1970
Transkript
1970
ÇEKTİĞİM CEVR-U CEFANIN ESBABIN SORMA SEN DEME K i «HERKESE ÇAMUR ATAN KER BUDUR» AH ONUN UĞRAŞIP DİDİNMEKLE GEÇER ÖMRÜ İSTE MÜLIİİYEDE KAZGANCININ HALİ BUDUR. KAZGAN YIL SAYI CİLr : : : 111 111 111 Sa h ib i: Mülkiye Kazgancılık A. O. YILDA BİR ÇIKAR A M A PİR ÇIKAR KAZG AN BASIN AH LÂK Y A S A S IN A U Y M A Y I TAAHHÜT ETMEZ KAZ G AN DA Ç IK M A Y A N A D A M BEŞ PARA ETMEZ YAZI KURULU = l l l = M I = l l l = M = m = N I E II I= M I = l l l = l l l = l l l = l l l = I U = l l ! = m = l l l = l l l = M = l l l = l l l = l l l = ııı Sahibi : Kazgan'ın sahibi mi olurmuş O, hepimizindir. m ili yj iii Sorumlu Yazı işleri Müdürü ....... İlhan Cedimağar Kantin Muhabiri ......................Tekantün Münir m m III Yurt Muhabiri ...................... ..Kıl Ölçer Tekel Muhabiri ...................... ..Ayyaş Memik Aile Köşesi .......................... ..İzzet - Müjgân Folklor Muhabiri ................... ..Bariton ilhan Tiyatro Muhabiri ................... .. Bornozlu Erol Medikososyal Notlan ................ Jessi Ümit İç gezi ve Balo Muhabiri .......... Dalton Erdem Gönül Postası ...................... .. Alyanak Ayşe Düzeltmeler ........................ ..Red Kit Mehmet Karikatürler ......................... ..Fırça Okhan Reklâmlar ........................... ..Sakallı Tunç TRT Muhabiri ....................... ..Tırt A. Şahin TNS Muhabiri ....................... .. Yüce Nebi III Üj nî yj E 1 m ¡n İÜ İ İŞ İÜ | | Spor Sayfası ........................ .. Ciritci Şerife III III Eskişehirden Bildiren ................ Tecavüz Rıdvan m Sosyeteden Haberler ................ Bendeniz Şarkılar ............................... ..Bülbül Kıbrıs Muhabiri .................... ..Mücahit M. Salih III iii m iii DEKAN BABADAN SEVGİLERLE III İÜ İD Sevgili Mülkiyeliler, ji* Bir yıl daha geçti, 1970 Türkiye’sinin kendine özgü koşullarının neşelenme hakkını da, daha başka haklarla birlikte rafa kaldırdığı bir yıl. Geleneklerine bağlı Mülkiyeliler neşelenmenin gerçekten güç olduğu bu günlerde bile « Kazgan » da kendi küçük fakat renkli dünyalarım hoşgörü süzgecinden geçen bir mizah ışığıyla aydmlatmaya çalışacaklar. Zorlukları yenmeşini bilen «Mülkiyelilik ruhu » nun sağladığı güçle bunu da başaracaklarına emi- üj ™m - iij M İ ¡fi I m Öj = öğren ci arkadaşlarımız bilsinler ki, hocalarının büyük özlemi tüm Mülkiyelileri birbirlerine açık kalple v e sevgiden ışıyan gözlerle bakan, hoşgörüye hayatlanna yön çizen ilkeler arasında y er vermiş gençler olarak görm ektir. «Kazganvın bu doğrultuda etkin bir araç olabileceğine inanıyor, görevini yapacağına güveniyorum. Tüm Mülkiyelilere içten sevgiler sunar, mutluluk v e başarılar dilerim. ^ ^ = = = = = = f III i = İ lh a n U n a t iii III Îİİ= H I= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= lll= IM slll= lll= lll= lll= n i= iri= llt = lll= tV 1 SABANA MEKTUP Bilmem ki nedendir, bize hâlâ hor bakıyorsun, Yapma be Şaban tüllabı hasretle yakıyorsun, N ’oldun, nere gittin, niye böyle yapıyorsun, Yapma be Şaban, tüllabı hasretle yakıyorsun. Yaa işte böyle Şabaneığım, yıllar sensiz hasret le geçip gidiyor. Ne mektup yazdın, ne de bir gün aramıza geldin. Perişan halimizi duymuşsundur; sağ dan, soldan. Ama erkeklik bizde kalsın diye bir de biz yazalım dedik. Bu yıl topu topu dört buçuk ay ders yaptık. A l lah seni inandırsın herkes yine de âlim oldu. Şabancığım. Sizin zamanınızda sekiz ay okurdunuz da Şabanlıktan yine de kurtulamazdınız. Zaman değişti kardeşim, insan beyni elektronik beyinle yarışa gir di. Bu konu yürekler acısıdır senin için, senin ise yü reğin yufkadır dayanamazsın. Onun için gel konuyu değiştirelim. Her yılkinden farklı geçti bu yıl Şabaneığım. İlk önce, yıllardan beri ilk defa inşaat gürültüsü ol madı. Şaştın değil m i? Daha bu bir şey değil Şabancığım, bu bir şey değil. Yurda yeni masa iskemle alındı, hattâ yeni bir yurt müdürü tayin edildi. İyi niyetli, çalışkan bir müdür ama talebe milletine ya ranılır mı? Hemencecik isim takmışlar, KÎN OVA di yorlar. Elin ağzı torba değil tabii... A z daha unutu yordum, yurda bir de televizyon alındı. Haftada üç gün şenlik var yemekhanede. Hele yerli film olduğu gün... Birgün çoluğu çocuğu al gel be Şaban, sen yabancı mısın yani. Okul hayatı da bu yıl çok sakin geçti sayılır. Pano kavgası falan olmadı. Ama başka olaylar oldu ki Şaban aklın durur, ö n ce sağcılar solcuları, sonra da solcular sağcıları kaçırdılar. Bir telâş bir telâş oldu okulda aklın durur. Osman Nuri E yövge’yi Ca hit Talaş kurtardı. Ortalık büdiğin gibi değil Şabancığım. A rtık yurtta nöbet falan tutuluyor. «H er an bir saldırı olabilir.» deniyor. Sonunda askerler ve polis yurdu aradı, gazoz şişesi, kürdan, cetvel, is kemle ayağı vs.’yi toplayıp götürdüler. Fruko’lar da aramadan sonra nasü eğitim gördüklerini belir ten bir gösteri yaptılar. Camları kırdılar, el kol ha reketleri yaptılar, kızlara kulağa hoş gelmeyen, in 2 sanın yüzünü kızartan tarzda lâflar söylediler. Son ra da gösteri bitti, çekip gittiler. Aradan çok geçmeden bir akşam vakti saat 9.30’da da Mustafa Kuseyri’yi vurdular Şabaneığım. Polis suçluyu bulamadı daha. Belki de bulur ne der sin... Bu konular acı konular Şabaneığım. Sussak da ha iyi. İstersen biraz havadan sudan bahsedelim. Sudan dedim de aklıma geldi. Y urt bu yıl Kerbela’ya döndü. Birinci katta bile çok zaman su kesiliyordu. Bıçak kemiğe dayanınca bir yürüyüş düzenlendi ama yürüyüş yapılmadan su işi halledüdi. Bu ara halle dilmeyen meseleler de var. Barlas var ya Barlas fa külteden verilen şebekeleri geçerli saymadı. «Bir şe beke de ben vereceğim. Bana da beş lira verin» dedi. Ne cin adamlar değil mi ? Bu sefer bütün fakülte öğ rencileri otobüsleri kaçırdılar. Köşe kapmaca oynan dı. Sonra bir iki defa süre uzatıldı şebeke almak için, araya Şubat tatili girdi. Uyutuldu gitti olay. Bir kıs mı belediyeye beş lira verip bir paso aldılar. Bu yıl geç başladık ama Şubat tatilini de bir ay süreyle tam yaptık. Sonra İngilizce, Almanca, Fran sızca derslerine çözüm bulunması için boykot ve ba zı çalışmalar yapıldı. Kısaca kurlara devam falan yengen oldu Şabaneığım. Seçimleri merak ettiğini sanmam ama söyleye yim. Devrimciler seçimi bu yıl da bundan öncekiler gibi aldı. Ancak bu yıl katılma oranı düşük oldu. Genellikle her şeye ilgi bu yıl zaten azdı. Meselâ bu yıl show yapılmadı. Kimse de çıkıp sormadı. «Yahu show yok m u?» diye. Aslmda olan Fes-Kom’un ge lirlerine oldu. K ıyafet balosu bile zarar etti. Sonra inek gezdirilmedi. Mezun Mülkiyeliler fena bozulu yorlar bu işlere. Reklâm almaya gittiğimizde bize sıkı nasihat veriyorlar bu yüzden. Gerçi televizyonda görmüşsündür ama bir de benden duy. Muammer A ksoy B.Y.Y.O. na Müdür oldu. Aramada Fruko amcalar onun dolaplarında, kitaplarında çekmecelerinde de bir şeyler aramışlar. Buldular mı bilmiyorum ama bu işe biz çok bozul duk. Akademik Konseyin bildirisini dinlemişsindir herhalde. Am a ne derler Şabaneığım, «kim okur kim dinler» değil m i? Millet kös dinlemiş gibi davranı yor. Herşey gibi bizde değiştik Şaban. İnan ki de ğiştik. Eskiden üç kelime vardı ki birbirinden türer di. (Forum, boykot, işgal). Artık böyle değil Şabancığım, hiç böyle değil. Forum yapıyoruz, konuşuyo ruz ama boykot, işgal yok artık. Onlar eskidendi. Bilmeden yaptık onları. Bizi yanlış anladılar. Biz de artık yapmayacağız. 27 Mayıs’m 10. yıldönümünde yüreğimiz ağzı mıza geldi doğrusu. Saat sabah 3.15’de bir gürültü ki deme gitsin. Marşlar söylüyordu millet. «Olur mu böyle olur mu» diye. Sonra «Ordu Gençlik el ele» diye bağırıyorlardı. Tamam dedik olan oldu. Ama sadece 10 yıl evveli saati saatine kutluyormuşuz. Vallahi yüreğimize soğuk su serpildi. Sana yine epey yazdık. Oysa sen bize hiç yaz mıyorsun. Mektubumun sonunda soranlara selâm eder gözlerinden öperim. Kardeşin (J^öporlajt, p a lla la n : (fâ en ^ en is yürek k&pialan Kazgan ııabız yoklama servisi tüJlap arasında dolaşıp nabız ve tansiyon ölçtü. Ağızlardan lıer dü şeni yazdı ve gördü ki; dervişin zikri ile fileri bir de ğildir. Biz sorduk bakın onlar neler söylediler : MUSTAFA AKKAŞ Sayın Akkaş, — Sizce Kıbrıs politikası nasıl olmalıdır. — Gözlerimi yaşarttınız abiler, şunu da söyle yebilirim ki Kıbrıslılar kızlarını bizlerden tecrite de vam ederse Kıbrıs uyuşmazlığına çare bulmanın im kânı yoktur. — SATTE kaç sayfa okursunuz? — Benim saatlerim başkasına uymaz. Kitabına göre değişir. — Kazgan nedir? — Kazgan, Türkiye’de yayınlanan en büyük mecmuadır. — Aşk nedir? — Aşk insanların kuluçka devridir. Ben de kulukçadan yeni kalktım, bazan uzun sürüyor. — Şimdiye kadar kaç kıza ayak attınız? — Sayısını bilmem ancak ayaklarım topal ol du artık. A K ÎF ÇAKIROGLU Sayın Çakıroğlu, — Bıyığınızı ne zaman bıraktınız? — Geçen haziranda Vahdet’in bıyıklarını niye kestin demesi üzerine bıraktım. (Vahdet dediğim hoca yani) — Kazgan için ne düşünüyorsunuz? — Yapma abi yahu. —: Aşk sizce nedir? — Aşk elma şekeri gibidir. Yalarım yalarım elimde sapı kalır. İlginç bir lâf değil m i? — Mülkiye’ye gelmeseydiniz ne olurdunuz? — Kaldırım mühendisi. Röportaj sırasında her dediğini yazdığımızı g ö rünce abi şunları bir düzgün yazalım diye ilâve etti. Biz de ayıp ettin anam dedik. ERDEM BARUTÇU Sayın Erdem, siz niye bu kadar cimrisiniz? — Ulan ben cimrimiyim be? — öyleyse bir sigara versene. — A l!... CİHAN AKYÜZ Size takılan bir isimden haberiniz var mı? — Yook. — (Kızcağız kendine kavak dendiğini bümiyor galiba) Pekii GalatasaraylIlara olan ilginiz nereden geliyor? — (Düşündü, düşündü, düşündü? dedi ki) Bunu GalatasaraylIlara sorun. — Sizce Kazgan nedir? — H iç tasvip etmiyorum. — Aşkın tarifini yapar mısınız? — Tarifi zor, bilmiyenler için. BARIŞ (A V N l A R IK ) Sana ne soralım ? — ö y le şey olur mu? — Kazgan size hediye olarak Mao’nun kızıl ki tabını hediye edecek ne dersiniz? — Ben baş kapitalistim yavu. Kitabı reddede rim. — Kazgan nedir? — Kuştur. — A şk nedir? (Vedat Demiröz’e dönerek sor du :) — A şk nedir V edat? — Mülkiye’ye gelmeseydiniz ne olurdunuz? — Bombok olurdum! TÜLİN ÖZTELCAN Sayın Tülin hanım sizce : — Kazgan nedir? — Mülkiyenin aynasıdır. — Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz? — Deliliktir. — Pekii. Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdu nuz? — öğretm en olurdum. — Sap kızlara ne tavsiye edersiniz? — Sap yapmalarını tavsiye ederim. MEHMET ÖLÇER Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdunuz? — Şarkıcı olmak isterdim. — Sizce olgunluk nedir? — Teşekkür ederim iyiyim. — H ayatta ilk sigarayı içince neler hissettiniz? — Sigara içmenin gerçekten boş olduğunu gör düm. — A şk nedir? — Hiç âşık olmadığım için birşey söyleyemem. V E D A T DEMÎRÖZ Sayın Vedat sınavlarda kopya çeker misiniz? — Ayıpsın, çektiğim başka şeydir. Sabır gibi teşbih gibi meselâ. Benim teşbihim yalnız iki bakla sı eksiktir. — Kazgan size göre nedir? — H iç bir şey değildir. — En sevdiğiniz yemek nedir? — Barbunya. — Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdunuz? — Aptal bir doktor olurdum (Şimdi kendileri iktisatçı olmuş bulunuyorlar) 3 H ALlL BAYRAKTAR Hoşgeldiniz Halilciğim buyrun oturun. Size bir kaç soru sorabilir miyiz? — Memnuniyetle beyefendi emirleriniz? — Estağfurullah ricamız olacak. — Hay hay buyursunlar efendim. — Ulan yeter be amma nazikmişsin, işimiz gü cümüz var bizim. Cevap ver de gidelim. — Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına gire mezseniz ne yapardınız? — Fotoğraf stüdyosu açarım (Turan Güneşin kulakları çın çın ötmüştür!) — Lâkabınız var mı? — O, ooooo bir sürü, kaç tane yahu. — Kazgan sizce nedir? — Kaynayan bir kazandır. Düşeni Allah koru sun. — Çok teşekkür ederiz, hadi eyvallah. — Aman efendim, bir çayımızı içseydiniz. İlgi nize çok teşekkür ederim. — Fe-süphanallah, adam bizi çıldırtmak isti yor galiba; hadi eyvallah aslanım. ÖMER GÜRKAN Merhabaaa Gürkancığım, ayol nasılsın bakim? — Teşekkür ederim ama ders çalışıyorum baş ka zaman gelseniz. — Olmaz efendim olmaz, soracağız cevap vere ceksin, tamam mı? Yoksa kazgan se.... —• Tamam tamam Allah kahretsin sor da git. — Fındığın cinsî kudreti artırdığı doğru mu? — Kızlar benden boşuna mı kaçıyor? — Şiire ne zaman başladınız? — Kafiye’ye yemek ismarladıktan sonra. — Aşk nedir? — Şimdiye kadar her kıza âşık oldum ama anlıyamadım. Bir kız da siz bulun, belki anlayabilirim.. İLHAN CEDİMAĞAR — Askerlikte başınızdan geçen cn ilginç olay nedir? — Askerliğim iki sene sürdü. — Niye hemen kızarıyorsunuz? — Yoğurt yerim ondan olsa gerek. — Mülkiyeye gelmeseydiniz ne olurdunuz? — Sizden uzak şimdi rahat olurdum. — Aşk nedir? — Erişilemeyen şeylere duyulan özlem. Ama bu nu yengeniz daha iyi bilir sanırım. CENGİZ ESENALP — Kazgan için ne düşünüyorsunuz? — İyi şeyler düşünüyorum. Bence kazgan, ba zı kazların hazırladığı bazı kazların da okuduğu bir nesnedir. — Aşk nedir? — Aşkolsun valla ayıp ettiniz. Yazarların ek mek parasını sağlıyan gereksiz bir konudur. — Bunları Oya okursa. — Yau isim koyuyor musunuz? Siz Allah aş kına. —• Mülkiyeye gelmeseydiniz ne ya.pardmız? — Adam olurdum. 4 -fa Dört mâliyeden Rıdvan Karluğ’un, kahvede tav la oynadıktan sorna, parayı vermeyi unutup, çı karken kahvecinin kendisine : — «Tavlalar kimde» dediğinde; — «Masanın üzerinde, kimse almadı, ne yapa cağım senin tavlanı, cebime koymadım ya» de diğini.. Haşan Şengüderin karanlıktan korktuğunu.. Sadık İkizek’in, öğretmenlik ayaklarında evli ka dınlarla ahbap olduğunu.. Ahmet Cahit Olgun’un Kurtuluş parkında zam paralık yaparken; kızların kendisine «AMCA» dediğini görünce zamparalığa tövbe ettiğini.. ■Jç Yüce Nebi Bayrak’ın yağcılık olsun diye, tahta ları sildiğini, silerken de sınıfa dönüp, göz kırp tığını.. -fa Gazi Kaya’nın tavlayı bilmemesine rağmen ken dini tavla kralı ilân ettiğini, yenilince de «Bu da şereftir» dediğini.. •fa Bülent Daver’in dört uluslardan bir kıza, abayı yaktığını eğer yoklama da yok olduğunu görür se, efkârla sigara yaktığım.. -fa Ahmet Cahit'in evlilik konusunda evle pazarlık ederken, 6 yaşındaki kardeşinin «Bu oğlan deli olmuş» dediğini.. •fa İlhan Ateş’in artık İzmir hattında çalışan oto büslerin bütün muavin ve hosteslerini tanıdığım.. -fa Sadık İkizek’in boksörlüğünü hammlarda dene diğini.. ■fa Ali Sakallı’nm küçük kızının bir gece «Yeter be baba, biraz da benimle oyna» dediğini.. ■fa Savaş Dizdarın, burs için kan aldırırken bayıldı ğını, sonradan, «Okulda kim söylerse döverim» dediğini.. ■fa Nuri Değer’in yüzüğünü nedense cebinde taşıdı ğını.. ■fa Nazime Olgaç’ın daima 17 yaşında olduğunu.. Orhan Belentepe’nin dört yü boyunca, gayet şık bir kıyafetle (çanta, şapka, şemsiye) okula geldi ğini ve kendini bankacılık hayatma şimdiden ha zırladığını.. Türkkaya A taöv’ün Mevlüt Bozdemir’e «Galiba saçların artık çenende çıkmaya başladı» dediğini.. -Jç Dört İşletmeden Hatice Gider’in, Kars Folklor ekibinin Polatlı gösterisinde, halk tarafından ka çırılma tehlikesine maruz kaldığını.. ■fa Perran’m «Gün geçtikçe Şekerbank gibi, hem gelişiyor, hem güzelleşiyorum» dediğini.. ■Jç Savaş Dizdar’ın Sınavda Aquinum’lu St. Thomas’ m çıkmaması için, «St. Thomas. ne olur, bana kıy ma» diye dua ettiğini.. İç G e z i d e n N o t l a r Birinci gün : Sabahın altısında Kızılaydan ha reket eden otobüste ayakta kalanlaV oldu. Gelenler arasında kurada çıkanlar azınlıktaydı. Fes-Kom baş kanı îbrahimin günlerce şike olmayacağını söyleme sine rağmen çoğunluğun kendi sınıfı işletmeden ol ması, hattâ H ayat’ın taze nişanlısı Mete’nin bile ge ziye dahil edilmesi yedek kuraların neden çekilmedi ğini izah ediyordu, işletme dışındaki şubelerden katılanların da bizzat Festival komitesi üyeleri olması Fes.— K om !+ îşletm e şeklinde bir manzara koyuyor du ortaya. îbrahimin gezi boyunca herkese günde 15 TL. harçlık verileceğini söylemesi üzerine uyu yanlar da uyandı. gidildi. Burada gençlerden TNS ve H atay Spor hak kında gerekli bilgiler alındı. Daha sonra toplanılıp Müze gezildi. Profesyonel rehber olmakla övünen Murat’ın kitaptan okuyup verdiği izahat dinlendi. ö ğ le yemeğinden sonra mesire yeri Harbiye’ye gidildi. Güzel manzara bulununca bol bol resim çekil di. Bilhassa işletmeciler pazarlık kabiliyetlerini gös termek için turistik eşya satan yaşlı bir adamla sa atlerce pazarlık ettiler. Bu arada alınan flütlerle oto büste kafa şişirildi. Bereket çalmasını bilen Nuray’ dan utandılar da bu işten vazgeçtiler. Nişanlı ve sözlü çiftler birbirlerine daha fazla yaklaştılar. Arkalarda viski şişeleri dolaşmaya, ön de de koro sabah olduğunu müjdelercesine konserini vermeye başladı. Biraz sonra yapılan sayımda A teş le birlikte 9 kız arkadaşımızın olduğu öğrenildi. A yak yolu molası verilince Sami’nin akıl edip getirdi ği topla asfaltta acele bir maç yapıldı. Ben kavalım, kaval benim. El ne karışır ?... Allah topunuzu yuvarlak eylesin... (Amin) Pozantı’da öğle yemeğinde şalgam suyu içen tüllab meraklarının cezasını ödemek üzere Picasso’nun desenlediği 00,a koştu. Alâattin abi’nin Fiat’ı İskenderun yakınlarında ilk arızayı yapınca kurbağaların verdiği konseri din lemek zorunda kaldık. Bu arada Derya başta olmak üzere birkaç delikanlı ilerdeki eşekle bir hayli ilgi lendiler. Saat 17.45’de en genç ilimiz H atay’a varabildik. Etrafımızı hemen meraklılar sarmıştı. Bu manzara karşısında hislenen Sahir, «Şu H atay’lılar aslan gibi erkek. Siz bilemezsiniz H atay’lılar ne günler geçirdi.» Meğer Vali’nin haberi bile yokmuş, «ne işiniz var burada» demiş. Neyse, geç de olsa kalacak bir yer gösterdiler. Kerler bavul taşıma ayaklarına ya tıp kızları odalarına kadar götürdüler. Kızlar bıra kılmış, otobüste sadece erkekler kalmıştı. Soğukoluk, Belen feryatları yükseliyordu. Tatava tbo, «Abiler yarın zinde gidelim de 250 TL. amorti edelim» diye tavsiyede bulundu. Yolculukla geçen günün yorgun luğunu atmak üzere tıpış tıpış Hatay Lisesi’ne yol landık. İkinci gün : Sabah 8’den itibaren uyanmaya başlanıldı. Otobüs gecikince Emekliler Kahvesi’ne Dünyanın ilk kilisesi St. Pierre’de A teş’e günah çıkarttıran Şeniz — «Bitti m i? Şimdi yeniden başla yabilir miyim» dedi. Saat 5.17’de İskenderun’un girişinde Kayma kamın gönderdiği polis tarafından karşılanmamız karşısında Savaş Dizdar bile polisler hakkmdaki fi kirlerini değiştirmeye kalktı. Otobüs Altın Dişler Oteli önünde durunca göz ler hep Ahmet Şahin’i aradı. Yokluğu işte şimdi an laşılmıştı. Saray lokantasmdaki akşam yemeğinde herkes kahvaltı, rakı ve şarapla susuzluk gideriyor du. Kapıda polis ise bizi lâf atan gençlerden koru yordu. Otelde bir de isveçli turist bulan seksiyon poli tikten Metin, Okhan lisan ukalalığına giriştiler. Der ya, Ayı, ve Sahir’in gece Soğukoluk’a hareket etme lerinden başka bir vukuat olmadı. Üçüncü gün : «Pardon dün gece Sahir değil Ibo gitmiş». Ibo bu sabah Mülkiye eşofmanı ile koridorda gezerken önce acıklı bir türkü tutturdu. Sonra da «böyle ge zinin içine... bir davamız bile yok » diye söylendi kendi kendine. Daha sonraları işi rast gitmeye baş layınca grup ta neşelendi Ibo sayesinde. 7 ’de İskenderun’dan hareket edildi. Adana tran sit geçildi. Erdemli yakınlarında bir portakal bahçe sine dalındı, narenciye ürünlerinin tarım ar edilmesi karşısında adamlar bizi kovalamak, Çelik abi de 50 TL. ödemek zorunda kaldı. . Kızkalesinde yolda alman kumanya yenildi. E k mek bulamıyan inci ağlamaya başladı. Ertan, Doğanay, Sami, Hürol, Ibo, Metin denize girmek cesa retini gösterdiler. Otobüste giyinirken Aktan’a gü zel pozlar çekme imkânı verdiler. 5 Otobüs ikinci arızayı yapınca uzun ve neşeli bir krosa başladık. Yolda bir inek gören Ertan hemen ceketini çıkarıp matadorluğa başladı. Herhangi bir reaksiyon görmeyince de kasılarak «Nasıl korkut tum» diyerek havasını attı. Dik yokuşun sonunda kimi cennete kimi de cehenneme gitti. Otobüse dön düğümüzde herkes turşu gibi idi. Silifke’de susuzluk giderildikten sonra Uzun Mustafanın Kıbrıs hatıratını dinledik. Alâaddin Abinin şahane manzaralı fakat tehlikeli virajlarda (faz la sürat felâkettir sözüne uyarak) saatte 10 km. hız la gitmesi sonunda geceyi ufak tefek tartışmalardan sonra Anamur’da geçirmek zorunda kaldık. Dördüncü gün : Soğuk ve rutubetli bir geceden sonra saat 6.30’ da hareket ettik. Ibo’nun morali biraz düzelmişti. Bütün yolculuk boyunca koltukta ters oturan Varol da romantik ve kaçamak bakışlar atfediyor, grupta sap kızın az olması bazılarının popülaritesini arttırı yordu. Alanya’da yazdan kalma bir havada Damlataş mağarası ve Kale gezildi. Kaymakamın verdiği zi yafet ve gösterdiği ilgi hepimizi memnun etti. Side’de gezinin ikinci banyosu alındı. Bu sefer kızlardan Betül’de ıslananlar arasındaydı. Aspendos’ta S.B.F. yazdık. Beleş ziyafete hazırlık! Nihayet Antalya’ya gelebildik. Akşamki ziyafe te yetişmek için tüllab korkunç ve kendilerinden beklenmeyen bir süratle süslenmeye başladı. Gece ziyafette Çelik Abi «Valinin yanında pipo, Kaymakamın yanında sigara şiarına uymuş bir du rumda vaziyeti idare ediyor.» Şube sataşmaları va linin masasında dahi devam ediyordu. Bu arada îbo «bütün Mülkiye’yi işlettiğini» söyledi. Heryerde an lattığı ayakkabıcılığının yanında yeni mesleğini de böylece öğrendik. Mehmet Memik’in vaünin güzel kı zını dansa kaldırması Ue dans başladı. Daha sonra misket havası oynandı. Tüllab türlü hünerlerini gös terdikçe hava samimileşti. Fakat vali hâlâ ciddi idi. Savaş’m idaresinde halk türküleri söyledik. îbrahimin kendinden geçerek söylediği şarkılarla vali niha yet güldü. (Ah aşk sen nelere kadirsin.) Ziyafetin sonunda hislenen vali bir nutuk çe kerek bizleri daha uzun müddet misafir etmek iste diğini fakat programımızın müsait olmadığım söyle yince Erdem «kalalım» diye hepimizin hislerine ter cüman oldu. Vali beyin yüzünün rengi bir anda de 6 ğişti. Ne ise durumu tatlıya bağlayarak Mülkiye marşı ile bitirdik, içki ve dansın tesiri ile olacak Memik «yaşasın Antakya Valisi» diye bağırdıysa da bereket o gürültüde vali duymadı. Valinin yanında sıkılan Ayı «yahu biz mahcur muyuz» diyerek dönüş te yolda kurdunu döktü. Gezinin en güzel günü böy lece sona erdi. Beşinci gün : Çoğunluğun bir gün daha Antalya’da kalmak istemesine rağmen Kazgan’a bile yazılamayacak bir takım şikâyetler sonucu toplanan erkeklerin katıl dığı forumda çıkan tartışmalardan sonra mecburen Denizli’ye hareket ettik. Îbo nihayet otobüsün ikiz kardeşlerinin yerini bir süre için dahi olsa değiştir meyi başardı. Insuyu mağarasında önce mide ve şe ker suyu içildi daha sonra da sarkıt ve dikitlerin ortasındaki berrak göl hayranlıkla seyredildi. Grubun en çok dağıtanı Sami, bozuk çalar saate dönen sesi ile fıkra anlatırken daha sonunu getirme den gülmeye başlayınca fıkralar güme gidiyordu. Gece geç vakit varılan Denizü’de yerleşüdikten sonra zorla yemek bulunan lokantada gezi komitesi Hocalarımızdan «Aile’nin bütün harcamalarında karabiber ve kürdan, bulaşık suyu ve sabun kadar önemli değil dir.» (Melmıet Selik) «A.B.D. de herkese eşit fırsat müsavatı tanın mıştır.» (Bülent Daver) «Bizim zamanımızda da gençlik kavga ederdi ama, ya kumar ya kız için.» (Halûk Ülman) «Arkadaşınızın sorusunu dinliyorum, sizi sonra şey yapacağım.» (Tuncer Bulutay) «Türkiye’de gidip gelme hürriyeti içinde seke rek gitme hürriyeti de vardır.» (Turan Güneş) Shumpeter, Avurturya da doğmuş, A.B.D. de profesörlük yapmış ve şimdi bizzat ölmüştür.» (Tuncer Bulutay) «İngilizce katı bir lisan, Türkçeleştirildiği za man sulanıyor.» (Besim Üstünel) «Adam, ülkesinde kalay arıyor herkesi kalayla mak için, kalay yok.» (Besim Üstünel) «Lâmbaları yakın lütfen, karanlıktan korka nm .» (Reşat Aktan) «Siz de buraya çıkarsanız görürsünüz, insan kendini burada sahnede gibi hissediyor.» (Reşat Aktan) garsonluk yapmasına rağmen kimselere yaranamadı ve idareyi Çelik abi devraldı. Altıncı gün : Sabah lise bahçesinde son yılların en iddialı ve mühim maçı yapıldı. Öyle yemeği Pamukkale’de vali ile beraber yenildi. Sıcak suda yapılan banyo herke sin sinirlerini yumuşattı. Kuşadası’nm 7. km’de Kaymakam tarafından karşılanmamız Mülkiye’nin statüsünün henüz mev cut olması bakımından hepimizin gözlerini yaşarttı. Akşam yemeği neşe içinde ve koro şarkılarla geçti. Annesinin güzel yemeklerine alışık olan inci yine çok az şey yedi. Yedinci gün : Sabah, Kaymakam Kuşadası’m gezdirmek neza ketini gösterdi. Bu arada yeni yapılan kaymakam evini gören tellâklar zevkten dört köşe oldular. Fransızların tatil köyü gezilirken, Türk müdür «Burada aklınıza gelen herşey yapılır, kimse de dö nüp bakmaz» deyince Ayı Savaş ve diğerleri yazın inciler «Ders yılının 1 /3 ini irademiz dışında kullan maksızın kullanmış durumdayız.» (Reşat Aktan) «Devlet bir şahsı manevidir. Yemez, içmez, ka kasını çıkarmaz.» (İsmail Türk) «ö y le bir ülke ele alalım ki bahsettiğimiz ülke de fak tör donatımı o biçim olsun.» (Besim Üstünel) «Yabancı dil, bir kişinin kafasına ağzından bur nundan ya da her hangi bir açıklığından zorla sokulamaz.» (Orhan Tiirkay) «Yorgunluk iki türlüdür : 1 — N ot tutmaktan, 2 — Dinlenmekten. O halde siz ikisini de yapıyorsunuz. Sizin duru munuz yorgunluk değil perişanlıktır.» (Sait Kemal Miînaroğlu) «Bugün kendimi