2013 Yılı Kompozisyon Yarışmasında Dereceye Giren Eserler
Transkript
2013 Yılı Kompozisyon Yarışmasında Dereceye Giren Eserler
2013 YILI ORTAO K UL V E L İ S E ÖĞREN C İ LE R İ NE Y ÖNE L İ K DERECEYE GİREN ESERLER Sevgili gençler ve kıymetli öğretmenlerimiz, Sermaye Piyasası Kurulu olarak geleneksel hale getirdiğimiz Kompozisyon Yarışmasının bu yıl üçüncüsünü tamamladık. Ülkemizin her köşesinden binlerce öğrencimizin yarışmaya gösterdiği ilgi, yarışmaya gönderilen eserlerdeki hepsi birbirinden değerli duygu ve fikirler, finansal eğitim konusunda yaptığımız çalışmalarda bize güç ve motivasyon sağlamaktadır. Toplumumuzdaki tasarruf ve yatırım bilincini geliştirmek amacıyla çocuk ve gençlerden başlamak üzere tüm kesimlere yönelik finansal eğitim faaliyetlerini sermaye piyasasının diğer kurum ve kuruluşları ile birlikte yürütmekteyiz. Önümüzdeki dönemlerde, bugüne kadar başarılı bir şekilde yürüttüğümüz kompozisyon yarışması projesine ek olarak, okul çağındaki çocuk ve gençlerin tasarruf ve yatırımın önemini kavramaları, bilinçli birer tüketici ve nihai olarak da finansal açıdan bağımsız, mutlu bireyler olabilmelerine yönelik yeni projeleri hayata geçireceğiz. Bu kapsamda yürütülecek olan etkinlikler ile gençlerimizin tasarruf ve yatırım konularını eğlenerek öğrenmelerini ve öğrendiklerini yaşam boyu süren alışkanlıklar haline getirmelerini amaçlıyoruz. Bu yıl ayrıca, finansal eğitim konusunda çalışmalar yapan dünyadaki çeşitli kurum ve kuruluşlar ile politika belirleyicilerin çocuklarla bir araya gelerek, onların görüş ve önerilerini dinlediği önemli bir uluslararası etkinliğe ev sahipliği yaptık. Uluslararası Çocuk ve Gençler İçin Finans Örgütü (Child&Youth Finance International) 2013 Zirvesi ve Ödül Töreni, Kurulumuzun önderliğinde, Borsa İstanbul ve Merkez Bankası işbirliği ile 7-9 Mayıs 2013 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirdik. Üç gün boyunca süren zirveye, 101 farklı ülkeden gelen 400’ü aşkın üst düzey yetkili ile 108 çocuk ve genç katıldı. Çocuk ve gençler, üç gün boyunca çalıştıkları ve öneriler geliştirdikleri konuları yetkililere anlattı; ortaya çıkan görüşler zirvenin sonuç bildirgesinde yer aldı. Siz sevgili gençlerimizin finansal konulardaki bilinç düzeyinin toplum geneline yayılmasında ve sürdürülebilir büyüme için gerekli olan tasarruf düzeyimizin artmasında çok önemli roller üstleneceğinize olan inancımı belirtmek isterim. Sizlerin ve ebeveynlerinizin alacağı bilinçli finansal kararlar ülkemizin finansal istikrarına önemli katkıda bulunacaktır. Hepinizin zihinlerinde unutulmaz bir anı olarak kalmasını temenni ettiğim bu seneki yarışma ve ödül töreninin gerçekleşmesini sağlayan başta Milli Eğitim Bakanlığımız olmak üzere, Borsa İstanbul, Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği ve emeği geçen, katkı sağlayan herkese teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum. Dr. Vahdettin ERTAŞ Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı 3 6 SPK Kompozisyon Yarışmasında Dereceye Giren Eserler Belli Oldu Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) tarafından Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) 29.01.2013 tarihli onayıyla, sermaye piyasalarına yönelik farkındalık düzeyinin geliştirilmesi, SPK ve diğer sermaye piyasası kurumlarını tanıtmak ve eğitim çağındaki gençlerden başlayarak tasarruf ve yatırım bilinci oluşturmak amacıyla, Ortaokul ve Lise öğrencilerine yönelik olarak 3.Kompozisyon Yarışması düzenlenmiştir. MEB İl Milli Eğitim Müdürlüklerince, yurt genelinde 81 ilden toplanan on binlerce eser arasından seçilerek Kurulumuza iletilen, Ortaokul kısmından 188, Lise kısmından 209 olmak üzere toplam 397 eser değerlendirmeye alınmıştır. Kurulumuz, Milli Eğitim Bakanlığı, Borsa İstanbul ve Türkiye Sermaye Piyasası Aracı Kuruluşları Birliği temsilcilerinden oluşan Değerlendirme Kurulu tarafından 17-19 Nisan 2013 tarihlerinde Kurulumuzun Ankara’daki merkezinde yapılan değerlendirme sonucunda dereceye giren eserler belirlenmiştir. Ortaokul öğrencilerine yönelik “Ailenizdeki bir tasarruf ya da yatırım hikâyesini, bu süreçte neler yaşadığınızı ve size neler öğrettiğini anlatın” konulu yarışmaya, Antalya’dan “Toprak ve Güçlü Olmak ” isimli eserle katılan Turgut Reis Ortaokulu öğrencisi Serra ERTUNÇ Ortaokul kısmı birincisi olmuştur. Lise öğrencilerine yönelik “Dedeniz ya da ninenizin yaşına geldiğinizde nasıl bir günlük yaşamınız olsun hayal edersiniz? Bunu sağlayabilmek için tasarruflarınızı nasıl değerlendirirsiniz? Konuyu öykü şeklinde yazınız” konulu yarışmaya “Küçük Şeyler ” isimli eserle Ankara Sabahattin Zaim Anadolu Öğretmen Lisesinden katılan Gamze SÜSLÜ Lise kısmı birincisi olmuştur. Değerlendirmede emeği geçen Jüri üyelerine teşekkür ederiz. Ortaokul Jürisi: MEB Özlem GÜRLEK MEB Berker KURT MEB Yavuz YÜKSEL SPK Müge TAŞÇI SPK Emel KOÇAK BİST Dr. Sibel Kumbasar BAYRAKTAR BİST Arzu GİRGİN TSPAKB Tuğba OĞAN TSPAKB Gökhan BÜYÜKŞENGÜR Lise Jürisi: MEB Ayşe TUNA MEB Kamile GÜRER ÖZER MEB İbrahim ÜNLÜ MEB Ebru AKTAŞ SPK Müge TAŞÇI SPK Emel KOÇAK BİST Dr. Sibel Kumbasar BAYRAKTAR BİST Arzu GİRGİN TSPAKB Tuğba OĞAN TSPAKB Gökhan BÜYÜKŞENGÜR Kompozisyon Yarışması Ortaokul Eserlerinin Değerlendirme Sonuçları 7 Kompozisyon Yarışması Lise Eserlerinin Değerlendirme Sonuçları n a d l u k o a Ort e y e c dere serler ..! e n e gir S e r ra E r t u nç Tu rg u t Rei s O.O. / An ta l ya 10 11 S e r ra E r t u nç Tu rg u t Rei s O.O. / An ta l ya 12 S er ra Ert un ç Tu rgut Re is O.O./An talya Toprak ve Güçlü Olmak Gelişen, değişen ve küçülen bugünkü dünyada, huzur içerisinde ve rahatça yaşayabilmek, yaşadığımız ülkenin güçlü olması ile direk alakalıdır.Güçlü bir ülke olabilmek için birçok etken vardır.Bu etkenlerden biriside ; o ülkede yaşayan halkların,bireylerin ne kadar eğitimli , kültürlü ve çalışkan olmalarıyla bağlantılıdır. Eğer biz bireyler, Atalarımızın dediği gibi kazancımızı “har vurup harman savurmaz” tasarruflu olur birikimlerimizi iyi bir yatırıma dönüştürebilirsek öncelikle yatırım sahibi olarak bizler, daha sonra ailemiz ve sonunda ülkemiz kalkınacaktır. O özlediğimiz yaşam kalitesine, rahata, huzura ulaşabilmemiz için mutlaka tasarruflu olmamız şarttır. Tasarruf denilince, nedense benim aklıma hep dedem gelir. Dedem gerçekten çalışkan, çalışkanlığın karşılığını alan ve aldıklarını çarçur etmeyerek tasarruf eden ve kazandıklarını iyi bir yatırım aracı olarak gördüğü, toprağa yatırarak kazancına kazanç katan, benim her zaman kendisini örnek aldığım kişinin, yani dedemin yaşamından, tasarrufa ve yatırıma dair çıkarttığım anılarını sizlerle paylaşmak istedim. Dedem, ilkokulu bitirdikten hemen sonra köyden başka bir şehre meslek öğrenebilmek için ayrılmış. Dedem bana göre çok ileri görüşlü birisi. Köyde babasının yanında çiftçilik ve hayvancılık yaparak iyi bir geleceğinin olmayacağını düşünmüş. O dönemde iyi bir meslek olan yatak, yorgan, minder dikiş işini öğrenmek için bir yorgancının yanında yıllarca çırak olarak çalışmış ve bu işi öğrenmiş. Çıraklık döneminde dahi kazandıklarını biriktirmiş, bu birikimini büyüklerinin de yardımı ile birleştirerek bir yorgan dikiş atölyesi açmış ve böylelikle para kazanmaya başlamış. Dedem, tasarruf yapmayı tasarruflarını da iyi değerlendirmesini bilmiş. Tasarruf bazılarının dediği gibi “cimrilik değildir” diyor dedem. Atölyesini ilk açtığı dönemde ülkenin hem siyasi hem de ekonomik olarak çok çalkantılı ve karışık olduğunu belirterek, sürekli tasarruf etmeleri gerektiğini aksi halde ayakta duramayacaklarını söylüyor. Kazandıklarını o dönemin en iyi yatırım aracı olarak bilinen altında değerlendirmiş. Günümüzde de altın en iyi, en güvenilir yatırım araçlarından birisidir. Dedem ileri görüşlüdür diye belirtmiştim. Gelişen teknoloji karşısında yorgancılık mesleği ile ayakta durulmayacağını anladığı an, hiç vakit kaybetmeden o çok sevdiği ve yıllarını verdiği yorgancılık mesleğini bırakmış ve yeni arayışlar içerisine girmiş. Dedem her ihtimale karşı yatırımlarının yarısını altın yarısını da gayrimenkulde değerlendirmiş. Yıllardır kazandıklarını değerlendirdiği yatırım aracı olan altın, dedemi yanıltmamış, yükselişine devam etmiş. Diğer yandan sürekli göç alan ve büyüyen Antalya da toprak; çok daha değerli hale gelmiş. Ve daha kazançlı olduğunu gördüğü için yavaş yavaş tasarruflarını bu yatırım aracına kaydırmaya başlamış. Babamın araba merakını biliyorum. Babam ara sıra araba ve apartman dairesine de yatırım yapmamız gerektiğini söylediğinde dedemin o aklımdan hiç çıkmayan sözü kulaklarıma küpe olmuştu. “Arabayı fabrikalar,daireyi mütahitler yaptıkça değerleri düşer. Oysa arsa kimse tarafından üretilemez bu yüzden değeri her zaman artmaya devam eder” dedi. İşte bu söz dedemin hayat felsefesi idi. Ben bu konuda dedemi hep takdir ettim ve örnek aldım, almaya da devam ediyorum. Dedemin akıllı yatırımları sayesinde bu güne kadar hiç sıkıntı çekmedik. Dedem, babamın ve bizlerin de iyi bir yatırımcı olabilmemiz için, önce iyi bir işte para kazanmamızı , daha sonra tasarruf etmemizi ve daha sonra iyi bir yatırımcı olduktan sonra güçlü, ayakları yere basan bireyler olabilmemizi söyler durur. 