indir - Öğretmenler Odası Dergisi
Transkript
indir - Öğretmenler Odası Dergisi
2 “gönlümüzce” EDİTÖRDEN Bu ay kapak konumuz imam hatiplerin yeniden gündeme gelmesi ile alevlenen din eğitimi tartışması. Gerçekten değişimin farkında mıyız? Ve bu değişim başta din eğitimi olmak üzere tüm eğitim sistemimizi nasıl etkiliyor? Yeni seçmeli dersler, derslerin içerikleri ve derslerin uygulanma biçimi hala bir muamma olarak duruyor. Bilindiği gibi ülkemizin bir 2023 vizyonu var. Cumhuriyetimizin kuruluşunun yüzüncü yılında dünya devletleri arasında ileri düzeye çıkabilmesi eğitim niteliğinin artmasıyla sağlanacaktır. Şüphesiz öğretmenlerimizin bilgi ve becerilerini artırmadan eğitim kalitemiz artmayacaktır. Gençlerimizin aldıkları eğitimle çağın gereklerine uyan, bilgi ve iletişim teknolojileriyle iç içe olan, toplumun değerlerini bilen, aldığı bilgiyi analiz eden, düşünen, sonuç çıkaran ve edindiği bilgiye göre davranış sergileyen bireyler haline gelmesi bizi bu hedefe çok kolay ulaştıracaktır. Dergimiz kendi rotasında yoluna devam ediyor. Henüz ikinci yılımızdayız. Bir dergi için çok yol almış sayılmayız. Hele bizim gibi hiçbir elemanı profesyonel olmayan bir derginin zamanında çıkması bile bir başarıdır. Bir yandan okunması gereken bir dergi çıkaralım diye koştururken diğer taraftan da bizden sonra bu hizmeti devam ettirecek arkadaşları yetiştirme gayreti içindeyiz. Dergi atölyemize her hafta on beş arkadaşımız devam ediyor, bazılarının çalışmaları dergimizde yer alıyor. İleriki sayılarda ocağımızdan yetişen yeni imzaları da okuyacaksınız. Dergi yönetimi olarak bizi çağıran il milli eğitim müdürlüklerinin davetlerine icabet ediyoruz. Bu anlamda geçtiğimiz Eylül ayında Kütahya Milli Eğitim Müdürlüğü ile Dumlupınar Üniversitesinin ortaklaşa düzenledikleri “Eğitimde Yeni Arayışlar” çalıştayına katıldık. Başta İl Milli Eğitim Müdürü Coşkun Esen Bey olmak üzere bizlere gönülden alaka gösteren arkadaşlara kalbi şükranlarımızı sunuyoruz. Öğretmenler Odası dergisi bu tür davetlere imkanları nispetinde iştirak etmektedir. Bizden hiç bahsetmiyorsunuz diye serzenişte bulunan arkadaşlara duyuruyoruz: Çağırın gelelim, bilelim, bilişelim. Her yıl güz döneminde gerçekleştirilen Eğitim Yönetimi Forumu’nun üçüncüsü 12-13 Ekim 2012 tarihlerinde Nevşehir Üniversitesi ve EYUDER organizasyonuyla Nevşehir’de yapıldı. Bu yılki toplantının ana teması, eğitimde nitelik ve yenileşme idi. Dergimizin değerli yazarı, aziz dostum Halit Arapoğlu ile beraber izlediğimiz toplantı her şeye rağmen başarılıydı. Umarım dostlarımız bazı konularda biraz daha hassasiyet gösterirler. İGEDER yine bildiğiniz gibi; her an hareketli, her zaman aktif. Derneğimizin organizesi ile yaklaşık 60 meslektaşımız Kurban Bayramı’nı Balkanlarda geçirdiler. Özellikle Arnavutluk’ta kendi kurbanlarını kestirerek oradaki Müslüman kardeşlerimizLe paylaştılar. Bendeniz Bulgaristan’da idim. Genel Sekreterimiz Gökhan Erenoğlu Kurban görevi için Filibe bölgesine gönderdi. Müftü Osman Hayreddin hocamızla çok farklı ve anlamlı bir bayram yaşadık evladı Fatihanın bölgelerinde. Dergimiz yine dopdolu. Genel Yayın Yönetmenimiz Amerika’da ama aklı burada. Sağolsun dergiyle sürekli ilgileniyor. İşte İGEDER böyle bir şey. Burada her şey gönüllülük esasına bağlı. Gönüllüce, gönlümüzce. Adil Gülmez İÇİNDEKİLER YIL:2 SAYI:6 ARALIK-OCAK-ŞUBAT 2012 Aşırı Korumacı Aile Yapısı 24 23 YAYGIN SÜRELİ YAYIN. 3 AYDA BİR YAYINLANIR. 4 Öğretmen Yetiştirme Sorunumuz: Reform Eğitim Fakültelerinden Başlamalı! DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ 7 Cumhurun Eğitimi Tarihi Coğrafyanın İdrakinden Geçer MEHMET CÜNEYT ANCIN 9 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yeni Öğretmen, Yeni Okul PROF. DR. SELAHATTİN TURAN 11 Tevhid-i Tedrisat ve Osmanlı Eğitim Sistemi UFUK COŞKUN 15 İmam-Hatipliler Herkes İçin Umuttur ADİL GÜLMEZ 21 Demokratik Öğretmen Yaklaşımlarının Öğrencilerin Gelişimlerine Etkileri MUHAMMET YILMAZ Dershaneler Öğretmenleri de Yorar ve Acıtır 34 Öğretmene Yönelik Şiddet MURAT KAHRAMAN ‘Konu Eksiği’ Üzerine V. METİN BAYRAK 24 36 Aşırı Korumacı Aile Yapısı MERVE AKYOL KILIÇ 26 Doğan Ceylan: Dershanelerin Kapatılması Yeni Değil ADİL GÜLMEZ 28 Dershaneler Öğretmenleri de Yorar ve Acıtır FATMA SARAÇOĞLU 30 6 Araştırma ve Öğretmen YRD. DOÇ. DR. İZZET DÖŞ 39 Rabia Öğretmen GÜRHAN GÜRSES 41 Tarihten Üç Nefes ve Derin Bir Düşünce MEHMET ACAR 43 Özel Eğitim Ama Nasıl? ÖZGÜR GİRGİN Maşallah Evladım, Gözlerinden Öperim! AHMET HAŞİN 32 45 Eğitme, öğret ve nihayet KEVSER YENEL 33 Veli Ziyareti YASİR İHTİYAR Finlandiya’da Yetişkin Meslek Eğitimi NURDAN KARBUZ 48 Keleste Unutulmuş Bir Cami GÜLSEREN ÇETİN ÖZBEN 36 51 59 76 Michael Gove Stajyer Öğretmenler Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Yazar Öğretmenler İçin Sert Testleri Tanıttı Fakülteleri Anketi SITKI SERDAR ÇEV. DİDEM ÖZKRAKAYA BAYINDIR ÖĞRETMENLER ODASI DERGİSİ 53 63 Öğretmen ve Evrensel Değerler PROF. DR. SONGÜL ALTINIŞIK 55 Şeytan’ı Nerede Aramalı? ALİ ALGAN Bayramda Balkanlarda Olmak-1 77 Film Kulübü MESUT KAYMAKÇI MUHAMMET FATİH SERTKAYA 66 78 Hagitegas’tan Erdoğan’a Eleştiri Web Siteleri İBRAHİM DEMİRKAN İSMAİL TONBULOĞLU 71 56 Eğitimden Haberler Ah Ne Güzel Yaşamak SEYFULLAH KÖKSAL EMRULLAH BEDİR 79 İGEDER’den Haberler 58 74 84 Okul Şekeri Uzman Bulmaca Ünlem MUSTAFA YAZKAN MAŞUK CEYLAN Yayımlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir. Yazılarda Yazı göndermek ve her türlü öneri ve Baskı: NanoDigitalPrint Yüzyıl Mah. Mas-Sit. yayın kurulu ve editör değişiklik yapabilir. Gönderilen yazılar değerlendirmelerinizi bize ulaştırmak Matbaacılar Sitesi 5 Cd. No:22 Bağcılar / İstanbul Tel: 0212 429 29 03 www.nanodigitalprint.com için: igederdergi@gmail.com iade edilmez. Yazılar, kaynak gösterilerek yayınlanabilir. İletişim : www.igederyayinlari.com Bulgurlu Mah. Bugurlu Cad. Etiler Sok. No: 10 Üsküdar / İstanbul Tel: 02165461003 www.ogretmenlerodası.org.tr YIL: 2 SAYI:5 ARALIK - OCAK-ŞUBAT 2012 33 Bayramda Balkanlarda Olmak-1 Michael Gove Stajyer Öğretmenler İçin Sert Testleri Tanıttı İGEDER (İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği) Adına Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Dr. İbrahim Hakan KARATAŞ Yayın Koordinatörü Adil GÜLMEZ Yayın Kurulu İsmail CİHANGİR Gökhan ERENOĞLU Aysen ERAYDIN Zehra ŞAŞMAZ Didem BAYINDIR Mahmut AYTEKİN M. Cüneyt ANCIN Necdet BAYINDIR Danışma Kurulu Prof. Dr. Selahattin TURAN Dr. Melike GÜNYÜZ Dr. Faruk KANGER Ali CAN Ahmet AKBAL Hüseyin AKAR Muhammet YILMAZ Dr. Özlem GÜNEŞ Mustafa TOP Düzelti ve Edisyon Aysen ERAYDIN Satı CEYLAN Dizgi-Tasarım-Uygulama Ahmet YOLAÇAN Reklam ve Tanıtım Gökhan ERENOĞLU Kültür ve Sanat Ahmet ÖZCAN Muhammet Fatih SERTKAYA Sekreterya ve İletişim Ali ALGAN Abone ve Satış Yahya DEPREM ÖĞRETMEN YETİŞTİRME SORUNUMUZ: REFORM EĞİTİM FAKÜLTELERİNDEN BAŞLAMALI! DR. İBRAHİM HAKAN KARATAŞ Fatih Üniversitesi / İstanbul Profesyonel bir meslek olarak öğretmenlik diğer hiç bir meslekle karşılaştırılamayacak yetkinlikler gerektiriyor. Öğretmenlik, okul öncesinden liseye kadar süren on iki yılı aşkın bir zaman diliminde bireyin hayat tarzının, kişiliğinin, benliğinin oluştuğu dönemlerde icra edilen bir meslek. 4 Eğitimde başarının temel unsurunun öğretmen olduğu herkes tarafından kabul ediliyor. Görevdeki Milli Eğitim Bakanının da göreve başlar başlamaz ayağının tozuyla öğretmenlerin gelişmesine öncelik vereceğini açıklaması, öğretmen yetiştirme düzenimizi yeniden tartışmaya açtı. Öğretmen yetiştirme ve eğitim fakülteleri geçen yıl ve bu yıl akademik dünyanın da gündemi oldu. Sayın Bakanın inisiyatifiyle ulusal bir çalıştay düzenlendi, eğitim fakültesi dekanları birkaç kez toplandı, YÖK’te öğretmen yetiştirme alanında raporlar hazırlandı. Bugün yarın tüm bu çalışmalar sonucu geliştirilen yeni bir düzenin kamuoyuna açıklanması ve uygulamaya konulması bekleniyor. Yeni düzenlemenin ne getireceğini tam olarak bilmesek de bazı ön bilgiler kamuoyuna ulaşıyor. Öğretmenlerin kariyer basmakları, eğitim fakültelerinin örgütsel yapısı ve içeriği, fen-edebiyat fakültelerinin durumu, formasyon programları, anadolu öğretmen liselerinin akıbeti bu yeni düzenlemeyle yeniden şekillenecek gibi görünüyor. Tüm bu hazırlıkları ve yeni düzenlemeleri başarılı ya da başarısız olarak baştan yargılamak elbette doğru olmayacaktır. Sağlıklı bir değerlendrime yapabilmek için yeni düzenlemenin detayları görmek ve uygulama kararlılığını izlemek gerekiyor. Fakat gerek önceki deneyimler gerekse de bugünkü yaklaşımlar bazı değerlendirmeler yapmayı da zorunlu kılıyor. Bu meyanda öğretmenlik mesleği, akademinin durumu, hizmet öncesi ve hizmeti Içi eğitim konularında bazı hususlara dikkat çekmek isterim. Profesyonel bir meslek olarak öğretmenlik diğer hiç bir meslekle karşılaştırılamayacak yetkinlikler gerektiriyor. Öğretmenlik, okul öncesinden liseye kadar süren on iki yılı aşkın bir zaman diliminde bireyin hayat tarzının, kişiliğinin, benliğinin oluştuğu dönemlerde icra edilen bir meslek. Burada detaylarına girmek mümkün olmamakla beraber bu mesleği tercih eden bireyleri yetiştirme söz konusu olduğunda ikna edici bir çözüm önerisi geliştirilememesi de büyük olasılıkla bu özel durumdan kaynaklanıyor. Zira akademik yeterliliklerden daha çok duyuşsal becerilerin ön plana çıktığı bu meslekte yetkinliğin diploma, sınav ya da benzeri akademik becerilerle ölçülmesi yeterli olmuyor. Haddi zatında yapılan tüm toplantılarda ve yayınlanan tüm araştırmalarda bu hususa dikkat çekilse de bu görüşlerin retorikten ileri gitmediği anlaşılıyor. Ikinci sorunlu alan akademinin yaklaşımı. Öğretmen yetiştirmeyi, diğer alanlarla aynı koşullar ve yöntemlerle yürütmeye devam eden, hatta diğer bazı alanlardan (bilimsel araştırma yetkinliği ve çeşitliliği, öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısı vb.) daha zayıf olan eğitim fakültelerinin bugünkü yaklaşımlarıyla nitelikli öğretmen yetiştirmesi mümkün görünmüyor. Zira programa dahil edilen derslerin çeşitliliği, içeriği, uygulanan yöntemler neredeyse hiçbir inisiyatif ve yenilik içermeyen birbirinin kopyası bir görünüm arz ediyor. Duyuşsal becerilere gereken düzeyde yer verilmiiyor. Uygulamanın hayati önem taşıdığı bu mesleki eğitimde staj ve uygulama dersleri baştan savma yürütülüyor. sosyalleşmesine katkı sağladığı birçok araştırma ile belirlenmiş durumda. Okul müdürlerinin adeta kenara itildiği ve öğretmenlerin mesleki gelişimleri ile ilgilenmemeleri gerektiği gibi bir algı oluşturuluyor. Öğretmenlerin hizmet öncesi eğitim içerikleri elbette sadece fakülte ya da bölümlerin inisiyatifi ile şekillenmiyor. YÖK’ün belirlediği kriterler doğrultusunda bir içerik oluşturulması gerekiyor. Bu da çoğu zaman fakültelerin, bölümlerin ve öğretim üyelerinin inisiyatif almasını engelliyor. Nitelikten daha ziyade yönetmelikte yer alan hususların asgari düzeyde karşılanıp kaşılanmadığına odaklanan YÖK, nitelik açısından yetersiz olduğunu bile bile birçok başvuru dosyasını onaylamak zorunda kalıyor. Öğretmen yetiştirme düzenimiz ile ilgili sorunlar elbette bunlardan ibaret değil. Ancak bu yazının sınırları içinde bazı önerilere de yer verebilmek amacıyla burada sadece bazı temel sorunlar üzerinde duruldu. Çözüm önerilerine gelince eğitim sisteminin yapılanması, akademinin durumu, öğrenci seçimi, öğretmen seçimi ve ataması, hizmet öncesi ve hizmetiçi eğitimle ilgili birçok konu ayrı başlıklar altında ele alınmalıdır. Burada eğitim fakülteleri ile ilgili bazı başat konularda birkaç öneri dile getirilecektir. Öğretmenlik mesleğinin duyuşsal beceriler üzerine bina edilmesi gerektiği kabul edilmekle birlikte öğrenci seçimi ile ilgili bir değişiklik yapmaya ya kimse cesaret edemiyor ya da bunu başarabilecek bir yöntem geliştirmek konusunda uygulanabilir bir çözüm bulunamıyor. Program kazanımlarının edindirilip edindirilmediği diploma ve KPSS sınavına bırakılmış durumda. Öğretmen seçme ve atama konusunda da öğrenci seçme sürecindeki çözümsüzlük gerekçeleri olduğu gibi duruyor. Kanaatimizce eğitim fakülteleri ile ilgili reformun esası, eğitim fakültelerinin kurumsal kapasitelerinin güçlendirilmesi hususuna dayanmalıdır. Bunu sağlamak amacıyla, Hizmetiçi eğitim konusu ise başlı başına bir plansızlık, yöntemsizlik ve dolayısıyla verimsizlik örneği olarak özel bir araştırmayı hak ediyor. Gelişmiş ülkelerde öğretmenlerin profesyonel gelişmeleri okul bazlı ya da eğitim bölgesi bazlı olarak yürütülüyor. Bu sürecin sorumluluğu ise başta okul müdürleri olmak üzere yerel eğitim yöneticilerine tevdi edilmiş durumda. Bölgedeki ünviersitelerin daha fazla inisiyatif alması teşvik ediliyor. Online konferansların ve bizzat bakanın da dahil olduğu hizmetiçi eğitimlerin katkısını araştırmaya gerek var mı, emin değilim. Aklına geldiğinde ya da moda bir konuda düzenlenen, sürekliliği olmayan, ihtiyaç analizine dayanmayan hizmetiçi eğitimlerin sadece öğretmenlerin • Eğitim fakültelerinin sayısı yarıya indirilmelidir. Akademik personel açısından zayıf olan eğitim fakülteleri kapatılmalı ve kapatılan eğitim fakültelerinin öğretim üyeleri makul bir prosedürle açık bırakılan fakültelere kaydırılmalıdır. Böylece reforma ilişkin psikolojik inancın da pekiştirilmesi sağlanacaktır. Ayrıca öğrenci başına düşen öğretim elemanı sayısı artacak ve eğitim fakültelerinin en zayıf olduğu uygulamalı eğitim için daha fazla kurumsal kapasite oluşturulacaktır. Bu çerçevede bir geleneği olan eğitim fakülteleri korunmalı, yeni açılan ya da zamanla iyice zayıflamış olan eğitim fakülteleri önümüzdeki dört yıl içinde kademeli olarak kapatılması için eylem planı hazırlanmalıdır. Öğretmenlik mesleğinin duyuşsal beceriler üzerine bina edilmesi gerektiği kabul edilmekle birlikte öğrenci seçimi ile ilgili bir değişiklik yapmaya ya kimse cesaret edemiyor ya da bunu başarabilecek bir yöntem geliştirmek konusunda uygulanabilir bir çözüm bulunamıyor. • Eğitim fakültelerinden birkaçı lisansüstü eğitime odaklanmalıdır. Zira nitelikli öğretim elemanı ancak nitelikli lisanüstü eğitimle yetiştirilebilir. Ayrıca bazı alanlarda zayıf olduğumuz bilinen bir gerçektir. Ölçme değerlendirme başta olmak üzere eğitim programları ve öğretim, rehberlik 5 Öğretmenlerin hizmet öncesi eğitim içerikleri elbette sadece fakülte ya da bölümlerin inisiyatifi ile şekillenmiyor. YÖK’ün belirlediği kriterler doğrultusunda bir içerik oluşturulması gerekiyor. Bu da çoğu zaman fakültelerin, bölümlerin ve öğretim üyelerinin inisiyatif almasını engelliyor. Nitelikten daha ziyade yönetmelikte yer alan hususların asgari düzeyde karşılanıp kaşılanmadığına odaklanan YÖK, nitelik açısından yetersiz olduğunu bile bile birçok başvuru dosyasını onaylamak zorunda kalıyor. 6 gibi alanlarda sadece lisansüstü eğitime odaklanmış fakültelerin oluştrulması ancak dağınık haldeki öğretim üyelerinin bir araya gelmesi ile mümkün olacaktır. Bu çerçevede, Gazi, Ankara, Eskişehir Osmangazi, Karadeniz Teknik gibi üniversiteler lisansüstü eğitim için merkez üniversiteler olarak belirlenebilir. Ayrıca bu üniversiteler eğitim ile ilgili nitelikli makro ve mikro araştırmalara odaklanmalı ve eğitim sistemimizi besleyecek bilimsel verileri sağlamalıdır. •Eğitim fakülteleri branş öğretmeni programlarını kapatmalıdır. Eğitim, disiplinlerarası bir alandır. Her eğitim fakültesinde birçok bölümü yürütecek öğretim elemanı kadrosu bulundurmak bugün sayısal olarak mümkün değildir. Diğer taraftan matematik, tarih, edebiyat, dil, yabancı dil, coğrafya, müzik, spor gibi branş öğretmenlerinin daha nitelikli yetişmesi için ilgili fakültelerdeki birikimden istifade edilmelidir. Eğitim fakülteleri ise okul öncesi, sınıf öğretmenliği, özel eğitim, rehberlik, ölçme değerlendirme, öğretim programları ve eğitim yönetimi gibi alanlara odaklanmalıdır. •Formasyon programları kapatılmalıdır. Branş öğretmenlerini fen edebiyat fakülteleri ve diğer ilgili fakülteler yetiştirmelidir. Dört yıllık lisans eğitimi boyunca bu fakültelerde okuyan ve öğretmen olmak isteyen öğrenciler eğitim fakültesi tarafından açılan teorik meslek derslerini alarak kredilerini tamamlamalı ve beşinci yıl eğitim fakültesi altında bir yıl uygulama ağırlıklı eğitim almalıdırlar. Böylece hem formasyon programlarının çoğunlukla teorik ve yetersiz içerikleri ile öğretmen belgesi vermenin önüne geçilmiş olacak hem de akademik açıdan ve uygulama deneyimi açısından yeterli ve nitelikli öğretmenler yetiştirilmiş olacaktır. •Öğretim elemanları sahaya inmeli ve okullara danışmanlık yapmalıdır. Eğitim, kuramsal olduğu kadar uygulamalı, kendine özgü olduğu kadar disiplinlerarası bir alandır. Bu sebeple eğitim fakültelerindeki öğretim elemanlarının seçiminde mümkünse öğretmenlik deneyimi şart olmalıdır. Bunu kısa sürede tam anlamıyla sağlamak fiili olarak mümkün olmadığı için eğitim fakültesi öğretim elemanları için haftada bir gün okul danışmanlığı uygulaması getirilmelidir. Bu süreç ilk zamanlarda oldukça sancılı olacaktır. Fakat zamanla hem okullar hem de öğretim elemanları sahadaki gerçek sorunlarla yüzleşecek ve okula daha sağlıklı bir danışmanlık hizmeti sunacaktır. Ayrıca eğitim fakültesindeki öğretim elemanlarının bu yeni deneyimleri onları fakültedeki öğrencilerine daha gerçekçi bir eğitim sunmaları açısından besleyecektir. •Öğretmen liseleri kapatılmalıdır. Her fani gibi öğretmen liseleri de görevini tamamlamış ve artık işlevini yitirmiştir. Öğretmen liseleri konusu açıldığında çoğunlukla bilimsel olmayan ancak daha çok duygusal yanı ağır basan bazı önermelerle bu okulların savunulduğu görülmektedir. Bu savunmalar öğretmen lisesini tercih eden öğrencilerin çok azının öğretmen olmak amacıyla bu okulları tercih ettiği ve mezunlarının çok azının eğitim fakültelerini tercih ettiği gerçeğini değiştirmemektedir. Göz göre göre bunu sürdürmek öğrencilerin de kişiliklerini zedelemektedir. Öğretmenlik özel bir yetkinlik gerektirdiğine göre onu yetiştirmek de özel bir yetkinlik gerektirir. Daha güçlü fakülteler daha güçlü öğretmen yetiştirmek için olmazsa olmaz koşuldur. Herkesin aynı anda aynı işi kendi başına yapmaya çalıştığı bir akademik ortam yerine, farklı yeterliliklerin bir araya toplandığı ve takım halinde aynı işe odaklanılan bir ortam daha besleyici ve verimli olacaktır. Çağdaş dünyada üniversitelerin temel görevi yetkin bireyler yetiştirmek kadar toplumsal sorunlara da çözüm üretmektir. Kendi sorununu çözemeyen üniversitelerin, toplumsal sorunlar hakkında söyleyecekleri de dikkate alınmayacaktır. Bu da onların itibarları ve güvenirlikleri konusundaki soru işaretlerini artıracaktır. CUMHURUN EĞİTİMİ TARİHİ COĞRAFYANIN İDRAKİNDEN GEÇER Edir e’ye giderseniz, oradaki adalet köşkü, y ksek kule bug ne dek kalmış bir yapıdır. Topkapı Sarayı’ndaki kule var ya, o da adalet kulesidir. Buna Cihannüma derler. Cihannüma, cihanı gören, kont ol eden demek… Prof. Dr. Halil İNALCIK MEHMET CÜNEYT ANCIN İGEDER Yön. Krl. Bşk. Cumhur, kendini yöneten aygıtlar üzerindeki söz sahibi oluş kabiliyetini, geçmişte kurduğu on altı devlette simgeleşen tarihi boyunca sürdürdüğü gibi, yaklaşık doksan yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de göstermiştir. Organize olma, dolayısıyla sosyal süreçleri iyi yönetme becerisi güçlü toplumlar, tarihi yeniden yazma iktidarını da ellerinde tutarlar. Bizler, ilginç ve ilginç olduğu kadar da alabildiğine kendine has bir tarihsel sürecin mirasçılarıyız. Obadan okula evrilen eğitimin kurumsallaşması sürecinde kültürel mirasımıza, karşılaştığımız tüm medeniyetlerin birikimlerini de dahil ettik. Müktesebatımız, pratik zekamızın rehberliğinde hayatın içinde gereksinim duyduğumuz her alanda bildiklerimize yeni öğrendiklerimizi dahil ederek, bir nevi lego monte eder gibi oluşturduğumuz kültür örgülerinden oluştu. Miras aldığımız yeri imar etmeyi kafamıza koyduğumuz her devirde kendine özgü bir vizyon yaratmayı başardık yeniden. Yıkımlarımız, duraksamalarımız hiç mi olmadı, oldu tabi. Ama yeşeren bir coğrafya buldukça kendimize, hep yeni ufuklara yelken açmayı ve asla içine kapanmamayı yeğledik. Mahallemizin yaramaz çocuklarını bazen keskin kılıç, bazen de yumuşak fiske ile yola getirdik. İyi kötü on altı devleti geride bırakıp, yeni bir dünyanın eşiğine geldik dayandık. Aşinası olmadığımız bir dünya değildi bu dünya ama devir değişmişti, aktörler değişmişti. Rakibine acı bir tebessümle “Çok değişmişsin!” deyip, onun üstünlüğünü kabul etmiş olmanın getirdiği tedirginlik ve mağlubiyetin tekrarlanması kaygısı sonucu, teslimiyet ile reddediş arasında gelgitler yaşamaya başladık. Artık sahip olduklarımızın yeterince farkında değilmişiz gibi bir ruh halimiz vardı. Bu belki de hep reklamla- rı izliyor olmamızdan kaynaklanıyor olabilir miydi? Bugün yaşı doksana dayanan Cumhuriyetimizin çocukları, Cumhurbaşkanlığı forsundaki on altı adet yıldızın temsil ettiği kabul edilen tarihi derinliğe yeterince vakıf mıdır? Yine Cumhuriyet’ten evvel de bir cumhurun mevcut olduğunu ve bu cumhurun neredeyse Cumhuriyetten önceki yarım asırdan fazla bir süre boyunca çağdaş batı eğitim kurumları ile muhatap olduğunun ayırdında mıdır? Bu sorular genelde yakın tarihimizin, özelde eğitim tarihimizin hem eş zamanlı, hem de ard zamanlı bütünlüğüne ilişkin bir farkındalık algısını ölçmek üzere soruldu. Ondan da öte tarihin herhangi bir anında, herhangi bir yerde gerçekleşen gelişmelerin türedi, birbirinden kopuk ve zaman mekan bağlamından bağımsız ele alınamayacağını hatırlatma görevi yüklenmiş oldu. Pekala 1876’dan 1982’ye değin beş modern anayasa yapmış bir ülke olarak bugün hürriyet, eşitlik, cumhuriyet ve milliyet kavramları, siyasi retorikten uzak bir toplumsal uzlaşı tabanına ulaşabilmiş midir? Bir başka deyişle modernite ötesinin hukukunu öngörebilecek bir sosyal potansiyelin mevcudiyetinden söz edebilir miyiz? Kültürlenmemizin temelini oluşturan kavramlar ve onların bağlamlarını öğrendiğimizi var saydığımız eğitim süreçleri, biz cumhuru gerçek anlamda demokratik özgüvene, güçlü 7 Bu coğrafyanın birikimlerinin, tarihin herhangi bir anında ve herhangi bir yerinde olmuş olan gelişmelerin fevkinde bir değere sahip olduğunun idraki, 21. yüzyıl Türkiye’sinin yetiştireceği kuşakların önündeki en önemli fırsat olarak durmaktadır. bir geçmiş, şimdi ve gelecek algısına yönlendirmiyorsa, hukuk metinlerinin sağladığı öngörülen bireysel ve toplumsal hakların mevcudiyeti ile bunlarda yapılan iyileştirmeler kağıt üzerinde kalmaya mahkum olacaktır. Cumhur, kendini yöneten aygıtlar üzerindeki söz sahibi oluş kabiliyetini, geçmişte kurduğu on altı devlette simgeleşen tarihi boyunca sürdürdüğü gibi, yaklaşık doksan yıllık Türkiye Cumhuriyeti tarihinde de göstermiştir. Organize olma, dolayısıyla sosyal süreçleri iyi yönetme becerisi güçlü toplumlar, tarihi yeniden yazma iktidarını da ellerinde tutarlar. Bu gün için bütün mesele, ne hazindir ki, tarihi coğrafyanın bağlamından kopuk, başka bir deyişle oryantalize edilmiş bir kültürlenme sürecini ısrarla gerçekleştirmek için cumhurun eğitimine tüm enerjisini harcayan anayasal kurumlara sahip olmamızda yatmaktadır. Oysa pergelin ucunu Ankara’ya dokundurarak çizeceğimiz genişçe dairenin içine aldıklarına bakıldığında, aslında 814.000 km²den daha geniş bir coğrafyada yaşadığımızı anlama şansına sahip olacağız. Bu coğrafyanın birikimlerinin, tarihin herhangi bir anında ve herhangi bir yerinde olmuş olan gelişmelerin fevkinde bir değere sahip olduğunun idraki, 21. yüzyıl Türkiye’sinin yetiştireceği kuşakların önündeki en önemli fırsat olarak durmaktadır. Aynı şekilde sahip olduğumuz kurumsal yapının revizyonuna ve/veya restorasyonuna duyulan toplumsal ihtiyaç yadsınamaz bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Tek kültürlülüğü esas alan, çoğulcu katılımı dışlayan hiçbir siyasi ya da sosyal yapının demokratikliğinden ve ilelebet yaşayacağından söz edilemeyeceği gibi, bu yanılgı üzerine kurulu bir eğitim sisteminden de ülke menfaatlerine yararlı bireyler yetiştirmesi beklenemez. Eğer eğitim almakta olan ve eğitilebilir nüfustan üretime ve kalkınmaya katkı sağlaması ve muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkması gibi idealleri gerçekleştirmesi bekleniyor ise hukuk örgüsü içine gizlenmiş militarize tabular ile, konuşulması, tartışılması asla kabul edilmeyen konular, araş- 8 tırılması istenmeyen ve cevabı verilemeyen sorular bırakılmamalıdır. Bilimsel tarihçilik bunları asla kabul etmeyecek ve önünde sonunda iletişim çağı çocukları doğrudan ya da dolaylı yoldan tabuları yıkacaktır. Bu çerçevede toplumsal taleplerin her platformda seslendirilmesine ve sosyal tolerans düzeyimizin eğitim kurumlarımızdan başlayarak arttırılmasına duyulan ihtiyaç had safhadadır. Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar, Akdeniz havzası ve hatta Afrika, kardeş coğrafyalar olarak el ele verip güçlendiği zamanlarda olduğu gibi yeniden birbirine muhtaçken, birilerinin yeniden iç tehdit algısı yaratma hususundaki maharetlerini gösterme ve toplumsal yapıyı ayrıştırmaya çalışma yönündeki gayretlerine de tarih elbet şerh düşmektedir. Tarih dedemiz bize, adı vatan olan coğrafyayı kapsayan okulumuzun yaramaz çocuklarının, daha fazla psikososyal danışmanlık ve rehberlik hizmetlerinden yararlandırılması gerektiğini söylemektedir adeta. Eğer bugün bir milli birlik ve beraberlikten bahsediliyorsa bu olgu, geçmişiyle yüzleşme iradesine sahip, dini, coğrafi, etnik ve cinsiyete dayalı farklılıkları ötekileştirme aracı olarak kullanmayan, yeniden kültürlenme sürecinin tamamlanması için eğitim ve kültür faaliyetleriyle uğraşan herkese büyük sorumluluklar yüklemektedir. Münbit coğrafyamız bugün kalkınmışlık düzeyi kadar, hatta ondan daha fazla sosyal adalete ihtiyaç göstermektedir. Hikmet ise hala en büyük yitiğimizdir. Lokman Hekim misali dere tepe, her alanda ve tüm tozlu raflarda aranmalı, mutlaka bulunmalıdır. Unutulmamalıdır ki bu topraklar, koca imparatorlara “gölge etme, başka ihsan istemem” diyen bilgelerin yurdudur. Ve yine hatırlanmalıdır ki miras aldığımız yer, havra, kilise ve camilerin yan yana hatta iç içe durabildiği, ortak değerler vatanıdır. Kimsenin kimseye üstün olmadığı, üstünlük taslamadığı, güvene dayalı iletişimin esas alındığı eskimez yeni cumhurun kalıcı egemenliği için vatan okulundaki eğitimimiz yaşam boyu ve koşar adım sürmeli, değişmeli, güçlenmeli. YENİ ÖĞRETMEN, YENİ OKUL PROF. DR. SELAHATTİN TURAN Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Beden ve ruh terbiyesi birlikte düşünülmesi gereken bir konudur. Hayatı ve çocuğu bir bütün olarak düşünmemiz ve müfredatı da bu anlayış üzerine inşa etmemiz gerekir. Bu bağlamda eğitim politika ve tartışmalarında ‘benlik terbiyesi’ üzerinden hareket etmek zorundayız. Bu sadece kendi çocuklarımız için değil dünyanın selameti için de elzem bir konudur. Türkiye ve çocuklarımızın geleceği için okulu yeniden inşa etmeliyiz. Bu inşa sürecinin esasını akıl ve gönül oluşturmalıdır. Okullarımız çocuklarımızın akılları kadar gönüllerine de hitap etmelidir. Beden ve ruh terbiyesi birlikte düşünülmesi gereken bir konudur. Hayatı ve çocuğu bir bütün olarak düşünmek ve müfredatı da bu anlayış üzerine inşa etmemiz gerekir. Bu bağlamda eğitim politika ve tartışmalarında ‘benlik terbiyesi’ üzerinden hareket etmek zorundayız. Bu sadece kendi çocuklarımız değil dünyanın selameti için de elzem bir konudur. Dünyada eğitim sorunlarını bütünüyle çözmüş hiç bir ülke yok. Yeryüzündeki bütün ülkeler, eğitimde yeni arayışlar içindeler. Bazı ülkelerin eğitim sistemleri bizden daha iyi olabilir. Bizim okullarımızda eksik olan, sözünü ettiğimiz akıl ve gönül birlikteliğinden yoksun eğitimde istikamet ve yön yoksunluğudur. Bütün tartışma ve çalışmalarımızı bu anlayış ve felsefe üzerinden yaptığımız zaman sağlıklı sonuçlara ulaşmamız mümkün olacaktır. Eğitimde başarılı sistemlere sahip ülkelerde okulların sorun çözme kapasitelerinin güçlü olduğunu görüyoruz. Okul düzeyinde sorun çözme kapasitesi yüksek ülkelerin okulları da dinamiktir. Bu yüzden eğitimde “sorun çözme kapasitesi” oluşturma, üzerinde durmamız gereken bir husustur. Türkiye’de okulları 21. yüzyılın anlayışlarına göre nasıl kuracağız veya icat edeceğiz? Bu durum kolay bir iş değil. Fakat okulları çocuklarımızın ve insanlığın geleceği yahut selameti için yeniden kurmak fikri tartışılması gereken bir husustur. Bu hususta eğitim literatürü 21. yüzyıl için çoklu okuryazarlıktan söz etmektedir. 21. yüzyıl becerileri olarak adlandırılan bu tartışmaların Türkiye’nin özgün bağlamında getirisi veya götürüsünün tartışılmaya açılması ve incelenmesi gerekir ve Türkiye’nin özgün koşullarında incelenmesi gereken bir husustur. Bu hususların ‘okulu yeniden kurma’ sürecinde dikkate alınması, analiz edilmesi gerekir. Batı’dan aktarılan bazı model ve becerilerin Türkiye için yorumlanması gerekiyor. Burada bizim için önemli olan husus hayatı ve çocuğu bir bütün olarak algılayacak ve gerçek -hayat ve gerçek yaşama hazırlayan- akıl ve gönül birlikteliğini sağlamış okulun nasıl yeniden inşa edileceğidir. Bu süreçte okulları, bilgi değil tecrübe zengini yaşam ve öğrenme merkezleri; öğretmenleri, bilgiyi erdeme dönüştüren düzenleyici ve rehberler; öğren- 9 Türkiye’de okulları 21. yüzyılın anlayışlarına göre nasıl kuracağız veya icat edeceğiz? Bu durum kolay bir iş değil. Fakat okulları çocuklarımızın ve insanlığın geleceği yahut selameti için yeniden kurmak fikri tartışılması gereken bir husustur. Bu hususta eğitim literatürü 21. yüzyıl için çoklu okuryazarlıktan söz etmektedir. 21. yüzyıl becerileri olarak adlandırılan bu tartışmaların Türkiye’nin özgün bağlamında getirisi veya götürüsü tartışılmaya açılması ve Türkiye’nin özgün koşullarında incelenmesi gereken bir husustur. 