Kapak 19:Layout 1
Transkript
Kapak 19:Layout 1
debiyat Gardırobu’nun nesnelerinin hısım akrabası gırladır. Duras’nın pembe erkek şapkasıyla Vladimir’in yegâne şapkası, Sabina’nın cüretkâr siyah melon şapkasıyla Lucky’nin elinden alınıp duran melon şapkası uzaktan akrabadır mesela. Her eşya pembe erkek şapkası kadar ailesinden bağımsız yaşamaz bu gardıropta. Öyle eşyalar vardır ki, ne denli biricik olsalar da aileleriyle canciğer kuzu sarma kalmışlardır. Oğuz Atay’ın ince eleyip sık dokuduğu beyaz manto, Gogol’un elinden çıkmış Akakiy Akakieviç’in paltosunun sadık torunu, Sabahattin Ali’nin tasavvuru Madonna’nın kürk mantosunun içli evladıdır. Dede-torun, anne-çocuk ilişkisine benzer bir sevgiyle bağlılardır birbirlerine. Öyle ki bu beyaz manto, huzurla, Akakiy Akakieviç’in paltosunun ve Madonna’nın kürk mantosunun varlığının bilgisiyle, Oğuz Atay’ın edebiyata aidiyetini pekiştirir. Tam da bu sebeptendir ki öykünün baş kişisi olan beyaz mantolu adam, topluma değil, yalnızca beyaz mantosuna ait hisseder kendini. Her Oğuz Atay yapıtında olduğu gibi yazarıyla öykü kişisi, öykü kişisiyle edebiyat, edebiyatla toplum, toplumla yazar arasındaki bağın özdeşliği, ironinin eseridir. Bir metni Oğuz Atay’a ait kılan ironiyse, beyaz mantolu adamı eşsiz bir edebiyat harikası kılan da ironidir. Çünkü “rüzgârın ya da gelip geçenlerin salladığı” beyaz manto, mucizevî, gaipten, feminen, “uzun ve aydınlık” doğası gereği sembolik değil, ironik de değil, saf ironidir. E EDEBİYAT GARDIROBU -2 Amma da manto Oğuz Atay’ın beyaz mantosu kendinden önceki paltolarla, elbette başta Gogol’ünkiyle akraba belki ama, benzersiz bir mecazı tek başına taşımayı da sürdürüyor... Resim: Kemal Gökhan Can Gürses Beyaz manto hep biraz ıslaktır. Öykü, okurun hafızasından silinemeyecek o sonsuz denizde beyaz mantolu adamın intiharıyla sonlanacaktır çünkü. Öykü boyunca, ona yönelen tüm sataşma, yakıştırma, aşağılama, riya, acıma, acımasızlık, zalimlik, yakınlık, ilgi, merak, baskı karşısında hiçbir şey yapmayan beyaz mantolu adamın öykü boyunca yaptığı tek şeyin, gerçekleştirdiği tek seçime dönüşen eylemin yaşamına son vermek olduğu akıldan çıkarılamadan yoklanmalıdır beyaz manto. Kendini ne insana ne doğaya ne de topluma ait hissedebilen tutunamayanlardan birinin sadece bu beyaz mantoyu kendine uygun bulmasına yol veren ironi, gerçekliğini topluluk içinde yaşamak zorunda olan insanın gerçekliğinden alır. Oğuz Atay’ın derin insaniyetini lâyıkıyla karşılayabilen edebî sanatın ironi olması haliyle kaçınılmazdır. Peki, bir eşya, bir öyküye adını veren kılık, bir beyaz manto nasıl olur da ironinin ta kendisi olur? İroni, sayısız tanım görmüş geçirmiş, hiçbirine dönüşmeyi denemeden ihtişamlı varlığıyla kendisini sürdürmüştür. Onu biraz daha yakından tanıyabilmek için üretilen iyi niyetli tanımlardan biri de buradan gelsin: İroni, olup da olmamak halidir. Sus pus kesilerek feryat figan etme tavrıdır. Göz önündeyken aynı zamanda yok olabilmek maharetidir. Bir nevi hayalettir. “Kloş etekli, kocaman düğmeli bir hayalet, geniş yakalı, serin.” Oğuz Atay’ın beyaz mantoyu tanımladığı gibi. “Ya dışındasındır çemberin ya da içinde yer alacaksın, kendin içindeyken kafan dışındaysa çaresi yok kardeşim” diye