13 Yazımın başında belirttiğim gibi güçlü bir ülke olabilmek, güçlü bireylerin bir araya gelmesiyle olmaktadır. Güçlü birey tasarrufu benimsemiş kazancın değerini bilen iyi yatırım yapan kişidir. İşte bu güçlü bireyler bağlı bulundukları devletlerine vergilerini zamanında vererek devletin de güçlenmesini sağlamaktadırlar. Bizler kaç yaşında olursak olalım bize verilen haftalık üç beş liralık harçlıktan artırarak yapacağımız tasarruftan ne olur demeyelim. Unutmayalım ki; BİR ÇİVİ BİR NALI BİR NAL BİR ATI BİR AT BİR YİĞİDİ BİR YİĞİT BİR ÜLKEYİ “ kurtarır. 14 Na z Üstün dağ T E D O.O./Zo nguldak 15 Naz Ü s t ü nd a ğ T E D O.O. / Zo n g u l d ak 16 Na z Üstün dağ T E D O.O./Zo nguldak Yem Yem Yem ! Tasarruf, dünya için dünya üzerinde dünya kadar güzel tek şeydir belki de insanların yaşadığı, çocukların yaşayacağı, torunlarının nefes alacağı dünyayı güzelleştirmek için verebileceği en büyük emek. İleriye verebileceği bir garanti. Bir sürü şeyden tasarruf edebilir insan. Paradan, sudan, elektrikten, zamandan hatta duygulardan bile. Tasarruf, aslında bir kutlama değildir. Sadece ölçülü yaşamaktan, değerini bilerek, bulamayanları hissederek yaşamaktan başka bir şey değildir. Bizim ailemizde öyle büyük çaplı girişimler veya büyük projeler yok maalesef. Düşüncesizlikten değil, zamansızlıktan belki. Ama ölçülü yaşanır evimizde. Gereksiz yanan ışıklara, boşa akan suya, açık televizyona hemen müdahale ederiz. Fakat en büyük tasarrufumuz kaplumbağa yemidir. Kaplumbağa yemiydi… Küçükken hayvanlara fazla meraklıydım. Kuşum olsun, kedim olsun, köpeğim olsun… Kaplumbağam olsun… Sorumluluk almak istemiştim. O yaşta benim için büyük sorumluluk buydu. Bir canlının bakımı üstlenmek… En sonunda ısrarlarıma dayanamayan ailemle bana bir hayvan almaya gittik. Ne alacağımızı bilmiyordum fakat yine de heyecanlandım. Üç kişi gittik.”dört kişi” döndük. Bir kaplumbağam olmuştu benim. Bir canlının yaşamı bana emanetti. Bir annenin süt verdiği yem verecektim ona. Büyümesini izleyerek mutlu olacaktım. Ona her şeyin en güzelini almak istedim. Kocaman bir kap, güzel için süsler ve birkaç kap yem. Birkaç tane canım, dokuz on tane. Fakat annem bir kap yem aldı. Kaplumbağam nasıl doyacaktı o kadar cık yemle aylarca? Öyle şey mi olurdu? Kızdım anneme. Fakat annem bana yemi tasarruflu kullanmam gerektiğini, böylece çabuk bitmeyeceğini söyledi. Tasarruf da neydi ? Tasarruf, benim çocuk dünyama giren yeni bir kavramdı. Annem anlattı bana. Tasarruf bir şeyi ölçülü kullanmakmış. İnsan her şeyi kararında kullanırsa geleceğe güvenli bakarmış, adımları da büyük olurmuş. Ne demek istediğini anlayamamıştım o zaman. Anlamaya çalışmamıştım da. Olumlu bir şey olsa gerekti. Ama beni ilgilendiren sadece kaplumbağamın yemiydi ve bir kap yemle idare edecektim. O kadardı. Tabi anneme göre… Ben çoktan düşünmeye başlamıştım. Yem tasarruf yapıp hem kaplumbağamı nasıl doyurabilirdim? Telefonu aldım ve Kahramanmaraş’taki de dedeme telefon açtım. Telefonu açar açmaz bana bir koli kaplumbağa yemi yollamasını, burada fiyatların çok pahalı olduğunu, tasarruf yapmamız gerektiğini söyledim. Dedem güldü bana ankaradan annem de kahkahayı bastı. Anlayamadım. Sonra dedem bana yem bitince tekrar alması için para vereceğini, merak etmememi söyledi. Rahatlamıştım. Kaplumbağam aç kalmayacaktı hiç. Hayatım boyunca en çok önemsediğim tasarruf mevzusu oydu sanırım. Anlamını bilmeden yaptığım bu “tasarruf” kavramı hoşuma gitmese de uygulamıştım sonuçta. Gerçekteyse birileri bu dünya için bir şeyler yapmalı. Küçük büyük, yeniden yetmiş yediye, cahilinden idealistine, herkes. Belki ben büyük bir şey yapmalıyım, belki başka biri. Ama biri yapmalı. Birileri kaplumbağalara yem yollamalı… 17 B e yz a A rd ı ç G a zi O.O. / K . M a raş 18 19 B e yz a A rd ı ç G a zi O.O. / K . M a raş 20 B eyza Ardı ç G a z i O.O./K . Maraş Birikimlerimiz Geleceğimizin Yapıtaşıdır İnsanların hep tasarrufu kullandıklarını sandıkları, uğruna gecelerini gündüzlerine kattıkları ve sınır tanımayan hayalleriyle binlerce alın teri akıtıp kazandıkları bir emek ürünüdür para. Lidyalılar’dan günümüze kadar gelen para tarih boyunca hiçbir zaman önemini yitirmemiştir. Çünkü insanların yaşamlarına birçok olanaklar sağlamıştır ve yaşamlarının adeta vazgeçilmezi olmuştur. Bazen işler yolunda gitmiyor ve insanların yaşamlarının bu denli vazgeçilmezi olan para, insanı fırtınalı bir denizin ortasında yolunu kaybetmiş bir kaptanın düşmüş olduğu çaresizliğe düşürebiliyor. O halde hiçbir zaman şimdiki durumumuza aldanmamalıyız ve bu günden paramızı ve diğer eşyalarımızı tasarruflu kullanmalıyız. Çünkü ileride bizi ne nelerin beklediğini bilemiyoruz. Her zaman ne oldum dememeli; ne olacağım diyerekten hayatımıza yön vermeliyiz. Peki para bu kadar önemli de biz paramızın kıymetini biliyor muyuz, sorusuna olumlu bir yanıt veremiyorum. Çünkü şu hayatta her şeyimizi israf ettiğimiz gibi paramızı da savurgan bir şekilde harcıyoruz ve ucunun nereye uzandığını bilmediğimiz bir yolda verimsizlik içerisinde kaybolup gidiyoruz. İnsanlar nedense bir şeyi önceden fark etmek yerine sonradan fark ediyor ve önlemini ancak o zaman alabiliyor. Belki de bunu en iyi ben biliyorumdur. Çünkü yaşadığım olaylar ve edindiğim tecrübeler bana paranın her zaman tasarruflu kullanılması ve değerlendirilmesi gerektiğini öğretti. Her ailede olduğu gibi benim de anne ve babam maddi yönden sıkıntı çekiyordu. Babam gecelere kadar bir kuruş için çalışırken, annem paramı ve diğer eşyalarımı tasarruflu kullanmam konusunda bana öğütlerde bulunuyordu. Başlarda pek aldırış etmemiş olsam da durumun ne kadar ciddi olduğunu sonradan anladım. Çünkü faturalarımız çok yüksek geliyor, paramızı ancak faturalarımızı yatırmaya ayırabiliyorduk. Artık kendimce tutumlu olmamın ve aile bütçemi katkıda bulunmanın vaktinin geldiğini anladım. Babam, her gün eve yorgun argın geliyordu. Her ne kadar bize belli etmemeye çalışsa da yorgunluğu yüzünden okunuyordu. Her insan gibi o da emeklerinin karşılığını almak istiyordu. Bizden sadece ona destek çıkmamızı istiyordu o kadar. Bir gün okuldan geldiğimde her zamanki gibi bir gün geçireceğimi sanmıştım. O sırada yan taraftaki masamın üzerinde duran altı yuvarlak üste doğru darlaşan beyaz renkte deney tüpüne benzeyen bir kutu dikkatimi çekti. Merakla incelemeye başladım. Annem yanıma geldi vbe bunun bir kumbara olduğunu söyledi. Bu kumbarayı bana almış ve her gün bu kumbaranın içerisine belli miktarda para atmam gerekiyormuş. Ben de annemin sözünü tutarak para biriktirmeye başladım. Babamın okulda harcamam için verdiği harçlıklarımdan her gün bir önceki günden daha az harcayarak artan paramı kumbaranın içerisine atıyordum. Üç ordan beş buradan derken zorluklar karşısında yılmak bilmeyen aileme destek olmaya çalıştım. Böylece kendimce bir tasarruf da bulundum. O an damlaya damlaya göl olur atasözünü ve insanların sevdiklerine yardım etmesinin nasıl bir şey olduğunu daha iyi anladım. 21 Desteklerim karşılığını buldu nihayet. Benim elimde karınca kararınca bir miktar para birikti. Ailemin de elinde dişinden tırnağından artırarak biriktirdiği belli miktarda para bulunuyordu. Ama bir sorunumuz vardı. Hepimiz elimizde bulunan bu parayı nasıl değerlendirmemiz gerektiğini düşünüp duruyorduk. Herkesin aklından farklı farklı şeyler geçiyordu. Altın, döviz, gayrimenkul ve babamın aklımdan geçen borsa … Fakat hangisinden daha fazla kar elde etme edeceğimizi bilemiyorduk. Piyasayı iyi bilen birilerine danıştık. Ama yeterli olmadı. Ailem piyasa ile ilgili bilgi edinmek için haberleri, ekonomi kanallarını takip etmeye başladı. Öyle ki annem o çok sevdiği dizilerini bırakmış ekonomi haberlerini izliyor, babam ise gazetelerden ve her türlü kaynaklardan ekonomiyi takip etmeye çalışıyordu. Yatırımımızı bir ihtiyaç olarak değil de ileride ihtiyaç duyulabileceğini düşünerek yapmak istiyorduk. Sonunda bir karara vardık ve en iyi yatırımın eğitim olabileceğini düşündük. Bu paramızı bankaya yatırıp ileride eğitimimiz için kullanacaktık. Tabi bu paranın üzerine annemin yastık altında duran altınlarını da ekledik. Sonuçta o altınlar yastık altında hiçbir işe yaramıyordu. Böylece hem biz hem de ülke ekonomimiz bu altınlarda yararlanma fırsatı bulabilecekti. 