10 celeri ise merak eden, hayat boyu öğrenmeyi içselleştirmiş akıl ve gönül yolcuları olarak yeniden tasarlamamız gerekiyor. Eğitim süreci giderek karmaşıklaşıyor ve gelecek belirsizlikle dolu. Bugünkü mesleklerin çoğu on yıl önce yoktu ve on yıl sonraki mesleklerin ise çoğu ondan on yıl sonra olmayacak. O bakımdan okullarımızı bilgi zenginliğinden kurtaran “deneyim zengini” merkezler haline getirmemiz gerekiyor. Dünyadaki değişim ve dönüşüm sürecini çocuklarımızın geleceği için anlamlandırmamız ve bu anlamlandırma ve çıkarımları eğitimin istikamet ve yönüyle ilişkilendirmemiz gerekiyor. Felsefe ve istikamet sorunu olan bir eğitim sisteminde doğru işler yapmak çok zor görünüyor. Bugün Çin’den, Hindistan’a, kuzeyden güneye dünyanın her tarafındaki değişimleri, dijital dünyadaki gelişmeleri okulu yeniden kurma sürecinde dikkate almamız gerekiyor. Öğretmenlerin ve her bireyin yaşam boyu öğrenci olduğu bir yapıyı kurmak ve doğuştan var olan potansiyelimizi doğumdan ölüme kadar sürekli kullanabileceğimiz mekanizmaları kurmak zorundayız. Türkiye eğitimde istikamet ve hedefini netleştirir, kendi eğitimsel sorunlarıyla namusluca yüzleşir, azmi elden bırakmaz ise 2100 yılında bir yeryüzü devleti olması işten bile değildir. Bu husus hiç kuşkusuz çok çalışmayı gerektiriyor. Bu durum tarihin ve kendi geçmişimizin bize yüklediği ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğu ve bu sorumluluğun getirdiği ahlaki eylem örüntüsünü yaşamının merkezine almış, beyninin yanında gönlünü de eğitim ile harmanlamış bir yeni nesil yarını bugünden daha iyi kılacaktır. Akıl ve gönlü dışarda bıraktığımız zaman geriye sadece egoizm kalıyor. Eğitimde çok geç kalmadan gönlü işe koşmamız gerekiyor. Bu kolay olmayacak işi Türkiye nasıl başaracak? Meselenin nirengi noktası burasıdır. Aklı ve gönlünü bu ideal uğruna ortaya koyan eğitimciler, yeni nesil eğitimcilerdir. İdeolojilere kurban edilmemiş evrensel eğitim kriterlerine dayalı yetişme sürecinden geçen yeni nesil eğitimciler, geleceğin büyük Türkiye’sini yeniden inşa edeceklerdir. Bu meyanda İGEDER ve benzeri ”gönüllü” teşekküllerin omuzlarındaki mesuliyet cidden ağırdır. Mesuliyetini müdrik insanlar bu ülke için bir şeyler yapabilirler. İnsanlar bulundukları mevkiinin sorumluluklarının şuurunda değilse yapabilecekleri pek fazla bir şey yoktur. Tarih sayfaları kendilerine verilen imkânları heba eden birçok sorumsuz yetkiliyle doludur. Ülkemizde “eğitim” bu günlerde hararetli tartışmalara konu oluyor. Özellikle il milli eğitim müdürlükleri, bulundukları illerde kurulu üniversite ve sivil toplum kuruluşları ile temasa geçerek güzel ve faydalı çalışmalara imza atıyorlar. Taşra teşkilatını cesaretlendiren Milli Eğitim Bakanlığını kutlamak gerek. Sorunların tespiti ve çözüm önerileri adına bakanlığın bu çalışmaların semeresini devşirmesi arzumuzdur. Zaman zaman vaktimizin elverdiği imkânlar dâhilinde katıldığımız bu çalışmalarda gelecek adına umut verici müşahedelerimiz oluyor. Her ne kadar “bu iş böyle yapılmamalı” kabilinden benimsemediğimiz görüntüler olsa da. Anadolu’da şimdi adeta bir yarış var. Her hafta bir başka ilimiz eğitim sorunlarına odaklı bir faaliyetin duyurusunu yapıyor. Öğretmenler Odası Dergi’mize de bu faaliyetleri takip edip yapacağı analizlerle yayınlamak düşüyor. İllerdeki yöneticilere protokol davetlerine dergimizi de katmalarını salık veririm. Ezcümle umut yeni öğretmenin oluşturacağı yeni okullarda yetişecek yeni öğrencilerde… TEVHİD-İ TEDRİSAT VE OSMANLI EĞİTİM SİSTEMİ UFUK COŞKUN Eğitimci-Yazar İnönü açık açık muallimlere dînî terbiye değil mîllî terbiye verin diye telkin etmektedir. Milliyetçilik fikrinin her şeyin üstünde tutulduğu bir anlayışın ağırlığını hissetmekteyiz o dönem. Cumhuriyet döneminde eğitimin, milli birliği güçlendirmede ve ulus devlet inşasında aktif rol oynadığı bir gerçektir. Kendi ulusal kültürünü sahiplenecek, yüceltecek ve koruyacak, bağımsızlığına ve egemenliğine gölge düşürmeyecek, Türkiye Cumhuriyetini, çağdaş uygarlık seviyesine ulaştıracak tipte vatandaşlar yetiştirme işlevi görmüştür. Hatta bu zihniyet bilindiği gibi kanun ve yasaklarla da çerçevelendirilmiştir. Tevhid-i Tedrisat bu yasaların başında gelmektedir. 1925 yıllarında İsmet İnönü’nün “Muallimler Birliği’nde” Tevhidi Tedrisatı övdükten sonra yaptığı bir konuşma, meseleye olan yaklaşımını ve kararlığını göstermesi açısından manidardır. İnönü, malum konuşmasında” Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir. Kanunun bu husustaki salahiyetini bütün şümulü ile tatbikte en ufak bir tereddüt gösterecek değiliz. Hiç bir mani karşısında tevakkuf etmeyeceğiz, ettirmeyeceğiz” demiştir. Büyük Şef, yeni terbiye sisteminin esaslarını da şöyle belirtiyordu: “Milli terbiye istiyoruz; bu ne demektir. Bunu zıddile daha vazıh anlarız. Milli terbiyenin zıddı nedir derlerse söyleyebiliriz, bu belki dini terbiye yahut beynelmilel terbiyedir. Sizin vereceğiniz terbiye dini değil milli, beynelmilel değil millidir. Sistem bu. Dini terbiyenin milli terbiyeye taarruz teşkil etmediğini, zaman, her iki terbiyenin kendi yollarında en temiz bir tecelli göstereceğini isbat edicektir. Beynelmilel terbiyeye gelince esas itibariyle dini terbiye dahi bir nevi beynelmilel terbiye demektir. Bizim terbiyemiz kendimizin olacak ve kendimiz için olacaktır” İnönü açık açık muallimlere dini terbiye değil milli terbiye verin diye telkin etmektedir. Milliyetçilik fikrinin her şeyin üstünde tutulduğu bir anlayışın ağırlığını hissetmekteyiz o dönem. Hatta daha da ileri gidilip “Din Yok, Milliyet Var” başlıklı bir kitap da yazılacaktır. O kitap Tek parti dönemin idarecileri tarafından rağbet gören yazarlardan aynı zamanda Samsun Milletvekili olan Ruşeni Barkur’un 25 Ekim 1926 yılında Atatürk’e sunduğu 247 sayfalık meşhur kitabıdır. Başlıktan da görüldüğü üzere bu kitapta adeta milliyetçiliği dinin yerine alternatif olarak ortaya koyma çabası söz konusudur. ”Kitapta şu ifadeler dikkat çekicidir.” Benim dinim benim milliyetimdir… Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri 11 1924 yılında 430 sayılı kanunla “Türkiye dâhilinde bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur” denilerek kabul edilen ve yürürlüğe sokulan ve hala mevcut anayasanın 174. maddesiyle koruma altında tutulan Tevhid-i Tedrisat kanunu aradan 87 yıl geçmesine rağmen geçerliliğini muhafaza eden bir kanundur. Kısaca “eğitim birliği” olarak da bilinen Tevhid-i Tedrisat kanununa göre, bütün okullar devletin denetimine girmiştir. Askeri okullar her ne kadar bu kanundan muaf tutulsalar da kanuna göre Türkiye’de hiç kimse etnik ve dini okul açamaz. 12 birleştiren ulusalcılığımızdır. O halde felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır. Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman namuslu ve her zaman onurlu bir insandır.” Vahim olan o dönemin milliyetçi, ulus devletçi ve Türk ırkının yüceltilmesini esas alan anlayışının gerek 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat yasası ve gerekse 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunuyla halen yürürlükte olmasıdır. Tevhid-i Tedrisat kanunundan tam 50 yıl sonra politikası ve amaçları belirlenen Türk eğitim sisteminin “temel eğitim anlayışı” aradan 38 yıl geçmesine rağmen hala muhafaza edilmektedir. Bu süreçte eğitimin birçok alanında değişiklik yapılmış olmasına rağmen Türkiye’deki mevcut eğitim sistemi özü itibariyle hala militarik ve tektipçi bir anlayışa hizmet etmektedir. 1924 yılında 430 sayılı kanunla “Türkiye dâhilinde bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâletine merbuttur” denilerek kabul edilen ve yürürlüğe sokulan ve hala mevcut anayasanın 174. maddesiyle koruma altında tutulan Tevhid-i Tedrisat kanunu aradan 87 yıl geçmesine rağmen geçerliliğini muhafaza eden bir kanundur. Kısaca “eğitim birliği” olarak da bilinen Tevhid-i Tedrisat kanununa göre, bütün okullar devletin denetimine girmiştir. Askeri okullar her ne kadar bu kanundan muaf tutulsalar da kanuna göre Türkiye’de hiç kimse etnik ve dini okul açamaz. Tevdid-i Tedrisat kanunun çıkarılmasına neden olan en önemli etken kuşkusuz Osmanlı eğitim sisteminin milli kültürün oluşmasına engel olduğu inancıydı. Özellikle ders kitaplarında sıklıkla medreselerin kötülendiğine tanıklık ederiz. Medrese denildiğinde eli sopalı sözüm ona gerici, yobaz psikopat hocalar, ahırdan bozma derslikler ve dünyadan kopuk bilgilerin verildiği ucube bir sistem akla gelir. Medreselerin Osmanlının son dönemlerinde eski işlevlerini yitirdiği bir gerçektir. Ne var ki söz konusu “medrese” olduğunda bu genel kabul görmüş yaklaşım tarzı hala güncelliğini korumaktadır. Bu bakımdan burada Osmanlı eğitim sisteminde önemli bir yer teşkil eden medreseler hakkında kısaca bilgi aktarmak istiyorum. Osmanlı Eğitim Sisteminde Medreseler Bilindiği gibi Osmanlı’da medrese ve modern devlet okulları dışında, kendi dillerinde eğitim yapan azınlık ve yabancı okulları da vardı. Bu okullarda bugün Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi farklı eğitim modelleri uygulanıyordu aynı zamanda eğitim anlayışı değişik dil, kültür ve inanışa sahip insanlara göre şekil buluyordu. Osmanlıda eğitim medreseler yoluyla sağlanırdı. Osmanlı devleti, medreseyi 11. yüzyılda Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün kurdurttuğu “Nizamiye medreseleri” örneğini dikkate alarak hayata geçirmiştir. Medreseler Osmanlı eğitim öğretim hayatında kuşkusuz önemli bir yere sahiptir. Fatih ve Kanuni dönemlerinde medreseler ciddi gelişme göstermiştir. ”Darü’l Hadis” denilen sırf peygamberimizin hadislerini öğreten medreseler olduğu gibi “Darü’ş Şifa” adıyla da kurulan tıp medreseleri vardı. Buradan göz doktoru, eczacı, diş doktoru ve iç hastalıkları uzmanları yetişirdi. Bunların en önemlisi Süleymaniye Tıp Medresesi’dir. Bunun yanında Hey’et Medreseleri de vardır. Astronomi alanında hizmet veren okullardı bunlar. Medreselerin en önemli özelliği modern pedagojinin kabul ettiği Dalton Planı ve Vinetka Sistemi adıyla uygulamaya koyduğu ferdi kaabileyete göre ferdi öğretim yapmayı hedef alan plan ve programları benimseyen bir metot geliştirmiş, bütün medreselerde bu metot tatbik edilmiştir. Bu metoda göre medreseler bugün modern pedagojinin de tavsiye ettiği bir tarzda sınıf geçme yerine dersten geçme yolunu seçmiş, mezuniyeti yıllara değil kabiliyet ve çalışkanlığa bağlamıştı. Bu bakımdan medreselerde okuma süresi hoca ve talebenin gayretine göre uzayıp kısalabilirdi. Medreselerde öğrenci sayısı yirmiyi geçmezdi. Vakıflar ve Medreseler; Bugün vakıf sistemine birçok kesim tarafından hala önyargıyla yaklaşıldığı bir gerçektir. Bilindiği gibi aynı yasayla medreselere gelir sağlayan vakıfların mallarına da el konulmuştu. Bakıldığında Osmanlı’da vakıf sisteminin çok yönlü işlevleri olduğunu ve padişahların vakıflara özel hassasiyet gösterdiğini görüyoruz. İlaveten hukuki bir takım kıstaslarının yanı sıra çok çeşitli vakıf modellerinin de faaliyet yürüttüğü biliniyor. Aslında vakıflar bir finansman kaynağı olmasının ötesinde aynı zamanda sosyalliği ve hoşgörüyü de arttırdığı biliniyor. Bu bakımdan öncelikle önyargılardan uzak ve duru bir zihinle Osmanlı’da faal olan vakıf sisteminin üzerinde durulması gerekmektedir. Vakıflar Osmanlı’da eğitim hizmetlerinin finansmanında önemli bir rol üstlenmişlerdir. Osmanlıdaki yaygın eğitim veren medreselerin mutlaka vakıfları bulunurdu. Yani eğitim vakıflar tarafından finanse edilen medreselerde verilirdi. Bu sistemle köylere, en ücra yerlere kadar uzanmış, yayılmış eğitim ağları gelişmişti. En yoksul köylerde, en yoksul aileler bile eğitim faaliyetinin bir parçası haline gelebilmişti. Osmanlı medreselerinde verilen eğitimin müfredatı, içeriği tartışılabilir. Ancak toplumun taşın altına elini koyması, başka bir deyişle bir sivil faaliyet olması bakımından son derece önemli bir modeldir. Bilirsiniz, birçoğumuzun iki kuşak geriye giden dedeleri, nineleri bu sistem içinde eski yazıyı okuyabilmekteydi. Formel eğitimden geçmeyen birçok insan Arapçayı, Kur’an’ı, Hadisi okuyabilmekteydi. Bunun sihri, toplumun eğitimi zorunlu bir faaliyet olarak, hatta bir ibadet gibi görmüş olmasındaydı. Medreseye (veya müesseseye) bağışlanan her türlü menkul, gayrimenkul, para vs. gelirler vakıf mallarını teşkil etmektedir. Medresenin bütün ihtiyaçlarını (müderristen talebeye ve talebeden temizlikçisinin masrafına kadar her türlü harcamayı) karşılamayı vakıflar üstlenmişlerdir. Eğitim işinin ehemmiyetine binâen, eğitim öğretimin verimli bir şekilde yapılabilmesi için medrese elemanlarının bütün istekleri karşılanmaya çalışılmıştır. Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “her softanın yemeği ve yatağı ücretsiz olduktan başka odunu ve mumu da ücretsizdir; her oda için ayrı bir hizmetkâr vardır.” Talebelere vakıf gelirinin günde belirli bir miktar harçlık ayrılmıştır ve vakıflar çok zengin niteliktedirler. Müderrisler için de aynı durum geçerlidir; onların maaşları da zamanın toplum yapısına göre en yüksek ücretleri yine vakıf gelirinden karşılanmıştır. Ayrıca yardımcıları, lojmanları, hizmetçileri ve kendilerine ait odaları vardır. Bu durumda hem talebeler, hem müderrisler hem de başka yerlerden gelen âlimler buralarda kalabildiği için, bir yandan müderris talebe arasındaki iletişim güçlenirken, diğer taraftan da misafir âlimlerden de istifade etme imkânı doğmakta idi. Her türlü ihtiyacın karşılanması konusunda vakfiyelerde bilhassa mevzu üzerinde durulmuştur. Eğitim konusunda çok çeşitli vakıfların varlığına şâhid olmaktayız. Öyle ki, bazı vakfiyelerde vakfın ya da birkaç vakfın bütün gelirlerinin bazen de mesela bir köy ya da beldenin gelirlerinin hepsinin sadece bir medreseye tahsis edildiğine sık rastlanmaktadır. Bazı vakfiyelerde vakfın gelirlerinin tamamının sadece medreselerdeki talebelerin yazın soğuk su ihtiyacını karşılamaya tahsis edildiğini, bir takım vakıfların da yaz aylarında talebelerin mesire yerlerine götürülerek temiz hava almaları için kurulduğu görülmektedir. Osmanlıda eğitim medreseler yoluyla sağlanırdı. Osmanlı devleti, medreseyi 11. yüzyılda Selçuklu veziri Nizamülmülk’ün kurdurttuğu “Nizamiye medreseleri” örneğini dikkate alarak hayata geçirmiştir. Medreseler Osmanlı eğitim öğretim hayatında kuşkusuz önemli bir yere sahiptir. Fatih ve Kanuni dönemlerinde medreseler ciddi gelişme göstermiştir.”Darü’l Hadis” denilen sırf peygamberimizin hadislerini öğreten medreseler olduğu gibi “Darü’ş Şifa” adıyla da kurulan tıp medreseleri vardı. 13 Eğitim konusunda çok çeşitli vakıfların varlığına şâhid olmaktayız. Öyle ki, bazı vakfiyelerde vakfın ya da birkaç vakfın bütün gelirlerinin bazen de mesela bir köy ya da beldenin gelirlerinin hepsinin sadece bir medreseye tahsis edildiğine sık rastlanmaktadır. Bazı vakfiyelerde vakfın gelirlerinin tamamının sadece medreselerdeki talebelerin yazın soğuk su ihtiyacını karşılamaya tahsis edildiğini, bir takım vakıfların da yaz aylarında talebelerin mesire yerlerine götürülerek temiz hava almaları için kurulduğu görülmektedir.” 14 Ömer Çaha “Sivil Toplum, Aydınlar ve Demokrasi” adlı kitabında, vakıfların Türk toplumunun genel özellikleri ve değerleri doğrultusunda sosyal yaşamımızdaki öneminden bahseder. Ve vakıfların yaygınlaştırılmasını önerir. Çaha, konuyla ilgili olarak;” Osmanlı sivil toplum cephesinin en yaygın kanadını başta hayır işleri olmak üzere değişik sosyal etkinliklerle uğraşan vakıflar olmuştur. Cumhuriyet döneminde vakıfların kurulmasına uzun süre müsaade edilmediği için 1967 yılına kadar vakıflar önemli bir gelişme kaydedememiştir. Ancak 1967 yılında çıkarılan 907 sayılı Vakıflar kanunu ile vakıflar yeniden sosyal yaşamda boy göstermeye başlamış ve bugün çok farklı alanlarda toplumun ufkunu açacak ve hizmet alanlarını genişletecek nitelikte faaliyetlerde bulunmaktadırlar. Bugün vakıflar eğitim, kültür, ekonomi, sosyal ve siyasal yaşamın genişçe bir yelpazesinde önemli hizmetler üretmektedirler” der. Ve özellikle bugün Türkiye’de hangi gruba ait olduğuna bakılmak- sızın vakıfların gelişmesi ve kurumsallaştırılması için teşvik edici politikaların güdülmesi gerektiğinin altını çizer. Diğer taraftan medreselerin halktan kopuk olmadığını aksine halkla bütünleştiğini görmekteyiz. Aynı zamanda kompleks bir yapılanmanın neticesinde sosyal ve ekonomik ilişkilerde de ciddi bir gelişme kaydedildiği görülmektedir. “Medreseler kurulurken cami, Darü’ş-Şifa, İmarethane, kütüphane gibi kompleks bir yapı (külliye) çerçevesinde kurulmasının, mimarî açıdan sağladığı ayrı bir özelliğin yanında; içtimaî ve hayatî hizmetlerin yapılmasına çok büyük katkıda bulunmuştur. Ayrıca çarşı ve bedestenlerin, han ve hamamların da bu komplekste bulunması, yine halkın önemli ihtiyaçlarına cevap verirken, buraların bir ticaret merkezi haline gelerek ekonomik hayatın canlanmasına, öte yandan bu tür yerler etrafında yerleşim bölgelerinin doğmasına, şehirlerin yapısının da değişmesini müsbet yönde etkilemiştir.” MUSTAFA ÖCAL: “İMAM-HATİPLİLER HERKES İÇİN UMUTTUR” ÖĞRETMENLER ODASI RÖPORTAJ Uludağ Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mustafa ÖCAL ile İmamHatip Liselerini konuştuk. Sayın Hocam, isterseniz söyleşimize bugünün Türkiye’sinde İmam-Hatipli olmanın anlamından başlayalım? sında akmak, cana can katmak üzere hazırlanmaktadır. İmam-Hatipliler herkes için umuttur, can suyudur. Bu günün Türkiye’sinde İmam-Hatipliler bu ülkenin bağrından kopup gelen hizmet erleridir. On beş yıldan beri mağdur edilmiş, dışlanmış ama kendilerini mağdur edip dışlayanlara karşı dahi kin ve nefret duygusu beslemeden, bunu kendileri için bir imtihan vesilesi sayan, yeniden dirilişlerinin başlangıcı olarak değerlendirerek kendilerini mağdur edenleri mahcup edecek şekilde hizmet arzusuyla yanıp tutuşan saf ve masum Anadolu çocuklarıdır. İHL, EĞİTİM SİSTEMİMİZİN OLMAZSA OLMAZ PARÇASIDIR Yeniden dönüşüne şahit oluyoruz İHL’lerin bugünlerde. Sizce bu yeniden dönüşe gerek var mıydı yani İHL’ler kalıcı mıdır Milli Eğitim’de? Tarlaya ekilmiş mahsulün suya ne kadar ihtiyacı varsa, bu ülkenin, bu ülke insanının ve hatta bütün insanlık âleminin İmam-Hatipliye o kadar ihtiyacı vardır. Gürül gürül akan ırmağın önüne bent yapmakla, baraj kurmakla o suyu ilânihaye orada tutamazsınız. Biriken su ya kendine bir yol bulup bir tarafa doğru akar gider yahut barajı yıkar. On beş yıldan beri önü kesilen İmam-Hatipliler de işte böyle daha gür bir şekilde yeniden doğuşun başlangıcındadır. Barajın kapakları açılmıştır ama boşalan su sağı solu tehdit etmeden, yıpratmadan kendi mecra- Geçmişte bir ihtiyaçtan doğan bu okullara günümüzde de ihtiyaç var mıdır? Din eğitimi ve öğretiminin yasak olduğu, İmamHatiplilerin, İlâhiyatlıların olmadığı 1930’lu 1940’lı yılları yaşadı bu ülke insanı. 1940’lı yılların sonuna doğru mihraba geçip namaz kıldıracak, ölen insanların cenazelerinin tekfin ve defin işlemlerini yapacak insanlar kalmamıştı. Üçüncü Diyanet İşleri Başkanımız merhum Ahmet Hamdi Akseki’nin 1950 yılında kaleme alıp Adnan Menderes / Demokrat Parti hükümetine sunduğu ‘Din Tedrisatı ve Dinî Müesseseler Hakkında Rapor’da yana yakıla anlattığı gibi, din eğitimi ve öğretiminin yasak olduğu yıllarda ortalığı din namına birtakım hurafeler kaplamıştı. Din adına ortaya çıkan birtakım sahte tarikatlar yalan yanlış bilgilerle kadını kocasından ayırmaya başlamıştı. İmam-Hatipler böyle bir dönemde ortaya çıktı. Şayet bu okullar bugün tümden kapatılsa ve tıpkı o yıllardaki gibi her tür din eğitimi ve öğretimi yasaklansa bir müddet sonra yine o yıllardaki duruma döneriz. Onun için bu okullara günümüzde olduğu kadar elbette ki yarın da, öbür gün de kısaca ilânihaye ihtiyaç vardır. Çünkü 15 İHL, eğitim sistemimizin olmazsa olmaz bir parçasını oluşturmaktadır. Sayın Hocam, kısaca özetlediğiniz gibi Türkiye geçmişte gerçekten böylesine acıklı yıllar yaşamış bir ülke. Ancak, günümüz İHL mezunlarının ‘cami hizmetleri’ açısından son derece yetersiz kaldığından şikayet edilmektedir. Günümüzde cami görevlerini bihakkın yerine getirebilecek elemanlar yetiştirebilmek için neler yapılmalıdır? YRD. DOÇ. DR. MUSTAFA ÖCAL KİMDİR? Aslen Yozgatlıyım. Yozgat İmam-Hatip Okulu’ndan 1969’da, Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nden 28 Şubat 1974’te mezun oldum. 4 yıl kadar iki ayrı lisede Din Bilgisi ve Ahlâk Dersi Öğretmenliği yaptım. 1977’de Bursa Yüksek İslâm Enstitüsü’nde asistan olarak göreve başladım. 1982’de Enstitü’nün İlâhiyat Fakültesi olarak Uludağ Üniversitesi’ne bağlanması üzerine bu fakültede göreve devam ettim. Halen aynı fakültede Din Eğitimi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktayım. Şimdiye kadar bazıları bölüm yazarlığı şeklinde olmak üzere 21 kitabım yayımlandı. Ayrıca; Bursa’da İmam-Hatip ve İlâhiyat camiasına büyük hizmetleri olmuş olan iki zatın hatıratlarını kitaplaştırdım. Bunlardan başka 1990’lı yıllarda komisyon halinde kaleme aldığımız MEB onaylı ilköğretim ve ortaöğretim Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi kitaplarımız Türkiye genelinde okutulmuştu. Bu kitapları da ilave edersek toplam 30’un üzerine çıkmaktadır. Ayrıca yayımlanmış 70 civarında bilimsel ve aktüel makalelerim ve sempozyumlarda sunduğum tebliğlerim mevcut. 16 Evet, maalesef son yıllardaki İHL mezunlarının meslekte yetersizliğinden şikayet edilmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri bu okulların 28 Şubat (1997) sürecinde orta kısmının kapatılmasıdır. İkinci sebep üniversiteye girişte uygulanan sınav sistemidir. Üçüncü sebep ise bazı okullarımızın yöneticileri ile bir kısım öğretmenlerdir. Bu söyleşiyi okuyan müdür ve öğretmenlerimiz bana kızacak belki ama bu konuda onların önemli sorumlulukları olduğu kanaatindeyim. Çok ciddiyetle ve başarıyla idarecilik ve öğretmenlik görevini ifa eden meslektaşlarımızın haklarını teslim edip, onlara saygı duyduğumuzu ifade ederek bir gerçeğe temas edelim: Maalesef öğretmenlerimizin belli bir kısmı ciddiyetle ders işle(ye)miyor ve okul yöneticileri de buna göz yumuyor. Bunu nereden biliyor veya neye dayanarak söylüyorsunuz derseniz, ülkemizin her bölgesinden fakültelerimize gelen öğrencilerin açıklamalarına dayanarak söylüyorum. Herkesçe bilindiği gibi öğrenciler daha lise birinci sınıftan itibaren üniversite sınavlarına hazırlanmaya başlıyor. Sonraki yıllarda bu yöndeki hazırlık giderek yoğunlaşıyor. ÖSYM tarafından hazırlanıp uygulanan sınavlarda ise İHL’de okutulmakta olan meslek derslerinden bir tek soru dahi sorulmamaktadır. Bundan dolayı öğrenciler devamlı genel kültürden, fen grubu derslerden test sorusu çözmekle meşgul olmaktadır. Hatta öğrenciler derste test çözmek için öğretmenlerinden anlayış(!) bekliyor, izin istiyorlar. Öğretmenlerin bir kısmının da bu durum işine geliyor ve ders işle(ye)miyor. Bazı AİHL’lerde ise sırf ÖSYM sınavlarında okulca derece yapmak amacıyla son sınıf talebelerine bütünüyle izin verildiği de kendi mezunları tarafından ifade edilmektedir. Bu durumda bir İHL mezunu genç meslekî / dinî derslerden ne kadar bilgi edinebilir, ne kadar düzgün Kur’an okuyabilir, kaç sûre veya âyet ezberleyebilir ve imâmet görevinde ne kadar başarılı olabilir? Sayın Hocam, tespitlerinize diyecek bir şeyimiz yok. Peki bunun çözümü nedir? Yahut bilgice yeterli, deyim yerinde ise “ağzına Kur’an yakışan” ve hizmette başarılı eleman yetiştirmenin yolu nedir? Bunun yolu, dinî eğitim ve öğretimi erken yaşlarda başlatmaktır. İşte 4+4+4’lük sistem bunu sağlayacaktır. Tıpkı İmam-Hatip Okullarının ilk açılış yıllarında olduğu gibi orta birinci sınıftan başlatılan bir dinî eğitimle başarı sağlanabilir. Tabi İHL müdür ve meslek dersleri öğretmenlerimizin ciddiyeti, samimiyetle ve ihlâsla çocukların eğitimine önem verip, gereğini yapmaları şartıyla. Bu yeni sistemden ilk sonuçları alabilmek için ise sekiz seneye ihtiyacımız var. Bildiğiniz gibi; 4+4+4 kademeli sisteminde hafızlık programı yok ve çözümü de yoktur bu sistem içinde. Sizin bir çözüm öneriniz var mı? Evet, bu sistemle yani kesintisiz on iki yıllık eğitim sisteminde hâfızlık yap(tır)mak zor. Ancak Bakanlıkça lise dönemindeki öğrencilere dışarıdan İHL programını bitirme imkânı sağlanırsa bu sistem içerisinde de hâfızlık yapılabilir. Ayrıca istekli öğrencilere yaz tatillerinde hâfızlık yaptırılabilir. Son yıllarda geliştirilen bazı tekniklerle kısa sürede hafız olunabilmek- tedir. Yeni sistem bir uygulanmaya başlasın, belki Milli Eğitim Bakanlığı’nca öğrencilere bir iki yıl kayıt dondurma veya ara verme gibi bu konuda bazı esneklikler sağlanabilir ve bu şekilde hafızlık yapmak isteyenlere de bir kapı aralanabilir. Diyanet Vakfı’nın maddi desteğiyle ortaokul üçüncü veya dördüncü sınıftan itibaren veya ortaokulu bitirip lise kısmına başlamadan gönüllü ve istekli öğrenciler için yaz aylarında bazı İHL bünyesinde hafızlık yaptırmak amacıyla iki üç aylık özel kurslar düzenlenebilir. Kurslara katılan öğrenciler her yaz ne kadar ezberleyebilmiş ise bu durum öğrencinin okuluna bildirilir, İHL’deki Kur’an öğretmenleri sene içerisinde ezberlerini devamlı tekrar ettirerek pekiştirtebilir. Sonraki yaz tatillerinde diğer kısımların ezberletilmesi sağlanarak İHL öğrenimi boyunca öğrenciler aynı zamanda hafızlığını tamamlayabilirler diye düşünüyorum. IHL’LER ÇAĞDAŞ ENDERUN MEKTEPLERİDİR Konya’da Uluslararası Mevlana İmam-Hatip Lisesi açılacakmış, bunun anlamı artık İHL’ler beynelmilel bir marka mıdır? Evet, İmam-Hatip okullarımız artık bütün İslâm ülkeleri nezdinde bir marka haline gelmiştir. Şurası bir gerçektir ki, I. Murat (Hüdavendigâr) zamanında açılan Enderun Mektebi gibi İHL de bizim ülkemize mahsus bir okuldur. Gelenekle moderni bir başka ifadeyle dinî ilimlerle dünyevi ilimleri birleştiren yegâne okullar İHL’dir. Tıpkı XV. XVI. asırlardaki medreselerimiz gibi. Diğer İslâm ülkelerinde yakın zamana kadar tıpkı İHL gibi program uygulayan okullar yoktu. Ya tamamen dinî eğitim veren okullar veya laik anlayışla kurulmuş okullar faaliyette idi. İslâm ülkeleri, ülkemizdeki İHL mezunlarının sosyal ve mesleki hayattaki başarılarını duyup öğrenince benzer okulları kendi ülkelerinde açmaya başladılar. Bu konuda Milli Eğitim Bakanlığımız ile Diyanet İşleri Başkanlığımız da istekli ülkelere program sunma ve maddi destek sağlama konusunda yardımcı oldular. Bazı gönüllü kuruluşlarımız da bu vadideki hizmet kervanına katıldılar. Bu şekilde okullarımızın benzerleri öncelikle -deyim yerindeyse- Osmanlının öksüz ve yetim bıraktığı Balkanlarda, Kafkaslarda, Azerbaycan’da açılmaya başlandı. Son yıllarda ise Pakistan’da ve bazı Afrika ülkelerinde de açılma çalışmaları devam etmektedir. Konya’da açılması düşünülen Uluslararası Mevlana İmam-Hatip Lisesi’nden önce 2006-2007 öğretim yılında Kayseri’de Mustafa Germirli Anadolu İHL açıldı ve kaç yıldan beri mezun vermektedir. Bu okulda, 2011-2012 öğretim yılı itibariyle 45 ülkeden 520 öğrenci öğrenim görmüştür. Aralarında Türkiyeli hiç öğrenci yoktur. Yine aynı (2011-2012) öğretim yılında İstanbul Fatih’teki eski Daruşşafaka binasında öğretime başlayan Fatih Sultan Mehmet AİHL mevcut. Bu okulumuzda ise bu ilk açılış yılında 30 ülkeden 152 öğrenci öğrenim görmüştür. Ancak bu öğrencilerle beraber otuz Türk öğrenci de öğrenim gördü. Konya’da açılacağını ifade ettiğiniz Uluslararası Mevlânâ İHL’de ise herhalde bu okulların üçüncüsü olacaktır. Dileriz önümüzdeki yıllarda yenileri de bunlara ilave olur. Çünkü İHL’nin ünü ülke sınırlarını çoktan aştı. Gerçekten bu okullarımız bütün İslâm ülkelerinin ilgisini çekmeye başladı ve onlara model oldu. Böyle giderse giderek daha da çok ilgi çekecek ve model olmaya devam edecektir. Burada önemli bir gelişmeden daha bahsetmek istiyorum. Bu yıl, yani 2012 yılı Bahar aylarında Ürdün’den bir TV ekibi geldi ve İstanbul ve Ankara’da İmam-Hatip Belgeseli çekti. Belgesel için benden de Türkiye’de din eğitimi ve İHL’nin tarihçesini anlatmamı istediler, anlattım. Öyle tahmin ediyorum belgeselin montajı tamamlandı. Çekimi yapan ekip, belgeseli Ürdün’de bir TV kanalında yayımlatmanın yanında el-Cezire isimli TV kanalında da Arapça ve İngilizce olarak yayımlatabileceklerini söylemişlerdi. Belgeselin Türkçe versiyonu da ülkemizdeki bazı TV kanallarına verilecekti. Şayet önümüzdeki zaman di- On beş yıldan beri mağdur edilmiş, dışlanmış ama kendilerini mağdur edip dışlayanlara karşı dahi kin ve nefret duygusu beslemeden, bunu kendileri için bir imtihan vesilesi sayan, yeniden dirilişlerinin başlangıcı olarak değerlendirerek kendilerini mağdur edenleri mahcup edecek şekilde hizmet arzusuyla yanıp tutuşan saf ve masum Anadolu çocuklarıdır. 17 Tarlaya ekilmiş mahsulün suya ne kadar ihtiyacı varsa, bu ülkenin, bu ülke insanının ve hatta bütün insanlık âleminin İmam-Hatipliye o kadar ihtiyacı vardır. Gürül gürül akan ırmağın önüne bent yapmakla, baraj kurmakla o suyu orada tutamazsınız. Biriken su ya kendine bir yol bulup bir tarafa doğru akar gider yahut barajı yıkar. On beş yıldan beri önü kesilen İmamHatipliler de işte böyle daha gür bir şekilde yeniden doğuşun başlangıcındadır. 18 liminde bu belgesel Ürdün’de, el-Cezire’de ve diğer bazı İslâm ülkelerinin TV’lerinde yayımlanırsa o zaman okullarımızın ünü daha da artacak ve belki de bütün İslâm ülkelerinde benzerleri açılmak suretiyle daha da yaygınlaşacaktır. IHL’LER HUKUKİ TEMELİ EN SAĞLAM EĞİTİM KURUMLARIDIR Bilindiği gibi Cumhuriyet dönemi boyunca “Milli Eğitim’e” Kemalist CHP ideolojisi yön vermiştir. Eğitim kurumları resmi ideolojinin yeniden üretim merkezleri olarak kurgulanmış ve CHP’nin altı oku yasa ve yönetmeliklerle eğitimin tüm unsurlarına sirayet ettirilmiştir. Peki İmam-Hatipler bunun neresinde yer almıştır? Türkiye’de din eğitimi bir endoktrinasyon mudur? Asıl sorun Tevhid-i Tedrisat mıdır? Sorunuzun sonundan başlayalım; bazılarına göre genel eğitimin ve özellikle de din eğitiminin önündeki asıl sorun Tevhid-i Tedrisat Kanunudur. Ama şahsen ben -biraz sonra açıklayacağım bazı mahzurlu yönleri de olmakla birlikte- bu kanunun din eğitimi ve öğretiminin önünde çok ciddi bir engel veya asıl sorun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü Tevhid-i Tedrisat Kanunu, “inkılâp kanunları” olarak belirlenen toplam sekiz kanununun ilkidir. 