showluk ve kazganlık hissedi yorum. Zaten o durumdayım. Istanbuldan beraber geldiğimiz dört arkadaş vardı. O keratalar derste yok, uyuyorlar herhalde.» (Mehmet Selik) «Kitle halinde ölüm olan felâketlerden sonra nüfusta bir fırlama olur. Bunun nedeni, geride ka lanların özel gayret göstermeleridir.» (Reşat A ktan) «Amerika gibi Rusya’nın yayılması da mis gibi emperyalizm kokuyor.» (Suat Bilge) müstahdem olarak çalışma ayaklarına yattılar. Ha tice seminerini kolayladı. Didim’de Apollon mabedinde Zeki bir grup res mi çekecekti, Ibo «Tamam mı» diye sorduğunda «ol du ama tepesini almıyor» diye cevap verdi ve yere uzanıp resmi çekti. Dilek heykeli öpüldü. Söke’de bir gün önce hepimizin sempatisini ka zanan Denizli valisi-Ziya Durâkoğlu’nun ölümü he pimizi üzdü. Reyan’m hastalanması ve Doğanay ile birlikte Ankara’ya dönmek zorunda kalması günün diğer üzücü bir olayı idi. Gece gidilen hamamda tel lâk Ilhan bizim kerleri epeyce meşgul etmiş. Hürol diğerlerinden yarım saat geç çıktıktan sonra otelde bir duş almasına bakılırsa tedbir alacağını söyleyen oda arkadaşı Ersal’a hak vermek gerekiyor. Sekizinci gün : ik i gün Kuşadası’nda kalıp dinlendikten sonra sabah İzmir’e hareket ettik. Yol üzerinde uğradığı mız Selçuk’da E fes müzesi gezildi. En çok ilgi du yulan ve kartpostalı en çok alman eser Bereket Tan rısının heykelciliği oldu. Tarihi Efes şehri gezilirken yerde görülen bir reklâmın tavsiyesine uyularak Aşk Evi gezildi. Kızlarımız buradaki tulumbadan bol bol su içtiler. Reklâmcılığın geliştiği bu tarihi şehirde kütüphane ile Aşk Evi karşı karşıya idi. İnekler ço cuklar gibi kütüphaneye gidip teori yapmadan doğ rudan doğruya pratik yapmak istediler. Neyse İz mir’e yaklaştık. Meryem A na’nın evi gezildikten son ra kolyeler takıldı. İzmir’e girişte güzel kızlar görün ce otobüste bir gevşeme oldu. Şimdiye kadar hayat larından memnun olan kızlarımız buna içerlediler. Alâaddin abinin «Erkek Üniversitesi Yurdu nerede» Çıktık açık alınla Hamama gittik nalınla.. diye sorup araştırması neticesinde yurdu bulabildik. Gece serbestti. Bornova’daki Dokuzuncu gün : İzmir’de bir program olmadığından ve Validen fazla ilgi görülmediğinden herkes dağıldı. Çoğunun akrabası vardı. Gelmişken ziyaret etmemezlik olmaz dı. Akrabası olmayanların da ziyaret edecekleri yer ler bulunurdu elbet. Nitekim kerler kafileler halinde Kemeraltı’m şenlendirdiler. Halûk burada «şişko dip lomat» lâkabını aldı. Akademiyi ziyarete giren Ertan güzel, kızları görünce «A bi hemen bir diskotek bulup bu kızlan atalım» demeye başladı. Bu gezi bazılarımıza bazı yeni alışkanlıklar getirdi. Haydi hayırlısı. Akşam 7 17’de sanki sözleşmiş gibi Konak’ta buluşuldu. Bu radan gruplar halinde ayrılarak son gecede Kadifekale, Kordon, vs. gezildi. Son otobüsü kaçıranlar otel parasını geçen taksi parası vermek zorunda kaldılar taa Bornova’ya ulaşmak için. Onuncu gün : İlk defa olarak hava bozdu. Izmirde çiseleyen yağmur, yol boyunca sağnak halini aldı, öyle yeme ği Bandırma’da yendi, Kaymakam bulunamayınca Bursa’ya hareket edildi. Bursa’ya yaklaşırken Sami Bursalı olduğunu hatırladı ve mahallî kıyafetine bü ründü. Havasmdan mıdır yoksa suyundan mı diğer çocukların da seslerinde ve hareketlerinde değişik likler oldu. Gece toplu halde Yeni Kaplıcaya gidildi. Onbirinci gün : Öğlen erkenden kebapçıda buluşuldu. Daha son ra sağanak yağmura rağmen Yeşil Türbe ve Ulucami gezildi. Kapalıçarşıdan bol bol havlu alındı, en çok Hem kayar... ...hem düğerim alış veriş eden Çelik abi oldu. Bu arada Derya ile Mustafa nişanlılarına hediye seçmek için saatlerce dolaştılar. . Gece Acar Kulüpte neşeli bir vakit geçirdik. Sa natkârların bizim masaya iltifatları karşısında has ta olan Ayı büe neşesini buldu, ve naralar atmaya başladı, inci Kayhan yeşil elbisesini giymiş partöneri Ersal’la dans ederken hayatından gayet memnun görünüyordu. Bu gece îb o ’nun da işi rast gidiyor ni hayet. O kadar ki koğuşa dönüşte uyuyanları sırf neşesini paylaşsınlar diye uyandırdı ve sabahın üçü ne kadar uyutmadı . 8 Oııikiııci gün : Sabah îb o ’dan fecî bir intikam alındı. Çelik abi sabah şu müjdeyi verdi. «Teleferik bedava, gece zi yafet, ertesi gün fabrikada bir ziyafet daha.» Hava nihayet düzelmiş, teleferik işlemeye baş lamıştı. Bursa’da üçüncü günümüzde. Uludağ’da ön ce otele doğru bir yürüyüşe başladık. İkinci Km. de vazgeçip karlar üzerinde yemeğimizi yedik, kanyak larımızı içtik. Daha sonra Betül ve Murat’ın getir diği bir kaç kayakla heveslerini almak isteyenler sı raya girdiler, ve herkesten daha çok karda boyla rının ölçülerini aldıkları gibi kayak yerine de yüz meyi öğrendiler. Uludağ’ın tadını daha çok güneşle nip kayanları seyredenler çıkardılar. Gece Çardak'ta Vali Muavininin verdiği ziyafette içki limitinin ol maması Antalya’da olduğu gibi bizi hesap pusulala rını cebimizde saklamak zahmetinden kurtardı, inci, Daver’den sıfır alma pahasına diktiği elbisesini kiymişti nihayet. îb o içli sesi ile makberi söyledikten sonra veda etti. Bayramda ayakkabıcı dükkânında olmak zorunda idi. Çelik abinin kendisinden müsaade isteyen Memik’e «pekiyi sevgilim» diye cevap vermesi hepimizi şaşırttı. Gezinin sonunda dağıtmayan kimse kalma mıştı herhalde. Onüçüncü gün : Gezinin bir tetkik gezisi olduğunu nihayet geç de olsa fark ettik. Ve hiç olmazsa bir iki fabrikamızı gezmeye karar verdik. Önce Merinos fabrikası, daha sonra da özel sektörün Çimento fabrikası gezildi. Öyle yemeği kapitalistlerdendi. Sonra da konuşma sını seven müdüre bazı sorular sormak zorunda kal dık. Akşam Bursa Mülkiyeliler Birliğinin verdiği yemek, gayet samimi bir havada geçti. Eski hatıralar ve muziplikler dinlendi. Biz bugünkü Mülkiye’yi canlandırmaya çalıştık. Eskilerle Ayı'nın gay retine rağmen yarışamadık. Yemekten sonra Mülki yeli ahilerimizi de alıp bir kulübe gittik. Orada diğer bir mülkiyelinin gönderdiği şampanyaya orkestra eşliğinde Mülkiye marşı ile cevap verdik. Ondördüncü gün : Gezi sona ermişti. Artık uzunca bir hasretten sonra Ankara’ya dönülecekti. Aslında İzmit’ten An kara’ya sapan otobüstekilerin sayısı ondört gün ön cesinin ancak yansı idi. Yol boyunca diğerleri da ğılmıştı. Herşeye rağmen iyi bir gezi yapılmış, güzel yurdumuzun cennet köşeleri gezilmiş, her gidilen yerlerde dileklerde bulunulmuş, en önemlisi her za man övündüğümüz Mülkiyelilik ruhuna rağmen pek çoğumuz son sınıfta birkaç samimi arkadaş edinme fırsatı bulmuştuk. Temizlik ekibi DUA - ÜL MUAZZAMA ( r z A b d e s ts iz o k u n m a z ) îlahi yarabbi, îlahi yarabbi... Biz günahkâr, sen rahimsin. Biz hakiriz sen ke rimsin. Biz isteriz. Sen verirsin yarabbi. Haram de din içki içtik. Daima yanlış yollar seçtik. Ders, de diler, dalga geçtik. Üssümizan tutturup, zorla sıyrı lıp geçtik. Bütün tüllap avuç açtık, şimdi affına gel dik... Herkeste bir sonsuz telâş, bu sınavlar sanki sa vaş, bizde hal yok. Tüllap yavaş. Medetimiz sensin yarap. Proflar dalımıza bindi. Düşmanlarımız sevin di. Tüm tüllap, yere serildi. Tek ümit var sensin yarap... Sınıfları geçmek için, kolay kopya çekmek için, şu okuldan kaçmak için, bize fırsat bahşet yarap. Sağcısı var solcusu var. Bunun orta yolcusu var. A rafat’tan Tur’a kadar bizim gibi mümin kullar, avuç açıp sana geldik. Sen bizleri kurtar yarap... idarenin bursu kesik. Tellâkların yüzü asık. Du rum vaziyetler nazik. Paralar çoktan tükendi. Bütün yollar da denendi. Yolsuzluğun son çaresi, oturup kumar oynandı. Para kazanalım derken, ayakta don da kalmadı. Büyüklerin insafı yok. Kredi istedik ve ren yok. Başbakan kardeşimiz de yok. Biz n’apalım söyle yarap... Saplık canımıza tak etti. Kızlar durumu fark etti. Döndü geriye çark etti. TNS bizi mahvetti. Bu lâfın gelişi aslında. Ne TNS, ne de kızlar, derdimizi anlamazlar. Birinde şebeke geçmeli. Kızlar bizi de seçmeli. Biz de senin kullarınız. Kızlar da senin kul ların. Bir tek bile pas vermezler, zoru ne ola bun ların. Sap yaşayan kerler için,’ öyle genel yerler için, ayıp denen şeyler için, bize ilham ilet yarap... Profların yüzü suyu hürmetine, ders çalışan ineklerin gayretine, bizim gibi bağrı yanık bütün tüllap milletine sen yardım et, sen himmet et. Her kes geçsin kalan kimse kalmasın. Haziranda bitsin işler. Ekime iş kalmasın. Mezunlara iş bulunsun. Bu çalkantılar durulsun. Defler davullar vurulsun. Dün ya cennet olsun yarap... İsyanımızı affeyle, ayıplarımız setreyle, düşman larımız kahreyle, zalimlere fırsat verme. Amin diyen müminleri huzurundan boş çevirme. Daverin şidde tinden, Fahirin hiddetinden, Besimin soğuk esprisin den, Selik’in teklemesinden, bizleri masun eyle ya rabbi... Boykotlardan aman ettik. Derse kaç ay devam ettik. Şükür bitti tamam ettik. Yola geldik iman et tik. Sen tekrarından koru yarap... Bu yıl herşey bir hal oldu. Barlas geldi şebeke ler geçmedi. Tabi bu hal talebeyi açmadı. Yol kesil di otobüsler geçmedi. Zaman geçti şebekeler geçme di. Şu zavallı tüllabı bir koruyan çıkmadı. Sen kahhar isminle kahreyle yarap... Kızlar, erkekler günahkâr, şeytanlıkta herkes cabbar. Sensin rahim, sensin settar, günahları affet yarap. Besim’in uzun boyuna, Daver’in çapkın huyu na, Safa’nın tatlı diline bizi kurban etme yarap. Gün ler geçer, bir gün hesap sorulur. Sınavlarda ince sı rat kurulur. Kimi kolay geçer kimi devrilir. Sen bizi kolay geçenlerden eyle yarap. Mektep biter birgün mezun olursak, şöyle iyisinden bir iş bulursak, fikri miz değişmez bu kararda kalırsak bize bir de iyi av rat nasip eyle yarabbi... ilahi yarabbi, İlâhi yarabbi!... Mıhçızade Cemal’in yoklamasından, Daver’in haşlamasından, Turan Güneş’in taşlamasından, Türkkaya’nın saçmalamasından, Aktan’ın uyutmasından bizler bîzar olduk, bıktık. Sen bildiğin gibi bu işleri hallet yarabbi. Sait Kemâl tecavüzde berdevam, ar tık ağlıyacak zavallı Rıdvan, yakıyor kızları dersler de Baran, bizi de öyle yakışıklı kullarından eyle ya rabbi ... Bütün tüllâp ağlayıp kapına geldik. Göz yaşı dökerek affına geldik. Dilenciler bulup sadaka ver dik. Hocalara kıl çektik yağcılık yaptık. Eylemleri mizi boşa çıkartma yarap... Bu duaya amin diyen her keri, iki cihanda aziz eyle. Okuduğumuz duadan, irtihal etmiş Mülkiyelilik ruhunu da haberdar edip makamı cennet, kabrini pür nur eyle. Pek aziz, pek muhterem, şefkati bol hocalarımızı bizden razı ve hoşnut eyle. Notlarını bol, sorularını kolay eyle. Kızlarımızı bize de pas ve recek kadar saf, bizleri çekemiyen bazılarını da mahv ve perişan eyle yarabbi... Dizildik huzurunda saf saf, bütün proflara in saf, ihsan eyle yarap... Yurdun hali sence malûm. Anlatmaya değmez halim. Bir acaip çiledir bu çeke çeke bitmez yarap. Yemeklerin tadı yoktur. Asansör hergün bozuktur. Kantin dışardan kazıktır. Bu tüllaba da yazıktır. Bir çaresi yok mu yarap?.. Musluklarda sular akmaz, açık kapılar kapanmaz, tuvalette ayna kalmaz. Eyüp Peygamber dayanmaz. Sabır, sabır yetir yarap... 9 TELLAKLAR İdari Ş u b e zide bu zaafını çakmayan kal mamış, «işin rast gitsin» dua larının hedefi olmuştur. Rivayete göre, su şişelerinin üzerindeki isim yüzünden su da içemez olmuştur. Kaymakamlık tan ümidi kesince, işletme dok torası yapmaya karar vermiş bulunmaktadır. Başarılar dile riz. İLHAN ATEŞ J/lülkiife t e llâ k la Sel3u (B u rslard a y e n g e n elâ u J H aiifel m e m u r lu ğ u •firlık li r lıat/al cldu ERDEM BARUTÇU 1947 de doğdu. Türlü çeşitli okullarda okuduktan sonra, Şahane’ye duhul etti. Galatasaray’ da okurken, bir gün büyük bir merasimle, adını «Dalton» koy dular. Törende, okul müdürü nün, «Adını ben verdim, belânı Allah versin» dediği rivayet olunur. Bu Dalton biraderimizin her hafta basket antrenmanla rına katıldığı hâlde, bâzı yara mazlıkları nedeniyle, boyu bir türlü uzayamamıştır. Ancak dostumuz, boy kısalığı ile zekâ arasında bir ters orantı olduğu iddiasındadır. (Besim Üstünel’in kulakları çınlasın) Mülkiye’de «Dalton» adının duyulmaması için her türlü ça bayı sarfetmesine rağmen si mitçi Murat tarafından teşhis ve teşhir edilmiştir. Sırf bu yüz den, masum Mehmet Ölçer’e de «Red Kit» adı verilmiştir. (Oh olsun, o da beraber gezmesey miş.) Arkadaşımızın edebiyata karşı derin bir ilgisi olup, bir çok nesir ve manzum eser yaz mıştır. Ancak eserleri diğer ya zar ve şairlerin, mesleklerini ha kir görmemeleri için, Kazganca ödül verileceği vaadiyle elinden alınıp imha edilmiştir. Küçüklüğünden beri hayâl et tiği Fransa’ya gidince, pasapor tunu kaybetmiş; kimse, onun Türk olduğuna inanmayınca da sünnetli olduğunu göstermek zorunda kalmıştır. Fransa hatı ralarına böyle süslemeler katan dostumuzun tüm macerası gün de iki baskı dinlenerek tüm tüllapça ezberlenmiş olup, anlat maya başladığı zaman, artık ko ro halinde söylenmektedir. Mülkiyede tahsil boyunca, seminer, kur, ders, hattâ Yasa’nın ders lerini dahi kaçırmamakla övü necek kadar da inektir. Hangi kıza ayak atmaya kalksa, o kı zın kısmeti açıldığından «Ne fe na talihim var, kimi sevsem el alır» şarkısını dilinden düşür mez olmuştur. «Gül» adına kar şı derin ilgisi olduğunu söylerse de, bu yıl, inci-boncuk üzerinde ihtisası tercih etmektedir. Iç ge Bu sağmal inek 1948 de Ka ğızman’da dünyaya geldi. İzmir’ de liseyi bitirdi ve 1966 da Mülkiyeye girdi. O gün bu gün ders çalışmak ve İzmir’deki yengeni ze mektup yazmaktan başka hiç bir iş yapmamıştır. Bu İzmir’ deki hatuna o derece bağlıdır ki, başka kızlara ancak «kardeş» diye ayak atmaktadır. Eğer kendi sözüne güvenilirse, nikâhdan beri hiç böyle bir halt et memiştir. Bizi saf bulduğundan, «Ben şarklıyım arkadaş, bu yol lar bize gelmez» diye de rol yap maktadır. Zaman zaman sorduğu soru larla, hem hocaların hem de se miner anlatanların baş belâsı olmuş, bu yüzden derslere gel memesini teşvik için de yokla malar yapılmaz hâle gelmiştir. SADIK ÎKİZEK 1947 de doğdu. Büyüdü büyü dü... Mülkiyeye girdi. İşin tu hafı, büyüdüğünü ancak o za man fark etti. Üstelik toy gön lünü bir de esmere kaptırdı. Dünya nimetlerinin tadı dama ğına çalınınca dersleri mayna etti, tabü. Öyle ki, ne hocaları tanıyor, ne de derslerin adını bi liyordu. Sağolsun İlhan A teş’in notlan çok işe yaradı. Mülkiye li esmer kızı terk edip, köyün den bir başka hatun bulup ev lendi. Ve rivayet odur ki, «Ohh, dünya varmış» dedi. Ona mut luluklar ve başanlar diler, herşeyin gönlünce olmasını dileriz. Ne de olsa iyi tellâktır. ERDAL. AKTAŞ 6 haziran 1946 da Ankara’da doğdu. Tahsil hayatı boyunca yurdun bir ucundan öbür ucuna koştu durdu. Bu yüzden İlkoku lu Bafra, Siirt, ve Develi’de, or taokulu Muş’ta ve nihayet lise yi doğduğu şehirde yani Anka ra’da okudu ve de takiben Şaha neye girdi. «Düşünüyorum öy leyse varım» fikrinin sadık ada m ı olup, bu yüzden ömrünü var lığını ispat zımnında düşünmek le geçirmiştir. Çok mütevazi ol ması yakışıklılığını itirafa mani teşkil ettiğinden duvarlara ilân yapıştırmak suretiyle yakışıklı lığını açıklamaktadır. Saz çala rak, resim yaparak boş za manlarını değerlendirmektedir. Gençliğinde de kırbayır demez karakucak kapışır elbisesini kir lettiği için de bir araba sopa yiyerek adını bugüne dek pehli van oarak getirmiştir. Bunun dışında elektrik konusu mera kım tahrik eder bu yüzden sa yısız defa çarpılmıştır. Tanrı onu artık çarpılmaktan korusun ve de tuttuğu altın olsun. Amin. bitkisel hayat yaşayan kerlere örnek olmuştur, inek bayramı na, i ç geziye ve baloya koşa ko şa gelmiş, neşelenmiş ve etrafını da neşelendirmiştir. En büyük yılında geldi. 1963 yılında 21 Mayıs hareketlerine katılıp okuldan atıldı. Ertesi yıl Orta Doğu Teknik Üniversitesi ha zırlık okulunu bitirip Mülkiye’ ye geldi. En büyük aşkını T R T ’ li bir kızla yaşadı. Fakat kızın kendisinden yaşça büyük olma sı Doğan’ın, ondan ayrılmasına sebep oldu. M USTAFA ÖZKARA 1.1.1946 da A fy on ’un Sandık lı kazasında doğdu, ilk ve orta okulu da orada bitirdi. Lise tah silini ilk kez gurbete çıkarak A fyonda yaptı. Yüksek tahsile O.D.T.Ü. hazırlık sınıfında baş ladı bilahare Mülkiyeye girdi. Yazın ava, kışın sinemaya, ge celeri kitap okumaya bayılan bu arkadaşımız, yaşma göre genç göründüğünü zannetmekteyse de aslında olduğundan yaşlı g ö rünmektedir. Gerçekte çok ama pek çok gençtir, hattâ çocuk sa yılır. Uğur sayısı eskiden 5 iken Mülkiyeye geldikten sonra üssümizan zoruyla yedi olmuştur. Bir de renkleri seçişi vardır ki zevk sahibi olduğunun tek tanı ğıdır. Allah sizi inandırsın B or do bir de koyu yeşili sever. Bu nedenle sevdiği şarkı da yeşiLim yeşiLim, yeşiLim aman şarkısı dır. Sempatiktir de üstelik bir de hoşsohbet olduğundan h e r kesin aradığı ve fakat bulama dığı bir arkadaşımızdır. İNCİ K A Y H A N Gerçekten de inci gibi bir kız dır, bizim inci. Neşeli, hareket li, çalışkan fakat biraz da alın gandır. Bütün arkadaşları ara sında sevilen bu zarif arkadaşı mız bütün sosyal faaliyetlere katılarak Mülkiye’deki bir sürü özelliği kendisine atılan ayaklan zarif ve kibar bir şekilde ekarte etmesidir. Bu nedenle hiç kim senin inhisarına girmemiş, bü tün tüllabın çok sevdiği bir kız olarak kalmıştır. Inci’ye gelecek hayatında da mutluluk ve başarılar dileriz. E R H A N TANJU Anamur’da 1948 de doğdu. Sakalı bütün çabalanna rağmen henüz çıkmamıştır. Neredeyse Mülkiyeyi bitirecektir, ama he nüz ortaokul öğrencisi kadar gösterir. Bu yüzden Kolejin önünde ayak attığı kızlar ona pas vermemiştir. H ayatta ne çektiyse soyadının TANJU olmasmsan çekmiştir. Bu nedenle is minin düzeltilmesi için bir dâvâ açmış, lâkin hakim, «A oğlum sen TA N JU değil misin? Niçin utanıyormuşsun» diye dâvâsını reddetmiştir. Pek sevimli bu yavru komandocuk el sıkarken bütün kuvvetini kullandığı için yüzü kızardığından, bu onun çok utangaç oluşuna verilmekte dir. ilk yıllar çok çalışmadığı hal de son yıllarda sıkı çalışan ve çok içen bir kimse oldu. En çok sevdiği şeyler: Kamp yapmak, futbol maçlarına gitmek, tiyat roya gitmektir, ideali atı, avratı, pusadı olmadığı için dokto raya gitmektir. DOĞAN ÇETİN 1944 yılında Kırşehir’de doğ du. Ortaokulu Kırşehir’de bitir dikten sonra Erzincan Askerî Lisesi’ne yazıldı. Oradan Kara Harp Okulu’na 1961-1962 ders ŞERİFE UMUT 11 rımlar ( !) yapmak olduğu ve bu yüzden Zaferle rekabete giriş tikleri ve bunun da birinci sınıf arkadaşları tarafından izlendiği sonradan anlaşılmıştır. Hazırla dıkları «araştırma raporunu» kendisi hiç üzerine alınmadığınçoğaltarak bir kaç hoca’ya ödev olarak yutturmak cinliğini gös termişlerdir. Italyan kovboy filimlerini ka çırmayan ve Fransız şarkılarına bayılan Kerim, son zamanlarda devrimci aranjman marşlarına da merak salmış ve her yerde söylemiye başlamıştır. Yüzmeyi ve İstanbul’u çok seven arkadaşımızın istediği yerde dilediği kişilerle beraber olmasını dileriz. 12 KEKİM ÜMİT ÜNSAL SAMÎ TE ZV E RE N Bir karatma gecesi Ankara’ da dünyaya gelen arkadaşımız büyük bir hevesle girdiği Mülkiye’de D i. Malî şubede sınıfta kalınca «Ben zaten kaymakam olmak için Mülkiye’ye girm iş tim» diyerek İdarî şubeye kapa ğı atmıştır. İlk sınıflardaki afacanlıkları nı bırakarak, son sınıfta «bazı önemli nedenlerle( ! ) » ideal bir öğrenci olmak için derslere de vam etmek istediği halde, kan tinde birinci sınıfın kızlan ile oturmaktan veya arkadaşları ile kol kola gezmekten, Basın Yayın’m yeni kızlarına poz atmak tan başka bir işe yaramamıştır. «Ben artık uslandım ve de yaş landım» diyerek, okulda ayak atmamakla beraber sık sık Çan kaya’daki Pub 121 de veya Playb oy’da arkadaşları tarafından enselenince, «Biz arkadaşız» pa lavrası ile herkesi uyutacağını sanmışsa da, kendisinden başka uyuyan’da olmamıştır. Derslerde yoklamalarda gö bek adı okunduğundan ve de kendisi hiç üzerine alınmadığın dan, onun yerine arkadaşları ko ro halinde hocaya «Burada» di ye cevap verdiklerinde, ayılıp, arkadaşlarına ilgilerinden dola yı teşekkür edecek kadar nazik bir arkadaşımızdır. Bu sene Fehmi Yavuz’a ödev yapıyoruz diye sık sık Zaferle gayet şık giyinip E.G.O.’ya git melerinin nedeni bir takım yatı 1947’de Yeşil Bursa’da nur to pu gibi bir çocuk dünya’ya gellince, onu görenler «ne yüce bir sanat harikası diyerek, parmak larını ısırmışlardır». İdarî Şubenin bu efendi, dü rüst, espritüel, kaytan bıyıklı, mert delikanlısı Mülkiye’nin vo leybol, basketbol takımlarının en aranan elemanlarından biri dir. Fakat formunda olmadığı zamanlarda kazanmış olduğu kova ve tenekelerle geleceğin en büyük teneke şirketlerinden birini kuracağı kesindir. kara’yıda yeşillendirme kam panyasına girişmiştir. Geleceğin bu başarılı valisine sonsuz mutluluklar dileriz. N İHAT ERKAN 1 Kasım 1945 yılında Amas ya’nın Gümüş Hacıköy kaza sında dünyaya gözünü açmış, ilk ve orta tahsilini burada ta mamladıktan sonra Kara Harp Okulu’na kaydını yaptırıp 2021 Mayıs hâdiselerine kadar bu rada okumuş, 5-15 sene ile yar gılanıp beraat etmiş, fakat Harp Okulundan da atılmıştır. Orta . Doğu Teknik Üniversi tesinin hazırlık kısmını bitirip, İdarî İlimler Fakültesine devam etmiş, sömestr içinde Siyasal’a transfer olmuştur. Seyahate olan düşkünlüğü ba şına türlü belâlar açmış ise de o Suriye, Lübnan, Mısır, Ispan ya, Fransa ve İtalya’yı dolaşıp yurda döndüğü zaman buraları unutamamış ve özellikle Beyrut ve Barselona gecelerini hayalin den bir türlü çıkaramamıştır. 1969 Haziran’mda Kırşehir Kayseri arasında düz yolda beş takla atıp «bilen şoför kazanı yor» ödülünü almış, mükâfat olarak bir ay hastahanede ya tıp ölümün eşiğinden dönebil miştir. En çok kızdığı şey kızların okulda kendisini aramasıdır. Kızlar yüzünden boş vakit bu lup ders çalışamadığından şikâ yetçidir. Sevdiği şeyler: Cins-i lâtifler, gece hayatı ve futbol dur. GAZI K A Y A - n y 'e ju o s u'B p.'B E jna ‘d n jo 5 b 3 b 3{is j(is uai{j8ij(3q znı ‘iutes aA - lu ıo jd u o Ç u a ı^ ıp a jz o â 9i î ı p s s p â J iq T ip -E sp iu u b jio jî J ‘ uubizijj T^up.BSjng 9| İkinci Dünya Savaşının barut, duman ve kan kokan yılı 1944 ün sonbaharında küçük bir köy de dünyaya gözlerini açtı. Okul denen nimete ancak 9 yaşında, bir eğitmenin himmetiyle ka vuştu. Fakat bir yıl geçmeden onu da yitirdi. Okumanın tadı damağında kalan Gazi, hiç ol mazsa ilkokulu bitirebilmek ?