Daum - Hayatım Futbol
Transkript
Daum - Hayatım Futbol
3 - Sayı 1 0 2 s to s u ğ A 23 93 GERİ DÖNDÜ Alemci golcü Guiseppe Meazza Neden transfer haberleri yalan 31 aylık macera Anzhi dağılıyor M I T A Y A H #93 F L O B T U Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editörler Emre Çelik Rafet Baran Eryılmaz Yazarlar Alper Öcal Fırat Topal İsmail Şayan Salih Demirci Daum Yıllardır yolu gözlenen, deli mi dahi mi olduğu hala sorgulanan Christoph Daum, tekrar ülkemizde. Alman hoca artık Bursaspor’un başarısı için çalışacak. İnişleri çıkışları sert bir kariyer onunkisi. Son derece çalışkan, başarıyı kovalayan, işini ciddiye alan biri. Mükemmel değildi, ödediği bedelin ardından pes etmedi. Bursaspor Teknik Direktörü Christoph Daum Hayatım Futbol’un bu haftaki kapak konusu… Hayatım Futbol’un 93. sayısında ayrıca; Anzhi ile 31 ay önce başlayan rüyanın sonunu, transfer döneminde çıkan yalan haberlerin alametini, İtalyan futbolunun önemli, bir o kadar da alemci figürü Guiseppe Meazza’yı, MHK’nin akıl hocası Uilenberg’i ve Fenerbahçe’nin Arsenal mağlubiyetini bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com reklam@hayatimfutbol.com #93 Bu Sayıda Geç bunları anam babam Kafamızı kurcalayan transfer yalanlarının perde arkası Alemci Kral İtalya’nın efsane ismi Meazza’ya saygı duruşu... Christoph Daum’un dönüşü Alman teknik adam 5. Türkiye seferinde! Olmuyor, olamıyor Fenerbahçe’nin Arsenal hezimeti nelere gebe? 31 aylık macera Jaap Uilenberg Anzhi’nin sahibi Kerimov’un nefesi çabuk kesildi MHK’nin akıl hocası ülkesinde nasıl biliniyor? Alper Öcal Olmuyor, olamıyor Şampiyonlar Ligi Şampiyonlar Ligi gruplarına kalma şansını Arsenal karşısında uğradığı hezimetle mucizelere bırakan Fenerbahçe’nin aksayan yönlerini mercek altına aldık. HF # 93 Arsenal maçından önce Ersun Yanal’ın basın toplantısındaki farklı kimlik vurgusu ümitlendirmişti ama sahada o kimliği oluşturmak için bir yapılmış bir hamle yoktu. Fenerbahçe yine önceki maçlarda oynadığı 4-33 dizilişini, sağ bekteki Bekir – Mehmet Topuz değişikliği dışında aynı oyuncularla oynadı. Dürüst olmak gerekirse oynamaya çalıştı ama oynayamadı. Aslında Wenger’in temsilcimizin savunmada en kırılgan olduğu sol kanat savunmasında Cazorla ya da Walcott yerine atletizmi daha düşük Rosicky’yi tercih etmesi avantajdı. Arsenal bunun yanı sıra deplasmana geldiği için topla oynamayı seçse de, önde kalıp tempoyu arttırmayı tercih etmedi.Fenerbahçe ise sahaya çok geniş yerleşti. Geri dörtlüsü ve ileri üçlüsü arasındaki mesafeyi istatistiki anlamda bilmek zor ama gözleme dayalı olarak hayli fazla olduğu söylenebilir. Orta üçlünün sorumlu olduğunun alanın artması, Raul Meireles’in en uçtaki Webo’ya yakınlaşarak ileride prese yeltendiği için merkezin boşalması ve merkezde topu en iyi kullanan Emre’nin enerjisinin çabuk bitmesine neden oldu. Meireles’in bilinen dinamizminden uzak, tıpkı geçen sezon Alex’in yerine geçen Cristian gibi kaçak oynaması da bunu çabuklaştırdı. Ersun Yanal’ın tek hatası bunlarla sınırlı değildi. Fenerbahçe oyunu bu kadar geniş alanda kabul etmişken, geniş alan oyuncusu olmayan Webo ile başlaması bir başka hataydı. İkincisi Arsenal’in görece ağır stoper ikilisi karşısında Sow’u solda, Emenike’yi de kulübede unutmasıydı. Arsenal’in merkezde Ramsey ve Wilsehere’in yanı sıra Cazorla ve Rosicky’nin de destek verdiği presi de eklendiğinde pas kanalları kapanan, rakibin geri ve orta dörtlüsü arasına girmediği için ceza yayı düşeyinde pas istasyonu olmayan Fenerbahçe haliyle pas yapamadı. Kaleye de yaklaşamadı. İlk 45 dakikada Fenerbahçe’nin kaleyi tutan ya da tutmayan şutunun olmaması, geçen sene Avrupa Ligi’nde yarı final oynamış ve üzerine 30 milyon avro harcanmış bir takım için tam anlamıyla utanç vericiydi. Öyle ki, Sow daha fazla dayanamayarak Meireles’in yapamadığını yapıp merkeze yaklaşmaya başladı ve top alarak oyunu açtı. Kanarya’nın ilk yarıda hücuma benzer tek organizasyonu 21. dakikada gerçekleşti. Kaleye şut atılamasa da Kadlec soldan bindirdi, ceza sahasına 4 oyuncu girdi. Şampiyonlar Ligi İkinci yarıya çıkarken Gökhan Gönül hamlesi geldi. Fenerbahçe’nin geçen sezon verimli oyanayan üç santrforlu düzenin besleyen neredeyse tek başına Gökhan’dı. Arsenal karşısındaki takımda top taşıyabilecek, adam eksiltebilecek tek isim de oydu ama Emre problemini hesaba katmaması yüzünden bu değişikliğin yaptığı etki 5 dakika sürmedi. HF # 93 Fenerbahçe’nin zaten çok fazla alana dolgu yapması gereken göbeği, Emre’nin yorulmasıyla iyice düştü. Oyunu biraz daha rakip yarı sahada oynamaya çalıştığı dakikalarda Arsenal’in topu kullanan iki merkezi Wilshere ve Ramsey’e baskı yapamadı. Arsenal ilk yarıda bulamadığı alanı ikinci yarıda buldu ve cezayı Ramsey ile merkezden organize ettiği hücumu sol beki Gibbs ile bitirdi. Ramsey 10 dakika sonra tekrar sahnedeydi. 5 sene önce henüz gelecek vaadeden genç rotasyon oyuncusu sıfatıyla attığı golü bu kez takımın orta sahadaki organizatörü olarak farklı kaleye, aaşağı yukarı aynı yerden attı. Volkan’ın kilo fazlası olmasa muhtemelen çıkarabileceği bir toptu. UEFA verilerine göre 1.91 boyunda ve 92 kilo olan Volkan’ın geçen sezona göre bu zayıflamış hali, Arsenal’in 1.95’lik kalecisi Szczesny’ye göre 17 kilo daha ağır. Şampiyonlar Ligi HF # 93 Ersun Yanal sonraki hamleyi Emenike ile yapıp gol arasa da, topu oraya taşıyacak Alper Potuk hamlesi 82. dakikaya kadar bekletildiği için hücumda birkaç şut fazlası dışında değişen bir şey olmadı. Pas trafiğini oturtamayan, geniş alanda oynadığı için çokça pozisyon hatası yapan Fenerbahçe son dakikalarda yediği penaltı golü ve kendi evinde oynadığı bir maçta kalesinde gördüğü 16 şutla maçı 3-0 kaybetti. oyuncu kullanmamasının, üstelik onu da sola hapsetmesinin tutarlı hiçbir tarafı yok. Emre ve Meireles’in yuhalanması aslında çok şey anlatıyor zira Fenerbahçe ilerideki elit denebilecek üçlü hücum hattına servis yapamıyor. Takımın en güçlü yanı olan merkez rotasyonu, o üçlünün savunma zaafını taşıyamadığı gibi hücumda da potansiyelinin altında kalıyor. Ligde geçen sene ne kadar kötü ve kısır bir futbol oynarsa oynasın, Avrupa Ligi’nde karakter koyan bir takımdan rakip Arsenal dahi olsa bu kadar kişiliksiz bir oyun ve kötü tercihler büyük hayalkırıklığı. Fenerbahçe sezonun başından bu yana 5 farklı seviyenin takımıyla resmi maç yaptı. Hepsinde mahkum oynadı, hepsinde çok sayıda pozisyon verdi ve Salzburg dışında hepsine yenildi. Avusturya ekibi karşısında da iki maçta birden gol yedi ve açıkçası elenmediği için şanslıydı. Sıfır hücumcusu kenar oyuncusu olan bir kadroya 4-3-3 oynatma ısrarı son bulmazsa bu görüntü devam edeceğe benziyor. Maçın ardından tempo eksiğine dikkat çeken Ersun Yanal’ın sahaya yaş ortalaması 29 olan ve Sow dışında topu taşıyacak, hızlı bir Profil HF # 93 GERi DÖNDÜ Kendi deyimiyle Türkiye’ye aşık Christoph Daum kısa bir ayrılığın ardından tekrar ‘ikinci vatanında’. Bu kez Bursaspor’un