Sayı No : 64 PDF İndir
Transkript
Sayı No : 64 PDF İndir
itü vakfı dergisi 1 NİSAN-HAZİRAN 2014 | SAYI 64 İmtiyaz Sahibi: İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Kurulu: Prof. Dr. Yıldız Sey Y. Müh. Naci Endem Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Mete Tapan Kenan Çolpan Kenan Mete Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü: Kenan Mete Editör: Hatice Yazıcı Şahinli Reklam ve Halkla İlişkiler: Fahri Sarrafoğlu Grafik Uygulama: Eser Keleş Katkıda Bulunanlar: Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan, Osman Keskin, Alper Yurttaş, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gülşah Çelikgür, Nagehan Dikici, Yavuz Dürüst Yönetim Yeri: İTÜ Vakfı Merkezi İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33 Baskı: Azra Matbaacılık Litros Yolu 2.Matbaacılar Sitesi D Blok 5. Kat No. 1-2-3-4-5 Topkapı, Zeytinburnu / İSTANBUL Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27 Yayın Türü: Yaygın, Süreli E-posta: basin@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar sahiplerinin görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve yayın kurulunu bağlayıcı nitelik taşımaz. İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir. 2 itü vakfı dergisi ......................................................................................................................................................................................................................................... VAKFI DERGİSİ Kapak fotoğrafı: Aras Neftçi (İTÜ Taşkışla Binası) 10 Teknik Üniversite’nin Değişime İhtiyacı Var! 18 İTÜ’de Ar-Ge Yapılanması ve Hedefler 22 58 60 İTÜ - Bugün ve Gelecek “Görüşler” 61 Kültür Uzun, Para Kısadır 63 Neden Hep İTÜ Binaları! 67 İTÜ’nün Kısa Tarihi ve Mühendislik Eğitimimiz 72 Önce İTÜ Vardı! 76 İTÜ Binalarının Kimi Mutlu ve Umutlandırıcı, Kimi Üzücü ve Hüzünlü Öyküleri Prof.Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik - Dr. İ.Ethem Karaağaçlıoğlu Eski Rektörler - Öğretim Üyeleri - Mezunlar - Öğrenciler Bir Anıt: “Taşkışla” İTÜ Kentiçi Binalarının Korunması Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu Prof. Dr. Mete Tapan Prof. Dr. Güven Önal Doç. Dr. Tuncay Zorlu Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Güngör Evren 81 92 96 98 100 103 126 129 131 136 Yüksek Mühendis Mektebi’nde Eğitim ve Yönetim 139 Briç Prof. Ruhi Kafesçioğlu İTÜNOVA TTO: İTÜ’deki Buluşlar Kanatlanıyor SOLVOYO: Tedarik Zinciri Yazılımları PhonoClick: Yüksek Ölçekli Müşteri Etkileşim Çözümleri İTÜ Teknogirişim Atölyesi İTÜ’den Haberler Genç Başarı Vakıf’tan Haberler Yayınlar Spor itü vakfı dergisi 3 DÜNYA ÇAPINDA ENDÜSTRİYEL PROJELER Güç santralları, petrol, çimento, petrokimya ve gaz tesisleri, fabrikalar, yüksek binalar, su arıtma tesisleri ve iletim hatları, köprü, metro, tünel ve çeşitli altyapı yapımlarında uzman GAMA, aynı zamanda yurt içi ve yurt dışında çeşitli enerji yatırımlarına sahiptir. 4 itü vakfı dergisi GAMA Binası, Nergis Sokak No: 9, 06520 Söğütözü, Ankara / Türkiye • P. +90 (312) 248 42 00 • F. +90 (312) 248 42 01 • www.gama.com.tr itü vakfı dergisi 5 VeriFone’dan perakende sektörüne özel çözüm Köklü geçmişi ve güçlü AR-GE merkeziyle ödeme sistemlerinin lider firması VeriFone, ödeme cihazlarının yanı sıra perakende sektörü için geliştirdiği çözümler ile de Türkiye ve dünyada öncü konumda bulunuyor. Birçok perakende ve alışveriş noktasında fark yaratan VeriFone, son dönemde yazarkasa POS cihazlarındaki uygulaması ve çözümleri ile sektörün lider firması oldu. V da bambaşka bir boyut getirdi. Perakende şirketlerinin hayatını kolaylaştıran sistem, bununla da kalmayıp işletmelerin zaman ve kazanç elde etmelerine olanak sağlıyor. eriFone Türkiye, Güney Avrupa ve Rusya Genel Müdürü Onur Altınbaş, “VeriFone, yıllardır Türkiye’de ödeme sistemleri sektöründeki önemli oyunculardan biri. Köklü geçmişimiz ve güçlü AR-GE merkezimizle ödeme sistemleri sektöründe dünyanın öncü kuruluşu olarak, teknolojik ve güçlü altyapımızla pazarın en gelişmiş ürününü sunuyoruz. Bu anlamda da halihazırda Profilo ve Hugin ile ortak yazarkasa POS cihazını sektörle buluşturduk. Mevcut durumda en güvenli elektronik çözümleri sunuyoruz” dedi. Türkiye’deki yazarkasa POS uygulamasının dünyada bir ilk olduğuna vurgu yapan Altınbaş, şunları söyledi: “Türkiye’deki bankacılık ve finans sektörü hepimizin bildiği gibi dünyanın en gelişmiş ve yenilikçi sektörü. Bu gelişmiş yapıya ve ürün çeşitliliğine paralel olarak ödeme sistemleri sektörü, dünyada birçok ülkeye örnek projeler geliştirmiş durumda. Türkiye’deki yazarkasa POS uygulaması, dünyada bir ilktir. Biz de VeriFone Türkiye olarak, Türkiye’nin sahip olduğu bu dinamik sektör yapısı sayesinde geliştirilen ürünleri aynı zamanda yurt dışına pazarlamayı kendimize misyon edinmiş durumdayız. Ödeme sistemleri konusunda VeriFone Türkiye olarak dünya üzerindeki birçok ülkeye yol gösterici konumundayız. VeriFone POS terminallerinde bankaların sahip olduğu, VeriFone tarafından geliştirilen bankacılık uygulamaları yıllar- 6 itü vakfı dergisi dır sorunsuz olarak kullanılıyor. Mevcut bankacılık uygulamaları ile birlikte kullanılmakta olan kontör yükleme, fatura ödeme gibi özel uygulamalar da yeni ödeme kaydedici POS cihazlarına rahatlıkla yüklenebiliyor.” VeriFone hizmetleriyle perakende dünyasına iddialı çözümler sunuyor. VeriFone’un sektöre sunduğu entegre çözümlerden biri olan VPlatform, perakendeciliğe ödeme sistemleri konusun- POS terminalleri üzerindeki yazılımlar ile sağlanan bir tam hizmet platformu olan VPlatform sayesinde tek platform üzerinde birçok servis devreye alınabiliyor. Tüm POS’larda ve yazarkasa POS’larda kullanılabilen VPlatform mağazalardaki kasa bilgileri ile merkezdeki muhasebe bilgilerini entegre edip, zincir mağazaların anlık raporlama takibi yapabilmelerini sağlıyor. Bunun yanı sıra; VPlatform’un Pay + programı, çalışılan tüm banka uygulamalarını tek cihazda toplamayı mümkün hale getiriyor. Böylelikle Loyalty + programıyla ayrıntılı raporlama alınabiliyor, detaylı kampanya tanımlanabiliyor ve müşteriye hizmet verme hızında artış sağlanabiliyor. Üstelik müşteri profili, ürün, tutar, tarih, bölge bazlı sadakat programlarını hayata geçirebilmeye ve çapraz sadakat programları oluşturmaya da imkan tanıyor. 12 bankayı tek bir POS cihazında birleştiren VPlatform’un sağladığı avantajlar şöyle sıralanabilir: • Alışverişin yoğunlaştığı anlarda kasiyer, tutar yerine POS’a yanlış bir miktar girerse hem müşteri memnuniyeti düşer hem de muhasebesel tutarsızlıklar oluşabilir. VPlatform, kasa-POS entegrasyonu sayesinde kasa üzerinden girilen tutarı, taksit sayısını ya da puan kullanım talebini otomatik olarak POS cihazına VeriFone’un perakende sektörünü hareketlendiren bir diğer uygulaması da VeriFone Retail 360. Altınbaş, bu uygulamada satışların artırılırken maliyetin de en aza indirilmesinin amaçlandığını anlatarak “Mağazalarda satış işlemlerinin yönetiminden mağazadaki stok seviyesine, kayıpların önlenmesinden fiyatların düzenlenmesine kadar bir dizi kolaylık getiren bu uygulamada, merkezde de çalışanların performanslarını görmek ve tüm seviyelerde stok yönetimi sağlamak mümkün oluyor” dedi. Yıllardır dünya standartlarında güvenli işlem yapan terminalleriyle müşterilerinin beklentilerini karşılamaya devam ettiklerini belirten Altınbaş, mevcut durumda en güvenli elektronik çözümlerden birini sunduklarını ve cihaz seçiminde satış sonrası desteğin güçlü olmasının çok önemli olduğunu vurguladı. kuzey medya Halihazırda sahada çalışır durumda 1 milyondan fazla POS terminali bulunduğunu kaydeden Altınbaş, “Her bankaya ait farklı bankacılık uygulamaları sahadaki cihazlarımızda sorunsuz olarak çalışıyor. VeriFone POS terminalleri, modern, sağlam ve ergonomik yapıda kullanıcı kolaylığı düşünülerek tasarlanıyor” diye bilgi verdi. ÜYE İŞYERİ, BANKA VE TÜKETİCİLER KORUMA ALTINDA VeriFone, geliştirdiği çözümlere bir yenisini daha ekleyerek banka, üye işyeri ve tüketicileri koruyan güvenli altyapısıyla hızlı ve esnek çözümler sunmaya devam ediyor. Onur Altınbaş, sektördeki tüm mobil POS’lara hizmet verebilen Veri Merkezi hakkında bazı açıklamalarda bulundu: “Çok yakın zamanda sağladığımız çözümlere bir yenisini daha ekleyerek Türkiye ödeme sistemleri için Veri Merkezi’ni hizmete sunduk. Kredi kartı sektöründe tüm dünyada kabul edilen bir güvenlik sertifika standardı olan PCI-DSS (Payment Card Industry – Data Security Standarts) ile VeriFone’un servis sağlayıcı olarak hizmet vereceği Veri Merkezi, banka, üye işyeri ve tüketicileri koruyan güvenli altyapısı sayesinde hızlı ve esnek çözümler sunacak. ÖKC (yazarkasa POS) sürecinde gerekli olan tüm uygunlukları sağlayarak müşterilerimize uçtan uca güvenli hizmet vermeye hazırız. Sektördeki tüm yeni nesil ÖKC yazarkasa ve POSlarına hizmet verebilen Veri Merkezi’miz aynı zamanda tüm GSM operatörleri ve bankalar ile çalışabildiğinden esnek ve yönetilebilir hizmetler sunuyor. ÖKC’ler ise PCI 3.0 Sertifikalı ve son güvenlik standartlarında bankaları, üye iş yerlerini ve tüketicilerini risklere karşı koruyor.” itü vakfı dergisi 7 Ayrıntılı bilgi almak için: pazarlama@verifone.com Bu bir reklamdır. Bu avantajlarla müşteri ve işletme arasındaki hız, güvenlik, memnuniyet ve teknoloji alışverişinin büyük bir değere dönüştüğünü belirten Onur Altınbaş, “Yeni nesil pazarlama ortamları sunma, müşteri trafiğinde ve ciroda artış da VPlatform’un önemli avantajlarından” diye konuştu. 1 MİLYONDAN FAZLA POS TERMİNALİ Advertorial iletir. Böylece hem müşteri hem de şirket tutarlı, güvenilir ve hızlı bir alışverişin mutluluğunu yaşar. • Temassız ödemelere de uygun olan VPlatform’da tüm operatörlere POS cihazından TL yüklenebiliyor ya da fatura ödemesi yapılabiliyor. • VPlatform, her bankanın farklı formattaki gün sonu raporlarını alma işlemini de kolaylaştırıyor. Bu raporlar ayrı ayrı değil, birleştirilmiş halde sunuluyor. • Mağaza müşterilerine telefonlarına TL yükleme, fatura ödeme gibi birçok kolaylık da sunan VPlatform, sadakat kart uygulamaları ve hediye çekleri ile memnuniyeti artırıyor. • VPlatform, 5 ya da 5 bin mağazalı zincirlerde günde bir kahve ücretine ciro artışı, müşteri sadakati ve maliyette düşüş sağlıyor. Bu sayıda Sayın Okurlar, D ergimizin 64. sayısını, İTÜ: BUGÜN ve GELECEK başlığı altında, Üniversitemizin kuruluşunun 241. yıldönümünde yayımlayabilmenin mutluluğu içindeyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana çağdaş Türkiye’nin inşasında önemli bir rolü olan İTÜ, gelişen bilim ve teknolojiyi izleyerek ve yenilikler ortaya koyarak çalışmalarını yürütmektedir. Küresel koşullardaki sosyal ve teknolojik değişimin bilim/teknoloji alanındaki etkilerine çözüm aramak ve uluslararası rekabet koşullarında başarılı olmak, bugün tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’deki üniversiteler için de en önemli hedef olmaktadır. İTÜ’nün, bugün Türkiye ve dünya üniversiteleri arasındaki saygınlığının farkında olarak yukarıdaki gelişim içindeki yerinin ve geleceğinin; Üniversite’nin yöneticilerinin, öğretim üyelerinin, öğrencilerinin ve mezunlarının bakış açısıyla nasıl göründüğünü ve ulaşılması gereken hedeflerin neler olduğunu röportaj, makale ve söyleşilerle saptamaya çalıştık. Hiç şüphesiz, böyle önemli bir konunun kısa bir süre içinde belirlenemeyeceğinin ve yetkili organların çalışmalarının var olduğunun farkındayız. Amacımız konuyu okurlarımıza açmak. Görüş ve eleştiri getirecek yazılar bizi mutlu edecektir. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile editörümüz Hatice Yazıcı’nın yaptığı röportaj, üniversitenin bugünkü en üst düzey yöneticisinin; İTÜ’nün uluslararası düzeydeki yeri, hangi alanlardaki çalışmalara öncelik verdiği, 241 yıllık bir geleneğe sahip olmanın yarattığı koşullar, asistan kadrolarındaki sorunlar, mezunlarla ilişkiler, öğrenci kulüpleri, Ar-Ge çalışmaları, öğretim üyelerinin sorunları, YÖK tasarısı ve üniversite içinde sanat konuları hakkındaki görüşlerini içeriyor ve ilgilenen herkesin İTÜ’nün çeşitli alanlardaki çalışmaları veya hedefleriyle ilgili bilgi sahibi olmasına olanak veriyor. Hepimizin bildiği gibi Ar-Ge merkezleri, buluş ve inovasyon çalışmalarının merkezidir. Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik ve Dr. İ. Ethem Karaağaçlıoğlu, “İTÜ’de Ar-Ge Yapılanması ve Hedefler “ başlıklı yazılarıyla araştırma yapılanmasını ve buluş çalışmalarındaki ilerlemeleri, uluslararası büyük firmalarla sponsorluk ve ortak proje geliştirme konusundaki ilerlemeleri açıklıyorlar. Rektörlük görevlerini bitirmiş olan öğretim üyelerimizin İTÜ’nün geleceğini nasıl görmek istediklerini açıklayan yazılarına, yönetim deneyimlerinin yansıması olacağı için önem verilmiştir. Ayrıca mezunlarımızın gelecekteki İTÜ için öngörüleri, aldıkları eğitimin iş hayatındaki yeterliliğini açıklaması açısından yararlı olacaktır. Öğretim üyeleri ve öğrenci 8 itü vakfı dergisi görüşleri de üniversitenin geleceğini ve bugünkü sorunlarını anlatmak açısından üzerinde durulmaya değer olacaktır. Bugünün anlaşılmasının ve geleceğin planlanmasının en iyi yolu, çok iyi bilindiği gibi geçmişi tanımakla sağlam bir temele oturtulabilir. Bu düşünceyle eğitim, üniversite yapıları ve yerleşkeleri ile ilgili olayları açıklayan yazılara yer vererek, bugün içinde yaşadığımız binaların hangi aşamalardan geçtiğini bir kez daha hatırlamak ve yeni kuşaklara da anlatmak istedik. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yeni fakültelerin açılması ile bina ihtiyacı artmış ve Cumhuriyet ilanını izleyerek Gümüşsuyu, Taşkışla, Maçka Silahhanesi ve Maçka Karakolu devlet tarafından tahsis edilmiştir. Onarımlar sonucunda kullanıma açılan bu binaların 1980’li yıllarda otel, borsa binası gibi yeni fonksiyonlarda kullanılmak üzere geri alınmak istenmesi bir mücadele ortamı yaratmış ve sonunda İTÜ’nün zaferi ile bitmiştir. Bu olayları anlatan “Bir Anıt: Taşkışla”, Prof.Dr. Mete Tapan’ın “Kültür Uzun, Para Kısadır” ve “Son Defa Taşkışla”, Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu’nun “ İTÜ Kent İçi Binalarının Korunması ve En İyi Şekilde Değerlendirilmesi Sorunu”, Prof. Dr. Hüseyin Hatemi’nin “Hukuk ve Maçka Kışlası”, Prof. Dr. Güven Önal’ın “Neden Hep İTÜ Binaları?” ve Prof. Dr. Güngör Evren’in “İTÜ Binalarının Kimi Mutlu ve Umutlandırıcı, Kimi Üzücü ve Hüzünlü Öyküleri” başlıklı yazıları bu mücadelenin hikayesini anlatmaktadır. Doç. Dr. Tuncay Zorlu’nun “İTÜ’nün Kısa Tarihi ve Mühendislik Eğitimimiz” başlıklı yazısı eğitimin 17. yüzyıldan bugüne kadarki gelişimini ve İTÜ’nün kuruluş tarihini özetlemektedir. Prof. Dr. Ruhi Kafesçioğlu ise Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki eğitim ve öğretimi Gümüşsuyu Yerleşkesi’ne geçişten başlayarak; dershaneler, hocalar, öğrencilik anıları ve sosyal yaşam çerçevesinde ayrıntılarla anlatmaktadır. “Önce İTÜ Vardı!” başlıklı yazısında Dr. Doğan Hasol da, İTÜ tarihçesine değindikten sonra kendi öğrencilik dönemini (1956-1961) çeşitli açılardan tanımlamaktadır. İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç, alanında bir ilk olan “İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı” başlığı altında kurumun kuruluş ve gelişimini aktarmaktadır. Her sayımızda olduğu gibi bu sayımızda da Teknokent Dosyası, İTÜ’den Haberler, Genç Başarı, İTÜ Vakfı’ndan Haberler zengin bir içerikle yer almaktadır. Gelecek sayımızda buluşmak üzere. Saygılarımızla, Prof. Dr. Yıldız Sey İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ BUGÜN VE GELECEK itü vakfı dergisi 9 Teknik Üniversite’nin Değişime İhtiyacı Var! Ben, daha radikal olmayı tercih ettim, çünkü değişime ihtiyacı var bu üniversitenin. Köklü yapıdan, gelenekten beslensin ama yeniliklere açık olsun. “Gelenekten, geleceğe” şeklinde bir sloganı tercih etmemiz lazım. Aksi halde mevcut sistem kişileri popülizme itiyor, kişiler biraz nefsine yenik düşüyor. Onları da anlayışla karşılıyorum. İyi olan gelsin yarışsın, hiç sıkıntım yok! Benden daha iyiyse gelsin! Bu anlayışın üniversiteye yerleşmesi lazım. Biraz radikal bir düşünce, çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir ama Teknik Üniversite’nin buna hazır olması lazım. Aksi halde sıradanlığa doğru gideriz ve bu da Teknik Üniversite’ye yakışmaz! Bu kadar eski bir kurumun sıradanlaşması kuruma ihanet olur. Birinin risk alması lazım. Ben risk aldım, risk almaya devam ediyorum! Kurumun bekaası için… Daha sonra beni hatırlayacaklar, ben buna eminim! Diyecekler ki, popülist olmayan, risk alan bir rektördü. 10 itü vakfı dergisi Fotoğraflar: Altan Bal İTÜ BUGÜN VE GELECEK Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile Gelenekten, Geleceğe İTÜ 241. kuruluş yılını kutlamakta olan İTÜ, sizce bugün olması gereken konumda mı? Kurumun geleceğinin şekillenmesinde sorumluluk üstlenmiş biri olarak nasıl bir İTÜ hayal ediyorsunuz? Üniversitemiz, maalesef hala istenen konumda değil. Bunu bir özeleştiri olarak kabul etmek lazım. İTÜ’nün de bir Cambridge, bir Oxford, bir MIT ve bir Harvard gibi dünyada aranan, ismi ilk anda akla gelen bir üniversiteye dönüşmesi lazım. Hedefimiz de aslında öyle bir yerde olmak. Elbette bu uzun bir yolculuk ve bunun için de kararlı adımlar atmak lazım. Bir değil, birkaç rektör döneminin geçmesi gerekiyor bu hedefe ulaşmak için. İTÜ, mensupları ve mezunlarıyla büyük bir potansiyele sahip. Bunu yapamayacak konumda değil. O açıdan Teknik Üniversite’ye güveniyorum. Rektörlük görevinde iki yılı doldurmak üzeresiniz. Bu süreçte, yönetim programınızdaki öncelikleriniz, projeleriniz nelerdi, ne kadarını hayata geçirebildiniz? Rektörlüğe başlarken hedefim, belirli alanlara kilitlenmekti. Çünkü hiçbir üniversite dünyada her alanda iyi değildir, bir takım öncelikleri vardır. Biz de kendimize hedef olarak birkaç sektörel alan belirledik ve bu alanlarda büyümeyi seçtik. Enerji, malzeme, havacılık, çevre, özellikle çevre bilimleri önceliğimizdi ve bu alanlarda belli aşamalar kaydetmek üzereyiz. Enerji ile ilgili ciddi adımlar attık, havacılıkla ilgili olarak dünyanın önde gelen kuruluşları ile işbirliği yaptık; Boeing, IMT, British Colombia ile bir program başlattık. Ama kısmen en büyük problemimiz olan bürokratik sıkıntılar, kısmen de kendi içimizdeki ataletten dolayı henüz istediğimiz, hayal ettiğimiz noktada değiliz. Bu sene hedefimiz, gelirimizin büyük kısmını IT altyapısına ayırmaktı. Çünkü iyi, hızlı bir iletişim ağına sahip değiliz. Kotalarımız çok düşük, internet bağlantımız istenen düzeyde değil. Bunu çözmek için önemli adımlar atıyoruz. Burası Teknik Üniversite ama maalesef standart bir ilköğretim okulu, bir lise bile bizden çok daha iyi bir altyapıya sahip. Yıllardır bir türlü e-imzaya geçilemedi. Bunun için de bir çalışma başlattık. Hedefimiz bu dönemde e-imza uygulamasına geçmek. Bütün evrak ve yazışmanın elektronik ortama kavuşacağı bir sistem için gerekli altyapıyı hazırlıyoruz. Kampüslerde Yıllarca aynı kurumda kalmak insanı üretkenlikten yoksun kılıyor. Lisansı, master’ı, doktorası hatta hocalığı bile aynı kurumda olunca yeni, farklı anlayışlara, farklı görgülere kapalı oluyor insan. Aynı kökten, içten beslenme -İngilizce’de inbreeding - akademik kültür açısından geçerliliğini yitirmiş bir kurgudur. En iyi insan tipolojisi morfolojik olarak melez ırklardır. Melez ırk, farklı yerlerden beslendiği için her şeye karşı daha dayanıklıdır, daha donanımlıdır, bağışıklık sistemi güçlüdür. Melez kültürün bu kuruma yerleşmesi lazım. olan, yeniliğe açık, yeni şeyler yapma derdinde olan bir kurum. Dünyada, yeniliğe bu kadar açık olması gereken üniversite benzeri bir kurum daha yok. Ama gelenekçiliğin getirdiği kemikleşmiş yapılar, karar süreçlerini etkiliyor, yönetim olarak aldığınız kararların sirayet etmesine, o kanın akışına engel olabiliyor. daha yaşanabilir bir çevre esas düsturumuz. Sloganvari değil, işleyen bir çevre sistemi... Zaten görüyorsunuz, önce Ayazağa’da ardından Taşkışla’da çalışmaları başlattık. Sonra sıra Maçka ve Gümüşsuyu’na gelecek. Çevre duyarlılığı olan bir altyapı için harekete geçtiğimiz Ayazağa Yerleşkesi’nde kaldırımları medeni ülkelerdeki standarda göre yeniliyoruz. Bisiklet yolları, yaya yolları, kampüs içinde ring seferlerini artırarak, mümkün olduğu kadar araç trafiğini azaltacak önlemler konusunda ciddi adımlar attık. Yeşil Kampüs projesinden hareketle sonuçları en hızlı görülecek değişimlerden biri kampüsteki yeşil doku. “Akademik camia büyük bir ekosistemdir: İnsanlar öğrenme merakıyla doludur; doğayı anlamaya çalışırlar, teknolojiyi geliştirirler, bilim aşkıyla yanıp tutuşurlar; yenilik peşinde bıkmadan usanmadan çalışırlar…” diyorsunuz. Bu ekosistemi besleyen unsurlar neler? Akademik camia bir ekosistem hakikaten. Bence bu ekosistemin en iyi şekilde beslenmesi için dışarıya, farklı yerlere açık olması gerekiyor. Bugün dünyadaki en iyi okullara baktığımızda, bunların dışarıyla entegrasyonu çok fazla olan üniversiteler olduğunu görürüz. Daha fazla yabancı öğrenciye, daha fazla yabancı öğretim üyesine sahip üniversiteler çok daha başarılı oluyor. Bence Teknik Üniversite’nin bu kemikleşmiş gelenekçi yapıdan biraz daha kurtulması lazım. Bu yapı, yeni insana yeni sisteme pek açık değil. Son on yılda aslında ciddi bir kırılma yaşamaya başladık. Eski klasik kürsünün avantajları vardı evet ama dezavantajları da vardı; yeni insanı tanıması, kabullenmesi çok zordu. Bu açıdan kırılma yavaş yavaş yaşanıyor, o da iyi bir şey. İş süreçlerini etkileyen ataletten bahsettiniz... İTÜ’nün gelenekçi yapısı günümüz şartlarında pratiğe nasıl yansıyor? 241 yıllık bir geleneğe sahip olmak, birçok açıdan pratiğe olumlu yansıdığı gibi, bazı durumlarda süreci olumsuz da etkileyebiliyor. İyi tarafları; kurumsal bir yapısı, bir geleneği var. O kurumsal yapı içinde herkes görevini, konumunu bildiği için karar alırken muhatabınız var, en büyük avantajı bu. İyi bir mezun portföyüne sahipsiniz. Bir üniversitenin üniversite olması, kurumsallaşması için en az 50-100 yüz yıl gerekli zaten. Olumsuz diyebileceğimiz tarafları da bu defa ataletiniz fazla oluyor; iş yaparken, sorun çözerken, önünüzdeki bürokrasi çok daha hızlı, kök salmış durumda. Yeniliğe açık bir yapıya sahip değilsiniz. Üniversite, kendi yapısı içinde, adı üstünde sürekli arayış içinde Burada, 50D ve 33A asistan kadrolarındaki uygulamalar akla geliyor… Bu kararı zaten biz almadık. YÖK tarafından alınmış bir karar. Yıllardır Boğaziçi, ODTÜ ve Bilkent üniversitelerinde uygulanan bir yöntem, kendi mezunlarını kendi üniversitelerinde istihdam etmiyorlar. Farklı yerlere gitmelerini, farklı dünyalardaki bilimsel metodolojiyi öğrenmelerini istiyorlar. Sonra gelip, kendi üniversitelerinde eğer sistem uygunsa uluslararası öğretim üyesi oluyorlar. Yıllarca aynı kurumda kalmak insanı üretkenlikten yoksun kılıyor. Lisansı, master’ı, doktorası hatta hocalığı bile aynı kurumda olunca farklı anlayışlara, farklı görgülere kapalı oluyor insan. Aynı kökten, içten beslenme -İngilizce’de inbreeding - akademik kültür açısından geçerliliğini yitirmiş bir kurgudur. En iyi insan tipolojisi morfolojik olarak melez ırklardır. Melez ırk, farklı yerlerden beslendiği için itü vakfı dergisi 11 İTÜ BUGÜN VE GELECEK da yurtlarda barındırmak. Yurtlar, beraber yaşama kültürünü getiriyor. Öğrenci buralarda yaşanacak acı-tatlı anılardan yoksun olmamalı. 70’ten 80’den sonra yurt kültürü, beraber bir şeyler yapma kültürü azaldığı için mezunların sonradan toparlanması, kuruma bağlılık duyguları zamanla azaldı. her şeye karşı daha dayanıklıdır, daha donanımlıdır, bağışıklık sistemi güçlüdür. Melez kültürün bu kuruma yerleşmesi lazım. Biz, mezunlarımız burada çalışmasın demiyoruz. Diyoruz ki; en azından gitsin başka bir yerde rüştünü ispat etsin, eğer bölümü gelişmeye büyümeye imkan veriyorsa dönsün. Asistan kadroları, sistemin en büyük problemlerinden biri. Mezun olan, doktorayı bitiren 33 D’ye geçerek ve bu kadroda çok uzun yıllar kalarak yeni gelecek olanların önünü kesiyor. Bu defa kadro sıkıntısı nedeniyle yeni yüzlerin, üniversiteyi dereceyle bitirmiş olanların kadroya alınmaları engelleniyor. Mesela bizim enstitümüzde asistan kadrosunda kimse yok. Sistemde sadece öğretim üyeleri var, onları projelerimizden destekliyoruz. Gençler ise idari işlerden kendilerini tamamen arındırarak, araştırmaya konsantre oluyorlar. Bize gelen bazı duyumları, kötü örnekleri görüyoruz. Fakültenin veya bölümün her türlü angarya işleri bu gençlerin üzerine yıkılıyor. Bu nedenle de bitirme tezlerinde, araştırmalarında gecikmeler yaşanıyor. Bunu da göz önüne alarak, herkesin 50D’den, 33A’ya geçirilmesi zaten doğru bir karar olmazdı. “Üniversiteyi Üniversite Yapan Mezunların Kuruma Bağlılığıdır” Eski mezunların üniversiteye hissettikleri aidiyet duygusu bambaşka. Sizce, yeni kuşaklar, eski mezunlar kadar bağlılık duyuyor mu üniversitesine? 12 itü vakfı dergisi Ben 60’lara hatta 70’lere kadar olan mezunların İTÜ’ye bağlılıklarına gıpta ediyorum. Burada en büyük sıkıntı şu; mezunlar üniversite içinde yeteri kadar görünmüyorlar, nedense bu tür bir yapı, bir alışkanlık oluşmamış. Benim bütün isteğim, mezunların üniversite kampüslerinde daha görünür olması, üniversitenin olanaklarını daha fazla kullanması, üniversite içinde yaşaması, spor yapması. Mezunun, üniversiteye aidiyet duygularıyla bağlanması açısından bunun şart olduğunu düşünüyorum. Burada en büyük eksiğimiz yönetimle mezunlar arasında bir türlü bağ kurulamadı, istediğimiz bağı oluşturamadık. Bir Mezunlar Derneğimiz var, 100 binin üzerinde mezunumuz var, sadece sekiz bini derneğe kayıtlı ve sadece üç bini aktif. Ve duyuyorum ki Genel Kurul’u 30-40 kişiyle yapıyorlar. Bu durum aslında günümüzde aidiyet duygusunun düşündüğümüz kadar olmadığını gösteriyor. Bu bağ neden zayıfladı? Okula en büyük bağlılığın oluştuğu dönem lisans eğitimi dönemidir. Bu dönemle ilgili acı-tatlı anılarınızla anıyorsunuz kurumu. Siz 18-22 yaş döneminde üniversitede çok hoş vakit geçirmişseniz, kurumla entegrasyonunuz çok hoşsa, aidiyet duygusu o zaman başlıyor. Teknik Üniversite’yi Teknik Üniversite yapan 60’lara kadar olan yurt kültürüydü, Gümüşsuyu yurdu kültürü… Orada müthiş bir aidiyet duygusu vardı. Bugün bizim hedefimiz, birinci sınıfa gelen bütün öğrencileri mümkün olduğu kadar yurtlarda, İstanbul’da yaşıyor olsa İTÜ’nün yaşayan 100 bin’i aşkın mezunu var. Mezunların üniversite ile entegrasyonu konusunda bir çalışma yürütülüyor mu? Girişimlerimiz var… Her mezuna en azından “itu.edu.tr” uzantılı e-mail adresi vermek, üniversite ile ilgili bilgilendirmeyi artırmak, kütüphaneyi daha çok kullanmalarını, sahiplenmelerini sağlamak, kampüsteki spor alanlarını mezunların kullanımına açmak bu girişimlerden bazıları. Hatta, Mezunlar Derneği’ne, Doğa Tarihi Müzesi’ne dönüştürdüğümüz binanın üst katını bir mezunlar lokaline dönüştürmeleri teklifinde bulundum ama yanaşmadılar. Mezunların öğrencilerle, üniversite ile entegre olması için bu tür mekanlar kampüs içinde olmalı. 18 yaşındaki bir gencin 60’larda, 70’lerde mezun olmuş ağabeyleri ve ablalarıyla beraber olması, onların tecrübelerinden yararlanması, büyüklerin de öğrencilere koçluk yapması yeni kuşaklarda aidiyet duygusunu güçlendirir. Amerika’da üniversitelerin bütün etkinliklerinde, spor müsabakalarında daha çok mezunları görürsünüz. İki ay önce Los Angeles’ta doktora yaptığım üniversitenin bir maçına gittim. Stat 15 bin kişilikti ve öğrenciden çok mezun vardı. Orada farklı bir aidiyet duygusu var; mezunlar üniversitelerinde mutlu oluyorlar, müthiş bağışlar yapıyor, üniversitenin önünü açan büyük projeler yürütüyorlar, yönetimi yönlendiriyor, problemlerin çözümünde destek oluyorlar. İTÜ’nün efsane basket takımını tekrar canlandırmak için bu sene kampüsteki salonda oynatmaya başladık, ama mezunları orada göremiyoruz. Bu açıdan büyük beklenti içinde olabilirim ancak, dünyada da üniversiteyi üniversite yapan, mezunların kurumlarına olan bağlılığıdır. Mezunların desteği ile hoş bir “Mezunlar Meydanı” projesi gerçekleştirildi, sağlanan gelirle bir yurt yapıldı. Ama bunun çok daha ötesinde işler yapılmalı. Bu üniversite, sahip olduğu mezun potansiyeli ile özellikle 1950 ve 60’lı yıllarda mezun olanların bulundukları iyi konumlar nedeniyle çok daha büyük projeleri gerçekleştirebilir. Bugün Bir Miras Yiyiyoruz! Mezunlar bu konuda ne söylüyor? Örneğin bir Mezunlar Konseyi var, son yıllarda mesai harcayan… Yardımları oluyor ama istediğim düzeyde değil. Benim gözüm batıdaki örneklerde. O kadar olmasa bile, mezun potansiyelimize baktığımızda, oradaki mezunların üniversitelerine yaptıkları katkının yüzde 50’si olmalı bizde de. Mezunlar bu üniversiteden aldıkları diplomalarla kariyer yaptılar, firma sahibi oldular. Buraya borçları var. Ben 40’lı 50’li yılların mezunlarının gözlerinde, sözlerinde gördüm bunu. “Bu okul bizi okuttu, bize diploma verdi. Biz buraya borçluyuz, sahip olduğumuz her şeyin arkasında bu okulun diploması var” diyorlar. Eski mezunlar bunu daha çok dile getiriyorlar. Yenilerde bunu göremiyoruz. Bunun suçu belki de yönetimde. Yeni mezunu bağlayıcı bir şey yapmadık. Örneğin, burs alan her bir öğrenci, iş sahibi olduktan sonra üniversitesini, öğrencilik günlerini hatırlamalı ve buraya burs kaynağı sağlamalı. Artık sözleşme imzalatacağım, karşılıksız burs olmamalı. Mutlak surette bir emek sarfetmelerini istiyorum, bir şey yapsınlar… Ben, lisans ve master’ı İTÜ’de tamamladım. Doktoramı yurt dışında yaptım ve tekrar İTÜ’ye döndüm. Lisans aidiyeti bambaşkadır. Burası benim yuvam, ilk derecemi aldığım yer. Kişisel bir beklentim yok! Mezun olduğum kuruma bir şeyler yapmak derdindeyim; üniversitemin marka değeri artsın, eski parlak günlerine dönsün. Teknik Üniversite denince akla bir tek İTÜ geliyor. Biz bugün bir miras yiyiyoruz maalesef. Artık rekabet şartları çok farklı, 60’lar, 70’lerdeki gibi değil. Kendimizi hazırlamalıyız, çok geç kalıyoruz. Günübirlik yaşayamayız, önümüze daha büyük hedefler koymalıyız. “Oğuz Atay Kültür, Bilim ve Sanat Merkezi” Öğrenciler için neler yapılıyor? Öğrenci kulüplerini çok önemsediğinizi söylüyorsunuz… Bugün İTÜ’de bir öğrenci merkezi yok, İTÜ’nün merkezinde de maalesef öğrenci yok… Bizim bütün derdimiz merkezimize öğrenciyi almak. Çünkü yarınları onlara teslim edeceğiz. Bizden sonra görevi onlar alacak; ne kadar iyi yetişirlerse, aidiyet duyguları ne kadar artarsa o kadar yararlı Dünyada da üniversiteyi üniversite yapan, mezunların kurumlarına olan bağlılığıdır. Mezunların desteği ile hoş bir “Mezunlar Meydanı” projesi gerçekleştirildi, sağlanan gelirle bir yurt yapıldı. Ama bunun çok daha ötesinde işler yapılmalı. Bu üniversite, sahip olduğu mezun potansiyeli ile özellikle 1950 ve 60’lı yıllarda mezun olanların bulundukları iyi konumlar nedeniyle çok daha büyük projeleri gerçekleştirebilir. olurlar, İTÜ’yü üst katmanlara taşırlar, marka değerini artırırlar. Öğrenci kulüplerinin bu kadar az olduğu bir üniversite olamaz! Görev aldığımdan beri hatta rektör yardımcısı olduğum dönemden bu yana ısrarla söylüyorum; öğrenci kulüpleri çok önemli! Meslek kulüplerinden bahsetmiyorum, onlar tamam ama farklı hedefleri, farklı ülküleri, farklı alışkanlıkları olan öğrencilerin bir araya gelip hedefe kilitlendikleri öğrenci kulüpleri istiyorum. Her eksende olabilir. Çok daha liberal düşünmek lazım. Kültür Sanat Birliği ile yaşadığımız sıkıntıyı aşıyoruz. KSB’yi, “Oğuz Atay Kültür, Bilim ve Sanat Merkezi” adı ile yeniden yapılandırdık, onay için YÖK’e gönderdik. KSB de bu merkeze bağlanacak. KSB’deki yönetim de zorunlu olarak mevcut kurallara bakarak bazı şeyleri engelliyordu. Artık öğrenciye “Bu, şablona uymuyor, kuramazsınız!” dememek lazım. Öğrencilerin çeşitli sıkıntıları vardı. Şimdi orada bu işi çok sahiplenen bir arkadaşımız müdür olarak görev yapıyor. Öğrenci kulüplerini çok daha iyi yerlere getireceğiz. Princeton Üniversitesi’nin 10 bin öğrencisi var, 300 öğrenci kulübü var. Bizim 30 bin’e yakın öğrencimize karşın 150 civarında kulüp var. UCLA (University of California, Los Angeles) Üniversitesi’nin 26 bin lisans, 10 bin yüksek lisans öğrencisine karşın 800 öğrenci kulübü var. Bizim öğrencilerimizin de farklı alanlarda yaşayacakları kulüp deneyimleri, iş hayatına atıldıklarında onlara müthiş katkı sağlayacak. Çünkü kulüp etkinlikleri ile proje yapma alışkanlığı gelişiyor, finans arama derdi oluyor, dışarıyla bağlantı kuruluyor, hayata hazırlanıyorlar. Her şey derste öğrenilmiyor, öğrenilmemeli zaten. Sınıftaki ders size sadece bir altyapı kazandırır. Öğrencileri Rol Modellerle Tanıştırmak… Öğrenciler için en büyük hedeflerimden biri de önümüzdeki sene başlayarak öğrencileri rol modellerle tanıştırmak. Bir ara denedik, sürdüremedik. Dünyada belli konumlara gelmiş kişileri konuşmacı olarak İTÜ’ye çağırmak, öğrencileri her ay sevebilecekleri, ilgi duyacakları bir rol modelle tanıştırmak istiyoruz. Öğrenciler standart ders programına bağlı kalarak matematik, fizik öğreniyor, mühendislik formasyonu kazanıyorlar. Ama hayatı öğrenmeleri için farklı deneyimlere ihtiyaçları var. İTÜ mezunu veya dışarıdan, kendi alanında isim yapmış kişiler buraya gelip birkaç saat konuşup, bilgi ve deneyimlerini aktardığında, öğrenci ile entegrasyonu sağlandığında, öğrencinin kafasında rol modeller gelişiyor. Amerikan üniversitelerinde bunu çok sık yapıyorlar. Orada sadece bilişim alanında bile binlerce rol model var. Bizde de böyle rol model olabilecek isimler çok ama çoğunu bilmiyoruz. Örneğin, Microsoft Türkiye Müdürü İTÜ İnşaat’tan mezun. Ama bilişim sektöründe CEO olmuş. Türkiye’den yurt dışına gidip önemli konumlara gelmiş çok sayıda isim var. Klasik anlamda eğitim topolojileri, yöntemleri değişti artık. Biz bu konuda dünyaya ayak uyduramıyoruz. Eski gelenekçi yapımızın en büyük handikaplarından biri bu. Bu tip rol modeller İTÜ’ye ne kadar sık gelirlerse, öğrencilerimizin hayata bakışları o kadar değişir, standart dışına çıkarlar. İTÜ’nün önceki dönemlerde toplumu bilimle buluşturma hedefiyle başlattığı “Bilim-Toplum Parkları” projesi vardı ve bazıları inşaat yatırımlarına rağmen kesintiye uğradı. Bu projeler devam edecek mi? Bilim parkları toplumu bilimle buluşturmak için iyi araçlar. Bilim parkları konusunda ciddi bir dönüşüm yapacağız. Bunların arkasında iyi bir finans desteğinin olması lazım. Büyük ihtimalle, Deneme-Bilim Mer- itü vakfı dergisi 13 İTÜ BUGÜN VE GELECEK kezi’ni Ayazağa Yerleşkesi’ne taşıyacağız. Burada büyük bir bilim parkı düşünüyoruz. Bu tür projelerin arkasında Vakıf desteğinin olması gerekiyor, aksi halde çalışmalar bölük-pörçük ilerliyor. İlköğretim ve lise için de oradaki arkadaşlar bir bilim-teknoloji parkı düşünüyorlar. Tünel projesi devam ediyor. Taşkışla’da Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi için girişimlerimizi yaptık, Yönetim Kurulu’nda karar aldık. Münir Ekonomi hocamız, antika ve arkeolojik eserlerden oluşan zengin koleksiyonunu İTÜ’ye bağışlamaya karar verdi. Elimizde epeyce malzeme var. Bunları sergilemek, toplumla buluşturmak istiyoruz. Mimarlık Fakültesi’nden hocalarımızla bu projeyi yürütüyoruz. Bir Yılda 45 Proje Hazırlandı Bazı işlerde hep ilklerle başlamak zorunda kaldık. İlk bir yıl sadece proje çizdik. 45 altyapı ve üstyapı projesi hazırladık. Bu projeleri adım adım bitiriyoruz. Ayazağa Yerleşkesi’nde üniversitenin bir kapısı yoktu… Öğrenci giriş kapısını bitirdik. Gençler Arı Kapı diyorlarmış, benim de hoşuma gitti, bu ismi verelim dedim. Araç giriş-çıkışları bir hengame. Bu proje de tamamlandı, Enerji Enstitüsü girişi “1773” kapısı olarak düzenleniyor. Türkiye’nin modern anlamda en eski, en köklü üniversitesine sahibiz. 1773 tarihini kimsenin unutmaması lazım. 1773 kapısı da araç giriş-çıkışı için üç gidiş üç geliş olacak şekilde düzenleniyor. Bunlar, maliyet göz önüne alınarak gerçekleştirilen basit ama hoş projeler. İTÜ Kuzey Kıbrıs ve İTÜ Berlin Teknik Üniversitesi projelerinde hedeflediğiniz adımları atabildiniz mi? İTÜ Kuzey Kıbrıs için göreve başladığımda 400 hektara yakın bir araziyi bizzat tahsis ettirdim. Eski projeden vazgeçtik çünkü uygulanacağı bölgeye ihanet gibiydi. Gazi Mağusa’nın, surların dibine modern bir yapı kuruyorsunuz ama proje ne tarihi dokuya, ne de iklime uygun! Modern bir bölgede olsa, örneğin Erenköy gibi çıplak bir arazinin içinde olsa anlaşılabilir ancak tarihi dokunun içinde 40 dönümlük araziye uygun olmayan bir bina çizilmişti. Proje için yeniden ciddi bir yarışma açtık. Taş yapıların ağırlıkta olduğu, tarihi dokuya uygun bir proje çizdirdik, yakında üniversiteye sunacağız. Yeni proje ile birlikte önceki projeyi de sunacağız ve ‘karar verin’, diyeceğiz. Kampüs inşaatına başlamak üzereyiz. Şu anda beklediğimizin ötesinde yeni bölümler de açıyoruz. Yeni bölümler de adanın dokusuna, Teknik Üniversite’nin misyonuna uygun olacak. Konservatuvar da orada saygın bir konum edinecek, denizcilik ve denizciliğe bağlı bölümler olacak. Üniversitenin ismini de İTÜ-KKTC değil, İTÜ Kuzey Kıbrıs olarak değiştirdik ve Meclis’ten geçti. Zaman zaman konu ile ilgili olarak kamuoyunu bilgilendireceğiz. İTÜ Berlin Teknik Üniversitesi ile ilgili maalesef hiçbir şey yapılmamış. Yakın zamanda bize çalışmanın hangi aşamada olduğunu sordular. Şu anda konuyu ve geçen dönemde neler yapıldığını araştırıyoruz.Bilişimle ilgili bazı adımların atılması gerekiyormuş ancak pek kalem oynatılmamış. Ne Bilişim Enstitüsü’nün ne de Bilgisayar Bölümü ile Elektronik Bölümü’nün haberi yok. İTÜ-Berlin bir fırsat. Bu proje ile dışarıya açılmayı hedefliyoruz. 500 Bin Kitaptan, İki Yılda 850 Bin Kitaba… İTÜ Kütüphanesi’nde basılı kitap sayısını 1 milyonun üzerine çıkarma hedefiniz vardı. Göreve geldiğinizden beri kitap sayısı ne kadar arttı? 500 bin basılı kitap sayısı bugün 800 bini geçti. Yıl sonuna kadar 850 bin olacak. Şu anda üniversiteler arasında ikinci sıradayız. Bilkent 900 bin kitapla bizim önümüzde, yakında onları geçeriz. Mevcut kütüphane bu kadar kitap için yetersiz. Kitaplar stoklarda birikiyor. Dünyaya baktığınızda iyi okullar en fazla kitaba sahip olan okullardır. Arada bir korelasyon var. Bugün dünyada ilk 500 arasında neden Türkiye’den bir üniversite yok? Bu çok aşikar, çünkü Türkiye’de 1 milyon kitaba sahip üniversite yok! Bizim şimdi hedefimiz 1.5 milyon basılı kitaba sahip olmak. Harvard’ın 15 milyon, Berkeley’nin 14 milyon kitabı var. Bu nedenle de dünyada ilk on üniversite arasındalar. İTÜ, mühendisliğe damgasını vurmuş 241 yıllık bir üniversite fakat, bu güne kadar bir tarihçesi yazılmamıştı. Türkiye’nin modernleşme tarihine baktığımızda, Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet’in ilk döneminde her şeyi İTÜ’lüler yapmış; modernleşmeye katkı sağlamışlar, alt yapıda, üst yapıda, siyasette hep İTÜ imzası var. Buna rağmen, elde tarihçe ile ilgili doğru dürüst bir yayın yoktu. Bizim hazırladığımız “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz” kitabı bir başlangıç oldu. Şimdi hedefimiz bu kitabı daha da geliştirmek, hatta İngilizce baskısını gerçekleştirmek. Arşivimizde de büyük bir problem var. Bir rektör olarak bunu söylemek bana zul geliyor ama çok kötü bir arşive sahibiz; 80’e kadar iyi, sonrası kopuk kopuk… Arşivi düzenlemek ve yeni binaya taşımak için ihaleye çıktık, yazın bitirmeyi hedefliyoruz. 14 itü vakfı dergisi Ar-Ge Gelirini 10 Katına Çıkarmayı Hedefliyoruz İTÜ’nün bilimsel birikimini, Ar-Ge altyapısını sanayiye sunmada bir arayüz olan ARI Teknokent, sizin döneminizde nasıl bir değişim yaşıyor? İTÜ, kendi öz kaynaklarını yaratma yönünde nasıl bir atılım içinde? Ben rektörlük seçimi öncesinde de söyledim: İTÜ mü Teknokent’in içinde, Teknokent mi İTÜ’nün içinde? Bizim bir kere bunu ayrıştırmamız lazım. Zaten Teknokent’i üniversiteye bağlı, üniversitenin içinde bir kurum olarak düşündük. İlk olarak şunu anlamaya çalıştık: Buradaki mevcut yapı nedir? Kendine has bir ekosistem mi var? Firmaların üniversite ile entegrasyonu nasıl? Bir performans indeksi geliştirdik. Şimdi bütün teknokentler bu indeksimizi elde etmek için uğraşıyorlar, Bakanlık da istedi. Puanlamada ağırlıklı olarak firmalara soruyoruz: Üniversiteden danışman kullanıyor musunuz? Öğrencilerimiz firmada staj yapıyor mu, bunların ne kadarını istihdam ediyorsunuz? Üniversite ile ne kadar entegresiniz, ne kadar ortak proje yürütüyorsunuz? Örneğin Türk Telekom burada dördüncü yılını doldurmak üzere. Ama Ar-Ge departmanındaki kişiler daha İTÜ Elektronik ve Haberleşme Bölümü’ndeki hocaları tanımıyorlar, birbirleriyle hiçbir bağları yok. İlk olarak, Amerika’dan gelmiş genel müdürlerine Elektronik ve Haberleşme Bölümü’nde bir sunum yaptırdım, tanıştırdım ve ortak proje çalışmalarına başladılar. Üniversitenin ve İTÜ Vakfı’nın ortak olduğu, İTÜNOVA Teknoloji A.Ş. adı ile bir şirket kurduk. Türk Telekom’dan beş tane proje aldık. Zamanla yeni projelerin geliştirilmesi gerekiyor. Biz, mümkün olduğu kadar bu performans indeksine bağlı olarak bütün firmaları tekrar değerlendirmeden geçiriyoruz. Konu ile ilgili bir kitapçık da hazırladık. Bu iş artık sadece ofis kiralama şeklinde olmayacak. 100 üzerinden yaptığımız puanlamada 60 puanı geçen birkaç firma oldu. Durum çok da kötü değil. Firmalar için muafiyetler var. Bu muafiyetlere karşın sağlanan Ar-Ge geliri oranına baktığımızda, 2023 yılında bu gelirini 10 katına çıkarmayı hedefliyoruz. Enteresan bir tesadüf, 2023 yılında üniversitemiz 250. kuruluş yılını kutlayacak. Biz de, 250. yılda Teknokent kanalıyla ArGe gelirlerimizi 1’e 10 artıracak şekilde bir vizyon çizdik. Bir Teknoloji Transfer Ofisi kurduk. TÜBİTAK’tan bu yıl destek aldık. Öğretim üyelerimizi bu konuda bilgilendire- Ar-Ge’de mümkün olduğu kadar büyük projelerde çözüm ortağı olmak gerekiyor. Biz üretici olamayız, olmamalıyız. Üretici, özel sektör ile kamu sektörüdür. Örneğin “Milli Tren” projesinde çözüm ortağıyız. Biz, tek başımıza bir prototip üretiriz ancak devamı gelmez. “Helikopter Projesi” maalesef bir acı projeydi. ceğiz. Proje pazarları açacağız, çalışanlar sadece proje ve fikir üretecekler, projenin bütün yükünü, yazımını, patent sürecini ve marketing hizmetlerini Teknoloji Transfer Ofisi yürütecek. “Milli Tren” Projesinde Çözüm Ortağıyız Ar-Ge’de mümkün olduğu kadar büyük projelerde çözüm ortağı olmak gerekiyor. Biz üretici olamayız, olmamalıyız. Üretici, özel sektör ile kamu sektörüdür. Örneğin “Milli Tren” projesinde çözüm ortağıyız. Biz tek başımıza bir prototip üretiriz ancak devamı gelmez. “Helikopter Projesi” maalesef acı bir projeydi. Bu projenin bir devlet kurumu veya özel kurumla birlikte gerçekleştirilmesi gerekirdi, başarılı olamadık. Bundan ders almamız lazım. Aynı hatayı “Milli Tren”de yapmıyoruz, çözüm ortağı olarak yer alıyoruz. Nükleer enerjide de aynı şekilde çözüm ortağıyız. Her bölümün en az birkaç büyük proje alması gerekiyor. Hedefim bu, buna kilitlenmiş durumdayım. Mimarlık Fakültesi birkaç büyük proje yürütüyor. Kars’ın rehabilitasyonu, restorasyonu ile ilgili proje bitmek üzere. Proje kapsamında Kars’ın tarihi dokusu çıkarıldı. Sırada diğer iller var. Bu tür işleri ancak biz yapabiliriz. Hibrit Entegre Alanlar İTÜ çok rijit, hibrit bölüm anlayışı da yok. Bölümler arası beraber çalışma anlayışı yeni yeni oluşuyor. Bu, bazı zamanlarda zorunluluktan, bazı zamanlarda kişisel girişimlerle oluyor. Dünyada da bu yönde bir gidiş var. Mesela bir uçak bölümünün malzemeciyle çalışması, bir bilişimcinin elektronikçi ile çalışması gibi… Endüstri ürünleri tasarımının dibinde malzemecinin, makinacının olması lazım. Bugün Apple ürünlerinde malzeme, malzemenin yapısı bilişim kadar önemlidir. Hibrit modeller, bö- lümler diyorlar artık buna. Bizim de bu hibrit entegre alanlara yönelmemiz gerekiyor. Bu dönemde düşündüğümüz projelerden biri de bu. Üniversitede üretilebilecek ürünlerin, fikirlerin dışarıya pazarlanması, üniversitenin dışarıya açılması açısından hizmet veren ofisler vardır. Amerika’da çok bilinir, herkes oraya yüklenir, Silikon Vadisi gibi… Körfez ülkelerinde, Dubai’de vardır. Biz de Uzakdoğu’da Hong-Kong, Singapur Güney Kore gibi yerlerde; Batı’da İsviçre, Almanya’da açabiliriz bu tip ofisleri. Teknokentler kanalıyla finansman sağlayarak, öğretim üyelerimizin, gençlerimizin fikirlerini dışarıya kanalize etmek, dünya görgülerini artırmak için bu ofisleri oluşturma niyetimiz var. Öğretim Üyeleri İçin Konut Öğretim üyelerinin sorunlarının konuşulmasını öncelikli gördüğünüzü belirtiyorsunuz. En önemli gördüğünüz sorunlar neler, nasıl çözümler üretiyorsunuz? Öğretim üyelerinin rahat bir ortamda proje ve fikir üretebilmelerini sağlamak için sorunlarından arındırmak lazım. Birinci sorun barınma. Mümkün olduğu kadar kampüste yaşam koşullarının oluşturulması gerekiyor. İkinci büyük sorun ise çocukların eğitimi. Hedefimde hep bunlar var. Sürekli bunlarla yatıp kalkıyorum. Öğretim üyelerini, kapasiteyi en az yüzde 50 artıracak şekilde nitelikli lojmanlara kavuşturmak istiyorum. Girişimlerimiz var, bir yıl içinde çözeceğiz. Ek olarak, söz vermediğim halde TOKİ ile anlaşma yaparak, Kayaşehir ve benzeri yerlerde barınma imkanı sağlıyoruz. İlk etapta 23 daire alarak, yardımcı doçentler öncelikli olmak üzere kura ile dağıttık. Hedefimizde 1.500 konut var. Bunun için söz aldık. Yeni yol açılırsa, Kayaşehir ile kampüs arası 20-25 dakikaya inecek. Çocukların eğitimi ile ilgili olarak da anaokulu, ilkokul ve ortaokul olarak hizmet verecek Beylerbeyi binası tamamlandı. Göreve geldiğimizde 4 milyon TL borç vardı, borçları ödeyerek binayı teslim aldık. Kontenjanı 1.200 öğrenci. Talep çoktu, bu kontenjan ile şimdi o talepleri karşılayabileceğiz. Tüm İTÜ Geliştirme Vakfı okullarında öğretim üyeleri ve çalışanların çocuklarına öncelik verilecek şekilde hareket ediyoruz ve fiyat politikasını da buna göre düzenledik. Bu konuda da sözümde durdum. Hedefimiz, çocukların eğitimi ve öğretim üyelerimizin barınma sorunlarını ayrım yapmadan çözüme kavuşturmak. itü vakfı dergisi 15 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Öğrencilerin en büyük şikayetlerinden biri sosyal-kültürel ortamların yetersizliği, Ayazağa Yerleşkesi’nün bu beklentiye yeterince cevap vermemesi. Ayazağa, 24 saat yaşanabilir bir ortama dönüşebilecek mi? Yerleşkesimüz Merkezi Derslikte oluşan ortam, yeni düzenlemeler, bisiklet yolları, yürüme parkurları ile biraz daha canlandı. Yakın zamanda bazı markalar ekonomik şartlarla kampüse gelecek. Spor alanları yanına yapılacak kulüp odaları ile altı ay içinde burada yaşam yüzde yüz farklı olacak. Kantinler geç saatlere kadar zaten açık. Spor alanlarına ciddi yatırım yaptık, yeniledik. Gece yarılarına kadar açık bu tesisleri ne yazık ki, kullanan çok az öğrenci var. Bundan şikayetçiyim, öğrencilerimiz düzenli spor yapmalı. Kampüsteki binaların değişimi-dönüşümü yönünde bazı çalışmalar başlamış görünüyor… Biz, Yerleşkesin yeşil dokusunu hiç bozmadan, zarar vermeden, çevre kirliliği yaratmadan binaları mevcut hali ile dönüştürmeye çalışıyoruz. İnşaat yapıldığı dahi anlaşılmıyor. Gerek eklentilerle, gerekse giydirme yöntemleri ile binaların mevcut görüntülerini estetik hale getirmeye çalışıyoruz. Elektrik -Elektronik Fakültesi’nde çalışma başladı, sonra Fen Edebiyat Fakültesi ve sırayla bütün binaları elden geçireceğiz. Ben Risk Aldım, Risk Almaya Devam Ediyorum Yeni YÖK Yasa Tasarısı hakkında neler düşünüyorsunuz? 2003 yılında konuştuğumuz dönemin rektörü, o zamanki yasayı, akademik özerkliği ve özgürlükleri son derece kısıtlayıcı diyerek eleştirmişti. Yeni taslak öncekini de aratacak gibi mi? Yeni taslak çok kötü. Sıkıntı belki de şu: Tasarıyı YÖK’ün hazırlaması yanlış. Bu çalışma dışarıda hazırlanmalı, YÖK de kurum olarak görüşünü bildirmeliydi. Örnek taslak, mevcut yasadan daha kötü, daha kısıtlayıcı ve bürokrasinin egemenliği daha fazla hissediliyor. Burada en büyük problem, her üniversiteyi aynı model içinde düşünmek. Üniversite olarak bir firma kuramıyorsunuz, ihalelere giremiyorsunuz, çok kısıtlayıcı. Bir TÜBİTAK kadar bile özerkliğiniz, mali özerkliğiniz yok! Bu özerkliği üniversitelerin elde etmesi lazım. 16 itü vakfı dergisi Bunu özellikle kamu üniversiteleri için söylüyorum. Dekan atamasını bile YÖK üzerinden yapıyorsunuz. Rektör, çalışacağı kişileri kendisi belirlemeli. Bunlar aksayan yönler. Mevcut yasa üzerinde düzenlemelerle de bunlar düzeltilebilirdi. Benim beklentim hep popülizmden arındırılmış, futbolcu deyimiyle rahat oynayabileceğiniz, top çevirebileceğiniz alanın tanınması. Hem akademik özerklik hem ekonomik özerklik için bu gerekli. Ama bu demek değil ki; denetimsiz, kontrolsüz olsun. Bir akredite kuruluş olmalı. YÖK bir akreditasyon bir regülasyon kurumu haline dönüşürse çok daha yararlı olur. Bu benim kişisel görüşüm. Her şeyi YÖK’e sormak da çok zaman kaybettiriyor. Herkes bundan şikayetçi ama bugüne kadar kimse bir hamle yapmadı. 1992’de üniversiteye geldiğimden beri herkes YÖK’ü şikayet ediyor. Bazı bypaslar oluyor. Örneğin rektör yardımcısı üç tane. Bizim gibi üniversitelere üç rektör yardımcısı yetmiyor. En az 6 hatta 7 olmalı. Bu sorunu danışmanlarla çözmeye çalışıyoruz. Danışmana sorumluluk veriyorsunuz ama yetki veremiyorsunuz. Rektör yardımcısının üstünde bir sürü daire başkanlığı var, kreşten temizliğe, kütüphaneden bahçeye kadar çok geniş bir yelpazeden o sorumlu. Yetkiyi biraz daha parçalayıp, daha fazla insanın sisteme hükmedebildiği, yetkilendirildiği, sorumluluk aldığı bir sisteme geçilmesi lazım. Rektörler aslında orkestra şefi gibi davranmalı, rektör yardımcıları ve diğer sorumlular orkestranın elemanları gibi olmalı. Yönetimde buna izin verilmeli. Bu tür handikaplar sistemi tıkayan şeyler. Üniversite sayısı 184’e çıktı. Bir özel üniversite ile kamu üniversitesinin, 10 yıllık bir üniversite ile 241 yıllık bir üniversitenin aynı kanunla yönetilmesi çok yanlış. Sloganvari olacak ama çerçeve yasa her zaman daha iyidir. Ana tanımlar olacak, içini her üniversite kendi yönetmelikleri ile dolduracak… Ben böyle bir yasa taraftarıyım. Mevcut seçim sistemi de yanlış, bence popülizme kaçıyor bu defa. Nasıl olmalı seçim sistemi? Bence sorumluluk mercii bir kurum olabilir, bir kuruluş, bir heyet olabilir; hesap verebileceğiniz, sizi sürekli denetleyen… Aksi halde bin tane öğretim üyesi varsa, siz bin tane popülist düşünceye sahip oluyorsunuz. Bu bir hata aslında bence. Ben hiçbir zaman böyle biri olmadım, olmayacağım da. Bazı yöneticiler sizi bu tür yapılara itebiliyor. Benim yerimde başkası olsaydı, 50 D, 33 A hikayesinde popülist davranabilirdi ki, bu Şubat 2011’de çıkmış bir yasa ancak, uygulamadılar bunu. yerleştirilmek üzere heykeller de gelecek. Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümünden bir arkadaşımızın çizdiği güneş saati buradaki yerini aldı. Şimdi, Teknik Üniversiteyi simgeleyecek, heykel formunda bir eser arayışı içindeyiz. Üzerinde üç aydır çalışılıyor. Daha yaşanabilir, görülebilir kimliği olan bir dönüşüme doğru gidiyoruz kampüste. Diğer tarafları da unutmuyoruz. Tüm kampüslerdeki tarihi binalar restore edilecek. Tuzla’da yıllardır yurt binası dışında bir şey yapılmadı. Şimdi derslik ve öğretim üyeleri ve çalışanlar için bir bina yapıyoruz, yıl sonuna kadar bitirilecek. Ben kadro dağıtıp şirin görünerek günü elde edebilir, rahatıma bakabilirdim. Ama ben daha radikal olmayı tercih ettim. Çünkü değişime ihtiyacı var bu üniversitenin. Köklü yapıdan, gelenekten beslensin ama yeniliklere açık olsun. “Gelenekten, geleceğe” şeklinde bir sloganı tercih etmemiz lazım. Aksi halde mevcut sistem kişileri popülizme itiyor, kişiler biraz nefsine yenik düşüyor. Onları da anlayışla karşılıyorum. İyi olan gelsin yarışsın, hiç sıkıntım yok! Benden daha iyiyse gelsin! Bu anlayışın üniversiteye yerleşmesi lazım. Biraz radikal bir düşünce, çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir ama Teknik Üniversite’nin buna hazır olması lazım. Aksi halde sıradanlığa doğru gideriz ve bu da Teknik Üniversite’ye yakışmaz! Bu kadar eski bir kurumun sıradanlaşması kuruma ihanet olur. Birinin risk alması lazım. Ben risk aldım, risk almaya devam ediyorum. Kurumun bekaası için… Daha sonra beni hatırlayacaklar, ben buna eminim! Diyecekler ki, popülist olmayan, risk alan bir rektördü. Sanat Kültürü Olan insanlar Yetiştirme Derdindeyiz Kampüste ne kadar zaman geçiriyorsunuz? Hafta sonlarını mümkün olduğu kadar işten arındırarak aileme ayırıyorum. Başka türlü dinlenecek zaman olmuyor. Randevu defterime bakın, sabah 8’den akşam 9’a kadar buradayım. Genelde randevu vermiyor diyorlar ama herkes randevu alıyor, yolda görseler gelip soruyorlar. Ben mümkün olduğu kadar tek adama bağlı sistemden 2023 yılında üniversitemiz 250. kuruluş yılını kutlayacak. Biz de, 250. yılda Teknokent kanalıyla Ar-Ge gelirlerimizi 1’e 10 artacak şekilde bir vizyon çizdik. Bir Teknoloji Transfer Ofisi kurduk. TÜBİTAK’tan bu yıl destek aldık. Öğretim üyelerimizi bu konuda bilgilendireceğiz. Proje pazarları açacağız, çalışanlar sadece proje ve fikir üretecekler, projenin bütün yükünü, yazımını, patent sürecini ve marketing hizmetlerini Teknoloji Transfer Ofisi yürütecek. kurtarmaya çalışıyorum üniversiteyi. Bazı işler kişiye bağlı olmasın. Sorumlulukları dağıtıyorum. Sorunlar aşağıda çözülsün, rektöre kadar aksetmesin. Ama maalesef kötü alışkanlıklarımız devam ediyor. Her şeyi rektöre söylemek istiyorlar. Ben yine de çalışma arkadaşlarıma tevdi ediyorum sorunu, onlar çözüyorlar, ancak kilitlendiği noktada ben müdahale etmeliyim. Bir Rektörlük Sanat Galerisi açtık. Artık kurumsallaştı. Peş peşe sergiler açılıyor. Mayısta Hikmet Barutçugil’in 100. Kişisel Sergisi var. Her sergi büyük ilgi gördü. İlk açılışı öğretim üyemiz Murat Çakan’ın suluboya resim sergisi ile gerçekleştirdik. Sonra bitki illüstrasyon, ardından elyaf sanatı sergisi açıldı. Tek düze, tek yönlü, köşeli insan yetiştirmekten ziyade; sanata eğilimli, sanat kültürü olan insanlar yetiştirme derdindeyiz. Yakında kampüse Kampüste sık sık dolaşır mısınız? Öğrenciler sizi görünce daha çok ne konuşurlar? Ara sıra dolaşıyorum. Geçtiğimiz günlerde bir sucuk partisinde öğrencilerle birlikteydim. Tabii birçok konuda sözler aldılar. Beni gördüklerinde genellikle isteklerini dile getirirler. İTÜ Rektörü Olmak... Ders vermeyi özlüyor musunuz? Özlüyorum tabii. En son lisans havuz dersi veriyordum. Ders verdiğiniz zaman gençleşiyorsunuz, besleniyorsunuz öğrenciden. Öğrencilerim zaman zaman mesajlar atarlar. Öğrencilerle aram her zaman iyidir benim. Ne yazık ki şimdi öyle bir ortam yarattılar ki, sanki ben tepeden inme yöntemle, başka bir yerden gelip bu konuma oturmuşum gibi… Ben 1992’den beri aralıksız İTÜ’deyim. Doktora süresince yurt dışında kaldım, arada bir iki aylık araştırma çalışmaları için dışarıda oldum. Onun dışında sürekli buradayım, her kademede görev yaptım. Dışardan bana gelen teklifleri, farklı üniversiteler için gelen rektörlük tekliflerini kabul etmedim. İTÜ Rektörü olmak çok ulvi bir görev. Sorumluluğu çok ağır olmakla birlikte, simgesel ve çok çok onurlu bir görev. Mübalağa etmiyorum, kalpten söylüyorum böyle bir kurumun rektörü olmak müthiş ve bambaşka bir duygu benim için. Ben İTÜ sayesinde bir yere geldim. Bu kuruma borçluyum, hala borcumu ödemiş değilim. Her kademede çalıştım, enstitü müdürlüğü, rektör danışmanlığı, rektör yardımcılığı… Diğer görevleri küçümsemiyorum fakat sorumluluğu ne kadar büyük olsa da, İTÜ Rektörü olmak kadar onurlu bir görev yok! Röportaj: Hatice YAZICI ŞAHİNLİ itü vakfı dergisi 17 İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ’de Ar-Ge Yapılanması ve Hedefler Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik Ar-Ge’den Sorumlu Rektör Yard. Dr. İ. Ethem Karaağaçlıoğlu İTÜ Maden Fakültesi Üniversite statüsünün en güvenilir göstergesi, mali yapısındaki güç ve öğretim kadrosundaki kusursuzluk düzeyidir. Dünyadaki en üst düzeyde yer alan üniversitelerin tümüne yakınının mali yeterliliği, diğerlerine oranla yüksektir ve bu üniversitelerin araştırmaya yönelik yapılandığını ve yönetildiğini görürüz. İyi bir öğretim kadrosu ise; iyi öğrencileri, araştırma fonlarını, sanayi ve kamunun desteğini çeker. Ulusal ve uluslararası platformlarda tanınmasını sağlar. Sonuçta, edinilen bu başarıyı devam ettirebilmek de, bu iki unsurun üniversite yapılanmasında sürdürülebilirliğine bağlıdır… İ TÜ, 240 yıllık geçmişi, kurumsal bütünlüğü ve kendine olan güveni ile ülkemizin toplum eğitim yaşamında değiştirilemeyecek bir demirbaştır. Bu durum, üniversitemizde huzur ve saygınlığı kendiliğinden sağlamaktadır. İTÜ adına; toplumsal öncelikler doğrultusunda güncellenmiş “eğitim ve öğretim”, edinilen bilgiye hareket kazandıracak inovasyon tabanlı “araştırma ve bilgi üretme”, edinilen/üretilen bilgiyi ticarileştirecek, “girişimci” bir yapıyı hedefleyen, sahası ile ilgili rasyonel vizyona sahip, çağdaş dönüşüm ve beklentileri karşılayacak, insan odaklı, bireylerin kendilerini özgürce geliştirebilecekleri, dünya varlıkları ile uyumlu, stratejik bir yenilenme/yapılanma içinde olan bir üniversite profili çizmeye çalışıyoruz. Bu nedenle, göreve gelirken “Yeni İTÜ, Yeniden İTÜ” sloganını seçmiştik. İTÜ ALTYAPISI Bilgi kaynaklarının “açık erişim” imkanları ile sınır tanımadığı ve sürekli interaktif olmaya zorladığı üniversite-sanayi işbirliği, inovasyon tabanlı Ar-Ge yapılanmalarının gerekliliği ortada iken, bugünün üniversitesinde statükocu ve mükemmeliyetçi 18 itü vakfı dergisi Ar-Ge tabanlı alt yapımızı güçlendirerek, kamu ve sanayi işbirlikleri ile fon oluşturarak, üniversitemizi mali açıdan güçlü kılacak yapıyı oluşturuyoruz. Bununla birlikte; akademisyen kadromuzu bu alt yapıyı aktif kullanacak şekilde teşvik etmek üzere yönetsel bazı yenilikler yapıyoruz. ideal formatı devam ettirmek gereksiz bir dirençtir. Belki 100-150 yıl öncesinde bu aranıyor olabilirdi ancak, üniversiteleri bugün yeniden yapılanmaya zorlayan pek çok neden var. Bunlar; ülkenin stratejik önceliklerine bağlı faktörler, bilgi-iletişim teknolojilerindeki gelişme ve birbirine bağlı, bazı hallerde bir araya geldiğinde anlamlı ve açıklayıcı bir içerik kazanan, beraberinde siyasal, ekonomik, toplumsal, bürokratik ve hukuksal alandaki değişimlerin de tetikleyicisi olan dinamiklerdir. Bilimsel bulguların hayat bulduğu sanayi de, üniversitenin ve akademik bilgi birikiminin daha da aktif olmasını zorlamaktadır. Küreselleşme ve değişen küresel tezler de doğal olarak eğitim dünyasını etkilemekte ve eğitimdeki işleyişleri, etkileşimleri, beklentileri, paylaşımı ve topluma yansımasını da yeniden şekillendirmektedir. Üniversite statüsünün en güvenilir göstergesi, mali yapısındaki güç ve öğretim KOSKEB kadrosundaki kusursuzluk düzeyidir. Dünyadaki en üst düzeyde yer alan üniversitelerin tümüne yakınının mali yeterliliği diğerlerine oranla yüksektir ve bu üniversitelerin araştırmaya yönelik yapılandığını ve yönetildiğini görürüz. İyi bir öğretim kadrosu ise; iyi öğrencileri, araştırma fonlarını, sanayi ve kamunun desteğini çeker. Ulusal ve uluslararası platformlarda tanınmasını sağlar. Sonuçta, edinilen bu başarıyı devam ettirebilmek de bu iki unsurun üniversite yapılanmasında sürdürülebilirliğine bağlıdır. Bizler de bu amaçla, Ar-Ge tabanlı alt yapımızı güçlendirerek, kamu ve sanayi işbirlikleri ile fon oluşturarak, üniversitemizi mali açıdan güçlü kılacak yapıyı oluşturuyoruz. Bununla birlikte; akademisyen kadromuzu bu alt yapıyı aktif kullanacak şekilde teşvik etmek üzere yönetsel bazı yenilikler yapıyoruz. Hedefe ulaşmada, bilgi üretim kaynaklarının verimli çalıştırılması gerekliliğine inanıyoruz. Bilimsel çalışmalarda çekirdek unsurun, “araştırmacı” olduğu bilinci ile bilgiyi oluşturacak akademik personelin akademik eğitimdeki sürdürülebilirliğini, canlılığını ve rekabeti baltalayan atama, yükseltme, performans değerlendirme yönetmeliğini güncelledik. Genç akademisyenlerin gelecekteki başarılarını şimdiden kestirebilmek güçtür, bu konuda karar verebilmek uzun yıllar alabilir, bunun riskli ve yavaş bir strateji olduğunu da biliyoruz. Ancak biz “Kendi akademik personelimizin” düzeyini yüksek tutmak ve mevcut başarı ortalamasının zamanla yükselmesini sağlamak istiyoruz. Akademisyenleri Ar-Ge konularında en uygun sektör temsilcileri ile karşılaştırmak, üniversite sanayi işbirliğini aktif kılmak ARI TEKNOKENT DÖNER SERMAYE BAP KÜTÜPHANE amacıyla, her bölümde kendi sektörlerinde söz sahibi ve ortak projeler üretmek isteğinde olan firma temsilcilerinden oluşan “Sektörel Danışma Kurulları” ve bu kurulları organize edecek “Ar-Ge Koordinatörlükleri” oluşturduk. Üniversite adına ulusal ve uluslararası öncelikleri içeren disiplinler arası çalışma formatında “Şemsiye Proje” kavramını geliştirdik. Bununla büyük fon desteği alabilecek ve üniversite adına prestij olabilecek projelerde çözüm için, kendi içimizde disiplinler arası bir ortak akıl oluşturmayı amaçlıyoruz. İTÜ’deki akademisyenlerin dışarıdan aldığı projeleri yürütebilmeleri için İTÜ ArıTeknokent bünyesinde kurulan İTÜ NOVA çok farklı projeleri başarı ile yürütmektedir. Yine İTÜ NOVA bünyesinde ISTKA ve TÜBİTAK’ın desteklediği “Teknoloji Transfer ABET akreditasyonu ile eğitim kalitesi uluslararası standartlarda tescillenmiş 21 mühendislik programıyla dünyada en fazla akredite mühendislik programını içeren üniversitelerden biriyiz. İTÜ’de halen mevcut 340 farklı laboratuvar ile araştırma yaparken bunların bir kısmı ile de akreditasyon çalışmalarını yaparak sanayiye daha fazla hizmeti hedeflemekteyiz. Ofisi (TTO)” projemiz çalışmalarına hızla devam etmektedir. TTO, Teknokent şirketleri, KOSGEB şirketleri, Teknogirişim firmaları ve sanayiden temsilciler ile ortak projeler geliştirmek, İTÜ’de başlamış veya bitmekte olan ürün odaklı projelerin fikri mülkiyet haklarının takibi, patent alımı gibi konularda akademisyenlerimizle ortak çalışmalar yapmaktadır. TTO, Ar-Ge tabanlı bir üniversite yapılanması için çok önemli bir kurumdur. Biz de buna çok önemsiyoruz. Sektörün öncü firmaları ve varsa Ar-Ge merkezleri ile, hem kendi alt yapılarını kullanarak araştırma yapmak hem de eğitim ve çözüm ortaklığı antlaşmaları yaptık. Uluslararası düzeyde, öğretim üyesi ve öğrenci değişim programları, ortak eğitim faaliyetlerini içeren antlaşmalarla farklı ülkelerin akademisyenleri ile akademik bilgi ve görgü paylaşımının sağlandığı Bilimler Akademisi Çalıştayları düzenledik, düzenliyoruz. Bu yapısal yenilenmelerle birlikte, ABET akreditasyonu ile eğitim kalitesi uluslararası standartlarda tescillenmiş 21 mühendislik programıyla dünyada en fazla akredite mühendislik programını içeren üniversitelerden biriyiz. İTÜ’de halen mevcut 340 farklı laboratuvar ile araştırma yaparken bunların bir kısmı ile de akreditasyon çalışmalarını yaparak sanayiye daha fazla hizmeti hedeflemekteyiz. Yine İTÜ teknik altyapısında tüm üniversiteye teknik ve mekanik destek verecek modern cihazlarla donatılmış merkezi atölyenin kurulması, teknik cam itü vakfı dergisi 19 İTÜ BUGÜN VE GELECEK atölyesi, projelerde kullanılacak kimyasal malzemelerin, hızlı ve ekonomik olarak tek elden temin edileceği bir birimin kurulması için, planlama çalışmaları da hızla devam ediyor. Eski atölyelerden birisini, üniversitemize farkındalık kazandıran öğrenci projelerinin gerçekleştirileceği modern “Takım Çalışma Alanı” şekline dönüştürüyoruz. ÖNCÜ PROJELER İnovasyon temelli Ar-Ge yapılanmasının üç temel paydaşı vardır ki, bunlar kendi aralarında net ve şeffaf olmak zorundadırlar. Kamu tarafı, farkındalık oluşturma, fon hazırlama kullandırma, tarafları buluşturma, Ar-Ge ve inovatif yapılanmayı özendirme, teşvik etme gibi konularda üzerine düşeni yapmalıdır. Sanayici paydaşımız ise yaptıklarını, sorunlarını, isteklerini, kendi iç dinamiklerini, beklentilerini ortaya koymalıdır. Üniversiteler de bu üç taraflı yapının temel paydaşı olarak, 2023 hedefinde kendilerini nerede gördükleri, neleri hedefledikleri, vizyonlarının eksileri ve artıları, alt yapılarının diğer paydaş olan sanayinin alt yapısı ile ne kadar uyumlu olduğu, ortak hedefler, projeler üretme kapasiteleri gibi konularda kendilerini güncellemeli ve her açıdan güvenilir bir ortak olduklarını hissettirmelidir. Bu anlayış ile İTÜ akademik alt yapısı, ArıTeknokent, İTÜNova ve KOSGEB bünyesinde ülkemiz ve üniversitemiz adına öncü sayılacak pek çok proje imzalamıştır ve yenileri de hazırlanmaktadır. İTÜ olarak biz üzerimize düşen görevi en iyi şartlarda gerçekleştirmek için çalışmalarımıza hız verdik. Üniversite bünyesinde kurulu olan Enerji Enstitüsü, NANO, MOBGAM, MEMTEK, VLSI Lab, UHUZAM, Mekatronik, Yüksek Başarımlı Hesaplama Merkezi gibi ileri teknoloji ile donatılmış birimler bünyesinde güncel teknolojiyi kullanarak öncü projelerin üretilmesi ve gerçekleştirilmesine zemin hazırlıyoruz. Bu birimlerin her birinde, ülke öncelikleri doğrultusunda süregelen projeleri teker teker saymak zaman alır. Bir örnek vermek gerekirse, Enerji Enstitüsü, teorik ve uygulamalı çalışmaların yapıldığı 10 ayrı araştır- 20 itü vakfı dergisi Fikri mülkiyet hakÜniversitemizin ismini daha sık duyurmak ve Ar-Ge çalışmalarının yeni merkezi haline getirebilmek için uluslararası büyük firmalarla çeşitli sponsorluk, proje geliştirme, eğitim ve karşılıklı burs gibi alanlarda farklı anlaşmalar yapılmaktadır. ma grubunu bünyesinde barındırmaktadır. Enstitüde, ağırlıklı olarak endüstri destekli araştırma projeleri üretilmektedir. İTÜ-TÜGİAD arasında imzalanan protokolle, 10 firmanın katılımı ile kurulan Enerji Teknokenti de, 2014 yılında faaliyete geçmiştir. Bu sayede, üniversite sanayi işbirliğinin geliştirilmesine önemli katkı sağlayacak genç araştırmacı altyapısının hızlı bir şekilde artması hedeflenmektedir. Bununla birlikte, üniversite sanayi işbirliği çerçevesinde, İTÜ ARI Teknokent bünyesinde moleküler biyolojiden, yapay görme sistemleri üreten firmalara, özel platform çözümleri üreten mobil yayıncılık firmalarından, telekomünikasyonda küresel ihtiyaca yönelik yazılım ve donanım çözümleri üreten pek çok şirket Ar-Ge çalışması yapmaktadır. Bunlar içinde ülkemiz sanayisinin lokomotifi sayılabilecek şirketler mevcuttur. Türk Telekom, Ericsson, Defne, Biot, Sentromer, Vistek ve Sestek gibi pek çok firma bunlardan sadece birkaçıdır. yeni hedefler belirlemeye ve çıta yükseltmeye zorlamaktadır. Fikri mülkiyet hakkı oluşturan bir çalışma çıktısının kayda geçmesi hem zahmetli hem de zaman alıcı bir uğraş olarak algılanmaktadır. Bu işlemlerin başvuruları geçmişte, çoğu zaman akademisyenler tarafından yapılıyordu. Bundan sonra, bu tür projeler İTÜNova TTO ile ilişkilendirilecek ve başvuru aşamasından patent alımına kadar süregelen tüm işlemler, TTO bünyesindeki patent ofisi tarafından sonuçlandırılacaktır. BULUŞ-PATENTLER İTÜ yakın tarihe kadar ideal üniversite mantığı ile araştırmalarını yürütmüş ve sonuç olarak yapılan çalışmaların çıktısı da genelde yayına dönük olmuştur. Bunda ülkemizdeki üniversitelerde geçerli olan YÖK atama ve yükseltme kriterleri de etkin olmuştur. Bu nedenle üniversitemizin geçmişinde kayda değer yoğun bir patent birikimi söz konusu değildir. Bu husus, diğer tüm kamu üniversiteleri için de geçerlidir. Ancak, ülkenin yakın gelecek adına ortaya koyduğu hedefler, beklentiler ve ülke öncelikleri ile birlikte, eğitim öğretimdeki küresel yenilenme çabaları bizleri de yenilenmeye, ULUSLARARASI ORTAK PROJELER Üniversitemizin ismini daha sık duyurmak ve Ar-Ge çalışmalarının yeni merkezi haline getirebilmek için uluslararası büyük firmalarla çeşitli sponsorluk, proje geliştirme, eğitim ve karşılıklı burs gibi alanlarda farklı anlaşmalar yapılmaktadır. THY ve Boeing ile yaptığımız geniş kapsamlı sponsorluk, eğitim ve staj antlaşmasının yanı sıra İTÜ Kontrol ve Aviyonik Laboratuvarı Uçuş Simülatörü üniversitemizde kuruldu. Öncelikli olarak sektöre kalifiye eleman yetiştirmekle birlikte Havacılık ve sorunları ile ilgili hemen her konuda ortak çalışmamız olacak. Rolls Royce Nükleer İşbirliği ant- laşması çerçevesinde, İTÜ olarak, nükleer güç santralleri konusunda know-how geliştirmede öncü olacağız.Huwaei firması ile bilişim teknolojileri ve iletişim konusunda, donanım ve yazılıma dayalı çok geniş çerçeveli bir antlaşma gerçekleştirildi. Benzer bir yapılanma ile HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi kuruldu. ÜLKEYE KATKISI Ulusal ve uluslararası gelişmeler dikkate alınarak inovatif bir çalışma ortamı oluşturulan ve kısa vadeli ürün hedefli projeler daha çok destek görmektedir. 