000 jenerik
Transkript
000 jenerik
‹LEM YILLIK 2007 ‹LEM YILLIK düflünce & araflt›rma dergisi Y›l /Year: 2 • Say› /Issue: 2 2007 ISSN: 1307-3303 ‹lmi Etüdler Derne¤i Ad›na ‹mtiyaz Sahibi ve Yaz› ‹flleri Müdürü Yusuf Alpayd›n Editörler Ali Kaya | Adem Baflp›nar Yay›n Kurulu Ali Kaya | Faruk Yasl›çimen | ‹brahim Halil Üçer Kas›m Aksoy | Lütfi Sunar | Yusuf Alpayd›n Dan›flma Kurulu Doç. Dr. ‹smail Coflkun | Doç. Dr. Mustafa fientop | Doç. Dr. Murteza Bedir Doç. Dr. Recep fientürk | Doç. Dr. Tahsin Görgün | Veli Karatafl | Yusuf Kaplan Yay›n Türü Yerel Süreli Yay›n Kapak Tasar›m & ‹ç Düzen Furkan Selçuk Ertargin Bask› & Cilt Nak›fl Ofset Litrso yolu 2.Matbaac›lar Sitesi A Blok 2A 13 Topkap› / ‹stanbul Tel: +90 212 613 87 37 ‹LEM Y›ll›k, ‹lmi Etüdler Derne¤inin y›lda bir yay›mlad›¤› akademik hakemli bir dergidir. Yay›mlanan yaz›lardan yazarlar› sorumludur. Genç ‹lim Adam›na Nasihatler | SABAHATT‹N ZA‹M | 7 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f | YUNUS KAYA | 23 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu | MAHMUT GÖKMEN | 61 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme YUSUF ALPAYDIN | 79 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar | HAMD‹ Ç‹L‹NG‹R | 91 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi | MICHAEL E. MARMURA | 103 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi HAL‹L ‹BRAH‹M EROL | 119 Kaptan-› Derya Barbaros Hayreddin Pafla’n›n Hat›ralar› | SÜLEYMAN GÜDER | 130 Kent Hangi Tarihe Düfler? | MUSTAFA KÖMÜRCÜO⁄LU | 135 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› | 141 ADEM‹R JERKOV‹Ç, ALEV ERK‹LET AL‹ BULAÇ, SADIK YALSIZUÇANLAR Sunufl Dünyada önemli de¤iflmeler oluyor, Türkiye de önemli bir dönemden geçiyor. Böylesi dönemlerde meselelere sahih bir biçimde bakmay› becerebilen kiflilere olan ihtiyaç da daha aç›k bir biçimde belirginlefliyor. Zira bu dönemde köklerini kendi medeniyetinden alan ilim adamlar›n›n rolü, toplumun vicdan› olarak daha fazla ortaya ç›kmaktad›r. Derne¤imiz bu evsafta ilim adamlar›n›n yetiflmesine katk›da bulunmak üzere çeflitli düzeylerde çal›flmalarda bulunuyor. Eskiler “tevakkufsuz vukuf olmaz” demifller. Yani durmadan anlayamazs›n. Bunu iki flekilde anlayabiliriz: Hayat›n ak›fl› içerisinde bir meseleyi anlamak ancak durup üzerinde düflünmeyi, çal›flmay›, o mesele etraf›nda derinleflmeyi, o meseleden ve o meselenin ba¤lam›ndan soyutlanmay› gerektirir. Bunun için sab›rla çal›flmak flartt›r. Bu sözün ikinci anlam› ise bir meseleyi anlamak için bir yerde durmak gerekir. Yani bir konuma, bir bak›fla ve bir perspektife ihtiyaç duymaktay›z. Meseleler karfl›s›nda konumlanmak ve bir yerde durmak, bir yerden bakmak k›s›tlay›c› olsa da, anlamak için temel flartt›r. ‹LEM olarak durulacak yeri belirlemek ve derinli¤ine çal›flmak gerekti¤inin bilinciyle çal›flmalar›m›z› flekillendiriyoruz. Bu bilinçle e¤itimler, atölye çal›flmalar›, ihtisas çal›flmalar›, paneller, konferanslar düzenliyor, yeni ilim adamlar›n›n neslinin medeniyet birikimiyle hemhal olarak yetiflmesini sa¤lamaya çal›fl›yoruz. Bu çal›flmalardan biri, y›lda bir yay›mlad›¤›m›z y›ll›¤›m›zd›r. Di¤er akademik dergi türleri aras›nda özel bir yere sahip olan y›ll›klar, bir kurumun birikimini yans›tmas› bak›m›ndan son derece önemlidir. Biz de ‹LEM’de ortaya ç›kan birikimin bir bölümünü bu y›ll›kla yans›tmay› arzu ediyoruz. Y›ll›k etraf›nda bir bak›fl›n ve derinleflmenin vaki olmas›n› ve böylece ilim camias›na bir katk›da bulunmay› amaçl›yoruz. ‹lmi Etüdler Derne¤i’nin 2007 y›ll›¤› çeflitli katk›larla flekillendi. Bu y›ll›kta makaleler, çeviriler, de¤erlendirmeler ve derne¤imizin geçen y›l düzenledi¤i iki toplant›n›n konuflma metinleri yer al›yor. Sunufl ‹lk yaz›, birincisini geçen sene düzenledi¤imiz Genç Akademisyenler Buluflmas›’n›n aç›l›fl›nda merhum Sabahattin Zaim’in yapm›fl oldu¤u konuflman›n çözümü. Bu konuflma: gelece¤in ilim adamlar›na, bir ömürden süzülerek gelen nasihatlerle doludur. ‹lim yolunun bafl›ndakilere baflucu tavsiyeler niteli¤inde olan bu konuflma y›ll›¤›m›za bereketli bir katk› oldu. Sabahattin Zaim, güzel insan… ‹lim peflinde geçen ömrünü geçti¤imiz aral›k ay›nda tamamlad›. Onun ilim dünyam›zda açt›¤› ufuk bizlerin güvenle yürüyece¤i bir gelece¤i gösteriyor. ‹kinci yaz›m›z, Yunus Kaya’n›n 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f bafll›kl› yaz›s›. Bu yaz›da Kaya 1980-2005 aras› dönemde Türkiye’deki sosyal ve iktisadi de¤iflimleri ele al›yor ve küreselleflme sürecinin s›n›fsal yap›y› nas›l etkiledi¤ine dair detayl› bir analiz sunuyor. Kaya, yaz›s›nda farkl› aç›lardan ele al›nan bu konuda mevcut literatürü derinden etkileyebilecek bir perspektifi oluflturman›n temellerini at›yor. ‹ngilizce kaleme al›nan yaz›y› Halil ‹brahim Erol Türkçe’ye çevirdi. Mahmut Gökmen Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu bafll›kl› yaz›s›nda güncel olarak s›kça tart›fl›lan insan haklar› konusunu emperyalizm, müdahalecilik, ahlaki ikilemler ba¤lam›nda bir yere oturtuyor. Gökmen, yaz›s›nda insan haklar›n›n siyasi kullan›m›na dikkat çekerek müdahalenin arac›na dönüflmüfl olan kavramlara karfl› dikkatli olmam›z gerekti¤ini belirtiyor. Yusuf Alpayd›n, sosyal teorinin en temel konular›ndan biri olan Kültür-Kiflilik, Yap›Aktör konular›n› tart›fl›yor. Alpayd›n, Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme bafll›kl› yaz›s›nda evrenselcilik ve görecelilik/yerelcilik ba¤lam›nda kültür- kiflilik meselesini tart›flman›n çözümsüzlü¤üne iflaret ediyor. Bunun ötesinde yaklafl›mlar için temellerin de¤erlendirildi¤i yaz› kiflilikle ilgili kültür ötesi bir anlamland›rmay› öneriyor. Hamdi Çilingir ise makalesinde dünyadaki eylemlerin anlam›n› belirleyen temel bir ‹slami yaklafl›ma kalk›fl noktas› olan bir hadisi de¤erlendiriyor. F›kh›n amel yaklafl›m›na temel olan ve “niyet hadisi” olarak bilinen “Ameller niyetlere göredir” hadisinin do¤ru anlafl›lmas› günümüz ilim dünyas›na önemli mesafeler katettirecektir. Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar bafll›kl› makalenin böylesi bir geliflmeye vesile olmas›n› ümit ediyoruz. Fatih K›l›ç, günümüzün önemli ‹bn Sina uzmanlar›ndan biri olan Michael E. Marmura’dan bir metin çevirisiyle y›ll›¤›m›za katk›da bulundu. ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi bafll›kl› metinin sonuna eklenen orijinal parça çevirileri de ayr›ca bir katk› oluflturacakt›r. 5 6 Sunufl Ayr›ca y›ll›¤›m›zda birbirinden önemli alanlardaki eserlerin de¤erlendirmelerine de yer verdik. Halil ‹brahim Erol, son zamanlarda akademide yükselen bir alan olan madun çal›flmalar›n› Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi bafll›kl› yaz›s›nda alan›n kurucular›ndan Dipesh Chakrabaty’nin üç eseri üzerinden de¤erlendirme yap›yor. Mustafa Kömürcüo¤lu, Kent Hangi Tarihe Düfler? Bafll›kl› yaz›s›nda kent çal›flmalar› alan›ndaki Avrupa-merkezci yaklafl›m› Henri Pirene’nin Ortaça¤ Kentleri isimli kitab› üzerinden sorguluyor. Süleyman Güder ise M. Ertu¤rul Düzda¤’›n yay›na haz›rlad›¤› Kaptan-› Derya Barbaros Hayreddin Pafla’n›n Hat›ralar› isimli eseri de¤erlendiriyor ve bizi dünyaya yön veren bu kiflilerin dünyas›na götürüyor. Son olarak ‹slam Dünyas›n›n son as›rda yetifltirdi¤i önemli devlet ve ilim adamlar›ndan biri olan Aliya ‹zzetbegoviç’i, b›rakt›¤› düflünce miras›n› tetkik etmek üzere vefat›n›n dördüncü senesinde 20 Ekim 2007 tarihinde düzenledi¤imiz anma toplant›s›nda sunulan metinlerden baz›lar›na yer verdik. Bu metinleri yay›mlayarak, yak›n yoldafllar›n›n ve Türkiye’de Aliya’n›n düflüncelerini özümseyerek derinlefltiren konuklar›n kat›ld›¤› bu toplant›da ortaya konan birikim ve heyecan› kal›c› k›lmay› arzu ediyoruz. Zira Aliya’n›n yazd›klar›nda yol gösterici pek çok ilke, derin bir düflünce süzgecinden geçerek bize ulaflmaktad›r. Bu dam›t›lm›fl düflünce ve öneriler pek çok aç›dan günümüzde insanl›¤›n önünü açabilecek mahiyettedir. Bu bölümde Aliya ‹zzetbegoviç’i anlatan bir girifl metninden sonra, Ademir Jerkoviç, Alev Erkilet, Ali Bulaç ve Sad›k Yals›zuçanlar’›n Aliya’n›n düflünsel miras›n› de¤iflik yönleriyle ele ald›klar› yaz›lar›na yer verdik. ‹LEM Y›ll›k 2007’nin çal›flmalar›m›zda bir basamak olmas› temennisi ile… Genç ‹lim Adam›na Nasihatler 3 PROF. DR. SABAHATT‹N ZA‹M I. Genç Akademisyenler Buluflmas› Aç›l›fl Konuflmas› 30 Haziran 2007 Efendim bu güzel toplant›y› tertip eden ‹hsan Vakf› ve ‹lmi Etüdler Derne¤i’nin kurucular›na ve yönetenlere Cenab-› Hakk r›zas›n› nail eylesin. Kocaeli’nin bu güzel beldesi Kartepe’de güzel bir gaye ile toplanm›fl bulunuyoruz. Cenab-› Hakk inflallah hikmetini halk eylesin. Allah’tan buradaki çal›flmalar› ve konuflmalar› faydal› istikamette gelifltirsin diye niyaz ediyorum. Bendeniz de böyle bir toplant›da sizin gibi güzide gençlerle bir arada olmaktan dolay› Cenab-› Hakk’a hamd-ü senalar ediyorum. Buradaki gençlerin bir k›sm›n› tan›yorum. Sizler süzme bal gibisiniz; yani toplumun içinden süzülüp yetiflmifl güzel insan ve müminlerisiniz. ‹nflallah ileride de güzel insanlar olacaks›n›z. Akademik hayat› seçmiflsiniz ve çeflitli dallarda da bilim adam› olup adil olmaya gayret edeceksiniz. Bugünkü toplant›n›z için de güzel bir isim seçmiflsiniz; Disiplinler Aras›l›k ve Disiplinler Ötesilik. Bu konuya temas etmeden önce birkaç noktaya de¤inmek istiyorum. 8 Sabahattin Zaim Benden bu konferansta gençlere nasihatler etmemi istemifltiniz. Tabi yafll›lar›n en çok sevdi¤i fley nasihatler vermektir, çünkü insanlar yafllan›nca aktiviteleri, ifl yapma güçleri ve kabiliyetleri azal›r. Cenab-› Hakk insanlara ömür verdikçe, ömürlerinin sonuna do¤ru baflta verdi¤i nimetlerin bir k›sm›n› deste deste geri almaya bafllar. Onun için yafllanan insanlar hareket ve ifl yapma güçleri azal›nca geçmiflte yapt›klar›n› anlatmaktan hofllan›rlar. ‹flte bunlara da tecrübe diyoruz. Hani “gençler bilebilse yafll›lar yapabilse” denir ya iflte nasihat; yapamayan yafll›lar›n bildiklerini nakletme hikayesidir. Basit görünse de nasihat laz›md›r çünkü hayat bir devir daimdir. Nesiller, nesillere bir fleyleri intikal ettirmelidirler ki yeni nesiller s›f›rdan bafllamas›nlar. ‹lim, kitap ve kütüphane eski nesillerin hayatlar› boyunca yapt›klar›n› yeni nesillere intikal ettirdikleri vas›talard›r. Onun içindir ki kitap okumak elzem, büyükleri dinlemek laz›md›r ki hayata s›f›rdan bafllamay›p bir birikimin üzerinden hayata at›lal›m. Size söyleyece¤im fludur; e¤er faydal› olmak, istikbale ait tasavvurlar›n›z› güzel bir flekilde gelifltirmek istiyorsan›z, maziyi iyi bilmeniz laz›md›r. Geçmiflinizi bilmeden gelece¤e at koflturamazs›n›z. Önden giden atl›lar olmak için, maziden tevarüs etti¤iniz, edece¤iniz birikimleri elde etmifl olman›z laz›md›r. Tabi bunlar› vermekte bizim nesillere düfler. Sözüm fludur; art›k on dokuzuncu asr›, yirminci asr› ve yirminci asr›n ikinci yar›s›n› çok iyi ö¤renmemiz laz›m. Peki niçin? Çünkü on dokuzuncu as›r ‹slam’›n tereddi ve tedelli safhas›, yirminci asr›n ilk çeyre¤i islam›n bitmesi safhas›, ink›raz bulmas› safhas›, yirminci asr›n ikinci yar›s› islam›n yeniden do¤uflu, yeniden harekete geçme safhas›d›r. ‹slamc›l›k yeniden harekete geçerken, nas›l y›k›ld›¤›m›z›, neden y›k›ld›¤›m›z› iyi bilmememiz gerekir. ‹çinde bulundu¤umuz ülkenin, toplumun içinde bulundu¤u seviyeye nas›l geldi¤ini, kimler vas›tas›yla, hangi flah›slar, hangi kurumlar vas›tas›yla bu seviyeye geldi¤imizi iyi bilmemiz gerekir. Bunlar› bilmezsek hareket noktalar›n›z zay›f olur. fiimdi ‹slam dünyas›n›n önde kurabilece¤i en güzel hendekler kültür hendekleridir. Kendi kültür hendeklerimizi kazabilirsek, yabanc› kültürlerin istilas›ndan kendimizi koruyabiliriz. Bugünkü dünyada teknoloji, televizyon, medya, telsizler, telefonlar, internetler, intranetler hepsi dünyay› küçülttü. Herkes birbirini dinleyebiliyor, herkes birbirine hitap edebiliyor. Herkes birbirini etkileyebiliyor. Dolay›s›yla kendi hendeklerimizi kazmazsak bu kültür bombard›man› içerisinde helâk olabiliriz. Size bir hat›ramdan bahsedeyim; milletler aras› bir toplant›da ‹srailli bir delege Cezayir delegesine flunu söylüyordu; “Vaktiyle Cezayir sokaklar›nda Frans›z askerleri gezerdi, flehre hakimdiler ama evlerinize giremezdi. fiimdi Frans›z askerleri Cezayir sokaklar›ndan ç›kt›. Ba¤›ms›z oldunuz ama Frans›z televizyonu evlerinizin içine giriyor.” Bugün iki, hatta üç vas›ta insanlar›n hayat›n› de¤ifltiriyor. Birincisi araba; insanlar› soka¤a ç›kartt›, sonra televizyon tekrar eve kapatt›. fiimdi televizyon ile internet beyin- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler lerini y›k›yor. Sabahtan akflama kadar mahremimiz onlar, devaml› bize telkinde, nasihatte bulunuyorlar. Bir toplumun bekas› güzel insanlar›n yetiflmesine ba¤l›d›r. Toplumda iki önemli müessese vard›r; biri içtimai müessese, di¤eri iktisadi müessese. ‹çtimai müessese ailedir, iktisadi müessese de iflletmedir. Ailede insan üretilir, iflletmede de o insanlar›n r›z›klar› üretilir. Peki, hangisi mühim? E¤er ailede güzel insan yetifltirilebilirse, o güzel insanlar güzel iflletmeleri kurar, helal r›zklar üretirler. Helal r›zklarla insanlar refaha ulafl›r. Aile güzel olursa, o aile içindeki insanlar mutlu ve huzurlu olur. ‹nsanlar›n maddi hayattan istedi¤i nedir? Refah ve saadet de¤il midir? ‹flte saadeti evinizde, refah› da iflletmenizde bulacaks›n›z. Eskiden analar›m›z çocuklara ilmi hal ö¤retirlermifl. Yani bir mümin ve Allah’›n bir kulu olarak hayat›n her safhas›nda bir insan›n nas›l davranmas› gerekti¤ini ö¤reten ilim. ‹lm-i hal kitab›nda çocu¤un sabah kalk›nca ne yapaca¤›, yeme¤e otururken ne giyece¤i, nas›l yiyece¤i, soka¤a ç›kt›¤›nda nas›l davranaca¤›, büyüklerine ve küçüklerine karfl› nas›l muamele edece¤i, ifl hayat›nda, ticarette, okulda, fabrikada, çiftlikte nas›l davranaca¤› ö¤retilir. Bütün bunlar›n kaideleri, zühteleri yani f›k›h ilminin imbikten geçirilmifl bir hülasas›, bir özü verilirmifl. Modern bilimlerde bugün Behavioral science denen fley tam da budur. fiimdi tabi 1918 senesinde Birinci Dünya Harbi ‹slam dünyas›n› siyasi bak›mdan inkiraza u¤ratm›flt›r. Tabi iktisadi bak›mdan, askeri bak›mdan, ilmi bak›mdan ve dini bak›mdan ‹slam dünyas›n› s›f›rlam›flt›r. Harekat merkezi, Asitane yani Makarru hilafet gitmifltir. Tabi 50’lerden sonra ‹slam dünyas›nda bir hareketlenme görülmüfltür. O gün birkaç devletçik düzeyinde olan ‹slam dünyas› serpilmifltir. O üç devletçik on oldu, yirmi oldu, otuz, oldu, k›rk oldu ve bugün 57 devlete ulaflt›. Ama bu kesretin iyi bir netice vermesi için vahdeti sa¤lamak gerekir. Zaten o 57 devletçik de Müslümanlar›n kendi ak›llar›yla kurulmad›. Eski müstemlekeciler ayr›l›rken bu devletçikleri kurdular. Öyle bir kurdular ki, kimisinin nüfusu var topra¤› yok, kimisinin topra¤› var nüfusu yok. Mesela 144 bin kmÇ’lik Bangladefl’te 160 milyon insan yaflarken 3 milyon kmÇ olan Libya’da 3 milyon insan yafl›yor. Yine mesela Yeni Gine’de sahile kapal›, kilitlenmifl küçük küçük devletçikler, daha do¤rusu devlet olmas› mümkün olmayan küçücük birimler meydana getirdiler ve bu durum hala devam ediyor. Elhamdülillah di¤er taraftan ‹slam dünyas›nda bir do¤ufl hareketi bafllad› bugün. Buna, kaynaklara dönüfl hareketi de deniliyor. 20. asr›n ikinci yar›s› bu do¤ufl hareketlerinin asr›d›r. Bu yüzden yirminci asr›n ikinci yar›s›n› iyi bilmemiz gerekti¤ini belirttim. Allah 60’lardan sonra petrol vas›tas›yla ‹slam devletlerini zengin k›ld›. Bu ülkelerin insanlar› çocuklar›n› okutmaya bafllad›lar. Amerika’ya gönderdiler, orda okuttular. Sonra bu okuyan gençler akademik hayata girmeye ve birbirleriyle tan›flmaya bafllad›lar. 1970’l› y›llarda Emin Saraç Hoca Ürdün’de bir kifli ile tan›fl›yor ve o kifli Hocaya “Türkiye’ye gelip iktisatç›lar varsa onlarla tan›flmak istedi¤ini söylüyor. Bu fla- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 9 10 Sabahattin Zaim h›s Cidde Melik Abdulaziz Üniversitesi eski rektörü Dr. Muhammed Ömer Zübeyr idi. Kendisi enteresan birisi idi; annesi Türkistanl›, babas› Hindistanl›, efli Türkiyeli, kendisi Suudi. Görüfltü¤ümüzde kendisine flöyle dedim; bütün Bat› dünyas›ndaki ilim adamlar›n› tan›r›m, üniversitedeyim ama ‹slam dünyas›yla hiç temas›m›z bulunmamakta. Bir dernek kurup iflbirli¤i yapsak nas›l olur? Kendisi de “‹nflallah yak›nda bir konferans yapaca¤›z ve bu dedi¤inizi sa¤layaca¤›z” dedi. 1975 y›l›nda Birinci Dünya ‹slam ‹ktisad› Kongresinin toplanmas›na bu yolla baflland›. ‹slam ekonomisi üzerine konuflabilecek kiflilere tek tek ulafl›ld›. Türkiye’den de bana davetiye geldi. Bu toplant› için Türkiye’den baflka isimler de önerdim. Tebli¤ler haz›rland›. Bu arada Hurflit Ahmet Londra’da Pakistanl› Senatör olarak bulunmaktayd›. O da kat›l›m için görevlendirilmifl. Onlar›n heyet de bize kat›ld› ve 7 kiflilik bir kadro haz›rlay›p Mekke’ye gitmek üzere yola koyulduk. Havaalan›na gidecekken Faysal Finans’›n kurucusu Salih Özcan’dan bir telgraf ald›k. Telgrafta: “Hocam gelmeyin, havaalanlar› kapat›ld›. Kral Faysal öldürüldü ve kongre ertelendi” diyordu. Kongre ertesi sene yani 1976’da yap›labildi. Ve Osmanl›’dan sonra ilk defa 200 ‹slam âlimi, fakih ve iktisatç› bir araya geldi. Dünyada ilk defa Müslümanlar olarak birleflildi. Ayn› senenin sonunda Birinci Dünya ‹slam E¤itimcileri Konferans› yap›ld›. Ertesi y›l, Birinci Dünya Teknoloji ‹flbirli¤i Kongresi yap›ld›. Kral Faysal’›n bu projeleri peyderpey gerçeklefltirildi. Kral Faysal ‹slam dünyas›n› yeniden birlefltirme gayretlerine giriflmiflti. Hayat›n›n ilk safhalar› bozuktu ama sonradan hidayete ermifl ve ‹slam birli¤i için çal›flm›flt›. Yan›na ‹ran fiah’› R›za’y› ve Butto’yu da alm›flt›. fiah da iflin finansman›na kat›l›yordu. Sonra üçü de öldürüldü. Rivayet edilir ki, Kral Faysal flimdi hala hayatta olan ehl-i küfrün elebafllar›ndan ve ak›l hocalar›ndan, Amerika’n›n eski hariciye vekili, Yahudilerin a¤ababas›, Bilderberg’in ilk kurucusu ve fikir babas› Henry Kissinger, Kral Faysal’a geliyor ve diyor ki; “Sen bu sevdadan vazgeç.” Kral Faysal da mükellef bir sofra haz›rlatt›r›yor. Misafiri bu sofraya buyur ediyor. Kendisi de bir yer sofras›na oturuyor. Diyor ki, “Sen beni tehdit edersen, bu masadan mahrum kal›rs›n. Ama ben gene bu yer sofras›nda yemeye devam ederim.” Dönüflte Kissenger rapor veriyor, diyor ki; “Bu zat› ya maddeten, ya da siyaseten ikna etmek gerekir.” Gerisi bildi¤iniz hikaye. Bunlar olmakla beraber, ‹slam dünyas›ndaki uyan›fl hareketi de bafllam›fl oluyor. Üniversiteler kuruldu, ‹slam iktisadi araflt›rmalar merkezleri kuruldu, Pakistan’da Ziya-ül Hak zaman›nda ‹slamabat’da benimde kurucu azas› oldu¤um Milletleraras› ‹slam Üniversitesi kuruldu. ‹slam Bankas› taraf›ndan Afrika’da bir iki tane üniversite kuruldu, kürsüler oluflturuldu. Yani bir hareket bafllam›fl oldu. 1990’larda komünist ihtilali olup Marksizm y›k›l›nca ehli küfürdeki iki bafll›l›k giderildi ve kapitalizm tek bafl›na kald›. Yine birlefltiler ve ‹slam dünyas› bu safhada çok aciz kald›. Kuveyt-Irak har- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler bi yap›l›rken, ‹slam Konferans› Kahire’de toplant› halindeydi. Hiçbir fley yapamadan da¤›ld›¤›lar. Çünkü ‹slam dünyas› bafls›z kalm›flt›. Sevk edecek bir lider kalmam›flt›, eski gücü gitmiflti. Arkas›ndan Ziya-ül Hak biraz gayret gösterir gibi oldu onu da öldürdüler. Bizde de Turgut Özal biraz gayretliydi. Tabi bütün bunlar Cenab-› Hakk’›n s›namalar›d›r. Çünkü diyor ki Cenab-› Hakk, “her toplum lay›k oldu¤uyla idare olunur”. Güzel insanlar› e¤er ço¤alt›r da toplumu güzellefltirirsek, ifl bafl›na güzel yöneticiler gelir. Aksi halde günahlar›m›z›n kefaretini ödemeye devam ederiz. Bugünkü seçim için de ayn› fleyi söylüyorum. Ne olacak diye sormay›n. Biz neyiz diye sorun. Biz ne isek o olacakt›r. Çareyi orda de¤il, biz kendimizde arayaca¤›z. Hâs›l› ‹slam dünyas› bir hareket içerisine girmiflti. Toplumlar yavafl yavafl kalk›nmaya bafllam›flt›. Yani Türkiye’de ne oluyorduysa, bilin ki 57 ‹slam toplumunda da ayn› fleyler üç afla¤› befl yukar› cereyan ediyordu. En iyi durumunda olan bizdik ama Malezya’da da, Pakistan’da da, Arabistan’da da, Fas’ta da, M›s›r’da da Bangladefl’te de benzer fleyler olmaktayd›. fiimdi de Kazakistan’da, K›rg›zistan’da, Azerbaycan’da, Arnavutluk’ta, Bosna’da oluyor. Evet, bütün ‹slam dünyas›nda bir kalk›nma hareketi devam etmektedir. Bu kalk›nma hareketinde Türkiye’nin geçirdi¤i evreleri flöyle tasnif edebiliriz; 1924-50 aras› de-islamizasyon devri yani toplumun ‹slam’dan ç›kar›lmas›, uzaklaflt›r›lmas› dönemi. 1950-60 aras› re-islamizasyon devri yani yeniden ‹slam’a dönüfl hareketi. 60’dan sonras› da benimsenen bat› modeli demokratik sistem içerisinde, medeni ölçüler ve legal ölçüler içerisinde gruplar aras› mücadele dönemi. O dönem hala devam ediyor. Çünkü 60’a kadar Türkiye’de ‹slam laf› ve sosyal laf› yasakt›. Sosyalim diyemezdiniz. ‹slam da diyemezdiniz. 50-60 aras› en kabaday›s› milli diyebilirdi. 60’dan sonra bu tabu y›k›ld›. 60 ihtilali bir yan›yla bu tabular› y›kt› ve ideolojik dönemler bafllad›. Sosyalizm de ‹slam da geldi, tabi gelebildi¤i kadar. O zamanlar ‹smet Pafla, gördü ki Halk Partisi o günkü yap›s›yla, seçimle, demokratik biçimle iktidara gelemez. Sosyalizme baflvurarak acaba ideolojiyi deneyebilir miyim dedi. Sol partilere biraz alan açt›lar. Kendileri de arkada durdular. Bu durulan yeri tespit için ‹smet Pafla “ortan›n solu” söylemini gelifltirmiflti. ‹smet Pafla flöyle düflünüyordu; flunlara biraz yol verelim e¤er halk tutarsa, bunlar› biz sahipleniriz yok e¤er tutmazsa tokat› biz vururuz. Ankara Dil Tarih Co¤rafya Fakültesi’nin yan›nda bir k›z enstitüsü vard›r. Onun önünde de bir dönemeç vard›r. O dönemecin köflesindeki trafik levhas›nda; “sola dönmek için sola yanafl›n›z” yazar. Bir sabah insanlar bak›yorlar ki tabelan›n at›na bir imza konmufl; “‹smet ‹nönü”. 1950’lere kadar Türkiye’de Kur’an okumak yasakt›, okutmak yasakt›, basmak yasakt›, hacca gitmek yasakt›. Koltu¤umuzun alt›nda Elifba’lar›m›z› muhafaza ederek ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 11 12 Sabahattin Zaim gizlice okumaya giderdik. O zaman›n sivil polislerinden sak›n›rd›k. 50’den sonra “söz milletindir” slogan›yla bir aç›l›m oldu. Demokrat parti Hz. Musa’n›n yetiflti¤i saraya benzer. Kendileri tam Müslüman de¤ildiler ama Müslümanlara yol açt›lar. Ondan sonra nesiller geliflmeye bafllad›. 1951 Türkiye’sinin manzara fluydu; bütün müminler, inançl›lar, bir tek cümleyle cahil ve fakirdiler. Ne ilim adam› vard›, ne iktisadi gücümüz, ne flirketimiz, ne gazetemiz, ne radyomuz, ne özel okulumuz, ne bilim adam›m›z, ne tüccar›m›z, ne derne¤imiz ne de vakf›m›z. Tamamen teflkilats›z bir toplumduk. Bütün gayri Müslimlerin vak›flar›, teflkilatlar› vard›. Niçin? Çünkü Osmanl› devletinde millet, toplum s›rt›n› devlete dayam›flt›. ‹çtimai meseleler bila istisna devlet taraf›ndan organize edilirdi. Seküler devletle beraber devlet toplumun arkas›ndan çekilince millet ç›r›l ç›plak ortada kald›. 1950 sonras›nda kurumlaflmak, cemiyetleflmek bafllad›. Ve ilk cemiyetimiz de 1951 senesinde kurulan “‹lim Yayma Cemiyeti”ydi. ‹sme dikkat ediniz; ‹lim Yayma. Ne kaybetmifltik? ilmi ve iktisad›. Yi¤it düfltü¤ü yerden kalkar fetvas›nca ‹lim Yayma Cemiyeti kuruldu. Niçin kuruldu? ‹mam Hatip Liselerini açmak, gençlere dinini, iman›n› yeniden ö¤retmek için kuruldu. O tarihten önce köylerde cenaze kald›racak imam bulunamaz hale gelinmiflti. Bir polis bir camiye girse halk; “aman efendim polis camiye girmifl” diye övünürdü. 4050 aras›nda iki tane mecmuam›z vard›. Biri Büyük Do¤u, di¤eri Hareket Dergisi. Büyük Do¤u Necip Faz›l’›n, Hareket ise Nurettin Topçu’nundu. Nurettin Topçu da Vefa Lisesi’nde benim hocamd›. Sene 1940. Vefa Lisesi’ne gidiyoruz. Dönemin Milli E¤itim Bakan› Hasan Âli Yücel. Okullarda Arapça ve Farsça dersleri yasaklanm›fl ve bütün dini müesseseler; tekkeler, zaviyeler, medreseler, türbeler kapat›lm›flt›. Bu derslerin yerine, Bat›l› bir nesil yetifltirmek için eski Yunancay› ve Latinceyi ö¤retmeye çal›fl›yorlard›. Üç tane pilot lise seçilmiflti. Birisi Galatasaray, birisi Hasan Âli’nin mezun oldu¤u Vefa ‹dadîsi, di¤eri de Ankara’da ki Atatürk veya Gazi Lisesi. Bütün s›n›flardan 40 adet ö¤renci alarak seçme bir s›n›f oluflturdular. Bu s›n›fa da klasik flube dediler. Burada her birimiz Latince ö¤renecektik. Hocalar›m›z›n hepsi üniversiteden gelecekti. “Sizi kültür bak›m›ndan kuvvetli yetifltirip sonra da Avrupa’ya gönderece¤iz. Orda yetiflip Türkiye’ye döneceksiniz. Ve Türkiye’de bat›l› bir nesil olarak öncü olacaks›n›z” dediler. Hakikaten bütün hocalar üniversiteden geldi. Arada kaç›flanlar oldu ve on üç kifli kald›k. Bu on üç kifli devam etti ve çok da güzel yetifltiler. Lisede iki hocam›z vard›; birisi felsefe hocam›z Nurettin Topçu, öbürü de tarih hocam›z Reflat Ekrem Koçu. Ekrem Bey enteresan bir flah›st›. Ders konular›n› anlatmazd›. Mesela, üç ders Sultanahmet dü¤ününü anlat›rd›. Bizi al›r ‹stanbul’da camileri gezdirir, dolaflt›r›rd›. Bir gün bizi Çarflamba’daki Niflanc› Mehmet Pafla camisine götürmüfltü. Ben s›n›fta çal›flkan ö¤rencilerden biriydim san›r›m. Buna güvenerek hocadan tarih dersinde izin alm›fl ikindi namaz›n› camide k›lm›flt›m. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler Nurettin Topçu da felsefe dersine geliyordu. Bir gün bize flöyle demiflti; “Burada size bir sürü ifle yaramaz fleyler ö¤retiyorlar. Kafan›z› karmakar›fl›k ediyorlar. ‹fle yaramaz hale geldi¤inize kanaat getirdiklerinde de sizi mezun edecekler.” Allah rahmet eylesin, bir gün Sultanahmet’te durakta bekliyorum. Karfl›dan Nurettin Hoca meflufl ve nefleli bir çehreyle geliyor. Bana do¤ru gelince “Hocam merhaba. Maflallah sizi bugün gençleflmifl, dinçleflmifl gördüm, maflallah” dedim. Der demez yüzü bulutland›, o neflesi kayboldu. “Ya, demek ki kafi derecede olgunlaflmam›fl›z” dedi. “Halbuki her yafl›n hakk›n› vermek gerekir.” Yani Necip Faz›l da, Nurettin Topçu da deha seviyesinde adamlard›r. Bunlar gibi insanlarla yak›n dostluk kurmak çok zor ve tehlikelidir. Çünkü nereye laf söyleyeceklerini bilemezsiniz. Bu insanlar› dinleyeceksiniz, okuyacaks›n›z ama çok yak›n olmayacaks›n›z. Bu hareketler 1950’li y›llarda bafllad› ama dedi¤im gibi; sa¤dan say›nca befl kifli, soldan say›nca befl kifliyiz, üniversitede üç kifli, ifl hayat›nda üç kifli. fiimdiki Sirkeci, Mercan, Postane arkas› ve Gürün Han Müslüman tüccarlar›n merkeziydi. Türkiye’nin de iktisadi kalbi buralard›. Do¤u ‹fl Han› da para piyasas› yani borsas›yd›. ‹flte ‹lim Yayma Cemiyetini oradaki tüccarlar kurdular. ‹lim Yayma Cemiyeti’ni kuranlar tüccard› ama para kazanmak için bu derne¤i kurmad›lar. Paralar›n› ilme ve kültüre sarf etmek için kurdular. Bu derne¤i kurmufl 60 güzel insan›n her birinin isminin Türkiye’deki ‹mam Hatip Liselerine verilmelerini bir yerlerde tavsiye etmifltim. ‹nflallah bu güzelli¤i yaparlar. ‹mam Hatip Liseleri kurulmaya bafllan›nca, süratle ço¤ald› ve say› olarak sekiz yüze ulaflt›. Ama 1960 y›l›nda ihtilal olunca bunlar›n bir k›sm› kapat›ld›. Cemal Pafla ‹stanbul’a gelip Fethiye’deki ‹mam Hatip Lisesini kapatmak isteyince Cemal Pafla’n›n s›n›f arkadafl› Vehbi Bilir Cemal Paflaya; “Pafla pafla! Akl›n›n ermedi¤i ifllere kar›flma” diyor. Yi¤it bir adamd› Vehbi Bey. Mücadele edip okulu kapatt›rmad›. Fakat 1966’ya kadar hareket etmemizi engellediler. 66’dan sonra cemiyet tekrar faaliyetlerine bafllad›. Ama akl›m›z bafl›m›za gelmiflti art›k. Cemiyetin bütün mal varl›¤›n›n tehlikeye girebilece¤ini görebiliyorduk. Cemiyetin bütün mal varl›¤› vakfa devredildi ve cemiyet devam etti. ‹flte bu dönemde Türkiye nas›ld› derseniz; fakir ve cahildi derim. Nerden nereye geldi¤imizi anlaman›z için bir misal vereyim: 70’lere do¤ru ‹stanbul’da Fatih, Çarflamba ve Fethiye’de ‹mam Hatip Lisesi vard›. Türkiye’de Ramazan ay›nda toplu iftar verilebilen bir tek mekan vard›; Çarflamba’daki ‹mam Hatip Lisesi’nin bodrum kat›ndaki yemekhane. O da tahta s›ralar üstünde talebeye iftar veriliyordu. Kalan yemekler de k›fl için saklan›rd›. fiimdi mühim noktaya geliyorum; 1970 y›l›nda Ramazanda 30 gece için iftarlar› verecek Müslüman tüccar bulmakta zorlan›yorduk. 4-5 tüccar bir araya gelip bir geceyi finanse ediyorlard›. Hatta bir defas›nda Vehbi Koç’u da kand›rm›fllar. O da yaln›z bafl›na vermedi iftar› 4-5 kiflinin ile beraber kat›ld› iftara. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 13 14 Sabahattin Zaim Bir de bugüne bak›n›z. 70 y›l›nda sadece tahta s›ralarda toplu iftar verilebiliyorken, bugün Üsküdar Belediyesi bir Ramazan’da 40-50 milyar harc›yor. Bu bir geliflme ama flimdi de baflka problemler var. Ço¤ald›k elhamdülillah. Eskiden böyle bir nesli, rahmetli Ali Ulvi Kurucu’nun tabiriyle, tahayylül bile edemez, rüyas›n› dahi göremezdik. Ama bugün gerçekleflti. Millet olarak ‹slam’a do¤ru dönüfl bafllad›. Namaz k›lanlar, oruç tutanlar artt›. Amma bütün ‹slam dünyas›nda milletler ‹slam’a do¤ru giderken, henüz devletler düzeyinde bir geliflme olmad›. Suudi Arabistan ve ‹ran da dahil olmak üzere devlet baz›nda Müslüman bir teflekkül hala oluflmad›. ‹flte flimdi onun mücadelesini veriyoruz. Milletler, kendi inanc›nda yöneticiler ve devletler kurman›n mücadelesini veriyor. Bunun da tek yolu bat› modeli demokrasi yoluyla olur. Baflka bir yolu kabul edemeyiz. Rahmetli Mümtaz Turhan’›n tezi buydu. Müslümanlar demokrasiyi benimsemek zorundad›r. Çünkü demokraside halka söz verilir. Söz milletin olur. Halk Müslüman’d›r ve yöneticiler zay›ft›r. Halk söz sahibi olursa kendi düflüncesindeki insanlar› yönetime getirir ve milletle devlet bütünlü¤ü meydana gelmifl olur. O zaman da ‹slam dünyas› kalk›n›r. Bugünkü problemimiz budur. Bir türlü çözememifl olmam›z›n nedeni de Türkiye’de demokrasiyi tesis edemiyor oluflumuzdur. Hem ‹slam Dünyas›’nda hem Türkiye’de hala fikir hürriyeti yoktur. Her sözünüzü, her fikrinizi rahatça ifade edemiyoruz. Hep düflünürsünüz acaba suç mu iflliyorum, acaba hapse girerim mi diye. Fikir hürriyeti olmay›nca demokrasi olmaz. Demokrasi olmay›nca da milletin devletle bütünleflmesi mümkün olmaz. fiimdi Müslüman ülkeler aras›nda biraz daha ilerde olan Türkiye, Malezya, Pakistan ve Fas gibi ülkeler bunun kavgas›n› veriyorlar. fiimdi bu girizgahtan sonra gelelim konumuza; Disiplinleraras›l›k, Disiplinlerötesilik. Bendeniz bu konuyu kendi meflrebime uygun bir tarzda ele alaca¤›m. Cenab-› Hakk önce kainat› yaratt›. Arkas›ndan insan› yaratt› ve kainat› insan›n emrine verdi. Öyleyse bilimleri ikiye ay›raca¤›z: birisi kainatla ilgili bilimler; di¤eri de insanla ilgili bilimler. Çünkü yarat›l›fl bu iki unsur üzerine kuruludur. Kâinat mekân mefhumunu içeriyor. Sonra bu kâinat›n içine insan mefhumu giriyor. Daha sonra di¤er varl›klar ve di¤er canl›lar giriyor. Ama insan eflref-i mahlukatt›r. Cenab-› Hak, Hz. Adem’e bilmeyi ve isimleri ö¤retiyor yani kâinat› tan›t›yor. Birinci ilim grubu olan yani kâinatla ilgili ilimlere tabii bilimler, insanla ilgili bilimlere de befleri bilimler diyoruz. Her ikisinin de talebi, onlar› yaratan Allah’a dönmektir. Kâinat› yaratan Allah. O bilimleri de insana Allah verdi¤ine göre, hem kâinatla ilgili tabii ilimlerin hem de insanla ilgili befleri ilimlerin temeli Allah’t›r. Yani yarat›c›m›z. Yarat›lanlar namütenahi ama yaratan tektir. Ve bu fiziki varl›k, kâinat ile befleri varl›k olan insan, mevsimlerin de¤iflmesi, günün geceye gündüze bürünmesi gibi insanlar›n bütün hayat›n› etkiler. Da¤lara ç›karsan›z so¤uktan donars›n›z. Çöllere giderseniz s›cak- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler tan kavrulursunuz. Kainat›n varl›¤› insan›n hayat›n› flekillendirir. Hatta ‹bn Haldun’a göre karakterini, ahlak›n› flekillendirir. Kainat ilimleriyle befleri ilimler aras›nda bir karfl›l›kl› etkileflim var. Eski tabiriyle illiyet rab›tas› yani sebep sonuç münasebeti var. Allah insana hem beden ve ruh hem de bunlarla ilgili bilgiler vermifltir. Ayr›ca beden ve ruh da birbirini etkiler. Vücudumuzda bir yerimiz a¤r›d›¤› zaman bütün ruhiyat›m›z bozulur. Kötü bir haber ald›¤›m›z zaman ifltah›m›z kaçar, bedenimiz bozulur. Demek ki ruh haliyle beden hali birbirini etkiliyor. Eskilerde ruh ile ilgili bilimlere bugünkü psikolojiyi karfl›layan ruhiyat denirdi. ‹nsan bir taraf›yla da içtimai bir varl›kt›r. Toplum içinde yaflamak üzere yarat›lm›flt›r. Toplumla ilgili bilimlere de içtimaiyat ilimleri deniliyordu yani bugünkü sosyoloji. Bunlar da birbirini etkiler. Toplumun yap›s› insan›n ruhiyat›n› etkilerken, insan›n halet-i ruhiyesi de toplumu etkiler. Demek ki biz bilsek de bilmesek de bilimler aras›nda esas›nda bir karfl›l›kl› etkileflim vard›r. ‹nsanlar birlikte yaflayabilmek için bir tak›m kaideler koyarlar. Bundan hukuk bilmi ortaya ç›kar. Allah da kainat› düzenleyici kurallar koymufltur. Bütün kainat bir intizam içinde döner; kanunlar›, kaideleri vard›r. ‹flte insana verilen ak›l ve ruh kainat›n tâbi oldu¤u bu kaideleri anlamaya, bulmaya çal›fl›r ki kâinata hâkim olabilsin ve üzerinde güzel yaflayabilsin. Esas›nda kainat›n tamam› insanlar için Allah’›n bir nimetidir. Bütün kufllar›yla, bitkileriyle, erzak›yla, havas›yla, suyuyla, topra¤›yla, nimetlerle doludur kâinat. fiu anda tabii bilimlerin görevi kâinat› iyi bilmek ve kâinat›n düzenini ortaya ç›karmakt›r. Befleri bilimler de insan› bahsi geçti¤i üzere aile ve iflletme içinde saadet ve refaha ulaflt›rman›n yollar›n› aramal›d›r. Allah, kitab›nda insan, toplum, tarih ve kâinatla ilgili bilgileri temel kaide ve kurallar halinde bildirmifltir. Nitekim Kur’an-› Kerim’de Cebel-i Tar›k’ta ki Atlas Okyanusuyla Büyük Okyanusun sular›n bir birine kar›flmad›¤›na dair bilgiler dahi bulunmaktad›r. Bunun yan›nda insanla ilgili, insan davran›fl›yla ilgili temel kaideler, ahlaki kaideler, içtimai yap› ile ilgili kaideler, hukukla ilgili f›k›h bilgileri arayan bilen gözler için Kur’an-› Kerim’de bulunmaktad›r. Bugün de insanla, toplumla ilgili bilgiler, t›p, hikmet, matematik, tarih ve f›k›h içinde, kainatla ilgili bilgiler de; co¤rafya, fizik, kimya, tabiat bilgisi, astronomi içinde yap›lm›flt›r. Toplumlar›n zaman içindeki de¤iflimleri yani tarih de Kur’an-› Kerim’de belirtilmifltir. Kavimler, flah›slar, k›ssalar bunlar›n bir k›sm›n› oluflturur. Bunlar hikaye olsun diye de¤il bugünkü nesillerin geçmiflten ibret almalar› için anlat›lm›flt›r. Hz. Süleyman’la Belk›s’›n hikayeleri bunun için anlat›lm›flt›r. Medeniyet ilerliyor mu ilerlemiyor mu buradan takip edebiliriz. Hat›rlay›n›z; Belk›s, Sultan Süleyman’›n huzuruna geldi¤i zaman eteklerini toplayarak içeri giriyor. Önünde havuz var zannediyor. Çünkü yer bafltanbafla cam döflenmifl. Toplumlar teknikte de ileri mi gitmifl, geri mi kalm›fl bu k›ssadan kendimize pay biçebiliriz. Tarih k›ssalar› toplumlar›n zaman için- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 15 16 Sabahattin Zaim deki de¤iflimlerini bize anlatmaktad›r. Esas›nda bütün bu bilimler, insan›n kendini ve içinde yaflad›¤› toplumu ve o toplumun içinde yaflad›¤› kainat› ö¤renmesi içindir. Bu bilimlerin amac›, Allah’›n insanlara verdi¤i nimetleri ö¤retmektir. Çünkü bütün bu bilgiler esas›nda Allah’›n verdi¤i nimetleri say›yor; sa¤l›¤›m›z, ald›¤›m›z nefes, hava, g›dalar, bütün bu tabiat, hepsi Allah’›n verdi¤i nimetlerdir. “Kainat bir mekteptir” diyor flair. Bu mektebe bakt›¤›n›z zaman Allah’›n büyüklü¤ünü idrak edersiniz. “Ne büyük mekteptir kainat” diyor. Nimetleri ö¤renmenin amac› da insan›n kulluk görevini daha iyi yapabilmesi içindir. Allah’›n vermifl oldu¤u bu kadar nimet karfl›l›¤›nda yapaca¤›m›z fley kulluk vazifesini ihya etmektir. Hava, toprak, su tabiat›n asli mensuplar›d›r. Arz etti¤im gibi yarat›lanlar namütenahi ama Cenab-› Allah tektir. Yarat›lan her canl›n›n bir ömrü vard›r. Ömrü tamamlayan gider. Dünyan›n da, kainat›n da bir ömrü vard›r. K›yamet, insan ve kainat›n ömrünün bitmesidir. Ondan sonras› Yarat›c›’n›n huzuruna varmak, ebedi hayata ulaflmakt›r. Kanaatimce bilimleri bu çerçeve içinde düflünmeliyiz. Biz lisede okurken o vakit Türkiye’de tek bir üniversite vard›; ‹stanbul Darülfünunu. Üniversiteye girifl imtihan› diye bir fley yoktu. ‹stedi¤iniz fakülteye girebilirdiniz çünkü ö¤renci yoktu. Ben de o zaman mülkiyeye girmeye heves etmifltim. Ama o s›rada bir roman okumufltum; idealist bir köy hekiminin maceras›n› anlat›yordu. Kitab› okuyunca hekimli¤e heves ettim. Acaba t›bbiyeye mi girsem diye düflünmeye bafllad›m. Çok da güzel bir hocam›z vard›: Hilmi Bey. P›r›l p›r›l bir insand›. Onun dersinden kimse ikmale kalmazd›. O tabiat bilgisi dersini bize sevdirirdi. Bir gün sordum, hocam dedim “Ben mülkiyeyle t›bbiye aras›nda muhayyer kald›m, hangisini tavsiye edersiniz”. Cevab› flöyle oldu; “Evlad›m hayatta mesle¤in iyisi kötüsü olmaz. Her meslek toplum için laz›md›r. Her mesle¤i yapacak insana ihtiyaç vard›r. Mühim olan kendini ölç, tart, biç, sevebilece¤in mesle¤i seçmeye bak. Mesle¤ini seversen, çal›fl›rs›n baflar›l› olursun, üstelik sevdi¤in için mutlu olursun. Hem mutlu hem baflar›l› olursun”. Bütün disiplinlere toplumun ihtiyac› vard›r. Çünkü bütün disiplinler esas›nda yarat›c›ya ulaflmak içindir. Birbirleri ile alakal›d›rlar. Bu meseleyi genifl bir çerçeve içinde ele almak gerekir. Eskiden alimler bütün bilgileri ö¤renmeye çal›fl›rd›. Ve idealistlerdi. Alim, alimi kül idi. ‹bn-i Sina hem hekimdi, hem hakimdi. Hikmet de bilirdi, felsefe de bilirdi, t›p da bilirdi, matematik de bilirdi. Enderun mektebini düflünün. Bütün dersler vard› orada. Yani bütüncül bir bak›fl aç›s›yla yetiflti buralardaki insanlar. Son birkaç as›r içinde bilimler yarat›c›dan kopuk olarak, adeta yarat›c›yla alakas› kesilerek, seküler biçimde ele al›nmaya baflland›. Hikaye de burada bafllar zaten. Eskiden bilimler yarat›c›yla ilgili olarak, birlikte ele al›n›rd›. Yarat›lan ve yaratan münasebeti dikkate al›narak ö¤retilirdi. Seküler sisteme geçilince yarat›c›yla alakalar› kesildi. Ve bilimler küçük parçalara bölündü. Her biri kendi içinde ba¤›ms›z olarak in- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler celendi. Teknolojinin geliflmesi mesleki sahada ihtisaslaflmay›, uzmanlaflmay› h›zland›rd›. Küçük bir sahada derinlemesine bilgi sahibi olan uzmanlar yetiflti. Fakat bu uzmanlar›n bilgi ve ufuklar› darald›. Art›k alim-i kül kalmad›. Bir süre sonra kafalara dank etti ve bu sefer de bilimler aras› münasebetlerin önemi artt›. Bu bilimler aras›nda bir irtibat da kurmak gerekti¤i anlafl›ld›. 1960 y›l›nda Amerika’da iken Chicago Üniversitesinde bir müessese dikkatimi çekmiflti: Bilimler Aras› Araflt›rma Enstitüsü. Enstitünün her kat›nda bir bilim dal› bulunmaktayd›: felsefe, sosyoloji, fizik, iktisat vs. Çeflitli konularda Enstitüye gelen meseleler muhtelif departmanlara veriliyor. Ayn› konuyu inceleyen birimler fikirlerini bir rapor haline getiriyor sonra bu elde edilen veriler toplan›p o konu hakk›nda bir nihai rapor haz›rlan›yor. Bilimler aras› irtibat› sa¤lama zarureti daha 1960’da Amerika’da hissedilmiflti. Bu girizgahtan sonra bilim adam› nas›l yetiflir meselesine art›k gelebilirim. Bir bilim adam›, kendi bölümünde, belli bir ana bilim dal›nda kendini iyi yetifltirmelidir. fiimdi hepinizin bir ana bilim dal›n›z var. Bu bilim dal› içinde belli bir sahay› seçmeli ve o sahada derinlemesine bilgi edinerek uzmanlaflmal›s›n›z. O sahada bir otorite olmay› hedef edinmelisiniz. Fakat sadece o sahada derinleflerek bu hedefe varamayaca¤›n›z› da bilmelisiniz. Sa¤ aya¤›n›z› o seçti¤iniz sahaya koyacaks›n›z, sol aya¤›n›zla da genifl bir daire üzerinde dolaflt›rmaya çal›flacaks›n›z. Böylece uzmanl›k sahan›zla birlikte ufkunuzu geniflletmifl olacaks›n›z. Böylece uzmanl›¤›n daraltt›¤› sahan›n önü aç›lm›fl ve ufku genifllemifl olur. Kifli sahas›na daha genifl bir aç›dan bakabilir ve bu yolla sahas›nda otorite haline gelebilir. Bizim sosyal siyaset kürsüsünün kurucusu Prof. Gerhard Kesler isminde bir Alman hocayd›. Sosyal siyaset Almanca bir tabirdir. Almancada bu bilime tam olarak sosyal iktisat deniyor. Esas›nda ad›n› sosyal iktisat siyaseti koymak gerekirdi ama sosyal siyaset koymufllar. ‹yi bir sosyal siyasetçi olmak için önce iktisat bilmek laz›md›r. Sosyal siyaset ‹ktisat Fakültesi içindedir. ‹ktisat teorisini ve iktisat siyasetini iyi bileceksiniz. Çünkü sosyal siyaset iktisadi hayat içindeki problemleri konu edinir. Ondan sonra iktisadi doktrinleri iyi bileceksiniz. Ki bugüne kadar iktisat siyasetlerinin hangi doktrinler aç›s›ndan ele al›n›p ifllendi¤ini bilesiniz. Ondan sonra iktisadi olaylar›n içinde cereyan etti¤i toplumu ele alacaks›n›z. Yani sosyolojiyi ö¤renip daha genifl bir perspektiften toplumun meselelerine bir bak›fl edineceksiniz. Böylece makro bir görüfl sahibi olacaks›n›z. Sonra makro görüflten mikroya döneceksiniz. ‹ktisadi hadiselerin, sosyal siyaset meselelerin, sendikac›l›k meselelerinin, ücret meselelerinin, prodüktivite meselelerinin, kalk›nma meselelerinin içinde cereyan etti¤i iflletmeyi ö¤reneceksiniz. Mikro aç›dan yani iflletmenin penceresinden iktisadi hayata, sosyal hayata bakacaks›n›z. Bunun üzerine sosyal siyaseti bina edeceksiniz. Sosyal siyasetçi olmak için önce bunlar› ö¤renmek, ondan ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 17 18 Sabahattin Zaim sonra sosyal siyasete bafllamak gerekir. ‹flte bu bütüncül bak›fl olur. Bunu di¤er disiplinlere de uygulamak gerekir. Bir konu içinde ilerleyeceksiniz, bir konuda uzmanlaflacaks›n›z ama çevrenizle ilgili konular ve alakal› bilimler hakk›nda da bilginiz olacak. Hepsinden ders vermeniz flart de¤il ama hepsini bilmeniz flart. Bendeniz bunu yapt›m. Benim saham iktisat fakültesi içinde o zamanki Sosyal Siyaset bugünkü çal›flma ekonomisiydi. Sosyal siyaset tarihçesi daha çok okutulur iktisadi öz çal›flma ekonomisi fleklinde ele al›nmazd›. Amerika’da doçentlik tezimi bu sahada haz›rlad›m. Ve Türkiye’de de çal›flma ekonomisi sahas›nda uzmanlaflt›m. Bunun içinde de ücretler konusunda uzmanlaflt›m. Türkiye’de ilk ücret araflt›rmas›n› da 1953 y›l›nda bendeniz yapt›. ‹stanbul’da seksen fabrikay› gezdim. ‹stanbul Mensucat Sanayinin Bünyesi ve Ücretler isimli kitab›m› Üniversite yay›nevi bast›. Kitab›n kapa¤›nda Kur’an-› Kerim’den Arapça harflerle bir ayet-i kerime ve hadis vard›; “insan elinin eme¤inden daha lezzetli bir fley yememifltir”. Daha sonra sosyal siyasetin bütün di¤er dallar›nda dersler verdim. Sosyal sigortalar, toplu pazarl›k, çevrecilik, kooperatifçilik. ‹stanbul Üniversitesi d›fl›nda özel üniversitelerde iktisadi doktrinler okuttum. Suudi Arabistan’da iflletme iktisad› okuttum. ‹slami aç›dan bir iflletme nas›l kurulur meselesine kafa yordum. Görüyorsunuz bu yöntem insana bir perspektif kazand›r›yor. Bu alanlar›n her biri ayn› meseleye farkl› aç›lardan bak›yor ve hepsi de bir yerde birbiri ile irtibatl› oluyor. Yani bir alanda sa¤lam yetiflti¤iniz zaman, öbür dallarda da bununla ilgili bilgiler oldu¤unu görüyorsunuz. fiu halde bizim yetiflme tarz›m›z bu olacak. Diyecekler ki arkadafl: “bu adam bu sahan›n uzman›”. Ama orda kalmayacaks›n, bir taraftan da ufkunu geniflleteceksin. ‹stanbul bunun için, biçilmez bir mekan. Bir sürü üniversite var, bir sürü cemiyetler, fakülteler var. Namütenahi seminerler, konferanslar var. Eskiden bunlar yoktu. Ama siz bunlar› takip edeceksiniz. Bizim zaman›m›zda fukara bir Eminönü halk evi vard›. Konferanslar verilirdi. Herkes ne varsa onu dinlerdi. O zaman talebe cemiyetleri vard›. Milli Türk Talebe Birli¤i mesela. Bugün siyasi sahada gördü¤ünüz yetiflmifl kadrolar›n, hatta ilim adamlar›n›n ço¤u oralardan gelmifltir. Milli Türk Talebe Birli¤inde bir Sosyal Bilgiler Enstitüsü kurulmufltu. Bilhassa teknik sahadan gelen elemanlara, içtimai sahaya ait eksikliklerini gidermeleri için konferanslar, dersler verirdik. ‹flte sizler de bugün bu çok yönlü bakabilmeyi sa¤layacak donan›m› elde edemezseniz geliflemezsiniz. Bu durumda da lise muadili kal›r, üniversite hocas› olamazs›n›z. Buna ek olarak ikinci bir dili de ö¤renmeye çal›flacaks›n›z. Eskiden doçent olmak için, doktora için bir dil laz›md›. Tercüme edecek düzeyde bilmek yeterliydi. Doçentlikte çift tarafl› tercüme aran›rd›. Profesör olmak için ise ikinci dil flart› aran›rd› yani iki dil bilmeden profesör olamazd›n›z. Benim ikinci dilim almancad›r. Almanya’n›n Göthe Enstitüsü’nde alt› ay okudum. Sonra DPT ad›na Almanya’y› dolaflt›m. Tek bafl›ma ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler programlara gittim. Bir sene sonunda Alman üniversitelerinde ders verdim çocuklara. Sizler de ikinci bir dili ö¤reneceksiniz. Tabi branfl›n›za göre bu ikinci dil de¤iflebilir. Benim tavsiyem birinci diliniz ‹ngilizce, ikinci diliniz Arapça olsun. Böylece hem bat› hem do¤u kültürüne, hem fenni bilimlere hem de ‹slami bilimlere girifl kap›s› açm›fl olursunuz. O zaman da mükemmel bir ilim adam› olursunuz. Ha e¤er üçüncü dili ö¤renirseniz de kaymakl› kaday›f olur ama iki dil hedefiniz olmal›d›r. Yabanc› dillerdeki milletler aras› mesleki toplumlara kat›lmaya çal›fl›n. Eskiden üniversitelerde her fakültenin ayr› bir bütçesi vard›. Rektörün fazla bir fonksiyonu yoktu, dekanlarda yetki vard›. Dekanlar›n da flahs›nda de¤il, profesörler grubundan, senatodan yetkiler al›n›yordu. Her sene fakültenin bütçesine ve asistanlar›n k›dem s›ras›na göre s›ralama yap›l›r, üç befl kifli asistanl›kta doktora yapmadan önce, doktora yapmak için yurt d›fl›na gönderilirdi. Asgari bir sene sürüyordu. Doçent olduktan sonra bu sefer alt› ay süreyle tekrar gönderiliyorlard›. Profesörler de üç ay süreyle gönderiliyorlard›. Fakülte paralar› hep buralara giderdi. Para hocalara sarf edilirdi ve milletler aras› toplant›lara gidilirdi. Yetmiyorsa kendisi üstünü tamamlard›. Ben bu yolla her sene bir toplant›ya kat›l›rd›m. Milletleraras› meslektafllar›m›z› tan›yorduk. Bilgi al›flveriflinde bulunurdunuz. Onlar› buraya davet eder veya siz oraya giderdiniz. Bizim bölümde her sene yabanc› hoca muhakkak bulunuyordu. Benim asistanl›k imtihan›m› da bir Alman hoca yapm›flt›r. Almanlardan sonra Amerikal›lar geldi. Devaml› böyle bir sirkülasyon vard›. fiimdi bunlar›n geliflmesi gerekirken fakülteler içlerine kapan›yorlar. Param›z olmad›¤› için üniversitede araflt›rma yapaca¤›m›z zaman ticaret odas›ndan, oradan buradan para dilenirdik. Gaziosmanpafla’da gecekondu çal›flmalar›, Bulgaristan muhacirleri üzerine yapt›¤›m›z çal›flmalar hep böyle husule gelmifltir. fiimdi araflt›rma fonlar› var ama araflt›rma yapmazlar. Ama sizler hem araflt›rma yapacaks›n›z, hem de milletler aras› münasebetlere önem vereceksiniz. Hangi ülkeyi be¤eniyorsan›z oraya gidin. Sahan›zla ilgili milletler aras› toplant›lara kat›l›n, yay›nlar› takip edin. fiimdi kütüphaneler fakirleflti; eskiden bütün mecmualar gelirdi bizim fakülteye. fiimdi bütün yenilikler mecmualardad›r. Mecmualarda taze bilgiler bulunmaktad›r. Kitap da okuyun ama muhakkak mecmualar› takip edin. Saha araflt›rmas› yap›n. Teori de çal›flabilirsiniz ama saha araflt›rmas›n› kesinlikle ihmal etmeyin. Teorik sahadaki çal›flmalar›n›z› tatbikatla ilgili araflt›rmalarla destekleyeceksiniz. Mümkün ise tatbikatla ilgili branfllarda yar› zamanl› olarak ama iflinizi sekteye u¤ratmadan görev alacaks›n›z. Böylece okuttu¤un fleylerin tatbikat›n› görürsün. Ama kendinizi paraya kapt›rmayacaks›n›z, piyasaya düflmeyeceksiniz. ‹lmin haysiyetini koruyacaks›n›z. Bizim zaman›m›zda para laf› konuflulmazd›. Kat›ld›¤›m›z konferanslar›n %90’n› paras›z verirdik. Çünkü o vakit hocan›n haysiyeti çok yüksekti. “Üniversitede koskoca profesör. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 19 20 Sabahattin Zaim Nas›l para teklif edilir ki? denirdi. Do¤ruydu. Ald›¤›m›z maafl› kimse sormazd› ama koca profesördü… Eee biz de öyle davran›r, para istemez, paras›z çal›fl›rd›k. Hocal›k, müderrislik makam›d›r. Müderrislik makam› peygamber makam›d›r. Sulatan I. Murat gazilerine diyor ki “ulemaya izzet-i ikram eyleyin çünkü onlar enbiyay-› kiram›n varisleridir. Onlar›n dua-y› berekat›nda baflar› bulunur.” Türkiye’de bu ‹slami gelenek yerleflmifltir. Bizim zaman›m›zda hep hoca diye hitap edilmifltir. Kimse profesör demez hocam derdi. Di¤er ülkelerde de böyledir. Hoca görev adam›d›r iflini yapar fikri hakimdir. Bugün ise YÖK kurumunun tutum ve uygulamalar›ndan dolay› bizim memleketimizde de hocan›n itibar› kaybolmufltur. Tekrardan hocalara müderrislik makam›n›n haysiyetini kazand›rmak gerekir diye düflünüyorum. Ben kendim yetmifl bin lira olan asli maafl›m›n doru¤una vard›m. 1965 de Profesör olarak mesleki kariyerimin doru¤una vard›m ama bitti. Yani makamlar bitti, para da bitti. As›l bundan sonra o makama lay›k olmaya çal›flmak gerekecektir. Profesör olmak bir hedef de¤ildir. Çabuk olursunuz. Hele flimdi daha çabuk olursunuz. Ama elde etti¤iniz makam›n ulviyetine lay›k olmak için kendinizi ilim adam› haline getirmeniz gerekecektir. Bütün ünvanlar bittikten sonra bunun için çal›flaca¤›z. Dünyevi makamlar bir noktada biter ama ulvi makamlar, ilmi makamlar o noktadan sonra bafllar. Faruk Naf›z’›n bir sözü vard›r; “arabac›n›n yolu, bitti¤i yerde bafllar”. ‹lim payesi de ilim rütbeleri bittikten sonra bafllar. O ana kadar hep doçent olmak için puan alay›m, tez yazay›m, profesör olmak için flu kitab› yazay›m, jüriden rapor alay›m gibi u¤rafllar olur. ‹flte as›l bunlardan sonra ilim bafll›yor. Ondan sonra kendin için, düflüncen içim, idealin için çal›flacaks›n. Makam beklemeden, maafl beklemeden, dünyevi terfi beklemeden çal›flmaya bafllad›¤›n zaman ilim hayat›n bafllam›fl oluyor. O ana kadar olanlar› haz›rl›k safhas›na sayacaks›n. Bir hocan›n üç hedefi olmal›d›r: sahas›nda otorite olmal›, güzel eserler yazmal› ve güzel halefler yetifltirmelidir. Bu üç ifli yapmazsan›z hocal›¤›n manas› yoktur. Hele eser b›rakmaz, halef yetifltirmezseniz bütün emekleriniz heba olur. Sizi takip edecek hay›rl› halefler, fikirlerinizi tefsir edecek kitaplar laz›md›r. Bunlar ayn› zamanda sizin ahiretinizi de sa¤lam›fl olacakt›r. Biliyorsunuz insan›n defter-i ameli ölünce kapan›r ama üç hal vard›r ki amel defterine yaz›lmaya devam eder. Birincisi hay›rl› âsâr üretmektir; hastane, toplum için faydal› eserler, çeflmeler, okullar. ‹nsanlar istifade edip hay›r dua ettikçe sanki o flahs›n bila yevmil k›yame amel defterine sevap yaz›lmaya devam eder. ‹kincisi; hay›rl› eser yani kitabî eser b›rakmakt›r. Üçüncüsü de; hay›rl› evlat b›rakmakt›r. Evlatlar›n yapt›klar› bütün hay›rl› hasenat kendileri ile birlikte ebeveynlerinin de hanesine yaz›l›r. ‹flte ilmin faydas› buradad›r. Güzel eserler b›rak›rsan›z kütüphanelerde o eserler okundu¤u müddetçe sizin defter-i ameliniz aç›k kal›r. Ölmemifl gibi ebedi hayata kavuflursunuz. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler Bir tavsiyemde genç iken yaz› yazman›z yönündedir. Kitap vermeye çal›fl›n, gençken bol bol makale ve kitap yaz›n çünkü gençken yap›lan hatalar hofl görülür. Gençken yazmasan›z hata yapaca¤›m diye korkars›n›z. Etraf da hatan›z› “koskoca profesör olmufl ama yanl›fl yapm›fl” diyerek affetmez. Profesör Orhan Dikmen Hoca benim jürimdeydi. Doktoram› yazd›¤›mda bana tavsiyede bulunmufltu. Gençken yazarsan›z hem hatalar› düzeltme imkan› bulursunuz hem de düzelte düzelte kendinizi gelifltirirsiniz. Etraf da bunu müsamaha ile karfl›lar. Ama flimdi yazmazsan›z sonra hiç yazamaz hale gelirsiniz. Onun için velüt olmaya çal›fl›n, eser verin. Yazmaktan korkmay›n. Zaten bilim dedi¤iniz geçici fleylerdir, izafi fleylerdir. Birinin ak dedi¤ine öbürü kara diyor. Bu Seküler bilimlerin yarat›c› ile alakas› kesilmifl oldu¤undan hata etmekten korkmay›n. Bugün bize yeni diye sunulan bilimler eski bilimlerin ve bilgilerin yeni versiyonlar› veya zaman›m›z›n mant›¤›yla bugün dile getirilmifl halleridir. Bugün çokça ismini telaffuz etti¤imiz insan kaynaklar› eski personel idaresinin flekil de¤ifltirmifl, muhteva de¤ifltirmifl halidir. Ama hikaye ayn›d›r. Bir söz vard›r “kainatta söylenmemifl söz yoktur” diye. Düflünün ki binlerce y›ldan beri milyonlarca insan gelmifl, on binlerce, milyonlarca alim ve flair yetiflmifl, binlerce kitap yaz›lm›flt›r. Bizim yapt›¤›m›z kendi zaman›m›z›n mant›¤› ve terminolojisi içinde kendi toplumumuzun de¤erleri üzerinde ayn› fleyleri yeni bir ifadeyle dile getirmekten ibarettir. Kimse yeni fleyler yapt›¤›n› sanmas›n. Ben flu halime geldikten sonra bunu idrak ediyorum ancak. Yapt›¤›m›z fleyler hep hikayedir. Hele flimdiki hocalar›n ço¤u tercümand›r. Hala tercümeyle meflguldürler. Hiçbirisi telif veremiyor çünkü kendi toplumuna yabanc›, onu incelememifl. Bir arkadafl›n›za sordum doktora tezin nedir diye “Marks ve Weber’de Do¤u Toplumlar› Alg›s›” dedi. Dedim ki; “Olmas› gereken Do¤u Toplumlar› Aç›s›ndan Marks ve Weber”dir. Biz kendi gözümüzle onlar› inceleyip de¤erlendirece¤iz. Bunun için de telif olmas› gerekiyor yapt›¤›m›z çal›flmalar›n. Biraz lisan bilen aktar›yor çeflitli mahfillerden. Bunlar›n bir k›sm› da kaynak vermeden aktar›yor ki bu ilim de¤ildir. Binlerce hoca var ortada eser yok. Bu hoca için “yapt›¤› ifl ahlaki midir, kaidelere riayet etmeli midir?” sorular› anlams›zd›r çünkü müderrislik makam›n›n yarat›c›yla irtibat› kesilmifl, bilim sahas› dinden uzaklaflt›r›lm›fl. Biz bunlar› birlefltirmeye ve topluma faydal› olmaya çal›fl›rken peygamberimizin flu sözünü hiç unutmayaca¤›z “Faydas›z ilimden Allah’a s›¤›n›r›m”. Ben ‹slam iktisad› çal›flmalar›na bu hadisi görünce bafllad›m. Sadece iktisat ile u¤raflmak hikaye bir ifltir. Seksen kitab›n sekseni de birbirini nakzeder. Ben ‹slam iktisad›yla u¤raflmaya hobi olarak bafllad›m ama yarat›c› ile irtibat› muhafaza ederek devam ettim. Daha önce size bahsetti¤im uluslar aras› kongrelerden e¤itim sahas›nda yap›lan kongrenin sonuç kararlar›ndan bahsederek konuflmam› bitireyim. Sonuçlardan en mü- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 21 22 Sabahattin Zaim himi fluydu; ‹slam dünyas›nda yaz›lm›fl bütün kitaplarda gayri ‹slami kavramlar kullan›lmaktad›r. Kavramlar, mefhumlar çok önemlidir. Rahmetli Ayhan Songar flöyle derdi; “‹nsanlar mefhumlarla düflünür. Mefhumlar kelimelerle ifade edilir. Kelimeler de¤iflti¤i zaman mefhumlar da de¤iflir. Mefhumlar bozuldu¤u zaman düflünce kaybolur ve fikir üretilemez”. O halde mefhumlar gayri ‹slami oldu¤u takdirde yarat›c› ile irtibat› muhafaza eden bir ilmi çal›flma yapman›z mümkün olmaz. O istikamette düflünemezsiniz. Öyleyse yap›lacak ilk fley; bütün ‹slam dünyas›nda gayri ‹slami mefhumlar› tespit etmek ve onlar›n yerine kabil oldu¤u nispette ‹slami kavramlar› ikame etmeye çal›flmakt›r. ‹kincisi; o ‹slamî kavramlarla yeni müfredat program› haz›rlamakt›r. Üçüncüsü; bu yeni müfredat programlar›na göre yeni kitaplar ve o yeni kitaplar› okutacak yeni hocalar oluflturmakt›r. Bunlar› yapabildi¤i zaman ‹slam dünyas› e¤itim sahas›nda içti¤i su berrak hale gelmifl olur. Rahmetli Ziya-ül Hak’›n bir sözünü aktaray›m; “Bugün Pakistan’da iki millet yafl›yor. Milletlerden bir tanesi ‹ngilizlerin kurdu¤u bat›l› okullarda yetiflmifl olan insanlar. Bunlar dünyevi bilgilere sahip insanlar ama ‹slami bilgilerden tamamen yoksunlar. ‹kinci millet ise medreselerden yetiflen insanlar. Onlar da ‹slami bilgileri biliyorlar ama dünyevi bilgilerden yoksunlar. Bizim hedefimiz bu iki milleti tek millet yapmak ve ‹slami temellere dayanmakt›r.” K›sa süre içinde size verebilece¤im nasihatler bunlard›r. Bunlar zaten sizin bildi¤iniz fleyler, size bilmedi¤iniz fleyleri anlatmad›m. Güzel fleyleri tekrarlamakta fayda vard›r. Biz de bildi¤imiz güzel fleyleri karfl›m›zdakilere tekrarlamakla mükellefiz. Çünkü nefsimiz bizi devaml› kötü tarafa do¤ru yönlendirmektedir. Onu dengeleyebilmek için güzel fleyleri devaml› tekrarlamam›z laz›m gelir ki kendimizi devaml› dengede tutabilelim. Dolay›s›yla bu konferanslara bilmedi¤imiz fleyler söylenecek umuduyla gelmeyin. Bildi¤iniz güzel fleylerin belki yeni bir sistem içerisinde, yeni bir kompozisyon içinde ifade edilece¤ini düflünürseniz daha rahat edersiniz. Allah hepinize s›hhat ve afiyetle hay›rl› ömürler versin. Evlenmeyenlere hay›rl› yuvalar kurmay› nasip etsin. Talebelerde iki önemli fley vard›r; iflini ve eflini bulmak. ‹kisi dengede giderse insan›n dünyas› da ahireti de ma’mur olur. Birisi bozuk olursa ötekisini de bozar. ‹nflallah güzel bir yuva kurars›n›z, güzel bir efl sahibi olursunuz, güzel bir ilim adam› olursunuz. Her fleyden önemlisi inflallah Allah’›n r›zas›na erersiniz… ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f 3 YUNUS KAYA Çev. Halil ‹brahim Erol Özet: Bu çal›flma Türkiye’nin son iktisadi küreselleflme dalgas› boyunca toplumsal s›n›f yap›s›n› tahlil ediyor. 