buradan - Diğer – alicinki.com
Transkript
buradan - Diğer – alicinki.com
ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK İÇİNDEKİLER TARİHİ DÖNÜŞÜM PROJESİ’YLE MARDİN ASLINA DÖNÜŞECEK ............................................................................. 4 ................................................................. 4 BAYRAKTAR KEMENÇE ÇALDI, HORON TEPTİ, BULGUR ÇEKTİ ............................................................................. 4 Türkiye'nin kentsel çevre stratejisi oluşturuluyor ........................................................................... 6 ...................................................................................................................................................................... 8 BAYRAKTAR, MALATYA TANITIM GÜNLERİ ETKİNLİĞİNE KATILDI 6,5 MİLYON KONUT YENİLENECEK Can güvenliği mülkiyetten önemlidir ...................................................................................................................................... AB’NİN VE DÜNYANIN ÖRNEK ALDIĞI BİR ÇEVRE KORUMA SİSTEMİMİZ VAR ........................ 10 28 KARBON AYAK İZİ VE ULUSLARARASI KARBON TİCARETİ ...............................................52 TÜRKİYEDE’Kİ DOĞAL SİTLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ...........................................................66 12 44 FELAKETLER YILI 2011 “Hiç kimse 'milleti kurtarıyorum' deyip milletten çok bildiği iddiasıyla bu millete yön veremez. İstikamet çizemez. Bu milletin vasilere ihtiyacı yok, bu rejimin vesayete ihtiyacı yok.” 18 24 56 FATİH SULTAN MEHMET HAN 60 n 32 YABANCILARA MÜLK SATIŞI Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, iklim değişikliğinin küresel bir sorun olduğunu ve küresel mücadele gerektirdiğini belirtti. KİMSE GENÇLİĞE 19 MAYIS DERSİ VERMEYE KALKIŞMASIN ÇED DENETİM SİSTEMİ 2 40 İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ Güçlü bir denetim sistemi halkın daha sağlıklı bir çevrede yaşamasına katkı sağlamaktır. Hadisle müjdelenen kumandan ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Yabancılara mülk satışı, yapılan son düzenlemelerle çağın şartlarına uygun hale getiriliyor ÇILGIN PROJELER Osmanlı’nın çağları aşan projelerini Türkiye Cumhuriyeti gerçekleştiriyor. İSTANBUL Doğu ile Batı’nın buluştuğu, kültürlerin kaynaşarak yeni bir terkibe ulaştığı şehir. 2011’de iklimler en uç noktalarda yaşandı; bir yanda kuraklık, bir yanda sel vardı. YABANCILARA MÜLK SATIŞI Çevre ve Şehircilik Dergisi’nin Mayıs sayısıyla karşınızdayız. Hem çevre, hem de şehircilik alanında hepimizi yakından ilgilendiren, haber, dosya ve araştırmalarla dolu bir sayı hazırladık sizler için. DB Yapım Ajans adına Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şenol Selçuk Turan Yayın Koordinatörü Necati Eren Yayın Kurulu Ümit Kaçar Ali İhsan Kıraç Yakup Türkmen Sezgin Demircioğlu Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar Haber Merkezi Fatma Yavaş Yıldırım Muhammed Önder Şahin Hazal Çelik Tasarım DB Yapım Fotoğraflar Selahattin Aydınlı Sıtkı İlanbey Yönetim Yeri Aşağı Öveçler Mahallesi 1333 Sokak No: 17/12 Çankaya, Ankara Tel : 0 312 472 47 45 Faks : 0 312 472 47 46 Türü Yaygın Süreli Baskı Fersa Ofset Baskı Tesisleri, Ankara Tel : 0 312 386 17 00 Mayıs ayının kapak konusu, kamuoyunda çok tartışılan önemli bir gelişme: Yabancılara Mülk Satışı. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından konuyla ilgili yapılan kapsamlı açıklama, pekçok soruya cevap getiriyor. Yabancılara mülk satışı hakkında bilinmeyenlere ve özellikle kamuoyunda yanlış bilinen konulara açıklık getiren bu dosyayı ilgiyle okuyacağınızı umuyoruz. Çevresel Etki Değerlendirmesi, kısa adıyla ÇED, bu sayımızın bir diğer önemli başlığı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürü Mustafa Satılmış kaleme aldı. ÇED’in amacı, çevre değerlerini koruyacak ve ekonomik kayıpları önleyecek güçlü bir denetim sisteminin kurulması ve halkın daha sağlıklı bir çevrede yaşamasını sağlamak. Bu sayıda Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AK Parti Gençlik Kolları 3. Olağan Kongresi’nde yaptığı konuşmadan bazı bölümleri aktarıyoruz. Başbakan Erdoğan konuşmasında dindar gençlik ve bayram başlıklarıyla ilgili kamuoyundaki tartışmalara değinerek hedeflerini anlatıyor. Coğrafi Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü, mekansal veri alt yapısı üzerinden merkez ve taşra teşkilatlarının iş süreçlerinin nasıl bütünleştireleceğini, ayrıca verilerin kaliteli, güvenli hale getirillmesini bizlere aktarıyor. Bu sayımızda önemli bir röportajımız var. Koza İpek Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek, madencilikten çevre koruma sistemine kadar pekçok sorumuzu içtenlikle cevapladı. Akın İpek, ekonomik ve sosyal kalkınmanın çevre koruma ile taçlandırılmasının altını çiziyor konuşmasında. Aydın Derin’in hazırladığı “2011 Felaketler yılı Oldu” başlıklı çalışma, yine ses getirecek kadar önemli bilgiler sunuyor bize. Mayıs sayımızda Kadim Şehirler köşemizin konuğu İstanbul.”Dünyanın Merkezinde Duran Şehir” başlığıyla Hasan Hüseyin Öz’ün kaleminden muhteşem bir İstanbul yazısı okuyacaksınız. “Şehir Yüzlü İnsanlar” köşemizin bu ayki konuğu büyük Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet. Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanı Ümit Kaçar sizler için yazdı. Bu sayıda yer alan başlıklardan sadece birkaçını aktardık sizlere. Çevre ve Şehircilik Dergisi, öncelikle kendi ilgi alanında çalışmalar sunarken, diğer yandan farklı güzelliklere sizler için yeni başlıklar bulmayı sürdürecek. Yeni haberler, dosyalar ve çalışmalarla Haziran sayımızda tekrar karşınızda olmayı umut ediyoruz. Saygılarımızla... MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 3 HABER TARİHİ DÖNÜŞÜM PROJESİ’YLE MARDİN ASLINA DÖNÜŞECEK Çeşitli incelemelerde bulunmak üzere Mardin’i ziyaret eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Mardin Müftülüğü tarafından düzenlenen Kutlu Doğum etkinliğine katılarak burada bir konuşma yaptı. Mardin’in sıradan bir şehir olmadığını anlatan Bayraktar, “Mardinliler dünyanın en hoşgörü insanları, Mardin dünyanın en önemli semavi din merkezlerinden biridir” dedi. İslam peygamberinin, güzel ahlakı tamamlamak, dünyaya barışı ve kardeşliği getirmek için geldiğini hatırlatan Bayraktar, büyük sıkıntılar içinde bulunan dünyanın huzur ve mutluluğu için İslam peygamberinin yoluna ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Konuşmadan sonra Mardin-Diyarbakır Metropoliti Salibe Özmen, İl Müftüsü Ali Coşkun ve Milletvekilleriyle hatıra fotoğrafı çektiren Bakan Bayraktar, Mardin Vali Vekili Turan Erdoğan’ı makamında ziyaret ederek, ilin sorunları hakkında Erdoğan’dan bilgi aldı. C M “Tarihi Dönüşüm Projesi” hakkında brifing alan Bakan Bayraktar, TOKİ’nin Mardin’de güzel çalışmalar yaptıklarını belirterek şunları söyledi: “TOKİ Mardin’i aslına dönüştürecek. Tarihi derinliğini, yöresel mimariyi, tarihi kimliğini yansıtacak yeni bir yapılanma BAYRAKTAR KEMENÇE ÇALDI, HORON TEPTİ, BULGUR ÇEKTİ BAYRAKTAR, MALATYA TANITIM GÜNLERİ ETKİNLİĞİNE KATILDI Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde düzenlenen “Malatya Tanıtım Günleri” etkinliğine katıldı. Malatya Valisi Ulvi Saran ve Malatya Belediye Başkanı Ahmet Çakır’ın eşlik ettiği Bakan Bayraktar, stantları gezdi, esnafla sohbet etti ve vatandaşla fotoğraf çektirdi. Bu tür etkinliklerin Türkiye’nin yakınlaşmasına, aidiyet duygusunun artmasına, Malatyalıları 4 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 içerisinde giriyoruz. Bu uzun bir süreye yayılacak 8-10 yıllık bir proje. Bir tarafta Başbakanımızın desteği, bir tarafta vali, diğer tarafta belediye var. Kültür Bakanlığı da projenin içindedir. Biz de Şehircilik Bakanlığı olarak projeyi beraber yürüteceğiz. Mardin çok daha güzel olacak.” Ankara’nın tanımasına vesile olduğuna dikkati çeken Bakan Bayraktar, bu sayede Malatya’nın tarihinin, dokusunun, ürünlerinin, daha iyi tanındığını belirtti. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Gümüşhane Valiliği ve Ankara Gümüşhane Dernekler Federasyonu’nun (GÜDEF) organize ettiği Ankara Atatürk Kültür Merkezi’nde 12–15 Nisan tarihleri arasında gerçekleştirilen “2. Gümüşhane Tanıtım Günleri” etkinliklerine katıldı. Gümüşhane Valisi Yusuf Mayda, AK Parti Gümüşhane Milletvekili Feramuz Üstün, Gümüşhane dernekler federasyonu yönetim kurulu başkanı Hamdi Arslan ve diğer yetkililer tarafından karşılanan Bakan Erdoğan Bayraktar, stantları gezerek vatandaşlarla sohbet etti. Kemençe ustasının ısrarı üzerine kemençe çalan ve horon oynayan Bakan Erdoğan Bayraktar, Gümüşhane’de “bulgur taşı” diye anılan el değirmenini yakından inceledi ve bulgur çekti. Y CM MY CY CMY K HABER BM’DEN TÜRKİYE’YE ŞEHİRCİLİK ÖVGÜSÜ Türkiye'nin kentsel çevre stratejisi oluşturuluyor Finlandiya AB ve Dış Ticaret Bakanı Alexander Stubb ve beraberindeki heyeti kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Finlandiya’nın Türkiye’nin AB’ne tam üyeliği sürecine güçlü destek verdiğini söyledi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak iklim değişikliği eylem planını hazırladıklarına değinen Bayraktar, “Bu eylem planı, yeşil büyüme çerçevesinde hazırlanmış olan Türkiye’nin ilk strateji belgesidir” dedi. Bakanlık olarak, “kentsel çevre stratejisi” oluşturulması kapsamında “sürdürülebilir kentsel gelişme stratejisi ve eylem planı” hazırladıklarını belirten Bakan Bayraktar, “Bu stratejinin hedeflerinden birisi de kentlerin çevre üzerindeki etkilerinin azaltılmasıdır” şeklinde konuştu. BAYRAKTAR: TÜRKİYE-FİNLANDİYA İLİŞKİLERİ DERİNLEŞİYOR Türkiye-Finlandiya ilişkilerini değerlendiren Bayraktar, sözlerini şöyle sürdürdü: “2010 yılında Finlandiya’ya ihracatımız 296 milyon, Finlandiya’dan ithalatımız ise 1.115 milyon dolar olmuştur. Bu veriler göstermektedir ki, Türkiye ile Finlandiya arasında ilişkiler giderek derinleşmektedir. Halklarımız arasındaki temas ve etkileşimin geliştirilmesi, ticaret hacmimizin ve ortak yatırımlarımızın arttırılması, altyapı, çevre ve enerji 6 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 alanlarında işbirliğimizin geliştirilmesi, iki ülke yararına olacaktır.” Finlandiya’nın özellikle nükleer enerji ve alternatif enerji kaynakları konusunda dünyanın en başarılı ülkelerinden biri olduğunu kaydeden Bayraktar, Bakanlık olarak alternatif enerji kaynaklarının konuttan sanayiye çeşitli sektörlerde kullanımına büyük önem verdiklerini söyledi. STUBB: TÜRKİYE DÜNYANIN EN ÖNEMLİ BEŞ ÜLKESİNDEN BİRİ Türkiye’nin dünyadaki en önemli beş ülkeden biri olduğunu ifa eden Stubb ise, “Bana göre Türkiye stratejik konumu, bölgedeki siyasi bağlantıları, Doğu ve Batı arasında köprü olması, demografik özellikleri, ekonomik potansiyeli ile dünyadaki en önemli beş ülkeden biridir” diye konuştu. AB’ne üyelik konusunda, ilk günden itibaren Türkiye’nin en sadık, en güçlü destekçilerinden olduklarına değinen Stubb, AB ile Türkiye arasındaki 35 fasıldan 8’inin aşıldığını, son iki yıl içerisinde hiçbir faslın açılmamasının ise teknik değil siyasi nedenlerden kaynaklandığını söyledi. Türkiye’nin katılım müzakerelerini desteklemeye ve ilerlemesini sağlamaya çalışmaya devam edeceklerini kaydeden Stubb, “Türkiye’nin AB’ne ihtiyacı var ama bence AB’nin de Türkiye’ye ihtiyacı var” şeklinde konuştu. BM Genel Sekreter Yardımcısı ve BM Kalkınma Programı (UNDP) Başkan Yardımcısı Rebeca Grynspan ve beraberindeki heyeti kabul eden Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, BM Kalkınma Programının, yoksullukla mücadele ve binyıl kalkınma hedeflerine uygun olarak sürdürülebilir insanî gelişmeyi desteklemek gibi önemli bir amacı olduğunu söyledi. “Binalarda enerji verimliliği”, “iklim değişikliği” ve “sürdürülebilir kentler” konularında Bakanlıkla yürütülen, yürütülecek olan projelerin önemli bileşenler ve hedefler içerdiğine değinen Bakan Bayraktar, kalıcı organik kirleticiler ile deniz-kıyı ekosistemleri alanlarındaki proje işbirliğinin önemli olduğunu dile getirdi. Çevre, sürdürülebilir kentleşme, korunan alanlar ve biyoçeşitlik konularındaki projelerle halkın bilinçlendirildiğini kaydeden Bayraktar, “İklim değişikliği eylem planı, ulusal bildirim, bütünleşik kentsel gelişme stratejisi ve eylem planı, demo bina, koruma alanları, paydaşlarda kapasite artırma gibi somut ürünler, ortak projelerimizin başlıca çıktıları arasında yer almaktadır” dedi. BM Genel Sekreter Yardımcısı ve UNDP Başkan Yardımcısı Rebece Grynspan ise, BM Kalkınma Programı’nın çevre sürdürülebilirliği ve enerji verimliliği gibi konularda çok önemli faaliyetlerde bulunduğu söyledi. Grynspan sözlerini şöyle sürdürdü: “Şehircilik alanındaki katkılarınızı biliyorum. Tabii her şey yeni baştan yapılıyor olsaydı işiniz daha kolaydı. Ama ne yazı ki öyle değil, var olan binaları ortamları daha iyi hale getirmeye çalışmak tabii ki çok daha zorlayıcı bir şey olacaktır.” HABER 6,5 MİLYON KONUT YENİLENECEK Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği’nin Antalya’da düzenlediği seminere katılan Bakan Bayraktar, ömrünü tamamlayan 6,5 milyon konutun yenileneceğini söyledi. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye Kent Kooperatifleri Merkez Birliği’nin (TÜRKKENT) Antalya'nın Kemer ilçesi Göynük beldesinde düzenlediği 24. İlkbahar Semineri’ne katıldı. Seminerin açılışında konuşan Bakan Bayraktar, Türkiye’deki 15 milyon eski konuttan 8,5 milyonunun “idare eder”, 6,5 milyonunun ise “ömrünü tamamlamış”, “mühendislik hizmeti almamış” ve “depreme dayanıksız” durumda bulunduklarını söyledi. Bu binaların büyük bölümünün İstanbul, İzmir, Bursa, Bingöl, Erzincan, Gaziantep, Afyonkarahisar, Kütahya, Bolu, Eskişehir, Düzce gibi deprem kuşağındaki şehirlerde bulunduğuna dikkati çeken Bayraktar, “Bir dakika bile beklemeye tahammülümüz yok” dedi. Kooperatiflerin yuva sahibi olmak isteyen kişileri bir araya getiren sivil toplum kuruluşları olduğuna işaret eden Bakan Bayraktar, 2012 yılının BM tarafından “Kooperatifler yılı” ilan edildiğini hatırlattı. düştüğünü söyledi. Türkiye nüfusunun yüzde 70’ten fazlasının şehirlerde yaşadığını, nüfusu sürekli artan şehirlerde düzenli yapılaşmanın sağlanması gerektiğini belirten Bayraktar, bu noktada kooperatiflere önemli görevler düştüğünü söyledi. Kentsel dönüşüm ile birlikte kooperatiflerin cazibesinin de artacağını vurgulayan Bayraktar, son 9 yılda 5 milyon konut yaptıklarını, eskilerden de yaklaşık 300 bin konut yıktıklarını bildirdi. kadar kutsalsa, can hakkı, yaşama hakkı çok daha kutsaldır. Anayasa ile teminat altına alınmıştır.” “YOLSUZLUK OLSA 500 BİN KONUT YAPAMAZSIN” Kentsel dönüşümün önemine işaret eden Bayraktar, “TOKİ’de 500 bin konut yaptık. Yolsuzluk, hırsızlık olsa 500 bin konut yapamazsın” dedi. Devletten net para almadıklarını, hazine arazilerini değer- “TÜRKİYE KOOPERATİFLER MEZARLIĞINA DÖNDÜ” 2008 yılında yaşanan finansal krizin konut sistemindeki çökmelerden kaynaklandığını ifade eden Bayraktar, inşaat sektörünün yüzde 65’ini konut inşaatlarının oluşturduğuna dikkati çekti. Kooperatifçiliğin son dönemde zayıfladığına ve “kooperatifzedeler” oluştuğuna işaret eden Bayraktar, Türkiye’nin kooperatifler mezarlığına döndüğünü söyledi. TOKİ olarak kooperatiflere kredi vermeye devam ettiklerinin altını çizen Bayraktar, “Ancak 'bizim kredilerimiz başlama değil tamamlama kredisi olacak' dedik; kimse alamadı” diye konuştu. Bayraktar, “Kooperatifler olarak kendimizi yenilememiz gerekiyor. Dünya değişiyor ve gelişiyor. Bu değişen ve gelişen dünyaya uyum sağlamamız gerekiyor” dedi. Son 9 yılda gecekondulaşmanın yüzde 95 oranında durduğunu kaydeden Bayraktar, bu sayede konut fiyatları ve kiraların 8 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 “6,5 MİLYON KONUTUN YENİLENMESİ GEREKİYOR” Türkiye’de 15 milyon eski konut bulunduğunu belirten Bakan Bayraktar, şunları söyledi: “Bunlardan 8,5 milyonu idare eder durumda; 6,5 milyonu ise ömrünü tamamlamış, mühendislik hizmeti almamış depreme de dayanıklı değil. Bunların yenilenmesi gerekiyor. Bunların büyük bölümü İstanbul, İzmir, Bursa, Bingöl, Erzincan, Gaziantep, Afyonkarahisar, Kütahya, Bolu, Eskişehir, Düzce gibi deprem kuşağındaki şehirlerde. Bunlarda da bir dakika bile beklemeye tahammülümüz yok. Mülkiyet hakkı ne lendirdiklerini kaydeden Bayraktar, “500 bin konut rakamına ulaştık. Konutlarla birlikte 800 okul, 150 hastane ve sağlık ocağı yapıldı” diye konuştu. Salaş, kaçak, depreme dayanıksız yapıları şehirlerden söküp atmak gerektiğini kaydeden Bakan Bayraktar, “İspanya’da, Güney Kore’de güzel şehirler oluştu. Bizim de bu güzelliği yakalamamız lazım. Bu işin üstesinden hep beraber geleceğiz. Türkiye hazır” dedi. Japonya’da yaşanan 9 nokta büyüklüğündeki depremde kimsenin ölmediğine dikkati çeken Bayraktar, Türkiye’nin de aynı konuma geleceğini vurguladı. HABER "Can güvenliği mülkiyetten önemlidir" “İnsanların mülkiyet hakkı anayasa ile güvence altına alınmıştır. Fakat can emniyeti, yaşam hakkı, daha önemli bir haktır.” Yapı-Endüstri Merkezi AŞ tarafından “Mimarlık ve Yapı Sektöründe Ekoloji, Sürdürülebilirlik, Çevre Dostu Binalar ve Uygulamalar” konusuyla düzenlenen 5. EKO Design Konferansı’nın açılışında konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin gelişmesi doğrultusunda bakanlığı yeniden oluşturduklarını ve yapılandırdıklarını kaydetti. 2003 yılında Türkiye’nin çevre düzeni planlarının yüzde 5,5 olduğunu, bugün bu rakamın yüzde 90 seviyelerine ulaştığını belirten Bakan Bayraktar, enerji, konut, iklim değişikliği, atık su konularında çevreye duyarlı bir yapı oluşturmak için çalışmalar yaptıklarını söyledi. Bayraktar, fosil yakıtlar, yerinde yenilebilir yakıtların daha çok tüketilmesi ve temiz şehirler oluşturulması noktasında çok ciddi adımlar attıklarını vurguladı. 55 milyar dolarlık enerji ithalatı yapıldığını, bunun yarısına yakının binalarda, konutlarda tüketildiğini dile getiren Bakan Bayraktar, “Biz bu yeni sistemlerle binalarımızı enerjiye duyarlı hale getirirsek, ilk etapta 6 milyar dolarlık tasarruf yapmayı amaçlıyoruz. Daha sonra binaların rüzgâr enerjisinden, güneş enerjisinden istifadesi, atık suların kullanılması noktasında da adımlar attığımız takdirde, bunu daha ileri rakamlara çıkarabileceğiz” diye konuştu. Türkiye’nin kentsel dönüşüm konusunda büyük bir gayret içinde olduğunu vurgulayan Bayraktar, şunları kaydetti: “Mülkiyet hakkı esastır, şehirlerimizi düzenlemek esastır, kentsel dönüşüm yapmak esastır. İnsanların mülkiyet hakkı anayasa ile güvence altına alınmıştır. Fakat can emniyeti, yaşam hakkı, daha önemli bir haktır. Halkımızla bütünleşerek kentsel dönüşümü başarmak zorundayız. Bu çalışmalar hem yeşil binalar getirecek, hem enerjiyi savurmayacak, şehirlerimizi düzenleyecek, inşaat sektörünü geliştirecek.” 10 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 AKILLI BİNALARDAN YILDA 12 MİLYAR DOLARLIK ENERJİ TASARRUF EDİLECEK 5. Uluslararası Güneş Enerjisi ve Teknolojileri Fuarı Solarex'in açılışında konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, Türkiye’nin 2012 yılında enerji için 65 milyar dolar ödeyeceğini belirterek, "Bu çok ciddi bir rakam. Bu rakamın yarısını binalar tüketiyor. Kentsel dönüşümle birlikte binalarımızı güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir enerjiden yararlanan, atık suyunu değerlendiren sistemlerle inşa edeceğiz” dedi. Kentsel dönüşümde akıllı binalara öncelik verileceğini bildiren Bakan Bayraktar, "Akıllı binalardan yılda 10-12 milyar dolarlık enerji tasarruf edebiliriz" diye konuştu. Dünya genelinde fosil esaslı yakıt tüketmekten kaçınmaya başladığını kaydeden Bayraktar, “ Çünkü bu yakıtlar doğaya karbondioksit salıp iklim değişikliğine ve ciddi kirliliklere sebep oluyor. Bu yüzden, artık güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi ve jeotermal enerji gibi yenilenebilir enerji konusunda çalışmaktadır" dedi. GENÇLİK KİMSE BU GENÇLİĞE 19 MAYIS DERSİ VERMEYE KALKIŞMASIN AK Parti Genel Merkez Gençlik Kolları 3. Olağan Kongresi'ne katılarak bir konuşma yapan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, salonda bulunan gençlerin ve onların coşkusunun Türkiye'yi yansıttığını belirterek, “Bu salondaki gençlik, Türkiye'nin ta kendisidir” dedi. Salonda bulunan gençliği “Kökü mazide, gözü istikbalde olan gençlik” şeklinde nitelendiren Başbakan Erdoğan, “Bu salondaki gençlik tarihini çok iyi bilen, çok seven, devraldığı mirasın omuzlarındaki yükün farkında olan bir gençliktir. Bu gençlik kavganın, çatışmanın değil, dayanışmanın kucaklaşmanın tarafında bir gençliktir” diye konuştu. Salonu dolduran gençliğin sadece Türkiye'nin değil, Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın, Kuzey Afrika'nın da umudu olduğunu kaydeden Başbakan Erdoğan, “Burada sadece Türkiye gençliğine değil, Ortadoğu'ya, Kuzey Afrika'ya örnek teşkil eden bir gençlik var. İşte bu gençlik 23 Nisan 1920 ruhunu çok, ama çok iyi bilen bir gençliktir. Bu gençlik Kurtuluş Savaşı ruhunu, 29 Ekim ruhunu çok iyi bilen bir gençliktir” dedi. “TÜRKİYE’NİN TAPUSU ELİTLERİN DEĞİL 75 MİLYONUN ELİNDE” “Bu salondaki gençlik 19 Mayıs'ı bilen, 19 Mayıs ruhunu, misyonunu taşıyan bir gençliktir. Hiç kimse bize, bu gençliğe 23 Nisan, 19 Mayıs, 29 Ekim dersi vermeye kalkışmasın” diyen Başbakan Erdoğan, “Tam tersine 23 Nisan ruhunu öğrenmek isteyen varsa, buyursun işte bu gençlikten öğrensin. Eğer 19 Mayıs'ın, 29 Ekim'in ruhunu anlamak, öğrenmek isteyen varsa, buyursun bu gençlik onlara öğretsin” tavsiyesinde bulundu. AK Parti Genel Merkez Gençlik Kolları 3. Olağan Kongresi’nde konuşan Başbakan Erdoğan, “Bu salondaki gençlik 19 Mayıs'ı bilen, 19 Mayıs ruhunu, misyonunu taşıyan bir gençliktir. 23 Nisan ruhunu, 29 Ekim ruhunu çok iyi bilen bir gençliktir” dedi. 12 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 SELÇUKLU'NUN TORUNLARI, OSMANLI'NIN AHVADI, CUMHURİYETİN UMUDU Türkiye'nin tapusunun belli kesimlerin, belli zümrelerin, elitlerin, seçkinlerin elinde değil, 75 milyonun elinde, 75 milyonun yüreğinde bulunduğunu belirten Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: “Hiç kimse kendisini Türkiye'nin yegâne sahibi gibi görmesin. Türkiye'nin sahibi 75 milyondur. Türkiye'nin sahibi işte bu gençliktir. Artık 19 Mayıs törenleri üzerinden hiç kimse mürebbiye gibi parmağını sallayarak bizi tehdit etmeye, bizi tedip etmeye kalkmasın, kalkışmasın. Çünkü biz onlar gibi 19 Mayıs'ın istismarının değil, 19 Mayıs'ın özünün takipçisiyiz.” “19 MAYIS’IN İSTİSMAR EDİLMESİNE FIRSAT TANIMAYACAĞIZ” Gençliği ecdadıyla buluşturan bir iktidar olduklarını ifade eden Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti: “Biz meselenin özüyle ilgiliyiz. Biz genç nesillerin, gençlerin sıkıcı resmi törenlerle “Biz her türlü dayatmaya karşı çıkıyoruz. Biz asla formatlama gayesi içerisinde değiliz. Biz formatlamaya karşı çıkıyoruz. Özgürlükleri kısıtlama peşinde değiliz, özgürlük mücadelesi veriyoruz.” değil, 19 Mayıs'ın özüne, ruhuna, heyecanına, coşkusuna uygun kutlamalardan yanayız. Kendilerini 19 Mayıs'ın yegâne sahibi olarak görenlere de istismar fırsatı tanımayacağız. Bu ülkede hiç kimse kendisini öz, diğerlerini üveymiş gibi göremez. Böyle muamele edemez. Bu ülkede artık birileri kendisini cumhuriyetin, milletin ve rejimin gerçek sahibi olarak görüp millete tahakküm edemez. Hiç kimse 'milleti kurtarıyorum' deyip milletten çok bildiği iddiasıyla bu millete yön veremez. İstikamet çizemez. Bu milletin vasilere ihtiyacı yok, bu rejimin vesayete ihtiyacı yok.” “DARBELER DÖNEMİ GERİ GELMEMEK ÜZERE KAPANDI” Türkiye'de darbeler döneminin geri gelmemek üzere kapandığını söyleyen Başbakan Erdoğan, “Müdahaleler, hukuksuzluk, çeteler ve cunta karşısında dik durduk, sizler için dik durduk. Aynı şekilde sizler de dik duracaksınız” dedi. Gençlerin asla ve asla çetelere mafyaya, cuntaya, hukuksuzluğa boyun eğmeyeceğini, göz yummayacağını belirten Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: “Biz size nasıl bir Türkiye emanet ediyorsak, sizler de çocuklarınıza daha güçlü bir Türkiye emanet edeceksiniz. Bayrağımızı, toprağımızı nasıl namusumuz, şerefimiz biliyorsak, milli iradeyi de namusumuz, şerefimiz bilecek en güçlü şekilde savunacak ve muhafaza edeceğiz. Ben sizlere yürekten inanıyorum; bunu yapacaksınız. Bu millet sizlere inanıyor, güveniyor. Eminim ki sizler bu AK gençlik, Gençlere, “Sizler demokrasiye, özgürlüklere, milli iradeye en güçlü şekilde sahip çıkmalısınız. Emaneti devraldığınızda Türkiye'yi daha da büyütmenizi, yüceltmenizi sizlerden rica ediyorum” diye seslenen Başbakan Erdoğan, “Böyle aziz bir milletin ferdi, böyle gençler yetiştirmiş bir milletin evladı olmaktan gurur duyuyorum. Böyle gençlerle aynı yolda yürümekten şeref duyuyorum. Bizlere sizler gibi genç yol arkadaşları nasip ettiği için Rabbime şükrediyor, hamd ediyorum” dedi. Gençlerden; Selçuklu'nun torunları, Osmanlı'nın ahvadı, Cumhuriyetin umudu, aydınlık yarınları olduklarını unutmamalarını isteyen Erdoğan, şunları söyledi: “Onun için sizlere Asım'ın nesli diyorum. İşte onun için sizlere sesleniyorum. İşte bu gençlik, bu AK gençlik bugüne kadar onurunu çiğnetmedi, bundan sonra da çiğnetmeyecek. Bu gençlik Allah'ın izniyle şehitlerine, milletine mahcup olmayacak. Bu gençlik kendisine umut bağlayan bu aziz milleti, kendisini örnek alan dünya gençlerini inşallah hayal kırıklığına uğratmayacak.” MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 13 GENÇLİK milletin yüzünü kara çıkarmayacaksınız, millete karşı mahcup olmayacaksınız, milleti hayal kırıklığına uğratmayacaksınız.” “YILLARCA YÜZÜSTÜ SÜRÜNEN SAKARYA ŞAHA KALKTI” 10 yıllar boyunca yabancı muamelesi, ikinci sınıf vatandaş muamelesi gördüklerini ve yıllar boyunca teselliyi Necip Fazıl Kısakürek’in dizelerinde bulduklarını kaydeden Başbakan Erdoğan, Kısakürek’in “Vicdan azabına eş kayna kayna Sakarya/ Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya!” mısraını aktardı. Yüz üstü çok sürünen Sakarya’nın artık şaha kalktığını belirten Başbakan Erdoğan, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Artık biz ülkemizde garip değiliz, artık bu ülkede biz parya değiliz. Burası bizim öz yurdumuz, bizim ülkemiz, memleketimiz. 