2023 ülke hedefinde de bu yönde bir yapılanma istenmekte ve desteklenmektedir. Bizler de, göreve geldiğimiz günden beri, bu amaca uygun olarak gerçekleştirdiğimiz yapısal revizyonların ve Ar-Ge alt yapısı iyileştirme çalışmalarının olumlu çıktılarını mutlaka göreceğiz. Fikrinin arkasında sağlam duran bir yönetim ve güven verici bir fon desteği bulan akademisyen arkadaşlarımın araştırma yapma heyecanının artacağından hiç şüphemiz yok. Buna bağlı olarak gerçekleştirilecek projelerinde ülke ve üniversitemiz adına olumlu çıktıları olacak ve bu çıktıların uzun ve orta vadede ülkemizin şu an içinde bulunduğu “Orta Gelir Tuzağı” ve “Ekonomide Vasatlık” çukurundan kurtulmamız mümkün olacaktır. Bilgi birikimi ve teknik alt yapımız, pek çok ürünü ülke şartlarında üretme ve geliştirmeye yeterlidir. Üniversite olarak, elimizdeki sağlam temel disipliner çalışma verilerinin, inovatif düşünce ile kısa sürede ekonomik katkı sağlayacak hale geleceğini ümit ediyoruz. Yetişmiş insan gücü, bir toplumun “Gelecek için beslenen büyük umutlarıdır”. Bu gün bizim ve bizim gibi ülkelerin en önemli sorunu her alanda yeteri kadar iyi yetişmiş uzman insana sahip olamayışımız ve istihdam edemeyişimizdir. Ar-Ge ve inovasyon tabanlı bir üniversite yapılanmasında gerçekleştirilecek sanayi ortaklı projelerinin en önemli çıktılarından birisi de, projelerde çalışan ve lisansüstü derecesi almaya hak kazanan yetişmiş elemanlar olacaktır. Kısa ve orta vadede bunun sanayideki yansıması, kazanım ve katkısı kendini gösterecektir. HEDEFLER Üniversitelerden günümüzde beklenen temel hedefler: 1. Sürdürülebilir eğitim ve öğretim; kendini tekrar etmeyen, öğrencinin heyecanını koruyan, merak uyandıran, dinamik ve sa- Ar-Ge ve inovasyon tabanlı bir üniversite yapılanmasında gerçekleştirilecek sanayi ortaklı projelerinin en önemli çıktılarından birisi de, projelerde çalışan ve lisansüstü derecesi almaya hak kazanan yetişmiş elemanlar olacaktır. Kısa ve orta vadede bunun sanayideki yansıması, kazanım ve katkısı kendini gösterecektir. nal/uzaktan bir eğitim modeli oluşturmak, 2.Teorik bilgi üretme (Deneysel bilgi alt yapısı oluşturacak akademik kadro yetiştirmek) 3. İnovativ araştırma, teknoloji geliştirme (Ekonomi ve sanayi ile güncel ihtiyaçlarda paralellik oluşturacak, Girişimci Ar-Ge yapılanması oluşturmaktır. Yönetim olarak bizim hedefimiz de, bu tanım çerçevesinde, üniversitemizi orta vadede, öncü kimliğini kaybetmeden, dünya ile yarışan bir araştırma üniversitesi yapmaktır. itü vakfı dergisi 21 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Eski Rektörlerimize ve Öğretim Üyelerimize Sorduk: İTÜ’de rektör olarak görev alıp, yönetim felsefesi ve ilkelerine katkıda bulunmuş, üniversitemizin geleceğinin şekillenmesinde sorumluluklar üstlenmiş eski rektörlerimizle; İTÜ’nün köklü geleneğinin bütün yönleriyle genç kuşaklara aktarılmasında ve sürdürülebilmesinde asıl rolü oynayan öğretim üyelerimiz, ‘İTÜ’lü olmak’ ve gelecekte üniversitemizi nerede görmek istediklerine ilişkin görüşlerini aktarıyorlar… Nasıl Bir İTÜ? İyi öğretim üyesi tanımında, kanımca, hem bilimsel yönden güçlülük hem de iyi bir öğretme yeteneği unsurları olmalıdır. Son yıllarda ön plana çıkan yayın ya da atıf sayısı kavramı öğretmenlik kavramını geride bırakmış görünüyor. Oysa, özellikle lisans düzeyindeki öğrenci, öğretim üyesinin yayınları ile değil, kendisine anlatabildikleri, öğretebildikleri ile ilgilidir. Bu açıdan, öğretim konusunun en az araştırma kadar önemsenmesi ve teşvik görmesi gerektiği görüşündeyim. Prof. Dr. Nahit Kumbasar 1977 – 1980 Dönemi Rektörü İTÜ İnşaat Fakültesi İ TÜ Vakıf Dergisi’nden böyle bir yazı önerisi geldiğinde, en yaşlı eski rektör olarak önce bunu yazmamın doğru olup olmadığını düşündüm. Değişen koşullarla birlikte kavram ve anlayışlar da değişiyor ve yaşlı kuşak bu bakımdan toplumun genel eğilimlerinin dışında kalıyor. Örneğin, bir zamanlar çok önemsenen, fakat aşırı solun slogan haline getirip anlamını aşındırdığı, “demokratik üniversite” kavramı bugün ne ölçüde önemsenir. Ya da özerk üniversite kavramı, toplum için önemli gördüğü her konuda görüşünü çekinmeden açıklayabilen bir üniversite anlayışı kimlerin umurundadır. Söz konusu öneri, oldukça farklı kuşaklardan gelen kişilere yapıldığına göre, Pir Sultan’ın dediği gibi ‘diriye saydılar bizi’ denebilir. “Nasıl bir İTÜ?” sorusu için hemen herkesin vereceği cevap ‘ülkenin en iyi üniversitelerinden biri, ya da başa güreşen bir üniversite’ olmalı. Ancak en iyi olmanın göstergeleri veya koşulları söz konusu olduğunda görüşler değişik olacaktır. Bence en iyi üniversite amaç ve görevlerini en iyi biçimde yerine getiren ve bunun için gerekli fiziksel ve moral koşullara sahip olan üniversitedir. Bu açıdan üniversitenin iki temel görevi olan araştırma ve öğretim için gereksinimi olan üç öge, iyi öğrenci, iyi öğretim üyesi ve iyi bir fiziksel ve moral altyapıdır. Vaktiyle en iyi öğrencileri aldığı için, en iyi 22 itü vakfı dergisi mühendisleri yetiştiren üniversitemiz, benzer kuruluşların oluşması ve artması, bir bölümünün daha cazip koşullara sahip olması nedeni ile bu üstünlüğünü kısmen de olsa yitirdi. Ayrıca, orta öğretim ve liselerde öğretim düzeyi belirgin ölçüde düştü. Az sayıda lisenin yetiştirdiği, bilgi ve beceri düzeyi çok iyi olan öğrenciler yanında, gerekli birikimi alamamış bir çoğunluk var. Giderek artan üniversitemizi tanıtma çabaları ile bu olumsuz durumu geri döndürmenin, yine en iyi öğrencileri almanın mümkün olduğuna inanıyorum. Ayrıca üniversitemiz, orta öğretim ve liselerin, testlerde başarılı olan öğrenci yerine, okuma alışkanlığı olan, ilgilendiği konuda okuduğunu anlayan, düşüncelerini düzgün bir yazı ile ifade edebilen öğrenciler yetiştirmesi için neler yapılması gerektiği konusunda da düşünmeli ve fikirlerini ilgililere açıklamalıdır. İyi öğretim üyesi tanımında, kanımca, hem bilimsel yönden güçlülük hem de iyi bir öğretme yeteneği unsurları olmalıdır. Son yıllarda ön plana çıkan yayın ya da atıf sayısı kavramı öğretmenlik kavramını geride bırakmış görünüyor. Oysa, özellikle lisans düzeyindeki öğrenci, öğretim üyesinin yayınları ile değil, kendisine anlatabildikleri, öğretebildikleri ile ilgilidir. Bu açıdan, öğretim konusunun en az araştırma kadar önemsenmesi ve teşvik görmesi gerektiği görü- şündeyim. Ayrıca, bir ülkede teknik kültürün oluşması ve gelişimi için, öğretimin o ülkenin dilinde yapılması zorunluluğu dikkate almalı, öğretimde esas görevimizin Türkçe öğretim olduğunu unutmamalıyız. Üniversitemiz fiziksel altyapı açısından giderek gelişiyor, bu durum dış görünüm olarak da önem taşıyor. Bir bakıma vitrin gibi değerlendirilse de, iyi öğrenci çekmenin bir imkânı bu dış görünüşü, şimdi yapıldığı gibi, giderek iyileştirmek ve ilgililere duyurabilmektir. Çevre kavramı içine, kuşkusuz, moral çevre de giriyor. Öğrencilerin ve öğretim üyelerinin görüşlerini belirtmeleri, gerektiğinde tepki göstermeleri, yıkıcı olmadığı sürece, anlayışla karşılanmalı, “havada, konuşmamanın, görmemenin kahrolası hüznü” olmamalıdır. Bu açıdan, yönetimden farklı düşünenlerin manen ezildiği, kadro vb. gereksinimlerinin geri bırakıldığı, ’bizden’ olanlar ve olmayanlar gibi ayrım yapıldığı bir dönem yaşayan üniversitemizin, böyle bir dönemi bir daha yaşamamasını diliyorum. Son olarak, Üniversitemizin, kendi yapısı içinde kararlaştırdığı bir gelişme planı olmalıdır. Konu Senatoda zaman zaman tartışılmış, bildiğim kadarı ile doyurucu bir sonuca ulaşılamamıştır. Bu ana plan, değişen ülke koşullarına uymak için küçük revizyonlar dışında, yönetim değiştikçe değişmemelidir. Çünkü köklü sosyal kurumlar gelenekleri ile ayakta kalırlar. DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ İLE İstanbul Teknik Üniversitesi Yirmibirinci yüzyılda ülkemizin ihtiyacı olan uzman elemanların yetiştirilmesinde bazı üniversitelere önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bu nedenle İTÜ gibi üniversitelerin; lisans öğrenici sayılarını azaltıp, yüksek lisans ve doktora öğrenci sayılarını artırarak, araştırma ağırlıklı üniversiteler olmaları gerekir. Yüksek öğretim kurumunun yetkisinde olan bu husus ancak Yükseköğretim Kanunu’nun yeni baştan yapılanması ile çözüme kavuşur. Prof.Dr. Reşat Baykal 1992-1996 Dönemi İTÜ Rektörü İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi T ürkiye’de mühendislik ve mimarlık eğitim- öğretimini yönlendiren kurumların başında gelen üniversitemiz, ülkenin kalkınmasına katkı sağlayan mühendis, mimar, bilim adamı, sanayici, iş adamı ve önde gelen politikacıları yetiştiren köklü bir kuruluştur. 241 yıllık uzun ve parlak geçmişiyle ülkemizin teknoloji konusunda eğitim, öğretim ve araştırma yapan ilk kurumu olan İTÜ, teknik üniversitelerimizin en kıdemlisidir. Ülkemizde mühendislik eğitimi 1773 yılında Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn adıyla gemi inşaatı ve haritacılık konularında başlamış, 1795’te Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn’la genişlemiş ve 1883’te kamu yapıları için gerekli teknik elemanları yetiştirmek amacıyla Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn’a bağlı Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin açılmasıyla sivil mühendislik alanına yönelmiştir. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla başlayan yenileme ve gelişme sürecinde Hendese-i Mülkiye Mektebi, Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn’dan ayrılarak Nafia Nezareti’ne (Bayındırlık Bakanlığına) bağlanıp yeni bir yapıya kavuştu ve adı 1909’da “Mühendis Mekteb-i Âlisi” oldu. 1928’de adı Yüksek Mühendis Mektebi olarak değişti. Hasan Ali Yücel Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı) olunca başlattığı eğitim reformu kapsamında, 1941’de okul İstanbul Yüksek Mühendis Okulu (İYMO) adı ile Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı. 1944 yılında kabul edilen yasa ile İnşaat, Mimarlık, Makine ve Elektrik olmak üzere dört fakülteden oluşan İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu. Böylece 1773 yılında III. Mustafa döneminde kurulan “Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn” tarih boyunca değişik isimler alıp gelişerek, askeri ve sivil kısımlara ayrılmıştır. Askeri kısım Deniz Harp Okulu’na, sivil kısım ise İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüşmüştür. Osmanlı döneminde eğitim kurumları, sanayi öncesi bir imparatorluğun gereksinimleri ve olanaklarına uygun olarak oluşmuştu. Osmanlı yönetimi modernleşme sürecinin başlangıcında, Mühendishane, Tıbbiye, Harbiye, Mülkiye ve benzeri yükseköğretim okullarına kavuşmuştur. Bu dönemde üniversite kavramının gündeme gelmesi olanaksızdı. Çünkü üniversiteden söz edebilmesi için, bir eğitim altyapısının oluşması ve belirli bir birikimin sağlanmış olması gerekirdi. O dönemde henüz böyle bir ortam yoktu. Bu nedenle Türkiye’de 1933 yılına kadar üniversite yerine “Darülfünun” sözcüğü kullanılmıştır. İTÜ, Türkiye’nin ilk teknik eğitim kurumu olmasının yanında, teknolojinin pek çok alanında ülkemizdeki ilk örnekleri vermiştir. İlk televizyon yayını, ilk stereo FM radyo yayını, ilk digital bilgisayar, eğitim ve araştırma amaçlı ilk nükleer reaktör, ilk rüzgar tüneli, ilk gemi model deney laboratuvarı, ilk teknopark bu kapsamda sayılabilecek İTÜ’nün önemli teknolojik uygulamalarıdır. Günümüzdeki durumu dikkate aldığımızda bu tür uygulama örneklerini çoğaltabiliriz. Beş senelik çok başarılı eğitim sisteminden 1969 da dört yıllık sisteme geçiş, uygulama, proje ve meslek derslerinde azalmalara neden oldu. Bugün ders programlarında yer alan yabancı dil, türkçe ve benzeri dersler üniversite öncesi eğitimde çözüme kavuşturulduğunda dört yıllık dönemde meslek derslerine daha fazla zaman ayrılabilir. Milletlerin zenginliğinin bilgi varlıklarıyla ölçüldüğü ve iletişimin çok arttığı bir çağda kitlesel eğitim öğretimin yanında, üst düzeyde eğitim ve araştırmaya ağırlık verilmesi ayrı bir önem kazanmaktadır. Yirmibirinci yüzyılda ülkemizin ihtiyacı olan uzman elemanların yetiştirilmesinde bazı üniversitelere önemli görev ve sorumluluklar düşmektedir. Bu nedenle İTÜ gibi üniversitelerin; lisans öğrenici sayılarını azaltıp, yüksek lisans ve doktora öğrenci sayılarını artırarak, araştırma ağırlıklı üniversiteler olmaları gerekir. Yüksek öğretim kurumunun yetkisinde olan bu husus ancak Yükseköğretim Kanunu’nun yeni baştan yapılanması ile çözüme kavuşur. İTÜ, Türkçe olarak uzun yıllardan beri sürdürdüğü kaliteli eğitim ve Türk Bilim Dili’nin oluşturulmasındaki öncülüğü yanında, öğrencilerin üniversite tercihlerinde önemli bir rol oynayan yabancı dil nedeniyle, İngilizce eğitime yönelmiştir. Öncelikle lisansüstü eğitimi kısmen İngilizce yaparak sürdürülen çalışma, “İngilizce Destekli Öğretim” adıyla lisans programlarına da yansıtılmıştır. Bugün ise, lisans eğitimi%30 İngilizce ve %100 İngilizce programlarıyla devam etmektedir. Bu uygulamaların önyargısız bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Aslında sorun, Cumhuriyet döneminde Türk itü vakfı dergisi 23 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Milli Eğitim Sistemi’nin ilk ve ortaöğretim döneminde yabancı dil öğretmeyi başaramamasından kaynaklanmaktadır. Yabancı dil sorununun çözümü için ortaöğretimde başlatılan uygulamalarda başarılı olmadı. Bu amaçla kurulan anadolu liselerindeki hazırlık sınıflarının geliştirilmesi yerine, çoğunda kaldırılması dildeki başarısızlığı artırdı. Türkçe yazmayı ve konuşmayı yeterli düzeyde beceremediğimiz bir ortamda, dilimiz bozulmakta ve kavram kargaşası içinde nesillerin anlaşması güçleşmektedir. Bu nedenle gerek %30, gerekse %100 İngilizce eğitim verdiğimiz bu dönemde; ders kitabı yazan öğretim üyeleri, kitaplarının sonuna özenle hazırlanmış İngilizce-Türkçe bir teknik terimler sözlüğü eklemeleri kaçınılmaz hale gelmiştir. Kendi dil ve kültürümüzden kopmayan ve dilin önemini kavrayan bir İTÜ, Türkçe’nin bilim ve teknoloji dili olarak gelişmesinde büyük sorumluluk taşıma bilinciyle, eskiden beri sürdürdüğü çalışmalara özen ve azimle devam etmelidir. Günümüzde üniversitelerde meslek dersi veren öğretim üyelerinin endüstri deneyimlerinin olmaması veya çok kısıtlı olması, çözümlenmesi gereken önemli bir sorundur. Bu sorunun çözümü gelişen sanayimizle İTÜ’nün ilişkilerinin artmasına önemli katkı sağlayacaktır. Üniversite- 24 itü vakfı dergisi lerimiz hem diploma veren hem de yetki veren kurumlar olduğu sürece, üniversiteler arasında yapılan kıyaslamaların temel bir gerekçesi oluşmamaktadır. Buna rağmen, İTÜ’nün ülkemizde mühendislik, mimarlık ve konservatuvar dalında en iyi kurum olduğuna inancım tamdır. Lisans eğitiminin öğretim kadrolarını ihtisas sahibi kişilerden oluşturarak, liyakat ilkesi öne çıkarılmalıdır. Bu kapsamda öğretim kadrosunun yabancı ve Türk kökenli değişik üniversite mezunlarından oluşmasına özen gösterilmelidir. Üniversite öğretim üyesi ve yönetici olacakların, meslek içi ve pedagojik bir eğitim almamalarını önemli bir eksiklik olarak görüyorum. İTÜ, ders kitaplarının yok denecek kadar az olduğu ve kütüphanenin çok az kullanıldığı bir dönemden; 24 saat açık, Türkçe ve yabancı dilde kitapların çoğaldığı, internet ortamında kaynaklara daha hızlı ulaşma olanağına kavuştu. Yönetici ve öğretim kadrolarına ulaşma ve iletişiminin daha kolaylaşması ve mezunlarla ilişkinin artması önemli bir gelişmedir. Ayrıca barınma ve burs sorunlarının yetersizliğini azaltıcı alanda çalışmalar da sürdürülmektedir. Kısıtlı bir sayfa düzeni içinde yukarıda belirtmeye çalıştığım konular, tüm Türk Üniversiteleri için geçerli sorunlardır. Bu nedenle konunun çözümü için Yükseköğretim Kanunu’nun otuz yılı aşkın uygulamaları değerlendirilerek kanun yeni baştan düzenlenmelidir. . Benim için İTÜ, onurlu geçmişi, ümit veren geleceği, toplumdaki saygınlığı ve de abla, ağabey, kardeş geleneğiyle özlem duyulan bir yuva niteliğindedir. KAYNAKLAR 1-Uluçay, Çağatay ve Kartekin, Enver (1958) “Yüksek Mühendis Okulu”, İTÜ Kütüphanesi, Sayı 389, Berksoy Matbaası, İstanbul 2-Çeçen, Kâzım (1990), “İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Kısa Tarihçesi”, İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi Yayın No: 7, İstanbul 3-Aras, N.K., Dölen, E. ve Bahadır D.- Editörler (2007), “Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi (1861-1961)”, Türkiye Bilimler Akademisi Yayınları Sıra No: 15, Ankara 4-Kafescioğlu, Ruhi (2010), “Yüksek Mühendis Mektebi’nden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne-Bir Dönüşümün Öyküsü ve Anılar”, Yapı Endüstri Merkezi YEM Yayın-160, İstanbul 5-Baykal, Reşat (2011), “50 Yıl Önce ve 50 Yıl Sonra İTÜ”, 1961 Yılı Mezunlarının 50. Yılında İTÜ günündeki konuşma, İstanbul 6-Kaçar, M., Zorlu, T. Barutçu, B., Bir, A., Ceyhan, C.O. ve Neftçi, A (2013), Editör Mehmet Karaca, “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz” Geliştirilmiş 2. Basım, İTÜ Vakfı Yayını, Cenkler Matbaacılık Amb.San.Tic.Ltd.Şti. İstanbul İTÜ-Bilginin Gücü İTÜ ve İTÜ’lüler çalışmış çabalamışlar, hiç yoktan var etmişler, özveri ile yoğrula yoğrula bugünlere gelmiş, haklı bir bir saygınlık kazanmışlardır; bu davranış özelliğini koruyacaklardır. İTÜ ender bir devlet kuruluşu, İTÜ’lü örnek bir yurttaştır; İTÜ’lüler kardeştir; din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı olmadan kardeştir . Prof. Dr. Faruk Karadoğan 2004-2008 Dönemi İTÜ Rektörü İTÜ İnşaat Fakültesi İ stanbul Teknik Üniversitesi, bilginin gücünü somutlaştırarak ulusal çıkarlar doğrultusunda ülke öncelikli sorunların çözümüne sunan, önder özellikte bir devlet üniversitesi, bir mihenk taşıdır; bu özelliklerinden hiçbir zaman uzaklaşmamalıdır. Toplumdan almaya değil topluma vermeye yönlendirilmiş okuyan, düşünen ve üreten öğrenciler yetiştirmek için yola koyulmuştur, İTÜ; bunu sorumluluk bilinci içine yerleştirmiştir, korumalıdır. Bunların tümü aklı öne çıkarmaktır. İTÜ ve İTÜ’lüler çalışmış çabalamışlar, hiç yoktan var etmişler, özveri ile yoğrula yoğrula bugünlere gelmiş, haklı bir bir saygınlık kazanmışlardır; bu davranış özelliğini koruyacaklardır. İTÜ ender bir devlet kuruluşu, İTÜ’lü örnek bir yurttaştır; İTÜ’lüler kardeştir; din, dil, ırk, renk, cinsiyet ayrımı olmadan kardeştir. Bundan sonra da aynı çizgide, bilimsel bilginin yolunda öğrenici, araştırıcı ve uygulayıcı olacaktır İTÜ ve İTÜ’lü. Nasıl mı? • Kendi içinde tartışma ortamları yarata yarata, doğruyu bula bula gidecek; tek kişinin buyruğunda olmayacak, paydaşlarıyla oluşturduğu uzun soluklu stratejik planlarını yine paydaşlarıyla her yıl güncelleyerek yoluna devam edecek, boz - yap kısır döngüsüne düşmeden, yerinde saymadan ve zaman yitirmeden ilerleyecektir, • Üniversite mezunu sayısının arttığı rekabetin inanılması güç boyutlara ulaştığı, ulusal ve uluslararası pazarlarda iş olanaklarının azaldığı bir ortamda, önce bilgisine sonra da kendisine güven duyan, girişimci niteliklerle bezenmiş mezunlar yetiştirerek yoluna devam edecek, • Kendi kendini yaratan laboratuvarları ile öğrenen bir organizasyon olarak yürüyecek ilerilere, • Ülke gereksinimlerini herkesten ve her kurumdan önce sezerek yönünü bulacak; - Bilginin ve bulgunun ülke geneline yayılmasında uğraş verecek, kitap yazılmasını desteklerken bölgesel çalıştaylar düzenle- yecek, ülke geneline hızla yayılan eğitimin yozlaşmasını önleyici çalışmalara destek verecek bu sorumluluğa sahip çıkacak, yönetmeliklerin ve standartların gelişmesine katkı verecek, - Bilimi sevdirmek ve saydırmak için uğraşacak, örneğin Bilim ve Toplum parkları ile halkın yanında olacak, halktan ve ülkenin dört bir yanından beslenecek, - Meslek Yüksek Okulları günümüz için, eğitimde devrim yaratmış ülkemize özgü bir model olan Köy Enstitüleri modeli kadar önemlidir; çok iyi eğitim veren sınırlı sayıdaki Meslek Yüksek Okulları ile gerçekçi olacak, bir gereksinimi kısa yoldan örnek oluşturacak şekilde gidermeye yönelecek, • Uluslararası araştırma projelerinde rekabet öncesi noktalara kadar gelecek, rekabet sonrası çalışmaları destekleyerek yerli üreticinin gücünü arttıracak, • Üniversite – Sanayi işbirliğini tüm engellere ve güçlüklere karşın geliştirecek, küçük sanayii destekleyecek, bu yönde teşvik örtüsü altındaki haksız rekabet oluşturacak her türlü girişimden kaçınacak, gerçek Ar-Ge’nin yanında ve onun destekleyicisi olacak, öğretim üyelerinin üniversite –sanayii işbirliğinde dengeyi sağlayarak bilginin ve bulgunun üniversiteden sanayiye aktarılmasına ve sanayide kazanılan deneyimin de üniversiteye döndürülmesine katkıda bulunacak, katma değeri yüksek ürünlerin yaratılmasına yönlendireceği girişimci mezunlarını detekleyecek ve izleyecek, bu konuda doğru hedeflerin saptanması için öncülük edecek uygulatım ve bulgulatım seferberliğinde en önde olacak, • Eğitim öğretim ve araştırma düzeyinin yükselmesi için gereken herşeyi yapacak , bu amaçla; - Sınıfları küçültecek, - Dersleri sınıfların dışına taşıracak, - Laboratuvarlar sadece eğitim –öğretim için değil fakat daha çok araştırma için geliştirilecek, - Kuramsal çalışmalar kadar Laboratuvar çalışmaları da özendirilecek bunların birbirini bütünler özelliği korunacak, - Çok büyük bir birikime sahip olduğu la- boratuvarlar konusunda bir aşama daha gerçkekleştirerek Merkez Laboratuvarı düşüncesine sarılacak, parasal ve işgücü kaynaklarının en iyi biçimde kullanılmasını sağlayacak, - Eğitimde de araştırmada da uluslararası işbirliğini en üst düzeye taşıyacak, yalnız öğrenci değil öğretim üyesi değişimlerine ulusal ve uluslararası düzeyde önem verirken sadece batı dünyasını değil fakat doğu dünyasını da gözönünde bulunduracak, farklı kurumlarda yurt içinde veya yurt dışında farklı eğitim öğretim görmüş araştırma ve ugulama yapmış gençlere kapılarını açık tutacak, - Gerçek Araştırma – Geliştirme olanaklarının artması için sürdürülebilir yatırım ve denetleme düzenleri oluşturulacak, yatırım hızı teknolojinin gelişim hızından düşük kalmayacak; bu konuda devleti önce doğru bilgilendirici sonra da doğru yönlendirci rol üstlenecek, • Devlet üniversitesi olma özelliklerini titizlikle koruyacak, eğitim düzeyi ve Ar-Ge konularında ödün vermeyen bir üniversite olarak kalınacak, • Kendi olanakları ile ayakta durabilen, devletine yük olmayan, bir devlet üniversitesi olacak - Maslak arazilerine, Sakız adasına, Yeşilyurt arazisine, Maçka yerleşkesine ,tarihi Taşkışla, Gümüşsuyu, Maçka, Karakol binalarına sahip çıkmaya devam edecek,hakkın verilmediğini ancak hakkın alındığını unutmayacak, - 60 000’in üzerindeki yaşayan ve mesleğinde yol almış mezunları ile bütünleşerek onlara güç verirken onlardan güç alacak, İTÜ’lü olma ayrıcalığının bilincini aşıladığı yeni mezunları ile bağları koparmayacak, onların fikirlerinden onlara yetki ve sorumluluk vererek yenilenecek, kuruma bağlılık düşüncesini besleyecek , • İTÜ-KKTC, komşu cumhuriyetler ve yurdun çeşitli yöreleri ile güçlü işbirliklerini geliştirilecek, öğretim üyesi yetiştirme programlarının destekçisi ve izleyicisi olacak, Nasıl mı? Okuduğundan, düşündüğünden ve ürettiğinden güç alarak. itü vakfı dergisi 25 İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ’lü olmak... Prof. Dr. M. Sedat KABDAŞLI -İTÜ İnşaat Fakültesi Ç ocukl u k yıllarından başl a y a r a k mühendis olmayı hayal eden biri olarak, yetmişli yılların başında Haydarpaşa Lisesi’nden mezun olur olmaz; İstanbul Teknik Üniversitesi’ne ayak bastığım günden bugüne kadar tüm üniversite eğitimimi ve akademik yaşamımı aynı çatı altında tamamlamış olmanın mutluluğunu ve gururunu taşıyorum. Özellikle yüksek lisans ve doktora eğitimlerini takiben akademik yaşama adım attıktan sonra mezun olduğun üni- versitenin kişisel olarak kazandırdıklarının farkına varmak mümkün oluyor. Uzun yıllar sonra ortaya çıkıyor ki; hem mesleki hem de akademik kazanımların temelinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin derin bilgi birikimi ve köklü geçmişinden kaynaklanan deneyimlerin karşılıksız olarak paylaşım geleneği yatmaktadır. Doğma- büyüme İTÜ’lü biri olarak, üniversite yaşamımdaki en büyük kazanımım bu bilgiyi paylaşma duygusudur. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin geçmişinden gelen prestijli ve bugünden kaynaklanan bilgi birikimiyle, özellikle Türkiye’ de ve dünya çapında mühendislik eğitimi açısından bir cazibe merkezi olabileceği yadsınamaz bir gerçektir. Bunun gerçekleşmesi için koşullardan ilki; her şeyden önce kendi yetiştirdiği mühendislere ve akademisyenlere gereken değerin verilmesidir. Günümüzde, mühendislik olağanüstü bir çeşitlilik ve değişiklik göstermektedir ve İstanbul Teknik Üniversitesi bu çeşitlilik ve değişikliklere uyum sağlayacak birikime sahiptir. Benim görüşüme göre, tüm yeni mühendislik dallarının esasını temel mühendislik bilimleri oluşturmaktadır. Bu nedenle, İstanbul Teknik Üniversitesi, kendi içinde gerekli değişimleri gerçekleştirerek bir uluslararası merkez konumuna gelme potansiyeline sahiptir. Fakat bu gerçekleştirilirken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Türkiye bilim dünyasında Türkçe literatürün oluşmasındaki katkıları da dikkate alınmalıdır. Dünya üniversitesi olma yolunda İTÜ… Doç. Dr. Serdar KUM İTÜ Denizcilik Fakültesi/İTÜ-KKTC Eğitim-Araştırma Yerleşkeleri 1997 yılında İTÜ Denizcilik Fakültesi’nde lisans eğitimime başladım. Öğrencilik yıllarımda ana kampüs ve diğer fakülteler ile ilişkimiz yok denecek kadardı. Öyle ki, 4 yıl boyunca bir tek mezuniyet töreni için Maslak’a gittiğimi hatırlıyorum. Mezun olduktan sonra ana kampüs ile olan ilişkilerimizin arttığı bir döneme girmeye başladık. Fakültemizin üniversite ile entegrasyonunun sağlanması uzun zaman aldı. Bunun bazı avantajlarını yaşarken bir takım dezavantajlarını da yaşamak durumunda kaldık. Fakat gerek öğrencilik gerekse akademik hayatımızda üniversitemizin ufkumuzu açması, eğitimdeki kalitesi, gerçek iş yaşamına hazırlaması gibi teknik katkılarının yanısıra gerçekçi ve kalıcı birliktelikler de kazandırmıştır ve kazandırmaya da devam etmektedir. Şöyle ki, mezunlarımıza baktığımızda sadece ülke içerisinde başarılı işlere imza atmadıklarını, yurtdışında da birçok farklı ülke ve kuruluşta görev aldıklarını görmekteyiz. Ben de bunlardan biri olarak Doktora eğitimime Japonya’da devam ettim ve şu 26 itü vakfı dergisi an orada kurmuş olduğum bağlantılar ile bir çok uluslararası iş birliği çalışmalarını sürdürmekteyim. Bu ve benzeri sebeplerden dolayı bir çok kere başkalarından da duyduğum düşünceyi sizler ile paylaşmak istedim; “İTÜ deyince aklınıza gelen ilk şey nedir?” sorusuna “bir vizyon üniversitesi” olması şeklinde yanıt almaktayız. İTÜ’nün bana ve mezunlarımıza kattıklarını özetlemeye çalışırsam; saygınlık, iyi bir iş olanağı, kaliteli bir çevre, yenilikleri keşfetme ve öğrenme yeteneği, yeterli seviyede yabancı dil, geniş bir aile, akademik vizyon, kendine güvenen ve iletişimi kuvvetli kişilik, ulusal ve uluslararası olabilme yeteneğidir. İTÜ’den beklentilerimiz ile ilgili olarak en temelde bize kazandırdıklarını topluma aktarabilecek olanakları sunarak, araştırma-geliştirme ve yenilikler konusunda rehberlik ve önderlik yapmasıdır. Ayrıca, lider üniversite misyonunu devam ettirerek, endüstriyel odaklı iş birliklerinin arttırılması da önemlidir. Bu sebeplerden dolayı hayal ettiğim İTÜ; şeffaf yönetilen, insan odaklı, araştırmayı öne çıkaran ve bağımsız araştırmalar yürüten, kaliteli eğitim veren, öğretim elemanları ve öğrencileri ile her dönemine damgasını vuran bir üniversite olmasıdır. Geriye dönük baktığımda bu mesleği seçmekten, İTÜ’yü tercih etmekten pişman mısınız diye soracak olursanız, cevabım düşünmeden “HAYIR! “ olacaktır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin geçmişinden gelen prestijli ve bugünden kaynaklanan bilgi birikimiyle, özellikle Türkiye’ de ve dünya çapında mühendislik eğitimi açısından bir cazibe merkezi olabileceği yadsınamaz bir gerçektir. Bunun gerçekleşmesi için koşullardan ilki; her şeyden önce kendi yetiştirdiği mühendislere ve akademisyenlere gereken değerin verilmesidir. Günümüzde, mühendislik olağanüstü bir çeşitlilik ve değişiklik göstermektedir ve İstanbul Teknik Üniversitesi bu çeşitlilik ve değişikliklere uyum sağlayacak birikime sahiptir. Benim görüşüme göre, tüm yeni mühendislik dallarının esasını temel mühendislik bilimleri oluşturmaktadır. Bu nedenle, İstanbul Teknik Üniversitesi, kendi içinde gerekli değişimleri gerçekleştirerek bir uluslararası merkez konumuna gelme potansiyeline sahiptir. Fakat bu gerçekleştirilirken, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Türkiye bilim dünyasında Türkçe literatürün oluşmasındaki katkıları da dikkate alınmalıdır. İTÜ... Var mı ötesi? Yrd. Doç. Dr. Serdar Bilgi - İTÜ Geomatik Müh. Böl. 4 yılı öğrenci, 13 yılı da öğretim elemanı olarak 17 yıldır mensubu olduğum bu büyük kurumdaki her günüm ayrı bir heyecan ve gururla geçmiş, 240 yıllık bu köklü kurum her gün bana bir yenilik katmıştır. Şüphesiz ki, İTÜ’nün kurulduğu 1773 yılından bu günlere gelmesinde hayatını bilime adamış akademisyenlerimizin, onların yetiştirdiği, gerek ülkemizde gerekse de dünyanın farklı ülkelerinde hizmet eden mezunlarımızın, idari olarak bu büyük kurumu yönetenlerin ve halen de öğrenciliğini sürdüren ve sürekli başarı haberlerini aldığımız öğrencilerimizin emekleri vardır. Anılarını okuduğum, hayatlarını araştırdığım, projelerini, yayınlarını incelediğim akademisyenlerimiz ve mezunlarımıza baktığımda İTÜ’nün bu günlere bu hali ile nasıl taşındığını bir kez daha anlıyor, kendimi her daim onlara borçlu hissediyorum. Böylesi bir kurumun mensubu olmak bana her zaman gurur ve güven vermiştir. Geomatik Mühendisi olarak, ülkemin farklı köşelerindeki projelerde insanlarla tanıştıkça, İTÜ’ye bakışlarını, güvenlerini, hayranlıklarını ifade etmeleri bana ayrıca keyif veriyor. “İTÜ’de öğretim üyesiyim” ifadesi benim için her daim bir anahtar olmuştur. Bu anahtar gerek kamu gerekse de özel sektör projelerimizde hangi kapıları, hangi olanakları bizlere açmadı ki! İTÜ’ye duyulan güveni insanların gözlerinde ve genellikle sarf ettikleri “İTÜ, var mı ötesi?” cümlelerinden okumaktayım. Uluslararası arenada İTÜ’ye bakışı kişisel olarak ifade etmem gerekirse, bilinirliği yüksek bir üniversitedir. Gerek uluslararası sempozyumlardaki katılımcılar, gerek araştırmacı olarak bulunduğum Purdue Üniversitesi’ndeki akademisyenlerin gözünden aktarmam gerekirse, Teknik Üniversite, mühendislik çalışmalarına, akademisyenlerinin ve öğrencilerinin kapasitelerine, araştırmalarına çok güvenilen, değer verilen bir üniversitedir. Yine de kişisel olarak ifade etmeliyim ki, yurt dışı lisansüstü programlarına katılımı teşvik etme noktasında, devletimizin ve diğer devletlerin ilgili kurumlarının, vakıfların, üniversitelerin desteklerinin öğrencilerimize aktarılması bağlamında daha çok gayret sarf etmemiz gerektiğine inanıyorum. Amerika’da da benzer hali ile gördüğüm lisansüstü öğrenci profili ise, İTÜ’den hak ettiğimiz düzeyde katılımın olmadığını göstermektedir. Öğrencilerimizi bilgilendirme ve yurt dışı programlara teşvik etme noktasında üniversitemizin ilgili birimleri kadar öğrenci kulüplerimizin de etkili olacağına inanıyorum. Gelecekte ise İTÜ’nün bu başarısını sürdürmesi ve geliştirmesi için akademisyenlerimize özellikle patente dayalı AR-GE faaliyetlerinin, yayın, sanayi ile işbirliği teşviklerinin, yurt dışı katılım desteklerinin sürdürülmesinin, laboratuvar olanaklarımızın ve özellikle teknik personel bakımından daimi ve dinamik kadrolar ile desteklenmesinin devamını diliyorum. “Kendi enerjisini üreten üniversite…” Doç. Dr. Elif Ülkü Arıcı - İTÜ Enerji Enstitüsü Y e n i nesil malzemeler kullanarak güneş pili oluşturma ko nu s u n d a yürüttüğüm 15 yıllık AR-Ge (JKU, LİOS, Linz/SİEMENS AG, Erlangen) çalışmalarımın devamında, Tübitak-BİDEP Yurda Dönüş Programı kapsamında, İTÜ Enerji Enstitüsü ile ortak çalışmalara ilk kez 2013 güz döneminde başladım. Açıkca ifade etmek gerekirse, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni tercih etmemin sebebi, eski bir üniversite olmasının yanı sıra, İTÜ mezunu arkadaşlarımın, öğrencilik dönem- lerini anlatırken takındıkları gururlu tavırdan etkilenmiş olmamdır. Üniversitemizin bana kazandırdıkları, öncelikle, geleceğe karşı duyarlı, zeki ve girişken öğrencilerimizle beraber, Türkiye’nin en güzel yerleşkesinde çalışma ve yaşama şansıdır. Gerek uluslararası işbirliğine olanak veren alt yapının güçlü olması, gerekse konuyla ilgili lider pozisyonlarda bulunan eski mezunların üniversiteleriyle dayanışma içinde bulunmaları, yenilenebilir enerji konusunda, uygulamaya yönelik projelerin yapılabilirliğini arttırmaktadır. Özellikle, enerji konulu Teknokent mekanizması, akademik birikimin endüstriyel ihtiyaçlara cevap vermesine olanak sağlayarak, alternatif enerji kaynaklarının günlük hayata entegresini amaçlamaktadır. İlerleyen teknoloji ve kal- kınma sonucunda, enerji ihtiyacı giderek artan ülkemizde, bu işbirlikleri sadece proje geliştirmek için değil, geleceğin somut sorunlarını çözebilmek için son derece önemli basamaklardır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin, geleceğin teknolojilerini sadece öğreten değil aynı zamanda yaşatan bir yerleşke oluşturmasını, yeşil üniversite sloganın altında, kendi enerjisini kendi üreten, kafeteryalarda, havuz ısıtmalarında ve üniversite içi ulaşım araçlarında kullanan bir örnek oluşturmasını arzu ediyorum. Böyle bir ortamda yetişen öğrencilerimizin, yenilenebilir enerji teknolojilerini bir adım daha ileriye götürmesi ve dolayısı ile ülkemizin ekonomisine ve ekolojik yapısına süreklilik katan atılımlar yapması olasıdır. itü vakfı dergisi 27 İTÜ BUGÜN VE GELECEK “Yenilikçi ve cesaret verici fikirleri olan genç bir kuşak…” Doç. Dr. Emrah Acar - İTÜ Mimarlık Fakültesi K ö k l ü geçmişi ve Anadolu’nun dört bir yanına dağılmış mezunları İTÜ için büyük bir güç. Mezunlarımızın üniversiteyi büyük bir dikkatle izlediklerini ve beklentilerinin ne derece yüksek olduğunu biliyorum. Koşulların, İTÜ’nün bu yüksek beklentileri karşılamasına uygun olduğu kanaatindeyim. Bunun birkaç nedeni var. Öncelikle her zamankinden daha mobil, dünyayı ve çevresini daha fazla tanıma şansına sahip bir öğretim üyesi ve öğrenci profili var. İTÜ’yü gelecekte görmek istedikleri yere dair yenilikçi ve cesaret verici fikirleri olan genç bir kuşaktan söz ediyorum. İkincisi, İTÜ İstanbul’da... İTÜ’lüler, İstanbul gibi sıradışılığı artarak kabul gören bir şehirde öğrenim görmenin ve yaşamanın mekansal ve entelektüel konforundan yarar- lanıyor. Zaman zaman büyük bir metropolün sorunları bizi yoruyor olsa da İstanbul bize büyük bir enerji veriyor. Üçüncüsü, İTÜ yine İstanbul’da bulunmanın avantajından yararlanarak endüstriyle bağlarını giderek güçlendiriyor. Hemen tüm mühendislik bilgisinin sanatla yoğrularak cisimleştiği bir alan olarak mimarlığı da bu tablo içinde özel bir yere koyuyorum. İTÜ’nün, mezunlarının da desteği ile nitelikli tasarımı toplumun farklı kesimleri ile buluşturacak adımlar atacağını düşünüyorum. “Yurtdışı üniversitelerle işbirliği…” Doç. Dr. Faruk Keçeci - İTÜ Makine Fakültesi B e n 1996 İ T Ü Makina mez u nu y u m . Öğrenci olarak İTÜ’de aldığım kaliteli eğitim sayesinde yüksek lisans ve doktora eğitimimi Amerika’nın en iyi üniversitelerinde gördüm. Yıllar sonra öğretim üyesi olarak İTÜ’ye tekrar katıldığımda ise, öncelikle Bilimsel Araştırma Projeleri Birimi tarafından robotik araştırmalarım mali olarak desteklendi. Bu mali destekler sayesinde hem araştırmalarıma devam edebildim, hem de TÜBİTAK’tan daha fazla destek alabilmek için gerekli altyapıyı kurabildim. Doğal olarak bu projelerde çalışan öğrencilerim de daha kaliteli uygulamalı eğitim alabiliyorlar. Örne- ğin, İmalat Mühendisliği lisans programında okuyan öğrencilerimin ders projeleri, UMTIK 2014 konferansında makale olarak sunulabiliyor. Aynı zamanda İTÜ’nün inanılmaz bir basınla ilişkiler gücüne sahip olduğunu gördüm. Yaptığım robotlar ile ilgili haberler gerek ulusal gazetelerde, gerekse canlı televizyon yayınlarına çıkması bir akademisyen olarak manevi tatmin olmamı ve öğrencilerimle yaptığımız işlerin ulusal düzeyde ne kadar önemli olabileceğini gösterebilmemi sağladı. Diğer bir konu ise toplumun İTÜ algısı… Gerek TÜBİTAK, TEYDEB ve Sanayi Bakanlığı gibi kamu kurumları, gerekse özel şirketlerin İTÜ’lü bir akademisyene olan saygısı ve tavrı İTÜ’de çalışmaktan memnun olmamı sağlamıştır. İTÜ zaten eğitim konusunda her zaman güçlüydü. Gelecekte İTÜ’nün araştırma- ya daha da fazla önem vereceğini düşünüyorum. Şimdi ise Teknokent sayesinde üniversite sanayi işbirliğini arttırıyor olması, isteyen akademisyenlerin kendi firmalarını kurmasına veya firmalar ile beraber çalışarak mali açıdan kendilerini desteklemelerine imkan veriyor. Öğrencilerimiz de bu durumda, daha mezun olmadan önce şirketlerde çalışarak, gerçek iş ortamının nasıl olduğunu öğreniyorlar. Avrupa ve Amerika’daki üniversiteler ile yapılan eğitim anlaşmalarının artarak devam etmesi, öğrencilerimizin daha kaliteli eğitim almasını sağlayacaktır. Uzun süreli görevlendirmeler ile başlayan, yurt dışındaki üniversiteler ile sürdürülen ortak araştırmaların da İTÜ’yü çok daha fazla geliştireceğini düşünüyorum. 2012 yazında University of Virgina, Gamma Knife Center ile yürüttüğüm çalışmaların sonucu olarak 1 çalıştay, 1 konferans ve 1 dergi makalesi yazılmış ve ortak araştırmalar artarak ve hızlanarak devam etmektedir. “Hayal kuramayanlar mühendis olamazlar” İ Yrd. Doç. Dr. Ali Kılıç İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi TÜ, Türkiye’de mühendisliğin başkentidir. Benim bu başkentte ikametim çok uzun yılları bulmamışsa da, gerek öğrencilik yıllarımdan gerekse henüz çok yeni hocalığımdan sonra gözlemlediğim, diğer üniversitelere nazaran farklılaştığını gördüğüm birçok nokta mevcut. İTÜ derin bir okyanustur. Her attığınız kulacın akabinde su daha da derinleşir ve dal- 28 itü vakfı dergisi galar daha da sertleşir. Bu her ne kadar birçok insanda çekimserliğe sebebiyet verse de; mühendisliğe aşık insanlarla çalışmakta, o yenice bulduğunuz şeylere kedi fare oyunuyla dalaşmaktaysanız ve hergün yepyeni sularda gezmeye heyecanınız varsa vazgeçilmezdir. İTÜde monotonluğa taviz verilemez. Bu sebepten bir senede birkaç yıl yaşadığınıza rahatlıkla hüküm getirebilirsiniz. Dersler de araştırmalar da her geçen gün daha bir derinleşir. Zorlaşmaz ama… Birçoğuna zor gelen meseleler, daha güçlü bilim adamlarına ve öğrencilere kolaylıkla hallolacak oyunlar olacaktır. İTÜ’de akademisyen 8-5 memur değil, proje adamıdır. Öğrenci ise projeler süresince ekip arkadaşıdır. Kampüsler, ders anlatmak için yapılmış binalar değil, hayal kurmayı bilen ve bunu projelendirip gerçekleştiren insanların evidir. Zaten hayal kuramayanlar mühendis olamazlar... Gelecekte İTÜ’de suların daha da derinleşeceğine, mühendislik eğitimi ve araştırmaların daha da zengin, estetik ve yararlı yerlere gideceğine inancım tamdır. Henüz bir yılı tamamlamış akademisyenliğimde her ertesi günden beklentim bu yönde olmasından ve zaman geçtikçe ortaya çıkanlardan ümidim artmaktadır. Gelecekte 10-20 belki 100 kişilik gruplarca devasa projelerin gerçekleşeceği, öğrencisi ve hocasıyla daha da kaynaşmış bir İTÜ hayal ediyorum. Mezunlarımıza Sorduk: İTÜ’nün bugünü ve geleceği için ne düşünüyorlar? 241 yıllık köklü geçmişi, yetiştirdiği bilim insanları, mühendisliğin Türkiye’deki gelişimine yaptığı katkıların yanı sıra, bünyesinden çıkardığı sayısız devlet adamı, iş adamı ve bürokratın, modern Türkiye’nin inşasında üstlendikleri öncü roller de dikkate alındığında İTÜ’nün, ülkemiz için yüklendiği misyon daha da önem kazanır. Bu köklü geleneğin paydaşları mezunlarımıza, İTÜ’nün geleceğine ilişkin düşüncelerini sorduk: “Teknolojinin Gücüne İnanmak Şart”... Tamer Özmen- İTÜ İnşaat Fakültesi, 1979 / Microsoft Türkiye Genel Müdürü B ugün içinde bulunduğumuz yeni dünya düzeni, daha önce benzerine rastlamadığımız pek çok zorluğun yanı sıra bir o kadar da eşsiz ve yeni fırsatı beraberinde getiriyor. İnternet ekonomisinin ve teknolojinin getirdiği zengin olanaklar sayesinde, kişi ve kurumlar, artık daha önce ulaşmanın mümkün olmadığı çok daha geniş bir pazara hitap etme ve işlerini büyütme şansına sahip. Diğer yandan bu çok daha geniş bir alana yayılan rekabet alanında, çok daha fazla sayıda rakiple mücadele etmek gerekiyor. Teknoloji kullanımının beraberinde getirdiği bu dinamikler, çok kısa sürede pazar liderlerinin ve liderliği zorlayanların değişmesine neden oluyor. Pazara yeni girenlerden yalnızca en iyi uyum sağlayanın hayatta kalabildiği bir mücadeleyi izliyoruz. Neredeyse gözünüzü kırptığınız anda bile koşulların değişebildiği günümüzün acımasız rekabet ortamında, fırsatları değerlendirerek riskleri avantaja çevirmenin yolu teknolojiyle çağı yakalamaktan geçiyor. Bu konuda en büyük görev de iyi eğitimli gençlerimize düşüyor. Türkiye’nin sosyal, kültürel ve ekonomik hedeflerine ulaşabilmesi için nitelikli bir toplum en büyük önceliğimiz. Mezunu olduğum üniversitenin yetiştirdiği öğrencilerin ve mezunların üzerlerine düşeni yapma konusunda ne kadar istekli ve başarılı olduklarını görmekten gurur duyuyorum. 2023 yılı için konulmuş olan bilgi teknolojileri sektörünü 160 milyar dolarlık büyüklüğe ulaştırma hedefine erişebilmemiz için sadece 10 yıl gibi kısa bir zamanımız var. Bu hedefe ulaşabilmek için sektörümüzün yılda ortalama yüzde 8,5 oranında büyümesi gere- kiyor. Bunun için de kurumların ve KOBİ’lerin teknolojinin gücüne inanması şart. Burada özellikle de mobil teknolojiler, kurumsal sosyal ağlar, büyük veri ve bulut bilişime dayalı hizmetler kilit rolü üstlenecekler. Türkiye’nin bilişim harcamalarına baktığımızda 6,5 - 7 milyar dolar gibi görece az bir rakamla karşılaşıyoruz. Bu da Türkiye’de teknolojinin sağladığı katma değerden faydalanması gereken çok sayıda kurum olduğunu gösteriyor. Türkiye’de kurumların yüzde 80’i donanıma, yüzde 20’si yazılıma yatırım yapıyor. Gelişmiş G8 ülkelerinde ise yatırımın dağılımı yüzde 30 donanım, yüzde 70 yazılım ve servisler şeklinde gerçekleşiyor. Türkiye’deki denklemi de bu şekilde oluşturmak rekabetçi yönümüzü kuvvetlendirecektir. Bu hedeflere ulaşmamızda Türkiye’nin önde gelen eğitim kurumlarından İTÜ’nün ve mezunlarının önemli görevler üstleneceğine ve vizyonlarıyla yol göstereceğine inanıyorum. “Açıklık, katılımcılık, yenilik ve inovasyon”... Tuğrul Özel - İTÜ Uçak Mühendisliği,1983 / Associate Professor School of Engineering - Industrial&Systems Engineering Rutgers, The State University of New Jersey İ stanbul Teknik Üniversitesi Türkiye’de ve dünyanın dört bir tarafında bir çok başarıya imza atmış, değerli bilim insanları, başarılı yöneticiler ve saygın devlet büyükleri yetiştirmiş, köklü ve etkili; uluslararası değerlendirme kurumlarınca yüksek kalitesi onaylanmış ve sürekli kendini yenileyen bir bilim ve öğretim merkezidir. Küreselleşme ve internetin yaygınlaşmasıyla, her türlü bilginin çok hızlı dalgalar halinde yayıldığı bilgi ve veri evreninde, İTÜ’nün, geleceğin üniversitesi özelliğine sahip olabilmesi için tam ve bütün açıklık, katılımcılık, yenilik ve inovasyon etkileşimleri ile yetiştirilmiş, çağdaş ve ileri görüşlü aydın kişiler mezun ederek, kaliteli ve atılımcı bilimsel çalışmalar geliştirerek ve her platformda etkin olarak ilerlemesi en büyük arzu ve hayalimdir. İTÜ’nün geleceği dünyanın en dinamik bölgelerinde varlık gösterebilmesine, başarılı uluslararası işbirliği ortaklıkları kurabilmesine ve teknolojiyi en yakından takip edip, öncülük edebilmesine bağlıdır. İTÜ, dünyanın dört bir yanındaki mezunlarını kuvvetli bir ağ ile bütünleştirebilmeli ve bilgiyi, yeniliği, teknolojiyi bu kanallardan İTÜ Yerleşkesindeki öğrencilerine, öğretim üye ve elemanlarına aktarabilecek mekanizmaları oluşturup, canlı tutabilmelidir. Geleceğin İTÜ’sü dünyanın diğer önde gelen teknik üniversiteleri ve teknoloji enstitüleri gibi çağdaş ve modern bilimin vazgeçilmez kaynağı ve merkezi olmalıdır. itü vakfı dergisi 29 İTÜ BUGÜN VE GELECEK “Küresel Entegrasyon ve Dünya İnsanı” Prof. Dr. Ali N. Akansu İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi, 1980 New Jersey Institute of Technology Department of Electrical & Computer Engineering Newark, New Jersey USA Ü niversite eğitiminin ve öğreniminin ana amacının, kişinin sorgulama ve düşünme yeteneklerini geliştirmesi ve yaşamını şekillendirecek olan temel değerlerini ve düşünce dünyasını oluşturmasına önemli katkılar sağlayan bir süreç olduğunu düşünürüm. Bu sürecin ruhen ve bedenen, düşünsel ve mesleki olarak güçlü, başarılı ve mutlu bireyler yaratması, üniversite kurumunun öğrencilere sunduğu ortamın ve olanakların nitelikleriyle ilintilidir. Bu nedenle kendisini sürekli yenileyen, yeni bilgi üretimi ve yayımında verimli, global değerlere ve ölçülere endeksli, rekabetçi üniversiteler, çağdaş toplumlarda gelişmenin lokomotifidir. Hızlı olarak değişen ve büyüyen global şirketler, ekonomik kurumlar ve sosyal sistemler yetenekli eleman ihtiyaçlarını ve üretimlerini ülke sınırı ve milliyet gözetmeden dünyanın her yerinden karşılamaktadırlar. Buna karşılık gelişmiş ve eğitim-teknoloji merkezli gelişmeyi tercih eden Çin ve Kore gibi ülkeler bu küresel değişimlerden çok önemli ekonomik ve kültürel paylar almayı başarmışlardır. Başarılarının ana nedeni bu ülke üniversitelerinin, araştırma-geliştirme laboratuvarlarının ve genel olarak eğitim sistemlerinin devlet politikalarıyla ve kaynaklarıyla yeniden yapılandırılıp global ölçütlerle çalışmayı çok iyi öğrenmeleridir. Eğitim ve öğretimdeki üniversite merkezli bu toplumsal transformasyon, dünyadaki her pazara hizmet sunabilen ve her yerde herkesle rahatça çalışıp yaşayabilecek “dünya insanı-dünyalı” yetiştirmeyi amaçlamaktadır. Katma değeri yüksek yetenekli yerli emeği rekabetçi şartlarla tüm dünya pazarına sunmak asıl amaçtır. 241 yıllık köklü bir kurum olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yetiştirdiği çok sayıda mezun, özellikle Türkiye’nin gelişmesi ve yücelmesi için önemli katkılarda bulunmuşlardır. Küresel entegrasyonun yarattığı değişimler bugünün ve yarının İTÜ mezunlarının dünya insanı olmalarını gerektirmektedir. Üniversitemiz, geçmişte olduğu gibi bugün ve yarın da toplumun ve emek piyasalarının beklentilerine hizmet edecek erdemli, rekabetçi, sorumlu, başarılı ve mutlu bireyleri yetiştirip mezun etmeye devam edecektir. “Mezunlarla iletişim, mentörlük ve burs” Oğuz Alpöge İTÜ Elektrik Fakültesi 1973 1 967’de Alman Lisesi’nden sonra bir kaç üniversitenin özel sınavını kazandım. Böylece İTÜ, Robert Kolej (Boğaziçi Üniversitesi), ODTÜ arasında seçim yapmam gerekti. Beni İTÜ’ye çeken şunlar oldu: - Elektroniğe merakım dolayısıyla derinlemesine teknik bir eğitim isteğim vardı. - İTÜ Elektrik Fakültesi’nin laboratuvar olanakları daha iyiydi. - Ailemizde İTÜ geleneği vardı; babam 1931 İTÜ (Yüksek Mühendis Mektebi) İnşaat, ağabeyim 1961 İTÜ İnşaat mezunu, ablam ise İTÜ Mimarlık Fakültesi asistanı idi. Babamın okul ve çocukluk arkadaşları olan Prof. Hamdi Peynircioğlu ve Prof. Emin Onat da İTÜ Rektörü olmuşlardı. Bir sınıf arkadaşının kardeşi olan Prof. Ziya Süder de profesördü. - Prof. Bedri Karafakioğlu gibi İTÜ profesörleri ile önceden geliştirdiğim ilişkiler de etkili oldu. İTÜ’de Cumhuriyetin yetiştirdiği bilimcileri 30 itü vakfı dergisi tanıdım, bizlere verdikleri bilim, araştırma, öğrenme alışkanlıklarını edindim. Türkiye’nin dört köşesinden gelen yetenekli öğrencilerle arkadaş oldum. Bu değerler çalışma yaşamımda birer ışık oldu. Türkiye’de ve ABD’de yazılım ve eğitimde çalıştım. Yurt dışında birden çok mühendislik derneklerinde önderlik ettim. İTÜ Mezunlar Derneği ABD 2. Başkanı (itumdusa.org) ve Türk Amerikan Ticaret ve Sanayi Odası’nın denetçisiyim (turkishuschamber.org). İTÜ, bilim, yaratıcılık ve özgürlük bakımından dünya çapında saygı duyulan ve herşeyden önce çağdaş, bilimsellikte özerk, önder bir kurum olmalıdır. Dünya istatistiklerinde daha yüksek sıralarda yerini almayı amaçlamalıdır. Böylece kendi yetiştirdiği mezunlarını kazanmayı başarabilecek ve dünya ülkelerinden daha çok sayıda öğrenciyi de çekebilecektir. İTÜ’nün mezunlarına sahip çıkması yetersizdir ve bu yalnızca mezun derneklerinin sorunu değildir. Üniversite yönetiminin bu konuda bütçe, yoğun ilgi ve hem de iletişim projeleri yaratması gerekir. Mezunlara açılmak tüm dünya üniversitelerinin ana konularındandır. ABD, Avrupa ve Hindistan örneklerinde bunu görüyoruz, inceliyoruz. Sanıyorum ki, ABD ve Kanada’da 2000 İTÜ’lü var. Almanya’da 4000, Avustralya’da 1000, Orta Doğu’da 1500, Fransa’da 2000, Hollanda’da ise 1500 olabilir. Bir bölümünün şirketleri ve patentleri olduğunu düşünürsek, bu yeteneklere sahip çıkmak gerekiyor. Günümüzün sorunlarına bilimsel çözümler ve yenilikler getirerek emek veren bu mezunlara açılım sağlanıp, gönülleri kazanıldığı takdirde iletişim ve mali yardımlar hızlanacak, daha çok burs olanakları doğacaktır. Aynı zamanda mezunların yeni nesillere mentörlük yapmaları, doğrucu, akılcı, onurlu kişilik örnekleri olmaları sağlanacaktır. Geleceği düşünen bilimsel bir kuruluşun amaçları da bunlardır zaten. Next Information Systems http://www.nextinfosys.com http://twitter.com/Oguz_Alpoge Microsoft Certified Professional, New York State Licensed Teacher, Java Development Certified Professional, Certified Unicenter Engineer “Mühendislikte minimum tahsil, master derecesi olmalı”... Prof. Dr. Sadık Kakaç - İTÜ Makine Fakültesi, 1955 L ise yıllarında, a r k a daşlarımızla hep İTÜ hayali ile yaşadık. O zaman da, İTÜ’lü olabilmek bir onur ve övünç kaynağı idi. Bu düşüncelerle, üniversitelere başvurular yapıldı ve İTÜ imtihanlarına girerek, 1950 yılında Makine Fakültesi’ni kazanarak kayıt yaptırdım. Hocalarımız, genellikle Fransız ve Alman ekolüne mensup çok değerli hocalardı, hepsini minnetle anıyorum. Isı Tekniği, Mekanik-Mukavemet, Malzeme, Motorlar, Mekanizma, Makine elemanları kürsülerinde çok değerli hocalarımız vardı ve beş yıl sürede, temel kavramları ve uygulamalarını öğrenerek, 1955 Haziran döneminde mezun oldum. 19551958 arası, Isı Tekniği kürsüsünde asistanlık yaptım. Birçok önemli sanayi kuruluşunda Ar-Ge merkezleri olmakla beraber, ülkemizde araştırmalar genel olarak üniversitelerde yapılmaktadır. Ar-Ge çalışmaları, yetenekli genç bilim insanı ve gerekli laboratuvar do- nanımlarını gerektirir. Üniversite-Sanayi işbirliği hızla gelişmekte, sanayi, problemlerinin çözümü için üniversiteye başvurmakta veya öğretim üyesi sanayide problem aramaktadır. İTÜ ve ODTÜ gibi üniversitelerde kurulmuş olan Teknokentler önemli rol oynamaktadır. İTÜ’nün sağlam bir geçmişi vardır ve mezunları Türkiye’mizde sanayinin kurulmasında ön planda yer almış olup, halen ön planda olmaya devam etmektedirler. Cumhuriyetin ilk yıllarında, ülkemizde, teknik elemanların yetiştiği yalnız, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Teknik Okulu (YTÜ) vardı. Genellikle Almanya ve Fransa’da, devlet bursu ile harp yıllarında tahsillerini tamamlayarak, bu iki üniversitede görev almış öğretim üyeleri ile çok iyi yetişmiş teknik elemanlar, ülkemizde endüstrinin kurulmasında önemli rol oynamışlardır. Ülkemizde ilk gelişen sanayi kollarında birisi, ısı sanayi koludur. Bu çalışmaların temeli, 1950-1960 yıllarında İTÜ Isı Tekniği Kürsüsü’nde atılmıştır. Ülkemizde sanayinin ve özel teşebbüsün gelişmesinde, önce İTÜ mezunları önemli rol oynamıştır. Sanayide veya kendi işini kuracak olan gençlerin, yüksek lisans yaparak, master derecesini almalarını kuvvetle tavsiye ederim. Mühendislikte minimum tahsil, master derecesi almak olmalıdır. Araştırma merkezlerinde çalışmayı ve akademik kariyeri hedefleyen gençlerin Doktora derecelerini almaları gerekir. Doktora derecesi, ülke içinde de yapılabilir ve birçok alanda, yurt dışındaki tanınmış üniversitelerde yapmakla eşdeğerdir. Fakat, dış ülke bilim adamları ile ilişkiler bakımından, bazı durumlarda yurt dışı doktora tavsiye edilmektedir. Doktora yapan öğrencilerin, ülkeye dönmeleri, ülke içerisinde mevcut çalışma şartları ve başka faktörlere bağlı olmaktadır. Bugün Çin’in gelişmesinde önemli rol oynamış; Çin’den gelip, Amerika da kalmış, çok değerli bilim adamları, Çin’li öğrencileri doktora için yanlarına alıp, mali destek vererek onları yetiştirmektedirler. Amerika’da birçok üniversitede tanınmış, Türk bilim adamları da ayni şeyi yapmaktadırlar; Miami üniversitesinde bulunduğum yıllar boyunca birçok Türk gencinin yetişmesini sağladım ve bu kişiler ülkemiz üniversitelerinde ve endüstride değerli hizmetler vermektedirler. “Akademik başarı ve cazip yerleşke” Dr. Y. Müh. Keskin Keser - İTÜ Makina Fakültesi, 1963 B en İTÜ 1963 yılı Makina Fakültesi mezunuyum. 50 yılı aşan meslek hayatım ile ülkemizin önemli sanayi hamlelerini yaptığı dönemler aynı zamana denk düşer. Sanayileşmemizin en önemli zaman dilimi olan bu dönemlerde Araştırma-Geliştirme ağırlıklı teknolojik parçalar üreten bir sanayici olarak çalıştım ve hala mühendislikle ilgili çalışmalara katılmaktayım. Kanaatimce ülkemizin sanayileşme geçmişini iki ayrı dönemde incelemek gerekir. Birinci dönem Cumhuriyet’imizin kuruluşundan 1980’li yılların başına kadar süren “İthal İkamesi” dönemi, ikinci dönem de bundan sonra başlayan ve halen yaşadığımız “Yurt Dışına Açılma “ dönemi. Şu sıralar üçüncü bir dönemin başlama belirtileri görülüyor. Büyük bir mutlulukla karşılayacağımız bu yeni dönem ilerde hangi adla anılacak bilmiyorum ama bu dönem herhalde Araştırma -Geliştirme ağırlıklı ve Türk firmalarının kendi buluş (İnovasyon), dizayn ve markalarıyla dünya pazarlarında yer alacağı yeni bir dönem olacaktır. İTÜ 1960 yılına kadar Yüksek Mühendis yetiştiren yegane üniversite idi. İTÜ mezunu mühendisler sanayimizin hem “İthal İkamesi” hem de “Dışa Açılma” dönemlerinde mühendis, işletmeci ve yönetici olarak hep ön safta olmuşlardır. Mezunlarımızın üstün gayretleri ile sanayideki büyük atılımlar gerçekleştirildi. Bugün de, ülkemizde en iyi mühendisleri hala İTÜ yetiştiriyor. Sanayimizin dışa açılması sonucu yabancı dil, özellikle İngilizce çok önem kazandı. Bu sebeple İngilizce eğitim yapan üniversite mezunu mühendisler, mesleki başarılarından daha çok İngilizce bilmelerinden ötürü sanayi yönetimleri tarafından tercih edilmeye başlandılar. Bu durumun tabii sonucu olarak üniversite seçme sınavının en başarılı öğrencileri İTÜ yerine İngilizce eğitim yapan üniversiteleri seçmeye başladılar. Bu yeni duruma uyum gösteren üniversitemiz de İngilizce eğitime başladı. Benim kişisel görüşüm; ilerde orta öğretimden İngilizce bilerek gelen öğrencilerin sayısı arttıkça üniversite tercihlerinde İngilizce öğretimin öneminin gittikçe azalacağıdır. Gelişmiş bir ülkede İngilizce eğitimin üniversite seçiminde en önemli faktör olacağını düşünemiyorum. Başarılı lise mezunu gençlerin üniversite tercihlerinde okuyacakları üniversitenin akademik başarıları her zaman en önemli faktör olacaktır. Bu öğrencilerin üniversite seçimlerinde ikinci en büyük tercih sebebi de seçeceği üniversitenin barınma, sosyal ve kültürel aktiviteler ve spor olanakları olarak onlara sunacağı kampüs imkanlarıdır. Eğer eski günlerdeki gibi en fazla tercih edilen üniversite olmayı istiyorsak bence bu iki konuya odaklanmalıyız. itü vakfı dergisi 31 İTÜ BUGÜN VE GELECEK “Bilgi ekonomisine geçişte İTÜ’nün rolü” Nail Olpak - İTÜ Makina Fakültesi, 1983 1983 D ünya ekonomisi 2002 yılında yüzde 3 ve 2008 krizi öncesinde ise yüzde 5’ler düzeyinde büyüme kaydetti. ABD merkezli 2008 krizinde ise dünya ekonomisindeki daralma, 2. Dünya Savaşı’ndan sonraki en büyük daralma olarak kayıtlara geçti. Bugüne gelindiğinde, pek çok ülke ekonomisinde krizin olumsuz etkileri henüz telafi edilemedi. Aynı süreçte, ülkemiz ekonomisi, siyasi istikrarın getirdiği pozitif ekonomik istikrarı tecrübe etmiş; milli gelirini birkaç kat artırırken, gelir dağılımında dikkate değer düzelmeler yaşamıştır. Diğer taraftan, artan milli gelir yeni iş alanlarının ve ilave istihdamların oluşmasını sağlamıştır. İlaveten, dış ticaret hacminin katlanarak artması ve ticari ilişki geliştirdiğimiz ülkelerin çeşitlenmesi, bir yanda ülke riskimizi azaltırken, diğer yanda rekabet koşullarını küresel ölçekte ağırlaştırmaktadır. Yeni yüzyılla beraber, sanayi ekonomisi tartışmaları geride kalmış, bilgi ekonomisine yönelik tartışmalar ağırlığını artırmıştır. Ülkeler arası artan rekabet de bu tartışmaların yoğunluğunu artırarak, ülkeleri bilgi ekonomisine geçişe zorlamaktadır. 2005 yılından itibaren orta gelirli ülkeler arasında sayılan ülkemiz de bu çerçevede, bilgi ekonomisine geçişin eşiğindedir. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) 250 yıla yakın bir birikimle, ülke ekonomisine ve politikalarına yön veren şahsiyetler yetiştirerek, sanayi toplumuna geçişte, cumhuriyetin ilk yıllarında ve devamında önemli roller üstlenmiştir. Benzer şekilde, ülkemizin önündeki yeni eşikte de İTÜ mensuplarına önemli görevler düşmektedir. Bu çerçevede, İTÜ’nün özellikle üniversite-sanayi işbirliğinin geliştirilmesine öncülük etmesi ve İTÜ kapsamındaki kurumların uzmanlaşma süreçlerinin Türkiye’nin hedefleriyle eşgüdüm oluşturacak şekilde belirlenmesi önem arz etmektedir. Bilgi ekonomisine geçiş sürecinde, ülkemizin Orta Gelir Tuzağına yakalanmadan, rekabetçiliğini hızla artırarak sürdürülebilir bir büyüme trendine oturması şarttır. Bunun için, katma-değeri yüksek ve bilgi ve teknoloji yoğun bir üretim kapasitesi geliştirilebilmelidir. Bu kapasitenin işlerliğinin ve devamının sağlanabilmesi için ise lisans düzeyinden itibaren, İTÜ öğrencilerinin sektörlere yönelik aşinalığı artırılmalı, teorik çalışmalar pratik uygulamalarla desteklenmelidir. Böylece, işletmelerin ihtiyaç duyduğu beşeri sermayenin şekillenmesi yanında girişim kabiliyetini ortaya çıkarma imkânı da oluşabilecektir. Sonuç olarak, ülkemizin 2023 vizyonu çerçevesindeki hedeflerine ulaşabilmesi, Ar-Ge, inovasyon kabiliyeti yüksek, küresel ölçekte düşünebilen, bilgiyi etkin kullanabilen, beşeri sermaye ile sağlanacaktır. Beşeri sermayenin niteliğinin artması, ülkemizin bilgi ekonomisine geçişini hızlandıracaktır. Bu ise, başta İTÜ’nün asırları aşan tecrübesi, öğretim üyeleri, mezun ve öğrencileri olmak üzere, ülkemizin kalkınmasında temel oluşturan bilgi merkezleri-üniversitelerin, üretim merkezleri-şirketlerin doğru konumlanmasıyla mümkün olacaktır. “Başarının sürdürülebilirliği…” Muharrem Balat - İTÜ İnşaat Fakültesi, 1963 MB Holding Yönetim Kurulu Başkanı İ stanbul Teknik Ünive r s i t e s i , T ü r k i ye ’ n i n en kıymetli üniversitelerinin başında gelmektedir. Gerek teknik açıdan gerekse yönetimsel manada öğrencilerine kattığı değer paha biçilemez niteliktedir. Ülkemizin en değerli sanayi kuruluşlarında çalışıp, bu kuruluşları ve dolayısıyla memleketimizi daha ileriye taşıyabilecek, teknik açıdan donanımlı, vizyon sahibi ve proaktif mezunlar veren 32 itü vakfı dergisi bir okul olarak İTÜ’nün, ülke sanayine katkısı tartışılmaz derecede önemlidir. Bu ilke, prensip ve deneyimler ışığında yetiştirilen mezunlar; gerek çalışan olarak gösterdikleri üstün performans donanım ve emek, gerekse kendi işlerinin patronu olma konusunda gösterdikleri kabiliyet ve girişimcilik özellikleriyle her zaman ön plana çıkıyorlar. Sanayi sektörünün bir temsilcisi olarak, iş hayatında benimsediğim en önemli ilke; “Başarı en büyük mutluluktur” ilkesidir. Başarıda en önemli kriter ise başarının sürdürülebilir olmasıdır. İTÜ’nün üniversi- teler arasında ve mezunlarının patronlar ve çalışanlar olarak geldiği bu güzide konumu sürdürmeyi misyon edinmesi gerekmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiği günümüz dünyasında, teknik bir üniversite olan İTÜ alt yapı olarak bu gelişime ayak uydurmalıdır. Bu, başarıyı devamlı hale getirmekte en önemli etkenlerden biridir. Hedeflenen gelişim gösterildiğinde üniversitemiz uluslararası arenada da daha üst sıralarda yer alacaktır. Bir İTÜ mezunu olarak, her zaman genç arkadaşlarımızın ve üniversitemizin yanında yer almaktan onur duyacağım. “Öğrencileri hayata hazırlayacak pratik deneyimler” Sevda ARIKAN - İTÜ Kimya Bölümü, 1968 - Uzay Kimya A.Ş. Genel Müdürü T ü r k sanayisinin bugünkü durumuna ulaşmasında İTÜ mezunlarının katkısının tartışılmaz olduğuna inanıyorum. İTÜ mezunları özellikle 50’li yıllardan itibaren, o zamanki devlet sanayi yatırımlarında edindikleri ve birebir kendi çabaları ile geliştirdikleri tecrübe ve bilgilerini daha sonra özel sektör yatırımlarında değerlendirerek, Türkiye özel sanayi sektörünün gelişmesini sağladılar. Bugün artık Türk sanayi ürünleri dünyadaki tüm ülkelere ihraç edilmekte ve beğeni kazanmaktadır. Geçmiş yıllarda, önümüzdeki en önemli sorun lisan bilgisi eksikliği idi. Sanırım artık bu sorun çözülmektedir. Önerilerim: Öncelikle günümüzün rekabetçi ortamında başarılı olmak için, özellikle mühendislerin mesleki bilgilerinin yanı sıra; yenilikçi, yaratıcı, sorgulayıcı, vizyon sahibi, araştırmaya meyilli, sosyal sorumluluk bilincine sahip gençler olarak yetiştirilmeleri gerekiyor. Ders programlarının buna göre yeniden gözden geçirilmesi ve zaman içinde de tekrar tekrar geliştirilip yenilenmesinde fayda görüyorum. Gençlerin, ilgisini çeken konularda araştırma yapabilmeleri için vakit yaratmalarına yardımcı olunmalıdır. Son yıllarda bu tür gelişmeler sağlandığının farkında olsam da, bunlar daha da geliştirilmelidir. Eski mezunların envanteri ve iletişim bilgileri yenilenip, onlarla daha yakın bir ilişki ortamı sağlanırsa, eski mezunların üniversitemizde okuyan öğrencilerimize tecrübelerini aktaracak bir platformun oluşturulması mümkün olacaktır. Böylece öğrenciler teorik bilgilerinin yanı sıra onları hayata hazırlayacak pratik deneyimler de edineceklerdir. “Rol modeller üniversiteye katkı sağlar…” Can Erel - İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü, 1982 Ü n i ve rsitenin temel işlevleri; • Öğrencileri iyi bir sosyal birey (vatandaş) ve iyi bir meslek insanı (uzman) yetiştirecek şekilde eğitmek, • Bilimsel ve uygulamalı araştırma yapmak ve araştırma süreçleri ile bilginin gelişimine katkı sağlamak ve yeni bilgi üretmek, • Kendi ürettikleri veya başka kişi ve kurumlarca üretilen bilgiyi topluma yaymak, • Üniversite eğitimi dil ve kavramlara dayandığı için, resmi dili kadar yabancı dil öğretmek, • Devlet ve özel kuruluşlar için fikir ve insan gücü kaynağı olmak, • Kişi, kurum ve kuruluşların ihtiyaçlarını sağlamak üzere toplum ve devletle işbirliği yapmak, olarak bilinse de; kökleri 241 yıl öncesine dayanan İTÜ’nün, öğretim elemanları, çalışanları ve mezunları ile bu belirlemelerin çok ötesinde toplumsal, bilimsel ve teknik katkı sağladığı açıktır. İTÜ, ulusal endüstrilerin gelişiminde öncü girişime sahip önemli miktarda girişimciyi bugüne kadar mevcut olanaklarla çıkarmış bir kurumdur. İTÜ’nün ve İTÜ mezununun endüstriyel katkılarının sadece bir şehire, bölgeye sığdırılmadan yurt sathına, küreselleşmenin kazandığı önemle de son yıllarda küresel satıha yayılmış olduğu da diğer bir gerçektir. Çağdaş dünyada “geçmişin bilgi birikimini korumak ve kilisenin doktrinine itaati sağlamak” amacı ile öğretmek istedikleri şeyleri olan yetenekli insanlarla öğrenmek isteyen gençlerin bir araya gelmesi ile başlayan “üniversite” kurumu, • Hakikati savunma rolüne sahip “Eğitim Üniversitesi”, • Doğayı keşif rolüne sahip “Eğitim – Araştırma Üniversitesi”, • Değer yaratma rolüne sahip “Eğitim Araştırma ve Uygulama Bilgisinden Yararlanma Üniversitesi”, aşamaları ile tanımlanan süreçte hızla gelişmektedir. Ülkemizde tüm iç yapı ve süreçleri tamamlanmış üçüncü aşamada bir üniversitemizin olmasa da bireyi odağa alan değer yaratma ve bu değerle odakta olan bireyi yüceltme anlayışının küresel ölçekte kazandığı önem ve öncelik, ulusal mevzuat ve süreçlere yansıdıkça bugün görülen bazı tekil çabalar sistematize olarak ve bir bütünlük içinde tüm üniversitelerimize yayılacak ve bu gelişmeye uyum sağlanacaktır. Uygulama bilgisi (know-how) ve deneyiminden yararlanan üçüncü aşamadaki teknik üniversitelerin bir girişim üniversitesi olma sürecinde avantaj sahibi olacağı bir sır değildir. Bu yönde İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bu konuda sahip olduğu belirgin avantajının var olduğuna, bu avantaj yanında artık küresel satha yayılmış mezunları ve onların da katkısı ile ile çağdaş Türkiye üniversitesi değil organizasyon ve işgücü yapısı, içeriği ve uygulamaları ile bir dünya üniversitesi olabileceğine inanıyorum. Bu inancım yanında, gelişmiş endüstriyel deneyime sahip uzmanların birer mesleki rol modeli olarak üniversitelerin eğitim, teknik araştırma ve uygulama bilgisinden yararlanma süreçlerinde doğrudan yer alarak, sağlayabilecekleri katkının artırılmasına olanak veren düzenlemeler kısa sürede hayata geçirilmelidir. Geçmiş başarılarla övünmek, dünün güneşi ile gözlerimizi kırpmak kadar geçmişi bilip ona sahip çıkarak ve o geçmişe layık olmak için gelişime de küresel ölçekte uyum sağlanmalıdır! Geçen zaman ihtiyaçları da, etken ve etmenleri de hızla değiştirmektedir. Gün, bugünü dünle değerlendirip yarına yönelik dersler çıkarma zamanıdır; gün, değişim zamanıdır! Beklentim İTÜ’nün yapısı ve uygulamaları ile sadece ülkemizin değil küresel alanda dünyanın en iyi 100 üniversitesi arasına girmesi ve bu konumun sürdürülebilirliğini sağlayabilmesidir! Haydi elele... Dünyayı İTÜ’leyelim! itü vakfı dergisi 33 İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ’de geçmiş ve gelecek… Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Tekeli- İTü Mimarlık Fakültesi 1952 1 947 yılında, İTÜ’ye kabul edilmenin, tarif edilemez sevincini ve gururunu yaşamıştım. O yıllarda, Teknik Üniversite, kışladan dönüştürülmüş, Gümüşsuyu’ndaki tek binasında dört fakültesi ve toplamı iki bini bulmayan öğrencisi ile, Türkiye’nin en parlak, en çok istek duyulan öğretim kurumu idi. Biz öğrenciler, üniversitenin kıt olanaklarının farkına varmadan hocalarımızın gösterdiği yolda gece gündüz çalışıyorduk. Özgüvenimiz yüksekti. Mesleğimizle ilgili her şeyi öğrenmeye çalışıyor, ülkenin kalkınmasında görev almaya hazırlanıyorduk. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Emin Onat, Paul Bonatz, Holzmeister, Delsener gibi karizmatik, büyük hocalardan hem mesleği, hem mesleğimizle gurur duymayı öğrendik. O günün teknolojileri ile, kendi kendimize bir yapıyı baştan sona tasarlayabilecek ve inşa edebilecek bilgi birikimini kazandık. Bu büyük hocalarla, çok sıcak, hoca-öğrenci ilişkileri içinde her gün görüşebiliyor, sade bilgi değil, uygar insan davranışlarını öğreniyor, olgunlaşıyorduk. Aradan geçen yıllarda üniversitemiz çok gelişti. Gümüşsuyu yıllarında hayal bile edilemeyecek olanaklara kavuştu. Ama hala önümüzde alınacak çok yol bulunduğunu görüyoruz. Üniversitemizin bugünkü geniş olanakları ile sadece Türkiye’de değil, dünyada iddia taşıyan bir üniversite olmayı amaçlamasının zamanı geldiğini düşünüyorum. Hangi kriterle ölçülürse ölçülsün, dünyadaki ilk yüz üniversite arasında yer almasını diliyorum. Seçkin bir eğitim kurumu olmasının yanında, üniversitede yaşama geçirilen buluşlarla bilim ve teknolojiye, katkıda bulunmasını ümid ediyorum. Günümüzde ve gelecekte öğrencilerimizin en üst düzey meslek eğitimleri ile beraber, dogmatik düşüncelerden arınmış aydınlanma felsefesini içselleştirmiş, dinamik, girişimci, Yüce Atatürk’ün çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkma ideolojisini benimsemiş bireyler olarak, topluma kazandırılmasını amaçlayan bir üniversite ortamı yaratılmasını diliyorum. Bugünkü hali ile, üniversitemizin ana mekânı Ayazağa Yerleşkesi’nün, yeni yapılan birçok modern binaya rağmen bütüncül bir planlamaya dayanmayan yapılaşması ile örnek bir üniversite Yerleşkesi görünüşün- de olmadığını düşünüyorum. Önümüzdeki yıllarda İTÜ’nün; yeni, duyarlı bir planlama ve kuşkusuz yeterli maddi katkılarla, kullanıcılarına yaşama sevinci aşılayan, içinde gece gündüz coşku ile çalışılan, kendisine yaraşır bir kampüse kavuşmasını diliyorum. Yakın bir gelecekte, düşündüklerimiz gerçekleştiğinde üniversitemiz gene rakipsiz, en çok istek gören, parlak öğretim kurumu olacaktır. Sanayi sektörünün bir temsilcisi olarak, iş hayatında benimsediğim en önemli ilke; “Başarı en büyük mutluluktur” ilkesidir. Başarıda en önemli kriter ise başarının sürdürülebilir olmasıdır. İTÜ’nün üniversiteler arasında ve mezunlarının patronlar ve çalışanlar olarak geldiği bu güzide konumu sürdürmeyi misyon edinmesi gerekmektedir. Teknolojinin sürekli geliştiği günümüz dünyasında, teknik bir üniversite olan İTÜ alt yapı olarak bu gelişime ayak uydurmalıdır. Bu, başarıyı devamlı hale getirmekte en önemli etkenlerden biridir. Hedeflenen gelişim gösterildiğinde üniversitemiz uluslararası arenada da daha üst sıralarda yer alacaktır. Bir İTÜ mezunu olarak, her zaman genç arkadaşlarımızın ve üniversitemizin yanında yer almaktan onur duyacağım. “İnovasyon ve Ar-Ge” Y. Müh. M. Cengiz Gülenler - İTÜ İnşaat Fakültesi,1975 Gaziantep İTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı G eçmişten günümüze ülkemizde sanayiye yön veren başarılı yöneticiler arasında çok sayıda İTÜ mezunu vardır. Birçok önemli sanayi kuruluşunun kurucusu sahibi veya ortağı olan İTÜ’lüler, ülkemizin teknolojik ve ekonomik kalkınmasında önemli roller üstlenmişlerdir. Başarısız İTÜ’lü istisnadır. Ülkemizin 34 itü vakfı dergisi dört bir yanı İTÜ mezunlarının eserleri ile doludur. Asırlardır çağdaş olduğunu ifade ettiğimiz Üniversitemizde; özellikle inovasyona önem verilerek ve AR-GE çalışmaları daha fazla desteklenerek elde edilecek başarılarla, İTÜ’nün her zaman önde ve örnek olma özelliğinin sürdürülmesi gerekir Osmanlı İmparatorluğu’nda Fotoğrafçılık 1839-1923 Photography ın the Ottoman Empıre 1839-1923 Engin Özendes Engin Özendes, bu kitapta Osmanlı toplumunun fotoğrafa ve fotoğrafçılığa yaklaşımını, geleneklerine bağlı Osmanlı sultanlarının, 19. yüzyılın bu yeni buluşuna gösterdikleri ilgiyi; hatta fotoğrafçılara verdikleri desteği anlatırken, dönemin sosyal yaşamını da gözler önüne seriyor... Türkiye’nin Antik Kentleri Ancıent Cıtıes of Turkey Osmanlı’nın İstanbul’u Ottoman’s Istanbul Yaşar Yılmaz Doğan Kuban Yaşar Yılmaz’ın tek tek yerinde inceleyerek hazırladığı rehber kitapta yer alan 118 antik kent, tarihi kaynakların da desteğiyle ortaya çıkan kısa, öz ama doyurucu metinler, özgün fotoğraflar, güncel karayolları haritaları ve yol tarifleri eşliğinde sunuluyor. Prof. Doğan Kuban bu rehber kitapta, Fetih’ten Cumhuriyet’e kadar geçen süreçte Osmanlı’nın son başkenti İstanbul’da yapılan camilerden saraylara, köprülerden çeşmelere, farklı tipoloji ve ölçekteki 112 eser üzerinden Osmanlı mimari mirasını anlatıyor. w w w . y e m y a y i n .c o m facebook.com/YEMYayin Genel Dağıtım: YEM Kitabevi itü vakfı dergisi 35 twitter.com/YEMYayin Online sipariş: www.yemkitabevi.com İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ öğrencilerine sorduk: Nasıl bir üniversite hayal ediyorlar? İstanbul Teknik Üniversitesi’nde 20.000’i aşkın öğrenci öğrenim görüyor. Milyonlarca gencin hayallerini süsleyen İTÜ’de öğrenim görme şansını bulan, geleceğimizin yapı taşları öğrencilerimize; nasıl bir İTÜ hayal ettikleri, burs-yurt olanakları, kampüslerde yaşam, sosyal-kültürel ortam, hoca-öğrenci iletişimi ve kütüphane olanakları hakkında görüşlerini sorduk. Enver Bodur Kimya-Metalurji Fakültesi Akıllı tahta ve masaların kullanıldığı, her dersin uygulamalı bir atölye havasında olduğu; şirketlerin gitgide not ortalamasına önem vermediği bir dünyada, bir kişinin sayısal bir veri ile “senin yeterliliğin 4 üzerinden 2,50” damgasına tabii tutulmadığı; tüm sosyal, bilimsel ve sanatsal kulüplere tüm öğretim üyelerinin çok daha önem verdiği ve hatta İTÜ’de kulüpçülük dediğimiz bu işin genel bir Ar-Ge bölümünün olduğu; İTÜ’ye gelen bir öğrencinin doğru bölümde olmadığını hissettiği taktirde, bölüm değiştirmesi 36 itü vakfı dergisi için not ortalaması prosedürü değil, öğrencinin ilgi alanlarına ve gelecek planlarına bakıldığı, yardımcı bir departman ile geçişinin mümkün olabildiği, fakat bunun yine belli dönemlerde belli kontenjanlarla gerçekleştirildiği; tüm öğretim sürecinin oyunlaştırıldığı ve bir bilgisayar oyunuymuşçasına kurgulandığı ve değerlendirmenin de bunun üzerinden yapıldığı; geleceğin girişimcilikte olduğu yeni dünyada, her bölümde girişimcilik dersinin olduğu ve İTÜ’de teknokente, girişimcilik ve inovasyon merkezine, girişimci olmak isteğiyle donanımlı bir şekilde gelen öğrenciye tüm kapıların açıldığı; henüz donanımlı olmayan öğrenciye, isteği karşılığında tüm donanımın sağlandığı ve en önemlisi geleceğin mesleklerinin tam anlamıyla araştırıldığı; gerekirse ilgili dernekler ve STK’lar ile işbirliği yapıldığı ve araştırmalar sonucu, gelecek 5-10 yılda ihtiyaç olacak mesleklerin maksimum bir yıllık programlarının açıldığı, her İTÜ öğrencisinin kendi bölümü yanında “Geleceğin Meslekleri Programı”na kayıt olabildiği bir İTÜ hayal ediyorum... Eğer Türkiye’nin önde gelen üniversitelerindensek, gerekli yenilikleri başlatmalı ve önce Türkiye’de sonra dünyada bazı konularda öncü okul olmalıyız, diyorum. Tarkan Büyükoral Gemi İnş. ve Deniz Bilimleri Fakültesi Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan okulumda, öğrenci yaratıcılığının, sıra dışı fikirlerin daha çok desteklenmesi ve uygulamaya geçirilmesi en büyük temennim. Örnek olarak; tüm Yerleşkesi dolaşan bir tramvay hattının kurulması, fakülte binalarına konsepte uygun karakter kazandırılması, meslek formasyonlarının daha etkin şekilde verilmesi kanaatimce İTÜ isminin Türkiye’de ve uluslararası alanda duyulmasını kolaylaştıracak, markalaşma sürecine katkı sağlayacak etkinlikler, icraatlar olarak hayal ediyorum. Hamburg Teknik Üniversitesi’nde Mühendislik Fakültesi ortasına kurulan kaydırağın, sanal ortamda pirim yapması gibi. Alper ÖZ Elektrik Mühendisliği BÖLÜMÜ İTÜ’de, giderek tek tipleşen, üniversiteli olma kültüründen uzak bir eğitim sürecinin içindeyiz. Sorgulamadan, müfredat kapsamında belli başlı soru tiplerini ezberleyerek geçirilen bir lisans sürecinden bahsediyoruz. Kısa vadede okulu bitirip diploma sahibi olma gibi bir hedefi gerçekleştirmeye katkı sunsa da, uzun vadede teknoloji üretebilen insanlar yetiştirmekten uzak bir sistem ihtimali ile karşı karşıyayız. Tabii bu senaryo, İTÜ’de kendini yetiştiren insan sayısı sıfıra yakın anlamına gelmesin, ancak, konumuz bireysel çabalardan çok okulun verdikleri ile o çizgiyi yakalamak olduğundan, eksik kaldığımızı söyleyebilirim. Mühendislik öğrencilerinin sosyal hayattan uzak, salt matematik ile uğraşan robotlar olduğunu düşünen bir sistemden de kısmen uzaklaşmamız gerektiğini düşünmekteyim. Evet, önceliğimizin mesleğimiz olması gerektiğine dair yaygın bir inanç olsa da, günümüzün tamamını işimize ayırmadığımız, ayıramayacağımız da kabul edilmeli. Zira, şimdilerde günlük hayatta okula gidip geldiğimiz, gelecekte mesleğimizi icra ettiğimiz zaman dışında geçirilecek, yaşanacak zamanımız da mevcut. Okulun, gerek sosyal konularda gerek kültürel anlamda bilgi birikimimizi arttıracak yönde, en azından kendimize bu konuda fırsat yaratabileceğimiz şekilde bir müfredat yoğunluğu olmalı. Dünyada kabul gören birçok etkinliği, sergiyi, sanatçı performansını dönem içindeki ders yoğunluğumuzdan ötürü izleme, dinleme fırsatı bulamıyoruz. O alanlarda dünya genelindeki çağdaşlarımız olan meslektaşlarımızdan geride kalmamız işten bile değil. Tekin Karatepe İç Mimarlık BÖLÜMÜ Öncelikle öğrencilerin daha mutlu olduğu, özgür ve katılımcı olduğu bir İTÜ hayal ediyorum... Karşımıza hep izin mekanizması çıkıyor. Tamam izin olmalı ama öğrencinin kendisini gerçekleştirmesine daha çok imkan verilmeli. Mesela benim okuduğum Mimarlık Fakültesinde öğrenciler kendileri gruplar oluşturarak, ortak çalışmalar yapıyorlar; çocuklara mimarlık öğretmek mimarlığı gelecek nesillere sevdirmek için koşturuyorlar. Bu ve benzeri ortak çalışmalar için izin konusunda kolaylık gösterilmesini istiyorum. Üniversite yönetimi öğrenciye karşı lise müdürü tavrı takınmamalı. Ayrıca kent ile üniversitenin içli-dışlı olmasını hayal ediyorum. İnsanların üniversite ortamını daha rahat görmesini arzu ediyorum. Tabii ki güvenlik olacak ama bu, turnikelerin olduğu, insanların içeriye zor girebildikleri, ulaşılamayan bir üniversite olmamalı. Üniversite şehir ile, en azından yakın çevresi ile bütünleşmeli. Maslak Yerleşkemizin etrafı duvarlarla çevrili ve tam karşımızda varoşlar var. Üniversite oradaki insanlarla da bütünleşmeli, çevresi ve orada yaşayan insanlar için de çözüm üretmeli. Ece Ersöz İşletme Fakültesi Öncelikle düşünce özgürlüğünün olduğu bir İTÜ hayal ediyorum. Bu bağlamda değişik görüşlerin oturulup tartışılabildiği, değişik kulüpler aracılığıyla yapılabilecek etkinlikler düşünüyorum. Felsefi olarak olayların ve derslerin temellendirildiği ve öğrenciye salt bilgi değil, o bilginin temelinin de verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak bu konuda öğretim üyelerinin de arka planının iyi olduğunu düşünmüyorum. Maalesef biz İTÜ olarak “Asırlardır Çağdaş” olmakla övünürken ve bilgi çağı diye tabir ettiğimiz şu zamanda herhangi bir bilginin var olması ile çürütülmesi arasında neredeyse süre yokken, aslında öğretim görevlilerimizin çoğunun güncel yayınları takip etmediği gün gibi ortadadır. Hatta şu anda kullanılmayan üretim teknolojilerinin anlatıldığı bir dersim bile var. Gerçekten öğrenciyi salt müşteri olarak görmeyen bir zihniyet hayal ediyorum. Çünkü günümüzde İTÜ’de, üzülerek bu anlayışın ve şirketleşmenin had safhaya ulaştığını görüyorum. Bunu aslında üniversite bünyesinde çalışan memurların öğrenciye bakışından bile anlayabiliriz. Genel olarak öğrenciye, bir banka gişe görevlisinin, her gün gelen binlerce müşterisine davrandığı gibi davranıyorlar. Bu durum o kişilerin orada bulunmasının sebebi olan bizleri de üzmektedir. Bu yüzden de okulda öğrenci, akademisyen ve memurların birbirlerinden çok ayrık yaşadığını da söyleyebiliriz. itü vakfı dergisi 37 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Zeynep Selin Başaran Mehmet Recep Türkoğlu KimyA BÖLÜMÜ Bizler, bize aşılanmaya çalışılan bilgileri enjektörle alıp işleyebilen mekanizmalar değiliz. İTÜ’deki tüm hocalarımız da robotlaşan insanlar olmamamızı; aksine sorgulayan, düşünen, fikirlerini ifade edebilen, donanımlı ve vizyon sahibi bireyler olabilmemizi yürekten uman değerli kişiler. En nihayetinde öğrenme süreci dediğimiz şey de aşamalı gerçekleşen parçalar bütünü. Hem kendi adıma hem de empati yaparak eğitimcilerimiz adına öğrenmenin gerçekleştiği ortamın psikolojik ve fiziki açıdan karşılıklı iletişimi sağlamaya yönelik olması gerektiğine inanıyorum. Düşüncelerimizi ya da sorularımızı rahatça, çekinmeden ortaya sunabildiğimiz bir ders ortamı hayal ediyorum. Eğitimciler kadar öğrencilerin de aktif olduğu bir ders de tadından yenmez mesela. Öğrencilerin de rol aldığı dersler, öğrenmeyi kolaylaştırır ve ezber üzerine kurulu düzenin üzerine kocaman bir çizgi çizer. Eğitim ortamında saygı çerçevesi çok tabii bulunmalı, fakat daha dostça ve biçimsellikten uzak, yani farklılıkları içinde barındıran bir öğrenme atmosferi oluşturulabilir -ki böyle soru-cevap şeklinde ilerleyen ve herkesin kendi argümanını savunduğu, diğerlerinin de fikirlerini dinleyip çeşitlilik kazandığı derslerimiz mevcut. Daha fazla dersin bu atmosferde geçmesini sağlamak, vize çanlarını da bir anda uçurur tabi... Bu iyi mi olur kötü mü bilemedim,bunu sizlere bırakıyorum. Aynı zamanda fiziki ortam da buna elverişli olmalı. Elverişten kastım büyük soğuk amfiler değil, -evet fazla kişi alır, idealdir ama eğitim için elverişli olduğuna inanmıyorum- küçük ve daha iç içe olan sınıfları yeğlerim. Tabii bu tamamen kişisel tercihim. Çünkü oturma düzeni iletişimde ne kadar kolaylık sağlarsa, o kadar kendimizi oraya ait hissederiz ve kendimizi oraya ne kadar ait hissedersek o kadar özgürleşiriz, ki bu özgürlük bize bilginin sonsuzluğunu vaat edebilir. Maden Fakültesi Bence İTÜ’nün eğitsel anlamda üzerine eğilmesi gereken en önemli konu Ninova’nın etkin bir biçimde kullanılmasıdır. Yıllar önce Ninova sistemi kurulmuş, her türlü alt yapı mevcut ama etkili bir şekilde kullanılmıyor. Bu konuda hocalara karşı gerekirse bir yaptırım içerisinde olunmalı. Öğrenci Ninova’da derse devam durumunu, notlarını ödevlerini, ödev teslim tarihlerini, sınav tarihlerini takip edebilmeli. Hatta programı açmaya gerek kalmadan çeşitli bildirimler sms ve e-posta ile iletilmeli. Bugünkü teknolojik olanaklara kullanılmıyor. Öğrenci halen 20-30 yıl önceki gibi dersle ilgili bilgileri toplamakta zorlanıyor. Bence hocalar, ders dokümanlarını, sınav konularını, öğrencinin sorumlu olduğu ders için yararlanabileceği kaynakları sınavdan makul bir süre önce Ninova’da paylaşmalı. Özetle, Ninova lüks olarak görülmemeli. Halbuki, günümüz teknolojisinde olmazsa olmaz bir uygulama. Bir yönetmelikle bu sistemin etkin halde kullanılması zorunlu hale getirilmeli. Mesela bir hoca ödevi, sınav tarihini Ninova’da paylaşmıyorsa öğrenci sorumlu tutulmamalı. Her şey bu sistem üzerinden duyurulursa sıkıntılar büyük oranda ortadan kalkacaktır. Bu sistem üzerinde o kadar güzel şeyler yapılabilir ki, bunlar insanın hayal gücüyle sınırlı. Böylelikle öğrenci de dersten kopmadan çok daha iyi motive olabilir. Programın etkin kullanımıile hocaların da şöyle bir avantajı olacak: Örneğin; bir sınavı makul bir süre önceden Ninova üzerinden bildirildiyse, öğrencinin bunu takip etme zorunluluğu olduğu için ‘haberim yoktu’ gibi bir mazerete sığınamayacak.. Emel Timurkaynak - Elektrik Mühendisliği BÖLÜMÜ Öncelikle ‘eğitsel ortam’ denince akla ne geldiği konusuna değinelim. Eğitim veren her kurum aslında eğitsel ortama saha oluşturur. Üniversitemiz baz alındığında, üniversite bünyesindeki fakültelerde verilen dersler, uygulamalar, çalıştaylar vs. hepsi biz öğrenciler için eğitsel bir sahadır. Sorsak, herkesin kendine özgü ideal eğitim teorisi vardır. Bence 38 itü vakfı dergisi ‘eğitsel ortam’ öğrenci odaklı olmalıdır. Yani dersin merkezinde öğrenci olmalı ve onun dersten maksimum kazanım sağlaması hedefi şart olmalıdır. Bu noktada asıl görev kıymetli hocalarımızda ve derste öğrenciye gösterdikleri tavır ve tutumlardadır. Öğretici, konuyu öğretmenin yanında, konuyu öğrenme yollarını da öğretebilmelidir ki, bir mühendis adayı mezun olduğunda, altyapısı sağlam ve her işin üstesinden gelebilecek kapasitede olabilsin... Ayrıca öğretici, dersin yanı sıra piyasaya ve bahsi geçen mesleğin uygulama alanlarına dönük çalışmalar ile öğrencilerini araştırmaya yönlendirmelidir. Öğrencilerin eğitim alanında fikirlerine önem verilmeli ve şikayetleri gözardı edilmemelidir. Karşılıklı saygıyla temellendirilen her ortam mutlaka muhteşem başarılara imza atmaya gebedir. Sosyal-Kültürel Ortam Fatma Dilek Gamlı Nur Bilge ERTAN İnşaat Mühendisliği BÖLÜMÜ İşletme Mühendisliği BÖLÜMÜ İTÜ’de sosyal ve kültürel ortam çoğu Anadolu Üniversitesine göre iyi olsa da, yeterli olduğunu düşünmüyorum. Yerleşke içinde öğrencilerin vakit geçirebileceği çok az mekan var. Daha nitelikli ve kültürel olarak bizi geliştirebilecek ortamlara ihtiyacımız var. Mesela sanat galerisi ve öğrenci mekanları aynı konseptte bulunabilir. AVM gibi kar amaçlı, öğrenciye uygun olmayan yerler yerine daha ucuz ve kaliteli şeyler sunan, bir yandan internete girip bir yandan sohbet edebileceğimiz mekanlara ihtiyacımız var. Kültürel olarak Yerleşkete galeri, müzikle ilgili mekanlar veya resim sergileri, bilgilendirici acık hava organizasyonları yapılabilir. İTÜ’de spor ve müzik dallarında yapılan etkinlikler var. Ancak, öğrencileri bunlara teşvik edici girişimlerin olmadığını düşünüyorum. Örneğin spor veya müzik seçmeli dersleri kredili olsa daha çok öğrenci alırdı. Kulüp faaliyetleri canlandırılmalı. Mesela bir Dağcılık Kulübü’nün ya faaliyeti çok az ya da etkinliklerini hiç duyurmuyorlar. Böyle olunca dağcılıkla ilgilenen öğrenciler belki de dışarıda arıyorlar istediklerini. Öğrencilerin, boş zamanlarında çimler dışında salaş takılabilecekleri bir alan mevcut değil AVM ve MED tıka basa dolu olduğunda, hava çimlere oturacak kadar güzel değilse, okulun içinde dört dönüp köşe kapmaca oynamak zorunda kalıyor ya da bunaltıcı fakülte kantinlerine tıkılıp kalıyoruz. Bu anlamda ciddi bir eksik var İTÜ’de. Onur Erişik Geomatik Mühendisliği bölümü Her ne kadar bilimde, teknikte Türkiye’ ye öncülük eden bir üniversite olsak da, sosyal ve kültürel açıdan baktığımızda aynı şeyleri söylemek maalesef pek mümkün değil. Genel olarak baktığımızda İTÜ’de bir sene boyunca yapılan bilimsel etkinliklerle, sosyal ve kültürel etkinlikleri karşılaştırmamız yeterlidir. Bilimsel olarak onlarca etkinlik ve yarışmalar düzenlenirken; sosyal olarak yapılanlar bir elin parmak sayısını geçmez. Bu konuda tüm üniversiteyi hatta Türkiye geneli üniversiteleri içeren daha çok etkinlikler yapılmalı diye düşünüyorum. KSB (Kültür Sanat Birliği ) gibi bir yapıya ve bu yapı bünyesinde sosyal ve kültürel öğrenci kulüplerine sahibiz. Bu çok güzel ama yeterince yararlanıldığını düşünmüyorum. Şöyle ki, bu öğrenci kulüplerine yeterince destek verilmiyor. Dolayısıyla kulüplerin yaptığı etkinlikler de çok fazla kişiye ulaşmadığı için pek verimli olamıyor. Son olarak, bence en önemli sorundur; biz öğrencilere hayatın sadece dersten ibaret olmadığı, üniversitede sosyal ve kültürel anlamda da kendimizi geliştirmemiz gerektiği vurgulanp, teşvik edilmeli, bu anlamda etkinlikler yapılmalı. Mehmet Özen Elektrik Mühendisliği BÖLÜMÜ 4 yıldır eğitim hayatıma devam ettiğim güzel üniversitemde, eğitimin yüksek kalitede olmasının yanı sıra, kampüs mimarisi de oldukça muazzam bir yapıya sahip. Kütüphanesinden spor salonuna, sosyal imkanlardan kampüs içindeki olanaklarına kadar her şey özenle düşünülmüş ve tasarlanmış. Yoğun ders temposunun ardından, kampüsteki çimlerin üzerine uzanıp arkadaşlarla beraber vakit geçirmek ya da kampüs içerisinde yürüyüp o sıcak ortamı seyretmek bile insana ayrı bir tat veriyor. Kafelerinden alışveriş merkezine, olimpik havuzundan stadyumuna kadar her şey mevcut. İTÜ, gördüklerim arasında, öğrencisine her türlü sporu yapabilmesi için en iyi olanakları sunan bir üniversite. Okulumu seviyorum... itü vakfı dergisi 39 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Kampüslerde Yaşam Nasıl Olmalı? Semih Ersöz Onur ORUÇ İşletme Fakültesi Gemi İnşaatı ve Gemi Makineler Müh. BÖL. İşletme Fakültesi’nin fiziksel alanları oldukça yetersiz maalesef. Sosyal kültürel faaliyetler bir yana, ders çalışmak için dahi uygun alanlara sahip değiliz. Ayazağa Yerleşkesi ise oldukça renkli bir kampüs. Beraber vakit geçirebileceğimiz spor alanları, kültürel merkezler, kulüp odaları ve çeşit çeşit restoran ve kafeler bence oldukça tatmin edici bir ortam sunuyor bize. Maslak Yerleşkesi’ndeki değişiklikleri 2010 yılından beri takip etme fırsatım oldu. Özellikle son iki yılda MED’in (Merkezi Derslik Binası) de işlerlik kazanmasıyla Yerleşkemizin çehresinin oldukça güzelleştiğini söyleyebilirim. Tabi ki her zaman daha iyi şeyler yapılabilir. Özellikle öğrenci kulüplerinin bir arada bulunabileceği, etkinliklerini, toplantılarını yapabilecekleri geniş bir tesis bence oldukça faydalı olabilir. Ama sanırım bu konuyla ilgili de ciddi planlamalar ve çalışmalar yapılıyor zaten. Ayazağa Yerleşkesi’nde beşinci yılını geçiren biri olarak söyleyebilirim ki, oldukça büyük ve yeşil bir yerleşkeyi sahibiz. Fakülte, yemekhane, kütüphane ve sosyal alanların birbirine yakın konumlandırılmış olması yerleşkede her yere erişimimizi kolaylaştırmaktadır. Yerleşkede ihtiyaçlarımızı karşılayacak pek çok yapı mevcut, ancak alışveriş ve yemek ihtiyacımızı karşılayacak yerler sınırlı sayıda olup öğrenciler için yeterli olamadığı görüşündeyim. Ayrıca mesai saatinden sonra yerleşke içerisinde ders çalışma alanları kısıtlı hale geliyor ve final dönemlerinde bizlere yetmiyor. Hem ders çalışacağımız, hem de çay içerek sohbet edebileceğimiz yeni yerlerin açılması üniversite yaşamını olumlu yönde etkileyecektir. İTÜ’nün engelli öğrenci ve personelini yok saymayan, onların yaşamlarını kolaylaştırmak için çaba sarf eden bir üniversite olduğunu biliyoruz. Bu nedenle yerleşke içerinde onların ulaşım ve ihtiyaçlarını karşılayacak yönde çalışmalar yapıldığını biliyoruz. Buna rağmen ne yazık ki, engellilerin ulaşımının kısıtlı olduğu ve özellikle yürüme engellilerin kullanamayacağı binalar mevcut. Buraların da kısa sürede düzenlenerek yerleşke içerinde yaşam standartlarının arttırılacağına canı gönülden inanıyorum. Lokman Aydın Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü Ödevler, sınavlar, projeler derken gezmek için dışarıya pek zaman kalmıyor. Bundan dolayı da Yerleşke içinde çeşitli etkinlikler ve olanaklar sunulabilir. Örneğin bir açıkhava sineması olabilir. Ekonomik olarak da büyük bir bütçe gerektirmez. Bunun için bin TL gibi bir bütçenin yeteceğini düşünüyorum. MED önündeki çimlere bu sistem kurulabilir. Burada sadece film değil de, yararlı kısa filmler, bilim, sağlık, teknolojiye yönelik filmler belgeseller de izlettirilebilir. Böyle bir imkan sağlandığı taktirde, sorumluluk da almak isterim. Ayrıca Yerleşkemiz bisiklete de uygun. Belli sayıda bisiklet de çok yararlı olur. 40 itü vakfı dergisi Merve Akın Jeoloji Mühendisliği Bölümü İTÜ’de okumak aynı zamanda tarihi de yaşamaktır. Kampüsler hem tarihle hem doğayla iç içe, birçok olanağı öğrencilerine sunmaktır. Güvenlik konusunda daha çok tedbir alınmalı. Bir kapıdan kart basmadan giremezken başka bir kapıdan her isteyen Yerleşke içine girememeli. Bu zıtlık İTÜ’nün işleyişine yakışmıyor. Öğrenci kulüpleri desteklenmeli, her olanak sunulmalıdır. Gönüllü olarak yer alınan bu kulüplerde öğrenciler sistem yüzünden yıpratılmamalıdır. Elif Civici Süleyman Okan Demir Mimarlık Fakültesi TÜRK MUSİKİSİ DEVLET KONSERVATUVARI “İTÜ’nün gelecekte de bugün olduğu gibi parlak nesillere sahip olacağını düşünüyorum ve bu nesillerin özgür bir eğitim anlayışıyla potansiyellerini daha da ortaya çıkarabilecekleri bir üniversite ortamı hayal ediyorum. Ayrıca öğrenci, asistan, öğretim üyeleri ve bütün personelin yenilikçi, özgürlükçü bir İTÜ’nün parçası olmalarını hayal ediyorum. Sahip olunan imkanların artırıldığı, bir üniversite olmaktan çok Türkiye için artı bir değer olan okulumuzun, uluslararası alanda da kendini daha çok tanıtacağı ve gücüne güç katacak öğrenci merkezli projelerin olduğu bir İTÜ diliyorum.” İTÜ sadece Türkiye’de değil dünyada da iyi bir marka. İTÜ’nün müzik eğitimine yaptığı katkıyı gelecekte de -kendi bölümüm için özellikle söylüyorum- dünya musikisine yapacağını ümit ediyorum. Özellikle musikiyi, müzik aletlerini seven ve değer veren çalışmalar yapılmasını arzu ediyorum. Şu anda eğitim aldığımız salonlar yetersiz. Daha büyük ve yenilenmiş bir eğitim salonu arzu ediyoruz. İzole edilmiş salonlarımız olmadığı için diğer bölümlerdeki sesler birbirine karışıyor. Bir taraftan halk müziği söylenirken öbür taraftan ise zurna sesi geliyor. Teknolojik açıdan müzik eğitimine uygun olarak donatılmış salonlarda geleceğin sanatçıları daha iyi yetişebilir diye düşünüyorum. Konservatuar’da eğitim amacıyla kullandığımız aletlerin daha fazla sayıda olması gerekir. Şu anda o imkan yok, herkes kendi imkanları ile kendi çaldığı müzik aletine kullanıyor. Ben, farklı müzik aletleri de denemek, görmek, dokunmak isterim. En büyük heyecanımız hocalarımıza 7-24 ulaşabilmemiz. Hocalarımız eğitmeyi, eğitim vermeyi ve musikiyi çok seviyorlar. Bu bence bizlerin ve İTÜ’nün bence en büyük avantajı, şansı. İTÜ’de en büyük hayalim olmayan bir dersin hocası olabilmek. Türkiye’de Sahne ışık ve ses tasarımı konusunda eğitim vermek istiyorum. Bu benim hayalim ve bu hayalimi de İTÜ’de gerçekleştirebileceğimi düşünerek, umutlu ve heyecanlıyım. Zira bu konuda şu an kaynak yok, tüm kaynaklar yabancı. Ben de bu konuda araştırma yaparak İTÜ’ye ve müziğe katkı sağlamak istiyorum.. Süleyman Kunarcı Deniz Ulaştırma ve İşletme Bölümü Kütüphanesi 24 saat açık, araştırmaya okumaya, bakmaya, düşünmeye elverişli bir ortam hayal ediyorum. Bilimsel bilgiye erişmeyi, takım oyununu, teknolojiyi kullanmayı öğreten ve yazılıdan çok görsel ve uygulamalı eğitime dayanan bir okul hayal ediyorum. Öğrencinin bilgisi sınavlar ile sınanmamalı ve bu yol ile test edilmemeli. Öğrenci eğitim aldığı alanda, o alanda iş yapan firmalar ile çalışmalı, oralarda staj yapmalı, oralardan aldığı firma değerlendirmesi ile bilgisi sınanmalı. Uluslararası alanda girişimler yapacak, cesaret ve cesaretin ardından gelecek girişimlere fon sağlanmalı. Öğrencilerin zaman geçirebileceği, geniş yeşillik ve ağaçlık bir alanı olmalı. Üniversite, doğal ortamdan taviz vermeden, teknoloji ile dengeli bir şekilde çalışabilmeli. itü vakfı dergisi 41 KÜTÜPHANE OLANAKLARI Kütüphane olanakları Mustafa Özdemir Bayram Kasapkar İşletme Mühendisliği Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği İTÜ kütüphanelerinden ihtiyacımız olduğunda yararlanabiliyoruz. Eski Mustafa İnan Kütüphanesi’ni hatırlıyorum, aradan geçen süre içerisinde çok büyük ilerleme kaydedildi. Eskiden çalışmak ve kitapları temin etmekte sıkıntılarımız oluyordu. Şu an için ders çalışma imkanımız daha iyi. Öğrencilerin kendi bilgisayarları ile kütüphaneye gidip sessiz ortamda araştırma yapması gerekiyor. Bunun için bazı alt yapı eksiklikleri var. Elektrik kablolarının yerleşimi, uzatma kabloları gibi aslında basit ama halledilmesi gereken sorunlar var, giderilirse daha iyi olur. Bazı kitapların sınav zamanı temininde zorluk çekiyoruz. Bu kitapların kütüphanede daha fazla sayıda bulundurulması için bir çalışma yapılabilir. Ayrıca Merkez kütüphanenin 24 saat açık olması gayet güzel. Kütüphanede bulunan bilgisayardan sadece kitap taraması yapılıyor. Faceebook üzerinden dosya paylaşıyoruz. Acil paylaşımlar için de kütüplanelerde bilgisayar imkanı oluşturulmalı. Kütüphanenin bir kitap yığını olarak değil, daha çok ve etkin kullanılması gereken bir alan olması gerektiğini düşünüyorum. Kütüphanemizin sadece ders çalışılan bir yer değil, aynı zamanda kitap okumayı da teşvik edici ve kitap okunan bir mekan olarak düzenlenmesi gerekir. Sadece vize ya da final zamanlarında değil, her zaman değişik etkinlerin de yapılabilmesi sağlanmalı. İTÜ’de kültürel faaliyet olarak tarihimizin ve üniversitemizin tarihini anlatan seminerlerin düzenlenmesi iyi olacaktır. Bunların kütüphane içinde uygun bir yerde yapılması, kütüphanemizin tanıtımına da katkı sağlayacaktır. Ayrıca çeşitli kitap okuma yarışmaları, belli konularda araştırma yapılarak kitap okumayı teşvik edici faaliyetler de kütüphane yönetimince denenmeli. Bir konu belirlenerek o konu ile ilgili kısa bir yazı deneme-makale yazılması istenir ve bu uygulama kütüphanemizde bulunan kitaplardan faydalanarak yapılır. Yani google üzerinden değil de, kitaba dokunarak, kitabı açıp inceleyerek kitapla öğrencinin buluşmasın sağlayıcı etkinliler olmalı. Tarih seminerleri yapılmalı, İstanbul’u tanıtan afişler, resim sergileri vb olmalı. Bu konuda üniversitemiz yeterli materyale sahiptir. Şeyda Yaşar İşletme Fakültesi Yurtlar kesinlikle çok yetersiz. Her yıl birçok öğrenci İTÜ yurtlarında yer bulamadığından özel yurtlara çok fazla para ödemek zorunda kalıyor. Ya da çok uzak mesafelerdeki devlet yurtlarında kalmak zorunda kalıyor. Bu gibi durumlarda da öğrenci ertesi yıl eve çıkma isteğine kapılıyor, çünkü özel yurttaysa “O parayı zaten veriyorum bari evim 42 itü vakfı dergisi olsun!” diye düşünüyor, uzak mesafede devlet yurdundaysa, “Yol parasıyla neredeyse denkleşecek, zaten yurt çok kalabalık, ders de çalışamıyorum” diyor. Burslar ise, bence iyi durumda. Birçok öğrenci yemek bursundan yararlanıyor, bunun dışında İTÜ birçok yerle iletişim kurarak öğrencilerin burslardan maksimum faydalanması için uğraşıyor. Ama yine de burs bağlantılarının artırılması, çok daha fazla öğrenciye ulaşılması anlamını taşıdığından bunun için daha fazla çalışılmalı.. Mezun olduğumda burs vermek isterim. Abdülbaki Aybakan Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği Kütüphanedeki oturma masaları sayı olarak yetersiz, sınav zamanı yer bulmak zor. Merkez Kutuphane biraz daha ferah olabilirdi diye düşünüyorum. Mesela İSAM Kütüphanesi var, Bağlarbaşı’nda oraya gidiyorum. Binanın ortasında bir boşluk bırakılmış, kütüphaneye bir ferahlık bir zenginlik katıyor. Kütüphaneye çok yakın uygun fiyatlı bir kafeterya olması iyi olurdu . Öğrenci olduğumuz için zaman bizim için çok önemli. Dışarıya gidip geri dönmek zaman kaybına neden oluyor. Tıkış tıkış bir kütüphane yerine sakin ve özellikle havalandırması çok iyi olan bir kütüphane öğrencilere daha verimli bir çalışma sortamı sağlar. Bütün bunların yanında, aradığımız tüm kitap kitapları süreli yayınları bulabiliyoruz. Bu da, kütüphanemizin başka bir güzelliği. Diğer üniversitelere göre kitüphanemizin daha farklı olduğunu da gözardı etmemek gerekir. Anıl Yarlıgaş Geomatik Mühendisliği Kütüphanemiz çok güzel. Özellikle tam merkezde olması ulaşım acısından bize büyük kolaylıklar sağlıyor. Bazı eksikleri tabii ki var. En büyük eksikliğimiz ihtiyacımız olan kitaptan bir veya iki tane olması. Özellikle okul kitaplarının ya da teknik kitapların daha fazla sayıda olmasını istiyoruz. Çünkü sınav öncesi bu tür kitaplar alındığı için yeterince istifade edemiyoruz. Kütüphanede geceleyenler oluyor. Özellikle bu konuda biraz daha esnek olunmasını istiyoruz. Güvenlik konusu da mutlaka üzerinde durulması gereken bir nokta, çünkü kucağımızda laptop ile uyuyoruz. Bir diğer beklenti de, kütüphanenin sadece kitapla değil sosyal etkinliklerle de anılması. Zaman zaman okuma günü etkinliği ya da kitap okumayı teşvik edici çalışmalar yapılmalı, kütüphane sadece sınav zamanı kullanılan bir yer olmaktan çıkarılmalı. İrem Çiftci İŞLETME FAKÜLTESİ 24 saat açık bir kütüphanemiz olduğu için çok şanslıyız ve bir çok üniversiteden farklıyız. Yenilenen Yabancı Diller kütüphanesi ve diğer kampüslerimizdeki ana ve fakülte kütüphaneleri de bizlere geniş bir çalışma ortamı sağlıyor. Buna rağmen vize ve final dönemlerinde Maslak’ta ana kütüphanede yer bulamamak, bireysel ve grup çalışma odalarının kısıtlı kullanımı, çözülmesini umduğumuz bir kaç sorun arasında. Bu yıl fark ettiğim bir diğer olumsuz durum da, kütüphanenin giriş katında yer alan aylık kültür-sanat- tarih dergilerinin geçtiğimiz yıllara oranla daha az sıklıkla güncellenmesidir. Kütüphanemizin güzel manzarası, dekorasyonu, kaynak çeşitliği gibi özellikleriyle sevildiğine inanıyorum. Muhammed Sezgin Özer İTÜ Makine Mühendisliği Kütüphaneyi sürekli kullanıyorum. Merkez Kütüphanemizin 7-24 açık olması çok güzel bir imkan ve bizi çok mutlu ediyor. Her türlü kitabın bulunması, çalışanların güler yüzlülüğü memnun edici. Özellikle final, vize zamanları sabaha kadar kütüphanede geceliyoruz. Böyle zamanlarda en büyük sıkıntımız dinlenme konusunda bir imkanın olmaması. Özellikle gece saat 3-4 arası yorgunluk çökünce, ya masada ya da koltuklarda dinlenmek zorunda kalıyoruz. Bu konuda fazla abartılmadan öğrencilerin dinlenmesi için bir düzenleme yapılırsa çok iyi olur diye düşünüyorum. Bu bir rahatlık sağlama değil bence, bir gereklilik çünkü o saatte eve gidip tekrar geri dönme veya yurda gidip kütüphaneye geri gelmek zaman kaybettireceği için orada geceliyoruz. Daha önce merkez kütüphanenin en alt katı kullanıma açıktı. Tekrar açılması, bu durumdaki öğrenciler için çok yararlı olur. Kütüphanemizde sesli çalışma ortamının da olmasını arzu ediyoruz. İki üç arkadaş birleşip projelerimizi yapabileceğimiz bir yerin tahsis edilmesi çok iyi olur. Mevcut durumda birkaç kişinin bir arada çalışması mümkün değil. En üst katta çalışma odaları var fakat sadece yüksek lisans öğrencilerine tahsis edilmiş durumda. İnternet bağlantı hızının artırılması zorunlu. Pardus işletim sistemi yerine herkesin bildiği ve kullandığı windows sistemine girilmesi büyük kolaylık sağlar. Görsel ve işitsel salonumuzu daha etkin olarak kullanabilmeyi, projelerimiz için izlememiz gereken filmleri burada izleyebilmeliyiz. Arif Can Karakuş Denizcilik Fakültesi (Hazırlık öğrencisi) Öğretim yılı başından bu yana Mustafa İnan Kütüphanesi’nde geceliyorum. Bu yıl İTÜ’ye kayıt yaptırdım, dersler başladı ancak yurt çıkmadı. Ailem Mersin’de. Barınma için bir çözüm ararken, 1. sınıftaki bir ağabeyim daha önce birkaç gün kütüphanede sabahladığını söyledi. Çaresiz kalınca ben de denemeye karar verdim. Sene başında çok zor oldu, zamanla alıştım. Akşam saat: 8’de kütüphaneye giriyorum, gece ikiye üçe kadar ders çalışıp, kitap okuyorum. Sonra ya sandalyede ya da girişteki koltuklar boşsa oraya kıvrılıp uyuyorum. Zaten, sınav dönemlerinde çok sayıda öğrenci sabaha kadar ders çalışıyor, sandalye bulmak bile zor. Kütüphanede ders kitapları dışında da o kadar çok kaynak var ki, ayrıca dergiler, gazeteler… Özellikle kişisel gelişim açısından okuduğum kitapların bana çok yararı oldu, kütüphanede kitap okumayı sevdim. Bir diğer yararı da okula hiç devamsızlık yapmıyorum, ders çalışmak için bol bol zamanım oluyor. İkinci dönemde yurt çıktı ancak, bütçeme uygun olmadığı için kayıt yaptıramadım. Önümüzdeki dönem Denizcilik Fakültesi’ne başlayacağım için Tuzla Yerleşkeunda yurtta kalacağım. Kütüphane ortamı çok etkileyici, ben de hem ortama hem kitap kokusuna alıştım. İstanbul’da Boğaziçi, İstanbul Üniversitesi ve daha birçok üniversitenin kütüphanesine gittim. İTÜ kütüphanesi kadar güzel ve olanakları geniş bir kütüphane daha yok! Bu da, İTÜ’nün bize sağladığı eşsiz bir olanak. itü vakfı dergisi 43 YURTLAR VE BURSLAR Yurtlar ve burslar la sözleşme imzalayabiliyor. Bu durumda özel yurttan çıkamıyor, çıksa bile bir yıllık ücreti yanmış oluyor. Öğrencilerin bu gibi zor durumlarda bırakılmamasını isterim. Burs konusunda ise öğrenciler genelde fakültelerinin burs ofislerine başvuruyorlar. Diğer kurumların başvuru zamanlarını kaçırmamak için burs ofisleri, tüm kurumların burs başvuru zamanlarını gösteren bir çizelgeyi panolarına asabilir. Burslar çoğu zaman yetmiyor. Öğrencilere, okul içinde veya okulun önerdiği kurumlarda part-time çalışma imkanı ayarlanabilmeli. Böylelikle öğrenciler barlarda geceden sabaha çalışıp, sabah derslerde uyumaktansa daha makul saatlerde çalışıp harçlıklarını çıkarabilirler. Mezun olup çalışma hayatına başladığımda burs vermek isterim. Sibel Eren Berkay Akkoç Kimya Bölümü Şu ana kadar herhangi bir şekilde okulumdan burs almadım. Yurtta da konaklamadım. Ama böyle bir imkan sağlanmasından dolayı çok gururluyum. Gerçekten ihtiyacı olan arkadaşlarımın, ailelerine minimun düzeyde yük olarak öğrenim hayatlarını devam ettirmeleri, bu sayede kendilerini derslerine ve daha önemlisi geleceklerine rahat bir şekilde hazırlanmalarına imkan tanınıyor. Zaten bu, kutsal gördüğüm İTÜ dayanışmasının bir ürünüdür. Ben kendi mensubu olduğum bölümün öğrencisine burs vermek ve o öğrenciyi takip etmek isterim. Bu takip, usta çırak ilişkisinden başka bir şey değildir ve bu sayede bursiyerim başka bir deyişle çekirgemin, kimya sektörü hakkında en güncel bilgilere sahip olmasını ve mezun olduğunda sektöre yeni alışmaya çalışan biri değil de, sektörün bir parçası olması temel hedefimdir. Bölümümün halkın gözünde arka planda kalmasından ve hak ettiği ilgiyi görememesinden dolayı da sadece Kimya Bölümü öğrencilerine burs vermek isterim. Merve Gökce İmalat Mühendisliği İTÜ yurtlarının yeterli olduğunu düşünmüyorum. Özellikle İTÜ’ ye yeni gelmiş bir öğrenciye, okul açıldıktan bir ay sonra yurt çıkması ve öğrencinin iki gün içinde karar vermesinin istenmesini doğru bulmuyorum. Çünkü öğrenci yeni geldiği zaman panik içinde kalıyor ve bir ay sonra yurt çıkacağından habersiz olarak özel yurtlar- 44 itü vakfı dergisi Maden Mühendisliği İTÜ Ayazağa Kız Öğrenci Yurdu‘nda bir yıl kaldım. Liseden bu yana bir çok yurtta kalmama rağmen içlerinde en memnun kaldığım yurt İTÜ’deki yurt oldu. Mutfak, banyo ve tuvaletler ortak kullanım alanlarından olmasına rağmen, hijyen açısından hiç bir şikayetim olmadı. Güvenlik yeterli, yurttaki tüm çalışanlar öğrencilerle uyum içerisinde. Ekonomik olarak da benim bütçeme en uygun yurttu ve verilen hizmet yeterliydi. Aynı yıl yemek bursundan da faydalanmıştım ve bu konuda İTÜ Vakfı’nın bir çok öğrencinin yanında olduğunu söyleyebilirim. Kız yurtları hakkında söyleyebileceğim tek olumsuzluk, kapasitenin yeterli olmaması, yedek listelerin uzun süre beklemeyi gerektirmesi. Muhammed Ali Tavukçuoğlu Çevre Mühendisliği Bölümü Yurtlarda kalan çok sayıda arkadaşımız var. Yurtların genel durumlarıyla ilgili bilgimiz var. İTÜ içi ring servisinin Vadi Yurtları’nda kalan arkadaşlarımız için daha sık aralıklarla hizmet vermesi iyi olur. Bu servisler genelde dolu olduğunan, öğrenciler çok fazla beklemek zorunda kalıyorlar. Buna bir çözüm bulunması şart. Yurt ücretleri indirilmeli ve 25-30 bin öğrenci kapasitesi düşünüldüğünde yurt sayısı artırılmalı. İTÜ’yü kazanan öğrenci yurt sıkıntısı yaşamamalı. Yerleşke, oldukça geniş, daha çok öğrencinin yurtlarda kalabileceği kanaatindeyim. Burs konusunda da hassasiyet gösterilmeli. Üniversitenin kayıt günlerinde açtığımız çadırla, İTÜ’lü yeni öğrencilerle temas kurma şansımız oldu ve maddi anlamda ciddi sıkıntı içinde olduğunu yakından gördüğümüz öğrencilere burs çıkmadı. Nasıl bir çalışma yapılabilir bilmiyorum ama daha hassas olunması gerektiğini düşünüyorum. 2013-2014 Eğitim - Öğretim Yılı Fakültelere/ Enstitülere Göre Öğrenci Dağılımı BİRİMLER BİLGİSAYAR VE BİLİŞİM FAK. DENİZCİLİK FAK. ELEKTRİK-ELEKTRONİK FAK. FEN-EDEBIYAT FAK. GEMİ İNŞ. VE DENİZ BİL FAK. İTU-KKTC İNŞAAT FAK. İŞLETME FAK. KİMYA-METALURJI FAK. KONSERVATUAR MADEN FAK. MAKINA FAK. MİMARLIK FAK. TEKSTİL TEKN. VE TAS. FAK. UÇAK VE UZAY BİLİMLERİ FAK. LİSANS TOPLAM TÜRK KIZ 144 87 260 1019 48 6 564 763 872 253 432 223 1357 412 283 6723 YABANCI KIZ 7 TOPLAM ERKEK 831 1057 2112 738 697 104 2193 1172 717 487 1177 1856 741 175 914 14,971 GENEL TOPLAM 143 28 36 4 98 25 30 2 101 50 49 17 71 709 YABANCI ERKEK 776 1057 1969 710 661 100 2095 1147 687 485 1076 1806 692 158 843 14,262 TÜRK ERKEK 55 10 21 2 1 14 15 13 2 14 5 36 15 7 162 TOPLAM KIZ 151 87 270 1040 50 7 578 778 885 255 446 228 1393 427 290 6885 982 1144 2382 1778 747 111 2771 1950 1602 742 1623 2084 2134 602 1204 21,856 Enstitülere Kayıtlı Toplam Öğrenci Sayısı BİRİMLER TÜRK KIZ YABANCI KIZ TOPLAM KIZ TÜRK ERKEK YABANCI ERKEK TOPLAM ERKEK GENEL TOPLAM Sosyal Bilimler Enstitüsü Bilişim Enstitüsü Fen Bilimleri Enstitüsü Avrasya Yer Bil Enstitüsü Enerji Enstitüsü TOPLAM 320 96 2499 19 68 3031 8 7 90 328 103 2589 19 68 3138 388 210 4045 199 13 4971 11 9 264 3 294 399 219 4309 202 13 5265 727 322 6898 221 81 8403 107 2013-2014 Eğitim - Öğretim Yılında Enstitülere Kayıt Yaptıran Öğrenci Sayısı BİRİMLER TÜRK KIZ YABANCI KIZ TOPLAM KIZ TÜRK ERKEK YABANCI ERKEK TOPLAM ERKEK GENEL TOPLAM Sosyal Bilimler Enstitüsü Bilişim Enstitüsü Fen Bilimleri Enstitüsü Avrasya Yer Bil Enstitüsü Enerji Enstitüsü TOPLAM 75 18 942 16 13 1064 5 80 18 982 17 13 1110 66 75 1448 39 16 1651 11 3 98 77 78 1546 39 17 1764 157 96 2528 56 30 2874 40 1 46 1 113 itü vakfı dergisi 45 İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ’de ERASMUS Öğrencileri Son yıllarda giderek artan sayıda öğrenci ERASMUS değişim programı ile İTÜ’ye geliyor. Bu öğrencilerin birkaçına mikrofon uzattık, İTÜ’yü tercih etme nedenlerini ve İTÜ’de eğitim, iletişim, sosyal-kültürel ortama ilişkin görüşlerini sorduk. Mohammed Bouslama – Tunus Ludovıc RAUBERT – Fransa İTÜ İşletme Fakültesi İTÜ İşletme Fakültesi Üniversitemizin Erasmus değişim programında sadece İTÜ vardı... Türkiye’yi seçmemizde en büyük etken Türkiye’nin ismi oldu. Daha önce Erasmus programına katılan arkadaşlarım İTÜ ve İstanbul’u çok beğendiklerini söylediler, bu da tabii ki tercih etmeme sebep oldu. Özellikle arkadaşımın İTÜ ve İstanbul hakkında söyledikleri beni çok etkiledi. Eğitimin İngilizce olması, arkadaşlık ortamı ve araştırma yapabileceğimiz imkanlar açısından İTÜ elbette farklı... İTÜ çok büyük bir üniversite ve herkes kendisi çalışmak zorunda. Yani eğer projeniz varsa bu proje için rahatlıkla imkan var, çalışabilirsiniz. Size imkan sunulmuş, hocalarımız da bu konuda yardımcı oluyor ama bütün iş yine sizde bitiyor, sizin zorlamanız ve gayret etmeniz gerekiyor. Herkesin İngilizcesi çok iyi. Biz İngilizce’yi çok iyi bilmediğimiz için ek ders alıyoruz. İTÜ’de öğrenci arkadaşlarımla olan ilişkilerimizde bir sorun yok. Sanki ülkemde gibiyim. Kültürel anlamda çok çeşitli imkanlar sözkonusu; sinema, külüp çalışmaları gibi. Sosyal ortam açısından baktığımızda İTÜ çok farklı. Petrol bölümünden arkadaşlarım var onlarla beraber geziyoruz, İstanbul’u tanıma ve gezme imkanı da buluyorum bu arada. İTÜ’yü seçmemdeki en büyük etken, İTÜ’nün çok iyi bir İngilizce eğitiminin olması. Türkiye’yi tercih etmeme sebep olan birçok etkenin başında İstanbul ve kültürel zenginliği geliyor. İTÜ’ye gelince tercihimde yanılmadığımı anladım. Gerçekten çok iyi İngilizce ortamı var. Burada öğrendiğiniz bilgiler sayesinde daha farklı bir eğitim aldığınızı hissediyorsunuz, bu duyguyu yaşamak da farklı bir heyecan veriyor. İTÜ’de sosyal ve kültürel olanaklar da çok fazla. Ders çalışmak isteyen ders çalışıyor, birçok altarnatif var, özellikle kütüphanesi başlıbaşına farklı bir yer. Aradığınızı bulabiliyorsunuz, yeter ki isteyin. Kültürel ortam olarak da İstanbul’da olması İTÜ’nün bir ayrıcalığı. Bunlardan fazlasıyla yararlanıyoruz. Konserler ve sinema salonları güzel. İTÜ’de de alt yazılı birçok film izliyoruz. Türk öğrencilerle iletişim çok kolay, İngilizce biliyorsanız Türk halkı ile çok kolay diyalog kuruyorsunuz. İnglizce bilmiyorsanız da iletişim kolay, çünkü Türkler vücut dili ile konuşmayı da çok seviyorlar. Bir soru sorduğunuz zaman size mutlaka cevap vermeye ya da yardımcı olmaya çalışıyorlar, bu farklı bir şey bence. Türkiye ve İstanbul geleli iki ay olmasına rağmen şu ana kadar Kapadokya bölgesini gezdik, harika bir yer. İTÜ’ye tercih ettiğim için çok memnunum. Maximilian Blaim - Almanya İTÜ İşletme Fakültesi İTÜ hakkında çok bilgim olmadan İstanbul’a başvurdum. Ama iyi ki de başvurmuşum diyorum, zira şu an burayı seçtiğim için çok mutluyum. Özellikle İTÜ’nün eğitim kalitesi ve öğretim üyelerinin davranışları beni çok mutlu etti. İlk günden beri kendimi burada iyi hissediyorum, bazı şeyler benim okulumdan farklı olsa da her şey güzel. Özellikle Almanya’dan geldiğim için de ayrıca kendimi şanslı hissediyorum, sanki bir komşu ülkeye gelmiş gibiyim. Buradaki arkadaşlarım da bana hiç yabancılık çektirmediler. İTÜ’de aldığım eğitim sistemi Münih‘tekine göre çok farklı. Yoklamalar, ödevler, projeler, vizeler benim için yeni birer tecrübe. Bunların her birisi ayrı bir farkındalık katıyor ve kişiyi 46 itü vakfı dergisi araştırmaya sevk ediyor. İlk başta sıkıntı ya da ne gerek var, gibi görünse de bence bunlar öğrencinin derslerine konsantre olmasını sağlıyor ve bu da güzel bir şey. Buradaki sosyal hayat da çok renkli. Tanıştığım Türk arkadaşlar çok dostça davranıyorlar ve bana çok yardım ettiler. Dediğim gibi Almanya’dan gelmenin büyük avantajı var. Almanya’ya yabancı değiller. Ben de Türkiye’yi ve Türk halkını daha yakından görme imkanına kavuştum İstanbul’daki tüm popüler yerleri dolaştım. Beyoğlu, Beşiktaş, Kadıköy, Mecidiyeköy, Sultanahmet, Adalar… Hem eğitim, hem seyahat yapıyorsunuz. Gayet güzel ama dikkat etmek şartıyla her şeyi zamanında ve gerektiğinde yapmak gerekiyor. Birçok Türk arkadaşla da iyi ilişkiler kurduğumu düşünüyorum. Şu ana kadar burada yaşadıklarımdan daha güzel olamazdı. Ve birçok Erasmus öğrencisi adına da aynı şekilde konuşabilirim. Bu gerçekten çok özel bir deneyim. Erasmus’la gelen diğer öğrenci arkadaşlarım da benim yaşadığım duyguyu yaşıyorlar. Hem İTÜ farklı, hem İstanbul farklı ve tabii ki Türkiye çok farklı ve güzel. 2012 - 2013 YILI ERASMUS ÖĞRENCİ DEĞİŞİM PROGRAMI (GİDEN ÖĞRENCİ) S. NO ÜLKE ADI GİDEN ÖĞRENCİ SAYISI S. NO 1 ALMANYA 141 11 İRLANDA 2 2 AVUSTURYA 22 12 İSPANYA 41 3 BELÇİKA 15 13 İSVEÇ 25 4 BULGARİSTAN 1 14 İTALYA 56 5 ÇEK CUMHURİYETİ 18 15 MACARİSTAN 3 6 DANİMARKA 8 16 POLONYA 23 7 FİNLANDİYA 11 17 PORTEKİZ 17 8 FRANSA 33 18 ROMANYA 4 9 HOLLANDA 17 19 SLOVENYA 7 10 İNGİLTERE 12 20 YUNANİSTAN 9 ÜLKE ADI GİDEN ÖĞRENCİ SAYISI 2012 - 2013 YILI ERASMUS ÖĞRENCİ DEĞİŞİM PROGRAMI (GELEN ÖĞRENCİ) GELEN ÖĞRENCİ SAYISI S. NO ÜLKE ADI GELEN ÖĞRENCİ SAYISI S. NO ÜLKE ADI 1 ALMANYA 158 7 FİNLANDİYA 2 AVUSTURYA 17 8 FRANSA 3 BELÇİKA 3 9 HOLLANDA 3 4 ÇEK CUMHURİYETİ 9 10 İNGİLTERE 4 5 DANİMARKA 1 11 İSPANYA 6 ESTONYA 4 12 İSVEÇ 5 13 İTALYA 43 6 35 19 itü vakfı dergisi 47 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Aziz ReguIg – Tunus İTÜ İşletme Fakültesi İTÜ’yü üç yıl önce Türkiye’ye ve İstanbul’a gelen bir arkadaşım önermiş ve çok memnun olduğunu dile getirmişti. Ben de bunu göz önüne alarak İTÜ’yü seçtim. Gördüm ki, İTÜ benim beklediğimden de çok farklı. Türkiye’ye de çok gelmek istiyordum, Erasmus sayesinde de bu imkanı bulmuş oldum. İTÜ büyük bir üniversite, gelip görünce şaşkınlığımı gizleyemedim. Özellikle birçok bölümün olması, kampüslerdeki kültürel zenginlik beni şaşırttı. Aradığınız her şeyi bulabiliyorsunuz. Öğrenciler çok arkadaş canlısı, hiç yabancılık çekmiyoruz yani bir yabancı öğrenci gibi bakılmadığını görüyorsunuz, zaten bu rahatlık bile size yetiyor. Ayrıca hocalarımız da çok yakın. Öğrenmek istediğimiz ne varsa sorup alabiliyoruz, yeter ki siz araştırmacı olun, istekli olun. İstekli oldukdan sonra gerekli materyal da var, donanım da var. Fakat burada esas olan iyi İngilizce bilmeniz. İngilizce bildikten sonra bilgiye ulaşmanız ve diyalog kurmanız kolay. Kültürel olarak da zaten hem İTÜ hem İstanbul size birçok imkan sunuyor. Sergi, müze vb. Yeter ki, vaktinizi ayarlayın. JannIk ReIsberg - ALMANYA İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü Kendi üniversitem, Türkiye’de tek bir üniversiteyle işbirliği içinde, o da İTÜ. Erasmus ile Türkiye’de hangi üniversiteye gideceğimin bir cevabıydı bu. Erasmus’a başvururken, İTÜ hakkında pek bir şey bilmiyordum. Düşünceme göre Almanya’da, Birleşmiş Milletler veya Büyük Britanya’daki çoğu üniversite Türkiye’deki üniversitelerden daha iyi biliniyor. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin farklılığı, RWTH Aachen Üniversitesi ile karşılaştırdığımızda kampüslerinin tüm İstanbul’a yayılmış olması büyük bir üniversite olması. Her gün Maslak’tan Maçka’ya çok uzun yol gidiyorsunuz. Geçmişte, Aachen’de derslik değiştirirken bile sinirlenirdim, fakat bu günlerde İTÜ’deki uzaklıklara bakınca benimkisi hiç kalıyormuş. İkinci olarak; yemekhanedeki tuhaf yemek tabaklarından söz edeyim. İTÜ yemekhanesinde ilk yemek yediğimde, yanlış yere girdiğimi düşündüm, İTÜ’ye değil de Türk ordusuna… Çünkü metal tabaklar Almanya’da sadece orduda kullanılıyor. Üçüncüsü; İTÜ’de herkesin her an yardımseverliği. Aradığınız şeyin ne olduğunun bir önemi yok, özel bir yer, bir oda, ya da tuvalet… Sorduğunuz herkes en iyi şekilde yardımcı oluyor. Bu yorumu genel olarak yapıyorum. İTÜ’de okumaya başlamadan önce , Ocak ayında Türkiye’nin batısında 4 haftalık bir geziye çıkmıştım. Türkiye’de yabancılara olan yardımseverlik ve açıklık gerçekten inanılmaz. Bu özellik, Türk insanının gerçekten gurur duyması gereken bir şey. İTÜ’deki eğitim, kendi üniversiteme göre çok farklı. Kendi üniversitemde sadece final sınavım var, vize ya da finali etkileyen araştırma ödevleri yok. Dahası, bölümüm kendi üniversitemin en ünlü bölümü olduğundan, sınıflar buradakilere göre çok çok büyük. Bu yüzden, İTÜ’de okumak benim için küçük sınıfları olan mükemmel bir okulda okumak demek. Dahası, profesörler- 48 itü vakfı dergisi le iletişime geçmek Aachen’e göre çok farklı. Burada profesörler, sadece ders konusunda değil, herhangi bir probleminizle ilgili konuşabilmek açısından arkadaşınız gibi. Aachen’de bu tamamen farklı, tabi ki açık fikirli, sıcakkanlı profesörler de var fakat, Aachen’dekiler uluslararası şöhretlerinden dolayı kapanık ve gönülsüzler. İTÜ’de en çok sevdiğim diğer bir konu spor hayatı. İTÜ spor yapmak için inanılmaz olanaklara sahip. Koşmaya bile gitmek isteseniz, harika bir stadyumu olduğu için hiçbir sıkıntı yok. İstanbul’un birçok yerini gezdim. Bu belki de Erasmus öğrencisi olmanın en iyi avantajlarından birisi, şehri keşfetmek için yeterli zamanınız var… Ve İstanbul için 5 ay yeterli bir zaman değil. Sadece İstanbul değil, Türkiye’nin her yerini görmek istiyorum. Bu yüzden Ocak ayında Türkiye’nin batısını, sonra Eskişehir, Nevşehir, Aksaray, Konya’yı gezdim. Mardin, Diyarbakır, Van, Erzurum, Samsun, Trabzon, Gaziantep, Adana ve diğer şehirlere de Almanya’ya dönmeden gideceğim. Bir Alman olarak, Türkiye ile ilgili önyargılarımı yıkmak istiyorum; özellikle de doğu kısımlarıyla ilgili olanları. Almanya’ya döndüğümde arkadaşlarıma Türkiye’nin düşünüldüğünden farklı, bambaşka bir yer olduğunu söyleyeceğim. Şimdiye kadar, ufak konuşmalar dışında, Türk öğrencilerle gerçek bir ilişkim olmadı. Bununla birlikte, birisi İTÜ’de öğrenci iki eşsiz Türk’le birlikte bir dairede yaşamak gibi büyük bir avantajım oldu. Gerçekten onlarla yaşamayı seviyorum. Sadece birlikte yaşamak değil bu, aynı zamanda farklı bir kültürü ve yaşama biçimini görmek de aynı zamanda. Bu, Erasmus’un konusudur, kendini geliştirirken başka kültürler öğrenmek… Erasmus için Türkiye’yi seçmemin asıl amacı budur. Burada olmaktan gurur duyma sebebim de budur. Siz de gerçekten Erasmus’a gitmelisiniz. Eğer Erasmus için Almanya’ya gitmeyi düşünürseniz veya yardıma ihtiyacınız olursa benimle iletişime geçin. Facebook gibi sosyal alanlarda beni kolayca bulabilirsiniz. Not: Türkiye’deki gezilerim sırasında çektiğim fotoğraflarla ilgilenmek isteyenler olursa, henüz yasaklanmamışken Flickr hesabımı ziyaret edebilirler. 2013 - 2014 EĞİTİM ÖĞRETİM YILINDA KAYDOLAN ÖĞRENCİ SAYISI VE FAKÜLTELERE GÖRE DAĞILIMI TÜRK ERKEK TÜRK KIZ YABANCI KIZ YABANCI ERKEK Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi 121 21 1 6 Denizcilik Fakültesi 141 14 Elektrik-Elektronik Fakültesi 233 26 1 7 Fen-Edebiyat Fakültesi 86 143 4 4 Gemi İnş. ve Deniz Bil. Fakültesi 66 5 PROGRAMLAR 1 İTU-KKTC 20 2 İnşaat Fakültesi 364 94 2 21 İşletme Fakültesi 230 156 2 3 Kimya-Metalurji Fakültesi 111 137 Maden Fakültesi 147 56 4 9 Makina Fakültesi 242 26 2 1 Mimarlık Fakültesi 125 225 5 5 Tekstil Tekn. ve Tasarım Fakültesi 19 52 4 4 Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi 110 29 1 5 Konservatuar 56 35 Tekstil Tekn. ve Tas. Fakültesi* 5 23 2 4 * Özel yetenek sınavı ile öğrenci kabul eden moda tasarımı programı öğrencileri İTÜ’NÜN ABET AKREDİTASYONU BULUNAN PROGRAMLARI FAKÜLTE ADI PROGRAM ADI Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi Bilgisayar Mühendisliği Elektrik-Elektronik Fakültesi Elektrik Mühendisliği Elektrik-Elektronik Fakültesi Kontrol Mühendisliği Gemi ve Deniz Bilimleri Fakültesi Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği Gemi ve Deniz Bilimleri Fakültesi Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği İnşaat Fakültesi Çevre Mühendisliği İnşaat Fakültesi Geomatik Mühendisliği İnşaat Fakültesi İnşaat Mühendisliği İşletme Fakültesi Endüstri Mühendisliği İşletme Fakültesi İşletme Mühendisliği Kimya Metalurji Fakültesi Gıda Mühendisliği Kimya Metalurji Fakültesi Kimya Mühendisliği Kimya Metalurji Fakültesi Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Maden Fakültesi Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Makine Fakültesi İmalat Mühendisliği Makine Fakültesi Makine Mühendisliği Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Tekstil Mühendisliği Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Uçak Mühendisliği Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Uzay Mühendisliği itü vakfı dergisi 49 İTÜ BUGÜN VE GELECEK İTÜ Yerleşkeleri NEREDE NE VAR? AYAZAĞA YERLEŞKESİ A na yerleşim birimi olan Ayazağa Yerleşkesi, İstanbul’un yeni iş ve ticaret merkezi konumuna gelen Maslak bölgesindedir. 247 hektarlık bir alanı kaplayan Ayazağa Yerleşkesi’nde Rektörlük ve yönetim birimlerinin yanı sıra 13 fakülteden 8’i ve 5 enstitüden 4’ü bulunmaktadır. Bu kampüste bulunan Mustafa İnan Merkez Kütüphanesi, Kültür ve Sanat Birliği, Spor Birliği ve 75. Yıl Öğrenci Sosyal Merkezi Yerleşkesin yoğun yaşam alanlarıdır. Kampüste bulunan 12 bloktan oluşan toplamda 576 öğrenci kapasiteli “Gölet Yurtları”, 4 bloktan oluşan toplamda 1424 öğrenci kapasiteli “Vadi Yurtları”, 3 bloktan oluşan toplamda 384 öğrenci kapasiteli “Ayazağa Kız Ögrenci Yurdu” ve 3 bloktan oluşan toplamda 220 öğrenci kapasiteli “Arı, Gök ve Verda Üründül Yurtları” İTÜ öğrencilerine standartların ötesinde bir yaşam kalitesi sunmaktadır. Yerleşkede Yer Alan Birimler • Rektörlük • Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi • Elektrik- Elektronik Fakültesi • Fen-Edebiyat Fakültesi • Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi • İnşaat Fakültesi • Kimya-Metalurji Fakültesi • Maden Fakültesi • Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi • Fen Bilimleri Enstitüsü • Enerji Enstitüsü • Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü • Bilişim Enstitüsü • Beden Eğitimi Bölümü • Kültür Sanat Birliği • Spor Birliği 50 itü vakfı dergisi TAŞKIŞLA YERLEŞKESİ T aşkışla Yerleşkesi’nde Mimarlık Fakültesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Güzel Sanatlar Bölümü ve Sürekli Egitim Merkezi bulunmaktadır. İTÜ Geliştirme Vakfı ile Rektörlüğün kent içi ofislerini de barındıran bu kampüs, sahip olduğu görkemli tarihi binası ile dikkati çekmektedir. Yerleşkede Yer Alan Birimler • Mimarlık Fakültesi • Güzel Sanatlar Bölümü • Sosyal Bilimler Enstitüsü • Sürekli Eğitim Merkezi GÜMÜŞSUYU YERLEŞKESİ G ümüşsuyu Yerleşkesi, Taşkışla Yerleşkesi ile birlikte 19. Yüzyıl İstanbul’unda en önemli ticaret ve kültür merkezi olan ve bugün de aynı işlevleri sürdüren Taksim bölgesindedir. Kampüste, Makine Fakültesi’nin yanında Kapalı Spor Salonu ile açık hava spor alanları bulunmaktadır. Kampüsde bulunan 2 adet bloktan oluşan toplamda 286 öğrenci kapasiteli kız ve erkek öğrenci yurdu İTÜ öğrencilerine standartların ötesinde bir yaşam kalitesi sunmaktadır. Yerleşkede Yer Alan Birimler • Makina Fakültesi • Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi • Gümüşsuyu Spor Merkezi • Gümüşsuyu Erkek Öğrenci Yurdu • Gümüşsuyu Kız Öğrenci Yurdu MAÇKA YERLEŞKESİ M açka Yerleşkesi’nde İşletme Fakültesi, İngilizce Hazırlık Okulu, Türk Müziği Konservatuarı, İTÜ Vakfı ofisleri ve İTÜ Sosyal Tesisleri bulunmaktadır. Sosyal tesis, yabancı ve yerli misafirler için otel, lokanta, açık yüzme havuzu ve tenis kortları olanaklarina sahiptir. Bu kampüste Üniversiteye ait bir ana okulu ve kreş de bulunmaktadır. Taşkışla ile Maçka Kampüsleri arasında bağlantıyı saglayan teleferik servisi, İTÜ öğrencilerine önemli bir olanak sunmaktadır. Yerleşkede Yer Alan Birimler • İşletme Fakültesi • Yabancı Diller Yüksekokulu • Türk Musikisi Devlet Konservatuarı • İTÜ-MİAM (Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi) • İTÜ Vakfı Ofisleri ve Sosyal Tesisler TUZLA Yerleşkesi 16.5 hektarlık alana sahip Tuzla Yerleşkesi’nde modern ekipmanlarla donatılmış eğitim havuzu ile Denizcilik Fakültesi bulunmaktadır. YerleşkedeYer Alan Birimler • Denizcilik Fakültesi itü vakfı dergisi 51 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Alanında İlk ve Lider İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı İ Prof.Adnan Koç İTÜ TMDK Müdürü İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarımız, gerek eğitim-öğretim kadrosuyla gerek mezunları ile Türkiye’nin sanat ve müzik alanına yön veren büyük bir ailesidir. Bunun neticesinde disiplinler ve kültürler arası çalışmalara verdiği önem gereği, küresel ölçekte yaptığı uluslararası anlaşmalar ve eğitim işbirlikleri ile dünyada da yükselen bir eğitim kurumu olarak dikkat çekmektedir. 52 itü vakfı dergisi TÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarı, Atatürk’ün ulusal musikimiz için ortaya koyduğu ana ilkenin gerçek anlamı doğrultusunda,”Türk Musikisini devlet katında belgelemek, örneklemek, araştırmak, yaymak ve çağdaş müzikteki yerini almasını sağlayacak çalışmalar yapmak” amacıyla 1975 yılında Türk Musikisi alanında Türkiye’de kurulan ilk ve lider konservatuardır. Alanında öncü olmasının sorumluluğu ve bilinci ile örnek bir kurum olarak Türk Müziği’ni geliştirmek ve 21.yüzyıla layıkıyla taşımak parolasıyla yoluna devam eden Konservatuarımız; özünden kopmadan kendi kültürünü bilen, gerek Türk Müziği gerek Avrupa kaynaklı müzik ile amacına yönelik çalışmalar yapan, sanatsal özelliklerin yanı sıra bilimsel çalışmalara önem veren, yenilikçi anlayışıyla her yönden kendini donatan ve güncelleyen; ’değerler’ yetiştirmektedir. Bu iklimi soluyanlar; Konservatuarını, Türk Müziğini, Üniversitesini ve milletini küresel düzeyde layık olduğu yere yükseltmek ve daima ileriye gitmek gibi ulvi amaçlarından asla taviz vermemektedirler. Eğitimlerini başarıyla tamamlayan mezunlarımız, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türkiye Radyo Televizyonu vb. devlet kurumları bünyesindeki koro, topluluk ve orkestralarda Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ses ve saz sanatçısı, dansçı, çalgı yapımcısı, tonmayster, besteci, aranjör, müzikolog, teorisyen, araştırmacı, üniversitelerde öğretim elemanı, Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen ve diğer örgün/yaygın eğitim kurumlarında toplumsal aktörler olarak etkin rol oynamaktadırlar. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuarımız, gerek eğitim-öğretim kadrosuyla gerek mezunları ile Türkiye’nin sanat ve müzik alanına yön veren büyük bir ailesidir. Bunun neticesinde disiplinler ve kültürler arası çalışmalara verdiği önem gereği, küresel ölçekte yaptığı uluslararası anlaşmalar ve eğitim işbirlikleri ile dünyada da yükselen bir eğitim kurumu olarak dikkat çekmektedir. Bu nedenle “İTÜ Türk Musiki Devlet Konservatuarlı olmak bir ayrıcalıktır.” TMDK’nın İTÜ’ye Bağlanması 1982’de devlet konservatuarlarının Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) kapsamına alınıp üniversitelere bağlanması sırasında Türk Musikisi Devlet Konservatuarı, Prof. Ercüment Berker’in çalışmaları ile İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlanmıştır. Bu yıldan itibaren sırasıyla Prof.Lütfi Zeren, Prof. Fikret Değerli, Prof.Yalçın Tura, Prof.Dr.Can Etili Ökten, Prof Dr.Lale Berköz ve Prof.Dr. Cihat Aşkın müdürlük görevi yapmıştır. Kurulduğu yılda Çalgı Eğitimi, Ses Eğitimi ve Temel Bilimler olmak üzere 3 bölüm ile eğitim-öğretime başlayan İTÜ TMDK, günümüzde Anasanat ve Anabilim Dalı kap- Prof. Dr. Cihat Aşkın İstanbul Teknik Üniversitesi çatısı altında yurdumuzda, ilk defa Müzikoloji ve Müzik Teorisi Doktora Programlarının ortaklaşa yürüttüğü doktora programıyla İTÜ’nün amaçlarına uygun olarak çağdaş, uluslararası düzeyde lisansüstü eğitim vermeye devam edilmektedir samında 7 bölüm ile hizmet vermektedir. Çalgı Bölümü- Çalgı Anasanat Dalı altında 28 çalgı programı, Müzik Teknolojileri Bölümü-Müzik Teknolojileri Anabilim Dalı’nda Çalgı Yapım ve Ses Tasarımı Programları, Ses Eğitimi Bölümü-Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği Programları, Türk Halk Oyunlara, Müzik Teorisi, Müzikoloji ve Kompozisyon Bölümleri’nde ise bölümle aynı ada sahip birer program ile eğitim-öğretim sürdürülmektedir. Uluslararası Düzeyde Yüksek Lisans ve Doktora Programları 1986 yılında İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı olarak başlayan Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği Yüksek Lisans Programlarına 1988 yılında aynı enstitüye bağlı sanatta yeterlik programlarının eklenmesi, Türk Musikisi Devlet Konservatuarı’nın akademik yapılanmasına da olanak sağlamıştır. Bugün birçok kurumda yardımcı doçent, doçent ve profesör olarak görev yapan akademisyenler bu programlardan yetişmiştir. 2001 yılından itibaren başlayan lisanüstü yeniden yapılanma çalışmaları ile İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde Müzikoloji yüksek lisans programı, Müzik Teorisi ve Kompozisyon yüksek lisans programı hizmet vermeye başlamıştır. 2013’de hazırlıkları tamamlanmış olan Çalgı-Ses yüksek lisans programı ise 2013-2014 eğitim-öğretim yılında öğrenci kabulüne başlayacaktır. Bunlarla beraber İstanbul Teknik Üniversitesi çatısı altında yurdumuzda, ilk defa Müzikoloji ve Müzik Teorisi Doktora Programlarının ortaklaşa yürüttüğü doktora programıyla İTÜ’nün amaçlarına uygun olarak çağdaş, uluslararası düzeyde lisansüstü eğitim vermeye devam edilmektedir. Yrd. Doç. Dr. Hakan Şensoy Alanında öncü olmasının sorumluluğu ve bilinci ile örnek bir kurum olarak Türk Müziği’ni geliştirmek ve 21.yüzyıla layıkıyla taşımak parolasıyla yoluna devam eden Konservatuarımız; özünden kopmadan kendi kültürünü bilen, gerek Türk Müziği gerek Avrupa kaynaklı müzik ile amacına yönelik çalışmalar yapan, sanatsal özelliklerin yanı sıra bilimsel çalışmalara önem veren, yenilikçi anlayışıyla her yönden kendini donatan ve güncelleyen; ’değerler’ yetiştirmektedir. itü vakfı dergisi 53 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Müzik Eğitiminde Bir Öncü: İTÜ MIAM Prof. Şehvar Beşiroğlu İTÜ MİAM Müdürü MIAM; ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Yunanistan ve Türkiye’den oluşan güçlü uluslararası akademik kadrosuyla %100 İngilizce olarak verilen müzik eğitimi ile Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiştir. K uruluşunun 15. yılında olan İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi, bu süreçte Türkiye’de Sosyal Bililmler Enstitiüsü’ne bağlı Müzik lisansüstü programları ile müzik eğitiminde önemli bir merkez haline gelmiştir. MIAM; ABD, İngiltere, Yeni Zelanda, Yunanistan ve Türkiye’den oluşan güçlü uluslararası akademik kadrosuyla %100 İngilizce olarak verilen müzik eğitimi ile Türkiye’de bir ilki gerçekleştirmiştir. 21. yüzyılın ihtiyaçları yönünde müziğin farklı alanlarına odaklanan eğitimi ile, gerek akademik dünyaya gerekse sektöre hizmet eden bir yapı kazanmıştır. Ses mühendisliği, sonik sanatlar, 54 itü vakfı dergisi kompozisyon, müzik teorisi, performans, şeflik, etnomüzikoloji, tarihsel müzikoloji, oda müziği, barok müzik ve müzik işletmeciliği; MIAM’ın odaklandığı başlıca alanları oluşturmaktadır. Henüz 15 yıllık bir kurum olmasına rağmen, gerek ABD ve Avrupa’da, gerekse Türkiye’nin önde gelen üniversitelerinde MIAM mezunu akademisyenler bu eğitim ekolünü devam ettirmektedirler. Çağdaş teknoloji ile donatılmış MIAM Stüdyosu ve ülkenin en zengin kataloglarından birine sahip olan MIAM Müzik Kütüphanesi, eğitim kalitesini yükselten, öğrencilerin ve akademisyenlerin hizmetine sunulmuş önemli imkanlardır. 