1980’den beri Türk toplumsal s›n›f yap›s› önemli ölçüde de¤iflti. Türkiye ço¤unlukla basit teknoloji ama giderek artan bir flekilde de orta- ve üst-teknoloji üretimi mallar›n önemli bir ihracatç›s› haline geldi. Bu metin ekonomik küreselleflme ve sanayileflmenin bir proleteryalafl(t›r)ma ve kutuplafl(t›r)ma sürecine katk› yapt›¤›n› savunuyor. Proleteryalafl(t›r)ma Türkiye’nin tar›msal yap›s›ndan bir geçifl, kamu sektöründe görece bir düflüfl ve iflyeri otoritesi olmaks›z›n ifl gücünü satan s›n›flar›n bir büyümesi arac›l›¤›yla ortaya ç›km›flt›r. Kutuplafl(t›r)ma özel sektör giriflimcili¤inin, profesyonel ve yönetimsel s›n›flar›n büyümesi ve gayri resmi sektörün eflzamanl› bir genifllemesi sayesinde ortaya ç›km›flt›r. Anahtar Kelimeler: toplumsal s›n›f yap›s›, proleteryalafl(t›r)ma, kutuplafl(t›r)ma, iktisadi küreselleflme Abstract: This paper analyzes the social class structure of Turkey during the latest wave of economic globalization. Since 1980, the Turkish social class structure changed significantly. Turkey became a significant exporter of mostly low-technology, but also increasingly medium- and high-technology, manufactured goods. This paper argues that economic globalization and industrialization contributed to a process of proletarianization and polarization. Proletarianization occurred through a transition from Turkey’s agrarian structure, a relative decline of the public sector, and an expansion of classes who sell their labor without workplace authority. Polarization occured through the growth of private-sector entrepreneurial, professional and managerial classes, and a simultaneous expansion of the informal sector. Key Words: social class structure, proletarianization, polarization, economic globalization At›f©: Kaya, Yunus, “1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f”, ‹LEM Y›ll›k, y›l 2, say› 2, 2007, ss. 23-59 24 Yunus Kaya 1980- 2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Sosyal s›n›f üzerine yap›lan son tart›flmalar ça¤dafl toplumlar›n yap›lar›n› ve teflekkülünü anlamland›rmada bir mefhum olarak s›n›f›n uyganabilirli¤i etraf›nda dönmektedir. Son y›llarda, seçmenlerin davran›fl› ya da siyasi tutumlar gibi meselelerde sosyal s›n›f›n izah edici gücü sorgulanmaya bafllad› (örn. Pakulski ve Waters 1996; Kingston 2000; Clark ve Lipset 2001; Roberts 2002). Post modernist tenkitler; ça¤dafl toplumlarda, eflitsizlik boyutlar›n›n ve cinsiyet, ›rk, etnisite, sosyal aidiyet gibi s›n›fs›z toplum kimliklerinin menfle olarak sosyal s›n›ftan daha önemli oldu¤unu ileri sürerek süreci ileri bir aflamaya tafl›d›. (Grusky ve Weeden 2005 yap›lan elefltiriler için bkz.). Bu kuramc›lar, ça¤dafl toplumlar› bireylerin yekunü olarak kavramsallaflt›rd› ki o bireyler, ekonomik ç›kar ya da sömürü temelinde müteflekkil sosyal y›¤›nlardan öte genifl kimlik yelpazesinde flekillenmekteydiler. Artan elefltirilere karfl› sosyal katmanlaflma alan›nda sosyal s›n›f kavram›n› savunma yönünde önde gelen ilim adamlar›nca yap›lan bir çok teflebbbüs mevcuttur. Bu teflebbüslerin ço¤u sosyal s›n›f› daha iyi ifllevsellefltirmeyi (operasyonalizayson) tasarlar mahiyetteki çabalar› paylaflmaktad›r.1 Wright, genelde sosyal s›n›f kavram› ve özelde Marksist yaklafl›m icin yaptigi savunmas›nda (Wright 1997, 2005) günümüz iflçi piyasalar›ndaki emek iliflkilerini anlamada sömürü mefhumunun önemini yinelemektedir.2 ‹flgücü piyasa yap›s› zamanla de¤iflmesine ra¤men o, hala bizim sosyal s›n›flar› bu mefhuma dayand›rarak teflhis edebilece¤imizi ileri sürer. Portes (2000) sosyal müdafaas›na s›n›f hem modern toplumlar›n bir araya getirilmifl bireyler iddias›n› hem de s›n›flar›n “ bilinçli flekilde seferber edimifl sosyal y›¤›nlar” oldu¤u iddias›n› reddederek bafllamaktad›r. Di¤erlerine nazaran, Portes 19. yüzy›ldan hareketle s›n›f tipolojilerini kabul eder. Ve Marksist hakim ve madun s›n›flar ayr›m›n› sürdürmekle beraber mülkiyet yap›lar›ndaki de¤iflikli¤i gözününde bulundaran yeni bir ifllevsellefltirmeyi (operasyonalizayson) kabul etmektedir. Nitecede, ana s›n›flar› bask›n/ege1 1990’lar›n sonlar›ndan itibaren, sosyologlar taraf›ndan husule getirilen yayg›n iki tür s›n›f flemas› mevcut olageldi: : Erikson,-Goldthorpe- Portocarero (EGP) (Erikson, Goldthorpe ve Portocarero 1979) ve Wright s›n›f flemas› (Wright 1985). EGP s›n›f flemas›, çal›flan kiflileri, meslek, mülkiyet ve otoriteye dayal› 11 sosyal s›n›fa (7’ye indirilebilir) ay›r›r. Bizzat Erikson ve Gloldthorpe taraf›ndan yap›lan 1980’ler ve k›smen 1990’lardaki Endüstriyel Ülkelerde Karfl›laflt›rmal› Sosyal Hareketlilik ‹ncelemeleri (EÜKSH‹) projesinin baflar›s› sayesinde bu [s›n›f flemas›] katmanlaflma ve hareketlilik araflt›rmalar›nda yayg›n bir flekilde benimsendi. Wright (1985) mülkiyet ayr›m›, kontrol ve emek teorisinin akamete u¤ramas› gibi meselelere Marksist gelenekten itiraz eden araflt›rmac›lar›n sorunlar›n›n üstesinden gelmek için “çeliflen s›n›f mevkileri”ni takdim ederek 12 sosyal s›n›f flemas› ortaya att›. Wright (1997) (EÜKSH‹) projesinden daha dar alanda olsa da ülke çap›nda karfl›laflt›rmal› sosyal s›n›f anketleri düzenledi. 2 Provakatif bir beyanatta, Sorensen (2000) de mülkiyet haklar› ve iktisadi rant üzerinden gerçeklefltirilen mülkiyet sömürü temelli bir s›n›f haritas› önermifltir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f men kapitalistler, kapitalistler ve rantiyeciler olarak tan›mlarken madun/ afla¤› s›n›flar› da seçkin/elit çal›flanlar, genel çal›flanlar, küçük giriflimciler ve iflten ç›kar›lm›fl çal›flanlar olarak tan›mlamaktad›r. (Portes 2000). Di¤er analizcilerse mikro-s›n›flara yönelik ad›m atmay› ve nominalist s›n›f taslaklar›n› esnetmeye yönelik öneride bulunmay› ye¤lemifllerdir. Grusky ve Weeden (2005) sosyal hadiseleri aç›klamadaki problemlerin sosyal s›n›f›n ifllevsellefltirmesindeki zay›fl›kta yatt›¤›n› iddia eder. Sosyal s›n›flar›n mesleki gruplar olarak tan›mlanmas› geleneksel ve daha genel s›n›f flemalar›ndan daha iyi [bir tan›mlamay›] icra etmektedir. Öncesinde, Grusky ve Sørensen (1998) benzer bir iddiay› ortaya koymufllad›r ki “ S›n›f çözümleyici yöntemler”deki müflterek faaliyet ve sömürü gibi örnekler mesleki bazda toplam s›n›f seviyesinden daha elle tutulur oldu¤unu ileri sürer. Net ve müterakim katk›lar›yla birlikte mevcut bu tür canl› tart›flmalara ra¤men kayda de¤er ça¤dafl s›n›f analizlerilerinin kapsam›, hakim yo¤unlaflman›n yöneldi¤i halihaz›rda geliflmifl ve endüstriyelleflmifl ülkelerdir. Daha küçük ama kayda de¤er literatürün daha az geliflmifl ülkeler (AGÜ) ba¤lam›nda mevcut olmas›na ra¤men daha fazla araflt›rma daha iyi va daha genifl çapta uygulanabilir sosyal katmanlaflma ve s›n›f nazariyelerini temine ihtiyaç duyulmaktad›r.3 AGÜ’ler üzerine yap›lan çal›flmalarda bile ço¤u araflt›rma Latin Amerika ve Do¤u Asya ülkeleri üzerine odaklanmaktad›r.4 Bildi¤im kadar›yla, nispeten ingilizce [yay›nlarda] birkaç çaba da sistematik bir flekilde AGÜ’lerdeki sosyal s›n›f› inceler mahiyettedir. AGÜ’lerin s›n›f yap›s› üzerine yap›lm›fl önceki çal›flmalar endüstriyelleflme teorilerini s›nama üzerine odaklanm›fl bulunmaktad›r ki bunda eflitsizli¤in endüstriyelleflmeyle birlikte azalaca¤› iddia edilmifltir. Ornek olarak, Bolivya ve Birleflik Devletler karfl›laflt›rmas›nda Robinson ve Klein (1981) flunu ileri sürmüfltür: Eflitsizlik, basit/ilkel [durumdan] karmafl›k tar›m toplumuna geçifllerde artar ve endüstriyel toplumlara geçiflte ise azal›r. Haller ve meslektafllar›n›n y›llarca Brezilya üzerine yapt›¤› çal›flmalarda da (mesela; Bills ve Haller 1984; Bills et al 1985; Kelley ve Haller 2001) bir flekilde ayn› neticeye ulaflm›flt›r. Di¤er kayda de¤er çal›flmalarda, araflt›rmac›lar AGÜ’lerdeki endüstriyelleflme, s›n›f ve eflitsizlik aras›ndaki iliflkiyi endüstriyelleflme 3 Grusky (2001) gibi sosyal katmanlaflma alan›ndaki meflhur antolojiler AGÜ’lere birkaç at›f içermektedir. 1983–2002 aras› faaliyet gösteren Uluslararas› Toplumbilimsel Cemiyeti 28’inci Araflt›rma Komitesi (AK 28) toplant›s›nda 1500 sayfa, inceleme tebli¤i sunuldu ki sunulan tebli¤lerin yüzde 8’i (Do¤u Avrupa ve Rusya hariç) AGÜ’ler üzerineydi. (bkz. 28’izinci AK konferanslar›nda sunulan tebli¤ler için Hout ve DiPrete 2006). 4 Eski Komünist ülkelerin Sosyal katmanlaflma ve hareketlilik örüntüleri üzerine zengin bir külliyat vard›r(örn. Nee 1991, 1996; Zhou 2004). Bu ülkelerin sosyal ve iktisadi yap›lar›n›n farkl› vas›flar› AGÜ’lerdeki s›n›f yap› çal›flmalar›yla k›yas yapmaya zorlaflt›r›r bir mahiyet arz eder. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 25 26 Yunus Kaya ektisi üzerinde etkili olan karma delilleri husule getirerek çözümleme yoluna gitmifllerdir. (Gordon 1987 Jamaika üzerine; Hsiao 1987, Marsh ve Hsu 1994 Tayvan üzerine; Koo 1985 ve Park 2004 Kore üzerine; Neves 2005 Brezilya üzerine).5 AGÜ’lerdeki s›n›f yap›s›n› inceleyen sistematik çabalar›n birisinde, 1995 y›l›nda Portes, Latin Amerika’n›n flümullü bir s›n›f haritas›n› ç›karm›flt›r. Portes yeni olarak emek üzerindeki murakabe ve takas usulünü, üretim araçlar› mülkiyetine göre oluflturulmufl olan klasik Marskist çatallaflmaya ekledi. Böylece, kendi incelemelerine kay›td›fl› ekonomiyi ve Latin Amerika’daki sosyal s›n›f kavramsallaflt›rmalar›n› eklemeyi baflarm›fl oldu. Portes ve Hoffman (2003) benzer bir yöntemle son y›llardaki Latin Amerika soysal s›n›f yap›s›n› incelediler. Baz› [araflt›rmac›lar] ise AGÜ’lerdeki s›n›f yapas›na dair vaka analizini ileri sürdüler. Koo ve Hong (1980) Wright’›n s›n›f flemas›na “yeni bir orta s›n›f” ve “ marjinal s›n›f” ekleyerek Güney Kore’ye uygulad›. Koo (1985) daha sonras›nda Güney Kore’nin 1960 ve 1970 y›llar› aras›daki s›n›f yap›s›ndaki proleterleflmeyi ve emek gücünün feminizasyonunu en dikkate de¤er iki de¤ifliklik olarak teflhis etti. Koo (1990) Güney Kore’nin proleterleflmesinin ekseriyette kay›tiçi ekonomide vuku buluflunu 1958 ve 1985 y›llar› aras›nda hizmet sektörünün liderli¤i almas›n›, el eme¤i ve hizmet sektöründe olan s›n›flardaki ani-eflzamanl› art›fl› göstererek ortaya koydu. Yak›n zamanda, Parrado (2005) Meksika’daki s›n›f eriflilebilirlik ve hareketlili¤ini EGP unsurlar› ve Portes s›n›f flemas›n› kullanarak inceledi. Marks (2005) birtak›m ülkedeki e¤itimsel amaçlar› inceledi ki bu ülkeler Brezilya, Kore ve Meksika’y› da içerir. Torche (2005) ise eflitsizlik ve toplumsal hareketlilik aras›ndaki alakay› EGP yedi-s›n›f versiyonu flemas›n›yla de¤erlendirdi. Tüm bu kayda de¤er katk›lara ra¤men, göreceli olarak AGÜ’lere dair s›n›f yap›lar› üzerine yap›lan çal›flmalar hala eksiktir. Bu çal›flma Türkiye vakas›n› çözümleyerek AGÜ’lerdeki sosyal s›n›f üzerine yap›lan araflt›rman›n göreceli kifayetsizli¤i gösterme yolunda çaba harcayacakt›r. ‹ktisadi küreselleflmenin yaratt›¤› en son dalga, ço¤u kifliyi fluna inanmaya sevketti: Ça¤dafl AGÜ’lerdeki ve geliflmifl ülkelerdeki emek ve sosyal s›n›f incelemeleri küresel ekonomi tesirini de göz önünde bulundurmaktad›r. Bu çal›flma, iktisadi küreselleflmenin artt›¤› süreç boyunca, ki bu süreç yabanc› sermaya ak›fl› ve uluslararas› hizmetlerde ve mallarda yap›lan ticaret üzerinden gerçekleflmifltir, Türkiye’nin sosyal s›n›f yap›s›n› de¤erlendirecektir. 5 Eski endüstriyelleflmifl ülkelerin de-endüstriyelizasyonu sanayi istihdam› ve küreselleflme aras›ndaki rab›ta hakk›nda hararetli bir tart›flma zemini oluflturuyor (bkz. Alderson 1999; Brady ve Denniston 2006). Ayr›ca tart›flma ve deneye dayal› incelemeler geliflmekte olan ülkeleri ihata etmemektedir ki güya bu ülkeler endüstriyel tekrardan yap›lanmalar›n› tamamlamak üzereler. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Türkiye’nin geliflmesi; ilim adamlar›n›, ‹slam ülkeleri ve de bütün geliflmekte olan ülkeler aras›nda en flumüllü ve köklü “modernleflme” projelerinden biri olarak s›kl›kla ilgilendire gelmifltir. Üstelik Türkiye AGÜ’lerde endüstriyelleflme ve küreselleflme çal›flmar› için gelecek vadeden bir vaka durumundad›r. Türkiye [cumhuriyeti] 1923’te kurulmufltur ki bu AGÜ’lerden çok daha öncedir. Bu zaman zarf›nda Türkiye, devlet eyliyle dolays›z giriflimcilikten özel sermayeye dayal› ithal-ikamesi endüstriyelleflmeye kadar de¤iflen endüstriyelleflme stratejilerini farkl› tarihsel ba¤lamlarda tecrübe etmifltir. Ayr›ca Türkiye 1980’lerde ekonomisini tekrardan yap›land›rarak ve Do¤u Asya ülkeleri örne¤ine tabi olarak küresel ekonomiye aç›lan ilk ülkeler aras›nda yer alm›flt›r. Türkiye, küresel ekonomiye aç›ld›¤› bu dönemde mamul mallarda önemli ihracatç› konumuna yükselmifltir. Ve böylece Türkiye’nin ihracat› mütemadiyen artm›flt›r. Ayn› zamanda Türkiye bu dönem boyunca önemli miktarda yabanc› sermayeyi cezbeder hale gelmifltir. Bütün bu yak›n zamandaki de¤ifliklikler ve tarihsel tecrübe AGÜ’lerdeki sosyal s›n›f yap›lar› ve endüstriyelleflme üzerindeki son iktisadi dalgan›n etkisini araflt›rmada Türkiye’nin de¤erli bir vaka olmas›n› sa¤l›yor. Ayr›ca, Türkiye’nin sosyal s›n›f yap›s› analizi dünyadaki di¤er benzer bölgeleri sosyal s›n›f tart›flmas›na dahil etmede bize yard›mc› olacakt›r. Önümüzdeki bölümde küreselleflenin etkilemifl oldu¤u Türkiye’nin sosyal s›n›f yap›s›ndan ve di¤er AGÜ’lerinkinden bahsedece¤iz. AGÜ’lerde Küreselleflme ve Sosyal S›n›f: Proleterleflme ve Kutuplaflma Küreselleflme 1990’lar›n bafllar›nda sosyal bilimlerde ve populer söylemde yaygin bir mefhum olarak ortaya ç›kt›. ‹ktisadi veçhede, ilim adamlar›, küreselleflme himayesinde gittikçe artan birbirine ba¤›ml› bir dünya iktisad›n› resmetti (Castells 1996; Dicken 2003; Gereffi 2005). Ço¤u ilim adam›ysa, eme¤in ve dünyadaki bütün ülkelerinin s›n›f yap›lar›n›n küreselleflme taraf›ndan dönüfltürüldü¤ünü ileri sürdü. Geliflmifl ülkelerin ekonomileri meselesinde, geleneksel emek s›n›flar›n›n düflüfl s›kl›kla küreselleflmeye atfetildi (Alderson 1999; Brady ve Denniston 2006). AGÜ’lerde, küreselleflmenin, AGÜ’lerdeki sosyal s›n›flar› nas›l etkileyebildi¤ine dair iki ana sebep temyiz edilebilir: Prolerterleflme ve kutuplaflma. Braverman (1974), klasik çal›flmas›nda proleterleflmeyi, erken endüstriyelleflmifl ekonomiler ba¤lam›nda iflçilerin ifllerindeki murakabesinin yok edilmesi ya da yetene¤inin küreltilmesini de dahil ederek ikiyüzlü süreç olarak tan›mlam›flt›r.6 Güney Kore örne¤inde, Koo (1990) proleterleflmeyi tam-zaman ücretli istihdama geçifl olarak iflledi. See ve Koo, Tayvan’›n endüstriyel dönüflüm analizinde proleterleflmeyi “üretim araçlar› üzerindeki muraka6 Braverman’n›n çal›flmas› çal›flan›n tatmin ve direnç rolünün göz ard› edilip, afl›r› bir flekilde bilimsel yönetime odaklamaya dair güçlü bir elefltiri içerir (bkz Reid 2003). ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 27 28 Yunus Kaya beyi yok eden süreç ve kiflinin emek gücünü di¤er insanlara hayatta kalmak için satmas› olarak izah etmifllerdir (1992: 46). K›smen flu aç›klamalarla, proleterleflmeyi, iflyeri salahiyeti olmaks›z›n kitlelerin özel-sektör ücretli istihdam›na duhulu olarak tan›ml›yorum. Özellikle fluan itibariyle üretim ve hizmet sektöründe çal›flan proleterleflme temsilcileri daha öncesinde tar›m ya da kamu sektöründe istihdam edilmifllerdir ya da emek piyasas›n›n d›fl›nda kalm›fllard›r (özellikle de kad›nlar). Neticede, proleterleflme, özel sektör istihdam› biçiminde daha düflük ve orta seviye mesleki ve s›n›f da¤›l›mda ortaya ç›kmaktad›r. Özellikle Türkiye örne¤inde, daha öncesinde tar›mda istihdam edilmifl kiflileri de ço¤unun ücretliler olmad›¤›dan ve küçük çiftçiler olarak çal›flt›klar›ndan ya da ücretsiz aile iflçileri olduklar›ndan proleterleflmeye dahil ediyorum. Proleterleflmeyi, özel sektördeki en son iktisadi küreselleflmeyle hudutland›r›yorum. ‹ktisadi küreselleflmenin son dalgas›, Türkiye ve ço¤u AGÜ’lerdeki kamu kurumlar›n›n ki bu kurumlar; güvenli¤i, devaml› ifli ve orta s›n›f hayat tarz›n› belli oranda iflçilerini sa¤layan kurumlard›r, bu kurumlar›n da özellefltirilmesi ya da ayr›flt›r›lmas›n› ihata eder. (Boratav 2003; Portes ve Hoffman 2003). Bu literatürde, ço¤u kifli iktisadi küresellemenin son dalgas›n›n, AGÜ’ler için onlar› küresel ekonomiye düflük maliyetli emek sa¤lay›c›lar olarak entegre etmede bir saik oluflturdu¤unu iddia etmektedirler (örn. Dicken 2003; Gereffi 2005). Wood (1994, 1995) imalat ihracat›n›n Güney’den Kuzey’e do¤ru olan düflük ya da vas›fs›z sanayi iflçileri istihdam›n› Güney’de art›rd›¤›n› ileri sürmektedir. AGÜ’lerdeki ‹hracat ‹fllem Bölgeleri (‹‹B’leri) üzerine yap›lan son tart›flma eski ziraatçilerin, kad›n ve çocuklar›n bu alanlardaki istihdam›na odaklanm›fl durumdad›r (örn. Fernandez-Kelley 1983; Lee 1998; Fox 2002; McKay 2006). Kutuplaflma, özel sektör elitinin giriflimsel, yönetimsel, profesyonel s›n›flarda yükseliflini; iflçi piyasalar›n›n alt kesimi boyunca yo¤unlaflmas›n› ihtiva etmektedir. Özellikle kutuplaflman›n temsilcileri, kay›td›fl› sektör iflçilerinin ve yüksek derecede e¤itimli elitlerin eflzamanl› büyümesidir. Ayr›ca bununla ilintili olarak hizmet istihdam›n›n yükselifli ve kamu istihdam›n›n düflüflüdür. Baz› ilimadamlar› art›k, bizim küresel sistemden küçük az›nl›klar› istidade imkan› sunarken toplumun geri kalan k›sm›n› d›fllamakta oldu¤una inanmaktad›rlar. 1990’lar›n bafllar›nda, Sassen (1991, 1994) profesyonel ve giriflimci s›n›flar dünya ekonomisini çekip çevirmektedir ki bunlar her toplumda küresel flehir alan›nda ortaya ç›kt›¤›n› ileri sürmektedir. Ayn› zamanda, Sassen, kay›td›fl› kitlelerin ve hizmet iflçilerinin iste¤e göre kullan›l›r flekilde küresel flehirlerde bu elitler taraf›ndan istihdam edildi¤ini tavsir etmifltir. Benzer de¤iflikliklere at›fta bulunursak, baz› araflt›rmac›lar zuhur eden küresel kapi- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f talist s›n›f hakk›nda benzer iddialar ortaya koymufllard›r. Sklair (2001: 4) milletlerüstü flirket yöneticilerinden, küresellefltirici bürokratlardan, siyasetçilerden, küresellefltirici profesyonellerden ve tüketici elitlerden oluflan kapitalist s›n›f›n neflet edifline dikkat çekmektedir. Benzer flekilde, Cox (1987, 1996) “milletlerüstü yönetici s›n›f”›n zuhur ediflini ileri sürmektedir; ayr›ca Robinson ve Harris (2000) “küresel yönetici s›n›f” için bir örnek vaka tertip etmifllerdir. Robinson ve Harris (2000) özellikle küresel/milletler üstü kapitalist s›n›f tezlerinde 1980 ve 1990’lardaki dünya iktisad›n›n entegrasyonunu abart›klar›ndan ve de yeterli deneysel kan›t sa¤lamad›klar›ndan genellikle elefltirildiler (örn. Arrighi 2001; Mann 2001). Bu elefltirilere cevaben, küresel kapitalist s›n›f›n mevcudiyetini kan›tlamak için yap›lm›fl bulunan birçok amprik analiz vard›r. Mesela, Carroll ve Carson (2003), dünyada en büyük flirketler aras›nda birbirine kenetlenmifl yönetim birimleri analizinde, tamam›yla bütünleflmifl küresel ifl dünyas› elitlerinin varoldu¤unu tart›flmaktad›r. Ayn› flekilde, Kennedy (2004) yap› tasar›m endüstrisindeki profesyonellerin birbiriyle çok yak›n ba¤lar kurdu¤unu ve gevflek bir aidiyet hissini iflbirli¤i ve deniz afl›r› teflebbüsler üzerinden oluflturdu¤u ileri sürmektedir. Alakal› olmas›na ra¤men, milletlerüstü kapitalist s›n›f ya da küresel yönetici s›n›f› hakk›nda yap›lan tart›flma bu çal›flman›n flimdilik ilgi oda¤› de¤ildir. Yukar›da aç›kland›¤› gibi, bu çal›flma Türkiye’deki de¤iflimlerle ilgili olacak ve sosyal s›n›f hiyerarflisindeki üst ve alt seviyelerdeki eflzamanl› art›fl›n kapsam›n› de¤erlendirecektir. Hemen hemen bütün ülkeler, kay›tiçi ekonomiyle birlikte kay›td›fl› ekonomiye de bir noktaya kadar sahiptirler (Portes ve Sassen-Koob 1987). Bununla beraber, Bat› Avrupa ve Kuzey Amerika d›fl›ndaki ülkelerin daha fazla kay›td›fl› ekonomiye sahip oldu¤u, bazen de bunun kay›tiçi ekonomiyi dahi geçti¤i ileri sürülmektedir (Castells ve Portes 1989).7 ‹ktisadi küreselleflmenin kay›td›fl› ekonomi üzerindeki etkisi son y›llarda gittikçe artan önemli bir sorun haline gelmifl bulunmaktad›r. Portes ve Hoffman (2003) 1980 ve 1988 y›llar› aras›nda Latin Amerika’da kay›td›fl› istihdam›n hem artt›¤›n› hem de dura¤an kald›¤›n› göstermifllerdir. Portes ve Roberts (2005) 1990’lar için Latin Amerika’da ayn› bulgulara uluflm›flt›r. Carr ve Chen (2001) iktisadi küreselleflmenin, s›kl›kla istihdam düzenlemelerinin kay›td›fl›laflt›r›lmas›ndan meydana gelen üretim maliyetlerini düflüren saikler yaratt›¤›n› ileri sürmektedir. Güney Afrika örne¤inde, Webster (2005) küreselleflme ve liberalleflmenin emek gücünün büyük bir k›sm›n› kay›td›fl› istihdama itti¤ini iddia etmektedir. 7 Ayr›ca, Portes ve Schauflerr (1993) kay›td›fl› istihdam›n mütecanis/homojen olmad›¤›n› belirtir. Kay›td›fl› istihdam edilen kifliler aras›nda gelir ve istihdam mevkii aç›s›ndan önemli farkl›l›klar vard›r. McKeever (1998) Güney Afrika örne¤inde dezavantajl›lar muhtemelen kay›td›fl› istihdam edilmifl kifliler olmas›na ra¤men kay›tiçi ekonomide olan ve kay›td›fl› ekonomide de var olabilecek benzer eflitsizlikleri ortaya koymufltur. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 29 30 Yunus Kaya Gelecek bölümde, Türk iktisadi ve siyasi tarihinin arkaplan› üzerinde duralacak ve 1980’lerden günümüze ekonominin küreselleflmesini tart›fl›lacakt›r. Bunu takip eden di¤er iki bölümde ise Türkiye ba¤lam›nda sosyal s›n›f hacmi tart›fl›lacak ve 1980 ve 2005 aras› s›n›f yap›s›n›daki de¤ifliklikler anlat›lacakt›r. Türkiye’nin Arkaplan› Ba¤›ms›zl›ktan 1980’lere Türk Cumhuriyeti, Osmanl› ‹mpratorlu¤u’nun da¤›lma sürecinin ard›ndan Anadolu ve k›smen de Balkanlar’› içeren topraklar üzerinde, 1923’te kuruldu. ‹ktisadi durum, ba¤›ms›zl›k döneminde çok kötü durumdayd›. Ekonomi a¤›rl›kl› olarak zirai idi ve küçük aile çifliklerine dayanmaktayd›. K›y› bölgeleri haricinde, tar›m ekseriyetle asgari geçim düzeyinde seyrediyordu (Pamuk 1995). Uzun savafl y›llar› boyunca Osmanl›’n›n çöküflü, ekonomiyi ve altyap›y› tahrip etti ve erkek ifl gücünde önemli bir kayba sebebiyet verdi ki zirai üretimi Cumhuriyetin ilk y›llar›nda da k›s›tlam›flt›r (Mardin 1994). Cumhuriyetin kuruluflunu takip eden dönemde, nispeten aç›k ekonomi siyaseti takip edilerek ‘ulusal bir ekonomi’ oluflturma çabalar› kendini gösterdi (Boratav 2003). S›n›rl› bir baflar›ya ra¤men, Büyük Buhran ve Sovyet modelinin yükseklifli korumac›l›¤a [ yönelik bir ekonomik siyasete] yol açt› ki ekonomik siyaset büyük oranda devlet mülkiyetine dayanan endüstriyel girimflimcili¤i tasarlar mahiyetteydi (Pamuk 2000).8 Tükiye’deki ço¤u araflt›rmac›, “devletçi” ya da “etatist” terimlerini bu döneme at›fta bulunurken kullanmaktayd› (örn. Keyder 1987; Köker 1995).9 1940’lara kadar devam eden bu dönemde, Türk devleti, genellikle temel tüketim mallar› olan fleker, tekstil türü üretimlerin yap›ld›¤› ya da maden kaynaklar›ndan kömür, bak›r ve demir türü madenlerin ç›kar›lmas› ve ifllenmesi gibi birçok endüstriyel giriflimi tahakkuk ettirmifltir ( Boratav 2003; Mardin 1994). Devlet ayn› zamanda yo¤un bir flekilde do¤u ve orta Anadolu’yu ulusal ekonomiye ba¤layan demiryolu yat›r›m›n› gerçeklefltirmifltir (Boratav 2003). 1940’lar›n ortalar›, Türk siyasi ve iktisadi tarihindeki önemli bir dönüm noktas›n› oluflturmaktad›r. Cumhuriyet Halk partisi’nin tek-parti yönetimi, Atatürk’le bafllam›fl ve 1950 seçimleriyle sonu ermiflti, bu da ikinci dünya savafl›n› takip eden y›llarda ku8 Endüstrinin oldukça önemli bir oran›n› oluflturmalar›na ra¤men özel teflebbüsler bu dönemde a¤›rl›kl› olarak küçük ölçekliydiler (Pamuk 2000). 9 Sunar’›n da ifade etti¤i gibi, Kadro dergisi etraf›nda örgütlenen entelektüel bir gurup sosyalist Türkiye’deki iktisadi düflünce üzerinde kayda de¤er bir tesir oluflturmufllard›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f rulan Demokrat Parti’yi iktidara tafl›m›fl oldu (Gevgilili 1987). Türkiye, 1950’lerin bafllar›nda, zirai üretim mallar›n›n ihracat›na, di¤er ham maddelerin ve mamul maddelerin ithalat›na dayal› bir ekonomik strateji benimsedi (Onis 2003). 1950’lerin bafllar›nda, k›smen Amerikan Marshall yard›m plan›n›n teflvikiyle ve tar›ma aç›lan yeni arazilerle ki bunlar genellikle devlet arazilerinin çiftçilere verilmesiyle kolaylaflm›fl idi; tar›msal üretim h›zl› bir flekilde art›fl gösterdi (Boratav 2003). Bununla birlikte 1950’lerin sonlar›na do¤ru, iktisadi buhran patlak verdi ve Türkiye daha korumac› bir siyasete dönmüfl oldu (Onis 2003). Bu dönem, Evans’›n 20. yüzy›l Latin Amerika örne¤inde “klasik ba¤›ml›l›k” fleklinde tan›mlad›¤›na benzemektedir ki bu plantasyonla zirai ürenlerde büyüyen ihracata ve Kuzey Amerika ve Avrupa mamul mallar›n›n ithalat›na dayal›yd›. 1960 askeri darbesi, Demokrat parti yönetimini devirerek 5 y›ll›k planlamayla ithal ikamesine dayanan endüstriyelleflmeyi devlet taraf›ndan devreye sokarak yeni bir dönem bafllatt› (Gevgilili 1987; Boratav 2003). Bununla birlikte, devlet iktisadi teflebbüsleri görevini yapmaya devam etmekle birlikte 1930’lardan farkl› olarak özel sermaye endüstride genifl hacimi devrald›. Özel teflebbüslerin ço¤u , ortak giriflim olarak ya da yabanc› firmalar ile patent anlaflmalar› yaparak kuralan flirketlerdi (Boratav 2003). Keyder (1987) Türkiye’de en kayda de¤er özel sermaye birikimi ve burjuva oluflumunun bu dönemde ortaya ç›kt›¤›n› ileri sürmetedir. Bu süreçte, endüstriyel üretimde ve istihdamda sürekli ve önemli art›fllar oldu (Onis ve Riedel 1993). Ayr›ca, yat›r›mlar daha sofistike/teferruatl› tüketim mallar›na yo¤unlaflt›; mesela ev aletleri ve yolcu arabalar› gibi. Bu dönemde kurulan ço¤u endüstri montaj yap›m›yla ifle bafllad›, ama zamanla yerel tedarik zinciri oluflturdular. 1963 ve 1977 y›llar› aras› ekonomi y›lda yüzde 6,5 oran›nda büyüme gerçeklefltirdi (Boratav 2003). Yap›lan üretimin ço¤u yerel piyasa içindi ve ana amaç ithal mallara ba¤›ml›l›¤› azaltmakt›. Bu hedef k›smen bafl›r›l› oldu. Bu dönemde ifllenmifl ithal mal üretimi düflmesine ra¤men ithal sermaye mallar›nda art›fl oldu (Boratav 2003). ‹hracat, yar›-ifllenmifl mallar ve hammadde sat›fl›yla s›n›rl› kald›. Onis (2003) bu ticaret nizam›n›n, ihracat› ithalat karfl›s›nda daha de¤ersiz k›lan ve ihracat kazan›mlar›n› s›n›rlayan ithal ikamesi endüstriyelleflme politikalar›n›n benzeri oldu¤undan ve sabit döviz kurundan ötürü ihracata karfl› önyarg›l› oldu¤unu ileri sürmekteydi. 1970’lerde, ithalat yüzde 1012’lerde iken ihracat GSMH’›n yüzde 3–5 oranlar› dolay›nda seyretti (Boratav 2003). 1960’lar ve 70’lerde, giderek atak bir hal alan emek de iyi organize edildi. 1961 anayasas› iflçilere taleplerininin pefline düflmek ve organize olmak bab›nda genifl haklar yelpazesi sundu. Kanunlar, iflçi sendikalar›na sivil ve resmi hizmetler dahil ço¤u endüstriyi organize etme hakk›n› tan›d› (Kuzu 1988; Karatepe 1997). ‹flçi militanl›¤› ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 31 32 Yunus Kaya 1970’lerin sonralar›na do¤ru artmaya bafllad›, ve önemli ölçüde mesai saati iflçi-iflveren anlaflmazl›klar›ndan dolay› zayi oldu. Bu dönem 1977-1979 buhranlar›yla, ülkeyi ekonomik çöküflün efli¤ine sürekleyerek, iç savafl girilmesiyle sona erdi. Türkiye, yo¤un yabanc› sermaye eksikli¤i ve döviz s›k›nt›s›yla 1980’lere girifl yapt›. Benzin dahil hammadde ithalat› yo¤un flekilde k›s›tland›. Sanayi sürekli olarak üretim yapam›yor, ya da nakit s›k›nt›s› çeken yerel piyasaya ürün [satmak zorunda kal›yordu] satabiliyordu (Keyder 1987). Siyasi partiler, mütemadiyen de¤iflen koalisyon iktadarlar›yla birlikte, birbirleriyle mücadele içinde s›k›fl›p kalm›fllard› (Ayd›n 2005). 1980’ler ve Sonras› 1980 y›l›, Türk ekonomisinin tutum de¤ifltirme dönemiydi. 1970’lerin sonlar›nda, sa¤c› ve solcu militan guruplar›n çat›flmalar› neticesinde binlerce insan öldürülmüfltü (Ayd›n 2005). Temel maddelerin bile ço¤unda afl›r› k›tl›k vard› ki bu da her tür malda karaborsan›n oluflmas›na yol açt› (Ayd›n 2005). Hükümet boçlar›n› ödemekte güçlük çekiyor ve ayn› zamanda enflasyon da büyüyordu. Bu buhran›n üstesinden gelmek için ortaya konulan u¤raflta, hükümet, 1980 ocak’›nda kemer s›kma program›n› bafllatt›, ‹MF’n›n k›lavuzlu¤u ile Türkiye’de gerçeklefltirildi bu program ‘24 Ocak kararlar›’ olarak bilinmektedir. Program, d›fl ticareti artt›rarak ve yabanc› yat›r›m› teflvik ederek ekonominin stabilizasyonunu hedeflemekteydi (Eralp, Tunay ve Yesilada 1993). Program ayr›ca devlet iktisadi teflekkülerinin özellefltirilmesini ve esnek bir döviz kuruna geçifli de içermekteydi. 12 Eylül 1980’de, Tük silahl› kuvvetleri, siyasi ve ekonomik durumu bahane ederek yönetime el koydu. Askeri rejim, kemer s›kma program›na sad›k kald› ve program›n bafl›na Turgut Özal’› darbeden sonra kurulan geçici hükümetin maliye bakan› olarak atad›. Askeri yönetim, iflçi organizasyonlar›n› ve siyasi partileri yasaklad›. Ço¤u aktif üye hapse at›ld› ya da ülkeden firar etti. Askeri yönetim, iflçi hareketlerini ulusal güvenli¤e ve ekonomiye zararl› unsur olarak görmüfltü. Asl›nda, darbenin öncüsü, Kenan Evren ilk konuflmas›nda iflçilerin militanl›¤›ndan ve ekonomideki yüksek ücretlerden flikayetçi oldu¤unu dile getiriyordu (Boratav 2003). 1983 seçimleriyle birlikte, askeri rejim nihayete erdi, ve sivil yönetim tekrardan iktidar› devrald›. Ayn› zamanda, 1982 anayasas›, askeri rejimin nezaretinde yaz›ld›, ki siyasi ve iflçi organizasyonlar›n› 1990’lar›n sonlar›na kadar tahdit etmekteydi (Karatepe 1997). Turgut Özal’›n baflkanl›¤›n› yapt›¤› parti, seçimlerden mecliste ço¤unlu¤u sa¤layacak flekilde ç›kt› ve Özal baflbakan oldu. Özal hükümeti liberalleflmeyi ve d›fla dönük ekonomik oryantasyonu h›zland›rd›. Bankac›l›k ve ticaret sistemlerini küresel ekonomiye daha fazla açt›. 1980 A¤ustosunda, hükümet gerek ülke içi ve gerek ülke d›fl›na yönelik yabanc› yat›r›m ak›fl› üzerindeki s›n›rlamalar› kald›rd› (Ayd›n ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f 2005). 1980’lerde, ekonomi büyümüfl ve uluslararas› ticaret artm›flt›. Mamafih, yüksek enflasyon, ulusal paran›n ani de¤er kayb› ve artan yabanc› borçlanma ciddi sorunlar olarak ortaya ç›kmaktayd›. 1991’de Özal’›n partisi gücünü kaybetti. 1980’den önce mevcut olan bir çok siyasi parti 1990’da tekrardan kuruldular, ve parti liderleri de siyasete geri döndü. 1991 seçimlerinde, 1960’lar› ve 70’lerin ünlü siyasetçisi olan Süleyman Demirel önderli¤indeki Do¤ru Yol Partisi, Sosyal Demokrat Parti ile koalisyon hükümeti kurdu. Fakat yeni hükümet ekonominin gidiflat›n› de¤ifltirememiflti. 1990’larda, devlet iktisadi teflekkülerinin özellefltirilmesi bilfiil h›zland›r›ld› (Ayd›n 2005). Ulusal borç ve enflasyon ise büyümeye devam etmekteydi. 1990’alar›n sonuna do¤ru, Türkiye di¤er bir siyasi buhranla sars›ld›. 1996’da, Necmettin Erbakan liderli¤inde ‹slamc› Refah Partisi meclisteki sandalyelerin önemli bölümünü kazanarak Do¤ru Yol Partisi ile koalisyon hükümeti kurmufltu, Süleyman Demirel’in 1993’te cumhurbaflkan› olmas› akabinde parti liderli¤ini Tansu Çiller devralm›flt›. Fakat Türk ordusu hükümete karfl› “ 28 fiubat Süreci” ya da “ post-modern darbe” diye bilinen bir kampanya bafllatt›.10 1997’de Ordu, Erbakan’› baflbakanl›k makam›ndan istifaya zorlamada baflar›l› oldu (Ayd›n 2005). Devam eden süreç, solcu siyasetçi Bülent Ecevit baflkanl›¤›nda koalisyon hükümetleri dönemi oldu. Lakin Ecevit hükümetleri de ekonominin gidiflat›n› tam olarak de¤ifltiremedi. 1990’larda ve 2000’li y›llar›n bafllar›nda Türk ekonomisi periyodik birçok buhrandan zarar görmeye devam etti. En ciddi buhranlar ise 1994 ve 2001 buhranlar›yd› (Altug ve Filiztekin 2006).11 Bülent Ecevit ve cumhurbaflkan› Ahmet Necdet Sezer’in aras›n›n aç›lmas›ndan sonra bafllayan 2001 buhran›nda ço¤u özel banka batt›. Mali sistem neredeyse çökme noktas›na gelmifl ve para yüzde 100’den fazla de¤er kaybetmiflti. Bu buhranlar›n ard›ndan, Türkiye ‹MF ile yeni bir flümullü anlaflma imzalad› ki bu anlaflmalar ülkeyi daha da fazla miktarda küresel ekonomiye aç›lmaya itiyordu (Ayd›n 2005). En kapsaml› anlaflma 2001 buhran›ndan sonra imzanland›, ve 2007 y›l› itibariyle de devam etmektedir. 2002’de Türkiye, eski ‹slamc› siyasetçi olan Tayyib Erdo¤an liderli¤inde Adalet ve Kalk›nma Partisi (AKP)nin kurulmas›yla birlikte siyasi anlamda istikrar kazand›. 2002’den bu yana Türk ekonomisi istikrar ve geliflme emareleri göstermektedir. 10 Erbakan hükümetini istifaya zorlayan bu askeri müdahale, -ordunun dolays›z bir hareketi yerine- orduya yak›n duran sivil toplum kurulufllar› ve medyan›n kullan›lmas›ndan ötürü “post-modern” [darbe] olarak yaftalanm›flt›r. 11 Her iki buhranda da, ekonomi ( GSMH, 2000’deki ücretlerle hesaplanm›flt›r) hemen hemen yüzde 10 oran›nda daralm›flt›r (Dünya Bankas› 2007). ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 33 34 Yunus Kaya Son y›llarda uluslararas› ticaret ve dolays›z yabanc› yat›r›mlar›yla (DYY) rekor seviyelere ulaflm›fl olan d›fla dönük ekonomi daha da fazla art›fl gösterdi. 12 1980’lerden günümüze Türkiye’de konuflulan fley Avrupa Birli¤i üyeli¤ini elde etmek için sürekli var olan çaba meselesidir. Türkiye ilk defa AB’ye (AET) kat›lmak için 1959’da teflebbüse geçti, ama K›br›s meselesi ve 1980 askeri müdahale gibi sorunlar Türkiye’nin üye olmas›n› engelledi. Türkiye ile AB aras›nda münasebetler 80 darbesini takip eden süreçten 1980’lerin sonlar›na kadar donduruldu. 1987’de Tükiye, AB’ye (Avrupa Birligi Genel Sekreterligi 2007) tam üyelik için baflvuruda bulundu. Baflvuru süreci inifl ç›k›fllarla birlikte devamede geldi. 1996’da Türkiye ve AB gümrük paketi oluflturdu. Nihayi olarak, 17 Aral›k 2004’te Avrupa Birli¤i Türkiye’nin üyeli¤ini müzakere etmeyi kabul etti; müzakereler resmi olarak 4 Ocak 2005’ten beri devam etmektedir (Avrupa Birli¤i Genel Sekreterli¤i 2007). 1980 ve 2005 aras› Türkiye önemli bir demografik geçifli/dönüflümü yaflad›. Kayda de¤er olansa h›zl› kentleflmeydi. Kent nüfusunun toplam nüfustaki oran› 1980’lerde yüzde 44 oran›ndayken 2005’te yüzde 67 oran›na yükseldi (Dünya Bankas› 2007). ‹stanbul, bu dönemde gerçek manas›yla tam bir küresel kent oldu, ekonomik has›la ve popülasyan aç›s›ndan patlama yapt› (Keyder 2005). Ayr›ca bu dönemde ilgiç bir e¤ilimse Anadolu’daki birtak›m flehirlerin yeni endüstriyel merkezler olarak yükseliflleriydi ki bunlara Denizli, Kayseri ve Gaziantep örnek olarak verilebilir (Dikmen 2000; Ozgur 2005). Bu flehirler Denizli’de teksti, Kayseri’de mobilya örne¤i gibi belirli sanayilerde ihracat odakl› endüstriyelleflmenin önemli merkezi durumuna geldiler (Ayd›n 2005; Neidik 2005). Türk Ekonomisinin Küreselleflmesi 1980- 2005 dönemleri boyunca, Türk ekonomosi, küresel ekonomiyle giderek artan bir bütünleflme yaflad›. Bu süreçte, uluslararas› ticaret dolays›z yabanc› yat›r›m›ndan (DYY) ve d›fl göçlerden daha büyük bir rol oynad›. Türkiye bu dönemde önemli bir göçü ne ald› ne de verdi (Dünya Bankas› 2007).13 Türk vatandafllar›n›n Avrupa’ya muhacir iflçi olarak yapt›¤› kitlesel göçler 1960’lar ve 1970’lerde gerçekleflti. Bundan dolay›, önümüzdeki bölümlerde ticaret ve DYY üzerine odaklanaca¤›z. Dolays›z Yabanc› Yat›r›m› (DYY) Bir nolu flema 1980’de Türkiye’ninn yüzde 12’ye tekabül eden DYY sto¤una sahip oldu¤unu göstermektedir (UNCTAD 2007). 2004 oran› bu orana oldukça yak›n ol12 2001 y›l›ndan 2005’e kifli bafl›na düflen reel GSMH (2000 sabit ücretlerinde) 2690 dolardan 3390 dolara yükseldi (UNCTAD 2007). 13 Uluslararas› güç stoklar› 1980 ve 2005 aras› nüfusun yüzde ‘den daha azd› ve sabit olarak kald›. (Dünya Bankas› 2007). ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f mufltur. Türkiye’deki DYY seviyesi 1980’den önce 1960–1977 ithal ikame dönemi boyunca gerçeklefltirilen bafll›ca yabanc› yat›r›m›na dayanmaktayd›. Bu dönem boyunca, yabanc› flirketler devlet taraf›ndan koyulan korumac› engelleri aflmak için ortak teflebbüslere kat›ld›lar (Keyder 1987). 2000’lerin bafllar›ndaki s›çrama devlet iktisadi teflekkülerinin özellefltirilmesinden kaynaklanmaktayd›; kamu telefon flirketi olan Türk Telekom ve di¤er yabanc› ve yerel flirketlerin birleflmesi örneklerindeki gibi (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas› 2006). Tablo 1 Türkiye’de Dahili Do¤rudan Yabanc› Yat›r›m ve D›fl Ticaret (1975-2004) Do¤rudan Yabanc› ‹hracat ‹thalat Yat›r›m Miktar› Milyar % Gayri Safi Milyar % Gayri Safi Milyar % Gayri Safi ABD $ Yurt ‹çi ABD $ Yurt ‹çi ABD $ Yurt ‹çi Has›la (GDP) Has›la (GDP) Has›la (GDP) 1975 KY KY 1.967 4.23 4.989 10.74 1980 8.845 12 3.660 5.16 8.456 11.93 1985 9.253 14 10.664 15.86 12.752 18.97 1990 11.194 7 20.014 13.29 26.464 17.57 1995 14.977 9 33.680 19.89 41.230 24.35 2000 19.209 10 47.918 24.05 62.834 31.53 2004 35.188 12 87.456 28.88 105.004 34.68 Kaynak: UNCTAD, Foreign Direct Investment Database; World Bank, World Development Indicators Database KY: Kay›t Yok Ülke içi DYY da¤›l›m verileri 1992’den beri mevcut olan sektörlerde bulunmaktad›r. Tablo 2 1992 ve 2005 aras› y›ll›k DYY ak›fllar›ndaki imalat, hizmet ve zirai sektörlerin hacmini göstermektedir. Türkiye’deki önemli orandaki DYY’yi her zaman için hizmet sektörü oluflturmufltur. Hizmet sektöründeki DYY s›çramas› yabanc› bankalar›n ve anomim flirketlerin son y›llarda Türkiye’deki baz› büyük bankalar› iktisap/sat›n almalar›ndan neflet etmektedir (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas› 2006). 1990’lar›n bafllar›nda, imalat sektöründeki DYY güçlüydü, ama son y›llarda imalat ihracat› art›fl göstermeye devam etmekte iken imalat sektöründeki DYY önemli ölçüde düflüfl sergiledi (Dünya Bankas› 2007). Tüm bu gidiflat, Türkiye’nin endüstriyelleflmesindeki son küreselleflme sürecinde yabanc› sermayenin, ticatetten daha az ehemmiyetli bir rol oynad›¤›n› telkin etmektedir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 35 36 Yunus Kaya Tablo 2 Türkiye’de Dahili Do¤rudan Yabanc› Yat›r›m Ak›fl›n›n ‹ktisadi Sektörler Aras› Da¤›l›m› (1992-2005) ‹malat Hizmet Milyon Toplamdaki Milyon Toplamdaki ABD $ Pay› (%) ABD $ Pay› (%) 1992 557 61.14 338 37.10 1993 482 64.52 250 33.47 1994 411 64.62 206 32.39 1995 388 41.54 534 57.17 1996 424 46.39 467 51.09 1997 349 40.96 456 53.52 1998 553 58.03 362 37.99 1999 353 43.42 447 54.98 2000 932 54.60 763 44.70 2001 846 25.73 2439 74.18 2002 78 13.22 510 86.44 2003 534 73.15 196 26.30 2004 237 19.03 927 74.46 2005 715 8.55 7649 90.92 Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankas› (TCMB) Y›l Tar›m ve Maden Milyon Toplamdaki ABD $ Pay› (%) 16 1.76 14 2.01 19 2.99 12 1.29 23 2.52 47 5.52 38 3.98 13 1.60 12 0.70 3 0.09 2 0.34 15 2.01 81 6.51 49 0.53 Toplam Milyon Toplam ABD $ (%) 911 100 747 100 636 100 934 100 914 100 852 100 953 100 813 100 1707 100 3288 100 590 100 745 100 1245 100 8413 100 Türkiye, son birkaç y›lla kadar d›flar›ya ç›kan önemli bir DYY yaflamad›. D›flar›ya ç›kan DYY sto¤u, 2004’te 6 milyar dolar iken 1980’de neredeyse yok denecek kadar azd› (UNCTAD 2007). D›flar›ya ç›kan DYY’nin sektörel da¤›l›m›na dair istatistikler daha k›sa dönemler için mevcuttur. Tablo 3 Türkiye’nin önemli ölçüdeki DYY oran›n› imalat sektöründen sa¤lamakta oldu¤unu göstermektedir. Bu tür yat›r›mlar›n belli bafll› resevörleri, hat›r› say›l›r iç piyasalarla ve göreceli olarak daha ucuz iflçi ücretleriyle birlikte Romanya ve Rusya gibi komflu ülkeler olmufltur ( Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas› 2006). Tablo 3 Türkiye’de Harici Do¤rudan Yabanc› Yat›r›m Ak›fl›n›n ‹ktisadi Sektörler Aras› Da¤›l›m› (1999-2005) ‹malat Hizmet Milyon Toplamdaki Milyon Toplamdaki ABD $ Pay› (%) ABD $ Pay› (%) 1999 146 22.29 508 77.56 2000 515 50.05 514 49.95 2001 264 43.71 340 56.29 2002 86 30.39 197 69.61 2003 356 70.50 148 29.31 2004 550 61.38 344 38.39 2005 975 89.78 108 9.94 Kaynak: Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankas› (TCMB) Y›l ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Tar›m ve Maden Milyon Toplamdaki ABD $ Pay› (%) 1 0.15 0 0.00 0 0.00 0 0.00 1 0.20 2 0.22 3 0.28 Toplam Milyon Toplam ABD $ (%) 655 100 1029 100 604 100 283 100 505 100 896 100 1086 100 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Ticaret 1980 ve 2004 aras› uluslararas› ticarette art›fl DYY’den cok daha fazla olmufltur. Tablo 1, Türkiye’nin toplam ihracat›n›n 1980’de GSMH’n›n yüzde 5’ine tekabül eden 3,6 milyar dolar oldu¤unu göstermektedir. 1985’te ihracat GSMH’›n yüzde 16’s›na yani 10 milyar dolara f›rlam›flt›r. 2004 ise ihracat 87 milyar dolara yani GSMH’›n yüzde 29’una ulaflm›flt›r. Ayn› dönemde, ithalat da 100 milyar dolar› geçmifl ve GSMH’›n yüzde 34’üne yükselmifltir. Böylece, 1980 ve 2004 y›llar› aras›nda uluslararas› ticaret oldukça önemli ölçüde büyümüfl ve DYY’nin hacmi daraltm›flt›r. Türkiye’nin yapt›¤› ihracat yap›s› da önemli ölçüde de¤iflim geçirmifltir. fiekil 1, Türkiye’nin 1980 ve 2003 aras› yapt›¤› ihracatlardaki teknolojik bileflimi göstermektedir.14 1980’de Türkiye’nin iharacat›n›n yaklafl›k yüzde 65’i oluflturan zirai ürünler ve maden kaynaklar› bafll›ca ihracat ürünlerini olmufltur. Bu oran 2003’te yüzde 8’lere kadar düflmüfltür. En kayda de¤er art›fl, giysi ve ayakkab› gibi emek-yo¤un üretimide kapsayan düflük teknoloji ürünlerindeydi. Ve 1980’lerde yüzde 18’den 1990’lar›n bafllar›nda yüzde 50’leri geçen seviyelere yükseldi. Düflük teknoloji ürenlerinde yap›lan ihracat 1984 y›l›nda ana mamulleri geride b›rakt›, ve oran›n›n düflmesine ra¤men 2000’lerin bafllar›na kadar Türkiye’nin ana ihracat kategorisi olarak kendini muhafaza etti. Otomobil parçalar› gibi orta ölçekli teknolojik mamullerinin ihracat› mütemadiyen art›fl gösterdi ve 1990’lar›n bafllar›nda ana mamulleri geçerek ikinci s›raya yerleflti, 2003’te ise yüzde 30’lara ç›kt›. Yüksek teknoloji mamullerinin ihracat›, genellikle elektronik ve bilgisayar ürünleri, 2003 y›l›nda hemen hemen hiç yoktan yüzde 7’lere yükseldi, ama toplam payda dönem boyunca marjinal olarak kald›. Ayr›ca, Türkiye’nin ihracat›n›n ço¤unu tüketim mallar› oluflturuyordu. Sermaye ve ara-mamul maddeler Türkiye’nin ihracat›nda daha az kayda de¤er bir rol oynamaya devam ettiler. Buna mukabil, sermaye mallar› ve ara-mamul mallar Türkiye’nin ithalat›n›n yaklafl›k 2/3’lik k›sm›n› oluflturmaktayd› (Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankas› 2006). 14 Ticaret istatistikleri, Dünya Ticaret Analizcilerinin BM uluslararas› ticaret verilerini kullanarak üç haneli Standart Uluslararas› Ticaret S›n›fland›rmas› Lall’›n ( 2000) guruplar› içinde s›n›fland›r›lmaktad›r ( Kanada 2003‹statistikleri). ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 37 Yunus Kaya ‹hracat % 38 Y›l Sosyal S›n›f Takip eden incelemede, Türkiye’nin 1980 ve 2005 y›llar› aras› sosyal s›n›f yap›s›n› gözden geçirece¤iz. Özellikle, istihdam sektörü, Erikson-Goldthorpe-Portacarero (EGP) s›n›f flemas›, mesleki guruplar ve kay›td›fl› istihdam fleklinde olmak üzere s›n›f yap›s›n› dört kategoride ele alaca¤›z. Yukar›da bahsetti¤imiz gibi, herbir kategori, Türkiye’nin sosyal s›n›f yap›s› hakk›nda k›ymetli bilgi sa¤lamaktad›r. EGP ya da mesleki flemalar gibi tek bir s›n›f flemas› ya da yöntemi kullanmak Türkiye gibi h›zl› bir flekilde de¤iflen ve endüstriyelleflen ülkelerin s›n›f yap›lar›na dair olan durumu noksan olarak yans›tacakt›r. ‹lim adamlar›, AGÜ’lerde sosyal s›n›fa dair yapt›klar› çal›flmalarda; kay›td›fl› sektör, devlet elitlerinin rolü, cinsiyet dahil, bir çok karmafl›kl›¤› zikretmektedirler. Bu onemli meseleleri yakalamaya yard›mc› olmas› için bu çal›flmada çok yönlü yaklafl›m kullan›lacakt›r. Yap›lan analizlerin verileri 1980, 1985, 1990 y›llar›ndaki genel nüfus say›mlar›na ve 2000 y›l›nda Türkiye Istatistik Kurumu ve Dünya Bankas›’na dayanmaktad›r (Turkiye Istatistik Kurumu 2007; World Bank 2007). Genel nüfus say›mlar› 1990’lara kadar her 5 y›lda bir ve daha sonraki y›ldan itibaren her 10 y›lda bir Türkiye ‹statistik Kurumu taraf›ndan icra edilmektedir. Nüfus say›mlar› bir günde ve günbo- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f yunca soka¤a ç›kma yasa¤› konularak bütün ülkede tatbik edildi. Nüfus say›m memurlar›, ülkdeki bütün haneleri kap› kap› dolaflarak nüfus anketlerini doldururlard›. Hanehalk› ‹flgücü Anketi de Türkiye ‹statistik Enstitüsü taraf›ndan icra edilmektedir. 1988’e kadar sadece kent bölgelerinde ifa edilmifltir ama daha sonras›nda kapsam› yurt geneline ç›kart›lm›flt›r. Anket s›kl›kl›¤› zamanla y›ll›k periyotlardan ayl›k periyotlara kadar ç›kar›ld›. Dünya Bankas›’n›n Dünya Geliflme Göstergeleri veritaban› gerekli durumlarda kullan›lmaktad›r. ‹stihdam sektörü, ifl gücünün yer ald›¤› iktisadi aktivite hakk›nda bilgi sa¤lamaktad›r. Sektörler, tar›m, sanayi ve hizmet sektörleridir. 15 Bu analiz hanehalk› ‹flgücü Anketi ve Dünya Geliflme Gösterge(DGG) analizlerine dayanmaktad›r. Wright (1997) de¤iflim oldu¤u sektörlerde ortaya ç›kan sosyal s›n›f pozisyonlar›n› gözden geçirmenin önemini beyan etmektedir. Son zamanlarda, Portes ve Hoffman (2003) vas›fl› ve vas›fs›z emek sektörlerinde bulunan kay›tiçi ve kay›td›fl› iflçiler aras›nda ayr›ma gitmifllerdi ki bu Portes (1985) taraf›ndan yap›lan önceki çal›flmalar›n bir ad›m ötesine geçiyordu. Sosyal s›n›f incelemesi için EGP s›n›f flemas›n› kullanaca¤›z. Yukar›da aç›kland›¤› üzere, EGP flemas›, sosyal katmanlaflma ve hareketlilik çal›flmalar›nda yayg›n olarak kullan›lmaktad›r. Baz› araflt›rmac›lar taraf›ndan elefltirilsede (örn. Hout ve Hauser 1992; Wright 1997) di¤er birçoklar› taraf›ndan genifl çapta müracat edilmektedir (örn. Evans 1992; Evans ve Mills 1998). Var olan ve yayg›n çapta kullan›lan bir s›n›f flemas›ndan istifade etmek okuyuculara mevcut literatür ile birlikte neticeleri k›yaslama imkan› sunacakt›r. EGP flemas›n› kullanmak için di¤er bir nedense Türkiye’deki haz›r verilerin mesleki guruplara dayanmas›d›r. Bu araflt›rmada kullan›lan mesleki veri 80 mesleki kategoriyle hayli teferruatl›d›r.16 Data elverifllili¤inden dolay› bir yerde as›l EGP flemas›ndan ayr› düflmekteyiz. Büyük küçük ayr›m› yapmadan bütün iflverenleri bir kategoride toplad›m. Orijinal EGP flemas›nda büyük iflverenler yüksek mertebe profesyonellerle bir arada kategorize edilmifllerdir. Kay›td›fl›/gayri resmi iflçiler, kay›td›fl› iflçilere dair ayr›ca bir data mevcut oldu¤undan EGP s›n›f flemas›na dahil edilmemektedir. Mesleki guruplar› ve istihdam statü da¤›l›m›n› sosyal s›n›flar› oluflturan mesleki guruplar içinde kulland›m. Mesleki veri Uluslararas› Standart Meslek S›n›fland›rmas› (USMS)’n›n 1968 s›n›fland›rmas› kullan›larak oluflturuldu, ve bu data iki haneli s›n›f15 ‹flgücü verileri, sadece sivil iflgücünü içermektedir. 16 Wright ve meslektafllar› (1982) ve Wright (1985) meslekleri soysal s›n›f temeli olarak kullanmalar›n› elefltirmektedir. Ayr›ca, tafsilatl› mesleki s›n›fland›rman›n kullan›ld›¤›nda, bireyler üzerine bina edilen s›n›f kategorileri ile karfl›laflt›rman›n önemli ölçüde artt›rd›¤›n› da kabul etmektedirler. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 39 40 Yunus Kaya land›rma olarak mevcuttur.17 Her bir mesleki gurup için istihdam mevkileri; iflçi, iflveren, serbest çal›flan ve ücretsiz aile çal›flan› fleklindedir. Bütün mesleki guruplar› istihdam mevkilerine göre tertipledikten sonra, 300’ü aflk›n her bir bölme/hücreyi Ganzeboom, De Graaf ve Treiman(1992) ve Ganzeboom ve Treiman (1996) uygulad›klar› EGP s›n›f flemas›na yerlefltiriyorum. Sosyal s›n›f da¤›l›m›n› bütün erkek ve kad›n çal›flanlardan ay›rarak takdim ediyorum. Sosyal s›n›f incelemelerine dair veri; 1980, 1985, 1990 ve 2000 y›l› genel seçimlerine dayanmaktad›r. Mesleki guruplardaki de¤iflimler, Türkiye’de sosyal dönüflümün daha ayrintili bir flekilde anlafl›lmas› imkan›n› verebilir. ‹stihdam sektörü ve EGP s›n›f flemas› taraf›ndan ortaya konulan bilgi yukar›da ileri sürdü¤ümüz sorular›n tamam›n› cevaplayamamaktad›r. Yukar›da izah etti¤imiz üzere, Weeden ve Grusky (2005) “büyük s›n›flar” diye at›fta bulundu¤u mevcut sosyal s›n›f flemalar›n›n problemlerine dair esasl› bir örnek oluflturmaktad›rlar. Nihayi olarak, USMS’nin iki haneli 1968 s›n›fland›rmas›yla 1980 ve 2000 aras› çal›flan bütün erkek ve kad›nlar için en cok azalan ve artan 15 mesleki gurubu arz edece¤im. Ayr›ca devlet memurlar› gibi baz› mesleki guruplar›n ç›karlar›ndaki ve giyim imalat› gibi ihracat sanayisinin mesleki guruplar›ndaki de¤iflimi ortaya koymaya çal›flaca¤›m. Burada da bilgi kayna¤›m›z genel seçimlerdir. Kay›td›fl› istihdam, sosyal güvenlik sistemine dahil olmayan çal›flanlar olarak ifllevsellefltirilmistir (Castells ve Portes 1989). Literatürde kay›td›fl› istihdam için herhangi standart bir tan›m bulunmamaktad›r; lakin sosyal güvenlik kay›tlar› yayg›n bir flekilde kullan›lmaktad›r (McKeever 1998; Portes ve Schauffler 1993). Yak›n zamanda bütün güvenlik sisteminin tek bir çat› alt›nda birlefltirilmesine dair planlar olmas›na ra¤men Türkiye’nin sosyal güvenlik sistemi, devlet taraf›dan iflçiler, devlet çal›flanlar›, iflverenler ve serbest çal›flanlar için ayr› ayr› orgutlenmistir. Özel flirketler oldukça marjinal bir rol oynamaktad›rlar (Tunali 2003). Hanehalk› ‹flgücü Anketi sosyal güvenlik sistemine dahil olmayan çal›flanlara ve onlar›n istihdam mevkilerine dair bir tahmin sunmaktad›r. Analizde oncelikle, kay›td›fl› çal›flanlar›n tüm çal›flanlar aras›ndaki pay›n› gösterece¤im. Daha sonra, kay›td›fl› çal›flanlar aras›ndaki istihdam mevki da¤›l›m›n› ortaya koyaca¤›m. 17 Türkiye’deki mevcut verilerin ço¤unun ISCO 1968 s›n›fland›rmas›yla tasnif edilmesinden ötürü ISCO 1988 s›n›fland›rmas›n› kullanmad›m. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f 1980- 2000 Y›llar› Aras›nda Türkiye’nin Sosyal S›n›f Yap›s› Sektör Tablo 4, 1980 ve 2000 y›llar› aras› Türkiye’nin tar›m, sanayi ve hizmet sektörlerine göre iflgücü da¤›l›m›n› göstermektedir. Türkiye 1980’de tar›mda yüzde 50’den fazla iflgücü istihdam› ile a¤›rl›kl› olarak tar›m toplumuydu. 2005 itibariyle bu oran yüzde 30’dan daha az bir orana düflmüfltür ki bu Türkiye’nin son 25 y›ll›k gidiflat›ndaki kayda de¤er de¤iflikli¤i gözler önüne serer. Erkek çal›flanlar›n arasinda tar›m›n hakimiyeti 1988’de yüzde 34’lerden 2005 itibariyle yüzde 22 oran›na dusmustur. 2005’te, kad›n çal›flanlar aras›ndaysa tar›m hala bask›n bir istihdam alan›yd›. Tablo 4 Türkiye’de ‹stihdam›n Tar›m, Sanayi ve Hizmet Sektörleri aras›ndaki Da¤›l›m› (1980-2005) (%) Tüm Tar›m Sanayi Hizmet Çal›flanlar 1980a 53.6 20.5 25.9 1988 47.1 21 31.9 1990 47 20 33 1995 44 22 34 2000 36 24 40 2005 29 25 46 Erkek 1980 KY KY KY 1988 34 26 40 1990 34 25 41 1995 33 27 40 2000 27 28 45 2005 22 28 50 Kad›n 1980 KY KY KY 1988 77 9 14 1990 76.5 10 13.5 1995 71.5 10 18.5 2000 60 13 27 2005 52 15 33 Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), Hanehalk› ‹flgücü Anketi Dünya Bankas›, Göstergeleri Veri Taban› a: Dünya Bankas› tahmini; KY: Kay›t Yok Toplam 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 100 Dünya Geliflme Sanayideki istihdam, yüzde 21’den yüzde 25’e yukselerek 1980 ve 2005 aras›nda önemli ölçüde de¤iflime u¤rad›. Sanayi istihdam pay›ndaki de¤iflim erkek çal›flanlar için daha az telaffuz edilmektedir. Bununla birlikte, kad›n çal›flanlardaki art›fl dikkat ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 41 42 Yunus Kaya çekicidir. Kad›n çal›flanlar aras›ndaki sanayi istihdam pay› 1980’de yüzde 9’dan 2005’te yüzde 15’e yükseldi ( yüzde 66’l›k bir art›fl). Hizmet kesimindeki istihdam pay› bu dönemde önemli ölçüde artt›. Bütün çal›flanlar aras›nda 1980’de yüzde 26’dan 2005’te yüzde 46’ya yükselerek adeta ikiye katland›. Bu da ço¤u çal›flan›n tar›m›ndan ayr›larak hizmet sektörü taraf›ndan emek piyasas›s› içine çekildi¤ini gösteriyor. Do¤u Asya ve Latin Amerika ülkelerinin tecrübeleri de buna benzemektedir (Browning ve Roberts 1980; Evans ve Timberlake 1980; Koo 1990). Hizmet istihdam› hem erkek hem de kad›n çal›flanlar aras›nda artt›. fiuan itibariyle erkek çal›flanlar›n yar›s› bu kesimdedir. Bununla birlikte, kad›nlar aras›ndaki art›fl oran› çok daha fazlad›r. Bu sektorun kad›n çal›flanlar aras›ndaki pay› 1988’de yüzde 12 civar›dan 2005’te yüzde 33’e ç›karak hemen hemen üçe katland›. Sosyal S›n›f Tablo 5, EGP s›n›f flemas›na göre bütün iflçiler aras›nda 1980 ve 2000 y›llar› aras› Türkiye’nin sosyal s›n›f da¤›l›m›n› göstermektedir. Bu s›n›f haritas› 1980’de Türkiye’nin bask›n olarak tar›m toplumu oldu¤unu do¤rular ama bu takip eden 20 yol boyunca önemli ölçüde de¤iflmifltir. Önceki tabloda çiftçilerin ve tar›m çal›flanlar›n›n pay› tar›mdaki paydan daha yüksek olmas›na ra¤men ki bu nüfus say›mlar› ve hanehalk› iflgücü anketlerinin kapsama alanlar›ndaki farkl›l›klardan kaynaklanm›flt›r, genel örüntü ayn› flekilde kald›.18 Çiftlik arazilerinin azalmas›ndan maada, en kayda de¤er de¤iflimler mutat vas›fs›z iflçilerin s›n›flar›ndaki, yüksek mevki profesyonellerdeki ve iflverenlerdeki art›fllard›r. Yüksek mevki meslek sahipleri / profesyoneller 1980 y›l›nda Türkiye’nin yüzde 1.6’l›k ifl gücünü oluflturmufltur; ve bu 2000’de yüzde 3’ü aflarak neredeyse ikiye katland›. Mutat vas›fs›z çal›flan s›n›f›ndaki art›fl daha da kayda de¤erdi; 1980’de yüzde 5.4’ten 2000’de yüzde 12.1’e ç›kt› ( yüzde 100’den daha fazla bir art›fl). ‹flveren s›n›f› da yüzde 1’den daha az bir orandan yüzde 2.3’ü aflan seviyeye ç›karak önemli ölçüde geniflledi (yine yüzde 100’lük bir art›fl). Kutuplaflma meselesine uygun olarak, Sassen (1991, 1994) ve Sklair (2001 önerisinde oldu¤u gibi yüksek mevkideki meslek sahipleri/profesyoneller ve iflverenlerdeki art›fl küresel elitlerin zuhuruna iflaret edebilir. ‹lginç bir flekilde, vas›fs›z iflçilerin pay› da orta ölçüde art›fl gösterdi. Bu s›n›f genellikle düflük vas›fl› imalat iflçileri ve düflük vas›fl› baz› hizmet çal›flanlar›n› kapsamaktad›r. Bu s›n›f›n pay› Türkiye s›n›f da¤›l›m›nda 1980’de yüzde 12.9’dan 2000’de 18 Nüfus say›m› Hane halk› ‹flgücü Anketi’den daha kapsaml› bir iflgücü tan›mlamas›na sahiptir. Hane halk› iflgücü anketleri on befl yafltan bafllarken nüfus say›mlar› çal›flan nüfusun on ki yafl ve üzerini içermektedir. [Tunali 2003] ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f yüzde 14.6’ya yükselmifltir. Bu da bize Türkiye’de 1980 ve 2000 aras› s›n›rl› seviyede bir proleterleflmenin cereyan etti¤ini an›msatmaktad›r. Neticede, 1990 ve 2000 aras› serbest meslek istihdam› düflerken ayn› dönemde vas›fl› iflçilerin ve düflük seviyede meslek sahiplerinin pay› çok fazla de¤iflmedi. 