çin, babasımn işçi olarak çalış tığı şehre gitti. Yaşından mı başından mı bilinmez, orta ve liseyi pekiyi ile bitirince, evi, bir çok mahrumiyeti kabul ile, ona tahsilin yeşil ışığını yaktı. Artık Gazi, yazlan Beypazan Orman İşletmesinde çalışıp kış ları okula gidiyordu. Gazi, spor da yapar. Beypazarı takımının kaptanlığını deruhte eder. Eder ama, onun ideali Kaymakamlık tır. Eski yönetmeliğin kurbanı olup bir yıl kaybedince, küçük âlemine kilitledi kendini. Kızsız kızansız ve galiba artık biraz da iddiasız olarak fakülteyi bi tirme dönemine girdi. Biz Kazgan olarak ona; bol kız, kızan ve helâlinden Kaymakamlığını dileriz. MUSTAFA AKDOĞAN Mustafa Haziran’larda kaput gidip Eylül’e hemen her dersten gelmeğe alışıktır. Buna rağmen hiç sınıfta takmadan geçmeği de başaran bir kerdir. Festival komitesi üyeliğine ve de Kazgan komitesine girmeği istediği için gıyaben seçilmiş fakat hiç bir toplantıya ve çalışmaya ka tılmayarak vurdum duymazlık rekorları kırmıştır. demeyin, bu işte büyük ihtisası vardır. Sessiz sedasız ve de kimseye çaktırmadan memleketinde ni şan yapıp gelmiş bu suretle Mül kiye Saplar Dergâhı en büyük müridini yitirmiştir. Bu çingene kılıklı tellâğa bun dan böyle de başarılar dileriz. SAVAŞ DİZD AR 1944 yılı, 6 haziranı Normandiya çıkarmasının gerçekleşti rildiği gündür. Bu olaydan bir gün önce bir çıkarma daha ol muştu. Bu da Hayriye hanım teyzenin çıkarmasıydı. Çıkarma başarılı oldu. Bütün Mülkiye tüllabı sonucu yakından bilir. Mekteb-i Mülkiye’de, ilk kez «deli», «serseri» gibi lakaplarla anıldıysa’da, diyalektik gelişimi nin ileri aşamalarında tüm kötü sıfatlardan (ve zamirlerden) münezzeh bir profesyonel dev rimci oldu. (Fazla bilgi için bk: I. Şube kayıtları, mahkeme za bıtları ve düstur.) Anti-emperyalist mücadelesi ni özellikle Amerikan Kız K olej lerinde başarıyla ( !) yürüttü. Hikmet Çiçek’i de Çankaya A s kerlik Şubesine kadar yürüttü. (Bakınız «Ben de Lazdım» ya zan Hikmet Çiçek Cilt III. sf. 1285) En sevdiği ders, borçlar hu kuku olup Cebeci esnafmca hak kında «V ur emri» çıkarılmıştır. GÜLGÜN OKYAYÜZ A L İ SA K A LLI Hayatta en bozulduğu şey herkesin Fatma Doğanlar ile akraba mısın sorusuna muhatap olmaktır. Fakat bütün çabaları na rağmen herkesin hiç olmaz sa haftada bir kere bu soruyu kendisine sormasına engel ola madığından artık bu konuda se sini çıkartmamaktadır. Mülkiye’yi bitirince iyi bir lâhmacuncu olacağına inanmış tır. Uykuyu çok sever. Musta fa ’nın en önemli özelliğinden bi ri de amatör fotoğrafçılığıdır. Resimleri bir iddiaya göre kamerasız çe'kmektedir. Nasıl olur kusu yüzünden odaya gireme yince odada oturan büyük ihti lâlcilerden (ismi lâzım değil) bi risi de polisin gazabından kur tuldu. Savaş Dizdar, halen kariyeri mize doktora, O’da olmazsa ge rici parlementerizme ümitsiz bir aday olup müstakbel pasivisitlerimizden biridir (!) Küçük yaşta atıldığı sahne hayatı rejisörün yatak odasın dan geçmediği için kısır kaldı. Ve küçük rollerin başarılı ak törü oldu. Akşehir Tiyatro Festivalinde H oca Nasrettin armağanı ile taltif edildi. Yetmez mi bunca hikâye be ( !) ikam et ettiği SBF Yurdu 309 No.lu odaya aramak amacıyla giren polis memurları çorapla rının ve postallarının nahoş ko- Pişmiş tavuğun başına gelmiyenler geldi başına Ali Sakallı nın. Ali Sakallı, Kastamonu ili mizin Taşköprü kazasının Sarı alan köyünde sakalsız olarak doğdu, ilkokulu köyünde, orta yı Taşköprü’de, liseyi’de Kuleli de okudu. Aslan gibiydi Ali ama bahtsızdı, ihtilâller, darbeler girdi hayatına o masumdu hep sinde ama felek sillesini savu runca A li’yi de devirdi bir çır pıda. O Kuleli sondayken 27 ma yıs devrimi oldu Harbiyeye geç ti, 22 Şubat dalgası oldu yaka sını zor sıyırdı ki ardından 21 mayıs hareketi oldu. Bu subay olma heveslisi kardeşimiz, bun ca yıl askerî okullarda okuyup 13 sonunda bu üniformadan mah rum bırakıldı. Ama Ali yılmadı. Bu sefer de ODTÜ’ne girdi son ra da Mülkiyeye nakletti kaydı nı. Başka bir belâ gelmezse ba şına idareci olacak. Bu çilekeş kardeşimizin belki inanmazsınız ama 6 yaşında tatlı bir kızı var 1963 yılının 26 kasımında dünya evine girdi. Ona talihinin yaver olması dileği ile başarılar dili yoruz. mahallesinin bilûmum hizmetçi ve dul hatunları ile çok yakın temas ( !) kurduğundan sonra da bir gece hayatına sahiptir. Siz onun sakin ve mız mız haline bakmayın, o görünüşü altında ne çapkındır o. Bu görünüşü ile Yüce’ye ömür boyu -pardon aile boyu- başarılar dileriz. YÜCE NEBİ B A YR A K ZA F E R TÜRKMEN Köyceğiz güzel bir sahilde, Anadolu’nun en güzel köşelerin den biridir. Ve Yüce bu güzel yurt parçasından kopup gelen yiğit ve yağız bir delikanlıdır. Akıllıdır, yüreklidir, merttir. Ve üzerinize afiyet o biçim de inek tir. Aym zamanda İsveç filimlerinin en büyük müşterisidir. Bir filmi ard arda üç kere sey rettiği olağandır. T.N.S. ise dok tora seviyesindeki araştırma ve çalışmalarını yaptığı en müstes na mahaldir. Derki Yüce «Ben kaymakam olursam eğer ahdim olsun her kazaya bir T.N.S. aça cağım». Kantinde hippi kılıklı uzun saçlı pala bıyıklı renkli gözlük lü birisi size yanaşıp «A bi bu akşam boş ev var mı» diye so rarsa, Kerim’le beraber birinci sınıf cins-i lâtifleri ile oturan sakin bir tip görürseniz, «Çok sıkıldım yahu gidip biraz uyu yayım» diyen birini duyarsanız, «Kardeşim sende falanca dersin notu var mı» dendiğini işitirse niz, biliniz ki İdarî şubenin se vimli Zaferi ile karşı karşıyasınız demektir. Mülkiye’nin eskilerinden ol makla beraber daima gönlü genç olan arkadaşımız bilûmum cins-i lâtif tüllabı tanır. A ynı zaman da birinci sınıf bir solo-gitarist olduğundan ve de her yıl orkest ra kurduğundan hayli renkli, Güzel sanatlara düşkün olan Yüce bir takım resimlerin de koleksiyoncusudur. Bu konuda Rıdvan’la müşterek iş yapar, 14 hem alır hem satarlar. Aynı za manda kürek çekmeğe bayılır. Sağ kolu bu konuda daha has sas ve güçlüdür. Bütün meselelere dialektik açıdan bakar. Bu yüzden onu çok kişi şaşı sanır. Oysa burs alır ken aldığı sağlık raporunda bu konuda tam sağlamdır kaydı vardır. bu foyası anlaşıldığından, uzun süre evlerine uğrayamamış, ar kadaşlarının yanında ikamet’e mecbur kalmıştır. Ama son sınıfta Zafer birden Alev’lenince durulmuş bu saye de semineri ve bütün notları da daktilo olmuştur. © © şife i p ^ ı ^ a ___________________________________________________________ ı «Nereden düştüm ben bu aşka benim halim bi raz başka» rumuzuna. Ah çocuğum, senin durumun «quelle dramati que» O kız senden hoşlanıyor ama naz yapıyor. Ma dem yanma yürüyerek gidemiyorsun? O zaman ko şarak git. ön ce dışarda bir tur at, sonra istihareye yat, geceleri fazla içme, kendinden de o kadar geç me. Geçen gün sokakta seni neden tersledi? Böyle şeyler ayakta konuşulmaz ki, keşke kaldırıma otursaydmız. Acaba çok cimri olduğunu duydu mu ne dersin? Bilmem bu haltı neden yersin. Neyse o ka dar korkma. Dinler iyi kızdır dinler Şayet dinlemez se sandalyeye bağla öyle dinlet, ortalığı da inlet. O kız bir radyotörlerden, biraz da diktatörlerden hoş lanır. Böyle işe biraz zor başlanır. Sen en iyisi bu işi o çöpçatana aç. Ben bu konuda yayayım. Sana neler alayım?.. «Ben napıcam şimdi rumuzuna» : O kadar şeyden sonra artık naaparsan yap. Kim dedi sana işleri böyle karıştır diye? Sen öbür oğlanı seviyorsun, öbür oğlan berikinin kardeşine âşık. Be riki zaten sana ayak atıyordu. Tuttun bir de onun amca oğlu ile nişanlandın. Bu sefer o teknikteki genç le mektuplaşıyorsun. Bana kalırsa bu durumda tek çıkar yol ortadan toz olmak. Bir başka kaz bulup onu yolmak. Naapalım kader. îyi misin Mukadder?.. «Sangam Rumuzuna» : Seninki biraz fazla. Oradan hemen gazla. Yoksa arkadaşın çakacak manzarayı. Duygularını içine göm. Kazmayla kaz da derin olsun. Yoksa çıkar, seni zor duruma sokar. Bu durumda yapacak tek şey, arkadaşım bir arkadaşınla tanıştırmak. Onun kiyle kolayca kırıştırmak. Daha kolay bir yol ister sen arsenik fena değildir. «Paristo aşk başkadır rumuzuna» : Sana söyledik o kız kasıntıdır diye. Neden ver medin ona bir hediye. D ört yıldır açılmak için bula madın mı bir münasip zaman. Hem seni sevip sev mediğini bilmiyorsun, hem peşinden yadellere gidi yorsun. Sen en iyisi bu işi annene aç. Sonra hemen oradan kaç. Ondan da birşey çıkmazsa en iyi çare Porsuk. Bugünlerde ,kızın morali biraz bozuk. «A h ulan aşk» diye başlayan şairane hislerine Mr. ö r s bile tercüman olamadı.. Çok rica ederim kendine gel. Gelmezsen iptal edeceğim. Seninki biraz psikolojik bir durum gerisini uyduruyorum. «Bu ne bitmez çile rumuzuna» : Biter evlâdım biter. Bitmezse artanıyla yelek örersin. Bu yıl kırmızı moda. Yollu yaparsan daha iyi gider sana. Şaka falan bir tarafa. Sen fena âşık sın, galiba. Hemen mekan değiştir. Olmazsa mekan seni değiştirsin. Akşamları yatarken takla atmayı bırak. A lt kattan şikâyet var hıyar h erif!... «Mahi Rumuzuna» : Altm ışdört sayfalık mektubunu okurken gözyaşlarımı tutamadım. Tuttuklarım kodeste, öbürle rini polis arıyor. Sana yapacağım nasihat şu. Akıl yaşta değil baştadır. Öyleyse senin başın kadar, yok yaşın kadar işin, hayır dişin yok yahu öyle değil na sıldı? Herneyse öyle birşey yani.- Bir daha öyle ro mantik filimlere gitme, gidersen insan gibi oturup iyi dinle. Sululuk istemez Mahi. Senin derdin neydi sahi? «Ağlarım ben halime rumuzuna» : O oğlan seni seviyor Sabahat. Kimde kabahat? Sen burun yaparsın da o, göz mü yapar yani? Eloğlu bu, n’apacağı belli olur mu h iç? En iyisi kantinde oğlanlarla falan oturmamalı. A yakta durabilirsin. Boyunun da ölçüsünü alabilirsin. Topuklu giy ki uzun görün. O kokuyu da fazla sürün. Madem es merlerden hoşlanıyor, saçını siyaha boya bizim bu radaki berbere bir uğra, ö n sırada oturup arada bir oğlana kesik atan kızdan kurtulmanın en kestirme yolu, gözlerini eline vermek. Yine de dönmezse sa na, bir halatla onu kendine sıkıca bağla, sonra otu rup haline ağla. «Kreutzer Sonat Rumuzuna» : Kızım o çocuğa kendini beğendirmen biraz zor. Sen onu bana sor. Zaten bu günlerde pek dertli. Her halde Istanbuldakiyle kavga etti. Hiç şaşmamalı. Çiz meden yukarıya aşmamalı. Her cumartesi birini g ö türürse konsere, daha çok dertli gezer. Sen en iyisi dersleri bir tarafa bırakıp, Bethoven, Wagner, M o zart falan çalış. Bu duruma da biraz alış. Biraz ede bî eserler oku. Kerime Nadir fena değildir. Saçları nı arkaya toplarsan, gözlerinin şaşılığı belli olur. En iyisi ortadan ayırıp içeri kıvırmak, gözlerini bo yarken, dikkat et iki kaşının arasına mor, şakakları na yeşil, yanaklarına dalila fa r sür. Daha çekici olursun. Böyle yaparsan zor koca bulursun, işin ger çeği, çocuk fena değil. Ama iki lâfın arasında Aaaa diyip gözlerini açmasa daha da yakışıklı olabilir. Haa, bazılarına göre memleketinde haremi falan var mış, ona göre dikkatli ol. Senin galiba vaktin bol. «Benim de bir canım yok mu rumuzuna» : Herkesin cam can da seninki patlıcan mı a ca nım? Elbette senin de var canın. Am a seni baltala yan heyecanın aslanım, heyecanın. Kıza sevdiğini önceden belli edersen, ağzınla söylemesen bile hare ketlerinde seni seviyorum dersen, kız da kasar ken dini. Aslında çaktırmıyacaktın sevdiğini. Am a kim seye söylemezsen sana bir sır vereyim. Dün o kızı başkasıyla görmüşler Kızılayda. Anlıyorsun sanırım, o kızdan yok sana fayda, iyisi mi bırak peşini git sin. Bu işte fazla karışmadan bitsin. «Çok bilen çok yanılır rumuzuna» : Madem ki sinemaya gitmek istemiyor. Bırak 15 gitmesin. Oğlum sen aptal mısm nesin? Poz atmayı da sıraya bindirmişsiniz anlaşılan. Bu işin sırası mı olur ulan? Kıza poz atacağına bir temiz dayak at bak nasıl tıpış tıpış gelir ardından. Ama yazından anladım ki yapamazsm bu haltı. Öyleyse sabahları sıkı yap kahvaltı. Uykusuzluk demek senin de der din, öyleyse yurt ücretini niye verdin. Havalar ısındı artık parkta da yatabilirsin. Madem ki enayilikte İs rar ediyorsun sen bilirsin. «Kel başa şimşir tarak rumuzuna» : Seni işletmişler anlaşılan o değil onun ablasıdır kasılan. Her ders arası beraber olsanız bile, sana pas vermez o, nafile. Gel sana öbür kızı yapalım. Hem gözleri güzel öbüründen, hem seninle çıkmaya razı dünden. Biraz bacakları çarpıksa ne çıkar, senin de başında saç mı var? Benden sana nasihat şekerim saçların tüm dökülmeden hemen o kızla evlen. Ban kada bir hayli parası, bir de cadaloz anası var. Sen kendin karar vereceksin aslında benden bu kadar. «Am an çaktırma abi rumuzuna» : Madem ortaya çıktı foyanız, kaldırın güneşte solmasın boyanız. Aşk insanı kör eder derler sizinki o cinsten işte. Demek ta uzaktan gördü, amma da göz varmış herifte. Bana kalırsa hayatım, kabahat sizin. Aranıza girmesine vermeseydiniz izin. Ama bu sefer yine de kolay atlattınız. Birisi yardım etti, bence bu kez de size. Onun için kolayca çıktınız te mize. Ben şimdi öbürüne de nasihat ederim. Saygı larımı sunar, ellerinizden öperim. «Please lıelp me rumuzuna» : Felâket bir iş seninki yavrum. Para bulamaz sanız ne olacak şimdi? Hem demek tanımıyorsun o çocuk kimdi. Bu da akıl mı yani? Bir doktor tanı dığım var adı Sami. Seni ona göndereyim. İstersen biraz da para vereyim. Ama senin paradan çok m o rale ihtiyacın var. Sen kendini kapıp koyuverme bu kadar. Bu iş herkesin başına gelir. Kaderde varsa ne denir? «Balerin kız rumuzuna» : Seni de anlamak güç hani. Hareketlerin kadar ritmik ve ahenkli değil fikirlerin. Samimi olmak ge rekir bence her işte. Bayram değilken seni neden öpsün enişte? Kızlar için o kadar akıllı olmak ma rifet değil. Bana kalırsa sen biraz daha safça görün. O zaman daha tatlı olursun. Bir daha böyle çirkin yazarsan çağırırım yazını kendin okursun. Saçları- nı bir arkanda toplayıp, bir yanlarına salıyorsun. Kendini kuaför mü sanıyorsun? Geçen o yanından ayrılmayan piyanist var ya, o söyledi. Yanıyorsun kızım, yanıyorsun... «Pasaklı Dürdane rumuzuna» : Sana da vur dedikse öldür demedik ya güzelim. Hem sonra birbirimizi niye üzelim. Bırak söylesin çocuk derdini. Önce dinler olur dersin. Sonra istedi ğin haltı yersin. Ama çocuk aslmda haklı, sen’de ol ma o kadar pasaklı. Y a çorabın sarkıyor ayağında. Y a eteğin düşüyor belinden. Ayrıca çocuk neler çe kiyor elinden. Dün geldi bana anlattı bir kaç kadeh te parlattı. Hem içti hem konuştu doğrusu derim çok hoştu. Sonu gelince Dürdane, şirinlik muskası yaptır bir tane. O zaman aranız düzelir belki. Hoca ya da iyi para ver ki tesirli yazsın muskayı Allah kahretsin seni kız. Ocakta unuttun kapuskayı. | BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ? | Uğur Korum’un Mamak Muhabere Okulunda kopya çekerken yakalandığını... ■jç En genç profesörümüz Mümtaz Soysal’ın p e r şembe günleri, Basın Y aym ’da verdiği derslerde, karşısında JU R N A LtYE ’nin fettan kızlarını görün ce espri üstüne espri patlattığını, derse kendinden sonra gelen hanım kızları büyük bir nezaketle sınıfa kabul ettiğini.. Sayın hocamız Mehmet Selik’in «Yahu bir si gara da bana verir misiniz, almayı unutmuşum» di ye Tüllaptan sigara otlandığını.. ■fa Sayın Bedri Gürsoy’un, Ingiltere hatıralarını anlatırken, pencereden dışarı doğru bakarak dalıp gittiğini.. Sayın Cahit Talas’m bir ders boyunca söylediği «Binaenaleyh» ve «filhakika» sözcüğünün her biri ni ortalama 63 defa tekrarladığını.. ■fa Mesleği gereği, Ordu Yardımlaşma’ya yedek subayların ödediği primlerin görev sonunda geri ve rilmediğini bilen Sait Dilik hocamızın sık sık hasta lanarak acısını çıkardığını, hatta epey de kâr etti ğini.. B.Y.Y.O. de öğretim üyeleri toplantısmda üç saat Muammer A k soy’un konuştuğunu ve diğer 30 kişiye de yarım saat söz hakkı kaldığını.. Amerika’da bulunduğu sürece bir lokantanın müşterisi olan Vahdet Aydın hocamızın bu alışkan lığının, garson kızm sipariş alırken elini Vahdet A ydm ’ın omuzuna koymasından ileri geldiğini.. (N ot: Kızın işitemediği, ancak fizikî bir temas la duyabildiği için elini sayın Aydm ’ın omuzuna koy duğu anlaşılmıştır.) ^ Turan Güneş’in «Teknik Üniversitede hocalar proje çizerek, diğer okullarda gece öğrenimi yapa rak, yollarını buluyorlar. Bizim böyle bir olanağımız yoktu. Düşündük, taşındık sonra karar verdik; çok şükür şimdi saati 50 liradan ders verip yolumuzu buluyoruz» dediğini.. ^ Bülent Daver’in 27 Mart günü bir ayağında ye şil öbüründe gri renkli çorapla okula geldiğini.. -jç L âtif Çakıcının Yüksel K oç’un muhasebe teksi rini okuyup öyle ders anlattığını.. 1£ 1 Mülkiye Şairleri : j © S ABDÜLFETTAH BEY — n m M gı»gEniEgBsm BM anBHaBaBam Ban o s m «p aBreBEEH »nfi Kazgan her yıldan farklı olarak bu yıl derinle mesine ilmî ve ciddî bir araştırma yaptı ve huzuru nuza bir eski Mülkiyeli şâiri getirdi. Eski Kolağası Abdüllatifzade Hüseyin Beyin mahdumu merhum Abdülfettah Bey. Bu zat meşhur modern şairimiz TOSUN’un bü yük babası olup, gerek Mülkiye-i Şahane’de ve ge rekse Köpekköydeki viranede şiirler yazmış ve de okumuştur, ilk eserini torunu olan Tosun’a ithaf etmiştir. Pek sevgili yavrum kıymetli tosun, Ayıp değil, gelen giden olcusun. Deniz diplerinde yemyeşil yosun, Sen şiirden anlamazsın, çok toysun. Bu şiir dillere destan olup biraz değiştirilerek, bilûmum umumî mahallerin duvarlarına anonim nakkaşlarca nakşedilmiştir. Şair-i A zam Abdülfettah efendi, diyar-ı Rum ve diyar-ı Frengistan’ı gezip görmüş; bir çok şiirler döktürmüştür. işte size Paristeyken yazdığı bir «sonet» den iki mısra : Bu şiirde şâir, Parisli kızların peşinde evini kay bedişini anlatıyor. Düştüm arkalarına döne döne helezon, Yolumu da kaybettim, nerde yahu mamezon? Birçok kereler evlenmek bahtsızlığına uğrayan şâirimiz, karılan için firaklı içli eserler vermiştir. Yaktı zalim nerededir selâmet Kim gördü benim gibi felâket Etmedim asla senden şikâyet Zaten bııdur suçum bende kabahat Firkatinle sirkatinle nerdesin ö y le uzun boylusun İd adeta üç perdesin Sesin de hiç çıkmıyor hangi ücra yerdesin A h Sabalıat vah Sabahat Sabalıat da Sabalıat. Şâir birinci karısı Gülendam Hanife teranedil hanımının vefatı üzerine «Kabir» adlı pek meşhur şiirini yazmıştır. Mabudem gitti elden Çok sevindim herkesten Bugün çok fena azdım Yeni bir gazel yazdım Demek sen öldün eyvah Olurum ben de seyyah Mezarın makber midir? Tüm sülâlen ker midir? H er yer karanlık oldu, lâmbaları yaksana Ben geldim uyansana etrafına baksana Mezann mezar değil Bugün de pazar değil Çok keskin bakıyorum Bildiğin nazar değil Bu şiiri de bir çok dile tercüme edilmiş ve tam dört Oscar almıştır. Büyük şâirimizin bir de divanı vardır. Vefatından beri üvey oğlu Kâmil yatmakta dır. Şairin son zamanlarda yazdığı bir kıta çok ma nalıdır. Manasını anlamayanlar için izahlı baskı ya pılacaktır. Şimdilik bununla iktifa ediniz. İliç bitmezmiş sanırdım kudret-i aşkım benim Bir tek dalıi eşim yok, en büyük şaşkın benim Sevda diye yorulduk dilim dişim aşındı, Koca utanmaz şair, artık sırtın kaşındı. Büyük şairin nefis uslübü ile refikası hanım efendiye ithaf ettiği bir diğer şiir de şudur. Alttan girdin üstten çıktın laldın beni bitapsız, Ulan Allahsız karı, seni dinsiz imansız. Eskiden ben dimdik idim ettin beni de hoşaf, Böyle terakki mi olur böyle midir inkişaf. * * * SÜTÇÜ ON LARI ZEHİRLEM İŞ Sağolsun bizim Nazime çok cin bir kızdır. Y a nılmıyorsak Nazime ikinci sınıftayken, birisi lâf ol sun diye bir fıkra anlatır. Fıkra şöyledir : Efendim bir hâmile kadın varmış, çocuğunun cinsiyetinin ne olacağını merak edermiş. Kocası ne yapsın kansmın arzusunu kıramayıp, onu bir falcı ya götürmüş. Falcı, parlak küresinin içinde tüm istikbâli gö rüp; ağır ağır konuşmuş : Bir oğlunuz olacak hanımefendi demiş, lâkin ço cuğunuzun doğumu anında onun babası mutlaka öle cek. Zavallı kadın üzülsün mü sevinsin mi bilememiş ama kocasını derin düşünceler almış. Gel zaman git zaman vâde dolmuş çocuk ha doğdu ha doğacakmış. Zavallı koca vasiyetini yapmış herşeyini karısına bı rakmış tek evlâdının doğumu ya da kendinin ölümü nü mütevekkil beklermiş. Bu sırada doğum da olmuş. Çocuğun viyaklamalan arasında kapı çalınmış. Her kesin rengi atmış, gelen mutlaka Azrail olmalıymış. Herşeye rağmen cesur koca kapıyı açmış ve her sa bah süt getiren sütçü kollanna düşüvermiş. Sütçü bir kaç saniyelik ölüymüş. Fıkranın burasında her kes kahkahayı basınca gecikerek de olsa Nazime de başlamış gülmeye. Nazime’ye sormuşlar : «Niye çok güldün» diye. Nazime : «Sütçünün onları zehirlediğini anla madım mı sandımz» demiş. işte bu lâf fıkraya gülmeyenleri de iki yıldır güldürür dururmuş... * ** Siyasî tarih dersinde Halûk Ülman, Almanyanın işgalinden sonra Almanya’da eğitimin düzenlene ceğini söyledi. Herzaman söyliyecek sözü olan Aksel de «Almanya’nm harp filimleri çevirmemesi herhalde bundan olacak hocam» dedi. 17 TAHS İ L DARL AR mülkiyeli oluşu kurtarmıştır. Bu olayı herkesten saklamak is temiş, tüm bilenlere rüşvetler dağıtmış fakat, Kazgan muha m Malî Şube MEHMET ÖLÇEK Tarsus’da 1949 da pek iyi ha tırlayamadığı bir gece doğdu. Orta ve liseyi orada okudu. Bu arada adını ve sanını duyduğu Kleopatrayı arayarak vaktini geçirdi, neden sonra onun ilk çağ yosması olduğunu öğrendi ve o gün bu gün melânkolik bir âşık olarak gezer durur. Çok yavaş hareket eden bir arkadaşımızdır. Ancak kâhinli ği ve akıllılığı üzerine bir tane daha bulunmaz. Rıdvanın notla rını smav gecesi bir kere oku yup girmiş, kendisi geçmiş, ka lırsın dediği Rıdvan ise sahiden kalmıştır. Bu nedenle Rıdvan sınavlara girmeden geçip kala cağını Ölçerden öğrenir. Mülkiye’ye girdiği yıldan beri dayısı nın İsrarı ile Amerikan kültürde kurlara katılır. Bu yüzden kur yapmada üstüne yoktur. Son yaptığı iki kurun bozulmaması için buz dolabı almıştır. Evlen mekten hep korkar. Bu yüzden adı tekellüfe çıkmıştır. Bu ah lâk âbidesi kardeşimiz ömründe ilk gittiği diskotekte Ömer ve 18 Tlmiller heder oldu Ağlamak kader oldu Qeçen yıl mezunları Seyyar tahsildar oldu Erdemin ısrarları ile ilk sigara sını içmiş sonra da «ben sarhoş oldum abiler» deyip piste fırla yarak kimsenin şimdiye dek görmediği figürler yapmış sanı lıp sıkı alkış toplamıştır. Sesinin güzel olduğunu sanan dostumuz, söylediği şarkılar yü zünden imza toplanarak üçüncü kattan atılmak istenmiş; diğer katların genel' boykota gitme leri sonucu statü korunmuştur. Ancak artık yurtta şarkı söyle mesi yasaktır. Bu çok gayretli ve bol hareketli arkadaşımızın sakal traşı tam 45 dakika sür düğünden adı kıl Mehmet ola rak tesçil edilmiştir. Bu garip yaratık yatar yatmaz uyur. Derdi yoktur. Kendisine ömür boyu dertsiz derin uykular dile riz. RIDVAN KARLU K 1948’in ilk ayının 10. cu günü (kendi tarifiyle Eskişehirde bus stop’un karşısındaki 1,5 katlı bir evde) bir oğlan dünyaya gel di. Mülkiyede Kazgan çıkaran ların tek ilham kaynağı bu asil inek 24 saatin ancak 20 saatin de ders çalışabilmektedir. Bu tatlı sivilceli perçemli inek liseyi bitirince Hava Harp Oku luna girmek istemişse de elleri titrediği gerekçesiyle alınma mıştır. Bu titrek elli dostumuz Mülkiye’de de Sait Kemal’in şi fahi tecavüzlerine maruz kalmış fakat asistan olabilmek için se sini çıkarmamıştır. Fakat vefa sız Sait Kemal bir başkasını asistan alarak Rıdvancığın ha yallerini yıkıvermiştir. Rıdvancık her Mülkiyeli gibi keskin zamp olup Eskişehirde bir Kız öğretm en Okulunun ka pışma kısmet aramaya gittiğin de zabıta ve Okul Müdürünün sıkı işbirliği sonucu yakayı ele vermiş; onu bu bâdireden sırf birini unutması onun bu masum macerasını dillere destan eyle miştir. Oh olsun o da verseydi değilmi. ÖMER GÜRKAN Namı diğer KOKOZ bu çocu ğa kokoz derler de bana niye demezler bilmem zira ben ondan daha parasızım (Kazgancmın notu) Ortadoğuda bir süre ted riste bulunup sonra şahaneye duhûl etti. Menşeğ itibariyle Rizenin Fındıklı kazası Hara köyündendir. işte Mülkiyenin bol süt veren ineği bu harada dün yaya geldi. Geldi ve her yıl hep 8 ortalama ile geçti şu geçen yıl olmasaydı eylül yüzü görmiyecekti. Yaşasın boykotçular. Bu zamp ineğin aşkta şansı da ne derecedir bilemezsiniz. Her kıza âşık olmuş, fakat hiçbirinden de pas alamamıştır. Her yıl âşık olduğu kızların size eşkalinden bahsedelim bu tarife uyan kız ların Kazgana baş vurmaları menfaatleri iktizasındandır. Bu lanık yeşil gözlü bir kızdır bu. Uzunca boylu, kahverengi saç lıdır. Ve de ikinci sınıftadır. Haydi kızlar aynaya bakın ta mamsa koşun kokozu sevindi rin. Bir de eski yengeniz vardır. O da bu okuldandır. Eski dedik se hani bitpazarlık falan değil, dört işletmede kendisine atılan ayakları kırmakla meşguldür. Fındıklı’lı olan kokoza köyün den her yıl bir çuval fındık ge lir. Allah sizi inandırsın hepsini de yer. Yalnız el sanatları ile meşgul alması bu enerjisinin bir kısmını israf etmesine sebep olur. Sesinin güzelliğine güveni olup «benim sesim Yaşar Özelin sesine benzer» dediği için Yaşar Özel mahkeme kararı ile sesini değiştirtmiştir. Kokozcuk ken dine bir finansman yolu olarak (eline nereden geçtiği bilinmez) bazı resimlerin satışını bulmuş tur. Baş müşterisi Rıdvandır. NUR BİLGEGÜRÜN 17 Eylül 1949 da parlak ( ? ) çocuklar diyarı Bursa’da doğdu. Kendileri namlı ve de şanlı bel demiz eski kaymakamlarından şahanenin 1942 mezunlarından, mülkiyenin ilâcı Fruko çetesi rüesasından, Reşit Beyin oğlu dur. îlk orta ve lise tahsilini Ankara’da ikmal ettikten sonra Mülkiye’ye girdi. Orada sağcılı ğı, yağcılığı ve çok inekliği ile ün yaptı. Her teneffüs elindeki lügattan kelime ezberliyerek li san çalışıp muaf oldu. Mehmet Selik’in azizliğine uğramasaydı, ekim yüzü görmiyecekti. Yazık oldu büyük ineğe. NURİ M USTAFA KEM AL Uzun mu uzun, kavak gibi bir boy, çınar gibi bir gövde, dal galı, seyrek, tarak görmemiş upuzun saçlar... işte Mustafa Kemal... İnekliği dillere destan, bu uğurda saç dökmüş, kel ol muş, haftalarca uyumamış ap tal olmuş, dirsek çürütüp esvap tan olmuştur. Ama Allahı var sınıfta kalmamıştır. Bütün çabalarına rağmen, ba şaramadığı tek iş aşk dalıdır. Mülkiyeye sap gelip sap gitmek tedir. Oysa Kıbnsta kızların pe şinden koştuğu, aşka gelip coş tuğu bu jö n ’ün kıymeti Türki yeli kızlarca anlaşılamamıştır. U ç yıl mücahitlik yaptım diye atmasına karşılık Kazgan Kıb rıs savaş muhabiri onun tüm ömründe üç gün nöbet tuttuğu nu (o da kızını beklerken) tesbit etmiştir. Bu pek janti deli kanlı en çok «senede bir gün» şarkısını beğenir. Onun bu ilgisi boş değildir. Babasından kendi sini evlendirmesini isteyince adamcağız da bir kızla nişanlan masını temin etmiş. Ancak Nu ri’ye kız sadece bir gün taham mül edebilmiş .sonra kaçmıştır. Bu tek gün Nurinin saplıktan kurtulduğu tek gündür. Yakın arkadaşlarınca dünya ya nereden geldiği araştırılmış, izlerin Akdenizin ak köpüklü dalgalarında sona erdiği hayret le görülmüştür. Makarios’dan aldığımız istihbarata güvenilir se 1948 de dünyaya çığlıklar ve yer sarsıntıları arasında gelmiş ve sesinden çevre köylerin inek lerinin sütü kesilmiştir. Mülki yeye doğuşu bunun aksine pek sessiz olmuş ise de uğurlanışı yediden yetmişe tüm tüllabın inek Nuri sedaları arasında ya pılmıştır. M USTAFA A L İ A V N İ BARIŞ ARIK 1948 yılının 13 martında dün yaya geldiği zaman 13 rakkamının aile içinde uğursuzluğuna i- nanmayan kalmamıştı. Tahsil hayatı tüm Ankara’da geçti. 1966 da da Mülkiye onunla ta nıştı. Diğer adı Mao olup, Ame rikancılığını kamufle için sos ayaklarına yatmasıyla ün yap mıştır. Nerede hareket orada bereket doktrini ile ihtilâl lite ratürüne katkılarda bulunmuş eseri best seller olmadan milli menfaatler açısından Kazganca imha edilmiştir. A yak atıp tutturamadığı kızların listesi Kazgan’ın pazar ilâvesindedir, müvezziden isteyiniz. İLHAN CEDİMAĞAR Hiçbir konuyu ciddiye almaz tavırları yanında aslında çok ciddidir. Tesadüf mü bilinmez nişanlısının adı da Ilhan’dır ve çocuklarına da İlhan adı verip îlhanlı imparatorluğunu ihya edecekleri söylenmektedir. Bu arkadaşımızın nüfus kâğıdı içi mizde en eski olanıdır ve de as kerliğini yaparak mülkiye’ye girmiştir. Haziran’dan başka ay da sınava girmek bana dokunu yor» diyerek hep haziranda geç mektedir. Fevkalâde kötü bir sesi olduğundan şarkı yerine şi ir söyleyerek ölçeri ağlatmak gaddarlığını .göstermiştir. Mül kiye de hiçkimseye ayak atma dığı dikkatleri çekmiş bunun bir sadakat örneği sanılmasına kar şılık, sebebinin hiç de öyle ol madığı anlaşılmıştır. Zira «ben 19 muhitimde yapmam. Herşeyin bir raconu vardır» diyen eski miş palavralarının altında mut laka, O Şişli’den atılan mektup ların bir rolü vardır. Arkadaşı Rahmi’nin bana kız bul demesi ne bile aldırmamış yengeden kıyıvermişler. Bu suretle Kılıç zamparalığa başlamadan veda etmiştir . Murat’ın bir belâlısı da Rıd van olmuş tavlayı yeni öğrendi ği halde Kılıç’ı her oyunda yener olmuş ve adeta Murat’ı çay gazoz ağacı haline getirmiştir. Bu nedenle Murat, artık tavla dersleri almakta ve Rıdvanı ye neceği günü sabırsızlıkla bekle mektedir. GS.'li Çeloviçvari futbol oyna yan Murat, Mülkiye’yi bitirir bi tirmez Nevşehir Spor’a antre nör futbolcu olacaktır. NURt DEĞER korktuğu için adının böyle bir meselede duyulmasından çekin miştir. Unutkanlığı bir âlemdir. A k lında isim tutamaz. 