PDF İndir
Transkript
PDF İndir
59 Sayı 59 Mart-Nisan 2011 ‹mtiyaz Sahibi Mimar ve Mühendisler Grubu adına Genel Başkan Avni Çebi Sorumlu Yaz› ‹flleri Müdürü Hasan Kurt Yay›n Kurulu Mehmet İşci, Osman Arı, Yakup Güler, Mahmut Çelik, Yavuz Sarı, Mesut Uğur, Osman Şahbaz, Yılmaz Ada Bu Say›ya Katk›da Bulunanlar Prof. Dr. Ahmet İncekara, Şükrü Sarıoğlu, İbrahim Halil Kalaycı Ömer Doğan Yay›n Dan›flma Kurulu Prof. Dr. İlhami Karayalçın, Prof. Dr. Nazif Gürdoğan, Adnan Çelik, Prof. Dr. Nizamettin Aydın, Prof. Dr. Zeki Çizmecioğlu, Yrd. Doç. Dr. Ömer Faruk Kültür, Ali Reyhan Esen, Fatih Dönmez ‹letiflim Adresi Kuştepe Biracılar Sok. No: 7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 217 51 00 Fax: 212 217 22 63 Web: www.mmg.org.tr E-posta: mmg@mmg.org.tr Yay›n Koordinatörü İsmail Şaşmaz ismail@ajanspiksel.com Editör A. Kadir Mermertaş kadir@ajanspiksel.com Görsel Yönetmen Nevzat Albayrak Renk Ayr›m› Muhammet Dilsiz Reklam Fatih Göksu reklam@ajanspiksel.com Eski Osmanlı Sok. Cansun Apt. 5/7 Mecidiyeköy/İstanbul Tel: 212 273 27 50 Fax: 212 273 27 51 Web: www.ajanspiksel.com E-posta: info@ajanspiksel.com Bas›m Milsan Basın San. A.Ş. 0212 471 71 50 Yay›n Türü İki ayda bir yayınlanır. Yerel Süreli Yayın Ücretsizdir Yazı ve reklamların içerik sorumluluğu sahiplerine aittir. Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir. editörden Merhabalar… Mimar ve Mühendis Dergisi olarak yeni sayı ve yeni konularla birlikteyiz. Bu sayımızda dosya konusu olarak, kalkınmanın önemli lokomotiflerinden olan girişimcilerin desteklenmesi konusunu yani “girişim sermayesi”ni ele aldık. Dünyadaki gelişmiş ülkelerin, büyük şirketlerin ve markaların geçmişine baktığımızda karşımıza hep aynı olgu çıkmaktadır; girişimci ve girişimcilik. Gelişmiş ülkeler girişimcilerin önünü açmış, onlara gerekli destekleri sağlamış ve sonunda karşılığını almışlardır. Uluslar arası markaların geçmişinde de hep bu girişimcileri görmekteyiz. Girişimcilik cesaretle başlar desteklenirse gelişir ve büyür. Ülkemizde ise hem girişimci ve girişim sermayesinin eksikliği her zaman hissedilmiştir. Kalkınma hep devlet eliyle sağlanmaya çalışılmış, girişimciler girişim cesaretini, devlet ise destek cesaretini gösterememiştir. Fakat bu durum son yıllarda özellikle KOSGEB eliyle değişmeye başladı. Bizde dergimizin bu sayısında “girişimci sermayesi” konusunu hem özel sektör hem de kamu açısından değerlendirmeye çalıştık. Girişimcilere verilen destekleri, ne tür destekler verilmesi gerektiğini iş dünyasından, kamudan konunun uzmanları ile ele aldık. Ayrıca dergimizin bu sayısında geçtiğimiz günlerde ardında büyük acılar bırakan Japonya depremini ve sonrasındaki gelişmelerin değerlendirildiği uzmanların yazılarını bulacaksınız. Dergimizde her sayımızda olduğu gibi mimarlık, gezi, sinema yazıları bu sayımızda yer alıyor. Gelecek sayılarda buluşmak dileğiyle… içindekiler 6 Bizden Haberler 28 22 Mimarl›k; Mehmet ‹flci Günümüz cami mimarisi üzerine düflünceler -2- 72 Gezi; Biraz musiki, biraz astronomi; MERAGA 74 Kent ve Yaflam; Faruk Öncü Kültürel miras›m›zdan bir parça; Eski Bal›kesir Evleri KAPAK; Kalk›nman›n ve büyümenin en önemli lokomotiflerinden biri 78 Anma; Mü’min, Mühendis, Mücahit: NECMETT‹N ERBAKAN 89 Makale; Prof. Dr. Ahmet Ercan Japonya Depremi, Süpürtüsü-2011, M= 9,0 olan giriflimcilerin büyük sorunlar›ndan biri giriflim sermayesidir. Do¤ru projenin do¤ru sermaye ile buluflmas› giriflimcilerin, iflin bafl›nda aflmalar› gereken bir problemdir. Mimar ve mühendis dergisi olarak bizler de giriflim sermayesini bu say›m›zda dosya konusu olarak ele ald›k. Konuyu hem giriflimciler hem de sermaye sa¤layanlar aç›s›ndan de¤erlendirdik. 16 Haber Analiz Nükleer enerji kabus mu olacak? 94 Sinema ve Mühendislik 92 Makale; Dr. Necmi Dayday Masum ve sade olan›n zaferi: Enerji ba¤›ms›zl›¤›m›z ve Akkuya Nükleer Santrali FOREST 4 M‹MAR VE MÜHEND‹S GUMP BAfiKANDAN Finansman Sorunu ve Güveni Sa¤lamak BÜYÜK fikirler ve projeler çoğu zaman hayat bulmadan yok olur gider. Hayat bulan projeler gerçekten iyi bir ürün olduğu için mi yoksa bu ürünü destekleyen finans veren kişi veya çevrelerin olmasından dolayı mı hayat bulmuştur? Çocukluğumuzda ilkokul sıralarında nakarat halinde söylediğimiz bir şarkımız vardı, “At buldum meydan yok meydan buldum at yok, kibrit buldum odun yok odun buldum kibrit yok.” Sanki bu şarkılarla beraber çaresizlik ve yapamazlık zihinlerimize kazılıyor gibiydi. Herhangi bir şeyin meydana gelmesi için birkaç idea ve objenin bir araya gelmesi gerekir. Nasıl hayatın olması için suyun, suyun olması için de 2 hidrojen ve 1 oksijen atomunun bir araya gelmesi gerekir, bir amaç etrafında, bir değer ortaya koymak için fikirlerin, finansmanın ve adanmışlığın bir araya gelmesi gerekir. Hayatta başarılı bir değer veya ürünün ortaya konması için bu 3 sacayağın bir araya gelmesi gerekir. Çoğu zaman sır, bunların bir araya getirilmesinde gizlidir. Eskiden beri dilimizde gezinen bir darbı mesel vardır. Un var, şeker var, yağ var ama bir türlü helva yapıp yiyemiyoruz. Ülkemiz yetişmiş insan gücü ve bu güçten ortaya çıkan yeni fikirler ve projelerin hayat bulması için adeta bir üs haline gelmiştir. Organizasyonların var olabilmesi için gerekli olan 3 sacayağın, fikir, finansman ve adanmışlık gün geçtikçe bir araya gelecek meç aralarına hem bireysel çabalarla hem de kamunun destekleriyle bir araya gelmeye başlamış durumdadır. Bugün projelerin finansmanı konusunda kamunun ve özel sektörün ciddi arayış ve katkıları ortaya çıkmış bulunmaktadır. Çoğu zaman girişimci proje sahiplerinin kamunun, kurumların vermiş olduğu desteklerden yeterince haberdar olmadığını görüyoruz. Kamuda, Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın girişimcilere KOSGEB vasıtasıyla sağladığı destekler yanında, kalkınma ajanslarının sağladığı proje destekleri, yine TÜBİTAK’ın sağladığı Ar-Ge ve proje destekleri her geçen gün artmaktadır. Bütün bu çalışmalar biraz da kuluçka dönemindedir. Yakın ve orta vadede bu çalışmalar olumlu sonuçların göstererek projelerin finansman desteği noktasında iyi bir yol alınmış olacaktır. Projelerin ürüne dönüşmesi sektör sektör farklı yatırım süreleri geçirmekte, zaman olarak da farklılıklar göstermektedir. Girilen bu yolda sabırlı ve kararlı olarak yürünerek iyi niyetli proje girişimlerini esas alarak olabildiğince kolaylaştırıcı, güveni yayıcı modeller geliştirilmelidir. Yapılan destekleri bir kaynak israfı olarak değil bir umudun yeşermesi için imkana dönüştürmeliyiz. Türkiye dünyan›n geldi¤i bu rekabet ortam›nda özel giriflimcisini desteklemek zorundad›r. Yeni ekonomide gelecekte var olabilecek olan kurumlar inovasyon kapasitesi yüksek üretken, uyumlu, esnek ve dayan›flmaya aç›k organizasyonlar olacakt›r. Türkiye dünyanın geldiği bu rekabet ortamında özel girişimcisini desteklemek zorundadır. Yeni ekonomide gelecekte var olabilecek olan kurumlar inovasyon kapasitesi yüksek üretken, uyumlu, esnek ve dayanışmaya açık organizasyonlar olacaktır. Bu konuda kurumlarımız bir taraftan finansal olarak güçlerini arttırırken bir yandan da yeni fikirleri hayata geçirme konusunda hızlı ve etkin yollar geliştirmelidir. Proje yönetimi konusunda firmalarımız kendilerini geliştirmeli ve ayrıca finans yönetimi konusunda bilgilerini arttırmalı. Küçük olsun benim olsun mantığından çıkarak birlikte sinerji üretecek organizasyonlara dönüşmeli, kaynak israfını önlemek ve ortak çalışmanın bereketinden yararlanmak için sektörel küme çalışma grupları meydana getirmeliyiz. Yeni ürün geliştirme ve rekabet gücümüz dar anlamda finans sorununun aşılması değil birlikte sinerji üretme gücümüzde saklıdır. Kültürel kodlarımızda var olan ahilik ve lonca teşkilatlarımızı günün diliyle geliştirip dayanışma ve yardımlaşmayı esas alan yeni organizasyonlar meydana getirmeliyiz. Kalkınmada kendi kültürümüzden alacağımız güçle hem iç hem de iş barışımıza olumlu katkı yaparak gelişimimizi güvenli ve sürdürülebilir bir ortama kavuşturabiliriz. Avni Çebi Genel Başkan MART-N‹SAN 2011 5 B‹ZDENHABERLER Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan Tola; “BURSAGAZ YATIRIMLARINA DEVAM EDECEK” ‹nsan Kaynaklar› Uzman› Halil Ercan Gündo¤du; “BAfiARISIZ ‹NSAN YOKTUR” MİMAR ve Mühendisler Grubu tarafından haftalık olarak düzenlenen ‘Bizbize Konuşmalar’ programına konuşmacı olarak katılan İnsan Kaynakları Uzmanı Halil Ercan Gündoğdu, verdiği seminerle MMG üyelerine ve misafirlere farklı kişilik profilleri ve insan ilişkilerine yansımaları hakkında bilgiler vererek günümüzün öncelikli meseleleri arasında olan insan tanıma ve yönetme modellerini anlattı. Sözlerine farklı insan profillerinin doğuştan gelen özellikler ve buna eklenen çevre faktörlerinin etkisiyle şekillendiğini söyleyerek başlayan Halil Ercan Gündoğdu, insanların iyi-kötü, doğruyanlış, başarılı-başarısız şeklinde sınıflandırılmasının doğru olmadığını, her bireyin öne çıkan gelişmiş yanları olabileceği gibi gelişmesi gereken yönlerinin de bulunduğunu söyledi. Gündoğdu, “İnsanın mizacını etkileyen ana faktörleri doğuştan gelen kalıtımsal özellikler, çevre koşulları ve geçerli olan sistem şeklinde sınıflandırabiliriz. Bu etkenler tarafından şekillenen mizaç ise bir aacın şasesi gibi bir işlev görür ve kişinin motivasyonuna bağlı olarak çeşitli davranışlar benimsemesini sağlar. Burada söz konusu olan iyi-kötü insan değil, farklı bir algıya ve yaratılış özelliğine sahip olan insandır. Bu bakımdan var olan şey üstünlükler ya da eksiklikler değil sadece farklılıklardır,” dedi. Ayrıca Gündoğdu, mizacına ve davranışlarına etki eden motivasyona göre farklı kişilik tipleri olduğunu belirtti. “Fiziksel, Duygusal ve Zihinsel Merkezli Mizaçlar” Halil Ercan Gündoğdu konuşması sırasında farklı kişilik profillerinin temelde üçe ayrıldığını, zihinsel merkezli, duygusal merkezli ve fiziksel merkezli kişilik olarak adlandırılan bu kişiliklerin 3’er alt grupta sıralandığını söyledi. Genelde para ve mevki gibi değerlere önem vermeyen zihinsel merkezli kişiliklerin son derece üretken ve bilgi odaklı olmalarına karşın insan ilişkilerinde gelişmesi gereken yönleri olduğunu belirten Gündoğdu, fiziksel merkezli kişilikleri otoriter, sonuç odaklı ve yönetsel becerileri gelişmiş kimseler olarak tanımladı. Duygusal merkezli kişilerde ise insan ilişkilerine odaklanan bir anlayışın hakim olduğunu ve bu alanda büyük potansiyele sahip olan bu kişilerin doğru konumlandırılması suretiyle diğer kişilik tiplerinde olduğu gibi başarılı sonuçlar elde edileceğini sözlerine ekleyen Gündoğdu “Her insan bir yetenektir, önemli olan mizaç tespiti ve doğru konumlandırmadır” dedi. 6 M‹MAR VE MÜHEND‹S BURSA Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar”ın konuğu olan Bursagaz Genel Müdürü Ahmet Hakan Tola, Bursagaz’ın kuruluşundan itibaren gelişimini, kurumsal yapısını ve hazırlanan projelerini anlattı. Tola, başarılı icraatlarını, aldıkları uluslar arası kalite standartları belgeleri ile perçinlediklerini ifade etti. Bursa’nın doğalgaz serüveninin 1989 yılında Botaş Genel Müdürlüğü’ne verilen doğalgaz dağıtım yetkisi ile başladığını belirten Tola, doğalgazın ilk olarak 1992 yılında konut sahiplerine verilmeye başladığını hatırlattı. 2003 yılında yapılan özelleştirme kapsamında öncelikle Çalık Grubu’na devredilen Bursagaz’ın yüzde 80 hissesinin 2008 yılında Alman EWE firmasına satıldığını vurgulayan Tola, projeleri ile ilgili olarak ise, “2015 yılına kadar 10 yılı aşmış tüm sayaçlar değiştirilecek ve kalibrasyonları yapılacak. Ayrıca 3 milyon avroluk yatırımla uzaktan izleme ve kontrol sistemi kuracağız” dedi. UYDU, UZAY VE TÜRK‹YE MİMAR ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi, üyelerine ve Selçuk Üniversitesi Mimarlık ve Mühendislik Fakültesi’nde okuyan genç gönüllülerine Bosna-Hersek Gençlik Merkezi’nde “Uydu, Uzay ve Türkiye” konulu bir seminer düzenledi. Seminere konuşmacı olarak katılan Türksat AŞ. Kablo Tv Platformu Direktörü Dr. Lokman Kuzu sunumunda uzay konusunda bilgi verirken, uydu teknolojisinin tarihsel geçmişi ve bugünkü durumuna da değindi. Dünyadaki uydu teknolojileri ve ülkemizin bu konuda bulunduğu konum hakkında da geniş bilgi veren Kuzu, Türkiye’nin yakın zamanda uydu teknolojileri konusunda çok daha iyi bir duruma geleceğini, genç mühendislere bu konuda çok iş düştüğünü söyledi. MMG KONYA fiUBES‹’NDEN KONYA ÜN‹VERS‹TES‹’NE Z‹YARET MMG Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri Konya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker’i makamında ziyaret etti. Konya Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker`i makamında ziyaret eden Mimar ve Mühendisler Grubu Konya Şubesi Yönetim Kurulu Üyeleri, Prof. Dr. Muzaffer Şeker’e bir sivil toplum kuruluşu olan MMG’nin misyonu ve çalışmaları hakkında bilgi verirken, üniversitelerin özellikle Konya Üniversitesi’nin Konya için önemine değindiler. Prof. Dr. Muzaffer Şeker’de STK’ların ülkemizin ve yaşadığımız şehirlerin ekonomik ve kültürel gelişiminde çok önemli bir yere sahip olduğunu söyleyerek ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Dr. Lami Kaya; “B‹LG‹ S‹STEMLER‹M‹Z NE KADAR GÜVENL‹?” HER geçen gün daha büyük önem kazanan bilgi güvenliği yönetim sistemleri üzerine düzenlenen etkinlikte “Bizbize Konuşmalar” programına konuk olan Bilgi Güvenliği Yönetim Sistemleri Uzmanı Dr. Lami Kaya, bilgi güvenliği, bilgi güvenliği prosedürleri, bilişim suçları ve bilişim suçlarından kaynaklanabilecek zararlardan korunma yollarına dair bilgiler verdi. Lami Kaya, sunumu sırasında dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşanan bilişim suçlarına dair çarpıcı örnekler sundu ve tek bir tuşa dokunarak milyonlarca insanın kişisel bilgilerinin elde edilebildiğini, bankaların, kredi kurumlarının, uluslararası şirketlerin özel bilgilerinin çalınabildiğini söyledi. Verilen örneklerin çoğunda ihmal ya da güvenlik prosedürlerinin takip edilmeyişi gibi nedenlerin rol oynadığına dikkat çeken Lami Kaya, faaliyet dışı kalan veri depolama aygıtlarının çöpe atılması, firewall denen güvenlik sistemlerinin verimli şekilde kullanılmayışı ya da niteliksiz personel çalıştırılması gibi durumlardan doğan veri kayıpları neticesinde milyonlarca insanın kişisel bilgilerinin çalındığını ifade etti. Bilgi teknolojilerinin kullanımının belli başlı güvenlik protokollerini gerekli kıldığını fakat buna özellikle Türkiye’de yeteri kadar uyulmadığını belirten Lami Kaya, bu tür ihmallerden kaynaklanan kayıpların milyonlar değerinde olabileceğini hatırlatarak bazı resmi kurumlarda bile bu tür ihmallere rastlandığını ve bunun ciddi bir sorun olduğunu kaydetti. Lami Kaya, ayrıca bilişim suçları konusunda kapsamlı bir yasa bulunmayışını eleştirerek bu konudaki eksikliklerin son zamanlarda ciddi şekilde ele alınan E-Devlet projelerinin tamamlanması sürecinde tamamlanacağını söyledi. “ÇEVRESEL ATIKLAR AK ZARARSIZLAfiTIRILAR ” BERTARAF ED‹LECEK r” lenen “Bizbize Konuşmala MMG tarafından düzen li güncel konu- nu ile ilgi programında Çevre Kanu Çevre Mühendisi a md lar ele alındı. Progra ve Nilay Orhan tarafından Mehmet Burak Durucu re yönetimi ve denetimi verilen bilgiler ışığında çev tartışıldı. alanlarındaki yenilikler la birlikte firmaların un Nilay Orhan, yeni kan içinde oluşturacağı çevresel atıklarını kendi uzman bir danışman firekipten ya da bu alanda arsız hale getirmesi madan yardım alarak zar yönetmeliğine göre atık i gerektiğini belirtti. Yen göz önüne alınarak farklı tehlike dereceleri ına sahip firtoplama ve imha sertifikas sınıflandırılan atıklar, atık Kanunu’nun vre Çe da ılıyor. Bu konu ştır ızla ars zar ek iler ver a malar n yok edilmesi en Orhan, çevre atıklarını 8. Maddesine dikkat çek edilmemesi durundartlara uygun hareket konusunda belirtilen sta sız kılacak deretlerini yürütmesini olanak munda işletmenin faaliye uğunu söyledi. cede ağır para cezaları old ümlülükler danışman firmalara da yük ca rın Yeni yönetmelik uya a bir kereden az , danışman firmanın yıld getirildiğini belirten Orhan ün ön e alınarak iç vzuat hükümlerine göz olmamak üzere ilgili me için de cezai tar i, aksi halde her iki af tetkik yapılması gerektiğin söyledi. durumlar oluşabileceğini MART-N‹SAN 2011 7 B‹ZDENHABERLER Adell Armatür Genel Müdürü Ali Topçu; “MÜHEND‹SL‹⁄‹N HER ALANINDAN ‹ST‹FADE ED‹YORUZ” Abdurrahman Aslan; “ZAMAN VE MEKÂNDAN BA⁄IMSIZ VARLIK TANIMI YAPILAMAZ” İNSAN doğası ve kainattaki yeriyle ilgili yazdığı kitaplar ve yürüttüğü çalışmalarla tanınan sosyolog Abdurrahman Arslan, MMG Bizbize Konuşmalar’ın konuğu olarak "Zamanın ve mekanın insan algısı üzerindeki etkileri" başlığı altında bir seminer verdi. Temel olarak insanın zaman üzerine tasarrufunu ve bu yaklaşımın mekana etkisini ele aldığı konuşmasında tarihten örneklere de başvuran Abdurrahman Arslan, zaman ve mekanın insan doğasının ihtiyaçlarına uygun olmayacak şekilde değerlendirilmesi neticesinde 1968’lerde yayılan hippi hareketini örnek gösterdi. Zaman ve mekân tasarrufuna ilişkin başka karşılaştırmalarda da bulunan Abdurrahman Arslan, Grek kültüründen örnekler vererek “Zaman, hareket ile birliktedir. Zamandan ve mekandan bağımsız bir varlık tanımı ortaya koymak mümkün değildir. İslami anlayışta ise zaman da mekân da yaratılmıştır” diyerek İslam dünyasının konuya yaklaşımını ortaya koydu. İslam, zaman tasarrufunu gündelik dilimde güneşe bağlı gün kavramıyla tanımlarken, Grek geleneğinde mekanik bir zaman algısı olduğunu ve modern şehir tasarımlarına ilham veren Grek mimarisi ve şehirciliğinde ilahi kudretin tecellisine yer verilmediğini vurgulayan Abdurrahman Arslan, günümüzde de aynı kaidenin var olduğunu söyledi. “Yunan takviminde zaman mekanikleşmiştir. Belli bir mühlete dağılan sonsuz anların toplamı şeklinde algılanan zaman modern uygarlık için de bir temel teşkil etmiştir. Ve modern mekânların tasarımına yansıyan bu anlayış neticesinde insanın faniliğini yansıtacak alçak gönüllülük ve estetikten yoksun, kıbleyi dikkate almayan binalar yükselmiştir” diyen Arslan, modern mimarinin de kapitalist dünyadan payını aldığını ve kapitalizmde ahlaki kaygılara yer olmadığını, sadece kazanç kaygısıyla hareket eden bir yapının ise İslami üsluba uygun çözümler üretemeyeceğini vurguladı. 8 M‹MAR VE MÜHEND‹S MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim Kurulu Üyeleri Hasan Süreyya Sezgin, Ömer Faruk Kültür, Oktay Korkmaz, ArGe Komisyonu Başkanı Mesut Uğur ve çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu MMG üyelerinden oluşan ziyaret heyeti Adell Armatür Genel Müdürü Ali Topçu’yu makamında ziyaret etti. 3 farklı grupta üretim yapan Adell Armatür adına kısa bir sunum gerçekleştiren Ali Topçu, özellikle çevreci ürünlerin üretimine ve Ar-Ge çalışmalarına yoğun mesai harcadıklarını ve yüzde 50’ye varan enerji ve su tasarrufu sağlayan ürünleri kullanıcıya ulaştırdıklarını ifade etti. Tesislerinde yüksek teknolojiyle üretim yaptıklarını ve kalite güvencesi altında tüketiciye ürünlerini sunduklarını belirten Ali Topçu, “Adell Armatür olarak sadece Türkiye’de değil yurtdışında da 29 ülkeye ürünlerimizi ulaştırıyoruz. Kullanıcıya 6 yıl kullanım ömrü garantisi verebilen bir firma olarak bu özgüvenimizi, yürüttüğümüz Ar-Ge çalışmalarına ve yüksek teknolojimize borçluyuz. Kapsamlı bir araştırma çalışmasının ürünü olan debi limitörü kullanımıyla sadece 5 litrelik su kullanarak 15 litrelik verim almayı mümkün kılan aparatlar yine kendi tesislerimizde üretilmektedir. Çalışmalarımızda mühendisliğin her sahasından istifade etmeye çalışıyoruz” dedi. Su, banyo ve mutfak ile ilgili etnografik eserlerden oluşan Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ercan Topçu koleksiyonu, küresel ısınmanın ön planda tutulduğu bir dönemde su bilincinin gelişmesi için bir kültür faaliyeti olarak yürütülüyor. Genel Müdür Ali Topçu, Adell Armatür olarak bu tarihi koleksiyon için Türk ve İslam Eserleri Müzesi’ne başvurduklarını belirtti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Kolleksiyonerlik Belgesi alarak Adell Fabrika bünyesinde Daimi Sergi Salonu’nda bu tarihi eserleri sergilemek istediklerini belirten Topçu, bu sayede toplumsal bir fayda üretileceğine inandıklarını söyledi. Suyun medeniyet için önemini ve değerini vurgulayan Ali Topçu, maalesef en fazla israf ettiğimiz şeyin de yine su olduğunu, bununsa telafisi mümkün olmayan bir kayıp olduğunu sözlerine ekleyerek suyun korunması ve israf edilmemesi yönünde oluşacak bilinçlenmeye katkı sağlamak için azami çaba harcadıklarını ifade etti. Eyüp Söyler; “KENTSEL DÖNÜfiÜMDE SOSYAL BARIfi YARA ALMAMALI” Doç. Dr. Abdülmecit Karatafl; “S‹V‹L TOPLUM KALKINMAYA ÖNCÜLÜK ETMEL‹” MMG üyeleri İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Doç. Dr. Abdülmecit Karataş’ı makamında ziyaret etti. MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim Kurulu Üyeleri Osman Arı, Hasan Süreyya Sezgin, Makine Komisyonu Başkanı Oktay Korkmaz, İş Sağlığı ve Güvenliği Çalışma Grubu Başkanı Birol Vural, Enerji Verimliliği Çalışma Grubu Başkanı Ahmet Erkoç ve MMG üyelerinden oluşan heyet İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Abdülmecit Karataş tarafından karşılanarak ağırlandı. İlk olarak İstanbul Kalkınma Ajansı uzmanları tarafından ajans bünyesinde yürütülen çalışmalar hakkında detaylı bir sunum gerçekleştirildi. “Hibe mekanizması sadece suyun üzerindeki kısmımız” İstanbul Kalkınma Ajansının çalışmalarının özetlendiği sunumun ardından söz alanGenel Sekreter Abdülmecit Karataş, toplum yararına hizmetlerin üretilmesi için gayret sarf eden MMG gibi sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliğine ve diyaloga büyük önem verdiklerini ifade etti. Sağlıklı işleyen hibe mekanizmaları dışında fonksiyonlarının da bulunduğunu vurgulayan Karataş, “Hibe mekanizması sadece suyun üzerindeki kısmımız. Faaliyet alanlarımız ve ürettiğimiz değerler diğer çalışmalarımızı oluşturuyor. Biz sivil toplum inisiyatifinin sosyal, ekonomik kalkınmaya öncülük etmesi için gayret harcıyoruz. Bilgi, strateji ve mali imkânlar mevcut. Bundan sonra yola devam etmek lazım. Bunun için de karşılıklı diyaloğa ve sağlıklı bir entegrasyona ihtiyacımız var” sözleriyle sivil topluma verdikleri önemi açıkladı. Daha sonra söz alan MMG Genel Başkanı Avni Çebi ise çeşitli proje ve çalışmalarda İstanbul Kalkınma Ajansı ile işbirliği içinde olmayı arzu ettiklerini dile getirdi. Yeni bir oluşum olan ve multidisipliner bir yaklaşımla şehir kültürünü ve fiziki ortamını sorgulayan İstanbul Şehir Platformu’na da değinen Avni Çebi Kalkınma Ajansı, MMG, İstanbul Şehir Platformu gibi yapıların görmeye değer bir manzaranın farklı yüzlerini teşkil ettiğini belirtti. Çebi, bu çerçevede işbirliğinin daha başarılı ve değerli işler üretmek için şart olduğunu vurguladı. Gelecek dönemde İş Sağlığı ve Güvenliği ve Enerji Verimliliği alanlarını ana faaliyet konuları olarak tespit ettiklerini sözlerine ekleyen Çebi, bu alanlarda projeler üretmek ve kalkınma ajanslarına sunmak niyetinde olduklarını söyledi. MMG “Bizbize Konuşmalar”ın konuğu, Sarıyer İlçesi Pınar Mahallesi`nde yürütülen kentsel dönüşüm çalışmaları hakkında kendi çabalarıyla hazırladığı raporuyla gündeme gelen Eyüp Söyler oldu. Mahalle sakinlerinin sorunlarını, haklarını ve mağduriyetlerini gündemde olan kentsel dönüşüm çalışmaları kapsamında ele alan ve konuyla ilgili detaylı çalışmalar yürüten Eyüp Söyler, hazırladığı raporu Büyükşehir Belediyesi ve diğer kamu kuruluşlarına iletmiş, ardından basında yer alan raporuyla gündeme gelmişti. Söyler konuşmasının başında, “Konunun çok yönlü ele alınması gerekmektedir. Burada vatandaşların bilinçsizliği kadar kamunun geçmişteki plansız uygulamalarının da neticelerini görmekteyiz” dedi. Kontrol edilemeyen göç hareketlerinin yaşanmaya başladığı 1900’lü yılların başında yerleşime açılan Pınar Mahallesi ve civarında 1960 yılından itibaren daha geniş ölçüde bir gecekondulaşma yaşandığını ve günümüzde bu sorunu çözmek için uygulamaya konan projelerin ciddi sosyal sorunlar doğurabileceğini ifade eden Eyüp Söyler, mülkiyet probleminin çözümü aşamasında vatandaşların mağdur edilmemesi gerektiğini, var olan sorunun çok yönlü bir yapısı olduğunu vurguladı. “Çeşitli sosyal ve ekonomik sorunlar neticesinde uzun yıllar önce kendi imkânlarıyla barınma ihtiyaçlarını temin etmek için Pınar Mahallesine yerleşen insanlar şu anda sorunun tek tarafı olarak görülebilir. Fakat burada dönemin koşulları, insani ihtiyaçlar ve kamunun plansızlığı göz önüne alınırsa daha farklı bir manzarayla karşılaşırız” diyen Söyler, çözüm için düşünülen uygulamaların sosyal adalet ve toplumsal vicdanı zedelememesi gerektiğini söyledi. Eyüp Söyler adil ve insancıl bir kentsel dönüşüm uygulanabilmesi için öncelikli olarak insanların yerlerinden uzaklaştırılmaması gerektiğini ve sosyal hayatın işleyişini derinden etkileyecek ve komşuluk-mensubiyet şuurunu felce uğratacak yapılardan kaçınılması gerektiğini sözlerine ekleyerek bu konuda yerel yönetimlere büyük bir görev düştüğünü hatırlattı. MART-N‹SAN 2011 9 B‹ZDENHABERLER Mustafa Yanartafl; “F‹RMALAR ‹HT‹YAÇLARINI DO⁄RU BEL‹RLEMEL‹D‹R” NÜKLEER ÇALIfiMALAR YER‹NDE ‹NCELEND‹ MMG tarafından düzenlenen teknik gezi kapsamında Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK)’na bağlı faaliyet gösteren Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi ziyaret edilerek kurumun idari yapısı ve yürütülen çalışmalar hakkında bilgi alındı. Çekmece Nükleer Araştırma ve Eğitim Merkezi Müdürü Doç Dr. Erdal Osmanlıoğlu tarafından karşılanan MMG heyeti verilen kısa süreli brifingle kurum hakkında bilgilendirildi. Daha sonra Türkiye’nin ilk nükleer reaktörü olan TR2 Araştırma Reaktörü’nü ziyaret eden MMG üyeleri, burada Dr. Bülent Sevdik tarafından karşılanarak reaktör bünyesinde yürütülen araştırma çalışmaları ve üretilen ürünler hakkında bilgi aldı. Ağırlıklı olarak araştırma çalışmaları ve sağlık sektöründe ihtiyaç duyulan izotop üretimi alanlarında faaliyet yürüttüklerini belirten Dr. Bülent Sevdik, açık havuz tipinde kurulmuş olan reaktörde düşük zenginlikli uranyum elde edilebildiğini belirtti. Ayrıca enerji üretimi amacıyla kurulacak reaktörlerin işletilmesinde kullanılan yazılımlar için veri ürettiklerini ve nükleer enerji konusunda kalifiye personel yetişmesine katkı sağlayan bir diğer misyonu da üstlendiklerini belirten Bülent Sevdik, reaktörün işletilmesinde kullanılan kontrol panellerinin de kendileri tarafından üretildiğini belirtti. MMG “Bizbize Konuşmalar” programına konuk olan ERP sistemleri uzmanı Mustafa Yanartaş, verdiği “E-Dönüşüm - ERP sistemleri” konulu seminerle firmaların kaynak yönetim organizasyonunu soft ortamda barındırmaya yarayan çalışmalardan bahsetti. ERP sisteminin her şeyden önce kurumun tüm bileşenlerinin bir bütün olarak görülmesini sağladığını belirten Yanartaş, ERP uygulamaları sayesinde iş süreçlerinin spesifik olarak tanımlanabildiğini, bu sistemlerin modüler yapıda olduğunu, farklı sistemlere entegre olabildiğini ve kurum sınırlarının ötesine ulaşma imkanı sunduğunu söyledi. Sağladığı faydalara rağmen, ülkemizde ERP sistemlerinin etkin kullanımı konusunda eksiklikler olduğunu da belirten Yanartaş, bu durumda hem işletmelerin hem de ERP sistemleri üreten yazılım firmalarının payı olduğunu belirtti. Mustafa Yanartaş, firmaların özellikle ihtiyaçlarını doğru tespit etmesinin ve doğru çözümlere yönelmesinin proje başarı oranını büyük ölçüde etkilediğini de sözlerine ekleyerek, “Firma öncelikli olarak nelere ihtiyaç duyduğunu tam olarak bilmeli ve kesin ilkeler belirlemeli. Ardından bu ihtiyaçlara cevap olacak yazılımı mutlaka bir danışman aracılığıyla temin ederek sonraki proje etaplarına geçmelidir” dedi. Dr. Mustafa Y›ld›z; L‹” “KATKI MADDELER‹NDE ‘E’ KODUNA D‹KKAT ED‹LMEolan Dr. Mühen- ının konuğu MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen “Bizbize Konuşmalar” program bahsederek gıda sanayinde nden gelişimi deki ülkemiz ve a dünyad ün dis Mustafa Yıldız, gıda sektörün kullanılan katkı maddeleri konusunda detaylı bilgiler aktardı. maddelere , ‘gıda katkı madTüketime sunulmadan önce, gıdalara bilinçli ve amaçlı olarak ilave edilen i gerektiğini vurgulayan edilmes deleri’ adı verildiğini, bu maddelerde ise helal-haram ayrımına dikkat incelenmiş ve gıda katkı an tarafınd i Yıldız, “Bu bağlamda “E” kodu Avrupa Topluluğu Bilimsel Komites belirleyen ve katkı madonayı verilmiş için r maddesi olarak kullanımında sakınca görülmeyen maddele önüne alınan temel göz larda standart Bu . işarettir bir desinin kimyasal adının yerine kullanılan tanıtıcı gıdalar, tüketiciler kodlu bu Yani esidir. vermem zarar olarak kesin şart katılan maddenin insan sağlığına çalışmalarının 1980’li yıliçin güvenilir olma özelliklerini kaybetmiyor” dedi. Türkiye’deki gıda sektörü Yönetmeliği’nin ise ancak Kalarda konserve üretimi ile başladığını hatırlatan Yıldız, Türk Gıda Kodeksi en çok genetiği ile oynanan tasım 1997 yılında yayınlanabildiğini söyledi. Domates, mısır ve soyanın avantajlı bir konumda olduğu n rım ürünleri olduğunun altını çizen Yıldız, Türkiye’nin üretim açısında olduğunu ve kötü huylu sahip re özellikle fındık ile ilgili olarak da fındık yağının zeytinyağı ile eşdeğer . açıkladı i edildiğin tespit un kolesterolün azaltılmasında oldukça faydalı olduğun 10 M‹MAR VE MÜHEND‹S MMG ‹ZM‹R fiUBES‹ 3. OLA⁄AN GENEL KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹ MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu’nu İzmir Orman Bölge Müdürlüğü’nde geniş bir katılım ile gerçekleştirdi. Genel kurula MMG Genel Başkan Avni Çebi, Genel Başkan Yardımcısı Osman Arı, İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Rektörü Prof. Dr. Mustafa Güden, CBÜ Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ümit Gökkuş, İller Bankası İzmir Bölge Müdürü Muhittin Menekşe, TSE İdari işler Müdürü Bilal Güven, Gediz A.Ş. İl Müdürü Mehmet Buharalıoğlu, Orman Bölge Müdürü İbrahim Çiftçi, MÜSİAD İzmir Şube Başkanı Abdurrahman Çabuk, Enerji BİRSEN İzmir Şube Başkanı Tolga Dilek Şenusta, çeşitli STK’ların İzmir şube başkanları ve MMG Üyeleri katıldı. MMG İzmir Şube Başkanı Ünal Özturkut ‘un açılış konuşması ile başlayan III. Olağan Genel Kurul MMG İzmir Şubesi’nin gerçekleştirdiği eğitimler ve yapılan seminerler hakkında bilgi verilmesi ile devam etti. BÜYÜK USTA M‹MAR S‹NAN KABR‹ BAfiINDA ANILDI Programda söz alan MMG’nin şubelerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Osman Arı, MMG’nin 20 yıl önce faaliyete geçtiğini, bugün 7 şubesi ile önemli bir STK olduğunu vurguladı. Ülkenin mimarlık ve mühendislik problemlerinin olduğunu, belediyelerin sorunların altından kalkmasının zor olduğunu, MMG üyeleri gibi ülkesini seven mimar ve mühendislere bu konuda büyük görevler düştüğünü hatırlatan Osman Arı, MMG’nin bu yükü omuzlamaya hazır olduğunu belirtti. Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi, MMG’nin Hikmet-İmar-İhsan olarak üç esas üzerine kurulduğunu, mimarlık ve mühendislik alanına girmeyen hiçbir konunun olmadığını, sanayileşmeden tarıma, enerjiden kentleşmeye kadar geniş bir alanda görev yapıldığını belirtti. Dünyada geldiğimiz noktada mühendislik ve sosyal bilimlerin içiçe geçmiş olduğunu söyleyerek resmin bütününü görebilmek için disiplinler arası diyaloğa ve müşterek çalışmaya ağırlık verilmesi gerektiğini belirten Çebi, MMG’nin yeni dönemde şehirleşme ve kentsel dönüşüm konusunu ana faaliyet alanı olarak belirlediğini söyledi. Avni Çebi ayrıca, sağlıklı şehirleşmenin sadece kentsel dönüşüm ile sağlanamayacağını, şehirlere kendi medeniyetlerinden, yaşanmışlıklarından bir şeyler katmak gerektiğini ifade etti. Her şehrin kendi başına bir kitap, bir külliye ya da susan bir hikmet eri olduğunu ifade eden Avni Çebi şehirlerin insanları körleştiren mekânlar olmaması gerektiğini sözlerine ekledi. MMG İzmir Şubesi’nin III. Olağan Genel Kurulu Divan Kurulu’nun belirlenmesinin ardından yeni yönetimin seçimi ile sona erdi. MMG İzmir Şubesi III. Olağan Genel Kurulu neticesinde Yönetim Kurulu şu isimlerden oluştu: Yönetim Kurulu 1.Ünal ÖZTURKUT: Başkanı - Makine Mühendisi 2. Haşim AYTEN: Başkan Yrd. - Elektrik Mühendisi 3. Serkan KIRKAR: Makine Mühendisi 4. Ethem TATAR: İnşaat Mühendisi 5. Doç. Dr. Musa ALCI: Elektrik ve Elektronik Mühendisi 6. Eser PALA: Makine Yük. Mühendisi 7. M. Siraç BATUK: Orman Mühendisi ESERLERİ ve tefekkür hayatıyla İslam dünyasına ve dünya kültür mirasına muazzam eserler bırakan büyük usta Mimar Sinan, vefatının 423. yılında Mimar ve Mühendisler Grubu tarafından kabri başında dualarla anıldı. Yaşamı boyunca 92 camii, 52 mescit, 57 medrese, 7 darül-kurra, 22 türbe, 17 imaret, 3 darüşşifa (hastane), 5 suyolu, 8 köprü, 20 kervansaray, 36 saray, 8 mahzen ve 48 de hamam olmak üzere 375 eser veren büyük usta, günümüzde halen dünya kültür mirası arasında yer alan Süleymaniye Camii’ni de İslam dünyasının ve tefekkür anlayışının derinliği içinde insanlığa bırakmıştır. 1538 yılında Hassa başmimarı olan Sinan, baş mimarlık görevini I. Süleyman, II. Selim ve III. Murat zamanında 50 yıl süre ile yapmıştır. Mimar Sinan’ın, Mimarbaşılığa getirilmeden evvel yaptığı üç eser dikkat çekicidir. Bunlar: Halep’te Husreviye Külliyesi, Gebze’de Çoban Mustafa Külliyesi ve İstanbul’da Hürrem Sultan için yapılan Haseki Külliyesi’dir. Halep’teki Hüsreviye Külliyesi’nde, tek kubbeli cami tarzı ile bu kubbenin köşelerine birer kubbe ilave edilerek yan mekânlı cami tarzı birleştirilmiş ve böylece Osmanlı mimarlarının İznik ve Bursa’daki eserlerine uyulmuştur. Külliyede ayrıca, avlu, medrese, hamam, imaret ve misafirhane gibi kısımlar bulunmaktadır. Gebze’deki Çoban Mustafa Paşa Külliyesinde renkli taş kakmalar ve süslemeler görülür. Külliyede cami, türbe ve diğer unsurlar ahenkli bir tarzda yerleştirilmiştir. Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri olan Haseki Külliyesi, devrindeki bütün mimari unsurları taşımaktadır. Cami, medrese, sübyan mektebi, imaret, darüşşifa ve çeşmeden oluşan külliyede cami, diğer kısımlardan tamamen ayrıdır. Mimar Sinan’ın Mimarbaşı olduktan sonra verdiği üç büyük eser, onun sanatının gelişmesini gösteren basamaklardır. Bunların ilki İstanbul`daki Şehzade Camii ve külliyesidir. Dört yarım kubbenin ortasında merkezi bir kubbe tarzında inşa edilen Şehzade Camii, daha sonra yapılan bütün camilere örnek teşkil etmiştir. Süleymaniye Camii, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki en muhteşem eseridir. Kendi tabiriyle kalfalık döneminde, 1550-1557 yılları arasında yapılmıştır.Mimar Sinan’ın en büyük eseri ise, 86 yaşında yaptığı ve "ustalık eserim" diye takdim ettiği, Edirne’deki Selimiye Camii’dir (1575). MART-N‹SAN 2011 11 B‹ZDENHABERLER Prof. Dr. fienay Yalç›n; “NÜKLEER TEKNOLOJ‹YE SAH‹P OLMAK ÇA⁄ ATLAMAKTIR” MMG Bursa Şubesi tarafından düzenlenen kahvaltılı toplantının konuğu Beykoz Lojistik Meslek Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. Şenay Yalçın oldu. Konuşmasında nükleer enerji kullanımının önemine vurgu yapan Yalçın, konu ile ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu Dünyadaki güçler dengesini etkileyen en önemli unsurlardan birisi olan enerji konusunun, siyasi-askeri-ticari ilişkilerde önemli rol oynadığını belirten Prof. Dr. Şenay Yalçın, evrende herkese yetecek kadar enerji kaynağı olduğuna işaret ederek, asıl marifetin ‘var olandan en iyi şekilde yararlanmak olduğunu ’dile getirdi. Dünyadaki insan yapısı ilk nükleer reaktörün 1942 yılında Enrico Fermi’nin yürüttüğü bir proje sonucunda Amerika Birleşik Devletleri’nin Chicago kentinde kurulduğunu hatırlatan Yalçın, “Esasen dünyadaki ilk nükleer reaktörün milyonlarca yıl öncesinde oluştuğu, Afrika`da Oklo (Gabon)’daki bir uranyum madeninde, yeraltı sularının da maden içinde bulunması nedeniyle doğal bir nükleer reaktör oluştuğu ve binlerce yıl ısı ürettiği son yıllarda ortaya çıkarılmıştır” dedi. Nükleer reaktörlerin de aynı mantık çerçevesinde olduğunu anlatan Yalçın, ortaya çıkan bu ısı kaynağından buhar, bundan da elektrik enerjisi üretildiğini, sadece nükleer reaksiyon sebebiyle çevreye salınmaması gereken radyoaktif maddeler için bazı ek sistemler oluşturulduğunu ifade etti. “Beş adet Atatürk Barajı, bir adet Akkuyu Nükleer Santrali’ne eşittir” Dünyada 60 tanesi yapım aşamasında, 310 tanesi araştırma amaçlı olmak üzere yaklaşık bin 200 tane nükleer reaktörün bulunduğunu, diğer alternatif enerji kaynakları ile mukayese edildiğinde nükleer santralden elde edilen enerji miktarının çok daha verimli olduğunu belirten Yalçın, enerji üretim verileri incelendiğinde dört reaktörlü bir Akkuyu Projesi’nin, 25 bin adet rüzgar tribününe veya beş adet Atatürk Barajı’na eşit olduğunu, fakat nükleer enerji dahil hiç birisinin diğerinin yerine geçmemesi, rakip olarak değil birbirini tamamlayan sistemler olarak ele alın- ması gerektiğini açıkladı. İleriki yıllarda nükleer enerji hammaddesi olarak kullanımı öngörülen toryum maden rezervinin en fazla 380 bin ton ile ülkemizde bulunduğunu söyleyen Yalçın, 1960’lardan bu yana sürekli olarak rafa kaldırılan nükleer enerji santrali yapım çalışmaları ile ilgili bilgiler vererek, Mersin Akkuyu projesinde gelinen son aşamayı şöyle izah etti: “Enerji Bakanlığı`na bağlı Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt AŞ (TETAŞ), ülkemizde ilk nükleer santrali kurmak için Mart 2008`de ihale sürecini başlattı. İhaleyi Ciner Grubu`na ait Park Teknik ile Rus devlet şirketi JSC AtomstroyExport-JSC Inter RAO UES kazandı. Yap-işlet-devret yöntemi ile yapılacak olan santralin yüzde 60’ı yerel kaynaklıdır. 