1961 anayasasının -yanlış hatırlamıyorsam- 156, 1982 anayasasının 174. maddesiyle “hükümleri anayasaya aykırı olsa bile böyle yorumlanamaz” şeklindeki ifadeyle adeta dokunulması tabu kanunlardan ilan edilmiştir. Kanunun dördüncü maddesi ise hem İlâhiyat Fakültesi ve hem de İmam-Hatip Okulları açılmasını emretmektedir. Hiçbir okul böyle bir inkılap Kanunu’nda ismen anılmadığı halde İmam-Hatipler ve İlâhiyat Fakültesi’nin açılmasını emreden bu maddenin yer almasıyla Cumhuriyet Dönemi’nde yaptırılacak dinî eğitim için bir hukuki temel oluşturulmuştur. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda dini eğitim ve öğretimi kesinlikle yasaklayan ve baskı uygulayan CHP zihniyeti de bu kanuna dayanarak -siyaseten de olsa- 1949’da Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesini açmış- tır. 1948’de aldığı bir kararla, 1949’dan itibaren -pek fonksiyonel olmamakla birlikte- İmam ve Hatip Yetiştirme Kurslarını devreye koymuştur. 1951’de bugünkü İmam-Hatip Okulları açılırken de hukuki dayanak Tevhid-i Tedrisat Kanunu idi. Eğer bu kanun olmasaydı acaba CHP bu dinî eğitim kurumlarını aça(bili)r mıydı? O kanattayız ki, bu dinî eğitim kurumlarına soğuk bakan ve hatta ellerinden gelse Atatürkçülük, lâiklik ve çağdaşlık(!) adına hemen kapat(tır)mak konusunda fırsat kollayanlar için bu kanun bir engel oluşturmaktadır. 1920’li yıllarda İmam ve Hatip Mektepleriyle İlâhiyat Fakültesini doğrudan kapatamayan zihniyet mensuplarınca alınan bazı tedbirlerle dolaylı yollarla kapanmasına zemin hazırlanarak sonuca gidilmişti. 28 Şubat 1997 sürecinden sonra bu dinî eğitim kurumlarının kapısına doğrudan kilit vuramamışlar ise sebebi bu kanundur. Öte yandan 1973’te yürürlüğe girmiş olan Milli Eğitim Temel Kanunu da İmam-Hatip Liseleri için ikinci bir hukuki temel oluşturmuştur. Kanunda başka hiçbir okulun tanımı yapılmazken 32. maddesinde İmam-Hatip Liseleri tanımlanmaktadır. Kısaca Türkiye’deki eğitim kurumları içerisinde hukuki temeli en güçlü olan dinî eğitim kurumlarıdır. Şayet söz konusu iki kanun olmasaydı dinî eğitim kurumları -bir futbol deyimiyle- kolaylıkla ofsayta düşürülür ve kapılarına kilit vurulurdu. Konuya bir başka açıdan bakılırsa Tevhid-i Tedrisat Kanununu, özel okullar açarak din eğitimi yaptırmanın önünde bir engel olarak görenlere de hak vermemek elde değil. Gerçekten de Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile din eğitimi ve öğretimi devletin tekeline verilmiştir. Kur’an Kursları dışında kalan -ki aslında bu kurslar da bir devlet kuruluşu olan Diyanet İşleri başkanlığının kontrolündedir ve üstelik kursları Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişleri denetlemektedir- her tür din eğitimi ve öğretimi Milli Eğitim Bakanlığının yönetim ve denetimi altında yapılmaktadır. Öyle ise Tevhid-i Tedrisat Kanununu artısı ve eksisiyle bir arada düşünüp öyle değerlendirmek gerekir. Şayet yeni hazırlanmakta olan Anayasa TBMM’den geçirilir ve halk oylaması ile yürürlüğe konulursa, orada da yeni bazı hükümler yer alırsa o zaman ortaya konacak sonuca göre bu konuyu yeniden değerlendirmek kaçınılmaz olur. Din eğitimi, Cumhuriyet tarihi boyunca siyasal gerilimlerin merkezinde olmuştur. Bu gerilimin nedeni din düşmanlığı değil egemenlik mücadelesinin parçası olarak sınıfsal hâkimiyetini devam ettirmektir denilebilir mi? Kanaatimce bu soru üzerinde çok geniş tartışma yapılabilir. Tartışma ise bu söyleşinin hacmini çok aşacağı için isterseniz sorunuza cevaben tek kelimeyle “olabilir” diyerek geçelim. TÜRKİYE’NİN DÖRTTE ÜÇÜ IHL’Yİ DESTEKLER Din eğitimini, İmam-Hatipleri yasaklayan anlayış gün geldi açmak için bütün imkânlarını seferber etti. Günümüzde olduğu gibi, neden? Çünkü halkımızın büyük kısmı bunu arzu etmektedir. 28 Şubat 1997 sürecinde hukuksuz bir şekilde gasp edilen haklar; 11 Nisan 2012 günü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulan 6287 sayılı “İlköğretim ve Eğitim Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile iade edilmiştir. Şayet mevcut iktidar halktan aldığı %50’lik desteğe rağmen böyle bir kanunu TBMM’den geçirip, genelde bütün meslek liselerinin ve özelde ise İmam-Hatip Liseleri’nin yeniden dirilişi için yeni bir hukuki temel oluşturmasaydı bir sonraki seçimde büyük oy kaybı yaşardı diye düşünüyorum. Kaldı ki İHL’ye gönül verenler yalnızca iktidar partisini destekleyen kesim değildir. Önyargısız bir oylama yapılsa İHL, ülke nüfusunun en az 3/4’ünün desteğini alacağı kanaatindeyim. İmam-Hatip Liseleri açılış amacına uygun düşmeyen yoğunluk oluşunca 28 Şubat süreciyle birlikte orta kısımları kapatıldı. Üniversiteye giriş sürecinde katsayı uygulaması ile İlâhiyat dışındaki bölümlere geçişleri engellendi. Şimdi ise bir serbestlik ortamı hazırlanıyor. İHL’lerden kim ne bekliyor; halk ne bekliyor, devlet ne bekliyor, imam-hatipliler ne bekliyor? Sayısal olarak azınlıkta olduğu bilinen kesimin dışında halkımızın büyük kısmının İmam-Hatip Liseleri’nden beklentisi büyük. Malum olduğu üzere kuş tek kanatla uçamaz, sağlıklı bir uçuş için iki kanada ihtiyacı vardır. Dünyevi ilimler (okullardaki kültür ve fen dersleri) bir kanadı oluşturuyorsa dinî ilimler diğer kanadı oluşturmaktadır. Bu iki kanadı tam dengede tutan eğitim kurumlarımızın başında İHL gelmektedir. “Peki diğer okulların manevi kanada ihtiyacı yok mudur” diyebilirsiniz. Elbette iki kanat herkes için lazım ve şart. Diğer okullardaki Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi dersleri yıllardan beri sağlıklı uçuş için yeterli olmadığından bu yeni kanunla isteğe bağlı da olsa Kur’an-ı Kerim ve Siyer dersi konulmuştur. Ayrıca Temel Dini Bilgiler dersi ilave edilmiştir. Halkımız oğlunu, kızını İHL’ye gönderirken yalnızca imam olsun diye göndermiyor. Malum olduğu üzere kızlar için böyle bir görev zaten mümkün değildir. Peki niçin gönderiyorlar? Ortaöğrenim döneminde sağlıklı ve yeterince dinî bilgiler alsın, üniversitede nereye giderse gitsin demektedirler. Anne-baba olarak öldükten sonra kendisini hep hayırla yâd edecek ve arkasından Fatiha’sını eksik etmeyecek evlat bırakmak istiyorlar. Doğal olarak bunca mezun içerisinden bir kısmı da dinî hizmetlere yönelecektir ki geçmişte de öyle olmuştur, bundan sonra da böyle olacaktır. Şimdi olduğu gibi bundan sonra da İHL veya İlâhiyat Fakültesi mezunları Diyanet kadrolarını seve seve dolduracaklardır. Okullara seçmeli ders koyarak, İmam-Hatip orta kısımlarını açarak dindarlık yaygınlaştırılmak mı isteniyor? İmam-Hatip’e gidenler Maalesef son yıllardaki İHL mezunlarının meslekte yetersizliğinden şikayet edilmektedir. Bunun en önemli sebeplerinden biri; bu okulların 28 Şubat 1977 sürecinde orta kısmının kapatılmasıdır. İkinci sebep; üniversiteye girişte ygulanan sınav sistemidir. Üçüncü sebep ise; bazı okullarımızın yöneticileri ile bir kısım öğretmenlerdir. 19 İmam-Hatip liselerine gidenlerin hepsi dindar olacak diğerleri olamayacak diye bir genelleme yapılamaz. Evet İHL’ye gidenlerin, aldıkları tahsil itibariyle dinî bakımdan daha bilgili ve daha dindar yetişmeleri doğaldır yahut öyle olmaları beklenir. Ancak diğer okullara gidenlerin dinsiz oldukları olacakları gibi büyük bir yanılgıya da düşmemek gerekir. Çünkü dindarlığın ölçüsü yalnızca dinî bilgi değildir. 20 dindar oldular diyelim, diğer okullara gidenler seçmeli din dersinde alacakları bilgilerle dindar mı oluverecekler? İmam-Hatip Liseleri’ne gidenlerin hepsi dindar olacak diğerleri olamayacak diye bir genelleme yapılamaz. Evet İHL’ye gidenlerin, aldıkları tahsil itibariyle dinî bakımdan daha bilgili ve daha dindar yetişmeleri doğaldır yahut öyle olmaları beklenir. Ancak diğer okullara gidenlerin dinsiz oldukları / olacakları gibi büyük bir yanılgıya da düşmemek gerekir. Çünkü dindarlığın ölçüsü yalnızca dinî bilgi değildir. Sayın Başbakan’ın kamuoyunda çokça tartışmaya sebep olan “dindar nesiller yetiştirmek arzusunda olduklarını” ifade etmesindeki amacı, öyle tahmin ediyorum ki dünkü gençliğe göre bugünkü ve gelecek kuşakları biraz daha fazla dini bilgilerle mücehhez kılmak olduğu kadar daha dürüst, helâli haramı bilen, vatanını milletini seven ve onu kalkındırmak için canla başla çalışan insanların yetişmesini arzu etmektedir. Yıllardan beri yapılan birçok araştırma ortaya koymuştur ki, ortaöğretim kurumlarında suç işleme oranı en düşük olan ve neredeyse sıfır olan yegâne okullar İmam-Hatip Liseleri, yüksek öğrenimde ise İlâhiyat Fakülteleridir. Gerek geçmişte ve gerek bugünün “terörist” olarak nitelendirilen insanlar, dinî bilgi, duygu ve düşünce bakımından yoksun veya en az seviyede olanlar arasından çıkmaktadır. Hırsızlık yapan, devletin milletin cebine el uzatanlar da aynı konumda olanlar arasında yoğunlaşmaktadır. Uygun görürseniz burada bir alıntı yapalım: Atatürk’le birlikte uzun bir yurt gezisine çıkan ve gezi ile ilgili notlarını sonradan “Atatürk’le Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye” adıyla (Tan Matbaası, İstanbul, 1945) kitaplaştıran Ahmet Hamdi Başar kitabının bir yerinde (s. 50) şöyle demektedir: “Bugün Türk cemiyetini bağlayan en büyük duygu dindir. Türk Milleti dinî bir millet olarak asırlarca yaşadı. ‘Kelime-i Şehâdet’ getirene ve İslâm olana ‘kardeş’ ve ‘milletinden’ olarak baktı. Birçok kötülüklerimiz gibi birçok iyiliklerimiz de dine ve İslâmlığımıza bağlıdır. Halkta maarif yok. Okuma-yazma bilmeyenler yüzde seksen-doksan. Yüzde on okuyup-yazma bilenler içinde de onda dokuzu okumaz. Halbuki bütün bu cahil halka ancak din yolu ile hitap etmek imkânı vardır. Her Cuma camide toplanır, her bayram bir araya gelir, her zaman dinin sesine ve sözüne inanır. Kitle halinde harekete geçirmek istediğimiz zaman dini öne süreriz. Onu ferden doğruluğa sevk etmek istersek, önüne din yolunu açarız. Yalancılıktan Allah’ın adına yeminle kurtarırız. Hırsızlıktan, cinayetten, ahlâksızlıktan âhiret azabını hatırlatarak onu alıkoyarız. Hülâsa, nemiz varsa, millet halinde birbirimize bağlanmış olmak, insanlık ve fert ve millet şuuru, hep dine ve İslâmlığımıza bağlıdır.” “Şimdi bu kadar büyük bağı, bu kadar büyük kuvveti yok etmek ne büyük felaket olacak!.. ‘Dini hocalar ve taassup eline almıştır ve cemiyeti harap etmiştir’ diye ortadan kaldırmak, otomobillerle cahil şoförler adam eziyor’ diye otomobilleri kaldırmaya benzer.” Yazarın ifadelerinin bir kısmı (okuma-yazma oranı açısından) 1930’lu yılların Türkiye şartlarının dillendirilmesi ise büyük çoğunluğu her dönem için geçerli ifadelerden oluşmaktadır. Üstelik cehalet, yalnızca okuma-yazma azlığından veya yoksunluğundan kaynaklanmamaktadır. Bugün nice üniversite mezunları var ki dinî bakımdan gerçekten çok cahil, dürüstlükten uzak, helâl ve haram kavramı iç dünyasında hiç yer edinememiştir. Dikkat edilirse bugün en büyük sahtekarlığı yapanlar, devleti ve milleti soyanların büyük çoğunluğu maalesef gerekli dinî bilgi ve ahlâkî terbiye almamış üniversite mezunları arasından çıkmaktadır. Acı ama gerçek de budur. DEMOKRATİK ÖĞRETMEN YAKLAŞIMLARININ ÖĞRENCİLERİN GELİŞİMLERİNE ETKİLERİ MUHAMMET YILMAZ DKAB Öğretmeni / İstanbul Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. Eğitim insanı zihinsel, duygusal ve davranış süreçleri açısından değiştirme ve dönüştürme faaliyetidir. Eğitim bu faaliyeti birey üzerinde yürüttüğü işlemlerle gerçekleştirir. Ancak bu işlemler bireye rağmen değil, bireyin yetenek ve ilgilerine uygun olarak ve onun kabul ettiği yöntemlerle yapılmalıdır. Her insan kendine özgüdür ve sahip olduğu özellikleriyle değerlidir. Eğitim bireyin sahip olduğu yetenekleri keşfetmek ve becerilerini geliştirmek hedefiyle hareket etmeli, onu değiştirip dönüştürürken üretken bir yapıda kendini gerçekleştirmesine katkı sağlamalıdır. Bireylerin kendilerini serbest ve özgür hissettikleri ortamlarda yeteneklerini keşfetmek ve becerilerini geliştirmek daha kolaydır. Yetenekleri keşfedilen ve becerileri geliştirilen bireyler de daha üretken olurlar. Bu bağlamda bir ülkenin bilim ve düşünce alanında büyük insanlar yetiştirmesi ve gelişmesi eğitim ortamlarının otokratik veya demokratik olmasıyla yakından ilgilidir. Otokratik ortamlarda uygulanan maddi veya manevi baskıdan dolayı bireylerin kendini gerçekleştirmesi zordur. İnsanın kendini ifade etmesi, fikirlerini özgürce beyan edebilmesi, farklılıklarının toplum tarafından kabul görmesi onu daha üretken yapan önemli etkenlerdir. Düşündüğünü ifade edemeyen bireyler zamanla düşünme tembelliğine düşerler. Düşündüklerini serbestçe ifade edebilen insanlar ise ister kabul görsünler isterse reddedilsinler bu durum onları her şeye rağmen üretmeye teşvik eder. Otoriter yönetimlerde bireyleri belli bir fikre ve düşünce yapısına yönlendirme daha sık görülen uygulamalardır. Demokratik yönetimlerde ise bireyler farklı düşünmeye teşvik edilir. Toplum için bir tehlike söz konusu olduğunda farklı fikirlerin toplumun menfaatleri doğrultusunda bir noktada buluşmasına yönelik bireylere eğitim verilir. Ülkenin yönetim şekli ve eğitim yaklaşımları dışında anne-baba ve öğretmenlerin otokratik veya demokratik yaklaşımları da gelişim ve öğrenme açısından bireyler üzerinde etkilidir. Geleneksel yapıda, öğretmen merkezli eğitim vermeye alışmış ve buna yatkın olan öğretmenler daha çok “Öğrencilere kendi isteklerimi nasıl yaptırabilirim?” sorusunu sorarken aslında öğrencilerin, koyduğu kurallara uyarak kendi isteklerine boyun eğmelerini, kendileri ne isterse öğrencilerin de onu yapmaları gerektiğine inanır ve bunu uygulamaya koyarlar. Bu öğretmenler otoriteyi sağlamak için sadece kendilerinin koyduğu kuralları aracı olarak kullanırlar. Bu yaklaşım ve uygulamalar otokratiktir ve bireylerin gelişmesine engel olurlar. Demokratik yaklaşıma sahip öğretmenler “Öğrencilerimin gelişimlerine nasıl katkı sağlayabilirim, öğrencilerime değerli olduklarını nasıl hissettirebilirim, onları yaratıcı ve üretken kişiler haline nasıl getirebilirim?” sorularını sorarlar. 21 İtaat kültürü ile yetişen öğretmenler öğrencilerinin de kendilerine itaat etmelerini beklerler. İtaat bilinçli bir tercih ise ve gerekli ise saygı duyulmalıdır. Ancak öğretmen öğrencilerin belli bir doğrultuda davranmasını zorla sağlamaya çalışıyorsa bu itaat keyfidir. Baskıcı ve otoriter öğretmenler öğrencileri bir özne olarak değil bir nesne olarak görmeye eğilimlidirler. Bu bağlamda otoriter öğretmenler nesne olarak gördükleri öğrencilere kendi isteklerine uygun bir şekil vermeye yönelirler. Bu yöneliş bireylerin özgüvenlerini yok eden ve üretkenliklerini törpüleyen bir yaklaşımdır. Öğrenci görür ve yapar. Öğretmenin ne söylediğinden ziyade ne yaptığı önemlidir. Bu sebeple demokrasiyi öğretmenin en uygun yolu onu uygulamalı olarak göstermektir. Öğretmen otokratik yaklaşımlardan ne kadar uzak durur, demokratik uygulamalara ne kadar yer verir ve öğrencilerin bunları yaşamasına ne kadar fırsat tanırsa onların bu konuda kendilerini geliştirmelerine de o kadar katkı sağlamış olur. Öğrencilerin yeteneklerini keşfetmek, becerilerini geliştirmek, sağlam karakterli, yaratıcı ve üretken olmalarını sağlamak için öğretmenlerin otokratik yaklaşımlardan uzaklaşıp demokratik bir ortam oluşturmaları gerekir. OTOKRATİK VE DEMOKRATİK YAKLAŞIMLAR AÇISINDAN ÖĞRETMEN TUTUMLARI KONU Şiddet ve Tehdit Şikâyet Düşünceleri İfade DEMOKRATİK YAKLAŞIM Şiddet kullanarak veya tehdit ederek öğrencileri baskı altına almak. Öğrencileri velilerine veya okul yönetimine şikâyet etmek. Sınıf veya ders kurallarını öğrencilerle birlikte belirlemek ve öğrencilerin kendi istekleriyle bu kurallara uymaları konusunda onları motive etmek. İstediği davranışları eğitimsel yöntemlerle ikna ederek oluşturmak. Öğrencilerle sorunlarını kendi iletişim imkânlarıyla çözmek. Düşüncelerini ifade eden öğrencileri dinlememek, düşüncelerinden dolayı öğrenciyi azarlamak, öğrencilerin düşüncelerini hafife almak, düşüncelerini ifade eden öğrencilerin sözünü kesmek veya susturmak. Düşüncelerini ifade ederken sözünü kesmeden, onları susturmadan öğrencileri dinlemek ve bu düşüncelere değer verdiğini göstermek. Düşüncelerinden dolayı öğrencileri azarlamamak, aksine memnuniyet bildirmek. Sınıf veya ders kurallarını tek başına belirlemek Ders ve Sınıf ve öğrencilerin bu kurallara uymasını bekleKuralları mek. Ödevler Öğrencilere araştırma, düşünme ve yorum Öğrenciye yorum hakkı tanımayan ödevler yapma fırsatı tanıyan ödevler vermek, kendi vermek, ödev verirken öğrencilere farklı ödev yeteneklerini keşfedecekleri, becerilerini geseçenekleri arasından tercih hakkı tanımamak, liştirebilecekleri, kendilerini ifade edebilecekherkese aynı ödevi vermek. leri ödevler yapabilmelerine imkân tanımak. Önyargı Önyargı sebebiyle öğrencilerin yeteneklerini fark etmemek. Örneğin haylaz bir öğrencinin şiir okuma yarışmasına katılmak istemesini “Sen ne anlarsın şiir okumaktan” tepkisi ile geri çevirmek. Sınavlar ve Değerlendirme Cesaret ve Özgüven Mesaj Tartışma Karar Verme Problem Çözme 22 OTOKRATİK YAKLAŞIM Öğrencilere karşı önyargılı olmamak, bazı olumsuz davranışları olsa da öğrencilerin yetenekleri olduğunu ve becerilerinin geliştirilebileceğini kabul edip onlara görevler vermek ve güvenmek. Sınav kağıdına bakmak isteyen öğrenciye izin vermemek veya “Fazla verdiysem geri alırım” Sınav kağıdını incelemenin her öğrencinin şeklinde tehdit etmek. “Yanlış okuduğumu mu hakkı olduğunu vurgulamak, değerlendirmeifade etmeye çalışıyorsun?” diyerek öğrencilerin yi adaletli yapmak. niyetini okumak ve onları itham etmek. Öğrencileri başarabilecekleri yönünde teşvik Başaramayacaklarını ima ederek öğrencilerin etmek ve özgüven kazanmalarına katkı sağcesaretlerini ve özgüvenlerini kırmak. lamak. Öğrencilere aşağılayıcı ve yargılayıcı mesajlar Dengeli ve ölçülü övgüye, ümitlendirici, gelevermek. ceği müjdeleyen mesajlara yer vermek. Öğrencilerin düzeyine uygun tartışma konuÖğrenme ortamlarında tartışmaya zemin haları belirlemek ve kendi aralarında tartışmalazırlamamak ve izin vermemek. rına fırsat vermek. Kararları öğrencilerle birlikte almak ve onların Bütün kararları öğrencilere danışmadan vergerçek hayatta tek başlarına kalınca kararlarını mek ve belirlediği kurallara göre öğrencilerin sağlıklı bir şekilde alabilmelerine zemin hazırdavranmasını beklemek. lamak. Öğrencilerin problemlerini kendilerinin çözÖğrencilerin problemlerini çözmek. mesini sağlamak ve bu konuda onlara rehberlik etmek. ÖĞRETM ENNEE ÖĞR REET TM M EN E ÖYĞÖNELİK T E YÖNNEL Ş D İK D Ş İD İ DE T D ET YÖ ELİK MURAT KAHRAMAN Okul Müdürü / İstanbul Kitaplı bir medeniyetin çocuklarıydık; önce Kitabımızı unuttuk, sonra da o Kitapta yazan medeniyetin huzur ortamını. Seyirci bir toplum olduk. Televizyon kanallarının derin bilgi ve görgü kirliliği dalgaları arasında boğulma tehlikesi geçiriyoruz sürekli. Ne kadar da tahammülsüz bir toplum haline geldik! İnsanlar pek sabırsız oldular. “Haddini bilmek” deyimi ne kadar da unutuldu! Hak kavramı aşındıkça aşındı, çoğu insan hak ve sorumluluğunu bilmiyor ki hakkına razı olmayı bilsin! Bu toplumu teşkil eden fertler olarak aslında hepimiz Kitaplı bir medeniyetin çocuklarıydık; önce Kitabımızı unuttuk, sonra da o Kitapta yazan medeniyetin huzur ortamını. Seyirci bir toplum olduk. Televizyon kanallarının derin bilgi ve görgü kirliliği dalgaları arasında boğulma tehlikesi geçiriyoruz sürekli. İşin trajikomik yanı ise seyrettiğimiz görüntülerde zaten şu anda toplum olarak şikayet ettiğimiz şeylerden gayrisinin olmaması. Şiddet! Öğretmene şiddet! Kadına şiddet! Herkese şiddet! Toplumda şiddet olduktan sonra bundan herkes nasibini alıyor maalesef. Fakat, özelikle “öğetmene şiddet” söz konusu olduğunda “zurnanın zırt dediği!” hatıra gelmelidir. Öğretmenin itibarı zedelenirse bundan herkes zarar görür. Zira toplumda öğretmenin itibarının ayrı bir yeri olmalıdır. Çünkü öğretmen öğretir. İnsan insanlığını da öğretenden öğrenir. Öğretmenin itibarı sarsılırsa toplumda “itibar”dan söz etmek imkansız hale gelir. Öğretmene şiddet, denize düşen bir insanın kendisine atılan can simidini kabul etmemesi anlamına gelir. Ben “öğretmene şiddet” derken, öğretmenin öğretmenlik mesleğini olması gerektiği gibi icra etmesine engel teşkil edecek her türlü olumsuz davranışı anlıyorum. Eğer bazıları “öğretmene şiddet”ten darp, fiili mukarenet, cinayet gibi filleri anlıyorlarsa, onlara “vahşet”i nereye koyacağımızı sormak isterim. Şiddet, işi zora sokmak ve engelleyici fiiller kapsamında değerlendirilmelidir. Hiç kimsenin, cinayetleri şiddet motivasyonu adı altında alışılmış hal gibi göstermeye hakkı olmamalıdır. Hiçbir iş ve meslek mensubu vatandaşımızın en basit de olsa şiddete maruz kalması asla kabul edilemez. Hele hele toplumu eğitecek, geleceğin ilim fikir adamlarını inşa edecek olan öğretmene yönelik fiili saldırıların, darp ve cinayetlerin cezası ağırlaştırılmış olarak tatbik edilmelidir. Arzumuz şudur ki ülkemizin ve eğitim camiamızın başında bulunan seçilmiş zevat öğretmene daha çok sahip çıksın, öğretmeni kimsesiz bırakmasın, içindeki şeytana teslim olmuş kimselerin kolay lokma olarak görmelerine müsaade etmesin ve “öğretmene yapılan saldırı bana yapılmıştır” desin. Öğretmene şiddetin kaynağında insan eğitiminden tasarruf etmeye çalışmayı görüyorum. Eğitimden asla tasarruf edilmez. Bu tasarruf en basit haliyle topluma şiddet olarak geri döner. Her şeye rağmen ülkemizin cefakâr öğretmeni işinin başındadır ve her türlü şiddeti göğüslemeye devam ederek irfan ordusunun neferi olduğunun ispatı içerisindedir. Şiddetsiz bir dünya için öğretmene saygıyla kulak verilmesi arzusuyla tüm öğretmen arkadaşlarıma üstün başarılar dilerim. 23 AŞIRI KORUMACI AİLE YAPISI MERVE AKYOL KILIÇ Okul Öncesi Öğretmeni / İstanbul Öyle ebeveynler vardır ki çocuklarını yalnız başına tuvalete bile göndermezler. Çocuğun her işini kendileri yaparlar. Çocuk bu duruma gitgide alışır ve zamanla davranışlarında tembel bir tutum sergiler. 24 Şüphesiz ki çocuk sahibi olmak dünyanın en güzel şeyidir. Fakat bir varlığı dünyaya getirmek, sorumluluk almayı gerektirir. Bu da ister istemez ebeveynleri korkutur ve onları korumacı ve hassas bir yapıda olmaya iter. Öyle ebeveynler vardır ki çocuklarını yalnız başına tuvalete bile göndermezler. Çocuğun her işini kendileri yaparlar. Çocuk bu duruma gitgide alışır ve zamanla davranışlarında tembel bir tutum sergiler. Her işinin nasıl olsa ailesi tarafından yapılacağını bilir ve çok rahat davranır. Sorumluluk almaktan kaçar, aldığı sorumlulukları da yerine getiremeyeceğinden korkar ve çoğu kez de başarısız olur. Çünkü çocuğa o güne kadar hiçbir görev verilmemiştir. Bu yüzden çocuk, görev ve sorumluluğun ne demek olduğunu bilemez. Ergenlik döneminde ise durum aynı şekilde seyretmekle beraber ergenin kişiliğini olumsuz yönde etkileyecek pürüzler çıkmaya devam eder. Ergen, sorumluluk almaktan kaçındığı gibi kendisiyle ilgili konularda karar verme becerisine de sahip değildir. Çünkü o güne kadar kendisiyle ilgili tüm kararları ailesi vermiştir. Ergen sürekli olarak çevresini, özellikle de anne ve babasını hoşnut etme çabası içine girer. Bu nedenle çevre tarafından istendik özellikler yönünden güçlü olduğu izlenimi uyandırmaya çabalar, çevrenin önemsemediği özelliklerini fark edip değerlendiremez. Bu durumdaki genç, zayıf yönlerini yadsıma, eğilimlerini bastırma, gerçek özüne uygun bir kimlik yerine anne babasının hoşuna gidecek bir kimlik geliştirme zorunluluğu duyar. Özüne yabancı, başkalarının beğenisine aşırı derecede duyarlı olup bir karar alması gerektiğinde başkalarının (aile büyükleri, arkadaşlar vb.) daha iyi bilecekleri düşüncesi ile kararı başkalarına bırakmaya ya başkalarının kararlarını benimseyip uygulamaya ya da ilgi ve yeteneklerine uygun olmayan, erişmesi olanaksız eğitim ve meslek hedeflerine yönelir ve emelleri gerçekleşmeyince de çöküntü yaşar. Tüm bunların sebebi ailenin çocukları hakkındaki “yetersizlik” inancıdır. Çocuklarına yeteri kadar güvenip inanmazlar. Bu yüzden ergen, kendine güven konusunda da çeşitli sorunlar yaşar. Girişimcilik yönü oldukça zayıftır ve bu durum bir kabus gibi onun hayatını karartır. Ne öğrenim hayatında, ne de iş hayatında asla kendisinden beklenen performansı gösteremez. Bu durum bir zaman sonra bireyi depresyona dahi sürükleyebilir. Çocukta olumlu bir benlik algısı ve sağlam bir kişilik oluşturmak için aşırı korumacı aile tutumu yerine, demokratik aile tutumunu benimsemeliyiz. Demokratik aile tutumunun özellikleri kısaca şöyledir: Çocuklarını seven ve benimseyen çağdaş aile tipidir. Anne baba arasında saygı ve sevgi vardır. Ailede sorunlar emirlerle değil konuşarak çözülür. Evde gerginlik yaratmak yerine sıcak bir ortam yaratılır, aile içinde uzun süren çekişme, kavga ve anlaşmazlıklardan uzak durulur. Çocuğa söz hakkı tanıyarak birlikte konuşulur, şakalaşıp eğlence ortamı yaratılır, ona güven duygusu kazandıracak iletişim biçimlerini benimseyerek uygulanır. Çocuğunuzun uyması gereken kurallar belirlenir. Kuralları ailede herkes gönüllü olarak benimser. Dayaktan, onur kırıcı sözlerden özenle kaçınılır. Cezalar ılımlı ve eğiticidir. Çocuğa, güven duygusu ve sorumluluk kazandırılır. Bu şekilde davranıldığında kendine güvenli, idealleri olan, bunları gerçekleştirmeye hevesli, girişimci, her yönden sağlıklı bir birey yetiştirmek çok kolay olur. Böylelikle gençler kendilerini gerçekleştirmiş, mutlu bireyler olarak yaşarlar. Sağlıklı toplumun temelleri de atılmış olur. Çocuğun kişiliğine saygı gösterilir, yaşından olgun davranışlar beklenmez. Özgür davranışları desteklenir. 25 DOĞAN CEYLAN: DERSHANELERİN KAPATILMASI YENİ DEĞİL ÖĞRETMENLER ODASI RÖPORTAJ Dershanelerin okulları tamamladığı söylenemez. Çünkü tamamlama okulda yarım kalmış bir eğitimin tamamlanmasıdır. Dershaneler genelde kazanılmış bilgileri pekiştirmeye ve soru çözmeye yönelik pratikleri geliştirmeyi amaç edinmişlerdir. 26 Başbakanın dershaneler hakkındaki açıklamasından sonra özellikle medya üzerinden yoğun bir tartışma başladı. Kimileri Başbakana destek verirken olayın tarafları adeta psıkolojik savunma hattı kurdular. Biz Öğretmenler Odası dergisi olarak olaya taraf bir konumdan ziyade “eğitim” öncelikli yaklaşıyoruz. Bu yaklaşımımızın gereği olarak Müfettişler Derneği Başkanı Doğan Ceylan’a konuyu sorduk. İşte aldığımız cevaplar. bir eğitimin tamamlanmasıdır. Dershaneler genelde kazanılmış bilgileri pekiştirmeye ve soru çözmeye yönelik pratikleri geliştirmeyi amaç edinmişlerdir. Ama bir dersten değişik nedenlerle yeterli eğitim almamış bir öğrencinin dershanede eksik bilgilerini gidermesi bir tamamlama sayılabilir ama başta belirttiğimim gibi dershanenin kuruluş amacı okulu tamamlamak değildir. Milli Eğitimimiz için dersanelerin yeri ve anlamı nedir? Dersaneler okulları tamamlıyor mu? Hükümetin dersaneleri kaldırmak/dönüştürmek istemesinin ardındaki esas sebep sizce nedir? Bu bir siyasi çekişme mi ya da eğitimin araçsallaştırılması mı? Dersanelerin kapatılmasında dar gelirliler olumsuz mu etkilenir? Eğitim sistemimizde ihtiyaçtan dolayı dershaneler doğmuştur. Yüzbinlerce öğrencinin sınava girip sadece bir kısmının kazanma ihtimalinin bulunduğu bir eleme sisteminde, veliler öğrencileri için ek eğitim aldırma ihtiyacı duymuşlardır. Bu da dershaneleri doğurmuştur. Okullardaki eğitim kalitesinin düşük olması da dershanelere olan ilgiyi artırmıştır. Öğretmensizlik nedeniyle boş geçen dersler veya derslere branş dışından öğretmenler girmesi eğitim kalitesini düşürmüştür. Bu durumda veliler dershanelere yönelmiştir. Dershanelerin okulları tamamladığı söylenemez. Çünkü tamamlama okulda yarım kalmış Dershaneler orta ve düşük gelirli ailelerin öğrencilerini gönderdiği kurumlardır. Bu da onlara maddi açıdan önemli bir yük getirmektedir. Dershaneleri kapatmaya yönelik çalışmanın temelinde vatandaşı bu ekonomik yükten kurtarma amacı olduğunu düşünüyorum. Çünkü mevcut hükûmetin en çok oy aldığı kesim bu sınıftır. Burada siyasi bir çekişme olduğunu düşünmüyorum. Zaten Milli Eğitim Bakanlığının stratejik palanında dershanelerin okula dönüştürülmesine yönelik bir hedef yer alıyordu. Bu hedef yeni konulmuş bir hedef değildir. Sayın Başbakanımızın “okulların işlerini hakkıyla yapması halinde dershanelere ihtiyaç olmayacağı” düşüncesi doğrudur. Dershane yerine özel okulların çoğalmasına yönelik teşvikler de vereceklerini açıkladılar. Bütün bunlar siyasi bir mesele olmadığını, sadece eğitimin okullarda yapılmasını sağlamaya yönelik iyi niyetli çalışmalar olduğunu gösteriyor. Dershanelerin kapatılmasından dar gelirliler olumlu etkilenir. Zaten başbakanının açıklamasından sonra dershanelere yeni kayıtlar azaldı. Bazı dershaneler kapanmak zorunda bile kaldı. Dar gelirli aileler çocuklarını dershaneye kaydettirmediler. Bu sınıfın özel ders adırma şansı zaten hiç yok. Dershaneler kapatılırsa orta gelirli sınıf olumsuz etkilenebilir. Çünkü bunlar daha büyük zahmetlere girip çocuklarına özel ders aldırma yoluna gidebilirler. 