Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28
Transkript
Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28
Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Şubat 2015 Sayı: 22 Ayl ı k sürel i yay ı n Fikri Işık: Hedefimiz “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim”...28 Milletvekillerinden Hocalı Katliamı değerlendirmesi...44 Bir devir onlarla başladı: İlk kadın vekillerimiz...20 Doğudan yükselen sanat ve medeniyet ışığı İshak Paşa Sarayı...50 ISSN 2147-6616 9 772147 661000 22 Parlamento TPB Hakimiyet Milletindir Şubat 2015 Sayı: 22 Fiyatı: 20 TL/Kurum ve kuruluşlar için: 30 TL Yerel süreli yayın ISSN 2147-6616 Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. adına TPB Parlamento Dergisi Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü Eren Safi Yayın Koordinatörü Erbay Kücet Editör Songül Baş Yazı İşleri Çağla Taşkın Deniz Varol Elif Çelik Gökçe Doru İrem Coşkunseven Nehir Öztürk Nil Özben Pınar Ünsal Zeynep Yiğit Katkıda Bulunanlar Dr. Ahmet Tetik Hakan Arslanbenzer Dr. Polat Safi Tasarım Evrim Uluçay Sinan Günçiner TÜRK PARLAMENTERLER BİRLİĞİ GENEL BAŞKAN Nevzat PAKDİL Kahramanmaraş Milletvekili YAYIN KURULU Yahya AKMAN Şanlıurfa Milletvekili Cahit BAĞCI Çorum Milletvekili Kadir Ramazan COŞKUN Genel Sekreter 19. Dönem İstanbul Milletvekili İlknur İNCEÖZ Aksaray Milletvekili Alpaslan KAVAKLIOĞLU Niğde Milletvekili Nuri USLU Genel Sekreter Yardımcısı 23. Dönem Uşak Milletvekili Genel Koordinatör İsmail Demir Yayımlanan yazıların hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir. Makul alıntılar dışında izinsiz iktibas yapılamaz. YAPIM Büyükharf Bas. Yay. Tan. Dan. ve Org. Ltd. Şti. Uğur Mumcu Cad. 89/8 Çankaya/ANKARA T: 0312 446 15 72 F: 0312 446 15 82 www.buyukharf.com.tr BASKI Özel Matbaası Basım Yeri: Matbaacılar Sanayi Sitesi 1514. Sokak No: 6 İvedik/Ostim/ANKARA Basım Tarihi: 02.02.2015 T: 0312 395 06 08 ŞUBAT 2015 İÇİNDEKİLER 20 BIR DEVIR ONLARLA BAŞLADI İLK KADIN VEKILLERIMIZ 40 Siyasette söz ağızdan Kadir Ramazan Coşkun: bir kere çıkar, onun arkasında durmak gerekir 56 Siyaset halkla birlikte Önder Kırlı: yapılmalı, vatandaşın demokrasiye inancı sarsılmamalıdır 28 FİKRİ IŞIK: BILIM, SANAYI VE TEKNOLOJI BAKANI HEDEFIMIZ “YERLI, YENILIKÇI VE YEŞIL ÜRETIM” 70 Temiz bir çevre, sağlıklı bir İmren Aykut: yaşam ve mutlu bir toplum için çalışıyoruz 50 DOĞUDAN YÜKSELEN SANAT VE MEDENIYET IŞIĞI ISHAK PAŞA SARAYI 62 TÜRKIYE-KKTC PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ÖMER FARUK ÖZ ILE SÖYLEŞI 74 MECLIS ÇALIŞANLARI: MÜZECILIK VE TANITIM BAŞKANLIĞI 4 BAŞKAN’IN MESAJI 5 BIRLIK’TEN 11 HABERLER 16 DÜNYADAN 49 TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE OCAK 2015’TE KABUL EDILEN YASALAR 60 TARIHÎ VESIKALAR: SENED-I ITTIFAK 66 GÖNLÜ BEYRUT’TA ÂHUZÂR KALDI: ABDÜLHAK HÂMID TARHAN 78 TARIH SAHNESI 86 ERBAY KÜCET: YEDI GÜZEL ADAM’IN “AĞA”SI M. AKIF İNAN 88 KITAP 90 MÜZIK 91 FILM 92 VEKILLER NE OKUYOR / NE IZLIYOR 94 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERI 95 ERKAN AKÇAY ILE SOSYAL MEDYA SÖYLEŞISI 96 UNUTMAYACAĞIZ 34 KADIM MIRAS ÜZERINE KURULAN SIYASET İTALYA PARLAMENTOSU 44 HOCALI KATLIAMI MILLETVEKILLERINDEN DEĞERLENDIRMESI 82 ANADOLU EZGILERIYLE AVRUPA’YI FETHEDEN MAESTRO CEMAL REŞİT REY BAŞKAN’IN MESAJI AHLAK VE SIYASET T oplum içinde yaşayan insanların birbirine ve topluma karşı birtakım sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar toplumun genel ahlak ilkeleri ve belli prensipler çerçevesinde sürdürülür. Ahlak, insanlık tarihi boyunca konuşulan, kimi zaman üzerinde tartışılan bir kavramdır. Bazen de ciltlerce esere konu olmuştur. Tek başına bir kavram değil, toplumu oluşturan temel değerlere anlam katan bir olgudur. İçinde yaşadığımız çağ, pek çok güzel değeri erozyona uğrattığı gibi ahlak üzerinde de tahribat yapmıştır. Ancak ahlak, toplumumuzda fırtınadan arta kalan bir gemidir adeta. Eksikliği yalnızca eğitim, sanat, spor, hukuk gibi alanlarda değil, siyasette de kimi zaman yoğun bir biçimde hissedilir. Burada sözü edilen siyaset ahlakı değil, siyasetçi ahlakıdır çoğu zaman. Akıl insana ahlaklı olmayı telkin ederken kalp de insanın ahlaklı olmasını istemektedir. Hemen herkes dinden veya dinî bir konudan bahsederken ahlakı ön plana çıkarmaktadır. Peygamberimizin (s.a.v) “güzel ahlakı tamamlamak” için geldiğini beyan ettiği din tanımına filozofların “insanın kendini bilmesi” açıklamalarını da hatırlayalım. Adalet, merhamet, iyilik, güzellik, sorumluluk, görev, dayanışma, dürüstlük ve vicdanın bütün toplumlarda yer alması gereken kavramlar olduğunu, ahlakın da bu ve benzeri evrensel ilkelerden çıktığını söyleyebiliriz. Bugün sokağa çıkan, internetle muhatap olan, televizyon seyredip radyo dinleyen, gazete ve dergi okuyan herkes teknoloji çağının gereğini yapmaktadır. Pek çok konuda aydınlatan, bazen yanlış bildiklerimizin doğrusunu öğreten bu araç-gereçlerin kimi zaman ciddi bir ahlak aşındırmasına neden olduğu da unutulmamalıdır. Bu nedenle ahlak ve ahlakın getirisi olan değerlerden uzaklaşmamalı, hatta ülkemizde derinleşen insan meselelerine ahlaki kaygıyla yaklaşılmalıdır. Ahlaklı bir toplum oluşması için üniversitelerden en küçük birim olan ailelere varıncaya kadar her bireye görev düşmektedir. Ancak toplumun önde gelenleri olarak politikacılarımızın bu konudaki sorumluluğu daha fazladır. Ahlak ve siyaset konusunu birlikte ele almak bile çoğu zaman problemli sonuçlara götürür. Ahlak kavramı genellikle kurallara uymak şeklinde tarif edilir, ancak ülkelerin çıkarları değiştikçe ahlaki bakış açıları da farklılaşmaktadır. Siyasetin amacı fertlerin kendileri için uygun gördükleri hayat tarzlarını olabildiğince az sınırlama ile yaşamalarını sağlamaktır. Ancak ahlak bu konuda gözetilmesi gereken en önemli kavramdır. Ahlakın toplumsal ve siyasi yapımızda yeniden ve etkin bir şekilde yer alması için çalışmalıyız. Ahlak, siyaseti etkilemeli ve yönlendirmelidir. Zira ikisinin de özünde mutlu olma çabası vardır. Siyaset ahlakını sadece siyasetçiler tayin etmemelidir. Her tür zulüm ve sömürüye karşı küresel bir ahlak bilinci oluşturmalıyız. Ahlak, insan eylemlerinin olduğu her alanda geçerli bir durumdur. Yaşadığımız çağda ahlak ve siyasetin birbiriyle bağlantılı ve asla ayrılamaz kavramlar olduğunu düşünmek en doğrusudur. 4 Nevzat Pakdil Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı, Kahramanmaraş Milletvekili AHLAK, SIYASETI ETKILEMELI VE YÖNLENDIRMELIDIR. ZIRA IKISININ DE ÖZÜNDE MUTLU OLMA ÇABASI VARDIR. BİRLİK’TEN NEVZAT PAKDİL’DEN “MİLLET İRADESİ VE BESLENDİĞİ KAYNAKLAR” SÖYLEŞİSİ TÜRK Parlamenterler Birliği Genel Başkanı ve Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil, Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Ankara Sohbetleri’ne konuk oldu. Pakdil’in “Millet İradesi ve Beslendiği Kaynaklar” başlıklı konuşması katılımcılar tarafından ilgiyle dinlendi. Program, TYB Ankara Şube Başkanı Mehmet Kurtoğlu’nun açılış konuşmasıyla başladı. TYB Ankara Sohbetleri’nde Pakdil’i ağırlamaktan memnuniyet duyduklarını belirten Kurtoğlu, dinleyicilere de katılımları dolayısıyla teşekkür etti. Nevzat Pakdil, millet iradesinin, halkın hiçbir kısıtlama veya baskıya tabi olmadan, tamamen kendi özgür iradesiyle oy kullandığı seçimler neticesinde ortaya çıktığını belirtti. Millet iradesine saygı göstermenin önemini vurgulayan Pakdil, sandıktan çıkan kararı herkesin kabul etmesi gerektiğini ifade etti. Nevzat Pakdil konuşmasında Meclis’in kuruluş yıllarından başlayarak Türkiye’nin demokrasi tarihini anlattı. Birinci Meclis’teki tartışmalar, çok partili hayata geçiş denemeleri, Demokrat Parti’nin kuruluşu, 1946 ve 1950 seçimleri gibi konulara değinen Pakdil, “14 Mayıs 1950’deki seçimler neticesinde ortaya çıkan iktidarı bir kısım çevreler kabullenmiyorlar, hatta ‘Hasan’a Haso, Mehmet’e Memo diyenlerle bizim oyumuz bir mi olacak? İktidarı onların oyları mı belirleyecek?’ diyerek adeta milleti tahkir eden yaklaşımlarda bulunuyorlar. Millet iradesine saygı göstermiyorlar. 27 Mayıs darbesi sonrasında ise vesayet bütün unsurlarıyla geliyor” dedi. Türkiye’de askerî darbeler ve sonrasında hazırlanan anayasalarla vesayet kurumlarının oluşturulduğunu ifade eden Pakdil, “Yargı vesayeti ile ilgili tipik örneklerden biri, meslek lisesi mezunu öğrencilere uygulanacak katsayı konusunda yaşanmıştır. Danıştay, katsayı ile ilgili itirazlar üzerine ‘YÖK anayasal bir kurumdur. Bu konuda yetki tamamen YÖK’e aittir. YÖK’ün kararı dışında bir karar veremeyiz’ demiştir. İlginçtir, YÖK daha sonra katsayı kararında değişiklik yaptığında Danıştay ‘Bu konuda yetki YÖK’e aittir’ dememiş, yürütmenin durdurulması kararı vermiştir. Katsayı dışında başörtüsü konusunda alınan kararlar ve 367 garabeti de hepimizin malumudur” diye konuştu. Türkiye’de halkın oylarıyla seçilmiş ve mazbatasını almış bir milletvekilinin başörtüsü nedeniyle Genel Kurul Salonu’ndan çıkarıldığı dönemler yaşandığını hatırlatan Pakdil, “Bildiğiniz gibi 2013 yılında Meclis’e başörtüsüyle gelen milletvekilleri oldu; öyle gürültü, patırtı da kopmadı. Türkiye nereden nereye geldi” diye konuştu. Nevzat Pakdil, Türkiye’nin vesayet dönemlerini geride bıraktığını vurgulayarak, “Bir kısım insanlar o günlerin hayalini kurabilir, vesayetin tekrar gelmesini isteyebilir, ancak Türkiye bunları aşmıştır. Bir daha vesayetin yol açtığı sıkıntılar yaşanmayacaktır. Milletin sağduyusuna her zaman güvenmek lazımdır. Türkiye aklıselim ile tüm sıkıntıları aşmakta, normalleşme yönünde büyük adımlar atmaktadır” dedi. 5 KUTSAL YOLCULUK ERBAY KÜCET 6 BIRLIK’TEN “BİZ YERYÜZÜNDE NİCE NICE HURMA BAHÇELERİ, ÜZÜM BAĞLARI YARATTIK VE ORALARDA BİRÇOK PINARLAR FIŞKIRTTIK. TA Kİ ONLARIN MEYVELERINDEN VE ELLERİYLE BUNLARDAN İMAL ETTİKLERINDEN YESİNLER. HÂLÂ ŞÜKRETMEYECEKLER MI?” TÜRK Parlamenterler Birliği üyeleriyle daha önce Balkan ve Endülüs seyahatlerini gerçekleştirmiştik. Umre fikri söz konusu olduğunda da pek çoğumuz bunu olumlu karşıladık. Altmış beş kişilik bir grupla 25 Aralık 2014 tarihinde yolculuğumuz başladı. Uçakta ilahiyatçı yazar Abdüssettar Yarar da bulunuyordu. Kendisiyle sohbet etmek isteyenleri kıramayan Yarar, henüz piyasaya çıkmamış olan Haremeynü’ş Şerifeyn-Mekke/Medine isimli kitabının deneme baskılarından birkaç kişiye verdi. Üç saatlik yolculuğumuz oldukça keyifli geçmişti; bunda en büyük pay kutsal topraklara ayak basacak olmanın verdiği heyecandı. Medine Havaalanı’na indiğimizde mutluluğumuza bir de huzur duygusu eşlik ediyordu. Otelimize yerleşir yerleşmez Peygamber Efendimizin (s.a.v) kabrini ziyaret etmek istedik. Rivayete göre, kabrin bulunduğu ışıl ışıl parıldayan Mescid-i Nebevi’ye bir başka isimle Ravza-i Mutahhara’ya Bab’üs-Selam kapısından girmek efdaldi; biz de öyle yaptık. Efendimize (s.a.v) “Es salâtü ve’s selâmü aleyke yâ Resûlallah, es salâtü ve’s selâmü aleyke yâ Habîballah” salavatları eşliğinde gönderilen selamları iletip Hz. Ebubekir (r.a) ve Hz. Ömer’in (r.a) kabirlerini de usulü ve edebi dahilinde ziyaret ettik. Tahiyyat’ül Mescid namazı ve yatsı namazını eda ettikten sonra, Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Kim kabrim ile minber-i şerif arasında namaz kılsa ve ‘Ben cennet bahçesinde namaz kıldım’ derse yalan söylememiştir” hadisini akla getirerek orada da namazlarımızı kıldık. ağaçları altında kahvelerimizi yudumlarken “Biz yeryüzünde nice nice hurma bahçeleri, üzüm bağları yarattık ve oralarda birçok pınarlar fışkırttık. Ta ki onların meyvelerinden ve elleriyle bunlardan imal ettiklerinden yesinler. Hâlâ şükretmeyecekler mi?” (Yasin: 34-35) ayeti akıllarımızdaydı. 26 Aralık 2014 Cuma Grup halinde yapacağımız geziye Uhud Dağı’ndan başladık. Burada Abdüssettar Yarar kardeşimizin anlatımıyla manevi bir atmosfer yakalarken gözyaşlarıma hakim olamadığımı itiraf etmeliyim. Dağın ön tarafında Uhud Şehitliği ve savaş esnasında okçuların yerleştirildiği Ayneyn Geçidi bulunmaktadır. Peygamber Efendimizin (s.a.v) “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” dediğini belirten hocamız günümüz Müslümanlarına da atıf yaparak imtihanın devam ettiğini ifade etti. Gerçekten de Uhud’dan günümüze ders çıkarılması gerekmektedir. Resulullah’ın sıklıkla ziyaret ettiği bu kabirleri görmenin müstehap olduğu bilinciyle dualarımızı yaptık. Efendimizin (s.a.v) Hz. Ebu Bekir (r.a) ile taş taşıyarak inşa ettiği O gün TPB Genel Başkanı Nevzat Pakdil ile birlikte Medine Türk Okulu’nda biyoloji öğretmeni olarak görev yapan dostum Hüseyin Deniz’le buluştuk. Hüseyin bana ve Genel Başkanımıza güzel bir kutu içerisinde Kâbe’nin örtüsünden avuç içi kadar kesilmiş kumaşı ve Hadimü’l Haranmeyni’ş-Şerifeyn Kral Fehd Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu’na ait olan Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Açıklamalı Meali’ni takdim etti. Akşam olduğunda ise Nevzat Pakdil, Abdüssettar Yarar, Mehmet Özboyacı, Mehmet Tahir Pakdil ve Kemal Bozkurt’la birlikte Vadi Avali Hurma Bahçesi’ne gittik. Bahçeyi işleten Türkiyeli kardeşlerimizin yakın ilgisiyle karşılaştık. Hurma 27 Aralık 2014 Cumartesi On dört asır evvel, yine bir böyle geceydi / Kumdan ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi diye başlayan eserin sahibi, İstiklal Marşımızın şairi Mehmet Akif Ersoy’un vefatının 78. yılı bugün. Onun Peygamberimize (s.a.v) olan bağlılığı yazdığı şiirlerde dahi açıkça görülüyor. O gün, Mehmet Akif’in ruhuna Fatiha okuyarak Türkiye’de onu yâd eden dostlarımı da andım. Medine’deki günlerin peygamber ziyareti, Kur’an tilaveti ve bol salavatla geçmesi için gayret gösterdik. Sabah namazının ardından, Peygamber Efendimiz (s.a.v) tarafından seçilmiş Cennet’ül Baki Kabristanı’na ziyaret gerçekleştirdik. Efendimizin (s.a.v) kızları Hz. Ümmügülsüm, Hz. Rukiye, Hz. Zeynep, Hz. Fatıma, zevcesi Hz. Aişe, Hz. Hasan, Hz. Abbas, İmam Zeynel Abidin, İmam Caferi Sadık, Hz. Ümmü Seleme, Hz. Safiye, Ebu Süfyan Bin Haris, amcasının torunu Abdullah Bin Caferi Tayyar, İmam Malik ve hocası İmam Nafi, Efendimizin (s.a.v) oğlu Hz. İbrahim, Hz. Osman (r.a), Sad Bin Muaz, Efendimizin (s.a.v) sütannesi Hz. Halime, halaları Hz. Safiyye ve Hz. Hatice’nin burada metfun olduğu bilinmektedir. 28 Aralık 2014 Pazar 7 İslam’da, bina edilen ilk mescid olması bakımından önemli olan Kuba Mescidi Kur’an-ı Kerim’de “Temeli takva üzerine kurulan mescid” (Tevbe: 108) olarak zikredilmiştir. Peygamberimizin (s.a.v) cumartesi günleri buraya giderek iki rekat namaz kıldığı sahih hadislerde yer almaktadır. Onun “Kim evinde güzelce temizlenip abdest aldıktan sonra, sadece namaz kılmak maksadıyla Kuba Mescidi’ne giderse bir umre sevabı alır” diyerek önemine dikkat çektiği mescitte iki rekat namaz kılmanın saadetini yakalayanlardan olduk. Kıblenin Mescidi Aksa’dan Kâbe’ye çevrilmesi sırasında Peygamber Efendimizin (s.a.v) içinde namaz kıldırdığı mescide gittik. Efendimiz (s.a.v) kıblenin Kâbe olmasını çok arzuluyordu. Rivayete göre Şaban ayının on beşinci günü Efendimiz (s.a.v) öğle veya ikindi namazının farzını kıldırdığı esnada, ikinci rekatın sonunda “Seni elbette hoşlanacağın kıbleye döndüreceğiz. O halde hemen Mescid-i Haram’a dön. Siz de nerede olursanız olun oraya dönün” (Bakara: 144) ayeti iniyor. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.v) namazı bozmadan Kâbe’ye dönüyor, cemaat de onu izliyor. Böylece 8 BIRLIK’TEN Kudüs’e doğru başlanan namazın son iki rekatı, Kâbe’ye yönelerek tamamlanıyor. Bu yüzden bu mescide Mescid-i Kıbleteyn (iki kıbleli mescid) denmektedir. 29 Aralık 2014 Pazartesi Bugün Medine’de beşinci günümüz. Peygamber şehrine veda ederken Karanlığın ortasında / Parlayan bir güneş gibi / İmanın doğduğu şehir / Mekke, Mekke güzel şehir dizelerinde adı geçen diyara merhaba diyeceğiz. Mekke’ye giderken Zülhuleyfe’de ihram duamızı yaptıktan sonra yasaklarımız da başlamış oldu. Yani artık yapacağımız her şeye dikkat edecektik. Mikat mahallindeki camide “Allahım senin için umre yapmak istiyorum. Onu bana kolaylaştır ve onu benden kabul buyur” diye dua ettik. Medine-Mekke arasındaki yolculuğumuzda bol bol “Ey Allahım! İşte buradayım, buradayım, buradayım; senin ortağın yoktur. Buradayım, buyur, Hamd, nimet ve mülk senindir. Senin ortağın yoktur” mealindeki telbiyeyi getirerek yolumuza devam ettik. O gece yatsı namazı sonrası kutsal şehirdeydik. EFENDIMIZ (S.A.V) VEDA HUTBESI’NI MEKKE’DEN 25 KILOMETRE UZAKLIKTA BULUNAN ARAFAT’TA YAPMIŞTIR. BU DAĞ DÖNÜŞÜNDE OTOBÜSÜN IÇINDEN MINA ILE MÜZDELIFE’YI VE HZ. HATICE’NIN DE KABRININ BULUNDUĞU CENNET’ÜL MUALLA KABRISTANI’NI GÖRDÜK, FATIHALARIMIZI YOLLADIK. Otelimize vardığımızda yemek faslından sonra hep beraber Kâbe’ye gittik. Umremizi tamamlamak için Kâbe’nin etrafında bir tavaf, yani yedi kere dönmemiz gerekiyor. Başka bir görevimiz de Merve ile Safa tepesi arasında Sa’y yapmaktı. “Sa’y, Hz. Hacer misali büyük bir hedefe ulaşmak için derin bir şefkat ve merhamet ile var gücünü harcayarak hedefe yürümektir” diyen Abdüssettar Yarar, Sa’y bitiminde neredeyse gruptakilerin tamamının saçlarını keserek dualar aldı. 30 Aralık 2014 Salı Bugün isteyenler Kâbe’ye gidip bol bol tavaf yapabilir, tekrar umre ziyareti gerçekleştirebilirdi. Bir anlamda herkes ibadetinde serbestti. 31 Aralık 2014 Çarşamba Yeni miladi yılın ilk dakikalarını tavaf ile geçirmek isteyenler bu isteklerini yerine getirirken biz de Cidde’de basın ataşesi olarak görev yapan dostumuz Bahattin Akyön ile birlikte hem harem içinde hem de Mekke etrafında görülmesi gereken yerleri ziyaret ettik. Bunların içinde Peygamberimizin (s.a.v) eşi Hz. Meymune’nin kabri de vardı. Ayrıca Mekke’deki müze ziyaretimiz de verimli geçti. Müze müdürünün bizzat ilgilendiği mekanda eski milletvekillerimizden Mehmet Sılay ve Ertan Yülek ile karşılaştık. Çıkışta aldığımız, özel olarak şişelenmiş zemzem suyunda çocukluğumun kekremsi tadını yakaladım. 1 Ocak 2015 Perşembe Bugün ilk olarak Hz. Adem ile Hz. Havva’nın cennetten indirildikten sonra buluştukları yer olan Arafat’a gittik. Efendimiz (s.a.v) Veda Hutbesi’ni Mekke’den 25 km uzaklıkta bulunan bu dağda yapmıştır. Arafat dönüşü, otobüsün içinden Mina ile Müzdelife’yi ve Hz. Hatice’nin de kabrinin bulunduğu Cennet’ül Mualla Kabristanı’nı gördük, fatihalarımızı yolladık. 2 Ocak 2015 Cuma Cuma namazını Kâbe’de eda etmek için erkenden yer tuttuk. O akşam Peygamberimizin (s.a.v) doğum günü olduğu için kafiledeki arkadaşlarımız onun doğduğu evin önünde bir etkinlik düzenlemişlerdi. Biz de Abdüssettar Yarar hocamızla farklı bir sohbet yaptık. 3 Ocak 2015 Cumartesi Bugün veda tavafı yapmak için Kâbe’ye adım attığımda içimde bir hüzün oluştu. Ayrılık vakti gelmişti. Tavaf sonrası “Allah’ım, sen benim gibi günahkar bir kulunu beytine kabul buyurarak affettiğini gösterdin. Ben de bugüne kadar bana yapılan her tür hatayı, haksızlığı yapanları affediyorum” diyerek dua ettim. Kutsal topraklardan ayrılırken içimde bir daha buluşma umudu vardı. 