22 Geleceğimiz bizim için çok önemlidir. Eğitim, insana bırakılabilecek en değerli hazinedir. Çünkü bir ülkenin yükselişe adım atması ve bir insanın kendini geliştirmesi için gerekli en önemli şeyin eğitim olduğunu düşünüyorum. Böylece tasarrufumuzdan ortaya çıkan yatırımımızla geleceğimize yön vereceğiz. Hem de hiç bıkmadan! İrem Asl an G ü le n M u h a r re m Pa ko ğlu O.O./Ankara 23 İ rem A s la n G ü l e n M u h a r re m Pa ko ğlu O.O./Anka ra 24 25 İ re m A s la n G ü l e n M u h a r re m Pa ko ğlu O.O./Anka ra Damlaya Damlaya Göl Olur Gölden Sağlık Bulunur Tasarruf, eşyanın değerini bilme; onu yerinde ve zamanında kullanabilmektir. Herkes gelirinin bir kısmını gelecekte düşebileceği kötü durumlar veya bazı hayallerinin gerçekleşme ihtimali için biriktirmelidir. Ya da her ikisi için birden… 26 Yuvarlak demiri, ince bir çizgiden ibaret alan boşluğa atan küçük Mustafa’nın mavi gözlerinde heyecan şimşekleri çakıyordu. Araba şeklindeki kumbaranın içindeki bozuk para topluluğuna çarpan yeni bir liranın şıngırtısının tatmin edici sesiyle gülümsedi tatlıca, sadece sol yanağında bulunan gamzesi belirginleşti. “Baba!” diye seslendi kır saçları yaz meltemiyle hafifçe salınan Muzaffer Bey’e. Muzaffer bey, gençliğini yaşamamış, küçük yaşta okulu bırakıp ailesini geçindirmek amacıyla tozlu iş hayatına atılan insanlardandı. Yaşının gerektirmeyeceği kadar yaşlı görünüyor, ya bahçıvanlık yaptığından ya da yıllar boyu dur durak bilmeden çalıştığından, nasırlı ellerinin çim makası tutamayacak kadar çok titrediği oluyordu. Yine de gururun tazeliğini taşıyordu. Mustafa’sına çevirdiği mavi gözleri. “Mustafa’m,” diyerek sözleriyle de kucakladı kollarına atılan çocuğu “sen büyü, bu biriktirdiğin paralar çok işine yarayacak. Şimdi üzülüyorsun o bozukluğa bir dondurmana, sakızına üzül.” Muzaffer Bey, henüz 6 yaşında olmasına rağmen küçük Mustafa ya harçlık veriyor, gönlü ne istiyorsa onu yapmasını istiyordu. Amacı oğlunu şımartmak değildi, nitekim Mustafa da şımarık bir çocuk değildi. Muzaffer bey, çocuğuna eşyaları zamanında kullanmayı öğretiyordu. Ne zaman Mustafa’nın parası azalır, kalanı çok istediği bir şeye harcamak ister ; Muzaffer Bey ona bir bakış atar, bir kaşık hayal kırıklığı , iki ölçek yara bandı tadında. Böylece Mustafa koşar, kalan parasını kumbarasına atar. “Ah babacığım! Sen hiç merak etme, benim canım dondurma istemiyor zaten!” Babasının mavi gözlerini almış küçük oğlan tatlı tatlı gülümsedi. Küçüktü ;ama büyük düşünüyordu. Çok önceden, suyun ıslaklığını kaybederek kara dönüştüğü zamanlarda “Damlaya damlaya göl olur” demişti melek annesi. Mustafa da bozukluklardan bir göl, o gölün aktığı bir deniz hayal ediyordu sadece. Bir de, babasının titreyen ellerini iyileştirmek …. ( Yirmi Yıl Sonra ….) “Nörolojik bir sorun. Muhtemelen yıllardır beyninde, sökülüp alınmayı bekliyor.” Uzman olduğu kadar kibirli doktor, Latife Hanım, kırmızı dudaklarını büzerek söylemişti tüm bunları. Estetikli burnu havada, abartılı makyajla kararmış gözleri beyaz hastane yatağından daha soluk görünen Muzaffer Bey’in üzerindeydi. Bulundukları hastane odasında kaybedilen hayatların, tek bir nefesle söndürülen umutların rengini almış koltukta oturan genç Mustafa umrunda değil gibiydi. Mustafa, çocukluğunun taze izlerini hala taşıyan, yakışıklı bir delikanlı oluvermişti. Ancak son üç ay, aştığı hayat merdiveninin basamakları olan yirmi altı yıldan bile uzun gelmişti ona. Mavi gözleri şerini yitirmiş düzgün kesimli saçları dökülmüş, solmuştu. Nasıl yitirmezdi ki gençliğini, babasının dolambaçlı beyni yavaş yavaş süzülürken? O yaşlı ama genç, sert ama şair ruhlu adam ölürken? Kuruyan göz pınarlarını canlandıran akşam selleri, yağmur olmuş, doğayı rahatsız ediyordu şimdi. Küçük odanın küçük penceresini döven su damlaları kirli, günahkar, Muzaffer Bey’in manzara isteyen gözlerine verilmiş bir cezaydı sanki.”Tedavisi yok mu?”diye sordu Mustafa, Latife Hanım’ın kahverengi gözlerinden kaçırarak bakışlarını. Uyuyan babasının yanında sessizce konuşuyordu. Makyajla güzelleşmiş yüzünü aşağı eğen Latife Doktor bir süre düşündü. Mustafa, bir kedinin göbeği şeklinde ezilmiş manolya bahçesini gören yaşlı kadınlara benzetti onu.”Daha önce de söylediğim gibi, var. Riskli olduğu kadar basit, basit olduğu kadar pahalı bir tedavi.”Şimdi de ölümle kumar oynayan bir palyolçoya benziyor, diye düşündü Mustafa, kendini tutamayarak.”Ne kadar pahalı? “diye sordu kısık sesle. Gözleri kapının yanındaki askılığa astığı çantasında, kulakları ise Latife Hanım’ın sözleriydi. Duyduğu rakam değil dudak, insanın kendini uçuklatacak kadar fazla sıfıra sahipti. Babası bahçıvan, kendisi öğretmen olan bir adamdan beklenemezdi bu kadar çok parayı denkleştirmek; Latife Doktor da bu yüzden ilgisiz davranıyordu belki. Kaç saniyedir tuttuğu nefesi saldı dudakları arasından, belirsiz su buharının nemlendiği burnunu çekti. Birbirine bastırdığı dişlerini bir nebze olsun gevşetmeden kaşlarını çattı.”…İleride araba alamayıp üzeleceğine, şimdi dondurmana, sakızına üzül…” Gözleri doldu, sol gözünü kuruntulu bir seğirtilse kırptı. Önünde bütün kırılganlığıyla uzanan, hasta babasını izledi kısacık bir süre Mustafa, odaya hakim ölüm senfonisini dinledi. Şarkının sonunda, notaların kırıldığı yerde ise ayağa kalktı; yaşlı adamın yatağına yaklaşıp, kulağına eğildi.” O dondurma ve sakızın son olacağını bilseydim keşke, baba .”diye fısıldadı. Gökyüzünün rengini almış, denizin dalgalarıyla savaşmış gözlerinden akmaya başlayan gözyaşlarını ve titreyen dudaklarını saklama gereği duymadan Latife Hanım a çevirdi birden yüzünü Mustafa, burnunun ucu pembeleşti.” Ameliyat için tarih belirleyelim, bu yaşlı motorun hemen çalışması gerek!” dedi neşeli bir sesle. Genç adamdaki ani ruhsal değişimle şaşıran Latife bir an ne yapacağını bilemedi; ancak Mustafa bilen adımlarla askılığa yaklaştı, geniş bir çantayı kaptığı gibi karıştırmaya başladı. Beyaz elleri eşyaları bir o tarafa, bir bu tarafa yığıyor; Çoklu bölmeleri yırtar gibi çekiştiriyordu. Neyse ki çok sürmeden aradığını buldu, alnına düşen saçlarını geri iterek tek eliyle kavradığı şeyi… Küçük bir arabayı, çekti çıkardı. Mustafa kalkarken küçük şıngırtılar duyuldu, arabadan gelen. Latife Doktor, şaşırarak, bunun bir kumbara olduğunu fark etti. “Bununla ödemeye başlarım, bankada da birkaç hesabım var.” Diyerek biçimli kumbarayı Latife ye veren Mustafa’ nın bakışları yirmi yıl öncesine yolculuk etmiş, kuru dudakları normalliğin pembesini kazanmıştı. Mavi bakışlarında yanan yeşil ateş savruluyor, yatakta yatan adam tüm bunları duyuyormuş gibi her geçen saniye teni daha canlı bir tona taşıyordu sanki. Gülümsedi Mustafa. Damlaya damlaya göl oluyorsa, gölden denizlere ulaşabiliyorsa, denizden okyanusa akılıyorsa; Muzaffer Bey’in elleri bir daha niye titresin ki? 27 Nim et Ha s çe li k İ p e k Yol u O.O. / An ka ra 28 29 N im et Ha s çe li k İ p e k Yol u O.O. / An ka ra Hayatı Biriktirmek Hayatı hep gözlemleyerek öğreniriz. Beğenilerimiz, isteklerimiz, davranışlarımız hep hayatımızın içindeki insanlardan bir parçadır adeta. Karşımızda iyi bir örnek varsa önümüzde iyi bir hayat var demektir. Tıpkı benim hayatım gibi… Ben hayatımda edindiğim iyi davranışları hep ailemden öğrendim. Tasarruf, kelimesini de ilk annemden işittim. Evimizde ona ait küçük bir banka vardı. Bu banka mutfakta en üst rafta yer alan küçük bir kavanozdu. Kavanoz küçük ama yaptıkları o kadar büyüktü ki. Annemin babamdan aldığı harçlıklardan arta kalanları koyup, “Bu zor zamanlarımız için,” diyerek biriktirdiği kocaman paralar. Ne zaman bir ihtiyacımız olsa hemen bu kavanozun yanında alırdık soluğu. Bazen gözlerimi kocaman açarak içine eğilip bakardım. Bu kavanozdaki paralar nasıl oluyor da hiç bitmiyor, diye düşünürdüm. Annem gülümseyerek cevap verdi bana. 30 Annem, sadece para biriktirmez evde de her şeyi tasarruflu kullanırdı. Hava iyice kararmadan ışıklar yanmaz, televizyon boşu boşuna çalışmaz, hele su hiçbir zaman boşuna akmazdı. Arta