Astım, dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen bir
Transkript
Astım, dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen bir
İÇİNDEKİLER 04 10 14 16 20 22 26 30 32 36 38 1 Editörden Sağlık ve Magazin Dergisi Sahibi Başkent Üniversitesi Hastanesi Adına Başhekim Prof. Dr. Ali HABERAL Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Melek ALKAN ÇAKMAK Tasarım Uygulama Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Tasarımı Bölümü Baskı Can Matematik Limited Şirketi İvedik Organize Sanayi Ağaç İşleri Sitesi, 21.Cadde 524. Sokak, No: 30 İvedik/ANKARA Tel: (0312) 395 06 70 Yayın Türü Yerel Süreli Yayın Basım Tarihi 12/04/2012 Okuyucu Köşesi için mail adresimiz okurkosesi@baskent-ank.edu.tr 2 İdare Adresi Mareşal Fevzi Çakmak Caddesi 10.Sokak, No:45 Bahçelievler/ANKARA Tel: (0312) 212 68 68 Faks: (0312) 223 73 33 www.baskent-ank.edu.tr Merhaba sevgili okurlarımız, Uzun, karlı ve soğuk geçen bir kışın ardından toprak nihayet uyandı ve bahara erdik. Gün oldu, yağmurun sesini dinleyerek yudumladığımız kahvelerimiz, kasvetli günlerde yoldaş oldu bizlere. Beyaza bürünen şehir ilk başlarda masumiyetiyle teslim aldı bizi. Sonra beyaz esarete bıraktı yerini. Anlayacağınız ruhumuz yoruldu, her şeyden şikayetçi olan bünyeye kış da fazla geldi. Şimdi baharı yormanın zamanı. Bahar yorgunluğundan, alerjilerinden, alınan fazla kilolardan dem vurmanın zamanı. Tabiatın uyanışına eşlik etme zamanı... Baharın, güneşin ve doğanın keyfini çıkarırken okumanız için dopdolu bir içerikle karşınızdayız. Çok yakın zamana kadar özellikle çocuklarda görülen “Hemanjiom” denilen hastalığın, muazzam bir buluşla nasıl basit bir şekilde tedavi edildiğinden başlayıp, mevsim itibariyle bir çok kişinin sorun yaşadığı alerjik hastalıklar çerçevesinde yer alan, “Astım” hastalığının bilinmeyenlerine uzanan bir yelpazede konularımızı oluşturmaya çalıştık. Bununla birlikte, cerrahi işlemlerde, Kadın Hastalıkları ve Doğum bölümümüzün uyguladığı yeni bir ameliyat yöntemi ile yine özellikle kadın hastalarımızı yakından ilgilendiren “Karın Germe” operasyonuna dair bilgiler aktardık. Okuyucu köşemizde, hayatı Mehmet Hoca’sıyla değişen bir hastanın duygularını ilettiği mektubuna yer verdik. Hep hastalıklar değil, Başkent’te yaşanan farklı güzelliklere de vurgu yapalım dedik ve objektiflerimizi Ayaş’ta bulunan Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’mize çevirdik. Yataklı hastalarımızın tedavilerinin yapıldığı merkezimizde, hastalarımızın ve hasta refakatçilerimizin boş vakitlerini değerlendirmek amacıyla hizmet veren El-Sanatları Birimini tanıtmak istedik. Konuklarımızın yaptığı çeşitli el sanatları ürünlerini ve merkezin çalışma prensiplerini birimin sorumlusu Gülay Hanım’dan dinledik. Hastalıklar, tedavileri, yeni yöntemler derken Mart ayında kutladığımız iki önemli tarihten de bahsedelim istedik. 14 Mart’ta, sağlığımız için fedakarca çalışan hekimlerimizin ve sağlık personelimizin Tıp bayramını kutladık. Diğer bir tarih de 8 Mart idi. Özellikle içinde bulunduğumuz dönem dikkate alındığında, önemli bir sosyal sorun haline gelen Kadına Uygulanan Şiddet noktasında Kadınlar gününü kutladık. Personelimiz ile hasta ve hasta yakınlarının katıldığı söyleşide kadına dair sorunlar paylaşıldı. Bu konuda sevindirici bir gelişmeyi de sizlerle paylaşmak isteriz. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu’nda kabul edilen, “ Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun” 19/03/2012 tarihinde Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Umarız bu kanunla birlikte, insanlık ayıbı olan şiddet, bir nebze olsun hafifletilebilir. Unutmayalım ki bu kanunun öznesi; Adana- Pozantı’daki cezaevinde tutuklu bulunan çocuklara uygulandığı iddia edilen cinsel taciz ve şiddet gibi sadece kadını değil, şiddet uygulanan herkesi kapsıyor. Bu konuyla ilgili söylemek istediğimiz son söz: Şiddet hakkındaki duyarlılığımız, sadece hislerimizle değil, bilgiyle de desteklemesi gerekir. Bu yüzden sizlerden ricamız, söz konusu kanuna ilişkin içerik hakkında bilgi sahibi olmanız ve etrafınızda uygulanan şiddete seyirci kalmamanız!.. Melek ALKAN ÇAKMAK 3 Doç.Dr.Gaye Ulubay Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Ana Bilim Dalı Astım’la Yaşam Astım, dünyada yaklaşık 300 milyon kişiyi etkilediği tahmin edilen bir hastalıktır. Ülkemizde erişkinlerde % 5-7, çocuklarda ise % 13-15 oranında görülmektedir. Astım her yaştaki kişileri etkileyebilen, doğru tedavi ile kontrol altına alınması mümkün bir akciğer hastalığıdır. Kontrol altına alınamadığında ise hastaların günlük aktivitelerini ciddi olarak kısıtlayabilen, yaşam kalitelerini azaltan kronik bir hastalıktır. 4 Astım, hava yollarının normale göre daha fazla daralması ile kendini gösteren ve ataklar yani krizler halinde gelen bir hastalıktır. Hastalar ataklar arasında kendilerini iyi hissederler ve normal bir hayat sürebilirler. Astımda hava yollarında mikrobik olmayan bir yangı vardır. Bu durum akciğerlerin koku, toz, çiçek tozu, soğuk hava gibi uyaranlara aşırı duyarlı olmasına neden olur. Bu uyaranlar ile hastada hemen öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Krizde hava yollarını saran kasların kasılması, şişme olması, hava yolu duvarının kalınlaşması ve hava yollarındaki salgı bezlerinden koyu kıvamlı ifrazat salınması sonucunda hava yolları önemli ölçüde daralır ve havanın akciğerlere girip çıkması engellenir. Bu durum, artan öksürük, nefes darlığı, göğüste hırıltı, hışıltı ile kendini gösterir. 5 Astım Belirtileri Nelerdir? Hava yollarında daralma olduğunda; genellikle kuru özellikte öksürük, nefes darlığı, göğüste baskı hissi ve hırıltılı - hışıltılı solunum gibi belirtiler ortaya çıkar. Astım İçin Risk Faktörleri Nelerdir? Aşağıdaki risk faktörlerine sahip olunması, kişide astım görülme olasılığını arttırır. Bu faktörler, kişisel ve çevresel olabilirler: a) Kişisel risk faktörleri: Kalıtım (genetik yapı, irsiyet), cinsiyet ve şişmanlık gibi bireyin kendisine ve ailesine ait faktörlerdir. Kişisel risk faktörleri şunlardır; •Anne ya da babadan birisinde astım varsa çocukta astım olma olasılığı 1/3 iken, her iki ebeveynin astımlı olması durumunda çocuğun astım olma olasılığı 2/3 civarındadır. •Şişman kişilerde var olan bazı hormon benzeri maddelerin hava yolu fonksiyonunu etkileyebileceği ve astım gelişme olasılığını arttırabileceği gösterilmiştir. •Erkek cinsiyet, çocuklarda astım için bir risk faktörüdür. Astım puberteden önce erkek çocuklarda kızlara göre 2 kat daha fazla görülmektedir. Ancak çocuklar büyüdükçe cinsiyetler arasındaki fark azalır, hatta erişkin yaş grubunda kadınlarda astım daha sıktır. b) Çevresel risk faktörleri: Çevremizde bulunan ve sık karşılaştığımız bazı etkenler bu gruptadır. Genetik olarak astım yatkınlığı olan kişilerde astımın ortaya çıkmasında önemli rol oynarlar. Çevresel risk faktörleri şunlardır; •Ev tozları, çiçek-ağaç polenleri, küf mantarları gibi hava yollarımızın maruz kaldığı allerjenlerin yanı sıra, tekrarlayan akciğer enfeksiyonları, mesleksel uyaranlar, sigara dumanı, ilaçlar, ev içi/dışı hava kirliliği ve beslenme alışkanlıkları, •Çiftçilik ve ziraat işleri, boyacılık (sprey boya kullanımı dahil), temizleme işleri ve plastik üretimi gibi iş kollarında bu işler sırasında kullanılan maddelere hava yollarının aşırı reaksiyon göstermesi sonucunda astım sık görülür. Mesleksel astım, maruziyet başladıktan aylar ya da yıllar sonra ortaya çıkabilir. Özellikle allerjik bireylerde ve sigara içenlerde ortaya çıkma riski daha fazladır. •Gebelikte sigara içen annelerin çocuklarında ilk bir yıl içinde hışıltılı solunum ile seyreden hastalık gelişme riski 4 kat fazladır. •Hava kirliliği olan bölgelerde büyüyen çocukların akciğer fonksiyonlarının diğer çocuklara göre daha düşük olmaktadır. Ancak hava kirliliğinin direkt olarak çocuk ve erişkinde astım gelişimini arttırdığına dair kesin kanıtlar yoktur. •Anne sütü alan çocukların inek sütü veya soya proteini alan çocuklara göre daha az hışıltılı solunum yolu hastalığına yakalandığı ortaya konmuştur. Astım Belirtilerini Tetikleyen Faktörler Nelerdir? Doğru tedavi ile astımlı hastaların hemen hiç yakınması olmaz, ancak zaman zaman, karşılaştıkları bazı çevresel etkenler; nefes darlığı, öksürük, hışıltılı solunum gibi belirtilerin tekrar ortaya çıkmasına neden olur. Bazen bu yakınmaların şiddeti o kadar çok olur ki hasta acil servise başvurmak zorunda kalabilir. İşte belirtileri ortaya çıkaran bu etkenlere tetikleyiciler denir. Astım belirtilerini tetikleyen faktörler her hasta için farklı olabilir. Bu nedenle hastalar kendilerini rahatsız eden bu etkenleri iyi bilmeli ve mümkün olduğunca onlardan uzak durmalıdır. Astımda hastanın atağa girmesine neden olabilen tetikleyiciler şunlardır Allerjenler; çevremizde bol miktarda bulunan, genellikle zararsız olan, ancak duyarlı kişilerde sorunlara neden olabilen maddelerdir. Çevremizde bulunan ve en yaygın görülen alllerjenler şunlardır; •Polenler •Ev tozu akarları •Küf mantarı sporları •Hamamböceği •Hayvan tüyleri 6 •Bazı besinler: süt, yumurta, fıstık, balık, buğday, soya gibi... •Solunum yolu enfeksiyonlarının astım ataklarını tetiklediği bilinmektedir. Astımlı bireylerde basit bir grip, nefes darlığına yol açabilmektedir. •Gerek çocukluk çağında gerekse erişkin dönemde sigara dumanına maruziyet astım belirtilerinin ortaya çıkmasını tetikler. •Astımlı hastalarda bazı ilaçların olumsuz yönde etkileri olabilir. Bu ilaçlar öksürüğe neden olabilir ya da astım krizine de yol açabilir. Bu şekilde olumsuz etkisi olabilen ilaçlar içinde yüksek tansiyon, kalp damar hastalıkları, kalp ritm bozuklukları, migren, göz tansiyonu (glokom) için kullanılan bazı ilaçlar en bilinenleridir. ruyemiş, yumurta, süt, muz vb), diğer allerjik belirtiler yanı sıra astım ataklarını da tetikleyebilmektedirler. Gastroözofagiyal reflü, mide içeriğinin yemek borusuna geri kaçışıdır. Geri kaçan asitli mide sıvısı refleks olarak hava yollarında daralmaya, öksürüğe, astım belirtilerinin artışına neden olabilir. Stres ve duygusal değişiklikler de astım belirtilerinin ortaya çıkmasına neden olabilir. Aşırı gülmek, ağlamak, o anda sık ve derin nefes almalara neden olarak hava yollarını uyarabilir. Huzursuzluk ve sinirlenme de astım belirtilerini tetikleyebilir. Astım atakları, hava kirliliği artışı ile birlikte artmaktadır. Allerjik nezle, sinüzit, nazal polip gibi kronik üst solunum yolu hastalıkları uygun tedavi edilmediğinde astım belirtilerini tetikleyebilir. Allerjik bireylerde allerjen özellikteki bazı besin maddeleri (balık, kabuklu deniz ürünleri, ku- Egzersiz, tedavi altında olmayan astımlılarda astım belirtilerini tetikleyebilir. 