başarısı için ter dökecek. Üç yıldır gözlerimiz yollardaydı… 2010 yazında lig şampiyonluğu son maçta kaybedince apar topar bavulunu toplamış, Fenerbahçe kapıları bir daha açılmamak üzere yüzüne kapanmıştı. Bir süre ülkesine gitti, arada cilt kanserini yendi ve sezon başında Avrupa’dan elenmenin şokuyla ansızın krize giren Bursaspor tehlike anında camı kırdı. Christoph Daum, nihayet Türkiye’ye geri döndü. Sezonun açılış maçında Eskişehirspor’a kaybetti, üstelik üç yıl önce şampiyonluk kupasını elinden alan Ertuğrul Sağlam rakip takımın kulübesinde oturuyordu. Sezon Takım Gerçi bu yenilgi sürpriz sayılmaz. Bursaspor’un psikolojisi iyi değil ve zaten Daum, hem ikinci Beşiktaş hem de ilk Fenerbahçe kariyerine ağır yenilgilerle başlamıştı. Şimdi de iki hafta süre istiyor, fakat zorlu fikstürde karşılaşacağı rakiplere sürprizler hazırlamayı da etmiyor olmalı. Duran toplar yine önemli, detaylar değerli ve Pablo Batalla’nın yeniden yüksek irtifada uçacağı bir kehanet değil. Fenerbahçe için imzaya geldiğine ‘benim beynimdi’ dediği dizüstü bilgisayarını havaalanında çaldırsa da her takıma dair satır satır notlarla dolu klasörleri duruyor olmalı. Tabii bir de anılar… 2002–2003 Profil Daum’u ilk kez Türkiye’ye getiren, Şenes Erzik’in ısrarı olmuştu. Sezon ortasında Gordon Milne’den boşalan koltuğa yeni birini arayan Beşiktaş, eldeki yabancı antrenörler listesini dönemin flaş futbol adamı Erzik ile istişare edince Daum ismi öne çıkmıştı. O günlerde eli sıkı olan başkan Süleyman Seba, çetin pazarlıklar sonrası Doğu Alman hocayı ikna etmişti. Yarım sezonun sonunda Türkiye Kupası geldi, ertesi sezon ise şampiyonluk. Ertesi sezon ise Stefan Kuntz’a rağmen işler iyi gitmedi, Daum ülkesine döndü. HF # 93 Türkiye’ye sürgün Bayer Leverkusen’i üç kez ikinci yapınca yıldızı iyiden iyiye parlıyordu. Öyle ki, Euro 2000’de İngiltere’ye yenilerek grubu sonuncu tamamlayan Almanya Milli Takımı’nın antrenörlüğü için en ciddi adaydı. Hatta bir federasyon ile bir protokol de imzalamıştı, ama her şey ansızın bozuldu. Kokain skandalı patlak verdi, saç numuneleri pozitif sonuç verdi ve Daum kokain kullandığını itiraf etti. 1981–1985 1.FC Köln Amatör 1985–1986 1.FC Köln Amatör (Yard. ant.) 1986–1990 FC Köln 1990–1993 VfB Stuttgart 1994–1996 Beşiktaş 1996–2000B.Leverkusen 2001–2002Beşiktaş Austria Wien 2003–2006Fenerbahçe 2006–2009 FC Köln 2009–2010Fenerbahçe 2011E.Frankfurt 2011–2012 Club Brugge 2013– Bursaspor Kokain davası ve süreci Herşey güzel gidiyordu. 14. sırada ligi bitiren Bayer Leverkusen’i Beşiktaş’la yaşadığı şampiyonluğun ardından teslim alan Christoph Daum, takımını ikinci sıraya taşıyordu. Ertesi yıl lig üçüncüsü olmuş, Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek final görmüştü. 1998/99’da yine şampiyon Bayern Münih’in ardından ligi bitiriyor, sonraki yıl da Şampiyonlar Ligi’nde gruplarda kalsa da ligi yine ikinci bitiriyordu. Köln, Stuttgart ve Beşiktaş’ta yaptıkları da bir kenara eklenince Daum artık zirve hoca olarak göze batıyordu. Doğu Almanyalı’nın ismi artık Almanya Milli Takımı ile anılıyordu. Euro 2000’in ardından milli takımın patronu olacaktı. Profil Meseleyi ortaya çıkaran Bayern menajeri Uli Hoeness kazandı, federasyon sözleşmeyi yırttı ve Daum, Leverkusen’deki görevinden istifa etti. Sonrasında omurgası onun tarafından oluşturulan takım 2002 yılında Şampiyonlar Ligi Finali oynayacaktı. Alman Hoca ise o sıralarda yeniden Türkiye’ye dönmüştü. HF # 93 İsmi lekeli, sabıkalı Daum’a yeniden kucak açan Beşiktaş o sıralarda kabuk değiştiriyordu. Bir şeyleri garanti edecek birine ihtiyaç vardı, lakin Daum kokain davası için sürekli Almanya’ya gidip geliyordu. İki taraf da istediğini alamadı, başarı gelmeyince ortaklık bozuldu. Sert düşüşteki Daum için Avusturya günleri başladı ve Austria Wien’le gelen şampiyonluk, ona yeni bir yükselme fırsatı verdi. Yeni durak Fenerbahçe’ydi. Daum’un yılları Yeni kurduğu takımla ilk sezonda (2003/04) gelen şampiyonluk, onun Türkiye futbol tarihine geçmesini sağladı. Ertesi sezon aynı başarıyı tekrarladı. Bir zamanlar Almanya Milli Uli Hoeness ortaya büyük bir iddia attı: Daum kokain kullanıyor! Daum reddetti, ama baskılar vardı. Kamuoyu baskısı onun saç örneğini vermesini sağladı, numuneler pozitifti. Leverkusen’den kovuldu. Daum suçlamaları ısrarla reddetti. Amerika’ya gitti bir test daha yaptırdı, bu da negatif çıktı. Ama Daum’un mahkemesi devam ediyordu. Bu arada Daum’un ikinci Türkiye serüveni başladı. Beşiktaş ile anlaşmıştı. Bir yandan mahkeme, bir yandan Beşiktaş’ın lig maçları… Daum Almanya ile Türkiye arasında mekik dokuyor, hafta sonu maçlarda, hafta içi de mahkemede sınav veriyordu. Ligde istikrarsız sonuçlar alınıyor siyah-beyazlılarda kazan kaynıyordu. Menajer Sinan Engin’e büyük yük binmişti. Ne var ki bir sonraki yıl da Daum’la devam edildi. Mahkeme onun suçunu itiraf etmesini, böylece hapis cezasına çarptırılmayacağını söyledi. Daum 12 Ocak 2002’de suçunu kabul etti: “Evet kokain kullandım ama diğer uyuşturucularla hiç bir alakam olmadı.” Mayıs 2002’de 10 bin avro para cezasıyla Daum’un defteri kapandı. O sezon Beşiktaş’ta yine başarısızlık vardı. Siyah-beyazlılardan ayrıldı. Daum küle dönmüştü. Takımı hocası olmasına ramak kalan parlak antrenör, Fenerbahçe ile küllerinden doğmuştu. Yine çok iyi transferler yaptı, geç oyuncuları parlattı, akla gelmeyen formüllerle takımını başarılı kıldı. Ancak sonraları kendisi itiraf edecekti ki, Daum eskisi gibi değildi. Azmi ve bilgisi ile ayakta duruyordu, bizi bizden iyi biliyordu ama 90’ların sonundaki Daum başkaydı. Onda en iyilerin mayasından vardı, belki de dünya futbolunun zirvesinde onun yılları yaşanacaktı. Olmadı. Denizli’den son dakikada kaybedilen şampiyonluk, belki de en çok onun için yıkıcıydı. Yine de Daum yeniden ayağa kalkmayı başardı. İlk göz ağrısı Köln’de rehabilite olduktan sonra yeniden Fenerbahçe’ye döndü ama kaderi değişmemişti. Şampiyonluğu yine son maçta, bu kez Bursaspor’a kaybetti. Şimdilerde ise üç yıllık aranın ardından zorda kalan Bursaspor’un başına geçti. Son 20 yılın 7’sinde Türkiye’de çalışan Alman teknik adam, bu hafta Galatasaray karşısına çıkacak. Bir ara ‘en başarılı kim’ kıyasında at başı gitmelerine karşın kısa süre karşılıklı mücadele ettiği Fatih Terim’le kapışacak. Kuşkusuz, kulübede ve tribünde Türkiye’nin yakın dönem futbol tarihinde adı en çok geçen iki isim oturuyor olacak. Belki ‘O eski Daum yok’ diyenlere inat yeniden küllerinden doğacak. Belki de evet o eski Daum bir daha olmayacak. “Kaleci transferinden aldığım tadı hiçbir şeyden alamadım. Belki bilardo...” Christoph Daum’un kariyeri boyunca yaptığı transferlerde kalecileri ön planda tutması anlaşılabilir bir durum. Anlaşılamaz olansa bu transferlerde yakaladığı isabet oranının bir hayli değişken olması. Profil Daum, kariyerinin ilk şampiyonluğunu kazandığı Stuttgart’ta formayı Eike Immel’e vermişti. Immel’in yolu Fenerbahçe yıllarında kaleci antrenörü olarak deneyimli teknik adamla kesişecekti. Bu durum Daum’un kalecileriyle arasında kurduğu bağı net bir biçimde özetliyor olmalı. HF # 93 Ne var ki Daum’un Türkiye macerasında Immel kadar başarılı kalecileri izleyemedik. Daum, Beşiktaş’taki ilk döneminde kadroya genç yetenek Fevzi Tuncay ile Bayern Münih’ten ayrılan Raimond Aumann’ı katmıştı. Alman kaleci 1994/95 sezonunda kazanılan şampiyonlukta kaleyi korumuştu. Fakat takip eden sezonda oynanan Rosenborg maçındaki saç baş yolduran performansı nedeniyle kasım ayında futbolu bırakıp, eldivenleri Fevzi’ye devretmişti. Daum’un Beşiktaş’taki ilk dönemi kaleci açısından büyük sorunlar yaratmasa da ikinci İstanbul seferinde işler iyice karıştı. İskandinav kalecilere merak salan Daum, tam 3 yabancı kaleciyi 2001/02 sezonunda transfer etmişti. 