15 yıl boyunca elektrik alım taahüdü verilen işletme daha sonra devlete devredilecektir. Ruslar, nükleer santral ihalesinde VVER 1200 (AES-2006) reaktör tipiyle teklif verdi. TAEK`ten verilen bilgiye göre, Rus tipi olarak adlandırılan ve basınçlı su reaktörleri olarak bilinen VVER`lerden 4 ünite inşa edilecek. VVER 1200`ler, Rusya tarafından geliştirilen VVER tipi reaktörlerin en son modelidir. Halen dünyada 18 adedi işletmede bulunuyor. Bu santraller, Finlandiya için geliştirilen ve daha sonra Çin (Tianwan 1 ve Tianwan 2) ve Hindistan (Kudankulam)’da inşa edilenlerin VVER 1000 (AES-91) tasarımı üzerine geliştirilmiştir.” “Aldığımız radyasyonun yüzde 85’i doğal radyasyondur” Radyasyonun pek çok insanın düşündüğünün aksine sadece nükleer faaliyetler sonucu ortaya çıkan bir durum olmadığının da altını çizen Yalçın, “Televizyon, bilgisayar, cep telefonu, kablosuz internet ağları, mikrodalga fırınları, baz istasyonları, radar istasyonları, X–ışını üreten tıbbi ve endüstriyel röntgen cihazları, nükleer reaksiyonlar, nükleer denemeler, güneş ve yıldızlarda oluşan nükleer reaksiyonlar radyasyonun en önemli kaynaklarıdır. Bu durumda diyebiliriz ki radyasyondan kaçınmak mümkün değildir” dedi. MMG BURSA fiUBES‹ 2. OLA⁄AN GENEL KURULUNU GERÇEKLEfiT‹RD‹ 2.OLA⁄AN Genel Kurulu’nu gerçekleştiren MMG Bursa Şubesi yeni yönetimini seçti. Bütçe ve raporların okunmasının ardından söz alan Şube Başkanı Mustafa Bayraktar, MMG Bursa Şubesi olarak Bursa’nın yapılanmasında ve gelişmesinde ellerinden gelen gayreti fazlasıyla gösterdiklerini ve ileriki dönemde de bunu sürdüreceklerini söyledi. Genel Kurul’da bir konuşma yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi de çeşitli konularda görüşlerini açıkladı. Kentsel dönüşüm konusunun önemine değinen Çebi, bu dönüşümün bir deprem hazırlığı olarak algılanmaması gerektiğini vurgulayarak, kentlerde yaşayan insanların artık ulaşmak istedikleri yerlere zamanında varamadıklarını bunun da çok çeşitli olumsuzluklara sebebiyet verdiğini dile getirdi. Çebi, "Konuya sadece teknik anlamda irdeleyemeyiz, bu dönüşüm kurgusunu sosyal, insani, yaşanabilir ve sürdürülebilir bir algı üzerine kurmamız gerekir," dedi. Mustafa BAYRAKTAR - Başkan Harita Mühendisi, Ali YILMAZ - Üye Elektrik Mühendisi, Hayri ÖZTURAN - Üye Uçak Mühendisi, Mustafa YILDIZ - Üye Dr. Gıda Mühendisi, Talip AKCI - Üye İşletme Mühendisi 12 M‹MAR VE MÜHEND‹S SELÇUK ÜN‹VERS‹TES‹’NDE ULUSAL ‹NOVASYON Z‹RVES‹ VE YEN‹L‹KÇ‹ F‹K‹RLER YEN‹ YÜZYILDA BEKLENT‹LER MMG Bizbize Konuşmalar’a katılan Hadi Durlanık önümüzdeki yüzyılda meydana gelmesi muhtemel değişimleri ve makro düzeydeki etkilerini küreselleşme olgusu ekseninde ele alan bir seminer verdi. Genel olarak yeni yüzyılda şekillenen bazı kavram ve kabuller üzerinde duran Hadi Durlanık sosyal, kültürel, ekonomik ve çevresel durumların şekillenmesinde baş aktör olarak görülen küreselleşme olgusunun esas olarak gelişen iletişim imkânlarının bir sonucu olduğunu belirtti. “Dünya küresel bir pazar haline gelirken rekabet doğal olarak dünya ölçeğinde yaşanmaya başladı. Artık ürün ve hizmet üreten kuruluşlar varlıklarını devam ettirebilmek için sadece iç rakiplerini değil aynı zamanda dış rakiplerini de takip ederek; kalite, maliyet, satış fiyatı, üretim hacmi, teslim süresi gibi konularda dünya genelinde rakipleriyle rekabet etmek zorundadır. Bu rekabette ürün için gereken; insan, makine, metot (teknoloji) ve malzemede önemli tasarruflar sağlamak zorunda olan işletmelerde zaten çok önemli olan insan kaynağı artık eskiye göre de çok daha önemli bir etken haline gelmiştir. Yeni yüzyılın başında birçok araştırma kuruluşu (özellikle insan kaynakları) yaygın çalışmalar yaparak ürün ve hizmet sağlayan firmaları ve bu firmalarda çalışanları 21.yüzyılda nasıl bir çalışma hayatının beklediğini araştırdılar ve önemli gördükleri konuları gerekli çevrelere deklare ettiler.” diyen Durlanık, şimdiden gözlemlenmeye başlanan bu değişimlerin; - Artan ekip çalışmaları, - Daha zayıf bir hiyerarşi ve daha şeffaf yönetimler, - Artan uzmanlık düzeyi, - Net değerlerle ifade edilebilen, ölçülebilen birimlerle iş görme eğilimi, - Elektronik ortama olan ilgi artışı, - Liderlik vasıflarına duyulan ihtiyacın artışı, - Etik değerler kapsamında faaliyet yürütme eğilimi, -Çevresel etkileşim ve doğaya karşı hassasiyet artışı başlıkları altında toplanabileceğini söyledi. ORGAN‹ZASYON heyetinde MMG Konya Şubesinin de bulunduğu Selçuk Üniversitesi (SÜ) Yenilikçi Fikirler Topluluğu grubunun 2011 yılında üçüncüsü düzenlenen “Ulusal İnovasyon Zirvesi” Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde yapıldı. Üç gün süren zirvede son gün Destek Patent Yönetim Kurulu Başkanı Kemal Yamankaradeniz, İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Hakan Aran, MMG Genel Başkanı Avni Çebi, Türk Macar İşadamları Derneği Başkanı - DEİK- DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı Osman Şahbaz, T.C. Başbakanlık e-Devlet Danışma Grubu Başkanı Dr. Ramazan Altınok konuşmacı oldular. Mimar Mühendisler Grubu (MMG) Genel Başkanı Avni Çebi konuşmasında Hikmet, imar ve ihsan konularına değindi. Günümüz insanının bu değerlerden çok uzaklaştığını, dünyanın yenilikleri keşfetmek için, insani değerlerden uzaklaşmaması gerektiğine vurgu yaptı. Gençlerin inovasyona ufuklarını açmaları, ancak kadim geleneklerimizden kopmamaları gerektiğini söyledi. Günümüzde keşfetmemiz gereken en önemli değerin iyilik olduğunu belirten Çebi “insan iyilik ve kötülük arasında seçim yaparken ya korktuklarından kaçar ya da umduklarına doğru gider. Davranışlarımızı belirleyen şey umduklarımıza doğru yürümektir. STK’lar insanların ümitlerine doğru bir yürüyüştür.. Ancak günümüz kapitalist tüketim toplumu insanların korkularını manipüle ederek güvenliği pazarlanacak bir unsur haline getirmiştir. Daha çok tüketerek değil daha az tüketerek özgürleşebiliriz ve aradığımız yeterlik duygusuna ulaşabiliriz.” dedi DEİK - DTİK Avrupa Bölge Başkan Yardımcısı ve Mimar Mühendisler Grubu Yönetim Kurulu Üyesi Osman Şahbaz, yurtdışında yaşayan Türkler’e günümüz dünyasında seçme hakkının sorun olmaktan çıkarılması gerektiğini söyledi. “Haziran ayında gerçekleştirilecek genel seçimlerde yurtdışındaki vatandaşlarımız da seçme seçilme haklarını bulundukları ülkelerde rahatça kullanmalılar. Günümüz dünyasında artık bunlar sorun olmayacak konulardır. Yeter ki iradelerimizi olması gerektiği yöne kullanalım.” dedi. MART-N‹SAN 2011 13 B‹ZDENHABERLER Karayollar› Genel Müdürü M. Cahit Turhan; “SADECE YOL YAPMIYOR, B‹RÇOK PROJEYE ‹MZA ATIYORUZ” MMG, GELENEKSEL KAHVALTILI TOPLANTISINA KONUK OLAN KARAYOLLARI GENEL MÜDÜRÜ M. CAH‹T TURHAN, GÜNDEMDE OLAN PEK ÇOK KONUDA ÖNEML‹ B‹LG‹LER AKTARDI. SADECE YOL YAPMADIKLARINI BEL‹RTEN TURHAN, “SÜREKL‹ H‹ZMET VE PROJE ÜRETEN D‹NAM‹K B‹R KURUMUZ” DED‹. “Yeni projeler üretiyoruz” Yol ağlarında 2 bin 225 km. otoyol, 31 bin 394 km. devlet yolu, 31 bin 388 km. il yolu olduğunu belirten Genel Müdür Turhan, 65 bin 007 km. uzunluğa sahip bu yolların kapasite, nitelik ve uzunluk açısından sürekli geliştiğini, karayollarının sürekli proje üreten enerjik bir kurum olduğunu söyledi. Turhan, 74 milyar TL tutarındaki bütçelerinin 50 milyar TL tutarındaki kısmını yatırım olarak değerlendirdiklerini, kalan 24 milyar TL için yeni projelerin geliştirildiğini belirterek sözlerine şöyle devam etti: “Yaklaşık bin 666 projede çalışmaları sürdürüyoruz. Özellikle son yıllarda karayollarımızın alt yapısına hükümetimizin verdiği destekle uzun yıllar süren çalışmaların günümüz itibariyle 4-5 yıl gibi bir süreye düşürüldüğünü belirtmek isterim.” PROGRAMIN açılış konuşmasını yapan MMG Genel Başkanı Avni Çebi, ülkenin en büyük bütçeye sahip kurumlarından biri olan Karayolları’nın her yeni çalışmasıyla ayrı bir katma değer ürettiğini, bu bakımdan son derece stratejik ve etkin bir konumda bulunan bu kurumun dikkatle izlenmesi gerektiğini vurguladı. “Bölünmüş yollar öncelikli çalışma alanı” Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından hassasiyetle takip edilen bölünmüş yol çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgilerin paylaşıldığı toplantıda Karayolları Genel Müdürü M. Cahit Turhan, özellikle 2000’li yılların başında trafiği taşımakta zorlanan yolların bölünmüş yol uygulamasıyla birlikte son derece rahat ve güvenli şekilde hizmet sağladığını belirtti. Mevcut altyapı çalışmaları arasında asfalt yenileme çalışmalarının da önemli bir paya sahip olduğunu belirten Turhan, yılda ortalama 17 bin 294 km. onarım ve bakım çalışması yapan Karayolları’nın 2011 yılında 18 bin 082 km. asfalt yapmayı hedeflediğini belirtti. “Karayolları, Türkiye yollarını ihya eden stratejik bir kurumdur” Çebi konuşmasında şunları söyledi: “Turizmin gelişmesi, taşımacılık sektöründe hizmet bedellerinin düşmesi, trafiğe katılan araç sayısının artması gibi nedenlerden dolayı karayollarının artan bir yoğunlukla kullanılması, bu kurumun stratejik önemini artırmış, ülke ekonomisi içindeki rolünü daha etkin bir noktaya taşımıştır. Bugün Türkiye karayollarında yaklaşık 15 milyon araç bulunduğunu biliyoruz. Bölünmüş yol ve otoyol sayısının artması, daha kaliteli yolların yapılmaya başlanması mevcut koşullar altında takdire değer bir gayretin ürünüdür. Ayrıca karayollarında meydana gelen kazalarda yaşanan can ve mal kayıplarını azaltmak için yürütülen çalışmaların da olumlu sonuçlarını görerek mutlu oluyoruz.” “Sürekli hizmet üreten dinamik bir kurum: T. C. Karayolları” Karayolları bünyesinde yürütülen çalışmalar sadece yol, köprü, tünel, asfalt gibi teknik hizmetlerden ibaret değil. Karayolları tarafından yürütülen çalışmalar arasında ağaçlandırma çalışmaları da bulunuyor. Son 8 yılda 15 milyon fidan diken Karayolları, 2011 yılında 1 milyon 700 bin fidan dikmeyi hedefliyor. Yol güvenliğini sağlamak üzere verilen hizmetler arasında işaretleme çalışmaları kapsamında ise son 8 yılda 112 milyon metrekare yatay işaretleme çalışması yapıldı. 55 bin km.’lik yol ağında yolların kapanması gibi durumlara müdahale etmek için 405 adet acil müdahale noktasında 3 bin 871 makine ve ekipman, 4 bin 271 personel 7/24 hizmet veriyor. Otoyollarda 111.5 km uzunluğa ulaşan tünellerin sayı ve uzunluğunu arttırmakta öncelikli projeler arasında yer alıyor. 14 M‹MAR VE MÜHEND‹S Toplant›da s›ras›yla Y›lmaz Ada, Avni Çebi ve Gökhan Bozkurt konuflma yapt› Türk Telekom Üst Yöneticisi Gökhan Bozkurt “VER‹LER ARTIK PETROL KADAR DE⁄ERL‹” M‹MAR VE MÜHEND‹SLER GRUBU ANKARA fiUBES‹ TARAFINDAN DÜZENLENEN KAHVALTILI TOPLANTIYA KATILAN TÜRK TELEKOM ÜST YÖNET‹C‹ GÖKHAN BOZKURT B‹LG‹SAYAR VE ‹NTERNET KULLANIMINDAK‹ ORANA D‹KKAT ÇEKEREK, “BU ORTAMLARDAK‹ VER‹LER ARTIK PETROL KADAR DE⁄ERL‹D‹R,” DED‹. TOPLANTIYA ev sahipliği yapan Mimar ve Mühendisler Grubu Ankara Şubesi adına Başkan Yılmaz Ada ve Yönetim Kurulu Üyeleri, Mimar ve Mühendisler Grubu Genel Başkanı Avni Çebi, Yönetim Kurulu Üyeleri Osman Arı ve Mesut Uğur, MMG Ankara Şubesi üyeleri ve davetlilerden oluşan geniş bir katılım gerçekleşti. Konuşmasına bilgisayar ve internet kullanımındaki artışa dikkati çekerek başlayan Bozkurt, internet ortamındaki aktif “günlük” sayısının 2000 yılında 12 bin iken bugün 140 milyonu geçtiğini söyledi. Bozkurt, 2000 yılında Google üzerinden günde 100 milyon sorgulama yapılırken bugün bu rakamın 2 milyara, 2000 yılında 12 milyar olan e-posta gönderiminin de 242 milyara yükseldiğini kaydetti. Apple'ın en büyük başarısının “iTunes” yazılımı olduğunu ifade eden Bozkurt, iPhone, iPad ve iMac cihazlarının ortak bir platformda buluşturulduğunu, buradan 2010 yılında 10 milyar civarında indirme işlemi gerçekleştirildiğini bildirdi. 1984'de tüm dünyada internete bağlı cihaz sayısının 1000 civarındayken bugün 5 milyarı geçtiğini anlatan Bozkurt, sektörde geleceği tam anlamı ile görmenin mümkün olmadığına da vurgu yaptı. Türkiye'de kullanıcıların internette en çok elektronik posta gönderme işlemi yaptığını, tüketicilerin “ara-bul-öde-paylaş” sistemi ile hareket ettiğini ve Tivibu platformu ile veri dünyasında yer aldıklarını anlatan Bozkurt, “Yeni petrol, artık veri” dedi. Bozkurt, bir insanın hayatının “1 Terabaytlık bir diske” sığabileceğini de ifade etti. Şirket olarak “en iyi olmak için rekabet etmek yerine, benzersiz olmak için rekabet etmeye çalıştıklarını” anlatan Bozkurt, bunun için tasarımdan içeriğe kadar çok farklı çalışmalar yaptıklarını söyledi. Soruları da yanıtlayan Bozkurt, Türk Telekom yetkililerinin telefon dinlemesi yapmalarının mümkün olmadığını, elektronik postalar dahil takip edilmediğini bunun kimler tarafından yapılabileceğinin de yasalarla belirlendiğini kaydetti. Bozkurt, bir başka soru üzerine her gün özellikle sunucu meşgul etme anlamına da gelen DoS (denial-of-service attack) saldırıları ile karşılaştıklarını ve bunun bazı günler 3 milyona ulaştığını belirtti. Bozkurt, ancak iş ortaklarının bundan zarar görmediğini de vurguladı. MART-N‹SAN 2011 15 HABERANAL‹Z NÜKLEER ENERJİ KABUS MU OLACAK? TEKNOLOJİ OLARAK NÜKLEER GÜÇ, MİLİTER VE PARASAL AMAÇLAR İÇİN İNSANIN VE DOĞANIN ÜZERİNDE OLAĞANÜSTÜ BİR HÂKİMİYET KURARAK GENİŞ ANLAMDA İNSANIN KENDİ POTANSİYELİNİ DEĞERSİZLEŞTİRİR. BU NEDENLE TEKNİĞİN GELİŞİMİ, İNSANIN GELİŞİMİNİ DURDURDUĞU İÇİN ÖZGÜRLÜĞÜN DÜŞMANIDIR. YANİ NÜKLEER ENERJİ DOĞASI GEREĞİ ANTİ-DEMOKRATİKTİR. DİLAVER DEMİRAĞ 16 M‹MAR VE MÜHEND‹S Gazeteci anayi uygarlığı kapitalist ekonomi ile birleşince tarihte o güne kadar görülememiş müthiş bir üretkenlik sağladı. Birçok ürünü kitlesel ve seri halde üretebilme olanağını sağlayan sanayi uygarlığının bunu sürdürebilmesi için çok zengin ve uzun müddet sürdürülebilir enerji kaynaklarına gereksinme vardı. Orta çağdaki su değirmenleri ile seri halde ve büyük miktarda üretim yapabilme olanağı sağlayan manüfactür üretim, sanayi uygarlığının fabrika sistemine kömürü devrederek bunu sağladı. Daha sonra petrol kaynaklarının keşfi ile sanayi üretkenliğini ucuz ve sürdürülebilir olan petrolle sağladı. Aşağı yukarı 1970’lere kadar bu böyle sürüp gitti. Ne zamanki petrol ambargosu ile enerji arzının güvenliği azaldı o andan itibaren de yeni enerji kaynaklarının bulunması gereksinmesi gündeme geldi. Bu arayışa o gününü koşulları içinde en iyi yanıtı verebeilecek enerji kaynağı uranyum çekirdeğinin bölünmesi ilkesi ile enerji üreten nükleer santrallar oldu. Dünyada nükleer enerjiyle ilgili çalışmalar 1939 yılında başladı. İlk nükleer enerji ABD’de üretildi. Elektrik üreten ilk nükleer santral olan Shippingport, Pennsylvania’da kuruldu ve 1957’de işletmeye girdi. 1960’lı yıllarda ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere ve Fransa’da toplam elektrik enerjisi 1.200 MWe olan 17 reaktör çalışmaktaydı. Nükleerden elektrik enerjisi üretimi 1970’li yıllarda artış gösterdi. 1973 yılında ortaya çıkan ve tüm dünyayı etkileyen petrol krizi nedeniyle nükleer santrale yönel- S me oldu. Ancak, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik durgunluk ve uygulamaya konulan tasarruf önlemleri ile elektrik enerjisine olan talep önemli ölçüde azaltıldı. Çevre sorunlarına neden olabileceği ve nükleer silahların yayılmasına sebep olacağı düşünceleri 1975-1980 yılları arasında nükleer santral siparişlerinde önemli bir azalma meydana getirdi. İlk nükleer kaza da ABD’de oldu. 1979 yılında ABD’de Three Mile Island kazasından sonra, birçok gelişmiş ülkede “antinükleer” hareketler arttı. 1983 yılından itibaren dünyada önemli ekonomik gelişmeler kaydedilmesiyle elektrik tüketiminde artış oldu ve nükleer alanda da bir hareketlenme meydana geldi. Ancak, 1986 yılında meydana gelen Çernobil kazası ile tekrar antinükleer hareketlerde artış yaşandı. O gündür bugündür tartışılan nükleer santrallar en son Japonyadaki 9 şiddetindeki deprem ile yeniden tartışmalı hale geldi. DÜNYA DİKEN ÜSTÜNDE Japonya’da, varlığı bilinen en büyük 7. deprem ve ona bağlı olarak ortaya çıkan tsunami dalgalarının sebep olduğu nükleer reaktör kazası, neredeyse bir kıyamet gibi algılanıyor. Fukushima I Nükleer Santrali kazaları 2011 Sendai depremi ve tsunamisi sonrasında, 11 Mart'da başlayan ve halen sürmekte olan, Fukushima I Nükleer Santralinde arka arkaya meyda- na gelmekte olan olaylar dizisidir. 13 Mart'ta, güneyden 11,5 km uzaklıktaki Fukushima II Nükleer Santrali’nde ve Onagawa Nükleer Santrali’nde de başka kazalar daha meydana geldi. 11 Mart 2011'de Japon hükümeti "atomik güç âcil durumu" olduğunu açıkladı ve Fukushima 1'e yakın olarak yaşayan binlerce insanın tahliyesine başladı. Ertesi gün, birinci ünitenin yakıt fitillerinde kısmen erime devam ederken, bir hidrojen patlaması sonucu reaktör 1'in bulunduğu bina hasar gördü ve dört çalışan yaralandı. 13 Mart 2011'de, 3. ünitede de olası bir sızıntının söz konusu olduğu bildirildi. 13 Mart Pazar günü (Japonya Saati İle(JSİ), saat 1'de 1 ve 3. reaktörlerin her ikisi de aralanarak, soğutma amaçlı olarak suyla ve borik asitle dolduruldu ve daha ileri nükleer tepkimelerin önlenmesi çalışıldı.) 2. ünitenin normalden daha az su içerdiği, çeperdeki basıncın yüksek olmasına rağmen kararlı durumda olduğu bildirildi.13 Mart Pazar günü, saat (JSİ) 01.17'de, Japon Atomik Enerji Kurumu, Fukushima kazasını, Uluslararası Nükleer Olaylar Ölçeğinde (INES) 0-7 arasındaki oranda 4 numara (bölgesel nedenlerden kaza) kategorisine yerleştirildiğini duyurdu. Yetkililerin uyarısından sonra 170,000–200,000 kişi sızıntı olasılığına karşı tahliye edilmeye başlandı. 1 Mart 2011 (JSİ), 16.36’da, 1. ve 2. ünitelerin acil çekirdek soğutma sistemlerinde soğutmanın sağlanmaması nedeniyle "Nükleer Acil Durumu" ilan edildi. Uyarı, reaktör su seviyesi görüntüleme fonksiyo- MART-N‹SAN 2011 17 HABERANAL‹Z nu 1. ünite için eski haline getirildiği anda yapıldı. Ancak sorun 17.07'de (JSİ) tekrar başladı. 12 Mart 2011, (JSİ) gece yarısından sonra, Tokyo Elektrik Şirketi, radyasyon sızıntısıyla anlamına gelen, ünite 1 reaktörünün duvarından sıcak gaz kaçışı olduğunu açıkladı. Tokyo Elektrik Şirketi, ünite 1 türbinlerinde radyasyon seviyesinin yükseldiğini de açıkladı. Saat 02.00 (JSİ) sularında, reaktörün içindeki basıncın, 600 kPa (6 bar or 87 psi), 200 kPa (2 bar ya da 29 psi) civarlarında, normal koşulların üzerinde olduğu rapor edildi. 05.30’da (JSİ), reaktör 1'in içindeki basıncın, "plan kapasitesi"nin 2,1 katı olduğu; 820 kPa (8,2 bar ya da 120 psi) açıklandı. 06.10’da (JSİ), IAEA, ünite 2'nin bozuk soğutma sistemine güç veren taşınabilir elektrik desteklerinin bölgeye ulaştığını belirtti. Bir basın açıklamasında, Japon nükleer yetkililerinden bir konuşmacının İngilizce'ye çevirisi; nükleer bir erimenin mümkün olabileceği ve ünite 1'de bir fitilin yanmış olabileceği yönündeydi. Yine de, Japon başbakanı, daha sonrasında nükleer erimenin olduğunu yalanladı ve ünite 18 M‹MAR VE MÜHEND‹S 1'in halen bütün olduğunu belirtti. 13 Mart 2011, saat 01.00 (JSİ) civarında, Japon yetkililer, birimdeki Sezyum ve İyodin miktarlarınında güçlü bir artış olduğunu ölçtüler ve soğutucuların kaybının zararlı maddelerin salınıma neden olabileceğini belirttiler. Toshihiro Bannai, Japonya Nükleer ve Endüsrtiyel Güvenliği uluslararası ilişkiler yetkilisi yöneticisi, CNN ile yapılan bir telefon görüşmesinde, bir erimenin mümkün olabileceğini bildirdi. Japon gazetesi Asahi Shimbun soğutma suyunun çok azaldığını ve nükleer yakıt çubuklarının patladığını bildirdi. Japon yetkililer içerideki basıncın çok hâlâ çok yüksek olduğunu fakat sıcaklığın düşürüldüğünü söyledi. O günden beri hasarlı rekatörlerin soğutulması için uğraşılırken gelen haberler Birinci Ünite Reaktörde çekirdek erimesi olmuş olabileceği yönünde. Hâlihazırda yaşamı pahasına birçok işçi rektörleri soğutmaya çabalıyor. Japon yetkililer yapılan çalışmaların sonuç vermemesi halinde daha fazla radyasyon yayılması meydana getirmemek için nükleer santralı gömme planları yapıyorlar. NÜKLEER ENERJİ KABUS MU BOLLUK MU? ABD’de yaşanan ilk nükleer kaza olan Three Mils Island kazasından bu yana nükleer enerjinin gerekliliği tartışma konusu, nitekim çernobil ve ardından da Japonya’daki Fukushima nükleer santralinde meydana gelen kaza sonra nükleer enerjiye karşı çıkanların sayısı çoğalmaya başladı. Bazı bilim insanları, çevre korumacılar, barış yanlılları ve farklı birçok sosyal hareket mensubu, nükleer enerjiye karşı çıkarken, kimileri de nükleer enerjinin kömür ve petrol yanında en önemli elektrik üretim kaynağı olacağını ve teknolojideki gelişmeler sonucu güvenli olarak iklim değişimi seçeneği de göz önünde bulundurulduğunda oldukça akılcı bir seçenek olacağını belirtiyor. Nükleer santraller konusunda iki farklı görüş var: “Nükleer rönesans görüşünü benimseyenler, küresel ısınmadan dünyayı kurtarmanın en temiz yolunun nükleer santraller olduğunu savunuyorlar. Fosil yakıtların çevreye daha çok zarar verdiğini, küresel ısınma, asit yağmurları ve ozon ABD, Three Mils ‹sland, 1979 JAPONYA, Fukuflima, 2010 SSCB, Çernobil, 1986 Şu anda ne denli büyük bir falaket kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer enerji de, 1970'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme olarak adlandırılacak sürecin önünü açan petrol krizinin bir sonucudur. tabakasının delinmesine yol açtığını ileri sürüyorlar. Ülkelerin enerji politikalarında nükleer enerjiye döndüğünü, büyük miktarda elektrik üretmek için nükleerden başka seçenek olmadığını ifade ediyorlar. Nükleer kabus görüşünü benimseyenler ise, ‘güvenlik’ ve ‘atıkların yok edilememesi’ konusunu gündeme getirerek 1986’da meydana gelen Çernobil kazasını örnek gösteriyor. Rüzgâr, güneş ve hidroelektrik santrallerin verimli kullanılması halinde nükleer enerjiye ihtiyaç kalmayacağını savunuyorlar.” YORUM Güç ve Özgürlük Kaç gündür dünyanın yeni bir Çernobil’in eşiğine gelmişliğini gözlerimiz açılmış bir halde seyrediyoruz. Japonya’daki Fukushima nükleer santralinde yaşanan reaktör erimesi dünyayı yeni bir nükleer kabusun eşiğine getirdi. Bu süreçle beraber batıdaki sağcı yönetimler eli ile yeniden yükselişe geçen ve başta İran, Libya gibi tiranik ülkelerin de peşinde koştuğu nükleer gücün yeniden yükselen değer haline gelmesi süreci ikinci bir dip yapacağa benziyor. Nükleer endüstrisinin dev şirketleri Çernobil’in yaralarını daha yeni sarmaya başlamışken yaşanan bu ikinci kazanın tekrar dip yapıcı etkisi nedeni ile medya eli ile lobi faaliyetine önem vereceğini, dahası artık şirket lobilerinin elinde oyuncak haline gelen batılı demokrasileri ikna etmek için rüşvet de dahil her olanağı kullanacağı açık. Ama bu durum nükleer lobi için bir kurtuluş sağlar mı bugünden yarına cevap üretmek zor. Ancak üzerinde çalışılan dördüncü nesil rekatörler ile güvenlik düzeyini maksimuma çeviren yeni bir teknik yenilenme ile küllerinden doğmayı umduğu da açık. Zaten bilim denen modern fetişin yeni rahipleri olan uzmanlar sürekli Japonya’daki nükleer felaketin nedeninin 1'inci nesil rekatörler olduğunu belirtiyor. Dahası risk karşısında kilitlenen yaşam perver modernlerin aklına girmeye çalışarak “canım uçağa binmek de riskli değil mi, evinizdeki likit gaz tüpünün de patlama riski yok mu?” gibi sözlerle riskle yüzleşmeyi hatta riski göğüslemeyi öneriyorlar. Her ne kadar nükleer endüstri üzerinden sıkı bir modern toplum çözümlemesi yapmak olanaklıysa da dahası nükleer endüstri ile tüketim kapitalizmi arasındaki bağlantıları sıkı bir biçimde örmek de iyi olurdu ama bu yazıyı uzatmamak için bunlara değinip geçmeyi tercih edeceğim. Enerji oburu bir uygarlık olduğumuz açık. Bunun nedeni modernleşmenin üretimde patlama denecek kadar eşi görülmemiş bir üretkenlik yaratması. Enerji oburu oluMART-N‹SAN 2011 19 HABERANAL‹Z Kalkınma ve daha çok üretmek, daha çok tüketmek ve refah gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir enerji ile ekolojik bir topluma geçilemez. nunca enerjinizi tek bir kaynağa bağlamanız da zordur. Hele ki rekabeti merkeze alan bir sistemde bunu yapmanız ekonomik akılcılık açısından akla ziyandır. Nitekim şu anda ne denli büyük bir falaket kaynağı olduğunu farkettiğimiz nükleer enerji de, 70'leri sarsan ve neo-liberal küreselleşme olarak adlandırılacak sürecin önünü açan petrol krizinin bir sonucudur. Andre Gorz kapitalizmle ilgili bir saptama yaparken “Kapitalizm yeterlilik denen şeyi bilmez “der. Marks’da kapitalizmin büyümeye mahkûm olduğunu, büyüyemeyen kapitalizmin ölümcül bir hal içinde olacağını söyler. Bu anlamda fazlaya ve biriktirmeye koşullanmış bir düzen olarak kapitalizm de doğası gereği güneş, rüzgâr, dalga vb. yenilenebilir doğal güçlerden istifade edemez. Çünkü sürekli büyümek durumunda olan kapitalizme bu enerji yetmez. Mevcut enerji talebinin devam etmesi mümkün değildir. Çünkü dünya kaynakları bu büyüme temposuna cevap verebilecek halde değildir. Dolayısıyla bu talebe hâlihazırda dünya elektrik üretiminin yüzde 16’sını karşılayan nükleer santraller de cevap veremez. Kalkınma ve daha çok üretmek, daha çok tüketmek ve refah 20 M‹MAR VE MÜHEND‹S gibi değerleri sorgulamadıkça, mevcut tüketim eğilimlerimizi değiştirmedikçe yenilenebilir enerji ile ekolojik bir topluma geçilemez. Bugün dünyada ki uranyum rezervlerin işletilmesi ve çıkarılması ağırlıklı olarak üç büyük şirketin elinde yoğunlaşmış durumda. Bu üç şirket mevcut terzervlerin yüzde 50’sine yakınını çıkarıyor. Fransız devi AREVA’ya bağlı COGEMA, dünya uranyum üretiminin yüzde 20’sini karşılıyor. Onu Kanada kökenli Cameco izliyor bunlar da yüzde 17’lik bir paya sahip. Onu da yüzde 10’luk pay ile Energy Resources of Australia izliyor. Yani nükleer enerji bir tekelleşmeyi de beraberinde getirir. SAVAŞAN TEKNOLOJİ: BİRİ SİVİL Mİ DEDİ? Teknoloji konusundaki kuşkucu ve hatta eleştirel yaklaşımıyla tanıdığımız Lewis Mumford, ilk pramidler gibi modern teknolojinin de savaşın rahminde büyüdüğünü ve ondan doğduğunu belirtir. Teknoloji bir Megamakine’dir. Bu kavramla Mumford, gücün seferber edilmesini, tek bir elde toplanarak yoğunlaştırılmasını ve merkezileştirilmesini kasteder ki nükleer santraller tam da böyle bir yapılanma taşır. Teknik olgular bilimin hükümranlığına dayandıklarından, neden ve ne için gibi etik sorular ıskalanarak, nasıl sorusuna yani yapılabilirlik olgusuna yoğunlaşılır. Böylece daha baştan aslında istenilen şeyin toplumsal fayda değil, güç elde etmek, gücü temerküz etmek olduğu ortaya çıkar. Nitekim Mumford Dev Makine kavramını izah ettiği Teknik ve Uygarlık kitabında, Dev Makine’nin (yani teknik seferberliğin) bir güç temerküzü yani yoğunlaşma olduğuna dikkat çekerek, Dev Makine’nin bir güç kombinasyonu olarak tüm kaynakları bir araya getirdiğini, dil, din, bürokrasi ve kapitalizmi, askeri güç kaynaklarını devasa bir egemenlik için yoğunlaştırdığını belirtir. Nükleer teknoloji de böyledir, nükleer enerjide de askeri güç, sermaye, bilim, devlet iktidarı bir araya toplanır ve böylece insan devre dışı bırakılır. Çünkü teknoloji olarak nükleer güç, militer ve parasal amaçlar için insanın ve doğanın üzerinde olağanüstü bir hâkimiyet kurarak geniş anlamda insanın kendi potansiyelini değersizleştirir. Bu nedenle tekniğin gelişimi, insanın gelişimini durdurduğu için özgürlüğün düşmanıdır. Yani nükleer enerji doğası gereği anti-demokratiktir. Demokrasi temelde müzakere edilebilirlik temelinde oluşmuştur. Bu nedenle doğrular ve beceriler üzerinde bir iktidar inşa eden uzmanlaşma ile uyuşmaz. Demokrasi doğası gereği profesyonelliği değil amatörlüğü içerir. Bunun yanı sıra nükleer teknoloji, doğasında savaşçı amaçlar taşıdığı için sivil amaçlar ve demokrasiyle çelişir. Nükleer enerjinin olduğu yerde olağanüstü bir polisiye güvenlik, gizlilik ve denetim dışılık vardır. Bunlar doğası gereği demokrasinin ruhu ile uyuşmaz. Nitekim Mumford’da “Savaş Megamakine’nin ruhu ve bedenidir. Dolayısıyla savaş Megamakine’nin kurulumunu ilerletmenin ideal koşuludur. Bir Megamakine bir kez vücuda getirildikten sonra, onun programıyla ilgili herhangi bir tenkid, ayrılma, onun rutinlerinden herhangi bir kopma, aşağıdan gelen talepler doğrultusunda onun yapısında herhangi bir değişiklik, bütün sistem için bir tehdit teşkil eder,” diyerek tekniğin ruhu ile özgürlük olarak demokrasinin ruhunun birbirini dışladığını göstermiş olur. Görüldüğü gibi nükleer enerji demokratik bir toplumun değil, totaliter bir toplumun tekniğidir. M‹MARLIK GÜNÜMÜZ CAMİ MİMARİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER -IIMEHMET İŞCİ / Mimar 'inananlar' mimarlığa uzak, 'mimarlık'da inananlara... bu ülkede inanmak ne kadar da ayaklar altında... Anonim 22 M‹MAR VE MÜHEND‹S KAYBEDİLEN ESTETİK RUHUNUN CAMİ MİMARİSİNE ETKİSİ Mimarlık; dünyayı yaşanılır kılmak için sarfedilen güzelleştirme çabalarının ete kemiğe bürünmüş halidir bir bakıma. Allah (c.c.) Hz. Adem (a.s.)’i kendine halife olarak yarattıktan sonra, güzel olana ve estetiğe doğru tabii bir yöneliş içinde olmanın mesuliyetini ona yani insanlara yükledi. Dünyanın hüsnü muhafazasının yanında, insan eliyle inşaa edilen yapıların yaratılanları bozmadan, onlara estetik değerler katarak bir cennet tasavvurunu dünyaya nakşetmek bir vazife haline geldi. Eşyaya ruhundan bir şeyler katarak onu maddi kalıplardan sıyırıp yaşayan, insanla etkileşim içinde olan, onun ruhunu okşayan bir eser haline getirmek mimarlığın başlıca amaçlarından olsa gerek. İnsanın fiziki ihtiyacının karşılığı olarak üretilen binaların, aynı zamanda insanın ruh dünyasındaki metafizik karşılığının da yapıya nakşedilmesi aynı derecede elzemdir. İslam’da yeryüzü mescid olarak telakki edilmekle birlikte şehrin/medinenin dünyevi ve uhrevi merkezi olarak caminin etrafında şekillendiği Peygamber Efendimiz (s.a.v.) döneminden beri bilinmektedir. Bu yönüyle İslam inancının, tevhidin sembolü olan camiler ibadet mekanı olarak bir beldenin, bir şehrin ruhunun ve maneviyatının müşahhas ifadesi olmakta, fiziki merkezi olduğu kadar metafiziki merkezi hüviyetini de yansıtmaktadır. Camiler yer aldıkları şehirlerin en etkili mimari eserlerinden biri olarak telakki edilmekte, şehrin siluetine yön vermekte ve adeta İslam şehrinin sembolü olmaktadır. Bu eserler aynı zamanda inşa edildikleri devrin mimari tarzını ve kültürel derinliğini de temsil etmektedir. Osmanlı’da cami mimarisi Selçuklular’ın kagir ayaklar üzerindeki çok kubbeli geleneğinin daha da geliştirilerek dört fil ayağı üzerine yükselen ana kubbeli yapıya geçilmiş, daha sonra altı fil ayağı üzerine yükselen geniş açıklıklı ana kubbeli 16. yüzyılda Mimar Sinan’ın eserleriyle zirveye ulaşmıştır. Günümüzde giderek öz değerlerinden, dilinden, dininden, irfanından uzaklaşıldığı vetirede bir bütün olarak toplumsal kırılma, bir hafıza kaybı yaşanmakta olduğu görülmektedir. Konut sitelerinden başlayarak, AVM’lere kadar yapıların isimlerinin Türkçe konulmadığı, insanların isimlerini dahi yabancı isimlere benzeştirme yarışına giriştiği bu dönemde mimarinin İnsanın fiziki ihtiyacının karşılığı olarak üretilen binaların, aynı zamanda insanın ruh dünyasındaki metafizik karşılığının da yapıya nakşedilmesi aynı derecede elzemdir. de bundan nasibini yeterince aldığı görülmektedir. Bu kimliksizlik cami mimarisini klasik dönem camilerinin başarısız kopyalarının yapılması ya da modern /çağdaş mimari savrukluğuyla cami olduğu neredeyse anlaşılmaz olan, insana tevhidi anlatmayan, çağrıştırmayan ucubelerin yapımına kadar sürüklemiştir. Bu dönemde kendi kültürel özgeçmişini özümsemeyen hatta tanımayan, İslam’ın akaidini, tevhidi yaklaşımı, ibadetin ruhunu ve ifasını anlamaktan ve bilmekten uzak, belki hayatı boyunca ibadet yap(a)mamış bazı mimarların eksik teorik ve pratik bilgisiyle/ mimarlık anlayışıyla birçok cami inşa edilmiştir. Hatta bazı çağdaş mimarların müezzin mahfilinin mihrabı görecek yerde olmasının lüzumunu bilmemesi veya Nobel ödüllü ünlü(!) edebiyatçımızın minarenin şerefesinden “minare balkonu” olarak bahsetmesi veya bir başka ünlü mimarın camilere kademe yapılması ve ayakkabıyla girilmesi gibi garipsenecek yaklaşımları problemin bir başka boyutunu ortaya koymaktadır. Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplumun irfanına ve maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken, şekli bir bağlılık ötesine varmayan aidiyetin de yöneticilere, hayata, mimariye ve şehre de aynen yansımakta olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini inşaa eden bu toplumun taklitçi, hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve bu derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği kabullenmesi ya da yapması mümkün değildir. ÇAĞDAŞ TÜRK MİMARLARININ CAMİ MİMARİSİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELERİ Çağdaş Mimarlarımızdan Prof. Dr. Hüsrev Tayla, dünyada hiçbir medeniyetin diğerlerinden esinlenmeden teşekkül edemeyeceğini belirterek Osmanlı cami mimarisindeki gelişmelerin yüzyıllardan süzülerek gelen ve Orta Asya’dan Selçuklu’ya ve Bizans’tan Memlûkler’e kadar tekamül etmiş olan mimari mirasın, tecrübenin devamı olarak geliştirildiğini, Mimar Sinan’ın kendiliğinden ortaya çıkmaMART-N‹SAN 2011 23 M‹MARLIK Ruhunda estetik hissiyatını kaybetmiş veya kaybettirilmiş bir toplumun irfanına ve maneviyatına iltifatı bu kadar azalmışken, şekli bir bağlılık ötesine varmayan aidiyetin de yöneticilere, hayata, mimariye ve şehre de aynen yansımakta olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Yoksa dünün şaheserlerini inşaa eden bu toplumun taklitçi, hazırcı, kimliksiz, ilgisiz ve ilişkisiz ve bu derece pespaye bir mimariyi bir şehirciliği kabullenmesi ya da yapması mümkün değildir. dığını, bir Süleymaniye, bir Selimiye Camii’nin bu tecrübe ve gelenek üzerine bina edildiğini belirtmektedir. Tayla, “Eğer klasik cami yapıyorsak, klasik caminin bütün elemanlarını, bütün fonksiyonel unsurlarını bir talebe gibi çalışmamız lazım. Penceresini, kapısını, sütununu tekrar tekrar ölçüp, bunlardan dersler almamız lazım.”Peygamberimiz (SAV), ashabını mescitte toplayıp onlarla halleşmeyi, sohbet etmeyi, onların birbirlerini tanımalarını, dertlerini öğrenmeyi amaç edinmiştir.(…) Camilerin ibadet tarafı elbette ki mahfuz, zaten bizim camilerimiz bu amaçla yapılmıştır. Bunun ilk örneklerini XIV. yüzyılın sonu XV. yüzyılın başlarında Bursa’da görüyoruz. Erken Osmanlı devrinde yeni bir cami tipi ortaya çıkıyor. … Bursa’daki Yeşil Cami ve Yıldırım Camii’nde bir takım odalar var. Bu odalar, ibadetin dışında, dışardan gelen din adamlarını misafir etmek ve onlarla sohbet etmek için kullanılmıştır. İstan24 M‹MAR VE MÜHEND‹S bul’a gelindiğinde bu, külliyeye dönüşmüştür. Aslında Bursa’da da bu var, ama dağınık, henüz fikir olarak kalmış. Ama İstanbul’da birden bire külliyeler doğuyor. İşte Fatih Camii en büyük külliye şeklinde. Ortada bir cami, Karadeniz ve Haliç yakasında çok düzenli şekilde külliye sistemi kurulmuş. Bu, Süleymaniye’de önemli şaheser haline gelmiş. Demek ki bu külliyeler, sosyal hizmetlerin örüldüğü mekânlar olmuştur. Camiler öyle bir yerde yapılmalı ki, herkesin ihtiyacını karşılayabilmelidir. Mahalle aralarında, dört minareli camiler yerine; mescitler yapılabilir; ama bunlar son derece sade, basit, çatılı olabilir. Eskiden bizim çok güzel çatılı camilerimiz vardı. Mimar Sinan’ın Topkapı surlarının hemen çıkışında bir camisi var. Belki sizlerin de görmediği onaltıncı yüzyılda yapılmış harika camilerden biri. Demek ki çatılı olması, güzel olmasına mani olmuyor. “ Merhum bilge mimar Turgut Cansever; Mimar Sinan’ın meslekte zirveye yükselmesini hazırlayan nedenleri değerlendirirken; “Mimar Sinan’ın nasıl bir çevre, nasıl bir teşkilatlanma ve etkilendirme sistemi içerisinde bu başarıyı sağladığı “Mimar Sinan ve İçinde Geliştiği Ortam” isimli İngilizce yayınlanan bir kitaptan bahsediyor. “Harward ve Pensilvanya üniversitelerinin katkılarıyla hazırlanmış. Evet, bir kaç yüz insanın çalıştığı bir mimarlık bürosu var ve toplumun en seçkin insanı, orada tek başına tam yetkili. Hz. Peygamber (SAV) “İnsanların en iyisi âlimin iyisi, insanların en kötüsü âlimin kötüsüdür” buyuruyor. Bütün yetki, o alanı en iyi bilen insana verilmiş… Evvela iyi ve kötünün ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın pespayelikler görülüyor, bunları aşmak için vasat iyilerin örnek teşkil etmesi yeterli değildir. Mutlaka süratle en iyinin etkinliğini sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla da biz mimarlar olarak, bu defa o en iyinin ne olduğunu tarif etmek mecburiye- tindeyiz. Ve buna giderken de peşin hükümlerimizden vazgeçmeye de hazır olmalıyız, her türlü egodan sıyrılarak, hakikate dosdoğru bakarak çözüme doğru ilerlemeliyiz. Bugün gerçekten şehirlerimizin, konut stokumuzun ve camilerimizin perişanlığı bir vakıa. (…) Yani camilerin fonksiyonel yapısına bakarak bu camilerin gerçekten iyi bir mimarîye sahip olduklarını veyahut topluma vermeleri gereken hizmeti eksiksiz verdiklerini söylemek mümkün değildir. Bu, mimarînin bir alanına ait meseledir ve bu mesele mutlaka çözümlenmelidir. Şartlara göre sözü edilen fonksiyonların cami içinde, dışında, yanında halledilmesi mümkündür. Bursa’da Nalbantoğlu Mahallesi’nde oturdum. 5-10 sene evvelinde meydanda cami, dışarısında kütüphane, okuma salonu, kahvehane vardı. Kahvehane keyif için gidilen bir yer olmanın ötesinde camiden çıkıldığı zaman camide dinlenen vaaz, dinî meseleler hakkında düşünce geliştirilen ve bilginin derinleştirildiği, muhaverelerin yapıldığı yerdi. Mahalledeki bu meydanda çocuklar oynardı. Gerçekten bu tam bir şehir meydanı idi. Meydana getireceğimiz küçücük bir mescit veyahut büyük bir cami de olsa, İslâmî inancın yansıması olan bir mimarî ile olmazsa vazifemizi yapmış olmayız. (…) Doğrusu bir mahallede yahut şehir merkezinde inşa edilecek mescitlerin, camilerin taşıyacakları vasıfların neler olacağını ortaya koymak, sözlerle de, yazıyla da gerçekleşmez. Bu konuda başarıya ulaşılmak isteniyorsa bu işin en iyi örneklerinin verilmesi gerekir. Bu düzenleme dünyada yapılacak düzenlemelerin en zorlarından biridir. Çünkü bu, şehir merkezini vücuda getirme girişimidir. Şehrin vücuda getirilmesi ise hem bizim İslâm inancında hem de Yunan düşüncesinde insanın yapacağı en önemli iştir. Yani “İnsanın dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmesidir” şeklindeki Hz. Peygamber’in (SAV) buyruğu açıkça ortada olduğuna göre, bunun sürecini hazırlamamız gerekir.” Mimar Necip Dinç; cami mimarisine ilişkin görüşlerini sıralarken belediye teknik kadrosunun ve mimarların bu konudaki duyarlı olması gerektiğine dikkat çekerek; “Şehir imarı ve planlamasında çalışan mimarlarımızın kültür birikimlerinin çok iyi olması lazım. Biliyorsunuz eski camilerimizde ecdadımız 20 küsur şart aramış. Bunlardan bir tanesi fonksiyondur. İkincisi mücessemiyet, bugün plastik tesir dedikleri şey. Üçüncüsü tali mücessemiyet, yani mekânlar ve elemanlar arasındaki geçiş. Tenasüp, yani bugün proporsiyon dedikleri şey. Ritim, yani monotonluktan uzaklık, gözü yormayacak biçimsellik. Meselâ, Süleymaniye Camii cephesine bir bakın, o kemerler “a b b a” ritmiyle gitmiştir, yukarda ise ritim değişiktir. Edebiyatçı Ruşen Eşref Ünaydın diyor ki, “Koca Sinan’ın Süleymaniye’sini tahlil ettiğimiz zaman görürüz ki mücessemiyeti, arzani ve tulani maktalarda, yani enine ve boyuna kesitlerde üçlü bir terkiple kurulmuş; tulani, işte ana kubbe, iki yarım kubbe; arzani, ortada kubbe, aynalı kemerler. Birer normal kubbe içerisine giriyoruz, köşe kubbelerin bindiği kemer, orta büyük kemer, tekrar öbür kemer. Orta büyük kemere giriyorsunuz, üçlü bir kemer, o dört tane meşhur granit sütun, ikisi sağda; tekrar orta terkibe giriyorsunuz, üçlü pencere. Koca Sinan, Bektaşi ocağından geldi, bu üçlü terkib ile o tasavvuf neşvesinin üçlü unsurunu, burada mücessemiyete aksettirmiştir. Yani ‘eline, diline, nefsine hakim ol’ şeklinde bir mesaj veriyor. Bir eserin mükemmel olabilmesi için dört ana şartın olması gerekir: Birincisi finansman, ikincisi mükemmel bir proje, üçüncüsü kalifiye işçilik, dördüncüsü de kaliteli malzeme. Meselâ bugün camilerimizde her elemanın bir fonksiyonu var. Mihrap aksından bakacak olursak ecdadımız minelbab ilelmihrab demiş. Bu aksın kendine özel bir hüviyeti vardır, bu aksı şadırvanla dışarıya çıktığınız zaman, dış/şah kapısı karşınıza gelir. (…) Meselâ, ana mekana girdiğimiz zaman taç kapının sağında solunda iki tane mihrapcık vardır, sanatlı yapılmıştır. Bunu maalesef bizim mermer ustaları dilenci mihrabı olarak yorumlarlar. Haşa! Bunların ismi ihsan kapısıdır. Koca Sinan, mühim bir başlık için bir madırgacı arar. İstanbul’da bu işi yapabilecek ustanın olmadığını öğrenince araştırır. MART-N‹SAN 2011 25 M‹MARLIK ödünç bakış açısı sağlar. Sonuçta dünya insanı, kendi gerçeklerini batıdan görüldüğü gibi görmek istiyor. Başkasının pozisyonundan, onun gözlükleriyle görmek için çırpınıp duruyor. Başkasının gözleriyle meseleyi görmeye çalışmak, boş bir gayrettir. İnsan kendisine, kendi durduğu noktadan bakmamaya ve kendisiyle yüzleşmemeye çabalar. Yani unutmayı ve cahil kalmayı yeğler. Dolayısıyla böyle bir toplum, kendisini kavramayı engelleyen cehaletiyle bağdaşık olarak kültürel yabancılaşmasını sürekli yeniden üretir ve pekiştirir. Artık o ülkenin tarihi batıda yazılmışsa ciddiye alınır, mimarlık ürünü batıdaki bir mimarlık dergisinde yayınlanırsa önemsenir ve bilim adamının makalesi batıdaki bir yayın organında yer bulursa o kimseye akademik bir unvan kazandırır.” Sonunda ona ‘Üstadım, Kastamonu’nun filan köyünde bir pîri fani madırgacı bulunmaktadır. Şayet o buraya gelemez de sütun başlığı mermer oraya gönderilirse, ümit ediyoruz ki, hâlâ eli çekiç tutar yapar da, biz de bunu yerine koyarız” denir. Tâ oraya kadar özel arabalarla götürülebiliyor, bunların hepsi prestij mimarîsi, devleti temsil eden mimarî eserlerdir. Dinç; mimaride çok farklı çalışma tarzlarından bahsederken “anolojik çözümler”e değinir; “Bugün bizim eserlerimizi yorumlayanlar, Koca Sinan’ın eserlerinde, gerek dış gerekse iç analojik varlığın bulunduğunu ispat ediyorlar. Meselâ, Şehzade Camii’ni tahlil eden Afet İnan diyor ki; “Bu caminin içerisine girdiğimiz zaman talihsiz Şehzade Mehmed’in hüzünlerini hissederiz. Edirnekapı Mihrimah Camiine girdiğimiz zaman cıvıl cıvıl neşeli bir Osmanlı prensesinin haleti nahiyesini, Süleymaniye’ye girdiğimizde de Osmanlı’nın yeryüzündeki ihtişamını fark ederiz.” Bu bir analojik çalışmadır. Gene dış görünüşü ile ilgili Koca Sinan’ın Süleymaniyesi’nin, aynı zamanda Erciyes ve etekleriyle bir benzerliğinin olduğunu iddia eden sanat münekkitlerimiz var. “ Mimar Necdet Civan; caminin dışarıdan bakıldığında mimari formuyla kendini ortaya koyması, ele vermesi, fark edilmesi gerektiğini belirterek der ki; “Bir gün Ça26 M‹MAR VE MÜHEND‹S nakkale’den gelirken İnegöl’e uğradık. Akşam namazı kılacağız. Arkadaşlara, ‘Cami var mı?’ diye sordum. Yakındaki bir çocuk ‘abi işte cami’ dedi. Bakıyorum, camiyi göremiyorum. Aslında cami kendini ifade eder. Başkasının onu anlatmasına gerek yoktur. Burada size Ekrem Hakkı Ayverdi, İbrahim Numan Bey ve Uğur Tanyeli’den okuyacağım bir kaç satırlık açıklamaları dinledikten sonra kararı siz vereceksiniz. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi, Türk mimarîsi ile ilgili olarak bakın ne diyor: “Eserdeki sırf maddî benzerlikleri aramak, dışını görüp içini görmemek demektir. Pek noksan kalmaya mahkûm bir çalışma olduğu aşikârdır. Bir eserin maddî yapısı kadar derunî havasını, ruhunu, manasını aramaya ceht ettik.” Görüldüğü gibi burada Ayverdi, camiyi tanımlarken, maddî yapısı kadar derunî yapısına da vurgu yapıyor ve onu bir insan gibi takdim ediyor. İbrahim Numan Beyefendi de konuya açıklık getirirken, “Osmanlı mimarîsinin en önemli hususiyeti, maddeyi ilâhlaştırıp zoraki bir abide yapmak yerine, -altını çizerek söylüyorum- ona canlıymış gibi yaklaşıp, yapıyı sanatkârane kemale ulaştırmasıdır” diyor. (…) Uğur Tanyeli ise 17 Mart 2001 tarihli bir yazısında: “Bu durumda cami, işlevseldir. Çünkü kendine özgü rasyonel dünya görüşü oluşturamamış olan, modern bir topluma BİLENLERİN SORUMLULUĞU Modern zamanlarda her şeyiyle kirlenmiş toplumun mimarlık okullarında ahlaki ve kültürel normlarımızı hiçe sayarcasına eğitilen talebelere ilahlık tasavvurunun uzantısı olan “yaratmaktan” bahseden üslupla eğitim verilmesi daha işin başında yanlış yolda gidildiğini göstermektedir. Tevhidi mimari şirkin üslubu ve yöntemiyle öğretilemez. İbadetin derinliğe vakıf olamayan ve onu küçümseyerek basit bir seromoni ve ritüelden öte bir şey olarak gör(e)meyen beyinlerle günümüzün Selimiyeleri’ni inşaa etmek mümkün değildir. Peygamberimiz (SAV), ”Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.” Bugünün çıkmazını zihinsel kirlenmenin esiri olmayan saf ve temiz gençlerle, kendi kültürel kodlarımızdan beslenen yeni nesil mimarlarla, yeniden inşaa edeceğimiz evler, mescitler, camiler ve en nihayetinde yaşanabilen şehirler kurarak aşmanın yollarını aramalıyız. Ümitsizliğe bizim inanç geleneğimizde yer yoktur. Zira Allah ayetinde müminlere, “…Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden umut kesmez” (Yusuf Suresi, 87) buyurmaktadır. Bu yüzden müminler böyle bir ruh haline girmekten şiddetle kaçınır. Bu konudaki ikinci yazımız burada tamamlanırken, bir sonraki yazımızda çağdaş mimarlarımızın görüşlerini aktarmaya ve yorumlamamaya devam edeceğiz. Bu yaz›da D.‹.B. Cami Projeleri ‹stiflare Toplant›s›, 10-11 Temmuz, 2006’dan yararlan›lm›flt›r. DOSYA: F‹NANSMAN KALKINMANIN VE BÜYÜMENİN YOLU; “DOĞRU PROJE, DOĞRU FİNANSMAN” KALKINMANIN VE BÜYÜMEN‹N EN ÖNEML‹ LOKOMOT‹FLER‹NDEN B‹R OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹N BÜYÜK SORUNLARINDAN B‹R‹ G‹R‹fi‹M SERMAYES‹D‹R. DO⁄RU PROJEN‹N DO⁄RU SERMAYE ‹LE BULUfiMASI G‹R‹fi‹MC‹LER‹N, ‹fi‹N BAfiINDA AfiMALARI GEREKEN B‹R PROBLEMD‹R. M‹MAR VE MÜHEND‹S DERG‹S‹ OLARAK B‹ZLER DE G‹R‹fi‹M SERMAYES‹N‹ BU SAYIMIZDA DOSYA KONUSU OLARAK ELE ALDIK. KONUYU HEM G‹R‹fi‹MC‹LER HEM DE SERMAYE SA⁄LAYANLAR AÇISINDAN DE⁄ERLEND‹RD‹K. DOSYAMIZDA G‹R‹fi‹M SERMAYES‹ ‹LE ‹LG‹L‹ G‹R‹fi‹MC‹LER, AKADEM‹SYENLER VE KONUNUN UZMANLARININ GÖRÜfiLER‹N‹ BULACAKSINIZ. 28 M‹MAR VE MÜHEND‹S MART-N‹SAN 2011 29 DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE Gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmanın doğru yolu, “DOĞRU PROJE, DOĞRU FİNANSMAN” PROJELER BELL‹ AfiAMALARDAN OLUfiUR. F‹NANSMAN DA BU AfiAMALARIN EN ÖNEML‹ KISMINI OLUfiTURUR. PROJEN‹N ‹ÇER‹⁄‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹ DE⁄‹fi‹KL‹K GÖSTEREB‹L‹R. PROJE F‹NANSMAN AfiAMASINA GELD‹⁄‹NDE HANG‹ F‹NANSMAN MODEL‹N‹N DE⁄ERLEND‹R‹LECE⁄‹ O AfiAMADA PROJEYE GÖRE ELE ALINMALIDIR. PROJEN‹N BÜYÜKLÜ⁄ÜNE, ‹fiLEV‹NE GÖRE F‹NANSMAN MODELLER‹ KULLANILMALIDIR. vrupa ülkeleri teşvik konusunda önemli mesafeler kaydetmişlerdir. Özellikle doğrudan teşvik yerine dolaylı teşvikler vererek firmaların üretimine ve AR-GE çalışmalarına katkıda bulunuyorlar. Örneğin Almanya’da alternatif enerji kullanımı ile ilgili doğrudan üreticiye değil tüketiciye teşvik veriliyor. Yani eğer tüketici evine, işyerine güneş veya rüzgar enerji sistemi kuracaksa devlet bunun yüzde 80’ini karşılıyor. Devlet bu dolaylı teşvikle hem tüketicinin alternatif enerjilere yönelmesini sağlıyor hem de üreticilere katkı sağlamış oluyor. Ülkemizde dolaylı teşvikler olmadığı için doğrudan verilen teşviklerin birçoğu istenilen başarıyı sağlamıyor. Çünkü üretici aldığı bu teşviki AR-GE veya yatırım faaliyetlerinde kullanmıyor. Bu durum da istenilen başarıyı getirmiyor. Projelerin finansmanı konusunda dolaylı teşvikler önemli bir modeldir. Bir diğer model de bankalar yoluyla finansman A 30 M‹MAR VE MÜHEND‹S sağlamaktır. Aslında bankaların kuruluş amacı büyük projelerin finansmanını sağlamaktır. Fakat son yıllarda tüketim toplumunun hızla gelişmesi proje finansmanı yerine tüketici kredileri ağırlık kazandı. Bankalar sanayicilere kredi vermek yerine daha çok tüketicilere kredi vererek riski bölerek azaltıyor. Burada büyük oranda kazanan banka oluyor. Bilinen bu klasik yöntemlerin haricinde ülkemizde devletin sağladığı önemli teşvikler var. KOSGEB, kalkınma bankası, kalkınma ajansları gibi kuruluşlarla önemli destekler sağlanıyor. Ayrıca son yıllarda ağırlık kazanan uluslar arası fon kuruluşları da ülkemizde teşvik kredisi, hibe programları gibi pek çok alanda destek sağlıyor. Son yıllarda bilinen klasik teşvik sistemlerinin yanında daha yeni modellerde ortaya konuluyor. Bu yeni modellerde ağırlık projeler üzerinden finansman sağlanmasıdır. Burada önemli eksikliklerden biri ağırlık olarak projelere destek verilmesi- dir. Aslında proje yapımına da destek sağlanmalıdır. Bazı projelerin hazırlanması bile çok büyük bir maddi gücü gerektirmektedir. Bu bağlamda başta mühendislik projeleri olarak yüksek maddi bütçeli proje üretimine de destek sağlanmalıdır. Bir de bizde olamayan fakat Amerika’nın kalkınmasında önemli yer tutmuş risk sermayesi var. Sanayi devriminin başlamasında ve etkili olmasında risk sermayesi önemli bir adım olmuştur. Proje, fikir ile finans bir sözleşme ile bir araya gelerek fikirler hayata geçirildi. Böylece sanayinin ve ülkelerin gelişimi sağlandı. Aslında Müslüman yatırımcılara da en uygun finansman sistemi de risk sermayesidir. Projeler belli aşamalardan oluşur. Finansman da bu aşamalardan en önemli kısmı oluşturur. Projenin içeriğine göre finansman modelleri değişiklik gösterebilir. Proje finansman aşamasına geldiğinde hangi finansman modelinin değerlendirileceği o aşamada projeye göre ele alın- malıdır. Proje büyüklüğüne, işlevine göre finansman modelleri kullanılır. Devlet artık eskisi gibi derme çatma projelere teşvik vermiyor. Öncelikle proje sahibi de elini taşın altına koymalıdır. Devlet projenin serüvenine göre teşviki vermektedir. Projenin belli aşamalarında devlet belirlenmiş ödemeleri yapıyor. Yani proje başlandığı anda bütçenin tümünün elde olması gerekmiyor. Ama burada şöyle bir püf nokta var. Proje sahibi, yani yatırımcı proje için belirlediği bütçenin en az yüzde yirmisi cebinde değilse projeye ne teşvik arasın ne de yatırıma başlasın. Çünkü nakit akışı sağlayacak bir yapıya sahip olmayan projelerin başarılı olması çok zordur. Ülkemizin bugün geldiği noktada girişimci ruha sahip, bir şeyler başarmış insanlar ve söylediğimiz elinde özsermayesi de varsa teşvikler sayesinde önemli başarılara imza atabilirler. Teşvik anlamında Avrupa Birliği veya Dünya Bankası’nın iki önemli temel parametresi var. Projenizle ilgili ya size kredi sağlıyor ya da projenize ortak oluyor. Projenizi iyi anlatırsanız, gelecek projeksiyonunu, karlılığını ortaya koyarsanız bu kurumlar projenize ortak olabiliyor. Proje teşvikleri sektörlere göre değerlendirilmelidir. Ülkemizin potansiyeline ve gelecekte katma değer sağlayacak sektörlerde projelere teşvik sağlanmalıdır. Burada karşımıza bir plansızlık sorunu çıkıyor. Ülke olarak hangi sektörlerde ön plana çıkabiliriz veya çıkmalıyız. Bu durumu iyi belirlemeliyiz. Her sektörde bir numara olamayız. Zaten dünyada her alanda önde olan ülke sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bu bağlamda baktığımızda iyi bir gelecek planlaması yapılarak ülkemize sınıf atlatacak sektörler belirlenmeli ve bu alanlardaki projelere teşvik verilmelidir. Örneğin bu enerji sektörü olabilir, uçak sektörü olabilir. Çünkü önümüzdeki dönemde ülkemizin önemli bir enerji ihtiyacı olacaktır. Bu ihtiyaç alternatif enerji kaynakları ile ilgili projelere destek vererek karşılanabilir. Bizde olamayan fakat Amerika’nın kalkınmasında önemli yer tutmuş risk sermayesi var. Sanayi devriminin başlamasında ve etkili olmasında risk sermayesi önemli bir adım olmuştur. Proje, fikir ile finans bir sözleşme ile bir araya gelerek fikirler hayata geçirildi. Böylece sanayinin ve ülkelerin gelişimi sağlandı. Aslında Müslüman yatırımcılara da en uygun finansman sistemi de risk sermayesidir. MART-N‹SAN 2011 31 DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹ Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün; “GİRİŞİMCİLER KALKINMANIN VE BÜYÜMENİN LOKOMOTİFİDİR” ÜLKEMİZDE SANAYİ SEKTÖRÜNÜN LOKOMOTİFİ, EKONOMİK KALKINMA VE SOSYAL GELİŞMENİN SÜRÜKLEYİCİ GÜCÜNÜN KOBİ’LER VE GİRİŞİMCİLER OLDUĞUNU BELİRTEN SANAYİ VE TİCARET BAKANI NİHAT ERGÜN, “BU HAYATİ İŞLEVLERİNİ EN İYİ ŞEKİLDE YERİNE GETİREBİLMELERİ İÇİN İHTİYAÇLARI DOĞRULTUSUNDA HER TÜRLÜ DESTEĞİ VERMEYE, GİRİŞİMCİLERE HER KONUDA REHBERLİK ETMEYE ÇALIŞIYORUZ,” DEDİ. BAKAN ERGÜN İLE KOSGEB, KOBİ VE GİRİŞİMCİLERE VERİLEN DESTEKLERİ KONUŞTUK. SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA Finansman desteği konusunda şu anda hangi projeler devam etmekte ve bu projelerdeki hedefleriniz nelerdir? Bu projeler ile ne kadar yatırımcıya ne kadar destek sağlandı? Bakanlığımız KOBİ’lerin finansman sıkıntılarını çözmek amacıyla ilgili bankalar ile imzaladığı protokoller kapsamında kredi faiz destek programları yürütmeye başladı. Bu kapsamda, 22 Kasım 2010 tarihinde Ölçek Endeksli Büyüme Destek Kredisi Programı ve KOBİ İhracat Finansman Destek Kredisi Programı protokollerini imzaladık. 23 Kasım 2010 tarihi itibariyle de protokole taraf olan bankalar üzerinden başvuruları on-line olarak kabul etmeye başladık. Özellikle Ölçek Endeksli Büyüme Destek Kredisi Programı’na 2 iş günü içerisinde öngörülen kredi hacminin iki katına yakın talep geldi. İhracat yapan KOBİ'ler için hazırlanan KOBİ İhracat Finansman Destek Kredisi Programı da geçmiş yıllarda yapılan başvuruların oldukça üzerinde talep almış ve öngörülen kredi hacmi 30 Kasım 2010 tarihinde dolmuştur. Hali hazırda onay işlemleri devam eden her iki kredi programında da sistem sağlıklı bir şekilde yürümeye devam ediyor. Bununla birlikte, 2011 yılında söz konusu kredi desteğinden yararlanamayan işletmeler için ayrı bir Kredi Destek Programını planlıyoruz. 32 M‹MAR VE MÜHEND‹S Ayrıca, KOSGEB destek ve kredilerinden daha fazla işletmeye kefalet verilmesini sağlamak için, Kredi Garanti Fonu’nun (KGF) sermayesini artırdık. KGF şube sayısını 2011 yılı Mart ayı itibariyle 26’ya çıkardık. 2007 yılında KGF tarafından onaylanan kredi kefalet tutarı 52 Milyon TL iken, 2008 yılında bu rakam 285 Milyon TL olarak gerçekleşti. 2009 yılında 565 Milyon TL, 2010 yılında ise Hazine desteği ile birlikte yaklaşık 939 Milyon TL olarak gerçekleşti. Ülkemizde girişim sermayesi sisteminin geliştirilmesi amacıyla 2007 yılında Avrupa Yatırım Fonu, KOSGEB ve TTGV öncülüğünde kurulan İstanbul Risk Sermayesi Şirketi (IVCI) kuruldu. IVCI, 2009 yılında teknoloji, medya ve telekomünikasyon sektörlerinde faaliyet gösteren büyüme potansiyeline sahip KOBİ’lere yatırım yapacak olan bir girişim sermayesi fonuna 6 Milyon avro tutarında fon sağlamak üzere anlaşma yaptı. Yine aynı yıl, Türkiye’deki KOBİ’lere yatırım yapacak olan Eurasia Capital Partners (ECP) girişim sermayesi fonuna 60 Milyon avro tutarında yatırım yapmak üzere anlaşma yapıldı. Bunlara ek olarak, AB Katılım Öncesi Mali Yatırım Aracı (IPA Instrument for Pre-Accession Assistance) kapsamında Gelişen 43 Girişim Sermayesi Fonu kurulmasıyla ilgili çalışmalara devam ediyoruz. Yeni KOSGEB’in eski dönemle en önemli farkları nelerdir? Ülkemizin gelişmesinin en önemli ayaklarından birinin KOBİ’ler olduğunu düşünürsek KOSGEB’in gelecek vizyonunu nasıl çizersiniz? Bakanlığımızın ilgili kuruluşu olan KOSGEB, 1990 yılında ülkemizin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarının karşılanmasında, KOBİ’lerin payını ve etkinliğini artırmak, rekabet güçlerini yükseltmek, sanayide entegrasyonu ekonomik gelişmelere uygun biçimde gerçekleştirmek amacıyla kuruldu. KOSGEB, KOBİ’lere hizmet ve destek vermek üzere özel yasaya sahip tek kamu kuruluşudur. 2009 yılına kadar imalat sanayi işletmelerine yönelik destek ve hizmetler sunan KOSGEB’in Kuruluş Kanununu değiştirerek hedef kitlesini hizmet ve ticaret sektörlerindeki KOBİ’leri de kapsayacak şekilde genişlettik. Yapılan kanun değişikliği, en az KOSGEB’in kuruluşu kadar önemlidir. Ayrıca, hangi sektörlerdeki KOBİ’lerin öncelikle destekleneceği, desteklenecek işletmelerin bölgesel dağılımının nasıl olacağını belirleme yetkisi Bakanlar Kurulu’na verildi. Bakanlar Kurulu KOSGEB’in öncelikli hedef kitlesi olarak; madencilik ve taş ocakçılığı, imalat, elektrik, gaz, buhar ve iklimlendirme üretimi ve dağıtımı, su temini; kanalizasyon, atık yönetimi ve iyileştirme faaliyetleri, inşaat, toptan ve perakende ti- Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin yönetim becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini geliştirmeyi, bilgi ve teknolojiye erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Bunun yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına ortak çözümler üretmelerini sağlayacak işbirliği zeminlerini hazırlamayı, çevre ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı, etkin kaynak kullanımına yönlendirmeyi hedefliyoruz. caret, ulaştırma ve depolama, konaklama ve yiyecek hizmeti faaliyetleri, bilgi ve iletişim, mesleki, bilimsel ve teknik faaliyetler, idari ve destek hizmet faaliyetleri, kültür, sanat, eğlence, dinlence ve spor ile diğer bazı hizmet alanlarında faaliyet gösteren KOBİ’leri belirledi. KOSGEB, ülkemizde sanayi sektörünün lokomotifi, ekonomik kalkınma ve sosyal gelişmenin sürükleyici gücü olan KOBİ’lerimize, bu hayati işlevlerini en iyi şekilde yerine getirebilmeleri için ihtiyaçları doğrultusunda her türlü desteği vermeye, girişimcilere her konuda rehberlik etmeye çalışıyor. KOSGEB hedef kitlesinin genişlemesinin ardından, KOSGEB tarafından KOBİ’lere sağlanan desteklerin sektörel ve bölgesel farklılıklar gözetilerek sonuç odaklı ve da- ha fazla etki oluşturacak şekilde program ve proje esaslı olarak kullandırılması için gerekli mevzuat çalışmaları tamamlandı. Bu yeni destek mevzuatı ile desteklere erişim artık daha yalın ve daha az bürokrasi içeren bir süreçle sağlanacak. Yeni Yönetmelik kapsamına; KOBİ Proje Destek Programı, Tematik Proje Destek Programı, İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı, Ar-Ge, inovasyon ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı, Girişimcilik Destek Programı, Genel Destek Programı alındı. Yeni destek programları ile KOBİ’lerimizin yönetim becerilerini ve kurumsal yetkinliklerini geliştirmeyi, bilgi ve teknolojiye erişimlerini kolaylaştırmayı amaçlıyoruz. Bunun yanı sıra, KOBİ’lerin ortak sorunlarına ortak çözümler üretmelerini sağlaya- cak işbirliği zeminlerini hazırlamayı, çevre ve insan sağlığına duyarlılıklarını arttırmayı, etkin kaynak kullanımına yönlendirmeyi hedefliyoruz. Bütün bunları yaparken, hem sektör hem de bölge özelinde spesifik müdahalelerle işin daha etkili bir şekilde sonuçlanmasını ve KOBİ’lerimizin bundan daha fazla fayda sağlaması için çalışıyoruz. Proje destekleri ile amaç ve hedefler doğrultusunda yürütülecek faaliyet adımlarını ve başarı ölçütlerini tanımlayabilen rekabetçi ve büyüme potansiyeline sahip KOBİ’lere daha nitelikli desteklere erişme imkânı sunmaya başladık. Örneğin, KOBİ Proje ve Tematik Proje Destek Programları, bölge ve sektör özelinde stratejiler geliştirilmesine ve uygulanmasına imkân tanımakta; ayrıca daha az kaynak kullanılarak daha fazla etki oluşturacak bir destek mekanizmasını tesis ediyor. Tematik Proje Destek Programı ile ayrıca, KOBİ’lerin geliştirilmesine ilişkin proje üreten meslek kuruluşlarına, projelerini hayata geçirme konusunda destek sağlıyoruz. İşbirliği - Güçbirliği Destek Programı ile KOBİ'lerin işbirliği-güçbirliği anlayışıyla bir araya gelerek; ortak tedarik, ortak taMART-N‹SAN 2011 33 DOSYA: F‹NANSMAN sarım, ortak pazarlama, ortak laboratuar, ortak makine-teçhizat kullanımı gibi konularda hazırlayacakları projeleri destekleyeceğiz. Bunların yanı sıra, KOBİ’lerin Ar-Ge ve İnovasyon Destek Programı kapsamında, proje ya da doktora çalışması sonucu ortaya çıkan veya patenti alınmış yeni ürün veya hizmetin ticarileştirilmesine yönelik projelerini destekliyoruz. Bu destekler, KOSGEB tarafından üniversitelerle işbirliği içinde veriliyor. Ar-Ge projeleri için 200 bin TL’si geri ödemeli toplam 532 bin TL destek (üst limit), endüstriyel uygulama projeleri için 200 bin TL’si geri ödemeli 468 bin TL (üst limit) destek veriyoruz. Girişimcilik Destek Programı ile KOSGEB tarafından düzenlenen ücretsiz uygulamalı girişimcilik eğitimlerden mezun olanlara Yeni Girişimci Desteği veriyoruz. Bu program ile işini kurmak isteyen girişimci adaylarının planlı bir şekilde, sağlıklı öngörü ve tahminler ile kendi işyerlerini kurmalarını sağlamayı amaçlıyoruz. Bu programı kapsamında, başvuru tarihi itibariyle son iki yıl içinde kurulan işletmelere; işletme kuruluş ve danışmanlık giderleri için 5 binTL, kuruluş dönemi makine, teçhizat ve ofis donanımı giderleri için 10 bin TL, iki yıl boyunca işletme giderleri için 12 bin TL ve yine 2 yıl içinde satın alınacak makine ve teçhizat için geri ödemeli olarak 70 bin TL tutarında destek veriyoruz. Bu program ile ayrıca, yeni İŞGEM’lerin kurulması konusunda ilk kez AB ve Dünya Bankası finansmanı dışında bir ulusal İŞGEM finansman mekanizması tesis etmiş oluyoruz. 2010 yılında; KOSGEB Destek Programları kapsamında 51 bin 315 işletmeye 185 milyon 653 bin 645 TL tutarında destek sağladık. KOSGEB Kredi Faiz Destekleri kapsamında da 1 milyar 912 milyon 626 bin 776 TL’lik kredi hacmi oluşturduk. KOSGEB’in, ülkemizdeki KOBİ’lerin küresel pazarda söz sahibi olmasını sağlayacak KOBİ ve girişimcilik politikalarının belirlenmesinde etkin bir rol üstlenmesi ve bu vizyon ile faaliyetlerini şekillendirmesi gerekir. Ülkemizin dünya ekonomisinde söz sahibi olabilmesi için KOSGEB’in KOBİ’lere sunduğu nitelikli hizmet ve destekleri artırmayı planlıyoruz. Bu çalışmalar ile KOSGEB’in, kısa vadede Türkiye ekonomisinin, uzun vadede dünya ekonomisinin gelişmesine destek olacak KOBİ ve girişimcilik politikalarını belirleyen bir kuruluş niteliğine bürünmesini sağlayacağına inanıyorum. 34 M‹MAR VE MÜHEND‹S Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları birbiriyle doğru orantılıdır. Bir ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış pazarlara açılma yeteneği, teknik personelin yeterlilik düzeyi Ar-Ge harcamalarını etkiliyor. Proje finansmanı konusunda ülkemizdeki modelleri gelişmiş ülkeler ile kıyasladığımızda yeterli görüyor musunuz? Ülkemizi gelişmiş ülkeler seviyesine çıkaracak projelere yeterli finansman sağlanıyor mu? Ülkemizde Ar-Ge çalışmalarına yönelik bütçe ilk defa Ak Parti hükümeti ile sağlandı. Bugün bütçeden ayrılan payın yeterli olduğunu söylemek mümkün olmasa da bu payın sürekli arttığını görüyoruz. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından açıklanan 2009 yılı Ar-Ge Faaliyetleri Anketi sonuçlarına göre, yıllar itibariyle Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarında düzenli bir artış görüyoruz. 2009 verilerine göre Türkiye’de yaklaşık 8,5 milyar TL.’lik Ar-Ge harcaması yapıldı. Bu rakam 2000 yılındaki değerin yaklaşık 3 katıdır. Son yıllarda tüm sektörlerde Ar-Ge harcamalarında artış gözlemlense de özel sektörde 2004 yılından sonraki artış özellikle dikkat çekiyor. Yüksek Öğretim Sektörü Ar-Ge harcamaları 2004 yılında 2.428 milyon TL iken 2009 yılında 4.027 milyon TL’ye çıktı. Kamu sektörü Ar-Ge harcamaları ise, 2004 yılında 285 milyon TL iken 2009 yılında 1.067 milyon TL’ye ulaştı. Ülkelerin gelişmişlik düzeyi ile Ar-Ge çalışmaları birbiriyle doğru orantılıdır. Bir ülkenin bilim ve teknoloji alt yapısı, dış pazarlara açılma yeteneği, teknik personelin yeterlilik düzeyi Ar-Ge harcamalarını etkiliyor. Yapılan incelemeler Ar-Ge harcamalarının özellikle gelişmiş AB ülkelerinde yüksek düzeyde olduğunu gösteriyor. Bunun en önemli nedeni AB ülkelerinin Ar-Ge’nin önemini zamanında fark ederek Ar-Ge harcamalarına koydukları teşvik politikalarıdır. Ancak ülkemizde, Ar-Ge harcamalarının GSYİH içindeki payı, Ar-Ge harcamaları içinde özel sektör payı ve toplam işgücü içerisinde Ar-Ge personeli sayısı düşük olduğundan Ar-Ge’ye yapılan harcamalar AB ülkelerine göre çok düşük seviyede. Özellikle 2000’li yıllardan sonra Ar-Ge harcamaları 3 kat artmış da olsa, AB ülkeleri ile kıyaslandığında ortalamanın altında kalıyoruz. Kamu kesiminin kısıtlı bütçe olanakları ile Ar-Ge harcamalarının artması mümkün olamayacağı için birçok AB ülkesinde Ar-Ge faaliyetlerine uygulanan teşviklerin ülkemizde de uygulamaya başladık.“5746 Sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun” ile getirilen Ar-Ge indirimi, vergi istisnası, Ar-Ge faaliyetlerine ait giderlerin gayri safi gelirden gider olarak indirilmesi gibi destek ve teşviklerin hem sayı hem de kapsam olarak artırılmasını sağladık. Bu sayede ülkemizde de Ar-Ge yatırımlarının artmasına katkı sağlandığını düşünüyorum. KOSGEB tarafın- sağlanmış oldu. Bu programda, desteklenecek projelere Kurul tarafından karar veriliyor. Bu kapsamda, proje ile ilişkilendirilmiş makine-teçhizat, hammadde ve malzemeye ilişkin de KOSGEB destek tutarının yüzde 10’una kadar destek sağlıyoruz. Bunun dışında yine proje kapsamında yazılım desteği de sağlıyoruz. dan başlatılan Ar-Ge, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama Destek Programı ile bilim ve teknolojiye dayalı yeni fikir ve buluşlara sahip KOBİ ve girişimcilere toplamda 1 milyon TL’ye yakın geri ödemeli ve geri ödemesiz destek sağlıyoruz. Bu destek ile KOBİ’lerimizin dünyayla rekabet edebilen, Ar-Ge’sini kendi yapabilen, yenilikçi, katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretebilen işletmelere dönüşmesini hedefliyoruz. Ar-Ge Kanunu’na ilişkin Uygulama Yönetmeliği’nin 31 Temmuz 2008 tarihinde yayımlanmasının ardından, Ar-Ge Merkezi başvuru sayısı 106’ya, Ar-Ge Merkezi Belgesi verilen işletme sayısı 87’ye, Ar-Ge Merkezlerinde çalışan Ar-Ge personeli sayısı 13 bine, belge alan işletmelerin 2008-2010 yılları arasında gerçekleşen Ar-Ge harcamaları ise 3 milyar 740 milyon lira liraya ulaştı. Bakanlığımızca kuruluşu onaylanan bu Ar-Ge Merkezleri, Ar-Ge personeli istihdamını önemli ölçüde artırdı. Ayrıca ülkemizin GSYİH’e Ar-Ge’ye ayrılan payın ciddi şekilde artmasını ve bu pay içerisindeki özel sektör oranının yüzde 50’nin üzerine çıkmasını sağladı. Bunların dışında, KOSGEB tarafından sağlanan KOBİ Proje Destek Programı’yla işletmelerin; üretim, yönetim ve organizasyon, pazarlama, dış ticaret, insan kaynakları, mali işler ve finans, bilgi yönetimi gibi alanlarda sunacakları projeleri desteklemeye başladık. Bu şekilde, işletmelere özgü sorunların yine işletmeler tarafından projelendirildiği ve projelendirilen maliyetlerin desteklenebildiği bir program Dünya ile rekabet edebilecek sektörlerin ve projelerin oluşması için hangi finansm a n m o d e l l e ri n e a ğ ı r l ı k v e r i l m e l i d i r ? Doğru projenin doğru finansman ile buluşması noktasında KOBİ ve yatırımcılar nelere dikkat etmelidirler? Dünya ile rekabet edebilmemizin, büyümede sürdürebilirliği sağlayabilmemizin yolu yeni iş alanları oluşturabilme ve yüksek katma değerli ürünler üretebilmemizden geçiyor. Küreselleşen dünyamızda yoğun rekabet ile fiyat ve maliyet baskısı, firmaları rekabetçi avantaj sağlama yollarını araştırmak zorunda bırakıyor. Bu noktada maliyet düşürücü çalışmaların yapılması ve piyasaya yenilikçi mal ve hizmetlerin sunulması gerekiyor. Bu koşullarda, firmaların değer yaratması, kendini farklılaştırması, markalaşarak tüketici güvenini ve sadakatini sağlaması gerekiyor. Ayrıca marka oluşturması; pazarların globalleşmesi, endüstri yapılarının değişmesi, bilgi devrimi, müşteri beklentilerinin yükselmesi gibi değişen dünya koşulları da zorunlu kılıyor. Bu nedenle, yenilik odaklı organizasyon veya faaliyet yapılanması ile yeniliğin ve sınai mülkiyet haklarının tescili her zamankinden daha fazla önem taşıyor. KOSGEB’in de katkı sağladığı Gelişen İşletmeler Piyasası’nın (GİP A.Ş.’nin) 2005 yılında kurulması ile KOBİ’lerin finansmana erişimi konusunda önemli bir adım atıldı. 2008 yılı içerisinde ise GİP A.Ş’nin İMKB bünyesi altında faaliyetlerine devam etmesi kararı alındı. Bu çerçevede hazırlanan İMKB GİP Yönetmeliği yürürlüğe girmiştir. Sermaye piyasalarında yer alan işletmeler, kurumsallaşma sürecinde önemli bir adım atmış olmaktadır. Yabancı yatırımcılar da ülkemize geldiklerinde kaynaklarını öncelikle Sermaye Piyasası Kurulu’nun denetiminde bulunan ve bu nedenle daha çok güven duydukları şirketlere yönlendirmektedir. GİP bilhassa KOBİ’lere bu alanda önemli katkılar sağlayacak, yerli ve yabancı ortaklıklar bakımından cazip hale gelmelerini sağlayacak ve şirketlerin dinamizmini artıracaktır. Gelişen işletmelerimizin borsaya açılmaları onlara ayrıca, kurumsallaşma başta olmak üzere finansal ve yönetsel açılardan da avantajlar getirecektir. Bu minvalde; GİP’in özellikle reel ekonominin belkemiği olarak gördüğümüz KOBİ'lerimiz için çok önemli ve heyecan verici bir gelişme olduğunu düşünüyoruz. İMKB ve SPK tarafından gerçekleştirilen detaylı çalışmalar ile gözden geçirilen ve sadeleştirilen mevzuat ve gelişen işletmeler için oluşturulan alternatif yapı KOBİ’lerimizin finansman ihtiyaçlarının hisse senedi arzı yolu ile karşılanabilmesini kolaylaştırmıştır. Bu sayede KOBİ'lerimiz için uzun vadeli ve düşük maliyetli finansman kaynağının hisse senedi ihracı ile elde edilebilmesinin yolu açılmıştır. KOBİ’lerin, girişimcilerin proje finans manlarından yararlanma vizyonlarını yeterli görüyor musunuz? Özellikle KOBİ’ler ve girişimcilerin proje finansmanlarından ve hibelerden doğru bir şekilde yararlanmaları için neler yapıyorsunuz? Karların minimize edildiği, rekabetin aşılması zor bir duvar olduğu günümüzde KOBİ’ler için proje üretmek her zaman büyük önem taşımaktadır. Zorlu rekabet ortamında ayakta kalabilmek ve rekabet gücünü artırabilmek için KOBİ’lerimizin proje hazırlamayı özümsemeleri ve bu konuda gerekli birikimi kazanmaları gerekiyor. Ülkemizdeki KOBİ’lerin proje finansmanlarından ve hibelerden doğru bir şekilde yararlanmaları, Avrupa Birliği ve diğer dış finansman kaynakları konularında bilgi edinmeleri için danışmanlık desteği sağlıyoruz. Ayrıca, KOSGEB’in kaynak sağladığı İşbirliği-Güçbirliği projeleri, ArGe, İnovasyon ve Endüstriyel Uygulama projeleri, Tematik projeler ve KOBİ projeleri konularında internet sitemiz, KOBİ’lerin katıldığı toplantı ve seminerler ve basın kanalıyla bilgilendirmeler de bulunuyoruz. Yine Bakanlığımızca koordinasyonu yapılan Avrupa Birliği Rekabet Edebilirlik ve Yenilik Programı (CIP) alt bileşeni olan Girişimcilik ve Yenilik Programı (EIP) kapsamında KOSGEB’in liderliğinde Avrupa İşletmeler Ağı Merkezleri’ni kurduk. Bu merkezler daha önce kurulan Avrupa Bilgi Merkezleri ve Yenilik Aktarım Merkezleri’nin yerini aldı. Ülkemizde 7 bölgede kurulan Avrupa İşletmeler Ağı Merkezleri ile KOBİ’lere, işletmeler arası işbirliği sağlanması ve uluslararası piyasalara açılma, yenilik, teknoloji ve bilgi transferi hizmetleri sunmaya başladık. MART-N‹SAN 2011 35 DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE TÜBİTAK EKONOMİK VE SOSYAL HAYATLA BÜTÜNLEŞİYOR KURULDUĞU İLK YILLARDA TEMEL GÖREVİ DOĞA BİLİMLERİNDE ARAŞTIRMALARI DESTEKLEMEK OLAN TÜBİTAK BUGÜN EKONOMİK VE SOSYAL HAYATIN KALİTESİNİN ARTMASI İÇİN HER ALANDA ARAŞTIRMALARA VE PROJELERE ÖNEMLİ DESTEKLER SAĞLIYOR. TÜBİTAK ARTIK YAŞAM KALİTESİNİN ÇAĞDAŞ UYGARLIK SEVİYESİNE ULAŞMASINI SAĞLAMAYA ÇALIŞAN ULUSLAR ARASI ETKİNLİĞE VE YETKİNLİĞE SAHİP BİR KURULUŞTUR. Prof. Dr. Mehmet Arif ADLI TÜB‹TAK Baflkan Yard›mc›s› 36 M‹MAR VE MÜHEND‹S ilindiği üzere TÜBİTAK, 1963 yılında Türkiye’de planlı ekonomi döneminin başlangıcında kurulmuştur. Kuruluş aşamasında en temel görevleri, özellikle doğa bilimlerinde temel ve uygulamalı akademik araştırmaları desteklemek ve genç araştırmacıları teşvik etmek iken bugün TÜBİTAK, “bilim, teknoloji ve yenilik yoluyla, paylaşımcı, yönlendirici ve katılımcı yaklaşımlarla, toplumumuzun ekonomik, sosyal ve çevresel yaşam kalitesinin çağdaş uygarlık düzeyine kavuşmasına hizmet eden, alanında uluslararası etkinliğe sahip bir kurum olmak” vizyonu ile sanayi, kamu ve akademiye, başka bir deyişle Türkiye’de bilimsel ve teknolojik geliştirme faaliyetleri yapmak isteyen aktörlere mali destek sağlayarak, bir yandan hükümetimize bilim, teknoloji ve yenilikçilik politikalarını oluşturmada yardımcı olurken, bir yandan da destekleriyle bu politikaları yürütmede rol alacak aktörlere araştırma altyapısı sağlamaya çalışmaktadır. Ayrıca, herbiri dünyanın önemli bilim ve teknoloji merkezleri arasında sayılan araştırma enstitüleri, ülkemizin küresel rekabet gücünün artırılmasına gerçekleştirdikleri araştırma, geliştirme ve yenilikçilik faaliyetleriyle katkıda bulunmaktadır. Şu an araştırma-geliştirme ve teknoloji üretme alanında yedi Ar-Ge ve üç Ar-Ge Kolaylık Birimimiz faaliyet göstermektedir, enstitülerimizin faaliyet alanlarına web sayfamız üzerinden ulaşmak mümkündür (www.tubitak.gov.tr). Bu faaliyetlerin yanı sıra, toplumun her kesiminde bilim, teknoloji ve yeniliğe dair farkındalığı artırmak üzere TÜBİTAK tarafından kitaplar ve dergiler yayınlamakta; bilim insanlarının yurt içi ve yurt dışı aka- B demik faaliyetleri burs ve ödüller ile desteklenmekte ve özendirilmektedir. TÜRK‹YE’N‹N AR-GE VE YEN‹L‹K PERFORMANSINDA ÖNE ÇIKAN GEL‹fiMELER 2004 yılında başlatılan Ulusal Bilim, Teknoloji ve Yenilik Atılımı kapsamında ülkemizde Ar-Ge faaliyetlerinde tüm dünyada dikkat çeken önemli bir mesafe kat edilmiştir. Alınan mesafe bilim, teknoloji ve yenilik göstergelerine şu şekilde yansımıştır: Ar-Ge Harcamaları yaklaşık 3 katına çıkarak; 2003 yılında 3,1 milyar TL (2010 sabit fiyatlarıyla) olan ArGe harcamaları, 2009 yılında 8,5 milyar TL’ye ulaşmıştır. GSYİH’den Ar-Ge’ye ayrılan pay önemli ölçüde arttırılarak 2003’te binde 4,8 olan bu oran, 2009’da binde 8,5’e yükselmiştir. Başka bir önemli gelişme özel sektörün Ar-Ge harcamalarının önemli ölçüde artmasıdır, bu kapsamda özel sektörümüzün Ar-Ge ve yenilik harcamaları 2009 yılında 3,4 milyar TL’ye ulaşmıştır. 2003-2008 döneminde en çok Ar-Ge yapan ülkeler arasında, Türk Özel Sektörü Ar-Ge harcamalarının payını en hızlı artıran ülkeler arasında birinci sıradadır. Ayrıca araştırmacılarımızın sayısında da çok önemli oranda artış olmuştur. Tam-zaman-eşdeğer (TZE) Ar-Ge personeli sayısı 2003 yılında 38 bin iken, 2009 yılında yaklaşık iki katına çıkarak 74 bine ulaşmıştır. Ar-Ge personeli sayısı konusundaki önemli gelişmelerden biri özel sektörün bu alanda yaptığı atılım olmuştur. 2009 yılında ilk defa, özel sektördeki Tam Zaman Eşdeğer Ar-Ge personel sayısının payı yüzde 43’e ulaşarak diğer sektörleri geçmiştir. Bu gelişmeler, özel sektörün Ar-Ge’ye giderek daha fazla önem verdiğinin bir göstergesidir. Bilimsel yayın sayısında da önemli bir artış olmuş, 2003’te 12 bin civarında olan, uluslararası indexlerce taranan dergilerdeki bilimsel yayın sayısı 2009’da 25 bini aşmıştır. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra 2000’lerin başında Türkiye açısından en çok mesafe kat edilmesi gereken alan olan yerli patent başvuruları 2003-2009 döneminde beş katı aşmıştır. Uluslararası Patent İşbirliği Anlaşması (PCT) kapsamında Türkiye’den yapılan başvuruların sayısı da aynı dönemde 3,5 katına çıkmıştır. TÜB‹TAK DESTEKLER‹ TÜBİTAK’ın sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarına sağladığı hibe destek mekanizmalarından daha detaylı bahsedecek olursak; destekleri, destek verilen aktörlere göre sanayiye yönelik destekler; kamu ve üniversitelere yönelik destekler ile bilim insanlarına sağlanan destekler şeklinde sınıflandırabiliriz. Akademik Ar-Ge Destekleri TÜBİTAK’ın akademi ve kamuya yönelik fon sağlama görevi, Araştırma Destek Programları Başkanlığı (ARDEB) tarafından 8 adet destek programı ve patent desteklerinin sağlandığı Patent Başvurusu Teşvik ve Destekleme Programı aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. TÜBİTAK-ARDEB destek programlarını çevre, atmosfer, yer ve deniz bilimlerinden sağlık bilimlerine; temel bilimlerden savunma ve güvenlik teknolojileri ve sosyal ve beşeri bilimlere kadar geniş bir çerçevede yer alan 10 araştırma destek grubu vasıtasıyla yürütmektedir. TÜBİTAK-ARDEB kapsamında verilen destekleri yıllar bazında incelediğimizde, TÜBİTAK destekli akademik ve kamu kurumları Ar-Ge projelerine, 20052010 arasında, 2000-2004 arası verilen desteğin yaklaşık 32 katından fazla destek verildiği görülmektedir. TÜBİTAK’ın kuruluşundan itibaren 41 yılda (1964-2004) önerilen 17.702 projenin 7.330’u 169 Milyon TL ile (2010 sabit fiyatlarıyla) desteklenirken; 2005-2010 yılları arasındaki 6 yılda bu programlar kapsamında toplam 28.379 proje önerildiği ve 7.488 proje desteklendiği görülmektedir. Desteklenen projelerin toplam destek bütçesi ise 1.983 Milyon TL’dir (2010 sabit fiyatlarıyla). TÜBİTAK akademik Ar-Ge destekleri kapsamında; makina, kimya, malzeme, inşaat, endüstri, tekstil ve maden mühendisliği ile mimarlık alanlarındaki bilgi ve teknolojinin üretilerek, sonuçların hizmet ve/veya ürüne dönüştürülmesi yoluyla topluma kazandırılması kapsamındaki projeler, TÜBİTAK-ARDEB çatısı altındaki araştırma destek gruplarından biri olan Mühendislik Araştırma Destek Grubu’nda (MAG) değerlendirilmekte ve izlenmektedir. MAG kapsamında verilen desteklere baktığımızda; 2010 sonu itibarıyla yaklaşık 500 projenin yürürlükte olduğunu görmekteyiz. 2005-2010 yıllarında MAG’a yapılan toplam başvuru sayısı, 2000-2004 yıllarında 939 olan toplam başvuru sayısının yaklaşık 5 katı olarak gerçekleşerek 4443’e yükselmiş; 2000-2004 yıllarında toplam 349 adet proje 2010 yılı sabit fiyatlarıyla 13 TÜBİTAK’ın sanayi, üniversite ve kamu kuruluşlarına sağladığı hibe destek mekanizmalarından daha detaylı bahsedecek olursak; destekleri, destek verilen aktörlere göre sanayiye yönelik destekler; kamu ve üniversitelere yönelik destekler ile bilim insanlarına sağlanan destekler şeklinde sınıflandırabiliriz. MART-N‹SAN 2011 37 DOSYA: F‹NANSMAN Akademik Ar-Ge destekleri TÜBİTAK-ARDEB vasıtasıyla yürütülürken, ülkemiz özel sektör kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini proje esaslı destekleme görevi ise TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. 38 M‹MAR VE MÜHEND‹S Milyon TL bütçe ile desteklenirken, 2005-2010 yıllarında toplam 1323 adet proje 183 Milyon TL bütçe ile desteklenmiştir. Bu projelerin araştırma alanlarına göre dağılımına bakıldığında ise yürürlükteki projelerin yüzde 28’inin makine, yüzde 22’sinin kimya ve yüzde 19’nun malzeme alanlarında gerçekleştirildiği görülmektedir. TÜBİTAK-ARDEB tarafından yürütülen programlarda başvuru ve destek sürecinin işleyişine bakacak olursak; 2005 yılından itibaren proje önerileri, proje konularında uzman bilim insanlarının panelist olarak davet edildiği panellerde (1) özgün değer, (2) yaygın etki ve (3) yapılabilirlik kriterleri açısından değerlendirilmektedir. Son başvuru tarihinden itibaren yaklaşık 4 ay olan proje değerlendirme sürecinde, proje önerileri bilimsel değerlendirmeye alınmadan önce TÜBİTAK-ARDEB tarafından ön incelemeden geçirilmekte, belirtilen kriterlere ve formata uygun olan projeler panel sürecinde değerlendirilmek üzere ilgili Araştırma Gruplarına iletilmektedir. Gruplara iletilen proje önerileri panel öncesi ön değerlendirmeye tabi tutulmakta ve Grup Yürütme Komitesi onayı ile panele girecek projeler belirlenmektedir. Panel değerlendirmesine alınması uygun bulunmayan proje önerileri ise, gerekçeleri ile beraber başvuru sahiplerine iade edilmek üzere TÜBİTAK-ARDEB’e iletilirken, desteklenmesine karar verilen projeler TÜBİTAK web sayfasında ilan edilmektedir. Özel Sektör Ar-Ge Destekleri Akademik Ar-Ge destekleri TÜBİTAK-ARDEB vasıtasıyla yürütülürken, ülkemiz özel sektör kuruluşlarının araştırma-teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerini proje esaslı destekleme görevi ise TÜBİTAK Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı (TEYDEB) aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Özel sektöre yönelik yürütülen Ar-Ge destek programlarına teknoloji geliştirme ve yenilikçiliğe yönelik ArGe faaliyetleri için yapılan proje başvurularında proje hedefleri olarak; yeni ürün geliştirilmesi, ürün kalitesi veya standardının yükseltilmesi, maliyet düşürücü ve standart yükseltici yeni tekniklerin geliştirilmesi ve yeni üretim teknolojilerinin geliştirilmesi beklenmektedir. TÜBİTAK-TEYDEB tarafından yürütülmekte olan destek programlarına yapılan başvurular son yıllarda artan bir eğilim sergilemektedir. Bu artış, özel sektördeki farkındalığa işaret etmektedir. Özellikle, 2008’den itibaren proje başvurularının elektronik ortamda kabul edilerek değerlendirilmesi, daha fazla firmanın Ar-Ge desteğine başvurmasına imkan sağlamıştır. 1995-2010 yılları arasında özel sektöre yönelik destek programları verilerine baktığımızda; 11 bin 916 proje başvurusu alındığı ve 7 bin 345 projenin 2,01 milyar TL ile desteklenmesiyle 3,46 milyar TL’lik Ar-Ge hacmi oluşturulduğu (2010 yılı sabit fiyatlarıyla) görülmektedir. 