7 Astım Tanısı Nasıl Konulur? •öksürük, nefes darlığı, göğüste baskı hissi, hışıltılı solunum gibi tekrarlayıcı olması, •Belirtilerin özellikle gece veya sabaha karşı ortaya çıkması, •Ataklar dışında bireyin kendini iyi hissetmesi, •Kişiye özgü allerjen ya da irritanlar ile belirtilerin ortaya çıkması, •Egzersiz sonrası öksürük ya da hışıltılı solunum olması •Soğuk algınlığının “göğsüne iniyor” olması, belirtileri artırıyor olması, •Belirtilerin kendiliğinden ya da uygun astım tedavisi ile düzelmesi, •Ailesinde astım veya allerjik hastalık öyküsünün bulunması. Bu yakınmalar ile gelen hastada muayene bulguları tamamen normal olabilir. Çünkü astım, hastalık özelliği nedeni ile ataklar halinde seyreder ve bireyin aktif yakınmalarının olmadığı dönemlerde bulgu vermeyebilir. Günümüzde astım tanısı için kullanılan en önemli tetkik solunum fonksiyon testleridir. Solunum fonksiyonu ölçüm cihazları ile nefes ölçümleri (ilaçlı-ilaçsız) yapılarak tanı kesinleşebilir ve hastalığın ağırlığı belirlenebilir. Bu testler ile astım tanısının konulması kolay ve hızlı bir şekilde konulabilmektedir. Astım Nasıl Tedavi Edilir? Astım tedavisinin amacı, hava yollarındaki yangıya bağlı daralmanın giderilmesi ve hastanın rahat nefes almasını sağlanmaktır. Hekim ve hasta/aile arasındaki işbirliği ile belirtilerin tamamen kontrol altına alınması çoğunlukla sağlanmaktadır. 8 Başarılı bir astım tedavisinin hedefleri şunlardır: •Belirtileri kontrol altına almak ve bunu sürdürmek, •Egzersiz dâhil normal aktivite düzeyini sürdürmek, •Akciğer fonksiyonlarını olabildiğince normale yakın düzeylerde tutmak, •Astım ataklarını önlemek, •Astım ilaçlarının istenmeyen etkilerini önlemektir. •Bu hedeflere ulaşabilmek için; •Hasta/hekim işbirliğinin geliştirilmesi, •Tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması, •Astımın iyi değerlendirilmesi ve tedavisi, eşlik eden hastalıkların ortaya konması ve tedavisi, tıbbi tedavinin iyi izlenmesi gerekmektedir. Hastalığı tetikleyici faktörlere maruziyetin tanımlanması ve azaltılması gereklidir. Astım belirtilerini tetikleyen faktörler, kişiye özgü şekilde tanımlanmalı ve bu faktörlere maruz kalmaktan kaçınması önerilmeli ya da en azından maruziyeti azaltarak astım belirtileri ve ataklarının gelişmesini önlemeye yönelik önlemler mümkün olduğunca her yerde yaşama geçirilmelidir. Korunma yöntemleri; 1) Allerjenler: Yaşanılan ortamda havalandırma arttırılmalı, rutubet önlenmeli, kumaş döşeli eşyalar yerine deri, ahşap veya plastikten yapılmış olanlar tercih edilmelidir. Bayanlar ev işi yaparken maske kullanılabilir ve haftada en az bir kez güçlü bir elektrik süpürgesi ile temizlik yapılmalı. Özellikle yatak odasında halı kullanılmamalıdır. Çocukların tüylü ve içi dolu oyuncakları kaldırılmalı, yatak takımları en az haftada bir ve 60 C°’nin üzerinde yıkanmalıdır. Polenler: Kişi, allerjik olduğu polenin yayılma döneminde mümkün olduğunca dış ortam aktivitelerinden kaçınmalıdır. Polen filtreli klimalar arabalar için kullanışlıdır. Polen yayılımının yoğun olduğu dönemlerde dış ortamda maske ve gözlük takılabilir. Polen yayılımının yoğun olduğu dönemlerde kapı ve pencereler kapalı tutulmalı. Dış ortamdan eve gelince duş yapılıp, Hayvan tüy ve döküntüleri: Tüm tüylü hayvanlar allerjiye neden olabilir. Allerjenler, hayvanların idrar ve salyalarında bulunur ve tüylerine yapışırak ortama dağılır. Evde allerjik kişi varsa, evde hayvan beslememek en doğru uygulama olacaktır. Hayvanın evden gönderilemediği durumlarda sık yıkanması, yatak odasına sokulmaması, evde halı ve kumaş kaplı mobilyaların azaltılması önerilir. Kedi ve köpek allerjenleri giysiler ile taşınabildiğinden temas sonrası kıyafetler değiştirilmelidir. Hiç bir yöntem hayvanın uzaklaştırılması kadar etkili değildir. elbiseler değiştirilmelidir. Mantar sporları: Evin rutubeti azaltılmalı, kışın mümkünse evin tüm odaları ısıtılmalı ve evin içinde çamaşır kurutulmamalı, eski halı, yatak, mobilya ve küf kokan malzeme atılmalı, fazla miktarda saksı bitkisi bulundurulmamalıdır. Akvaryum ve kuş kafesleri çevresinde küf kolay gelişebileceğinden evde bulundurulmamalı, su sızıntısı olan yerler tamir edilmeli, küflenen yüzeyler çamaşır suyu ile temizlenmeli, ancak bu işlem hasta tarafından yapılmamalıdır. 2) Sigara: Yapılan bilimsel çalışmalar sigara içen astımlı hastaların daha sık atak geçirdiğini, daha çok hastaneye yattığını ve nefes darlığının bu hastalarda kalıcı olduğunu göstermiştir. Bu nedenle astımlı hastalar ve astımlı çocuğu olan anne babalar kesinlikle sigara içmemeli, astımlı hastalar sigara dumanından uzak durmalıdır. 3) Hava kirliliği: Ev içinde havada bulunan tahriş edici maddeler astımlı hastaları normal bireylerden daha fazla rahatsız eder ve astım belirtilerinin ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Ev içi ortamda hava kirliliğini önlemek için; evlerde kesinlikle sigara içilmemeli, boya-cila- temizlik malzemeleri dikkatle uygulanmalı ve ardından ortam iyice havalandırılmalıdır astımda hafta sonu ve tatillerde yakınmalarda belirtilere yol açmanın yanı sıra astım ataklarını nedeniyle, kullanılan ilaçların birçoğu inhalas- Sobaların baca temizliğine dikkat edilmeli ve azalma, işe tekrar başladığında ise belirtiler- da tetikleyebilir. Ayrıca besinlere lezzet, renk yon ile verilir. İlaç, doğrudan hasta olan bölge- bacasız sobalar kullanılmamalıdır. Dış ortamda de yeniden artma görülür. Mesleksel astımı vermek ya da bozulmalarını önlemek için içleri- ye yani hava yollarına gider. Böylece çok küçük hava kirliliğinin yoğun olduğu günlerde gerek- olanlarda işyerinden uzaklaşma gerekebilir; ne katılmasına izin verilen katkı maddeleri, nor- dozlarda bile yarar elde edilirken yan etkiler de siz aktivitelerden kaçınılmalı, evin pencereleri bu sağlanamıyorsa mutlaka işyerinde etkili bir mal kişilere yüksek dozlarda bile zarar verme- en aza indirilmiş olur. kapalı tutulmalı ve mutlaka gerekmiyorsa dışarı havalandırma sistemi olmalı, uygun maske diği halde, astımlı bireylerde atağa yol açabilir. çıkılmamalıdır. kullanılmalı ve önceden astımı olduğu bilinen Kurutulmuş ve paketlenmiş meyve, meyve su- Astımda ilaç tedavisinin mantığı; hastaların kişilerin riskli işlerde (marangozluk, boyacılık, ları, bira, şarap gibi fermantasyon yoluyla ha- kontrol edici ilaçları yakınmaları olmasa bile 4) Enfeksiyonlar: Astımlı hastalarda üst so- kuaförlük, fırıncılık vb.) çalışmaması önerilir. zırlanan içkiler, turşu, salamura, sucuk, sosis, düzenli ve sürekli kullanmaları, lunum yolu enfeksiyonları sıklıkla astım belir- 6) İlaçlar: Çeşitli ilaçlar sadece öksürüğe ne- hazır salatalar, cips, işlenmiş hazır yiyecekler ilaçları ise sadece yakınmaları (öksürük, nefes tilerinin artmasına neden olur. Bu nedenle kışın den olabileceği gibi, astım krizine de neden bu konuda en dikkatli olunması gerekenlerdir. darlığı, hışıltılı solunum) olduğu durumlarda enfeksiyon hastalıklarının bulaşma riskinin art- olabilirler. Bu nedenle herhangi bir nedenle Çin mutfağında sık kullanılan soya ürünleri de kullanıp, olmadığı zamanlarda kullanmaması ması nedeniyle kalabalık yerlerden kaçınılmalı- hekime başvurulduğunda kişi mutlaka astım astım yakınmalarını arttırabilir. temeline oturmaktadır. dır. Her yıl Eylül ya da Ekim ayında olmak üzere hastası olduğunu bildirmelidir. Eğer birey herhangi bir besin maddesine du- Astımda hastalığın şiddetine göre hangi ilaç- yarlı ise bu besinleri tüketmemelidir. ların hangi dozda ve ne sıklıkta kullanılacağı bir kez grip aşısı yaptırılması önerilir. 7) Besin ve besin katkı maddeleri: Erişkinler- rahatlatıcı takip eden hekim tarafından ayarlanmalı, her 5) Mesleksel etkenler: İş yerlerinde maruz ka- de besin maddelerinin astımı tetiklemesi daha lınan metal ve odun tozları, bitkisel-hayvansal nadirdir. Allerjik bireylerde allerjen özellikteki ve kimyasal maddeler ve tahriş edici maddeler besin maddeleri (balık, kabuklu deniz ürünleri, Astımda Tedavi Edici İlaçlar planı gözden geçirilerek gerekli düzenlemeler astıma yol açabilir. Mesleksel etkenlere bağlı kuruyemiş, yumurta, süt, muz vb) diğer allerjik Astımın temelde bir havayolu hastalığı olması yapılmalıdır. kontrolde hastanın yakınmalarına göre tedavi 9 Neden? Prof. Dr. Faik Sarıalioğlu Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Hematolojisi – Onkolojisi Bilim Dalı Hemanjiom Nedir? Halk arasında gül lekeleri olarak bilinen hemanjiomlar çocuklarda sık görülen iyi huylu tümörlerdir. Hemanjiomun kelime anlamı “iyi huylu damar tümörü” olsa da aslında urlarla gerçek bir ilişkileri yoktur. Çocuk kanser uzmanlarınca izlenmelerinin nedeni çocuk hekimliği uzmanlık alanları içinde bu dala yakın olmalarıdır. Eskimolardan Kızılderililere kadar tüm dünya kültürlerinde istek lekeleri olarak bilinirler. Hamileliğinde kiraz, çilek, karpuz gibi meyveleri istemiş de yiyememiş annelerin bebeklerinin vücudunda çıktıklarına inanılmış. Gerçek nedenleri ise iyi bilinmez. Kız çocuklarda, erken doğan bebeklerde sık rastlanırlar. Basit Tipleri Hemanjiomların farklı şekilleri vardır. Sadece deride kırmızı renk değişikliği şeklinde olanlar en sık rastlananlarıdır. Bebeklerin alnında “melek öpücüğü”, ense kökünde “leylek ısırığı” adlarını alan bu doğumsal lekeler zamanla solarlar. Tedavileri gerekmez. Yaygın Tipi Hemanjiomlar bazen tüm vücuda yayılmış kabarık hale gelenleridir. Doğumda olmayan prematürelik ve erkek bebeklik dönemin- ya da deride sadece kırmızı-mor renk deği- de kullanılan steroidlerin geç dönem beyin şikliği şeklinde olan bu doğumsal lekeler ilk fonksiyonları üzerindeki olumsuz etkisinden üç ayda hızlı olmak üzere bir yaşına kadar çekinilir, tedavi zorunlu görülen vakalara uy- büyüyebilirler. Büyüme hızları bebekler ara- gulanırdı. sında çok farklılık gösterir. Hiç büyümeyenler yanında çok büyük hacimlere ulaşanları Tedavi Zorunluluğu da vardır. Bulundukları yerlere ve ulaştıkları Geçmişte; göz kapağında olup görmeyi en- büyüklüklere göre çok tehlikeli olabilirler. gelleme, dudak ve ağızda olup beslenmeyi engelleme, ses tellerinde olup soluk alma- Kaybolmaları yı engelleme, kulak yolunu tıkayıp işitme- Doğumda olmayan ya da çok küçük lekeler yi engelleme, cinsel organlarda ve yakın haline bulunan, bir yaşına kadar büyüyen bölgelerde olup kaka ve idrarla bulaşarak hemanjiomların büyümeleri 12-18. aylarda iltihaplanma riski taşıma, herhangi bir yer- durur. Gerileme 18. ayda başlar, dokuz ya- de olup kanama ve iltihaplanma gösteren şına kadar devam eder. Bu yaşa kadar kü- hemanjiomlara “alarm veren hemanjiomlar” çülmeyen hemanjiomlar ömür boyu kalırlar. denip tedavinin yarar ve zararı tartılarak te- Hemanjiomların her yıl %10’u geriler. Bu he- davi