28 Şubat sürecinde “isterlerse yurt dışındaki okullarımızı devlete devredebiliriz” diyen Cemaat aynı yumuşak davranışı neden dersaneler konusunda göstermiyor? Hizmet için dershaneler, hem faaliyetlere kaynak oluşturma hem de okula göre çok daha geniş kitlelere ulaşma açısından önemli yerler. Dershanelerin kapatılması, hizmetin hayat damarlarından birisinin kesilmesi demektir. Cemaatin devlete karşı bir duruş veya direniş tavrı taşımadığını sadece bu hizmette aksama olacağı düşüncesiyle dershanelerin kapatılmasının hemen kabul edilemediğini düşünüyorum. Bu çekişmenin neticesi ne olur? Burada bir çekişmeden söz etmek doğru olmaz. Ülkemizdeki bütün dershaneler cemaate ait değildir. Cemaatin dışında kurumsallaşmış binlerce dershane vardır. Devlet olaya bütün olarak bakmak zorundadır. Ortada onbinlerce çalışanı, milyonlarca müşterisi olan bir sektör vardır. Devlet sektöre ilişkin karar verirken bu karardan etkilenecekleri de en ince ayrıntısıyla hesap eder ve ülkemiz için en doğru olana karar verir. Benim öngörüm Bakanlığın yumuşak bir geçiş süreci oluşturarak ve teşvikler vererek dershanelerin okullaşmasını sağlayacağıdır. Meseleye eğitim zaviyesinden bakan biri olarak bu konu hakkındaki öneriniz nedir? Gerekli çalışmalar yapılmadan yasa zoruyla dershaneler kapatılırsa, bunun yararı olmaz. Dershaneler birkaç hafta içinde adlarını değiştirir “Etüt Merkezi” koyarlar ve çalışmalarına bu şekilde devam ederler. Etütler kapatılırsa “özel ders merkezi” olurlar. Sorunun çözümü bellidir. Ülkedeki bütün ortaokul, lise ve üniversitelerin standartları aynı düzeye getirilirse o zaman okulların dışında ne özel derse ne de dershaneye ihtiyaç doğar. Ancak bu yapılmadan dershaneler kapatılırsa veli ek eğitim için mutlaka başka yollar arayacaktır. Liseden mezun olan öğrenci kadar üniversitelerde kontenjan oluşturarak bu sorunun çözüleceğini düşünenler var. Bu düşünce yanlış çünkü Üniversiteler arasında nitelik farkı nedeniyle yine iyi üniversitelere girme yarışı devam edecektir. Bu da ek eğitim arayışını devam ettirecektir. Benim önerilerim, dershanelerin özel okula dönüşebilmesi için standartlar yönergesinde değişiklik yapılarak dönüşümün kolaylaştırılması, dönüşümün 3-5 yıl arasında bir sürece yayılması, özel okullara devam edecek öğrencilere devlet desteği sağlanmasına ilişkin söylemlerin icraata dönüştürülmesi. Mesela dersanlere diploma verme hakkı tanınsa da çocuklarımız iki okulu birden okuma zahmetine katlanmasa... DOĞAN CEYLAN KİMDİR? Müfettişler Derneği Başkanıyım. 1989 Uludağ Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği, 1996 İnönü Üiversitesi Eğitim Yöneticiliği ve Deneticiliği bölümleri mezunuyum. 2003 yılında Cumhuriyet Üniversitesinde Yönetim ve Çalışma Psikolojisi alanında yüksek lisans yaptım. Malatya’da öğremenlik, Ağrı, Sivas, Kayseri ve İstanbul illerinde ilköğretim müfettişliği (Eğitim Müfettişliği) yaptım. Halen Ankara’da eğitim müfettişi (il eğitim denetmeni) olarak görev yapıyorum. Dershane adı altında diploma verilmesi doğru olmaz ancak okula dönüştürülürse olabilir. Dershanelerden şartları uyanlar zaten okula dönüştürülecektir ancak büyük çoğunluğu okul şartlarını taşımamaktadır. Yukarıda izah ettiğim gibi standartlarda değişiklik yapılarak bu sayı artırılabilir. Ayrıca sürece yayılarak okullaşma sağlanabilir. 27 DERSHANELER ÖĞRETMENLERİ DE YORAR VE ACITIR FATMA SARAÇOĞLU Öğrenci / B. Ü. İ. M. Öğretmenliği Bölümü 4. Sınıf Dershaneler özellikle son yirmi yılda eğitim sisteminde özellikle aileler için önemli bir yer aldı. Öyle ki çocuğunu dershaneye göndermek annelik babalık görevlerinden biri olarak sayılmaya başlandı. 28 Dershanelerin kaldırılma ihtimalini duymak yıllar önce bir çocuğu hiç olmadığı kadar mutlu edebilirdi, ona koskocaman bir umut verilmiş olunurdu çünkü. Beşinci sınıfı okuyan ve hayatın ağırlığını çantasında fazladan taşıdığı dershane kitaplarında hisseden bir çocuk hafta içi üç gün okuldan sonra dershaneye giderdi. Hafta sonu da gidebilirdi ancak hafta sonu bari (!) ona kalsın istediğinden hafta içi gitmeyi tercih etmişti. Etmişti lakin hafta içi dershane kâbusu her anına çöküyordu. Ailesinin bir şeylerden kısıp para ödeyerek gönderdiği dershane, kimseye belli etmemeye çalışırken onun mutsuzluk sebebiydi. Yine bir gün dershanede matematik dersinde mutsuzluğun doruklara ulaştığı bir vakitte gözyaşlarını daha fazla engelleyemeyen çocuk silgisini yanlışlıkla yere düşürür gibi yapıp sıranın altına eğildi ve orda ağladı. Dershaneler özellikle son yirmi yılda eğitim sisteminde ve özellikle aileler için önemli bir yer aldı. Öyle ki çocuğunu dershaneye göndermek annelik babalık görevlerinden biri olarak sayılmaya başlandı. Hele ki para konusunda sıkıntı çektiği halde çocuğunu dershaneye gönderen anne ve baba, çocuğunun başarısı için her şeyi yaptığına, eğer çocuk başarısız oluyorsa bunun tek sebebinin çocuğun kendisi olduğuna inanmaya başladı. Bir zamanlar her dershane ayrı ayrı kontenjan sınavı yapar, kimisi ilk ona kimisi ilk beşe ücretsiz dershaneye gitme hakkı verirdi ve ilk yüze kadar indirimler azalarak devam ederdi. Sınav sonuçlarını açıklamak için ise ailelere davetiye gönderirler, davetiyede de çocuklarının indirim kazandığını yazarlardı. Biraz sevinç biraz gurur karışımıyla davete icabet eden aileler için % 10’luk indirimi gördükle- rinde yüzlerindeki ifadeyi tahmin edebiliyor musunuz? Hele ki eve geldiklerinde filanca arkadaşının ücretsiz kazandığını yüzlerindeki buruk ifadeyle anlattıktan sonra çocuğun durumunu varın siz düşünün! Şimdi ise ortak bir sınavla değerlendiriliyor öğrenciler dershanelere girerken. Sıkıntı bitti mi, devam mı ediyor? Dershaneler en çok çocukları yorar, en çok onları acıtır demek istediğim. Dershaneler gerekli mi peki? Uzmanlar bu konuda birçok şey söylüyorlar, özellikle Başbakan iki yıl içerisinde dershanelerin kapatılacağını açıkladıktan sonra. Sistemin içinde çok güçlü bir şekilde tutunmuş dershaneler nasıl okullara dönüştürülecek ve kapatıldıkları zaman insanlar onların eksikliğini hissedecek mi? Dershaneler sistemdeki hangi boşluğu dolduruyor da eksiklikleri hissedilecek? Eğitimle ilgili bir işlevinden söz edebilir miyiz bir dershanenin? Sadece öğrencileri elemeye yönelik sınavlara hazırlamak için verilen bir öğretimden bahsedebiliriz hâlbuki. Lakin bu sınavlar öğrencilerin eğitim hayatını belirleyen en önemli kıstaslar olduğu için ve dershanelerde doğrudan bu amaca yönelik hizmet verdiğine göre elbette ki dershanelerin eksikliği hissedilecek, tıpkı onlara ihtiyaç duyulduğu gibi. Aslında mesele okulların öğrenciye yetersiz gelmesi meselesinden çok ötede. Çünkü okulların görevi öğrenciyi çeşitli sınavlara hazırlamak değil. Aksine iç huzuruna kavuşmuş mutlu bireyler ve en nihayetinde iyi bir toplum oluşturmayı hedefliyor eğitim sistemimiz her ne kadar öğrencileri eleme sınavlarıyla mutsuzlaştırıp kendi hedefiyle direkt çelişse de! Ülkemizde birçok dershane ve bu dershanelerde çalışan çok fazla öğretmen var. Kendileri devlet okullarındaki öğretmenlere kıyasla daha fazla çalışır, daha az hakka sahip olabilirler. Maaşları kendi içlerinde hayli değişiklik gösterebilir, tabiri caizse öğretmenden çok işçi muamelesi görebilirler. Çoğunun genç yaşta olmasını da hem devlet kadrosuna yerleşememelerine hem de yapılacak işin çok enerji gerektirmesine bağlıyorum. Ailelerin kendilerinden büyük beklentileri vardır; çocuklarını tek bir düğmeye basar gibi başarılı yapmalarını isteyebilirler. Öğrenciler ise öğretmene para ödediklerini hatırlayıp bu yüzden istedikleri gibi davranma hakları olduğunu düşünebilirler. Dershaneler öğretmenleri de yorar ve acıtır demek istediğim. Bana göre işin en acı tarafı ise KPSS’ye girecek öğretmenler ve öğretmen adayları için dershanelerin hizmet vermesi. Eğitim sistemimizin ulaştığı utanç verici durum! Neresinden bakarsan bak tuttuğun elinde kalır. Eğitim fakültesini bitiren bir öğretmene, devlet kendi kadrosunda yer veremiyor ve onu çoktan seçmeli bir sınava tabi tutuyor. Öyle ki “iyi öğretmen” (!) KPSS de iyi puan alan öğretmen. Üstelik bazı bölümler için istersen derece yap yine de yerleşemezsin çünkü senin bölümünden alım yapılmayacaktır. Nitekim geçmiş yıllarda KPSS’de birinci olan bir fizik öğretmeni alım olmadığı için ilk seferde yerleşemedi. Lakin sınava hazırlanmak için gittiği dershane onun sayesinde hayli reklam yaptı. Ne yapsın insanlar, sen zorluklarla dört beş yılda fakülteni bitir sonra mesleğini yapama, herkes gözünün içine baksın, tabi ki gidebiliyorsa bir dershaneye gidip o sınavı geçebilmek için çalışacak. KPSS üzerine uzmanlaşmış (!) dershane öğretmenlerinden, öğretmen olabilmek için ders alacaklar. Bugün dershaneler sınav merkezli eğitim sistemimizin merkezinde yoluna devam ediyor. Özel okullara giden çocuklar dâhil olmak üzere birçok öğrencinin yolu dershanelerden mutlaka geçiyor. Dershaneler tarihe karışırsa eğitim sistemine nasıl bir etki yapacak bunu gerçekleşirse göreceğiz. Fakat naçizane düşüncem çoktan seçmeli eleme sınavlarıyla öğrenci yerleştirmeye devam edilirse gözlerimiz dershane aramayı sürdürecektir. Aslında mesele okulların öğrenciye yetersiz gelmesi meselesinden çok ötede. Çünkü okulların görevi öğrenciyi çeşitli sınavlara hazırlamak değil. Aksine iç huzuruna kavuşmuş mutlu bireyler ve en nihayetinde iyi bir toplum oluşturmayı hedefliyor. Eğitimim sistemimiz her ne kadar öğrencileri eleme sınavlarıyla mutsuzlaştırıp kendi hedefiyle direkt çelişse de. 29 EĞİTİM VE ÖĞRETİM NASIL ÖZELLEŞİR? ÖZGÜR GİRGİN Bilişim Teknolojileri Öğretmeni / Balıkesir Önceliği cebini doldurmak veya devlet memuru olmanın verdiği rahatlıkla gevşemiş kadrolarla hayalîmizdeki toplumu inşâ edemeyeceğimiz açıktır. 30 Dershaneler hakkında yıllardır yapılan tartışmalar gösteriyor ki doğru olmayan, yolunda gitmeyen bir şeyler var. Tartışmanın tarafları doğal olarak kendi çıkarları açısından durum değerlendirmesi yapıyorlar ve her çıkar çatışmasında olduğu gibi söz hakkı verilmeyen çoğunluklar mağdur oluyor. Bu noktada mağdur zümre olarak potansiyellerini keşfetme zemini bulamamış öğrencileri ve velilerini görüyorum. Öğrencinin potansiyelini keşfetmesi eğitimde ilk basamak olmalıdır. Eğitimli insan, kalbî ve aklî aydınlanmasına paralel olarak en yakınındaki insandan en uzağındakine kadar maşerî bir şuur oluşturmayı dert edinebilmelidir. Ancak bu şekilde insanlık görevini yerine getirmiş ve aldığı eğitimin hakkını vermiş olur. “Şuurlu bir toplum inşa edebilecek eğitim kurumu ve kadrosu nasıl olmalıdır?” sorusunu doğru cevaplamalıyız. Bu soruya dirayetli bir cevabın verilemeyişi öğrenci ve velileri “dershane - okul - sınav sistemi” dişlileri arasında âdeta öğütmektedir. Öğrencilerin uygulamalı olarak öğrenebilecekleri ortamı hazırlayabilen, e-içerik üretebilen ve yaşam boyu öğrenen bir kadro olmadan hiçbir eğitim kurumu başarılı olamaz. Bugün de karşımızdaki tablo budur; önceliği cebini doldurmak veya devlet memuru olmanın verdiği rahatlıkla gevşemiş kadrolarla hayalîmizdeki toplumu inşâ ede- meyeceğimiz açıktır. Kendi kendini yönetebilen, bilgiyi üreten ve paylaşan, öğrenme ve öğretmeyi zamana ve mekâna bağlı olmadan sürdüren, kendi potansiyellerini harekete geçirebileceği platformları tespit edebilen öğretmen ve öğrenciler istiyorsak, öncelikle yönetici kadrolara karakter sahibi, dirayetli insanları getirebilmeliyiz. Aynı zamanda, bu bakış açısını toplumun tüm alanlarında hayata geçirilebilmeliyiz. Örneğin, evlâdımızı yetiştirirken ahlâkının güzelliği birinci önceliğimiz olmalı. Ne yazık ki manevî kaygıları olan anne babalarının bile bu rüzgarlardan kendilerini de yakınlarını da koruyamadıklarına şahit oluyoruz. Etrafımızda görev dağılımı yaparken işe sağlam karakterlilerden başlamalıyız. Ne yazık ki bu noktada da çoğu zaman kendi konumumuzu güçlendirecek isimlere görev veriyoruz. Uzun lafın kısası, öğretmen olarak yukarıda vurgulanan noktaları kendi hayatımızda uygulayıp meyvesini bu dünyada yemeyi beklemeden elimizden geleni yapmaktan başka çaremiz yok. Bu çabalarımız sonucunda er ya da geç muhtaç olduğumuz kadrolar yetişecektir. Tuzun koktuğu bu dönemlerde bilinen gerçekleri tekrar ederek zihinleri uyuşturmaktansa uzun vadede sonuç verecek fedâkârlık ve zaman isteyen bir reçete dile getirdiğim için canınızı sıktıysam özür dilerim ancak vâkâ bu. Yukarıda yazılanlar biraz daha iyimser ve parlak cümlelerle şöyle de ifade edilebilir: Devletler, yapıları ve üstlendikleri roller gereği içinde bulunduğumuz hız ve bilgi çağında karşılaşılan sorunları tespit etme ve çözüm üretmede yavaş kalmaktadır. Devlet, toplumun bilge ve olgun yüzü olmalıdır ve hızlı hareket etmesi doğasına aykırıdır. Eğitim-öğretim ise yaşanmakta olan çağa değil, yaşanacak çağa göre biçimlendirilmelidir ki bunun için hamle yapan ve gerektiğinde risk almaktan çekinmeyen “hızlıca sonuca götürecek çözümler” üretebilen çekirdek kadrolara ihtiyaç vardır. İşte bu çekirdek kadrolar, bilge bir devletin emrinde ve etki sahasındaki görevleri gerçekleştirebilecek geniş imkânlarla desteklenmelidir ki sorunları ortaya çıkma aşamasında çözebilsin. Yoksa bir sorun kronikleştikten sonra çözüm üretmek çoğu zaman imkânsızdır. Sonuç olarak bilge yaşam koçları rehberliğinde ve en kısa sürede tüm gücümüzle yukarıda işaret edilen çekirdek kadroları yetiştirmeli ve bu kadrolar üzerinden yarı özel eğitim ve öğretim kurumlarının yaygınlaşmasını sağlamalıyız. Potansiyel olarak bu çekirdek kadroların toplumumuzun içinde saklı olduğundan şüphem yok ancak bu kadroları organize edecek liderler nerededir onu bilemiyorum. Her şeye rağmen evlâdımızı yetiştirirken “Benim evlâdım böyle bir vizyona sahip olmalı!” hassasiyetine sahip isek bu insanların sayısı inşallah artacaktır. Devlet, toplumun bilge ve olgun yüzü olmalıdır ve hızlı hareket etmesi doğasına aykırıdır. Eğitim-öğretim ise yaşanmakta olan çağa değil, yaşanacak çağa göre biçimlendirilmelidir ki bunun için hamle yapan ve gerektiğinde risk almaktan çekinmeyen “hızlıca sonuca götürecek çözümler” üretebilen çekirdek kadrolara ihtiyaç vardır. 31 EĞİTME, ÖĞRET VE NİHAYET KEVSER YENEL DKAB Öğretmeni / Adana Öğrenciler, havuz problemlerinde boğulup, yol problemleriyle çıkmaza giriyor, kendilerinden bahsettikleri cümlelerde “subject” olamıyor, hayata kuşbakışı bakamıyor, kimyalarını kaybetmiş, fiziki gerçekliklerden soyutlanmış vaziyette yaşıyor, bedenlerinde mahpus ruhla müzikte kendilerini özgür bırakmaya çalışıyorlar. 32 Öğretmenlikte yeni olmama rağmen, her yıl farklı geçiyor ve ben her geçen yılı “İşte yine koca bir yıl bitti” şeklinde özetliyorum. Bu sene çok hareketli geçti. İstenmedik öğrenci davranışlarının ayyûka çıktığı bir seneydi. Ders esnasında hakimiyeti sağladım derken ansızın hareketlenmeyle duvardan duvara bir çarpışma meydana geliveriyordu veya yerinden kalkıp aniden “Beni yok yaz!” deyip çıkıp gidiveriyordu kimi de. yorlar. Eğitilmemiş, oturmamış bir kişilikle eksik kalan bir nesil, ne kadar yüksek mevkilerde olursa olsun, ahlâki birçok unsurdan geride kaldıkları için, kul hakkı, yetim hakkı, emek, sevgi, merhamet, saygı, vefa gibi erdemli insan “puzzle”ındaki parçaları tek tek yitiriyor. Profil olarak pasif gibi göründüm sanırım, ama öyle değil. Onların hayatlarında etkili olabiliyor, yeri geliyor kavgaya karışıp yüzüne yumruk yiyenlerden biri de oluveriyordum. Bir okul müdürü her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere bu mektubu gönderirmiş: Bütün bunlar geçip gitmiş gibi görünse de çokları için, bende derin izler bıraktı. Yetiştirme yurtlarında yetişenler, parçalanmış ailelerin un ufak olmuş çocukları, yarış sistemi yüzünden ağzından burnundan soluyanlar, kendini gerçekleştiren kehanetin müşterileri, kaçanlar, uçanlar ve daha nicesi anılar yumağıma başkalarını ekleyerek gittiler ama ben yine dolaşık vaziyette kıvranıyorum. Ya sonra? Panoları parçalayanlar, sigara içenler, kasaturayla gezenler, tehditkâr bakışlarla öğretmenlerini süzenler ne olacak? Doğruyu bulacaklar mı? Suçlu kim? Peki bu çocuklar hangi dönemeçte savruldular? Bu sorular yazılı sorularımdan daha zor. Çünkü hazırlayanı bile cevapsız bırakıyor. Nasıl bir sancı bu Allahım, binlercesini doğuracakmış gibi çırpınan yüreğimle diyorum ki “Öğretime 1 yıl ara!” Biliyorum çok zor, ama çok lazım. Öğrenciler, havuz problemlerinde boğulup, yol problemleriyle çıkmaza giriyor, kendilerinden bahsettikleri cümlelerde “subject” olamıyor, hayata kuşbakışı bakamıyor, kimyalarını kaybetmiş, fiziki gerçekliklerden soyutlanmış vaziyette yaşıyor, bedenlerinde mahpus ruhla müzikte kendilerini özgür bırakmaya çalışı- Konuya destek olması açısından belki de sizin de bildiğiniz bir olaydan örnek vermek istiyorum. “Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü. İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum. Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin insan olması için çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.” Eğitim, hayatın can damarı. İçinde akan kan ne kadar çok olursa olsun en ufak bir darbede izler, kesikte patlama olacak, kan akacak, akacak ve pamuk yüreklilik de bunu bastırmaya yetmeyecek. Yurda yarar bir insan edebilmenin yolunun, edebi bilmekten geçtiğini unutmamalı, utanınca yanakları pembeleşen, kendini dürüstçe ifade eden, hayasını, ziyasını kaybetmeyen, aşkı meşkle karıştırmayan, “merhamet”li bir nesil için, hepsinin ahlâktan çok sayıda netinin olması gerekiyor. Yoksa bu yanlışlar bir geleceği götürecek. Her zaman sevgiyle. VELİ ZİYARETİ YASİR İHTİYAR Marmara Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği / İstanbul Etkinliği gerçekleştirirken belki de en önemli referans noktalarımızdan biri “Sıla-i Rahim” di. Yani “Yakın Akrabayı Ziyaret”. Daha önce Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten örnek uygulamalarımızın olması gerektiğini ifade etmiştim. Bu etkinliği o kapsamda örnek uygulama olarak ta değerlendirebilirsiniz. Eğitimde başarıdan bahsedilirken kullanılan en önemli benzetme “sacayağı” kavramıdır. Eminim sizlerde “Eğitim de başarı için üçlü bir sacayağı vardır. Bunlar öğretmen, öğrenci ve velidir.” tarzında cümleleri çok sık duymuşsunuzdur. Bu yazıda sizlerle eğitimdeki başarı için bu sayılan üçlüyü içine alan bir etkinliğimizden bahsetmek istiyorum. Öncelikle bizler tarafından “Veli Ziyaretleri” olarak planlanan ve isimlendirilen etkinliğimizin öğrenciler tarafından “Ev Gezmesi”, öğrencilerimizin bizimle birlikte ziyarete gelemediği için evde kalan küçük kardeşleri tarafından ise ziyaretlerimizde genelde zeytinyağlı sarma ikram edildiği için “Yaprak / Sarma Yeme” olarak isimlendirildiğini belirterek başlayalım… İsim farklı olsa da sonuçta yaptığımız etkinlik aynı. Etkinliği gerçekleştirirken belki de en önemli referans noktalarımızdan biri “Sıla-i Rahim” di. Yani “Yakın Akrabayı Ziyaret”. Daha önce burada rehberlikle ilgili yer alan iki yazıda (1, 2) Kur’an-ı Kerim ve Sünnetten örnek uygulamalarımızın olması gerektiğini ifade etmiştim. Bu etkinliği o kapsamda örnek uygulama olarak da değerlendirebilirsiniz. Aslında bu etkinliğin çok farklı biçimlerde uygulandığını sizler de görmüşsünüzdür. Bizim sınıf içi bir etkinlik ve rehberlik faaliyeti olarak planladığımız bu etkinliği, ilköğretim ikinci kademe olarak düşünürseniz üç aşamaya ayırdık. Altıncı sınıfta etkinliğin birinci aşaması “Tanışma”, yedinci sınıfta ikinci aşama olan “Kaynaşma” sekizinci sınıfta üçüncü ve son aşama olarak “Vedalaşma (Helalleşme)” düşüncesiyle ziyaretlerimiz gerçekleştirmeyi planladık. Veli ziyaretlerinin birinci aşamasında öğrenci beş sene süren ilköğretim birinci kademeden mezun olup yeni bir öğretmene kavuştuğu için hem öğrenci hem de veliyi tanıma açısından tanı(ş)ma düşüncesi vardı. İkinci aşamada artık veli ve öğrenci tanındığı için gelişme bölümü olarak düşünüldü. Son aşamayı da ziyaretleri sonlandırma ve vedalaşıp helallik isteme olarak düşündük. Ve şu ana kadar ilk iki aşamayı Allah’a şükürler olsun kazasız belasız tamamladık. Ayrıca bizim için son derece önemli bir husus olan katılımcılar konusuna da dikkat ettik. Veli ziyaretlerine giderken sınıf olarak ve idareci bazında değil grup bazında ve öğretmenler olarak gittik. Yaklaşık otuz öğrencinin olduğu sınıfı beş gruba ayırıp sırasıyla her hafta iki gruptan dört öğrenciyi ziyaret ettik. Ziyaret giderken de resmi bir hava olmasın diye idareciden ziyade öğretmen ve grup arkadaşlarını tercih ettik. Veli Ziyaretlerinin birinci aşamasını geçen sene tamamladıktan sonra bu sene öğrencilerle beraber etkinliği değerlendirdiğimizde bir çok eksiğimizin olduğunu gördük. Mesela ziyaretlere elimiz boş gitmiştik. Aileyle beraber bir fotoğrafımız yoktu. Bir konu üzerinde sohbet etmemiştik. Ziyaret sonrasında değerlendirme yapmamıştık vs. Her işin bir ilk acemiliği olur derler. Biz de ilk aşamada bu acemiliği yaşadık. Ama bu sene ikinci aşamada geçen seneki bir çok eksiği giderdiğimize inanıyorum. • Öncelikle ziyaretlere elimizde hediye (çikolata) ile gittik. • Hep beraber fotoğraf çektirdik. (Bunları hem basılı olarak öğrencilere dağıtmada hem de müzik eşliğinde video klip hazırlamada kullandık.) • Veli Ziyaretlerimizi haberleştirdik. (Başlangıcını ve bitişini iki kez haber yaptık.) • Ziyaret edilen aileyle hep beraber bir konu zerinde sohbet ettik. • Ertesi gün grup öğrencileriyle ziyareti sözel olarak değerlendirdik. • Ziyaretler tamamlanınca anket yaptık. Sonuç olarak söyleyelim ki; 1997 yılı yapımı Paul Rudnick’in yazdığı Frank Oz’un yönettiği “In & Out (Vücut Dili)” (http://www.imdb. com/title/tt0119360/) filminde başrol oyuncusu Kevin Kline’nın canlandırdığı karakterin çok güzel bir duası vardı: “Allah’ım beni iyiye,daha iyiye, en iyiye ulaştır.” Buyurun Kevin’ın duasına amin demeye… 33 ‘KONU EKSİĞİ’ ÜZERİNE V. METİN BAYRAK Felsefe Öğtretmeni / İstanbul “Eksik”, tamlığı kategorik olarak gerektiren bir kavram; bir yerde eksiklikten söz edildiğinde zihinde apriori olarak tamlık kavramı da vardır. O halde nedir bu tam ve tamlık? Neyin tamlığı? Nerede tamlık? Nede tamlık? 34 Grekçe filozof anlamına gelen “philosopher”, bilgeliği seven, bilgeliği arayan anlamına gelir. İnsan asla bilge değil, olsa olsa onu arayan olabilir. Çünkü insan, günahkâr bir varlıktır. Maria Magdelena’nın taşlanarak recm cezasına çarptırılacağı esnada İsa gelir ve “ilk taşı aranızdaki günahkâr atsın” der. Haliyle, orada toplanmış hiç bir insan eline taşı alamaz: Şairin dediği gibi “Hiçbirimiz masum değiliz.” Tamlık? Nede tamlık? İnsan olarak tamlık nedir? Biz, biyolojik bir varlık olarak tamız; ahlaksal, toplumsal bir özne olarak “tam” değiliz. Çünkü Herakleitos üstadın çok yalın dile getirdiği gibi “Hiç bir şey bitmiş değildir, her şey olmaktadır; var olan her şey oluş halindedir; bu nedenle de tamlıktan söz edilemez.” Tam olmak olarak bakıldığında insana o, hep yarım, eksik görecektir kendini; ortaya eksik, olmamış, kendine yabancı, kendiyle barışık olmayan, eksik olma halini yaşayan biri olarak nefes alarak kendini değersiz algılama eğiliminde olacaktır. Öğrencilerin, velilerin ve kuşkusuz öğretmenlerin artık diline pelesenk olmuş bir kavramı burada felsefeleştirerek tartışma konusu yapmayı amaçlayan bu mütevazı yazının konusu, “konu eksiği” kavramıdır. “Eksik”, tamlığı ka- tegorik olarak gerektiren bir kavram; bir yerde eksiklikten söz edildiğinde zihinde apriori olarak tamlık kavramı da vardır. O halde nedir bu tam ve tamlık? Neyin tamlığı? Nerede tamlık? Nede tamlık? Bu soruları çoğaltmak olanaklı ama burada “konu eksiği” kavramı ile ne kast edildiği kısaca şu şekilde dile getirebilir: Öğrenciler, herhangi bir konuyu tam öğrenemedilerse o konuyla ilgili eksik olduklarını ve/ veya öğretmenleri ve/veya velileri, öğrencinin o konudaki ‘yetersiz başarı’sını gerekçelendirmek, açıklamak amacıyla öğrencinin o konudan eksik olduğunu dile getirmek amacıyla “konu eksiği” kavramını kullanmaktalar. Bir öğrencinin, herhangi bir konuda yüzde yüz başarı gösterememesinin açıklaması olarak konu eksiğini gösteren bir bakış açısının dayandığı iki varsayım / hipotez olabilir; bunlar: “Herkes her şeyi aynı oranda öğrenebilir.” “Herkes, her konuyu tam olarak öğrenebilir.” “Konu eksiği” kavramını kullananlar, farkında olarak ya da olmayarak düşüncelerini, yukarıda anılan iki hipoteze dayandırmaktalar; bu iki hipoteze doğruluk ve her durumda geçerlilik atfederek akıl yürütmekteler. Bu yazının konusu, konu eksiği kavramını ele alarak bu kavramı kullananların düşünmelerine kaynaklık eden ya da düşüncelerinin temelinde olan ilkelere, hipotezlere bakmak; bunların mutlak olup olmadıklarının kritiğini yapmak. Descartes, o meşhur Yöntem Üzerine Konuşma (la discurs de la methot) adlı kitabında: “Dünyada en adilane dağıtılan sağduyudur; çünkü herkes, ondan yeterince nasiplendiğini düşünür.” demiştir. Şimdi, sokakta dolaşıp sıradan bir insan gibi, sıradan bir insana gidip bu iki hipotez hakkındaki düşünceleri sorulduğunda size güleceklerini görürsünüz. Oysa “konu eksiği” kavramını kullananların, düşüncelerinin dayandığı hipotezlerin ayırdında olmaksızın bu kavramı kullandıklarına tanık oluruz. Burada sorun, konu eksiği kavramını kullanmakta değil elbette; sorun, velilerin ve öğretmenlerin öğrencilerini bu ilkelere göre algılamaları ve öğrencileri bu ‘ölçü’ye göre tartmaları. Haliyle öğrenci de henüz kişilik yaşı ve benlik bilinci yeterince gelişmediğinden, algılandıkları gibi kendilerini algılamak eğiliminde olduklarından ortaya kendini eksik, yetersiz hisseden öğrenciler / özneler çıkmakta. Kendini her konuda eksik hisseden insanların olduğu bir Türkiye yaratmaktayız. Her özne eksiktir, buradaki eksiklik tamlık olanaklı iken duyulan eksikliktir; değilse, eskilerin tabirleriyle, “Dört dörtlük insan yoktur.”, “Beşerdir şaşar.” deyimlerindeki “insan” kavramı ile aynı değildir. Bu bakışın altında başka bir insan imgesi yatmaktadır; yeni bir insan üretiyoruz ve bu insan tarihsel, antropolojik köklerinden kürtaj edilerek üretilen bir insan. Bu mütevazı yazının dikkat çekmeyi amaçladığı nokta, bir bakıma üretilen yeni insan imgesine işaret etmektir de. Descartes, o meşhur Yöntem Üzerine Konuşma (la discurs de la methot) adlı kitabında: “Dünyada en adilane dağıtılan sağduyudur; çünkü herkes, ondan yeterince nasiplendiğini düşünür.” demiştir. Şimdi, sokakta dolaşıp sıradan bir insan gibi sıradan bir insana gidip bu iki hipotez hakkındaki düşünceleri sorulduğunda size güleceklerini görürsünüz. 35 ARAŞTIRMA VE ÖĞRETMEN YRD. DOÇ. DR. İZZET DÖŞ Sütçü İmam Üniversitesi / Kahramanmaraş “Öğretmenlik” özellikle öğretmenlerin ruh sağlığının olumsuz yönde etkilenebilmesi açısından riskli bir meslektir. Her gün saatlerce kalabalık bir öğrenci grubuyla beraber olmak, yapılacak her faaliyeti ayrıntısıyla planlamak, bu faaliyetin gerçekleşmesini sağlamak, sınıftaki her şeyden her an haberdar olmak kolay değildir. 