75 milyon bu topraklar üzerinde biriz, beraberiz, kardeşiz. Mesele bu. 75 milyon, her birimiz eşit derecede bu ülkenin bugününde yarınında söz sahibiyiz. Hiç kimsenin diğerine üstünlüğü yoktur ve olamaz.” “YUNUS GİBİ, YARATILANI SEVERİZ YARATANDAN ÖTÜRÜ” “Hiç kimsenin ne doğuştan ne sonradan kazandığı ayrıcalığı yoktur ve olamaz” diyen Başbakan Erdoğan şöyle devam etti: “Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Abhaza, Ermeni, Rum, Gürcü, Roman, hepsi, ama hepsi bu ay yıldızlı bayrağın altında, bu vatan toprağının üzerinde birdir, birinci sınıf “Hiç kimse 'milleti kurtarıyorum' deyip milletten çok bildiği iddiasıyla bu millete yön veremez. İstikamet çizemez. Bu milletin vasilere ihtiyacı yok, bu rejimin vesayete ihtiyacı yok.” 14 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 “Türk-İslam mimarisinin en güzel örnekleri CHP parti binalarına, halk evlerine çevrildi. Bu milletin çocuklarına Kur'an-ı Kerim öğretilmesi yasaklandı. Gençliği ilimsiz, irfansız bırakmak için her yola, her yönteme başvurdular.” vatandaştır. Biz kimsenin dinine, inancına, etnik kökenine, diline, mezhebine göre muamele etmeyiz. Değil mi ki insandır, değil mi ki candır. En başta yaratandan dolayı, kendisine hürmetimiz vardır. Yunus'un diliyle konuşuruz: Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü. Mesele bu... Ne insanın insana zulmüne, ne devletin, ne zümrelerin, ne seçkinlerin zulmüne, baskısına asla ve asla boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.” “DİNDAR GENÇLİK SÖYLEMİMİZİ ELİTİSTLER ANLAMAK İSTEMEDİ” Son dönemde üzerinde çokça konuşulan “dindar gençlik” konusuna açıklık getirmek istediğini söyleyen Erdoğan, şöyle devam etti: “Benim ne söylemek istediğimi, bu sözlerle neyi murat ettiğimi aslında sizler çok iyi anladınız. Benim bu ifadelerimi, aziz milletim de çok iyi anladı, ama bu ifadeleri, bu sözleri statüko anlamadı, anlayamadı, anlamak istemedi. Statükonun dizinin dibinde yetişmiş aydınlar da anlamak istemedi. Seçkinler, elitistler anlamak istemedi. O malum medya benim ne dediğimi, ne demek istediğimi anlamadı, anlamak istemedi. Biz milli, manevi değerlerine bağlı bir dindar nesilden bahsediyoruz ve biz şu anda ahlak değerleri yüksek bir nesilden bahsediyoruz. Vatanını sevmek, milletini sevmek, insanına saygıda sevgide kusur etmemek, dindar bir neslin özelliğidir.” Dindar bir nesil yetiştirmenin, müspet ilimlerden uzak, müspet ilimlerle yarışamayan bir gençlik anlamına gelmeyeceğinin altını çizen Başbakan Erdoğan, Arif Nihat Asya’nın ve Mehmet Akif Ersoy’un şiirlerinden örnekler vererek, “İşte böyle bir nesil istiyoruz, beklediğimiz bu. Buna gayret ediyoruz. Bunu istiyoruz. Varsın onlar öyle konuşsunlar. İşte biz bu nesli yetiştirmenin gayreti içinde bu yola devam edeceğiz” diye konuştu. “DİNİ, MANEVİ DEĞERLER AYAKLAR ALTINA ALINDI” Gençlerin, ülkenin yakın tarihini bilmesinin ve öğrenmesinin özellikle önem taşıdığını vurgulayan Erdoğan, yaşananlar unutulursa, yaşananlardan ders alınmazsa GENÇLERE ÖĞÜTLER Gençlere çeşitli öğütlerde bulunan Başbakan Erdoğan, şunları söyledi: “Sizler Türkiye'nin onurusunuz, Türkiye'nin istikbali, Türkiye'nin aydınlık yarınlarısınız. Sizler demokrasiye, özgürlüklere, milli iradeye en güçlü şekilde sahip çıkmalısınız. Emaneti devraldığınızda Türkiye'yi daha da büyütmenizi, yüceltmenizi sizlerden rica ediyorum. Sizi kavgaya çekmek isteyenlere karşı sabırlı olacak; hoşgörüden, vakardan taviz vermeyeceksiniz. Sizler büyük bir milletin evlatlarısınız. Kibir, gurur, böbürlenme size musallat olmamalı. Ama zulüm karşısında eğilmeyecek, haksızlık karşısında susmayacaksınız.” bunların tekrar yaşanacağını söyledi. Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: “Geçmişten gerekli dersleri çıkarmazsak, tarih sürekli tekerrür eder. Bizden öncekiler, babalarımız, dedelerimiz aynı şekilde çok büyük acılar yaşadılar. Bu topraklar üzerinde farklılığa, farklı olana tahammül edilmedi. Dini, manevi değerler ayaklar altına alındı, çiğnendi. Binlerce kitap, dini eser olduğu gerekçesiyle Osmanlı harfleriyle yazılmış bu gerekçeyle ya da farklı düşünceler ihtiva ettiği gerekçesiyle toplatıldı, yasaklandı ve yakıldı. Sadece Kur'an-ı Kerim'ler, ilmihal, mevlit kitapları değil, elif ba cüzleri, Hz. Ali cenkleri, sağcı, solcu gazete ve dergiler, sağcı, solcu yazarların kitapları çok ağır zulme uğradı.” “SELAMÜN ALEYKÜM DİYENLER YILLARCA AŞAĞILANDI” Türkiye’deki camilerin, tamamen keyfi gerekçelerle, ibadet edilmesin, insanlar orada toplu namaz kılmasın diye kapatıldığını, satıldığını ve hatta ahıra dönüştürüldüğünü hatırlatan Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti: “Türk-İslam mimarisinin en güzel örnekleri CHP parti binalarına, halk evlerine çevrildi. Bu milletin çocuklarına Kur'an-ı Kerim öğretilmesi yasaklandı. Korkutulan insanlar gizli gizli Kur'an öğrenmek ve öğretmek zorunda kaldılar. Bitmedi. Gençliği ilimsiz, irfansız bırakmak için her yola, her yönteme başvurdular. Gençliğin milli, dini, manevi değerlerden uzak kalması için her yola ve yordama başvurdular. Kur'an-ı Kerim'i milletin elinden almak isteyenler, gazeteler, dergiler, televizyonlar yoluyla maneviyatsızlığı aşıladılar. Çağdaşlaşmak, modernleşmek bahaneleriyle bizim kendi öz medeniyetimizi, kültürümüzü, edep ve ahlakımızı, aile yapımızı hedef aldılar.” “Biz kimsenin dinine, inancına, etnik kökenine, diline, mezhebine göre muamele etmeyiz. Yunus'un diliyle konuşuruz: Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü. Mesele bu...” Bu ülkede “selamün aleyküm” diyenlerin aşağılandığını, “elhamdülillah, inşallah” diyenlerin küçümsendiğini, hor görüldüğünü söyleyen Erdoğan, bu ülkede namaz kılanların “mürteci” diye yaftalandığını, yıllarca Müslümanların, inançlıların kaba saba yobazlar olarak karikatürize edildiğini, resmedildiğini ifade etti. MİLLET İRADESİ HER GÜÇLENDİĞİNDE DARBE YAPTILAR Başbakan Erdoğan, bu ülkede insanların dini inançlarının gereği gördükleri kıyafetleri giymekten men edildiğini, başörtülülerin üniversitelere, kamu binalarına hatta, kimi zaman belli semtlere dahi alınmadığını belirterek, şöyle devam etti: “Muhafazakârlık, dindarlık, on yıllar boyunca köylülük olarak görüldü ve köylülerin ülke idaresinde söz sahibi olmasına izin verilmedi. İşçinin, kapıcının, terzinin, kasabın, marangozun çocuğunun üniversitelerde okumasına, okusa bile bürokraside bir yerlere gelmesine müsaade edilmedi. On yıllar boyunca bürokrasiye, hukuka kast sistemi hâkim oldu. Millet iradesinin güç kazandığı, Anadolu'nun, Trakya'nın sesini yükselttiği her dönemde demokraMAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 15 GENÇLİK GENÇLER İÇİN YAPILANLAR... İktidarları döneminde gençlerin de gayretleriyle Türkiye'ye çok büyük hizmetler yaptıklarını belirten Başbakan Erdoğan, gençler için de önemli adımlar attıklarını söyledi. Seçilme yaşını 30'dan 25'e AK Parti iktidarının indirdiğini hatırlatan Erdoğan, 2002 yılında gençlik ve spor faaliyetlerine 67 milyon lira ayrıldığını, bugün ise bu rakamı 817 milyon liraya çıkarttıklarını dile getirdi. Türkiye'nin her yerinde gençlik merkezleri kurulduğunu anlatan Erdoğan, 9,5 yılda sporcu sayısını 10 kat artırdıklarını bildirdi. Başbakan Erdoğan, spor tesisi sayısını da çok büyük oranlarda artırdıklarını söyledi. 18 kente stadyum kazandıracaklarını ifade eden Erdoğan, çok sayıda spor organizasyonunun da Türkiye'de yapıldığını anlattı. İktidarları döneminde en büyük yatırımı eğitim alanında yaptıklarını vurgulayan Başbakan Erdoğan 170 bin yeni derslik yaptıklarını dile getirdi. 89 yeni üniversite açarak Türkiye'deki üniversite sayısını 165'e çıkarttıklarını hatırlatan Erdoğan, üniversitesi olmayan bir il kalmadığını söyledi. Öğrencilere verilen burs ve kredi miktarlarında da önemli ölçüde artışlar gerçekleştirdiklerini kaydeden Erdoğan, beslenme yardımı miktarını ve öğrenci yurtlarının sayısını artırdıklarını belirtti. Erdoğan, müstakil bir Gençlik ve Spor Bakanlığı'nı kurduklarını da hatırlattı. 16 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 siye müdahale edip, seçkinlerin iktidarını güçlendirdiler. Utanmadan, sıkılmadan, yüzleri dahi kızarmadan bunlar millete 'bidon kafalı' dediler. 'Göbeğini kaşıyan adam' dediler. Öz yurdumuzda, öz vatanımızda parya muamelesi gördük.” “BİZ HER TÜRLÜ DAYATMAYA KARŞI ÇIKIYORUZ” Gençlerin ahlaksızlığa, boşluğa, maddeciliğe, emperyalizmin özellikle de kültür emperyalizminin tuzağına yönlendirilmediği, özgür bırakıldığı, özgür tercihler yapabildiği bir Türkiye için “dindar ne- “Bu ülkede hiç kimse kendisini öz, diğerlerini üveymiş gibi göremez. Bu ülkede artık birileri kendisini cumhuriyetin, milletin ve rejimin gerçek sahibi olarak görüp millete tahakküm edemez.” DİNDARLARIN AŞAĞILANMADIĞI BİR TÜRKİYE İÇİN… Hayatı boyunca toplumun bir kesimine, millete yapılan bu zulmü görmeyenlerin bugün de “dindar nesil” kavramını anlayamayacaklarını, anlamak istemeyeceklerini kaydeden Erdoğan, “Çünkü onlar bizim neler çektiğimizi bilmezler, görmezler, duymazlar. Bürokrasinin, medyanın aydınların, varlıklı elitlerin, bu ülkede millete nasıl zulmettiğini onlar hiç görmediler, görmek istemediler” dedi. “Artık bu elitler kusura bakmasın, biz bu ülkede varız” diyen Erdoğan şunları söyledi: “Biz 75 milyonun birer ferdi olarak bu ülkenin sahibiyiz, öz çocukları, öz evlatlarıyız. Biz bunun için dindar nesil diyoruz. Olay budur. Biz dindarların aşağılanmadığı, küçümsenmediği, azarlanmadığı, tahkir edilmediği bir Türkiye için dindar nesil diyoruz. Bölmek için değil.” sil” yetiştirmenin önemine işaret eden Erdoğan, “Biz her türlü dayatmaya karşı çıkıyoruz. Biz asla formatlama gayesi içerisinde değiliz. Biz formatlamaya karşı çıkıyoruz. Özgürlükleri kısıtlama peşinde değiliz, özgürlük mücadelesi veriyoruz. İstiyoruz ki herkes özgürce, her türlü eğitim imkânından yararlansın. İstiyoruz ki öğrenciler, onların aileleri çocukları için tercih yapma hürriyetine sahip olsun” diye konuştu. 30 Mart'ta yasalaşan kademeli eğitimin, “bir hakkın teslim edilmesi” olduğunu ifade eden Erdoğan, “30 Mart, eğitimde baskının, ideolojinin sona erdiği gündür. 30 Mart, bu millete, bu milletin çocuklarına ve gençlerine yapılan zulmün son bulduğu tarihtir. İşte bunu elitler hiçbir zaman anlamadı, anlamayacak. Despot aydınlar, toplum mühendisleri, bunu hiçbir zaman anlamadı ve anlamayacak” dedi. DOSYA DAHA SAĞLIKLI VE YAŞANABİLİR BİR ÇEVRE İÇİN Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Çevresel Etki Değerlendirmesi’nin amacı; çevre değerlerini koruyacak ve ekonomik kayıpları önleyecek güçlü bir çevre yönetim sistemi kurarak halkın daha sağlıklı bir çevrede yaşamasına katkı sağlamaktır. MUSTAFA SATILMIŞ Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Çevresel Etki Değerlendirmesi İzin ve Denetim Genel Müdürü 20. Yüzyılda sanayi alanındaki gelişmeler, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçiş ve bunlara bağlı olarak hızlı nüfus artışı çevre sorunlarının ciddi boyutlara ulaşmasına neden olmuştur. Dünya hızla gelişirken çevre sorunları da zamanla tüm insanlığı tehdit eder bir hale gelmiştir. Çevreyle barışık bir kalkınma anlayışının gerekliliği dolayısıyla çevre sorunlarını çözümlemek kaçınılmaz olmuştur. Kalkınmanın gereği olan faaliyetlerin henüz planlama aşamasındayken çevre üzerinde olan olumsuz etkilerini önceden belirleyebilmek ve bu olumsuzlukları ortaya çıkmadan önce gerekli önlemleri aldırmak ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması amacıyla dünyada “Çevresel Etki Değerlendirmesi” adıyla çevre sorunlarının tespit ve önleme çalışmaları başlamıştır. ÇED NEDİR? ÇED Yönetmeliğine göre; ÇED, gerçekleştirilmesi planlanan projelerin çevreye 18 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve projelerin uygulanmasının izlenmesi ve kontrolünde sürdürülecek çalışmaları ifade eder. ÇED'in dünyada kabul edilen tek bir tanımı yoktur. ÇED’in amacı, çevre değerlerini korumak, ekonomik kayıpları önlemek ve planlama aşamasında gerekli tedbirleri almaktır. ÇED YÖNETMELİĞİ SÜRECİ Türkiye’de ilk ÇED Yönetmeliği 7 Şubat 1993 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Daha sonra 1997, 2002, 2003 ve en son ülkemiz şartları ve AB süreci de dikkate alınarak 17 Temmuz 2008 tarihinde revize edilerek bugünkü şeklini almıştır. ÇED Yönetmeliği AB ÇED Direktifi ile sınır aşan kısmı hariç tamamen uyumludur. Hatta listelere baktığımızda daha iyi durumda olduğumuz bile söylenebilir. HALKIN KATILIMI NASIL SAĞLANIYOR? Çevrenin herkesin ortak değeri olması sebebiyle, ÇED sürecinin şeffaf ve daha katılımcı bir yaklaşımla sürdürülebilmesi için halkın katılımı çok önemlidir. ÇED Yönetmeliğinde, sürecin en başında halkın yatırım hakkında bilgilendirilmesi öngörülmüştür. Halkın yapılacak yatırım hakkında bilgi edinmesi için yatırımın yapılacağı yerde bir bilgilendirme toplantısının gerçekleştirilmektedir. ÇED Yönetmeliğinin Ek-I listesinde yer alan bir proje için Bakanlıkça toplantı tarihi belirlenir. Toplantı yeri ve saati ise, Çevre ve Şehircilik il Müdürlüğünce belirlenir. Daha sonra Halkın Katılımı Toplantısı’nın tarihi, ÇED, çevreyi doğrudan ya da dolaylı olarak etkileyen bir faaliyetin etkilerinin, henüz karar verme aşamasındayken irdelenmesi, bu faaliyetin olumsuz etkilerinin önlenmesi için alternatif çözümlerin belirlenmesi amacıyla kullanılan bir yöntemdir. saati, konusu ve yeri toplantı tarihinden en az 10 gün önce hem ulusal ve hem yerel bir gazetede Proje sahibi tarafından ilan verilerek duyurulur. HALKIN KATILIMI TOPLANTISI Bakanlık, Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü ve faaliyet sahibinin koordinasyonu ile proje sahasına en yakın yerleşim yerinde ve halkında kolayca ulaşabileceği bir yerde Halkın Katılımı Toplantısı düzenlenir. Halkın Katılımı Toplantısı’na İl Müdürlüğü veya görevlendireceği bir yetkili başkanlık eder. Toplantıya halkın görüş ve önerilerini almak ve halkın bilgilendirilmesi amacıyla, Bakanlık yetkililerinin yanı sıra ilgili kamu kurum ve kuruluşlarının katılımı sağlanır. Halktan alınan görüş ve öneriler bir tutanak ile Bakanlığa bildirilir. ÇED Sürecinin tamamında tüm dokümanlar; ÇED Başvuru Dosyaları, ÇED Raporları ve Nihai ÇED Raporları halkın görüşüne açılır. Sürecin tümünde halktan gelen görüş ve öneriler karar alınmadan önce değerlendirilir. Halkın sürece katılımı gerçekleştirilmesi planlanan projeye göre değişkenlik göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, barajlar, HES’ler, termik santraller, rafineriler, büyük sanayi tesisleri, çimento fabrikaları, büyük madencilik tesisleri gibi halkı doğrudan etkileyen projelerin ÇED sürecine ciddi oranda katılım sağlanmaktadır. KAPSAMLAŞTIRMA VE ÖZEL FORMAT BELİRLEME Her projenin kendine özgü şartları ve çevresel özellikler nedeniyle farklılıkları olduğundan, hazırlanacak ÇED raporunun kapsamı ve içeriği özel olarak belirlenmek- te ve buna da “Kapsamlaştırma ve Özel Format Belirleme” adı verilmektedir. Kapsam belirleme, ÇED Raporu hazırlanması sırasında yapılması gereken çalışmaların ve araştırma yapılacak konuların projeye özgü şartlara göre belirlenmesine ilişkin önemli bir aşamadır. Kapsam belirleme toplantısında özellikle halkın görüş ve önerileri göz önüne alınarak ÇED Raporunda yer alacak bilgiler detaylı bir şekilde belirlenir. ÇED raporunun kapsamı ve özel formatı, Bakanlığımız yetkililerinden, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcilerinden, proje sahibinden ve/veya temsilcilerinden oluşan bir komisyon tarafından belirlenir. Bakanlık, gerekli gördüğü hallerde, projenin konusu, türü ve proje için belirlenen yerin özelliklerini de dikkate alarak, üniversiteler, enstitüler, araştırma ve uzman kuruluşları, meslek odaları, sendikalar, birlikler, sivil toplum örgütlerinden temsilcileri de komisyon toplantılarına üye olarak çağırabilir. ÇED RAPORLARI NASIL DEĞERLENDİRİLİYOR? ÇED Raporları olabildiğince katılımcı bir yaklaşımla şeffaf ve tüm süreci halka açık olarak değerlendirilmektedir. ÇED Raporları ÇED sürecinin tamamında temel olarak İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu (İDK) marifetiyle değerlendirilir. ÇED Raporu için halktan gelen görüş ve öneriler ve rapordaki tüm teknik detaylar İDK tarafından değerlendirilir. Komisyon üyeleri tarafından yapılan değerlendirmeler neticesinde çalışmalar yeterli görüldüğü takdirde ÇED Raporu Nihai olarak kabul edilir. ÇED’deki temel yaklaşım, tüm Türkiye’de çevresel değerlerimizi korumak için güçlü bir izlemekontrol ve denetim sistemi kurmak, Valilikler (Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleriyle) ile birlikte izleme-kontrol ve denetimleri artırarak çevrenin korunmasını ve sürdürülebilir olmasını sağlamaktır. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 19 DOSYA ÇED Raporunun nihai kabul edilmesi için komisyon üyelerinin tamamının olumlu görüşünün alınması gerekmektedir. Bakanlık, Komisyonun rapor hakkındaki çalışmalarını dikkate alarak ÇED Olumlu veya ÇED Olumsuz kararı verir. Karar gerekçeleriyle halka duyurulur. Faaliyet sahibi ÇED “Olumlu” kararının alınmasını müteakip yedi (7) yıl içerisinde yatırıma başlamak zorundadır. Başlamadığı takdirde ÇED Sürecinin yeniden başlatılması gerekir. ÇED Olumsuz Kararı verilmesi halinde ise faaliyetin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. PROJE TANITIM DOSYALARI NASIL DEĞERLENDİRİLİYOR? ÇED Yönetmeliği’nin EK-II listesinde yer alan projeler, seçme eleme kriterlerine tabidir. Değerlendirme ve karar verme yetkisi Valiliklere (Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüklerine) devredilmiştir. Bu projeler için, proje sahibi, projesi için Çevresel Etki Değerlendirmesi uygulanmasının gerekli olup olmadığının araştırılması amacıyla hazırladığı Proje tanıtım dosyasını İl Müdürlüğü’ne sunar. Proje tanıtım dosyasına, projenin gerçekleştirileceği alan dikkate alınarak ihtiyaç duyulması halinde ilgili kurum/kuruluşların görüşlerini de alarak İl Müdürlüğü’nce ÇED Gerekli Değildir veya ÇED Gereklidir Kararı verilir ve verilen karar halka duyurulur. Faaliyet sahibi ÇED Gerekli Değildir kararının alınmasını müteakip beş (5) yıl içerisinde yatırıma başlamak zorundadır. Başlamadığı takdirde sürecin yeniden başlatılması gerekir. 20 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 narak Ek-I ve Ek-2 listesi olarak iki ayrı listede toplanmıştır. Ek-1 listesi ÇED Uygulanacak Projeleri içerirken, Ek-2 listesi ise Seçme Eleme Kriterleri Uygulanacak projeler listesini içermektedir. Ek-1 projeleri için ÇED sürecinin sonunda ÇED Olumlu ya da ÇED Olumsuz kararları Bakanlık tarafından, Ek-2 projeleri için ise ÇED Gereklidir ya da ÇED Gerekli Değildir kararları Valilikler (Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri) tarafından verilmektedir. Eğer “ÇED Gereklidir” kararı verilmiş ise proje için Bakanlıkta Ek-I prosedürü uygulanır ve ÇED Olumlu veya ÇED Olumsuz kararı verilir. ÇED sürecinin e-devlet kapsamına alındığı “Çevrimiçi ÇED Süreci Yönetimi Projesi” kapsamında sürecinin elektronik ortamda işletilmesiyle; her dosya için 300-500 sayfalık kâğıt israfı önlenecek. Faaliyetin gerçekleştirileceği alanın mevzuat açısından uygun olmaması durumunda ise faaliyetin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. KARARLARI HANGİ MAKAMLAR VERİR? ÇED Yönetmeliği’ne göre, ÇED süreci iki ayrı aşamada yürütülür. Yönetmelik tesislerin kirleticilik vasıfları dikkate alı- ÇED SÜRECİ UZUN MUDUR? ÇED süreci, kamuda yürütülen birçok basit izin süreci gibi kısa zamanda sonuçlanabilecek bir süreç değildir. Bunun nedeni, çevreye verilen önem ve raporun değerlendirmesinde gösterilen azami hassasiyettir. Bu yüzden, 17.07.2008 tarih ve 26939 sayılı ÇED Yönetmeliği çerçevesinde uygulanan süreç, 1993 yılından bugüne kadar ülkemiz şartları dikkate alınarak 4 kez revize edilmiştir. Yönetmeliğe göre ÇED sürecinin tamamı, yazışma süreçleri hariç olmak üzere atmış bir (61) işgünüdür. Ancak sürecin genelini belirleyen en önemli süre, ÇED Raporu hazırlanması için verilen özel format sonrası faaliyet sahibi tarafından ÇED Raporunun hazırlanıp Bakanlığımıza sunulması sürecidir. Özel formatın verilmesinden sonra faaliyet sahibi bir yıl içerisinde ÇED Raporunu Bakanlığa sunmak zorundadır. Sunamadığı takdirde bir defaya mahsus altı ay (6) ek süre ÇED Yönetmeliği’ne tabi projeler için, “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça, bu projelere hiçbir teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez. verilir. Faaliyet sahibi ÇED Raporunu kısa bir süre içerisinde de sunabilir veya bir buçuk (1,5) yıl sonrada sunabilir. Burada da görüldüğü üzere sürecin uzun olup olmaması büyük ölçüde faaliyet sahibinin gayretine bağlıdır. Bu noktada ÇED Raporu’nun kısa sürede kaliteli bir biçimde hazırlanması ve Bakanlığımıza sunulması süreci ciddi anlamda kısaltmaktadır. Ancak, mevzuata aykırı durumlarda ÇED süreci, inceleme-değerlendirme komisyonu tarafından durdurulmakta ve mevzuata aykırılık giderilmedikçe ÇED süreci tekrar başlatılmamaktadır. Bu süreçte Bakanlığımızın bir sorumluluğu yoktur. Bu yaklaşım kesinlikle doğru değildir ve yatırımcılarımız mevzuata uygun olarak yatırımlarını gerçekleştirmek zorundadır. Mevzuattan kaynaklanan bir sıkıntının ÇED süreci ile ilişkilendirilmesi doğru bir yaklaşım da değildir. ÇED İZLEME VE KONTROLÜNÜN ÖNEMİ ÇED süreci, çevre hakkında bilgi sağlamada etkili bir araçtır. Bununla birlikte, karar verildikten sonra proje kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler ve yapılan iş- lerin rapor çerçevesinde yürütülmesi de önemlidir. ÇED olumlu/ÇED gerekli değildir kararı verilen projenin Nihai ÇED raporunda veya Proje Tanıtım Dosyasında belirtilen taahhütlere uymasını sağlayacak bir mekanizma olması zorunludur. ÇED sürecinde verilen taahhütlerin yerine getirilip getirilmediğinin tespit edilmesi, çevreye olan etkilerinin belirlenmesi ve buna dair önlemlerin yerinde ve zamanında doğru biçimde alınabilmesi için iyi bir izleme ve kontrol sisteminin oluşturulması çok önemlidir. Bakanlığımızın yeni yapılanmasında Çevre ve Şehircilik İl Müdürlükleri bünyesinde oluşturulan Çevre Denetimi Şube Müdürlüklerinin kurulması etkin bir izleme, kontrol ve denetim sisteminin oluşturulmasını sağlayacaktır. ÇEVRE KİRLİLİĞİNİN ÖNLENMESİNE ÖNEMLİ KATKI Yapılan izleme, kontrol ve denetim çalışmalarında, Nihai ÇED Raporu ve Proje Tanıtım Dosyasındaki taahhütlerine uymayarak çevreyi kirleten faaliyet sahiplerinin taahhütleri kapsamında gerekli tedbirleri alması sağlanmakta olup, takibi yapılmaktadır. Dolayısı ile yapılan çalışmalar çev- re kirliliğinin önlenmesinde önemli katkı sağlamaktadır. ÇED prosedürünün son ve en önemli aşamalarından biri olan izleme-kontrol aşaması, yatırımın gerçek etkilerini belirlemek için proje tanıtım dosyalarında taahhüt edilen önlemlerin takip edilmesinde, gerçek etkinin gözlenmesinde ve tahmin edilen etkilerin doğruluklarının geri bildiriminde büyük rol oynar. ÜLKE GENELİNDE GÜÇLÜ BİR DENETİM SİSTEMİ ÇED sürecinde izleme, kontrol ve denetimin önemi ve faydası gün geçtikçe daha belirgin hale gelmiştir. Çevresel etki değerlendirmesi kararı çerçevesinde projelerle ilgili olarak gerçekleştirilen izleme kontrol çalışmaları, çevrenin korunmasına katkıda bulunan önemli bir araçtır. İzleme-kontrol de tıpkı ön inceleme, kapsamlaştırma, raporun hazırlanması ve sunumu gibi ÇED’in etkili bir şekilde uygulanmasını sağlayan aşamalardan ve ayrılmaz parçalardan biridir. Temel yaklaşımımız tüm Türkiye’de güçlü bir denetim sistemi kurmak, Çevre ve Şehircilik il Müdürlüklerimizle birlikte denetimleri arttırarak çevrenin korunmasını ve sürdüMAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 21 DOSYA Bu süre sonunda taahhüt edilen hususlara uyulmaz ise yatırım durdurulur. Yükümlülükler yerine getirilmedikçe durdurma kararı kaldırılmaz ve Çevre Kanunu’nun ilgili hükümlerine göre işlem tesis edilir. ÇED SÜRECİNİN ÇEVRİMİÇİ GERÇEKLEŞTİRİLMESİ PROJESİ (E-ÇED) rülebilirliğini sağlamaktır. Bakanlığımızca daha etkin bir denetim için tam donanımlı araçlar alınarak, il müdürlüklerimize gönderilecektir. 2012 yılı içerisinde 5.132.000 TL, 2013 yılı içerisinde ise 15.368.000 TL ile denetim araçları alınacaktır. KARAR YOKSA TEŞVİK, ONAY, İZİN VE RUHSAT DA YOK ÇED Yönetmeliği’nin 6’ncı maddesinde, “Bu Yönetmeliğe tabi projeler için “Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu” veya “Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir” kararı alınmadıkça bu projelere hiçbir teşvik, onay, izin, yapı ve kullanım ruhsatı verilemez, proje için yatırıma başlanamaz ve ihale edilemez” hükmü yer almaktadır. ÇED Kararı almadan yatırıma başladığı tespit edilen faaliyetlere ilişkin uygulamalar Çevre Kanunu ile düzenlenmiştir. Çevre Kanunu’nda, “Çevresel Etki Değerlendirmesi incelemesi yapılmaksızın başlanan faaliyetler Bakanlıkça, proje tanıtım dosyası hazırlanmaksızın başlanan faaliyetler ise mahallin en büyük mülki amiri tarafından süre verilmeksizin durdurulacağı”; ayrıca "Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu ya da Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir Kararı alınmadıkça yatırıma ilişkin durdurma kararının kaldırılmayacağı” hükümleri yer almaktadır. Bu tesisler için yine Çevre Kanununca ayrıca yatırım bedelinin yüzde 2’si kadar idari para cezası uygulanır. 