36’lık Peter Kjær’in aranan isim olmadığı 6 maç sonunda anlaşılmıştı. Norveçli Thomas Myhre ile İsveçli Mattias Asper arasındaki forma savaşı da bir hayli can sıkıcıydı. Asper oynadığı 8 maçta elinden geleni yapsa da ilginç bir şekilde Myhre’yi geçememişti. Fenerbahçe ile Türkiye’ye dönüş yapan Daum, kaleci takıntısını da beraberinde getiriyordu. O dönemde Ümit Milli Takım’ın başarılı isimlerini toplayan Fenerbahçe’de Recep Biler ve Volkan Demirel gibi potansiyelli iki genç eldiven vardı. Buna rağmen Robert Enke kiralık olarak kadroya katıldı. İlk maçında yediği 3 gol sonrasında geri gönderilen Alman eldivenin yerine bir süre Recep forma giydi. Ancak ilerleyen haftalarda Volkan eldivenleri Recep’ten almayı başardı. Sarı-lacivertli ekip de uzun yıllar boyunca çalışacağı kalecisini bulmuş oldu. Daum’un Bursa serüveninde kaleci konusunda başı ağrımayacak gibi görünüyor. Kalitesini kanıtlamış Frey ile ortalama üstü yeteneğe sahip Harun’un performansları yeşil-beyazlı ekibe yetecektir. Dehasının kaynağı Daum’un çalıştırdığı takımlarda anlık çözümlerle iş gördüğü ve transferlerle sistemini geliştirmeye çalıştığı yönünde yaygın bir inanış vardır. Fakat bu tespitin isabetli olmadığını Daum’un kariyerini mercek altına aldığımızda daha rahat görüyoruz. Alman teknik adam, genç oyuncuları geliştirmesinin yanında kendini kanıtlamış isimlere yeni mevkilere kazandırmakta da ustaydı. Profil Beşiktaş döneminde isabetsiz yabancı tercihleri hatırlansa da Ertuğrul Sağlam, Oktay Derelioğlu, Fevzi Tuncay ve Sertan Eser gibi gelecek vadeden isimlerden en yüksek verimi almayı başardı. HF # 93 Leverkusen’deki son sezonundan önce de Michael Ballack, Bernd Schneider, Oliver Neuville ve Robson Ponte gibi oyuncuları takıma kazandırmıştı. Bu oyuncular Şampiyonlar Ligi’nde final oynayan kadroda önemli roller üstlenmişlerdi. Ayrıca Kaiserslautern’de libero olarak kariyerine başlayan “Küçük Kayzer” lakaplı Ballack’ı forvet arkasında kullanan ilk isim Daum’du. Alman teknik adamın özellikle Fenerbahçe’de bu alışkanlığı zirveye çıktı. Hızlı forvet oyuncuları olarak görülen Serhat Akın ile Tuncay Şanlı’yı 2003/04 sezonunda iki kanada adapte ederek takımın hücum gücüne muazzam katkı yaptı. Ayrıca takıma libero olarak gelen Ümit Özat’ın kendine güveninden ve çalışkanlığından yararlanmayı ihmal etmedi. Sol bekte ve ön liberoda başarıyla oynayan Ümit, 30 yaşından sonra Daum’un peşinden Köln’e giderek Avrupa’ya açılmıştı. Fenerbahçe’nin hücuma dönük orta saha oyuncusu olarak transfer ettiği Marco Aurelio da Daum sayesinde mevki değişimine uğramıştı. Savunma yönü ön plana çıkan Brezilyalı oyuncu, Euro 2008’de yarı final oynayan Türkiye’nin en başarılı isimlerinden biri olacaktı. Daum’un ikinci Fenerbahçe döneminde de benzer hamleleri oldu. Milli takımda sol bek oynayan Andre Santos’u yüksek tekniği nedeniyle sol açıkta kullandı. Öyle ki 2-2 biten Sion maçında Santos, forvet arkasında görev yapmıştı. Zico döneminde ve milli takımda sağ açık oynayan Colin Kazım da Daum tarafından forvete çekilmişti. 3-1 kazanılan Galatasaray maçında tek forvet oynayan Kazım, gol atamamasına rağmen sarı-kırmızılı savunmayı çok yıpratmıştı. Bu açıdan bakıldığında önemli bir altyapıya sahip olan Bursaspor’da Daum’un varlığı fark yaratabilir. Şener Özbayraklı, Serdar Aziz, Enes Ünal ve Okan Deniz gibi futbolcular Alman hocayla kariyerlerini geliştirebilirler. Tokat atmayı öğrenmek Alman hoca, aynı sonucu 8 hafta sonra Beşiktaş’la oynanan maçta da alacaktı. Ama ligin ikinci yarısında bu iki takımla oynanan ve şampiyonluk mücadelesini yakından ilgilendiren maçlarda sarılacivertli futbolcular ellerinden geleni yaptılar. 23. haftada Galatasaray’ı Nobre ve Mehmet Yozgatlı’nın golleriyle 2-1 geçen Fenerbahçe, 31. haftada İnönü’de de 3-1’lik zafere imza atıyordu. Profil Takip eden sezonda Beşiktaş’a iki maçta da kaybeden Fenerbahçe, Galatasaray’la yaptığı üç maçın da sadece birini kazanabiliyordu. Bu sonuçlara bakıldığında bir derbi üstünlüğünden söz etmek mümkün görünmüyor. Fakat 33. haftada Nobre’nin tek golüyle gelen 1-0’lık Galatasaray galibiyeti, takıma lig şampiyonluğunu kazandırmıştı. Daum, takımını en kritik maça en iyi şekilde hazırlayarak kupayı getirmeyi başarmıştı. HF # 93 Christoph Daum’un Beşiktaş’ta geçirdiği yıllarda derbiler konusunda pek başarılı olduğu söylenemez. Takımı şampiyonluğa taşıdığı 1994/95 sezonunda bile İstanbullu rakipleri Fenerbahçe ile Galatasaray’a karşı ligde hiç galibiyet alamaması bunu ortaya koyuyor. O sezon Galatasaray’a iki maçta da yenilen Beşiktaş, Fenerbahçe karşısında da beraberliklerle yetinmişti. Takip eden sezonda da Daum’un yıldızı derbilerle barışmadı. Ligin ilk yarısında Galatasaray’ı deplasmanda yenseler de Fenerbahçe karşısında iki maçta da hüsrana uğramışlardı. Ayrıca Türkiye Kupası’nda çeyrek finalde sarı-kırmızılı ekip, Beşiktaş’ı elemeyi başarıyordu. Daum, ilk Türkiye macerasına noktayı İnönü’de 2-1’lik Galatasaray mağlubiyetiyle koyacaktı. Ne var ki Daum’un 2003’te Fenerbahçe ile Türkiye’ye gelişi derbi açısından kaderini değiştirdiğinin göstergesi oldu. Sarı-lacivertli ekibin başında çıktığı ilk derbide Galatasaray’la 2-2 berabere kalan 2005/06 sezonunda şampiyonluk son maçta kaybedilse de Galatasaray’a karşı muazzam bir üstünlük kurulmuştu. Toplamda 4 defa karşılaşan bu iki takımın mücadelelerinde sadece bir kez Galatasaray galip gelebilmişti. 4 maçta Fenerbahçe, 9 gol atarken; Galatasaray 3 golle karşılık verebilmişti. İkinci Fenerbahçe döneminde de son maçta şampiyonluğu kaybetmesine rağmen 4 derbi maçın 3’ünü kazanmayı bilmişti. Daum bu alışkanlığı zorluk derecesi yüksek maçlara muhteşem uyum sağlayan 4-23-1 sistemini oturtarak kazandı. İlerleyen yıllarda da Fenerbahçe’nin bu taktiği uygulayarak derbilerde rakiplerine üstünlük sağladığını gördük. Bursaspor’da da aynı alışkanlığı oturtması halinde Timsahlar’ın Avrupa kupaları mücadelesinde önemli avantaj sağlayacağına şüphe yok. Ne bilgisayarmış! Daum’un kariyerinden bahsederken yaptığı isabetli transferlerden bahsetmemek olmaz. Daum’un dizüstü bilgisayarı üstünden dönen şehir efsanesi, futbol arenasına kazandırdığı isimlerle gerçeğe dönüştü. Özellikle getirdiği Brezilyalı oyuncularla fark yaratmayı her zaman başardı. Bayer Leverkusen’de geçirdiği yıllar bu konuda Daum’un zirve yaptığı yıllar olarak gösterilebilir. Daha sonra dünyanın en önemli oyuncuları arasına girecek Emerson ve Ze Roberto’yu kırmızısiyahlı ekibe kazandıran Daum, 2002’de Şampiyonlar Ligi finali oynayacak kadronun temellerini atıyordu. Profil 2001/02 sezonu Daum ve Beşiktaş için unutulacak cinsten bir sezon olsa da Benfica’dan transfer edilen Ronaldo, en büyük teselli olacaktı. 