylaşacağım.
İçinde bulunduğumuz dönem birçoğumuz
için tedirgin edici; güvenlerin azaldığı
zedelendiği bir dönem gibi... Fakat o kadar
da tersine bir ivme ile karşı karşıyayız. Yani
iyi fikirlere asıl şimdi ihtiyacımız var. Tüm
dünyanın ekonomik krizle çalkalandığı bu
günlerde pozitif ve sosyal sorumluluk taşıyan
kişilere, fikirlere, vizyon yüklü adımlara ve
bunları sırtlayacak yöneticilere ihtiyacımız
her zamankinden fazla. İki dünya savaşı
arasındaki döneme ve yaşananlara
baktığımızda ekonomik durgunluğun
buhrana dönüştüğü günlerde, Bauhaus
akımının modernizm fikri etrafında toplanıp,
dünyayı bugünlere taşıdığını görüyoruz...
Bugün aynı beklentilerin olması - tasarım
anlamında- çok doğru olmayabilir fakat
sürekli var olan değişikliğin bizleri daha
farklı düşünmeye, tasarım sürecini
kullanıcı/tüketici, üretici ve tasarımcı
üçgeninde tekrar gözden geçirmeye
zorlayacaktır. Bu, çok olumlu yönde
geliştirilebilir... Ve 90'lı yıllarla başlayan
insan faktörünün unutulduğu, göz ardı
edildiği popüler tasarım dünyası- ki bugünler
onlardan kurtulmak için mükemmel bir
fırsattır- havalı ve içi boş sözcüklerle
desteklenen - dinamizm, sentez, şirin, gizem,
heykelsi şiirsel vs gibi- tasarım söylemini
SORUMLULUK, DURUŞ
VE
TASARIM(CI)
Yalnız Türkiye’de değil, dünyanın dört bir
yanında adından övgüyle bahsedilen ürün
tasarımcısı Mirzat Koç, deneyimlerini
Radikal Tasarım Gasetesi için kaleme aldı.
çok sığ bir platforma çeken eğilim yerini
daha akılcı, çevreye ve insana duyarlı ve en
önemlisi ürün tasarımcısının tasarım süreci,
insanlara karşı üstleneceği sorumluluk ve
dolayısı ile bu denklemde duruşunu
belirleyebilmesi için mükemmel bir fırsat
dönemine geçiş yapmaktadır. İnsanlar eğer
dünyayı 3 harfli popüler uluslararası haber
kanalından izleyecek olurlarsa dünyanın
sürekli bir kaos ortamında olduğunu
düşünmeleri ve inanmaları kaçınılmazdır...
Aynı söylem, tasarımı dergi ve müzelerde
izleyenler için de geçerlidir... Bu durum
profesyonel tanımlama açısından, kimlik ve
duruş sorunu yasayanlar için sorunlu bir
bölgedir... Tasarımcının insanlara yakın
olması ve yürekten inandığım, Umberto
Eco'nun savunduğu gibi nesnelerin
dili veya "demeci" olması gibi
tasarımcıların da duruşu olması
gerekmektedir. Elbette hayat çoğu zaman
olduğu gibi çığırından çıkabilmekte... Buna
en güzel örnek 92–94 yılları arasında New
York Pratt Institute'ta 2 dönem ders aldığım
Karim Rashid'i -yaşanmış bir örnek olarakverebilirim... Elbette söz konusu durumun,
başlangıçta urun tasarımcısı kimliğine
faydalı olduğunu düşünenler olabilir... Fakat
gelinen noktada Karim Rashid ve
benzerlerinin “ben mouse-pad tasarlamam
arkadaş” diyememeleri sorumluk ve duruş
konusunda tasarımcı kimliğini birçok
işveren nezdinde zedelemiştir... Bu tür
örnekler ürün tasarımcısı tanımlamasını
sarsmakta ve bizden sonra gelen
tasarımcıların isini zorlaştırmaktadır... Ben
Amerika'da her ambulansta bir ürünüm
olduğunu ve her polisin kemerinde insan
hayatı kurtaran bir ürünüm olduğunu
söyleyemiyorum... Neden? Söz konusu
ürünler entel muhabbetlere ilham olamadığı
için mi acaba? Yine de fayda bazında
incelendiğinde tasarımcı olarak duruşumu
desteklediğine inanıyorum... Aslına
bakarsanız kabahatin çoğu da bizlerden
kaynaklanmakta... Onları dergilerimizin
kapaklarına bizler koyduk, tasarım
ödüllerini bizler verdik ve müzelerimizde
yine bizler sergiledik... Aslında fonksiyonel
olarak son derece yetersiz bu tasarımları
zarafet ve şıklık balonları içinde yine bizler
muhabbetlerimize konu ettik. Neden? Bu
sorunun en güzel cevabını Radikal Tasarım
Gazetesi’nin ilk sayısında tasarımcıların
seçtiği “2008'in en iyi tasarımları”nda
bulacaksınız... Cevaplara baktığımızda ciddi
bir problemle karşı karşıya olduğumuzu
görmekteyim. Yılın en iyi tasarımları
arasında gösterilen ürünlerin büyük bir
kısmı, çoğu insanın ulaşamayacağı, elitist
ürünler ve en az 3 tanesi sandalye...