beyaz mantolu adama mı demiş Murathan Mungan? Beyaz mantolu adam, öykünün ilk sözünde, okurun gözünde “kalabalık bir topluluk içinde”dir. Bir günde değil, bir ömürde geçtiği izlemini veren öykü, içinde olma halindeki olamayan adamın resmi. Şarkısı değil, şiiri değil, resmi. Çünkü sadece görünürlüğüyle anlamlandırabildiğimiz biri beyaz mantolu adam. İnsanı fiziksel eylemlerine indirgeyen toplumun gözünden odaklanıyor Oğuz Atay, anti-kahramanına. Bu amaçla hep dışar- dan anlatıyor beyaz mantolu adamı. Beyaz mantolu adama bir o dokunmuyor. Belki de beyaz mantolu adamı içinden anlatsa bile anlaşılamayacağını bildiğinden. Zaten adamdan ziyade, beyaz manto sınırlarınca özgürlüğünü yaşayabilen adamı lâl eden, perişan eden toplumun saldırganlığını duyumsayalım istiyor öncelikle. Beyaz mantolu adamın içinde yaşadığı kabalık, bir etme-bulma dünyasından çok, yapma-olma dünyası. Dilenirken bile başarısız olan beyaz mantolu adam yapamadıkları nedeniyle olmadığı kimliklerde görülüyor toplumca. Kimisi sakat, kimisi kör sanıyor onu. Görülmeden de edemiyor çünkü parası yok, barınağı yok; dışarda, onların arasında. Sabırla sussa, koşup kaçsa da her yer dışarısı, her yanı insan. Olmadığı kimliklerle tanımlandıkça, hiçbir şey olamayan adamın olmadığı şey kalmıyor: Turist, cansız, esrarkeş, gülünç, korkunç, sağır, canlı manken, yabancı, cüzzamlı, film oyuncusu, deli, saralı, hasta, sapık... Galip gelen ne toplum oluyor ne adam; galip gelen ironi. Çünkü beyaz mantolu adam ironinin içinde yaşıyor. Adamın içinde yaşadığı ironi, üzerine geçirdiği beyaz mantodan adamın içine siniyor. Beyaz mantosuyla adam birden tamam oluyor. Yakıcı güneşe rağmen mantoyu üzerinden çıkarmıyor. Toplumdan mantoya kaçıyor. Sıradan bir manto değil bu: “Beyaz, uzun ve aydınlık”, “geniş yakalı, serin” bir “kadın mantosu”. Kimsenin olmaya cüret edemeyeceği kadar beyaz, aydınlık, serin ve dişi. Aydınlığı adamın zihniyetini, geniş yakası yaşama sevincini karşılıyor belki de. Beyazlığı içini, dişiliği inceliğini, kırılganlığını, insanlığını. Kim bilir... Adam, beyaz mantoyu kendine benzetiyor olmalı. Adam, beyaz mantosuyla öyle hemhal oluyor ki, Oğuz Atay onu boşuna Beyaz Mantolu Adam diye tanıtmıyor okuruna. Beyaz mantoyla karşılaşınca ikizini bulmuş gibi mutlu oluyor. Ne ikizi, kendini bulmuş gibi oluyor. Hareketinden anlıyoruz bunu. “Beyaz mantosuyla topuklarının çevresinde döndü, ilk defa gülümsedi çevresine bakarak. Sonra, sanki bir daha hiç gülümsemeyecekmiş gibi mahzunlaştı birden.” Yalnız değil çünkü, her zaman bir çevresi var. Gülümsemesini er geç önleyecek birileri. Beyaz mantolu adamın görmek istediği “onlar” değil, kendisi. Oğuz Atay’ın “Tutunamayanlar”ında Selim’in olmak istediği “yüzde yüz saf bir harika çocuk” olarak görüyor kendisini adam. “Çünkü yüzde yüz saf olan her şey kendinin aynıdır. Ben de kendim gibi olmak istiyorum.” Beyaz mantolu adam, kendi gözünde kendisi olabilen biri. Öyle ki beyaz mantolu adamın gözünden, kendisi, su birikintisindeki yansımasında, “lekesiz” görünüyor. Bu görüntüyü derhal “irili ufaklı gölgeler” çeviriyor. Oğuz Atay, beyaz mantolu adama gölge etmekten başka işi olmayan “onlar”ı küçük cezalara tâbi tutmayı ihmal etmiyor: “Mantosunu seyretmek