36 Öğretmen, çocuklarımızı emanet ettiğimiz eğitici, rehber ve örnek kişidir. Daha ruh dünyaları yeni oluşmaya başlayan öğrencilerin karakterlerini inşa eden bir mühendis, ahlaklarını dantela gibi işleyen bir muallim, hayatı öğreten bir usta gibidir. Öğretmenler eğitim kurumlarının lokomotifidirler. Onlar eğitim işgörenleri olarak toplumun kalkınmasında ve muasırlaşmasında yükün büyük bir kısmını yüklenen yürekli insanlardır. Öğretmenin yaklaşımları, tutumları, başarısı, yeterliği, liderliği öğrenciler üzerinde olumlu veya olumsuz etkiler oluşturabilmektedir (Ekinci ve Burgaz, 2009). Öğretmen davranışları, öğrenci motivasyonunda (Güzel, Özdöl ve Oral, 2010), öğrenci başarısında (Döş, 2011; Olcay ve Döş, 2009), öğrenci gözetim ve kontrolünde (Turan ve Altuğ, 2008) ve rehberliğinde (Nazlı, 2008; Kesici, 2007; Quinn, Haggard ve Ford, 2006) etkindir. Hem yönetici hem de öğretmenin ortak amacı, öğrencinin performansının geliştirilmesine rehberlik ederek öğrencilerin ve okulun başarısını artırmaktır (Çelik, 200:41). Öğretmenin rol-model olması ve yeterlikleri, öğrencilerin başarısında ve onların olumlu davranış kazanmasında önemli bir etkendir (Mortimore, 1993; Reynolds, 1995). Öğretmen her öğrencinin öğrenebileceğini kabul etmeli ve onlardan yüksek beklenti içerisinde olmalıdır. Bu tutum öğretmenin öğrenciye yaklaşımını ve davranışlarını etkileyecektir. İfade edilen bu nitelikler toplum ve çocuk için öğretmenin değerini ortaya koymaktadır. Ama bu nitelikleri devam ettirmek kendini geliştirme ve yenilenme ile olacaktır. Toplum devamlı değişim halindedir. Toplumsal değerler değişim özelliği gösterebilir ve diğer toplum üyeleri gibi öğretmenler de bu değişimin farkında olmayabilirler. Eğer değişim, düzenliyse sanki toplum durağanlığını sürdürüyor izlenimi edinilebilir. Dolayısıyla daha önceki nesillerin değer yargıları, günümüz çocukları için geçerli olmayabilir ve bu değişim öğretmenler tarafından kolaylıkla fark edilemeyebilir (Akyıldız, 1992). Değişimi fark etmenin yolu okumak, gözlemlemek ve araştırma yapmaktan geçmektedir. Yenilenme, kendini geliştirme, çağa ayak uydurma, bilgiyi artırma, yeni nesillere uyum sağlama, teknolojik gelişimleri anlama gibi olguların tümü ancak öğrenme, kendini yenileme ve dolayısıyla araştırma yapma ile gerçekleşebilir. Öğrenmenin en önemli yollarından biri de araştırma yapmaktır. Günümüz eğitim çalışanlarının uzmanlık alanlarına ilişkin yeterince araştırma yaptıkları pek söylenememektedir. Bunun bazı gerekçeleri olabilir. Bu gerekçeler şöyle sıralanabilir. Tükenmişlik: Bazı stres kaynaklarından dolayı, “Öğretmenlik” özellikle öğretmenlerin ruh sağlığının olumsuz yönde etkilenebilmesi açısından riskli bir meslektir (Girgin ve Baysal, 2005). Her gün saatlerce kalabalık bir öğrenci grubuyla beraber olmak, yapılacak her faaliyeti ayrıntısıyla planlamak, bu faaliyetin gerçekleşmesini sağlamak, sınıftaki her şeyden her an haberdar olmak kolay değildir. Öğrenciler uzun süre oturarak derse ilgilerini veremezler. Öğretmenin, erkengeç, kolay-güç öğrenen, normal-engelli öğrencilerle ayrı ayrı ilgilenmesi de gerekir. Sınıfta yaşanan çok yönlü ve karmaşık bir ilişkiler ağı vardır (Başar, 1999). İnsanlarla çok yüksek oranda ilişki kurmak strese olan direnci azaltmaktadır. Öğretmenlerin araştırma yapmasının önündeki engellerin başında mesleki tükenmişlik gelmektedir. Öğretmenliğinden yorulan kişiler, kendilerinde araştırma yapacak azmi ve enerjiyi bulamayabilirler. Ama öğretmen yorulmamalıdır. Çünkü öğrencilerin gözlerindeki ışıltı, onların öğretmenlerinden beklentileri, öğretmenlere bir hareket vermeli ve onları kamçılamalıdır. Çünkü öğrenciler, öğretmen olarak bizlere emanet edilmiş ülkemizin en önemli hazineleridir. Bu hazineler işlenmelidir çünkü onlar gelecekte dünyamızın yeni mimarları olacaklardır. Motivasyon düşüklüğü: Motivasyon düşüklüğünün birçok nedenleri olabilir. Neticede öğretmen de bir insandır ve duyguları vardır. Bazı zamanlar olur ki öğretmen etkilendiği bir hadisenin tesirinden kurtulamaz ve bu hadiselerin etkileri meslek hayatına da yansır. Öğretmenliği ikinci bir iş olarak görme ve öğretmenliğin dışında ticari faaliyetlerde bulunma da öğretmenin kendisini geliştirmesini engellemektedir. Bazı kaygılar, öğretmenlerin bilimsel çalışma yapmasının ve öğretmenliğinin önüne geçebilmektedir. Hizmet içi eğitim faaliyetlerine katılmamak veya katılamamak da öğretmenlerin araştırma ve geliştirmeye yönelik tutumlarını olumsuz etkileyebilir. İyi dizayn edilmiş hizmetiçi eğitim faaliyetleri öğretmenlere ufuk verebilir, onları teşvik edebilir. Üst yönetimin tavrı: Okul yönetiminin araştırma, uygulama veya proje yapmak isteyen öğretmenlere olumlu yaklaşabileceği gibi bazı zamanlar motivasyon düşürücü davranışları da olabilir. Bu tutum, öğretmenleri olumsuz etkileyebilecek ve “Bana ne! Çalışma yapmam kimi ilgilendiriyor ki?” düşüncesine neden olabilecektir. Erişim problemleri: Artık günümüzde araştırma, proje vb çalışmaları yapmak için gerekli bilgiye ulaşmak daha kolay ve hızlı olabilmektedir. İnternet, bilgiye ulaşma yollarından en kolayı ve hızlısıdır. Bazı bilimsel dergiler erişim kolaylığı sağlarken, üst düzey çoğu derginin yayınladığı makalelere erişim hala ücretli olabilmektedir. Bu durum güncel araştırmalara erişimi engellemektedir. Diğer bir problem ise özellikle kırsal kesimde çalışan öğretmenlerin kütüphane veya internet gibi bilgi kaynaklarına erişimde problem yaşamalarıdır. Yıllardır köylerde veya küçük kasabalarda çalışan öğretmenlerin dış dünyadaki gelişimleri takip etmesi ve ayak uydurması zor olabilir. Bilgisayar/Teknoloji kullanımı: Bilgisayar, günümüzün en önemli aracıdır denilse yeridir. Çünkü kullanılmadığı hiçbir alan yoktur ve bilgisayar teknolojisi her disiplinin faydalandığı bir bilim alanıdır denilebilir. Bilgisayar teknolojileri bilgiye erişim, bilgiyi toplama, bilgiyi işleme, bilgiyi depolama gibi çok önemli faaliyetleri hızlı ve doğru olarak yapabilen bir teknolojidir. Bu teknolojileri kullanmada yeterli olmayan öğretmenlerin araştırma ve inceleme yapmaları zordur. Dolayısıyla öğretmenlerin kendilerini yenileme ve geliştirmeye bilgisayar kullanımından başlamaları yerinde olacaktır. Özendiricilerin yetersizliği: Araştırma yapmak isteyen öğretmenleri teşvik eden yeterli gelişmiş bir sistem yoktur. Öğretmenlerin kendilerini geliştirmelerini bekliyoruz ama gerekli desteği yeteri kadar sağlayamıyoruz. Öğretmenler şunu sormaktadır, “Araştırma yapmam, proje üretmem bana ne getirecek?” bu önemli bir sorudur Ücret, insanları teşvik eden en etkin araçların başında gelir. Yukarıda da belirtildiği gibi araştırmaya teşvik için, araştırma yapan öğretmenlere belli oranlarda ücret takviyesi yapılabilir. Örneğin her bir makale için bir birim ücret belirlenip bu ücret araştırmacı öğretmenlere ödenebilir. Makalenin yayımlandığı alanda saygınlığı veya indeksli dergilere göre bu oran artırılabilir. Milli Eğitim Bakanlığının son zamanlarda eğitim çalışanlarına sempozyum ve kongrelerdeki çalışmalarını sunmaları için gerekli kolaylıkları sağlaması, görevlendirmelerinde ücret desteğini vermesi çok olumlu bir gelişmedir 37 Öğretmenlerin kariyerlerindeki yükselmelerinde de bilimsel çalışmalar etkin olmalıdır. Bu önemli bir teşviktir. Öğretmenlerin kariyer basamakları, yeniden etkin bir şekilde uygulanması ve bu kariyer geçişlerinde bilimsel makale ve çalışmaların değerlendirilmesi önemli bir teşvik olacaktır. ve yeterli teşvikler verilmelidir. Mesela araştırma yapan, bilimsel makale yazan öğretmenlere belirli bir maddi katkı sağlanabilir (mesela yayımlanan makale başına yazarlara 50 saat ek ders verilebilir). ARAŞTIRMAYA YÖNLENDİRMEDE TEŞVİK EDİCİ UNSURLAR Ücret katkısı: Ücret, insanları teşvik eden en etkin araçların başında gelir. Yukarıda da belirtildiği gibi araştırmaya teşvik için, araştırma yapan öğretmenlere belli oranlarda ücret takviyesi yapılabilir. Örneğin her bir makale için bir birim ücret belirlenip bu ücret araştırmacı öğretmenlere ödenebilir. Makalenin yayımlandığı alanda saygınlığı veya indeksli dergilere göre bu oran artırılabilir. Milli Eğitim Bakanlığının son zamanlarda eğitim çalışanlarına sempozyum ve kongrelerdeki çalışmalarını sunmaları için gerekli kolaylıkları sağlaması, görevlendirmelerinde ücret desteğini vermesi çok olumlu bir gelişmedir. Bu tip uygulamalar öğretmenlerimizin gelişimini ve bilime desteklerini artıracaktır. Görevde yükselmeler: Öğretmenlerin kariyerlerindeki yükselmelerinde de bilimsel çalışmalar etkin olmalıdır. Bu önemli bir teşviktir. Öğretmenlerin kariyer basamakları, yeniden etkin bir şekilde uygulanması ve bu kariyer geçişlerinde bilimsel makale ve çalışmaların değerlendirilmesi önemli bir teşvik olacaktır. Okul müdür yardımcılığı, okul müdürlüğü, şube müdürlüğü ve daha üst yönetimlere atamalarda bilimsel çalışmalar puan olarak değerlendirilebilir. Bu tutum öğretmenleri olumlu yönde teşvik edecek ve öğretmeni araştırmaya, öğrenmeye ve çalışmaya yönlendirecektir. Belge ve diğer ödüller: Araştırma yapmak zor bir süreçtir. Bilimsel bir çalışma yapan ve bunu yayımlayan öğretmenlerin yukarıda ifade edilen teşviklerin yanında, belli bir sayının üzerinde araştırma yapan veya çok önemli bilimsel dergi ve kuruluşlarda yazısı yayımlanan öğretmenle- 38 re “başarı belgesi”, “plaket” vb gibi belgelerle onurlandırılmaları olumlu bir gelişme olacaktır. Kaynakça Akyıldız, H., “Öğretmen Açısından Okul-Toplum Etkileşimi”, Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, S:8, 1992, ss:189-198Başar H. (1999). Sınıf Yönetimi, M.E.B Yayınları, Ankara. Çelik, V., Eğitimsel Liderlik, Pegema Yay. 3. Baskı, Ankara, 2003.Döş, İ. (2011). Ortaöğretim Öğrencilerinin Başarısızlık Nedenlerine İlişkin Öğretmen Görüşleri. Milli Eğitim, 190, 72-91.Ekinci, E. Ve Burgaz, B. (2009). İstenmeyen Öğrenci Davranışlarının Öğretmen ve Okuldan Kaynaklanan Nedenleri. Manas Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 22, 91-111. Girgin ve Baysal (2005). Tükenmişlik Sendromuna Bir Örnek: Zihinsel Engelli Öğrencilere Eğitim Veren Öğretmenlerin Mesleki Tükenmişlik Düzeyi, TSK Koruyucu Hekimlik Bülteni, 4 (4) Güzel, H., Özdöl, M. F. Ve Oral, İ. (2010). Öğretmen Profillerinin Öğrenci Motivasyonuna Etkisi. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 24, 241-253. Kesici, Ş. (2007). Şube rehber öğretmenlerinin görüşlerine göre 6., 7. ve 8. Sınıf Öğrencilerinin Rehberlik ve Danışma İhtiyaçları. Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 17, 365-385. Mortimore, P. (1993). School Effectiveness and the Management of Effective Learning and Teaching. School Effectiveness and School Improvement, C.4, S.4, ss.290-310. Nazlı, S. (2008). Öğretmenlerin Değişen Rehberlik Hizmetlerini ve Kendi Rollerini Algılamaları. Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 11(20), 11-25. Olcay, A. ve Döş, İ. (2009). Ortaöğretimde Başarıyı Olumsuz Etkileyen Unsurların Öğrenci Boyutuyla Tespitine Yönelik Bir Uygulama. Gaziantep Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 8(1), 131-155. Quinn, C. L., Haggard, C. S. Ve Ford, A. B. (2006). Preparing New Teachers For Leadership Roles: A Model in Four Phases. School Leadership and Management, 26 (1), 55-68.Reynolds, D. (1995). The effective school: An inaugural Lecture. Evaluation & Research in Education, C.9, S.2, ss.57-73. Turan, S. ve Altuğ, S. C. (2008). Öğretmenlerin Öğrenci Kontrol İdeolojileri. Uşak Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 1(1), 95–113. RABİA ÖĞRETMEN GÜRHAN GÜRSES Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni / Elazığ Sen bir ana sen bir baba... Evet o bir ana, iki çocuk anası ve dersine girmiş olduğu binlerce öğrencinin anası. Kendi katilinin anası, kendi canisinin anası. Bir toplum kendi canavarını nasıl yaratır, görün işte! “Öğretmenim canım benim canım benim!” der ya bir şarkı… İçimiz cız eder bugün. Kahreder bir yanımız, sabreder diğer yanımız. Sahiplenmişliğin ifadesi olan ‘öğretmenim’ ne yazık ki yaşamıyor bugün. Bıçaklanmış karnından ve kalçasından sınıfın ortasında al kan içinde, feryadı küçük yüreklerde, bakışı yarına hazırlamaya çalıştığı öğrencilerinin üzerinde. Canım benim diyemiyor, öğrenciler şokta, can çıkıyor oysa! Katil ise yokta! “Seni ben pek çok pek çok severim.” Bugün bütün yürekler Rabia Öğretmen için çarpmalı, onun için atmalı. Bütün okullarda onun anısına saygı duruşu yapılmalı, dua edilmeli. Sahip çıkılmalı, yaşarken olmadı ama öldürüldükten sonra onun bırakmış olduğu emanete sahip çıkılmalı. Öğretmenlerin birlikteliğine, tek yürek ve tek ses olmuşluğuna davet olmalıdır. “Sen bir ana sen bir baba...” Evet o bir ana, iki çocuk anası ve dersine girmiş olduğu binlerce öğrencinin anası. Kendi katilinin anası, kendi canisinin anası. Bir toplum kendi canavarını nasıl yaratır, görün işte! Kendi öğretmenine el kaldıran, küfreden, dayak atan, hakaret eden, bunu marifet olarak algılayan ve ona göstermesi icap eden saygıyı göstermeyen, haddini aşan, esprilerine malzeme olarak katan, dalga geçen, takmayan bir neslin geleceği son nokta bu cinayettir. Öğretmen güçsüz ve çaresizdir bugün. Öğretmen sahipsiz ve yalnızdır. Maaşı ve tatili çok diye her zaman dedikodusu yapılan öğretmenlik mesleğinin ne kadar da zor ve bir ülke için hayat memat meselesi olduğunun idraki için birilerinin ölmesi icap ediyormuş, yazık! “Her şey oldun artık bana”. Evet yeri geldi mi her şeyi olan, yeri geldi mi bir tek şeyi olandır öğretmen öğrencisinin. Anaysa ana, babaysa baba, abiyse abi, ablaysa abla, arkadaşsa arkadaş. Ötesi yok, ölümün de çaresi yok işte. Kalplerde yaşasın öğretmenim, şehit olduğu okula adı verilsin. Ve ibreti âlem için herkesin gözlerinin ta içine ¨Şehit Öğretmen Rabia Sevilay DURUKAN¨ tabelası asılsın. “Okut öğret ve nihayet / Yurda yararlı insan et.” Bu ülkeye yararlı binlerce öğrencinin arasında yurda ve şahsa zararlı olanlar da çıkıyor işte. Öğretmenine sahip çıkan bir toplum, geleceğine sahip çıkar. Öğretmenine destek olan bir toplum asıl kendisine destek olmuş olur. İzmir’de bir okul. Ortaokul hem de! Ve o okulda bıçaklanıp hayatını kaybeden kırk yaşında bir öğretmen, hem de iki çocuk annesi. Öğretmenim benim, senin naçiz bedenin toprağa teslim konacak ve Rabbime emanet edilecek lakin bu sabinin ruhu nereye teslim edilecek? 39 Okut öğret ve nihayet / Yurda yararlı insan et. Bu ülkeye yararlı binlerce öğrencinin arasında yurda ve şahsa zararlı olanlar da çıkıyor işte. Öğretmenine sahip çıkan bir toplum, geleceğine sahip çıkar. Öğretmenine destek olan bir toplum asıl kendisine destek olmuş olur. Öğretmenini sevmeyen bir toplum sağlıklı bir toplum değildir. Öğretmeni için ayağa kalkmayan bir toplum ömür boyu kıç üstü oturmaya mahkûmdur. Öğretmenine küfreden bir toplum değerlerine küfreder. O bir anne aynı zamanda, bir eş, bir öğretmen. Öğretmenini bıçaklayan bir toplum bıçağı kendisine saplamıştır. Balta hikâyeciğinde olduğu gibi ağaca balta vurmuşlar sapı bendendir demiş, halimiz bundan ibarettir. Öğretmenim canım benim deyip canını aldılar senin. Yaşarken bilinmeyen kıymetin öldükten sonra bilinse ne yazar? Vatan sağ olsun diyeceğiz senin için, eğitim şehidi diye bahsedeceğiz. Mekânın cennettir öğretmenim nur içinde uyu, toplum burada ayakta uyuyor zaten. 40 Bir toplumun yarını, yetiştirmiş olduğu çocuklardan bellidir. Çocuk katilse, yarın katili bol bir memleket olacağız demektir. Caniyse canisi bol olan bir memleket olacağız demektir. Psikopatsa psikopatı bol olan bir toplum olacağız. Ah öğretmenim canım deyip canını aldılar. Kanım deyip kanını döktüler. Şimdi sana Fatihalar yolluyoruz. Seni uğurlayan binlerce, milyonlarca öğrenci var. Seni seviyoruz öğretmenim, hakkını helal et lütfen. Hakkını helal et lütfen. TARİHTEN ÜÇ NEFES VE DERİN BİR DÜŞÜNCE MEHMET ACAR Okul Müdürü Şahinbey / Gaziantep Doğru bir tarih, eğitim kurumları vasıtasıyla kazandırılabilir. Ancak tarihi bilgiler soyut kavramlara dayandığından hedef kitlenin anlaması ve yorumlaması zor olacaktır. Bunu ne kadar somutlaştırırsak amacımıza daha iyi ulaşırız. HİROŞİMA Japonlar, çocuklarında tarih bilincini geliştirmek için Hiroşima’ya götürüyorlar. 6-9 Ağustos 1945’te Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan iki atom bombasında toplam üç yüz altmış bin insan hayatını kaybetti, on binlercesi de kalıcı yaralar aldı. Hiroşima’dan sonra Japonların geldiği nokta ortada. Japonlar Hiroşima’dan gerekli ibreti ve dersi fazlasıyla almış, bugün her anlamda zirveyi yakalamış; Japonlar, Hiroşima’dan gerekli milli-manevi ruhu ve tarih şuurunu çıkarmış, eğitimin ve tarih derslerinin merkezi bir yerine yerleştirmiş. ÇANAKKALE Güçlü bir devlet olan ve dünya dengelerini altüst eden Almanya’dan rahatsız olan İngiltere ve Fransa’nın, Birinci Dünya Savaşı’ndaki emekli, Osmanlı Devleti’ne ait olan Çanakkale Boğazı’nı ele geçirerek, müttefikleri Rusya’ya yardım götürmek ve İstanbul’u işgal ederek Osmanlı Devleti’ni savaş dışı bırakmak istemeleridir. Savaş 18 Mart 1915 tarihinde başlamıştır. İngiltere ve Fransa ile Osmanlı ve Alman orduları arasında geçen ve iki taraftan toplam beş yüz binden fazla insanın “kaybına” (ölüm, firar, esir, sakatlanma ve hastalıklar) neden olan savaşın ardından İtilaf Devletleri Çanakkale Boğazı’nı geçememiş, İstanbul’u işgal edememiş, Rusya’da zorda kalan çarlık rejimi devrilmiş ve I. Dünya Savaşı iki yıl uzamıştır. GAZİANTEP 17 Aralık 1918’de İngilizlerin Antep’e girmesiyle başlayan Antep Savunması 25 Aralık 1921’de sona ermiştir. Bu süre içinde çok çetin savaşlar olmuş halk yoksul ve aç kalmış, canla başla mücadele ederek Antep’i teslim etmemişlerdir. Antep halkı savaş süresince maddi ve manevi kaybının yanında 6317 can vermiştir. TBMM’den gazilik unvanı almıştır. *** Geçmişini bilmeyen milletlerin geleceği olamaz. Geçmişte vatanı, canı, kanı uğruna koruyan insanların fedakârlıkları gelecek nesillere doğru aktarılmalıdır. Hem de bu, ciddi bir milli mesele kabul edilerek devlet eliyle yapılmalıdır. Bir toplumun gelişmişlik düzeyi tarihine sahip çıkmakla doğru orantılıdır. Tarihinden ders alan milletler daha sağlıklı nesiller yetiştirmektedir. Japonlarda olduğu gibi çocukların eğitimine tarihi bilinç oluşturduktan sonra başlamanın kendilerini getirdiği nokta ortadadır. Eğitimde tarihi bilince ulaşmış bir yapı sağlanarak gelecek nesillere tarih doğru anlatılırsa toplum daha bilinçli, vatanını ve milletini seven, dinine bağlı, milli ve manevi dinamikler ayakta kalacaktır. Doğru bir tarih, eğitim kurumları vasıtasıyla kazandırılabilir. Ancak tarihi bilgiler somut kavramlara dayandığından hedef kitlenin anlaması ve yorumlaması zor olacaktır. Bunu ne kadar somutlaştırırsak amacımıza daha iyi ulaşırız. Japonya örneğinde olduğu gibi Hiroşima’nın hala atom bombası atılmış haliyle korunması ve gelecek nesillere gösterilmesi çok somut bir örnektir. Biz Müslüman Türk Milleti’nin tarihini anlaması için o kadar çok soyut tarihi mekânları 41 Antep’te o savaş günlerini yad edecek mekanlar artık yoktur. Ancak Şahinbey Belediyesi’nin kurmuş olduğu Savaş Müzesini görmek bile sanki o mekanlarda yaşıyormuş gibi bir his vermektedir. Müzeyi gezdikten sonra, tarih levhalarını okuduktan sonra, yaşanan çile ve karşılaşılan zorlukları öğrendikten sonra Antep’e “Gaziantep” derken “Gazi” kelimesini iliklerinizde hissedersiniz. Artık Antepliyim değil Gaziantepliyim demek arasında bile fark olduğunu anlarsınız. 42 var ki gelecek nesillerin tarihi daha iyi öğrenmesi için hepsi birer abide gibi durmaktadır. Bunların başında Çanakkale gelmektedir ki Çanakkale Savaşı’nı anlatmak ciltler dolusu kitapla gerçekleşir. Fakat Çanakkale’yi görmek ciltler dolusu kitap okumadan daha faydalıdır. O tarihi yerinde görmek, o havayı teneffüs etmek, yaşananları hissetmek insanı tarihine karşı duyarsız yapamaz. Antep’te o savaş günlerini yad edecek mekanlar artık yoktur. Ancak Şahinbey Belediyesi’nin kurmuş olduğu Savaş Müzesini görmek bile sanki o mekanlarda yaşıyormuş gibi bir his vermektedir. Müzeyi gezdikten, tarih levhalarını okuduktan sonra, yaşanan çile ve karşılaşılan zorlukları öğrendikten sonra Antep’e “Gaziantep” derken “Gazi” kelimesini iliklerinizde hissedersiniz. Artık Antepliyim değil Gaziantepliyim demek arasında bile fark olduğunu anlarsınız. Savaş yıllarında askerlerin açlıktan ölmemek için acı zerdali çekirdeklerini yemek zorunda kaldıklarını, yetişkinlerin cephede savaşırken, ihtiyarların atölyelerde cephane yaptığını, çocukların savaş meydanlarından boş mermi kovanı toplayarak atölyelere taşıdığını öğrenen bir çocuk, annelerinizin yaptığı, pırasa, ıspanak ve fasulye yemeklerine itiraz etmeyecektir. Atalarının o şartlar altında ağaçtan yaptıkları ve makineli tüfek sesi çıkaran “taktak” ile düşmanı geri püskürttüğünü, ilk defa iki bakır tabağı birleştirerek “sahan bombası” yaptığını öğrenen bir Antepli öğrencinin derslerinde başarılı olmaması ve projeler üretmemesi için hiçbir sebep yoktur. Şehir halkının kullandığı tabanca, av tüfeği, kılıç, kama, et satırı, kazma, kürek ve nacaklarla, şehitlere ait birçok eşyayı gören gazi çocukları elindeki araç gerecin kıymetini daha iyi bilecektir. Teknolojik bütün imkânlara sahip olabilirsiniz, zengin olabilirsiniz ama tarih şuurunuz, tarih bilginiz ve üzerinde yaşadığınız vatanın hangi bedellerle size emanet bırakıldığını gelecek kuşaklara aktaramazsanız geleceğinizden emin olamazsınız. Bizler, ülkesini kurtaranların gururlu evlatlarıyız. Ama bu kurtuluşun bedelinin ne olduğunu da gençlere aktarmak zorundayız. Atalarımızın yaptığı bu fedakârlıktan sonra onları asla unutmayacağız. Çocuklarımıza çok çalışmaları gerektiğini söyleyeceğiz. Onlara bu ülkeyi sevmelerini, ülke çıkarlarına karşı hassas olmalarını, gerektiğinde ataları gibi fedakârlıkta bulunmaları gerektiğini söyleyerek geleceğe ışık tutmalıyız. Bu hususta aşağıdaki hatıra ne kadar da haklı ve düşündürücü. Bir dönem, Türkiye’deki eğitimi görmek amacıyla ziyarete gelen Japon yetkililerinden biri Türk yöneticilere, - Biz çocuklarımızı, atom bombasının atıldığı Nagazaki ve Hiroşima’ya götürürüz ve “Bakınız, eğer çalışmazsanız ülkemiz bu hale gelir. Yok, eğer çalışırsanız mevcut durumumuzdan daha iyi oluruz.” diyerek gençlerimize hem tarih şuuru hem de ideal veririz¨ der. Oradaki Türk idareci ise, - Bizim Nagazaki ve Hiroşima’mız yok ki, cevabını verince Japon yetkili şaşırır ve şu ibretli sözü söyler: - Sizin de Çanakkale’niz var ya! Antepli Antep’te, Türkiyeli Çanakkale’de din, dil, ırk ayrımı yapmadan cephede yan yana savaşan, mezarda yan yana gömülenlerin arasındaki kardeşlik duygularını, iman bağlarını anlasaydı, onların göstermiş olduğu vatan sevgisini gösterseydi acaba ülkemizdeki kardeş kavgaları devam eder miydi? Acaba ülkemiz hala kalkınma çabası içinde olur muydu? Ve en önemlisi hala Avrupa Birliği’ne girme hayaliyle yaşar mıydık? Düşünmeye değmez mi? MAŞALLAH EVLADIM, GÖZLERİNDEN ÖPERİM! AHMET HAŞİN ahmethasin@gmail.com Türkiye’de eğitim sisteminin temel sorunu Ankara merkezli yönetim anlayışı. Her şeyi onlar bilir ve yönetir. Elbette devletin yönetim biçiminin tarihsel, sosyolojik, politik temelleri ve gerekçelerini tartışacak değilim. Haddi zatında bu haddim de değil. Bir 24 Kasımı daha idrak ettiğimiz bugünlerde yine birbirinden eğlenceli haberler alıyorum. Efendimiz, devletlü vezirimiz bir ferman irad buyurmuş: Tez, mülkümdeki mekatipte muvazzaf muallimlerin küllüsü baştan ayağa kontrolden geçirile ve her vilayetten en evla bir muallim dersaadetime gönderile. Galiba bugünlerde her ilden seçilmiş meslektaşlarımız bu önemli davete icabet edebilmek için Ankara yolunu tutmuşlardır. Zira onları davet eden de ağırlayacak olan da Sayın Bakanımız. Fakat neden öğretmenler arasında bir coşku yaşanmıyor böyle büyük bir davet geliyor da? Fakire sorarsanız bunun iki sebebi var efendim. Birincisi davet edenle ilgili, ikincisi ise davet edilenle. Davet edenden başlayalım. Türkiye’de eğitim sisteminin temel sorunu bu Ankara merkezli yönetim anlayışı. Her şeyi onlar bilir ve yönetir. Elbette devletin yönetim biçiminin tarihsel, sosyolojik, politik temelleri ve gerek- çelerini tartışacak değilim. Haddi zatında bu haddim de değil. Lakin bizdeki kadar da göz göre göre olunca çok göze batıyor. Mesela her şehri temsilen bir öğretmen seçeceksiniz, fakat bu bir öğretmen İstanbul’da yüz bin küsür öğretmen arasından seçilecek, Uşak›ta beş bin öğretmen arasından. Kaldı ki her iki şehrin standartları ve eğitim ortamındaki farklılıkları da varın siz düşünün. Sonra bu öğretmenler hangi yeterliliklerine göre seçilecek? Genelgeye baktığınızda öğretmenlerin % 50’sini seçebilirsiniz. Yani kriterler objektif olsun diye çabalarken sıradan bazı kriterlerle hareket ediyorsunuz. Bu durumda ne seçilen ikna oluyor ne seçilmeyen. Sonra kim seçecek? Işte en can alıcı tarafı bu. Aslında yine yüce devletimiz seçecek. Her önerilen öğretmenin sicili araştırılacak. Devletine ve milletine bağlı, şeker gibi çocuklardan daha güzel ya da daha yakışıklıları seçilecek ve Ankara’ya önerilecek. Kim ödüllendirecek? Yine yüce devletimiz. Peki ne ile ödüllendirecek? “Maşallah evladım, gözlerinden öperim!” diyerek. 43 Demokratik toplumlarda her vatandaş eşit haklara sahiptir. Galiba biz toplumun en eğitimli kesimi olan öğretmenler olarak henüz bunu içselleştirebilmiş değiliz bihakkın. Yeteri kadar cesur değiliz ve kendimize güvenimizde biraz sorun var gibi. Böyle olunca da lutfedilince mesrur, kahredilince mahzun oluyoruz. Gelelim davet edilenlerden kaynaklanan sorunlara. Efendim iğneği kendimize çuvaldızı başkalarına batıralım. Öğretmenler odasında en çok konuşulan, yaptıklarımızın takdir edilmemesinden yakınmalar oluşturuyor. Özellikle de yüce devletimizin takdirsizliği. Ve hatta bu takdirsizlik yüzünden işini aksatan ve bunu vicdanen kabullenen meslektaşlarımız var maalesef. Hal böyle olunca çoğu zaman fırçalayan yüce büyüklerimiz bazen de başımızı okşamak istiyorlar merhamete gelip. Diğer taraftan sürekli devlet memuru olmanın faziletleri ve faydaları üzerine etrafımızdakilere nasihat vermiyor muyuz? Oh ne güzel hayat, bir kere devlet memuru oldun mu, artık maaş garanti, dokunan eden yok, çok büyük ve yüz kızartıcı bir suç işlememişsen emekli olana kadar kimse dokunamaz. Her nimetin bir külfeti oluyor. Çoğu zaman aklımıza gelmiyor bile, bize bu nimeti lutfedenlerin bazen de sahibimiz gibi davranabilecekleri. Esasen onların sahibimiz gibi davranmaları hoşumuza da gidiyor da pek açık vermiyoruz. Azıcık güzel söz söylediler mi yelkenleri suya indiriyoruz hemen. Azıcık maaş zammı, üç beş promosyon... Yetmiyor, tüm sorunların çözümünü onlardan bekliyoruz. Sanki onlar da bizim gibi etten kemikten yaratılmış aciz varlıklar değilmişler gibi. Oysa demokratik toplumlarda her vatandaş eşit haklara sahiptir. Galiba biz toplumun en eğitimli kesimi olan öğretmenler olarak henüz bunu içselleştirebilmiş değiliz bihakkın. Yeteri kadar cesur değiliz ve kendimize güvenimizde biraz sorun var gibi. Böyle olunca da lutfedilince mesrur, kahredilince mahzun oluyoruz. Oysa alınterimiz ve aklımızla elde etmeliyiz maddi ve manevi kazançları ve son- 44 ra kimsenin lutfuna ya da kahrına mahkum olmamalıyız diye düşünüyorum. Evet, ister yüce devletlülerimiz ister değerli meslektaşlarımız... Hepimiz bu memleketin demokrasi ve cumhuriyet sıfatları ile bezeli sultanlık idaresinin payidar olması için büyük emek sarf ediyoruz. Biz neyse de çocuklarımız da bu saltanata alışık yetişiyor ve bence endişe etmemiz gerekn asıl husus da bu olmalı. Değerli meslektaşlarım, bizim emeğimizin karşılığı kendini gerçekleştirmiş öğrencilerimizdir. Bunu görenler olur da takdir ederlerse ne ala. Bunu başaramadığımız halde birileri bize ödül veriyorsa bilin ki onlar başınızı okşayıp gözlerinizden öperek bizi tebea olarak görmek isteyen devlet büyüklerimiz ya da onların yaverleridir. FİNLANDİYA’DA YETİŞKİN MESLEK EĞİTİMİ NURDAN KARBUZ İngilizce Öğretmeni / İstanbul Eğitim sistemini ele aldığımızda, okul öncesi, birinci ve ikinci kademe ve bir yıl da hazırlayıcı temel eğitim olmak üzere dokuz yıllık zorunlu temel eğitim veriliyor. Bu temel eğitimde, okul öncesi eğitim zorunlu değil ancak çoğu aile bu eğitimi almaları için çocuklarını zaten okula gönderiyor. İGEDER olarak kurumsal kapasitemizi artırmak ve nitelik açısından daha da geliştirmek, ayrıca yaptığımız gönüllü çalışmaları sadece ulusal çerçevede sınırlandırmayıp, aynı zamanda uluslararası boyuta taşımak amacıyla önem verdiğimiz konuların başında da AB projeleri yer almakta. Dolayısıyla, yerel ve ulusal çapta birçok projeye koordinatör ya da ortak olarak katılım sağlamaktayız. Bu kapsamda, Finlandiya’daki yetişkinlere yönelik mesleki eğitim uygulamaları ile ülkemizdeki benzer kurumlardaki yetişkinlere yönelik mesleki eğitim uygulamalarının benzer ve farklı yönlerini tespit ederek, iyi örneklerin ülkemizde uygulanabilir hale getirilmesini amaçlayan “Yetişkin Mesleki Eğitiminde Finlandiya Örneği (Yetmefö)” isimli proje kapsamında 07-13 Ekim 2012 tarihleri arasında Finlandiya’nın Tampere şehrine çalışma ziyaretinde bulunduk. Bu proje kapsamında, başta Finlandiya’daki yetişkin mesleki eğitimi alanında çok büyük başarılar sağlayan TAKK kurumu olmak üzere, birçok kurumda çalışma toplantıları gerçekleştirdik. Ziyaret ettiğimiz kurumlar arasında Tampere Koleji, TAKK’ın Nirva Tesisleri, Tampere Şehri Metso Kütüphanesi, Pirkanmaa Çıraklık Eğitimi Merkezi ve Tampere Uygulamalı Bilimler Üniversitesi de vardı. Ziyaret ettiğimiz kurumlardaki çalışma toplantılarında, Finlandiya eğitim sistemini hem teorik anlamda inceleme hem de uygulamalı olarak gözlemleme imkanına sahip olduk. Eğitim sistemini ele aldığımızda, okul öncesi, birinci ve ikinci kademe ve bir yıl da hazırlayıcı temel eğitim olmak üzere dokuz yıllık zorunlu temel eğitim veriliyor. Bu temel eğitimde, okul öncesi eğitim zorunlu değil ancak çoğu aile bu eğitimi almaları için çocuklarını zaten okula gönderiyor. Bunun yanı sıra, 7-16 yaş zorunlu eğitim sona erdiğinde, öğrenci talep ederse bir yıl da hazırlayıcı eğitim veriliyor. Bu eğitim, düz lise ve meslek lisesi arasında bir karar veremeyen ya da notlarını yükseltmek isteyen öğrencilere yardımcı olmak için bir alternatif olarak yer alıyor. Zorunlu eğitimden sonra, öğrenci düz liseyi seçerse lisans, yüksek lisans, doktora vs. aşamalara kadar ilerleyebiliyor, eğer meslek lisesini seçerse meslek yüksekokullarına ya da teknik üniversitelere ve belirli iş deneyimini de edindikten sonra bu üniversitelerde teknik 45 Kütüphane içerisinde sevilen yazarların söyleşilerinin veya konferanslarının olduğu çok amaçlı salon, isteyen herkesin çok cüzi bir miktara kiralayıp kendi eserlerini sergileyebileceği sergi alanı, müzik aletleri üzerinde çalışma yapmak isteyenler için akustik salonu bile var. 46 alanda yüksek lisans yapma şansına kavuşuyor. Yine de keskin çizgiler yer almıyor eğitim sistemlerinde yani öğrenci sonradan fikir değiştirdiğinde meslek lisesinden düz liseye ya da tam tersi düz liseden meslek lisesine de geçiş yapabiliyor. Bunun yanı sıra, mesleki anlamda tamamlayıcı eğitimler veren özel kurumlar da var. Bunlardan biri direkt proje ortağımız olan TAKK Mesleki Eğitim Merkezi. Öğrenciler temel eğitimlerini sona erdirdikten sonra, lise eğitiminden ziyade iş hayatına atılmak istediklerinde devreye bu tür kurumlar giriyor. Teorik konularla pratik uygulamaları bir arada sunan ve işi iş üzerinde öğretme amacını güden bu kurumlar öğrenciler açısından oldukta pratik bir alternatif. Hem iş hayatına atılıp hem de aynı anda eğitim alıp seçtikleri meslekte de uzmanlığa kadar ilerleme olanağı son zamanlarda ülkede ikamet eden göçmenler de dahil birçok insan için kaçırılmayacak bir fırsat. Dolayısıyla da bu tür kurumlara olan talep her geçen yıl daha da artmakta. Tüm bunların yanı sıra, mesleki eğitimde en dikkat çekici nokta ise mesleklerin icra edilmesinde cinsiyet ayrımının ve önyargısının yaşanmayışı. Meslek atölyelerini gezerken, tuğla ve kalebodur ören, sıva yapan tırnakları ojeli kulakları küpeli bayanları görmek bizim için alışılagelmedik bir durum gibi gözükse de Finlandiya’da bu çok normal karşılanmakta. Finlandiya’nın eğitim açısından büyük başarılar sağlamasının nedenlerinden biri de kütüphaneler. Tampere şehri Metso Kütüphanesi ziyareti sırasında bu bilgiyi gidip yerinde teyit etmiş olduk. Finlandiya’da her şehirde devasa boyutlarda kütüphaneler yer alıyor ve her biri tasarım açısından adeta birbiriyle yarış ediyor. Ünlü mimar çift Reima ve Raili Pietila tarafından tasarlanan Metso Kütüpha- nesi 6,648 m2 lik geniş bir alana sahip. Binanın tasarımından ve alan genişliğinden ziyade, kütüphanenin aktif olarak kullanımına dair veriler oldukça çarpıcı. Yılda 2.333.675 ziyaretçisi olan kütüphaneden 4.921.230 adet kitap ödünç alınıyor ve bu rakamlarda %29,6’lık oran ise çocuklara ait. Tampere şehir kütüphanesinin bölgedeki tüm okullarla yaptığı anlaşmaya göre her çocuk en az üç kez kütüphaneye gelip, burada kütüphane görevlileri tarafından kütüphanenin aktif ve doğru kullanımına yönelik verilen eğitimi almak zorundalar. Buradaki üç rakamı aslında sembolik çünkü bu eğitimden ve erken yaşta kazandırılan davranıştan sonra çocuklar ömür boyu kütüphaneleri aktif olarak kullanıyorlar. Kütüphanenin çocuk bölümü onların bu alışkanlığı kazanmalarında kitaplara karşı besleyecekleri sevgi faktörünü de devreye geçirecek şekilde düzenlenmiş. Buna ilaveten, kütüphaneler sadece bilgi edinme veya araştırma yapma yeri değil aynı zamanda sosyalleşme mekânları. Kütüphane içerisinde sevilen yazarların söyleşilerinin veya konferanslarının olduğu çok amaçlı salon, isteyen herkesin çok cüzi bir miktara kiralayıp kendi eserlerini sergileyebileceği sergi alanı, müzik aletleri üzerinde çalışma yapmak isteyenler için akustik salonu bile var. Kısacası, kütüphaneler eğitimin sadece okul sıralarıyla sınırlı kalmayıp, hayat boyu öğrenme anlayışının hakim olduğu ve okumayı bir kültür haline getiren bir toplumun oluşmasında önemli bir faktör. Finlandiya Eğitim sistemine ve özellikle de yetişkin mesleki eğitimi uygulamalarına dair yerinde yaptığımız incelemelerimiz ve gözlemlerimiz tüm bunları sayfalar dolusu bir rapor haline getirmeye yetecek kadar fazla olmasına rağmen, derginin çeşitlilik zenginli- ğini muhafaza etmek adına burada içeriğin sadece en can alıcı noktalarına değinildi. Daha ayrıntılı değerlendirmelerin kısa bir süre içerisinde rapor haline getirildikten sonra İGEDER yayınlarından ilgilenenler için temin edilmesi mümkün kılınacak. Proje kapsamındaki bu bir haftalık kısa çalışma ziyareti, sistemin içeriğini, uygulama aşamalarını ve uygulamaların başarıya ulaşması için devreye giren sistemin tamamlayıcı faktörlerini inceleme ve iyi örneklerin ülkemizde de uygulanmasını sağlama açısından bizler adına oldukça verimli geçti. Geleceğe yönelik olarak ise temelini atmış olduğumuz yeni ortaklıklar ile eğitim alanındaki iyi uygulamaların ve yeniliklerin transfer edilmesi konusunda çalışmalarımızı sürdüreceğiz. Değişim süreci, iyi yönetildiği takdirde örgütü başarıya götüren, kötü yönetildiği takdirde örgüt için bir yıkım da yaratabilecek oldukça zor ve sancılı bir süreçtir. 