100. yılda kazanılan şampiyonluğun en kritik isimlerinden olan Ronaldo, dört yıl boyunca siyah-beyazlı formayı başarıyla giyecekti. HF # 93 Daum’un Fenerbahçe’deki iki dönemine de Brezilyalı oyuncular damgalarını vurdu. 2003/04 sezonunun devre arasında gelerek attığı gollerle şampiyonluğu getiren isimdi Marcio Nobre. 2004 yazında kadroya katılan Alex ise bir efsanenin başlangıcıydı. Tabii bu sırada stoper Fabio Luciano da takıma katkı sağlamaya devam ediyordu. Transfer döneminin son günlerine geldiğimiz için benzer bir etkiyi Bursaspor’da yaratmasını beklemek anlamsız olur. Ancak devre arasında ve 2014 yazında Daum’un Bursaspor’a yapacağı takviyeler şimdiden heyecan uyandırıyor. Fırat Topal MHK’nin akıl hocası engizisyoncu Profil Uilenberg bir süredir TFF Merkez Hakem Kurulu eğitimcisi olarak görev yapıyor. Aynı zamanda federasyona danışmanlık hizmetleri de veriyor. Uilenberg nisan ayında Türkiye’de verdiği konferansta adeta bir “hakem gurusu” muamelesi görmüştü. Hollandalı acaba kendi ülkesinde nasıl biliniyor? Umut bağladığımız adamın pek de sakin olmayan geçmişine bir göz atalım. HF # 93 UEFA Hakem Komitesi Üyesi Jaap Uilenberg nisan ayında Antalya’da yapılan konferansta salona girdiğinde salondaki 300 davetlinin suratında kendi yüzünün bir maskesi olduğunu gördüğünde çok şaşırmıştı. Şaşırmakta haklıydı daha önce Türkiye dışında kimse ona “süper kahraman” muamelesi yapmamıştı. Polis hakem stilini değiştirmek istediğini ortaya koyan Uilenberg, konuşmasının bir yerinde hakemlerin basında yazılanların hayatlarına yön vermesine izin vermemeleri ve birbirlerini eleştirmemeleri gerektiğini tavsiye vermişti. Bu tavsiyeyi vermesi normal çünkü hakemlik kariyeri öyle çok da parlak olmayan bir adam olarak Hollanda Futbol Federasyonu’nda görev yaptığı dönemde birçok eleştiri ile karşı karşıya kalmıştı. Dedik ya, süper kahraman muamelesini bir tek Türkiye’de görmüş olabilir diye, Uilenberg’in ulusal karşılaşmalar baz alındığında yönettiği en üst düzey maç Euro 96 elemelerindeki Hırvatistan-İtalya maçı diyebiliriz. Bunun dışında 1991 yılında yönettiği ve İspanya ile Uruguay arasında oynanan 1 de hazırlık karşılaşması var. Hollanda’da ise PSV-Ajax, Ajax-Feyenoord gibi maçlarda görev alıyordu. 1999’da Hollanda Futbol Federasyonu onun ve meslektaşı Wout Schaap’ın belirlenen yaş haddini aştıkları için artık emekli olmalarına karar verdi. Ancak Uilenberg bu kararı tanımadı ve federasyonu mahkemeye verdi. 2000 yılının ocak ayında karara varan mahkeme ikiliyi haklı buldu ve 5 yıl süre ile tekrar maç yönetebilmelerine izin verdi. Bu kavgayı verdiğinde 49 yaşına gelmişti, Schaap da 47 yaşındaydı..Hatta o günlerde davayı kazandıktan sonra “uzun süredir maç yönetmiyorum ama her zamandan daha zindeyim, ne zaman görevi bırakacağıma ben karar veririm” demişti. 6 ay mahkemelerde dolaşıp hakkını aldıktan sonra girdikleri testlerde bazı futbol kurallarından sınıfta kaldılar. Uilenberg 10 sorunun 5’ini yanlış cevaplamış, (sınavı geçmek için en fazla 3 yanlış yapma hakkınız var) sonra da “bana sorulan sorular çok zordu, 18 yıldır bu sınavlara girerim, bu soruların pratikte gerçekleşme olasılığı hiç yok” demişti. Sorulardan birisi top orta sahada iken futbolculardan birinin yardımcı hakeme vurması halinde serbest vuruşun nereden ve hangi gerekçe ile kullanılacağı ile ilgiliydi (cevap hiçbir yerden, serbest vuruş kullanılmaz). Profil İnternet hakemliğinden cellatlığa HF # 93 Uilenberg aslında bahsettiği gibi formda olmadığını gördü ve 2001 yılında doğduğu kentin takımı Twente’nin Futbol Direktörlüğü’ne getirildi. Oradan da Hollanda Futbol Federasyonu KNVB’de görev yapmak üzere 2002 yılında ayrıldı. Görevi Hakem Koordinatörlüğü’ydü. Bu rol kapsamında her hafta federasyonuun sitesinden o hafta oynanan maçlarda alınan kararları yorumlayan yazılar yayınlıyordu ve ismi “internet hakemi”ne çıktı. Ama bu görevi, kulüp yöneticileri ve teknik adamlarla takışmaya döndürdü. Örneğin kendisi gibi yaşı ilerlemesine rağmen hakemlik mesleğini sürdüren (2010 yılında 55 yaşında iken emekli oldu) Roelof Luinge’ye 2003 yılında yönettiği PSV-NEC maçından sonra büyük eleştiri getiren Guus Hiddink maçı “Luinge Şov” olarak değerlendirmişti. Uilenberg köşesinden Luinge’yi savundu ve asıl Hiddink’in şov yaptığını iddia etti. Ama tepkiler o kadar çoğaldı ki köşesini 1 yıl sonra iptal etmek zorunda kaldı. 2004 yılında federasyondaki görevden ayrılmadan UEFA Hakem Komitesi’nde görev yapmaya başladı. Federasyondaki görevi devam ettikçe sadece köşesinde yazdıklarıyla değil icraatleriyle de büyük eleştiri almaya başladı Uilenberg. Çıkan dedikodulara göre kendisiyle aynı görüşte olmayan hakemleri büyük maçlarda görevlendirmiyor veya hiç görev vermiyor böylece onların maddi olarak da sarsılmasına yol açıyordu. Bu yaptıklarıyla adeta bir diktatörlük kurduğu söylentileri de ayyuka çıkmıştı. Bunlar yetmezmiş Enschede’li hemşerileri Bas Nijhuis ve Björn Kuipers’ı kollamak ve onları parlatmak için ülkenin en saygıdeğer hakemi Dick Jol’a karşı tavır almaya başladı. Euro 2004 ve 2006 Dünya Kupası’nda hiçbir Hollandalı hakemin olmaması, bu genç adamları çok erkenden aslanların önüne atması ve hakemlerin oyun kurallarını değil Uilenberg’in isteklerini takip etmesine bağlandı. Uilenberg hakemlere maçlardan sonra mektuplar gönderiyor ve açıkça yanlış karar verdikleri için onları dinlenmeye aldığını bildiriyordu. Artık evine Uilenberg’den mektup alan hakem mektubu açmaya korkar olmuştu. Profil Ardından ortalığı ayağa kaldıran Dick Jol hadisesi patladı. Jol 2007-08 sezonunda Hollanda’da yılın hakemi seçildi. Ama Uilenberg, daha birkaç ay önce son sezonun hakemi seçilen Jol’a, artık ülkenin en iyi 10 hakemi arasında yer almadığından 2008-09 sezonunda üst düzey maçları vermeyeceğini açıkladı, zaten o güne kadar da kendisiyle sık sık takışmıştı ama aradaki sorunları yalanlamıştı (hatta 2006’da yayınlanan Jol’un otobiyografisindeki bazı notlar Uilenberg’in hoşuna gitmediğinden ona 2 hafta ceza vermiş ve evine yolladığı o meşhur mektuplardan birinde bu tür davranışların tekrar halinde daha ciddi sonuçlara katlanacağı tehditini savurmuştu). Jol bunun üzerine hakemliği bıraktı. Olayın hemen ardından 26 Temmuz 2008’de jübile maçını düzenleyecek olan Jaap Stam, maçı yönetmesi için Jol’a teklif götürdü. Uilenberg araya girerek, hep arka çıktığı Roelof