2010 yılında 2004 yılına gö- lama üzerinden online olarak yapılmaktadır. İnternet üzerinden TÜBİTAK’a iletilen proje önerileri, ön değerlendirme sonrasında elektronik ortamda hakemlere gönderilmektedir. Hakemler, ArGe faaliyetinin yapılacağı firmayı ziyaret ederek, başvuruda bulunan firma ile projeye ilişkin görüşmekte ve değerlendirme raporlarını internet üzerinden doldurarak TÜBİTAK’a iletmektedir. Proje önerisi, ilgili Teknoloji Grubu Komite toplantısında hakem görüşleri de dikkate alınarak görüşülmekte ve son karar oluşturulmaktadır. Proje önerilerinin değerlendirilmesinde OECD tarafından hazırlanmış olan Oslo ve Frascati Kılavuzlarındaki tanımlar ve kavramlar esas alınmaktadır. Bilim İnsanı Destekleri TÜBİTAK bünyesinde yer alan bir diğer kritik birim de ülkemizin bilim ve teknoloji alanında gelişmesinde en önemli rolü oynayan insan gücünün yetiştirilmesini destekleyen Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı’dır (BİDEB). TÜBİTAK-BİDEB tarafından, bilim ve teknoloji üretebilen, ürettiği bilim ve teknolojiyi toplumsal ve ekonomik faydaya dönüştürebilen bir Türkiye'nin yaratılması için vazgeçilmez bir öneme sahip olan bilim insanlarının sayı ve niteliğinin artmasına yardımcı olmak amacıyla; ödüller verilmekte öğrenim ve öğrenim sonrasında üstün başarısıyla kendini gösteren gençleri izleyerek onların yetişme ve gelişmelerine yardım edilmesi amacıyla burslar verilmekte, yarışmalar düzenlenmektedir. TÜBİTAK-BİDEB bilim insanı destekleri kapsamında desteklenen toplam kişi sayısı 2010 yılında 2003 yılının 12 katına çıkarak 18.841’e ulaşırken; 2010 yılında bilim insanlarına verilen destek tutarı ise 2003 yılının 20 katına çıkarak 61,55 Milyon TL olarak gerçekleşmiştir. re TÜBİTAK-TEYDEB destek programlarına yapılan proje başvuru sayısı 3,5; başvuru yapan firma sayısı yaklaşık 4 ve ilk kez proje başvurusunda bulunan yeni firma sayısı ise 3,2 kat artmıştır. Destek verilerine baktığımızda ise; 2004 yılına kıyasla, 2010 yılında desteklenmeye değer görülen proje sayısı 3 kat artmış; destek tutar miktarı ise yaklaşık 4 kat artarak 288,3 milyon TL (2010 sabit fiyatlarıyla) olmuştur. 2010 yılı içerisinde firmaların desteklenen projelerinin Ar-Ge faaliyetleri çerçevesinde sundukları toplam harcama tutarı 612,2 milyon TL olup 465,2 milyon TL’lik bölümü TÜBİTAK tarafından uygun bulunmuş ve karşılığında 288,3 milyon TL hibe desteği sağlanmıştır. Son yıllarda TÜBİTAK özel sektör destekleri kapsamındaki bir başka dikkat çeken gelişme de KOBİ’lerin Ar-Ge projelerine artan ilgisidir. 1995-2010 yılları arasında önerilen toplam 11,916 projenin yüzde70'i ve bu dönemde proje sunan toplam 5487 firmanın yüzde 91'i KOBİ ölçeklidir. 2004-2010 yıları arasında KOBİ proje başvuru sayısı ve proje başvurusu yapan firma sayısı 4 kat, KOBİ Hibe Destek Tutarı ise 3,8 kat artmıştır. TÜBİTAK özel sektör programlarından yararlanan illerimize baktığımızda ise; 1999-2004 yılları arasında 81 ilden 35’inin TÜBİTAK-TEYDEB desteklerinden faydalandığı; 4 ilimizin 10 milyon TL’nin üzerinde destek alırken 46 ilimizin TÜBİTAKTEYDEB desteklerinden faydalanmadığı görülmektedir. 20052010 yılları arasında ise desteklerden faydalanan il sayısı 54’e, 10 milyon TL’nin üzerinde destek alan il sayısı ise 12’ye çıkmış; desteklerden faydalanmayan il sayımız ise 27’ye düşmüştür. TÜBİTAK’ın özel sektör firmalarına yönelik destek programlarının başvuru ve değerlendirilme süreçlerine bakacak olursak; proje başvuruları yalnızca http://eteydeb.tubitak.gov.tr adresinde bulunan Proje Değerlendirme ve İzleme Sistemi (PRODİS) uygu- Bilim ve Toplum Destekleri TÜBİTAK bünyesinde tüm bu destek programlarının yanı sıra, bilim okuryazarlığını yaygınlaştırarak toplumun her kesimine ulaşmasına yardımcı olmak ve bu sayede toplumsal bir farkındalık ve özgüvenin oluşmasına destek olarak toplumun bilim, teknoloji ve yenilik kültürünü özümsemesini sağlamak amacıyla Bilim ve Toplum Daire Başkanlığı çatısı altında faaliyetler sürdürülmektedir. Bu kapsamda, halkımızın yakından tanıdığı üç popüler bilim dergisi yayımlanmaktadır. 1967’den bu yana aylık olarak yayımlanan Bilim ve Teknik dergisi, 13 yaş ve üzeri herkese hitap ederken; Bilim ve Çocuk dergisi ise 7-12 yaş ilköğretim öğrencilerini hedeflemekte ve aylık ortalama 150.000’i aşan tirajı ve 100.000’i aşan net satışıyla, Türkiye’de tüm dergiler arasında en çok satan dergi sıfatını taşımaktadır. Okul öncesi yaş grubuna yönelik yayınlanan Meraklı Minik dergisi de yine minikler tarafından ilgiyle takip edilmektedir. Popüler bilim dergilerine ek olarak, TÜBİTAK 1993 yılında bilimi yaygınlaştırmak ve geniş kitleler tarafından okunur kılmak amacıyla Popüler Bilim Kitapları yayımlanmaya başlamış ve kitap sayısı 2010 yılı sonu itibariyle 342’ye ulaşmıştır. Daire Başkanlığı bünyesinde faaliyet gösteren Akademik Yayınlar Müdürlüğü’nde ise uluslararası indekslerce taranan 12 farklı dalda akademik dergi yayınlanmaktadır. Yayınların yanı sıra, Bilim ve Toplum Daire Başkanlığı tarafından 2007 yılında başlatılan Bilim ve Toplum Projeleri Destekleme Programı ile bilginin mümkün olduğunca görselleştirilerek etkileşimli uygulamalarla desteklenmesi ve bu yolla topluma anlaşılır bir biçimde aktarılmasını sağlayacak projeler desteklenmektedir. Şu ana kadar destek verilmiş olan Bilim ve Toplum projeleri sayesinde toplamda 25.000 kişiye ulaşılmıştır. MART-N‹SAN 2011 39 DOSYA: F‹NANSMAN SÖYLEfi‹ TTGV Genel Sekreteri A. Mete Çakmakçı; “TÜRKİYE YENİLİKÇİ SİSTEMLERDE ÖNCÜ OLMALI” TÜRKİYE’NİN ARTIK ÖRNEK ALINAN BİR DÜNYA OYUNCUSU OLDUĞUNU BELİRTEN TÜRKİYE TEKNOLOJİ GELİŞTİRME VAKFI (TTGV) GENEL SEKRETERİ A. METE ÇAKMAKÇI, “TÜRKİYE'NİN YENİLİK SİSTEMLERİ KONUSUNDAKİ GELİŞEN EĞİLİMLERİ TAKİP ETMESİ, POLİTİKA VE PROGRAM UYGULAMA ANLAMINDAKİ YENİLİKÇİ DÜŞÜNCEDE ÖNCÜ OLMASI BİR SORUMLULUK HALİNE GELMEKTEDİR” DEDİ. ÇAKMAKÇI İLE TEKNOLOJİ KONUSUNDAKİ DESTEKLERİ, TEKNOLOJİ YATIRIMLARINI VE STRATEJİLERİNİ KONUŞTUK. SÖYLEŞİ: YILMAZ ADA TTGV kimdir? Kuruluş amacı nedir? Ülke teknolojisine nasıl katkı sağlamaktadır? Firmalara ve projelere sağladığınız destekler nelerdir? 2011 yılında 20. yaş gününü kutlayacak olan TTGV, 1991 yılında kamunun sağladığı fonlarla özel sektörün Ar-Ge faaliyetlerinin desteklenmesi misyonu ile bu anlamdaki ilk uygulama olarak bir kamuözel sektör ortak girişimi modeliyle kurulmuştur. Kamu kimliği taşımamasına rağmen kamusal bir misyonu yerine getiren bir yapı olarak kurgulanan TTGV, yenilik sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu olarak uluslararası düzeyde de ilgi çeken ve merak edilen güncel bir modelin ülke- 40 M‹MAR VE MÜHEND‹S miz adına temsilcisi haline gelmiştir. TTGV’nin yenilik sistemimizde ifade ettiği gerçek varlığın "kurulduğu 1991 yılından bugüne 800 firmanın 950 projesine toplam 300 milyon ABD doları kaynak sağlamıştır" ifadesinin çok ötesinde olduğuna inanıyoruz. TTGV'nin halen T.C. Başbakanlık Dış Ticaret Müsteşarlığı'nın (DTM) sağladığı kaynak ile örnek bir uyum ve işbirliği içerisinde sürdürmekte olduğu ve pek çok başarı öyküsüne vesile olan özel sektörün Ar-Ge projelerine sermaye destek programının, uzmanlaşmış bir program uygulayıcı kuruluş ile program sahibi kuruluş arasındaki iş bölümü ve çalışmaya uluslararası düzeyde başarılı bir örnek oluşturduğuna inanıyoruz. Dileğimiz DTM ve TTGV arasındaki uyumlu çalışma ve iş bölümünün, tüm kamu kurumları için bu yönde örnek bir model oluşturmasıdır. TTGV'nin uluslararası düzeyde ödül almış ve daha sonra başka ülkelerde de uygulanmış ozon tabakasına zarar veren maddelerin kullanımdan kaldırılmasına yönelik desteği ile ülkemiz pek çok ülkenin faydalanamadığı bir uluslararası hibe kaynaktan faydalanmış ve kısa bir sürede yükümlülüklerini yerine getirmeyi başarmıştır. Bugün TTGV olarak bu alandaki tecrübemizi, ülkemiz için çok kısa sürede önemli bir gündem konusu olacağına inandığımız temiz üretim, üretimde kaynak verimliliği ve yenilenebilir enerji alanlarındaki yeni ve farklı faaliyetlerle sürdürmeyi hedefliyoruz. TTGV, teknoparkların ilk örneklerinin finansmanına da aracılık etmiş, bugün yaygınlaşan KOBİ desteklerinin ilk örneğini teknoloji destek hizmetleri desteği ile tasarlamış ve uygulamıştır. TTGV teknoparklar ve KOBİ'lerin oluşturduğu işbirliği ağları ve kümelere yönelik faaliyet ve çalışmalarına devam etmektedir. TTGV'nin 1991 yılından beri yürütmekte olduğu geri dönüşlü destekten pek çok başarılı işletme, farklı ve yeni projeler ile faydalanmaya devam etmektedir. Desteklenen projelerde sağlanan yüksek ticarileşme oranları ve pazar başarıları da süreçlerimizi doğrulayan çıktılar olarak bize gurur kaynağı olmaktadır. Geri dönüşlü desteğin sağladığı kurumsal tecrübe ve altyapı ile bilginin yeni girişimcilik yoluyla ticarileşmesi ve yeni girişimlerin büyüme süreçlerinin desteklenmesine yönelik farklı destek modellerini tasarlamak ve geliştirmek üzerine çalışmalarımıza devam ediyoruz. Bu anlamda özellikle 2000 yılından bugüne girişim sermayesi alanında TTGV, ülkemizde özel girişim sermayesi fonlarının ilk uygulamaları olan İş Girişim A.Ş. ve TURKVEN TPEF-1 fonlarına yatırımcı olarak yine Türkiye’nin ilk genel amaçlı erken aşama teknoloji yatırım aracı olan Teknoloji Yatırım A.Ş.’yi kurarak ve Türkiye’nin ilk ve halen tek “fonların fonu” olan İstanbul Girişim Sermayesi Girişimi’ne (İVCİ) kurucu ortak olarak katılarak bu alandaki ilklerin parçası olmuştur. Tüm girişimlerimiz hedefleri doğrultusunda çalışmalarına başarı ile devam etmektedir. Ülkemizde teknolojinin gelişim sürecini ve bugünkü durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Teknolojimizin gelişmiş ülkeler ile rekabet edebilecek seviyeye gelebilmesi için neler yapılmalıdır? Ülkemizdeki teknolojinin gelişmesi için verilen destekleri yeterli görüyor musunuz? 2010'da dünyanın 17. büyük ekonomisi haline gelmiş ve ihracatı 100 milyar ABD dolarını aşmış bir Türkiye'nin 1990'ların başında karşı karşıya olduğu rekabetçilik gündeminden çok daha gelişmiş ve karmaşık bir yenilik ve rekabetçilik vizyonuna ihtiyacı olduğu açıktır. BTYK'nın TÜBİTAK'ın koordinasyonundaki etkin çalışması, 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu ve 5746 sayılı Araştırma ve Geliştirme Faaliyetlerinin Desteklenmesi Hakkında Kanun’un özel sektörümüzde oluşturduğu dinamizm ve başta T.C Sanayi ve Ticaret Bakanlığı, T.C Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı ve TÜBİTAK'ın desteklerindeki artış ve çeşitlenme bu ihtiyacı karşılamaya yönelik önemli ve olumlu gelişmeler olmuştur. Artık örnek alınan bir dünya oyuncusu olarak Türkiye'nin yenilik sistemleri konusundaki gelişen eğilimleri takip etmesi, politika ve program uygulama anlamında- Kamu kimliği taşımamasına rağmen kamusal bir misyonu yerine getiren bir yapı olarak kurgulanan TTGV, bugün yenilik sistemimizin saygın ve kalıcı bir kurumu olarak uluslararası düzeyde de ilgi çeken ve merak edilen güncel bir modelin ülkemiz adına temsilcisi haline gelmiştir. ki yenilikçi düşüncede öncü olması bir sorumluluk haline gelmektedir. Halen kamunun destek rolünü hibe destek vermek veya zaman içerisinde hantallaşan iktisadi teşebbüsler kurmakla sınırlayan mevcut çerçevenin özel sektörden beklenen yenilikçi ve dinamik taze düşüncenin benzeri yeni bir değerlendirme ile 1 trilyon ABD doları büyüklüğünde ekonomi olmak iddiasındaki 2010'un Türkiye'sinin ihtiyaçlarına uygun taze bir vizyon ile güncellenmesi şarttır. Özellikle denetimle sorumlu olan kamu birim ve kuruluşlarının kamunun üstlenmesi gereken riski paylaşmayı öngören roller için güncel ihtiyaca uygun bir çerçevede görevlerinin tanımlanmasının sağlanması acil bir öncelik teşkil etmektedir. Devam etmekte olan Avrupa Birliği uyum süreci devlet yardımlarının izlenmesi ve raporlanması ile ilgili süreç- te kamunun yenilik desteklerinin tek bir elde toplanması sık sık gündeme gelmektedir. Avrupa Birliği'nin devlet yardımları müktesebatı firma özelinde herhangi bir firmanın yıl içerisinde aldığı tüm devlet yardımının, yardımın finansal etkisine uygun katsayılarla hesaplanmasını ve belirli bir toplamı aşanların pazardaki rekabet koşullarının denetlenmesi açısından raporlanmasını gerektirmektedir. Buna karşın, izlenebilir olduğu sürece desteklerin farklı veya alternatif kanallardan firmalara ulaştırılması ilgili müktesebat kapsamında kabul edilebilir bir uygulamadır. Zira Almanya bir örnek olmak üzere AB'nin farklı ülkelerinde aynı bakanlığın destekleri farklı bağımsız uzman kuruluşlarca yürütülmektedir. Politika seviyesinde tek elde toplanacak koordinasyon işlevinin uygulama seviyesinde farklı kaMART-N‹SAN 2011 41 DOSYA: F‹NANSMAN Yenilik sistemimizin Türkiye’yi Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil, rekabetçilik ihtiyaçlarının gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel alınmalıdır. nallarla çeşitlendirilmesinin sistemde yenilikçi ve dinamik yetkinliğin gelişmesi açısından kritik olduğunu değerlendiriyoruz. Üstelik uzman ve bağımsız uygulayıcı yapıların, sürekliliği sağlamak açısından raporlama ve ihtiyaca odaklı kaliteli hizmet konusunda daha duyarlığı olması doğaldır. Yenilik sistemimizin Türkiye’yi Cumhuriyetin 100. yılına taşıyacak şekilde geliştirilmesi sürecinde mevcut mevzuat sistemimiz içerisinde yapılabilir olanı değil, rekabetçilik ihtiyaçlarının gerektirdiğinin gerekirse mevzuat düzenlemesi ile yapılması temel alınmalıdır. Esnek finansman modellerini performans hedefleri üzerinden hesap verebilir yapıların işletebileceği bir çerçevenin geliştirileceği süreçte, 1991 yılından beri TTGV'nin başarı ile yürüttüğü modele ilişkin tecrübe de mutlaka değerlendirilmelidir. Türkiye’nin teknoloji üreten bir ülke olması için hangi stratejiler uygulanmalıdır? Küresel ekonomik krizin ülkemiz dahil hemen hemen tüm dünyada iş ortamını olumsuz etkilediği bugünlerde geleceğe bakabilenler, krizin tahrip edici güncel olumsuzluklarından ziyade şekillenmekte 42 M‹MAR VE MÜHEND‹S olan yeni ekonomik düzenin getireceği fırsatlara odaklanmak zorundadır. Bugün hemfikir olduğumuz genel kabul, 1990’lardan beri alışageldiğimiz sürekli ve küresel ekonomik büyüme günlerine tekrar dönmenin uzun bir süreç olacağıdır. Bu süreç içerisinde başta kendi pazarına yönelik olmak üzere, daha çok tercih edilen daha az miktardaki ürün veya hizmeti en etkin şekilde pazara sunabilmek artan önemde bir rekabetçi yetkinlik unsuru olacaktır. Belki de bu nedendir ki, son dönemde dünyadan en önemli gözlem, ulusal ve bölgesel şampiyonların daha önceden varsayılanın aksine kritik değer ve önemlerini koruyacağı olmalıdır. Firmalarımız için araştırma ve teknoloji geliştirmeye dayalı rekabetçi yenilikçi bir yetkinlik, gelişmiş iş stratejilerinin vazgeçilmez öğesi olmaya devam etmektedir. Bununla beraber, firmalar özellikle yetişmiş insan kaynağına dair mevcut bilgi ve tecrübe kazanımlarını korumak, mevcut ürün ve süreçlerinde pazarda kalabilmek için kademeli iyileştirme ve geliştirme faaliyetlerini sürdürmek, orta ve uzun vadede değişen pazarlara yönelik rekabetçi teknolojik yetkinliklerini geliştirmek gibi kapsamlı bir sorumluluk ile karşı karşıya bulunmaktadır. Artan sorumluluklara karşın, herzamankinden çok daha sınırlı iç ve dış kaynakların yönetimi, firmalarımızın pazardan aldığı karmaşık ve olumsuz işaretler altında ileri düzeyde bir yönetsel yetkinliği öngörmektedir. Özellikle düşük katma değerli sektörlerde faaliyet gösteren, bazıları sektörlerinde önemli hacimler ifade eden firmalarımızın rekabetçi düzeyde varlığı büyüklüklerinden bağımsız olarak tehdit altındadır. 2000’lerden başlayarak Ar-Ge ve yenilik konusundaki politik irade ve neticesindeki kamu vizyonu, son dönemde kaynaklar, programlar ve farkındalık anlamında önemli bir mesafe katedilmesine imkan sağlamıştır. Her yıl, artan oranda yeni firma ArGe ve yenilik projelerinin desteklenmesi için kamu programları sistemine dahil olmaktadır. Bu sevindirici gelişme ile beraber, Ar-Ge ulusal kritik kütlemizi oluşturan düzenli Ar-Ge yürütücüsü firmalarımızın değişen ve gelişen ihtiyaçlarının da karşı karşıya oldukları uluslararası rekabete sağlanan imkanlar dikkate alınarak destek sistemimizde karşılık bulması gittikçe artan bir önem arz etmektedir. DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE PROJELERİN FİNANSMANINA BANKALARIN VE FAİZSİZ KATILIM BANKALARININ YAKLAŞIM TARZI KATILIM BANKALARI PROJELERİ FİNANSE EDERKEN, REEL OLARAK EKONOMİYE; KREDİNİN AMAÇ DIŞI KULLANILMASINI, SPEKÜLATİF ALANLARA VE VERİMSİZ İŞLEMLERE GİTMESİNİ VE KAYIT DIŞILIĞI ÖNLEMEK SURETİYLE FAYDALAR SAĞLAMAKTADIR. BANKALAR İSE ELİNDE TOPLADIĞI KAYNAKLARI PLASE EDERKEN, DEVLET TAHVİLİ GİBİ FAİZ GETİRİSİ YÜKSEK OLAN VE TÜKETİMİ/ENFLASYONU YÜKSELTEN/KÖRÜKLEYEN BİREYSEL TÜKETİCİ KREDİLERİNE AĞIRLIK VEREN VE EKONOMİK KRİZ DÖNEMLERİNDE DE TÜM KAYNAK VE YATIRIMLARINI YURTDIŞINA YÖNLENDİREN, SPEKÜLATİF AMAÇLARLA HAREKET EDEN KURULUŞLARDIR. İbrahim Halil KALAYCI Bankacı/İktisatçı 44 M‹MAR VE MÜHEND‹S iteratürde bankacılık, ekonominin motoru olarak değerlendirilir. İhtiyaç duymayanın birikimini, ihtiyaç duyana aktarır ve ekonomik kalkınmada katalizör rolü oynar. Türk bankacılığı; önceleri Osmanlı Dönemi’nde 1852’de tefecilikle mücadeleyi ve finans sektörüne bir düzenleme getirmeyi amaçlayan Murabaha Nizamnamesi’nin ve Cumhuriyet Dönemi’nde ise bankacılık sektörüne geçiş için atılan adımlar sayılan İzmir İktisat Kongresi’nin etkisinde kalmıştır. Özellikle 1888’de kurulan Ziraat Bankası ve 1926 da kurulan Emlak ve Eytam (yetimler) Bankası gibi bankalar aracılığıyla sosyal ve toplumsal fayda ile birlikte ekonomik kalkınmanın sağlanması amaçlanmıştır. Emlak ve Eytam Bankası daha sonra Emlak Kredi Bankası olarak günümüze kadar gelmiş ve nihai olarak da tüm aktif ve pasifiyle Ziraat Bankası çatısı altında birleşmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında 10 civarında olan banka sayısı halen 50 civarındadır. Ticari, sanayi, kalkınma, yatırım ve katılım bankaları olarak faaliyette bulunan yerli, yabancı ve kamu bankalarından oluşan bankacılık piyasası, şimdiyse yoğun rekabetin ve kar etme mücadelesinin yapıldığı bir arenayı andırmaktadır. Türkiye’de faizsiz bankacılık ise Özel Finans Kurumları (ÖFK) adı altında 1985 yılından itibaren sistemde yerlerini almış olup 2006 yılında ise Katılım Bankaları olarak isim değişikliğine gidilmiştir. Özal zamanında halkın ihtiyacına binaen kurulan bu bankaların sayısı halen 4 tür. Faizli ve faizsiz bankacılık hakkında bu kısa bilgi aktarımından sonra bu kuruluşların projelerinin finansmanına nasıl baktıklarını ve fonlamada ne tür enstrümanlara sahip olduklarını değerlendirelim. Bankacılık sektörünü, projelerin finansmanı ile ilgili talepleri karşılamada ve sonuçlandırmada araların- L da farklılıklar bulunması nedeniyle bankalar ve katılım bankaları açısından ayrı ayrı değerlendirmek zorundayız. Katılım Bankalarının, enstrümanlarının çeşitliliği, piyasalara yaklaşım tarzı ve ekonomiye fayda sağlamadaki etkinliği ile faizli bankalardan daha öne çıktığı, çok net olarak söylenebilir. Bu nedenle önce faizsiz bankaların bu alandaki öne çıkan ve plasmanda kullanılan unsurlarını 3 ana başlık halinde belirtmek gerekir. Katılım Bankaları kredi taleplerini; 1- Üretim desteği sağlamak suretiyle fon kullandırmak (murabaha işlemleri) 2- Kar/zarar ortaklığı yapmak (müşareket işlemleri) 3- Finansal kiralamada bulunmak (leasing işlemleri) şeklindeki enstrümanlar ile cevaplandırmaktadır. Bu üç finansal yöntem de, büyük mühendislik projelerinin finansmanına uygundur. Katılım bankaları mali sektörde faaliyet gösteren, reel ekonomiyi finanse eden, fonları, faizsiz finansman prensipleri dahilinde ticaret ve sanayide değerlendiren, TL, USD ve AVRO bazında mal ve hizmetleri ayni olarak sunan, ticaretin ve sanayinin ihtiyaç duyduğu, hammadde, emtia, gayrimenkul, makine ve teçhizatın temini, katılım bankacılığı prensiplerine uygun olarak yani mal alım/satımının finansmanı yoluyla sağlanmaktadır. Üretim desteği müşteriyle doğrudan nakit verme yerine, mal ve hizmet temini, kiralanması, kar ve zarar ortaklığı katılım modellerini uygulayan bir bankacılık kredilendirme türüdür. Katılım bankaları kredi kullandırırken müşteriye doğrudan nakit ödeme yapmazlar. Nakit ödemeyi, kredili müşterisinin mal ve hizmet aldığı satıcı firmaya fatura karşılığında yaparlar. Katılım bankaları projeleri finanse ederken, reel olarak ekonomiye, kredinin amaç dışı kullanılmasını, spekülatif alanlara ve verimsiz işlemlere gitmesini ve kayıt dışılığı önlemek suretiyle faydalar sağlamaktadır. Ekonominin canlanmasına aracılık ve hizmet ederler. Faizli ve alkollü içecek sektörüne kredi vermez ve yatırım yapmazlar. Haram sayılan faaliyetlerde bulunmazlar. Katılım bankaları, kambiyo işlemleriyle, ithalat ve ihracatın finansmanını sağlar ve gayri nakdi krediler (teminat mektubu gibi) de kullandırırlar. Ekonomimizin doğrudan desteklenmesi ve projelerin reel olarak finanse edilmesini sağlayan Katılım Bankaları, bu sektörde bankalara oranla daha öne çıkmaktadır. Sektörde daha eski olan faizli bankalar ise faiz getirisi ve karlılığı yüksek alanlara yönelmek, kullandırılan fonların amaç doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığına bakmamak ve ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumundan çok uluslar arası piyasa ve koşullara göre davranan bir yapıya sahiptir. Daha açık belirtmek gerekirse bankalar: elinde topladığı kaynakları plase ederken, Devlet Tahvili gibi faiz getirisi yüksek olan ve tüketimi/enflasyonu yükselten/körükleyen bireysel tüketici kredilerine ağırlık veren ve ekonomik kriz dönemlerinde de tüm kaynak ve yatırımlarını yurtdışına yönlendiren, spekülatif amaçlarla hareket eden kuruluşlardır. Kredilendirmedeki bu yapısal farklılıklar, bankaların ve katılım bankalarının mevduatlarının yapısı ile ilgilidir. Nedeni ise bankalardaki mevduat/kredi ilişkisi ile katılım bankalarındaki mevduat/kredi ilişkisi ters orantılıdır. Şöyle ki bankalar mevduata verilecek faizi en baştan belirlerken, katılım bankaları ise mevduatlara verilecek karları, toplanan mevduatları ticari işlemlerde kullandıktan ve karları elde ettikten sonra belirlemektedirler. Yani bankalardaki kredinin maliyeti, mevduata peşin olarak verilen faizden ötürü hem yüksektir ve hem de bellidir. Katılım banka- larındaki mevduatın elde edeceği kar getirisi baştan belli değildir, dönem sonunda, yani vade bitiminde belli olur. Bu uygulama, bankaların projelerin finansmanına olumsuz, katılım bankalarınınkine ise olumlu etkide bulunmaktadır. Zira, katılım bankaları mevduatı topladıklarında, havuzlarda toplanan kaynaklarla direkt olarak ticareti sanayiyi finanse ederken, bankalar ise maliyeti önceden belli olan elindeki kaynakları plase ederken, piyasanın içine direkt olarak girmez, daha temkinli ve önyargılı yaklaşırlar. Bankalar Kanunu’nda sınırları belirlenmiş, rantı yüksek olan ve spekülatif yatırımlara yönelir ve yüksek getirili projeleri finanse ederler. Bankalar kredi politikalarını, Bankalar Kanunu’nun sınırları içerisinde ve esneklik/katılık oranlarını kendi lehlerine kullanmak suretiyle oluşturur ve yoğun rekabet ortamından en karlı biçimde çıkmayı amaç edinirler. İşte bu yüzden kredi piyasasında birçok olumsuz izlerle anılmakta ve müşterilerin de bankalara temkinli yaklaşımda bulunmalarına neden olmaktadır: “Bu yaklaşımlarını şu söylemlerle dile getirmektedirler. Bankalar, yağmurlu günde müşterisinin elinden şemsiyesini elinden alırlar. Bankaların önünden ve gölgesinden geçilmez. Bankaların kulağına kar suyu kaçırılmaz, yoksa hemen haciz gönderir. Banka kredisi ile iş yapılmaz, aksi takdirde bir gün batarsın. Altından su ve hava geçen sektörlere kredi verilmez vb.” Bu olumsuz bakış açısına neden olan gerekçeler ve gerçekler şunlardır: 1- Faiz oranları, finanse edilecek kredilerin projelerini realize edecek seviyeden yüksektir. Bu da piyasaya olumsuz yansımakta ve maliyetleri yükseltmekte/enflasyonu azdırmaktadır. 2- Firmaların en az 3 yıllık bilançoya sahip olmaları ve bu dönemleri karlı olarak geçirmiş bulunmaları Bankacılık sektörünü, projelerin finansmanı ile ilgili talepleri karşılamada ve sonuçlandırmada aralarında farklılıklar bulunması nedeniyle bankalar ve katılım bankaları açısından ayrı ayrı değerlendirmek zorundayız. Katılım Bankalarının, enstrümanlarının çeşitliliği, piyasalara yaklaşım tarzı ve ekonomiye fayda sağlamadaki etkinliği ile faizli bankalardan daha öne çıktığı, çok net olarak söylenebilir. MART-N‹SAN 2011 45 DOSYA: F‹NANSMAN zorunludur. Bu şart, projelerini kredilendirmek zorunda kalan firma ve kuruluşların daha en baştan yenik başlamalarına neden olmakta ve piyasa moral ve motivasyonuna olumsuz etki etmektedir. 3- Projesine finansman talebinde bulunan kuruluş ve şirketlerin, bilanço ve mali analizlerinin, verilerinin ve dosya dokümanların olumlu sonuçlar vermesi mecburiyeti, borçlanmanın yüksek olmamasının, firma ortaklarının ve firmanın çek yasağı ile senet protestosunun bulunmaması ve hatta herhangi bir ortağa ait kredi kartı probleminin olmaması şartı gibi hususlar, adeta kredinin kullandırımına engel teşkil eden hususlardır ki 4/4 lük müşteri arayışında olan bankanın kaç müşteri bulabileceği ve bu kadar özelliğe sahip müteşebbislerin finansmana neden ihtiyaç duyabileceği merak konusudur. Sanki kredi vermemek için özel engeller ve düzenlemeler getirilmiştir. 4- Projelere kredi vermek için müşteriden talep edilen en önemli hususlardan biri de teminatların özelliği, teminatların marjlı ve satılabilirliğinin kolay olması zorunluluğu. Yukarıdaki açıklamalardan; bankalardan proje finansmanının temininin ne kadar zor olduğunu, temin edilse bile geri dönüşünün daha da zor olduğunu ve kredi taleplerinde bu uygulamanın daha çok caydırıcı rol oynadığı görülmektedir. Netice olarak; bankaların Merkez Bankası’na yatırmak zorunda oldukları mevduat munzam karşılığı ile kasalarında tutmak zorunda oldukları disponobilite oranları ile ilgili uygulama ve bir kısmı yukarıda arz edilen bankacılık hukuki düzenlemeleri, büyük ölçekli ve özellikleri projelerin finansmanını sağlamaya dönük olmadığı gibi aksine engel teşkil etmektedir. Zira kaynakların reel ekonomiye aktarılmadığı bu bankacılık düzenlemeleri, ne ekonomik kalkınmaya ve ne de teknolojik gelişmeye meyyaldir. Yani projelerin finansmanındaki bahse konu handikaplar, Bankalar Kanunu’nun bizzat kendisinden kaynaklandığı gibi bu piyasayı rant sağlamaya dönük amaçlara hizmet ettiği gibi bütün bu olumsuzluklara da zemin hazırlamaktadır. Yeni veya realize edilebilir bilimsel nitelikli büyük mühendislik 46 M‹MAR VE MÜHEND‹S projelerine sıcak bakmayan bankacılık, sektörde yeni sayılan katılım bankalarının önünü açtığı gibi, bu faizsiz bankaların yukarıda zikredilen her 3 finansman türü de reel ekonomiyi finanse edecek özelliklere sahiptir. Projelere üretim desteği vererek firma ve kuruluşların ihtiyaçlarını fonlandırmak suretiyle üretimi teşvik etmek, şirket veya sanayilerin projelerine ortak olmak koşuluyla veya yatırıma konu demirbaş, makine ve gayrimenkullerin kiralanması yoluyla piyasalara finansman sağlayan katılım bankaları, sektöre yeni girmelerine rağmen, daha başarılıdırlar. İştirak edilmesi gereken proje ve teşebbüslere ortak olarak, kontrollü büyümeye ve ortaklıkların gelişmesine zemin hazırlamaktadır. veya finansal kiralama yöntemiyle ekonomik sisteme canlılık katmaktadır. Yani, katılım bankasına finansman için başvuran sağlam ve güven veren her proje, 3 alternatiften biri ile kendine cevap bulur ve eli boş dönmez. Sermaye darlığı çeken ülkemiz, zaten kıt olan bu kaynağını bankalar uhdesinde ve inisiyatifinde bırakmamak ve sağlıklı düzenlemeler yapmak zorundadır. Yenilikleri takip eden ve en teknolojik ürünleri kullanan bankacılık sektörü ise yeni ve özellikli projeleri finanse etmek, kredilerin genel ve özel limitlerle belirlenmesi ve sınırlandırılması uygulamasına, büyük ve realize edilebilir mühendislik projeleri için de özel ve genel limitlerin belirlemesi/limit ayırması gerekmektedir. Bankalar, en son teknolojilerden ve en gelişmiş ürünlerden yararlanmak suretiyle çalışmalarını sürdürürken, bu teknolojileri üretenleri de desteklemekle, bankalar hakkında oluşmuş toplumsal yargılardan kurtulmalıdırlar. Elde ettikleri çok yüksek karları, bizzat bankacılık işlemlerinden sağlamak suretiyle, meşru bir zeminde buluşmaları ve çayın taşı ile çayın kuşunu vurmaya çalışmalıdırlar. Yani sistemden kazandıklarını yine sisteme döndürmelidirler. Yeniliklere açık olan bankacılık, yatırım politikasında da kendini yenilemelidir. Zira her sektör yeniliklerle ve yeni ürünlerle gelişir. Ülkeler, teknolojilerini geliştirebildikleri ölçüde kalkınmayı gerçekleştirirler ve bağımsızlık da ekonomik gelişmeyle doğru orantılıdır. Tüm bu nedenlerle, banka/piyasa yakınlaşması ve iş birliğine ihtiyaç vardır. DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE PROJE-FİNANSMAN GÜNÜMÜZDE “AKIL TERİ” ÇOK ÖNLERE ÇIKMIŞTIR. NE ÜRETİRSEK ÜRETELİM, HEDEFİMİZ, UFKUMUZ DIŞ PAZARLAR, DÜNYA OLMALI. “EN MAKBUL İNSAN ÜRETEN İNSANDIR” ANLAYIŞIYLA DÜŞÜNECEK OLURSAK, DÜNYA MÜTHİŞ BİR PAZAR VE BUGÜN 6,5 MİLYAR İNSANA ÇOK KISA ZAMANDA ULAŞABİLİYORUZ. TİCARET VE ÜRETİMİ BİR HAYAT TARZI HALİNE GETİREN İŞADAMLARININ ÇOĞUNUN KOLTUĞUNDA DOĞAL OLARAK ARTIK YÜKSEK TAHSİL YAPMIŞ, YURTDIŞINDA EĞİTİM GÖRMÜŞ GENÇLER OTURUYOR. Osman ŞAHBAZ Makina Mühendisi ve Sanayici-İşadamı 48 M‹MAR VE MÜHEND‹S ikir var para yok sanılır. Aslında günümüz dünyasında para fazlasıyla var üretken, gerçekçi ve uygulanabilir fikir az veya yok gibidir. Eğer öyle olmasaydı, bankalar, finans kuruluşları ellerindeki parayı satacak güvenli bir yer, fizıbıl (feasible ) proje ararlar mıydı? Ticaretin esası alışverişe, müteşebbisliğe ve sermaye kullanımına dayanır. “Allah alış-verişi helâl, faizi haram kılmıştır”. “Ticari zeka, çalışkanlık ve üretim gücü” gibi faktörlerin önemli rol oynadığı günümüzde asıl dikkat çeken unsurlar yani toplumun kendine has özellikleri, kadim gelenek ve değerler çok çok önemlidir. Bugün “cesaret, girişimcilik ve tasarruf” olarak özetlenebilecek yükselen ekonomik kalkınma modeli ve günümüzde yaşanması gereken inkişâfı gözler önünde durmaktadır. Türklerin Anadolu'da bin yıldan beri varlıklarını sürdürmelerindeki sır Ahilik anlayışı içerisinde bu değerlere saygı göstermeleridir. İş hayatımızdaki motivasyonu çocukluğumuzda aldığımız terbiye ve alışkanlıklarımız oluşturuyor. Bunlardan bir tanesi de belki de en önceliklisi, sosyal hayatımızdaki ilişkilerimiz ve sürekliliğidir. İşte güzel bir Latin atasözü “Taşı delen, suyun kuvveti değil damlaların sürekliliğidir.” Ahilik tüm bu değerleri kaynaştıran ve hayata geçirilmesini sağlayan bir anlayıştır. Ahilik anlayışı, toplumda yaşayan fertleri birbirine yakınlaşması ve aralarında dayanışma kurulmasını sağlamaktır. Yaşadığımız 21. yy’da Ahilik'in ahlak ve çalışmaya ait prensipleri kısaca Ahilik felsefesi, dünyamızda gelişen toplumların şablonu olacaktır. Bu düşünce çok özelliği olan bir görüş değildir. Günümüzde nasıl ki kalkınmış birçok ülkede Ahilik prensiplerinin yansı- F malarını görüyorsak, yarın da ilerlemiş toplumların yükselmesinde Ahilik ilkelerinin önemli rol oynadığı görülecektir. Bulunduğumuz ortamda her dönem varlıklarını sürdüren bilge ve hatırlı insanlar olmuştur. Gelişen dünya buna ombudsmanlık diyor. Bunlar aile içi anlaşmazlıklardan tutun da iş ortaklıklarında çıkan sorunlar kadar her meseleye müdahil olmalıdır. Böylece birçok konu mahkeme sürecine taşınmadan çözümlenmelidir. Yüzyıllardır yaşatılan ve toplumun gündemindeki konuların ele alındığı buluşmalar “Sivil Toplum Örgütleri” olarak günümüzde adlandırılıyor. Gençlerin yaptıkları işlerde sebatlı olması çok önemlidir. Sebat ederek, bulunduğunuz konumu hak eder, hazmedersiniz. Tepeden inmeler vardır, oldukları yerde kalırlar, ilerleyemezler. Hayatın içerisinde çok iş değiştirmek önceleri avantaj gibi görünse de, sonrasında hızlı iniş yaşanır. Bilgi, kalite ve istikrar hayatın içerisindeki her organizasyonumuzda olmazsa olmazımız olmalı. “STK” dediğimiz kurumlar aslında, gündüz çalışan insanların daha sıcak ve rahat ortamlarda bir araya geldiği, ortak hedefler koyduğu, değerlendirmeler yaptığı, sohbet edebildikleri buluşmalardır, ortamlardır. Çalışanlar, işadamları, şehrin yerel yöneticileri, bayanlar, gençler toplumun her kesiminden insanlar, kendi yaş ve kültür grubuna uygun gruplar oluşturup periyodik olarak bir araya gelinmesinin toplumu da terbiye edici etkisi olacaktır. Özellikle işadamlarının “tasarruf” anlayışı da yerleşmiş olmalıdır. Mesai saatleri içindeki ast-üst, memur-amir ilişkisi bu ortamda olmayacaktır ama saygı sevgi her zaman olacaktır. Herkes rahatlıkla fikrini beyan edebilecektir. Birlikte hareket edebilme yeteneği olan kişiler başarılı, üreten ve marka insan haline gele- ceklerdir. Merhum N. F. Kısakürek'in dediği gibi “Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.” anlayışı içerisinde hep üreten pozisyonunda olmalıyız. Allah Elçisi’nin, ticaret yapanlara ilişkin öğütlerinden bazıları da şöyledir: “Sözü ve muamelesi doğru tüccar, kıyamet gününde arşın gölgesi altındadır.” En büyük sıkıntılarımızdan birisi de ortaklık kültürümüzün zayıf olması. Küçük olsun benim olsun anlayışı çok yaygındır. Halbuki bizim kadim kültürümüzde “birlikte bereket, ayrılıkta azap vardır” denir. Yine iki hadiste şöyle buyrulur: “İki ortak birbirine hıyanet etmediği sürece, üçüncüsü benim. Eğer onlar birbirine hıyanet ederlerse ben aralarından çekilirim.” “Allah’ın kudret eli, ortaklar birbirine hıyanet etmediği sürece, onların üzerindedir.” Çok ortaklı yapılaşmalarda dikkati çeken husus, ortaklar arasındaki uyum ve uzlaşma. Aslında ortaklıkların uzun soluklu sürmesi toplum ve kişilerin terbiyesi açısından da çok ehemmiyetlidir. Gittikçe büyüyen yapılar bir noktadan sonra, kurucular arasında paylaşılırken bile bir anlaşmazlık yaşanmamalı. Fransa'da, otoriter yapıyı yumuşatmak ve yönetimle vatandaş arasındaki ilişkileri iyileştirmek üzere 22 yıl önce kurulan "Ombudsmanlık" kurumu Avrupa Birliği anlaşmasında da ele alınmıştır. Uzlaşma kültürü, kendini yerel organların yönetimlerinde de göstermeli ki enerjimizi boşa harcamamış olalım. Şirketler farklılaşsa da, eski ortakların birbirlerine verdikleri destek sürmeli. ‘Vahşi Kapitalizm’ yerine, sosyal unsurların güçlü yaşandığı bir iş dünyası, insanın başarılı olmasında etken olacaktır. İş ortamında rekabet edenler, dernek, kulüp, vakıf gibi ortamlarda bir araya gelerek dertleşebilmelidirler. Dikkat edilmesi gereken, bütün yoğunluklarına rağmen işadamlarımızın bu tür toplantılara düzenli ola- rak devam etmeleridir. Değişim ve günün teknik şartları gözardı edilmemelidir. Hz. Ömer’in halife olunca şöyle bir bilgilendirme seferberliği başlattığı görülür. Onun bütün yöneticilere yayınladığı ilk ticaret genelgesi şöyledir: “İslâm’a göre, kendi ticaretiyle ilgili hükümleri bilmeyen kimse, bizim çarşı ve pazarlarımızda alışveriş yapmasın. Çünkü bilmeme yüzünden faize düşebilir.” İnsanımızı da bilgi ve ilim ile donatmalıyız. Yine hoş bir sözü Benjamin Franklin söylemiş “boş bir çuval dik durmaz.” “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığınız zaman hemen Allah’ı anmaya (namaza) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah’ın fazlından rızkınızı arayın. Allah’ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz.” Genellikle az da olsa dostlarımızdan destek bekleriz, çalışkan, kabiliyetli insana hep ne deriz? “Akla ve paraya ihtiyacı yok.” Çünkü eğitilmiş, terbiye edilmiş insanların ellerindeki altın bilezik “sanat, ticari kabiliyet” onların her zaman önünü açmıştır. Geçmişten beri alın teri kutsaldır, çok önemlidir. Ancak günümüzde “akıl teri” çok önlere çıkmıştır. Ne üretirsek üretelim, hedefimiz, ufkumuz dış pazarlar, dünya olmalı. “En makbul insan üreten insandır'' anlayışıyla düşünecek olursak, dünya müthiş bir pazar ve bugün 6,5 milyar insana çok kısa zamanda ulaşabiliyoruz. Ticaret ve üretimi bir hayat tarzı haline getiren işadamlarının çoğunun koltuğunda doğal olarak artık yüksek tahsil yapmış, yurtdışında eğitim görmüş gençler oturuyor. Herkes zengin olmak istiyor. Bunun da tek ilacı var, o da girişimcilikten ve sebat etmekten geçiyor. Dünyanın günümüzde buna çok ihtiyacı var. Ülkelerin zenginliği girişimcilerinin sayısına bağlıdır. Allah’ın Yönetimin ve yöneticinin en temel idarî görevi, ilişki yönetimidir. Liderlik performans kriterlerimizin arasına “personel gelişim endeksi” ilave etmeli, her yıl personelimizi gerek hayat bilgisi, ulvi değerler ve gerekse teknik beceriler alanında ne kadar geliştirdiğimizi kontrol etmeliyiz. MART-N‹SAN 2011 49 DOSYA: F‹NANSMAN Tüm piyasalar için inorganik büyüme önemlidir. Evyap’ın, Gibbs markasını uluslararası bir firmadan satın alıp bünyesine katması da inorganik büyüme alanında yapılmış bir girişimdir. İş hayatında sanayicinin çıkarı, aynı zamanda milletin çıkarı ve istihdam demektir. 50 M‹MAR VE MÜHEND‹S Elçisi’ne en üstün kazancın hangisi olduğu sorulunca şöyle cevap vermiştir: “Kişinin elinin emeği ve mebrur alışveriştir.” Varislerin şirkete adaptasyonu, çocukluktan başlayan bir süreçtir. Genellikle ilk adım, küçüklükten itibaren babasıyla beraber şirkette bulunması, tecrübe kazanmasının başlangıcıdır. Ya şirketi yoksa vergi mükellefi değilse girişimciliğe nereden başlayacak? İşte bu noktada dünyadaki yeni girişimcilerin, farklı fikirleriyle öne çıktıklarına şahidiz. Aslında şirketlerle beraber büyüyen kişiler, daha öncelikli hayata başlangıç yapıyorlar. Şirketten eve taşınan konular, daha çocuk yaşlarda onları işe hazırlamış oluyor. Elbette tepeden inme bir yöneticilikten bahsetmiyoruz. Günümüzde büyük işletmelerde işler biraz daha farklı yol alıyor. Mevcut işlerin büyük ölçekli olduğu, kredilerin projeye bağlı olarak da alınabildiği, kurumsallaşmış iş yapılarında ise inorganik veya yatay büyüme geçerli oluyor. Bu şirketlerde ortaklık anlayışının ve hukuki sözleşmelerin geçerli olduğunu gözlemliyoruz. Gelişim, büyüme uzun dönemli hesaplanıyor, planlanıyor. İşi geliştirmeye yeni ürün üretimine dönük Ar-Ge çalışmaları yapılıyor. Hz. Peygamber (SAV) de zaman zaman ihtiyaç yüzünden borçlanmıştır. Mesela, bir Yahudî’den veresiye yiyecek satın almış ve zırhını rehin olarak bırakmıştır. Yatay büyümede, büyük ölçekli firmalar işlerini büyütecek yapılanmayı, verdikleri hizmetin yelpazesini genişletecek yeni işleri sorumluluk alanlarına katmayı ve mevcut müşterilerine daha geniş hizmeti tek elden vermeyi amaçlıyor. Bunu sağlamak için de hisse satın alma, ortak olma ile kâr etmekte zorla- nan şirketleri bünyelerine alıyorlar. Genellikle günümüzde şirketler kendi kapasitelerini artırarak büyümeyi tercih ediyorlar. Önümüzdeki dönemde de eğilimin bu yönde devam edeceğini inanıyoruz. Şirketlerin birbirini satın alarak aynı konu üzerinde büyüyerek devam etmeleri, organik büyümedir. Üreticilerimiz de yeni teknolojiler için farklı arayışlar içindeler. Günümüzde yatırım tutarları çok büyük. Firmalar yeni teknolojiye yeni ortakla girme arayışındalar. Günümüzde şirketlerin organik büyüme stratejileri uygulayarak büyümeleri çok daha mümkündür. Halihazırda birçok ürün piyasada var olmasına rağmen, imalatçı şirketler yepyeni ürünlerle tüketicilerinin karşılarına çıkıyor. Bazı ürünlerde de artan talebe cevap vermek için kapasite artırımına gidiliyor, tüketicilerin değişen istek ve talepleri doğrultusunda ürün portföyü genişletiliyor. Tüm piyasalar için inorganik büyüme önemlidir. Evyap’ın, Gibbs markasını uluslararası bir firmadan satın alıp bünyesine katması da inorganik büyüme alanında yapılmış bir girişimdir. İş hayatında sanayicinin çıkarı, aynı zamanda milletin çıkarı ve istihdam demektir. Önce yatay büyüme olmalıdır, sonra dikey büyümeye geçmek istikrar ve uzun soluklu olmanın gereğidir. Yatay büyüme toprağa tohum ekmek, dikey büyüme ise bitkinin fidan halini almasıdır. Allah (cc) şöyle buyurur, “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyiniz. Ancak, karşılıklı rızaya dayanan ticaret bunun dışındadır.” Evet, ticarette ve girişimcilikte cesur olmalıyız. Bu cesaretimizi bilgiden, tecrübelerden ve ticari ahlaktan almalıyız. Risk alamayanlar ve korkaklar girişimci olamaz. FİNANSAL YÖNETİM FİNANS, İŞLETMENİN GEREKSİNİM DUYDUĞU FONLARIN EN UYGUN KOŞULLARDA ELE GEÇİRİLMESİ VE ELE GEÇİRİLEN FONLARIN EN ETKİN KULLANIMININ SAĞLANMASIDIR. 