verilirdi. sapla %40’ı dört, %50’si beş, %90’ı dokuz yaşına kadar gerileyeceklerdir. Hemanjiomlarda tedavi yaklaşımı son üç yıl- Kaybolma İşaretleri da kökten değişti. Bir rastlantı sonucu; tıp- Hemanjiomlarda koyu kırmızıdan daha açık ta 40 yıldan beri kullanılan, tüm yan etkileri renklere dönüş, üzerlerinde beyaz bir damar- iyi bilinen, kalıcı hiçbir yan etkisi tanımlan- lanmanın başlaması, ciltten kabarıklıklarında mamış bir tansiyon ilacının özellikle küçük azalma gerilemelerinin işaretleridir. Gerile- bebeklerdeki büyüme evresindeki hemanji- yen hemanjiomlar hiçbir iz bırakmayabilirler. omlar üzerinde çok belirgin etkisi keşfedildi. Büyük hacimlere ulaşanlar, izlem süresince Tek tek vakalar halinde mükemmel sonuçlar iltihaplanma ve kanama geçirenler, küçülme yayınlanırken Fransa’da 50 vakalık bir çalış- dönemlerinde önce yerlerinde deri katlantıla- ma planlandı. Çalışmanın sonuçları o kadar rı, sonraki dönemlerde ise yanık izine benzer iyiydi ki çalışma 32 vakalık seriye ulaştığında izler bırakırlar. Bu izler özellikte yüzde çeşitli erken yayın yapıldı. Çalışma 2009 yılı sonun- estetik operasyonları gerektiren kozmetik da yayınlandı. kusurlar yaratırlar. Kozmetik kusur çocukta çeşitli psikolojik sorunlara yol açacak kadar Başkent’te İlk Uygulamalar önemli olabilir. Başkent Üniversitesi’nde ilk vakamız 20009 birkaç milimetreden santimetre büyüklüğü- Tedavi Öncesi 10 Tedavinin 3.Haftası Tedavi Sonrası Yeni Tedavinin Keşfi Temmuz aylarında gördüğümüz ölümcül bir ne kadar değişen çok sayıda lekeler halinde Geçmişte Tedavi karaciğer hemanjiomu vakası idi. Bilinen bulunurlar. Bu tip hemanjiomlar tıpta çok sa- Geçmişte hemanjiomlar başta steroid ilaçlar en ileri tedavilere yanıt vermemişti. Zorunlu yıda hemanjiom anlamına gelen “hemanjio- olmak üzere ilaçla, ilaçların hemanjiom içe- olarak kanserde kullanılan bir ilacı başlamış, matozus” adı ile bilinir. Bu durumda başta risine injeksiyonu ile, LASER’le, ameliyatla, ve hastanın büyük olasılıkla karaciğer trans- karaciğer olmak üzere iç organlarda görülme hatta ışın (şua) tedavisi ile tedavi edilmiş- plantasyonu dışında yaşama şansının olma- riskleri artmıştır. Bu hastalarda iç organlar lerdir. En sık kullanılan steroid grubu ilaçlar dığını aile ile görüşmüştük. İşte bu dönemde hemanjiomların varlığı yönünden araştırılma- olmuştur. Hemanjiomların yaklaşık %60’ı hastaya propranolol adlı tansiyon ilacını baş- lıdır. steroid tedavisine cevap verir, ilaç yüksek ladık. Üçüncü ayın sonunda sonuç mükem- Devreleri dozlarda ve uzun sürelerde kullanılırdı. İlaç meldi. Sonucu çocuk onkolojisinin en önemli Hemanjiomların en önemlileri deride renk kesildiğinde hastaların yaklaşık yarısında dergisinde yayınladık. Bu tipteki Dünyadaki değişikliği olarak başlayıp zamanla deriden hemanjiomlar tekrar büyürlerdi. Özellikle ikinci vakayı biz tedavi etmiştik. 11 Başkent Deneyimi Ekim 2009’dan itibaren tedavi gereksinimi duyulan hemanjiomları yeni yöntemle tedavi etmeye başladık. İlk 16 vakadaki gözlemlerimizi de yayınladık. Sonuçlarımızı ulusal ve uluslar arası kongrelere sunduk, ödüller aldık. Türkiye’nin her yöresinden Ankara ve Adana hastanelerimizde 100-120 kadar hastayı tedavi ettik. Deneyim kazandıkça ilaçta doz değişiklikleri yaptık, ilacı kısa süreli steroidli ilaçla birlikte verdik. Etkinliğin arttığını gözlemledik. Paylaşım Sonuçlarımızı başka çocuk kanser uzmanları olmak üzere hekimlerle paylaştık. İstekler doğrultusunda Kanal B Televizyonumuzda programlar yaptık. Hastalarımız mutluluklarını internet ortamında paylaştılar. Bugün için ülkemizde yola çıkan ilk ekip olarak en büyük hasta kitlesine ve en yüksek klinik deneyime ulaşmış olmanın mutluluğu içindeyiz. Dahası Var Okuyucularımız olarak Dergi’mizin kapsamının hemanjiomu her yönü ile tartışmak için yetersiz olduğunu lütfen kabul ediniz. “Hastalık yok hasta vardır” sözünden hareketle hemanjiomlu her bebeğin ayrı ayrı değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Hemanjiomlu çocuğunuz varsa aşağıdaki kısa bilgiler size yol gösterici olabilir. Kulak Küpeleri: •Hemanjiomların çoğu hiç tedavi gerektirmez. •Hemanjiomlar kızlarda ve prematüre bebeklerde sık görülürler. •Hemanjiomlar özellikle ilk 6 aydaki hızlı büyüme döneminde ucuz, güvenli bir şekilde tedavi edilebilirler. •Sadece hayati tehlike yaratanlar değil, kozmetik kusur yaratma potansiyeline sahip hemanjiomlar da tedavi edilmelidirler. •Yeni tedavinin erişkinlerde görülen hemanjiomlarda etkinliği beklenmemektedir. •Her kırmızı doğumsal leke hemanjiom değildir. Özellikle Porto Şarabı Lekeleri hemanjiomlarla karıştırılmamalıdır. Yeni tedavinin bu vakalarda etkisi yoktur. •Deride çoklu hemanjiomu olan bebeklerde iç organlardaki hemanjiomlar yönünden araştırılmalıdır. •Nadir durumlarda hemanjiom diğer organlarda da bulunan doğumsal anormalliklerle birlikte bulunur. Bu vakalar özel olarak ayrıntılı bir şekilde değerlendirilmelidir. •Yan etkisiz ilaç yoktur. Hemanjiomların yeni ilacı iyi ellerde en güvenilir ilaçlardan biridir, bugüne değin kalıcı bir etkisi gösterilmemiştir. •Bugün için bebeklik dönemi hemanjiomlarının ilk ilacı PROPRANOLOL’dur. Bunun dışındaki tedavilerin ilk planda kullanılması tıbbi hatadır. Hasta u b u t k e M Minnet Duygusu… Oğlum Erkan ve kızım Gülcan. Sene 1991. İkisi de doğuştan karaciğer sirozu. “Byler sendromu” tanısı. Çocuklarım Cerrahpasa Tıp Fakültesi’nde 40 gün yattı. Dediler karaciğer nakli olursa yasar, yoksa 9 -10 yaşlarinda ölür. Anne baba olarak ciğerimiz yandi, üzüldük fakirlik yoksulluk birde böyle bir hastalık nasıl başaracağız derken, Okmeydanı Hastanesi’nde çocuk doktoru bizi Ankara Hacettepe Hastanesi’ne gönderdi. Ankara’ya geldik. Hacettepe Çocuk Cerrahi ABD Prof. Dr. Nebil Büyükpamukçu ile karşılaştım. Türkiye Organ Nakli ve Yanık Tedavi Vakfina gelin, dedi. Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal hocayla 1992 yılında tanıştık. Erkan’ı yatırın, bana da kararını ver dedi. Eşim Emine’ye sordum verecek misin karaciğerini. 20 sene önce akrabalar arası kısmı karaciğer nakli cocuklarda 1 tane yapılmıştı. Biz de evet dedik. 1992 yılında 18 Nisan’da 16 saat süren ameliyatla Erkan’a karaciğer nakli annesinden yapıldı. Bu arada kızım Gülcan Cerrahpasa Tıp Fakültesi’nde yatıyor ve canlıdan canlıya nakile karşılar, o yıllarda kızım 5 yaşında öldü. Oğlumu Haberal yaşattı. 13 yaşına geldi. Ailevi akdeniz ateşi fmf tanısı kondu. 9 yıl ilaç içti. Hastaneye kontrole geldi yaşı 18’i geçti. Benim sigortamdan yararlanamadı. İlaçları- Tedavi öncesi. 12 nı alamadık. 2009’ta Erkan yine kötüledi. Biz onu kaybedeceğiz korkusu kaygısı ile kara kara düşünürken hızır gibi yetişti. Öyle ki kendi derdini sıkıntılarını bir kenara bırakıp ceza evinden haber saldı. Erkan’a bakın diye talimat verdi. Erkan Başkent Üniversitesi İstanbul Hastanesi’nde eczanede işe başladi. Sigortalı oldu, hemen muayene oldu. İlaçları alındı. 1 yıl sonra oğlumun fmf hastalığı ilerledi. Şimdi de böbreği bitmişti. Daha evvel annesi karaciğer verdiği için böbreği de tuttu, geçtiğimiz yıl, Temmuz 11’ de Erkan’a annesinden böbrek nakli yaptilar. Başkent Üniiversitesi Ankara Hastanesi’nde Erkan 2. kez hayata merhaba dedi. 20 senedir sayın Mehmet Haberal bakıyor oğluma. Bizim elimiz kolumuz bağlı, sesimizi duyuramıyoruz söylemek istiyoruz; duysunlar görsünler bir evladımı ölüme mahkum ettiler, Doktor Haberal’da oğlumu yasattı. Bizim daha çocuğumuz olmayacak. Erkanin hastalığı geri dönüşü olmayan bir hastalık ama baskent Hastanesi ekibi canla başla titizlikle Erkan’ı tedavi ediyor ben Mehmet Bey’in elini öperim. Sayın Haberal’a minnet borcum var o cezaevinden kendi hastalığını bir kenara bırakıp benim oğlumun yaşaması için uğraştı, o olmasaydı oğlumuz bugün yaşamıyor olacaktı. Allah Baskent Hastanesi’nde tüm çalışanlardan razı olsun hepsine… Cevdet Sunay Erdoğan Tedavi sonrası. 13 Uzm. Dr. Çoşkun ARAS Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ABD Ağrı, Uluslararası Ağrı Araştırmaları Birliği(IASP) tarafından; “vücudun herhangi bir yerinden kaynaklanan, organik bir nedene bağlı olan veya olmayan insanın geçmişteki tüm deneyimlerini kapsayan, hoş olmayan bir duyu ve duygulanım“ şeklinde tanımlanmıştır. Ağrı, çoğu kez vücutta ani bir doku hasarının habercisi olarak karşımıza çıkar ve genellikle hastaların doktora başvurmalarının en sık sebeplerinden biridir. Oluşan doku hasarı, mekanik bir problem, bir romatizmal hastalık, infeksiyona ikincil gelişen bir durum ya da kanser kaynaklı olabilir. Ani gelişen bu ağrılara “akut ağrı” denir. Bu bulgularla gelen hastaların detaylı hikayesi alınır, detaylı fizik muayeneleri yapılır, uygun laboratuvar ve görüntüleme tetkikleri istenir ve doğru tanı konularak gerekli ve uygun tedavi verilir. Ağrı Polikliniği 14 Akut ağrıdan farklı olarak, bir hasarın belirtisi olmaktan çok kendisi bir hastalık olarak kabul edilen ve en az 3 aydır sürekli olarak devam eden ağrılara “kronik ağrı” adı verilir. Kronik ağrıların oluşmasında uzun süreli doku hasarı etken olabileceği gibi gösterilebilen bir doku hasarı olmaksızın da kronik ağrılar oluşabilmektedir. Kronik ağrı şikayeti bulunan hastalarda, çökkünlük, kaygı, aşırı sinirlilik ve yılgınlık gibi psikolojik sorunların oluşabileceği bilinmektedir. Bu durum sadece hasta ile kısıtlı kalmaz; hasta yakınlarının da duygusal ve sosyal yaşantılarında belirgin kısıtlılıklara sebebiyet verebilir. Oluşan yılgınlık dolayısıyla hastaların tedavilerinin yeterli olarak yapılamaması dahi söz konusu olabilir. Bu durumda hastalara sabırla yaklaşmalı, ağrı ile ilgili detaylar sorgulanmalı, uygun tetkikler yapılarak tanı ve tedavide aşama kaydetmeye çalışılmalıdır. Kronik ağrı tedavisinde hastanın hastalık, kullanılacak ilaçların kullanım şekilleri ve yan etkileri, uygulanması planlanan tanı ve tedavi yöntemleri hakkında bilgilendirilmesi ile güveni kazanılabilir, psikolojik destek sağlanabilir ve bu sayede tedavi sürecine aktif olarak katılması mümkün olabilir. Ağrı tedavisinde ilaç tedavilerinin yanı sıra girişimsel (injeksiyon veya cerrahi) işlemler de uygulanabilmektedir. Tedavi sürecinde bu yöntemlerden hangisinin kullanılacağı ağrının özelliği ile ilgili olarak değişiklik gösterebilir. Ağrı oluşum yeri, oluşma mekanizması ve oluşma nedenlerine bakılarak farklı gruplara ayırılabilir. Bu sınıflandırmada ana hedef tedavinin hangi yöntemlerle yapılabileceğinin belirlenmesine yardımcı olmaktır. Bazı ağrıların tedavisinde ilaç kullanılması ön planda iken bazılarında ise girişimsel yöntemler öne çıkabilmektedir. Girişimsel yöntemler olarak belirtilen işlemler, ameliyathane ortamında steril koşullar altında çeşitli boyut ve özellikte iğneler kullanılarak yapılır. İşlemler