1999 yılında Prof.Dr. Gülsün Sağlamer öncülüğünde, Dr. Erol Üçer’in bağışı ile Prof.Dr.Cihat Aşkın ve Prof. Dr. Kamran İnce tarafından kurulmuş olan Araştırma Merkezi ve Müzik Programları, 2012 yılından bu yana müdürlük görevini devr alan Prof. Şehvar Beşiroğlu ve yardımcısı Yrd.Doç. Dr. Yelda Özgen Öztürk tarafından yöneltilmektedir. Her geçen yıl öğrenci ve öğretim üyesi profilini yükseltmekte olan MIAM, çağdaş müziğin yanısıra, Türk müziği temelinde uluslararası çalışmaların da ön planda olduğu bir kurumdur. Her dönem Avrupa’dan ve Amerika’dan araştırmaya gelen değişim programı öğrencilerine ev sahipliği yapmaktadır. Doğunun makamsal müziğini, batının çağdaş tınılarıyla sentezleyen merkez, bu konuda Türkiye’de öncü bir rol de üstlenmektedir. MIAM, akademik başarısının yanı sıra, dikkat çeken etkinlik dizileriyle de öne çıkan bir kurumdur. MIAMSunar adlı serilerde günümüzün parlayan sanatçıları konser ve atölyelerde öğrencilerle buluşurken, aynı zamanda eğitim planı çerçevesindeki öğrenci resitalleri çağdaş müziğin tınılarını izleyicilere sunmaktadır. Ülkemizin iki çok değerli müzik ve müzik bilimi insanının isminin verildiği İlhan Usmanbaş Konser Salonu ve Cevad Memduh Altar Seminer Salonu, gerek Türkiye’den gerekse yurtdışından önemli sanatçı ve akademisyenlere ev sahipliği yapmaktadır. MIAM’da eğitim gören bir öğrencinin en büyük avantajı, müziğin her alanına dokunan bir eğitim planıyla mezuniyetini tamamlamasıdır. Bir mezun, batı müziği teorisi ve tarihini öğrenirken, dünya müziklerini ve Türk Makam müziği’ni de öğrenip, araştırabilmektedir. Tüm bunlar ile birlikte müziğin son teknolojileriyle tanışıp, müzik işletmeciliğinin esaslarını da öğrenebilmekte, sektörün ihtiyaçlarının farkına olabilmektedir. Bu imkanlar sayesinde müzik alanında vizyoner ve çağının ötesini görebilen mezunlar yetiştiren MIAM, ülkemizin önde gelen akademik merkezlerinden biri olma özelliğini taşımaktadır. İTÜ VAKIF VE DERNEKLER İTÜ VAKIF VE DERNEKLERİ İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR KONSEYİ İTÜ Mezunlarla İletişim Ofisi Rektörlük Eski Bina Ayazağa Yerleşkesi, 34469 Maslak-İstanbul Tel. 0212 285 30 80 e-posta: mezun@edu.tr www.mbs.edu.tr İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTELİLER BİRLİĞİ ve İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTELİLER BİRLİĞİ VAKFI Merkez: Büklüm Sokak No: 71 06700 – Kavaklıdere – ANKARA Tel: +90 312 428 52 63 – 428 53 73 Fax: +90 312 428 53 74 e-posta: birlik@itubirlik.org.tr Web: http://www.itubirlik.org.tr/ İstanbul Şubesi Adres: Sıraselviler Caddesi No: 10/6 – Beyoğlu – İSTANBUL Tel: +90 212 244 30 66 İzmir Şubesi Adres: Cumhuriyet Bulvarı No:134 Kat:3 – Pasaport – İZMİR Tel: +90 232 489 40 26 – FAKS: +90 232 489 61 46 İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ VAKFI İTÜ Maçka Yerleşkesi Adres: Teşvikiye, 34367-İSTANBUL Tel: 0212 230 73 71 – 296 31 47 – 246 64 05 Fax. 231 46 33 e-posta: ituvakif@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr İTÜ MEZUNLAR DERNEĞİ İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi No. 1/3 Maslak-İstanbul Tel.0212 328 34 54 3 Hat, Fax. 0212 328 34 57 e-posta: bilgi@itumezunlaridernegi.org.tr www.itumd.org.tr GAZİANTEP İTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ BURSA İTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ İSTANBUL TEKNİK ÜNİVERSİTESİ SPOR KULÜBÜ Ayazağa Yerleşkesi Maslak 34469 İstanbul Tel. 0212 285 36 55 Fax. 0212 285 31 72 www.ituspor.org.tr İTÜ SPOR KLÜBÜNÜ KORUMA VAKFI Ayazağa Yerleşkesi Maslak 34469 İstanbul İTÜ İLERİ ELEKTRONİK TEKNOLOJİLERİ ARAŞTIRMA VE GELİŞTİRME (İTÜ-ETA) VAKFI Ayazağa Yerleşkesi Arı 2 Teknokent A Blok 3-3 34469 Maslak-İstanbul Tel. 0212 663 88 07 Fax. 0212 663 89 29 İTÜ GELİŞTİRME VAKFI İTÜ Ayazağa Yerleşkesi, Koru Yolu ARI 3 Binası No. B204 34 496 Maslak-İstanbul Tel. 0212 285 26 44-45 e-posta:gvakif@itu.edu.tr İTÜ MEZUNLAR DERNEĞİ-USA İletişim: feraygirgin@yahoo.com feray1@aol.com www.itumdusa.org itü vakfı dergisi 55 İTÜ BUGÜN VE GELECEK Tablo -2 devamı 56 itü vakfı dergisi itü vakfı dergisi 57 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Bir Anıt: “TAŞKIŞLA” Taşkışla binası 1983 yılında, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nca, “aynen korunacak” birinci sınıf tarihi eser olarak tescil edilmiş, karar Resmi Gazete’de yayınlanarak kesinleşmişti. Bu tescile rağmen, 1984 yılında dönemin Hükümeti Taşkışla’yı otel yapma kararı alarak İTÜ Rektörlüğü’nden binayı boşaltmasını ve teslimini talep etmişti. Bunun üzerine, birinci sınıf “aynen korunacak” bir tarihi eser, aynı zamanda İTÜ’nün simgesi olan Taşkışla binasının otel yapılmasına karşı çıkan bir grup İTÜ öğretim üyesi (Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu, Prof.Dr.Yıldız Sey, Prof.Dr. Afife Batur, Prof.Dr Zeynep Ahunbay), ilgili merciler nezdinde yapmış oldukları tüm başvuru ve uyarıların yanıtsız kalması üzerine 1988’de İstanbul İdare Mahkemesi’ne bir iptal davası açmışlar, TMMOB Mimarlar Odası da öğretim üyelerini destekleyerek aynı konuda paralel iptal davası açmış, İnşaat Mühendisleri Odası’da müdahil olarak davaya katılmıştı. 1989’da Taşkışla binasının aynen korunması kararına aykırı proje onayı ve tarihi eserin otele dönüştürülmesi ile ilgili tüm idari işlemler mahkemece iptal edilmiş, konu İTÜ’nün zaferi ile sonuçlanmıştı. İTÜ’nün yakın tarihinde önemli yer tutan bu olayı irdeleyen ve o dönemde İTÜ Vakfı Dergisi’nde yayımlanan yazıları, hafızalarımızı tazelemek, yeni kuşakların dikkatine sunmak üzere bu sayımıza da aldık… 58 itü vakfı dergisi B ugünkü Taşkışla binasının bulunduğu, Boğaz’a açılan vadinin yamaçlarında, 1846 yılında padişahın emri ile bir Tıp Fakültesi Hastanesi yapılması kararlaştırılmış. Bu emre göre, hastahane üç yüz öğrenci, iki yüz hasta alacak şeklide planlanacak, ayrıca bina içinde büyük koğuşlar, orta yerinde iki minareli bir cami, padişah dairesi, saat kulesi ve iki havuz bulunacaktır. Bina, saltanatın şanına yakışır şeklide olması şartı ile , hekimbaşı nezaretinde, devlet binaları kalfalarından İstefan Kalfa’ya yaptırılacak, ancak ünlü İngiliz mimar J. Smith’in de bilgilerinden yararlanılacaktır. (1) Aynı yıl, başta padişah olmak üzere bütün nazırlar ve davetlilerin bulunduğu bir törenle binanın temeli atılmış, bina ile ilgili projelerin hazırlanması ve uygulanması, Beyoğlu-Galatasaray’daki İngiliz Başkonsolosluk binasını yapan ünlü Mimar Charles Barry’nin direktifleri altında, Mimar J. Smith tarafından yapılmıştır. Bina Anglo-İtalyan Rönesans mimarisi üslubunda inşa edilmiştir. 1846 yılında yapımına başlanan binanın inşaatı 1852 yılına kadar devam etmiştir, 1853’te Osmanlı Devleti’nin, İngiltere ve Fransa ile Rusya’ya karşı anlaşma imzala- Prof. Emin Onat ve Prof. Paul Bonatz gibi ünlü mimar hocaların elinde, dünyanın en güzel restorasyon örneklerinden birini oluşturacak şekilde ve üniversite işlevine uygun olarak yeniden yaratılmış olan bu çalışma, eski bir yapının yeniden kullanımının en güzel örneklerinden biri olarak mimarlık literatürüne geçmiştir. ması sonucu Kırım Savaşı başlamıştır. Büyük masraflarla inşa edilen Taşkışla binası bitirildikten sonra bir süre boş bırakılmış, Kırım Savaşı sırasında müttefik kuvvetlerin askerlerine hastane olarak tahsis edilmiştir. Savaşın bitmesi üzerine Fransız askerleri binayı terk etmiş, bunun üzerine uzun süre boş kalan bina, harap bir şekilde yıkılmaya yüz tutmuştur. (1) 1860 yılında Sultan Abdülmecit’in ölümü üzerine yerine Sultan Abdülaziz geçmiş, bu denli güzel bir binanın harap bir şekilde bırakılmayacağını söyleyerek, onarım için emir vermiştir. Son durumu yakından görmek için kışlaya gelen Padişah, onarım çalışmalarını beğenmiş ve binanın adının Mecidiye Kışlası olarak kalmasını istemiş, Mecidiye Kışlası ile civar karakol taburlarında bulunan askerlere dağıtılmak üzere 657 kese akçe bağışlamıştır. 1861 yılındaki bu onarıma ait kitabe bugün Taşkışla binasının giriş holünde bulunmaktadır. Aynı dönem içinde Taksim ve civarında birlikler için başka kışlaların da yapıldığı, eskilerinin onarıldığı belgelerden anlaşılıyor. Ancak Cumhuriyet döneminde Taksim çevresinin giderek yapılaşması ve bu yörenin talim yeri olmaktan çıkıp, yoğun bir yerleşim bölgesine dönüşmesi sonucu kışla binaları işlevlerini kaybetmiştir. Uzun yıllar askerlik tarihimizin bir parçası olarak yaşamış, 31 Mart dahil birçok olaya sahne olmuş (3) “Mecidiye Kışlası” bugünkü adı ile Taşkışla, 1943 yılında Maarif Vekilliği’ne tahsis edilmiş, aynı yıl binanın İTÜ’ye tahsisi konusunda girişimlerde bulunulmuş, Ord. Prof. Emin Onat, zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, M.E.B Teknik Eğitim Müsteşarı Rüştü Uzel ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, binanın İTÜ’ye tahsisinin gerçekleşmesini sağlamışlardır. Tamamen harap bir şekilde Yüksek Mühendis Mektebi’ne (İTÜ) teslim edilen binanın, yıkılarak yerine yeni bir bina yapılması önerilerine, o zaman İstanbul’da yaşamakta olan ünlü Alman Mimar Paul Bonatz karşı çıkmış, bunun üzerine, Ord. Prof. Emin Onat ve Prof. P. Bonatz binanın restorasyonu ile ilgili iç düzenleme projeleri hazırlamışlardır. Restorasyon sırasında ilke olarak binanın dışına dokunulmamış, iç düzenlemeler ise binanın ana mekan şemasını bozmayacak şekilde yapılmıştır. Prof. Emin Onat ve Prof. P. Bonatz gibi ünlü mimarların elinde, dünyanın en güzel restorasyon örneklerinden birini oluşturacak şekilde ve üniversite işlevine uygun olarak yeniden yaratılmış olan bu çalışma, eski bir yapının yeniden kullanımının en güzel örneklerinden biri olarak mimarlık literatürüne geçmiştir. (3) 1943-1950 yılları arasında süren restorasyon çalışmalarından sonra, 1950 yılında Mimarlık ve İnşaat Fakültesi ile Rektörlük binaya yerleşmiş, bina İTÜ tarafından kullanılmaya başlanmıştır. 1960’lı yıllara gelindiğinde, büyüme sıkıntıları başlayan İTÜ, bünyesindeki birimlerin geleceğe dönük programlanması amacı ile Ayazağa’da bir Yerleşke kurmayı kararlaştırmıştır. 1980’den itibaren Yerleşkee yerleşmeye başlayan İTÜ’nün, kent içindeki binalarını terk edeceği düşünülerek, Taşkışla binasının zaman zaman Milli Savunma’ya Adalet Bakanlığı’na TÜBİTAK’a, Resim ve Heykel Müzesi’ne tahsisi konusunda değişik kararlar alınıp kaldırılmıştır. “Kendine özgü insanı saran bir gücü var bu yapının. Bir katedralde olduğu gibi bir melodi yayılıyor çevreye. Bu uzun koridorlarda tıpkı Vatikan ya da Louvre’da olduğu gibi insanı saran, etkileyeci bir güç var. Sanki bu galeride gençlere şu çağrı yapılıyor. Sen bu topluluğa katılma şansına sahipsin. Bunun değerini bil...” Alman mimarlık dergisi Baumeister’in 1950 Ağustosunda yayımlanan sayısında Prof. Paul Bonatz Taşkışla’yı böyle tanımlıyor. 1983 yılında, Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nca, Taşkışla binası “aynen korunacak” birinci sınıf tarihi eser olarak tescil edilmiş, karar Resmi Gazete’de yayınlanarak kesinleşmiştir. 1984 yılında ise Hükümet Taşkışla’yı otel yapma kararı alarak İTÜ Rektörlüğünden binayı boşaltmasını ve teslimini talep etmiştir. 1986’da, binada eğitim devam ettiği halde, Taşkışla’yı otel yapmak amacıyla kiralayan firma bina içinde ve dışında inşaata başlamıştır. Sonuçta İTÜ Öğretim Üyelerinden bir grup, Taşkışla’daki otel inşaatının durdurulması konusunda 1988 yılında İstanbul İdare Mahkemesi’ne bir iptal davası açmışlar, açılan dava 1989 yılında sonuçlanmış ve Taşkışla binasının otele dönüştürülmesi ile ilgili tüm idari işlemler mahkemece iptal edilmiştir. 1-Prof.H.Kemali Söylemezoğlu (İTÜ Mim.Fak.Emekli Öğretim Üyesi, Taşkışla ile ilgili Osmanlı dönemine ait belgelerin incelenmesi). 2- İffet Orbay-(Yüksek Lisans Tezi). 3- Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu (Taşkışla davasına ait belgeler). İTÜ Vakfı Dergisi, Yıl: 1989, Sayı: 2. itü vakfı dergisi 59 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ İTÜ Taşkışla Davasının Kazanılması Paralelinde İTÜ Kentiçi Binalarının Korunması ve En İyi Şekilde Değerlendirilmesi Sorunu Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu İTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi İ TÜ Taşkışla binasının korunması ve İTÜ’de kalması amacıyla açmış olduğumuz dava sonuçlanmış ve T.C. İstanbul 3 Nolu İdare Mahkemesi, 30.5.1989 gün, 1989/667 sayılı kararıyla tarihi Taşkışla binasının aynen korunması kararına aykırı proje onayı ve tarihi eserin otele dönüştürülmesi ile ilgili tüm idari işlemleri iptal etmiştir. Bu karar 17.7.1989 itibariyle bizlere iletilmiş bulunmaktadır. Bu kararın bir kopyası 24 Temmuz 1989’da İTÜ Sayın Rektörü’ne sunulmuştur. Bilindiği üzere, birinci sınıf “aynen korunacak” tarihi eser aynı zamanda İTÜ’nün simgesi olan Taşkışla binasının otel yapılmasına karşı çıkan bir grup İTÜ Öğretim üyesi olarak bizler, Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu, Prof. Dr. Yıldız Sey, Prof. Dr. Afife Batur, Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, ilgili merciler nezdinde yapmış olduğumuz tüm başvuru ve uyarıların yanıtsız kalması üzerine, 13.6.1988’de bu davayı açmıştık. TMMOB Mimarlar Odası’da bizleri destekleyerek aynı konuda paralel iptal davası açmış İnşaat Mühendisleri Odası da müdahil olarak davaya katılmıştı. Bu dönüm noktasında, aşağıdaki hususların bilinmesi ve üzerinde önemle durulması gerekmektedir: • İTÜ Rektörü Sayın İlhan Kayan, bir süre önce kendisini ziyaret eden öğretim üyelerine verdiği sözü tutmuş, dava kazanılınca derhal Maliye ve Gümrük Bakanlığı’na yazılı başvuruda bulunarak Taşkışla binasında eğitim işlevinin sürdürülmekte olduğunu, bu nedenle de mülkiyetinin İTÜ’ye devrini talep etmiştir. • Taşkışla üzerinde İTÜ’nün yasal hakları bakımından Taşkışla’da eğitim amaçlı işlevin sürdürülmesi çok önemlidir. Bu husus, Taşkışla’nın İTÜ’de kalmasının da ön koşuludur. • Taşkışla’da eğitim amaçlı işlevin sürdürülmesi ve İTÜ’de kalması İstanbul Anakent Belediyesi’nce de desteklenmektedir. Bunun kanıtı olarak İstanbul Anakent Belediye Meclis, 25 Temmuz 1989 gün ve 6 sayılı birleşiminde, İTÜ Taşkışla binasının otel olarak kullanılması hakkındaki 1/500’lik imar planı değişikliğini iptal ederek, “Taşkışla binasının kent bütününe hizmet edecek ve aynı zamanda eğitim, kültür, sanat, işlevini yerine getirecek İTÜ Merkez binası olarak kullanılabileceği şeklinde plan kararı almıştır. • Diğer yandan, halen Taşkışla’da eğitim hizmeti veren ve kent içinde kalması kararlaşmış iki fakülteden biri olan İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin, bu binadan çıkarılarak Maçka Kışlası’na nakledilmesini, Taşkışla’nın İTÜ’de kalması paralelinde gereksiz gören Mimarlık Fakültesi’ne mensup 105 öğretim üye ve yardımcısı, bu nakil işinin artık durdurulması için Rektörlüğe mektup göndererek başvurmuş bulunmaktadırlar. • Davayı kazanan bizlerin önerisi üzerine ve tüm bu gelişmeleri de dikkate alarak, İTÜ Yönetim Kurulu, Taşkışla ve dolayısıyla İTÜ kent içi binalarının kullanımları, aynı zamanda ek kültür ve sanat işlevleri doğrultusunda yeniden değerlendirmeleri amacıyla komisyon 60 itü vakfı dergisi kurmuş, komisyon raporunu tamamlamış ve Rektörlüğe sunmuştur. Bu dönüm noktasında yukarıda sıralanan bu gelişmeler şöyle yorumlanabilir: • Taşkışla davası sonuçlanmış ve bu tarihi eserin otel yapılamayacağı kanıtlanmıştır. • İstanbul Anakent belediyesi de bu konuda yanlış kararını düzeltmiş, Taşkışla’nın İTÜ Merkez Binası olarak kalması ayrıca kent bütününe kültür ve sanat hizmeti vermesini karar altına almıştır. • Bu son durumlar, İTÜ ve kent için yepyeni ve çok tutarlı akılcı bir doğrultu belirlemektedir. Bütün bu güzel ve doğru şeylerin gerçekleşmesinde doğal olarak başta İTÜ rektörlüğün ve tüm İTÜ’lülere büyük sorumluluklar düşmekte bilinçli çabalar gerekmektedir. Tarihi geçmişine sahip çıkma, bunun paralelinde kent içindeki varlığını çok daha iyi bir şekilde değerlendirerek sürdürme çabasında tüm İTÜ’lülere dayanışma ve başarılar dilerim. İTÜ Vakfı Dergisi, Yıl: 1989, Sayı: 2 Kültür Uzun, Para Kısadır Doç. Dr. Mete Tapan İTÜ Mimarlık Fakültesi Ekmek gibi, insanı yaşatan öğelerden biri de, insanın yaşadığı çevrede ayakta kalan kültür simgeleridir. İnsan bu simgelerde geçmişini, geleceğini yaşar. Bu simgelere saygı gösterilmemişse, toplum bireylerinin değerleri sarsılır. Toplumu toplum yapan, bu kültürel simgelerin toplum bireyleri tarafından ortaklaşa paylaşılmasıdır. Zaman zaman bu simgeler bir padişahlığın ihtişamını gösteren saraylar gibi simgeler de olabilir. Ama yine de bunlar yıkılmaz… 2 1 Temmuz 1986, İTÜ’lülerin unutamayacağı bir gün olacak. Teknik Üniversite’nin simgesi, tarihi Taşkışla, beş yıldızlı otel olmak üzere otel girişimcilerinin eline teslim edildi. Büyük hocaların, başbakanların, işadamlarının yetiştiği bu kutsal bina, feleğin cilvesi olsa gerek yine İTÜ’lüler tarafından terk ediliyor. İnsanın güleceği geliyor, sonra da ağlayacağı… Niçin, ne uğruna böyle bir olay oldu? Kimlerin yararı var bu işte? Kanımca, bu işte tek yararı olacak olan otel girişimcisidir. Ne yapalım, günün ekonomik yapısı bu tür tek yanlı yararların da sağlanmasına olanak veriyor. İstanbul, belki de Türkiye’de beş yıldızlı otele en gereksinme duyulan kenttir. Ama bu gereksinmenin giderilmesinde kültür simgelerimizin yok olması düşünülmemeliydi. Kültürel simgeleri yaratmak uzun yıllar ister, ama beş yıldızlı oteli yapmak için salt para yeterlidir. Parayı ve pazarı buldun mu, beş yıldızı takarsın otelin kapısına, bu iş bu kadar basittir. Ama kültürlerin simge haline gelmiş binalarla anılması o kadar basit olmaz. Cumhuriyet’in ilk yıllarında sadece 15 olan mühendis sayısını bugün on binlere getiren teknik eğitim seferberliğinin temel taşı olan bina, tarihi Taşkışla’mız elden gitti. Gerçekten 21 Temmuz günü içim burkuldu. Acaba akademik giysilerimizle Taksim’de sessiz bir yürüyüş yapıp çelenk mi koysaydık, yoksa üniversitede yapılan töreni protesto mu etseydik? Sonra düşündüm, bunların bugünkü ortam içinde yapılması yarar getirmez. Ama yine de duramadım, belki bir gün tarihi bir belge olur diye bu yazıyı yazdım. Amaç kimseyi suçlamak değil. Burada suçlanması gereken, kültür sürekliliğine gösterilen bilinçsiz saygısızlıktır. Niçin bilinçsiz? Herkesin iyi niyetli olduğuna inanıyorum da ondan. Bugün bu tür kararı veren kişilerle benzer başka konularda konuşma fırsatı buldunuz mu, bakıyorsunuz onlar da sizin gibi düşünebiliyor… Umutlanıyor insan. Ama bugünkü ekonomik model zaman zaman çok acımasız oluyor. Bu model, kültür sürekliliğini, toplumsal yarar bilincini bir yana itiyor ve en çok kar getiren davranışın peşinden gidiyor. Böyle tarihi bir binayı, içinde bugün 1200 öğrenciyi barındıran, mimarlık eğitimi için ideal olan bir yapıtı, her türlü mimari zorlamayla otele dönüştürmek, kültür sürekliliğine inanmamak demektir. Kuşkusuz binanın dış görünümü, hatta bazı iç mekanları otelle ilgili restorasyon çalışmalarında korunacaktır. Ancak kültür sürekliliği binanın salt fiziksel korunmasıyla sağlanamaz. Binanın vermiş olduğu hizmetin de korunabilmesi kültür sürekliliğini bütünleştirir. Bu nedenle Çırağan Sarayı’nın otele dönüştürmesiyle, Taşkışla gibi bugün kültürel hizmet veren bir yapının otele çevrilmesi farklı olgulardır. Ekmek gibi, insanı yaşatan öğelerden biri de, insanın yaşadığı çevrede ayakta kalan kültür simgeleridir. İnsan bu simgelerde geçmişini, geleceğini yaşar. Bu simgelere saygı gösterilmemişse, toplum bireylerinin değerleri sarsılır. Toplumu toplum yapan, bu kültürel simgelerin toplum bireyleri tarafından ortaklaşa paylaşılmasıdır. Zaman zaman bu simgeler bir padişahlığın ihtişamını gösteren saraylar gibi simgeler de olabilir. Ama yine de bunlar yıkılmaz. Bunun en iyi örneğini, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişte yaşadık. Atatürk, Cumhuriyet’i kurarken Dolmabahçe Sarayı’nı yıkmayı düşünmedi, ama saltanatı yıktı, yeni Türk devletini kurdu. Yeni devleti kurarken Atatürk yine de toplum için saltanat simgesi itü vakfı dergisi 61 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ olan Dolmabahçe’yi zaman zaman kullandı ve orada son nefesini verdi. Çünkü Atatürk halkın kültürel simgelerden koparılamayacağına, ancak yeni çağdaş kültür öğeleriyle beslenmesinin gereğine inanmıştı. Değişen toplum, değişen değer sistemleri yeni kültür simgelerini de beraberinde getirdi. Yenilik, hiçbir zaman eskiyi yok ederek değil, eskiyle beraber, onu özümseyerek, onu anlayarak gelir. Yoksa taklitçilik (seçmecilik) alır yeniliğin, çağdaşlaşmanın yerini. Taşkışla da, kanımca bir taklitçilik örneğinin kurbanı oldu. Emin Onat’ların, Mukbil Gökdoğan’ların, Kemali Söylemezoğulları’nın, Hamid Dilgan’ların, Said Kuran’ların, Holzmeister’lerin, Bonatz’ların büyük güçlüklerle yarattıkları, yoktan var ettikleri okul bir günde beş yıldızlı otel girişimcisine teslim edildi. Avrupa’da yukarıda birkaçının ismini saydığım kişiler benzeri hocaların büstleri kendi üniversitelerinin giriş hollerinde yer alır… Acaba bizler otel yaptığımız Taşkışla’nın Son Defa Taşkışla Doç. Dr. Mete Tapan İTÜ Mimarlık Fakültesi “Aslında itirazlar birkaç profesörden kaynaklanıyor. Onlar denize nazır odalarından çıkmamak için bu direnişi gösteriyorlar…” (Topaz, Mayıs 1987, Selim Edes, Enka İnşaat A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı) Sayın Edes, maalesef çok yanılıyorsunuz. Hem de yanıldığınızı bile bile. Yaklaşık beş ay evvel Mimarlık Fakültesi’ne gelip bizlerle bu konuda konuştunuz ve hatta bizlere Taşkışla’nın otel olmasıyla ilgili çalışmalarda işbirliği önerisinde bulundunuz. O gün bizlerin ne düşündüğünü, Taşkışla’nın İTÜ ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mühendisleri ve mimarları için ne ifade ettiğini açıklamış, bu işten vazgeçilmesinin tarihi bir misyon olduğunu vurgulamıştık. Sayın Edes, direnen mirenen yok, fazla endişelenmeyin, ayrıca direnme sözcüğünü de hiç yerinde bulmuyorum. Ama bir ülkenin ortak kültür değerleri Atatürkçü kuşakların gözünün önünde yabancı şirketlere peşkeş çekiliyor ve kültür değerlerimiz bir bir yok oluyorsa, bizlerin susmasını beklemeniz de “safdillik” olur. Her şeyi parayla ölçmek, hem de dolarla ölçmek, gerçekten Atatürk ilkelerine inanmış, onun çağdaşlaşma konusundaki özdeyişlerini kendilerine bayrak yapmış kişileri çok üzüyor. Çok şükür Türk vatandaşı olarak, Türk pasaportu taşıyorum. Gönlüm Türk parasıyla iş yapmak istiyor, dolarla markla değil Sayın Edes. “Mimar Sinan’ın hayatında yaptığı kubbe sayısı 176. Bizim Aldiyana’da yaptığımız kubbeler de 176 tane.” (Selim Edes, Topaz Dergisi, Mayıs 1987.) Böyle bir kıyaslama, acaba Eska’nın becerisini mi vurguluyor, ne yalan söyleyeyim tam çıkaramadım. Ama Sinan gibi bir dâhiyi ve yapıtlarını bu kadar hafife almak, kültür politikalarımızı tekrardan gözden geçirmemiz gerektiğini gösteriyor. Kısa bir süre içinde ülkenin önemli inşaat şirketleri arasına giren Eska Yönetim Kurulu’nun en yetkili kişisinin tarih ve kültürle ilgili olarak böyle bir gafı, kültürel düzeyimizin çok vahim bir durumda olduğunun en açık kanıtıdır. Bu pozisyonda batılı bir işadamı böyle bir gafı ne 62 itü vakfı dergisi neresine bu değerlerin büstlerini koyabileceğiz? Bu ekonomik model her şeyi Batı’dan alırken, bilim adamlarına gösterilen saygıyı niye kendisine örnek almaz? Acaba bu model de mi taklit? Yoksa biz her şeyi tek boyutta, para boyutunda mı görüyoruz? Eğer toplumsal olguların kültürel boyutunu önemsemiyor, her şeyin parayla çözülebileceğine inanıyorsak, çağdaş bir toplum olamayız. Dilerim 21 Temmuz 1986’da noktalanan karar, yukarıda açıklamaya çalıştığım düşünceler ışığında devlet büyüklerimiz tarafından bir kez daha gözden geçirilsin. Hepimiz bu vatanın daha güzel günler görmesi için çalışan aydınlarıyız, politikacılarıyız, teknokratlarıyız. Toplum yararını hepimiz yüceltmeliyiz. Kısır, kapkaç kalkınma modellerinin toplumu uzun dönemde yozlaştıracağının bilincinde olmalıyız. Taşkışla’nın İTÜ’lerin hizmetinde, bu topluma beş yıldızlı otelden daha fazla yararlı olacağı inancındayım. Kaynak: 6 Ağustos 1986, Cumhuriyet yapar ne de yapılmasına izinverir. Batılı işadamı ülkesinin kültürel değerlerinin bilincindedir. Kısa sürede insanlar büyük şirketlere sahip olabilirler, özellikle bizim gibi ekonomik ortamlarda; ancak bu insanlar işgal ettikleri pozisyonların ağırlığını hissetmez ve her şeyi parayla ölçer ve kendilerini en üst düzeyde sanat ürünleri vermiş ve evrene mal olmuş kişilerle, örneğin büyük usta Sinan’la kıyaslarlarsa, bu kişilerin saygınlığı kanımca azalır. İnsanın pes diyeceği geliyor bu kıyaslamayı okuyunca. Bir yanda Selimiye’nin kubbesi, öte yanda bugünlerde egemen kültür akımının bir örneği olarak değerlendirilebilecek bir tatil köyünün kubbe bozuntuları. Herhalde Sayın Edes şaka yapmıştır diyor ve kendimi avutmaya çalışıyorum. Taşkışla’nın otel olması artık kesinleşmiştir. Birkaç öğretim üyesi yaklaşık iki yıl önce bu girişimin yanlış olduğunu kamuoyuna açıklamıştır. Sonunda bu öğretim üyeleri haklı oldukları bir kültür davasını kaybetmiştir. Ama bu dava salt üç dört hocanın davasıdır diye hafife alınmamalıdır. Bu yolda kaybetmek, kazanmak kadar onurludur. Hiçbir kimse bu davada bu hocaları bir çıkarcılıkla suçlayamaz, hiç kimse bu hocalara kültür değerlerini hiçe sayıyor diyemez. Ama bu hocalar birçok Türk aydınının duyduklarını yansıtmışlardır. Bu hocalar doğru bildiklerini açıklamışlar, toplumun simgesi haline gelmiş kültür değerlerini korumanın gelecek kuşaklar için kaçınılmaz olduğunu vurgulamışlardır. Açıkça tüm kültür değerlerini kurtarmaya soyunmuş yetkililere soruyorum, Taşkışla İTÜ’lülerin simgesel yapısı İTÜ’ye ait olmak üzere bir kültürel etkinlikler merkezi haline gelemez miydi? Eğer para ise dert, bu bina gene para kazanma aracı olurdu. Ama böyle bir yol seçilse idi toplumsal değeri yüksek bir bina olurdu Taşkışla’mız. Bu konularda bilimsel endişesini bildiğim Sayın Kültür ve Turizm Bakanlığı eski Müsteşarı Prof. Dr. Oluş Arık’a, bir meslektaş olarak soruyorum, ne diyor acaba? Yanıtı eğer yanılmıyorsam “Haklısın” olacaktır, ama arkasından “şartlar “ derse de gene yanılmam. Çünkü birçok okumuş kişinin mazereti bu. Gene de yılmamak gerek diyorum kendi kendime. Atatürk’ün çağdaş düşünceleri, devrimleri, tarihi ve kültür bilinci elbet bir gün zafere ulaşacaktır. O zaman ne topluma mal olmuş değerler yok olacak ne de Türk parası. Unutmayalım, Atatürk’ün temel felsefesi bireyin değil, toplumun yararı üzerine kurulmuştur. Kaynak: 16 Mayıs 1987, Cumhuriyet Neden Hep İTÜ Binaları? Prof Dr. Güven Önal İTÜ Vakfı Genel Sekreteri Tarihi Taşkışla binasının İstanbul Teknik Üniversitesi’nden alınarak otel yapılması girişimi hukuki yollarla sonuçsuz kalınca, benzer zihniyet aradan bir yıl geçmeden bu defa Maçka Kışlası’na göz dikti. 19. yüzyılda neo-rönesans üslubunda yapılmış görkemli Maçka Silahhanesi, İTÜ tarafından ciddi bir bütçe harcanarak restore edilip Maden Fakültesi olarak kullanılmakta iken, 1990 yılında üstelik bir gün içinde bütün resmi işlemleri tamamlanarak İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na verildi. İTÜ’lülerin binayı vermemek için günlerce sabahlara kadar tuttukları nöbet ve kararlı duruşları hafızalarımızda bugün gibi canlı. Bu girişim üzerine, o dönemde İTÜ Vakfı Genel Sekreteri Güven Önal “Neden Hep İTÜ Binaları” başlıklı yazısı ile bir isyanı dile getirmiş; Prof. Dr. Hüseyin Hatemi de “Hukuk ve Maçka Kışlası” başlıklı yazısında bu trajik durumu hukuk açısından yorumlamıştı... D eğerli İTÜ’lüler, Son günlerde basında izlediğiniz gibi, Üniversitemizin tarihi binalarına saldırılar sürmektedir. Taşkışla’dan sonra Maçka Kışla binası gündeme gelmiştir. Garip bir rastlantıdır... Taşkışla’yı otel yapacağım diye ortaya çıkan firma, bu kez de Maçka binamızın İstanbul Menkul Kıymet Borsası’na verilmesi için perde arkasında önemli rol oynamıştır ve oynamaktadır. Yine gariptir ki, normalde aylar hatta yıllar süren irtifak hakkı tesisi, tapu muamelesi ve ilgilere tebligat gibi bürokratik işlemler bir günde tamamlanabilmekte, yangıdan mal kaçırma havasında gelişen tüm bu oldubittilerden, İstanbul Teknik Üniversitesi’ni haberdar etme gereğini de kimse duymamaktadır. Genç borsanın değerli temsilcileri de, işbitiricilik özelliklerini hemen sergileyip, müteaddit defalar binayı işgale kalkışmakta, bu arada mühür söküp kapı kırmakta ve binadaki üniversite görevlilerini tehdit ederek, mahkeme kararlarını hiçe sayabilmektedirler. Sevgili İTÜ’lü dostlar; yukarıdan beri okuduklarınız bir TV dizisi senaryosu değil, 1990 yılı Türkiye’sinde yaşanan bir gerçeğin abartılmamış hikayesidir. Sürekli olarak boş tutulduğu ve İTÜ’nün ihtiyacı bulunmadığı propagandası yayılan bina, gerçekte Üniversitenin yerleşim planları doğrultusunda, devletin bütçe kanunlarına koyduğu ödeneklerle (1990 yılı bütçe kanununda 1.5 milyar TL) öğretim ve kültür faaliyetleri için iki yıldan beri onarılmaktadır. Kaldı ki, bina içinde yer alan ve Üniversitemizin bu kapasitedeki tek mekanı olan 625 kişilik salon (G-Anfisi) işlevini kesintisiz sürdürmekte, uuslararası ve ulusal bilimsel toplantılar, konferanslar ile her türlü kültürel etkinliklere sahne olmaktadır. Görüldüğü gibi, İTÜ Maçka Kışlası binası, Üniversitemizin öğretim ve kültür işlevlerinde vazgeçilmesi mümkün olmayan çok önemli yeri işgal etmektedir. Ayrıca 1953 yılında dört duvardan ibaret olan Maçka Kışlası için Üniversitemizin bütçesinden bugünkü rayiç ile, 30 milyar TL civarında para harcanmış ve binanın bulunduğu bölge, İstanbul İmar Planı’nda, İTÜ Maçka Yerleşkesi olarak eğitim ve kültür amaçları için ayrılmıştır. 218 yıllık geçmişi olan Teknik Üniversite’nin, Üniversite tarihi ile bütünleşen tarihi binalarına yönelik davranışlar, takriben 50 bin’i mezun, 22 bin öğrenci ve 3 bin’i mensup olan Teknik Üniversitelileri derinden yaralamakta, kamuoyunu da rencide etmektedir. Ülkemizin kalkınmasında temel taşı niteliği taşıyan, teknolojik gelişmenin sürükleyicisi olan ve ülkenin politik yaşamına da yıllardan beri ağırlığını koymuş olan Üniversitemiz, bu gibi davranışlarla cezalandırılmak mı istenmektedir? Üniversitemiz için haysiyet kırıcı olduğunu, İTÜ gibi bir kurumun yıpratılmasının kimseye yarar sağlayamayacağını belirtir, Üniversitemize karşı girişilen olumsuz davranışların önlenmesi için, en küçüğünden en büyüğüne tüm İTÜ camiasının kanunlar çerçevesinde ve İTÜ’lülere yakışır şekilde kurumlarına sahip çıkmalarını dileyerek saygılar sunarım. Kaynak: İTÜ Vakıf Dergisi, 1990, 2. Sayı itü vakfı dergisi 63 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Hukuk ve Maçka Kışlası Prof.Dr. Hüseyin Hatemi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi 22 Ağustos 1990 Çarşamba günü sabahı gazetelerini açan Teknik Üniversite yetkilileri “Maçka Kaşlası’nın“ 49 yıl süreyle ve Maliye hazinesi tarafından İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na devredildiğini okuduklarında gülemediler. Taşkışla olayında olduğu gibi yine ağlamaklı oldular! 64 itü vakfı dergisi Ç ırağan Sarayı yapılırken, Beşiktaş Mevlevihanesi Maçka’da bugünkü Maden Fakültesi binasının yerine taşınmıştı. Daha sonra buraya Maçka Kışlası’nın yapılması kararlaştırıldı ve tekkeye bir kez daha yol göründü. Cumhuriyet döneminde Beyazıt’daki Harbiye Nezareti Binası’nın, Taksim’deki Taşkışla’nın, Maçka’daki Maçka Kışlası’nın askeri amaçlarla kullanılmasından vazgeçilince, kamu malı olan bu binalar, hukuka uygun bir usul izlenerek, yine birer kamu hukuku tüzel kişilikleri olan üniversitelere tahsis edildi. Nitekim Beyazıt’ta Harbiye Nezareti (Üniversite Merkez Binası) bahçesindeki ünlü Bekirağa Bölüğü, önce Tıp Fakültesi tarafından kullanıldıktan sonra, bugün Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin binası olmuştur. Bir an için, düşünelim; Siyasal Bilgiler Fakültesi olarak kullanılan bu binanın önünden geçen bir yüksek yetkili, binanın sebze hali olmaya elverişli olduğunu düşünsün. Üniversite ve fakülte yetkililerine bir sabah uyandıklarında fakültenin bir an önce boşaltılması gerektiği emri ile karşılaşsınlar. Bu askeri binaların üniversitelere devredildiği günlerde bu konuda bir mizahi hikaye yazılması bile düşünülemezdi. İmkansızlık, hikayenin güldürücülüğünü giderirdi. Bu gibi şeyleri ancak civarda, Beyazıt Kulesi’nin önünde gezen ve saf vatandaş arayan Sülün Osman düşünürdü, o da hikaye yazmak için değil, “iş bitiricilik” amaçları ile! Hukuk alanında belirli bir seviye vardı. Merhum Onar gibi idare hukukçularının devrinde, hukuk ilkelerinin varlık ve önemi bilinirdi. Sülün Osman mantığı ile hukuk mantığı arasındaki sınır titizlikle belirlenmişti. Bugün ise durum trajiktir. Siyasal Bilgiler Fakültesi Binası’nın sebze hali olma hikayesi yine güldürücü bir hikaye olma şansına sahip değildir, ancak imkansız olduğu için değil, tam aksine son derece olağan görülebildiğinden. Nitekim 22 Ağustos 1990 Çarşamba günü sabahı gazetelerini açan Teknik Üniversite yetkilileri “Maçka Kaşlası’nın“ 49 yıl süreyle ve Maliye hazinesi tarafından İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na devredildiğini okuduklarında gülemediler. Taşkışla olayında olduğu gibi yine ağlamaklı oldular! Bir ülkede hukukun “iş bitiricilik” seline teslim edilmesi erozyonların en korkuncudur. Hukuk devleti barajı olmadıkça bu selin önünü almaya imkan yoktur. Hukuk devleti sağlam ve gerçek bir hukuk felsefesi ve hukuk mantığına ihtiyaç gösterir. Aksi taktirde hukuk ilkelerine de kaba bir çıkar güdüsü açısından bakılırsa “hak güçlünündür” ilkesinden başka geçerli ve yürürlükte hiçbir ilke kalmaz. Üniversitenin elinde güç olmadığından binalarına bu gibi “hukuki” yollarla el konulurken, arazisine de arazi mafyası el koyar, bu işgali önlemesi gereken başka bir kamu yetkilisi de, yine hukuk mantığı ile değil de kaba bir çıkar güdüsü ile “rantını ben alıyorum şu halde başkası için kendimi niye riske sokayım” diyebilir. Üniversite kamu hizmeti gören bir kamu tüzel kişiliğidir. (Anayasa m.130/9) Üniversitelerde devletin sağladığı mali kaynakların sağlanması kanunla düzenlenir. (Anayasa m.130/9) Üniversite binaları, kamu hizmetine tahsis edilmiş kamu mallarıdır, “Maçka Kışlası” denen bina , kışla olarak kullanıldığı sırada kamu malı idi. Ancak Milli Savunma Bakanlığı’nın verdiği Genel Kurmay Başkanlığı’nın da ayrı bir tüzel kişiliği olmadığından, Hazine’nin elinde, fakat askeri amaca tahsis edilmiş bir kamu malı olarak görünüyordu. Daha sonra bu binadaki kamu malı niteliği kaldırılmadı, sadece tahsisin yönü değiştirilerek, bu kamu malı üniversiteye tahsis edildi. 1953’te çıkartılan 6034 sayılı ve 1958’de çıkartılan 7146 sayılı kanunların başlıklarında ve içeriğinde, devlet, bu kamu malının artık özerk bir kamu tüzel kişiliği olan üniversitenin kamu mallarından olduğunu açıkça belirtti ve böylece bu “İdari tahsis” kararı gerekli olmakla birlikte, bir de yasama işlemi içinde belirtilmiş oldu. Artık anayasa gereğince de bu kamu malı üzerindeki yetkilerin üniversite yetkili organları tarafından kullanılması zorunludur. (Anayasa madde 130/9 son) Ahmet Bey ile Mehmet Bey arasındaki özel bir hukuk ihtilafı söz konusu değildir ki, Ahmet Bey “Ben bu taşınmazı sana adi senet ile satmıştım, sen üstüne geçirmedin, tapuda ben malik görünüyorum şu halde senden habersiz kırk yıl geçtikten sonra, bu binayı Ali Bey’e sattım, binayı derhal boşalt!” diyebilsin. Kaldı ki, Ahmet Bey dahi bunu rahatlıkla söyleyemez. Özel hukukta da hakkın kötüye kullanılması yasağı vardır. (M.K.2/11) Kamu mallarında, “tahsis” kararından sonra “tescil” e gerek yoktur. Bunlar, bir kamu tüzel kişiliğine tahsis edilmiş iseler, o tüzel kişilik adına “tesbit” edilirler. (Kadastro Kanunu, m.16) Kamu malları özel hukuk kurallarına tabi değildir. Üniversiteye tahsis edilen kamu malı üzerinde başka bir gerçek veya tüzel kişi yararına irtifak hakkı tesis etmek hakkı, artık Hazinenin değildir. Üniversite Maden Fakültesi binası üzerindeki “tahsis“ kararını kaldırıp ve bu binayı kamu malı olmaktan çıkarmış olsa idi dahi, artık üniversitenin malı olduğu 6034 ve 7146 sayılı kanun ile de belirtilmiş olan bu taşınmaz yine üniversitenin özel malı olurdu ve kamulaştırılabilmesi için dahi Kamulaştırma Kanunun 30. maddesinde belirtilen özel usule uymak gerekirdi. Üstelik, Maden Fakültesi binası, bahçesindeki ve yakın çevresindeki Teknik Üniversite’ye ait bütün diğer tesislerle birlikte, bir bütünün, eski deyişiyle bir “ külliye’nin ana unsurudur. Burada “borsa“ kurulması, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin “Bekirağa Bölüğü” adı verilerek sebze hali veya mezbaha yapılmasından çok daha çarpıcı ve uygunsuz bir olaydır. Doğrudan doğruya İstanbul Üniversitesi Merkez Binası’nın borsaya kiralanmasından farksızdır. Oysa bu bina “korunması gerekli eski eser”dir. (Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 14.5.1983 gün ve 14947 sayılı kararı ile) 40 yıldan beri artık “Maçka Kışları” adı sadece tarihi bir ad olarak kalmış, bu bina çevresindeki binalarla birlikte bir “külliye” haline gelmiştir. Bizzat üniversite yetkili organları dahi bu binayı çevresinden kopararak borsaya veremezler. Böyle bir işlem Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu’nun ruhuna ve amacına aykırı sayılmak gerekir. Üniversite dışındaki bir makamın bu arada Maliye Hazinesi’nin üniversiteye ait bir binayı borsaya vermesi ve üniversitenin fikrini dahi sormaması ise, benzeri sadece Taşkışla örneğinde görülmüş bir apaçık yetki tecavüzü örneğidir. (Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, m.10/5) Türk hukuk tarihinde, benzeri görülmemiş bir hukuk erezyonunun korku verici göstergelerine mükemmel bir örnek daha eklenmiştir. Hukuk devletini koruma direncimizin ne ölçüde olduğunu, olayın gelişimi süreci içinde göreceğiz. Hukukçularımızın, aydınlarımızın, üniversitelerin ve halkımızın tümünün “iş bitiricilik” mikrobunu almış olduğunu sanmıyorum. “İstanbul’da, Ankara’da, Türkiye’de hakimler var “ diyebilmemiz ümidiyle. Kaynak:İTÜ Vakıf Dergisi, 1990, 2. Sayı itü vakfı dergisi 65 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ MAÇKA SİLAHHANESİ Osmanlı döneminin sonlarında Jandarma Kumandanlığı hizmetine verilmiştir. Cumhuriyet’ten sonra sırasıyla, Nakliye, Topçu, İstihkam ve Jandarma Okulu olarak kullanılmıştır. 1956’da Eğitim Bakanlığı’na tahsis edilmiş, bir süre Teknik Okul olarak hizmet gördükten sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nin kullanımına bırakılmıştır. Tarihi binayı tamamlayıcı olarak inşa edilen dersane bloklarından oluşan ek bina 1970’li yılların başında hizmete girmiştir. 19.yüzyılda karakol olarak inşa olunan bina, yapıldığı dönemin mimari üslubunu belirgin şekilde aksettirmektedir. Dönemin resmi binalarının neoklasik tarzı ve kargir inşaat tekniğiyle yapılmıştır. Bina, günümüzde İTÜ İşletme Fakültesi olarak hizmet vermektedir. Binaların kronolojisi: Maçka Kışlası’nın yerine inşa edilen Silahhane binasını Sultan Abdülaziz 1874 yılında yaptırmıştır. Yapı, uzunlamasına dikdörtgen plana sahiptir. Kuzeygüney kolları diğer kollara göre daha uzundur, ortada bir bağlantı ile avlu ikiye ayrılmıştır. Bina, bodrum kat dahil üç katlıdır, doğudan batıya arazi eğimine bağlı olarak bodrum katın yüksekliği artmaktadır. Kuleler dört katlı olup binanın kütlesinden biraz taşmaktadır. Güney cephenin orta kısmında bulunan giriş bölümünün yanlarında dar kuleler yükselmektedir, aynı mimari düzen kuzey cephesinde tekrarlanmaktadır. 19. yüzyılın bu görkemli yapısında, Batı Eklektisizmi’nin etkileri kuvvetli bir şekilde görülmektedir. Detaylar bakımından neo-Rönesans üslubu disiplinindeki Maçka Kışlası, cephedeki hareket yönünden de neo-Barok denilebilecek bir tutumun içindedir. Ancak, o devir Osmanlı mimarisine etkiler Fransa’dan geldiği çin, burada da o ülkeye özgü daha düzgün bir barok (Versay Sarayı benzeri) hareket fark edilmektedir. İTÜ’ye 1955 yılında tahsis edilen binada, geniş bir yenileme programına başlanmıştır. Dış cephe değiştirilmeden, iç mekanın yapım tekniği olan çelik ve kargir değiştirilerek yeniden ele alınmıştır. Bina, günümüzde İTÜ Yabancı Diller Yüksekokulu olarak hizmet vermektedir. MAÇKA KARAKOLU Dikdörtgen planlı Karakolhane binası, bir katı bodrum olmak üzere üç katlı olarak inşa edilmiştir. Bütün cepheler üçer adet pencere biriminden oluşmaktadır. Doğu ve batı cephesi simetrik olup iki kademeli çıkıntı ile hareketli olarak düzenlenmiştir. Binaya giriş batı cephesindendir ve iki kollu merdivenle ön sahanlığa çıkılmaktadır, oradan birinci katta bulunan kapıya geçilir. Giriş kısmı cephenin 1/3 kadar içerlek olup önünde çıkma olarak ve dört sütun tarafından taşınan ve saçak seviyesine kadar yükselen bulunmaktadır. Orta bir koridorun yanlarına odalar yerleştirilmiştir. Pencereler düşey olarak yapılmıştır ve her katın penceresinin farklı üslubu vardır. 66 itü vakfı dergisi 1796- Haliçte açılan Mühendishane binasının inşaatının tamamlanması. 1871- Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un yüksek kısmı öğrencilerinin Harbiye Mektebi’ne, Galatasaray Lisesi’nde bulunan idadi talebelerinin de Maçka kışlasına nakledilmesi. 1874- Turuk u Maabir Mektebi’nin açılması. 1877- Hasköy’deki Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un hastahane olarak kullanılması. 1878- Mühendishane talebelerinin Harbiye’den alınarak Hasköy Mühendishane binasına götürülmeleri. 1884- Hendese-i Mülkiye’nin Hasköy Halıcıoğlu’nda açılması. 1910- Nusretiye Camii karşısındaki Sanayi Alayları Kışlası’na geçici olarak taşınması. 1910- Gedikpaşa eski tiyatro binasının yerinde yeni Mühendis Mektebi’nin yapılmaya başlanması. 1914- Gedikpaşa binasından vazgeçilmesi. 1914- Tophane’deki binanın askeriyeye terki. 1914- Fındıklı’daki ahşap konaklara taşınma. 1915- Notre Dame de Sion Lisesi’ne geçerek eğitime başlanması. 1918- Mektebin padişah tezkeresi ile Gümüşsuyu Kışlası’na taşınması ve oradan İngiliz işgal güçleri tarafından çıkartılması. 1918- Mühendis Mektebi’nin Halıcıoğlu’na geri dönmesi. 1919- İngilizlerin Haliç’teki Hasköy Mühendishane binasına yerleşmesi üzerine mektebin Yıldız’daki Şevket Paşa konağına taşınması. 1923- Mütareke sonrası mektebin Gümüşsuyu Kışlası’na tekrar taşınması. 1944- Taşkışla binasının restorasyonu. 1955- Maçka Silahhanesi’nin İTÜ’nün kullanımına verilmesi. Kaynak: İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz, İTÜ Vakfı Yayınları 2. Baskı, 2013. İTÜ’nün kısa tarihi ve Mühendislik eğitimimiz Mektebin bu en hareketli yıllarında 1939’da müdürlüğüne tayin edilen Ord. Prof. Dr. Osman Tevfik Taylan zamanında öğretim süresi altı yıla çıkarılır ve yatılı öğrenci sayısı 566’ya kadar yükselir. Bu sayı 1942-43 öğretim yılında 750’ye ulaşır. Yine bu dönemde okulda Elektrik ve Makine şubeleri açılır; ayrıca Uçak Mühendisliği ile Deniz İnşaat Mühendisliği kısımları kurulur. Nafıa Nezareti’nden ayrılarak, Milli Eğitime bağlanan okul, daha bağımsız ve verimli çalışmalar yapar. Özellikle dönemin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in, bu hususta önemli katkıları olur. Hasan Ali Yücel 1944 yılında İTÜ’nün açılışını yapıyor Ü Doç. Dr. Tuncay Zorlu İTÜ İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü lkemizde Avrupa tarzı modern ve kurumsallaşmış mühendis eğitiminin başlangıcı 1735’te Fransız General Claude Alexandre de Bonneval’in (1675-1747) idaresi altında kurulan Ulufeli Humbaracılar Ocağı’na kadar götürülebilir. Burada verilen kuramsal ve uygulamalı savaşa hazırlık dersleri ile yetenekli seçkin gençlerin, bir çeşit askerî mühendis olarak yetiştirilmesi hedeflenir. Bu ocakta geometri, cebir, aritmatik, trigonometri, logaritma, mühendislik aletlerinin yapımı ve kullanımı, mekanik, resim, teknik resim ve istihkâm dersleri yanında geometriye dayalı kale ve tabya inşası, humbaracılık, topçuluk, top ve humbara tabyalarının yapımı, irtifa gibi dersler de verilmektedir. 29 Nisan 1775 tarihine gelindiğinde Tersane-i Amire bünyesinde Hendesehane (Geometri evi) isimli önemli bir kurum oluşturulur. Burası hem Osmanlı askerî eğitimi hem de genel Osmanlı eğitimin sisteminin modernleşmesinde önemli bir kurumdur. Hendesehane’nin kuruluşu amacı, Avrupa benzerlerinde olduğu gibi donanmaya teknik eğitimli, özellikle geometri ve coğrafya bilen subay yetiştirmektir. 1776’da Hendesehane’nin Batı kaynaklarına uygun yeni kuram ve yöntemlerle matematik ve istihkâmcılık eğitimi veren ilk Osmanlı eğitim kurumu olduğunu belirleyen bir nizamname hazırlanır. Hendesehane 1781 yılından itibaren Mühendishane olarak anılmaya başlanır ve kuruluşu sırasında olduğu gibi on kişilik öğrenci kadrosuyla eğitim faaliyetlerini sürdürür. 18. yüzyılın sonlarına kadar klasik Osmanlı ders kitapları yanında özellikle matematik, astronomi, istihkâmcılık, ateşli silahlar, savaş teknikleri ve seyrüsefer (Navigasyon) konularında, başta Fransızca olmak üzere, Avrupa kaynaklı ders kitaplarından yararlanılır. III. Selim’in (1789-1807) tahta çıkmasından üç yıl sonra 1792 yılında başlattığı Nizam-ı itü vakfı dergisi 67 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Cedid hareketi çerçevesinde ilk olarak deniz ve kara mühendislik eğitimi ele alınır. 1793 yılında Tersane-i Amire’de bulunan Tersane Mühendishanesi’nde gemi inşası, seyrüsefer, haritacılık ve coğrafya dersleri verilmek üzere hazırlıklar yapılır. Humbaracıların, lağımcıların ve topçuların eğitimini sağlamak amacıyla da yine 1793 yılında Mühendishane-i Cedide (Yeni Mühendishane) adında ikinci bir mühendishane kurulur. Yeni Mühendishane’de dersler 1794 senesinde başlar. Burada on yıl kadar önce Tersane Mühendishanesi’nde Fransız uzmanlardan istihkâm teknikleri dersleri görmüş olan yeni nesil Osmanlı mühendis hocalar ders verir. Bunlar arasında sonraları Mühendishane-i Hümayun’un ilk başhocalığına getirilecek olan Hüseyin Rıfkı Tamanî de bulunur. Burada humbaracı ve lağımcı ocakları askerlerine geometri, trigonometri, irtifa alma ve keşif konuları öğretilir. 1801-1802 yıllarında Humbaracı, Lağımcı Ocakları ve Mimar Ocağı’ndan seçilen 100 kadar aday, Mühendishane-i Cedide’ye alınır ve öğretim kadrosu bir hoca ile beş halifeye çıkartılır. 1806 yılında III. Selim tarafından çıkarılan bir kanunname ile Mühendishane-i Cedide’nin adı, Mühendishane-i Berri-i Hümayun olarak değiştirilir. Dördüncü sınıf başlangıç sınıfı, birinci sınıf ise son sınıf (mezuniyet sınıfı) olarak kabul edilir ve bu dört sınıfta genel olarak; Resm-i hat (Çizim), İmla (Dil bilgisi), Arkam (Aritmetik), Sanat-ı ressamiye (Teknik resim), Arapça, Mukaddemat-ı hendesiye (Geometriye giriş), Hesap, Fransızca. Coğrafya, İlm-i müsellesat-ı müsteviye (Düzlem trigonometri), Cebr ve’l-mukabele (Cebir), Tahtit-i arazi (Arazi ölçümleri), Fenn-i tevarih-i harbiye (Harp tarihi), Fenn-i mahrutiyat (Koni kesitleri), Hesab-ı tefazülî (Diferansiyel), Hesab-ı tamamî (İntegral), İlm-i cerr-i eskal (Mekanik), İlm-i İlk bilimsel yayınlar, Hüseyin Rıfkı Tamanî’nin (ö. 1817) astronomi, matematik ve coğrafya konusunda telif ve tercüme yoluyla hazırladığı on cilt kitaptan oluşur. Bunu Tamanî’nin talebesi ve mühendishane başhocalığında halefi İshak Efendi’nin (ö. 1836) Batı ve özellikle Fransız kaynaklarına dayalı olarak hazırladığı 13 ciltlik yayını takip eder. heyet (Astronomi), Ameliyat-ı fenn-i remi ve lağım (Humbaracılık ve lağımcılık), Talim-i askerî (Askeri talim), İlm-i istihkâmat (İstihkâm) dersleri görülür. 18. yüzyılın sonlarına doğru, subaylara modern bilimleri öğretmek için kurulmuş olan Mühendishane-i Hümayun’un hocaları, Batı’daki askerî teknik okullarda okutulan ders kitapları arasından seçilen bilim kaynaklarından çeviri ve uyarlama yoluyla kitaplar yazarlar. İlk bilimsel yayınlar, Hüseyin Rıfkı Tamanî’nin (ö. 1817) astronomi, matematik ve coğrafya konusunda telif ve tercüme yoluyla hazırladığı on cilt kitaptan oluşur. Bunu Tamanî’nin talebesi ve mühendishane başhocalığında halefi İshak Efendi’nin (ö. 1836) Batı ve özellikle Fransız kaynaklarına dayalı olarak hazırladığı 13 ciltlik yayını takip eder. Bunlar arasında, dört ciltten oluşan Mecmua- ı Ulum-ı Riyaziye’nin özel bir yeri vardır. Çünkü bu eser, Osmanlı dünyasında birçok bilim dalında ilk geniş kapsamlı ders kitabıdır. Konular arasında, matematik, fizik, kimya, astronomi, biyoloji, botanik ve mineraloji sayılabilir. 1873 yılında dönemin Maarif Nazırı Safvet Paşa, Galatasaray’daki Mekteb-i Sultanî müdürü Sava Paşa’yı, hazineye yük olmamak Haydarpaşa köprüsünde Mühendis Mektebi muallim ve talebeleri Muallim Reşid Beyefendi 68 itü vakfı dergisi Osmanlı Devleti 20. yüzyıla 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile girer ve bu yeni dönem mühendislik eğitiminde de sivil anlayışı getirir. Bu ortam içerisinde Hendese-i Mülkiye Mektebi, 1909 yıllında Mühendis Mekteb-i Âlisi (Mühendis Yüksek Mektebi) adıyla askeriyeden ayrılarak Nafıa Nezareti’ne bağlanır. 1327-28 ders yılında birinci sınıftan bir grup - Muallim Reşid Beyefendi (1911) koşuluyla, yeni bir darülfünun kurmakla görevlendirir. Kurulması tasarlanan darülfünun, bu sefer, 1868’den beri faaliyette bulunan Galatasaray Mekteb-i Sultanîsi’nin temeli üzerine oturtulmaya çalışılır. Böylece bir orta eğitim kurumunun bünyesine bir yüksek eğitim oluşumu aşılanır. Darülfünun-ı Sultanî olarak anılan bu yeni mektep, hukuk, fen ve edebiyat şubelerinden oluşur ve bu üç şubeye resmî yazışmalarda mekâtib-i aliye (Yüksek mektepler) denilir. 1874-75 yılında eğitime başlandığı zaman Edebiyat, Hukuk ve Mühendisîn-i Mülkiye (Sivil mühendislik) Mektepleri’nden oluşur. Mühendisîn-i Mülkiye Mektebi’nin adı birinci öğretim yılı sonunda Fransa’daki Ecole Pontes et Chaussées’ye izafeten Turuku Maabir Mektebi (Yollar ve köprüler) olarak değiştirilir. Tüzüğüne göre, Darülfünun-ı Sultanî’de dört yıllık öğretim gördükten sonra, bilimsel bir tez hazırlayıp bunu başarıyla savunan öğrenciler doktor unvanıyla mezun olurlar. Mezun olan hukukçular Adliye Nezareti’nde, mühendisler ise Nafia Nezareti’nde görevlendirilirler. Edebiyat Mektebi’nden mezun olanlar ise muallim-I edebiyat (Edebiyat hocası) olurlar. Tez hazırlamayan öğrenciler, doktoradan daha kolay bir imtihandan geçirilirler ve Hukuk Mektebi’nde ise dava vekili (avukat), Turuk u Maabir Mektebi’nde ise kondüktör (Makinist), Edebiyat’tan mezun ise ilkokul öğretmeni olabilir. 1875-76 akademik yılı sonunda 26 öğrenci ise Turuk u Maabir Mektebi’nin imtihanlarına katılır ve başarılı olur. 1881 yılında Turuk- u Maabir Mektebi Nafia Nezareti’ne bağlanarak faaliyetlerini bu bakanlığa bağlı bağımsız birmekteb-i âli (yüksek mektep) şeklinde başarıyla devam ettirir. Mülkiye Mühendis Mektebi’nin (Sivil Mühendis Okulu) Kuruluşu Mülkiye Mühendis Mektebi veya Hendese-i Mülkiye Mektebi kuruluş safhasında, askeri mühendishane gibi idaresi Tophane Nezareti’ne bağlanır, ancak mezunları Nafıa Nezareti’nin (Bayındırlık Bakanlığı) kontrolüne bırakılır. Bu şekilde askerî makamlara bağlı olduğu halde mezunlarının sivil sahalarda görevlendirildiği bir kurum haline gelir. 20 Haziran 1884 tarihli padişah iradesiyle Kabul edilen tüzüğüne göre mektebin eğitim süresi dört yıldır ve yatılı yüz talebesi bulunur. Mektep ancak 1 Kasım 1884 tarihinde, Halıcıoğlu’nda, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un bir odasında eğitimine başlar. Ancak çok geçmeden Mülkiye Mühendisleri için yeni bir bina inşa edilir ve sivil mühendisler bu yeni binada öğrenimlerini sürdürür. Yeteri kadar idadi (Lise) eğitimi görmüş öğrenci bulunmadığından Mülkiye Mühendis Mektebi için bir de üç yıllık hazırlık sınıfları açılır. Böylece yedi yıllık bir mektep olarak, yine Mühendishane-i Berri-i Hümayun’a bağlı, ancak yeni binasında hem gündüzlü hem yatılı olmak üzere 100 kişilik kontenjanla eğitimini sürdürür. Fransa’daki Ecole des Pontes et Chaussées’nin örnek alındığı mektebe Avrupa’dan birçok hoca getirtilir. Bunlar arasında 1889-1891 yılları arasında burada hocalık yapan devrin ünlü hidrolikçilerinden Avusturyalı Prof. Dr. Philipp Forchheimer de bulunur. Mektep ilk mezunlarını 1888 yılında verir ve 13 kişi olan bu mezunların tamamı Nafıa Nezareti tarafından ülkenin sivil birçok projesinde görevlendirilir. Mühendis Mekteb-i Alisi’nden Teknik Üniversite’ye Osmanlı Devleti 20. yüzyıla 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı ile girer ve bu yeni dönem mühendislik eğitiminde de sivil anlayışı getirir. Bu ortam içerisinde Hendese-i Mülkiye Mektebi, 1909 yıllında Mühendis Mekteb-i Âlisi (Mühendis Yüksek Mektebi) adıyla askeriyeden ayrılarak Nafıa Nezareti’ne bağlanır. Refik [Fenmen] bu mektebin ilk sivil müdürü olur. Mektep 1913’te Tophane’deki Askeri Sanayi binasına, I. Dünya Savaşı sırasında da Notre Dame de Sion okulunda eğitim faaliyetlerini sürdürür. Mütarekeden sonra buradan da çıkartılarak Halıcıoğlu’ndaki eski Mühendishane binasına taşınır. İşgal sırasında binasız kalan Mühendishane, önce bir müddet Gümüşsuyu Kışlası’nda, daha sonra da Yıldız’da kiralanan Şevket Paşa Konağı’nda faaliyetlerini sürdürür. İstanbul’un işgalden kurtuluşu ile Mühendis Mektebi de adeta göçebelikten kurtulur ve 1923 yılında Gümüşsuyu’ndaki eski binasına tekrar kavuşur. Cumhuriyet devrinde, ülkenin mühendis ihtiyacını karşılayabilmek için 1926’dan itibaren çeşitli çalışmalar yapılmaya başlanır. Mayıs 1928 tarihinde kabul edilen 1275 sayılı 8 maddelik bir Yüksek Mühendis Mektebi Yasası çıkarılır. Bu yasanın en önemli maddelerinden biri de okula tüzel kişilik verilmesidir. Okul her ne kadar Nafıa Nezareti’ne bağlılığını devam ettirmekteyse de, katma bütçeyle idare edilmeye başlanır. Yasanın altıncı maddesi gereğince hazırlanan Yüksek Mühendis Mektebi Nizamnamesi 12 Haziran 1929 tarihinde kabul edilir. Bu nizamnamenin 31. maddesine göre de Mektep Müdürü, Rektör unvanını alır. Aynı yıl Yüksek Mühendis Mektebi’nde Darülfünun’da olduğu gibi Müderrislikler açılır ve bu şekilde mektep, statü yönünden İstanbul Darülfünunu’na eşit bir seviyeye gelir. Mühendis Mektebi, kuruluşundan beri bağlı olduğu ve mezunlarının doğrudan bünyesinde görevlendirildiği Nafıa (Bayındırlık) Bakanlığı’ndan ayrılarak 22.9.1941’de 4121 sayılı kanunla Maarif (Milli Eğitim) Bakanlığı’na bağlanır ve adı Yüksek Mühendis Okulu olarak değiştirilir. Mektebin bu en hareketli yıllarında 1939’da müdürlüğüne tayin edilen Ord. Prof. Dr. Osman Tevfik Taylan zamanında öğretim süresi altı yıla çıkarılır ve yatılı öğrenci sayısı 566’ya kadar yükselir. Bu sayı 1942-43 öğretim yılında 750’ye ulaşır. Yine bu dönemde okulda Elektrik ve Makine şubeleri açılır; ayrıca Uçak Mühendisliği ile Deniz İnşaat Mühendisliği kısımları kurulur. Nafıa Nezare- itü vakfı dergisi 69 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ İTÜ, birçok alanda öncü olma özelliğini, ilk kadın mühendisleri yetiştiren kurum olarak da göstermiştir. İTÜ’nün atasını oluşturan Mühendis Mektebi’ne 1927 yılında girip, 1933 yılında mezun olarak Cumhuriyet döneminin ilk Türk kadın inşaat mühendisi olan Sabiha Rifat (Gürayman) ile aynı sınıftaki arkadaşı Melek Erbul bu isimler arasındadır. ti’nden ayrılarak, Milli Eğitime bağlanan okul, daha bağımsız ve verimli çalışmalar yapar. Özellikle dönemin Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in, bu hususta önemli katkıları olur. 20.7.1944 tarih, 4619 sayılı kanunla İstanbul Yüksek Mühendis Mektebi, bütün hak ve vecibeleriyle birlikte İstanbul Teknik Üniversitesi olarak teşkilatlanır. Kanun gereği müdürlüğü sona eren Prof. O. Tevfik Taylan, Teknik Üniversite’nin ilk rektörlüğüne tayin edilir. Artık istikrarlı bir yapıya kavuşan, mühendislik eğitimine Gümüşsuyu’ndaki binasında devam eden Teknik Üniversite, ülkemizin birçok askerî ve sivil projelerinde vazife alır, dünyaya mal olmuş değerli mühendisler ve bilim adamları yetiştirir. Bugün Ayazağa, Gümüşsuyu, Maçka, Taşkışla ve Tuzla’da olmak üzere beş büyük yerleşkede 12 fakülte, 5 enstitü, 1 konservatuar, 1 meslek yüksek okulu, 1 yabancı diller yüksek okulu, 9 uygulama ve araştırma merkezi ve rektörlüğe bağlı 2 bölüm ile mühendislik eğitimi yanında insan ve toplum bilimleri eğitimini de başarıyla sürdürmeye devam etmektedir. İTÜ’DEN BAZI İLKLER Türkiye’nin İlk Kadın Mühendisleri İTÜ, bir çok alanda öncü olma özelliğini, ilk kadın mühendisleri yetiştiren kurum olarak da göstermiştir. İTÜ’nün atasını oluşturan Mühendis Mektebi’ne 1927 yılında girip, 1933 yılında mezun olarak Cumhuriyet döneminin ilk Türk kadın inşaat mühendisi olan Sabiha Rifat (Gürayman) ile aynı sınıftaki arkadaşı Melek Erbul bu isimler arasındadır. Ayrıca , 1935 mezunu olan Hürriyet Sırmaçek, 1938 mezunu Mülhime Yazar, 15 Haziran 1939’da Yüksek Mühendis Mektebi’nin Elektromekanik Şubesi’nden mezun olan Nezihe Önyay, 1949’da İTÜ’den makine mühendisliğinde doktora yapan ve bu özelliğiyle ilk doktoralı kadın mühendis olan CahideArdop öncü kadınlar arasındadır. 1953 yılı Ekim ayında İlk kadın inşaat mühendisi Sabiha Rifat Gürayman Makine Fakültesi’nden mezun olup Türkiye’de ‘Yüksek Makine Mühendisi’ ünvanını alan ilk kadın mühendis Altan Edige’yi de unutmamak gerekir. Bu isimler dışında 07/10/1929 tarihinde Mühendis Mektebi’ne 55 ve 56 öğrenci numaralarıyla giriş yapan ve 1930’da ikinci sınıfa geçmiş olan Hayret Hanım ve Hikmet Hanım, her ne kadar sonraki akademik kariyerleri ve çalışmaları hakkında fazla bir bilgimiz olmasa da, İTÜ’nün yetiştirdiği ilk kadın mühendislik öğrencileri arasında yerlerini alırlar. İTÜ Radyo ve Televizyonu 1945-1950’li yıllar aynı zamanda İTÜ Radyosu kurma çalışmaları gündeme gelir. Tahsin Taya bu çalışmaların başını çeker. Mustafa Santur Hoca’nın girişimleriyle Teknik Üniversite’de yeni gelişmeler çerçevesinde bir verici yapılması gündeme gelir. Küçük güçte yapılan yayınların olumlu sonuç vermesinin ardından 1954 yılında 42 metre kısa dalgadaki İTÜ Radyosu’nun yayınları aynı zamanda UKW bandından frekans modüllü olarak verilmeye başlanır. Daha sonra stereo yayına geçme zamanın geldiğini düşünen Yüksek Frekans Tekniği Kürsüsü elemanlarının girişimi sonucu 1971 yılında İTÜ ülkede bir yeniliğe daha öncülük etmiş olur. İTÜ TV ise 9 Temmuz 1952’de kurulur. Philips şirketi yapımı olan, 1. bant ve 100 watt gücündeki TV vericileri ile yayın yapan İTÜ TV, Türkiye’nin ilk televizyon kanalıdır. İTÜ TV, TRT’nin kurulmasının ardından yeterli izlenme oranı elde edemez ve 1970 yılında yayınına son verir. Vericileri ise 1971 yılında TRT’ye devredilir. Kaynak: “İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz” İTÜ Vakfı Yayınları, 2. Baskı, 2013. İnönü, itü tv deneme yayınında 70 itü vakfı dergisi itü vakfı dergisi 71 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Önce İTÜ Vardı! Türkiye’deki öteki mühendislik okullarına gelince… 1873’te kurulan Orman ve Maadin Mektebi, 1874’te Galatasaray Sultanisi bünyesinde kurulup 1877’de kapatılan Mülkiye Mühendis Mektebi, 1882’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi (MSGSÜ’nin kökeni), 1910’da Robert Kolej Mühendislik Bölümü, 1911’de Kondüktör Mekteb-i Âlisi (YTÜ’nün başlangıcı) sayılabilir. Görüldüğü gibi Dünyanın en eski üniversitelerinden biri olarak İTÜ’nün başlangıcı bizdeki en eski mühendislik okullarının yaklaşık yüz yıl öncesine dayanıyor. Kısaca, “Önce İTÜ Vardı” demek abartı sayılmamalı… Prof. Nezih Eldem’in çizimi ile Taşkışla Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol 72 itü vakfı dergisi İ stanbul Teknik Üniversitesi’nin kökü, 1773’te kurulmuş olan Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn’a dayanır. Osmanlı İmparatorluğu, bilim ve teknolojide Batı’ya yetişebilmek amacıyla, özellikle askeri alanda yeniliklere yönelmek zorunluluğunu duymuştur. İşte, Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn da Sultan 3. Mustafa döneminde tersane hizmetlerini ve donanmayı geliştirmek, Batılı anlamda gemi mühendisliği eğitimi vermek üzere kurulmuştur. Okulun ilk binaları Haliç’te Tersane-i Amire içindeydi. O dönemde okulda bir matbaa kurulduğu ve ders kitapları basıldığı biliniyor. Daha sonraları, 1795 yılında Sultan 3. Selim döneminde haritacılık, gemi inşaat ve inşaat mühendisliği öğretimi için Mühendishane-i Berri-i Hümayûn adlı ikinci bir okul kurulmuştur. Başlangıçta bir arada olan bu iki okul 1825’te bir fermanla birbirinden ayrılmıştır. Mühendishane-i Bahri-i Hümayûn’un binası 1821 Kasımpaşa yangınında kullanılamaz hale gelince önce Parmakkapı’ya sonra da Heybeliada’ya taşınarak Mekteb-i Ulum-i Bahriye adını almış, sonraları Deniz Harp Okulu’na dönüşmüştür. Mühendishane-i Berri-i Hü- mayûn‘da 1847’den itibaren mühendislik eğitiminin yanısıra mimarlık eğitimi de verilmeye başlamıştır. Kamu yapıları için gerekli teknik elemanları yetiştirmek üzere Mühendishane-i Berri-i Hümayûn‘a bağlı olarak 1883’te Halıcıoğlu’nda Hendese-i Mülkiye Mektebi kurulmuştur. Okul, sivil yönetimin ihtiyaç duyduğu mimar ve mühendislerin yetiştirilmesi için 2. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra,1909 yılında askeri yönetimden ayrılarak Mühendis Mekteb-i Âlisi adıyla Nafia Nezareti’ne bağlı sivil bir mühendislik okuluna dönüşmüştür. Fransa’daki Ecole Nationale des Ponts et Chaussées (Köprü ve Yol Okulu) örnek alınarak kurulan okul birkaç yer değiştirdikten sonra 1921’de Gümüşsuyu’na gelecektir. Okula Cumhuriyet’in ilanından sonra 1927’de ilk kez o dönemde kız öğrenci kabul edilmiştir. “Arı” simgesine de yine o dönemde karar verilmiştir. 24 Mayıs 1928’de kabul edilen bir yasayla okul, bu kez Yüksek Mühendis Mektebi adını alacak, aynı zamanda tüzel kişilikle mali ve idari özerklik kazanacaktır. Amaç, genç Cumhuriyet Türkiyesi’nin nafia (bayındırlık) işleri için gerekli teknik elemanları yetiştirmektir. Eğitimde başlayan ihtisaslaşma ile Su, Yol ve Demiryolu, İnşaat (Mimarlık) şeklinde üç şube kurulur, daha sonra da Elektro-Mekanik ve Muhabere şubeleri eklenir. Önceleri yalnızca Gümüşsuyu kışlasını kullanan Yüksek Mühendis Mektebi, sonraki yıllarda Maçka ve Taşkışla silahhanelerini de kullanarak büyüdü. İlkin Nafia Vekâleti’ne (Bayındırlık Bakanlığı) bağlı olan okul, 1941’de Maarif Vekâleti’ne (Milli Eğitim Bakanlığı) bağlandı ve adı bu kez İstanbul Yüksek Mühendis Okulu (İYMO) oldu. Öğrencilerin çoğu parasız yatılıydı. Eğitim kadrosu, Avrupa’daki baskıcı rejimler nedeniyle ülkelerini terk ederek güvenli Türkiye Cumhuriyeti’ne sığınan çoğu Alman öğretim üyelerinin de katılımıyla geliştirildi. Gelenlerin de katkılarıyla o dönemde, Fransız sistemi yerine Alman mühendislik eğitim sistemi ağırlık kazanmaya başladı. 1944 yılında TBMM’ce çıkarılan bir yasayla okul, İstanbul Teknik Üniversitesi olarak yeniden yapılandırıldı. O günlerde 4 fakülte söz konusuydu: İnşaat, Mimarlık, Makina, Elektrik. Öğretim, bütün fakültelerde 5 yıl süreliydi ve mezunlar Yüksek Mühendis diploması alırlardı. Daha sonraki yıllarda, dört yıllık lisans eğitimi uygulaması başlatıldı; ona iki yıllık lisansüstü programları ek- Gümüşsuyu Yerleşkesi lendi. Yıllar içinde, başta Rektörlüğü de içine alan Ayazağa Yerleşkesi olmak üzere Gümüşsuyu, Maçka, Taşkışla, Tuzla yerleşkeleri ve beliren gereksinmelere uygun yeni fakültelerin, enstitülerin kurulması ve Türk Müziği Konservatuvarı’nın da eklenmesiyle üniversite bugünkü konumuna geldi. Bunlara, son yıllarda devreye giren “İTÜ Kuzey Kıbrıs”ın Gazimağusa yerleşkesini de eklemek gerekir. Türkiye’deki öteki mühendislik okullarına gelince… 1873’te kurulan Orman ve Maadin Mektebi, 1874’te Galatasaray Sultanisi bünyesinde kurulup 1877’de kapatılan Mülkiye Mühendis Mektebi, 1882’de Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi (MSGSÜ’nin kökeni), 1910’da Robert Kolej Mühendislik Bölümü, 1911’de Kondüktör Mekteb-i Âlisi (YTÜ’nün başlangıcı) sayılabilir. Görüldüğü gibi Dünyanın en eski üniversitelerinden biri olarak İTÜ’nün başlangıcı bizdeki en eski mühendislik okullarının yaklaşık yüz yıl öncesine dayanıyor. Kısaca, “Önce İTÜ Vardı” demek abartı sayılmamalı. İTÜ, mühendislik eğitiminde ilk olmanın ötesinde pek çok ilke imzasını atmıştır. Bu kapsamda; bazı örnekler: l Yayınlarına 1953’te başlayan İTÜ Televizyonu Türkiye’nin ilk televizyon kanalıdır. 1 Mayıs 1964’te çıkan TRT yasasının getirdiği kısıtlama nedeniyle 1970 yılında yayınına son vermek zorunda kalmış ve vericilerini TRT’ye devretmiştir. l İlk Stereo FM radyo yayını da İTÜ’de gerçekleştirilmiştir. l Türkiye’nin 3 nükleer araştırma reaktöründen biri İTÜ bünyesinde kurulmuştur. ARIBA İTÜ Güneş Arabası, öğrencilerce itü vakfı dergisi 73 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ İTÜ İşletme Fakültesi - Maçka tasarlanmış, katıldığı yarışmalarda ödül ve dereceler almıştır. l İTÜ Basketbol Takımı, 1968-73 yılları arasında 5 kez Türkiye Basketbol Ligi şampiyonu olmuş, 2 kez de Türkiye Kupası’nı kazanmıştır. Örnekler çoğaltılabilir… İTÜ yurt kalkınmasına, yetiştirdiği insangücü ve ürettiği bilgiyle ciddi katkılar sağlamıştır. Yurdu saran demirağlarda, yollarda, köprülerde, barajlarda, fabrikalarda, santrallarda olduğu gibi, ülkedeki pek çok üniversitenin kuruluş ve gelişmesinde de önce İTÜ vardı. Bizim Öğrenciliğimizde İTÜ 1956’da İstanbul Teknik Üniversitesi’nin giriş sınavına katıldık. Sanayi çağının gözde mesleği mühendislikti. Tabii en gözde üniversite de İstanbul Teknik Üniversitesi... Liselerin en parlak mezunlarının öncelikle tercih ettikleri üniversiteydi. Daha sonraki yıllarda ülke yönetiminde en üst düzeylerde rol alacak kimi siyasetçilerin İTÜ’lü olmaları şaşırtıcı değildir. İTÜ o zamanlar, herkesin dilinde yalnızca, “Teknik Üniversite” idi, çünkü o tarihte başka teknik üniversite yoktu. O yıl Teknik Üniversite sınavına 3.500 aday öğrenci girdi; 650’si seçildi. O zamanlar ne YGS, ne ÖSYM, ne YÖK vardı… Her okul kendi sınavını yapardı; aday isimleri kapalı sınav kâğıtları her okulun bir kurulu tarafından tek tek okunurdu; İTÜ’de de uygulanan buydu. 1956 sonbaharında İTÜ Mimarlık Fakültesi’ne girdiğimizde, kışladan okula dönüştürülmüş olan Taşkışla yepyeniydi. O tarihte Türkiye’de yalnızca 5 mimarlık okulu vardı: İstanbul’da İTÜ, Güzel Sanatlar Akademisi (GSA), Yıldız Teknik Okulu ve İTÜ’ye bağlı Maçka Teknik Okulu... Bir de Ankara’da o yıl açılmış olan ODTÜ... ODTÜ yalnızca Mimarlık Fakültesi’nden ibaretti ve Kızılay’da bir barakada öğretime başlamıştı. İlk İTÜ Maçka Kışlası Yabancı Diller Yüksekokulu 74 itü vakfı dergisi ikisi 5 yıllık, ötekiler 4’er yıllık eğitim veren okullardı. Türkiye’deki üniversite sayısı da yalnızca “3”tü: İstanbul Üniversitesi, İTÜ ve Ankara Üniversitesi... Bunlara o yıl tek fakültesiyle açılan ODTÜ’yü eklemeliyiz. İTÜ’nün iki ana binası vardı: Taşkışla ve Gümüşsuyu. Maçka’daki, İTÜ’ye bağlı Maçka Teknik Okulu’nu da bunlara ekleyebiliriz. Üniversiteye tahsis edilmiş Maçka Kışlası’nda ise dönüştürme çalışmaları sürüyordu. Üniversitenin 5 fakültesi bulunuyordu: İnşaat, Mimarlık ve Maden Fakülteleri Taşkışla’daydı; Makina ve Elektrik Gümüşsuyu’nda. Rektörlük Taşkışla’da olduğu için orası üniversitenin sancak gemisiydi. Taşkışla’nın otele dönüştürülme tehdidiyle karşılaşmasına daha en az 20 yıl vardı. Gökkafes de Taşkışla’yı perdelememişti. Maslak Yerleşkeu fikri ise daha ortada yoktu. Ortam gerçekten keyifliydi. Kışladan okula dönüşmüş, ferah, yepyeni bir Taşkışla... İlginç dersler, deneyimli iyi hocalar. Buna karşılık binada ne yemekhane vardı, ne de kütüphane… Bunlar ve öğrenci yurdu Gümüşsuyu’ndaydı. Ayrıca Harbiye’de de bir yurt vardı; tabii o da “erkek” öğrenci yurdu... Öğrencilerin büyük çoğunluğu erkekti; kız öğrenci sayısı son derece azdı. Kız öğrenci bolluğu bakımından rekor bizim Mimarlık Fakültesi’ndeydi. Biz şanslı sayılırdık: 90 kişilik sınıfımızda 11 kız arkadaşımız vardı. Mimarlık Fakültesi, öteki fakülte öğrencilerinin ziyaretgâhı idi adetâ... Başka fakültelerden arkadaşlarımız bizi çok özledikleri için sık sık ziyaretimize gelirlerdi: Hattâ o kadar ki o müdavimleri, bizim fakültenin öğrencisi sananlar bile vardı. Taşkışla’da keyifli bir öğrencilik yaşamımız oldu. Okulun Beyoğlu’na yakınlığı ciddi bir avantajdı. Beyoğlu sinemaları belki de en canlı dönemlerini yaşıyordu: Lale, Saray, Emek, Yeni Melek, Atlas, İpek, Alkazar, Elhamra gibi sinemalar... Marilyn Monroe, Elizabeth Taylor, Nathalie Wood, Brigitte Bardot, Grace Kelly,Kim Novak ve daha niceleri en yeni filmleriyle bize Beyoğlu kadar yakındılar. Marlon Brando, James Dean gibi, ünlü erkek sinema oyuncuları da vardı kuşkusuz, ama tabii onlar bize rakip bile olamazlardı: Biz İTÜ öğrencileriydik! Yakamızda arı rozeti, elimizde T cetveli ile çok cakalıydık. Beş yıllık sürede o keyfi gölgeleyen iki olguyla karşılaştık. Birincisi, ülkenin içine sürüklendiği ekonomik bunalımı nedeniyle, başta çizim malzemesinde olmak üzere pek çok konuda yaşanan yokluklar, kıtlıklar, 1956’da İstanbul Teknik Üniversitesi’nin giriş sınavına katıldık. Sanayi çağının gözde mesleği mühendislikti. Tabii en gözde üniversite de İstanbul Teknik Üniversitesi... Liselerin en parlak mezunlarının öncelikle tercih ettikleri üniversiteydi. Daha sonraki yıllarda ülke yönetiminde en üst düzeylerde rol alacak kimi siyasetçilerin İTÜ’lü olmaları şaşırtıcı değildir. Mimarlık öğrencileri, Taşkışla 1958. Soldan sağa: Atilla Erbuğ, Doğan Hasol, Güngör Nalçacı (Aydoslu), Yaprak Ataman (Karlıdağ), Yıldız Sey, Hayzuran Yunt (Hasol), Oya Oktav (Bekiroğlu). İTÜ Mimarlık Fakültesi - Taşkışla döviz darboğazı; ikincisi ise siyasal iktidarın yarattığı bunalım. 