1950’Lİ YILLARA KADAR, FİNANSIN FON BULMA FONKSİYONU ÖN PLANDAYKEN, BU TARİHTEN SONRA, FONLARIN KULLANIMI DAHA FAZLA ÖNEM KAZANMIŞTIR. Prof. Dr. Ahmet İNCEKARA İ. Ü. İktisat Fakültesi İktisat Politikası Anabilim Dalı Başkanı ileşik faiz hesaplamalarının, yaklaşık İ.Ö. 1800 yıllarında, Babil Krallığı’nda, Hammurabi Yasaları’yla düzenlendiği tahmin edilmektedir. İlk opsiyon sözleşmesi, İ.Ö. 1000 yıllarında, Filozof Thales tarafından satın alınmıştır. Uluslararası bankacılığın kökleri 15. yüzyıla kadar uzamaktadır. Bugünkü anlamda ilk anonim şirket ise (East India Company), 1599 yılında İngiltere’de kurulmuştur. Günümüzde halen faaliyetini sürdüren bir başka A.Ş., (Hudson’s Bay) 1670 yılında Kanada’da kurulmuştur. ABD’de 1690 yılında, ilk kağıt para ihracı gerçekleştirilmiştir. İlk menkul kıymet ihraçları ise, 1720 yılında gerçekleşmiş ve günümüzün en büyük borsası olan New York Borsası (NYSE), 1792 yılında kurulmuştur. Finansal yönetimin fonksiyonları; finansal analiz, finansal planlama, finansal denetim, fonların sağlanması ve fonların yatırımıdır. Finansal analiz, işletmenin finansal tablolarından yararlanarak, mevcut durumunun değerlendirilmesi ve geleceğe ilişkin tahminlerin yapılmasıdır. Finansal planlama, işletmenin faaliyeti sırasında ortaya çıkacak her türlü fon giriş ve çıkışının önceden planlanmasıdır. Finansal denetim ise finansal planlama ile uygulamaların karşılaştırılması ve sapma varsa düzeltici önlemlerin alınmasıdır. Fonların sağlanmasında ise işletmenin ihtiyaç duyduğu fonlar, zamanında ve en uygun koşullarla sağlanmaktadır. Fonların yatırımı fonksiyonunda, işletmedeki fonların, beklenen gelir ve risk göz önünde bulundurularak ve işletme amaçlarına en uygun şekilde menkul kıymetlere, alacaklara, stoklara veya duran varlıklara yatırılmasıdır. B F‹NANSMAN YÖNET‹M‹N‹N ÖNEM‹ Finansman yönetimi 1950’li yılların başlarından itibaren organizasyonların yönetimindeki önemi giderek artmıştır. Finansal yönetim yalnızca fonların temini olmaktan çıkmış, bu fonların kullanılması, değerlendirilmesi ve firma değerinin yükseltilmesini dikkate almaya başlamıştır. Finansal yönetim varlıkların temin edilmesi, finansmanı ve yönetimi ile ilgilenir. Finansal yönetimin temel amacı işletmenin değerini azami seviyeye çıkaracak kararlar alması- dır. İşletmenin bu amaca nasıl ulaşacağını ortaya koyar. Bir diğer finansal amaç da likiditeye dönük amaçlardır. Bunlar da sürekli ödeyebilme olanağının var olması, ödemelerin vadeleri ile uyumlu gerçekleştirilmesi ve genel bir finansman dengesinin tutturulmasıdır. Finansal amaçların parasal olmayan kısmında firmanın çeşitli çıkar grupları ve firmaya düzenli likidite akışı sağlayacak bankalar ile düzenli ilişkiler içinde bulunma zorunluluğunda olmasıdır. Firmanın kredi değerliliği, uygun kredi sağlayabilmesi ve sermaye yapısını koruma gerekliliği parasal olmayan finansal amaçlar arasında sayılabilir. Finans yönetiminin işlevleri uygun sermaye kaynaklarının tedarik edilerek rasyonel şekilde yatırımlara aktarımını kapsamaktadır. Rekabetin oldukça yüksek olduğu günümüzün küresel ekonomisinde işletmeler açısından mevcut olan bütün kaynakların en uygun şekilde değerlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Bu yüzden, finans yönetimi finansman ve yatırım olmak üzere 2 ana yönetim dalına ayrılır. Günümüzde işletmelerin hızla büyümesi ve finansal yatırım seçeneklerinin sayıca ve hacimce önemli seviyede artması sebebiyle bir finans uzmanı firmanın tüm finans yönetiminden daha ziyade bir alt biriminden sorumlu olabilmektedir. Günümüz koşullarında küreselleşmiş olan dünya ekonomileri tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar birbirine entegre olmuşlardır. Dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen ekonomik dalgalanma okyanus ötesindeki bir başka ekonomiyi olumsuz etkileyebilmekte hatta krizlere yol açabilmektedir. Artık işletmelerin sahip olması gereken vizyon yerel öngörü ve düşüncelerden ziyade küresel ölçekte ve standartlarda profesyonellik anlayışı ile yönetilmeyi gerektirmektedir. Limitli olan işletme kaynaklarından minimum risk ile maksimum kar elde etmek finans yönetiminin öncelikli hedefidir. Kaynakça: 1. Nurhan Aydin, Metin Çoflkun,Hasan Bakir,Ali Ceylan, Mehmet Baflar,Editör Nurhan Aydin, Finansal Yönetim, Anadolu Üniversitesi Yay›n› No: 1465, Açikö¤retim Fakültesi Yay›n› No: 779, Eskiflehir, 2004, s.3 2. Erdo¤an Oral, “Finansal Yönetim, Sermaye Piyasas› Faaliyetleri”, Ekim 2009 MART-N‹SAN 2011 51 DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE PROJE YÖNETİMİ PROJELERİN HAYAT GEÇİRİLEBİLMESİ FİNANSAL KAYNAKLAR (BÜTÇE) VE ZAMANIN VERİMLİ OLARAK KULLANILMASINA BAĞLIDIR. DİĞER ÇEVRESEL FAKTÖRLERLE BİRLİKTE PROJENİN UYGULANMASI SIRASINDA KARŞILAŞILABİLECEK EN ÖNEMLİ ENGEL FİNANSAL PROBLEMLERDİR. PROJE FİNANSMANINDA YAŞANAN SIKINTILAR TÜM PROJENİN BAŞARISIZLIKLA SONUÇLANMASINI KAÇINILMAZ KILACAKTIR. BU NEDENLE FİNANSAL KAYNAKLARIN PLANLAMASI DİKKATLİ ŞEKİLDE YAPILMALIDIR. Prof. Dr. Ahmet İNCEKARA İ. Ü. İktisat Fakültesi İktisat Politikası Anabilim Dalı Başkanı 52 M‹MAR VE MÜHEND‹S roje yönetiminin metot, araç ve uygulamalarının ilk kez M.Ö 1. yy’da kullanılmaya başlandığı varsayılmaktadır. Günümüzdeki modern kullanımı ise ticari işletmeler ve organizasyonlar tarafından aktif olarak 1950’li yıllarda kompleks mühendislik projelerinde sistematik olarak uygulanmaya başlamıştır. Gelişen teknolojik olanaklar kısa zaman önce hayal olarak nitelendirilen projelerin hayata geçirilmesine olanak sağlamaktadır. Proje yönetimini giderek önemi artan bir uzmanlık alanı haline getirmiştir. Dünyanın farklı bölgelerinde başarı ile uygulanan pek çok devasa proje, zamanla daha karmaşık bir yapıya bürünen yeni projelerin başarılı şekilde uygulanabilmesi için proje yönetimindeki istihdam ihtiyacını arttırmaktadır. Gelişmiş ülkelerde yüksek öğretimde faaliyet gösteren pek çok kurum yüksek lisans ve doktora programları açarak bu alandaki istihdam ihtiyacını cevap vermeye çalışmaktadır. Öğrencilerin proje yönetimi uzmanlık programlarına olan ilgisi her geçen gün artarak devam etmektedir. Nihai sonuç elde edildiğinde fayda sağlaması ya da katma değer üretmesi arzu edilerek özgün bir servis, ürün ya da marjinal sonuca ulaşmak için harcanan geçici emek, dizayn ve çalışmaların tümüne proje denir. Projelerde göze çarpan genel özellik nihai sonuçların elde edilmesi kesinlik taşımamaktadır. Bu nedenle başlangıç anından nihai sonuca kadar olan süreç geçici olarak kabul edilmektedir. Projeler uygulanmaya başlandığında nihai ürün ve sonuçları bakımından sosyal, ekonomik ve çevresel P faktörlerden etkilenebilmekte ve aynı oranda sonuçları itibarı ile toplumu etkileyebilmektedir. Proje yönetimi doğası gereği fonksiyonel ve dinamik bir uzmanlık alanıdır ve ağırlıklı olarak mühendislik bilimlerinde etkin kullanıma sahiptir. Proje yönetimi, merkezi ABD’de bulunan Proje Yönetim Enstitüsü tarafından yapılan genel kabul gören tanımı, özgün bir sonucu hedefleyen projelerin başarılı bir şekilde uygulamaya konularak, nihai sonucu ve faydayı elde etmek maksadıyla mevcut kaynakların planlı, organize ve güvenli şekilde yönetilmesi olarak yapılmıştır. Proje yönetimini genel olarak süreci başlatma, planlama, uygulama, kontrol ve süreci sonlandırma olarak 5 aşamayı kapsamaktadır. Sürecin başlangıç aşaması projeye onay verilerek uygulamaya konulmasıdır. Planlama aşaması ise hedeflenen nihai amacın belirginleştirilerek, gerekli düzenlemeler gözden geçirildikten sonra sonuca ulaşmak için mevcut en uygun alternatiflerden seçim yapılarak sağlıklı bir planlanmanın gerçekleştirilmesidir. Planlama aşamasını takip eden süreç ise uygulama aşamasıdır. Uygulama aşaması projeyi hayata geçirmek için eldeki mevcut kaynakların özellikle insan gücü faktörünün koordine edilerek planlama sürecinde kararlaştırılan proje hedeflerinin sağlıklı olarak uygulamaya konulması ve bu süreçte karşılaşılan çevresel değişkenlerin dikkate alınarak düzenli kontrolü, takibi ve nihai sonuçların ölçümünün kontrol sürecinde etkin olarak gerçekleştirilmesidir. Kontrol aşaması üzerinde titiz ve yoğun çalışma gerektiren, projenin yürütülmesinde ve başarıya Bafllang›ç Süresi Planlama Süresi Kontrol Süresi Oklar bilgi ak›fl›n› temsil etmektedir Uygulama Süresi Kapan›fl Süresi ulaşmasındaki önemli aşamaların başında gelmektedir. Projenin eldeki mevcut kaynakları etkin bir şekilde kullanarak tamamlanmasını takiben gerekli kabul ve onayın alınması için formüle etme aşaması süreci sonlandırma aşamasıdır. Final aşaması olan sonlandırma aşaması, projenin ürün ve katma değerlerinin etkin olarak değerlendirilebilmesine olanak tanımaktadır. Projelerin hayata geçirilebilmesi finansal kaynaklar (bütçe) ve zamanın verimli olarak kullanılmasına bağlıdır. Diğer çevresel faktörlerle birlikte projenin uygulanması sırasında karşılaşılabilecek en önemli engel finansal problemlerdir. Proje finansmanında yaşanan sıkıntılar tüm projenin başarısızlıkla sonuçlanmasını kaçınılmaz kılacaktır. Bu nedenle finansal kaynakların planlaması dikkatli şekilde yapılmalıdır. Proje yönetimini standartlaştırmak için dünya genelinde çeşitli çalışmalar yürütülmüştür. Standartlaştırma çalışmaları bölgelere göre farklılık gösterebilmekle birlikte genel kabul görenleri arasında; yazılım mühendisliği enstitüsü tarafından geliştirilen Yeterli Kapasite Modeli (Capability Maturity Model) ve Takım Yazılım Süreci (Team Software Process); GAPPS olarak bilinen Küresel Proje Performans Standartları Birliği (Global Alliance for Project Performance Standards); ISO 9000 ve ISO 10006 örnek gösterilebilir. Standartlaştırma, ülkelerin kendi iç tercihi her ülkenin kendi yerel koşullarının küreselleşerek hızla büyüyen dünya ekonomisi toplumları iktisadi ve finansal olarak birbirine entegre etmektedir. 2008 yılında yaşanan küresel finansal krize rağmen günümüzde faaliyete geçirilmesi arzulanan pek çok dev proje bulunmaktadır. Özellikle son 10 yılda ülkemizde dünya ekonomisindeki gelişmelere paralel olarak hızlı bir ekonomik büyüme sağlanmıştır. Bu ekonomik gelişmeler beraberinde dev projelerin gündeme gelmesini sağlamış ve pek çok proje ülkemizde hayat geçirilmiştir. Gelecekteki projelerin hayat geçirilmesi ve başarılı bir şekilde uygulanabilmeleri proje yönetiminde uzmanlaşmayı gerektirmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan ekonomilerde proje yönetimindeki ihtiyaç duydukları uzmanların yetiştirilmesi yüksek öğrenim kurumlarının öncelikleri arasında olmalıdır. Kaynakça: 1- Young-Hoon Kwak (2005). "A brief history of Project Management". In: The story of managing projects. Elias G. Carayannis et al. (9 eds), Greenwood Publishing Group, 2005. 2- Project Management Institue, “A Guide to Project Management Body of Knowledge”, Fourth Edition, PA USA, 2008, sayfa 5 Proje yönetimi, merkezi ABD’de bulunan Proje Yönetim Enstitüsü tarafından yapılan genel kabul gören tanımı, özgün bir sonucu hedefleyen projelerin başarılı bir şekilde uygulamaya konularak, nihai sonucu ve faydayı elde etmek maksadıyla mevcut kaynakların planlı, organize ve güvenli şekilde yönetilmesi olarak yapılmıştır 3- Project Management Institue “Project Management-Experience and Knowledge Self-Assessment Manual” , PA USA, 2000, sayfa 5 4- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001, sayfa 8 5- Library of Congress Cataloging-in-Publication Data “The PMI Project Management Fact Book”, Second Edition, , PA USA, 2001, sayfa 9 6- Williams, Meri, “The Principles of Project Management”, First Edition, SitePoint Pty. Ltd. 2008 MART-N‹SAN 2011 53 DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE KALKINMA AJANSLARI MALİ DESTEK SİSTEMİ KALKINMA AJANSLARI, SORUMLU OLDUKLARI BÖLGENİN EKONOMİK VE SOSYAL KALKINMA SÜRECİNİN HIZLANDIRILMASI, SÜRDÜRÜLEBİLİR BİR YAPIYA KAVUŞMASI VE BÖLGE İÇİN KRİTİK ÖNEME SAHİP FAALİYETLERİN HAYATA GEÇİRİLMESİ AMACIYLA ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ UYGUNLUK KRİTERLERİ DOĞRULTUSUNDA; BÖLGE PLANI VE PROGRAMLARI İLE YILLIK ÇALIŞMA PROGRAMI VE İLGİLİ BAŞVURU REHBERLERİNDE BELİRLENEN ALANLARDA BÖLGE PAYDAŞLARINA MALİ VE TEKNİK DESTEK SAĞLAYABİLİR. Doç. Dr. Abdülmecit KARATAŞ İstanbul Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri alkınma Ajansları tarafından kamu kurum ve kuruluşlarına, sivil toplum kuruluşlarına ve diğer gerçek veya tüzel kişilere sağlanacak mali desteklerin niteliği ile bunların yönetimi ve kullandırılmasına ilişkin hususlar Kalkınma Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu tarafından düzenlenmiştir. Ajanslar yönetmelikte belirtilen istisnalar dışında, hiçbir kişi, kurum veya kuruluşa doğrudan destek sağlayamazlar. Ajanslar tarafından uygulanacak mali destek türleri şunlardır: 1) Doğrudan finansman desteği 2) Faiz desteği 3) Faizsiz kredi desteği K Doğrudan finansman desteği, ajansın esas itibarıyla proje teklif çağrısı yöntemiyle kullandırdığı desteklerden oluşur. Ancak ajans istisnai olarak, proje teklif çağrısı yapmaksızın ve proje hazırlığı konusundaki yükümlülüklerinden bazılarını hafifletmek veya proje hazırlık sürecini doğrudan yönetmek suretiyle, doğrudan faaliyet desteği ve güdümlü proje desteği şeklinde de doğrudan destek sağlayabilir. Proje teklif çağrısı yöntemi ise belirli bir mali destek programı kapsamında, nitelikleri net bir şekilde belirlenmiş olan potansiyel başvuru sahiplerinin, önceden belirlenen konu ve koşullara uygun olarak proje teklifi sunmaya davet edilmesidir. Ajansın, özel işletmelerin, sivil toplum kuruluşlarının, kamu kurumlarının, üniversitelerin, yerel yönetimlerin, 54 M‹MAR VE MÜHEND‹S kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşlarının ve diğer gerçek ve tüzel kişilerin proje ve faaliyetlerine mali destek sağlaması mümkündür. Başvuru sahipleri için uygunluk kriterleri, her bir mali destek programının amaç ve önceliklerine bağlı olarak farklılık gösterebilir. Destek sağlanabilecek projeler ilan edilen mali destek programı özelinde belirlenen hedef ve amaçlar ile uyumlu olmalıdır. Bununla birlikte önerilen projeler her koşulda mevzuata uygun olmalı ve programa ait başvuru rehberinde belirtilen uygun olmayan proje konularına girmemelidir. Destek programları kapsamında mali destek almaya hak kazanan projeler bir yıllık uygulama süresini aşamazlar. Küçük ölçekli altyapı projeleri için ise, bu süre azami iki yıl olarak belirlenebilir. Sunulan projeler ajansın faaliyet gösterdiği bölge sınırları içerisinde gerçekleştirilmelidir. Ajans tarafından desteklenen projelerde, proje maliyetlerinin bir bölümü yararlanıcı tarafından karşılanmalıdır. Bu miktar eş finansman olarak adlandırılır. Yararlanıcı, proje eş finansmanını, proje ortaklarından, iştirakçilerden ve/veya üçüncü taraflardan sağlayacağı nakdi katkılar ile karşılayabilir. Güdümlü proje desteği, ajansın sağladığı diğer destek türlerinden farklı olarak doğrudan ajansın belirlediği bir alanda uygulayıcı kuruluşun tespit edilmesi ve başvuru yapmak üzere yönlendirilmesi suretiyle ortaya çıkan destek türüdür. Güdümlü proje desteğinin amacı, bölgesel gelişmenin hızlandırılması, bölgenin rekabet edebilirliğinin güçlendirilmesi ve bölgedeki iş ortamının iyileştirilmesi açısından önem taşıyan projelere Ajansın öncülük etmesi ve koordinasyonu üstlenmesiyle gerçekleştirilmesidir. Güdümlü projenin yürütülmesinde, aynı anda birden fazla kurum ve kuruluş rol alabilir. Bu durumda kurum ve kuruluşlardan biri projenin uygulayıcısı olarak tayin edilir. Diğer kurum ve kuruluşlar, proje uygulayıcısının ortağı olurlar. Güdümlü proje desteklerinde sadece aşağıdaki kurumlar proje uygulayıcısı olabilir: Yerel yönetimler, mahalli idare birlikleri, üniversiteler, meslek okulları, araştırma enstitüleri, kamu kurum ve kuruluşları, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları, organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, küçük sanayi siteleri, sivil toplum kuruluşları. Güdümlü Proje Desteği kapsamında, bölgesel gelişmeyi hızlandıracak ve bölge planlarında ya da saha çalışmaları sonucunda belirlenen alanlar için; bölgedeki girişimcilik ve yenilikçilik kapasitesini geliştirecek nitelikteki iş geliştirme merkezleri, teknoparklar, teknoloji geliştirme merkezleri işletmelerin ortak kullanımına açık fuar, ticaret merkezi, sergi salonu, laboratuar ve atölye gibi büyük bütçeli altyapı ve/veya işletme destekleri verilmesi mümkündür. Bu faaliyet alanları dışında herhangi bir alanda güdümlü proje desteği sağlanamaz. Güdümlü proje desteği kapsamında azami proje süresi 24 aydır. Doğrudan faaliyet desteği, ajansın yatırım bileşeni içermeyen planlama, strateji belirleme ve fizibilite benzeri faaliyetlere verdiği destek türüdür. Ajans, Bölgenin kalkınması ve rekabet gücü açısından önemli fırsatlardan yararlanılmasına, Bölge ekonomisine yönelik tehdit ve risklerin önlenmesinde acil tedbirlerin alınmasına, Kritik öneme sahip araştırma ve planlama çalışmalarına, Bölgenin yenilikçilik ve girişimcilik kapasitesini geliştirmeye yönelik iş geliştirme merkezleri, teknoloji geliştirme merkezleri, teknoparklar gibi kuruluşların ve bunların tesislerinin kurulma- sı amacıyla yapılacak fizibilite benzeri ön çalışmalar gibi bölge için önemli olabilecek stratejik eylemlerin başlatılmasına ve gerçekleştirilmesine, Büyük hacimli yatırım kararlarına kısa vadede etki edilmesi ve yönlendirilmesine katkı sağlayacak olan faaliyetlere, doğrudan mali destek verebilir. Ajans tarafından sağlanacak doğrudan faaliyet desteğinden sadece aşağıdaki kurumların yararlanması mümkündür: Yerel Yönetimler, Üniversiteler, Kamu Kurum ve Kuruluşları, Kamu Kurumu Niteliğinde Meslek Kuruluşları, Sivil Toplum Kuruluşları, Birlikler ve Kooperatifler. Başvuru sahipleri tek başlarına ya da ortak kuruluşlarla başvuruda bulunabilirler. Ortaklar da başvuru sahibi ile aynı kriterleri taşımalıdır. Her ilan dönemi özelinde başvuru sahipleri ve ortaklarla ilgili sınırlamalar getirilmesi mümkündür. Faiz desteği, kâr amacı güden gerçek ve tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlardan alacakları krediler karşılığında ödeyecekleri faiz giderlerinin, Ajans tarafından karşılanmasını öngören karşılıksız yardımdır. Faizsiz kredi desteği, ajans tarafından kâr amacı güden gerçek ve tüzel kişilerin ilgili aracı kuruluş ile Ajans arasında imzalanacak protokolde belirtilen nitelikteki projeleri için, ilgili aracı kuruluşlar eliyle kredi verilmesini ve bu mali desteğin Kalkınma Ajansları Proje ve Faaliyet Destekleme Yönetmeliği ve Kalkınma Ajansları Destek Yönetimi Kılavuzu’nda belirtilen usul ve esaslar dahilinde ajans tarafından sağlanan mali desteğin faiz ödenmeksizin taksitler halinde geri ödenmesine imkan veren karşılıksız yardımdır. MART-N‹SAN 2011 55 DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE TÜRKİYE’DE TEŞVİK VE DESTEK POLİTİKALARI VE YARARLANILABİLECEK DESTEKLER ÜLKENİN KALKINMA STRATEJİSİ VE İHTİYAÇLARINA YÖNELİK YENİ BİR DÜZENLEMEYE GİDİLEREK ESKİ TEŞVİK YASASI DEĞİŞTİRİLMİŞ , TEŞVİKLERİN DAHA ADALETLİ VE ÜLKE İHTİYAÇLARINA CEVAP VERECEK NİTELİKTE DAĞITILMASINA YÖNELİK ADIM ATILMIŞTIR, “GENEL TEŞVİK SİSTEMİ” YENİLENMİŞ VE KAPSAMI GENİŞLETİLEREK “SEKTÖREL TEŞVİK SİSTEMİ”NE DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR. Ömer SARIOĞLU Proje Danışmanı 56 M‹MAR VE MÜHEND‹S Günümüz dünya ticaretinde her ne kadar serbest piyasa ekonomisi hâkimse de hiçbir devlet yoktur ki ekonomiye müdahale etme ihtiyacı duymasın. Sistemin dinamosu sayılan devletlerde dahi serbest piyasa belli sınırlar içerisinde “serbest” bırakılmaktadır. En somut örneği için ABD ve Avrupa Birliği’nin kriz sürecindeki aktif müdahalelerine bakılabilir. Devletlerin ekonomileri serbest bırakmama sebepleri hem sistemin kendi iç dinamiklerinden hem de ekonomik, sosyal, siyasal vb. kaygılarından ileri gelmektedir. Piyasalar normal işleyişine bırakıldığında optimal düzeyde sonuçlar doğurmamakta, bu durumda devlet yardımları gündeme gelmektedir. Bu yardımlar hibe, teşvik, kredi, vergi muafiyeti vb. şeklinde kendini gösterir. Sistemin kendi iç dinamiklerini bir kenara bırakacak olursak devletlerin büyüme hedeflerini tutturmaları için aldıkları “ekonomik” önlemler, genellikle teşvik ve destek politikalarını şekillendirir. Teşvik ve desteklerle hedeflenen iyileştirmeler çeşitli alanlarda olabilir; doğal afetler sonucu oluşan hasarı telafi etme, sosyal alt yapıyı güçlendirme, ihracatı arttırma, ekonomik istikrarı sağlama, büyümeyi destekleme, tarım ürünlerini destekleme, işsizliği azaltma, sanayinin ve ihracat sektörünün rekabet gücünü arttırma vb. Türkiye özelinden duruma bakacak olursak 1980’li yıllarda serbest piyasa ekonomisine tam olarak girişimizle birlikte ekonomide belli problemler oluşmaya başlayınca, 1980’li yılların ortalarında “teşvik” politikalarıyla tanışmış olduk. Artık hükümetler ihracatı, üretimi, tarımı belli şekillerde yönlendirme ihtiyacı ile yasal önlemlerin yanında en güçlü müdahale biçimi olarak “teşvik ve destek” sistemini devreye almaya başladılar. Bu teşvikler ve desteklerle belli konularda iyileşme ve kontrollü büyüme hedeflenerek dünya pazarlarında daha iyi rekabet edebilir, kendi pazarına yetebilir bir ülke olma yolunda adımlar atıldı. Türkiye’de 1980’lerin ortalarında başlayan “teşvik” sistemi birçok olumlu sonuçlar doğurmasının yanı sıra bunu destekleyici belli yasal düzenlemeler ve gerekli denetleme mekanizmaları oluşturulmadığından “istismara açık” alanlar olmaya başladı. Teşvik mekanizmasında oluşan bu boşlukları değerlendirerek avantadan para koparan, devleti dolandıran, teşvik zengini tipler oluşmaya başladı (örneğin o dönemleri hatırlarsak birden bire “hayali ihracatçılar” türemişti). Bu sebeplerden dolayı toplumda, teşvik sisteminin yeterince iyi işletilemediği ve gerçek sahiplerine bu teşviklerin ulaşamadığı algısı oluştu. Hele küçük işletmeler için teşvik neredeyse hayal olarak algılanıyordu. Kaldı ki çoğu “kobi”nin teşviklerden haberi bile olmamaktaydı. Çünkü teşvik sistemindeki mevzuat eksikliği-karışıklığı, halka bunun iletilememesi, teşviklerin tek bir elden dağıtılmaması ve toplumda oluşan “teşvik eşittir avanta” algısı nedeni ile teşviklerin yerli yerinde ve yeterince kullandırıldığı söylenemez. Bugün gelinen noktada ise teşvik politikaları eskisine nazaran daha derli toplu yönetilmeye başlanmıştır diyebiliriz. Özellikle teşvik sisteminde bazı düzenlemelere gidilmiştir. Denetleme mekanizmaları geliştirilmiş, kredi kullandırma sistemi bankalar üzerinden yapılmaya başlanmış, devlet verdiği hemen hemen bütün hibe, destek ve yardımlarda “önce öde-belgelendir-geri al” sistemiyle çalışmaya başlamış. Özellikle ülkenin kalkınma stratejisi ve ihtiyaçlarına yönelik yeni bir düzenlemeye gidilerek eski teşvik yasası değiştirilmiş, teşviklerin daha adaletli ve ülke ihtiyaçlarına cevap verecek nitelikte dağıtılmasına yönelik adım atılmıştır. “Genel Teşvik Sistemi” yenilenmiş ve kapsamı genişletilerek “Sektörel Teşvik Sistemi”ne dönüştürülmüştür. Yeni Karar’ın uygulandığı bir yıllık dönemde, yabancı ser- mayeli yatırımlar da dahil olmak üzere genel ve bölgesel teşvik sistemi ile büyük ölçekli yatırımlar için düzenlenen teşvik belgesi sayısı sadece genel teşvik sisteminin uygulanmakta olduğu Ağustos 2009 öncesi bir yıllık döneme göre yüzde 43 oranında artarak 3 bin 848’e yükselmiştir. Yatırım sayısındaki bu artış, toplam sabit yatırım tutarına da yansımış, yatırım tutarı bir önceki döneme göre yüzde 94 oranında artarak yaklaşık 59 milyar TL’ye ulaşmıştır. Teşvik belgeli yatırımlar kapsamında öngörülen istihdam ise yüzde 53 oranında artarak 139 bin kişiye çıkmıştır.” Teşvikler ve destekler belli kurumların bünyelerinde toplanmış; teşvik için Hazine Bakanlığı, ihracatı desteklemek için DTM, KOBİ’leri desteklemek için KOSGEB, Ar-Ge için TÜBİTAK vb. kamu kurumları işletmelere teşvik ve yardımları dağıtma ve yönlendirme işini üstlenmiştir. İşletmelere destek ve teşviklerin haberdar edilmesi konusunda çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Örneğin KOSGEB yaklaşık 20 yıldan beri var olduğu halde, çoğu işletme ancak son 4-5 senedir böyle bir kurumun varlığından ve desteklerinden haberdar olmaya başladı. Türkiye’deki kamu kurumlarının teşvik ve destek politikaların kısaca değindikten sonra özellikle ekonomimizin dinamosu olan işletmelere yönelik teşvik, destek, hibe ve kredi olanaklarından ve bu destekleri veren kamu kurumlarından kısaca bahsetmek yerinde olur sanırım. KOSGEB DESTEKLER‹ Ülkemizde 20 yıldır faaliyette bulunmasına karşın son 4-5 senedir firmaların ilgisini çeken KOSGEB, küçük ve orta ölçekli işletmelerin destek alabilecekleri en önemli kurumdur. Eskiden sadece üretim yapan kobi’lere destek verirken 2010 senesinde değişen KOSGEB sistemi ile artık hemen hemen bütün işletmeler KOSGEB desteklerinden faydalanabilmekte. Kobi’lerin faydalanabilecekleri KOSGEB destekler ve oranlarını üç başlık altında şöyle özetleyebiliriz; 1-KOSGEB Kredi Destekleri 2- KOSGEB Genel destekler 3- KOSGEB Proje destekleri a) KOBİ proje destek programı b) Tematik proje destek programı c) İşbirliği güç birliği destek programı d)Ar-Ge, inovasyon ve endüstriyel uygulama destek programı TÜB‹TAK DESTEKLER‹ Sanayi Bakanlığı, Dış Ticaret Müsteşarlığı, TTGV gibi sayılı kurumlar Ar-Ge ve inovasyon desteklerini genellikle TÜBİTAK üzerinden verir. Tüm özel sektör kuruluşu, TÜBİTAK’tan Ar-Ge projeleri için finansal destek alabilir; enstitülerle işbirliği içinde tüm test, analiz, sistem kurma ve geliştirme çalışmalarını yürütebilir; danışmanlık ve eğitim hizmetleri alabilir; uluslararası işbirlikleri geliştirebilir; bilim ve teknoloji dünyasıyla ilgili veri tabanlarından yararlanabilir. 1-TÜBİTAK-TEYDEB 1507 Kobi Ar-Ge Başlangıç Destekleme Programı Programın amacı, firma düzeyinde katma değer yaratan KOBİ’lerin Ar-Ge çalışmalarını teşvik etmek ve bu yolla Türk sanayinin Ar-Ge yeteneğinin yükseltilmesine katkıda bulunmaktır. 2-TÜBİTAK-TEYDEB 1508 Teknoloji/Yenilik Odaklı Girişimleri Destekleme Programı Programın Amacı: Yüksek eğitimli (lisans, yüksek lisans veya doktora) kişilerin yenilikçi iş fikirleri ile bilgi ve araştırmalarını katma değeri yüksek girişimlere dönüştürmesini, girişimcilik olgusunun tek- Ülkemizde 20 yıldır faaliyette bulunmasına karşın son dört beş senedir firmaların ilgisini çeken KOSGEB, küçük ve orta ölçekli işletmelerin destek alabilecekleri en önemli kurumdur. Eskiden sadece üretim yapan kobi’lere destek verirken 2010 senesinde değişen KOSGEB sistemi ile artık hemen hemen bütün işletmeler KOSGEB desteklerinden faydalanabilmekte. MART-N‹SAN 2011 57 DOSYA: F‹NANSMAN noloji ve yenilik odaklı firmalara yönelmesini sağlamaktır. 3-TÜBİTAK-TEYDEB 1509 Uluslararası Sanayi Ar-Ge Projeleri Desteği Programın Amacı: EUREKA, EUROSTARS, Avrupa Birliği Çerçeve Programları ortak proje çağrılarına çıkan programlar ve benzeri uluslararası programlara sunulan uluslararası ortaklı araştırma geliştirme projelerinin ve bu projelerde yer alan Türk firmalarının desteklenmesi için oluşturulmuştur. HAZ‹NE BAKANLI⁄I DESTEKLER‹ Teşvik Belgesi: Yeni Teşvik Sistemiyle getirilen yenilikler çok kapsamlı olup, önceki Genel Teşvik Sistemi’ne ilave olarak bölgesel ve sektörel yatırımlarda ek destekler uygulanmaktadır. Genel Teşvik Sistemi’nde; KDV İstisnasi + Gümrük Vergisi Muafiyeti, Bölgesel ve Sektörel Teşvik Sistemi’nde ise; KDV İstisnasi + Gümrük Vergisi Muafiyeti + Kurumlar/Gelir Vergisi + SSK Primi + Faiz Desteği (3 ve 4. Bölgeler için) + Yatırım Yeri Tahsisi yer almaktadır. Her yatırım, her ilde aynı oranda desteklenmemektedir. Ayrıca, her yatırım bölgesel desteklere tabi değildir. Bölgesel destekler için aranan asgari yatırım şartları ve sektörler illere göre değişmektedir. Bu sebeple yatırımcının; yatırım konusuna, iline, tutarına göre hangi desteklerden yararlanacağını ve belge alıp alamayacağını doğru tespit etmesi gerekmektedir. Belge Kapsamında Uygulanan Destekler Asgari 1 ve 2. Bölge 1 milyon TL, 3 ve 4. Bölge 500 bin TL üzeri KDV İstisnası: İthal/Yerli Makina ve Teçhizat alımları için Gümrük Vergisi: Makina ve Teçhizat ithalatları için Bölgesel ve Sektörel Yatırımlar İçin Destekler Kurumlar/Gelir Vergisi: 1. Bölge %25 - 2. Bölge %40 - 3. Bölge yüzde 60 - 4. Bölge yüzde 80 58 M‹MAR VE MÜHEND‹S SSK Primi: 1. Bölge 2 Yıl - 2. Bölge 3 Yıl - 3. Bölge 5 Yıl - 4. Bölge 7 Yıl Faiz Desteği: 3. Bölge TL 3 - Döviz 1 Puan - 4. Bölge TL 5 - Döviz 2 Puan Yatırım Yeri Tahsisi: Tüm bölgelerde-büyük ölçekli yatırımlar ile bölgesel yatırımlar KDV İstisnası: İthal/yerli makine ve teçhizat alımları için Gümrük Vergisi: Makine ve Teçhizat ithalatları için teşvik belgesi kapsamında yapılan yatırımlar için sadece vergisel destekler uygulanmakta olup düşük faizli kredi veya hibe niteliğinde destekler yoktur. Teşvik belgesi kapsamında bankalardan orta veya uzun vadeli yatırım kredisi alınabilir. DIfi T‹CARET MÜSTEfiARLI⁄I (DTM) DESTEKLER‹ İhracata Yönelik Devlet Destekleri 1-Pazar Araştırması ve Pazarlama Desteği 2-Yurt dışı fuar katılımlarının desteklenmesi 3-Çevre maliyetlerinin desteklenmesi 4-Yurtdışında ofis-mağaza açma, işletme ve marka tanıtım faaliyetlerinin desteklenmesi 5-Yurtdışı marka tescil faaliyetlerinin desteklenmesi - DTSS, SDS ve şirketlerin - TSS, SDS ve şirketler 6-Eğitim ve danışmanlık yardımı 7-Türk ürünlerinin yurtdışında markalaşması, Türk Malı imajının yerleştirilmesi ve Turqualıty®’nin desteklenmesi 8-TURQUALITY® Destek Programı kapsamındaki firmalar 9- Uluslararası nitelikteki yurtiçi ihtisas fuarlarının desteklenmesi 10 -İstihdam yardımı DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE EĞİTİM FİNANSMANI MODELLERİ BU ÜLKEDE EV ALMAK İSTEYENE EV KREDİSİ, ARABA ALMAK İSTEYENE ARABA KREDİSİ VERİLDİĞİNE GÖRE BUNDAN DAHA ÖNEMLİSİ OKUMAK İSTEYEN ANCAK OKUMA ÜCRETİNİ ÖDEYEMEYEN GENÇLERİMİZE EĞİTİMLERİNİ YAPMAK ÜZERE EĞİTİM KREDİSİ VERİLMELİ, BU KREDİYİ ALANLAR MESLEK HAYATINDAN BORÇLANABİLMELİDİR. Prof. Dr. Zeki ÇİZMECİOĞLU Y›ld›z Teknik Üniversitesi Kimya Metalurji Fakültesi Metalurji ve Malzeme Müh. Bölümü Sabahattin Zaim Üniversitesi Mütevelli Heyet Üyesi lkemiz, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde olmayan genç bir nüfusa sahip olduğu halde üniversitelerimiz bu genç nüfusumuzu eğitmekte yetersiz kalmaktadır. Üniversiteye girme oranı maalesef çok düşük seviyelerde seyretmekte olup devlet ve vakıf üniversiteleri, açık öğretim ve iki yıllık meslek yüksek okulları dahil ülkemizde üniversite çağındaki 18-23 yaş arası gençlerin yüksek öğrenime girme oranı yaklaşık yüzde 53,4 civarında olduğu göz önüne alınırsa üniversite çağındaki iki gencimizden birisi yüksek öğrenime devam edemiyor demektir. Her ailenin ortak sorunu çocuklarının okumasıdır. Her anne ve babanın çocuğunun üniversiteyi kazanarak orada okuması bir hülyasıdır. Okumak isteyen ve üniversiteye girmek istediği halde giremeyen bu gençlerimizin okuma sorununu halletmek ülkemiz için beklemeye asla tahammülü olmayan, çok acil çözüme kavuşturulması gereken bir konudur. Bu makalede ülkemiz açısından konunun önemi tartışılmakta ve çözüm modelleri açıklanmaktadır. Ü DÜNYADA VE TÜRK‹YE’DE VAKIF ÜN‹VERS‹TELER‹N‹N E⁄‹T‹M-Ö⁄RET‹M ÜCRETLER‹ Vakıf üniversitelerinin ücretleri sürekli arttığından bunu gelirlerinden ödeyebilecek aileler çok sınırlı olup bunu karşılamak ancak dikkatli ve önceden planlamayı gerektirmektedir. Dünyada genel olarak vakıf üniversitelerinin ücretleri enflasyon yüzdesinden yüzde 2 daha fazla arttığı görülmüştür. Vakıf 60 M‹MAR VE MÜHEND‹S üniversitelerinin ücretleri yüzde 6 arttığı kabul edilirse 12 yılda eğitim ücretleri iki misli olacaktır. İngiltere üniversitelerinde 3 yıllık bir üniversitede eğitim ücreti takriben 60 bin TL olup, 60 bin TL harcamalarla beraber toplam 120 bin TL’ye mal olmaktadır. Türkiye’de 2010-2011 akademik yılında eğitim-öğretim veren 44 vakıf üniversitesi ile 9 vakıf meslek yüksekokulu yıllık eğitim-öğretim ücretleri incelendiğinde vakıf üniversitelerinin tıp fakültelerinde yıllık eğitim ücretleri 40 bin TL’yi bulurken lisans programları ile bazı ön lisans programlarının fiyatları ortalama 15-20 bin civarındadır. Barınma ve diğer ihtiyaçlar da göz önüne alındığında yıllık vakıf üniversite ücreti masrafı 4 yıllık bir okul için yılda 30 bin lirayı geçmekte, dolayısı ile 4 yıllık bir eğitimin ülkemizde toplam maliyeti 120 bin TL civarında bir meblağa ulaşmaktadır. Vakıf üniversitelerinde dershane ya da başka bir şehirdeki devlet üniversitelerinde okumanın yıllık maliyetine yakın eşdeğer bölümler de vardır. Özel üniversiteler arasında en pahalı program 40 bin TL ile İstanbul’daki Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’dir. Onu 32 bin 400 TL ile Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi izliyor. En ekonomik bölüm ise İstanbul'daki Doğuş Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu olup bu okulun yıllık eğitim ücreti 6 bin 300 TL’dir. E⁄‹T‹M F‹NANSINI ‹Ç‹N ÇÖZÜM MODELLER‹ Okumak isteyen gençlerimizin yüksek öğrenim görmesi ve eğitimin finansmanı için acil çözüm model- leri olarak uzaktan eğitimi yaygınlaştırılması, eğitim kredisi sağlamak ve vakıf üniversitelerinde burslu öğrenci kontenjanlarını arttırmak gibi üç önemli çözüm modeli aşağıda açıklanmaktadır. 2.1.Uzaktan Eğitimin Yaygınlaştırılması Ülkemizde 100 civarında devlet ve 50 civarında vakıf üniversitesi faaliyettedir. Okumak isteyen gençlerimizin okuması için en az 100 civarında üniversitenin daha açılmasına ihtiyaç bulunmaktadır. Yetişmiş öğretim elemanı kıtlığı yeni devlet ve vakıf üniversitelerinin süratle açılmalarını sınırlamaktadır. Dünyanın gelişmiş ülkelerinin birçok üniversitesinde uzaktan eğitim yöntemleri kullanılarak eğitim ekonomik olarak yaygınlaştırıldığı halde maalesef ülkemizde internet üzerinden eğitim istenen düzeyde yaygınlaşamamıştır. Uzaktan eğitim yönteminin ülke çapında yaygınlaştırılması hem mevcut eğitim kadrosunun daha geniş bir kitleye eğitim vermesi hem de eğitimin ekonomik ve yaygın olması açısından en ideal çözümdür. Ülkemizde internet kullanımı oldukça yaygınlaştığına göre okumak isteyen gençlerimizi ailesinden, köyünden, kasabasından ayrılmadan, büyük şehirlere gelmeden ilave barınma ve diğer masraflara gerek kalmadan, çok daha ekonomik eğitim bedelleri ile uzaktan eğitim modeli ile eğitmek mümkündür. Yüksek öğretimin önündeki zaman ve mekan engellerini ortadan kaldıran, okumaya imkan bulamayan gençlerimize çağımızın yüksek bilişim teknolojileri- ne dayalı internet ortamında kaliteli bir eğitim vermek mümkün olacaktır. Bu sistemle, eğitim, 24 saat canlı tutulmakta, öğrenciye 24 saat bilgi almaverme fırsatı, etkili ve dinamik bir şekilde, danışman öğretim üyesiyle sürekli iletişim içinde bulunma olanağı sağlanmaktadır. Ayrıca ‘Öğretim Yönetim Sistemi’ aracılığıyla öğrencilerin ve öğretim üyelerinin akademik faaliyetleri, sürekli olarak denetlenmekte ve değerlendirilmektedir. Uzaktan eğitim sistemi ile alanında tanınmış öğretim üyeleriyle etkileşimli olarak, haftada 7 gün, günde 24 saat eğitim hizmeti verilmekte, dersler sesli ve görüntülü eğitimlerin yer aldığı sanal sınıflarda yapılmaktadır. Yapılan tüm dersler kayıt edilerek öğrencinin dersi tekrar tekrar izlemesine imkân sağlanmaktadır. Eğitim, ara sınavlar ve ödevler tamamen internet üzerinden yürütülmekte, ancak başarı belirlemesinde yüzde 70 ağırlığa sahip olan dönem sonundaki final ve bütünleme sınavları ise kimlik kontrollü merkezlerde, eş zamanlı olarak, sınıf ortamında yüz yüze yapılmaktadır. Ülkemizde interaktif bir üniversite modeli ile bütün branşlarda mevcut üniversite öğretim üyelerinin ek görevle görevlendirilerek internet üzerinden eşzamanlı eğitim ile üniversite kapısında yığılan milyonlarca gencimizin acil olarak eğitimi en ekonomik olarak gerçekleştirilmelidir. Uzaktan eğitim öğrencileri laboratuar gerektiren alanlarda mevcut üniversitelerimizin laboratuarlarından belirli bir programa göre yararlandırılmalıdır. Yüksek öğretimin önündeki zaman ve mekân engellerini ortadan kaldıran, okumaya imkân bulamayan gençlerimize çağımızın yüksek bilişim teknolojilerine dayalı internet ortamında kaliteli bir eğitim vermek mümkün olacaktır. MART-N‹SAN 2011 61 DOSYA: F‹NANSMAN Ülkemizde vakıf üniversitelerinin artması ve burslu öğrenci kontenjanlarını arttırması ülkemizde devlet üniversitelerinin yükünü azalttığı gibi eğitimin sorunlarını azaltması bakımından büyük önem arz etmektedir Bu açıdan vakıf üniversitelerinin açılması teşvik edilmelidir. 