9 11. CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL’DEN TPB İSTANBUL ŞUBESI’NE ZIYARET TÜRK Parlamenterler Birliği İstanbul Şubesi, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü ağırladı. Gül, İstanbul Şube’ye 21 Ocak’ta gerçekleştirdiği ziyarette ülke ve dünya meseleleri üzerine veciz bir konuşma yaptı. Ziyaret dolayısıyla Abdulllah Gül onuruna bir yemek verildi. Türk Parlamenterler Birliği İstanbul Şube Başkanı Orhan Demirtaş’ın açılış konuşmasıyla başlayan programa geçmiş dönemlerde görev yapmış çok sayıda milletvekili ve bakan iştirak etti. 11. Cumhurbaşkanı Gül, eski bir parlamenter olarak 16 yıl Meclis’te görev yaptığını ve siyasi hayatı boyunca en önemli konuşmalarını TBMM çatısı altında gerçekleştirdiğini belirterek, “Meclis sadece millî iradenin temsil edildiği yer değildir, aynı zamanda çok önemli kararların alındığı, yasama faaliyetlerinin yapıldığı bir mekandır. Türkiye’de temsili demokrasi ilk meclisimizin açıldığı 1876 yılından beri var aslında. Zaman zaman sıkıntılarla da olsa devam etti, dolayısıyla köklü bir parlamenter sistem ülkemizde mevcut” dedi. Türkiye’de bir süredir yeni sistem tartışmalarının devam ettiğini anımsatan Gül, parlamenter sistemden yana olduğunu Cumhurbaşkanlığı döneminde de dile getirdiğini kaydederek, “Asıl önemli olan demokrasinin temel ilkelerinin muhafaza edilmesidir. Hukukun üstünlüğü unsurunun sistemin içerisinde bulunmasıdır. Kuvvetler ayrılığını bilhassa vurgulamak isterim. Velev ki Türk milleti sistem değişikliğine karar verirse ve bu yönde gerekli hukuki altyapı oluşturulursa Meclis’in çok güçlü olması gerekecektir. Meclis’in yürütmenin etkilerinden kurtulması gerekir. Gelişmiş demokrasi ve gelişmiş hukuk düzeninin sistemin özü olması icap etmektedir” diye konuştu. “Hassas ve kritik bir süreçten geçiliyor” Abdullah Gül, bugün dünyanın ve bölgemizin hassas ve kritik bir süreçten geçtiğine işaret ederek, “Dış politika bağlamında ikinci bir soğuk savaşın başındayız. ABD ve Rusya ilişki- 10 BIRLIK’TEN lerinin istikameti, Ukrayna’nın başına gelenler, Kırım’ın uluslararası hukuka aykırı biçimde ilhak edilmesi... Tüm bu gelişmeler belli ki bu yeni dönemin uzun süreceğini gösteriyor. Güneyimizde Ortadoğu kaos içerisinde. Siyasete başladığım 1991 yılında tek tehdit Saddam Hüseyin iken şimdi sayamayacağımız kadar çok tehdit var. Temel meselelerin hiçbiri halen çözüme kavuşturulamadı” dedi. Gül, siyasi istikrarın önemine işaret ettiği konuşmasında “Siyasi istikrarı Meclis’te çoğunluk olarak görmek dar bir bakış açısı olacaktır. Çoğulculuk ve demokrasi perspektifinden bakmamız gerekiyor. Bu bakımdan geleneksel siyasi tarzımızı değiştirmemizin zamanı geldi. Zira siyasi tarihimize baktığımızda iç mücadelelerin enerjimizi tükettiğini göreceğiz. Kıran kırana mücadeleden vazgeçmeliyiz. Farklı fikirleri farklı jargonlarla dile getirebilmemiz lazım” değerlendirmesinde bulundu. HABERLER İSİPAB 10. KONFERANSI TBMM’NİN EVSAHİPLİĞİNDE İSTANBUL’DA YAPILDI TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in evsahipliğinde düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Üyesi Ülkeleri Parlamento Birliği (İSİPAB) 10. Konferansı 19-22 Ocak günleri arasında İstanbul’da yapıldı. 53 ülkeden 22 Meclis Başkanı, 13 Başkan Yardımcısı ve yaklaşık 500 katılımcının yer aldığı konferansın 21 Ocak’taki resmî açılışı Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından gerçekleştirildi. İSİPAB 10. Konferansı çerçevesinde Müslüman kadın parlamenterler de bir araya geldi. İSİPAB Dördüncü Müslüman Kadın Parlamenterler Konferansı’na Konferans Başkanı olarak Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı ve AK Parti Aksaray Milletvekili İlknur İnceöz, AK Parti Adana Milletvekili Fatoş Gürkan ve CHP İzmir Milletvekili Hülya Güven katıldı. İlknur İnceöz konferanstaki konuşmasında Türkiye’nin kadın erkek fırsat eşitliğinin sağlanması, ailenin korunması ve kadının statüsünün yükseltilmesi alanlarında son yıllarda ciddi reformlar yaptığını söyledi. Toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılık, kadına karşı şiddet, kız çocuklarının eğitimi, kadın istihdamı ve ailenin korunması konularında Türkiye’nin yaptığı düzenlemeler ile kaydettiği gelişmelere değinen İnceöz, “Kadın erkek fırsat eşitliğinin sağlanmasının kurumsal mekanizmalar ile desteklenmesi çerçevesinde 2009 yılından bu yana TBMM’de Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu önemli çalışmalar yapmaktadır” dedi. İnceöz, bu alanlarda uluslararası işbirliğinin ve ülkelerin birbirlerinin deneyimlerinden faydalanmalarının önemini vurguladı. Müslüman coğrafyasında, bilhassa Filistin’de, yaşanan çatışmalardan dolayı kadınların yaşadıkları mağduriyet ve maruz kaldıkları her tür şiddetin de uluslararası işbirliği ve İslam ülkelerinin dayanışması ile giderilebileceğini ifade eden İnceöz, İsrail’in Filistin’de masum sivillere yönelik saldırılarını kınadı. Konferans Başkanı İlknur İnceöz, Suriye’deki çatışmaların etkilerinden de bahsederek, “Türkiye yaklaşık iki milyon Suriyeliye evsahipliği yapmaktadır. Ülkemiz bu sığınmacıları ağırlamak için şu ana kadar yaklaşık 5 milyar dolar harcamada bulunmuştur. Misafir Suriyeli kadın ve çocukların şiddet ve türlerinden korunması amacıyla Afet ve Acil Yardım Başkanlığı tarafından önemli çalışmalar yürütülmektedir” dedi. İnceöz, konuşmasında Peygamber Efendimize yapılan hakareti kınadıklarını da belirterek, ifade özgürlüğü maskesi altında kutsal değerlere hakaret edilemeyeceğini ve bunun özgürlükler kapsamında değerlendirilemeyeceğini söyledi. 11 MILLETVEKILLERINDEN TEMYIZ DURUŞMASINA DESTEK İŞÇI Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in 1915 Olayları’nın soykırım olarak nitelendirilemeyeceğini ifade etmesi üzerine İsviçre tarafından başlatılan hukuki sürecin bir parçası olan temyiz davası 28 Ocak’ta Strazburg’da görüldü. Perinçek’in 2005 yılında İsviçre’deki bir konferansta söylediği “Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır” sözleri nedeniyle başlayan davalar serisinde son olarak İsviçre hükümeti AİHM’in kararına itiraz ederek temyiz davası açmıştı. Tarihî önemdeki temyiz duruşmasına aralarında Avrupa Birliği eski Bakanı Egemen Bağış, CHP eski Genel Başkanı Deniz Baykal, CHP Genel Başkan Yardımcısı Haluk Koç, TBMM Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar, Ömer Selvi, Gülsün Bilgehan, Şaban Dişli ve Tülin Erkal Kara’nın da bulunduğu bir grup milletvekili ile İşçi Partili yaklaşık 200 kişi katıldı. Davanın görüldüğü Strazburg’a Avrupa’nın çeşitli yerlerinden gelen Türkler de Perinçek’e destek verdi. Yargıçlara Rus ve Ermeni kaynaklı belgeler sunan Perinçek, yaklaşık 2,5 saat süren savunması boyunca “Ermeni Sorunu”nun tabulaştırıldığını ve 1915 Olayları’nın Türkleri aşağılamak için kullanıldığını dile getirdi. Perinçek, “Birinci Dünya Savaşı’nda karşılıklı olarak ölümler ve zorla göç olmuştur” diyerek Ermenilerin acılarını her zaman paylaştığını, fakat bu meselede “soykırım”ın hukuki bir tanım olduğunu ve inkarının nefret söylemi olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi. On yedi yargıcın görev yaptığı Büyük Daire’de görülen dava sonucunda herhangi bir sonuç açıklanmazken kararın en erken altı ay sonra verileceği duyuruldu. ORMAN VE SU İŞLERI BAKANLIĞI, AFRİKA’DA 1,6 MİLYON KİŞİYE SU TEMİN ETTİ ORMAN ve Su İşleri Bakanlığı DSİ Genel Müdürlüğü, su probleminin oldukça ciddi boyutlara ulaştığı Somali, Sudan, Burkina Faso, Moritanya, Mali ve Nijer’de yaklaşık 1,6 milyon kişiye içme suyu temin etti. 2019 yılına dek Afrika’da içme suyu temin edilen kişi sayısının 3 milyona yükselmesi hedefleniyor. Binlerce insanın temiz suya ulaşamadığı, kişi başına kullanılan su miktarının dünya ortalamasının dörtte birinden az olduğu Afrika’da, Türkiye olarak insani yardım projeleri çerçevesinde TİKA’nın da destekleri ile Somali, Sudan, Burkina Faso, Moritanya, Mali ve Nijer’de içme suyu temin edilmesine öncülük edildi. Orman ve Su İşleri Bakanlığı Afrika’ya yönelik su temin çalışmalarının yanı sıra çölleşme ile mücadele ve ormancılık alanlarında da faaliyetler yürütüyor. Afrika’da yer alan ülkelerin bu hususlardaki teknik kapasitelerini geliştirmek maksadıyla “Çölleşme, Arazi Bozulması ve Kuraklıkla Mücadele Kapasitelerinin Geliştirilmesi 12 HABERLER Projesi”ni yürüten Orman ve Su İşleri Bakanlığı Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü, yaptığı çalışmalar neticesinde çölleşme ile mücadele ve ormancılık alanlarında bölgesel işbirliğini geliştiriyor. Proje ile bu ülkelerin söz konusu hususlardaki kapasitesi artırılıyor, çölleşme ve kuraklığın muhtemel olumsuz tesirleri azaltılarak ormanların sürdürülebilir yönetimi sağlanıyor. AİBPA TÜRK GRUBU BARSELONA’DAKI TOPLANTIYA KATILDI AKDENIZ İçin Birlik Parlamenter Asamblesi (AİBPA) Ekonomik ve Mali Konular, Sosyal İşler ve Eğitim Komitesi Toplantısı 26 Ocak’ta Barselona’da yapıldı. Toplantıya AİBPA Türk Grubu Başkanı ve Şanlıurfa Milletvekili Doç. Dr. Zeynep Karahan Uslu, AİBPA Ekonomi Komitesi Başkanı ve Bolu Milletvekili Ali Ercoşkun, Kahramanmaraş Milletvekili Nevzat Pakdil ve Çankırı Milletvekili İdris Şahin katıldı. Toplantının birinci oturumunda Akdeniz İçin Birlik (AİB) Genel Sekreteri Fathallah Sijilmassi bir konuşma yaptı. İkinci gündem maddesi olan “Göçün Ekonomik Boyutu” çerçevesinde Uluslararası Göç Örgütü Barselona temsilcisi Maria Jesus Herrera, üçüncü gündem maddesi olan “AİB Bölgesinde Yatırımların Teşviki ve Korunması” çerçevesinde ise Akdeniz Avrupa Enstitüsü SosyoEkonomik Kalkınma Direktörü Javier Albarracin birer konuşma gerçekleştirdi. İkinci gündem maddesi ile ilgili olarak söz alan Kahramanmaraş Milletvekili ve Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı Nevzat Pakdil, Suriye’de yaşanan insanlık dramına vurgu yaparak hiçbir ülkenin bu drama seyirci kalmaması gerektiğini dile getirdi. Ekonomik ve Mali Konular, Sosyal İşler ve Eğitim Komitesi’nin bir sonraki toplantısı, AİBPA Genel Kurulu ve Parlamento Başkanları Zirvesi 11-12 Mayıs 2015’te Lizbon’da yapılacak. “LİSEYE DEVAM SENDEN DESTEK BİZDEN” AILE ve Sosyal Politikalar Bakanı Ayşenur İslam, “Liseye Devam Senden Destek Bizden” projesinin tanıtım toplantısına katıldı. Projenin amacının sadece ekonomik katkı vermek olmadığını, aynı zamanda lise çağındaki çocukların devamsızlık ve okuldan ayrılma sorunlarıyla alakalı olarak eğitim, danışmanlık ve rehberlik hizmetleri verileceğini belirten İslam, “Şartlı Nakit Desteği programı gibi programlar yoksul aile çocuklarının temel hizmetlerden faydalanmasını amaçlıyor. Bu desteklerin bir şartı bulunuyor. Desteği alan ailelerin yerine getirmesi gereken şartlar; çocuklarımızın düzenli sağlık kontrollerine götürülmesi, kaydoldukları okullara düzenli gitmeleri, 18 yaşını bitirinceye kadar eğitim sisteminin içinde kalmaları” diye konuştu. Şartlı eğitim yardımlarının okul öncesinden lise son sınıfa kadar örgün eğitime katılan öğrencilerin ailelerine verildiğini ifade eden Bakan İslam, “Kız çocuklarına verilen destekler, erkek çocuklara verilen destekten; liseye devam eden çocuklara verilen destekse ilköğretime devam eden çocuklara verilen destekten daha fazla. Bu destekler annelerin hesaplarına yatırılıyor” ifadelerini kullandı. Ayşenur İslam, bakanlık olarak yaptıkları etki analizi çalışmalarının önemli veriler sunduğunu belirterek, “2013 yılından itibaren yapılan etki analizi çalışmalarına göre bu tür destekler ailelerin muhtemel ekonomik şoklara karşı dayanıklı olmasını da sağlıyor. Elimizdeki verilere göre, bu eğitim destekleri okula devamsızlığı en az yüzde 50 oranında engelliyor. Bir başka veri, bu desteklerin kız çocuklarının eğitime katılmasını daha çok teşvik ettiği ya da Şartlı Nakit Desteği programlarının kız çocukları üzerinde daha fazla etkili olduğu şeklinde. Bunlar mutlaka sürdürmeyi planladığımız programlar” dedi. 13 BAKAN YILDIZ: TÜRKİYE’NİN EKONOMIK RAKAMLARI BÜYÜYOR 6. Enerji Verimliliği Kongre ve Fuarı’nın açılışı, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’ın katılımıyla gerçekleşti. Enerji verimliliğinin Türkiye’nin artan refah seviyesine katkıda bulunacağını ve bu bilincin çocuklardan kadınlara toplumun her seviyesinde yer- leştirilmesi gerektiğini dile getiren Yıldız, “Türkiye’nin ekonomik rakamları büyürken dünyanın rakamları küçülüyor, refah seviyemiz, gelirimiz artabilir, fakat bunlar bizim tasarruf yapmamıza mani değil. Hâlâ her bin dolarlık gayri safi millî hasılayı oluşturmak için birim başına 250 litre petrol eşdeğerinde enerji harcıyoruz. Japonya ve Avrupa ülkeleri gibi yerlerde bu oranlar çok daha düşük” ifadelerini kullandı. Bakan Yıldız, Uluslararası Enerji Ajansı’nın raporuna göre dünyada enerji alanında her yıl 2 trilyon dolar yatırım yapılması gerektiğini, fakat bu miktarın geçen yıl 1,6 trilyon dolar seviyesinde kaldığını ifade ederek, “Bu kaynakların yarısından fazlasının eskiyen tesislerin yenilenmesi için kullanıldığını düşünürsek, bu tesislerin yenilenmesi ve enerji açısından verimli hale getirilmesi o kadar önemli. 2015 yılına kadar dünyadaki enerji sektörüne yatırılacak miktarın 38 trilyon dolar olması öngörülüyor” diye konuştu. EFTA PARLAMENTER KOMITESI TBMM’DE AVRUPA Serbest Ticaret Birliği (EFTA) Parlamenter Komitesi Türkiye ziyareti çerçevesinde TBMM’de temaslarda bulundu. Konuk heyet, ilk olarak TBMM AB Uyum Komisyonu Başkanı Mehmet Tekelioğlu ile görüştü. Görüşmede AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Yıldırım Ramazanoğlu, AK Parti Zonguldak Milletvekili Ercan Candan ve CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir de bulundu. Mehmet Tekelioğlu, EFTA üyesi ülkelerle Türkiye arasındaki ticaret potansiyelinin çok yüksek olduğuna vurgu yaparak “İlişkilerin 14 HABERLER geliştirilebilmesi için çok uygun bir ortamın bulunduğunu düşünüyoruz. 1990’lara kadar geriye giden ticari anlaşmalarımızın gittikçe geliştirilmesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bakımdan da sürekli olarak görüşmelerin devam ettiğini biliyoruz. Şubat ayında da bu tür bir görüşme olacağını duymaktan memnuniyetimizi ifade etmek istiyoruz” dedi. Komite adına konuşan İsviçreli parlamenter Kathy Riklin de EFTA ile Türkiye arasındaki fikir alışverişlerine verdiği önemi belirtti. Türkiye ile ticari ilişkilerin daha da gelişme potansiyeli olduğunu, bu sebeple serbest ticaret antlaşmasının gözden geçirilmesi için müzakerelerin başladığını aktaran Riklin, Türkiye’nin son yıllarda ekonomik açıdan etkileyici bir gelişme gösterdiğini de ifade etti. AB Uyum Komisyonu’ndaki görüşmenin ardından Dışişleri Komisyonu Başkanı Ahmet Berat Çonkar heyet onuruna yemek verdi. Konuk heyet, TBMM’deki temasları çerçevesinde ayrıca Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Recai Berber ile Sanayi, Ticaret, Enerji, Tabii Kaynaklar, Bilgi ve Teknoloji Komisyonu Başkanı Halil Mazıcıoğlu ile de görüştü. İÇ GÜVENLIK PAKETI KOMISYON’DAN GEÇTI KAMUOYUNDA “İç Güvenlik Paketi” olarak bilinen tasarı, TBMM İçişleri Komisyonu’nda kabul edildi. Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu; Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunu; Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’na göre, elle dıştan kontrol hariç kişinin üstü ve eşyası ile aracının dışarıdan bakıldığında içerisi görünmeyen bölümlerinin aranması; İçişleri Bakanlığı’nca belirlenecek esaslar dahilinde mülki amirin görevlendireceği kolluk amirinin yazılı, acele hallerde sonradan yazıyla teyit edilmek üzere sözlü emriyle yapılabilecek. Kolluk amirinin kararı 24 saat içinde görevli hakimin onayına sunulacak. Bu kapsamda yapılacak aramalarda, kişiye, arama gerekçesini de içeren belge verilecek. Polis, başkalarının can güvenliğini tehlikeye düşürenleri, fiilleri ayrı bir suç oluşturmadığı takdirde, kişinin can güvenliğinin sağlanması bakımından koruma altına alabilecek ya da olay yerinden uzaklaştırabilecek. Polis, kendisine veya başkalarına, iş yerlerine, konutlara, kamu binalarına, okullara, yurtlara, ibadethanelere, araçlara, kişilerin tek tek veya toplu halde bulunduğu açık veya kapalı alanlara molotof, patlayıcı, yanıcı, yakıcı, boğucu, yaralayıcı ve benzeri silahlarla saldıran veya saldırıya teşebbüs edenlere karşı, saldırıyı etkisiz kılmak amacıyla ve etkisiz kılacak ölçüde silah kullanabilecek. Bonzai TCK kapsamına alınıyor Tasarı, kanuna aykırı ve keyfi uygulamalara yol açılmaması için denetimi de getiriyor. Faaliyetlerin denetimi; sıralı kurum amirleri, mülki idare amirleri, Jandarma Genel Komutanlığı ve ilgili bakanlığın teftiş elemanlarınca yılda en az bir defa yapılacak. Bu faaliyetler Başbakanlık Teftiş Kurulu’nca da denetlenebilecek. Denetimlerin sonuçları, rapor halinde TBMM Güvenlik ve İstihbarat Komisyonu’na sunulacak. Vali, kamu düzenini ve güvenliğini, kişilerin can ve mal emniyetini sağlamak amacıyla aldığı önlem ve kararların uygulanması için adli kuruluşlar ile yardım isteyebileceğine dair hükmü saklı kalmak kaydıyla askerî kuruluşlar dışında, mahalli idareler dahil bütün kamu kurum ve kuruluşlarının itfaiye, ambulans, çekici, iş makinesi ve tedbirlerin zorunlu kıldığı diğer araç ve gereçlerinden yararlanabilecek, personeline görev verebilecek. Toplantı veya gösteri yürüyüşlerinde, “havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı patlayıcılar, demir bilye ve sapan” bulundurulması ve taşınması yasak olan maddeler kapsamında ele alınacak. Toplumsal olaylarda bulundurulması ve taşınması yasak olan suç aletlerini taşıyanlar, 2 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezasına çarptırılacak. Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerini gizlemek amacıyla yüzünü tamamen veya kısmen kapatanlara 3 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası uygulanacak. Bu suçu işleyenlerin cebir ve şiddete başvurmaları ya da her türlü silah, molotof ve benzeri patlayıcı, yakıcı ya da yaralayıcı maddeler bulundurmaları veya kullanmaları halinde verilecek cezanın alt sınırı 4 yıldan az olamayacak. Tasarıyla, sentetik uyuşturucu maddelere yönelik cezai yaptırımın daha caydırıcı hale getirilmesi için, “sentetik kannabinoidler (bonzai) ve türevi uyuşturucu maddeler” de TCK kapsamına alınıyor. Bu maddelere yönelik ceza yarı oranında artırılıyor. Okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askerî ve sosyal amaçla toplu bulunulan bina ve tesislerle bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel ve işaretlerle belirlenen sınırlarına 200 metreden yakın mesafe içindeki açık yerlerde uyuşturucu bulunduran, kullanan ve satın alanların cezaları yarı oranında artırılacak. Böylece, 200 metrede uyuşturucu kullanan veya bulunduranlara 7,5 yıla kadar hapis cezası verilecek. 15 DÜNYADAN YUNANISTAN’DA SOL İTTIFAK DÖNEMI YUNANISTAN’DA genel seçimler için halk sandık başına gitti. 10 milyon seçmenin oy kullandığı seçimlerin ardından Radikal Sol İttifak (SYRIZA) yüzde 36,34 ile mecliste 149 sandalye alırken, Yeni Demokrasi Partisi yüzde 27,81 oyla 76 sandalye kazandı. Hrisi Avgi (Altın Şafak) yüzde 6,28 oy oranı ile 17, Potami yüzde 6,05 ile 17, Yunanistan Komünist Partisi (KKE) yüzde 5,47 ile 15, Bağımsız Yunanlar (ANEL) yüzde 4,75 ile 13 ve PASOK yüzde 4,68 ile 13 sandalyeye sahip oldu. Oy dağılımına göre SYRIZA kontenjandan 5, Yeni Demokrasi Partisi 4, Hrisi Avgi, Potami ve KKE 1 milletvekili seçerken PASOK ve ANEL kontenjandan milletvekili alamadı. Seçimlerin galibi SYRIZA’nın lideri Aleksis Çipras, Yunanistan’da ANEL Genel Başkanı Panayiotis Kammenos ile koalisyon kurmak üzere anlaştı. Avrupa karşıtı bir politika izleyen ancak SYRIZA ile ideolojik açıdan büyük farklılıkları bulunan ANEL, seçim öncesinde parlamentoya girmesi durumunda SYRIZA ile işbirliği yapacağını açıklamıştı. gıda ve kira desteği, ulaşım hizmeti, varlıklılardan alınan ama son yıllarda kaldırılan vergilerin yeniden getirilmesi, istihdam programı, ödenemeyecek banka borçlarının silinmesi, asgari ücretin artırılması gibi hedefler yer alıyor. Çipras Cumhurbaşkanı huzurunda yemin etti Üç Türk vekil Yunan Parlamentosu’nda Hükümeti kurma yetkisini almak üzere Yunanistan Cumhurbaşkanı Karolos Papulyas’ı ziyaret eden Aleksis Çipras, parlamentoda çoğunluğu sağladığı için Papulyas’ın huzurunda yemin ederek başbakanlık görevine başladı. Aleksis Çipras, Yunan Kilisesi temsilcilerinden kimsenin katılmadığı törenin ardından yaptığı açıklamada, “Süreci hızlandırmamız lazım çünkü hükümetin yolu yokuş” ifadesini kullandı. SYRIZA’nın hükümet programında kamu borçlarının kısmen silinmesi, yoksulluk sınırı altındaki vatandaşlara bedava elektrik, Yunanistan Parlamentosu’nun yeni döneminde Türk azınlığı Radikal Sol İttifak partisinden seçilen Ayhan Karayusuf, Mustafa Mustafa ve Hüseyin Zeybek temsil edecek. Seçim sonuçlarına göre İskeçe ilinde Hüseyin Zeybek 16 bin 244 oy, Rodop ilinde ise Mustafa Mustafa 12 bin 429 ve Ayhan Karayusuf 9 bin 529 oy alarak seçilen Türk milletvekili oldu. Batı Trakya’da Rodop ve İskeçe illerinde SYRIZA listesinden seçilen Türk milletvekilleri, bölgenin ve azınlık sorunlarının çözümü için birlikte mücadele edeceklerini söyledi. 