19 Tablo 5 EGP S›n›f fiemas›na Göre Türkiye’de Sosyal S›n›flar›n Da¤›l›m› (1980-2000) (Tüm Çal›flanlar) 1980 Say› % 294,084 1.59 Yüksek Dereceli Profesyoneller Düflük Dereceli 852,533 4.62 Profesyoneller ve Yöneticiler Rutin Beyaz 998,538 5.41 Yakal›lar ‹flverenler 169,162 0.92 (Çiftciler Hariç) Kendi iflinde 1,420,342 7.69 Çal›flanlar (çiftciler hariç) Zanaatkarlar/ 1,287,919 6.97 Vas›fl› ‹flciler Vas›fs›z ‹flçiler 2,392,312 12.95 Çiftçiler ve Tar›m 11,055,218 59.85 ‹flcileri Toplam 18,470,108 100 Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 1985 Say› % 384,348 1.87 1990 Say› % 527 542 2.26 2000 Say› % 800,105 3.08 946,287 4.60 1 195 601 5.11 1,503,284 1,250,340 6.08 1 669 933 7.14 3,166, 012 12.18 184,662 0.90 302 813 1.30 610,020 2.35 1,592,206 7.75 1 841 034 7.88 1,522,622 5.86 1,499,001 7.29 1 781 953 7.62 1,981,179 7.62 2,624,836 12.77 12,069,803 58.73 5.79 3 528 598 15.10 3,807,691 14.65 12 528 080 53.59 12,593,050 48.46 20,551,483 100 23 375 554 100 25,983,963 100 1980, 1985, 1990 ve 2000Ulusal Nüfus Say›mlar› 6 ve 7’nci tablolar, Türkiye s›n›f da¤›l›m›n› EGP flemas›na göre erkek ve kad›n çal›flanlar için s›ras›yla göstermektedir. Tablo 7 gösterilen erkek çal›flanlar aras›ndaki s›n›f da¤›l›m›, bütün çal›flanlara benzer bir temayülü ortaya koyuyor. Bununla beraber, kad›n çal›flanlar aras›nda farkl› temayüller belirmekte. Öncelikle, tablo 7; kad›nlar için vas›fs›z mutat iflçilerin, yüksek mertebe meslek sahiplerinin ve iflverenlerin pay›ndaki art›fllar› göstermektedir. Vas›fs›z mutat iflçiler hacmini dörde katlarken yüksek mevki meslek sahipleri hacmini üçe katlam›flt›r. Kad›nlar aras›ndaki iflverenlerin pay› 2000 y›l›nda sadece yüzde 0,5 olmas›na ra¤men bu zamanla 5 kat genifllemifltir. ‹kinci olarak, kad›nlar aras›ndaki vas›fs›z çal›flanlar yar›dan daha fazla art›fl kaydetmifltir. Bu da kad›nlar›n proleterleflmeyi Türkiye’nin küresel ekonomiye eklemlenmesiyle erkeklerden daha fazla hissetiklerini ortaya koyuyor. 19 Hane halk› iflgücü anketi sonuçlar› 2000 y›l› için serbest çal›flanlar›n say›s›n›n 2 milyon civar› oldu¤unu göstermektedir. E¤er bunu göz önünde bulundursak, serbest istihdam edilmifl çal›flanlar›n [Say›s›n›n] çok az bir art›fl kaydetti¤ini gösterir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 43 44 Yunus Kaya Tablo 6 EGP S›n›f fiemas›na Göre Türkiye’de Sosyal S›n›flar›n Da¤›l›m› (1980-2000) (Erkekler) 1980 Say› % 254,570 2.18 1985 Say› % 336,582 2.58 1990 Say› 444,687 % 2.97 Yüksek Dereceli Profesyoneller Düflük Dereceli 555,260 4.76 614,454 4.71 766,117 5.12 Profesyoneller ve Yöneticiler Rutin Beyaz 835,301 7.16 1,043,954 7.99 1,359,516 9.08 Yakal›lar ‹flverenler 163,086 1.40 176,504 1.35 286,870 1.92 (Çiftciler Hariç) Kendi iflinde 1,360,005 11.66 1,524,339 11.67 1,698,960 11.35 Çal›flanlar (çiftciler hariç) Zanaatkarlar/ 1,241,939 10.65 1,436,045 11.00 1,688,976 11.28 Vas›fl› ‹flciler Vas›fs›z ‹flçiler 2,125,715 18.23 2,321,071 17.77 3,094,051 20.67 Çiftçiler ve Tar›m 5,123,145 43.94 5,606,150 42.93 5,628,977 37.61 ‹flcileri Toplam 11, 659,021 100 13,059,099 100 16,555,969 100 Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 1980, 1985, 1990 ve 2000Ulusal Nüfus 2000 Say› % 636,041 3.84 897,518 5.42 2,387,422 14.42 563,110 3.40 1,478,348 8.93 1,861,193 11.24 3,272,938 5,459,399 19.77 32.98 14, 968 154 100 Say›mlar› Tablo 7 EGP S›n›f fiemas›na Göre Türkiye’de Sosyal S›n›flar›n Da¤›l›m› (1980-2000) (Kad›nlar) 1980 Say› 39,514 % 0.58 1985 Say› 47,766 % 0.64 Yüksek Dereceli Profesyoneller Düflük Dereceli 297,273 4.36 331,833 4.43 Profesyoneller ve Yöneticiler Rutin Beyaz 163,237 2.40 206,386 2.75 Yakal›lar ‹flverenler 6,076 0.09 8,158 0.11 (Çiftciler Hariç) Kendi iflinde 60,337 0.89 67,867 0.91 Çal›flanlar (çiftciler hariç) Zanaatkarlar/ 45,980 0.68 62,956 0.84 Vas›fl› ‹flciler Vas›fs›z ‹flçiler 266,597 3.91 303,765 4.05 Çiftçiler ve Tar›m 5,932,073 87.09 6,463,653 86.27 ‹flcileri Toplam 6,811,087 100 7,492,384 100 Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 1980, 1985, 1990 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Say› 82,855 1990 % 0.99 2000 Say› % 164,064 1.74 429,484 5.11 605,766 6.43 310,417 3.69 778,590 8.26 15,943 0.19 46,910 0.50 142,074 1.69 44,274 0.47 92,977 1.11 119,986 1.27 434,547 6,899,103 5.17 82.06 534,753 7,133,651 5.67 75.66 8,407,400 100 9,427,994 ve 2000Ulusal Nüfus Say›mlar› 100 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Mesleki Guruplar Tablo 8, 1980 ve 2000 aras› bütün çal›flanlar aras›ndaki sayica en cok artan ve azalan 15 meslegi arz etmektedir. Bulgular, yukar›da mutat vas›fs›z ve yüksek mertebe mesleki ifllerideki kayda de¤er genifllemeyi iffla ederek has›l olan neticeleri destekler. Azalan mesleki guruplar tar›mda ve ilginç bir flekilde yukar›dakilerle uyumlu olarak kimyevi, cam ve metal gibi baz› sermaye-yo¤un sanayilerdedir. De¤iflimlerin baz›lar›, teknolojideki yeniliklerle aç›klanabilir. Mesela, ofis ve tafl›mac›l›ktaki teknolojilerin de¤iflmesinden ötürü bilgi ifllem mesleklerindeki geniflleme ve nakil vas›talar›ndaki daralma liste bafl›nda yer almaktad›r. Çal›flanlar aras›nda en çok geniflleyen mesleklerden ço¤u yönetici, gazeteci, istatistikçi, iktisatç› ya da atlet gibi profesyonel ve yönetimsel mesleklerdir. Örne¤in, 1980 ve 2000 aras› toptan ve parakende imalat yöneticilerinde yüzde 936 oran›nda bir büyüme olurken USMS 08 gurubunda (istatistikçiler, matematikçiler ve sistem analizcileri) yüzde binden fazla oranda geniflleme kaydedilmifltir. Tüm bu de¤ifliklikler kutuplaflma temayülüne örnek teflkil edebilir. 1980 ve 2000 y›llar› aras›nda, yasama memurlar› ve hükümet yöneticileri ki buna üst düzey bürakratlar da dahildir (USMS 20 gurubu) yüzde 57 oran›nda büyümüfltür. Bu dönemde iflgücünün toplam büyüme oran› içinde yüzde 35’lerin üzerinde bir oran oldu¤u halde profesyonel ve yönetimsel meslek guruplar›ndaki art›flalar›n alt›nda kalm›flt›r. ‹hracat sanayii de 1980 ve 2000 aras› önemli ölçüde geliflmifltir. Mesela, düflük teknoloji sanayi ihracat›nda USMS 76 gurubu (deri imalatç›lar›, deri tüccarlar›, deri tesviyecileri) yüzde 96 oran›nda büyürken USMS 79 gurubu ( terziler, modac›lar, dikiflçiler, döflemeciler ve ilgili meslekler) yüzde 245 oran›nda bir büyüme kaydetmifltir. Bu da yine küreselleflmenin kayda de¤er bir flekilde endüstri kesiminde iflgücünün proleterleflmesine katk›da bulundu¤unu ortaya koyar mahiyettedir. ISCO KODU Tablo 8 Türkiye’de 1980’de 2000’e En Çok Geliflen ve Daralan 15 Meslek Geliflen 15 Meslek Daralan 15 Meslek 34 Bilgisayar Operatörleri 08 ‹statistikçiler, Matametikçiler, Sistem Analistleri 1980 x1000 1.038 2000 x1000 64.661 De¤iflim % 6129.3 36 1.545 18.779 1115.4 94 1980 x1000 5.498 Kondüktör S›n›fland›r›lmam›fl iflçiler 2000 x1000 0.938 De¤iflim % -82.9 87.035 23.138 -73.4 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 45 Yunus Kaya ISCO KODU Tablo 8’in Devam› Türkiye’de 1980’de 2000’e En Çok Geliflen ve Daralan 15 Meslek ISCO KODU 46 Geliflen 15 Meslek Meslek 1980 x1000 6.243 Daralan 15 2000 x1000 64.706 De¤iflim % 936.4 63 25.521 824.6 78 Tütün haz›rlay›c›lar 52.154 18.098 -65.2 ve tütün ürünleri yap›c›lar› 34.623 637.2 60 Çiftlik yöneticileri ve idareceileri 0.825 0.289 -64.9 42.456 603.0 52 0.578 0.307 -46.8 4.723 602.8 71 39 Din iflleri ile ilgili 61.089 çal›flanlar 54 Hizmetçilik ve 30.156 ilgili ifllerde çal›flanlar 88 Kuyumcular 9.793 398.147 551.7 72 Kat hizmetleri ve iliflkili hizmet yöneticilikleri Madenciler, tafloca¤› iflcileri kuyu aç›c›lar ve iliflkili çal›flanlar Metal iflçileri 188.245 524.2 30 51.481 35.109 -31.8 49.162 402.1 62 01 Fizikçiler, Kimyagerler ve iliflkili çal›flanlar 3.504 17.41 396.8 55 96 Sabit Makina Operatorleri 18 Atletler, Sporcular ve iliflkili çal›flanlar 9.788 46.361 373.6 73 3.19 14.813 364.3 89 Din iflleri yöneticileri Tar›m ve hayvanc›l›k iflçileri Müstahdemler, gündelikçiler, temizlikçiler ve iliflkili çal›flanlar A¤aç iflçileri ve ka¤›tç›lar Cam ve cam ürünleri, seramik ve çömlek iflçileri Bal›kç›lar, avc›lar ve iliflkili çal›flanlar Kimyasal ifllemciler ve iliflkili çal›flanlar 40 Yöneticiler (toptanc›l›k ve kiralama) 50 Otel, Kafe, 2.76 Restoran, Gazino, Pastane Sinama, Yöneticileri 15 Yazarlar, gazeteciler 4.696 vb. Yazarl›k ifllerinde çal›flanlar 82 Tafl yontucular› ve 6.039 oymac›lar› 05 Yaflam bilimciler vb teknisyenlikler 0.672 Orman iflçileri 42 Sat›fl yöneticileri ve 4.062 17.139 321.9 64 sat›n almac›lar 43 Teknik sat›c›lar, 148.139 530.202 257.9 74 pazarlamac›lar, ‹malatç› acentalar› Tüm ‹flçiler 19212.19 25997.1 35.3 Tüm ‹flçiler Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 1980 ve 2000 Ulusal Nüfus Say›mlar› 1980 2000 De¤iflim x1000 x1000 % 50.888 14.255 -71.9 97.821 54.303 -44.4 58.735 38.942 -33.6 471.883 400.188 -15.1 317.35 274.631 -13.4 27.271 23.891 -12.3 70.983 65.723 -7.4 19.597 18.604 -5.0 11.801 11.613 -1.5 19212.1925997.14 35.3 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f 9 ve 10’uncu tablolar erkek ve kad›n çal›flanlar aras›nda artan ve azalan meslekleri göstermektedir. Bulgular, iki cinsiyet aras›ndaki önemli farkl›l›klar› ortaya koyuyor. Kad›nlar profesyonel meslek guruplar›nda di¤er vas›fs›z olanlardan daha mühim bir kazanç elde etmifllerdir. Entersan olarak, düflük teknoloji ihracat sanayiindeki meslek guruplar› kad›nlar aras›nda daha fazla büyümüfltür. USMS 76 gurubu (deri imalatç›lar›, deri tüccarlar›, deri tesviyecileri) ve 79 gurubu ( terziler, modac›lar, dikiflçiler, döflemeciler ve ilgili meslekler) s›ras›yla 1980 ve 2000 y›llar›nda kad›nlar aras›nda yüzde 460 ve yüzde 247 oranlar›nda bir büyüme yakalarken erkekler aras›nda yüzde 175 ve yüzde 84 oran›nda bir büyüme gerçeklefltirmifltir. Bu yine bize Ekonominin küreselleflme periyodunca kad›nlar aras›nda proleterleflmenin daha yüksek seviyelerde oldu¤unu iflaret eder. ISCO KODU ISCO KODU Tablo 9 Türkiye’de 1980’de 2000’e En Çok Geliflen ve Daralan 15 Meslek (Erkekler) Geliflen 15 Meslek Meslek 34 Bilgisayar Operatörleri 08 ‹statistikçiler, Matametikçiler, Sistem Analistleri 40 Yöneticiler (toptanc›l›k ve kiralama) 50 Otel, Kafe, Restoran, Gazino, Pastane Sinama, Yöneticileri 82 Tafl yontucular› ve oymac›lar› 54 Hizmetçilik ve ilgili ifllerde çal›flanlar 05 Yaflam bilimciler vb teknisyenlikler 39 Din iflleri ile ilgili çal›flanlar Daralan 15 1980 x1000 0.467 2000 x1000 36.18 De¤iflim % 7647.3 36 1.027 12.73 1139.5 49 S›n›fland›r›lmam›fl iflçiler 5.46 48.84 794.5 94 2.503 19.851 693.0 63 Baflka yerde 74.589 20.164 -73.0 s›n›fland›r›lmam›fl üretiminde çal›flan iflciler Orman ‹flcileri 46.453 13.175 -71.6 6.039 41.807 592.2 60 16.689 105.227 530.5 78 0.375 2.176 480.2 52 49.081 277.411 465.2 71 12.575 429.0 72 19.141 396.7 30 01 Fizikçiler, 2.377 Kimyagerler ve iliflkili çal›flanlar 15 Yazarlar, gazeteciler 3.853 vb. Yazarl›k ifllerinde çal›flanlar Kondüktör 1980 x1000 5.498 2000 x1000 0.903 De¤iflim % -83.6 2.295 0.53 -76.9 Çiftlik yöneticileri 0.672 ve idarecileri Tütün haz›rlay›c›lar 23.954 ve tütün ürünleri yap›c›lar› Kat hizmetleri ve 0.572 iliflkili hizmet yöneticileri Madenciler, tafloca¤› 97.821 iflcileri, kuyu aç›c›lar ve iliflkili çal›flanlar Metal ‹flcileri 58.735 Din iflleri yöneticileri 0.26 -61.3 12.516 -47.7 0.303 -47.0 53.847 -45.0 38.191 -35.0 29.558 22.002 -25.6 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 47 Yunus Kaya ISCO KODU ISCO KODU Tablo 9’un Devam› Türkiye’de 1980’de 2000’e En Çok Geliflen ve Daralan 15 Meslek (Erkekler) Geliflen 15 Meslek Meslek 88 Kuyumcular 96 Sabit Makina Operatorleri 18 Atletler, Sporcular ve iliflkili çal›flanlar 42 Sat›fl yöneticileri ve sat›n almac›lar 1980 x1000 9.632 2000 x1000 46.879 De¤iflim % 386.7 55 9.56 45.608 377.0 73 3.106 13.464 333.4 62 3.768 12.911 242.6 89 Daralan 15 1980 2000 x1000 x1000 Müstahdemler 286.248 230.974 gündelikciler, temizlikciler iliflkili çal›flanlar A¤aç iflçileri ve 26.42 22.995 ka¤›tç›lar Tar›m ve 286.712 260.16 hayvanc›lak iflcileri Cam ve cam 64.461 59.483 ürülneri, seramik ve çömlek iflcileri Bal›kc›lar, avc›lar 19.225 18.292 ve iliflkili çal›flanlar 43 Teknik sat›c›lar, 132.975 409.253 207.7 64 pazarlamac›lar, ‹malatç› acentalar› Tüm Çal›flanlar 12284.26 16567.41 34.8 16567.41 34.8 (erkek) (erkek) Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 1980 ve 2000 Ulusal Nüfus Say›mlar› Tüm Çal›flanlar De¤iflim % -19.3 -13.0 -9.3 -7.7 -4.9 12284.26 Geliflen 15 Meslek Meslek 34 Bilgisayar Operatörleri 50 Otel, Kafe, Restoran, Gazino, Pastane Sinama, Yöneticileri 40 Yöneticiler (toptanc›l›k ve kiralama) 15 Yazarlar, gazeteciler vb. Yazarl›k ifllerinde çal›flanlar 04 Uçak, gemi mürettabatlar› ISCO KODU Tablo 10 Türkiye’de 1980’de 2000’e En Çok Geliflen ve Daralan 15 Meslek (Kad›nlar) ISCO KODU 48 1980 x1000 0.571 2000 x1000 28.481 De¤iflim % 4887.9 60 0.257 5.67 2106.2 78 0.783 15.866 1926.3 94 0.843 15.482 1736.5 63 0.017 0.3 1664.7 49 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Daralan 15 1980 x1000 0.153 2000 x1000 0.029 De¤iflim % -81.0 5.582 -80.2 Baflka yerde 12.446 2.974 s›n›fland›r›lmam›fl üretiminde çal›flan iflciler Orman ‹flcileri 4.435 1.08 -76.1 -75.6 S›n›fland›r›lmama›fl iflciler 0.271 -46.1 Çiftlik yöneticileri ve idarecileri Tütün haz›rlay›c›lar 28.2 ve tütün ürünleri yap›c›lar› 0.146 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f ISCO KODU ISCO KODU Tablo 10 Devam› Türkiye’de 1980’de 2000’e En Çok Geliflen ve Daralan 15 Meslek (Kad›nlar) Geliflen 15 Meslek Meslek 1980 x1000 0.084 18 Atletler, Sporcular ve iliflkili çal›flanlar 86 Canl› yay›n istasyonu 0.025 ve ses araçlar› öperatörleri 97 Yükleme, boflaltma 0.218 ve yap› araçlar› operatörleri 2000 x1000 1.349 De¤iflim % 1505.9 30 0.396 1484.0 52 3.329 1427.0 16 35 Tafl›mac›l›k ve iletiflim yöneticileri 0.074 1.08 1359.4 62 42 Sat›fl yöneticileri ve sat›n almac›lar 88 Kuyumcular 0.294 4.228 1338.1 38 0.161 2.283 1318.1 75 5.062 1074.4 64 6.049 1067.7 91 70 Üretim yöneticisi ve 0.431 genel ustabafl›lar› 08 ‹statiksciler 0.518 matametikciler sistem analistleri 39 Din iflleri ile ilgili 12.008 çal›flanlar 120.736 905.4 89 Daralan 15 1980 2000 De¤iflim x1000 x1000 % 21.923 13.107 -40.2 Din iflleri yöneticileri Kat hizmetleri ve 0.006 iliflkili hizmet yöneticileri Heykeltrafllar 5.54 ressamlar, foto¤rafc›lar iliflkili yarat›c› sanatc›lar Tar›m ve 185.171 hayvanc›l›k iflcileri Telefon ve telgraf 97.821 operatörleri E¤irmeciler 140.44 Dokumac›lar Örücüler, boyac›lar ve iliflkili çal›flanlar Bal›kc›lar, avc›lar 0.372 ve iliflkili çal›flanlar Ka¤›t, Mukavva 0.478 ve ciltleme malzemesi iflcileri Cam ve cam 6.522 ürülneri, seramik ve çömlek iflcileri A¤aç iflcileri ve 0.851 ka¤›tc›lar 44 Sigorta, emlak, 2.64 24.972 845.9 73 güvenlik ve ifl servisleri Tüm Çal›flanlar 12284.26 16567.41 34.8 16567.41 34.8 (kad›n) (kad›n) Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E), 1980 ve 2000 Ulusal Nüfus Say›mlar› 0.004 -33.3 3.957 -28.6 140.028 -24.4 53.847 -45.0 115.77 -17.6 0.312 -16.1 0.44 -7.9 6.24 -4.3 0.896 5.3 Tüm Çal›flanlar 12284.26 Kay›td›fl› Sektör Tablo 11 tarim disi çal›flanlar aras›ndaki gayri resmi istihdam oranlar›n› göstermektedir. Yine, 1988 ve 2000 aras› üzerinde herhangi bir sosyal güvenlik sistemi korumas› bulunmayan tarim disi iflçiler de ihtihdam mevki¤ine göre derecelendirildiler (Portes ve Schauffler 1993). Kay›td›fl› istihdam›n genelinde 1988’de yüzde 27’den 2005’te yüzde 34’e ç›karak ziyadesiyle yükselmifl oldu. Buna ilaveten, bu temayül bütün istihdam mevki kümelerini kapsamaktad›r. En yüksek seviye kay›td›fl› istihdam ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 49 50 Yunus Kaya yine de devaml› ifli olmayan çal›flanlar ve ücretsiz aile çal›flanlar› aras›nda mevcuttu ki bunu serbest meslek çal›flanlar› takip eder. En düflük seviye gayri resmi istihdamsa iflverenler aras›ndayd›, ama 1990’lar›n sonlar›nda kay›td›fl› istihdam iflverenler aras›nda bile ani bir art›fl kaydetti. Tablo 11 ‹stihdam Statüsüne Gore 1988-2005 Aras› Türkiye’de Tar›m D›fl› Kay›t D›fl› ‹stihdam›n Kay›tl› ‹stihdama Oran› (%) Tüm Çal›flanlar Maafll› Çal›flanlar Gündelik Çal›flanlar ‹flverenler 1988 27.45 16.36 67.59 0.18 1989 27.59 15.28 70.28 KY 1990 24.51 14.37 65.67 0.15 1991 25.26 15.27 74.94 KY 1992 24.14 14.77 69.34 KY 1993 24.53 15.00 75.32 KY 1994 25.82 17.16 73.57 0.38 1995 25.87 15.18 77.25 0.30 1996 25.42 15.85 77.02 0.39 1997 24.95 13.54 78.00 1.21 1998 22.86 13.64 76.48 0.51 1999 24.71 12.82 77.20 KY 2000 29.24 14.76 78.75 11.19 2001 29.47 15.58 81.02 13.00 2002 31.73 19.42 87.14 15.19 2003 31.55 18.83 89.43 14.81 2004 33.97 20.92 89.74 18.35 2005 34.22 22.67 90.14 21.29 Kaynak: Devlet ‹statistik Enstitüsü (D‹E) Hanehalk› ‹flgücü Anketi KY: Kay›t Yok Kendi iflinde çal›flanlar 40.54 42.58 37.54 36.89 29.31 32.36 27.64 25.84 24.71 29.55 28.52 31.56 41.35 44.12 44.60 43.16 46.38 50.25 Ücretsiz aile çal›flanlar› 71.46 71.86 71.08 68.55 65.95 56.82 68.84 74.28 70.89 64.99 58.55 60.80 74.73 81.84 87.25 86.18 83.36 80.19 Tablo 12 kay›td›fl› çal›flanlar aras›ndaki istihdam mevki da¤›l›m›n› izhar etmektedir. En büyük gurup ücretli çal›flanlard›r ki bunlar 2005’te gayri resmi çal›flanlar›n yar›s›na yak›n›n› oluflturmufltur. Onlar› da serbest meslek sahipleri takip eder ki bunlar da kay›td›fl› istihdam›n hemen hemen çeyre¤ine tekabül etmektedir ve devaml› ifli olmayan çal›flanlar tüm kay›td›fl› iflçilerin yüzde 20’sinden fazlas›n› vücuda getirir.20 Tüm bunlar bize ekonomik küreselleflmeyle beraber Türkiye s›n›f yap›s›n›ndaki kutuplaflmay› gostermektedir. 20 Erkek ve kad›n çal›flanlar aras›nda gayri resmi istihdam›n oran› hemen hemen ayn›d›r. 1998’de erkek ve kad›n çal›flanlar›n yaklafl›k yüzde 28’i kay›t d›fl› kesimde istihdam edilmifltir. Bu oran 2005’te kad›n çal›flanlar aras›nda yüzde 36’ya ç›karken erkek çal›flanlar aras›nda da yüzde 34’e yükseldi. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Sonuç 1980’de, Türkiye yar›dan fazlasi tar›mda istihdam edilen emek gücüyle a¤›rl›kl› olarak bir tar›m toplumuydu. Takip eden , yirmi befl y›l boyunca Türkiye sosyal s›n›f yap›s›nda kayda de¤er bir dönüflüm yaflad›. 2005 y›l› itibariyle yüzde 30’dan daha az› olan iflgücü tar›mda istihdam edilirken yüzde 25 iflgücü sanayide, yüzde 46’s› da hizmet kesiminde istihdam edilmifl bulunmaktad›r. Bu süre zarf›nda, profesyonel, yönetici ve iflveren s›n›flar›nda ve mutat vas›fs›z emek s›n›flar›nda da onemli büyümeler olmufltur. Ayr›ca, düflük vas›fl› emek s›n›flar› ve kay›td›fl› istihdam da ziyadesiyle art›fl kaydetmistir. Bu araflt›rma iktisadi küreselleflmenin bu surece ektisini de¤erlendirmifltir. 1980’lerin ortalar›ndan itibaren, Türkiye mühim bir imalat mallar› ihracatç›s› oldu. 1980’den itibaren ihracat hacmi mutlak anlamda GSMH pay› ise göreceli olarak mütemediyen art›fl kaydetmektedir. ‹malat ihracat›n›n ekseriyeti Türkiye’nin nispeten düflük emek maliyetleri ve co¤rafi bölgelere yo¤unlu¤uklu flekilde dayand›¤› düflük teknoloji mamulleridir. 2003 y›l›yla birlikte orta ve yüksek ölçekli ürün ihracat›nda son y›llarda mühim art›fllar bulunmas›na ra¤men düflük teknoloji ürünleri hala temel ihrac ürün kategorisini oluflturmaktayd›. Dönemsel olarak hissedilir yabanc› yat›r›m ak›fl› olsada dolays›z yabanc› yat›r›m›, Türk ekonomisinin küreselleflmesinde daha az rol oynad›. Bu tür yat›r›mlar›n ço¤u, endüstriyelleflme üzerinde s›ra d›fl› bir ektiye sahip olmakla birlikte hizmet kesiminde yo¤unlaflm›flt›r. Küreselleflme nazariyeleri, küreselleflmenin AGÜ’lerdeki sosyal s›n›f yap›lar›n› proleterleflme ve kutuplaflma fleklinde iki yolla etkilebiyece¤i öngörmektedirler. Tükiye’de 1980 ve 2005 aras› düflük vas›fl› emek s›n›flar› büyüme kaydettiler. Ayr›ca ihracat odakl› emek-yo¤un endüstrilerdeki mesleki guruplar önemli ölçüde inkiflaf etti. Türkiye, sosyal tabakan›n en üst seviyesi olan yönetimsel, profesyonel ve giriflimci sosyal s›n›flarda da büyümeyi tecrübe etmifltir. Benzer temayüller, mesleki gurup seviyesinde de oldukça aç›kt›r.21 Üstelik gayri resmi istihdam da önemli ölçüde artm›flt›r. Türkiye’nin düflük vas›fl› emek, kay›d›fl› istihdam ve üst yönetici s›n›flar›n›n eflzamanl› büyümesini yaflamas› Türkiye’de proleterleflme ve kutuplaflma son dalga iktisadi küreselme periyodunca gerçekleflmifl oldugunu gostermektedir. Türkiye’nin s›n›f yap›s› incelemesinde önemli mesele de devlet elitlerinin rolüdur. 1950’den beri demokratik olarak seçilen hükümetler taraf›ndan yönetilmesine ra¤men bürokrasi, özellikle de askeri bürokrasi; 1960, 1971, 1980 ve 1990’lar›n son- 21 Ayd›n (2006), 1990’larda Türkiye’deki üst ve alt kesim s›n›flar›n yaflam tarz› ve tüketim al›flkanl›klar›ndaki önemli de¤iflikliklerini ortaya koydu. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 51 52 Yunus Kaya lar›ndaki demokratik sisteme yapt›¤› askeri müdahalelerin de aç›kça gösterdi¤i üzere kati özerkli¤ini devamede geldi. Bürokratik elitlerin göze çarpan bu rolü, araflt›rmac›lar› bürokrasinin Türk toplumunda bafll› bafl›na bir s›n›f teflkil etti¤ini iddia etmeye sevketmifltir (örn. Keyder 1987 ve 1988; Mardin 1994). Küreselleflme dönemi, Türk devletine önemli de¤iflimler getirdi. Devletin ekonomideki birfiil mevcudiyeti özellefltirme ve deregülasyonla birlikte azalm›flt›r. Bu dönemde, ‹MF gibi uluslararas› kurulufllar›n etkisi aç›kt›r. 1980 ve 2001 y›llar› aras› Türkiye ‹MF ile birkaç stand-by anlaflmas› imzalam›flt›r. Ama [devletin] ekonomideki dolays›z rolünün azalmas›na ra¤men Türkiye, Türk ekonomisinin küreselleflmesinde hala öncü bir etmendi. Mesela, [Türk ekonomisinin küreselleflmesi] ihracatç›lar için vergi indirimi ve iskonto gibi tedbirlerle 1980’lerde ihracat patlamas›n› kolaylaflt›rd› (Eralp, Tumay and Yesilada 1993). Sonuç olarak flu ileri sürülebilir: Türk devleti’nin 1980 öncesi ekonomideki daha genifl ve özerk olan rolü yerini küresel ekonomi ve milli ekonomi aras›nda arabulucu ifllevine b›rakt›. Di¤er önemli husus ise kad›n eme¤inin oynad›¤› roldür. Araflt›rman›n sonuclari son dönem küreselleflme dalgas›nin önemli miktarda kad›n› ucuz iflgücü olarak emek-yo¤un ihracat sanayilerine sürüklemifl oldu¤u iflaret etmektedir (örn. Wood 1991; Denis 2003; Meyer 2003). 1988-2005 aras› Türkiye’de kad›nlar aras›nda imalat kesimindeki istihdam pay›n›n›n art›fl› erkeklerden daha fazla olmufltur. Ayr›ca, ihracat sanayii dahilindeki giyim ve deri gibi mesleki guruplarda art›fl oran› kad›nlar aras›ndaki büyüme h›z› erkekler aras›daki büyüme oran›n› dörde katlam›flt›r. Türkiye tekstil ve giyim sanayiindeki vaka analizleri 1980 ve 2003 aras› temel ihracat sanayiini ve özellikle genç kad›nlar›n önemli say›da giyim sanayiinde istihdam edildi¤ini göstermektedir (örn. Dikmen 2000; Ozgur 2005). Bu bulgular Türkiye’deki iktisadi küreselleflmeyle birlikte proleterleflme sürecinin ayn› zamanda kad›n emek gücünün kullan›m›nda da art›fl süreci oldu¤unu gosteriyor. Ayr›ca flunu da ifade etmek durumunday›z ki vas›fs›z mutat s›n›f pay› yönetici, profesyonel ve giriflimci s›n›flar›n yan› s›ra kad›nlar›n tar›mdaki istihdam›n› azalmas›na nazaran önemli ölçüde artm›flt›r. Bu bize kad›nlar›n da kutuplaflma sürecini tecrübe ettiklerini gösterir. Kad›n çal›flanlar›n az bir oran› oldukça düflük seviyede ya da geçiçi olarak emek gücüne dahil olurken önemli miktarda kad›n ise orta ve üst sosyal tabakada istikrarl› bir kariyer ihdas ediyorlard›. Bu çifte temayül daha önce küreselleflmifl Tayvan ve Kore gibi ülkeler üzerine yap›lan çal›flmadarda da görülebilmektedir (Hwang ve Cheng 2003). Özetlersek, bu çal›flma, iktisadi küreselleflme surecinde Türkiye’nin sosyal s›n›f yap›s›n› istihdam sektörü, Erikson- Goldthorpe-Portocarero (EGP) s›n›f flemas›, mesleki grup , ve gayriresmi istihdam fleklinde dört boyutta ele alarak incelemifltir. 1980’den ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f günümüze, Türkiye’nin küresel ekonomiye aç›lmas›yla Türk s›n›f yap›s› önemli ölçüde de¤ifliklik yasadi. Türkiye art›k tar›m toplumu de¤ildir. 2005’te bütün çal›flan kesimin yüzde 30’dan daha az bir k›sm› ve erkek çal›flanlar›n takriben yüzde 20’si tar›mda istihdam edilmifl bulunmaktad›r. Bu calismada ayrica iktisadi küreselleflmenin, çift yönlü olarak proleterleflme ve kutuplaflmaya katk›da bulundu¤unu iddia ettim. Proleterleflme, Türkiye’nin tar›m gelene¤inden geçifl sürecinde meydana ç›kt›, kamu sektöründe göreceli bir daralma ve iflyeri salahiyeti olmay›p kendi ifl gücünü satan s›n›flarda da göreceli bir geniflleme oldu. Kutuplaflma, özel sektör giriflimcili¤ini, profesyonel ve idari s›n›flar›n büyümesini ve eflzamanl› olarak da kay›td›fl› ekonominin büyümesini beraberinde getirdi. Türkiye, nispeten uzun inkiflaf›yla, küreselleflmenin ve endüstriyelleflmenin AGÜ s›n›f yap›lar›n› nas›l dönüfltürdü¤ünü anlamada bize mühim bir örnek sunmaktad›r. Bu çal›flmayla, ça¤dafl araflt›rmalarda dünyan›n geri kalan k›sm›ndaki ihmal edilmifl flekilde kalan AGÜ’lere daha fazla dikkat çekmek suretiyle s›n›f analizlerine katk›da bulundu¤umu ümit ediyorum. Kaynakça Alderson, Arthur S. 1999. “Explaining Deindustrialization: Globalization, Failure, or Success?” American Sociological Review 64: 701-721. Altug, Sumru and Alpay Filiztekin. (Eds) 2006. The Turkish Economy: The Real Economy, Corporate Governance and Reform. London, UK: Routledge. Arrighi, Giovanni. 2001. “Global Capitalism and the Persistence of North-South Divide.” Science and Society 65(4): 469-476. Avrupa Birligi Genel Sekreterligi. 2007. “Türkiye - Avrupa Birli¤i ‹liflkilerinin Kronolojisi” Retrieved from http://www.abgs.gov.tr/indextr.html Ayd›n, Kemal. 2003. “Social stratification consumption patterns and lifestyle differences in Turkey.” Ph.D. dissertation, Department of Sociology, University of Iowa. Ayd›n, Kemal. 2006. “Social Stratification and Consumption Patterns in Turkey” Social Indicators Research 75: 463-501. Ayd›n, Zulkuf. 2005. The Political Economy of Turkey. Ann Arbor, MI: Pluto Press. Bills, David B and Archibald O. Haller. 1984. “Socioeconomic Development and Social Stratification: Reassessing the Brazilian Case.” Journal of Developing Areas 19: 59-69. Bills, David B, Archibald O. Haller, Jonathan Kelley, Mary B Olson, and Jose Pastore. 1985. Class, Class Origins, Regional Socioeconomic Development and the Status Attainment of Brazilian Men.” Research in Social Stratification and Mobility 4: 89-127. Boratav, Korkut. 2003. Turkiye Iktisat Tarihi: 1908-2002. Ankara: Imge. Boratav, Korkut. 2004. Istanbul ve Anadolu’dan Sinif Profilleri. Ankara: Imge. Boratav, Korkut. 2005. 1980’li Yillarda Turkiye’de Sosyal Siniflar ve Bolusum. Ankara: Imge. Brady, David and Ryan Denniston. 2006. “Economic Globalization, Industrialization and Deindustrialization in Affluent Democracies, 1960-2001.” Social Forces 85: 297-329. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 53 54 Yunus Kaya Braverman, Harry. 1974. Labor and Monopoly Capital: The Degradation of Work in the Twentieth Century. New York, NY: Monthly Review Press. Browning, Harley and Bryan R. Roberts. 1980. “Urbanization, Sectoral Transformation, and the Utilization of Labor in Latin America.” Comparative Urban Research 8: 86-104. Carr, Marilyn and Martha Alter Chen. 2001. “Globalization and the Informal Economy: How Global Trade and Investment Impact on the Working Poor.” Working Paper Women in Informal Employment: Globalizing and Organizing (WIEGO). Retrieved from http://www.wiego.org/papers/carrchenglobalization.pdf Carroll, William K. and Colin Carson. 2003. “The Network of Global Corporations and Elite Policy Groups: A Structure for Transnational Capitalist Class Formation?” Global Networks 3(1): 29-57. Castells, Manuel. 1996. The Information Age. Cambridge, MA: Blackwell. Castells, Manuel and Alejandro Portes. 1989. “World Underneath: The Origins, Dynamics, and Effects of the Informal Economy.” In: A. Portes, M. Castells and L Benton (Eds), The Informal Economy: Studies in Advanced and Less Developed Countries. Baltimore, MD: Johns Hopkins University Press. Central Bank of the Republic of Turkey. 2005. Turkish Balance of Payments Statistics. Retrieved from http://www.tcmb.gov.tr Central Bank of the Republic of Turkey. 2006. Balance of Payments Report. Turkiye Cumhuriyeti Merkez Bankasi 2006-I. Clark, Terry Nichols, and Seymour M. Lipset. (Eds) 2001. The Breakdown of Class Politics. Washington, D.C., and Baltimore: Woodrow Wilson Center Press and Johns Hopkins University Press. Cox, Robert. 1987. Production Power and World Order. New York: Columbia Univ. Press. Cox, Robert. 1996. “A Perspective on Globalization.” In: J. Mittleman (Ed.), Globalization: Critical Reflection. Boulder, CO: Lynne Rienner. Denis, Ann B. (2003) “Globalization, Women and (In)equity in the South: Constraint and Resistance in Barbados.” International Sociology 18: 491-512. Dicken, Peter. 2003. Global Shift: Reshaping the Global Economic Map in the 21st Century, 4th Edition. New York, NY: Guilford Press. Dikmen, Ahmet Alpay. 2000. “Küresel Üretim, Moda Ekonomileri ve Yeni Dünya Hiyerarflisi.” Toplum ve Bilim 86: 281-302. Eralp, Atila, Muharrem Tunay and Birol Yesilada. 1993. The Political and Economic Transformation of Turkey. Westport, CO: Praeger. Erikson, R. and J.H. Goldthorpe. 1992. The Constant Flux: A Study of Class Mobility in Industrial Societies. Oxford, UK: Clarendon Press. Erikson, Robert; J. H. Goldthorpe and Lucienne Portocarero. 1979. “Intergenerational Class Mobility in Three Western European Societies: England, France and Sweden.” The British Journal of Sociology 30: 415-441. Evans, Geoffrey. 1992. “Testing the Validity of the Goldthorpe Class Schema.” European Sociological Review 8: 211-232. Evans, Geoffrey and Mills, Collin. 1998. “Identifying Class Structure: A Latent Class Analysis of the Criterion-Related and Construct Validity of the Goldthorpe Class Schema.” European Sociological Review 14: 87-106. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Evans, Peter. 1979. Dependent Development: The Alliance of multinational, State and Local Capital in Brazil. Princeton, NJ: Princeton University Press. Evans, Peter and Michael Timberlake. 1980. “Dependence, Inequality and the Growth of the Tertiary: A comparative Analysis of Less Developed Countries.” American Sociological Review 45: 531-552. Fernandez-Kelley, Patricia. 1983. For We Are Sold, I and My People. Albany, NY: SUNY Press. Fox, Julia D. 2002. “Women’s Work and Resistance in the Global Economy.” In: B. Berberoglu (Ed.), Labor and Capital in the Age of Globalization. Lanham, MD: Rowman & Littlefield Publishers, Inc. Ganzeboom, Harry B.G., Paul De Graaf and Donald J. Treiman. 1992. “A Standard International Socio-Economic Index of Occupational Status.” Social ScienceResearch 21:1-56. Ganzeboom, Harry B.G., Donald J. Treiman. 1996. “Internationally Comparable Measures of Occupational Status for the 1988 International Standard Classification of Occupations.” Social Science Research 25:201-239. Gereffi, Gary. 2005. “The International Economy and Economic Development.” In: N.J. Smelser and R. Swedberg (Eds), The Handbook of Economic Sociology. Princeton, NJ: Princeton University Press. Gevgilili, Ali. 1987. Yukselis ve Dusus.. Istanbul: Baglam Yayincilik. Gevgilili, Ali. 1989. Turkiye’de Kapitalizmin Gelismesi ve Sosyal Siniflar. Istanbul: Baglam Yayincilik. Gordon, Derek. 1987. “The Sexual Division of Labor and Intergenerational Mobility in Jamaica.” Research in Social Stratification and Mobility 6: 215-238. Grusky, David B. 2001. Social Stratification: Class, Race, and Gender in Sociological Perspective. Boulder, CO: Westview. Grusky, David B. and Jesper B. Sørensen. 1998. “Can Class Analysis Be Salvaged?” American Journal of Sociology 103: 1187-1234. Hout, Michael Thomas A. DiPrete. 2006. “What We Have Learned: RC28’s Contributions to Knowledge about Social Stratification.” Research in Social Stratification and Mobility 24: 1-20. Hout, Michael and Robert M. Hauser. 1992. “Symmetry and Hierarchy in Social Mobility: A Methodological Analysis of the Casmin Model of Class Mobility. European Sociological Review 8, pp. 239–266. Hsiao, Wey. 1987. “Changes in Class Structure and Reward Distribution in Postwar Taiwan.” Research in Social Stratification and Mobility 6: 239-256 Hwang, Soo Kyeong and Chang, Jiyeun. 2003. “Female Labor Supply and Labor Politics for Female Workers in Korea.” Unpublished Manuscript. International Labor Organization. 2007. Yearly Data of Total and Economically Active Population, Employment, Unemployment, Hours of Work, Wages, Labor Cost, Consumer Price Indices, Occupational Injuries, Strikes and Lockouts: 1969-2005. Retrieved from laborsta.ilo.org ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 55 56 Yunus Kaya Karatepe, fiükrü. 1997. Darbeler Anayasalar ve Modernleflme. Istanbul: ‹z Yay›nc›l›k. Kelley, Jonathan and Archibald O. Haller. 2001. ?Working Class Wages during Early Industrialization: Brazilian Evidence.” Research in Social Stratification and Mobility, 18: 119-161. Kelley, Jonathan, Robert V. Robinson and Herbert S. Klein. 1981. “A Theory of Social Mobility, with Data on Status Attainment in a Peasant Society.” Research in Social Stratification and Mobility 1: 27-67. Kennedy, Paul. 2004. “Making Global Society: Friendship Networks Among Transnational Professionals in the Building design Industry.” Global Networks 4(2): 157-179. Keyder, Caglar. 1987. State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development. New York, NY: Verso. Keyder, Caglar. 1988. “Bureaucracy and Bourgeosie: Reform and Revolution in the Age of Imperialism.”Review 11: 151-165. Keyder, Caglar. 2005. “Globalization and Social Exclusion in Istanbul” International Journal of Urban and Regional Research 291: 124-134. Kingston, Paul W. 2000. The Classless Society. Stanford, Calif.: Stanford University Press. Köker, Levet. 1995. Modernlesme, Kemalizm ve Demokrasi. Istanbul: Iletisim Yayinlari. Koo, Hagan. 1985. “Transformation of Korean class Structure: The Impact of Dependent Development.” Research in Social Stratification and Mobility 5: 129-150 Koo, Hagan. 1990. “From Farm to Factory: Proletarianization in Korea.” American Sociological Review 55:669-681. Koo, Hagan and Doo-Seung Hong. 1980. “Class and Income Inequality in Korea.” American Sociological Review 45: 610-626. Kuzu, Burhan. 1988. Turk Anayasa Metinleri veIlgili Mevzuat. Istanbul: Filiz Kitabevi. Lall, Sanjaya. 2000. “The Technological Structure and Performance of Developing Country Manufactured Exports, 1985-1998.” Oxford Development Studies 28(3): 337-369. Lee, Ching Kwan. 1998. Gender and the South China Miracle. Berkeley, CA: University of California Press. Mardin, Serif. 1994. Turk Modernlesmesi. Istanbul: Iletisim Yayinlari. Mann, Michael. 2001. “Globalization is (Among Other Things) Transnational, Inter-National and American.” Science and Society 65(4): 464-469. Marks, Gary N. 2005. “Cross-National Differences and Accounting for Social Class Inequalities in Education.” International Sociology 20: 483-505. Marsh, Robert M. and Cheng-Kuang Hsu. 1994. “White Collar Proletarianization? The Case of Taiwan.” Research in Social Stratification and Mobility 13: 43-72. McKay, Steven C. 2006. “The Squeaky Wheel’s Dilemma: New Forms of Labor Organizing in the Philippines.” Labor Studies Journal 30: 41-63. McKeever, Matthew. 1998. “Reproduced Inequality: Participation and Success in the South African Informal Market.” Social Forces 76: 1209-41. Meyer, Lisa B. 2003 “Economic Globalization and Women’s Status in the Labor Market: A ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f Cross-National Investigation of Occupational Sex Segregation and Inequality.” The Sociological Quarterly 44: 351-383. Nee, Victor. 1991. “Social Inequalities in Reforming State Socialism: Between Redistribution and Markets in State Socialism.” American Sociological Review 56: 267-82. Nee, Victor. 1996. “The Emergence of a Market Society: Changing Mechanisms of Stratification in China.” American Journal of Sociology 101: 908-49. Neidik, Binnur. 2005. “Explaining Economic Performance in the Global Economy: Evidence from the Apparel Industries of Germany and Turkey.” Ph.D. dissertation, Department of Sociology, Duke University. Neves, Jorge Alexandre. 2005. “Labor Force Classes and Earnings Determination of the farm Population in Brazil: 1973, 1982, and 1988.” Research in Social Stratification and Mobility 22: 423-475. Onis, Ziya. 2003. “Post-war Economic Development Performance of Turkish Economy: A Political Economy Perspective.” In C. Kollias and G. Günlük-fienesen (Eds), Greece and Turkey in the 21st Century: Conflict or Cooperation? New York, NY: Nova Science Publishers. Onis, Ziya and James Riedel. 1993. Economic Crisis and Long-Term Growth in Turkey. Washington, DC: The World Bank. Ozgur, Huseyin. 2005. “Integration of a Local Economy to the Global and European Markets through Export-Led Growth and Specialized Textile Products Export: Home Textile Production in Denizli, Turkey.” Paper Presented at 18th European Advanced Studies Institute in Regional Science in Lodz-Cracow, Poland. Pamuk, Sevket. 1995. Yuz Soruda Osmanli-Turkiye Iktisadi Tarihi, 1500-1914. Istanbul: Gercek Yayinevi. Pamuk, Sevket. 2000. Turkey’s Response to the Great Depression in Comparative Perspective, 1929- 1939. European University Institute Working Paper RSC No 2000/21. Pakulski, Jan, and Malcolm Waters. 1996. Death of Class. Thousand Oaks, CA: Sage. Park, Hyunjoon. 2004. “Intergenerational Social Mobility among Korean Men in Comparative Perspective.” Research in Social Stratification and Mobility 20: 227-254. Parrado, Emilio. 2005. “Economic Restructuring and Intra-generational Class Mobility in Mexico.” Social Forces 94: 733-757. Portes, Alejandro. 1985. “Latin American Class Structures: Their Composition and Change During the Last Decades.” Latin American Research Review 20: 7-39. Portes, Alejandro. 2000. “The Resilient Importance of Class: A Nominalist Interpretation.” Political Power and Social Theory 14:249–84. Portes, Alejandro and Kelly Hoffman. 2003. “Latin American Class Structures: Their Composition and Change During the Neoliberal Era.” Latin American Research Review 38: 41-82. Portes, Alejandro and Bryan S. Roberts. 2005. “The Free-Market City: Latin American Urbanization in the Years of the Neoliberal Experiment.” Studies in Comparative International Development 40: 43-82. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 57 58 Yunus Kaya Portes, Alejandro and Saskia Sassen-Koob. 1987. “Making it Underground: Comparative Material on the Informal Sector in Western Market Economies.” American Journal of Sociology 93: 30-61. Portes, Alejandro and Richard Schauffler. 1993. “Competing Perspectives on the Latin American Informal Sector.” Population and Development Review 19: 33-60. Reid, Alan. 2003. “Understanding Teachers’ Work: Is There Still A Place for Labour Process Theory?” British Journal of Sociology of Education 24(5): 559-573. Roberts, Kenneth M. 2002. “Social Inequalities Without Class cleavages in Latin America’s Neoliberal Era.” Studies in Comparative International Development 6: 3-33. Robinson, William I. and Jerry Harris. 2000. “Towards a Global Ruling Class? Globalization and the Transnational Capitalist Class.” Science and Society 64: 11-54. Sassen, Saskia. 1991. The Global City. Princeton, NJ: Princeton University Press. Sassen, Saskia. 1994. Cities in a World Economy. Thousand Oaks, CA: Pine Forge Press. Sen, Yow-Suen and Hagan Koo. 1992. “Industrial Transformation and Proletarianization in Taiwan.” Critical Sociology 19(1): 45-67. Sklair, Leslie. 2001. The Transnational Capitalist Class. Oxford: Blackwell Publishers. Sørensen, Aage B. 2000. “Toward a Sounder Basis for Class Analysis.” The American Journal of Sociology 105: 1523-1558. Statistics Canada. 2002. World Trade Analyzer. CD-Rom. Ottawa, Ontario: Statistics Canada. Sunar, Lutfi. 2004. “Kadro Dergisi/Hareketi ve Etkileri: Turk Devlet Ideolojisi ve Sol Kemalizmin Olusumu Baglam›nda Bir Analizi.” Turkiye Arastirmalari Literatur Dergisi 3: 511-526. Torche, Florencia. 2005. “Unequal but Fluid: Social Mobility in Chilean Comparative Perspective.” American Sociological Review 70: 422-450. Tunali, Insan. 2003. Background Study on Labor Market and Employment in Turkey. European Training Foundation. Turkiye Istatistik Kurumu. 2007. Isgugu Istatistikleri. Retrieved from: http://www.tuik.gov.tr UNCTAD (United Nations Conference on Trade and Development). 2007. FDI Online. Retrieved from http://stats.unctad.org/fdi Webster, Edward. 2005. “Making a Living, Earning a Living: Work and Employment in Southern Africa.” International Political Science Review 26: 55-71. Weeden, Kim A. and David B Grusky. 2005. “The Case for a New Class Map.” American Journal of Sociology 111: 141-212. Wood, Adrian. 1991. “North-South Trade and Female Labor in Manufacturing: An Asymmetry.” Journal of Development Studies 27: 168-189. Wood, Adrian. 1994. North-South Trade, Employment and Inequality. Oxford, UK: Clarendon Press. Wood, Adrian. 1995. “How Trade Hurt Unskilled Workers.” The Journal of Economic Perspectives 9:57-80. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 1980-2005 Aras› Türkiye’de Küreselleflme ve Sosyal S›n›f World Bank. 2007. World Development Indicators Online. Retrieved from http://devdata.worldbank.org/dataonline/ Wright, Erik Olin. 1976. “Class Boundaries in Advanced Capitalist Societies.” New Left Review 98: 3-41. Wright, Erik Olin. 1985. Classes. London, UK: Verso. Wright, Erik Olin. 1997. Class Counts: Comparative Studies in Class Analysis. Cambridge, UK: Cambridge University Press. Wright, Erik Olin. 2005. “Foundations of a Neo-Marxist Class Analysis.” In: Erik Olin Wright (Ed.), Approaches to Class Analysis. Cambridge, UK: Cambridge University Press. Zhou, Xueguang. 2004. The State and Life Chances in Urban China: Redistribution and Stratification, 1949-1994. Cambridge, UK: Cambridge University Press. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 59 60 Yunus Kaya ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu* 3 MAHMUT GÖKMEN Özet: Bu metin Amerika’n›n insan haklar› söylemlerini belirli bölgesel ve emperyal ç›karlar› daha ileriye götüren savafllar›, sömürgeci dönemin “uygarlaflt›rma misyonu”na benzer bir biçimde, destekleyici bir meflrulaflt›rma olarak kulland›¤›n› öne sürüyor. Son Afganistan ve Irak iflgalleri, Amerika retori¤inin askeri faaliyetleri hakl› ç›karmak için nas›l uluslar aras› insan haklar› normlar›n›n ihlaline vurgu yapt›¤›n› ve ayn› zamanda baflka belirli ulusal ç›karlara gelince etik üstünlü¤ü iddia etti¤ini gösteriyor. Bu çal›flma Amerikan hükümetinin, Afganistan ve Irak durumlar› hakk›nda, uluslar aras› insan haklar›yla ilgili politika kararlar›n›n meflrulaflt›r›lmas›nda kulland›¤› retori¤ini inceleyip s›ralayacak. Afganistan ve Irak örneklerinde, Amerika askeri faaliyetini; iflleri müttefikler, küresel topluluk ve Amerikan halk kitlesi nazar›nda daha makbul yapmak için insan haklar› endiflelerine baflvurarak meflrulaflt›rd›. Bu retori¤in küresel ve ulusal ölçeklerdeki baflar›s› müdahale durumlar›nda çeflitlendi ve bu de¤iflimin nedenine de bu metinde cevap aranacak. Son olarak tahlil, insan haklar› söylemlerine baflvurma sürecini askeri müdahale için kararlar verildi¤i gibi, fiarkiyatç› “ötekilefltirme”nin bir uzant›s› olarak ele alacak. Bu meseleler “öteki” hakk›nda bilgi üretiminde bir role sahip. Ayr›ca bu çal›flma insan haklar› söyleminin ideolojik kullan›m›n›n tecrit (separation) tahdit (demarcation) ve tefrik (difference) fikirleri meydana getirdi¤ini öne sürüyor. Farka yap›lan vurgu insanlar› nefret, düflmanl›k ve fliddet alanlar›na yöneltir. Anahtar kelimeler: uygarlaflt›rma misyonu, insan haklar›, fiarkiyatç›l›k, jeopolitik, savafl Abstract: This paper argues that the U.S. deploys human rights discourses as a supporting justification for wars that further specific territorial and imperial interests in a manner akin to the colonial era’s “civilizing mission”. The recent invasions of Afghanistan and Iraq illustrate how U. S. rhetoric focused on transgressions of international human rights norms to justify military actions and simultaneously claim the moral high ground as to further specific national interests. The paper will explore and juxtapose the U. S. government’s rhetoric about international human rights in the justifications of policy decisions regarding situations in Afghanistan and Iraq. In the cases of Afghanistan and Iraq, the U.S. justified military action by invoking human rights concerns to make the actions more palatable to allies, the global community, and the U.S. domestic public. The success of this rhetoric at the global and national scales in the cases of intervention varied and the cause of this variance will be addressed. Finally, the analysis positions the process of invoking human rights discourses as an extension of Orientalist “othering,” as the decisions for military intervention are made. These cases have a role in manufacturing knowledge about “the other.” Furthermore, this paper argues that ideological use of human rights rhetoric created the ideas of separation, demarcation and difference. The emphasis on difference leads the people of the world to a space of hate, hostility and violence. Keywords: civilizing mission, human rights, Orientalism, geopolitics, war At›f©: Gökmen, Mahmut, “Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu”, ‹LEM Y›ll›k, y›l 2, say› 2, 2007, ss. 61-77 * “White Man’s Burden” ‹ngiliz flair Rudyard Kipling’in bir fliiridir. ‹lk kez 1899’da McClure’s dergisinde “The United States and the Philippine Islands” alt bafll›¤› ile yay›nlanm›flt›r. fiiir, ABD’nin Filipinlerdeki fethini ve daha önceki ‹spanyol kolonilerini konu edinmektedir. Kipling imparatorlu¤u bu iflin getirdi¤i yüke karfl› uyar›rken ABD’deki emperyalistler “beyaz adam›n yükü” ifadesine emperyalizmin vasf› olarak sar›lm›fllar ve onu emperyalist politikalar›n› meflrulaflt›ran asil bir giriflim olarak kabul etmifllerdir. fiiir ilk bak›flta beyaz adama di¤er uluslar› boyunduru¤u alt›na almaya ve yönetmeye yönelik retorik bir ça¤r› gibi görünür. Bu nedenle fliir Avrupa merkezcili¤inin sembolü haline gelmifltir. 62 Mahmut Gökmen Hemen s›n›rda olan bir k›s›m insan der ki; art›k barbar kalmam›flt›r. Peki barbarlar yoksa bize ne olacak? ‹flte bu adamlar bir çeflit çözümdü. Constantine Cavafy, “Waiting for the Barbarians” (aktaran Gregory, 2004:17) Geriye dönüp bak›ld›¤›nda, küresel imparatorluk durumu dünyan›n geri kalan›na tahakküm etmek ve emperyal güçlere yönelik tehditleri ortadan kald›rmak için genelde müttefik uluslarla bir koalisyon kuracak ideolojik gücü gerektirmifltir. Bugün imparatorluklar/süpergüçler ideolojik güçlerini insan haklar›, demokrasi, hürriyet ve özgürlük gibi uluslararas›/bat›l› ahlak de¤erleri üzerinden kurmaktad›rlar. 10 Aral›k 1948 tarihinde ‹nsan Haklar› Evrensel Beyannamesi dünyadaki uluslar›n neredeyse tamam› taraf›ndan imzaland›¤›nda beyanname, adalet, eflitlik gibi ilkelerinin dünyadaki bütün insanlar için sa¤lanmas›n›n bir vaadi olarak tahayyül edilmiflti. Ne var ki beyanname genelde teorik olarak kalm›fl ve ulus-devletler taraf›ndan hiçbir zaman tam olarak “bu tip bir ifllevi yerine getirmenin uygun arac›” (Mayerfeld, 2003: 96) olarak uygulanmam›flt›r. Teamül hukukuna ve Uluslararas› hukuka ba¤l› bir insan haklar›n› do¤ru ve aç›k bir flekilde gelifltirmenin yolunun olmamas›ndan dolay› uluslararas› insan haklar›n› “gelifltirmek” gündeme geldi¤inde pek çok soruya sarih cevaplar bulunamamaktad›r. Bundan daha önemlisi uluslararas› insan haklar› güçlü devletler taraf›ndan daha güçsüz devletlerin iç meselelerine müdahale –bazen de bu devletlere fiili müdahale- etmek için kullan›lmaktad›r. Her ne kadar dili mu¤lak ve yoruma aç›k olsa da beyannamenin içeri¤i uluslararas› toplum taraf›ndan benimsenebilecek ve uygulanabilecek samimi, evrensel bir insan haklar› nosyonu içermektedir. Bu çal›flmada Beyanname’nin söyleminin elefltirisini de¤il de Beyanname’nin as›l söyleminden üretilen söylemin bir incelemesini yapmaya çal›flaca¤›m. Yani güçlü devletlerin genellikle daha zay›f devletlerin topraklar›nda uygulad›klar› yumuflak güç uygulamalar›nda ve yapt›r›mlar›n› ahlaki bir flekilde meflrulaflt›rmalar›nda uluslararas› insan haklar› retori¤ini kullanmalar›n› sorunsallaflt›raca¤›m. Beyannamenin kabulünden bu yana uluslararas› insan haklar› bazen kurulufl amaçlar›na uygun olarak kullan›lsa da ço¤unlukla zay›f devletlerin kaynaklar›n› sömürmek için bir “ötekilefltirme” söylemi olarak kullan›lm›flt›r. Bu süreç boyunca uluslararas› insan haklar›, güçlü devletlerin zay›f devletlerin topraklar›ndaki tahakkümlerini bu insanlar› bat›l› de¤erlere düflman ve küresel güvenli¤e bir tehdit olarak konumland›rarak meflrulaflt›rmalar›nda bir “medenilefltirme misyonu” olarak ifllev görmüfltür. Beyannamenin içeri¤inde görüldü¤ü üzere, uluslararas› insan haklar› dünya halklar›n› genel ahlak de¤erleri ve yarg›lar› düzleminde birlefltirmenin bir arac› olarak kullan›lmal›d›r çünkü insan haklar›n›n temelinde birlikte yaflamak için önemli bir evrensellik bulunmaktad›r. Maalesef ki insan haklar› dünya üzerinde pek çok bölge- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu de tahdit ve ayr›mc›l›k fikirlerine katk› sa¤lam›flt›r çünkü pek çok insanî müdahale çat›flmalar› alevlendirmifl gerilimleri hafifletmemifltir. Bu makalede güçlü devletlerin uluslararas› insan haklar›n› insanî müdahaleler yürütmek üzere kulland›klar› yollar›n genelde onlar›n stratejik ç›karlar›na hizmet etti¤ini tart›flaca¤›m. Ben insan haklar›n› baflar›l› bir flekilde teflvik etmek için dünyan›n ilk olarak insan haklar›n›n güvenli¤ini sa¤lamaktan önce insan(î) iliflkiler oluflturman›n yollar›n› aramas› gerekti¤ini öneriyorum. Bu da dünya kültürel co¤rafyas›n›n aç›k ve sahih bir flekilde anlafl›lmas›n› gerektirecektir. (Gordon, 2005: 25) Tabi bu bahsetti¤imiz durum özellikle ulusal, etnik ve dini çat›flmalar›n çözümü noktas›ndaki insanî müdahaleler söz konusu oladu¤unda oldukça önemlidir. Örne¤in di¤erleri aras›nda daha derin kökleri olan Rusya-Çeçenistan, ‹srail-Filisitin, ‹ngiltere-‹rlanda, Çin-Do¤u Türkistan aras›ndaki çat›flmalarda her iki tarafa da insani ve eflit flekilde davranmak için bunlar›n tarih ve kültürleri daha büyük bir ilgi ile derinlemesine incelenmelidir. E¤er bu bahsi geçen çat›flmalarda müdahil olan devletler durumla ilgili yüzeysel bilgilerle hareket ederler ise insan haklar› kolayl›kla en güçlü devletlerin haklar› olabilir. Bu makale ilk olarak Birleflmifl Milletler Anlaflmas›n›n girifl ve birinci maddesinin söylemini mevcut gerçeklik ile karfl›laflt›ran k›sa bir analiz ile bafllayacakt›r. Ama bu makalenin amac› insan haklar›na ait bütün bir uluslararas› ve teamül hukukunun dilini ve söylemini analiz etmek de¤ildir. Makalenin geri kalan›nda iki fley analiz edilecektir. ‹lk olarak kolonyal güçlerin “medenilefltirme misyonu” ile bugünün dünya siyasetinde uygulanan insan haklar› aras›ndaki benzerlikleri analiz edilecektir. Bu iki hümanist vazife emperyal egemenli¤i meflrulaflt›rmada önemli bir rol oynam›flt›r. Bunu göstermek üzere Amerikan popüler medyas›n›n Ortado¤u’daki Amerikan egemenli¤ini meflrulaflt›ran bir araç olarak insan haklar›n› kullanma noktas›ndaki rolü incelenecektir. ‹kinci olarak da güçlü devletlerin öteki devletlerin topraklar› üzerindeki emellerini meflrulaflt›rmak için uluslararas› insan haklar›n›n gördü¤ü emperyal ifllevi ve bu sürece paralel olarak zay›f devletlerin egemenliklerinde özellikle insanî müdahaleler yoluyla bir erozyona sebep oldu¤unu göstermeye çal›flaca¤›m. Makalenin bu k›sm›nda günümüzün insanî müdahale anlay›fl›n›n do¤as› ve bunun sald›r›ya u¤ram›fl ülkeler üzerindeki uzant›lar›, Amerika’n›n askeri eylemlerini uluslararas› insan haklar›n›n ihlal edildi¤i iddias› üzerinden kurdu¤unu Afganistan (2001) ve Irak (2003) örnekleri üzerinden tart›flaca¤›m. Teori ve Uygulamada Uluslararas› ‹nsan Haklar› Birleflmifl Milletler Anlaflmas›n›n girifl k›sm›nda belirtildi¤i üzere ulus-devletler “temel insan haklar›n›, … erkeklerle kad›nlar›n ve büyük uluslarla küçük uluslar›n hak eflit- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 63 64 Mahmut Gökmen li¤ini, [ve]… sosyal bak›mdan ilerlemeyi kolaylaflt›rmay› ve daha genifl bir özgürlük içinde daha iyi yaflama koflullar› sa¤lamay›” temin etmek üzere konsensüse varm›flt›r. (Girifl, Charter of the United Nations, 1945) Anlaflman›n birinci maddesinde de “›rk, cinsiyet, dil ya da din ayr›m› gözetmeksizin herkesin insan haklar›na ve temel özgürlüklerine sayg›n›n gelifltirilip güçlendirilmesini” (Madde 1, Charter of the United Nations, 1945) sa¤lamak vaat edilmifltir. Sadece uluslararas› topluma verilen bu temel taahhütleri incelemek bile uluslararas› insan haklar›n›n mevcudiyetinde ve uygulanmas›nda bir fleylerin yanl›fl oldu¤unu göstermeye yeterlidir. Bu t›pk› tohum ekmeden ürün beklemeye benzemektedir. Ne yaz›k ki mallar›n ve gücün eflitsiz da¤›l›m› nedeniyle Kuzey-Güney ve Do¤u-Bat› aras›nda uçurum büyümektedir. Bat›da herhangi bir bilimdeki geliflme doruk noktas›nda olsa da pek çok bireyin kafa yap›s› dünyan›n geri kalan›na k›yasla hala taflral› kodlar› ile örülüdür.1 ‹ktidarda olman›n aldat›c›l›¤› egemen bat›l› devletleri uluslar aras› insan haklar›n› hakk›yla uygulamaya mani olmaktad›r. Bu flartlar alt›nda dünyan›n uluslar aras› insan haklar›n› baflar›l› bir flekilde uygulayaca¤›na inanmak makul de¤ildir. Uluslararas› kabul görmüfl bir insan haklar› için at›lmas› gereken iki ad›m vard›r. ‹lki insanlar›n bir arada varolmas›n›n evrensel oldu¤una inanmak ve insan›n “öteki”ni kabul etmesini teflvik etmek ve de “Öteki”nin tarihi, kültürü ve toplumunun derin bilgisinin ortak ahlaki normlar gelifltirecek temel zemini oluflturan zorunlu unsurlardan oldu¤unu kabul etmek. Bu çabalar kültürler aras›ndaki mesafeleri daraltacakt›r. ‹kincisi, ‹nsan Haklar› Evrensel Beyannamesinin kültürel farkl›l›klardan kaynaklanan tutars›zl›klar›n› ortadan kald›rmak için bütün uluslar›n eflit kat›l›m›yla yeniden yaz›lmas›d›r.2 Burada kültürler aras›ndaki farkl›l›klar›n azalt›lmas› gerekti¤i yönünde bir fikir ortaya koymamaktay›m. Bilakis daha kapsay›c› bir uluslar aras› toplum için kültürel farkl›l›klar›n korunmas›, tan›nmas› ve de¤ifl tokufl edilmesini umuyorum. Belki de bu medeniyetler diyaloguna önemli bir katk› bile olabilir. Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Beyaz Adam›n Yeni Yükü Ça¤dafl dünya siyasetinde uluslar aras› insan haklar›n›n etkinli¤i üzerine yap›lan tart›flmalar göstermektedir ki uluslararas› insan haklar› küresel yönetimin en önemli kaynaklar›ndan bir tanesidir. Uluslararas› insan haklar› uygulamalar› uzun zamandan beri güçlü devletlerin ulusal ç›karlar›na hizmet eti¤i ve özellikle Amerika’n›n jeopoli1 Bu Do¤u’nun Bat›’y› pozitif bir flekilde temsil etti¤i anlam›na gelmez. Asl›nda Do¤u’da Bat›’y› temsil etmede kötüdür fakat medya güçleri olmad›klar›ndan sesleri duyulmamaktad›r. Bundan dolay›d›r ki medya “di¤eri/öteki” hakk›nda bilgi üretmede önemli bir mekanizmad›r. 2 Evrensellik-görecelik tart›flmas›n›n Beyannamenin elefltirisi ile alakal› olmad›¤›n› düflünüyorum. Fakat eflit bir kat›l›m insan haklar› kavram› ve kültürüne ba¤lanma/ait olmay› özendirici bir unsur olabilir ve belki de bu sayede ulusalc›l›k ve devletçilik yerini evrenselcilik, hümanizm ve bir arada varolma fikirlerine b›rakabilir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu tik emellerine ahlaki meflruluk sa¤lad›¤› için elefltirilmektedir. (Bkz. Sharman, 2006: 191-201; Crawford, 2002; Donnelly, 1989; Reidy and Sellers, 2005; Foot, MacFarlane, and Mastanduno, 2003: 81-82, 265-273; Weiss, Forsythe and Coate, 2001: 141-227) Muhtemelen Uluslararas› insan haklar›n›n dili biraz mu¤lak yaz›larak etkili devletlerin daha zay›flar›n iç ifllerine kar›flmas›, bazen de onlar› istila etmesi için yoruma aç›k bir kap› b›rak›lm›flt›r. (Weiss, Forsythe and Coate, 2001:150) Güçlü devletler özellikle ABD uluslararas› insan haklar›n› uluslararas› destek almak (Foot, MacFarlane, and Mastanduno, 2003: 265-273) ve kendi emperyal eylemleri için yumuflak güç, ahlaki haklar ve meflruluk üretmek için bir araç olarak kullanmaktad›r.3 Tabi ki yumuflak güç, ahlaki dayanak ve meflrulaflt›rma dünya tarihinde yeni olgular de¤ildir. Kolonyal dönemde kolonyal güçler zay›f uluslar› yönetmek ve kendi de¤erlerini bu uluslara dayatmak için her zaman onlar› “ötekilefltirmifl”lerdir. Güçlü uluslar hedeflerindeki bölgelerde jeopolitik ç›karlar›n› sa¤lamak üzere medenilefltirme misyonunu (la mission civilisatrice) üretmifllerdir. Bu medenilefltirme misyonlar› genellikle egemen devletleri taraf›ndan idare edilmek için yaflayan güçsüz insanlar›n topraklar›nda meydana gelmifltir. (Fischer-Tine and Mann, 2004) Kolonyal güçlerin medenilefltirme misyonu ile uluslar aras› insan haklar› aras›nda baz› belirgin benzerlikler bulunmaktad›r. (Crawford, 2002) Kolonyal güçler “medenilefltirme misyonu”nu kendi kolonilerini kontrol ve süregelen tahakkümleri için kullanmaktayd›lar çünkü kolonyal güçlerin egemenliklerinin temel meflrulu¤u bu idi. Bu güçlü misyon/fikir alt›nda onlar›n görevi kolonilerini medenilefltirmekti. (Wesseling, 1997: 46-49; Young, 2004: 160) Kolonyal güçler tahakkümleri alt›ndaki topraklar›n sözde medenileflmemifl, ilkel ve geri kalm›fl insanlar›na bat› medeniyetini getirme sorumlulu¤unda olduklar›n› düflünüyorlard›. (Said, 1994) Kolonyal sömürü ve medenilefltirme misyonu aras›ndaki iliflki gibi uluslararas› insan haklar› ve süpergüçlerin ulusal ç›karlar› aras›ndaki iliflki de karfl›l›kl›d›r. Bugünün süpergüçleri uluslar aras› insan haklar›n› bölgesel ç›karlar›n› meflrulaflt›rmak (‹ki Irak Savafl›), siyasi rakiplerini zay›flatmak (So¤uk Savafl), yumuflak güç üretmek (neredeyse bütün güçlü devletlerin özellikle ABD’nin sürdürdü¤ü insanî müdahaleler) ve askeri ve ekonomik ortaklar›n› iç ifllerinde de¤ifliklik yapmak üzere icbar etmek (ABDTürkiye ikili iliflkileri) üzere kullanmaktad›rlar. Kolonyal dönem boyunca koloniler kabile biçimince örgütlenmifl, ilkel ve fliddete baflvuran unsurlar olarak tan›mlanm›flt›r. Bu tür bir tan›mlama ilk kolonyal devletlerin emperyal ve jeopolitik arzular›n› hala desteklemekte ve meflrulaflt›rmaktad›r. Ayn› durum ABD’deki ve Avrupa popüler medyas›ndaki Ortado¤u imaj› içinde geçer3 Mesela Birinci ve ‹kinci Irak Savafl› ve 2001’deki Afganistan Müdahalesi. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 65 66 Mahmut Gökmen lidir. Çünkü Ortado¤u Bat› medyas›nda genellikle bat›l› de¤erlere düflman ve Amerikan karfl›t› olarak temsil edilir. Pek çok Amerikal›n›n gözünde genelde yanl›fl anlafl›lm›fl olan milletlerden bir tanesi de Ortado¤ululard›r. Bu tip medya yarg›lar› bizim Ortado¤u hakk›ndaki alg›lar›m›z› bozan çarp›t›lm›fl hayali co¤rafyalar yaratmaktad›r. Ortado¤ulular›n bu flekilde “ötekilefltirilme”si ABD’nin bölgedeki emperyal ve jeopolitik ç›karlar›n› desteklemekte ve meflrulaflt›rmaktad›r. (Gokmen and Haas, 2007) Buradan ç›kan sonuç kolonyalizmin henüz sona ermeyip yeni kolonyal güçler taraf›ndan tekrar tekrar flekillendirildi¤idir. Bu süreçte uluslararas› insan haklar› kolonyalizmin tabiat›n› de¤ifltirmede önemli bir rol oynamaktad›r. “Öteki” Hakk›nda Bilgi Üretmek: Medenilefltirme Misyonu ve ‹nsan Haklar› Söylemi Edward Said’in Oryantalizm’i 1978’de yay›nland›ktan sonra akademik araflt›rman›n jeopolitik oyununda etkisiz bir seyirci olmad›¤›n› özellikle kültür ve iktidar›n teorilefltirilmesinde bir mihenk tafl› olarak göstermifltir. Bu bak›fl aç›s›nda bilginin üretimi güç oyununda bir unsur olmaktad›r; art›k fildifli kule olmayan akademi temsil üzerindeki mücadelede hayati bir tedarik hatt› olarak görülmüfltür. 19. yüzy›l oryantalistleri veya günümüzde Devlet Kurumlar›na dan›flmanl›k yapan bölgesel uzmanlar kimlik ve farkl›l›¤›n - küresel gücün sa¤land›¤› ve meflrulaflt›r›ld›¤› söylemler olarak- hayali co¤rafyalar›n›n mühendisleri olarak rol oynamaktad›rlar. Bütün disiplinlerden akademik araflt›rmac›lar kendi dünyevilikleriyle ve bunun bahfletti¤i a¤›r sorumluluklarla büyülenmifllerdir. (Driver, 2003: 131) Uluslararas› insan haklar› üzerine oldukça genifl bir literatür vard›r. Bu literatürün çok az bir k›sm› kolonyal medenilefltirme misyonu ile uluslararas› insan haklar› misyonlar› aras›nda ba¤lant› kurmakta ama hiçbiri “öteki” hakk›nda bilgi üretme ile medenilefltirme misyonu ve uluslar aras› insan haklar› aras›ndaki tamamlay›c› iliflkilere temas etmemektedir. Edward Said Orientalism isimli çal›flmas›nda Bat›l›lar›n özellikle Avrupal›lar›n Ortado¤u tan›mlamalar› olarak emperyalizm ve “ötekilefltirme” meselesinde tamamlay›c› iliflkilere temas etmektedir. Said Orientalism’de tarafgir ve genelde vukufsuz “Orient” genellefltirmelerine elefltirel yaklafl›r. Bu “Orient” de hem kültürel farkl›l›klar›n izdüflümlerini “ötekilerin” acayiplikleri olarak görmeye hem de Bat› co¤rafi muhayyilesinde “Oksidental”i “Oryantal” kültür karfl›s›na yerlefltirmeye sebep olur. (Said, 1978: 52-57) Said “Bat›l›lar”›n jeopolitik öngörüleri ve emperyal eylemleri için bir meflrulaflt›rma arac› olarak Orient’in bir “hayali co¤rafya”s›n› ürettiklerini belirtmektedir. Coflku ile karfl›lanan Oryantalizm elefltirisinde Said, Bat›l›lar›n Do¤u insan›n› nas›l geçmiflte donmufl ilkel yaflamlar ve cinsel gizemlere sahip, ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu fliddet düflkünü göçebe kabileleri olarak özcülefltirdiklerini göstermektedir. Bu süreçte Bat›, kendisini Bat›/Do¤u, biz/onlar ve Oksident/Orient dikotomileri yoluyla tan›mlamay› ö¤renmifltir. Edward Said’in Oryantalizm kavram› esas olarak Ortado¤u’nun ‹ngiliz ve Frans›z sömürgecili¤i döneminde Avrupal›lar›n Ortado¤ulular› ilkel, göçebe kabileler ve fliddet düflkünü olarak tan›mlamalar›n› incelemektedir. Said’e göre böyle bir tan›mlama “öteki” hakk›nda bilgi üretmenin arac› olarak ifllev görmüfl, bu bilgi ve tahakküm kurma hedefleri de emperyal ba¤lamda her zaman beraber yol alm›flt›r. Ortado¤u’nun popüler Amerikan medyas›nda temsili ve bu temsilin Amerikan›n bölgedeki ç›karlar›n› nas›l katk› yapt›¤›n› analiz edilirken Oryantalizm kavram› “Amerikan Oryantalizmi” (Little, 2002: 9-43) ve “Tatbiki Oryantalizm” (Haldrup, Koefoed and Simonsen, 2006: 173–184) olarak kullan›labilir. Amerikan Oryantalizmi ve Avrupa Oryantalizmi aras›ndaki fark sözde “Orient”i bunlar›n tecrübe etme kapsamlar›d›r. Avrupa Oryantalizmi do¤rudan tecrübelere dayan›rken Amerikan Oryantalizmi daha dolayl› tecrübelere ve soyutlamalara dayanmaktayd›. Tatbiki Oryantalizm gündelik uygulama ve tecrübelerin içine gömülü kurumsallaflm›fl siyasi pratiklerin biçimlerini inceler ve Oryantalizmin s›radan karfl›laflmalarda yeniden üretildi¤i kültürel/etnografik sicilleri araflt›r›r. Amerikan medyas›n›n Ortado¤u’yu betimleme flekli oldukça sorunludur. Medyan›n sadece olumsuz yönlere projeksiyon tutma temayülünün sonucu olarak bütün Ortado¤ulular ayn› saplant›l› flekil içinde anlafl›l›r olmufltur. Ortado¤uluya benzer veya Ortado¤u’dan gelen bir kifli gördü¤ümüzde hemen akl›m›za fanatizm, afl›r›l›k, terörizm ve fliddet gelmektedir. Ortado¤u’da ne tip insanlar›n yaflad›¤› konusunda niçin “önyarg›”l›y›z ve bu “önyarg›”n›n Amerikan›n bölgedeki stratejik ç›karlar›n› uluslararas› insan haklar› meselesi nam›na uygulamas›n› ve insan haklar›n› götürme meselesini bir meflrulaflt›rma arac› olarak kullanmas›n› elefltirel olarak incelemek ilginç sonuçlara götürecektir. Bu bak›mdan medenilefltirme misyonu ile insan haklar›n›n bu bölgelerde uygulamas› ayn› ifllevi görmektedir. Buna ek olarak Amerikan Oryantalizminin dili kolonyal dönemdeki Bat›l› seyyahlar›n diline çok benzemektedir. 19. yüzy›l boyunca ‹ngiliz ve Frans›z seyyahlar “ilkel, geri, afla¤› ve madun” gibi kavram ve kelimeleri kendi kolonilerindeki insanlar› tasvir etmek için kullanm›fllard›r. Bu makalenin uluslar aras› insan haklar› çal›flmalar›na temel katk›s› “öteki” hakk›nda bilgi üretimi ile medenilefltirme misyonunu uluslararas› insan haklar›na rapteden egemenlik amaçlar› aras›nda ba¤lant› kuruyor olmas›d›r. Kolonyal dönemde “öteki” hakk›nda bilgi üretme arac› seyyahlar›n anlat›lar›, hayali sanatlar, tiyatro oyunlar› ve anlat›lara dayal› romanlard›. Bugünün “öteki” hakk›nda bilgi üretme arac› ise popü- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 67 68 Mahmut Gökmen ler görsel ve yaz›l› medya BM insan haklar› izleme mekanizmalar›d›r.4 19 fiubat 2003 y›l›nda Berkeley Üniversitesinde verdi¤i bir konferansta Edward Said, Ortado¤u’da insan haklar› ve demokrasi standartlar›n›n yükseltilmesi söyleminin kaynaklar› ve stratejik kontrolü ele geçirmenin siyasi bir arac› oldu¤unu ifade etmiflti. Said “E¤er Irak dünyan›n en büyük portakal ve elma ihracatç›s› olsayd› sözde kitle imha silahlar› olmas›n›n veya afl›r› vahfli ve tiran rejimi olmas› noktas›nda hiçbir sorun olmazd›. Bu savafl pek çok nedenden için planlanm›flt›.” ifadesini kullanm›flt›. Geriye dönüp bak›ld›¤›nda Amerikan›n birinci Körfez Savafl›ndan önce uluslar aras› toplumun deste¤ini hiçbir karfl› ç›k›fl olmadan elde etti¤ini görürüz. Uluslar aras› toplum Saddam Hüseyin ve onun vahfli rejimi hakk›nda zaten üretilmifl bir bilgiye sahipti; bu nedenle uluslar aras› insan haklar› ihlali, kitle imha silahlar› ve/veya Irak’› daha derinden anlamak gibi baflka bir kan›ta ihtiyaç yoktu. Bu önyarg› Amerikan popüler medyas›nda özellikle 11 Eylül olaylar›ndan sonra her an karfl›lafl›lan bir Ortado¤u ve Ortado¤ulu temsili halini alm›flt›. Bölge hakk›nda üretilmifl bu bilgi Amerikan›n Ortado¤u’daki egemenli¤i için yeterli kan›t olmufltu. Bu ba¤lamda bilgi ve tahakküm aras›ndaki iliflki uluslararas› insan haklar›n›n araçsal kullan›m›n› yap›bozumuna u¤ratmada önemli bir metafordur çünkü “öteki” hakk›nda bildi¤imiz fley zaten onlar› insanl›ktan ç›karmakta ve güçlü devletlerin ulusal ç›karlar›n› yüceltmektedir. (Gregory, 2004: 17-72) Amerikan›n 2001 Afganistan ve 2003 Irak sald›r›lar›n›n öncesi ve sonras›nda Ortado¤u’nun ABD popüler medyas›ndaki temsillerine bakt›¤›m›zda, medyan›n El-Kaide teröristleri ve Saddam Hüseyin imajlar›n› 11 Eylül’den sonra bölge insan›n› “tehlikeli öteki” olarak kurmak için kulland›¤›n› görürüz. (Culcasi and Gokmen, 2008) Pek çok insan›n gözünde bölge insan›na yönelik yap›lan bu tip bir genelleme pek tabii ki ABD’nin bölgedeki stratejik ve jeopolitik ç›karlar›n› desteklemekte ve bizlerin genel olarak ‹slam alg›m›z› özel olarak da Müslüman co¤rafyada yaflayan insanlara dair yaklafl›m›m›z› ifsat eden çarp›k bir alg› yaratmaktad›r. (Said, 1981; Said, 1994; Gregory, 1994; Gregory, 2004: 17-72) Bölgenin tarihi bizlere gösteriyor ki Ortado¤u halk› her zaman d›fl güçler taraf›ndan bölgedeki tahakkümlerini mazur göstermek için “ötekilefltirilmifl”tir. “Teröre yönelik savafl” ve “Irak savafl›” bafllad›ktan sonra ABD bölgedeki “hegemonik askeri eylemlerini” uluslar aras› toplum, Ortado¤u halklar› ve kendi kamuoyu (Falah, Flint and Mamadouh, 2006: 142) nazar›nda meflrulaflt›rmak için oryantalist bir çerçeve içerisinde baz› kitlesel Ortado¤u imgelerini kendi popüler medyas›n› arac›l›¤›yla üreterek kullanm›flt›r. Bu oryantalist kurgulardan baz›lar›n›n amac› uluslar aras› toplum nazar›nda Araplar› insanl›k d›fl› unsurlar gibi göstererek Afganistan ve Irak’taki sivil ölümlerini meflrulaflt›racak dayanak4 Daha detayl› bilgi için bk, http://www.un.org/rights/HRToday/hrmm.htm ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu lar elde etmekti. (Flint and Falah, 2004: 1390) Bana göre insan haklar› “gayri insani öteki” alg›s› ile ba¤daflt›r›l›p terakki ettirilemez. Çünkü bu ikisi hümanizm, evrensellik, bir arada yaflama ve insanî yaflama resmi içinde bir araya getirilemeyecek iki ayr› ontolojik kavramd›r. William Rasch bu ba¤lamda bizim “insan” kavram›n› “olgular”› de¤il “de¤erler”i tan›mlamak için kulland›¤›m›z› belirtmektedir. Yani “insan haklar› aray›fl› her zaman olumsuz bir merhametsiz gayri insani öteki aray›fl› imgesi olacakt›r”. (Rasch, 2003: 144) Günümüz ‹nsani Müdahalelerinin Do¤as› Somali, Bosna, Ruanda ve Kosova’dan sonra Kouchner ve Bettali’nin “müdahale hakk›”ndan ve BM’nin insaniyetperverlik ve insan haklar› ad›na yap›lan askeri kampanyalar› savunmas›ndan sonra art›k otonom insaniyetperverlik fikri için biraz kald›ysa, o da bütün büyüsünü 2001 güzünde Afganistan’da b›rakm›flt›r. (Rieff, 2002: 231) 21. yüzy›l dünya politikas›n›n realitesi içerisinde küresel ahlak normlar› özellikle insan haklar› ad›na yap›lan müdahaleler BM faaliyetleri d›fl›nda sadece mevcut süpergüçler yani ABD (Nye, 1990: 173-202, 231-263; Agnew, 2005: 28) taraf›ndan uygulanabilmektedir.5 Günümüz insani müdahaleleri uluslar aras› insan haklar›n› çi¤neyenlere yönelik yumuflak ve fiili güç unsurlar›n›n bir kar›fl›m›n› uygulamay› gerektirir. Bundan mülhemdir ki Joseph Nye “ABD e¤er dünyaya “umumi menfaat” ad›na yön vermek istiyorsa dünya siyasetinde kaba güç yerine yumuflak güç üretmeye devam etmelidir” demektedir. Nye yumuflak gücü “ötekilerin tercihlerini flekillendiren bir yolla siyasi gündemi belirleme dirayeti” olarak tan›mlamaktad›r. (Nye, 20022003: 552) Bu ba¤lamda insan haklar›n› uygulama ve “gelifltirilmesi”6 noktas›nda ‹nsan Haklar› Evrensel Beyannamesi ve BM Anlaflmas›n›n dilindeki mu¤lakl›klar süpergüçlere bu ahlak normlar›n› kendi ulusal ç›karlar›na hizmet edecek flekilde yorumlamalar›na yol açmaktad›r. Baflka bir de¤iflle en güçlü olan kavramlar›n içeri¤ini tan›mlama hakk›n› elde eder. Bu basit gerçeklik bugünün insani müdahalelerinin ve ABD’nin yumuflak ve kaba gücün kar›fl›m› bir metot ile insan haklar›n›n gelifltirilmesindeki tekelinin do¤as›n› aç›klamaktad›r. ABD için bu benzersiz güç biçimi temelinde askeri araçlarla demokrasiyi yaymak ve fiili müdahalelerle ülkeleri özgürlefltirmek gibi pek çok çeliflkiyi bar›nd›rmaktad›r. Johan Galtung Amerikan demokrasisi ile bu sald›rganl›k durumu aras›ndaki uyuflmazl›¤› flöyle aç›klamaktad›r: 5 BM müdahalelerinden baz›lar› insani müdahalalerdir ama onlar süpergüçlerin müdahalelerinden niteliksel olarak farkl›d›r da. 6 Bu kelimenin anlam› bu metinlerin hiçbirinde tan›mlanmam›flt›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 69 70 Mahmut Gökmen “Bir ülke öteki ülkelerde travmalara yol açm›fl bir tarihe sahipse ve daha demokratik ise o oranda sald›rgand›r da… ABD örne¤ine bak›n. Az say›da ülkenin sald›r›ya u¤ramaktan korkmak için bu kadar gerekçesi vard›r ve istilan›n neleri kapsad›¤›n› bilir: soyk›r›m. Az say›da ülke bir flekilde köle durumuna düflmekten ve adam kaç›rmaktan korkmak için bu kadar güzel gerekçelere sahiptir ve köleli¤in ne oldu¤unu bilir. ABD’nin güvenlik ve özgürlük de¤erleri ötekilere yapt›klar› fleylerin inkar›d›r ve bunlar sadece teorik de¤il varoluflsal ve tarihseldir ve de kendi toplumlar›n› fliddet yoluyla savunmalar›n› sa¤lamak üzere kullan›labilir. Amerikal›lar kendi varoluflsal kayg›lar›n› bilmekteler. En iyi savunma da “onlar›” bafllamadan önce durdurmakt›r. (Galtung, 1996: 51-52) Sivillerin bölünmesi ve müdahale sonucu ülkelerin topraksal bütünlü¤ünün bozulmas› nedeniyle pek çok devlet, gözlemci ve uzaman askeri gücün insan haklar›n›n baflar›l› bir flekilde gelifltirilmesi noktas›nda siyaseten etkisiz ve ahlaki olarak yanl›fl oldu¤unu dile getirmektedir. (Lepard, 2002: 220-256) ‹nsani müdahale ilk seçenek olmamal›d›r. ‹nsani müdahale insan haklar› ihlalleri ile bafl etmek noktas›nda ilk seçenek olmamal›d›r. ‹nsan haklar›n›n do¤as› fliddet uygulayan ile insani iliflkilere girmek ve bir tür rehabilitasyon uygulamakt›r. Di¤er türlü her tür araç sorunlar› daha da alevlendirecektir. BM insan haklar› ihlallerinde düflmanca veya cezaland›r›c› ad›mlar atmak yerine -ki genelde bunlar da kurbanlar› (sivilleri) suçlar veya cezaland›r›r- daha diplomatik giriflimlerde bulunmal›d›r. Güçlü devletler etnik temizlik, soyk›r›m ve kanl› çat›flmalarda BM’ye kaba güç deste¤i vererek yard›m edebilir. Güçlü devletlerin BM Güvenlik Konseyi’nin izni olmadan sorumluluk yüklendikleri durumlarda bu giriflimleri genelde ulusal ç›karlar›ndan kaynaklanmaktad›r. Baz› durumlarda güçlü devletleri suçlamak zordur çünkü kendi ulusal ç›karlar›n› etkilemeyen durumlarda askeri personelinin yaflamlar›n› riske atmak istememektedirler. Bu gibi durumlarda, e¤er güçlü devletler uluslar aras› insan haklar› ihlallerinin önüne geçme noktas›nda ulusal ç›karlar›n› öncelerlerse uluslar aras› insan haklar›n› kendi ulusal ç›karlar›n› meflrulaflt›rmak için kullan›rlar ve bu da müdahale edilen ülkenin egemenli¤inde özellikle insani müdahaleler yoluyla bir erozyona sebep olur. Bu da askeri güç bar›nd›ran insani müdahale ile insan haklar›n› gelifltirmenin niçin kirli bir ifl oldu¤unu aç›klar. William J. Lahneman müdahalenin askeri yönünün olmamas› gerekti¤ini belirtmektedir. Alternatif olarak istenen sonuçlar› verecek “diplomatik ve ekonomik tedbirler” olmal›d›r. (Lahneman, 2004: 166) Tek tarafl› askeri güç yoluyla yap›lan insani müdahalelerin temel meflrulu¤u “ahlaki meflruluktur”. Çok tarafl› insani müdahaleler sadece siyasi mülahazalarla de¤il “kolektif ahlaki sorumluluk” vas›tas›yla özendirilmektedir. Bu da “sadece bir devletin ç›karlar› baflka devletlerin ç›karlar› ile kontrol alt›nda tutuldu¤u” (Miller, 2005: 55) durumlarda mümkün olmaktad›r. Güçlü devletler dünyan›n herhangi bir yerinde ulusal ç›karlar›n› takip ederlerse insani müdahale kendi hususi ç›karlar›ndan kaynaklanan ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu müdahalelerini maskelemek için uygun bir bahane olmaktad›r. Jamie Mayerfeld’in belirtti¤i gibi insani müdahalenin bu yönü uzun dönemde kesinlikle insan haklar›n›n küresel düzeyde korunmas›n›n alt›n› kazmaktad›r. (Mayerfeld, 2003: 93-129) ABD’nin 2001 Afganistan Sald›r›s›: Teröre Karfl› Savafl ve ‹nsan Haklar› 2001 y›l›n›n sonunda ABD bombalar› bir Afganl› sivilin deposunu vurdu¤unda Donald Rumsfeleld “Hedeflerimizden ç›km›yoruz, hedefimiz Afganistan’d›r.” demiflti. Görünen o ki hiçbir muhabir Afganl› sivilin mülkünün pervas›zca yok edilmesini sorgulamad›. Bombalar ya¤maya devam etti. (Kiernan, 2003: 846) Baz› zamanlarda do¤ru amaca ulaflmak için do¤ru politikay› uygulamak ba¤lam›nda ABD’nin d›fl politikas›n› anlamak hayli zordur. ABD yetkililerinin baz› stratejik gündemlerine karfl› flüpheli olmak gerekir. Genelde bu gündemler bir öncekiler ve jeopolitik uygulamalar› ile çeliflmektedir. ABD yetkililerinin bize aktard›¤› biçimiyle ABD’nin Afganistan müdahalesi 11 Eylül terörist sald›r›lar›na karfl› bir misilleme ise bu do¤ru amaca götüren do¤ru bir politika de¤ildi. ‹lk olarak uçak korsanlar›n›n hepsi Arap’t› (ço¤u Suudi vatandafl›) ve El-Kaide iliflkiliydiler ama Afganl› de¤illerdi. ‹kinci olarak bu teröristler Sovyet gücünün Afganistan’daki genifllemesini engellemek üzere ABD taraf›ndan mobilize edilmifl güçlerdi. Bu dönemde ismi Mücahidun olan bu terörist gurup ABD taraf›ndan finanse edilmekteydi. So¤uk savafl sonras›nda ise bunlar›n görevi sona erdi. Birinci körfez savafl›nda bunlar Saddam’a karfl› savaflmak istemifller ama bu talepleri ABD ve Suudi Arabistan taraf›ndan reddedilmiflti. Bu durum terörist Usame bin Ladin ve ba¤l›lar› aras›nda bir kine sebep oldu ve ABD’ye karfl› düflmanca tutumlar gelifltirip ABD’yi bombalama tehditlerinde bulundular. Bu dönemde ABD yetkilileri bu tehlikeli insanlar› silahs›zland›rmal›yd› ama bu hoflnutsuz durum birincil öncelik olmad›. Bu nedenle 11 Eylül Afganl›lar›n ve Ortado¤ulu Müslümanlar›n hatas› de¤il ABD ve Suudi Arabistan’›n hatas›d›r. ABD sorumlulu¤u ilk olarak Afganlara ve Ortado¤ulu Müslümanlara de¤il bu terörist gurubu ve El-Kaideyi silahs›zland›rmayan yetkililerine ve Suudi Arabistan’a yüklemeliydi. El-Kaide terörünü ‹slam’la ve Ortado¤ulularla özdefllefltirmek ABD’nin bu konudaki bölücü, keyfi ve sorumsuz tutumudur. Beklide ABD yetkilileri El-Kaide’nin tarihini do¤ru okumak istemediler veya bölgedeki emperyal hedefleri vard›. Ve de askeri üstünlü¤ünü uygulamak için ve “beyaz adam›n yeni yükü”nü rejim de¤iflikli¤i, demokrasiyi yayma, insan haklar›n› götürme ve bölge insan›n› özgürlefltirme ad›na Ortado¤u’ya yüklemenin uygun zaman›yd›. Bana göre bu 11 Eylül trajik olaylar› üzerinden emperyal bir gündem üretmeye benzemekte ve Ortado¤u tarihini çarp›tman›n mükemmel bir örne¤ini yans›tmaktad›r. ABD’nin ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 71 72 Mahmut Gökmen bölgedeki stratejik ç›karlar›n› ve Ortado¤u’daki gerçek mücadeleyi anlamak için ABD’nin ‹kinci dünya savafl›ndan bugüne kadar bölgedeki askeri eylemlerine bakmak gerekmektedir. Tarih seçmeci de¤il de bütüncül okundu¤unda daha anlaml› olmaktad›r. Di¤er türlü gündelik popüler medya haberleri bizleri yanl›fl yönlendirir ve dünyadaki daha büyük gerçeklikler karfl›s›nda bizleri gündelik düflünmeye zorlar. 11 Eylül olaylar›ndan hem sonra ABD medyas› Afganistan’daki savafla kamuoyu deste¤i sa¤lamak için 11 Eylül olaylar›n›n Afganistan’daki Müslüman terörist grup Taliban taraf›ndan Amerikan de¤erlerine karfl› aç›lm›fl bir savafl oldu¤unu flekillendirme noktas›nda önemli bir rol oynam›flt›r. (Edy and Meirick, 2007: 119-141) Amerikan›n Afganistan müdahalesinin Taliban rejiminin insan haklar› ihlalleri de¤il de BM’nin 51. maddesi uyar›nca “kendini savunma hakk›” ba¤lam›nda oldu¤unu akl›m›zda tutarsak, bunun Taliban rejimini devirmek için araçsal bir meflruluk olarak kullan›ld›¤›n› görürüz. (Nowak, 2003: 336-337) Bununla beraber Afganistan’daki savafl›n temel gerekçesi El-Kaide ba¤lant›s›yd›. Ayn› zamanda uluslararas› El-Kaide terörü insanl›k ve insan haklar›na karfl› bir suç olarak biçimlendirilmifltir. Bu uluslararas› El-Kaide terörünü flekillendirmenin en uygun yoluydu. Fakat müteakip günlerde Amerikan medyas› bütün bölgeyi etkileyen tehlikeli genellemeler ve oryantalist yarg›lar kulland›. Bu yarg›lar aras›nda “Müslüman” teröristler, Bat›ya karfl› “Ortado¤ulu” düflmanl›¤›, “‹slami” terörizm, mücahit terörü say›labilir. Medyan›n El-Kaide terörünü tan›mlamak için kulland›¤› s›fatlar bir avuç El-Kaide çapulcusunun vahflet eylemlerinden dolay› bütün bir bölge insan›n› suçlamak için oldukça uygundu. Daha detayl› ve elefltirel düflünüldü¤ünde görülecektir ki ABD medyas›n›n El_Kaide terörünün siyasi boyutlar› ve kökenleri hakk›nda herhangi bir araflt›rma ve inceleme raporuna dayanmadan yapt›¤› bölücü ve y›k›c› haberlerde kullan›lan “‹slam” ve “Müslüman” kavramlar› terörist bir organizasyonun s›fat› olduktan sonra bir dinin inananlar›n› art›k tan›mlamamaktayd›. Ayr›ca “Ortado¤u” da art›k kendi özellikleriyle bir mekan› ve bölgeyi tan›mlamamakta sadece korku dolu ve fliddet eylemlerinin bafl gösterdi¤i bir bölgeyi tan›mlamaktad›r. (Gregory and Pred, 2007; Gokmen and Haas, 2007.) Bölge ve bölge insan› hakk›nda “üretilmifl” ve “önyarg›l›” bilgi ABD’nin uluslararas› toplumdan herhangi bir önemli itiraz görmeden bölgede kendi emperyal ç›karlar›n› uygulamada ona ahlaki meflruiyet sa¤lam›flt›r. ABD bölgedeki ç›karlar›n› ilerletmifl ve Afganistan müdahalesini “hakl›l›k” ba¤lam›nda Amerikan de¤erlerini korumak, küresel bar›fl› sa¤lamak ve insan haklar›n› ihlal edenleri cezaland›rmak biçiminde flekillendirmifltir. (Flint and Falah, 2004: 1379-1399) Neticede ABD’nin Afganistan müdahalesi Afganistan’›n egemenli¤ini zay›flatm›flt›r. ABD’nin askeri ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu personel ve mühimmat› hala oradad›r ve Afganistan’›n gelece¤ini tehdit etmektedir. Daha önemlisi ABD ne Usame bin Ladin’i ne de Ortado¤u’da önemli yard›mc›lar›n› “bulamam›flt›r”. Demek ki “barbarlar” sadece Amerikan toplumunu teyakkuzda tutmak, toplumun içerden verdi¤i deste¤i devam ettirmek ve uluslararas› toplum nazar›nda Ortado¤u’daki askeri tahakkümünü meflrulaflt›rmak için bir “çözüm”müfl. 2003 Afganistan Müdahalesi: Kitle ‹mha Silahlar›, El-Kaide Ba¤lant›s› ve ‹nsan Haklar› 2003’teki Irak savafl› belki de ABD tarihindeki en ihtilafl› savaflt›r. Bu savafl kadim müttefikleri bölmekle tehdit eden bir merkezkaç kuvveti olmaya devam etmektedir. Bu durum da ABD’nin “gönüllüler koalisyonu”ndaki7 ideolojik gücünü zay›flatabilir ve ABD egemenli¤ini “hegemonya”dan “imparatorlu¤a” dönüfltürmüfltür. (Agnew, 2003: 871-885) Michael Mann ABD’nin bu egemenlik biçimini “insicams›z imparatorluk” olarak tan›mlamaktad›r çünkü farkl› güç biçimleri (askeri, ekonomik, siyasi ve ideolojik) özellikle askeri ve ideolojik güçler birbiri ile çat›flmaktad›r. ABD militarizmi Amerikan›n savundu¤u de¤erler ile tenakuz içerisindedir ve bu da sadece “insicams›z bir imparatorlu” yaratmakta ve dünyadaki kargaflay› art›rmaktad›r. (Mann, 2003) Genelde uluslararas› toplum Amerikal›lar›n ortaya koydu¤u de¤erler ile uyuflmaktad›r. Bundan dolay› ABD daha önceki imparatorluklar›n “öteki insanlara” kolnyal dönemde yapt›¤› fleyleri yapamaz. ABD’nin genelde Ortado¤u’da özelde Irak’ta gücünü kulland›¤› yollar “beyaz adam›n yükü”nü yeniden canland›rmaktad›r. Daha önemlisi Irak’taki savafl› motive eden fleyler son derece karmafl›k ve genelde Amerikan kamu menfaatine dayanan yumuflak gücün do¤as› ile de uyumsuzdur. Amerikal›lar yumuflak gücün ABD d›fl politikas›nda neredeyse yüz y›ld›r önemli bir rol oynad›¤›n› ak›llar›nda tutmalar› gerekmektedir. (Fraser, 2005: 261) Amerikan üstünlü¤ünü korumak için yumuflak gücün zay›flat›lmamas› ve mu¤lak militarist eylemler için kullan›lmamas› gerekmektedir. Buradaki ironi ise ABD medyas›n›n Amerikan yumuflak gücünün mühendisi olmas› ve pek çok flekilde bu gücü bugün zay›flat›yor olmas›d›r. ABD Irak’› mu¤lak sebeplerle hatta BM Güvenlik Konseyinin onay› olmadan iflgal etmifltir. Bu durum da “Saddam Hüseyin’in seküler Irak rejiminin” 11 Eylül olaylar› ile görünen hiçbir ba¤lant›s›n›n olmamas›na ra¤men gerçekleflmifl, Saddam rejimi Usame bin Ladin ile damgalanm›fl ve Irak kitle imha silahlar›ndan men edilmifltir. 7 “coalition of will” terimi 1990 sonras› BM Güvenlik Konseyinin askeri/insani müdahalelerinde baflar›s›z olmas› sonucu baz› ülkelerin veya kurumlar›n duruma müdahale etmesi kavram›n› karfl›lamaktad›r. George W. Bush’un 2002 y›l›nda kullanmaya bafllad›¤› kavram sözlü veya askeri olarak ABD’nin Irak’a yönelik müdahalesine destek veren ülkeleri tan›mlam›flt›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 73 74 Mahmut Gökmen (Tuathail, 2003: 857) Bu tek tarafl› karar BM’nin küresel güvenli¤i sa¤lama etkinli¤ine ve kapasitesine zarar vermifltir. Irak savafl›nda görüldü¤ü üzere güçlü devletler “uluslar aras› kurumlar taraf›ndan tek tarafl› karar almak noktas›nda” (Kennedy, 2006: 111) s›n›rland›r›lamam›fl ve ulus-devletler uluslar aras› toplum ad›na insan haklar›n› gelifltirmek gibi ehliyetler ba¤lam›nda eflit olmam›flt›r. Saddam Hüseyin’in geçmiflteki kitlesel insan haklar› ihlalleri (1988’de Kürtlere, 1991’de de hem Kürt hem de fiiilere karfl›) Irak savafl›n›n meflrulaflt›r›lmas›nda önemli rol oynam›flt›r. Her zaman oldu¤u gibi insani müdahale olarak Irak savafl›n› biçimlendirmek çok uygun olmufltur. (Kurth, 2006: 91-92) David Rieff’in de belirtti¤i gibi so¤uk savafltan bu yana insan haklar› “Amerikan imparatorlu¤unun resmi ideolojisi” (Rieff, 2005: 169) olmufltur. Fakat tutars›z insan haklar› uygulamalar› ABD’nin Irakta askeri y›¤›naklar oluflturarak Suriye ve ‹ran’› tehdit etmeye bafllamas› ile bütün bölgeyi etkilemesi özellikle de savafl›n Irakl› sivilleri etkilemeye bafllamas› uluslararas› toplum nazar›nda Amerikan›n demokratik ve liberal imaj›na büyük zararlar vermifltir. Irak savafl› pek çok aç›dan Afganistan savafl›ndan farkl›d›r. Birincisi Irak’a sald›rmak için hiçbir meflru gerekçe yoktu. Bu nedenden dolay› ABD Irak savafl›nda BM Güvenlik Konseyinin onay›n› alamam›flt›r. ‹kinci olarak, Irak’a yap›lan müdahalenin daha derin sebepleri vard›. Bush hükümetinin küresel projesinin ikinci ad›m› olarak Irak savafl› ABD siyasetine yön verenlerin Ortado¤u’da tek tarafl› bir emperyal düzen tesis etmek noktas›ndaki gerçek niyetlerini a盤a ç›karm›flt›r. Bu sebepten pek çok devlet hatta kadim müttefikler bile elefltirel bir konum alm›fllar ve uluslar aras› toplum da Irak müdahalesinin gayri meflrulu¤una dair elefltirilerini dile getirmifltir. Sonuç Tarihin farkl› dönemleri insanl›¤› etkileyen farkl› uluslar ve imparatorluklar ortaya ç›karm›flt›r. Bunlar›n hepsi bir “ideoloji” ortaya atm›fl ve bu ideolojiyi kendi ç›karlar› için bir meflruiyet kayna¤› olarak sunmufl ve yine hepsi de kendi ideolojilerinin daha öncekilerden daha insaniyetli oldu¤unu dile getirmifllerdir. Pek az› bu ideolojilerini kanunlaflt›rabilmifltir. Bu ideolojilerin uygulanma biçimleri, “medenilefltirme misyonu” ve “uluslar aras› insan haklar›” ayn›d›r. Kolonyal güçler ve günümüzün süpergüçleri tahakküm ettikleri topraklar› ayn› flekilde ve ayn› dille ifade etmifller, “medenilefltirme misyonu” ve ““uluslar aras› insan haklar›” bölge insan›n› ve bölgeyi egemenlikleri alt›nda tutabilmek için ve bunlar hakk›nda bilgi üretmek için uygun mekanizmalar olmufllard›r. Bu tip bir ideolojik uygulama ayr›mc›l›k, farkl›l›k ve s›n›rlama fikirlerini do¤urmufltur. Farkl›l›k üzerine yap›lan vurgu dünya insanlar›n› nefret, düflmanl›k ve fliddet ortam›na itmifltir. Bu makalede düflmanca bir iliflki atmosferinde insani de¤erleri ve insan haklar›n› benimsetmenin mümkün olmad›¤›n› göstermeye çal›flt›m. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu “Medeniyetler çat›flmas›”8, “kutsal savafl”, “fler ekseni” gibi fikirler “evrensellik”, “hümanizm” ve “bir arada yaflama” gibi fikirlerin katilidir. E¤er farkl› bölgelerin insanlar› aras›nda bir çat›flma varsa tek çat›flma “anlamlar›n tan›mlar›n›n çat›flmas›” olabilir. Maalesef, birbirimizi tam olarak bilmiyor ve kelimeleri farkl› anliyoruz. Bir insan haklar› kültürü yeflertmek için insanlar›n kolektif bir insan ve mekan co¤rafyas› e¤itimine ihtiyaç vard›r. Gelecek hakk›nda ümitvar olmal›y›z ve insan haklar›n›n gelece¤i için umut oldu¤unu bilmeliyiz çünkü dünya insanlar› iç içe geçmifltir ve tarihleri örtüflmektedir. Tarihi art›k farkl› uluslara, bölgelere ve kültürlere ay›ramay›z. ‹nsanlar da bu gerçe¤i yak›nda far edeceklerdir. Ortak noktalar›m›z› daha fazla vurgulamaya ihtiyaç var. Art›k ortak bir nefret, suç ve savafl belle¤i oluflturmamal›y›z yoksa gelecek nesiller intikam peflinde koflan insanlar olacak. Bu sonu gelmeyecek bir süreçtir ve insanlar› sadece silahlar de¤il fikirler de öldürmektedir. Bu nedenle kitle imha ve oyalama fikirlerinden vazgeçilmelidir. ‹nsan Haklar› Evrensel Beyannamesi ve BM Anlaflmas›n›n ilgili maddelerinde yanl›fl olan bir fley yoktur, as›l mesele bizim kelimeler verdi¤imiz anlamlard›r. Kaynakça Agnew, John (2003). “American Hegemony Into American Empire” Lessons from the Invasion of Iraq”. Antipode, 35 no. 5. Agnew, John (2005). Hegemony: the New Shape of Global Power. Philadelphia: Temple University Press. Charter of the United Nations, (26 Haziran 1945) Crawford, Neta (2002). Argument and change in world politics: ethics, decolonization, and humanitarian intervention, Cambridge, UK; New York: Cambridge University Press. Culcasi, Karen and Gokmen, Mahmut (2008). “The Face of Danger: The beard in the U.S. media representations of the Middle East”. Journal of Media Geography, forthcoming. Donnelly, Jack (1989). International Human rights in theory and practice. Ithaca: Cornell University Press. Driver, Felix (2003). “Editorial: The geopolitics of knowledge and ignorance”. Transactions of the Institute of British Geographers, 28 no. 2. Edy, Jill A. and Meirick, Patrick C. (2007). “Wanted, Dead or Alive: Media Frames, Frame Adoption, and Support for the War in Afghanistan”. Journal of Communication, 57 Falah, Ghazi, Flint, Colin and Mamadouh, Virginia (2006). “Just War and Extraterritoriality: The Popular Geopolitics of the United States’ War on Iraq as Reflected in Newspapers of the Arab World”. Annals of the Association of American Geographers, 96 no. 1. 8 Huntington’un medeniyetler darken tam olarak neyi kasttti¤ini kavram› tan›mlamad›¤›ndan dolay› bilememekteyiz. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 75 76 Mahmut Gökmen Fischer-Tine, Harald and Mann, Michael (Eds) (2004). Colonialism as Civilizing Mission: Cultural Ideology in British India. London : Anthem Press. Flint, Colin and Falah, Ghazi (2004). “How the United States justified its war on terrorism: Prime morality and the construction of a “just war”, Third World Quarterly, Vol. 25, No. 8. Foot, Rosemary, MacFarlane, Neil S. and Mastanduno (2003). Michael US Hegemony and International Organizations. New York: Oxford University Press. Fraser, Matthew (2005). Weapons of Mass “Distraction”: Soft Power and American Empire. New York: St. Martin’s Press. Galtung, Johan (1996). Peace by Peaceful Means: Peace and Conflict, Development and Civilization, London: Sage Publications. Gokmen, Mahmut and Haas, Tyler (2007). “Modern mapping of Orientalism onto the Arab World: National Geographic Magazine, 1990-2006”. Arab World Geographer 10 no. 2. Gordon, Neve (2005). From Margins of Globalization: Critical Perspectives on Human Rights. New York: Lexington Books Gregory, David (1994).Geographical imaginations. Cambridge, MA:.Blackwell Gregory, Derek (2004). The Colonial Present: Afghanistan, Palestine and Iraq. Cambridge: Blackwell Publishing. Gregory, Derek and Pred, Allen (2007). Violent Geographies: Fear, Terror, and Political Violence. London: Routledge. Haldrup, Michael Koefoed, Lasse and Simonsen, Kirsten (2006). “Practical orientalism – Bodies, everyday life and the construction of otherness”. Geografiska Annaler, 88 B no 2. Kennedy, Paul (2006). The Parliament of Man: The Past, Present, and Future of the United Nations. New York: Random House. Kiernan, Ben (2003). “Collateral Damage” from Cambodia to Iraq”, Antipode, 35 no. 5 Kurth, James (2006). “Humanitarian Intervention After Iraq: Legal Ideals vs. Military Realities”. Orbis, 50 no. 1. Lahneman, William J. (2004). “Military Intervention: Lessons for the Twenty-First Century”. in Military Intervention: Cases in Context for the Twenty-First Century, ed. W. J. Lahneman, New York: Rowman and Littlefield Publishers. Lepard, Brian D. (2002). Rethinking Humanitarian Intervention. Pennsylvania: The Pennsylvania State University Press. Little Douglas (2002). American Orientalism: The United States and the Middle East since 1945. Chapel Hill, London: The University of North Carolina Press. Mann, Michael (2003). Incoherent Empire. London, New York: Verso. Mayerfeld, Jamie (2003). “Who Shall Be Judge”: The United States, the International Criminal Court, and the Global Enforcement of Human Rights”. Human Rights Quarterly, 25. Miller, Seumas (2005). “Collective Responsibility and Armed Humanitarian Intervention”. in Righteous Violence: The Ethics and Politics of Military Intervention, T. Coady and M. O’Keefe (eds.), Melbourne: Melbourne University Press. Nowak, Manfred (2003). Introduction to the International Human Rights Regime. Boston: Martinus Nijhoff Publishers. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Uluslararas› ‹nsan Haklar›: Ortado¤u’da Beyaz Adam›n Yeni Misyonu Nye, Joseph (1990). Bound to Lead: The changing nature of American Power. New York: Basic Boks. Nye, Joseph (Winter 2002-2003). “Limits of American Power”, Political Science Quarterly, 117. Rasch, William (Spring 2003). “Human Rights as Geopolitics: Carl Smith and the Legal Form of American Supremacy”. Cultural Critique, 54. Reidy, David P. and Sellers, Mortimer N. S. (eds.) (2005). International Human Rights: Moral Order in a Divided World. Lanham, Md.: Rowman & Littlefield Publishers. Rieff, David (2002). A Bed for the Night: Humanitarianism in Crisis. New York: Simon and Schuster. Rieff, David (2005). At the Point of a Gun: Democratic Dreams and Armed Intervention. New York: Simon and Schuster. Said, Edward (19 fiubat 2003) Memory, inequality and power: Palestine and the internationality of human rights. Berkeley Üniversitesinde verilen konferans. Said, Edward (1978). Orientalism. 1st Edition, New York: Vintage Books. Said, Edward (1981). Covering Islam: how the media and the experts determine how we see the rest of the world. 1th Edition, New York: Pantheon Boks. Said, Edward (1994). Culture and Imperialism. 1st Edition, New York: Vintage Books. Sharman, Arvind (2006). Are Human Rights Western?. New York: Oxford University Press. Tuathail, Gearóid Ó (2003). “Just Out Looking for a Fight”: American Affect and the Invasion of Iraq”. Antipode, 35 no. 5. Weiss, Thomas G., Forsythe, David P. and Coate, Roger A. (2001) The United Nation and Changing World Politics. Boulder, CO: Westview Press. Wesseling, H. L. (1997). Imperialism and Colonialism: Essays on the History of European Expansion. Westport: Greenwood Press. Young, Robert J.C. (2004) White Mythologies. 2nd Edition, New York: Routledge. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 77 78 Mahmut Gökmen ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme 3 YUSUF ALPAYDIN Özet: Bu makalede kültür ve kiflilik aras›ndaki etkileflim, sosyal teorinin temel yöntemsel konular›ndan biri olan yap›-aktör paradoksu aç›s›ndan ele al›nmaktad›r. ‹lk bölümlerde kültür ve kiflilik tart›flmalar›n›n psikoloji ve antropoloji bilim geleneklerinde kaynaklar› ve problematize edilme biçimleri, yap› aktör ayr›m› aç›s›ndan kültür ve kiflilik tart›flmalar›n›n hangi ayr›mlara tekabül etti¤i aktar›lmaktad›r. ‹lerleyen bölümlerde kültür ve kiflilik tart›flmalar›nda belirleyici olan evrenselci ve relativist yaklafl›mlar›n temel tezleri ele al›nmakta ve karfl›laflt›r›lmaktad›r. Son bölümde ise bu tart›flmalar›n yap›-aktör ayr›m›n›n ötesinde hangi aç›l›mlar yap›larak afl›labilece¤i, genellemenin hatalar› ve göreceli¤in daralt›c› etkilerinden nas›l kurtulunabilece¤ine dair öneriler yer almaktad›r. Özellikle yerli/kültüre özgü aç›klamalar yapabilmek için ‹slam düflünce gelene¤inden istifade edilmesi gerekti¤i vurgulanmaktad›r. Anahtar Kelimeler: Kültür, kiflilik, sosyal teori, yap›, aktör. Abstract: In this article the interaction between the culture and personality is considered in the context of the structure-agent dilemma that a basic methodological issue of the social theory. In the first sections, the sources and problematization forms of the culture and personality discussions in the psychology and anthropology disciplines, the correspondence of structure-agent divisions on culture and personality issue are discussed. In the following parts main theses of the universalist and relativist approaches that characterize the literature of culture and personality discussion are discussed comparatively. In the last section, some suggestions on possibility of overtaking culture and personality tension beyond the structure-agent distinction and avoiding the generalization and the constrictive effect of relativization has been discussed. Especially, it is emphasized that utilization of the Islamic Thought Tradition is very necessary for being able to make culture specific explanations. Key Words: Culture, personality, social theory, structure, agent. At›f©: Alpayd›n, Yusuf, “Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme”, ‹LEM Y›ll›k, y›l 2, say› 2, 2007, ss. 79-89 80 Yusuf Alpayd›n Sosyal teorinin temel sorunlar›ndan biri de birey toplum gerilimine iliflkin kavray›fl ve çözüm gelifltirmektir. Bireyin toplum içindeki konumu ve özerklik derecesini anlamak sosyal bilim yapma imkan› aç›s›ndan de¤er tafl›maktad›r. Asl›nda sosyal bilimler kavram›n›n kendisi ilk bak›flta toplumlar› ortak yönde hareket etmeye iten saikleri araflt›rmas› aç›s›ndan flu ya da bu ölçüde tek tek kiflilerden ba¤›ms›zl›¤› olan bir toplumsal yap› öngörür. Bu yap›lara odaklanan görüfller bireyi toplumun/toplumsal davran›fl›n bir türevi olarak görürken toplumsal yaflant›lar›n bireyin kendi anlam dünyas› içerisinde tekil manalar› oldu¤unu söyleyen fenomonolojik yaklafl›mlar bireyi toplumsal etkileflimin tek öznesi olarak görmekteler. Sosyal teorinin ana problemlerinden biri iflte bu ikilemde kendini gösteren yap›-aktör paradoksudur. 1930’lu y›llardan beri antropoloji ve psikolojinin kesiflim alanlar›nda incelenen bir konu olarak kültür-kiflilik tart›flmalar›nda da aç›k veya gizli flekilde yap›-aktör sorunu ele al›nmaktad›r. Bu çal›flmada bir yap›-aktör ayr›m› olarak kültür-kiflilik tart›flmalar› ele al›nacakt›r. Her ikisi de sosyal bilimlerin ihtilafl› kavramlar›ndan olan kültür ve kiflilik, farkl› ekoller taraf›ndan çok çeflitli biçimlerde tan›mlanmaktad›r. Bununla birlikte bu farkl› yaklafl›mlar› sentezleyecek genel tan›mlar vermemiz mümkündür. Kültür bir toplumun üretti¤i anlamlar, de¤erler, alg›lar bütünüdür. Do¤ufltan getirdi¤imiz özelliklerin d›fl›nda ortak insan faaliyetlerinin bir sonucu olarak üretti¤imiz kültür, büyük ölçüde dil ve semboller üzerinden ö¤renilir ve aktar›l›r. Kiflilik ise bireyi baflkalar›ndan farkl› k›lan görece sürekli ve görece kendi içerisinde tutarl› biliflsel ve davran›flsal özellikler bütünüdür. Kiflilik kültürden farkl› olarak hem do¤ufltan getirdi¤imiz özellikleri hem de sonradan biyolojik, psikolojik ve sosyal geliflimizle birlikte flekillenen niteliklerimizi kapsar. Kültür ve kiflilik kavramlar›n›n tan›mlar›nda görülece¤i üzere kiflilik toplumsal etkileflimin belirlenimine aç›k bir alanken, kültürün de insan›n toplumsal edimlerinin bir ürünü oldu¤unu görmekteyiz. Problemin merkezini ise kültürün ya da kiflili¤in oluflumunda bu iki faktörün ne ölçüde etkileyici oldu¤u oluflturmaktad›r. Kültür-Kiflilik Tart›flmalar›n›n Do¤uflu Kültür ve kiflilik iliflkisinin ilk olarak incelendi¤i disiplin kültürel antropoloji / etnolojidir. ‹nsan› var oldu¤u çevre ve kültür içerisinde genifl bir perspektifle inceleyen antropoloji, insan do¤as› ve davran›fl›, kültürün oluflumu ve de¤iflimi gibi konulardaki sorulara verdi¤i cevaplar ile sosyal bilimlerin birey ve grup davran›fl›na iliflkin ön kabullerine de önemli bir zemin oluflturmaktad›r. Antropoloji bilimi günümüzde modern toplumlar› da kapsayacak flekilde çal›flma alan›n› geniflletmesine karfl›n temelde ilkel veya az geliflmifl toplumlar› incelemeyi hedefler. Bilimin geliflmesinde temel ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme motivasyon kayna¤› ise 18 ve 19. yüzy›llarda baflar›s›n›n doruklar›na ulaflt›¤› düflünülen Bat› uygarl›¤›n›n üstünlü¤ünü kan›tlamak, ilkel olarak tan›mlanan toplumlar› inceleyerek, evrimci ve ilerlemeci insan ve toplum görüfllerine kaynak teflkil edecek veriler oluflturmak olarak nitelenebilir. Bu aç›dan sosyal bilimlerin belki de en çok elefltirilen bilimi olan antropoloji günümüzde kültür ve sosyal yap›lardan kaynaklanan toplumsal farkl›l›klar› anlama ve aç›klamaya yönelmektedir. Antropoloji alan›nda 1930’lu y›llardan itibaren kültür kiflilik probleminin popülerleflti¤i yayg›n olarak tart›fl›lmaya baflland›¤› görülmektedir. Margaret Mead’in 1928 y›l›nda yay›nlad›¤› Samoa yerlilerinde ergenlik dönemi ile ilgili kitab› bu tart›flmalar›n do¤mas›nda önemli bir yere sahiptir. Mead, bu çal›flmas› sonucunda ergenlik döneminin Samoa yerlilerinde Bat›’da oldu¤u gibi bask› ve stres dönemi olarak yaflanmad›¤›n› iddia etmifltir. Böylece hem kültürel farkl›l›klar›n anlafl›lmas›na katk›da bulunmufltur hem de geliflim psikolojisinde bir dönem olan görülen ergenli¤in evrenselli¤ini sorgulam›flt›r. (Haviland, 2002) Kültür ve kiflilik kavramlar›n›n benzerlikleri kültürel antropologlar› uluslar›n bir karakteri var m›d›r sorusuna götürmüfl, örneklemler belirlenerek bir toplumda frekans› en fazla olan kiflilik tipi (model kiflilik) belirlenmifl ve buradan kalkarak “ulusal karakter” belirlenmeye çal›fl›lm›flt›r. Mead ve onun takipçisi Benedict ulusal karakter çal›flmalar›n›n öncüleri olmufllard›r. (Haviland, 2002) Örne¤in Benedict kültürler aras›ndaki farklar›n kifliler aras›ndaki farklara benzedi¤ini söyler, ya da kiflilik ve kültürün örgütlenme biçimleri birbirine benzerdir. Böylece inceledi¤i kültürleri Apollon’cu, Dionysos’çu ya da paranoid gibi ifadelerle tan›mlam›flt›r. (Benedict, 2003) Kiflilik üzerine yap›lan etnolojik araflt›rmalar dünya üzerindeki farkl› toplumlarda yaflayan bireylerin ne tür kiflilik özellikleri sergiledi¤ini görmemize önemli katk›lar sa¤lamaktad›r. Bu araflt›rmalar kültürde model kiflilik, ulusal karakter, farkl› toplumlarda çocuk e¤itimi, davran›fllarda ve ruhsal bozukluklarda kültürün normali tan›mlamas› ve kültürün ruhsal problemlerin özgün içeriklerini nas›l belirledi¤i gibi konulara odaklan›rlar. Örne¤in çocuk e¤itiminde tar›m a¤›rl›kl› ve kolektivist yönü a¤›r basan toplumlar›n daha itaatkar/aileye ba¤l› bir çocuk tipini yetifltirmeye odaklan›rken, daha bireyci sanayi toplumlar›nda çocu¤un ba¤›ms›z olmas›n›n tercih edildi¤ine dair bilgilerimiz bu çal›flmalar›n bir sonucudur ‹lk önce kültürel antropologlar›n çal›flmalar›nda otaya ç›kan kültürün kiflilik ile iliflkisi problemi daha sonra antropoloji içerisinde psikolojik antropoloji alt dal›n›n oluflmas›n› gerektiren temel sorunlardan biri olmufltur. Problem daha sonralar› ise psikologlar›n da yo¤un ilgisini çekmifl ve özellikle kültürel psikoloji ve kültürleraras› psikoloji disiplinlerindeki temel araflt›rma konular›ndan biri haline gelmifltir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 81 82 Yusuf Alpayd›n Kültürel psikoloji ve antropoloji disiplinleri bir yanda kültürleraras› psikoloji di¤er yanda olmak üzere iki farkl› metodolojik gelene¤e mensupturlar. Psikolojik antropoloji ve kültürel psikoloji çal›flmalar› ço¤unlukla gözlem, mülakat gibi niteliksel yöntemleri tercih ederken kültürleraras› psikolojide ana ak›m araflt›rma yöntemi niceliksel-istatistiksel yöntemlerdir. Bunun neticesi olarak kültür-kiflilik probleminde kültürleraras› psikologlar kiflilik faktörlerinin kültürler aras› benzerlik ve de¤iflkenliklerini haz›rlanan ya da daha önceden haz›rlanm›fl olan kiflilik testleri arac›l›¤› ile karfl›laflt›rmal› bir yaklafl›mla ölçmeye çal›fl›rken antropologlar ve kültürel psikologlar kültüre özgü kiflilik özelliklerini kültür içi çal›flmalarla tespit etmeye çal›flmaktad›r. Yap› Aktör Gerilimi Günümüzde sosyoloji teorisinin büyük ölçüde yerini alan sosyal teori, sosyal bilimlerin farkl› disiplinlerinin konu edindi¤i problemleri, bu problemlerin mahiyeti ba¤lam›nda ele alan ve bir ölçüde sosyal bilimlerin ortak meselelerini gösteren bir çal›flma biçimidir. Sosyal teorinin sosyal bilimlerde incelenen birimleri analiz düzeyleri aç›s›ndan (makro-mikro gibi) de¤erlendirmeye tabi tutmak, bu bilimlerin nesnelcilik-öznelcilik, ak›lc›l›k-deneycilik gibi yöntemsel konular›n› ve incelenen birimlerin birbirini etkileme düzeylerini(yap›-aktör, yap›-faillik) soruflturmak gibi amaçlar› vard›r. Bu çal›flmada konu edilen aktör kavram› bireysel ya da kolektif manalarda kullan›labilirken, faillik yaln›zca bireyin etkinli¤ini göstermekte kullan›lmaktad›r. (Layder, 2006) Layder yap› faillik sorununu “insanlar›n toplumsal hayat› yarat›rken ayn› zamanda mevcut toplumsal düzenlemelerden nas›l etkilendikleri ve onlar taraf›ndan nas›l biçimlendirildikleri” olarak tan›mlar. Bu tan›mdan anlafl›laca¤› üzere tart›flma toplumsal formasyonlarda yap›n›n m› yoksa aktörün mü birincil derecede etkin oldu¤u üzerinedir. Yap› ya da aktöre odaklanan görüflleri yap›sal fonksiyonalizm ve sembolik etkileflimcilik yaklafl›mlar› üzerinden aç›klayabiliriz. Antropolojik gelenekte güçlü bir ak›m olarak Malinowski ve Radcliffe Brown gibi yap›salc› fonksiyonalist antropologlar, toplumda yer alan kurumlar, inanç ve adetlerin toplumun varl›¤›n› sürdürmesine odakland›¤›n› belirtmektedir. Bu yaklafl›ma göre bir kültürdeki farkl› ö¤elerin varl›¤› ifllevselli¤i ölçüsünde ortaya ç›kabilir. Dolay›s›yla insan davran›fl› da bu ö¤elerle iliflkili biçimde anlafl›labilir. Kendinden menkul, bilincimizden görece ba¤›ms›z düzenlilikler öngördü¤ümüzde yap› yan›nda konumlanm›fl oluyoruz. Oysa fenomenolojik yaklafl›mlar bu temel varsay›mlara karfl› ç›karak toplumsal gerçeklik dedi¤imiz fleylerin ancak bizim bilincimizde yarat›ld›¤›n›, d›fl dünyaya iliflkin bütün bilgilerimizin bizim alg›lad›klar›m›zdan ibaret oldu¤unu söylemektedir. Bu yaklafl›mlar›n en baflta geleni olan sembolik etkileflimcilik, toplumsal analizin temelini bir grubun üyeleri taraf›ndan paylafl›lan anlamlar›n incelenmesi olarak görür. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme Yap›n›n ya da bireyin failli¤inin birincil derecede oldu¤unu iddia eden görüfllerin her ikisi de bireyi d›fl dünyaya verdi¤i tepkiler aç›s›ndan ele alarak bireyi bir bilinemez/subjektivite olarak tan›mlan›rken toplumsal ba¤lamlar› iliflkinin daha nesnel ve görülebilir taraf›n› temsil edecek biçimde tan›mlamaktad›rlar. Örne¤in bir ailenin örgütlenme biçimi daha nesnel ölçülerle tan›mlanabilir bir olgu olarak görülürken bir bilinmez olan birey, yap› odakl› görüfllerde bu örgütlenme biçimine göre flekillenen bir nesne, fenomenolojik görüfllerde ise bu örgütlenme biçimine tamamen öznel, tekil bir anlam yükleyen taraft›r. Yap›-aktör probleminde yap›n›n belirleyicili¤ini savunan klasik yaklafl›mlar kifli ve toplumsal yap›lar› birbirinden görece ba¤›ms›z üniteler olarak ele al›r. Buna karfl›n kifli ve yap› aras›nda farz edilen çeliflkiyi telif etmeye çal›flan birçok yaklafl›m da mevcuttur. Bu aç›klama biçimlerinde belli bir düzenlilik gösteren yap›lar vard›r ancak bunlar bireye içkindir. Bu yap›lar do¤ufltan gelebilir veya sosyalleflme ile ortaya ç›kabilir ama sonuçta bireye içkindir. Baz› psikanalizcilerin kültürel bilinçalt› ya da bilinçd›fl›n›n toplumsal mahiyeti vurgusu bu anlay›fla örnek gösterilebilir. Gene psikanalizin öncü isimlerinden Lacan’›n dil ve bilinçd›fl›n›n çal›flma sistemleri aras›nda kurdu¤u benzerlik ve bunun bireyin sosyalleflmesi, toplumsal/kültürel varl›k alan›na dâhil olmas› konusundaki düflünceleri bu türden bir yaklafl›md›r. Kültür ve Kiflilik: Temel Yaklafl›mlar Kültür ve kiflilik tart›flmalar›ndaki iki ana teorik yaklafl›m› (her ne kadar etkileflimci ve durumsalc› yaklafl›mlar da var olsa da, bu iki yaklafl›mla ilgili yeterli çal›flma bulunmamas› ve görece az savunucular› olmas› gibi nedenlerle) relativist ve evrenselci yaklafl›mlar olarak ele alabiliriz. (Schweder, 1979; Poortinga & Van Hemert, 2001) Kiflilikle ilgili araflt›rmalarda iki türlü analiz düzeyi kullan›lmaktad›r. Bunlardan birincisi “trait” denilen kiflilik özellikleridir. Di¤eri ise birbiri ile ilgili bu kiflilik özelliklerinin örgütlenmesi ile ortaya ç›kan kiflilik tipleridir. Relativist yaklafl›mlar›n temel tezi benzer toplumsallaflma süreçlerinden geçen bireylerin benzer kiflilik özellikleri gösterece¤idir. Kültürel antropologlar ve kültürel psikoloji disiplinleri birlikte genellikle relativist yaklafl›mlar› tercih ederler. “Kültürel psikoloji” ifadesi kültüre özgü psikolojiler oldu¤unu tazammun etmektedir. Poortinga (2001) bu yaklafl›m›n uç bir temsilcisi olarak Kardiner’in geçinme ve aile yap›s› gibi birincil kurumlar›n toplumsallaflma sürecinde temel bir kiflilik biçimi ortaya ç›kard›¤›n›, bu temel kiflilik tipinin de inançlar, de¤erler ve mitler gibi ikincil kurumlar› oluflturdu¤unu iddia etti¤ini belirtmektedir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 83 84 Yusuf Alpayd›n Kluckhohn ve Mowrer (1944) kiflili¤i oluflturan faktörleri evrensel, komünal, rol, ve kiflisel düzlemlerde ortaya ç›kan biyolojik, fiziki çevresel, toplumsal, kültürel faktörler olarak s›n›fland›r›r. ‹nsan do¤ufltan baflkalar›na muhtaç olmak gibi komünal-evrensel, nefes almak yemek yemeye ihtiyaç duymak gibi biyolojik-evrensel özelliklere sahiptir. Genetik yap›s› itibar›yla sahip oldu¤u özellikleri vard›r. Bunun yan› s›ra içine do¤du¤u toplulu¤un sosyal, politik örgütlenmesine uyum sa¤lamak durumundad›r. Bulundu¤u pozisyona göre kendisine biçilmifl roller vard›r. Bunun yan› s›ra kültür taraf›ndan belirlenen anlamlar, de¤erler, davran›fl biçimleri, gelenekler ile karfl› karfl›yad›r. Kiflilik bireyi baflkalar›ndan ay›ran bir bütünlük oldu¤u için kiflili¤in oluflumunda evrensel faktörler d›fl›ndaki faktörlere odaklanmak gereklidir. Bat› d›fl› toplumlarda genellikle son y›llarda relativist yaklafl›m ön plana ç›kar›larak yerli psikolojiler oluflturma u¤rafl› sergilenmektedir. Japon benli¤inin bat›l› benlikten farkl› oldu¤u ve Japonlarda benli¤in di¤er benliklere ba¤l› oldu¤u düflünülürken bat›l› benlik biçiminin ba¤›ms›z bir bütün olarak alg›land›¤› düflüncesi relativist yaklafl›mlar›n s›kça kulland›¤› bir örnektir. Bu yaklafl›mlar›n savunucular› anlam›n psikolojik süreçlerin bir ürünü olarak de¤il de toplumlara özgü tarihsel ba¤lamlarda olufltu¤unu iddia ederler. Ayr›ca farkl› kültürlerde baflka kültürlerle karfl›laflt›r›lmas› mümkün olmayan duygu biçimlerinin oldu¤u da iddia edilmektedir. Bat› toplumlar›nda gelifltirilen ölçeklerin dünyan›n ço¤unlu¤u olan di¤er toplumlarda ayn› fleyi ölçüp ölçmeyece¤inin bilinemeyece¤i, kolektivist toplumlarda benli¤in iliflkisel ve ak›flkan biçimde tan›mland›¤›, modern psikiyatride ruhsal bozukluklar›n tan›lanmas›nda ortaya konan benli¤e dair varsay›mlar›n ba¤›ms›z bireyci benlik tiplemesini esas ald›¤›n› söyler. (Sayar, 2003; Kleinman, 2000) Daha ziyade kültürleraras› psikologlar›n, evrimci psikologlar›n bir ölçüde de modern t›p gelene¤inden gelen psikiyatrlar›n tercih etti¤i evrenselci yaklafl›mlar ise buna karfl›n insan›n temel psikolojik yap›s›n›n farkl› kültürlerde oldukça benzer bir yap›da oldu¤u tezine dayan›r. Kültürler aras›nda ortak temel bir psikolojik yap›n›n oldu¤u fikrinin kabul edilmemesi durumunda iki kültürü ve iki kifliyi karfl›laflt›rman›n bir anlam› olmayaca¤› önermesi evrenselci yaklafl›mlar›n temel iddialar›ndan biridir. Empirik yöntemleri kullanan evrenselci yaklafl›m müntesipleri Minnesota Çok Yönlü Kiflilik Envanteri (MMPI), Eysenck Kiflilik Envanteri (EPQ) gibi kiflilik testlerini farkl› toplumlarda uygulamakta ve farkl› kültürler aras›nda bulunan kiflilik farklar›n›n oldukça küçük oldu¤unu buna karfl›n kültür içerisindeki bireysel farklar›n daha yüksek oldu¤unu iddia etmektedirler. Örne¤in obsesif e¤ilimlerin toplam oran› iki kültür aras›nda birbirine yak›n oranlarda bulunurken bir kültür içerisinde birbirinden önemli derecede farkl› düzeylerde obsesif e¤ilimlere sahip bireyler bulunabilmektedir. Bu yaklafl›m›n en iddial› dayanaklar›ndan biri Befl Faktör Modeli (FFM) olarak isimlen- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme dirilen teoridir. Bu model birbirinden oldukça farkl› kültürlerde uygulanan kiflilik testlerinin faktör analizine dayan›r. Buna göre bu kültürlerde kiflilik özelliklerinin (trait) birbirine oldukça benzer bir gruplaflma gösterdi¤ini iddia edilmektedir. Araflt›rmalar›n›n ilk dönemlerinde bilinçalt› terimini kullanarak bilinçalt›n› ilksel ve biyolojik bir faktör olarak ele alan Freud yaflam›n›n son dönemlerinde araflt›rmalar›n› daha çok antropolojik çal›flmalarla ba¤dafl›r flekilde yeniden formüle etmifltir. Bu dönemde bilinçalt› yerine bilinçd›fl› kavram›n› tercih etmifltir. Bilinçalt› kavram› biyolojik-yap›sal bir tan›mlama biçimi iken bilinçd›fl› kavram› kültürel etkilenime daha aç›k ve yap›sal özellikleri daha belirsiz bir ça¤r›fl›ma sahiptir. Psikoseksüel geliflim kuram›nda da Freud çeflitli kiflilik özelliklerinin çocu¤un anne baba ve çevresi ile girdi¤i etkileflime ba¤l› olarak aç›klar. Ancak di¤er geliflim kuramlar›nda oldu¤u gibi belli yafl dönemlerinde yaflanacak olan çat›flmalar s›n›rl›d›r ve çocuk yetifltirme biçimleri bu alternatiflerden birinin seçilmesini do¤urur. Örne¤in Ericson’un psikososyal geliflim kuram›nda 0-1 yafl aras›nda çocu¤un aflmas› gereken kriz evrensel güven ya da güvensizlik krizidir. Kültüre Özel ya da Kültürlere Genel Kiflilik Relativist yaklafl›mlar araflt›rma geleneklerinin de bir sonucu olarak kültürleri daha bütüncül flekilde incelerken kültür içerisindeki farkl›l›klar› gözden kaç›rma ve kültürler aras› farkl›l›klar› abartma e¤ilimi sergilemektedir. Zira, araflt›rmalar›n›n ilgi çekebilmesi ve yay›nlanabilmesi bir ölçüde farkl›l›¤› göstermelerine ba¤l›d›r. Evrenselci yaklafl›mlar ise kültürler ile do¤rudan ba¤lant› kuramad›klar› için deneklerinin doldurdu¤u formlar› de¤erlendirerek çeflitli sonuçlara ulaflmakta ve kültürel farkl›l›klar› alg›lamakta zorlanmaktad›r. Ayn› zamanda bu araflt›rmalarda kullan›lan yöntem ve testler de kavramsal denklik, deneklerin araflt›rmac› beklentilerine uygun cevaplar verme e¤iliminde olmas› gibi aç›lardan sak›ncalar içerebilmektedir. Evrenselci düflüncelerde insan›n ortak kiflilik yap›s›n› oluflturan fleyin (insan›n, toplumsal ve kültürel çevresindeki farkl›l›klar aç›k oldu¤u halde) ne oldu¤u yeterince aç›k de¤ildir. Yap›-aktör ayr›m› ba¤lam›nda her iki aç›klaman›n da yap›sal faktörleri ön planda tuttu¤u görülmektedir. Yukar›da kültür ve kiflilik tart›flmalar› üzerinden inceledi¤imiz evrenselci görüfllerin insan›n ortak temel psikolojik yap›s› ve benli¤inin farkl› kültürler aras›nda benzer oldu¤unu iddia etmeleri yap›ya a¤›rl›k verdiklerini göstermektedir. Çünkü bu durumda bireylerin kiflilikleri bu evrensel da¤›l›ma göre flekillenir ve bireyin failli¤i oldukça s›n›rl›d›r. Kültürel görecelik vurgusu yapan araflt›rmalarda ise bireyin büyük ölçüde kültürün s›n›rlar› içerisinde düflündü¤ü, tepki verdi¤i toplumsallaflma süreçlerinin tamam›nda kültür taraf›ndan kuflat›larak görece pasif bir konumda oldu¤u söylenerek gene yap›dan yana bir aç›klama tercih edilir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 85 86 Yusuf Alpayd›n Fenomenolojik aç›klama biçimlerine örnek olmas› aç›s›ndan yukar›da evrenselci ve relativist yaklafl›mlar›n yan›nda ad› geçen durumsal yaklafl›mlar› örnek verebiliriz. Durumsalc› bak›fl, kiflili¤in süreklilik ve tutarl›l›k özelli¤i göstermedi¤i ve çeflitli durumlarda farkl› tutum ve davran›fllar sergiledi¤ini, bununla amac›n›n kendisini yeni duruma uyarlamak oldu¤unu iddia etmektedir. Böylece kiflinin çevresine verdi¤i tepkiler bu uyarlama için gelifltirmifl oldu¤u taktiklere ba¤l› olarak flekillenir. Kültürelçevresel unsurlar›n etkisi her kiflide farkl› olabilir. Bu verilerden yola ç›k›larak her iki yaklafl›m›n da iddialar›n› s›n›rlayan bir senteze ulaflabilmek için bir kültürde ortaya ç›kan davran›fl biçimlerini form ve içerik yönünden analiz edebiliriz. Bu analizde kültürün herhangi bir form üretmedi¤ini ancak var olan formlardan baz›lar›n› seçti¤ini en iyi ihtimalle bu formlardan çeflitli ancak s›n›rl› say›da kombinasyonlar üretebildi¤ini söyleyebiliriz. Davran›fllar›n içeri¤ine geldi¤imizde ise bu alan kültürün belirlenimine daha aç›kt›r ve büyük ölçüde kifliseldir/durumsald›r. Çünkü içerikler bireylerin deneyimledi¤i milyonlarca uyaran ve bireyin bu uyaranlar› alg›lama biçimlerine göre flekillenebilir. Deneyimler dünyas›nda insanlar biricik olma özelliklerini korurlar. En benzer koflullarda yaflayan hatta genetik yap›lar› bile ayn› olan tek yumurta ikizlerinin davran›fllar›n›n içerikleri önemli ölçüde farkl›laflabilmektedir. Yukar›daki sentezde var olan formlar›n nas›l ve nerede var oldu¤u aç›klama gerektirecektir. Bu tart›flmalar›n içerisinde yürütüldü¤ü pozitivist bilim gelene¤i maddi yap›lar d›fl›nda de¤iflmeyen özler oldu¤u fikrini kabul etmeyece¤i için benzerlikler büyük ölçüde biyolojik yap›ya atfedilmek durumunda olacakt›r. Sonuç olarak her iki aç›klama biçimi de daha üst bir analiz düzeyinde insan do¤as› tan›mlar› yapmadan birbiri ile aç›kça çeliflen bu verileri anlamakta zorlanacakt›r. Kültür-kiflilik tart›flmalar›nda birbiri ile çeliflmeyecek teorilerin gelifltirilmesinin temel ön flart› kültüre özgü ve kültürler aras›nda ortak olan kiflilik özelliklerinin belirlenmesidir. Bu da ancak insan do¤as›na iliflkin kadim ve yeni önermelerin de¤erlendirilmesiyle ortaya ç›kabilir. Zira insan gerçekli¤i s›n›rl› bir tarihsel süreçte bütün yönleriyle görünür olmayabilir. Modern sosyal bilimlerde öze yönelik tan›mlamalar ya da özden kalkarak yap›lan tan›mlamalar istismar edildikleri gerekçesiyle bilimsel çal›flmalardan d›fllan›r. Ancak iliflkileri aç›klamakta öz fikri kaç›n›lmaz olarak kullan›l›r. Örne¤in kültürler aras› etkileflimin varl›¤› farkl› kültürlerin birbirini anlayabilmesi durumu insanlardaki ortak mahiyete gönderme yapmadan aç›klanamaz. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme Yap›-Aktör Ayr›m›n›n Ötesinde Aç›klamalar: ‹nsan Do¤as› ve Kültür ‹nsan do¤as› /mahiyeti kavram› hiç flüphesiz oldukça müphem ça¤r›fl›mlara sahiptir. Ancak bu ça¤r›fl›mlar›n toplam› insan›n sahip olabilece¤i özelliklerin s›n›rlar›n› da çizer. E¤er bütün insanlar›n zihinlerinde varl›klara yükledikleri anlamlar›n birbirine kay›ts›z oldu¤u düflünüyorsak herhangi bir bilimsel u¤rafl›n da anlam› olmayacakt›r. Burada insan›n biyolojik olarak benzer yap›lara sahip olmas›n›n yan› s›ra bir varl›k kategorisi olarak insan denen fleyin evrensel felsefi mahiyeti göz önünde tutulmal›d›r. Bu bölümde k›saca kadim medeniyetler ve özellikle ‹slam gelene¤inde kültür-kiflilik meselesine yaklafl›mlardan baz› örnekler vererek konuyu yap›-aktör ayr›m›n›n ötesinde nas›l anlayabilece¤imize de¤inece¤im. Geleneksel medeniyetler çerçevesinde varl›klar mahiyetleri aç›s›ndan de¤erlendirilir ve anlafl›l›r. Örne¤in insan›n mahiyeti bak›m›ndan sosyal bir varl›k oldu¤u hatta insanl›¤›n› sosyallik özelli¤i ile kazand›¤› bile iddia edilmektedir. ‹nsan mahiyeti itibariyle baflkalar›n› önemser ve onlardan etkilenir. Bireyci bir kültür insan›n bu özelli¤ini bir ölçüde bast›rabilir, bu konudaki duyarl›l›¤›n› baflka alanlara yönlendirebilir ancak bu duygunun benlikten at›labilmesi mümkün de¤ildir. Bat›l› psikiyatri benli¤in egosentrik oldu¤unu iddia ederken yaln›zca kendi toplumsal realitesini esas almaktad›r. Ancak samimi bir kültürler aras› çal›flma sonras›nda dünyan›n büyük bölümünün baflkalar›n› önemsedi¤ini görerek kendi realitesini daha makul biçimde de¤erlendirme imkan› bulabilir. Vahye dayal› düflünceye göre kültürlerdeki benzerliklerin, insan›n evrensel sosyal, politik ve psikolojik davran›fllar göstermesinin ard›nda insan›n yarat›c›s›n›n koydu¤u f›trat (do¤a) vard›r. Kiflinin davran›fllar›n› yönlendiren toplumsal iliflkilerle kurulan bir toplumsal yap› veya ba¤lam›n varl›¤› inkar edilemez. Ancak bu toplumsal varl›k alan›n›n temel tafl› insan›n do¤as›, insan›n ezeli sorunlar›na verdi¤i cevap verme biçimleridir. Bu yap›lar tarihsel koflullarla birlikte farkl› görünümler arz edebilmektedir. Ancak bunlar› toplumsal etkileflim sürecinde kendili¤inden ortaya ç›kan formlar olarak görmek do¤ru olmaz. Dünya üzerindeki toplumlar› inceledi¤imizde belirli toplumsal flartlarda toplumun üyelerinin verdi¤i tepkilerin s›n›rl› oldu¤unu görebiliriz. Zaten insan›n herhangi bir toplumsal durum karfl›s›nda verebilece¤i tepkiler oldukça s›n›rl›d›r. Kültürler bu tepkilerden hangisinin seçilece¤i konusunda yönlendirici olabilirler lakin tek bafllar›na benzeri görülmemifl davran›fl biçimleri üretemezler. Kültürel yay›lmalar›n yaln›zca ticaret vb. etkileflimlerle gerçekleflmedi¤i, bir kültürün ürünlerinin baflka bir toplumda anlafl›labildi¤i bilgisi de insan›n ortak özüne iflaret edebilir. ‹nsanlar›n artan ulafl›m ve iletiflim imkanlar› ile farkl› toplumlar› görebilmesi günümüzde kolaylaflm›flt›r. Bazen ziyarette bulundu¤umuz bir ülkenin/toplumun ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 87 88 Yusuf Alpayd›n kültürü ilk defa görmemize karfl›n bize daha s›cak ve aflina gelebilir sanki daha önceden duydu¤umuz gördü¤ümüz fleylerdir bunlar. Örne¤in ‹slam düflüncesinde insan›n mikro kozmos olarak görülmesi anlay›fl› da bu tür durumlara paralel bir aç›klama sunabilir. Yani insan evrenin küçük bir kopyas›d›r ve potansiyel olarak evrendeki farkl› durumlar› anlayabilir, tan›yabilir veya hat›rlayabilir. F›trat ve mahiyet kavramlar›na göndermede bulunmak insanî gerçekli¤i tek biçime indirgemek anlam›na gelmez. Belli say›larda kiflilik tiplerinin olmas› da asl›nda insan do¤as›n›n ortak formlar› olmakla birlikte s›n›rl› say›da forma indirgenebilece¤ini gösterir. Birçok inanca göre insan, isimlerin bilgisi kendisine verilmifl ve çamurdan yarat›lm›fl Adem’den türemifltir. Bu aç›dan bak›ld›¤›nda da biyolojik ve psikolojik çeflitlenmenin mant›ki bir s›n›r› olmas› gerekir. ‹nsan›n sosyal bir varl›k olmas› ve baflkalar›na muhtaç olmas› da gene bu çeflitlenmeyi engelleyen faktörlerden biridir. ‹nsan yaflam›n› sürdürmek için di¤erlerini anlayabilme ve uyum sa¤lama çabas› gösterir. Bu olgu sadece kültür içinde de¤il kültürler aras› düzeyde de gerçekleflir. ‹slam düflüncesinin son dönem temsilcilerinden Elmal›l› Hamdi Yaz›r benli¤in süreklili¤ini sa¤layan fleyin ne somut/biyolojik bir yap› olarak benli¤in kendisi ne de sosyal çevre ve yaflant›s›n›n oldu¤unu ve benlili¤in süreklili¤inin Allah’›n her an yaratmada olmas›, insan›n bir nefhai ilahi olmas› k›saca bütün benliklerin aflk›n alanla irtibatl› olmas›na dayand›¤›n› söyler. Dahas› benli¤in aflk›n alana gönderme yap›lmadan tan›mlanmas› bile mümkün de¤ildir. (Yaz›r, 1971) Yukar›daki düflüncelere ilaveten benliklerin insan›n var oldu¤u andan beri Allah ile kopmayan ba¤lant›s› ayn› zamanda benliklerin evrensel nitelikleri haiz olabilece¤ini ça¤r›flt›r›r. Yerel kültüre dayal› aç›klama biçimleri politik olarak anlaml› olmakla birlikte evrensel aç›klamalar getirebildikleri ölçüde kal›c› olabileceklerdir. Ancak ülkemizde de bu tür çal›flmalar Bat›l› özerklik kavram›n› elefltirirken kendi düflünce gelene¤inden yeterince beslenmedi¤i için bizim toplumumuzu da do¤u toplumlar› ile birlikte ba¤›ml› benlik kategorisinde görmektedirler. Halbuki ‹slam ve özellikle tasavvuf gelene¤inde benlik, ben olmak ve ben merkezli düflünmek hofl görülmemekle birlikte benlik özerk bir bütünlük olarak arzu edilir ve bu durum özellikle tasavvufi kemalin son aflamas›nda daha da a盤a ç›kar. Kemalat›n son aflamas›nda sufi bir gözü ile varl›klar›n aflk›n birli¤ini, di¤eri ile her birinin ayr›l›¤›n› görür. ‹slam gelene¤inde ahiret sorumlulu¤u anlam›nda kiflinin ferd olarak tek bafl›na sorumluluk almas›, çevresinin bask›lar›ndan kurtularak akli/dini kararlar vermesi da pekifltirilir özendirilir. Benliklerin birli¤i ilahi olanla iliflki anlam›nda mevcuttur. ‹slam düflüncesinin zirve isimlerinden Muhyiddini Arabi’nin Allah’›n s›fatlar›n›n her birinin insanda tecellilerin oldu¤una yönelik teflbih teorisi de benlik, kiflilik ve insan do¤as›n›n evrensel mahiyetine göndermede bulunur. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kültür ve Kiflilik: Yap›-Aktör Paradoksu Ba¤lam›nda Bir De¤erlendirme Ülkemizde yerli psikoloji gelifltirme çabalar›n›n kullanaca¤› zemin yukar›da birkaç örne¤ini sundu¤umuz özgün düflünsel birikim olmal›d›r. Bat› d›fl› toplumlar evrensel insan mahiyeti anlay›fl›ndan uzaklaflmamal›, kendi zengin birikimleri üzerine bir kiflilik anlay›fl› infla ederken mevcut evrensel oldu¤u iddia edilen kiflilik tan›mlar›n› da bir ölçüde kuflatacak bir bak›fl aç›s›yla bir yeniden kurma faaliyeti gerçeklefltirmelidir. Farkl› medeniyetlerin insan do¤as›nda var olan zengin yönelimleri fark edebilmelerine belki de bu yolla katk›da bulunulabilir. Kaynaklar Benedict, R. (2003). Kültür Kal›plar›. (Çev. Nilgün fiarman). ‹stanbul: Payel Yay›nevi Haviland, W. (2002). Kültürel Antropoloji. (Çev. H. ‹naç & S.Çiftçi). ‹stanbul: Kaknüs Yay›nlar›. Kluckhohn, C. & Mowrer, O. H. (1944). Culture and Personality: A Conceptual Scheme. American Anthropologist, New Series. 46(1), s.1-29. Kleinman, A. (2000). Antropoloji ve Psikiyatri. (Der. K. Sayar ). Psikiyatri ve Kültür. ‹stanbul: ‹nsan Yay›nlar›. Layder, D. (2006). Sosyal Teoriye Girifl. (Çev. Ümit Tatl›can). ‹stanbul: Küre Yay›nlar› Poortinga, Y. H. & Van Hemert D. A. (2001). Personality and Culture: Demarcating Between Common and Unique. Journal of Personality. 69 (6), s. 1033-1060. Sayar, K. (2003). Kültürel Bak›fl Aç›s›ndan Benlik ve Kiflilik. Yeni Symposium. 41 (2), s. 78-85. Schweder, R. A. (1979). Rethinking Culture and Personality Theory Part II: A Critical Examination of Two More Classical Postulates. Ethos. .7 (4), s.279-311. Yaz›r, Elmal›l› Hamdi. (1971). Hak Dini Kur’an Dili. ‹stanbul: Eser Kitabevi, Cilt 1. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 89 90 Yusuf Alpayd›n ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar 3 HAMD‹ Ç‹L‹NG‹R Özet: ‹slâm dini gerek fiiliyata dökülsün gerekse dökülmesin bizatihî niyete çok önem vermifltir. Bunun yan›nda fiillerin hükme konu olmas› bak›m›ndan da niyet önemli say›lm›flt›r. Yani fiili ifllerken sahip olunan niyetin iyi veya kötü olmas› fiilin do¤uraca¤› sonuca etki etmektedir. Niyetin önemine iflaret eden do¤rudan veya dolayl› ayetler oldu¤u gibi hadisler de vard›r. Bu hadisler aras›nda en meflhuru “Ameller niyetlere göredir” hadisidir. Bu hadis ‹slâm dininin amel-niyet iliflkisine bak›fl›n› çok veciz bir flekilde ifade etmifl ve amelin asl›nda niyetin zahirde vucût bulmufl flekli oldu¤unu ve Allah kat›nda amellerin niyetlere göre de¤erlendirilece¤i ifade etmifltir. Biz bu çal›flmam›zda k›saca, bu hadisin sened ve metin tahlilini verdikten sonra hadisin flerhlerde geçen yorumlar›n› aktaracak, muhaddislerin bu hadise verdikleri öneme iflaret eden bilgileri nakledece¤iz. Son olarak da f›k›h-amel-niyet iliflkisine de¤inerek bu hadisin f›k›h ilmindeki yans›malar›na iflaret etmeye çal›flaca¤›z. Anahtar Kelimeler: Niyet, Amel, Hadis, F›k›h Abstract: The religion of Islam highlights the intention in itself, even if it is put on practice or not. Moreover, it is consider important in association with its relation to the process of legalization. Namely, the good or evil quality of intention during the practice effects the result of the practice. There are traditions (hadith) indicating the importance of the intention as well as direct or indirect verses on the subject. The most famous of these traditions is this one: “deeds are rewarded by intention”. This tradition explains concisely the Islamic view on the relationship between practice and intention and it clearly expresses that the practice is actually an embodied form of the intention and the practices will be rewarded by Allah. In this article, we will present the sanad (chain) and matn (text) of the tradition firstly and than report the interpretations on it in the exegeses as well the information that highlighting the importance of this tradition given by the muhaddiths (collector of hadith). Consequently, we will try to explain the reflections of the tradition on the science of fiqh by touching on the connection of fiqh-practice-intention. Key Words: intention, action, hadith, fiqh At›f©: Çilingir, Hamdi, “Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar”, ‹LEM Y›ll›k, y›l 2, say› 2, 2007, ss. 91-101 92 Hamdi Çilingir Girifl ‹slâm kültürü içerisinde gerek çeflitli ilimlerin flekillenmesinde, gerekse toplumun oluflumunda hadislerin önemli yeri olmufltur. ‹slâm ilimlerinin oluflum döneminde, özellikle ilk hicrî üç as›r dikkate al›nd›¤›nda bu hadislerin bir k›sm› birçok ilim dal› içerisinde yer al›p kullan›l›rken baz›lar› da vard›r ki daha çok belli disiplin veya çevrelerde yayg›nl›k kazan›p bilinir olmufltur. Örne¤in ‘Allah kat›nda en hofla gitmeyen helal, kad›n boflamakt›r’1 rivayeti daha çok f›k›h çevrelerinde yayg›nl›k kazan›p kullan›l›rken ‘Hz. Peygamber bir ay boyunca Ri’l ve Zekvâna beddua ederek kunut yapt›?2 rivayeti de daha çok hadisçiler aras›nda meflhur olmufltur. Ancak niyet hadisi diye bilinen ve makalemize konu olan bu hadis ise, hemen hemen bütün ‹slâm ilimleri içerisinde çokça kullan›lan ve farkl› anlam boyutlar› olan bir hadistir. Gerçekten de baflta hadis ilmi olmak üzere f›k›h, tefsir, tasavvuf gibi birçok ‹slâmî ilimler içerisinde bu hadisin farkl› konularda farkl› yerlerde kullan›ld›¤›n› tespit etmemiz mümkündür. Furû-› f›k›h alan›nda özellikle talâk (boflama), namaz, zekât, kas›tl›-kas›ts›z katl gibi meselelerde, tasavvuf edebiyat›n›n birçok konusunda, flerh edebiyat›nda, özellikle Âdâb eserlerinde niyet hadisine rastlamak mümkündür. Bunun yan›nda halk dilinde de çok yayg›n olmas› sebebiyle bu hadisin gerçekten her alanda meflhur olup yayg›nl›k kazand›¤›n› söyleyebiliriz. Muhaddisler te’lif ve tasnif ettikleri eserlerine bu hadisle bafllamay› adet edinmifller, özellikle k›rk hadis edebiyat›na dair eserlerde ilk hadis olarak bu hadise yer vermifllerdir. Niyet hadisi, Hanefiler ve fiafiiler aras›nda farkl› anlafl›lmas›yla hükümlerde de farkl›l›¤a yol açm›flt›r. Hemen hemen bütün ‹slâm ilimlerine dair disiplinlerde tesadüf edebilece¤imiz bu hadis üzerine çal›flmak, bize ‹slâm Düflüncesine dair baz› ipuçlar› verecek ve bu miras›n anlafl›lmas›na katk› sa¤layacakt›r. Niyet Hadisi ve Sened Tahlili Niyet hadisi birçok kaynakta yer almaktad›r. Ama biz burada temel kaynaklar olmas› hasebiyle Kütüb-i Tis’a (aralar›nda Buhari ve Müslim’in de yer ald›¤› 9 temel hadis kayna¤›) içerisinde yer ald›¤› bölümlere dikkat çekmekle yetinece¤iz. Özellikle hadisin hangi bâb (konu) bafll›klar› alt›nda yer ald›¤›n› zikretmemiz, hadisin hangi konularda delil olarak kullan›ld›¤›na da k›smen iflaret etmek maksad›na mebnîdir. 1 Ebû Davûd, Talâk 3; ‹bn Mâce, Talâk 1. 2 ‹bnu’s Salâh Ebû Amr Osman b. Abdurrahman efl-fiahrazûrî, Ulûmu’l-hadîs (Mukaddimetü ‹bni’s-Salâh) (thk. Nureddin Itr), Beyrut 2002, s. 267. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar Buhari bu hadisi el-Câmiu’s-sahih adl› eserinde ‘Bed’ul-vahy (vahyin bafllang›c›), 1’ , ‘‹man, 41’, ‘Nikâh, 5’, ‘Menâk›bu’l-ensâr (Ensar’a dair rivayetler), 45’, ‘Itk (Kölelerin azad edilmesi), 6’, ‘Eymân (Yeminler), 23’, ‘Hiyel, 1’ bölümlerinde, Müslim ‘‹maret (Yönetim), 45’ te, Ebû Davûd ‘Talâk (Boflanma), 11’ de, Tirmizî ‘fezâilü’l-cihad (Cihad›n faziletleri), 16’ da, Nesai ‘Taharet (Temizlik), 60’, ‘Talâk, 24’, ‘Eymân, 19’ da, ‹bn Mace ‘Zühd, 26’ da zikretmifltir. Biz burada hadisi Buhari’nin ‘Bed’ul-vahy’ bölümünde verdi¤i laf›zlar›yla kaydediyoruz. Ömer b. Hattab (ra)’dan rivayet edilen bir hadiste Hz. Peygamber flöyle buyuruyor: “Ameller niyetlere göredir, herkese niyet etti¤i fley vard›r. Bu nedenle kimin hicreti, elde edece¤i dünyaya veya evlenece¤i kad›na ise, onun hicreti hicret etti¤i fleye olur”3 Hadisin Senedi Burada tüm kaynaklar›n ayr› ayr› senedini tetkik etmek s›n›rlar›m›z› zorlayaca¤›ndan biz Buhari’nin senedlerini bir flema ile gösterece¤iz. Ard›ndan da Muhaddislerin bu hadisin senedine dair hükümlerini genel olarak aktaraca¤›z. 3 Buhârî, Bed’ü’l-vahy 1, Îmân 41, Nikâh 5, Menâk›bu’l-ensâr 45, ‹tk 6, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, ‹mâret 155. Ayr›ca bk. Ebû Dâvûd, Talâk 11; Tirmizî, Fezâilü’l-cihâd 16; Nesâî, Tahâret 60; Talâk 24, Eymân 19; ‹bni Mâce, Zühd 26. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 93 94 Hamdi Çilingir ‹bn Salah, hadis usûlüne dair eserinde meflhur hadisi ‘sahih meflhur’ ve ‘sahih olmayan meflhur’ diye ikiye ay›r›r ve sahih meflhur hadise örnek olarak niyet hadisini verir.4 Eserinin bir baflka bölümünde isnad›n›n ilk taraf›n›n garîb* di¤er taraf›n›n ise meflhur olan hadise örnek olarak yine niyet hadisini zikreder.5 Hadisin mütevatir oldu¤unu iddia edenlere de karfl› ç›kar ve bu hadisin mütevatir olmad›¤›n› belirtir.6 ‹bn Hacer de bu hadisin mütevatir oldu¤unu söyleyenlerin yan›ld›¤›n› belirtir.7 Buhari flârihi Kastallani de bu hadisin çeflitli tariklerine iflaret etmifl sonra da ‘müsned olarak bu hadisin sadece Hz. Ömer tarikiyle geldi¤inde ittifak edilmifltir.’ demifltir.8 ‹bn H›bban ise hadisin senedi konusunda flöyle demifltir; “Ameller niyetlere göredir” hadisini yaln›zca Medineliler rivâyet etmifltir. Bu hadisi ne Irak, ne Mekke, ne fiam ne de M›s›r ulemas› rivâyet etmifltir.9 (Hadis Yahya b. Said el-Kattan’dan sonra meflhur seviyesine yükselmifltir) Bu de¤erlendirmelerden de anlafl›lmaktad›r ki ‘niyet hadisi’ hadis usûlüne göre isnad›n›n bafllang›c›nda Yahya b. Said’e kadar ‘garib’10 iken sonradan ‘meflhur’ seviyesine yükselmifltir. Metin Tahlili ‘Niyet hadisi’ ufak baz› farkl›l›klarla rivayet edilmifltir. Buhari, bu hadisi yedi konu bafll›¤› alt›nda yedi ayr› hocas›ndan ayr› ayr› zikreder ve her defas›nda laf›z farkl›l›klar›n› yans›tmaya çal›fl›r. Mesela baz› rivayetlerde düflerken11, fleklinde olan laf›z baz› rivayetlerde niyet tekil olarak12 fleklinde gelmifltir. ‹bn Hacer’in belirtti¤ine göre ço¤u rivayetlerde niyet tekil olarak gelmifltir. 4 ‹bnu’s Salâh, age, s. 265. * Garîb hadis, hadis usûlünde isnad ile ilgili bir kavramd›r. Genelde hangi tabakadan olursa olsun bir ravinin tek bafl›na rivayet etti¤i hadis olarak tarif edilmifltir. Bu manada ferd-i nisbî’nin öteki ad›d›r. 5 ‹bnu’s Salâh, age, s. 271. 6 ‹bnu’s Salâh, age, s.268. 7 ‹bn Hacer Ebü’l-Fazl fiehabeddin Ahmed ‹bn Hacer el-Askalani, Fethu’l-bâri bi-flerhi Sahihi’l-Buhari, I-XXVIII (iki cilt bir arada toplam 14 cilt), Kahire, 1978, c. I, s.32. 8 ‹bn Salâh, ulûmu’l-hadis (thk. Nureddin Itr), Nureddin Itr’›n dipnotu, s. 77; Kastallâni, ‹rflâdu’s-sari, c.I s. 7576. 9 Cürcani, Ali b. Muhammed b. Ali, Mustalahu’l-hadis, Thk. Ahmed Mustafa Kas›m et-Tahtavi, Kahire. s. 67-68. 10 Hadis usûlünde ‘garib’, genelde hangi tabakadan olursa olsun bir ravinin tek bafl›na rivayet etti¤i hadis olarak tarif edilir. Sadece bir ravi taraf›ndan rivayet edilen hadis, bir benzeri baflka raviler taraf›ndan rivayet edilmedi¤i, yahutta di¤er rivayetler ona ayk›r› oldu¤u için tek kalan manas›nda garib ismini alm›flt›r. 11 Buhari, ‹man 41, Nikâh 5, Menâk›bu’l-ensâr 45. 12 Buhari, ‹man 41, Menâk›bu’l-ensâr 45, Itk 6, Eyman 23. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar 13 Buhari’nin Nikâh bölümüne ald›¤› rivayette ise her ikisi tekil olarak lafz›yla varid olmufltur. Buhari’nin d›fl›ndaki kaynaklarda da baz› laf›z de¤ifliklikleri vard›r ancak bütün bunlar› aktarmak konumuz s›n›rlar›n› aflaca¤›ndan burada aktarmay› uygun görmüyoruz. Sebeb-i Vürûda Dair Hadisin vürûd sebebiyle ilgili olarak, baz› kaynaklarda flu aç›klamalar bulunmaktad›r: Sahabilerden biri, Ümmü Kays adl› bir han›mla evlenmek ister. Fakat o günlerde Ümmü Kays Medine’ye hicret etmeyi düflünmektedir. Kendisiyle evlenmek isteyen sahabîye, niyeti ciddi ise Medine’ye hicret etmeyi ve orada evlenmeyi teklif eder. Mekke’deki kurulu düzenini terk etmeyi henüz düflünmeyen o sahabi Ümmü Kays’la evlenmek arzusuyla Medine’ye hicret etmek zorunda kal›r. Bu durumu bilen sahabiler, o flahsa Ümmü Kays’›n muhaciri manas›nda “Muhaciru Ümmü Kays” lakab›n› takm›fllard›r.14 Ancak ‹bn Hacer hadisin bu hâdise üzerine söylendi¤ini gösteren sarih ifadenin olmad›¤›n› söylemifltir.15 Yine ‹bn Hacer, bu hadisin söylenme sebebi olarak zikredilen Ümmü Kays hikâyesinin Said b. Mansur ve baflka bir tarikle Taberanî taraf›ndan rivayet edildi¤ini, (Taberani’nin) isnad›n›n Buhari ve Müslim’in flartlar›na göre de sahih oldu¤unu ancak bu rivayette niyet hadisinin bu olaya istinaden söylendi¤ine dair bir fleyin olmad›¤›n› belirtir.16 Niyet Hadisi ve Yorumu Amel ve niyet gibi çok boyutlu iki kavram› içermesi ve bu ikisinin birbiriyle irtibat›na de¤inmesi itibariyle ‘ameller niyetlere göredir’ hadisinin önemine pek çok alim çeflitli sözlerle dikkat çekmifltir. Ebû Abdullah , bu hadis hakk›nda “Rasulullah’›n haberleri aras›nda, bundan ahkamca daha cami’, manaca daha zengin, has›l etti¤i faideleri daha çok olan bir baflka hadis mevcut de¤ildir.” derken,17 Abdurrahman b. Mehdi, fiafi’, Ahmed b. Hanbel, Ali b. el-Medenî, Ebû Dâvûd, Tirmîzi, Dârekutnî gibi alimler, bu hadisle ‹slamiyet’in üçte birini anlaman›n mümkün oldu¤unu belirtmifllerdir.18 ‹bn Mehdî, bu hadisin otuz konuyla ilgisi oldu¤unu söylerken ‹mam fiafi13 Buhari, Nikâh 5. 14 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 30; Aynî Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed B.Musa el-Hanefi Ayni, Umdetü’l-karî flerh-i Sahihi’l-Buhari, Kahire ,!972 c.I, s. 31; 15 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 30. 16 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 30. 17 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 31 18 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 31 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 95 96 Hamdi Çilingir î ise yetmifl ayr› konuyla ilgisi oldu¤unu söylemifltir.19 Ebû Dâvûd ise dinî hususlarda 4 hadisin insana kâfi gelece¤inden bahsetmifl ve bu dört hadisten ilki olarak ‘ameller niyetlere göredir’ hadisini zikretmifltir.20 Niyet, lügatte, kast etme,21 kalbin bir fleye azmetmesi22, yönelmek gibi manalara gelir. Terim olarak ise niyet; Allah’›n r›zas›n› isteyerek Allah’›n emrini yerine getirmek için kalbin yap›lacak ifle yönelmesi olarak tan›mlanm›flt›r.23 ‹slâm dini, insan›n fiillerini yönlendiren ve idare eden niyeti ayn› zamanda bu fiillerin sonuçlar›yla da irtibatland›rm›fl ve fiillerin ecrini, mükâfat veya cezas›n› niyete göre kabul prensibini benimsemifltir. Yap›lan ibadet veya herhangi bir iflin yaln›z Allah r›zas› için yap›lmas›n› emrederken insanlar›n takdir ve teveccühünü kazanmak için yap›lan ifller yerilmifltir. Salih bir niyetin belli sebeplerle amele dönüflememesi halinde niyet eden kimsenin o ifli yapm›fl gibi ecir alaca¤›n› bildiren müjdeler yan›nda24 yap›lan iyi ifllerin Allah r›zas›na de¤il de baflka sebeplere dayanmas› halinde umulan ecrin al›namayaca¤›n› haber veren rivayetler25 bize amel için ihlâsl› bir niyetin ne kadar önemli oldu¤unu göstermektedir. Hadiste geçen “Herkese niyet etti¤i fley vard›r.” cümlesi baz› alimlere göre “Ameller niyetlere göre de¤erlendirilir.” cümlesini tekid etmek için söylenmifltir.26 Nevevî ise bu cümlenin “niyet edilen fleyin (menvî) tayin edilmesinin flart oldu¤u aç›klamak üzere zikredildi¤ini belirtmifltir.27 Hadisin son k›sm›nda bahsedilen hicret, Mekkeli müslümanlar›n Medine’ye hicretidir. Bir yerden baflka bir yere göç etmek28 demek olan hicret tam olarak kiflinin herhangi bir fleyden bedenen, lisanen veya kalben ayr›l›p uzaklaflmas›” fleklinde tarif edilmifltir. Ist›lah olarak genelde Allah Teâlâ’n›n nehyetti¤i fleyleri terk edip yapmamak, özelde ise gayri Müslim ülkeden ‹slam ülkesine göç etmektir.29 19 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 31 20 Dâvûdo¤lu Ahmed, Sahihi Müslim Terceme ve flerhi, IX, 118-119. 21 ‹bn Manzûr Muhammed b. Manzûr el-‹frikî el-M›srî, Lisanu’l-Arab. “nevâ” maddesi, I-XV, Beyrut. 22 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 34 23 Kastallani, ‹rfladu’s-sârî I, 52 24 Müslim, ‹mare, 92. 25 Müslim, ‹mare, 152. 26 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 36 27 Nevevî Muhyiddin Yahya b. fieref b. Hasen b. Hüseyn en-Nevevî, el-Minhâc fî flerhi Sahihi Müslim, I-XVIII, XIII, 54. 28 ‹bn Esîr, en-Nihâye “hcr” md 29 ‹bn Esîr, en-Nihâye “hcr” md ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar Niyet Hadisi ‹le Eserlere Bafllamak ‘Niyet’ hadisi’nin Kütüb-i Tis’ada yer ald›¤›n› ve farkl› konu bafll›klar› alt›nda zikredildi¤ini söylemifl, muhaddislerin bu hadisin önemine dikkat çeken sözlerine yukar›da yer vermifltik. Bu bafll›¤› açmam›z›n nedeni, bu konudaki daha baflka baz› mülâhazalar› aktarmakt›r. Muhaddisler tasnif edilen eserlere bu hadisle bafllanmas›n› tavsiye etmifllerdir. Buhari bu sebepten olsa gerek ilk konu bafll›¤› olan‘Vahyin bafllang›c›’ bölümüne ‘niyet’ hadisi ile bafllar. ‹bn Hacer’in aktard›¤›na göre Buhari’nin bu bafll›k alt›nda ‘niyet’ hadisini zikretmesi hakk›nda yorumlar yap›lm›fl ve baz› alimler bu hadisin konuyla irtibat› olmad›¤›n› belirtmifllerdir. Mesela ‹bn Reflid bu konuda flöyle demifltir; ‘Buhari bu hadisi (bu bölümün bafl›nda) zikretmekle sadece niyetinin halis oldu¤unu ifade etmek istemifltir, ancak konu bafll›¤› ile bir münasebetini kurmak zordur.’ Buna karfl›n ‹bn Hacer bunun hikmetlerine çeflitli aç›lardan de¤inmifl ve konu bafll›¤› ile hiç de uyumsuz olmad›¤›n› ispatlamaya çal›flm›flt›r.30 Görüldü¤ü gibi ‹bn Reflid, Buhari’nin, niyetinin hâlis oldu¤unu göstermesi için bu hadisi bafla ald›¤› kanaatindedir. Gerçekten bu tutum Buhari’den sonra baz› muhaddisler taraf›ndan sürdürüldü¤ü gibi Buhari’den önce de bu tavr›n varl›¤›n› gösteren deliller vard›r. Mesela ‹bn Hacer’in verdi¤i bilgiye göre h.198’te vefat eden Abdurrahman b. Mehdi, bu hadisin her bab’›n (konunun) bafl›na konulmas›n› tavsiye etmektedir.31 Yine hicri 2. yüzy›lda yaflam›fl olan ve ‘el-Cami’u’s-sahih’ adl› eseri günümüze kadar ulaflm›fl olan Rebi b. Habib (v. 170) eserine bu hadis ile bafllam›flt›r.32 Bu her iki örnek de bize daha erken dönemden itibaren muhaddislerin eserlerini tasnif etmekteki amaçlar›n›n halis bir niyete dayand›¤›n› göstermek için eserlerine bu hadisle bafllad›klar›n› göstermektedir. K›rk Hadis Edebiyat›na da bak›ld›¤›nda Nevevî’nin K›rk Hadisi baflta olmak üzere bir ço¤unun bu hadisle bafllad›¤›n› ortaya ç›kacakt›r. Nitekim hayat›nda idari görevlerde de bulunmufl olan Osmanl› son dönem düflünürlerinden Mehmet Arif Bey’in (v. 1315/1897) ‘Bin Bir Hadis-i fierif fierhi’ adl› eserine bafllarken bu hadis ile bafllamas› ve bunun bir gelenek oldu¤unu ifade etmesi, bu gelene¤in süregeldi¤inin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.33 30 Fethu’l Bari, c. I, s. 29-30 31 Fethu’l Bari, c. I, s. 31. 32 Rebi b. Habib, el-Câmi’u’s-sahih, Bâb fi’n niye, yay. haz. Muhammed ‹dris, Beyrut, 1985. s. 23. 33 Mehmed Arif Bey, Hadisleri Anlamada Toplumsal Boyut, Yay›nlayan ‹brahim Hatibo¤lu, ‹stanbul 2000, s.35. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 97 98 Hamdi Çilingir F›k›h, Niyet, Amel K›saca ‘tafsîlî fler’î delillerden istinbat edilen fler’i amelî hükümleri bilmek’34 olarak tarif edebilece¤imiz f›k›h ilmi usûl ve furû olmak üzere iki faaliyet alan›na sahiptir. F›kh›n do¤rudan amel ile ilgilendi¤i ve amelin de yukar›da belirtti¤imiz gibi niyetle çok s›k› bir flekilde irtibatl› oldu¤u göz önünde bulunduruldu¤unda ‘niyet hadisi’nin özellikle furû-u f›k›h alan›nda pek çok konuda kullan›ld›¤› tespit edilecektir. Özellikle talâk, taharet, namaz, zekât, kas›tl›-kas›ts›z katl gibi meselelerin izah›nda bu hadise s›kça at›f yap›ld›¤›n› görüyoruz. Sadece at›f yap›lmakla kalmamakta, mezhepler aras›nda baz› farkl› yaklafl›mlar›n temelini de oluflturmaktad›r. Biz burada seçti¤imiz konu etraf›nda bu hadisin farkl› anlafl›lmas› sonucunda mezhepler aras›nda nas›l farkl› hükümlerin ortaya ç›kt›¤›n› örneklendirmeye çal›flacak ve böylece bu hadisin f›k›h alan›ndaki yans›malar›na iflaret etmeye çal›flaca¤›z. Mâlikî mezhebinin önde gelen f›k›hç›lar›ndan ‹bn Rüfld (v. 595), Bidâyetu’l-müctehid adl› eserinde mezheplerin taharet ile ilgili görüfllerini flu flekilde özetliyor; Abdestin flartlar›yla ilgili meselelerden ilki (fludur); alimler, ‘oysa onlara yaln›zca, içtenlikle, dini yaln›z Allah’a özgü k›larak O’na kulluk etmek…buyrulmufltu’ (98/5) ayetine istinaden ibadetlerde niyetin flart oldu¤unu kabul ettikten sonra niyetin, abdestin s›hhat flartlar›ndan olup olmamas› konusunda ihtilâf ettiler. fiafii, Malikî, Hanbelî, Ebu Sevr ve Davud (ez-Zahirî) nin mezhebine göre ‘ameller niyetlere göredir’ hadisine istinaden (abdestte) niyet flartt›r. Ebu Hanife ve (Süfyan) es-Sevrî’nin mezhebine göre ise flart de¤ildir. Bu konudaki ihtilâf flundan kaynaklanmaktad›r; Abdest mahza ibadet midir? Yani makûlâta girmeyip namaz ve di¤er ibadetler gibi sadece kurbet manas› m› vard›r? yoksa necaseti temizlik gibi makûlâta dahil bir konu mudur? Mahza ibadetin ancak niyet ile sabit olaca¤›nda ve manas› makûlât içinde de¤erlendirilebilecek ibadetlerin (s›hhati) için niyete muhtaç olmad›¤›nda alimler ittifak etmifltir. Abdest, bu iki ibadet çeflidine de benzer. ‹flte abdestin, hem ibadet hem de temizlik boyutu oldu¤u için ihtilaf meydana gelmifltir. 35 ‹bn Rüfld’ün abdest konusundaki mezheplere dair bu tespitini Hanefî ve fiafii literatürlerinden birer örnekle delillendirmeye çal›flal›m. ‹bn Rüfld’ün de de¤indi¤i gibi baflta fiafiiler olmak üzere Malikî ve Hanbelî mezhebi ‘ameller niyetlere göredir’ hadisine istinaden abdestte niyeti flart koflmufllard›r. Bu konuda ‹mam fiafii’nin görüflünü ‹smail b. Yahya el-Müzenî flu flekilde aktar›yor; 34 Zekiyyüddîn fiaban, ‹slâm Hukuk ‹lminin Esaslar› (çev ‹brahim Kâfi Dönmez), Ankara 2003, s. 27. 35 ‹bn Rüfld, Bidayetü’l-müctehid,c.I, s. 33. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar (‹mam) fiafii flöyle demifltir. “Gusül, abdest ve teyemmüm niyetsiz sahih olmaz.” Abdestin niyetsiz de sahih oldu¤unu söyleyenlere (Hanefîlere) karfl› ise Rasûlullah’›n “Ameller niyetlere göredir’ hadisini delil getirmifltir. Teyemmüm nas›l niyetsiz sahih olmazsa, yine bir temizlik olan abdest de niyetsiz sahih olmaz. (bir kimse) (abdeste) niyet edip abdest alsa ve sonra niyetini unutsa, (abdest için de¤il de yaln›zca) temizlik ve taharete niyet etmek sabit olmad›kça onun için tek niyeti (abdest) için geçerli olur. (yaln›zca temizlik) için niyet etmiflse tekrar abdeste niyet ederek temizlenmesi gerekir. 36 Bu konuda farkl› düflünen Hanefilerin delilini ise Hanefî fakihlerinden Serahsî (v.483) ‹mam fiafii’nin de görüflünü naklettikten sonra buna itiraz ederek kendi görüfllerini flu flekilde ifade etmektedir; Bizim delilimiz Kur’an’daki abdest ayetidir, orada guslün ve meshin flartlar› bildirilmifltir, burada niyet flart› yoktur, niyeti (abdest için) flart koflmak (Kur’an) nass›na ziyade olur ki Kur’an ayetinde niyetin flart oldu¤una dair bir delil yoktur. Kur’an’a ziyade (hükümler) haber-i vahid ile veya k›yas ile sabit olmaz. Teyemmüm ise farkl›d›r. Zira teyemmüm, sözlükte niyet/kas›ttan ibarettir. Allah Teâlâ flöyle buyuruyor: “velâ teyemmemû el-habise minhu tünfikûne” buradaki laf›zda niyetin flart oldu¤u görülüyor çünkü su ile temizlik (abdest), pisli¤i temizlemek gibidir…37 Yukar›daki örneklerden de ç›kar›labilece¤i gibi Hanefîler bu hadise dayanarak “Amellerin kemal derecesine ulaflmas› niyete ba¤l›d›r” hükmünü ç›karm›fllard›r.38 fiafiîler ise ayn› hadisten “Amellerin sahih olmas› niyetlere ba¤l›d›r.” hükmüne varm›fllard›r.39 Bu duruma göre fiafiîlerin dininin emretti¤i yahut yasaklad›¤› ifllerden her birinin ancak niyete ba¤l› olarak sahih olaca¤›n›, niyetsiz bir amelin fler’î bir de¤er tafl›mayaca¤›n› ifade etmifllerdir. Hanefiler de temelde Namaz, zekât gibi mahza ibadetler için niyetin s›hhat flart› oldu¤unu kabul etmekle birlikte, abdest ve gusül gibi as›l ibadetlere vesile ve mukaddime say›lan ikinci derecedeki ibadetler için ise niyet flart de¤ildir.40 Görüldü¤ü üzere ‘niyet’ hadisinin farkl› yorumlanmas› sonucunda Hanefî mezhebinde abdest için niyet bir s›hhat flart› de¤il bir sünnet olarak kabul edilirken, di¤er üç mezhepte abdeste niyet s›hhat flart› olarak kabul dilmektedir. 36 el-Maverdi Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib Maverdi, el-Havi’l-kebir huve flerhu muhtasari’l-Müzeni (Müzenî’nin muhtasar› ile birlikte), Beyrut 1994 c. I, s. 87. 37 Es-Serahsî, el-Mebsut, Bab el-vudû ve’l gusl. 38 ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî I, 35; Aynî, Umdetu’l-kârî I, 33 39 Nevevî, fierhu Sahihi Müslim XIII, 54; ‹bn Hacer, Fethu’l-bârî, I, 35; Aynî, Umdetu’l-kârî I, 35; Kastallani, ‹rfladu’s-sârî I, 52 40 Kastallani, ‹rfladu’s-sârî I, 52 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 99 100 Hamdi Çilingir Yine bu hadise istinaden baz› f›khî hükümlerin istinbat edildi¤ini görüyoruz. Mesela Cumhura göre Ramazan’›n her günü için ayr› ayr› niyet etmek flartt›r. ‹mam Malik, müflarun ileyh hadisle istidlal ederek, bütün Ramazan günleri için ay›n bafl›nda bir niyetin kafî gelece¤ini söylemifltir.41 Ebû Hanife, Süfyan es-Sevrî ve Malik, mezkur hadisi huccet getirerek, kendi hacc›n› ifa etmemifl olan kimsenin, baflkas› yerine hac yapmas›n›n caiz oldu¤unu söylemifllerdir.42 fiafiî, Ahmed b. Hanbel, ‹shak b. Rahuye ve Evzâî’ye göre kendi farz hacc›n› ifa etmemifl olan kimsenin baflkas›n›n yerine hac yapmas› sahih de¤ildir.43 Bu konu bafll›¤› alt›nda son olarak zikretmek istedi¤imiz fley de, Mecelle-i Ahkâm-› Adliye’nin ilk maddesi olan “Bir iflten maksat ne ise hüküm ona göredir” genel küllî kaidesinin bu hadisten istinbat edilmifl oldu¤udur.44 Sonuç ‹slâm dini niyeti, ifllenen bir amelin ruhu gibi kabul etmifl ve amellerde niyetin yaln›z Allah r›zas› olmas› gerekti¤ini vurgulam›flt›r. Mahza ibadetlerde niyet amelin/ibadetin bir rüknü iken ibadet d›fl›nda yap›lan ifllerde niyetin Allah’›n r›zas›n› kazanmak olmas› gerekti¤i tavsiye edilmifl ve bu niyetle yap›lan amellerin bir ibadet hüviyetine haiz oldu¤u müjdelenmifltir. Müslüman›n niyet edip de herhangi bir engelden dolay› yapamad›¤›na, niyet etti¤i kötü bir iflten vazgeçip tevbe edene sevap verilece¤i bildirilirken yapt›¤› ifllerde niyetinin ne oldu¤una göre karfl›l›k verilece¤i bildirilmifl ve böylece niyetin önemine dikkat çekilmifltir. ‘Ameller niyetlere göredir’ hadisi ‹slâm düflüncesinde hemen hemen bütün ‹slâmi disiplinlerde çokça kullan›lan bir hadis olarak yerini alm›fl, Hanefîler ve di¤er üç mezhep aras›nda baz› farkl› hükümlerin kayna¤› olmufl, muhaddislerin tasnif ettikleri eserlerde çeflitli konu bafll›klar›nda yer almakla birlikte eserleri tasnifte niyetlerinin halis oldu¤una iflaret etmek üzere eserlerinin bafl taraf›na konulmufl ve bir çok alim bu hadisin ifade etti¤i derin anlama iflaret için mübala¤al› teflbihler yapm›fllard›r. Mecelle gibi bir hukuk mecmuas›n›n da ilk maddesini teflkil etmesi de bu hadisin günlük hayat›m›zda ne kadar anlaml› oldu¤una delalet eder. Makalemizin bafl›nda da belirtti¤imiz gibi bu hadisin özellikle f›k›h, tasavvuf ve âdab kitaplar›nda hangi ba¤lamlarda yer ald›¤›n› ve ne gibi yorumlarla zenginlefltirildi¤ini araflt›rmak ve bunu ortaya koymak güzel mahsuller ortaya ç›karacakt›r kanaatindeyiz. 41 Aynî, Umdetu’l-kârî, I, 36. 42 Aynî, Umdetu’l-kârî I, 36; Dâvûdo¤lu Ahmed, Sahihi Müslim Terceme ve flerhi, IX, 120 43 Aynî, Umdetu’l-kârî I, 36; Dâvûdo¤lu Ahmed, Sahihi Müslim Terceme ve flerhi, IX, 120 44 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuku ‹slamiyye ve Ist›lahat› F›khiyye Kamusu, I, 254-255 ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Niyet Hadisi Üzerine Mülâhazalar Kaynakça Ebû Dâvûd, Süleyman b. el-Efl’as es-Sicistânî, Sünen, 1998, Riyad. Tirmizi, Ebû ‹sa Muhammed, Sünen, 1998, Riyad. ‹bn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezid el-Kazvinî, Sünen, 1998, Riyad. el-Buhari, Muhammed b. ‹smail, el-Câmiu’s-sahih, 1999, Riyad. Müslim, Ebu’l-Hüseyn el-Haccâc el-Kufleyrî, el-Câmiu’s-sahih, 1998, Riyad. Nesâî, Ebû Abdurrahman Ahmed b. fiuayb, Sunen, I-IX (Thk. Abdulfettah Ebû Gudde), 1986, Haleb. ‹bn Manzûr, Muhammed b. Manzûr el-‹frikî el-M›srî, Lisanu’l-Arab, I-XV, Beyrut. Kastallanî, Ahmed b. Muhammed el-Hatîb el-Kastallanî, ‹rfladu’s-sârî, I-XV, Beyrut 1990 ‹bn Hacer, Ebü’l-Fazl fiehabeddin Ahmed ‹bn Hacer el-Askalani (852/1449), Fethü’l-bari bi-flerhi Sahihi’l-Buhari ; göz.geç. Taha Abdürrauf Sa’d, Mustafa Muhammed Hevari, Seyyid Muhammed Abdülmu’ti. Kahire : Mektebetü’l-Külliyyati’l-Ezheriyye, 1978/1398 ‹bnu’s Salâh Ebû Amr Osman b. Abdurrahman efl-fiahrazûrî, Ulûmu’l-hadîs (Mukaddimetü ‹bni’s-Salâh) (thk. Nureddin Itr), Beyrut 2002. Cürcani, Ali b. Muhammed b. Ali, Mustalahu’l-hadis, Thk. Ahmed Mustafa Kas›m et-Tahtavi, Kahire. Aynî, Ebû Muhammed Bedreddin Mahmûd b. Ahmed B.Musa el-Hanefi Ayni, Umdetü’l-karî flerhi Sahihi’l-Buhari, Kahire 1972. Dâvûdo¤lu Ahmed, Sahih-i Müslim Terceme ve flerhi, I-XI, ‹stanbul 1978 En-Nevevi, Muhyiddin Yahya b. fieref b. Hasen b. Hüseyn en-Nevevî, el-Minhâc fî flerhi Sahihi Müslim, I-XVIII, (tarihsiz) ‹bn Esir, Mecdüddin Muhammed el-Cezerî, en-Nihâye fî ¤arîbi’l-hadîs ve’l-eser, I-V, Thk. Tahir Ahmed ez-Zâvî, Mahmud Muhammed et-Tenâhî, M›s›r, (tarihsiz). Rebi b. Habib, el-Câmiu’s-Sahih, yay. haz. Muhammed ‹dris, Beyrut, 1985. Mehmed Arif Bey, Hadisleri Anlamada Toplumsal Boyut, yay. ‹brahim Hatibo¤lu, ‹stanbul 2000. Zekiyyüddîn fiaban, ‹slâm Hukuk ‹lminin Esaslar› (çev ‹brahim Kâfi Dönmez), Ankara 2003. el-Maverdi, Ebü’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Habib Maverdi, el-Havi’l-kebir huve flerhu muhtasari’l-Müzeni (Müzenî’nin muhtasar› ile birlikte), Beyrut 1994. Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-› ‹slâmiyye ve Ist›lahat› F›khiyye Kamusu, ‹stanbul, 1988. es-Serahsî, Ebû Bekir Muhammed b. Ahmed Ebû Sehl el-Buhârî, el-Mebsût,(I-X) ‹stanbul 1982. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 101 102 Hamdi Çilingir ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi 3 MICHAEL E. MARMURA Çev. M. Fatih K›l›ç 1 ‹bn Sina, fiifâ adl› eserinin Metafizik bölümünde öncelik kavram›na iliflkin genifl bir tart›flma ortaya koyar1. Söz konusu tart›flmay› yapt›¤› bölümü ise “Önce, Sonra ve Varl›¤a Gelifl (Hudûs) Üzerine” fleklinde bafll›kland›r›r. Ad› geçen bölümde bir kez daha zikredilmeyen hudûs terimi2, fâil nedenin* önce gelmesi ve onun zorunlu sonucu** hakk›ndaki en uzun tart›flmaya iflaret etmektedir. ‹bn Sînâ’ya göre fâil neden, zamansal anlamda sonucundan önce gelmez; fakat sadece varl›kta (fi’l vücûd) önce gelir. Söz konusu bölüm, ziyadesiyle “ontolojik” öncelik kavram›n› aç›klamaya ve tan›mlamaya hasredilmifltir. 1 ‹bn Sina, fiifâ : ‹lâhiyât, nflr: G. Anawati, S. Dünya, Z. Zâyid ve ‹. Medkûr, Kahire 1960, c. I syf. 163-69. 2 Bununla birlikte ha-de-se fiili, söz konusu bölümde fâil si¤as› ile s›fat olarak bir kere geçmektedir (syf. 166 str 15). ‹bn Sînâ “özsel varl›¤a gelifl” anlam›ndaki zâtî hudûs ile “zamansal varl›¤a gelifl” anlam›ndaki zamansal hudûs aras›nda bir ayr›m yapar (‹bn Sînâ en-Necât, Kahire 1938, syf. 233; ayr›ca konuya iliflkin tamamlay›c› bir tart›flma için bkz. ‹lâhiyât, c. II, syf. 266-67 ve G. C. Anawati, “Hudûth al-‘Âlam”, Encyclo- 104 Michael E. Marmura ‹bn Sînâ girifl niteli¤inde flunlar› kaydeder (syf. 163, str. 4-6): fieylerden, tür olarak, onlar›n varl›k ve birlik konumlar› ile iliflkisi içerisinde bahsettikten sonra onlar›, özellikleri ve zorunlu ilinekleri aç›s›ndan söz konusu iki konum ile iliflkileri çerçevesinde ele almam›z uygun olacakt›r3. Öncelikle varl›¤a ait olanlardan bafll›yoruz. Öncelik ve sonral›k bunlardand›r. ‹fade biçiminden aç›kça ortaya ç›km›flt›r ki bu, analojik bir konuflma biçiminden baflka bir fley olmayan Porphyriosvâri fleyleri ortaya koymaktan ibarettir. (‹bn Sînâ’ya göre varl›k bir cins de¤ildir.) Bununla birlikte o, tart›flman›n metafiziksel çerçevesini pedia of Islam, ikinci bas›m, c. III, syf. 548). ‹bn Sînâ hudûs kavram›n› “yokluktan sonra varl›¤a gelifl” fleklinde tan›mlar. Bununla birlikte e¤er söz konusu olan “özsel varl›¤a gelifl” anlam›ndaki zâtî hudûs ise varl›k kazanan fleyin sonral›k (ba’diyye) ile iliflkisi zamansal de¤il özseldir. Bu ise Tanr›’dan baflka her fleyin kendinde mümkün varl›k olmas› dolay›s› iledir. Bu türden her varl›k da varl›¤›n› bir baflka fleyden elde eder. Çünkü onun do¤as› var olmay› kendinde içermez. Bilakis o, yoklu¤undan sonra varl›¤›n› haricî bir nedenden kazan›r. Fakat buradaki nedenin sonucu zamansal anlamda önce gelmez. Bu durum ister semavî ak›llar, nefisler ve küreler gibi ezelî olsun; isterse tikel göksel cisimlerin devinimi ve olufl bozulufl dünyam›zdaki bütün tikel olaylar gibi zamanda ve sonlu olsun Tanr› d›fl›ndaki her fleye uygulan›r. Bununla birlikte zamansal olaylar, özsel anlamda yokluk taraf›ndan öncelenmelerine ilave olarak zamansal anlamdaki yokluk taraf›ndan da öncelenirler. Dolay›s›yla onlar zâtî hudûsa örnek teflkil ettikleri gibi “zamansal varl›¤a gelifl” anlam›ndaki zamansal hudûsa de örnek teflkil ederler. ‹bn Sînâ sisteminde son derece esasl› bir ilke olan Tanr› d›fl›ndaki her varl›¤›n zâtî hudûsa iliflkin oldu¤u ortadad›r. Tam da bu noktada ‹bn Sînâ, Tanr› d›fl›ndaki bütün varl›klar›n zamanda ortaya ç›kt›¤›n› ve bu anlamda bir mebde’e, Tanr›’ya ihtiyaç duyduklar›n› savunan ‹slam kelâmc›lar›ndan farkl› düflünmektedir (en-Necât, syf. 243-44). ‹bn Sînâ bu flekilde düflünen kelâmc›lar›, yokluk taraf›ndan zamanda öncelenmifl mümkün varl›k tart›flmas›nda, bir nedene sahip olmay› gerektirmedi¤i düflüncesi ile zamansal anlamda yoklu¤un öncelemesi fikrini reddederek aç›kça elefltiriye tabi tutar. Çünkü bir nedenin, mümkün varl›¤›n yoklu¤unda herhangi bir etkisinden bahsedemeyiz; [onun etkisi varl›¤›nda ortaya ç›kar. Dolay›s›yla burada itibar mümkün varl›¤›n bir nedene ihtiyaç duymas›ndad›r; yoksa kendini zamansal anlamdaki yoklu¤un öncelemesinde de¤il.] Aç›kças› Tanr› d›fl›ndaki her fleyin varl›¤› kendinde, bir nedene sahip olmay› gerektiren anlamda mümkündür, baflkas› de¤il. Neticede [neden ile nedenliler aras›nda zamansal bir öncelik-sonral›k olmad›¤›ndan] neden ve nedenli [zaman aç›s›ndan] varl›kta beraberdirler. Bütün bunlardan anlafl›ld›¤› üzere hudûs kavram›, ‹bn Sînâ ile dönemin Müslüman kelâmc›lar› aras›ndaki görüfl ayr›l›¤›n› ifade eden anahtar bir kavramd›r. Söz konusu kavram›n bölümün bafll›¤›nda öncelikle yer al›yor olmas›, fâil nedenin önceli¤inin mâhiyeti ve zorunlu etkisi hakk›ndaki tart›flmalar hususunda filozofun kelâmc›lar› zihninde bulunduruyor oldu¤una iflaret eder. * Makalede geçen cause, yani orijinal Arapça karfl›l›¤› ile illet terimi için, Türkçe karfl›l›k olarak neden tercih edilmifltir. (çev.) ** Effect, yani ma’lûl terimi içinse sonuç veya nedenli karfl›l›klar› seçilmifltir. (çev.) 3 “Tür olarak, varl›k ve birlik konumlar› ile iliflki içerisindeki fleyler” cevher, nicelik ile niteliktir ve ‹lâhiyat’ta tart›fl›lm›flt›r (‹lâhiyat, c. I, syf.13, str. 12-17). ‹bn Sînâ flöyle der: “Metafizik disiplinin en baflta gelen konusu var olmas› bak›m›ndan varl›kt›r. Bu disiplinin meseleleri ise varl›¤a, hiçbir flart olmaks›z›n kendi olmakl›¤› bak›m›ndan iliflen fleylerdir. Bunlar›n bir k›sm› cevher, nitelik ile nicelik gibi tür olarak varl›¤a ait olan fleylerdir… Di¤erleri ise bir ve çok, kuvvet ve fiil, tümel ve tikel, mümkün ve zorunlu gibi varl›¤›n kendine özgü ilineklerdir.” ‹bn Sînâ bize, varl›¤a iliflkin konumun özellikler ve zorunlu ilinekler aç›s›ndan önce veya sonra olup olmad›¤›n› aç›kça belirtmez. Bununla birlikte, her ne kadar ‹bn Sînâ bu bölümde sadece zamansal öncelik iliflkilerinden bahsetse de onlar›n ba¤lant›l› oldu¤u ve bu ba¤lant›n›n ilinekler olarak karfl›m›za ç›kt›¤› ortadad›r (ilâhiyat, c. I, syf. 10). ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi bize hat›rlatmaya yard›mc› olur. Önceki bölümlerin birinde ‹bn Sînâ, metafizi¤in esas konusunu var olmas› bak›m›ndan varl›k fleklinde ortaya koymufltur4. Ard›ndan filozof, metafizi¤in varl›k oluflu bak›m›ndan varl›¤a iliflkin s›fatlar ve ona iliflenlerle iliflkili oldu¤unu5, bahusus, bu iliflenler aras›nda var olmas› bak›m›ndan öncelik ve sonral›ktan bahsederek aç›klamaktad›r6. Yukar›da al›nt›lanan girifl cümlelerini, pefli s›ra takip eden “öncelik” ve “sonral›k” kavramlar›n›n genifl tarifleri (syf. 163, str. 7-9) ve söz konusu iki kavram›n muhtelif yayg›n anlamlar›n›n aç›klamas› izler (syf. 164, str. 11)— ki bu büyük oranda Aristoteles’in Kategoriler, 12 ve Metafizik, V, !!’deki ifadelerine dayanan bir tart›flmad›r. ‹bn Sînâ, ard›ndan iki tür olarak ay›rt etti¤i ontolojik öncelik kavram›n› ortaya koyar. Birincisi, sonran›n varl›¤› için zorunlu bir flart teflkil eden öncedir (syf. 164, str. 12-17); ne var ki bu tür bir önce, sonra olan›n varl›¤›n› zorunlu olarak gerektirmez. Bu anlamda, çoklu¤un varl›¤› için zorunlu bir flart olmakla birlikte onun varl›¤›n› zorunlu olarak gerektirmemesi örne¤i ilk s›rada verilen örnektir. ‹bn Sînâ’n›n burada yapt›¤› tart›flma, terminoloji belli bir ölçüde farkl›l›k tafl›sa da esas itibariyle Aristoteles’in Kategoriler, 12, 14a 29-35’te yapt›¤› tart›flman›n ayn›s›d›r. ‹kinci tür ontolojik öncelik ise hem zorunlu olan hem de sonra olan›n varl›¤›n› zorunlu olarak gerekli k›lan flart› ifade eden önceliktir ve sonra olan›n nedenini teflkil eder. Bölümdeki en uzun tart›flma budur (syf. 164, str. 18 ve syf.169). Her ne kadar söz konusu tart›flma Aristoteles’ten sonraya uzansa da filozofun Kategoriler’inde tart›flman›n temellerini bulabiliriz. Kategoriler, 12, 14b 10-20’de Aristoteles birbirinin varl›¤›n› gerektiren fleylerden bahseder. O, sonuç olarak iki fleyden birinin herhangi bir biçimde di¤erinin nedenini teflkil etmesi halinde, o zaman do¤al olarak onu öncelemesinin akl›n gere¤i oldu¤unu ortaya koyar. Bunu kan›tlamak için ise söz gelimi bir insan›n varl›¤› gibi bir gerçeklik ile bu gerçeklik hakk›ndaki do¤ru bir cümle aras›ndaki iliflkiye iflaret eder. Her ne kadar do¤ru cümle7 ile insan›n varl›¤› karfl›l›kl› olarak birbirlerini gerektirse de bir anlamda cümlenin do¤rulu¤unun nedeni insan›n var olmas›d›r. Burada, ‹bn Sînâ’n›n analizini ön plana ç›karan temel bir düflünceye ulaflm›fl oluyoruz, yani, iki fley karfl›l›kl› olarak birbirinin varl›¤›na tekabül edebilir, bununla birlikte bunlardan birisi, di¤erinin nedeni olmas› itibariyle ontolojik olarak di¤erinin varl›¤›n› da önceleyebilir. 4 Bkz. dipnot 3. 5 ‹lâhiyât, c. I, syf. 25. Ayr›ca bkz. 4. dipnot 6 ‹lâhiyât, c. I, syf. 26, str. 13-16. ‹bn Sînâ flöyle der: “‹lke ve bafllang›ç hakk›ndaki görüflü belirgin k›laca¤›z. Ard›ndan öncelik, sonral›k, varl›¤a gelifl (hudûs) |bkz. yukar›daki 2. dipnot| hakk›nda konuflaca¤›z. …Bu ve benzeri fleyler varl›k oluflu bak›m›ndan varl›¤›n iliflenleridir.” 7 Aristoteles’in burada kulland›¤› ifadeye iliflkin bir yorum için bkz. J. L. Akrill, Aristotle’s Categories and De Interpretatione, London, 1963, syf. 11. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 105 106 Michael E. Marmura Bununla birlikte ‹bn Sînâ, Aristoteles’in örne¤ini kullanmaz. Üstelik o, Aristoteles’in illiyet teorisinde konuya iliflkin bir baflka hususiyeti vurgular—neden ve nedenlinin eflzamanl›l›¤› (Metafizik, V, 2, 1014a, 20f.). ‹bn Sînâ’y› burada daha çok ilgilendiren “zâtî fâil neden”in8 önceli¤i ile onun zorunlu neticesidir. Bunun yan› s›ra, filozofa göre ilineksel ve haz›rlay›c› anlamdaki nedenler nedenliyi zamanda öncelese de zâtî anlamdaki neden için ayn› fleyi söyleyemeyiz. Netice olarak ‹bn Sînâ, buradaki anlam› büyük ölçüde zâtî fâil nedenin, sonucundan önce olmas› çerçevesinde (a) neden ile nedenlinin zamanda birlikte var olduklar› ve (b) birinin varl›¤›n›n bir di¤erinin mevcudiyetinden ç›kabildi¤i fleklinde aç›klamakta ve tan›mlamaktad›r. Burada zikredilen her iki nokta da, klasik dönem ‹slâm kelamc›lar›, özellikle de Efl’ârî kelamc›lar taraf›ndan elefltiriye tabi tutulmufltur. Gerçek flu ki ‹bn Sînâ, söz konusu bölümde aç›k bir flekilde kelâmc›lara at›f yapmaz. Ne var ki, onlar›n yapt›¤› elefltirileri zihninde bulundurdu¤una iliflkin iflaretler de yok de¤ildir9. Böylece filozofun nedensel öncelik tart›flmas›n› ortaya koyduktan sonra, yapt›¤› elefltiriler ve kelamc›lara yönelik karfl› duruflu hakk›nda, fiifâ adl› eserinin baflka k›s›mlar›nda da aç›klamalarda bulundu¤u söz konusu bölümdeki tezi ile iliflki içerisinde, k›saca baz› noktalara de¤inece¤iz. 2 Efl’ârîler, al›fl›lageldi¤imiz üzere eflzamanl› olan nedenler ve sonuçlar olarak ele ald›¤›m›z gözlenebilir olaylar oldu¤unu inkâr etmemifllerdir. Fakat k›saca iflaret edecek olursak, bunlar Efl’ârîler için gerçek nedenler olmad›¤› gibi bu nedenlerin sonuçlar› da gerçek anlamda sonuç de¤ildir10. Yine de onlar nedenin varl›¤›n›n, sonucun var- 8 ‹bn Sînâ’n›n özsel fâil neden teorisi hakk›nda bir tart›flma için bkz. M. E. Marmura, “Ghazali and Demonstrative Science”, Journal of the History of Phylosophy, 3,2 (Ekim 1965) syf. 185-86. Bununla birlikte zât kavram› her zaman öze ve do¤aya iflaret etmez; bazen de ba¤›ms›z varl›¤a iflaret eder. Bkz. afla¤›daki 29. dipnot. 9 Yukar›daki bir dipnotta tart›fl›lm›fl olan, bafll›¤›n hudûs terimini içermesi bu anlamda güçlü bir iflarettir. Bir di¤er iflaret ise, k›saca ifade edecek olursak, filozofun, Efl’ârî kelamc›lar›ndan Bak›llânî’nin Temhîd adl› eseri ile paralellik arz eden aç›klamalara ve cevapland›rmalara yer vererek itirazi bir karfl›tl›k içinde teorisini ortaya koymas›d›r. 10 Bununla birlikte, Efl’ârîlere göre insan›n eyleme gücünün, fiilden önce de¤il de sadece onunla birlikte var olan bir statüsü vard›r. Öte yandan, insan gücü, iradesi ve fiili, Efl’ârî kelamc›lara göre sonradan olmad›r ve do¤rudan Tanr› taraf›ndan yarat›lan zamansal olaylard›r. Bu teoride, yarat›lm›fl olan insan gücünün, gerçek anlamda nedensel etkinli¤e sahip olup olmad›¤› |en az›ndan k›smen|, tart›flmaya aç›k görünmektedir. Bkz. M. E. Marmura, “Causation in Islamic Thought”, Dictionary of the History of Ideas, ed. Philip P. Wiener, New York, 1973, c. I, syf. 286-89. Hal böyle olunca Efl’ârîler için gerçek nedenler ve sonuçlar›n›n varl›¤› zamansal olay örnekleri aras›nda bulunabilir. Fakat Efl’ârî ö¤retide, yarat›lm›fl olan insan gücünün gerçek anlamda bir etkinli¤e sahip olup olmad›¤› flüphelidir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi l›¤›ndan ç›km›fl olabilece¤ini yok saymam›fllard›r. Onlara göre Tanr› d›fl›ndaki bütün varl›klar zamanda ortaya ç›km›flt›r ve bundan dolay› her ortaya ç›kan fleyin bir mebde’i gerektirmesi bedihi olarak apaç›kl›k kazanmaktad›r. Bu da onlar›n, Tanr›’n›n varl›¤›n› ispatlamadaki dayanak noktas›d›r. Kelâmc›lar daha ziyade (a) gerçek anlamdaki neden ile onun sonucunun eflzamanl› olarak var olmas› gerekti¤ine ve (b) sonucun varl›¤›n›n, nedenin varl›¤›ndan ortaya ç›kabilece¤ine karfl› ç›km›fllard›r. Onlara göre burada belirtilen her iki husus da kendilerinin reddetti¤i do¤al illiyet teorisinin sonuçlar›ndan baflka bir fley de¤ildir. Bu teori ise, nedensel hareketin, fâilin do¤as› ve özünün zorunlu sonucu olarak devam etti¤ini ileri sürer. Bu teoriye ba¤l›l›k bizi, âlemin ezeli oldu¤u düflüncesine götürür ki bu düflüncenin en üst örne¤i neden ile sonucun birlikte var olmas›d›r. Hal böyle olunca ezeli olan fâil, âlemi, kendi ezeli do¤as› gere¤i var etti¤i için nedenli, yani âlem de ezeli olmak zorundad›r. Efl’ârîler için ezeli âlem fikri, hayat›n, iradenin, bilgi ve kudretin ilâhî niteli¤inin inkâr› anlam›na gelir. Bu kelamc›lara göre bütün nedensel edimler, irade ile yaflam gücünün ve var olufl bilincinin katk›lar› sayesinde mevcudiyetini sürdürür. Gerçek flu ki, bütün nedensel olaylar, do¤rudan, Tanr›’n›n iradî yarat›msal edimlerine dayan›r. Bizim, al›flagelmifl oldu¤umuz üzere, nedenler ve sonuçlar olarak ele ald›¤›m›z gözlenebilir olaylar, asl›nda sadece birlikte bunan olaylard›r; her fley dolays›z olarak Tanr› taraf›ndan yarat›lmaktad›r. Nedenlerin sürekli düzenli olarak birlikte bulunmalar› kendinde zorunlu bir fley de¤ildir, onlar›n devaml› beraber gelmesi, [bizim için,] Tanr› taraf›ndan [o an] emredilen bir al›flkanl›kt›r (âdet). Âlem, geçmiflte, bafllang›c› belli olan zamansal bir anda yoktan (ex nihilo) yarat›lm›flt›r. Yarat›ld›¤› zaman ise ezelde Tanr›sal irâde taraf›ndan hükme ba¤lanm›flt›r. Âlemin varl›¤›, Bak›llânî’nin ortaya koydu¤u üzere, “sonraya b›rak›lm›fl” (delayed) bir edim olarak irade edilmifltir11. Bu teolojik durufl birtak›m delillerle desteklenmifltir. Bu delillerden ikisi ‹bn Sînâ’n›n nedensel öncelik tart›flmas› ile iliflkilidir. Bu iki delilden ilki ve daha iyi bilineni, düzenli olarak birlikte bulunan olaylar›n gözlenmesinin, zorunlu olarak nedensel bir ba¤lant› sa¤lamayaca¤›n› ifade eden tecrübî delildir. Bu delil en güçlü aç›klamas›na, ‹bn Sînâ’dan sonra gelen Gazâlî (v.111) ile kavuflacakt›r. Fakat söz konusu delilin ilk izlerine, erken dönem Efl’ârî eserlerinde, özellikle de Bâk›llânî’de (v.1013) rastlanmaktad›r12. Daha az bilinen; fakat ‹bn Sînâ’n›n tart›flmas› ile daha irtibatl› olan ikinci delil de Bâk›llânî’de bulunmaktad›r. Fakat izin verirseniz öncelikle ilk delilden bafllamak istiyorum. 