1958’de Türkiye’nin bugüne kadarki en büyük devalüasyonu yapıldı. Yokluk, kıtlık, döviz darboğazı… İthale dayalı mallar, çizim aletleri, çizim kâğıdı, hesap cetveli bile bulunamıyordu. Ne var ki savaş dönemini yaşamış çocuklar olarak yokluklara alışıktık; bunlar alternatif buluşlarla aşılabiliyordu. Örneğin, aydınger kâğıdı yerine beyaz kâğıtlara beziryağı sürerek bir çeşit saydam kâğıt üretmek gibi… Daha zor olanı, çarpık bir demokrasi anlayışıyla baskıcı siyasal rejimdi... Sonuçta sabırlar tükenince, biz dördüncü sınıftayken 28-29 Nisan 1960’ta başlayan öğrenci olaylarını yaşadık. Yürüyüşler sırasında bazen cop yiyenlerimiz oldu. O günlerin öğrencileri olarak biz yine de şanslı sayılırmışız: Hiç değilse o zamanlar biber gazı, gaz bombası, boyalı basınçlı su, toma, akrep, panzer, çelik kale gibi ileri teknoloji araçları ve daha da önemlisi, ileri demokrasi yoktu. Hareketli geçen bir ayın ardından 27 Mayıs 1960 devriminin heyecan ve coşkusunu yaşadık. Hürriyet istemiştik; ona kavuştuk: 27 Mayıs Devriminden sonra Beyazıt Meydanı’nın adı bir süre için Hürriyet Meydanı oldu. 1961’de Teknik Üniversite’yi bitirdik. O günlerde hâlâ, çizim masamız, te cetvelimiz, gönyelerimiz, hesap cetvelimiz vardı; Grafos’tan Rapido (graph)’a yeni geçmiştik. “Bilgisayar” sözcük olarak bile daha ortada yoktu. İlk bilgisayarlar çok büyük boyutluydu ve “elektronik beyin” olarak adlandırılıyordu. Mezuniyetten sonra iş bulmakta hiç kimsenin güçlük çektiğini duymadık. Hepimiz yurtiçinde ya da dışında bir yerlere dağıldık. İstanbul’un bugün 15 milyona tırmanan nüfusu o günlerde 1,5 milyon kadardı; Türkiye nüfusu ise 29 milyon. Şehrin eski mahalleleri, ahşap evleri, plajları, tramvayları vardı. Şehir mütevazı idi. Bugün siyasilerin övündüğü gibi görkemli değildi(!); şöyle bir gökdeleni bile yoktu... Ama her yanı plajdı. Tramvayları, mezun olduğumuz yıl törenle, çiçeklerle uğurladık. Aynı yıl Ruslar “Sputnik”le uzaya ilk insanı, Yuri Gagarin’i gönderdiler. O günlerde biz de, Türkiye’nin ilk işçi kafilesini Almanya’ya gönderdik. 13 Temmuz’da da o günkü adı Ortak Pazar olan AB’ye üyelik başvurumuz reddedildi. Yarım yüzyıl önce pek çok şey yine özgürlük ve demokrasi içindi. AB üyeliğini beklediğimiz gibi demokrasiyi de hâlâ bekliyoruz. NOTLAR : a)Tarihçe için Ruhi Kafesçioğlu’nun “Yüksek Mühendis Mektebi’nden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne” adlı kitabından (YEM Yayın, 2010) b) Tarih Vakfı’nın İstanbul Ansiklopedisi’nden (1994) 2)İkinci bölüm için D. Hasol’un a) “Elli yıl önce, elli yıl sonra”, http://doganhasol.net/Articles/elli-yil-once-elli-yil-sonra_11078. html b)“50 Yıl Öncesi, Bugün ve Sonrası” http:// doganhasol.net/Articles/50-yil-oncesi-bugun-ve-sonrasi-_11097.html yazılarından yararlanılmıştır. itü vakfı dergisi 75 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ İTÜ BİNALARININ Kimi Mutlu ve Umutlandırıcı, Kimi Üzücü ve Hüzünlü ÖYKÜLERİ Geçmişte olan olmuştur. Yaşam ve İTÜ’nün gelişimi sürecektir. Ayazağa’da bundan sonra da yapılacak çok şey bulunmaktadır. Yeni binalar hem işlevsel hem de görünüm açısından istenilen koşullarda olmalıdır. Yapısal yetersizlikler ve diğer nedenlerle yenilenecek binalar iyileştirme için fırsatlardır. Bu yeni yapılaşmalar ile birlikte yerleşkenin uyumlu bir bütünlüğünü sağlayacak şekilde yerleşim planı güncelleştirilmelidir. Dolayısıyla bundan sonra geçmişten ders alınarak daha güzel, işlevsel, 24 saat ve keyifle yaşanabilir, övünülecek bir yerleşke için gereken çaba gösterilmelidir. Prof. Dr. Güngör EVREN İTÜ İnşaat Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi 76 itü vakfı dergisi 1 956 yılının güneşli Eylül öğleden sonrasında, Malatya istasyonundan 5-6 arkadaş trenle yola çıktık. İki geceden sonra vardığımız, güzel bir İstanbul sonbahar sabahının duygularını anlatmam olası değil. 17 yaşında ilk kez gördüğüm İstanbul. İlk kez gördüğüm deniz; sonsuzluğu duyumsatan masmavi bir su. Sonra Haydarpaşa. Vapurla Karaköy. Bir otele yerleştikten sonra, daha önce İstanbul’a gelmiş ve kenti bir ölçüde tanıyanların kılavuzluğunda, hayalimizdeki İstanbul Teknik Üniversitesi’ni ziyaret. İTÜ olarak Taşkışla’ya geldiğimizi, ama içeri girmeye cesaret edemeden dışarıdan bir tür saygı duygusuyla binayı seyrettiğimizi anımsıyorum. İTÜ giriş sınavına da Taşkışla’da, o zamanlar İnşaat Fakültesi’nin resimhanesi “217” nin önündeki koridorda girmiştim. Böylece tanıştığımız Taşkışla’nın benim için özel bir kimliği ve unutamayacağım bir yeri var. Beş yıllık öğrencilik. Önceleri çekingenliklik duyduğum, sonradan günlerimi içinde ve birlikte geçirmekle, kendimi ayrıcalıklı ve mutlu saydığım bir bina Taşkışla. Kader nedir, tam bilmiyorun ama, yine de kadere bakın diyeceğim… Evet, kadere bakın! İnşaat Fakültesi’nin bu güzelim binadan, Taşkışla’dan Ayazağa Yerleşkesi’ne taşınması benim dekanlığım döneminde bana düştü… Güneşli bir sonbahar günü tanıdığım Taşkışla’dan yağmurlu, berbat bir şubat günü kopmuştum! İTÜ binalarının kimi mutlu ve umutlandırıcı, kimi üzücü ve hüzünlü öyküleri İTÜ’nün geçmişinde öğretimi sürdürecek bina bulmanın ciddi sorun olduğu dönemler yaşanmıştır. Bunlardan en çarpıcı olanı 1909-1923 arasındaki 14 yıllık dönemdir. Bu göçebelik koşullarında öğretimin sürdürülemediği zamanlar olmuştur. 1923 Ekim’inde Gümüşsuyu binalarına taşınılmasıyla, yani Cumhuriyet’le birlikte İTÜ yerleşik düzene geçmiş ve hızlı gelişim dönemini başlatmıştır. 1944 yılında yılında Taşkışla’nın İTÜ’ye tahsisi çok önemli bir aşamayı oluşturmuştur. 1955 yılında Maçka binaları İTÜ’ye tahsis edilince o zamanın koşullarında kısa süreli de olsa bir rahatlama sağlanmış olduğu söylenebilir. Mühendis Mektebi Âlisi’nin Göçebelik Çilesi : 14 Yılda 7 Bina Değişimi Hiç kuşku yok ki, İTÜ’nün bina öykülerinin en hazini ve çilelisi 1909 – 1923 arasında yaşanmıştır. 14 yıl içinde 7 binanın değiştirildiği bu dönem tam bir göçebelik olarak nitelenebilir. Aslında bu dönem İTÜ tarihinin kara bir sayfasıdır. 1909 yılında Halıcıoğlu’ndan ayrılma zorunluluğu doğunca taşınılan ilk bina Askeri Alaylar Kışlası’dır. Sonrasında vazgeçilen Gedikpaşa Tiyatrosu girişimi var. 1913 yılında daha hareketli bir döneme girilmiştir. Kısa bir süre için taşınılan Divanyolu’ndaki Kondüktör Okulu’nda yılı tamamlamak bile mümkün olmamıştır. Fındıklı’ya taşınılmış, fakat proje ve uygulama çalışmaları için Tophane’deki bir bina kullanılmıştır. 1915 yılında Maarif Nazırı Şükrü Bey’in kararıyla Notre Dame de Sion’un bir katı Mühendis Mektebi Alisi için ayrılmıştır. Ne var ki Birinci Dünya Savaşı sonrasında Fransızlar Notre Dame de Sion’u geri almışlar, eşyalar sokağa atılmış, öğrenciler açıkta kalmışlardır. Bir süre yersiz kalındıktan sonra, Halıcıoğlu’ndaki eski yuvaya geri dönüldü. Ancak İstanbul’un işgalinden sonra, İngilizler Halıcıoğlu’nu boşaltarak kendi kuvvetlerini yerleştirdiler. Bunun üzerine Gümüşsuyu Kışlası Mühendis Mektebi Âlisi’ne verildi. Karlı bir kış günü taşınma gerçekleştirildi. Ancak daha henüz öğrenciler gelip yerleşmemişkenm, İngilizler binayı işgal ederek askerleri için hastaneye dönüştürdüler. Bu durumda Yıldız’daki Şevket Paşa konağı kiralandı. Bu bina okul olmaya elverişli değildi. Çaresizlik içinde dersler yatakhanelerde ve yemekhanelerde yapılmaya çalışıldı. (1,2) Bu koşullar altında doğaldır ki, 1909-1923 yılları arasında bir yandan savaşlar, öte yandan sık sık bina değiştirmek zorunda kalınması nedeniyle doğru dürüst öğretim yapılamadı. Cumhuriyet’le birlikte aydınlık günler başlıyor Yaşanan göçebelik çilesinin ardından aydınlık günlerin ilk ışıkları 1923 yılında Cumhuriyet’in ilânı ile birlikte gözüktü. Daha önce girişimde bulunulan fakat İngilizlerin işgali ile sonuçlanmayan Gümüşsuyu Kışlası’na taşınma Kasım 1923’de gerçekleşti. Önce bina köklü bir onarımdan geçirildi ve ek binalar yapılarak genişleyen alanlarda öğretim etkinlikleri iyileştirildi. 1926 yılında Nafıa Vekili olan Behiç (Erkin) Bey, ülke kalkınmasına katkıda bulunacak mühendislerin, gecikmeden ve gerekli niteliklere sahip olarak yetiştirilmelerini yaşamsal önemde görüyordu. Bu nedenle Mühendis Mektebi ile sıkı bir işbirliğine girdi. Mektebin atılım yapmasını sağlayacak bir yönetimin iş başına gelmesinin öncelikli bir iş olduğuna inanıyordu. Artık Gümüşsuyu Kışlası’nda yerleşik bir düzende sağlıklı öğretim yapma olanağı kazanılmış oldu. Başta Atatürk ve İnönü olmak üzere, Cumhuriyet dönemi yöneticileri ülkemizin mühendise olan gereksiniminin bilinci içindeydiler. 1926 yılında Nafıa Vekili olan Behiç (Erkin) Bey, ülke kalkınmasına katkıda bulunacak mühendislerin, gecikmeden ve gerekli niteliklere sahip olarak yetiştirilmelerini yaşamsal önemde görüyordu. Bu nedenle Mühendis Mektebi ile sıkı bir işbirliğine girdi. Mektebin atılım yapmasını sağlayacak bir yönetimin iş başına gelmesinin öncelikli bir iş olduğuna inanıyordu. Muallimlerden Fikri (Santur) Bey’in böyle bir görevin üstesinden gelebilecek niteliklere sahip olduğu kanısıyla kendisini müdür olarak atadı. Bundan sonrası bir başarı dönemi sürecidir. Böylece başlayan gelişme dönemi, etkinlikleri, akademik personeli, öğrencileri artırıyordu. Mevcut binalar amaçlanan hizmetlere yetmekten uzaktı. Bu süreç, 1940’lı yıllara eriştiğinde, Maarif Vekilliği’ne tahsis edilen Taşkışla, İTÜ için uygun görülmüş ve İTÜ’ye tahsisi için girişimler, başta Hasan Âli Yücel olmak üzere dönemin yöneticilerinin olumlu yaklaşımlarıyla 1944 yılında sonuçlanmıştır. Tahsis konusunda çaba gösteren Ord. Prof. Emin Onat, bu kez, dış duvarları korunan Taşkışla’yı İTÜ binasına dönüştürme görevini, Prof. P. Bonatz ile birlikte dünyanın en güzel restorasyon örneklerinden biri olarak başardı. Artık İTÜ kimliği, Taşkışla’nın belleğine silinemez biçimde kazınmıştı. Taşkışla’dakine benzer tekniğe, bilime ve eğitime verilen önem anlayışı bağlamında 1955 yılında Maçka Silahhanesi İTÜ’ye tahsis edildi. Bu bina da dış duvarları dışında yeniden yapıldı. Bu süreçte Maçka Karakolu da İTÜ’ye katıldı. İTÜ’nün atılım yapmasına başta Atatürk olmak üzere İnönü, Behiç Erkin, Hasan Âli Yücel ve Rüştü Uzel’in çok değerli katkıları olmuştur. (2,4) Taşkışla için otel , Maçka için Borsa binası işlevini düşünülebilmek?! Yönetim anlayışında eğitimin, kültürün, üniversitenin çevrenin, doğanın yaşam ve toplumsal kalkınmadaki öneminin bilinci yerine, kısa yoldan ekonomik değerler yaratılabileceği yanılgısıyla iş bitirici yaklaşımlar egemen olunca inanılmaz olaylar yaşanabiliyor. Taşkışla ve Maçka ile ilgili olayların kökeninde bu anlamda düşünsel altyapının bulunduğunu düşünüyorum. Taşkışla ile ilgili değişik niyetlerden sonra, otel yapmaya yönelik gerçekten anlaşılması güç gelişmeler uzun bir süre aldı ve kamuoyu önünde gerçekleşti. Maçka binası da İTÜ’lülerin unutamayacakları üzücü bir olayın konusu oldu. 5 yıl boyunca öğrenci ve 19 yıl akademisyen olarak yaşadım Taşkışla’da, 2 yıl kadar da İnşaat Fakültesi’nin seçimle gelen son, YÖK sonrası atama ile gelen ilk dekanı olarak görev yaptım. Kısacası, Taşkışla ile özel bir bağım olduğunu söyleyebilirim. Bu nedenle, 1982 Şubat’ında dekan olarak Fakülte’yi Ayazağa’ya taşıma görevini yerine getirirken Taşkışla ile ilgili ilk derin hüznü yaşamıştım. Daha sonraki aşamada Rektör Yardımcısı olarak otel yapılmak üzere İTÜ’den koparılmak üzere saldırıya uğramış Taşkışla olayı ile karşı karşıya kaldım. Bu aşamada Mimarlık Fakültesi’nin Maçka’ya taşınması ile Taşkışla’nın boşaltılması süreci çok önemliydi. Görev alanımdaki bu süreci zaman kazanacak biçimde iyi yönettiğimi düşünüyorum. Bu aşamada, bir toplantıda karşılaştığım Mimarlık Fakültesi’nin Maçka’ya taşınma konusunda görevli Dekan Yardımcısı, beni bu taşınmayı engellemekten dolayı, ciddi olarak, eleştirmiş ve gereksiz sert bir tartışmayı başlatmıştı. Şaşırmıştım. Aslolan, beklenen mutlu sonuca varmaktı. Öyle de oldu. Yargı Taşkışla’nın İTÜ’de kalması kararını vermişti. Taşkışla saldırısına karşı Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu, Prof. Dr. Zeynep Ahunbay, Prof. Dr.Yıldız Sey ve Prof. Dr. Afife Batur yargıya başvurmuş, çok çetin bir mücadele vermişlerdi. Mücadeleyi kazandılar ve Taşkışla İTÜ’de kalmış oldu. (3) Maçka binası da bilimi ve eğitimi yani geleceğimiz için üniversiteyi önceleyen anlayış yerine, kısa yoldan kazanma heve- itü vakfı dergisi 77 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ sinden kaynaklanan üzücü bir serüven yaşadı. 22 Ağustos 1990 günü gazeteler Maliye Bakanlığı’nca İTÜ’nün Maçka binasının İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’na tahsis edildiği haberini verdiler. O günlerde İstanbul dışında olan Rektör’e vekâlet ettiğim için İTÜ’nün ilk tepkisini, olayın özü ve uslubu açısından kabul edilemez olduğunu vurgulayarak vermiştim. Hemen ardından olayla ilgili Üniversite tepkisini dile getiren Rektörlük basın bildirisi yayımlandı. 27 Ağustos 1990 günü İTÜ Yönetim Kurulu Olağanüstü toplantısında “… gerekli hukuki işlemlerin en kısa zamanda başlatılması” kararını verdi. Uzun bir toplantı oldu. Görüşmelerin uzaması bazı üyelerin üniversitenin hükümete karşı, üstelik mezunumuzun başkanı olduğu bir hükümete karşı yargıya başvurmanın olası sonuçlarına ilişkin duyarlılıklarında kaynaklanmıştı. Gerçekten üniversite olarak hükümete karşı yargıya başvurmak pek rastlanan olaylardan değildi. Ama başka bir çözüm seçeneği yoktu. Bu süreçte, üniversitemiz avukatları dışında bir çok hukukçu ciddi destek verdiler. Prof. Dr. Hüseyin Hatemi ve Prof. Dr. İl Han Özay bunlar arasındadır. 3 Eylül 1990 günü 2. Asliye Hukuk Mahkemesi tedbir kararı aldı. Bu arada akıl almaz bazı gelişmeler oldu. Olayın başlangıcını izleyen 15 gün içinde Borsa yönetiminden kişilerin silâhlı özel güvenlik elemanları eşliğinde, bina mühürlü olduğu için, pencereden girme girişimi, sonra 4 silahlı Borsa elemanının ve avukatlarının mühürlü kapıları kırarak içeri girme girişimleri bunlar arasındadır. En sonunda 14 Eylül 1990 günü kaba kuvvetle bir kâbus yaşatıldı. Rektöre vekâlet eden Prof. Dr. Senai Saltoğlu telâşla odama gelerek “Borsacılar Maçka binasını basmışlar.” dedi. Birlikte hızla Maçka’ya gittik. İlk görülenler midibüs türü birkaç araç, içlerinde gözüktüğü kadarıyla yatakları yorganlarıyla bazı insanlar… Binanın kapısı açık, etrafta polisler ve Borsa ile ilgili insanlar… Bunlardan bazıları içeri girmek istiyor, Üniversitemiz Avukatı Beyza Koral ve gönüllü olarak avukatlığımızı yapan Av. Kezban Hatemi bu insanları engelliyorlar. Polisler de içeri girmek istiyorlar, kadın avukatlarımız, zaman zaman onları kapı dışına ittirerek engellemeye çalışıyorlar, açıkçası engelliyorlar. Bu arada Kezban Hatemi’nin bana ve Se- 78 itü vakfı dergisi 1990 yaz sonunu tüm İTÜ’lüler, daha doğrusu bilime, hakka ve hukuka saygılı olanlar hüzünle anımsayacaklardır. Ama gerekli duyarlılığı gösteren İTÜ Camiasının içten, coşkulu dayanışması ve hukuk insanlarının yürekliliği içimizi aydınlatacak ve hiçbir zaman unutulmayacaktır. nai Saltoğlu’na söylediği, benim hâlâ aklımın almadığı şu sözleri hiç unutmuyorum: “Polisler dahil hiç kimsenin içeri girmesine izin vermeyin, onları engelleyin. Yoksa içeri girer taşıtlardaki insanları da içeri alırlarsa, ortaya çıkan bu fiili durumla mücadeleyi kaybetmiş oluruz.” Mantığını kavrayamadım ama, çok ciddi bir durumla karşı karşıya olduğumuzu anladım. Ne var ki, içeri girenlere fiziki olarak karşı koyamadık. Ne ben, ne de Senai Bey. Ama hiç kimse içeri giremedi. Çünkü avukatlarımız anlatılması güç bir çabayla binaya girmek isteyenlere karşı koydular. Kapıları kapadılar. Ben bu arada İstanbul Valisi’ne, İçişleri Bakanı’na, mezunumuz Bakanlara, bize yardımcı olabileceğini düşündüğüm aklıma gelen kişilere telefonla erişmeye çalıştım. Ne tesadüftür ki, hiç biri yerinde değildi ve kendilerine erişilemiyordu. Bir süre sonra Prof. Dr. Hüseyin Hatemi geldi. Binanın telefon bulunan bir odasından yine telefon trafiğini başlattık. Bu arada İstanbul Belediye Başkanı Prof. Dr. Nurettin Sözen’i aradım. Durumu anlattım, kendisi üzüldüğünü ve yardımcı olmak istediğini söyledi, ama ben o aşamada nasıl bir yardım isteyeceğimi bilemedim. Prof. Dr. Hüseyin Hatemi telefonu istedi ve Sözen’den destek olarak Belediye Zabıtalarını göndermesini söyledi. Bir süre sonra zabıtalar geldi. Asıl çözüm Şişli Savcılığı’na başvurmak ve kararını beklemekti. Kezban Hatemi bu amaçla gitti. Ama saatler geçti. Hava kararmaya başladı. Sabırsızlanıyorduk. Nihayet Kezban Hatemi geldi ve Savcılık kararını kapıya astı. Dışarıda bekleyen Borsacılar kararı okuduktan sonra kaçar gibi taşıtları ve adamlarıyla oradan uzaklaştılar. Olaylar İTÜ’lüler tarafından duyulmuş, Maçka’nın koridorlarında çoşkulu bir dayanışma ortamı oluşmuştu. Gerilimli bir gün, umutlu bir sona ermişti. “İTÜ’den Haberler”in Ekim 1990 tarihli 28. sayısında imzasız olarak yayımlanan “Maçka Kışlası Olayı: Olsa Olsa Bir Kâbus” başlıklı yazımda, Maçka olayının kendisinin sağduyu dışı ve bir kâbus olduğunu belirterek, şu duygularımı dile getirmiştim: “Bu sağduyu dışı girişim ve onu izleyen gelişmeler, hele 14 Eylül 1990 gününün öğle sonrası başlayıp gece karanlığının ötesine uzanan, İstanbul’un ortasında kaba kuvvetin, hak hukuk tanımazlığının egemen olduğu yoğun bir çaresizliğin yaşandığı geçmek bilmeyen saatler olsa olsa kâbus olabilirdi. 1990 yaz sonunu tüm İTÜ’lüler, daha doğrusu bilime, hakka ve hukuka saygılı olanlar hüzünle anımsayacaklardır. Ama gerekli duyarlılığı gösteren İTÜ Camiasının içten, coşkulu dayanışması ve hukuk insanlarının yürekliliği içimizi aydınlatacak ve hiçbir zaman unutulmayacaktır.”(8) Evet yürekli hukukçularımız olmasaydı bu kâbustan kurtulamayabilirdik. Uzun hukuk süreci Danıştay’ın 27 Şubat 1992 tarihli kararı ile olumlu sonuca ulaştı. Taşkışla ve Maçka binaları ile ilgili hukuk savaşımındaki olumlu gelişmelerin yarattığı elverişli ortam, İTÜ yerleşimi konusunun yeniden ele alınabilmesini sağlamıştı. Bu aşamada, kişisel olarak bir yandan Rektör Yardımcısı, öte yandan İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu üyesi olmam, üniversitedeki kararlı yaklaşımının Vakfın coşkulu desteği ile güçlenmesi olanağını verdi. Önce Vakıfta benim yürütücülüğümde mezunlarımızın da desteğini sağlayacak şekilde geniş katılımlı çalışmalar yapıldı. Mezunlarımız yanında, Mimarlık Fakültesi ve İnşaat Fakültesi öğretim üyelerinin yer aldığı çalışmalarda giderek çözüm şekilleniyordu. Nihayet kent binaları ve Ayazağa Yerleşkesi’nin uyumlu bir bütünlük içinde yer alacağı bir yerleşim planı ortaya çıkıyordu. Son aşamada, İTÜ Yönetim Kurulu’nca, “ şehir kampüslerimizdeki binaların kullanımları” ile ilgili somut öneri hazırlamak üzere , yürütücülüğümde Mimarlık Fakültesi’nden 4 ve İnşaat Fakültesi’nden 2 Öğretim Üyesinden oluşan bir komisyon kuruldu. Bu komisyonun raporu, 19 Mart 1992 günlü Üniversite Yönetim Kurulu’nda görüşülerek karara bağlandı. tirdiğinden, gelişip genişlemiş büyük bir topluluk halinde bulunmak da çağdaş bilim düzeyinin bir zorunluluğudur. Memleket kalkınmasının gerektirdiği mühendis ihtiyacı, mevcut müesseselerin kapasiteleri artırılmaz ve bunlara yenileri eklenmezse, karşılanmaktan çok uzak kalacaktır. 1977 de bu eksiğin 20 000 civarında olacağı hesaplanmıştır. …Özetlediğim bu durum, yetkili ve sorumlulara anlatılmış, yakın ilgi ve yardımları ile ve İstanbul Şehir Meclisi’nin yurtsever, bilimsever anlayışı ile, bu kitapla yerleşme müsabakası açılan arazi, İstanbul Teknik Üniversitesi gelişme yeri olarak tahsis edilmiştir. Kendilerine şükranlarımı tekrarlarım. Bu arazide İstanbul Teknik Üniversitesi Akademik tesislerinden başka, öğrencilerin her türlü sosyal ihtiyaçları ve spor tesisleri yer alacaktır. Müsabaka ile belirtilecek kısımda inşa edilecek yurt binaları için Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar Kurumunun anlayışlı işbirliğine şimdiden teşekkür ederim. Arazide ayrıca İstanbul Belediyesi dinlenme tesisleri, şehir hayvanat ve nebatat bahçeleri bulunacaktır….” Rektörün bu yazısını izleyen ve Ayazağa’nın gündeme gelişi ile ilgili konuları kapsayan önemli bir kaynak 1966 tarihli bir kitaptır. Bu kitap beş bölümden oluşmaktadır.Birinci bölüm, “İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü’nün Arazi Tahsisi İçin Gerekçe Raporu” ile arazi hakkındaki bilgilerden oluşmaktadır. Raporda İTÜ görüşleri desteklenmektedir. Dikkat çekici bir açıklama, istenilen ara- Yerleşimde köklü bir gelişme: Ayazağa Yerleşkesi 1923’den sonra, özellikle 1940’lı yıllardaki üniversiteye dönüşüm süreciyle hızlı gelişim dönemine giren İTÜ’nün genişleme gereksinimi, 1960’lara gelindiğinde kendini iyice duyurmaya başlamıştı. Bu durumu ve Ayazağa Yerleşkesi’nin gerçekleştirilmesi ile sonuçlanan gelişmeleri, dönemin Rektörü Ord. Prof. Bedri Karafakioğlu “İstanbul Teknik Üniversitesi Gelişme Yerleşkeu” başlıklı yazıda şöyle açıklamaktadır : “…Yüzyıllara dayanan geleneklerin biriktirdiği bu bilimsel öğretim potansiyelinden, memleketi tam kapasite ile faydalandırmak için genişlemek istiyoruz. Modern teknolojinin zorunlu kıldığı uzmanlaşma, çok sayıda uzman öğretim üyesinin birlikte çabalarını gerek- Ayazağa Yerleşkesine ilişkin gelişmeler, konuyla yakından ilgili Prof. İsmet Aka’nın anlatımıyla şöyle : ”Rektörlüğün öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucunda, bugün Harp Akademilerinin bulunduğu arsayı da içine alan, Maslak’tan Hisarüstü’ne kadar uzanan, belediyenin de hayvanat ve nebatat bahçeleri yapacağı, 600 hektarlık bir arazi seçilerek yerleşme konusunda bir mimari proje yarışması açılmıştır. Yarışmayı, ODTÜ yerleşmesini gerçekleştiren, mezunumuz mimar Behruz Çinici kazanmış, uygulama hazırlıkları başlamıştır. zinin bir bölümünün sorunlu oluşudur. İkinci bölüm, Yönetim, akademik, spor, yurt ve lojman için gerekli alanlar konusunda ayrıntılı bir analizi ve değerlendirmeyi içermektedir. Üçüncü bölüm, “Botanik ve Zooloji Bahçeleri ve Rekreasyon Tesisleri” konusuna ayrılmıştır. Dördüncü bölümde, yerleşme ile ilgili açılacak yarışmanın şartları ve sözleşme örnekleri yer almaktadır. Son bölümde yerleşke planlaması ile ilgili kavramsal değerlendirmeler yapılmaktadır.(6) Ayazağa Yerleşkesine ilişkin gelişmeler, konuyla yakından ilgili Prof. İsmet Aka’nın anlatımıyla şöyle : ”Rektörlüğün öncülüğünde yürütülen çalışmalar sonucunda, bugün Harp Akademilerinin bulunduğu arsayı da içine alan, Maslak’tan Hisarüstü’ne kadar uzanan, belediyenin de hayvanat ve nebatat bahçeleri yapacağı, 600 hektarlık bir arazi seçilerek yerleşme konusunda bir mimari proje yarışması açılmıştır. Yarışmayı, ODTÜ yerleşmesini gerçekleştiren, mezunumuz mimar Behruz Çinici kazanmış, uygulama hazırlıkları başlamıştır. Ne var ki arazinin mülkiyetinin sorunlu olduğu, askeri kuruluşların burada Harp Akademileri’nin yerleşmesini planladıkları anlaşılmış, çalışmalar yön değiştirmek zorunda kalmıştır. Askeri makamlarla yapılan görüşmeler sonunda arazinin paylaşılması konusunda bir anlaşmaya varılmış ve 1966 yılında bir protokol imzalanmıştır. Bu protokolde her iki tarafın görüşleri belirtilmekte, bugünkü İTÜ girişinden başlayan vadi bir sınır olarak belirlenmekte, askerlerin Taşkışla ve Gümüşsuyu binaları isteklerine, İTÜ bu binalar tamamen boşaldığında verilebilir demektedir.” (7) Ayazağa Yerleşkesi, yerleşim aşamasına gelinceye kadar, sanki öğretim kadrosunun ilgisi ve bilgisi dışında gelişti. Orada bir yerde bir yerleşke oluşumunu bilseler bile, nedense sanki herkes kendisinden sonraki bir dönem için diye düşünüyordu. Bunu İnşaat Fakültesi’nin taşınma sürecinde daha yakından algılama olanağını buldum. Ayazağa Yerleşkesi konusunu aydınlatıcı bulduğum için İnşaat Fakültesi’ndeki taşınma sürecini biraz açmakta yarar görüyorum. 1980’li yıllara gelindiğinde Ayazağa’da binaların bir bölümü tamamlanmıştı. Bunlar arasında İnşaat Fakültesi binaları da vardı. Rektörlük Ayazağa’ya gitmişti ve İnşaat Fakültesi’nin de taşınmasını istiyordu. Ben de İnşaat Fakültesi Dekanı olarak, taşınma konusunu gündeme getirerek hem uygun fiziksel koşulları hem de öğretim üyelerinin içlerine sindirebilecekleri bir ortamı oluştu- itü vakfı dergisi 79 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ rabilmek üzere ayrıntılı bir planlama çalışmasını başlatmıştım. O dönemin Rektörü, anısı önünde saygı ile eğildiğim Değerli Hocam Prof. Dr. Kemal Kafalı İdi. Taşınmanın en kısa zamanda gerçekleşmesi gerektiğini söylüyor, hatta bu konuda sürekli baskı uyguluyordu. Bir Fakülte Yönetim Kurulu Toplantısına katılarak, doğrudan bana yönelik olarak, taşınma olayını yavaştan aldığım, hatta ayak sürüdüğüm anlamında görüşlerini ifade etmişti. Benim açıklamalarıma ek olarak, Yönetim Kurulu üyemiz Prof. Dr. Nahit Kumbasar, yavaştan alma gibi bir durumunun söz konusu olmadığını, çalışmaların ciddi şekilde sürdürüldüğünü, çok açık olarak anlatmıştı. Gerçekten İnşaat Fakültesi gibi bir fakültenin hazırlıksız apar topar taşınması düşünülemezdi. Diğer hazırlıklar tamam olsa bile, “haydi, taşınıyoruz” diyebilir miydim? Psikolojik olarak hazırlıklı olmayı çok önemsiyordum. Yalnız taşınma gündemi ile yaptığımız toplantı, 10 yıllık yöneticilik yaşamımın en uzun iki toplantısından biriydi. Çoğunluğu hocalarım olan, Ayazağa olayını benden çok iyi bilen, belki kararlarda etkili olmuş üyeler, “Taşkışla’da rahat olduğumuzu, Ayazağa’ya taşınmanın nereden çıktığını” soruyorlar ve dekan olarak taşınmaya karşı çıkmam gerektiğini söylüyorlardı. Ben de, o dönemde asistan olarak, Ayazağa Yerleşkesi kararında hiçbir rolümün olmadığını, orada fakültemizle ilgili tamamlanan binaları görmezlikten gelemeyeceğimizi, çürümeye bırakamayaca- 80 itü vakfı dergisi Ayazağa Yerleşkesi, yerleşim aşamasına gelinceye kadar, sanki öğretim kadrosunun ilgisi ve bilgisi dışında gelişti. Orada bir yerde bir yerleşke oluşumunu bilseler bile, nedense sanki herkes kendisinden sonraki bir dönem için diye düşünüyordu. Bunu İnşaat Fakültesi’nin taşınma sürecinde daha yakından algılama olanağını buldum. ğımızı, Ayazağa’da laboratuvarlar başta olmak üzere, daha iyi olanaklara sahip olacağımızı ve zaman içinde gelişme olanağını bulabileceğimizi, yaptığımız ayrıntılı çalışmaların raporlarına dayanarak ifade ediyordum. Sonuçta 1982 yılının yağışlı bir kış gününde birinci sınıflar dışında Ayazağa’ya taşınmaya başladık. Yöneticilik yaşamımda derin iç burukluğu yaşadığım günlerden birinin bu olduğunu belirtmiştim. İTÜ’lülerin, en azından başlangıç aşamasında, Ayazağa Yerleşkesi’nden çok mutluluk duyamadıkları kanısındayım. Çoğumuzun aklından geçen soru “ Daha güzel bir yerleşke gerçekleştirilemez miydi ?” Keşke açılan yarışmayı kazanan Behruz Çinici’nin projesinin uygulanmasını engelleyen gelişmeler olmasaydı. Bu gelişmenin ardından tutum değiştirilmeyerek, projenin yeni duruma uyarlanması ya da yeni bir yarışmanın açılması daha iyi bir çözüm olabilir miydi ? Herhalde konunun tam bir profesyonellik gerektirdiği gerçeği karşısında, işin amatörce bir anlayışla üniversite tarafından üstlenilmesi temel bir yanlışlık olabilir miydi ? Çünkü, konu tamamen profesyonelliği gerektirmektedir. Bu anlayışla gerçekleştirildiğini bildiğimiz yerleşkelerde daha başarılı olunduğu söylenebilir. Öte yandan planlama ve yapılaşma sürecinde, üniversitenin ilgili birimleri ve öğretim üyelerince gerekli ve yeterli bilimsel ve eleştirel değerlendirmenin yapılmış olduğunu söyleyemeyiz. Konuyla yakından ilgili Prof. İsmet Aka, Ayazağa olayındaki olumsuzlukları ayrıntılı olarak ortaya koymakta ve sonuçta “Profesyonel bir proje bürosu ile anlaşarak İTÜ’nün yönlendirmesi ve kontrolü altında projelendirme daha uygun olurdu kanısındayım.” demektedir. (7) Geçmişte olan olmuştur. Yaşam ve İTÜ’nün gelişimi sürecektir. Ayazağa’da bundan sonra da yapılacak çok şey bulunmaktadır. Yeni binalar hem işlevsel hem de görünüm açısından istenilen koşullarda olmalıdır. Yapısal yetersizlikler ve diğer nedenlerle yenilenecek binalar iyileştirme için fırsatlardır. Bu yeni yapılaşmalar ile birlikte yerleşkenin uyumlu bir bütünlüğünü sağlayacak şekilde yerleşim planı güncelleştirilmelidir. Dolayısıyla bundan sonra geçmişten ders alınarak daha güzel, işlevsel, 24 saat ve keyifle yaşanabilir, övünülecek bir yerleşke için geren çaba gösterilmelidir. Kaynaklar 1-Uluçay Çağatay, Kartekin Enver. Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi Kütüphanesi, Sayı :389, Berksoy Matbaası, 1958. 2-Kaçar Musatafa ve diğerleri, İstanbul Teknik Üniversitesi ve ve Mühendislik Tarihimiz, Cenkler Matbaacılık, 2013. 3-Kulaksızoğlu Erol, Dünü Bilmek, Yarınları Aydınlatmak,… , İstanbul, 2010. 4-Bir Anıt “Taşkışla”, İTÜ Vakfı Dergisi, 1989, Sayı 2. 5-Hüseyin Hatemi, Hukuk ve Maçka Kışlası, Cumhuriyet Gazetesi, 27.8.1990. 6-İstanbul Teknik Üniversitesi Yerleşkeu,…1 Aralık66, 10 Şubat 1967, İTÜ Mimarlık Fakültesi, 1966. 7-Aka İsmet, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Kuruluş ve Gelişmesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi Yerleşkeunun Öyküsü, İnşaatın İçinde 9 yıl, 1973-1982, 2012. 8-“Maçka Kışlası Olayı : Olsa Olsa Bir Kâbus”, İTÜ’den Haberler, Sayı : 28,Ekim 1990. İTÜ’nün Yaşayan Çınarlarından Ruhi Kafesçioğlu, Anılarını Anlatıyor Yüksek Mühendis Mektebi’nde Eğitim ve Yönetim 1937 Ekimi’nde 135 arkadaşla başladığımız öğrenciliğimizi, bizden geriye kalanlar ve üst sınıflardan bize katılanlarla, ama her sene biraz daha azalarak, 1943 Eylül dönemi imtihanları sonunda beş şubede 52 arkadaş tamamlayabilmiştik. 135’in 45’i bu grubun içindeydi. Geri kalan 90’ın bir kısmı bir veya iki sene arkamızdaki sınıflardaydı. Büyük bir kısmı çeşitli zamanlarda ayrılmışlardı. Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki eğitim sürecini sergileyen bu durumu kimse yadırgamazdı. Bu sonuç, uygulamalı meslekler olan mimarlık ve mühendisliğin diplomasının verdiği yetkileri ülke ve toplum yararına kullanabilecek yetenekte olmanın gereğiydi. Günümüzde şartlar tabii çok değişti. Altyapısı ve eğitim kadrosu yeterince hazırlanmadan açılan üniversitelerde, kalabalık sınıflarda okuyan gençlerimizin çoğunun yeterli düzeyde yetişmemiş olduğu gerçeği, önümüzdeki önemli bir sorun olarak durmaktadır… İTÜ’nün yaşayan çınarlarından Ruhi Kafesçioğlu, Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki öğrenimini 1943’te tamamladı. Anılarından derlediğimiz yazı; bir taraftan Gümüşsuyu binasının hikayesine ve okulun eğitim anlayışına ışık tutarken, diğer taraftan o günün şartlarında hem büyük zorluklara göğüs gerip, hem de sıkı bir disiplin altında öğrenimlerini sürdüren eski kuşak İTÜ mezunlarının başarılarını ve aidiyet duygularının sırrını anlamamızı sağlıyor… itü vakfı dergisi 81 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Heyet-i İhtiyariye (1943 Arı Yıllığı) Tedris Meclisi (Eğitim Kurulu) Gümüşsuyu Yerleşkesi II. Meşrutiyetin ilanından sonra mülki idarenin (sivil yönetimin) mühendis ihtiyacını karşılamak amacıyla “Mühendis Mekteb-i Âlisi” adını alarak Nafıa Nezareti’ne (Bayındırlık Bakanlığı’na) bağlanmış ise de, okulda askeri düzenlemeler sürüyordu. Okul nazırları (yöneticiler) paşa unvanlı kişilerdi. Nafıa Nezareti’ne bağlanarak mülki idareye geçen okul, Halıcıoğlu’ndaki askeri binadan çıktıktan sonra, uzun bir göçebelik dönemi yaşadı. Balkan ve 1. Dünya Savaşları sırasında öğrencilerin askere alınması nedeniyle eğitim de aksıyordu. Bu dönemde idarenin ilgisi çok azalmıştı; okul ancak hoca ve öğrencilerin karşılıklı özverili çabaları sayesinde varlığını sürdürebiliyordu. 1911 yılı başında okula ilk sivil müdür olarak Refik Bey (Fenmen) atandı. Yurtiçinde isyanların ve savaşların sürdüğü o karmaşık dönemde Refik Bey, üç senelik müdürlüğü sırasında kurumun gelişmesi için çok çalıştı ve önemli başarılar sağladı. Hoca ve öğrencilerin sıkı ve içtenlikli ilişkileri sayesinde okul, kimliğini korumuş ve olanakların elverdiği ölçüde gelişmesini, kitap ve dergi yayınlarını da sürdürmüştü. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan ayrılmasının hemen ardından, o zamanki müdür Fikri Bey’in (Santur) ve diğer hocaların çabalarıyla Dolmabahçe Sarayı’nın yan kuruluşlarından biri, Muzıka-i Hümayun kışlası olan Gümüşsuyu’ndaki harap binanın bir kısmına sığınılmıştı. Öğrenciliğimizin ilk senelerinde Dolmabahçe Stadyumu’nun bulunduğu 82 itü vakfı dergisi İşgal kuvvetlerinin İstanbul’dan ayrılmasının hemen ardından, o zamanki müdür Fikri Bey’in (Santur) ve diğer hocaların çabalarıyla Dolmabahçe Sarayı’nın yan kuruluşlarından biri, Muzıka-i Hümayun kışlası olan Gümüşsuyu’ndaki harap binanın bir kısmına sığınılmıştı. yer, sarayın has ahırlarının ve arabalıkların harabelerinin bulunduğu boş bir alandı. Ankara hükümeti daha Cumhuriyet’in ilanından önce okulla yakından ilgilenmiş, ordunun İstanbul’a girişinden birkaç gün sonra komutan Refet Paşa (Belen), okulu ziyaret ederek idarenin ilgi ve desteğini göstermişti. Yönetim, devletin desteğiyle binayı onarıp derslik, laboratuar, atölye, yatakhane ve yemekhane gibi eksikliklerini tamamlamaya çalışarak, okulu o gün için yeterli hale getirmişti. 1937 Ekim’inde biz okula geldiğimizde yalnızca Askeri Hastane’ye paralel olan ve bugün giriş kısmı olarak kullanılan bloğun yerinde, zemin katında birtakım depolar, üst katında da birinci sınıf öğrencilerinin yatakhanesi ve yemekhane bulunan iki katlı eski bir bina vardı. Ana binanın üç kanadı tamamen onarılmıştı. Taşkışla’ya bakan yöndeki kanadının üst katında yatakhaneleri, birinci katta ilk sınıfların etüt odaları, zemin katta da hidrolik laboratuarı ve köşede malzeme laboratuarı vardı. Gümüşsuyu Cadesi’ne bakan kanatta tek taraflı odalar bulunuyordu. Sonradan avlu tarafındaki odalar ve bir kat ilave edilerek bina bugünkü haline getirildi. Bu kanadın üst katında deniz tarafındaki köşede, sahnesi de olan bir toplantı salonu, onun yanında teknik resim ve benzeri kalabalık derslerin yapıldığı büyük bir salon ve birkaç oda, alt katlarında müdür ve idare odaları, zemin katında köşede fizik ve kimya derslerinin yapıldığı büyük bir amfi ve kimya laboratuvarı vardı. Biz gelmeden önceki sene Nafıa Fen Mektebi de bu binadaymış. Okulun öğrenci sayısı artınca, sınıf ve yatakhane ihtiyacını karşılayabilmek için Fen Mektebi, Yıldız Sarayı’nın dış kısmındaki binalarda bulunan Şehzade Köşkleri’nden birine taşınmış. Gümüşsuyu binasının bugün de eski halini muhafaza eden Dolmabahçe cephesindeki ana kapıdan girilen holde, sağ tarafta kapıcı Kamber Ağa’nın camekanlı bölmesi, onun yanında idare memurları odası, demir işleri atölyesi ve köşede malzeme laboratuarı, sol tarafta fizik laboratuarı, Gümüşsuyu Caddesi’ne bakan binanın da giriş holünün birinci katında galerinin sağ tarafındaki odalarda bir, iki ve üçüncü sınıfların, sol tarafta dört, beş ve altıncı sınıfların etüt odaları bulunurdu. Öğrenciler mektebin Dolmabahçe’ye bakan cephesindeki kapıdan, hocalar Gümüşsuyu Caddesi’ndeki yan kapıdan binaya girerdi. Okul dört taraflı çevrili, ortası iki setten oluşan bir avludan ibaretti. Okulun İdari Statüsü ve Yapısı 1927 yılında Fikri Bey (Santur) müdür olarak atanınca önemli gelişmeleri gerçekleştirdi ve okulda yeni bir atılım dönemi yaşandı. 1928’den 1935’e kadar süren bu dönemde okul, yöneticisi rektör olan bir üniversite halini aldı; hükmi şahsiyet (tüzel kişilik) ile idari ve mali özerklik kazandı. Eğitim alanında da büyük gelişmeler sağlandı. O zamana kadar yalnızca inşaat mühendisliği formasyonunda tek tip teknik eleman yetiştiren okulda yol, su ve inşaat (daha sonra mimarlık) kollarına ayrılarak üç şubeli ihtisaslaşmış eğitim dönemi başladı. Okulun Mühendis Mekteb-i Âlisi olan adı, Yüksek Mühendis Mektebi olarak değişti. Fikri Bey’in rektörlüğü döneminde İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’ne bağlı Elektrik-Makine Enstitüsü’nün Elektrik-Mekanik Şubesi ve Posta Telgraf Telefon Mekteb-i Âlisi’nin Muhabere (İletişim) Şubesi olarak katılmasıyla okul, beş ihtisas şubeli bir eğitim kurumu oldu. 1935’te zamanın Nafıa Vekili Ali Çetinkaya’nın girişimleriyle bütün bu kazanımlar geri alınarak okul bakanlığa bağlı, müdürü bakan tarafından atanan bir meslek okulu haline getirildi ve Suphi Bey (Tansuğ) müdür olarak atandı. Okul, bakanlığın teknik eleman ihtiyacına göre belirlediği çerçevede beş kişiden oluşan “Tedris Meclisi”(eğitim kurulu), müdür ve biri idari diğeri eğitimden sorumlu iki müdür yardımcısı ile yönetilirdi. Tedris Meclisi eğitimde de ağırlığı olan ünlü hocalardan oluşurdu. Okul yönetimi eğitim ve yönetimde kurumun köklü ananelerine bağlı kalmaya özen gösterir, bu konularda en ufak bir ödün vermezdi. Üyeleri uzun süre hep aynı kalan bu kurula biz öğrenciler “Heyet-i İhtiyariye” derdik. Uzun seneler değişmeyen üyeler, öğrenciler arasındaki adlarıyla Sucu Burhan (Burhan Berken), Elektrikçi Burhan (Burhanetin Sezener), mukavemet hocası Fikri Santur, betonarme hocası İhsan İnan ve fizik hocası Salih Murat Uzdilek’ti. Bizim öğrenciliğimizin de ilk iki yılını içeren bu dönemde müdür Suphi Bey çok katı ve her yönden çok kısıtlamalı bir yönetim düzeni uygular, öğrencilerin hiçbir isteğini hoşgörüyle karşılamaz, taleplerimize cevaben” Sivil mektebe gidin” derdi. Bekârdı ve okulda kalırdı. Her an her şeyi kontrol ederdi. Disiplin yönetmeliğini titizlikle uygular, en ufak bir sıra dışı harekete, üssümizanı da etkileyen cezalar verirdi. İmtihan dönemlerinde bile etütlerdeki elektrikleri 09.45’te söndürürdü. Saat 10’ da herkes yatmak zorundaydı. Ertesi günkü bir imtihana hazırlanabilmek için birkaç arkadaş iki taraflı bir merdiven bulup yatakhane koridorundaki lambanın altında her basamağa birimiz oturarak çalıştığımızı hatırlıyorum. Ayarladığımız gece bekçisi müdürün kontrol için odasından çıktığını haber verince, yakalanıp disiplin cezası almamak için merdiveni bir kenara koyup elbiselerimizle yataklarımıza girerdik. Bu sıkı idare öğrencilerde beraberlik duygusu yaratmıştı. Herhangi bir olayda toplu hareket edilir, sıkıyönetimi gevşetmek için çeşitli yöntemler geliştirildi. Bunlardan bazılarına aşağıdaki bölümde değineceğim. Zaten pek sevilmeyen müdür Suphi Bey, Atatürk’ün ölüm günlerinde ortama ters Malzeme ve betonarme hocamız İhsan İnan (1943 Arı Yıllığı). Her davranışıyla hepimize örnek olan yapı hocamız Ziya Kacainan (1943 Arı Yıllığı) düşen davranışlarıyla herkes tarafından dışlanan biri olmuştu. 1939 Eylül’ünde süresi dolunca, yeni hükümetin Nafıa Vekili Ali Fuat Cebesoy, sevilen ve iyi bir idareci olan Tevfik Taylan’ı okul müdürü atadı. Müdür Tevfik Taylan ile okulda yeniden bir atılım ve gelişme dönemi başladı. Hükümet ile okul arasında iyi ilişkiler kurulması bir gelişme ortamı yarattı. Eğitim Programı İlk iki sınıfta bütün öğrenciler mühendislik eğitiminin tüm alanları için gerekli temel konular olan matematik, fizik ve kimya ağırlıklı dersleri ortak olarak alırdı. Üçüncü sınıfa başlarken şubeler belirlenirdi. Bizden önceki senelerde üçüncü sınıfta da bütün sınıf ortak ders yaparmış. Parasız yatılı öğrenciler –Nafıa Vekâleti’nin verdiği kontenjana göre- aralarında anlaşırsa listeye göre dağılım yapılır, anlaşma olmazsa kura çekerek beş şubeye dağılım yapılırdı. Bu dağılımda güçlük, Muharebe Şubesi için istenen beş-altı kişinin belirlenmesinde çıkardı. O zamanlarda serbest çalışma ve iş olanağının kısıtlı olacağı düşüncesiyle kimse Muharebe Şubesi’ne gitmek istemezdi. Bu ayrılmadan sonra öğrenciler ancak karşılıklı olarak birbirleriyle şubelerini değişebilirdi. Yol ve Su Şubesi’ne ayrılanlar arasında birkaç değişme olurdu. Çoğunlukla herkes kura sonucu seçildiği şubede okumak zorunda kalırdı. 1938 senesinde eğitim programında yapılan de- Biz gelmeden önceki sene Nafıa Fen Mektebi de bu binadaymış. Okulun öğrenci sayısı artınca, sınıf ve yatakhane ihtiyacını karşılayabilmek için Fen Mektebi, Yıldız Sarayı’nın dış kısmındaki binalarda bulunan Şehzade Köşkleri’nden birine taşınmış. ğişiklikler sırasında Muharebe Şubesi’nin Muharebe-Elektrik (Zayıf Akım) Şubesi’ne dönüşmesiyle bu problem büyük ölçüde ortadan kalktı. Daha sonraki senelerde Suphi Bey’in yerine Tevfik Taylan Bey’in müdür olarak gelmesiyle değişen ortamda, 1940 yılından itibaren bütün öğrenciler giriş imtihanı öncesinde bir form doldurarak istedikleri şubeye girebilme olanağına kavuştu. Parasız yatılı olmayan öğrenciler istediği şubeyi seçebilirdi. Grubun en büyük bölümü, yaklaşık yüzde sekseni Yol ve Su, ondan sonra bir bölüm İnşaat ve sekiz-on kişi de Elektro Mekanik ve Muharebe şubelerine ayrılırdı. Bakanlığın isteği ile eğitimde göz önünde tutulan ilke, bütün öğrencilere kendi ihtisas alanlarının yanında genel mühendislik formasyonu da kazandıracak güçlü bir eğitim vermekti. Amaç, ülkenin herhangi bir köşesinde bir mühendisin kendi konusundaki işlerin yanında diğer alanlarda karşılaşacağı sorunlara da çözüm üretebilecek yetenek ve beceride yetişmesiydi. Bu nedenle her şubenin kendi esas konu- itü vakfı dergisi 83 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Mimari proje hocamız ve Mimarlık Şubesi’nin gelişmesinde büyük emeği geçen Clemens Holzmeister (1943 Arı Yıllığı) sundaki dersler yanında diğer konulardaki dersler de başka hocalar tarafından ayrı programlarla verilirdi. Doğal olarak, üssümizan hesabında etkili olan derslerin kat sayıları şubelere göre düzenlenirdi. Okul yönetimince eğitim programı incelenirken bu tür dersler devamlı tartışılır, günün ihtiyaçlarına göre içerikleri revize edilir, kaldırılır veya yenileri konurdu. Bu konuda ne kadar titiz davranıldığını, eğitimden en küçük bir ödün verilmediğini, okul üniversiteye dönüştükten sonra da bu köklü geleneğin devam ettiğini gösteren tipik bir örnek “yedi inşaat” diye anılan olaydır. O dönemde ulaşım demiryolu ağırlıklıydı ve buharlı lokomotifler kullanılırdı. Demiryolu yapımı ve işletmelerinde de çalışmaları olasılığı nedeniyle İnşaat Fakültesi öğrencilerine termo-dinamik ve buhar makineleri dersleri okutulmaktaydı. O sene eğitim programı düzenlenirken İnşaat Fakültesi’nde bu derslerin kaldırılması gündeme getirildi, fakat bir karara varılamadı. Olay öğrencilere dersin kaldırıldığı şeklinde yansıtmıştı. Dersi veren ve uzun seneler Makine Fakültesi’nde ve üniversitede önemli hizmetler yüklenen, rektörlük yapan Fikret Narter Hoca’ya da o yönde bilgi ulaştı ve o sene bu dersler yapılmadı. Tevfik Bey okul müdürlüğünden sonra iki dönem üniversite rektörlüğünü de üstlendi, yönetimde öğrencilere karşı çok hoş- 84 itü vakfı dergisi görülü davranışlar sergiledi; fakat eğitim düzenini aksatmamak ve köklü gelenekleri sürdürmekte çok titiz davranıyordu. Tevfik Bey, 1947 imtihan sonuçlarını incelerken listede termo-dinamik ve buhar makinaları derslerinin notlarının olmadığını görmüş ve o sene mezun olacak İnşaat Fakültesi öğrencilerinin bu dersleri okumadığını tespit etmişti. Bunu çok önemli bir eksiklik olarak algıladığından, derslerin tamamlanmasını istemişti.Soruna çözüm bulabilmek için kurullarda yapılan uzun tartışmalardan sonra bu derslerin bir sonraki yarıyılda okutulmasına karar verildi. 1941 yılı girişli, altı yıllık eğitim alan ve 1947 yılında başarılı olanlar arasındaki İnşaat Fakültesi öğrencileri bu dersleri bir sonraki kış yarıyılında alarak 1948 Şubat döneminde mezun oldu. Böylece altı senelik okulu hiç sınıfta kalmadan yedi senede bitirdiler. Oysa o sırada üniversitede eğitim beş yıllık programa göre yürütülmekteydi. Okulun geçmişinde benzer olaylar herhalde az değildir. Bizim öğrencilik dönemimizde başka bir olay da şöyle gelişmişti: Okul yönetiminin şiddetle karşı çıkmasına rağmen, Nafıa Vekâleti tasarruf amacıyla birinci ve ikinci sınıfları birleştirilerek okulun beş yıla indirilmesini ısrarla istiyordu. Okulda bir dizi çalışma yapılarak beş senelik eğitime göre yeni program hazırlandı. Bu arada bazı şubelerin ders planlarında gerekli görülen değişiklikler de gerçekleştirildi. 1938 girişli öğrencilere bu yeni program uygulandı. O sene öğrencilerin büyük bir kısmı ağırlaşan programda başarı gösteremeyip sınıfta kalınca,tekrar altı senelik programa dönüldü. Yıl sonu imtihanında başarılı olan az sayıdaki öğrenci,üçüncü sınıftan devam ederek beş senede mezun oldu. Sınıfta kalan öğrencilere bir imkan daha tanınarak özel bir imtihan düzenlendi. Bu imtihanı başararak birinci sınıfı geçmiş sayıldılar ve ikinci sınıfa devam ederek altı senede mezun oldular. Başarısız olanlar 1939 girişlilerle beraber okuyup yedinci yılda mezun oldu. Bu imtihanda, ikinci sınıfta da tekrarlanacak bir dersten başarısız olan bir arkadaşın ”Bu dersi ikinci sınıfta okuyacağım, ikinci sınıfa devam edeyim” diye yaptığı başvuru kabul edilmemişti. Sınıf geçmek için bütün derslerden başarılı olmak çok katı bir kuraldı. Birinci sınıfa başlarken ya- Okul yönetimi eğitim ve yönetimde kurumun köklü ananelerine bağlı kalmaya özen gösterir, bu konularda en ufak bir ödün vermezdi. Üyeleri uzun süre hep aynı kalan bu kurula biz öğrenciler “Heyet-i İhtiyariye” derdik. Uzun seneler değişmeyen üyeler, öğrenciler arasındaki adlarıyla Sucu Burhan (Burhan Berken), Elektrikçi Burhan (Burhanetin Sezener) , mukavemet hocası Fikri Santur, betonarme hocası İhsan İnan ve fizik hocası Salih Murat Uzdilek’ti. bancı dilden muafiyet imtihanı başarabiliyorduk. Bir üst düzey kursa devam yerine yabancı dil dersinden muafiyet hakkı tanınıyordu. O zamanki öğrencilik haliyle bir dersten kurtulmuş olmayı kazanç sandık, yabancı dil derslerine girmedik. Böylece bildiğimiz dili de unuttuk. Mektebin ilk sınıflarında matematik ağırlıklı bir eğitim programı uygulanırdı. Birinci sınıfta uzay geometrisi, tasarı geometri, küresel trigonometri, fizik ve kimya dersleri, ikinci sınıfta analiz 1 ve Kerim Erim Hoca’nın verdiği analitik geometri, İlhami Civaoğlu’nun okuttuğu şimi fizik, bütün öğrencileri zorlayan derslerdi. İkinci sınıfta analitik geometri ve şimi fizikten geçmek önemli bir olaydı. İkinci sınıftaki adedi hesap dersi, her türlü karmaşık hesabı hiçbir araç kullanmadan, kısa sürede ve doğru yapabilme becerisi kazandırmayı amaçlardı. Derste hoca uzun tahtaya bir uçtan bir uca uzanan bir çizgi çeker, üstüne ve altına kareköklü, üslü rakamlar, parantezler, dizeler sonuna eşitlik ve soru işareti koyar, hemen ve doğru olarak hesaplayıp çözmemizi isterdi. Doğal olarak hesaplamakta çok zorlanırdık. Son birkaç haftada da sonuçları belirli yaklaşımla veren sürgülü cetveli kullanmayı öğrenmiştik. Hesap makinelerinin yaygın olmadığı o günlerde her türlü hesaplamayı onunla yapardık. Değişik uygulama ve meslek alanları için de kolayca kullanabilen özel türleri üretilmişti. Hepimizin çantasında ve cebinde bulundurduğu yararlı bir araçtı. Günümüzde elektronik araçların geliştiği ortamda elbette sürgülü cetvele yer kalmadı. Adedi hesap dersinin yıl sonu imtihanında sınıfın üçte ikisinden çoğu başarısız olmuş- Değişen toplum düzeni Beyoğlu’nu da değiştirdi. Evet, o zaman savaş vardı, her şey kıttı, olanaklarımız çok kısıtlıydı, okul çok zordu, ama bütün bu güç koşullara rağmen birbirine güvenen, gereğinde birbirine her koşulda yoldaş olan arkadaşlarla Taksim, Beyoğlu ve çevresinin yaşama sunduğu şeylerden payımızı alabiliyorduk. tu. Yüksek Mühendis Mektebi’nde bir dersten başarısız olununca sınıfta kalınır, bir sene kaybedilirdi. Bu çok kötü sonuca bir çözüm yolu arayan arkadaşlar yıl içi imtihanlarının yönetmeliğe uygun düzende ve yeterli sayıda yapılmamış olduğunu tespit etti. Bu koşullarda dersin iptali ve üçüncü sınıfta tekrar okutulması önerisi idareye götürüldü. Sınıf geçen arkadaşlar da hiçbir hak talep etmemeyi kabul etti. Epeyce bir uğraşmadan sonra öneri onaylandı ve üçüncü sınıfta adedi hesap dersini tekrar ettik. Bu sayede birçok arkadaşımız bir sene kaybetmekten kurtulmuş oldu. Yol, Su, İnşaat, Elektro-Mekanik ve Muharebe olarak beş şubeye ayrıldığımız üçüncü sınıfta Yol, Su ve İnşaat şubeleri bir grup, Elektro-Mekanik ve Muharebe şubeleri bir grup oluştururdu. Birçok ders her iki grupta ortak yapılırdı. Yalnızca analiz 2 dersini dört şubenin öğrencileri Ratıp Berker Hoca’dan, yüksek matematik dersini de İnşaat Şubesi öğrencileri Hamit Dilgan Hoca’dan alırdı. Bu iki dersin içerikleri önemli ölçüde farklıydı. Parasız yatılı olmayan öğrencilerin İnşaat Şube’sini seçmesinde matematik dersindeki ağırlık farkı belirli ölçüde etken olurdu. Matematik dersindeki bu fark nedeniyle, öteki şubelerin öğrencileri İnşaat Şubesi’ne liselerdeki gibi, “Mühendis Mektebi’nin Edebiyat Şubesi” derdi. İnşaat Şubesi öğrencileri Hamit Dilgan Hoca’nın yumuşak, sevecen, hoşgörülü davranışlarıyla yüksek matematiği öğrenirken, analiz 2 dersi diğer şubelerdeki arkadaşların çoğunun korkulu rüyasıydı. Ünlü bir matematikçi olan Ratıp Berker’in okulda ayrıcalıklı, saygın bir yeri vardı. Makine Şubesi’nin üst sınıflarına mekanik ve benzeri ağırlıklı dersleri de o verirdi. Ondan geçer not almak önemli bir olaydı. Biz okula girmeden iki sene önce bir arkadaşımızın ablası, Sabiha Güreyman, ilk ha- nım mühendis sıfatıyla mezun olmuştu. Bakanlıkta ve mühendislik camiasında saygın bir kişiydi. O zaman okulun öğrencilerinin hemen hepsi erkekti. İlk üç sınıfta birer kız öğrenci arkadaşımız vardı.1941’de beş kız öğrenci Mimarlık Şubesi’ne girmişti. Ders kitapları yok denecek kadar azdı. Yabancı dilde eğitim yapan kolejlerden gelen birkaç arkadaş dışında çoğumuz yabancı kaynaklardan yararlanmakta zorluk çekerdik. Bütün çalışmalarımız derslerde tuttuğumuz notlara dayanırdı. Bazı dersler için önümüzdeki sınıfların hazırlayıp çoğalttığı notlar vardı; çoğu eski yazı (Arap harfleriyle) yazılmıştı. Onları da okuyamıyorduk. Notlardan yararlanabilmek için eski Türkçe yazıyı yeniden öğrenmek zorunda kalmıştık. Bizim sınıf arkadaşlarımız ilkokulda iki sene eski yazı görmüş,1928-1929 ders yılında, üçüncü sınıfta yeni alfabeye başlamıştı. Daha sonraları, hiç kullanamadığımız, zaten doğru dürüst yazmayı öğrenemediğimiz eski yazıyı tamamen unutmuştuk. Bir sene önümüzdekiler üç sene eski yazı okumuş ve sonra da kullanmaya devam edebilmişti. Biz o zaman nasıl bugünkü elektronik ortamdaki çizim ve hesap olanaklarını hayal bile edemiyor idiysek, bugünkü gençlerin de o günlerde kullanabildiğimiz araçları tasavvur edebileceklerini hiç sanmıyorum. Okulda ödevlerin ve projelerin her türlü çizimi ve yazısı elle yapılırdı. Bu konularda beceri kazanabilmek için teknik resim dersi önemliydi. Her türlü çizgi işi için kullanılan tek araç tirlindi. Tirlin, ucuna ancak bir damla çini mürekkebi konulabilen, istenen çizgi kalınlığına göre ayarlanabilen bir çizim aracıydı. Kısa sürede ucu kurur veya mürekkebi biter, her seferinde ucunu açıp temizleyip yeniden mürekkep koymak gerekirdi. Her türlü çizgi ve eğriyi aynı kalınlıkta, ek yeri belli olmayacak şekilde çizmek epey beceri isterdi. Yazı ve rakamlar için de bir kaleme takılan değişik biçim ve kalınlıkta yazı uçları kullanılırdı. Biz beşinci sınıftayken yeni bir çizim aracı olan grafos geldi. Değişik kalınlıkta uçlar takılabilen bir çeşit dolmakalem gibiydi. Her ne kadar sık sık uçları ve kanalları temizlenmek zorunda kalınsa da tirline göre çok kolay kullanılan bir çizim aracıydı. Teknik resim hocamız Migeot her hafta yaptığımız ödevleri toplar ve titizlikle tashih eder, en küçük hataları bile affetmezdi. İlk haftalar- Makina şubesi’nin ve fakültenin kuruluşu ve gelişmesine büyük katkılar sağlayan Prof. Franáois Duscio (1943 Arı Yıllığı). da ödevleri iyi yapabilmek için çok zorluk çekmiştik, ama hoca sene sonunda hepimizi bu işleri yeterli düzeyde becerebilecek hale getirmişti. Dört saatlik ders süresinde biz o günkü ödevi yaparken o da kürsüde çalışır, ödevleri tashih ederdi. Doğal olarak çalışırken birbirimizle sohbet ederdik ve koca salonda gürültü olurdu. Hoca çakısı ile kürsüye vurarak ”Silence absolu!” diye bağırırdı. Pek aldırış etmeden konuşmaya devam ederdik. O dönemde,1938 yılı başlarında, Hatay’ın kurtarılması için Fransızlarla çetin müzakereler sürmekteydi. Bir sefer Fransız hocaya karşı bir gösteri amacıyla, daha önceden sözleşerek hepimiz birden susmuş, T cetvellerimizi masa üzerinde dik vaziyette tutarak bir süre ayakta sessiz durmuştuk. Sessizliği yadırgayan hoca başını kaldırıp bizi böyle görünce şaşırmış, hareketin amacını anlamış, fakat bir şey söylememişti. Bu davranışımızdan etkilendiğini fark etmiştik. 1937 Ekimi’nde 135 arkadaşla başladığımız öğrenciliğimizi, bizden geriye kalanlar ve üst sınıflardan bize katılanlarla, ama her sene biraz daha azalarak,1943 Eylül dönemi imtihanları sonunda beş şubede 52 arkadaş tamamlayabilmiştik. 135’in 45’i bu grubun içindeydi. Geri kalan 90’ın bir kısmı bir veya iki sene arkamızdaki sınıflardaydı. Büyük bir kısmı çeşitli zamanlarda ayrılmışlardı. Yüksek Mühendis Mektebi’ndeki eğitim sürecini sergileyen bu durumu kimse yadırgamazdı. Bu sonuç, uygulamalı meslekler olan mimarlık ve mühendisliğin diplomasının ver- itü vakfı dergisi 85 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ diği yetkileri ülke ve toplum yararına kullanabilecek yetenekte olmanın gereğiydi. Günümüzde şartlar tabii çok değişti. Altyapısı ve eğitim kadrosu yeterince hazırlanmadan açılan üniversitelerde, kalabalık sınıflarda okuyan gençlerimizin çoğunun yeterli düzeyde yetişmemiş olduğu gerçeği, önümüzdeki önemli bir sorun olarak durmaktadır. Sınavlar ve “Üssümizan” Okulda her sene ekim ayının ikinci pazartesi günü eğitime başlanırdı. Her gün sekiz, cumartesileri dört saat olmak üzere haftada kırk dört saat ders yapılır, on beş haftalık yaz yarı yılı olarak eğitim altı sene sürerdi. İmtihanlar haziranda dört, eylülde üç haftalık iki dönemde yapılırdı. İlk senelerde öğrenciler istedikleri dersin imtihanına haziran döneminde, istediklerine eylülde girebilirdi. Haziranda başarısız olunan derslerin imtihanına eylülde tekrar girilebilirdi. Yıl içinde her dersten yapılan imtihanlarda alınan notlar belli bir oranda yılsonu imtihan sonucunu etkilerdi. Her şubede meslek derslerinin yılsonu imtihanları hem yazılı hem sözlü, diğer bazı derslerinki yalnız yazılı veya yalnızca sözlü olarak yapılırdı. Her dersin meslekteki ağırlığına göre 2 ile 10 arasında değişen katsayıları vardı. Tam not 20’ydi. İmtihan sonucunda belirlenen not bu katsayılarla çarpılarak bulunan rakamların toplamının, ortalama 12 olarak hesaplanan ”üssümizan” denilen sayıyı tutması gerekirdi. Değerli hocalarımızdan Fikret Narter’in bir yazısından öğrendiğimize göre, bizden önceki dönemde üssümizan 13 üzerinden hesaplanırmış. Sınıf geçmeyi çok daha zorlaştıran bu durumu biraz olsun yumuşatmak için üssümizan sayısının yüzde biri kadar eksiği olan öğrencilerin durumu Tedris Meclisi’nde görüşülerek hocaların desteklediği öğrencilerin sınıf geçmesine karar verilebilirmiş. Katsayısı 10 olan “devam ve disiplin” notu da diğer dersler gibi bu üssümizan hesabına katılırdı. Her gün ikisi etütlerde, sekizi derste olmak üzere on yoklama yapılır ve bir yoklamada bulunmayan öğrenci yarım puan kaybederdi. Sınıf geçebilmek için üssümizan tutturmanın yanında her ders gibi devam ve disiplin notunun da en az 8 olması gerekirdi. Devam notu 80 puanın altına düşen öğrenciler imtihana girmeden sınıfta kalırdı. Disiplin cezalarının belli puanları vardı. 86 itü vakfı dergisi Sınıf arkadaşlarımızdan bir grup ve birinci sınıf öğrencisi Ruhi Kafesçioğlu Sene içinde herhangi bir nedenle alınan cezalar bu nottan bir miktar kayba sebep olurdu. Bu nedenle, okula devam ve disiplin yönetmeliğine uygun hareket etmek çok önemliydi. Üssümizan sayısını tam tutturamayan veya herhangi bir dersten 8’den az not alan öğrenci sınıfta kalırdı. İki defa sınıfta kalan öğrencinin de okuldan kaydı silinirdi. Bu yüzden sene içinde herhangi bir nedenle aldığı disiplin cezası ve devamsızlığı sonucu puan kaybetmiş olan arkadaşlar Saat 10’ da herkes yatmak zorundaydı. Ertesi günkü bir imtihana hazırlanabilmek için birkaç arkadaş iki taraflı bir merdiven bulup yatakhane koridorundaki lambanın altında her basamağa birimiz oturarak çalıştığımızı hatırlıyorum. Ayarladığımız gece bekçisi müdürün kontrol için odasından çıktığını haber verince, yakalanıp disiplin cezası almamak için merdiveni bir kenara koyup elbiselerimizle yataklarımıza girerdik. Bu sıkı idare öğrencilerde beraberlik duygusu yaratmıştı. Herhangi bir olayda toplu hareket edilir, sıkıyönetimi gevşetmek için çeşitli yöntemler geliştirildi. sene sonunda zor durumda kalırdı. Haziran dönemi imtihanlarına hangi derslerden girilip hangilerinin eylüle bırakılacağına, hazırlanma olanaklarına göre karar verilirdi. Bu, üssümizan hesabı yönünden önemliydi. Haziran döneminde girilen imtihanlardan alındığı tahmin edilen notlara göre hesaplar yapılır, üssümizanı tutturma açısından riskli bir durum olursa geri kalan derslerden kaç not alınması gerektiğine bakılarak, zaman kazanıp daha iyi hazırlanabilmek için hangi derslerin eylüle bırakılacağı kararlaştırılırdı. Bütün imtihanlar bittikten sonra durumu bildiren not karneleri öğrencilere dağıtılırdı. Biz dördüncü sınıftayken haziran döneminde bütün derslerden imtihana girme zorunluluğu getirildi. 2.Dünya Savaşı’nın doğurduğu sıkıntılardan dolayı ve tasarruf sağlamak amacıyla okulda eğitim süresi üç hafta, haziran dönemi imtihanları da bir hafta kısaltılarak, üç haftaya indirilmişti. Doğal olarak bu düzenleme öğrencilere zorluklar yarattı; birçok arkadaşımızın imtihan döneminin yoğunluğu ve başka nedenlerle rahatsızlık geçirmesine sebep oldu. O sırada hepimiz telaş içinde olduğumuzdan ayrıntılarını fark edemediğimiz bu durumu Müdür Tevfik Bey’in 1940-1941 ders yılı bitiminde, o sene mezun olan öğrenciler için düzenlediği törende yaptığı konuşmadan öğrendiğimize göre, değişik sınıf ve şubelerden çoğu asabi yorgunluktan olmak üzere 94 arkadaş hastalanarak rapor almış ve imtihanlara girememişti. Bütün okul mevcudunun 459 kişi olduğu göz önüne getirilirse öğrencilerin yüzde yirmisinin hastalanması ne kadar sıkıntılı bir dönem yaşamış olduğumuzu göstermektedir. Bu yeni düzenin iyi yönde getirdiği tek farklılık,altı senelik eğitim süresinde iki defa sınıfta kalan öğrencinin okuldan kaydının silinmesi kuralıydı. Bu bir sene, sınıfta kalan arkadaşlar için dönem atlama olanağı kazandırdı. Birkaç arkadaşımız bu sayede kaydının silinmesi tehlikesinden kurtuldu. Üssümizan ve disiplin cezalarının ne kadar önemli ve etkili olduğunu daha iyi belirtebilmek için, yaşadığımız şu iki olayı da anlatmak yararlı olur. Haziran döneminde imtihan sonucunda iki dersten 8’den az not alan veya üssümizanı tutturamayan öğrenciler eylül döneminde, geçerli not aldıkları dersler de dâhil, bütün derslerden yeniden imtihana girmek zorunda kalırdı. Buna biz öğrenciler” Sil baştan” derdik. Üssümizan sayısı 1700-1800 arasında bir rakam olurdu. Sınıf geçebilmek için bu sayıyı tam tutturmak zorunluydu. Beşinci sınıf elektrik şubesindeki bir arkadaşımız, eylül imtihanı sonunda üssümizanı gerekenden 5 puan eksik olduğu için sınıfta kalmıştı. Diğer bir örnek de haziran dönemi imtihanlardan önce okulun ilan tahtasında, birkaç arkadaşımızın disiplin ve devam notları 80’in altına düştüğü için imtihana girme hakkını kaybettiğini ve sınıfta kalmış olduğunu bildiren yazıydı. Bunların bazısının notu 78 olmasına rağmen, imtihana girmeden o senelerini kaybetmelerine yol açan bir sistem ve yönetimdi okuldaki. Bu alanda en küçük bir ödün ve hoşgörü söz konusu değildi. YAŞANTIMIZ: OKUL VE DIŞARISI Okulda Yaşantımız 1937 senesi Ekim ayının ikinci Pazar günü akşam üzeri okula geldik. Yukarıda değindiğimiz Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’ne paralel eski iki katlı binanın sağ taraf zemin kat girişinde uzun yalak şeklinde bir oluk ve üzerinde sıralanmış muslukları olan bir yer ile tuvaletler, üst katta da 50-60 kişilik iki yatakhane, karyolaların başucunda hepimizin numaraları yazılı birer dolap vardı. Yataklarımızı bulduk, çantalarımızda getirdiğimiz şeyleri yerleştirdik. Bu, okulla ilk ilişkimiz oldu. Orta avluda aynı liseden gelenler küçük kümeler oluşturmuş sohbet ediyordu. Zil çalınca aynı binanın üst katında, sol köşedeki yemekhaneye yöneldik. Uzun, onar kişilik masalar ve üzerlerine karavanalar konulmuş. Birinci sınıfın yatılı öğrencileri yaklaşık yüz kişiydik; ilk defa bir araya geliyorduk. Hangi masaya kimlerin oturacağı numara sırasına göre düzenlenmiş, numaralarımız yazılmıştı. Masa arkadaşlarımızla tanışıp okulda ilk akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra ikişer kişilik sıraları olan etüt odamızda idare memurları ilk akşam yoklamasını yaptı ve kırtasiye malzemesi dağıttı. Yoklamadan sonra genç bir öğretmen kısa bir konuşma yaparak bize “ Hoş geldiniz” dedi. Bu, sonradan isminin Hamit Dilgan olduğunu öğrendiğimiz ve çok sevdiğimiz, daha sonraları asistanlık dönemlerimizde Hamit Ağabey diyebilecek kadar yakınlık duyduğumuz matematik hocamızdı. Zil çalınca yatakhanelerimize gittik ve ilk defa Ruhi Kafesçioğlu, Gazenfer Beken ve Zeki Uysal ile, diploma imtihanları sırasında orta avluda. Bir mizah dergisine karikatür çizen arkadaşımız Şadi Dinçağa “Mühendis Mektebi’nin titreten müdür” konulu bir karikatür yapmıştı. Öğrencilerin toplu şikâyeti üzerine İhsan Bey idare müdürlüğünden uzaklaştırılmıştı. Kısa bir sürede her şey değişti, iyileşti. Fakat bir gün öğle yemeğine gittiğimizde, eski dönemdeki yemekleri görünce İhsan Bey’in tekrar idareye getirildiğini anladık. büyük bir hacimde topluca yatmayı biraz yadırgadık, ama kısa bir süre sonra alıştık ve bunun hoş taraflarını bulduk. İlk günlerin tedirginliğini üstümüzden çabuk atmıştık. Çevreye alışıncaya kadar günümüz dershane, etüt ve orta avluda geçerdi. Öğleyin zil çalınca yemekhaneye koşardık. Önce gelenler onar kişilik karavanalardan kepçelerini biraz fazla doldurunca geriye yemeğin düzgün tarafı kalmazdı. Kısa sürede bu da düzene girdi. Herkes birbirini gözeterek yemeğini alıyordu. Bir arkadaşımız fazla iştahlıydı; hep önden gelir, yemeğini kendine göre tabağına koyardı. Geç kaldığı günler yine kendine göre alır, kalanı geride kaç kişi varsa ona göre taksim ederdi. Bu da aramızda çeşitli şakalara vesile olurdu. Yatılı öğrenciler sabahleyin bir saat, akşam iki saat etüt odalarında çalışma olanağı bulunurdu. İmtihan dönemlerinde de akşam 9.45’te etüt odalarında elektrikler idare memurları odasından söndürülür, herkes yatakhaneye gönderilirdi. İmtihan zaman- larında bile değişmeyen bu uygulama, Müdür Suphi Bey’in yönetimindeki okulda en çok zorlandığımız durumlardan biriydi. Üst sınıflar ile ilk sınıf öğrencileri arasında tam bir ağabey-kardeş ilişkisi, öğrenciler arasında tam bir güven havası hâkimdi. Okulun kantini ve kütüphanesi bizden önce bir nedenle kapatılmıştı. Bazı arkadaşlar etütlerin bulunduğu koridor pencereleri içerisine çikolata, gazoz, portakal gibi yiyecekleri, yanına da fiyatı yazılı bir kutu koyardı. Herkes yatmaya gidince boşalanların yerine dolulularını koyar, biriken paraları alırlardı. Kimse o şeyleri oraya koyanın kim olduğunu bilmezdi. Bir yakın arkadaşım çikolata koyardı ve bunu yalnız ben bilirdim. Hiçbir gün 5 kuruş bile eksik çıkmazdı. Bir akşam bana “Çok ihtiyacım vardı, kutudan 250 kuruş aldım. Yarın akşam koyacağım” yazılı bir kağıt bulduğunu söyledi. Ertesi akşam para yerine konmuştu. Yatılı olmanın sağladığı sıkı arkadaşlık bağlarıyla, böylesine birbirine güven ve her konuda dayanışma ortamında geçen bir okul içi yaşantımız vardı. İkinci sınıfa başlarken, halen de kullanılmakta olan yeni pansiyon binasının inşaatı bitmişti. Eski yemekhaneye ve yatakhaneye göre çok güzel yeni mekanlara kavuşmuştuk. Zemin katta geniş bir hol ve büyük yemek salonu, üst üç katta da yatakhaneler vardı. Yemek salonuna dört kişilik beyaz örtülü masalar konulmuştu. Mutfak önündeki servis bankosundan tabaklara, hazırlanan sıcak yemeklerimizi alırdık. Yemekler de eskiye nazaran daha iyiydi. itü vakfı dergisi 87 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ Yemekhane önündeki bir odadan bir arkadaşımız müzik yayını yapardı, holde arkadaşlar birbirleriyle dans eder, dans bilmeyen öğrenciler de orada öğrenirdi. Yatak katları ortada koridorlu iki tarafı uzun yatak salonu halindeydi. Altı kişilik yatak bölümleri ahşap paravanlarla ayrılmıştı. Her bölümün kapısının kenarında o bölümde yatan öğrencilerin numarası yazılıydı. Böylece idare memurları her bölümde kimin yattığını ve boş yatak olursa kimin gece gelmediğini kolayca tespit ederdi. Biz öğrencilerse bu sıkı kontrolden kurtulmanın çaresini bulmuştuk. Gece gelmeyen arkadaşın yatağına bornoz ve çamaşır torbalarını koyup yorganı çeker, sabahleyin de idare memurları gelmeden yatağı bozardık. Okuldaki günlük yaşantımız çok yönden kısıtlıydı. Ama sıkıntılı değildi. Sabah etüt ve dört saat dersten sonra bir saat yirmi dakikalık öğle tatili vardı. Hava kötüyse yemekten sonra herkes kendi etüt odasına gider, iyi havalarda vaktimizi orta avluda geçer, değişik sınıflardan arkadaşlarla ilişki kurma olanağımız doğardı. Orta avlunun alt kademesindeki voleybol sahası öğle ve akşamüstü tatillerinde hiç boş kalmazdı. Müdür Suphi Bey döneminde okuldaki sınıf disiplinin yarattığı baskı, öğrenciler arasında kuvvetli bir birlik ve beraberlik duygusu doğurmuştu. Bizler o zaman birinci ve ikinci sınıflardaydık, okulun küçükleri sayılıyorduk. Öğrenci birliği de kapalıydı. Gereklilik duyduklarında az sayıdaki üst sınıftakiler aralarında toplanırlar, aldıkları kararı içlerinden biri bizim sınıfları dolaşarak açıklardı. Her olayda bütün öğrenciler toplu davranış sergilerdi. Daha sonraları Tevfik Taylan Bey’in müdür olmasıyla yaşantımız önemli ölçüde iyileşmişti. Gümüşsuyu Caddesi’ndeki alana çıkma ve futbol oynama, sınıf maçları yapma olanağı kazanmıştık, akşamüstü tatilini çoğu zaman bu tür olaylarla doldururduk. 