22 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Bakanlık olarak kesinlikle ceza kesme meraklısı olmadığımızı ifade etmek istiyorum. Bizim istediğimiz faaliyet sahiplerinin verilen kararlara ve çevre mevzuatına göre faaliyetlerini gerçekleştirmeleridir. ÇED raporunun kapsamı ve özel formatı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkililerinden, ilgili kurum ve kuruluşların temsilcilerinden, proje sahibinden ve/veya temsilcilerinden oluşan bir Komisyon tarafından belirlenir. YATIRIM HANGİ ŞARTLARDA DURDURULUR? Çevresel Etki Değerlendirmesi Olumlu" kararı ya da "Çevresel Etki Değerlendirmesi Gerekli Değildir" kararı verildikten sonra, proje sahibi tarafından “Nihai Çevresel Etki Değerlendirmesi Raporu” veya proje tanıtım dosyasında taahhüt edilen hususlara uyulmadığının tespit edilmesi durumunda, söz konusu taahhütlere uyulması için projeyle ilgili Bakanlıkça/ Valilikçe bir defaya mahsus olmak üzere süre verilebilir. ÇED Raporu bilimsel bir çalışma olup, söz konusu rapor içerisinde Bakanlığımızca ve ilgili kamu kurum ve kuruluşların yer aldığı komisyon talepleri doğrultusunda her proje için farklı analizler, etütler ve modellemeler gibi çalışmaları da içermektedir. Dolayısıyla, ÇED Raporu kapsamındaki çalışmaların sonuçlanma süresi projeye göre değişiklik göstermektedir. Genel Müdürlüğümüzce ÇED Yönetmeliği kapsamında gerçekleştirilen prosedürlerde yazışma süreçlerinde yaşanan zaman kayıplarını ortadan kaldırması amacıyla ÇED sürecinin e-devlet kapsamına alınması için “Çevrimiçi ÇED Süreci Yönetimi Projesi” planlanmıştır. Çevresel Etki Değerlendirmesi sürecinin e-devlet kapsamına alınması ile ÇED süreci içerisinde evrak akışı elektronik ortamda gerçekleşeceği için evrak havaleleri ve postada yaşanan zaman kayıpları da ortadan kaldırılacaktır. Proje ÇED sürecinin 132-183 iş günü olan tamamlanma süresinin (ÇED raporunun firma tarafından hazırlanma süreci hariç) 51-60 işgününe kısalmasını sağlayacaktır. ÇED SÜRECİ E-DEVLET KAPSAMINA ALINIYOR ÇED sürecinin e-devlet kapsamına alınması ile ÇED Yönetmeliği kapsamında verilen tüm kararlara hızlı erişimin sağlanacaktır. Diğer taraftan sürecin elektronik ortamda işletilmesi ile başvurunun yapıldığı andan itibaren; yatırımcı süreçleri takip edebilecek, ek gereksinimleri, revizyon taleplerini sistem üzerinden tamamlayabilecek ve sürecin bütün aşamalarını şeffaf bir şekilde izleyebilecektir. ÇEVRİMİÇİ ÇED SÜRECİ YÖNETİMİ PROJESİ Proje kapsamında; ÇED sürecinin çevrimiçi olarak izlenmesi, analiz edilmesi ve şeffaf bir ortamda süreçlerin işletilerek halkın bilgilendirilmesi hedeflenmektedir. ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARLARI SEKTÖREL DAĞILIMI TARIM GIDA %13 ULAŞIM KIYI TURİZM %2 KONUT %7 ÇED OLUMLU KARARLARI SEKTÖREL DAĞILIMI SANAYİ %12 TARIM GIDA %9 MADENCİLİK % 51 ATIK KİMYA %9 ULAŞIM KIYI %9 SANAYİ %14 TURİZM KONUT %8 MADENCİLİK % 25 ENERJİ %6 ATIK KİMYA %15 ENERJİ % 20 1993’ten günümüze kadar 2352 adet faaliyete “ÇED Olumlu” kararı, 35884 adet faaliyete “ÇED Gerekli Değildir” kararı olmak üzere toplam 38.236 karar verilmiştir. Süreç başladığı andan itibaren projeye ilişkin tüm bilgiler (raporlar, toplantı tarihleri ve yerleri, projenin hangi aşamada olduğu) Bakanlık web sayfasında yayınlanacak, yine web sayfası üzerinden halk tarafından projeye ilişkin görüş ve öneriler iletilebilecek, bu görüş ve öneriler tüm süreç boyunca tüm komisyon üyeleri tarafından görülebilecek, dolayısıyla değerlendirmelerde göz önünde bulundurulacaktır. Sonuç olarak “Çevrimiçi ÇED Süreci Yönetimi Projesi” ile planlanan yatırımlar hayata geçmeden önce kamuoyunun katılımının daha etkin bir hale gelmesi beklenmektedir. 1993’TEN BUGÜNE 38236 ADET ÇED KARARI 1993 yılında yayınlanan ilk ÇED Yönetmeliğinden Nisan 2012 sonu itibariyle gerçekleştirilen ÇED çalışmaları neticesinde 2352 adet faaliyete “ÇED Olumlu” Kararı, 35884 adet faaliyete “ÇED Gerekli Değildir” Kararı verilmiştir. “ÇED Olumlu” Kararlarının yüzde 25’lik dilimini oluşturan Madencilik faaliyetlerini, yüzde 20 ile Enerji, yüzde 15 ile Atık-Kimya, yüzde 14 ile Sanayi, yüzde 9 ile Tarım Gıda ve Ulaşım-Kıyı, yüzde 8 ile de Turizm-Konut faaliyetleri takip etmektedir. “ÇED Gerekli Değildir” kararı verilen faaliyetlerde ise yüzde 51’lik oranla Madencilik faaliyetleri yine başı çekerken bunu yüzde 13 ile Tarım Gıda, yüzde 12 ile Sanayi, yüzde 9 ile Atık-Kimya, yüzde 7 ile Turizm-Konut, yüzde 6 ile Enerji ve yüzde 2 ile Ulaşım-Kıyı faaliyetleri takip etmektedir. KAĞIT İSRAFINA SON VERİLİYOR Sürecin elektronik ortamda işletilmesi ile ÇED Başvuru Dosyası, ÇED Raporu ve Nihai ÇED Raporlarının çoğaltılması sırasında oluşan kâğıt israfının tamamen ortadan kaldırılması da sağlanacaktır. ÇED Başvuru Dosyası, ÇED Raporu ve Nihai ÇED Raporunun yaklaşık 300-500 sayfayı bulduğu, komisyon üye sayısının ise proje özelliklerine bağlı olarak ortalama 10-20 kurum-kuruluş arasında değişiklik gösterdiği göz önüne alındığında ciddi boyutta kaynak sarfiyatının önleneceği görülmektedir. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 23 TARİH Kanuni’nin vizyonuna İngilizler 300, Ruslar ise 400 yıl sonra ulaşabildiler… OSMANLI’NIN ÇAĞLARI AŞAN ÇILGIN PROJELERİ Asya, Avrupa ve Afrika’yı yüzlerce yıl adil bir şekilde yöneten Osmanlı’nın projeleri çağları aşıyor… Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın hayallerini asırlar sonra gerçekleştiriyor olmanın mutluluğunu yaşıyor. 1973’te Boğaziçi Köprüsü, 1988’de ise Fatih Sultan Mehmet Köprüsü hizmete açılarak Asya ile Avrupa’yı birbirine bağladılar. Dünyanın incisi İstanbul, şimdilerde iki kıtayı deniz altından birbirine bağlayacak 2 önemli projenin tamamlanmasını bekliyor: Bu önemli projelerden biri 9 Mayıs 2004’te temeli atılan Marmaray, diğeriyse 26 Şubat 2011’de temeli atılan İstanbul Boğazı Karayolu Tüp Geçit projeleri… Bunlar içerisinde 29 Ekim 2013’te hizmete açılacak olan ve İstanbul’un iki yakasını boğazın altında inşa edilen demiryolu ile birbirine bağlayacak olan Marmaray Projesi, cihan imparatorluğu Osmanlı’nın 1800’lü yılların son çeyreğinde projelendirdiği bir hayalin 122 yıl sonra gerçekleşmesi anlamını taşıyor… Denizleri denizlerle, kıtaları kıtalarla, gönülleri gönüllerde buluşturmak konusunda üstad olan adalet timsali Osmanlı’nın bundan 121 yıl önce 1891’de gündeme getirdiği İstanbul Boğazı’na tüp geçit yapma projesi bugün nihayet gerçeğe dönüşüyor. Tarihin gördüğü ender cihan imparatorluklarından biri olan Osmanlı’nın denizleri ve karaları birleştirme projesi sadece İstanbul Boğazı’na tüp geçit yapmaktan ibaret değil elbette… DON-VOLGA KANALI PROJESİ II. Bayezid, 1503 yılında Haliç’e bir köprü yaptırmaya karar verdi. İlk teklif ünlü ressam Leonardo Da Vinci’den geldi. Da Vinci, istenirse Anadolu’ya uzanan bir Boğaz köprüsü teklifinde bulundu. Simon Prerault tarafından hazırlanarak II. Abdülhamid’e sunulan Cisr-i Enbubi Projesi. 24 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Kanuni Sultan Süleyman 1552 yılında Rusya’nın yayılmasını önlemek için Don ve Volga nehirleri arasına bir kanal açıp Hazar Denizi’ne ulaşmayı hedefledi. 1569 yılında üçte biri kazılan ancak tamamlanamayan kanal, 400 yıl sonra 1952’de Ruslar tarafından inşa edildi. KANUNİ’NİN SÜVEYŞ KANALI PROJESİ Aynı Kanuni, 1568 yılı sonunda Mısır Beylerbeyi’ne bir ferman göndererek, Hindistan'ın Portekizlilerin elinden alınmasının icap ettiğini ve bu sebeple, Süveyş'ten Akdeniz’e bir kanal açılarak donanmanın Kızıldeniz’e geçmesinin zaruri olduğunu, bu iş için mimar ve mühendisler gönderip gerekli tetkiklerin yapılmasını istedi. İngilizler, Süveyş Kanalı’nı 300 yıl sonra 1869 yılında açtılar. KARADENİZ İLE MARMARA’YI BİRLEŞTİRMEK Kanuni’nin denizleri birleştirme projeleri bunlarla sınırlı değildi. İznik gölü ve Sakarya nehri aracılığıyla Marmara Denizi ile Karadeniz'i birleştirme fikri de ilk defa Kanuni Sultan Süleyman zamanında dile getirildi. Projenin muharrik gücü, donanmanın kereste, İstanbul’un ahşap ihtiyacıydı… Nitekim proje, 1591yılında III. Murat döneminde ikinci defa ele alındı. Osmanlı’nın Marmara Denizi ile Karadeniz’i birleştirme rüyası bununla da kalmadı; 1654 yılında IV. Mehmed, “Hindoğlu” diye bilinen bir mühendisi bölgeye göndererek yeniden keşif yaptırdı. SAPANCA GÖLÜ - KÖRFEZ PROJESİ 29 Ekim 2013’te hizmete açılacak olan Marmaray, cihan imparatorluğu Osmanlı’nın 1800’lü yılların son çeyreğinde projelendirdiği bir hayalin 122 yıl sonra gerçekleşmesi anlamını taşıyor. I. Mahmud devrinde (1730-54) ise İstanbul’un tahıl ve odun ihtiyacı göz önünde bulundurularak bu kez Sapanca gölü ile İzmit körfezinin birleştirilmesi düşünüldü. Sultan III. Mustafa’nın 1759 tarihinde verdiği emirle, Sapanca gölü ile Körfez birleştirilmek istendi; 20 Mayıs 1761’de bu hususta ferman yayınlanarak işin ciddiyeti vurgulandı. Aynı proje II. Mahmut (1813), Sultan Abdülmecid (1845 ve 1857) ve Sultan Abdülaziz (1863) dönemlerinde de gündeme geldi ve üzerinde çalışıldı. II. ABDÜLHAMİD’İN BOĞAZİÇİ KÖPRÜSÜ Asya ile Avrupa'yı İstanbul boğazına yapılacak bir köprüyle birbirine bağlama düşüncesi II. Bayezid’ten 400 yıl sonra Sultan II. Abdülhamid Han tarafından da projelendirildi. II. Abdülhamid Han, Fernidan Arnoden isimli bir Fransız İnşaat Mühendisine, boğazın Sarayburnu-Üskü- dar ve Rumeli Hisarı-Kandilli arasında olmak üzere iki ayrı köprü projesi hazırlattı. Murat Bardakçı, 9 Ocak 1998 tarihli Hürriyet’te yayınlanan “Boğaz’ın asırlık tüp geçit hayali” başlıklı yazısında II. Abdülhamid’in köprü projelerine dair şu ifadeleri kullanıyor: MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 25 TARİH “Osmanlı arşiv belgelerine bakarsanız, Boğaz'a bir köprü yapılması projelerinin hazırlanması 1878 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar gidiyor. Ancak projenin dört başı mamur bir şekilde çizilerek Sultan Abdülhamid'in önüne çıkartılması, ancak 1900 yılının Kasım'ında gerçekleşir. Boğaziçi Şimendifer Kumpanyası'nın o tarihten kısa bir müddet önce açılmış olan İstanbul-Bağdat Demiryolu'nu tamamlayıcı bir geçit olarak düşünüp teklif ettiği ve ‘Hamid Köprüsü’ demek olan ‘Cisr-i Hamidi’ adını verdiği bu proje, Osmanlı mühendislik ta- rihinin ilk Boğaz köprüsü çalışması olarak kabul edilir. Projeyi, Bağdad demiryolunun işletmesini yürüten Almanlar yaparlar. Köprü, o dönem Osmanlı ve Avrupa mimarisinde etkili olan Magrip üslubuna göre inşa edilecek ve her iki ayağın uzun minareli mermer kubbeleri arasına çelik halatlar gerilecektir. Köprü, Magrib üslubu mimarinin yanı sıra Selçuklu tarzı kubbe süslemeleri ve 16-17. yüzyıl Osmanlı çinileriyle süslenecektir.” BOĞAZ’IN ALTINA TÜP GEÇİT PROJESİ Aynı Sultan II. Abdülhamid, 29 Ekim 2013’te hizmete açılacak olan İstanbul Boğazı demiryolu tüp geçit projesi olan Marmaray’ı da bundan 121 yıl önce 1891’de projelendirdi. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü’ne bağlı Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan tek sayfalık belgede Simon Prerault’un imzası ve 3 Ağustos 1891 tarihi yer alıyordu. Prerault’un projesi, Salacak ile Sarayburnu arasında Cisr-i Enbubi (Tüp Geçit) yapılmasını öngörüyordu. Kanuni, 1552’de Don ve Volga nehirleri arasına bir kanal açıp Hazar Denizi’ne ulaşmak ister. 1569’da üçte biri kazılan kanal, 400 yıl sonra 1952’de Ruslar tarafından inşa edilir. KAYNAKÇA: Şahin, Turan-; Osmanlı'nın Çılgın Projeleri, Yitik Hazine Yayınları, İstanbul 2012. İnalcık, Halil-; Osmanlı-Rus Rekabetinin Menşei ve Don-Volga Kanalı Teşebbüsü (1569), Belleten, C. XIII, s. 371. Uzunçarşılı, İsmail Hakkı-; "Marmara ve Karadeniz’in Birleştirilmesi Hakkında Vesikalar ve Tetkik Raporları” Belleten, c. IV.,say, 14-15, Ankara 1940 ,s.150-174 Katip Çelebi, Tuhfetü’l Kibar fi Esfari’l-Bihar, İstanbul, 1329 h., s. 86. Yılmaz, Ömer Faruk-; “Beş Asırlık Kanal Projesi”, Yedikıta, Şubat 2010 İstanbul, s.18-21. Yılmaz, Ömer Faruk-; Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın Tüp Geçit (Tünel-i Bahri) Projeleri, Çamlıca Basım Yayın, İstanbul 2010. 26 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 RÖPORTAJ Koza İpek Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İPEK: AB’NİN VE DÜNYANIN ÖRNEK ALDIĞI BİR ÇEVRE KORUMA SİSTEMİMİZ VAR “Ekonomik kalkınma, sosyal kalkınma güzel; ancak bunlar çevre korumayla anlam kazanır” diyen İPEK’e göre, ekonomik ve sosyal kalkınma çevre koruma ile taçlanmazsa, hiç bir önem taşımıyor. 1948 yılında matbaacılıkla başlayan, davetiye, kırtasiye, kâğıt ve karton konusunda uzmanlaşmayla devam eden, madencilikten enerjiye, inşaattan basın yayına, gıdadan turizme, havacılıktan reklam ve organizasyon hizmetlerine kadar pek çok alanda faaliyet gösteren % 100 yerli sermayeli Koza İpek Holding Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek, ilk röportajını Çevre ve Şehircilik dergisine verdi. Faaliyette bulundukları tüm sektörlerde Türkiye’nin lider kuruluşu olmak ve uluslar arası arenada Türkiye’yi öncü kuruluş olarak temsil etmek vizyonuyla hareket ettiklerini belirten İPEK ile, holdingin özellikle madencilik konusunda uyguladığı ekosistemle uyumlu yüksek çevre standartlarını ve başarı öyküsüne dair daha pek çok konuyu enine boyuna sizler için konuştuk. Sorularımızı içtenlikle cevaplandıran İPEK, AB ödüllü çalışmalarından üniversite kurma çalışmalarına, “sosyal onay” sisteminden “insanı yaşat ki, devlet yaşasın” prensibine kadar pek çok konuda önemli mesajlar verdi. Şimdi sizleri bu doyumsuz sohbetle baş başa bırakıyoruz… Şirketimiz artık belli bir büyüklüğe ulaştı. Sadece Koza Altın İşletmelerinin kaynakları 20 Milyar Dolara yaklaştı. 140 Milyonun üstünde vergi ödedik. Vergide ilk 25’te olmayı bekliyoruz. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yapılan mevzuat değişikliklerini ve ÇED mevzuatını değerlendirir misiniz? H. Akın İPEK: Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) mevzuatı, AB uyum yasaları çerçevesinde düzenlenmesinden sonra, Türkiye’yi çevre konusunda dünyanın en hassas ülkelerinden biri haline getirdi. Çıta yükseldi; iyi de oldu. Bu, hiçbir şey yaptırmamak değildir. Tam aksine, işletmelerin çevre konusunda bilinçlenmesi ve denetlenmesi, sektörün ve faaliyet gösteren şirketlerin uzun vadeli olarak önünü açacaktır. Çevre anlayışının oturması ile işletmelerin faaliyette bulunduğu bölgelerdeki yöre insanı gelişmeleri ve gerçekleri görecek, işletmelere olan güven artacak, bu diğer bölgeler için de referans olacaktır. Zamanla, bilim dışı, asılsız iddiaların, dedikoduların, yöre halkının huzursuz etmesinin önü kesilecektir. Devlet kanun ve yönetmeliklerle ve denetimle kendi görevini yaptı, yapıyor. Bunun kadar önemli olan diğer husus da işletmelerin yapmaları gerekenlerdir. Bu anlamda madencilik sahasında faaliyet gösteren işletmelere düşen görevler nelerdir? Madencilik ve yer altı zenginlikleri ile ilgili şirketlerin faaliyet gösterecekleri bölgelerde, orta ve uzun vadeli sosyal ve ekonomik projeler geliştirmek, yöre halkına fayda ve katkı sağlamak, şeffaf ve güvenilir olmak gibi sorumlulukları vardır, olmalıdır. Bu durum çeşitli ülkelerde faaliyet gösteren şirketler için de geçerlidir. Bu durumda da faaliyet gösterilen ülkelerde aynı hassasiyetin gösterilmesi gerekir. 28 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Çevreye bu denli önem vermenizin gerekçeleri nelerdir? Çevre anlayışı olmadan uzun vadeli hiç bir işletme yaşayamaz. Özellikle maden sektöründe orta ve uzun vadeli planlar yapılacaksa, mutlaka çevreye hassasiyet gösterilmelidir. Şirketler ayrıca, faaliyet gösterdikleri yörenin kalkınmasına ve orada yaşayan insanların refah düzeyinin yükseltilmesine yönelik çeşitli sosyal projeler üretmelidirler. Çünkü madenler sınırlı kaynaklardır. Ben burada 3 Milyon KOZA ALTIN 3 YIL SONRA DÜNYA ÇAPINDA DEV BİR FİRMA OLACAK AB ödüllü bir maden işletmesi olan Ovacık’taki Koza Altın İşletmesinden bahseder misiniz? Biz bu şirketi 2005 yılında Newmont’tan 20 Milyon Dolar ödeyerek aldık. Kaynakları 20 Milyar Dolara ulaştı. 2005’in Mart ayında hizmete girdik. İkinci tesisi, üçüncü tesisi kurduk. Yakın gelecekte Koza Altın’ın dünya çapında dev bir firma olması için çalışıyoruz. Bize hizmet eden firmalarla birlikte 5 bin kişiye ulaştık. Önemli bir rakamdır bu. Bunların ailelerini de düşünürseniz işin boyutu daha da önemli hale gelir. Ovacık’ta uyguladığımız “çevreye duyarlı sürdürülebilir madencilik konsepti” ile dünyaya örnek oluyoruz. Dolarlık, 5 Milyon Dolarlık bir şirketten bahsetmiyorum; kaynakları multi milyar dolar seviyesinde olan şirketlerden bahsediyorum. Kaynakları belli büyüklüğe ulaşmış şirketler, kendi ülkelerinde veya başka bir ülkede faaliyet gösterdikleri bölge insanları için sosyal ve ekonomik kalkınma projeleri oluşturmadan uzun vadede varlıklarını sürdüremezler. Şirket olarak Afrika ve diğer ülkelerde madencilik için fırsatlar arıyoruz. Elde ettiğimiz kazanç- ların bir kısmını o ülkenin kalkınmasına, ekonomisine ve sosyal refahının artması için ayırıyoruz. Konunun altını bu kalınca çizdiğinize göre ülkemizde ve dünyada bu konuda hayli kötü örnek bulunuyor olmalı… Afrika’nın hali ortada… Kendi kaynaklarını kullansaydı, bu halde mi olurdu Afrika? Böyle adalet, rezalet olur mu? Adamların elindeki bütün yer altı kaynakları başka bir ülkede… Biz böyle yapmayız. İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN Şirketlerin merkezinde daima insan olmalıdır. Ecdadımızın güzel bir sözü var: “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın.” Bu ölçü şirketler için de geçerlidir. Osmanlı’yı küçük bir beylikten cihan imparatorluğu haline getiren bu anlayıştır. Paradan önce gönülleri kazanmak gerekir. Bizim atamızdan, babamızdan, ecdadımızdan gördüğümüz, işittiğimiz bu. Sadece kâr elde etmek için, zenginleşmek için ticari faaliyet yürütülmez. Belki kısa vadede kâr etmiş gibi görünürsünüz, ancak uzun vadede zarar edersiniz. İnsanlar yarın karşınıza dikilirler. Bir işi yaparken, bir işletmeyi kurarken kanunlara ve kaidelere uygun hareket etmiş olabilirsiniz; ancak bizim nazarımızda bu yeterli değildir. Biz “sosyal onay”ı da önemsiyoruz. Eğer bir işte toplumsal fayda sağlanmıyorsa, kâr getirse bile o işi yapmak taraftarı değiliz. Siz bir bölgeye yatırımcı olarak gittiğiniz zaman, o bölgenin halkı ve yerel yönetimi bir beklenti içerisine giriyor; okul istiyor, yurt istiyor… Hakları var... Bu talepleri seve seve karşılamalısınız. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 29 RÖPORTAJ ALTIN KOZA ÜNİVERSİTESİ EN BÜYÜK PROJEMİZ OLACAK Kurmayı düşündüğünüz Altın Koza Üniversitesi hangi ihtiyaçtan doğdu, ne amaçlıyorsunuz? Altın Koza Üniversitesi’nde ekonomi ve işletme başta olmak üzere sosyal konulara yönelik bölümler bulunacak. Kampüs aynı zamanda bir film platosu olacak. Dersler aile yapısına uygun, ahlakı muhafaza edecek bir yapıda filmlerle anlatılacak. Bunu kendine dert edinmiş başarılı insanlar yetiştirmek istiyoruz. Ülkemiz ve insanlık için hayırlı işler yapan, etik değerlere bağlı, bilgili ve işinin ehli insanlar yetiştirmek istiyoruz. olmaktadır. Üstünde türlü oyunlar, planlar yapılmaktadır. Savaş çıkartan adam, ülke kaynakları için başka plan yapmaz mı? Elbette yapar. Kaynakları belli büyüklüğe ulaşmış şirketler, kendi ülkelerinde veya başka bir ülkede faaliyet gösterdikleri bölge insanları için sosyal ve ekonomik kalkınma projeleri oluşturmadan uzun vadede varlıklarını sürdüremezler. Siz nasıl bir yol izliyorsunuz. Örnek verir misiniz? Geçtiğimiz dönemde ziyaret ettiğim bir Afrika ülkesinin Devlet Başkanı ile görüşmem sırasında aynı vurguyu yaptım, “Afrika’nın madenleri Afrika’nındır” dedim. Yatırımı ben yapıyorum, kazancımın bir kısmını doğal olarak ben alıyorum ve ülkeme götürüyorum. Ancak paranın önemli kısmı Afrika’da büyümeli, yatırıma dönüşmeli. İşte o zaman Afrika yaralarını daha çabuk sarar ve daha hızlı büyür… Türkiye’de yatırım yapan yabancı yatırımcılar için de ayrı şey geçerli; Türkiye’deki kaynaklarla Türkiye’yi kalkındır, Afrika’daki kaynaklara da orda yatırım yap. Ken- 30 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 dinle birlikte orayı da büyüt, orada başka madenler satın al, orda başka şirketler kur, orada yap bunları... Böylece toplumsal barışa katkı sağlamış olursun. 1994 yılında Ruanda’da 100 günde 1 milyon insan öldü. Bu olayların arkasında ülkede yatırım yapan yabancılar mı vardı? Yer altı zenginlikleri olan ülkelerde, başka ülkelerin çıkarları ve planları oluyor. Afrika’da, Afganistan’da, Irak’ta; Dünyanın en zengin yer altı değerleri var. Yer altı zenginlikleri ülkelerin katma değeri en yüksek ve sınırlı varlıklarıdır. Geçmişte olduğu gibi bugün de ülkeler arasında sonu işgale kadar giden savaşlara neden Yurtdışı yatırımı yapacak olanlara başka tavsiyeleriz var mı? Yabancı şirketlerin yerli ortak almada önemli bir avantajları vardır. Yerli şirketler yöreyi bildikleri için yol gösterici olurlar. Üstelik yöre insanının değerlerine saygılı olurlar. Bazı şirketler bunu anladılar. Ama bazı şirketler anlamadılar, umursamıyorlar o konuyu. Bence almalılar, çünkü bunlar ÇED mevzuatı, AB uyum yasaları çerçevesinde düzenlenmesinden sonra, Türkiye’yi çevre konusunda dünyanın en hassas ülkelerinden biri haline getirdi. Çıta yükseldi; iyi de oldu. kısıtlı kaynaklar… Biz buna “sosyal onay” diyoruz. Bir işi yaparken, bir işletmeyi kurarken kanunlara ve kaidelere uygun hareket etmiş olabilirsiniz ve bu faaliyete geçebilmeniz için yeterlidir. Ancak bizim nazarımızda yeterli değildir. Çünkü biz “sosyal onay”ı da en az kanuni onay kadar önemsiyoruz. Bu bağlamda holding olarak yurtiçinde gerçekleştirdiğiniz uygulamalardan örnekler verir misiniz? Siz bir bölgeye yatırımcı olarak gittiğiniz zaman, bölge halkı ve yerel yönetimi bir beklenti içerisine giriyor; okul istiyor, yurt istiyor… Hakları da var... Çünkü siz orda bir katma değer oluşturuyorsunuz; yerel kalkınmaya, refaha ve sosyal barışa katkı sağlayacak bu gibi talepleri seve seve karşılamalısınız. Altın işletmemizin bulunduğu Ovacık’ta tarımla, hayvancılıkla ilgili sosyal projeler oluşturmaya başladık. İlk çiftliğimizi Eskişehir’e kuruyoruz. Bölge halkıyla anlaşma yaptık, onlara ekecekleri şeylerin paralarını vermeye başladık. Ürünlerini biz satın alacağız. Kimi yerlerde süt ineği dağıtmayı düşünüyoruz, üretilecek sütleri satın alma garantisi veriyoruz. Zeytin ve fıstık çamı üretimini destekleyerek, bölgenin kalkınmasına katkı sağlıyoruz. Doğayı sürdürülebilir bir şekilde kullanıyor ve koruyoruz. Bu yönümüzde hatırlanmak, hayır-dua ile anılmak istiyoruz. “Bu topraklardan kazandık ve bunun karşılığında bir de bu toprakları korumak ve topluma yeniden kazandırmak için bir şeyler yaptık” diyebilmek istiyoruz. Bizim için insan esas unsurdur. İnsanlara ne kadar faydanız dokunursa, sizi o kadar çok kalkındırırlar. Gittiğiniz yerde kolunuza girip “gel kardeşim benim madenlerimi sen işlet” derler. Hamdolsun bu güzellikleri bizler yaşıyoruz. İnsan merkezli düşündüğümüz müddetçe büyümeye devam edeceğizi biliyoruz. Biz bir bölgeye giderken sadece kazanmaya değil, aynı zamanda kazandırmaya gidiyoruz. Bir kapkaççı gibi değil, insanları ikna ederek gidiyoruz. Ticari işlerimizde ve sosyal projelerimizde mümkünse üç, ama genelde iki faydayı arıyoruz: Birincisi, yaptığımız işte mutlaka toplumsal bir fayda sağlasın istiyoruz. Eğer bir işte toplumsal fayda yoksa, kâr getirse bile o işi yapmak taraftarı değiliz. İkincisi işletmemiz kâr etsin, kendi sektöründe büyüsün istiyoruz. Üçüncüsü, yaptığımız işin kendi grup şirketlerimizin büyümesine katkı sağlamasını istiyoruz. DENETLENMEKTEN MUTLU OLAN VE GURUR DUYAN BİR FİRMAYIZ AB’nin “En İyi Uygulamalar” arasında gösterdiği Ovacık Maden İşletmesi’ndeki çalışma prensipleriniz nelerdir? AB Komisyonu geldi, inceledi, “En İyi Uygulamalar (BAT)” konusunda Ovacık’ı örnek gösterdi. Holdingimiz ve ülkemiz için gurur kaynağı olan bu başarı tesadüf değildir. Çünkü biz, faaliyet gösterdiğimiz sektörde en iyisini yapıyoruz ve denetimi seviyoruz. Önceliğimiz iş güvenliğidir. Yer altındaki sığınma istasyonlarımız, üç gün boyunca yeme içme ihtiyaçlarını karşılayacak donanıma sahip. İkinci önceliğimiz çevreyi korumak, üçüncü önceliğimiz ise toplumla ilişkilerdir. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 31 KAPAK YABANCILARA MÜLK SATIŞI ÇAĞIN ŞARTLARINA UYGUN HALE GELİYOR Osmanlı döneminde önceleri bazı fermanlarla, 8 Haziran 1868’den itibaren kanunla gerçekleştirilmeye başlayan yabancılara mülk satışı, yapılan son düzenlemelerle çağın şartlarına uygun hale getiriliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nce “Yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimine ilişkin mevzuat değişikliği” hakkında yürütülen bir çalışma hakkında yapılan açıklamada; kanunun mevcut durumu, yeni düzenlemelerin neler getirdiği ve Türkiye’nin bu düzenlemelerden beklentilerinin neler olduğu detaylı bir şekilde ele alınıyor. Dünya coğrafyasının çok önemli bir bölgesinde yer alan Türkiye’nin büyük medeniyetlere, önemli kültürlere ev sahipliği yaptığına dikkat çekilen açıklamada, “Bir köprü niteliğindeki konumu ile Anadolu 32 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 dünya milletlerinin ilgi alanı olmuştur. Gerek Osmanlı imparatorluğu, gerekse Türkiye Cumhuriyeti bu sebeplerle mülkiyet hakkına, hukukuna ve uygulamalarına büyük önem vermiştir” deniliyor. OSMANLI DÖNEMİNDE YABANCILARIN MÜLK EDİNMESİ Osmanlı döneminde yabancılara taşınmaz edinme hakkının önce bazı fermanlarla, daha sonra da 8 Haziran 1868 tarihli “Uyruk-i Ecnebiyenin Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun” ile verildiğinin hatırlatıldığı açıklama şöyle devam ediyor: “Bu kanun ile yabancılara Osmanlı Devleti sınırları dâhilinde gayrimenkul edinme hakkını tanımış, ancak yabancıların bu haktan yararlanırken çeşitli şartlara tabi tutulacakları hususu da belirtilmiştir. Bu şartlardan ilki, yabancıların gayrimenkul tasarruflarına ilişkin bütün hususlarda Osmanlı kanun ve nizamları uygulanacağı esasıdır. İkinci olarak, yabancılar Hicaz vilayetinde gayrimenkul edinemeyeceklerdir. Üçüncü olarak, Osmanlı uyrukluğunda iken, sonradan yabancı bir devletin uyrukluğuna geçen Osmanlılar bu kanundan yararlanamayacaklardır. Dördüncüsü ise, ekli protokole katılmamış olan devletlerin uyrukluğunda olan yabancıların gayrimenkul edinemeyeceklerini de belirtmiştir.” LOZAN ANTLAŞMASI’NDAN SONRAKİ DURUM 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması, Türkiye’de yabancıların arazi edinimi konusunda önemli bir noktayı belirtmektedir. İmzalanan bu antlaşma ile birlikte Türkiye, Osmanlı Devleti zamanında kabul edilen 1868 tarihli “Tebaa-i Ecnebi-yenin Emlake Mutasarrıf Olmaları Hakkındaki Kanun” ile benimsenmiş olan, tebaaya temsil sistemini terk ederek, mütekabiliyet (karşılıklılık) esasını kabul etmiştir. Buna göre, Lozan Antlaşmasına taraf olan İngiltere, Fransa, Japonya, İtalya, Yunanistan, Romanya ve Yugoslavya (Hırvat-Sırp Krallığı)’nın vatandaşlarının Türkiye’de tam bir karşılılık esasına göre taşınmaz edinebilecekleri hususu belirtilmiştir. 2003 YILINDA YAPILAN DEĞİŞİKLİKLER 2003 yılına kadar Türkiye’de yabancıların taşınmaz edinimi önemli boyutlara ulaşmadığı için kamuoyunda ağırlığı olan bir konu olmadığına dikkat çekilen açıklamada, “2003 yılından itibaren mevzuatımızda gerçekleştirilen düzenlemeler ve ülkedeki istikrar ortamıyla birlikte edinimlerin artmaya başlaması, yabancıların taşınmaz edinimlerinin boyutları ve bunun olası sonuçlarına dair tartışmaları da beraberinde getirmiştir” ifadeleri kullanılıyor. Toplumun bir kesiminde yabancılara yoğun bir satışın gerçekleştiği ve mevcut uygulamanın sınırlanması, hatta yasaklanması gerektiği dillendirilirken, bir diğer TÜRKİYE’DE EN FAZLA TAŞINMAZ EDİNEN ÜLKELER kesiminde ve iş çevrelerinde ise yabancı sermayenin önünün açılmasının ve bu konudaki sınırlandırmaların ve bürokrasinin azaltılmasının gerekliliği öne sürüldüğü kaydedilen açıklama şöyle devam ediyor: “Küresel piyasalarda güçlü bir yer edinme arzusu içinde hareket eden Türkiye’de, son yedi yıllık süreçte yabancılar tarafından önemli yatırımlar gerçekleştirilmiş ve bu güne kadar aşağı yukarı 116.000 taşınmaz yabancılar tarafından mülk edinilmiştir.” ÇAĞIN ŞARTLARINA UYGUN DÜZENLEME İHTİYACI Yaşanan bu gelişmeler ışığında yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimine ilişkin mevcutta 2000’li yılların küresel ekonomik, mali ve siyasi ihtiyaçlarına cevap verebilecek ve hepsinden önemlisi milli çıkarların azami ölçüde korunabileceği 3.801 NORVEÇ 5.168 İRLANDA ÜLKE TAŞINMAZ SAYISI Almanya 37.232 İngiltere 25.177 Yunanistan 9.988 Avusturya 6.429 İrlanda 5.168 Hollanda 5.065 Danimarka 4.766 Rusya Federasyonu 4.624 Norveç 3.801 Belçika 2.575 TOPLAM 104.825 25.177 4.766 İNGİLTERE DANİMARKA 5.065 HOLLANDA 37.232 2.575 BELÇİKA 4.624 RUSYA FEDERASYONU ALMANYA 6.429 AVUSTURYA (*) Suriye uyruklulara ait taşınmazların tamamı T.C. Maliye Hazinesi’nin kontrolünde yer aldığından bu listeye dâhil edilmemiştir. (**)14.11.2011 tarihi itibariyle 9.988 YUNANİSTAN TÜRKLERİN TAŞINMAZ EDİNEMEDİĞİ ÜLKELER Ülkemizde yabancı gerçek kişilerin taşınmaz edinebilmelerinin ilk şartı o ülke ile karşılıklılığımızın bulunmasıdır. Yani bir ülkede vatandaşlarımıza taşınmaz edinme hakkı tanınıyorsa ülkemizde de aynı haklar tanınmakta; Türk vatandaşlarına bu hakkı tanımayan ülkelere bu hak tanınmamaktadır. Bu durum her ülkede Büyükelçilerimizce takip edilmekte ve Dışişleri Bakanlığı’na bildirilmektedir. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 33 KAPAK YUNANLILARIN ÜLKEMİZDE TAŞINMAZ EDİNİM ŞARTLARI Yunanistan’la aramızdaki karşılıklılık sebebiyle, bu ülke vatandaşları, kıyı ve hudut bölgelerinde kanuni miras haricinde taşınmaz edinememektedirler. İç bölgelerde ise yasal kısıtlamalar çerçevesinde edinebilmektedirler. 14.11.2011 tarihi itibariyle Yunanistan uyrukluların Türkiye’den satın aldıkları taşınmaz sayısı 9.989, toplam taşınmaz alanı ise 2.864.727 m2’dir. Türk asıllı Yunan vatandaşlarının (Batı Trakya Türkleri) askeri yasak bölge ve güvenlik bölgeleri dışında ülkemizin her yerinde taşınmaz edinmeleri mümkündür. Türk asıllı Yunanistan vatandaşlarının Türkiye’den satın aldıkları taşınmaz sayısı 8.419, toplam taşınmaz alanı ise, 2.325.637 m2’dir. bir düzenlemeye gereksinim duyulduğuna dikkat çekilen açıklamada şu ifadeler kullanılıyor: “1934 tarihli düzenleme ile yabancılara taşınmaz edinme hakkı karşılıklı olmak kaydıyla verilmiş ve edinilecek taşınmaz açısından herhangi bir kısıtlama getirilmemiştir. Kurtuluş Savaşı’nın izlerinin henüz taze olduğu ve cumhuriyetin toplum tarafından yeni yeni anlaşıldığı o yıllarda yabancı edinimlerinde ülke olarak fazla tedirgin olunmadığı görülmektedir.” Zaman içersinde yapılan değişikliklerle yabancıların ülkemizde mülk edinmeleri konusunda sürekli bir kısıtlama getirildiğinin hatırlatıldığı açıklamada, günümüz Türkiye’sinin 1930’ların Türkiye’sinden çok daha güçlü, özgüveni yüksek, gerek bölgesinde ve gerekse dünya ölçeğinde söz sahibi güçlü bir aktör olduğu ifade ediliyor. Yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimlerinde hala eski korkuların izlerinin bulunması bir çelişki olarak nitelendiriliyor. TÜRKİYE, YABANCI YATIRIMCI İÇİN SIĞINILACAK LİMAN Almanya, Belçika, İngiltere, Hollanda, İspanya gibi birçok ülkede mütekabiliyet uygulamasının bulunmadığı, bu ülkelerde taşınmaz edinimi konusunda yerli-yabancı ayrımının olmadığı, sadece kendi iç mevzuatlarında sınırlandırmalara ve sorgulamalara tabi tutulduğu hatırlatılan açıklamada şu ifadeler kullanılıyor: “Bu çerçevede, Alanya Ticaret Odası tarafından yapılan bir araştırmada İspanya’da iki milyon civarında yabancılarca edinilmiş taşınmaz bulunduğu ve bununla 350 ila 400 milyar Euro’luk bir sermaye hareketinin gerçekleştiği tespit edilmiştir.” Son yıllarda petrol fiyatlarındaki artış dolayısıyla Körfez sermayesinin ciddi bir şekilde arttığına işaret edilen açıklamada, “ABD’den çekilen paralar ve petrolün getirdiği sermaye artışı nedeniyle Körfez ülkeleri, yatırım yapabilecekleri yeni ülkeler arayışına girmiştir. Türkiye de bir numaralı aday ülkedir. Birçok yabancı yatırımcı için sığınılacak liman konumundadır” deniliyor. AB’YE UYUMLU DÜZENLEMELER GETİRİLİYOR Türkiye ekonomisinin güçlendiği son yıllarda özellikle turizm amaçlı edinim taleplerinin yoğun bir şekilde arttığı, buna karşın mütekabiliyet ilkesi doğrultusunda uygulanan katı kurallar nedeniyle taleplerin karşılanamadığına dikkat çekilen açıklama şöyle devam ediyor: Yabancıların ülkemizde taşınmaz edinimine ilişkin mevzuat değişikliğiyle, yabancı gerçek kişilerin Türkiye'de taşınmaz edinimlerinin kolaylaştırılması suretiyle gelişmiş ülkelerdeki uygulamalara paralel bir düzenleme getirilmesi amaçlanıyor. 34 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 YABANCI GERÇEK KİŞİLERİN EN ÇOK TAŞINMAZ EDİNDİĞİ 10 İL 12.532 İSTANBUL BURSA 2.284 5.278 ANKARA 1.245 İZMİR 5.434 KAYSERİ 13.062 AYDIN 14.789 32.052 ANTALYA 2.128 MERSİN 1.996 HATAY MUĞLA İL Antalya Muğla Aydın İstanbul İzmir Bursa Ankara Mersin Hatay Kayseri TOPLAM TAŞINMAZ SAYISI 32.052 14.789 13.062 12.532 5.434 5.278 2.284 2.128 1.996 1.245 90.800 (*) 14.11.2011 tarihi itibariyle YABANCILARIN EN ÇOK İLGİLENDİĞİ BÖLGELER Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nün 14.11.2011 tarihli verilerine bakıldığında yabancıların daha çok turizm bölgelerine ilgi gösterdiği görülmektedir. Yabancı gerçek kişilerin Türkiye’den en çok taşınmaz edindikleri ilk 10 il şunlardır; Antalya, Muğla, Aydın, İstanbul, İzmir, Bursa, Ankara, Mersin, Hatay, Kayseri. “Ayrıca yalnız imarlı alanlar içerisinde konut ya da işyeri amaçlı edinimlere izin veriliyor olması ve edinilecek toplam alandaki kısıtlamalar, talepleri başka ülkelere kaydırmaktadır. Bu vesileyle Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanan Tapu Kanunu’nun 35 ve 36. Maddelerinde değişiklik yapan yasa tasarısında; yabancı uyruklu gerçek kişilerin ülkemizde taşınmaz ve sınırlı ayni hak ediniminde, Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişmiş ülkelerle paralel hukuki düzenlemeler yapılması amaçlanmıştır.” Yabancı gerçek kişilerin Türkiye’den en çok taşınmaz edindikleri ilk 10 ilçe ise şunlardır; Antalya-Alanya, Aydın-Didim, Muğla-Fethiye, Aydın-Kuşadası, Bursa-Yıldırım, Antalya-Manavgat, Muğla-Milas, Muğla-Bodrum, Antalya-Konyaaltı, Antalya-Kaş. Hazırlanan yasa tasarısının, Avrupa Birliği müktesebatının üstlenilmesine ilişkin yükümlülüklerimizin yerine getirilmesinde çok büyük bir adım olacağının kaydedildiği açıklamada, “Sermayenin Serbest Dolaşımı Faslı”nın müzakere sürecinde önemli bir engelin aşılması anlamına geleceği belirtiliyor. Böylelikle Türkiye Cumhuriyeti’nin, yabancı uyruklu gerçek kişilerin taşınmaz edinimi konusunda gelişmiş ülkeler yanında hak ettiği yeri alacağı ifade ediliyor. ÜÇ AYRI KATEGORİNİN İKİSİNDE DEĞİŞİKLİK VAR Yabancıların mülk edinimi konusunda üç farklı durum bulunduğuna dikkat çekilen açıklamada, bunlar, “yabancı gerçek kişilerin taşınmaz edinimi, yabancı şirketlerin taşınmaz edinimi, yabancı sermayeli Türk şirketlerinin edinimi” şeklinde sıralanıyor. Yasa tasarısında, “yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz edinimi” noktasında hiç bir değişikliğin öngörülmediğinin belirtildiği açıklama şöyle devam ediyor: YABANCI ŞİRKETLERE AİT TAŞINMAZLAR 2003 yılında Tapu Kanununda yapılan değişiklikten sonra (4916 sayılı yasa yürürlüğe girdikten sonra) ülkemizde taşınmaz edinen yabancı ticaret şirketleri bulunmaktadır. Türkiye genelinde, 14.11.2011 tarihli verilere göre, yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip 21 ticaret şirketi, 160 adet taşınmaz edinmiştir. Bu taşınmazlar Adana, Antalya, Bilecik, Bursa, Denizli, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Nevşehir, Samsun ve Trabzon illerinde bulunmaktadır. Bunların haricinde İzmir’in Bornova ilçesinde 127 adet mesken üzerinde bir adet yabancı ticaret şirketi 49 yıllığına üst hakkı kurmuştur. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 35 KAPAK YABANCILAR STRATEJİK MADEN EDİNEBİLİR Mİ? Maden Kanununun 4. Maddesine göre madenler devletin hüküm ve tasarrufu altında olup üzerinde bulunan arazinin mülkiyetine tabi değildir. Dolayısıyla madenlerin mülkiyetinin yabancılar tarafından edinilmesi söz konusu değildir. Madenler için ancak malikin izni alınmak suretiyle işletme ruhsatı verilebilir. Bu konu ile ilgili özel kanunlar vardır. “Yabancı ticaret şirketleri petrol kanunu, turizm teşvik kanunu, endüstri bölgeleri kanunu gibi sadece özel kanunlar kapsamında ülkemizde taşınmaz edinebilmektedirler. Bunların dışındaki vakıf, dernek gibi yabancı tüzel kişiliklerin ülkemizde taşınmaz edinimi mümkün değildir. Bu durum aynen muhafaza edilmektedir.” TÜRKLERİN SURİYE’DE TOPRAĞI VAR MI? Ülkemiz ile Suriye arasında yapılan emlak müzakereleri uyarınca her iki taraf görevlilerinden oluşan komisyonca belirlenen rakamlara göre, Türk vatandaşlarının Suriye’de toplam 1.024.902 dönüm arazisinin varlığı kabul edilmiştir. Ayrıca hak iddia ettiğimiz 2.284.902 dönüm arazi bulunmakta olup, konu ilerde karma komisyonda görüşülecektir. 36 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 İNŞAAT SEKTÖRÜ ÇÖZÜM İSTİYOR Yabancı gerçek kişilerin, karşılıklı (mütekabiliyet) olmak, kanunî sınırlamalara uyulmak, uygulama imar planı veya mevzii imar planı içinde olmak, işyeri veya mesken amacıyla kullanılmak şartlarıyla Türkiye genelinde toplam yüzölçümü iki buçuk hektarı geçmeyecek kadar taşınmaz edinebildiklerine dikkat çekilen açıklamada şu ifadeler kullanılıyor: “Mevcut durum itibariyle, karşılıklılık bulunmayan ülkelerin vatandaşlarının taşınmaz edinememeleri, imar planları dışında taşınmaz ediniminin olmaması, işyeri ve mesken niteliği haricinde edinim yapılamaması, iki buçuk hektardan fazla edinimin olmaması hususları sorun olarak karşımıza çıkmakta; özellikle inşaat sektörü bu sorunları çözen yeni bir düzenleme yapılmasını istemektedir.” YENİ DÜZENLEME NE GETİRİYOR? Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nce yapılan açıklamada, hazırlanan kanun tasarısında yapılan yeni düzenlemenin neler getirdiği ise şöyle sıralanıyor: “Ülkemizde taşınmaz edinebilecek ülke vatandaşlarını belirleme yetkisi bakanlar kuruluna verilmektedir. Ülke genelinde bir yabancı gerçek kişinin edinebileceği toplam taşınmaz yüzölçümü 30 Hektar’a çıkarılmakta ve Bakanlar Kuruluna bu miktarı iki katına çıkarma yetkisi verilmektedir. Alanya Ticaret Odası tarafından yapılan bir araştırmaya göre, İspanya’da iki milyon civarında yabancılarca edinilmiş taşınmaz bulunuyor; bununla 350 ila 400 milyar Euro’luk bir sermaye hareketi gerçekleşiyor. Yabancı gerçek kişilerin bir ilçede edinebileceği toplam alan uygulama ve mevzii imar planlı alanların yerine ilçe yüzölçümünün yüzde 10’u olarak değiştirilmiştir. İşyeri ve konut sınırlaması kaldırılmıştır. Yapısız taşınmaz edinecek yabancı gerçek kişilere iki yıl içerisinde taşınmazda proje geliştirme şartı getirilmiş ve süresi içerisinde proje geliştirilmeyen taşınmazlar ile süresi içerisinde gerçekleştirilmeyen projenin bulunduğu taşınmazlarda tasfiye ön görülmüştür. Yine bakanlar kuruluna yabancı gerçek kişilerin ve yabancı şirketlerin taşınmaz mal edinimini ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar yönleriyle belirleme, sınırlandırma, kısmen veya tamamen durdurulması veya yasaklanması yetkisi de verilmektedir. Bu da yabancıların taşınmaz edinimi konusunda devletimizin elini eskisinden daha güçlü hale getirmektedir. Ayrıca edinim amacına aykırı kullanıldığı tespit edilenlere de tasfiye öngörülmüştür.” ULUSLARARASI NORMLARA UYGUN SINIRLAMA Yapılan düzenleme ile yabancı gerçek kişilerin Türkiye›de taşınmaz edinimlerinin kolaylaştırılması suretiyle gelişmiş ülkelerdeki uygulamalara paralel bir düzenleme getirilmesinin amaçlandığının kaydedildiği açıklamada, hiçbir devletin yabancıların kendi ülkesinde serbestçe taşınmaz edinmesine seyirci kalmayacağı vurgulanarak şöyle deniliyor: “Kendi şartları çerçevesinde konumunun ortaya çıkardığı siyasi, ekonomik, sosyal ve hukuki sorunlar nedeni ile bir takım sınırlamalar koyma gereği tarihin her döneminde olmuştur. Bugün de aynı koşullar geçerlidir. Ancak bunu yaparken yabancıların hak ve özgürlüklerinin devletlerarası hukuk kurallarının çizdiği çerçeve içinde kalması gerektiğini de gözden uzak tutmamak gerekir.” YABANCILARA SATILMASI YASAK OLAN BÖLGELER 1982 anayasasının 16’ncı maddesinin, “yabancıların hak ve hürriyetlerinin milletlerarası hukuka uygun olarak kanunla sınırlandırılabileceğini” hüküm altına aldığına dikkat çekilen açıklamada, yapılan düzenlemede de benzer bir yaklaşımla “yabancı gerçek kişilerin ancak belirli sınırlamalar çerçevesinde taşınmaz Petrol fiyatlarındaki artışla birlikte ciddi şekilde artan Körfez sermayesi yatırım yapabilecekleri yeni ülkeler arayışına girdi. Bir numaralı aday ülke konumundaki Türkiye, birçok yabancı yatırımcı için sığınılacak liman konumunda. edinebilmesinin” öngörüldüğü belirtilerek söz konusu sınırlamalar şöyle sıralanıyor: “Bunlardan biri kanuni sınırlamalara uyulması kaydıdır; bir yabancı belirlenmiş askeri yasak bölgeler ve özel güvenlik bölgelerinden mevcut düzenlemede olduğu gibi yine taşınmaz edinemeyecektir. Bir diğer sınırlama, ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde bakanlar kurulunca belirlenecek ülkelerin vatandaşlarına yine bakanlar kurulunca belirlenecek alanlarda, nitelik ve sayıda taşınmaz satışının yapılmasıdır.” Yeni düzenleme kapsamında, Bakanlar Kurulu’na “yabancılara taşınmaz satışını düzenleyen maddenin kısmen veya tamamen durdurabilme yetkisinin verildiği” ifade edilerek, böylece endişe ve polemik konusu yapılan “yabancıların belirli yerleri ele geçirmesi” gibi durumların önüne geçileceği vurgulanıyor. Açıklama şöyle devam ediyor: “Yapısız taşınmaz satın almış olan yabancıların taşınmaz üzerinde geliştireceği bir projenin varlığı aranmaktadır. Bu projelerin gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğinin takibi ilgili bakanlık tarafından yapılacak, yabancı gerçek kişi projeyi gerçekleştirmezse aldığı taşınmaz tasfiye edilecektir. Böylelikle yapısız taşınmaz denmekle tarım arazileri de koruma altına alınmış olacaktır.” BAKANLAR KURULU’NA YETKİ VERİLİYOR Mütekabiliyet şartının katı biçimde uygulanmasının, Türkiye’den taşınmaz almak ve bu suretle yatırım yapmak isteyen, ancak ülkesi ile ülkemiz arasında karşılıklılık bulunmayan ülke vatandaşı İSRAİLLİLERİN GAP BÖLGESİNE İLGİSİ DİYARBAKIR ADIYAMAN GAZİANTEP SİİRT BATMAN ŞANLIURFA MARDİN ŞIRNAK KİLİS Resmi kayıtlara göre GAP bölgesinde yabancılar adına kayıtlı 14.11.2011 tarihi itibariyle 1.652 taşınmaz bulunmaktadır. Ayrıca İsrailliler adına GAP bölgesinde taşınmaz kaydı bulunmamaktadır. Ülkemizde İsrail uyruklu gerçek kişiler adına 99 adet taşınmaz bulunmakta olup bunlar ise Antalya, Aydın, Balıkesir, Çanakkale, İstanbul, İzmir, Muğla, Tekirdağ ve Yalova illerinde bulunmaktadır. 32.723 m2 (arsa, arazi, kat mülkiyetli taşınmaz) üzerinde 99 adet taşınmaz İsrailliler adına kayıtlı olup, bunların ülkemizden İsrail’e göçerek İsrail vatandaşı olanlara ait oldukları düşünülmektedir. İsrail vatandaşları GAP bölgesinde gayri resmi yollardan veya bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı adına taşınmaz edindiği iddiası Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü de dâhil ilgili kamu kurumlarınca değerlendirilmiş, iddiaları doğrulayacak hiçbir kanıt ve olaya rastlanılamamıştır. kişilerin yatırımları için başka alanlara yönelmesine sebep olduğuna dikkat çekilen açıklamada şu ifadeler kullanılıyor: “Yapılan düzenleme ile hangi ülke vatandaşlarına satış yapılacağı hususunda Bakanlar Kurulu’na yetki verilmesi suretiyle bu durum engellenerek, ülkemizin yabancılar için cazip bir duruma getirilmesi hedeflenmiştir. Zira Bakanlar Kurulu bu listeleri belirlerken alacağı kararlarla vatandaşlarımıza taşınmaz satışı yapan veya yapmayan ülkeleri göz önüne alabilecekken karşılıklılık engeline takılarak ülkemizde yatırım yapamayan ülke vatandaşlarının da önünü açabilecektir. Böylece mevcut duruma göre ülkemizle arasında karşılıklılık bulunmayan ülke vatandaşı olan ve Türkiye›de yatırım yapmak isteyen kişilerin önlerindeki engeller kaldırılarak ekonomimizin hem döviz girişinin artması ile hem de yapılacak yatırımlar sonucu gelişmesi hedeflenmiştir. Görüldüğü üzere yeni düzenlemede mütekabiliyet sadece sözcük MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 37 KAPAK olarak kaldırılmakta, gerçekte varlığını, üstelik Bakanlar Kuruluna tanınan yetkiler ile çok daha esnek, çok çeşitli durumlara uygulanabilir niteliğiyle sürdürmektedir. Bakanlar Kurulu’nun belirleyeceği ülkelere istisna getirilmek suretiyle bu ülke vatandaşlarına taşınmaz edinimi imkânı öngörülmektedir.” YABANCI SERMAYELİ TÜRK ŞİRKETLERİNİN DURUMU RUSYA VE ERMENİSTAN’IN DURUMU Toprak rejimi farklılığı sebebiyle birebir karşılıklılık sağlanmayan eski Doğu Bloku ülkelerine, ülkemizde sadece bina mülkiyeti edinme imkânı tanınmıştır. Ülkemizin diplomatik olarak tanımadığı Ermenistan devleti ile taşınmaz edinimi bakımından karşılıklılık bulunmamaktadır. Ülkemizde Ermenistan uyruklu vatandaşlara ait taşınmaz bulunmamaktadır. VATANDAŞLIKTAN ÇIKAN TÜRKLER Anadolu’nun bazı küçük bölgelerinde yabancı gerçek kişilere ait taşınmazlar görünmektedir. Bu taşınmazların çoğu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından Bakanlar Kurulu’ndan izin alarak çıkmış ve başka ülke vatandaşlığına geçmiş Türklere aittir. Bu şahıslara ait bir kısıtlama bulunmamaktadır. Türk vatandaşlarına ait haklardan aynen yararlandırılmaktadırlar. 38 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Yabancı sermayeli Türk şirketlerinin, Türkiye mevzuatı çerçevesinde kurulan ve faaliyet gösteren, ancak ortakları arasında uluslararası yatırımcılar bulunan Türk şirketleri olduğunun hatırlatıldığı açıklamada, bu tür şirketlerin, ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konuları çerçevesinde, diledikleri oranda taşınmaz edinebildikleri belirtilerek şöyle deniliyor: “Ancak edinilecek taşınmazın, askeri yasak bölgede, askeri güvenlik bölgelerinde veya askeri stratejik bölgelerde kalması halinde Genelkurmay Başkanlığının, özel güvenlik bölgelerinde kalması halinde ise taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin izni gerekmektedir. Mevcut durum itibariyle yabancı sermayeli Türk şirketleri; ipotek tesisi işlemlerinde, halka açık şirketlerde, organize sanayi bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri, serbest bölgeler gibi özel Yabancı sermayeli Türk şirketlerinin edinecekleri taşınmazlar, askeri yasak bölge, askeri güvenlik bölgeleri veya askeri stratejik bölgelerde ise Genelkurmay Başkanlığının, özel güvenlik bölgelerinde kalması halinde ise taşınmazın bulunduğu yerin valiliğinin izni gerekiyor. yatırım bölgelerindeki taşınmaz edinimlerinde, şirket birleşmeleri ve bölünmeleri nedeniyle edinilen taşınmaz edinimlerinde, rehinin paraya çevrilmesi yoluyla gerçekleşen mülkiyet edinimlerinde, izin süreçlerinin uzunluğu nedeniyle sorunlar yaşamaktadırlar. Bu nedenle biraz önce bahsedilen edinimler 36. Maddenin kapsamı dışında bırakılmışlardır. Kısaca yabancıların yönetimde söz sahibi olduğu Türk şirketleri 36. Madde kapsamında bırakılmışlardır.” HABER "İklim değişikliği küresel mücadele gerektirir" İklim değişikliğinin küresel bir sorun olduğunu ve küresel mücadeleyi gerektirdiğini belirten Çevre ve Şehircilik Bakanı Bayraktar, “Sorun ortak ama sorumluluklar farklı olmalıdır” dedi. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “Türkiye-AB İklim İşbirliği: Fırsatlar, Faydalar ve Zorluklar” başlıklı seminerin açılışında yaptığı konuşmada, iklim değişikliği konusunun hayatın her safhasını etkilediğini söyledi. Türkiye’nin de iklim değişikliğiyle küresel mücadelede yerini alarak, BM İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne 24 Mayıs 2004, Kyoto Protokolü’ne ise 26 Ağustos 2009 tarihinde taraf olduğunu anlatan Bakan Bayraktar, “İklim değişikliğiyle mücadele kapsamında, İklim Değişikliği Strateji Belgesi hazırlanarak, ilgili sektörlerde sera gazı emisyonu kontrolü ve iklim değişikliğine uyuma yönelik ilkeler ve stratejik hedefler belirlenmiştir. Strateji Belgesi’nin uygulamaya konmasını temin etmek amacıyla 2011-2023 yılları arasında uygulayacağımız ve bir yol haritası niteliği olan İklim Değişikliği Eylem Planımızı tamamlamış bulunmaktayız” dedi. 2023’TE ENERJİNİN YÜZDE 30 YENİLENEBİLİR OLACAK Bakan Bayraktar, eylem planında belirledikleri çalışmalarla ilgili şu bilgileri verdi: “Enerji sektöründe, 2023 yılına ulaşıldığında, yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji tüketimimiz içindeki payının yüzde 30’a çıkarılması, birincil enerji yoğunluğunun azaltılması, mevcut linyit santrallerinin rehabilitasyonu, akıllı şebeke uygulamaları gibi önemli hedeflerimiz yer almaktadır. Bina sektöründe, enerji verimli ve iklim duyarlı bina kriterlerinin oluşturulması, toplu konutlarda binaların enerji ihtiyacının karşılanmasında bölgesel ısıtma, kojenerasyon uygulamaların başlatılması, jeotermal enerji, güneş enerjisi, rüzgar enerjisi gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının ısınma ve aydınlatma gibi alanlarda kullanılmasının yaygınlaştırılması öngörülmektedir.” 