için eğilince, henüz şaşkınlığı geçmemiş ve onu nasıl karşılamak gerektiğini bilemeyen topluluğu gördü suyun içinde. Mantosunun eteklerini kirletmemek için su birikintisinin çevresinde dolaştı. Onu doğrudan doğruya izlemek isteyenler suyu geçmeye çalışırken ıslanarak yarı yolda kaldılar.” Dışarda, “onlar”la yaşarken, kendini asgari ölçüde toplum içinde hissetmek umuduyla, dışarıyı mantosunun içinden yaşamaya başlıyor adam. kukla’ diyenler çıktı. Tezgahtar, kapının önünde baManto, ona hareket gücü ve özgürlük veriyor. Aynı ğırıyordu: şiddette onu dışarıya karşı görünürleştiriyor. Mey‘Canlı manken mağazasına buyurun! Serinletici danın ortasına gizleniyor adeta. Kendini teşhir kumaş çeşitlerimizi görün. İşte, büyük fedakârlıklarla ederek örtüyor beyaz mantosuyla. Bütün bakışlar Kuzey Kutbu’ndan getirtmiş bulunduğumuz Canlı beyaz mantolu adama çevriliyor: İsveç Mankeni, bu sıcağa ancak hafif kumaşlarımızı “İşsiz güçsüz takımından onu seyretmek için dugiyerek katlanmaktadır. İşte, koca manto, onu terletranlar oldu, ağır yük taşıyanlar tam orada dinlenmeyi memektedir. Kumaşlarımızla bir kuş gibi havalarda uygun buldular.” uçarak sizlere en canlı ve en gerçek reklamı yapmak“Sonunda ona dokundular, mantosunun etekletadır. ‘Saran Kumaşları’ yalnız mağazamızda. Malrini çekiştirdiler, canlı olduğu anlaşıldı.” larımızın ve mankenlerimizin taklitlerinden “Kalabalık büyüdü, arka sıralara düşenler onu sakınınız. Israrla arayınız!” Oğuz Atay, insanın yalnızlığını deşen, acısıyla görmek için itiştiler, çevresindeki çember daraldı. oynaşan “herkes denilen o uyAyağa kalkmadı artık. Üçüncü sırada durma canavarın” hiç de uydurma duran uzun bıyıklı bir genç, kalabalığı Adam tam beyaz yardı. ‘Ne bunaltıyorsunuz hasta mantosunda rahat olmadığını gösterdikçe okurun canı acıyor. adamı’ diyerek ön sıradakileri itti. On- etmişken, rahatı, Herkeslikteki “onlar” öyle çokların yerini hemen başkaları aldı. Ka- rahatsızlık sebebi labalık, bir bütün olarak, yere çakılmış oluyor. Özgürlüğü, lar ki, öyle gerçekler ki, nefes aldırgibi hiç kımıldamadı. Konuşmadılar da. üzerine çullanıyor. mıyorlar beyaz mantolu adama. Sadece seyrettiler onu.” Dilediğince varolabilmesinin tek Beyaz mantonun Adam tam beyaz mantosunda yolu saydığı, son bir umudu ve ipliği, dikişi, rahat etmişken, rahatı, rahatsızlık se- ölçüleri ironi tabii. daimî umutsuzluğu olan beyaz bebi oluyor. Özgürlüğü, üzerine çulla- Nereye gitsin manto, onu kendi çıkarları için kulnıyor. Beyaz mantonun ipliği, dikişi, lanmalarına neden oluyor. Hayabeyaz mantolu ölçüleri ironi tabii. Nereye gitsin adam? Gidebildiği tını sürdürmek için yetmeyen beyaz mantolu adam? Gidebildiği beyaz manto, ona gerekli olan payere, diyor ironi. yere, diyor ironi. rayı kazandırıyor kazandırmasına. Fiziksel devinimlerinden, tepkisizliğinden, biAncak parayı almak için kendinden vermek zoçare kısırdöngüde ilerleyişinden, kaçmaktan öte runda kalıyor adam. Verecek sözcüğü, gücü, gülüyapacağı yok beyaz mantolu adamın. Ötesi yok, cüğü, soluğu kalmayınca gitmeyi sürdürüyor. peki ya içi? Sanki beyaz mantolu adamın içi de Bu kez gitmediği yöne gidiyor. Yaşamın dışına yok. Kalmamış. Kül olmuş. Buhar olmuş. Ne buuzanan denize gidiyor. Mantonun onu kurtarmadıharı