47 KELES’TE GÜLSEREN ÇETİN ÖZBEN Konaklama ve Seyahat H. Ö. / İstanbul Osmanlı döneminden kalan köy sancağı camide muhafaza edilmektedir. Kahverengi saten kumaş üzerine “Allah”, “Muhammet”, isimleri ile dualar yazılmıştır. Sancağın pirinç aleminde ise ajur tekniği ile “Allah” ve “Muhammet” yazıları okunur. 48 Kemaliye Köyü camisine, Keles bölgesinde yaptığım bir monografi çalışması sırasında rastladım. Bir dağ köyündeki bu küçük camiye bu üslupta tasvirli süslemelerin neden yapıldığı, bu tasvirlerin sanatsal bir değerinin olup olmadığı ve bu süslemelerin belli bir dönem üslubuna dâhil edilip edilemeyeceği merakıyla inceledim yapıyı. Bursa’ya 71 km uzaklıkta, 1050 m rakımdaki bu köyde bulduğum bu yapı, sanat tarihi açısından ülkemizin zenginliğinin en güzel göstergelerinden biridir. 1908 salnamesinde “Kızıl Kilise” adıyla anılan köy, ekonomisi tarım ve hayvancılığa dayanıyor.1 Kemaliye Köyü Camisi’ne İlişkin Gözlemler Keles ilçesine bağlı Kemaliye Köyü’nde bulunan caminin yapanı ve yaptıranı bilinmiyor. Harimin giriş kapısı üzerindeki kalem işi “Maşallah” yazısında görülen hicri 1291 yazısı nedeniyle yapım tarihi 1874–1875 olarak düşünülüyor.2 Yapı, halen kullanılıyor. 1 Kemaliye, Bursa Ansiklopedisi, C. 3, Burdef Yayınları, Bursa, 2002, s. 1044. 2 Ötüken, Yıldız, 1986, Türkiye Vakıf Abideler ve Eski Eserler, C.4, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Ankara, s. 438. Bir avlu içinde yer alan yapı, kuzey-güney doğrultusunda, dikdörtgen planlı. Harim ile kuzeyde harime bitişik bir son cemaat yerinden oluşuyor. Kırma, kiremit çatı örtülü yapının, dış duvarlarının beyaz kireç badanası ve mavi ahşap pencerelerinin sade görünümü ile iç süslemelerinin çok renkliliği tezat oluşturuyor. Ana yapıya girdiğinizde son cemaat yerindeki kalem işi süslemeler karşılıyor sizi. Bu bölümün, güney duvarında beş, batı ve doğu duvarlarında birer panoda yer alan yapı ve çiçek resimleri hemen dikkati çekici. Doğu duvarında baldaken kubbe ile örtülü mozolenin ayrıntılı tasviri ve gerçekçi üslubu merak uyandırıcı. Harime girilen kapının üzerindeki panoda gri renkte yapılmış kıvrık dal ve yaprak tasvirleri siyah renkte kontürlenmiş. Güney duvarında vazo içinde çiçek demetlerinden oluşan başka bir mozole görülüyor. Harime giriş kuzey duvarından. Girişin üzerindeki ahşap mahfile çıkış kuzey ve batı duvarlarına bitişik merdivenler ile sağlanıyor. Mahfil altının doğu duvarına pano içinde selvi ağaçları ve vazoda laleler, batı duvarına canlı renkleri ve naif üslubu ile ilgi çeken bir nar ağacı resmedilmiş. Osmanlı döneminden kalan köy sancağı camide muhafaza ediliyor. Kahverengi saten kumaş üzerine “Allah’, ‘Muhammet”, isimleri ile dualar yazılmış. Sancağın pirinç aleminde ise ajur tekniği ile “Allah” ve “Muhammet” yazıları okunuyor. Harim duvarları koyu mavi, kalın ve düz çizgi ile bölümlere ayrılmış, bu bölümlere köşelerine siyah renkte çiçek motifi işlenmiş ince çerçeveler içinde vazodan fışkıran çiçekler, Kâbe ve başka yapı grupları, “Ali”, “Muhammed”, “Hüseyin”, “Ebubekir”, “Osman”, “Hasan” yazılı madalyonlar resmedilmiş. Cami içindeki pencere nişlerinin çevreleri akantus yaprağı motifi ile üst kısmı yuvarlatılmış alınlıkları yarım daire biçiminde kırmızı gül ve yapraklardan oluşan çelenk ile süslenmiş. Harimin güney-doğu köşesinde ahşap kürsü yer alıyor. Zeminden 70 cm kadar yüksekte olan kürsüye üç basamaklı ahşap bir merdiven ile çıkılıyor. Tavan süslemelerinde ahşap ve kalem işi kullanılmış. Göbek kısmının çıtalar ile bölünmüş 16 üçgen bölümü yine ajur tekniğinde çiçek ve dallar ile bezenmiş. Cami minberi ahşap. On basamaklı minberin ahşap trabzanına ajur tekniği ile yapılmış çiçek ve dallarla hareket kazandırılmış. Güney duvarında yer alan, yarım daire şeklindeki mihrabın göbek kısmında kırmızı renkte perde resmi görülüyor. Perdenin hemen altında mavi renkte “Allah” hattı okunuyor. Perde deseninin etrafı koyu mavi çiçekler ve koyu yeşil yapraklardan oluşan çelenk bir bordür ile çevrelenmiş. Mihrap nişinin iki yanına kompozit düzende sütunlar resmedilmiş. Sütunların yanına selvi ağacı yapılmış. Mihrap üzerinde dikdörtgen bir panoya sülüs hat ile “Küllemâ dehale aleyhâ Zekeriyye’l-mihrap”, tavana yakın kısmında dikdörtgen pano içinde kıvrımlı sarmaşık dallarının ortasına “kelime-i tevhid” yazılmış. DEĞERLENDİRME Harim girişinin üzerinde yer alan panoda H.1291 (1874-1875) tarihi okunmakla birlikte, bölgedeki Türk yerleşiminin 1080’lerde başladığı göz önüne alındığında cami yapısının çok daha önce yapıldığı bir gerçektir. Yıldız Demiriz (1979)’in belirttiği, erken cami yapı tipi olan kerpiç duvarlı, ahşap düz kirişli, dıştan pek sade adeta basit bir ev görünüşünde olduğu bilgisi bu görüşümü doğrular niteliktedir. Cami mimari yapısından çok iç süslemeleri ve kalem işi tasvirler ile dikkat çekicidir. Bu eser, Rüçhan Arık’ın 18. Yy. sonlarına doğru yeni mimari anıtlar, sanatta “Batılılaşma” hareketini temsil eder. Bu hareket, hemen hemen aynı zamanda Anadolu ve Balkanlarda da izlenebilmektedir. Yapıların esas çizgileri, kuruluş değişmemiş fakat dekorasyona barok kartuşlar, girlandlar, ‘s’, ‘c’ kıvrımları, istiridye motifleri, çiçekler, natürmortlar, manzara tasvirleri gibi Batılı motifler ve kompozisyonlar, belli bir yerin tasviri (İstanbul, Mekke, Medine v.d) egemen olmuştur.3 “Manzara resimlerinin yanı sıra çiçekli vazolar ve sepetler etrafında meyveler, içine bıçak saplanmış karpuz, kayık ve gemiler de bu dönemin sevilen motifleridir.4’ tespiti ışığında caminin iç süslemelerine baktığımızda Batılılaşma dönemi yapı süslemesinde kullanılan konularla karşılaştığımızı görebiliriz. Mihraptan başlayarak buradaki perde motifinin kumaş dökümünü ayrıntılı olarak resmedilmesi, hem harimdeki hem de son cemaat yerindeki duvar süslemelerinde kullanılan çiçekler, yapı ve şehir tasvirleri Batılılaşma döneminin süsleme konularına uygundur. 3 Arık, Rüçhan, “Sanatta Batılılaşma Sürecinde BalkanAnadolu Beraberliği.”, Balkanlar’da Kültürel Etkileşim ve Türk Mimarisi Uluslararası Sempozyumu Bildirileri 17-19 Mayıs 2000 Şumnu Bulgaristan, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları, Ankara, 2001, s. 72. 4 Arık, Rüçhan, “Batılılaşma Dönemi Türk Tasvir Sanatı”, Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1983, s. 432-433. “Manzara resimlerinin yanı sıra çiçekli vazolar ve sepetler etrafında meyveler, içine bıçak saplanmış karpuz, kayık ve gemiler de bu dönemin sevilen motifleridir.” tespiti ışığında caminin iç süslemelerine baktığımızda, batılılaşma dönemi yapı süslemede kullanılan konularla karşılaştığımızı görebiliriz. 49 Kemaliye Köyü Camisi duvar resimleri gerek konuları, gerekse yapım teknikleri açısından Batılılaşma dönemi Anadolu tasvir sanatının özelliklerini göstermektedir. Diğer yandan Arık’ın belirttiği gibi Anadolu’da duvar resimlerinin zamana bağlı bir gelişme göstermemesi ve bir üslup birliği sağlanmamış olması bu resimleri Batılılaşma dönemi Anadolu tasvir sanatı içinde nereye koyacağımız sorununu ortaya çıkarmaktadır. 50 Arık (1988), adı geçen eserinde Batılılaşma dönemi duvar resimlerinde Batılı anlamıyla “fresko” değil de kalem işi denen nakış tarzının kullanıldığının altını çizer.5 Bu açıdan Kemaliye Köyü Camisi duvar tasvirlerinin teknik olarak da dönemle uyumlu olduğu görülmektedir. Sonuç olarak Kemaliye Köyü Camisi duvar resimleri gerek konuları, gerekse yapım teknikleri açısından Batılılaşma dönemi Anadolu tasvir sanatının özelliklerini göstermektedir. Diğer yandan Arık’ın belirttiği gibi Anadolu’da duvar resimlerinin zamana bağlı bir gelişme göstermemesi ve bir üslup birliği sağlanmamış olması6 bu resimleri Batılılaşma dönemi Anadolu tasvir sanatı içinde nereye koyacağımız sorununu orneden olmuş, 30 yıl öncesine kadar yayınlarda taya çıkarmaktadır. adı geçen Osmanlı dönemi cami, mektep, han ÖNERİLER gibi yapılar ya terk edilmiş ya da tamamen yıkılaKeles ve çevre köylerindeki nüfusun göçler ne- rak yerine betonarmeleri yapılmıştır. Bu nedenle deniyle azalması bölgenin bakımsız kalmasına Türk sanatı araştırmacılarının bölgeye ilgi göstererek ayakta kalabilmiş Osmanlı dönemi yapıla5 Arık, Rüçhan, 1988, a.g.e. s. 140 6 Arık, Rüçhan, 2001, a.g.m. s. 74. rını incelemeleri önerilmektedir. MİCHAEL GOVE* STAJYER ÖĞRETMENLER İÇİN SERT TESTLERİ TANITTI ÇEV. DİDEM ÖZKARAKAYA BAYINDIR Okul Öncesi Öğ. / İstanbul Eğitim sekreteri yeni seçim sürecinin mesleğin statüsünü arttıracağını söylerken Eğitim Bakanı David Laws “beklentiler düşük” dedi. Eğitim sekreteri Michael Gove testlerin revizyon girişiminin mesleğin statüsünü yükselteceğini açıklayarak öğretmen adayları için çıtayı yükseltti: Stajyerler için yeni “titiz seçim” sınıftaki standartların yükselmesine yardım edecek, dedi. Girişimi yapan eğitim bakanı David Laws, öğretmenleri öğrencileri için can sıkıcı düşük beklentilere sahip olmakla suçladı. Sendika stajyer öğretmenler için zor testler planının serbest okullar ve akademiler için resmi öğretim yeterlilik dercesine sahip öğretmen alımını rahatlatan koşuldan sadece üç ay sonra geldiğini göstererek bakanı eğitim reformu ile ilgili karışık sinyaller göndermekle suçladı. Gelecek eylül ayında açıklanacak en yeni teklifin altında öğretmen olmak isteyen kişiler İngilizce ve matematik alanında yenilenen testleri tamamlamak zorunda. Sözel, sayısal, soyut düşünce yetenekleri testleri de gelecek birkaç yıl içinde tanıtılacak. *Mulholland, H. (2012, Ekim 26). Hélène Mulholland: Michael Gove Unveils Tougher Tests For Trainee Teachers. Ekim 28, 2012 tarihinde http://www. guardian.co.uk/education/2012/oct/26/michaelgove-tests-trainee-teachers adresinden alınmıştır Eğitim bakanlığı hesap makinesi kullanımına izin verilmeyeceğini ve İngilizce ve matematik testleri için geçer notların yeniden düzenleneceğini söyledi. Plan Mart ayında düzenlenen görüşmede bir grup okul müdüür ve eğitim uzmanı tarafından önerildi. Eğitim bakanlığı aynı zamanda stajyer öğretmenlerin çoğunun testleri geçmek için pek çok denemede bulunduklarından stajyer öğretmenlere uygulanan testlerin de sertleştirilmek istendiğini söyledi. Şu anda okuma yazma ve aritmetik alanındaki testler öğretmen eğitimin sonunda uygulanıyor, en son tablo insanların %98’inin geçtiğini gösteriyor. Bu sonbahardan itibaren stajyerler her test için iki hak ile kısıtlandılar, geçme notu gelecek sefer için yükseltildi. Eğitim bakanlığı gelecek üç yılda notlar tekrar yükseltilmiş olacak, adayların GCSE sınavında alınan B notuna eş değer bir puana ihtiyacı olacak açıklamasını yaptı. Matematik testi cebir, grafik gibi konularda sorular içerirken İngilizce testinde adaylara açık uçlu sorular, imla kuralları, noktalama ve dil bilgisi konularında sorular sorulacak. Gove, “Dünyadaki örnekler açık, stajyer öğretmenlerin titiz seçimi kaliteyi artıracak ve öğ- 51 Michael Gove stajyer öğretmenler için matematik ve İngilizce alanındaki zor testlerin okuldaki standartları yükselteceğini söyledi. retmenlik mesleğini ayakta tutacak” dedi. Bu değişiklikleri ebeveynlerin sınıfta en iyi öğretmenlere sahip oldukları konusunda güven duymaları anlamına gelmektedir. Bütün bunlarında ötesinde değişiklikler okullarımızda standartları yükseltmeye ve zengin ve fakir arasındaki uçurumu kapatmaya yardımcı olacaktır. Batı Londra’daki Burlington Danes Akademisi Müdürü ve Yetenek Testi Görüşmesi Paneli başkanı Sally Soates, “Panel hepimizin görmek istediği öğretmen vasıfları hakkında güçlü bir mesaj gönderdi. Öğretmen eğitimi kursunda yer alan herkesin bu eğitimi yüksek oranda başarması ve mükemmel bir öğretmen olmak için devam etmesini sağlamak için tüm seçim sürecinin yeterince titiz olması gerektiğine inanıyoruz.” dedi. Fakat Kevin Brennan, gölge kabine eğitim bakanı, “hükümetin karışık mesajlar gönderdiğini ve öğretmenlerin moralini bozduğunu” söyledi. BBC Radyo 5 Live Breakfast programına konuşan Brennan “Daha fazla okul akademi statüsü kazanıyor ve sonuç olarak daha fazla okul kaliteli olmayan insanları işe alabiliyor. Şimdi nasıl olur da bir yandan insanlar daha iyi okuma yazma ve aritmetik seviyesine dahip olmalı derken bir yandan da okullar vasıfsız bireyleri öğretmen olarak işe alabilir dersiniz? Bu karışık bir mesajdır ve moralleri etkiliyor. Biliyoruz ki mesleği bırakan 10.000 öğretmen var, işe almıda sorunlar var, hükümet bu mesajı düz bir şekilde vermeli – biz uygun vasıflarda bireyleri öğretmen olarak istiyoruz” dedi. Ulusal Öğretmenler Birliği genel sekreteri Christine Blower daha önceki testlerin çok kolay olmadığını ve yeni testlerin de doğru becerileri ölçemeyeceğini söyledi. Ayrıca, hükümetin reformlarla tutarsız mesajlar gönderdiğini tekrarladı. BBC Radyo 4 Today programına konuşan Blower Bütün öğretmenlerin yüksek okuma yazma becerileri ve matematiği iyi kavrama becerileri olması gerekli. Şaşırtıcı ki Michael Gove öğretmen eğitim kurslarına giriş şartlarına ilgi gösteriyor aynı zamanda okulların vasıfsız öğretmenleri işe almasında özgür olduklarını savunuyor. Asıl mesele öğretmen eğitimi ve desteklemesi öğretmen eğitimine girişte bir defa veriliyor. Hükümet sıklıkla öğretmen olarak vasıflandırmak için daha kısa yollara bakıyorbuna okullardaki mesleki eğitimde dahil. Bu stajyer öğretmene çocuk gelişimi ve pedogojiyi derinlemesine öğrenmek için çok az imkan ve zaman bırakıyor. Liberal Demokrat Eğitim Bakanı Laws tarafından açıklanan öğretmenlik mesleğini geliştirme planları öğretmenleri öğrenciler için azimden yoksun olmakla suçladı. Bakan pek çok çocuğun aldığından daha yüksek notları, daha iyi üniversitelerde yerleri ve yüksek kariyerleri olduğuna inandığını söyledi. Daily Telegraph gazetesine konuşan Bakan, “Öğretmenlerin, kolejlerin, kariyer danışmanlarının insanları en yüksek eğitime ulaşmayı ve iş sahibi olmayı amaçlama konusunda desteklemek için sorumluluğa sahip olduklarını söyledi. Şu anda bu olması gerektiği gibi olmuyor” dedi. Mulholland, H. (2012, Ekim 26). Hélène Mulholland: Michael Gove Unveils Tougher Tests For Trainee Teachers. Ekim 28, 2012 tarihinde http://www.guardian.co.uk/education/2012/ oct/26/michael-gove-tests-trainee-teachers adresinden alınmıştır. ÖĞRETMEN VE EVRENSEL DEĞERLER PROF. DR. SONGÜL ALTINIŞIK TODAİE Müd. Yard Günümüzde Uluslararası kuruluşların, gelişmiş ülkelerin, sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin uzlaşı sağladığı önemli hususlar, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarıdır. Bu nedenle, eğitimde evrensel eğilimler bu çerçevede oluşturulurken öğretmen algıları da bu eksene dayandırılmalıdır. Eğitimde tarihsel süreçte çeşitli evrensel eğilimler olduğu görülmektedir. Bu eğilimlerde genellikle bulunulan dönemlere ve toplumlara göre farklılıklar olmaktadır. Batı toplumu, ortaçağın skolâstik din eksenli eğitim anlayışının ardından Rönesans’la birlikte aydınlanma hareketleri ile verdiği mücadele gereği eğitimde evrensel değerleri, özgürlük, demokrasi ve estetik eksenli bir zemine oturtmuştur. Özgürlük ve demokrasi kavramlarının eğitim açısından öneminin kavranmasında Fransız Devriminin de büyük rolü olmuştur. Değerler felsefesi, öteden beri insani değerler ve bu değerlere dayalı olarak ortaya çıkan insan davranışlarına odaklıdır. Sanat ve ahlak, insan davranışlarının önemli belirleyicisi olmalıdır. Günümüz bilgi toplumunda da demokrasi, özgürlük, bilim, sanat etik, estetik olgular eğitimde evrensel değerler olarak önemini korumalıdır. Nitekim günümüzde Uluslararası kuruluşların(Birleşmiş Milletler Örgütü), gelişmiş ülkelerin, sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin uzlaşı sağladığı önemli hususlar, insan hakları, demokrasi ve özgürlük kavramlarıdır. Bu nedenle, eğitimde evrensel eğilimler bu çerçevede oluşturulurken öğret- men algıları da bu eksene dayandırılmalıdır. Sözü edilen kavramlar, ancak ve ancak yaşanılarak benimsetilebilir ve bunun da en etkili yolu kuşkusuz eğitimde öğretmen aracılığıyla daha etkili ve hızlı bir şekilde kazandırılabilir. Bunun sağlanabilmesi ise ancak bu kavramları özümsemiş, benimsemiş ve davranışa dönüştürebilmiş öğretmenlerle mümkün olabilir. Karar ve uygulamaları, olabildiğince dönemindeki siyasi, ekonomik, toplumsal vb. dinamikler çerçevesinde değerlendirmek gerekir. Bu açıdan, Türk Eğitim Sisteminde öğretmen stratejisini incelediğimizde, Cumhuriyetin kuruluşunun ardından ciddi, kararlı ve önemli gelişmeler olduğu görülmektedir. Eğitim aslında yapısı gereği dinamik bir süreçtir. Evrensel değerleri saklı tutmak koşuluyla toplumsal bir kurum olarak içinde bulunulan koşullar göz önünde bulundurulmalıdır. Stratejik olarak öncelikle nasıl bir öğretmen istenildiğini ortaya koymak gerekir. Bu sorunun içeriği, öğretmenin yetiştirilmesi, seçilmesi, atanması, geliştirilmesi vb. boyutlara ilişkin kararlı, sürdürülebilir, geliştirilebilir, uyarlanabilir politikalar gerektirmektedir. Bu politikalar, nitelikli öğretmen sağlanabilmesi açısından, yetkinlik, ekip çalışmasına yatkınlık, uyumlu, esnek, 53 Öğretmen yetiştirmede öncelikle insan gücü planlaması kaynaklı hatalar yapılmaktadır. Bu konuda MEB ve YÖK arasında yeterince işbirliği yapılmadığı izlenimi söz konusudur. Ayrıca, üniversitelerin de bu konuda kararlı bir tutum izlemesi beklenmektedir. Nitelikten ödün verilmemesi konusu göz ardı edilmemesi gerekir. karar verebilen, özgüveni yüksek, özverili, etik kurallara uyabilen, kendini geliştirebilen özelliklerle donanımlı öğretmen yetiştirmeye odaklanmalıdır. Bu özellikleri taşıyan nitelikli öğretmenlik mesleği, elbette özlük hakları iyi, toplumsal statüsü yüksek bir meslek profili gerektirir. Bunun için de yetiştirilme, seçilme, atama, geliştirilme politikalarındaki istikrarın yanında özlük hakları iyileştirilmiş kurumsal politikalara gereksinim vardır. Bu konularda kararlı bir strateji oluşturulmalı ve bunlar bakandan bakana değişiklik göstermemeli; ayrıca hükümet değil bir devlet politikası haline getirilmelidir. Strateji oluşturulurken muhalefet, memur sendikaları, akademik çevre, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları, özel öğretim kurumları ve benzeri kurum ve kuruluşların katılımı sağlanmalıdır. Öğretmen yetiştirmede, istihdam ve geliştirme aşamalarında sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunların kaynağı büyük ölçüde insan gücü planlamasındaki politikalara dayanmaktadır. Kurumlar arası eşgüdüm eksikliği önemli bir etkendir. Bu konuda kısa, orta ve uzun dönemli politikalar oluşturulmasına gereksinim vardır. Yukarıda sözü edilen önlemlerle bu sorunların ivedilikle giderilmesi sağlanmalıdır. Bir gecede çok sayıda öğretmenin branşının değiştirilmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir uygulamadır. Türkiye’nin 2023 vizyonunda öğretmenin yeri, eğiti m sistemine ilişkin temel sorunların çözümlenmesine bağlı olarak belirlenmelidir. Hala sistem dışında kalan genç bir nüfus vardır. Okullaşma oranlarındaki veriler, sorunlarımızın devam ettiğini göstermektedir. Sekiz yıllık kesintisiz temel eğitim ile orta öğretimdeki okullaşma oranında kayda değer bir iyileşme sağlanmıştır. Yeni sistemin doğurgularında yakalanmış olan bu ivmenin nasıl bir 54 seyir izleyeceğine ilişkin verileri görmeye ihtiyacımız bulunmaktadır. Öğretmen-öğrenci dağılımında bölgeler, iller ve hatta aynı ilde semtler arasında dengesizlikler mevcuttur. Bu sorunların giderilmesine koşut olarak 2023 yılının öğretmeni, iyi bir insan gücü planlaması doğrultusunda, öğretmeyi öğreten, sorun çözme becerisine sahip, teknolojiyi kullanabilen, özverili, kendini sürekli yenileyip geliştirebilen niteliklerle donanmış çok yönlü bir yapıya sahip olmalıdır. Öğretmen yetiştirmede öncelikle insan gücü planlaması kaynaklı hatalar yapılmaktadır. Bu konuda MEB ve YÖK arasında yeterince işbirliği yapılmadığı izlenimi söz konusudur. Ayrıca, üniversitelerin de bu konuda kararlı bir tutum izlemesi beklenmektedir. Nitelikten ödün verilmemesi konusu göz ardı edilmemesi gerekir. Hükümetlerin popülist beklentileri nedeniyle kontenjan artırılması, ikinci öğretim yoluyla program açılması hem niteliği düşürücü hem de potansiyel olarak istihdam sorunu yaratmaya dönük uygulamalardır. Bu durum, öğrenci-öğretim üyesi oranını olumsuz etkilemekte, öğrencilere düşen araç-gereç sayısı, fiziksel ortam ve uygulama olanaklarına sınırlama getirmektedir. Eğitim Fakülteleri mezunlarının bile nitelik ve istihdam sorunları varken Fen-Edebiyat Fakültesi mezunlarına sertifika programı açılması bu sorunları daha da artırmıştır. Öğretmen yetiştirmede bu uygulamalardan kaçınılması sorunları önemli ölçüde kaynağında çözüm getirecektir. Türkiye, Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte sosyal ve kalkınmasında uyguladığı gerçekçi eğitim politikaları ile hızla yol almıştır. Günümüzde de eğitim açısından çağın ve ülke gerçeklerinin uyumlaştırılarak bilim ve teknolojiye dayalı akılcı politikalar oluşturulması gerekir. ŞEYTAN'I NEREDE ARAMALI? ALİ ALGAN Matematik Öğretmeni / Mardin İnsanlar ırklarını seçemedikleri gibi dillerini de seçemezler. Bu taksimi “külli irade” sahibi yapar. Hal böyleyken bir insanın Allah vergisi ana dilinde eğitim alma hakkını talep etmesi nasıl şeytani bir talep oluyor? Terör örgütünün aynı yönde propaganda yapması bu gerçeği gizleye bilir mi? TRT Türk’de yayınlanan Görüş Farkı programına katılan TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, Kürtçe eğitimi şeytana uymak olarak değerlendirdi. Programda Anayasa çalışmalarını anlatırken, “Yarın BDP her zamanki gibi şeytana uyar da anadilde eğitim isterse ne olacak?” diye soran Kuzu, program sunucusu Ömer Şahin’in, “Anadilde eğitim şeytana uymak mı?” sorusuna şu yanıtı verdi: “Memleket bakımından ben öyle görürüm. Çünkü bu memleketi o böler. Her türlü özgürlük tamam; bakın Amerika bunu bir kez denedi, bir eyaletinde denedi. İspanyolcanın yoğun olduğu bir yerde iki sene uyguladı baktı ki eyalet elden gidiyor, hemen İngilizce eğitimine tekrar döndü. Eğitim dili böler. Bu budur yani. Dolayısıyla her türlü özgürlük tamam ama bunu ayrı tutmak gerek. Başbakan da bunu çok net olarak vurguladı.” Sayın Hocam, bu, bu değildir. Sizi yıllardır panellerde izlerken hislerimize tercüman olduğunuzu görüyor memnun kalıyorduk. Sonra vekil olup Meclis’e taşındığınızı duyunca memnuniyetimiz ümide dönüştü. İktidar Partisi yöneticileri mansıp dağılımında zatı âlinize TBMM Anayasa Komisyonu Başkanlığını takdir ettiler. Artık istediğiniz yetkiyi almıştınız. Sizden beklenen milletin iradesini kamuya yansıtacak düzenlemeleri bir an önce hazırlamanızdı. Fakat Hocam, siz nelerle meşgul oluyorsunuz. Biliniz ki, sözleriniz bizi hayal kırıklığına uğratı- yor. Bu söylemler bizim tanıdığımız Kuzu hocamızın fikirleri değil. Yoksa reel politik anlayışı kuzuları kurtlaştırıyor mu? İnsanlar ırklarını seçemedikleri gibi dillerini de seçemezler. Bu taksimi “külli irade” sahibi yapar. Hal böyleyken bir insanın Allah vergisi ana dilinde eğitim alma hakkını talep etmesi nasıl şeytani bir talep oluyor? Terör örgütünün aynı yönde propaga nda yapması bu gerçeği gizleye bilir mi? Muhterem Hocam, iddianız kadar gerekçeniz de tutarsız. Garip bir şekilde bu ülkede konuşan herkes referanslarını Amerika’dan veriyor. Bir bütünün bir parçasını alıp onu başka bir ülkenin durumuyla mukayese etmek ne kadar mantıklı? Madem Amerika’yla karşılaştırılacağız neden iki sistemi birebir karşılaştır mıyorsunuz? Esat Bozkurt’un Ödemiş’te yaptığı bir konuşma “kurucu irade”nin düşüncesini yansıtmaktadır. Esat Mahmut Bozkurt şöyle diyor;” Benim fikrim ve kanaatim şudur ki, dost da düşman da bilsin ki, bu memleketin efendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır. Dost ve düşman hatta dağlar bu hakikati böyle bilsin” Sayın Kuzu, yukarıya alıntıladığım sözü pekâlâ siz de biliyorsunuz. Bence şeytan bu meşum kelimelerin arasında. Sahi sizce şeytanı nerede aramalı? 55 Ah Ne Güzel Yaşamak Ah ne güzel yaşamak! Sevinç neşeyle dolmak! Bir günün sabahına, böyle mutlu başlamak Sular hep şırıl şırıl, kuşlar hep cıvıl cıvıl Üstüme gün doğarken, gökyüzü pırıl pırıl Bembeyaz papatyalar, karanfiller mis gibi Şelale hışırtısı hayatın ritmi sanki Her şey ne kadar canlı, ne kadar insicamlı Mercan kayada kartal bu gün çok heyecanlı Tabiatın bestesi, ne güzel melodisi Sardı tüm benliğimi: sol fa mi sol fa mi Ah ne güzel yaşamak! Sevinç neşeyle dolmak! Biraz yavaş at kalbim, şu canlı resme bir bak! Dallarda yeşil yaprak, çiçekler salkım saçak Kıvrılır Kızılırmak, meleşir kuzu oğlak Hafif ıslanmış toprak, ah ne güzel koklamak Ey ihtişamlı dağlar! Dinleyin yeşil bağlar! Sesime kulak verin, duyun bütün insanlar! Sorarsanız nerdeyim, bir masalda gibiyim Sorarsanız nerdeyim, cennetten bir yerdeyim. Memnunum, mutmainim; öyle çok sevinçliyim Gülümsüyor hayata yürekten sevdiklerim Her şey yerli yerinde, daha ne isteyeyim? Şükür ya Rab’bim sana! Binlerce şükür daha! Bir masalda gibiyim, en güzel ülkedeyim. Hafif nisan rüzgarı okşarken saçlarını Yarimin gözlerinde gönlüm buldu baharı Kırmızı, beyaz yazma asmış kiraz dalına Bir de türkü tutturmuş, “Dolana gün dolana” İşte budur yaşamak! Aşkı derinden duymak! Uyan küçük kardeşim, gel yanıma koşarak Sevimli mi sevimli, şu güzel bigıla bak Ah ne güzel yaşamak! Güne mutlu başlamak! Başaklar dalga dalga, bereket had safhada Emektar babacığım erkenden tarlasında Doru atına binmiş heybetli görüntüsü Kudüs’ten müjde veren Eyyubi kıvamında Annemin başörtüsü mavi kelebek süsü Nasır tutmuş elleri, sanki cefa örgüsü Asakir-i Mansur’un manevi mirasıymış Cepheden getirdiği tek çeyizi süngüsü Günaydın nineciğim, dua eden meleğim Bana bir öğüt söyle ben de hikmet bileyim Ah ne güzel yaşamak! Huzurlu, mutlu olmak! Camiden nur getirmiş, felahı göreceğim Bir fincan kahven hazır, yudumla dedeciğim Kalbimde kuruludur, işte muhteşem tahtın Sen ulu bir çınarsın hep yeşil kalsın bahtın Ah ne güzel yaşamak! Ninemden dua almak! Ah ne güzel yaşamak! Dedemle selamlaşmak! Mutluyum, çok mutluyum; yarından umutluyum Doğal renge, ahenge bu huzuru borçluyum Selamlar güzel yurdum, Trakya’m, Anadolu’m! Selamlar güzel yurdum, sana sevgi doluyum. Ah ne güzel yaşamak! Sevinç neşeyle dolmak! Bir günün sabahına böyle mutlu başlamak! Sorarsanız nerdeyim, bir masalda gibiyim Sorarsanız nerdeyim, cennetten bir yerdeyim. Şükür olsun Allah’a, binlerce şükür daha Bir rüyaya uyandım en güzel ülkedeyim. Dünyanın gözbebeği canım Türkiye’deyim EMRULLAH BEDİR Sosyal Bilgiler Öğretmeni / İstanbul 56 16. ÜNLEM ÖĞRETMEN YETİŞTİRME VE EĞİTİM FAKÜLTELERİ ANKETİ ÖĞRETMENLER ODASI DERGİSİ Kamuoyunda var olan, ülkemizdeki öğretmen yetiştirme ve eğitim fakültelerinin durumu hakkındaki görüşleri analiz edebilmek ve yorumlar yapabilmek amacı ile hazırlanmış olan “Öğretmen Yetiştirme ve Eğitim Fakülteleri Anketi” … /… tarihleri arasında 449 katılımcı tarafından cevaplandırılmıştır. İlk 13 sorunun analizi elde edilen sayısal verilerin grafiklere aktarımı, 14. ve 15. soruların analizleri ise verilen cevapların belli ortak başlıklarda kategorize edilip özetlenmesi sureti ile yapılmıştır. 59 1. Üniversitede aldığınız eğitim mesleki ihtiyaçlarınızı karşılamaktadır. 2. Branş öğretmenleri fen edebiyat fakültelerinden yetişmeli, eğitim fakültesinden meslek (öğretmenlik formasyonu) derslerini tamamlamalıdır. 5. Formasyon programları kaldırılmalıdır. 9. Din ve mezhep öğretmenleri, söz konusu din ya da mezhebin kurmuş olduğu eğitim kurumlarında yetişmelidir. 6. Öğretmen liseleri kapatılmalıdır. 10. Eğitim fakültelerinde yardımcı öğretmen bölümleri açılmalıdır. (Yatılı okullarda belletmen, yurt sorumlusu, kaynaştırma sınıfı yardımcısı, okul öncesi ve sınıf öğretmeni yardımcısı gibi) 7. İlköğretim ve ortaöğretim alan öğretmenlikleri bölümleri birleştirilmelidir. 3. Öğretmen eğitiminde en az bir yıl kesintisiz staj olmalıdır. 4. Lise öğretmeni olmak için yüksek lisans mezunu olma şartı getirilmelidir. 60 8. Meslek liselerinde görev alacak meslek dersleri öğretmenleri de eğitim fakültelerinde yetiştirilmelidir. 11. Okullarda öğretim uzmanı olarak istihdam edilmek üzere eğitim fakültelerinde ölçme-değerlendirme ve öğretim programları ve eğitim lisans programları açılmalıdır. 12. Türkiye’de öğretmen yetiştirme sisteminin köklü bir reforma ihtiyacı var. 13. Eğitim fakültelerinin en önemli sorun alanını belirtiniz. 