40 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 BİNALARA ENERJİ KİMLİK BELGESİ ZORUNLULUĞU Mevcut binalarda 2017 yılına kadar, yeni yapılacak binalarda ise 1 Ocak 2011 tarihinden itibaren enerji kimlik belgesi alınmasının zorunlu hale getirildiğini hatırlatan Bakan Bayraktar, “Ayrıca kamu kurumlarımızın ihalelerinde çevreci bir bakış çerçevesinde ‘yeşil ihale’ uygulamasının başlatılması gündemdedir” dedi. Bakan Bayraktar, bu çalışmalar vesilesiyle binalarda yüzde 45–50 oranında enerji tasarrufu sağlanarak, sera gazı emisyonları önemli ölçüde azaltılarak iklim dostu, marka şehirler inşa edeceklerini belirtti. AKILLI ULAŞIM SİSTEMLERİ OLUŞTURULACAK Sanayi sektöründe, düşük karbonlu kalkınma için finansman modelleri oluşturulması, iklim teknoloji platformu geliştirilmesi, ürün bazında karbon ayak izi uygulamaları başlatılması ve KOBİ’lere yönelik eğitim ve danışmanlık desteği sağlanması gibi çalışmalar ile düşük karbonlu kalkınmaya destek verildiğini anlatan Bakan Bayraktar, ulaştırma sektöründe yük ve yolcu taşımacılığında denizyolu ve demiryolu paylarının arttırılması, temiz yakıt ve araç teknolojilerine yönelik Ar-Ge çalışmalarının hızlandırılması, bisiklet ve yaya yollarını cazip kılacak düzenlemelerin arttırılması, akıllı ulaşım sistemlerinin oluşturulması, elektrikli otomobiller için dolum istasyonlarının kurulması ve araç vergilendirme sisteminde sera gazı emisyonlarını azaltıcı yeni 2023 yılına kadar yenilenebilir enerji kaynaklarının toplam enerji tüketimi içindeki payının yüzde 30’a çıkarılmasını hedeflediklerini belirten Bayraktar, diğer hedeflerini ise, birincil enerji yoğunluğunun azaltılması, mevcut linyit santrallerinin rehabilitasyonu, akıllı şebeke uygulamaları olarak sıraladı. Ulaşımda denizyolu ve demiryolu paylarının arttırılacağını kaydeden Bayraktar, bisiklet ve yaya yollarını cazip kılacak düzenlemelerin yapılacağını, akıllı ulaşım sistemlerinin oluşturulacağını, elektrikli otomobiller için dolum istasyonlarının kurulacağını ifade etti. düzenlemelerin başlatılması için çalışmalar yürütüldüğünü kaydetti. Bakan Bayraktar, “Atık sektöründe ise 2023 yılına kadar vahşi depolama sahalarının yüzde 100’ünün kapatılması, kompost ve biyometanizasyon tesislerinin kurularak düzenli depolama tesislerinden biyogaz elde edilmesi ve böylece atıkların etkin yönetiminin sağlanmasını planlamaktayız” diye konuştu. İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE UYUM STRATEJİSİ Bakan Bayraktar, bütün bu çalışmaların Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma ve çevreci büyüme istikametinde ilerleme gayretinin en somut göstergeleri olduğunu dile getirerek, “Ayrıca ülkemiz sera gazı emisyonlarının kontrolü kadar, Akdeniz havzasında yer alan hassas konumu nedeniyle iklim değişikliğine uyum konusuna da önem vermekteyiz. Bu çerçevede İklim Değişikliğine Uyum Stratejisi ve Eylem Planımızı tamamladık” ifadelerini kullandı. KARBON TİCARETİYLE İLGİLİ ÇALIŞMALAR İklim değişikliğiyle mücadelede önemli bir iktisadi araç olan karbon ticareti ile ilgili Türkiye’deki çalışmalarda da son zamanlarda önemli bir ivme yakalandığına işaret eden Bakan Bayraktar, şunları kaydetti: “Kyoto Protokolü’nün emisyon ticareti mekanizmalarından yararlanamayan Türkiye’de, Gönüllü Karbon Piyasası’nda 170’in üzerinde proje geliştirilmiştir. Projelerin çoğunluğu hidroelektrik, rüzgâr ve jeotermal gibi yenilenebilir enerji alanın- dadır. Bakanlığımızca bu projelerin kayıt altına alınmasına ilişkin karbon sicili oluşturulmuştur. Projelerden sağlanan karbondioksit azaltımı yıllık yaklaşık 12 milyon ton civarındadır. Bu piyasayı günümüzde etkili biçimde kullanan Türkiye'nin önümüzdeki dönemde karbon piyasalarına katılımı açısından bir fırsat sunmaktadır.” KARBON PİYASASINA HAZIRLIK ORTAKLIĞI 2012 sonrası dönem için karbon piyasasının oluşturulması sürecinde Türkiye’nin aktif rol oynadığını, bu konuda öncü 25 devletin Dünya Bankası aracılığıyla bir araya geldiği hatırlatan Bakan Bayraktar, “Karbon Piyasasına Hazırlık Ortaklığı” oluşumunda yer aldığını belirterek, Türkiye’nin bu ortaklık sayesinde hem ihtiyaç duyduğu kapasite geliştirme faaliyetleri için hibe kaynaklara erişim imkanına sahip olduğunu, hem de ülkenin karbon varlıklarının azami değerinden işlem görmesi için gerekli uluslararası işbirliği fırsatlarını yakaladığını söyledi. SERA GAZI EMİSYONLARININ TAKİBİ Bakanlığın sera gazı emisyonlarının takibine yönelik taslak yönetmelik hazırladığını ifade eden Bakan Bayraktar, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yönetmelik kapsamında ulusal sera gazı emisyonlarının önemli bir kısmını teşkil eden elektrik üretimi, çimento, demir çelik, seramik, kireç, kâğıt ve cam üretimi gibi karbondioksit yoğun tesislerden kaynaklanan sera gazı emisyonlarının tesis seviyesinde izlenmesi sağlanacaktır. Böylece, ülkemizin emisyonlarının daha kesin şe- kilde hesaplanması mümkün olacak, toplam emisyonların en az yarısı tesis seviyesinde izlenecek ve bakanlığımızın yetkilendirdiği bağımsız kuruluşlar tarafından doğrulanarak raporlanacaktır. Tesislerin raporlama yükümlülüğü 2016 yılında başlayacak olup, yönetmelik ile AB emisyon ticareti mevzuatının sera gazı emisyon izleme kısmı da uyumlaştırılacaktır.” İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNE KÜRESEL ÇÖZÜM İklim değişikliğinin küresel bir sorun olduğunu ve küresel mücadeleyi gerektirdiğini vurgulayan Bakan Bayraktar, Durban Konferansı’nda iklim değişikliğiyle mücadele konusunda tüm ülkeleri bağlayan hukuki bir belgenin 2015 yılına kadar kabul edilmesi ve 2020’de yürürlüğe girmesi kararının alınmasının memnuniyet verici olduğunu söyledi. Erdoğan Bayraktar şöyle devam etti: “Marakeş ve Kankun taraflar konferanslarında özel konumu tanınmış olan Türkiye için Durban’da da, emisyon azaltımı, iklim değişikliğine uyum, teknoloji geliştirilmesi ve transferi, kapasite oluşturma ve finansman alanlarında sağlanacak desteklerin belirlenmesine ilişkin görüşmelerin sürdürülmesi kararları alınmıştır. Bu bakımdan uluslararası müzakerelerde AB’nin ülkemize yönelik desteği önem arz etmektedir. Türkiye, ikili ve bölgesel işbirliklerini ön plana çıkaran dünyadaki yeni iklim düzeninde, know-how, araştırma-geliştirme faaliyetleri, inovasyon, çevreci teknolojiler ve finansman konularında AB ile işbirliği yapmayı önemsemektedir.” MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 41 BİLİNÇ TEST ÇEVRE FACİALARI ve KİRLİLİK 01 Avrupalıların yüzde kaçı ışık kirliliği yüzünden gece gökyüzünün doğal rengini görememektedir? A) yüzde 31 C) yüzde 87,9 02 B) yüzde 54 D) yüzde 99,9 CEVAP: Işık kirliliği nedeniyle gece havada aşırı aydınlık oluşmasından ötürü neredeyse Avrupalıların tamamı geceleri gökyüzünü kendi renginde görememektedir. Oluşan yoğun ve yapay ışık kanyağından yaklaşık 200 km öteye kadar gitmektedir. Bu aşırı aydınlık canlılara, özellikle deniz kaplumbağalarına ve göç etmekte olan kuşlara zarar vermektedir. 1984 yılında hangi şehirde böcek ilacı üreten fabrikadan yanlışlıkla 40 ton metil isosiyanat gazı çevreye salınmıştır? A) Çernobil C) Bhopal B) Kyoto D) Detroit CEVAP: 3 Aralık 1984 günü, ABD kökenli Union Carbide firmasının Hindistan Bhopal'de kurduğu fabrikadan tonlarca gazın salınması 18.000 kişinin ölümüne, 150.000'den fazla insanın zehirlenmesine neden olmuştur. Tarihe Bhopal Felaketi olarak geçen bu kazanın çevreye etkileri Çernobil’den bile korkunçtur. Kazadan 20 yıl sonra bile 2004 yılında yapılan ölçümlerde, toprakta normalin 6 milyon katı toksik madde bulunmuştur. 03 Türkiye’nin havası en temiz ili aşağıdakilerden hangisidir? A) İzmir C) Muş B) Adana D) Amasya CEVAP: Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yayınladığı 2011 yılı Hava Kalitesi İzleme verilerine göre Türkiye’nin en düşük Partiküler Madde (PM10) ortalaması Muş istasyonunda, en düşük Kükürt dioksit (SO2) ortalaması ise Gümüşhane istasyonunda ölçüldü. Yıllık ortalamalar dikkate alındığında; havanın temiz kaldığı illerde doğalgaz kullanımının artması, yerel idareler tarafından kaynak bazında önlemlerin alınması ve denetimlerin sıklaştırılması etkili oldu. 42 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 04 1989 yılında yaşanan Exxon Valdez kazası, kaç km uzunluğunda bir sahil şeridini petrol altında bırakmıştır? A) 870 kmB) 1770 km C) 2100 kmD) 4830 km CEVAP: Exxon Valdez kazası bugüne kadar insan eliyle gerçekleşmiş en büyük çevre felaketlerinden biridir. Felakette Exxon Valdez isimli petrol tankerinden resmİ verilere göre 410 bin ila 119 bin m3 ham petrol denize akmıştır. Yaklaşık 2.100 km sahil şeridi ve 28 bin km2 okyanus ham petrol ile kaplanmıştır. 05 İstanbul boğazında 1979 yılında yaşanan Independenta tanker faciası sonucu çıkan yangın kaç gün sürmüştür? A) 12 B) 17 km C) 27 D) 35 CEVAP: 15 Kasım 1979 tarihinde ham petrol yüklü bir tanker gemisi ile bir kuru yük gemisinin çarpışması sonucu İstanbul Boğazı'nda meydana gelen kazada ham petrol yüklü gemi, Boğaz’da 27 gün süren büyük bir yangına neden olmuştur. 714,760 varil ham petrol ya yangında yanmış ya da denize karışmıştır. Yangının sebep olduğu duman nedeniyle insan sağlığını tehdit eder düzeyde havadaki zararlı parçacık oranı artmıştır. Tahminlere göre 30,000 ton ham petrol yanmış, geriye kalan 64,000 ton 5,5 kilometrelik bir alanda denize karışmıştır. 06 Kuzey Pasifik Okyanusu’nda yavaş okyanus akıntıları sebebiyle her yıl milyarlarca çöp birikmektedir. En çok bulunan çöp tipi aşağıdakilerden hangisidir? CEVAP: Okyanusun dibindeki çöplerin yaklaşık yüzde 90’ını plastik çöpler oluşturmaktadır. Hatta okyanusun bazı kısımlarında plastik oranı plankton oranından daha fazladır. Kuzey Pasifik Okyanusu dünyanın en büyük çöplüğü olarak anılmaktadır. A)Alüminyum B)Plastik C)Gemi atığı D)Cam 07 İç ortam hava kirliliği (sigara dumanı, ısıtma ve soğutma sistemlerinden ortama verilen hava vb.), dış ortam hava kirliliğinden yüzde kaç daha zararlıdır? A) yüzde 5 C) yüzde 62 B) yüzde 12 D) yüzde 86 CEVAP: Uzmanlara göre iç hava kirleticilerinin etkisi, dış hava kirleticilerinden yaklaşık yüzde 25 ile yüzde 62 arasında yoğunluğuna bağlı olmak üzere daha fazladır. Zamanının çoğunu kapalı mekânlarda geçirenlerin, dışarıda geçirenlere göre hastalığa yakalanma riski daha fazladır. Kapalı ortamlardaki hava kalitesini etkileyen gazlar ve tozlar gibi kirleticilerin konsantrasyonları yetersiz havalandırma, uygun olmayan sıcaklık ve nem durumlarında artarak riskli durumların oluşmasına katkı sağlamaktadırlar. 08 09 Türkiye’de çevre kirliliği ile ilgili ilk kanun hangi yılda yayınlanmıştır? A) 1995 C) 1976 B) 1983 D) 1964 CEVAP: Türkiye’de çevre ile ilgili gelişmeler ilk olarak 1982 Anayasası’nın 56. Maddesinde: "Herkes sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşamak hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların görevidir." ibaresiyle yer almıştır. Anayasa’da bu hükmün ve hakkın yer alması çevre mevzuatının da ülkemiz açısından geliştirilmesini ve uygulanmasını zorunlu hale getirmiştir. İlk Çevre Kanunu da 09.08.1983 tarihinde 2872 sayı ile yayınlanmıştır. Amerika Birleşik Devletlerinin ulusal kuşu ve simgesi olan kel kartalın soyunun azalmasında hangi böcek ilacı rol oynamıştır? A) Siyanür C) DDT B) Klor D) Polikloro binefil (PCB) CEVAP: DDT, çok zehirli ve inatçı bir böcek öldürücüdür. Kolayca vücut dokusundaki yağlarda çözülür ve gıda zincirinde birikmeye başlar. 1939 yılın- da keşfedilen Dikloro Difenil Trikloroethan (DDT), dünyada en yaygın biçimde kullanılan böcek ilacıydı ancak balıklar ve kuşlar için çok öldürücü olduğu anlaşılmasıyla 1970'li yıllarda ABD ve Avrupa'da yasaklandı. Kel kartalların yumurtalarının kabuklarını zayıflattığı ve üremelerini sonuçsuz bıraktığı için neredeyse soyunun tükenmesine yol açtı. 10 1952 yılında Londra’da dört bin kişi hangi çevre kirliliğine maruz kalmaları nedeniyle hayatını kaybetmiştir? A) Asit yağmuru B) Duman C) Siyanür D) Radon gazı CEVAP: Aşırı soğuklukların yaşandığı 1952 Londra kışında aşırı kömür tüketimi ile oluşan duman yaklaşık dört bin kişinin ölümü ile sonuçlanmıştı. Yüksek basınç ve rüzgârsız havanın etkisiyle havada asılı kalan duman, aynı zamanda 100,000 kişinin solumun yolu hastalığına yakalanmasına neden olmuştu. Bu olay İngiltere’nin yaşadığı en kötü hava kirlenme vakası olarak anılmaktadır. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 43 İKLİM DOĞAL AFETLER 2011 FELAKETLEr YILI OLDU 189 bilim adamının hazırladığı rapora göre 2011’de iklimler en uç noktalarda yaşandı; bir yanda kuraklık, bir yanda sel vardı. Binlerce kişinin can verdiği doğal felaketler, milyarlarca dolarlık zarara sebep oldu. AYDIN DERİN Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO), 189 bilim adamının katkılarıyla hazırladığı 2011 yılının iklim olaylarını kapsayan yıllık raporunu yayınladı. Rapora göre 2011 yılı, iklimlerin en uç noktalarda yaşandığı yıl olarak tarihe geçti. Son 60 yılın en kuvvetli La Nina olaylarının etkisiyle gerçekleşen yağış yoğunluğu, dünyanın birçok bölgesinde etkili oldu. (La Nina, Pasifik Okyanusu'nda su yüzey sıcaklığının düşük olma durumu ve geniş bir coğrafyada hava modellerini ve dolayısıyla hava durumu değiştirebilen bir klimatolojik olay.) Doğu Afrika ve Kuzey 44 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Amerika’da kuraklıklar yaşanırken, Güney Asya ve Pasifik bölgesinde aşırı yağışların sebep olduğu seller etkili oldu. Her ne kadar sıcaklıklar 2010 yılındaki rekor değerlerine ulaşmasa da, bir La Nina yılına göre yaşanılabilecek en yüksek sıcaklıklar gözlemlendi. Aynı zamanda Kuzey Kutbu kıyısındaki denizlerdeki buz kütlelerinin en yüksek oranda eridiği yıllardan biri 2011 oldu. Türkiye’de ise aylar arasında önemli sıcaklık değişimleri görülmesine rağmen yıllık sıcaklık ortalaması 13,2°C ile 1971-2000 ortalamaları civarında seyretti. 2011 EN SICAK 11. YIL 2011 yılının ortalama sıcaklık değerleri, 1961-1990 yılları arasındaki 14°C derecelik ortalama sıcaklığın 0.40°C ± 0.09°C derece yukarısında seyretti. Böylece 2011 yılı sıcaklık ortalamalarının kayda geçtiği 1880 yılından beri dünya üzerinde gerçekleşen en sıcak on birinci yıl oldu. Aynı zamanda 0.40°C derecelik artış ile ortalama ve kuvvetli bir La Nina olayı etkisinde yaşanan en yüksek sıcaklık değerleri gözlemlendi. Kuzey Avustralya dışında dünyadaki tüm bölgelerde sıcaklıklar normalin üstünde seyretti, ancak bu sıcaklıklar önceki 2011’DE BUZUL HACMİ AZALDI Kutuplardaki buzun kütlesi önceki yıl olduğu gibi 2011 yılında da ortalamanın altındaydı. Sezonun en düşük buz alanı 9 Eylül’de 4,33 km2 ile 1979-2000 ortalamasının yüzde 35 altında görüldü. 2007 yılında görülen kutup tarihinin en düşük buz alanından sadece 0,16 km2 fazla olarak, en düşük ikinci buz alanı 2011 yılında oluştu. Ancak buzulların hacmine baktığımızda en düşük hacmin gerçekleştiği yıl 4200 km3 ile 2011 oldu. Avrupa’nın Kuzey Doğusunda soğuk geçen kışın sonucu olarak Baltık Denizindeki buz alanı 25 Şubatta 300.000 km2’yi buldu. Bu alan 1987 yılından beri bölgede oluşan en büyük buz kütlesi oldu. yıllardaki gibi rekor seviyelere ulaşmadı. 2010 yılında olduğu gibi en yüksek sıcaklıklar Kuzey Yarımküre’nin yüksek enlemli bölgelerinde görüldü. EN ÇOK KUZEY ISINDI Yıllık ortalama sıcaklıklar Rusya’nın Artik kıyılarında normal değerlerin 5°C derecenin üzerinde seyretti. 2010 yılında Rusya’da gerçekleşen ısı dalgasından sonra en yüksek değerler gözlemlendi. Rusya ve Kanada’nın kuzey kesimlerinde ise 3°C derecelik bir artış yaşandı. Özellikle Kanada’nın kuzey kesimlerinde yüksek alanlarda sıcaklıklar 2010 değerlerinin üzerinde görüldü. Bu alanda yeteri miktarda buzun oluşmaması ülkenin milli sporu buz hokeyinin geleceğini tehlikeye soktu. Kuzey Amerika ve Avrasya’nın 55 derece kuzey enlemi üzerinde kalan bölgelerde ise sıcaklık değerleri, normal değerlerin 1-2°C derece üstündeydi. Avrupa’nın büyük bir bölümü, Amerika Birleşik Devletleri’nin güneyi, Kuzey Meksika, Sahara Çölü, Arap Yarımadası, Güney Asya ve Avustralya’nın güney batısında sıcaklıklar, önceki yılların ortalamasına göre 1°C arttı. Kuzey Avustralya, Çin’in doğusu, Hint Yarımadası, Kazakistan, Kafkaslar ve ABD’nin batı kesimlerinde ise sıcaklıklarda bir değişiklik olmadı. La Nina olayının etkisiyle Pasifik Okyanusu’nun büyük bir bölümünde su yüzey sıcakları 1,5-2°C derece civarında azaldı. Ancak Hint Okyanusu ve Atlantik Okyanusu gibi alt tropikal okyanuslarda sıcaklıklar beklenenin yukarısında seyretti ve Batı Avustralya kıyısındaki sularda ise rekor seviyede sıcaklıklar görüldü. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 45 İKLİM DOĞAL AFETLER Avustralya, Güney Doğu Asya, Japonya, Filipin, Endonezya, Güney Afrika, Güney Doğu Brezilya, Kolombiya, Bolivya, Venezüella, Pakistan, Batı Hindistan, ABD’nin kuzey ve kuzeydoğu kesimi ve Kuzey Batı Avrupa normalin üzerinde yağış aldı. TÜRKİYE’DE DEĞİŞİKLİK YOK 2011 yılında ülkemizdeki meteorolojik karakterli uç olayların yüzde 36’sını dolu oluşturdu. Seller yüzde 28 ile ikinci sırada, fırtınalar ise yüzde 20 ile 3. sırada zarar yapan olaylar oldular. 1971-2000 yılları kış mevsimi ortalama sıcaklığı 4,1°C olan Türkiye’de 2011 yılı kış mevsimi ortalama sıcaklığı 2,6°C ile mevsim normallerinin 1,5°C altında gerçekleşti. Aylar arasında önemli sıcaklık değişimleri görülmesine rağmen, 2011 yılı Türkiye ortalama sıcaklıkları 13,2°C ile 1971-2000 ortalamaları civarında gerçekleşti. Genel olarak ülkemizin büyük bir kısmında yıllık ortalama sıcaklıklar normalleri civarında gerçekleşirken, Kuşadası, Milas, Bodrum, Fethiye, Finike, Manavgat, Alanya, Anamur, Silifke, Mersin, Şanlıurfa ve Yüksekova civarında normallerinin üzerinde; Manisa, Balıkesir, Emirdağ, Çankırı, Batman ve Bitlis civarında ise normallerinin altında gerçekleşti. 2011 yılı aylık ortalama sıcaklıkları Ocak, Şubat, Mart, Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında 1971-2000 ortalamalarının üzerinde; Nisan, Mayıs, Ekim ve Kasım aylarında normallerinin altında; Haziran ve Aralık aylarında ise normalleri civarında gerçekleşti. Aylar arasında ve batı bölgelerinde önemli yağış farklılıkları görülmesine rağmen Türkiye’nin 2011 yılı yıllık ortalama toplam yağışı 687 mm ile 1971-200 ortalamasını olan 657 mm’nin sadece 30 mm üzerinde (yüzde5) gerçekleşti. Normalin altında yağış olan bölgeler Marmara, Kuzey Batı Ege ve Batı Karadeniz bölgelerinin yanında Antakya, Isparta, Eskişehir, Yozgat, Ceylanpınar, İslâhiye, Mardin ve Bitlis illeri oldu. Sarıkamış ve Niğde’deki yağışlar ise sırasıyla normallerinin yüzde 67 ve yüzde 49 üzerinde görüldü. Aylık toplam yağışlar Şubat, Nisan, Mayıs, Haziran, Eylül ve Ekim aylarında uzun yıllık ortalamaların üzerinde; Ocak, Mart, Temmuz, Ağustos, Kasım ve Aralık aylarında ise normallerinin altında yaşandı. 2011 yılında ülkedeki meteorolojik karakterli uç olayların yüzde 36’sını dolu oluşturdu. Seller yüzde 28 ile ikinci sırada, fırtınalar ise yüzde 20 ile 3. sırada zarar yapan olaylar oldular. 46 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 LA NİNA OLAYI YAĞIŞLARI ARTTIRDI ABD Ulusal İklim Veri Merkezi’ne göre, ülkede gerçekleşen yağışlar 19611990 ortalamasının yaklaşık 46 mm üzerinde seyretti. 2011 yılı, 2010 yılından sonra ülkedeki en yoğun yağışların gerçekleştiği ikinci yıl oldu. Normalin üzerinde yağış alan bölgeler Avustralya, Güney Doğu Asya, Japonya, Filipin, Endonezya, Güney Afrika, Güney Doğu Brezilya, Kolombiya, Boliv- ya, Venezüella, Pakistan, Batı Hindistan, ABD’nin kuzey ve kuzeydoğu kesimi ve Kuzey Batı Avrupa oldu. Bu bölgelerin çoğu yılın belirli zamanlarında önemli ölçüde sele maruz kaldı. Normalin altında yağış alan bölgeler ise ABD’nin güney kesimi, Kuzey Meksika, Güney Doğu Avrupa ve Güney Çin olarak yer aldı. Avrupa ve ABD’deki yağışlar belirgin zıtlıklarla gerçekleşti. İki bölgenin de bazı kısımları aşırı yağış alarak re- Güney Doğu Asya’da yaşanan selde 1000 kişi öldü, 45 milyar dolarlık zarar meydana geldi. Brezilya’nın Rio de Janerio şehrinde yaşanan sel felaketinde en az 900 kişinin hayatına mal oldu. kor seviyelere ulaşırken, diğer kısımları ise kuraklık bakımından rekor seviyeye ulaştı. Ancak Avrupa’nın genelinde bahar ve son bahar mevsimlerinde yağış azlığı gözlemlendi. La Nina olayının etkisiyle artan bulutlaşma, Güney Asya ve Pasifik bölgesinde, özellikle Avustralya, Tayvan ve Kamboçya’da yoğun yağışlara ve sellere neden oldu. Güney Amerika’nın Kolombiya, Venezüella ve Bolivya ülkelerinde yıllık ortalama yağışların yaklaşık iki katı kadar yağmur yağdı. 2011 SELLERİN YILIYDI 2011 yılının özelliklerinden biri de dünyanın dört bir yanında gerçekleşen can alıcı seller oldu. Bu yıl iklimlerin en uç noktalarda yaşanması, La Nina olayı, aşırı ve yoğun yağışlar, şiddetli fırtınalar ve kasırgalar sellerin sayısını ve şiddetini beklenilmeyen ölçüde arttırdı. İnsan hayatı açısından bakacak olursak, 2011 yılının en şiddetli sellerinden biri 11-12 Ocak tarihlerinde Brezilya’nın Rio de Janerio şehrinde yaşandı. Sert başlayan yoğun yağış, aniden sele dönerek en az 900 kişinin hayatına mal oldu. Bu ani sel Brezilya tarihinin şimdiye kadar geçirdiği en kötü doğal afetlerden biri olarak tarihe geçti. Güney Doğu Asya’da özellikle Tayland’ın kuzey kesiminde Mayıs-Ekim yağışlarının normalin yüzde 35 üzerinde yağması bölgedeki dereleri taşırdı ve sele neden oldu. Bölgedeki ülkelerde yaklaşık 1000 kişi hayatını kaybetti ve 45 milyar dolarlık zarar meydana geldi. La Nina olayının en çok etkilediği ülkelerden olan Avustralya’nın doğu kesiminde gerçekleşen şiddetli yağışlar 1,3 milyar dolarlık zarara neden oldu. Avustralya tarihinin en kötü sellerini yaşadı. 2010 yılında olduğu gibi Pakistan, 2011 yılında da şiddetli Muson yağmur- larına maruz kaldı. Ülkenin kuzeyinde başlayan yoğun yağışlar yıllık ortalama yağışın yaklaşık yüzde 248 üzerinde yağdı. Kuzeyde oluşan sel, ülkenin güneyine doğru giderek tüm ülkeyi etkisi altına aldı. ABD’nin kuzeyi ve Kanada sınırı açısından seller 2011’in sıradan olaylarından biriydi. Yağışlı bahar ve erken gelen yaz, bölgede şimdiye kadar gerçekleşmiş en kötü sellere neden oldu. Aynı zamanda Irene ve Lee kasırgaları da bölgeye aşırı yağış getirdi ve ABD’nin kuzey doğu kesimini seller altında bıraktı. 13-19 Aralık tarihleri arasında gerçekleşen Washi Fırtınası, yılın insanlara etkisi en fazla olan fırtınası oldu. Filipinlerde yoğun sele neden olan fırtına yaklaşık 1260 kişinin hayatına mal oldu. 300.000 kişi ise fırtınanın etkileri yüzünden göç etmek zorunda kaldı. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 47 İKLİM DOĞAL AFETLER 48 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 49 İKLİM DOĞAL AFETLER Afrika için 2011 yılı, 2000 ve 1984 yıllarıyla beraber son 60 yılın en kurak yılı olarak tarihe geçti. Kuraklıktan 13 milyon kişi etkilendi. KURAKLIK DOĞU AFRİKA’YI VURDU Doğu Afrika bölgesi olarak geçen Kenya’nın kuzey ve doğu kesimleri, Batı Somali ve Etiyopya’nın güneyinde 2011 yılının en şiddetli kuraklığı yaşandı. Yıllık ortalama yağışların yaklaşık yüzde 20’sinin yağdığı bölgede özellikle yağışların bol olduğu Mart-Mayıs aylarında çok az oranda yağış gerçekleşti. Afrika için 2011 yılı, 2000 ve 1984 yıllarıyla beraber son 60 yılın en kurak yılı olarak tarihe geçti. Kuraklıktan 13 milyon kişi etkilendi. Yıl boyunca yağış almayan bölgede Ekim ayında başlayan yağmurlar, şiddetini arttırarak Aralık ayına kadar sürdü ve hatta sellere neden oldu. Geç ve şiddetli yağan yağmur kuraklıktan kötü etkilenen alanları biraz olsa da rahatlattı. ABD’nin güney ve orta kesimlerinde ve Kuzey Meksika’da aynen Doğu Afrika’da olduğu gibi Ekim ayına kadar yoğun kuraklık yaşandı. Her iki ülkede de tarımsal alanda kayıplar meydana geldi. Avrupa da en kurak bahar ve sonbahar aylarını yaşadı. Kuraklıktan dolayı su 50 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 seviyesi azalan Tuna Nehrinden gemiler geçemedi. DERECELER ARTMASA DA SICAK GÜN SAYISI ARTTI Her ne kadar 2011 yılında, 2010 yılındaki kadar yoğun ısı dalgaları oluşmasa da, dünyanın çoğu yerinde yüksek sıcaklıklara rastlandı. ABD’nin çoğu eyaletinde en sıcak yaz mevsimi yaşandı. Sıcaklık değerleri artmasa da yoğun sıcaklığın yaşandığı gün sayısı, önceki yıllara göre hayli fazlaydı. Yazların ılık geçtiği Orta Amerika’da sıcaklık rekorları kırıldı. Kafkas bölgesi ve Orta Doğu’da ısı dalgaları nedeniyle kuraklık gözlemlendi. Rusya, 2010’dan sonraki en sıcak yılını geçirdi. Batı ve Orta Avrupa’da yaz mevsimi sıcaklıkları normal değerlerde sürse de, en sıcak ilkbahar ve sonbahar mevsimleri yaşandı. Nisan ayında bölgenin çoğu kentinde sıcaklıklar 25°C ve 30°C derecenin civarında seyretti. Ekim ayında İngiltere, Danimarka ve Slovakya’da rekor seviyesin- de sıcaklıklar görüldü. İspanya, Fransa ve İsviçre’deki en sıcak yaz mevsimi yaşandı. Güney Yarımküre’de ise sadece Yeni Zelanda ve Arjantin’de yüksek sıcaklıklara rastlandı. Geri kalan bölgelere sıcaklıklar normal değerlerinde seyretti. 25 Aralık’ta Güney Kutbu’nda -12,3°C derece ile en sıcak gün yaşandı. KIŞLAR ARTIK DAHA SOĞUK Yeni Zelanda’da 1976 yılından sonra ilk kez kar yağdı. Meksika’da 1950 yılından beri -18°C derece ile ülkenin en soğuk günü Ciudad Juarez’de yaşandı. Kış mevsiminde ABD’nin kuzey kesiminde rekor seviyede kar yağışı oldu. Aynı zamanda ülkenin kuzey doğu kesiminde Ekim ayında 30-80 cm kalınlığında beklenmeyen oranda kar yağması bitki örtüsüne zarar verdi, çıkan fırtına bölgede ciddi ölçüde elektrik kesintisine ve 22 kişinin ölümüne neden oldu. Doğu Asya’da ise yoğun yağışlar ile geçen kış mevsimi gündelik hayatı olumsuz etkiledi. MAKALE KARBON AYAK İZİ VE ULUSLARARASI KARBON TİCARETİ Doç. Dr. Osman TATAR Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Bakanlık Müşaviri / İzmir Karbon Ayak İzi, birim karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsüdür. Başka bir deyişle çevresel günahımızdır. Karbon Ayak İzi konusu ele alınırken, Küresel Isınma, Ekolojik Ayak izi, Kyoto Protokolü, Uluslararası Karbon Ticareti ve Karbon Ayak İzinin Sanayi İçin Önemi konularını da göz ardı etmemek gerekir. Şu anda dünyamızın ortalama hava sıcaklığı 15 ºC’dir. Eğer atmosferdeki sera gazları doğal dengesinde bulunmasaydı, hava sıcaklığı - 18 ºC’ye düşecek olan dünya bizler için yaşanılamaz bir gezegen haline gelirdi.2 ESAS SORUN KÜRESEL SOĞUTAMAMA Ancak biz insanların ürettiği kirletici sera gazları (Karbondioksit, Metan ve diğerleri) atmosferin üst tabakasını değiştirerek çok fazla sıcaklığın içerde tutulmasına yol açtı. Bu da dünyamızı daha sıcak bir hale getirdi. İşte biz buna “sera etkisi” diyoruz ve bu etki de küresel ısınmaya yol açıyor. Aslında “Küresel Isınma” bir sonuçtur. Esas sorun, “Küresel Soğutamama” sorunudur. Türkiye sera gazları salımlarında en büyük pay (2006 yılı) verileri yüzde 82,5 oranıyla Karbondioksite, yüzde 15,2 payı ise Metan gazına aittir. Bir birim metan gazı 21 kat sera gazına eşdeğer olduğundan atık teknolojisi iyi değerlendirilmelidir. Sera gazlarının yüzde 77,8’i enerji kullanımından, yüzde 9,1’i atıklardan, yüzde 8,2’si endüstriyel proseslerden, yüzde 4,9’u tarımsal faaliyetlerden kaynaklanmaktadır. 