4 yıllık ar kadaşı Sebati’ye bile Sabahattin dediği çoktur. Mektup yazmak tan nefret ettiğini söylerse de Istanbula yazdığı mektuplarla PTT kârlı duruma geçmiştir. En çok sevdiği kuru fasulye pilav bir de Rahmidir. Allah dostluklarım daim eylesin. Amin... MURAT KILIÇ 1949 yılının fırtınalı bir gü nünde Nevşehir’e bağlı özlice köyünde doğdu. îlk ve ortayı Nevşehirde, liseyi ise Ankara Yıldırım Bayazit Lisesinde yap tı. 1966 da da Şahaneye geldi. Onun hayatının renkli kısmı bu rada başlar. Zamp ayaklarında görülüp Aydınlıkevler kızlarının tümünün gönüllerini çalmıştır. Fakat gaddar çocuk ders çalış maktan kızlara pas vermemiş ve onlan hayal kırıklığının ka ranlık çukuruna itmiştir. (Yap ma zalim) Fakat ağlayanın göz yaşlan gülene elbet bir gün çelme ta kar. işte bu yıl nişan yapmak üzere gittiği Nevşehirde nikâh 20 Cizre’de 1949 yılında doğdu. Tahsilinin orta kısmını Ziya Gökalp lisesinde bitirdi. Sınıfta kal madığma çok üzülen bu arkadaş tüm gayreti ve hocaların yardı mına rağmen yine de sınıfta kalmadan geçerek bu yıl da mah zun olmuştur. Ziyaretçilerinin çok olması rivayete göre bir se ne ikmale kalmasına sebep ol muş bu ise Nuriciği bir hayli üzüp bütün bir yazı ders çalışa rak geçirmesine sebep olmuştur. Türkçeyi kendisine öz bir aksanla konuşan Nuri kendini iyi şarkı söyler sanarak Nuri Sesigüzel denince kendine iltifat sa nıp teşekkür etmiştir. Bazı ge celer Ahmet Şahin, Mustafa Akkaş ve diğerleriyle oynadığı po ker partilerinde tanınıp; yolsuz kumarbazların aradığı bir kay nak haline gelmiştir. Kendisine başarı ve mutluluklar düeriz. V ARO L İNCE 1945 yılı Denizli’de bir barış müjdecisi olarak Varol’u karşı ladı. Savaş yılları geride kalmış tı bu çocuğun doğumuyla. îlk, ortaokulları Denizli’de okudu ve Liseyi takiben Mülkiye’ye geldi. Varol soy ismi gibi gerçekten ince bir kişi olarak arkadaşları nın aradığı bir sima olmuştur. Nerede bir tavla şakırtısı du yarsanız Varol orada oluyordu. Bu ince dostumuz, klasik müzi ği ve sinemayı çok sevmekte ve okumaktan büyük zevk almak tadır. Çaldığı tek müzik âleti transistörlü radyosudur. Buna mukabil kendisi de iyi şarkılar söyliyerek oda arkadaşları Ni hat ve Yüce’yi mest etmekte dir. Kazgan olarak biz kendisine okuyuculuktan çok dinleyici ol masını ve de başarılı bir iktisat çı olmasmı dileriz. O Y A ÖRNEKOL A yşe’nin mütemmim cüzü olan Oya, 1948 yılının Haziran ayında 2,851 kg. olarak dünya ya geldi. Hayatında doğarken sırıtan bir bebeği ilk defa gören ebe bu işe epey şaştı. Soyadının dedesi tarafından alındığını ıs rarla belirtmesine rağmen b u nun kendisini pek sempatik bu lan Üren Arsan tarafından bir .maliye dersinde Oya'ya takıldı ğı hepimizin malûmudur. Sana ta çok düşkün olan, bu nedenle 15 senedir piyano dersi alan Oya’nm son günlerde bu âleti çal madaki maharetinin artması he pimizin gözlerinin yaşarmasına sebep olmaktadır, iki parmakla «çadırımın üstüne şıp dedi damladı»yı büyük bir ustalıkla çala bilmektedir. Bu arada Oya’nın 17. piyano hocasının nasıl olup da bir bu çuk ay gibi uzun bir zaman da yanabildiği yakınları arasında en çok tartışılan konu olmakta dır. A yşe’nin giydiği şeyleri «ben diktim» diye övünmesine ancak üç sene dayanan Oya öm ründe ilk ve son defa olarak bir elbise dikmiş, görenlerin «ah şe kerim çok cici bir şey, nereden aldın?» gibi sorularına muhatap olmuştur. Ancak giydiği gün el bisenin 5-10 dakika ara ile bü tün dikişlerinin sökülmeye baş laması ile iğne fıçısına dönen Oya’nın bir daha bu elbiseyi değil giymek, adını bile ağzına almaktan kaçındığı dikkati çek mektedir. Yine hamarat bir gü nünde 22.5 aylık yeğeni Cemo’ya bir yelek başlamış, ancak bittiği zaman kendisi dahil hiçkimse bunun ne olduğunu anlayamamıştır. 4 yıldır atı lan ayaklara karşı güçlü bir şekilde direnen (özellikle 4. siyasîden atılanına) Oya ba zı arkadaşlarımızın okula gel dikleri gibi sap olarak terketmelerine sebep olmuştur. Sınav lardan ağlayarak çıkıp, sonra Haziran’da sınıf birincisi olan Oya’mız aslında çok ince, çok duygulu ve de çok romantiktir. Eti bisküileri ve Kent şekerle melerinin Mülkiye temsilcisi ev lan arkadaşımızın, son günlerde A yşe’yi de kendisine benzetmek için büyük bir çaba harcadığı dikkati çekmekte, arkalarda oturan bir arkadaşımız da A yşe’ nin Oya’ya devamlı bir şekilde ikram etmesi sonucu «yeter be yemiceem» diye bağırdığını be lirtmektedir. Kazgan muhabiri kendisinin bir burs kazandığını bildirmek tedir. Bu vesile ile kendisine ha yatta sonsuz başarılar ve mut luluklar dileriz. A YŞE G Ü LE R ÖNEL 1948 yılının Mart’mda doğdu, büyüdü... V e Mülkiye’ye geldi. Felâketi de o gün başladı. Çün kü o gün başının belâsı Oya ile tanışmak bahtsızlığına uğradı. Kadere olan inancı bu felâketi büyük bir olgunlukla karşılama sına yardım etti. Kendisine so rulduğunda en kötü huyunun iç tenlik ve inatçılık (bazı haller müstesna) olduğunu söyler. İs tanbul’u hiç sevmez. Bu huyu nun Mülkiye’ye girmeden önce de mevcut olmadığı veya oldu ğu araştırılmaktadır, içerden ve dışardan yapılan yanaşma ça balarına İsrarla karşı durması nın nedeninin yeşil gözlü mü yoksa siyah gözlük mü ol duğu halen doktrinde tartış malıdır. Alyanak Ayşeciğin as lında egzistansiyalist görünüm lü ve de entellektüel tiplere olan meyli konusu açıklığa kavuş muştur. Bazı arkadaşların bir ömür boyu baygın bir görünüm kazanmaları atılan ayaklara inatla karşı durmasının bir so nucudur. Samimi arkadaşları kendisine Keçi Kız derler. Çok neşeli ve hareketli görünmesine rağmen aslında içine dönük ve toyevski, Mastroianni, Bülent Ecevit, ve Mümtaz Soysal hay ranıdır. Kır menekşelerini, tuzu, kırmızıyı, boynundan hiç çıkar madığı mavi boncuğu, eşekleri ve de Oya’yı çok sever. Kural lardan nefret eder. Mülkiye’ye asistan olmak niyetiyle girmiş fakat son günlerde Oya’nın ‘Ben de asistan olucaaam’ diye t u t turması üzerine bu kararından derhal vazgeçmiştir. Nezle ge nellikle O ya’dan A yşe’ye geç mekte, bu arada tırnak yeme hastalığının kimden kime geç tiği pek anlaşılamamaktadır. A yşe’den not isteyenlerin bir büyüteç bulundurmaları tavsiye olunur. MEHMET İZZET SUNER 1947 yılında Ankara’nın g ö beğinde, şimdi yerinde kocaman kocaman binaların bittiği küçük bir evde dünyaya geldi. Kendi ifadesine göre dünyaya gelme mek için bir süre direnmiş ise de sonunda mağlûp olmuş ve ebesinin tokatlarına dayanamıyarak feryadı basmıştır. Anne sini ve babasını bir hayli ter lettikten sonra Ankara’da ilk okula başlamış, sınıflarını hep pekiyi ile geçmiştir. ilkokulu bitirince başka yer leri görm e arzusu belirmiş için de. Ortaokula bu yüzden Kayseri’de Talaş Amerikan Kolejinde devam etmiştir. Son senesinde ilkokuldaki başansm a gölge dü 21 şürerek tarih hocasının hışmına uğramıştır. Fakat bütünleme sı navlarında paçayı kurtarabil iniştir. Ondan sonra Tarsus yerine İstanbul’u seçmiş, Robert K olej’ in sınavını kazanarak liseye ora da devam etmiştir. Fakat sonra yine Mülkiye’de Talas’lı arka daşlan ile buluşup onlarla teş riki mesai eylediğinden bugün çoğunluk kendisini Robert K o lejden değil Tarsus’tan mezun zannetmektedir. Robert Koleje gidince bir süre «dağdan indim şehire» şarkısını söyleyen izzet daha sonraları şehir hayatına adapte olmuştur. Burada geçirdi ği üç yıl süresince İstanbul’un özelliklerini Beyoğlu’nun garip liklerini etraflı bir şekilde ö ğ renmiştir. Üçüncü sene sonun da kendisinde «dağ adamı» ha vasından eser kalmamıştır. Lise hayatı boyunca hocaları ile bir hayli cebelleşmiştir. Fa kat en büyük kazığı -Robert Kolej’de okuyanlar bilirler- kimya «sözde »hocası Bakkal Rıdvan’ dan yemiştir. Kopya çekiyor id diası ile -kendi ifadesine göre belki de doğrudur- disiplin ku ruluna sevk edilmiş ve K olej’in meşhur tart cezalarından bir aylık bir müddeti kendisine mal etmiştir. Çok üzülen anne ve babasını «benim zaten moralim bozuk bir de siz üstüme varma yın» diye susturmasını bilmiş tir. Sonunda büyük bir tantana ile Robert K olej’i de bitiren iz zet 1966 yılında Şahaneye gir meyi başarmıştır. Aslen Ankara’lı olduğundan Şahanenin ha vasına çabuk alışmıştır. Bir müddet sonra -tüm, üni versite öğrencisi havasına (o manada ) bürünecek iken- yaka yı ele vermiş ve bağımsızlığını yitirmiştir. Yine Şahanenin cici kızlarından Müjgân’a kendini kaptırmış ve bunun ne demek olduğunu sonradan anlamıştır, işte bu olaydan sonra evvelki haline hiç benzememeye başla mış ve kısa bir süre içinde ta mamen değişmiştir. Aklı Müjgân’dan başka şeye işlemez ol muştur. Kendisine sorarsanız durum hiç de böyle değildir. Hem böyle olsa bile bunun ne zaran olur sanki! Böylece son sınıfa kadar gel Malı Şube ferman okuyor 22 miş bulunmaktadır. Şimdi de evlenme sevdasına düşen izzet boykot ve işgal gibi olaylara da içerler olmuştur. Niyeti bir an önce Şahane’den diplomayı al mak ve hayatını düzene k o y maktır. Kendisine ve nişanlısına ha yatta mutluluk ve başarılar di leriz. MÜJGÂN A LP Müjgân da diğer bütün insan lar gibi dünyanın bu halini bil meden dünyaya gelmiştir. Her halde daha evvel bilse idi pek gelmek istemezdi. Kendi anlatı mına göre küçüklüğünde sözle tanımlanamayacak kadar uysal ve sessizmiş. Ve şimdi de oldu ğu gibi o zaman da uykuyu pek çok severmiş. Annesi onu telâş içinde bahçede komşularda ararken yatağında uyurken bul muş bir kaç kez. Amerikan Kız Kolejini birçok tatlı anılardan sonra bitirmiş. V e mezun olduğu sene bir hayli heyecan çekerek Şahane’ye du hul olmuştur. Mülkiye’de birçok meziyetleri ile sivrilmesini bil miştir. Kısa bir süre içinde «Mülkiye’nin en zengin gardroba sahip kızı» Unvanını almış ve bugüne kadar bu şöhretine gölge düşürecek bir harekette bulunduğu kimse tarafından gö rülmemiştir. Bir zaman sonra Mülkiye’de izzet ile karşılaşmış ve ikisi de birbirleri için yaratıldıklarını anladıklarından nişanlanmaya karar vermişler ve öyle de yap mışlardır. Fakat bundan sonra Müjgân kadm-erkek ilişkileri konusunda çok ilginç ( !) fikir ler edinmeye başlamış ve bun ları her fırsatında nişanlısına iş lemeyi ihmal etmemiştir. Bunun bugün de hâlâ böyle devam edip gittiği Kazgan muhabirinin en son bildirdiği haberler arasında dır. Gerçeği söylemek, Müjgânı biraz övmek gerekirse, çok tat lı ve iyi, uysal, hoş görülü, cö mert, anlayışlı olduğunu söyle yebiliriz. Biraz lâtife etmek, Müjgânı biraz yermek gerekir se hırçın, sinirli ince eleyip sık dokuyan olduğunu belirtmek gerekir. Müjgânın şimdiye kadar sağ ladığı başarıları bundan sonra .da devam ettireceğine, iyi bir nişanlı ve daha sonra iyi bir ev kadını ve eş olacağına inanıyo ruz. (Garanti verebiliriz.) En sevdiği yabancı artist Sofia Loren’dir. İkinci sırayı B.B. almaktadır. Paul Newman’ı be ğenir. En çok sevdiği yerli ar tist Suna Pekuysal’dır. Âşık Veysel’i, Safiye A yla’yı, okul korolarını, çok seslendirilmiş halk türkülerini özellikle dinle meyi tercih eder. Charles Aznavour, Edith Piaf sevdiği sanat çılardandır. A Y Ş E N ERSAN İstanbul’da Sıraselviler A l man Hastanesinde dünyaya gel di. Vücut güzelliğini, ebenin yap- Bir Olimpiyat oyunlarını baş tan sona görmek istemektedir. Bazan da feylesofça düşünen arkadaşımıza göre hayat bizden sonrakilere yüceltilerek bırakı lacak bir bağıştır, istediklerini yapabilmesi için arkadaşımızın uzun ömürlü olmasını dileriz. H AŞAN K A LA Y C I Kazgan bu vesile ile bu iki kardeşimize ömür boyunca sü recek başarı ve mutluluklar di ler. (Bu arada izzet de bu di leklerden kendi biyografisindekilere ek olarak istifade etti ya neyse!) L E Y L Â ZÜ LFEKÂR Okulun en sessiz ve ciddi, de vamlı öğrencilerindendir. A rka daşımız okumaya başladığından beri öğretmen .edebiyatçı, ya zar, ressam, doktor, diplomat, sanatçı olmayı düşünmüş! Son ra kendisini aramızda bulmuş tur. Leylâ bir gün rüyasında (evvc-î zaman içinde, kalbur saman içinde, bir gün değil henüz ge çen sene birgün) babasına Keynes’i öyle bir anlatmıştır ki, uyanınca kendisi de hayretler iginde kalmış ve «Ben Keynes’i bu kadar iyi biliyor muyum?» demiştir. Rüyasını tabir ettir miştir ve anlamıştır ki, bir ik tisatçı olma yolundadır. iy i haber alan çevrelerden al dığımız bilgiye göre doktora yapmak arzusundadır. H er çeşit müziği, Türk folk lorunu, tarih okumayı, yabancı dilleri, pasta, reçel yapmayı se ver. Rahmetli Gürcü Bacı, Mülkiye’ye ebedî bir sapın geleceğini yıllar önce söylemişti. Beklenen olay, 1966 yılının Kasım ayında Haşan Kalaycının kalkan trenin son vagonuna güç belâ atlaması ile gerçekleşti. Her konuya, aklı yatan ve çe nesi oldukça düşük olan bu malî şubeli kerin 1947 yılının bir ilk bahar ayında Güney sahillerinin biricik kenti Antalya’da dünya ya alel acele geldiği rivayet olunmaktadır. Fotoğrafçıyım diye geçinip resmini çektiği kızların pozla rından bir tane de kendi kolek siyonuna ilâve eden ve arkadaş larına arakladığım kızlardan di ye tanıtan Haşan maalesef Mülkiye’ye sap geldi, sap gidiyor. Sosyal demokrat fikirlerini her yerde savunan, Belediye otobüs lerinde dahi bunu savunmaya çalışan Kalaycı, son sınıfta Pa şaya karşı çıkan Sosyal Demok ratların başında yer aldı. Bir ara bu ker ekonomistim diye ortaya çıkıp «Vietnam’da kurtuluş savaşı veren halkın Amerikan emperyalizmine hizmet ettiğini» söyleyecek kadar c a hilleşti. A yrıca komünist düzen den sonra sosyal demokrat bir düzene geçileceğini iddia ederek Marks’m teorisini altüst etti. Kalaycılık olan mesleğini Kaz gan Komitesine tatbik etmeme si için sempatik arkadaşımız Hasan’a ömür boyu mutluluk lar dileriz. A tığı kundağa borçlu olduğuna dair bir rivayet dolaşır ortalık ta. Ebe ondan sonra kundak yapmaya tövbe etmiş olacak ki, hiç bir kız anası bulamamış bir daha onu. Doğuşundan ince, za rif ve güzeldi Ayşen. Ama gi yimli doğmadığı için doğumun dan evvelki giyim stili hakkın da bilgimiz yok. Oysa şimdi O’ nun sayesinde hem güzel giyi min ne olduğunu anladık, hem de zevk sahibi olduk. Efendim, Ayşen Avrupalı mankenleri çatır çatır çatlata cak kadar güzel giyinir. Herşeyin en yenisini ve en güzelini on da bulursunuz. Ultra modern havasıyla Ayşen, tek kelime ile enfes bir kızdır. Ayşen’in hobby’leri değişik ve çeşitlidir. Denizi sever ve bir de niz kızı kadar güzel yüzer. Son ra dansı sever, atlan sever, bir de ‘Kır atıma bineyim yar yolu na gideyim’ şarkısını sever. Kim bilir, A tlı Spora gidişi bundan dır belki de. A yşen’in Paris’i, Londra’yı kapsayan bir de dış gezisi var dır. Derler ki, Paris’te modacı lar Ayşenciğin peşinde epek sü re koşmuşlar ama ne var ki, Ayşen de iyi kaçar, o yüzden yakalayamamışlar. İstanbul’a hayrandır. O yaz ları bazan Bağdat Caddesinde rastlarsınız O’na, bazan Tarabya ’da. İstanbul’un her semti gü zeldir mutlak. Ama bu semtler 23 Ayşen olduğu zaman bir başka güzel olur. işte bu Ayşen kızımız Anka ra Cumhuriyet Lisesini bitirip Mülkiye’ye geldi, ilk senelerin kendini beğenmiş havasından sıyrılıp bizlerin arasında dostlu ğu ile, kişiliği ile, zekâsı ile, za rafeti ve tevazuu ile apayrı bir değer kazandı, örnek bir arka daşımız oldu. Son sene kantinde oldukça sık görülen bu cici kız, bir ara briç partilerinin heyeca nına kaptırdı kendini, inek Bay ramında ise, ‘okulda en çok sev diği arkadaşları’ üzdüler kırdı lar O’nu. O ise hiç kimseyi in citmedi. Ve gidiyor aramızdan şimdi hepimiz, herbirimiz gibi. O’na lâyık olduğu sonsuz mut luluğu bulmasını ve Başak Si gorta’ya sigorta yaptırarak ba şarılı, mesut bir ömür geçirme sini temenni ederiz. ÖMER PA R LA K 1945 Mayıs’ının ortalarında Konya’da dünyaya gözünü açan arkadaşımız her yıl aynı tarih lerde yeni bir doğuş içinde g ö zükmektedir. Çevresinde, teyze ve teyzeza delerin bolluğu, aşırı titizliği ve küçük yaştan beri devam eden cins-i lâtif sevgisi ile dikkati çe ker. Bir ara Ingiliz Kültür’ün ten ha yerlerini avucunun içi gibi öğrenmiştir. Geçen yılki Abant ve Kızılcahamam Gezisini tek rar yaşamayı çok arzulayan ar kadaşımız yakınlarına bu geziyi üç baskı yaparak anlatmıştır. Ankara’daki spor karşılaşma larını ve tüm tiyatroları yakın dan izleyen ,temiz ve şık giyin mesini seven bu arkadaşımızın SONER L A ÇİN Sevdiği ve kendisine asılan (H ...) yi bile tavlayamıyacak kadar beceriksiz olan arkadaşı mız kadınlar konusunda çok bil gisi olduğunu da utanmadan ka sılarak ileri sürer. 1946 yılında Çorum’da doğdu. ^Liseyi Çorum’da bitirdikten sonra Mülkiye-i Şahaneye 1965 yılında girdi. Arkadaşları ara sında mahcup diye anılır. Ger çekten kendisi de bu isme lâyık olup çok nazik ve mahcuptur. Klâsik batı müziğini, kabak tatlısını, esmer kadınları, kızla rı, seks filimlerini, playboy’u sever, ideali Fransa’da ekono metri doktorası yapmaktadır. Seminerini, İtalyanca hocası nın kızının «yazım güzel, çabuk da yazarım» sözlerine inanarak ona yazdırmaya kalkan fakat üç günde bir sayfa yazıldığını görünce kahrolan Halit yemek için yaşamak prensibine inanır. Öyle ki 1988’de Karpiç’te yedi ği yemekleri halâ aramaktadır. Briç seven arkadaşımıza H ... ile hayat boyu mutluluklar. «sempatik ve neşeli bir hatun la» mutlu olmasını dileriz. H ALİT ER EN Kendisini doğurtan ebe ilk ön ce klârnetin geldiğini görünce düşüp bayılmıştır. Oysa bunda şaşılacak bir şey yoktu. Çünkü Halit klarnet çalmanın her mü zisyen tarafından başarılacağını bildiği için bu güç işe sarılmış tı. (Kendisine güçlükler zevk ve rir de ) Buna rağmen saati 25 liradan klâm et dersi de aldığı halde inek bayramında çıkmak tan korktu. Dişlerini doldurt mak için gittiği doktorun karı şım gördükten sonra, doktorun borç para talebine karşı geleme miş ve belki birşeyler olur diye 24 doktora 100 TL. vermiştir. So nunda parasını alamayan Halit avucunu yalarken «Ben kadına acıdım da borç verdim» demiş tir. ŞÜKRAN H AK SEVER Sivas’ta doğmuş ilk, orta, lise tahsilini orada yaptıktan sonra Mülkiye’ye girmiştir. Söylediği ne göre Türkân Şoray’ı ekme ğinden etmemek için, Mülkiye’yi Yeşilçam’a tercih etmiştir. Annesi Sivas’tayken evde yalnız başına oturur. Yemek, bulaşık, çamaşır, temizlik ütü... vs. den nasıl vakit bulup ders çalışabil diği henüz aydınlığa kavuşama mıştır. inek bayramında Sivas dolaylarında giyüen üç etek bin dallı Ispanyol ( !) kıyafetiyle tüm İspanyolların milliyetlerin den şüphelenmelerine yol açmış, bu arada ön sırada oturan bir hanımın ağlayan çocuğuna «Öcü bak öcü» diyerek korkutup sus turmasına sebep olmuştur. Sivas’lı hemşehrilerine çok düşkündür. Derslere hocadan 15 dakika sonra ön kapıdan girer, en arkaya gidip oturur. Ve de jiklet çiğner. Şaka bir yana arkadaşımız çok hanım, çok ağırbaşlıdır. Bil umum ev işlerini yapar. Tam bir ev hanımıdır. Anladınız mı kerler. ORHON B E LEN TEPE tığı üç gün gibi uzun bir müd det zarfında geceleri pencereden kırıp Ankara’yı fethe çıktığı gü venilir bir kaynaktan öğrenil miştir. Patlıcan musakkasını, kedileri, Kartal Tibet'i (kendisi benzediği için), nişanlısı E ce’yi ve de özellikle kendini çok sever. Okul sonrası için şimdiden pra tik yapmak üzere ağabeyinin yanında çalışmaya başladığın dan beri firmanın «durum gra fiğinde» bir başaşağı gidiş g ö rülmekteyse de nedeni bir türlü bulunamamaktadır. U ğur’a çok inanır. Geçen yıl sınav, sonuçlarını öğrenmeye geldiğinde tavanı badana eden bir işçinin dengesini kaybetme si nedeniyle dolu bir kireç ko vası kafasına geçince «hayırdır inşallah» demesi, ne denli bir tolerans sahibi kişi olduğunun en sağlam delilidir. Halazadesi olduğu Alyanak Ayşe’nin «ders notu» denilince mide bulantılarının başlaması nın en önemli sebebi Pertevdir. tımda saplık nedir demektedir. bilmedim» Şişko diplomat’ımız sinemayı, futbol ve basketi ve kitap oku mayı çok sever. Oysa en bozul duğu şey’de ders çalışmaktır. Fakat doktora yapmak gibi bir fik ri’de olduğundan ders çalış Okul bitince ne yapacağı meç hul arkadaşımıza başarılı bir hayat dileriz. HALÛK CANSUN PERTEV İLPARS Ankara’da doğmuş, büyümüş ve fî tarihinde Mülkiye’ye gir miştir. Mülkiyeden saçım dök meden, dişlerini de çürütmeden çıkmayı prensip edinen arkada şımız, bu prensibe uyarsa çık mak için daha çok bekliyeceğini anlayınca; üçüncü sınıftan sonra hızlanmıştır. Bayramdan bayrama okula uğrayan Pertev son yıllarda zi yaretlerini daha d a azaltmış, Halûk Ülman’ı Türkkaya Ataöv .sanıp dersine girmek gibi bazı h o ş (!) sürprizlerle karşılaşmak zorunda kalmıştır. Otomobile çok meraklı olan Pertev 43 defa sınava girdikten sonra nihayet bir ehliyet alabil miştir. Seminerine bir gün kala has talanma ayaklarına yatıp, hastahaneye kaldırılmış orada yat 1944 yılında Ankara’da doğ du. İlk ve orta tahsilini İstan bul’da yaptı. Liseyi’de Ankara’ da okudu. Ankara Hukuk Fa kültesine girdi. Birinci yılda ça kıp ikinci yılda ise güç-belâ ey lülde geçti, ikinci sınıfta bir da ha çakınca hemen kapağı Mülkiye’de aldı. Hiç nazar değme sin mekteb-i şahanede hiç çak madan dördüncü yıla geldi. maktan kurtulamıyacaktır. V a siyeti üzerine eğer bu uğurda ölürse: Ne şehittir, ne gazi Ders çalışmaktan gitti Halûk Niyazi... diye kitabe yazdıracaktır. Ha lûk’a başarılar diler Kazganca nişanına hepinizi davet ederiz. Neşeli, vurdum-duymaz lâkin tuttuğunu koparan bir arkadaş tır. Feskom’un en faal üyelerin den biri olarak iç-gezide, balo da çok iyi çalışmış, bu yüzden kendisine; törenle BALO KU R TA R A N A SLA N nişanı ve INEKİSTAN kontluğu verilerek şövalye ilân edilmiştir. İç gezinin ünlü «şişko diplomat’ı» herkese; «Benim aşk ha yatım, sözlüm Serpil’le başladı, dört yıldır çıkarım kendisiyle, kısmetse bu yıl nişanlanacağım kendisiyle. Yeni fakülte haya - 25 ABDULLAH PİŞKİN 1946 yılında Boyabat’da doğ du. ilkokulu bu ilçenin Dumlupınar ilkokulunda okudu. Tahsil hayatının ilk raundunu böylece galip bitirince orta tahsil için Samsun Maarif Kolejine girdi. Zaman dediğin su misali akıyor du. ikinci raund’da Pişkin’in za feriyle sonuçlandı. Yüksek Tahsiie Ortadoğu Teknik Üniversitesinde başladı. Burası onu sarmayınca ertesi yıl Siyasal’a geldi. Çalışkanlığı, efendiliği ile te mayüz etti, istatistik, ekono metriye merak saldı. Bu arada iktisadı da öğrendi. Kariyer için ilk yatırımlarını böylece yapar ken Cins-i-lâtife dört yıl boyun ca iltifat etmedi. Hem kendi sap kaldı. Hem de bir başka kızı sap kalmaya mahkûm etti. Boş zamanlarını çokça ekonometrik modellerin çözümü, bir’ de tavla oynayarak doldurur. Asistan olmayı arzu eden bu çok akıllı ve tatlı arkadaşımızın arzularının gerçekleşmesini ve mutlu olmasını dileriz. "VEDAT DEMİRÜZ 1948 Haziranında Bornova’da kıpkırmızı bir suratla, hiç bağı rıp çağırmadan bir iş adamı cid diliği ile dünyaya geldi, ilk ve Orta tahsilini İzmir’de tamam larken yavaş yavaş o kendine özge, kişiliği de gelişmiştir, işte o meşhur felsefesini bu dö nemde geliştirdi. Ona göre «H a yatta en hakikî mürşit egoizm dir» Ve bu onun şiarı olmuştur. Bu sözlerin altındaki anlamı sezemiyenler ona ta lisede iken nankör anlamına KEDİ V ED AT adım taktılar. UĞUR KARAM AN Uğur 1947 yılının soğuk bir kış günü Şarkîkaraağaçta dün Görünüşte yırtık atılgan piş kin olan Vedat nedendir bilin mez kızlara karşı, onlardan ar kadaşlık teklifi bekleyecek ka dar sıkılgan ve çekingendir. Bir gün sinemada kızın biri elini Vedatın eline değdirince «Lan Ba rış bende onun elini tutayım mı» diye soracak kadar da be ceriksiz ve marifetten yoksun dur. Dört yıldır gizli inekliği yü zünden tek bir kıza bile ayak atacak vakit bulamıyan Vedat bunun asıl sebebini bir Iskoçya’ lı kadar hesabî olduğunu dikka te almadan «Ne yapalım bizde şans yok» veya «Izmirdeki yen geniz bozulur» diyerek şahane nin ebedî sapları arasında yer almıştır. Bir solcunun yanında solcu, bir sağcının yanmda ümmetçi olacak kadar politik olan Vedat istikbalde de bu yolla başarıya ulaşacağına inanmakta, adam olmanın tek yolunun üç kâğıtçı lık olduğunu ileri sürmektedir. Vedat bu son aylarda yolsuz kaldığından fotoğrafçılık yolu ile başta Barış olmak üzere ya kın arkadaşlarını bağırtmadan yolmaktadır. En büyük arzusu hanım hanımcık bir kızla evlen mektir. Vedat’a Saadetler ve şanslar dileriz. yaya geldi. İzmir Namık Kemal lisesini bitirdikten sonra elekt ronik beyinin bir anlık gafletin den yararlanarak mekteb-i şa haneye girdi. ikinci sınıfta üssümizan’ın gadrine uğrayınca (7) rakkamının uğursuzluğuna inandı. Ama aslında bu sonuç onun Fransa’ da yaşadığı Dölce V ita’nın fidyesiydi. Fakülte içinde hiçbir kıza ayak atmamıştır. Ama dışarda saman altından su yürüt mektedir. Tekel’de çalışmaya başladıktan sonra en büyük si gara tüketicisi olan Uğur, bı yıkları ile şöhrete ulaşmıştır. Tütün konusunda yaptığı semi nerle Mehmet Selik’i fethetmiş. Bu arada Tuncer Bulutay’m derslerinin de neşe kaynağı ol muştur. Uğurun gelecekte de başarılı olacağı inancıyla onu son sınıftan şimdiden uğurlarız. TEVFİK FİKRET B A RA N 1946 da Adana’da doğmuştur. Şahaneye Ankara Bahçelievler Cumhuriyet Lisesinden geldi. İktisadî konulara olan eğilimi onu malî şubeye çekti. Zira Fik ret doktora yapmayı daha bir de iken aklına takmıştı. Y A Z I S I Z :... 