sırasında hastaların rahatsızlık hissetmemeleri için rahatlatıcı ilaçlar verilebilmektedir. Hastalar işlem sonrası birkaç saat gözlem altında tutulur ardından eve gönderilirler. Günümüzde Ağrı/Algoloji poliklinikleri gittikçe artan hızlarda kurulmakta ve kendilerini geliştirmektedir. Ağrı geçmiş yıllarda göremediği hakettiği önemi, günümüzde yavaş yavaş kazanmaya başlamaktadır. Bu gelişmeler hem hastalar hem de hastalarına yardım edemedikleri için kendilerini çaresiz hisseden hasta yakınları için oldukça yüz güldürücüdür. Ağrıyı çeşitli şekillerde sınıflandırıp tedavi edebiliriz. Ağrı Çeşitleri Yerleşimine göre •Bel ve bacak ağrıları •Boyun ağrıları •Baş ağrıları •Sırt ve göğüs ağrıları •Omuz-kol ağrıları •Karın ağrıları •Genital ağrılar •Oluşma mekanizmasına göre •Nosiseptif Ağrı (Sık olarak gündelik hayatta karşılaştığımız ağrı türü) •Nöropatik ağrı (Daha az görülen ve sinir hasarı ile oluşan; yanma, batma, elektriklenme, iğnelenme, donma gibi şikayetlerle beraber olan ve sıklıkla yanlış tedavi edilen)) •Psikojenik ağrı (Nadir görülür) Oluşma nedenine göre •Dejeneratif nedenlere bağlı (genellikle eklemlerin tutulduğu) •Damarsal olaylara bağlı (uç organlarda beslenme yetersizliği) •Kansere bağlı (kanserin kendisine veya tedavisine bağlı ağrılar) •Sinir hasarına bağlı •İnfeksiyona bağlı •Genetik hastalıklara bağlı •Oluşum nedeni bilinmeyenler Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesinde uygulanan bazı girişimsel ağrı tedavisi yöntemleri •Tetik nokta enjeksiyonları (Ağrılı bölgeye doğrudan injeksiyon) •Epidural ve transforaminal enjeksiyonlar (Bel, sırt ve boyundan omurga içine yapılan) •Omurga eklemleri için radyofrekans termokoagülasyon uygulamaları (Faset ekleme ait sinirlerin yakılması) •Trigeminal nevralji için radyofrekans termokoagülasyon uygulaması •Sinir blokları (Ağrılı bölgeye giden sinirlerin çalışmasının engellenmesi) •Epidurolizis (Omurilik içindeki yapışıklıkların açılması) •Nörolitik bloklar (Ağrıya ileten sinirlerin eritilmesi) •Sempatik bloklar (Damarların çapının artırılarak kan dolaşımının artırılması) •İntratekal veya epidural morfin pompaları (Dirençli olgularda vücut içine operasyonla ağrı pompası yerleştirilmesi) Ağrı tedavisinin başarısını etkileyen birçok faktör bulunmaktadır. Bu faktörlerden belki en önemlisi ağrı kliniğinin hastalar ve klinisyenler tarafından yeterince bilinmemesi ve kullanılmamasıdır. Ağrı polikiniğinin daha etkin bir şekilde tanıtılması ve kullanılması ağrı hastalarının tedavisini olumlu yönde etkileyecektir. 15 BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ Diyaliz Merkezi Semiha KAYA Merkez Müdürü 1982 yılından bu yana kaliteyi, güvenilirliği ve hasta memnuniyetini hedef olarak benimsemiş örnek bir kuruluş olan diyaliz merkezimizi, hastalarımıza daha modern ve ferah bir ortamda hizmet sunmak için Beysukent’teki binamıza taşıdık. Yenilenen yüzüyle verilen hizmetlerde; sağlık sunumunun teknik özellikleri ile ilgili bilgileri Sn. Semiha KAYA’dan, tıbbi hizmetlere ilişkin bilgileri ise Prof. Dr. Siren SEZER’den aldık. 16 Merkezimizde, bütün kamu sağlık kuruluşları (SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı, Yeşil Kart (sevkli)) ve özel sigortalar ile anlaşmamız mevcut olup programlı diyaliz hastalarımızın her türlü ayaktan ve yatarak tetkiktedavilerinde fark alınmamaktadır. Yeni taşındığımız bu binamızda hastalarımızın ihtiyacını karşılamak için her türlü konfor düşünülmüştür. Dinlenme salonumuz, kantinimiz ve hastalarımıza birebir veya toplu halde eğitimler düzenlemek için özel eğitim salonumuz bulunmaktadır. Ayrıca diyaliz salonlarımız, plazma t.v, kişiye özel kulaklık, müzik yayını gibi özelliklerle donatılmıştır. Hastanemiz ve hemodiyaliz ünitemizde: Pazartesi-Çarşamba-Cuma günleri 3 seans (07:00-20:00); Salı-Perşembe-Cumartesi 2 seans (07:00-16:00) hemodiyaliz hizmeti verilmektedir. Aktif iş hayatını devam ettiren hastalarımız için akşam seansımız (Pazartesi-ÇarşambaCuma saat 16:00-20:00) mevcuttur. Aylık vizitlere diyetisyen ve psikolog eşlik etmektedir. Ayrıca özellikli hastalar için sosyal hizmet uzmanı ile görüşme imkanı sağlanmaktadır. Her diyaliz seansında hastalarımıza uzman diyetisyenlerce hazırlanan yemekler ikram edilmektedir. Merkezimizde 64+1 makineyle bikarbonatlı hemodiyaliz hizmeti sunulmaktadır. Hepatitis B ve C için ayrı salonlarımız ve makinelerimiz bulunmaktadır. Her seans bitiminde makinelerimize kimyasal dezenfeksiyon işlemi yapılmakta olup, seans araları genel temizlik ev ekonomistlerinin gözetiminde (zemin temizliği, WC temizliği, yatak örtülerinin değişimi vb.) gerçekleştirilmektedir. Merkezimizde iki adet asansör sistemi sedye girecek şekilde tasarlanmıştır. Havalandırma sistemi, yangın merdiveni ve jeneratör gibi teknik donanımlar yüksek kalitededir. Merkezimize ulaşmak isteyen hastalarımız için Ankara’nın tüm semtlerine ve şehir dışından gelen hastalarımıza AŞTİ’den ring şeklinde servislerimiz mevcuttur. 17 Hemodiyaliz merkezi son teknolojiyi içeren 64 makine ile 420 hastaya diyaliz tedavisi yapmaktadır. Periton diyaliz solüsyonları hastalara hastanemiz araçları ve kargo sistemi ile ulaştırılmaktadır. Hastalarımıza tıbbi destek devamlı olarak sürdürülürken belirli aralıklarla da kurumumuzda tıbbi kontroller yapılmaktadır. Periton diyalizi polikliniği 120 hastaya hizmet vermektedir. Prof. Dr. Siren SEZER Nefroloji Bilim Dalı Merkezimizdeki ekibin tecrübesi, yakın takibi, etkin tedavisi ve hastaneye yatışın kolay olması nedeniyle, takipli hastalarımıza uzun ve kaliteli yaşam sürme avantajını sunmaktayız. Uygun ve istekli olan her hastamız böbrek nakli kadavra listemize alınmaktadır, nakil operasyonu gerçekleştikten sonra hayatları boyunca ücret farkı alınmadan takip ve tedavileri sürdürebilmektedir. Başkent Üniversitesi Hastanesi’ndeki tüm bölümlerde 24 saat kesintisiz hizmet verilmesi; hastalarımızın diyaliz sırasında ve sonrasında yaşayabilecekleri sağlık problemlerine anında EKİBİMİZ: 18 Doktorlarımız Prof. Dr. Siren SEZER Doç.Dr. Turan ÇOLAK Doç. Dr. Emre TUTAL Dr. Turgut KEÇİK Dr. Mustafa SEKAR müdahale edilerek, tedavilerini güven içinde sürdürmelerine olanak sağlar. Aylık giriş çıkış kanlarına göre tedaviler her hastaya anlatılarak bir uzman ve bir pratisyen hekim eşliğinde verilmektedir. Tam teşekküllü acil müdahale ve ambulans hizmeti verilmektedir. Türkiye’nin en gelişmiş transplantasyon ekiplerinden biri olan Renal Transplantasyon Ünitemizde böbrek nakli hastalarının ameliyat öncesi hazırlıkları ve ameliyat sonrası takipleri ayrıntılı olarak konunun uzmanları tarafından yapılmaktadır. Tüm diyaliz hastalarımız aylık kan sayımları, biyokimyasal tetkikleri, akciğer grafileri, EKG ve Ekokardiografileri ile izlenmektedir. İleri inceleme yapılması gereken hastalarımıza en son teknoloji cihazlarla laboratuvar ve görüntüleme hizmetleri verilmektedir. Tüm diyaliz hizmetleri haftada 7 gün 24 saat süreyle verilmektedir. Diyaliz Merkezimizde; aşağıda isimleri bulunan doktorlarımızın ve sorumlu hemşirelerimizin yanı sıra, hemşirelerimiz, yardımcı sağlık teknisyenlerimiz ve diyaliz teknikerlerimiz bulunmaktadır. Tüm hastalarımıza acil şifa dileklerimizi dergimiz aracılığı ile iletirken, merkezimizin iletişim bilgilerini bir kez daha yineleyerek yazımıza son veriyoruz. Hemodiyaliz Hemşirelerimiz Periton Hemşirelerimiz Işılay İNANOĞLU Derya GÜLLER ASLAN Songül ARSLAN Dilek GENÇASLAN Esra BALTA Asiye SARIKAYA Arzu GÖKTEPE ADRES: Mutlukent Mahallesi, 1942.Cadde, No:35, BEYSUKENT/ANKARA TELEFON: 03122361888 FAX:03122361777 19 Doç. Dr. Polat DURSUN Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum ABD Tek Port Cerrahisi ile İzsiz Ameliyat Jinekolojik ameliyatlar için yapılan cerrahi girişimlerden sonra hastaların en büyük şikayeti kesi yerlerinden kaynaklanan ağrılardır. Ayrıca bu kesi yerlerinde oluşan yara yeri enfeksiyonları, kanamalar ve yara yerlerinin ayrılması jinekolojik operasyonlardan sonra görülen önemli sorunlardandır. Bununla birlikte; operasyon geçiren 20 hemen her hasta ameliyat yeri izinin az olması ve iz kalmamasını talep etmektedir. Ameliyat ne kadar başarılı olsa da ameliyat izi hastalar ile ömür boyu kalmaktadır. Bu nedenle uzun yüzyıllardır cerrahlar yara yeri komplikasyonlarını ve ameliyat izlerini azaltmak için sürekli bir uğraş ve arayış içinde olmuştur. Halk arasında “kapalı ameliyat” yöntemi olarak bilinen “laparoskopik operasyonlar“ ilk önerildiğinde tereddütle karşılansa bile bugün jinekolojik operasyonların hemen tamamı laparoskopik olarak yapılabilmektedir ve hasta için büyük bir kesi yeri olmaması açısından çok avantajlı bir girişimdir. Yakın zaman kadar hastalarımıza daha az kesi yeri ve daha az ameliyat izi kalması için önerdiğimiz ameliyat yöntemi klasik laparoskopik operasyonlardı. Laparoskopik operasyonlarda hastanın karnına göbekten bir kamera ve 2 veya 3 adet mikrocerrahi aletlerle girilerek hemen her tür jinekolojik operasyonlar gerçekleştirilebilmektedir. Fakat bu ameliyatlardan sonrada karında kullanılan cerrahi aletlerin sayısına göre 2 veya 3 ayrı noktada iz kalmaktadır. 