52 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 KARBON AYAK İZİNİN KAYNAKLARI Karbon Ayak İzi iki ana parçadan oluşur: 1) Doğrudan/Birincil Ayak İzi: Evsel enerji tüketimi ve ulaşım dâhil olmak üzere fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan doğrudan CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. 2) Dolaylı/İkincil Ayak İzi: kullandığımız ürünlerin tüm yaşam döngüsünden bu ürünlerin imalatı ve en sonunda bozulmalarıyla ilgili olan dolaylı CO2 emisyonlarının ölçüsüdür. FİRMALARIN YAPMASI GEREKENLER Kurumsal firmalarda; 1) Yasal zorunluluk, 2) Kurumsal Sosyal Sorumluluk, 3) Müşteri veya yatırımcı talepleri, 4) Pazarlama ve kurum imajı, 5) Sera Gazı Emisyonu azatlımı (zorunlu-gönüllü), 6) Emisyon ticareti mekanizmalarına katılım ve Karbon Ayak İzi seviyesini düşürmeyi hedefleyen projelerin uygulanmasında Karbon Ayak İzi hesaplanması gerekmektedir. Bu hesaplamalar yapılırken, PAS 2050, PAS 2060, GHG Protokol, ISO 14064 standartları kullanılmaktadır. KARBON AYAK İZİ NASIL HESAPLANIR? Karbon ayak izi, kullanılan enerji, imalat, ulaşım, ısınma gibi aktivitelerin belirli katsayılarla çarpılması sonucu atmosfere salınan karbondioksit tutarının miktarı ile ölçülür. Örnek verecek olursak bu hesaplama sonucunda çıkan değerler; 3.000-6.000 Kg ise çevreye duyarlı bir hayat yaşıyorsunuz, 12.000 Kg ve üstünde ise yaşam şeklimizi gözden geçirmemiz lazım. Karbon ayak izi, kullanılan enerji, imalat, ulaşım, ısınma gibi aktivitelerin belirli katsayılarla çarpılması sonucu atmosfere salınan karbondioksit tutarının miktarı ile ölçülür. Çıkan değerler 3.000-6.000 Kg ise çevreye duyarlı bir hayat yaşıyorsunuz, 12.000 Kg ve üstünde ise yaşam şeklimizi gözden geçirmemiz lazım demektir. NELER YAPABİLİRİZ? Öncelikle kişisel olarak küresel ısınmaya yaptığımız katkıyı en aza düşürmeliyiz. Bunun için de paylaşımcı, kitle taşımacılığına eğilimli ve daima israf ekonomisini gözeten bir düşünce sistemi içinde olmalıyız. Binalarda Isı Yalıtım Yönetmeliği’nin (9 Ekim 2008) Karbon Ayak İzinin azaltılması yönünde önemli bir katkısı olmuştur. Yenilenebilir enerji kaynaklarını (rüzgâr, güneş ve hidroelektrik gibi) tercih etmeliyiz. Geri dönüşümlü ve A sınıfı enerjili ürünleri kullanmalıyız. EKOLOJİK AYAK İZİ Ekolojik Ayak İzi, bir bireyin yaşamını sürdürmesi için ihtiyacı olan kara ve deniz parçası büyüklüğüdür. Mesela günde bir ekmek (300 g) tüketen bir kişi 0,3 kg x 365 gün=120 kg ekmek için ne kadar alana tahıl ekilmelidir? Büyük bir ağaç bir insanın yaklaşık 2 aylık oksijen ihtiyacını karşılamaktadır. Yani yılda 6 ağaç, yaşam boyu için ise yaklaşık olarak 400 ağaç gereklidir. Bu örnekleri çoğaltarak her bir organımızın bedeli hesaplandığında, varlığımızın maddi karşılığının çok büyük bir servet olduğu bilinciyle bu nimetin iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. KYOTO PROTOKOLÜ Atmosfere salınan sera gazlarının azaltılmasını öngören ve 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü’ne Türkiye 2009 yılında taraf olmuştur. 2009 yılındaki Kopenhag Mutabakatı, eşitlik ve sürdürülebilir kalkınma temelinde, sıcaklık artışını sanayileşme öncesi döneme göre 2 ºC’nin altında tutacak bir anlaşma olup, 2015 yılından sonra gözden geçirme ile sıcaklık artışını 1,5 ºC’nin altına çekmeyi hedeflemektedir. ULUSLARARASI KARBON TİCARETİ Belirlenen seviyeden fazla salım yapan şirketler başka yerlerden “Karbon Kredisi” bulmak zorundadır. Bu da karbon ticaretini ve borsasını ortaya çıkarmıştır. Karbon kredileri “onaylı” ve “gönüllü” olmak üzere iki grupta toplanır. Kyoto Protokolü’nü imzalayan ülkeler arasında CER (Certified Emission Reductions - Sertifikalandırılmış Emisyon Azaltımı), Kyoto Protokolü’ne üye olmayan ülkeler içinse VER (Voluntary Emission Reduction Certificates - Gönüllü Emisyon Azaltımı) uygulanmaktadır. 1 VER Sertifikası, salınmayan 1 ton CO2 eşdeğer (sera gazı) emisyon azaltımına karşılık gelmektedir. 1 VER = 1 CER = 1 ton CO2 Ülkemizdeki rüzgar enerji santrelleri (RES) bu konuda önemli bir yere sahiptir. Dengeleme (Offset) kavramı; bir yerde salınan sera gazının başka bir yerden satın alınarak aynı miktarda sera gazının önlenmesi ile veya atmosferdeki aynı miktarda sera gazının yutulması/ hapsedilmesiyle nötrleştirilmesidir. TÜRKİYE’DE SERA GAZI EMİSYONLARI Türkiye’de sera gazı emisyonları yaklaşık değerlerle 1990 yılında 170 milyon ton CO2 eşdeğeri iken 2008 yılında 2 kattan daha fazla artarak 366 milyon ton CO2 eşdeğerine yükselmiştir. Bu emisyonların yaklaşık değerlerle yüzde 29’u enerji üretiminden, yüzde 33’ü enerji kullanımından, yüzde 13’ü ulaşımdan kaynaklanmaktadır. Endüstriyel proseslerden kaynaklanan oran ise (enerji kullanımı hariç) yüzde 8 civarındadır. Türkiye kişi başına düşen karbon tüketimi bakımından 2008 yılında 97. sırada yer almıştır. Türk sanayii, emisyonları belli değerde tutarken, ileri teknoloji kullanarak sanayileşmesini de sürdürmek zorundadır. TÜRKİYE’DEN VE DÜNYADAN OLUMLU ÖRNEKLER Ülkemizden bu konuda güzel örnekler verecek olursak şunlar sıralanabilir: ZORLU ENERJİ: karbon ayak izi hesabını yaptıran ilk şirket olmuştur. Karbon salınımını ölçerek ‘Karbon Saydamlık Projesi ‘raporlayan Türk Telekom’a Türkiye Karbon Saydamlık Liderliği ödülü verilmiştir. Ekolojik Ayak İzi, bir bireyin yaşamını sürdürmesi için ihtiyacı olan kara ve deniz parçası büyüklüğüdür. Büyük bir ağaç bir insanın yaklaşık 2 aylık oksijen ihtiyacını karşılamaktadır. Yani yılda 6 ağaç, yaşam boyu için ise yaklaşık olarak 400 ağaç gereklidir. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 53 MAKALE 2010 DÜNYA KUPASI Her ne kadar Güney Afrika ve kıtanın geri kalanı yenilenebilir enerji konusunda önemli adımlar atsa da, 2010 Dünya Kupası’nın karbon ayak izi dört yıl önce Almanya’da gerçekleşen dünya kupasının yaklaşık dört katına eşit. Güney Afrika Dünya Kupası’nın tahmini karbon ayak izi ise şöyle: KARBON AYAK İZİ 1.775 Özel otobüsler 17.354 2.162 Hub 28.526 Demiryolu ulaşımı 13.179 Pretoria Bloemfontein 43.227 4.922 Özel demiryolu ulaşımı 11.973 Port Elizabeth 30.727 Rustenburg Yolcu otobüsleri 340.128 54.990 Durban Konaklama için Harcanan Enerji Yerel ulaşım ** Şehirlerarası Ulaşım Nelspruit 63.730 40.140 484.589 10.372 75.176 Bağımsız ulaşım 8.740 Cape Town Polokwane 88.039 Johannesburg 330.057 Hava yolu 738 Peter Mokaba 738 804 Mbombela Uluslararası Yayınlar 811 833 Peter Mokaba Ellis Park 811 15.359 952 Soccer City Mbombela Dünya Kupası 2010 Stadyum İnşaatı ve Tadilatı 2.753.251 1.011 Royal Bafokeng 1.110 Royal Bafokeng Ton CO2 1.269 1 milyon arabanın yıllık CO2 emisyonundan daha fazlasına eşit* 1.155 Manguang 1.203 Manguang 1.322 Loftus Versfeld Loftus Versfeld 16.637 1.540 2.972 Moses Mabhida 1.353 Moses Mabhida Stadyumlardaki Enerji Kullanımı Nelson Mandela 1.692 Nelson Mandela 5.167 1.823 Green Point Ellis Park 2.397 Green Point 3.245 Soccer City 1.856.589 39.577 Uluslararası Ulaşım Şehir İçi Ulaşım 1.575.953 1.748 Uzun mesafeli uçuşlar 9.973 Demiryolu ulaşımı Yolcu otobüsleri Dolmuş 102.738 Bağımsız ulaşım ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Araba 5.130 5.245 Kısa mesafeli uçuşlar n 4.786 Şehir içi otobüs Özel otobüsler 165.775 54 12.989 5.432 6.538 Şehir içi tren Yolcu otobüsü * 160 g/km karbon emisyonu yayan bir aracın yılda 16.000 km yaptığı varsayılarak ** Yerel ulaşım: Yerel halkın maçlara giderken yaydığı karbon emisyonu Tüm veriler ton karbon dioksit olarak hesaplanmıştır. TÜRKİYE SINAÎ KALKINMA BANKASI (TSKB): 670 ton olan karbon ayak izlerini aldıkları gönüllü karbon kredileri Gold Standart ile sildikleri iki yılda ayak izlerini yüzde 68 azaltmayı başardıkları ifade edilmektedir. TAV: Türkiye’deki havalimanları Karbon Ayak İzi -Avrupa Uluslar arası Havalimanları Konseyi (ACI Europe) Havalimanı Akreditasyon Programı altında ISO 14064 denetlenmektedir. Yolcu konforunu olumsuz etkilemeden yılda 3,5 milyon KW saat enerji tasarrufu hedeflenmiştir. KOÇ TOPLULUĞU: Sera gazı emisyonu hesaplama yöntemini uluslararası normlara göre geliştirerek ortak bir veri giriş sistemi oluşturmuş ve tüm Topluluk şirketleri için sera gazı emisyonlarını hesaplayarak yöntemi Türkiye İstatistik Kurumu ile kesinleştirmiştir. Bu çalışmalara ek olarak Holding, 2020 yılına odaklanan bir sera gazı stratejik planı hazırlayarak şirketlerinin sera gazı emisyonu tahminleri, azaltım planları ve miktarları ile ilgili yatırımları belirleme çalışmaları başlatmıştır. BİLİM İLAÇ: Karbon ayak izini 3 yılda yüzde 7 düşürmeyi hedeflemiştir. Tıbbi tanıtımda video konferansın yaygınlaşması gibi tedbirler öne çıkmıştır. ÜNİLEVER: 15 Kasım 2010’da Sürdürülebilir Yaşam Planını açıklamış, Atıkları Kaynağında Önleme Arıtma ve Enerji Tasarrufu Uygulamalarına başlamıştır. ECZACIBAŞI: 2007 yılında 70 kişiden oluşan sürdürülebilir çalışma gurubu oluşturmuş, Çevre, Ürün Sorumluluğu, Bina Verimliliği alanlarında alt çalışma grupları ile faaliyetlerini yürütmektedir. 2009-2010 yılında tüketilen enerjiden yüzde 8,1, karbon emisyonunda yüzde 8,2 düşüş sağlanmıştır. Vitra-A Avrupa Birliği Eko Etiketi almaya hak kazanan ilk firma olmuştur. HP: Rüzgârla soğutulan dünyanın ilk veri merkezini İngiltere’de Wnyyard’da açmıştır. KAYNAKLAR • Erdör, Murat-; Yeşil Pazarlama,2011 • Erzen, Jale-; Çevre Estetiği, ODTÜ Geliştirme Vakfı, Ankara 2006. • Kara, H-; Sanayici Dergisi, Aylık Ekonomi ve İş Dünyası 2011. • Karabulut, Y.-; Türkiye’de ve Dünyada Gönüllü Karbon Piyasaları, 2011 • Kumbaroğlu, G. ve Arıkan, Y-; Farkındalık ve Fark Yaratmak Türkiye’nin CO2 Salımları, Açık Toplum Vakfı, İstanbul 2009. • Öztürk, M-: Gönüllü Karbon Ticareti, 2011. DHL: 2015 yılına kadar karbon salınımını yüzde 30 azaltmayı hedefliyor. Atatürk Havalimanı’nda yeni hizmet binasını tamamı organik ürünlerden olan yeşil duvarlarla kaplamıştır. FACEBOOK: Avrupa’daki ilk sunucuları İsveç’in kuzey doğusunda kuzey kutup çizgisi yakınlarında yer alan yaklaşık 45000 nüfuslu Luleâ kentine kuruluyor. Böylece sunuculara doğal yollarla soğuk tutma imkânı olacaktır. Zira sunucuların oluşturduğu ısıyı soğutmak için data merkezlerine büyük çapta soğutma ünitelerinin kurulması ciddi ek masrafları gerektirmektedir. Böylece Facebook kullanıcılarına daha hızlı performans sağlayacak ve doğaya saygı vurgulanacaktır. 2014 yılında hizmete girmesi beklenen veri merkezi doğal yollardan soğutma sağlayacağı için karbon salınımı daha az olacaktır. Sıraladığımız bu veriler, firmaların kendi beyanatları, demeçleri, web siteleri ve basın organlarında yer alan haberlerden derlenmiştir. Ekonomide “olumsuz dışsallık” olarak adlandırılan çevre-maliyet etkileşiminde vergi-sübvansiyon mekanizması ile karbon salınımı sorunu çözümlenmelidir. Özellikle yenilenebilir enerji kullanımında sübvansiyon mekanizması devreye sokulmalıdır. • Tatar, O-; Sürdürülebilir Yaşam ve Çevre Dersi Notları, Yaşar Üniversitesi, İzmir 2010. • Tatar, O-; Kentsel Ekoloji ve Yaşanabilir Kent, Ege Üniversitesi, İzmir 2008. • İklim Çözümleri: 2050 Türkiye Vizyonu, WWF, Türkiye Doğal Hayatı Koruma Vakfı Yayını, İstanbul 2009. • www.mozturk.net/Upload/karbon.pdf • www.karbonayakizi.com • www.enerjikongresi.com/doc/2009/sunumlar/YagmurKarabulut.ppt MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 55 ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR HADİSLE MÜJDELENEN KUMANDAN FATİH SULTAN MEHMET HAN “İstanbul bir gün mutlaka fetholunacaktır; onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır, onu fetheden asker ne güzel askerdir…” Ümit Kaçar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Eğitim ve Yayın Dairesi Başkanı BATILI GÖZÜYLE FATİH PORTRESİ “Sultan Mehmet çok az gülerdi. Zekâsı daimî bir çalışma halindeydi. Çok cömertti. Her işte fevkalâde atılgan hatta cüretkârdı. Seçtiği hedeflere erişmek için çok ısrar ederdi. Soğuğa sıcağa açlığa susuzluğa tahammüllüydü. Kesin konuşur kimseden çekinmezdi. Zevk ve sefadan uzaktı. Türkçe, Yunanca ve Sırpçayı çok iyi konuşurdu. Her gün bir müddet okurdu. Roma tarihi, başka devletler tarihi, Papaların, Alman İmparatorları ile Fransa ve Lombardiya krallarının vakaları okuduğu tarihler arasındaydı. Avrupa’daki bütün devletleri tanırdı. Özellikle İtalya’nın coğrafyasını en ince noktasına kadar bilirdi ve bir Avrupa haritasını yanından ayırmazdı. Askerî ve coğrafî ilimlerle isteyerek meşgul olur araştırmalar incelemeler yapardı. Tabiiyeti altında bulunan ülkelerin âdet ve şartlarını devletin ve bölgenin menfaatlerine kullanmakta maharetliydi.” (Zorzo Dolfin) 56 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Tarihte öyle olaylar vardır ki, kendisinden kulübeler ve barakalar bulunduğunu bildirir. önceki asırlara mührünü vuran ne varsa hep1419’da şehri ziyaret eden Buondelmonte ise, sini birden siler süpürür ve yeni bir dengeler Marmara sahilinin tamamen metruk, fenerlesistemi kurar… rin harap olduğunu, şimdiki Fatih Camii’nin Tarihte öyle kişiler vardır ki, geçmiş zayerinde bulunan Havariyun kilisesinin yıkılmış manların oluşturduğu dengelere meydan bulunduğunu ve açık sarnıkların bostan yapılokuyarak, en kadim şehirleri bile yeninin mış olduğunu söyler. 1433’de yani, fetihten taptaze nefesiyle gelecek çağların ruh ikli20 sene evvel İstanbul’a gelen Bertrandon de mi haline getirir… la Broquiere’den öğrendiğimize göre de şehir, Fatih ve İstanbul’un hikâyesi de böyle bir ekilmiş sahalar ile birbirinden ayrı düşmüş duruma işaret eder. İstanbul’un fethi, tarihkısımlar halinde bulunuyordu.” te ender rastlanan bir lider ile yine tarihte eşine ender rastlanan muhteşem bir şehrin FETİH’TEN ÖNCE ŞEHZADE MEHMET düğün gecesidir. Hiç şüphesiz Fatih, Son kaldığımız tarihten daha başka yaptığı işlerle başlayalım… Bertrandon de Hiç şüphesiz Fatih, la Broquire’nin İstanbul’u gezİstanbul’un çok ötesinde bir karakterdir. Fakat İstanbul, daha başka yaptığı diği sıralarda Şehzade MehFatih’in yaptığı o mühim işmet henüz iki yaşındadır. Ve işlerle İstanbul’un lerin kalbinde duran taze büyük ağabeyi Ahmet ve kübir ruh iklimidir… Fatih’in çük ağabeyi Alaaddin Ali ile çok ötesinde bir yaklaşık 449 yıl önce fetbirlikte Edirne’den Amasya’ya karakterdir. Fakat hettiği İstanbul, bu büyük yolculuk hazırlığındadır… Ve İstanbul, Fatih’in liderin oluşturduğu dünya herkes Amasya’nın ne anlasisteminin kalbidir hâlâ... mına geldiğini bilmektedir… o yaptığı işlerin Fakat bütün bunların anSultan Murad’ın yerine geçekalbinde duran, laşılabilmesi için o şehrin cek kişi Amasya sancakbeyi fetihten kısa bir süre önceki olarak gönderilen büyük ağataze ruhtur… suretini bilmek gerekir… bey Ahmet’tir. Daha sonraki yıllar ise iki FETİHTEN ÖNCE İSTANBUL ağabeyini kaybeden hüzünlü ve zaman zaSamiha Ayverdi, “Osmanlı Asırları” kitaman hırçın bir çocukla karşı karşıyayız… Ve bında fetih öncesi İstanbul’u gezen seyyahların iki oğlunu toprağa veren Sultan Murad ise şahitlikleriyle şehrin suretini şöyle tasvir eder: üzüntülü bir şekilde tahttan çekildiğinde, bu “XIV. asırda İstanbul’u ziyaret eden Arap hırçın çocuk zoraki tahta çıkar. 12 yaşındadır ve devletin bütün yükü omuzlarındadır. seyyahlarından Ebül Feda, şehrin göbeğinde çift sürülüp ekin ekildiğini ve boş olarak terk Çocuk yaştaki hükümdarı fırsat bilen edilmiş evler bulunduğunu yazar. 1403’de haçlılar harekete geçerlerken, bir taraftan Castile sefiri olan Clavijo da, şehrin boş ve da Bizans topraklarından yayılan fitne, devbirçok vadilerinin ekilmiş olduğunu, yer yer let içinde çalkalanmalara sebep olmaktadır. ŞAİR VE ÂLİM PADİŞAH Fatih, askeri başarılarla Osmanlı Devleti'ni büyük bir imparatorluğa dönüştürdü. Bilime, tarihe ve felsefeye özel ilgi gösterdi. Türkçeden başka Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphanesi vardı. "Avni" takma adıyla şiirler yazdı. Şiirleri Fatih Divanı (1944), Fatih’in Şiirleri (1946), Fatih ve Şiirleri (1959) gibi adlar altında basıldı. Bilim adamlarını ve edebiyatçıları destekleyen Fatih, nesir ustası Sinan Paşa ile şair Ahmed Paşa'yı vezirliğe kadar yükseltti. Ünlü matematikçi ve astronomi bilgini Ali Kuşçu'nun İstanbul'da kalmasını sağladı. Fatih, İtalyan ressam Gentile Bellini'yi 1479'da İstanbul'a getirterek resimlerini yaptırdı. Manisa’da gündüzleri eğitimini sürdüren Şehzade Mehmet, geceleri ise rüyalarını süsleyen fetih için taktikler geliştirir… Daha sonra döktürülecek topların ilk çizimlerini burada yapmaya başladığı rivayet edilir. Çocuk padişah, çocukluğu aşan bir iradeyle inzivaya çekilmiş babasına "Eğer padişah siz iseniz, devletimizin bu zor gününde ordumuzun başında olmamanız törelerimize uymaz. Yok, eğer padişah ben isem, işte size emrediyorum, geliniz ve derhal ordularımın başına geçiniz.” diyerek babasını yeniden saltanata davet eder.” MANİSA’DA FETİH RÜYASI Şehzade Mehmet, Edirne’de bir sene içinde yaşadığı olaylar nedeniyle bir anda olgunlaşmıştır sanki. Vakanüvislerin deyişiyle “Zekâdan dolayı yerinde duramayan çocuk, yaşadığı olaylar neticesinde birden sorumluluğu bilen ve hatta sorumluluk bilincini aşan rüyalar görmeyen başlayan bir yetişkin” oluverir. Manisa’da bir tarafta Akşamseddin ve Molla Gürani’nin hocalıklarında manevi ve müspet ilimler konusunda eğitim alırken, diğer taraftan da dönemin yetkin savaşçılarından kılıç ve savaş eğitimleri alır. Hatta öyle ki, Molla Gürani tarafından kendine tahsis edilen bahçede bahçıvanlık yaparak, Osmanlı padişahlarının her birinde olduğu gibi kendine has bir meslek edinir. Gündüzleri eğitimini sürdüren Şehzade, geceleri ise rüyalarını süsleyen fetih için taktikler geliştirir… Daha sonra döktürülecek topların ilk çizimlerini dahi burada yapmaya başladığı rivayet edilir. TAHTA İKİNCİ DEFA GEÇİŞİ II. Murat 1451'in 3 Şubat günü vefat eder… Babasının vefat haberini Sadrazam Halil Paşa'nın özel ulakla Manisa'ya gönderdiği mektupla alan Şehzade Mehmet, "Beni seven ardımdan gelsin!" diyerek atına atlayıp, kuzeye doğru yola çıkar ve maiMAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 57 ŞEHİR YÜZLÜ İNSANLAR yetindekilerle birlikte 18 Şubat 1451’de Edirne'de ikinci kez tahta çıkar. İlk tahta çıktığı zaman yaşadığı sıkıntıları yeniden yaşamamak ve yıllarca rüyasını kurduğu fethin önünde engel olabilecek unsurları temizlemek için devleti yeniden yapılandırır. Bu çerçevede Çandarlı Halil Paşa'yı sadrazamlık makamında tutmasına karşın, artık gerçek iktidar kendisiyle birlikte lalaları Şahabeddin ve Zağanos paşaların başını çektiği savaşçı kesime daha etkin görevler verir. İSTANBUL SURLARININ ÖNÜNDE Tahta çıktığı andan itibaren kilitlendiği tek hedef İstanbul’dur artık. Sultan Mehmet, iki yıllık bir hazırlık aşamasından sonra ordusuyla birlikte İstanbul surlarının önündedir… Fakat bu surlar kaç akını geri püskürtmüştür… Nice fatihler bu surlar karşısında çaresiz kalmıştır… Geleceğin fatihinin kafasını en çok bu surlar ve onun mağlup ettiği ordular meşgul etmektedir. Ünlü yazar Stefan Zweig’in muhteşem üslubuyla “Yıldızın Parladığı Anlar” kitabında surlar şöyle tasvir edilir: “Bizans’ın bir tek kudret ve kuvveti daha vardır: Surları. Bir zamanlar dünyayı kaplayan muhteşem ve mutlu geçmişin mirası olarak sadece bunlar kalmıştır. Üç katlı bir zırh tabakası, şehri bir üçgen gibi çevirmektedir. (…) Mazgallar ve burçlarla süslenmiş, su dolu hendeklerle korunmuş, dört köşe dev kaleleriyle her yanını kontrol edebilen ve bin yıllık bir tarihin bütün imparatorları tarafından daima eklemeler yapılmış, daima yenilenmiş bulunan bu birbirine paralel çift ve üç sıra duvardan kurulu eşsiz surlar, o devre göre ele geçirilemezliğin gerçek bir sembolüydü.” GEMİLER KARADAN YÜRÜR Gerek Manisa yılları, gerekse Edirne’de geçen iki yıllık süreç içinde fetih üzerine düşünen ve taktikler geliştiren Sultan Mehmet, işte bu surların aşılması yönünde olmazı oldurmak için insanüstü bir çabanın gerekli olduğunu bilmektedir. Fakat kaderin azmi yoğurduğu bir zamanda yaşamıştır sultan… Nitekim bu azimle yoğrulmuş kişilik, tarihçilerin “akıl almaz” dedikleri olayları gerçekleştirecektir. Akıl almaz buluşlarla olmazları olduran, harp kaideleriyle alay edercesine ordularını sevk ve idare eden sultanın, topçulukta balistik hesaplarını bizzat yapması, seyyar muharebe kuleleri inşası, lağım tertibatı ve bütün bu vasıta ve aletlerin kullanılmasını nizamlayıp kolaylaştıran pratik zekâsı ve dinamik kararları, hep bu azmin ve kararlılığın sonucudur… DEVLETTEN İMPARATORLUĞA DÖNÜŞTÜREN KANUNNAMELER Fatih, Osmanlı Devleti’ne düzenli ve sürekli bir yapı kazandırmak için önemli düzenlemeler yaptı. Yönetim, maliye ve hukuk alanında koyduğu kuralları içeren Fatih Kanunnamesi, sonraki dönemde de yürürlükte kaldı. Fatih’in Osmanlı devlet düzenine ilişkin temel ilkelerin pek çoğu, Tanzimat dönemine kadar geçerliliğini korudu. Fatih’in saltanatı döneminde Osmanlı ülkesine 500'den fazla mimari yapı kazandırıldı. Onun adına yapılan en önemli yapı, İstanbul'da bir cami ile medrese, kitaplık, imarethane (aşevi), darüşşifa (hastane), hamam, kervansaray gibi birimleri kapsayan Fatih Külliyesi’dir. 58 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Nice fatihlerin geri püskürtüldüğü surlar ardına gizlenen ve fakat bir o kadar da hayata küsmüş olan İstanbul, yeni sahipleriyle kucaklaşarak bu küskünlükten kurtulur. FATİH'İN İNSAN HAKLARI AHİDNAMESİ Sultan Mehmet, ilk tahta çıktığı zaman yaşadığı sıkıntıları yeniden yaşamamak ve yıllarca rüyasını kurduğu fethin önünde engel olabilecek unsurları temizlemek için devleti yeniden yapılandırır. Bu azimle karadan yürütülen gemiler, görmeyenin inanamayacağı cinstendir. Nitekim gemilerin karadan yürütüldüğü demde, Haliç’te büyük bir Venedik gemisinde bulunan ve olup bitenleri yakından takip eden Nicolas Barbaro şunları yazar: “Bu gemilerin, sanki denizde imiş gibi karada hareketleri hadisesini gözleriyle takip etmemiş bir kimse için bunun inanılmayacak garip bir manzara olduğunu tekrar ederim… Olup bitenleri gözlerimle gördüm. Aksi halde hadisenin vukuunda hazır bulunmamış olsaydım, asla inanmazdım.” VE KAVUŞMA… 29 Mayıs 1453… İki aylık kuşatma sonunda aşılmaz denilen surlar aşılır; çocukluğundan beri Sultan Mehmet’in rüyalarını süsleyen, İslam peygamberinin müjdelediği o muhteşem fetih gerçekleşir… Nice fatihlerin geri püskürtüldüğü surlar ardına gizlenen ve fakat bir o kadar da hayata küsmüş olan şehir, yeni sahipleriyle kucaklaşarak bu küskünlükten halas olur… Fetihten sonra “Fatih” unvanını alan Sultan Mehmet, hem peygamberimizin kutlu müjdesine muhatap olur, hem de fetihten hemen sonra başlattığı faaliyetlerle İstanbul’u tekrar dünyanın merkezi haline getirir. Bu kavuşma hikâyesini batılı tarihçi Gibbon’un sözleriyle bitirelim: “İstanbul 1453’te Türk ordularının önünde düştü. Düşerken de kendinden daha yüce bir kudretin merkezi ve kalbi olarak bir sfenks gibi ayağa kalkıp, iyi ve kötü günler görmüş tarihinde yeni hayatına, Osmanlı İmparatorluğu’nun taht şehri olarak girdi.” Bosna’yı fetheden Fatih Sultan Mehmet Han, bölge halkını dininde serbest bıraktı. Büyük liderin Bosna’da yaşayan rahiplerin dini serbestliklerini garanti altına alan aşağıdaki fermanı, bugünün şartlarında bile dünyaya örnek olacak mahiyettedir. "Nişanı-ı hümayun şu ki; ben ki Sultan Mehmet Han'ım; üst ve alt tabakada bulunan bütün halk tarafından şu şekilde bilinsin ki, bu fermanı taşıyan Bosna rahiplerine lütufta bulunup şu hususları buyurdum: Söz konusu rahiplere ve kiliselerine hiç kimse tarafından engel olunmayıp rahatsızlık verilmeyecektir. Bunlardan gerek ihtiyatsızca memleketimde duranlara ve gerekse kaçanlara emn-ü aman olsun ki, memleketimize gelip korkusuzca sakin olsunlar ve kiliselerinde yerleşsinler; ne ben, ne vezirlerim ne de halkım tarafından hiç kimse bunlara herhangi bir şekilde karışıp incitmeyecektir. Kendilerine, canlarına, mallarına, kiliselerine ve dışarıdan memleketimize getirecekleri kimselere yeri ve göğü yaratan Allah hakkı için, Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) hakkı için, yedi Mushaf hakkı için, yüz yirmi dört bin peygamber hakkı için ve kuşandığım kılıç için en ağır yemin ile yemin ederim ki, yukarda belirtilen hususlara söz konusu rahipler benim hizmetime ve benim emrime itaatkâr oldukları sürece hiç kimse tarafından muhalefet edilmeyecektir." MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 59 KADİM ŞEHİRLER DÜNYANIN MERKEZİNDE DURAN ŞEHİR İSTANBUL Doğu ile Batı’nın buluştuğu, kültürlerin kaynaşarak yeni bir terkibe ulaştığı rüya şehir İstanbul, stratejik konumu itibariyle “dünyanın merkezi” olma özelliğini hiç kaybetmemiş, her badireyi atlatarak bu kimliğini GÜNÜMÜZE taşımıştır. Hasan Hüseyin ÖZ İstanbul’u yazmak… Zorların zoru… Ne bir terkip, ne bir üslup, ne de idrak yeter buna. Bir sır gibidir İstanbul… Bir yazarın dediği gibi “insan ömrü ne kadar uzun olursa olsun, her an karşınıza bir farklı desen çıkar” bu beldede… Her sırrın ardında başka bir sır… Onun için bu sırlardan bir sır olan “dünyanın merkezi” olma özelliğinin küçük bir parçasını tarihsel açıdan yazmaya çalışacağız… Ve fakat bu parçanın dahi kâmilen yazılamayacağını biliyoruz… 60 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Temelleri M.Ö. 7. Yüzyılda atılan İstanbul, kadim zamanlardan bu yana dünyanın en önemli çekim merkezlerinden biri olagelmiştir. Şehrin ilk merkezi yarımadanın doğusunda bulunan Sarayburnu’nda “Bizantion” adıyla kurulmuştur. BİZANTİON’DAN KONSTANTİNOPOL’E Bulunduğu stratejik konum itibariyle ekonominin de merkezi olan şehir sık sık istila girişimlerinin hedefi olur. Fakat her zaman kendi kimliğini korur. İstila girişimlerini savuşturduktan sonra uzun asırlar şehir devleti olarak kalan şehir, M.