11 Bâk›llânî, Kitâbü’t-Temhîd, nflr. Richard J. McCarthy, Beyrut, 1957, syf. 36, str. 7. ‹bn Rüfld’ün bu kavrama iliflkin kullan›m› için bir örnek olarak bkz. ‹bn Rüfld, Tehâfütü’t-Tehâfüt, nflr. M. Bouyges, Beyrut, 1930, syf. 7,9. 12 Bâk›llânî, Kitâbü’t-Temhîd, syf.43-44. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 107 108 Michael E. Marmura ‹bn Sînâ’n›n kendisi de, do¤ada bulunan düzeni gözlemenin, zorunlu olarak nedensel ba¤›nt›y› göstermedi¤ini bildirmektedir13. Öte yandan filozof, bu türden düzenli olarak birbirini takip eden olaylar› gözlemeden hareket ederek âlemde “sakl› bir tas›m” bulundu¤unu ve düzenli fleylerin kazara ya da tesadüfî olmas› halinde onar›n sürekli yahut ço¤u kere devam edemeyece¤ini kan›tlamaya çal›fl›r14. Sonra filozof, düzenli olaylar›n ard›nda yatan temel kayna¤›n, fleylerin do¤as›nda bulunan nedensel özellik oldu¤u sonucuna var›r. Bu ise Aristoteles’te kökleri bulunan epistemolojik bir kan›tt›r (Physics, ii, 196b 10-16). Bunun yan› s›ra ‹bn Sînâ, her mümkün varl›¤›n, sadece nedenli olmay›p ayn› zamanda onun varl›¤›n›n zorunlu oldu¤unu göstermek için metafiziksel bir kan›ta daha sahiptir. Bu ise, filozofun nedensel öncelik tart›flmas›na çok daha do¤rudan iliflkin olan bir kan›tt›r. Bu kan›ta, onun fiifâ adl› eserinin ‹lâhiyât15 bölümünde rastlar›z. ‹lgili yer flu flekilde aç›mlanabilir: Tanr›’dan baflka bütün varl›klar, kendilerinde sadece mümkündür: kendilerinde var olabilecekleri gibi olmayabilirler de. Fakat bu mümkün varl›klar, gerçek flu ki mevcutturlar. Kendi do¤alar› d›fl›ndaki bir fley onlar›, bu flekilde var olmamak yerine var olmak ile aç›kça belirlemifltir. Bu belirleyen ise onlar›n nedenidir. Kendinde mümkün; bununla birlikte “B” nedeni taraf›ndan varl›¤a getirilen “A” diye bir varl›¤›n oldu¤unu farz edelim. “A”, kendinde sadece mümkün olmas›na ra¤men “B” sayesinde, onu takip ederek zorunlu olmas› gerekir. E¤er böyle olmasayd›, o zaman “B”nin varl›¤› ile ve onunla iliflkisi içinde “A” mümkün olarak kal›rd›. Fakat, mademki “A” varl›k kazanm›flt›r o halde onun var olmas›n› belirleyen bir baflka “C” nedeni varsaymam›z gerekecektir. E¤er “A”, “C”nin sayesinde zorunlu k›l›nmam›fl olsayd›, o zaman da bir di¤er “D” nedeni varsaymam›z gerekecekti. Böylece bu sonsuza de¤in sürer. Nedenlerin bu flekildeki sonsuzlu¤u -onlar›n sonsuza dek sürmesini mümkün görsek bile- “A”n›n varl›¤›n› belirleyemez. Mademki “A” vard›r ve yoklu¤u yerine varl›¤› belirlenmifltir; o halde onun “B” sayesinde zorunlu k›l›nm›fl olmas› gerekir. Bu kan›tlamadaki bafllang›ç noktas› mümkün sonuçtur. Verili bir mümkün varl›k söz konusu ve kendi mevcudiyetinin nedeni sayesinde zorunlu hale geldi¤i ispatlanmaya çal›fl›l›yor. ‹bn Sînâ burada, sadece, her mümkün varl›¤›n bir nedene sahip olmak zorunda oldu¤unu belirtmiyor; fakat ayn› zamanda onun bir neden taraf›ndan zorunlu hale geldi¤ini ortaya koyuyor. Öncelik hakk›ndaki bölümden aç›kça belirginlik ka- 13 ‹lâhiyât, c. I, syf. 8. 14 ‹bn Sînâ, fiifâ, Burhân, nflr. A. E. Afifî, thk. I. Madkûr, Kahire, 1956, syf. 95. Dipnotlarda bu esere k›saca Burhân fleklinde at›f yap›lacakt›r. 15 ‹lâhiyât, c. I syf. 37. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi zanmaktad›r ki ‹bn Sînâ, esasen yukar›daki kan›t›n tamamlay›c›s› olan bir kan›t sunmaktad›r. Bu tamamlay›c› kan›tta da filozof, mümkün sonuç hakk›nda konuflmaktad›r. Fakat onun vurgusu neden üzerindedir. Filozof, bütün nedensel koflullar gerçeklefltirildi¤i takdirde, sonucun, nedeni zorunlu olarak takip edece¤ini göstermeye çal›flmaktad›r. Böylece, neden var oldu¤u sürece, sonuç da var olmak zorundad›r. Bu kan›tta sonuç, –mânialar d›fl›nda- kesinlikle nedenin varl›¤›ndan sonraya b›rak›lamaz. Neden ve sonuç zamanda beraber var olurlar. Nedenin, sonucu zorunlu k›lan bir tabiata sahip olup sonuçla birlikte beraber var olmas› gerekti¤ini ifade eden teoriye meydan okuyan Efl’ârîlerin ikinci daha az bilinen kan›t›, Bâk›llânî taraf›ndan, âlemin dört ezeli unsur ile var k›l›nd›¤›n›; dolay›s›yla ezelî oldu¤unu iddia edenlere karfl› olarak ortaya konulmufltur. Bâk›llânî böyle bir tabiata iflaret ederek sorar16: E¤er buradaki tabiat, hem ezelden önce hem de sonra ise ve bu tabiat taraf›ndan oluflturulmufl fley de ayn› flekilde hem ezelden önce hem de sonra ise o halde niçin sonuç, neden ve ilke olmuyor da ikisinden biri di¤erini zorunlu k›lmaya ve onun nedeni olmaya daha lay›k oluyor? K›saca görece¤imiz gibi, ‹bn Sînâ, bu delilin bir versiyonunu bilhassa kendi teorisine karfl› yöneltilmifl bir itiraz olarak aç›klamakta ve bu itiraz› detayl›ca cevapland›rmaktad›r. ‹bn Sînâ’n›n sözünü etti¤i kan›t›n versiyonu ile ona karfl› verdi¤i cevap, sadece do¤al nedenler ile s›n›rl› de¤ildir. Filozof, sonucun zorunlulu¤u için nedensel koflulu sa¤layan belirleyici faktörün kendisi “bir tabiat” olmay›p o tabiata ihtiyaç duymas› oldu¤unu belirtir. Söz konusu tabiat ise irade ya da bir insani arzu olabilir. ‹lk bak›flta bu cümle, filozofun bir baflka yerde insan›n irâdî edimi hakk›nda söyledikleriyle çeliflkili görünebilir. Filozof, fiifâ adl› eserinin mant›k bölümünde yer alan Burhân kitab›nda, nedensel gücün tabiî ve edimi kabul eden taraf›n mevcut olmas› halinde, sonucun, takip etmekten baflka yapabilece¤i bir fley olmad›¤›n› ifade eder. Fakat bu durumun, nedenin insanî “teknik, irâdî ve istemsel” güç olmas› halinde söz konusu olamayaca¤›n› belirterek sözlerine devam eder. Bu tür güçler kendi edimlerini alan taraf ile -sonucun takip etmesi olmaks›z›n- var olabilirler17. Bu zorlu¤a ‹bn Sînâ’n›n “irade” kavram›n›n iki anlam› aras›nda bir ayr›m yapt›¤› Metafizik, IV, 2’de bir öneri getirilmifltir18. ‹lki “meyleden irâde” (irâde mümîle). ‹kin- 16 Bâk›llânî, Temhîd, syf. 37, paragraf no 67. 17 Burhân, syf. 298. 18 ‹lâhiyât, syf. 174; ayr›ca bkz. ‹bn Sînâ, el-‹flârât ve’t-Tenbîhât, nflr. J. Forget, Leinden, 1892, syf. 52. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 109 110 Michael E. Marmura cisi ise “kesin irâde” (irâde câzime), yani organlar›n hareketini gerekli k›lan kararl›l›k. Öncelik hakk›ndaki bölümde, ‹bn Sînâ irade hakk›nda ikinci anlam›yla konufluyor gözükmektedir, ilk anlam› konuflmak suretiyle zaten geçerlilik kazanm›flt›r. ‹bn Sînâ, bölümün sonuç niteli¤indeki bu en uzun k›sm›n› do¤al olarak üçe ay›r›r. ‹lki (syf. 164, str. 18-syf. 165, str. 14) ak›l yürütmeleri içeren, ikinci tür ontolojik öncelik ile ne kastedildi¤inin, son derece ak›lda kal›c› olan “elin anahtar› hareket ettirmesi” örne¤i ile aç›klad›¤› k›s›md›r (syf. 165, str. 4-9). Ak›l “Zeyd elini hareket ettirdi¤inde anahtar da hareket eder” veya “Zeyd elini hareket ettirdi sonra anahtar hareket etti” dememizi kesinlikle yad›rgamaz. Ancak, her ne kadar akl›n kendisi “anahtar hareket edince Zeyd’in elini hareket ettirdi¤ini anlad›k” dese de “anahtar hareket edince Zeyd elini hareket ettirdi” dememizi yad›rgar. Zira her iki hareket de zamanda beraber var olsalar da ak›l, birisi için öncelik, di¤eri içinse sonral›k varsaymaktad›r. Çünkü birinci hareketin varl›¤›n›n nedeni, ikinci hareket de¤ilken; ikinci hareketin varl›¤›n›n nedeni birinci harekettir. ‹kinci k›s›m (syf.165, str.9-syf.167,str.5), her fleyden evvel, tam anlam›yla söylenecek olursa, neden ve sonucun birlikte var olmak zorunda oldu¤unu vurgular. Ard›ndan söz konusu k›s›m, sonucun, nedeni ard› s›ra takip etmesi için gerekli olan koflullar› tart›fl›r. Elimizdeki, Metafizik c. I, syf. 6’da, fail nedenin, (bütün nedensel koflullar yerine getirildi¤inde) sonucunu zorunlu olarak üretti¤ini göstermek için yukar›daki ikinci k›s›mda tart›flt›¤›m›z ilk tamamlay›c› kan›t, iflte tam da buradad›r. ‹bn Sînâ’n›n tart›flmay› ortaya koyufl biçimi kesinlikle onu takip etmesi son derece zor bir hale getirmektedir. Okuyabildi¤imiz kadar›yla filozof, meseleyi flu flekilde tart›fl›yor görünmektedir: Söz gelimi, C, E’nin varl›¤›na neden olmak için kendi bafl›na yeterli olmufl olsun, o halde E, kesinlikle C’nin varl›¤›n› takip etmek zorundad›r ya da ‹bn Sînâ’n›n ortaya koydu¤u gibi, neden var oldu¤u sürece sonuç da var olacakt›r. Öte yandan, flayet C, sadece E’yi varl›¤a getirme imkân›na ve E de sadece C’nin sonucu olma imkân›na sahipse o zaman bu, E’nin varl›¤a gelmesi için yetersiz olabilir. Bununla birlikte ço¤u kimse, “mademki E’nin varl›k kazanmas› ve yoklu¤u eflit derecede mümkündür, o halde E, C ile herhangi bir zamanda var olabilece¤i gibi bir baflka zamanda onunla birlikte var olmayabilir” sonucuna varabilir. Bunu farz etmek ortaya bir sorun ç›karabilir. Gelin, E’nin C ile birlikte var oldu¤u örne¤i ele alal›m. Buradaki varl›k sadece C için söz konusu olamaz, E’nin C’den ald›¤› varl›¤› ile yoklu¤u eflit derecede mümkündür. Ak›l, bizi flu duruma varmam›z hususunda zorlayabilir: B, E’nin C ile birlikte varl›¤› ve yoklu¤u aras›ndaki ayr›m› sa¤lamak için varl›¤a gelmifl olabilir. O zaman buradaki B, ayr›m› zorunlu k›lar ve C’ye eklendi¤i zaman onunla bir terkip içinde nedene biçim verir. ‹bn Sînâ’n›n burada, bir dereceye kadar insan etkinli¤i te- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi rimleri ile düflündü¤ü fley, onun söz konusu ilave B durumundan “irade, arzu, gazap ya da vücuda gelmifl bir baflka tabiat vb.” olarak bahsetmesi ile gösterilmifltir. Akabinde ‹bn Sînâ bu ikinci k›sm›, nedensel koflullar›n sa¤lanmas› halinde, sonucun, zorunlu olarak nedenin ard›ndan takip edece¤ini ve onunla birlikte var olaca¤›n› tekrarlamak suretiyle sonuca ba¤lamaktad›r. Üçüncü k›s›mda (syf. 167, str. 16-syf. 169, str. 3) ise ‹bn Sînâ, kendi analizine iliflkin bir itiraz› ortaya koyar ve ard›ndan ona detayl› bir flekilde cevap verir. Bâk›llânî’nin kan›t› ile sa¤lam bir iliflki içinde olan söz konusu bu itiraz flu flekildedir (syf. 167, str. 6-8): O ikisinden her biri, di¤eri var oldu¤unda var oluyorsa ve biri yok oldu¤unda di¤eri de yok oluyorsa, bu durumda biri neden di¤eri sonuç de¤ildir. Çünkü hiçbiri varl›kta neden olmaya di¤erinden daha lay›k de¤ildir. ‹bn Sînâ verece¤i cevaba, koflullara ba¤l› bir anlam belirsizli¤i göstermek suretiyle bafllang›ç yapar, “e¤er biri varsa di¤eri de vard›r.” Onun aç›klad›¤› bu cümle dört anlamdan birine muhtemeldir: (a) fiayet neden ya da sonuç d›flsal gerçeklikte varsa, o halde di¤erinin varl›¤› da d›flsal gerçeklikte olmak zorundad›r; (b) fiayet neden ya da sonuç d›flsal gerçeklikte varsa, o halde d›flsal gerçeklikteki di¤erinin varl›¤› olmufl olmak zorundad›r. (c) fiayet neden ya da sonuç zihinde varsa, o halde di¤erinin de zihinde var olmas› gerekir. (d) fiayet neden veya sonuç d›flsal gerçeklikte varsa, o halde zihin için, di¤erinin hem (i) gerçeklikte hem de (ii) zihinde var olmak zorunda oldu¤u apaç›kl›k kazanm›flt›r. Filozofun tart›flt›¤› bütün bu alternatiflerden sadece (c) bütünüyle do¤ru, (a) sonuç, (b) ise neden bak›m›ndan yanl›fl (d) ise sadece (ii) fl›kk›yla do¤ru olup (i) fl›kk› yanl›flt›r. Hem nedenin hem de sonucun varl›ktan kald›r›lmalar›, sadece, sonucun kald›r›lmas› anlam›na gelen nedenin ortadan kald›r›lmas› ile mümkündür. Sonuç ortadan kald›r›lm›fl ise biz biliriz ki bu, nedenin ortadan kald›r›lmas› dolay›s›ylad›r. Ard›ndan filozof, flu flekilde neticeye ulafl›r (syf. 169, str. 9-13): Beraberlik, neden ve sonuç ikilisinden biri için di¤erine neden olmay› zorunlu k›lan fley de¤ildir. Böylece, her ikisi de beraberlikte eflit oldu¤u için, ikisinden biri, neden olmaya di¤erinden daha lay›k de¤ildir. Aksine bu ikisi farkl›d›r. Çünkü onlardan birinin varl›¤›n›n di¤eri nedeniyle, hatta di¤eri ile birlikte zorunlu olmad›¤›n› varsayd›k. ‹kincisinin ise, hem varl›¤›n›n di¤eri ile birlikte oldu¤unu hem de di¤erinden kaynakland›¤›n› farz ettik. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 111 112 Michael E. Marmura ‹bn Sinâ’dan Tercümeler*** Önce, Sonra ve Varl›¤a Gelifl (Hudûs) Üzerine19 [Girifl ‹fadeleri: syf. 163, str. 4-6] fieylerden, tür olarak, onlar›n varl›k ve birlik konumlar› ile iliflkisi içerisinde bahsettikten sonra onlar›, özellikleri ve zorunlu ilinekleri aç›s›ndan söz konusu iki konum ile iliflkileri çerçevesinde ele almam›z uygun olacakt›r20. Öncelikle varl›¤a ait olanlardan bafll›yoruz. Öncelik ve sonral›k bunlardand›r. [Önceli¤in ve sonral›¤›n genel bir tan›m›: syf. 163, str. 7-9] Deriz ki: öncelik ve sonral›k pek çok anlamda dile getirilebilse de bütün bu muhtemel anlamlara gelebilecek flekilde, tek bir noktada birleflmektedir. O nokta ise önce olmak bak›m›ndan öncenin, sonrada bulunmayan bir fleye sahip olmas› ve sonraya ait olan her fleyin öncede mevcut olmas›d›r. [Öncelik ve sonral›¤›n yayg›n anlam›: syf. 163, str. 9-13] Halk aras›nda yayg›n olan, öncelik ile önce olman›n bir s›radüzenine sahip oldu¤u zaman ve mekândaki öncedir. Buna göre mekânda önce olan, belirli bir bafllang›ç noktas›na daha yak›n oland›r. Bundan dolay› önce, söz konusu bafllang›ç noktas›n›, kendisinden sonra gelen ile ayn› olmayan bir surette takip eder; kendisinden sonra gelen ise buradaki öncenin daha evvel zaten izlemifl oldu¤u bafllang›c› takip etmifl olur. Zamandaki öncelikte de flimdiki ana ya da bafllang›ç olarak varsay›lan herhangi bir ana nispetle durum ayn›d›r—bununla birlikte, bildi¤in gibi, bafllang›ç noktas›, geçmiflte ve gelecekte farkl›d›r. [Önce ve sonra kavramlar›n›n di¤er kullan›mlar›: s. 163, str. 15- syf. 164, str.11] Önce ve sonra terimleri, bu anlamdan, belirli bir bafllang›ca yak›n her fley anlam›na tafl›nm›flt›r. Bu s›radüzen içindeki öncelik, fleylerde, bazen do¤al olabilir, t›pk› cevher, ilke olarak ortaya ç›kt›¤›nda, cevhere k›yasla cismin canl›dan önce oldu¤u gibi. Fakat birey21 ilke yap›ld›¤›nda durum de¤iflir. Bu, ilk hareket ettiriciye daha yak›n *** Bu k›s›m tercüme edilirken, buradaki bölümün de yer ald›¤› filozofun ‹lâhiyat adl› eserinin Litera Yay›nlar› taraf›ndan yap›lan Türkçe çevirisinden de (‹bn Sînâ, Kitâbü’fl-fiifâ, Metafizik, çev. Ekrem Demirli & Ömer Türker, Litera Yay›nc›l›k, ‹stanbul, 2004, syf. 145-151.) istifade edilmifltir. (çev.) 19 ‹lâhiyât, c. I, syf. 163-69. 20 Bkz. yukar›daki 3. dipnot. 21 Efl-fiahs kavram› burada, belirli bir kifli örne¤i olmaktan çok herhangi bir flah›s anlam›na daha da muhtemel görünmektedir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi olana uyguland›¤›nda da ayn›d›r; mesela çocu¤un yetiflkinden önce gelmesi gibi22. S›radüzeni bak›m›ndan öncelik fleylerde bazen tabiat olarak belirmez. Fakat hem [(a)] musiki na¤melerinde oldu¤u gibi –çünkü sen, tizi bafllang›ç sayd›¤›nda önce olan, bas› bafllang›ç sayd›¤›nda önce olandan farkl› olacakt›r- bir sanatta hem de [(b)] herhangi bir flekilde flans eseri veya tesadüfî bir surette belirebilir23. Ard›ndan bu kavram üstün ve erdemli24 gibi baflka fleylere nakledilmifltir ve en baflta gelen erdemli olmasa bile önce k›l›nm›flt›r. Böylece anlam›n kendisi âdeta muayyen bir bafllang›ç olarak belirlenmifltir. Dolay›s›yla herhangi bir fley, di¤erinin, önce olmaya iliflkin hiçbir flekilde sahip olmad›¤› bu anlama sahipse o fleye önce denilmifltir. Önce gelen, hem ikincisinde bulunmayana sahiptir hem de ikincisinde bulunan ve daha fazlas› kendisinde mevcuttur. Ayn› yolu takip ederek kimileri, kendisine hizmet edilen ile yöneticiyi önce yapm›fllard›r. Buna göre tercih, yönetilene de¤il, yöneticiye aittir ve yönetilen, ancak yönetici tercihte bulundu¤unda tercihte bulunur. Böylece yönetilen, yöneticinin tercihi ile hareket etmifl olur. [Ontolojik önceli¤in birinci flekli: syf. 164, str. 12-17] Ard›ndan, önce ismi, var olmak bak›m›ndan önce olma itibar›na sahip olana nakledilmifltir. Böylece, ikinci henüz yokken varl›k kazanan ve ikincinin varl›k kazanmas› ancak o var olduktan sonra gerçekleflen fley, ikinciden önce yap›lm›flt›r. Bunun örne¤i ise bir’dir. Çünkü bir’in varl›k kazanmas›n›n flart›, çoklu¤un mevcut olmas› de¤ildir. Ancak çoklu¤un varl›k sahibi olmas›n›n flart›, bir’in mevcut olmas›d›r. Burada söz konusu olan bir’in çoklu¤a varl›k vermesi veya vermemesi de¤ildir; as›l mesele, bir’in oluflturdu¤u bir birleflim sayesinde çoklu¤un varl›k kazanabilmesi anlam›ndaki gereksinimdir25. [Ontolojik önceli¤in ikinci flekli: (a) tan›m›: syf. 164, str. 18 – syf. 165, str. 9] Bunun ard›ndan, söz konusu önce ismi, bir baflka aç›dan varl›¤›n geçekleflmesine nakledilmifltir. Buna göre elimizdeki iki fleyden birinin varl›¤›, di¤erinden de¤il de bizatihi kendisinden26 yahut bir üçüncü fleyden meydana gelsin. Bununla birlikte ikin22 ‹lk hareket ettirici, varl›k veren kaynak olarak görünmektedir. Aristoteles’in Metafizik’indeki ilk hareket ettiricinin klâsik dönem Arapça versiyonu, ‹bn Rüfld taraf›ndan, kendi büyük flerhinde zikredilmiflti. Metafizik 1018b 20 flöyle devam eder: “‹lk hareket ettiriciye daha yak›n olan di¤erlerinden önce gelir, örne¤in çocuk yetiflkinden önce gelir.” ‹bn Rüfld’ün flerhi ise flöyledir: “Aristoteles, ilk hareket ettirici ile asl›nda insano¤lunun ilk var edeni kastetmektedir, bu ise çocu¤un, ilk var ediciye yetiflkinden daha yak›n olmas› sebebiyledir. ‹bn Rüfld, Tefsir-u Mâ Ba’de’t-Tabî’a, nflr. M. Bonyges, 3 cilt, Beyrut, 1938, 1942, 1948, c. II, syf. 572. 23 Bkz. Aristoteles, Metafizik, V, II, 108b 14. 24 El-Fâd›l (erdemli) kavram› bazen bilgili olma anlam›na hamledilmifltir. Tart›flman›n Categories, 12, 14b 46’da temelleri bulunmaktad›r. 25 Önceden de belirtti¤imiz gibi bu tart›flma, Categories, 12, 14a 29-35’ten gelmektedir. 26 Zorunlu Varl›k, yani Tanr› söz konusu oldu¤unda. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 113 114 Michael E. Marmura cinin varl›¤›, birinciden meydana gelsin. O halde ikinciye, var olmas›n›n zorunlulu¤u birinciden geliyor demektir. Bu zorunluluk da ikinciye bizatihi kendisinden gelen bir zorunluluk de¤ildir. Çünkü ikinci, kendinde, sadece var olma imkân›na sahiptir. Birinci var oldu¤u sürece ikinci, onu takip eder. Bu ise birincinin varl›¤›n›n zorunlu bir sonucu olarak gerçekleflir. Çünkü birinci, ikincinin zorunlu varl›¤›n›n nedenidir. [Bütün bunlar sa¤land›¤›nda] birinci, ontolojik olarak ikinciden önce gelir. Bundan ötürü, ak›l, “Zeyd elini hareket ettirdi¤inde anahtar da hareket eder” veya “Zeyd elini hareket ettirdi sonra anahtar hareket etti” dememizi kesinlikle yad›rgamaz. Ancak, her ne kadar ak›l “anahtar hareket edince Zeyd’in elini hareket ettirdi¤ini anlad›k” dese de “anahtar hareket edince Zeyd elini hareket ettirdi” dememizi yad›rgar. Zira her iki hareket de zamanda beraber var olsalar da ak›l, birisi için öncelik, di¤eri içinse sonral›k varsaymaktad›r. Çünkü birinci hareketin varl›¤›n›n nedeni, ikinci hareket de¤ilken; ikinci hareketin varl›¤›n›n nedeni birinci harekettir. [Ontolojik önceli¤in ikinci flekli: (b) sa¤lanmas› gerekli nedensel koflullar: syf. 165, str. 9 – syf. 167, str. 5] Bir fleyin, var oldu¤u sürece, zorunlu olarak bir baflka fleyin nedeni olmas› yad›rganacak27 bir durum de¤ildir. Gerçek flu ki, bir fley, gerçek anlamda bir baflka fleyin nedeni ise kesinlikle onunla birlikte bulunmas› gerekir. fiayet onun neden olmas›n›n flart›, bizatihi kendisi ise28, o halde kendisi var oldu¤u sürece di¤erinin neden ve sebebi olur. fiayet, tam tersi olursa, yani, onun neden olmas›n›n flart› bizatihi kendisi de¤ilse o halde söz konusu fley, bir baflka fleyin varl›¤›na yahut yoklu¤una neden teflkil etmesi bak›m›ndan, kendinde mümkündür. Çünkü bu koflullarda, varl›k ve yokluk taraflar›ndan biri di¤erine nazaran herhangi bir önceli¤e sahip de¤ildir. Ayn› flekilde oluflturulmufl fley de böyledir: buradaki oluflturulmufl fleyin olmas› mümkün oldu¤u gibi olmamas› da imkân dâhilindedir. Bu nedenle o, varl›k kazanmas› mümkün oldu¤u için gerçek anlamda mevcut de¤ildir. Di¤eri ise, söz konusu fleyi oluflturmas›n›n mümkün oluflu bak›m›ndan gerçek anlamda varl›k veren de¤ildir. Çünkü herhangi bir fleyin, kendisini oluflturma imkân›na sahip bir varl›ktan vücut bulmas›, söz konusu varl›¤›n o fleyi oluflturmas›n›n mümkün oluflu nedeniyle de¤ildir. Zira buradaki mümkün olma durumu, söz konusu fleyin varl›k kazanmas› için yeterli de¤ildir. fiayet söz konusu varl›¤›n o fleyi oluflturmas› mümkün olsayd› -her ne kadar buradaki durum yeterli sebep olmasa da- o fley, bazen, söz konusu varl›kla birlikte bir kere var olabilmekle birlikte bir baflka zaman olamayabilirdi. Nedenin varl›k 27 “Felâ yeb’ud”, sözlük anlam›yla, “uzak de¤ildir” manas›nad›r. 28 Buradaki “nefs-ü zâtihi” ifadesini, “bizatihi kendi özü” fleklinde tercüme etmek mümkünse de “zât”, “öz” anlam›ndan farkl› olarak “kendi” yahut “ba¤›ms›z bir varl›k” anlamlar›na sahiptir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi kazanan ve kazanmayanla iliflkisi her iki durumda da [hem varl›k kazanma hem de kazanmama halinde] ayn›d›r. Söz konusu fleyin var olmas›n›n olmamaktan farkl› k›l›nd›¤› durum, sonucun, neden taraf›ndan oluflturulmufl olma ihtimali ile birlikte, yoklu¤u halinin nedenden farkl› k›l›nmas›n› sa¤layan bir flekilde var olabilmesi nedeniyle gerçek anlamda herhangi bir fleye iliflkin bir ayr›m içermez. fiu halde sonucun, bir nedenden olmas› durumunda, kendi varl›¤› ve yoklu¤una nispeti bir ve ayn› fley olabilmektedir. Öte yandan herhangi bir fleyin varl›¤›n›n kendisinden gelmesi ile gelmemesine oran› bir ve ayn› olan fleyin neden olmas› ile olmamas› aras›nda bir fark yoktur. Oysa gerçek flu ki sa¤lam ak›l, o fleyin neden sayesindeki varl›¤› ile yoklu¤u aras›nda ayr›m yapacak bir durumun bulunmas›n› zorunlu k›lar. Bu durum da ayr›flmay› zorunlu k›l›yorsa, söz konusu neden hakk›nda gerçekleflip var oldu¤unda, “ba¤›ms›z varl›k” (zât)29 ile ona kat›lanlar birlikte neden olurlar. Ancak bundan önce zât, nedenselli¤in konusu ve neden olabilmesi imkân dâhilinde olan fleydi. Bu anlamdaki bir varl›k ise nedenin varl›¤› olmamakla birlikte, kendisine bir baflka varl›k eklendi¤inde, ikisinin birlikteli¤inin neden teflkil eden bir varl›kt›r. Bu taktirde, söz konusu bu varl›k, ister irade veya arzu, öfke ya da varl›¤a gelmifl bir tabiat vb., olsun; isterse nedenin varl›¤›n› bekleyen harici bir fley olsun, sonucun ondan ç›kmas› mutlak surette zorunludur. Çünkü sonuç, geriye bir flart eksikli¤i kalmaks›z›n söz konusu nedenden ortaya ç›kacak hale geldi¤inde, varl›¤› da zorunlu hale gelmifl olur. O halde sonucun varl›¤›, onu meydana getiren nedenin varl›¤›yla birlikte zorunludur ve nedenin varl›¤›ndan, sonucun varl›¤› zorunlu olarak ç›kar. Neden ve sonuç, zamanda veya ezelde veyahut bir baflka fleyde beraberdirler, ama onlar varl›klar›n›n gerçekleflmesi bak›m›ndan, beraber de¤ildirler. Zira nedenin varl›¤›, sonucun varl›¤›ndan ç›kmam›flt›r; yani nedenin varl›k kazanmas›, sonucun varl›k kazanmas›ndan kaynaklanmamaktad›r. Ancak sonucun varl›k kazanmas›, nedenin varl›¤›ndan kaynaklanmaktad›r. fiu halde neden varl›¤a sahip olmas› bak›m›ndan daha öncedir. [Ontolojik önceli¤in ikinci flekli: (c) bir itiraz ve ona karfl› verilen cevap: syf. 167, str. 6 – syf. 169, str. 14] Bununla birlikte bir kimse flöyle diyebilir: “o ikisinden her biri, di¤eri var oldu¤unda var oluyorsa ve biri yok oldu¤unda di¤eri de yok oluyorsa, bu durumda biri neden di¤eri sonuç de¤ildir. Çünkü hiçbiri varl›kta neden olmaya di¤erinden daha lay›k de¤ildir.” Biz bu soruyu, önermenin içerdi¤i anlama bakmaks›z›n cevaplayaca¤›z30. Bunun ne29 “Zât” için bkz. yukar›daki 28. dipnot. 30 ‹bn Sînâ burada, muhtemelen, do¤al nedenlerin ya da en az›ndan sonuçlar›n› zorunlu k›lan nedenlerin oldu¤u düflüncesini inkar etme hususundaki kan›t›n ne anlama gelece¤ine iflaret ediyor. Bunun için flu makaleme bkz. “Ghazali and Demonstrative Science”, syf. 98. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 115 116 Michael E. Marmura deni fludur ki, bir ayr›lma ve farkl›laflma olmaks›z›n, o ikisinden herhangi biri var oldu¤unda di¤eri var olacak de¤ildir. Çünkü, flart anlam›ndaki –d›¤› zaman/-d›¤›nda (izâ) lafz›yla ya [(a)] ikisinden birinin varl›¤› kendinde31 gerçekleflip zorunlu hale geldi¤inde, di¤eri de var olmal›d›r anlam›; ya [(b)] ikisinden birinin varl›¤› gerçekleflti¤inde di¤eri de onu takip ederek zorunlu olarak varl›k bak›m›ndan ondan meydana gelir ve böylece varl›¤› gerçekleflmifl olur anlam›; ya [(c)] ikisinden birinin varl›¤› zihinde gerçekleflti¤inde, di¤erinin varl›¤› da zorunlu olarak zihinde gerçekleflir anlam› veyahut [(d)] ikisinden birinin varl›¤› gerçekleflti¤inde, mant›ksal bir zorunluluk ile di¤eri d›flsal varl›kta veya zihinde meydana gelir anlam› kastedilmektedir. Çünkü flart anlam›ndaki –d›¤› zaman/-d›¤›nda lafz›, bu tür ba¤lamlarda yan›lt›c› olabilecek ortak bir kullan›ma sahiptir. Biz deriz ki, birinci fl›k yanl›flt›r ve kabul edilebilecek bir taraf› yoktur. Çünkü ikisinden biri, yani neden var oldu¤unda, onun sayesinde di¤erinin var olmas›, bir fleyin mümkün olduktan sonra zorunlu hale gelmesi demektir. Sonuca gelince, onun var olmas› sonucun var olmas›n› gerektirmez; aksine sonucun var olmas› için, öncelikle nedenin olmufl olmas› gerekir. ‹kinci fl›k ise, her fleyden evvel neden aç›s›ndan do¤ru de¤ildir. Çünkü neden varsa, bu zorunlu olarak, sonucun kendi kendine veya herhangi bir neden olmaks›z›n varl›k sahas›na ç›kaca¤› anlam›na gelmez. Zira sonuç gerçekleflmifl ise bu durumda o, neden var oldu¤unda32, onun sayesinde zorunlu olmam›fl; bilakis, nedenin varl›¤›ndan ba¤›ms›z olarak gerçekleflmifltir. Ancak, gerçekleflti ifadesinden, daha önce belirtilen anlam de¤il de birliktelik kastediliyorsa33, bu durumda anlam do¤ru olur34. Bu durum, sonuç hakk›nda da iki aç›dan do¤ru de¤ildir. [(1)] Çünkü neden, kendinde varl›k sahibi olmakla birlikte onun bu durumu, sonucun varl›k kazanmas›n›n zorunlu bir neticesi olarak gerçekleflmez. [(2)] Varl›k kazanm›fl olan bir fleyin varl›¤›, gerçekleflmesi varsay›lan herhangi baflka bir fleyin varl›¤› taraf›ndan zorunlu k›l›namaz. Ancak “gerçekleflti” ifadesi ile bu ifadeden anlafl›lan kastedilmiyorsa durum de¤iflir. Söz konusu edilen son iki fl›ktan ilki do¤rudur. Çünkü flöyle demek mümkündür: Neden zihinde var oldu¤unda, o nedenin bizatihi, zihinde, kendisine neden teflkil etti¤i sonucun gerçekleflmesi de mant›ksal aç›dan zorunludur. Ayn› flekilde, sonuç zihinde var oldu¤unda nedenin de zihinde var olmas› zorunludur. 31 Buradaki vurgu, zihinsel varl›kla karfl›tl›k içinde zihin-ötesi (extramental) üzerinedir. 32 Baz› el yazmalar›nda “izâ” yerine “iz” geçmektedir. 33 Anlad›¤›m›z kadar›yla, burada kastedilen, sonucun gerçekleflmesinin, nedenin gerçekleflmesi sayesinde zorunlu oldu¤udur. 34 Burada Anavâtî ve yazar›n kulland›¤› bask›lar de¤il, eserin Litera yay›nlar›ndan ç›kan Türkçe tercümesinde de geçti¤i flekliyle Ayasofya 328b bask›s› dikkate al›nm›flt›r. (çev.) ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 ‹bn Sinâ’da Nedensel Öncelik Problemi Söz konusu edilen son iki fl›ktan ikincisi –daha önce belirtilen fl›klardan dördüncüsühakk›nda flöyle denilmesi do¤rudur: sonuç var oldu¤unda ak›l, nedenin de hiç kuflkusuz daha önceden varl›k sahibi oldu¤una ve bu sayede sonucun gerçekleflti¤ine tan›kl›k eder. Bazen neden, ak›lda, sadece zaman bak›m›ndan olmaks›z›n sonuçtan sonra gerçekleflebilir35. Daha önce belirtilen dördüncü fl›kka tekabül eden son iki fl›ktan ikincisinin, bildi¤in sebepten ötürü zorunlu olmas› gerekmez. Neden ve sonucun ortadan kald›r›lmas› halinde de durum ayn›d›r. Çünkü nedeni ortadan kald›rd›¤›m›zda, gerçekte sonucu da kald›rm›fl oluruz; fakat sonucu ortadan kald›rd›¤›m›zda nedeni ortadan kald›rm›fl olmay›z. Aksine biliriz ki önce neden kalkm›fl ve böylece sonucun kalkmas› mümkün hale gelmifltir. Sonucun ortadan kalkt›¤›n› varsayd›¤›m›zda z›mnen onun kalkmas›n›n mümkün oldu¤unu varsaym›fl oluruz. Sonucun ortadan kalmas›n›n mümkün olmas› ise öncelikle nedenin ortadan kald›r›lmas› ile söz konusu olur. Dolay›s›yla nedenin ortadan kald›r›lmas› ile varl›¤›n›n onaylanmas›, sonucun kald›r›lmas› ile varl›¤›n›n onaylanmas›n›n sebebidir. Sonucun ortadan kald›r›lmas›, nedenin ortadan kald›r›ld›¤›n›n kan›t› oldu¤u gibi; sonucun varl›¤›n›n onaylanmas›, nedenin varl›¤›n›n onaylanmas›n›n kan›t›d›r. fiu halde daha önce b›rakt›¤›m›z yere geri dönerek sorunun çözümü hakk›nda flöyle deriz: Beraberlik, neden ve sonuç ikilisinden biri için di¤erine neden olmay› zorunlu k›lan fley de¤ildir. Böylece, her ikisi de beraberlikte eflit oldu¤u için, ikisinden biri, neden olmaya di¤erinden daha lay›k de¤ildir. Aksine bu ikisi farkl›d›r. Çünkü onlardan birinin varl›¤›n›n di¤eri nedeniyle, hatta di¤eri ile birlikte zorunlu olmad›¤›n› varsayd›k. ‹kincisinin ise, hem varl›¤›n›n di¤eri ile birlikte oldu¤unu hem de di¤erinden kaynakland›¤›n› farz ettik. [Bölümü bir sonraki ile ba¤larken neyin önce, kuvve ya da fiil oldu¤u sorununa iliflkin bir de¤erlendirme:syf. 169, str. 14-17] Söz konusu meselenin bu flekilde anlafl›lmas› gerekir. Burada sorun teflkil eden hususlardan biri de kuvve ve fiil meselesidir: hangisi önce; hangisi daha sonrad›r? Bu tür önemli sorulara cevap vermek, öncelik ve sonral›¤› bilmekle yak›ndan iliflkilidir. Ayr›ca kuvve ve fiil, varl›¤›n ilineklerinden olup mutlak varl›¤›n halleri bilinirken bilinmesi gerekli fleylerdendir. 35 Mademki ak›l, nedenin varl›¤›n› sonucun varl›¤›ndan ç›kars›yor, sonuç, sadece zaman bak›m›ndan de¤il; ayn› zamanda zihinde de önce olabilir. Fakat buradaki kan›t›n dayanak noktas› aç›s›ndan bak›ld›¤›nda, mant›ksal olarak nedenin varl›¤›, sonucundan öncedir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 117 118 Michael E. Marmura ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi 3 HAL‹L ‹BRAH‹M EROL Dipesh Chakrabarty Provincializing Europe: Postcolonial Thought and Historical Difference Princeton, N.J. : Princeton University Press, 2000. Dipesh Chakrabarty: Essays in the Wake of Subaltern Studies Chicago : University of Chicago Press, 2002. Dipesh Chakrabarty Rethinking WorkingClass History: Bengal, 1890–1940 Princeton, N.J. : Princeton University Press, 1989. “Past is certain but history is not” Girizgâh Geçmifl ile tarih aras›na makul bir mesafe konmas›n›n tarihçi için elzem oldu¤u su götürmez bir gerçektir ki ço¤u yan›lsama, k›r›lma, anlam kaymas›, zeminsizlik buradan neflet etmektedir. Geçmifl yaflanm›fll›¤›, gerçekli¤i ifade ederken tarih bu yaflanm›fll›¤›n, gemiflin senarize edilmifl, yaz›ya aktar›lm›fl, tan›mlanmaya ve ifade edilmeye çal›fl›lm›fl, ço¤u zaman ifade edilememifl, ço¤u zaman ise de¤ifltirilmifl ve dönüfl- 120 Halil ‹brahim Erol türülmüfl (nakletmek ya da katletmek fleklinde) k›sm›n› oluflturmaktad›r. Tarih’in, geçmifl ile birebir örtüflmemesinin ana faktörü insand›r. ‹nsan’›n öznellik boyutu bunda büyük rol oynamaktad›r. Somut ile soyut aras›ndaki kapat›lamaz z›tl›k ve mesafe buna güzel bir örnektir. Soyut bir olguyu, akletmek veya yaz›ya nakletmek ço¤u zaman tam anlam›yla mümkün olmamaktad›r ki bu ba¤lamda tarih ile geçmifl aras›ndaki gerilim tam tersinden ifllemektedir. Geçmifl somut olan› ifade eder; hâlbuki soyutlaflm›flt›r, mücerrettir art›k, bunu “somutlaflt›rmak” ise Tarihe, tarihçiye düflmektedir. Metafizik alan›n fizik alan›n d›fl›nda kalan fleklinde tarif edersek; geçmifl bir tür fiziktir. Di¤er bir deyiflle, geçmifl mutlak olan, Tarihse izafi oland›r. Geçmiflteki hâl(durum, olay, olgu) ile bir tür hasbihaldir, Tarih. Tarihin afl›lamaz mücerret yap›s›, müflahhaslaflt›r›lma aflamas›nda ideolojiye, düflünceye, belgeye, arflive, kültüre, medeniyete indirgenegelmektedir. ‹nsan›n takatini aflan bu çeliflkinin insan› getirdi¤i nokta geçmiflin çok iyi ve verimli bir flekilde su/istimal edilmesidir. Tam da bu aflamada devreye güç-bilgi iliflkileri girmektedir.1 George Orwell’in çok güzel flekilde ifade etti¤i geçmiflin kontrol edilmesi/murakabe alt›na al›nmas› güç/iktidar ve geçmifl/tarih ayr›m›n› net bir flekilde ortaya konulmas›nda iddiam›za dayanak oluflturmaktad›r. Tabi ki Orwell, party’nin kollektive düflünceyi oluflturdu¤unu ve party’nin öne sürdü¤ü fleyin gerçekli¤i oluflturdu¤unu söylemektedir ( Orwell, 1984). Yine de geçmiflin kontrol edilmesi as›l noktad›r ve yeni bir geçmiflten söz edilmektedir ki as›l geçmifl de¤il var olmas› istenilen geçmifltir, Tarihtir. Her kim geçmifli kontrol ederse, gelece¤i kontrol eder ve her kim bugünü kontrol ederse geçmifli konrol eder. Geçmifli kontrol eden Tarih/tarihçidir. Geçmifli yani mutlak/fizik olan› kontrol etmek ya da nakletmek onu izafilefltirmektir. Bu da fizik olan›n metafizik bir hale evrilmesiyle yani somut gerçekli¤in soyutlaflmas›yla mukayyet bir gerçek-d›fl›na dönüflmektedir. Mutlak olan›n mukayyet olmas›, gerçe¤in bozulmas›na yol açmaktad›r: Bu da neredeyse ço¤u zaman karfl›m›za bir flekilde Tarih olarak ç›kmaktad›r Tabi ki Tarihin/tarihçinin farkl› ideolojilerle ve kültürlerle mücehhez oluflu ikinci aflamay› oluflturmaktad›r. 18. yüzy›lda geçmifl-tarih ayr›m› daha çok hissedilir bir hale gelmifltir. Modernité’nin flok, sars›c›, dönüfltürücü, y›k›c› ve yok edici etkisi Romantizmin oluflumunu beslemifl ve geçmiflle irtibat› duygusal bir iliflkiye haspetti¤i kadar geçmifli kendinden uzak ama içiçe geçmifl bir flekilde müze’ye hapsetmifltir. Kendinden uzak düflen geçmiflin/mazinin baflköflede tutularak her daim haz›r ve naz›r bekletilmesi ve ayn› zamanda muhafaza edilmesi, hadisenin vehamet ve azametini iflaret etmektedir. Geçmiflin 1 “Who controls the past controls the future. Who controls the present controls the past.” George Orwell. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi müzelefltirilmesi, mutlak olan›n mukayyet k›l›nmas›na, fizik olan›n metafizik hale bürünmesine, somut olan›n soyutlaflmas›na, geçmiflin/mazinin “Tarih” olmas›na yol açm›flt›r. Çünkü müze için “zaman”›n dondurulmas› ya da sergilemeye müsait hale getirilmesi iktiza etmektedir. Frans›z ‹htilali s›ras›nda müze kurma fikri gündeme gelmifltir. Avrupa’n›n ilk ulusal müzesi 27 Temmuz 1793 tarihinde aç›lan Louvre müzesidir. 19. yüzy›lla birlikte milliyetçi oluflumlar›n ve dolay›s›yla milliyetçi tarih yaz›m›n›n oluflturdu¤u dalga ile birlikte geçmifl adeta icat edilebilen, hayal edilebilen, kurulan ve kurgulanan bir konuma itilmifltir. (Anderson, 1991) Geçmiflin kontrolü tabi bu iki yüzy›lla s›n›rl› de¤ildir ve olmayacakt›r. Ortaça¤da kilisenin siyasi-dini otoritesi göz önüne al›n›rsa kutsal metinler üzerinde yapt›¤› tahrifler bu ba¤lamda de¤erlendirilebilir. Kuflku yok ki tarihin araçsallaflt›r›ld›¤› dönemlerin zirvesini tam manas›yla 19. yüzy›l temsil ve tekmil etmektedir. Modernité ile birlikte standartlaflma/ tektipleflme ortaya ç›km›fl ve modernleflme süreciyle de yayg›nlaflm›flt›r. Bilimin standartlaflmas› bunlar›n bafl›nda gelmektedir Sadece kurallar› ile de¤il, içeri¤i aç›s›ndan da bilimsel( tabi ki sosyal bilim alan›) çal›flmalar›n standartlaflmas›, referanslar›n a¤›rl›kl› olarak Bat› gelene¤i içerisinden verilmesidir; Aristo’dan bafllayarak Galileo, Rousseau, Comte, Spencer, Hegel, Marx, Durkheim, Freud ve Weber’e at›f yap›lmadan bir çal›flma bilimsel say›lmazken sadece bunlarla s›n›rl› bir çal›flma fazlas› ile bilimseldir. Mesela, Uluslararas› Sosyoloji Derne¤i’nin dünyan›n dört bir yan›ndan sosyologlar›n oylar› ile belirlenen ve 20. yüzy›l›n en önemli 100 kitab›n› gösteren listedeki bütün kitaplar Bat›’dand›r (International Sociological Association, 2003). Ayn› yok saymay›/etmeyi tarih düflünce ve yaz›m›nda da müflahede etmekteyiz. Antik Yunan dönemine kadar kökleri uzanan daha do¤rusu uzat›lan rasyonalist sonras›nda pozitivist ve hümanist ve de daima antroposantrik tasavvur silsilesini oluflturan Bat› bak›fl aç›s› ve tarihini sürekli okumaktay›z ve görmekteyiz. Marshall Hodgson’›n da ifade etti¤i veçhile “Dünya Tarihi” derecesine yükseltilmifl bir bölge tarihidir, Bat›’n›n tarihi. Geçmifli ve bugünü hatta gelece¤i nazari ve fiili manada murakabe alt›na alan Bat› zihniyeti bu aflamada Tarihi de tektiplefltirmeye dolay›s›yla tekziplefltirmeye çal›flmakta pek mahir bir mevkiye sahip olmak yolunda emin ad›mlarla ilerlemektedir. Bugüne kadar birbirinden farkl› kaç medeniyetin geldi¤i kesin olarak bilinememekle birlikte Toynbee, bunlardan 16 medeniyetin öldü¤ünü, beflinin de bütün zamanlarda haz›r ve naz›r olmaya çal›flan/ oldu¤unu iddia eden Bat› Medeniyeti taraf›ndan yok edilme tehlikesi ile karfl› karfl›ya oldu¤unu belirtmektedir (Kafeso¤lu, 1977: 9). Dolay›s›yla, Bat› zaman› murakabe alt›nda tutarak tahakkümünü artt›rma yoluna gitmifltir daima. Kendi muhayyel/mukayyet tarihi üzerine bina etmeye çal›flt›¤› mutlak dünya tarihi hemen hemen bütün yerküreyi ihata etmektedir ve böylece bat› kendi tarihini inhisarlaflt›rmaktad›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 121 122 Halil ‹brahim Erol Buna karfl›n II. Dünya savafl›’ndan itibaren belirginleflmeye bafllamayan ve 1960 ve 70’lerde düflünürlerin açt›klar› izlekleri derinlefltiren bafll›ca yaklafl›mlarla birlikte neflv u nema buldu¤u Postmodern durumun 70’lerde ön açt›¤› feminist ve subaltern (maduniyet) gibi çal›flmalar entelektüel dünyaya seslerini duyurmaya bafllam›fllad›r. Modern dönem ve düflünceyle post modern olan› Yusuf Kaplan’a at›fla k›saca flöyle ifade edebiliriz: Bat› “akla” tak›lm›flt›r, bu modern dönemdir; sonras›nda ise “akl›na” tak›lm›flt›r ki bu da postmodern dönemdir. Genel olarak bir tür ak›l tutulmas›d›r. Ernest Gellner ise, modernli¤i, dinin dünyadan / hayattan uzaklaflt›r›lmas› ve birinci sekülerlik ça¤› olarak aç›klar. Postmodernli¤i de dünyevî olan›n dinsellefltirilmesidir ve ikinci sekülerlik dönemi olarak aç›klar. (Kaplan, Neden Sekülerlik?) Ya da Jean-François Lyotard’›n, tan›mlay›p ortaya koydu¤u ve modernizm-sonras› diyebilece¤imiz bir süreci ifade etmek için kulland›¤› tan›mlamad›r. Buna göre, postmodernizm belli bir dönemin ya da ça¤›n adland›rmas› olmaktan çok, modernizmde temellenen Büyük Anlat›lar ‘a ve onlar› var k›lan temel ilke ve kavramlara yönelik derin bir kuflku halini ifade etmektedir. Hatta bu kuflkunun yan› s›ra ayn› flekilde derin bir inançs›zl›k hali de postmodern durumu ifade eden ö¤elerden biridir. Endüstri-sonras›-toplumsal yap› bu noktaya ulaflm›fl, Ayd›nlanma Ça¤› ‘nda geçerli olan ilkelere duyulan güven yerini derin bir karamsarl›¤a ve inanmamaya b›rakm›flt›r (Lyotard, 1990). Tam da bu süreçle birlikte, Post-modern travmatojen imkânlar›n dâhilinde kendini ifade etmenin vücut buldu¤u alanlardan biri de Türkçemize madun çal›flmalar› olarak çevrilen nam-› di¤er “subaltern studies” ekol ve temayülüdür. Madun çal›flmalar› birçok yönden fevkalade önemi haiz olmakla birlikte maalesef Modernité yani Bat›’n›n kendine dair ya da di¤er bir deyiflle suis generis/nev-i flahs›na münhas›r bir özelefltiri getirebildi¤i sorgulama ve yarg›lamay› modernitéyi y›karak de¤il bilakis tekrardan eksikliklerini gidererek kurdu¤u bir nazariyedir. Bir tür post-modernizm patolojisidir. Marksist düflünceyle irtibatland›r›labilecek bir mevkiye sahip görünmektedir. Kabaca söylemek gerekirse, kapitalist düzen üzerine (ya da sonras›na tekabül edecek döneme) bina edilen Marksist düflünce gibi post-modern düflünce de modernité üzerine bina edilmektedir. Mimari tabirle ifade etmek gerekirse, bir nevi dekorasyon denilebilir. Biraz daha açarsak, günümüzde d›fl cephe kaplamalar›n›n oldukça yayg›n bir flekilde kullan›la geldi¤i gözlenmektedir. Frenkçe siding diye tabir edilen bu eylem postmodernitéyi zihinlerde müflahhas ve mücessem k›lmak için kullan›labilir. Madun Çal›flmalar›n›n K›sa Tarihi Tarih yaz›m› alan›n›n çehresini de¤ifltiren Madun Çal›flmalar› grubu Hintli Güney Asya tarihçisi olan Ranajit Guha taraf›ndan 1982’de kurulmufltur. Sömürgeci, milliyetçi ve ço¤unun içinden geldi¤i Marksist tarih anlay›fllar›n› s›radan insanlar› fail olarak ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi görememekle, eylemliliklerini de¤erlendirememekle suçlayan ve flimdiye kadar geleneksel tarih anlat›lar›ndan d›fllanm›fl olan köylüler, kabile mensuplar›, iflçiler gibi “madun” kesimlerden insanlar›n sürdürdükleri hayat› tarih yaz›m›n›n merkezi haline getirerek çal›flmalar›na bafllam›fllard›r. Madun Çal›flmalar› grubu, bafllang›çta Guha’n›n öncülü¤ünde bir araya gelen alt› tarihçiden olufluyordu. Hususi olarak postkolonyal ve postemperiyal Güney Asya toplumlar›n› genelde ise geliflmekte olan ülkelerdeki toplumlarla ilgili çal›flmalar yapmaktad›rlar. “Çok genifl bir yelpazeyi yay›lan postkolonyal elefltirilerde, Arif Dirlik madun çal›flmalar›n›n historiyografik bulufllar›n›n makbul olmakla beraber her ne kadar ‘üçüncü dünya duyarl›l›klar›’ ile tadil edilseler de sadece ‹ngiliz Marksist tarihçilerin önderli¤ini üstlendi¤i metod ve uygulumalar oldu¤unu ileri sürmektedir” (Chakrabarty, 2002: 3). Chakrabarty bu iddiaya karfl› ç›kmakta ve madun çal›flmalar›n›n k›sa tarihini naklederek iddiay› çürütme yoluna gitmektedir. Maduniyet çal›flmalar›nda “afla¤›dan tarih” (“history from below”) yaklafl›m› da s›kl›kla kullan›la gelen bir metottur. “Subaltern” mefhumu ‹talyan komünist Antonio Gramsci’ye ait olmakla birlikte ›rka, s›n›fa, cinsiyete, etnik kökene ya da dine bakmaks›z›n, madun kifli, gurup ya da duruma at›fta bulunulmak için kullan›lmaktad›r. “Hem “history from below” hem de “subaltern studies’ kati anlamda entelektüel olarak Gramsci’den esinleflmifllerdir” (Chakrabarty, 2002:7). Di¤er taraftan, 1980’lerde ortaya ç›kan maduniyet çal›flmalar› Eric Stokes’tan da oldukça etkilenmifl ve Hindistan ve Güney Asya tarihini yeni bir anlat›yla tekrardan tertip ve tetkike koyulmufllard›r. Bir bak›ma Sol düflünceden etkilenmekle birlikte geleneksel Marksist Hint tarih anlat›s›na oldukça elefltirel yaklaflabilmifllerdir. Ayr›ca elit ve üst s›n›flar yerine siyasi ve sosyal dönüflüm ve de¤iflimin failleri olan madunlar üzerine odaklanm›fllar ve çal›flmalar›n› bu perspektif üzerine bina etme yoluna gitmifllerdir( ki bu tamam›yla Marksist bir bak›fl aç›s›d›r). Gayatri Chakravorty Spivak, Partha Charterjee ve Dipesh Chakrabarty madun çal›flmalar› alan›nda fazlaca öne ç›kan isimlerden birkaç›n› oluflturmaktad›r. Özellikle Dipesh Chakrabarty ki yaz›m›z›n Madun Çal›flmalar› ba¤lam›nda ele alaca¤›m›z ve eserleri üzerinden düflünce yap›s›n› irdeleyece¤imiz kiflidir. Habitations of Modernity: Essays in the Wake of Subaltern Studies (2002), Provincializing Europe: Postcolonial Thought and Historical Difference (2000) ve Rethinking Working-Class History: Bengal, 1890–1940 (1989) Dipesh Chakrabaty’nin yay›nlad›¤› üç eseridir. Hiçbir eseri Türkçe’ye henüz çevrilmemifltir. Taflralafl/t›r›l/m›fl Avrupa ve Sonras› Ayd›nlanma, pozitivizm, modernité, rasyonalite, sekülerizm, vatandafll›k, ulus, sivil topluluk, sosyal bilimler, emek, post-kolonyalite, kolanyalizm, post-kolonyalizm ve ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 123 124 Halil ‹brahim Erol madun çal›flmalar› (özellikle de son iki oluflum) gibi ekoller, fikri ve zihni oluflumlar Marx ve Heidegger ya da madun çal›flmalar› kadar Avrupa miras›n›n kal›nt›lar›d›rlar. Asl›na bak›l›rsa günümüzde her hal u karda haz›r ve naz›r olan avrupa entellektüel miras›, hemen hemen bütün befleri bilimleri ihata etmifl durumdad›r ve yap›lan, üretilen, ortaya konan spekülatif temayüller bir flekilde bu çerçevenin içene hapsolmaktad›r. Bu da kaç›n›lmaz olarak hal-i haz›rdaki mevcut nazariyelere yenilerin eklenmesini do¤urmakta ya da eskilerin tadilat›n› husule getirmektedir ki post-modernité ço¤unlukla bu tadilat ve tamirat k›sm›na tekabül eder. Chakrabarty’nin fevkalade çal›flmas› olan “Provincializing Europe: Postcolonial Thought and Historical Difference” (Avrupa’y› Taflralaflt›rmak: Postkolonyal Düflünce ve Tarihsel ‹htilaf) ile mevcut entellektüel miras, birikimin/terakümün ve yap›lm›fl çal›flmalar›n avrupa-d›fl› toplumlar› yani k›saca “bizleri” anlamada/anlamland›rmada ve kendi tarihimizi yazmada ya da okumada kifayetsiz ve orant›s›z oldu¤unu tecrübe etmekteyiz. Günümüzde tüm düflünce teflekkülü neredeyse Avrupa düflüncesi ve Chakrabarty’nin tabiriyle “master codes” (temel düsturlar) ile oluflturulmufl ve de oluflturulmaktad›r. Zira Salman Sayyid’in söyledi¤i gibi “Bat›’n›n en iyi yapt›¤› fley ‘master-descriptive’ (bafl-tan›mlay›c›) donan›m›na sahip olmas›d›r” (Sayyid, 2000). Buradaki sorun yoksayan bir dil, Bat› d›fl› toplumlar› görmezden gelen bak›fl aç›s› ve bu toplumlar› tarihin öznesi olarak görmemekten kaynaklanmaktad›r. Chakrabarty, mücadelenin devam etti¤ini; çünkü siyasi moderniténin oluflturdu¤u flartlar alt›nda tüm bu evrensellerden muaf olmak pek mümkün görünmedi¤ini iddia etmektedir (Chakrabarty,2000: 5) ki bu muaf olamama durumu Bat›-d›fl› toplumlara er ya da geç mahv olmaya götürmektedir. Bunlar olmadan da sosyal bilimlerden bahsetmenin mümkünat› yoktur. Pek muhtemeldir ki bu da modern sosyal adelet mevzular›n›n litaratür ba¤lam›nda karfl›l›ks›z kalmas› anlam›na gelecektir. Bu aflamada, genel manada sosyal bilimler sorunuyla karfl› karfl›yay›z ve bunu aflmak için de kendisini Tarih’in öznesi olarak infla ve ibka edecek alternatif bir yol/yordam› deruhte etmemiz elzemdir. Charabarty’ye göre, modern sosyal bilimler Sanskritçe, Arapça ya da Farsça’daki entellektüel geleneklere samimiyetle ölü/durgun muamelesi yapmaktad›rlar. Di¤er taraftan, geçmifl Avrupal› düflünürlere ve de ilmi geleneklerine hiçte ayn› flekilde davranmamaktad›rlar ki böylece ilmi ve akademik rab›ta canl›l›¤›n› muhafaza edegelmektedir. Yani modern dönem kendi içinde tam teflekküllü bir muhit oluflturmufl görünmektedir. Chakrabarty, yaraya parmak basmakta çok mahir davranarak flunu iddia etmektedir: “Tarih bizi 19.yüzy›l Avrupa’s›n›n iki kavramsal hediyesini tekrardan düflünmek için mücadeleye ça¤›rmaktad›r ki bu kavramlar modernité fikriyle yekparedirler. Birincisi historicism/tarihselcilik- tarihsel inkiflaf›nda ve hem de bir bütün olarak görülen herhangi bir fleyi anlama düflün- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 1 • Say› 1 • 2006 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi cesi- di¤eri ise politik düflüncedir. “Provincializing Europe” çal›flmas› tarihsel olarak siyasi modernité tecrübesinin Hindistan gibi Türkiye’yle ço¤u zaman muvazi koflullar söz konusu olan bir ülkedeki durumunu ö¤renmeye imkân tan›maktad›r. Hindistan ba¤lam›ndaki siyasal modernité meselesinde Chakrabarty temel sorunlar›n nereden neflet etti¤ini Hindistan vak›as›n› sorunsallaflt›rarak göstermektedir. Chakrabarty, tarihselcilik ve bat›-d›fl› tarihsellefltirilmifl geçmifller üzerine makul bir tart›flmaya zemin haz›rlam›flt›r yapt›¤› bu çal›flmayla. Tarihselcilik ya da Tarihsellefltirilmifl Ezmine-i Maziye Chakrabarty, tarihselcili¤in Avrupa tahakkümünü 19. yüzy›lda modernité/kapitalizm oluflumu yoluyla basitçe küresel olmaktan öte zamanla küresel olan ve yaln›zca tek bir mekândan (Avrupa) d›fl-dünyaya yay›lan tedrici bir süreç oldu¤unu ileri sürmektedir ( Chakrabarty, 2000:7). Modernité, kapitalizm, Avrupa-merkezcilik ve tarihselcilik birbirine efllik eden teflekküllerdir. Bundan dolay› kolonyalizm, emperyalizm aç›s›ndan ve de bat› ve bat›-d›fl› ikili¤i aç›s›ndan süreci anlamada bu mefhumlar› birbirinden ayr› tutamay›z. Yukar›da geçti¤i gibi Arapça, Sanskritçe ya da Farsça olan entellektüel gelenekler ölü ve tarihsel olarak idrak edilirken Avrupal› düflünürler ve onlar›n fikriyat› hiçbir zaman ayn› flekilde telakki edilmemektedir. Tarihselcilik bu aflamada bat›-d›fl› toplumlar› müzelefltirmekte ve onlar›n tarihlerini bir flekilde Tarihe gömmektedir. Dolay›s›yla Chakrabarty’ye göre tarihselcilik tarihsel zaman› Bat› ve Bat›-d›fl› toplumlar aras›nda varoldu¤u farzedilen kültürel mesafe ölçütü olarak ileri sürmektedir (en az›ndan kurumsal geliflme ba¤lam›nda). Bu da medeniyet ve medenilefltirme düflüncesini meflrulaflt›rmaktad›r. Di¤er bir deyiflle, bu ayr›m hiyerarflik kategoriler oluflturmakta ve merkez ve çevreler husule getirmektedir. Böylece di¤eri anlamak ve anlamland›rmak yerine onu ve geçmiflini tarihsellefltirme yoluna gidilmektedir. Yani bu bir nevi tarihsel “fluurdur” ki( asl›nda tam anlam›yla fluursuzluk) kolonileflmifl olana beklemeyi tavsiye etmektedir. Bu bekleme ça¤r›s› “henüz de¤il” tarihselcili¤inin tahakkuk ettirilmesidir. Bu tarihselcilik günümüzde de “henüz de¤il versiyonu” ile demokrasiye yönelik kitlesel bütün hareketlerin imledi¤i “flimdi” üzerinde varolan küresel direnç gerilimini devam ettirmektedir ( Chakrabarty, 2000: 8). “.... Tarihselcilik, belli bir mekan ve zaman diliminde ç›km›fl bir anlam çerçevesinin iç dünyas›n› anlayabilmek için söz konusu mekan ve zaman›n ba¤lam düzeylerini anlamay› ve yorumlamay› gerekli görür. Geleneksel üsulde baflvurulan sebeplerin anlafl›lmas›, hükmün genel geçer özelliklerine, evrensel ruhuna engel teflkil etmez, çünkü genel bir kural olarak “Sebebin hususi olmas›, hükmün umumi olmas›na mani de¤ildir”. Tarihselcilikte yorum ve anlam istinbat›, mekan ve zaman ba¤›ml›d›r. Bir baflka ifadeyle, belli bir tarihte ortaya ç›km›fl bulunan bir ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 125 126 Halil ‹brahim Erol anlam› veya hükmü, ancak ortaya ç›kt›¤› zaman›n ve mekan›n dominant flartlar› içinde anlamam›z mümkündür. Vasat-› Hüküm’de tümelin anlafl›lmas› için tikelin, genelin anlafl›lmas› için özelin, bütünün anlafl›lmas› için parçan›n ya da ilkenin anlafl›lmas› için konjonktürün ve mutlak›n anlafl›lmas› için izafinin yard›m›na baflvurmak gerekir. Burada tikel, özel, parça, konjonktür ve izafi sadece yard›mc› araçlard›r; kendi bafllar›na ve kendileri dolay›s›yla “belirleyici faktör” durumunda de¤ildirler. Tarihselcilik, tümeli tikele, geneli özele, bütünü parçaya, ilkeyi konjonktüre ve mutlak› izafi olana ba¤›ml› k›lar, onlarla s›n›rland›r›r”. (Bulaç, 2002). Bu izahtan da anlafl›ld›¤› gibi geleneksel üsul ve tarihselcilikteki temel farkl›l›klar›n ne kadar mühim ve hassas oldu¤u görülmektedir. Sosyal bilimlerde ki bu tamamen dünyevi olan› kuflat›r; oldukça sorun yaflanmaktad›r. Di¤er taraftan da fizik dünyay› izah etmede sorun yaflayan tarihselcilik metafizik dünya için kalem bile oynatmaktan aciz durumda kalmaktad›r. Sosyal Bilimlerin Dar Görüfllülü¤ü As›l sorun, bizim flu zamanda köylü ya da madun olan›n modern siyasi arenada kendi ad›na boy gösterdi¤inde siyasi olan› nas›l alg›lad›m›z ve anlamland›rd›¤›m›zd›r. Bu tarihsel ve siyasal olan› nas›l kavramsallaflt›raca¤›m›z sorunu madunun zaten siyasal olan›n bir parças› olmas›nda yatmaktad›r ki madun çal›flmalar› historiyografik projelerin anahtar meselesi olagelmektedir. Guha; tanr›lar›n, ruhlar›n ve di¤er ilahi varl›klar›n talep etti¤i amaliyelerin Hindistan’da hem madun hem de mafevkte var olan güç ve prestij a¤›n›n bir k›sm›n› oluflturdu¤unu iflaret etmektedir. Di¤er bir deyiflle fizik ve metafizik dünyan›n içiçe geçmiflli¤i sözkonusudur. Fakat tam tersi mümkünken fizik dünyadan metafizik olan görülememektedir. Dolay›s›yla Chakrabarty’ye göre, Bat› Marksizminde mevcut olan milliyetçilik ve sermaye analizlerine basitçe tatbik edilerek Hindistan’n›n siyasal modernité tarihi yaz›lamaz. Chaterjee de bir flekilde bunu Anderson’un Muhayyel Cemaatler isimli kitab›nda ileri sürdü¤ü tezi reddererek karfl› ç›kmaktad›r. “Anderson yerkürenin geri kalan k›sm›n›n - bat› d›fl›ndaki toplumlar›n- Amerika ve Avrupa’da ortaya ç›km›fl mevcut muhayyel cemaat modülleri aras›ndan seçim yapmak durumunda oldu¤unu ileri sürmektedir” ki Chaterjee bunu çok nezih ve veciz bir soruyla elefltimektedir: “O halde bizlere hayal edecek ne kald›?” Ve de “bizim hayallerimiz dahi sonsuza dek sömürge alt›nda kalacak” diye ilave edilebilir (Balakrishnan, 1996:216). Chakrabarty neticede Avrupa düflüncesinin iki önemli temsilcisi olan Marx ve Heiddeger ile bir tür sohbet ortam› oluflturarak Güney Asya siyasal modernitésini anlama ve anlamlad›rma yoluna gitmektedir. Chakrabarty aç›k net bir flekilde kendisinin yeni ve alternatif söylem infla edecek hiçbir teori ya da metodoloji önermedi¤ini itiraf etmektedir. Avrupa’y› [düflüncesini] taflralaflt›rma düflücesiyle yola ç›karak bir te- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi flebbüse giriflen yazar çeliflkili bir flekilde tekrardan Marx ve Heiddeger’e baflvurmaktad›r. Tabi toptan bütün düflünceyi yoksaymak ya da ifllevsiz addetmek flarlatanl›k olacakt›r. Fakat en az›ndan Marx’a baflvurman›n pek de makul bir bafllang›ç oldu¤unu kimse iddia edemez. Bu ba¤lamda Chakrabarty’nin ald›¤› formasyon çok önemli bir yer iflgal etmektedir ki kendisi Bat› ve Avrupa miras› olan bir düflünce muhitinde yetiflmifl ve ayn› muhitte çal›flmalar›na devam etmektedir. Avrupa düflüncesine karfl› bak›fl aç›s› ve tenakuzlar› kendisinin bu düflünceye tekrardan kaç›n›lmaz ve umutsuz müracaat›ndan kaynaklanmaktad›r. Ama en az›ndan ileri aflamaya tafl›nabilecek ad›mlar için bir 盤›r açm›fl bulunmaktad›r. Ve bu da Avrupa düflüncesi taraf›ndan empoze edilen mevcut “henüz de¤il” ve “flimdi” d›fl›nda “flimdi”nin öznesi olan bir ben-idraki geliflterme aflamas›d›r. Chakrabarty’nin mütereddit kald›¤› nokta buras›d›r. Peki, kendini kendi olarak anlatacak/aktaracak ve de “taflralaflr›lm›fl Avrupa düflüncesi”nin yanl›fl yorumlar› d›fl›nda var k›l›nacak nazari olarak yeni bir söylem infla etmek mümkün müdür? “Tarih gibi seküler/dünyevi bir husus, tanr›lar›n, ruhlar›n ya da do¤aüstü varl›klar›n söz sahibi oldu¤u bir dünyada bir tak›m sorunlarla karfl› karfl›ya kalmaktad›r. Hindistan’da, emek ve üretim eylemi bafll›bafl›na dünyevi bir ameliyedir; ekseriyette büyük ya da küçük ritüelleri ve ilahi ya da insanüstü varl›klara niyazda bulunmay› ihata eder. Dünyevi tarihler genellikle bu mevcudiyetin remizlerini gözard› ederek yaz›lmakta ve üretilmektedir” (Chakrabarty, 2000: 72). Tarih yaz›m› sürecinde, ilk olarak seküler olan seküler-d›fl›n› kendi anlayaca¤› dile tercüme etmekte yani bir bak›ma dönüfltürmekte ve devflirmektedir. Di¤er bir tabirle, seküler/fizik olan, fizik dünya anlay›fl s›n›rlar› dâhiline tekabül edecek tarzda çevirerek e¤ip bükerek metafizi¤i asimile ya da elimine etmektedir. Böylelikle, kendine göre meçhul olan›/tan›mlanamayan› tahrip eder ki hadd-i zat›nda yok sayd›¤› fleyi yok etmenin ehemmiyetini de idrak edememektedir. Chakrabarty meseleye mühendis tanr›s› Vishvakarma örne¤ini vermektedir; tikel festivallerde Kuzey Hindistan’›n ço¤u yerinde kamu tatili olarak iflçi s›n›f› taraf›ndan kutlamalar yap›lmaktad›r. Hatta günümüz Hindistan’n›nda bu kutlamalar kapsam›nda tüm ülkede kamu tatili ilan edilmifltir. Peki bunu nas›l yorumlamal›y›z? Kültüre, antropoloji ya da din sosyolojisine baflvurarak m›? Di¤er bir örnek ise köylü ayaklanmalar›d›r: Hindistan’da vuku bulmufl köylü ayaklanmalar› ki bunlarda köylüler kendi tanr›lar›n›n tembih ve teflviklerinden mülhem isyana kalkt›klar›n› iddia etmektedirler. Bir tarihçi ya da daha genel ba¤lamda sosyal bilimci için bu durum hiçbir flekilde izah edilebilecek perspektif formasyonuna sahip de¤ildir. Yapabilece¤i en iyi fley ise köylünün muhtemel iddias›n› anlafl›labilir olan seküler ba¤lama dönüfltürmektir. Bu ise isyan› anlafl›labilir bir dublaj ile tekrardan canland›rmay› iktiza eder. Bununla birlikte bu yol/yordam Chakrabarty’ye göre zo- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 127 128 Halil ‹brahim Erol runlu ve kaç›n›lmaz bir tercüme sürecidir ki bunu kendisinin hiçbir zaman köylüler için yazmad›¤› söyleyerek meflru k›lmaya çal›flmaktad›r. Peki bu paradoksal tercüme sürecenin üstesinden nas›l gelinebilinecektir? Çünkü durum oldukça tekinsiz bir yöne do¤ru evrilmektedir. Kuflkusuz çeviri sorunlar› kaç›n›lmaz olaraktan temsil probleminden neflet etmektedir. fiayet köylü için yazm›yorsak ve temel arzumuz mevcut olan› anlafl›labilir bir ba¤lama intikal ettirmek ise neden onun tercüme edilebilirli¤ini ya da tercümenin gereklili¤i meselelerinde endifleye mahal b›rak›yoruz? Niye madun çal›flmalar›na teflebbüs etmifl bulunuyoruz? Yoksa mümkünat› muhtemel olmayacak bir ifle mi teflebbüs ediyoruz? Ya da Avrupa mirasi ile birlikte varolan imkans›zl›klar bizi kendimizle yabanc›laflmaya m› zorluyor? Bu ba¤lamda “avrupay› taflralaflt›rma” Avrupa düflüncesinin bölgesel olana itilmesiyle bir alan aç›lmaya çal›fl›lmaktad›r. Peki, Avrupa “de-kolonizasyon zihniyeti” ile hala orada mevcudiyetini muhafaza m› etmektedir? Kanaatimce “entellektüel sömürge”den azade olma mücadelesi nihayet bulmam›flt›r henüz. O halde Avrupa entellektüel miras›na taflralaflt›r›lm›fl avrupadan sonra müracaat etmeden kendi entellektüel dilini/söylemini ve nazariye zeminini kendi toplumuna ve nev-i flahs›na münhas›r koflullara göre infla etmek mümkün müdür? Bunun mümkünat› olmad›¤› ileri sürmek bafla dönmekten öte de¤ildir. Dolay›s›yla olur olmazdan öte nas›l ve niçini tart›flmak daha mümbit bir zemin ve imkan husule getirecektir. Niçin sorusunu yan›tlayarak bafllarsak, zihniyet, düflünce ve nazariye her daim ameliye, topluluk ve mekana ihtiyaç duyar ki teorinin prati¤e yans›mas› ya da pratikten teorinin ç›kar›lmas› fleklinde çift yönlü bir süreç ifller. Uygulanabilirlik de uyarlanabilir ve ayarlanabilir nazariye ve fikriyata ihtiyaç duyar. Bunlar da yekpare bir bütünü olufltururlar ki birbirlerinden ay›rmak muhaldir. Bir nazariye gelifltirmek ve ileri sürebilmek için kiflinin kendi toplumunun, kültürünün ithiyaçlar›n› bilmesi kendine has flartlar›n› tespit ve tetkik etmesi gerekir. fiimdiye kadar bat›-d›fl› toplumlar›n yapt›¤›, Bat› ve Avrupa düflüncesinin teori ve yaklafl›mlar›na göre kendilerini yorumlamaktan maada bir fley de¤ildir. Her ne kadar kendi toplumumuzu anlamak için nazariye oluflturma gelifltirme aflamas›nda ve farkl› bak›fl aç›lar› getirme ba¤lam›nda merhale kat ettiysek de bu bizi Avrupa düflüncesiden, seküler s›n›rlardan azade olmam›z› intac etmemektedir. ‹deolojik ve entelektüel anlamda ba¤›ml› olmak sosyal bilimler aç›s›ndan bir tür yamal› bohça/mottley collection olma neticesini do¤urmaktad›r. Yani bu durum, teori ve pratikten südur eden mütenak›z neticelere sebebiyet vermektedir. Chakrabarty’nin bu çeliflkiyi avrupay› taflralaflt›rarak tamamiyle olmasa da k›smen ortadan kald›rmaya çal›flt›¤› söylenebilir. Avrupa düflüncesinin bat›-d›fl› toplumlar› idrak etmede kifayet etmedi¤ini iddia ederek bunu tescil etmektedir. Ama maalesef di¤er taraftan Marx’a müracaat ederek çeliflkisini de ortaya koymakta gecikmemektedir. Bat›-d›fl› toplumla- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Madundan Mafevke Tarih Düflmek: Madun Çal›flmalar›n›n Bir De¤erlendirmesi ra has olan bir durum da -ki konumuzla birebir ba¤lant›l›d›r- tefekkür tembelli¤idir. Bu da bizleri ilennihaye Avrupa entellektüel miras›na ba¤›ml› kalmaya götürmektedir. Dolay›s›yla bu ba¤›ml›l›¤›n tabiat› gere¤i bat›-d›fl› toplumlar›n, b›rak›n düflünce üretmeyi düflünce üretmeyi düflünmesi bile imkâns›zd›r. Nas›l sorusuna gelince? Buna cevap verilecek yetkinli¤e ve olgunlu¤a maalesef henüz gelinemedi. Dolay›s›yla ilk evrenin kemale ermesi bir sonraki aflamay› do¤al olarak tetikleyecektir. K›sacas›, maduniyet çal›flmalar›n›n yapmaya çal›flt›¤› madundan mafevke tarih düflmek çabas› konjöktürün belli bir merhaleye tafl›d›¤› sürecin bir sonraki aflamay› bekleyen yar›da kalm›fl bir tür meydan okumas›d›r. Tekrarlar› azaltm›fl olmas› gelecekteki çal›flmalar için bir umut ›fl›¤› olarak düflünülebilir. Kaynakça Anderson, Benedict R. O’G, (1991). Imagined communities: reflections on the origin and spread of nationalism. London ; New York : Verso. Balakrishnan, Gopal (1996). Mapping the nation; with an introduction by Benedict Anderson. London : Verso. Bulaç, Ali (2002) “Kur’an, Tarih ve Tarihsellik”. Yeni Ümit Dergisi, Say›: 58. Chakrabarty, Dipesh (2002). Habitations of modernity : Essays in the wake of subaltern studies with a foreword by Homi K. Bhabha. Chicago: University of Chicago Press. Chakrabarty, Dipesh (2000). Provincializing Europe : Postcolonial thought and historical difference. Princeton, N.J. : Princeton University Press. Chakrabarty, Dipesh (1989). Rethinking Working-Class History: Bengal. 