26 Fikret güzel kanun çalar. Se si harikadır. Üstelik Türk sanat müziğine de iktisada düşkün ol duğu kadar düşkündür. Klasik batı müziğini de dinlemeye ba yılır. Adana’nın sıcak ikliminde ye tişen bu sıcak kanlı incc ruhlu ve sempatik arkadaşımız mezun olur olmaz derhal Avrupa’ya doktoraya gidecektir. En çok s'evdiği yiyecek maydanoz’dur. Kışın bile evinde turfanda ola rak yetiştirir. Dinç kalmanın sırrı maydanoz yemektir diye inanmakta ve bunu da uygula maktadır. Zamanın çok çabuk geçtiğini bu yüzden insan yaşantısında üzülmeye hiç yer olmaması ge rektiğini savunur. Fikretin ha yatta sevdiği üç şey vardır: Sev gilisi, Sevgilisi, Sevgilisi! Ne de nir. Allah sevgilisini ona onu sevgilisine bağışlasın. Amin... kardeşimiz ayrı evde kaldığı için ve de bizim dostluğumuz ye rine şişelerin tesellisine kendini kaptırdığı için biraz kendini sal mış gibi göründü. Biz bir yanar dağ gibi güçlü bir potansiyele sahip bu arkadaşımızın hayatta başarılarının sonsuz olmasını diler, ona en derin samimiyet ve dostluğumuzu sunarız. DEMİR ERM AN MEHMET MEMİK Demir, Ankara şehrinde ma xi paltoyu ilk defa giyen, ve de ilk defa (bu) yüzden şoförlerle kavga eden delikanlıdır. Maksi sini giydiği ilk günlerde Kızılaya çıktığında kadın erkek bilûmum Ankarah’ların taaccüp ve de ha set dolu bakışlarına hedef ol - Bir zamanlar hangi taşı kaldırsanız altından Memik çıkar dı. Politika yapar, sosyal yaşan tı içinde her zaman aktif rol alırdı. îy i giyinirdi. Büyük başa rıların adamı olarak göze çar pardı. Lisan biliyordu, çok ze kiydi, başarılı olmak işten bile değildi. Oysa bu son yıl ortalarda pek görünmedi. Dostluğunu varlığı nı arar olduk çevremizde. 1966 da hep beraber girmiştik. Mülkiye’ye aramak hakkımızdı. Alp Orçun, Yavuz Sabuncu ve Me nlik bölünmez bir bütündüler. Üçü de İstanbul Lisesinden gel mişti. Iç geziye katılmasaydı çok kişi belki onu tanımıyacaktı bu yıl... Bu sempatik, yakışıklı, centil men ve hepsinden öte iyi niyetli muştu. Bu nedenle sık sık saç larını yolacak kadar sinirlendi ği oluyordu. Demirin tam 38 ceketi, 140 buçuk civarında pantolonu, 8549 gömleği, iki iane kravatı bir de bıyığı vardır. Bu kadar şık olan bir adamın da kaç tane kızı vardır dersiniz? îzmirdeki yen ge duymasın ama Ankara’da Demirin olmayan kız yoktur. Bilmem durum açıklığa ka vuştu m u? Demir, Mülkiye’nin gördüğü ve göreceği en azgın ye ye çilerden biridir. Bürokra sinin en üst kademelerine kadar yükselmiş olan şair babasının da defalarca söylemiş olduğu gibi, Demir ailenin hırçın çocu ğudur. Esmer teni kara ve de kıvırcık saçları fıvça bıyığı ha fiften «ince ruhlu» gözleri bu şarkın esrarengiz çocuğuna dost ve müttefik Pakistan’dan gelme izlenimini vermektedir. Demir’ciğim seni çok övdük artık şu bizim ikibuçuğu ver de öğle yemeğimizi çıkartalım. Ta mam mı canım. BETÜL DURSUN Betül 1948 in bir yaz günün de gözlerini açmış dünyamıza. Pek süratli bir şekilde Ankara Kolejinin birinci sınıfından gi rip son sınıfından 1965 de çık mış. Aynı hızla Mülkiye’ye ge lir gelmez anlaşılan hızını kesemediği için de birinci sınıfın du varına güm diye çarpıp ertesi sene kendisini tekrar siyasî ta rih dinlerken bulmuş. O sene Mülkiye’ye veda etme sine ramak kala da yeni yönet melik sayesinde kapağı ikinci sınıfa atabilmiş. O gün bu gün de pek tıkır tı kır sayılmasa bile sınıfları geçe rek son sınıf kapılarına dayan mış. Bu arada neler neler olmuş. Efendim Murat diye bir çocuk varmış. Gel zaman git zaman bu Murat çocuk Betül’e ‘haydi nişanlanalım’ demiş, Betül’de «he» deyiverince onlar ermiş Muradına biz çıkalım kereveti ne. Günlerden bir gün Betül Kuşadası’na gitmiş. îyik i de gitmiş hani, tam bir sene ağzından Kuş adası lâfı eksik olmamış. «Ben Kuşadasındayken» diye başlar mış her lâfa. Herkesin içine bay gınlıklar gelirmiş. Iç gezi programına Kuşadası’ 27 sınıf arkadaşı olan Betül’le en sonunda ‘biz sadece arkadaşız’ demekten vazgeçip halkalandılar. Murat çocuk pek marifetlidir doğrusu. Dersten gayri ne ister deniz yapar. Fotofrafçıhk ve biçare balıkların almlarmdan zıpkınla delik açmacılık en sev diği oyunlardandır. Bir de tu rist gezdirir. Gezdirdiği turist ler de hep hanımlardır ama Be tül hiç sesini çıkarmaz, çünkü Murat 60 yaşından aşağı hanım ları gezdirmez. Rehberlik huyundan iç gezide de vazgeçmeyen Murat az buçuk hayal kırıklığına uğradı. Kimse uzun uzun tarihî değerlerinden nın da konmasına epey etkisi ol muş. i ç gezide’de o yüzden en fazla Kuşadasında dağıtmış. Sa hilde Joan Baez’den şarkılar söyleyip dinleyenleri mest et miş. Betül ilerde ne olacağını bil miyor. Bildiği tek şey günün bi rinde soyadının Özbek olacağı. Haydi hayırlısı. MURAT ÖZBEK 1947 yılının masmavi bir Ni san gününde masmavi gözleri ile Murat çocuk doğdu. Ankara Kolejinde başlayan tahsil haya tı Mekteb-i Mülkiye’de sona ermek üzere. Yedi seneden beri gılı, anlayışlı, olgun tutumu ile dostlar kazandı. Kendisine kâlp hırsızı diyenleri sükutu ile tek zip etti. Geleceğin senin için, yüzün gibi aydınlık, fikirlerin gibi te miz, niyetlerin gibi iyi olmasını dileriz. SAHİR KOÇAK 1948 yılının eylül ayında Kı rıkkale’de doğdu. Babaannesi nin Hürriyet Gazetesinde yayın lanan hatıratında Sahirin daha bahsetmek istediği taş yığınları ile ilgilenmiyordu ve çocuk gezi boyunca keşfedilmemiş bir ka biliyet olarak kaldı. Fakat yakında Murat’ın bu kaabiliyeti keşfedilecek ve Mu rat 60 lık teyzelerden biri tara fından kaçırılmazsa Türkiye’nin en sıkı rehberlerinden olacak. SEVİNÇ ESEN Mart ayında birgün Is tanbul’da kadınlar dedikodu yu bıraktılar, erkekler karıla rından kızlarından yakınmadı lar, vapur düdükleri kesildi, martılar sustu, kediler miyav lamaz, köpekler havlamaz oldu, taşıtlar bile ilk kez kom a yasa ğına uydular, işte o gün Sevinç doğdu. Ebesi hâlâ ömründe ilk kez ağlamadan doğan bir bebek gördüğünü ve bu bebeğin de Sevinç olduğunu söyler durur. Küçük Sevinç öylesine sessiz öylesine sakindi ki, anası babası bile kızlarının konuşmayı öğre nip öğrenemediğinin pek farkı na varamadılar. Neden sonra Mülkiye’de arkadaşları yanında şakıyıp güldüğünü görünce şüp heleri zail oldu. Bu uslu bebek Mülkiye’deki yıllarını derslerde defterine de senler çizip sanat yeteneğini ge liştirmek, kantinde kibrit, çukolata vs. kutusu gibi bilûmum kutuları eşit ve düzgün uzun lukta parçalara ayırmakla ge çirdi. Onu teneffüslerde görmek 28 isteyenler Siyasî Şubenin önün de Feryal, Şiir, Ertan üçlüsü nün yanında saçları ile oynar ken buldular. Mülkiye’nin biri-, cik hanımefendi kızı oldu. Say ilkokuldayken gayesinin Mülki ye olduğu belirtilir. Sahir Mülkiye’ye gelince Mülkiyenin ta rihsel dernekçilik akışma uya rak her türlü üç kâğıtçılığı öğ rendi. iddia edilir ki o sol yelpaze nin üzerinde zikzaklar çizmiş her dalda oynamıştır. Şu da ger çektir ki Mülkiye’de Ortanm so lu denince akla biraz da Sahir gelir. Sahir Mülkiye’yi o denli sevmiştir ki «Abiler ayrılamam mezun olmayı istemiyorum.» di ye konuşmaktadır. Bu sözün duygusallığı bir yana Sahir’e şimdiden mezun nazarı ile baka bilirsiniz. Zira o kadar da inek tir. Evlenmek mi istiyorsunuz? 'a s g - a ı - ı Hemen Kazgan’a yazımz EVLENDİRME SERVİSİ Biz ikimizde cici kızlarız, bir hata edip iptidaidenberi beraber bulunup bize atılan ayaklan kırdık. Ayak atanlarımız da biz de sonuç olarak sap kaldık. Eski ayak atanların diplomalarıyla birlikte «ikiz kız lar» rumuzuna başvurmalarını rica ederiz. Diplomat lar tercih edilir. İkiz Kızlar A . O. • Uzun yıllardan beri eli yüzü düzgün bir kız arar dururum. Elâ gözlü, doğru sözlü, kumral saçlı, işlet me şubesinden bir kızla evlenmek istiyorum. İdarî şubeden olsam da kaymakamlık değil, doktora yapa cağım. Tarifime uyanların başka kısmeti çıkmadan «R efuze Edilen Çocuk» rumuzuna başvurmaları çok rica olunur. $ Bir İdarî Şubeli Mülkiyenin en kral şubesinde son sm ıf öğrenci si olup, kendim Kıbrıslıyım. Son sınıfda Nur dahil benden daha inek yoktur, istikbâlde iyi bir işim ola bilir. Onun için kızların beni seçmesinde yarar var dır. Size tasvirimi de yapayım. Uzun uzun boyum var. Ne de güzel huyum var, saçlarım dalgalı sey rek, fiyatım da üç çeyrek. «Huri Mankafa Hamal» rumuzuna başvurun. Acırsa birdaha vurmayın, zili çalın. Genellikle.burs uydurup kâh Fransa’ya, kâh Hol landa’ya yazlan giderim. Kısaca diyarı Frengi bili rim. Lisanım da iyi olup bir süre önce dördüncü ku ru bitirdim. Bana çok kişi sen çok efendi çocuksun derler. Hattâ Mehmet Çavuş bile ( ö ... efendi) diyor Şimdi bir kızım varsa da yedek bir hatun anyorum, isteklilerin «Hollanda hududunda bir gün bekletilen züppe» rumuzuna müracaatı rica olunur. • Elime kız eli değmedi. Harama uçkur çözmedim. Namusumla bu güne kadar geldim. Beni anlayacak bir hatunla çok kısa zamanda evlenmek ve bu saplıktan kurtulmak istiyorum. Fena çocuk sayılmam. Yine fena sayılmayacak bir kızın müracaatını seve seve kabul ederim. Zenginlik şart değilse de tercih sebebidir. £ Yıllardan beri çeşitli hatunlara ayak attı isem de hep sonunda elimden kaçırdım, artık elimden kaçmıyacak, uslu, akıllı ve de Türkiyeli bir hatuna şiddetle ihtiyacım var. Malî durumum fena olmayıp bir kaç yerden burs ahp idare etmekteyim. Adanalı olmakla beraber Ankaraya yerleşmeyi ve bir ev tut mayı taahhüt ederim. Kaynana istemem. Talipleri min de benim gibi çok inek olmaları zorunlu olup benim gibi işletmeden olması şart değüdir. istekli lerin: «Tafamus Nakkaş» rumuzuna baş vurmaları bekleniyor. Sonra <la bir şişe arsenik alınız. Ben de evlenmek istiyorum. Yalnız bazı şartla rım var. Benimle evlenecek kızların 1,75 boyunda 60 kilo kadar, ölçüleri milletlerarası standardlara uy gun, lepiska saçlı, intikal ve intibak kabiliyeti tam olup iptidaiden olmalıdır. Müracaattan 15 gün evvel LCC Enistitüsüne devamla zarafet .letafet ve kıya fe t hususunda yeterli bilgiyi edinmiş olmaları talipden aranan en önemli husustur. Bu şartlan haiz olan kızlann «Muhammet M EA SU RE R » rumuzuna baş vurması nezaketen rica edilir. • Kısa vâdeli evlenmek istiyorum. Zenginler ter cih olunur. Bu suretle kokozluğa paydos deyip şöyle bir süre rahat edeceğim. Kızlık söz konusu olmayıp dullar tercih olunacaktır. Aradığım vasıflar: Ahmetleri yerinde, zühtüleri belinde, tatlılığı dilinde olma sıdır. Ayrılma zamanı gelince sululuk etmeyecek, nafaka istemeyecek bir hatunun, Malî şubeye «K o koz» rumuzu ile baş vurmaları duyurulur. İzmir’in en mutena semtlerinden birinde büyü düm. Koşa koşa Mülkiye’ye geldim. Şimdi de evlen mek istiyorum. Kızların İzmirli olması tercih olunan bir husustur. Adım her ne kadar piç’e çıkmışsa da anam da var babam da. Ben çahşmasam bile onlar bana bakar. Kızda aradığım meziyetler, iyi huylu olması, kışın sıcak, yazın serin tutması ve de her attığım yalanı gerçek diye yutmasıdır. Taliplerin «Şendümen» rumuzuna baş vurması ilân olunur. • Ben de cici bir kızım, tam dört yıldır yalnızım. Evlenmek benim de hakkım. Gözlerim yeşü ve elâ, geri kalan renkler boya. Boyum pek kısa sayılmaz. Kilom da fazla değildir. Yemek bulaşık bilirim. Ütü ve dikiş de yaparım. Gece sırtüstü yatarım. Talipler «S A P K IZ» rumuzuna baş vursunlar. Sonra bekle yip dursunlar. Ben mutlaka birini seçerim, ya da dalgamı geçerim ... Mülkiyenin gülüdür Ahm et Şahin, onsuz sohbe tin tadı olmaz. Birgün Nuri Değer, Ahmet Şahin ve bazı çocuklar kantinde oturuyorlardı. Konu herkesin memleketinden açılmıştı ve bir ara Ahmet Şahin Nu riye takılarak «Sizin Cizre’nin sivrisinekleri at ka dar büyükmüş» dedi. Nurinin hazırcevaplığı üstün deydi: «E vet Ahm etçiğim » dedi, «bende her gelişimde birisine binip geliyorum. 29 KIYAFET BALOSU özel Balo Muhabirimiz DALTON bildiriyor kemle vardı. «Saplar için ayrılmıştır» diyerek san dalyelere kurulduk. İlk gözlemimiz, yabancıların ve -sağolsunlar- bizim kantin erbabının yanında son sı nıftan olanların çok az olduğu idi. Buna mukabil, eski mezun Deniz, işçi kılığı ile gelmişti. Fakülteden gelenler, inek bayramındaki kılıkları ile geldiklerin den ,orijinal sayılabilecek kılıklar yabancıların kıya fetiydi. Hele bir «PIRTIK» vardı ki sormaym. Sıskalığı sevimsizliği yanmda harikaydı. Yalnız, ikide bir ge- Uzun süredir hazırlığı ve reklâmı yapılan Kıya fet Balosu bu yıl Marmara Otelinde ve 18 Nisan ta rihinde yapıldı. «Kambersiz düğün, Kazgansız Kıya fet Balosu olmaz» diyerek kılık-kıyafetimizi ayarla yıp, cebimize de kâğıt kalem alıp başladık kendimize bir eli ayağı düzgün hatun aramaya. Kısmen arama işlerine geç başlamaktan, kısmen de eli ayağı düz gün kız bulamamaktan baloya sap gitmek zorunda kaldık. Lâf aramızda, Kazgan muhabiri zaten kızla meş gul olacak zaman bulamazdı baloda. Tıpkı benim gibi sap, Kokoz öm eri ve Siyasîden Ahmedi de kan dırıp taksi gidiş-dönüş parasını asgarîye indirerek Marmara Oteline vasıl olduk. Kapıda, o vakitlerin Feskom başkanı îb o Ue A yı Savaş, zarardan yakındılar. Bize de içkilerimizi ce bimize saklamamızı tavsiye ettiler. içeri girdiğimizde, herkesi samimî bir şekilde yerde otururken gördük. Sadece kenarda birkaç is 30 — Fakire bi sadaka ahiler!.. lip, benden para dilenmesine çok bozuldum. Zaten lâf aramızda, o yüzden sevimsiz buldum keratayı. Otel personelinin sözü doğru ise, o gece tam ikiyüz lira para toplamış. Bir de ilkokul önlüğü giymiş, elinde devamlı el ma şekeri yalayan bir kız vardı ki, baloya renk kat tı. Sanki bizim fakültede okusaydı ne olurdu, diye çok efkârlandım doğrusu. Kokoz da az çapkın değil hani. «A bi kızı boş ver, ama canım elma şekerini çekti» diye sızlandı durdu. Nihayet orkestra hafiften slow’la başladı. Ve pist bir anda doldu. Kraliçe Şenay’a Işık refakat edi yordu. Diplomatlardan Metin ve Umur da kızlarıyla gecenin tadını çıkartıyorlardı. Okhan dansa iltifat etmiyordu ama, kızının neredeyse içine girecekti. Kenardan seyredenler arasında Aksel, Tahir, Çetin takımı da vardı. Tabiî yanlarında Cihan da. Ersal sempatik arkadaşı ile herzamanki ciddiyeti ile dans ediyor, Hürol yine etraftaki kızlara asılmakla meş gul, Murat-Betül çifti siyasî şube fermanının moral bozukluğunu atmışlar, hayatlarından memnun görü nüyorlardı. Gecenin en çok dağıtanı diskotek çocuğu îbrahimdi. Yedekte bir hayli içki getirmiş olmalıydı. Fa kat hakkını yememek lâzım çocuğun, sarhoşken bile kibarlığı elden bırakmıyordu. îbo, organizatör pozlarında saplığım gizliyordu ki, nihayet dayanamadı ve saçlarına yeni bir düzen verdikten sonra Şeniz’i dansa kaldırdı. Aksel bu se fer herkesin gözü önünde kavağa tırmanma deneme lerine girişti. Cihan ise gecenin en neşeli tiplerinden biriydi. Bildiği bilmediği bütün dansları yapıyordu. Bizim Albay Doğanımız da sempatik arkadaşıyla, pistten hiç ayrılmayanlar arasındaydı. Ümit ise ses sizliği sevdiği için olacak dış salonda bir köşeye çe kilmişti. Siyasî şubeliler meydanı boş bulduklarından o malûm şarkılarını hep beraber söyleyip hava atıyor lardı. . Aslının sorarsanız buradan sonrasını pek hatır lamıyorum. Çünkü cep konyağımı bitirdikten sonra, piste fırlayıp, en son dans numaralarımı çekmeye başladım. Saat 3.30’a kadar... Gayet samimî ve olgun geçti bu seferki kıyafet balosu. Havası yoktu diyenler de çıktı bermutad. On lar da hava almaya dışarı çıksalardı naapalım dii mi? İN E Ğ İN A M E N T Ü Str Bir Mekteb-i Mülkiye var dersleri bir âlem Uyutur tüm tüllabı Aktanla inandım Teksir yiyemem, ders çalışmak illetim hatta însan mezun olur kopyayla inandım Şeytan da biziz, melek de ne şeytan var ne melek, Mektep dönecek cennete boykotla inandım. Fıtratte tekamül ezelidir, bu hayale, Dinledim Türkçe-i Nermini bin kerre inandım. Zavallı tüllap çok şey öğrenmiş bu ne hülya, Dinledim her yeni dersi irfanla inandım. Tüllap eti yenmez, sınavı kebirde yamyam değilsen N ot ver geçsin a hocam insafla inandım. Birgün yapacaksan bu haltı gel biraz bekle, Bir bir sayılı cümle günah Kazganla inandım. (FİKO’dan araklama) KAZGAN HEDİYE DAĞITIYOR — Ama ne tatlıyım, di mi hayatım ? Devletler Hukuku dersinde Montrö Andlaşması tartışılıyordu. Şefik Çakır Karadenize kıyıdaş olma yan ülkelerin Karadenize çıkıp seyredebileceklerini söyledi. Seha L. Meray’ın cevabı şöyle oldu. «Kara sula rımız Kara üzerinde değil ki».. Okhan Atakan Şeyda Gönel : : Şenay Postalcıoğlu Serdar Taşkıran : : Bilgegürün N ur Mehmet Memilt NurJ Değer : : : Avni A rık Sadık tkizek Nihat Ertan Hayat Apak Mustafa Akkaş : : : : : Süheylâ Nazime Olgaç Erdem Barutçu Ebrar Berk : : : : Alımet Şahin Fikret Baran Oya ö m e k o l İlhan Cedimağar Nuri Mustafa Kemal Rıdvan Karluk Derya Şensöz Ömer Gürkan : : : : : : : : Nihat Yalçın taş Haşan Şengüder Erdal A k taş Yavuz Sabuncu Şerife Umut Mehmet ö lçe r : : : : : : Bir resim takımı Bir yıllık sauna abone bi leti Bir buket çiçek Kullanılmamış bir SS üni forması Yeni bir İngilizce sözlük Bir galon şarap Türkçe telaffuz tekniği ki tabı Maonun kızıl kitabı Müceddet box eldiveni Şimşir tarak Bir çift V og Bali A yak atıp tutturamadığı kızların listesi Boş şişe Mülkiye dergisi Mollier’in Cimri adlı eseri Bilimsel araştırma el ki tabı Bir sepet kedi yavrusu Bir kanun On derste piyano el kitabı Mtufak eşyası Pilo Cura Playboy 52 Kâğıdı Çağdaş kafiye kullanma teknikleri Muhasebe el kitabı Bir baba iy i cins saç boyası Bıyık yağı Bir adet disk Elektrikli traş makinesi 31 BUNLARI DUYDUNUZ MU? -jç Sami Tezveren’in «Beyler ben futbolu da pek şık oynarım» dediğini.. -fa Aksel Ülker’in, ikinci sınıfın yabancı dil bilen kızlarına kelime sorduğunu.. •fa Iç gezide Bursa’nın Şengül hamamında, «küçük lük resmimi kaybettim» diyerek, A yı Savaş’m çırılçıplak resmini çektirdikten sonra, hâlâ Aktan’ı aradığını.. Kuşadasına iner inmez meşhur bir hamama gi den ve hamamın personelince çok iyi ağırlanan Hürol’un «bir daha Kuşadasma gelirsem, ilk u ğ rayacağım yer burası olacaktır» dediğini.. •Jç İbrahim özkartal’ın mezun olunca baba mesle ğine devam edeceğini.. Dört mâliyeden V arol’un, işletmeden bir hatuna iki defa ayak atıp, pas alamayınca, «Beni iki defa terslediniz. Artık sizinle samimi konuşamam» dediğini.. -Jç «İbrahim Nasser’in bütün yurdun kız sakinlerine cumartesi günleri, konsere götürme ayağı ile sarktığını herkes bilmelidir.» diye bir ilânın kon sere götürülen masum bir kız tarafından Kazgana verildiğini.. •fa Nuray'ın nüfus kâğıdına ekli bir kâğıtta erkek olduğunun ayrıca belirtildiğini.. Ilhan’ın «iyi ki iç geziye katılmadım, yoksa mil let Kuşadası’nda beni yerdi» dediğini.. Rıdvan Karluk’un düğüne giden Ömer’e «oraya sap gidilmez, beni de götür» dediğini. -£■ Işık Bozkurt’ın Galatasaray’daki Fransız hocalar tarafından Eşek diye çağırıldığını.. -fa Cengiz Esenalp’m esas adınm «Hamza İsmail Hakkı Cengiz Esenalp» olduğunu. Süheyla’nm Mülkiyeyi büyük bir şey sanıp gel diğini, sonradan aradığını bulamadığını.. 32 Sami’nin her Bursa’lıda biraz Bursalılık vardır dediğini.. Erdem Barutçu’nun arkadaşlarına tek sigarayı 25 kuruşa sattığını.. -fa Ilhan A teş’in ara sıra İzmir’e gidebilmek için 4 yıl sadece bisküvi yediğini.. Cengiz Esenalp’m bir grup Fransızm rehberliğini yaparken onları Paris yerine Kahire uçağına bin dirdiğini.. Doğanay’ın her denize girişte kolunun çıktığını.. •fa Mustafa Akkaş’ın ayağı en çok kırılan kişi ol duğunu.. ■Jç Derya’nın iç gezide en çok eşeklerle ilgilendiğini.. ^ Varol Ince’nin 3. sınıfta Millî Muhasebe imtiha nında soruları görünce Uğur Korum’a «bizi çak tırmak için sordunuz, değil m i?» dediğini.. ■Jç Mustafa A kkaş’m tüm işletme şubesinin manyak olduğunu ve aralarında bulunmaktan gurur duy duğunu söylediğini.. -jç Birinci sınıf sübyanlarından birinin Nazime’yi de birde sanıp ayak attığını, ancak Nazime’nin bü yük kızgınlıkla ve de kantinde oğlanın ayakları nı kırdığım, sonradan da «Bilmem ki ufak tefekliğin avantajı mı yoksa dezavantajı m ıdır? dediğini. -fa Zekeriya Temizel’in, millî oyun bahanesi ile kız• lara ayak attığını.. Gacocu Mehmet’in yurdun karşısındaki tüm mül kiyeli sapların tesellisi olan Gönül’e uzaktan aba yı yaktığını, gece ışıkları yakıp söndürerek;- işa retleştiklerini ve bu tatlı kerin birgün kızla an laşıp; (tabii ışıklarla) buluşmaya karar verdik lerini, Gacocu’nun tüm (Old Spice) şişesini üs tüne döküp, randevuya gittiğini, fakat kızın onu yaşlı bulup kaçtığını.. • Biı* Hikâyem iz Var!... Orhan Tengiz’in Zam paralığı: Orhan Tengiz bazı arkadaşları ile Beyoğlunda bir pastahaneye gitmişti. Daha yerlerine yeni yerle şiyorlardı ki, Orhancığın 14 yaşında bir kızdan göz lerini ayırmadığı arkadaşlarının dikkatini çekti. Zam paramız kıza göz koymuştu bir kere ufak olması hiç de önemli değildi. Kız dediğin çabuk büyürdü. Zaten kızın büyümesi gereken yerleri bayağı büyü müştü. Orhan arkadaşlarından bir küçük kâğıt, bir kibrit kutusu, bir de kalem istedi. Bu araçlar onun kızı araklaması için yeterliydi. Kâğıda kızın ertesi gün saat ikide aynı yere gelmesini yazmıştı. Şimdi münasip bir an yakalıyacak, kutuyu kızın ayakları dibine atacaktı. Kız Orhandan iyisini mi bulacaktı zaten. Am a olmadı, işte Orhancık atamadı kızın ayakları dibine. Bu da gam değüdi, çıkarlarken kız arkada kalır kâğıdı kaşla göz arasında ahverirdi. Kızcağız alı al moru m or oturuyor. Orhanın ısrarla bakan yüzüne bakamıyordu. Biraz sonra kalktüar karşı masadakiler ve 14 lük gelişmiş kız en önde, ardında babası, anası çıkıp gittiler. Tabi kutu Orhanın elinde kaldı. KAZGAN MÜLKİYE MÜZİĞİNİ DE UNUTMADI ifâüıjiib bes ieb âr HACI SAİK BEY Bu zat-ı kiram, Saikzade Keramettin paşanın oğludur. Sesinin güzelliği ilk önce hamamda fark edilmiş olup Hammamizade tarafından usul dersleri almıştır. Mûsikîde bestelerine henüz 17 yaşında bir nevcivan iken başlayan Hacı Saik Bey ilk bestesini çocukluk yıllarının hâtırasına izafeten yazmıştır : Zevkden birkaç köşe oldum nazlı yar öb ü r kızın zaten bana meyli var Mart gelince azdım yine bu bahar ö b ü r kızın zaten bana meyli var. Bu şarkı devrinin en sevilen şarkısı olmuş ve dillerden düşmemiştir. Bu şarkıdan mada, daha bir çok beste yapan Hacı Saik Bey, en ziyade hüzzam, cüzzam, munzam makamlarında eser vermiştir. Eser lerinin mühimce bir kısmını da hacca gittiği zaman bestelediği için makamına, anlaşılsın diye hicaz de miştir. Aslında anlaşılacağı üzere, eserler hicaz değil daha çok mecazdır. Size şimdi bestekârın hüzzam ma kamında bestelediği bir şarkıyı sunacağız. Bu eser ha remi Sıdıka hanımefendi için bestelenmiştir. Gerek armoni, gerek ahenk, gerekse güfte bakımından bir şaheserdir. Baban bile indirmez gecede birkaç hatim Üstüme varma benim hiç kalmadı takatim. Üçten üste çıkarsam, bozulacak sıhhatim, Paklar beni teneşir gayrı hastane değil. Çenem tutsan bile, nalet suratın yeter, Körolası kaynanam, cadı, senden de beter. Kaçsam gitsem buradan dostlar acaba ne der, Patlayan kafam benim, ulan, kestane değil. Veladetinden, nhletine kadar, devrinin en çok sevilen bestekârı olan Hacı Saik Bey Hammamizade den gayri Ishak Dede, Naşit Dede, Süleymaniye baş imamı Hacı Zühtü efendilerden feyz almış ve Bolahenkzade Abdürrezaktan solfej öğrenmiştir. En ta nınmış eserlerinden birini hep beraber okuyalım. Sevda deyip sevdalandım Yel üfürdü havalandım Dalga geçtim oyalsûıdım Hem ağladım her zırladım Ten nen ni ten nen ni tene Ba Ten nen ni ten nen ni tene na Hacı Saik Bey, curcuna usulünde bir beste ya parak, devrin büyük paşası, Ser Keriz Süleyman pa şanın kız kardeşine ayak atmıştır: Pek nazlısın işvelisin, sen herkese iş verirsin Benim sanki canım yok mu bana neden boş verirsin Kaç yıl peşinden koşarım, seni görünce coşarım, Karıyı bile boşanın, bana neden boş verirsin. Üstüme varma benim, hiç kalmadı takatim... © Besteye çok bozulan, Ser Keriz Süleyman Paşa, Hacı Saik beyi, Fizana sürmüştür. Bestekâr orada güneşte kalmış, başına güneş geçmiştir. Bu arada yaptığı bir başka beste vardır ki sanat müziğimizin adeta güneşi addedilir. Düm tek düm tek Estek köstek Obnadı baştan Düm tek düm tek Estek köstek Fındık fıstık Abidik gubidik Cumhuriyeti müteakip vatana avdet etmiş Bakırköyde mecburî iskâna tabi kılınmıştır. Vefatın dan tam bir yıl önce, bir beste yaparak sanat dün yasına adeta yeniden doğmuştur. Şimdi bu eseri ko rodan dinleyelim : Kim kime kimsin demiş Canım, çok cinsin demiş, Kaçma benimsin demiş El oğlu bu, der elbet. Bütün güzelliklere âşık olan Hacı Saik Bey, Hüsniy’anımı Sandal Bedestende görm üş; âşık o l muştur. Müzayedeye açılmış bir piyanonun başına geçip, derhal bir beste yapmış ve çaktırmadan Hüsniy'anımm eline sıkıştırmıştır. Bu müstesna eseri Kazgan size sunmakla şeref duyar. Arkamızdan itmeyin önümüz kalabalık Biz uskumru istedik ağdaki alabalık Hüsniyeciğim gel bize yiyelim salatalık Hüsniyem seni vermem ellere ellere ellere oy. Devrinin en sayılı bestekârı Hacı Saik Bey, 18 zilhicce bin üçyüz bilmemkaçta vefat edince, kadîr bilmez kişiler eserlerini iç etmişlerdir. Ancak Kazgan gece gündüz dememiş, yemek bile yememiş, eserleri kamu oyuna sunmuştur. Bu araştırmasının sonucu kazganın fedakârlığı dikkate bUe alınmamış; bütün m arifet Hacı Saik Beyinmiş gibi tüm gazeteler on dan bahsetmiş, Kazgamn resmini bile basmamıştır. 