Ö. 191’de Roma tarafından işgal edilir ve Latinleştirme politikalarına maruz kalır. “Bizantion” olan ismi Latinleştirme politikaları neticesinde “Bizantiyum”a dönüştürülür. Aşağı yukarı 500 yıl “Bizantiyum” ismiyle anılan ve Roma’nın en önemli metropollerinden biri olan şehir, 330 yılına gelindiğinde I. Konstantin tarafından başkent ilan edilir. Konstantin’in ölümü ile birlikte onun hatırına şehrin ismi de “Konstantinapolis” olarak değiştirilir. HRİSTİYAN TARTIŞMALARININ MERKEZİ. 395 yılı İstanbul için yeni bir sürecin başlangıcıdır. Roma İmparatorluğu, Hıristiyanlık ve putperestlik tartışmaları çerçevesinde ikiye ayrılır. Hıristiyanlığı benimseyen Konstantin 330’dan itibaren şehri Hıristiyanlaştırarak, batıdaki pagan Roma’ya karşı bir mücadele başlatır. Bütün bu mücadelelere karşın şehir gelişmesini sürdürür. Doğu ve batının kesişme noktası, ekonomik ve siyasal sistemin yanında teolojik sistemin de belirleyicisi konumundadır artık. AYASOFYA’NIN ETRAFINDA ŞEKİLLENEN ŞEHİR Şehir bu dönemde yeni bir yapılanma içindedir aynı zamanda. Ayasofya özelinde şehrin merkezinin belirlenmesi söz konudur. Üç defa inşa edilmek zorunda kalınan Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve onun başkenti Konstantinopolis’in tarihi serüvenini de belirlemektedir. İmparator I. Konstantin tarafından yapımı başlatılan birinci Ayasofya, II. Konstantin tarafından bitirilir. 20 Haziran 404’te çıkan isyanlar sırasında yanan bu ilk kilise büyük ölçüde tahrip olur. İlk kilisenin isyanlar sırasında yakılıp yıkılmasından sonra, İkinci Ayasofya’nın yapımı, 10 Ekim 415’te gerçekleşmiştir. Fakat bu yapı da Nika İsyanı olarak bilinen isyan sırasında, 13-14 Ocak 532’de MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 61 KADİM ŞEHİRLER Camileri, külliyeleri, bedestenleri, dergâhları, türbeleri ve mezar taşlarıyla; sarayları, kilise ve havralarıyla İstanbul, dün olduğu gibi bugün dünyanın aradığı “barış ve hoşgörü şehri” vasfını sürdürmekte ve insanlık âlemine söyleyeceği yeni barış şarkısını sükûnetle terennüm etmektedir… yakılıp yıkılır. Siyasal ve dini anlaşmazlıklar sonucu çıkan Nika isyanı sonucunda, Hipodrom'da (bugünkü Sultanahmet Meydanı) 30 bin kişi öldürülür. Üçüncü Ayasofya’nın 23 Aralık 532'de başlanan yapım çalışması 27 Aralık 537'de tamamlanır ve ana iskelet olarak bugünkü yapısına kavuşturulur. İlk iki Ayasofya daha ziyade klasik Roma mimarisine göre yapılırken, üçüncüsü yeni ve özgün bir mimariyle inşa edilir. Ayasofya artık Doğu Roma İmparatorluğu’nun iktidar nişanesi konumundadır. 653 yılında yapılan seferden sonra ikincisi Muaviye döneminde gerçekleştirilir. İkinci seferde Abdullah bin Abbas, Abdullah bin Ömer, Abdullah bin Zübeyir gibi önde gelen İslam komutanları bulunur. Ve ayrıca günümüzde “Eyüp Sultan” diye meşhur “Ebu Eyyüb el-Ensarî” de bu seferde bulunur ve bu kuşatma sırasında şehit olur. İslam askerleri tarafından büyük bir merasimle cenaze namazı kılınarak surlara yakın bir bölgeye (şu an ki Eyüp ilçesi) defnedilir. EYÜP EL ENSARİ HAZRETLERİNİN İSTANBUL SEFERİ İslam fetihlerinin en önemli hedeflerinden biri olan İstanbul, batıda da Katolik dünyanın hedefleri arasındadır. Roma kültürünün ve Latince'nin yerini alan Yunan dili ve kültürü batı dünyası ile dinsel ayrışmanın kökleşmesine sebep olur ve doğudaki bu dini merkez, Katolik dünya için de mutlak surette ele geçirilmesi gereken bir merkezdir artık. Ayasofya’nın inşasıyla Kudüs’ten sonra dini bir merkez haline gelen İstanbul, uzun yıllar Hıristiyanlığın kendi iç çatışmalarına da ev sahipliği yapar. İstanbul 7. ve 8. Yüzyıllarda Müslüman ordularının fetih girişimlerine muhatap olur. İlki Hz. Osman hilafeti döneminde LATİN İSTİLALARI VE ŞEHRİN HARAP EDİLİŞİ Kız kulesi 62 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı'nın Marmara Denizi'ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş olan Kız Kulesi hakkında Evliya Çelebi şunları yazmaktadır: “Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkârane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 (seksen) arşındır. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.” Tarihi M. Ö. 24’e kadar götürülen kulenin bugünkü halinin temelleri ve alt katın önemli kısımları Fatih devri yapısıdır. Madalyon şeklindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmut’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Haçlı seferleri dönemine kadar birçok batı saldırısını savuşturan kent, 1204 yılında Latinler tarafından işgal edilir ve haçlı güçlerinin tahriplerine maruz kalır. Özellikle Ayasofya bu dönemde ciddi tahribe uğrar. 1261 yılına kadar da Latin İmparatorluğu'nun başkenti olur. OSMANLI’NIN KIZIL ELMASI Latin imparatorluğunun yıkılmasından sonra tekrar Bizans’ın başkenti olan İstanbul, artık eski devirlerinden çok uzaktadır. Bizans’ın iç çatışmaları, doğudan yükselen Müslüman Türk gücü, şehrin gittikçe içe kapanmasına sebep olmaktadır. Osmanlı’nın kuruluşu ve balkanlara doğru genişlemesi bu süreci daha da hızlandırır. Nitekim İslam’ın ilk yıllarından itibaren önemli bir fetih hedefi olan şehir, bu geleneğin sürdürücüsü olan Osmanlılar tarafından kızıl elmaya dönüştürülür. Yıldırım Bayezid ve II. Murat devirlerinde kuşatılan şehir, gerçek fatihiyle tanışmak için gün saymaktadır… BİN YILLIK TARİHİN SONUNDA FETİH Bizantion, Bizantiyum ve Konstantinopolis… Sarayburnu’nda başlayan tarih, önce Roma, sonra onun devamı olan Bi- zans eliyle 1453’e kadar taşınır. Muhteşem surlarına güvenen şehir, aslında içe kapanmadan ziyade bir çöküş süreci yaşamaktadır… Karşısında ise kurulduğu günden itibaren kendisini Kızıl Elma olarak gören Osmanlıların genç sultanı II. Mehmet vardır… 29 Mayıs 1453’e gelindiğinde şehir yeni sahipleriyle müşerref olur… İçe doğru kapanmanın ve dahi çöküş acıları çekmenin verdiği ıstıraptan kurtulmanın sevinciyle hemen yeni sahiplerini kabullenir… Yeni sahipleri ise, bu şehrin bütün birikimlerini, bütün yaşadıklarını inceden inceye süzüp, yeni bir hamleyle onu geliştirmenin yollarını arar… KONSTANTİNOPOL’DEN İSTANBUL’A Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldığında fetih sisteminin bir sonucu olarak Ayasofya’yı camii yapar. Fakat burada kalıcı olduğunu, kuru bir cihangirlik davası gütmediğini olamadığını göstermek için de Atik Sinan’a Fatih Camiini yaptırır… Ve Konstantinapol İstanbul olur. Bin yıldır homojen bir toplum tasavvuruyla sıkıntı yaşayan şehir genç fatihiyle birlikte bütün inançların, bütün fikirlerin merkezi konumuna getirilir. Kanlıca’nın yoğurdu Beykoz’un Anadoluhisarı ile Çubuklu arasında bulunan Kanlıca, İstanbul’un tarihi dokusunun yanında doğal güzelliğiyle öne çıkan bir bölgedir. Mihrabad Korusu, Anadolu yakasının en yeşillik yerlerinden biri haline getirir Kanlıca’yı. Sahilde, Çınaraltı'nda üzerine pudra şekeri konularak yenilen Kanlıca Yoğurdu, bu cennet köşesine ayrı bir lezzet katar… Anadolu kavağı Marmara Denizi ile Karadeniz’in birleştiği yerde kurulan Anadolukavağı, İstanbul’un en sakin muhitlerinden biridir. Doğu Roma döneminde kalma Yoros Kalesi, buranın sembolü gibidir. Semt, balıkçıların ve balıkçı restoranlarının yoğun olmasıyla ayrı bir özellik kazanır. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 63 KADİM ŞEHİRLER Mimar Sinan Bir tarihçinin dediği gibi; “Osmanlı medeniyeti sadece sultanlar medeniyeti değildir; Osmanlı sultanlarla birlikte, Âlim ve Ustaların birlikte yoğurduğu bir medeniyettir.” Bunun en görünen örneği de İstanbul’dur… İstanbul’daki eserlere bakıldığı zaman da Mimar Sinan’dır. Her bir köşesinde Mimar Sinan’ı görürsünüz İstanbul’un... Üsküdar’dan Mihrimah Camii’nden boğazın öte yakasında bulunan Edirne kapıdaki Mihrimah Camiini görürsünüz… Süleymaniye ve Atik Valide Sultan camileri bir başka kesişme noktasıdır. Sarnıçlar, köprüler, medreseler, çarşılar hep bu ustanın eserleridir. Muhteşem Süleymaniye’nin karşısında ömrünün son demlerinde yaptığı Atik Valide Sultan bir sanatkârın dünya görüşünün iki yüzünü gösterir… Süleymaniye bir mühürdür, hayatın bütün gücüyle hissedildiği bir mühür… Mekânda sonsuzluk emarelerinin en güzel terkibi… Atik Valide Sultan ise kubbelerinin ahengiyle size muhteşem bir seyir şölenine davet ederken, aynı zamanda tevazuun ve geçiciliğin duygusunu ruhunuza mühürler. Onun eserlerine baktığınız zaman; “Eser ve müessirin bu kadar iç içe geçtiği başka bir yapı görür mü insan?” diye düşünmeden edemezsiniz… 64 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Süleymaniye’nin inşası şehrin merkezini Ayasofya’dan buraya taşır. Bununla birlikte Ayasofya’nın hemen karşısında bulunan Sultan Ahmet Camii, mavinin bütün tonlarıyla yeni toplum sisteminin inceliklerini gösterir. Yüz yıllardır birbiriyle çatışmalı olan Monofizit Ermeniler ile diofizit Ortodokslar, aynı şehirde Müslüman Türk hoşgörüsünün güvencesi altında bir arada yaşamaya başlarlar. Yahudiler ve diğer inançlar da bu engin hoşgörüden nasiplerini alırlar. Ortodoks kilise ile Grogeryen kilise, Yahudi havrasıyla birlikte camiinin hemen yanı başında hoşgörü prensibi çerçevesinde bir arada yaşayacaktır. AYASOFYA’DAN SÜLEYMANİYE’YE Fetihten sonra İstanbul’un tarihi birikimi kendi birikimi gibi görüp, onun üzerinde hassasiyetle titreyen yeni sahipler, yeni dünyanın da eserlerini yapmaya başlarlar. Bezgin ve yılgın Ayasofya’yı elden geçirip, dört minare eklettikten sonra, bir vakıf sistemi kurarak bu kadim yapının bugüne kadar ayakta kalmasını sağlar… Ayasofya örneğinde olduğu gibi gerek eski yapılar, Üç defa inşa edilen Ayasofya, Doğu Roma İmparatorluğu’nun ve onun başkenti Konstantinopolis’in tarihi serüvenini de belirler… Özgün bir mimariyle üçüncü kez inşa edilen Ayasofya, Doğu Roma imparatorluğunun iktidar nişanesi gibidir… gerek toplumsal sistem Osmanlı garantisi altında bugüne kadar taşınır. Levantin yaşadığı Taksim, bizzat sultanın güvencisi altındadır artık. Bu yönüyle şehir yeni bir sistemin merkezidir. Yine Fatih döneminde yapılan Topkapı, bütün tevazusuyla bu sistemin bir göstergesidir. Ve Süleymaniye… Ayasofya’nın biraz ilerisinde Mimar Sinan tarafından inşa edilen Süleymaniye, şehrin yeni merkezidir artık. İstanbul medeniyetinin merkezi yani… Bununla birlikte Ayasofya’nın hemen karşısında bulunan Sultan Ahmet Camii, mavinin bütün incelikleriyle eski mimarimizin tezhip ve tezyiniyle yeni toplum sisteminin inceliklerini gösterir. DÜNYANIN MERKEZİ Kurulduğu günden itibaren hep çekim merkezi olan, tarihe çoğu zaman yön veren İstanbul, bütün varlık iddiasının kemalini sanki Osmanlı’da bulmuş gibidir… Yedi tepenin her birinde şekillenen mimari, çokluk içinde birlik ilkesinin en güzel örneğidir… Gerek ticaret, gerek siyaset ve gerekse din açısından bu ilke hep kendini gösterir. Nitekim dünya sisteminin geçen yüzyıldaki merkezi de İstanbul’dur. Dünyanın yeniden şekillendiği bir zamanda İstanbul, galip devletler tarafından ele geçirilmeye çalışılır; ancak bin yıldır bu topraklarda bulunan sahipleri buna izin vermezler… Camileri, külliyeleri, bedestenleri, dergâhları, türbeleri ve mezar taşlarıyla; sarayları, kilise ve havralarıyla İstanbul, dün olduğu gibi bugün dünyanın aradığı “barış ve hoşgörü şehri” vasfını sürdürmekte ve insanlık âlemine söyleyeceği yeni barış şarkısını sükûnetle terennüm etmektedir… Yahya Kemal Nice şairleri kendine meftun etmiştir İstanbul… Sultan II. Mahmut’tan Abdülhak Hamit’e, Necip Fazıl’dan Nazım Hikmet’e, Orhan Veli’den Ziya Osman Saba’ya daha nice şair, şiir gibi şehrin resmini kelimelerle çizmişlerdir… Yahya Kemal de bu şairler korosunun en mümtaz yerinde duruyor. Tarih içinde yaşadığı birçok maceradan güzelliğin letafetiyle çıkmayı bilen yedi tepeli şehir, Yahya Kemal’in mısralarında muhteşem bir ahenkle salınıyor… Bir Başka Tepeden Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul! Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul! Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Nice revnaklı şehirler görünür dünyada, Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan. Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 65 ÇEVRE SIĞLA AĞACI TÜRKİYEDE’Kİ DOĞAL SİTLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ Osman İYİMAYA Tabiat Varlıklarını Koruma Genel MüdürÜ Doğal ve kültürel kaynak değerleri yönünden eşsiz bir zenginliğe sahip olan ülkemizde, doğa koruma amaçlı yürütülen farklı yasal statülerden birisi de “Doğal Sit Alanları”dır. “Doğal Sit Alanı” jeolojik devirlerle, tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup; yer üstünde, yeraltında veya su altında yer alan, ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli alanlardır. Ülkemizde doğal sit alanları, tabiat varlıkları, tabiat anıtları, özel çevre koruma bölgeleri gibi korunan alanların belirlenmesi, planlaması, örgütlenmesi ve denetim gibi temel işlevlerin yerine getirilmesinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Korunan alanlardaki sorunların giderilebilmesi için etkin yönetim sisteminin oluşturulması son derece önemlidir. Bilindiği üzere 17.08.2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 648 sayılı “Çevre Ve Şehircilik Bakanlığının Teşkilat Ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname” ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlı özel bütçeli bir idare olan Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı kapatılmış, Bakanlık Hizmet Birimi olarak Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğü kurulmuş olup ilgili Kararnamenin 13/A maddesi ile Genel Müdürlüğe aşağıda belirtilen görevler verilmiştir. 66 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 a) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, sulak alanlar ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların tescil, onay ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tescil etmek. b) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerinin tespit, tescil, onay, değişiklik ve ilanına dair usul ve esasları belirlemek ve bu alanların sınırlarını tespit ve tescil etmek, yönetmek ve yönetilmesini sağlamak. c) Milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, doğal sit alanları, sulak alanlar, özel çevre koruma bölgeleri ve benzeri koruma statüsü bulunan diğer alanların kullanma ve yapılaş- maya yönelik ilke kararlarını belirlemek ve her tür ve ölçekte çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak, değiştirmek, uygulamak veya uygulanmasını sağlamak. ç) Tabiat varlıkları, doğal, tarihi, arkeolojik ve kentsel sitler ile koruma statüsü bulunan diğer alanların çakıştığı yerlerde koruma ve kullanma esaslarını ilgili bakanlıkların görüşünü alarak belirlemek ve bu alanların kısmen veya tamamen hangi idarelerce yönetileceğine karar vermek, her tür ve ölçekteki çevre düzeni, nazım ve uygulama imar planlarını yapmak, yaptırmak ve onaylamak. d) Orman alanları dışında yer alan korunması gerekli taşınmaz tabiat varlıkları, koruma alanları ve doğal sit alanlarının Bakanlıkça belirlenen ilke kararlarına, onaylanan planlara uygun olarak kullanılmak üzere tahsisini gerçekleştirmek, uygulamaların tahsis şartlarına uygun olarak gerçekleşmesini izlemek ve denetlemek. e) Tabiat varlıkları ve doğal sit alanları ile özel çevre koruma bölgelerine ilişkin olarak; hâlihazır haritaları aldırmak, gerekli görülen projeleri yapmak, yaptırmak ve onaylamak, her türlü araştırma ve inceleme yapmak, yaptırmak, izlemek, eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yürütmek, kullanım yasağı getirilen alanların kamulaştırma veya benzer yollarla kamunun eline geçirilmesini sağlamak, kontrol ve denetim yapmak, gerekli görülen alanların korunması ve kirliliğin önlenmesi amacıyla yatırım yapmak veya ilgili idarelerin yatırım projelerini desteklemek, bu alan ve bölgelerde Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlere ilişkin her türlü tasarrufta bulunmak, işletmek, işlettirmek ve kullanım izinlerini vermek, korunan alanlara ilişkin insan ve finansman kaynağı sağlamaktır. Kurulduğu tarihten itibaren Bakanlığımız Tabiat Varlıkları Koruma Genel Müdürlüğünün yetki ve sorumlulukları ile korunan alanlarda şu süreçler başlamıştır: BİLİMSEL TEMELLİ KORUMA YAKLAŞIMI: Korunan alanların biyolojik, ekolojik, jeolojik vb. özellikleri belirlenerek daha etkin korunması. KORUMA AMAÇLI PLANLAMA VE UYGULAMA SÜRECİ: Korunan alanlarda koruma kullanma dengesi gözetilerek her tür ve ölçekte planların yapılması ve uygulanması sağlanmaktadır. DOĞAL SİT ALANLARININ DEĞERLENDİRİLMESİ: Ülkemizde bulunan 1273 Adet Doğal Sit Merkez ve Bölge Komisyonları ile doğal sit alanlarının etkin ve sürdürülebilir yönetilmesi. Yetki ve Sorumluluğu Bakanlığımıza verilmiş olan 1273 adet olan doğal sit alanlarının illere göre dağılımları da aşağıdaki haritada verilmektedir. TÜRKİYE’DEKİ DOĞAL SİT ALANLARININ DAĞILIMI Doğal sitler ile ilgili koruma usul ve esaslarını belirleme ve alınacak her türlü kararı onaylama yetkisi Tabiat Varlıklarını Koruma Genel Müdürlüğünde olup, değerlendirmeler 15 üyeden oluşan Merkez Komisyonu ile 19 İlde 25 Bölge Komisyonu tarafından yapılmaktadır. Komisyonlar konusunda uzmanlaşmış mimar, şehir bölge plancıları, arkeolog, biyolog, peyzaj mimaMAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 67 ÇEVRE Ülkemizde doğal sit alanları, tabiat varlıkları, tabiat anıtları, özel çevre koruma bölgeleri gibi korunan alanların belirlenmesi, planlaması, örgütlenmesi ve denetim gibi temel işlevlerin yerine getirilmesinde ciddi sorunlar yaşanmaktadır. rı, harita ve kadastro, inşaat, ziraat, çevre, jeoloji, orman ve su ürünleri mühendisleri ve hukukçular ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca uygun görülecek uzmanlardan oluşmakta olup doğal sit alanlarında etkin ve sürdürülebilir yönetim sağlanmaktadır. Korunan alanların tespitinde, koruma statüsü değişikliğinde ya da koruma statüsünün kaldırılmasında bilimsel kriterlerin olmayışı korunan alanların yönetilmesinde zafiyetlere neden olmuş, hukuki ve idari birçok soruna neden olmasının yanı sıra kamuoyunda korunan alanlarla ilgili olarak önyargıların gelişmesine neden olmuştur. Bu durumu göz önüne alarak, Genel Müdürlüğümüz öncelikle korunan alanların tespit, değerlendirme ve yönetimine ilişkin kriterleri belirlemek amacıyla konunun uzmanı akademisyenlerle bir çalışma gerçekleştirmiştir. Bu çalışma ile tabiat varlıklarını koruma açısından Türkiye’deki ulusal kanun, yönetmelik, tüzüklerin yanı sıra bunlara bağlı uluslar arası sözleşmeler ve ekleri Doğal Sit Alanı, jeolojik devirler ile tarih öncesi ve tarihi devirlere ait olup; yer üstünde, yeraltında veya su altında yer alan, ender bulunmaları veya özellikleri ve güzellikleri bakımından korunması gerekli alanlardır. 68 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 korunan alan türleri açısından değerlendirilerek Tabiat Varlıklarını Koruma Rehberi hazırlanmıştır. Rehberde yürürlükte olan mevzuat çerçevesinde uygulanabilir koruma ilkeleri belirlenmiştir. Türkiye de yürürlükte olan mevzuat, dünyada korunan alanlar açısından kabul gören ve geniş uygulamalara sahip Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) kriterleri açısından irdelenmektedir. Genel Müdürlüğümüzün görev ve sorumlulukları ile ilgili mevzuat, korunan alanlar, doğa koruma, planlama çalışmaları, korunan alanların tespitine ilişkin kriterlerin belirlenmesi konularında ortak bakış açısı oluşturmak ve hizmet akışındaki bütünlüğü ve uygulamada kolaylığı sağlamak amacıyla; TVK Bölge Komisyonlarının bulunduğu illerdeki il Müdürleri, il Müdür Yardımcıları ilgili personel ile TVK Şube Müdürleri, ÖÇK Şube Müdürleri, TVK Merkez Komisyonu Üyeleri ile Bölge Komisyonu Üyeleri, Bakanlığın ilgili Birimlerinin temsilcileri ve Genel Müdürlüğümüz bünyesindeki yöneticiler ile diğer ilgili personellerin katılımlarıyla 16-18 Mart 2012 tarihleri arasında Antalya’da yapılan eğitim seminerine toplam 381 kişi katılmıştır. Seminerde; katılımcılar aşağıdaki konularda bilgilendirilmiş, ayrıca Bölge Komisyonlarının sorunları ve çözüm Önerileri tartışılmıştır. 1.Doğal Sit Alanlarının Belirlenmesi ve Derecelendirilmesinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri Biyo-ekolojik Yaklaşımlar, TVK Merkez ve Bölge Komisyonu Mevzuatı, 2.Korunan Alanlarda Yapılacak, İmar Planlarına İlişkin Usul ve Esaslara Dair Yönetmelik tartışılmış ve yönetmelik 23 Mart 2012 tarih ve 28242 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanmıştır. 3.Doğal Sit Alanlarının Belirlenmesi ve Derecelendirilmesinde Karşılaşılan Sorunlar ve Çözüm Önerileri, 4.Biyo-ekolojik Yaklaşımlar, Jeolojik – Jeomorfolojik Yaklaşımlar, Karar verme sürecinde nitel ve nicel değerlendirmeler, 5.Genel Müdürlüğün ikincil mevzuat çalışmaları tartışılmıştır. 6.Biyolojik Çeşitlilik, Tür ve Habitat Koruma Çalışmalarına Kurumsal Yaklaşım, 7.Korunan Alanlara İlişkin Altlıkların CBS Ortamında Kullanımı, 8.Kültür Varlıklarının Bulunduğu Alanlarda Yapılan Uygulamalar, 9.Doğal Sit Alanlarındaki Milli Parklar/ Tabiat Parkı ve Turizm Merkezlerine ilişkin Uygulamalar. ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ İZMİR YALIÇAPKINI TEHDİT ALTINDA Köyceğiz-Dalyan Özel Koruma Bölgesi’nde üreyen İzmir Yalıçapkını kuşu; habitat kaybı ve bozulması, tarımsal kimyasallar, insan kaynaklı rahatsızlıklar ve kaçak avcılık nedeniyle tehdit altında bulunuyor. TABİAT VARLIKLARINI KORUMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ Mülga Özel Çevre Koruma Kurumu Başkanlığı’nca Kuş Araştırma Derneği’ne yaptırılan Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde üreyen İzmir Yalıçapkını (Halcyon Smyrnensis) ve toplu halde üreyen Kuş Türleri Araştırma, İzleme ve Koruma Projesi’nin önemli sonuçlar elde edilmiştir. Proje çerçevesinde, Yalıçapkını popülasyonunun büyüklüğü, yaşam alanı tercihi, beslenme ve üreme biyolojisi araştırıldı, alanda türe yönelik tehditler ve koruma tedbirleri tespit edilmiştir. Bölgede toplu olarak üreyen kuş türlerinin ve önemli üreme habitatlarının belirlenmesi ve izlenmesi, yöre insanının alana karşı ilgi ve sevgisinin artırılması, daha çok insanın alanı sahiplenmesi ve koruma çalışmalarına katılması amaçlanmıştır. Söz konusu proje kapsamında Köyceğiz-Dalyan Özel Çevre Koruma Bölgesi’nde üreyen İzmir Yalıçapkını ve koloni olarak üreyen türlerin popülasyon büyüklükleri, yaşam alanı tercihleri, üreme biyolojisi ile ilgili bilgiler toplanarak değerlendirilmiştir. Ayrıca çalışmalar sırasında türlere ve yaşam alanlarına karşı olan tehditler belirlenerek koruma önlemleri sunulmuştur. Çalışmada nokta ve hat sayımları yapılarak üreyen İzmir Yalıçapkını ve koloni İzmir Yalıçapkını ve balıkçıllar gibi türler başta olmak üzere birçok türün sucul canlılarla beslendiği düşünüldüğünde alandaki su sistemine karışabilecek kimyasal maddelerin ekosistem üzerine yaratacağı zararlar daha fazla önem taşıyacaktır. 70 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 olarak üreyen kuşlar hakkında veri toplanmıştır. Arazi çalışmaları sırasında görülen ve duyulan tüm kuş türleri sayıları, alanı ne amaçla kullandıkları ve bulundukları yerin habitat özellikleri yönünden değerlendirilerek kayıt formlarına işlenmiştir. Tüm nokta ve hat boyu sayım yerlerinin koordinatları GPS kullanılarak tespit edilmiş ve Ulusal Koordinat Sistemi’nde (UTM) kullanılabilecek şekilde hazırlanmıştır. Tüm arazi çalışmaları sonucunda elde edilen veriler bilgisayar ortamına aktarılmış, analizler ve değerlendirmeler yapılmıştır. Bunun yanı sıra bölge halkının doğal yaşamın korunmasının önemi ve ekosistem ve insan arasındaki etkileşimler konusunda eğitim seminerleri icra edilmiştir. Toplam 6 arazi çalışmasında 52 günde gerçekleştirilen proje kapsamında; Özel Çevre Koruma Bölgesi’ndeki proje kapsamında belirlenen hedef gruplara yönelik eğitim çalışmaları tarihleri arasında gerçekleştirilmiştir. Eğitim çalışmalarının yanı sıra arazi incelemesi de yapılmıştır. 1. HABİTAT KAYBI Koruma alanı Türkiye için önemli bir turizm ve tarım bölgesinin içerisinde yer almaktadır. Özellikle bu iki nedenden dolayı her geçen gün yeni yapılaşma ve tarım alan- ları oluşmakta ve bölgedeki doğal yaşam alanları giderek yok olmaktadır. Tarımsal faaliyetlerin başında portakal, nar, limon ve susam üretimi gelmektedir. Günümüze kadar bölgede tarımsal alanların genişletilebilmesi için pek çok sulak alan bölgesi kurutulmuştur ve doğal yaşam alanları yok olmuştur. Koruma alanı içerisinde İzmir Yalıçapkını’nın yaşam alanı olan sucul bölgeler de bu değişimden en çok etkilenen habitatlar olmuştur. İzmir Yalıçapkını’nın koruma alanı Türkiye için önemli bir turizm ve tarım bölgesinin içerisinde yer almaktadır. Özellikle bu iki nedenden dolayı her geçen gün yeni yapılaşma ve tarım alanları oluşmakta ve bölgedeki doğal yaşam alanları giderek yok olmaktadır. Koruma alanı içerisindeki özellikle İzmir Yalıçapkını’nın kullandığı doğal alanlar üzerindeki en büyük habitat kaybı sebebinin meyve tarımı olduğu görülmüştür. İzmir Yalıçapkını’nın ürediği iki bölge de koruma alanı içerisindeki özellikle portakal ve nar bahçesi olmayan neredeyse son alanlardır ve bu nedenle tür bu alanlara sıkışmıştır. Her iki bölgenin de çevresinde yoğun meyve tarımı yapılmakta ve halktan öğrenilen bilgilere göre de drenaj kanalları ile kurutma yapılıp yeni alanların bahçeye çevrilmek istendiği öğrenilmiştir. İzmir Yalıçapkını üreme alanlarının yok olması türün bölgedeki popülasyonunu etkileyecek en önemli tehditlerin başında gelmektedir. Ayrıca bu alanların yok olması başka türlerin de yaşamlarını olumsuz yönde etkileyeceği kesindir. 