Luinge’yi maça atamak istedi ama Jol federasyonu mahkemeye gitmekle tehdit edince, federasyon çaresiz boyun eğdi. Yapılan anlaşmaya göre Jol’un maaşı 2009 mayıs ayına kadar ödenecekti. Jol daha sonra birçok kez Uilenberg yönetiminde muhalefete yer olmadığını, ona karşı çıktığınızda kendinizi uçurumun dibinde göreceğinizi tekrarladı ve federasyona açıkca “Uilenberg’i kovun” çağrısında bulundu. HF # 93 Bugünlerdeki akıl hocamız Uilenberg 2010 yılında federasyondaki görevinden ayrıldı. Hemşerisi Kuipers geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi yarı finali be Avrupa Ligi finali yönetti. Ülkemizde çok seviliyor ve hatta maskeleri basılıyor olabilir ama Hollandalı hakem eskisi, bizim ülkede hata yapmayan, ebedi dürüst insanlar olarak görülen UEFA ve FIFA üyelerinin gerçek kariyerlerine çok güzel bir örnek. Björn Kuipers Dick Jol Bas Nijhuis İsmail Şayan Geç Bunları Anam Babam Transfer Transfer sezonunda son viraj... Bu yaz da transfer haberinden çok transfer tevatürü okuduk. Bazıları o kadar tuhaftı ki... HF # 93 Basına karşı her zaman nezaketini korumasıyla bilinen Fransız menajerin adeta çıldırması toplantıdaki tüm basın mensuplarını şaşırtmıştı. Londra’daki Bayern Münih maçı öncesi Wenger “Yönetimin size bu yıl transfer için 70 milyon Sterlin ayırdığı haberi basında yer aldı, kimleri transfer etmeyi düşünüyorsunuz.” diyen gazeteciye karşı daha önce kendisinden duyulmayan sözcükler kullanıyordu. Aynı gün football365’in mediawatch köşesi harika bir iş yaptı ve “Arsenal transfere 70 milyon ayırdı” haberinin aynı gazetede tamı tamına bir yıl önce aynı gün de yer aldığını ortaya koydu. Wenger’in ‘yalancılar’ diyerek çıldırma sebebi de anlaşıldı... Zaten kulüp geçen sene bırakın öyle bir para harcamayı, tersine, aldığından çok satarak para bile kazanmıştı. Bu yıl da şu ana kadar durum farklı değil ve Arsenal 11 milyon sterlin kârda. Ya o Garay’ı sandala atıp... Bir güzide örnek de Portekiz kaynaklıydı. Record, Mart ayında “Garay’ın Manchester United’a gittiği” haberine yer vermişti. Anlaşmanın bittiği, transfer dönemi açıldığında imzanın atılacağı yazıyordu, transfer kesindi. Gazete, aynı haberi haziran ortasında transfer dönemi yaklaşırken bir kez daha yayınladı. Ve transfer dönemi başladı... Ne var ki Garay hâlâ Benfica’daydı. Ama Record yılmadı ve aynı haberi bir kez daha geçti. Haber bu kez tüm dünyada yankı buldu. Aynı haberi temmuz ayı içinde birer hafta arayla iki kere daha yaptılar. Toplamda Record, Garay’ı tam beş kez Manchester’a getirdi ama ‘bitmiş transfer’ bir türlü gerçekleşmedi. Garay’ın ‘hazır valizleri’ güvelenmiş miydi bilinmez ama menajer Jorge Mendes oyuncusuna hâlâ uygun bir talip bulamamıştı. Jorge Mendes Ağustos’ta hedef değişti. Cavani transferinin ardından Garay’ın bu kez Napoli’ye gideceği yazılmaya başlandı. Garay hâlâ Benfica’da; Mendes hâlâ komisyonunu alamadı, ruhumda hicranını söylüyor... Ezequiel Garay Yeni medyanın rolü Transfer 2009’da Darren Bent 15 milyon sterlin karşılığında Tottenham’dan Sunderland’e giderken transferin gerçekleşmesinde en büyük yardımcısının twitter olduğunu açıkça kabul ediyordu. Wayne Rooney, 2010’da kulüp tarihinin en yüksek ücreti alan oyuncusu haline gelirken yardımı yine sosyal medya ve internetten almıştı. Sanal ortamda bir hafta kadar süren ezeli rakip City ile flört, muhteşem bir gelir artışı olarak geri döndü. Rooney gerçekten gitmeye niyetlenmiş miydi bilinmez ama tek kazanan kendisi oldu. HF # 93 Ancak iş yalnızca Garay örneğinde olduğu gibi menajerlerden ya da Bent örneğinde olduğu gibi oyuncudan kaynaklanmıyor. Bazen bunu yaratan yeni medyanın bizzat kendisi oluyor. Kimin bacağını sıkmışım tramvayda Bazı internet siteleri, verileri kullanarak yalan haber üretmek konusunda hiç tereddüt etmiyorlar. Arama motorlarının raporlamaları inceleniyor ve buradaki verilerden en çok ‘tık’ getirecek transfer haberi bulunmaya çalışılıyor. Özellikle transfer dönemi başladığında günlük raporlardan en çok aranan oyuncular ve kulüpler listeleniyor. Daha sonra bunlar bir değerlendirmeye tabi tutuluyor ve eşleştirmeler yapılıyor. Yani, aynen Pazar araştırması yapan bir üretici gibi ‘tüketicinin ne istediği’ tespit ediliyor. Ardından da sitenin yazarlarının görev dağılımı yapılıyor. Herkese yazması kendisine düşen transfer ‘haber’i bildiriliyor. Yazılar geldikten sonra sosyal medya üzerinden okuyucuya geri satılıyor. Zaten bunu tüketmeye hazır olduğu tespit edilmiş olan kitle de habere üşüşüyor ve ‘tık’ toplanıyor. Bu ‘tık’ sayıları da siteye reklam olarak dönüyor. Transferin gerçekleşme ihtimali mi? Kimin umurunda, amaca ulaşıldı. Onu sonra anlatırım Hatta bazen tık için daha ilginç yöntemlere de başvurulabiliyor. Bu yılın en görkemli örneği, iki Hırvat oyuncu üzerinden yapılan operasyondu: Transfer açlığının zirve yaptığı an olan Haziran’ın son akşamı, birdenbire bir site tarafından Tottenham’ın biri ‘yeni Modric’ olan iki genç Hırvat için Dinamo Zagreb ile 20 milyon sterlin karşılığında anlaşmaya vardığı haberi patlatıldı. Üstelik haberde Dinamo Zagreb cephesinden ismi de verilen bir kulüp yetkilisi de transferleri doğruluyordu. Üzerine atlanan haber, hızla yayılmaya başladı. Yaklaşık bir saat kadar haberin yeterince yayılması beklendikten sonra muhteşem hamle geldi ve ilk oyuncunun detaylı bir incelemesi bu kez isimli bir yazıyla servis edildi. Daha 18 yaşına girmemiş bu oyuncunun nasıl biri olduğunu öğrenmek isteyen ve haftalardır transferin başlayacağı günü bekleyen kitle siteye aktı. Bundan 45 dakika kadar sonra da ikinci oyuncunun detaylı bir incelemesiyle operasyon tamamlandı. Transfer haberleri neredeyse futbolla ilgili tüm sitelere yayılmış olan ve başka hiç bir yerde hakkında bilgi bulunmayan iki oyuncunun incelemeleri ‘tık’ rekoru kırarken sitenin tanıtımı da yapılmıştı. Operasyon derslikti... Transfer iştahının en kabarık olduğu an seçilmiş, Hırvatistan’da bir azınlık dışında çok az kişinin bilgi sahibi olduğu iki oyuncu belirlenmiş ve incelemeler başkasına fırsat vermeden servis edilmişti. Sonunda ne mi oldu? Tottenham’ın oyuncularla hiç bir zaman ilgisinin olmadığı anlaşıldı. Biri İtalya’ya gitti, diğeri hâlâ Zagreb’de ve o kadar meşhur oldu ki hakkında spekülasyonlar ara ara ısıtılıyor. Güya Galata’ya dadanmışız Transfer Futbol adına çok az aktivitenin olduğu yaz aylarında gazetelerin o sayfaları, radyo ve televizyonların o dakikaları dolmak zorunda. İster transfer yalanları ister transfer dedikoduları ister transfer tavatürü deyin, medya açısından bu görevi ifa ediyor. Hatta bazı sitelerin karmaşık algoritmalar kullanarak bu işin ne derece cılkını çıkardığını da yukarıda anlatmaya çalıştık. Taraftar açısından da futbola dair konuşulacak pek bir şeyin olmadığı dönemde gelen bu haberler yeni muhabbet konusu. Ortada karşılıklı bir ihtiyaç var. Tabii arada “Kandırmayın Fenerbahçe taraftarını, Alex Türkiye’ye gelmez” ya da “Eto’o bitmiş” gibi vecizeleri üreten ‘transfer uzmanları’ da pastanın üstündeki çilek... HF # 93 Öte yandan bu haberler, bazen piyasaya haber salmak ya da piyasayı harekete geçirmek için kullanılıyor. Oyuncunun transfer edilebilir olduğu bilgisinin yayılması adına veya tüm kulüpler arayış içindeyken oyuncunun adının sıkça tekrarlanması için futbolcular ya da menajerleri Garay gibi güzide örneklerde gördüğümüz üzere bu yönteme başvurabiliyor. Ya da Rooney örneğinin bize anlattığı gibi bu atraksiyonların bazen kulüpten daha iyi bir sözleşme koparmak adına kullanılması da mümkün. Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim Psikologlar, transfer haberlerinin taraftarda BIRG(yansıtılmış zaferin zevkini çıkarmak) ya da CORF(yansıtılmış hatadan soyutlanmak) mekanizmalarını harekete geçirdiğini söylüyorlar. Beğenilen bir oyuncunun adının kulüple anılmasının biz taraftarlarda ilk mekanizmayı tetiklerken, beğenmediğimiz ya da hatalı bulunan bir transfer ihtimalinde bilinçaltımızda ikinci mekanizmanın devreye girdiği belirtiliyor. Bazıları bu haberlerin çok kafa kurcaladığını ve çalışanların verimliliğini düşürdüğünü iddia ederken, kimileri bu muhabbetlerin ortak konu yaratarak iş yerinde takımdaşlığı güçlendirdiği tezini savunuyorlar. Transfer tevatürü bir yandan ciddi bir ekonomik aktivite. Medyanın ötesinde, ülkemizde olmasa da dünya üzerinde bahis kuruluşlarının transfer bahisleri açtığı, bu işte çok ciddi rakamların döndüğü hatta bu bahisler için özel kadrolar istihdam edilerek iş yaratıldığı da biliniyor. Transfer tevatürü kimileri için zararsız bir eğlence. Bu küçük yalanlar, kullananlar açısından pek çok amaca hizmete müsait. Hatta Little Lies’da ‘Tell me lies tell me sweet little lies’ diye yalvaran Fleetwood Mac misali, galiba duymaya ihtiyacı olanlar bile var. Wayne Rooney Alen Halilovic Emre Çelik Alemci golcü Unutulmaz “Maçtan önce genelevde kaldığım çok olurdu. Şanslıyım ki stada da yakın oturuyordum. Maçtan 5 dakika önce yetişir, hat-trick yapar, bütün yöneticileri de sustururdum...” HF # 93 Serie A’da 1936-38 sezonunun son maçında ligin zirvesinde yer alan iki takım, Juventus ile Inter, şampiyonluk için Arena Civica’da kozlarını paylaşacaktır. Juventus’a beraberlik bile yeterken, Inter’in mutlak kazanması gereken karşılaşmada, maçın başlamasına 1 saat kala Nerazzurri’nin en büyük yıldızı Guiseppe Meazza yine ortalarda yoktur. Normalde kimse, Meazza’nın maçtan 1 saat önce stadyuma gelmesini beklemez elbette. Ama söz konusu şampiyonluk olunca Inter’de panik başlamış; yöneticiler, antrenörlerden birini ve masörü bir arabaya bindirip Meazza’yı bulmaları için göndermiştir. Bulurlar lâkin Meazza ağır bir uykudadır. Yıldız oyuncuyu apar topar paketleyip arabanın arkasına atarlar ve stadyuma getirirler. Daha sonraları o gece her zamanki gibi kadınlarla alem yaptığını açıklayacak olan Meazza, soyunma odasına girer, kimseyle konuşmadan 9 numaralı formasını sırtına geçirir ve yüzünü bile yıkamadan sahaya çıkar. Sonrası bilindik bir hikaye; Meazza, attığı iki golle hem maçın adamı olur hem de takımının müsabakayı 2-1 kazanarak İtalya’da şampiyonluk yaşamasını sağlar. Hakkında “Sansasyonel Arjantinli ve Brezilyalılar ile kıyaslanabilecek tek İtalyan” betimlemesini yapan Gianni Brera ve birçok yorumcuya göre Çizme’den çıkan en büyük yetenek olan Giuseppe Meazza, 103 sene önce tam da bugün dünyaya geldiğinde elbette orada bulunan insanlardan hiç kimse İtalyan futboluna damga vuracak bir çocuğun doğuşuna şahitlik ettiklerinin farkında değildi. Henüz 7 yaşındayken babasını I. Dünya Savaşı’nda kaybeden, geçim konusunda annesine yardım etmek için mahallelerindeki manavda çalışmak zorunda kalan Meazza, tüm bu kötü hâtıraların acısını sigara, alkol ve kadınlardan çıkaracaktı ama öncelikle futbolcu olması şarttı... Unutulmaz Bir yıldız doğuyor HF # 93 Milano’nun Porto Vittoria bölgesinde doğan Meazza, neredeyse her çocuk gibi sokaklarda alır futbolun tadını. Babası ölmeden önce başına gelen bir olayı aktarırken de futbola ne denli tutkuyla bağlandığı ortadadır: “Zavallı babam ölmeden hemen önce Aziz Giuseppe Günü’nün anısına bana tüfek hediye etmeye çalışmıştı ama isyan edip almadım. Kendimi yerlere atıp ‘Bana futbol topu al’ diye haykırıyordum.” Daha o yıllarda, 6 yaşında, Maestri Campeonesi adında bir takımda oynamaya başlayacaktı ama bu sefer de önündeki engel annesiydi. Meazza’nın kendi çalıştığı manavda iş yaparak aile bütçesine katkıda bulunmasını arzulayan anne, top ayakkabılarını saklasa da kullanılmış kıyafetlerden yapılmış topla çıplak ayakla oynamaya devam eder Meazza. Kendi deyimiyle ayaklarına çok eski kıyafetler bağlar ama saatlerce süren kıran kıran maçlar sonunda ayakları da kan içinde kalır. Her ne kadar “Annem, bir daha futbol oynamamam konusunda zorla yemin ettirirdi. “ diyerek uçurumdan döndüğünü belirtse de 12 yaşında izni koparır ve Gloria FC’de futbol oynamaya başlar. Annesinin sakladığı ayakkabılarının yerine kendisine hayran kalan bir taraftarın hediye ettiği ayakkabıları geçirir ayaklarına. Gloria, Meazza’ya Milano’nun dev kulübünün kapısını aralatacaktır ama o kulübün Milan mı yoksa Inter mi olacağı net değildir. Hemen hemen bütün yıldız oyuncuların hikâyesinde olduğu gibi Meazza’da da aynı senaryo yaşanır. Tutkulu bir taraftarı olduğu Milan, çelimsiz ve sıska bulduğu Meazza’ya güvenemez ama Inter bu fırsatı kaçırmayacaktır. Kısacası Meazza, 14’ünde Inter’in kapısından adımını atar. 17 yaşında ilk kez as takımın formasını giydiği Coppa Volta’daki macerası ise yine sıra dışıdır: “O gün iki maç olacaktı. Sabahki maç için adımı görmeyince gittim kahvaltı yaptım ama abartıp çok fazla yemiştim. Takım maçı kötü kaybedince koç Arpad Weisz çağırıp ilk maçıma çıkacağımı söyledi. Midemin çok şiştiğini söyledim ama gülüp şans diledi. Ben de sahaya çıktım.” Maçtan önce Meazza’nın kadroya alınmasına tepki gösteren Leopoldo Cont,, “Takımı kreşe* çevirdiniz!” diye çıkışır. Fakat Il Balilla, bir Avanguardista için gerçekten de iyi bir maç çıkarmış ve daha ilk karşılaşmasında 2 gol atarak dikkatleri üzerine çekmiştir. Ertesi gün La Gazetta dello Sport, manşetlerini Meazza’ya ayırır. Onun “Zeki, hızlı ve genç.” diyerek tanımlar. Kısacası, Meazza, adeta bir rüyaya dalar. “İlk senemde çok fazla sinemaya gider ve film izlerdim. Ama izlediğim hiçbir film benim hikâyem gibi değildi.” sözleriyle zaten içinde bulunduğu durumu özetler. “Bir sigara içeyim, sonra geliyorum...” Meazza, ilk maçında olduğu gibi kariyerinin devamında da fırtına gibi esmeye devam eder. İlk sezonunda Ulusal Lig’de sergilediği *Burada asıl kast edilen kreş değil. Faşist Mussollini rejiminin kurduğu ve İtalya’da o dönem 8-18 arası çocuklara özel eğitim veren Opera Nazionale Balilla. Tahmin edileceği gibi bir önceki paragrafta da kendisine Balilla diyen Meazza’nın lâkabı, bu organizasyondan ve soyunma odasında yapılan bu yakıştırmadan yapılıyor. Avanguardista ise Opera Nazionale Balilla’da