2008 yılından sonra laparoskopik operasyonların karından iz kalmayacak veya en az şekilde iz kalacak şekilde yapılması için sadece göbek deliğinden kamera ve cerrahi aletlerin girilmesi ve tüm cerrahi işlemlerin bu şekilde yapılması önerilmiş ve hemen tüm cerrahi branşlarda büyük heyecanla karşılanmıştır. Bu kapalı ameliyat yöntemi “ tek delik cerrahisi “ veya “tek port cerrahisi” (Single port laparoskopi) olarak isimlendirilmiştir. Bugün jinekolojik girişimlerin de tek delik cerrahisi ile yapılabildiği bilinmektedir. Tek Port Cerrahisi Nasıl Yapılmaktadır? Tek port cerrahisinde, göbek deliğinden tek bir kesi (delik) açılıyor. Ameliyat, bu göbek bölgesindeki kesiden içeri sokulan ve bu işlemler için özel olarak geliştirilmiş laparoskopik cerrahi aletler yardımıyla kapalı şekilde yapılır. Tek port cerrahisinde ise, sadece göbek bölgesinde kesi söz konusu olduğu için ameliyat sonrasında hastanın karın bölgesinde görülebilen kesi izi olmaz. Bu nedenle tek portla yapılan cerrahiye ´izsiz cerrahi´ de denilmektedir. Tek Port Cerrahisinin Diğer Kapalı Ameliyatlara Göre Avantajı Nelerdir? Klasik laparoskopik yaklaşımda göbekten hariç 2 ila 4 delik açmak gerekirken tek delik cerrahisinde tüm işlemler göbekten açılan tek delik ile gerçekleştirilmekte ve karında doğal bir açıklık oluşturan göbek çukuru içinden işlemler endoskopik aletler yardımıyla yapılmaktadır. Uygulanan cerrahi girişimin teknik detayları açısından bir fark yoktur. Dünyada ve ülkemizde tek delik cerrahisi henüz daha çok yeni olarak uygulanmaktadır. Ülkemizde Tek Port Cerrahisini hastalarına öneren kliniklerin başında Ankara Başkent Üniversitesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Bölümü öğretim üyeleri gelmektedir. Kliniğimizde tek port cerrahisi girişimi başarıyla uygulanmaktadır. Hastalar açısından kozmetik sonuçlar mükemmeldir. Hastaların geçirdikleri cerrahi işlem sonrasında karınlarında hiç iz kalmamakta sadece göbek çukuru içinde bir fark edilmesi bile zor düzeyde küçük bir miktar iz kalabilmektedir. Bu cerrahi işlem sonrasında hastaların hemen tamamı 24 saat içinde hastaneden taburcu edilmektedir. Tek Port Cerrahisinin Hastalara Avantajı Var mıdır? Klasik Laparoskopik over kisti ameliyatı sonrası ameliyat izi görünümü •Hastanın hastaneden erken taburcu olması •İşe başlama ve normal hayata dönme süresinin daha kısa olması •K arında ameliyat izi kalmaması •Aynı anda safra kesesi, appendiks’e veya karın içi diğer organlara ortaklaşa girişim yapılabilmesi. •Tartışmalı olmakla birlikte daha az ağrı olması. Tek delik cerrahisi sonrası iyileşme 21 Yetersiz Egzersiz. Ş. Mehlika Işıldak Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Hayvansal Besinlerle Fazla Beslenme. Ailesel Geçişli Bir Kısım Genler Daha Çok Acıktırır. Ailevi Geçişli Bir Takım Genler Pankreas Odacık Hücrelerini Erken Yıpratır Yeterli İnsülin Yapılamaz. Bir Kısım Genler Daha Fazla İnsülin Direncine Neden Olur. İnsulin Direnci İnsulin direnci son zamanlarda gazetelerde televizyonlarda sıkça bahsedilen bir konu haline geldi. Medyadaki bilgi karmaşası birçok konuda olduğu gibi bu konuda da akılları karıştırmaya devam ediyor. Bu nedenle bu yazımızda sizlere insulin direnci hakkında, sağlam bilimsel temele dayanan araştırmalar etrafında, bilgi vermek istedik. 22 Fazla Kilo Vucütta Dirençli Bir Hale Geldikçe Ekstra İnsülin Gerekmektedir. Sonuç; Vucüt Daha Fazla İnsüline Gerek Duyuyor Fakat Onu Üretemiyor. Pankreastaki Yağ Depoları Fazla Hasara Neden Olur. Tip 2 Diyabet İnsulin Nedir? İnsulin Direnci Nedir? İnsulin direnci, insulinin yükselen kan şekerini yağ dokusudur. Yağ dokusu basit bir besin de- İnsulin direncinin ne olduğunu anlamak için normale düşürmede ve şekeri dokulara da- posu değildir, yağ, kendi hormonları olan başlı biraz insulinden söz etmek gerekir. İnsulin ğıtmakta yetersiz kaldığı bir durumdur. Nasıl başına bir organdır. Sağlıklı bir kişide insulin vücudumuzda şeker düzeyini düzenleyen hor- oluştuğunu anlamamız için basitçe üç dokuya dolaşan yağların yağ dokusunda toplanmasını monlardan biridir. Pankreas bezinden salgıla- odaklanmamız gerekecek: Yağ, kas ve kara- sağlarken, insulin direnci durumunda yağ do- nır. Glukoz yani şeker, vücudumuzun temel be- ciğer. Yağ ve kas hücreleri var olan insuline kusu dolaşan yağları almayacak, üstelik kana sinidir. Yediklerimizden elde edilen glukoz kana cevap vermez ve glukozu içlerine almazlarsa yağ asiti dediğimiz maddeleri salgılayacaktır. karışır. Kanda dolaşmakta olan glukozun doku- kan şekeri yükselecektir. Bu durumda karaci- Bütün bunlar; yani kan şekerinin düşmemesi, lar tarafından alınması, hücrelerde enerjiye dö- ğerin kendi şeker üretimini durdurması ve fazla yağların dolaşımdan temizlenmemesi ve yağ nüştürülmesi insulinin kontrolünde gerçekleşir. şekeri alıp depolaması beklenir. Ama insulin asitlerinin artması pankreası daha fazla insulin Böylece hem kanda glukoz belli bir düzeyin üs- direnci olan kişide karaciğer şeker üretmeye salgılamaya zorlar. İşte pankreasın bu insulin tüne çıkmayacak şekilde tutulmuş olur hem de ve ürettiği şekeri kana salmaya devam eder. salgısını daha fazla artıramaması ile de şeker dokulardaki besin ihtiyacı karşılanır. İnsulin direncine etkisi olan üçüncü bir doku da yükselir ve tip 2 DM hastalığı ortaya çıkar. 23 Hastalarımız “egzersiz yapıyor musunuz ?” diye sorduğumuzda da genellikle “Ev içinde çok hareketliyim, hiç oturmam.” cevabını alıyoruz. Hareketlilik iyidir ama bizim egzersizden kastımız bu değildir. İnsulin Direnci Neden Olur? İnsulin direnci ile obezite arasındaki ilişki net olarak bilinmekle beraber hangisinin sebep hangisinin sonuç olduğu bilinmemektedir. Yine de yediklerimizin insulin direncinin oluşmasına etkisi olduğunu sanıyoruz. Çünkü deneylerde yüksek yağlı diyetin insulin direncine sebep olduğu gösterilmiştir. Tersine lifli besinler alanlarda insulin direncinin daha az olduğu görülmüştür. Yağlı beslenme kadar hangi yağları yediğimiz de önemlidir. Trans yağlar trigliserid düzeyini artırırken omega 3 trigliseriti azalmaktadır. Yüksek trigliserid ile insulin direnci arasında dolaylı bir ilişki vardır. Bazı araştırmalarda çoğunlukla gıda sanayinde kullanılan fruktozun insulin direncini artırdığı gösterilmiştir. Başka bazı çalışmalarda da örneğin içeceklere eklenen basit şekerin insulin direncine yol açtığı bildirilmiştir. Yüksek miktarda karbonhidrat tüketmenin insulin direnci24 ne yol açtığını gösteren araştırmalar da vardır. Öyle görünüyor ki, beslenme alışkanlıkları insulin direncinin oluşmasında önemlidir. Hazır gıdaların yukarıda sözü edilen üç riskli özelliği de, yani fazla yağ, fazla karbohidrat ve fruktozu, bir arada taşıdığını akıldan çıkarmamamız gerekir. Bunlardan başka, hareketsiz yaşam tarzı, hepatit C ve HIV-AIDS tedavisinde kullanılan bazı ilaçlarla insulin direnci arasında da bir ilgi bulunmuştur. Bende İnsulin Direnci Var Mı? Bunu kendi kendinize anlamanız kolay olmayabilir. Çünkü bazı hastaların hiçbir belirtisi olmaz. İnsulin direnci için risk faktörü olan durumlar vardır. Bunlar aileden gelen özellikler, kendi sağlık durumumuzla ilgili özellikler ve insulin direncine eşlik eden hastalıklar olarak sayılabilir. Bu başlıkları kısaca inceleyelim: 1. Genetik özellikler: Ailede şeker hastalığı olması 2. Fizyolojik özellikler ve çevresel etkenler: Yaş, hareketsiz yaşam tarzı, karın çevresinde yağlanma ve kadınlarda gebelik şekeri ya da 4000 gramın üzerinde bebek dünyaya getirme hikâyesinin oluşu. 3. Hastalıklar: Obezite, yüksek tansiyon, kan yağlarının yüksek oluşu, karaciğer hastalıkları, polikistik over sendromu, ilaçlar (örneğin kortizonlu ilaçlar ve bazı psikiyatri ilaçları) Hastalarımızın bir kısmında halsizlik, dikkat dağınıklığı, yemek sonrası uyku ihtiyacı, kilo verememe, sık acıkma gibi şikâyetler görülebilir. Bazı kişilerde boyun bölgesinde ya da koltuk altında kahverengi kadifemsi bir cilt değişikliği olur. Biz tıp dilinde buna akantozis nigrikans diyoruz ve bu insulin direncinin bir göstergesidir. Yukarıda söz edilen risk faktörleri ya da şikâyetler sizde varsa insulin direnciniz olabilir. Bunu anlamak için 8 saatlik bir açlık sonrası şeker ve insulin düzeyi ölçtürmeniz yeterlidir. Doktorunuz basit bir hesaplama ile size insulin direnciniz olup olmadığını söyleyebilir. İnsulin Direncinden Nasıl Kurtulabilirim? İnsulin direncinden kilo vererek ve düzenli egzersiz yaparak kurtulabilirsiniz. Diyet ve egzersiz konusunda hastalarımızın bazı şeyleri yanlış anladığını belirmemiz gerekir. Çoğumuz kendimizce diyetler deniyor, zayıflatıcı kürlerden, bitki karışımları ya da haplardan medet umuyoruz. Oysa içeriğini bilmediğimiz maddeler yarardan çok zarar verecektir. Çayımızı şekersiz içip, diğer yandan hamur işleri yiyerek zayıflayamayacağımız çok açıktır. Bizce en doğru yol diyetisyen kontrolünde kilo vermektir. Böylece hem sağlıklı beslenmeyi öğrenebilir hem de kaybettiğimiz kilonun su kaybı mı yoksa gerçekten yağ kaybı mı olduğunu bilebiliriz. Çünkü araştırmalarda insulin direncini iyileştirdiği gösterilen egzersiz türü haftada üç gün toplam 150 dakika yapılan egzersizdir. Basit bir egzersiz örneği olarak tempolu yürüyüş verilebilir. Egzersiz programına başlamadan önce kalbinizin buna uygun olup olmadığını doktorunuza danışmanızı öneririz. İnsulin direncini kıran ilaçlar da vardır. Metformin bunlardan biridir. Yine de bir çalışmada diyet yapmanın kilo vermenin ve düzenli egzersizin, insulin direncinde şeker hastalığına doğru ilerleyen yolda metforminden iki kat daha koruyucu olduğu gösterilmiştir. İnsulin direnciniz varsa, ilaç gerekip gerekmediğine doktorunuzla beraber karar verebilirsiniz ama diyet ve egzersiz yapmanız kesinlikle gereklidir. Sonuç • İnsulin direnci, kan şekerini normal aralıkta tutabilmek için insulinin normalden daha fazla salınmasını gerektiren bir durumdur. • İnsulin direnci kontrol edilmezse şeker hastalığına ilerleyebilir • Fazla kilolu, hareketsiz ve düzensiz beslenen biriyseniz, ailenizde şeker hastası varsa sizde de insulin direnci olabilir. • Açlık kan şekeri ve insulin ölçümü ile insulin direnciniz olup olmadığı anlaşılır. • Sağlıklı beslenmeniz, uygun kiloya geri dönmeniz ve düzenli egzersiz yapmanız, insulinin vücudunuzda daha rahat çalışmasını sağlar. Böylece kan yağlarınız ve şekeriniz kontrol altına girecek ve şeker hastalığı da önlenmiş olacaktır. 25 Dr. A. Çağrı Uysal Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonsrüktif ve Estetik Cerrahisi ABD Karın Germe Kültürel ve bölgesel olarak değişiklikler gösteren estetik algısı, toplumlar arası etkileşim ve iletişimin çok hızlandığı günümüzde, tüm dünyada ortak noktalarda birleşmektedir. Gıdaya ulaşımın kolaylaştığı medeni toplumlarda artan kilolar ve bunların sağlık tehdidine ek olarak estetik kavramındaki değişimleri de aşikardır. 26 27 Doğurganlık ve bereketle ilişkilendirilen Kibele figürü günümüzde sağlıksız ve estetik açıdan kabul edilemez bir algı haline gelmiştir. Günümüzün sağlıklı ve ideal bireyi mümkün olduğunca az yağ içeren vücut yapısı ile gerek medya gerekse toplum içi etkileşimler ile dünyanın büyük bir kesimine yayılmıştır. Bu algıyı sadece bedensel estetik kavramı olmakla kalmayıp, estetiğin tüm ulaşabildiği alanlarda insan bedeni veya insanı etkileyen her türlü etkende görmek mümkündür. Pozitif bilimlerdeki gelişmeler ve bireyin sürdüregeldiği rahat hayat ve gıdaya ulaşmanın kolaylığından çok daha ileri boyutlara ulaşmış, uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmek tekrar bireylerin arzuladığı en önemli konu olmuştur. Günümüzün estetik felsefesi tartışmaları içinde insan bedeni algısında klasik kibele figürü ve zıddı sıfır beden görüntüsü karşımıza çıkmaktadır. Bu noktada, karnındaki sarkıklık ve fazlalıklardan kurtulmak isteyen bir toplum oluşmaktadır. Özellikle gebelik sonrası oluşan deformasyonlar kadınları karın germe ameliyatları konusunda daha da ilgilendirmektedir. Her ne kadar gebelik fizyolojik bir sürec de olsa, bedende oluşan bu büyük değişimlerin doğum sonrası düzelebilmesi bireyin çabasına bağlıdır. Düzenli kilo verme ve spor bu noktada önem arzetmektedir. Hızlı kilo alıp vermenin sağlıksızlığı aşikar iken bedende oluşturacağı deformasyonların düzeltilebilmesi de zorlaşmaktadır. 