14. Bir önceki soruda işaretlediğiniz sorun alanını/ larını birkaç cümle ile açıklayınız. Bu açık uçlu sorunun yanıtı analiz edilirken başlangıç olarak 13. Soruya verilen yanıtlar göz önüne alınmış, daha sonra ankete katılan tüm bireylerin cevapları okunmuş, en çok yoğunlaşılmış olan 5 sorun alanına verilen açıklamalardaki ortak yanıtlar özetlenmiştir. Anket maddelerinden 13.süne verilen yanıtlar incelendiğinde katılımcıların cevaplarının en fazla yoğunlaştığı maddeler sırası ile “okul deneyimi dersleri (%50), öğrenci seçme sistemi (% 47), derslerde kullanılan yöntem ve teknikler (%38), öğretim üyeleri (%38) ve eğitim öğretim ortamları (%32) şeklindedir. Okul Deneyimi Dersleri: Okul deneyimi dersi kapsamında adaylara gerçek anlamda sorumluluk ve deneyim şansı tanınmıyor, içerik sağlamlaştırılmalı. Çoğu danışman hoca bu derse önem vermiyor. Öğretmen adaylarını yerinde gidip izlemiyor, takip etmiyor. Doldurulması gereken formlar usûlen doldurulup ilgili kişilere imzalatılıyor. Bunun yerine, öğretmen adayının bir sene boyunca yardımcı öğretmen ya da benzeri bir sıfatla deneyimli bir öğretmen ile derse girilmesi, toplantılara katılması tüm süreci tamamen içinde olarak öğrenmesi gerekir. Hatta okul deneyimi dersleri mezun olduktan sonra ücret ödenmek suretiyle 1 yıl boyunca kesintisiz sürdürülebilmelidir. Belki de tecrübeli ve başarılı öğretmenlerin yanında bir kaç yıl staj görmek formasyon ezberi yapmaya tercih edilmelidir. Öğrenci Seçme Sistemi: Seçme sisteminin tek yönlü (aday öğrenci tarafından) olması bir sorun. Bilinçli tercih bile yeterli olmuyor. Öğretmenin mesleğine yeteneği ve ilgisi olmalıdır. Öğretmen olmak isteyen herkesi bu kurumlara almamak gerekir. Öğretmenliği yalnızca bir kazanç kapısı olarak gören kişilerin öğretmen olması doğru değil. Bu mesleği vizyon ve misyon sahibi, ilk günden emekliliğe kadar idealistliğinden birşey kaybetmeyen kişiler yapmalı. Fakültede ucundan yakalanan öğretmenlik ilk beş yılda acemiliğin çıktığı, ikinci beş yılda kısmen tecrübe kazanıldığı, sonraki yıllarda gerçeklerin görülmeye başlanıp ya pes edilen ya da mevcut imkanlar ölçüsünde kişisel bir yol çizilen bir meslek olmamalı. Fakülteden mezun olan öğretmen yeterli ve yetkin bir seviyeye ulaşmalı. Bu yüzden de fakültelere öğrenci alımında ön eleme, istidat testleri uygulanmalı. Bu mesleğe uygun bilimsel kriterler konmalı. Geleceği yetiştiren, toplumun her ferdini geleceğe hazırlayan bu kişiler Geleceği yetiştiren, toplumun her ferdini geleceğe hazırlayan bu kişiler kolayca bu mesleğe alınmamalı. Öğrenci seçme sistemi, öğretmenlik konusunda gerekli niteliğe sahip olmayan kişilerinde bu mesleği seçtiği bir sistemdir. Birçok mesleğin ekonomik ve sosyal kaygılarla tercih edildiği sadece bilgiyi ölçen ya da ölçmeye çalışan bir sistemdir. 61 ÖZETLE; Türkiye’de ilkokuldan itibaren başlaması gereken mesleki rehberlik çalışmaları gerçekleştirilmediği için, birçok birey rastlantısal olarak bu mesleği seçmektedir. Öğretmenler, sürekli değişen eğitim sistemi içerisinde meslekte yabancılaşma yaşamaktadırlar. Öğretmen yetiştirme sisteminde ki pek çok problemin başlangıç noktası aslında öğrenci seçme sisteminden kaynaklanmaktadır. Şöyle ki, teknik öğretmen olacak öğrenciler, meslek liselerinden mezun olan öğrencilerden seçilmelidir, branş öğretmenleri de liselerdeki ilgili bölümlerden tercih edilmelidir. Öğrenci liseye kayıt edilirken gelecekte mesleğini tercih etmiş ve gerekli mesleki rehberlik çalışmalarına katılmış olmalıdır. Eğitim fakülteleri, branş düzeyinde yeni bilgilerin sunulduğu değil sağlam bir alt yapı üzerine gök delenlerin dikildiği kurumlar olmalıdır. Böyle olmalıdır ki öğretmenlik mesleği hak ettiği yere ulaşabilsin. 1950 li yıllarda, bekar evlerinde kalan lise öğrencilerinin evlerini kontrol eden, sanki kendi evladıymış gibi öğrencilerle ilgilenen öğretmenleri o kadar özledi bu ülke, şimdilerde maaşı ile vicdanı arasında muhasebe yapmak zorunda olan, toplum nezdinde değeri gittikçe kaybolan bir öğretmenlik mesleğinin sorunlarının temelinde, seçme ve yetiştirme sorunları gelmekte bu durumu meslekte değersizleştirme çabaları körüklemektedir. 62 kolayca bu mesleğe alınmamalı. Öğrenci seçme sistemi, öğretmenlik konusunda gerekli niteliğe sahip olmayan kişilerinde bu mesleği seçtiği bir sistemdir. Birçok mesleğin ekonomik ve sosyal kaygılarla tercih edildiği sadece bilgiyi ölçen ya da ölçmeye çalışan bir sistemdir. Derslerde kullanılan yöntem ve teknikler: Öğretmen olarak sınıflarda uygulanması istenilen yöntem ve tekniklerle üniversite dersleri işlenmiyor. Öğretim üyelerinin yaşları, işleri, güçleri bu yöntem teknikleri öğretmen adayları üzerinde uygulayacak heyecanı tüketmiş durumda. Örnek derslerde yöntem ve teknikler çok daha derinlemesine irdelenmeli. Özellikle teknolojik yenilikleri çok yakından takip edip, faydalı site adresleri öğretmen adaylarına aktarılmalı, akıllı tahta, tablet gibi teknolojilerin sınıf içinde kullanımını dair örnek uygulamalar yaptırılmalı, sonra da adaylardan örnek dersler istemek sureti öğretmeni tıpkı yüzme öğrensin diye havuza atmak gibi sınıfa atmaktan çok daha yapıcıdır. Yani özetle dersleri veren öğretim üyelerimiz öğretim yöntem ve tekniklerini ders esnasında fakülte öğrencilerine her türlü teknik yöntem dahil olmak üzere önce kendileri uygulamalıdır. Öğretim üyeleri: Eğitim fakültelerinin çoğunda formasyon derslerini veren öğretim elemanlarının bile ilk/orta/lise deneyimi yok... Anlatılanlar bilimsel verilere uygun olabilir. Ancak ülke gerçeklerine uygunluğunun sorun olduğu her durumda anlaşılıyor/görülüyor. Öğretim üyeleri sıkıntısı aslında temel üniversite eğitimi problemimizdir. Liyakat esasına göre seçilmeyen akademisyenler çok fazla verimli olamamaktadır. Eğitim fakültesindeki hocaların öğretmenlik mesleğini icra etmiş olmaları ve formasyon sahibi olmaları usta-çırak ilişkisinin de olması bu fakülteler için elzemdir. Yıllarca gerçekte yaşanılan sınıf ortamından, sorunlarından uzak kalmış ya da belki de yoğun çalışmaktan takip edememiş öğretim üyelerinin öğretmen adaylarını teorik bilgiler vererek mesleki doygunluğa ulaştıramamışlardır. Birçok noktada kendi kendimizi eğitmek zorunda kaldık… 15. Türkiye’de öğretmen yetiştirme sistemi ile ilgili düşünceleriniz/önerileriniz. Öğretmen yetiştirme programları daha çok uygulamaya dayanmalı (305 kişi), Öğretmenliğin ilk 1-2 yılı yardımcı öğretmen görevi verilmeli (325 kişi). Öğretmenlerin muhakkak okuması gereken kitaplar, filmler belirlenmeli ve bu eserlerle ilgili ciddi ölçme değerlendirme kriterleri oluşturulmalı (27 kişi). Sahada görevini hakkıyla yerine getiren, fark yaratan öğretmenlere eğitim fakültesi öğrencilerine seminer imkanı verilmeli, deneyimlerini paylaşmalılar (75 kişi). Öğretmen yetiştirmeleri sadece eğitim fakültelerinde yapılmalıdır (207 kişi). Eğitim fakültelerinin kontenjanları azaltılmalı ve ihtiyaç analizi yapılarak ihtiyaca göre tam donanımlı öğretmen yetiştirilmelidir (196 kişi). Branş öğretmenleri yetiştirilirken sadece kendi branşında uzmanlık yetmemeli ek olarak sınıf içi oyunlar, herhangi bir müzik aletini çalma vb. gibi alanlarda da eğitim almalıdır (4 kişi). Her okulda, öğretmenler sürekli meslek içi eğitime tabi tutulmalı, performansa göre kıdem gelmelidir (6 kişi). Her öğretmen (dördüncü yılından sonra) yüksek lisans yapmalı ve bilgilerini sürekli güncellemelidir (17 kişi). Teknolojik araç ve gereç kullanamayan bir tek öğretmen kalmamalıdır (372 kişi). Kıdemli öğretmen, müdür, müfettiş, rehber öğretmenler veya öğretim üyeleri Finlandiya gibi eğitimde başarı olan bir ülkeye gözlem ve inceleme yapmak üzere gönderilmelidir (2 kişi) öğretmen adaylarından konferans, webiner, atölye çalışmaları gibi faaliyetlere katılmaları istenmelidir. Yenilikçi ve üretkenlik aranmalıdır (23 kişi). Okul Deneyimi dersleri daha ciddiyetle uygulanmalı, yardımcı maaşlı öğretmenlik devreye sokulmalı (332 kişi). Bunun yanında öğretim üylerinin öğretmenlik deneyimlerinin olması gerekmektedir (226 kişi). Öğretmenlik mesleğini tekrar itibarına geri kavuşturup, öğretmeni özel ders, kurs veya herhangi bir ikinci iş aramak zorunda bırakma ayıbından derhal kurtarılmalıdır ki bu öğretmenin sınıf içi performansını etkilemektedir (129 kişi). BAYRAMDA BALKANLARDA OLMAK-1 MESUT KAYMAKÇI Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni / İstanbul İşlemlerin yapıldığı sınır kapısından, çok değil bir asır önce dedelerimizin elini kolunu sallayarak geçtiğini düşününce, bizim pasaport ve vize ile geçmemiz de zorumuza gitmiyor değil. “Dedesinden miras kalan hazinenin izini arayan vefalı torun” olma duygusu ruhumdan eski bir şarkının nağmeleri gibi geçiyor. İGEDER’in düzenlediği “Balkanlarda Kurban Kardeşliği” gezisi için 60 civarı eğitim gönüllüsü ile Derneğimizde düzenlenen, tanışma amaçlı yemekli toplantıdan sonra yola çıkıyoruz. Gezi grubumuzda, öğrenci ve öğretmenlerden oluşan farklı yaş gruplarından eğitim gönüllüsü arkadaşlarımız var. Aşina olduğum yüzleri görüyorum. Ayrıca, Güneydoğu gezisinden tanıdığım üç dört arkadaşımız daha var, ortamda hiç yabancılık çekmiyorum. Gezinin, aile ortamı sıcaklığında olacağını hissediyorum ki derneğin ikramlarına ek olarak dostlarımızın ikram ettiği kekler, börekler ve kuru yemişler şimdiden samimi ortamın ilk işaretlerini verir nitelikte. Otobüste adeta bir ikram yarışı var. Eğitimci biri olarak eğitime gönül vermiş insanlarla yolculuk yapmak bana ayrı bir keyif veriyor, ruh birlikteliği ise işin kaymağı. Bazen gözden kaçırdığım herhangi bir detayı diğer eğitimci arkadaşımın hatırlatmasından, yolculuk esnasında yaşadığımız olayları farklı bir şekilde yorumluyor olmasından mutlu oluyorum. Katılımcıların tamamı eğitim gönüllüsü olunca doğal olarak gezi de turistik gezi olmaktan çok “kültürel bir gezi” niteliği kazanıyor, görsellikten çok derinlik ön plana çıkıyor. İpsala sınır kapısındayız. Heyecanlıyım, ilk kez Balkanlara gidiyorum, arkadaşlardan bazıları daha önce Balkanlara gitmiş oldukları için benim kadar heyecanlı görünmüyorlar. Ne zaman bir sınır kapısına gelsem içime o aynı sıkıntı dolar, pasaport-kimlik kontrol işlemleri! Bu işlemler için kullanabileceğim en kibar ifade “tam bir işkence.” Bir de işlemlerin yapıldığı sınır kapısından, çok değil bir asır önce dedelerimizin elini kolunu sallayarak geçtiğini düşününce, bizim pasaport ve vize ile geçmemiz de zorumuza gitmiyor değil. “Dedesinden miras kalan hazinenin izini arayan vefalı torun” olma duygusu ruhumda eski bir şarkının nağmeleri gibi geçiyor. Bu hazine kesinlikle sadece tarihi bir cami, eski bir hamam ya da bir tarafı yıkık köprüden ibaret değildi. Bunlar ancak bir medeniyetin bir izi ya da bir parçası olabilirdi. Bu hazine daha çok beş altı asır hükmetmiş bir medeniyetin semada yankılanan sesiydi, bu hazine, bir medeniyete gönül vermiş kişilerin ruhunda sakladığı umutlardı.. Öyle ki bu umutlar, sadece bir medeniyete gönül vermiş kişilerce bilinen bir şifreydi. Pasaport işlemleri sürerken, zihnimde yaptığım zaman yolculuğum otobüsün hareket etmesiyle son buldu. 63 sohbet etmek istiyorlar ve diyalog kurmakta zorluk çekmiyorsunuz. Çünkü sokaklarda Türkçe bilen çok kişiye rastlıyorsunuz. Gecenin yorgunluğunu bayram sabahının mutluluğu ile çoktan unutmuşuz. İlk kez yurtdışında bir bayram namazı kılacak olmanın heyecanı, çocuksu bir sevinçle ruhumuzu sarıyor. 64 Selanik’te gezimizi bitiriyor ve Büyük İskender’in memleketi Makedonya’ya doğru hareket ediyoruz. Makedonya nüfusunun büyük bir kısmı Makedonlar, ardından sırayla Arnavutlar, Türkler ve farklı etnik gruplardan oluşuyor. Bu arada Makedonya ismi Yunanlılar tarafından kabul edilmiyor, çünkü Makedonya’nın bir bölümü Yunanistan içerisinde kaldığından bölünme psikolojisi yaşıyorlar. Bu yüzden Makedonya’yı resmen tanımış değiller. Makedonya’da Manastır ve Ohrid’i panaromik olarak geziyoruz. İkisi de gezilmeye görülmeye değer şehirler. Osmanlı izlerini özellikle şehir merkezlerinde görebiliyoruz. Ohrid tarihi motiflerin ağır bastığı bir şehir, ancak; biz hava karardıktan sonra gelebildiğimizden görme şansımız pek olamadı maalesef. Ohrid’de gezerken yabancılık çekmek gibi bir sıkıntı yaşamıyorsunuz. Öyle ki yoldan geçenler sizinle Türk olduğunuz için Makedonya’da gezimizi tamamladıktan sonra Arnavutluk’a yol alıyoruz, sınır kapılarındaki aksamalara ve yavaşlamalara rağmen gece yarısı Arnavutluk’tayız. Arnavutluk‘un en güzel kentlerinden İşkodra’da bir öğrenci yurdunda uyanıyor, sabaha merhaba diyoruz. Gecenin yorgunluğunu bayram sabahının mutluluğu ile çoktan unutmuşuz. İlk kez yurtdışında bir bayram namazı kılacak olmanın heyecanı, çocuksu bir sevinçle ruhumuzu sarıyor. Bu arada namazın bütün dinlerce ortak kullanılan İşkodra Meydanı’nda kılınacağını öğreniyoruz. Yani, bayram namazları burada camide değil meydanda kılınıyormuş. Bu meydan dostluk, barış ve kardeşliğin sembolü bir yermiş. Namaza gitmek için İşkodra sokaklarını arşınlarken tipik bir Osmanlı şehrinde yürüdüğümüzü hissediyoruz. İşkodra Arnavutluk’un en eski şehirlerinden biri. Kalesinden görünen çok güzel bir manzarası var ve ülkenin en büyük gölüne sahip. Namazdan sonra güzel bir kahvaltı ile güne başlıyoruz. Yurdun önünde kısa bir bayramlaşmadan sonra büyük bir camiye şehrin müftüsü ile bayramlaşmaya gidiyoruz. Orada öğreniyoruz ki bütün şehrin ileri gelenleri şehrin müftüsünün bayramını tebrik etme geleneği varmış. Validen tutun da diğer dinlere mensup din adamları da müftüyü ziyarete gelmişler. Müftüyü ziyarete gelenlerden, camiye girmekte zorlanıyoruz. Açıkçası, barış, kardeşlik ve karşılıklı iyi niyet adına bu gelenek çok hoşuma gitti. Birkaç medya mensubu canlı yayın için gelmişler, bayramlaşmayı haber olarak geçiyorlar. İşkodra Valisi Voltana Ademi Hanım hepimizle tek tek tokalaşıyor ve sohbet ediyor. Müslüman bir kadın. Burada Valilik ile Belediye başkanlığını dinler arasında dengeliyorlarmış. Eğer vali Müslüman olursa belediye başkanı Hristiyan oluyormuş ya da vali Hristiyan olursa belediye başkanı Müslümanlardan oluyormuş.. İGEDER Başkanımız Cüneyt Ancın beyin İşkodra televizyonlarına –tercüman aracılığı ile- kısa bir demeç vermesi hepimizi onore etti. Bu resmi bayramlaşmadan sonra yurdun müdürü Evans Bey bizi kurban kesim yerlerine götürdü. Burada dikkatimi çeken bir nokta kesilen hayvanların genelde dişi (inek) oluşu. Kurban kesiminden sonra, hazırlanan etler ekibimizin erkek üyeleri tarafından yurt müdürümüz Evans Bey eşliğinde dağıtıldı. Et dağıtımında aşırı izdiham et miktarının ihtiyaçlı insan sayısından az olduğunu ve bu geleneğin Arnavutluk’ta tam oturmadığını gösteriyor. Belki de bizler Arnavutluktaki kardeşlerimize daha çok yönelmeliyiz. Arnavutluk’ta ikinci günümüzü Berat, Dures ve Tiran’ı gezerek geçiriyoruz. Berat çok güzel tarihi bir şehir. Geleneksel ev tarzı olarak Safranbolu evlerini hatırlatıyor. Şehrin ortasından geçen Osumi Nehri’nin üzerindeki Osmanlı’dan kalma köprü bizi mest ediyor. Bir liman kenti Dures güzel bir şehir olmasına rağmen çok kısa bir sürede gezilebilecek bir yer değil. Eğlence yerlerine ve otellere bakıldığında daha çok hava karardıktan sonra hareketlenen bir şehir görüntüsü veriyor. Tiran a geçiyoruz. İskender Daha sonra başkent Tiran’a Meydanı şehrin en merkezi yeri olarak göze çarpıyor. Osmanlı ve Batı medeniyetlerinin iç içe geçtiği İskender Meydanı’nda tarihi binaları görebiliyoruz. Bu meydanın en göze çarpan yapısı Ethem Bey Camii. Camide yer yer çiçek ve meyve desenleri dikkatimizi çekiyor. Ethem Bey Camisi’nin yanında bir de saat kulesi bulunuyor. Ayrıca, meydanda sosyalist dönemden kalma Opera Binası ve Ulusal Tarih Müzesi olduğunu görüyoruz. İşkodra Arnavutluk’un en eski şehirlerinden biri. Kalesinden görünen çok güzel bir manzarası var ve ülkenin en büyük gölüne sahip. Gelecek sayıda gezi izlenimlerime Kosova ve Makedonya notları ile devam edeceğim. 65 6 5 NE KADAR UYGULANABİLİR? İBRAHİM DEMİRKAN Eğitimci-Yönetmen/ Ankara Eğitim-Bir-sen 1 Nolu Şube Basın Yayın Sekreteri Facebook’un, dil ve anlatım dersinin öğrenciye kazandırmak istediği düzgün ve etkili bir şekilde anlatma becerisini kazandıran gayr-i resmi bir eğitim platformu olduğunu düşündüm. Elbette net aleminde kullanılan dil kimi zaman yozlaşmaya da yol açabiliyor bu yüzden müspet etkisi kadar menfi yönünü de unutuyor değiliz. 66 FATİH Projesini yürüten YEGİTEK ile TÜBİTAK arasında eski hesapla 4.5 trilyon liralık bir protokol imzalandı. Protokolle birlikte eğitim müfredatlarının yenilenmesi ve FATİH Projesine içerik üretimiyle teknik alt yapısı TÜBİTAK’la yapılacak. Bu konuyla ilgili TÜBİTAK Başkanı Prof. Dr. Yücel Altunbaşak’ın şu açıklaması dikkat çekici: “Birinci projemiz, ‘eğitim sisteminin fotoğrafını çekmek’ başlığından oluşmaktadır. Bu sistemde objektif olmak çok önemlidir. Çünkü çıkan sonuçla milli eğitim politikalarının iyi yönde ya da kötü yönde gittiği ortaya çıkacaktır. İkinci projemiz ‘eğitim müfredatının güncellenmesi’ adı altındadır. Bu projeyle analitik düşünceyle sorgulayabilen, yenilikçi fikirleri ortaya çıkartan insan yetiştirmek üzere eğitim müfredatlarını yeniliyoruz.” Hedef çok güzel ama bana nedense bu yardımlaşma örneğin sağlık sektörünün iyileştirilmesi için otomobilciler ve minibüsçüler federasyonuyla yapılmış bir anlaşma gibi geldi. FATİH Projesinde tablete niçin hayır akıllı tahtaya niçin evet dediğimi sebepleriyle sıralamadan önce projenin hikâyesine bakalım. TÜBİTAK büyük ihtimal öğretmenlere dayanarak bu içerikleri oluşturacaktır ama içerik konusunda kontrolün MEB’de olduğunu unutmayalım. Eğlenerek öğretmeyi/öğrenmeyi hedefleyen bir eğitim portali olan EBA (Eğitim Son yıllarda Başbakanın seçim meydanında elindeki bir tableti göstererek ‘Artık çocuklarımız okullarda defter, kitap taşımayacak’ sözünden sonra ülkemizde FATİH Projesi ilgi odağı oldu. Bu satırların yazarının FATİH Pro- Bilişim Ağı) öğretmenler ile öğrenciler arasında iletişim kurmak, eğitim hayatları boyunca kullanabilecekleri materyalleri sağlamak üzere MEB bünyesinde faaliyet gösteriyor. (http:// www.eba.gov.tr/). İçerik bu projenin en önemli ayağı ama bundan önce bugüne kadar gelinen noktada projenin tablet ayağının uygulanabilirliğinin zayıf ve sıkıntılı olduğuna dair düşüncelerimizi aşağıda sıralarken etkileşimli/akıllı tahtanın ise eğitim dünyamız açısından tam bir nimet olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çünkü etkileşimli tahtayla ilgili kullanıcıların fikirlerini sorduğumuzda memnuniyet yüzdesinin fazla olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Aleyhte olan varsa canügönülden o sese de kulak vermeye hazırız. jesinin gerçekleştirildiği ve aynı zamanda çıkış yeri olan YEGİTEK (o tarihte adı EGİTEK)’in bir çalışanı olduğunu da belirteyim. Başbakanın bu açıklamasından önce o zaman ki adıyla EĞİTEK’e (Eğitim Teknolojileri Genel Müdürlüğü) atanan yeni genel müdür Mahmut TÜNCEL genç ve dinamik bir isim olarak FATİH Projesini dizayn etmiş ve eki biyle yola çıkmıştı. O tarihte FATİH Projesi üzerine çalışmalar başladığında her sınıfta bir projeksiyon cihazı, bir laptop ve projeksiyonun yansıtılacağı perde hedeflenmişti. Proje bu yönüyle bile cazipti. Tüm sınıflara projeksiyon konulacağını duyan dünyanın her tarafındaki üreticiler, gelip ürünleriyle ilgili sunumlar yaptılar. İşte bu sunumlarda projeksiyon cihazının lambasının belli bir saatle sınırlı ömründen, perdeye ya da tahtaya yansıtılan görüntünün önüne geçildiğinde perdede oluşan karaltılara kadar bir dizi sorunun çözümü aranırken iş yavaş yavaş dokunmatik ekranlı akıllı tahtalara ya da diğer adıyla etkileşimli tahtalara döndü. Ve henüz projede tabletin adı bile geçmezken Başbakanın elinde gördük. O tarihten itibaren sendika yönetiminde yer almanın da verdiği rahatlıkla ısrarla Başbakanın eline o tableti kim verdi diye sorsam da cevabını alamadım maalesef. Tek aldığım cevap ‘YEGİTEK tarafından verilmediği’ oldu. Niçin tableti ısrarla soruyordum. Çünkü büyük bir maliyet ve pedagojik açıdan sakıncalı bir durumla karşı karşıyaydık ve Başbakanın eline o tableti verenlerin bundan haberi olmadığı belliydi. FATİH Projesini dizayn eden ekip de böyle bir şey düşünmemişti. İhale MEB üzerinden YEGİTEK’e kaldı. Sonrasında da TÜBİTAK’la YEGİTEK arasında imzalanan bir protokolle Projenin daha bilimsel ve teknik bir zemine oturtulduğu düşünüldü. İşin aslı hazıra konan TÜBİTAK cephesi bu işe katkıda bulunabilir mi o da bir bahsi diğer. Cilalı imaj çağında TÜBİTAK ismine dayanılarak FATİH Projesine bir bilimsellik kazandırılmak istendiği ortada. Halbuki eğitim dünyasında pırlanta gibi insanlar var ve onlar bile bu işi kotarabilir. Bu işi planlayanlara Bediüzzaman’ın o çok hoşuma giden sözünü aktarmak isterim: “Yırtık libasına değil, elindeki elmasa bakılsın.” Tecrübeli bir öğretmen Türkiye’deki pek 67 Fatih projesinin en önemli ayağı olan öğretmenlere kısa süreli kurslar değil bir yıla yayılmış uzun süreli kurslar verilmeli. Projede yer alan öğretmenler Fatih projesiyle ilgili ders verilen sınıflarda akıllı tahta olması gerektiğini sadece teorik derslerin anlamsız olduğunu söylüyorlar. Eğitimin en önemli unsuru öğretmen olduğu için bu konuda bakanlık yetkilileri hassas olmalıdır. Öğretmenin öğrenci karşısında teknolojik yetersizliğini gösterecek en ufak bir açık eğitimin orada bitmesi demektir. 68 çok profesör titri olan ister TÜBİTAK’tan ister üniversitelerden olsun akademisyen ve bilim adamını dizinin dibine oturtur eğitimin nasıl olacağını -planlaması dahil- ders verebilir. Velhasılıkelam sınıfta tebeşir tozu yutmayanlar anlamaz bizim halimizden. Akıllı tahtaya evet tablete kısmen hayır dediğimizi maddeler halinde sıralamak istiyorum. FATİH Projesiyle ilgili pilot okulları ziyaret edip sorunları rapor halinde sunduğum için bu konuda kendi notlarımdan ve konuya kafa yoran eğitimcilerin ve gözlemcilerin görüşlerinden de faydalandım. Fırsatları Artırma Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH) projesi pilot uygulaması Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından 2012 yılında 17 il, 52 okulda başlatıldı. Seçilen okullarda sınıflara etkileşimli tahta, fiber internet bağlantısı, çok fonksiyonlu yazıcı ile donatıldı ve pilot çalışması kapsamında yer alan öğrenciler ve öğretmenlere tablet bilgisayarlar verildi. İmdi… -Bilgisayar ya da İnternet erişimi olmadığında çocuklar ne yapacak? Burada oluşacak eksiklik nasıl giderilecek? Bu anlamda müfredatı dijital dünyaya tam bağımlı kılacak bir değişimden uzak durmak lazım. -Üst sınıflara geçtikçe ya da hali hazırda ders yılı içerisinde defter yerine geçen öğrenci tableti kaybedilince ya da tablet çökünce notlar, bilgiler ne olacak? Nerde ve nasıl yedeklenecek? -Tablet bilgisayar kullanımından dolayı öğrencilerin derslerde dikkatlerinin dağılması, tahtanın bir sunum aracı olarak sürekli kullanımının öğrencileri pasifize etmesi, öğrencilerin boş zamanlarını bu teknolojilerle uğraşarak geçirmeleri, öğretmen–öğrenci arasında göz temasını azaltması gibi (bu önemli bir sorundur çünkü öğrenci önündeki tabletle internet- te sörf mü yapmaktadır yoksa dersle ilgili bir sayfaya mı bakmaktadır) sorunlar tablet kullanımını derslerin kimi konularına has kılınarak aşılabilir. Öğretmenler sınıf yönetimde artık zorlanacaklardır. Öğretmenler akıllı tahta ile uğraşırken öğrencilerin derste tablet ile uğraşmaları sınıf yönetiminde kargaşaya sebep vereceği için öğretmenler tarafından tabletler kilitlenebilmelidir. Gerçi böyle bir yazılım icraata konulduğu halde kimi öğrencilerin tabletlerini kilitlemekten koruma ihtimalleri yüksek. Çünkü teknolojide artık aşılamayan duvar yok. Sınıf yönetimini kolaylaştıracak diğer bir yol da öğretmenin sınıfa sırtını dönmeden akıllı tahtayı kullanabilmesidir.Öğretmen tahtadaki dokunmatik klavyeyi değil verilecek harici wireless klavyeyi kullanmalıdır. Hatta öğretmen öğrencileri arasında onlarla birlikte akıllı tahtaya yönelmeli ve uzaktan kumanda ile sunumunu yapabilmelidir. -FATİH Projesiyle ilgili gündeme gelen sağlık sorunu üzerinde ciddi tahliller yapılmalı. Radyasyon etkisi, ekran-göz sağlığı, tahtanın ısınmasından kaynaklı rahatsızlıklar, baş ağrısı, parmakta meydana gelen tahriş gibi (akıllı tahta ve tabletlere yedekli birer yumuşak uçlu kalem kesinlikle şart onu da belirtelim) sorunlar üzerinde tatmin edici bir sonuç alınmadan Türkiye geneline yaygınlaştırılmamalı. -Engelli eğitimi ile entegrasyon sağlanmalı. Neticede engellilerin kullanımıyla ilgili yapılmış programlar öğretilirken tablet sesli komut veya açılan sayfayı gezerken yönlendirme için sesli okuyabilecek mi? -Sadece tabletiyle ilgilenen asosyal öğrencilerin önüne geçilmeli. Okul idareleri ve öğretmenlerin ‘Tableti teneffüste bırakıp dışarı çıkın bu sağlığınız ve zihin gelişiminiz için şarttır’ demeleri bu sayede teknolojinin negatif yönünün de var olduğunu öğrenciye hissettirir. Sadece tabletiyle ilgilenenler kadar elbette anlamadığı konulardan dolayı öğrenciler arasında diyaloglarda çoğalabilir fakat bilgisayar teknolojilerinin kişileri yalnızlaştırma eğilimi benim şahsi gözlemlerime göre daha fazladır. -Başta Matematik ve Geometri olmak üzere Fizik, Kimya Türk Dili ve Edebiyatı, İngilizce gibi derslerde bazı öğretmenlerin ders öncesinde hazırladıkları konuları ve soruların çözümlerini ders sırasında akıllı tahtayı kullanarak daha kısa sürede gerçekleştirdiklerini gördüm. Derslerde yaklaşık %30’luk bir zaman kazandıran akıllı tahta bu projenin eğitim dünyasına verdiği en önemli hediye. Sadece şuna dikkat edilmeli: Öğrenciye ‘Bir daire çiz’ denildiğinde o tam çizemese de akıllı tahta otomatik düzeltmektedir. Bunun gibi eğitimsel açıdan ufak tefek kusurları olsa da FATİH Projesinin eğitim dünyasına en büyük armağanı bu akıllı/etkileşimli tahtadır. -Tabletlerin şarjlarının 6 saat gitmediği çabuk bittiği şikâyetini çok duydum. Bu da tabletler için okullarda güvenli bir yerde şarj kutularının oluşturulması zorunluluğunu getirmektedir. Ayrıca ders işlenirken tabletin şarjı bitecek öğrencinin dersten kopmaması için uzun kablolu bir şarj sistemi olmalıdır sınıflarda. - Öğrencilerin kitap okuma alışkanlıklarının tablet bilgisayarların kullanımıyla azalabileceği göz önüne alınarak başta edebi eserler olmak üzere ders dışı kitaplarda tabletlere yüklenmelidir. -Akıllı tahtada yapımcı ve yönetmenliğini yaptığım eğitim videolarını izleyince şu eksiklikleri gördüm: Akıllı tahta büyük ekrana sahip olduğu için TV ve bilgisayar ekranına göre yapılan videoların görüntü kalitesi düşmektedir. Bu videolar yüksek kalitede ayrı bir link verilerek depolanmalı öğretmen oradan indirip izletmelidir öğrencilere. Küçük yazılmış yazıları arka sıralardaki öğrenciler göremediklerinden şikayet etmektedirler. Aynı şekilde tabletlerin ekranı küçük olduğu için üzerine küçük harflerle yazılı videoları büyütme imkanı yok. Eğitim materyalleri modüler tarzda buna göre dizayn edilmelidir. Öğretmen örneğin dağlar konusunu işlerken artık eski usul 20 dk boyunca bir eğitim filmine mahkum olmak istemiyor (MEB tarafından ilk ve ortaöğretime çekilen eğitim filmleri ortalama 15 dk. Liselere çekilenler ise 20 dk. ile sınırlıdır). Öğretmen ‘Bana dağların oluşumunu, Türkiye’deki ve dünyadaki dağları anlatan uzun videolar değil bunların parçalanmış ve bölünmüş görüntüleri örneğin bir Ağrı, bir Erciyes dağının resmi bile yeter’ demektedir. Din dersine ait yönetmenliğini yaptığım ‘Temizlik ve İbadet’ konusunda da (http://internettv.meb. gov.tr/dersler.asp?NO2=111&NO=2&KOD=3) boy abdestinden teyemmüme tüm abdestleri ve alınışlarını, abdesti bozan şeyleri anlatan 23 dk.lık videolarda artık teknolojinin ve bilgisayar dünyasını yeni mantığına uygun değil. Öğretmen sadece örneğin namaz abdestinin alınışını gösteren bir video istemektedir. Çünkü tekrar … tabletten kısmen vazgeçilmeli sadece ödül olarak öğrencilere verilmeli. Örneğin her sınıfta akademik anlamda not ortalamasıyla ilk üçe giren öğrencilerle beraber değerler eğitimi açısından örnek davranışlarda bulunan farklı üç öğrenciye de o sınıfta derse giren öğretmenlerin tavsiyesi doğrultusunda tablet verilmeli. 69 tabletler öğretmenlerin elinde olmalı ve ilk önce öğretmenler tabletin kullanımını öğrenmelidir. -İçerik üretiminde öğretmenler teşvik edilmeli. EBA’ya atılacak materyallerde en çok tıklanıp indirilen materyal sahibi öğretmenlere ücret verilmelidir. FATİH Projesinin en önemli ayağı olan öğretmenlere kısa süreli kurslar değil bir yıla yayılmış uzun süreli kurslar verilmeli. Projede yer alan öğretmenler FATİH Projesiyle ilgili ders verilen sınıflarda akıllı tahta olması gerektiğini sadece teorik derslerin anlamsız olduğunu söylüyorlar. 