2. HABİTAT BOZULMASI Türler üzerindeki önemli tehditlerden biri de habitat özelliklerinin bozulmasıdır. Alanın hemen her yerinde yapılmış olan irili ufaklı drenaj kanalları doğal alanlar üzerindeki önemli baskılardan biridir. Tüm yıl bataklık olarak kalması gereken alanlar çevrelerinde açılmış drenaj kanallarının etkisiyle yaz aylarında bataklıkların çoğu kurumaktadır ve kış aylarına kadar da kuru kalmaktadır. İlkbahar aylarında İzmir Yalıçapkını’nın beslenme alanı olarak kullandığı pek çok yerin yaz ayları sonlarında kuruduğu ve türün beslenme alanını bu mevsimlerde gölün etkisiyle ıslak kalabilen yerlere doğru kaydırdığı gözlemlenmiştir. Koruma alanındaki bir diğer bozulma ise özelikle nar bahçelerine serilmek üzere doğal bataklık alanlardan çamur çıkartılması ve oluşan çukurları doldurmak için buralara moloz ve yol hafriyatı dökülerek doğal yapının bozulmasıdır. Çamur çıkartımı sonucu oluşan çukurlar bölgede otlayan hayvanların çukurlara düşmemesi için yol kenarlarından ve başka noktalardan toplanan molozla doldurulmak suretiyle kapatılmaktadır. Saz yangınları diğer bir habitat bozulmasıdır. Bahar ve yaz aylarında bataklık-sazlık kesimlerin sık sık yakıldığı gözlemlenmiştir. 3. İNSAN KAYNAKLI RAHATSIZLIK Koruma alanı içerisinde türün önemli yaşama alanlarından biri olan Yuvarlak Çay’ın göle döküldüğü alan başta olmak üzere türün görüldüğü yerler balıkçılık, hayvancılık ve gezi amaçlı insan faaliyetleri neticesinde özellikle havaların ısınmaya başladığı üreme döneminde ve hafta sonları yoğun bir insan kullanımı söz konusudur. Köyceğiz-Hamitköy arasında kalan üreme bölgesinde de büyükbaş ve küçükbaş hayvan otlatılması sıklıkla yapılmaktadır. Bu iki bölgede insan faaliyetlerinin kontrol altına alınması ve sınırlandırılmasının tür üzerinde oluşabilecek olumsuz etkileri azaltacağı düşünülmektedir. İzmir Yalıçapkını üreme alanlarının yok olması türün bölgedeki popülasyonunu etkileyecek en önemli tehditlerin başında gelmektedir. Ayrıca bu alanların yok olması başka türlerin de yaşamlarını olumsuz yönde etkileyeceği kesindir. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 71 ÖZEL ÇEVRE KORUMA BÖLGELERİ 4. TARIMSAL KİMYASALLARIN ETKİSİ Alanda yoğun tarım ilacı kullanımı sonucu drenaj kanallarına taşınan zirai kimyasallar sulak alanlara taşınmaktadır. Besin zincirinin üst basamaklarında olan pek çok canlıda zirai kimyasalların birikimlerinin en üst düzeye ulaştığı bilinmektedir. İzmir Yalıçapkını ve balıkçıllar gibi türler başta olmak üzere birçok türün sucul canlılarla belendiği düşünüldüğünde alandaki su sistemine karışabilecek kimyasal maddelerin ekosistem üzerine yaratacağı zararlar daha fazla önem taşıyacaktır. Bu çalışma sırasında tarım ilaçlarının türler üzerine olan direkt herhangi bir etkisi tespit edilmemiş olsa da tarım ilaçlarının kuşların özellikle üremeleri üzerine olumsuz etkileri olduğu bilinmektedir. Bu durum göz önünde bulundurularak bölgede tarım ilacı kullanımı ve su kaynaklarına karışması konularında araştırmalar yapılıp gerekli önlemlerin alınması faydalı olacaktır. 5. AVCILIK Koruma alanı içerisinde özellikle kış aylarında yoğun bir kaçak avcılık faaliyeti söz konusudur. Bölge halkının özellikle Koruma alanı içerisinde özellikle Sakarmeke kuşuna yönelik yoğun bir kaçak avcılık faaliyeti söz konusudur. Sakarmeke avcılığı sırasında pek çok kuş türü de vurulmakta, yaralanmakta veya rahatsız edilmektedir. Sakarmeke kuşuna olan talebi bu tür üzerinde avcıların yoğun bir baskı oluşturmasına neden olmaktadır. Sakarmeke avcılığı sırasında pek çok kuş türü de vurularak, yaralanarak veya rahatsız edilerek bu olumsuz durumdan etkilenmektedir. Gölün birçok noktasında yasadışı avcılık faaliyetleri gerçekleştirilmektedir. Yasadışı avcılığın en yoğun olarak yapıldığı iki bölge vardır ve bu bölgeler İzmir Yalıçapkının bulunduğu ve ürediği bölgelerin kıyılarıdır. Yuvarlak Çay ağzının ön kısımları ve Hamitköy’ün hizasındaki göl yüzeyinde tekneler ile kuşlar kovalanarak avcılık yapılmaktadır. Sakarmeke avcılığı günün her saatinde yapılmaktadır. Özellikle geceleri kuvvetli ışıklar yardımı ile tekneyle göle açılan avcılar karanlıkta daha savunmasız olan kuşları katliam diye nitelendirilebilecek şekilde avlamaktadır. Kasım ayı başında bir gece 03.00 sularında teleskop yardımı ile göl üzerinde tekne ve ışıklarla avlanan kaçak avcılar izlenmiş ve jandarmaya bildirilmiştir. Dalyanda bulunan jandarma tekne takımı ile yapılan görüşmeler neticesinde, kendilerinin kullandıkları botun büyük olmasından dolayı sazlara yaklaşamadıkları ve kaçak avcılıkla mücadelede son derece yetersiz kalmakta oldukları öğrenilmiştir. Bölgede yaşanan yasadışı avcılık faaliyetlerine karşı tüm kurumların işbirliği ile mücadele etmeleri ve bu mücadeleyi sürdürmeleri şarttır. Aksi halde avcılıktan başta Sakarmeke olmak üzere pek çok kuş türü etkilenecektir. Türün görüldüğü yerlerde; balıkçılık, hayvancılık ve gezi amaçlı insan faaliyetleri neticesinde özellikle havaların ısınmaya başladığı üreme döneminde yoğun insan sirkülasyonu olmaktadır. İnsan faaliyetlerinin kontrol altına alınması olumsuz etkileri azaltacaktır. 72 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 OYUN PARKI Antalya bölgesi çocuk oyunları çocuk için oyun dünyayı keşfetme aracı, ortak bir dil... Çocuk oyunu ciddiye alır, kurallara uymayı öğrenir, başkasının hakkına saygı göstermeye, kazanmaya ve kaybetmeye alışır. FatMA Yavaş Yıldırım Ne kadar büyüsek de bir gözümüz oyunda aslında... Yerde çizilmiş sek sek çizgilerine basmamak için hâlâ zor tutarım kendimi. Nerede saklambaç oynayan bir grup çocuk görsem, “Ben olsam nereye saklanırdım” diye etrafa şöyle bir göz gezdirmeden edemem… Çocukluk hüzünlü bir tebessüm olarak kalıyor anılarımızda… Çocukluk yıllarına duyulan özlem, özlenilenler listesinin en başına yerleştiriliyor çoğu kez… Sabah kahvaltısından sonra başlayıp akşam ezanına kadar geçen zaman içinde gazoz kapaklarının, taşın, çerçöpün oyunun bir parçası olduğu, kuralları kimsenin boz- 74 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 madığı, bozulduğunda da oyunun tadının kalmayacağını bilen çocuklardık bizler... Sokak oyunlarının tadını en iyi bilenler, hava kararmaya yüz tutunca pencereden kendisini seslenen annesine “5 dakika daha” diye yalvaran çocuklardır şüphesiz… Bugünün eve hapsolmuş, oyun denilince akıllarına yalnızca bilgisayar oyunları gelen çocuklarının maalesef bilmediği sokak oyunları çoktan unutulmaya yüz tuttu bile... Eskiden bilenler de artık o oyunların detaylarını hatırlamakta zorlanır oldular… Artık kendi emeğiyle yaptığı uçurtmaları uçuran çocuklar yok etrafta. Ya da şöyle sorayım; gökyüzünde uçurtma göreniniz var mı? Göremezsiniz; çünkü uçurtmayı vurdular... Uçurtmayı bizzat atari oyunlarında silahla oynayan çocuklar vurdular… Uçurtmalar en son 90’lı yılların gökyüzünde kaldılar… Oynamak çocuğun doğasında var; zira çocuk için “oyun”, sadece “oyun” değil… Oyun aynı zamanda dünyayı keşfetme aracı, ortak bir dil... Çocuk oyunu ciddiye alır, kurallara uymayı öğrenir, başkasının hakkına saygı göstermeye, kazanmaya ve kaybetmeye alışır. Bunları düşününce dört duvar arasında büyüyen çocuklara üzülmemek elde değil. Peki bu kadar bahsettiğimiz çocuk oyunları nelerdi? Bilmeyenler öğrensin, bilenler de tebessümle o günleri ansınlar diye geleneksel çocuk oyunlarına dergimizde yer verelim istedik… Bundan böyle her sayımızda bir ilimizin çocuk oyunlarını ele alacak, çocuklarımızın daha sahici bir hayat kurmalarına katkı sağlamaya çalışacağız… Geleneksel Çocuk oyunlarını anlatmaya Antalya’dan başlayalım istedik. Bakalım Akdeniz’in çocukları, yâd edebileceğimiz hangi oyunları bırakmışlar bizlere… Halka oyunu (Antalya / Elmalı) Öncelikle bu oyun için geniş bir alan lazım. Her oyuncuya ait birer tane halka, bir tane de tahta sopa gerekli. Sopalar genellikle elma çubuğu ya da söğüt değneği oluyor. Her oyuncuya ait birer halka kime ait olduğu belli olması için değişik şekillerde süsleniyor. Oyun için hazırlık aşaması da böylece tamamlanmış oluyor. Her grupta en az üçer kişi bulunacak şekilde iki grup oluşturulur. Oyuncular grupları istedikleri gibi seçebilir ya da grup başkanı tarafından seçilebilir. Gruplar halkalarına göre kendilerini belli ederler. Ardından çemberin isabet etmesi gereken bir sopa ortaya dikilir. Sopadan on adım geriye de bir çizgi çekilir. Atışlar bu çizgiden yapılır. Oyunun amacı halkaları sopaya geçirmektir. Oyun daha önce kaç el oynanmasına karar verilmişse o kadar oynanır. Turların sonunda sopaya en fazla halkayı geçiren grup oyunu kazanmış olur. Oyunu kazanan grup bir sonraki oyunda avantajlı olarak oyuna ilk başlama hakkına sahip olur. Sokak oyunlarının tadını en iyi bilenler, hava kararmaya yüz tutunca pencereden kendisini seslenen annesine “5 dakika daha” diye yalvaran çocuklardır şüphesiz… Çaktırma (Antalya / Serik) Bu oyun için boş bir toprak alan ve uçları toprağa saplayabilecek kadar sivriltilmiş iki adet tahta parçası gerekiyor. Çaktırma oyunu çoğunlukla erkek çocukları tarafından oynan keyifli bir oyun. Oyunculardan biri elindeki sopayı yere saplar. Bunun üzerine diğer oyuncu da aynı hareketi yapar. Burda dikkat edilmesi gereken husus yere çakılırken sopanın yan tarafı ile rakip oyuncu veya oyunculardan birinin sopasını yıkmaktır. Oyun eğer ikiden fazla kişiyle oynanıyorsa, sopanın arka tarafı yere değdiğinde atıcı olan kişi oyundan elenir. Oyun eğer iki kişi arasında oynanıyorsa “Gama” diye nitelendirilen sayıyı yemiş olur. Atıcıların aralarında belirledikleri sayıya ulaşılıncaya dek oyun devam eder. Belirlenen sayıya ulaşan, yenilmiş kabul edilir. Tornet (Antalya, Kumluca - Hacıveliler Köyü) 70’ler 80’lerin gözde oyuncağı olan torneti, bugünün çocuklarına anlatmak için scooter ya da kaykay benzeri bir oyuncak olarak tanımlasak yanlış olmaz sanırız… Yaklaşık 1 metre boyunda genişçe bir tahta parçasına üç adet bilye (tekerlek) monte edilmesiyle yapılan bu oyuncağa tornet deniliyor. Tornet, daha çok erkek çocuklarının oynadığı bir oyun. Birkaç kişinin oluşturduğu grupla oynanan üç tekerlekli bilye oyunu, her oyuncuya ait birer tornet ile oynanmaktadır. Tornetlere binilerek yapılan yarışta birinci olan oyuncu oyunun galibi olur. Yarışı en son bitiren oyuncuya ceza olarak lokum aldırılır. Kaynak: Gazi Ünirversitesi Türk Halkbilimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (THBMER)Yayınları, Yaşayan Geleneksel Çocuk Oyunları Kitabı Firle (Topaç) Antalya’ya ait nostaljik oyunlardan biri de firle (topaç) oyunudur. Bu oyunun materyali olan firle, palamut ağacının meyvesi olan pelitten elde edilir. Pelit ikiye ayrılır veya bütün halindeyken dal ile bağlantı bölgesine kibrit çöpü takılır. Tek kişiyle oynanabildiği gibi daha fazla kişiyle de oynanabilir.Oyunun amacı düz bir zemin üzerinde firlenin yani topacın uzun süre döndürülmesidir. Oyunculardan en uzun süre kimin firlesi dönerse oyunu o kazanır. Oyunun sonunda kaybeden kazanan oyuncuya şeker ya da çikolata alır. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 75 DÜNYA TURU Amazonlar için yangın riski Amazon ormanlarının yanmak için çok nemli olduğunu açıklayan bilim adamlarının kararı Atlantik Okyanusu’nun beklenenden fazla ısınması ile değişti. Amazon ormanları tarihinde iki yangın geçirdi. 2005 ve 2010 yıllarında kuraklık nedeniyle gerçekleşen yangınlar daha büyük bir yangında ormanın büyük bir kısmının yanabileceğini ve şimdiye kadar yangınlara karşı alınan önlemin yetersiz olduğunu gösterdi. Bunun nedeni ise çok yağış alan ve nemlilik oranı yüksek olan ormanların yanma riskinin bulunmamasıydı. Dünyadaki karbon dioksit oranını en çok gideren ormanların bir anda yangın merkezi haline gelmesinin sebebiyse, Brezilya’nın kuzey kıyısındaki okyanus sıcaklığının artmasının bölgedeki hava modelini değiştirmesi. Atlantik Okyanusu ısındıkça ormanlardaki nemi azalıyor, bu da kuraklığı arttırarak yangın riskini meydana getiriyor. 2005 yılında gerçekleşen yangın sonucu yaklaşık 1,6 milyar ton karbon atmosfere salınmıştı. 2010 yılındaki yangında ise bu oran 2,2 milyar tona kadar yükseldi. Amazon ormanları atmosferden yılda 0,4 milyar ton karbon gideriyor. 2005 ve 2010’da yangınların sebep olduğu salınım ise bu ormanların giderdiği karbon miktarının yaklaşık on katına eşit. 76 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 Yangınları tetikleyen başka sebeplerden biri de Amazon bölgesinde giderek artan nüfus oranı. Yeni yollar yapıldıkça ve köyler kuruldukça bölgedeki yangın riski artıyor. Ayrıca köylülerin alan yaratmak ve yabani otlardan kurtulmak için en sık kullandığı yöntem yakmak. Amazon’daki kuraklığın bir sebebi de El Nino olayları. Bir El Nino yılında rüzgarlar doğudan batıya eserek havzalara daha az nemlilik taşıyor. Kuraklaşan ormanlarda atmosfere daha az nemlilik salıyor ve yangın riskini arttırıyor. Bilim adamları kuraklığı kontrol altına almanın önlemlerini ve yangınlar konusunda öngörülerde bulunabilecek modelleri araştırmaya devam ediyor. Yeşil binalara ilgi artıyor Yeni Bina Enstitüsü’nün yayınladığı rapora göre; yeşil bina sektörü 2035 yılına kadar büyüyerek 1,3 trilyon dolarlık dev bir sektör haline gelecek. Yatırımları arttıracak etken ise Avrupa Birliği tarafından yayınlanan Binaların Enerji Verimliği Yönetmeliği olacak. Yönetmeliğe göre AB’deki tüm kamu binaları 2019 yılına kadar yeşil bina kanunlarına göre tekrardan tasarlanacak. ABD’de ise durum daha farklı. Sadece Kaliforniya ve Massachusetts eyaletlerinde bu konuda yayınlanmış bir yasa var ve o da 2030 yılına kadar inşa edilecek kamu binalarını kapsıyor. Ancak ABD’deki inşaat firmaları teknolojilerini çıkabilecek herhangi bir yasaya göre yeniden düzenliyor. Bunun en büyük nedeni de toplumdan gelen baskı. Ülkedeki özellikle emekli kesim artan enerji fiyatları yüzünden kısıtlı bütçelerine uygun daha az enerji harcayan binalar talep ediyor. Araştırmada yer alan verilere göre yeşil binalar, ortalama bir geleneksel bina ile karşılaştırıldığında evin ömrü boyunca yaklaşık 100.000 dolar daha az elektrik tüketiyor. Yeşil bina inşaatlarının maliyeti ise geleneksel bir bina inşaatından yaklaşık % 10 oranında daha fazla. ABD’de artık kömür santrallerine izin yok Meclisin çıkardığı yeni yasaya göre ülkede artık yeni bir kömür santralini faaliyete sokmak imkânsız hale geldi. Getirilen standartlara göre yeni inşa edilmiş kömür santrallerinde karbon dioksit emisyonları yarıya indirilecek. Bu da zaman içinde ülkedeki elektriğin yarısının üretildiği kömür santrallerinin kullanımını azaltacak. Kömür santralleri tek başına ülkedeki en büyük karbon dioksit kaynağı ve iklim değişikliğinin en büyük sorumlusu. Ancak ülkenin son yıllarda yenilenebilir enerjiye gösterdiği eğilim sayesinde enerji pastasındaki dilimleri gittikçe azalıyor. Yeni çıkan yasaya göre artık bir kömür santralini faaliyete sokmak için tesisin karbon yakalama ve depolama sistemine sahip olması gerekiyor; ancak böyle bir teknoloji daha kullanımda değil. Yasanın kapsamında mevcut karbon santralleri veya bu yıl faaliyete girecek santraller yer almıyor. Sadece şu an planlama aşamasındaki 15 kömür santrali projesi yasaya takılmış durumda. Her ne kadar yeni yasa ABD’deki çevreci gruplar arasında coşku ile karşılansa da karbon dioksit emisyonlarının asıl sorumlusu mevcut ve verimsiz kömür santrallerine bir yaptırım olmaması dikkat çekiyor. ABD’deki ortalama bir kömür santrali ürettiği her MW saatlik elektrik için 1020 kg karbon dioksit salıyor. Çinli gençler çevre dostu ürün istiyor İngiliz araştırma merkezi Carbon Trust tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Çinli gençler alışveriş yaparken tercihlerini çevreci ürünlerden yana kullanıyorlar. Altı ülkeden 2800 gencin katıldığı araştırmaya göre 18-25 yaşları arasındaki Çinli gençlerin % 83’ü karbon ayak izi düşük olan ürünleri pazarlayan markalara sadık kalacaklarını açıkladı. Ancak bu konularda farkındalığın yüksek olduğu düşünülen ABD ve İngiltere’de sırasıyla bu açıklamaya katılan gençlerin oranı % 57 ve % 55 olarak kaldı. Ankete katılan tüm gençlerin % 78’i sevdiği markaların karbon ayak izlerini düşürmesini isterken, Çinli gençler ara- sında bu oran % 88’i buldu. İkinci sırada ise % 86 ile Güney Afrikalı gençler yer aldı ve Brezilyalı gençlerin de % 84’ü firmaların karbon emisyonlarını azaltmaları konusunda görüşlerini bildirdi. ABD’li ve İngiliz gençlerin ise sadece üçte ikisi bu konuya olumlu baktığını söyledi. Çinli gençlerin % 60’ı firmaların gerektiği şekilde karbon ayak izini düşürmediği müddetçe o ürünü almayacağını bildirirken, ABD’li gençlerin ise sadece % 35’i bu konuda aynı görüşü verdi. Araştırmaya katılan İngiliz gençler karbon ayak izi konusuna ilgi gösterirken sadece % 50’si iklim değişikliğine inandığını bildirdi. Böcek ilaçları arıların sonunu getirebilir Tarımda yaygın olarak kullanılan nikotin bazlı böcek ilaçları, arıların yön bulma yetisini kaybettiriyor ve üremelerini etkiliyor. Fransa kaynaklı bir araştırmaya göre arılar, ölümcül olmayan ancak yaygın kullanılan nikotin bazlı böcek ilaçlarına maruz kaldığında kovanlarına geri dönemiyor. Radyo vericisi kullanılarak izlenen arılar yönlerini şaşırarak kovanlarından uzaklaşıyor ve hayatlarını kaybediyor. İngiliz kaynaklı bir araştırmada ise böcek ilacına maruz kalmış arıların normalden daha yavaş geliştiği ve % 85 oranında daha az kraliçe arı ürettiği belirlendi. İlaçlar arılara iki yoldan ulaşıyor. Yeni bir ekin olacağı zaman, tohum ekme makinesi tarafından ortama saçılan bu ilaç, arıları yüksek seviyede toksin maddeye maruz bırakıyor. Ayrıca polenlere karışan ilaç, çiçeklere konan arılara bulaşıp onları zehirliyor. Fransa, Almanya, İtalya ve Slovenya gibi AB kentlerinde bu böcek ilaçlarının kullanımını kısıtlayan yönetmelikler çıktı. ABD’nin Çevre Koruma Ajansıda tüm böcek ilaçlarının kullanımı kapsayan bir yasa çıkarma peşinde. Uzmanlar çiçek açan bitkiler için kullanılan nikotin bazlı böcek ilaçlarının etkilerinin dikkate alınarak tekrar üretilmesi gerektiğini vurguluyor. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 77 KÜLTÜR - SANAT Çevre ve İnsan Fotoğraf Yarışması Hacettepe Üniversitesi Ekoloji Grubu’ nun düzenlediği, görsel iletişimden yararlanarak Çevre-İnsan-Ekoloji döngüsündeki sorunlara dikkat çekmek ve insanları duyarlı olmaya teşvik etmeyi amaçlayan yarışmanın son katılım tarihi 18 Mayıs. 5 Haziran Dünya Çevre Günü SenAryo Yarışması Burdur Çevre ve Şehircilik İl müdürlüğü tarafından düzenlenen yarışma, toplumun tüm kesimlerinde çevre konularına karşı duyarlılık ve farkındalık oluşturulması ve çevre konularının sosyo kültürel bir olgu olarak güçlendirilmesini hedeflemekte. “Temiz Türkiyem” konulu yarışmanın son başvuru tarihi 18 Mayıs. 40. İstanbul Müzik Festivali 2012 40. İstanbul Müzik Festivali, 31 Mayıs-29 Haziran tarihleri arasında 750'nin üzerinde yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul'da ağırlayarak klasik müzikseverlere yine dopdolu bir Haziran ayı yaşatacak. İstanbul'un klasik müzik yaşamının vazgeçilmez bir parçası olan İstanbul Müzik Festivali bu yıl İstanbul Kültür Sanat Vakfı'yla birlikte 40. yaşını kutluyor. 31 Mayıs-29 Haziran tarihleri arasında 750'nin üzerinde yerli ve yabancı sanatçıyı İstanbul'da ağırlayacak ve 2 dünya, 3 Türkiye prömiyerine ev sahipliği yapacak 40. İstanbul Müzik Festivali programında bu yıl, senfoni ve oda orkestraları, vokal konserler, oda müziği, resitaller olmak üzere toplam 23 konser yer alıyor. 78 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n MAYIS 2012 6. Uluslararası Antalya Kum Heykel Festivali 2012 Dünyanın en büyük kum heykel etkinliklerinden birisi olan 6. Uluslararası Antalya Kum Heykel Festivali Sergisi, 1 Mayıs 2012 tarihinde ziyaretçilere kapılarını açıyor. 10'u aşkın ülkeden 30 heykeltıraşın 10 bin ton kum kuma hayat verdiği kum heykel sergisinin bu yılki teması Hollywood 2 olarak belirlendi. Hollywood' un unutulmayan film karakterlerinin canlandırılacağı sergi 29 Ekim 2012 tarihine kadar her gün ziyaret edilebilecektir. Türkiye Yüzer Sergisi 17 Nisan- 18 Mayıs tarihleri arasında 14 Avrupa ülkesinde, Türkiye'nin geniş kapsamlı tanıtımı, turizm ve ihracatının geliştirilmesi amacı ile hazırlanan TÜRKİYE YÜZER SERGİSİ hazırlıkları tamamlandı. Bakanlıklar, valilikler, kalkınma ajansları ile turizm ve seçkin ihracat firmalarımızın yer aldıkları sergide,ülkemizin sanat ve kültür zenginliğini yansıtan sergiler ve etkinlikler de planlanmış. Sergide yer alacak her sektör için hedef davetli verileri hazırlanmış olup katılımcı kuruluşların alım gücü yüksek ithalatçı firmalarla ticari ilişkiler kurmaları konusunda önemli hazırlıklar yapmış. 1926 yılında Atatürk'ün talimatları ile düzenlenen SEYR-İ TÜRKİYE yüzer sergisinden 86 yıl sonra bu defa her alanda büyük gelişmeler kaydetmiş "MODERN TÜRKİYE" Avrupa kamuoyu önüne çıkıyor. Cam (Tiyatro Oyunu) 18 Mayıs 2012 Gönül Ülkü ve Gazanfer Özcan Sahnesi Levent Kazak’ın yazdığı, Laçin Ceylan’ın yönetmenliğini üstlendiği, başarılı oyuncular Dolunay Soysert, Mete Horozoğlu, Deniz Çakır, Bülent Alkış ve Selen Uçer’in rol aldığı tiyatro oyunu “Cam” kadının sosyal konumuna özellikle dikkat çekerek kadına dair birçok şeyi sorgulatacak. ‘Kadın’ın sosyal konumu, insan ilişkileri ve hayatın sürprizleri hakkında izleyiciyi derin sorgulamalara yönlendiren “Cam”; aynı şekilde başlayan bir hikayenin, anlık bir karar ve bir rüzgar esintisiyle nasıl iki farklı yöne akabileceğini şaşırtıcı kurgusuyla gözler önüne seriyor. 15. Uçan Süpürge Uluslararası Kadın Filmleri Festivali Festival, 10 Mayıs'ta Ankara Devlet Opera ve Balesi'nde yapılacak açılış töreniyle başlayacak. Festival film gösterimlerinin yanı sıra söyleşiler, film okuma etkinlikleri, sergiler ve birçok sürprizle sinemaseverlerle buluşacak. Festivalde, bu yıl Fas'tan Filistin'e, Şili'den Estonya'ya, Norveç'ten ABD'ye 41 ülkeden 100 yönetmenin 115 filmi gösterilecek.Festival kapsamında Ankara, Hacettepe ve ODTÜ'de özel gösterimler ve söyleşiler düzenlenecek. Kurmaca uzun metraj filmlerin gösterimleri Kızılırmak Sineması'nda, kısa metraj ve belgesel filmler AlmanKültür Merkezi'nde yapılacak. KREMLİN ODA ORKESTRASI 21 MAYIS 2012 Rusya’nın en iyi yaylı çalgı topluluklarından biri olarak kabul edilen Kremlin Oda Orkestrası, dünyanın en iyi orkestralarından biri olarak kabul ediliyor. Nispeten genç sayılan orkestra üyelerini bir araya getiren Misha Rachlevsky, dünyanın pekçok yerindeki seyircileri, bu kusursuz müzik ile şaşkına çeviriyor. On yedi yıllık mükemmelliği beraberinde taşıyan, kurucu şehri Moskova’da bir dinleyici kitlesi olan, otuzdan fazla albüm ile birçok ödül kazanan, Kremlin Oda Orkestrası Türkiye’de müzikseverlerle buluşuyor. Genç Klasikçiler Festivali 2012 18- 27 Mayıs 2012 tarihleri arasında 4.sü düzenlenecek olan Uluslararası Genç Klasikçiler Festivali için başvurular başladı. Festivalin bu yılki konsepti, "Oyun". Ayrıca festivale bu sene yeni bir kan geldi. Ünlü müzisyen Sabri Tuluğ Tırpan, festival direktörü olarak Genç Klasikçiler ailesine katıldı. Festival bu sene kültürden de eski olan oyunun günümüzdeki algı biçimine eleştirel bir bakış getiriyor ve bizi sokakta misket oynayan çocukların oyun alanına götürüyor. Ucunda büyük ödüllerin olduğu oyunlarıyla izleyiciyi daha aktif bir festival deneyimine davet ediyor. M.C. Escher CerModern'de! CerModern 3 Mayıs-5 Agustos 2012 Hollanda ve Türkiye arasındaki diplomatik ilişkilerin 400.yılı vesilesiyle Hollanda Kraliyeti Büyükelçiliği, Rijksmuseum Amsterdam ve CerModern işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan sergi, 3 Mayıs - 5 Ağustos 2012 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek. Sergi, M.C. Escher’in eserlerinin yanında matematiksel sanat alanında önde gelen isimlerden olan Jesserun de Mesquita ve Gerrit Dijsselhof’un eserlerinin yeraldığı toplam 75 parçadan oluşuyor. 35. Uluslararası Giresun Aksu Festivali 2012 Bu yıl 35. gerçekleşecek olan Uluslararası Giresun Aksu Festivali 20- 22 Mayıs 2012 tarihleri arasında düzenleniyor. Halk arasında "Mayıs 7si" olarak adlandırılan 4 bin yıllık bir geçmişe sahip Aksu Festivali yörede gerçekleştirilen en önemli festivallerin başında yer alıyor. Tiyatro günleriyle başlayacak olan Aksu Festivali 22 Mayısta festival kapanış şöleniyle sona erecek. Festivale her yıl olduğu gibi bu yılda yurt dışından ve yurt içinden halk dansları toplulukları da katılacak. Bu yılki festivale yurt dışından, Senegal, Endonezya, Gürcistan ve Rusya Federasyonu, yurt içinden ise Gaziantep'ten dans toplulukları katılması bekleniyor. Mayıs 7'sinde, Giresun'un doğusunda bulunan Aksu Deresi'nin deniz ile birleştiği yerde toplanan hastalar, sıkıntılı olanlar, çocuğu olmayanlar, sacayaktan geçip, dereye bir dilek tuttuktan sonra 7 çift, 1 tek taşı suya atarak bu dileklerinin gerçekleşmesini bekliyor. Hayal kahramanınıza hayat verin! Çocukken Pinokyo’yu duymamış kimse yoktur. Gepetto’nun ellerinden çıkan bu tahta çocuk yine Gepotto’nun sevgisiyle canlanmış, bir anda gerçek bir çocuk olmuştur. O zamandan beri bu hikayeyi dinleyen tüm çocuklar bir kuklanın canlanabileceğini akıllarından geçirmiş, ‘’yalan söyleme burnun uzar’’ diyen büyüklerine karşılık ,aynanın karşısına geçip uzayan burunlarını hayal etmişlerdir. Bu fikirden yola çıkan Tiyatrokare Estel Lita Russo ve asistanı Gülay Tepe’nin eğitmenliğinde bir kukla yapım atölyesi ve tiyatrosu gerçekleştiriyor. 8 yaşın üzerindeki çocuklara ve yetişkinlere açık olan bu workshop’da kuklaseverler her hafta farklı bir malzemeden yaratıcılıklarını kullanarak kuklalar yapacaklar. 29 Nisan’dan 20 Mayıs’a kadar her Pazar Akatlar Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek workshop’un sonunda, kuklalarınız için yaratıcı metinlerin nasıl oluşturulacağını da öğrenebileceksiniz. MAYIS 2012 n ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK n 79 www.emlakkonut.com.tr