33 F O T O Ğ R A F L A R L A tirnk 'Bayramı Olmaz ki, Böyle do oturulmaz ki!.. m m m m «s&âBsıe Göbek dediğin Böyle atılır.. T.; . ■: i Hiç de zemzem’e benzemiyor ya, neyse., 34 35 FOTOĞRAFLARLA tfnck Bayramı IİİİI :k ;£;S,1 i Yakışmamış mı yani? 36 i Ne, bakanhğı ma kazandım? SÖY LEYİN - ÇALALIM J)rogramt yöneten :A la a lü n Xtyaköten Mülkiye «Söyleyin Çalalım Program ı»’na hoş geldiniz. Programımızda siz isteyeceksiniz, biz ça lacağız. Biz çalmaksak bile üzülmeyin elbet bir çalan bulunur. Avni Arık Vedat Demiröz Cengiz Esenalp Erdem Barutçu A yşe önel Müjgân Alp Varol İnce Ömer Parlak Halûk Cansun Nur Bilge Gürün Oya örnekol Rıdvan Karluk İlham Cedimağar İzzet Suner İnci Ünel İlhan Ateş Sadık İldzek Şükran Haksever Fikret Baran Haşan Kalaycı Orhon Belentepe Münir A ksoy Ömer Gürkan A yşen Ersan Tuncay İnkaya Şefik Çakır Aksel Ülker Işık Bozkurt Erkin Büte Nihat Yalçınta-ş Coşkun Şarman Oya Tuzcuoğlu Yakup Tokat Soner Laçin Mustafa Akkaş Melımet Menlik Mehmet ölçer Ahmet Şahin A k if Çakıroğlu Doğanay Divanoğlu Mehmet Göbülük Minaareden at beni - In aşağı tut beni. Bir o f çeksem karşıki dağlar yıkılır Senin en güzel yerlerin kahverengi gözlerin. . inci gibi gülüşün - Kırılıp dökülüşün - Gönlüm seviyor seni. Sus, sus, sus kimseler duymasın (Ne yeşili ne siyahı gözümde hep göz leri va r). Kaçamazsın, kaçamazsın, sen ellerin olamazsın, incecikten bir kar yağar tozar elif elif diye. Haniya da benim elli dirhem pastırmam. Bu sevda ne tatlı yalan. Bursa'lı mısın Kadifeli gelin - Çaydan mı geçtin. Oyalı yemeni sarmış Ayşem başına. Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime. Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli - Alıştım hasretine gel desen ge lemem ki. Sevmek seni bir suç ise affet günahımı ey sevgili. Dile düştüm senin yüzünden yine. Bir münasip zamanda, meselâ saat onda, buluşalım Kordonda. Henüz yeni girmiş ondört yaşma, edalı işveli köylü güzeli. Aba da bir çuha da bir giyene, güzel de bir çirkin de bir sevene. Çal söyle benim şarkımı böyle sevdalı sesinle. Ana ana, niye verdin beni kalaycıya? Yollak uzak gelemedim. Nereden sevdim o zalim kadını, bana zehretti hayatın tadım. Ben giderim yâne yâne, aşk boyadı beni kane, ne âkilim ne divâne gel gör beni aşk neyledi. Kır atıma bineyim, yar yoluna gideyim. Bülbül âşıkmış güle, gül naz eder bülbüle. Çıkmam Allah etmesin meyhaneden. Seninle düştüm dile. Eşeği saldım çayıra. A t Martini Debre’li Haşan, dağlar inlesin. Senden uzak günlerim zindan oluyor. Geçti ömrün nev baharı, bülbül olmuş neyleyim. Aşkınla sürünsem, yine aşkınla delirsem. Yoksun, bu gece yine zehr oldu şarabım. Bir başka çorap alsam bak kalmadı çorabım. Ah Laçin, vah Laçin - Gel seni götürem gaçim - Ne haber Soner Laçin. Aşkta seven sevilmez - Seven mesut olmazmış - Sevilen kıymet bilmez Sevel gönül yanarmış. Apuşkadan taş gelir - Humar gözden yaş gelir - Ben ona içme dedim O bana ayyaş gelir. E y güzel gözlü yar - Ne ararsan B oğaz’da var -Fiatlar da ucuz şimdi Onbeş kuruşa hıyar. Mey-i lâlinle dil mestane olsun - Aman garson getir bir tane olsun. Önce muz ve yok hayır kestane olsun. A raz üste buz üste - Kebap yanar köz üste - Sen bana otur dedin - Çök tüm işte diz üste. Mest-i nazım kim büyüttü böyle bi perva beni, Kim yetiştirdi bugüne servden bâlâ beni. Ben neler çekmekteyim bilsen, dil-i avareden, Sen ise yağ çekersin not almaya Vahdet’ten. 37 ZÜPPELER SİYASİ UMUR A PA Y D IN Umurcuk sınıfının en sevimli ve de cana yakın adamıdır. Umur bu denli sevimli oluşunun yanısıra yakışıklı ve de donjuandır da. Kantinin en mümtaz ve de sulu grubunun cheerleaderi olmayı başarmış ve de grubu nu başarıdan başarıya sürükle yerek haklı bir şöhrete erişmiş tir. Umur kalplere girmenin yo lunu pek iyi bilir dostlar. Önce avının etrafında şöyle bir döner. Bunu yaparken bir taraftan bir kartal gözüyle -maalesef kula ğıyla değil- zavallının zayıf nok tasını arar. Bu arayış pek de uzun sürmez. Zira Umur uzun zamparalık yıllarının verdiği alışkanlık ve de tecrübe ile kor kudan tirü tiril titreyen tazenin ince telini hemen keşfeder. Bun dan sonrası artık bize değil de pornografik yazarlara düşerse de yine de durumun nazikliğini gözönünde bulundurarak bazı açıklamalarda bulunmayı ken 38 Ş U B E "Kadrolar lamam oldu Malimiz yaman oldu Bütün rüyalarımız Hep yamyamla doldu dimize bir görev sayarız. îşin garip yanı şudur ki dostlar, bu avlamşların efektif sonuçlarının gözle görülmeyişi izleyicileri hayretten hayrete düşürmekte dir. Umur bu avlarını ne yap m aktadır? Acaba herkesin tah min ettiği ve de bu nedenle Umura büyük bir ün kazandıran malûm olaylar cereyan etmekte m idir? Yoksa işin içinde başka başka gerçekler mi yatm akta d ır? îşte bu biyografiyi vesile sayıp tarihin karanlıklarına g ö mülmüş olan bu gerçeği artık açıklamayı kendimize bir görev saydık. Efendim gerçek şudur ki bü tün asil etoburlar gibi -örneğin aslan, leopar v s ...- Umur ihti yaçları için avlanmayı bir zül addeder. Avlarının kalplerini çalması için yeterli tatmin vasıtası olmaktadır ve bu işi sırf sporuna yapmaktadır. Peki bunun bir başka nedeni yok mudur acaba? Vardır elbet, o neden de taa 454 km. uzakta olmakla beraber yine de bağla yıcı varlığını burada da hisset tirmektedir. Yani kısacası îstanbulda fıstık gibi bir yenge mizin varlığı su götürmez bir gerçektir. Ağlayın Ankaranın mastor kızları ağlayın. Çünkü bugün artık öğrenmiş bulunu yorsunuz ki Umur sizin için ele geçmez bir kocadır. Gelecekte sıkı bir diplomat olacağından emin olduğumuz bu dostumuz umarız ki biz dostla rının tahminlerini yanlış çıkar maz ve aynı zamanda en ince misyonların da üstesinden gelir. Şunun için dostumuzu yeteri kadar kaabiliyetle donatılmış görmekle koltuklarımız kabar maktadır. Sınıfının bu en önde gelen şahsiyetine gelecekte de en az şimdiki kadar büyük başarılar dileriz. IŞIK BOZKURT Bizim Işık iyi çocuktur. Hem öyle az buz iyilerden değil. Işık o kadar iyidir ki bir keresinde bir farenin ölümüne ağladığını çok yakın arkadaşı Umur defa larca anlatmıştır. Işığın bu yu f ka yürekliliği bizi de çok etki lemekle beraber yine de şüphe lenmeden edemedik. Sonunda hayretle öğrendik ki bu filinte gibi 1.80 lik delikanlı fareden -nasıl derler- korkmaktadır. Şaşmamak elde değil azizim, bu yufka yüreklilikle beraber bu Playboy’luğu da nasıl bağdaş tırmaktadır? Işık az Playboylardan değildir, hani okula gel diğinin hemen akabinde kendi sinden sınıfça ve de tecrübece milyon kere daha üstün olan bir hanım teyzeyi derhal ve de hemencecik araklayıvermiştir. Bu arada kendisine yoldaşlık eden bir başka arkadaşı da bir baskın sırasında nursuz bir rast lantıya kurban gitmiş ve soluğu nikâh dairesinde almıştır. îşte burada Işığın eşine ender rast lanır bir finesse örneği göstere rek yağdan kıl çeker gibi kurtar dığını görüyoruz. 3. sınıfa g er ginde kendisinde var olan kül tür jeneral ve de Galatasaraylılık nedeniyle Siyasî şubenin im tihanında çift dilden büyük bir başarı gösterm iş ve de Hors Concours olarak şubeyi şereflendirmiştir. Işık bu sınıfa geçti ğinde derhal gerekli yatırımları yaparak sınıfın en cazip hanım kızını tespit etmiş ve de onunla hemen haftasında çıkmaya baş lamıştır. Okulun diğer cins-i lâ tiflerini aman vermez bir kıs kançlık ve haset dalgasına sü rükleyen bu ilişki sınıfın sonu na dek sürmüş ve hattâ son gü ne dek tazeliğinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Oysa ertesi se ne yani IV. sınıfa gelindiğinde herkesin hayretle açılan gözleri altında Işık ve de yengemiz ha nım kızın artık arkadaş olduk ları de ju re olarak ilân edilmiş tir. Bu satırları yazdığımız sıra larda Işık Playboy’luk hayatının en tatlı demlerini yaşamakta dır. Kendisiyle görüşen dergi mizin muhabiriyle yaptığı k o nuşmada Playboy Işık ezcümle şunları söylemiştir: -------Hugh H efner’in düştü ğü hataya asla düşmeyecek ve en az 35 yaşma kadar bem-bekâr kalacağım. Bu tasarılarını sonuna kadar gerçekleştireceğinden emin ol duğumuz Işığın adres defterine ismini kaydettirmek isteyen kız ların en geç 30 Nisan akşamına kadar Bayındır sokaktaki ma lûm adrese baş vurmaları gerek mektedir. Lütfen kuyruğa giril mesi rica olunur. Tahaccüme meydan vermeyin herkese var. Hâriciyenin en yakışıklı ve de cin diplomatı olacağına inandı ğımız arkadaşımıza seçtiği yol da Nisan ayının Playmate’i ka dar uzun boylu başarı melekle rinin rehberlik etmesini dileriz. Bitti. ŞE N A Y rOSTALCIOĞLU Şenay IV. Siyasinin en güzel kızıdır. Yalnız en güzel olmakla kalmaz aynı zamanda da en ça- lışkan kızı olmak için büyük gayretler de sarfeder. Bu ga y retler yüzünden son zamanlarda gözlerinin altındaki halkalar git gide artmakta ise de yine de IV.* Siyasinin en güzel kızı olarak kalmaya azmetmişe benzemek tedir. Bu nedenle son zamanlar da diyetine büyük dikkati gös termekte ve de kozmetik uzma nı Maximilian Fastorstein’den de tekniğin ve de fennin en son icatlarına dair gerekli bilgileri de almaktadır. Şenay birinci sınıftan beri Si yasî şubenin en önde gelen men subudur. Nasıl olduğunu hiç sormayın, zira hepiniz biliyor sunuz. A yrıca Şenay uzun yıl lardan beri hiç bir Diplomati que occasionu ihmal etmez .Bu arada bütün kafeşantan, dinedansan, kokteyl, çay, pasta, pötibör, profiterol, supanglez ve de teleme peynirinde de kendi sine rastlamak son derece de olağandır. Kraliçelerin en çok yiyen ka dınlar olduğunu nerede duymuş sa son zamanlarda kraliçeliğin de kendisine nasip olacağı kesin leştikçe artık bu misyonu için kendisini kesin bir yemek yeme diyetine hasretmiştir. Şenay bu vesileyle ne kadar yerse yesin diğer şubelerin tüm kızlarını hasetten çatlatacak kadar güzel ve queenly olabilmektedir. Şenay ile siyasî şubeliler ara sında eskiden beri mutual ve de reciprocal bir sempati bağı var dır. Siyasî şubeliler Şenay’ı, Şe- 39 nay da siyasî şubelileri çok se ver. Bütün bu küçük lâfların öte sinde Şenay sınıfının şüphe g ö türmez Kraliçesidir. Bu nedenle kendisi hakkında daha fazla -haddimiz olmayarak- dedikodu yapmayı yersiz gevezelik sayı yoruz. Şüphemiz yoktur ki bu güzel ve de akıllı kardeşimiz çok kısa bir zaman sonra Bakanlı ğın da tek ve en birinci Kraliçe si olacaktır. Aynı zamanda kra liçeler kadar da ince ve nazik olan Şenaya seçtiği kariyerde sonsuz başarılar dileriz. anlamakta güçlük çekebilirler. Oysa Alphamn yaşantısında biraz önce de söylediğimiz gibi büyük bir yer tutar bu 11,5 sembolü. Örneğin bilenler söy lüyorlar, eğer bırakılırsa Alp han her sabah saat tam 11,5’a kadar uyurmuş. Sonra banyoya girdiğinde ev halkı iyice b ilir miş ki Alphan tam 11,5 dakika dan önce dışarı çıkmıyacaktır. Okula doğru yollandığında ne kadar çabuk gitse hiç bir zaman 11.5 dan evvel sınıftan içeri gir meyeceğini biz arkadaşları çok iyi biliriz. AL îPH AN ŞÖLEN Alpham iyice tanıyabilmek için önce elinize tam 11,5 cm. uzunluğunda bir kâğıt alınız ve önemli noktalan not almaya başlayınız. Alphamn kızlarla olan ilişki sine gelince. Uzun zaman Alp han kızlarla ilgilenmiş fakat on lar ise Alphan’la ilgilenmek için onun 11,5 yaşına gelmesini bek lemişlerdir. Bu önemli yaş Alphanm yaşamında çok büyük bir dönemeç teşkil etmiş ve geçen 11.5 yıl içinde Alphan her sene bir tane olmak üzere cem'an 11,5 kız araklamıştır. Rakkamm b öy le küsuratlı olmasının nedeni kızlardan birinin boyunun diğer lerine oranla kısa olmasıdır. Alphamn okulun içinde de öğ renci arkadaşlarımızın dışında bazı kız hayranları da yok değüdir. Alphan da bu kıza tam 11.5 haftadır ayak atmaktadır. E artık işin kıvamına geldiği su götürmez bir gerçektir. Alphan Şölenin yaşantı smda bu 11,5 sayısı büyük yer tuta.r. örneğin bu kardeşi mizin yıllarca önce saat tam 11.5 da doğduğunu o günleri görmüş olan biri söylemektedir. Doğduğunda Alphancığımız tam 11.5 kilo ağırlığında bir tosun cukmuş. V e o zamandan bu za mana bu sembole son derecede bağlanan Alphan bu özelliğini bu güne dek elinden geldiği ka dar kıskançlıkla korumuş. Bu gün de Alphan her görenlere -Aaaa Maaşaallah tosun gibi ço cuk bunun neresi 11,5 Allah aş kına-, dedirtecek cesamette ve de kalıpta tuvana gibi bir deli kanlıdır. Doğrudur Alphamn bu günkü halini görenler onun bu 11.5 sembolüyle olan ilişkisini 40 Haa az kaldı unutuyordum, Alphan’ın bakanlığa girmek için tam 11,5 kişiden torpil bulduğu söyleniyor .Bu denli ezici üstün lükleri olan ve de ayn ca ilâhlar gibi yakışıklı olan Alphamn bu kadar zahmete girmesi için hiç bir gerek yoktu ama yine de biz onun geleceği hakkında bazı tahminlerde bulunabiliriz sanı yorum. Tahminimce Alphan kı sa bir zamanda Türk hâriciye sinin Rudolf Valentino ve Sammy Davis Jr.’den sonra en. yakışıklı mensubu olacaktır. A KSEL Ü LKER Aksel’i ben iyi tanırım dost lar. Hem de pek çok iyi. Her halde dedikodu yapacağımı zan nettiniz. Sorun bakalım kendisine; iki sene önce Hukuk Fakültesinin kantinini komşu kapısı yapan o değil m iym iş? E ğer öyleyse bu sık ziyaretlerin küçük bir ne denciği de yok muymuş? Ne ka dar mı küçük? Eh şöyle 1.70 boyunda kadar, narin yapılı, sürme gözlü, kalem kaşlı, gül endamlı... A rife tarif ne hacet, Allahın bildiğini kuldan saklamamak lâ zım, hele hele görünen köyün de kılavuz istemediği düşünülür se Akselin bu girişimlerinin ar dında yatan kızı sezinlememek enayilik olur. Peki, hepsi hepsi bu m u? Ne gezer beyim. Aksel in yaktığı kalplerin sayısını tam olarak saptamak olanağı yoksa da yine de 3 ilâ 300 civarında olduğunu tahmin edebiliriz. Ta bii bu yine de bir tahminden ileri gidemez. Bütün bunları Aksel beyciğimizi fabrikadan yeni çıkmış bir Anadol gibi sıfır ki lometrede gıcır gıcır zanneden lerin gözünü açmak için yazıyo rum. Bir kere yakışıklı jönün artık saçlan ağarmağa yüz tut muş, karakter artistleriyle olan benzerliğini gözönünde tutmak gerekir. Aksel büyüktür. Bir kere te vellüt deseniz, arkadaşlan onun geçtiği yollardan 15-20 yıl önce geçmişlerdir. Akselin çekeri de fazlacadır. Öyle pek tombul sa yılamazsa da pek de zayıf nahif de değildir hani. Sonra Akselin bir sesi vardır, Allah Allah, değ me karpuzcuya taş çıkartır. Akselin bu grandeur’lerine bir de Galatasaraylıhğı eklenir se ve hele bu yuvadan kalma is mi olan «koca kafa» lığı da dü şünülürse ona neden «büyük» dediğimi anlarsınız. inşallah büyük ve kocaman bir hariciyeci olursun Akselci ğim. Bu arada inşallah biz de bir baltaya sap oluruz da senin ikbalini daha yakından görmek nasip olur. OKHAN A TA K A N 7 Ağustos 1946’da dünya’ya gelir gelmez İngilizce, Almanca ve Lâtince’den tercümeler yap maya ve resim çizmeye başla yan Okhan, Avusturya Lisesin den Boğaz kızlarının dinmeyen özlemi ile lisan uzmanı olarak mezun olup Ankara’ya hicret etmiş ve ressamlığı, fahiş fiatla lisan dersleri vermeyi ve de inekliği, diplomatça maharetle bir arada yürütebilmiştir. Almanya’daki çapkınlık ma ceralarım kitap halinde yayınla ması teklifleri üzerinde hâlâ dü şünmektedir. AHM ET E R TA Y 19 Kasım 1947’de Aydın se maları yırtıcı bir haykırışla çın ladı. Ahmet doğmuştu.. Aydın’ın verimli toprağı Ahmet'in selvi boyunu mümkün kıldı. Birinci doğum gününde babasının hedi ye ettiği 1961 model împalası ile ve esmer Akdeniz erkeği ha vası, Ankara’da sürekli kız avı na başlayan Ahmet, Ankara K o lejindeki avları sırasında hiç ka za geçirmezken, geçenlerde C.D. plâkalı arabasıyla bir pilicin pe şindeyken meşum bir kaza a t latmış ve yaralı numarasıyla pilicin kollarında hastaneye ge tirilince, bir an evvel evlendiril mesinin şart olduğu teşhisi kon muştur. özü, sözü doğru, yakışıklı, ceylân gözlü, hızlı diplomat ada yı Ahmedimize sonsuz mutlu luklar, başarılar. Karikatürler için Komiteden fahiş fiat istemesini, «Ben ileri de Saraylar Ressamı’da olaca ğım » hüsnü kuruntusuyla savu nan Okhan, kimseyi kırmayı sevmediğinden, kuyruktaki en paçoz kızları bile birer dünya güzeli olarak resmeder. Sınıfımızın bu yardımsever, çalışkan «gentle-boy» ve başa rılı diplomat adayına, tablola nndaki gibi pembe bir dünya dileriz. olduğu bilinmez olan oldu işte. Ve o gün bu gündür Oya ile Tuncaym kaderleri birleşmiş ol du. Bu sene de bu birleşmeyi sağ ellerinin yüzük parmaklarında kanıtlayınca artık Tuncay için kurtuluş kalmadı gibi bir şey. Bu arada tecrübeli arkadaşla rından aldığı bilgilere dayana rak özellikle Haşandan öğren diklerine güvenip bazı alanlar da Oyanın akademik yetenekle rinden faydalanma yoluna git miş ve son günlerde ekspozeleri beraber hazırlamıştır. Bunun yanında başka faaliyetleri de beraberce yaptıkları hele notları yazma ve de onları çalışma ala nında hiç ayrılmadıkları düşü nülürse bu beraberliğin yakın zamanda şirin bir aileye dönüş memesi için hiç bir neden kal madiği anlaşılır. Kendilerine mutlu ve de uzun bir beraberlik dileriz. O Y A TUZCUOĞLU ve de TU NCAY İN K A Y A Efendim, belki de merakınızı mucip olmuştur, bu iki kişinin neden aynı başlık altında oldu ğu. Nasıl olmasın ki, bu iki ar kadaşımız tam 4 senedir hiç bir şeyde ayrılmamışlardır ve de Allah ayırmasın ayrılmayacak lardır da. Bu beraberlik tam dört sene önce birinci sınıfta iken başlamıştı. Tuncay o sene Cahit Diskoteğin en yakışıklı disk-cokeyi idi, ve de Mülkiyede ikinci, yılını idrak ediyordu. Oya ise o yıl yeni ümitler ve de büyük bir şevkle tüllaba dahil 41 AHMET TEVFİK SOYTÜRK 1947 de Bakırköy’de doğdu. Bakırköylü oluşu tahminlerin hilâfına onun belki de bu derece sakin ve akhbaşında olmasının nedenidir. Onun hayatını yakın dan bilenlerin olmaması bizde bir yanlış kanaat uyandırmışta olabilir. İtalyan lisesinde okuduğu sü rece de inekliği ile meşhur olan Ahmet bu inekliğini SBF de de vam ettirerek hiç çakmadan geçmiş ve de siyasî şubeyi seç miştir. Ömrüm evden ayrı geç ti Sefirlik bana koymaz diye ROMA’yı istemektedir. Yurt turizmine büyük katkı ları olan Ahmet özellikle İngiliz Türk işbirliğinin gelişmesine çalışmış bunda da el hak mu vaffak olmuştur. Kendisine dük lük pâyesi verilmiş ise de Sartre’a uyarak bu ünvanı reddet miş, bize beylik yeter demiştir. Bu amatör zevkini profesyonel olarak da kanıtlamak için reh ber kurslarına gidip sıkı bir reh ber olmuştur. Son zamanlarda şık giyinmesi ikinci sınıftaki bir sebebe dayandığı ileri sürülmek teyse de o bunları sadece güle rek karşılamaktadır. Yazlarını Yeşilyurt’ta Keres teci Rasimle tavla oynayıp de nize girmekle, kışlarını ise İnti har turizmle İstanbul Ankara seferleri yapmakla geçirmekte dir. Kendisine Dışişlerinde iyi bir koltuk dileriz... 42 CENGİZ ESEN ALP 1946 da Kütahya’da bir çocuk dünyaya geldi. Bu renkli tip, Mekteb-i Sultani’de okurken ayı Münip tarafından iyice hırpa landıktan sonra halter çalışma ya başlamış daha sonra da Judo da sarı kuşak almıştır. Mülkiyede kendisine saldıran kimse çık mayınca rahatlamış, bıyık bı rakmış ve kızlarla ilgilenmek fırsatını bulmuşsa da bu yolda da ayakları kırılmıştır. Son ça re olarak profesyonel rehber kursuna unutmak için devam etmiş, bir aralık dağıtarak E s kişehir, İzmir bisiklet marotonuna katılmış, bu arada yaptığı Frengistan seyahatından da eli boş olarak dönmüştür. Son nu marası da yazın gelecek esmeri ağırlayabilmek için İspanyolca öğrenmesidir. Yetiştiricideki Fransızca okutmanı Oya hanı mın tavsiyesini unutmazsa ha yatta başarılı ve mutlu olaca ğından eminiz. Hamza İsmail Hakkı’mn. A L Î KÖPRÜLÜ Diplomasî şubesinin yere ba kan, yürek yakan bir keridir. Ali Köprülü Galatasaray Lisesi’ nden mezun olup 1966’da Şaha neye girmiştir. Hakkmda söyle nenlerin hilâfına sakin bir ha yatı vardır. Suadiye plajının ve ol civarın gülüdür. Kelek bir arabası var dır. Ama 120’den aşağı sürat ten nefret eder. Arabaya da mutlaka bir hatun atmak mak sadı ile biner. Uludağ sosyetesisinde mevsim ne olursa olsun sıcak rüzgârlar estiren Ali, çürükçülüğü dillere destan olan Göbülük’ün de her nedense ya kın dostudur. Babasının p rofe sör olmasmdan yararlanarak iyi bir yere kapağı atmayı düşün mektedir. Galatasaray’dan kal ma lâkabı ile LODOS A li’ye ha yat boyu şans ve başarılar di leriz. ÖZER A Y D A N Bir ilkbahar mevsiminin be reketli Nisan yağmurları ile be raber İstanbul’da dünyaya gel miştir. Hayatının hemen tama mı sadece okumakla geçti desek yeri vardır. A ra sıra Avrupa’ya giden ö z e r bir keresinde Hollan da sınırında 24 saat kadar bek letilmiştir. Bu olay Mülkiye’de çeşitli yorumlara sebep olmuş ve fermanlara bile geçmiştir. Oysa işin gerçeği Özer’in işçi sanılarak alıkonulmasından ibarettir. Ciddî, yakışıklı ve bir o ka dar da saf olan ö z e r özellikle Murat Şen’in işletme numarala rına düşmekte çoğu kez işlediği nin de farkında olmamaktadır. ö z e r Saint-Michel ortaokulu nu ve Fransız Saint-Benoit’yı bitirince soluğu Mülkiye’de al mış, ondan sonra ;soluk bile al madan okumuştur. Halâ da oku maya devam etmektedir. MEHMET SALİH Savaşın sonuçları artık almı yor. Almanlar yer yer bütün cephelerde yenilmişler. Bu dö - nemde 1944 Kasım’ mda Kıbrıs’ ın Pergama köyünde doğdu Mehmet Salih. Bir savaşı atla tıp dünyaya gelmiş olmanın a- ı vantajmı koruyamadı. Zira li seyi bitirdiği zaman 1962 -1963 yıllarında Rumlara karşı müca hitlik yaptı. 1966’da Tıbbiyeye girmek üzere Türkiye’ye geldi fakat Mülkiye’ye girdi. Dört yıl boyunca sap kalarak doğrusu esaslı rekorlar kırdı. Bu bakımdan saplar dergâhının en kıdemli müridi sayılır. ineklemede üzerine diplomasi şubesinde bir tekini daha bula mazsınız. Ama tevazuu pek ba şaralı olmadığını söylemesine sebep olmaktadır. Oysa her yıl Haziranda geçmiş, ara sınavla rında bile kırık almamıştır. Y av ru vatanın bu çalışkan evlâdına tüm hayatı boyunca başarı ve mutluluklar dileriz. HÜROL SARP 1946 senesinde Izmirde Göz tepe sahillerinde denizin köpük lerinden dünyaya geldiği söyle nir. Avrupaya gitmesi, Napolide iki sene kalması siyasî şube kapılarım kendisine açtı ve zo raki diplomat olmasına sebep oldu. H ALİL B A Y R A K TA R 1947 yılının eylül aymda yurt dışmda, Batı Trakya’da ailesinin ilk çocuğu olarak, dünya’ya gel di. Doğduğu andan itibaren Anavatan özlemini çeken arkada şımız, nihayet 1959 da İstanbul’ a geldi. MÜNİR AKSOY Münir 1948 yılında Kayseri’nin Talaş nahiyesinde doğmuş tur. O zamanlar babası Talaş Belediye Başkanı olduğundan onun himayesi altında çocuklu ğunu sürdürdü. Hayatın cilve leri ile yakından arkadaş oldu. Daha sonra çok yakın olan Talaş Amerikan Kolejine girdi. Burada da Kayseri’li olduğunu kanıtlayan birçok macera ve olaylar da rol aldıktan sonra me zun oldu. Talas’dan sonra Tarsus Ame rikan Kolejine girmeyi tercih etti. Orada da sağlam karakteri ve yakınlığı ile sivrilmesini bil di. Kendi ifadesine göre okulda hocaların belâlısı haline gelmiş tir. Okul Müdürü Mr. Stone ken disine adam olamıyacağını ve Herkesin Üniversiteye girmek için çırpındığı zamanlarda Hava Harp Okuluna giremiyen Halil, değişiklik olsun diye Mülkiye’ye kolay tarafından kapağı attı. Son sınıfa geldiği halde hâlâ ne yapacağını bilemiyen arka daşımız şimdilik T.C. uyruğuna geçme çabasındadır. Çabasmda başarılı olmasını dileriz. buna çok üzüldüğünü söylemiş tir. Fakat bunlara rağmen bu okulu da bitirmiş ve 1966 yılın da Mülkiye’ye girmiştir. Ü ç sene futbol takımının kap tanlığını yapan asi futbolcu Hürol’un başma bu yüzden gelme dik kalmamıştır. Am atör küme de ceza alma rekoru kıran Hürol bir futbolcunun yapmaması gereken şeyleri aynen yapar. Ersaldaki partilerin başta gelen müdavimi Hürolun en büyük ideali Brezilyada Büyükelçilik yapmaktır. Ankara’da ilk kez Türk Sanat müziği propogandacüığı yapmış fakat son zamanlarda bunun kendisine birşey kazandırmaya cağını anlayarak klâsik Batı müziğine yönelmiştir. Konser salonundaki hiçbir prezantasyonu kaçırmamış ve kendi kişiliği ile Beethoven kişiliğini eş değer haline getirm eğe çalışmıştır. Münir’in de gönlünde her si yasî şubeli gibi bir hariciye me murluğu yatmaktadır. A rk a d a şımıza bu konuda ve bütün ha yatında sonsuz başarı ve mutlu luklar dileriz. 