eğitim göre 14-18 yaşındaki gençlere verilen ad. Unutulmaz futbolla takımı Ambrosiana Inter’in bir yıl sonra kurulacak Serie A’ya katılmasında büyük rol oynar. Takiben Serie A’da 33 maçta 31 gol atarak ilk şampiyonluğu Inter’in almasını sağlar. Hatta Roma ile oynanan maçın ilk 4 dakikasında hat-trick bile yapmıştır. Serie A’da ilk sezonunda en fazla gol atma rekoru da hâlâ kırılamamıştır. Fakat artık yıldızlaşan Meazza’nın hayatı da doğal olarak değişir; sinemalara gitmek yerine gece hayatının ışıltılı dünyasına dalar. Meazza, “Allahtan stadyuma yakın bir yerde oturuyordum ve yollarda vakit kaybetmiyordum. Maçlar başlamadan 5 dakika önce soyunma odasına girdiğimden dolayı genelde hoca ve takım arkadaşlarım kötü kötü bakardı. Hatta sahaya çıkarken bazı yöneticilerin ‘Artık onunla biz ilgileneceğiz’ gibi şeyler dediğini duyardım. Allahtan hat-trick yapardım ve hepsini sustururdum.” diyerek durumu özetleyen kendisi olacaktır. HF # 93 Şampanyaya ve kadınlara aşırı düşkünlüğü ile bilinen Meazza, buna rağmen 30-35 yıl sonra sahalara inecek ruhani varisi George Best gibi bir kariyerden ziyade sürekli yükselen, efsanevi bir dönem geçirecektir. Değil Inter’de İtalya Milli Takımı’nda bile soyunma odasında sigara içme ayrıcalığı tanınan tek isim olduğu iddia edilen Meazza için hocası Pozzo, “Takımınızda Meazza varsa maçlara 1-0 önde başlarsınız.” diyerek neden Il Ballillo’nun kaprislerine sabrettiğini dolaylı da olsa açıklar. Zaten dokunulmazlığı da buradan gelen Meazza için Fransız gazetesi Match, 1931’de “bitiricilik ustası”; The Times, 1933’te “Kalecileri rahatlıkla çizgiden uzaklaştırıp geçme yeteneğiyle patlayıcı gücü, zekâsı ve hızlı-kuvvetli şutları, rakipsiz olduğunu belirten Meazza’ya bir çok hayran kazandırdı.” diyecektir. Kısacası o dönemde bile dünya çapında bir yıldız olmayı başaran Meazza, bu sayede ilk özel sponsora sahip futbolcu unvanını kazanıp bu parayı da şahsi eğlencesine yatıracaktır. Nevi şahsına münhasır Meazza söz konusu olduğunda gerek futbol sahaları gerekse saha dışı bağımlılıkları hakkında onlarca hikâye anlatılır fakat bunlardan ikisi, elbette sahada yaptıkları, Meazza’nın efsanevi bir isim olduğunu ortaya Inter taraftarı ezeli rakipleriyle ortak kullandıkları stadı Guiseppe Meazza adıyla kullanıyor. koyar. Eğlence hayatına rağmen “Hayatta hiçbir şeyden gol atmak kadar büyük zevk duymadım.” diyen Meazza, Altın Ayakkabı’yı kazanacağı 1934 Dünya Kupası’ndan da takım arkadaşı Juventus kalecisi Gianpiero Combi’ye antrenmanda rövaşatadan bir gol atar. Buna sinirlenen Combi de Meazza ile bu sezonu lig maçında kendisine atıp atamayacağı yönünde bir iddiaya girer. Aynı maç öncesinde, kalecilere attığı çalımlarla tanınan Meazza’ya “Beni geçip boş kaleye gol atamazsın” diyen Combi, deyim yerindeyse tam anlamıyla kaşınmıştır. O sezon Inter ile Juventus arasında oynanan karşılaşmada Meazza, önce rövaşata ile, hatta görgü tanıklarının iddiasına göre topa yerden 2 metre yükseklikteyken vurarak, Combi’yi avlar. Ardından ise tango tutkunu Meazza, Combi karşısında da tangosunu yaparak arkadaşını bakkala gönderir ve golünü atar. Golün ardından eldivenleri çıkaran Combi, Meazza’nın elini sıkarak kendisini tebrik eder. 1938 Dünya Kupası’nda ise oyun zekasının sadece saha içi koşular, paslar v.b. şeylerden ibaret olmadığını gösterir. Brezilya ile oynanan yarı final maçında İtalyanlar penaltı kazanır ve topun başına da elbette Meazza geçer. Fakat tam penaltıyı kullanmak için topa hareketlendiği anda Meazza’nın şortu düşer. Kimilerine göre o dakikadan önce Brezilyalı bir savunma oyuncusu Meazza’yı çekince şortun ipi kopmuş; kimilerine göre ise Meazza, penaltı kurtarma becerisiyle bilinen - hatta oyuncuları hipnotize ettiği bile rivayet edilen - kaleci Walter de Souza Goulart’ın dikkatini dağıtmak için senaryoyu kendisi hazırlamıştır. Ne olursa olsun Goulart, tribündeki ve sahadaki diğer herkes gibi kahkahalarla gülerken; Meazza, bir eliyle şortunu yukarı çekip kahkahaların bitmesini beklemeden topu ağlarla buluşturur. Finalde de Macarları yenen İtalyanlar, üst üste iki kez Dünya Kupası’nı kazanan ilk ve tek ülke olacaktır. Kalbindeki kulübe dönüş Unutulmaz Dünya Kupası’nda yaşadığı sakatlıkların 1938-39 sezonuna da yansıması, Meazza’yı sahalardan ciddi sürelerde uzak tutar. O sezon sadece 16 maçta forma giyen Meazza, Inter’in şampiyonluğu elde edeceği 1939-40 sezonunda da neredeyse hiç oynayamamış, hatta bütün seneyi ayak damarlarındaki daralmadan dolayı hastanelerde geçirmiştir. Dahası bu dönem Inter adına bir maça çıkmak istemeyip, bundan ceza alması da Meazza ile kulüp arasındaki incelen bağların kopma noktasına gelmesine neden olur. Meazza da 1940’ta çocukluk aşkı Milan’ın yolunu tutar. HF # 93 İşin ilginç ve epik olan yanı ise Milan’da sakatlıklarla boğuşan Meazza’nın birçoklarına göre en iyi maçı Inter karşısındaki performansıdır. Gianni Brera, Meazza’nın Milan kariyeri için “Sanki dokunsan hemen düşecekmiş gibiydi.” diyerek ayakta duramayacak halde olduğunu belirtir. Ama ilk Milano derbisinde inanılmaz bir oyun ortaya koyarak takımına beraberliği kazandıracak olan 2’nci golü atar. Hem de soyunma odasında Inter’e karşı oynayacağı için dakikalarca ağladığı bir maçta... İki sezonluk Milan macerasının ardından da 1 sene Juventus’a uğrayan Meazza, Varese ve Atalanta’nın da havasını soluduktan sonra oyuncu/teknik adam olarak Inter’e geri döner. Yaklaşık 10 sene sürecek teknik adamlık kariyerinde oyunculuğunu aratsa da kendisi gibi küçük yaşta babasını kaybeden Sandro Mazzola’yı keşfedecektir. “Ben ayrı, diğerleri ayrı” 21 Ağustos 1979’da 68 yaşındayken akciğer kanserinden dolayı hayata gözlerine yuman Meazza, belki de özel yeteneklerinin ve futbol sevgisinin yanı sıra kendine güveni sayesinde bu denli başarılı oldu. Futbolu bıraktıktan sonra verdiği bir röportajda, rüyada olduğunu belirttiği ilk senesinin ardından burnunun sürekli havada olduğunu da kabul eden efsane, ölmeden bir sene önce “Ben Meazza’ydım. Önümüzdeki 10, 20 sene sene sonra maçlara gidecek insanlar hâlâ beni konuşuyor olacaklar. Meazza’nın kim olduğunu bilecekler.” der. Zaten vefat ettikten sonra Milan ile Inter’in mutabakata vararak adını San Siro’ya verince sonsuza kadar ölümsüz olacağının garantisini alarak, göremese de, haklı çıkar. Kendi deyimiyle daha çocukken bile mahalle aralarındaki maçlarında kendisini izlemeye gelenlere ve sürekli ilgi gösterilmeye alışan Meazza, 9 Haziran 1974’te Gigi Riva’ya İtalya Milli Takımı’nın en golcü oyuncu unvanını kaptırınca da “Riva iyi topçu. Kıbrıs ve Türkiye’ye çok sayıda gol attı. Elbette benim gollerim çok daha önemliydi.” diyerek ikinci plana atılmayı yıllar sonra bile kabullenemeyeceğini gösterir. Belki de hayatı boyunca bir tek, ölümünün hemen öncesinde izdiham olacağını varsayıp cenaze işlemlerinin gizli yürütülmesini ister. Beşiktaş’a da uğradı İtalyanların ülke dışında çalışan ilk teknik direktör unvanını da elinde bulunduran Meazza, Çizme’nin dışında çalıştırdığı ilk takım olan Beşiktaş’ın da ilk yabancı teknik adamı. 