62 M‹MAR VE MÜHEND‹S Eğitim Kredisi Sağlamak Bu ülkede ev almak isteyene ev kredisi, araba almak isteyene araba kredisi verildiğine göre bundan daha önemlisi okumak isteyen ancak okuma ücretini ödeyemeyen gençlerimize eğitimlerini yapmak üzere eğitim kredisi verilmeli, bu krediyi alanlar meslek hayatından borçlanabilmelidir. Okumak isteyen gençlerimize bu eğitim kredisini vermek için devletimiz bankalar ve finans kurumlarını teşvik etmelidir. Vakıf Üniversitelerinde Burslu Öğrenci Kontenjanlarını Arttırmak Vakıf üniversiteleri cazip burs seçenekleri ve yeni eğitim programlarıyla her geçen gün öğrenci tercihlerinde daha fazla yer almaktadır. Mezuniyet sonrası iş bulma imkanı yüksek programlara öncelik veren vakıf üniversitelerine ilgi her geçen yıl artmaktadır. Klasik eğitim programlarının ötesinde, dünyadaki yükselen trendleri takip eden vakıf üniversiteleri, bu yönüyle öğrenci tercihlerinde ciddi bir alternatifi olmaya başladı Uluslararası yetkinliğe sahip akademik kadroları, teknolojiyle desteklenen eğitim altyapıları, teknik ve sosyal olanakları ile uluslararası bağlantıları vakıf üniversitelerinin önünü açmaktadır. Vakıf üniversiteleri, devlet üniversiteleri tarafından karşılanması giderek zorlaşan yükseköğretim yükünü az da olsa hafifletmektedir. Bu üniversitelerin önemli bir bölümü, büyük kentlerin çevresinde kendilerine ait kampüslere sahiptir. Türkiye’nin ilk vakıf üniversitesi, 1984 yılında kurulan ve 1986-87’de eğitime başlayan Bilkent Üniversitesi oldu. Onu, 1992 yılında kurulan Koç Üniversitesi ve 1994’te kurulan Başkent Üniversitesi izledi. Şimdi YÖK’ten açılışı için onay bekleyen 6 üniversite de dahil olmak üzere Türkiye ve KKTC’de toplam 66 vakıf üniversitesine, 99 bin 274 yeni öğrencinin yerleşmesi bekleniyor. Ülkemizde vakıf üniversitelerinin artması ve burslu öğrenci kontenjanlarını arttırması ülkemizde devlet üniversitelerinin yükünü azalttığı gibi eğitimin sorunlarını azaltması bakımından büyük önem arz etmektedir Bu açıdan vakıf üniversitelerinin açılması teşvik edilmelidir. Ülkemizde yetenekli, çalışkan gençlerimizin okuma imkanlarını arttırmak amacı ile iş adamı ve varlıklı aileler arasında burs kampanyaları ile bir eğitim seferberliği başlatılmalıdır. SONUÇ Ülkemizde okumak isteyen üniversite kapısında yığılmış milyonlarca gencimizin eğitim ihtiyacının karşılanması için ekonomik eğitim yöntemi olan uzaktan eğitim sisteminin yaygınlaştırılması, eğitim kredisi sisteminin geliştirilmesi ile eğitimin finanse edilmesi ve vakıf üniversitesi burs kontenjanlarının arttırılması gibi acil çözümler üzerinde çalışmalar yapılmasının yararlı olacağı mülahaza edilmiştir. DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE DOĞRU FİZİBİLİTE, VERİMLİ PROJE PROJENİN İÇERİĞİ NE OLURSA OLSUN, YATIRIMCI, DANIŞMAN VEYA FON SAHİBİ AYNI NOKTADA BULUŞABİLMELİDİR. AKSİ TAKDİRDE KAZANÇ OLMAYACAKTIR. İŞTE BU NEDENLE BU SAC AYAĞINI TAMAMLAYAN TÜM TARAFLARIN, FİZİBİLİTENİN KENDİLERİ İÇİN NE İFADE ETTİĞİNİ TAM OLARAK İDRAK ETMELERİ GEREKMEKTEDİR. İnan Ulaş ŞAHİN Proje Geliştirme Uzmanı 64 M‹MAR VE MÜHEND‹S ncelikle küçük bir hatayı düzelterek başlamak isterim; fizibilite ve iş planı farklı şeylerdir. Fizibilite kısaca anlatmak gerekirse, planlanmakta olan yatırımların yasal, ekonomik ve yapılabilir olup olmadığı konularında bilgi verir. İş planı ise bir planlama aracıdır, fizibilite çalışmasında yapılmasına karar verilen projenin, fikir düzeyinden gerçek yaşama geçişini sağlar ve bu yolda yapılması gerekenleri belirler. Bu noktaya bir ayraç koyarak devam edelim; fizibilite çalışmaları genellikle, kapsamlı iş planları üzerinden gerçekleştirilir ve yatırım projelerinin farklı varsayımlar altında gerçekleştirilebilir olup olmadığını belirler. Fizibilite çalışmaları daha ziyade yatırımcılar tarafından oluşturulan iş planlarıyla var olurlar. Bir fizibilite çalışmasının başarısı, bu çalışmada kullanılan iş planının, hedef yatırımı doğru bir şekilde yansıtabilme yeteneğine bağlıdır. Bu nedenle fizibilite statik değil, dinamik bir süreçtir. Toplumsal kamu projeleri dışında, her yatırımcı optimal fayda ve maksimum kar elde etmek ister. Bu durum hedefi belli ancak yolu belirsiz bir paradoks gibidir. Yatırımcı ve planlayıcının sürekli hedefe giden yolu revize etmelerini, en azından teyit etmelerini gerektirir. Kendinizi bir yatırımcı olarak hayal edin; size sunulan proje üzerine düşünüyorsunuz… Aklınızdan geçenler “Acaba bu anlattıkları iş yapılabilir mi?”, “Varsayalım yaptık, ne kadar kazandırır?”, “Peki elime geçecek olan kar, benim için optimal kazanç mı?” gibi düşünceler olacaktır. Dikkat! Daha ilk sorunuz sizi fizibilite çalışmasına götürüyor. “Acaba bu anlattıkları iş yapılabilir mi?” İşte bu soruya yanıt arayan bir araştırma çeşididir fizibilite. Herhangi bir fikrin “olurunu” araştırır ve bu fikrin olup olmayacağı konusunda karar verilmesine yarayacak verileri bir araya getirir. Bunu yaparken de o işin başarıya ulaşması için değişik alternatif senaryoları inceler, bu al- Ö ternatif senaryolar içinden en başarılı olması muhtemel görüneni belirler. Diğer bir anlatımla, fizibilite çalışması, proje aşaması öncesinde, projeye başlanıp başlanmaması kararının verilmesini sağlar. Genelde yeni yatırım fikirleri, proje evresine dönüşürken tekrar tekrar fizibilite çalışmasına tabii tutulurlar. Bilinçli veya bilinçsiz. Asıl olan karlı bir proje üretmek değil, yatırımdan maksimum karı elde etmektir. İşte bunu ayırt edebilen yatırımcı, muhtemelen bilinçli bir şekilde fizibilite yaptıran kişidir. Hatta öyle ki “yeni yatırım fikri” tabirini kimileri, ilham olarak algılarken, bilinçli yatırımcı için bu tabir, ön fizibilite çalışmasından ibarettir. Her şey planlanmadan önce aklın süzgecinden geçirilmeli ve elimizde kalanlar, getiri oranlarına göre sıralanmalıdır. İşte yatırımcıyı, karar verme aşamasına götüren yolun başlangıcı burasıdır. Fizibilite… Ancak unutmayalım ki her proje, kendisine özel bir fonlama sistemi ister. Fizibilite çalışmasının finansal ayağı işte bu nedenle çok önemlidir. Projenin finansal analizi ve buna uygun olarak yapılacak finansal fizibilite çalışması yatırımcı açısından son derece önemlidir. Finansal fizibilite analizde yatırımcılar bir taraftan, minimum sermaye riske edip maksimum karlılık yakalamaya çalışırken diğer taraftan da kalan sermaye açığını finanse edebilecek uygun maliyetli “fonlama” arayışında olacaklardır. Peki, işin diğer boyutundan yani finans kuruluşları tarafından bakarsak durum nasıl görünür? Her fon yöneticisi veya finans kurumu olaya kendi boyutundan yaklaşacak ve projenin borç ödeme kabiliyetini sorgulayacaktır. Kısacası fon sahibi; güvenilir, optimal kazanç sağlayacak ve yatırımcısına borç karşılama yeteneği verecek bir proje arayacaktır. Haliyle fonladığı projenin geri ödemesini bekleyen finans kurumu içinde önemlidir “fizibilite”. Böylece, yapılacak analizler projenin hangi denge noktasında, hem yatırımcıyı hem de finans kurumunu bir araya getireceğini ortaya koyar. Farkındaysanız ortak payda oluşturan, fizibilite çalışmasından başka bir şey değildir. Ortak yatırım, ortak beklenti, ortak risk, ortak kazanç, … Aslına bakarsak yatırım ve finansman sarmalı öylesine karmaşık bir hal almaktadır ki ne yatırımcı ne de fon sahibi tek başına bu durumu çözemez. Yatırımcı için asıl beklenti olan “parasının maksimum karı sağlaması” durumu, fon sahibi için de geçerlidir. Ancak fon sahibinin yatırımcıya sağladığı maddi destek, yatırımcının başarısıyla orantılı olduğundan risk payı da yüksektir. Bu nedenle ya yatırımcı, proje üzerindeki özsermaye oranını yükseltecek ya da projesinin piyasa faiz oranının üzerinde kar getirmesini hedefleyecektir. Ki böylece borç aldığı mevduatı geri ödedikten sonra elinde kalan para, vadeli opsiyon piyasasında geçerli faiz oranının üzerine çıkmış olsun ve yatırımcı para kazansın. Başka bir anlatım tarzıyla; tekrar kendinizi bir yatırımcı olarak hayal edin. Örneğin gayrimenkul sektörüne yatırım yapmak istiyorsunuz. Bir de yatırım danışmanınız var. Yatırım danışmanınız önce uygun bir arsa bulur; sonra bu arsa üzerine, imar kanunun ve bölge imar planlarının el verdiği ölçülerde bir toplu konut projesi geliştirir. Yıllara yaygın bir inşaat çalışması olacağından projenin tamamlanma süresini de maliyetini de yıllara yaygın hesap eder. Tabii dolaylı ve dolaysız maliyetleri ayrı kalemler halinde hesaplayacaktır. Sonra da getiri projeksiyonunu hesaplar. Tabi ki yıllara yaygın şekilde, ne de olsa proje daha maket aşamasındayken size satış getirisi sağlayabilir. Hem inşaat maliyetini hem de getiri projeksiyonunun toplamını bugüne yani yatırım tarihine çevirir. Artık yatırım danışmanınızın size sunacağı bir yatırım projesi mevcuttur. Projeyi alır incelersiniz, toplam elinizden çıkacak paranın bugünkü değerini gö- rürsünüz. Bu miktarın bir kısmını nakit bir bölümünü de kredi ile karşılama seçenekleriniz vardır. Ama yatırım danışmanınıza soracağınız ilk soru muhtemelen şu olacaktır: “Ben bu özsermayeyi, gayrimenkul piyasasının ayrı bir kolunda veya menkul kıymetler piyasasında değerlendirecek olsam (mesela bono veya tahvil alarak) daha çok kazanç elde edebilir miyim?” İşte tipik yatırımcı algısı. Ancak oldukça da mantıklı. Yatırım sonucunda, menkul kıymetler piyasasında elde edebileceğinizden daha fazla kar elde etmek istiyorsunuz. Çünkü yatırımınızın bir bölümünü, kullanacağınız kredinin faizine ayırmanız gerekecek. İşte anahtar nokta burası. Yani yatırım maliyetinin doğru hesaplanması. Eğer sizde sunulan proje, makro ekonomik piyasa koşullarında genel geçer faiz oranının üzerinde bir getiri sağlayacaksa o proje sizin için yapılabilir demektir. Aynı zamanda sizi fonlayacak olan finans kurumu içinde yapılabilir durumdadır. Ortak payda yakalandığı andan itibaren de yatırım faaliyeti başlayacaktır. Görüldüğü üzere, burada ortak paydayı oluşturan unsur, yatırım danışmanınızın size sunduğu projenin karlılık oranı ve bu oranın tespit edilmesi, sunulması evreleridir. Kısacası fizibilite çalışmasıdır. Projenin içeriği ne olursa olsun, yatırımcı, danışman veya fon sahibi aynı noktada buluşabilmelidir. Aksi takdirde kazanç olmayacaktır. İşte bu nedenle bu sac ayağını tamamlayan tüm tarafların, fizibilitenin kendileri için ne ifade ettiğini tam olarak idrak etmeleri gerekmektedir. Ülkemizde gün geçtikçe gelişen ve profesyonelleşen yatırım danışmanlığı faaliyeti, hem özsermayenin hem de fon sahibinin gün geçtikçe bilinçlendiğini göstermektedir. Bu süreçte asıl olan eğitim ve gelişim sürecidir. Sonuç mu? Eğitim, fizibilite, proje, ortak maliyet, ortak risk, ortak kazanç… Genelde yeni yatırım fikirleri, proje evresine dönüşürken tekrar tekrar fizibilite çalışmasına tabii tutulurlar. Bilinçli veya bilinçsiz. Asıl olan karlı bir proje üretmek değil, yatırımdan maksimum karı elde etmektir. İşte bunu ayırt edebilen yatırımcı, muhtemelen bilinçli bir şekilde fizibilite yaptıran kişidir. MART-N‹SAN 2011 65 DOSYA: F‹NANSMAN ‹NCELEME FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİN METOTLARI VE BİR VAKA İNCELEMESİ; “DİZAYN GRUP” ÜLKEMİZİN ÖNEMLİ KURULUŞLARINDAN BİRİ OLAN VE KURULUŞ ŞEKLİ İLE BUGÜNKÜ GİRİŞİMCİLERE ÖRNEK OLABİLECEK BİR FİRMA OLAN DİZAYN GRUP’UN KURULUŞUNDAKİ FİNANSAL KAYNAĞIN TEMİNİ KONUSUNU DİZAYN GRUP YÖNETİM KURULU BAŞKANI İBRAHİM MİRMAHMUTOĞULLARI DERGİMİZE DEĞERLENDİRDİ. İbrahim MİRMAHMUTOĞULLARI İşadamı niversiteyi burs alarak okuyan biri olarak, şirketi kurarken sermayeli kurma şansımız ne yazık ki olmadı. Kelimenin tam anlamıyla sıfır sermaye ile başladık. Makine mühendisiyim. Öğrencilik yıllarında iki tez bitirdim, biri akışkanlar mekaniği diğeri ise ısı transferi konusunda. Akışkanlar mekaniği projesinde bir köye su taşımıştım. Isı transferi projemde de bir binanın ısıtma ihtiyacını belirleyip modellemiştim. Kuşkusuz işimizi kurarken en az sermaye ihtiyacı olan bir iş yapmalıydık. Yukarıda anlattığım iki konuda “proje çizmek” üzere tanımlanmış bir iş konusu seçtik. Sıfır sermaye yapısıyla ancak projecilik ile başlama fikri akıllıcaydı, alternatifi de yoktu. Tabi proje çizmek için bile bir ofis gerekiyordu, teknik resim masası birkaç da sandalye, koltuk ve masa. Tüm bunları temin etmek için hatırı sayılır bir mücadele verdik. Ü G‹R‹fi‹MC‹L‹K CESARET ‹STER Sene 21 Mart 1987 tarihini gösteriyordu. Üç arkadaş “girişimci” olabilmek için cesur olmamız gerektiğini biliyorduk. Kendimize hem güvenimiz hem de saygımız vardı. Sonraları bilançoda “maddi olmayan duran varlıklar (intencble)” şeklinde isimlendirildiğini öğrendiğim elle tutulmayan, gözle görülmeyen, fakat en az finansal (ayni veya nakdi) sermaye kadar önemli bir sermayemiz vardı. Çevremizde oluşturduğumuz güzel intibaa, kendimize olan saygımız, çizgimiz, duruşumuz vs. tek sermayemizdi. Bu sermayeyi 25 yıldır kullanıyoruz, bitmiyor, artıyor. Bu sermayemiz sayesinde ilk ayları dostlarımıza borçlanarak geçirebilmeyi başardık. Takdir edersiniz ki, henüz öğrencilikten yeni çıkmış birileri için, açık hesapla mal vermeyi hiçbir ticaret erbabı kolay kolay kabul etmez. Paranız yoksa saygınlığınız da 66 M‹MAR VE MÜHEND‹S yoksa gerçekten işiniz çok zor. Saygınlık en zor zamanlarda imdada yetişen en güçlü değerimizdir. Tüm ofis içi ihtiyaçlarımızı 90 gün sonra ödemek üzere temin ettik. Tabi ki 90 gün çabuk geldi ama biz henüz bir iş alamamıştık. Aslına bakarsanız ilk 180 günde de iş alamadık. Kuruluşumuzdan 90 gün sonraya vadesi olan senedi tabiî ki ödemeliydik. Tüm hayatı boyunca idealist olmuş gençler olarak birine vermiş olduğumuz sözü tutmamamız düşünülemezdi. Kaynak bulmak lazımdı. Peki, ama nasıl? İlk “finansman temin modelimizi “işte o günlerde geliştirdik. Üniversite yıllarında pek paralı arkadaşımız olmamıştı, ancak her arkadaşımızın gani gönüllü olduğunu iyi biliyorduk. Çok derli toplu bir telefon fihristi tutmamız işimizi biraz kolaylaştırdı. Önce 10 kişilik bir liste belirledik. Her arkadaşımdan senet miktarının 1/10 nispetinde bir haftalığına borç para (haftalık kredi) rica ettik. Bir hafta çabuk geçti, ben bir haftanın bir gün gibi hızlı geçtiği benzer vakalara daha sonraki günlerimde pek rastlamadım. Sonra telefon fihristimizden 20 arkadaş seçip, bu sefer 1/20 oranında 15 gün için borçlandık. Tabi 15 günde çabuk geçti. Sonra biraz yeni ilaveler biraz da eski borçlandığım arkadaşlardan borçlanma yoluyla, ilk işi ve o işin avansını temin edene kadar yaşantımızı devam ettirdik. İşte bu yolla “ ilk dış kaynak” bulma ve realize etme modelimizi geliştirmiş olduk. Özellikle üniversitelerde yaptığım konuşmalarda, “başlangıç için finansal kaynağı nasıl oluşturduğumuz” sorulur ve bende bu olayı anlatırım. Onlara “Eğer bu sıralarda kardeşlik seviyesinde bir arkadaşlık edinmeyi başaramadıysanız, bir gün telefon fihristinize bakmanız gerektiğinde rahatça arayabileceğiniz arkadaşlarınızın olmadığını görebilirsiniz. Bence çok büyük bir kayıp, çok gerektiği bir anda kardeşçe diyaloglarla oluşmuş bir arkadaşlık hayat bile kurtarabilir” derim. İlk 6 ay böyle geçti, sonra ilk işimizi almaya başladık. Tabi ilk işimizi alana kadar yüzlerce yere teklif vermiştik. Ancak genelde bizi tecrübesiz buldukları için iş alamamıştık. Sonra aradan iki yıl kadar bir vakit geçti, biz artık her teklif verdiğimiz işi almaya başlamıştık. Biz işlerimizi güzel yapmıştık, müşteri bize inanmaya başlamıştı, kulaktan kulağa pazarlama metodu çalışmıştı. Biz de biraz pazarlamaya yatırım yapmıştık tabii. Hiç iş alamadığımız dönemden, her teklif verdiğimiz işi alabildiğimiz döneme girmiş olduğumuz için mutluyduk. İki ortağımdan biri kuruluşumuzun daha ilk aylarında, bugün rahmetli olan babasının ısrarı üzere, diğer ortağım ise başka iş yapmak istediği için ilk yılında ayrılmıştı. Kalmıştım yalınız. Sene 1989’un sonlarını gösteriyordu. İlk “artı kaynak” üretimimiz bu dönemde oluştu. Yani hem borçlarımızı ödemiştik, hem faaliyet giderlerimizi karşılıyorduk hem de “kaldıraç etkisi” yapabilme fırsatı oluşturan “artı kaynak” oluşturmuştuk. Sonraki büyümelerin temelinde, oluşturulan bu artı kaynağın payı büyüktür. M‹ADINI DOLDURMUfi SEKTÖRDE ISRARCI OLUNMAMALI Fakat araya bir Körfez Krizi girdi. Körfez Krizi’nden bizde. Alacaklarımızı tahsil edemedik. Artı değerimizin neredeyse yarıdan fazlası eridi. Biz kalanıyla projecilikten sanayiciliğe geçiş sürecini yönetmeye çalıştık. “Tam zamanlı bir geçiş” şeklinde bir tabir kullanırım. Eğer bir sektör miadını doldurmuşsa orada kalmak için ısrarcı (sebat etmekle, miadını doldurmuş bir konudan uzaklaşmayı çelişki olarak telakki etmiyorum, bilakis bir zaruret olarak görüyorum) ol- mamak lazım. Tabi ki “üretime geçiş” kolay olmadı. Projecilikten elde edilen sermaye bir üretim sürecini yönetmeye yeter mi? Tabi ki yetmez. Sonra üretebilmenin bilgisine (Know-How) sahip olmak lazım. Ürünün satışında ihtiyaç duyulan değerlerin biri de “marka”dır. Güçlü bir markaya sahip olmak lazım. Hem bilgi (Know-How), hem marka için gelişmiş bir ülkenin firmalarından birinin lisansı ile üretim yapmak, Türkiye gibi ülkelerin firmalarının yaptığı en kestirme yoldur. Bunu yapabilecek ne tecrübemiz, ne de bu amaç için kullanabilecek ilave bir paramız vardı. Üretimi de kendimiz başarmalı, tüm bilgi ihtiyacını da kendimiz üretmeli, markamızı da kendimiz oluşturmalıydık. Biz mühendistik ve bu ülkenin mühendislerine örnek olmalıydık. Bir firmadan lisans almak “hegomonya” gibi bir şey. Millet olma bilincine eriştiği ilk günden devlet olmuş bir milletin mensubu olarak, özgürlük hakkımızı sınırlayacak bu tür bir eyleme giremezdik. Biz bu yanlışı yapmadığımız gibi, bu ülkemizin her hangi bir kuruluşu da bu yanlışı yapmamalı. Teknoloji satın aldığımız ölçüde bağımlı oluruz. Biz “sadece teknolojisini kendisi geliştiren ülkelerin bağımsız olduğuna” inanıyoruz. Mutluyuz ki hiçbir ülkeden ya da firmadan KnowHow ya da lisans almadık. Bugün dünyanın pek çok ülkesine Know-How ve lisans satıyoruz. Ülkemizde lisans satan iki yerli kuruluş varsa birisi biziz, diğerini de bilmiyorum. Bir gün telefon fihristinize bakmanız gerektiğinde rahatça arayabileceğiniz arkadaşlarınızın olmadığını görebilirsiniz. Bence çok büyük bir kayıp, çok gerektiği bir anda kardeşçe diyaloglarla oluşmuş bir arkadaşlık hayat bile kurtarabilir SERMAYE KAR ‹LE BÜYÜTÜLMEL‹D‹R Biliyorsunuz bankalar geçmişi olan, hikâyesi olan, iyi bir bilançosu olan, bilançosundaki özkaynak bölümü dolu olan firmalara kredi verirler. 1987 yılında sıfır sermaye ile kurulmuş bir firmanın, 1990 yılında banMART-N‹SAN 2011 67 DOSYA: F‹NANSMAN 2002 yılında başlattığımız “Beyin Göçüne Karşı, Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz!” kampanyası ile endüstriye dönüşebilecek, proje, buluş ve yeni fikirleri maddi ve teknik açıdan desteklemekteyiz. Bu bizim son derece iş gören bir “iş modelimiz”. kaların istediği şartları sağlaması pek kolay değildi. Kaldı ki bankalar o günlerde kimi gerekçelerle bizim de fazla kapısını çaldığımız kuruluşlar olmamışlardır. Aklımızı “banka kredilerine” ulaşmak için yorsaydık, daha şık finansman temin alternatiflerini üretememiş olurduk herhalde. Üretim safhası gerçekten finansal kaynak ihtiyacının devleştiği safhadır. Projecilikte fazla bir sermaye ihtiyacı yoktu. Ticaretin de sermayesi stoktaki mal ve sistemin dönmesi için gerekli ihtiyaçtan ibarettir. Sanayicilik öyle değil. Önce doğru yatırım konusu seçeceksiniz, sonra ihtiyaç duyduğunuz binayı temin edeceksiniz, sonra makine parkını oluşturacaksınız, tüm girdileri temin edeceksiniz, markanıza yatırım yapacaksınız, kritik mamul stoklarınızı oluşturacaksınız, en sonunda eğer beğenirse müşteriniz ürününüzü alacak. Gerçekten çok zahmetli bir iş. Hem zaman tüketiyor hem finansal kaynakları tüketiyor, hem de ömrü tüketiyor. Şikâyet için söylemiyorum. Bu bir “dert” olabilir, ancak ben “derdimi seviyorum”. Eğer ürettiğiniz ürün “katma değerli” bir ürün ise satarken para kazanmanız mümkün. İşte firmamız daha ilk yıllardan oluşturduğu ar-ge gücüyle “katma değerli” ürünler üretebilmeyi başarabilmiştir. Asıl büyümeyi finanse ettiği kaynak bu kaynaktır. Kurumların sermaye ihtiyacını birkaç türlü yoldan karşılaması mümkün. Bunun en akılcı olanı ise faaliyetlerinden elde ettiği kar ile sermayesini büyütmesidir. Faaliyetlerden kar edebilmek için de daha karlı olabilecek teknoloji geliştirmek lazım. İşte firmamız daha ilk yıllardan kurumun omurgasını bu şekilde yapılandırmıştır. Ar-ge faaliyetleri sonucu elde ettiğimiz kar, hem bereketli, hem de sürdürülebilirlik vasfı taşıyor. Özellikle patent altına aldığımız ürünlerimiz bize, farklı fırsatlar sunuyor. PROJES‹ OLAN G‹R‹fi‹MC‹LER‹ DESTEKL‹YORUZ 2002 yılında başlattığımız "Beyin Göçüne Karşı, Beyin Gücünü Teşvik Ediyoruz!" kampanyası ile endüs- 68 M‹MAR VE MÜHEND‹S triye dönüşebilecek, proje, buluş ve yeni fikirleri maddi ve teknik açıdan desteklemekteyiz. Bu bizim son derece iş gören bir “iş modelimiz”. “Dosteli Projemiz”in içeriğini, faaliyette bulunan firmaların yönetsel, finansal, teknolojik ihtiyaçları sebebiyle verimsizleşme durumlarında bu firmalara yol arkadaşlığı şeklinde özetleyebiliriz. Bize göre dünyada üç grup şirket vardır; 1-Hayatını devam ettirme şansı olmayan şirketler; Bu firmalara yatırım yapmak israftır. Devam etmesi de israftır. Bunların bir şekilde kapanması hayırlı olandır. 2. Sağlıklı olarak yürüyen şirketler; Bunlar nakit akımları bozuk olmayan, rekabetçi ürün ortaya çıkartabilen, iyi yönetilen işletmelerdir. Zaten tüm finans şirketleri de bunların etrafında pervane gibi dönerler. 3. Yaşatılması gereken şirketler; Bu tür şirketler iyi niyetlidir, vizyon sahibidir, idealleri ve hedefleri vardır. Yaptıkları göz dolduran kimi faaliyetleri vardır. İşletme kültürü oluşmuştur… Ancak, nakit akımı ve bilançosu bozulmuştur. Faaliyet karlılığı olmasına rağmen, finansman maliyetlerinden dolayı nihai karlılığı bozulmuştur. Hatta asıl üretken olan kurucu kişi, günlük meşgaleler için de boğuşmaktan üretkenliğini devam ettirme adına bir şey yapamamaktadır. İşte biz üçüncü grup şirketlere “Dosteli Projesi” mantığı ile destek olmak isteyen, kazandırırken kazanan ve bu maksatlı oluşturduğumuz “fon”u kullanan, bir yapılanma modelledik. Şirketten hisse alıyoruz. İhtiyaç duyulan kaynağı aktarıyoruz. Yönetme sorumluluğunu biz üzerimize alıyoruz. Üretken kurucuyu, daha güzel şeyler üretebilmesi için, motive ediyor, yönlendiriyoruz. Bugün geldiğimiz noktada ise aslında vizyonumuz tüm çalışmalarımızın özeti niteliğinde. “Teknolojinin sınırlarını zorlayarak insanlığın sorunlarına çözüm geliştirmek” bizim vizyonumuzu oluşturuyor. DOSYA: F‹NANSMAN MAKALE ORTAK “RUH”UMUZA NE OLDU? Şükrü SARIOĞLU Proje Danışmanı 70 M‹MAR VE MÜHEND‹S 9 Nisan 2007 tarihli Radikal Gazetesi’nde yayımlanan Adil Küçük İmzalı yazıda, Yabancı Sermaye Derneği'nin eski genel sekreteri Abdurrahman Arıman, Türkiye’ye gelen yabancı firmaların Türk ortaklarıyla yaşadığı sorunların artmasıyla ilgili olarak özetle; Müslüman Türkler’de ortaklık kültürü olmadığı için bu sorunların yaşandığını yabancıların Türkiye'deki ortaklıklarında, kimi kez zamanında ödenmeyen alacaklar, kimi kez sözleşmedeki hükümlerin yerine getirilmemesi, kimi kez kârın ve masrafların nasıl paylaşılacağı konusundaki sıkıntılar yaşandığını, tarafların bazen masada zorlukla da olsa anlaşılmasına rağmen, bazen de Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nin kapısını çaldığını söylüyor. Aynı yazıda Arıman, bu zamana kadar gelen yatırımların, bir tane bile bölgesel kalkınma ajansı yokken geldiğini, Türkiye'de pilot olarak seçilen İzmir ve Çukurova bölgelerini kapsayan bölgesel kalkınma ajanslarının kurulmasının, Danıştay tarafından “Vatanın ve milletin bölünmezliğine tehdit oluşturduğu” gerekçesiyle iptal edildiğini de anlatıyor. Arıman’ ın ortaklıkla ilgili tespitine kısmen de olsa katıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bu topraklarda yaşayan bizler, tüm dünyaya örnek olabilecek biçimde yokluğu paylaşmayı becerirken, varlığı paylaşmayı pek beceremez hale geldik. Ortaklık kültürü aslında bin küsur yıldır tarihsel geleneğimizde mevcut iken, modern dönüşüm sürecinde rekabetin etkileri ortaya çıktığından beri bu kültür erime noktasına gelmiştir. Modernist düşünce ve yaşam biçiminin de bunda payı yadsınamaz. Bu düşüncenin hakimiyetine giren 2 insanımız birey olarak toplum içinde değer üretmesine rağmen, ortaklık kültürü potasında bunu eritmeyi başaramamıştır. Sadece ekonomik çıkar ya da kar güdüsü ortaklık kültürünü ayakta tutmak için yeterli değildir. Bunu besleyen ahlaki değerler ayakta durmamızı sağlayacak en önemli etkenlerdendir. Eğer bireyler ortaklık hukukunu koruyamıyorsa, şeffaflık, açıklık ve iyi niyet yoksa dürüstlük ve fazilet eksilmişse ortaklığın devam etmesi güçleşmiş demektir. Türk-İslam geleneğinde esnaf dayanışmasının en önemli örneklerinden olan Lonca- Ahilik teşkilatlarının yapılanması iktisadi anlamda ekonomik ve sosyal yaşantıya sağladığı katkı inkar edilemez. O günün şartlarında toplumsal dayanışmayı tesis eden, ekonomik hayatını düzenleyen bu teşkilatlar günümüz için de bir örnek teşkil edebilir. Bu bağlamda; küresel devlerin yerel arenada top koşturduğu ezici rekabet ortamında, yerel iş adamlarının ve esnafın bir araya gelmesini sağlayacak ortak iş anlayışının yerleşmesi gerekmektedir. Bu anlayış, küresel sermayeye karşı direncimizi, varlığımızı ve Ortak ruhumuzu ayağa kaldıracaktır. Günümüz rekabet koşullarında; Tüm Türkiye’nin gözü önünde alabildiğine ve pervasızca rekabet ettiğini gördüğümüz GSM operatörlerinin 3G projesinde 3 ayrı tesis kurmak yerine ortak bir tesis kurup aynı sistemden beslenerek yaptıkları “Rekabet öncesi stratejik ortaklık” larını gözden kaçırmamamız gerekir. Yirmi yıl önce KOBİ’lere destek vermek üzere kurulmuş olan KOSGEB’in verdiği “Ortak kullanım amaç- lı makine teçhizat” şimdiki adıyla “İŞBİRLİĞİ GÜÇBİRLİĞİ” desteğinden yararlanan girişimci sayısı iki elin parmaklarını geçmemiş olmasına rağmen bu fırsat hala önümüzdedir. NED‹R ‹fiB‹RL‹⁄‹ GÜÇB‹RL‹⁄‹ ? Aynı veya birbirini tamamlayıcı işkollarında faaliyet gösteren KOBİ tanımına uyan, Küçük ve Orta ölçekli en az 5 (beş) işletmenin bir araya gelerek “İşbirliği Güçbirliği” anlayışıyla, hazırlayacaklar; Ortak üretim, ortak tedarik,ortak tasarım, ortak pazarlama, ortak laboratuar, ortak hizmet sunumu, ortak çözüm projelerine KOSGEB tarafından sağlanan desteklerin adıdır. KOfiULLARI • İşbirliği-güçbirliği Proje başvurusunda, en az 5 (beş) işletmenin bir araya gelmesi gerekir. • Asgari 5 (beş) işletme sayısı sağlanmak koşulu ile diğer gerçek ve tüzel kişiler de işletici kuruluşa ortak olabilir. • Proje ortağı işletmeler mevcudiyetlerini koruyarak kurulacak işletici kuruluşa ortak olabilirler. • Proje ortağı işletmelerin bir kısmı ya da tamamı kendilerini feshederek kurulacak işletici kuruluşa dahil olabilirler. • Proje ortağı işletmelerin bir kısmı kendilerini feshederek ortaklardan birinin bünyesinde birleşebilirler. • İşletici kuruluşun Ortak olacak tüzel kişiler herhangi birinin hisse oranı, proje süresince % 30 (otuz)’dan fazla olamaz. Gerçek kişilerin ise % 20 (yirmi)’den fazla olamaz. • İşletici kuruluş ortaklarından herhangi birinin ortaklıktan ayrılması durumunda, hisselerini mevcut ortaklara ya da başkalarına devredebilir, ancak % 30 ve % 20 şartı değişmez. DESTEK B‹Ç‹M‹ VE L‹M‹TLER‹ “KOBİ” tanımına uyan imalat Sanayinde en az bir yıl faaliyet gösteren tüm firmalar yararlanabilir. I.ve II. Bölgelerde Toplam yatırımın %50’ si desteklenir. III.ve IV. Bölgelerde Toplam yatırımın %60’ ı desteklenir. • Geri Ödemeli Destek 500.000 TL (üst limit) • Geri Ödemesiz Destek 250.000 TL (üst limit) TOPLAM 750.000 TL Küresel devlerin yerel arenada top koşturduğu ezici rekabet ortamında, yerel iş adamlarının ve esnafın bir araya gelmesini sağlayacak ortak iş anlayışının yerleşmesi gerekmektedir. Bu anlayış, küresel sermayeye karşı direncimizi, varlığımızı ve Ortak ruhumuzu ayağa kaldıracaktır. • Geri Ödemeli Destekler kapsamında yapılacak geri ödemeler, proje bitiminden sonra 6 ayı ödemesiz olmak üzere, üçer aylık dönemler halinde 8 eşit taksitte yapılır. • Geri ödemeli desteklerde faiz ve komisyon uygulanmaz. Yukarıda sözünü ettiğimiz desteğin temel amacı; Rekabet öncesi işbirliği sağlayıp, yatırım ve üretim maliyetlerini düşürmek, Üretim ve istihdamı arttırmak, kaliteyi düzeyini yükselmek, seri üretimi kolaylaştırmak, yeni ürünlerin üretilmesini sağlamanın yanı sıra, yeni tasarımların da önünü açmak ve rekabet gücünü arttırıp, Ortaklık kültürünü güçlenmesine katkı sağlamaktır. MART-N‹SAN 2011 71 GEZ‹ MERAGA: BİRAZ MUSİKİ, BİRAZ ASTRONOMİ MERAGA, SEMERKAND VE BAĞDAT GİBİ İSLAM BİLİM VE MEDENİYETİNİN ZİRVEYE ÇIKTIĞI ŞEHİRLERLE BİRLİKTE ANILMAKTADIR. İSLAM DÜNYASININ EN ÖNEMLİ RASATHANELERİNDEN BİRİSİ BU ŞEHİRDE KURULMUŞTU. SEMERKAND’DAKİ RASATHANENİN KALINTILARINI GÖRMÜŞ VE ÇOK HEYECANLANMIŞTIM. TİMUR’UN TORUNU ULUĞ BEY TARAFINDAN KURULAN BU RASATHANE BİLİM DÜNYASINA PEK ÇOK ALİM VE ESER HEDİYE ETMİŞTİ. ARTIK MERAGA’YI GÖRMEM İÇİN YETERLİ SEBEPLERİM VARDI. OSMAN ARI / Makina Mühendisi M ERAGA’YI ilk Abdülkadir Meragi’nin muhteşem eseri rast nakış bestesini meşk ederken duymuştum. Taa 14.yy.’dan günümüze kadar ulaşabilmiş bu güzel eserin bestecisi Meraga’lı Abdülkadir’di (1350-1435). Amed nesim-i subh-u dem tersem ki azarefl kuned / Tahrik-i zülf-ü anberefl ez hab bidarefl kuned. (Sabah rüzgar› esti, onu incitmesinden korkar›m. / Anber kokulu zülfünün onu uykusundan uyand›rmas›ndan korkar›m.) Notaları günümüze kadar gelmiş en eski eserlerden olan bu rast nakış besteden başka A. Meragi’nin 30 kadar eseri daha bugün musikişinaslar tarafından icra edilmektedir. Rast Kar-ı Muhteşem de en bilinen eserlerindendir. Rast nakış besteyi her icra edişimde Meraga bir ‘’hayal şehir’’ olarak zihnimde canlanırdı. Abdülkadir Meragi bir müddet Bağdat’ta yaşamış, Sultan Yıldırım Bayezit’in davetiyle Osmanlı himayesine girmiştir. Daha sonra Timur ile Yıldırım Bayezit arasında yapılan Ankara savaşında esir düşüp Timur’la beraber Semerkant’a götürülmüştür. Buradan kaçarak Bağdat’a geri dönmüştür. 72 M‹MAR VE MÜHEND‹S Abdülkadir Meragi bir müddet Bağdat’ta yaşamış, Sultan Yıldırım Bayezit’in davetiyle Osmanlı himayesine girmiştir. Daha sonra Timur ile Yıldırım Bayezit arasında yapılan Ankara savaşında esir düşüp Timur’la beraber Semerkant’a götürülmüştür. Buradan kaçarak Bağdat’a geri dönmüştür. Meraga; İslam bilim tarihi okumalarımda tekrar karşıma çıktı, hem de Semerkand, Bağdat gibi İslam bilim ve medeniyetinin zirveye çıktığı şehirlerle birlikte anılarak. İslam dünyasının en önemli rasathanelerinden birisi bu şehirde, Meraga’da kurulmuştu. Semerkand’daki Rasathanenin kalıntılarını görmüş ve çok heyecanlanmıştım. Timur’un torunu Uluğ Bey tarafından kurulan bu rasathane bilim dünyasına pek çok alim ve eser hediye etmişti. Artık Meraga’yı görmem için yeterli sebeplerim vardı. Bir İran seyahatimin tatil gününü (İran’da tatil günü Cuma) Meraga için ayırdım. Meraga Tebriz’e 160 km. mesafede Azeri nüfusun yaşadığı bir şehir. Tebriz’de kaldığım otelden sabah kahvaltıdan sonra yola çıktık. Tebriz’i geçince her yerde bembeyaz kar var. Hava güneşli. Öğleye doğru Meraga’ya geldik. Meraga düzgün ve çınar ağaçlı caddeleriyle şirin bir şehir. İlk olarak rasathaneyi soruyoruz. Tarif üzerine şehrin kenarındaki tepeye tırmanmaya başlıyoruz. Bir müddet sonra yoldaki kar bize izin vermiyor. Arabayı kenara çekip yürüyerek tepeye çıkıyoruz. Rasathanede bekçilik yapan bir asker karşılıyor bizi. Türk olmamasına rağmen bizi şaşırtacak kadar güzel Türkçe konuşuyor. Türkçeyi Türk televizyonlarından öğrenmiş. Bize rasathane hakkında kısaca bilgi verdi. Rasathane 1259 yılında Hülagu Han tarafından yapımına başlanmış ve 1271 yılında tamamlanmış. Rasathane kompleksi temel ve yardımcı binalar olmak üzere 13 binadan oluşmuş. İlk bina grubunda gözlemevi, ikincisinde ise medrese, kütüphane ve çarşı yer alıyormuş. Rasathane tıpkı Semerkand’da olduğu gibi şehre hakim bir tepenin üzerine kurulmuş. Ne yazık ki kompleksin sadece temelleri kalmış. Bu kalıntıları korumak üzere 1970’li yıllarda kübik bir koruyucu yapılmış. Meraga Rasathanesi’nin başına atanan Nasiruddin-i Tusi kısa sürede burayı bir bilim merkezi haline getirmiş. O’nun rehberliğinde çeşitli bilim dallarında çok ciddi ilmi çalışmalar yapılmış ve kıymetli eserler ortaya konmuş. Rasathanede gök cisimlerine ait yapılan astronomi cetvelleri Kepler’in 1627 yılında yayınladığı astronomi cetvellerine kadar 350 yılı aşkın bir süre Avrupa rasathanelerinde kullanılmıştır. İstanbul’da da rasathane 1570 yılında Takiyuddin ibn Maruf (15211585) nezaretinde padişah III.Murat’dan izin ve ödenek alınarak Cihangir/Tophane sırtlarına kurulur. Ancak ömrü çok uzun olmaz. Rasathane 1577 yılında gözlenen kuyruklu yıldız ve 1578’de baş gösteren veba salgının nedeni olarak gösterilmesi üzerine 1580 yılında padişahın emriyle Kılıç Ali Paşa tarafından yıktırılıyor. (Doğrusu incelemeye değer bir konu.) Rasathaneyi gezdikten sonra Meraga’daki tarihi eserleri görmeye gidiyoruz. Gömbet-i Kebut (mavi kümbet) Selçukluların son döneminde yapılmış, Hülagu Han’ın annesinin mezarı olduğu söyleniyor. 10 köşeli ve 10 sütunlu bir yapı. Gömbet-i Sorgh (kırmızı kümbet) Bu yapı da bir Selçuklu eseri. Gömbet-i Gaffarin 4 köşe formunda bir İlhanlılar eseri. Maalesef eserlerin firuze çinileri büyük ölçüde tahrip olmuş. Ancak eserler bu halleriyle bile Meraga’ya tarihi bir hüviyet kazandırmaya yetiyorlar. Gömbet-i Gaffari’nin bulunduğu parkın sol yanında bir güneş saati dikkatimi çekiyor. Yanındaki panodan bunun çağdaş bir güneş saati olduğunu öğreniyorum. 2005 yılında Dünya Fizik Yılı dolayısı ile Meraga Astronomi ve Astrofizik Enstitüsü ile Fransız Büyükelçiliği Kültür Servisi ortaklaşa yapmışlar. Oldukça ayrıntılı bir güneş saati. Meraga tam bir Selçuklu şehri. Meraga gezimiz akşamüstü son bulduğunda şehirden ayrılırken Abdülkadir Meragi’nin rast nakış bestesi hala kulaklarımdaydı. Amed nesim-i subh-u dem… MART-N‹SAN 2011 73 KENTVEYAfiAM KÜLTÜREL MİRASIMIZDAN BİR PARÇA, ESKİ BALIKESİR EVLERİ TÜRKLER'İN TARİH SAHNESİNE ÇIKTIKLARI GÜNDEN BU YANA, İÇİNDE YAŞADIKLARI VE ÖZELLİKLERİNİ İHTİYAÇLARININ YANINDA, KENDİ KÜLTÜR VE HAYAT TARZLARININ BELİRLEDİĞİ TEMEL YAŞAM ALANINA “TÜRK EVİ” DENİR. HEMEN HEPİMİZİN BİLDİĞİ ÜZERE İLK TÜRK EV MEKÂNI, ÇADIR, YANİ 'TOPAK EV'DİR TÜRK EVİ SÜREÇ İÇERİSİNDE MEKÂN OLARAK BİRÇOK DEĞİŞİKLİĞE UĞRAMIŞSA DA TÜM BU SÜREÇ İÇERİSİNDE, MEKAN, FONKSİYON VE ANLAYIŞ BAKIMINDAN TOPAK EV ESAS ALINMIŞTIR. FARUK ÖNCÜ / Sanat Tarihçisi E VLER‹M‹Z, ömrümüzün büyük bölümünü içinde geçirdiğimiz, rahatlık ve huzurumuzu kendisinde bulduğumuz, acı-tatlı hatıralarımızı barındıran yegane mekanlarımızdır. Ayrıca bir ölçüde sahiplerinin yaşantılarını ve maddi durumlarını gösteren bu yapılar; aynı zamanda mimari özellikleri ve bünyelerinde taşıdıkları izlerle şehrimizin tarihi süreç içinde geçirdiği aşamaların da bir nevi tanığı, aynası durumundadır. Evlerimize geçmeden önce, “Tarihi Balıkesir Evleri” isimli kitap çalışmama gösterilen ilgi ve aldığım tepkiler hassasiyetimin, toplumumuzun her kesimince paylaşıldığını göstermiştir. Ayrıca bu teşebbüsümüzün gerekliliğini de bir kez daha ortaya koymuştur. Türkler'in tarih sahnesine çıktıkları günden bu yana, içinde yaşadıkları ve özelliklerini ihtiyaçlarının yanında, kendi kültür ve hayat tarzlarının belirlediği temel yaşam alanına “Türk Evi” denir. Hemen hepimizin bildiği üzere ilk Türk ev mekanı, çadır, yani 'Topak Ev'dir (RESİM 1-Topak Ev). 74 M‹MAR VE MÜHEND‹S 1-Orta Asya’dan topak ev örne¤i 2-1898 Bal›kesir Depremi Türk evi süreç içerisinde mekan olarak birçok değişikliğe uğramışsa da tüm bu süreç içerisinde, mekan, fonksiyon ve anlayış bakımından Topak Ev esas alınmıştır. Göçebe yaşamın gereği olarak her şey, ihtiyaç çerçevesinde şekillenmiştir. Bu düşünce ev mekanının elemanlarını, yerleşik yaşama geçişte fonksiyonel ve pratik kılmıştır. Orta Asya'dan başlayan Türk serüveni, Balkanlar, Kuzey Afrika, Arabistan ve sonunda İslamiyet'i kabul ederek Anadolu'da yerleşik düzene geçilmesiyle sürerken, “göçebelik” kavramı; İslamî dünya görüşü ve Anadolu coğrafyasının özellikleri ile yeniden yoğurularak, yeni bir sentez ve yaşama mekanları; yani Türk Evi ortaya çıkmıştır. Tarihi kaynaklara ve ülkemiz geneline bakıldığında, Türk evinin belirli bir tasarım ve süsleme bütünlüğüne 16. yüzyılda ulaştığı söylenebilmekte ise de koruma durumu, iklim, doğal afetler, çarpık yapılaşma ve diğer faktörler yörelere has özel koşullar oluşturmaktadır. İlk kez 12. yy'ın sonlarında Türk yerleşimi ile tanışan kentimizin, sivil mimarisine ait en erken örneklerini maalesef savaşlar, yangın ve özellikle 1898 depremi nedeni ile ancak 19. yy. sonunda görebilmekteyiz(RESİM 2-1898 Balıkesir Depremi). Son yıllardaki hızlı şehirleşme, sanayileşme ve söz konusu evlerin onarımındaki uzun mevzuatlar, bu yapıların yıkılıp, yerlerine tek düze apartmanlar “dikilmesine” yol açmıştır. Bu süreç, sivil mimari ürünlerimizin yok oluşunun yanında, şehirlerimizin tarihi kimliğini de yitirmesine neden olmuştur. Ayrıca, kentimizi adeta mücevher bir gerdanlık gibi süsleyen dokunun yok oluşuyla tarihi yapılarımız da yalnızlığa itilmiştir. Bu makaleyi yazmaktaki maksadım, yok olan evlerimizin ardından ağıt yakmak değil; henüz genel özellikleri saptanmamış Balıkesir evlerinin genel özelliklerine değinerek, her geçen gün yok olan kültür varlıklarımıza dikkat çekmektir. BALIKES‹R EVLER‹N‹ OLUfiTURAN ETKENLER Önceki bölümde zikredildiği gibi, “Türk Evi” menşei bakımdan Anadolu öncesi Türk meskenlerine bağlanıp; bunun yanında, söz konusu coğrafyadaki konut mimarisi, iklim, malzeme ve doğa olayları yöresel mimaride belirleyici faktörler olarak meydana çıkmaktadır. Bu genel değerlendirmenin ardından eski Balıkesir evlerini oluşturan etkenleri şöyle sıralayabiliriz: Tarihi etkenler: Bizans ve Karesi Beyliği dönemlerinden günümüze örnekler kalamamışsa da Balıkesir merkezi ve Ayvalık gibi yakın zamana kadar Rum nüfusun da yaşadığı bölgelere bakıldığında, benzerlikler olduğu yani birlikte yaşamanın getirisi olarak aynı kültürün zamanla özümsendiği görülmektedir. Sosyal ve kültürel etkenler: Evi biçimlendiren etkenlerin en önemlisi, içinde sürdürülen hayattır. Türk İslam medeniyetinde aile, toplumun çekirdeğini oluşturmaktadır. Dünyaya gözlerimizi açtığımız, ilk eğitimimizi aldığımız ve hayatımızı idame ettirdiğimiz bu kutsal mekan, içinde yaşayan kişi sayısı ve onların ihtiyaçları doğrultusunda şekillenmiştir. Ekonomik etkenler: Türk şehirlerinde evler, sahibinin ekonomik gücüne ve toplum içindeki statüsüne göre inşa edilmiştir. Zenginler ve toplumun ileri gelenleri, büyük konakMART-N‹SAN 2011 75 KENTVEYAfiAM Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı (cumbalı) olduğu düşünülürse, evin esas yaşam alanı olan üst katlarının bu çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da görülmektedir. larda, şehir halkı ise, mütevazi evlerde oturmaktadır. Fakat maddi duruma göre oda sayısı, süsleme gibi hususlar değişse de mimari anlayış aynı kalmıştır. Çevresel etkenler: Evi biçimlendiren en temel etkenlerden olup coğrafi şartların zorunlu kıldığı yapı malzemesi ve yapım tekniği ile açıklanır. Bu bakımdan kentimizde deprem, sel gibi afetlere karşı korunaklı bölgeler tercih edilip, buralarda hafif malzemeli yarı kargir konut mimarisi kullanılmıştır. BALIKES‹R EVLER‹N‹N GENEL ÖZELL‹KLER‹ Balıkesir'de geleneksel konut mimarisini yansıtan örneklerin tamamına yakını, kentin çekirdek dokusunu oluşturan Dumlupınar, Aygören, Karaoğlan ve Kare76 M‹MAR VE MÜHEND‹S si mahallelerinde yer almaktadır. Bu tercihin nedeni kentimizin geçirmiş olduğu depremler olarak görülmektedir. Özellikle 1898 depremi sonrası mevcut yapıların yüzde 90'ının oturulamaz hale geldiği düşünülürse; eğimli arazi tercihinin nedeni rahatça anlaşılabilmektedir. Dama planlı, kesişen sokaklar arasında yer alan yapılar, arazi ve sokak yapısına göre konumlanmıştır. Çoğu eğimli arazide yer alan bu evler, taş zemin üzerine, kot farkından yararlanılarak depo, kiler, bodrum görevinde mekanlar inşa ederek, bu zorunluluğu mekana işlev kazandırmak suretiyle pratik bir tasarıma gitmişlerdir. Genel olarak taş zemin üzerine yükselen beden duvarları, ahşap hatıl-destekler arasına tuğla ve çamur harçlı sıva doldurulmasıyla “ahşap çatkı arası dolgu” tek- niğinde inşa edilmiştir. Zemin kat, evin “hizmetler” denilen mutfak, kiler gibi servis mekanlarına ayrılıp Türk mimarisindeki “mahremiyet” anlayışı ile genellikle küçük pencereli-sokağa kapalı şekilde inşa edilmiştir. Üst katlar ise zemin kata nispetle daha yüksek tavanlı ve ahşap direkler üzerine oturmakta olup ayrıca çıkma ve büyük ebatlı pencerelerle sokak dokusuyla iç içedir. Çıkmalar, oda mekanına yer kazandırmanın yanında, o dönemde günümüzdeki kadar sosyal hayata katılamayan kadınlarımızın dışa açılan penceresi olmuştur. Eski Balıkesir evlerinin yüzde 80'inin çıkmalı (cumbalı) olduğu düşünülürse, evin esas yaşam alanı olan üst katlarının bu çıkmalarla genişletilmeye çalışıldığı da görülmektedir.2 Eski Balıkesir evlerinde plan şeması olarak iç ve orta sofalı mekan örgütlemesine gidildiği görülmektedir. Dönem, arazi ve iklim şartları düşünüldüğünde, bu plan şemasının tercihinde iklimden çok nüfusun etkili olduğu aşikârdır. Kent nüfusunun giderek artmasıyla Solda: Kim geldi penceresi evler iç içe, dar arazilerde yer almaya başlamıştır. Bu da doğal olarak ev yapısında “içe kapanışı” getirmiştir. Sofa plan elemanı olarak evin merkezinde, odaların kesişim noktasında yer almaktadır. Buradan bir merdiven vasıtası ile ikinci kata çıkmayı sağlayan sofa, bu bakımdan katlar arası irtibatı sağladığı gibi, ev halkının da birleşim noktası, ortak kullanım alanıdır. Odalar, sofanın etrafında sıralanmış ve Türk mimari anlaşına uygun olarak her oda içerisinde bir aileyi barındırabilecek nitelikte inşa edilmiştir. Fakat Şer'iyye sicillerine göre, 17.