43 davranmak zorunda kalır. Bu yaptığı onu çok üzer ama ne yapsın fakir, bütün kızları da CİHAN AKYÜ Z memnun edemez ya. Bu yüzden bir ,sürü eski arkadaşını çaresiz lik yüzünden kırmak zorunda -< J kalmıştır. Eee o da ne yapsın a canım! A lt tarafı bir tek kişi, bi seferinde on kızla çıkmak kimsenin harcı değildir. Ah hele o bünyan halısı gibi saçları, daima hafif nemli göz leri, yanık teni, panter derisi, koyu renk dudakları ile Muhar rem öyle böyle değil hem de epeyi bir miktar Ömer Şerife benzer. Bu benzerliğin de meyvalarım toplamaz değil yani. MUHARREM TÜ NAY Muharrem denilen delikanlı bildiğiniz üzere 4. Siyasînin en yakışıklı, dolayısıyla en fazla iş sahibi grubunun göz bebeği olan sırım gibi bir insan güzeli dir. B oy 1,80, pazu genişliği 32,5 bel 12,5, omuz genişliği 68, vs. vs... Zannedersek tarihi u z a t maya hiç gerek yok. Zira arife tarif ne hacet, oğlanın ne denli yakışıklı ve ne kadar gaddarca sına keskin olduğunu şıp diye kapmışsınızdır. Evet okurları mız, bu oğlan o kadar yakışıklı dır ki, diğer şubelerin kızları için en emin bir koca namzedi imajını silebilmek için sık sık onlara lâyık olmadıkları gibi Sene başından beri çıktığı ya da çıkar gibi yapıp sonunda maddî imkânsızlık yüzünden ek mek zorunda kaldığı kızların sa yısı 500 civarındadır. Hele o so nuncusu yok mu, ah o sonun cusu, neyse dedikoduyu bi rtarafa bırakalım, zira şunun şu ERKİN BÜTE Hergün gidip postadan kendi rasında siyasî şubenin biyogra filerini yazıyoruz, malî şubenin sine gelen mektubu alıp «tuh be değil. Muharrem bir' keresinde kendisine: «A ğbi bu senin saç miş» diyen uzun saçlı, gözlüklü lar 5 sene sonra Demirel» diyen bir berberi dövmekle övünür. Haklı da yani çocuk. Söyler mi siniz bana şu koca Mülkiyede onunkiler kadar gür ve de par lak saç kimde vardır? Neyse bu kadar gevezelik yeter. bugün de yalnız bir mektup gel birini görünce bunun Erkin ol duğunu anlarsınız. Ankara’ya geldiği ilk iki yıl bir parça Devlet Konservatua rına dadanmıştı. Son yıl ise ken disini Avusturya Kız Lisesine bağlayan aynı cins-i lâtif nede niyle İstanbul Konservatuarına dadanmıştır. Erkin’in bir diğer özelliği de Ankara-Istanbul arasmda en çok mekik dokuyan kişi olmasıdır. Ankara’da 15 gün kalınca sıkıntıdan patlar ve derhal İstanbul’a gider. Bu ne denle ilk iki yıl fakültemizin ci ci bir kızının İstanbul’dan nef ret etmesine sebep olmuştur. Siyasal Bilgiler talebesi oldu ğuna, görmeyenler inanmamak tadırlar. Kız arkadaşının ailesi bile. Ama buna rağmen ilk yıl hariç Erkin sınıflarını ikmalsiz geçmiştir. «Bu yıl da öyle olur AJdı Aksel bakalım ne söyledi. 44 inşallah» demekte ve geleneği bozmayarak okulu İstanbul’dan idare etmektedir. VEDA BALOSU Dokuz mayısta yapıldı veda balosu. Üniversite nin kapandı kapanacak karışıklığı içinde korka kor ka ve geç başlandı faaliyete. Davetiye bastırmak bir dert, satışa çıkarmak bir macera oldu. Masrafları zor karşılayan bir hasılatla ve yüzümüzün akı ile ta mam ettik çok şükür... Bu baloda bize büyük yardımı olan arkadaşla rımıza minnet ötesinde derin hislerle doluyuz. Gü vendiğimiz dağlara kar yağarken onlann gayreti bizleri tarifsiz şekilde mutlu kıldı. Balomuz, ender rastlanan mükemmellikteydi. Nezihti, neşeliydi. Arkadaşlarımız ayrılığın buruk luğunu, bu son beraberliğin mutluluğunu birlikte ya şadılar. Sayın Dekanımız Ilhan Unat Balomuza teş rif ederek kendisine duyduğumuz hayranlığımızı ve sevincimizi bir kat daha artırdı. Gönlümüz diğer ho calarımızın da aramızda olmasını çok isterdi. Balo da kimler yoktu ki? îbo, A yı Savaş, Doğanay, Şeniz, Ersal, Süheylâ ve eniştemiz, Hürol, Halûk, inci Kayhan, Deniz, iz zet ve nişanlısı Müjgân, İbrahim Nasser, Cihan, Ali Köprülü, Aksel, Nuri Değer, Ahmet Şahin, Ilhan Ateş, Ahm et Olgun, Derya, îlber, Hamdi Kumarı ve Feskom'un yeni başkam masa masa dolaşmaktan yemek dahi yiyemiyen İlhan Cedimağar ve birçok son sınıf arkadaşımız... Balo, ilhanın baloyu açış ve yemek servisinin yapılmaya başlanacağını bildiren kısa konuşmasıyla açıldı. Yemek müziği eşliğinde yemekler yendi, işte bu sırada dekanımız da geldi büyük bir tevazu ve öğrenci sevgisiyle arkadaşların arasında oturmayı tercih ederek aramızda oturdu. Daha sonra diplo masi şubesinden arkadaşların oturduğu masaya da vet edildi. Dansa rağbet oldukça fazlaydı. Bu son beraber likte herkes mümkün olan en yüksek düzeyde gece nin zevkini çıkarıyordu. Pistte adeta kollektif bir dans düzeni kurulmuştu. Mülkiye arkadaşlığının ne olduğunu anlamıyanlann da bunu görmelerini çok isterdik. Zengin bir piyango tertip edilmişti. Hediyeler bir hayli kıymetliydi, örneğin bir yün elbise vardı ki değeri 550 liraydı, Vazolar, Bluzlar, Elbiselik ku maşlar, Çay ve yazı takımları, Abajurlar, Kravat lar, bel kemerleri, ve daha bir çok eşya... Şansı olan kazandı. Piyangoyu îb o takdim etti. Hem ne edişti bir görseydiniz. Şişedeki gibi durmaz tabi içki midede. V e îb o şarkılarla esprilerle süsleyip öyle bir takdim etti ki. Hani o profesyoneller hiç kalır yanında. Kısa bir aradan sonra Atraksiyon başladı. Işık lar söndü. Bir dansöz hatun tek reflektörün aydın lattığı pistte raksına başladı, işte o anda baloya sap gelenler rahat rahat seyrederlerken evliler, nişanlı lar arka sıralardan pek kopup önlere gelemediler. Dansözün oynak müziğine Sayın Dekan bile alkışla tempo tutuyordu. Dansöz, nasıl tanıdı bilinmez, kap tan Necatinin masası önünde icrayı sanata başladı. Necatinin ağzı ensede fiyonktu tabii. Kadıncağız bir süre daha zıplayıp hoplayıp biraz da alkış toplayıp çekip gitti yandaki gece kulübüne. Bir kısım meraklı da arkasından tabii... Ardından bir kalınca sesli hoş bir hatun (ki adı GERM AN A imiş) salonu gerçek ten fethetti. Salon yer yer ve zaman zaman iştirak ediyordu şarkılara. Artık hava tamamen bir başka güzel olmuştu. Masalardan kahkahalar yükseliyor, iltifatın bini bir paraya gidiyordu. Hediyelerin dağıtılması ise bir başka neşe kaynağı oldu. İbrahim Nasser piyango dan çıkan bardakları isteyenlere fırlatarak dağıtı yordu. Pistte dans edenler koro halinde orkestraya katılıyordu. Bir ara ışıklar tekrar söndü ve çayda çıraya benzer hareketlerle garsonlar ellerinde alev alev şiş ler ve ortadaki bir servis arabasında dondurma ile salona girdiler. Dondurmanın servisi bittikten sonra çekilen fotoğrafların dışarda teşhir edildiği haberi salonu biraz tenhalattı. Bundan sonra zaten biz bize kaldık yabancı mi safirler de gittiği için salonda mahmur gözleriyle son sınıf mülkiye öğrencileri kalmıştı. Balo dağılırken Orkestra eşliğinde mülkiye mar şı belki de son defa beraberce söyleniyordu... 45 r DUYDUNUZ MU? t ----------------------------------------------------------------- işletmeden inekliği ile meşhur Orhan Özcan’m Sait Dilik ders anlatırken iki kavram arasına ti re işareti konmasını söylediğinde «ik i kavram arasına tire» yazdığını ve sonra da «Bu ne de mek hocam» diye sorduğunu.. Alphan'ın 14 yaşında bir kıza abayı yaktığım her sabah 7 de arabayla evin önünden geçip klak son çaldığını ve sonucun hâlâ menfi olduğunu.. ■fa B anş’ın konserlere en azından 5 genç kızla geldi ğini.. -fa «Malî’den A yşe’nin yaşı küçük olduğu için Sessiz lik filmine alınmadığım, ^ Alphan’ın «A bi ben yakışıklıyım evvel Allah, Onun için bizim sınıfta bakanlık için bir numaralı aday benim» dediğini.. ■Jç Ahmet ö k çü r’ün pek yakın bir kız arkadaşının «Şu mülkiyede’de hiç erkek yok vallahi» dediğini.. •fa Şefik Çakır’m çok içtiği bir gece ağaçta kaldığı nı ve inmeye zor ikna edildiğini..' ^ Muharrem Tünay’a berberinin «Abi bu senin saç lar beş senede Demirel» dediğini.. -fo Siyasî’den Umur Apaydın’m dazlaklık kompleksi yüzünden saçlarım önden arkaya tararken artık arkadan öne doğru taramaya başladığım.. Ü ç diplomasiden Aşkın’m «Kız bana elini verdi, sonra gittim yıkadım elimi» dediğini.. Yüce Nebi’nin her gittiği kazada bir T.N.S. aç maya kararlı olduğunu.. -fa Cessi Ümit’in iç gezide otobüs içinde şemsiye açıp yağmur beklediğini.. -Jç Sahirin Kemeraltı’nda refuze edüdiğini.. -jç Ayı Savaş’m Bursa’da Çelik Palasa gidelim ara mızda nişanlı, evli çiftler var, ayrılık gayrılık ol masın dediğini.. ■jç Hatice’nin iç gezide döner kebabı yedikten sonra «Vallahi bu otlar olmasaydı böyle çok yiyemez dim, iyiki bu otlar vardı» dediğini.. * Cessi Ümit’in Kazgan muhabirine: Yazma ulan bunları, daha biz evleneceğiz sonra bize kız ver mezler» dediğini.. -fa Ibo’nun en çok sevdiği şürin : «Samanpazan sırtlan, Kudurtuyordu hırtlan» olduğunu. v __________________________________________________ / Sakla şamam bulamasınlar Ak akçe beyaz olur A cı patlıcanı hırsız çalmaz Aslını saklıyamn aslı yoktur. A z veren maldan çok veren akıldan yoksundur. A ç tavuk horoza pas vermez.Âşıka Bağdat sorulmaz, bilmiyorum der. Bülbülün çektiği dilinin resmidir. Bedava sirke beleş olur. Çok yaşayan bilmez, ben bilirim. Denize düşen herzaman yılan bulamaz. Dilenciye hıyar vermişler, bir tane daha verin demişt . Acele işe jetle gidilir. Eşeğin kuyruğunu kesme eşek çok bozulur. Haydan gelene hay hay denir, iğneyi kendine çuvaldızı yine kendine batır. Horozu çok olanın, tavuğu yandı demektir, itin duası kabul olsaydı, dua ederdi. Kızını dövmeyen, oğlunu döver. Lâtife doçentlik gerek. Sabreden derviş, daha çok beklermiş. Yalancının evi yanmış, «amma üşüyorum de m iş!» Yerin gözü var, donsuz gezme. Zaman sana uymazsa saatim ayarla. A tı alan parasını öder. Parayı veren düdüğü niye çalsın. Geçti B or’un pazarı pazartesiyi bekle. Besle kargayı büyüsün. Gülü seven, karanfili sevmez, işleyen demir, Ahmet Demir değildir. Yuvarlanan taş, üstünüze düşmesin. Ayının iyisini armut yer. Kendi düşen kendi kalkar. It ürür, sesi kısılır. Pire itte, it de, pirede bulunur. Deveye boynun eğri demişler, canım sağolsun demiş. Eceli gelen köpek ölür. Bülbülü altın kafese koymuşlar, sağolun demiş. Herkes gider Mersine, biz burada kahnz. Büyük balık, küçük balıktan büyüktür. Akıl yaşta değil, kurudadır. Kaçan balık yakalanmaz. Yorganını ayağına göre uzat, ik i gönül bir olunca hesap karışır. Vakitsiz öten horoza saat verilir. Mertlik icat oldu, tüfek bozuldu. Altın pas tutmaz, Kazgan kül yutmaz. 46 BÜYÜK ANKET EN YAKIŞIKLILAR EN GÜZELLER Ayhan Iiayacan Betül Dursun Doğanay Divanoğlu Tuncay înkaya Şenay Postalcıoğlu Gül gün Okyayüz EN FO N KSİYO N LAR İllıan Cedimağar Sevinç öztaş Okhan Atakan Şeyda Gönel Cengiz Çandar Şerife Umut EN TATAVALAR İbrahim özkartal Perran özbilgen Sami Tezveren H ayat Apak Savaş Aidoğan Bilge Kılkış EN İYİ GİYİNENLER Umur Apaydın Müzgân Alp Işık Bozkurt Ayşen Ersan Demir Erman Gülgün Okyayüz EN ANARŞİSTLER Savaş Dizdar Şeyda Gönel Osman Nuri E yövgeAksel Ülker Sevinç ö zta ş EN SEMPATİKLER Haşan Köni Şerife Umut Halûk Cansun Ayşen Ersan A k if Çakıroğlu Sükeylâ Erten EN KILIBIKLAR EN O KLAVALILAR İlhan Ateş Hayat Apak Fikret Baran Nazime Olgaç Haşan Köni Betül Dursun EN ÂŞIKLAR İzzet Suner Gülçin Ahmet Mustafa Akkaş Perran özbilgen Sadık İkizek Oya Tuzcuoğlu EN KASINTILAR Yakup Tokat Oya örnekol Umur Apaydın N ilüfer Erdin Erdoğan Saitoğlu Seniha Barlas EN İDEAL ÇİFTLER İzzet - Mü jgân ' Murat - Betül Tuncay - Oya EN POPÜLER TİPLER İlhan Cedimağar Hayat Apak Savaş Aidoğan Şeniz Beşbudak Necati Aksu Nazime Olgaç EN İNEKLER Nur Bilge Gürün Hatice Gider Mustafa Akkaş Oya örnekol Yüce Nebi Bayrak Tülin özbalkan EN ÜÇ KÂĞITÇILAR Mehmet Göbülük Haşan Şengüder Halûk Cansun EN EFENDİLER EN HANIMEFENDİLER Okhan Atakan Şükran Haksever Ahmet Soytürlı Seniha Barlas ö z e r Aydan Bülgün Okyayüz EN POLİTİKLER Cengiz Çandar Sevinç öztaş A lp Orçun Nazime Olgaç Ahmet Şahin Noyan Aydınoğlu EN KERİZLER Rıdvan Karluk Hüseyin Evedenci Haşan Kalaycı EN SAPLAR Nuri Mustafa KemalMurat Semercigil Oya örnekol A yşe ö n e l Mehmet Salih Leylâ Zülfekâr EN U KALÂLAR Münir A ksoy Hatice Gider Umur Apaydın Şeyda Gönel Semih Canova A yşe önel EN M IYM IN TILAR Münir A ksoy Kenan Tepe Mehmet Salih 47 OYA SEMİNERDEN BAHSEDİYORMUŞ Şu garip dünyada ne olur da Kazgan’ın gözü kulağı erişmez dersiniz. Evvel Allah nefes alsanız duyar, tık deseniz işitiriz. îk i kızın Ahmet Demire ayak atacakları Kazgan’ın kulağına gelince tüm din leme cihazları ile seferber olup bu matrak numara teybe ve de filme alındı. Bu hafta sinematek’te sey redebilirsiniz. Baş rollerde Yapışık Kardeşler Oya ve Ayşe. Filmin başkahramanı büyük karakter oyun cusu ve Büyük Yıldız Ahmet Demir... Mutlaka g ö rünüz. Biz size filmin kısa hikâyesini sunacağız. «Seminerler belli olmadan önce: İki uyanık, Oya ve Ayşe, seminerde 9 dan aşağı not vermeyen A h met Demir’e giderler, söze Ayşe başlar : — Hocam mümkünse, bu sene sizin seminerini ze gelmek istiyoruz. — Oya, Ayşeyi teyidederek; — «Çok istiyoruz.» A. Demir : — «Çocuklar bu işi idareyle görüşün, listeleri onlar düzenliyorlar.» Oya : — (Israrla) Çok istiyoruz. A yşe : — İdareyle görüştük, siz Ahmet beyle konuşun razı olursa biz onun seminerine koyarız sizi dediler. Oya : (Neolur gibilerden) Çok istiyoruz. 48 T t L L Â B ’ a (üAZEL Çeçilmez sınavın derdindeyiz, vakit çok geç, Bu son fırsattır ey tüllap, birşeyler yap sınıf geç. Ekim’e tekrar gelmek hayâl edilse bile, Avunmak nafiledir böyle bir teselli ile. En kazık sualleri sorar durur hocalar, Her yeni sual ile tüllap terler bocalar. Tanrı kolaylık versin sınavda terleyene, Ayrıca ceza vardır, «geçer not» vermeyene. A. Demir : — Vallahi bilmem ki, seminerin kalabalık olma sını da istemiyorum pek. Bu sene çok meşgulüm, hat tâ seminerleri yazılı almak istiyorum. Zaten bütün günüm dolu, gündüz gelseniz bulamazsınız. Ancak akşamları dokuzdan sonra buradayım... Oya (Semineri düşünerek heyecanla) : — Ah çok istiyoruz, deyince hocanın çehresinin mütebessimleştiğini gören A yşe: — Hocam der Oya seminerden bahsediyor. işte filim burada kopar biz de gerisini söyleme yiz değil mi efendim. Neymiş hep beraber söyliyelim. Oya neden bahsediyormuş: Oya seminerden bahsediyormuş, tamam mı var mı bunun başka izahı. DORT Y LDA NE YAPTILAR? ö z e r Aydan. Mehmet ölçer Murat Şen Halil Bayraktar Derya Şensöz Erhan Tanju Mehmet Salih Erdem Barutçu Okhan Atakan Işık Bozkurt Cengiz Esenalp Ali Köprülü Erkin Büte Birgen Devrimsel Şeyda Gönel Ahmet Soytürk Oya Tuzcuoğlu Haşan Köni Umur Apaydın Sevinç özta y Şenay Postalcıoğlu Aksel İlker Varol İnce Ayşen Ersan Leylâ Zülfikâr Betül Dursun Murat Özbek Haşan Sepil Halûk Cansun Bilgegürün Serdar Taşkıran Mehmet Memik Alp Orçun Demir Erman Nuri Değer Orlıan Tengiz Sahir Koçak Avni Arık Semih Canova Sadık İkizek Nihat Akseymen Illıan Ateş Yüce Nebi Bayrak Osman Nuri E yövge Ebrar Berk Doğan Çetin Haşan Şengüder Şerife Umut Gülgün Okyayüz Gazi Kaya Ali Sakallı Tayyip Yelen Burs aradı Traş oldu Özeri işletti T.C. vatandaşlığına gir mek için uğraştı Kâğıt oynadı kazandı Kolej ve Kurtuluş lisesi arasında gidip geldi inekledi Bütün gezilere katıldı îstanbul’dakini düşündü Ukalâlık etti Ayak attı tutturamadı Çürük aradı İstanbul’a gitti Devrim yaptı Zayıflama kürü yaptı Kütüphanede toz yuttu Tuncayla beraber oturdu Şamata yaptı Kasıldı Eyleme katıldı Herkesin takdirini topladı Yağcılık yaptı Tavla attı Mankenlik yaptı Seminerde herkesi terletti Muratı arakladı Rehberlik yaptı Sakal bıraktı Almanca bildiğini söyledi Fasılasız inekledi S S lik yaptı içk i içti Kulüpçülük oynadı Moda yarattı Türkçe öğrendi Balığma sınıf geçti Kulis attı Amerikan hayranlığı etti Kasıldı Boksörlük yaptı Kel oldu Sigara otladı TNS ye gitti Anarşi yarattı Araştırma yaptı H er derse geç kaldı Pislik yaptı Disk attı Hergün yeni elbise giydi Beypazanna Kaptanlık yaptı Kur’ân okudu Zamparalık yaptı Nuray S er ter Noyan Aydınoğlu Yavuz Sabuncu Erdal A ktaş Mustafa Akdoğan Sami Tezveren İbrahim özkartal H ayat Apak Şeniz Beşbudak Savaş Aldoğaıı M ustafa Akkaş Ahmet Şahin İnci Ünel Boğanay Derya Şensöz Altan Bozdoğan Erdoğan Saitoğlu Yakup Tokat Süheylâ Hatice Nazime Olgaç Fikret Baran Ertan İzzet Sun er Murat Semercigil İlhan Bayar Vedat Demiröz Oya ö m e k o l A yşe önel Orhan Belentepe Abdullah Pişkin Ilasan Kalaycı İlhan Cedimağar Müjgân Alp Ömer Giirkan Nuri Mustafa özm en Saffet Rıdvan Karluk ismini değiştirmeye çalıştı Soru sordu Asistanlığa hazırlandı Saçlarını ağarttı Hep eylülde geçti Şamata yaptı Tatava yaptı Frikikoloji okuttu Hayatın asistanlığını yaptı Hakemlerle mücadele der neği kurdu Kız aradı Politika yaptı Erdemi harcadı Kantinde oturdu Kuyruğu ile balık tuttu inekledi Top oynadı Kasıldı Birçok ayak kırdı Folklor yaptı Başkaniçalık yaptı Kanun çaldı Diskotek kuşu oldu. Müfettiş olmaya uğraştı Sesini kıstı Büyük folklorcu ayakla rında gezdi Tatava yaptı Çenesi yüzünden azar işitti Güldü En önde not tuttu Ekonometri çalıştı Saçma sorular sordu Tavlada herkese yenildi Bize birşey yapmadı Fındık yedi, fındık kırdı Uzadı Derslere girmedi Tecavüze uğradı • KİMLERDEN NELER ÖĞRENDİK? Turan Güneş’ten : Teşbih çekmeyi ve politik hayatımız üzerine yorum yapmayı. Yüksel K oç’tan : Şık giyinmeyi. Mehmet Selik’ten : Türkçemizin katledilişini. Vahdet A ydm ’dan : A rgo Terminolojisini. Sadık Baklacıoğlu’ndan : Beş kişi ile ders yapma sanatım. Güney Devrez’den : ideal hoca olma tekniğini. Sait Kemal Mimaroğlu’ndan : Günün erkek modasını. Cumhur Ferman’dan : El oğuşturmayı. Orhan Türkay’dan : Hazırol durmayı. B edii Gürsoy’dan : Osmanlıcayı. 49 İkinci sınıfta iken iptida! kızla rından birine tutulan A k if bir senelik faaliyetleri sonucunda bilançosunu zararla kapatmak zorunda kalmıştır. Muhasebeyi çokiyi bildiğinden sınıf arkadaş ları tarafından kendisine aktif lâkabı takılmıştır. Başlıca özel likleri sık sık iki eliyle birden pantolonunu yukarıda çekmesi ve sıkıntıda olduğu zaman Stalinvari bıyıklarını yolmasıdır. BAKKALLAR İŞLETME ŞUBESİ H AKKI ZAPÇI Vanalar bakkal oldu Vükkânlar fare doldu 'Bakkalların dilinden Cumhur bey bizar oldu AHMET ŞAHİN 1948 senesinde Adana’da pa muk tarlaları içinde «kızgın gü neşle toprak arasında ve fakat güneşe daha yakın bir çocuk doğdu ve büyüdü ,büyüdü, ilk öğrendiği sözcük «Allahsızlar» oldu. Orta öğrenimini Adanada tamamlayan Ahmet, Mülkiyeye girdikten sonra politik faaliyet lere katılmış ve sık sık damlar dı kendi kovalamıştır. Hattâ bu yüzden Kedileri Koruma ve Y a şatma Cemiyeti bir bildiri ya yınlamak zorunda kalmıştır. Bildiride yapılan bu tecavüzler şiddetle telin edilmiş ve bu gibi hareketlerin mamur müreffeh Türkiye ve de Mülkiye gayesiy le bağdaşmıyacağı hassaten be lirtilmiştir? Lise sıralarında iken tutulduğu bir kızın altı se ne kara sevdasını çeken Ahmet 7’ bu işin akamete uğramasın dan sonra aşka veda etmiş ve cinsi lâtiflerden uzak durmaya çalışmıştır. Ona göre dünyada güzel kızlar anlayışsız, anlayışlı kızlar çirkindir. En büyük ideali iyi bir politi kacı olmak olan bu arkadaşımı za başarılar dileriz. A K İF ÇAKIROĞLU MEHMET GÖBÜLÜK 1946 senesinin bir kış günü Ankara’da dünyaya gelen Akif, dünyaya gelişini kutlamak için beraberinde getirdiği sazını ilk olarak ebesine dinletmiştir. Li seyi Ankara’da bitiren arkada şımız doktor olmak isterken yanlışlıkla Mülkiyeye girmiştir. Oldukça saf olan A k if hâlâ yap tığı yanlışlığın farkına varama dığından mezun olduktan sonra doktor olacağını söylemektedir. 50 Kendisi İstanbul’da doğduğu nu söylerse de hemen inanma mak gerekir. Çünkü hayatı cid diye almayan bu arkadaşımız, attığı palavralar sonucu «ŞAY lA » ünvanını gerek GS. de ge rekse Mülkiyede rahatça koru muştur. Baba Hakkı Ankaraya geldikten sonra büyük değişme lere uğrayarak, zamparalığa başladığım söylerse de şimdiye kadar hiç kimse bir kızla dolaş tığını görmemiştir, ideolojik tartışmaları çok sever fakat rengini belli etmediğinden her gurup arasında rahatça dolaş maktadır. Kasıntılar listesine girmeyi kıl payı kaybetmiştir. Fransızcayı iyi bilirim diye ha va atarak kurlara girmeyip, sı navlarda oldukça soğuk terler döktüğü söylenmektedir. Kayseri’de doğmuştur. En çok pastırmayı sever. En az sev diği şey de Büyük Anfide yaka lanmaktır. GS’ın hattâ Türkiyemizin şimdiye kadar yetiştirdiği en büyük üç kâğıtçısı olup bu özelliği bazılarını özendirirken, bazılarına da saçını başını yoldurtmuştur. Lise son sınıftay ken albüm bastırmak için Avrupaya tetkik gezisine çıkmış, daha sonra Turan Güneşe çek tiği yağların semeresini alarak A tX ’e beleşten gitmiştir. Dış ge zilerden fırsat buldukça Bağdat caddesinde piyasaya çıkan bu arkadaşımızın işletme şubesini seçmesinden sonra bunda yine bir Göbülük hikmeti vardır di yenler bu yıl üç işletmeyi d o l durmuşlardır. muştur. İptidaî sınıfta iken Bü lent Daver’in Derya adım kız ismi sanıp Deryayı odasına ça ğırttığı pek yaygın ise de Derya bunu reddetmektedir. İşletme nin bu pek tatlı danasına hayat boyu başarılar dileriz. NİH AT YALÇINTAŞ 1 /1/19 46 da sabaha karşı ezanlar okunurken Konyada dün yaya geldi. Sonra büyümeye başladı, ilkokulu hiç kalmadan 5 yılda bitirdi. Alışkanlığı boz madan ortaokulu da 5 yıl da bi tirince evden pek memnun ol madılar. O bunun anlamım pek kavrayamamıştı ama liseyi Kon yada normal zamanda bitirerek isterse neler yapabileceğini gös terdi. 1966 da Şahaneye kayıt yaptırdı. Ağabeyleri ona kavun mevsiminin faziletinden o kadar çok bahsettiler ki dayanamayıp onları kırmadı ve de her yıl ey lülde kavun yemeye Ankara’ya taşındı. Yani haziranda hiç sı nıf geçmedi. Ama Allahı var, eylüllerde de hiç kalmadı. Mu hasebeye olan aşkı onu işletme şubesine itti. O yıl Vahdet’e çektiği yağlar yüzünden yemek hanede yemekler hep yağsız çık tı. Am a Vahdet'i de kafeslemeyi başardı. Muhasebeye olan heve si onu üçdeyken ikmale kalma durumuyla karşı karşıya getir di denirse de, asıl sebep Meh met Selik’tir. İşgal boykot ol dukça hep Konyaya taşındı dur du. Am a bu yaramadı ona, so nunda beklemediği bir anda par mağına bir şeyler takıverdiler. Böylece işletme bir sap evlâ dını kaybederken boykot-işgal olayları da evlâtlarından birini daha yemiş oluyordu.. Arkada şımıza da bol bol saadetler dileris. TÜLİN ÖZTELCAN de başarıyla hizmet etmektedir. Son sınıfta sık sık ziyaret ettiği diskoteklerde, teşbih çekerek dans ettiği görülmektedir. Bu arada Kaptan Necatinin «LİB İ DO TEORİSİ» adlı seri konfe ranslarına da devam etmekte dir. Her ne kadar kendisini sos yalist tanıtsa da arzusu mezu niyeti takiben K oç’ta bir iş al maktır. Bu fikri başka zikri baş ka dervişe başarılar dileriz. D E R Y A ŞENSÖZ M USTAFA AKKAŞ 1949 yılında Malatya’da do ğan Akkaş, doğar doğmaz ilk ayağı ebesine atmıştır. Birinci sınıfta iken, sınıfın en büyük ineği ünvamnı kazandığı halde, ikinci sınıfa geçince «okumakla adam olunmaz»deyip, cins-i lâtifan’m tatlı belâsı olmuştur. Şimdiye kadar ayak attığı kız ların sayısını kendisi de bileme mektedir. Son olarak ayak attı ğı bir sanşmda da başarıya ula şamayınca, Akkaş, sap kalma ya karar vermiştir. Bu başan sızlıklar üzerine Akkaş, Mülkiyedeki bütün sap kızların, millî muhafızlığım ve dert ortaklığı nı yapmaktadır. Halen görevin 1947 yılının 23 temmuzunda doğan bu cici kız kanımızca Mülkiyenin en hanım ve en ve falı kızlarından biridir. Niğde doğumlu olan arkadaşımız Ada na Kız Lisesini bitirip Mülkiye ye duhul etmiştir. Daima kim yager olmayı düşünmüşse de kader onu Şahaneye getirmiş ve işletmeci yapmıştır. Herşeyi me rak eden bir kişiliğe sahiptir. En çok sinema ve tiyatrodan hoş lanır. Derin tarihi bilgisi oldu ğundan her vesile de en çok tuttuğu kişinin Sultan Süley man olduğunu ifade etmektedir. A L T A N BOZDOĞAN 1947 yılında Ankara’nın sisli puslu bir gününde elinde bir deste iskambil ile bir çocuğun, doğduğu ve ebesine doğum üc retine karşılık bir seans poker oynamayı teklif ettiği rivayet olunur. Liseyi Ankara da biti ren Derya Mülkiyeye girdikten sonra siyasî kulislerin ve poker partilerinin değişmez siması ol İkinci Dünya Savaşı biteli iki yıl olmuştu ki bir hazan mevsi minde Fatih’te dünya’ya aya ğında kramponlu patiklerle bir uyanık çocuk geldi. Göbeği dü şer düşmez Çırçırda 5 No.lu fo r ma ile çift kale top oynamaya başladı. Çırçır onun ilk aşkı ilk göz ağrısıydı. Fakat Çırçır’m devamlı başarısızhğı ve sert esen bir rüzgârın onu Mülkiye’ye getirmesi üzerine bu sefer de Mülkiye için top koşturdu. Onun koşusuna dayanamayan hakem- 51 sidir. Her smav sonunda çaktım diye ağlamakta sonra ise geçti ğini öğrenip tekrar ağlamakta dır. İşletmenin en güzel kızı olan Hatice ille de Uzman olmayı is temektedir. Olur mu olur bilin mez ki. Edebiyata da düşkün ol duğundan Fikret’i çok sever ve hemen hemen her şiirini ezbere bilir. Helâl olsun Fikret’e iyi şair doğrusu. NECATİ AKSU Adına çoğu kez K A PTA N derler Necatinin. 1944 yılında Giresunda doğmuştur Necati. Laz olup olmadığı doktrinde ler zaman zaman maçı koşma dan izlemesi için kendisini saha dışı ettiler. Aldığı cezaları baş kalarının lisansım kullanarak ekarte eden Altan her maçta yi ne oynamasını becermiştir. Ken disi Mülkiyenin inek takımında da yer almaktadır. En as inek lerden biridir. Pek tatlı ve saf olan Altan’a arkadaşları «KUŞ» adını vermişlerdir. Biz de Bozdoğanzade Altan Beye başarı dolu bir ömür dileriz. SÜ HEYLA ERTEN ı H ATİCE GİDER Dünyâ 1949 yılma kolunda bu çıtı pıtı kız ile girdi. İlkokula gitmeden okumayı söken Hati ce o gün bu gün uykuları dışın da ömrünü okumakla geçirir. Bütün bu ineklemesine rağmen şikâyeti yeterince çalışamama- tartışmalıdır. Sapma kadar er kek, sözüne güvenilir, sağlam karakterli, tuttuğunu koparan bir arkadaşımızdır. Mülkiyenin Freud’u olarak isim yapmıştır. Az gelişmiş bir çok kişiyi çev resine abp onları eğiterek şöh rete ulaşmıştır. Müritleri ara sında en sivri tip Akkaş’tır. Üçüncü sınıftayken herkesin çaktı dediği bir sırada sırf sınav aralarında ders çalışarak, yedi tane sıfırını düzeltip sınıf geç miştir. Şahane de işletmeden çok psikiyatri, psikanaliz, felse fe ve edebiyat tahsili yapmıştır. Bu konudaki tesbit ve teşhisleri çok yerindedir. Geniş hoşgörüye sahip arkadaşımızın hayat bo yu başardı olmasını dileriz. İNCİ ÜNEL 1949 yılı bir istiridye çalı 52 mıyla, zarif ve tatb bir Inci’yi dünyaya getirdi. Bu olay, Eskişehirde fazlaca yankı yapmadı. Zira bu kız sessiz sakin kendi halinde bir bebekti. Eczacı ol mak hevesi suya düşünce son tesellisi Mülkiye’ye gelmek ol du. Tutumlu mu yoksa cimri mi olduğu doktrinde tartışmaya yol açmış sonunda seçilen jüri de bir çekimser dört müsbet oy la cimri olmadığı saptanmıştır. Jüriden birine müsbet oy karşı lığı bir öğlen yemeği vaad etmiş ise de sonra kaytarmıştır. Sev diği şeyler arasında sinema, ti yatro, kediler ve giyim eşyası yer alır. Açık sözlü fakat karar sızdır. Arkadaşlığına çok iyidir. Ancak belli prensipleri olduğun dan bu prensipler içinde kalmak şartıyla herkesle uyuşabilir. Mülkiye’de en yakın arkadaşı son zamanlarda bir sürpriz ni şan yapan Süheylâdır. Bir iddi aya göre gözlükleri ileri görüş lü olduğunun ifadesiymiş. Hiç futbol oynamadığı halde bir çok kişinin ayağını kırarak sakat bırakmıştır. Kazgan kendisine başarılar ve mutluluklar diler. 