kalan yemekler bile bir şekilde değerlendirildi. Hatta zaman bile boşuna kullanılmazdı. Her yere vaktinde gidilir, işimiz bitince hemen eve dönülür, yarım kalan işler tamamlanırdı. Annem boş olduğu zamanlarda bile uğraşacak mutlaka bir şey bulurdu. Hayatı hiç boş tasarrufsuz geçirmezdi. Şimdi bu davranışları kazandıysam önümde iyi bir örnek olduğu için. Çocukluktan konu açılınca gözleri dolu dolu olup küçük bir bakkal dükkanını anlatmaya başlayan babam, koskoca bir marketin sahibi olacağım hiç aklıma gelmezdi, diyerek sözlerini bitiriverir. Dedemden aldığı harçlıklarla kendisine kullanılmış bir bisiklet aldığı günü anlatırken bile gözlerindeki çocukluk sevinci hala fark ediliyor. Ben de ilk bisikletimi babam gibi harçlıklarımı biriktirerek edindim. O gün babamın mutluluğunu adeta yaşadım, hissettim. İnşallah benim gözlerimde de bu sevinç kalmıştır. Ben de bu sevincimi çocuklarıma miras bırakma isterim. Şu an babam koskoca bir market sahibi ise ve ben bu hikayenin kahramanının kızıysam çok şanslıyım. Bu marketin temeli bence çok sağlam. Küçük bir çocuğun harçlıklarıyla atılan bir temel. Bu temel sadece bir market inşa etmedi. Saygı, güven, onur, gurur, itibar ve en önemlisi bana iyi bir örnek oldu. Tasarruf ve birikim erdemine ulaşmış bir insanın hayatı sağlam ve iyi temellere oturtmuş demektir. En önemlisi de huzur bulmuş bir insandır. Küçük yaşlardan tasarruf yaparak büyüyen çocuklar bence hiçbir zaman temelsiz kalmaz. Çünkü onun elinde her ne kuracaksa kursun elinde sağlam temeller inşa edebilecek küçük harçlıkları vardır. Sadece maddi birikim değildir insanı ayakta tutan şeyler. Ahlak, görgü, kültür de biriktirmeli insan. Ruhuna yatırım yapmalı ki arkasındakiler benim gibi örnek alsınlar. 31 n e d e lis e y e c dere serler ..! e n e gir G am ze S ü s lü S a ba h at t i n Za i m A.Ö.L . /Anka ra 34 35 G am ze S ü s lü S a ba h at t i n Za i m A.Ö.L . /Anka ra 36 G a mze S üsl ü S a ba h a ttin Za im A.Ö.L ./A nkara Küçük Şeyler Ağır ağır çıkıyordum merdivenlerden. Eee yaş yetmiş olmuş, bırak yolun yarısını ömrün mesaisine kalmışız artık. Tam eve girecekken apartmana yeni taşınan genç öğretmenle karşılaştım. Yeni olmanın verdiği çekingenlikten olacak, önce bu yaşlı kadınla neyi, nasıl konuşacağı konusunda afalladı. Sonra o tatlı gülümsemesi ve içten merhabası yok etti bütün acemiliğini. Gözlerine baktım; tıpkı göreve yeni başladığım yıllardaki – şu an emekli bir öğretmenim- o ışık vardı gözlerinde. Apartmanımızın pek sakin, hoş bir yer olduğundan bahsettim, laf arasında. Sanırım bu konuda hem fikirdik. Acelesi olduğu belliydi; bu yüzden sohbetimizi kısa kestik. O, hızlı adımlarla merdivenlerden inerken, ben de evime girdim. Bu eve her girdiğimde hep aynı duyguyu hissetmişimdir: Gurur. Çünkü bu ev benim alınterimle kazandığım, kâh uğrunda yorulduğum, kâh muhasebe hesaplarından çok geceler uyuyamadığım, kâh penceresinden gökyüzüne bakarak umutlarla dolduğum ilk göz ağrımdı. Bu genç öğretmen, unutulmaya yüz tutmuş anılarımı canlandırmıştı ruhumda. Araya araya gençliğimi sakladığım günlüğümü buldum eski kitaplarımın arasında. Taptaze ümitlerle yeniden o günlere döndüm. 23 Eylül 2020 Öğretmenlik sandığımdan da kutsal bir meslekmiş. Bir yavruya ana olmak ne yücedir düşün. Öğretmenlik vatana, milletin bütün yavrularına ana olmakmış. Öğrendiğim her şey öğrencilerimde vücut buluyor sanki; onlarla bir anlamı oluyor bütün bildiklerimin. Onlarla büyüyorum yeniden. Bir de başımı sokacağım bir evim olsa keyfime diyecek yok. Arkadaşlarla sohbet ederken bu konuyu açtım. Neden bilmem çokça güldüler söylediklerime. “bütün evler kiracının, bir taneyle niye yetinelim(!)”, “Hele bir dur yaşımız kaç daha? Sonraki iş bunlar…”, “İnsan gençliğinde de harcamayıp, şunu bunu düşünürse ne zaman harcayacak?..” Fakat bu sözler beni yıldırmadı; bilakis kızdığımdan olacak hırslandım da biraz. Umut rengi kumbarama takıldı gözüm. Annem yedinci yaş günümde almıştı onu. “bunu kullanmayı bilirsen, istediğin her şeyi alabilirsin” demişti. Haklıydı; Bez bebeğim Saçaklı’yı da en sevdiğim kitabımı da hep onun sayesinde almıştım. O zamanlar belki daha küçük şeyler istiyordum ama ben de küçüktüm, hayallerimi dağlar kadar büyük görecek kadar. 23 Ekim 2020 İlk maaşımı aldım. Temel ihtiyaçları çıktıktan sonra az da olsa koydum bir kenara. Elalem yok depresyondayım yok terk edildim bahanesiyle har vurup, harman savuruyor. Onca kıyafeti nereye koyarlar bilmem. Ben de her daim şen-şakrak değilim elbet ama bir şeyler alıp satmakla tüm sıkıntılar gidiyorsa eğer, tüccarlar dünyanın en mesut insanları olmalıydı. İki adımlık yere de arabayla gidiyor millet. İnsan cebine acımıyorsa çevresine acımalı bence. Bu savurganlık çok zenginlikten mi yoksa bilinçsizlikten mi geliyor? Anlamadım doğrusu. 37 2 Şubat 2020 Okulda arkadaşlar arasında adım “Bayan Tutum” oldu. Özellikle Necip’in ağzından hiç düşmüyor bu lakırdı. Okula bisiklet ile gelip-gitmem onlar kadar sık dışarıda vakit geçirmem büyük kayıpmış benim için ona göre. Gençlik bir kere yaşanırmış çünkü. Bu nedenle çok elzem bir çağ imiş. Söylediklerini inkar edemem tabi; gençlik ömrün geri kalanının kazanıldığı dönemdir. Fakat gelecek için hiçbir şey yapmamak bu dönemi iyi geçirmek değildir hiç şüphesiz. 11 Mart 2020 Televizyonun, internetin başında çok vakit geçirmiyorum artık. Bunun yerine kendimi doğaya salıyorum. Ömrüm tazeleniyor sanki; çiçekleri her kokladığımda. Televizyona esir olmak yerine okuduğum her kitap farklı dünyaların kapısını aralıyor bana. Zamandan tasarruf etmek; tasarrufların en verimlisi ve de en keyiflisi değil midir? 38 30 Nisan 2020 Neriman Hanım da bir hoş valla! Evde olsun olmasın lambaların hepsi açık. Hırsız girmeye kalkışırsa evde biri var sanırmış böylelikle. Astarı yüzünden pahalı bir taktik bu bence. Kütüphanemi topladım bugün. Artık işime yaramayan ne çok kitap varmış. Lise çağlarımdan kalma kitaplarımdan, çocukken annemin okuduğu masallara kadar hepsi duruyor. Alt sokakta bir sahafçı var oraya götüreceğim birazını, kalanlarınıysa öğrencilerime vereceğim. Onca ağaç kesilerek oluşturulan bu hazineleri atmaya gönlüm razı olur mu hiç? 20 Ocak 2021 Çok mutluyum; sonunda tatlı gayeme ulaştım. Oradan bir parça buradan bir yudum derken oluşturmuşum yapbozumu. Hem de şirin bir ev manzarası çıkmış bu ev parçaların birleşiminden. Günlüğümü; gülen, yaşlı gözlerle kapattım. Bu benim kendimce amacına ulaşmış başarı öykümdü. Başarı başarıyı çekti tabi. İlk göz ağrım sonrakilere ilaç oldu. Musluktan boşa akıtmadığım bir damla su, çöpe atmadığım bir parça ekmek çok şey, kaybettirmedi bana. Anladım ki paramı, zamanımı, varımı, yokumu tasarruflu kullanarak ben aslında ömrümden tasarruf etmişim. Ömrümü sıkıca tutup, israf etmemişim. İyi ki ben hızla akıp giden zamana inat, set olup birikmeyi seçmişim. B ura k B a h a dır Ak ı n E rca n Akın Fe n L ./Burdur 39 B urak Ba ha d ır A k ın E rc a n Akı n Fen L . / Bu rd ur 40 41 B u rak Ba ha d ır A k ın Erc a n Akı n Fen L . / Bu rd u r Gelecek Gülümseyerek Gelecek Güneş ufkun ardından muzip tebessümlerini saçarken yelkovan akrebi bıkmadan kovalıyordu. Martılar; insanların gözlerindeki mahmurluğu, sırtlarındaki yorgunluğu, kanatlarıyla taşıyıp uzaklara götürüyordu. Rüzgar, boğaz kıyısında yürüyen benim gibi insanın saçlarını dansa kaldırıyordu. Tuz kokulu, yosun kokulu simitler sıcak çaya yaren kesilip kahvaltı niyetine mide seyahatine çıkıyordu. Bense elimdeki lüle taşından bastonu parkeleri kontrol edercesine yere vurarak adımlarımı hızlandırıyordum. Geç kalmıştım. Her zaman musiki evindeki arkadaşları kapıda karşılayan beni göremeyince meraka düşmeseler iyiydi. 