70 tekrar gösterebileceği kısa ve sonuç alıcı videolar akılda daha kalıcı olmaktadır. EBA’da ki içerikler artık bu minvalde hazırlanmakta bu da sonuç alıcı güzel bir gelişme demektir. -FATİH Projesinin en önemli ayağı olan öğretmenlere kısa süreli kurslar değil bir yıla yayılmış uzun süreli kurslar verilmeli. Projede yer alan öğretmenler FATİH Projesiyle ilgili ders verilen sınıflarda akıllı tahta olması gerektiğini sadece teorik derslerin anlamsız olduğunu söylüyorlar. Eğitimin en önemli unsuru öğretmen olduğu için bu konuda bakanlık yetkilileri hassas olmalıdır. Öğretmenin öğrenci karşısında teknolojik yetersizliğini gösterecek en ufak bir açık eğitimin orada bitmesi demektir. Özellikle bir okula dağıtılmadan 3 ay önce -Son olarak tabletten kısmen vazgeçilmeli ve sadece ödül olarak öğrencilere verilmelidir. Örneğin her sınıfta akademik anlamda not ortalamasıyla ilk üçe giren öğrencilerle beraber değerler eğitimi açısından örnek davranışlarda bulunan farklı üç öğrenciye de o sınıfta derse giren öğretmenlerin tavsiyesi doğrultusunda tablet verilmelidir. Genelde akademik başarısı yüksek olan öğrenciler zaten örnek öğrenciler olduğu için okul idaresi ve öğretmenlere tableti vermede geniş yetkiler verilmeli, böylece isterlerse sportif ya da kültürel bir yarışmada dereceye giren öğrencilere de tabletleri verebilmeliler. Sonuç olarak etkileşimli ya da akıllı tahtaya evet ama tablete hayır. Bir sendikacı olarak en çok şikayet aldığımız konuların başında sınıf içi huzuru bozan, eğitim ve öğretimi aksatan cep telefonu sorunu varken bir de tableti tamamen sınıflara sokarak sorunu ağırlaştırmayalım derim. tan 1’inin ilkokulu yarıda bıraktığını, okul çağındaki 61 milyon çocuğun okula gitmediğini ve okul çağındaki 250 milyon çocuğun okuma yazma bilmediğini açıkladı. SEYFULLAH KÖKSAL Marmara Üniversitesi ve İGEDER Akademi Öğrencisi / İSTANBUL 10 09 2012 UNESCO, 2000’de Dakar’daki Dünya Eğitim Forumu’nda 164 ülkenin katılımıyla kabul edilen “Herkes İçin Eğitim 2015” hedefleriyle ilgili bir rapor yayımladı. Araştırmaya imza atanlardan François Leclercq’in açıkladığı rapora göre, gelişmiş ülkelerde 5 yetişkinden 1’i, iş hayatı için yeterli donanıma sahip değil.Dünya genelinde son 2 yıldır 61 milyon çocuk okula gitmiyor ve gelişmekte olan ülkelerde her 5 çocuktan 1’i ilkokul eğitimi yarıda bırakıyor. Okula giden ya da gitmeyen ilköğretim çağındaki 250 milyon çocuk da henüz okuma yazma bilmiyor. Hagitegas’ tan Erdoğan’a Eleştiri Avrupa Dershaneler Birliği Başkanı George Hagitegas, dershaneciliğin tarihine dikkat çekerek çok eski ve evrensel bir olgu olduğunu, gerekliliğini defalarca kanıtladığını belirtti. Hagitegas, üniversiteye giriş sınavı gibi önemli bir sınava en iyi şekilde hazırlanma ihtiyacının dershaneciliği sadece Avrupa’da değil tüm dünyada ihtiyaç duyulan bir sektör haline getirdiğini belirtti ve “Bu tür bir uygulama, durumları zaten zor olan öğrencileri daha da zor bir durumda bırakacaktır, eğitimde başarılı olma şanslarını tamamen ortadan kaldıracaktır. En önemlisi eğitimde eşitlik ilkesini ihlal etmiş olacaktır. Türkiye’de dershanelerin kapatılması düşüncesi, bütün dünyada var olan eğitim özgürlüğü prensibine aykırıdır” dedi. 16 10 2012 Beş Çocuktan Biri İlkokulu Yarıda Bırakıyor Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Teşkilatı (UNESCO), dünyada her 5 çocuk- 05.10.2012 Öğrencilerin Şiddet Eğilimini Azaltacak Yeni Proje Bir öğrencinin öğretmenini bıçaklaması, başka bir öğrencinin de intihar etmesi gibi son zamanlarda yaşanan şiddet olaylarına karşı İzmir Milli Eğitim Müdürü Vefa Bardakçı öncülüğünde bir proje hazırlandı. Olayların tek bir sebeple açıklanmasının mümkün olamayacağını, aile, okul, kültürel, sosyal ve çevresel faktörlerin incelenmesi gerektiğini kaydeden Bardakcı, olaylar sonrası okul müdürleriyle toplanıp şiddet eğilimini azaltan bu projeyi başlattıklarını söyledi. Bardakcı, proje kapsamında, her öğrencinin ilgi ve yeteneklerinin tespit edileceğini, sonuçlara göre sportif, kültürel, sanatsal veya sosyal faaliyetlere yönlendirileceğini anlatarak, “Çocuklarda bir hedef boşluğu var. Çocuklarımızın yetenekleri doğrultusunda, tiyatro mu, spor mu, müzik mi, sosyal konular mı onu ortaya çıkararak kendisine bir yol çizmesini sağlayacağız. Öğrencileri- mize yeteneklerine göre hedef göstererek, şiddet olaylarını engellemek istiyoruz” diye konuştu. Bardakçı, projenin hayata geçmesi için diğer kamu kuruluşlarıyla bağlantı kuracaklarını ve bu etkinliklerin ders dışı faaliyet olarak gerçekleştirileceğini belirtti. 05 12 2012 Okullar Hayat Olsun Projesi Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atılan adımlarla hayata geçen ‘Okullar Hayat Olsun’ projesi, pilot il olarak Konya’da başladı. Çok amaçlı olan proje kapsamında merkezi ve yerel yönetimlerin kaynak ve imkânlarının, işbirliği içinde halkın hizmetine sunulması amaçlanıyor. Türkiye›de bulunan 42 bin okulun, mesleki, sosyal, kültürel ve sanatsal faaliyetlerin yapılacağı alan olması hedefleniyor. Proje kapsamında tüm okullar, sadece öğrencilerin eğitildiği zamanla değil; cumartesi, pazar, akşam sürekli, gün boyu, hayat boyu eğitime devam edecek. Okul binaları, salonları ve bahçeleri boş durduğu zamanlarda, mahallenin ve çevrenin hizmetine verilecek. 18 10 2012 Kariyer Basamakları Sistemi Tekrar Düzenleniyor Düzenlemede ilk göze çarpan bilgiler şunlar: Kariye Basamakları; Öğretmen, Uzman Öğretmen, Kıdemli Uzman Öğretmen, Başöğretmen olmak üzere dört kademeye ayrıldı. Bu kademeler arasındaki değerlendirmeler %50 Sınav + %50 Değerlendirme Çizelgesi üzerinden oluşacak toplam puan üzerinden yapılacak. Uzman Öğretmen, 711 Kıdemli Uzman Öğretmen, Başöğretmen kademelerinde kontenjan sınırı bulunmayacak. 7 yılını dolduran öğretmenler “Uzman Öğretmenlik”, 12 yılını dolduran öğretmenler “Kıdemli Uzman Öğretmenlik”, 17 yılını dolduran öğretmenler “Başöğretmenlik” sınavlarına katılabilecek. Geçişler kademeler arasında dikey değil yatay olarak yapılacak, yani “Uzman Öğretmen” olunmadan “Kıdemli Uzman Öğretmen” olunamayacak. “Girişimci nasıl olunur?”, “Para nasıl kazanılır?”, “Alın teri ile kazanılan para ne kadar tatlıdır?” gibi soruların cevabını arayan derneğin, Mecidiyeköy Meydanı’nda “Simitçi Genç” ve “Sucu Genç” olarak her gün bir öğrencinin bu tecrübeyi yaşaması sağlandı. İsteyen Öğrencinin katılabildiği uygulamada dereceye giren öğrencilere ödüller verildi. Değerlendirme Çizelgesinde ise ilk göze çarpanlar şunlar: Doktora ve yüksek lisansa ek puan verilecek. Değerlendirme de öğretmenler arasında tartışma konusu da olan tezli ve tezsiz yüksek lisans ayrımı yapılacak. Kıdeme, e-akademi eğitimlerine, bilimsel, kültürel, sanatsal ve sportif etkinliklere puan verilecek. Ayrıca yayımlanmış eseri olanlara(ISBN), yurt içi ve yurt dışı hakemli dergilerde makalesi yayımlananlara, bilimsel inceleme-araştırması bulunanlar ile proje hazırlayıcısı ve yürütücülerine ek puanlar verilecek. 17 10 2012 13 09 2012 Uygulamalı Para Kazanma Dersi Gençlik Platformu Derneği’nin “Uygulamalı Para Kazanma Dersi” ile öğrenciler, 20 Eylül-20 Ekim tarihleri arasında Mecidiyeköy’de simit ve su satarak, para kazanma tecrübesi yaşadı. Gençlik Platformu Derneği’nden yapılan yazılı açıklamada, kurulduğu günden itibaren öğrencilerin kendilerini geliştirebilmeleri ve hayata hazırlanmaları için birçok projeye imza atan derneğin, 20 Eylül-20 Ekim tarihleri arasındaki yeni projesi “Uygulamalı Para Kazanma Dersi” ile hayat ve para kazanma tecrübesi yaşatmayı amaçladığı belirtildi. 72 2 İlköğretime Yeni Bir Ders Geliyor Habertürk’te Perspektif programında Suna Vidinli’nin gündeme ilişkin sorularını yanıtlayan Adalet Bakanı Sadullah Ergin, seneye ilköğretime hukuk dersi geleceğini açıkladı. 4. Yargı paketine ilişkin konuşan Ergin, yargının bir tarafında hakim ve savcılar diğer tarafında kamuoyu ve halkın olduğunu belirtti ve konuyla ilgili olarak değişim ve dönüşüme adapte olmayla ilgili çalışmaları anlattı. “Milli Eğitim Bakanlığı’nda çok önemli çalışma yaptık. 2013-2014 yılında ilköğretim müfredatın içerisinde Temel Hukuk Bilgileri dersi konulacak. Ayrıca ortaöğretimde de bunu seçmeli ders olarak alabilecek. Önümüzdeki yıl başlıyoruz” diyerek MEB ila olan çalışmalarından bahsetti. 20 10 2012 Kimsesiz Çocuklara Dini Eğitim Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında 24 Eylül’de imzalanan protokolle, yurtlarda kalan koruma altındaki kimsesiz çocuklara, Diyanet personeli tarafından eğitim verilmesi karara bağlandı. Protokole göre, her ilde 2 kurumun personelinden oluşan komisyon kurulacak. Komisyon, ildeki çocuk evi, çocuk yuvası, yetiştirme yurdu, koruma bakım ve sosyal rehabilitasyon merkezi ile çocuk ve gençlik merkezlerinin ihtiyaçlarını gidermek için aylık çalışma planı yapacak. Diyanet İşleri Başkanlığı’nca çıkarılan yayınlardan çocuğa faydalı olabilecekler ücretsiz olarak verilecek. Korunma ve bakım altında bulunan çocukların müftülük tesislerinden faydalanmaları sağlanacak. Çocukların yaş ve gelişimleri dikkate alınacak. Her çocuğun durumuna özgü yaklaşım sergilenecek. Görev alacak dini personel, hizmet verecekleri kesimin hassasiyetlerine dikkat edecek ve iletişim kurma tekniklerine uygun eğitim alacak. 31 10 2012 Öğretmen Yetiştirmede Yenilikler 2013 Yılı Programı’nda “Eğitim Sistemi’nin Geliştirilmesi”ne yönelik temel amaç ve hedeflere göre, 2013 yılında öğretmen istihdamına ilişkin strateji ve politika belgesi hazırlanacak ve uygulanmaya başlanacak. Çalışmalar kapsamında öğretmen istihdamına ilişkin strateji ve politika belgesi hazırlanacak. Eğitim fakültelerinin kontenjanları ülkenin gelecekte ihtiyaç duyacağı branşlara ve öğretmen sayısına göre belirlenecek. Öğretmenlerin atamalarında bölgeler itibarıyla öğretmen ihtiyacının dikkate alındığı teşvik edici bir yaklaşım benimsenecek. Öğretmenlere ve okul yöneticilerine yönelik hizmet içi eğitimlerin sayısı ve etkinliği artırılacak. Yenilenen müfredatlara uygun olacak şekilde yönetici, öğretmen ve diğer personelin yeterlilik alanlarını esas alan ve sorumluluğuna verilecek görevleri en uygun şekliyle yapmasını sağlayacak bilgi ve beceriyi kazandıran etkin bir hizmet içi eğitim sistemi kurulacak. Bu kapsamda düzenlenen seminer ve kursların niteliği artırılacak. Türk Eğitim Sisteminde STK’lar: Konumları ve İşlevleri DR.İBRAHİM HAKAN KARATAŞ Demokratik yaşamın temel kurumlarından biri olan STK’ların Türkiye’de asıl işlevlerini yerine getirmeye başlamalarının tarihi çok eskiye gitmez. Osmanlı’nın modernleşme serüveniyle birlikte tanıştığımız STK’lar neredeyse bir buçuk asır sonra, 21. Yüzyıla girerken ancak gerçek kimliklerini bulmaya ve demokratik hayatın etkin aktörleri olmaya başlamışlardır.Ve en önemli etkinlik alanı olarak devletin sürekli denetim ve gözetim altında tuttuğu eğitimi seçmişlerdir. STK’ların eğitim sistemi içindeki rolleri, statüleri ve işlevleri nelerdir? Bu statüleri kendi kazanımları mıdır yoksa devle- tin lutfettiği bir paye midir? Bu statüleri toplum ve devlet nazarında kabul görmekte midir? Kendilerince belirledikleri işlevleri ne düzeyde yerine getirebilmektedirler? Ne tür zorluklarla karşılaşmakta ve bu zorlukları nasıl aşmaktadırlar? Devlet ve toplum STK’ların bu statülerini ve işlevlerini içselleştirebilmiş midir? Bu kitap, STK’ların bugün eğitim sistemi içindeki statü ve işlevlerini sivil toplum kavramının tarihsel ve kurumsal gelişimi çerçevesinde, küresel ve ulusal boyutlarıyla ve kuram ve uygulamayı birlikte ele alarak incelemektedir. Sivil Toplum ve Eğitim İBRAHİM HAKAN KARATAŞ STK’lar neden eğitim alanında faaliyet gösterir? Eğitimden beklentileri nelerdir? Eğitime ilişkin tespitleri nelerdir? Gizli gündemleri var mıdır? Gerçek amaçları nedir? Topluma ve devlete nasıl bakarlar? Birbirleriyle nasıl bir ilişki içindedirler? Türkiye’ye ve geleceğe ilişkin ne düşünüyorlar? Bu soruları ve daha fazlasını Türkiye’nin önde gelen STK yöneticileriyle, bürokratlarla ve politikacılarla konuştuk. Türkiye’de yaşanan sorunların bilinaçaltını anlamaya çalıştık. Gerçek sebepleri ve uygulanabilir çözüm önerilerini aradık. 73 OKUL ŞEKERİ PROJESİ MUSTAFA YAZKAN Sınıf Öğretmeni / Çekmeköy / İstanbul Çocuğu okula alıştırana ve öğretmenin öcü olmadığını, iyi birisi olduğunu çocuk anlayana kadar her akşam şeker verilir. Öğretmen onlarla bir iki sorudan oluşan sohbet de eder. Tüm çocukların okulun başladığı günden itibaren okula uyumunu sağlamak, velileri mutlu kılmak ve öğretmeni daha rahat ders yapabilir duruma getirmek, kısacası çocuklarda okula başlamadan önce oluşan okul fobisini ortadan kaldırmak amacıyla halen Çekmeköy Hatice Mehmet Ekşioğlu İlköğretim Okulunda görev yapmakta olan sınıf öğretmeni Mustafa Yazkan tarafından Çekmeköy İlçesi AR-GE birime sunulan ayrıca kendi sınıfında da uygulanan başarılı bir proje Okul Şekeri Projesi. Bu projeyi ortaya çıkartan sebepler 1. Sınıf öğrencilerinin tahminen % 10’unun ilk günlerden itibaren annesinden ayrılmak istememesi ve bir çok annenin ilk günlerde (kimi zaman bu durum 1 dönem sürmekte) sınıfa girmesi, sınıfta ağlayan her çocuğun diğerlerinin de konsantrasyonunu bozup öğretmenin de işini bir hayli zorlaştırması. Projenin çıkış noktası ise çocuğun okulu sevmesi. Peki çocuk okula nasıl alışır? Okulu nasıl sever? Öncelikle abi veya ablası okula giden çocuklar (3-6 yaş grubu) akşam abi veya ablasını okuldan almak için velisi ile okul önüne gelir. Abi veya ablası okuldan çıkarken abisinin veya ablası- 74 nın öğretmeni tarafından sevilir, konuşturulur ve öğretmen cebinden çıkardığı şekeri çocuğa verir. Tahminen 5-10 çocuk şeker alacaktır. Bu çocuklar yaşadıkları o anı tekrar yaşamak ve şeker almak için her akşam annesi ile okula gelecektir. Çocuğu okula alıştırana ve öğretmenin öcü olmadığını, iyi birisi olduğunu çocuk anlayana kadar her akşam şeker verilir. Öğretmen onlarla bir iki sorudan oluşan sohbet de eder. Okulda abisi veya ablası olmayan, okula gidecek ilk çocuk olanlardan 6 yaşında olup bir anasınıfına kaydolamamış olan çocukları ise, okul idaresi, velilerini bir toplantı ile toplayıp bilgilendirir ve bir dahaki sene okula yazılacak çocukların zaman zaman okula gelmesi ve bizzat okul müdüründen şeker alması sağlanır. Bu tür çocukların 2. Dönem haftada bir gün anasınıfına misafir olmaları ve ana sınıfında oyun oynamaları sağlanır. Tüm yıl boyunca belirli aralıklarla devam eden proje çalışmaları sonucunda bir sonraki yıl çocuklar okula karşı besledikleri büyük bir sempatiyle öğrenim hayatlarına başlamış olurlar, çünkü “bir şeker çocuğun eğitim hayatını değiştirebilir.” 75 fi ffikirlerin, içinde yaşadığımız zaman ve me mekânda, hatta günlük hayatımızda bize nel neler söylediğini anlamaya çalışıyoruz. Hik Hikmetin özünü bulmak için çıktığımız bu yol yolda bize, orijinal felsefe metinlerinden alın alınan metinlerle birlikte yazarın sohbet ede edermişçesine rehberliği eşlik ediyor. • Entelektüel tarihte paradigma oluşturmuş E felsefe akımları ve filozofların tek tek ele fe alındığı 17 bölüm. a YAZAR ÖĞRETMENLER SITKI SERDAR Yüksek Lisans Öğrencisi / İstanbul • Fikirleri çağlar ötesinden günümüze F kadar ulaşan Eflatun, Sokrat, Aristo ve k Lao-Tzu gibi bilge-filozofların yanı sıra L Kierkegeard’a ayrılmış bir bölüm ile 20. K yüzyılın iki arketipik filozofu Wittgenstey in ve Heidegger’in tartışıldığı bölümler elsefeye Giriş: Felsefeye Hikmetin Yapıtaşları KEVSER KIVANÇ KARATAS DKAB ÖĞRETMENİ / İSTANBUL • Felsefe öğrencilerine yönelik pratik tavsiyeler ve kolaylaştırıcı yöntemler Yazar Douglas Do J. Soccio ile beraber, 3000 Batı felsefesi boyunca ortaya atılmış yıllık Ba başlıca ffikirlerin peşine takılıyoruz. Felse- • Eleştirel gözle metin okuma ve yazı yazma stratejileri çerçevesinde, seçilen belli bir konuda alıntılama yapma prensipleri Babilik ve Bahailik: İran’da Kaçar Türk T Hanedanlığı süren hâkimiyeti boyunca da devamlı iç ve dış sorunlarla uğraşmak zorunda kalmıştır. YASİN İPEK Dinler Tarihi- İslam Tarihi DKAB ÖĞRETMENİ / KAYSERİ İran coğrafyasında 1795-1925 yılları arasıncoğ hüküm sürmüş olan “Kaçar Türk Hanlıda hükü yaşadığı bölgenin geçiş noktası olması ve ğı” yaşad stratejik konumundan dolayı tarihin ilk çağst llarından arından beri süregeldiği gibi, yaklaşık 130 yıl 76 • Renkli çizim ve fotoğraflar, derkenar sözR lükleri, konu özetleri, tartışma soruları gibi eğitsel araçlar İslami kökenli bir hareket olarak ortaya çıkan Babilik/Bahailik; zamanla Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi ilahi dinler ve mistik doğu dinlerinin senteziyle yeni bir din hüviyetine bürünmüştür. Yazar kitabında İran Kaçar Türk Hanedanlığı, Babilik ve Bahailik konusunu enine boyuna incelemiş ve tüm ayrıntıları ortaya koymuştur. IMDB Puanı: 8.3/10 Yapım: 2009 - Hindistan, Tür: Dram, Komedi, Romantik Süre: 170 dakika Yönetmen: Rajkumar Hirani FİLM KULÜBÜ MUHAMMET FATİH SERTKAYA Marmara Üniversitesi Öğrencisi/İstanbul Oyuncular: Aamir Khan, Kareena Kapoor, Sharman Joshi, Madhavan, Boman Irani, Akhil Mishra, Javed Jaffrey, Parikshat Sahni, Omi Vaidya, Rajeev Ravindranathan, Pitobash, Mona Singh, Atul Tiwari, Chandrashekhar Müzisyen : Subir Kumar Das Senaryo: Rajkumar Hirani, Vidhu Vinod Chopra, Abhijit Joshi Senaryo (Kitap): Chetan Bhagat Bollywood’dan damakta tadı, hafızalarda replikleri kalan, saniye sıkılmadan izleyeceğiniz 3 saatlik komedi-drama filmi. Rancho, zekâsıyla çevresindekileri büyüleyen ama Hindistan’ın kalıplaşmış eğitim sisteminde göze batan IMDB Puanı: 7.4/10 Yapım: 2007 - ABD, Almanya, Tür: Biyografi, Dram, Komedi, Suç, Süre: 123 dakika Yönetmen: Richard LaGravenese Oyuncular: Hilary Swank, Patrick Dempsey, Hunter Parrish, Imelda Staunton, Robert Wisdom, Scott Glenn, Mario, Kristin Herrera, April Lee Hernandez, John Benjamin Hickey, Giselle Bonilla, Katie Soo, Will Morales, Jaclyn Ngan, Ihuoma Ofordire, Audia, Deance Wyatt, Vanetta Smith. Müzisyen : Will I Am, Mark Isham Görüntü Yönetmeni: Jim Denault Senaryo: Richard LaGravenese Senaryo (Kitap): Erin Gruwell Erin Gruwell’in “Freedom Writers Diary” isimli kitabından yola çıkılarak yapılan filmde, 23 yaşındaki öğretmen Erin’in yaşadıkları konu alınmış. Birbirlerinden hatta sorumsuz sayılabilecek bir adamdır. Hindistan’ın en iyi mühendislik okulunda Raju ve Farhan ile tanışır. Bir yandan eğitim sistemindeki aksaklıkları insanlara farkettirmek için baltalamaya çalışırken bir yandan arkadaşları Raju ve Farhan’ı gelecekte mutlu olacakları şekilde yönlendirmeye çalışmaktadır. Arkadaşlarının ailelerinden teğki görür. Okula kabul edildiklerinden yaklaşık olarak 10 yıl sonrasında Raju ve Farhan’ın yıllardır ortalarda görünmeyen Rancho’yu aramaları hikâyesini, geçmişte yaşadıklarıyla anlatan film, hayatımızı da biraz olsun sorgulamamızı sağlıyor. Pizzanın bile yarım saatte geldiği ülkede çağrılan ambulansın 2 saatte gelmemesi gibi repliklerle, film; Hindistan’ın içinde bulunduğu çarpık duruma da sıkça değiniyor. Filmin unutulmaması gereken repliği ise “all is well”. Sadece eğitimcilerin değil herkesin mutlaka izlemesi gereken bir yapıt. farklı ama ortak olarak hayattan beklentileri olmayan karakterle dolu koca bir sınıf öğrencinin arasında idealist duygularla öğretmenlik yapmaya yeni başlayan Erin’in işi, sandığından da zordur. Çünkü öğrenciler okulda sadece zorunda oldukları için bulunuyorlardır. Gençlerin durumuna yüzeysel bakınca, paylaştıkları tek şey birbirlerine karşı nefretleridir. Derslere aktif katılımı şiddetle reddettikleri aşikârdır. Kendince geliştirdiği farklı yöntemlerle öğrencilerle iletişim kurmaya çalışan Erin daha zor durumda kalır. Öğrenciler toplumun acımasızlığı karşısında öğretmenin saf idealizmini saçma bulurlar. Bir zaman sonra öğrencilerle müzik ve edebiyat aracılığı ile iletişim kurmayı başaran Erin, kendi hikâyelerini yazmaları ve bunu da birbirleri ile paylaşmaları konusunda öğrencilerini teşvik eder. Basit bir günlük işlevi görmenin ötesine geçen bu yazılar, öğrencilerin hayata tutunmalarını sağlayan bir araca dönüşecektir. Bu sıra dışı uygulama sayesinde, hoşgörüsüz ortamın acısını çeken ve kendi topluluklarının dışındaki dünyayla sürekli mücadele halinde olan öğrencilerin gözlerini açmaya başlar. 3 Aptal 3 idiots Özgürlük Yazarları Freedom Writers 77 www.igederyayinlari.com İSMAİL TONBULOĞLU Araştırma Görevlisi, Yıldız Teknik Üniversitesi, İstanbul Öğretmen camiasının nabzını tu uğu “Öğretmenler Odası” dergisinin sa şını ar k www. igederyayinlari.com üzerinden online olarak gerçekleş riyor. Sayısız eği m gönüllüsünün değerli eği m yayınları ile buluşması temennisiyle... 78 phet.colorado.edu/tr/ ODTÜ Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği tarafından türkçe arayüzü hazırlanan web sitesi ücretsiz olarak kaliteli, kullanışlı birçok eğitim materyalini internet sitesi üzerinden paylaşılıyor. Sitede Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Yer Bilimleri kategorileri ön plana çıkan branş kategorileri. Sitede tamamen Türkçe olan materyaller bulunmakla birlikte 20 den fazla dilde eğitim materyali yer almaktadır. Öğrencilerin kavramları görsel olarak anlamalarına yardımcı olmak için, PhET benzetimleri; tıkla ve sürükle kullanımı, kaydırma ve radyo butonları gibi grafiklerin ve sezgisel kontrollerin kullanımında gözle görülmeyen ne varsa canlandırıyor. Daha fazla niceliksel araştırmaya teşvik etmek için benzetimlerde cetvelleri, kronometreleri, voltmetreleri ve termometreleri de içeren ölçüm cihazları kullanılıyor. Kullanıcı bu etkileşimli araçları yönettiği için yanıtlar anında canlandırılıyor, böylece sebep-sonuç ilişkilerini yanı sıra çoklu bağlantılı gösterimlerini de etkili bir şekilde gösteriyor(nesnelerin hareketi, grafikler, sayı okumaları vb). Değerli öğretmenler siteyi incelemekte büyük fayda var. İGEDER’in son internet mecrası igederyayinlari.com. İGEDER’in değerli öğretmenleri teşvik etmek ve onları yönlendirmek niyetiyle baskısını yaptığı kitapların ve Öğretmen camiasının nabzını tuttuğu “Öğretmenler Odası” dergisinin satışını artık bu site üzerinden online olarak gerçekleştiriyor. Sayısız eğitim gönüllüsünün değerli eğitim yayınları ile buluşması temennisiyle... www.egiƟm.gov.tr “Türkiyenin Eğitim Portalı” olarak isimlendirilen internet sitesi MEB tarafından oluşturulmuştur. Site öğrenci, öğretmen, veli ve yöneteci arayüzleri içermektedir. Site içerisinde öğrenme nesnesi arama bölümü, 100 Türk Edebiyatçısı, 100 Temel Eser, Öğretmenlerin Başarılı Çalışmaları, Her Şeyin Başı Sağlık, Uzaktan Eğitim, e-Kitap, Mesleki Eğitim, Rehberlik, Haberler ve Duyurular gibi bölümler yer almaktadır. Ayrıca MEB düzenlemiş olduğu çeşitli eğitim faaliyetlerine bağlantı verilerek yer ayrılmıştır. Site 3 milyondan fazla ziyaret almış bir eğitim sitesidir. Finlandiya’daki yetişkinlere yönelik mesleki eğitim uygulamaları ile ülkemizdeki benzer kurumlarda yetişkinlere yönelik mesleki eğitim uygulamalarının benzer ve farklı yönlerini tespit ederek, iyi örneklerin ülkemizde uygulanabilir hale getirilmesini amaçlayan “Yetişkin Mesleki Eğitiminde Finlandiya Örneği (YETMEFÖ)” isimli proje kapsamında 07-13 Ekim 2012 tarihleri arasında Finlandiya’nın Tampere şehrine çalışma ziyaretinde bulunuldu. Projede başta İGEDER olmak üzere her biri kendi alanında isim yapmış birçok kurum ortak olarak yer aldı. Proje kapsamında yetişkin mesleki eğitimi alanında büyük başarılar sağlayan TAKK kurumu, bunun yanı sıra, TAKK’ın Nirva Tesisleri, Pirkanmaa Çıraklık Eğitim Merkezi, Tampere Uygulamalı Bilimler Üniversitesi, Tampere Koleji ziyaret edildi. Bu ziyaretler kapsamında, Finlandiya eğitim sistemi, yetişkin mesleki eğitimimin Finlandiya eğitim sistemindeki rolü ve konumu, yetişkin mesleki eğitiminde portfolyo ve değerlendirme, mesleki eğitimde öğretmenler için anahtar yetenekler, metodoloji, uzaktan eğitim, eğitimde sosyal medyanın aktif kullanımı, yönetim ve girişimcilik eğitimi gibi birçok alanda katılımcılara eğitim verildi. Tüm bu eğitimler sonunda, sertifika töreniyle sona eren proje ziyareti, geleceğe yönelik yeni projeler üretme ve ortaklıklar kurma temennileriyle sona erdi. İGEDER’DEN HABERLER İGEDER’DEN FİNLANDİYA’YA ÇALIŞMA ZİYARETİ TAM ÖĞRENME SEMİNERİ İGEDER mesleki gelişim seminerleri kapsamında düzenlenen “Tam Öğrenme Modeli” semineri gerçekleştirildi. Katılımın çok yoğun olduğu programda Seminercimiz Ali Sedat ASLAN bilgi, birikim ve tecrübelerini bizimle paylaştı. Tekden Kolejindeki uygulamalardan somut örnekler sundu. 79 İGEDER’DEN HABERLER KURBAN KARDEŞLİĞİ GEZİSİ Gönüllü öğretmenlerimizden ve İGEDER Akademi öğrencilerimizden oluşan 55 kişilik bir grup Kurban Bayramında Balkanlardaki kardeşlerinin yanındaydı. Gezi katılımcıları kurbanlarını Arnavutluk’ta kesip kendi elleriyle ihtiyaç sahiplerine dağıttılar. Kurban kesim işlemlerinin ardından Arnavutluk’ta Durres, Tiran, Berat, İşkodra; Kosova’da Prizren, Priştina; Makedonya’da Manastır, Ohrid, Üsküp; Yunanistan’da Selanik’i gezerek vatan topraklarına geri döndüler. SBS DESTEK ÇALIŞMASI İstanbul Gönüllü Eğitimciler Derneği (İGEDER) bünyesinde SBS destek çalışması başlattı. Okullarda zeki ve azimli oldukları halde yeterli maddi olanaklara sahip olamadıklarından eksik konularını tamamlamakta zorluk çeken öğrencilere destek verilmesi amaçlanıyor. Ekim ayında başlayan derslere katılım ücretsiz. Öğrencilerimiz yıl boyunca Matematik, Fen Bilgisi, Türkçe ve İngilizce derslerinde İGEDER Eğitim Akademisinin Öğretmen Adayları sayesinde kendilerini geliştirme, başarılarını artırma imkânına sahip olacaklar. 80 (COMENİUS – OKUL ORTAKLIKLARI) AVRUPA BİRLİĞİ PROJESİ YAZIMI ÇALIŞTAYI GERÇEKLEŞTİRİLDİ AB projesi yapmak isteyen öğretmenlere yönelik düzenlemiş olduğumuz “Comenius AB Uluslararası Okul Ortaklık Projeleri Uygulamaları,Yazımı” ko- nulu çalıştay Serkan TEKGÜZEL tarafından gerçekleştirilmiştir. 30 Öğremenin katıldığı çalıştayda; Comenius AB Uluslararası Okul Ortaklık Projeleri Uygulamaları,Yazımı, Ulusal Ajans’ın Tanıtımı, AB Projelerine genel bakış, Comenius projesinin Evreleri, Proje Yazımları ve değerlendirmeler yapılarak öğretmenlerin proje tavsiyeleri dinlenmiş ve uygulanabilirlikleri sorgunlanmıştır. İGEDER öğretmenlerimizin bireysel, sosyal ve mesleki gelişimlerine katkıda bulunacak çalışmalar ortaya koymayı amaçlamakta ve bu amaca yönelik çalışmalarına devam etmektedir. Öğretmenlerimizin eğitsel e-içerikleri daha kolay bulabilmeleri ve derslerine daha rahat entegre edebilmeleri için verilecek olan bilgisayar destekli eğitim seminerlerinin ilki, matematik branşı için düzenlenecektir. Öğretmenlerin derslerini internet tabanlı eğitsel sitelerle; resim, video ve animasyon gibi eğitim materyallerini toplu bir şekilde barındıran öğrenme nesnesi ambarlarıyla ve bilgisayar destekli eğitsel oyunlarla zenginleştirmeleri, hiç şüphesiz öğrenmenin daha etkili ve verimli geçmesini sağlayacaktır. Bu amaçla verilecek olan seminerin içeriği aşağıda sunulmuştur: • Öğrenme Nesnesi nedir? • Nesne ambarları hakkında genel bilgi • Matematik dersine yönelik olarak kullanılabilecek öğrenme nesneleri ve nesne ambarları • Matematik dersi için kullanılabilecek eğitsel site ve yazılımlar • Matematik dersi için kullanılabilecek eğitsel oyunlar • E-içerik geliştirme yolları Seminere katılacak olanlara katılım belgesi verilecek olup, katılım ücretsizdir.Derneğimizin web sitesinden kayıt yaptırmanız önemle rica olunur. Tarih: 1 Aralık 2012 Cumartesi - 15.00 Yer: İGEDER İGEDER’DEN HABERLER BİLGİSAYAR DESTEKLİ EĞİTİM SEMİNERLERİ EĞİTİM AKADEMİSİ ATÖLYE ÇALIŞMALARI BAŞLADI İGEDER’de geçen yıl uygulanan “dergi atölyesi” çalışması Eğitim Akademisine örnek oluşturdu. Bu yıl uygulama farklı atölye programlarıyla devam ediyor. Eğitim Akademisi öğrencilerine yönelik olan atölyeler alanın uzmanı eğiticimler tarafından gerçekleştiriliyor. • Dergi Atölyesi, • Proje Atölyesi • Materyal Geliştirme Atölyesi, olmak üzere beş farklı grup çalışma yapıyor. Toplam 75 Eğitim Akademisi öğrencimizin devam ettiği atölyeler uygulamalı eğitim için başarılı bir örnek oluşturuyor. • Eğitim Araştırmaları Atölyesi, • Sivil Toplum ve Sosyal Sorumluluk Atölyesi, 81 İGEDER’DEN HABERLER İGEDER’DEN “MUTLULUK İÇİN DUYGU EĞİTİMİ” KONFERANSI Öğretmenlerimiz için hem okul hayatında hem de sosyal hayatta yararlı olacak “Mutluluk İçin Duygu Eğitimi” programı kapsamında Psikiyatri Uzmanı Dr. Hamdi Kalyoncu seminer verecektir. İnsanlar düşünceleri ile algılar, duyguları ile yaşarlar. Duygu ve temel ihtiyaçlar iyi tanınmadığı takdirde istismara en açık alanlardır. Kişinin, insanlığından ödün vermeden hayatını yaşayabilmesi için öncelikle duygularını iyi tanıması gerekir. Bunun için duyguların en erken yaşlardan itibaren eğitimi büyük önem arz eder. Duygu Eğitimi’nin amacı; hayatı tadında, onurlu, özgürce yaşamak ve mutlu olmak için insana kendini tanıtmak; Yunus Emre’nin de dediği gibi, “İlim ‘kendin’ bilmektir!” düsturunu kişinin kendi yaşamında uygulamaya koymasına yardımcı olmaktır. - Bebekten canavar üretmek? - İnsan nasıl insan kalabilir? - İnsanı nasıl mutlu bir varlık olarak yetiştirebiliriz? Seminere katılmak için derneğimizin web sitesinden kayıt yaptırmanız önemle rica olunur. Tarih: 8 Aralık 2012 Cumartesi - 15.00 Yer: İGEDER 82 Dr. Hamdi Kalyoncu kimdir? Psikiyatri Uzmanı Dr. Hamdi Kalyoncu, 1951 Trabzon doğumlu. 1975 Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Halen özel bir has- tanede hizmet verirken, psikiyatri eksenli araştırma, inceleme ve yorum kitapları üzerine çalışmalarını sürdürüyor. UZMAN BULMACA 1 2 3 4 Hazırlayan: MAŞUK CEYLAN 5 6 7 8 masukceylan@gmail. com 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 SOLDAN SAĞA: 1. Başrollerinde Aamir Khan, Darsheel Safary, Tisca Chopra’nın oynadığı yönetmenliğini Aamir Khan’ın yaptığı Hint yapımı eğitim filmi / Rehberlik ve Araştırma Merkezi-2. Mekkeli Müslümanlara yardım eden Medineli Müslümanlara verilen ad / Ruhi …(Sanatçı) / Tümör / Antalya’nın bir ilçesi- 3. Suriye’nin başkenti / Koka yapraklarından çıkarılan uyuşturucu bir alkaloit / IQ’ su 20’nin altında olan insanlara verilen genel ad / Flavin adenin dinükleotit- 4. Parola / İngilizcede erkek / İsim / Yüzyıl / Milimetre / Latincede iki;çift -5. Serbest ekonomiden yana olan kimse / (1896 - 1980) yılları arasında yaşamış olan İsviçreli genetik,epistemoloji ve bilişsel gelişim alanında çığır açıcı çalışmalar yapmış olan psikolog ve eğitim kuramcısı - 6. Hatıra / Kur’an-ı Kerim’de bir süre / Federal Kriminal Dairesi / Budist ve Hindu felsefesinde Tanrı’nın ya da dünyada bir hâkimin hüküm vermediği, “ilahi bir lütuf” ya da “ceza” olmadan, kişinin kendini değerlendirdiği bir öğreti- 7. Yayla atılan, ucunda sivri bir demir bulunan ince ve kısa tahta çubuk / Tarz / Bir nota / Tantan’ın simgesi / Ustad ... Khan (Müzisyen)- 8. Cinsel iç güdünün belirtilerini gösteren, yaşama gücünün bütünü / Şöhret,şan / ... Basinger (Aktris)- 9. Bir nota / Orhan Pamuk’un bir romanı / Fellow of European Board of Ophthalmology- 84 10. Anthony Burgess’in bir romanı / Akira Krusawa’nın bir filmi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1. Stephen King’in bir romanı- 2. Kyôko ……. (Aktör) / İçi koloit veya yağ gibi sıvı veya yarı sıvı bir madde ile dolu patolojik torba-3. San Marino’un plakası / -Baryum’un simgesi / Yunancada yaşam, öz- 4. Rusçada evet / Yöntemine göre iş gören- 5. Kudret,güç / Endonezya’nın plakası / Slayt - 6. Kalça kemiği / İngilizcede bir bağlaç-7. Teşrih / Bir bağlaç - 8. Çin’in para birimi / Geçimsizlik, anlaşmazlık, ara bozma, ayırma- 9. Semih Kaplanoğlu’nun bir filmi / Bir doğaçlama tiyatrosu,rol yapma- 10. Roma mitolojisinde bir tanrıça / Gıda ve Tarım örgütü-11. Doktor kısaltılışı / Radyo sunucu / Kripton’un simgesi-12.100 kısım kauçuğun 32 kısım kükürtle işlenmesinden elde edilen plâstik madde- 13. Burçlar kuşağı / Cet- 14. Mecazen aklını yitirmek -15. Gösteriş, çalım, caka / Eski dilde ayak - 16. Düzenli aralıklarla tekrarlanan, dizemli, tartımlı- 17. Eski dilde öğretim ve eğitim sistemi - 18. Yelken yarışlarında, yelkenin yüzeyini küçültme eylemi / Dil bilgisi - 19. Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu / Baryum’un kısaltması -20. Kişinin iç huzuru, sükunet, değişik şuur halleri elde etmesine ve öz varlığına ulaşmasına olanak veren, zihnini denetleme teknikleri ve deneyimleri.