-18. yy Balıkesir evlerinde hemen her odada görülen, ocak, yüklük ve dolapların dolapların sayısında,3 zamana bağlı olarak azalma görülmektedir.4 Tıpkı sofada olduğu gibi odalara da yüklük ve gusülhane eklenmesi, ayrıca alttan çıta çakma teknikli tavan kaplamasıyla sade ve fonksiyonel mekanlar elde edildiği gibi ahşabın sıcaklığı ve dekoratif özelliği mekanlara yansıtılmıştır. Yapıların cephe anlayışındaki belirleyici unsurlar; bina girişi, çıkmalar ve pencere sistemidir. Mimarimize batı etkisiyle 18. yy. sonu 19. yy başlarında görülmeye başlayan tek veya çift taraflı döner merdiven, dönem özelliği olarak hemen her yapı girişinde gözlenmektedir. Eski Balıkesir evlerinin en belirgin özelliklerinden biri de bu merdivenle çıkılan, özellikle kaş kemer içerisinde alınıp revak tarzında geriye çekilmiş ana giriş kapılarıdır. Revaklı ana giriş, kapıyı korumanın yanında sıkışık yapılaşmadan dolayı avlusu bulunmayan yapıların hala “mahremiyet” duygusunu taşıdığını gösterir nitelikte “kim geldi” pencereleridir. Bu pencereler, ev sakinlerinin gelen kişileri kapıyı açmadan, camdan görmesini sağlamaktadır. Zemin katı genellikle üst kata oranla daha alçak tutulmuş yapılarda, asıl yaşam alanı olan üst kat, ahşap kaplaması ve eli böğründelerle taşınan çıkmasıyla cephe estetiğinde belirleyici rol oynamaktadır. Düşey sürmeli (giyotin) veya çift kanatlı pencereler, cepheye hareket kazandıran bir diğer unsurdur. Alt katlarda taşıyıcı sistemde görülemeyen ahşap kiriş ve hatıllar üst katlarda vurgulanıp bir nevi tezyinat (süsleme) unsuru olarak ön plana çıkmaktadır. Kırma çatıyla sonlanan yapılarda saçaklar iklim şartlarına göre biraz uzun tutulmuştur. Tezyinat yani süsleme anlamında, Türk evinin iç cephelerine daha çok önem verilip bu, Türk sanatındaki ağır başlı anlayışın ürünüdür. Süsleme açısından bir kaç özel örnek dışında oldukça sade bir görünüm arzeden Balıkesir evlerinin bu özelliğini, söz konusu yapıların inşa edildiği dönemin sosyo-ekonomik koşulları içerisinde değerlendirmek gerekmektedir. Sonuç olarak kültürümüzün önemli bir parçasını teşkil eden mimari mirasımızın, kentimizin tarihi süreç içerisindeki kimliğinin yanı sıra, geçirdiği evrelerin de -bir ifadesi- kanıtı olduğu unutulmamalıdır. Kentin en eski ve merkezi kesiminde yer alan tarihi doku, başta çevresel etkenler dediğimiz, onarım yapılamamasından kaynaklanan, doğal etkilere açık vaziyettedir. Hatta bazı yapıların acil onarımı yapılmadığı takdirde, kendiliğinden mazideki yerini alacağı -malesef- aşikârdır. Çoğu “kültür varlığı” olarak tescil altına alınmış bu eserler, başta yasal mevzuat olmak üzere, ekonomik baskıdan kurtarılmak suretiyle onarımı yapılarak, yapının ruhuna uygun yeni işlevlerle topluma geri kazandırılması gerekmektedir. Umarım bu makalenin dışında, “Tarihi Balıkesir Evleri” isimli kitap çalışmam ve halen çalışmakta bulunduğum, kentimizin “ortak hafızası” durumundaki Kent Arşivi'nce, ev rölyefleri ile hazırlanan sergi gerekli bilincin oluşturulması adına bir katkı sağlayıp; bundan sonra hayata geçirilecek projelerin ilk adımını oluşturur. Emeğimizin tarihe düşülmüş bir nottan ibaret kalmaması dileğiyle... 1 Öncü, Faruk, Tarihi Bal›kesir Evleri, TMMOB Mimarlar Odas› Bal›kesir fiubesi Yay›n›, Ankara, 2010 2 Çetin, Murat, “Bal›kesir Tarihi Kent Dokusu ve Sivil Mimari Örnekleri”, Bitek Kent Bal›kesir, Yap› Kredi Yaynlar› No:1919, ‹stanbul, 2003, s.189 3 Mutaf, Abdülmecit, XVII. Yüzy›lda Bal›kesir'de Kad›nlar, Dokuz Eylül Ün Sosyal Bil. Ens. (Yay›mlanmam›fl Doktora Tezi), ‹zmir, 2002, s.65,92,93,94 4 At›c› Demir, Han›m Mine, H.1133-1134 (M. 17211722) Tarihli (718 Numaral›) Bal›kesir fier'iyye Siciline Göre Bal›kesir, Gazi Ün. Sosyal Bil. Ens. (Yay›mlanmam›fl Master Tezi), Ankara 2001, s.42-43 5 Klasik Türk ev mimarisinde hemen hemen her odada yüklük ve dolap uygulamas› görülürken; 19. yy.'da uygulamalar›n› inceledi¤imiz Bal›kesir örneklerinde bu say› oldukça azal›r. Buna neden olarak evlerin zamanla çekirdek aileye hitap etmesi görülmelidir. MART-N‹SAN 2011 77 ANMA Mü’min, Mühendis, Mücahit NECMETTİN ERBAKAN ERBAKAN HOCA ŞAHSİ, MESLEKİ İKTİSADİ VE NİHAYET SİYASİ FAALİYETLERİNİ “HAKKI HAKİM KILMA” ADINA CİHAD OLARAK ADLANDIRIYORDU. BUNUN İÇİN DE ANADOLU COĞRAFYASINI AŞAN BÜTÜN BİR İSLAM COĞRAFYASI HATTA DÜNYANIN DİĞER YERLERİNDEKİ MAZLUM MİLLETLERİ DE KUŞATAN BİR MÜCADELE İÇİNDEYDİ. O’NUN HAYATINA BAKTIĞIMIZDA, HAYATINI ÜÇ KAVRAMIN ŞEKİLLENDİRDİĞİNİ GÖRÜRÜZ: MÜ’MİN, MÜHENDİS, MÜCAHİT. OSMAN ARI 7 Şubat 2011 günü vefat eden Prof. Dr. Necmettin Erbakan geride hem siyasi hem de mesleki açıdan başarılarla dolu bir hayat bıraktı. O’nun hayatına baktığımızda, hayatını üç kavramın şekillendirdiğini görürüz: Mü’min, mühendis, mücahit. Daha üniversite yıllarında tanıştığı ve sohbetlerinde bulunduğu Abdülaziz Bekkine Hz.’leri ve ardından Mehmet Zahid Kotku Hz.’lerinin onun İslami şahsiyetinin oluşumunda büyük payları olmuştur. 1940 ve 50’li yıllarda o zamanki Türkiye’nin siyasi ve sosyal şartları dikkate alındığında geleceği çok parlak bir mühendisin (ardından Doç. ve Prof. olmuştur) tercihini inançları doğrultusunda yapması ve bunu her ortamda hiç gocunmadan dile getirmesi takdire şayandır. Bu çizgisini siyasi mücadelelerinde de MNP, MSP, RP, FP, ve Saadet Partisi’yle son nefesine kadar korumuştur. Cumhuriyet döneminde itilip kakılan, üvey evlat muamelesi gören kesimi aktif olarak Türk siyasi hayatın içerisine katılmasını sağlamıştır. 1970 yılına kadar DP-AP çizgisinde (muhafazakar-sağ siyasette) kendilerini ifade eden camiayı muhafazakar sağdan alıp, ”Milli Görüş” altında “İslamcı” çizgide siyasete entegre etmiştir.(Milli Görüş ile siyasete giren takipçilerinin 30 yıl sonra muhafazakar demokrat çizgiye evrilmeleri de kaderin bir cilvesi olsa gerek) Milli Görüş dar milliyetçi kalıplardan öte bütün İslam coğrafyasının kurtuluşunu hedef alan bir görüştür. Erbakan’ın önce akademik hayat ardından iktisadi ve Türk siyasi hayatındaki varlığı tesadüfî değildir. Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan ve on- 2 78 M‹MAR VE MÜHEND‹S dan sonra gelen Nevzat Kor, Oğuzhan Asiltürk, Korkut Özal, Cevat Ayhan, Yahya Oğuz, Osman Çataklı gibi İslami kesimden akademik camiada ve siyasette çok önemli görevler ifa etmiş zatları sanki görünmez bir el mühendislik eğitimine yönlendirmiştir. Necmettin Erbakan ve Nurettin Topçu’nun da kendisinden feyz aldığı son devir Halid-i Nakşiliği’nin şeyhlerinden Abdülaziz Bekkine Efendi’nin şu cümleleri ilginçtir: “Biyoloji ve tıpla uğraşanlar tabiat kanununa mahkum olurlar. Hukukçular insan elinden çıkma kanunların zebunu. Hesapla (matematikle) uğraşanlar hayalcilikten (nazariyattan) kurtulamaz. Onun için bizim bunlarla ilgilenmemiz uygun değil. Hendese (geometri) ile uğraşanlarda hayalcilik olmaz. Hendese insanı muhafazakar yapar. Onun için özellikle mühendislerle meşgul olalım.” (1) Gerçekten de o yıllardan itibaren İslami/muhafazakâr kesimden yukarıda sıraladığım isimlerle birlikte onlarca genç, mühendislik eğitimine yönlendirilmişlerdir. Bu yönelişte II. Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın yerle bir olması, şehirlerin, sanayinin ve altyapının yeniden yapılacak olmasının, mühendisliği gözde bir meslek haline gelmesinde etkisini ihmal edemeyiz. Erbakan İTÜ Makine Fakültesi’nden mezun olur olmaz 1948’de motorlar kürsüsünde asistan olur. O artık “Erbakan Hoca”dır. 1951 yılında İstanbul Belediyesi’nin otobüs alımında İTÜ’den görüş istemesi üzerine Erbakan Hoca otobüs alımına bu kadar para vermek yerine bu paranın yerli otobüs yapımında kullanılmasını teklif eder. Devrim otomobilinin öncüsü Erbakan Hoca’nın bu raporudur. Erbakan Türkiye’nin sanayileşmeden kendi teknolojisini üretmeden kalkınamayacağı ve batı ile boy ölçüşemeyeceğinin farkındaydı. M. Zahit Kotku Efendi’nin de teşvikleriyle Erbakan’nın öncülüğünde 1956 yılında temeli atılan çok ortaklı Gümüş Motor fabrikası 1960 yılı Mart ayında se- Erbakan Hoca’n›n mühendis kimli¤i gerek kurdu¤u siyasi parti programlar› ve sloganlar›nda, gerekse çözüm önerilerinde bariz olarak görülür. “Montaj de¤il A¤›r sanayi”, “Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika yapan fabrika”. ri imalata başlıyor. Toplu iğneyi bile dışarıdan alan bir ülke için Gümüş Motor ciddi bir adımdır. Gümüş Motor yerli sermaye ve yerli teknolojinin gelişiminde çok önemli bir merhaledir. 4 Mart 1961’de ihtilal hükümetinden gelen davet üzerine Erbakan Hoca bakanlar kuruluna katılır ve onlara Türkiye’nin artık kendi yerli otomobilini yapması gerektiği üzerine 2 saatlik bir brifing verir. İTÜ’de henüz doçent olan Erbakan konuşmasında hükümetin Ar-Ge çalışmalarına önem verilmesini, ithalattan sanayi için fon ayırmasını, ülkede üretilebilen makinelerin ithalatının kısıtlanmasını, üniversite-sanayi işbirliğinin ve teşviklerinin yasalarla takviye edilmesini ister. Bakanlara da tavsiyesi şudur: “Bizim memleketimizde önce demir-çelik sanayi kurulmalı, ondan sonra makine tezgah sanayi kurulmalı ve sonra da imalat yapacak fabrikalar tesis edilmelidir.” Tezini savunurken ABD ve İsrail’den de örnekler verir. O sıralarda Türkiye ile aynı milli gelire sahip Brezilya’nın kendi otomobilini üretmeye başladığını birkaç kez “Bizim memleketimizde önce demir-çelik sanayi kurulmal›, ondan sonra makine tezgah sanayi kurulmal› ve sonra da imalat yapacak fabrikalar tesis edilmelidir.” tekrarlar. Ancak bakanlar pek ikna olmaz. Daha sonra askerlerin emriyle (!) yapılacak olan devrim otomobilinin fikir babası Erbakan’dır. Erbakan hoca 1966 yılında TOBB sekreteri 1969’da başkan olmuştur. Ancak Başbakan Demirel’in marifetiyle polis zoruyla odadan uzaklaştırılır. Akademik mücadele, iktisadi mücadeleden sonra siyasi mücadeleye sıra gelmiştir. 1969’da Konya’dan bağımsız aday olur ve meclise girer. Erbakan Hoca’nın mühendis kimliği gerek kurduğu siyasi parti programları ve sloganlarında, gerekse çözüm önerilerinde bariz olarak görülür. “Montaj değil Ağır sanayi”, “Yeniden Büyük Türkiye” “Fabrika yapan fabrika”. Nilüfer Göle “Mühendisler ve İdeoloji” kitabının önsözünde “...mühendis ideolojisi ilk bakışta yadırganabilir. Ancak bir meslek grubu olan mühendisler üretim süreci içindeki yerlerinin ötesinde toplumsal gelişme modellerin savunucuları olmuştur,” der. Bunun en çarpıcı örnekleri Demirel , Özal ve Erbakan olmuşlardır. Özellikle Erbakan’ın gerek muhafazakar/sağ kesimi siyasal İslam’a çekmesinde gerekse parti programları ve hükümetlerdeki icraatlarında bu “mühendis damar” hayli etkili olmuştur. Erbakan Hoca şahsi, mesleki iktisadi ve nihayet siyasi faaliyetlerini “Hakkı hakim kılma” adına cihad olarak adlandırıyordu. Bunun için de Anadolu coğrafyasını aşan bütün bir İslam coğrafyası hatta dünyanın diğer yerlerindeki mazlum milletleri de kuşatan bir mücadele içindeydi. Refahyol hükümetinde giderayak son icraatı D-8’in kurulması olmuştur. Cenaze töreninde mahdumu Fatih Erbakan’ının da ifade ettiği gibi “O İslam’ı en geniş anlamda anlıyor ve bunun için cihad ediyordu.” Gerçekten de 84 yıllık ömrüne baktığımızda hayatı sistemin önüne koyduğu engellerle mücadele etmekle geçmiştir. Ondandır ki cenazede tekbirlerin haricinde en çok atılan slogan “Mücahid Erbakan”dı. Mekan› Cennet Olsun. 1 Prof.‹smail Kara fieyh Efendinin Rüyas›ndaki Türkiye. Dergah yay›nlar›. -Cumhuriyet Türkiyes’inde Bir Mesele Olarak ‹slam.Dergah Yay›nlar› MART-N‹SAN 2011 79 STKTANITIM ‹KT‹SAD‹ ARAfiTIRMALAR VAKFI Temel misyonu Türkiye’nin ekonomik ve mali sorunlar›n› tart›flmak ve bunlara çözüm önerileri gelifltirmek olan ‹ktisadi Araflt›rmalar Vakf›, 49 y›ld›r bu misyon do¤rultusunda çal›flmalar›na devam etmektedir. Finansal krizin etkilerinin tüm dünyay› etkiledi¤i düflünülürse ekonomik konularda yap›lan çal›flmalar›n önemi daha iyi anlafl›lacakt›r. FATİH GÖKSU KTİSADİ Araştırmalar Vakfı 1962 yılınİ dan günümüze kadar amaçları doğrultusundaki faaliyetlerini kesintisiz sürdürmüştür. Küreselleşme ve beraberinde gelen ulusal ve uluslararası piyasalardaki ekonomik ve finansal krizin olumsuz etkileri dikkate alındığında, İktisadi Araştırmalar Vakfı çalışmalarının ne kadar önemli olduğunu daha iyi görmekteyiz. Özerk bir yapıya sahip olan İktisadi Araştırmalar Vakfı, başta ulusal ve uluslararası seminerler, konferanslar, yarışmalar düzenlemek ve çeşitli, proje çalışmalarına iştirak etmek suretiyle faaliyetlerine devam etmektedir. İktisadi Araştırmalar Vakfı çalışmalarını 80 M‹MAR VE MÜHEND‹S ağırlıklı olarak yurt içinde gerçekleştirmektedir. Çeşitli kuruluşlarla temas halinde olan vakıf imkânların oluşması halinde bu çalışmalarına yurt dışında da devam etmeyi planlamaktadır. Yurtiçinde başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir, Bursa, Adana, Mersin, İskenderun, Çeşme, Kastamonu, Fatsa, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize, Antakya, Konya, Erzurum, Yozgat, Kayseri, Eskişehir, Amasya, Afyon, Sinop, Tokat, Denizli, Niğde, Kırşehir, Çankırı, Ardahan, Iğdır, Bilecik, Artvin, Edirne, Çanakkale, Tekirdağ, Sivas, Kırklareli, Elazığ, Isparta gibi il ve ilçe merkezlerinde il geliştirme seminerleri düzenlenmiştir. Ayrıca Malatya, Kahramanmaraş, Karaman, Erzincan’da da il geliştirme seminerleri için ön görüşmeler yapılmıştır. Yurt dışında, Girne, Lefkoşa, Paris, Bakü, Bükreş, Sofya, Khartoum ve Üsküp’te seminerler düzenlenmiştir. İktisadi Araştırmalar Vakfı, kamu kurumları ile sivil toplum kuruluşlarını da yakından ilgilendiren konularda bilim adamlarının yapacakları araştırma ve çalışmalara destek vermeyi sürdürmektedir. Bu bağlamda; Vakıf ile İstanbul Üniversitesi’nin ortak çalışması olan “Geçmişten Geleceğe İstanbul’un Girişimcilik Kültürü” konulu proje, 2010 yılı İstanbul Avrupa Kültür Başkenti Ajansı tarafından değerlendirilmeye alınmıştır. Vakıf ile İstanbul İl Özel İdaresi ile sağla- nan mutabakat çerçevesinde “Olası İstanbul Depreminin Ekonomik Boyutu ve Ülke Ekonomisine Yansımaları” konulu araştırma ve değerlendirme çalışması sonuçlandırılmıştır. Vakıfca “Erzincan Ekonomisinin 2023 Vizyonu” konulu proje için teklif hazırlanarak Erzincan Valiliği ile Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı’na sunulmuştur. Proje, İktisadi Araştırmalar Vakfı ile Atatürk Üniversitesi, Erzincan Üniversitesi, TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, Okan Üniversitesi akademisyenlerinin birlikte yapacakları çalışma ile sonuçlandırılacaktır. Proje 2011 yılı Haziran ayında tamamlanacaktır Vakıf tarafından yapılan araştırmalardan elde edilen sonuçlar ilgili yönetimler ve kamu ile paylaşılmaktadır. Faaliyetlerimizin tümü, kitap ve broşür halinde yayınlanarak, üyelerimize valiliklere, üniversitelere, basın yayın organlarına ve diğer ilgililere dağıtılmak suretiyle, geniş kitlelerin vakfımız çalışmaları hakkında bilgi sahibi olmaları amaçlanmaktadır. Kuruluşundan bu yana vakfımızca yayınlanan seminer / konferans kitabı sayısı 208’dir. İktisadi Araştırmalar Vakfı önderliğinde gerçekleştirilen yarışmalar vakfın faaliyetleri içinde önemli yer tutar. Vakfın kurucu üyesi ve 38 yıl başkanlığını yapmış olan Prof. Dr. M. Orhan Dikmen’in anısına düzenlenen “Gelişmekte Olan Ülkelerin Küresel Ekonomik Krize Karşı Geliştirdikleri Ekonomi Politikaları” konulu ödüllü araştırma yarışmasının birincisi bu yıl gerçekleştirilmiştir. İş Adamı Ünal Aysal’ın sponsorluğunda düzenlenen “Kabul görmüş ancak yayınlanmamış Doktora ve Master tez” yarışmasının 6.sı bu yıl yapılmıştır. Kamuya ve bilim dünyasına yeni eserlerin kazandırılmasına yardımcı olan bu yarışmalarda ödüle layık görülen eserler vakıf tarafından kitap halinde bastırılarak üniversitelere, ilgili kamu ve özel sektör kuruluşlarına gönderilmektedir. İktisadi Araştırmalar Vakfı, hemen bütün toplantılarına katılan ve çalışmalarını destekleyen devlet adamlarına, sundukları tebliğler, yaptıkları konuşmalar, katıldıkları tartışmalar ve verdikleri konferanslar ile vakıf çalışmalarına katkıda bulunan seçkin bilim ve meslek erbabına şahsi ilgi ve mali destekleri ile vakıf faaliyetlerinin devamına imkân veren çok değerli üyelerine saygı ve şükranlarını sunar. FOTO⁄RAF Foto¤raf; Osman Ar› MART-N‹SAN 2011 81 K‹fi‹SELGEL‹fi‹M K‹fi‹SEL GEL‹fi‹M SAYES‹NDE ETK‹L‹ MESLEK‹ GEL‹fi‹M Kiflisel geliflim e¤itimlerindeki uygulamalarla duygu, özgüven, inanç, heyecan, tutku coflku birlikteli¤i sa¤lanarak duygudafll›k, ekipdafll›k hissi oluflturulabilir ve bu sayede ortak hedefe koflarken tüm ekipten maksimum fayda sa¤lanm›fl olur. Böylece herkesin sorumluluk almas› sa¤lanm›fl olur. Bu paylafl›m imalat sektöründe ifl yapanlar için çok önemlidir ve toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsurudur. MAHMUT ÇELİK ESLEK hayatınıza başlamadan önce M uzun dönem okul hayatı geçer. Bu uzun dönemde birey hayatın çok farklı bir yönünü yaşar, sorumlulukların az olduğu hayal ve umudun çok olduğu bir dönemdir bu dönem. Uzun yıllar sonunda okul bitin82 M‹MAR VE MÜHEND‹S ce hangi yaşta olursanız olun büyük bir boşluğa düşersiniz. Bir anda bambaşka bir hayata yelken açarsınız, belirli seviyede mesleki birikimlerle mezun edilen çalışanlar bu bilgilerini nasıl faydalı ve kazanca çevirerek kullanacağını belirle- mekte büyük zorluklar çeker. Bu belirsizlik ortamında kendine güveni yeteri kadar gelişmemiş bireyler olarak çalışma hayatına girenler bu zor ve büyük bir savaş alanını andıran çalışma hayatında kendisini zafere, hedefe taşıyacak yolda pek çok desteğe ihtiyacı vardır. Profesyonel olarak bu eksikliklerini erkenden tespit ederek bunlar bertaraf etmenin yollarını arayanlar çok daha çabuk meslek hayatının başarı merdivenlerini tırmanırlar. Ülkemizde son 20 yılda daha yoğun bir şekilde doğruluğu ve gerekliliği her kesim tarafından kabul edilen kısaca kişisel gelişim olarak adlandırılan bu tip eğitimler pek çok konu başlığında anılmaktadır. Pek çok alt başlıkları ile beraber büyük bir değişime sebep olabilecek kişisel gelişim eğitimleri motorun performansını artıran katkı maddeleri gibi ufak bir müdahale ile ciddi ilerlemeler kaydetmenizi sağlayacaktır. Mesleki birikimleriniz ne seviyede olursa bunu kaliteli bir seviyede karşısındakilere sunamıyorsanız başarılı olmanız mümkün değildir. İnsanların akıllarına, yüreklerine, sezgile- rine ve arzularına seslenemiyorsanız dilinizle bal, yüzünüzle sirke satıyorsanız hiçbir başarıya ulaşmanız mümkün değildir. İşte kişisel gelişim tam da bu noktada devreye girmektedir. Hedefe ulaşmak noktasında gerekli olan argümanları bu eğitimler çalışanlara verir. Bu eğitimlerin temel amacı insan kaynağını daha kaliteli bir hale getirmektir. Bu noktada işimiz insan olduğu için rehberimiz, aklımız ve ruhumuz olmalıdır. Aksi takdirde bu eğitimlerle insana ait en büyük fark olan duygu yok olacak ve kişi mekanik bir hal alacaktır. Duygusuz davranışlar yapmacık bir görüntü verecek buda davranışların kabul görmemesine ve kişinin toplum içerisinde itibar kaybına sebep olacaktır. Kişisel eğitimler adı üstünde o kişi için özel olmalı profesyonel yardım alarak kendisine ait olan eksikleri tespit ederek bunların telafisi için çalışmalı. Pek çok kişinin ortak sıkıntılarından bahsetmek gerekirse beden dilinin kullanılması, hitabet ( diksiyon), iletişim temel eksikler olarak ortaya çıkmaktadır. Yaşadığınız duygu ne olursa olsun ilk tanışma anınızda 30 saniyede sizinle ilgili intibanın büyük kısmının oluştuğunu düşünürseniz, beden diliniz önemi daha da iyi anlaşılmaktadır. Bu noktada anlık bir hata sizin çok iyi bir iş teklifini kaçırmanıza, veyahut hayatınızın kadını ile tanışma fırsatının yok olmasına sebep olabilir. Karşınızdakine duygu kontrolü eğitimi sayesinde içinizde yaşadığınız sıkıntıları hissettirmeden çok başarılı bir görüşme gerçekleştirebilirsiniz. Bir görüşmede yanlış seçilmiş bir kravat, gömleğin cebindeki büyükçe bir kalem sizinle görüşme yapan kişinin dikkatini dağıtacak ve sizin çok başarılı geçmişinizi dinleyemeyecek ve kaybeden taraf olacaksınız veyahut etkili bir ses tonu ve hitabet sizi daha da dikkatli dinlemesine sebep olabilecektir. İş hayatında en ufak bir ayrıntı bile sizi hedefe götüren yolda sekteye uğratabilir. Bu noktada eğitilmiş olmak sizi diğer rakiplerinizin önüne geçirecektir. Kişisel gelişim eğitimlerindeki uygulamalarla duygu, özgüven, inanç, heyecan, tutku coşku birlikteliği sağlanarak duygudaşlık, ekipdaşlık hissi oluşturulabilir ve bu sayede ortak hedefe koşarken tüm ekipten maksimum fayda sağlanmış olur. Böylece herkesin sorumluluk almasını sağlamış oluruz. Bu paylaşım imalat sektöründe iş yapanlar için çok önemlidir ve toplam kalitenin ise vazgeçilmez unsuru- ‹nsanlar›n ak›llar›na, yüreklerine, sezgilerine ve arzular›na seslenemiyorsan›z dilinizle bal, yüzünüzle sirke sat›yorsan›z hiçbir baflar›ya ulaflman›z mümkün de¤ildir. dur. Bu birliktelikler hedefi hatasız ve en kısa zamanda yakalamaya sebep olarak işletme için maliyetlerin düşmesine ve rekabette bir adım öne geçmesini sağlar. Binlerce insanın çalıştığı ortamda bir kişinin yapacağı hata veyahut motivasyon kaybı tüm ekibin moralini bozacağından çok ciddi hatalara sebep olacaktır. Motivasyon iş hayatında kesinlikle eğitim alınması gelen konuların başında gelmektedir. Çünkü bu noktada yaşanacak bir eksiklik ölümcül iş kazalarına bile neden olabilecektir. Hayata dair sorunlarınız olabilir ancak bunları iş yerine götürmeden içimizde yaşamanın yollarını öğrenmeli ve bunları uygulamalısınız. Her noktada problem çözme eğitimleri bu konudaki sıkıntının ilacı olacaktır. İş hayatında planlama verimlilik noktasında çok önemli bir husustur. Yapılacak işlerin belirli bir düzen içerisinde yapılması süreci kısaltacak, daha hızlı ve sürekli bir hizmet kalitesi sağlanacaktır. Yıllık ve daha kısa süreli hedeflerin gerçekleşmesini daha az maliyet ve enerji ile sağlanmasını gerçekleştirecektir. Bu noktada eğitimler firmanın bütünü için düşünülmeli ve sü- rekli olmalıdır. İnsanlar hayata geldiği ilk andan itibaren çevresiyle iletişim içerisinde olur. Ağlamayana emzik yok tabiri ilk iletişimin sesli olduğunun bir göstergesidir. İlk günden başladığımız iletişimi hayatımızın etkili olması ve minimum hatayla gerçekleşmesi bizi meslek hayatımızda başarıdan başarıya koşturacaktır. Bu noktadaki eğitimler son nefesimize kadar devam etmelidir. Şirketlerin en büyük sıkıntıları ve çalışanların arasındaki huzursuzluğun en büyük nedenlerinden biride değerlendirme karmaşasıdır. Çalışanların sürekli yakındığı bu konu, uzun soluklu çalışan mutluluğu sağlanmasında önemlidir. Bu noktada üst düzey yöneticiler eğitime çoğu zaman direnmekte bu da sürekli personel değişimine ve emek kaybına neden olmaktadır. Sırasıyla çeşitli konu başlıkları ile değinmeye çalıştığımız kişisel gelişim eğitimleri iş ve özel hayatın tamamında başarı ve mutluluğu getirecektir. Bunları önemsemeden uluslar arası pazarlarda başarılı olmak mümkün değildir. Hayatta başarılı olanlar, kendilerine gereken bilgileri öğrenmekten bir an geri kalmazlar ve olayların nedenlerinin her zaman araştırırlar sürekli eğitimin temel prensibi budur. Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeyi ilke olarak kabul eden bir neslin evlatları olarak hayatımızdan eğitimi hiç eksiltmemeliyiz. MART-N‹SAN 2011 83 MAKALE Türkiye'nin Deprem Sorununa Bakış ve Bazı Öneriler 13 Mart 2011 tarihli Miyagi-Oki depreminden sonra ülkemizin depreme hazırlık durumu tekrar konuşulmaya başlanmıştır. Miyagi-Oki depremi ülkemizde deprem sorunu ve afet planlaması ile ilgili önemli ve yeni fırsatlar vermektedir. Bu çerçevede, ülkemizdeki deprem sorunu ile ilgili alınması gereken bazı önlemlerfarklı başlıklar altında verilecektir. PROF. DR. ALİ OSMAN ÖNCEL İstanbul Üniversitesi, Jeofizik Mühendisliği Deprem sorunu ihmal edilmemelidir 1995 Kobe depreminde Japonya'da meydana gelen yangınlar ve patlamalar büyük ölümlere neden olmuştu. Kobe depreminden sonra Japonya'da erken uyarı ve risk azaltma çalışmaları hızlandırıldı. Son depremde yangına ve yıkılmalara bağlı zararların azalması, Kobe depreminin Japonlar tarafından iyi okunduğunu gösteriyor. Fakat nükleer santrallerin güvenliğinin yeterince sağlanamadığı ortaya çıkmıştır. Bunun nedeni son zamanlarda tartışılmaya başlanan, kullanılan standart deprem tehlike belirleme parametrelerinin olabilecek en büyük deprem büyüklüğünü eksikli belirlemesi ile ilişkili olabilir. 2007 yılında M6.8 şiddetindeki deprem nükleer sızıntıya neden olmuştu (1, 2) ve bunun zararları Japonya ile sınırlı kaldı. 2011 yılında meydana gelen M9.0 büyüklüğündeki depremde nükleer sızıntının sonuçları dünyada insanların güvenliğini etkileyecek bir büyüklüğe ulaştı. Nükleer santrallerde meydana gelen sızıntıyı, 2007 yılından itibaren güncelleme, yenileme ve güvenliğin arttırılması ile ilgili olarak bir ihmalin sonucu olarak okunabilir. Deprem Tehlike Verilerine Ulaşılmalıdır Deprem tehlikesi ve parametreleri yıllara göre değişen ve güncellenen dinamik bir olaydır. Bu nedenle hükümete bağlı bir servis tarafından sürekli olarak deprem tehlikesinin tahminlerinin yeni verilere ve yöntemlere göre güncellenmesi ve kullanılabilir formatta ulaşılabilir olması gerekir. Ülkemizle ilgili ulaşılan deprem tehlike haritasıdır ve tehlikenin renklerle gösterilmesinden ibarettir. Tabi ki bu haritalarla ilişkili teknik detaylar olabilir fakat bunları herkesin anlamasının gereği yoktur. Tehlike haritalarında en riskli bölgeler, yatay hareketlerin (Anadolu Fay Zonları) ve düşey atımlı (Batı Anadolu’daki grabenler) gerilme alanlar kırmızı 84 M‹MAR VE MÜHEND‹S renkle gösterilmiştir. Deprem tehlikesi ile ilgili genel ve detay hesaplamalar deprem risk raporlarında istenmektedir ve bu hali ile önemli bir gelişmedir. Deprem sismolojisinde uzmanlaşmış mühendislerin yeniden hesaplaması önemli olabilir ve buda merkezi hükümet servisi tarafından yapılmış haritaların yerinde denetimini sağlar. Fakat tekrar belirtmek gerekirse, deprem tehlikesi ve risk belirlemelerinin konusunda sertifika ve uzmanlık programlarını bitirmemiş mühendislerden beklenmemelidir. En önemli konu normal bir vatandaşın oturmuş olduğu yer ve iş yerinin deprem tehlikesi konusunda anında bilgi almasıdır ve vatandaşlarımızın bunu aracısız ve ricasız öğrenmeye hakkı olmalıdır. İsteyen Herkesin Deprem Tehlikesi Bilgisine Anında Ulaşması Gerekir Bir ev ya da iş yeri almak istiyorsunuz veya işyeriniz ve evinizin deprem tehlikesi durumu hakkında anında bilgi almak istiyorsunuz fakat istediğiniz bilgiye internet üzerinden ulaşamıyorsunuz. Ülkemizde deprem tehlikesi hakkında vatandaşın anında ve doğru bilgi alma hakkı vardır. Boyalı deprem tehlike haritalarından öte, vatandaşın bulunmuş olduğu herhangi bir yerin durumu hakkında somut bilgiye ulaşması gerekir. Tehlike durumu hükümete bağlı deprem tehlike çalışmalarından sorumlu kurumlarca verilmesi, halkımızda ve kurumlarda deprem bilincini arttıracaktır. Kanada'da ülkemizdeki deprem haritalarına benzer tehlike büyüklüklerinin değişimi kabaca verilir fakat bugün ülkemizde mühendislerden raporlarında yazması istenen detay deprem parametreleri ücretsiz olarak herkese açıktır. Herkes, oturmuş olduğu binanın ya da çalıştığı işyerinin güvenlik ve risk durumunu öğrenebilir. Bu hali ile Kanada'da yaşayan herkesin doğru ve güvenilir bilgiyi resmi kurumdan alma hakkı sağlanmıştır(3). Deprem Tehlikesi Çalışma Grupları Kurulması Gerekir Ülkemizdeki deprem yönetmeliği bağlayıcıdır. Fakat Amerika Deprem Yönetmeliği gibi fazla denetlendiği ve tartışılabildiği söylenemez. Bunun nedeni, ülkemizde deprem tehlikesini uluslararası düzeyde çalışan nitelikli uzman ve akademisyen sayısının yeterli olmamasıdır. Başbakanlığa bağlı Deprem Araştırma Dairesi’nde doktoralı bir jeofizikçinin bulunmaması deprem risk ve tehlike çalışmalarına yön verecek kurumların yeterli donanımda elemanlara sahip olmadığını göstermektedir. Amerika Deprem Servisi bünyesinde Çalışma Grupları (Working Grup) tarafından ülkenin değişik bölgelerini iyi bilen bilim adamı ve uzmanlarca oluşturulan ekiplerle deprem tehlikesi belirleme çalışmaları yapılır ve bunlar BSSA Dergisi’nde yayınlanır. Yayınlandığı için kullanılan veri, model ve yaklaşımlar herkes tarafından bilinir ve bu hali ile denetime tabidir. Yayın üzerinden güncellenen deprem tehlike çalışmaları nedeni ile yayın üzerinden denetim ve öneri yapan çalışmalarla devam eder. Mesela, Amerikan Deprem Servisi’nin New Madrid Sismik Zonu hakkında yapmış olduğu deprem tehlikesi tahminleri tartışılmakta ve gerektiğinden daha az tehlikeli gösterildiği bilimsel çalışmalarda gösterilmektedir. Kısaca, deprem sorunu ülkemizle ilgili bir sorun değildir, sonuçları itibarı ile tüm dünyayı da etkileyebilir. Bir an önce bölge tabanlı ve geniş katılımlı çalışma grupları kurulmalı ve ülkemiz deprem tehlikesi çalışmaları periyodik olarak güncellenmelidir. Uluslararası Sismoloji Programları Açılmalıdır Depremle ilgili yüksek lisans ve doktora programlarının ülkemizde İngilizce olması ve dünyanın her yerinden ülkemizin deprem sorunu üzerine çalışacak kişilerin verilecek burslarla desteklenmesidir. Bugün için, Japonya, Kuzey Amerika ve Avrupa ülkelerinde yapılan iş, global insan kaynaklarını ulusal deprem sorunları için kullanılmasıdır. Uluslararası (İngilizce) Entegrasyonlu Yüksek Lisans ve Doktora Programları (Integrated Graduate Seismological Program) açılmalı ve dünyanın her yerinden gelecek öğrenci ve bilim insanlarına açık şekilde ülkemiz ve dünyanın deprem sorunu çalışmalarına hız verilmelidir. Deprem Teknolojisi Aletleri Sağlama Merkezi Kurulmalıdır Yüksek kaliteli jeofizik alet ve bu tür aletler ile kayıt edilmiş verilerle, deprem jeofiziği konusunda yapılan çalışmalarda bir ilerleme olur ve bu konuda eğitim almış ve alan kişiler iyi bir veri tabanına ve modern alete dayalı bir çalışma ortaya çıkarırsa, deprem jeofiziği konusunda işsiz kalma riski azalır. Bu nedenle bilimsel çalışma yapmak isteyenlere ihtiyacı olan mevcut verileri, deprem jeofiziği ölçüler yapmak istiyorum diyenlere alet sağlayacak bir kuruma ülkemizde şiddetle ihtiyaç vardır. Amerika’da kurulu Uluslararası Deprem ve Araştırma Merkezi (IRIS)'e bağlı PASSCAL ALET MERKEZI (4), ölçülen verilerin geri dönmesi ve daha sonra çalışmak isteyenlere açılması şartı ile Deprem sorunu ülkemizle ilgili bir sorun de¤ildir, sonuçlar› itibar› ile tüm dünyay› da etkileyebilir. Bir an önce bölge tabanl› ve genifl kat›l›ml› çal›flma gruplar› kurulmal› ve ülkemiz deprem tehlikesi çal›flmalar› periyodik olarak güncellenmelidir. dünyanın dört bir tarafından isteyenlere alet sağlıyor. Verilmiş aletler ile alınmış ölçüleri proje bitiminden 2 sene sonra, hiçbir kayıt ve koşul koymadan akademik çalışma yapanlara açıyor. Ülkemizde IRIS'in dengi olan bir kuruma bağlı olarak PASSCALTURK açılması, ülkemizde aletlerin alımı için harcanacak kaynak israfını önler, deprem jeofiziği çalışmalarına kalite getirir. Ülkemizde deprem bilimi konusunda çok iyi akademik proje ve çalışmaların yapılmasını sağlar! Aynı zamanda deprem jeofiziği konusunda iyi yetişmiş insanların işsiz kalması önleneceği için işsizliği de azaltır! Sonuç 2007 yılında orta büyüklükteki (M6.5) bir depremden ders almayıp nükleer reaktörlerin güvenliğini arttırmayan Japonya, bugün meydana gelen nükleer sızıntı ile dünya için bir risk oluşturmuştur. Ülkemizde deprem sonrasında zemin etüdü ve deprem sigortası konusunda düzenlemeler yapılmıştır. Zemin etüdü ile ilgili olarak Avrupa Birliği ülkelerindeki standartların bir an önce getirilmesi gerekir. Deprem tehlike ve risk belirlemeleri gibi ülkemizin bir depreme karşı güvenliğini arttıracak zemin ve yapı etütlerinin profesyonel (uzman mühendis) mühendisler tarafından yapılması zorunlu hale getirilmeli ve muhakkak zorunlu deprem sigortasının yaygınlaştırılması sağlanması için daha etkin çalışmalar yapılması gerekir. Kaynaklar 1. http://www.cbsnews.com/video/watch/?id=3066074n 2. http://www.buzzle.com/articles/145446.html 3.http://earthquakescanada.nrcan.gc.ca/hazard-alea/interpolat/index-eng.php 4. http://www.passcal.nmt.edu/ MART-N‹SAN 2011 85 MAKALE Kentsel Mekânda İyileştirme: Sivrihisar Belediyesi İçin Üç Mimari Proje Kentsel mekânlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı, aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Bu bağlamda Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ) Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün, üniversite rektörlüğü tarafından görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne ait projelerin çalışmaları devam etmektedir. YARD. DOÇ. DR. MEHMET İNCEOĞLU - PROF. DR. RUŞEN YAMAÇLI Anadolu Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü mekanın en temel özelliği, özel K entsel mekanın dışlayıcı karakterinin aksine, dahil ediciliğidir. Ne kadar farklı olursa olsun kentte var olan hemen hemen herşeyi ve herkesi içine alır. Kentsel mekan(1) kentin ana bütünleşme aracıdır. Sakinlerin veya orayı kullananların başka hiçbir ortak özelliği olmayabilir ama kenti paylaştıkları kamusal mekan her zaman vardır. Kentsel mekanlar kentlilerin ya da değişik kullanıcılarının kültürel birikimlerini paylaştığı, aktardığı, tekrar öğrendiği yerlerdir. Aynı zamanda bir kentin tanımlanması (o kente dair imaj oluşumu) bağlamında kullanıcılarının; kültürel kimliklerini, kişisel gelişimlerini ve birbirleriyle etkileşimleri sonucu kentli olma deneyiminin elde edilmesi de bu mekanlarda olmaktadır. Kentsel yaşam kültürle değiştiğinden ve geliştiğinden yeni ihtiyaçlara cevap verebilecek kentsel mekanlara ihtiyaç olabilmektedir. Varolan kentsel mekanlar ya tamamıyla hem biçimsel hem de işlevsel olarak değiştirilirler ya da var olan haliyle yenileştirilirler. Eskişehir Anadolu Üniversitesi (ANAÜ) Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü’nün, üniversite rektörlüğü tarafından görevlendirmesi ile 2010 yılında “Topluma Hizmet Uygulamaları” kapsamında başlatılan projeler Eskişehir’in ilçesi Sivrihisar Belediyesi’ne aittir. Sivrihisar Belediyesi tarafından belirlenmiş olan, Nasrettin Hoca’nın kızı “Fatma Hatun’un Anıt Mezar” tasarımı, Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi ve belediye tarafından itfaiye araçlarının parkı olarak kullanılan yerin “İş Merkezi” konulu projeler ihtiyaç programlarının tanımlanması ile çevre verilerinin ışığında tasarlanmış ve uygulanmak üzere ça86 M‹MAR VE MÜHEND‹S lışmalar sürdürülmektedir. Bu çalışmada ANAÜ Mühendislik Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü öğretim üyeleri, Yard. Doç. Dr. Mehmet İnceoğlu ve Prof. Dr. Ruşen Yamaçlı ile bu ekibe dahil olan bölüm öğrencilerinden Alper Genç, Handan Yılmaz, Hande Güner, Elif Kızıklıoğlu, Sinan Durucan’ın yardımları ile üniversite ve toplumsal ilişki açısından önemli bir katkı gerçekleştirilmiştir. Nasrettin Hoca’nın kızı Fatma Hatun’un Anıt Mezar tasarımı Eskişehir’in Sivrihisar İlçesi’nde yapılan kazılar sonucunda çıkarılan Nasrettin Hoca’nın kızı Fatma Hatun’un mezarı için Eskişehir-Sivrihisar yolundaki Nasrettin Hoca Anıt Parkı’nın bulunduğu alana bir anıt mezar tasarlanmıştır. Mimari tasarım ve çevre düzenlemesini kapsayan anıt park, Nasrettin Hoca heykeli ve ön tarafındaki alanla birlikte yaklaşık 85 m2’lik alanı kaplamaktadır. Anıt parkın çevresinde yeşil alan ve yetişkin ağaçlar mevcuttur. Parkın batı tarafında çarşı olarak kullanılan alan ve yapı bulunmaktadır. Anıt mezar projesi Nasrettin Hoca heykelinin ön tarafındaki boşluğa konumlandırılmıştır. Anıt mezar 5.5 m2’lik alan kaplamaktadır. Anıt tasarlanırken modern bir yaklaşım sergilenmiştir. Anıt tek bir kütle olarak değil birçok parçadan, sütunlar, çerçeve, çeşmeler ve duvarlar oluşacak şekilde tasarlanmıştır. Anıt mezar kısmı sütun ve çerçevelerin oluşturduğu mekanda konumlanmıştır. Anıtın çevresinde bulunan ve anıta ulaşım yerlerinde bulunan duvarlarda ise Nasrettin Hoca’yı, kızını ve fıkraları anlatan yazıların bulunduğu bölümler yer almaktadır. Yapılan literatür araştırmaları sonucunda Nasrettin Hoca’nın hayatı, yaşadığı olaylar, kızı hakkında bilgiler elde edilerek, insanlara bilgi vermesi amacı ile anıtta yer almasına karar verilmiştir. Nasrettin Hoca’nın ders veren fıkralarına da anıtta yer verilmiştir. Duvarlar bazı yerlerde çeşmeye dönüşerek serin bir dinlenme mekanı oluştururken aynı zamanda suyun oluşturduğu sesle insanı dinlendiren bir ortam oluşturulmuştur. Anıt mezar tasarımında ön planda tutulan diğer konular ise erişilebilirlik ve yeşil alan- Şekil 1. Nasrettin Hoca’nın Kızı Fatma Hatun’un Anıt Mezar Planı (Soldaki), Anıt Mezar Perspektif (Sağdaki) Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010 dır. Anıta ulaşımın ve gezi alanlarının rahat ve keyifli mekanlar olmasına dikkat edilmiştir. Bu amaçla anıta ulaşım basamaklar ve rampalarla sağlanmıştır. Basamaklarla 0.00 olan yol kotundan, +1.40 kotuna çıkılarak anıt mezara ulaşılmakta, +2.60 kotunda ise Nasrettin Hoca heykeli bulunmaktadır. Erişilebilirlik açısından ise her iki kotada ayrı ayrı engelli rampası bulunurken anıt mezar ve heykel arasına da rampa konulmuştur. Rampalara yüzde 6 eğim verilerek ulaşımın en rahat şekilde yapılaması sağlanmıştır. Basamaklar anıtın güney ve batı tarafında kesintisiz olarak devam etmektedir. Sadece ulaşım amaçlı olmayan basamaklarda, farklı kotlarda farklı genişliklere yer verilerek dinlenme alanları ve oturma birimleri oluşturulmuştur. Anıt mezar ve çevresi tasarlanırken yeşil alanın yok olmasına izin verilmemiştir. Özellikle mevcut yeşilin ve ağaçların korunması ve tasarıma katılması sağlanmıştır. Tüm mevcut ağaçlar korunarak dinlenme alanları ve oturma birimleri bu ağaçların oluşturduğu gölgeliklerde konumlandırılmışlardır. Tasarım bir bütün olarak anıtın sadece mezar kısmına odaklanmadan çevresi ile birlikte düşünülerek her parçanın farklı bir görev üstlendiği çeşitli yapılardan oluşan, rahat bir ulaşım ile her türlü insanın erişebileceği ve yeşil dokunun korunarak tasarıma dahil olduğu modern bir anıt mezar niteliğinde tasarlanmıştır. Sivrihisar Belediyesi İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Mimari Projesi Raporu Sivrihisar Belediyesi’ne ait iş merkezi mimari tasarımı Sanayi Caddesi ve Tabakhane Caddesi’nde bulunan eski itfaiye alanına önerilmiştir. Arazide yapı yapma alanı 2 bin 340 m2’dir ve 6 metrelik eğim farkı vardır. Çevresinde konut alanları, park ve çay bahçesi bulunmaktadır. Arazinin kuzey tarafında bir meydan bulunmakta ve ulaşım araçlarının park ve bekleme yeri olarak kullanılmaktadır. Bina tasarımında özellikle eğimin kullanımı ve erişilebilirlik kriterleri ön planda tutulmuştur. Yapı otopark, dükkânların bulunduğu kısım ve belediyeye ait olan kısım olarak üç bölümden oluşmaktadır ve 8 bin 797 m2 kullanım alanına sahiptir. 3 kattan oluşan yapıda belediye bölümü ara kat eklenerek oluşturulmuştur. Bu, yapının eğime oturmasını sağlamak ve ulaşımı daha rahat kılmak amacı ile yapılmıştır. Bu şekilde oluşturulan katlar ile yapı otopark girişleri hariç 3 girişe sahiptir. Erişim kolaylığı bakımından tüm giriş katları zeminle aynı kota oturmaktadır. Bina içindeki ulaşım merdiven ve asansörler ile sağlanmaktadır. Belediye bölümüne ait 4, iş merkezi bölümüne ait 38 dükkan ile toplam 42 dükkan bulunmaktadır. 