16 SUUDI ARABISTAN’A YENI KRAL SUUDI Arabistan’da 1 Ağustos 2005’ten bu yana Kral olan Abullah bin Abdulaziz’in hayatını kaybetmesinin ardından Veliaht Prens Selman bin Abdulaziz (79) ülkenin yeni kralı oldu. Selman bin Abdulaziz, göreve geldikten sonra yaptığı ilk açıklamada, “Ülkenin kuruluşundan bu yana takip ettiği yolda gitmeye devam edeceğiz. Safları sıklaştırma, birlik ve beraberliği koruma, ümmetimizin davalarını müdafaa etme konusunda gayretli olacağız” diye konuştu. Kral Abdullah’ın sağlık sorunları nedeniyle ülkeyi iki yıldır fiili olarak yöneten Selman bin Abdulaziz, Arap halkı ve İslam ümmetinin günümüzde en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğunu vurgulayarak, “Allah’ın risalet merkezi kıldığı ve Müslümanların kıblesiyle şereflendirdiği topraklarda, safları sıklaştırma, birlik ve beraberliği koruma, ümmetimizin davalarını müdafaa etme konusunda gayretli olacağız. Allah’ın izni ve inayetiyle doğru yoldan, merhum Kral Abdulaziz ve oğulları tarafından kurulan bu devletin takip ettiği yoldan sapmadan yürümeye devam edeceğiz. Düsturumuz yüce Allah’ın kitabı ve Resulü’nün sünnetidir” dedi. Selman bin Abdulaziz konuşmasını, “Allah’tan beni halkımıza hizmet ve ümitlerini gerçekleştirme noktasında başarılı kılmasını, ülkemizin güven ve istikrarını bütün kötülüklerden korumasını diliyorum” sözleriyle tamamladı. YEMEN’DE CUMHURBAŞKANI VE HÜKÜMET ISTIFA ETTI HALID Mahfuz Bahhah başkanlığındaki Yemen hükümeti, “Husi Ensarullah Hareketi’nin yönetime müdahale ettiği ve mutabık olunan anlaşmalara uymadığı” gerekçesiyle istifasını Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’ye sundu. Bahhah, istifa gerekçesini “Olanlar ve ileride gerçekleşecek olaylarda taraf olmamak, bizim dışımızdakilerin yaptıkları nedeniyle Allah ve halk önünde sorumluluk taşımamak için istifamızı sunmaya karar verdik” şeklinde açıkladı. Hükümetin istifasının ardından Cumhurbaşkanı Hadi’nin de istifa ettiği bildirildi. Hadi’nin, Yemen Meclis Başkanı Yahya Ali er-Rai’ye sunduğu istifa dilekçesinde, “Barışçıl geçiş sürecine üstün gelen gelişmeler üzerine, uğruna birçok şeyi göze aldığımız hedefleri gerçekleştirmeye güç yetiremeyeceğimiz için sizden ve meclisinizden özür dileyerek Cumhurbaşkanlığı görevimden istifa ediyorum” ifadelerini kullandı. 17 ALMAN HÜKÜMETI “SOYKIRIM” NITELEMESINI KABUL ETMEDI ALMAN hükümeti, 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak nitelenemeyeceğini, söz konusu dönemin tarihçiler tarafından değerlendirilmesi gerektiğini açıkladı. Geçtiğimiz Aralık ayında Sol Parti’nin (Die Linke) verdiği “1915 Olayları’nın soykırım olup olmadığı”nı irdeleyen soru önergesine 13 Ocak 2015 tarihinde yanıt veren Alman hükümeti, konunun doğrudan Türkiye ile Ermenistan’ı ilgilendirdiğini dile getirdi. Konuyla ilgili esas değerlendirmenin bu iki ülkeye ait olduğunun vurgulandığı karar metninde, “1915-16 Olayları konusunda araştırmaları her zaman teşvik ediyoruz. Bu araştırmaların sonucunun değerlendirilmesi bilim insanlarına mahsus kalmalıdır” ifadelerine yer verildi. Sol Parti Federal Meclis vekillerinden Ulla Jelpke, Christine Buchholz ve Sevim Dağdelen tarafından verilen soru önergesinde Alman hükümetinin bu yılın 24 Nisan’ında bir anma toplantısı düzenleyip düzenlemeyeceği sorusu da yer alıyordu. Bu sorunun yanıtını bir kez daha olayların öncelikle Türkiye ile Ermenistan arasında ele alınması gerektiğini vurgulayarak veren hükümet “Herhangi bir anma hazırlığı içinde değiliz” dedi. Türk-Ermeni işbirliğinin altının sık sık çizildiği karar metninde ayrıca uluslararası tarihçilerden kurulu bir komisyonun hayata geçirilmesi fikrine destek verilirken “Federal Hükümet, Türk ve Ermeni hükümetlerini yakınlaşma çabalarını ön koşulsuz başlatmaya davet ediyor” denildi. İSRAIL’DE ARAP PARTILERI ITTIFAK KURUYOR İSRAIL’DEKI Arap partileri Balad, Birleşik Arap Listesi, Ta’al ve Hadaş, 17 Mart’ta yapılacak erken seçim için ittifak kararı alarak seçimlere ortak listeyle gireceklerini açıkladı. Arap partileri, 120 milletvekilinden oluşan İsrail Parlamentosu Knesset’te 11 koltuğa sahip. İsrail’de seçim barajının yüzde 2’den 3,25’e çıkarılması sonucu küçük partilerin parlamentoya girmesi zorlaşmıştı. Barajın yükseltilmesi, Arap partilerini farklılıklarını bir kenara bırakıp işbirliğine gitmek zorunda bıraktığı şeklinde yorumlanıyor. Ülkenin tamamının tek bir seçim bölgesi olarak kabul edildiği sistemde seçmenler, parti listesindeki 18 DÜNYADAN herhangi bir adaya değil, Knesset’teki 120 ismin bulunduğu parti listesine oy veriyor. Hükümet kurmak içinse 63 koltuğa sahip olmak gerekiyor. NATO YENI KOMUTA MERKEZLERI KURUYOR NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, 2014 yılını değerlendirdiği basın toplantısında Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya ve Bulgaristan’da komuta merkezleri oluşturacaklarını açıkladı. Komuta merkezleri, ulusal ordularla NATO güçleri arasında bağlantı noktası teşkil edecek. NATO’nun 4-5 Eylül 2014 tarihinde düzenlenen son Galler Zirvesi’nde, Rusya’ya karşı kurulmasına karar verilen Öncü Güç ile bağlantılı çalışacak komuta merkezlerinin 2016 yılı başında açılması hedefleniyor. İttifak üyelerinin göndereceği askerî personelin görev yapacağı merkezler, tatbikatların planlanması ve düzenlenmesinde, NATO güçlerinin bölge ülkeleri arasında kaydırılmasında sorumluluk alacak. NATO savunma bakanlarının 5 Şubat’ta Brüksel’de toplanarak asker sayısını ve dizayn şeklini kararlaştıracağı Öncü Güç, gelecek yıl faaliyete geçirilecek. Öncü Güç, iki gün içinde görev yapacağı NATO ülkesinde konuşlandırılabilecek esnekliğe sahip olacak, kara unsurlarından oluşturulacak, gerektiğinde deniz ve hava unsurlarıyla desteklenecek. TUNUS’TA YENI KABINE AÇIKLANDI TUNUS’TA yeni hükümeti kurmakla görevlendirilen Başbakan El-Habib es-Sıyd, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda düzenlediği basın toplantısında “Yeni hükümet, siyasi kişilikler, sivil toplum aktivistleri ve tecrübe sahiplerini de kapsayan teknokrat ve millî bir hükümet” dedi. Yeni kabinenin tüm Tunusluların hükümeti olduğunu ifade eden Sıyd, “Yeni hükümetin en önemli amaçları devrimin hedeflerini gerçekleştirmek, demokratik ortamı sağlamlaştırmak ve tüm siyasi çıkarların üstünde olan millî menfaatlere hizmet etmek” diye konuştu. Sıyd, hükümetin programının kaynağını da iktidardaki Nida Tunus Partisi, diğer partiler ve sivil toplum kuruluşlarının siyasi programlarından aldığını dile getirdi. Yeni kabinedeki isimler şöyle: Adalet ve Emlak İşleri Bakanı: Muhammed Salih Bin İsa; Savunma Bakanı: Ferhat el-Harşani; İçişleri Bakanı: Nacim el-Garseli; Dışişleri Bakanı: Et-Tayyib el-Bekkuş; Maliye Bakanı: Lesaad Zer- ruk; Kalkınma, Yatırım ve Uluslararası İşbirliği Bakanı: Necib Derviş; Sanayi, Enerji ve Madenler Bakanı: Zekeriyya Hamd; Ticaret Bakanı: Selim Şakir; Turizm Bakanı: Muhsin Hasan. Cumhurbaşkanı El-Baci Kaid es-Sibsi Sıyd’ı 5 Ocak’ta bir ay içinde hükümeti kurmakla görevlendirmişti. 19 BIR DEVIR ONLARLA BAŞLADI İLK KADIN VEKILLERIMIZ 20 TÜRKIYE CUMHURIYETI’NIN MODERNLEŞMEYE GIDEN YOLUNDA EN ÖNEMLI DÖNÜM NOKTALARINDAN BIRI ŞÜPHESIZ KADINLARA SEÇME VE SEÇILME HAKKININ VERILMESIYDI. ONLARCA YIL SÜREN MÜCADELELERIN ARDINDAN ELDE EDILEN BU HAKLA, 8 ŞUBAT 1935 TARIHINDEN BU YANA MECLIS’TE KADIN SESI YÜKSELMEYE DEVAM EDIYOR. DENIZ VAROL 21 G ünümüzde siyasetin yaygın olarak uygulandığı yöntem olan temsili demokrasilerde siyasete katılım ve temsil en önemli meseleleri oluşturuyor. Bir ülkeyi meydana getiren her unsurun, her tabakanın, milletin her bireyinin parlamentolarda temsil edilmesi ve ülke yönetiminde söz sahibi olması siyasetin sağlıklı işleyebilmesi için vazgeçilmez bir koşul olarak görülüyor. Verilen kararlarda pay sahibi olmak ve söz konusu süreci etkileyebilecek eylemlerde bulunmak siyasete “katılım” olarak değerlendirildiğinde, yalnızca oy kullanmanın değil, yürütülen örgütlü çalışmaların, kampanyaların da birer yöntem olduğu görülebilir. Bununla birlikte, politikaya aktif katılımın demokrasinin işleyişi bakımından pozitif bir ivme sağladığı kuşku götürmese de, ideal toplumun bir gereği olarak farklı kesimlerin eksiklik veya ihtiyaçlarının orantılı şekilde siyasette temsil edilmesi katılımın çokluğu kadar temsilin niteliğine de bağlıdır. Temsil meselesini, toplumun farklı kesimlerinin sahip olduğu farklı öncelik veya ihtiyaçların seçilmiş temsilciler aracılığıyla iktidar makamlarında ele alınması, tartışılması ve verilecek kararlarda göz önünde tutulması olarak düşündüğümüzde, ideal demokrasinin işleyişi bakımından şu soru ortaya çıkar: Mümkün olduğunca çok sayıda “farklı” kesimi hesaba katacak, onların ihtiyaçları üzerinde uzlaşma ve ortak payda sağlayacak bir ortam söz konusu mu? Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni doğmuş ve geleceğe umutla bakan bir devlet olduğu dönemde değişen toplumun, yeniden şekillenen devlet yapısının, yeniden yorumlanan normların gündemde olduğu bir ortam söz konusuydu. Çağdaşlaşma ve toplumu modernleştirme yolunda ortaya konulan inkılapların bir durağı da elbette kadınlar olacaktı. Yenilenen düzenin toplumun tabanına yerleşmesinde kadınlara da ihtiyaç duyulacaktı. Türk kadınının, Osmanlı’nın son zamanlarındaki “Batılılaşma” hareketi ile varlık bulan siyasal haklar meselesi Cumhuriyet’in ilanından sonra sağlanan eşit yasal haklarla pekişir. 1926 yılında kazanılan medeni haklarla kadınlar siyasette yer alabilmek için örgütlü mücadeleye başlar ve Kadınlar Halk Fırkası (KHF), Nezihe Muhittin 22 TÜRK KADINININ, OSMANLI’NIN SON ZAMANLARINDAKI “BATILILAŞMA” HAREKETI ILE VARLIK BULAN SIYASAL HAKLAR MESELESI CUMHURIYET’IN ILANINDAN SONRA SAĞLANAN EŞIT YASAL HAKLARLA PEKIŞIR. ile arkadaşlarından oluşan bir grup tarafından kurulur. Meclis’te kadın temsilcilerin bulunması sadece hakları savunulan kadınlar için değil, tüm ülke için hayırlı olacaktır Nezihe Hanım’a göre. Bu görüşünü de şu sözlerle dile getirir: “Biz başka memleketlerde de kadınlar siyasi haklarını istiyorlarmış diye memleketimizde bu vadide bir hareket uyandırmak fikrinde değiliz. Belki memleketimizde, kadınların erkeklerimizle tesrik-i mesailer ihtiyacını tamamiyle hissettiğimizden dolayı tesebbüsat icrasına kalkışıyoruz.” Ne var ki Türk kadınının Meclis’teki temsilcileri bu partiden çıkmayacaktır. Hükümet tarafından faaliyetlerine izin verilmeyen KHF, elde etmek istedikleri kadın haklarına dair talepleri nizamnameden çıkaran kurucu heyetin çabaları sonucunda Kadınlar Birliği (KB) adı altında, kamuya yararlı cemiyet statüsünde yoluna devam eder. Ve kadın sesi Meclis kürsüsünde yükseliyor 5 Aralık 1934 tarihi dönemin en önemli devrimlerinden birine sahne olur ve kabul edilen Milletvekili Seçimi Kanunu’yla birlikte kadınlar hemen hemen tüm siyasi hakları elde eder. Onlarca yıl süren çabaların ve mücadelelerin sonucunda elde edilen bu büyük kazanımı Mustafa Kemal Atatürk şu sözlerle taçlandırır: “Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullanacaktır.” Kanun, başta kadınlar olmak üzere pek çok kimse tarafından büyük coşkuyla karşılanır. Ankaralı kadınlar minnetlerini sunmak için Mustafa Kemal’i Meclis’te ziyaret ederken İstanbul’da düzenlenen mitinglerde de kadınlar duygularını dile getirir. Kanunun çıkarılmasının ardından ilk seçimler 8 Şubat 1935 tarihinde, iki dereceli seçim sisteminin uygulandığı ve Cumhuriyet Halk Fırkası’nın (CHF) tek parti olduğu bir ortamda gerçekleşir. Hem ikinci seçmen hem de milletvekili adayı olarak kadınların büyük bir ilgi gösterdiği seçimlerde katılım Ankara, İzmir, İstanbul gibi büyük şehirlerde %80’lere varmış, oy verenlerin %48’ini kadınlar meydana getirmişti. 8 Şubat 1935 seçimlerinin sonuçlarına göre, Meclis’e girmesi gereken 399 milletvekilinden 17’si kadındı. Kadın milletvekillerinin yer aldığı Beşinci Dönem Meclis, 1 Mart 1935’te çalışmalarına başlar. Bir yıl sonra yapılan ara seçimlerin ardından Meclis’teki kadın milletvekili sayısı 18’e yükselir. Meclis’te kadın sesiyle temsil edilecek illerden biri Afyonkarahisar olur. Afyon milletvekili seçilen 1900 doğumlu Mebrure Gö- 23 nenç, Arnavutköy Amerikan Koleji’nden mezun olmuş; Fransızca, Almanca ve İngilizce dillerinde yetkinlik kazanmıştı. Çamlıca Kız Lisesi ve Üsküdar Amerikan Koleji’nde dil eğitimi veren Gönenç aynı zamanda Adana Belediyesi’ne seçilen ilk kadın meclis üyesiydi. 1935 seçimleriyle milletvekili olan Mebrure Gönenç bir dönem Meclis çatısı altında yer alır. İlk kadın milletvekillerinden Hatı Çırpan (Satı Kadın) Ankara milletvekiliydi. 1890 Kazan doğumlu Hatı Çırpan, Kurtuluş Savaşı’nda gazi olmuş bir askerin eşiydi. Çırpan’ın milletvekili olma serüveni, anlatılagelen odur ki Mustafa Kemal Atatürk’ün Kızılcahamam’a giderken Kazan köyü yakınlarında durmasıyla başlar. Sıcak bir yaz günüdür, genç yaşlı pek çok insanın karşıladığı Mustafa Kemal’e içlerinden biri soğuk ayran ikram eder. Kocasının kim olduğu sorulduğunda Sakarya Muharebesi’nde boğazından yaralanmış bir asker olduğunu söyler. Ve bir soru daha gelir, kaç yaşında olduğu sorulur. Hatı “19 Mayıs 1919’da, Atatürk Samsun’a çıktığı zaman doğdum” der. Ayrıca Türk kadınının da erkekler gibi 24 çalışıp çeşitli kademelerde yükselmesi gerektiğini savunmaktadır: “Kadınlarımız Cumhuriyet’in mefkuresi altında bunu başarmak azmine sahiptir. Biz kadınlar hedefe yürüyecek ve Cumhuriyet meşalesini her alanda taşıyacağız Paşam.” Mustafa Kemal oradan ayrılırken, halihazırda Kazan muhtarlığı yapmakta olan kadının adı ile adresini not ettirir ve onu milletvekili seçimlerine sokar. Hatı Çırpan bir dönem milletvekilliği yapmıştır. 1935 seçimlerinde Antalya’nın kadın vekili Türkan Örs Baştuğ olur. 1900 İstanbul doğumlu Baştuğ, Darülfünun’da felsefe eğitimi almıştı. Boğaziçi Lisesi Öğretmenliği, Boğaziçi Lisesi Kız Bölümü Müdürlüğü ve Öğretmenliği, İstanbul Kız Öğretmen Okulu Terbiye ve Ruhiyat Öğretmen Vekilliği gibi görevlerde bulunan Baştuğ Meclis’e girmesinin ardından iki dönem Antalya milletvekilliği yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın milletvekillerinden Sabiha Gökçül Erbay, Meclis’te Balıkesir’i temsil etti. 1900 Bergama doğumlu olan Erbay, İstanbul Kız Muallim ile Yüksek Kız Muallim İLK KADIN MILLETVEKILLERINDEN HATI ÇIRPAN (SATI KADIN) ANKARA MILLETVEKILIYDI. 1890 KAZAN DOĞUMLU HATI ÇIRPAN, KURTULUŞ SAVAŞI’NDA GAZI OLMUŞ BIR ASKERIN EŞIYDI. ÇIRPAN’IN MILLETVEKILI OLMA SERÜVENI, ANLATILAGELEN ODUR KI MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN KIZILCAHAMAM’A GIDERKEN KAZAN KÖYÜ YAKINLARINDA DURMASIYLA BAŞLAR. mekteplerinde eğitim görmüş; İzmir Kız Muallim Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük, Adana Lisesi ve İstanbul Erenköy Kız Lisesi’nde ise öğretmenlik yapmıştı. 1935 seçimlerinde Balıkesir, sonraki iki dönemde Samsun milletvekilliği yapan Erbay, TBMM Başkanlık Divanı Katip üyeliğinde de bulundu. 1886 İstanbul doğumlu Ayşe Şekibe İnsel, TBMM 5. Dönem seçimlerinde Bursa milletvekili olarak Meclis’e girdi. Ortaokul mezunu olup Almanca bilen ve seçimlerden önce İnegöl’de çiftçilikle uğraşan İnsel, sonraki dönemlerde de siyasi hayatını devam ettirmedi. Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmasının ardından Meclis’e Diyarbakır milletvekili olarak giren Huriye Öniz Baha 1887’de İstanbul’da doğmuş, öğrenimini Londra Üniversitesi Bedford Koleji’nde pedagoji eğitimi görerek tamamlamıştı. İngilizce bilen Baha İstanbul Kız Muallim Mektebi ile eski İnas İdadisi’nde pedagoji ve uygulama 25 TBMM’NIN ILK KADIN MILLETVEKILLERINDEN BIRI NAKIYE ELGÜN’DÜ. 1880 İSTANBUL DOĞUMLU ELGÜN, AYNI ZAMANDA ÜLKENIN ILK EĞITIMCILERINDEN BIRIYDI. KIZ MUALLIM MEKTEBI’NI BITIRIP BIR SÜRE BURADA EDEBIYAT ÖĞRETMENLIĞI YAPMIŞ, FEYZIYE LISESI’NDE II. MEŞRUTIYET’TEN CUMHURIYET’IN KURULUŞUNA KADAR ÇALIŞMIŞTI. ile ev idaresi dersleri verdi. Balkan Savaşlarının ardından muhacirlere açılan kurslarda ders veren ve çeşitli hayır işlerinde çalışan Baha, Hilal-i Ahmer’in açtığı kursta eğitim görerek gönüllü hastabakıcılık da yapmıştır. Seçimlerden önce Türkçe öğretmenliği yapan Huriye Öniz Baha Meclis çatısı altında bir dönem yer aldı. Meclis’te kadın bir milletvekili tarafından temsil edilecek illerden biri de Edirne’ydi. 5, 6 ve 7. Dönemlerde Edirne milletvekilliği yapan Fatma Memik, 1903 Safranbolu doğumluydu. İstanbul’da Beyazıt İnas Numune Mektebi ile Bezm-i Âlem Valide Sultan Mektebi’nde aldığı eğitimin ardından tıbbiyeye giren Memik, birincilikle mezun olmuş ve Gureba Hastanesi’nde çalışmıştı. Dahiliye uzmanı olan Memik, 1935 seçimlerinden önce Gureba Hastanesi Poliklinik Şefi olarak görev yapıyordu. 26 TBMM’nin ilk kadın milletvekillerinden biri aynı zamanda ülkenin ilk eğitimcilerinden biri olan Nakiye Elgün’dü. 1880 İstanbul doğumlu Elgün Kız Muallim Mektebi’ni bitirip bir süre burada edebiyat öğretmenliği yapmış, Feyziye Lisesi’nde II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’in kuruluşuna kadar çalışmıştı. Nakiye Hanım aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın en ateşli destekçilerinden biri olarak kadınları erkeklerle birlikte mücadeleye teşvik etti. Muallimler Cemiyeti başkanlığı da yapan Nakiye Elgün Cumhuriyet’in ilanından sonra Türk Ocağı, Halkevi, Kızılay ve Türk Hava Kurumu’na üye oldu. İstanbul Kız Lisesi’nde müdürlük yaptığı 1930 yılında İstanbul Şehir Meclisi’ne seçilen ilk kadın üye olan Nakiye Hanım Daimi Encümen’de beş yıl üyelik yaptı. TBMM’de ise 5, 7 ve 8. Dönemlerde Erzurum milletvekili olarak yer aldı. TBMM’nin 6 ve 7. Dönemlerinde İstanbul, 8. Dönem’de ise Ankara’nın kadın temsilcisi Fakihe Öymen idi. 1900 yılında İşkodra’da doğan Öymen, Darülfünun’un Coğrafya bölümünden mezun olmuş bir maarif ve coğrafya uzmanıydı. Fakihe Öymen milletvekili seçilmeden önce Bursa Kız Muallim Mektebi’nde tarih ve coğrafya öğretmeni ve Bursa Kız Lisesi Müdürü olarak görev yapmıştı. Seçilme hakkını ilk kullananlardan biri olan Benal Nevzat İstar Arıman 1903 İzmir doğumluydu. Paris Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nden mezun olan Arıman Hilal-i Ahmer ve Himaye-i Etfal gibi kurumlarda sosyal faaliyetlerde bulunmuş, CHF vilayet heyeti üyeliği yapmış, İzmir’de Halk Partisi’nde görev almıştı. Arıman ayrıca Latin alfabesinin öğrenilmesi ve yaygınlaşabilmesi için çalışmalarda bulunmuştu. İzmir Belediye Meclisi üyeliği de yapan Arıman, 5, 6, 7 ve 8. Dönemlerde İzmir milletvekili olarak Meclis’te yer aldı. 1935 seçimlerinin ardından Kayseri’yi temsil edecek kadın vekil Ferruh Güpgüp oldu. 1891’de Kayseri’de doğan Ferruh Hanım Arapça biliyor, biçki dikişle ilgileniyordu. Kayseri CHF Vilâyet İdare Heyeti ile Belediye Meclisi üyeliğinde de bulunan Güpgüp beş dönem milletvekilliği yaptı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk kadın milletvekillerinden Bahire Bediş Morova Aydilek 1897 Bosna doğumluydu. Bolu Kız Sanat Okulu’nda resim öğretmenliği yapan Aydilek milletvekili seçilmeden önce Bolu Belediye Meclisi üyesiydi. Malatya’dan seçilen ilk kadın milletvekili Mihri Pektaş, 1895 Bursa doğumluydu. Amerikan Kız Koleji’nden mezun olan Mihri Hanım burada Türkçe öğretmenliği, Bezmiâlem Kız Lisesi ve Robert Kolej’de İngilizce öğretmenliği, Kadıköy Fukaraperver Cemiyeti, Hilal-i Ahmer ve Himaye-i Etfal cemiyetleri üyeliği yapmıştı. Mihri Pektaş 5, 6 ve 7. Dönemlerde Kayseri milletvekilliği görevini üstlendi. TBMM’de Samsun’u temsil edecek kadın vekil Meliha Ulaş, 1901 yılında Sinop’ta doğmuştu. Darülfünun Edebiyat Bölümü’nden mezun olan Ulaş İstanbul Kandilli Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği, Erzurum Kız Muallim Mektebi’nde başmuallimlik ve edebiyat öğretmenliği ile Samsun Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği görevlerinde bulunmuştu. Seçimlerin ardından Meliha Ulaş 5 ve 6. Dönemlerde Samsun milletvekilliği yaptı. 1935 seçimleriyle Meclis’e giren Fatma Esma Nayman 1899 İstanbul doğumluydu. Bezmiâlem Kız Lisesi’nde Fransızca öğretmenliği yapmış, Seyhan milletvekili olduğu 5. Dönem boyunca aynı zamanda İktisat ve Maliye Encümeni’nde üye ve kâtip olarak görev almış, daha sonra ise Milletlerarası Kadınlar Konseyi Üyeliği ve Türkiye Kadınlar Konseyi Genel Sekreterliği yapmıştı. Sivas milletvekili seçilen Hatice Sabiha Görkey aynı zamanda Darülfünun’un ilk mezunlarından biriydi. İstanbul’da öğretmenliğe başlayan Görkey, tayini çıkması üzerine Edirne Kız Öğretmen Okulu’nda müdür ve öğretmen olarak görev yaptı. Türk kadınının seçilme hakkını elde etmesinin ardından Hatice Sabiha Görkey bir dönem milletvekili olarak Meclis’te yer aldı. Trabzon milletvekili olarak Meclis’e giren Ayşe Seniha Hızal, 1897’de Adapazarı’nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde yüksek öğrenimini tamamlayan Hızal, Darülmuallimat, Kız Muallim Mektebi Müdürlüğü, Fevziye Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi Müdürlüğü’nde bulundu, Maarif Umum Müfettişliği ve Selçuk Kız Sanat Okulu’nda öğretmenlik yaptı. Aynı zamanda Türkiye’nin ilk kadın müfettişi olarak bilinen Ayşe Seniha Hızal bir dönem milletvekilliği yaptı. 