1890–1940, Princeton, N.J. : Princeton University Press. Chatterje, Partha (1996). Milliyetçi düflünce ve sömürge dünyas›. çeviren Sami O¤uz, ‹stanbul: ‹letiflim yay›nlar›. Guha, Ranajit (2006). Dünya tarihinin s›n›r›nda tarih. Çeviren Erkal Ünal. ‹stanbul: Metis Yay›nlar›. Hodgson, Marshall G.S. (2001). Dünya tarihini yeniden düflünmek: Dünya, Avrupa ve islam tarihi üzerine denemeler. Çeviren Ahmet Kanl›dere, Ahmet Aydo¤an, ‹stanbul: Yönelifl Yay›nc›l›k. Kafeso¤lu, ‹brahim (1977). Türk Milli Kültürü. Ankara: Ayy›ld›z Matbaas›. Kaplan, Yusuf (07.12.2007). “Neden Sekülerlik?” Yeniflafak Gazetesi Lyotard, Jean François (1990). Postmodern durum: Postmodernizm. Çeviren Ahmet Çi¤dem, ‹stanbul: Ara yay›nc›l›k. Orwell, George (1983). 1984. New York: Plume. Sayyid, Bobby S. (2000). Fundamentalizm Korkusu, Ankara: Vadi yay›nlar›. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 129 130 Halil ‹brahim Erol Kaptan-› Derya Barbaros Hayreddin Pafla’n›n Hat›ralar› 3 SÜLEYMAN GÜDER “Er odur ki dünyada koya bir eser, Esersiz kiflinin yerinde yeller eser” “Sen ve kar›ndafl›n nas›l ortaya ç›k›p, cihad meydan›na at›ld›n›z? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul tâifesinden mi, sâirlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak büyük karada ve denizde, ne flekil gazâlar oldu ise, bafltan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek naz›m gerekse nesirle, yaz›p bir kitap düzüp, buraya gönderesin ki, eskiden yaz›lm›fl tarihlerin yan›na , Hazine-i Âmire’mde bulunsun!” De¤erlendirece¤imiz “Gazavât-› Hayreddin Pafla” ad›yla tan›nan eserin ortaya ç›kmas›na Sultan Süleyman’›n bu ferman› buyurmas› vesile olmufltur. Barbaros’un gazalar› birçok esere konu olmuflsa da bunlardan en bilineni Durak Reis’inin bafltardas›nM. Ertu¤rul Düzda¤ da kendisiyle gazalara kat›lan Seyyid Murâdi’nin yazm›fl Barbaros Hayrettin Pafla’n›n Hat›ralar› oldu¤u bu kitapt›r. Padiflah›n buyru¤undan hareketle, Kaynak Yay›nlar›, 2004, 548 s. Barbaros (1466-1546), önce a¤abeyi Oruç Reis’ten bahsetmifl, sonra da “Hayreddin Pafla” olmadan önce tafl›d›¤› “H›z›r Reis” ad›yla yapt›¤› faaliyetleri, Seyyid Murâdi’ye anlatm›fl, o da nesirle ve naz›mla kaleme alm›flt›r. De¤erlendirece¤imiz, Barbaros Hayrettin Pafla’n›n Hat›rat›’n›n, teflekkülünde di¤er eserlerden istifade edilmifl ise de temel metin olarak Gazavât-› Hayreddin Pafla baz al›nm›flt›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kaptan-› Derya Barbaros Hayreddin Pafla’n›n Hat›ralar› Eserde, Deniz ticareti ile u¤raflan genç H›z›r Reis (Barbaros) önce korsanl›¤a nas›l bafllad›¤›n›, akabinde bir denizci için tahayyül edilebilecek en yüksek makam olan ‘Kaptan-› Derya’l›¤a nas›l yükseldi¤ini an be an nakleder. Kitapta Barbaros, tecrübeli deniz adaml›¤›n›n yan›nda, tedbirli ve ak›ll› kumandan, öngörü sahibi bir devlet adam› ve ayn› zamanda alçak gönüllü bir insan olarak karfl›m›za ç›kar. H›z›r Reis Geliyor! fiimdi Seni Yer H›z›r Reis ve abisi Oruç Reis’in 1512’de Tunus Beyi’ne müracaat ederek Halk-ul Vâd kalesine yerleflip korsanl›k etmeye bafllamalar›yla, bölgedeki dengeleri altüst etti¤i nakledilir. Çok k›sa bir süre sonra Cezayirlilerin daveti üzerine abisi Oruç Bey’in Cezayir’i, ‹spanyollar’dan almas› ve sonra Piri Reis’in de oraya yerleflmesi, Akdeniz’in art›k Frengistan ahalisi için halledilemeyecek sorun haline gelmesine sebep olmufltur. Durumu Barbaros’un a¤z›ndan nakledersek “Oruç Reis’le benim nâm u flân›m›z kafir yakas›nda dilden dile destan olup söylenmeye baflland›. Kâfirler yine bir araya gelip bizi nas›l ele geçireceklerini meflveret ederlermifl.” (sf.65). Kafiristan’da, H›z›r Reis’ten korkular o derecedir ki, yaramazl›k yapan ve a¤layan k›zanlar›na “H›z›r Reis geliyor! fiimdi seni yer” derlermifl. Reislerin denizcilikteki maharetlerinden ötürü, Akdeniz’de seyr-ü sefer eden gemilerin onlardan habersiz geçmeleri neredeyse imkâns›z hale gelmifltir. Avrupal›larda ki bu psikolojik durum (korku), bu toplumlarda o denli bilinçalt› etkisi yaratm›fl ki, kendileri ile alakal› olmayan durumlarda da kendini ortaya koymufltur. Bu halet-i ruhiye ayn› zamanda, Barbaros kardefllerinde karfl›l›¤›n› buldu¤u bir “Osmanl›-Türk” alg›s› olarak da okunabilir Cezayir fatihi Barbaros’un Venedik, Frans›z ve ‹spanyollarla yapt›¤› savafllarla kazand›klar› yerleri Sultan Selim Han boyundurlu¤una sunmas› ve korsanl›kla elde etti¤i ganimetlerden bir k›sm›n› Osmanl› Sultan›na peflkefl çekmesi, Padiflah’›n kendisini Cezayir-i Arap Beylerbeyi olarak tayin etme lütfünde bulunmas›na neden olur. Beylerbeyi’nin bölgede etkisi o denli artm›flt›r ki art›k, Avrupal› rakipleri aras›nda feryad-u figana ve “Mayna Sinyor”1 (sf.65) denmesine neden olmufltur. Öyle ki henüz Devlet-i Osmaniye’ye deniz komutan› olarak atanmamas›na ra¤men, korkular›n› “Bu diyavolo2 Barbaroflo sonunda muhakkak Padiflah’a General olur. ‹flte o zaman bafl›m›za k›yametler kopacak demektir. Çünkü bu k›y›lar› (Akdeniz) kendi eli gibi biliyor. ‹flte olacaklar o zaman olur.” (sf. 293,313) fleklinde dillendirmifllerdir. Bu korku, daha sonralar› görülece¤i üzere, y›lan›n ejderha olmamas› için bir tak›m önlemlerin al›nmas›na neden olmuflsa da, nafile bir korku olarak kalacakt›r. 1 Teslim oldum, Efendim 2 fieytan ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 131 132 Süleyman Güder Kapudân-› Derya Barbaros Hayreddin Pafla: Haçl› Donanmas›ndan Co¤rafi Kefliflere Cezayir Valisi, Barbaros’un Akdeniz’deki önemli baflar›lar›, fievketlü Sultan Süleyman Han taraf›ndan, mükafata mazhar için, Cezayir Valisi, Âsitâne-i Saadet’e3 ça¤r›larak, Devleti Osmaniye’nin derya ifllerine ve tersâne-i âmire’ye nizam vermesi için, bu görevin niflânesi olan kürk kaftan giydirilerek, Kaptan-› Derya görevine atanm›flt›r (1533). Bu atama Avrupa’da, “Barbaroflo, Gran Senyör’e4 Kaptan Pafla olmufl. Gözünüz ayd›n, iflte flimdi belay› bulduk” (sf. 354) fleklinde yank› bulmufltur. Korkular›nda haks›z olmad›klar›n› anlamak içi çok k›sa bir süre geçmesi gerekecektir. Nitekim Osmanl›lar›n Akdeniz’deki hegemonyas›n›n k›p›rdamalar›na engel olacak flekilde artmas›ndan, Papal›k, Venedik, Ceneviz, Malta, ‹spanya ve Portekiz gemilerinden oluflan bir “Haçl› donanmas›” (1538) kuruldu ve bafl›na ünlü komutan Andrea Doria getirildi. Kaptan-› Derya’n›n bafl›nda bulundu¤u Osmanl› donanmas› ile Haçl› donanmas› 28 Eylül 1538’de Preveze Körfezi önlerinde karfl›laflt›. Barbaros Hayreddin Pafla, tarihe Preveze Deniz Savafl› olarak geçen buradaki savaflta Haçl› donanmas›n› yenilgiye u¤ratt›¤› bu zaferle Osmanl› Devleti, Akdeniz’deki egemenli¤ini pekifltirdi. Bu savafl Haçl› ordusu için yenilgi olarak sonuçlanm›fl olsa da, asl›nda Avrupal› devletler için sonunda refaha götürecek bir sürecin bafllang›c› olmufltur. Do¤u ile ticarette hayati öneme sahip Akdeniz’in, Türk Denizi haline gelmesi, Bat›l› devletler için aray›fllara neden olmufltur. Sonunda hepsinin, irili ufakl› sömürgelere sahip olmas›na dolay›s›yla zenginleflmesine neden olacak sürecin, özellikle bu de¤iflen flartlar sonras›nda (Akdeniz’in Osmanl› elinde olmas›) vuku bulmufl olmas› ve ünlü Bat›l› Keflflaf’lar›n, Ferdinand Magellan (1480-1521), Vasco de Gama (1469-1524), Bartolomeu Dias’›n (yaklafl›k 1450 -29 May›s, 1500) bu devirlerde yaflam›fl olmas›, herhalde tesadüfle aç›klanamaz. Buradan, Haçl› seferlerinin ç›kmas›n› ve co¤rafi kefliflerin yap›lmas›na neden olarak, sadece Akdeniz’in ‘Türk Gölü’ haline gelmesi gibi indirgemeci bir yaklafl›mda bulunmuyoruz, belki de bu durum çok daha önceleri bafllam›fl olan bir sürecin h›zlanmas›na neden olmufltur denilebilir. Fakat, yayg›n kan›n›n aksine, pek çok tarihçi ve araflt›rmac›n›n da belirtti¤i gibi, Uzakdo¤u ile Avrupa aras›ndaki ticaretin ana hatt› olan “Ortado¤u’da Müslümanlar›n kontrolünü k›rmak, ticaret yollar›n› ele geçirme” girifliminin ç›k›fl noktas› “kurtar›lmay› bekleyen esir H›ristiyanlar” gibi dini kayg›lardan ziyade ekonomik kayg›lard›r. Dini nedenler, halklar› mobilize etmesi aç›s›ndan dikkatlerin celbini hak etmifltir, ama yönetici kadro için 3 Baflflehir, ‹stanbul 4 Kanuni Sultan Süleyman, Yüce Efendi anlam›nda kullan›lm›flt›r ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kaptan-› Derya Barbaros Hayreddin Pafla’n›n Hat›ralar› ikincil bir neden olmufltur her zaman. Özellikle pusula, ka¤›t, top barutu gibi büyük icatlar ile ifllenmifl bak›r eflyalar, kumafllar ve yel de¤irmeni gibi yeniliklerle tan›flmalar›, co¤rafi kefliflerin h›zlanmas›na neden olmufltur. Ve bu kayg›lar, Avrupal›lar›n Hindistan’a alternatif deniz yoluyla ulaflabilmelerine ve zamanla Osmanl› Devleti’nin ve bölgenin di¤er güçlü devleti ‹ran’›n üstünlüklerine son verecek bir sürecin bafllamas›na neden olmufltur. Hakim Güç Olarak Kullan›lan Dil Kitap’ta karfl› kültürle girilen iliflkide kullan›lan dil bir hakim kültür dili ve ötekiyle girilen iliflki bu tür bir iliflkidir. Yani, dönemin siyasi gücünü elinde bulunduran medeniyet/kültür her zaman söylem üstünlü¤üne sahiptir. Nas›l ki, günümüzde Bat› kültürü siyasi üstünlü¤e paralel olarak hakim ise, kitab›n bahsetti¤i 16. yüzy›lda da Osmanl› devletiyle ete kemi¤e bürünen, ‹slam medeniyeti, hakim güç olarak di¤er kültürle iliflkisinde, özellikle Bat›yla olan iliflkide bir özgüvene sahiptir.. Ve yine günümüz hakim gücünde oldu¤u gibi, genelde hakim güçlerin sahip olduklar› iktidar durumunda olman›n sebep oldu¤u “bafl dönmesi” acziyetinden tamamen kurtulamad›klar›n› yer yer kitapta gözlenebilmektedir. (sf.262,308) ‹lginçtir ki bir çok Bat›l› ve Bat›c›lar taraf›ndan, bugünkü Müslüman Dünyan›n içinde bulundu¤u nâhofl duruma, sebep olarak gösterilen ‹slâm, bahsi geçen dönemde, bizzat terakkinin ve hakim gücü elde etmenin/tutman›n yegâne kayna¤› olmufltur. Din olarak ‹slam’›n, terakkiye mani olmad›¤›, ideal formuyla (asr-› saâdet) yaflanmam›fl olsa da önemli ölçüde yafland›¤› bu dönemde müflâhede edilebilir. Eserden yola ç›karak, günümüz dünyas›nda geçici olarak medeniyet buhran› yaflayan Müslüman dünyan›n sorununun temelinin, medeniyetin günün flartlar›na ayak uyduramamas› de¤il, aksine “öteki” kültürleri kendine benzetmeye çal›flan, benzetemediklerini elimine eden Bat› kültürünün de etkisiyle, kendi öz benli¤ine yabanc›laflmas› oldu¤u ortaya ç›kmaktad›r. Sonuç M. Ertu¤rul Düzda¤ taraf›ndan metnin asl›na uygun olarak Türkçe’mize sadelefltirilmifl olan bu eser, Türk edebiyat tarihinin bilinen önemli otobiyografi denemelerinden biridir. Kitab›n birçok dile Türkçe’den önce kazand›r›lm›fl olmas›, geçmiflimizle ne kadar alakal› oldu¤umuzun göstergesidir. Bu sebeple katk›s›ndan ötürü yazar› takdir etmek laz›m gelir. Yazar›n, kitab›n asl›n›n havas›n› yans›tmas› aç›s›ndan, sadelefltirmeden alm›fl oldu¤u baz› k›s›mlar, kitab›n anlafl›lmas›n› zorlaflt›rmam›fl aksine, hat›rat›n roman türünde sunulmas› kitab›n, sonunda eklenen lügatçe k›sm›na bakmaya ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 133 134 Süleyman Güder ihtiyaç duymadan, bir solukta okunmas›n› sa¤lam›flt›r. Nihayetinde bir hat›rat›n roman türünde sunulmas› ve kullan›lan üslup bir macera türünü and›rsa da kitab›n inand›r›c›l›¤›na halel getirmemifltir. Di¤er hat›ratlar gibi bu kitapta da, bahsi geçen döneme dair (16. yy) ilk elden çok önemli bilgiler ve birçok yerde bulunamayacak detaylar bulmak mümkündür. Kitapta, bugün hala bir ço¤unu kulland›¤›m›z deyimlerin yerli yerinde s›kça kullan›lm›fl olmas›, kitab›n benzer türlerden ay›rt edici özelliklerindendir. Eser özellikle genç okuyucular için tarihe ve topluma mal olmufl, örnek al›nas› flan, fleref ve ahlak sahibi flahsiyetlerin tan›nmas› aç›s›ndan önemli bir bofllu¤u doldurmufltur. Elimizdeki kitap, okuyucuya yaflamakta oldu¤u bugünkü durumu sorgulamas› gerekti¤ini ve mensup oldu¤u medeniyet bunal›m›ndan ancak bu medeniyetin kendi dinamikleri ile afl›labilece¤ini anlatmaktad›r. Kitaptan yola ç›karak üzerinde düflünmemiz gereken sorulardan biri “Barbaros Pafla zaman›ndaki hangi neden Bat›l›lar için korkulas› bir duruma neden olmufltur, sadece H›z›r Reis’in Akdeniz’i avucu gibi iyi bilmesi ve elde etmifl oldu¤u Kaptanl›k tecrübesi mi?”. De¤erlendirmemi, Yahya Kemal Beyatl›’n›n kitab›n ruhuna uygun m›sralar›yla sonland›r›yorum: Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor? Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor! Adalardan m›? Tunus’dan m›, Cezayir’den mi? Hür ufuklarda donanm›fl iki yüz pare gemi Yeni do¤mufl aya bakt›klar› yerden geliyor; O mübarek gemiler hangi seferden geliyor? ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Makale Konusu Kent Hangi Tarihe Düfler? 3 MUSTAFA KÖMÜRCÜO⁄LU Henri Pirene Ortaça¤ Kentleri ‹letiflim Yay., ‹stanbul, 1994. Kuflkusuz klasik bir eser üzerine de¤erlendirme yapmak bofl bir çaba ya da gereksiz bir u¤rafl olarak görülebilir. Zira bu eserlerden art›k ö¤renilecek olan ö¤renilmifl ve eseri okuma eserin verdi¤inden farkl› boyutlara, yani eserden yola ç›karak yazara ya da ça¤a ulaflmaya çal›flma gibi de¤iflik okumalar›n konusu olmaya bafllam›flt›r. Henri Pirenne’in Ortaça¤ Kentleri eseri de böyle bir klasik eser oldu¤u için bu yaz› da belki böyle de¤erlendirilebilir. Bununla birlikte Türkiye yaz›n›nda çok flükür ki sosyal tarih ya da kent tarihi yaz›lar› yeterli seviyeye ulaflamam›flt›r. fiu halde Henri Pirenne’den ö¤renebilece¤imiz fleyler mevcut ve bu durum onu ayn› zamanda kritik etme hakk›n› da bize veriyor. Henri Pirenne, Anal okulunun öncülü olarak kabul edilen ve sosyal tarih yaz›n›nda önemli bir yere sahip kifli, onun en önemli eserlerinden olan Ortaça¤ Kentleri, Pirenne’in ABD’de verdi¤i konferanslar›n notlar›ndan olufluyor. Hacimce küçük düflünce zenginli¤i olarak büyük olan bu kitap ayn› zamanda kentlerin ortaya ç›k›fl› ve geliflmesi ile ilgili bafll› bafl›na bir kuram ortaya at›yor ve bu kuram kent tarihi literatürünün en önemli kuramlar›ndan birisidir. Dolay›s›yla bu yaz› da hem kuram›n genel hatlar›n› özetlenecek ve hem de kuram›n kriti¤ini yap›lacakt›r. Pirenne ortaça¤› anlatmak üzere yaz›lan her kitapta oldu¤u gibi Roma ‹mparatorlu¤unun genel görünümünden bafll›yor anlat›s›na. Pirenne göre Roma bir Akdeniz Uygarl›¤›, henüz Avrupa Uygarl›¤›ndan bahsedemeyece¤imiz bir dönemde Avrupa’n›n ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 135 136 Mustafa Kömürcüo¤lu öncülü durumundaki medeniyet olan Roma imparatorlu¤u Akdeniz çevresinde ve Akdeniz’in sa¤lad›¤› ekonomik ve siyasal imkanlar çerçevesinde hayat buluyor. Roma Akdeniz’de güçlü bir ticaret a¤› kuruyor ve bu ticaret k›y› boyunca serpilen önemli flehirlerin varl›k sebebi oluyor. Bu ticaret ve flehir canl›l›¤› Roma’y› y›kan Germen sald›r›lar› ile önemli bir de¤iflim geçirmiyor. Çünkü Pirenne’in burada iflaret etti¤i fley bu kavimlerin ticareti sekteye u¤ratacak bir amaçlar› olmay›fl› ve sadece toprak sahibi olmak istemeleridir. Ticareti bilmiyorlar ve bu ticareti nihayete erdirmekte bir fayda görmüyorlar. Dolay›s›yla Roma sonras› Fransa’n›n hakimi olan Merovenj hanedanl›¤› döneminde Marsilya ve Güney Fransa hala önemli bir ticari etkinli¤e sahne oluyor. Burada Pirenne’in örtük olarak söyledi¤i fley barbarlar›n barbar olarak medeni bir toplumun ürünlerine karfl› ç›kmad›klar›, sadece onlara hayranl›k duyup sahip olmak istemeleri gerçe¤idir. Fakat bu tablo ‹slam fetihleri sonras›nda radikal bir dönüflüm geçiriyor. Çünkü Müslümanlar sadece Akdeniz k›y›lar›n›n önemli bir k›sm›n› ele geçirmiyor, ayn› zamanda Akdeniz ticaretinin de büyük bir k›sm›n› ele geçiriyor. Akdeniz’deki avantajlar›n› kaybeden Avrupa ise içe kapan›yor ve kuzeye çekilerek bir tar›m toplumu olarak varl›¤›n› sürdürüyor. ‹flte bu durum ayn› zamanda Avrupa kent yaflam›n›n da bitti¤ini iflaret ediyor. Bu tarihten sonra Pirenne kentlerin Avrupa co¤rafyas›ndan kalkt›¤› tezini öne sürüyor. Bu bir bak›ma do¤ru, zaten ortaça¤›n tar›m toplumu niteli¤i nüfusun kentlerde y›¤›lmas›n› anlams›z k›l›yor, bu nedenle Roma ‹mparatorlu¤undan sonra Avrupa’daki önemli kentlerin nüfuslar›n›n düfltü¤ünü görüyoruz. Di¤er taraftan ‹stanbul gibi bir flehrin kuruldu¤unu –ki bu flehir dönemin koflullar›nda Roma ne kadar Avrupa’ysa o kadar Avrupa’y› temsil eden bir flehirdi- ve Roma ‹mparatorlu¤unun baflkentli¤ini yap›p 500.000 gibi bir nüfusa ulaflt›¤›n› biliyoruz. Ayr›ca Avrupa’daki flehirlerin nüfuslar›n›n düflmeye bafllamas› Roma ‹mparatorlu¤unun ortaya koydu¤u Pax-Romana’n›n da¤›ld›¤› andan itibaren düflmeye bafllad›¤›n› tespit ediyoruz. Bu bak›mdan ‹slam fetihleri sonras› yaflanan nüfus azalmas›n›n önceki dönemde bafllayan bir sürecin ola¤an bir devam› olarak görülmesi de söz konusu olabilir. Bununla birlikte Pirenne bu hususlar› yapm›fl oldu¤u indirgeme sonucu göz önüne alm›yor. Çünkü Pirenne’in ileride ortaya koyaca¤› tezlerini ispatlamas› için Avrupa’da kentlerin tam da ‹slam fetihleri ile Avrupa sahnesinden silinmesi gerekiyor. Burada yine Pirenne’in aç›kça söylemedi¤i Müslümanlar›n medeni bir toplum olup, baflka medeni toplumlarla rekabete giriflebilmeleri ve rakip medeni toplumun ürünlerine hayranl›k duymay›p ona karfl› kendi ürünlerini de üretebilmesi, asl›nda Müslümanlar›n Akdeniz’in önemli bir k›sm›n› ald›ktan sonra Akdeniz ticaretini yönlendirmelerinin alt›nda bu yat›yor. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kent Hangi Tarihe Düfler? Bu dönemde Avrupa’da kent nam›ma varolan Roma imparatorlu¤undan kalma, Roma’n›n idari birimleri olan kasabalar ve ortaça¤da kurulmufl olan kale-kentlerdir. Birinciler ruhban s›n›f›n›n yönetimindedir, çünkü ortaça¤ avrupas›n›n ayakta kalan ve Roma’n›n miras›n› sahiplenecek tek kurumu kilisedir ve Roma’n›n idari birimlerini kilise piskoposluk merkezleri yaparken Roma flehrini de Papal›k merkezi yapm›flt›r. Kale-kentler ise dönemin güvensiz ortam›nda üretilen surla çevrili alanlard›r. Pirenne’e göre her iki yap› da kent niteli¤i göstermez. Manast›rlar›n oldu¤u ve manast›r çevresinde bir hayat›n infla edildi¤i kasabalar birkaç bin, insanlar›n belli kutlama günlerinde ya da sald›r› durumunda topland›klar› kale-kentler ise normal durumlarda birkaç yüz kiflilik nüfusa sahipti. Bu yap›lar önemli bir ticari ve s›nai etkinli¤e de sahip de¤ildi. Pirenne’e göre ortaça¤ dünyas›nda ekonomi tar›msal bir niteli¤e sahip olup, bu ekonomiyi kontrol eden feodalite ise k›rsal bir nitelik tafl›yordu. Dolay›s›yla feodal lordlar bir merkeze sahip de¤ildiler ve kentlerde yaflam›yorlard›. Fakat bunun istisnalar› da vard›. Zira Fransa kral› Paris’te yaflarken Güney Fransa ve ‹talya lordlar› büyük oranda kentlerde yafl›yorlard›. Fakat bu durum bu siyasi merkezlerin kent olarak adland›r›lmas›n› da gerektirmiyor Pirenne’e göre. fiu halde Pirenne için kent olman›n ay›r›c› vasf› ekonomik etkinlikler çerçevesinde kurulmufl olmas›d›r, yani siyasi –bir lordun yaflad›¤› yer olma- dini –bir manast›r çevresinde yaflay›p bir araya gelme- ya da askeri –güvenlik sebebiyle bir araya gelmenedenler bir kentin kurucu ö¤esi olarak kabul edilmemektedir. Ayr›ca bu ekonomik etkinlikte kesinlikle tar›m d›fl› bir etkinlik olmal›d›r, zira ayn› flekilde etraf›ndaki k›rsal bölgenin tar›msal faaliyetinden geçinen bir kent de söz konusu vasfa sahip de¤ildir. Kentin d›fllay›c› unsurlar›n› böylelikle ortaya koyan Pirenne kente has ve kenti kuran etkinli¤i ve bu etkinli¤i yapan kiflileri anlatmaya koyuluyor. Burada Pirenne’in dikkat çekti¤i fley 11. yüzy›lla birlikte geliflen ticaret ve tüccar s›n›f›. Fakat bunun hemen öncesinde ekonomik bu geliflmelerin siyasi bir tak›m öncüllerinden de bahsediyor. Bunlar Haçl› Seferleriyle H›ristiyanlar›n Müslümanlara karfl› sald›r›ya geçmesi ve Akdeniz’de üstünlük elde etmesi, ayr›ca ‹skandinav sald›r›lar›n›n engellenip Avrupa içi bir bar›fl›n sa¤lanmas›. Yani 11. yüzy›l›n ticari geliflmelerinin yaflanabilmesi için Avrupa öncelikle 10. yüzy›l›n sa¤lad›¤› k›smi bar›fla gereksinim duyuluyor. Nihayet bu koflullara Avrupa’n›n söz konusu dönemde geçirdi¤i nüfus art›fl› da ekleniyor. Nüfus art›fl›n›n ortaya ç›kard›¤› bu insan fazlas› macerac› ticarete at›l›yor ve art›k Avrupal› için daha güvenli olan Kuzey Denizi’nde ve Akdeniz’de bu ticareti gelifltiriyor. Bu gezginci tacirler hem yerleflim yeri hem de mallar›n› satacaklar› pazarlar olarak yukar›da bahsedilen kasaba ve kale-kentlerin çevresine yerlefliyorlar. Söz ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 137 138 Mustafa Kömürcüo¤lu konusu çevre, zenginleflen ve say›ca artan tacir s›n›f› ve ilerleyen ticaret sayesinde öylesine geniflliyor ki o yap›n›n kendisine hakim oluyor ve oray› da ayn› zamanda bir kent k›l›yor. Nitekim Avrupa’da kentlerin ilk görüldükleri bölgelerin Kuzey Denizi ticaretinin kalbi olan Flaman k›y›lar› ile Akdeniz ticaretinin en önemli limanlar›na sahip olan Kuzey ‹talya olmas› geliflen ticari etkinli¤in kentlerin kurulmas›nda ne derece önemli oldu¤unu bir kez daha ispatl›yor. Tabi bu etkinlik alana yay›ld›kça Avrupa’n›n tümünü kapsayan bir kentleflme ile karfl› karfl›ya kal›n›yor. Geliflen ticaret ve sanayi (dönemin koflullar›nda küçük atölyelerde yap›lan) kentin kurucu unsuru olarak ortaça¤ kentini antik ça¤ kentlerinden ay›r›yor. Ama bu kentin sadece ortaça¤a ait bir kent oldu¤unu belirtmekte de yanl›fl olur. Pirenne burada bugüne kadar gelen kentin ortaça¤daki özünden ve kökeninden bahsediyor. Zira bugünün dünyas›n›n en önemli vasf› olan kapitalizmi ortaça¤a götürmesi de bunun göstergesi, zaten Pirenne ortaça¤ tüccarlar›n›n kapitalist ruhu haiz olduklar›n› da yine ayn› ba¤lamda söylüyor. Dolay›s›yla antik kentten bir k›r›lma ile farkl›laflan ortaça¤ kenti –ayn› zamanda modern kent- antik sistemden farkl› olan bir ekonomik sistemin, yani kapitalizmin üstüne yükseliyor. Ticaret sayesinde kendi kendini kuran ve gelifltiren kent, kentin yönetimini de do¤al olarak kentliye b›rak›yor. Tabi bu süreç birden oluflan ve çat›flmas›z bir flekilde gerçekleflen bir süreç olarak karfl›m›za ç›km›yor. Özellikle piskoposlarla giriflilen mücadelenin bu noktada alt› çiziliyor, di¤er taraftan feodal lordlar›n kentlere olan ilgisizli¤i daha önce belirtildi¤i için kentin yönetimine olan ilgileri de düflük oluyor ve bölgelerindeki kentlerin kendileri için gerek vergi gerekse borç kayna¤› olarak de¤erini bilen lordlar kent yönetimlerine özerk statü vermekte sak›nca görmüyorlar. Böylece bir evrim dahilinde kendi hukukuna, mahkemesine, vergi sistemine ve yönetimine sahip olan kent bir devlet gibi siyasi bir birim haline geliyor. Bu noktada kapitalizmin ne zaman bafllad›¤›n› tart›flmak Pirenne’nin tezinin de¤erlendirilmesi bak›m›ndan da önemi haizdir. Pirenne bu eserinde 11. yüzy›lda bafllayan 12. yüzy›lda geliflen ticaretin kapitalizmin bafllang›c› oldu¤unu ileri sürüyor. Di¤er taraftan kapitalizmi daha geç bir tarihe yani 16. yüzy›la kadar götürenler de söz konusu. Bu dönem ise ulus-devletlerin ortaya ç›kt›¤› zaman› iflaret ediyor. Bu ise kent ölçekli de¤il ulus ölçekli bir siyasi birimin geliflmesine imkan sa¤l›yor. Böylelikle devletler kentler üzerinde hakim olarak onlar›n özyönetimlerini büyük oranda engelliyorlar ve art›k kent ölçe¤inde güçlü bir siyasi birimin varl›¤›na izin vermiyorlar. Di¤er taraftan ayn› dönem ilerleyen sömürge ticaretiyle birlikte geliflen bir Avrupa zenginli¤inden ve kentinden bahsetmemize imkân tan›yor. fiu halde Avrupa kentlerini gerçekte mamur k›lan›n ortaça¤da yap›lan yak›n k›ta havzas› ticareti mi –ki Pirenne bu ticarete uzun mesafeli demekte tereddüt etmiyor- yoksa Amerika, Hindis- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Kent Hangi Tarihe Düfler? tan, Afrika, Çin gibi k›talar aras› ticaret ve sömürgecilik faaliyetleri oldu¤unu mu tespit etmek konuyu ayd›nlatmak bak›m›ndan gerekli görünüyor. Nitekim siyasi boyutlar›yla birincisi kentlerin özerkli¤ini garanti ederken di¤eri ulus-devlete s›n›rlar› dahilinde bir mutlak hakimiyete imkan tan›yor. Bugün Avrupa kentlerine bakt›¤›m›z zaman hem önemli bir yerel özerkli¤e sahip olduklar›n› hem de ulus-devletin siyasi hakimiyetine halel getirmediklerini görüyoruz. Bu durum bize söz konusu iki etki unsurunun Avrupa’y› kapitalist Avrupa yapmakta önemli ve dengeli bir yerinin oldu¤unu akla getiriyor. Böylelikle bu iki unsurdan birini abartmak Avrupa siyasetini de yanl›fl tan›mlamak anlam›na geliyor. Bu yüzden hem Pirenne’in iflaret etti¤i ortaça¤daki geliflmeleri hem de baflka yazarlar›n iflaret ettikleri yeniça¤daki geliflmeleri ölçülü bir yorumlamayla ele almak gerekiyor. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 139 140 Mustafa Kömürcüo¤lu ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 AL‹YA ‹ZZETBEGOV‹Ç’‹ ANMA TOPLANTISI 20 Ekim 2007 Düflmanlar› için “sayg› duyulacak bir rakip” Çocuklar› için “mükemmel bir baba” Halk› için “bir kahraman” Tarihe tan›kl›k etmek isteyenler için zorlu bir yaflamdan geriye kalanlar... “Ben bir Müslüman›m ve öyle kalaca¤›m. Kendimi dünyadaki ‹slam davas›n›n bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da öyle hissedece¤im. Çünkü ‹slam benim için güzel ve asil olan her fleyin di¤er ad›; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ya da umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayat›n, k›sacas› benim inanc›ma göre u¤runda yaflamaya de¤er olan her fleyin ad›d›r.” 142 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› Aliya ‹zzetbegoviç kendisine tak›lan “bilge kral” ismini hak edecek bir hayat yaflam›fl büyük bir düflünür ve önemli bir devlet adam›d›r. Her ne kadar kendisine dair anlat›lanlar Bosna Ba¤›ms›zl›k Savafl› dönemine yo¤unlaflsa da O, düflünür kimli¤i ile büyük bir mücadelenin içinden gelmektedir. Tarihte pek az kiflinin baflarabildi¤i bir fleyi gerçeklefltirmifl; düflünür ve siyasetçi kimli¤ini çok s›k› bir flekilde örtüfltürmüfltür. Düflünceleri ile dile getirmifl oldu¤u olgunlu¤u ayn› flekilde ahlâki bunal›mlarla malul iç ve d›fl siyasette de göstermifl ve düflmanlar›n›n dahi sayg› duydu¤u büyük bir devlet adam› olarak tarihe geçmifltir. ‹lmi Etüdler Derne¤i 20 Ekim 2007 tarihinde vefat›n›n 4. senesinde Aliya’n›n b›rakt›¤› düflünce miras› tetkik etmek üzere bir anma toplant›s› tertip etti. Zira onun yazd›klar›nda yol gösterici pek çok ilke derin bir düflünce süzgecinden süzülerek bize ulaflmaktad›r. Bu dam›t›lm›fl düflünce ve öneriler pek çok aç›dan günümüzde insanl›¤›n önünü açabilecek mahiyettedir. 2002 y›l›nda, uzunca bir zamand›r yaflad›¤›m›z kültürel kopufl etraf›nda yaflanan sorunlara kuflat›c› çözümler üreten, ilim adamlar›n›n yetiflmesine hizmet amac›yla kurulan ‹lmi Etüdler Derne¤i anma toplant›lar› ile bizim için önemli flahsiyetlerin tarihin derinliklerinde kaybolmalar›n› engellemeyi ve onlar›n artlar›nda b›rakt›klar› miras› yeniden gündeme getirmeyi amaçlamaktad›r. Böylece kültürel kopufllar›n tamir edilebilece¤ini ve büyük insanlar›n dünyas› ile birer köprü oluflturaca¤›m›z› ümit ediyoruz. Afla¤›da 20 Ekim 2007 tarihinde düzenledi¤imiz Anma Toplant›s›nda sunulan metinlerden baz›lar›na yer verdik. Böylece bu toplant›y› kal›c› k›lmay› arzu ediyoruz. Ümit ediyoruz ki gelecekte Aliya’dan hareketle çok daha güzel çal›flmalar gerçeklefltirilecektir. Aliya ‹zzetbegoviç: ‹çindeki Umut Atefli Hiç Sönmedi... 1950’lerden 1990’lara uzanan bu uzun dönem boyunca, komünist yönetim alt›nda Aliya, Bosnal› Müslümanlar için alttan alta umut afl›layan bir kiflidir. Dolay›s›yla Yugoslavya’n›n da¤›ld›¤› bir dönemde Aliya halk›n›n önderi olarak sahneye ç›kt›. Ayn› ad› tafl›yan dedesi Aliya ‹zzetbegoviç, üsküdar’da askerlik yaparken tan›flt›¤› Türk k›z› S›d›ka Han›m ile evlenmifltir. Dede Aliya, S›d›ka Han›m ile evlendikten sonra fiamats’a geri dönmüfl ve bu evlilikten befl erkek çocuklar› dünyaya gelmifltir. Aliya’n›n babas› Mustafa da fiamats’ta do¤mufltur. Aliya ‹zzetbegoviç, 8 A¤ustos 1925’te fiamats’ta do¤duktan iki y›l sonra ailesi Saraybosna’ya tafl›n›r. Aliya ‹zzetbegoviç an›lar›nda, “alt› yafl›ndayken Kur’an kursuna bafllad›¤›n› ve çocuk olmas›na ra¤men sabah namazlar›n› camide k›ld›¤›n›” anlat›r. Aliya, II. Dünya Savafl› s›ras›nda Genç Müslümanlar ( Mladi Muslimani ) birli¤ine kat›l›r. Hem anti-komünist hem de anti-faflist olan bu birli¤in en temel gayesi Balkanlarda Müslümanl›¤›n tekrar dirilmesidir. Savafl sonras› Yugoslavya’da kurulan komünist yönetim Genç Müslümanlar örgütünü yasad›fl› saym›fl ve Aliya, örgüte üyelik suçundan 1946 y›l›nda üç y›l hapse hüküm giymifltir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› Hapisten ç›kt›ktan sonra Saraybosna’da hukuk tahsiline bafllam›fl ve gizli bir flekilde siyasi faaliyetlerini sürdürmüfltür. Hapisle ikinci kez tan›flmas› ise 1960’l› y›llarda “‹slami yeniden do¤uflun sorunlar›” üzerine kaleme ald›¤› ‹slam Deklerasyonu kitab› sebebiyle olmufltur. 1983 y›l›nda girdi¤i bu ikinci hapis dönemi 1988 y›l›nda son bulmufltur. Aliya ‹zzetbegoviç 1990`dan 1992’ye kadar Bosna-Hersek Eyalet Cumhuriyeti`nin Cumhurbaflkanl›k görevini üstlendi. 1992 y›l›nda uluslararas› tarafs›z gözlemcilerin kontrolü alt›nda yap›lan bir serbest referandum sonucunda Bosna-Hersek Cumhuriyeti ba¤›ms›zl›¤›n› ilan etti. Aliya, Bosna Savafl›’nda (1992-1995) anahtar bir rol oynad›. 1992-2000 y›llar› aras›nda 7 kiflilik Ortak Devlet Baflkanl›¤› Konseyi’nin baflkanl›¤›n› yapt›. Bir Bilge Kral Aliya, koflullar ne olursa olsun umudunu yitirmeyen, bir bütün olarak hayat›n olumlu yanlar›n› görmek isteyen, bilge bir Müslüman prototipidir Sevenleri taraf›ndan “Bilge Kral” lakab› verilen Aliya ‹zzetbegoviç, hiç flüphesiz ki, son elli y›l›n önemli isimlerinden biridir. Onun önemi maruz kald›¤› haks›zl›ktan kaynaklanm›yor; bir entelektüel ve bir siyaset adam› olarak ‘kendi olufl’unu gerçeklefltirebilen liderli¤inden kaynaklan›yor. So¤uk savafl döneminin sona erdi¤i ve yo¤un belirsizliklerin yafland›¤› kaotik bir küresel ortamda, bir düflünür ve eylem adam› olarak Aliya, halk›n› gelece¤e tafl›yacak tarihi sorumlulu¤u omuzlamaktan kaç›nmam›flt›r. Profesyonel bir siyasetçi olmad›¤› halde tarihe, halk›na ve insanl›¤a karfl› besledi¤i derin sorumluluk duygusu onu bir uzun yürüyüflün öncülü¤üne getirmifltir. 1990’l› y›llar boyunca dünya, Avrupa’n›n ortas›nda Bat›n›n ahlâk ve insanl›k ilkelerine ihanet etti¤i bir ahlâk s›nav›nda Bat›ya ahlak ve insanl›k ilkelerini hat›rlatan bir bilge kral olarak tarihi rolünü oynay›fl›na tan›k oldu. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 143 144 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› Sahip ç›kt›¤› ‹slâmî söylemini evrensel bir dile dönüfltürürken beslendi¤i medeniyet birikiminin fark›ndad›r. Bu yönüyle ‹slâm dünyas›nda yeni bir lider prototipinin habercisi olmufltur. Yeni bir siyaset dili gelifltirerek ilkelerinde tutars›zl›¤a düflmeden söylemini evrensel ölçülere tafl›yabilmifl “bilge kral” tipinin müflahhas örne¤idir. ‹slam dünyas›nda so¤uk savafl flartlar›nda ortaya ç›kan lider tiplerinin tümünden ayr› olarak Aliya, düflünsel derinli¤i, uzlaflma ile ilkelerden tavizsizli¤i, diplomatik yetenekle askeri baflar›y› flahs›nda birlefltiren bir performans sergilemifltir. En olumsuz flartlarda bile iyimser tutumu, pozitif yaklafl›m›yla uzun mesafe koflucusu bir eylem ve siyaset adam› oldu¤unu göstermifltir. E¤er düflüncesinde ve hareket tarz›nda bu “pozitif yaklafl›m” olmasayd› pragmatizmle reaksiyonerli¤in açmazlar› aras›nda s›k›fl›p kalan, tarihte say›lar› hiç de az olmayan lider taklitlerinden biri olarak bugün üzerinde konuflulmayacakt› bile. Gençlik y›llar›nda iflgal edilmifl bir Bosna’da, ‹slam Co¤rafyas›n›n büyük bir k›sm› iflgal alt›ndayken bile Saraybosna’da Milyaçka Irma¤›’n›n kenar›nda arkadafllar›yla ‹slam’›n gelece¤ine iliflkin konufluyordu. Komünist yönetim alt›nda bile gençlerden bir halka oluflturmufltu etraf›nda ve ‹slam’›n gelece¤i ad›na ‹slam Dünyas›na ça¤r›lar yap›yordu. 1200 gün S›rp kuflatmas› alt›nda politikan›n en kirli sahnesinde Halk›na kirlenmemifl güzel bir önderlik yap›yordu… Aliya’y› Anlamak Aliya’n›n mücadelesi hem sembolizm anlam›nda hem de tarihi ve sosyal anlamada karfl›l›¤› bulunan bir olgu olarak farkl› bir okumay›, anlamland›rmay› gerektiriyor. Aliya’y› konuflmak; fikirleri, idealleri ve eylemleriyle bir döneme damgas›n› vurmufl herhangi bir lideri konuflmaktan öte anlamlar tafl›maktad›r. Bir yönüyle yaflad›¤› dönem ve ortaya koyduklar›yla s›n›rland›r›labilecek bir düflünce ve eylem adam›ndan söz ediyoruz demektir. Bu yaklafl›m, Aliya’y›, misyonunu tamamlam›fl, etkisi kendi bölgesiyle s›n›rl› bir kiflilik olarak tarih malzemesi yapmakt›r. Geçmiflte Türkiye’de Bosna’da yaflanan dram nedeniyle, biraz da unuttu¤umuz Osmanl› bakiyesi unsurlar› keflfetmenin verdi¤i duygusall›k ve karfl›lafl›lan haks›zl›¤a karfl› öfkenin birlefliminde bir Aliya ilgisi oluflmufltu. Oysa onun, kiflili¤i, kimli¤i ve idealleri bak›m›ndan ‘kendini aflan’ bir öncü olarak yeniden de¤erlendirilmesi gerekmektedir. Bu do¤al sempatinin oluflturdu¤u duygusal ortam bir eylem adam›n›, bir düflünür olman›n yan› s›ra temsil etti¤i ‘yo¤un sembolizm’ aç›s›ndan tarihi kavflakta buluflturuyordu. Aliya hakk›nda yaz›l›p çizilenlerin büyük ölçüde duygusal temelli olmas›n›n anlafl›l›r ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› bir nedeni olsa bile, bu düzeydeki yaklafl›m onun anlafl›lmas›n›n önünde bir engeldir ve bizzat bu durum ‘kurucu lider’e yap›lm›fl olan bir haks›zl›kt›r. Bir Aliya portresi çizmeden önce onun sembolizm düzeyinde ifade etti¤i anlam tam da bu duygusal alanla bulufltu¤u içindir ki bu durum, onun tarihsel misyonunun hamasete kurban edilme tehlikesini bar›nd›rmaktad›r. Osmanl› Aliya Aliya’n›n temsil etti¤i önderlik ve entelektüel birikim, Osmanl› geçmifli ile iliflkilendirilmeden anlafl›lamaz. Ayn› flekilde, Boflnaklara reva görülen sald›r› ve onlar›n maruz kald›klar› uluslararas› haks›zl›k Avrupa’n›n Osmanl› ile olan hesab›n›n dikkate al›nmadan anlafl›lamaz oldu¤u gibi…… Aliya ‹zzetbegoviç’in temsil etti¤i sembolizm, yaflayan bir dinamizm olarak Osmanl› Medeniyetidir. Bir kiflinin flahs›nda bir medeniyet sembolize ediyor olmas› abart›l› bir yaklafl›m olarak alg›lanma tehlikesini içerse de entelektüel ve sosyal anlamda ‘hayat› kuflatan, yaflayan’ bir medeniyeti temsil etmektedir. Bu noktada, Balkanlardaki Osmanl› bakiyesi olarak ‹slam varl›¤›, bölgenin gelece¤ini belirlemede dinamik bir unsur oldu¤unu göstermesi aç›s›ndan önemlidir. Savafl›n tüm ac›mas›zl›¤›na ra¤men yaflanan bu sembolizm, her iki taraf için de önemli bir referans haline gelmifltir. Aliya’n›n önderli¤i, temsil etti¤i ve sahiplendi¤i gelenek (yani Osmanl› ile iliflkisi) bu ba¤lamda Boflnaklar›n bir yanda kendileri olmak iradesi göstererek sahnede yerlerini almalar›n› meflrulaflt›ran gerekçe olurken, di¤er tarafta tarih sahnesinden silinmek istemelerini meflrulaflt›r›c› bir gerekçe yap›lmak istenmifltir… Aliya’n›n mücadelesi, Osmanl›’n›n tasfiyesini tamamlad›¤›n› düflünen dünya sistemi için Balkanlarda yeniden Osmanl›’yla karfl›laflman›n somut ifadesi olmufltur. Fakat Türkiye’de bu sembolizmden dolay› Aliya’ya gösterilen bu duygusall›ktan öteye geçmeyen sempati, O’nun yar›nlara b›rakt›¤› misyonu aç›s›ndan bir tuza¤a dönüflebilir. Di¤er taraftan, ‹slam ve tarihsel anlamda Osmanl› kimli¤ine izafeten ona yüklenen sembolizm anlafl›lmadan da oynad›¤› rolün önemi anlafl›lmayacakt›r. Bu paradoksal durumun afl›lmas› ancak çok yönlü kiflili¤inin do¤ru okunmas›yla mümkündür. Müslüman Aliya Onun bilge yan›n› önemsemek için; konjonktürel flartlardan ba¤›ms›z olarak ça¤dafl ‹slam düflüncesine katk›lar›n›n yan› s›ra evrensel anlamda düflünce üretebilmifl bir Müslüman mütefekkir olmas›n›n alt› çizilmelidir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 145 146 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› Maddi anlamda Osmanl› birikiminin tüketildi¤inin, tasfiye edildi¤inin düflünüldü¤ü bir atmosferde; büyük bir medeniyetin mirasç›s› olman›n bilinciyle, içinde bulundu¤u kaotik ortamda Aliya’n›n yenilmifl bir ulusun çocu¤u olmaktan çok, devrald›¤› miras›n sorumluluk bilincini kuflanmas›, ait oldu¤u gelene¤in/medeniyetin büyüklü¤ü ile izah edilebilir. Osmanl›’n›n terk etti¤i topraklarda iki dünya savafl›n›n y›k›nt›lar›ndan, ait oldu¤u kendi kimli¤ini oluflturan medeniyetin diriltilmesi idealini erken yafllarda benimsemesi, Balkanlardaki ‹slam varl›¤›n›n hala bu bölgenin gelece¤ini belirleyecek bir dinamizmi tafl›d›¤›na iflarettir. Bu anlamda siyasi aktör olarak oynad›¤› rol ne kadar önemli olursa olsun, birey olarak sadece içinden ç›kt›¤› ulusun de¤il, bir medeniyetin bu topraklardaki hayatiyetini temsil etmek gibi tarihi bir kavflak noktas›nda duruyor olmas› az rastlan›r bir durumdur. Bulundu¤u yer ve oynad›¤› tarihi rol, Aliya’y› bizzat kendi kiflili¤ini de aflan bir okumaya tabi tutmam›z› gerektiriyor. Baklanlardaki di¤er Müslüman toplumlar›n mücadeleleri ile Aliya’n›n mücadelesini ayr›flt›ran çizgi burada belirginlefliyor. ‹çinde bulundu¤u siyasal flartlar›n fark›nda olarak, sorumlulu¤unu üstlendi¤i toplumun zaaflar›n› ve beklentilerini çok iyi tan›yan bir siyasi lider, bir özgürlük savaflç›s›, bir eylem adam› olarak onu farkl›laflt›ran ve önemli k›lan husus, sahip oldu¤u medeniyetin bilincidir. Do¤u ve Bat› Aras›nda Aliya, Müslüman kimli¤iyle ‹slam dünyas›n›n sorunlar›na e¤ildi¤i gibi modern insan›n sorunlar›na ve kadim insanl›k sorunlar›na dair de fikir gelifltirmifl bir düflünürdür. Bu yönüyle ça¤dafl ‹slam dünyas›nda örne¤i az bulunan bir düflünür tipidir. Ça¤dafl ‹slam düflüncesinin, çok farkl› bir co¤rafyas›nda, Osmanl› bakiyesi Balkanlardaki yans›mas› olarak gelifltirdi¤i düflüncelerin anlam› sadece tarihi ve kültürel aidiyetine yap›lan at›ftan dolay› anlam kazanm›yor. Tamamen farkl› bir siyasal ve kültürel ortamda ‹slam düflüncesinin ve kültürünün birikimlerinden, yaflad›¤› kültür ortam›n›n ürünlerine yabanc› kalmadan yani Do¤u ve Bat› aras›nda kendine özgü bir ses gelifltirebilmifltir. Siyasi hayat›nda oldu¤u gibi eserlerinde de güçlü bir Müslüman kimli¤i izleri görülür. Her fleyden önce ‹slam düflüncesinin sorunlar› üzerinde kafa yormufltur. Avrupa’n›n ortas› olmasa da Balkan co¤rafyas›nda, içinde bulundu¤u sosyalist siyaset ve kültür ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’i Anma Toplant›s› ortam›nda, bir yanda Bat› düflüncesinin tüm kaynaklar›n› özümserken di¤er tarafta ‹slam dünyas›n›n entelektüel sorunlar› üzerinde kafa yormufltur. Siyasi kimli¤i ile öne ç›kmadan çok önce kaleme ald›¤› ““Do¤u Bat› Aras›ndaki ‹slam”” isimli kitab›yla ortaya koydu¤u entelektüel derinlik, onun hangi yönünün öne ç›kar›lmas› gerekti¤i konusunda bir uyar› say›lmal›d›r. Dam›t›lm›fl Fikirlerin Aynas›nda Hayat›n›n on y›la yak›n bir k›sm›n› zindanda geçiren, bir o kadar süre de devlet baflkanl›¤› yapan lider olarak haf›zam›zda yer almasayd› bile Aliya ‹zzetbegoviç bir düflünür olarak fikirleri ile gündemimizde olacakt›. Uzun hapis y›llar› s›ras›nda düflüncesinde bir derinleflme sa¤lam›fl ve kendi fikirleri üzerinde düflünmüfltür. Bu düflüncenin ürünü olarak onun gerek ““özgürlü¤e Kaç›fl›m”” bafll›¤› ile yay›nlanan notlar›nda, gerekse çeflitli platformlarda yapt›¤› konuflmalar›nda, onun insan›n varoluflsal sorunlar› üzerine düflüncelerini buluruz. Aliya, varl›k, özgürlük, Tanr›, hayat, aflk, ölüm, din, siyaset gibi evrensel sorunlar üzerine yo¤unlaflarak bir bak›ma felsefi düflünüflte evrensel bir aç›l›m sa¤lar. Böylece biz onun Müslüman kimli¤i ile kuflat›c›, evrensel ölçekte fikir gelifltirebilen bir düflünür oldu¤una tan›kl›k ediyoruz. “‹slam Manifestosu”nu kaleme al›p Müslümanlar›n entelektüel, siyasi ve toplumsal sorunlar› üzerine kafa yoran Aliya ‹zzetbegoviç, “özgürlü¤e Kaç›fl›m”da tüm insanl›k sorunlar› üzerine yo¤unlaflan, tüm kültürlere seslenen bir düflünür olarak karfl›m›zdad›r. Büyük düflünürler, kendi düflünce iklimlerinin aidiyetlerini de aflarak insanl›¤a seslenebilenlerdir. Aliya da bir yandan ‹slam düflüncesinin sorunlar› üzerinde yeni fikirler gelifltirmeye çal›fl›rken di¤er tarafta inanc› ne olursa olsun ve hangi co¤rafyada bulunursa bulunsun, insan›n varoluflsal sorunlar›n› ele almaktad›r. Aliya’dan Bize Kalan Tüm bu tarihi, kültürel, sosyal ve siyasal flartlar› bir arada düflünmeden bir düflünür ve eylem adam› olarak Aliya’n›n portresini çizmeye çal›flmak, eksik bir çaba olmaya mahkum görünüyor. Bir eylem adam›, özgürlük savaflç›s›, bir düflünür olarak ve hepsinden önemlisi bir ‘baba’ olarak Aliya, hamasi yaklafl›mlarla anlafl›lamaz… Yine ayn› Aliya, bizi kendine ba¤layan duygulardan ar›nd›r›lm›fl bir yaklafl›mla da anlafl›lamaz. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 147 148 Yusuf Alpayd›n Bir Diplomat ve Siyaset Adam› Olarak Aliya ‹zzetbegoviç 3 ADEM‹R JERKOV‹Ç Bosna Hersek Devlet Arflivleri Genel Müdürü Say›n Ekselanslar, bayanlar ve beyler, de¤erli arkadafllar›m! Sizi selamlamak ve ba¤›ms›z Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaflkan› Aliya ‹zzetbegoviç’e adanm›fl böyle bir toplant› düzenledi¤iniz için teflekkür etmek istiyorum. Cumhurbaflkan›m›z›n özel dan›flman›, onun yak›n ifl arkadafl› ve hayat›n›n sonuna kadar sad›k arkadafl›yd›m. Size, flüphesiz bildi¤iniz bir fley söylemek istiyorum. Ama bunu tekrar etmek zorunlulu¤u hissediyorum. Aliya ‹zzetbegoviç, Türkiye’yi, ve onun sözleriyle, büyük Türk halk›n› seviyordu. Sizin sevgili ülkenizi kardefl olarak biliyordu, çünkü biz hayatta kalmak için dehfletli bir mücadele verirken, Bosna Hersek’e büyük ilgi ve içten ba¤l›l›k gösterdiniz. Sald›ranlar›n sa¤›rlaflt›ran bombard›man›na ra¤men sizin bu sald›r›ya karfl› ç›kan sesinizi burada duyduk. Cumhurbaflkan› ‹zzetbegoviç’e ve hepimize büyük cesaret veren fley büyük Türkiye’den ve sizin halk›n›zdan gelen bu koro halinde gelen destek sesiydi. Türkiye’ye gelirken flehit mezarlar›yla dolu Boflnak topraklar› üstünden uçtuk. Benim memleketimin topraklar›, bildi¤iniz gibi, Boflnak kemikleriyle dolu ve bu insan iskeletleri inflaat›n›n üzerine bugün Boflnak özgürlük yap›s› kurulmufltur. Maalesef, do¤u ve bat› rüzgârlar› girdab›na kap›l›p önündeki her fleyi y›kan tayfunun tam merkezinde bulunmak gibi zor bir kaderimiz oldu. Ancak biz, Boflnak halk› gibi küçük halklar› jeton gibi kullanan kana susam›fl y›rt›c› hayvanlar›n politik kumar hanelerinde yapt›klar› bütün anlaflmalar›na ve çeflitli düzenbazlar›n ve merhametsiz flah›slar›n ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Bir Diplomat ve Siyaset Adam› Olarak Aliya ‹zzetbegoviç uluslar aras› uzlaflmalar›na gö¤üs gerdik. Yaflamay› sürdürdük ve bugün Avrupa mozai¤inin bir parças›y›z. Size ve Türk arkadafllar›m›za güvenerek flunu söyleyebilirim; Bosna ve Hersek halk›n›n, Boflnaklar›n, güçlü dokusunda sadece bizim bildi¤imiz yerlerde korunan mucizevî bir yaflam iksirimiz vard›r; bu iksirin yard›m›yla biz, Bosna memleketi, bir flairin söyledi¤i gibi her zaman dik ve cüretkâr durarak senelerce ve as›rlarca dayand›k ve sa¤ kald›k. Bu ülkeyi—bin senenin üstünde muhafaza edilen Boflnak hükümdar Kulin Ban’›n ülkesini – as›rlarca y›rt›c› komflulardan koruduk. Boflnak halk› için ölümcül ve belirsiz görünen bu son savafl hayatta kalma mücadelemizin muhtemelen en zor k›sm›yd›. Buna ra¤men, halk›n kurdu¤u Bosna Hersek ordusu savunulmas› imkâns›z olan› savundu ve fethedilemeyece¤i fethetti. Silah gücü az Boflnak askerlerinin bafl›nda ba¤›ms›z Bosna Hersek’in ilk Cumhurbaflkan› Aliya ‹zzetbegoviç vard›. Bugün onun hakk›nda konuflmak için topland›k ve benim anlad›¤›m kadar Bosna Hersek ilk Cumhurbaflkan›ndan bir efsane yaratmak için de¤il, çok büyük bir tarih sorumlulu¤u yükünü tafl›mak zorunda kalan, s›radan ama büyük bir adam hakk›nda konuflmak için buraday›z. Her zamanki gibi, bu gün de Aliya ‹zzetbegoviç hakk›nda konuflurken onu ululama çabas›na girmeyece¤im, çünkü böyle bir kiflinin onu övecek birine gere¤i yoktur ve eminim ki o halk›n babas› simgesini kabul etmeyen bir kifli olarak, görkemli toplant›lar› ve kendisi hakk›nda romantik hikâyeleri asla tasdik etmezdi. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 149 150 Ademir Jerkoviç ‹lk olarak flunu söylemek istiyorum ki Bosna Hersek’te Aliya ‹zzetbegoviç’in kiflili¤i ile ilgili çok az say›da araflt›rmac›, tan›t›mc› ve onun ifl arkadafl› u¤raflm›flt›r. fiimdiye kadar sadece Necad Latiç ve ben, rahmetli Cumhurbaflkan›m›z›n kiflili¤i ve amaçlar› üzerine kitap yazd›k. Do¤rusunu söylemek gerekirse, olumsuz içerikli broflürler ve ›smarlanm›fl yaz›larda oldu, ama Aliya ‹zzetbegoviç’in kiflili¤ine zarar vermediler. fiimdiye kadar Bosna Hersek’te ve dünyada 50 kadar bask›s› gerçekleflen ““Aliya’ya Yak›n bir Bak›fl”” isimli üçlemede onun kiflili¤ini ve yapt›klar›n› yüceltmek amac›yla bir sat›r bile yazmad›m bilakis, Aliya ‹zzetbegoviç’i tam olarak insan boyutunda anlatt›m. Eminim ki bu toplant›da, patetizm ve güzellefltirme gereksizin, ilk Boflnak cumhurbaflkan› büyük bir devlet adam› ve lider olarak de¤erlendirecektir. O kendi mühim yerini zaten Bosna Hersek ve Avrupa tarihinde alm›flt›r. Aliya ‹zzetbegoviç’i burada, ‹stanbul’da hat›rlarken, biz bir yönden bir dünya deneyinin baflar›s›n› da özetlemekteyiz. Onun ak›ll› liderli¤i sayesinde hem Boflnak ordusu kuruldu ve sa¤lamlaflt›, hem de Boflnaklar politik teorisi ve uygulamas›nda görülmemifl bir deneye gö¤üs gerdiler. Tüm s›navlara ve virüslere dayan›kl› olmay› ö¤rendiklerinde, Boflnaklar Aliya ‹zzetbegoviç’siz, belirsiz bir yaflama girdiler ve onun varl›¤›, ak›ll›l›¤› ve öngörüleri bugün çok özleniyor. Aliya ‹zzetbegoviç asl›nda kim? Onlar› çok daha güçlü bir düflmana karfl› sonu bilinmeyen bir savafla götüren Boflnak gazileri, kahramanlar› için ve tüm dünyada özgürlü¤ü hayal eden tüm zulmedilenler için Aliya ‹zzetbegoviç 20. yüzy›l›n kanl› savafl›n›n efsane bir kahramand›r. Onu sevmeyenler, onu Milofleviç ve Tucman la eflit göstermeye çal›flmaktad›rlar ve Yugoslavya’n›n kanl› y›k›l›fl›n›n önderi olarak tan›mlamaktad›rlar. Onun, politikan›n iyilik ve fazilet dolu cennet bahçelerinde de¤il, çamurlu batakl›klar›nda tekme ve ac›larla yürütüldü¤ünü unutan aleyhtarlar› içi, Aliya ‹zzetbegoviç tutars›z ve fikirlerini çok çabuk de¤ifltiren bir politikac›d›r. Bosna Hersek’e ifllerini çabuk bitirmek ve onun ac›lar›yla flöhret kazanmak amac›yla gelen uluslar aras› diplomatlar için ‹zzetbegoviç güvenilmez ve kurnaz bir belgedir. Çok iyi tan›d›¤›m Aliya ‹zzetbegoviç hakk›nda konuflmak kolay de¤il. O sade ama çok tabakal› bir kifliliktir. En genç yafllar›ndan beri özgürlü¤ü aramaya bafllad›. Bu büyük amaç onun hayat›n›n bafl› ve sonuydu. özgürlük, ‹slam’›n bu bölgede yay›lmas› ve Boflnak Müslümanlar›n eflitli¤i için verdi¤i mücadele, onun gibi düflünenlerle beraber komünist rejimiyle çat›flmas›na ve özgürlü¤ünü kaybetmesine neden oldu. Onun gibi düflünenler aras›nda da flu anda burada bizimle beraber olan büyük özgürlük flairi Cemalettin Latiç’de yer almaktad›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Bir Diplomat ve Siyaset Adam› Olarak Aliya ‹zzetbegoviç Berlin Duvar›’n›n y›k›lmas›yla, özgürlü¤ün güçlü dalgas› çöken komünizmin büyük alanlar›na taflarken, Aliya ‹zzetbegoviç kendi milletini ve ba¤›ms›z demokratik Bosna Hersek’i kurma mücadelesinin son aflamas›na girmekteydi. Ancak, amaca varan yol uzun, çok zor ve bedeli büyüktü. Büyük S›rbistan, sonradan da büyük H›rvatistan haritas›na çizilen Bosna Hersek, görülmemifl bir h›rsla üstüne at›lan ve kolay bir av olaca¤›n› zanneden aç canavarlar›n eline düfltü. Sald›r› korkunç, görülmemifl kadar ac›mas›z ve vahflice kanl›yd›. Fakat Bosna yok edilemedi. Birkaç dinden ve milletten oluflan Bosna Hersek Ordusu’nu yöneten Aliya ‹zzetbegoviç, ülkesini ba¤›ms›z, demokratik Avrupa ailesinin bir parças› yapt›. Bu, onun müthifl eseridir ve bunun önemi hiçbir fley ile özellikle son zamanlarda ço¤alan yalanlarla, küçültülemez. Bir özgürlük mücadelesi ve uzlaflma dolu Dayton anlaflmas›ndan sonra, ‹zzetbegoviç daha da zor bir sorunla karfl› karfl›ya kald›, ba¤›ms›zl›k zaferini korumak. Politik arenada hala büyük S›rbistan ve büyük H›rvatistan kavram› yarat›c›lar› mevcuttu – Milofleviç ve Tucman, ve onlar hala Bosna Hersek’i paylaflt›rma fikrine sahiptiler. Böylece bu çevrelerde yeni savafllar için her zaman yeterince sebep ve neden bulunabilirdi. ‹zzetbegoviç bunlar› teflhis ediyor, Uluslar aras› Toplulu¤u Bosna’n›n ba¤›ms›zl›¤›n› tehdit eden tehlikeler ve Dayton Anlaflmas›’ndan sonra bile Boflnak av›n› kaybettiklerini kabullenemeyen kavgac› komflular›n büyüyen ifltahlar› karfl›s›nda sertçe uyar›yordu. Aliya ‹zzetbegoviç kararl› bir biçimde ve yüksek sesle NATO’nun Yugoslavya’daki hedeflere sald›r›lar›n› destekledi, Kosova krizinin çözülmesiyle aktif olarak ilgilendi. Bu krizin Bosna Hersek’teki olaylara, S›rp Cumhuriyeti ad› alt›nda ayr›l›p S›rbistan’a ba¤lanma amac›yla ayr›l›kç› e¤ilimlerin yeniden canlanmas›na sebep olacak yans›malar›n› göz önüne ald›. Onun yorumlar› Ankara’da, Riyad’ta, Tahran’da ve ‹slam dünyas›n›n her yerinde dikkatle dinlendi. ‹slam ülkeleri konferanslar›nda, ‹zzetbegoviç’in insiyatifi üzerine, S›rplar’›n Kosova’da yapt›¤› terör hakk›nda konufluldu. Sancak problemine dikkat çekip, S›rbistan’daki Müslümanlar’›n bulundu¤u tehlikeleri gösterdi. Tahran’da 1997 y›l›nda yer alan ‹slam Konferans› örgütü toplant›s›nda dikkatle Müslüman halk›n›n durumunu analiz etti. Yanl›fl anlafl›lma tehlikesine ra¤men, Tahran’da aç›kça flunu söylüyordu: “Bat› çürük de de¤il, yozlaflm›fl da de¤il, bozuk da de¤il””. Onun flüphesi yoktu “‹slam en iyisi” idi, ama ““biz en iyileri de¤ildik”” ve Bat›n›n ““ilerlemesinin tüm kötü yanlar›na ra¤men”, iyi yönlerini de görmeli idik. Aliya ‹zzetbegoviç öyle do¤ru sözlü ve aç›k bir insand› ki. Kendini aldatmay› sevmiyordu çünkü dürüstçe fark etti¤i gibi “güzel yalanlar›n faydas› olmuyor, bazen ac› gerçekler flifa verici olabiliyor”. Kur’an onun ilham ve esin kayna¤›yd›, içinde tüm yan›tlar› ve yönlendirmeleri bulabiliyordu, bu yüzden Müslüman halk›na e¤itim görmesini ve Kur’an’da emredildi¤i gibi okumas›n› söylüyordu: “‹yilikte yar›fl›n…” Ola¤anüstü bir flekilde ‹slam’›n mesaj- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 151 152 Ademir Jerkoviç lar›n› iletiyor; Bat› politikac›lar›yla toplant›lar›nda ‹slam ve Müslümanlar hakk›nda var olan önyarg›lar› ço¤u kez düzeltiyordu. Kendi siyasi hareketleri ve otorite gücü olan ‹slam Dünyas› taraf›ndan önde gelen devlet adam› ve lideri olarak tan›n›rd›, Bat› ise onu siyasi zekas› ve ölçülülü¤ü ile tan›m›flt›r. Uluslar aras› Topluluk aç›s›ndan Aliya ‹zzetbegoviç yetkili ve yeri de¤ifltirilemeyen bir siyasi figür ve bir gerçe¤i temsil etmektedir. Bosna Hersek’in gelece¤i hakk›nda görüflmelerin onsuz yap›lamayaca¤› ve mümkün olamayaca¤› herkes taraf›ndan anlafl›lm›flt›r. Bosna Hersek topra¤›n›n halen titredi¤i ve yeni yap›lan Bosna binas›n›n temellerinin üzerinde infla edilen Dayton yap›s›n›n halen sars›ld›¤› bir ortamda Aliya ‹zzetbegoviç kendisini ve çok kökenli bir toplumu ve ›rkç›l›¤›n halen varl›¤›n› hissettiren bir ortamda bulunan bir devleti infla etmeye do¤ru yönelmifltir. Yeni bir Bosna Hersek’i infla etme tutkusuyla, karfl›l›k verme yükü alt›nda kalmay›p, daha düne kadar karfl›t› ve savafl düflman› olan insanlara bir diyalogu sunmaya çal›flm›flt›r. Ba¤›ms›zl›k Bayram› vesilesiyle 1 Mart 1998 tarihinde tüm Bosna halk›na ve vatandafllar›na gönderdi¤i mesaj› hat›rl›yorum: “…Bar›fl gelmifltir, ama yaflad›¤›m›z cehennemden tafl›d›¤›m›z sars›nt›lardan dolay› içimizde hala huzursuzluk vard›r. fiimdi de ülkemizi yenileme yolunday›z, yüzümüzü bir daha gelece¤e do¤ru çevirip, farkl›l›klar› unutup, s›n›rs›z bir Avrupa’n›n parças› olma çabas›nda görüfl birli¤ine varm›fl Bosnal›lar olarak ikinci bir zaferi için daha çal›flmal›y›z. Geçmiflimizi hala unutamad›¤›m›z için bu zor bir görev olacakt›r. Bosna’n›n as›l gücü yüreklerdeki dinmeyen kine karfl› kinden kaynaklanmayacakt›r. E¤er bunu baflar›rsak çok etnikli Bosna Hersek projesi de baflar›lm›fl olacakt›r…” Bu mesaj›n h›zl›ca okunmas› bile içinde etnik görüfl darl›¤›n›n olmamas› fark edilebilir. Mesaj Bosna Hersek’teki herkesi, S›rplar›, H›rvatlar› ve Boflnaklar› ba¤lamaktad›r. Çok Ulusçu vurgusu belirgindir ve Bosna Hersek’in yeni, etnik ayr›mc›l›ks›z bir yüzüne sahip olma çabas› çok aç›kça görülmektedir. Tabi ki, bu flekilde sadece dar milli ç›karlar› aras›nda hapsedilmemifl gerçek liderler konuflabilir. Maalesef, yaratt›¤› Milli Demokratik Devlet konsepti Bosna Hersek d›fl›nda sempatize edilen ve yenilmeyen Büyük S›rp ve Büyük H›rvat ›rkç›l›¤› ile sürekli karfl› karfl›yad›r. Ama o yine de vazgeçmiyordu ve ›rk flovenizminin mevcut oldu¤u ortamda neredeyse imkans›z olarak görünen çok etnikli toplumu ve devleti yenileme görevini yapmaya çal›fl›yordu. Savafl sonras› ilk y›llardaki zorla getirilen bar›fl sürecinde bir toplum krizi derinleflmifl, k›flk›rtmalar son derece belirginleflmifl, sahnede, istikrar için mücadele edenler ve ç›karlar› için istikrars›zl›k isteyen güçler karfl› karfl›ya gelmifltir. Aliya ‹zzetbegoviç’in üzerinde çaba gösterdi¤i merkezi kurumlar›n kurulma süreci çok s›k›nt›l› ve yavafl ifllemektedir. Daha düne kadar tüm savafl araçlar› ile Bosna devletini harap eden, bu- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Bir Diplomat ve Siyaset Adam› Olarak Aliya ‹zzetbegoviç gün ise yenileme sürecini ve mültecilerin geri dönüflünü farkl› yollarla durdurmaya ve Bosna’n›n devlet bütünlü¤ünü yok etmeye çal›flanlarla iflbirli¤i yapmak zorundad›r. Bu savafl sonras› y›llar›nda Aliya ‹zzetbegoviç’in görevi sald›r›lar›n aç›k olarak yap›ld›¤› döneme göre daha koyla de¤ildir. Dayton bar›fl döneminde de savafl farkl› araçlarla devam ettirilmektedir. Bosna Hersek’e sald›ralar döneminde kendisini savunacak silah ithalat›na amaborgo uygulayan uluslar aras› topluluk, flimdide Dayton bar›fl ortam›nda çifte standard uygulamaktad›r ve bunu yaparken de turtal›l›ktan yana de¤ildir. örne¤in, Avrupa Birli¤i Mostar’da vekili olarak atad›¤› elçi Hans Koschnik’i daha önce Birleflmifl fiehir Konsepti’ne destek verdi¤i halde ortada b›rakm›flt›r. Bu alman, gözü dönmüfl H›rvat milliyetçilerinden can›m› sa¤ olarak zor kurtarm›flt›r. Bu Dayton sonras› Bosna döneminden ç›kard›¤›m örne¤i Aliya ‹zetbegoviç’in parçac›klara da¤›lm›fl olan Bosna devletini toplamas›n›n ne kadar zor bir görev oldu¤unu göstermek için sundum. Dayton sonras› y›llarda uluslar aras› hukukçular›n konusu olan Bosna’n›n Brçko flehrinin statüsü cumhurbaflkan›m›z için son derece önemli ve öncül meseleydi. Sava nehri üzerinde kurulan ve Boflnak soyk›r›m›n› takip eden süreçte S›rplar›n eline geçen bu flehrin, uluslar aras› arenadaki güç merkezlerinden birinin bask›s›yla uluslar aras› hukukçular›n adil birhüküm yerine siyasal bir hüküm getirmeleri gerçekçi bir tehlikeydi ve bu flehrin kaderi olabilirdi. Aliya ‹zzetbegoviç bana derdi ki “Böyle bir adaletsizlik hazmedilemez. ”. Olaylar›n bu do¤rultuda geliflmesine ne pahas›na olursa olsun izin vermemekte çok kararl›yd›. ‹stifas›n› verebilirdi ki, bu da kaosa do¤ru yol açard›. Çünkü o olmadan bütün bar›fl süreci durdurulacakt›. Bu siyasi “tehdit” neticesini verdi. Brçko’nun S›rp varl›¤›ndan kopup Bosna Hersek’in sahipli¤inde kalaca¤›n›n iflaretini ald›k. Bu netice Boflnak liderinin büyük bir zaferidir. Yaln›zca Aliya ‹zetbegoviç gibi bu kadar güçlü bir otorite adam› Belgrat’a aç›lan davay› geri çekmeye yönelik dünya güç merkezlerinden aç›k veya gizli yap›lan bask›lara dayanabilirdi. Bosna Hersek Cumhurbaflkanl›¤›’na 13 May›s 1998 tarihinde uluslar aras› arac›l›k yapan Richard Holbrooke ve Robert Gelbard ile yapt›¤›m›z görüflme hala akl›mdad›r. Amerikan diplomat ikilisi Cumhurbaflkan›m›zdan davas›n› iptal etmesini istedi¤inde kendisi kararl› bir flekilde reddetmifltir. Bunu halk›na aç›klayamayaca¤›ndan dolay› yapamayaca¤›n› söylemiflti. Ne Holbrooke ne de Gelbard bu talebi bir daha tekrarlamad›lar. Bu hadise Belgrat’a aç›lan davan›n hayatta kalmas›n›n yaln›zca Aliya ‹zzetbegoviç’in kararl›l›¤›na borçlu oldu¤una flahitlik etmektedir. Hâlbuki dokuz y›l sonra verilen hüküm uluslar aras› hukukçuluk uygulamalar› tarihine adaletsizli¤in galibiyeti, bir çeflit komedi ve hatta devlet terörizmini davet eden tehlikeli bir istisna olarak geçecektir. Aliya ‹zetbegoviç’in zalimlerin adaletli bir flekilde cezaland›r›lmalar› konusundaki çabas›n›, Dünya’da bask› alt›nda bulunan ve öz- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 153 154 Ademir Jerkoviç gürlülerini çok pahal›ya ödeyen di¤er halklara yap›lan destek olarak da anlamak gerekir. Bosnal› Müslümanlar›n hayatta kalmalar› için verdi¤i mücadele, asl›nda mant›kl› davranan insan kitlesine yönelik, devlet terörizmi, baflkas›na ait topraklar›n zapt›, s›n›rlar›n de¤iflimi, küçük milletlerin yok edilifli ve genetik kal›t›m dâhil, her türlü kültür ve di¤er miras›n yok edilifli için mazeret bulan zalimlere ve Machiavelli mant›¤›na karfl› ç›kmaya yönelik anlam› aç›k olan bir davettir. Konuyu özetlemek istiyorum. Aliya ‹zetbegoviç flüphesiz bir devri damgalad›. Arkam›zda kalan dramatik yüzy›lda, Boflnaklar›n ve Bosna’n›n, hatta tüm Boflnak tarihinin de en önemli kiflili¤iydi. Beni özellikle etkileyen onun maneviyat› ve insanseverli¤iydi. Aliya ‹zetbegoviç asl›nda siyasi sahnelerde görmeye al›fl›k oldu¤umuz kifliliklerden tamamen farkl› bir keflikliktir. Dünya, kendisini uluslar aras› siyaset çamurunda nerdeyse kaybolan insanl›k de¤erini bulan ve korumay› bilen flerefli bir lider olarak tan›r. Kendisi karizmatik biridir. Aç›klama yaparken inand›r›c›d›r, anlat›rken önericidir. O orta çizgide yürüyen, sevinirken ve üzülürken, kazan›rken ve kaybederken, takdir ve elefltiri al›rken, her fleyinde ölçüsü olan bir adamd›r. Aliya ‹zetbegoviç bir daha benzeri ç›kmayacak siyaset flövalyesi, özellikle zafer an›nda önüne geçilemez centilmendir, çünkü düflman›n›n yenilgisinden zevk ç›karmaz ve yenerken herkesin bekledi¤i hislerini ortaya dökmez. O kendisine kötülük yapan en büyük düflmanlar›ndan nefret etmeyi bilmez. S›rp radikali olan Krayiflnik hakk›nda konuflurken hainlik etmedi¤i için ona bir flekilde sayg› gösterdi¤ini söyler, çünkü ona göre hainler en kötü insan kategorisindedir. Uzun y›llar Tito’nun komünizm hapislerinde yatmas›na ra¤men Tito’ya karfl› her zaman sempati duydu¤unu söyler. ‹çinde bulunan Gandi, Tito’nun asl›nda kötü ve zalim bir adam olmad›¤›n› hissetti¤ini ve Tito’nun fikirsel olarak yanl›fl bir sistemin içine insanl›¤› ve tahammül olunabiliri koydu¤u söyleyecektir. Bu Tanr›’ya inanan, dinde güç ve aç›k yol bulan büyük ve iyi insanlar›n tipik bir özelli¤idir. Cumhurbaflkan› ‹zetbegoviç ilham›n› ve sorular›na cevaplar›n› ‹slam’da bulmufltur. Sadece az say›daki insan onun Gandi merhametlili¤inin asl›nda ender bir Tanr› arma¤an› oldu¤unu fark edecektir ki bu gündem siyaseti anlam›nda çok zor anlafl›lacakt›r. Sözümün sonunda flunu söylememe izin veriniz: Aliya ‹zetbegoviç çok etnikli Bosna’y› aç›k bir flekilde dile getiren bir sesti ve bugün Aliya ‹zetbegoviç’in siyasi sahneye ç›k›fl›n› ve eme¤ini düflünürken, ona bizden fazla yabanc›lar›n anlay›fl ve sayg› gösterdiklerine daha fazla inanmaktay›m. Ama tarih de böyle örneklerle dolu de¤il mi? Aliya ‹zetbegoviç’in memleketi d›fl›nda vefat y›ldönümünde tam ciddiyet ve bilimsel sorumluluk ile düzenlenen bu büyük oturum da buna flahitlik etmektedir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler Aliya ‹zzetbegoviç’in ‹slam Dünyas›’na ‹liflkin Siyasal Analizleri 3 DR. ALEV ERK‹LET Bu toplant›, özellikle benim için akademik bir toplant› olman›n çok ötesinde anlamlar tafl›yor. Bosna savafl› sürecini Ertu¤rul Bey de çok heyecanlanarak anlatt›. Ben de ayn› fleyleri tekrar yaflad›m. Bosna, bizim için bir gönül ba¤›d›r; derin bir muhabbetin hikâyesidir. Ben bu konuflmada Aliya’y› Türkiye’de pek fazla üzerinde konuflulmam›fl bir boyutuyla; ‹slam Dünyas› hakk›ndaki siyasal analizleri ba¤lam›nda ele almak istiyorum. Bu çerçevede özellikle dikkatinizi çekmek istedi¤im husus, ‹slam Deklarasyonu ve ‹slami Yeniden Do¤uflun Sorunlar› adl› metinde Aliya’n›n, 1928 sonras›nda Müslüman Kardefller hareketinin ortaya ç›k›fl› ve yükselifliyle bafllayan ‹slamc› dalgan›n ana ‹slami tezlerinin hemen hepsini Bosna ve ‹slam Dünyas› örne¤inde dile getirmifl oldu¤udur. Bu tezler kabaca iki bafll›k alt›nda toplanabilir. 1) Durum Tespiti: Aliya bugün ‹slam Dünyas›’n›n durumunu nas›l görüyor, nas›l tasvir ediyor. 2) öneriler: Aliya ‹slam dünyas›n›n daha iyi bir gelece¤e kavuflturulmas› için ne yap›lmas› gerekti¤ini düflünüyor, bize neler öneriyor. Bu soru Lenin’den bu yana meflhur olan ‘ne yapmal›’ sorusudur. Bu sorunun cevapland›r›lmas› ve cevaplar›n uygulamaya geçirilmesi politik bir önderli¤i gerektirir. fiimdi s›ras›yla bu iki bafll›k alt›nda Aliya’n›n neler söylemifl oldu¤una bir bakal›m. ‹slamc›l›¤›n cevap arad›¤› temel sorulardan biri, “‹slam Dünyas› neden geri kald›?” sorusudur. Begoviç de ayn› soruyu sorar çünkü ona göre ‹slam dünyas›n›n gerileme ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 155 156 Alev Erkilet süreci 1918 tarihi itibariyle nihai aflamas›na ulaflm›flt›r. 1918 ‹slam Dünyas›’n›n dibe vurdu¤u, ba¤›ms›z tek bir ‹slam ülkesinin kalmad›¤› y›ld›r. ‹slam Dünyas›’n›n daha fazla geri gidemeyece¤i s›f›r noktas›d›r. Bu itibarla, ‹slam Dünyas› bu tarihten itibaren do¤ru tespitlerle hep daha iyiye gitmeye yazg›l›d›r. ‘‹slam dünyas› neden geri kald›?’ sorusuna verilecek do¤ru cevaplar, bu iyiye gidifli sa¤layacak istikameti kazand›racakt›r. Aliya’n›n bu soruyla ilgilenmesinin nedeni de bu ivmenin kazand›r›lmas› ve ‹slam dünyas›n›n hak etti¤i ba¤›ms›zl›¤a kavuflturulmas›d›r. Peki, Aliya’ya göre ‹slam Dünyas› neden geri kalm›flt›r? Bunun d›fl ve iç nedenler olarak ayr›flt›rabilece¤imiz çeflitli sebepleri vard›r. D›fl nedenlerden söz ederken, daha ziyade Mo¤ol istilas›na at›fta bulunur. Mo¤ol ‹stilas›ndan itibaren ‹slam’›n bütün birikimlerinin barbarca ya¤malanm›fl olmas›ndan kaynaklanan bir gerileme söz konusu olmufltur. Ama Aliya’y› as›l ilgilendiren gerilemenin iç nedenleridir. Gerilemenin iç nedeni, ‹slam’›n sadece bir din olarak alg›lanmaya ve teolojik aç›dan yorumlanmaya bafllamas›d›r. Hâlbuki Begoviç’e göre ‹slam sadece bir “din” yani bat›l› anlamda “religion” de¤ildir. ‹slam’daki Kad›n Meselesinin Araflt›r›lmas›na Bir Katk› bafll›kl› makalesinde de belirtti¤i gibi “‹slam sadece ibadet, fedakârl›k, tövbe, züht, iyilik ve sevgi kavramlar›yla ifade edilemez. Beden, iktidar, mücadele, adalet, sa¤l›k, ilim, ödül ve güç kavramlar›n›n kullan›lmas› kaç›n›lmaz bir ihtiyaçt›r”. ‹slam, bu boyutlar›n›n yeterince vurgulanmamaya baflland›¤› noktada gerileme sürecine girmifltir. Mo¤ol ‹stilas›ndan ya da barbarlar›n kütüphaneleri yak›p y›kmas›ndan daha önemli olan sorun, ‹slam’›n apolitik bir ibadetler bütünü olarak alg›lanmaya bafllam›fl olmas›d›r. Bu tespit, sadece bir iki ülke için de¤il ‹slam Dünyas›’n›n bütününde yaflanan genel bir e¤ilimi ifadelendirmekte kullan›l›r. Begoviç’in flu cümlesi çok önemlidir: ‹slam Dünyas›n›n gerilemesinin as›l nedeni, “dünyan›n fethedilme ve de¤ifltirilme talebinin” geri çekilmifl olmas›d›r. Elbette buna efllik eden ikincil nedenler de var. Ben, bunlar›n bir k›sm›ndan -bugün bizim için de anlaml› oldu¤unu düflündü¤üm için- söz etmek istiyorum. örne¤in; korku, cesaretsizlik ve direnifl yoklu¤u. Az önce Akif Emre’nin Aliya belgeselini izlerken ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’in ‹slam Dünyas›’na ‹liflkin Siyasal Analizleri Aliya’n›n “Bosna süreci hakk›nda akl›n›zda kalan en önemli fley neydi?” sorusuna verdi¤i cevap dikkatimi çekti. ‘Bosna direniflidir’ diyordu. “Benim için Srebrenica katliam›ndan veya baflka birçok fleyden daha önemli” diyordu Bosna direnifli için. Gerçekten Aliya’n›n insan› en çok etkileyen yönlerinden biri, kendi söylemini cesaret ve direnifl temas› üzerine kurmufl olmas›d›r. Mo¤ollar dönemine iliflkin çok güzel bir örne¤i var: “Mo¤ollar›n haz›rlad›¤› mezbahaya sakin, direnifl göstermeden ve koyun sürüsü gibi yürüyen Ba¤dat’›n binlerce vatandafl› (ve sadece onlar de¤il) kesin olarak art›k Müslüman de¤illerdi” diyor Müslümanlar Neden Geri Kald› bafll›kl› makalesinde. Dolay›s›yla sorun sadece ‹slam’›n politik boyutlar›n›n geri çekilmifl olmas› de¤ildir; ümmetin içine düflmüfl oldu¤u korku, acizlik, afla¤›l›k duygusu da çok önemli gerileme nedenleri olarak karfl›m›za ç›kar. ‹kinci önemli neden de, Müslümanlar›n kendi aralar›nda birlik olmak yerine, baflkalar› ad›na birbirleriyle savaflan topluluklar haline gelmifl olmas›d›r. Bugün Ortado¤u co¤rafyas›na bakt›¤›m›z zaman bile Aliya’n›n bu tespitinin ne kadar önemli oldu¤unu görebiliyoruz. Ona göre, direniflin olmamas› ve Müslümanlar›n aralar›nda birlik olmak yerine kendilerinden güçlü gördükleri baz› yabanc› devletlerin arkas›nda saf tutma e¤iliminde olmalar›, ‹slam toplumunu geriye götüren temel nedenlerden biridir. ‹slam dünyas›n›n gerileme nedenlerinden bir di¤eri de, -Ali fieriati de, Allah rahmet etsin, Anne Baba Biz Suçluyuz metninde buna iflaret etmiflti - Kuran’›n çok sayg› görmesi, evlerde yükseklerde tutulmas› ama ona bir kanun kitab› olarak uyulmamas›d›r. Kuran’›n, politik, sosyal, kültürel, ekonomik bütün aktivitelerimizin kendisinden neflet etmesi gereken kitap olmaktan ç›k›fl›d›r. ‹slam’›n ““befl flarta”” indirgenmesi, Aliya’n›n karfl› ç›kt›¤› hususlardan bir di¤eridir. Ona göre, iman ancak amelle, mücadeleyle temellendirildi¤inde do¤ru imand›r. Ve Müslümanlar Kuran’›n bütününü muhatap almak, tamam›n› okumak ve anlamak durumundad›rlar. “Namaz k›l›yor, oruç tutuyor, mal›m›n % 2,5’ini veriyor ve neticede hacca gidiyorsam, ben emin bir biçimde her iki dünyan›n saadetini garantilemifl oluyorum” perspektifinin ‹slami düflünceye ayk›r› oldu¤unu vurgular. Bir de bugün için çok anlaml› buldu¤um bir baflka de¤erlendirmesinde, Müslümanlar›n kendilerinden sonra gelecek kuflaklar› yetifltirmede itaati esas almaya bafllamalar›n›n önemli gerileme nedenlerinden biri oldu¤unu belirtir. “Müslüman m› yoksa Tebaa M› Yetifltiriyoruz” bafll›kl› yaz›s›nda bütün itaatleri Allah’a itaatten türeten perspektife karfl› ç›kar. ‹taat temelinde hayat› ›skalayan gençler yetifltirilmesine itiraz eder. ‹slam, Allah’tan baflkas›na itaati kabul etmezken, teslimiyetçili¤e kesinlikle karfl› iken Müslümanlar e¤itim sistemlerini “seslerini yükseltmek de¤il, itaat etmek” esas›na dayand›rm›fllard›r. Begoviç’e göre, “idare etmek de¤il idare edilmek için e¤itilen” kuflaklar ‹slam’›n ilerlemesini sa¤layamazlar. ‹slam toplumunun cesur ve isyankâr ruhlara ihtiyac› vard›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 157 158 Alev Erkilet 1918 ümmetin bütün parçalar›n›n esir oldu¤u tarihtir demifltik. 1945’lere gelindi¤inde dört ba¤›ms›z ‹slam ülkesi vard›. Fakat Begoviç’e göre, bunlar asl›nda sözde özgürlüklerdi çünkü bu ülkelerin birer bayra¤›, birer milli marfl› bulunmakla beraber, e¤itim sistemleri yabanc›lar›n elindeydi. Dahas› ekonomik ba¤›ms›zl›k da söz konusu de¤ildi. Bu gerçek bir ba¤›ms›zl›k de¤il flekli bir ba¤›ms›zl›kt›. Hâlbuki ümmetin gerçek bir ba¤›ms›zl›¤a ihtiyac› vard›. Begoviç’e göre flekli ba¤›ms›zl›klar ‹slam toplumunu içinde bulundu¤u bu geri kalm›fll›ktan kurtaramaz; çünkü Müslümanlar›n de¤il bat›l›lar›n lehine ifllemeye devam eder. Aliya bunlar›, sömürgeci sistemin bütün a¤›rl›¤›yla fiziksel iflgal biçiminde de yafland›¤› bir döneme at›fla söylemektedir. ‹slam milletlerinin ulusalc› siyaset gütmesi Aliya’ya göre ‹slam toplumunun gerilemesinin en önemli nedenlerinden biridir. ümmet perspektifinin ve ümmetin birli¤inin alt›n› oyan bir faktör olarak ifllemifltir. özetle ifade edecek olursak, Aliya’n›n vurgusu, Müslümanlar›n ‹slam’› takip etmeye bafllad›klar› andan itibaren tarih sahnesine girdikleri ve tarihin aktif bir öznesi olduklar› üzerindedir. Yukar›da zikretti¤imiz nedenlerle ‹slam’› takip etmeyip, onu sadece bir dinmifl gibi alg›lay›p, befl temel ibadetle yetinmeye bafllad›klar› andan itibaren de tarih sahnesinden çekilmifller, esir milletler dedi¤imiz, geri kalm›fl ülkeler dedi¤imiz durumun ifade etti¤i ba¤›ml›l›k evresine girmifllerdir. ‹slam Deklarasyonu bu flartlar alt›nda 1970’de yay›nlanm›flt›r ve ““Müslüman Halklar›n ve Müslümanlar›n ‹slamlaflmas›na Dair Bir Program”” sunar. Aliya ve arkadafllar› bu metinle ““Müslümanlar›n ‹slam dünyas›n›n kaderini ele almaya karar verdiklerini ilan”” ederler. O andan itibaren söylenmifl olan her fley kolektif bir eylem ça¤r›s›d›r art›k. Basit bir tebli¤ ça¤r›s› de¤il. Hem de tüm ‹slam uluslar›na dönük kolektif bir eylem ça¤r›s›. ‹flte ‘Ne Yapmal›’ sorusu bu andan itibaren gündeme gelir. Begoviç’e göre, ‹slam milletleri 1) Düflünsel alanda dini bir yenilenme (tecdit) faaliyetine giriflmeli; 2) Politik düzlemde ise, ‹ttihad-› ‹slam anlay›fl›n›n politik kurumlar›yla birlikte yeniden inflas›na yönelmelidirler. Onun “Panislamizm” anlay›fl›, ulusal düzlemde ‹slamc› bir mücadeleye, uluslararas› düzlemde ise bir ‹slam uluslar› birli¤inin teflekkülüne iflaret eder. Bugünkü flartlarda “bu e¤ilim Fas’tan Endonezya’ya, tropik Afrika’dan Orta Asya’ya kadar büyük ‹slam federasyonunun kurulmas› için mücadeledir”. Tecdit gereklidir çünkü dini gerekçelerle eylemlilik içinde olmay› bir tarafa b›rak›p “mehdi” bekleyemezsiniz. Yabanc›lar›n kanatlar› alt›na girip sizi korumalar›n› umamazs›n›z. Aliya üç y›l boyunca Bat›’n›n kendi bünyesindeki bir toprak parças›nda, Bosna’da, on binlerce insan›n göz göre göre katledilmesine nas›l seyirci kald›¤›n› röportaj›nda çok güzel anlatt›. ‹lginçtir ki o bunu Bosna’daki katliamlar yaflanmadan, 1970’lerde de öngörmüfl ve Müslüman toplumlar› uyarm›flt›. Güçlü bat›l› devletin kanatlar› alt›nda yaflamaya ve var kalmaya çabalaman›n anlams›zl›¤›n› daha do¤rusu imkâns›zl›¤›n› vurgulam›flt›. “Kayna¤› ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’in ‹slam Dünyas›’na ‹liflkin Siyasal Analizleri dünyan›n güçlülerine karfl› bir afla¤›l›k duygusu ve ona karfl› sayg› olan realizm asl›nda hâkimlerin hâkim olarak, ›rgatlar›n ise ›rgat olarak kalmalar› demektir”. As›l gerçekçi olan Müslümanlar›n “çeflitli birlik formlar›n› gerçeklefltirmek”; “milliyet üstü baz› kurumlar yaratmak” üzere ortak eylemlilik içine girmeleridir. Ancak bunun önkoflulu, Kurani ilkeler sabit kalmak üzere, mevcut sosyal, ekonomik, siyasi flartlar çerçevesinde dinin yeniden yorumlanmas› ve bunun bütün müesseselerinin yeniden oluflturmas›d›r. Bu, kad›n konusunda da böyledir, iktisat konusunda da böyledir. Dinin hükümlerinin 20. yy koflullar›nda uygulanabilir hale getirilmesini sa¤layacak bir ‹slami yenilenmenin gerçeklefltirilmesi zorunludur. Tecdit bir anlamda düflünsel alt yap›n›n haz›rlanmas›n› sa¤layacakt›r. Bu gerçeklefltirildikten, yani do¤ru bir dini perspektifle dünyaya bakmaya bafllad›ktan sonra bir “‹slam milletleri federasyonu oluflturmak için” çaba sarf edilmelidir. Aliya’ya göre bu federasyon ba¤›ms›z ‹slam cumhuriyetlerinden oluflacakt›r. Ba¤›ms›z ‹slam cumhuriyetleri, monarflik olmayan, iktidar›n babadan o¤ula devredilmedi¤i, baflkanlar›n halk taraf›ndan seçildi¤i, totalitarizme karfl› ç›kan siyasal organizasyonlar fleklinde tarif edilmifllerdir. Seçimle iflbafl›na gelen baflkanlar do¤rudan halka karfl› sorumludur ve ifllerini flura ile hallederler. Ancak ‹slam milletlerinin kendi içlerinde ba¤›ms›z devletler haline gelmesi yeterli de¤ildir. Bunlar›n bir federasyon yap›s› içinde bir araya gelip, kendi siyasal kurumlar›n› oluflturup, ‘ekonomik, siyasal ve kültürel birlik’ için gerekli bütün müeyyideleri de uygulayabilir hale gelmeleri gerekir. Begoviç’e göre içinde bulundu¤umuz dönem, “birlik dönemidir”; Amerika Birleflik Devletleri Eski Sovyetler Birli¤i, geliflmekte olan Avrupa Birli¤i, Çin, Rusya ve Hindistan gibi büyük dünya güçleri cesametleri itibariyle dünyay› etkileme gücüne sahiptir. Dolay›s›yla bu dönemde güçlü ve ba¤›ms›z olmak isteyen siyasal yap›lar “birlikleflmeye” gayret etmelidirler. ‹flte bu birli¤in ‹slam âlemindeki karfl›l›¤› ‹slam Birli¤i yahut ‹ttihad-› ‹slam’d›r. Çünkü küçük ‹slam devletleri tek bafllar›na dünyada herhangi bir fleyi de¤ifltirmeye güç yetirememektedirler. Bu ba¤lamda yap›lmas› gereken ‹slam ülkelerinin tekil olarak nüfuslar›n› ço¤altmaya çal›flmalar› da de¤ildir. Çünkü tek bafl›na nüfusun art›fl›, k›t kaynaklar›n daha fazla kifli aras›nda bölünmesine neden olarak yoksullu¤u art›racakt›r. Bunun yerine ‹slam dünyas›ndaki bütün devletler kendi uhdelerindeki güç ve kaynaklar› di¤erlerininkiyle birlefltirmeye çal›flmal›d›r. Para, nüfus, petrol, bilimsel donan›m gibi geliflkinlik ad›na sözü edilen ne varsa hepsinin ve bütün ak›llar›n bir araya getirilmesi gerekir. Bunlar›n hepsi ‹slam’›n tarihte hak etti¤i flerefli yeri tekrar almas› için ifle koflulmal›d›r. Aliya ‹zzetbegoviç’in ‹slam dünyas› hakk›ndaki siyasal analizleri özetle böyle ifade edilebilir. Yukar›da da belirtti¤imiz gibi, bu ifadelerin 1928 sonras›nda geliflen ‹slam- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 159 160 Alev Erkilet c› söylemle ciddi paralellikleri bulunmaktad›r. Ancak onlardan ayr›lan yönleri de vard›r. örne¤in nüfus art›fl›na bak›fl, itaat anlay›fl› konusundaki elefltiriler Begoviç’i di¤er ‹slamc› düflünürlerden ay›ran görüfllerden baz›lar›d›r. Begoviç kendi verimli ömrünü bu ideallerin hayata aktar›labilmesi için harcad›. Bosna savafl› dünyadaki bütün ‹slam milletlerini bir araya getirip seferber eden nadir olaylardan biriydi. Ama ne savafl sonras›nda Bosna -Dayton anlaflmas›n›n dayatmalar› yüzünden- Begoviç’in arzulad›¤› kadar özgür olabildi, ne de dünyadaki di¤er ‹slam milletleri aralar›ndaki görüfl ve amel birli¤ini muhafaza edebildiler. Müslümanlar›n ço¤u hala fazlas›yla realist. Onun için de Aliya’n›n düflünceleri hala savafl günlerindeki kadar güncel, rüyalar› hepimiz için yol gösterici, uyar›lar› yerinde ve kendisi capcanl› karfl›m›zda: “Bu mesaj› bütün dünya Müslümanlar›na göndererek biz, aç›kça, vaat edilmifl bir ülkenin, mucize gösterenlerin ve mehdilerin mevcut olmad›¤›n› ifade ediyoruz. Sadece çal›flma, mücadele ve u¤runa kurban verilen yol vard›r” diyor. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Genç ‹lim Adam›na Nasihatler Aliya’da Din Alg›s› 3 AL‹ BULAÇ “Bosna Dayan›flma Grubu”nun kurulmas›nda, cüzi de olsa, katk›m olmas›, “Do¤u Bat› Aras›nda ‹slam” adl› kitab› yay›nland›¤›nda önsöz yazmam ve 1999 y›l› Nisan ay›nda kendisiyle tan›flma flerefine ulaflmam dolay›s›yla kendimi bahtiyar hissediyorum. Allah’tan kendisine rahmet dilerim. Begoviç’in kiflili¤iyle ilgili söylenecek çok fley var. Bunlardan bir tanesi ve en önemlisi, çok samimi bir Müslüman olmas› ve iyi bir entelektüel profil çizmesidir. Bir durum tespiti olarak flu hususun alt›n› çizmekte yarar var: Bat›’da entelektüel kalmad›; “kurucu zihin” afla¤› yukar› tarih sahnesinden çekiliyor. fiu anda Bat› düflünce hayat›n›n siyasetine, maddi ve iktisadi evrenine yön verenler, uzmanlar ve stratejistlerdir. Benim bak›fl aç›mdan fonksiyon de¤erleri inkar edilmese de, bunlar›n her ikisi de entelektüel de¤ildir. Teknoloji, ekonomi, strateji ve politika, Bat›l› hayat› giderek yoksullaflt›rmakta, ac›mas›zlaflt›rmaktad›r. Bu sayd›¤›m dört düzeyde -teknoloji, ekonomi, strateji ve politika- tabiat tüketiliyor, istifçilik gelifliyor, bedenin organizmaya ait istekleri öne ç›k›yor. Tabii bunun arkas›ndan da pragmatizmin ve baflar› tutkusunun tetikledi¤i, hegemonik bir kültür bütün yeryüzünü istila ediyor. Sanat ve felsefe alan›nda inan›lmaz bir zaaf söz konusu. Kurtar›c› paradigmay› infla etme gücünde olan din, Bat›’da özellefliyor, marjinallefliyor ve izafi alana çekilmek zorunda b›rak›l›yor. Bu sebepten Bat›’da entelektüel ç›km›yor. ‹yi bir entelektüel ancak dinin evreninde mümkün olabilir. H›ristiyanl›k, Yahudilik, Budizm de entelektüel ç›karabilir, fakat en iyi ve en kâmil anlamdaki entelektüel örnekler sadece ‹slam’a özeldir ve bu manada sadece ‹slam entelektüel ç›karabilir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 161 162 Ali Bulaç Geçen yüzy›ldan bu yana, Begoviç’i mukayese etmek aç›s›ndan iki isme iflaret edebiliriz: Bunlardan biri Hint yar›m k›tas›n›n bence en önemli entelektüellerinden -hatta en önde geleni- Muhammed ‹kbal, di¤eri de ‹ran kültür havzas›n›n çok önemli entelektüeli Dr. Ali fieriati’dir. Bu üçü benim kanaatime göre ayn› kulvarda yer almaktad›rlar. “Do¤u Bat› Aras›nda ‹slam” adl› kitaba yazd›¤›m önsözde de: ““Muhammed ‹kbal’in Do¤u’da açt›¤› parantezin Bat›’daki kapat›lm›fl parantezi ‹zzet Begoviç’tir”” demifltim. ‹slam dünyas› bu iki parantez aras›nda duruyor. Aliya ‹zzetbegoviç samimi ve ahlakl› bir Müslüman’d›. S›rplar Müslümanlar› k›t›r k›t›r kesip ac›mas›z bir vahflet sergilerken; o, t›pk› Libya’n›n ifsanevi kahraman› ömer Muhtar gibi, “Bunlar bizim ö¤retmenlerimiz olamaz” deyip karfl› ç›kt›. Avrupa’n›n göbe¤inde bir vicdan› temsil etti. Hem Müslüman kimli¤iyle öne ç›kt›, hem de Boflnaklara Müslüman kimliklerini hat›rlatt›. Muhammed ‹kbal ve Ali fieriati saf entelektüel say›l›rlar. “Ulema gelene¤i” ile olan iliflkileri nispeten tart›fl›labilir, fakat Begoviç’in ulema gelene¤i ile olan iliflkisi sayg› temelindedir (Akif Emre’nin yapt›¤› röportajdan da bunu teyit etmek mümkündür). Kanaatime göre, ‹slam’›n ulema gelene¤i, do¤ru bir model sunmaktad›r ve baflka bir model ne meflrudur ne de mümkündür. ‹slam’›n içerisinde akademisyenlerin ve ayd›nlar›n meflruiyeti kuflkuludur, hala genel Kabul görmüfl say›lmaz; buna mukabil uleman›n yeri vard›r, çünkü Hadis’te buyruldu¤u üzere “Alimler peygamberlerin varisleridir”. Peygamberler hem fakih ve müçtehit, hem arif ve sufi, hem de politik lider ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya’da Din Alg›s› ve mücahittirler. Bunun 20. yüzy›ldaki en belirgin modeli, “Ayetullah Humeyni”dir. Her üç özelli¤i de kendi kiflili¤inde ve hareketinde toplam›fl tek örnektir. Bu aç›dan bakt›¤›m›z zaman Seyyid Kutub ve Mevdudi “ayd›n-ulema” gelene¤i saf›na tekabül ederler. Bir taraflar› ayd›n bir taraflar› ulemad›r. Muhammed ‹kbal, fieriati ve Begoviç ise, “Müslüman entelektüel” saf›na tekabül ederler. Ayd›n taraflar› nispeten daha a¤›rd›r. 20 ve 21. yüzy›l Türkiye’sinde benim kanaatime ve okumalar›ma göre, ayd›n-ulema gelene¤ini Fethullah Gülen Hocaefendi temsil etmektedir. Bu sayd›¤›m özelliklerin yan›nda Begoviç’in bir art›s› daha vard›r; mücahid olmas›. Kendisi politik ve askeri mücadele içinde hem bir aktör hem de bir semboldür. Muhammed ‹kbal, entelektüel bir flairdi ve ayn› zamanda Pakistan Devleti’nin kurucu zihinlerinden bir tanesiydi, fakat o politik bir önder de¤ildi. Begoviç ‹slamiyet’i dört düzeyde kavr›yordu: 1) Kendisi için ‹slamiyet. Yani ben, Müslüman’›, varl›¤›, hayat›, kendimi nas›l anlamland›rabilirim? Bu son derece önemli bir anlamland›rma. Hepimiz öncelikle kendimiz için Müslüman olmak zorunday›z. 2) Materyalizme bulaflm›fl bir kültüre ve bunun üzerinden de ayn› zamanda Bat›’ya cevap veriyordu. Onun evrim, yaratma, kültür, medeniyet, ilerleme, ahlak, tarih, dram, sanat, ütopya, materyalizm, bask›, özgürlük ve benzeri bütün bu konularla ilgilenmesinin sebeplerinden biri buydu. 3) Boflnak Müslüman kimli¤ini infla etmek veya zaten tarihten Müslüman olarak devral›nm›fl kimli¤i asli temellerine irca edip pekifltirmek istiyordu. Çünkü da¤›lmakta olan bir yap› vard› ve Avrupa’n›n göbe¤inde yeni bir kimlik infla edilecekti. Allah’›n lütfu ve ihsan›yla, Begoviç ve bir avuç arkadafl› tarihin b›çak s›rt› bir zaman›nda aç›lan boflluktan sahneye ç›kt›lar ve bu kimli¤in bu flekliyle infla edilmesinde önemli katk›larda bulundular. 4) Begoviç, ümmetin bir ferdi olarak, tek bafl›na kalm›fl bir “‹brahim” olarak, ‹slam dünyas›n›n bütün sorunlar›yla ilgileniyordu. Onun temel sorunsal›, 19 ve 20. yüzy›ldaki Müslüman entelektüellerin sorusuydu. Neydi o soru: “‹slam Dünyas› niçin geri kald›?” Kanaatime göre bu soru, yanl›fl sorulmufl bir sorudur. Yükün a¤›rl›¤›n› Begoviç’in s›rt›na yüklemeden flunu söylemek istiyorum: Biz bu soruyu 19. yüzy›lda sorduk ve cevab›n› –hala- yanl›fl vermeye devam ediyoruz. Asl›nda bu mesele, bir yere gitmek isterken yanl›fl bir otobana girmemize benzer. Yanl›fl otobana girersek, o yol bizi nereye kadar götürecekse ve yolun sonuna kadar, yanl›fl yolda gidece¤iz demektir. Belki 19. yüzy›lda bu soru anlaml›yd›, çünkü yaflanan bir travma vard› ve 20. yüzy›l boyun- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 163 164 Ali Bulaç ca da bu sorunun cevab› arand›. Dolay›s›yla bu soruyu soranlar› küçümsemiyorum, onlar› elefltirmiyorum, fakat 21. yüzy›ldaki sorumuz bu olmamal›d›r. Bizi aya¤a kald›racak meflru sorumuz: “Bizim küresel dünyaya ve Bat›’ya cevab›m›z nedir?” olmal›d›r. Begoviç, ‹slam’›n safl›¤›na ve sözün gücüne güveniyordu. Onun ““din”” alg›s›n›n temel referans› buydu. Tarihin tan›kl›¤›na baflvuruyordu. Bu mesele son derece önemli, çünkü ‹slamc› ak›mlar›n hataya düfltükleri noktalardan biri budur. Y›llard›r zihnimi meflgul eden fleyi sizlere özetleyeyim: Mardin’de büyüdüm ve 19 yafl›ma kadar orada kald›m. Mardin, inan›lmaz bir medeniyetler bileflkesidir. Asurlardan Romal›lara, Perslerden Araplara, Bizansl›lardan Selçuk ve Osmanl›lara kadar çeflitli medeniyetler Mardin’de bulufluyor. Merak etti¤im ise: “E¤er atalar›m bu eserleri yapt›ysa biz de yapabiliriz; peki biz, niçin yapam›yoruz?” Hep kendime bu suali sordum. Tarihin tan›kl›¤›na dönüp bakt›¤›m›z zaman, yani kendi tarihimize Osmanl›’ya Selçuklu’ya ya da Begoviç’in iflaret etti¤i gibi, Hint yar›m k›tas›ndan Endülüs’e ve bugün ad›na Ortado¤u dedi¤imiz bütün ‹slam dünyas›ndaki bu medeniyet merkezlerine bakt›¤›m›z zaman atalar›m›z›n ürünlerini görmekteyiz. Kendimize, “peki, biz niçin bu durumday›z?” sorusunu sormam›z laz›m. E¤er Bat›l›lar›n bize telkin etti¤i gibi, f›trat›m›zda, yap›m›zda bir ilkellik varsa bizden önceki atalar›m›z›n da ilkel yaflamas› icap ederdi. Ama atalar›m›z çok yüksek medeniyetler kurdular. Demek ki, sorun bizden kaynaklanmaktad›r. Alev Erkilet’in de de¤indi¤i gibi, Mo¤ollar› harici sebep olarak göstermek yerine içerdeki as›l etkenler üzerinde durmam›z gerekiyor. ‹slam, sadece bir din de¤ildir. Peki, öyleyse nedir ‹slam? ‹slam, “Ed-Din”dir. Biz ‹slamiyet’i bir din olarak telakki ediyoruz. Din olarak telakki etti¤imizde de, Müslüman kavimlere ait, millilefltirilmifl, tekel alt›na al›nm›fl bir din olarak alg›l›yoruz. ‹slam, ya Türklerin ya Araplar›n ya da Farslar›n dinidir. Mesela bir ‹ngiliz veya bir Frans›z Müslüman oldu¤u zaman, ya bir Türk, ya bir Arap, ya da bir Fars ismini alacak; ya Arap ya da Türk k›yafeti giyecek. Oysa Ed-Din, en-nas’a, insanlara, türümüzün tümüne ait olan bir dindir, kimsenin tekelinde de¤ildir. Bir di¤er husus, ‹slamiyet, di¤er dinlere karfl› olan bir din de¤ildir. Ne H›ristiyanl›¤a ne de Yahudili¤e karfl›t de¤ildir; aksine onlar› tamamlayan, ikmal eden bir dindir. Onu Ed-Din yapan vas›f da budur. Begoviç buna vurgu yap›yordu. Begoviç, dinin tevhid eden, dünya ve ahireti birlefltiren boyutundan bahsetmektedir. Türkiye’de ise, Müslümanl›¤›n›n temelini oluflturan din ve Ed-Din de¤il, “diyanet” olmufltur. Bu, eksik bir Müslümanl›kt›r. Bu sebepledir ki, devletin en önemli kurulufluna “Diyanet ‹flleri Baflkanl›¤›” denilmifl, “Din ‹flleri Baflkanl›¤›” denilmemifltir. Bu isimlendirme üzerinde çokça düflünülmüfl ve daha sonra seçilmifltir. Halbuki Begoviç’in yaz›lar›nda ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya’da Din Alg›s› görüyoruz ki, ‹slamiyet ne tek bafl›na bir din ne de sadece diyanettir. Malik Bin Nebi ile Seyyid Kutup aras›ndaki “medeniyet-siyaset” tart›flmas›nda, Begoviç bir ad›m ileri gitmifltir. ‹slam’›, Seyyid Kutup “siyasete”, Malik Bin Nebi “medeniyete” indirgiyordu. Türkiye’de de flu anda böyle bir tart›flma devam etmektedir. Begoviç, bu tart›flman›n taraflar›n› birlefltirmifltir. Begoviç’in kimli¤ini tan›mlamak icap ederse, ona asla “Bilge Kral” diyemeyiz. Bu son derece yanl›fl bir tan›mlama olur. “Bilge Kral” tabiri, ‹slami gelene¤e ait olmay›p Yunanidir ve Eflatun’a aittir. Bundan da -Begoviç’in de karfl› oldu¤u- faflizm ve totalitarizm ç›kar. Bizler nas›l ayd›n de¤ilsek ve ayd›n olma s›fat›n› kabul etmiyorsak, Begoviç’e de “kral” s›fat›n› yak›flt›ramay›z, yak›flt›rmamal›y›z. Begoviç, Müslüman bir yönetici, politik bir lider, bir yol gösterici ve güçlü bir entelektüeldi. Begoviç’i tarihin ara boflluklar› sahneye ç›kard›. O da geliflmeleri do¤ru okudu ve Lenin’in dedi¤i gibi, de¤iflimi “perçeminden tutup” do¤ru bir mecraya soktu. Onu baflar›l› k›lan, iman›, Müslüman feraseti ve cesaretiydi. Begoviç, tüm bunlara ra¤men ‹slam dünyas›n›n rol modeli de¤ildir. Begoviç bu nehre büyük katk› sa¤layan, çok güçlü ve gür bir ›rmakt›r ki, bu asla inkar edilemez. Bizim rol modelimiz ulemad›r. Yani fakih, alim, mücahit ve arif olmak üzere, ‹slam’›n kelam boyutunu, tasavvuf boyutunu ve f›k›h boyutunu kiflili¤inde toplam›fl olan kifli olmal›d›r. Begoviç’te ilk ayak eksiktir. Bu da, pek tabii olarak, içinde yetiflti¤i flartlardan dolay› böyledir. 80 y›l yaflad› ve vefat›ndan önce güzel bir söz söyledi: “Adam olan için, bu ömür çok uzundur.” Ne mutlu ki, böyle dolu dolu bir ömür yaflad›. Bize de çok güzel, büyük bir miras b›rakt›. Nur içinde yats›n. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 165 166 Sabahattin Aliya ‹zzetbegoviç’te Sanat Düflüncesi 3 SADIK YALSIZUÇANLAR 19 Ekim 2003’te Cemal’e yürüyen Aliya ‹zzetbegoviç, Do¤u Bat› Aras›nda ‹slam adl› de¤erli eserinin bir yerinde flaire iliflkin bir tan›m› aktar›r : “fiair, gayb› gören ve eski zaman törenlerinin anahtarlar›n› keflfeden kiflidir” Bu tan›m, ayn› zamanda kendisini de ifade eder. Biz, son bilge-kral’›n sanat ve edebiyata iliflkin düflüncelerini daha çok, kitab›ndan izliyoruz. Guenon’dan ö¤rendi¤imize göre, ‘kral’, klasik Arapçada ed-dünya olarak ifade edilen, üzerinde yaflad›¤›m›z ve Kutsal Kitap’ta, ‘esfelisafilin (afla¤›lar›n en afla¤›s›)’ olarak nitelenen arzda; el-alem denilen yüce alemlerin gölgesi, temsilcisi ve hakikatlerinin tecellisidir. ‹rfani gelenekte veli sultanlara yap›lan secde, modernlerin sand›¤› gibi bir flirk ve putperestlik de¤il, insan-› kamil olarak yarat›lan Hz. Adem’e, meleklerin yapt›¤› türden bir selam ve yüceltme secdesidir. Bilge kral, ed-dünya’da, el-alem’in ilkelerinin takipçisidir. Kamil insan›n tabir yerindeyse politik alandaki tecellisidir. Merhum ve ma¤fur ‹zzetbegoviç, böylesi krallar›n sonuncusu idi. Do¤u Bat› Aras›nda ‹slam’dan ö¤rendi¤imize göre, özelde fliir, genelde sanat, ‘anlat›lamaz›n anlat›lamazl›¤›n› anlatmak’t›r. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’te Sanat Düflüncesi Bu güzelim tarif, sanat›n modern zamanlarda u¤rad›¤› bozulma ve çürümeyi de temellendirir. Art›k –kural bozmayan istisnalar› d›fl›ndamodern sanatç›, Eflrefo¤lu Rumi’nin dedi¤i gibi, ‘kendi derdin söyleyen/gayr› hikayet etmeyen’ de¤il, bir tür estetik yöneticilik performans› sergileyen kiflidir. ‹zzetbegoviç, bize, sanat›n, özellikle geleneksel sanat›n do¤as›n› ve modern zamanlarda yaflad›¤› olumsuz de¤iflimi vukufiyetle anlatan bir bilgedir. ‹rfani gelenekte Efendimiz için ‘berzah’ tabiri de kullan›l›r. Gayb alemleriyle görünen alem aras›nda bir geçit, bir köprü anlam›na gelen bu kelime, bize, hakiki sanat›n, öteyi beriye yak›nlaflt›ran ve perdeleri aralayan ifllevini ima eder. Hakikatle aram›zdaki engelleri ortadan kald›ran geleneksel sanatç›, ‹zzetbegoviç’in dedi¤i gibi, gerçekte bir ‘uyar›’da bulunmakta, hat›rlatma ödevini yerine getirmektedir : Tabiat aleminden bambaflka bir alemin (fleylerin bambaflka bir düzeninin) mevcudiyeti her dinin, her sanat›n esas kaziyesidir. Yaln›z tek bir alem olsa sanat imkâns›z olurdu. Gerçekten her sanat eseri, ona ait olmad›¤›m›z, içinden nefl’et etmedi¤imiz, içine “at›ld›¤›m›z” bir dünya hakk›nda bir haber, bir intiba mahiyetindedir. Sanat, “vatan hasreti” veya “hat›rlama”d›r. Bu, Mesnevi-i fierif’in ilk onsekiz beytinin de konusudur. Mesnevi flarihleri, külliyat›n, ilk onsekiz beytin aç›l›m› oldu¤unu söylerler. Onsekiz beyit ise ilk beytin, ilk beyit ilk kelimenin, yani ‘biflnev’in (dinle), ilk kelime, ilk harfin, ilk harf ise, alt›ndaki nokta’n›n aç›l›m›ndan ibarettir. Hz. Mevlana, kamil insan’›n imaj› olan ney’in iniltisi ile bize, asli yurdumuzu hat›rlatmakta ve ona duyulan hasret’i dile getirmektedir. ‹zzetbegoviç’e göre, sanat, O’na göre, ‘fliir insan hakk›nda bilgi’dir. ‹lim keflfeder, varolan› belirler; sanat ise ‘yarat›r.’ Bu, yarat›fl›n taklididir ki, Suyuti’ye göre ‘ene’ anlam›n› ihtiva eden ‘emanet’in bir boyutu ile ilgilidir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 167 168 Sad›k Yals›zuçanlar ‹nsan ‘yarat›r’ çünkü, Rahman suretinde yarat›lm›flt›r ve Zat ismi d›fl›nda bütün esma-y› flerife, insanda kamilen mütecellidir. ‹nsan› beflerden insana yükselten, ondaki sonsuz Esma tecellisidir. Yaratma, yani ‘insan›n yap›t›’ olarak sanat eseri bir ruhun ürünüdür ve bu vasf› ile bölünemez bir eylemdir. ‘Sanat›n insan› hakikate ulaflt›ran en büyük yalan’ oldu¤unu ‹zzetbegoviç de söyler : “‹lim do¤ruyu ifade eder, sanat ise hakikate uygun olan›. Bir portreye veya ressam›n yapt›¤› bir peyzaj resmine bak›n›z. Ne ölçüde do¤rudur? Fakat ne kadar do¤ru olursa olsun, bunlar o flahs›n veya o peyzaj›n bir fotosundan her zaman daha hakikîdir. ‹lim ruhu ‘Psik’, Tanr›y› da ‘ilk sebep’ yapar, t›pk› ö¤renilmifl, gayr-› samimî akademik sanat›n, canl›, hür flahsiyetten poster surat›, ads›z bir fert yapt›¤› gibi. Bu, haddizat›nda hürriyetin dahili boyutunun bertaraf edilmesiyle ortaya ç›kan ayn› düflüfltür.” Modern sanatç›, ‘yarat›fl’a öykünmez, bizatihi kendisinin Yarat›c› oldu¤una iman eder. Egosantrik hayalcili¤in pençesinde k›vranmas› bundand›r. Oysa, sanat, insan› kiflisel do¤as›n›n s›n›rlar›ndan kurtar›p, hakiki olanla yüzyüze getirmelidir. ‹limle sanat› k›yaslarken flöyle der: ‘‹lmin keflf etti¤i uzak bir y›ld›z›n ›fl›¤›, bundan evvel de vard›. Sanat›n bizi ânîden ayd›nlatan ›fl›¤› ise, sanat›n kendisi taraf›ndan o anda yarat›lm›fl oluyor. Sanat olmadan o ›fl›k aslâ meydana gelemez. ‹lim mevcut olanla u¤raflmaktad›r; sanat vücuda gelmenin kendisidir.’ Vücud kelimesi, sanat›n varl›¤a iliflkin sormas› ve mevcud olandan bizi vücud’a tafl›mas›yla da ilgilidir. Mevcutla fazlas›yla ilgilenen, zamana karfl› dayan›ks›z, popülist ve geçici bir dile sahip ‘sanatkar’lar, varl›k’a iliflkin soru sormazlar. Oysa, ‘sanat eseri, kâinattaki düzeni, onu araflt›rmadan, yans›tmal›’d›r. Bu, bir flairimizin ifadesiyle, ‘kedi için m›r›lt› neyse flair için de fliir odur’ belirlemesini hat›rlatmaktad›r. fiiirin insan›n do¤al sesidir. ‹zzetbegoviç’in bunu flöyle ifade eder: “fiiir ne fonksiyonel ne de menfaatle alakal›d›r. Ve ne de Mayakovski’nin iddia etti¤i gibi ‘sosyal bir mesaj›’ vard›r. Frans›z ressam› Dubuffet sevilen bu yanl›fl anlay›fl›, tabirlerini seçmede pek de titiz davranmaks›z›n flöyle y›k›yor: ‘özünde sanat nahofl, faydas›z, antisosyal, tehlikelidir. Böyle de¤ilse yaland›r, mankendir.” ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’te Sanat Düflüncesi Ne kadar derin ve kompleks olursa olsun ilim, lisan›n yetersizli¤ini hiçbir zaman hissetmemifltir. Sanat ise bilakis dahilî, manevî bu temayülü yüzünden daimâ baflka türlü, ‘lisan üstü’ vas›talar› aram›flt›r. Lisan›n kendisi ‘beynin eli’dir, beyin ise bedenî varl›¤›m›z›n; fanili¤imizin bir parças›d›r. ‹nsanî tecrübenin devam›n›n vas›tas› olan yaz› ile birleflen söz, ilmin en güçlü cihaz› olmufltur. Çünkü yaz› lisana, lisan ise düflünceye uygundur. Her üçü de zekâ kal›b›na göre yarat›lm›fl ve ayn› zamanda ruhun bir hareketini ifade için tamamen elveriflsiz, bunu yapmaktan hemen hemen âcizdir.” Bir üst dil olarak sükut ve hakikatin sonsuz görünümlerini ima eden ‘mecaz’, sanat›n, ‹zzetbegoviç’in ifadesiyle ‘lisan üstü’ olana iliflkindir. W›ttgenste›n’›n, ‘konuflulamayan hakk›nda susmal›’ ve, ‘dil düflünceyi örter’ belirlemesi bize, sanat›n, dil’in içinde ve ötesinde baflka dillerin varl›¤›na dair bir imkan oldu¤unu söylemektedir. Mazmunlar› güçlükle çözülen büyük flair ‹bn Far›d ve bat›n ilmini inkar eden softalara karfl› yüksek bir dil oyunu yaparak anlam› gizleyen ve onlar› s›rlardan mahrum eden ömer Hayyam bu zeminde söz edilmesi gereken iki önemli flairdir. ‹zzetbegoviç tam da burada, flu al›nt›lar› yapar : “fiiir, ruhun, haddizat›nda ifade edilemeyen hakikatle ve onun kayna¤› olan Tanr› ile olan temas›n›n meyvesidir. “Her fliir, kendi saf fliirsel mahiyetini ‘saf fliir sanat›’ dedi¤imiz esrarengiz bir hakikatin mevcudiyetine, radyasyonuna ve birlefltirici tesirine borçludur.” “fiiir sanat›, kozmik muammay› içinde tafl›yan hayat›m›z›n kendi kendine sormakta oldu¤u o müthifl s›rdan vas›tas›z haberdar olma olarak kendini göstermektedir.” “Yarat›c›l›k olarak sanat ve bilhassa var olma tarz› olarak fliir sanat›, mukaddesin yerine geçecek bir flekil alma çabas› içindedir... Hayat›n idraki olarak olsun, yaflama tarz› olarak olsun (veya ikisi ayn› zamanda olsun), fliir sanat›, insan› her bak›mdan kendi insanî flartlar›n›n üstüne yükseltmekte ve böylece mukaddes bir faaliyet olmaktad›r.” “Ço¤u insan e¤er sonsuzlu¤u karanl›¤›, muayyen bir do¤um, muayyen bir ölüm ve hatta bir flah›s karfl›s›nda her dinin esas› olan aflk›nl›¤›, müphem bir flekilde de olsa, sezmeseydiler resim sanat›, heykelt›rafll›k ve edebiyat hakk›nda, mimarî hakk›nda sahip olduklar› kanaatten daha esasl› bir kanaate sahip olmayacaklard›.” Ço¤u kifli, Kafka’n›n romanlar›n› ancak dini metinler olarak anlaman›n mümkün olaca¤› kanaatindedirler. Halbuki Kafka’n›n kendisi, kendi sorular›na bir nevi dua imifl gibi bakt›¤›n› belirtmekteydi. (‘Kâinat anlamad›¤›m›z iflaretlerle doludur’ Franz Kafka). Tan›nm›fl sürrealistlerden olan Michel Leiris flöyle diyor: “Bundan sonra hiç bir fleye -ve her fleyden evvel Tanr›ya ve hatta öbür hayata- inanm›yordum, fakat yine o mutlak, o Bakî olandan seve seve bahsediyordum. Müphem olarak ümit ediyordum ki fli- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 169 170 Sad›k Yals›zuçanlar ir mucizesi her fleyin de¤iflmesine tavassut edecektir ve ben de diri olarak ebediyete geçece¤im ve böylece söz sayesinde insan olarak mukadderat›m› yenece¤im.” Böyle veya flöyle olsun, insan›n ayn› meyli söz konusudur. Aralar›ndaki fark, bunlardan hangisinin muayyen flartlarda ortaya konuluyor oluflundad›r. Din, ebediyet ve mutlakiyeti merkez noktas› yapm›flt›r; ahlak, iyilik ve hürriyeti: sanat ise, insan› ve yaratmay›. Bunlar›n hepsi eninde sonunda belki yetersiz, fakat istifade edebildi¤imiz tek lisanla sezilen ve ifade edilen ayn› hakikat›n de¤iflik tezahürleridir.” Tezahür, özellikle ‘mask’larda, kadim bir sanat olarak ‘tiyatro’da ve dilin k›lcallaflt›¤› geleneksel anlat›larda ve en kiflisel dil olarak fliirde kendini d›fla vurur. Mask, Guenon’un da belirtti¤i gibi, zuhurun imkanlar›yla ilgilidir. Varl›k, her an farkl› bir ‘maske’ ile kendini d›fla vurmakta, farkl› bir veçhesiyle belirmekte, tecelli kesintisiz olmakta ve tekrarlanmamaktad›r. Tecelli, cilve ile köktefltir ve sözlük anlam› itibariyle, ‘gelinin gerdek gecesi duva¤›n› açmas›’ demektir. Dil, düflüncenin örtüsü oldu¤u kadar, düflünce ile aram›zdaki perdelerin aralanmas›, yani Varl›k’›n cilvelenmesidir de. Bu anlamda, temsili sanatlar da do¤rudan dünyan›n imaj›d›r denilebilir. ‹zzetbegoviç, din ile sanat aras›ndaki temas noktalar›n› tart›fl›rken, bir yerde,’dini gerçek yoksa, sanat gerçe¤i de yoktur’ der ki, bu. ‘sema ile arz›n’ topyekün a¤›rl›¤›na/bask›s›na insan›n cevab›n› ancak sanat yoluyla verebilmesini de içerir. Temsil, mesel, misil, misl, temessül, mümessil vb. kelimeler, s›rr›n bir görünümünü, benzerini, örne¤ini ifade ederler. Bu anlamda mesela tiyatro ve teknolojik bir sanat olarak sinema, do¤rudan varoluflun, dünyan›n imgesi olarak okunmal›d›r. ‘‹nisiyasyona Toplu Bak›fllar’ kitab›ndaki bir yaz›s›nda Rene Guenon, Shakespeare’e de at›fta bulunarak, dramatik hikayelerin, tiyatro ve sineman›n, do¤rudan dünyan›n imaj› oldu¤unu belirtir. Dünya, bir oyun sahnesidir. (Dünya hayat› bir oyun bir oyalanmad›r) ‹nsanlar ve mevcudat, oyunun kiflileridir. Arz sahnedir. ‹lahi Oynat›c› (Allah) Yönetmen’dir. Senaryo, kader yaz›m›zd›r. Levh-i Mahfuz’da sakl›d›r herfley. Allah, olmufl, olmakta ve olacak herfleyi ezeli ilminde bilmektedir. Oyuncular olarak yerküreye gelir, rolümüzü icra eder ve gideriz. Oyunun müzi¤i, musika-y› ilahiyyedir ve dünyadayken ç›kard›¤›m›z seslerdir vs. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’te Sanat Düflüncesi Nitekim ‹zzetbegoviç flöyle der : “Din ve sanat›n esaslar›nda aslen birlik vard›r. Dram; konu ve tarih bak›m›ndan dinî menflelidir; tap›naklar ise oyuncular, k›yafetler ve seyircilerle beraber ilk tiyatrolard›. ‹lk dramlar Milattan evvel 3000 ila 2000 y›llar› aras›nda M›s›r’da ritüel oyunlar olarak ortaya ç›km›flt›. ünlü antikça¤ dram› ise tanr› Dionisos’un flerefine söylenilen koro flark›s›ndan geliflmiflti. “Tiyatro binalar› Dionisos tap›na¤›na yak›n yerlerde infla edilip, temsiller Dionis törenleri s›ras›nda düzenlenerek dinî ayinlerin bir parças› fleklinde telakkî ediliyorlard›.” Tiyatronun ve hatta tüm kültürün ritüel menflei flüphe götürmez bir husustur ve bununla ilgili tarihi deliller vard›r. Dram -teoloji de¤il- insan›n ve insanl›¤›n hakiki dinî ve ahlakî problemlerini ifade tarz›d›r. Maskta onun ikili karakteri aç›kça hissedilmektedir. Bu karakter ayn› zamanda hem dini, hem de dram› telkin ediyor. ‹lk resim, heykel, fliir ve oyun âyinin birer parças› idiler ve ancak çok sonra kültten ayr›larak müstakil oldular. Vahflî insan avlamak istedi¤i hayvan›n resmini yapt›¤› zaman bu resim kendisi için kültün, tap›nan bir flekli idi. K›z›lderililer dinî törenler s›ras›nda kum üzerinde ve törenin bir parças› olarak renkli resimler çizerler. Meflhur Japon “Gigaku” balesinin kökleri uzak maziye, Japonlar›n inanc›na göre, dünyan›n yarat›l›fl› zaman›na kadar gider. Bu çok eski oyunlar aslen flark›, dans ve mimi¤in bir kar›fl›m› idi ve ölülerin ruhlar›n›n geçti¤i metafizik hadiseleri sembolik bir tarzda temsil ediyordu. Tarih ve konu bak›m›ndan bu oyunlar›n dinle müflterek bir taraf› vard›r. Eski Arap (‹slam öncesi) ananesinde flairi, imtiyazl›, nüfuzunu büyü güçleriyle temasa borçlu bir flahsiyet olarak görüyoruz. fiairin dehflet dolu ve yüce sözlerinin, hayat› korumak veya yok etme¤e muktedir tabiatüstü güce sahip oldu¤una inan›l›yordu. Meksika K›z›lderililerinin fliirlerinden fevkalâde güzel bir seçmeler kitab› yay›nlam›fl olan Gabriel Zaida, kitab›n›n önsözünde “Meksika K›z›lderililerinin, fliirinde umumî ve müflterek özellik ebedî hayat›n sembolize edilmesidir. Totem -bitki, hayvan, tabiat olay›- ile münasebet ise, hemen hemen her zaman büyülü, dinî bir tören fleklini al›r” diyor. Peki dine olan borcunu sanat nas›l ödemifltir? Bilge Kral’a göre, dinin çocu¤u olan sanat, yaflamak istiyorsa, tekrar bu kayna¤a dönmek zorundad›r ve modern zamanlarda düçar olunan kabz haline, Schuon’un ifadesiyle ‘bozulma, çürüme ve kokuflmas›’na ra¤men, sanat asli kayna¤› dönmeye çal›flmakta, hatta dönmektedir. “Dine olan borcunu sanat daha aç›k bir tarzda resim, plastik eserler ve müzik sayesinde ödüyordu. Rönesans’›n en büyük sanat eserlerinde hemen hemen istisnas›z dinî konular ifllenmifltir. Dolay›s›yla bu eserler Avrupa çap›nda bütün kiliselerde ana baba evinde gibi hüsnü kabul görmüfllerdir. ‹talya veya Hollanda’da herhangi bir kilise var m› ki ayn› zamanda sanat galerisi olmas›n? Michelangelo’nun resim ve heykelleri kendine özgü bir flekilde H›ristiyanl›¤›n devam›n› oluflturur. Häändel’in oratoryumlar› -bir tür manevî operalar- gerçekten büyük bir dinî mü- ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 171 172 Sad›k Yals›zuçanlar ziktir. 20. yüzy›l›n en büyük iki müzisyeni olan Debussy ve Strawinski do¤rudan do¤ruya dinî içerikli eserler meydana getirdiler. Di¤er yandan Chagall onbefl büyük tuvalinde ‹ncil konular›n› ifllemifltir. Yüzy›l›m›z›n ellili senelerinde müzik öncülerinden olan büyük piyano bestecisi Olivier Messiaen dini meditasyonlardan esinlenen bir çok eser veriyor. En büyük ça¤dafl bale ustas› olan Maurice Bejart’›n balelerinin en etkili olanlar› Wagner’in mitolojisi ve Uzak Do¤u misti¤inden esinlenmifltir. Soyut resim sanat› öncülerinden olan Mondrianlanda züht ve takdisi en “yüksek hakikate” ulaflmak için araç olarak görüyor. Onun keza ünlü hemflehrisi olan Jan Torop da sembolizm ve mistisizmi sayesinde resim sanat›n›n dinî ve ahlakî anlay›fl›n› gelifltiriyor. Rembrandt hakk›nda Kenneth Clark flöyle yaz›yor: “Zihnine ‹ncil öyle ifllemiflti ki her hikayeyi ve en ufak teferruat› biliyordu. Çizdi¤i resimlerde ço¤u defa her günkü hayattan bir manzara m›, yoksa Kitab› Mukaddes’ten bir tasvir mi verdi¤ini fark edemiyoruz, çünkü bu iki tecrübe, ruhunda birbiriyle kaynaflm›flt›. Yves Klein, ZenBudizmden ilham al›yor ve maddî olmayan kozmik enerji hakk›nda meditasyon yap›yor, ki bu, Bergson’un sezgi felsefesinin bir bak›ma resimde devam› mahiyetindedir. Ona göre sanat, meyli derunînin saf bir tecellisi, bir nevi ilahi vahiydir (en ileri giden kompozisyonu olan “Kozmogoni”yi ya¤mur ve rüzgar›n vas›tas›yla resim olarak meydana getirmifltir). “Dünya tiyatrosu” denilen fleyin fikri de kendi semboli¤inin dini mahiyetini aç›kça vurguluyor. Bir yazar flöyle yaz›yor: “Yarat›c›l›¤›n her sahas›nda dinî düflünce ve hissiyat› içeren sembolizmin ortaya ç›kmas›, ça¤›m›z›n ay›r›c› bir özelli¤iolmufltur. “Fakat gördü¤ümüz gibi burada ne yeni ne de geçici bir e¤ilim söz konusu de¤ildir.” ‹zzetbegoviç, sanat›n, kayna¤› olan dine dönüflünü, eserler ve sanatç›lar üzerinden Do¤u Bat› Aras›nda ‹slam’da uzun uzun anlat›r. Bir bak›ma, gerçek sanat›n ak›lüstü ve kutsal olan do¤as›n› belirginlefltirir ve modern zamanlarda düçar oldu¤umuz zihin kar›fl›kl›¤›n› da¤›t›r. Sanat›n, ruhun özgürleflme alan› olarak yeniden asli yap›s›na ve do¤as›na dünüflünün nas›l gerçekleflebilece¤ine iliflkin bir zihin al›flt›rmas›, bir hat›rlatma ve uyar›d›r bu. Sanat madem, ‘ona ait olmad›¤›m›z, içinden nefl’et etmedi¤imiz, içine at›ld›¤›m›z bir dünya hakk›nda bir haber, bir intiba mahiyetindedir’, o halde, sanatç› o Muhbir-i Sad›k’›n da elçisidir. Muhbir kelimesinin bugünkü sözlü¤ümüzde u¤rad›¤› anlam kaymas›n› d›flta tutarak konuflacak olursak, ‘haberci’, bize bir fleyi hem bildirmekte hem müjdelemektedir. Sanatç›, mufltulay›c›d›r, Sezai Karakoç’un deyifliyle her türlü bela ve kötülüklere karfl› bir paratoner ödevi yüklenmifltir, ama sundu¤u fley, sonuçta hep Cemal tecellisi olacak, diriltici bir soluk estirecektir. Bu, güzellik-iyilik ve gerçeklik (hüsün-ihsan-hakikat) formülasyonunu hat›rlat›r. Güzel olan iyidir, iyi olan gerçektir. Kimilerince indirgemeci bulunan bu formülasyon, Guenon’un, ‘Allah’›n iki eli de sa¤ elidir’ hadisine iliflkin yorumunda belirtti¤i gibi, dünyada Cemal’in bask›n oluflunu gösterir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’te Sanat Düflüncesi Bu denli kötücül bir dünyada, evet, Cemal bask›nd›r ve bu, her zaman ‘al›c›’ olan nefsin bask›s›na ra¤men, daima verici olan Ruh’un özgürleflmesinin de yoludur, yordam›d›r. Yezid nefstir, Hüseyin Ruh’tur. Yezid hep almak istemifltir, Hüseyin ise ba¤›fllamak. Yezid yok etmifl, y›km›fl, çürütmüfl ve öldürmüfltür; Hüseyin ar›tm›fl, infla etmifl ve diriltmifltir. Gerçek sanatkar›n k›lavuzu Hüseyin’dir. Bu s›rdand›r ki, ‹zzetbegoviç’in ifadesiyle, ‘fliir, na¤me ve resimde biz, kelimenin metafiziksel manas›yla nitelik denen gizle karfl› karfl›ya kal›r›z.’ Bir ad›m daha ileri giderek denilebilir ki, ‘sanat, insanla Allah aras›nda bir s›rd›r.’ S›r zaten deflifre edilmeyen, edilemeyen, ‹bn Arabi’nin deyifliyle, ‘henüz verilmemifl olan’d›r. Silesius’un gülünün açmas› s›rlardan bir s›rd›r. Gül ‘‹flte flurada yeryüzünde gördü¤ün gül var ya Ta ezelden beri iflte öylece açm›flt›r Allah’ta’ Gizemli Gül ‘Bütün Mülk’ü ile birlikte Allah’› ihata eder kalbin Yüzünü O’na çevirip, bir gül gibi aç›ld›¤›n zaman’ ‘Gül gibidir ruhum, ve dikenidir bedendeki flehvet Bahar Allah’›n rahmeti, gazab› ise so¤uk k›fl Tomurcuklar› iyi ameller, dikenleri bedenin ay›b› Faziletle süslenir o, ve cennette huzur bulur. Vakit eriflti¤inde, bahar vas›l oldu¤unda, Allah’›n gülü olacakt›r, tek seçilmifl olan.’ Allah’›n gülü, ‹zzetbegoviç’in dedi¤i gibi, ‘insan’d›r ve, ‘külklerin en tehlikelisi’, ‘u¤rafllar›n en masumu’ olarak onun fliiridir. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 173 174 Sad›k Yals›zuçanlar Zaten fliir, ‘insan hakk›nda bir bilgi’dir. fiiirin bu organik içeri¤i, onun ayn› zamanda en kiflisel dil olufluyla da ilgilidir. Heidegger’in, ‘felsefe yoluyla düflünme’ imkanlar›n›n kapand›¤›, bunun Hölderlin ve Rilke gibi flairlere bak›larak, belki fliir yoluyla mümkün olabilece¤ine iliflkin düflüncesi bu bak›mdan ilgi ve dikkati hak etmektedir. ‘Bu dünyadan bambaflka bir alemin (fleylerin bambaflka bir düzeninin) varl›¤› her dinin, her sanat›n esas kaziyesidir. Yaln›z tek bir alem olsa sanat da imkâns›z olurdu’ diyen ‹zzetbegoviç de benzer bir imada bulunmaktad›r. ‘Sanatsal üretim as›l gerçe¤e do¤ru bir gedik açmakt›r’ diyen Picasso da. ‹zzetbegoviç, ‘Sanat Ve Tenkid’ bafll›kl› makalesinde, bize, bu yönde kullan›fll› ilkeler verir : ‘Sanatç› için eser, ›st›rap ve bafl›ndan geçenlerin etkisiyle hareketlenen içsel bir vizyondur. Tahlil ve mant›ksal düflünmenin sonucu de¤ildir.” Bunu, Servet-i Fünuncular›n sevk-i tabiisi ile kar›flt›rmamak gerekir. Zira, burada ak›ls›zl›k de¤il, akl› öteleyen bir dil söz konusudur ve Rilke’nin, fliirin ‘indirildi¤ini’ söylemesi bofluna de¤ildir. Bunu da vahiy’le kar›flt›rmamak gerekir. Ama, hakiki fliirin, Hz. Yusuf’un mekaneti olan, aflk gezegeni Venüs’ten flairin kalbine indi¤ine inanan ‹bn Arabi’ye itiraz etti¤imi söyleyemem. “Bize anlatt›¤› fleylerle ve anlat›m tarz›yla sanat, dinin insanlara mesaj› gibi, aklen inan›lmazd›r” diyen ‹zzetbegoviç’e de… Sözlerime hem Pir hem Sultan hem Abdal bir bilgenin nutk-› flerifiyle son vermek isterim : Hasretinle beni büryan eyledin Beklerim yollar›n gel efendim gel Gönül kuflu kalkt› cevlan eyledi Beklerim yollar›n gel efendim gel Bozuldu yolcular yollarda kald› Edep erkan gitti dillerde kald› Bendelerin zay›f hallerde kald› Beklerim yollar›n gel efendim gel Evvel Ahir sensin dönmezem Senden ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 Aliya ‹zzetbegoviç’te Sanat Düflüncesi Meyl-i muhabbetin ç›kar m› candan? Gönül göç eyledi kevn ü mekandan Beklerim yollar›n gel efendim gel Abdal Pir Sultan›m “Allah” diyelim Gelin nikab›n› elden koyal›m Takdir böyle imifl biz ne diyelim Beklerim yollar›n› gel efendim gel Dört y›l önce Cemal’e yürüyen aziz Aliya ‹zzetbegoviç’i rahmet ve minnet an›yorum. ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007 175 176 Sabahattin ‹LEM Y›ll›k • Y›l 2 • Say› 2 • 2007