1949’da Beşiktaş’ın başına geçen Meazza, İstanbul Mahalli Ligi’ni Galatasaray’ın ardından ikinci tamamlar ve ülkesine geri döner. Kim bilir, belki de başarısızlıktan ziyade dönemin İstanbul gazino hayatı Meazza’yı tatmin etmedi? Rafet B. Eryılmaz 31 aylık macera Rusya Dağıstan’ın çılgın takımı Anzhi’nin görkemli günleri kulübün sahibi Kerimov’un büyük harcamalar yapmayı kesmesiyle sona erdi. Şimdi en büyük soru Willian, Eto’o ve Lassana Diarra gibi isimlere ne olacağı? HF # 93 Hollandalı teknik adam Guus Hiddink, 22 Temmuz 2013’te Anzhi Mahaçkala’deki görevinden istifa ettiğinden bir açıklama yayınladı. Bu açıklamada Hiddink, “Hep söylediğim gibi Anzhi’nin benim yardımım olmadan gelişimini tamamlayacağına inandığım anda görevi bırakıyorum. Bu kulübün başarılı bir geleceği olduğuna inanıyorum. Bu büyük futbol projesinin içinde yer aldığım için de mutluyum” ifadelerini kullanıyordu. Bu açıklamadan sadece bir ay önce takımla olan sözleşmesini uzattığını düşündüğümüzde bu kararın oldukça ilginç olduğunu söyleyebiliriz. Daha da ilginç olan Hiddink’in istifasından bir ay kadar sonra kulübün sahibi Süleyman Kerimov, maddi olarak sağladığı desteği azaltma ve yüksek maliyetli yıldız oyuncularla yolları ayırma kararı aldığını açıkladı. Bu açıklamayı doğrulayan ilk hamle Yuri Zhirkov, Igor Denisov ve Aleksandr Kokorin’in Dinamo Moskova’ya satılmasıyla gerçekleşti. Kerimov’un çok kısa bir süre önce devraldığı takımdan bu kadar çabuk sıkılmasının arkasındaki nedeni herkes merak ediyor. Zira Anzhi, uzun bir aradan sonra Avrupa arenasında boy göstermeye başlamıştı. Birkaç yıl içinde Rusya’da şampiyonluğu kazanmalarına kesin gözüyle bakılıyordu. “Ah benim memleketim...” Kerimov’un kulübü satın aldığında yaptığı açıklamalara baktığınızda Dağıstan’ı ön plana çıkarmak için elinden geleni yaptığını görüyoruz. Çılgın milyarder, memleketini tüm dünyaya tanıtmak ve ekonomik açıdan cazip hale getirmek için Anzhi’yi kullanacağını söylüyordu. Ne var ki bu planlarını bir türlü gerçeğe çeviremedi. Süleyman Kerimov Milyonlarca dolar harcayıp takıma kazandırdığı futbolcular Moskova’da antrenman yapıp, sadece iç saha maçları için Dağıstan’a geliyorlardı. Kendi futbolcularını bile Dağıstan’a çekmeyi başaramayan bir kulübün, dış dünyadan ilgi toplamayı beklemesi hayalcilik olurdu. Ayrıca bir türlü bitmeyen stadyum inşaatı takımın Avrupa kupalarında oynayacağı maçlar için Moskova’ya gitmek zorunda kalmasına neden oldu. 2013 Mart’ında tamamlanan inşaatla UEFA kriterlerine uygun bir stadyuma kavuştular. Ne var ki artık Avrupa’yı kovalayan bir takım olmaktan uzakta kalacaklar. Rusya Dokunmayın Igor’uma! HF # 93 Zenit’in geçtiğimiz sezonun başında yaptığı Hulk ve Axel Witsel hamleleri taraftarlarını heyecanlandırsa da takımın deneyimli oyuncularından Igor Denisov’u rahatsız etmişti. Witsel ve Hulk’un aldığı yüksek maaşın kadrodaki Rus oyunculara haksızlık olduğunu düşünen deneyimli oyuncu, sözleşmesi gözden geçirilene kadar maçlara çıkmayacağını söylemişti. Altyapısından yetiştiği Zenit’le arasındaki bağlar zayıflayan Denisov, 2013 yazında Anzhi’nin yolunu tutmuştu. Fakat burada da durum farksızdı. Denisov, Samuel Eto’o, Lassana Diarra ve Mbark Boussoufa’nın aldığı maaşların Zenit’tekine benzer bir adaletsizlik yarattığını düşünüyordu. Sezon öncesi kampında dile getirdiği bu kaygıları, Diarra’nın antrenmanda ona bilinçli olarak sert girmesi ve Eto’o’nun tüm yabancı oyuncuları sahadan toplamasıyla sonuçlanmıştı. Sağlık sorunlarıyla boğuşan ve yatırdığı paranın geri dönüşünü bir türlü alamayan Kerimov’un en son isteyeceği şey oyuncular arasında yaşanacak bir kamplaşma olurdu herhalde! Korktuğu her şey başına gelen Kerimov’un bütçe kısmanın ilk önlemi olarak Denisov’la birlikte Zhirkov ve Kokorin’i göndermesi şaşırtıcı olmasa gerek. Tatminsizlik duygusu Geçtiğimiz sezonun devre arasında takıma katılan Willian, tüm bu olaylardan en çok etkilenen oyuncu olduğu aşikar. Shaktar Donetsk’te oynadığı dönemde İngiliz devlerini peşinden koşturan Brezilyalı oyuncu, serbest kalma maddesini kullanan Anzhi’nin yolunu tutmuştu. Bu transferin Willian’ı tatmin etmediği çok açık. Brezilyalı oyuncu, “Burada bana saygı ve sevgi gösterdiler. Onlara minnettarım. Ancak büyük takımlarda oynama hedefimi hâlâ gerçekleştiremedim. Yeniden Brezilya Milli Takımı’na seçilmek ve büyük bir takıma gitmek için elimden geleni yapacağım” ifadelerini kullanıyor. Kerimov’un kafasındaki büyüme fikrini oyunculara veremediğini de bu sözlerden anlıyoruz. Anzhi’ye gelen oyuncuların takımı üst seviyelere taşımak için burada olmadıklarını görmemek için kör olmak lazım. Ne acıdır ki Kerimov’un bunu anlayabilmesi için 31 ay boyunca milyonlarca avro harcaması gerekti... Şampiyonluk yarınlara kaldı... Anzhi yönetimi, kadroya katılan yıldız oyuncuların yalnızca uygun teklifler gelmesi halinde satılacağını söylüyor. Fakat bu oyunculara ödedikleri maaşlar düşünüldüğünde oyuncuları zarar ederek satacaklarını söylemek mümkün. Kerimov’un takıma ayırdığı 150 milyon dolarlık bütçeyi 6 ay içinde 50-70 milyon seviyelerine çekmek istediği söyleniyor. Ayrıca Finansa Fair Play’e uygun hale gelebilmek için de bu oyuncuların sözleşmelerinden kurtulmaları gerekiyor. Bu durumda yıllık 20 milyon avro ödenen Eto’o için uygun teklifi bekleyecek zamanları pek yok. Öte yandan takımı yeniden Dağıstan’a taşıyacak olması da oyuncuların ayrılma taleplerini daha yüksek sesle dile getirmesine neden olabilir. Sport-Espress’in şef editörü Artur Petrosyan da bu durumu doğruluyor. “Her şeyi bir kenara bıraksak da takımın yıldızlarını bu transfer döneminde elinden çıkaracağına eminiz” diyen deneyimli gazeteci, Anzhi’nin geleceğiyle ilgili tahmin yapmaktan da kaçınmıyor. “Muhtemelen yeni yaratacakları takım, lig şampiyonluğunu değil ligde kalmayı kovalayacak.” Rüyanın sonu? Rusya Kulübün başkanı Konstantin Remcukov’un twitter hesabına yazdığı “Anzhi’nin işleyişini değiştiriyoruz. Pahalı oyuncuların çoğu gidecek. Senelik 50-70 milyon dolarlık bir bütçeyle hareket edeceğiz” şeklindeki mesaj yaşanan değişimi ilk elden doğruluyor. Teknik adamlığa da Gadzhi Gadzhiev gibi Rusya dışında pek deneyimi olmayan bir teknik adamı getirmeleri de vizyonlarını değiştirdiklerinin kanıtı. Daha önce üç farklı dönemde Anzhi’de görev yapan Gadzhiev’in Hiddink’le boy ölçüşemeyecek bir kariyeri var. HF # 93 İlerleyen yıllarda bu vizyonu yeniden genişletmeleri de mümkün görünmüyor. Kerimov’un tohum üretim devi Uralkali’deki 375 milyon dolarlık hissesini kaybetmesiyle ekonomik açıdan zayıfladığı ortada. Öyle ki Kerimov’un sorunlarının artması halinde kulübün başka birine satılması da gündeme gelebilir. Böyle bir durumda da milyarder iş adamının elinde Eto’o, Roberto Carlos ve Hiddink’le geçen günlerine dair güzel hatıralardan fazlası kalmamış olacak... Igor Denisov