28 Gebelik dışında özellikle sedenter bir hayat tarzının benimsenmesi aşırı kilo alımı karın bölgesindeki bozuklukların sadece kadınlar ile sınırlandırmamakta erkekleri de tehdit eder hale gelmektedir. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki, karın bölgesindeki kilo artışı kalp damar ve şeker hastalığının başlaması veya mevcut ise kötüleşmesinde önemli etkenlerden biridir. Ek olarak artmış kilo ve karın bölgesinde yerleşmesi, bedenin dengesini ve ağırlığını bozarak omurilik ve dizlerde büyük sorunlar yaratmaktadır. Özetlemek gerekirse, karın bölgesindeki kilo artışı ve deformasyonlar sadece estetik kaygıları ön plana çıkartmakla kalmamakta, bireyin tüm sağlığını kötü yönde etkilemektedir. Kimler karın germe ameliyatından fayda görür? Bu noktada karın estetiğini ikiye ayırmak gerekmektedir. Birincisi, cilt fazlalığı olmaksızın yağ fazlalığı. İkincisi, cilt fazlalığı ile göbek cevresinde oluşan yağ birikimidir. Karın germe ameliyatının temeli cilt fazlalığının alınması olup ek prosedürler bu cilt fazlalığına göre planlanmaktadır. Karın germe ameliyatlarında özellikle dikkat edilen konu, bireyin son altı ay içinde kilosunda büyük değişikliklerin olmamış olması, mümkünse spor ve/veya diyet ile kilo vermeye ve karın bölgesindeki kas zayıflılarını ve cilt fazlalıklarını azaltmaya çalışmış olmasıdır. Cilt fazlalığı olmaksızın yağ fazlalığı olan bireylerde karın germe ameliyatındaki kriter karın kaslarındaki zayıflıktır. Gebelik dönemi sonrasında karın kaslarında zayıflık oluşan bireyler veya spor ile kasların güçlendirilememesi durumunda karın germe ameliyatına aday olabilirler. Karın germe ameliyatı karın bölgesindeki cilt fazlalığının kesilerek alınmasıdır. Bikini ya da iç çamaşırı içinde kalacak bir kesi sonrası karın kaslarının üzerindeki yağ tabakası ve cilt kaburgaların alt sınırına kadar kaldırılır. Göbek deliği korunurken, bireye göre göbek deliğinin yeri değiştirilerek olması gereken ideal bölgeye taşınması gerekmektedir. Karın kaslarında zayıflık mevcut ise karın kaslarına plikasyon adı verilen cerrahi bir işlem ile sıkılaştırma yapılarak yeni oluşturulacak karnın kaslarının da gerginleştirilmesi sağlanmaktadır. Fazla cilt ve gereken bölgelerdeki yağlar alındıktan sonra ihtiyaç halinde karnın her iki kenarı hatta sırta doğru uzanan bölgelere liposuction (yağ alma) uygulanabilmektedir. Burada da cerrahın kararı bireyin durumuna göre değişmektedir. Gerilen karın estetik dikişler ile dikilir ve karın içinde herhangi bir kan ve sıvı birikimi olmaması için dren adı verilen küçük borular yerleştirelerek ameliyat sonrası 2-3 gün kaslar ile karın cildi arasında bırakılır. Ameliyat bitiminde karın bölgesine kaburgalardan bacaklara kadar uzanacak tibbi korse giydirilir. Bunun en önemli amaçı hala kendi kuvvetini kazanamamış kaslar ve dikiş yerlerinin iyileşmesini hızlandırmaktır. Ameliyat sonrası dönemde bireyin eşlik eden başka hastalıkları mevcut (şeker, kalp, tansiyon yüksekliği…vb) ise gereken önlemler alınır. Hasta ameliyattan sonraki gün ayağa kalkıp yürüyebilir. Ancak 3-4 gün boyunca belden 1020 derece öne doğru eğik yürümesi ve ağır kaldırmaması önerilir. Drenler genellikle 2-3. gün alındıktan sonra hastanın banyo yapmasına izin verilir. Dikişler estetik olduğu için alınması gerekmemektedir. Cilt iyileştikce beden bu dikişleri yok etmektedir. komplikasyonlar, doğru hastane ve doğru cerrah seçimi ile azaltılabilir ve görülmeyebilir. Sigara kullanan bireylerde ameliyat sonrasında dikişlerde iyileşmeme ve açılma görülebilmektedir. Bu hususta hastalar ameliyat öncesi aydınlatılır. Sigara özellikle anestezi açısından da hastalara sıkıntılar çıkartabilmektedir. Karın içinde kasların üzerinde kan veya sıvı birikimi çok nadir görülen bir komplikasyon olmakla birlikte dren kullanımı ile sıfıra indirelebilmektedir. Karın germe ameliyatlarından sonra bireyin gebe kalmasında herhangi bir mahsur yoktur. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere gebelik başlı başına karın bölgesi anatomisini bozduğu için, gebe kalmayı planlayan hastalarda karın germe ameliyatının gebelik sonrasına bırakılması daha uygun bir seçenektir. Toplumdaki yanlış algılardan biri de gelişen teknoloji ile piyasada çokça reklamı yapılan farklı liposuction cihazlarının karın germe ameliyatlarına alternatif olduğudur. Özellikle son dönemlerde medyada çokça bahsedilen laser liposuction cihazlarının hasta acısından ve yapılan ameliyat acısından standart klasik liposuctiona herhangi bir üstünlüğü gösterilememiştir. Bilhakis, laser liposuction komplikasları standart liposuctiona oranla çok daha yüksektir. Laser liposuction ile karındaki sarkıkların geçeçeği ve karın germe ameliyatın gerek kalmayacağı gerçeği yansıtmamaktadır. Laser liposuction cihazının tek avantajı cerrah açısından ameliyatın daha az yorucu geçmesidir. Artan eğitim seviyesi ile toplumlarda sağlıklı yaşama düşüncesi artmakta ve estetik bedenin her bölgesinde sağlığın en önemli göstergesi olmaya devam etmektedir. Geri kalmış toplumlarda görülen estetik karşıtlığı özellikle estetik ve sağlığı birbirinden farklı olarak yorumlamaktan kaynaklanmaktadır. Sağlıklı görünüm estetiktir. Estetik güzellik sağlıklı olmanın bir sonucudur. Yüzyıllardır süregelen estetik felsefesinin en önemli ikileminde toplumların kültürel algılarının pozitif bilimlerden uzaklaşmaları ile oluşan yanlış etkileşimler yatmaktadır. Dilerim toplumumuz ameliyat gerektirmeden bedenini korumayı ve sağlıklı yaşamayı becerebilen bireylerden oluşur. Dilerim toplumumuz, sağlığındaki problemlerin çözümünü aramakta, yanlış etkileşimlerden uzak, pozitif bilimler ışığında sağlıklı ve estetik nesiller yetiştirmek konusunda daha duyarlı olur. Hastanın ameliyat sonra en büyük sıkıntısı 4-6 hafta süre ile korse giymesidir. Karın kaslarında yapılan sıkılaştırma nedeni ile hastanın karnının içinde korse varmış hissi kişiden kişiye değişmekle beraber 3-4 hafta devam edecektir. Hastaya ameliyat sonrası gazsız diyet önerilir. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki, karın germe ameliyatları sonrasında bedenden alınan yağ ve cilt fazlalığı ile hastalar sadece estetik olarak mutlu olmakla kalmayıp ek olarak gerek yukarıda da belirttiğimiz birçok sağlık probleminden de kurtulabilmektedirler. Azalan kilo ile daha kolaylıkla spor yapabilen hastaların diz ve omurilik problemleri de azalmaktadır. Önemli yanlışlardan biri de bireylerin karın germe ameliyatları sornasında kilo almayacaklarını düşünmeleridir. Yapılan işlemden sonra hasta eski yeme alışkanlığına ve sedenter hayatına devam ettiği sürece karında yağ birikimi ve tekrar sarkmalar olacaktır. Bu ameliyat kilo almayı engellememekte, sadece var olan bozukluğun anatomik olarak düzeltilmesidir. Karın germe ameliyatlarında görülebilecek 29 Gülay AKTEMEL Başkent Üniversitesi Ayaş Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Mrk. El Sanatları Birimi Ayaş Fizik Tedavi Ve Rehabilitasyon Merkezi El Sanatları Birimi 30 2003 yılı Haziran ayında Ayaş FTR ve Yapracık FTR bölümlerinde görevlendirildiğimde kafamda neyi nasıl yapacağım konusunda hiçbir fikir ve proje yoktu. Yapracık FTR bölümünde yatan hastaların geriatri ve diyaliz hastaları olmaları nedeni ile daha küçük bir grupla çalışılacağını anladım. Ayaş FTR hastanesinin daha büyük ve hasta sayısının daha fazla olması nedeni ile oraya ağırlık verilmesi gerekiyordu. Ne çalışılacak alan ne de bir malzeme vardı. Ayaş’da hastane yönetimi bana bir mekân gösterdi. Bu mekânın dolap, masa gibi demirbaşlarını planlayıp kampüste bulunan marangozhane ile görüşerek gelip ölçü almalarını sağladım. Arkasından yararlanılacak dokümanları edinmek için Kültür ve Turizm Bakanlığı El Sanatları birimine gittim. Gelme sebebimi anlatınca, görevlinin gözleri doldu ve konuşmaya başladı. Ayaşlı olduğunu, annesinin felç olması nedeniyle uzunca bir süre hastanemizde tedavi aldığını, kendisinin de refakatçi olarak kaldığını söyledi. 3 ay gibi bir süre hastane dışına çıkmadığı için ruh sağlığının bozulduğunu, hasta ve refakatçilerin özellikle refakatçilerin bir terapi ihtiyaçlarının olduğunu bir hobi odasının olmasının hem grup çalışması hem bireysel çalışmalarla ruhsal dengelerinin korunacağını ekledi ve olumsuzlukları yaşayan birisi olarak her konuda yardımcı olacağını söyledi. Doğru yolda olduğumu düşündüm dokümanlarımı alıp ayrıldım. Atölye şeklinde bir çalışma alanı oluşturmaya başladım. Katılımcılar hastanemizde tedavi için yatan hasta ve refakatçiler olacağı için, faaliyetlerimizi içeren ve katılımcıları tanımaya yarayan bir form oluşturdum. Hasta odalarını dolaşarak kendimi ve amaçlarımızı anlatarak hasta ve refakatçileri bilgilendirdim. Bu çalışmalarım esnasında; eşi doktor, kendisi felsefe öğretmeni olan oldukça ileri yaşlardaki hasta ile yaptığım bir konuşmayı aktarmak isterim: “1950 – 1960 yılları arasında İsviçre’de sağlık ateşeliği görevinde bulunan eşi ile hastaneleri dolaşırken sizin yapmak istediğiniz çalışmaların benzerini gördük ve ülkemize bunu rapor ettik. Bizim hastanelerimizde bunların kurulmasını önerdik ancak yıllar içinde yapılamadığını izledik. Ömrümüzün son demlerinde burada bu birimin kurulduğunu ve faaliyette bulunacağını görmek bizi çok mutlu etti.” dedi. Atölye çalışmalarına katılım, öncelikle isteğe bağlıdır. Tedavilerinden arta kalan zamanlarını serbest faaliyetlere ayırabilmektedirler. Hem yetenekleri hem istekleri doğrultusunda sürdürebilmektedirler. Bazı çalışmaları odalarında da yapabiliyorlar.