ne külü tarif ediyor Oğuz Atay. Beyaz mantolu ğının, mantonun ironikliğinin kurbanı olduğunun adam, vaktiyle vardığı bir bilinçle mi reddetmiş farkında olmalı. Yine de mantosundan vazgeçmisözcükleri, insanları, iletişim kurmayı, yaşamayı, yor. Olmak sevdasıyla olamayışından vazgeçmiyor. yoksa hep böyle kayıtsız, yabancı, yaşamasız mıyÖlüme giderken bile sırtından çıkarmıyor ironimış, öğrenemiyoruz. Sezebiliyoruz ama. sini. Onun gerçeği ironi. Kendini gördüğü gibi göVaktiyle incecik duyarlılığıyla, varoluşunun rülememesinin kanıtı beyaz manto. Çelişkisi, acizliğini ve acısını ciğerine işleye işleye beyaz güzelliği, garipliği, saflığı. mantolu adamın aldığı bu hal, varoluşun kendisi. Beyaz mantolu adam, kalabalıktan sıyrılıp deSaf varoluş, beyaz mantolu adamın yaptığı. Daha nize sokulmak istiyor. Başka yer olmadığı için doğrusu, varoluş, beyaz mantolu adam ne yapamıölüme bile halk plajından giriyor. Gözler önünde yorsa o. Varolmak, olup olabileceği tek şey beyaz gerçekleşecek intiharı. Beyaz mantolu adam, mantolu adamın. Selim gibi incelikli bir mektup yazıp odasında bir Oysa çoğunluk öyle mi? Onlar yapıp olanlar. kurşunla intihar etmeyecek. Herkes içinde yaşa“Oldukları şey olmak” değil onlarınki. Tanımların, dığı gibi ölecek. Beyaz mantolu adamın göz göre kalıpların peşindeler. “Başka”larla başa çıkabilmegöre öldüğünü anlayalım istiyor Oğuz Atay. Beyaz nin tek yolu bu. Her tanım, “başka”yı ehlîleştirme mantolu adamı anlamaları için ölmesi gerekiyor. çabası. Ancak adını koyunca herkesin içi rahat ediÖyküsündeki “onlar”ın beyaz mantolu adamın yor. Beyaz manto, adamın görünürlüğünü artırgerçekliğini yadsıyıp “amma da hikâye” diyecekledıkça görenlerin yanılgıları da artıyor. Adam beyaz rini bildiği için Oğuz Atay, okuruna Beyaz Manmantoyu kendine yakıştırdıkça, olmadığı her şey tolu Adam’ın öyküsünü anlatıyor. Her zamanki yakıştırılıyor ona. anlaşılma arzusuyla sözcüklerin dikenli gövdesine, Böylece “başka”nın içi, her tanımla biraz daha dalgalı derinine tutunuyor. Elinden beyaz manto bunalıyor, güçsüzleşiyor, paramparça oluyor, miskayıyor. Parıl parıl bir yıldız gibi edebiyat gardırokinleşiyor, inat etmekten, kaçmaktan yorgun düşü- bunda tüm beyazlığı ve yaşlığıyla hem parlıyor yor ve gayri ihtiyarî teslim oluyor. Beyaz mantolu hem ağlıyor beyaz manto. Tıpkı ironi. adamı düzenlerinin bir parçası kılmaya kararlılar. “Deniz sığdı, bütün manto suyun içinde kaybolİttire kaktıra vitrinde canlı manken olarak sergileduğu zaman kıyıdan çok uzaklaşmıştı. Fazla ileri gitniyor beyaz mantolu adam. Yerinde dursun diye, mişti. Yanılmışlardı.” İçimiz ürperiyor. Sokak ortasında çırılçıplak hissediyoruz kendimizi. “Biz” neredeyse çarmıha geriliyor. lafın gelişi mi? Kalmadı mı öyle bir şey? Yalnızlığın “Naylon iplerle tavana asmaya karar verdiler sokuştüyü bağrına sokuluyoruz. Yapmak etmek ne kenunda kolları. Bir kolu ileri uzattılar, bağladılar ve ipi lime? Olmaktan korkuyoruz. Cesaretimizi toplamak vitrinin üstündeki bir çiviye tutturdular. Öteki kolu için kendimize beyaz mantolar arıyoruz. Bulamada, duvarda boşalttıkları bir rafa yerleştirdiler... Vitdıkça Oğuz Atay öykülerine sığınıyoruz. rinin önünde birikenlerin sayısı çoğaldı. ‘Cansız bu, B‹R+B‹R | 61 |