Tasarımcılar arasında ciddi bir sandalye
psikozu var. Oysa ben, yılın tasarımları
arasında, boyunda taşınabilen LifeStraw
gibi milyarlarca insanın anında arıtılmış su
içebilmesini ve yaşamlarını devam
ettirebilmelerini sağlayan bir ürünü
görebilmeyi çok isterdim. Hal böyle olunca,
tasarımcıların duruşlarını ve kendilerini
işverene ispatlayabilmeleri için bu tür
sorulara nasıl cevap verdikleri çok önem
kazanmakta.
Elbette bu tür sorulara en doğru cevabı
vermek imkânsız gibi görünse de (ürün)
tasarımcılar(ın)a "önce insan" söylevine
sıkıca bağlanmalarını, sorumluluk almalarını
ve pazarlamacıların da her söylediğine
inanmamalarını öneriyorum... İyi düşünülmüş
öz tasarlanmış bir gelecek dilerim...
Aslı Ayşen Aydın
asliaysen@gmail.com
TED KONFERANSI DAVOS’U SOLLUYOR MU?
Amerika’nın önde gelen tasarımcı
beyinlerinden Richard Saul Wurman’ın
1984 yılında başlattığı TED, gün geçtikçe
daha çok ilgi görüyor. Teknoloji-EğlenceTasarım kelimelerinin kısaltılmışı olan
TED, herhangi bir reklam ya da PR
çalışması yapmadan geldiği bu noktada,
25. yılını kutluyor. Her ne kadar başlangıç
aşamasında kısa bir dönem tökezlemiş
olsa da, TED’in Kaliforniya’daki
sahnesinden her geçen gün daha yaratıcı,
ilham veren ve gelecek vaat eden isimler
geçiyor. Tüm haklarını, 2001 yılında Chris
Anderson’ın başkanlığındaki Sapling
Vakfı’nın devraldığı TED’e katılımın değeri
6000 ABD Doları. Tabii, aylar öncesinden
ve anında dolan kayıt şansını bir şekilde
yakalayabilirseniz.
Peki, TED’i bu kadar ayrıcalıklı kılan ne?
Al Gore, Bill Gates, Frank Gehry, Richard
Branson gibi dünyanın önde gelen
isimlerinin yanı sıra Afrika’da sosyal etki
yaratmış bir sivil toplum kuruluşunun
başkanı, Tianenmen Meydanı’nda isyanı
başlatan öğrenci lideri ya da sahne
performanslarıyla aklınızı başınızdan
alacak yetenekler de TED’e davet edilme
fırsatı yakalayanlar arasında. Amaç, siyasi
liderlerin dudaklarının arasından çıkacak
sözlerle değil, bilimsel buluşlarıyla
devrim yaratanların felsefelerini ya da
toplulukları peşlerinden sürükleme
kapasitesine sahip geleceğin önderlerinin
projelerini daha büyük kitlelerle
tanıştırabilmek. Böylece insanlara
değişimin bir parçası olduklarını
hissettirebilmek ve onlara daha
sürdürülebilir bir dünya için kendi
yapabilecekleri konusunda ipuçlarını
sunabilmek.
Yayıncı kökenli Chris Anderson’ın
TED Konferansı’na devraldığı 2001’den bu
yana eklediği özellikler arasında
websitesini katılımcı sunumlarıyla
besleyerek herkesin ulaşabileceği bir
platform haline dönüştürmesi ve
her yıl 3 kişiye verilen 100.000 ABD
Doları değerindeki TED Ödülü
bulunuyor. Kazananlar, ödülü aldıkları
gün “dünyayı değiştirecek dileklerini” de
paylaşma fırsatı yakalıyor. Mesela, 2006
yılında ödül kazanan film yapımcısı
Jehane Noujaim, geçen yıl dileğini
gerçekleştirdi. Sinema aracılığıyla dünya
barışına katkıda bulunmak isteyen
Noujaim, çeşitli şehirlerden aynı anda
canlı olarak yayınlanan “Pangae Day”in
yaratıcısı.
Sadece ekonomik kriz değil, iklim
değişikliği, enerji tüketimi, fakirlik derken
dünyamızın içinden geçtiği dönem artık
çok daha fazla sosyal grubun bir araya
gelerek değişim yaratmasını gerektiren
bir zaman. Bu yüzden siyasi ya da
ekonomik çıkarlardan çok, değişimi
başlatacak ve sürdürülebilir kılacak
kişilerin daha fazla kişiye ulaşabileceği
bağımsız platformlar, dünya liderlerinin
bir araya geldiği organizasyonlardan daha
çok öne çıkacak gibi görünüyor.