42 Geç kaldım dediğime de bakmayın, her şeye rağmen on beş dakika önce gelmiştim. Yaşlandıkça dakikalara daha çok bağlanıyordum galiba. Gözüme evimizin en genç üyesi Tayfun takılmıştı. Espri pınarımız, neşe kaynağımız bir derdi var gibi siyah rugan ayakkabılarıyla kahverengi parkeleri dövüyordu. Kısa hikayeler, şiirler, denemeler, makaleler yazarak ekmeğini kalemden kazanan Tayfun; genel otuz yaş çizgisinin dışından dolaşıyor, udu dillendirmeyip ağlatıyordu. Bugünse aklındaki kilitli sorular bakışlarındaki parıltıya dahi mani olmak ister gibiydi. “Belki bendedir anahtar” diye düşünerek yanına sokuldum: “Günaydın Tayfun. Nasılsın Ağabey? Tadın yok gibi?” “ağabey tecrübeli birisin. Zaman sana dokunarak akmış. Elime bir miktar para geçti. Sağ olsun dedem göndermiş, beni çok sever. O ne yapacağını bilir demiş. Ama bilmiyorum. Emekle kazanılan bir parayı heba etmekten korkuyorum. Çocuklarıma yük olmamak, rahat bir yaşam sürmek, ihtiyarlığımın tadına varmak istiyorum. Ne yapmalıyım? “Zamanında bu konuyla alakalı çok araştırma yapmıştım. Dedem cahilliğinden servetini yitirmişti. Onun durumuna düşmek istemiyordum. Geçmiş, geleceğin aynası olmalıydı:” bu konularda ahkam kesecek çapta olmadığımı bilmelisin. En kısa zamanda uzmanından bilgi almalısın. Naçizane önerilerime gelirsem; ben ilk yatırımımı bir yapı kooperatifine girerek yapmıştım. Birlik ruhunun kalesi olan kooperatifler aynı renkte düşüncelerin bir çatı altında toplandığı yerlerdir. Tıpkı küçük ırmağın diğerleriyle bir olup Kızılırmak olması gibi… atasözlerinin yolunu tut. Birlikten kuvvet doğar, yalnız taş duvar olmaz gibi sözler benliğinde yer etmeli. İnşaat iyi bir yatırım alanı. Zira gayrimenkul hiçbir zaman önemini yitirmeyecektir. Aklıma ilk gelenler bunlar. “ Çok teşekkür ederim ağabey. Düşüncelerini dikkate alacağım ve en yakın zamanda bir uzmandan feyz alacağım.” “Sen bu denli bilinçli olduktan sonra senin için gelecek, gülümseyerek gelecek. Rahat ol.” Samimiyetini gözlerinin tekrar parlayan feriyle anlamak mümkündü. Böyle tertemiz gençlere yardımcı olmak bana büyük bir lezzet veriyordu. Şefimiz içeri girmiş, herkes yerini almıştı. Ezgiler ayağa kalkıyor, melodiler özgür olacakları anı bekliyordu. Her zamanki şarkıyla başladı muhabbet. “inleyen nağmeler ruhumu sardı…” Müzik zamanı dolunca eve doğru yola çıktım. Güneş turkuaz gök kubbeye naz yaparak geceye doğru ilerlerken bir şeye kızmış olmalıydı çünkü sıcak bir hava yedi tepenin üstüne tünemişti. Hem soluklanmak hem torunuma şekerli leblebilerden almak hem de Kuruyemişçi Ömer’in sıcak bir çayını içmek için sapmıştım. Her zamanki koltuğunda oturmuş gazete okuyordu. Sevinçle karşılandım. En kötü ihtimalle gün aşırı uğradığım bu yer bana lise muhabbetlerini hatırlatıyordu. Kulak bardaklarımızı sohbetiyle doldurmak beni çok mutlu ediyordu. Çaylar söylendi, söyleşi ilerledi. Zaman onu sınırlayan her şeyden kurtulma hızla oluyordu. “Artık kalkmalıyım dostum,” dediğimde “Dur. Asıl soru gelmedi daha. Bizim çocuklar işe başladı sonunda. Farkında bile olmadan birikim yapmak istiyor. Söylediğine göre cebindeki para oynayıp duruyormuş. Harcanmak, başka ellere dokunmak istiyormuş. Ne yapabilir?” “Gençlik işte kan kaynıyor. Mutlaka bir bankayla görüşmeli ve bireysel emeklilik sisteminin faydalarını araştırmalı. Her ay küçük ama düzenli ödemelerle yıllar sonra büyük bir hesap elimizde oluyor. Bu sistem çıktığından beri birikim yapmak çok kolay. “Bir esnaf olsa bile parayla münasebeti azami ölçüdeydi Ömer’in.” Ayrıca tasarruf yapmak isteyenlere devlet el uzatıyor bir süredir. Sen yüz lira koyarsan hesabına yirmibeş lirada devlet koyuyor. Bir yılda bin beş yüz, on yılda on beş bin lira.” “Bizim hayatımıza geç girdin be kardeşim. Kimse akıl vermedi zamanında. Bu yaşa geldik., çalışıyoruz hala. Hadi çok tuttum seni. İyi akşamlar. Evdekilere çok selamlar.” Teşekkür edip yola koyuldum. Zaman, bizim oraların hırçın nehirleri gibi akıp gitmişti. Ne güzeldir şimdi Karadeniz… 43 Güneş günün son selamını vererek çekiliyor, Kız Kulesi’nin önünde saygıyla eğiliyordu. Bulutlar insanları gözlemekten yorgun düşmüş olacak ki yıldızlara ve mehtaba yer açıyordu. Gökyüzü topraklarını ele geçirmek için turkuazla siyahın savaşı bitmiş, her akşam olduğu gibi siyah kazanmıştı. Sokaklar iyice kalabalıklaşmış, iş çıkışı hengamesi her yanı sarmıştı. Bir kuyumcudan altın fiyatlarının bugünkü yükselişini kontrol edip nakite dönüştürüp dönüştürmeme konusunda zihnimde çatışma içerisine girmiştim. Yollar tükenmiş, eve varılmıştı. Keşke müzik evinden hemen sonra kuyumcuya uğrasaydım. Ayaklarım kara sularda boğuldu. Sırayla merdivenlere basarak çıkardık evimize. Şimdiyse her evde bile asansörler… Teknoloji gelişti, eyvallah. Fakat insanlık gelişti mi? bunu bir de ömerle konuşmalıydık. Yarının sohbet konusu çıkmıştı şimdiden. Her gün beraberdik akşam yemeğini oğlumun ailesiyle. Fatmam dört kolluya binip meçhule gideli hiç yalnız bırakmadılar beni. Çocuk sevmenin tadına doyasıya varıyordum torunlarım Ecrin ve Hakan ilei Gene sımsıkı sarıldılar eve girdiğimde. “Dedee” diye atladılar boynuma. Kokularını çektim içime. Fatma gibi kokuyordu ecrin. Günden güne serpilen Hakan’a baktım sonra. Gün geçtikçe babasına benziyordu. Kucağıma oturttum ikisini de. Öncelik Hakan’ındı elbette. Büyük olan oydu. “Okul nasıl gidiyor?” dedim. “Dede okul güzel gidiyorda bir ödev verdiler. Babam dedem onlar bu işlerden dedi. Sülalenin maliye bakanıymışsın. Yardımcı olur musun? “Neymiş bakalım ödev?” Öykü yazacağız. Dedemizin yaşına geldiğimizde nasıl bir günlük yaşam istediğimizi ve bu amaç doğrultusunda tasarruflarımızı nasıl değerlendireceğimizi anlatacak bir öykü. “ Önce sen araştır bakalım. İyice öğrenirsen eminim ki, gelecek sana gülümseyerek gelecek…” Fatm a N u r E rk ı lınç E rde m l i İM K B A.Ö.L . / M e r sin 44 45 Fatm a N u r E rk ı lınç E rde m l i İM K B A.Ö.L . / M e r sin 46 Fa tma N ur E rkı l ı n ç E rd e m li İ M KB A.Ö.L ./Mers in İki Pencere Ardından Dünya Gözlerini dikmiş bir yere… Kim bilir aklından neler geçiriyor. Bize bakmıyor görüyorum ama bizi görüyor hissediyorum. Sert bir siması var hiç gülerken görmüyorum. Gülümsemesini görecek insanda olmuyor etrafında. Boyu uzun dimdik, tam bir Osmanlı kadını belli. Elinde baston, altında basma fistan ve üzerinde hep aynı tonlarda yelekler. Yazması hep başında, gözünde kalın camlı bir gözlük. Pencerenin öbür tarafında bütün yükünü, hasretini, özlemini, dayamış bastona; buruşmuş bedenini dinlendiriyor. Bastona dayanmış bastonun gücüyle ayakta duruyor, baston kadar güçlü oluyor. Kim bilir nasıl görüyor iki cam ardından dünyayı. Hiç görmedim onu balkonda. Hep o küçük pencere ardında, bakmaktan yorulan gözlerine taktığı gözlükle… Bizimle birlikte başlıyor güne. Her teneffüs zilinde o pencere ardında sabah hoşgeldin, akşam ise hoşça kal dercesine bakıyory üzüme… Yüzünde yaşamın bıraktığı bir sürü iz var, sadece onu seçebiliyorum. Bu son teneffüs zili. Okulun arka bahçesine gidiyorum. Zaten huzurevi sadece ordan görünüyor. Bugün onu hiç görmedim pencerede. İçimde boşluk oluyor birden. Öyle alışmışım ki onun bedenini baktığım resimde görmeye… Ertesi gün ilk teneffüste başlıyorum onu arka bahçede beklemeye. Ama yok, yine yok. Bugün de yoksa yarın da… Haftalar geçiyor yokluğuna alışıyorum. Denk geldikçe yine bakıyorum o cam kenarına. Yok, biliyorum ama yine de belki diyorum. Tam bir ay oluyor. Artık tek yaptığım onu görmediğim günleri saymak oluyor. Varlığının nasıl bir şey olduğunu bile unutuyorum. Ama nedendir bilmiyorum onu görmeye karar veriyorum. Bir öğle arası huzurevine gidiyorum. Kapıdaki görevliyi fark edip ona yaklaşıyorum. “Ben birini ziyaret edecektim.” Diyorum. “Kim?” diyor. Düşünüyorum. Ne adını ne de sanını biliyorum. Yüzünü bile hayal etmekte zorlanıyorum. “Yaşlı bir kadın.” Diyorum. Adam muzip bir gülümsemeyle bakıyor yüzüme. “Buradaki herkes yaşlı.” Diyor. “Gözlüklü yaşlı bir kadın.” diyorum. “Yaşlıların çoğu gözlüklü olur.” diyor. “Yalnız kimsesi yok.” diyorum. “Buradaki herkes yaşlı diyor.” diyor. Sonunda odasını tarif ediyorum. Bir süre duruyor. Farklı bakıyor gözüme. İçime bir ürperti geliyor. Dudaklarından çıkacak tek bir kelime bekliyorum. Ama öyle korkuyorum ki… Ya “öldü!” derse. Duymak bile istemiyorum. Sonra yavaş yavaş konuşmaya başlıyor adam. “Sen onun neyi oluyorsun?” diyor. İç geçiriyorum. Görevlinin sorduğu soruyu bir de ben kendime soruyorum. Ben o kadının neyi oluyorum? Uzun bir süre susuyorum. Üniforma üzerimdeki ceketten fark edilmiyor. Kim bilir neyi zannediyor beni. “Gidelim!” diyor sonra. Ama öyle bakıyor ki yüzüme, kınarcasına, aşağılarcasına, bunca zamanda nerdesin sen dercesine… Bense sadece susuyor ve utanıyorum. Adamı gölgesinden takip ediyorum. 47 Binanın içine girer girmez kuş sesleri geliyor kulağıma. Sadece kuş sesleri. Mezarlık gibi ıssız ve sessiz… Sadece kuş sesleri. Etrafta varlıklarından dahi emin olmadığım birçok insan… Sonra birkaç yaşlı teyze çarpıyor gözüme. Acaba bunlardan biri mi diye bakıyorum. Sonra görevli onlar değil diyor. Asansörle yukarı çıkarıyor beni. Bir kapının önüne getiriyor. Hatice Aslan yazıyor kapıda. “İşte burası.” diyor görevli. Yüzüme iğrenerek bakarak. Sonra çekip gidiyor birden. Yapayalnız kalıyorum kapının önünde. Beni ne bekliyor bilmiyorum kapı ardında ve açıyorum kapıyı. Allah’ım nasıl bir korkudur o… Ne kadar huzur verici, saf, temiz,. Ne parfüm kokusuna ne de kolonya kokusuna benziyor. Temizlik sabun kokuyor. 