1936 ara seçimlerinde TBMM’ye giren Hatice Özgener, 1865 Selanik doğumluydu. Seçimlerden önce Darüleytam Müdürlüğü’nden emekli bir maarifçi olan Özgener 5. Dönem’de Çankırı milletvekilliği yaptı. 27 BILIM, SANAYI VE TEKNOLOJI BAKANI FİKRİ IŞIK: HEDEFIMIZ “YERLI, YENILIKÇI VE YEŞIL ÜRETIM” SÖYLEŞI: SONGÜL BAŞ 28 SÖYLEŞI ÜLKEMIZIN IHTIYACI OLAN SANAYI ÜRÜNLERININ YERLI MALI ÜRETIMLE KARŞILANMASININ ÖNCELIKLI HEDEFLERDEN BIRI OLDUĞUNU BELIRTEN BAKAN IŞIK, “KÜRESEL REKABETIN ALABILDIĞINE HIZLANDIĞI GÜNÜMÜZ DÜNYASINDA AYAKTA KALABILMENIN EN ÖNEMLI UNSURU YENI TEKNOLOJILER ÜRETMEK VE BUNLARI TICARILEŞTIREBILMEKTIR. BIR ÜLKENIN SÜRDÜRÜLEBILIR REFAHI IÇIN TEKNOLOJIK YENILIK HAYATI BIR ÖNEM TAŞIMAKTADIR” DEDI. Söyleşimizde ağırlıklı olarak Bakanlığınızın 2015 yılı hedeflerine yer vermeyi istiyoruz. Bu çerçevede öncelikle “ekonomik büyümenin lokomotifi” olarak ifade ettiğiniz sanayi sektörüne ilişkin 2015 yılı beklentilerini bizimle paylaşabilir misiniz? IMF’nin yayımlamış olduğu Temmuz Ayı Dünya Ekonomi Görünümü Raporu’na göre, küresel koşullar karşısında gelişen ülkelerin ekonomik büyümelerinin 2015 yılında önemli ölçüde sınırlanacağı öngörülmektedir. Türkiye, Brezilya, Arjantin ve Hindistan, büyüme alanında en çok etkilenecek ülkeler olarak belirlenmiştir. Yine aynı çalışma yüksek enflasyon, cari açık ve dış kaynak ihtiyacı olan 7 ülkeyi kırılgan ülke olarak gruplamış ve Türkiye’yi de bu gruba koymuş durumdadır. 2015 yılına ilişkin bu değerlendirmeler çerçevesinde ihracat, cari açık ve büyümenin yavaşlaması endişeleri karşısında en öncelikli iktisadi faaliyet olmaya devam etmektedir. Kısaca dünya ekonomi görünümü 2015 yılında bu beklentiler arasında olurken, Türkiye’nin 2023’te 500 milyar dolar ihracat hedefini yakalayabilmesi için Ar-Ge, inovasyon, tasarım ve markalaşmaya önem vermesi gerekmektedir. Önümüzdeki dönemde teknolojik gelişmelerin belirli alanlarda yoğunlaşarak ekonomik, sosyal ve askerî gelişmeleri şekillendirmesi beklenmektedir. 10. Kalkınma Planı’na göre bu sektörlerin başında bilgi teknolojileri, otomasyon ve ileri üretim teknikleri ve sağlık teknolojileri gelmektedir. Özellikle dijital iletişim, nanoteknoloji, yüzey teknolojileri, malzeme bilimleri, ölçümleme cihazları, biyoteknoloji ve çevre teknolojileri hızlı gelişen alanlar olarak öne çıkmaktadır. Nanoteknoloji ve biyoteknoloji alanlarındaki gelişmeler, yeni imkanlar sunmakla birlikte çevre ve etik boyutlarıyla da gündemde olacaktır. “Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim” (3Y) olarak formüle ettiğiniz sanayi üretimiyle ilgili çalışmaların önemine ve gelinen noktaya ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Az önce ifade ettiğim beklentiler çerçevesinde hazırlıkları devam eden ve 2015-2018 yılları arasında uygulamaya girmesi düşünülen Türkiye Sanayi Stratejisi’nin 3 temel hedef üzerinde kurgulanması planlanmaktadır. Bu hedefler Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim formülü temelinde sırasıyla, sanayide bilgi ve teknolojiye dayalı yüksek katma değerli yerli üretimin geliştirilmesi; kaynakların etkin kullanıldığı, daha yeşil ve rekabetçi bir sanayi yapısına dönüşümün sağlanması; sosyal ve bölgesel gelişmeye katkı sağlayan ve nitelikli istihdam yaratan sanayinin desteklenmesi olarak belirlenmiştir. Türkiye Sanayi Stratejisi’nin yeni dönemde (2015-2018) uygulamaya girmesiyle birlikte Türk sanayisinin büyüme hızını ve istihdam oranlarını artırması, 2023 hedeflerine ulaşması beklenmektedir. Yerli, Yenilikçi ve Yeşil Üretim ile ilgili olarak sanayi stratejimizde belirlenen eylemlerin yanı sıra iki önemli çalışma daha yürütülmektedir. Bu çalışmalardan biri, Bakanlığımız koordinasyonunda hazırlanan Sanayi İşbirliği Programı (SİP) Yönetmeliği’dir. Sanayide teknolojik dönüşümü sağlayacak bir model olarak hazırlanan söz konusu yönetmelik (sivil offset uygulaması) ile “kamu alımlarının ve kullanım hakkı tahsislerinin yeniliği, yerlileşmeyi ve teknoloji transferini teşvik edecek şekilde iyileştirilmesi” amaçlanmaktadır. Ülkemizde yerli ve yenilikçi üretimi sağlayacak diğer çalışmamız ise “Yerli Malı Tebliğ Taslağı”nın hazırlık çalışmalarıdır. Ülkemizin ihtiyacı olan sanayi ürünlerinin yerli malı üretimle karşılanması 29 “ÜLKEMIZIN BILIM, TEKNOLOJI, AR-GE VE YENILIKÇILIK HEDEFLERI DOĞRULTUSUNDA GELIŞMESINI SAĞLAMAK VE SANAYIMIZI TEKNOLOJI TABANLI ÜRETIM YAPISINA KAVUŞTURMAK AMACIYLA KAMU, ÜNIVERSITE VE SANAYI IŞBIRLIĞI KURMAYA ÇALIŞIYORUZ.” öncelikli hedeflerimizden biridir. Ülke ekonomisi açısından son derece önemli olan bu hedefin geliştirilmesi için Bakanlığımız tarafından çeşitli çalışmalar yürütülmektedir. Bu kapsamda 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 63. maddesinin (c) bendinde kamu mal alımı ihalelerinde yerli malı teklif eden istekliler lehine %15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanmasına yönelik düzenleme yapılmıştır. Ayrıca, hazırlanan tebliğin yürürlüğe girmesi ile yerli malı belgesinin verilmesi için yerli katkı oranının en az yüzde 51, orta ve ileri teknoloji ürünler için en az yüzde 35 olması kriteri getirilecektir. Kamu alımlarında yerli malı için fiyat avantajının sağlanması sanayinin yapısal dönüşümüne katkı sağlayacaktır. Bu konu, ithalata olan bağımlılığın azaltılmasında bir politika aracı olarak devreye konulmuştur. Özellikle orta ve ileri teknoloji ürünlerinde fiyat avantajının sağlanmasının zorunlu hale getirilmiş olması, ülkemizde Ar-Ge ve yenilik çalışmalarının yönlendirilmesi, ileri teknolojili ürünlerin üretilmesi ve imalat sanayiinde yapısal dönüşümün sağlanması açısından büyük önem taşımaktadır. Yeşil üretim konusunda ise sanayicimizin üretim yaparken insan sağlığına zarar vermeden, insan hayatını hiçe saymadan temiz ve kaynakları etkin kullanan bir üretim yapısına kavuşması 30 SÖYLEŞI amaçlanmaktadır. Bunun için ulusal eko-verimlilik programları uygulanmış, TÜBİTAK bünyesinde Temiz Üretim Enstitüsü kurulmuştur. Bu kapsamdaki çalışmalara sanayi stratejisindeki yeni eylemlerle devam edilecektir. Gelişmiş ekonomilerin temel itici gücü olduğunu belirttiğiniz Ar-Ge ve inovasyon çalışmaları, Bakanlığınızın önemle üzerinde durduğu konular arasında yer alıyor. Ülkemizin bu alanlarda ulaştığı nokta ve önümüzdeki sürece dair hedefler nelerdir? Küresel rekabetin alabildiğine hızlandığı günümüz dünyasında ayakta kalabilmenin en önemli unsuru yeni teknolojiler üretmek ve bunları ticarileştirebilmektir. Bir ülkenin sürdürülebilir refahı için teknolojik yenilik hayati bir önem taşımaktadır. Zira ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın lokomotifini sermaye değil, bilgi ve teknoloji üstlenmiştir. Günümüzde ulusal ekonomilerin güçlerini ve dünya pazarlarındaki yerini belirleyen temel faktör teknolojik düzeyleridir. Bu nedenledir ki dünya ticaretinde ve küresel pazarlarda sözü geçen kuruluşlar, satış gelirlerinin %5 ila 15’ini Ar-Ge için harcamaktadır. Yine bu ülkeler, ulusal gelirlerinin %2 ila 6’sını Ar-Ge’ye ayırmaktadır. Ülkemizin de önündeki hedeflerin en önemlisi, Ar-Ge’ye dayalı teknoloji yoğun ürün ve üretim yöntemleri geliştirmek ve küresel rekabet arenasında sağlam bir şekilde yerimizi almak olmalıdır. Bu çerçevede, özellikle üniversitelerimiz, akademik çalışmalarının yanında uygulamaya yönelik Ar-Ge’ye ağırlık vermek ve sanayicilerle ortak çalışmalar yaparak programlarını sanayinin ihtiyaçlarına göre belirlemek, ileri teknolojiye yönelik, katma değeri ve ihracat şansı yüksek olan ürünlerin geliştirilmesini hedef almak, yani üniversitede üretilen bilgiyi katma değer yaratacak ürüne dönüştürmek zorundadırlar. Bu çerçeveden bakıldığında ülke sanayisinin teknoloji tabanının yükseltilerek bilgi ve teknoloji üretir hale getirilmesi ve uluslararası pazarlarda rekabet edebilir bir yapıya kavuşturulmasının sağlanması temel hedefimizdir. Bakanlık olarak ülkemizin bilim, teknoloji, Ar-Ge ve yenilikçilik hedefleri doğrultusunda gelişmesini sağlamak ve sanayimizi teknoloji tabanlı üretim yapısına kavuşturmak amacıyla yenilikçi Ar-Ge kültürü gelişmiş bir toplumsal yapı oluşturarak kurumsallaşmış ve sürdürülebilir bir kamu, üniversite ve sanayi işbirliği kurmaya çalışıyoruz. Üniversitelerimizde, Ar-Ge merkez ve enstitülerimizde veya işletmelerimizdeki bilgi üreten, bilgiyi ticarileştirerek ekonomik ve sosyal faydaya dönüştürecek iyi yetişmiş, nitelikli tüm kadroları harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bunun için gerekli ekosistemi bütün arayüzleriyle birlikte oluştu- rup işler hale getiriyoruz. Bu alanda geçtiğimiz on yılda teknoloji geliştirme bölgeleri, özel sektör Ar-Ge merkezleri, teknoloji transfer ofisleri gibi yapısal kurumların oluşturulmasında ve teknolojik ürünün araştırılması, geliştirilmesi, üretilmesi gibi alanları kapsayan proje destekleri bağlamında önemli düzenlemeleri hayata geçirdik. Ülkemizde, 2023 hedefleri doğrultusunda ihtiyaç duyduğu bilgiyi kendi gücü ile üreten, ürettiği bilgiden teknoloji geliştiren bir yapıyı kurabilmek için çalışmalarımızı aralıksız sürdürüyoruz. Bunun yanında yüksek teknoloji alanlarından olan ve hemen tüm sektörleri hareketlendirme şansı bulunan biyoteknoloji, nanoteknoloji ve yazılım sektörlerine özel bir önem veriyoruz. Bu konularda strateji belgeleri ve eylem planları hazırlayarak bu teknolojilerden daha fazla yararlanmaya çalışacağız. Katma değer oluşturacak her konuyu desteklemeye devam edeceğiz. Bu bağlamda tasarım ofislerine Ar-Ge merkezleri desteği vereceğiz. Ürettiğimiz teknolojik ürünlerin kullanımını fiyat avantajı veya teknolojik ürün deneyim belgesi yöntemiyle yaygınlaştıracağız. Teknoloji tabanlı firmaların kurulup büyümesi için gerekli her desteği vereceğiz. Kısa bir süre önce, Ar-Ge yapan öğretim üyelerine destek sağlayacak önemli bir düzenlemeden söz ettiniz. Bu çerçevede kamu-üniversite-sanayi işbirliği çalışmaları ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Bilindiği gibi günümüzde dünya piyasalarında söz sahibi ekonomiler bilgiye, teknolojiye, Ar-Ge’ye ve yenilikçiliğe dayanmaktadır. Bu ise iyi yetişmiş nitelikli kadrolarla yapılabilecek bir faaliyettir. Ülkelerin nitelikli kadrolarının yoğunlaştığı yerler üniversitelerdir. Biz bu gerçekten hareketle 2013 yılında bilim, sanayi ve teknolojiye yönelik tüm hizmetleri Türkiye geneline yayma, yeni ve yenilikçi fikirler ve projeler üretilmesini sağlama, bu alanda verilen devlet desteklerini tanıtma ve yaygınlaştırma, kamu-üniversite-sanayi işbirliğini (KÜSİ) güçlendirebilme, toplumda farkındalık yaratabilme, bu konuyu gündemde tutarak bilinirliğini artırabilme ve daha ileri aşamalara taşıyarak kurumsallaştırabilme amaçlarını da dikkate alarak Türkiye genelinde 26 kalkınma bölgesinde 81 ili kapsayan toplantılar düzenledik. Toplantılarda, bölge illerinin valileri, üniversitelerin rektörleri ve akademisyenlerin yanı sıra Kalkınma Ajansı, Ar-Ge Merkezi, Teknoloji Geliştirme Bölgesi, Organize Sanayi Bölgesi, Serbest Bölge ve Endüstri Bölgesi yöneticileri ile sanayiciler ve sanayicilerin oluşturduğu Sivil Toplum Kuruluşları temsilcileri bir araya getirilerek KÜSİ ile ilgili ulusal ve bölgesel konular tartışıldı. Konuşmacı ve panelistler dışındaki katılımcıların konuya ilişkin görüş ve önerileri 31 soru-cevap bölümlerinde alındı. Ayrıca tüm katılımcılara konuyla ilgili düşüncelerini yansıtabileceği, sorun ve çözüm önerileri getirebileceği bir anket uygulandı. Toplantıların çıktıları analiz edildi ve geniş bir raporla birlikte KÜSİ Strateji Belgesi ve Eylem Planı hazırlandı. Bakanlığımızda her bölgeden akademisyenlerden oluşan bir çalışma grubu kuruldu. Bu grup bundan sonra bölgelerinde sürekli olarak çalışacaktır. Belli aralıklarla da genel değerlendirme toplantıları yapılacaktır. Böylece konu sürdürülebilir bir yapıya kavuşturulmuştur. Bu faaliyetlerle akademisyenlerimizin daha fazla proje yapması, sanayimizin sorunlarına çözüm üretmesi, ülkemizin ihtiyaç duyduğu teknolojilerin geliştirilmesi ve transferi sağlanacaktır. Bunu özendirebilmek için YÖK yasasında yapılacak bir düzenleme ile akademisyenlerin sanayi ile yürüttükleri Ar-Ge faaliyetlerinden elde ettikleri gelirlerin %85’inin döner sermaye yoluyla kendilerine ödenmesini sağlayacağız. “Girişimcilik”, Bakanlık çalışmalarının önemli başlıklarından birini oluşturuyor. Ülke ekonomisi açısından bu konunun önemine ilişkin değerlendirmelerinizi ve Bakanlık olarak bu alana yönelik desteklerinizin 2015 yılında nasıl bir seyir izleyeceğini öğrenebilir miyiz? Günümüzde ülkemizin teknolojik düzeyinin yükseltilmesi, üretilen ürünlerin içinde yüksek teknolojili ürünler oranının artırılması ve ülkemizin rekabet gücünün küresel rekabete uygun hale getirilebilmesi için yeni teknoloji tabanlı firmaların kurulması ve büyütülmesi önem arz etmektedir. Bakanlığımız 5746 Sayılı Kanun kapsamında, örgün öğrenim veren üniversitelerin herhangi bir lisans programından bir yıl içinde mezun olabilecek durumdaki öğrenci, yüksek lisans veya doktora öğrencisi ya da lisans, yüksek lisans veya doktora derecelerinden birini ön başvuru tarihinden en çok beş yıl önce almış kişilerin teknoloji ve yenilik odaklı iş fikirlerini, bir iş planı çerçevesinde katma değer ve nitelikli istihdam yaratma potansiyeli yüksek teşebbüslere dönüştürebilmelerini teşvik etmek amacıyla 100 bin TL’ye kadar Teknogirişim Sermayesi Desteği vermektedir. Burada esas amaç, nitelikli ve katma değeri yüksek ürünler üreten küresel rekabete uygun firmaları çoğaltmaktır. Yine bu kapsamda teknolojik ürüne getirdiğimiz yatırım desteğiyle de yenilikçi girişimcilik desteklenmekte ve ticarileşme şansı olan buluşların yatırıma dönüşmesi sağlanmaktadır. Bakanlığınızın denetim sorumluluğundaki ürünlerin çoğu doğrudan tüketiciye ulaşıyor. Bu durum, “piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetleri”nin önemini daha da artırıyor. Bu faaliyetlerde 2015 yılında yeni uygulamalarınız söz konusu olacak mı? 32 SÖYLEŞI “PIYASA GÖZETIMI VE DENETIMI FAALIYETLERININ ETKINLIĞINI ARTIRMAK AMACIYLA 2015-2018 SANAYI ÜRÜNLERI GÜVENLIĞI VE DENETIMI STRATEJISI EYLEM PLANI HAZIRLANMIŞTIR.” Sanayi ürünlerinin piyasaya güvenli olarak arzını sağlamak amacıyla Bakanlığımız bünyesinde 2004 yılından itibaren yapılan piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin daha etkin olarak gerçekleştirilmesi amacıyla 2011’de kurulan Genel Müdürlüğümüzün yürüttüğü çalışmalar 2014 yılı içinde sürdürülmüştür. Geçtiğimiz yılda bu faaliyetler kapsamında farklı ürün/marka ve modelde toplam 80 bin 820 ürünün denetimi yapılmış, bu ürünlerin 66 bin 412’sinin teknik mevzuatına uygun, 14 bin 408’inin ise teknik mevzuatına uygun olmadığı tespit edilmiştir. Aykırı (uygunsuz) çıkan ürünler nedeniyle üreticilere toplam 3 milyon 89 bin 793 TL idari para cezası uygulanmıştır. En çok denetlenen ürün grupları elektrikli ekipmanlar, taşınabilir basınçlı ekipmanlar ve makinelerdir. Uygunsuzluk oranının en yüksek olduğu ürün grupları %45 ile asansörler, %26,5 ile makineler ve %26 ile taşınabilir basınçlı ekipmanlardır. En çok idari para cezası uygulanan ürün grupları 1 milyon 696 bin 351 TL ile asansörler, 440 bin 910 TL ile elektrikli ekipmanlar, 277 bin 400 TL ile taşınabilir basınçlı ekipmanlardır. Denetlenen ürünlerde ortalama uygunsuzluk oranı %17,8 olmuştur. Güvensizliği tespit edilen 85 ürüne ilişkin toplatma kararları Bakanlığımız internet sitesinde ilan edilmiştir. Genel Müdürlüğümüzce yürütülen piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin etkinliğini artırmak amacıyla 2015-2018 Sanayi Ürünleri Güvenliği ve Denetimi Stratejisi Eylem Planı kamuoyuna duyurulmuş ve ilgili tüm kurum ve kuruluşlara dağıtımı yapılmıştır. Bakanlığımızın sorumluluğunda bulunan ürünlerin teknik mevzuatına ve ürün güvenliği gereklerine uygunluğunu sağlamak için yapılacak piyasa gözetimi ve denetimi faaliyetlerinin uygulama esaslarını belirlemek ve uygulamada yeknesaklık sağlamak amacıyla “2015 Yılı PGD Denetim Programı” hazırlanmış ve uygulamaya konulmuştur. 11 maddeden oluşan Asansör Eylem Planı hazırlanmıştır. Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Piyasa Gözetimi ve Denetimi Yönetmeliği 25.02.2014 tarihinde Çerçeve Yönetmelik ve ihtiyaçlar çerçevesinde güncellenerek yayımlanmıştır. 2015 yılında yapılması planlanan faaliyetler ise şöyledir: 2014 Yılı Faaliyet Raporu hazırlanacak ve yayımlanacaktır. Yapılan denetimler düzenli olarak takip edilecektir. Denetimler sonucunda tespit edilen güvensiz ürünler kamuoyuna duyurulacaktır. Risk analizi yapılarak denetim programına esas ürünler tespit edilecektir. Ürün bazında denetim rehberleri hazırlanacaktır. Alo 130 Ürün Güvenliği Şikayet Hattı ya da diğer yollarla Bakanlığımıza ulaşan şikayet ve ihbarlara yönelik denetimler gerçekleştirilecektir. Proje odaklı PGD uygulama örneklerine ağırlık verilecektir. Kaza Yaralanma Veri Tabanı ve RAPEX bildirimleri düzenli olarak takip edilecektir. Teknik mevzuata aykırı ve güvensiz ürünlere ilişkin verilen idari yaptırım kararları etkin takip edilecektir. Onaylanmış kuruluşlar, uygunluk değerlendirme kuruluşları ve A tipi muayene kuruluşlarının denetimleri etkinleştirilecektir. Gönüllü düzeltici faaliyetler hakkında bilgilendirme çalışmaları yürütülecektir. Mesafeli satış kapsamında piyasada satışı yapılan ürünlerin denetimi sağlanacaktır. Asansör denetimleri etkinleştirilecektir. Teknolojik imkanların daha çok kullanılması ile ürün takip sistemleri kurulacaktır. Tüketici örgütleri ve üreticilerle işbirliği artırılacaktır. Ürün güvenliği ve PGD hakkında tüketicilerin ve üreticilerin bilinçlendirilmesi için ürün güvenliği haftası, sektörel değerlendirme toplantıları, panel gibi etkinlikler düzenlenecektir. 