1943 Haziran’ı bittiğinde, böyle başlayan öğrencilik yaşantımızda her şey ilk günlere göre çok değişmişti. Okuldan Kaçış Yolları Okulda dersler saat beşte bitince yatılı öğrencilerin yediye kadar sokağa çıkmalarına izin verilirdi. Saat yediden önce okula dönmek gerekirdi. Yukarıda bahsetmiş olduğumuz Kamber Ağa bu nedenle önemli bir kişiydi. O kapıyı açmadan dışarı çıkılmaz 88 itü vakfı dergisi ve saat yedide kapatınca içeri girilemezdi. Saat 07.00’de akşam yemeği, 07.45’te akşam etüdü olur ve idare memurları yoklama yapardı. Yoklamadan sonra, önemli bir işimiz olmasa da, sıkı disipline tepki olarak o sırada okulun belli bir yerinde üst sınıflardakilerin oluşturduğu kaçamak noktasından dışarı çıkardık. İdare memurları etütleri gezip kontrol eder, boş yerleri görünce bir yerden delik açıldığını anlar, bulunca kapatırdı. Bu durumlarda üst sınıflar öncülük eder, okulun uygun bir yerinden başka bir kaçamak deliği oluştururdu. Bir sefer eski binanın zemin katında bir pencerenin demirlerini atölyeden aldıkları testereyle keserek Askeri Hastane tarafındaki boş alana rahatça girip çıkabilen bir delik oluşturmuşlardı. O zamanlar otlarla kaplı olan eski bina önündeki çukur yere açılan bu delikten uzun süre yararlanmıştık. Okula girip çıkmak kolay olunca daha çok kaçan oluyordu. Gece etütlerin epeyce boşaldığını fark eden Müdür Suphi Bey, kaçamak noktasını bulabilmek için bir gece Askeri Hastanesi’nin köşesine saklanıp okula dönen arkadaşların peşine takılarak okula giriş deliğini yakalamıştı. Ertesi gün kaynak makineleri getirilmiş, pencere demirleri onarılmıştı. Zemin kat pencerelerinden çıkma olanağı kalmayınca üst sınıftan bir arkadaş uzunca bir halat satın alıp okula getirmiş, halata aralıklı düğmeler yapmıştı. Halatı birinci katta malzeme laboratuarının üstündeki sınıfın penceresine bağlar, aşağı sarkıtır, düğümlere tutunarak 25 kuruş karşılığında inip çıkabilirdik. Bu bir çeşit hırsız-polis oyunu gibi sürerdi. Sıkıyönetim düzeni Suphi Bey’in müdürlükten ayrılıp Tevfik Taylan Bey’in okul müdürü olmasına kadar devam etti. Ondan sonra bir miktar gevşeme yaşandı. En azından etütlerdeki lambalar 09.45’te söndürülmüyor, geç saatlere kadar çalışabiliyorduk. Günlük yoklamalar devam etmekle beraber her an bir disiplin cezası alma ve devam notundan puan kaybetme tedirginliği kalkmıştı. İdare memurları artık akşam yoklamasından sonra kaçan var mı diye sınıfları kontrol etmiyordu. Bizler de istediğimiz zaman oluşturduğumuz kaçamak noktalarından dışarı gidiyorduk. Taksim ve Beyoğlu Akşam yoklamasından sonra dışarı çıkınca ya Beşiktaş’a ine, çarşıda dolaşır ya da Yüksek Mühendis Mektebi’nden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne Bir Dönüşümün Öyküsü ve Anılar Prof. Ruhi Kafesçioğlu YEM Yayınevi sinemaya giderdik. O zaman iskele meydanının cadde tarafında bir dizi dükkân ve küçük lokantalar vardı. Başka yerlerdekilere göre daha ucuz olan bu lokantalara bazı akşamlar uğrar, kesemize göre kendimize ziyafet çekerdik. Harp zamanında okuldaki yemeklerin tekdüzeliğinin yanında bu ufak kaçamakları önemli değişiklik sayardık. Okul yaşantımızda sık uğradığımız mekânlardan biri de Alman Konsolosluğu’nun yanındaki sokaktan inince Park Otel’in alt tarafında, üç setten oluşan Cennet Bahçesi’ydi. Özellikle ilkbaharda öğleden sonraları Kız Kulesi, Sarayburnu manzarasıyla çok güzel bir yerdi. İmtihan dönemlerinde çoğu zaman ders notlarımızı alır, sabahleyin oraya giderdik. En arkadaki üst sette yalnız bizim arkadaşlar olur, hafif bir müzikle güzel manzaralı bahçede rahatça çalışırdık. Akşamüzeri de semt sakinleri bahçeyi doldururdu. Sakin, lüks olmayan, ucuz fakat temiz ve düzenli servisiyle çevrenin seçkin bir mekânıydı. Beyoğlu’na çıkmanın başka ayrıcalıkları vardı. İstanbul’un her köşesi gibi o dönemin Taksim Meydanı ve İstiklal Caddesi de bugünkünden çok farklıydı. Taksim Meydanı ve parkının yerinde, ortasında futbol maçlarının yapıldığı bir alan olan Taksim Kışlası vardı. Kışla duvarlarının çevresinde de bir veya iki katlı dükkânlar diziliydi. Abidenin etrafında tramvay hattından sonra iki şeritli bir yol kalırdı. Bugünkü büyük otelin yerinde üç katlı bir bina olan İstanbul Kulübü ve onun önünde Taksim Meydanı’ndan Gümüşsuyu’na inen iki şeritli Gümüşsuyu Caddesi vardı. Bizim okul öğrencilerinin Taksim’de uğrak yerlerinden biri, Cumhuriyet Caddesi köşesinde zemin katında dükkânlar, birinci katında briç oynanan bir salon ve üst katında da üç genç Macar hanımın müzik yaptığı gazinoydu. Bu briç salonuna olanakları biraz daha iyi olan ve iyice briç bilenler giderdi. Taksim’den Kabataş’a inen Kazancı Yokuşu’nun köşesindeki kahvenin alçak tavanlı ara katından da briç oynanırdı. Yeni öğrenmeye başlayan ve öbür tarafa gitmeyenler orayı mekân edinmişti. Fırsat buldukça, “Basık” adı verdiğimiz o sıkışık, sigara dumanı dolu yere gider, briç öğrenmeye çalışırdık. Okuldan mühendis olarak mezun olup giderken iyi briç oynayan bir olmak önemliydi. Briç oynamayı bilmemek eksiklik sayılırdı. Birçok arkadaş gibi ben de briç öğrenmeye heves ettim, bir süre Basık’a devam ettim ama oyuna verilmesi gereken ilgiyi gösteremedim ve okuldan briç oynamasını beceremeyen birisi olarak mezun oldum. Vali ve Belediye Başkanı Dr. Lütfi Kırdar zamanında o bölge yeniden düzenlenerek Taksim Gezisi haline getirildi. Taksim bahçesinin Taşkışla’ya bakan köşesine de zaman İstanbul’un en seçkin lokali olan Taksim Gazinosu yapıldı. Daha sonraları Taksim Gezisi’nin Cumhuriyet Caddesi tarafında set oluşturan duvar yıkılarak bugünkü dükkân ve gazinolar inşa edildi. İstiklal Caddesi, otomobil ve tramvay trafiği bulunmasına karşın kimsenin itilip kakılmadığı, taciz edilmediği, herkesin rahatça ve emniyetle gezinebildiği seçkin bir yerdi. Akşamüstü ve geceleri sinemalara, tiyatrolara, pastanelere girip çıkan temiz kıyafetli hanımlar ve beyler çok hareketli bir kalabalık oluşturur, caddeyi doldururlardı. Biz de Beyoğlu’na çıkacağımız zaman hafta sonları giydiğimiz temiz kıyafetlerimizi giyer, o kalabalık arasında yerimizi alır, o atmosferi paylaşırdık. Okulumuzun İstanbul’un bu kültür ve eğlence merkezine yakın olması, çok kısıtlı olanaklarımıza karşın bize çok şey kazandırmıştı. Tabii Beyoğlu’na çıkınca Çiçek Pasajı’na uğ- Yıllık taslağını inceleyen idare müdürü, Makine Şubesi’ndeki bir hoca içi yapılan karikatürü çıkarmamızı, aksi takdirde para yardımı yapılmayacağını söyledi. Bizler de o hocamızın Makine Şubesi’ndeki arkadaşlarımıza haksızlık ettiğine, onun yüzünden kayba uğradıklarına inandığımız için, pek de hoş olmayan o karikatürün yayınlanmasını istiyorduk. Arkadaşımızın haksızlığa uğramasını içimize sindirememiştik. Zor durumdaki arkadaşı koruma, bir olay karşısında dayanışma geleneğimiz gereği para yardımından vazgeçip yıllığı küçülterek kendi aramızda topladığımız parayla basmaya karar verdik. ramadan geçmek olmazdı. Oranın eski sıcak atmosferinden eser kalmadı. Orta geçit alanında her lokantanın önünde farklı düzende oturarak veya ayakta küçük masaların etrafında çerez ya da basit mezelerle birasını yudumlayan birbirine aşina müdavim gruplar olurdu. Değişen toplum düzeni Beyoğlu’nu da değiştirdi. Evet, o zaman savaş vardı, her şey kıttı, olanaklarımız çok kısıtlıydı, okul çok zordu, ama bütün bu güç koşullara rağmen birbirine güvenen, gereğinde birbirine her koşulda yoldaş olan arkadaşlarla Taksim, Beyoğlu ve çevresinin yaşama sunduğu şeylerden payımızı alabiliyorduk. Çaylar, Balolar, Maçlar Öğrencilik dönemimizde çoğu fakültenin yılın ilk haftalarında cumartesi öğleden sonraları düzenlediği çaylı toplantılar olurdu. İlk sınıflardaki öğrencilerin lise arkadaşlığı bağıyla gittiği başka fakülte çaylarında yeni arkadaşlar edinme, çevreyi tanıma fırsatı doğardı. Çaylar ve sene sonu mezuniyet baloları bize günlük yaşantımızın tekdüzeliğinin dışına çıkma ve değişik topluluklarla ilişki kurma olanağı sağlardı. Sene sonu baloları içinde bizim mektep mezunlarının düzenlediği “Arı balosu” bir öğrenci etkinliği olmasına karşın, eski mezunların, müteahhitlerin ve işadamlarının katılımı ve zengin programı ile diğer balolar arasında farklı bir yer alırdı. OKULDA İKİNCİ DÖNEM 1940-1941 ders yılı başında okula döndüğümüzde artık okulun eskilerinden sayılıyorduk; dördüncü sınıf öğrencisiydik. Çoğumuz yaz tatilinde ya büroda ya da şantiyede çalışmıştık. Mesleğin kıyısından köşesinden uygulamaya yönelik bir şeyler görmüş, çalıştığımız alanlarda az da olsa deneyim, beceri kazanmıştık. Birbirimize tatil hikâyeleri anlatıyorduk. İstanbul’da yaşam biraz daha sıkıntılı, savaşın etkileri daha hissedilir hale gelmişti. O yaz Almanlar Paris’e girmiş, Fransa’nın işgalini tamamlamıştı. Henüz savaşın ağırlık noktası Batı’daydı ama artık her konuda, her adım atışta savaş faktörü göz önünde tutuluyordu. Temel bilgi dersleri bitmiş, meslek dersleri başlamıştı. Yaz çalışması sırasında bir problemin çözümünde ve uygulamada ayrıntıları bilmenin önemini görmüştük. Hocalarımızın hemen hepsi kendi alanlarında önemli uygulamalar yapmış kişilerdi. Derslerde teorik bilgilerin yanında pratiğe yönelik açıklamalar yapar, edindikleri deneyimlerden örnekler verirlerdi. Derslerde teorik ve pratiğe yönelik bilgileri bir arada, birbirini destekleyen düzende yürütürlerdi. Bu eğitim sisteminin bizlerin iyi yetişmesinde önemli bir payı vardı. Üniversite kuruluncaya kadar Müdür Tevfik Taylan Bey’in yönetiminde geçen bu dört senelik dönem hem savaşın günden güne artan etkisiyle yaşamın sıkıntılı, olanakların çok kısıtlı olduğu, hem de her türlü güçlüğe karşın okulda önemli gelişmelerin gerçekleştiği bir dönem oldu. Öğrenci olarak yaşadıklarımız ise farklı bir düzeydeydi. Yüklü eğitim programı çok çalışmamızı gerektiriyordu. İlk senelerdeki gibi idarenin baskısı yoktu. Etütlerde gece geç saatlere kadar kalabiliyor, projelerimizi yapıyor veya başka eksiklerimizi tamamlıyorduk. Akşam yoklamasından sonra kontroller de olmadığı için sıkılınca dışarı çıkabiliyorduk. Savaşın yaşantımıza getirdiği her türlü kısıtlamaya karşın rahat bir çalışma ortamına sahiptik. 1941 yazında İhsan Bingüler idare müdürü oldu. Artmış olan öğrenci sayısıyla, her şeyin kıt ve vesikaya bağlı olduğu o günlerde okulu yönetmek elbette zordu. İhsan Bey iyi niyetli, çalışkan bir yöneticiydi. Çok kısıtlı olan olanakların alt sınırını daha aşağıya çekmeye çabalayarak okulu yönetmeye çalışıyordu. Bu davranışları biz öğ- itü vakfı dergisi 89 TARİHÇE VE BİNALARIN ÖYKÜSÜ rencilere sıkıntılı durumlar yaratıyordu. Bir şey istediğimiz zaman “İmkânlar bu kadar, hüsnüniyetimden emin olunuz” derdi. Son sınıfta olduğumuz 1942-1943 kışında her şey daha az ve daha kısıtlıydı. Yemekler doğal olarak eskisi gibi değildi. Çoğu öğünler ya darı pilavı ya da bakla ezmesi olurdu. İhsan Bey kışın etin pahalanacağı endişesiyle, daha ucuza mal etmek için yazın çok miktarda etten kavurma yaptırmış, fakat gerektiği gibi yapılmadığı için bunlar da bozulmuştu, yemeklere hiç et konulamıyordu. Kaloriferler az ve daha kısa süre yanıyordu, ısınamıyorduk. Sınıfta paltolarla oturuyorduk. Bir mizah dergisine karikatür çizen arkadaşımız Şadi Dinçağa “Mühendis Mektebi’nin titreten müdür” konulu bir karikatür yapmıştı. Öğrencilerin toplu şikâyeti üzerine İhsan Bey idare müdürlüğünden uzaklaştırılmıştı. Kısa bir sürede her şey değişti, iyileşti. Fakat bir gün öğle yemeğine gittiğimizde, eski dönemdeki yemekleri görünce İhsan Bey’in tekrar idareye getirildiğini anladık. 1943 yaz yarıyılında okuldaki son dönemimizdi. Hastane konulu diploma projesini yapmaya, öteki proje ve ödevleri, eksik notları tamamlamaya çalışıyorduk. Fırsat buldukça mezuniyet balosunda çıkaracağımız Arı yıllığının hazırlıklarıyla uğraşıyorduk. Birkaç arkadaş hocaların ve bizim karikatürlerimizi çiziyor, anıları, fıkraları derliyordu. Hazırladığımız Arı yıllığı taslağını idareye götürüp, her sene olduğu gibi baskı işi için parasal destek istedik. Yıllık taslağını inceleyen idare müdürü, Makine Şubesi’ndeki bir hoca içi yapılan karikatürü çıkarmamızı, aksi takdirde para yardımı yapılmayacağını söyledi. Bizler de o hocamızın Makine Şubesi’ndeki arkadaşlarımıza haksızlık ettiğine, onun yüzünden kayba uğradıklarına inandığımız için, pek de hoş olmayan o karikatürün yayınlanmasını istiyorduk. Arkadaşımızın haksızlığa uğramasını içimize sindirememiştik. Zor durumdaki arkadaşı koruma, bir olay karşısında dayanışma geleneğimiz gereği para yardımından vazgeçip yıllığı küçülterek kendi aramızda topladığımız parayla basmaya karar verdik. Son haftalarda bir gece geç vakit, yıllıktaki eksikleri tamamlamaya çalışıyorduk, ertesi sabah matbaaya götürecektik. İdare Müdürü İhsan Bey için bir hiciv yazısı 90 itü vakfı dergisi Hala her ayın belli günlerinde öğlen veya akşam yemekli sınıf toplantılarında bir araya gelerek bitmek tükenmek bilmeyen eski hikâyeleri tekrarlıyor, anıları tazeliyoruz. Katılanlar zamanla azalarak da olsa bu toplantılara halen devam ediyoruz. Prof. Ruhi Kafesçioğlu koymak istiyorduk, ama o ana kadar hiçbir yazı çıkaramamıştık. Orada olanlar “Beş kişiyiz, bir hiciv yazısı oluşturalım, herkes aklına geldiği gibi bir şeyler söylesin, bir yazı düzenleyelim” dedik. Birkaç karalamadan sonra istediğimiz bir şiir ortaya çıktı. Başlığı ne olsun diye düşünürken arkadaşlardan biri, isimlerimizin baş harflerinden oluşan AMORO adını koymayı önerdi. Hepimiz kabul ettik; Ahmet Aktar, Muzaffer Yalçınalp, Orhan Bolak, ben ve Orhan Bozkurt. Böylece her senekinden küçük, ama her istediğimizi yazıp koyabildiğimiz Arı yıllığı hazırlanıp basıldı. Yarıyılın son haftaları, diploma projesi ve öbür derslerin ödevlerinin tamamlanması çalışmalarının yanında bütün arkadaşlar o dönemin en sevilen lokali olan Taksim Gazinosu’nda düzenleyeceğimiz “Arı Balosu”nun hazırlıkları ile uğraşıyorduk. Daha önce değindiğim gibi, Arı balosunun diğer mezuniyet baloları arasında ayrıcalıklı bir yeri vardı. Bizim balomuzun da her sene- ki gibi anılarda yer bırakacak güzellikte ve düzende olması için çabalıyorduk. Birkaç arkadaş baloda yapacağımız çeşitli etkinlikleri düzenlemeye uğraşırken, diğerleri de balo davetiyelerini dağıtmaya, eski mezun ve müteahhitlerden destek sağlamaya çalışıyordu. Belirlenen günde davetiyeler dağıtılmış, umduğumuz destek sağlanmış, salonun düzenlenmesi ve balo sırasında yapılacak etkinlikler için gerekli aksesuarlar alınmış, bütün hazırlıklar tamamlanmıştı. Salon, arkadaşlarımızı ve davetlilerimizle dolmuştu. Balomuz çok hoş bir atmosferde, sürekli ilgi çekici etkinliklerin sergilendiği ve herkesin çok eğlendiği, hoş anılarla dolu bir gece olmuştu. Nihayet yarıyıl sonu, proje teslimi ve üstümüzden dört hafta boyunca silindir gibi geçen mezuniyet imtihanları bitti. Birkaç gün sonra hepimiz bir tarafa gidecek, dağılacaktık. İmtihan sonuçları, kalan geçen belli olmadan, hepimiz bir arada son bir gece geçirmeye karar verdik. O zaman Bomonti semtinde o isimle anılan bira fabrikası ve bahçeli bir gazino vardı. Bomonti Bira Bahçesi’nde toplandık. Bol bol bira içerek eğlendiğimiz, altı sene boyunca yatılı gece gündüz bir arada olmanın, iyi kötü her şeyi paylaşmanın oluşturduğu köklü dostluk, arkadaşlık bağlarımızı hissettiğimiz bir akşam yaşadık. O günden sonra hepimiz bir tarafa dağıldık. İş hayatında daha önce mezun olan arkadaşlarla yeni dostluklar, müteahhitlik-kontrol mühendisliği, iş ortaklığı, Ankara’da Mühendisler Birliği’ndeki buluşmalar ve briç partileri yeni ilişkiler oluşturdu. Anadolu’nun çeşitli köşelerine gitmiş olan arkadaşları ancak kışın şantiyelerin tatil olduğu zamanlarda, Ankara’ya veya İstanbul’a geldiklerinde görebiliyorduk. Daha sonraları okula girişimizin 30. yılı, mezuniyetin 30. ve 40. yılları gibi çeşitli vesilelerle düzenlediğimiz toplantılarda bir araya gelerek geçirdiğimiz iki üç gün, emeklilik yaşantımızın hoş anılarını oluşturuyor; fakat hepsinin ötesinde sınıf arkadaşlığı daha köklü ilişkiler oluşturmuş. Hala her ayın belli günlerinde öğlen veya akşam yemekli sınıf toplantılarında bir araya gelerek bitmek tükenmek bilmeyen eski hikâyeleri tekrarlıyor, anıları tazeliyoruz. Katılanlar zamanla azalarak da olsa bu toplantılara halen devam ediyoruz. itü vakfı dergisi 91 Teknokent Dosyası İTÜNOVA TEKNOLOJİ TRANSFER OFİSİ İLE İTÜ’deki Buluşlar Kanatlanıyor İstanbul Teknik Üniversitesi’nin akademik birikiminin sanayiye dönük yüzü olarak konumlanan ve 241 yıllık birikimin ticarileşmesi amacıyla hizmet vermeye başlayan İTÜNOVA TTO, İTÜ’deki BULUŞLARI ÇAĞIRIYOR… Patent ile korunabilecek ve daha da önemlisi lisanslanarak ticarileşebilecek buluşlar, İTÜNOVA TTO’nun imkan ve hizmetleri ile buluşmaya davet ediliyor! 92 itü vakfı dergisi İ TÜNOVA TTO (Teknoloji Transfer Ofisi), 15 Ocak 2013 tarihinde İstanbul Kalkınma Ajansı’nın TTO Destekleme Programı kapsamında kurulan İTÜ Teknoloji Transfer ve Ticarileştirme Merkezi ve 11 Şubat 2013 tarihinde kurulan İTÜNOVA Teknoloji A.Ş.’nin aynı çatı altında birleşmesiyle Ocak 2014 itibariyle faaliyete başladı. TÜBİTAK’ın 1513 çağrısı ile desteklenen oluşum; bilimsel ve teknolojik bilgiye ulaşmaya aracılık etmeyi, teknolojik bilgi üretmeyi, üretilen bilginin ticarileşmesini sağlamayı, teknoloji transferini ve girişimciliği desteklemeyi hedefliyor. Üniversite ve Sanayi arasında köprü vazifesi gören İTÜNOVA TTO’nun hizmetlerinden biri de İTÜ’deki temel araştırma ve geliştirme faaliyetlerinin, ulusal ve uluslararası patent veri tabanı araştırmalarının sürdürülmesine dair temel farkındalık oluşturmaktır. İTÜNOVA TTO Genel Müdürü Sn. Dr. Ercan ÇİTİL, patent alma sürecindeki bir çalışma hakkında patent veri tabanlarında yapılacak araştırmanın, bir Ar-Ge çalışmasına kökten yön verebilecek öneme sahip olduğunu vurguluyor. ÇİTİL; “İTÜNOVA TTO ile gerekirse İTÜ’deki araştırmacılarımıza patent veri tabanı araştırması yaparak akademik çalışmaların gideceği yöne dair geri besleme yapacağız” diyerek Teknoloji Transfer Ofisi’nin misyonunu açıklıyor. Elbette İTÜNOVA TTO sadece patent araştırması yaparak veya bu alanlarda farkındalık yaratarak değil, aynı zamanda 2014 yılı kapsamında İTÜ’lü Öğretim Üyelerine ait 17 patentin alınabilmesi için de ayrılmış bir bütçe ile, ticarileşebilecek buluş ve araştırmalara destek veriyor. İTÜNOVA TTO’nun kaynaklarını özellikle ticarileşebilecek buluşlara ayırmayı planladıklarını hatırlatan Sn. ÇİTİL, Thomas Alva Edison’un sözlerine atıfta bulunuyor; “Herhangi bir şeyin alıcısı yoksa onu keşfetmek istemem. Satılması faydalı olduğunun kanıtıdır ve faydalı olmak başarıdır” İTÜNOVA TTO, ‘ulusal kaynakların verimli kullanımının ülke kalkınmasına doğrudan etkisi olacağı’ vizyonu ile kurumsal yapısını biçimlendiriyor. İTÜNOVA TTO sadece patent araştırması yaparak veya bu alanlarda farkındalık yaratarak değil, aynı zamanda 2014 yılı kapsamında İTÜ’lü Öğretim Üyelerine ait 17 patentin alınabilmesi için de ayrılmış bir bütçe ile, ticarileşebilecek buluş ve araştırmalara destek veriyor. İTÜ’nün paha biçilmez bir ulusal kaynak olduğunu, bu kaynağın çok daha verimli kullanımı içinse, İTÜNOVA TTO olarak kolay erişilir bir konumda, proaktif bir arayüz görevi görmeyi; hızlı, ihtiyaca yönelik evrilebilir esneklikte olmayı ve herşeyden önemlisi tüm imkanlarıyla İTÜ’nün hizmetinde ve İTÜ’yü daha ileriye taşıyacak bir birim olmayı hedefliyor. Buluş sahibinin, buluş bildirim formunu doldurup, TTO fikri haklar sorumlusuna iletmesiyle başlayan süreçte İTÜNOVA TTO, Patent Bürosu ile birlikte aşağıdaki gibi ilerliyor; 1. Buluş bildirim formlarının ön incelemesi İTÜNOVA TTO fikri haklar sorumlusu tarafından yapılır, eksik ya da düzeltilmesi gerek kısımlar var ise buluş sahibine bildirilir. 2. Gerekli düzenlemelerin ardından patent bürosundaki uzman patent vekilleri tarafından ulusal ve uluslararası patent veri tabanlarında ön araştırma yapılır. 3. Patent bürosundan alınan ön araştırma sonuçları ve buluş bildirim formu Fikri Haklar Üst Kurulunun değerlendirmesine sunulur. 4. Fikri Haklar Üst Kurulunun değerlendirmesi sonucu şayet olumsuz ise buluş serbest bırakılır, Buluş sahibi bireysel başvuru yapabilir. 5. Üst Kurul değerlendirmesi olumlu ise başvuru süreci İTÜNOVA TTO tarafından başlatılır. 6. İTÜ’nün “başvuru sahibi”, buluş sahibinin de “buluşçu” olarak belirlendiği “Buluş Hak Sahipliği Sözleşmesi” imzalanır. 7. Patent vekili tarafından buluşa ilişkin tarifname ve istemler hazırlanır. 8. Buluş sahibinin tarifname ve istemleri incelenmesinden sonra gerekli düzeltme işlemlerini yaptıktan sonra başvuru tamamlanır. 9. İTÜNOVA TTO ve Patent Bürosu, başvuru ve süreçler için yararlanılabilecek mevcut hibe ve desteklerin takibini üstlenir. ihtiyaçları konusunda uzman akademisyenlere aktarılıp projelendirilmesi, işbirliği aşamasında sözleşme yönetimi, hukuki danışmanlık, mali konuların takibi, sektörel organizasyonlar ile akademisyenler ve sanayicilerin buluşması ve üniversite kaynaklarının en verimli şekilde kullanımı için üniversite ve sanayi ihtiyaç analizi konularında hizmet veren birimdir. • Girişimcilik ve Şirketleşme Teknoloji tabanlı girişimciliğin, Ar-Ge ve inovasyon kültürünün yaygınlaşması ve bu alanla ilerleyecek girişimcilerin uygun mekanizmalar aracılığıyla desteklenmesini amaçlayan; girişimcilere ön-kuluçka, kuluçka ve hızlandırıcı hizmetlerini sunan birimdir. • Fikri Sınai Mülkiyet Hakları Sanayicilere, akademisyenlere ve öğrencilere patent, faydalı model, marka ve endüstriyel tasarım konularında farkındalık oluşturma ve bilgilendirme eğitimleri veren, ayrıca buluşlarının değerlendirilmesi, başvuru süreç takibi ve daha sonra kazanılan hakkın paylaşılmasına yönelik lisanslama hizmetleri konularında destek olan, buluşları orta ve uzun vadede buluşlar için uygun pazar arayışı ile ticarileştirme faaliyetleri sunan birimdir. İTÜNOVA TTO Hizmetleri: İTÜNOVA TTO birbirleri ile entegre olarak çalışan 5 farklı uzmanlık alanında hizmet veriyor. • Tanıtım ve Farkındalık Akademik dünyaya ve iş dünyasına yönelik kaynaklar, işbirliği imkanları ve eğitim organizasyonları gibi bilgilendirme faaliyetlerinden sorumlu birimdir. • Ulusal ve Uluslararası Fonlar Akademisyenlerin ve üniversite-sanayi işbirliği kapsamında geliştirilecek projelerin sahiplerinin; doğru, hızlı ve etkin biçimde uygun fon mekanizmalarına erişmesini sağlayan birimdir. • Üniversite-Sanayi İşbirliği Fikir aşamasındaki projelerin ya da mevcut Ar-Ge çalışmalarının doğru ve hızlı bir şekilde sanayiye yönlendirilmesi, sanayinin itü vakfı dergisi 93 Teknokent Dosyası İTÜNOVA TTO Tarafından Değerlendirilen ve Süreçleri Takip Edilen Buluşlar PATENT Kimya, Havacılık, Tekstil, Bilişim, Gemi İnşaat, Nano Teknoloji, Mimarlık, Malzeme Bilimleri ve Çevre Teknolojileri alanlarında 9 buluşun TPE (Türk Patent Enstitüsü) başvurusu yapıldı. 14 buluşun süreç takibi ise İTÜNOVA TTO tarafından yapılıyor. Türk Patent Enstitüsü’ne Başvurusu Gerçekleşmiş Buluşlar menin gerçekleştirilmesi, refluks sonrası elde edilen malzemenin yıkanması, yıkanan malzemenin dondurularak kurutulması adımlarını içeren; aromatik hidrokarbonların, alkoloidlerin, flava KİMYA ADSORBAN BİR MALZEME VE ÜRETİM YÖNTEMİ Araş. Gör. Ömer Suat Taşkın, Doç. Dr. Barış Kışkan, Prof. Dr. Yusuf Yağcı Bu buluş, en temel halinde bir monomerin sentezlenmesi ve bu monomerin polimerleştirilmesi adımlarını içeren; özellikle sanayide atık su arıtma sistemlerinde cıva tuzları başta olmak üzere metal iyonlarının giderilmesi amacıyla kullanılan adsorban bir malzeme ve üretim yöntemi ile ilgilidir. Buluş, herhangi bir ön işlem uygulanmadan cıva tuzlarının uzaklaştırılması için kullanılabilecek yeni bir malzeme olması ve maliyeti düşük olan formaldehit, birincil amin ve fenol kullanılarak hazırlanan benzoksazin monomeriyle sentezlendiği için önemli bir avantaja sahiptir. Şekil 2. Gözenekli malzemenin taramalı elektron mikroskop (SEM) görüntüsü noidlerin ve pestisidlerin kromatografik analizlerinde kullanılan kolonların içerisine doldurulan, gözenekli yapısı sayesinde yüksek adsorpsiyon sağlayan bir kolon dolgu malzemesi ve üretim yöntemi ile ilgilidir. Bu sayede ülkemizin bu alanda dışa bağımlı olduğu bu kolon dolgu malzemelerinde, günümüzde kullanılanların yerine geçebilecek yeni bir adsorban elde edilmiştir. Şekil 1. Gözenekli malzemenin taramalı elektron mikroskop (SEM) görüntüsü BİR KOLON DOLGU MALZEMESİ VE ÜRETİM YÖNTEMİ Araş. Gör. Ömer Suat Taşkın, Yrd. Doç. Dr. Abdullah Aksu, Doç. Dr. Barış Kışkan, Prof. Dr. Nuray Balkıs Prof. Dr. Yusuf Yağcı Bu buluş, en temel halinde melamin ve antrakinonun bir çözücü içerisinde çözülmesi, çözeltinin refluks işlemine tabi tutularak tepki- Bir fikrin oluşumundan, ticarileşmesine kadar olan basamaklar aşamasında verilen bütün destekler teknoloji transferinin kapsamındadır. Bu bağlamda İTÜNOVA TTO, üniversite sanayi işbirliğinin sağlanması ve akademik bilginin ticari değer kazanmasında önemli bir aracı kurum olarak İTÜ’ ye hizmet vermektedir. 94 itü vakfı dergisi Buluş Sahipleri (soldan sağa): Barış Kışkan, Ömer Suat Taşkın, Yusuf Yağcı BİR KATALİZÖR VE ÜRETİM YÖNTEMİ Araş. Gör. Ömer Suat Taşkın, Doç. Dr. Barış Kışkan, Prof. Dr. Yusuf Yağcı Bu buluş; melamin ve aldehitin çözücü içerisinde çözülmesi, hazırlanan çözeltinin karıştırılması, karışım içerisindeki safsızlıkların giderilmesi, elde edilen gözenekli malzemenin kurutulması, bakır bileşiğinin çözücü içerisinde çözülmesi, kurutulan malzemenin bakır çözeltisine eklenerek karıştırılması, çözücünün uzaklaştırılması adımlarını içeren; heterojen olarak gerçekleşen atom transfer radikal polimerizasyonlarında (ATRP) kullanıldığında polimerizasyonun sonunda üründe bakır kalıntısı bırakmayan, bakır bağlı bir katalizör ve üretim yöntemi ile ilgilidir. Heterojen katalizör kullanılarak gerçekleştirilen atom transfer radikal polimerizasyonu (ATRP) sonucu elde edilen polimerde bakırın ppb (parts per billion) konstarasyon düzeyinden düşük olması bu buluşu oldukça önemli kılmaktadır. HAVACILIK DİKİNE İNİŞ KALKIŞ YAPABİLEN KARMA GÜÇ SİSTEMLİ TAK- ÇIKART KANAT KONFİGÜRASYONLU HAVA ARACI Bu buluş ile hem dikine/kısa mesafeli iniş kalkış gerçekleştirebilen ve iniş kalkış manevraları sırasında kararlılık problemi yaşamayan bir hava aracı gerçekleştirilmektir. Dikine iniş-kalkış ve havada askıda kalış durumunda insansız hava aracı üzerindeki eş-eksenel (coaxial) fan sistemi ile beraber önde döndürülebilen iki motor ve pervane senkronize olarak çalışmaktadır. Böylece tek eş-eksenel fan sistemi ile çalışan uçaklardaki dönme/ kuvvet ekseni ve ağırlık merkezinin aynı olmamasından oluşacak dengesizlik problemi çözülmektedir. Önde bulunan döndürülebilen motor sistemleri döndürülerek askı durumundan düz ön veya düşük hızlı arkaya uçuşa geçilebilmektedir. Helikopter ve birçok rotorlu aletlerde görülen verimsiz ön uçuş problemi tam olarak uçak gibi uçabilme kabiliyeti ile çözülmüş olmaktadır. Ayrıca tak-çıkart kanat sistemi takılmadığında çok rotorlu bir sistem, takıldığında ise hem düz hem de dikey iniş-kalkış ve havada askı yapabilen bir uçak olarak çalışabilmektedir. Böylece tek bir ürün içinde çoklu çözüm sağlanmaktadır. Çalışmalarınızı başarıyla sonuçlandırmanın kilit noktası, buluşunuzu patent ile taçlandırmak ve emeğinizin karşılığını ürününüzün ticarileşmesiyle almaktır. İTÜNOVA TTO, tüm bu aşamalarda ve daha fazlasında sizin firmanız olarak hizmetlerine devam edecektir. MİMARLIK BİR ESKİZ KÂĞIDI TUTMA APARATI Öğr. Gör. Dr. Hasan Serdar KAYA Varolan formuyla ergonomik yetersizliğinden dolayı eskiz kağıdının kullanımında düşme, açılma, kirlenme, nemden dolayı buruşma ve kesiminde zorlanma gibi sıkıntılar yaşanmaktadır. Önerilen bu yeni formda ise rulo halindeki kâğıtların kullanım süresince korunmasını, açılmadan rulo halinde kalmasını, başka bir alet kullanmadan istenilen uzunlukta kesilebilmesini sağlamayı amaçlamaktadır. Teknoloji transferi, Türkiye’nin teknolojinin üretiminde ve kullanımında etkin rol oynayan bir ülke haline gelmesi adına önemli bir alandır. Bir fikrin oluşumundan, ticarileşmesine kadar olan basamaklar aşamasında verilen bütün destekler teknoloji transferinin kapsamındadır. Bu bağlamda İTÜNOVA TTO, üniversite sanayi işbirliğinin sağlanması ve akademik bilginin ticari değer kazanmasında önemli bir aracı kurum olarak İTÜ’ ye hizmet vermektedir. Çalışmalarınızı başarıyla sonuçlandırmanın kilit noktası buluşunuzu patent ile taçlandırmak ve emeğinizin karşılığını ürününüzün ticarileşmesiyle almaktır. İTÜNOVA TTO tüm bu aşamalarda ve daha fazlasında sizin firmanız olarak hizmetlerine devam edecektir. itü vakfı dergisi 95 Teknokent Dosyası Solvoyo Tedarik Zinciri Yazılımlarında Stratejik Çözüm Geleneksel tedarik zinciri planlama yazılımlarının en büyük iki problemi, programların farklı parçalardan oluşması ve eski teknoloji ile geliştirilmiş olmalarıdır. Solvoyo, bu farklı parçaları, kritik tedarik zinciri fonksiyonlarını ve stok, ulaşım, yenileme ve sipariş karşılama planlamasını tek bir model üzerinden, stratejik, taktiksel ve operasyonel olarak çözebilmektedir…” Koray Doğan tarafından 2005 yılında Amerika’da kurulan Solvoyo Yazılım, Türkiye Ar-Ge Merkezi ile İTÜ ARI Teknokent’te konumlanan ilk firmalar arasında yer alıyor. 96 itü vakfı dergisi K urucumuz Koray Doğan, 2005 yılında tedarik zincirini planlama konusunda devrim yaratacak yeni bir yazılım yazmak için Solvoyo’yu Boston’da kurduktan sonra endüstri mühendisliği konusunda köklü mühendislik geçmişi ve yaratacağı sinerji için 2005 yılında R&D merkezini İstanbul Teknik Üniversitesi ARI2 Teknokent’e taşımıştır. Bilkent Üniversitesi Endüstri Mühendisliği Bölümünden mezun, Georgia Institute of Technolgy’den Operasyonel araştırmalar üzerine doktora yapmış olan CEO’muz Koray Doğan, 15 yılın üzerinde sahip olduğu Tedarik Zinciri Planlama tecrübesi ile bütünsel planlama süreçlerinin pahalı ve zorlu entegrasyon süreçleri ve inanılmaz boyutlara ulaşan veri akışlarıyla birlikte optimum sonuçtan çok uzak kalındığını gözlemlerken, maliyeti fazlasıyla arttırdığını görmüştür. Solvoyo Tedarik Zinciri Planlama yazılımını bir bütün halinde tasarlarken tüm süreçlerin bu yazılım üzerinde gerçekleşmesini ve gözlemlemiş olduğu sorunları çözmeyi hayal etmiştir. 2013 yılında Dell tarafından Dünya çapında 200 Kadın girişimciden biri olarak seçilmiş Nilüfer Durak ve Tedarik Zinciri Planlama konusunda 25 yılı aşkın tecrübeye sahip, 2005 yılında, tedarik zinciri inovasyonu konusunda PACE Award’ı almış Ömer Bakkalbaşı, Solvoyo’ya güç katan diğer iki partneridir. Geleneksel tedarik zinciri planlama yazılımlarının en büyük iki problemi, programların farklı parçalardan oluşması ve eski teknoloji ile geliştirilmiş olmalarıdır. Solvoyo, bu farklı parçaları, kritik tedarik zinciri fonksiyonlarını ve stok, ulaşım, yenileme ve sipariş karşılama planlamasını tek bir model üzerinden, stratejik, taktiksel ve operasyonel olarak çözebilmektedir. Bu sayede organizasyonlar geleneksel çözümlere oranla daha büyük tasarruflar sağlarken, daha fazla sipariş karşılayabilmeleri mümkün olmaktadır. En son teknoloji 64 bit mimari yapı, bulut tabanında paralel yürütülen uygulamalar. Solvoyo, isteğe göre karar verirken, yazılımı bir servis (software as a Service) sunarak, müşterilerinin var olan sistemlerine entegre olmaktadır. Tedarik Zincirinde Milyon Dolarlık Tasarruf İlk müşterimiz Vestel ile çalışırken, ilk önerdiğimiz tedarik zinciri planlama aracı ile yıllık 700 000 $ tasarruf ön görürken, uygulama sonunda yıllık tasarrufları 4 Milyon $ düzeyine kadar çıkarmamız mümkün olmuştur. Programımız bir bütün olarak çalıştığı için, çalışanların tek bir programı öğrenmeleri yeterli olmaktadır. Ayrıca tüm bilgiler şirket için ortak bir veritabanında toplandığından, çalışılan müşterilerin farklı bölümleri arasında oluşabilecek veri uyumsuzlukları önlenmektedir. CEO Koray Doğan Bütünsel planlama formatında çalışıldığı için, tek bir platform altında tedarik zincirinin tüm bölümleri ele alınarak, büyük resim üzerinden optimizasyon yapılabilmektedir. Örnek olarak; sadece yok satmayı engellemek için, fazladan stok tutmak bir şirkete hem depo, hem de operasyonel maliyet olarak dönerken, stokları belirli bir dengede tutmaya çalışmak için kurulacak sistem, ulaşımı ve tahminleri göz önüne almadığı için eksik kalacaktır; bu diğer ölçümlerin farklı sistemler kullanılarak yapılması ise, sistemin verimli işlemesi önünde büyük bir engel olarak karşımıza çıkacaktır. Solvoyo’nun müşterilerine sunduğu platform sayesinde, üretimin başlangıcından, müşterilerin tahmin edilen taleplerinin karşılanmasına kadar tüm sistemi tek bir platform ve tek bir program aracılığıyla çözebilmektedir. Sağladığımız hizmetler temel olarak dört kategoride toplanabilir: Tedarik Zinciri Planlaması (Supply Chain Agility Planning) ile müşterimizin sahip olduğu en az bir yıllık veriler değerlendirilerek, ürünlerin nerede, nasıl dağıtılacağı ve nerede depolanacağı hesaplanmaktadır. Taşıma Planlama (Transportation Planning) çözümümüz; siparişlerin zamanında ve en verimli şekilde müşterilere ulaşabilmesini sağlamaktadır. Satış Odaklı Stok Planlama (Sales-Driven Replenishment Planning); var olan stokların, beklenen satışlara göre en verimli şekilde günceller, temel olarak ya taşıma maliyetini en aza indirmeyi, ya da elde edilecek ciroyu en fazlaya çıkarma- ARI Teknokent’in tercih edilmesinin ana sebepleri, teknoloji merkezi olması, girişimci firmalar arasında yakalanacak sinerji ve kaliteli eğitim görmüş İTÜ mezunlarına erişim olarak sıralanabilir. Şirketimiz İTÜ mezunlarına iş imkânı konusunda öncelik sağlarken, İTÜ kültürü ile yetişmiş ve çağdaş eğitim almış çalışanları aracılığıyla ileri gitmeyi düşünmektedir. Ayrıca staj dönemlerinde İTÜ öğrencilerine öncelik verilmektedir. yı hedefleyen şekilde farklı senaryolar hazırlanabilir. Satış ve Operasyonel Planlama (Sales and Operations Planning) ile daha stratejik düzeyde çözümler sunulmaktadır. TÜBİTAK’tan aldığımız destekler ile bulut üzerinden daha gelişmiş hizmetler sağlama üzerine araştırma çalışmalarımız sürmektedir. Solvoyo, yaptığı her projeyi kendini geliştirmek için bir şans olarak görmektedir ve araştırma-geliştirme faaliyetleri sürekli olarak sürdürülmektedir. Çözümlerimiz genel olarak operasyonel, taktiksel ve stratejik olarak üç sınıfa ayrılmaktadır. Operasyonel çözümlerimiz günlük olarak çalışıp, müşterilerin sistemlerini düzenlerken; taktiksel çözümlerimiz, belli periyotlarda ve güncellemeler ile daha sezonsal planlamaları kapsamaktadır. Stratejik çözümlerimiz ise, daha çok dağıtım ağlarının nasıl kurulması, ya da elde var olan kaynakların en verimli şekilde kullanılabilmesi için depo ve dağıtım lokasyonlarının yerlerine karar vermektedir. Solvoyo olarak, uluslararası büyük şirketlerle çalışırken, Türkiye pazarının önemli oyuncularına da servis sağlamaktayız. İTÜ Kültürü ile Yetişmiş Elemanlar 2005 yılında Solvoyo Yazılım Amerika’da kurulduktan sonra, ARI Teknokent 2’de Türkiye Ar-Ge merkezini kurdu. Solvoyo ARI 2 binasının ilk sakinlerindendir. ARI Teknokent’in tercih edilmesinin ana sebepleri, teknoloji merkezi olması, girişimci firmalar arasında yakalanacak sinerji ve kaliteli eğitim görmüş İTÜ mezunlarına erişim olarak sıralanabilir. Şirketimiz İTÜ mezunlarına iş imkânı konusunda öncelik sağlarken, İTÜ kültürü ile yetişmiş ve çağdaş eğitim almış çalışanları aracılığıyla ileri gitmeyi düşünmektedir. Ayrıca staj dönemlerinde İTÜ öğrencilerine öncelik verilmektedir. Firmamız çalışanlarının, Solvoyo’yu sadece çalıştıkları bir şirket olmanın ötesinde, kariyerlerinde kendilerini ileri taşıyacak, sürekli kendilerini geliştirebilecekleri bir ortam ve rol modeli olarak alabilecekleri yöneticiler eşliğinde, gelişime imkân sağlayan bir aile ortamı olarak görmektedirler. Solvoyo, 2013 yılında dünya çapında bir girişimcilik ağı olan Endeavor organizasyonu için Türkiye’den seçilerek, Amerika’da silikon vadisinde yapılan uluslararası finallerde Türkiye’yi temsil etmiştir. Ayrıca Wired magazine’de Avrupa’nın en dikkat çeken Start-up’ları listesine girmiştir. Gelecekte, daha farklı satış kanalları kullanarak, oluşturduğumuz optimizasyonların daha fazla şirkete ulaşmasını hedeflemekteyiz. Yaptırdığımız iyileştirmeler şirketlere geri dönüş sağladığı gibi, ekosistemin verimliliğini arttırdığı için ekonomiye de olumlu olarak geri yansımaktadır. itü vakfı dergisi 97 Teknokent Dosyası PhonoClick: Bankalar ve Perakendeciler İçin Yüksek Ölçekli Müşteri Etkileşim Çözümleri Çözümlerimizin başlıca kullanıcıları, bankalar ve perakendeciler gibi kısa sürede çok sayıda müşterisine kampanya, hizmet önerisi gibi etkileşimler sunmak ve cavap almak durumunda olan sektörler. Bu alanda bugün artık endüstri standardı olarak kabul edilen telefonla kredi başvurusu alma, kredi kartı limit artırım onayı toplama veya interaktif hizmet teklifleri sunma uygulamalarının pek çoğu ilk defa PhonoClick tarafından geliştirildi. Bugün bu çözümlerimiz Türkiye dışında Software-as-a-Service (SaaS) modeliyle bölge ülkelerinde de kullanılıyor… P honoClick, iki ana alanda faaliyet gösteriyor. Bunlardan birincisi, yüksek ölçekli müşteri etkileşim çözümleri. Bu kategorideki çözümlerimizin başlıca kullanıcıları, bankalar ve perakendeciler gibi kısa sürede çok sayıda müşterisine kampanya, hizmet önerisi gibi etkileşimler sunmak ve cavap almak durumunda olan sektörler. Bu alanda bugün artık endüstri standardı olarak kabul edilen telefonla kredi başvurusu alma, kredi kartı limit artırım onayı toplama veya interaktif hizmet teklifleri sunma uygulamalarının pek çoğu ilk defa PhonoClick tarafından geliştirildi. Bugün bu çözümlerimiz Türkiye dışında Software-as-a-Service (SaaS) modeliyle bölge ülkelerinde de kullanılıyor. 98 itü vakfı dergisi Bulut Tabanlı Kurumsal Bilgi Sistemleri İkinci önemli faaliyet alanımız da bulut tabanlı kurumsal bilgi sistemleri. İşletmelerin iç iletişim, CRM, belge yönetimi gibi ihtiyaçlarını kolay anlaşılır ve kolay kullanılır bir sosyal ağ metaforu içinde sunan bu çözümümüzü, servis sağlayıcılara lisanslıyoruz. Halen Bodru.com ticari markasıyla tüm dünyada sunulan bu çözümümüz, binden fazla işletmede aktif olarak kullanılıyor. Ayrıca Bodru mobil uygulamaları, Apple iOS App Store ve Google Play Store’da, Bodru web uygulaması da Google Chrome Store’da sunuluyor. Sektörde Farklılık Yaratan Çözümler PhonoClick’in çözümleri her zaman ölçeklenebilirlik, kullanılabilirlik ve mobilite açısından yüksek standartlara göre geliştirilir. Bu üç kriterin bugün kurumsal çözümleri başarıya ulaştırmada çok büyük öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Bulut bilişim ile birlikte her üçünde de önemli sıçramalar sağlamak mümkün oldu. Örnek olarak bugün Bodru ile, küçük bir işletmenin saha elemanı, düşük maliyetli bir Android cihaz kullanarak şirketin binlerce dokümanı arasında istediği sözleşme dosyasını saniyeler içinde bulup görüntüleyebiliyor ve müşterisiyle toplantıya bu bilgiyle girebiliyor. Buna benzer özellikler, bundan birkaç yıl öncesine kadar ancak bankalar gibi az sayıda büyük kurumdaki çok pahalı sistemlerle ve ancak masaüstünden sağlanabiliyordu. PhonoClick çözümlerinin bu imkanları yeni müşterilere, yeni maliyet ve performans seviyelerinde, çok daha mobil, çok daha kolay kullanılabilir biçimde sunmakta öncü bir noktada olduğunu düşünüyoruz. Ar-Ge Çalışmaları PhonoClick özünde bir Ar-Ge firması. Gelirlerimizin tamamı, özgün arge Teknokent firmaları ile İTÜ arasında, mesela ABD’deki araştırma üniversitelerinin endüstri ile yapmakta olduklarına benzer işbirliklerini sağlamak için çaba sarf etmek gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için fiziksel yakınlık, aynı ortamlarda bulunma, üniversitenin IT, konferans, hatta ders gibi imkanlarından faydalanabilme gibi yöntemleri değerlendirmek iyi olur diye düşünüyoruz. çalışmalarımız sonucunda geliştirilen yazılım tabanlı teknolojilerin lisanslanması veya kullandırılmasından kaynaklanıyor. Bu kapsamda TÜBİTAK, KOSGEB, İSTKA, Avrupa Birliği Çerçeve Programları gibi kurumlardan destekler de alıyoruz. İTÜ ARI Teknokent’in, PhonoClick İçin Önemi İTÜ ARI Teknokent’te ilk olarak 2006 yılında ARI-1 binasında çalışmaya başladık. 2009 yılında da şimdiki Ar-Ge ofisimizin bulunduğu ARI-2 binasına geçtik. İTÜ Teknokent, bizim için yasal maliyet avantajlarının çok ötesinde bir önem taşıyor. Müşterilerimizin önemli bir kısmını büyük bankalar oluşturuyor ve Ar-Ge ekibimizin bu bankaların yönetim merkezlerine yakın bir ortamda çalışması, müşterilerle sık sık bir araya gelmeleri, onların ihtiyaçlarını daha iyi anlayıp bunlara uygun çözümleri zamanında sunmaları açısından büyük fayda sağlıyor. Ayrıca aynı müşterilere farklı alanlarda hizmet sunan başka firmalarla bir arada olmak, onların geliştiricileriyle bizim geliştiricilerimizin sosyal olarak da görüşebileceği fırsatların oluşmasına, yeni fikirlerin hızla ortaya çıkmasına ve işbirliklerine zemin hazırlıyor. İTÜ Birikiminden Yararlanma Bu konuda son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedildi. Ancak hala teknokent firmaları ile İTÜ arasında, mesela ABD’deki araştırma üniversitelerinin endüstri ile yapmakta olduklarına benzer işbirliklerini sağlamak için çaba sarf etmek gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için fiziksel yakınlık, aynı ortamlarda bulunma, üniversitenin IT, konferans, hatta ders gibi imkanlarından faydalanabilme gibi yöntemleri değerlendirmek iyi olur diye düşünüyoruz. Oysa bugünkü yasal düzenlemeler gereği hala firma PhonoClick’in çözümleri her zaman ölçeklenebilirlik, kullanılabilirlik ve mobilite açısından yüksek standartlara göre geliştirilir. Bu üç kriterin bugün kurumsal çözümleri başarıya ulaştırmada çok büyük öneme sahip olduğunu düşünüyoruz. Bulut bilişim ile birlikte her üçünde de önemli sıçramalar sağlamak mümkün oldu. Örnek olarak bugün Bodru ile, küçük bir işletmenin saha elemanı, düşük maliyetli bir Android cihaz kullanarak şirketin binlerce dokümanı arasında istediği sözleşme dosyasını saniyeler içinde bulup görüntüleyebiliyor ve müşterisiyle toplantıya bu bilgiyle girebiliyor. çalışanları ofis binası dışına adım attığı anda ilave vergi maliyetleri, istisna kayıpları gibi sonuçları düşünmek durumunda kalıyorlar. Oysa bugün teknokent firmalarının personeli arasında sağlanabilmiş olan sosyalleşme fırsatlarının benzerlerinin, İTÜ eğitim kadrosu ve öğrencileriyle de sağlanması çok faydalı olur. İTÜ Öğretim Üyeleriyle İşbirliği Özellikle TÜBİTAK destekli projelerimizde her zaman danışmanlar ve stajyerler için bütçe ayırmaya dikkat ediyoruz. Önümüzdeki dönemde bunun payını daha da arttırmayı hedefliyoruz. Stajyer çalıştırmada, ofis alanıyla ilgili kısıtlar tüm firmalar için önemli bir sorun oluşturabiliyor. Teknokent yönetiminin tüm firmaların ortaklaşa kullanabileceği ve gerektiğinde esnek biçimde uygun maliyetle günlük bazda bile masa kiralanabilecek, istisna imkanlarının geçerli olduğu bir hotdesking alanı oluşturması, projelerde üniversite öğrencileri ve öğretim üyelerine firmalarca daha fazla yer verilmesine çok yardımcı olacaktır diye düşünüyoruz. Öğrencilere Staj ve İş Olanağı 3. ve 4. Sınıf öğrencilerine staj imkanları sağlayabiliyoruz. Stajyerlerimizi potansiyel kadrolu çalışanlarımız olarak görüyoruz ve aynı özenle seçmeye çaba sarf ediyoruz. Rekabete Etki Eden Çözümler PhonoClick’in çözümleri, hizmet verdiğimiz sektörlerde rekabete büyük etkisi olan çözümler. Müşterilerimizin bizim teknolojilerimizi kullanarak önemli başarılar elde etmelerini, başka türlü oluşturulamayacak faydaları yakalamalarını hedefliyoruz. Aynı kategoride çok sayıda alternatifi olan, müşterimizin iş sonuçlarına büyük katkı yapmayacak çözümler ilgimizi çekmiyor. Projelerimizi değerlendirirken öncelikle bu kritere göre değerlendiriyoruz. Firma olarak büyümemiz, ticari başarımız bunun sonucu olarak geliyor. Yeni Hedefler, Projeler Önümüzdeki dönemde özellikle KOBİ ve perakende şirketlerine yönelik çözümlerimizi çeşitlendirmek niyetindeyiz. Bugüne kadar banka ölçeğinde sunduğumuz bazı çözümlerin, özellikle de mobil pazarlama ve müşteri ilişkileri yönetimi ile ilgili çözümlerimizin artık bu firmalarda kullanılabileceği altyapının oluştuğunu, bu firmalara katabileceğimiz büyük değerler olduğunu düşünüyoruz. itü vakfı dergisi 99 TeknoGİRİŞİM İTÜ Teknogirişim Atölyesi (TGA) Türkiye’nin en büyük inkübasyon merkezi İTÜ Teknogirişim Atölyesi (TGA) girişimci firmalara ofis imkanı sağlıyor, yatırım ve işbirliği fırsatları sunuyor. 2012 yılında faaliyete açılan ve 51 kapalı ofis alanı bulunan TGA, İTÜ Maslak Yerleşkesi’nde üniversitenin merkezinde yer alıyor. İnkübasyon merkezi İTÜ TGA’da halen, T.C. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakalığı’nın yürüttüğü “Teknogirişim Sermaye Desteği” programı ve TÜBİTAK’ ın yürüttüğü “1512-Girişimcilik Aşamalı Destek” programı ile kurulmuş girişimci firmalar başta olmak üzere, KOSGEB’ in yürüttüğü “Ar-Ge İnovasyon Desteği” programı ve Arıçekirdek yarışması ile kurulmuş çok sayıda firma faaliyetlerini sürdürüyor. Add Mühendislik’ten ilk yerli teknoloji “Otomatik Tüp Tasnif Makinesi” “Otomatik Tüp Tasnif Makinesi, kan numune tüplerinin otomatik bir şekilde ayrıştırılmasını sağlayarak numunelerin analiz laboratuvarlarına daha hızlı ulaşmasını, analiz sonuçlarının hızlı alınmasını dolayısıyla hastalığın teşhis süresinin kısalmasını sağlayacak.” A dd Mühendislik, 2013 yılında İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyete başlamıştır. Abdulkerim İnce, Doğuhan Ali Yıldız ve Doğuş Cendek tarafından kurulan firmada tıbbi cihaz geliştirilmesi üzerine Ar-Ge faaliyetleri sürdürülmektedir. ADD Mühendislik tarafından geliştirilen “Otomatik Tüp Tasnif Makinesi” adlı proje TÜBİTAK’ tan 100.000,00 TL’ lik finansal destek almaya hak kazanmıştır. Bu ürünün muadilleri ülkemize ithal edilmekte ve yerli ürün bulunmamaktadır. Firmanın geliştireceği Otomatik Tüp Tasnif Makinesi ülkemiz için ilk olma özelliğini taşımaktadır. Ürün, hastalardan alınan kan numune tüplerinin otomatik bir şekilde ayrıştırılmasını sağlamaktadır. Bu sayede numuneler 100 itü vakfı dergisi çok daha hızlı şekilde analiz laboratuarlarına ulaştırılabilecektir. Sonuç olarak, hastalar analiz sonuçlarını çok daha hızlı alabilecek ve hastalığın teşhis süresi kısalacaktır. ADD Mühendislik, İTÜ Teknogirişim Atölyesi’ nde sürdürdüğü faaliyetlerinde birçok İTÜ öğrencisine hem yarı zamanlı iş hem de staj imkanı sağlamaktadır. Atölyede farklı alanlarda bir çok firma Ar-Ge faaliyetlerini sürdürmekte, ADD Mühendislik bu firmalarla teknolojik işbirliği yapmaktadır. Girişimciye sağlanan teşvikler sayesinde bir çok yeni teknoloji ülkemizde ilk defa geliştirilmeye başlamaktadır. TÜBİTAK ve Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’nın sağladığı girişimcilik destekleri, girişimcilerin hayal ettikleri ürünü gerçeğe dönüştürmek, ihracat açığını azaltmak ve ekonomik büyümeye katkı sağlamak açısından kritik öneme sahiptir. Gelecek Robotik İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyetlerini sürdüren “Gelecek Robotik” Robot Kol, Akıllı Eğitim ve Oyun Seti, Üretim İzleme ve Kontrol Sistemi gibi çok sayıda yenilikçi ve öncü proje ile uluslararası açılıma hazırlanıyor. Gelecek Robotik’in projelerini kurucu Doğuş Cendek’ten aktarıyoruz… Gelecek Robotik, 2012 yılında İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde, İTÜ Makine Mühendisliği Bölümü ve İTÜ Gemi ve Deniz Teknolojileri Mühendisliği Bölümü mezunu Doğuş Cendek tarafından kurulmuştur. Doğuş Cendek İTÜ Mekatronik Mühendisliği Bölümü’nde yüksek lisans eğitimine devam etmektedir. Gelecek Robotik, robotik teknolojiler üzerine Ar-Ge projeleri yürütmekte ve müşterilerine bu alanda ürün ve hizmetler sunmaktadır. Robotik, disiplinlerarası bir çalışma alanıdır; firmamız bünyesinde Makine, Bilgisayar, Kontrol, Mekatronik ve Elektrik-Elektronik mühendisleri yer almaktadır. Ülkemizde ilk defa firmamızca geliştirmekte olan ürün ve hizmetler için KOSGEB ve TÜBİTAK’ tan destekler alınmaktadır. İmalat endüstrisinin yanı sıra eğitim, eğlence ve sağlık sektörlerine yönelik ürün ve hizmetler sunulmaktadır. Yürüttüğümüz tüm Ar-Ge projeleri ülkemizde ilk defa tarafımızca geliştirilmeye başlanan ürün ve hizmetleri içermektedir. Ülkemizde yaşlı veya engelli insanların kullanımına yönelik ilk robot kol Gelecek Robotik tarafından geliştirilmiştir. Ürün üzerinde iki yıldır çalışılmaktadır. İki adet prototip elde edilmiş ve ürünün geliştirilmesine devam edilmektedir. Geliştirmekte olduğumuz “Akıllı Eğitim ve Oyun Seti” ile 6-14 yaş grubu çocuklara hem erken yaşta mühendislik eğitimi verilebilecek hem de yaratıcılıklarının gelişmesine katkı sağlanacaktır. Ülkemizde ilk defa tarafımızca geliştirilen ürün ile çocuklar eğlenirken öğreneceklerdir. İlkokul, ortaokul ve lise öğrencilerine yönelik uygulamalı mühendislik eğitimi düzenlemekteyiz. Öğrencilere mekanik, elektrik-elektronik, yazılım, mekatronik ve robotik teknolojiler alanlarında uygulamalı eğitimler vermekteyiz. Geliştirdiğimiz %100 yerli Üretim İzleme ve Kontrol Sistemi -Manufacturing Execution Systems (MES)- “Baykuş” programı ile gerçek zamanlı olarak üretiminizi takip edebilir, hataları tespit edebilir, elektrik tüketiminizi takip edebilir ve üretimdeki zaman kayıplarını sıfıra indirebilirsiniz. Uluslararası firmalar ile işbirliği içerisinde olan firmamız, Kinova Robotics ve Barrett Technology firmalarının ülkemizdeki tek partneridir. Geliştirdiğimiz ürünleri sergilemek üzere 2014 yılın içerisinde Japonya, Almanya ve Amerika’ da fuarlara katılacağız. İTÜ TGA’nın ve İTÜ’nün sağladığı faydalar: İTÜ TGA’ nın üniversitenin içerisinde yer alması iyi yetişmiş mühendis kaynağına ulaşmak, akademisyenlerden danışmanlık almak ve üniversite bünyesindeki laboratuvarla işbirliği yapmak açısından önemli avantajlar sunmaktadır. Bunların yanı sıra çok önemli olan bir diğer husus ise İTÜ TGA’nın birbirinden farklı disiplinlerde uzmanlaşmış bir çok firmaya ev sahipliği yapmasıdır. Bu sayede firmalar arasında teknolojik işbirlikleri geliştirilebilmekte, ortaklı proje başvurları yapabilmekte ve ortak olarak müşteriye çözüm sunulabilmektedir. itü vakfı dergisi 101 Teknokent Dosyası Sungur Bilişim Teknolojileri’nden yeni bir yöntem Sosyal Arama Motoru www.ONUTIKLA.COM veya www.chooseclick.com Sosyal Network’de dünyada çığır açacak yeni bir yöntem geliştiren sosyal bir arama motoru ve sosyal içerik yönetim sistemi olan chooseclick.com için Amerikan Patent Ofisi’ne yapılan başvuru sonrası, Münih Kalkınma Ajansı’ndan davet alan Sungur Bilişim Teknolojileri’nin dünyada dikkat çeken projesini Ali Evren Göksungur yürütüyor. İnternet alanında, ülkemizde de global ölçekte başarılı olabilecek projelerin çıkabileceğine inanan genç ve dinamik bir ekibe sahip Sungur Bilişim Teknolojileri, KOSGEB desteği ile başlattığı çalışmalarını İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde hızlı bir şekilde sürdürüyor. İTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi, Dr. Ali Evren Göksungur‘un yürütmekte olduğu projeye, İTÜ Bilgisayar Mühendisliği öğrencileri de önemli katkılar sağlıyorlar. İTÜ Bilgisayar Mühendisliği Bölümü’nden, Emrah Akgül, Teoman Turan, İTÜ‘de sosyal network ve arama motoru geliştirme çalışmalarına katıldıkları bu önemli projenin içerisinde görev almanın heyecanı ile çalışmalarını İTÜ Teknogirişim 102 itü vakfı dergisi Atölyesi’nde devam ettiriyorlar. Bir yandan etkileşimli sosyal arama motoru yazılım geliştirme faaliyetleri devam ederken, diğer taraftan da Amerikan Patent Ofisi’nden projenin patent süreci başlatılarak “USPTO” üzerinden de yurt dışına yönelik projenin patentlenmesi için gerekli başvurular, İTÜ Teknogirişim Atölyesi’ndeki bu genç ekip tarafından gerçekleştirilmiştir. Turkiye ‘nin ilk yerli Sosyal Network ‘u ve Sosyal Arama Motoru olmaya aday olan projenin geliştirilmesine paralel, Sungur Bilişim Teknolojileri ekibinin (USPTO) Amerikan Patent Ofisi’ne yaptıkları başvuru sonrasında, Almanya Münih Bölgesi Kalkınma Ajansı’ndan aldıkları davet üzerine, Alman yatırımcılarla bir araya gelmek üzere önümüzdeki aylarda yurt dışında da aktif bir şekilde projenin tanıtımı yapılacaktır. Chooseclick.com özellikleri Web sayfalarında içerikler üzerinde başkaları ile chatleşmenize olanak sağlayan Chooseclick.com Bilişim Fuarı CEBIT 2013‘de internet sponsoru olarak katıldı. (http://www.cebitbilisim.com/sponsors-supporters) Sosyal Network’de dünyada çığır açacak yeni bir yöntem geliştiren sosyal bir arama motoru ve sosyal içerik yönetim sistemi olan chooseclick.com dünyadaki tüm web sitelerindeki içerikler üzerinde online sohbet edebiliyorsunuz. chooseclick.com uygulaması ile yorum yazabiliyorsunuz. Sol üstte çıkan “CC” butonu ile içerikleri aşağıya taşıyıp, sağ alttaki choose butonu ile profilinizde depolayabiliyorsunuz. Dünyada bunu ilk başaran bir Türk ekibi chooseclick.com, Sungur Bilişim Teknolojileri oldu. Kurucuları Bilgisayar Mühendisi Ali Evren Göksungur ve tamamen gönüllülerden oluşan ekibi ile birlikte İTÜ Teknogirişim Atölyesinde bu fikri hayata geçirdiler. Çok farklı bir alanda yeni bir buluş üzerinde çalışmaları, Sungur Bilişim Teknolojileri ekibine hızlı ilerlemede önemli bir avantaj sağlamış. Firmanın Danışma Kurulu Üyeleri Fatih Altaylı (Habertürk), Metin Salt (Vestel Ar-ge Genel Müd.), Prof. Dr. Emre Alkin (TFF Genel Sekreteri) ve Prof. Dr. Güven Yalçıntaş (New York State Universitesi)’tan oluşuyor. İTÜ’den haberler İTÜ - HP ORTAKLIĞINDA Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi KURULDU İTÜ, teknikte ve teknolojide öncü rolünü birbiri ardına attığı adımlarla güçlendiriyor. Türkiye’nin ilk “Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi” İTÜ-HP ortaklığında kuruldu ve yine bir ilk olarak bulut bilişimde uzman yetiştirmek üzere sertifika programı açıldı. TÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezinde şirketlere, müşterilere ve iş ortaklarına a’dan z’ye “bulut bilişim” anlatılacak. Merkezde İTÜ’lü akademisyenler ve HP uzmanları ile HP’nin anlaşmalı eğitim firması tarafından çeşitli eğitimler verilecek. İ TÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi, 28 Şubat 2014 Cuma günü düzenlenen törenle faaliyete geçti. Açılış törenine, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Dr. Tayfun Acarer, Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Bilgisayar ve Bilişim Fakültesi Dekanımız Prof. Dr. Eşref Adalı, HP MEMA (Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika) Kurumsal Grup Satış Lideri ve HP Türkiye Genel Müdürü Serdar Urçar, Intel Genel Müdürü Burak Aydın ile çok sayıda sektör temsilcisi ve basın mensupları katıldı. A’dan Z’ye Bulut Bilişim İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezinde şirketlere, müşterilere ve iş ortaklarına a’dan z’ye “bulut bilişim” anlatılacak. Merkezde İTÜ’lü akademisyenler ve HP uzmanları ile HP’nin anlaşmalı eğitim firması tarafından çeşitli eğitimler verilecek, demo ve bulut teknolojilerini uygulama olanakları sağlanacak. Merkezde ayrıca lisansüstü öğrencilere de bilimsel nitelikli çalışmalarını ve araştırmalarını yürütebilme imkânı sunulacak, ar-ge projelerine yönelik burs desteği verilecek. İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi faaliyetleri kapsamında bulut bilişim alanında ortak ar-ge projeleri gerçekleştirilecek. İTÜ lisansüstü öğrencilerine bulut bilişim alanındaki ar-ge çalışmaları için HP tarafından burs sağlanacak. Bu kapsamda Bilgisayar ve Bilişim Fakültemiz ile HP Teknoloji Enstitüsü işbirliğiyle sertifika programı hazırlandı. Ortak yürütülecek eğitim ve sertifika programı ile bulut bilişim alanında eksik olan uzman insan kaynağının sektöre kazandırılması amaçlanıyor. Program sayesinde, bulut bilişim konusunda verilen derslerin sınavlarında başarılı olan öğrencilere tüm dünyada geçerliliği olan HP ExpertOne ATA sertifikası verilecek. Karaca: ‘Bulut bilişimin nitelikli işgücü İTÜ’den yetişecek’ Açılışta konuşan Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün üniversite-sanayi iş birliğinde sadece ülkemiz için değil uluslararası çapta model olabilecek başarıda işlere imza attığına dikkat çekti. Karaca, “İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözüm Merkezi geleceği yakalayacak adımlardan biri. Giderek ilginin ve kullanımın arttığı bulut teknolojisi sayesinde verileri daha hızlı depolamak, daha kolay ulaşılabilir kılmak, kurum maliyetlerini düşürmek ve en önemlisi riski minimize ederek saklanabilir hale getirmek mümkün” dedi. Bulut teknolojisindeki hızlı ilerleyişin nitelikli işgücü ihtiyacını da beraberinde getirdiğine işaret eden Prof. Dr. Karaca, şöyle konuştu: “Bugün açılışını yaptığımız merkez, vereceği eğitimlerle, seminerlerle alanda önemli bir bilgi paylaşımına zemin hazırlayacak. Diğer yandan HP Teknoloji Enstitüsü ve İTÜ Bilgisayar ve Bilişim Fakültemizin işbirliği ile verilecek lisansüstü eğitimlerle alanda derinlemesine çalışma yapabilecek mezunlar yetiştirilecek. Yani hem uygulama hem akademik kısmını güçlendiriyoruz.” Acarer: ‘Üniversite-sanayi işbirliğinde örnek adım’ Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanı Dr. Tayfun Acarer ise bilişim sektörünün en temel sorunun uzman işgücü olduğuna dikkat çekti. Bu noktada İTÜ-HP ortaklığıyla hayata geçirilen projenin çok önem taşıdığını belirten Acarer, şunları kaydetti: “Bulut Bilişim kavramı son 7-8 yılda konuşulmaya başlandı ancak önemli bir ihtiyaca cevap vermesinden ötürü hızla yaygınlaştı. Bu ihtiyacın nereden kaynaklandığını anlamak için birkaç veriye bakmak yeter. Dünyada milyarlarca mobil cihaz, milyarlarca uygulama yazılımı, milyarlarca web-tabanlı uygulama ve sosyal ağlara bağlı milyarlarca insan siber evreni paylaşıyor. Uzaktan eğitim, mobil sağlık uygulamaları, akıllı evler, akıllı şehirler, evden çalışma ya da uzaktan çalışma gittikçe artmaktadır. Böyle olunca, insanların uygulamalara ve bilgiye her zaman, her yerden ve herhangi bir cihazla erişme ihtiyacı da artıyor. Günümüzde, siber evrendeki verilerin büyüklüğü Peta-byte’lar seviyesinde. Her yıl veri itü vakfı dergisi 103 alana ilgi duyan öğrencilere alternatif sunmak ve uzmanlaşmalarını sağlamak amacı ile İTÜ ile sertifika programını hayata geçirerek Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdiklerini söyledi. Urçar şöyle konuştu: “Sektör ve üniversite işbirliği, yetişmiş insan gücünü eksikliğinin aşılmasında ciddi bir rol oynuyor. Bu tip projeler sayesinde, eğitim süreci tamamlandıktan sonra edinilen bilginin uygulamaya dökülmesi, yurtiçi ve yurtdışı projelerle tecrübenin arttırılması, yeni mezun programları ile talep edilen nitelik ve nicelikte yetişmiş elemana sahip olmak çok daha kolay olacak. Bu proje ile her geçen gün istihdam ihtiyacı artan BT sektörüne, nitelikli yeni mezun iş gücü kazandırmış olacağız.” büyüklüğü katlanarak artıyor. Her gün 2.3 milyar gigabayt yeni veri dijital ortama yükleniyor. Kamu ya da özel sektör kuruluşları ‘Big Data’ olarak adlandırılan bu muazzam veri yığının altında kalmamak için interneti veri merkezlerine bağlayan Bulut Bilişim çözümlerine ihtiyaç duyuyorlar. Verileri güvenli bir şekilde saklama, istendiğinde erişilebilir kılma, hızlı ve güvenli paylaşımına imkan sağlama gereği bulut yapılarının oluşmasına sebep olmaktadır.” itibariyle 50 milyar olacağı ön görülmektedir. Dolayısı ile bulut bilişimin önemi gittikçe artmaktadır. Bulut yeni bir teknoloji değil ama yeni bir platform sunuyor. Küçük şirketler başlangıç maliyetlerini düşürmek, büyük şirketler işletim maliyetlerini düşürmek için bulut bilişime yöneleceklerdir. Çünkü, maliyet avantajı, zaman avantajı, esneklik ve uyumluluk faktörleri nedeniyle Bulut Bilişim son zamanlarda oldukça değerli hale gelmiştir” dedi. Internete bağlı 10 milyar nesne Urçar: ‘İTÜ-HP Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdi’ Küresel veri trafiği, önümüzdeki 5 yıl içerisinde 4’e katlanırken, 2016’da toplam veri trafiğinin yüzde 66’sını bulut veri trafiğinin oluşturacağının öngörüldüğünü anlatan Acarer, “Günümüzde internete bağlı 10 milyar nesne söz konusu olup bunun 2020 yılı HP MEMA (Akdeniz, Ortadoğu ve Afrika) Kurumsal Grup Satış Lideri ve HP Türkiye Genel Müdürü Serdar Urçar, yapılan araştırmaların bulut bilişimin öneminin her geçen gün arttığını gösterdiğine değindi. Urçar, İTÜ Üretimi “Sarsma Masası” İTÜ İnşaat Fakültesi, Yapı ve Deprem Laboratuvarı’nda tamamen yerli yatırımcıların destekleriyle üretilen “sarsma masası” İnşaat Fakültesi Konferans Salonu’nda düzenlenen törenle hizmete girdi. Törene, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın, Fakülte Dekanı Gaye Onursal Denli, projeye destek sunan şirket yetkilileri ile akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Törende yapılan konuşmaların ardından Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve Fakülte Dekanı Prof. Dr. Gaye Onursal Denli sarsma masasının yapımında emeği geçen kişilere ve kuruluş temsilcilerine plaket sundu. Proje Koordinatörü Doç. Dr. Ercan Yüksel’in sarsma masası ile ilgili bir sunum gerçekleştirdi. Yüksel, ayrıca katılımcılara sarsma masası üzerinde deprem senaryoları uygulayarak deney gerçekleştirdi. İTÜ üretimi sarsma masasının yapımına, büyük bölümü 104 itü vakfı dergisi İTÜ mezunu olan 19 kişi ve kuruluş katkı sağladı. Mekanik, elektrik, hidrolik ve yazılım konularındaki özgün tasarımı ve üretimi tamamen yerli olarak gerçekleştirilen sarsma masası 250 bin dolara mal oldu. 2.35x2.35 m. boyutlarındaki sarsma masası, yapı ve deprem mühendisliği alanlarında eğitim ve araştırma amaçlı kullanılacak. Aydın: ‘Teknoloji ihraç edebiliriz’ Intel Genel Müdürü Burak Aydın, “ Türkiye’den dünyaya teknoloji ihraç edebilmek için teknolojiyi tüketen olduğu kadar, üreten bir toplum olmamız da gerekiyor. Türkiye kesinlikle dünyaya teknoloji ihracatı yapabilecek potansiyele, başarılı genç ve yaratıcı beyinlere sahip. Bu, aynı zamanda ülkemizin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girebilmesini sağlayacak önemli bir fırsat. Ancak ülkemizin bu alandaki potansiyelini ortaya çıkarabilmek için herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Sektör – üniversite işbirliğine güzel bir örnek olan İTÜ-HP Bulut Bilişim Çözümleri Merkezi’nin, ülkemizin teknoloji alanında sıçramasında önemli bir adım olacağına inanıyor, Intel olarak bu merkeze destek vermekten heyecan duyuyoruz” diye konuştu. İTÜ’den haberler “Enerjisini Arayan Türkiye” Mimar ve Mühendisler Grubu ile İTÜ Maden Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Enerjisini Arayan Türkiye” panelinde, Türkiye’nin enerji ihtiyaçları, sorun ve çözüm önerileri ve alternatif enerji kaynakları konuşuldu. Mimar ve Mühendisler Gurubu ile İTÜ Maden Fakültesi’nin birlikte düzenledikleri “Enerjisini Arayan Türkiye” paneli 18 Şubat Salı günü İTÜ Maden Fakültesi Maslak Yerleşkesi - İhsan Ketin Konferans Salonu’nda gerçekleşti. Türkiye’nin enerji ihtiyaçları, sorun ve çözüm önerileri ve alternatif enerji kaynakları konularının konuşulduğu panel, gerek konular gerekse sunulan önerilerle büyük ilgi çekti. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet KARACA‘nın açılış konuşmasıyla başlayan panelde alanında uzman isimler ülkemizin enerji politikaları ve önerilerini masaya yatırdı. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca “Enerji bizim önceliğimiz, şu an çalışan tek nükleer araştırma reaktörü İTÜ‘nünki, İstanbul Küçükçekmece’de de araştırma reaktörü var ama galiba şu an aktif olarak çalışmıyor. Burada bulunan değerli hocalarımız tabii konuyu derinlemesine açıklayacaktır. Özellikle Mimar ve Mühendisler Grubu’na böylesine önemli ve hassas bir konuda Üniversitemiz ile yaptıkları işbirliği için teşekkür ederim. Mimar ve Mühendisler Grubu’nun ülkemiz geleceği için ele aldığı konulara da önem veriyor, kendilerine teşekkür ediyorum”dedi. “En Büyük Enerji Kaynağı Tasarruflu Kullanılan Enerjidir” İTÜ Rektörü Karaca’dan sonra MMG başkan yardımcısı Mahmut Çelik, mühendisliğin bütün dallarında enerjinin olmazsa olmaz önemde olduğu ifade ederek kürsüye Mimar ve Mühendisler Grubu Başkanı Murat Özdemir‘i davet etti. MMG Başkanı Murat Özdemir katılımcılara “panelimize hoş geldiniz” diyerek MMG olarak iki ayda bir çıkardırdığımız derginin bu ayki içeriğini “Enerjisini Arayan Türkiye” konusuna ayırdık. Bizim ülkemizi gelişmekte olan ülkeler seviyesinden çıkarıp, gelişmiş ülkeler kategorisine sokmak için adeta bir seferberlik havasında çalışmamız lazım. Her ay bir üniversitede gerçekleştirdiğimiz konferans ve panellerle ülkemizin önemli konu ve sorunlarına değinerek hem bu konulardaki du- yarlılığımızı ortaya koyuyor hem de kanun koyucu ve uygulayıcılara yol göstermek istiyoruz. Ülkemizin artan nüfus artışı, sanayileşmede enerjinin önemini ve ihtiyacını çok daha fazla ortaya koymaktadır. Kullanılan enerji kaynaklarının hem sınırlı olması hem de enerji kaynaklarının sürdürülebilir olması açısından çeşitlilik büyük önem taşımaktadır. Bizim Konya kadar olan Hollanda’nın gayri safi milli hâsılası 100 milyar dolar, kişi başı geliri 45 bin dolar, neredeyse 4 katımız. Türkiye enerji kaynakları bakımından çok zengin bir ülke olmadığından ve en büyük ödemeyi enerji ithalatına yaptığından alternatif enerji kaynakları ve enerji ihtiyacı hayati önemdedir. Şunu da önemle belirtmek isterim ki en büyük enerji israf olunan enerjidir, eğer israf olunan enerjiyi engeller ve durdurabilirsek bu bize büyük bir enerji kaynağı olur. Enerji alanında ülkemiz nükleer enerji alanında geç kalmıştır. Ülkemiz batıda Bulgaristan, doğuda Ermenistan’da bulunan eski ve tehlikeli Nükleer Enerji Santralleri’yle tehdit altındadır. Enerji kullanımında doğal hayatın ve çevrenin korunmasına özen göstermeliyiz. Burada Enerji konusu farklı konu başlıkları ve uzmanlarınca etraflıca değerlendireceklerdir. Bu vesileyle sözü konuşmacılara bırakarak Mimar ve Mühendisler Grubu olarak her zaman ülkemiz adına önemli konuları ele almayı sürdüreceğiz” dedi. “Kömür Enerjisi Gözardı Edilmemelidir” MMG Başkanı Murat Özdemir İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Fatma Arslan ile birlikte İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet KA- RACA‘ya MMG Plaketini takdim etti. Plaket teslimi ve fotoğraf çekiminden sonra MMG Başkan yardımcısı Mahmut Çelik kürsüye gelerek oturum Başkanı İTÜ Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma ARSLAN ve ilk konuşmacıları, İTÜ Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Orhan KURAL, İTÜ Maden Fakültesi Cevher Hazırlama Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gündüz ATEŞOK, İTÜ Maden Fakültesi Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr Abdurrahman SATMAN, İTÜ Enerji Enstitüsü Yenilenebilir Enerji ABD Başkanı Prof. Dr. Üner ÇOLAK’ı konuşmalarını yapmak üzere yerlerine davet etti. Oturum Başkanı Prof. Dr. Fatma ARSLAN MMG grubuna teşekkürüyle başladığı konuşmasına “Ülkelerin sanayi ve gelişmişliklerinin en önemli kriterlerinden birinin enerji üretim ve tüketimidir. Bu nedenle enerji kaynaklarına ulaşım ve üretim kaynaklarının arttırılması her ülke için stratejik bir önem taşımaktadır. Enerji kaynakları dünya siyasetini yönlendiren, savaşlara neden hatta sınırların yeniden çizilmesini sağlayan temel bir unsurdur. Dünyada artan nüfus ile birlikte enerjiye olan ihtiyaç da artmaktadır. Ülkemizde birincil enerji üretimi ağırlıkla kömür ve yenilenebilir enerji kaynakları (hidrolik, biyokütle, rüzgar, jeotermal) sağlanmakla birlikte bu kaynakların yanı sıra petrol ve son yıllarda artan doğalgazdan karşılanmaktadır” diyerek devam etti ve ülkemizin dünya ülkeleri arasında enerji çeşitlerine göre tüketim ve kapasite sıralamasını verdi. Oturuma konu ve konuşmacılarını açıklayıcı sözlerinden sonra ilk olarak Prof. Dr. Orhan Kural konuşmaya itü vakfı dergisi 105 davet etti. Konuşmasında “Kömür Dünya’nın ve Türkiye’nin enerji kaynağıdır. Çevre dostu olarak kullanmak zorundayız. Kömür kullanmamak gibi bir lüksümüz yok. Her enerji çevreye belli oranda zarar verir. Kömürü doğru kullanmak zorundayız. Değerli arkadaşlarım nükleer enerjiyi anlatacak. Baştan söyleyeyim ben nükleer enerjiye karşıyım. Kömür santrallerini önemsemeliyiz; enerji ihtiyacında bence kömür santralleri tek çözüm. Kömürün kötü ve yanlış kullanılması sonucu ülkemize büyük zarar verdik, İstanbul’da kirli havadan sokağa maskeyle çıktığımız günler oldu. Kaçak enerjinin önlenmesiyle birkaç elektrik santralinin üreteceği enerji ihtiyacını karşılayabiliriz. Daha saatlerce bu konu hakkında konuşabilirim, çok geniş bir konu çünkü” diyen Kural kömür enerjisiyle ilgili istatiki bilgileri vererek, “Mimar ve Mühendisler Grubu’na bu paneli düzenledikleri ve böylesine önemli bir konuya değindikleri için teşekkür” etti. Prof. Dr. Orhan Kural’dan sonra Prof. Dr. Gündüz ATEŞOK, “Gelişen Türkiye’de Enerji-Enerjide Kömürün Yeri”nin önemine değinerek nükleer enerji konusunda Orhan hocaya katılmadığını vurguladı. Dünyadaki petrol lobisinin etkin olduğunu ve diğer enerji alanlarındaki çalışmaları engellediklerini belirterek, enerjinin bir macera değil devlet politikası olarak uygulanması gerektiğini söyledi. Ülke olarak doğalgazımızın olmamasına rağmen bütün enerji ihtiyacını doğalgazdan sağlamanın akılcı olmadığına değinen Ateşok, “Enerji çeşitliliği yaratmamız ve tek bir enerji kaynağına bağımlı olmamalıyız “ dedi. Ayrıca kömürün olduğu gibi kullanılması dışında değişik şekillerde kullanılabileceğini (kömür/su karışımı, sıvı ve gaz üretimi gibi) dile getirdi. Dünya uygulamalarıyla birlikte kömür zenginleştir- ENERJİSİNİ ARAYAN TÜRKİYE TArİH - SAAT Tarih : 18 şuBAT 2014 (SAlı) Saat : 13:00 - 16:30 Açılış KonuşmAlArı İTÜ rEKTÖrÜ Prof. Dr. mehmet KArACA (13:00 - 13:15) mmG Yönetim Kurulu Başkanı murat ÖZDEmİr (13:15 - 13:30) oturum Başkanı Prof. Dr Fatma ArSlAn (13:30 - 13:40) İTÜ maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. orhan KurAl İTÜ maden Fakültesi, maden mühendisliği Bölüm Başkanı Kömür Dünya’nın ve Türkiye’nin En Önemli Enerji Kaynağıdır. çevre Dostu olarak Kullanmak Zorundayız. Prof. Dr Gündüz ATEşoK İTu maden Fakültesi, Cevher Hazırlama müh. Bölüm Başkanı Gelişen Türkiye’de Enerji-Enerjide Kömürün Yeri Prof. Dr Abdurrahman SATmAn İTÜ maden Fakültesi, Petrol ve Doğal Gaz mühendisliği Bölümü Türkiye’de ve Dünyada Enerji, Petrol, Doğalgaz ve Jeotermalin Durumu ve Geleceği Prof.Dr.Üner çolAK İTÜ Enerji Enstitüsü, Yenilenebilir Enerji ABD Başkanı Türkiye’nin Enerji çeşitliliğinde nükleer Enerji Yrd. Doç. Dr. Hüseyin çAlıK İstanbul Üniversitesi, Teknik Bilimler meslek Yüksekokulu rüzgâr Türbini Teknolojileri ve lisansız Elektrik Enerjisi Üretimi Doç. Dr. Abdüsselam AlTunKAYnAK İTÜ Kıyı Bilimleri ve mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı Dalgadan Enerji Üretilmesi Doç.Dr. Hatice AYATAç İTÜ mimarlık Fakültesi, şehir ve Bölge Planlaması Bölümü Sürdürülebilir Kentsel Enerjinin Planlanması 16:00 - 16:30 Soru cevap YEr İSTAnBul TEKnİK ÜnİvErSİTESİ mADEn FAKÜlTESİ (mASlAK) İHSAn KETİn KonFErAnS SAlonu mmgorgtr mmgorgtr www.itu.edu.tr www.mines.itu.edu.tr www.mmg.org.tr menin ve yakma tekniklerinin de öneminden bahsetti. Prof. Dr Abdurrahman SATMAN’da “Türkiye’de ve Dünya’da Enerji, Petrol, Doğalgaz ve Jeotermal’in Durumu ve Geleceği ”ile ilgili sunumunu yaparak izleyicilere hazırladığı slaytlardan oluşan bilgi ve görüntüler sundu. Ülkemiz jeotermal kapasitesinin ancak %10 nu kullanmaktadır, bu yaygınlaştırılmalıdır dedi. Bu bağlamda, dünyada ve ülkemizde enerji rezervleri ve kullanım miktarlarını söyleyerek alışıla gelmiş kaynakların kullanımının azaldığını alışıla gelmemiş kaynakların kullanımının ise teknoloji ve bilgi birikimiyle faydanılabileceğini belirtti. “Türkiye’nin Nükleer Enerjiye İhtiyacı Vardır “ Prof. Dr. Üner ÇOLAK’da Türkiye’nin Enerji Çeşitliliğinde Nükleer Enerji” konusunda, Türkiye’nin enerji bağımlılığını yabancı kaynaklardan kurtarmak, kaynak çeşitliliği yaratmak, çevreye uyumlu enerji teknolojilerini kullanmak ve baz yük kapasitesini arttırmak için ülkemizin nükleer enerjiye ihtiyacı olduğunu söyledi. Oturum konuşmacıları konularını anlattıktan sonra izleyiciler uzmanlara sorularını yönetti. Soru ve cevap faslı bittikten sonra birinci oturum sona erdi. Mimar ve Mühendisler Grubu Başkanı Murat Özdemir oturum konuşmacılarına MMG plaketlerini verdi. Birinci oturum için verilen kısa bir aranın ardından ikinci oturum başladı. İkinci oturumda ilk oturum kadar ilgi çekiciydi. İTÜ Kıyı Bilimleri ve Mühendisliği Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Abdüsselam ALTUNKAYNAK’da “Dalgadan Enerji Üretilmesi” konusunu ele alarak dalga enerjisini anlattı. Ülkemizin üç tarafının denizlerle çevrili olduğuna değinen Altunkaynak, ülkemiz deniz kıyılarındaki dalga enerji oranlarını söyledi. Dalga enerjisinin yeni bir tür enerji kaynağı olduğuna değinerek bu enerjinin rüzgar ve güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından daha verimli ve daha az maliyetli olduğunu söyledi. İTÜ Mimarlık Fakültesi, Şehir ve Bölge Planlaması Bölümü’nden Doç.Dr. Hatice AYATAÇ da “Sürdürülebilir Kentsel Enerjinin Planlanması” konusunda yenilenebilir enerjinin kullanımı kentlerin ulaşımını, arazi kullanım sistemlerini yeniden geliştirmeyi ve kentsel dokuyu yenilemeyi gerektirir diyerek hazırladığı sunumu paylaştı. İki oturum şeklinde yapılan ”Enerjisini Arayan Türkiye” paneli izleyicilerin sorularının ardından MMG Başkanı Murat Özdemir’in ikinci oturum konuşmacılarına plaketlerini vermesiyle son buldu. İTÜ Öğrencilerine Ödüllü Girişimcilik Programı TÜBİTAK’ın üniversiteler arasında açtığı Girişimcilik Sertifika Programlarına yönelik destek kapsamında, Türkiye’de bu alandaki en iyi programlar arasına girerek TÜBİTAK desteği almaya hak kazanan İTÜ-Ginova Girişimcilik Sertifika Programı başladı. İTÜ Girişimcilik 106 itü vakfı dergisi ve İnovasyon Merkezi tarafından yürütülen programın bilgilendirme ve açılış semineri 3 Mart 2014 Pazartesi günü Merkezi Derslik – B37’de gerçekleştirildi. Başvurular ise 12 Mart 2014 Çarşamba gününe kadar sürdü. Ödüllü ve ücretsiz bu program için sınırlı sayıda kişi kabul ediliyor. İTÜ’den haberler Nükleer Enerji Bilgilendirme Merkezi Açıldı İTÜ Enerji Enstitüsü bünyesinde ARI 6 binasında kurulan Nükleer Enerji Bilgilendirme Merkezi faaliyete geçti. Kasım 2013’te Enerji Enstitüsünde; İTÜ, İTÜ Arı Teknokent, Rosatom ve T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı arasında imzalanan protokolle temelleri atılan merkezin teknik açılışı, 24 Mart 2014 Pazartesi günü gerçekleştirildi. Merkezin teknik açılışına, Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcımız Prof. Dr. M. Sabri Çelik, Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Altuğ Şişman, Merkez Müdürü Sergei Tamayev Dr. Senem Şentürk Lüle, Rosatom ve Akkuyu NPP Şirketi’nin üst düzey yetkilileri ile İTÜ Arı Teknokent yöneticilerinin yanı sıra enstitü çalışanları ve öğrenciler katıldı. Rektör Prof. Dr. Karaca: ‘Toplumsal Sorumluluk’ Merkezin açılışında konuşan Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, nükleer enerjiyle ilgili yatırımların dünyada 1950’lerde başladığını ancak Türkiye’nin bu alanda geri kal- Prof. Dr. Altuğ Şişman dığını söyledi. İTÜ’nün tarihsel süreçte bu açığı kapatma adına önemli bir rol üstlendiğini ifade eden Karaca, “İTÜ, 1961 yılında Enerji Enstitüsünü kuruyor ve devamında marka oluyor. Bizler, İTÜ Enerji Enstitüsü ve İTÜ Teknokent olarak ülkemizde nükleer enerji konusundaki açığı kapatmayı bir toplumsal sorumluluk olarak görüyor ve sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Bundan da gurur duyuyoruz” diye konuştu. İstanbul‘un Hava Kalitesi İTÜ’de Konuşuldu Hava kalitesi ve modellenmesi ile ilgili birçok çalışması bulunan İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hüseyin Toros, 6 Mart 2014 Perşembe günü “Hava Kirliliği ve İstanbul İçin Bir Afet Senaryosu” konulu seminer verdi. Seminerde katılımcıların da katkıları ile şehirlerdeki hava kalitesinin, ekonomiye, sosyal hayata ve çevreye etkileri tartışıldı. şandı. Burada en önemli parametre doğalgaz kullanımındaki artıştır. Bununla birlikte, meteorolojik şartlar hava kirliliğini çok etkilemektedir. Öte yandan soğuk bir kış günü doğalgaz ithalinde sıkıntı oluşması durumunda nasıl ısınacağımızın araştırılması gerekir. Böyle bir durumda İstanbul’da insanlar donmamak için her şeyi yakacaktır. Karşımıza çok sayıda ölüm vakası çıkacaktır ki bunun dünyada örnekleri yaşanmıştır.” ‘Hava kalitesinin düşüşü potansiyel afet’ “Enerji sorunu çözülmeli” Doç. Dr. Hüseyin Toros, büyük şehirlerdeki hava kalitesinin düşüşünün tüm dünyada ciddi bir potansiyel afet olduğunu ancak meteorolojik afetlerin kamuoyunda yeterince bilinmediğini söyledi. Toros, hava kirliliği modellenmesinin, hava kalitesinin belirlenmesi ve gelecek için öngörüde bulunulması adına önemli olduğuna dikkat çekerek, İstanbul’un hava kalitesini değerlendirdi. Toros şu noktalara işaret etti: “İstanbul’un hava kalitesinde son yıllarda ciddi bir iyileşme ya- Seminerde çözüm önerilerinde bulunan Toros, öncelikle enerji sorununun çözülmesi gerektiğini vurguladı. Toros, yerli ve yenilenebilir enerji kaynakları konularında araştırmaların arttırılması ve bu kaynakların kullanılmasının hava kirliliği afetinden ve uzun süreli hasarlardan kurtulmayı sağlayabileceğini söyledi. Ayrıca şehirlerin tasarımında ve tesislerin kurulumunda meteorolojik durumların göz önünde bulundurulmasının, meteoroloji mühendislerinin görüşlerinin dikkate alınmasının gerekliliğinin altını çizen Toros, bu sayede hem enerji tasarrufu yapılabileceğini hem de meteorolojik afetin önüne geçilebileceğini anlattı. Ev seçerken çevreye dikkat Doç. Dr. Toros, ev alırken veya kiralarken oturulacak semtin kirletici kaynaklara göre seçilmesi gerektiğini belirterek, bu kaynakları araç trafiğinin fazlalığı, atmosfere zararlı gazlar salan fabrikaların, endüstri kuruluşları olarak sıraladı. Bu türlü yerle mümkün olduğunca uzak konutların seçilmesi gerektiğini ifade eden Toros, ağaç miktarının artırılmasının, binalarda ısı yalıtımı yapılmasının önemine de değinerek, “Kent planlamasında, mimaride meteorolojik koşulların değerlendirilmesinin uzun vadeli ve katma değeri yüksek bir kazançtır” dedi. itü vakfı dergisi 107 Dünya Meteoroloji Günü Kutlandı Uzmanların ve sektör temsilcilerinin katılımıyla ÇED Çalıştayı düzenlendi. “Meteoroloji mühendislerinin ÇED raporlarında imza yetkisi olmalı.” “Meteoroloji ya da atmosfer bilimlerine giren konularda, uzman olmayan isimler ÇED raporu imzalamamalı.” “İnşaat sektöründe meteoroloji mühendisi ihtiyacı var.” İTÜ Uçak ve Uzak Bilimleri Fakültesi Meteoroloji Mühendisliği Bölümü, Dünya Meteoroloji Günü kutlama programı düzenledi. Program kapsamında akademisyenler, sektör temsilcileri ve meteoroloji mühendisi adaylarının katılımıyla “Dünyada ve Türkiye’de Çevre Etki Değerlendirme (ÇED)” konulu çalıştay gerçekleştirildi. Çalıştayda, ÇED çalışmalarının nasıl başladığı üzerine bilgiler verilerek, ÇED’in önemi ve yaşanan sorunlar ele alındı. Meteoroloji mühendisliği ile ÇED ilişkisi, meteoroloji mühendislerinin ÇED alanındaki eğitimleri ve sorunlarının değerlendirildiği çalıştayın sonuç bildirgesinde, meteoroloji mühendislerinin ÇED’lerde imza yetkisine sahip olması gerektiği yer aldı. Kararın açıklamasında “bir alanla veya tesis ile ilgili çalışmalar yapılırken, bölgenin iklimi doğrudan etkilidir. Bu nedenle meteoroloji mühendislerinin de yetki sahibi olması ve iklime göre de değerlendirme yapılması gerekir” dendi. 108 itü vakfı dergisi Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Duran Şahin başkanlığında gerçekleştirilen oturumda, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nden (MGM) Erdoğan Bölük, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyemiz Doç. Dr. Hüseyin Toros ve Devlet Su İşleri’nden Aynur Zürran, meteoroloji mühendislerinin ÇED piyasasındaki yerini değerlendirdi. Özellikle mevzuattaki eksikler ve bunların sonucunda meteoroloji mühendislerinin karşılaştıkları sorunlar detaylı olarak ele alındı. Ayrıca, su ile ilgili ÇED raporları ve meteoroloji mühendislerinin yükümlülükleri tartışmaya açıldı. İnşaat sektöründe meteoroloji mühendisi açığı Prof. Dr. Selahattin İncecik başkanlığında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilisi Mustafa Şahin ve İsfalt A.Ş.’den İbrahim Sönmez’in katıldığı oturumda ise ÇED sektörünün geleceği üzerine konuşuldu. İsfalt A.Ş.’den İbrahim Sönmez, inşaat sektöründe Meteoroloji Mühendislerine acil ihtiyaç bulunduğunu belirterek, bu alandaki açığa dikkat çekti. Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı Sıtkı Erduran, Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyemiz Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile MGM yetkilileri Abdulkadir Kesim ve Adem Taşçının katıldığı oturumda ise Meteoroloji Mühendisleri Odasının ÇED sektöründe yapması gerekenler ele alındı. İlgili yönetmeliklerde görev tanımlarının net olması ve uzman olmayanlara meteoroloji ve atmosfer bilimleri alanında ÇED raporlarında görev verilmemesi gerektiği önemle belirtildi. 200 balon uçuruldu Çalıştay, renkli bir kapanışla sona erdi. Hava tahmini belirlemede kullanılan balon gönderme yöntemini temsilen, çalıştaya katılanlar tarafından üzerinde “Yerden göğe bilim, teknoloji ve mühendislik üretiyoruz” yazılı kartların bulunduğu 200 balon uçuruldu. Kartlarda, balonların gözlem amacıyla uçurulduğu belirtilerek, bulan kişilerin balonların ulaştığı yer hakkında bilgi vermesi de istendi ve bölümün iletişim bilgileri konuldu. İTÜ’den haberler Çağın mesleği Elektronik ve Haberleşme Mühendislik disiplinleri içinde en çok ilgi gören alanlardan biri olan Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği, çağın meslekleri arasında gösteriliyor. Mezunlarının kolaylıkla iş bulabildiği ve özellikle tercih edildiği alanda, İTÜ’nün verdiği kaliteli eğitim uluslararası düzeyde de kendini göstermiş olacak. Programı tercih edecek öğrenciler ücretli olarak eğitim alacak. Öğrenciler NJIT’te eğitim gördükleri sürede eyalet vatandaşlarının ödediği ücreti verecek; İTÜ’de okudukları sürede de SUNY programları üzerinden ücret ödeyecekler. TEKNİK SEMİNER Prof. Dr. Behzad Razavi er University of California, Los Angeles (UCLA) Elektrik Mühendisliği Bölümü eiv 14 “A :30 R rrie ece 16:0 r A ive 0 gg r A re rc ga hit tio ec n tu Sy re st fo em r s” Ca UCLA (University of California, Los Angeles) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Behzad Razavi, 8 Nisan 2014 Salı günü, İTÜ’nün konuğu olarak geldiği Türkiye’de, Elektrik Elektronik Fakültemizde tüm gün süren bir seminer verdi. Dünya çapındaki çalışmalarıyla seçkin bir bilim insanının ağırlandığı bu önemli seminerde, 3 konu başlığına ilişkin oturumlar yapıldı ve soru-yanıt bölümüne yer verildi. ec NJIT dünyanın en saygın üniversiteleri arasında yer alıyor. Elektronik ve Haberleşme alanındaki çalışmalarıyla markalaşan üniversite, alanda Türkiye’nin markası olan İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümüyle işbirliği yapıyor. Her iki bölümün de gerek teknik ve teknolojik altyapısı gerekse seçkin akademik kadrosu, işbirliği yapılmasını sağlayan temel zemin oldu. Programın içeriği tamamen uluslararası gerçeklere göre oluşturuldu. Eğitim alacak öğrenciler, dünyanın her yerinde mesleğini üst düzey yerine getirebilecek elektronik ve haberleşme mühendisleri olarak yetişecek. İlk öğrencilerini bu yıl alacak programın açılış için kontenjanı 30 olacak. 30 öğrencilik kontenjan dâhilinde hem NJIT hem İTÜ öğrenci kabul edecek. UCLA Öğretim Üyesi Prof. Dr. Razavi’nin Semineri 09 “A :00 L r 8 ow 10 02 -P :30 .11 ow a er Ap 5 pli -GH ca z tio CM ns O ” SR Müfredat ortak hazırlandı Avrasya Yer Bilimleri Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Celal Şengör’ün son makalesi, dış dünyada büyük ilgi çekti. Prof. Dr. Şengör’ün, Merkür’deki büzüşmeye ilişkin “Mercury’s Global Contraction Much Greater Than Earlier Estimates” konulu makalesi, Nature Geoscience dergisinde yayımlandı. Makale BBC’de de geniş yer buldu. fo SUNY programlarından farklı olarak sadece Türk öğrencilere değil uluslararası öğrencilere de açık olacak uluslararası yeni bir çift diploma programı başladı. İlk öğrenciler bu yıl alınacak. İlklerin öncüsü, teklerin sahibi üniversite İTÜ, Türkiye’de ilk niteliğinde bir başka çalışmayı daha hayata geçiriyor. Türkiye’de ilk kez uluslararası öğrenci almaya olanak tanıyan ortak lisans programı açıldı. İTÜ ile ABD New Jersey Institute of Technology (NJIT) tarafından yürütülecek programı tamamlayan öğrenciler hem İTÜ hem NJIT diplomasına sahip olacak. İTÜ Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü, uluslararası çift diploma programı ile öğrenci alacak. Program, halen İTÜ’de ve diğer bazı üniversitelerde uygulanan Uluslararası Ortak Lisans Programı-SUNY’den farklı olarak, Türkiye’de ilk olacak biçimde yapılandırıldı. Buna göre programa alınacak öğrenciler, eğitimlerinin 2 yılını İTÜ’de, 2 yılını ise NJIT’te tamamlayacak. Eğitim dili tamamen İngilizce olan programı bitiren hem Türk hem yabancı öğrenciler, İTÜ’den de NJIT’ten de diplomaya sahip olacak. Prof. Dr. Celal Şengör’ün Makalesi BBC’de 10 “A :45 Re Lo - 1 ce w 2:1 iv -P 5 er ow w e ith r G RF SM Ch /C an DM ne A l S CM ele O ct S io n” İTÜ’den Türkiye’de Bir İlk: Elektronik ve Haberleşme’de Çift Diploma 08.04.2014 Bahzad Razavi’nin seminerinin oturum başlıkları: 1. Oturum - “A Low-Power 5-GHz CMOS Receiver for 802.11a Applications” 2. Oturum - “A Low-Power GSM/CDMA CMOS Receiver With RF Channel Selection” 3. Oturum - “A Receiver Architecture for Carrier Aggregation Systems” İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi (Ayazağa Kampüsü) İdris Yamantürk Konferans Salonu www.itu.edu.tr | itu1773 | istanbultechnicaluniversity | itu1773 Prof. Dr. Behzad Razavi: Aralarında UCLA Senate Teaching Award, IEEE Donald O. Pederson Award ve IEEE Fellow ünvanın da bulunduğu çok sayıda ödüle sahip Prof. Dr. Behzad Razavi, elektrik elektronik mühendisliği alanında dünyaca tanınan saygın bilim insanlarından biridir. Çok sayıda akademik makalenin yanı sıra 10’u aşkın kitabı bulunan Razavi, özellikle kablosuz alıcı-vericiler, yüksek hızlı veri iletişimi gibi konular üzerine çalışmaktadır. itü vakfı dergisi 109 Eski Anadolu’da Metal Bilimi ve Sanatı Atölyesi İTÜ Bilim Toplum Uygulama ve Araştırma Merkezi tarafından ilk kez düzenlenen ve Eğlen-Bilim Bilim İletişim Grubu tarafından sertifikalı bir etkinliğe dönüştürülen “Eski Anadolu’da Metal Bilimi ve Sanatı” atölye çalışması, 8-9 ve 15-16 Mart 2014 tarihlerinde İTÜ Bilim Merkezinde gerçekleştirildi. Arkeolojik ve etnografik verileri kullanan deneysel atölyenin amacı, Anadolu’da 6 bin yıllık bir geçmişe sahip metal döküm sanatının tekniklerini deneyimlemekti. Atölye boyunca tarih önce- sine ait tunç ve kurşun döküm teknikleri denendi. TÜBİTAK Konuk Bilim İnsanı Programı kapsamında İTÜ’de misafir bilim adamı sıfatıyla çalışmalarını yürüten Dr. Nicolas Gailhard’ın başkanlığı ve arkeolog/ restoratör Temel Yılmaz’ın asistanlığında yürütülen atölyeye, lise ve üniversite öğrencilerinin yanı sıra farklı kurumlardan ve arkeoloji, metalurji ve yer bilimleri gibi farklı disiplinlerden meslek insanları da katıldı. İTÜ AYAZAĞA GirişİNE Arı Kimliği İTÜ’nün merkez yerleşkesi Ayazağa’da yapılan yeni ana kapı, üniversitemizin görünümüne ve yayaların kampüse attığı adıma yeni bir kimlik kazandırdı. İTÜ’de ana giriş kapısının yenilenmesi amacıyla yapılan çalışma 110 itü vakfı dergisi Metalin Keşfi... “Metalin keşfi insanoğlunun macerasında keskin bir değişikliğe karşı gelir. Metalin kayadan ayrıştırılması, ateşin yakılması, fırın fikrinin ortaya çıkması ve inşası, madenin katışıklardan arındırılması, içine başka maddelerin katılması, odun kömürünün işleme sokulması, ortak kültür öğelerinin birleşip eşyaya dönüştürülmesi; yani sembolleşmesi ve benzeri pek çok unsur, insanoğlunun bu keşfinin ortaya çıkmasında geçirdiği aşamaları gözler önüne serer.” tamamlandı. İTÜ’nün öğrencilerinden, akademik ve idari personelinden, mezunlarından gelen “kurumun seçkin kimliğini temsil eder bir giriş kapısının olmayışı”na ilişkin eleştiri ve taleplerin değerlendirilmesiyle, bu eksikliğin giderilmesi için çalışma başlatılmıştı. Hizmete girmesiyle İTÜ’nün hem dışarıdan görünüşüne hem de girişine yeni ve görkemli bir duruş kazandıran ana kapı, yenilenen logomuzun da en görünür temsili oldu. Kapının projelendirilmesi aşamasında İTÜ Mimarlık Fakültesinin de desteği alındı. Kübik formuyla boyutlu bir çalışma olan kapının dört tarafındaki petek dokusu ve üzerinde yer alan büyük arılar, İTÜ kimliği ile bütünleşti. Kapı, gece de rahatlıkla görülebilecek biçimde ışıklandırıldı. Kurumların adıyla birlikte hafızalarda yer eden ve geleceğe miras kalan kapılar, üniversite geleneğinde ayrıcalıklı bir yer taşıyor. İTÜ’nün yeni giriş kapısının da kurumumuzun simgeleri arasında yer alması amaçlanıyor. Diğer kapılar için de çalışma var Sadece ana giriş kapısı değil, İTÜ merkez yerleşkesindeki diğer giriş kapılarının da yenilenmesi amacıyla çalışma yürütülüyor. Bu kapsamda sırada Enerji Kapısı ve Etiler Kapısının yenilenmesi var. Ardından da Borsa Kapısı yenilenecek. Ana kapı konseptinin devamı olacak bir tasarım anlayışıyla yenilenecek yan kapıların hem yaya hem de araç giriş-çıkışlarının rahatlıkla yapılabildiği estetik bir görünüme kavuşması sağlanacak. İTÜ’den haberler İTÜ’den Tekstilde Engelsiz Adım sı Bahar Korçan, engelliler ve aileleri ile başta İTÜ olmak üzere farklı üniversitelerden öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Karaca: ‘Engelleri kaldıralım’ Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca, çalıştayın açılışında yaptığı konuşmada, engellilerin ne yazık ki yok sayıldığını belirterek, “İTÜ, bir ilkler üniversitesi. Her konuda öncü üniversite. Bu konuda da tekstil mühendisliğinden tasarımına kadar, pedagojik ve psikolojik desteğe kadar her türlü şeyi bir ahenk içinde modellemeye hazırız. Bunu bir sosyal sorumluluk addediyoruz. Kafamızdaki engelleri kaldıralım. En büyük problem ön yargılar. Bunlardan ne kadar arındırırsak kendimizi o kadar daha mutlu hisseder ve müreffeh oluruz” dedi. İTÜ öncü kimliğiyle yeni bir proje için daha harekete geçti. Engellilere özel giysi tasarımı için düzenlenen çalıştay, uzun soluklu bir projenin ilk adımı oldu. Öneriler arasında; büyük moda markalarının engelli koleksiyonu hazırlaması, terapilerde kullanılmak üzere altı kaymayan çorap üretilmesi, mağazaların engelliler için reyonlar ve soyunma kabinleri hazırlaması ve engelliler ile ailelerine yönelik giyinme ve soyunmaya ilişkin el kitabı hazırlanması var… Rektör Karaca: “Biz her aşamada görev yapmaya hazırız. Kafamızdaki engelleri kaldıralım, en büyük sorun önyargılar.” Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü Çiftçi: “Engelliye hizmet demek tekerlekli sandalye vermekten ibaret değildir. Bu örnek proje için İTÜ’ye teşekkürler.” Prof. Dr. Gürsoy: “Türkiye’de üretilemeyen malzemeler nedeniyle fizyoterapistlerin uygulayamadığı tedaviler var, bunları birlikte yok edebiliriz.” İTÜ engelsiz tekstil için harekete geçti. Sosyal sorumluluk bilinciyle Tekstil Mühendisliği Bölümü öncülüğünde düzenlenen “Engelli Bireyler İçin Giysi Tasarım Çalıştayı” hem uzmanları hem de engellileri ve ailelerini bir araya getirdi. Uzun soluklu bir projenin ilk adımı olan çalıştayda somut öneriler ortaya konmasının yanı sıra, İTÜ’de “Engelliler İçin Tekstil Tasarım Merkezi” kurulması için de girişimlere başlandı. Türkiye’de ilk olma özelliği taşıyan çalıştaya, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Aylin Çiftçi, Sancaktepe Kaymakamlığı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Sancaktepe Belediyesi, İstanbul Sanayi Odası, İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliğinden uzmanlar, Moda Tasarımcı- Engelliler alışverişte yok Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Göksenin İnalhan moderatörlüğünde gerçekleştirilen ilk oturumda, engellilerin gündelik kıyafetlerde yaşadığı sıkıntılar ve ihtiyaçları ele alındı. Aileler ise engelli bireylerin kıyafetlerini giydirme ve çıkarmada yaşadıkları deneyimleri, sorunları uzmanlarla paylaştı. Mağazalardaki raf yüksekliklerinin engelliler düşünülmeden tasarlandığına da dikkat çekilirken, mağazalarda engelliler için soyunma kabinleri yer almamasının oluşturduğu soruna da vurgu yapıldı. Ayrıca engellilere yönelik giysilerin yer aldığı, onların kullanımına yönelik reyon kurgulanmamasının sıkıntısına da işaret edildi. Çalıştayda, engelli giysilerindeki temel ihtiyaçların; “fonksiyonellik, rahatlık, sıcak tutma, alerjen olma, dayanıklılık, canlı renkler, hafif kumaşların kullanılması, fiyat uygunluğu, estetik görünüm ve kolay erişilebilirlik” olarak belirlendi. Avrupa ülkelerinden ve özellikle Finlandiya’dan engellilere yönelik üretilen giysi örneklerinin sunulduğu çalıştayda, ünlü moda markalarının engelliler için koleksiyon hazırlaması ve engellilerin hayatını kolaylaştırmaya yönelik hazırlanacak “El Kitabı” öne çıkan öneriler arasında yer aldı. Kadın engelli oranı yüksek Aile ve Sosyal Bakanlığı Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürü Dr. Aylin Çiftçi, Bakanlığın engellilere yönelik çalışmalarını aktardığı sunumunda, 2011 Nüfus Konut Araştırmasına göre Türkiye genelinde engelli bireylerin durumlarını içeren bilgiler paylaştı. Çiftçi, Türkiye’de 6,5 milyon engelli bulunduğunu, nüfusun yürüme ve taşıma -yani ayaklarını ve ellerini zor kullanan- engellilik sınıflandırılmasındaki oranın yüzde 7 olduğunu söyledi. Çiftçi, “Yürüyemeyenler yüzde 4.8, diz çökemeyenler yüzde 5.1 oranında. Yürüyememe engeli kadında yüzde 5.4, erkekte yüzde 2.6 yani kadınlar daha zor durumda. Taşıyamama engeli ise kadınlarda yüzde 9, erkeklerde yüzde 3.5” dedi. Engelliye hizmetin ona tekerlekli sandalye vermekten ibaret olmadığını ifade eden Çiftçi, Türkiye’de ilk kez düzenlenen çalıştay için İTÜ’ye teşekkür ederek “İnşallah bu çalışmayla üniversite bünyesinde bir merkez oluşturulur ve tasarımları yapılan çalışmaları sonuçlanan ürünler üreticiler tarafından belli noktalarda satış imkanı kazanır” dedi. itü vakfı dergisi 111 Kovandan Sofraya İzlenebilir Arı Ürünleri Kongresi Korçan: ‘Engelli koleksiyonları hazırlanmalı’ Son oturumda ise engelli bireyleri etiketlemeden sosyal hayata dahil edebilmek için ihtiyaçlarına uygun giysi tasarımlarının yapılabilirliği, uygulanabilirliği ve sürdürülebilirliği noktasında görüşler paylaşılarak, özellikle engellilerin ve ailelerinin aktardığı sorunlar paralelinde çözüm arandı. Tasarımcı Bahar Korçan, moda tasarımı konusunu kendisinin çok sorguladığını belirterek, tasarımın ihtiyaçtan doğduğunu vurguladı. Korçan, “Şu an moda haftası var. Bu kimin için yapılıyor? Moda tasarımı ihtiyaçtan doğar, rahatsızlıktan doğar. Tasarım ona hizmet etmek için vardır. Yoksa kimsenin ulaşamayacağı hayali bir takım karakterlere bürünmek için yoktur. Büyük markalar tıpkı diğer yaptıkları üretim gibi engelli koleksiyonları da hazırlamaları, her sezon onlar için de ürünler çıkarmalı” diye konuştu. Engellilere Yönelik El Kitabı Çalıştayın düzenlenmesine öncülük eden İTÜ Tekstil Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevin Gürsoy da “özel gereksinimli bireyleri sosyal hayatta nasıl daha rahat ettirebiliriz” sorusundan yola çıktıklarını söyledi. Özel gereksinimli bireylerin ihtiyaçlarını göz önüne alarak, evrensel kavramda tasarımların yapılabilirliğini ve uygulanabilirliğini araştırmak üzere sosyal sorumluluk bilinciyle bu çalıştayı gerçekleştirdiklerini belirten gürsoy, şunları kaydetti: “Nasıl evrensel tasarımlar yapabiliriz sorusuna yanıt aranırken bunun ötesinde olayın diğer önemli bir boyutu olduğunun atlanmaması gerektiğini gördük. Engelli bireylere yönelik tedavi amaçlı tekstil malzemeleri var ki bunlar maliyeti çok yüksek olan malzemeler. Fizyoterapist arkadaşlarla yaptığımız görüşmelerde şu husus ortaya çıktı. Fizyoterapistler, bir takım tedavi uygulama alanlarının temininin güç olması Türkiye’de hiç üretilmemesi ya da çok pahalı olması sebebiyle bu tip uygulamaları yapamadıklarını, yurt dışında gerekli tedavileri aldıktan sonra bazı insanlar bu gereksinimlerini ortadan kaldırabildiklerini gündeme getirdi. O sebeple bu da yine fizyoterapist, tekstil mühendisliği işbirliğiyle yapılabilecek bir nokta. Burada genel olarak probleme baktığımız zaman belki bir takım ihtiyaçlarımız bir yerlerde var ama aileler bunlara erişemiyor. Bu kapsamda, engellilerin gereksinimleri dikkate alınarak giyinme/giydirme, soyunma/soyundurma hususunda temel bir el kitabı hazırlanabilir ve çeşitli devlet kuruluşları tarafından düzenlenecek eğitimlerle bilinç düzeyi yükseltilebilir.” 112 itü vakfı dergisi Dünyanın arı gen merkezlerinden biri olan ve yaklaşık 5,5 milyon koloni varlığı ile dünyada ilk beş ülke arasında yer alan Türkiye’de arıcılığın gelişimini sağlamak adına İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü tarafından başlatılan “Kovandan Sofraya” projesinin en önemli ayağı olarak, “İzlenebilir Arı Ürünleri Kongresi” düzenlendi. 7-8 Nisan 2014 tarihleri arasında Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen kongre, gerek bilim dünyası gerekse üreticiler olmak üzere arıcılık sektörünün tüm bileşenlerini bir araya getirdi. Arı yetiştiricileri ve yetiştirici birliklerinin temsilcileri, bilim insanları, eğitimciler, kamu sektörü temsilcileri, yerel idare temsilcileri, gönüllü kurumlar, özel sektör temsilcileri ve öğrenciler kongrede buluştu. Arıcılığın geleceği masada Türkiye’nin arıcılıkta sahip olduğu yüksek potansiyelden yeteri kadar faydalanamamasının nedenlerinin masaya yatırıldığı kongrede, ülkemizdeki arıcılık sektörünün geleceğine dair önlemler ve öneriler de tartışıldı. Kongre, birincil üretimden başlayarak Kovandan Sofraya arı hastalıkları, mücadele yöntemleri, arıcılık uygulamalarında kullanılan teknikler, yeni modern teknolojiler ile sağlıklı, güvenli ve aynı zamanda çeşit zenginliğinde arı ürünleri hedefine nasıl erişilebileceğinin, sektörün tüm paydaşlarının katkıları ile tartışılabileceği bir bilimsel ortam sundu. İTÜ’nün kovanları Proje kapsamında Ayazağa Yerleşkesinde yer alan gölet çevresine kurulan arı kovanlarının geldiği aşama da paylaşıldı. Bizzat uygulamalı olarak yapılan çalışmalara ilişkin bilgi aktarıldı ve izlenen yol, alınan sonuçlar katılımcılara sunuldu. Kovanlara ek olarak kongre için alana arıcı çadırı da kuruldu. İTÜ’den haberler İTÜ’de Dünya Kadınlar Günü Angın, Muazzez İlmiye Çığ’dan örnek veren Karaca, “İTÜ’nün yetiştirdiği ülkemizin ilk kadın mühendisleri Sabiha Rıfat Gürayman ve Altan Edige’yi bu vesileyle bir kez daha saygı ve rahmetle anıyorum.”dedi. Dünya Kadınlar Günü, İTÜ’de 7 Mart 2014 Cuma günü düzenlenen bir dizi etkinlikle kutlandı. İTÜ Bilim, Kültür, Sanat, Spor Komisyonunun (BKSS); İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi (İTÜ BMT-KAUM), Elektrik ve Elektronik Fakültesi (EEF) ve Kültür Sanat Birliği (KSB) işbirliği ile hazırladığı program, yoğun katılımla gerçekleşti. Açılış konuşmasını Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca yaptı. Kadınların yaşadığı sorunların konuşulması ya da başarılarının göz önünde bulundurulması için tek günün yeterli olmadığını belirten Karaca, 8 Mart’ın bu noktada simgesel bir değeri olduğunu söyledi. Dünyanın her yerinde birçok sorunla mücadele etmek zorunda kalan ve en temel hakları ellerinden alınan kadınlar bulunduğunu, bunu yok etmenin ise bireylerin ve oradan hareketle toplumların kadına bakışındaki yanlış algıların kırılmasıyla mümkün olacağını ifade etti. Bu noktada kadın erkek, genç yaşlı herkese görev düştüğünün altını çizen Karaca, kadınları sadece mağdur kimlikle gündeme getirmenin onlara yapılacak en büyük haksızlık olduğuna da dikkat çekti. Kadınların gücünün daha görünür kılınması gerektiğini vurgulayan Karaca, geçmişte ve bugünde olduğu gibi gelecekte de dünyayı değiştiren kadınların olacağını söyledi. Hiçbir zaman silinmeyecek izler bırakan kadınlara değinerek; Marie Curie, Afife Jale, Lale Orta, Rafet KAUM Müdürü Arslan: “Karar mekanizmalarındaki kadın sayısı yetersiz” İTÜ BMT-KAUM Müdürü Prof. Dr. Fatma Arslan, “Kadın” başlıklı sunumunda ülkemizde ve İTÜ özelinde kadının sosyal, eğitim, kültürel iş yaşamı alandaki yerini sayısal verilerle açıkladı. Bugün özellikle politikada, savunma ve güvenlik sektörlerinde, ekonominin karar organlarında yer alan kadın sayısının çok az olduğuna dikkat çeken Arslan, şunları kaydetti: “Türkiye’de ücretli çalışan kadınların en fazla istihdam edildiği sektörlerin başında büro ve müşteri hizmetleri gelirken, kanun yapıcılar, üst düzey yöneticiler ve müdürler arasında kadın istihdamının oldukça düşük olduğu görülmektedir. Buna karşılık kadınlar uzmanlık gerektiren mesleklerde önemli oranda yer almaktadır. Kadın öğretim elemanı oranı yüzde 42.6, toplam profesörler içinde kadınların oranı yüzde 27.8 olarak gerçekleşirken; 175 üniversiteden 12’sinde kadın rektör, Dışişleri Bakanlığında ise 16 kadın büyükelçi görev yapmaktadır. Mimarların yüzde 38’i, avukatların yüzde 37’si ve bankacıların yüzde 50.2’si kadındır. İTÜ’de ise kadın akademisyen oranı yüzde 41’dir. Kadın profesör oranı yüzde 35 olup, genç akademisyenlere doğru gidildikçe bu oran artmaktadır. İTÜ’de halen 5 kadın dekan görev yapmakta olup, oranı yüzde 38.5’tir. Bu değerler Avrupa standartlarının üzerindedir. Ancak aynı dağılımı tüm üniversitelerimizde görmek mümkün değildir.” Kadınız Farkındayız… Genel Cerrahi Uzmanı Uras: “Meme kanserine yakalanma yaşı giderek düşüyor, düzenli kontrol hayati önem taşıyor.” Bu yıl “Kadınız Farkındayız” teması ile meme kanserinde bilinç düzeyinin yükseltilmesi ana hedefiyle hazırlanan program, konuya ilişkin iki önemli seminerle katılımcıları bilgilendirdi. Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi ve Meme Sağlığı Merkezi Başkanı Prof. Dr. Cihan Uras “Kadınlarda Meme Kanseri ile Mücadele” başlıklı konuşması ile meme kanserine ve erken teşhisin önemine dikkat çekti. Dünyada meme kanseri sayısında ciddi bir artış yaşandığını vurgulayan Uras, kadınlarda görülen kanser türleri arasında yüzde 32’lik oranla dünyada ilk sırada meme kanserinin olduğu belirtti. Ülkemizde bu kanser türüne yakalanma yaşının her geçen gün düştüğü bilgisini veren Uras, düzenli kontrolün hayat kurtaracağının altını çizdi. Prof. Dr. Akduman: “İTÜ’de ürettiğimiz ve meme kanserinde erken teşhis için çok önemli bir gelişme sağlayan EMALIZ, dünya kadınlarına İTÜ’nün armağanıdır. İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İbrahim Akduman ise tamamı İTÜ laboratuvarlarında üretilen ve Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde klinik testleri gerçekleştirilen “Mikrodalga Doku Tanımlama Cihazı (EMALIZ)” hakkında bilgi verdi. Emaliz cihazının her aşamasının İTÜ Laboratuvarlarında ve İTÜ’lü ekip tarafından tasarlandığını ifade eden Akduman, “Meme kanseri için erken teşhis çok önemli, bu bilinçle bu cihazı tasarladık. İTÜ’ye de bu yakışırdı. Bu bizim için övünç kaynağıdır. İTÜ’nün dünya kadınlarına armağanı ancak bu şekilde olur diye düşünüyorum” dedi. Ayrıca, Ayşen Taştekin Doda-Bursa Güzel Sanatları Koruma ve Geliştirme Derneği “Dünya Kadınlar Günü Resim Sergisi” ile Türkiye Filateliler Derneği 2. Başkanı Murat Hazinedaroğlu’nun organizasyonuyla Türkiye’de şimdiye kadar basılmış tüm kadın pullarının yer aldığı “PTT Kadın Pulları Sergisi” de açıldı. İTÜ’den yetişen Türkiye’nin ilk kadın mühendislerine (Sabiha Rifat Gürayman ve Altan Edige) ait özel pulların ve Ayşen Taştekin Doda’nın tasarımıyla hazırlanan özel gün zarflarına özel gün damgasının da yer aldığı sergide, yüzlerce pul meraklıların ilgisine sunuldu. Kutlama, Damla & Bora Dünya Müzikleri Grubu dinletisi, dans gösterileri, Hale Caneroğlu’nun akustik performansı, cupcake atölyesi ve kokteyl gibi renkli etkinliklerle sürdü. itü vakfı dergisi 113 İstiklal Marşımızın 93. Yılında Milli Şairimizi Anma Töreni İstiklal Marşımızın kabulünün 93. yıldönümü ve marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un 141. doğum yılı dönümü 26 Mart 2014 Çarşamba günü İTÜ Türk Dili Bölümünce düzenlenen program ile kutlandı. Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen programa öğretim üyeleri, öğrenciler ve idari personel katıldı. Cumhuriyetimizin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy ve şehitler anısına saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başlayan törende, açılış konuşmasını Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın yaptı. Aydın, Mehmet Akif Ersoy’un eşsiz edebi yeteneği ve kaleminin yıllar aşan gücü ile asırlarca yaşayacak önemli bir kültür mirası bıraktığını söyledi. Aydın, şöyle konuştu: “Ülkemize en büyük hediyesi kuşkusuz ki İstiklal Marşımızdır. Her dizesinde kahramanlığın, inancın ve hürriyet aşkının izlerini taşır. İmkânsızlıkların içinden yükselen ve birlikten doğan güç ile kazanılan bir vatanda, İstiklal Marşının aşıladığı ruhun da göz ardı edilemez bir katkısı vardır. İstiklal Marşını yazması istendiğinde, para ödülü konması nedeniyle bu teklife yanaşmayan ancak sonrasında, zor günler geçiren ülkesine duyduğu sorumluluk ile kaleme sarılan ve nihayetinde kazandığı ödülü de cepheye elbise diken vakfa bağışlayan yüksek bir ruhun insanı, bir tevazu insanıydı Mehmet Akif Ersoy… 1936 yılında vefat ettiğinde, görkemli bir cenaze töreni yapılmadı ama ebediyete uğurlanışı çok anlamlıydı. Cenazesinin kaldırılışında üniversiteli gençlerden oluşan büyük bir kalabalık vardı; mezarı da ölümünden iki yıl sonra üniversiteliler tarafından yaptırıldı. Onun vatan sevgisi, sade ve onurlu yaşamı, öğrenmeye ve öğretmeye adanmış kişiliği, bugün de gençlerimize örnektir. Tüm şiirlerini topladı- ğı Safahat kitabına, en önemli eseri İstiklal Marşını koymamasının nedeni de ‘Ben onu milletin kalbine gömdüm’ diyecek kadar ülkesine ve yarınlarına duyduğu güvendir.” Tören, Türk Dili Bölüm Başkanı Aslı Kantarcı, Öğretim Görevlisi Hamide Aliyazıcıoğlu ve Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. M. Fatih Andı’nın, Mehmet Akif Ersoy’un edebi yönü ve çok yönlü kişiliğini anlatan konuşmaları ile sürdü. Denizcilik Fakültesi Şehitlerimizi Çanakkale’de Andı İTÜ Denizcilik Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin 99. yıl dönümünü kutlamak ve Çanakkale Şehitlerini anmak için, fakültenin SİSMİK-I eğitim gemisi ile Çanakkale’ye gitti. 16-18 Mart 2014 tarihleri arasındaki gezi, SİSMİK-I eğitim gemisinin Kepez Limanına 114 itü vakfı dergisi demirlemesinin ardından, şehitlik ziyareti ile başladı. Şehitler Abidesi’ne çelenk konularak, Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale Savaşı’nın tüm kahramanları ve tüm şehitler anısına saygı duruşunda bulunuldu. Şehitliğin ardından, müze ve simülasyon merkezleri ziyaret edildi. Gezinin 2. gününde, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sedat Laçiner, Denizcilik Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Olcay Hisar ve Denizcilik Bilimleri ve Teknolojisi Fakültesi Öğretim Elemanları, İTÜ’nün SİSMİK-I gemisini ziyaret etti. 18 Mart Salı günü ise Kepez Limanından hareket edilerek, denizde şehitler anısına tören düzenlendi. SİSMİK-I Eğitim Gemisi ile Mehmetçik Abidesi önünde saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu ve ardından denize çelenk ve duman kandili bırakıldı. Törene, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri de ÇOMÜ-1 adlı tekneleri ile katıldı. Denizdeki törenin tamamlanmasının ardından dönüş yoluna geçildi ve SİMİK-I eğitim gemisi aynı gün İTÜ Denizcilik Fakültesinin bulunduğu Tuzla’ya ulaştı. İTÜ’den haberler İTÜ Konservatuvarı 39 Yaşında “Baba Ocağında” adıyla gerçekleştirilen kutlama gecesinde, TMDK mezunları Yaprak Sayar, Bekir Ünlüataer ve Zara sahne aldı. Rektör Prof. Dr. Karaca: “İTÜ sanat yuvasıdır, sanatçı ocağıdır.” Prof. Koç: “İTÜ TMDK, Türk müziğine 3 bin 500 nefer kazandırdı.” İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarının (TMDK) 39. kuruluş yıldönümü, 3 Mart Pazartesi günü Cemal Reşit Rey Konser Salonunda gerçekleştirilen görkemli bir programla kutlandı. 1976 yılında Türkiye’nin ilk Türk müziği konservatuvarı olarak kurulan İTÜ TMDK’nın yeni yaşı, İTÜ yönetimi, Konservatuvar yönetimi ve öğrencisi, akademisyeni, idari personeli ile çok sayıda İTÜ’lüyü bir araya getirdi. Prof. Koç: “İTÜ TMDK, Türk müziğine 3 bin 500 nefer kazandırdı.” Koç: “Gelenekten geleceğe köprü” Programın açılış konuşmasını yapan Konservatuvar Müdürü Prof. Adnan Koç, İTÜ TMDK’nın yaklaşık yarım asırlık bilgi birikimi ve tecrübesiyle, Türkiye’nin yakın tarihteki sanat ve müzik dünyasının şekillenmesinde önemli rol oynadığını söyledi. Türk Müziği alanındaki ilk konservatuvar olmasının bilinci ve sorumluluğu ile TMDK’nın “gelenekten geleceğe” kurulan en kuvvetli köprülerden biri olduğunun altını çizen Koç, “Bugün yurt sathına yayılmış, sayıları 3 bin 500’e varan, hepsi birer Türk Müziği neferi olan mezunlarımız, milli değerlere bağlı kalarak ulusal ve uluslararası alanda öz müziğini sevdirmek, yaymak, geliştirmek, yüceltmek ve küresel müzik içerisinde özel bir yer edinmesini sağlamak amacıyla özverili çalışmalarını aralıksız ve başarıyla devam ettirmektedir” dedi. Karaca: “İTÜ geleneğini layıkıyla taşıdı ve güçlendirdi” Rektörümüz Prof.Dr. Karaca da konservatuvarın 39. yılının İTÜ için, İTÜ’lüler için gurur ve mutluluk kaynağı olduğunu belirterek, şunları kaydetti: “İTÜ TMDK, ülkemizde kurulan ilk Türk Müziği konservatuvarıdır. Eğitime başladığından bu yana özellikle ulusal müziğimiz adına önemli isimleri yetiştirerek sanat dünyasına kazandırmıştır. Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği, Klasik Müzik, Popüler Müzik gibi farklı türlerde pek çok başarılı ismin okuludur. İTÜ, 241 yıllık tarihiyle özellikle teknik ve teknolojik anlamda öncü ve örnek bir üniversitedir, sayısız ilke imza atmıştır. Konservatuvarımız da bir ilk olarak kurulmuş ve yaptığı öncü çalışmalarla İTÜ geleneğini layıkıyla taşımış ve gücümüze güç katmıştır. İTÜ ‘teknik üniversite’ olarak bilinir; ancak üzerini özellikle çizdiğimiz bir gerçek var ki o da teknik yönü güçlü olmanın yanı sıra mühendislik dışında da kendini geliştiren, ülkemize katkı yapan bir üniversite olduğumuzdur. Biz sadece iyi mühendisler, mimarlar yetiştirmiyoruz; biz alanında fark yaratan sanatçılar yetiştirdik, yetiştiriyoruz. İTÜ sadece bir mühendis ve mimar mektebi değil bir sanat yuvasıdır, sanatçı ocağıdır. Bundaki en büyük pay ise kuşkusuz konservatuvarımızındır.” “Baba Ocağı”nda buluştular Kutlama programında, TMDK Türk Halk Oyunları Bölümü tarafından Anadolu rüzgarı estirildi. Farklı yörelerden halk oyunlarının sunulduğu gösteri, davetlilerden dakikalarca alkış aldı. TMDK’nın “baba ocağında” buluşan mezunlarının verdiği konserler ise İTÜ’lüler için tam anlamıyla bir müzik ziyafeti oldu. İTÜ TMDK Senfoni Orkestrası Şefi Öğretim Görevlisi Oğuzhan Balcı yönetiminde solistler Yaprak Sayar ve Bekir Ünlüataer, Türk Sanat Müziğinin en sevilen eserlerini seslendirdi. Ardından Zara sahne alarak, Türk Halk Müziğinin seçkin örneklerini sundu. Rektör Prof. Dr. Karaca: “İTÜ sanat yuvasıdır, sanatçı ocağıdır.” Geceye katılan sanatçılara teşekkür plaketi sunulurken, Prof. Adnan Koç da konservatuvar çalışmalarına verdiği destek nedeniyle Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca’ya plaket takdim etti. itü vakfı dergisi 115 İTÜ’de Dünya Çapında Başarı Tolgahan Çoğulu,’nun “Mikrotonal Gitar”ına En Prestijli Müzik Ödülü izledi. Birincilik ödülünü ben, ikincilik ödülünü İsveçli Teenage Engineering ve üçüncülük ödülünü ise Çinli Feng Gao kazandı. İlk defa Türkiye’den katılan biri bu yarışmada ödül aldı. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Doç. Tolgahan Çoğulu, kendi tasarımı olan “mikrotonal gitar” ile müzik dünyasının en prestijli ödüllerinden birinin sahibi oldu. Doç. Çoğulu, Margaret Guthman Müzik Enstrümanları Yarışması’nda 85 enstrüman arasından birinci olan çalışmasıyla, Türkiye’ye bu yarışmadaki ilk ödülünü getirdi. Şimdiye dek yapılmış tüm gitar tasarımlarını inceleyerek yeni enstrümanı tasarlayan Çoğulu, klasik gitar tınısını koruyarak mikrotonlara ulaşmayı başardı. “Bu gitarla mikrotonların kullanıldığı tüm halk müzikleri çoksesli bir şekilde çalınabiliyor. Başta Anadolu halk müzikleri ve Osmanlı-Türk makam müziği olmak üzere, Ortadoğu’daki makamsal müzikler, Hint müziği, Gamelan müziği, Tayland müziği, Fransa’daki Breton müziği, bazı Afrika müzikleri... Bunlar dışında, deneysel, avantgarde, çağdaş müziklere mikrotonal gitar yepyeni bir ses evreni ve armoni imkânı getiriyor.” Doç. Dr. Çoğulu: “İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde Yüksek Lisans programına kabul edilmem hayatımdaki dönüm noktası oldu. Eğer böyle bir merkez olmasaydı, sosyoloji master’ı yapmayı planlıyordum ve çok farklı bir hayat beni bekliyordu.” İTÜ’nün uluslararası sayısız başarısına, kısa süre önce bir yenisi eklendi. Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (TMDK) Çalgı Bölümü Başkan Yardımcımız Doç. Tolgahan Çoğulu, kendi tasarladığı “Mikrotonal Gitar” ile ABD’nin 116 itü vakfı dergisi Georgia Tech Üniversitesi’nde gerçekleşen dünyanın tek müzik enstrumanları yarışması olan Margaret Guthman Müzik Enstrumanları Yarışması’ndan birincilikle döndü. Amerika’dan gelen bu büyük önemli başarı haberi, hem İTÜ Ailesini gururlandırdı hem de kamuoyunda haklı olarak geniş yer buldu. Öğretim Üyemiz Çoğulu ile “mikrotonal gitar”ı ve ulaştığı başarıyı konuştuk. Margaret Guthman Müzik Enstrümanları Yarışmasının içeriği nedir, neden önemli? ABD’nin Atlanta şehrindeki Georgia Tech Üniversitesi’ndeki bu yarışma, dünyadaki tek müzik enstrumanları yarışmasıdır. Georgia Tech gibi önemli bir üniversitede yapılması yarışmanın standardını çok yükseltiyor. Bu seneki yarışmaya 85 enstruman katıldı. Katılanlar arasında birçok teknolojik dijital enstrumanın yanı sıra, benimki gibi akustik enstrumanlar da vardı. Yapılan ön eleme sonucu 20 yarı finalist, Georgia Tech Üniversitesi’ne davet edildi. Yarı finalde enstrumanlarımızı tanıtıp çaldık. 8 kişi finale seçildi. Halka açık yapılan finali 300 kişi “Mikrotonal gitar”ın anlamı ve önemi nedir? Bu tasarıma ulaşana kadar ürettiğiniz başka enstrümanlar oldu mu? Boğaziçi Üniversitesi’nde okurken Folklor Kulübünde konserler hazırlıyorduk. Her zaman gitarın makamsal müziklerdeki konumu bir tartışma konusuydu. Makamsal müziklerde mikroton denilen yarım sesten küçük sesler kullanılır ve bu sesleri gitarla, piyanoyla çalamazsınız. Biz de çaldığımız ezgide bir mikroton kullanılıyorsa gitar ne yapacak, nasıl armoniler kullanılacak gibi tartışmalar yapıyorduk. 2000 yılında gitarımı perdesiz gitar yapıp üzerine bağlama perdeleri sardırmıştım ve düzenlediğimiz “Yerel Ezgilerin Gitarla Yorumlanması” adlı panel sonrası Erkan Oğur’a göstermiştim. Ama çok cızırdadığı için o çözüm işe yaramadı. Bir dönem perdesiz gitar çaldım ama tınısı klasik gitardan çok farklı yepyeni bir çalgıydı. Ben klasik gitarın tınısını koruyarak mikrotonlara ulaşmak istiyordum. Yıllar içinde aklımdan birçok fikir geçti, hatta Kardeş Türküler ile verdiğimiz bir konser sonrası Paris’te yemekte saatlerce Erkan Oğur’u bu konu hakkında bunalttığımı hatırlıyorum. En sonunda doktora yaparken şimdiye kadar yapılmış tüm gitar tasarımlarını inceleyerek sonuca ulaştım. Mikrotonal gitarı tasarlarken etkilendiğiniz bir başka enstruman oldu mu? Tarihteki ilk mikrotonal gitar, 1829’da gitar klavyesinde küçük delikler bulunan Perronet Thompson’ın ‘Enarmonik Gitar’ıdır. Ama beni en çok etkileyen, Fransız gitar yapımcısı René Lacote’un 1852 yılında tasarladığı ve Alman gitar yapımcısı Walter Vogt’un 1985 yılında tasarladığı gitarlardır. Bu gitarların özelliği gitar klavyesinde tel- İTÜ’den haberler lerin altında kanalların olmasıdır. Normal gitarda akort sorunları yaşamamak için perdeler bu kanallarda kısıtlı bir şekilde aşağı ve yukarı hareket ettirilebilir. Benim yaptığım bu fikri geliştirmek oldu. Kanal fikrini kullanıp tüm perdelerin istenildiği kadar hareket ettirilebilmesi ve pratik şekilde çıkartılıp takılabilmesi tasarladığım gitarın en önemli özellikleri. Bunu düşündükten sonra danışmanım Prof. Şehvar Beşiroğlu ile Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde bir İTÜ BAP projesi hazırladık. Gitar yapımcısı Ekrem Özkarpat da gitarı 2009 yılında bitirdi. Mikrotonal gitarı kullanmak diğer gitarlara göre zor mu? Klasik ya da elektro gitar çalan biri için mikrotonal gitarı çalmak ne kadar kolay? Klasik gitar üzerine belli bir temeli olan her gitarist mikrotonal gitar çalabilir. Örneğin, konservatuvara önümüzdeki seneden itibaren orta öğretimden öğrenci alacağız. Orta 1’de normal klasik gitar öğrenecek öğrenciler. Orta 2’den itibaren bazı eserleri mikrotonal gitarda çalacaklar. Yani bir sene ciddi bir şekilde klasik gitar çalan gitarist, mikrotonal gitarı da rahatlıkla çalabilir. Mikrotonal gitar daha çok hangi müzik türlerinde kullanıma uygun? Bu gitarla mikrotonların kullanıldığı tüm halk müzikleri çoksesli bir şekilde çalınabiliyor. Yani başta Anadolu halk müzikleri ve Osmanlı-Türk makam müziği olmak üzere, Ortadoğu’daki makamsal müzikler, Hint müziği, Gamelan müziği, Tayland müziği, Fransa’daki Breton müziği, bazı Afrika müzikleri aklıma ilk gelenler... Bunlar dışında, deneysel, avantgarde, çağdaş ya da yeni müzik denilen müziklere mikrotonal gitar yepyeni bir ses evreni ve armoni imkânı sunuyor. Ayrıca ‘Just Intonation’ denilen seslerin içindeki doğuşkan dizisine dayanan doğal sistem, Pisagor’un sistemi, Ortaton tampereman denilen Rönesans akort sistemleri, çeyrek ton müzikleri gibi mikrotonal müzikler çalınabiliyor. Müzik ve özellikle gitar ne zamandan beri yaşamınızın parçası? Ben 12 yaşındayken, abim kendisine bir gitar aldı. Benim de hoşuma gitti. Bir arkadaşımla kursa gitmeye karar verdik. Taksim’de Timur Selçuk’un halen açık olan Çağdaş Müzik Merkezi’nde gitar derslerine başladım. Sonra lisede elektro gitar aldım. Grubumuz vardı ve Led Zeppelin, Pink Floyd, Iron Maiden gibi grupların parçalarını çalmaya çalışıyorduk. Klasik gitara yönelmem Boğaziçi Üniversitesi’nde 1997’de Folklor Kulübü’ne girmemle başladı. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü’nü bitirdikten sonra İTÜ Dr. Erol Üçer Müzik İleri Araştırmalar Merkezi’nde Yüksek Lisans programına kabul edilmem hayatımdaki dönüm noktası oldu. Eğer böyle bir merkez olmasaydı, sosyoloji master’ı yapmayı planlıyordum ve çok farklı bir hayat beni bekliyordu. Röportaj: Alper Yurttaş Prof. Dr. Mete Tapan ve Nilüfer Tapan’a Almanya Liyakat Nişanı İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet Mete Tapan ile İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nilüfer Tapan’a Alman-Türk ilişkilerine, özellikle yükseköğretim ve bilim alanlarındaki katkılarından dolayı Federal Almanya Bantlı Liyakat Nişanı verildi. Ülkemizin saygın mimarlarından olan Prof. Dr. Ahmet Mete Tapan ile eşi Prof. Dr. Nilüfer Tapan’a nişanı, 6 Mart 2014 tarihinde Tapan ailesi ve yakın çalışma arkadaşla- rının katılımıyla Almanya’nın İstanbul Başkonsolosluğu’nda düzenlenen törende, Başkonsolos Jutta Wolke tarafından takdim edildi. Törende, Prof. Dr. Mete Tapan’ın Başkonsolosluğun tarihi binalarıyla ilgili danışmanı olarak vermiş olduğu destek ve değerli çalışmalarına vurgu yapıldı. Prof. Dr. Nilüfer Tapan’ın ise Türkiye’deki Almanca Öğretmenliği Bölümleri’nde ve Türkiye-Almanya Kültür İşleri Kurulu Başkanı olarak yapmış olduğu çalışmalara dikkat çekildi. Prof.Dr. Mete Tapan Prof.Dr. Mete Tapan lisans ve yüksek lisans öğrenimini Almanya Münih Teknik Üniversitesi’nin Mimarlık Bölümü’nde tamamladı. 1972 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi Bina Bilgisi alanında doktorasını yapan Tapan; ön lisans, lisans ve lisansüstü düzeyde dersler verdi. Mimarlıkla ilgili çok sayıda kitap yazan Tapan aynı zamanda 4 adet doktora ve on adet yüksek lisans tezinin yürütücülüğünü üstlendi. 2002-2005 yıllarında İTÜ Mimarlık Fakültesi Senatörlüğü, 2003-2005 yıllarında İTÜ Mimarlık Fakültesi, Bina Bilgisi Anabilim Başkanlığı görevlerini yürüten Tapan 16 Haziran 2006 yılında emekli oldu. itü vakfı dergisi 117 İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi “RSG” Açıldı İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (İTÜRGS) törenle açıldı. Farklı sanat disiplinlerini kucaklayan bir yaklaşımla “teknik üniversite”nin İstanbullu sanatseverlere armağan ettiği bir mekan olarak İTÜ RSG’de, her ay farklı bir disiplin ve alanında seçkin sanatçılar ağırlanacak. İTÜ RSG, üniversite dışından da tüm sanatseverlerin ziyaretine açık olacak. İTÜRGS’nin açılış sergisi, İTÜ Öğretim Üyesi Murat Çakan’ın suluboya resimleri ile yapıldı. “İTÜ RSG, İstanbul’da tanınan ve bilinen seçkin bir sanat galerisi olacak" İTÜ’nün “sanat yönü güçlü teknik üniversite” kimliğine önemli bir katkı daha yapıldı. İTÜ Rektörlük binasının giriş katı yeniden düzenlenerek, sanat galerisine dönüştürüldü. 6 Şubat Perşembe günü düzenlenen törenle yapılan açılış, sadece İTÜ’ye değil İstanbul’a da seçkin bir sanat galerisi kazandırdı. Her ay açılacak yeni bir sergiyle yıl boyu sanatın kalbinin atacağı İTÜ, el sanatlarından keçeye, nadir basılı eserlerden bitki illüstrasyonuna kadar farklı disiplinlerden önemli isimlerin eserlerini ağırlayacak. Gelecek aylarda sergi açacak isimler arasında; Işık Güner, Selçuk Gürışık, Hikmet Barutçugil, Gönül Paksoy, Bairam Bajrami, Gülname Turan ve Nazan Pak yer alıyor. Rektör Karaca: ‘Mühendislerin çizer olduğunun ispatı’ Galeri açılışı, İTÜ Meslek Yüksekokulu ile Bilim Toplum Uygulama ve Araştırma Merkezinin müdürlüklerini yürüten öğretim üyemiz Yrd. Doç. Dr. Murat Çakan’ın suluboya resimlerinden oluşan sergi ile yapıldı. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin sunduğu dinleti, beğeniyle izlendi. Dinletinin ardından kısa bir konuşma yapan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün sanatla bütünleşen yönünü güçlendirmenin mutluluk verici olduğuna dikkat çekerek, galerinin açılmasına yönelik hazırlıkların yaklaşık 4 ay sürdüğünü belirtti. Karaca, İTÜ RSG’nin İstanbul’da tanınan ve bilinen seçkin bir sanat galerisi olacağını vurguladı. Açılışın İTÜ Ailesinden bir ismin sergisi Murat Çakan’ın suluboya çalışmaları ile yapılmasının anlamlı olduğuna işaret Karaca, “Bu resim sergisi mühendislerin de çizer olduğunun ispatıdır. Sadece teknik resim çizmez sanat, o açıdan da kendisine müteşekkiriz” dedi. Yrd. Doç. Dr. Murat Çakan ise sergide yer alan eserlerin uzun yıllara yayılan çalışmaların ürünü olduğuna işaret ederek, sergiden dolayı duyduğu mutluluğu dile getirdi. RSG’DE BİTKİ İLLÜSTRASYONLARI Işık Güner’in Bitki İllüstrasyon Sergisi İTÜ RSG’de sergilendi. İTÜ RSG, Türkiye’nin sayılı bitki ressamlarından olan Güner’in ilk kişisel sergisine 27 Şubat-27 Mart 2014 tarihleri arasında ev sahipliği yaptı. Güner’in 41 resminin yer aldığı sergideki eserlerin önemli bir bölümü Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi özel koleksiyonundan. Ayrıca “Türkiye Bitkileri” özelinde yaptığı çalışmalar da bulunuyor. Güner’in İTÜ’ye özel resmettiği 3 eseri ilk kez sergileniyor. İTÜ’nün, sanatla bütünleşen teknik üniversite kimliğine yaptığı katkı ile hayata geçirdiği ve farklı disiplinlerden seçkin örnekleri hem İTÜ’lü hem de üniversite dışından sanatseverlerle buluşturma hedefiyle yola çıktığı Rektörlük Sanat Galerisinde (İTÜ RSG), yılın ikinci sergisi bitki illüstrasyonlarına ayrıldı. Türkiye’nin sayılı bitki ressamlarından olan, çok sayıda uluslararası ödül sahibi Işık Güner’in eserlerinden oluşan “Bitki İllüstras- 118 itü vakfı dergisi yon Sergisi” 27 Şubat 2014 Perşembe günü gerçekleştirilen törenle sanatseverlerle ve botanik meraklılarıyla buluştu. Açılışta Türk Müziği Devlet Konservatuvarı öğrencilerimiz tarafından yan flüt dinletisi sunuldu. İTÜ’ye Özel Resimler Burs Olacak Güner’in, bitki illüstrasyonlarının yanı sıra İTÜ için resmettiği 3 ayrı eser de ilk kez sergileniyor. “Lale, Gelincik ve Göksüsen” resimlerinde, İTÜ’nün simgesi arı da eserin dikkat çekici unsuru olarak yer alıyor. Güner’in İTÜ’ye özel resmettiği ve kullanım hakkını verdiği resimlerden hazırlanan porselen kupa ve not defterleri de sergi sırasında RSG’de satışa sunuldu; ilerleyen günlerde 1773İTÜ mağazasında yerini alacak. RSG’nin sosyal sorumluluk bilinciyle gerçekleştirdiği bu çalışma sayesinde, sınırlı sayıda üretilen Işık Güner imzalı özel seriden elde edilen gelirin tamamı, İTÜ öğrencilerine burs kaynağı olarak kullanılacak. İTÜ’den haberler Anadolu Keçeciliğinin Modern Yorumu Selçuk Gürışık ve Ali Alev’in ortak sergisi ile “giyilebilir sanat”ın deneysel örnekleri 2 Nisan - 30 Nisan tarihleri arasında İTÜ RSG’de sergilendi. Anadolu keçeciliğine getirdiği modern yorum ve bu sanatın yaşamasına yaptığı katkıyla alanının öncü isimlerinden Selçuk Gürışık, asistanı Ali Alev ile birlikte hazırladığı yeni sergisini İTÜ Rektörlük Sanat Galerisinde (RSG) açtı. Deneysel çalışmaların da yer alacağı sergide, sanatçıların hem daha önce yaptığı çalışmalardan örnekler yer aldı. Sergide, İTÜ TMDK tarafından Batı Müziği dinletisi sunuldu. Doğa dostu Geleneksel keçe sanatı gerek geçmişi ve taşıdığı kültürel değer, gerekse doğa dostu bir üretim sürecine ve malzeme yapısına sahip olması nedeniyle, hem tarihi hem de güncel bir öneme sahip. Yün kullanılmasına karşın kırkma yöntemi ile yapıldığı için hayvanların öldürülmesine gerek olmaması nedeniyle, kürke karşı bir model olarak da sunulan elyaf sanatı ürünlerinin hazırlanışında, bambu, pamuk, ipek gibi farklı malzemelerden de yararlanılıyor. Tasarımcı ve eğitmen Yrd. Doç. Selçuk Gürışık, Londra - Central Saint Martins’teki eğitiminin ardından, yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda projede yer aldı. Selçuk Gürışık ve Ali Alev, son 4 yıldır birlikte yürüttükleri çalışmalarını, yurtiçi ve yurtdışında “Selçuki&Ali” imzasıyla açtıkları ortak sergiler ile sunuyor. İkilinin farklı estetik yaklaşımlarının oluşturduğu bütünsellik; yeni-eski, geleneksel-güncel bakış açılarını etkileyici biçimde yansıtıyor. İTÜ RSG’de Ebrunun Mermer Yüzü Ebru sanatının dünyaca ünlü ismi Hikmet Barutçugil, 100. Kişisel Sergisi İTÜ RSG’de açıldı. Taşların doğal desenlerinin ebru ile resmedildiği “Ebrunun Mermer Yüzü” sergisinde, 100. sergiye özel 100 eser sergileniyor. Taşlar da ebrularla birlikte sergileniyor. Bilinen en eski Türk sanatlarından olan ebrunun, sadece Türkiye’deki değil dünyadaki en önemli temsilcilerinden olan Hikmet Barutçugil, sanat hayatının 100. Kişisel Sergisini İTÜ Rektörlük Sanat Galerisinde (İTÜ RSG) açtı. “Ebrunun Mermer Yüzü” temasıyla 8 Mayıs Perşembe günü açılan sergide, Barutçugil’in 100. Kişisel Sergisine özel hazırladığı 100 eseri yer alıyor. Ebrunun kaligrafi, minyatür, illüstrasyon gibi diğer sanat dallarıyla bir araya geldiği örneklerin yer aldığı de sergide; “Ebrunun Mermer Yüzü”, “Yazılı Akkase”, “Akkase Ebru”, “Çiçek Motifleri”, “Kaya Resimleri”, “Minyatürler”, “İllüstrasyonlar”, “Fosiller” ve “Kaligrafi” olmak üzere 9 kategoride ebru çalışmaları sanatseverlerle buluşuyor. Sergi, 5 Haziran’a kadar İTÜ içinden ve dışından sanat dostlarının ziyaretine açık. İTÜ’nün teknik kimliği ile bütünleşti Serginin en önemli özelliklerinden biri, farklı yörelerden mermerlerin benzersiz motiflerinin ebru sanatına taşınması olacak. Köklü geçmişi 250. yıla yaklaşan ve dünyanın en eski teknik üniversitelerinden biri olan İTÜ’nün, yer bilimleri alanındaki derin birikimiyle bütünleşmesi adına da önem taşıyacak. İTÜ Maden Fakültesinin destek verdiği sergiye ayrıca Stone Line, Iymmar -Yel Madencilik Tic. A.Ş. ve Kütük Mermercilik firmaları da katkı sundu. Sergi aynı zamanda bir mermer ve taş sergisi niteliği de taşıyacak. Ziyaretçiler, deseni ebruya taşınan taşları eserlerle bir arada görme fırsatına sahip olacak. İTÜ’ye özel koleksiyon Sergi kapsamında İTÜ’ye özel bir koleksiyon olarak sınırlı sayıda üretilecek kitap da hazırlandı. Hikmet Barutçugil’in 19. Kitabı olacak çalışmada, orijinal ebrular kullanıldı. Bu sayede her kitap eşi olmayan nadide bir eser olarak hazırlandı. Kitapta orijinal ebrunun yanı sıra Hikmet Barutçugil’in 100. Kişisel Sergisinde yer alan eserleri yer buldu. Ayrıca, ebru sanatı ve taşların dünyasına ilişkin yazılarla da zenginleştirildi. itü vakfı dergisi 119 İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü 40. Yılını Kutluyor İTÜ Maden Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Bölümü Kuruluşunun 40. yılını çeşitli etkinliklerle kutluyor. 1952 yılında Sismoloji Enstitüsü, 1953 yılında Maden Fakültesinin Jeofizik Kürsüsü birimlerinden sonra 1974 yılında Maçka Maden Fakültesinde Jeofizik Mühendisliği kuruldu. Bu yıl 40. Yılını kutlayan bölüm ilk etkinliğini 9 Nisan 2014 tarihinde “Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan Onuruna” düzenlediği “Depremden, Yeraltı Kaynakları Araştırmasına Dopdolu Jeofizik” konulu konferansla gerçekleştirdi. “Öğrencilerinin gözünden Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan” bölümünde çok sayıda eski öğrencisinin ve meslektaşının dilinden anılarda hoş anlar yaşandı. Onuruna toplantı düzenlenen Prof. Dr. Övgün Ahmet Ercan’ın verdiği konferans sonrası, resminin yer aldığı onuruna basılan özel pul kendisine takdim edildi ve PTT tarafından özel gün damgası uygulandı. Ayrıca, “Bir Yaşama İki Deprem Sığmaz” isimli son kitabı ilk kez günışığına çıktı ve toplantı sonrası kitabını imzaladı. Jeofizik Mühendisliği Bölümü diğer etkinliğini 1994 yılında kaybettikleri bölümün kurucu öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nezihi Canıtez için 15 Nisan 2014 günü gerçekleştirdi. “Jeofiziğe katkılarıyla ve Anılarla Prof. Dr. Nezihi Canıtez” bölümlerinde çok sayıda eski öğrencisinin anılarıyla duygusal anlar yaşandı. Toplantının “Prof. Dr. Nezihi Canıtez’in ardından” bölümünde hocanın öğrencileri, bugünün akademisyenleri bilimsel çalışmalarına ilişkin sunumlar yaptılar. İTÜ Maden Fakültesi İhsan Ketin Konferans Salonunda gerçekleşen etkinliklere açılış konuşmalarını yapan Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan ve Jeofizik Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof.Dr. Gülçin Özurlan Ağaçgözgü ile fakültenin diğer Bölüm Başkanları ve jeofizik mühendisliği sektörünün temsilcileri katıldı. Maden Fakültesi’nin akademisyen, öğrenci ve mezunlarını bir araya getiren etkinliklere ilgi büyüktü. ISTKA Projesi Sertifika Töreni İTÜ Prof. Dr. Adnan Tekin Malzeme Bilimleri ve Üretim Teknolojileri Uygulama Araştırma Merkezi’nin (ATUM), İstanbul Kalkınma Ajansı’na (İSTKA) önerdiği ve 15 Ağustos 2013 tarihinde kabul edilerek 9 ay süre ile desteklenen “İstanbul’daki Soy Metal İşleme Ve Geri Kazanım Tesis Çalışanlarının Ve Bunları Kamu Adına Denetleyen Mühendislerin Eğitimi” başlıklı projenin, Sertifika Dağıtım Töreni ve Kapanış Kokteyli 9 Mayıs 2014 günü ATUM’da gerçekleştirildi. Törene, projede eğitmen olarak görev alan İTÜ öğretim üyeleri ile Proje kapsamındaki eğitim programından yararlanan işletmelerin sahipleri, yöneticileri ve çalışanları ile bu işletmeleri denetleyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü ve İSKİ çalışanları, Metalurji ve Malzeme Mühendisliği Bölümü öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldılar. Projenin hedefi, İstanbul’da yerleşik olan rafineri, ramatçı, kuyum/takı üreticisi ve ayar evleri gibi işletmelerin sahiplerine, yöneticilerine ve çalışanlarına, soy metal ka- 120 itü vakfı dergisi çaklarını önleme, kimyasal reaktif tüketimini azaltma, atık suların doğru ve yönetmeliklere uygun şekilde arıtılması ve zararlı gaz emisyonlarının engellenmesi konularında teorik ve deneysel eğitim verilmesi ve bilinç kazandırılmasıydı. Eğitim programının diğer hedef kitlesi ise, kuyumcu, ramatçı, ayar evi ve rafineri gibi işletmeleri, kamu adına çevresel açıdan denetleyen kuruluşların personeli içinden oluşturulacak gruplardı. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İstanbul İl Müdürlüğü ve İSKİ çalışanları içinde soy metallerle iştigal eden işletmeleri gerçek anlamda denetleyebilecek yetkin mühendis grupları yetiştirmek, varılmak istenen hedefin önemli bir kısmını oluşturmakta idi. Bu hedefleri gerçekleştirmek üzere, İTÜ-ATUM’da Mart ve Nisan ayları içinde düzenlenen teorik ve deneysel eğitim faaliyetleriyle, İstanbul ve dolayısıyla Marmara bölgesinin çevresel sürdürülebilirliğine yönelik olarak, çok yoğun reaktif tüketen bu işletmelerin sahiplerinin ve çalışanlarının katı, sıvı ve gaz atıkların önlenmesi ve bertarafı konularında bilgilendirilmesi ve bilinçlendirilmesi amaçlandı. Proje ile benzer amaçlara yönelik eğitim faaliyetleri içeren ve bahsi geçen sektör çalışanları ile bu kuruluşları denetleyen personelin eğitimini hedef alan projelerin, İSTKA tarafından önümüzdeki yıllarda da desteklenmeye devam edilmesinin, hem ekonomik hem de yaşanılabilir bir çevre hedefi açısından büyük önem arz ettiği ve aynı zamanda da üniversite ile sanayi arasında gerçekleştirilecek çözüm odaklı işbirliklerini arttıracağı öngörülmektedir. Katılımcılara sertifikaları, İTÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Mehmet Sabri ÇELİK ve projede görev alan eğitmen hocalar tarafından verildi. İTÜ’den haberler İTÜ’de Bir İlk: IBM Bazlı Sanal Sınıf Sistemi İTÜ’de Vejetaryen Yemek Uygulaması Başlıyor İTÜ Yemekhanesinde bir ilke imza atılarak, önemli bir yeniliğe gidiliyor. Gerek öğrenciler gerekse akademik ve idari personel olmak üzere İTÜ mensuplarından gelen taleplerin değerlendirilmesiyle, yemekhanelerde vegan/vejetaryen seçenek sunulması kararı alındı. Ana yemeğe alternatif olarak çıkarılacak vegan/ vejetaryen ana yemek ile tüm İTÜ’lüler sağlıklı ve uygun fiyata beslenme olanağından yararlanmış olacak. Uygulama ilk olarak İTÜ’nün ana yerleşkesi Ayazağa’daki yemekhanelerde başlayacak. Sınırlı sayıda hazırlanacak vegan/vejetaryen seçeneği, günlük taleplerin belirlenmesi ve geri bildirimlerin alınmasının ardından tam olarak şekillendirilecek. Ardından İTÜ’nün tüm yerleşkelerinde aynı uygulamaya geçilecek. Vejetaryen ana yemek seçeneğinin, diğer menü içeriğinde olduğu gibi web sitesi üzerinden takip edilmesi de sağlanacak. www.sks.itu.edu.tr adresi üzerinden, mayıs ayından itibaren vejetaryen yemeğin de dahil olduğu menü yayınlanacak. Minik İTÜ’lüler Rektörlükte Kimya Metalurji Fakültesi sınıflarındaki bilgisayarların daha rahat kullanılmasını sağlamak amacıyla kurulan “Sanal Sınıf Sistemi” hizmete girdi. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ile üniversite ve fakülte yönetiminden isimlerin katıldığı törende açılış konuşmasını Dekan Prof. Dr. Beraat Özçelik yaptı. Prof. Dr. Özçelik, uygulamayı Türkiye’de hayata geçiren ilk üniversitenin İTÜ olduğunu belirtti. Sistem sayesinde öğretim üyelerinin ders anında ya da kurum dışından istedikleri her zaman rahatlıkla AutoCad veya ChemCad gibi programlarda uygulamalar yapabileceğini, bir sanal bulut üzerinde ders notlarını depolayabileceklerini, hatta isteyen akademisyenlerin klasik müzik eşliğinde ders anlatabileceklerini söyledi. Konuşmanın ardından şirket yetkilileri, sistemin çalışması ve kullanımı hakkında sunum yaptı. Ayrıca sistemin işleyişiyle ilgili bir demo çalışması da gerçekleştirildi. Akademisyenler için kolaylık 16 derslikte, 160 kullanıcıya kadar hizmet verebilecek sistem sayesinde akademisyenler herhangi bir kişisel bilgisayar, tablet ya da akıllı telefondan sunucuya bağlanarak, görsel ve işitsel, istediği dosyayı kendilerine ayırılmış alanlara indirerek ders ortamında öğrencilerle paylaşabilecek. Sistem akademisyenlere hangi derslikte olursa olsun aynı k alitede, kontrollü ve güvenli bir ortam sağlayacak. Üniversitemizde çalışan akademik ve idari personelin çocuklarının yararlandığı İTÜ Kreş ve Anaokulu öğrencileri, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Rektörlüğümüze konuk oldu. 3-6 yaş arası 20 öğrencinin katıldığı ziyarette, minikler Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İbrahim Özkol ve Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Genel Sekreter Doç. Dr. Tayfun Kındap, Genel Sekreter Yardımcısı Doç. Dr. Mustafa S. Yazgan, Sağlık, Kültür. Spor Daire Başkanımız Zeki Şimşek ile bir araya geldi. Öğrencilere öğretmenleri de eşlik etti. Minikler, Türk bayraklı balonları ve kırmızı - beyaz kıyafetleriyle bayram coşkusunu getirdi. Neşeli anlara sahne olan ziyarette, Rektörümüz Prof.Dr. Mehmet Karaca öğrencilerle tek tek ilgilendi. Tüm öğrencilerle tokalaşarak tanışan Karaca ile minikler arasında ilginç diyaloglar da yaşandı. Minikler, büyüyünce hangi mesleği yapmak istedikleri sorusuna, itfaiyeci, polis, öğretmen yanıtlarının yanı sıra rektör karşılığını da verdi. Ziyarette öğrenciler, Rektörümüz Prof. Dr. Karaca’ya çeşitli atölye çalışmalarında yaptığı çalışmaları hediye etti. itü vakfı dergisi 121 İTÜ Kariyer Zirvesi İTÜ Kariyer Merkezi tarafından 24-26 Şubat 2014 tarihleri arasında Kariyer Zirvesi gerçekleştirildi. “Yeteneğe Dokun” temasıyla yola çıkan ve 3 ayrı kampüste sektörlerin liderlerini öğrencilerle bir araya getiren İKZ’de, “mülakat, örnek olay ve atölye çalışması” sayesinde alışılmışın dışında bir kariyer etkinliğine imza atıldı. Arçelik ana sponsorluğunda yapılan zirve, hem firmalar hem de öğrenciler için iletişimi güçlendiren ve somut sonuca ulaşmayı kolaylaştıran nitelik taşıdı. Zirvenin yerleşke sponsorluklarını Vestel (Elektrik-Elektronik Fakültesi), Bosh (Gümüşsuyu Yerleşkesi) ve Daikin (Maçka Yerleşkesi) üstlenirken, iletişim sponsorluğunu Doğuş Medya yaptı. Türkiye’nin saygın, başarılı, genç potansiyele ve dinamizme önem veren kurumları ile üniversite öğrencileri arasında bir köprü kurması amaçlanan zirvenin açılışını, Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca yaptı. Karaca, açılışın ardından standları gezerek öğrenciler ile gelecek planları hakkında konuştu. İTÜ dışından öğrencilere fırsat Otomotivden enerjiye, hazır giyimden bilişime, elektronikten ulaşıma kadar birçok sektörün dev isimlerinin yer aldığı zirvede, öğrenciler kariyerlerinin ilk adımı için iş görüşmeleri yaptı ve staj başvurularında bulundu. Türkiye’nin farklı şehirlerindeki üni- versite öğrencilerini de ağırlayan zirve, bu yönüyle fırsat eşitliğine de katkı sundu. İKZ’14 ile bu yıl bir ilke imza atılarak, İTÜ öğrencilerinin çalıştığı ve uluslararası yarışmalarda Türkiye’yi temsil eden projelerin prototipleri de sergilendi. İTÜ öğrencileri tarafından, projeler hem ziyaretçilere tanıtıldı hem de üniversite adaylarını bilimsel çalışmalar için heyecanlandırmak amacıyla lise öğrencilerine sunumlar yapıldı. İKZ, projelerle firmaların buluşması ve öğrencilerin sponsorluk görüşmelerine aracılık etmesi adına da önem taşıdı. Kariyer uzmanları buluştu Türkiye’deki tüm üniversitelerin kariyer merkezlerinin davetli olduğu organizasyon, “Ulusal Kariyer Merkezleri Çalıştayı” ile öğrencilere destek veren tarafta yer alan kariyer planlama uzmanları için de ayrıcalıklı bir bilgi paylaşım ortamı sağladı. Network Hours, Konser, Fashion Awards ve Münazara Yarışması gibi birçok etkinlikle zenginleşen İKZ, binlerce öğrenciye kariyer planlamasında yenilikçi ve etkili bir pencere açtı. Sıla Gerbağa ve Elif Kay, 4. Uluslararası Flüt Yarışması’ndan Ödülle Döndü İTÜ Müzik İleri Araştırmalar Merkezi (MİAM) öğrencisi Sıla Gerbaga 15-16 Şubat 2014 tarihinde Monako’da düzenlenen 4. Uluslararası flüt yarışmasında en yüksek kategori olan “perfectionnement” kategorisinde İkincilik Ödülü’nü kazanmıştır. Yarışma, “A Travers flute” derneğinin katkıları ile Prens 3. Rainer Müzik ve Tiyatro Akademisinde 12 farklı kategoride gerçekleşmiştir. Öğrencimizi aşağıdaki kurul değerlendirmiştir. Felix Renggli (İsviçre ) Basel Musikhochschule öğretim üyesi. Sanqing Chen (Çin) Pekin Merkez Konservatuvarı öğretim üyesi. Quiling Chen (Çin) Beijing Senfoni Orkestrası solo flüt. Henrik Switzer (Danimarka) Carl Nielsen Müzik Akademisi,Danimarka Kraliyet Orkestrası. Torkil Bye (Norveç) - Oslo Flarmoni solo flüt, Texas Üniversitesi öğretim üyesi. Raphaëlle Barraya (Fransa) Monte Carlo Orkestrası solo flüt. Sıla Gerbağa aynı zamanda jüri üyeleri tarafından Eylül 2014 122 itü vakfı dergisi yılında Çin’in Guangzuou şehrinde gerçekleşecek olan Uluslararası 3. Aurele Nicolet yarışmasına da katılması için davet almıştır. Elif Kay, Kendi Yaş Grubunda 2. lik Ödülü Aldı İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı öğrencisi Elif Kay, “A Travers Flute” derneğinin katkıları ile 12 farklı kategoride Monako’da, Prens 3. Rainer Müzik ve Tiyatro Akademisi’nde düzenlenen 4. Uluslar arası Flüt Yarışması’nda kendi yaş grubunda İkincilik Ödülü’nü Konservatuvarımıza taşıdı. İTÜ’den haberler Ulusal Mimarlık Ödüllerinde İTÜ’ye çifte gurur Projesi öğretim üyelerimize ait olan İTÜ Merkezi Derslik Binası Ulusal Mimarlık Yapı Dalı Başarı Ödülüne değer görüldü. Mimarlar Odası tarafından iki yılda bir düzenlenen “Ulusal Mimarlık Ödülleri” bu yıl 14. kez sahiplerini buldu. İTÜ Merkezi Derslik binası, Ulusal Mimarlık Yapı Dalı Başarı Ödülünü kazandı. Projenin sahiplerinin Mimarlık Fakültesi öğretim üyelerimiz olması, ödülü daha da anlamlı kıldı. Ulusal Mimarlık Ödülleri “Yapı”, “Proje” ve “Fikir Sunumu” olmak üzere 3 dalda verildi. Ayazağa Yerleşkemizde yer alan Merkezi Derslik binasının, Yapı dalında kazandığı Başarı Ödülünü, projenin mimarları olan öğretim üyelerimiz Prof. Dr. Hasan Şener ve Prof. Dr. Ahsen Özsoy aldı. Yapı dalında ödül alan bir başka proje ise Mimar Cem Sorguç’un tasarladığı Noxx Apartmanı olurken, bu projenin çelik strüktür danışmanlığını da yine bir İTÜ’lünün, Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Cem Çelik’in yapmış olması, ayrıca gurur verdi. Prof. Dr. Çelik, Merkezi Derslik binamızın statik proje danışmanlığını da yürütmüştü. ‘Mimari Sözü Güçlü’ Merkezi Derslik binasının mimari başarısı, 2014 yılında yayımlanan “Vitra Çağdaş Mimarlık Dizisi 3: Eğitim Yapıları” kitabında şöyle anlatılıyor: “Herhangi bir fakülteyi temsil etme yükünü taşımayan yapı, bunu bir avantaj olarak kullanır. Mimari sözü güçlüdür, temsili sözü ise bilinçli biçimde geriye çekilmiştir. Yapı boyunca iri kütleli anfi mekânların arasındaki derin galeriler, arka cephede zeminden yükselip çatıya dönen cam ikinci yüzeyler dolayısıyla anfilere doğal ışık sağlar. Güney cepheye yerleştirilen derslikler ve çalışma odaları ise tümüyle saydam dış cephelerinde ikinci cidarı oluşturan hareketli metal perfore levhalar ile günışığını perdeleyerek alır ve cephenin dinamizmine katkıda bulunur. Yapının yerleşke merkezinde, önünde geniş yeşil alan bırakarak geri çekilmesi; zemin katta bölüntüsüz tek mekânda süren sosyal yaşamın tümüyle saydam bir cepheyle sınırlarını eriterek yerleşkeye açılması; strüktürün geri çekilmesiyle birbirine akan yüksek hacimli orta galerilerin sağladığı iletişim ortamı gibi değerler ile yapı, farklı kentlerden gelerek farklı bölümlere dağılacak öğrenciler için sosyalleşme imkânlarını sonuna kadar açmaktadır.” Merkezi Derslik Binası Hakkında İTÜ Merkezi Derslik Binası, farklı programlara devam eden öğrencilerin ortak derslerinin verildiği anfiler, seminer odaları, bilgisayar laboratuvarları, öğretim üyesi odaları ve kafe-terya gibi birçok kullanım alanını barındırır. Bina, yerleşkenin yaya ve taşıt ulaşım akslarının kesişme noktasında, kamusal mekânları tanımlayacak ve zenginleştirecek bir şekilde konumlandırılarak, yalın bir biçimlendirmeyle ele alınmıştır. İç mekânlarda, algının ve insan hareketlerinin yatay-düşey sürekliliğini güçlendiren bir anlayış benimsenmiştir. Tasarım şemasında, amfiler ile seminer odaları ve ofisler net bir sirkülasyon ve servis zonu ile ayrılmıştır. Esneklik, zaman, deprem güvenliği gibi kriterlere göre seçilen çelik yapı sistemi ve diğer sistem bileşenleri iç mekanda görünür kılınmıştır. Güneyde ve kısmen doğu ve batı cephelerinde hareketli metal perfore levhalarla çift cidar oluşturulmuş, enerji verimliliği gözetilmiştir. itü vakfı dergisi 123 Mezunlar YURDU AÇILDI İTÜ Mezunlar Derneği’nin 16 Nisan 2014 Çarşamba günü yapılan Olağanüstü Genel Kurul toplantısında derneğin yeni Yönetim ve Denetleme Kurulu seçildi. Derneğin, Yönetim Kurulu Başkanlık görevine Veli Tan Kirtiş seçildi. Yönetim Kurulu ilk toplantısını yaparak aşağıdaki şekilde görev dağılımı yaptı. Başkan : Veli Tan KİRTİŞ Başkan Yard. : Hüseyin CEVAHİROĞLU Başkan Yard. : Sadi ABALI Genel sekreter : Pınar EFENDİOĞLU Sayman : Cenk ALPER Mezunlarla İTÜ İşbirliğinin Eseri: Mezunlar Yurdu İTÜ Maslak Yerleşkesi içinde yer alan ve 102 kişinin konaklamasına imkân tanıyan yeni erkek öğrenci yurdu 12 Nisan 2014 günü yapılan törenle açıldı. Tören, İTÜ Mezunlar Derneği Başkanı Erol Bilecik, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ve Arı Kültürel Sosyal Vakfı Başkanı Serhat Ödener’in konuşmaları ile başladı. Törene katılanlar, açılışın ardından, mezunların bağışları ile donatılan odaları dolaşarak, yurda yerleşen öğrencilerle görüştüler. Mezunlar Yurdu’nun yapılış hikâyesi ‘Mezunlar Meydanı’ ile başlıyor. İTÜ Mezunlar Derneği’nin başlattığı bir proje kapsamında; öğrenim gördükleri yılları ve üniver- sitelerini unutmayan İTÜ mezunları, İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’nde Mustafa İnan Kütüphanesi önünde bulunan ‘Mezunlar Meydanı’nda kendileri için hazırlanan ve adlarının yazılı olduğu petek taşlarını satın alarak hem öğrencileri unutmamış oldular, hem de İTÜ tarihine adlarını kazıyarak bir ilke imza attılar. 30 bin civarında öğrencisi olan İTÜ’de, barınma sorunu en önemli sorunların başında geliyor. ‘Mezunlar Yurdu’nun hizmete girmesiyle, erkek öğrencilerin bir kısmının bu sorunu çözülmüş oldu. İTÜ Mezunlar Derneği’nİn (ABD) “Mühendisler Gecesi” ABD’de yasayan İTÜ mezunları arasında iletişim ve dayanışmanın yerleştirilmesi, Teknik Üniversitelilik ruhunun güçlendirilmesi, bunun için sosyal ve kültürel etkinlikler düzenleyerek topluma ve insanlığa yararlı olunması amacıyla kurulmuş olan İTÜ Mezunları Derneği (ABD) Türkiye’deki İTÜ Mezunları Derneği (İTÜMD)’ne bağlı olan 124 itü vakfı dergisi ABD’deki tek dernektir. İTÜ Mezunlar Derneği - USA, kuruluş yılından bu yana amaca yönelik çeşitli etkinlikler düzenliyor. 24 Subat 2014 akşamı, Florida’da, FTAA ile birlikte, Fort Lauderdale’deki Türk Evi’nde düzenlenen “Muhendisler Gecesi” - ITU Mezunlari Derneği yemeği de bu etkinliklerden biri olarak ger- çekleştirildi ve geceye 60 kişi katıldı. Dernek Başkanı Feray Girgin, FTAA (Florida Turkish American Association) yöneticilerinin de, Derneğin böyle bir ilki gerçekleştirdiği için çok memnun olduklarını bildirerek, bu yemekli-müzikli geceye diğer üniversitelerden (ODTU, Robert College-Bogazici Universitesi, Amerikadaki universiteler vb.) mezun muhendisler ve dostlarının katıldığını belirtiyor. Feray Girgin, bu toplantıda, İTÜ mezunu mühendisler Ismail Ercan, Ferdi Baler, Mehmet Ilter, Selcuk Yetimoglu, Niyazi Aydemir, Prof. Dr. Mehmet Fethi Turegun, Bulent Kocaerkek, Bulent Bayraktar, Murat Ocbe, Tuncay Pekin ve ailelerinin katıldığına dikkat çekiyor. İTÜ Mezunlar Derneği, ABD’ deki tüm İTÜ’lülere ulaşmak amacıyla bir ağ kurma çabaları devam ediyor. Feray Girgin ITUMD-ABD Baskan feraygirgin@yahoo.com feray1@aol.com http://www.itumdusa.org/ İTÜ’den haberler Köprü ve Viyadük Yapımında Sürme Yöntemi Y. Müh. Altok Kurşun, İTÜ Deprem Mühendisliği ve Afet Yönetimi Enstitüsü’nün periyodik seminerleri çerçevesinde konuk olduğu İTÜ’de, “Köprü ve Viyadük Yapımında Sürme Yöntemi” konulu bir seminer verdi. Sürme yöntemi, uzun köprü ve viyadük yapımında yoğun bir şekilde kullanılan modern ve çağdaş bir yapım yöntemidir. Dış dünyada uzun yıllardan beri kullanılmakta olan bu yöntem ile yurdumuzda ilk kez 1985-1991 yılları arasında inşa edilen Kınalı-Sakarya otoyolu ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Projesi kapsamındaki Molla Gürani, Sadabad I, Hasdal ve Akşemsettin viyadükleri inşa edilmiştir. Yöntem, iskele kurmanın mümkün olmadığı derin vadiler ve yerleşim bölgeleri için ideal bir çözümdür. Bu yöntem ile daha estetik, daha güvenli ve daha ekonomik yapılar inşa etmek mümkün olabilmektedir. Yöntemin bir başka önemli özelliği de yerinde döküm beton ile öndöküm ( precast) beton teknolojilerinin iyi taraflarını bünyesinde birleştirmesidir. Sürme yöntemi ile yardımcı ayaklar kullanmadan 60-70m lik açıklıklar, geçici yardımcı ayak ve geçici gergin eğik askılı kuleler kullanmak suretiyle Mileau Viyadüğünde olduğu gibi 345 metrelere varan açıklıkları geçmek mümkündür. Yapım teknolojilerindeki bütün gelişme ve ilerlemelere rağmen “iskele ve kalıp” maliyetleri toplam yapım maliyetinin %20-30 mertebelerini buluyor. Ancak, Sürme yöntemi: • Küçük bir makina parkı • Defalarca kullanılabilen ve hep aynı yerede bulunan kalıp ve iskele sistemi • Yapım süresi kısalığı • Malzeme taşın yollarının kısalığı • Tekrar edilen işçilik • Kötü hava şartlarından bağımsızlık gibi özellikleri yanısıra kullanılan makina ve teçhizatın çok kolaylıkla nakledilerek bir başka yerde benzer projelerde kullanılabilmesine olanak tanıması ile gerçekten süratli ve ekonomik bir yapım yöntemidir. Sürme yönteminde temel prensip: yapıyı kenarayaklardan bir tanesinin arkasında, bu amaç için özel olarak hazırlanmış “beton döküm alanı”nda bölümler/segmentler halinde döküp, kalıcı yerine doğru sürmektir. Yeni dökülen her bölümün bir önce dökülen bölüme bağlantısı öngerme ve betonarme donatısı ile rijit olarak yapılır. Ayrıca iş derzindeki yüzeyler pürüzlü bırakılarak kaynaşmanın daha iyi olması sağlanır. Sürme sırasında kesit tesirlerinin ölçülü sınırlar içerisinde kalmasını sağlamak için üstyapının ucuna hafif- genellikle çelikten yapılmış-bir sürme ucu/gaga geçici olarak monte edilir. Gaganın üstyapıya bağlantısı hem değişik işaretlerdeki eğilme momentlerini hem de değişik işaretlerdeki kesme kuvvetlerini alabilmek için öngerme çubukları/kabloları vasıtası ile yapılır. Kablolar enjekte edilmedikleri için sürme işlemi bittikten sonra rahatlıkla sökülebilir ve bir başka projede tekrar kullanılabilirler. Sürme işlemi, beton döküm alanında düzenlenmiş özel sürme ekipmanı ve her ayak üzerinde tertiplenmiş özel sürme mesnetleri vasıtası ile gerçekleştirilir. Sürme işlemi bittikten sonra sürme mesnetleri ile kalıcı mesnetler değiştirilir. Sürme yöntemini kolaylıkla uygulayabilmek için yapının plandaki geometrisi çok önemlidir. Yapı ekseni doğrusal olabileceği gibi sabit yarıçaplı bir eğri ( daire ) de olabilir. Yapı güzergahında klotoid gibi değişken yarıçaplı eğriler varsa ana kirişlerden oluşan gövdeyi sabit yarıçaplı bir eğri üzerinde sürüp klotoidden sapmaları sonradan tabliyede ayarlamak da mümkün olabilir. Yapının profilinin de doğrusal olması işleri çok kolaylaştırır. Sürme islemi yokuş yukarı yapılabileceği gibi yokuş aşağıya doğruda yapılabilir ancak bu durumda sürme sırasında yapının kayıp kaçmaması için özel önlemler almak gerekir. Sürme sırasında yapının statik sistemi devamlı değiştiği için teorik olarak sonsuz adette yapım safhası ve buna bağlı olarakta sonsuz adette yapım aşaması statik sistemi mevcuttur. Üstyapıya ait herhangi bir kesit, sürme sırasında bulunduğu yere bağlı olarak hem büyük miktarlarda pozitif eğilme momentleri hem de büyük miktarlarda negative eğilme momentleri alır. Benzer durum kesma kuvvetleri ve torsiyon momentleri içinde geçerlidir. Bu nedenle seçilen öngerilmenin büyük bir kısmının “eksenel-merkezi öngerme” biçiminde olması gerekir. Kesitin tamamı öngerilmeden ötürü yeterli miktarda basınç gerilmeleri ile yüklü olmalıdır. Yapı tamamlandıktan sonra hareketli yüklerden oluşacak eğilme momentlerini almak için ise klasik yörüngeli ikincil bir öngerilme düzenlemesi de yapmak gerekebilir. Bu öngermenin bir kısmı yapım aşamalarında verilebileceği gibi tamamı yapının inşaası tamamlandıktan sonrada verilebilir. Sürme yöntemini klasik yöntemlerden ayırt eden önemli bir başka özellik de toleransların büyüklükleridir. Sürme yöntemi ile çalışrken çok daha dikkatli olmak gerekir bu yöntemde yapım toleransları diğer yöntemlere kıyasla çok daha küçüktür. Örnek olarak : klasik iskele ve kalıp üzerinde inşa ettiğiniz bir viyadüğe ait 40m yüksekliğindeki bir orta ayağı 4-5cm kısa veya uzun inşa etseniz pek bir şey olmazken aynı şey sürme yöntemini kullanırkaen başınıza büyük sorunlar çıkarabilir. Sürme yöntemi sadece ardgermeli betonarme köprü be viyadüklerde değil kompozit veya çelik üstyapılarda da kullanılabilir. itü vakfı dergisi 125 Genç Başarı IAESTE Hem Staj Yap, Hem Dünyayı Dolaş! Staj yaparken eğlenmek, dünyayı dolaşmak, unutulmaz dostluklar edinmek ve bunları yaparken para da kazanmak istersiniz değil mi? O halde hemen IAESTE (International Association for the Exchange of Students For Technical Experience) Milletlerarası Teknik Stajyer Öğrenci Değişimi Birliği’nin İTÜ’deki Türkiye Merkezi’nin kapısını çalın! Muhammed Sezgin ÖZER Makina Mühendisliği 3. Sınıf Öğrencisi IAESTE İTÜ Makina Fakültesi Temsilcisi, Yönetim Kurulu Üyesi I AESTE Nasıl Bir Bağa Sahip? Öncelikle biz bir aileyiz. Öyle bir aileyiz ki, sene içinde yurtdışına onlarca İTÜ’lüyü göndermek üzere hazırlık çalışmaları yaparken, bir yandan da kaynaşacağımız birçok aktivite gerçekleştiriyor; kahvaltılar, akşam yemekleri, geziler ve partiler düzenliyoruz. Ulusal konferanslar yapıp , IAESTE’ye üye tüm üniversiteleri bir araya toplayarak tanışıyoruz. En önemlisi SUMMER RECEPTİON… Yazın gelen onlarca stajyerlerle 7/24 ilgilenerek her türlü zorlukta yardımlarına koşuyoruz. Bunun yanında, IAESTE ailesi olarak İngilizcemizi geliştirme fırsatı buluyor, yeni kültürler tanıyor ve görmediğimiz yerleri görüp sayısız arkadaş ediniyoruz. Gelen öğrencileri havaalanlarında karşılayarak kalacakları yere kadar eşlik ediyor ve gerekli ihtiyaçlarının temininde yardımcı oluyoruz (telefon hattı, akbil, internet, banka hesabı vb.). Ayrıca ilk iş günlerinde onlara eşlik edip, gidecekleri yolu dahi öğretiyoruz, açıkçası tam bir aile oluyoruz. 126 itü vakfı dergisi Genel Olarak IAESTE IAESTE, ülkeler arası “stajyer öğrenci değişim” kuruluşu olarak 1948 yılında Londra’da 10 kurucu üyenin girişimi ile kurulmuş ve şu an 84 ülkenin üye olduğu uluslararası bir birliktir. Misyonu teknik ve mesleki gelişimi hızlandırmak için üyeleri arasında yüksek kalitede staj değişim programı yürütmek; öğrenciler, akademik kurumlar, işverenler arasında ve toplumda uluslararası iyi niyeti geliştirmektir. Milletlerarası Teknik Stajyer Öğrenci Mübadelesi Birliği adı altında 1955 yılından itibaren ülkemizde çalışmalarını sürdüren IAESTE Türkiye; akademik kurumlar, endüstri kuruluşları ve öğrenci çevrelerinin temsil edildiği bir ulusal komite desteğiyle çalışan staj değişim organizasyonudur. Çalışmalarını İstanbul Teknik Üniversitesi önderliğinde sürdüren IAESTE Türkiye, 41 üniversite temsilciliğinden oluşmaktadır. Yüksek öğrenimlerine devam eden öğrencilere, eğitimleri ile ilgili teknik deneyim kazandırmayı amaçlamaktadır. Dünyada 1948’den bu yana toplam 346.945 öğrenci bu imkanlardan yararlanmıştır. Ayrıca IAESTE Türkiye bugüne kadar 13.541 Türk öğrencisine dış ülkelerde ve yine 8394 yabancı öğrenciye de ülkemizde staj imkânı sağlamıştır. 2013 yılında ise 127 öğrenciye evsahipliği yapmış ve 114 öğrenciyi çeşitli ülkelere göndermiştir. IAESTE’ye üye ülkeler, kendi ülkelerindeki kuruluşlardan staj yeri sağlamaktadırlar. Genellikle 8 – 12 hafta yaz dönemi, bazen de uzun dönem diye adlandırdığımız 1252 hafta süreli olan stajlardır. IAESTE’ye üye ülke temsilcileri, her yıl Ocak ayında bir ülkede toplanarak getirdikleri staj yerlerini karşılıklı olarak değiştirmektedirler. Değişimde, verilen staj yeri kadar staj yeri alınabilmektedir. Ülkemizden her yıl yaklaşık 250 kadar staj yeri götürülmekte ve bunların % 40’a yakını Almanya ile değiştirilmektedir. Dünya çapında sosyal, kültürel ve teknik bir bütünün bir parçası olan IAESTE öğrencisi olmak: • Özverili, uyumlu, • Çalışma disiplini olan, • Takım çalışmasında deneyimli, • Dayanışmayı ve gönüllülük anlayışını benimsemiş, • Kendine güvenen ve çevresine güven veren, • Belirtilen stajın kendisine sağlayacağı yararların farkında olan, • Şirketlerin projelerinde ihtiyaç duyulan konumları teknik bilgisiyle doldurabilecek, niteliklere sahip olmak demektir. IAESTE Etkinlikleri IAESTE DAY: Her yıl 20 Ekim tarihinde 87 üye ülke tarafından kutlanır. Iaeste’ye özel bu günde yapılan aktiviteler ve kutlamalar sosyal medya üzerinden tüm dünya ile paylaşılır. JUMP: Açılımı Join Us To Motivate People olan bu etkinlik, her yıl başka ülkede Çarşamba gününden Pazar gününe olmak üzere 5 gün sürer. Etkinliğin en temel amacı motivasyondur. 5 gün boyunca workshoplar partiler düzenlenir. Etkinliğin son günü ise her IAESTE etkinliğinde olduğu gibi International Night olur. Her ülke, kendi tanıtımı için yerel kıyafetlerini giyer ve yiyecekiçecek sunabileceği masa hazırlar. Jump, 2007 yılında Türkiye‘de gerçekleştirilmiş olup bu yıl Avusturya’nın Klagenfurt şehrinde 15 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. CEC: Slovakya, Slovenya, Macaristan, Hırvatistan, Avusturya, Çek Cumhuriyeti ve Polonya olmak üzere 7 ülkenin ev sahip- Çalışmalarını İstanbul Teknik Üniversitesi önderliğinde sürdüren IAESTE Türkiye, 41 üniversite temsilciliğinden oluşmaktadır. Yüksek öğrenimlerine devam eden öğrencilere, eğitimleri ile ilgili teknik deneyim kazandırmayı amaçlamaktadır. liğini yaptığı Central European Convention etkinliği, güz ve bahar dönemlerinde birer kez olmak üzere yılda 2 kez düzenlenmektedir. Etkinlik Cuma akşam Welcome Party ile başlayıp Pazar gününe dek çeşitli workshoplar, ülke tanıtımları, katılımcılar için düzenlenen turistik gezileri içermektedir. CONNECT: Connect is a relatively new event on the IAESTE calendar, concentrating on including the countries in Western & Northern Europe and the Nordic countries. Our event is focused on networking and training for members, and this event will also promote Norwegian traditions and nature. TWINNING: Sadece gezme ve komitelerin kaynaşması amacıyla yapılan bir etkinliktir. Farklı ülkelerden iki komite arasında 5’er günlük olmak üzere 2 farklı zaman belirlenir. Ayarlanan bu zamanlarda iki komite kendi ülkelerinde birbirlerini ağırlarlar. IAESTE’nin en eğlenceli etkinliklerinden biri olan Twinning, aynı zamanda farklı bir ülkenin 5 günlük bir zaman diliminde en verimli şekilde gezilebilinecek nadir fırsatlardandır. Ev sahibi komite gelecek misafir komiteye çeşitli etkinlikler hazırlayarak şehri en kolay şekilde gezmelerini sağlamaktadır. Son 4 yılda İTÜ IAESTE olarak yapılan twinningler Londra , Zurich, Zaragoza, Viyana ve Üsküp’tür. ULUSAL KONFERANS: Bu etkinlik Türkiye komiteleri tarafından gerçekleştirilir. 41 üye komitenin bulunduğu IAESTE Türkiye, senede 2 defa bir komitenin ev sahipliği yapmasıyla ulusal konferans etkinliğini düzenler. İki gün süren etkinlik boyunca çeşitli konuşmacılar ağırlanır ve beraber workshoplar yapılır. IAESTE’yi geliştirme amaçlı grup çalışmaları düzenlenir. IAESTE ALUMNI NETWORK: IAESTE’lileri iletişim halinde tutmak için kurulmuş olan bu network’te, hesap açıp profil oluşturulur. Bu hesapla çeşitli paylaşımlarda bulunulabilir, forum sayfalarına katılınabilir, IAESTE ile ilgili güncel bilgilere ulaşılabilir. IAESTE’nin uluslararası dergisi olan Friends bu ağdan yayınlanmaktadır. Gözbebeğimiz IAESTECH Dergisi IAESTE ailesi olarak bir de evladımız var, IAESTECH adlı dergimiz… Güz ve bahar olmak üzere yılda iki defa çıkarıyoruz. Bu dergide staja giden ve gelen arkadaşlarımız deneyimlerini ve anılarını anlatıyor, Alumni röportajları ve İK röportajları yer alıyor, geziler eğlenceli bir şekilde anlatılıyor, kültür sanat ve teknoloji kısımları yer alıyor. Dergimizi, çok eğlenerek okuyacağınızı ve elinizden bırakmayacağınızı düşünüyoruz. Biz IAESTE öğrencileri, görev almaya istekli ve bu bütün içinde yer almak isteyen herkesi aramızda görmekten mutluluk duyarız. IAESTE İTÜ ailesine katılmak, maddi manevi destek olmak ve dergimize reklam vermek için; iaeste.itu@gmail. com https://www.facebook.com/IaesteITU?fref=ts h t t p s : / / t w i t t e r. com/iaeste_itu Antalya Gezisi Bolu Gezisi itü vakfı dergisi 127 Genç Başarı 8. İTÜRO’da 600 Proje Yarıştı İTÜ’nün gelenekselleştirdiği etkinlikler arasında yer alan Robot Olimpiyatları, 10-12 Nisan 2014 tarihleri arasında 8. kez düzenlendi. Kontrol ve Otomasyon Mühendisliği Kulubü tarafından İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen İTÜRO’yu, 3 günde 6 bini aşkın kişi ziyaret etti. Robotik meraklılarını bir araya getiren olimpiyatlar boyunca, yarışmalar, konferanslar, panel ve söyleşiler düzenlendi. Türkiye genelinden ve yurtdışından üniversite, lise ve ilköğretim kademesinden 600’e yakın proje katıldı. 828 yarışmacının katıldığı olimpiyatlarda, 3 gün boyunca 11 kategoride yarışmalar yapıldı. Her yıl olduğu gibi bu yıl da büyük ilgi gören İTÜRO’nun açılışı “Çizgi İzleyen” ile “Mikro Sumo” etaplarındaki projelerin yarışı ile yapıldı. Öğrenciler üç gün süren olimpiyatlarda ayrıca “Yangın Söndüren”, “Merdiven Çıkan”, “Renk Seçen”,“Labirent”, “Kendini Dengeleyen Robot”, “Süpürge”, “Serbest” ve “Senaryo” olmak üzere birbirinden ilginç kategorilerde yarıştı. “Dünya’nın en hızlı ballbotu” olarak tanıtılan Rezero ise 3 gün boyunca robotik meraklılarının ilgisine sunuldu. 8. İTÜRO’da dereceye giren projeler şöyle: Kategoriler Çizgi İzleyen 1 Çizgi İzleyen 2 Çizgi İzleyen 3 Mikro Sumo 1 Mikro Sumo 2 Mikro Sumo 3 Yangın Söndüren 1 Yangın Söndüren 2 Yangın Söndüren 3 Süpürge 1 Süpürge 2 Süpürge 3 Basketbol 1 Basketbol 2 Basketbol 3 Merdiven Çıkan 1 Merdiven Çıkan 2 Labirent 1 Renk Seçen 1 Kendini Dengeleyen 1 Kendini Dengeleyen 2 Kendini Dengeleyen 3 Senaryo: Top Taşıma 1 Senaryo: Top Taşıma 2 Serbest 1 Serbest 2 Serbest 3 128 itü vakfı dergisi Proje İsmi Takım Kaptanı bhpdml1 barbaros2 bhpdml2 sıkıntı joker böcek yananı görür Allah saka pervane başkan tornado zela60 süpürgeç roboteam60 devrim hho akiron spontan stable almış60 kafa1500 hacı yatmaz vertigo seyit onbaşı wright kardeşler hexator temur atlas Burak Kırca Burak Kırca Burak Kırca Gürol Hüseyin Kayal Ali Rıza Doğan Furkan Şahin Erdem Doğan Umut Meriç Ali Rıza Doğan Ali Rıza Doğan Ali Rıza Doğan Ferhat Gölbol Mustafa Yanar Moustafa Memet Ata Dönmez Eray Aktokluk Ali Rıza Doğan Mustafa Taşçı Hüsnü Turhan Enes orhan Mızrak Muhammed Kocabaş Uğur Bugaz Göksu Kara Mert Demir Muhammed Kocabaş İTÜ VakFı’NDan haberler 8 Mart Dünya Kadınlar Günü Bursiyerlerimizle Kutlandı İ TÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü, Geleneksel Bursiyer Toplantısı ile bir arada düzenlediği bir etkinlikle kutladı. Komite her yıl geleneksel olarak, burs verdiği öğrencilerle tanışmak, İTÜ Vakfı ve Komite’nin çalışmaları hakkında bilgi sunmak üzere bir toplantı düzenliyor. Bursiyerlerle tanışma toplantısı bu yıl, öğrencileri farklı bir ortamda ağırlamak amacıyla, yine Komite’nin geleneksel etkinliklerinden olan 8 Mart Dünya Kadınlar günü ile bir arada gerçekleştirildi. Gazeteci Yazar Mine Kırıkkanat’ın konuşmacı olarak davet edildiği etkinlikte, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı öğrenci grubunun verdiği mini konser, güne ayrı bir renk kattı. Çeşitli yayınevlerinin, Bursiyer Toplantısı nedeniyle öğrencilerimiz için gönderdikleri kitaplar, etkinlik sırasında sergilendi ve öğrencilere hediye edildi. Mine Kırıkkanat Dünya Kadınlar Günü nedeniyle davetli olduğu etkinliğimizde yaptığı konuşmada, önce bir yanlışı düzeltmek istediğini belirterek, Kadınlar Günü’nün, bilinenin aksine ilk defa Lenin tarafından 8 Mart 1921’de başlatıldığına dikkat çekti. Kırıkkanat, “Sovyetler Birliği’nde Komünist devriminin başlangıcında kadınların büyük mücadele vermiş olması ve 1917’deki isyanlarda da kadınların ön saflarda olması nedeniyle, Lenin, iktidara geldikten sonra kadınlara verdiği değeri göstermiş, 8 Mart’ı Kadın Günü olarak kabul etmiştir. Kadınlar Günü, önceleri sadece SSCB’de kutlanırken, daha sonra BM’nin devreye girmesiyle tüm dünyada kutlanır olmuştur.” dedi. İlk kez Lenin’in ilan ettiği, ancak Birleşmiş Milletler’in, 8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisinin, daha iyi yaşam koşulları nedeniyle bir tekstil fabrikasında başlattıkları grev ve ardından çıkan yangında 129 kadının ölmesi olayına dayandırarak 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü ilan etmesiyle, 1977 yılından öteye bütün dünyada bu günün kutlanmakta olduğunu vurgulayan Mine Kırıkkanat, aslolanın kadın-erkek eşitliği istemi olduğunu dile getirdi. Kırıkkanat konuşmasını şöyle sürdürdü: “Kadın, her zaman erkeğin arkasında yer alıyor. Kadın erkek eşitliği olmadan ne sosyal demokrasi olur, ne hukuk devleti olur. Bir kadının her şeyden önce anne olması gerektiğini bilirim. Kadın erkek eşitliği olmadan, kadınların ezildiği yerde hakkaniyet olamaz. Kadın haklarının tanınmadığı ülkelerde fikirler dahil her şey ithal. Kim kadını eziyorsa, kendine güvenmiyor demektir. Kadın-erkek eşitliğinin sağlandığı yerde ilerleme daha hızlı olmaktadır. İnsanlığın barış içerisinde bir yere gelmesini istiyorsak, her şeyden önce bir takım olan Prof. Dr. Mustafa Gediktaş anısına… “ÜÇ TENOR” Konseri İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, İTÜ öğrencilerine burs desteği sağlamak amacıyla, müzikseverleri İTÜ’nün unutulmaz hocalarından Prof. Dr. Mustafa GEDİKTAŞ anısına düzenlediği “Üç Tenor” konserinde buluşturdu. Üç Tenor kavramını Türkiye’de hayata geçiren ve konserleri büyük beğeni ile izlenen solistler Ayhan Uştuk, Aykut Çınar ve Şenol Talınlı’dan oluşan “Üç Tenor” grubu aryalar, senfonik türküler ve klasik eserlerden oluşan özel repertuvarlarıyla İTÜ’lülere renkli bir konser sundular. Klasik eserlerin yanı sıra, halkın operaya mesafeli duruşunu popüler parçalar yorumlayarak aşmayı ve opera sevgisini yaygınlaştırmayı amaçlayan “Üç Tenor” konserinde; Demet Kıyıcı (Viyolonsel), Soner Özer (Perküsyon), Esra Poyrazoğlu Alpan (Piyano), Emel Akçay Özer (Keman) ve Deniz Göktaş (Kanun) gruba eşlik ettiler. 24 Mart 2014 günü Mustafa Kemal Konferans Salonunda gerçekleştirilen ‘Anma Konseri’, Tülin Gediktaş’ın katkıları ile düzenleniyor. Mine Kırıkkanat’a yönetim kurulu üyemiz Ülkü Arıoğlu tarafından teşekkür plaketi sunuldu. kadın ve erkeğin barışması lazım. Bu bir oyun ekibidir; kadınsız erkek yarım, erkeksiz kadın yarımdır…” Mine Kırıkkanat’a konuşmasının sonunda, Yönetim Kurulu üyemiz Ülkü Arıoğlu tarafından teşekkür plaketi sunuldu. Kırıkkanat, daha sonra öğrencilere ve katılımcılara kitaplarını imzaladı. Etkinlik ikramlarla sona erdi. İTÜ VAKFI SOSYAL KOMİTESİ Burs Kampanyasına Destek Prof. Dr. Mustafa Gediktaş Anısına... üç tenor Şenol TALINLI Ayhan UŞTUK Aykut ÇINAR Viyolonsel : Demet Kıyıcı Perküsyon : Soner Özer Piyano : Esra Poyrazoğlu Alpan Keman : Emel Akçay Özer Kanun : Deniz Göktaş Tarih : 24 Mart 2014 Pazartesi Saat 20.00 Yer: İTÜ Maçka Yerleşkesi- YDYO Mustafa Kemal Konferans Salonu - Teşvikiye / İST İletişim : 0212 296 55 11 - 0537 921 82 32 itü vakfı dergisi 129 İTÜ Vakfının 59. Mütevelli Heyet Toplantısı İTÜ Vakfı’nın 59. Mütevelli Heyet toplantısı 1 Nisan 2014 günü gerçekleştirildi. İTÜ Arı Teknokent 3 Binası Konferans Salonu’nda yapılan toplantıya, mezun, mensup ve tüzel kişi temsilcilerinden oluşan yaklaşık 80 üye katıldı. İTÜ Rektörü ve İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karaca, toplantının açılış konuşmasını yaparak, Mütevelli Heyet üyelerine İTÜ’de gerçekleştirilen projeler ve atılımlar hakkında ayrıntılı bir sunum yaptı. 2013 yılı Yönetim Kurulu Faaliyet Raporu ile Denetçi Raporu’nun görüşülerek onaylandığı, Yönetim ve Denetim Kurulu’nun ibra edildiği, 2014 Çalışma Programı ve Tahmini Bütçesinin görüşülerek onaylandığı toplantının sonunda üyeler, çeşitli konularda dileklerini aktardılar. Söz alan üyeler; Y. Müh. Altok Kurşun, Prof. Dr. Mahir Vardar, Y. Müh. Yücel Özdemir, Müh. Zeliha Dilek, Prof. Dr. Ahmet Dervişoğlu, Y. Müh. Ülkü Arıoğlu, Dr. Y. Müh. Keskin Keser, gelir getirici faaliyetler, yürütülebilecek faaliyetler, burs miktarı ve burs sayısının artırılması yönünde fikir ve önerilerini paylaştılar. Son olarak söz alan Rektör Mehmet Karaca; İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu’na teşekkür ederek, Vakfın toplantılarına gönül huzuru içinde gelip, enerji ve motivasyon aldığını, Vakfın bütün hizmetlerinde olumlu geri dönüşüm sağlandığını, bu sonucun bütçelere de yansıdığını belirtti. Karaca, her iki vakfın da İTÜ için var olduğunu vurgulayarak, daha iyi bir Teknik Üniversite için manevi desteğin de şart olduğunu, bunun için Mütevelli Heyet üyelerinin desteklerini esirgememelerini söyledi.” Ayla ERDURAN, Burçin Büke, Sedef E. ATALA Neş’e ÖNAL “Neş’e Önal” Anısına Sahnedeydi anısına düzenlenen konsere katkılarından dolayı eşi Prof. Dr. Sayın Güven ÖNAL’a teşekkür ederiz. Uluslararası müzik elçimiz, efsane keman Bu geleneksel “Anma Konseri”, İTÜ Vakfı sanatçısı Ayla Erduran, klasik müziğin genç Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin kukuşak temsilcilerinden, gerek yurt içi ve yurt Sıra.......... Yer.......... rucu üyeleri arasında yerBualan ve tüm 23 geliri yıl bokonserin dışındaki performanslarıyla ülkemizi başarı ile Vakfıalarak Burs Fonu’na yunca çeşitli etkinliklerdeİTÜ görev destek aktarılacaktır. temsil eden viyolonsel sanatçısı Sedef Erçevermiş olan Neş’e ÖNAL anısına düzenlendi. tin ve Burçin Büke ile birlikte, İTÜ Vakfı Burs 25 yıldan bu yana düzenlediği sayısız etkinKampanyasına destek etkinlikleri çerçevesinlikten elde ettiği gelirle binlerce İTÜ öğrencide, 11 Nisan 2014 Cuma günü İTÜ’de müziksine burs desteği sağlayan Sosyal ve Kültürel severlerle buluştu. Hizmetler Komitesi’nin, Prof. Dr. Güven Önal’ın Üç değerli sanatçı, Brahms ve Rahmaninov desteği ile gerçekleştirdiği bu konserden elde İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi eserlerini yorumladıkları gecede, müzikseveredilen gelir, her yıl olduğu İTÜ Vakfı Bilgi için gibi : 0212 296 55 11 - 0537Burs 921 82 32 e-posta : komite@ituvakif.org.tr lere unutulmaz bir konser sundular. Fonu’na aktarılıyor. 130 itü vakfı dergisi İTÜ VAKFI SOSYAL KOMİTESİ Burs Kampanyasına Destek Neş’e ÖNAL anısına.... KONSER Ayla Erduran Burçin Büke Sedef E. Atala Tarih : 11 Nisan 2014 Cuma, Saat : 20.00 Yer : İTÜ Mustafa Kemal Konferans Salonu İTÜ Maçka Yerleşkesi - Teşvikiye / İST İletişim : 0212 296 55 11 - 0537 921 82 32 YAYINLAR Şarık Tara Sınırların Ötesinde İş Yaşamı ve Uluslararası İlişkiler Çiğdem Tüzün – Sühan Muratlı 330 Sayfa, Doğan Kitap 2014 dürlüğü üstlendi, torunum Mehmet de 29 yaşında bu göreve geldi. Her alanda diyaloğun ve hoşgörünün dostluğa va barışa hizmet edeceği düşüncesiyle hareket ettim. Yaratıcı olmanın, yenilikleri takip etmenin ve onlara adapte olmanın tecrübeden daha önemli olduğuna; insanları sevmenin, çok çalışmanın ve dürüst olmanın başarıyı ve mutluluğu getireceğine inandım. Gençlere tecrübelerimi aktarmak ve onlara “İnsanları sevin, dostluğa ve barışa inanın, mesut olun böylece problemlerinizin büyük kısmını halletmiş olursunuz,” diye seslenmek için anlattım. Şarık Tara Neden Anlattım? Hayatım boyunca hem kurduğum şirketi bir dünya şirketi yapmak için, hem de ülkeme ve dünya barışına katkıda bulunmak için çok çalıştım. Hatalar da yaptım, ama onlardan öğrendim, yılmadım yine çalıştım. 27 yaşındayken şirketimi kurdum, her zaman gençlere inandım, güvendim ve onlara inisiyatif verdim, imkan yarattım. 56 yaşındayken işleri oğluma devrettim, Sinan 26 yaşında genel mü- Şarık Tara’nın, işadamı kimliğiyle, gönüllü diplomat tavrıyla ve gerçekleştirdiği sosyal sorumluluk projeleriyle Türkiye’ye ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerine katkılarının günümüzde birçok kişiye örnek ve esin kaynağı olduğu muhakkak. “Şarık Tara Sınırların Ötesinde” isimli kapsamlı kitap Şarık Tara’nın yakın arkadaşı ve eniştesi Sadi Gülçelik’le birlikte kurduğu Enka’yı nasıl yurtdışına açtığını, gerek müteahhitlik sektörünün yurtdışına açılmasında gerek hükümet dışı aktörlerin dış politikada rol almasındaki öncü rolünü, sözlü tarih görüşmelerine dayanan bir yöntemle anlatıyor. İki ana bölümden oluşan kitabın ilk bölü- münde Şarık Tara’nın, Enka’yı adım adım bir dünya şirketine dönüştürmesi, yeni pazarlara girişi, enerjide müteahhitlikten üreticiliğe uzanan öyküsü ve bunları gerçekleştirmesini sağlayan yönetim ve ortaklık anlayışının temel özellikleri çalışma arkadaşlarının, ortaklarının ve iş aldığı kişilerin tanıklığıyla aktarılıyor. İkinci bölümünde ise Şarık Tara’nın dünya ölçeğinde nasıl bir ilişkiler ağı oluşturduğu; Türkiye’nin yurtdışına açılması için nasıl çaba gösterdiği; Türkiye’nin komşularıyla barış içinde yaşaması için nasıl özveriyle çalıştığı; zaman zaman iş dünyası kuruluşlarındaki görevleri çerçevesinde, zaman zaman da kişisel olarak Türkiye’nin dış ekonomik ilişkilerini çeşitlendirmeye ve geliştirmeye yönelik çalışmaları; Balkanlar’da savaşın son bulması ve ekonomik gelişmenin sağlanması için bir gönüllü arabulucu olarak zamanını, emeğini ve kaynaklarını nasıl seferbet ettiği özetleniyor. Kitapta, Tara’nın bu faaliyetlerine tanıklık etmiş çalışma arkadaşlarının yanı sıra, siyasi liderlerin, politikacıların, diplomatların, işadamlarının, akademisyenlerin ve gazetecilerin katkılarından da yararlanılmış. Pek çok siyasi liderle çekilmiş fotoğraf ve Şarık Tara’ya verilen Nişan, Madalya ve Ödül sayfaları kitaba ayrı bir zenginlik katmış. KORUMA SORUNLARIMIZ Mete Tapan Cumhuriyet Kitapları 200 sayfa 2014 Mete Tapan, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma kurullarında, üye ve başkan olarak 26 yıla yakın görev yaptı, bu süre zarfında çeşitli kararlara imza attı. Onayladığı kararların, elinden geldiğince, koruma yasasına ve ilke kararlarına uygun olmasına özen gösterdi. Koruma ile ilgili görüşlerini meslek hayatı boyunca gazetelerde, çeşitli kitap ve dergilerde dile getirdi; ülkemiz koruma politikasındaki önemli sorunları çeşitli platformlarda ortaya koymaya çalıştı. “Koruma Sorunlarımız – Mimarlık ve Kentleşme” isimli bu çalışmada ise Tapan’ın hem koruma hem de kentleşme konularındaki makale ve söyleşilerinin bir bölümü yer alıyor. Amaç da özellikle genç kuşakların, koruma konusunda daha duyarlı, daha evrensel ve ülke koşullarına daha uygun yaklaşımlar geliştirmelerine yardımcı olmak… itü vakfı dergisi 131 İTÜ’nün Çınarları Elektrik Elektronik Fakültesi 1930-1940’lı Yıllar Anılar ve Görüşler Yayına Hazırlayanlar: Nusret Yükseler – Ersin Toker TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası - 300 Sayfa Onlar, elektrik mühendisliğinin ilk temellerinin atıldığı 1930’lu ve 1940’lı yıllarda, Yüksek Mühendis Mektebi’nden başlayıp İTÜ ile günümüze uzanan süreçte öğrencilik ve hocalık yaptılar. Neredeyse asırlık bu çınarların kayıt altına alınan anılarında, hem ken- dilerine hem de Elektrik Elektronik Fakültesi’ne dair hikayeler vardı. Bu çalışma aynı zamanda mesleğin tarihçesini, hiç olmazsa ana hatlarıyla ortaya çıkararak, geçmişi büyüteç altına almak gibi bir sonuç da verecekti. Dahası, hocaların hayat hikayeleri, salt fakülteye, mesleğe ilişkin bilgileri içermekle yetinmeyip, muhtemeler 1930 ve 1940’lı yılların Türkiyesine ve için için kaynamakta olan dönemin Avrupasına– özellikle Almanya’ya- ait zengin gözlemlere de açılacaktı. Nitekim öyle de oldu… İTÜ’nün Çınarları 1950-1980’lİ Yıllar Anılar ve Görüşler Yayına Hazırlayan: Ersin Toker TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası 296 Sayfa 1950’li yıllar Türkiyesinde, sanayileşme yolunda atılan adımlar, bunu karşılayabilecek bir altyapının oluşturulmasını da gerektiriyordu. Bu süreçte üniversiteler özellikle de İTÜ önemli roller üstlendi. Evrensel mühendislik eğitiminde, sağlam bir köşetaşı olarak yükselen İTÜ’nün akademik kadroları, özgür ve demokratik bir üniversite ortamında, kendilerini sadece bilimsel katkıyla sınırlamayıp, uygulama alanında gösterdikleri özverili çabalarla da öne çıktılar. Ancak 12 Eylül 1980 darbesi üniversitelerde ağır bir tahribata yol açtı. İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi’nde mühendislik öğrenimlerini tamamladıktan sonra hocalık yıllarında pek çok öğrenci yetiştiren ve yöneticilik kademelerinde üstlendikleri etkin rollerle döneme damgalarını vuran beş öğretim üyesinin, hem kendi yaşamlarına, hem ülke sanayisine ve hem de İTÜ’de yaşanan değişim sürecine dair anlattıklarından oluşan bu kitap, tarihe yazılmış önemli bir tanıklığın da belgesi oldu. Çeken Akıntılar Ve Suda Boğulmalar Çalıştayı Bildiriler Kitabı 2013 Editörler : Serdar Beji, Barış Barlas, Mehmet Işık İTÜ Vakfı Yayınları 72 Sayfa 2014 132 itü vakfı dergisi Suda boğulma sonucu ölüm olayları hem Türkiye hem de dünyada en önemli kazayla ölüm nedenleri arasındadır. Her yıl birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olan bu olayların başlıca sebepleri yüzme bilmemek, emniyet tedbiri alınmamış yerlerde suya (deniz, göl, gölet, akarsu vb.) girmek ve suyu kurallarına uygun şekilde kullanmamaktır. Boğulma olaylarının halk arasında fazla bilinmeyen ya da yanlış bilinen bir başka sebebi de “çeken akıntılar”dır. Türkiye’de sadece Karadeniz sahillerinde denizin dalgalı olduğu havalarda görülen bu akıntılar konusunda dünyada geniş bir literatür bulunmasına ve bunlardan korunmaya yönelik çeşitli kampanyalar düzenlenmesine karşın henüz ülkemizde bu tür çalışmalar yapılmamaktadır. İstanbul İl Jandarma Komutanlığı, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi ve İstanbul AFAD’ın bu konuda bir ilki başararak çeken akıntılara ilişkin bir sosyal sorumluluk projesi yürütmesi Türkiye açısından oldukça olumlu bir gelişmedir. İstanbul Kalkınma Ajansı desteği ile yürütülmekte olan “Akıntıya Tutulma, Yaşama Tutun” başlıklı bu proje kapsamında 6 Mayıs 2013 tarihinde İstanbul’daki birçok kamu kurumu ve sivil toplum örgütü temsilcilerinin katılımıyla “Çeken Akıntılar ve Suda Boğulmalar Çalıştayı 2013” düzenlenmiştir. Bu kitap bu çalıştayda sunulan bildirilerin bir araya getirilmesiyle ortaya çıkmış olup, çeken akıntılar konusundaki akademik çalışmalara bir başlangıç noktası olacağı düşüncesiyle kaleme alınmıştır. YAYINLAR Ebrunun Mermer Yüzü/ 100. Kişisel Sergi KATALOĞU Hikmet Barutçugil The Marble Face of Ebru/ 100th Solo Exhibition 251 Sayfa, 30x30 cm İTÜ Vakfı Yayınları, 2014 “Ebru, bir resim sanatı olmakla beraber, resim sanatı olmaktan ibaret değildir. Aynı zamanda nükteli bir şiir, yumuşak bir ezgidir de… Ebru, gücü zaman üzerinde oynamaya yeten, dans eden bir figürdür. Tıpkı adını telaffuz ederken olduğu gibi: EBRU! Belki de yeryüzünde hiçbir sanat, adıyla bu kadar bağdaşmamış, bu kadar iç içe geçmemiştir. Suyun yalınlığı, renklerin düğünü, insanın duyguları, tabiatın kusursuzluğu ebru sanatında buluşur. Ebru, fikre düştüğü ilk andan, gözle buluştuğu son ana kadar kendine has mistisizmini asla yitirmeyen bir ifade şeklidir…” diyor, günümüzde ebru sanatının en önemli temsilcilerinden Hikmet Barutçugil. Yüzyıllardır suyun üzerine yazılan ebru; günümüzde birçok yeniliğin katılmasıyla artık bir soyut sanat olarak değerlendiriliyor, başta Hikmet Barutçugil olmak üzere bu sanata gönül vermiş kişiler sayesinde adeta rönesansını yaşıyor. Barutçugil’in ebru ile yıllar süren gönül bağı, son dönemde farklı bir boyuta evrilerek, farklı bakış arayışları içinde MERBER görüntüleri elde etmeye varıyor. Ve sonuçta, doğada eşsiz güzellikteki dokular, sanatçının ellerinde ebruya yansıyıp bizleri şaşırtıyor. Hikmet Barutçugil’in yeni arayış ve estetik kaygılarının eseri olarak ortaya çıkan bu çalışmaları, İTÜ RGS (Rektörlük Sanat Galerisi)’de açılan 100. kişisel sergisinde sanatseverlerle buluştu; sergi ile eş zamanlı olarak hazırlanan “Ebrunun Mermer Yüzü/The Marble Face of Ebru” sergi kataloğu da İTÜ Vakfı Yayını olarak yayımlandı. Kitapta, ebrunun minyatür, kaligrafi, illüstrasyon ve çeşitli sanat dallarıyla bir arada yorumlandığı çok sayıda örnek, Türkçe ve İngilizce metinlerle ve şık bir tasarımla sunuluyor. Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar Can Erel 168 Sayfa, İstanbul 2014 www.canerel.com.tr “Doğumumdan itibaren ilk gençlik yıllarım iki kutuplu dünyanın ‘Uzay ve Ay Yolculuğu’ mücadelesini izleyerek geçti; sonrasında yaşanan ambargonun ulusal havacılığımaz etkisini azaltmak çezer ‘Kendi Uçağını Kendin Yap!’ söylemi ile sloganlaştırılan politikalar da havacılık ilgimi mesleki karayier yapılandırma güdüsü haline dönüştürdü. Artık gökyüzüne karşı hayallerim vardı; belki de, denize karşı evimin olmasını engelleyen… Ortaöğrenimim sırasında kazandığım TÜBİTAK Bilim Adamı Yetiştirme Grubu bursunu uçak mühendisliği öğrenimimde de sürdürmük ve Türk Hava Kuvvetleri Güçlendirme Vakfı’nın TUSAŞ gelecek kadrolarını oluşturmak için seçitiği 11 öğrenciden biri olmuştum. Mesleki kariyerimde de havacılık ve savunma alanlarındaki endüstriyel geçmişimizi araştırıp kiritik öneme sahip kişi, kuruluş ve süreçleri inceledim. Anladım ki; -Cumhuriyet tarihi boyunca ulusal endüstrimizin gelişiminde bazı kuruluş ve kişiler, aldıkları görev ve taşıdıkları sorumluluklarla, İZ bırakıp fark yaratarak ulusal endüstrimizin bugünlere ulaşmasında daha fazla pay sahibi olmuşlar… -Her anı ayrı bir heyecana sahip bu endüstriyel gelişim sürecine, İZ bırakan endüstri dönüşümcülerine ilgi duyarak tanımak ve yaşananlardan ders çıkarmak da çağdaş bir gereklilik haline gelmiş… Bu incelemelerde not ettiğim bulgularımı deneyimlerimle sentezleyerek paylaşmak için projeler hazırladım zaman içinde… Olanaklarım ve zamanımın el verdiği ilk andan itibaren hayata geçirdiğim bu projelerden biri de ‘Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar’ oldu. Bu projede özellikle havacılıkuzay ve savunma endüstrilerinde ‘iz’ bırakanlara yönelik araştırmalarımı sahip olduğum bilgi, bilit ve endüstriyel deneyim ile yoğurup Can’Ca yazarak gelecek meslektaşlarımın değerlendirmelerine ve ilgili okuyucuların anılarını tazelemesine mütevazı bir katkı sağlayabilmek için bu kitapta paylaşıyorum.” İTÜ Uçak Mühendisliği Bölümü mezunu Can Erel’in havacılık-uzay ve savunma endüstrilerinde geçen 35 yıllık deneyiminden yola çıkarak ve kendi deyişi ile “vefa” duygusuyla kaleme aldığı “Can’Ca- Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar” kitabı 6 bölümden oluşuyor. Şakir Zümre, Tayyareci Vecihi Hürkuş, Mühürdarzade Mehmet Nuri Demirağ, Türk Tayyare Cemiyeti’nin Avrupa’ya Gönderdiği İlk Tayyare Mühendisliği Öğrencileri ve Makinist Stajyerler, Mecmüzzafer Orbay ile, Türkiye’de pek çok ‘ilk’e ve mühendislik eserine imza atarak ‘iz’ bırakmış İstanbul Teknik Üniversitesi ve mezunları bu bölümleri oluşturuyor. itü vakfı dergisi 133 YAYINLAR İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi, Pandora, EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: info@ituvakif.org.tr İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz Editör: Prof. Dr. MehmetKaraca 2. Baskı Matematik I Teoremler, İspatlar, Problemler Y. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca 2. Baskı Matematik I Çözümlü Problemleri Y.Doç.Dr. Ayşe Peker Dobie 6. Baskı 134 itü vakfı dergisi Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Prof. Dr. Ayla Ödekan Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi Prof. Dr. Mithat İdemen 2. Baskı Lineer Cebir Çözümlü Problemleri Y. Doç. Dr Mehmet Ali Karaca 2. Baskı Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi Y. Müh. Aydın Esen Genel Jeoloji Prof. Dr. İhsan Ketin 8. Baskı 5. Essentials of Research Paper Writing Dilek Vidana Tavaşoğlu Suzan Arıman Süeda Albayrak - 2. Baskı Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Prof. Dr. Mithat İdemen 3. Baskı Mimarlıkta Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan Diferansiyel Denklemler Prof. Dr. Faruk Güngör 4. Baskı Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekâmül Dersleri Prof. Nermin Kaygusuz Planlamada Sayısal Yöntemler Prof. Dr. Vedia Dökmeci Hikmet Barutçugil The Marble Face of Ebru/ 100th Solo Exhibition 251 Sayfa, 30x30 cm İTÜ Vakfı Yayınları İTÜ VAKFI YAYINLARI İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 150 TL The Armanian File Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş - 2004 Editör: Ayla Ödekan 150 TL Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013 Aydın Esen Essentials Of Research Paper Writing - 2.baskı, 2013 Kamuran Gürün 17 TL Mimarlıkta Estetik Değerlendirme Mete Tapan 10 TL 50 TL Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı Kemal Kafalı 10 TL Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 17 TL Mukavemet Esasları Güher Dosdoğru Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 15 TL Flotasyon Suna Atak Matematik I Çözümlü Problemleri - 6. Baskı, 2013 Ayşe Peker Dobie 22 TL Plaser Yataklar Atilla Aykol, Ali H. Gültekin 8 TL Genel Jeoloji - 2008, 8. Baskı İhsan Ketin 25 TL Kaynağın Isıl İşlemi Nezihi Özden 8 TL Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Mehmet Ali Karaca 25 TL Analiz Ratıp Berker 10 TL Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Alinur Büyükaksoy,Gökhan Uzgören, Ali Alkumru 25 TL Nükleer Çağın İlk 40 Yılı Nezihi Özden 10 TL Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Mithat İdemen 15 TL Üniversitelerimiz Nereden Nereye Getirildi Kemal Kafalı 10 TL Diferansiyel Denklemler - 2010 Faruk Güngör 25 TL İTÜ’den 50 Yıllık Anılar Kemal Kafalı 10 TL Elektromanyetik Alan Teorisinin Temelleri - 2006 Mithat İdemen 11 TL İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç›in Geçe Kuvaterner Dip Tortulları Engin Meriç 10 TL Mimarlıkta Değerlendirme - 2004 Mete Tapan 10 TL Yüksek Matematik Cevdet Koçak 10 TL Planlamada Sayısal Yöntemler - 2005 Vedia Dökmeci 10 TL Genel Fizik Deneyleri Mustafa Çetin 8 TL Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Mehmet Ali Karaca 15 TL İTÜ Tarihçesi Kazım Çeçen 10 TL Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Ülgen Gülçat 17 TL Sözlü Yazılı ve Bilimsel Anlatım Teknikleri Ö.Bayramıçlılar, N.Ak 8 TL 18 TL Fizik 1 Hüseyin Güven v.d. 8 TL 15 TL Müzikoloji ve Kaynakları -2006 Yrd. Doç. Dr. Recep USLU 10 TL Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekamül Dersleri -2006 Nermin Kaygusuz 10 TL Elektromanyetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009 Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi - 2004 A.M. Celal Şengör Cisimlerin Mukavemeti 2014 (9. Baskı çok yakında kitabelerinde) Mustafa İnan 8 TL 10 TL itü vakfı dergisi 135 spor İTÜ’NÜN EFSANE BASKETBOL TAKIMI Metin Tükenmez İTÜ Spor Kulübü günümüzde etkin olan 14 branşta faaliyet göstermektedir. Bu branşların arasında basketbol, kulübün itici gücü olmakla birlikte üniversitenin adıyla özdeşleşerek Türk basketbolunda “yenilmez armada” unvanını almıştır. Nasıl ki, ülkemizde de televizyon dizisi olarak yayımlanan Beyaz Gölge ABD’de basketbolu sevdirmek amacıyla çekilmişse, İTÜ Basketbol Takımı da ülkemiz basketboluna öncülük edip yaygınlaşmasına, basketbolun sevilmesine önayak olmuştur. İ stanbul Teknik Üniversitesi mühendislik ve mimarlık alanında ekol olmuş bir eğitim kurumu olmakla birlikte basketbol ile de özdeşleşen ender üniversitelerden biridir. İTÜ’deki tüm spor etkinliklerini yürütmek, devlet aracılığıyla düzenlenen resmi karşılaşmalara spor takımları hazırlayıp katılmak, İTÜ’lü gençlerin sportif etkinliklerinin, yurt içinde ve yurt dışında başarıya ulaşmasını sağlamak üzere eski rektörlerimizden Prof. Dr. Emin Onat ile Prof. Dr. İlhami Cıvaoğlu başta olmak üzere 26 kurucu üye tarafından 1953’de kurulan İTÜ Spor Kulübü tüzüğünü oluştururken yukarıdaki görevler somutlaştırılmış, altı ana spor branşıyla da etkinliklerine başlamıştır. Atletizm, Basketbol, Futbol, Hentbol, voleybol ve masa tenisi dallarında üniversite öğrencileri ağırlıklı olmak koşuluyla etkinliklerine başlayan İTÜ Spor kulübü günümüzde etkin olan 14 branşta faaliyet göstermektedir. Bu branşların arasında basketbol, kulübün itici gücü olmakla birlikte üniversitenin adıyla özdeşleşerek Türk basketbolunda “yenilmez armada” unvanını almıştır. Nasıl ki, ülkemizde de televizyon dizisi olarak yayınlanan Beyaz Gölge ABD’de basketbolu sevdirmek amacıyla çekilmişse, İTÜ basketbol takımı da ülkemiz basketboluna öncülük edip yaygınlaşmasına, basketbolun sevilmesine önayak olmuştur. Bir efsane haline gelen; Kemal Erdenay, Nuri Tan, Hüseyin Alp, Reşat Güney, Osman Gündüz, Cihat İlkbaşaran, Ünal Öğün, Haluk Okçuoğlu, Zeki Tosun, Öner Şaylan, Öner Birol, Mahmut Layık, Şükrü Tek ve Nikoliç Miograd’dan oluşan İTÜ Basketbol Takımı, 1966-67 sezonunda kurulan Türkiye Deplasmanlı Basketbol Ligi’nin İzmir Altınordu’dan sonra ikinci şampiyonu olmuştur (1967-68). 1970 ile 1973 yılları arasında ye- Ayaktakiler: Kemal Erdenay, Osman Gündüz, Hüseyin Alp, Zeki Tosun, Serdar Oturanlar:Nuri Tan, Öner Şaylan, Mustafa, Cihat İlkbaşaran, Halil, Reşat Güney 136 itü vakfı dergisi “1970 ile 1973 yılları arasında yenilmez armada olan İTÜ üst üste dört şampiyonluk alan ilk takım unvanını aldı. İTÜ İnşaat Fakültesi’nde sınıf arkadaşı, daha sonra enişte-kayınbirader olan Sadi Gülçelik ile Şarık Tara bu büyük takımın oluşmasına yönetici olarak katkı yapmış, emek vermişlerdir. Yenilmez armadadan sonra bu başarıyı sadece Efes Pilsen gösterebilmiştir. Yani 49 yıllık Türkiye Basketbol Ligler tarihinde üst üste dört şampiyonluk edinen iki takımdan biridir İTÜ.” nilmez armada olan İTÜ üst üste dört şampiyonluk alan ilk takım unvanını aldı. İTÜ İnşaat Fakültesi’nde sınıf arkadaşı, daha sonra enişte-kayınbirader olan Sadi Gülçelik ile Şarık Tara bu büyük takımın oluşmasına yönetici olarak katkı yapmış, emek vermişlerdir. Yenilmez armadadan sonra bu başarıyı sadece Efes Pilsen gösterebilmiştir. Yani 49 yıllık Türkiye Basketbol Ligler tarihinde üst üste dört şampiyonluk edinen iki takımdan biridir İTÜ. İTÜ’nün efsane basketbol takımı o günlerde Hüseyin Alp, Zeki Tosun, Reşat Güney, Nuri Tan, Kemal Erdenay, Cihat İlkbaşaran ve Önal Öğün’ü aynı anda Ulusal Basketbol Takımı’na verme onurunu yaşayan tek takım olmuştur. Bir maça 12 oyuncuyla çıkılan Basketbolda Ulusal takımın yedisi İTÜ’lüydü. Bu nedenle ve oynadığı basketbol ile İTÜ takımı Türkiye’nin her yerinde sevilmiştir. Seyrederken agresif görüntüler veren İzmir seyircisi bir maçta, bitime sekiz dakika kala hakemin Kemal Erdenay’a beşinci faulü çalması nedeniyle 8 dakika durmaksızın protesto edilmiştir. İTÜ Basketbol Takımı o günün koşullarında son derece hızlı basketbol oynayıp birebir ve ikiye iki oyunlarda başarılı olan, müthiş paslaşmaları ile yaratıcı basketbol oynayıp izleyenlerin gönlünde taht kurmuştur. Efsane takım 1970-71 sezonunda ligden sonra finalde Beşiktaş’ı 74-69 yenerek Türkiye kupasını da kazanmış böylece çifte şampiyon olan ilk takım unvanını da almıştır. Bu efsane takım kurulurken, Prof.Dr Gündoğdu Özgen başkanlığında Prof. Dr. Raif Durak, Muammer Karabey ve Tarık Tokça yönetim kurulunda görev yaptılar. Şengün Kaplanoğlu ve Samim Göreç’de antrenörlük görevini üstlendiler. Kazanılan ilk Türkiye şampiyonluğunda(1967-68) ise Mehmet Baturalp antrenör Raif Durak menajerlik görevini üstlenmişlerdir. İTÜ Basketbol Takımı bugün için özlemi duyulan yetiştirici ve yarışmacı kulüp olma özelliğini her zaman korumuştur. Örneğin, Ankara Doğanspor genç takımında oynayan Kemal Erdenay 1963’de İTÜ’ye transfer edilir ve bir yıl sonra A takım formasını giyip 5 şampiyonluk da da en iyi oyuncuların başında gelir. Er- Reşat Güney, Hüseyin alp, Kemal Erdenay, Oturanlar Halit, Cihat İlkbaşaran denay 1974’de askerlik görevini yapmak için takımdan ayrılır bu kez Muhafızgücü’nde Türkiye şampiyonluğu yaşar. İTÜ’de oyuncuların yaşına değil yeteneklerine bakılır. Bu bağlamda yetenekli basketbolcular yaşına bakılmaksızın A takımda oynatılır. Bu da İTÜ’nün gençlere ve yetiştiriciliğe verdiği önemden kaynaklanır. Harun Erdenay, babası Kemal Erdenay’ın takım arkadaşı Zeki Tosun ile genç yaşına karşın aynı takımda oynayabilmiştir. Levent Topsakal’da İTÜ formasını genç yaşta giyen yıldızlardandır. Gelmiş geçmiş en iyi basketbolculardan biri olarak kabul edilen Harun Erdenay 1988-89 sezonunda Türkiye Basketbol Ligi Sayı Kıralı, 1989-90 sezonunda Türkiye’nin en iyi oyuncusu seçilmiş, 2004-05 sezonunda ise yeniden Türkiye Ligi Sayı Kralı olmuştur. İTÜ’nün efsane basketbol takımı bir spor ekibi olmaktan öteye anlamlar taşımış ve bu anlam ve değerleri Türk toplumuna aktarabilmiştir. İTÜ Basketbol Takımı, bir arada birlikte olmak, yarışmak, takım olmak, birlikte hareket edebilmek, gençlerin yetiştirilmesine önem vermek, gençlere güvenmek, maç kaybederken bile birlikte eğlenebilmek gibi sportif ve insani değerlere sahip bir “gönüllüler birliği” haline gelmiştir. Tarihinde her zaman çok küçük ekonomik bütçelerle devlerle savaşmasının, zaman zaman onları alt etmesinin nedenleri de bu birliğin içinde saklı olsa gerek. İTÜ Basketbol Takımı, Türk Basketbolunun altın armasıdır. Bu altın arma zaman zaman alt liglerde mücadele etse de altın değerinden ne kaybeder? itü vakfı dergisi 137 SPOR MERVE GİRAY “KENDO” TEMSİLCİMİZ K endo bir Uzakdoğu savunma sanatı. Kökeni Japonya, ilk uygulayıcıları ise samuraylar. Japoncada kılıç anlamına gelen “ken” ile yol anlamına gelen “do” kelimelerinin birleşmesinden doğan kendo, günümüzde hem spor hem sanat olarak adlandırılıyor. Çoğunluğu Japonya ve Kore’de olmak üzere dünyada kendo ile uğraşan 6 milyon sporcu var. Onlardan biri de Türkiye’den bu spora gönül veren ve ülkemizi yurtdışında temsil eden başarılı bir İTÜ’lü. Merve Giray, Fen-Edebiyat Fakültesi Fizik Mühendisliği Bölümünden yeni mezun ve şimdi İTÜ Fen Bilimleri Enstitüsünde yüksek lisans yapmaya hazırlanıyor. Kendo ile İTÜ’de tanışan Merve, 2013 Aralık’ta Türkiye’de düzenlenen Kendo Turnuvasında kadınlar bireysel kategorisinde 2.’lik elde etti. Başarısıyla Kendo Türk Milli Takımına seçildi. 2,5 yıldır bu sporla uğraşan Merve Giray, bu ay Fransa’da düzenlenecek Kendo Turnuvasına katılarak, hem İTÜ’yü hem Türkiye’yi temsil edecek. Çocukluğunda izlediği çizgi filmlerden etkilenen ve bugün milli sporcu olarak kendo kariyerine devam eden Merve ile ülkemizde çok tanınmayan bu sporun tanınması ve yaygınlaşması için İTÜ’de “Kendo ve Laido Kulübü”nün kuruluşuna da öncülük etmiş. İTÜ’de kulübe ayrılan salonda yapılan çalışmalara öğrencilerin yanısıra öğretim üyeleri, mezunlar ve çalışanların çocukları da katılıyor. Spor Mühendisleri’nden spor yazarlığına yeni bir bakış İstanbul Teknik Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğrencilerinden Anıl Güler, Basın Yayın Kulübü'nden ayrıldıktan sonra yaklaşık 4 ay önce "Spor Mühendisleri" adı altında bağımsız bir ekip kurdu. Yazarları İstanbul Teknik Üniversitesi öğrencilerinden oluşan ekip zaman zaman Türkiye'nin farklı üniversitelerinden yazı gönderen öğrencilere de yer ayırıyor. Futbol , basketbol , voleybol , atletizm , tenis , dövüş sporları ve daha bir çok spor branşında yazan yazarlar spormuhendisleri. blogspot.com.tr adresi üzerinden yayın yapıyorlar. Burada yayınladıkları yazıları Facebook ve Twitter üzerinden açtıkları hesaplar aracılığı ile paylaşıyorlar. İlk zamanlar dört-beş kişi ile başlayan ekip, şimdi kırk beş kişiye ulaşmış durumda. Mayıs ayı içerisinde yazarlar kendi cep harçlıklarından giderini karşıladıkları amatör bir basılı yayın çıkardılar. Nihai amaçları ise mühendis adayları tarafından hazırlanmış profesyonel bir spor dergisi çıkarabilmek. Anıl Güler, Spor Mühendisleri ekibinin kapılarının, yazarlık tecrübesi olan ya da daha önce hiç yazı tecrübesi olmayan, sporu seven ve herhangi bir branşı ile ilgilenen herkese açık olduğunu belirtiyor. Güler, amaçlarının hem yazan hem de okuyanlar için bir ke- İTÜ Kano Takımı Türkiye Üçüncüsü Oldu Türkiye Kano Federasyonu tarafından 3-4 Mayıs 2014 tarihlerinde Bodrum’da düzenlenen “Deniz Kanosu Bahar Yarışları”ndan, İTÜ Kano Takımı kupayla döndü. Kano sporunun yaygınlaşması ve olimpik 138 itü vakfı dergisi yarışlara milli sporcu hazırlamak amacıyla, Türkiye Kano Federasyonu tarafından Bodrum Gümüşluk’te düzenlenen yarışmada, İTÜ Kano Takımı Türkiye üçüncüsü oldu. yif-hobi alanı oluşturmak , mühendislik öğrencilerine teknik eğitimin yanında sosyal bir deneyim yaşatmak olduğunu söylerken de ekliyor : "Spor Mühendisleri'nin, İTÜ'ye bırakacağım bir iz olmasını bir miras olmasını istiyorum. Bizler mezun olduktan sonra yerimize yeni arkadaşlar gelsin ve bu üniversiteli spor yazarlığı deneyimini sürdürsün. Daha yolun başındayız, umarım daha güzel işler, daha güzel yayınlar çıkartmaya devam ederiz.” Hazırlayan : Süleyman Kolata 110 çift katıldı. Sonuçlar şöyle oldu: 1. Kudret Metin- Erdal Olcay Ercan %60,164 2. Adnan Ekşioğlu- Tamer Akbulut %57,001 3. Coşkun Kesgin-Nafiz Zorlu %56,617 4. Serhat Paksoy-İpek Başarır %56,100 5. Cemal Narin-Hakan Yıkgeç %55,480 MIx 1= Ismail Kandemir-Sevil Nuhoğlu Senjör 1= Mahmut Yergin- Hamit Emen Kadın 1 = Nadide Saltıel-Sevgi Dinçel %53,388 %52,709 %44,789 4-6 Nisan 2014 tarihlerinde İSKENDERUN’da yapılan Paton Final-A Sonuçları: 1-ALTUN (95)= Toygar Altun, Tuncay Altun,Şükrü Altun, Nafiz Zorlu, Süleyman Kolata, Ferda Balcıoğlu 2- NEMA (85)= Nuray Kamgözen, Emin Komgözen, Mustafa Özdemir, Abidin Gezer. 3-SES NAKLİYAT(81)= Mehmet Nasırlıoğlu,Ahmet Atay,İbrahim Teke,Feyzi İmamoğlu 16-İSKENDERUN BRİÇ FESTİVALİ AÇIK İKİLİ GENEL SONUÇLARI 1.Cengiz Şeker- Fikret Ak %63,77 2. Tezcan Şen-Sarper Uslupehlivan %62,82 3.Serhan Antalyalı-Tuğbars Bozkurt %61,89 4.Tufan Köse-Erol Duman %61,36 5.Fatma Özgür-Baykara Köksal (Mix) %61,06 6. Süleyman Kolata-Merter Beybek %58,62 7.Hasan Solmaz-Ferit Özkaya (SENYÖR) %58,62 15.Ayşe Geçdoğan-Pınar Ayaz( Kadın) %51,57 \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ TRAKYA AÇIK İKİLİ ŞAMPİYONASI İskenderun Briç Festivali Açık İkili 2. Seans =1 No=15 Dağıtan=Güney V95 V1052 5 V854 K 4 873 87632 B ----- AQ96 ----- D 10 V8763 Q109 72 G AQ10 R4 Q942 AR63 GEZER Batı - Pas Pas Pas BOYBEK Kuzey - 1 Kör 3 Trefl Pas ÖZDEMİR Doğu - Pas Pas Pas KOLATA Güney 1 Karo 2NT 3NT Batı karo As atak etti ve sonra trefl yedili oynadı. Güneyde oturan Kolata AR trefl ve trefl oynayıp,dama verdi. Eli olan doğu kör dönünce oynayan Rua’yı koydu ve son trefl ile yere geçti. Bu esnada Doğu sıkışmıştı: V95 V105 V K 4 87 B ----- ----- D AQ9 - V876 - 87632 G itü vakfı dergisi 139 Daha önce son trefl oynanırken doğu kör yemiş olsaydı da,yerden kör ve sonraki pik dönüşünü yerden vale ilk olarak tekrar kör oynanarak 3NT yine yapılıyordu. Bu el Kuzey-Güney çiftine 100 üzerinden 91 puan kazandırdı. Başka bir masada,batıda oturan Tezcan Şen kör sekizli atak edince 3NT iki batmış. Aşağıdaki el 23-30 Mart Tarihleri arasında Amerika-Dallas şehrinde yapılan Kuzey Amerika şampiyonası Swiss TEAMS’de oynanmıştır. Herkes Sonsuz Dağıtan= Güney Q3 AR9 Q9863 R92 K R Q875 B ----- V1062 ----- D 42 RV5 1042 A8654 V1073 G A98754 V1063 A7 Q Batı - Kontr Pas Pas KANDEMİR Kuzey Doğu - - Sürkontr Pas 3 Trefl Pas 4 Pik Pas 140 itü vakfı dergisi KOLATA Güney 1 Pik 2 Kör 3 Pik \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ Son trefl üzerine doğu pik yedi.Bunun üzerine pikleri oynayan deklaron en son yerden kör valesini oynadı. Doğunun elinde körden AQ9 kaldığı için, son körü yere vermek zorunda kaldı. As trefl ve trefl dönüşüne yerden Rua konup elden karo kaçıldı. Yere doğru oynanan pik’i batı Rua ile aldı ve tekrar trefl oynadı. (El çakan-yer çak) Elden çakan Kolata pik damına gitti. (Batı vermedi.) Koro As ile ele gelinip pik Ası çekerken Batı enteresan bir squeeze olmuştu. (Cris-cros gibi.) Durum şöyleydi: AR9 Q98 K Q875 B ----- V10 ----- D 42 104 RU - - G A9 V106 - Elden oynanan pik as üzerine batı kör yerse,kör empası ile eldeki kör sağlanıyor. (Defans sadece bir koz alıyor.) Kör değil de karo yerse, oynayan kör dokuzlu yere gidip karoya son kozuyla çakınca,karo Ruası düşüyor ve yerdeki karolar sağlanıyor. Şimdi kör, kör oynanınca doğu son kozla çakıp, son eli yere, karo damına veriyor. Diğer masada 3NT iki batınca DİNKİN takımı bu elden 11 imp kazandı.