48 Kokunun esaretinden kurtulur kurtulmaz gözüm yatağa dikiliyor. Biri yatıyor görüyorum. Evet o işte. Sensin, buldum seni diyorum içimden. Uyuyor. Uyandırmak istemiyorum. Sessizce izliyorum onu. Beti benzi solmuş, kupkuru kalmış yüzü… şakaklarına kadar inmiş kader çizgileri, apaçık bir alın görüyorum karşımda ilk defa gözlüksüz görüyorum onu. Aslında ilk defa görüyorum onu. Dudakları gülümseme vaziyetinde, ellerini başının altına koymuş yatıyor. Boynuna kadar dökülmüş, bembeyaz ama gür saçları daha da masumlaştırıyor onu. Sonra birden bana baktığı o pencereye doğru yürüyorum. Dışarı bu pencereden ne kadarda farklı görünüyor. Kısa bir süre dışarıyı izliyorum. Sonra bir ses, çok kısık. O sessizlik içinde sessizliği bozmadan, “Geldin demek” diyor. Yavaş yavaş doğrulmaya çalışıyor. Afallıyorum birden beni mi bekliyordu ki diyorum. Belki de beni başkasıyla karıştırıyor. Sonra birden toparlanıyor, eline eğiliyorum. Elleri sıcacık ve pamuk gibi. Öpüp alnıma koyuyorum. Gülümsüyor. “Hoş geldin.” diyor. Şaşırıyorum. Anlatıyor bana yılların üzerinde bıraktığı izleri, öyle samimi öyle içten ki; sanki yıllardır tanıyormuş gibi… Bense sadece dinliyorum. Şaşkınca duygusuzca “ Ne oldu, şaşırdın mı?” diyor. Cevap bile veremiyorum. Biraz bekliyor, sonra ”Neredeydin? Niye pencerede yoktun? Günlerce bekledim. Beklemekten yoruldum. Niye gelmedin?” durdu, yüzüme öyle masumca baktı ki “çıkamadım kızım. Bedenim, dizlerim izin vermedi. Soluğum kesildi her ayağa kalktığımda. Ben gelemedim seni bekledim. Adın Elif biliyorum. Şaşırma hemen. Arkadaşın seslenirken duydum.” Ben hala susuyor, susuyordum. Sonra birden “Niye buradasın, kimin kimsen yok mu?” diyorum. Bunu niye yaptım bilmiyorum. Kısık bir sesle cevap veriyor. “Sorma kızım, hiç sorma.” diyor. Utanıyor, üzülüyor biraz da acıyorum. Sonra birden kendi anlatmaya başlıyor. “Gençliğimi, güzelliğimi kocama; sevgimi, şefkatimi çocuklarıma; ömrümü hayata verdim. Sonra birden kapı önünde buldum kendimi hava soğuk gece karanlık, sokaklar korkutucu beş parasız kaldım. Yürüdüğüm sokaktan geri dönüp baktım. Sığınacak tek bir liman bile kalmamıştı. Sonra ileriye baktım. Öyle karanlık, dibi görünmez kuyu misli ki korktum. Ufuk bile yok ileride. Çoğu günler aç gezdim sokakta. Eğer dedim param olsaydı belki belki… Ama yok. Bütün yatırımımı sevdiklerime yaparak cebimi boş, karnımı aç bıraktım. “Susuyor. Ben zaten hiç konuşamıyorum. “Kızım; sakın vazgeçme, çalış kendin kazan.” diyor. “Bak etrafıma kim var yanımda? Burada bir kaşık çorba bir dilim ekmek vermeseler çoktan bedenim girmişti kara toprak altına.” Elleri titriyor. Gözlüklerine yöneliyor. Gözyaşlarını saklamaya çalışıyor. Küçücük gözlerinden ne büyük damlalar akıyor yanaklarına. Gözyaşlarını silecek dermanı bile bulamıyor parmaklarında. Okul zili çalıyor. Sessizliği yine o bozuyor. “Hadi kızım git dersin başlıyor,” diyor. Gitmek istemiyorum. Yüzüme bakıyor. “Gitmelisin geleceğin için bugünden bir şeyler vermelisin.” diyor. Ayağa kalkıyor. Elini son kez öpüyorum, gözyaşlarımı eline dökerek “Üzülme yine geleceğim.” diyorum. “ Gelmesen de razıyım. Bu odada sevdiğim birini gördü ya bu gözler sen git ben yine beklerim.” Susuyorum. Arkamı dönüp kapıya yöneliyorum. Son kez nemli gözlerine bakıp odanın kokusunu ciğerime dolduruyorum. Ve kapıyı açıp gidiyorum… 49 Nurcan Topçu Prof. Dr. Saime İnal Savi L./Kastamonu 50 51 Nurcan Topçu Prof. Dr. Saime İnal Savi L./Kastamonu 52 Nurcan Topçu Prof. Dr. Saime İnal Savi L./Kastamonu En Güzel Yatırım Emekli Öğretmen Hanım, oturduğu ağaç işi koltuğundan yavaş yavaş kalktı. Daha bir saat var dedi kendi kendine. Vakit öğleye yaklaşmaktaydı. Torunlarının okuldan dönüşünü dört gözle bekliyordu. Burada bahçenin bir köşesinde söğüt ağacının altında oturmak, kitap okumak, kuş cıvıltılarını dinlemek, az ileride bulunan ilkokulun bahçesinden gelen çocuk seslerini duymak, bazen anılarda yokluğa çıkmak, bu emeklilik günlerinde kendisine tarif edilemez bir mutluluk veriyordu. Uzak dağlardan taze çiçek kokuları getiren ılık bahar rüzgarı kanını hareketlendirmiş, geçmiş günlere giden bir yolun kapısını aralamıştı. böyle durumlarda hep ıo eski günlerin, çocukluğunun, genç kızlığının geçtiği Ilgaz Dağı eteklerindeki köyünü hatırladı. İki katlı, altı hayvan barınağı olarak kullanılan, sevinçlerin, hüzünlerin yaşandığı ahşap evlerini, ailesinden öğrendiği hayat derslerini daha dünmüş gibi hatırlar, sahip olduğu değerlerin kıymetini anla, her defasında Yaradan’a şükrederdi. O saadet yuvası evlerinde ilk öğretmeni annesinin sözleri babasının öğütleri kulağında çınlayıvermişti yine. Yardımlaşmayı, tutumlu olmayı, var olanla yetinmeyi, acımasız doğa şartlarına karşı direnmeyi, pes etmemeyi, planlı hareket etmeyi, sabırla çalışmayı öğrenmişti. Kendisine güvenenleri hiçbir zaman utandırmamıştı. Daha küçücük bir çocukken hayalini kurduğu öğretmenlik mesleğine yıllarını vermiş, ayısız öğrenciler yetiştirmişti. Zaman ne de çabuk geçmişti. Öğretmen Hanım hem geçmişi düşünüyor, hem de her türlü meyve ağacının bulunduğu geniş ve güzel bahçesinde yavaş adımlarla geziniyordu. Hemen yakınında bulunan okulun bahçesinden gelen yıllarca alışkın olduğu çocuk sesleri yüzünde tatlı bir tebessüme yol açmıştı. Öğretmen Hanım kendisine ait olan bu arsayı okul yapılması için bağışlamış, emekli ikramiyesinin de bir bölümünü okulun ihtiyaçları için harcamıştı. Her sabah bahçeye çıkar, ağaç işi koltuğuna oturur, torunlarının da içinde bulunduğu okul bahçesinden gelecek neşe dolu seslere kulak verirdi. Sevgili eşiyle zamanlarının büyük bölümünü bu güzelim bahçede geçirirlerdi. Hele torunları da yanlarında oldu mu keyiflerine diyecek yoktu. Sıkıntılarla dolu yıllar geride kalmış, burada kıymetli oğlu, güzel gelini, canından çok sevdiği afacan torunları ve sevgili eşiyle birlikte huzur dolu bir hayatları vardı. Öğretmen Hanım, meslek hayatı boyunca cehaleti, eğitimsizliği en büyük düşman olarak görmüş, hem öğrencilerinin, hem çocuklarının eğitimine çok önem vermişti. Lüksten uzak sade bir yaşantıları olmuştu. Zaruri ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kazançlarını çocuklarının geleceğine, onların eğitimlerine harcamıştı. Sadece kendi çocukları değil elbet. Nerede gözü yaşlı bir çocuk görseler, kimsesiz, gariban, yetim bulsalar derhal ihtiyaçlarını giderir, onların eğitim, masraflarını da üstlenirlerdi. Bütün birikimlerini, tasarruflarını eğitim için harcamışlardı. Öğretmen Hanım başkalarının yaptığı gibi yastık altında para biriktirmeyi, lüks eşyalar satın almayı, gereksiz yere para harcamayı hiç sevmezdi. Dişinden tırnağından arttırdıklarını en faydalı şekilde değerlendirmeye çalışırdı. Bunun için en doğru yatırım aracı olarak “altın”ı bilirdi. Ne olursa olsun değerini hiçbir zaman yitirmeyeceğini düşünüyordu. Sürekli takip isteyen, insanın zihnini meşgul eden, insana zaman harcatan yatırım araçlarından uzak durmuştu. Zaten pek anlamazdı da bu işlerden, şans oyunlarından kati bir hükümle uzak durmuştu. Nasıl oynandığını bilmez, en en önemlisi de kazanma ihtimali olduğu gibi kaybetme ihtimali çok yüksekti. 53 Tasarruflarını riskli girişimlerden uzak tutardı. Altın öyle değildi onun için. Günün birinde mutlaka lazım olurdu. Değerini asla yitirmezdi. Daha mürüvvetini göreceği oğlu ve kızı vardı. Öğretmen Hanım emekliliğe yakın bir zamanda şehrin en güzel yerinden satın aldığı arsayı altınlarını bozdurarak almıştı. Can oğlunu evlendiğinde gelinine “kaynanasından” beşi bir yerde takmıştı. Kızına dillere destan bir düğün yapmıştı. Çocuklarının en güzel, en mutlu anlarında anneleri onları daha da mutlu etmişti. Aza kanaat etmeyen çoğu bulamazdı. Hem damlaya damlaya göl olur demişti atalar. 