33 KADIM MIRAS ÜZERINE KURULAN SIYASET İTALYA PARLAMENTOSU 34 DÜNYA PARLAMENTOLARI KURULUŞUNDAN ITIBAREN SIYASI, EDEBI, FELSEFI, SANATSAL, KÜLTÜREL, MIMARI VE TARIHÎ BAKIMDAN PEK ÇOK GELIŞMENIN MERKEZI OLMUŞ İTALYA, BAŞINDA ROMA ADINDA BIR TAÇ TAŞIYOR. GÜNÜMÜZDE İTALYA’NIN BAŞKENTI OLAN ROMA, ÇIFT MECLISLI İTALYA PARLAMENTOSU’NUN DA EVI AYNI ZAMANDA. ELİF ÇELİK 35 B undan tam 200 bin yıl önceye dayanıyor İtalya topraklarındaki yaşam izleri. Sadece Avrupa değil, diğer kıtalar ve ülkelerde de tarihin akışını önemli ölçüde etkilemiş Roma İmparatorluğu kurulmadan çok önce, İtalya yarımadasında pek çok uygarlık var olmuş; özgün düşünce sistemlerinin oluşturulduğu, bunun yanında Yunan felsefesine, mitolojisine, dinine, siyasetine dair pek çok ögenin yaşatıldığı veya ilerletildiği muazzam bir miras meydana getirilmişti. İtalya’nın başkenti Roma’da ilk yerleşimlerin 14 bin yıl önceye dayandığı varsayılıyor. Şehrin kurulmasına dair ise birden fazla efsane bulunuyor. Bunlardan Roma Mitolojisi’nde yaygın olarak kabul edilen anlatıya göre, kadim İtalya krallığı Alba Longa’nın kralı Numitor’un iktidar hırsıyla yanan oğlu Amulius erkek kardeşlerini öldürür, kız kardeşi Rhea Silvia’nın da çocuk sahibi olmaması için elinden geleni yapar. Ne var ki Rhea Silvia, savaş tanrısı Mars’tan -veya yarı tanrı Herkül’den- Romus ile Romulus adında erkek ikiz dünyaya getirir. Amulius, kendisinin yerine tahtın varisi olmalarından korktuğu ikizleri Tiber nehrinin kıyısında bir yere terk eder. Ancak pek çok mucize gerçekleşir: Nehir onları güvenli bir yere taşır, ardından dişi bir kurt Romus ile Romulus’u kendi sütüyle besler ve bir çoban tarafından bulunarak kökenleri hakkında hiçbir fikirleri olmadan büyürler. Efsanede yeterince açık olmasa da bir şekilde başlarına gelenleri öğrenirler ve Amulius’u öldürürler. Yeni bir şehir kurmak isteyen gençler günümüz Roma’sının bulunduğu topraklarda karar kılar, ancak anlaşmazlığa düştükleri bir husus vardır. Romulus Palatine tepesini, Romus ise Aventine tepesini merkez yapmak istemektedir. Sonuçta tutuştukları kavgada Romus ölür, böylece kenti Romulus kurar ve ona Roma adını verir. İlk lejyonlarını ve senatosunu oluşturarak kısa sürede gelişecek bir medeniyetin atası olur. Yaklaşık 250 yıl monarşiyle yönetilen Roma’da sonraları Etrüsk kralları hakimiyet kurar. Roma’nın zamanla güçlenip sınırlarını aşarak tüm Akdeniz’e egemen olması ise Roma Cumhuriyeti dönemine rastlar. Ardından Roma İmparatorluğu Avrupa’nın en batısından Asya ve Afrika’ya kadar yayılacak bir nüfuza kavuşur. Roma İmparatorluğu’nun ideallerini yaşatma hedefiyle kurulan Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun da yıkılmasının ardındansa pek çok farklı rejim görülür İtalya’da. Günümüz İtalya Cumhuriyeti 1946 yılında kurulur. Çift meclisli parlamentoya iki farklı bina 2 Haziran 1946 tarihinden bu yana çok partili demokratik sistemle yönetilen İtalya Cumhuriyeti’nin parlamentosu, 630 üyeli Temsilciler Meclisi ile 315 üyeli Cumhuriyet Senatosu’ndan oluşuyor. Parlamentonun tüm üyeleri, 1948 yılında kabul edilen anayasaya 36 DÜNYA PARLAMENTOLARI 1755’TE PAPA XIV. BENEDICT TARAFINDAN SATIN ALINAN VE PAPALIK BINASI OLARAK KULLANILAN PALAZZO MADAMA’NIN ANA GIRIŞINDE HÂLÂ PAPALIK ARMASI YER ALIYOR. göre eşit haklara ve güce sahip. Bununla birlikte, cumhurbaşkanı değişeceği zaman Senato başkanı geçici olarak devletin başı olduğundan Senato parlamentonun üst meclisi kabul ediliyor. Roma İmparatorluğu’nun yayıldığı topraklarda günümüze dek ulaşan muazzam bir kültürel miras bırakmış Roma mimarisi, İtalya’da da oldukça baskın bir rol oynuyor elbette. İtalya Parlamentosu’na ise ülkenin zengin geçmişinin birer parçası olan iki farklı yapı evsahipliği yapıyor. Senato’nun toplandığı Palazzo Madama’nın tarihi 15. yüzyıla, Papa IV. Sixtus’a dek uzanıyor. Yapının olduğu arazi yaklaşık beş yüz yıl Farfa Manastırı’ndaki Benedikten rahipleri tarafından kullanılmış. Birkaç defa el değiştirerek farklı amaçlara hizmet eden bu toprak parçası Medici ailesine devrolduğunda, sonraları Papa X. Leo olacak Kardinal Giovanni de Medici tarafından 1505 yılında satın alınarak bugünkü Palazzo Madama inşa ettirilmiş ve uzun bir süre konut işlevi görmüş. Papa’nın ölümünden sonra yine farklı amaçlarla ve farklı kişilerce kullanılan yapı, 17. yüzyılda Fransız kraliyet ailesi Bourbonlar ile yakın ilişkileri bulunan Kardinal Francesco Maria del Monte ve ailesinin ikametgahı olmuş. Bu dönemde binanın ön cephesi Barok üslupta yenilenmiş, Yunan ve Roma mitolojilerinden beslenen pek çok aslan figürlü betimlemeyle süslenmiş. Adını Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ın kızı Avusturyalı Madama Margherita’dan alan Palazzo Madama, her kenarı birbirinden farklı uzunluktaki bir beşgeni andıran plana sahip. Mermer sütunlarla desteklenmiş ana giriş, bir merdiven aracılığıyla parlamentonun en önemli kısımlarının bulunduğu birinci kata açılıyor. Bu katta 37 PALAZZO MONTECITORIO’NUN MECLIS SALONU, INCE IŞÇILIĞIYLE BÜYÜLEYEN VITRAY ÇALIŞMALARI, SALONU ÇEVRELEYEN “İTALYA HALKI” ADLI DUVAR RESMI, BAŞKANIN VE VEKILLERIN KOLTUKLARININ YANLARINDA BULUNAN BRONZ FIGÜRLER ILE “SAVOY HANEDANI’NIN ZAFERI” TEMALI PANOLAR BAŞTA OLMAK ÜZERE ART NOUVEAU ÜSLUBUNDA PEK ÇOK DEKORATIF ÖGE BARINDIRIYOR. Senato’nun toplandığı yer olan ve kırmızı dekorasyonu ile dikkat çeken salonda Senato başkanının kürsüsünün arkasında iki dikdörtgen plaka bulunuyor; bunlardan birinde İtalya’da günümüz siyasetine dair bir yazı diğerindeyse İtalya’nın birliğine dair II. Vittorio Emanuele’e ait eski bir alıntı yer alıyor. Salonun tavanı yurttaşlık değerlerine ilişkin betimlemeler taşıyan bir kumaşla kaplanmış. Palazzo Madama’nın önemli kısımlarından biri olan ve ünlü İtalyan ressam ve heykeltıraş Cesare Maccari’nin adını taşıyan Maccari Salonu, dört bir yanındaki betimlemelerle göze çarpıyor. İtalya’nın kişileştirildiği bir resmin yanı sıra ticaret, tarım gibi ülke ekonomisinde önem taşıyan alanlara, bilime ve sanata dair çeşitli alegorik figürlerin yer aldığı salonun frizlerinde Niccolo Machiavelli ile Francesco Guicciardini’ye ait alıntılar bulunuyor. Duvarlarda ise kadim Roma Senatosu’na dair önem taşıyan tarihî olayların betimlemeleri yer alıyor. Bu betimlemeler arasında Epirus Krallığı’nın elçisi Cinea’nın barış teklifini kabul etmemeleri için Romalıları ikna etmeye çalışan Appio 38 DÜNYA PARLAMENTOLARI Claudio, Keltlerin Roma’yı işgali sırasında Senatör Papirius Gallo’nun tutumu, Cicero döneminde Roma Senatosu ve Kartacalılara karşı Senato’ya Roma’nın daha güçlü savunulmasını öneren Marcus Atillius Regulus’u konu edinen resimler sayılabilir. Yapının “İtalya Holü” adı verilen kısmı resmî davetler için kullanılıyor. Altı tarihî kişiliğin temsil edildiği freskolarla süslenen holde çocuk melek ve aslan süslemeleri göze çarpıyor. Palazzo Madama’nın diğer kısımlarından ayrılan “Devekuşu Salonu”nun adının nereden geldiğine dair iki varsayım bulunuyor. Bunlardan birine göre Avusturyalı Margherita’ya ithafen, Fransızcada Avusturya anlamındaki Austriche ile devekuşu anlamındaki autruche kelimelerinin bir araya geldiği bir sözcük oyunu yapılmış. Diğer varsayımsa devekuşunun Medici ailesi tarafından gücü ve sağlamlığı temsil eden bir sembol olarak kullanıldığı yönünde. Politika sanata sahip çıkıyor İtalya’nın Temsilciler Meclisi’ne 17. yüzyılda inşa edilen Palazzo Montecitorio evsahipliği yapıyor. Yapı ilk olarak Papa XV. Gregory’nin yeğeni Kardinal Ludovico Ludovisi için mimar Gian Lorenzo Bernini tarafından dizayn edilmiş. Papa’nın ölümü üzerine durdurulan inşaat, XII. Innocent’in papa olması ve Carlo Fontana’nın Bernini’nin tasarımını modifiye etmesiyle tamamlanmış. Palazzo Montecitorio 1696 yılından itibaren Katolik Kilisesi tarafından yürütülen bazı mahkemelerin görüldüğü yer olmuş. Sonraları il yönetimi tarafından kullanılan yapı, İtalya’nın birleşmesinin ardından 1870’te başkentin Roma’ya taşınmasıyla Temsilciler Meclisi’nin toplanma yeri olmuş. Bununla birlikte, zamanla yeni rolüne ayak uyduramayan bina 1900’lerin başında kapsamlı bir şekilde yenilenerek sadece ön cephesi olduğu gibi bırakılmış. Palazzo Montecitorio’nun ilk katında Temsilciler Meclisi’nin toplandığı salon, dekorasyonu dolayısıyla “Okyanus” adı verilen bir salon, milletvekillerinin odaları, postaların toplanıp taksim edildiği kısım, dinlenme mekanı olarak kullanılan “Yeşil Oda”, yasama arşivi, seçim yönetim kurulu ofisi yer alıyor. Yapının ikinci katında ise önemli komite odaları, başkanın ofisi ile genel sekreterlik bulunuyor. Milletvekilleri ile başkanların bronz ve mermerden yapılmış büstlerinin bulunduğu koridora bu kattaki anıtsal bir merdiven aracılığıyla ulaşılıyor. Palazzo Montecitorio, en eskileri 16. yüzyıla tarihlenen binlerce resim, heykel, gravür, arkeolojik bulgu ve antika eşya barındırıyor. Küçük bir kısmı sanatçılar veya mirasçıları tarafından bağışlanan ve modern sanata kadar uzanan bu koleksiyon 1930’lardan bu yana Temsilciler Meclisi’nin varlığı sayılıyor. Söz konusu eserlerden en önemlileri arasında Mattia Preti’nin “The Road to Cavalry”, Michele Desubleo’nun “Odysseus and Nausicaa”, Guido Reni’nin “Four Seasons”, Giuseppe Recco’nun “Flowers and Game” ve Luca Giordano’nun “Sleeping Venus” adlı eserleri sayılabilir. 39 KADIR RAMAZAN COŞKUN: SIYASETTE SÖZ AĞIZDAN BIR KERE ÇIKAR, ONUN ARKASINDA DURMAK GEREKIR RÖPORTAJ: SONGÜL BAŞ FOTOĞRAFLAR: İSMAİL DEMİR 1991-1995 YILLARI ARASINDA MİLLETVEKİLLİĞİ YAPAN KADİR RAMAZAN COŞKUN, SİYASETTE UZLAŞMA ARAYIŞININ ÖNEMİNE İŞARET EDEREK, “FARKLI GÖRÜŞLERİN DİLE GETİRİLMESİ DEMOKRASİNİN BİR GEREĞİDİR, ANCAK SERT SÖYLEMLERDEN UZAK DURMAK, ÜLKENİN HUZUR VE REFAHI İÇİN ORTAK BIR NOKTADA BULUŞABILMEK GEREKİR” DİYOR. TPB GENEL SEKRETERİ COŞKUN, MİLLETVEKİLLİĞİ KANUNUNUN ÇIKMASI İÇİN GİRİŞİMLERİNİ SÜRDÜRECEKLERİNİ DE İFADE EDİYOR. 40 RÖPORTAJ A n gelir, zaman durur, mekan yok olur; bir siz kalırsınız koca dünyada, bir de geçmişinizden bir iz. Çocukluğunuza dair bir anı mesela. Sizi yıllar öncesine götüren, duygudan duyguya sürükleyen... “O an gözyaşlarımı tutamadım” diyor Kadir Ramazan Coşkun. Onu böylesine etkileyen şey, çocukluk hatıralarında önemli bir yer tutan Etibank’a uzun yıllar sonra Yönetim Kurulu Üyesi olarak gittiğinde aklına gelenler, yüreğini titretenler... “Rahmetli babam Etibank’ta odacıydı. Çocukken bazen yanına gider, onunla birlikte vakit geçirirdim. Yıllar sonra bir yönetim kurulu toplantısına katılmak üzere Etibank’tan içeri girdiğimde o günler geldi aklıma, duygulanmamak elde değildi” diyen Coşkun, Erzincan Kemaliyeli bir ailenin çocuğu. Babası Hilmi Bey’in evlatlarını okutmak için geldiği Ankara’da doğan Kadir Ramazan Coşkun, kıt kanaat geçinen bir ailede büyüyünce hayata erken yaşta atılıyor. Gün geliyor simit satıyor, gün geliyor eski kitaplar, çizgi romanlar. Bu sayede hem harçlığını çıkarıyor hem de sosyal ortamlarda girişken olmayı öğreniyor. Kendi ayakları üzerinde durarak bir kız, dört erkek evlat sahibi babasına bir nebze de olsa katkıda bulunuyor. Kadir Ramazan Coşkun, üç erkek kardeşi gibi Ulus Birinci Sanat Enstitüsü’nde okuyor. Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi Elektrik Fakültesi’nden mezun olduktan sonra da iş hayatına atılıyor. Coşkun’un siyasetle ilgilenmesi ise üniversite yıllarında sağ görüşlü öğrenci derneklerinde yer almasıyla başlıyor. “Demokrat Partili bir ailede büyüdüm. Babam siyasetle aktif olarak ilgilenmese de dayımın parti delegeliği ve yöneticiliği vardı” diyen Kadir Ramazan Coşkun, 1983’te Anavatan Partisi’nin kurulmasıyla birlikte siyaset hayatında yeni bir sayfa açıyor. Mühendis olarak yurt dışına gidip geldiği için dünyadaki gelişmeleri iyi bilen Coşkun, Turgut Özal’ın Türkiye’ye çağ atlatacağını ifade ettiği projelerden etkilenerek Anavatan Partisi’ne destek vermeye başlıyor. O dönemde Küçükçekmece Belediye Başkanlığı için aday adaylığı gündeme geliyor, ancak söz konusu adaylık yarışını “Bu olay dostluğumuza vesile oldu” dediği Aydın Ayaydın kazanıyor. Kadir Ramazan Coşkun’un parti ile ilişkileri artarak devam ederken gün geliyor iş ve siyaset arasında bir tercih yapması gerekiyor. Coşkun siyaseti seçiyor ve Anavatan Partisi Bakırköy İlçe Başkanı oluyor. Bu dönemde parti içi siyasi mücadelelerde de adı geçiyor. Örneğin İstanbul İl Başkanlığı seçiminde Semra Özal’a karşı Eymen Topbaş’ı, genel başkanlık yarışında ise Mesut Yılmaz’a karşı Yıldırım Akbulut’u destekliyor. Topbaş ve Akbulut kazanamayınca Coşkun’un siyasi hayatı kendi deyimiyle dara giriyor. Kadir Ramazan Coşkun, “1991 seçimleri öncesinde milletvekili adayı oldum, ama Mesut Yılmaz’ı desteklemediğim için seçilemeyeceğim bir sıraya konuldum. O dönemde tercihli oy sistemi vardı, bu benim için bir şans oldu. Oldukça yüksek bir tercihle milletvekili seçilerek bu onurlu görevi üstlendim” diyor. “Anavatan Partisi Türkiye’yi bir yerden bir yere taşıdı” Kadir Ramazan Coşkun, 1991-1995 arasındaki TBMM 19. Dönem’de İstanbul Milletvekili olarak görev yapıyor. Tecrübeli siyasetçi, Anavatan Partisi’nin iktidarda yer almadığı bu dönemle ilgili şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Seçimler öncesinde Anavatan Partisi’nin karşısında güçlü bir muhalefet oluşmuştu. Siyasi parti liderleri hem icraatlara yönelik ciddi eleştiriler yöneltmişler hem de çok büyük vaatlerde bulunmuşlardı. 1991 seçimlerinin ardından DYP-SHP ortaklığında 49. Hükümet kuruldu. İki farklı siyasi geleneğe sahip partinin koalisyonda yer alması ilk başta kulağa hoş gelse de icraat noktasında bekleneni veremediler, çünkü iktidar için hazırlıklı olmadıkları, bir programlarının bulunmadığı anlaşıldı. Oysa Anavatan Partisi programlarıyla birlikte gelmiş, bunları uygulayarak Türkiye’yi bir yerden bir yere taşımıştı. Koalisyon hükümeti, Anavatan Partisi’nin Türkiye’yi getirdiği noktayı daha ileri götürebilseydi 41 “GEÇMIŞ DÖNEMLERDE MILLETVEKILLIĞI, BAKANLIK, BAŞBAKANLIK YAPMIŞ BÜYÜKLERIMIZ ÇOK ÖNEMLI BILGI BIRIKIMI VE TECRÜBEYE SAHIPLER. TÜRK PARLAMENTERLER BIRLIĞI OLARAK BU BIRIKIMI DEĞERLENDIRMEK VE TECRÜBELERDEN YARARLANMAK ÜZERE ÇALIŞMALAR YAPIYORUZ.” ülkemiz çok şey kazanabilirdi, fakat çeşitli nedenlerle bu gerçekleştirilemedi. Neticede Türkiye açısından kayıp bir dönem oldu.” Kadir Ramazan Coşkun, milletvekili seçildiğinde 33 yaşında olduğunu belirtiyor. Meclis’in en gençleri arasındaki Coşkun, Başkanlık Divanı’nda Katip Üye olarak çalışmalara katkı sağlıyor. Bu görevi Anavatan Partisi Merkez Karar Yönetim Kurulu (MKYK) üyesi olduğu döneme kadar yürüten Coşkun, “O yıl MKYK seçimleri oldukça maceralı geçmişti. Mesut Yılmaz’a muhalefet ettiğim için listede adım yer almıyordu. Bunun üzerine büyük bir mücadeleye giriştim ve listeyi delerek MKYK’ya seçildim. Basın Propaganda ile Teşkilat başkan yardımcılıkları görevlerinde bulundum” diyor. Partideki görevlerini yürütürken Meclis’te de çeşitli komisyonlarda yer alan tecrübeli siyasetçi, Millî Eğitim Komisyonu’ndaki çalışmaları sırasında unutamadığı bir anısını şöyle anlatıyor: “Üç özel üniversitenin kurulmasıyla ilgili kanun görüşülüyordu. Kanunda üniversitelerden biri için özel hüküm konulmuştu. Bu üniversiteyi bitirenler otomatikman memurluğa geçecek, stajyer memur olacaktı. Fırsat eşitliğine aykırı bulduğumuz bu konuyla ilgili ciddi bir mücadele verdik ve komisyondaki arkadaşlarımızla beraber bunu engelledik.” 42 RÖPORTAJ Kadir Ramazan Coşkun, milletvekilliği döneminde Aile Bakanlığı’nın kurulmasıyla ilgili kanun teklifi hazırladığını, ancak teklifin yasalaşma fırsatı bulamadığını belirterek, “Bilindiği gibi daha sonra bu bakanlık kuruldu, zannediyorum o süreçte bizim çalışmamızdan faydalanılmıştır, çünkü çok kapsamlı bir hazırlık yapılmıştı” diyor. Meclis yıllarından söz ederken ilginç bir anısını da paylaşan Coşkun, “Bütçe görüşmeleri sırasında Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili güzel bir konuşma yaptım. O konuşma üzerine Suudi Arabistan Kralı beni davet etti. Böylece, Allah kabul etsin, bir kez daha hacca gitme fırsatı buldum” diye konuşuyor. Tecrübeli siyasetçi, unutamadığı olaylardan birini ise şöyle anlatıyor: “Kemaliye Başpınarlıyım. 1993’te nahiyemize bağlı Başbağlar köyüne baskın düzenlenerek akşam namazı için camide toplanan tüm erkekler öldürüldü. Bu olayla ilgili araştırma komisyonu kurulmasına öncülük ettim. Üyesi olduğum komisyonun çalışmaları sırasında çok üzücü anlar yaşadık; birçoğu hâlâ gözümün önündedir.” Seçmenlerle ilişkilerini sorduğumuz Kadir Ramazan Coşkun, “Uzun yıllar parti teşkilatında görev almam nedeniyle ülkemizin hemen her ilinden ziyaretçilerim olurdu. Erzincanlı hemşehrilerim de sıklıkla gelir, sorunlarını ve taleplerini iletirlerdi. Elimden geldiğince kendilerine yardımcı olmaya çalıştım” yanıtını veriyor. “Siyaset, insanlara hizmet etmenin en önemli araçlarından biri” Kadir Ramazan Coşkun 1995 seçimlerinde milletvekili adayı olmuyor, ama ağabeyi, Sanayi ve Ticaret eski Bakanı Ali Coşkun siyasete giriyor. “Ağabeyime zaman zaman ‘Kıdem bende’ diye takılırım. Kendisi de ‘Kadir benden tecrübeli’ der. Aramızdaki bir espridir bu” diyen Coşkun, milletvekilliği dönemi sona erince bürokrasiye dönüyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıf İnşaat Restorasyon ve Ticaret A.Ş. Genel Müdürü olduğu dönemde, özellikle Kazakistan’daki Hoca Ahmed Yesevî Türbesi’nin onarımına katkıda bulunmaktan mutluluk duyduğunu ifade eden Kadir Ramazan Coşkun, daha sonra dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın teklifi üzerine Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş. (TEDAŞ) Genel Müdürü olduğunu belirtiyor. TEDAŞ’ın ardından Ankara Büyükşehir Belediyesi’nde görev alarak yaklaşık beş yıl Genel Sekreterlik yapan Coşkun, 2008’de belediyeden ayrılıp iş hayatına dönüyor. Kadir Ramazan Coşkun, siyasette teşkilatçılığı ve uzlaşmacı kişiliğiyle tanınıyor, onun için “sağın çimento ismi” yorumu yapanlar bulunuyor. Coşkun, “Peygamber Efendimiz (s.a.v) ‘İnsanın en hayırlısı insanlara faydalı olandır’ diyor. Siyaset, insanlara hizmet etmenin en önemli araçlarından biri. Siyaset hayatım boyunca Anavatan Partisi’nin sloganında yer aldığı gibi ‘Halka Hizmet Hakk’a Hizmettir’ düşüncesiyle hareket ettim. Topluma faydalı olabilmek için uzlaşmaya büyük önem verdim. Bu yaklaşımın güzel sonuçlar doğurduğunu da gözlemledim. Günümüzde siyasi söylemler çok sert. Siyasette elbette farklı görüşler dile getirilecektir, bu demokrasinin bir gereğidir, ancak çok sert söylemlerden uzak durmak, ülkemizin birliği, dirliği, huzuru ve refahı için ana metinde uzlaşma sağlamak gerekiyor. Siyaset yapanlar uzlaşmacı, işinde ve sözünde dürüst olmalıdır. Söz ağızdan çıktığında onun arkasında durmak gerekir. Siyasette güven çok önemlidir, birlikte yola çıkılan kişi veya kişiler yarı yolda bırakılmamalıdır” diyor. “Milletvekilliği kanununun takipçisi olacağız” Kadir Ramazan Coşkun, 2012 yılından bu yana Türk Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri olarak görev yapıyor. “Geçmiş dönemlerde milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık yapmış büyüklerimiz çok önemli bilgi birikimi ve tecrübeye sahipler. Türk Parlamenterler Birliği olarak bu birikimi değerlendirmek ve tecrübelerden yararlanmak üzere çalışmalar yapıyoruz. Panel, seminer, konferans, sergi, gezi gibi faaliyetler düzenliyor, üyelerimizin ilettiği çeşitli talepler ve sorunlarla ilgili gerekli girişimlerde bulunuyoruz” diyen Coşkun, uluslararası çalışmalara da bir parantez açarak şunları söylüyor: “Üyesi olduğumuz Avrupa Konseyine Üye Ülkeler Eski Parlamenterleri Avrupa Derneği’nin (FP-AP) çalışmalarına aktif katılım sağlayarak ülkemizi uluslararası platformda temsil ediyoruz. Geçtiğimiz kasım ayında FPAP tarafından yayımlanan ‘Brüksel Deklarasyonu’nun hazırlık sürecinde Türk Parlamenterler Birliği’nin önemli katkısı bulunuyor. Birliğimiz farklı ülkelerden heyetlerin kabulü gibi çeşitli uluslararası faaliyetler de yürütüyor.” Kadir Ramazan Coşkun, Türk Parlamenterler Birliği’nin çalışmalarından söz ederken 2013 yılında TBMM gündemine gelen “Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeliği Kanunu Teklifi”ne de değiniyor. Türkiye’de her kesimin özel yasası bulunduğunu, ancak milletvekillerine yönelik bugüne kadar böyle bir düzenleme yapılamadığını belirten Coşkun, “Çeşitli kanun maddelerinde, genelgelerde ve TBMM İçtüzüğü’nde milletvekilleriyle ilgili düzenlemeler var. Kanun teklifi hazırlanırken mevcut düzenlemeler tek çatı altında bir araya getirildi. Yapılan tek şey bu olmasına rağmen maalesef basın tarafından kamuoyu yanlış bilgilendirildi. Kanun teklifi ile milletvekillerine yeni haklar sağlandığı algısı oluşunca teklif yasalaşamadı. Milletvekillerini ilgilendiren mevzuatın tek çatı altında toplanması hem bir gereklilik hem de bir ihtiyaç. Üstelik Anayasa’da ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin ödenek, yolluk ve emeklilik işlemleri kanunla düzenlenir’ hükmü yer alıyor. Türk Parlamenterler Birliği olarak konuyla ilgili girişimlerimizi devam ettireceğiz” diyor. Milletvekillerinin özlük haklarıyla ilgili gerçek dışı veya abartılı haberlerin geçmişten beri yayımlandığına işaret eden Coşkun, “Sanılıyor ki milletvekili seçilen kişi hemen emekliliği hak ediyor. Oysa milletvekilliğim sona erdiğinde emekli olamadım, bunun için üç senem daha vardı, ben bu durumu eşime bile anlatamadım” diye konuşuyor. Kadir Ramazan Coşkun’a ülke gündemindeki konuları da soruyoruz. “Türkiye son on yılda ciddi bir ivme kazandı. Yurt dışında itibarlı bir ülke konumuna geldi” diyen Coşkun, çözüm sürecinin başarıyla tamamlanması halinde ülkenin her açıdan büyük kazanımlar elde edeceğini belirterek, “Türkiye bulunduğu yeri ikiye katlar” yorumunu yapıyor. Coşkun çok iyi bildiği sanayi sektörüyle ilgili olarak “Bir ülke sanayisiyle ayakta kalır, kalkınır. Bu nedenle sanayiye daha fazla önem vermemiz gerekiyor” diyor. 