(Takı – Örgü gibi) Atölyede yapılan faaliyetlere gelince; 1. Resim çalışmaları • Sulu boya • Yağlı boya • Akrilik boya • Kara kalem 2. Ahşap boyamalar • Transfer • Dekopaj 3. Seramik boyamalar 4. Çeşitli el örgüleri 5. Çeşitli oyalar 6. Takı çalışmaları 7. Çanak – çömlek boyamaları 8. Kumaş boyamaları 9. Kurdele nakışları 10. Galveniz boyamaları gibi çalışmalar yapılmaktadır. Hastanemizde bulunan vitrinde ürünleri sergiliyoruz. Ürünlerimiz Cumhuriyet Bayramı, Anneler günü, Babalar günü, yılbaşı gibi anılması ve kutlanması gereken günler kapsamında Başkent Üniversitesi Kampus ünde, Kızılcahamam Uygulama Otelinde, Patalya Uygulama Otelinde ve Ankara Başkent Üniversitesi Hastanesinde sergileyerek satışa sunuyoruz. Bu satışlardan elde edilen gelirler tekrar malzeme alımında kullanılmaktadır. Atölyede hasta tarafından yapılan ürünler özelliklerine göre kayda alınıp fiyatı belirleniyor. Hasta ve refakatçiler arzu ederlerse kendi yaptıkları ürünleri ücretini muhasebeye ödeyip faturasını kestirip alabiliyorlar. Atölyemize hasta ve refakatçilerce evlerinde yapılan çeşitli ürünler de bağışlanmaktadır. Bunlarda hemen kayda alınıp fiyatlandırılıp satışa sunulmaktadır. Hastanemiz duvarlarına astığımız resimler de atölyemizde boyanıp hazırlanmış ve asılmıştır. Hasta, refakatçi ve ziyaretçilerden evlerinde hobi olarak çalışmaları sonucunda artan malzemelerini hastanemize bağışlayabiliyorlar. Bunlarda atölyemizde değerlendirilmektedir. Sonuç olarak çalışmalarımızın hem sosyolojik hem psikolojik hem tedavi edici yararlarını kısa sürede kendim ve hastane çalışanları gözlemlemişlerdir. Çalışmalarımıza büyük bir şevkle devam etmekteyiz. Gülay AKTEMEL 31 Betül AKBUĞA ÖZEL Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Acil Tıp Anabilim Dalı Acil Sağlık Hizmetleri 32 İnsanlık var olduğundan beri hayati tehlikelerle ve ciddi yaralanmalarla karşı karşıya kalıyor. İnsanoğlu bu tehlike ve yaralanmalarla edinilmiş tecrübeleri, biriktirilmiş bilgileri yardımıyla mücadele etmeye çalışmış ve çalışıyor. İnsanlığın edinilmiş tecrübeleri ve bilgileri süreç içinde özellikle bilim ve teknoloji tarafından sürekli yenileniyor. İlerleyen bilim ve teknoloji ve buna bağlı olarak gelişen tıp insan ömrünü uzatıyor. Bunun sonucu olarak insanların sağlık hizmetlerinden özellikle de acil sağlık hizmetlerinden beklentileri gün geçtikçe artıyor. Bu nedenle sık sık doğanın kanunlarına karşı iç görüsüz ve sınırsız tahammülsüzlük örnekleri yaşanıyor. Artık insanlar yüz yaşındaki bilinci kapanmış hastalarının nihai sonunu hüzünle ve metanetle beklemiyor. Artık kalp krizi geçiren bir kişinin başında köyün ya da mahallenin şifacısı dua okumuyor. Artık insanlar düşüp eklemlerini ya da kemiklerini incittiklerinde kırıkçı-sınıkçıya gitmiyor. Artık yaralarını ve yaralılarını kişisel imkanlar ile ya da toplum içindeki kendiliğinden sağlıkçılar ile tedavi etmeye çalışan insandan, devletin sağlık hizmeti sunum güvencesinde, organize ekipler ile ihtiyacı olana ihtiyacı olduğu anda sağlık hizmeti alan insana gelinmiştir. 33 tanımlanması ve hizmet sunucularının yeniden tanıtılması ihtiyacı doğmuştur. Acil servisler, beklenmedik ve ani gelişen durumlar neticesinde gelişebilen hayatı tehdit edici sağlık sorunlarının çözüldüğü ilk başvuru yerleridir. Bu nedenle bizi beklenmedik ve ani bir şekilde günlük rutinin dışına iten her sağlık sorununda acil servislere başvururuz. Acil, beklenmedik ve ani bir durumda bir hastanenin acil servis ekibinin organizasyon ve müdahale becerisinin düzeyi, hizmeti alanlar da ve hizmeti takip edenler de, o hastanenin bütünü hakkında olumlu ya da olumsuz eleştiri yapma güdüsü yaratır. Bu nedenle haklı olarak denir ki; acil servisler bir hastanenin “vitrinidir” “dışarıya açılan penceresidir” “prestijidir” Türkiye’deki acil servislerde geçmişten bugüne kadar hasta için gerekli acil tıbbi bakımın gerekleri büyük fedakarlıklar yapan hekimler ve hemşireler tarafından olabildiğince yerine getirilmeye çalışılmıştır. Ancak acil servisler günümüze değin genellikle; tıbbi ve idari her türlü işleyiş ihtiyaçları ve olası sorunları günü birlik çözümlerle idare olunan, farklı hastanelerde farklı uzmanlık dallarının sorumluluğu altında hizmet veren, genellikle sorumluluğu alan uzman için angarya olan, sıklıkla hasta için en tehlikeli ve en kritik saatlerde hekimin ve diğer sağlık personelinin en tecrübesizinin, en sorunlusunun ya da en gönülsüzünün görev yaptığı, hastanenin diğer birimlerinin her açıdan koltuk değnekliğini yapan, düzensiz ve sorunlu birimler olarak çalışmışlardır. Acil servislere ciddi sağlık problemleri ile gelen hastaların ölüm ve sağ kalım oranlarındaki dengesiz dağılımların nedenleri üzerine düşünülmesi, ideal olan ile mevcut olan arasındaki ciddi farklılıkların tespit edilmesi neticesinde acil servislerde; tek çalışma alanı acil servis olan, organize, kriz yönetiminde etkin, tüm yaklaşımlarını öncelikle hastanın sağ kalımı prensibine göre belirleyen, mevcut ya da olası sağlık problemlerini bu temel prensip üzerinden öncelik sırasına göre tespit edebilen ve aynı öncelik sırasıyla çözebilen, hastayı daha ileri bir sakatlık ve yaralanmadan koruyabilen bir ekip lideri ve ekip ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Bu ihtiyaç dünyanın gündeminde 40 yıldır var olan bir anabilim dalını ve uzmanlığı Türkiye’nin gündemine sokmuştur. Türkiye’de 20 yıl önce temelleri atılan Acil Tıp Anabilim dalı ve Acil Tıp Uzmanlığı sayesinde bugün 34 Acil Tıp bilimi ve uygulama alanı olan Acil Sağlık Hizmetleri diğer bilimlerden farklı olarak kalp, beyin, kemik ya da göz gibi bir organa odaklanmamıştır, bir duruma odaklanmıştır. O durumun adı acil durumdur. Acil durum; beklenmedik bir zamanda aniden gelişen ve hayati risk yaratan bir travma ya da hastalık ile ilişkili olabilen ve ilk 24 saat içinde müdahale edilmediği taktirde sonuçları ölümcül olabilen durum olarak tanımlanır. Acil Tıp Servisleri’nin sayıları gün geçtikçe artmaktadır. Dünyada 1966’da ABD’de Ulusal Bilimler Akademisi Ulusal Araştırma Konseyi’nin Travma ve Şok Komitesi “Kazalara bağlı ölüm ve sakatlıklar: Modern toplumun ihmal edilmiş hastalığı” başlıklı bir rapor yayımlamıştır. Raporda ABD çapında travma hastalarına sunulan acil sağlık hizmetlerinin (hastane öncesi ve hastane) yetersizliğine ve bu yetersizliğin neden olduğu ölüm ve sakatlık oranlarının yüksekliğine vurgu yapılmıştır. Raporda verilen en çarpıcı örneklerden birisi; Vietnam Savaşı’nda yaralanan bir ABD askerinin, Newyork kentinde hastaneye birkaç sokak ötede yaralanan bir sivilden daha çok yaşama şansına sahip olduğu bilgisidir. Bu durum askeri birliklerdeki acil sağlık hizmetlerinin hedefe yönelik, organize ve hızlı olmasıyla, sivil hayatta ise benzeri bir organizasyonun eksik ya da yetersiz olmasıyla açıklanmıştır. Askeri deneyimlerin hastane organizasyonlarına aktarılması ilk defa ABD’de 1972 yılında Cincinati Üniversitesi Acil Tıp Uzmanlık Programı’nın hayata geçirilmesi ile mümkün olmuştur. Türkiye’de ilk Acil Tıp Anabilim Dalı ise, 1992 yılında İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Cincinnati Üniversitesi’nde Acil Tıp uzmanı olan Dr. John Fowler’ın Türkiye’ye davet edilmesiyle kurulmuştur. Acil sağlık hizmetlerinin hastane öncesi ayağı olan 911 ambulansları ve paramedik okulları ABD’de 1977 yılında tanımlanarak uygulamaya geçmiştir. Türkiye’de benzeri bir süreç 1993’de yine İzmir Dokuz Eylül Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu’nda ilk Paramedik okulunun açılması ile başlamıştır. Acil Sağlık Hizmetleri esas olarak; hayati riski bulunan bu acil durum vakalarının ilk 24 saat içindeki en önemli “altın saatleri” için geliştirilmiştir. Nedir bu “altın saatler”? “Altın saatler” acil durumdan etkilenen hastanın şikayetlerinin başladığı andan itibaren hastalıkla savaşının başladığı ilk saatlerdir. “Altın saatler” hayatta kalımın sağlanması için ya da acil durumdan ötürü herhangi bir sakatlık gelişmesinin önlenmesi için hastanın en uygun, en kıymetli saatleridir. Altın saatler; zamanında ve doğru yapılan hayat kurtarıcı müdahaleler ve tedavilerle beyin, kalp, akciğerler ve böbrekler gibi hayati organların zarar görmeden kendi çalışma dü- zenlerine dönebilmelerine olanak sağlar. Ölüm kalım savaşından galip çıkmak bu nedenle büyük oranda bu altın saatlerdeki beklenmedik çetin savaşın kazanılmasına bağlıdır. Bu ölüm kalım savaşlarında size yardımcı olacak, müdahale edecek ve elinizden tutacak olan hastane öncesi ve hastane ekipleri değişti, değişiyor. Bu değişim sizi etkileyecek. Haberiniz olmalı. Sizi çoğu hastane acil servislerinde artık genç, akademik disiplini, sistematize edilmiş bilgi birikimi, Acil Tıp Uzmanları ve hocaları bulunan, 24 saat Acil Tıp Uzmanı gözetiminde hatta 24 saat Acil Tıp Uzmanı tarafından hizmet verilen Acil Tıp Servisleri karşılıyor, karşılayacak. Bu karşılama sizin için. Haberiniz olmalı. Acil Tıp; dokunulmayan, sahiplenilmeyen, bilinmeyen, kişilik sahibi olmayan acil ser- vislerin yüzü, yüreği, beyni, bilgisi, kişiliği oluyor. Acil Tıp; insan hayatının ani ve beklenmedik bir şekilde tehlikeye girdiği durumlarda verilen ilk savaşların daha çok kazanılması adına gün geçtikçe daha güçlü, daha bilimsel bir yapı kazanıyor. Acil Tıp; tıp dünyasının geç keşfedilmiş bütünleyici bir parçası haline geliyor. Bu bilim, insanlığın eksilmemek adına attığı adımların en yenilerindendir. Haberiniz olmalı. Bir vücut bölgesi ağrısıyla gittiğiniz birçok acil serviste artık sadece bir organınızın olası bir hastalığına değil o ağrıyı yapabilecek tüm organlarınızın olası hayati risklerine bakılıyor. Böyle bir acil hasta bakımının farkında olmak için haberiniz olmalı. Özetle; Acil Sağlık Hizmetlerinin sunumundaki niteliksel ve niceliksel artışların, bireysel ve toplumsal açıdan daha sağlıklı ve daha güvenli bir gelecek inşaa edilmesi sürecine ciddi katkıları olacağı beklenmektedir. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi’de Temmuz 2006’dan beri Acil Tıp A.D Başkanlığı’nda Ankara, Adana ve Konya birimlerindeki Acil Servis’lerinde Acil Tıp Uzmanları gözetiminde acil hasta tanı, tedavi ve bakım hizmetlerini sürdürmeye devam etmektedir. Yerel nitelikli 077 Hızır Acil uygulamasından, ulusal ölçekli 112 Acil Yardım ve Kurtarma hizmetlerine geçilmesi ise 1994 yılında gerçekleşmiştir. Acil durumların yönetiminde yaşanan aksaklıkların ve hataların sonuçlar ile direkt ve hayati bir ilişkisinin olduğunun saptanması nedeniyle Acil Sağlık Hizmetlerindeki köklü değişim hastane öncesi ve hastane aşamasındaki mekan, malzeme, personel ve eğitim ihtiyaçlarının yeniden tanımlanmasını gerektirmiştir. Bu sebeple sokaktaki, evdeki, hastanedeki, iş yerindeki insanların yani herkesin bilincinde de Acil Sağlık Hizmetlerinin yeniden 35 Uzun, soğuk ve karlı kış günleri çoğu kişinin evlerinde daha uzun zaman geçirmesine ve hareketsiz kalmasına sebep olmuştur. Bu arada uzun kış akşamlarındaki fazla miktarda alınan kuruyemişler, tatlılar, patlamış mısır, kestane gibi atıştırmalar hareketsiz yaşamla birleştiğinde maalesef kış kiloları artmaktadır. Kışın kalın kıyafetler giydiğimiz için alınan kilolar önemsenmemektedir. Havaların ısınmasıyla incelen kıyafetler kilo verme isteğinin sinyalini oluşturmakta bir an önce kilo verme yolları aranmaktadır. İnternette sadece ‘’ yaza hazırlık’’ gibi bir başlıkla tarama yapıldığında çıkan yazılar hızlı kilo verdiren mucize zayıflama diyetleri, mucize zayıflama ilaçları ve zayıflatan egzersizler üzerinedir. Tabii ki çoğu kişi kendi başına kısa sürede en az emekle zayıflama yollarına yönelmektedir. Bu şekilde mevsime bağlı kilo alıp vermeyle’’ Mevsimsel Yo-Yo’’ oluşmaktadır. Uzm. Diyetisyen Yeter ÇELİK Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Beslenme Ve Diyet Anabilim Dalı Mevsimsel Yo-Yo’dan Kurtulma 36 Mevsimsel Yo-Yo’ dan kurtulmak için neler yapılmalı? İlk önce profesyonel bir destek almanızda fayda