54 Öğretmen Hanım ve sevgili eşi okumuş, akıllı insanlardı. Elbette yere sağlam basacaklardı. Onlar elleri öpülesi saygıdeğer öğretmenlerdi. Şatafattan uzak, sade bir yaşam tercih etmişlerdi. Onlar için önemli olan çocukların istikbali, iyi eğitim almalarıydı. Öğretmen Hanım, güngörmüş hayat tecrübesi olan bir insandı. Şu yaşına gelinceye kadar çevresinde ne garip olaylar olmuştu. Karı koca ne ilginç insanlar tanımışlardı. Kazançlarını lüzumsuz yere harcayanlar, gösteriş için para biriktirenler, çocuklarını eğitmek yerine onlara apartmanlar, dükkanlar miras bırakan anne babaları görmüş, sonra da bu miras için birbirlerine giren kardeşlerin ibret dolu maceralarına şahit olmuşlardı. Maceralarına şahit olmuşlardı. Bu mal hırsı, bu para hırsı ne içindi. Zavallı anne babalar bunun için mi boğazlarından kısmışlardı. Çocuklar miras paylaşımı yüzünden kavga etsinler diye miydi her şey? Oysa kendisi ve sevgi eşi çalışıp ne kazandılarsa hepsini kıymetli yavrularının eğitimi için fakir, yetim çocukları için harcamışlardı. Tasarruflarını birikimlerini insan yetiştirmek için kullanmışlardı. İşte şimdi sevgili eşiyle oturdukları bu büyük geniş bahçeli evi, huzur dolu yuvayı sevgili oğulları kazandığı parayla satın almış, annesi ve babasına karşı hürmetini, minnetini az da olsa bu şekilde göstermişti. Üstelik çok cana yakın, ahlaklı, terbiyeli bir insan yetiştirmişlerdi. Öğretmen Hanım ne kadar isabetli bir karar verdiği için bir kere daha gururlanmıştı. Ve bu okul. Az önce zili çalan bu okul onun hayatında çok ayrı bir yere sahipti. Çünkü bu okul Öğretmen Hanım’ın milyarlarca para değerindeki arsasına yapılmıştı. Öğretmen Hanım hiçbir karşılık beklemeden bu arsayı okul yapılması için bağışlamıştı. Şimdi o okulun bahçesinden gelen çocuk seslerinin verdiği mutluluğu, huzuru, yaşama sevincini dünyanın hangi parası, serveti, malı, mülkü verebilirdi. Ilgaz Dağı’nın alacalı zirvelerinde sis dağılmış, bütün ihtişamıyla dağ daha net görünüyordu. Hayallerimizdir bizleri hayata bağlayan diye düşündü genç kız. Yazısını tamamlamış, okumak için Dil ve Anlatım öğretmeninden izin isteyecekti. Levent A ltı n ada G ölcü k Fe n L ./Kocaeli Hayat Dağın yamacında nehrin hemen yanında betondan bir ev vardı. Bu evin sakinleri birbirlerini çok seven iki yaşlı insandı. Bu iki insandan biri olan Mehmet, evin reisiydi. Mehmet, boylu poslu, dik duruşlu, çatık kaşlı biriydi. Gençken ne kadar acı çektiği yüzündeki çizgilerden belliydi. Evin diğer sakini ise Sultan’dı. Sultan’ın bakılı bir kadın olduğu her yerinden belliydi. Yeşil gözlü, kahverengi kıvrım saçı olan bir kadındı. Bu iki sevimli çiftin bir de oldukça bakımlı kaplan gibi güçlü bir köpekleri vardı. Kangal cinsi bir köpekti. Mehmet bu köpeğe çok düşkündü. Her gün yemeğini verir, düzenli bakımını yapardı. Bu iki şirin insan yetmiş beş yaşlarındaydı. Bu iki çift gençliklerinde çalışmış çabalamış ve biriktirdikleri parayla bu güzel küçük evi, bir de garajlarında duran arada sırada şehre inmek için kullandıkları araba’yı almışlardı. Bu çiftin iki tane oğulları vardı. Bir oğlu Almanya’da doktorluk yapıyordu. Diğer küçük oğlu ise araba fabrikasında elektrik mühendisiydi. Mehmet koltukta pineklerken geçmişi düşünüyordu. Düşünürken de eski günleri sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Kendi kendine hayallere dalmışken ne kadar zorlanmışız diye mırıldanıyordu. 2013’ün kışıydı. Mehmet daha üç yıl önce evlenmişti ve bir bucuk yaşlarında bir oğlu vardı. Mehmet sabah sekizden akşam beşe kadar fabrikada mesai yapıyordu. Fabrikadan kazandığı para evini geçindirmek için ancak yetiyordu. Fakat emekli olduğunda ne yapacaktı? Emeklilikte de mi kirada oturacaktı. Birikim yapması gerekiyordu. Bu düşünceler yolda yürürken aklından geçiyordu. Kendi kendine benim ek iş bulmam lazım diyordu. Yolda yürürken iş karşısına çıkmış gibi pizzacının camında asılı olan ilanı gördü. İlanda “A2ehliyetli part time çalışacak servisçi aranıyor” yazıyordu. O zamanların en popüler mesleklerinden biriydi motorla servisçilik. A2 ehliyeti nasıl aldığını hatırladı bir anda. Bu A2ehliyet için babasıyla ne kavgalar ettiğini hatırladı. Şimdi babası yanında olsa hiç kavga ederimiydi? Cüzdanını çıkardı ve içine baktı. A2 ehliyeti yanında değimli diye. Yanında olduğunu görerek işi başkası kapmasın diye zaman kaybetmeden içeriye girdi. İçeriye girdiğinde kasada kendi yaşlarında biri oturuyordu. Hemen onun olduğu tarafa yönelip hızlı adımlarla yanına gitti. Kasada oturan genç hemen “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Tabi bu soruyu sorarken gelecekte Mehmet’le çok yakın dost olacağını bilmiyordu. Mehmet dalgalı saçlı gencin yüzüne bakarak “Ben kapıya astığınız ilan için gelmiştim. Yetkili ile görüşebilirmiyim? acaba ” diye sordu. Genç “Tabii ki de fakat biz geceleyin çalışabilecek birini arıyoruz” dedi. Mehmet hafifçe gülümseyerek “Bende zaten geceleyin çalışabilirim. Sabahleyin işte oluyorum.” Dedi. Genç “ o zaman ben müdürümü arayıp sorayım.” Bunu söylerken telefon ahizesini eline alıp numarayı tuşlamaya başlamıştı bile. Mehmet kendi kendine benim için çok iyi olacak. Zaten ekmeğin tanesi bir liraya çıktı. Çocuk büyüyecek onun masrafları ooo çok fazla masraf. Mehmet bunları düşünürken karşısındaki genç “Affedersiniz dalmışsınızda. Müdür sizinle görüşmek istiyor. Üst kata çıktığınızda hemen soldaki oda diye seslendi. Mehmet teşekkür ederek yukarıya çıktı. Müdürün kapısını çalarak içeriye girdi. Mehmet merhaba diyerek kendini tanıttı ve kapıdaki ilan için geldiğini söyledi. Adam Mehmet’i şöyle baştan aşağıya süzdü ve yerinden kalkarak yanına geldi. Mehmet boyu uzun olduğu halde müdürün yanında çocuk gibi kalmıştı. Müdür iri yapılı uzun boylu biriydi. Mehmet’in yanına gelip “Genç, adın neydi?” demişti. Mehmet, müdürün gözlerinin içine bakarak “Mehmet” dedi. 55 Levent A lt ı na d a G öl c ü k Fe n L . / Koca e l i 56 ”Bak Mehmet ben burada disiplin isterim. İşe zamanında geleceksin. Zamanında çıkacaksın, Ne bir dakika erken, e de bir dakika geç.” Mehmet olur işareti yapar gibi başını yukarı aşağı salladı. Müdür, Mehmet’e bakarak “Peki kaçta gelip kaçta çıkabilirsin.” Diye sordu. Mehmet “Ben buraya beş buçuk altı gibi gelebilirim. İş çıkışını beraber karar verebiliriz” dedi. Müdür pekâlâ diyerek, para konusunu da konuştular. Para konusunda anlaşınca “Yarın başlayabilirsen başla dedi. Mehmet tabii ki de diyerek kapıdan çıktı. Mehmet’in böylelikle ikinci işi de olmuştu. Mehmet bu meslekten kazandığı paraya dokunmayacağına kendisine söz vermişti. Bu işten kazandığı parayı direkt bankaya hesabına aktarıyordu. Mehmet’in bir özelliği de ekonomiyi çok iyi takip etmesiydi. Param olsaydı kesin ekonomiyle uğraşırdım diyordu çevresine. Tabii bu işin iki tarafı var; kazanabilir de kaybedebilir de. Fakat bunları hiç önemsemiyordu. Çünkü bu işleri yapacak parası yoktu. ”Bu paraya dokunmayacağım” sözünü de bu yüzden vermişti. Mehmet işi yapalı iki sene olmuştu ki, ikinci bir oğlu daha olmuştu. Fabrikadan gelen para yetmemeye başlamıştı. Sultan iyice bastırıyordu. O kadar gidiyorsun çalışıyorsun. Pestilin çıkıyor ama o işin parasını hiç kullanmıyoruz gibi daha birçok şey diyordu. Ama Mehmet, Nuh diyor peygamber demiyordu. Çünkü kendine söz vermişti. O parayı kullanmayacaktı. Sultan iki aydır aynı şeyleri Mehmet’e söylüyordu. Ama Mehmet yapamam diyordu. O ikinci ayın sonunda mucize olmuştu sanki Mehmet fabrikadan terfi almıştı. Çok sevinmişti. Artık evini geçindirmek için parası yetiyordu. Hatta artıyordu. On yıl boyunca bu motorla servisçilik işini yaptı. Son zamanlarda pizza dağıttığı yerin sahibi iyice batmıştı. 2014’ ün yazına kadar bankada duran paraya dokunmamıştı. O yaz kendine verdiği sözü bozdu. Asexim diye bir şirketi takip ediyordu. Bu şirkette pizzacı gibi batmaya başlamıştı. Bütün borsacılar Asexim’in değer kaybettiğini ve artık batacağını söylüyorlardı, Mehmet hariç. Mehmet bu şirketin asla batmayacağını düşünüyordu. Bankada duran 60 bin lirasını bu şirkete yatırdı. Asexim bir ay geçti borsacıların dediği gibi değer kaybediyordu. Mehmet hisselerini satsa anca yarısını alabiliyordu. Mehmet’in içi parçalanıyordu, keşke yatırmasaydım diye. Sultan’a ne söyleyecekti? Ne diyecekti? Bu ayın sonunda artık çıkmaya karar vermişti. Tam bankaya gidip, “Ben hisselerimi satmak istiyorum” diyecekti ki hissenin değeri artmaya başlamıştı. Mehmet mutluluktan havalara uçarak evine gitti. Bir sene sonra hissenin değeri iyice artmıştı. Artık o para 60 bin lira değil 150 bin lira olmuştu. Mehmet artık pizzacıda çalışmıyordu. Nede olsa artık iyi bir miktar parası olmuştu. Pizzacının sahibi de zaten pizzacıyı satışa çıkarmıştı. Mehmet bunu ilk gördüğünde içinde iki duygu uyanmıştı. Birincisi sevinç diğeri ise üzüntüydü. Ne de olsa kaç yıl orada çalışmıştı. Sevinç duygusu ise yıllarca çalıştığı yerin sahibi olabilirdi. Mehmet bu konuyu eşine açmıştı. Sultan’da esprili bir dille “Sende batırmayacaksan açabilirsin” demişti. Mehmet ertesi gün eski patronuyla el sıkışıp dükkânı almıştı. Artık yıllarca hizmet ettiği