43 MİLLETVEKİLLERİNDEN HOCALI KATLİAMI DEĞERLENDİRMESİ 44 26 ŞUBAT 1992’DE YAŞANAN HOCALI KATLIAMI, YAKIN TARIHIMIZIN EN ACI OLAYLARI ARASINDA YER ALIYOR. FARKLI PARTILERDEN MILLETVEKILLERI, KATLIAMIN 23’ÜNCÜ YILDÖNÜMÜNDE TPB PARLAMENTO’YA KONUYLA ILGILI AÇIKLAMALARDA BULUNDU. Prof. Dr. Necdet Ünüvar AK Parti Adana Milletvekili İnsanlık tarihi yüzyıllar boyunca çok sayıda acıyı biriktirmiş, nice insanın zalimane bir şekilde can kaybına tanıklık etmiştir. Milletimizin tarihinde de gözlerimizi dolduran ve içimizi sızlatan nice elim hadise mevcuttur. Bu üzücü olaylardan biri de kuşkusuz, yakın tarihimizde vuku bulmuş Hocalı Katliamı’dır. 26 Şubat 1992 tarihinde gerçekleşen Hocalı Katliamı, Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi’ndeki Hocalı kasabasında yaşayan Azerbaycanlı sivillerin katledilmesi olayıdır. Hocalı Katliamı, 19881994 yılları arasında süren Karabağ Savaşı sırasında yaşanmış elim bir hadisedir. Bu üzücü hadisenin nasıl gerçekleştiğine kısaca değinmek ve içimizi acıtan o günleri yâd etmek istiyorum. Dağlık Karabağ Bölgesi Özerk Yönetimi, 1988’de Azerbaycan’dan ayrılma kararı almış, bu karara hem Azerbaycan hem de SSCB itiraz etmiştir. Bunun üzerine Ermeniler silahlanmış ve Azerbaycan’a Karabağ’ı da aşan şekilde saldırılarda bulunmuşlardır. Çatışmalar sonucunda Dağlık Karabağ’ın SSCB tarafından geçici bir statüye bağlanması, fakat bir Azerbaycan toprağı olduğunun vurgulanması da Ermenileri rahatsız etmiştir. Çatışmalar yıllarca sürmüştür. 1992’ye gelindiğinde ise 25 Şubat’ı 26 Şubat’a bağlayan gecede sabaha karşı Ermeni mezalimi kendisini Hocalı’da maalesef göstermiştir. Hankendi şehri 26 Şubat sabahında alevlere yenik düşmüş, 2 bin 500 Azerbaycanlı sivil şehri terk etmek zorunda kalmıştır. Fakat onların birçoğu Ermeni birlikleri tarafından takip edilerek ormanlarda öldürülmüştür. İşkence ile öldürülen bu insanların derileri yüzülmüş, kulakları ve birtakım organları kesilmiş, gözleri çıkarılmış ve yakılmıştır. Tüyler ürperten, insanın kanını donduran bu üzücü olaylardan Ermeni güçleri intikam olarak söz etmişlerdir. Yine Hocalı kasabasında yaşananlar hepimizi derinden üzen, sabretmeyi, Allah’a sığınmayı bize hatırlatan ve savaşların, işkencelerin, hukuk dışılığın ne kadar insanlık dışı olduğunu gösteren örneklerdir. Katliam ile adı ünlenmiş Hocalı’da 1000 civarında sakin öldürülmüş, 500 civarında kişi yaralanmış, 1000’den fazla kişi ise rehin alınmıştır. Ölüm şekilleri ise yine işkence ile olmuştur. Bu işkencelere çocuklarla birlikte hamile kadınlar da maruz kalmıştır. Katliama tanıklık eden gazeteciler de bizlere o acı günlerin gerçekliğini tüm çıplaklığıyla anlatıyorlar. Bir gazeteci, Ermeni vahşetinden kaçan insanların donan ayaklarından, yaşlı insanların jiletle doğranan yüzlerinden, göğüsleri kesilen kadınlardan, kafa derileri yüzülen bebeklerden, Hocalı ile Ağdam arasındaki 12 kilometrelik mesafede dizilen cesetlerden bahsetmektedir. Benzer hadise ve sahnelerden Rus muhabir Vladimir Belih de söz etmektedir. Ve belki de işkence hadiseleri içerisinde “Bir insan bunu nasıl yapar?” dedirten olay, Zori Balayan’ın Ruhumuzun Canlanması adlı kitabında yer verdiği işkence anına ilişkin satırlardadır. Balayan kitabında, 13 yaşındaki bir Azerbaycanlı çocuğu pencereye çivilediklerini; bağırmasın diye annesinin kesilen göğsünün ağzına tıkıldığını; başından, karnından ve sinesinden derisini soyduklarını ve saat tuttuklarını; çocuğun ise ancak 7 dakika dayanabildiğini yazmıştır. Balayan, aynı şeyi üç çocuğa daha yaptıklarını, bundan hiç de rahatsızlık duymadıklarını, yaptıklarının intikam olduğunu anlatarak sözlerine devam etm iştir. 45 “HOCALI’DA YAŞANANLAR BÜYÜK BİR DRAM, TARİHTE ÖRNEĞİ ZOR GÖRÜLÜR BİR OLAYDIR. KENDİLERİNİ KORUYABİLECEKLERİ BASİT BİRER SİLAHLARI BİLE OLMAYAN SİVİL HALK, NE YAZIK Kİ DÜNYANIN GÖZÜ ÖNÜNDE KATLEDİLMİŞTİR.” Bu üzücü olaylar bize hınç duygusu aşılamamakta, içimize düşmanlık tohumu ekmemektedir. Bilakis sabırla, metanetle hukuka uygun davranmayı; insanlık dışına çıkan, insanlık onuruna yakışmayan bu tarz uygulamaların ne Türklere ve Azerbaycanlılara ne Müslümanlara ne de diğer dünya dinlerinin mensuplarına yakışmayacağını öğretmektedir. Üstelik Orta Doğu’da bugünlerde yaşanan vahşete ve teröre ilişkin eylemlerin tanıklığında insan hayatının ve sivillerin masumluğunun önemi bir kez daha dünya milletlerince hatıra getirilmelidir. Biz, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Karabağ Savaşı içerisindeki en büyük katliam olarak kabul ettiği Hocalı Katliamı’nı, şehit olmuş tüm Azerbaycanlı vatandaşlarımızı yâd etmek, yaşadıklarını hem anlatarak hem de dinleyerek acılarına bugün dahi gözyaşı dökebilmek, üzülebilmek için anıyor, hatırlıyor ve unutmuyoruz. Sözlerimi tüm acılara ve gözyaşına rağmen Âli İmrân Suresi’nin 146. Ayeti ile tamamlamak istiyorum: “Nice pe y gamb er ler vardır ki, birçok Allah 46 erleri onların maiyetinde savaştı ve Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşemediler, zaaf göstermediler ve baş eğmediler. Allah da sabredenleri sever.” Azerbaycan ile bir millet iki devlet olarak bu acıları hep birlikte yaşadık, birlikte üzüldük. Azerbaycan ve Türk milletinin başı sağ olsun derken, bu katliamda hayatını kaybeden kardeşlerimize bir kez daha yüce Allah’tan rahmet diliyorum. Ali Özgündüz CHP İstanbul Milletvekili Hocalı Katliamı, yirminci yüzyılın sonunda bütün dünyanın gözü önünde meydana gelmiştir. Birçok uluslararası basın kuruluşunun olay yerinde çektiği görüntüler, Hocalı’da insanların katledilmekle kalmadığını; gözleri oyularak, kafa derileri yüzülerek, burun ve kulakları kesilerek tam bir vahşet yaşandığını ortaya koymuştur. Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına Dair Sözleşme’nin “HOCALI’DA HAYATINI KAYBEDENLERİN YAKINLARI VE BU VAHİM OLAYLARIN BİRÇOK ŞAHİDİ HALEN HAYATTADIR. DOLAYISIYLA HOCALI TARİH OLMUŞ BİR VAKA DEĞIL, GÜNÜMÜZÜN GERÇEĞİDİR, ÇALIŞMALAR DA BU ANLAYIŞLA YAPILMALIDIR.” ikinci maddesinde ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmaya yönelik eylemler belirtilmiş ve bunlardan herhangi birinin soykırım suçunu oluşturacağı ifade edilmiştir. Bu bakımdan Hocalı’da yaşanan olay soykırıma varan bir katliamdır. O gün kadın, çocuk, yaşlı demeden 613 sivil Azerbaycan yurttaşı katledilmiştir. Rus zırhlı birliklerinin desteğiyle kasabaya giren Ermeni çetelerinden kaçabilenlerin birçoğu ise kış şartları nedeniyle donmuş, sakat kalmıştır, yüzlerce kayıp insan vardır. Hocalı’da yaşananlar büyük bir dram, tarihte örneği zor görülür bir olaydır. Kendilerini koruyabilecekleri basit birer silahları bile olmayan sivil halk, ne yazık ki dünyanın gözü önünde katledilmiştir. Tarihî gerçekleri göz ardı ederek 1915 Olayları ile ilgili “soykırım” kararı alanlar, Hocalı’da yaşananlar söz konusu olduğunda çifte standart uygulamaktadır. Hocalı’daki katliam, belgeleri, fotoğrafları, tanıkları ile ortadadır; insan hakları, demokrasi ve özgürlükten söz edenlerin bu gerçeği görmezden gelmesi olaylar karşısında adil ve objektif davranmadıklarını göstermektedir. Uluslararası kamuoyu başka insanlık suçlarının, yeni acıların yaşanmaması için nerede bir insan hakkı ihlali varsa orada sesini yükseltebilmelidir. Bugün Azerbaycan’ın yaklaşık beşte bir toprağı Ermenistan’ın işgali altındadır. Dağlık Karabağ sorununun barışçıl yollarla çözüme kavuşturulması için her şeyden önce Ermenistan’ın işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekir. Bu konu Türkiye Cumhuriyeti açısından da öncelikli bir meseledir. Bilindiği gibi Türkiye, Karabağ’ın işgalinden beri Ermenistan’la sınırını kapalı tutmaktadır. Ermenistan işgal ettiği toprakları terk etmedikçe, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki 1915 Olayları’nın “soykırım” olarak tanınmasına yönelik girişimlerini sona erdirmedikçe, Er- menistan Cumhurbaşkanı’nın “Karabağ’ı biz aldık, inşallah Ağrı Dağı’nı da siz alırsınız” diyerek gençlere seslenmesi örneğinde olduğu gibi Doğu Anadolu Bölgemizdeki bazı illeri “Batı Ermenistan” olarak niteleyip Türkiye üzerinde hak iddia etme hayalinden vazgeçmedikçe Ermenistan’la ilişkilerimizin düzelmesi mümkün görünmemektedir. Bu arada şunu da ifade etmek istiyorum, bizim Ermeni halkıyla herhangi bir problemimiz yok, onlara karşı bir düşmanlık gütmüyoruz. Ermeniler, Osmanlı döneminde sadık tebaa olarak biliniyordu ve iyi ilişkiler söz konusuydu. Bu iyi ilişkilerin bugün de ülkeler düzeyinde devam edebilmesi için az önce ifade ettiğim üç konunun Ermenistan tarafından yerine getirilmesi gerekiyor. Hocalı Katliamı’nın 23’üncü yıldönümünde tüm Azerbaycan halkına, Türk milletine başsağlığı diliyor, hayatını kaybedenleri rahmetle anıyorum. Dr. Sinan Oğan MHP Iğdır Milletvekili Yirmi üç yıl önce gerçekleşen Hocalı Soykırımı, sadece dostumuz, komşumuz ve kardeşimiz Azerbaycan için değil bütün insanlık adına büyük bir felaket olarak tarihe geçmiştir. Hocalı’da 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türkü şehit olmuştur. Bunun yanında binlerce yaralı, kayıp ve esir bulunmaktadır. Tek suçları Azerbaycan Türkü ve Müslüman olmak olan bu insanlara yapılan türlü işkence ve eziyetler insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiştir. Ermenistan’ın, Hocalı’nın da i çer isinde b ulunduğ u Azerbaycan’ın Karabağ bölgesinde ve çevresindeki 7 rayonda uluslararası hukuka aykırı olan ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Kon- 47 seyi kararlarıyla tescillenen işgali hâlâ devam etmektedir. Hocalı’da yaşanan soykırımın sorumluları ise 1948 tarihli Soykırım Sözleşmesi gereğince uluslararası yargı önüne çıkmaları gerekirken henüz çıkarılamamışlardır. Kısaca ifade etmek gerekirse, Türk dünyasının kanayan yarası olan Hocalı’ya adalet gelmemiştir. Bilindiği üzere, 23 yıl siyasi tarih ve insanlık tarihi açısından uzun bir süre değildir. Olaylarda hayatını kaybedenlerin yakınları ve bu vahim olayların birçok şahidi halen hayattadır. Dolayısıyla Hocalı tarih olmuş bir vaka değil, günümüzün gerçeğidir, çalışmalar da bu anlayışla yapılmalıdır. Türkiye’de de bu konunun siyaset üstü bir konu olarak ele alınması ve bu bağlamda çalışmaların yapılması son derece önemlidir. 48 Hocalı ve benzeri olayların bir daha yaşanmaması için unutturulmaması gerekir ki bu da siyasi, sosyal, kültürel her alanda çalışmalar gerektirmektedir. Bu bakımdan, TBMM’ye vermiş olduğum 26 Şubat tarihinin “Hocalı Soykırımı’nı Anma Günü” olarak tanınmasına ilişkin kanun teklifimin bir an önce görüşülerek karara bağlanmasını umuyorum. Bunun yanında Şubat ayının son haftasında Ermeni işgalinin bölgeye verdiği zararlar ve hikayeleriyle birlikte soykırımın şahitlerinin eşyaları “3 Nesil 1 Soykırım” isimli sergi ile TBMM Mustafa Necati Kültür Evi’nde sergilenecektir. Daha önce sergiyi gören biri olarak Türk-İslam dünyasının her ferdinin bu sergiyi gezmesi gerektiğini sizin vasıtanızla belirtmek isterim. Biz Türkler, hep zaferlerimizi kutluyoruz, ama acılarımızı paylaşma, maruz kaldığımız zulümleri anlatma noktasında daha kapalı bir toplum oluyoruz. Bu acıların da paylaşılması ve anlatılması gerekir, bunda da başat görev Türkiye’nindir. Ermeni işgali altında bulunan Ağdam’daki camiler ahıra çevrilmiş durumda, Doğu Türkistan’da Uygur Türkleri dinî vecibelerini büyük baskılar altında yerine getiriyor, Irak’a baktığımızda Türkmen kardeşlerimizin yerinden yurdundan edildiğini, kamplarda perişan halde yaşamak zorunda kaldığını, IŞİD tarafından türbelerin patlatıldığını görüyoruz. Bu insanların hepsi bu durumdan kurtulmak için Türkiye’den yardım bekliyor. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak Türk-İslam dünyasındaki kardeşlerimizin acısını paylaşıyoruz ve onların yanındayız. Bundan sonra da sevinçte ve kederde onların yanında olmaya, mazlumların Türkiye’de ve dünyadaki sesi olmaya devam edeceğiz. Bu vesileyle, Hocalı Soykırımı’nı bir kez daha lanetliyor ve soykırımda yaşamını yitiren tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum. TÜRKIYE BÜYÜK MILLET MECLISI’NDE OCAK 2015’TE KABUL EDILEN YASALAR Kanun Numarası Kabul Tarihi Başlığı 6585 14/01/2015 Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun 6586 22/01/2015 Millî Mayın Faaliyet Merkezi Kurulmasına İlişkin Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun 6587 22/01/2015 Türkiye Cumhuriyeti ile Avrupa Nükleer Araştırma Örgütü (CERN) Arasında CERN’de Ortak Üye Statüsü Verilmesi Hakkında Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 6588 22/01/2015 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Gençlik ve Spor Bakanlığı Yurtdışı Koordinasyon Ofisinin Kurulması ve Faaliyetlerine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun 49 DOĞUDAN YÜKSELEN SANAT VE MEDENİYET IŞIĞI İSHAK PAŞA SARAYI PINAR ÜNSAL 50 KÜLTÜR VARLIKLARI ASALETI, ADI EFSANE OLMUŞ BIR DAĞI KISKANDIRIYOR. MIMARISI, ONDAN ÇAĞLAR SONRA INŞA EDILMIŞ YAPILARA TAŞ ÇIKARIYOR. GÖRKEMI, BURALAR BENDEN SORULUR DIYOR ADETA… İSHAK PAŞA SARAYI AĞRI DAĞI’NIN YANIBAŞINDA, KUL YAPIMI LAKIN KUSURSUZ GÜZELLIĞIYLE, BULUNDUĞU TEPEDEN YÜZLERCE YILDIR ANADOLU’YU SEYREDIYOR. K üçük Asya her çağda önemliydi, hâlâ öyle. Doğudakilerin batıyı, batıdakilerin doğuyu keşfi için bir yoldu evvela. Tarih henüz yazılmıyorken de bir şeyler insanları cezbetmiş, Anadolu’ya çağırmıştı. Ağrı, Asya’dan bu topraklara ilk geçiş yollarından biriydi. Coğrafi önemi, birçok uygarlığın bu topraklardaki izlerinin nedenini de açıklıyordu. Türkiye’nin kültürel doku açısından en zengin şehirlerinden Ağrı, yalnızca somut örneklere değil, topraklarındaki yüce dağın efsanelerine de evsahipliği yapıyordu. Urartular, Medler, Persler, Selevkoslar, Romalılar, belki de Bizanslılar yazmıştı bu efsaneleri. Ya da Ağrı topraklarında daha sonra hakimiyet kurmuş İlhanlılar, Karakoyunlular, Safeviler… Ancak Ağrı, Kanuni Sultan Süleyman’ın İran seferi ile IV. Murad’ın Revan seferinin, adları tarih kitaplarında sayfa sayfa anlatılan bu destanların en mühim parçalarından biriydi. Ağrı, artık Osmanlılıydı. Bölge, 18 ve 19. yüzyıllarda gerçekleşen savaşlarda Osmanlı sınırında olması nedeniyle pek çok tahribata maruz kalmıştı. Daha önceki yüzyıllara tarihlenen salnamelerde Ağrı’da bulunduğu yazılan cami, mescit, türbe, hamam, çeşme, köprü gibi yapılar yok olmuştu. Tahrip edilenler içinde bölgenin en önemli Osmanlı mimari eserlerinden olan bir saray da bulunuyordu. Ancak hiçbir güç, projesi fevkalade çizilmiş ve en dayanıklı malzemeler kullanılarak inşa edilmiş, dönemin tüm teknolojik imkanlarından yararlanılarak yapılmış İshak Paşa Sarayı’nı yıkmaya yetmemişti. Büyük Selçukluların izinde… Bin yıllardır zengin bir kültürel varlığa sahip olan Anadolu’ya Selçukluların belki de en büyük hediyesi mimarileriydi. Hiçbir akımdan etkilenmemiş, nevi şahsına münhasır Selçuklu üslubu onların hüküm sürdüğü yıllar boyunca Anadolu’da inşa edilmiş en güzel eserlerde kendini göstermişti. İshak Paşa Sarayı’nı Selçuklular yaptırmamıştı, ancak sarayın yapısındaki genel anlayış Selçuklu mimarisiydi. Sarayın yapımına, merkezi Ahıska olan Osmanlı eyaleti Çıldır’ın valisi I. İshak Paşa zamanında başlanmıştı. Her bir taşı özenle işlenen, en gösterişsiz alanlarında bile büyük bir işçilik barındıran saray, İshak Paşa’nın ölümünün ardından da uzun yıllar bitirilememişti. Doğu Anadolu’nun gözlerden uzak bu muhteşem mimarisinin yapımı yüz yıl sürmüştü. İshak Paşa Sarayı, yapay bir platform üzerine doğu-batı yönünde konumlandırılmıştı. Biderun (ön avlu) ve enderun (iç avlu) etra- 51 BİDERUNDAKİ YAPILARA ANA GİRİŞ TAÇKAPISI’NDAN ULAŞILIYORDU. YÜKSEKLIĞI VE TAŞ BEZEMELERIYLE BIR SANAT ABIDESINI ANDIRAN KAPI, SARAYI DOĞU CEPHESINDEN GÖREN YABANCILARA DA GÖZDAĞI VERIYORDU ADETA. fında Birinci Yapı Grubu, Selamlık ve Harem olmak üzere üç bölüm yer alıyordu. Birinci Yapı Grubu sarayın doğu kısmında, yani sarayın araziye bağlı tek yönünde bulunuyordu; nöbetçi odaları, muhafız koğuşları ve hapishane bu bölümde yer alıyordu. Biderundaki yapılara Ana Giriş Taçkapısı’ndan ulaşılıyordu. Bu görkemli kapı sarayın dışa açılan tek giriş kapısıydı aynı zamanda. İki metreyi bulan yüksekliği ve taş bezemeleriyle bir sanat abidesini andıran kapı, sarayı doğu cephesinden gören yabancılara da gözdağı veriyordu adeta. 52 KÜLTÜR VARLIKLARI Biderun nöbetçi odaları, tuvalet ve çeşmenin bulunduğu doğu cephe; muhafız koğuşları ile zindanların yer aldığı doğu kanadı; güneyde ise ahır ve araba hangarı ile çevreleniyordu. İkinci avluya İkinci Taçkapı ve tonoz örtülü bir tünelden geçilerek ulaşılıyordu. Selamlık, bu avlunun etrafındaki en önemli bölümlerden biriydi. 18. yüzyılda özellikle İstanbul’daki saraylarda padişahın cuma günleri ve dinî bayramlarda halkla bir araya geldiği “selamlık”, daha önceki yüzyıllarda resmî işlerin yürütüldüğü yer anlamı taşıyordu. İshak Paşa Sarayı’ndaki Selamlık da yarı resmî bir bölümdü. Selamlık’ta cami ve cami personeli odalarının yanı sıra Divan Odası da yer alıyordu. Resmî tören ve toplantıların yapıldığı, yargılamaların gerçekleştiği, elçi, yüksek seviyeli memur ve yabancı konukların misafir edildiği divan odasında bu konukların konaklaması için odalar da bulunuyordu. Harem, enderunda bulunan bir diğer bölümdü. Sarayın en kompleks ve kalabalık yapı grubu olan Harem’e şanına yakışır görkemli bir kapıdan giriliyordu. Üzerinde “Ey Yaradan, Rablerine karşı gelmekten sakınanlar ise bölük bölük Cennet’e sevk edilir; oraya varıp da kapıları açıldığında bekçileri onlara ‘Selam size; tertemiz geldiniz. Artık ebedi kalmak üzere girin buraya’ derler” yazılı bir kitabe bulunan Harem Taçkapısı aynı zamanda bu bölümün tek giriş kapısıydı. Topkapı Sarayı’nın Harem bölümü örnek alınarak inşa edilen yapı kompleksi geleneksel Türk-İslam konut anlayışına bağlı olarak yabancıların giremediği, ailenin özel yaşamına ayrılmış bir yerdi. Harem, saray için son derece önemli bir bölümdü. Burada bulunan Muayede Salonu, Divan Odası’nın ardından saraydaki en büyük salondu ve paşanın özel yaşamı için tasarlanmıştı. Harem’de ayrıca mutfak, aşçı odaları, soyunup giyinmek ve hamamdan sonra dinlenmek için tasarlanmış soğukluk ile yıkanmak için tasarlanmış sıcaklık bölümlerinden oluşan hamam, hamama ve mutfağa sıcak su sağlayan külhan ile tuvaletler bulunuyordu. İshak Paşa Sarayı’ndaki, ona adeta bir sanat abidesi özelliği kazandıran taş bezemeler geleneksel Selçuklu mimarisi özelliği taşıyordu. Kompozisyonlar daha çok bitkisel motiflerden meydana gelmekle birlikte şerit, kare, yıldız ve dörtgenlerden oluşan, salt geometrik şekillerle bezenmiş taş işlemeleri de görülüyordu. Yaşamı ve cennetin bereketini simgeleyen hayat ağacı motifi, Osmanlı mimarisinde özellikle Lale Devri’nde (1718-1730) sık kullanılan bir desen olan servi ağacı, ağaç dalı veya geometrik şekilleri birbiri içine geçirerek oluşturulan bezeme tekniği “geçmeler” sarayda en sık kullanılan taş süslemelerdi. İki avlu çevresinde inşa edilen, bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki veya bodrumla birlikte üç katlı olan İshak Paşa Sarayı, Osmanlı daha Balyanlarla tanışmamışken Barok-Rokoko tarzı Batılı üsluba sahip bölümler içeriyordu. Selçuklu mimarisinin hakim olduğu, Kuzey Kafkasya etkileri ile İran oryantalizmini birbiri içinde yoğuran bir sanat anlayışı da barındıran saray, yalnızca bir yaşam alanı değil, eyaletin siyasi ve ekonomik gücünü yansıtan bir timsaldi. 17. yüzyıl medeniyet abidesi İshak Paşa Sarayı’nın temel yapı malzemesi taştı. Sarı kalkerli taş, kırmızı kalkerli taş, 53 BİR SANCAKBEYLİĞI YAPISI OLMASI NEDENİYLE İSHAK PAŞA SARAYI’NIN BAŞKENTTE BULUNMAMASI ONU OSMANLI’NIN KLASİK SARAY ANLAYIŞINDAN DA BİR HAYLI UZAK KILIYORDU. siyah bazalt taş, kızıl kaba taş, volkanik taş, kireçtaşı sarayın en önemli bölümleri olan taçkapılar, cami, muayede salonu ve mutfakta kullanılmıştı. Ahşap, demir ve sıva da yapı malzemesi olarak kullanılmış, ancak bu malzemelerin yer aldığı bölümler zamana meydan okuyamamıştı. Sarayın en dikkat çekici mimari ögelerinden biri de hiç şüphesiz pencereleriydi. Yalnızca güneş ışığını içeri alarak mekanın aydınlatılması için yapılmamış, yapının mimari karakterini yansıtan birer öge olarak düşünülmüştü. Sarayın yazları serin, kışları dondurucu soğuk iklimi olan bir bölgede inşa edilmesi, ısı enerjisi kaybını 54 KÜLTÜR VARLIKLARI minimuma indirmek için pencerelerinin de küçük yapılmasına neden olmuştu. İshak Paşa Sarayı aydınlanma, ısınma, su tesisatı gibi teknik özellikleri bakımından donanımlı bir şekilde inşa edilmişti. Saraya farklı kaynaklardan, iki ayrı kanaldan su getiriliyordu örneğin. Mutfağa su sağlanması, ahırdaki atların su ihtiyacının giderilmesi, genel ihtiyaçların yanı sıra nispeten gelişmiş bu sistemden ısınma amacıyla da yararlanılıyordu. İshak Paşa Sarayı’nda sıcak su veya su buharı ile çalışan merkezî bir kalorifer sistemi bulunuyordu. Birinci avlunun köşesinde yer alan kalorifer kazanlarından verilen sıcak hava ve su buharı ile Divan Odası, cami, medrese odaları ve Muayede Salonu’nun zeminden ısıtılması sağlanıyordu. Sarayın diğer bölümleri, her bir odanın içinde bulunan ocaklarla ısıtılıyordu. Bir sancakbeyliği yapısı olması nedeniyle İshak Paşa Sarayı’nın başkentte bulunmaması onu Osmanlı’nın klasik saray anlayışından da bir hayli uzak kılıyordu. Mimarisi, kullanılan malzemeler, dekoratif ögeleri başkentteki saraylara benzemiyordu. Ancak o, taş bezemeleri, pencere süslemeleri, yaklaşık 8 bin metrekarelik geniş alanı ve özenle seçilmiş malzemeleriyle 17. yüzyılda inşa edilmiş, Konstantiniyye’deki herhangi bir sarayı aratmıyordu. Bölgeye hükmedercesine konumlandırılması, benzersiz mimarisi ve hayranlık verici süslemeleri nedeniyle özellikle 19. yüzyılda yabancı seyyahların ilgisini çeken İshak Paşa Sarayı, Avrupa’da dönemin gravürlerine damgasını vurmuş bir Doğu yapısıydı. Gözlerden uzak konumu onu yalnız değil asil, taş mimarisi onu eski değil muazzam, yüksekliği onu soğuk değil ulaşılmaz yapıyordu sanki. 