1949 yılı soğuk bir günde, Süheylâyı Babaeskide kucağına al dı. Babaeskide gözlerini dünya ya açan Süheylâ ise bu durum dan hiç memnun olmadı. Onun arzusu gözlerini açmak değil daima kapamak ve mışıl mışıl uyumaktı. Zaten doğumundanberi tek şikâyeti bu yüzden uy kusuzluktur. Tüm bedbahtlığı ancak oniki saat gibi kısa bir süre uyuyabilmesidir. Şahaneye hukuktan transfer olmuştur. Sesini güzel sanan bu arkadaş, yurda ilk geldiği sa bah, şakımıya başlamış ve kız ların «yurdu kargalar bastı» çığlıklarıyla yataktan fırlama larına sebep olmuştur. Şakıma sına iç gezide de devam etmiş ve tüm kafaları şişirmiştir. A y rıca gezi sayesinde tüm Türki ye kargalarının sabah keyfine mani olmuştur. Türkiyenin tek kurtuluş yo lunun fen olduğunu iddia etmek tedir. İlme ve öğretim üyelerine saygısı büyüktür. Ders çalışma sı gerektiğini idrak etmiştir. Bütün gününü durumunu yeni den gözden geçirmekle ve ders çalışmayı düşünmekle geçirir. Mesleğinin ilk tatbikatını boy kot sırasmda yapmış, yurda kızlar tarafında bir baskın ola cağını bildiren bir bildiri dağı tarak, kızları ayaklandırmış, er tesi gün linç edilmekten zor kur tulmuştur. Kurtulmasını kendi ni ve daktilosunu dolaba kitlemeye borçludur. Meslek haya tında başarısını yurttakinden iyi yürüteceği kanısı ve temen nisi ile güle güle deriz. NAZÎME OLGAÇ Kazgan oldu. Zira onun başkaniçalıktan işletme kraliçeliğine geleceğini garanti bilen Kazgan biyografisini değiştirmek zorun da kaldı. Ayıp işletmecilere. Kraliçe öldü, yaşasın başkani ça! ÜMİT ERTONG Cessi U rfa’da doğmuştur. «Ben doğm adım !... Beni doğur m uşlar!...» der. öylesine megolomanik idealleri yoktur, mütevazidir. Şöyle kendi halinde bir Başbakan olmak ister. Folklo rumuza bağlıdır, içkili olduğu zamanlar vedet oryantallik de yapar. Oscar Wilde hayran’dır, ve ona benzemeğe çalışır. Bir defasında «insanların tek ümidi nunca toplum polisi kızla Cessi arasında geçen konuşmaları not etmiştir. Ama «teşekkür ederim sayın bayan, hayatımın en güzel fırçasını sizin için kullanaca ğım» cevabı asayişi ve kamu dü zenini ifsat edici bulunduğu için durum karakola aksetmiş tir. Neden sonra arkadaşımızın ressam olduğunu anlayan baş komiser takdirane «bir fırça da bana atabilir misin?» diye sor duğunda, yüzünü kızartarak bü yük bir tevazu örneği göster miştir. Her Noel’de Picasso’dan yeni yıl tebriği aldığım söyler. îzmirde 1950 yılında doğdu. Narin hanım hanımcık bir kız olarak büyüdü. Tahsilinin orta benim; aranan, beklenen Ümit’ kısmını îzmirde tamamladı. Son im ben» demişti de Felsefe Ku ra şahaneye geldi. Geldiği günrulu «geçmiş olsun» tebriğinde denberi de güldü durdu. Derste bulunmuştu. Aslında Güzel Sa güldü. Seminerde güldü kısaca natlar Akademisi yerine Mülkigüldü, güldü,güldü. Bu güler ye’ye girecek kadar şabandır. yüzlü kız ikinci sınıftayken Mülkiyenin başkaniçası oldu. Mül Muazzam meziyetlere sahip el kiye dergisinde makaleler yaz leri vardır. Bu uzvunu daha zi maya başladı bazı çekemeyen yade geceleri kullanır. Ellerinin ler yazıların başkasına ait ol maharetine tüm kızlar hayran duğunu söylerlerse de siz sakın dır. Geçenlerde içlerinden biri inanmayın. Başkaniça aynı za «zevkimi çok, ama çok tatmin manda Mülkiyenin en ineklerin ediyorsunuz» itirafında bulu den biri olarak da ününü artır dı. Hatta birdeyken siyasî ta rihten kendisinden fazla not alan zavallı îlhan Ateşi az daha dövüyordu, işletme şubesinin bu yıl inek bayramında kraliçe olarak onu seçmesi gerekirken SERM AYESİ : 1.200.000.000,— TL. tuttular başkasını kral seçtiler. Il özel idareleri, Belediyeler ve Köylerin Elektrik, îçmesuyu, Turizm ve Buna en çok içerleyen bittabi Yapı Tesisleri ile Harita, im ar Plânları Proje ve inşaatları için kurul duğu günden bugüne kadar İL LE R BAN KASI; 3.522.696.717,— liralık yatırım yapmıştır. YURT KALKINM ASINA KATILABİLM EK IÇÎN SlZDE MEVDUATINIZI İLLE R BANKASIN DA BiRtKTiREBlLİRSİNİZ Kamu yararı türlü tesisler için iller Bankasının II inci ve n nci Beş Yıllık Kalkınma Plânlarındaki yatırımları da şöyledir : Bütün Perso nel masrafının Program Fizikî Gerçek Bitirilen Yatırıma Yıllar Yatırımı Yatırım iş adedi oranı leşme 200.304.000 194.509.000 % 97 1963 303 % 10,4 1964 219.939.000 201.170.000 % 92 422 % 13,0 216.229.000 220.076.000 % 102 398 1965 % 13,5 1966 212.901.000 267.948.000 ■% 126 479 % 12,5 262.050.000 361.549.000 •% 138 612 1967 % 10,4 316.992.000 485.757.000 '■% 153 1064 1968 % 8,3 732 1939 446.500.000 446.509.000 % 100 ■% 9,5 İLLER BANKASI 53 TAHSİN DEMtREŞ CENGİZ GÜNKUT İşletmecilik şubesinde, daima kravat takan tek kişi unvanına sahip olan arkadaşımızın d ö r düncü sınıfta en büyük arzusu günlerin 36 saate çıkması ol muştur. Cahit Talas’m sadık talebele rinden olmasma karşılık Sait Dilik’e 28 dakika tahammül ede bildiğini söyleyen arkadaşımızın hayatta çektiği en büyük g ü ç lükler, Kavaklıdan dolmuşa bin mek, soğuk sınıflarda ders din lemek ve not tutmaktır. Şimdilik tek arzusunun bir an önce mezun olmak olduğu yapı lan son incelemelerden anlaşıl mıştır. «Okulu bitirdikten son ra Red Kit büe okumayacağım» diyen arkadaşımız son günler de kendi tuttuğu notları bile okuyamamaktadır. Kazgan Tahsin’in başarılı olacağıru bildiği halde yine de ba şarılar diler. Y AK U P TOKAT Polath’da dünyaya gelen Yakup, ineği ve inekliği babasının mandırasında gördü, öğrendi, işte bu nedenle de uğraşıp di dinip Mülkiye’ye girdi. Bu sefer de ona başka hastalık arız oldu. (Kasılmak). Kızlara kasıldı, er keklere kasıldı, kısaca herkese karşı kasıldı. Bu nedenle de her üç ayda bir fıtık ameliyatı ol mak zorunda kaldı. Yurtta günün yarısını ayna karşısında traş olmak ve saç ta ramakla diğer yarısını ise DPT’ ye nasıl girerim diye araştır makla geçirmektedir. Bu neden le Malî şubeden cici bir kıza ba bası torpil yapsın diye bir çift çizme ile bir vizon kürk vaat et miştir. Y urt tuvaletinde, kori dorlarda ve duşta bet sesi ile şarkılar söyleyerek milleti ra hatsız eder. T.N.S. müdavimi olup işletme doktorasını bu ko nuda yapmayı tasarlamaktadır. Sermayenin marjinal prodükti vitesini hesaplamaya kalktığı bu yerde diğer patronlarm ve girişimcilerin geniş direnişi ile karşılaşmış, artık piyasaya gir mesine imkân kalmamıştır. t * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * -¥■ * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * ¥■ * 54 •k ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ DOĞAN ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ 11 4112 1145 88 arkadaşımız kendini bilmeye başlayınca önce sülâlesindeki kızlara musallat olmuş, fakat ba basından zılgıtı yiyince gözünü dışarılara çevirmiş, ama attığı bütün ayaklar kırılmış, öyle ki sonunda iki kelime konuştuğu her kız için «Ben bu kızla evle nebilirim» diyebilecek hale gel miştir. Bu sene «İstanbul Ehliyet Sa tış Bürosu!»ndan 2000 TL. kar şılığında almış olduğu ehliyet şimdilik bir işe yaramamaktadır. Her gördüğü araba sahibi ne «A bi bir kere kullanim m i?» diye yalvaran arkadaşımıza is tikbalde güzel bir araba, mutlu luklar ve başarılar dileriz. E UTAN DİKMEN ★ ★ SİGORTA 1948 yılında göbeği yüzünden annesine zorluk çektirerek dün yaya gelen arkadaşımız küçük lüğünü İtalya’da geçirmesine rağmen aklında bir tek ciau (çav) kelimesini tutabilmiş, da ha sonra gittiği İtalyan Kültür Derneğinde o güzel Italyancası yüzünden öğretmeninin istifası na sebep olmuştur. Orta öğrenimini Nişantaşı Kız Lisesinde bitirerek şüpheleri üzerine çeken arkadaşımız daha sonra züppe olmak niyetiyle Mülkiye’ye gelmiş, fakat kendi sini tezgâhtarlık şubesinde bul muştur. Birinci sınıfta çalışma yıp Ekimde bütün derslerden geçtiği halde diğer sınıflarda okulun en ineklerinden biri olma sına rağmen ancak kurulla ge çebilmesi tezatlarla dolu haya tının en büyük örneğidir. Doğduğundan beri sap gezen ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ •Ar ★ ★ ★ ★ ★ ★ ★ 1948 yılı Haziran aymın sıcak bir günü Yalova’da doğdu, İs tanbul’lu oldu. Oysa Yalova’yı şimdiye dek iki defa gördü; bi ri otobüsten biri de vapurdan. Annesi babası ona Ertan ismi ni koydular. Am a arkadaşları zamanla bu ismin başına çeşitli sıfatlar eklediler, çirkin, huba, belâ, deli gibi. İç gezide bunlara bir yenisi daha eklendi; disko tek. Oysa diskoteklerle uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur. (Am a bu sözünde hakikatle pek ilgisi yoktur.) Pilot olmak hayali ile Isa’dan 1965 yıl sonra Ankara Atatürk Lisesi’ni bitirdi. Kaderin cilvesi Mekteb-i Şahaneye girdi. Birin ci sene sıranın üzerine je t re simleri çizdi, voleybol takımını rezil etti, dersleri kantinden iz ledi. Ve bir sene kıdem aldı. Mekteb-i Şahane’deki ikinci se nesinden sonra kendisine sorar sanız havacılık aşkı yüzünden, bize sorarsanız aşk-ı perişanı yüzünden Hava Harp Okulu’na gitti. 10 günlük askerlik yaptı. «Emekli Kurmay N efer» namı ile tekrar Mülkiye’ye döndü. Bu dönüşten sonra teklemeden son sınıfa geldi. Ama hâlâ bazı ders lerde kendi sınıfta aklı havalar dadır. Şimdilik çeşitli semtlerde alçaktan uçuşlar yapmaktadır. Bu gidişle yakında bir nişan hal kasından geçip, nikâh memurlu ğuna pike yapması kuvvetle muhtemel. Hayatta iyi bir disko-işletmecisi olacağım ümit ediyoruz. içinde tavlayarak tüm Şahane nin takdirini kazanmıştır. Bun dan sonra da Bahçelievler’deki Cumhuriyet Kız Yurdu’nun ve kendi semti olan Kavaklıdere’ deki dul hatunların baş belâsı olmuştur. Boş zamanlarım arsa spekülatörlüğü, araba alım sa tımı gibi karanlık işlerle geçiren üstadımız Teşkilât Kürşat tara fından istihbar edilmiştir. ideali büyük bir iş adamı ol mak olan bu arkadaşımıza ha yatta daima başarılar dileriz. T A R IK ARTUKM AÇ 1950 senesinin bahar ayların dan birinde Ankara’da dünya ya gelen Tarık tevellüdünden dolayı şube-i işletmenin masko tudur. Kendisine sorarsanız sü per zekâmdan dolayı ilkokula erken gittim der. Müthiş bir Amerikan hayranıdır. Hayatta en çok sevdiği şeyler dolar .vis ki ve kadındır. En büyük şans sızlığını uzun müddet konuştu ğu kızdan ayrıldıktan sonra kı zın babasının bakan olmasında görür. Ve özel kalem müdürlü ğünü kaçırdığından yakınır. Mezuniyeti takip eden sekiz senede milyoner olmanın plânı nı yaptığını söyleyen bu arka daşımıza başarılar dileriz. O N U R Ö ZTÜ RK Hanımları kahredecek kadar dikiş, çamaşır ve nakış bilen her erkeğin hayal edeceği bir kadın kadar tertipli, titiz olan arkada şımız 1949’da Yalova’da d oğ muştur. ilk eğitimini babasının okulunda yapmış sonra Haydar paşa Lisesi’ne girmiştir. Lise’ de çalışkanlığı ve mahcupluğu ile tanınan arkadaşımız fakül teye geldiğinde, büyükler birbi rine «bu tüysüz de kim» diye sormaya başlamışlardır. (Halen de tüyü çıkmamıştır.) Fakat yakışıklı oluşu İngiliz ce’ye ilgisi onun gözünü açmış ve dünya nimetlerinden nezih ( !) bir şekilde yararlanmıştır. Daha sonra bacanaklığa me rak sarmış bir yengemizin kar deşini zorla razı edebilmiş ve şimdi ol hatunla evcilik oyna maktadır. B riç seven arkadaşımıza mut luluk ve başarılar dileriz. D O Ğ A N A Y D tV A N O G L U 9 Mayıs 1944’de doğan Doğanay liseyi Ankara Cumhuri yet lisesinde zorla bitirdikten sonra Mülkiye’nin sütun ihtiya cını karşılamak üzere fakülte- T A C E T T İN Y tN A N Ç 1947 yılında Elbistan’da dün yaya dühul eyleyen Tacettin ba basının adını taşıyan Mükrimin Halil Lisesini bitirmiştir. Mülkiye’den önce Tıbbiye’ye giren Taci burada bir kaç defa kan görüp bayılınca, Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu kararıyla Mülkiye’ye posta edilmiştir. Bi rinci sınıfta iken burs almak için gittiği sağlık muayenesinde Mülkiyelilere karşı haşin dav ranan hemşireyi birkaç dakika AYLIK FİKİR VE SANAT DERGİSİ Y u r d u m u z u n E n Ç o k O k u n a n v e B e ğ e n ile n F ik ir v e S a n a t D e r g is i Fiatı: 150 Kuruş — Yıllık Abonesi: 18 Lira P. K. : 501 A N K A R A 55 de semizleyen bu inek senenin 8 ayı kütüphanelerde özel yemler le beslenir. Ama ne hikmetse jüri kararı ile güç belâ sınıfını geçer. Soranlara «talihsizlik» derse de aslında, Cebeci ortao kulu ile Ayşe Abla Ana okulu nun önünde elma şekeri ile tav ladığı kızlarını büyütmek için yaptığı 5 yıllık kalkınma plân larına harcadığı zamana bağla mak gerekir. Müzikte bir otorite olan Sa’ lim’in bu zevkini Fatma Doğanlar’ın Konservatuarında tatmin ettiği rivayet olunmaktadır. S A B A H A T T İN T U F A N ye alındı. Fakültenin en uzun boylusu olmasına rağmen Uzun Mustafa’ya uzun denmesine ve kendisinin de Doğan diye çağı rılmasına çok bozulur, ö b ü r ta raftan yakışıklılığının bilincin de olduğundan rahat bir insan dır. ince ruhlu ve centilmendir, içkilerden votka Ue domates su yunu, arkadaşlarından da en çok Reyan’ı sever. Doğanay iyi dir, hoştur ama espirileri boş tur. Ve de elma yamnda yenir ken ürperen tek insandır. Doğanay’a iyi bir işletmeci olması te mennisiyle selâmlar sunarız. ARSLAN K AYA 1948 yılında Pınarbaşında do ğan Arslan, ilkokulu bitirdik ten sonra Türkçe öğrenmesi için Sivas’a gönderilmiş ve bura da kalın bir odunla itilerek or taokul ve liseyi bitirmiştir. Mülkiye’ye geldikten sonra korkunç bir inek kesilmiş ve derslerde hocaları saçma sapan şeyler an latıyorlar diye itham edecek ka dar ileriye gitmiştir. ilk geldiği yıl koyu bir sosya list olan Arslan üçüncü sınıfta işletme şubesine ayrıldıktan sonra ileride büyük bir kapita list olacağı ümidi ile bu ulvî fi kirlerini terk etmiştir. En bü yük ideali Sivas’ta bir demir çe lik fabrikası kurmak olan bu ar kadaşımıza başanlar dileriz. S A L İM A L K A N Kemaliye’nin zengin otlakla rında gelişip, Mekteb-i-Mülkiye- 56 1948 yılının soğuk ve karlı bir kış gününde çığlıklarla doğan Sabahattin bütün Kütahya hal kına, korkulu dakikalar yaşat mıştır. Lise sıralarına, kadar zincirle zaptedilebilen, bu çocuk daha sonra herşeye karşı ya bancılaşmıştır. Bunun sebebi ise, bir fellah kızından yediği darbe, olduğu rivayet edilmek tedir. Tufanın, oldukça zeki olduğu söylenirse de Mülkiye üçüncü smıfta iken İngilizce sözlü sına vında Amerikan Cumhurbaşka nının ismini soran hocasına «K ristof Kolomb» diye cevap vermiştir. En büyük gayesi, Vahdet Aydın’m kâra geçiş grafikleri yar dımıyla Devlet Demir Yolların da kâr maksimizasyonunu sağ lamak olan bu arkadaşımıza ba şarılar dileriz. E R D O Ğ A N S A İT O Ğ L U 1947 yılının bir eylül günü ham si ülkesi Karadenizin, Sürmene kentinde dünyaya gözlerini aç tı. Herkesin beklediğinin aksine ağzından ilk çıkan söz hamsi yerine Mülkiye oldu. Arkasın dan ineklik ve futbol kelimeleri etrafı bir hayli şaşırttı. Doğu mundan iki saat sonra istediği futbol topu ile ebesine futbol maçı teklif etme cesaretini göste ren güzide ineklerimizden biri dir. Arkadaşlarını king ve tavla partileri sonunda yemeğe götür mek zorunda kalan arkadaşımız bunu aşkta kazanma ümidi ile sık sık tekrarlamakta ve arka daşları arasında ev geçindiren bir aile babası gözü ile bakıl maktadır kendisine. Bunların dışında gayet sakin mizaçlı olan arkadaşımız ders saatleri dışında ne yaparsımz sorusuna kurlarda bile ders ça lışırım demek kerliğini göster miştir. Doktora yapmayı arzu lamaktadır. M EHM ET ONUR (H A C I) 1947 yılında damda kediler birbirini kovalarken bir tosun cuğun sesi Mersin semalarım çınlattı. Gözünü açar açmaz sa rışın ebeye «Benimle evlenir mi sin?» diye soran hacı o denli de çapkındır. O kadar yer gezmiş tir ki kendisine yerli Evliya Çe lebi denmiştir. Sarışınların aş kına herşeyden vazgeçtiği halde bir kumral tarafından ökseye bastırılmıştır. Kötü bir işletme ci olduğu kadar kötü esprileriy le de tanınmıştır. En önemli özelliği herşeyin en iyisine m e rakholuşudur. ÜMİT GÜNDÜZ M.S. 1946 yılı Eylül ayının 22’ sinde mübarek Cuma gününün sabahına karşı Am asya ili «A h kızlar!» çığlığı ile inlediğinde bir ümit ışığının semadan süzü lerek dünyaya dühul eylediği rivayet olunur. Beslenme uzmanlarının tavsi yelerine uyulup nefis misket el maları yedirilerek beslenen Ümit sonradan tanrını gazabına uğramış ve A m asya’dan kovu larak Mülkiye-i Şahane’de siya sî tarih üzerinde otlarken bu lunmuştur. Mülkiye’de paraşütçülükten judoya kadar bilûmum sporlarlar uğraşan arkadaşımız, judo diplomasmı aldığı gün bir cins-i lâtife ayak atmış ve ...ayakkabı topuğunun yarasını hâlâ başın da o günün hatırası olarak sak lamaktadır. Hattuşaş’a hiç gitmemiş olan Ümit ol mahalde Mülkiyeli ena yilere rehberlik yaparak işlet mecilik sanatının inceliklerini göstermiştir. Onu rehber olma ya iten frenk dilberlerine olan hayranlığıdır. Bu uğurda Bri tanya diyarlarında Türk gibi erkek sözünü yaymaya çalışmış, bir rivayete göre de başarm ış tır. Arkadaşımız şimdi bir sazen deye gönlünü kaptırmış, akimı ise Ingiltere’deki Computer oku lu çelmiş bulunmaktadır. Ken disinin iyi bir aile babası ola cağını inanıyoruz. Her iki yol dan da başarı ve mutluluklar dileriz. E R SAL Y A ZG A N Ersal, dökülmüş saçları ve iç ten gülüşleriyle bütün şahaneyi bir anda fethetti. Kendisinin seks’e karşı büyük bir düşkünlüğü vardır. Rivayet edilir ki Danimarka seks fuarı nı gizli gizli finanse edenlerin arasmda Ersal’da vardır. Fakat ne derece doğrudur bilinmez. Geçimini içtiği içkilerin şişe lerini satmak suretiyle temin eder. Oturduğu evin hakkını ver diği bir gerçektir. Bunu da ev sahibinin bizâr oluşundan anlı yoruz. Bütün genç kızların ide ali Ersalm evine davet edilebil mektir. Kendisinin hayatta en büyük ideali bir içki fabrikasının sahi bi olmaktır. Ş E N İZ B E Ş B U D A K Günlerden bir gün güneş her zamankinden parlak doğmuş. Fakat arkasından Şeniz doğun ca güneş birden bire gölgelen miş. Yalnız Şeniz aslında doğ ması gereken Hawai’de değil de Türkiye’de doğmuş ve herkesi teninin tatlı çikolata rengine hayran bırakmıştır. Günün birinde bir esinti Şeni1948 yılında dünyaya gel - zi Mülkiye önlerine savurmuş, ö n ce bir bakmış etrafına her di. Doğduğu sırada babası çok kes bir tuhaf olmuş. ikinci maacı çekmişti. (Anası namına). S O N SÖZ... U z u n y ı l l a n a c ı t a t lı g ü n le r i y le b e r a b e r y a ş a d ı ğ ı n ı z s e v g i l i M ü lk iy e ’ Ii k a r d e ş le r i m . İ ş t e b iz g id i y o r u z . S e v a b ım ız la , g iin a lm n ız la p e k ç o ğ u m u z b u d e r g i d e y e r a ld ık . O r t a k a n ıla r ım ız ı ta z e le d ik , g ü ld ü k y a d a d ü ş ü n d ü k ... B u K a z g a n a y n ı z a m a n d a b i r v e d a m e k t u b u g ib id ir . B u r u k b i r le z z e t i v a r d ır . E t i, h a m u r a h o ş g ö r ü v e s e v g i y l e y o ğ u r u lm u ş t u r . B u h a t ı r a l a r m a n z u m e s i t a p t a z e k a l a c a k t ı r g ö n ü l le r im iz d e . F a k a t b ilin m e s in d e y a r a r v a r d ı r k i, b u K a z g a n ’ı ç ı k a r t a b i lm e k k o l a y o lm a d ı. İ lg is iz lik b iz i e n ç o k ü z e n k o n u o ld u . B i r k a ç k iş in in b ü t ü n y ü k ü s ı r t ın d a t a ş ım a s ı K a z g a n ’ın ç o k d a h a i y i ç ık m a m a s ın ın e n b ü y ü k s e b e b id ir . H e r ş e y e r a ğ m e n , K a z g a n ’ın b u h a le g e liş in d e e m e ğ i, y a r d ı m ı g e ç e n v e e n ö n d e S a y ın D e k a n ’ım ız İ l h a n U n a t o l m a k ü z e r e r e s s a m ım ız O k h a n A t a k a n ’ a , E r d e m B a r u tç u ’y a , y a n l a n d a k t i lo e d e n İ z z e t S u n e r v e M ü jg â n A l p ’ e b i z e r e k l â m v e r m e k s u r e t i y l e ç ık a b ilm e m iz i t e m in e d e n b ü t ü n k u r u lu ş la r a , D o ğ a n K liş e v e Sam M a t b a a s ı s a h ip v e p e r s o n e lin e t e ş e k k ü r e d e r , h e p in iz e h a y a t y o lu n u z d a b a ş a n v e m u t lu lu k la r d ile r im . K a z g a n A d ın a İ lh a n C e d i m a ğ a r 57 ile teraslarda gördüğü cins-i lâ tif bacakları üzerinde ihtisasa başladı. Siyasal’a girdikten sonra en büyük zevki çocuksu ifadesin den yararlanarak ablalarının kucaklarına oturmaktı. İçkiye dayanaklılığının bir nişanesi olarak Kompersan Ateş ünvanı ile taltif edildi. Büyüyünce işletmeci olacağı nı iddia eden bu çocuk sınıfının bebek yüzlü canavarıdır. Bundan sonraki doktor’a ça lışmalarında ve babasının mu hasebeci dükkânını kapattırma daki uğraşısında A teş’e başarı lar dileriz. sum bakışında ise bütün erkek tüllap yerlerde. Son sınıfa gelmiş, Ibo özel ku rasından iç geziye katılmış. Otobüse adımını attığı andan iti baren de gezinin gülü oluver miş ve derhal Ş.S.K. kurulmuş. Bu arada pişti oyununu ömrün de oynamadığı kadar çok oyna mış ve «Pişti'nin esasları» adlı bir kitap yazmağa başlamış. A yrıca; çok iyi konken oyna yan ve herkesin bir oturuşta tatlı tatlı paralarını alan Şeniz’e kumarda daha az kazanmasını tavsiye ederiz. H AŞM ET SEYM EN A T E Ş F IR A T Kendisi her ne kadar dereden tutulduğunu sanıyorsa da anası onu 1949 yılında doğurdu. Uzun ve kurdeleli saçlarının kesilme siyle ne olduğunun yavaş yavaş bilincine ermeye başlayan Ateş, elinde babasının sahra dürbünü 58 Nerede, ne zaman doğduğunu tespit edemediğimiz Haşmet’in, adı gibi haşmetli Everest tepesi kadar mağrur, cinsi lâtiflerin kalp atışlarını maksimum sevi yeye çıkaracak kadar yakışıklı, havalı ve popüler olduğunu kız lar arasında yaptığımız anket sonucunda tespit etmiş bulunu yoruz. (Bu ankette, «Amaaan, bırakın o zamparayı, bana asıl maktan halâ bıkmadı» diyenlede olmuştur). Kantin’de, kızına gece-gündüz ördürdüğü eksistensiyalist ka zaklarıyla defile yapan, şakak larına düşmüş aklarla olgun er kek havaları basan Haşmet, özellikle Hukuk ve Hacettepe’de popülerdir. Aslında gayet rahat fe n d in den emin .dürüst karakterli olan Haşmet’in başarılı bir işlet meci olmasını dileriz. ARAL JRGÜ SARAB JRGÜÍ SARABkH ÜRGÜ SARAB ÜRGÜ SARAB ÜRGÜ ŞARABİ jRGÜP jARAB ^RGÜP 1 RABI Ü P 63 ile teraslarda gördüğü cins-i lâ tif bacakları üzerinde ihtisasa başladı. Siyasal’a girdikten sonra en büyük zevki çocuksu ifadesin den yararlanarak ablalarının kucaklarına oturmaktı, içkiye dayanaklılığının bir nişanesi olarak Kompersan Ateş ünvanı ile taltif edildi. Büyüyünce işletmeci olacağı nı iddia eden bu çocuk sınıfının bebek yüzlü canavarıdır. Bundan sonraki doktor’a ça lışmalarında ve babasının mu hasebeci dükkânını kapattırma daki uğraşısında A teş’e başarı lar dileriz. ATEŞ FIRA T Kendisi her ne kadar dereden tutulduğunu sanıyorsa da anası onu 1949 yılında doğurdu. Uzun ve kurdeleli saçlarının kesilme siyle ne olduğunun yavaş yavaş bilincine ermeye başlayan Ateş, elinde babasının sahra dürbünü HAŞMET SEYMEN Nerede, ne zaman doğduğunu tespit edemediğimiz Haşmet’in, adı gibi haşmetli Everest tepesi kadar mağrur, cinsi lâtiflerin kalp atışlarını maksimum sevi yeye çıkaracak kadar yakışıklı, havalı ve popüler olduğunu kız lar arasında yaptığımız anket sonucunda tespit etmiş bulunu yoruz. (Bu ankette, «Amaaan, bırakın o zamparayı, bana asıl- . maktan halâ bıkmadı» diyenlede olmuştur). Kantin’de, kızına gece-gündüz ördürdüğü eksistensiyalist ka zaklarıyla defile yapan, şakak larına düşmüş aklarla olgun er kek havaları basan Haşmet, özellikle Hukuk ve Hacettepe’de popülerdir. Aslında gayet rahat .kendin den emin .dürüst karakterli olan Haşmet’in başarılı bir işlet meci olmasını dileriz. ÜİMÜİHB! sum bakışında ise bütün erkek tüllap yerlerde. Son sınıfa gelmiş, İbo özel ku rasından iç geziye katılmış. 0 tobüse adımını attığı andan iti baren de gezinin gülü oluver miş ve derhal Ş.S.K. kurulmuş. Bu arada pişti oyununu ömrün de oynamadığı kadar çok oyna mış ve «Pişti'nin esasları» adlı bir kitap yazmağa başlamış. A yrıca; çok iyi konken oyna yan ve herkesin bir oturuşta tatlı tatlı paralarını alan Şeniz’e kumarda daha az kazanmasını tavsiye ederiz. . i @ @ ® © @ ® © @ @ © @ @ © @ © ® © © © ® @ © © ® © @ @ © © @ @ @ © @ @ ® @ @ ® MİLLİ T A S A R R U F U N SEMBOLÜ TÜRKİYE ÜŞ) BANKASI paranızın... istikbalinizin emniyeti C U M H U R İY E T İM İZ L E Y A Ş IT T E K S İG O R T A Ş lR K E T l : SARK SİGORTA J L. A A . A . A . A J ▼▼▼▼▼▼ Elli Yıllık Hizmet Tecrübesiyle Sigorta İhtiyaçlarınız İçin Emrinizdedir Bankalar Cad. Şark Han Karaköy - İstanbul 60 J milyarlarla ifade edilmektedir TÜRKİYE ÖĞRETMENLER BANKASI YU RT SATH INA Y A Y IL A N ŞUBELERİYLE BÜTÜN BANKACILIK ÎŞLERÎNÎZDE EM RlNÎZDEDlR. — A PARTM AN DAİRELERİ — TAH SİL BOYUNCA A YL IK GELİR — ZENGİN P A R A İKRAM İYELERİ TÜRKİYE ÖĞRETMENLER BANKASI 8ÂŞBNDA DOLAŞAN ŞEKER SİGORTA A. Ş. YANGIN — N AK LİY A T H AYA T — K A ZA DOLU — H A Y V A N H A Y A T FERDÎ KA ZA MALÎ MESULİYET M AKlN A — MONTAJ SİGORTALARIYLA HUZURUNUZU TEMİN EDER C Ü Z D A N I N A ^ » !!! AKTAR MİLLÎ PiYANGD 62 X7 GÜP ŞARABI ÜRGÜP■SARAB jRGÜ >ARABi ÜRGÜP ARAL JRGÜ SARAB; JRGÜİ SARABkH URGU SARAB URGU SARAB URGU ŞARABI jR G Ü P jARAB 1 A GUP RABI Ü P