yer Mehmet’in kendisine aitti. Mehmet bunu düşünerek artık fabrikada çalışmasına gerek kalmadığı kanaatine varmıştı. Ertesi gün de fabrikaya istifayı verdi. Mehmet şehrin ortasında güzel bir pizzacıya sahipti. Mehmet bu işi altmış beş yaşına kadar yapmıştı. Bu işi yapmak için artık gücü yetmiyordu. Emekli maaşı da vardı. Mehmet karar verip, dükkânı bırakmak istediğini oğullarına söyledi. Size vereyim siz işletin mekânı demişti ama iki oğlunun da gül gibi meslekleri vardı. Bu yüzden istemediler. Mehmet dükkânı başkasına sattı. Oradan da gelen parayla bu güzel evi aldı. Levent A ltı n ada G ölcü k Fe n L ./Kocaeli Hayat Dağın yamacında nehrin hemen yanında betondan bir ev vardı. Bu evin sakinleri birbirlerini çok seven iki yaşlı insandı. Bu iki insandan biri olan Mehmet, evin reisiydi. Mehmet, boylu poslu, dik duruşlu, çatık kaşlı biriydi. Gençken ne kadar acı çektiği yüzündeki çizgilerden belliydi. Evin diğer sakini ise Sultan’dı. Sultan’ın bakılı bir kadın olduğu her yerinden belliydi. Yeşil gözlü, kahverengi kıvrım saçı olan bir kadındı. Bu iki sevimli çiftin bir de oldukça bakımlı kaplan gibi güçlü bir köpekleri vardı. Kangal cinsi bir köpekti. Mehmet bu köpeğe çok düşkündü. Her gün yemeğini verir, düzenli bakımını yapardı. Bu iki şirin insan yetmiş beş yaşlarındaydı. Bu iki çift gençliklerinde çalışmış çabalamış ve biriktirdikleri parayla bu güzel küçük evi, bir de garajlarında duran arada sırada şehre inmek için kullandıkları araba’yı almışlardı. Bu çiftin iki tane oğulları vardı. Bir oğlu Almanya’da doktorluk yapıyordu. Diğer küçük oğlu ise araba fabrikasında elektrik mühendisiydi. Mehmet koltukta pineklerken geçmişi düşünüyordu. Düşünürken de eski günleri sinema şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Kendi kendine hayallere dalmışken ne kadar zorlanmışız diye mırıldanıyordu. 2013’ün kışıydı. Mehmet daha üç yıl önce evlenmişti ve bir bucuk yaşlarında bir oğlu vardı. Mehmet sabah sekizden akşam beşe kadar fabrikada mesai yapıyordu. Fabrikadan kazandığı para evini geçindirmek için ancak yetiyordu. Fakat emekli olduğunda ne yapacaktı? Emeklilikte de mi kirada oturacaktı. Birikim yapması gerekiyordu. Bu düşünceler yolda yürürken aklından geçiyordu. Kendi kendine benim ek iş bulmam lazım diyordu. Yolda yürürken iş karşısına çıkmış gibi pizzacının camında asılı olan ilanı gördü. İlanda “A2ehliyetli part time çalışacak servisçi aranıyor” yazıyordu. O zamanların en popüler mesleklerinden biriydi motorla servisçilik. A2 ehliyeti nasıl aldığını hatırladı bir anda. Bu A2ehliyet için babasıyla ne kavgalar ettiğini hatırladı. Şimdi babası yanında olsa hiç kavga ederimiydi? Cüzdanını çıkardı ve içine baktı. A2 ehliyeti yanında değimli diye. Yanında olduğunu görerek işi başkası kapmasın diye zaman kaybetmeden içeriye girdi. İçeriye girdiğinde kasada kendi yaşlarında biri oturuyordu. Hemen onun olduğu tarafa yönelip hızlı adımlarla yanına gitti. Kasada oturan genç hemen “Nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu. Tabi bu soruyu sorarken gelecekte Mehmet’le çok yakın dost olacağını bilmiyordu. Mehmet dalgalı saçlı gencin yüzüne bakarak “Ben kapıya astığınız ilan için gelmiştim. Yetkili ile görüşebilirmiyim? acaba ” diye sordu. Genç “Tabii ki de fakat biz geceleyin çalışabilecek birini arıyoruz” dedi. Mehmet hafifçe gülümseyerek “Bende zaten geceleyin çalışabilirim. Sabahleyin işte oluyorum.” Dedi. Genç “ o zaman ben müdürümü arayıp sorayım.” Bunu söylerken telefon ahizesini eline alıp numarayı tuşlamaya başlamıştı bile. Mehmet kendi kendine benim için çok iyi olacak. Zaten ekmeğin tanesi bir liraya çıktı. Çocuk büyüyecek onun masrafları ooo çok fazla masraf. Mehmet bunları düşünürken karşısındaki genç “Affedersiniz dalmışsınızda. Müdür sizinle görüşmek istiyor. Üst kata çıktığınızda hemen soldaki oda diye seslendi. Mehmet teşekkür ederek yukarıya çıktı. Müdürün kapısını çalarak içeriye girdi. Mehmet merhaba diyerek kendini tanıttı ve kapıdaki ilan için geldiğini söyledi. Adam Mehmet’i şöyle baştan aşağıya süzdü ve yerinden kalkarak yanına geldi. Mehmet boyu uzun olduğu halde müdürün yanında çocuk gibi kalmıştı. Müdür iri yapılı uzun boylu biriydi. Mehmet’in yanına gelip “Genç, adın neydi?” demişti. Mehmet, müdürün gözlerinin içine bakarak “Mehmet” dedi. 57 58 ”Bak Mehmet ben burada disiplin isterim. İşe zamanında geleceksin. Zamanında çıkacaksın, Ne bir dakika erken, e de bir dakika geç.” Mehmet olur işareti yapar gibi başını yukarı aşağı salladı. Müdür, Mehmet’e bakarak “Peki kaçta gelip kaçta çıkabilirsin.” Diye sordu. Mehmet “Ben buraya beş buçuk altı gibi gelebilirim. İş çıkışını beraber karar verebiliriz” dedi. Müdür pekâlâ diyerek, para konusunu da konuştular. Para konusunda anlaşınca “Yarın başlayabilirsen başla dedi. Mehmet tabii ki de diyerek kapıdan çıktı. Mehmet’in böylelikle ikinci işi de olmuştu. Mehmet bu meslekten kazandığı paraya dokunmayacağına kendisine söz vermişti. Bu işten kazandığı parayı direkt bankaya hesabına aktarıyordu. Mehmet’in bir özelliği de ekonomiyi çok iyi takip etmesiydi. Param olsaydı kesin ekonomiyle uğraşırdım diyordu çevresine. Tabii bu işin iki tarafı var; kazanabilir de kaybedebilir de. Fakat bunları hiç önemsemiyordu. Çünkü bu işleri yapacak parası yoktu. ”Bu paraya dokunmayacağım” sözünü de bu yüzden vermişti. Mehmet işi yapalı iki sene olmuştu ki, ikinci bir oğlu daha olmuştu. Fabrikadan gelen para yetmemeye başlamıştı. Sultan iyice bastırıyordu. O kadar gidiyorsun çalışıyorsun. Pestilin çıkıyor ama o işin parasını hiç kullanmıyoruz gibi daha birçok şey diyordu. Ama Mehmet, Nuh diyor peygamber demiyordu. Çünkü kendine söz vermişti. O parayı kullanmayacaktı. Sultan iki aydır aynı şeyleri Mehmet’e söylüyordu. Ama Mehmet yapamam diyordu. O ikinci ayın sonunda mucize olmuştu sanki Mehmet fabrikadan terfi almıştı. Çok sevinmişti. Artık evini geçindirmek için parası yetiyordu. Hatta artıyordu. On yıl boyunca bu motorla servisçilik işini yaptı. Son zamanlarda pizza dağıttığı yerin sahibi iyice batmıştı. 2014’ ün yazına kadar bankada duran paraya dokunmamıştı. O yaz kendine verdiği sözü bozdu. Asexim diye bir şirketi takip ediyordu. Bu şirkette pizzacı gibi batmaya başlamıştı. Bütün borsacılar Asexim’in değer kaybettiğini ve artık batacağını söylüyorlardı, Mehmet hariç. Mehmet bu şirketin asla batmayacağını düşünüyordu. Bankada duran 60 bin lirasını bu şirkete yatırdı. Asexim bir ay geçti borsacıların dediği gibi değer kaybediyordu. Mehmet hisselerini satsa anca yarısını alabiliyordu. Mehmet’in içi parçalanıyordu, keşke yatırmasaydım diye. Sultan’a ne söyleyecekti? Ne diyecekti? Bu ayın sonunda artık çıkmaya karar vermişti. Tam bankaya gidip, “Ben hisselerimi satmak istiyorum” diyecekti ki hissenin değeri artmaya başlamıştı. Mehmet mutluluktan havalara uçarak evine gitti. Bir sene sonra hissenin değeri iyice artmıştı. Artık o para 60 bin lira değil 150 bin lira olmuştu. Mehmet artık pizzacıda çalışmıyordu. Nede olsa artık iyi bir miktar parası olmuştu. Pizzacının sahibi de zaten pizzacıyı satışa çıkarmıştı. Mehmet bunu ilk gördüğünde içinde iki duygu uyanmıştı. Birincisi sevinç diğeri ise üzüntüydü. Ne de olsa kaç yıl orada çalışmıştı. Sevinç duygusu ise yıllarca çalıştığı yerin sahibi olabilirdi. Mehmet bu konuyu eşine açmıştı. Sultan’da esprili bir dille “Sende batırmayacaksan açabilirsin” demişti. Mehmet ertesi gün eski patronuyla el sıkışıp dükkânı almıştı. Artık yıllarca hizmet ettiği yer Mehmet’in kendisine aitti. Mehmet bunu düşünerek artık fabrikada çalışmasına gerek kalmadığı kanaatine varmıştı. Ertesi gün de fabrikaya istifayı verdi. Mehmet şehrin ortasında güzel bir pizzacıya sahipti. Mehmet bu işi altmış beş yaşına kadar yapmıştı. Bu işi yapmak için artık gücü yetmiyordu. Emekli maaşı da vardı. Mehmet karar verip, dükkânı bırakmak istediğini oğullarına söyledi. Size vereyim siz işletin mekânı demişti ama iki oğlunun da gül gibi meslekleri vardı. Bu yüzden istemediler. Mehmet dükkânı başkasına sattı. Oradan da gelen parayla bu güzel evi aldı. 59 60 Dolmabahçe Sarayı’nda Tekne Gezisinde 61 Yerebatan Sarnıcı Sultanahmet’de 62 Sultanahmet’de Ödül Töreninde 63 Ödül Töreninde Ödül Töreninde 64 Sermaye Piyasası Kurulu’nda Ödül Töreninde 65 Sermaye Piyasası Kurulu’nda Aracı Kuruluş Ziyaretinde 66 Sermaye Piyasası Kurulu’nda 67 Soru ve Önerileriniz için; Kurumsal İletişim Dairesi Telefon : (312) 292 89 00 Faks : (312) 292 89 03 E-posta : iletisim@spk.gov.tr