56 m2’lik Şekil 2. Anıt Mezar Perspektif (Soldaki), Anıt Mezar Kesit ve Görünüşleri(Sağdaki) Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010 Şekil 3. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Zemin kat planı (Soldaki), İç mekândan perspektif (Sağdaki) Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010 An›t›n çevresinde bulunan ve an›ta ulafl›m yerlerinde bulunan duvarlarda ise Nasrettin Hoca’y›, k›z›n› ve f›kralar› anlatan yaz›lar›n bulundu¤u bölümler yer almaktad›r. Yap›lan literatür araflt›rmalar› sonucunda Nasrettin Hoca’n›n hayat›, yaflad›¤› olaylar, k›z› hakk›nda bilgiler elde edilerek, insanlara bilgi vermesi amac› ile an›tta yer almas›na karar verilmifltir. Nasrettin Hoca’n›n ders veren f›kralar›na da an›tta yer verilmifltir. ve 68 m2’lik olmak üzere iki tip dükkan vardır. Zemin kata +1085.50 kotundan doğu ve batı cephesinde iki giriş verilmiştir. Zemin katta girişler içeri çekilerek bekleme mekanı oluşturulmuştur. Kat yüksekliği 6 metre olduğu için girişi insan ölçeğine uygun hale getiren 3 metre yüksekte saçaklar yer almaktadır. Zemin katta toplam 18 dükkan vardır. Orta bölümde ise yeşil ve su öğeleri kullanılarak oturma dinlenme alanları oluşturulmuştur. Alanda şekil zemin ilişkisi kurularak kapılardan içeri yönlenmeyi ve oturma birimlerinin oluşumu birbiri ile ilintili olarak oluşturulmuştur. Farklı malzeme ve renk kullanımı ile zeminde farklılaşma yapılmıştır. Yapıda iki adet merdiven ve asansör çekirdeği vardır. 60 araçlık otoparktan teras çatıya kadar devam eden kuzey taraftaki merdiven belediye katına da hizmet etmektedir. Ara kat olan belediye katına +1088.50 kotundan giriş verilmiştir. Belediyeye ait toplam 4 adet dükkan vardır. Girişin ön kısmı meydanlaşarak toplanma ve bekleme mekanı oluşturulmuştur. Tamamı iş merkezi bölümüne ait olan birinci katta 20 dükkan vardır. Orta kısımda ise galeri boşluğu oluşturulmuştur ve oturma birimleri yer almaktadır. Zeminde farklı malzeme kullanımı devam etmektedir. Teras çatı kullanımı sağlanmıştır. Birinci katta yer alan galeri boşluğunun üzeri cam ve çelik örtü ile kapatılarak yapının doğal ışıktan yararlanılması sağlanmıştır. Teras katıda kullanıma açılarak oturma ve seyir alanı olarak kullanılabilMART-N‹SAN 2011 87 MAKALE Şekil 4. İtfaiye Bölgesi İş Merkezi Dış mekândan perspektif Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010 Şekil 5.Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Vaziyet planı (Soldaki), Dinlenme Tesisi Satış birimleri önünden perspektif Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010 Şekil 4. Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Genel perspektif Kaynak: ANAÜ Müh. Mim. Fak. Mimarlık Bölümü Arşivi 2010 mektedir. Tasarımda göz önüne alınan kriterler açısından farklı kotlarda yer alan girişler yapılarak rahat bir ulaşımın sağlandığı, iç mekanda galeri boşluğu ve doğal ışıklandırma kullanımı ile ferah bir kullanım oluşturan, yeşil, su öğeleri ve farklı zemin döşemeleri ile eğlenceli oturma mekanları bulunan bir iş merkezi tasarımı gerçekleştirilmiştir. 88 M‹MAR VE MÜHEND‹S Sivrihisar Belediyesi Sergi Parkı ve Dinlenme Tesisi Mimari Proje Raporu Sergi parkı ve dinlenme tesisi projesi tasarımı, Sivrihisar’ın güneydoğusunda EskişehirAnkara yolu bitişiğinde, Uçak Müzesi batısında bulunan, belirlenmiş alana yapılacaktır. 6 bin 146 m2 alana sahip olan arsada yapı yapma alanı 4 bin 735 m2 ve arazide 3 metrelik bir eğim farkı bulunmaktadır. Projenin tasarımında; erişebilirlik, kot farkından yararlanma, tesisin genel itibariyle çevreden algılanabilirliğinin sağlanması, kendi içinde dolaşım alanları, tesis içerisinde satış ve pazarlamaya yönelik dükkanların var oluşu ve sosyal bir doku oluşturarak insanların sosyalleşmesini ve huzurunun ön planda tutulmasını amaçlaması öncelikli kriterleri oluşturmuştur. Sosyal tesis, genel yeme içme ve kafeterya birimi, dükkanlar, havuzlar, yürüme yolları ve çocuk parkı gibi yapı birimlerinden oluşmaktadır. Yürüme alanlarının arazinin batısında yapılacak olan parkla bağlanması düşünülmüş ve iki mekanın bütünlüğünü sağlamak amaç edinilmiştir. Yeme içme birimleri tesisin doğusunda yer almakta ve 960 m2 kullanım alanına sahiptir. Yapı, idari ve servis personele hizmet edecek şekilde planlanmış ve gerekli servis ekipmanının yapıya girişinin kolay sağlanması için yapı arkasından mutfak ve diğer birimlerle bağlantılı olan bir servis girişi düşünülmüştür. Yapının dış cephesinin geçirgen bir yapıya sahip olması düşünülmüş, gün ışığından en üst düzeyde yararlanılması sağlanmıştır. Yapının ön cephesinde, açık yeme içme birimleriyle ve genel tesisle ilişkili bir havuz konulmuş, bu alanda su öğesiyle bireylerin doğrudan ilişki kurması amaçlanmıştır. Dükkan birimleri tesisin batısında yer alıp her biri beş dükkândan oluşan yapı birimleri olarak düşünülmüştür. Her biri 25 m2 olan dükkânlar arasında dolaşım aksları lineer şekilde kurgulanarak dükkânların her yönden algılanması sağlanmıştır. Dükkanlar arasında sokak dokusu oluşturulmuş, düzenli ve keyifli bir dolaşım için ortam sağlanmıştır. Yürüme alanları arsanın kuzeyinde yer almakta olup doğal çevreyle bütünleşen, oturma birimleriyle dinlenme olanağı sağlayan ve doğusunda çocuk parkı, batısında yapılacak olan park alanıyla bağlantılı olarak planlanmış bir yapı birimidir. Sosyal tesis projesi genel olarak doğal mekanla bütünleşen, yapı ve su öğeleriyle huzurlu ve mutlu bir mekan kurgusuna sahip, aynı zamanda dükkan, yeme içme ve kafeterya birimleriyle ticari öğelere de olanak sağlayan, çok işlevli, ulaşılabilirliği kolay bir mekan olarak düşünülmüş ve bu doğrultuda bir tasarım yapılmıştır. Kaynaklar: 1.İnceoglu, M., Aytuğ, A., (2009), “Necessary Spatial Quality Parameters for the Rehabilitation of Urban Spaces,” International Ecological Architecture and Planning Symposium 2009, 22-25 Ekim, Antalya, Turkey, Uluslararası Ekolojik Mimarlık ve Planlama Sempozyumu Kitabı, Mimarlar Odası Antalya Şubesi Yayınları, Antalya, 187-191 MAKALE Japonya Depremi, Süpürtüsü-2011, M= 9,0 Japonya depreminden sonra devinim altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan gevrek yer kabuğu, içinden diri kırık geçen tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de yüzde 3’lük uzak etki altındadır. Türkiye’deki en çok korkulacak yerler yüzde 52 olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığı, yüzde 33 olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları,yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığı’nın üzerinde olan yerleşimlerde görülebilir. PROF. DR. AHMET ERCAN www.ahmetercan.net - ahmetercan@ahmetercan.net eryüzünde 1999 yılından beri doğal olayların sayısında büyük bir artış varY dır. Bu artış 2013 yılında doruğa erişecek, 2015 yılında olağan düzeyine düşecektir. Japonya’nın Vakoyama’sında, 07:46’da (05:46 UTC), yerel saatle 14:46’da, M=9,1 Richter büyüklüğünde bir deprem olmuştur. Deprem 120 saniye sürmüştür. Depremle, Japonya GPS’e göre okyanusta konumu 2 metre kayarken, düşey olarak 0,70 metre de göçmüştür. Japonya’da ortalama yılda 1000 deprem olur. Yeryüzünde 6’dan büyük depremlerin yüzde 20’si Japonya’da olur. Deprem Pasifik dalma batma kuşağı içinde d=24,5 km derinde, göçüntülü biçimde olmuştur. Sendai kentinde 40 santim kayma olmuştur. Bu deprem Japonya’nın gördüğü en büyük depremdir. Deprem odağı kıyıdan 138 km uzaktadır. Depremin Tokyo’ya uzaklığı 373 km’dir. Deprem odağı Sendai, Honshu’ya 130 km, Yamagata’ya. Deniz içindeki kırığın boyu en az 241 km, beklenen 1100 km, eni 80 km’dir. En yakın kıyı 138 km uzaktadır. Deprem olmadan önce 3 tane büyüklüğü 7’e varan öncüleri olmuştur. Yeryüzünde böyle depremler 10 - 20 yılda bir içinde olmaktadır. Bu depremden çıkan gürenin oranı 1999 Gölcük depreminin yaklaşık 65 katıdır. Depremde çıkan atom bombası güresi yaklaşık 7 bin 150 tane atom bombasına eşittir. Bu deprem yeryüzünde son 300 yılda oluşan 7’nci büyük depremdir. Deprem odağının kıyıdan 130 km uzakta olması depremin etkisini azaltmıştır. Ancak 373 km uzaktaki Tokyo’da bile çığım (hasar) oluşturmuştur. Süpürtü: Depremle olauşan süpürtü yani Japoncası tsunami, 130 km uzaklıktaki kıyıya yaklaşık, L=200 km dalga boyunda, 390 km/saat( 6,5 km/dakika), (110 m/saniye) tezlikle, 19-20 dakikada ulaşmış, kıyıdan yaklaşık 2 ile 10 km içeri girerek önünde ne varsa 40 dakika içinde süpürmüştür. Dalga alın yüksekliği ortalama 4 metre, yer yer dar girintilerde 10 ölçe(metre) yüksekliğe erişmiştir. Japonların olaya ilk kez “tsunami” dedikleri süpürtü 15 Haziran 1896’da 21 bin kişinin sularda boğulduğu Büyük Meiji Süpürtüsüdür. Kentlerde asıl çığımı yapan da süpürtü olmuştur. Yaklaşık 1,4 milyon ev süpürtü dalgaları altında kalmıştır. 10 binden çok kişi depremden 3 gün sonra yitikdir. Havai’de 09:00 da süpürtü uyarısı verilmiş, ancak gelen dalgalar etkili olmamıştır. Süpürtü 18:00’da Kaliforniya kıyılarına etkisiz gelmiş, sörfçiler için eğlenceye dönüşmüştür. Dalga yüksekliği 0,1 ile 2,5 metre olmuş, kuzey Kaliforniya’da bir fotoğrafçıyı yutmuştur. Yanardağ: Depremden sonra Endonezya Siau’da 1783 ölçe yükseklikteki bir yanardağ, ayrıca Japonya’da 2 tane yanardağ patlamıştır. Büyük depremler öncesi, sırası ya da sonrasında özellikle Pasifik deprem kuşağı gibi olan yerlerde bu tür yanardağ patlamaları görülür. Ege denizinde bunun örneği kıyılarımıza çok yakın Ege Dalma Batma kuşağının kuzeyindeki Santorini adası yanardağıdır. Çığım (Hasar): Depremden etkilenen kişi sayısı 7 milyondur. Deprem en çok 1 milyon kişilik Sendai kentini vurmuştur. Japonya’daki yapı niteliğinin iyi olması çığımı(hasarı) bir ölçüde azaltmış olsa da, uran (snayi) kurgularında yer yer yıkılmalar, ışınım (radyasyon) 8 kat arttığından çekirdek güre üretimevinde (nükleer santral) çatlama ürküntüsü olmuş, tüm işletmeler durmuş, ündekler (telefonlar) çalışmamış, kıvıl (elektrik) kesilmiştir, ulaşım durmuştur. Tezliği 581 km/saat olan tez trenler kendiliğinden durmuştur. İnerçıkarlar ise ilk katta önceden kurulduğu gibi durmuştur. Şiba kayayağı artımlığında, ayrıca 80 yerde yangın çıkmıştır. Sendai’de bir petro-kimya kurgusu yanmış, Onahama kentinde bir büvet(baraj) yıkılarak suları kenti boğmuştur. Sendai’de yollar, uçuş alanları büklüm büklüm olmuş, derin yarıklar açılmıştır. Sendai kentinde 30 katlı yapı sayısı 5, 15 katlısı 30, gerisi iki katlı çelik yapı, kent dışındakiler ise ağaç yapılarmış. Ağaç yapılar sürüklendi. Süpürtü dalgaları önüne gelen ne varsa süpürdüğü için hasar Mercalli Cannani ölçeğine göre XII gibi en yüksek düzeyine erişmiştir. Okyanusta 100 kişi taşıyan bir gemi ile kaçmak için araçlarına binenler süpürtü altında sü- MART-N‹SAN 2011 89 MAKALE rüklenerek boğulmuşlardır. Trenler raylardan çıkarak devrilmiştir. Depremin kendisi uzak olması nedeniyle çok yıkmamış, ancak süprüntü dalgalarının yıkımı çok daha büyük olmuştur. Gelen 7 ile 10 gün içinde olacak artçı deprem büyüklükleri, odaktan 150-200 km yarıçaplı alanda 7-8’e varabilir. Kaldı ki ilk gün sonra biri 7,4 olmak üzere 50’nin üzerinde artçı oluşmuştur. Bu depremlerde yeni ardışık süpürtü dalgaları üretmiştir. Deprem ile onlara doğru uçak tezliğiyle gelen süpürtü dalgaları; Rusya-Kamçatka, Alaska Elutian Adaları, Kanada’nın batısı, ABD’nin batı kıyıları ile San Andreas, Orta Amerika, Güney Amerika, Yeni Zelanda, Filipinler, Çin, Malezya, Endonezya, Kore’de korku yaratmış, toplum uyarılmıştır. Güney Pasifik yayı boyunca depremden sonra onlarca büyüklüğü 5 ile 6,5 arasında değişen depremler olmuştur. Deprem ile birlikte yaklaşık 400 bin kişi süpürtü-deprem sığınaklarına girmiştir. Oradakiler de içinde olmak üzere yaklaşık 1 milyon 450 bin kişi susuz, 4 milyon kişi yiyeceksiz kalmıştır. Deprem sonrası yardımlar, deprem öncesi bilimsel araştırmalar konusunda Japonya “sınıfta kalmıştır”. Çekirdek Güre Üretimliğinde Patlama (Nükleer Santral): Japonya kıvıl (elektrik) güresinin (enerjisinin) yüzde 30’unu Çekirdeksel Güre Üretimevlerinden (Nükleer santral) sağlıyor. Toplam 55 ÇGÜ tepkiri ile yeryüzünün en çok ÇGÜ’sü olan üçüncü ülke. Toplam tepkirlerin üretimi 28 000 MW dolayında. Deprem odağından yaklaşık 250 km uzakta, kuzeydoğu kıyısındaki Fukuşima Daiçi (1970 de yapılmış, toplam 3 tane tepkir üretimi 5 000 MW) ile Daini yeğnisu çekirdeksel güre üretimevinde depremden 1 gün sonra patlama olmuştur. Oysa ÇGÜ depremle birlikte ivedilikle durdurulmuş olmasına karşın soğutulmasının sürdürülmesi gerekiyordu. Depremle birlikte kıvıl (elektrik) kesilmiş, yedek kıvıl üreteçlerinin de kesintiye uğramasıyla, soğutucular durmuş, böylece üretimevi tepkiri (reactor) içi yavaş yavaş ısınmaya başlamıştır. Soğutma için kullanılan suyun buharlaşmasıyla, tepkirin (reactor) içinde ıslatkı (H-hidrojen) birikmiştir. Bunun sonucunda içerde basınç yükselmiş, içinde belli oranda ışınım bulunan buğunun bir bölümü dışarıya boşalmıştır. Bu işleyiş sırasında içerdeki ıslatkı paslatkıyla (O2- oksijen) karşı karşıya gelince patlama oluşmuştur. Çekirdek bölümü aşırı kızgınlaşma sonucu erimiştir. Tepkirdeki ışınım olağanın 1000 katına çıkmıştır. Üretimevinin üzerinde 15 santim kalınlığında koruyucu bir kapağın olması aşırı sızıntıyı önlemiştir. Özek dışında ışınır sezyum ile iyot uçunu ölçülmüştür. Japonların açıkla90 M‹MAR VE MÜHEND‹S Yerin serbest salınımları Deprem olmadan önce bir Japon jeofizik bilimci, o bölgede 8,0 büyüklü¤ünde bir deprem beklendi¤ini belirtmifl, ancak t›pk› ‹talya’daki gibi ona inanan olmam›flt›. Depremden 1 dakika önce sars›nt› uyar›s› canavar düdükleri çal›narak, örüflüm a¤›ndan, ündeklerle, yap›lm›flt›r. Depremden 4 dakika sonra süpürtü uyar›s› yap›lm›flt›r. Ancak araçlar›na binerek kaçmaya çal›flanlar› çarçabuk gelen süpürtü dalgalar› önünde yuvarlayarak yutmufltur. madığı gerçek şudur ki; depremle birlikte soğutucu borular kırılmıştır. Onlar kırılınca çekirdek kızgınlaşmıştır. Ayrıca en az 30 yıl dinlendirilmesi gereken çekirdeksel ışınır (radioactive) özdek gölmeci, süpürtü dalgalarının baskını altında taşarak tüm çevreye süpürülerek dağıtılmıştır. Böylece ışınır özdekler ülkenin 10 km içine dek yayılmıştır. Olan olmuş, işi anlayıncaya dek, önlem olarak üretievinden 20 km uzaklık içinde olan 170 bin kişi uzaklaştırılmıştır. Ancak bunların çoğu ışınım salgısının etkisi altında sorunu gelecek günlere taşıyacaktır. Bunun dışında ÇGÜ’de aşırı ışınıma uğrayan 160 görevli kişide troid yiyilcesi (kanseri), kan yiyilcesi, anemi, deri yanığı yaraları, gözde körlükler, kısırlık, kalıtımsal bozukluklar, görülebilir. Etki eşik değeri 50 rem’dir. 100200 rem arası kusma, yorgunluk, yeme isteksizliği, 300 rem’i geçince saç dökümleri, 400 rem’e çıkınca ise ölümler görülüyor. Kurulması düşünülen Sinop ÇGÜ, M<8 büyüklüğünde deprem üreten Kuzey Anadolu Kırığına yalnızca 80 km uzakta, Ruslara yaptırılması onaylanan Mersin-Akkuyu ise devingen Kıbrıs Deprem Yayına yalnızca 40 km, Ecemiş Kırığına ise 160 km uzaklıktadır. Bu durum gerçekten çok düşündürücüdür. Böyle bir olay da yalnızca kişiler, Türkiye akçalı değil, çevre ile gezgincilik de oldukça etkilenecektir. Süpürtü (tsunami) İşleyişi: Süpürtü dalgalarının oluşumu, yayvan ayrıca kısa yükseklikli dalgaların kırığın oluştuğu alandaki suyun yukarı doğru gidişi, denizin kabarması sonucu oluşur. Bu dalgalar derin denizde bir jet uçağı hızı ile (saatte 800 km.’nin üstünde) ilerleyebilirler. Sığ denizde, dalgalar saatte 50 km. hıza dek yavaşlar, ancak yükseklikleri artar, bu sırada önce deniz suyu kıyıdan geri çekilir, sonra büyüyerek geriye vurucu bir güçle geri dönüp ortalığı süpürür. Dalgalar kıyıya yakın alanda deniz dibine çarpınca deniz suyu kıyıdan 1,5 –2 ile ayrıca 2,5 km. içerilere girerek büyük bir çabuklukla yayılır. Türkiye’de Süpürtü: 8333 km uzunluğundaki Türk kıyı kuşağı, 2500 yıldır (DÖ 1410 ±100 ile 2010 arası) arası yaklaşık 90 süpürtü (tsunami) görmüştür (1) Türkiye de en çok süpürtü (tsunami) görülen yerler Marmara Denizi, İzmit körfezi, İskenderun ile Fethiye Körfezidir. Türkiye’yi kucaklayan Karadeniz’de olan süpürtü yüksekliği 1 ile 3 metre olup, Karada, Kuzey Anadolu Kırığında olan büyük depremlerin bile Karadeniz’de süpürtü yarattığı gözlenmiştir. M.Ö 1560’de Ege Denizi'ndeki Santorini Adası. Yanardağ patlamasıyla, adanın üçte ikisi sulara gömülmüş. Oluşan süpürtü (tsunami), Minos uygarlığının çöküşüne yol açmış. Minos'un çöküşü, Ege'nin iki yakasındaki uygarlıkların gelişiminde önemli döne- rem beklendiğini belirtmiş, ancak tıpkı İtalya’daki gibi ona inanan olmamıştı. Depremden 1 dakika önce sarsıntı uyarısı canavar düdükleri çalınarak, örüşüm ağından, ündeklerle, yapılmıştır. Depremden 4 dakika sonra süpürtü uyarısı yapılmıştır. Ancak araçlarına binerek kaçmaya çalışanları çarçabuk gelen süpürtü dalgaları önünde yuvarlayarak yutmuştur. Depremin yol açtığı akçal durum Depremden önce Türkiye’de dolar 1,58 iken 1,61’e fırladı. Japon Borsası Nikkei yüzde 2 oranında düştü. Japonya yeryüzünün en büyük 3. akçal varsılıdır. 1995 Japonya 6 bin 400 kişinin öldüğü Kobe depreminin çıkışı 100 milyar dolardı. Korunç (sigorta) işletmelerinin ödediği ise 3 milyar dolardı. Honshu depreminin de çıkışının bu değerleri aşarak 180 milyar doları bulması bekleniyor. Ulusal gelirde yüzde 10’a yakın gerileme beklenirken, korunç işletmelerine ise 34 milyar dolara çıkması bekleniyor. Depremden sonra sanayi tümüyle durmuş, Honda ile Sonny üretimevleri dokunca görmüştür. Üstte Dünya dönüş yönü Üstte solda Yer içinde sıkışma Solda Isı akışı meçlerden biri olmuş(1). Süpürtü(tsunami) kestirimine göre, Türkiye'yi etkileyebilecek bölgelerde oluşan tüm süpürtü (tsunami)lerin belgeleri son 2 bin yıl için incelendiğinde 28, son 3 bin 500 yıl içinde 90 tane büyük süpürtü (tsunami) oluştuğu görülür. Bunları çoğu deprem, azı yanardağ kaynaklıdır. Türkiye ile Ege’de süpürtüler (tsunami) oluşumlarının yerleri ile yılları şöyle sayılabilir. Akdeniz ile Karadeniz’de yapılan araştırmalara göre süpürtü yaratan depremler ile yükseklikleri şöyledir. Doğu Akdeniz Süpürtüleri (1-4 m): 21 Haziran 365: Doğu Akdeniz'de Girit'ten İskenderiye'ye dek uzanan bölgede görülmüştür. Dalga yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur 22 Mayıs 1202: Kıbrıs, Suriye ile Mısır’ı kıyılarını süpüren dalga yüksekliği 1 ile 4 metreyi bulmuştur. 8 Ağustos 1304: Doğu Akdeniz, Rodos ile Girit adalarını vuran süpürtülerin dalga yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur. Nisan 1609: Doğu Akdeniz, Rodos'ta süpürtü (tsunami) 10 bin kişiyi öldürdü. 21 Temmuz 1752: Suriye kıyılarını vuran süpürtü dalgalarının yüksekliği 1 ile 3 metreyi bulmuştur. 13 Ağustos 1822: Antakya, İskenderun Koyunu süpürtü dalgaları dövmüştür (Gözlem yok) Karadeniz’de Süpürtü: 1598 Amasya depremi, Karadeniz’de (Sinop ile Samsunda 1 metrelik dalgalar yapmıştır). Karadeniz’den 150 km uzaktaki 26-27 Aralık 1939 Erzincan depremi ise (M=7.9,1000) Fatsa’da süpürtü (tsunami) oluşturmuştur. Önce Fatsa’da, deniz 50 m, Ünye’de 100 metre, Ordu’da 15 m geri çekilmiştir. Sonra 20-25 m karaya doğru ilerlemiştir. 3 Eylül 1968, Amasra-Çakraz depremi (M=6.6,1058) olmuştur. Amasra-Çakraz arasında kıyı 35-40 saniye yükselmiştir. Önce deniz 12-15m geri çekilmiş sonra 100m karaya girmiş, 14 dakika sonra gelen ikinci dalga 50-60m karaya basmıştır. Bu dalga tekneleri denize almış. Çakraz limanında deniz tırmanma yüksekliği 3 metre dolayında olmuştur. Deprem kestirildi mi? Deprem olmadan önce bir Japon jeofizik bilimci, o bölgede 8,0 büyüklüğünde bir dep- Deprem Türkiye’yi etkiler mi? 9,0’lIk Japonya depreminden sonra devinim altında çalkalanan yer yuvarı ile avkulanan gevrek yer kabuğu, içinden diri kırık geçen tüm ülkeleri ürkütmektedir. Türkiye’de yüzde 3 lük uzak etki altındadır. Türkiye’deki en çok korkulacak yerler yüzde 52 olasılıkla Kuzey Anadolu Kırığın, yüzde 33 olasılıkla Batı Anadolu çöküntü kırıkları, yüzde 12 Doğu Anadolu Kırığının üzerinde olan yerleşimlerde görülebilir. 7 ile 10 gün içinde Başbakanlık AFAD Genel Müdürlüğü tetikte olmalıdır. Bunu açıkladıktan sonra ilk 7 günde büyüklüğü 4 ile 4,7 arasında üç deprem olmuştur. Marmara da böyle bir deprem olsaydı İstanbul un yüzde 60’ı yok olurdu. Oluşacak süpürtü dalgaları kıyıya 3 dakikada gelirdi. Türkiye’de böyle bir deprem olabilir mi? Olmaz. Türkiye’de olabilecek en büyük deprem 7.9 - 8.0 olur. Türkiye kıyılarında son 3bin yılda 90 süpürtü olayı belgelenmiştir. Yeryüzünde en yüksek alınlı süpürtüler 1960 Şili M=9,5, h= 25 m, ölü=1 263 1969 Endonezya M=6,9, h= 4 m, ölü=600 1976 Filipinler M=8,1, h= 8,5 m, ölü=4,456 1992 Kolombia M=7,7, h= 6 m, ölü=600 1998 Endonezya M=7,8, h= 26,2 m, ölü=2 500 1998 Papua Yeni Gine M=7, h= 15 m, ölü=2 183 2004 Endonezya M=9,1, h= 51 m, ölü=226 000 2006 Endonezya M=7,7, h= 10 m, ölü=664 1960 Yeni Zelanda M=8,0, h= 11,2 m, ölü= 528 MART-N‹SAN 2011 91 MAKALE Enerji Bağımsızlığımız ve Akkuyu Nükleer Santrali Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz enerji santrali olan nükleer enerji santrali, nükleer elektrik üretimi, enerji temin güvenliği açısından bir seçenek olmaktan da öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması itibariyle, yalnızca elektrik üretim araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir. DR. NECMİ DAYDAY UAEA Nükleer Güvenlik Uzman Müfettişi (E.) deprem ve deprem dalgası J aponya’da sonrasında Fukushima Daiiçi nükleer santrallerinde yaşanan kazanın yol açtığı sorunlar, pek çok ülkede olduğu gibi, ülkemizde de nükleer santraller konusundaki tartışmaları tetikledi. Nükleer santraller Türkiye’nin gündemine, özellikle teknoloji ve bilimsel alanlarla ilgili olan konularda olduğu gibi, genellikle olumsuz olaylar meydana geldiğinde oturtulur. Konu, sanki mesele bu güne kadar hiç düşünülmemiş, incelenmemiş ve üzerinde uzmanlarınca yoğun çalışmalar yapılmamışçasına, sıfırdan başlanıyormuş gibi takdim edilerek ele alınır. Bunu yaparken, pek çok bilimsel ve teknolojik konuda olduğu gibi, uzmanların uzun yıllar içinde özümsedikleri bilgi ve tecrübelerin, bir TV programında veya birkaç sayfalık yazıda kamuoyuna aktarılması istenir. Üstelik verilen bilgi düzeyinin bir fen sınıfı öğrencisinin bilgi düzeyinde bile olmamasına da özen gösterilir! Hatta “Referanduma” sunulması bile önerilir. Bilim ve teknolojide demokrasi olmamıştır ve olmayacaktır. Bu eşyanın tabiatına aykırıdır. Hangi bilimsel teori halkoyu ile ‘doğru’ veya ‘yanlış’ kabul edilmiştir? Ortaçağ’da kilisenin engizisyon aracılığı ile Giordano Bruno, Galileo gibi bilginlere yaptığı işkenceler verdikleri ölüm cezaları neyi değiştirmiştir. “Kiliseye rağmen dünya yine dönüyor! Galileo kazanmıştır.” Hangi buluş, hangi teknik ilerleme referandum sonucu sağlanmıştır? Tarih böyle bir şey kaydetmemiştir. Enerji bağımsızlığı Bir meseleyi çözmenin gerekli şartı, meseleyi bilimsel kavramlar içinde kısa ve öz bir şekilde vazetmektir. Onun için, Akkuyu Nükleer Santralı konusu bu yazıda “enerji bağımsızlığımız” temelinde ele alınmaktadır.İlk elektrik enerjisini, 1912’de Fransızların İstanbul Haliç’te Silahtarağa’da kurdukları termik santralden alan Türkiye, bugüne kadar geçen 100 yılda hiç bir elektrik santralini yüzde 100 yerli yapım olarak gerçek92 M‹MAR VE MÜHEND‹S leştirememiştir. Mesele, genelde “... sermaye yanlısı hükümetlerin sürdüre geldiği yanlış enerji politikaları sonucu ülkemiz, birincil enerji tüketiminde yüzde 71,5, elektrik tüketiminde ise, kaynaklar bakımından, yüzde 60’a varan oranlarda dışa bağımlı hale getirilmiştir,” şeklinde formüle edilmektedir. Ancak bu ifade doğruyu yansıtmamaktadır. Enerji üretimi denklemini: Enerji = birincil kaynak+kaynağı enerjiye dönüştüren tesis+iletim hatları olarak ifade edersek, ‘enerjide bağımsızlık’ sağlamak için denklemin her bir öğesine hakim olmanın gerekliliği kolayca görülür. Kısacası, hep öne sürüldüğü üzere, kaynağın ‘yerli’ olması yetmez. Üretim ve iletim için gerekli olan ‘stratejik’ makine, techizat, alet vb. sanayisinin de ülkede var olması şarttır. Türkiye’nin sanayileşmesi için nükleer enerji zorunlu mudur? Sürdürülebilir kalkınma anlayışı içinde, baz enerji santrali olan nükleer enerji santrali, nükleer elektrik üretimi, enerji temin güvenliği açısından bir seçenek olmaktan da öte bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak nükleer enerjinin, bir ileri teknoloji dalı olması itibariyle, yalnızca elektrik üretim araçlarından biri olduğu düşünülmemelidir. Zira günümüzde hayati bir önem kazanmış olan bu teknolojiyi kazanmak, bilimsel ve teknolojik alanda ilerlemek, hatta Güney Kore’de olduğu gibi, bir sıçramayı başarmak anlamına gelir. Nükleer teknoloji gibi çok geniş kapsamlı ileri teknolojilerin ülkeye kazandıracağı pek çok yarar vardır. Bir nükleer santralde yüksek teknoloji gerektiren yaklaşık 22 bin değişik parçanın bulunduğu göz önüne alınırsa, böyle bir teknolojiye sahip olmaya yönelmekle sanayimiz, bilim ve teknoloji kuruluşlarımız pek çok değişik alanda kullanılabilecek bilgi birikimi ve tecrübe kazanacaktır. Bu kapsamda, teknolojik yaşamın her alanında karşımıza çıkan nitelikli ileri malzemelerin üretimi, yeni yapım ve üretim tekniklerinin öğrenilmesi ve geliştirilmesi, bilimsel, teknik ve teknolojik kapasitenin arttırılması, kalite kontrolünün ve yüksekliğinin sağlanması, sanayide değişik iş kollarının kurulup çalıştırılması, yeni iş alanlarının açılarak istihdamın arttırılması gibi konular sayılabilir. Ayrıca, nükleer teknoloji Türkiye’nin üst düzey bilimsel ve teknoloji kültürünün gelişmesinde, özellikle teknik eğitimin nicelik ve niteliğinin yükseltilmesinde, dolayısı ile sanayide de itici bir güç olmak ve tetikleyici vazifesi görmek gibi yadsınamaz faydalar da sağlar. Bunlara birlikte, ülkede nitelikli bir ‘Güvenlik Kültürü’nün yerleşmesi ve gelişmesinde önemli rol oynar. Nitekim Dünya’daki mevcut konjonktürde, nükleer enerji ve teknolojilerinin, teknoloji planlamalarını akılcı bir şekilde başarabilen gelişmiş ülkelerde toplandığı görülmektedir. Nükleer teknoloji transferini çok başarılı bir şekilde gerçekleştiren ülkelerin başında gelen Güney Kore’nin, kısmen de bu kazanımlar sayesinde, diğer teknolojik alanlarda elde ettiği başarılı sonuçlar bu tespitleri doğrular niteliktedir. Nükleer teknoloji transferi stratejisinin temel taşları Nükleer teknoloji transferini, “nükleer güç programını destekleyecek, planlama, ArGe, kalite temini, lisans verme, yakıt maddesi ve yakıt üretimi, atık yönetimi gibi hizmetlerin yürütülmesi için gerekli yapılanmaları ve insan gücünün eğitilmesini içerir” şeklinde özetleyebiliriz. Nükleer teknolojinin transferi ve özümsenmesi, uzun vadeli ve zahmetli bir iştir. Bu yüzden, başlangıçta açık ve seçik bir biçimde tanımlanmış olan bir nükleer enerji programının ve uygun stratejinin ısrarla sürdürülmesi ve uygulanması ile elde edilir. Bu da ancak nükleer programın bir devlet politikası olarak benimsenmesi ve yürütülmesi ile mümkündür. Ne var ki ne 1972 ve 1983 yıllarında TAEK tarafından hazırlanmış olan “Nükleer Güç Programları” ne de Eylül 1998 tarihli ÇNAEM TR – 338 numaralı raporda ortaya konmuş olan ‘’Nükleer Güç Alanında İzlenecek Ulusal Politika ve Program önerisi” bir hükümet programı olarak gündeme bile alınmamıştır. Halbuki böyle bir programın ‘’Devlet Politikası’’ olarak benimsenmesi gerekir. Sarsılmaz bir siyâsî kararlılık ile güçlendirilmiş böyle bir millî iradenin neler gerçekleştirebileceğine en iyi iki örnek Güney Kore ile Hindistan’dır. Başarılı bir nükleer teknoloji transferi stratejisinin temel taşlarını şu şekilde özetleyebiliriz: 1. Nükleer enerji üretimine yönelik reaktör tipinin belirlenmesi, 2. Nükleer yakıt çevrimi tesisleri, 3. Nükleer atık yönetimi stratejisi, 4. İlgili teknolojilerin transferi, 5. Yeni ve yenilikçi reaktör teknolojilerinin geliştirilmesi çalışmalarına katılmak, 6. Nükleer alanda sürdürülecek bilimsel ve teknolojik araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin belirlenmesini ve bu kapsamda araştırma yapacak bilim ve teknoloji merkezlerinin kurulması, 7. Nükleer güvenliği ilk sıraya koyan bir kalite güvenlik kültürü anlayışının oluşturulması, 8. Nükleer güvenlik ve kalite güvencesine ilişkin olarak kurumsal ve hukuksal altyapının ve uygulama sisteminin yeniden teşkil edilmesi, 9. Kamuoyunun duyarlı olduğu konularda; • Olabildiğince açık bir tanıtım ve bilgilendirme ile • Halk ve sivil toplum örgütleriyle etkileşim sistem ve metodlarının oluşturulması, 10. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere uyum çalışmaları, 11. Nükleer teknolojide öngörülen niteliklere sahip insan gücü gereksiniminin karşılanmasıyla ilgili faaliyetleri, 12. Her aşamada yerli katkının arttırılmasını sağlayacak bürokratik düzenlemelerin yapılması, 13. Stratejinin bir devlet politikası olarak benimsenmesi. “Akkuyu Sahası’nda Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma” ile başarılı bir teknoloji transferi yapılabilir mi? 12 Mayıs 2010 tarihinde Ankara’da T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Rusya Federasyonu Başbakan Yardımcısı Igor I. Sechin tarafındanimzalanan “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Rusya Federasyonu Hükümeti Arasında Türkiye Cumhuriyeti’nde Akkuyu Sahası’nda Bir Nükleer Güç Santralinin Tesisine ve İşletimine Dair İşbirliğine İlişkin Anlaşma”nın onaylanması Bakanlar Kurulu’nca 27/8/2010 tarihinde kararlaştırıldı. Nükleer teknoloji transferine, anlaşmanın amaç ve kapsamı belirleyen 3. maddesinin 2. bendinin 2.24 no’lu paragrafında atıfta bulunulmaktadır. Ancak bu atıf, “Teknoloji transferi ve” şeklinde olup transferin neleri kapsayacağı belirtilmemiştir. Buna karşılık, aynı maddenin 3. bendinde ise: “İşbu madde kapsamındaki işbirliği konuları, Türk Kuruluşları ve Rus Kuruluşları tarafından, Türk Tarafı'na mali yük getirilmeden yürütülür. Türkiye Cumhuriyeti'nde nükleer yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işletimi de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü hakkındaki işbirliği ve teknoloji transferi Taraflarca mutabakata varılacak ayrı koşullar çerçevesinde yürütülecektir” denmektedir. Dolayısıyla teknoloji transferinin, üzerinde anlaşmaya varıldığı takdirde, “nükleer yakıt üretim tesislerinin kurulması ve işleti- mi de dahil olmak üzere nükleer yakıt döngüsü”ne münhasır olacağı anlaşılmaktadır. Hükümetin kamuoyuna yaptığı açıklamaları, ülkemizde nükleer konularda yapılan ön hazırlıklarla birlikte değerlendirdiğimizde; bu şartlar altında, gerçek ve kapsamlı bir nükleer teknoloji transferinin yapılmasının maalesef mümkün olmadığını söylemek zorundayım. Zira değişik reaktör tiplerine ve yapımcı ülkelerine (Akkuyu’da Rus, Sinop’ta ‘Batı tipi” [japon?]), dolayısıyla farklı yapım, işletme, güvenlik kültürü vb. konulara açık uçlu bir yaklaşım Türkiye’nin ne ekonomisinin, ne teknik insan gücünün ne de organizasyon kapasitesinin kaldırabileceği bir sürecin gerçekleşmesine yöneliktir. Bu durum, ülkemizdeki ‘otomotiv sanayisi’nin benzerini meydana getirmeye adaydır. Pek çok ülkenin çeşitli otomobil modelini üretiyoruz ancak en ‘stratejik’ kısmı olan, ne motorunu yapıyoruz, ne de kendimize ait bir modelimiz, markamız var! TAEK teknoloji transferinde rol oynayabilir mi? Gerçekçi olarak bakıldığında bugünkü haliyle TAEK’in, değil nükleer teknoloji transferi gibi geniş kapsamlı ve karmaşık bir süreci, hazır verilen bir nükleer santral tasarımını sıfırdan başlayıp, inceleyerek gerekli lisansları vermek hususunda bile, mükemmel bir örgütü, bu konuda yetişmiş yeterli nitelik ve sayıda elemanı, eksiksiz bir mevzuatı, yeterli donanımı, yeterli deneyim ve bilgi düzeyi, olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak yeni bir örgütün kurulması ve istenen seviyeye gelmesi çok uzun zaman gerektireceğinden, TAEK’in halihazırdaki lisans verme görev ve yetkilerinin genişletilerek devredileceği bir ‘Nükleer Düzenleme Kurumu’nun kurulması ve TAEK’in, Türkiye’nin nükleer teknolojiye girmesi için gerekli her türlü çalışmayı yapmasına imkan veren bir kanun ile gerekli yetkilere kavuşturulması yerinde olacaktır. MART-N‹SAN 2011 93 S‹NEMAVEMÜHEND‹SL‹K Masum ve sade olan›n zaferi: FORREST GUMP MODERN HAYATIN GET‹RD‹⁄‹ fiARTLANMIfiLIK, B‹LG‹ K‹RL‹L‹⁄‹ VE EGO‹ZM‹N TUZAKLARINDA ‹NSANLAR KIVRANIRKEN; SADE VE MASUM OLAN HEP KAZANIYOR. EROL MERMER / Senarist ana yakın ve zekâ seviyesi 75 olan bir idiot savant (zihinsel özürlü dahi) olan Forrest’i ilk kez parktaki banka oturmuş, kendisini çocukluk arkadaşı Jenny’e götürecek olan otobüsü beklerken görürüz. Filmin başında, gökyüzünden esen rüzgârlarda savrula savrula, bulutlar arasından aşağı doğru inen bir kuş tüyü süzülerek Forrest’in ayağının üstüne konar. (Aslında, batı kültürün de kuş tüyü gökteki meleğin kanadından kopmuş ve kimin başına konarsa ona şans getirdiği düşünülür.) Biz daha filmin başında anlarız ki o bir seçilmiştir. Forrest, yol yürümesini bile beceremeyen saf görünüşüne rağmen 20. yüzyılda Amerika’da geçen bütün ünlü olayların içindedir ve bu olaylardan hep bir kahraman olarak çıkar. Herşey koşabildiğini keşfettiği gün başlar. Bu yeteneğini bir futbol yıldızı olmak için kullanır. Sıradan biriyken, John F. Kennedy, Lydon Johnson ve Richard Nixon ile tanışır. Gary Sinise canlandırdığı Teğmen Dan’ı kurtarmak suretiyle bir Vietnam kahramanı, daha sonra da zengin bir karides tüccarı olur. Tüm bu olaylar boyunca tek düşü, hayatı bambaşka bir yöne kayan sevgilisi Jenny’ye tekrar kavuşmak içindir. Forrest tarihteki birçok olaya tanık olurken, Jenny protest bir hayata saplanmış, alkol ve uyuşturucunun tuzağında kıvranmaktadır. Büyük şehirlerde insanlar, modern hayatın sıkıntıları, açmazları içinde kıvranırken, filmin finalinde birkez daha masumiyetin zaferine tanık oluruz. C 94 M‹MAR VE MÜHEND‹S Oskar Ödülleri En iyi yapım ödülü Wendy Finerman, Steve Starkey, Steve Tisch En iyi senaryo ödülü: Eric Poth En iyi oyuncu ödülü: Tom Hanks En iyi görsel efekt: Ken Ralston, George Murphy, Stephen Rosenbaum En iyi kurgu ödülü: Arthur Schmidt F‹LM‹N KÜNYES‹ Filmin adı Yapım/ süre Yapımcı : FORRES GUMP : ABD 1994 / Paramount/151 dk. : Wendy Finerman, Steve Starkey, Steve Tisch Yönetmen : Robert Zemeckis Senaryo : Eric Poth Kurgu : Arthur Schmidt Görüntü Yönt : Don Burgess Müzik : Alan Silvesri Oyuncular : Tom Hanks, Robin Wright, Gary Sinise, Mykelti Williamson, Sally Field, Rebecca Wiliams, Michael Conner, George Kelly, Bob Penny K‹TAPLIK TÜRK‹YE ARAfiTIRMALARI L‹TERATÜR DERG‹S‹ (TAL‹D) iteratür çalışmaları, üzerine inşa edildiği birikime ayna tutmakla kalmaz, birikim bilincimizi yeniler. Bu tür çalışmalar, mevcut birikimi birçok açıdan değerlendirerek literatür hakkında çeşitli tasnifler yapmayı, varsa eksiklikleri ve hataları tespit etmeyi, takip edilen yaklaşımları ve kullanılan kaynakları gözden geçirmeyi amaçlar. Bu tespitler, literatürle ilgili herhangi bir alanda yapılacak çalışmalara matuf uyarı ve önerilerle daha da önem kazanır. Esas hedef, bir alanda değişik kişi ve ekoller tarafından yapılmış çalışmaların hasılasını çıkartarak, sonraki çalışmalara ciddi bir zemin hazırlamaktır. Bu süreç hiç şüphesiz anlama, yorumlama ve eleştiri kabiliyeti yanında geleceğe dönük önerilerle ilgili iddialı bir ilmî duruşu gerektirir. Öte taraftan konu ve sorunlara hem ‘disiplinler arası/ötesi’ bir perspektif hem de ‘bütüncül’ bir anlayışla yaklaşma inancının hakim olduğu günümüzde, bir mesele hakkında önceden gerçekleştirilmiş veya halen devam eden bilimsel faaliyetleri takip edebilmek ancak literatür çalışmaları ile mümkündür. Bilim ve Sanat Vakfı Türkiye Araştırmaları Merkezi “Birikimsiz (b)ilim olmaz” şiarından yola çıkarak yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda Türkiye araştırmaları alanında ortaya konan birikimi değerlendirmek, Türkiye hakkında farklı coğrafyalarda değişik türlerde eser telif edenleri birbirlerinden haberdar etmek maksadıyla Bahar 2003 yılından bu yana Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi’ni yayınlamaktadır. 6 aylık, hakemli bir dergi olan TALİD Türkiye araştırmalarını geniş kapsamlı üst başlıklar altında değerlendirmekte ve her sayısında ele aldığı konu ile ilgili kapsamlı birkaç yazıdan sonra konunun alt alanları ile ilgili değerlendirme yazılarını ve yine konuyla ilgili söyleşileri, klasik veya güncel bazı kitap ve tezlerin, kurum, dergi, ve kongrelerin tanıtımlarını içermektedir. İlk sayısında Türk İktisat Tarihi literatürünü konu edinen TALİD, sonraki sayılarında sırasıyla Tanzimat’a Kadar Türk Siyaset Tarihi (Güz 2003), Tanzimat’tan sonra Türk Siyaset Tarihi (Bahar 2004), Türk Bilim Tarihi (Güz 2004), Türk Hukuk Tarihi (Bahar 2005), Türk Şehir Tarihi (Güz 2005), Yeni Türk Edebiyatı Tarihi I ve II (Bahar 2006-Güz 2006), Eski Türk Edebiyatı Tarihi I-II (Bahar 2007-Güz 2007), Türk Sosyoloji Tarihi (Bahar 2008), Türk Eğitim Tarihi (Güz 2008) literatürünü konu edinmiştir. TALID 14. sayısında, mimarlık tarihçiliğinden Selçuklu, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi mimarisine; hamam, saray, ticari mekanlar gibi mimari yapılardan mimarlık tarihinin kaynaklarına, sanayileşme ve mekansal değişimden peyzaj mimarisine kadar pek çok vechesiyle Türk Mimarlık Tarihi literatürünü değerlendirmiş, Türk Sanat Tarihi konusuna ayrılan 15. sayısında ise İslam öncesinden günümüze, Türk Sanatının genel sorunlarından, plastik sanatlara, hüsn-i hat sanatından kitap sanatlarına, kitabeler ve süslemelere, musikiye kadar sahaya ilişkin pek çok konuya ışık tutmaya çalışmıştır. Yaklaşık 1450 sayfa hacme sahip, başucu eserleri arasında yer alacak bu sayılarda, sahalarında duayen olan Uğur Tanyeli, Gülru Necipoğlu, Sibel Bozdoğan, Oktay Aslanapa ve Semavi Eyice gibi isimlerle de kapsamlı söyleşiler yapılmıştır. TALİD’in gelecek sayıları ise sırasıyla Dünyada Türk Tarihçiliği ve İstanbul literatürünü içerecektir. MLA International Bibliography, Index Islamicus ve ASOS Index tarafından taranan TALİD’in, ilk yedi sayısının pdfleri web sitesinden (http://www.talid.org) indirilebilmektedir. Ayrıca, her türlü görüş, katkı ve sorularınız için talid@bisav.org ve talidmail@gmail.com e-posta adreslerinden TALİD yetkililerine ulaşabilirsiniz. L “ Birikimsiz (b)ilim olmaz” fliar›yla Bahar 2003’den bu yana Bilim ve Sanat Vakf› Türkiye Araflt›rmalar› taraf›ndan yay›nlanan Türkiye Araflt›rmalar› Literatür Dergisi’nin son say›lar› aras›nda Türk Mimarl›k Tarihi ve Türk Sanat Tarihi konular›na ayr›lm›fl ciltler vard›r. MART-N‹SAN 2011 95 Ç‹ZG‹YORUM 96 M‹MAR VE MÜHEND‹S Yakup Güler 1980’den beri... 5HIHUDQVODUÕPÕ]GDQ $%'ø ø%5$+ø0 *$<5ø0(1.8/ $ù $.6ø<21 <$3, ø1ù$$7 $17 <$3, $5(/ (öø7ø0 .85808 $<6$ ø1ù$$7 %8/*8 ø1ù$$7 '(02 ø1ù$$7 '(0ø5(/ ø1ù$$7 'h1<$ 0$'(1 ø1ù$$7 '8508ù/$5 ø1ù$$7 (&( ø1ù$$7 (17$ ø1ù$$7 (6721 <$3, )$6$' 0h+(1'ø6/ø. *$5$17ø .2=$ *$98=2ö/8 ø1ù +$7ø32ö/8 ø1ù$$7 ,16$ù ,1ù .$5<$3, ø1ù$$7 $ù .$<, ø1ù6$17ø&$ù .25$< <$3, 0(*$ ø1ù$$7 /7' ù7ø 2'$%$ù/$5 ø1ù g=.$ ø1ù 7(0$ 0$ö$=$&,/,. 7(55$ <$3, /7'ù7ø 7238=/$5 ø1ù$$7 g=7$ù ø1ù$$7 $ù h723<$ 0ø0$5/,. <ÚOGÚU*ËYHQOH www.canturk.com.tr &$17³5.+$=,5%(721ã1ß$$76$1YH7ã&$ß UQHN0DK6N1R(VHQ\XUWã67$1%8/ 7HO3E[)DNV 0$.ù1$3$5.85808= øVWDQEXO DGHWP6DDW .DSDVLWHOL6DELW%HWRQ 6DQWUDOL $GHWP6DDW .DSDVLWHOL0RELO%HWRQ 6DQWUDOL $GHW7UDQVPLNVHU $GHWPEHWRQ3RPSDVÕ $GHWPEHWRQ3RPSDVÕ $GHWP%HWRQ3RPSDVÕ $GHWP%HWRQ3RPSDVÕ $GHWP%HWRQ3RPSDVÕ $GHW/DVWLNOL/RDGHU