var. Hekim kontrolünde belirlenen biyokimyasal, hormonal testler sonrasında varsa tiroid hastalıkları, hipertansiyon, hiperlipidemi, insülin direnci, diyabet gibi fazla kiloya bağlı sağlık sorunları belirlenmelidir. Uygun tedaviyle birlikte diyetisyene yönlendirilen hastanın genel özelliklerine, nerede, nasıl, neden ve ne zaman yemek yediği göz önünde bulundurularak, dengeli bir beslenme programı oluşturulmalı ve fiziksel aktivite artırılarak desteklenmelidir. Genel olarak beslenmede: •Öğün sıklığınızı artırın. İki öğün arsındaki süre 4 saati geçerse sonraki öğünde yeme kontrolünüzü kaybedebilirsiniz. •Yaza doğru meyve ve sebze çeşitleri artmaktadır. Kahvaltı, öğle ve akşam yemeklerine söğüş, salatalar ekleyin. Salataları yoğurtla ya da kurubaklagilerle çeşitlendirebilirsiniz. •Öğle ve akşam yemeklerinizi dengeleyin. Bir öğün ana yemek et grubuysa diğer öğünde zeytinyağlı sebzelere yer verin. •Soğuk kış günlerinde daha sık içilen çorbalardan vazgeçmeyin. Kurubaklagil, tahıl, sebze içeren çorbalar tercih edilebilirsiniz. •Yemeklerdeki yağ miktarı önemlidir. Yemeklere konan yağ miktarı ayarlanırken porsiyon sayısının yarısı mesela 6 kişilik bir yemek yapılıyorsa 3 yemek kasığı kadar sıvı yağ konulmalıdır. Çorbalar, sebze yemekleri, pilav ve makarnada bu ölçüyü kullanabilir; etli yemeklere hiç yağ kullanmadan yapabilirsiniz. •Özellikle uzun kış akşamlarında yapılan bisküvi, kek, börek, ay çekirdeği, kabak çekirdeği, kestane gibi atıştırmalar yerine 8-10 adet badem, fındık ya da 2 tam ceviz gibi kuru yemişlere ve 1-2 adet taze meyveye yer verilebilirsiniz. •Baştan çıkarıcı sağlıksız yiyecekleri yakın çevrenizden uzaklaştırın. Alışverişe liste yaparak tok karnına çıkın. •Öğün aralarında yeme isteği duyduğunuzda su için ve bir süre bekleyin hala geçmiyorsa meyve ve sebze (salatalık, marul, havuç, küçük meyveler vb.) yiyebilirsiniz. •Çevrenizi yememeniz gerekli yiyecekleri ikram etmemeleri ve hediye olarak getirmemeleri konusunda uyarın. •Günlük 2lt su için. Dört yarım litrelik suyu gün içerisinde bölerek özellikle öğünlerden 15 dakika önce içmeniz hem tokluk verir hem de hazmı kolaylaştırır. •Fiziksel aktivitenizi artırın. Bir dakikada 120 adım atacak tempoda günde 20-30 dak yürüyüşler yapın. Adım sayar ya da pedometre kullanarak günlük en az 7500 adım atmayı hedefleyebilirsiniz. •Çok katlı binada oturuyorsanız 4 kattan daha az daire için asansör kullanmayın, yürüyerek inip çıkın. •Rahatlamak ya da zaman doldurmak amacıyla atıştırma yerine kitap okuma, egzersiz yapma, herhangi bir hobi ile uğraşmaya zaman ayırabilirsiniz. Mevsimsel Yo- Yo’dan kurtulmak amacıyla yapılan bu tür değişiklikler yeme davranışının temelini oluşturacaktır. Bu alışkanlıkların yerleşmesi 3-4 ayınızı alabilir. Böylece ileride oluşabilecek Mevsimsel Yo Yo’dan da korunmuş olursunuz. 37 Fzt. Funda ACIMERT Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon ABD Masa Başı Egzersiz Mesainizi masa başında tamamlıyorsanız ça- larına çok az iş düşer. Eğri oturuşta omurga Ayakların altına konacak bir yükseltici (ayak lışma alanınızda kullandığınız cihazların ve ‘C’ şeklini alır ve ağırlık merkezi bedenin önü- koyacağı) de ayak bileklerinin doğal pozis- oturduğunuz yerin size göre konumlandırıl- ne doğru kayar. Ağırlık merkezini orta hatta yonunu almasını sağlar ve bele binecek yükü ması gerekir. İşyerindeki etkinlikler sırasında çekmek için farkına varılmasa da bel, sırt ve azaltır. bedenin sürekli etkisinde kaldığı hareketler ya boyun kasları sürekli kasılır. Bu eğri duruş, za- da duruşlar, kasların, sinirlerin, bağların ve ek- manla kaslarda aşırı kasılmaya, yani spazma •Bilgisayar ekranının yüksekliği de çok önem- lemlerin zaman içinde zedelenmesine yol açar. ve eklemlerde zorlanmaya yol açar. Bunun lidir. Oturuş yüksekliğine göre göz düzeyinde Omurga dahil olmak üzere her eklemin do- sonucunda kronik bel, sırt ve boyun ağrıları ayarlanan ekranlar boynun daha az eğil- ğal bir pozisyonu vardır. Çalışma ve otur- başlar. Örneğin sürekli bilgisayar ya da masa mesini sağlayarak eklemlere binen basıncı ma sürecinde bu doğal pozisyondan sap- başında oturmak zamanla bel ve boyun kas- azaltır. Göz düzeyinin çok altında ya da çok larını ya da omurgayı olumsuz etkileyebilir. üstündeki ekranlar boynun aşırı eğilmesine Ayrıca bilgisayar kullanımında el bileğini ve yol açarak uzun dönemde boyun fıtığına or- dirsek eklemlerini aynı pozisyonda uzun süre tam hazırlar. Eğer masanıza oturduğunuzda zorlamak, eklem üzerinde uzun süreli baskı aşağı veya yukarı doğru bakmak zorunda oluşmasına ve sakatlanmasına neden olabilir. kalıyorsanız, monitör yüksekliğinizi göz hiza- İşyerinde kullanılan alet ve aygıtların beden me- sında ayarlayın. malar olabilir. Ancak doğal pozisyondan sapma süresi ve açısının artması, eklemlerin yaralanma ve zarar görme riskini de artırır. Oturulduğunda, belin olabildiğince dik bir pozisyon alması, omurganın sağlıklı ‘S’ şeklini almasını sağlar. Böylece ağırlık merkezini, omurlara eşit yük binecek biçimde düz bir çizgi haline getirir. Bu sayede bel ve sırt kas- kaniğiyle uyumlu olması, rahat kullanılabilmesi, kas ve iskelet sistemine zarar vermemesi çok •Sürekli bilgisayar klavye ve faresi kullanan önemlidir. Gün boyunca oturulan sandalyeden, kişilerde sıklıkla görülen bir rahatsızlık da bilgisayarın klavyesine kadar tüm aletlerin be- ‘karpal tünel sendromu’dur. Bu durum, el bi- dene uyumlu olması gerekir. Örneğin, bilgisa- leğinin alt yanından geçen sinirlerin sıkışma- yar ekranın yüksekliği ya da açısındaki eğrilik, sına bağlı görülür. Elde, özellikle avuç içinde masaların boyundaki kısalık ya da yükseklik, şiddetli ağrı ve eli kullanmada zorluk karpal kullanılan aletlerin kolay kavranılamaması iş- tünel sendromunun en önemli belirtileridir. yerinde hiç de farkına varmadan sağlığı tehdit Fare kullanımına bağlı olarak başparmak ve eden öğeler durumuna gelebilir. Kullanımı zor, el bileğindeki kirişlerde (tendonlarda) iltihap- bedenle uyumsuz, yani ergonomik olmayan lanma görülebilir. Bu nedenle masa yüksek- eşyalar kas ve eklemleri zorlayarak zamanla liğinin, fareyi en rahat kavrayacak ve dirsek- önemli rahatsızlıklara yol açar. Kronik boyun omuz eklemlerini zorlamayacak yüksekliğe ve sırt ağrıları, el bileği ve dirsek eklemlerinde ayarlanması gerekir. hasarlar, hatta bel ve boyun fıtığı gibi hastalıklar çoğunlukla ergonomik olmayan ortamlarda çalışmanın sonucu olarak ortaya çıkar. •Klavye kullanılırken el bileklerinin aşırı bükülmesi eklemleri zorlayarak rahatsızlıklara yol açar. Klavyenin olabildiğince bilek eklemini Masa Başında Otururken Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar çok bükmeden ve zorlamadan kullanılması •Ofisteki çalışma masanızda öncelikle bel zin altına yumuşak destekler koyabilirsiniz. bölgenizi destekleyen ergonomik bir san- Bileklerinizin dirsek hizasından hafif aşağıda dalyede oturmanız gerekiyor. Yumuşak, olmasına dikkat edin. gerekir. Klavyede yazı yazarken bileklerini- derin ve çukur koltuklar omurganız için çok zararlı. Bunların yerine kol koyma yeri olan, •Eğilmek gerektiğinde sandalyedeyken belden bel bölgesini destekleyici yapıda ve sırt yük- eğilmek, uzun süre sabit pozisyonda kalan sekliği en az omuz hizasında olan ve ofis beli zorlayacaktır, ani hareketler yapıldığında için tasarlanmış sandalyelerden kullanmalı. bel fıtığı olma riski yüksektir. Bunun için kal- Otururken diz ekleminin duruşu da çok kıp çömelir şeklide eğilmek daha doğrudur. önemlidir. Dizlerin çok kıvrılması ayak bileği 38 ekleminin ve belin zorlanmasına yol açar. Bu •Bilgisayar başında iseniz göz sağlığınıza da nedenle diz eklemindeki açının 90 dereceden dikkat etmeniz gerekir. Gözlerinizi daha az daha az olmamasına dikkat etmek gerekir. yoran ekranları tercih edebilirsiniz. 39 Masa Başında Yapılabilecek Kolay Egzersizler • İşe, telefonda konuşurken ayağa kalkmak ve masa etrafında ufak turlar atmakla başlayabilirsiniz. Her yarım saatte bir ofis içinde tur atmak, su içmeye gitmek de sandalyenizde sabit oturmanızı engeller. • Masada otururken ayak bileklerinizi kendinize doğru çelip uzatmak, öğle arasına çıkarken veya toplantıya giderken asansör yerine merdivenleri kullanmak hareketsizliğinizi azaltacak ve dolaşım düzenleyecektir. • Bileklerinizi korumak için kollarınızı öne doğru uzatın, el bileğinizi parmaklardan geriye doğru çekerek esnetin.5 sn bekleyip gevşeyin. Aynı hareketi zıt yönde de tekrarlayın. Sık sık avucunuzu kapatıp açın • Masa başındayken boynunuzu da hareket ettirmeyi ihmal etmeyin. Boyun egzersizinde dikkat edilmesi gereken bir nokta, boynun çevrilmemesidir. Boyun 360 derece çevrilerek yapılan hareketler buradaki kaslara ve sinirlere zarar vermektedir. • Sağ elinizi başınızın üzerinden sol kulağınıza doğru uzatın sol elinizi sol kalçanın altına koyun ve elinizle başınızı sağa doğru 5 sn gerip daha sonra gevşeyin. Daha sonra bunu sol elinizde tekrarlayın. Bu hareket boyun kaslarınızı esnetecektir • Ellerinizi başınızın arkasında birleştirin başınızı arkaya doğru iterken ellerinizle aksi yöne direnç verin 5’e kadar sayın ve gevşeyin. • Ellerinizi alnınızda birleştirin başınızı öne doğru iterken ellerinizle aksi yönde direnç verin 5’e kadar sayın ve gevşeyin • Elinizi kulağınızın üzerine koyun ve başınızla elinize aksi yönde direnç verin 5’e kadar sayın ve gevşeyin. Hareketi diğer tarafta tekrarlayın. • Ellerinizi gövdenizin yanında serbest bırakın omuz başlarını önden arkaya doğru çevirin. • Ellerinizi belinize koyun dirseklerinizi arkada birbirine yaklaştırmaya çalışın 5’e kadar sayın ve gevşeyin. • Ellerinizi arkada kenetleyin kürek kemiklerinizi birleştirin 5’e kadar sayın ve gevşeyin. • Çalışırken nefes almayı ihmal etmeyin. Oturduğunuz yerde sık sık burnunuzdan derin nefes alıp, göğsünüzü şişirin ve dudaklarınızı büzerek ağzınızdan nefesinizi verin. Böylece hem akciğerlerinize daha fazla hava girmesini sağlarsınız hem de vücudunuz rahatlar, stresiniz ve gerginliğiniz azalır. • Ofisinizde ufak egzersiz aletleri bulundurarak gün içinde bunları kullanmayı alışkanlık haline getirebilirsiniz. Örneğin sürekli elinizi ve bileğinizi hareket ettirecek egzersiz topları, kollar için germe hareketi yaptıran bantlar gibi. • Gözlerin yorulmasını engellemek için sık sık ekrandan uzaklara bakılmak faydalıdır. Göz kuruluğunu önlemek için doktor tavsiyesi ile sulandırıcı damlalar kullanılabilir. • Masa başında otururken kilo sorunları da ortaya çıkmaktadır. Bunu önlemek için atıştırmalıklara dikkat etmek ve bu tür yiyecekleri masadan uzak tutmak gereklidir. Gün içinde dengeli beslenmek, çalışırken ara öğünleri atlamamak önemli. Çay ve kahve tüketimini de sınırlandırmakta fayda vardır. 40