55 ÖNDER KIRLI: SIYASET HALKLA BIRLIKTE YAPILMALI, VATANDAŞIN DEMOKRASIYE INANCI SARSILMAMALIDIR RÖPORTAJ VE FOTOĞRAFLAR: SONGÜL BAŞ 1987-1991 VE 1995-1999 YILLARI ARASINDA MECLIS’TE YER ALAN ÖNDER KIRLI, SIYASETÇILERIN SERT SÖYLEMLERININ TOPLUMDA GERGINLIĞE YOL AÇABILECEĞINI BELIRTEREK, “İNSANLAR ARASINDAKI DIL, DIN, MEZHEP, ETNIK KÖKEN GIBI FARKLILIKLARI ÖN PLANA ÇIKARACAK KONUŞMALAR YAPMAK YERINE TOPLUMU BIRLEŞTIRICI, BÜTÜNLEŞTIRICI MESAJLAR VERILMELI” UYARISINDA BULUNUYOR. 56 RÖPORTAJ E ğitim, hukuk, siyaset… Her biri önemli, her biri kıymetli. Öğretmen, avukat ve milletvekili olarak üç alanda da uzun yıllar hizmet veren Önder Kırlı, bu ayki röportaj konuklarımız arasında yer alıyor. Meclis’in 18 ve 20. Dönemlerinde görev yapan Kırlı ile hayat yolculuğunu, milletvekilliği yıllarını ve ülke gündemindeki konuları konuştuk. Önder Kırlı 1939 Balıkesir Gönen doğumlu. Yerel siyasetin içinde yer alan bir ailede büyüyünce politikaya ilgisi çocukluk yıllarında başlıyor. Arkadaşlarını etrafına toplayıp konuşma yapıyor mesela. Bir nevi nutuk atıyor. Ortaokul yıllarında Yenice-Gönen depremi oluyor. 1953’teki bu acı olayda evleri ve dükkanları yıkılıyor, aile ekonomik açıdan zor durumda kalıyor. Önder Kırlı deprem nedeniyle ortaokulu Bandırma’da bitiriyor. O sırada eğitim hayatını şekillendirecek kararı veriyor ve Gönen’de bulunan babasının imzasını taklit ederek öğretmen okuluna gidebilmesi için gerekli müracaatı yapıyor. Balıkesir’de parasız yatılı Necati Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra Eğitim Enstitüsü’ne devam ediyor ve edebiyat bölümünden mezun oluyor. Böylece öğretmenlik hayatı başlıyor. “Sivas’ın Gürün ilçesine atandığım dönemde, İsmet İnönü’nün Kayseri’ye gelişi sırasında ve daha sonra Yeşilhisar’da yaşanan olayların içindeydim. Gerek bu davranışım gerekse genç bir öğretmen olarak muhalif tavırlarım dönemin iktidarınca hoş karşılanmadı. 12 Mayıs 1960’ta ‘görülen lüzum üzerine’ vekâlet emrine alındım. Bu benim için bir fırsat oldu. Üniversiteye gidebilme fırsatı... Ancak üniversite öğrenimi için lise diploması gerekiyordu. Oysa ben meslek okulu mezunuydum. Yüksek öğrenimimi de mesleki alanda yapmıştım. Lisede öğretmenlik yapabilirdim, ama lise mezunu değildim. Vekâlet emrine alındığım dönemde dışarıdan sınava girerek Bandırma Lisesi’ni bitirdim. Üniversiteye gidebilmem ise askerlik sonrasında, yani 1963 yılında gerçekleşebildi. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyken hem okudum hem de çeşitli işlerde çalıştım. 1969 yılında üniversiteyi bitirdim. 1970’te artık bir avukattım” diyen Önder Kırlı, 1977 yılına kadar öğretmen ve serbest avukat olarak Balıkesir’de çalışıyor. Önder Kırlı, avukat olduktan sonra siyasetle yakından ilgilendiğini, ancak memuriyeti dolayısıyla bir siyasi partide aktif görev alamadığını belirtiyor. 1977’de memuriyetten istifa ederek milletvekili adayı olmasına rağmen seçilme şansı bulamayan Kırlı, 12 Eylül 1980 öncesinde CHP’nin Balıkesir’deki son il başkanı oluyor. 1983’ten itibaren önce SODEP, ardından SHP çatısı altında il başkanlığı görevini yürüten tecrübeli siyasetçi, 1987’de ise milletvekili seçiliyor. Önder Kırlı 1987-1991 ve 1995-1999 yılları arasında Balıkesir milletvekili olarak Meclis’te yer alıyor. SHP-CHP’de Parti Meclisi ve Genel Yönetim Kurulu üyeliği ile Genel Sekreter Yardımcılığı görevlerinde bulunan Kırlı, “1987’de milletvekili seçildikten sonra Plan ve Bütçe ile İnsan Haklarını İnceleme komisyonlarında görev aldım. Aynı zamanda dönemin Millî Savunma Bakanı Ercan Vuralhan hakkındaki yolsuzluk iddialarını araştırmak üzere partim tarafından görevlendirildim. Milletvekilliğimin ilk döneminde en çok üzerinde durduğum konulardan biri bu oldu. Bu konuda büyük yardımlarını gördüğüm rahmetli Uğur Mumcu’yu saygı ve şükranla anıyorum” diyor. “28 Şubat, ülkemiz açısından zor bir süreçti” Meclis’teki ilk döneminden sonra 1992’de Balıkesir Baro Başkanı olan Önder Kırlı, 1995 yılında tekrar milletvekili seçiliyor. Tecrübeli siyasetçi, “Ben hep ön seçime girerek milletvekili oldum, merkez yoklamasıyla gelmedim. Siyasi partiler yıllardır ön seçim mekanizmasına başvurmuyor. Adaylar genel merkez tarafından belirlenince siyasetçilerle halk arasındaki iletişimde kopukluk oluyor. Bu durum siyasi parti örgütlerinin çalışmalarını da olumsuz yönde etkiliyor. Siyaset halktan uzaklaşınca vatandaş da siyasete küsüyor, ‘milletvekilini ben seçmedim ki’ diye düşünüyor, demokrasiye inancı sarsılıyor” diye konuşuyor. 57 “POLİTİKA YAPARKEN HALKLA İÇ İÇE OLMAK BÜYÜK ÖNEM TAŞIYOR. GEREK İL BAŞKANLIĞIM DÖNEMİNDE GEREKSE MİLLETVEKİLLİĞİM SIRASINDA SEÇİM BÖLGEMDEKİ KÖYLERİ, İLÇELERİ ÇOK DOLAŞTIM, VATANDAŞLA BAĞIMI HİÇ KOPARMADIM.” Önder Kırlı Meclis’teki ikinci döneminde TBMM İdare Amiri olarak görev yapıyor. 28 Şubat sürecinin yaşandığı o yıllara dair değerlendirmelerini sorduğumuz Kırlı, “Ülkenin de Meclis’in de çok gerildiği günlerdi. Demokrasiyle çelişen birtakım davranışlar sergilendi. Gerginliğin tırmanmasına yol açacak olaylar yaşandı. Ülkemiz açısından zor, hoş olmayan günlerdi” diyor. Tecrübeli siyasetçi, Meclis’teki yıllarından söz ederken milletvekili danışmanlığıyla ilgili bir anısını şöyle anlatıyor: “18. Dönem’deydik. Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki toplantılarda pek çok konu gündeme geliyordu. Hukuk, eğitim ve tarım alanlarında bilgi sahibi olduğum için görüşlerimi rahatlıkla dile getirebiliyordum. Komisyondaki diğer arkadaşlarımız da uzmanlık alanlarıyla ilgili konuşuyorlardı, ama bazı konularda yetersiz kalınabiliyordu. O dönemde Grup Başkanvekilimiz Hikmet Çetin’di. 58 RÖPORTAJ Bir gün kendisine bu durumu ilettim ve ‘Gündemdeki konularla ilgili araştırma yapıp doküman hazırlayacak danışmanların olması gerekiyor’ dedim. Birlikte TBMM Başkanı Yıldırım Akbulut’un yanına gittik. Hikmet Çetin meseleyi anlattı, bunun üzerine Yıldırım Akbulut her grupta üçer danışman olması talimatını verdi. Danışmanlar göreve gelince bilgi notları, dokümanlar hazırlamaya başladılar, biz de rahatladık. 19. Dönem’de her milletvekiline bir danışman verildi. Ancak danışman yapılacak kişilerle ilgili kriterler tam olarak ortaya konulmamıştı. 20. Dönem’de Başkanlık Divanı’nda bu konuyu ele aldık; danışmanların en az yüksekokul mezunu olması, milletvekiliyle üçüncü dereceye kadar akrabalığı bulunmaması gibi çeşitli düzenlemeler getirdik.” “Balıkesir milletvekilleriyle ilgili kitap hazırlıyorum” Önder Kırlı 1999 yılından bu yana Meclis çatısı altında yer almıyor. TBMM 20. Dönem’deki çalışmalarını Bir Görevin Hesabı-Alın Teriyle Yüz Akıyla isimli kitapta bir araya getiren Kırlı, “Herkesin içinde yaşadığı topluma karşı hesap verme sorumluluğu vardır. Özellikle halkın oyuyla seçilmiş, siyasal ve toplumsal görevler üstlenmiş kişiler için hesap vermek önemli bir sorumluluktur. Bu kitap öncelikle bu amaca yönelik bir belgeler derlemesidir” diyor. Tecrübeli siyasetçi, şu sıralar yeni bir kitap üzerinde çalıştığını belirterek şu bilgileri aktarıyor: “Osmanlı Meclis-i Mebusan’ından günümüze Balıkesir milletvekilleri konulu bir araştırmayı altı yıldır sürdürüyorum. Osmanlı dönemine ilişkin birinci cilt basıma hazır. Milletvekillerinin biyografilerini ele alırken onların sosyal ve siyasal davranışları ile Meclis konuşmalarını dönemin olayları ve koşulları içinde değerlendirmeye çalıştım. Araştırmam sırasında çok ilginç bilgi ve belgelere ulaştım. Bazı milletvekillerinin çocukları ve torunlarıyla görüştüm, onların benimle paylaştığı anılar, fotoğraflar ve beratlar oldu. Kitabın Balıkesir’in siyasi tarihine ışık tutacağına inanıyorum. Bu çalışmamı Balıkesir Barosu tarihi ve Balıkesir’de CHP’nin tarihi konulu araştırmaların kitaplaştırılması izleyecek.” Röportajımız sırasında Önder Kırlı’ya siyaset hayatı boyunca en çok nelere dikkat ettiğini soruyoruz. Kırlı, “Tüm yaşamımda olduğu gibi siyaset çalışmalarım sırasında da Türkiye insanını dil, din, mezhep, etnik kökenine bakmadan, ülkenin eşit yurttaşı yapan Cumhuriyet devrimlerinin savunucusu oldum” diyor. Siyasetin topluma ve ülkeye bir hizmet aracı olduğunu belirten tecrübeli siyasetçi, “Politika yaparken halkla iç içe olmak büyük önem taşıyor. Gerek il başkanlığım döneminde gerekse milletvekilliğim sırasında seçim bölgemdeki köyleri, ilçeleri çok dolaştım, vatandaşla bağımı hiç koparmadım” diye konuşuyor. İnsanların bir konu gündeme geldiğinde onunla ilgili tartışma ve sorgulama yapabilmesinin önemine işaret eden Kırlı, sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye’de, söylenen bir söz, yapılan bir iş üzerinde pek fazla düşünülmüyor, ne söylendiyse ne yapıldıysa çoğu kez olduğu gibi kabul ediliyor. Siyasette de durum böyle. Oysa siyasetçiler topluma örnek olmalılar. Gündeme gelen bir konuyla ilgili doğruları da yanlışları da söyleyebilmeliler. Bizim dönemimizde siyasi parti grup toplantıları bugünkü gibi değildi. Eskiden genel başkanlar kısa bir konuşma yapar, sonra basına kapalı toplantıya geçilirdi. Toplantıda hem o hafta Meclis’te görüşülecek konularla ilgili fikir alışverişinde bulunulur hem de parti meseleleri gündeme gelirdi. Genel başkanların çok sert eleştirilerle karşı karşıya kaldıkları olurdu. Bu durum pek hoşlarına gitmese de saygıyla karşılarlardı. Grup toplantılarında benim de konuşmalarım, sert eleştirilerim olmuştur. Bugün siyasi partilerin grup toplantıları genel başkanların yaptıkları konuşmalardan ibaret; tabii böyle olmamalı.” “Avrupa standartlarını yakalamayı hedeflemeliyiz” Önder Kırlı, Meclis yıllarını konuşurken merhum Turgut Özal’la ilgili bir anısını tebessüm ederek anlatıyor: “Bir gün Ercan Vuralhan hakkındaki yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak Meclis kürsüsünde konuşuyordum. Rahmetli Turgut Özal’ın iki elini boru gibi yapıp ağzına götürerek ‘Palavra, palavra’ diye bağırdığını hatırlıyorum. Genel Kurul’daki konuşmalar sırasında bu tür ‘laf atma’lar elbette yaşanır, önemli olan hakaret içermemesi, tartışma ve kavgaya meydan vermemesidir.” Tecrübeli siyasetçiyle ülke gündemindeki konulara da değiniyoruz. Öncelikle Avrupa Birliği’ne üyelik süreciyle ilgili görüşlerini dile getiren Önder Kırlı, demokrasi, insan hakları, gelir dağılımında eşitlik gibi konularda Avrupa standartlarını yakalamanın önemine işaret ederek, “Bizim hedefimiz bu olmalı. Bunu sağladığımız zaman Avrupa Birliği’ne ister alsınlar, ister almasınlar” yorumunu yapıyor. Kırlı, genç bir nüfusa sahip Türkiye’de işsizliğin en önemli sorunlar arasında yer aldığını ifade ederek, “Geçim derdi, maddi imkansızlık insanları demoralize ediyor. İnsanlar geriliyor, birbirine çatıyor. Sonuçta hiç istenmeyen olaylar meydana geliyor. Toplum zaten gerginken siyasetçilerin de söylemlerine daha fazla dikkat etmesi gerekiyor. Liderler çok sert ifadelerle birbirine yüklenince bundan parti tabanları da olumsuz etkileniyor. Ayrıca insanlar arasındaki dil, din, mezhep, etnik köken gibi farklılıkları ön plana çıkaracak konuşmalar yapmak yerine toplumu birleştirici, bütünleştirici mesajlar vermek gerekiyor” uyarısında bulunuyor. Önder Kırlı iki dönem Meclis’te yer almış bir siyasetçi olarak milletvekilliği kanununun çıkmasının önemine de işaret ediyor. Bu konuda Anayasa’da hüküm bulunduğunu hatırlatan Kırlı, “Şu anda milletvekillerine yönelik çeşitli konular farklı kanunlarda, tüzüklerde, genelgelerde düzenlenmiş durumda. Bunların tek bir kanunda toplanması gerekiyor. Bu konuda yapılacak çalışmalarla ilgili olarak kamuoyunun yanlış bilgilendirilmemesi, ‘milletvekillerine zam yasası’ gibi bir algı yaratılmaması gerekiyor” diyor. 59 SENED-I İTTİFAK 7 EKİM 1808 DR. POLAT SAFI BU OSMANLICA METIN, SENED-I İTTIFAK ADIYLA BILINEN VE 1808 YILINDA OSMANLI MERKEZÎ BÜROKRASISI ILE MAHALLÎ OTORITELER OLARAK ADLANDIRILABILECEK ÂYANLAR ARASINDA MISÂK YAHUT SÖZLEŞME ŞEKLINDE KALEME ALINMIŞ ŞER’Î BIR YEMIN VESIKASIDIR. M erkezî otoritenin 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflamaya başlaması, Osmanlı İmparatorluğu yöneticilerini 18. yüzyılda taşrada otorite sahibi aile ve hanedanları tanımak zorunda bırakmıştır. III. Selim’in Nizâm-ı Cedîd hareketine bir tepki olarak ortaya çıkan Kabakçı Mustafa İsyanı sonunda III. Selim tahttan indirilmiş, Rusçuk yâranından Alemdar Mustafa Paşa III. Selim’i tekrar tahta geçirmek üzere İstanbul’a gelmiştir. Alemdar Mustafa Paşa, III. Selim’in öldürülmesi üzerine 1808’de II. Mahmud’u tahta geçirmiş, kendisi de sadrazam olmuştur. 60 Düzenin sağlanabilmesi için merkezî bürokrasi ile âyanların müzakere etmesi gerektiğini düşünen Alemdar Mustafa Paşa’nın âyan ailelerini İstanbul’a davet etmesi üzerine 7 Ekim 1808’de Sened-i İttifak imzalanmıştır. Geçtiğimiz senelerde Ali Akyıldız tarafından senedin tam metni ortaya konulmuş ve nihayet padişahın senetle mukayyet olduğu kesinliğe kavuşmuştur. Sened-i İttifak, Alemdar Mustafa Paşa’nın senedin imzalanmasından kısa süre sonra, 16 Kasım 1808’de bir yeniçeri isyanında ölmesinden dolayı icra edilememiştir. Ölü bir metin olarak doğmasına karşın Sened-i İttifak, Gülhane Hatt-ı Hümâyûnu’na (Tanzimat Fermanı, 1839) giden siyasi mücadelenin erken dönem adımlarından birini teşkil etmesi ve saltanat makamının haysiyet ve iktidarının âyan kuvvetleriyle korunmasının taahhüt edilmesi bakımından önem taşımaktadır. Giriş, yedi şart ve sonuçtan oluşan metin, kısaca bürokrasi ile taşra âyanı arasındaki mücadelenin devleti zayıf düşürdüğünden bahisle karşılıklı güvenin sağlanmasına yönelik olarak imzalanmıştır. Âyan ve hanedanlar tarafından toplanacak askerlerin saltanat makamını güvence altına almaları, İstanbul’u korumaları ve devletin de âyanların haklarını devlet ve diğer âyanların keyfî davranışlarına karşı koruyup emniyet altına almasıyla alakalı maddeler, Sened-i İttifak’ın merkez-çevre ilişkilerini düzenleyen önemli noktaları olarak karşımıza çıkmaktadır. Anayasa hukukçuları tarafından sıklıkla 1215 tarihli Magna Carta’ya benzetilse de Sened-i İttifak’a Magna Carta’daki gibi sahip çıkan bir soylular yahut Osmanlı örneğinde âyan sınıfı olmadığı bilinmektedir. Ayrıca Sened-i İttifak âyanlara senetle verilen hakların halka doğru genişlemesi şeklinde bir seyir izlemediği için Magna Carta ile Sened-i İttifak arasında paralellik çizmenin ancak içerik ve ortaya çıkışları bakımından mümkün olduğu söylenebilir. 61 TÜRKIYE-KKTC PARLAMENTOLARARASI DOSTLUK GRUBU BAŞKANI ÖMER FARUK ÖZ: İKI KARDEŞ HALK ARASINDAKI ILIŞKI VE IŞBIRLIĞININ GÜÇLENDIRILMESI NOKTASINDA GAYRETLERIMIZ DEVAM EDECEKTIR SÖYLEŞİ: ELİF ÇELİK KURULUŞUNDAN BU YANA SARSILMAYAN DOSTLUK ILIŞKILERINE SAHIP OLDUĞUMUZ “KARDEŞ ÜLKE” KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURIYETI’NIN DOSTLUK GRUBU BAŞKANLIĞINI, AYNI ZAMANDA TBMM İDARE AMIRI OLAN ÖMER FARUK ÖZ YÜRÜTÜYOR. ÖZ ILE KKTC VE DOSTLUK GRUBU’NUN ÇALIŞMALARI HAKKINDA KONUŞTUK. 62 DOSTLUK GRUPLARI Türkiye-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamentolararası Dostluk Grubu ne zaman kuruldu, iki ülke ilişkileri açısından ne gibi hedefleri bulunuyor? Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkiler hangi düzeyde ve hangi alanlarda yürütülüyor? Bu ilişkilerin geliştirilmesi ve sürdürülmesi bölge siyaseti bakımından nasıl bir önem taşıyor? Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu 10 Mayıs 1988 tarihinde kurulmuştur. Her yasama dönemiyle birlikte yönetim kurulu yenilenerek devam etmektedir. İçinde bulunduğumuz 24. Yasama Dönemi’nde, 5 Ocak 2012 tarihinden itibaren dostluk grubumuzun çalışmalarını yürütüyoruz. Dostluk grubumuzun esas hedefi iki dost ve kardeş ülke parlamentoları arasındaki yakınlaşmayı sağlamak, Türkiye ile KKTC arasındaki dostluğun ve kardeşliğin geliştirilmesine yönelik olarak parlamentolararası ilişkileri ilerletmektir. Bunun yanı sıra her tür siyasi, ekonomik ve kültürel alanda ilişkilerimizin ve işbirliğimizin en üst düzeye taşınması noktasında faaliyetler yürütmektir. Bu kapsamda karşılıklı olarak resmî ve gayriresmî çok sayıda çalışma gerçekleştirdik. Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni, kurulduğu 15 Kasım 1983 günü tanıyan ilk ülkedir. Adadaki yaklaşık beş yüz yıllık Türk varlığının bugünkü temsilcisi olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile ilişkilerimiz tabiatıyla başka herhangi bir ülke ile kıyaslanmayacak kadar köklü ilişkilerdir. Türkiye, anavatan ve garantör olarak üzerine düşen hak ve yükümlülükleri titizlikle yerine getirmiştir ve bugün de getirmeye devam etmektedir. KKTC ekonomisine her yıl kayda değer bir mali katkı yapmanın yanı sıra KKTC’nin kendi ayakları üzerinde durmasını sağlamaya yönelik ekonomik programın uygulanmasını ve ihtiyaç duyduğu kalkınma projelerinin finansman ihtiyacının karşılanmasını da sağlamaktayız. Biz, Türkiye olarak bir yandan Doğu Akdeniz’in bir barış ve dostluk denizi olması, diğer yandan da çatışma, istikrarsızlık ve savaşlarla anılan Orta Doğu coğrafyasında örnek teşkil etmesi bakımından Kıbrıs sorununun çözümüne dış politikamızda öncelikli bir yer veriyoruz. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın tabiriyle Kıbrıs konusunda her zaman bir adım önde olma yönündeki anlayışımızı sürdürüyoruz. Bununla beraber, Kıbrıs’ta yaşayan Türklerin siyasi eşitliği ve haklarının Rum tarafınca kabul edilmesi ve bu çerçevede yeni bir ortaklık devleti kurulması yönündeki çabalara uluslararası toplum tarafından güçlü bir destek verilerek, Rum tarafının çözüme teşvik edilmesi gerekmektedir. Hiç kimse Türkiye’nin tarihî ve ahdi sorumluluklarının hilafına, Kıbrıslı Türk kardeşlerinin bir Rum devletinde azınlık olarak yaşamasına müsaade etmesini beklememelidir. Başkanlık döneminizde yürüttüğünüz çalışmalardan bahseder misiniz? Öncelikle iki ülke arasında hem Türkiye’de hem de KKTC’de gerçekleşen üst düzey resmî programlara iştirak ediyoruz. Bu kapsamda Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlığı döneminde hükümet olarak gerçekleşen pek çok etkinlikle beraber Meclis Başkanlığımızın yürüttüğü diplomatik faaliyetlere iştirak ettik, katkı sağladık. KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Sibel Siber’i ve Meclis üyelerini ağırladık. Parlamentolararası ilişkiler başta olmak üzere, sivil toplum kuruluşlarımızın kalıcı ilişkiler kurması, tarihten gelen kader birliğimizin ve ortak değerlerimizin pekişmesi kapsamında pek çok etkinlik gerçekleştirdik. 63 “KIBRISLI TÜRK KARDEŞLERİMİZE HER KOŞULDA SAHİP ÇIKMAYA VE ELLİ YILI DEVİRMİŞ BU SORUNA BİR ÇÖZÜM BULUNMASI YÖNÜNDEKİ ÇABALARIMIZA DEVAM EDECEĞİZ.” Öte yandan, bugün maalesef 2004 yılında yapılan eş zamanlı referandumlarla Kıbrıs sorununa kalıcı ve yaşayabilir bir çözüm bulunmasına yönelik iradesini açıkça ortaya koymuş Kıbrıslı Türk kardeşlerimizin üzerindeki meşruiyetten yoksun, insanlık dışı izolasyonlar devam etmekte, başta AB olmak üzere Kıbrıslı Türk halkına verilen sözler yerine getirilmemekte, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ise adeta çözümsüzlükten dolayı ödüllendirilmektedir. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Kıbrıslı Türk kardeşlerimize her koşulda sahip çıkmaya ve dayanışma içerisinde elli yılı devirmiş bu soruna bir an önce bir çözüm bulunması yönündeki çabalarımıza devam edeceğiz. Türkiye-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Parlamentolararası Dostluk Grubu’nun önümüzdeki dönemde ne gibi faaliyetleri olacak? Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu, KKTC’ye uygulanan haksız izolasyonların aşılması noktasında önemli bir rol oynamaktadır. Bu çerçevede, KKTC milletvekillerinin çok taraflı uluslararası platformlarda seslerini duyurmaları bakımından da işlevsel bir nitelik taşıyan dostluk grubumuz, onların Türkiye’de düzenlenen uluslararası toplantılara katılmasının teşvik edilmesi başta olmak üzere, İslam İşbirliği Teşkilatı ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi kuruluşlar çerçevesinde yürütülen çok taraflı parlamenter diplomasi etkinliklerinde adanın gerçeklerini ilk elden anlatabilmelerine önem vermektedir. 20-22 Ocak 2015 tarihleri arasında 10’uncu toplantısı İstanbul’da yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamenterler Asamblesi’ne (İSİPAB) KKTC’nin gözlemci üye olarak katılması önemli bir kazanımdır. Bahse konu toplantıya, KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Sibel Siber de iştirak etmiş ve bir konuşma yapmıştır. Türkiye-KKTC Parlamentolararası Dostluk Grubu olarak, KKTC’li parlamenterlerin uluslararası görünürlüğünün artırılmasına yönelik çalışmalarımız, Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu’nun talimatları doğrultusunda önümüzdeki dönemde de devam edecektir. Ayrıca Türk Dili Konuşan Parlamenter Asamblesi’nde (TÜRKPA) KKTC’nin gözlemci üye olması için TBMM Başkanımız Sayın Cemil Çiçek’in bu konudaki yoğun çalışmaları devam etmektedir. İki kardeş halk arasında her alanda ilişki ve işbirliğini güçlendirmenin yanı sıra diplomatik olarak da Kıbrıs Türk halkının asli kurucu vasfından, ada üzerindeki eşit haklarının muhafazasından asla taviz vermeden, kurucu ortaklığa dayanan bir devlet yapısının oluşturulması noktasında gayretlerimiz devam edecektir. Türk Parlamenterler Birliği’nin yayın organı olan TPB Parlamento dergisine de bu amaçlar doğrultusunda yapmış olduğu yayınlardan, sunduğu katkılardan dolayı teşekkür ederim. 64 DOSTLUK GRUPLARI Türk Parlamenterler Birliği’nden Üye aidatlarımız 16. Olağan Genel Kurul kararıyla 2015 yılında yıllık 120 TL’dir. Bankalar tarafından müşterilerine, Uluslararası Banka Hesap Numarası (IBAN) verilmektedir. Üyelerimizin aidatlarını yatırırken problem yaşamamaları için Birliğin IBAN Numarası aşağıda belirtilmiştir. Bilindiği gibi 2002’de yıllık 30 TL olan üye aidatları 2004 yılından beri 60 TL ve 2013 yılından itibaren 120 TL’dir. Geriye doğru aidat borçlarının buna göre hesaplanması ve Birliğimizin aşağıdaki hesap numarasına yatırılması, 5253 sayılı Dernekler Kanunu’na göre, alınan aidatların belgesine üyelerin TC Kimlik Numaralarının yazılması gerekmektedir. Üyelerimizin TC Kimlik Numaralarını mektup veya telefonla Birliğe bildirmeleri rica olunur. TPB Haber Portalı www.tpb.org.tr Fax Hattı: 0312 420 66 24 Sayın Üyelerimiz her konuda bize ulaşabilirsiniz. Sağlık Hattı: Sağlık uygulamaları, hastaneler ve anlaşmalı eczanelere ilişkin her tür bilgi için 0312 420 0 112 ve 0312 420 72 24 numaralı telefonu arayabilirsiniz. Türk Parlamenterler Birliği ANKARA KONUKEVİ: Ankara Hotel Pino Bayraktar Mahallesi Vedat Dalokay Caddesi Bayraklı Sokak No: 35 GOP/ANKARA Tel: 0312 446 36 86 Sağlık protokolü imzalanan hastanelerdeki TBMM Hattı Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 202 44 91 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 305 32 62-63 Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 508 30 03 Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0232 390 41 06 Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0242 249 65 91 Gaziantep Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0342 360 95 05 Medipol Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 534 86 86, 0212 631 20 50/4029, 0212 440 10 00/1212 İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 22 27 İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 414 34 54 Konya Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0332 224 49 70 Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0462 377 54 22 Konya Necmettin Erbakan Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Hastanesi :0332 223 79 79 Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0312 291 27 01 Afyon Kocatepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0272 246 33 36 İstanbul Bezmialem Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi: 0212 453 18 58 Türk Parlamenterler Birliği TBMM Yeni Halkla İlişkiler Binası Zemin Kat No: 50-51 Bakanlıklar/ANKARA Tel: 0312 420 66 21 Fax: 0312 420 66 24 Türk Parlamenterler Birliği Ziraat Bankası TBMM Şubesi IBAN: TR 33 0001 0009 0303 296732 6001 GÖNLÜ BEYRUT’TA ÂHUZÂR KALDI ABDÜLHAK HÂMID TARHAN SEKSEN BEŞ YILLIK ÖMRÜNE BIRÇOK YAŞANTIYI, YERI VE DEVRI SIĞDIRABILMEYI BAŞARMIŞ OLAN ABDÜLHAK HÂMID TARHAN, EDINDIĞI ACI TECRÜBELERDEN BESLENEREK YARATTIĞI ŞIIRLERI SAYESINDE ŞAIR-I ÂZAM UNVANINI KAZANMIŞTIR. İREM COŞKUNSEVEN 66 B üyükbabası, II. Mahmud’un hekimbaşılığına kadar yükselen, babası bir tarihçi ve diplomat olan Abdülhak Hâmid Tarhan (1852-1937), köklü ve nüfuzlu bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da dünyaya gelir. Hayatı boyunca pek çok yeri görme ve deneyimlerine yenilerini ekleme fırsatı bulan Tarhan, eğitimine dönemin aydın ailelerinde âdet olduğu üzere evde, özel hocalar eşliğinde başlar. Felsefe ve psikoloji ile ilk kez ilgilenen bilginler arasında olan Hoca Tahsin Efendi’den ders alır. Hocasının tesiri altında kaldığı, daha sonra eserlerinde işlediği temalardan açıkça anlaşılacaktır. Henüz on yaşındayken ağabeyi ile Paris’e giden Abdülhak Hâmid, burada bir yıl kolej eğitimi görür ve Fransızca öğrenir. Döndüğünde Fransızcayı unutmamak için özel hocalardan ders almaya devam eder. Bununla birlikte İngilizce, Arapça, Farsça gibi diller öğrenir. Babasının Tahran büyükelçiliğine atanması üzerine onunla birlikte İran’a gider. Babasının burada vefat etmesi ile hayatının ilk acı kaybını yaşayan Abdülhak Hâmid, İstanbul’a döner. Farsçayı ve köklü İran Edebiyatı’nı yerinde tanıma fırsatı elde ederek henüz çocuk yaşta olmasına rağmen ileriki dönem eserlerini etkileyecek edebi kazanımlar ile İran’dan ayrılır. İstanbul’a döndükten sonra artık evlilik çağına ulaştığını düşünen şair, babasının ölümünün ardından kendisine sahip çıkan Ahmet Vefik Paşa’nın kızı Fatma Hanım’a gönlünü kaptırır. Hem şairin edebi kişiliğinde hem de Türk Edebiyatı’nda bir dönüm noktası olan Makber’in baş kahramanı Fatma Hanım ile Abdülhak Hâmid’in hikayesi işte böyle başlar. Abdülhak Hâmid, Paris sefareti ikinci katipliği ile gittiği Fransa’da, Victor Hugo, Jean Racine, Pierre Corneille gibi yazarların eserleri ile tanışır. Bu dönemde kaleme aldığı “Sahra” şiirinde J. J. Rousseau’nun esintileri hissedilirken İspanya’nın fethi sırasında Müslüman bir cengavere âşık olan ve mezarı başında sevgilisine ağıt yakan bir İspanyol kızının hikayesini anlatan Târık oyunu da Shakespeare’in Romeo ve Juliet’ini anımsatır. Corneille’in bir oyununa nazire olarak yazdığı Nesteren isimli oyunu, hükümdarlığa karşı fikirler barındırdığı gerekçesiyle Tarhan’ın iki yıl süreyle görevden alınmasına sebep olur. 1883 yılı sonunda Bombay’a tayin edilen Abdülhak Hâmid, henüz Hindistan’a gitmeden önce bir biblodan ilham alarak yazdığı söylenen Duhter-i Hindu’da hayal ettiği ortamı burada bulamaz. Ancak Hindistan’ın doğal güzelliklerine hayran kalır ve başlıca şiirlerinden olan “Kürsi-i İstigrak” ile “Külbe-i İştiyak”ı burada yazar. Bir yandan da Hindistan’ın, bronşit adı verilen bir hastalığa yakalanan karısı Fatma Hanım’a iyi geleceğine inanır. Ancak durumu gittikçe ağırlaşan Fatma Hanım’a teşhis konulur: İnce hastalık. Karısını kaybetme endişesi içinde olan Abdülhak Hâmid, vapura atlayarak onunla birlikte Beyrut’a gelir. Ancak Fatma Hanım’ı burada toprağa verir. Ben gittim, o haksar kaldı / Bir köşede tarumar kaldı / Baki o enis-i dilden, eyvah / Beyrut’ta bir mezar kaldı... Her biri sekiz mısradan oluşmak üzere iki yüz doksan beş bentten meydana gelen Makber adlı mersiye, şairin şiire ölüm temasını kattığı, eserlerine metafizik bir boyut getiren, acısını okuyan herkesin iliklerinde hissettiği bir ağıttır. Ardından Makber’in devamı niteliğinde ve üçleme olarak adlandırılabilecek “Ölü” ile “Hacle” şiirleriyle Fatma Hanım’a olan hislerini zaman zaman isyankar, zaman zaman ölümün karşısında yaşayanların acizliğini kabullenen bir tutumla kaleme alır. “Makber” şiiri Tarhan’a, en büyük şair anlamına gelen Şair-i Âzam sıfatını kazandırır. Ne var ki aşka âşık bir adam olan ve aşka küskün kalamayan Abdülhak Hâmid, ilk eşinin ölümünden kısa bir süre sonra İngiliz Nelly Hanım ile yollarını birleştirir. İngiliz çevrelerine giren ve bir başka kültürü daha tanıma fırsatı yakalayan Tarhan, en önemli tiyatro eseri olarak kabul edilen ve yine Shakespeare’den etkilendiği Finten isimli oyununu yazar. Abdülhak Hâmid, Nelly Hanım’ın ölümünün ardından Cemile Hanım’la yirmi gün sürecek olan bir evlilik yapar. Ondan ayrılmasının ardından Brüksel’de tanıştığı Belçikalı Lucienne ile 1912 yılında evlenir. Çift 1920’de boşanır. Ömrü boyunca yurt dışında bir diplomat olarak memuriyetini sürdürmüş olan Abdülhak Hâmid, 1928 yılında İstanbul milletvekili olur ve TBMM’nin III, IV ve V. Dönemlerinde görevini icra eder. Türkiye Büyük Millet Meclisi IV. Dönem tutanaklarında, Abdülhak Hâmid’in yaptığı açılış konuşması ve nutkuna yer verilmiştir: “Âzasının en müsinni 67 ÖMRÜ BOYUNCA YURT DIŞINDA BIR DIPLOMAT OLARAK MEMURIYETINI SÜRDÜRMÜŞ OLAN ABDÜLHAK HÂMİD TARHAN, 1928 YILINDA İSTANBUL MILLETVEKILI OLUR VE TBMM’NIN III, IV VE V. DÖNEMLERINDE GÖREVINI ICRA EDER. olmak sıfatı ile Büyük Millet Meclisi’ni küşat ediyorum. Fakat bilir misiniz muhterem efendilerim; bu benim için ne eşsiz bir mazhariyettir. En yüksek kürsüden, tarihin en büyük milletini ve bu milletin en büyük adamını alkışlamak saadetine ermiş nadir fanilerdenim. Mazi ve istikbale ait çok muvaffakiyat ihraz etmiş olan Heyeti Celilenizin bu devrei içtimaiyede dahi ayni muvaffakiyatı idame ederek haizi mubahat olmasını can ve dilden temenni ederim ve eğer huzurunuzda lâyıkiyle arzı şükran edemiyorsam kusurumun kemali sinnime bağışlanmasını da ayrıca dilerim efendilerim.” Abdülhak Hâmid, yaşadığı acı tecrübeleri sanata dönüştürmeyi başarmış bir ediptir. Trajediler karşısında yılmamış, duygularını kalemiyle ifade etmiş, aşktan ve sevmekten asla korkmamış bir 68 sanatçıdır. Kadınlara her zaman değer veren Abdülhak Hâmid’e dair, ilginç bir anekdot göze çarpar: “Kadın nedir?” sorusuna “Kadın arı gibidir” yanıtını veren Abdülhak Hâmid’in açıklaması şu şekilde olur: “Benim ‘Kadın arıdır’ dememin sebebi şudur: Arı hem iğnesini sokar, can yakar hem de petek petek bal verir.” Bir ömre birçok aşk ve ölüm sığdıran şair, ızdıraplarıyla, ızdıraplarına neden olan kadınlarla büyümüş, çoğalmış ve benzersiz eserler bırakmıştır. Batı dillerini ve kültürünü öğrenerek yeniliklere açık bir perspektif geliştiren ve Doğu edebiyatını yakından tanıyan Abdülhak Hâmid, Namık Kemal’i akıl hocası olarak görür. Her ne kadar yenilikçi bir yaklaşımı olsa da eserlerinde halkın dilinden uzak, Fransızca, Farsça, Arapça yabancı sözcüklerin kullanıldığı, anlaşılması güç bir dil kullanır. Dili ve üslubu nedeniyle birçok eleştiriye maruz kalan şairin halk dilinden yabancılaşmasının nedeni yıllarca ülke dışında görev yapmasına bağlanır. Sanat için sanat anlayışıyla, oynanmak için değil, okunmak için tiyatro eserleri yazar. Şiirlerinin çoğunu aruz ölçüsüyle kaleme alır. Onun şiirinin özelliği, hem şekil hem de içerik bakımından getirdiği yeniliklerde yatar. Sürekli yeni şekiller denemekten kaçınmayan şair, muhteva yönünden şiire metafizik bir boyut katar. “Kederimin artması için sevinmek isterim” diyen şair, eserlerinde Victor Hugo’nun da sıklıkla başvurduğu tezatlara ve mecazlara yer verir. O, her şeyde güzellik ile aşkı arar ve bu arayışı asla bitmez. Onun eserlerinde güzellik kavramı, mistik ve ilahi bir kimliğe bürünür. İMREN AYKUT: TEMIZ BIR ÇEVRE, SAĞLIKLI BIR YAŞAM VE MUTLU BIR TOPLUM IÇIN ÇALIŞIYORUZ SÖYLEŞI VE FOTOĞRAFLAR: NEHIR ÖZTÜRK ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLIK BAKANLIĞI, DEVLET BAKANLIĞI VE ÇEVRE BAKANLIĞI YAPAN İMREN AYKUT’UN BAŞKANLIĞINI ÜSTLENDIĞI ÇEVRE, EĞITIM, SAĞLIK VE SOSYAL YARDIMLAŞMA VAKFI (ÇESAV) ÖNEMLI FAALIYETLERE IMZA ATIYOR. VAKIF, ÖZELLIKLE “TERKEDILMIŞ KIZ ÇOCUKLARINI KURTARMA VE KORUMA PROJESI” ILE TAKDIR TOPLUYOR. 70 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA Söyleşimizin başında Çevre, Eğitim, Sağlık ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı’nın (ÇESAV) kuruluş öyküsünü öğrenebilir miyiz? Vakfımızın kuruluşu Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olduğum döneme rastlıyor. O zamanlar Sosyal Sigortalar Kurumu’nda çok uzun süren prosedürler sebebiyle hastanelere birtakım cihazların alınması gecikiyordu. Bu sebeple de hastalar zarar görüyordu veyahut başka hastanelere sevk edilmeleri neticesinde büyük paralar ödeniyordu. Bürokratik engelleri biraz olsun kaldırarak cihaz alımlarıyla ilgili süreci kısaltabilmek için “Sosyal Sigortalar hastanelerini destekleyecek bir vakıf kuralım” dedik. Bunun dünyada çok fazla örneği var; özellikle de Amerika’da. Biz vakfı kurduk, bu sayede çeşitli cihazlar, malzemeler süratle alınabildi. Tabii Türkiye’de siyasi çalkantılar olabiliyor, bir süre sonra vakfın mahiyetini değiştirmek zorunda kaldık. Vakıf Senedi’nde değişikliğe giderek çeşitli sağlık ve eğitim faaliyetlerinde bulunmak üzere çalışma alanımızı genişlettik. Daha sonra buna çevreyi de ilave ettik. Çünkü sağlık, eğitim ve çevre birbiriyle çok bağlantılı kavramlar, biz de bu üç önemli alanı birleştiren bir yapı oluşturduk. Vakfımız 1989 yılından bu yana geniş bir yelpazede faaliyet gösteriyor. vakıf evi kurduk. Bu evleri salonundan mutfağına kadar bir Türk ailesinin ihtiyaçlarını karşılayabilecek şekilde tefriş ettik. Her evde beş veya altı çocuğumuz kalıyor. Genellikle odaları ikişer kişi kullanıyor. Proje kapsamına dahil ettiğiniz kızlar yetiştirme yurtlarından mı geliyor? Evet. Biz, 18 yaşına girdikten sonra yetiştirme yurdundan ayrılmak mecburiyetinde kalan kız çocuklarını bir iş sahibi oluncaya kadar korumak gerektiği düşüncesinden hareket ederek bu projeyi başlattık. Çocuk Esirgeme Kurumu’ndan sorumlu Devlet Bakanı olduğum dönemde, bu konunun ne kadar önemli olduğunu görmüştüm. Yetiştirme yurtlarından ayrılan kız çocuklarının yaşadığı sorunlara bir çözüm bulunması gerektiğine ve bu konudaki çalışmaları sivil toplum örgütlerinin üstlenmesinin doğru ve faydalı olacağına inanmıştım. Bu sebeple ilk çalışmayı kendim başlattım, arkasının geleceğini düşündüm, fakat vakfımızdan başka bu sorumluluğu kimse almadı veya alamadı. Çünkü gerçekten zor bir iş, çok ağır bir sorumluluk. Projeyi birkaç sene kendi imkanlarımızla götürdük, fakat çocukların sayısı artınca bu mümkün olamadı. Çocuk Esirgeme Kurumu’nun bağlı olduğu Devlet Bakanlığı ile bir protokol yaptık. Bu çerçevede Bakanlık cari masrafları üstlendi ve işbirliği halinde projeyi devam ettirdik. Vakfınızın yardım ve şefkat eli kaç çocuğa ulaştı? Bugüne kadar yetiştirme yurtlarından ayrılmış 250 kızım oldu. Onların her şeyden önce sevgi ve şefkate ihtiyaçları vardı. Çocuklarla bire bir ilgilenerek iç dünyalarını rehabilite etmeyi düşündük; çünkü onlara en güzel hediyeleri, en pahalı kıyafetleri de alsanız hiçbiri sevgi ve şefkatin yerini tutmuyor. İlgi çekmek için neler yaptıklarını görmelisiniz. Biz çok özenli davranarak kızlarımızın duygusal ihtiyaçlarını gidermeye çalışırken eğitimlerine de büyük önem veriyoruz. Onları üniversiteye yerleştirme konusunda yüzde 95 oranında başarı sağlamış durumdayız. Üniversiteyi kazananlar artık vakıf evimizde değil, Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu’nun yurtlarında kalıyorlar. Tabii vakıf olarak onları takip etmeyi sürdürüyoruz, herhangi bir sorun yaşadıklarında yanlarında olduğumuzu biliyorlar. Kızlarımızı yetiştirme yurtlarından geldikleri andan itibaren hayata hazırlıyoruz. Toplum içindeki davranış kuralları, ev idaresi, temizlik ve hijyenin sağlanması, yemek Vakfınız çeşitli projeler yürütüyor, panel, sergi, konferans gibi faaliyetler gerçekleştiriyor. ÇESAV’ın çalışmaları arasında ön plana çıkanları bizimle paylaşabilir misiniz? Vakıf olarak çevre, sağlık ve eğitim alanlarında projeler yürütüyoruz. Bunlar belirli bir zaman içerisinde gerçekleşiyor; üç ay, beş ay, bir yıl gibi. Vakfımızın bir de devamlılık arz eden ana projesi bulunuyor: Terkedilmiş Kız Çocuklarını Kurtarma ve Koruma Projesi. Bu kapsamda İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana olmak üzere dört vilayette on tane 71 “TERKEDILMIŞ KIZ ÇOCUKLARINI KURTARMA VE KORUMA PROJESI KAPSAMINDA DESTEK VERDIĞIMIZ KIZLARIMIZIN ÜNIVERSITEYI BITIRDIKLERINI, IŞE GIRDIKLERINI VE MUTLU BIR YUVA KURDUKLARINI GÖRMEK BENIM IÇIN ÖDÜLLERIN EN BÜYÜĞÜ OLUYOR.” yapımı gibi çeşitli konuları onlara örnek olarak ve kendileriyle sohbet ederek öğretiyoruz. İstiyoruz ki yanımızdan ayrıldıklarında bir evi tek başlarına idare edebilsinler. Evlenmiş ve çocuk sahibi olmuş kızlarımız var, hayatlarını ve evliliklerini gayet başarılı bir şekilde sürdürüyorlar. Kızlarımız üniversiteyi kazandıklarında, işe girdiklerinde ve evlendiklerinde büyük mutluluk duyuyorum. Sağlık ve çevre alanlarındaki çalışmalarınıza ilişkin bilgi verebilir misiniz? Her iki alanla da yakından ilgileniyorum. Örneğin organik beslenme konusunda müthiş duyarlı bir insanım. Kendim de organik beslenmeye çok dikkat ederim. Geçtiğimiz yıllarda Uludağ Üniversitesi ile birlikte Organik Tarım Projesi’ni yürüttük. Çevre Bakanlığım döneminde organik tarımın Türkiye’de tanınması için çok çaba sarf 72 SIYASETTEN SIVIL TOPLUMA ettim, nitekim bugün organik tarım yapan çiftçiler var. Tabii kolay bir iş değil, her aşaması denetlenen bir üretim modeli. Son yıllarda marketlerde “Doğal Ürünler” bölümünü görüyoruz. Halbuki doğal demek organik demek değildir. Plastik domates, salatalık olur mu? Tabii ki hepsi doğal, ama organik olması için kullanılan tohumdan gübrenin miktarına kadar her şeye dikkat etmek gerekiyor. Ben çocukların mutlaka organik beslenmesi gerektiğini düşünüyorum. Amerika’da iki yaşına kadarki çocuk mamalarının organik olma mecburiyeti var. Avrupa’da çocukların organik beslenmesi teşvik ediliyor. Bizde de organik ürünler konusunda bilinçlenme giderek artıyor. Bildiğiniz gibi Organik Tarım Kanunu çıkarıldı; eksikleri olabilir, ama çok önemli bir çalışmadır, bu kanuna öncülük edip çıkaranları kutluyorum. Organik tarım konusunda çiftçilerin teşvik edilmesi ve eğitimler verilerek bilinçlendirilmesi gerekiyor. Sağlık alanında gerçekleştirdiğimiz önemli projelerden biri “Sağlık Kafe” adını taşıyor. Bu bir Avrupa Birliği projesiydi. Proje ile ergenlik çağındaki gençlere yaşadıkları fiziksel ve ruhsal değişikliklerin sebeplerini anlatmayı, bu kritik süreci sorunsuz bir şekilde geçirmelerine katkıda bulunmayı istedik. Projeye başlarken ailelere “Çocuğunuzun bu eğitimi almasını ister misiniz?” diye sorduk, çok büyük bir taleple karşılaştık. Çünkü aileler bu konuları çocuklarıyla pek konuşamıyorlar, uzmanlar tarafından eğitim verileceğini öğrenince memnuniyet duydular. Ankara’da Keçiören Belediyesi ile işbirliği yaptığımız proje kapsamında bir sene içinde 32 bin gence ulaştık. Fevkalade güzel bir çalışma oldu. Çevre konusunu yakından takip ediyorum. Bildiğiniz gibi Muğla Dalyan’daki İztuzu Sahili son günlerde çok konuşuluyor. Burası olağanüstü güzelliğe sahip, ekolojik değeri çok yüksek bir yer. Aynı zamanda nesli tükenmekte olan Caretta carettaların üreme alanı. Uluslararası sözleşmelere göre bu hayvanların korunmaları yasal bir zorunluluktur. Zaman zaman birileri çıkıp böyle bir yeri talan etmeye çalışıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığım döneminde de böyle bir konu gündeme gelmişti, ben karşı çıkmış ve protestolara katılmıştım. Şimdi orada kafeler, tesisler kurulursa bölge ekolojik değerini yitirir, Caretta carettaların buraya gelme imkanı ortadan kalkar. Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın İdris Güllüce “Üç şezlong için Carettaları feda etmeyiz” dedi. Gerçekten çok güzel bir söz söyledi, kendisini tebrik ediyorum. Siz ülkemizde seçimle işbaşına gelen ve politik kariyeri olan ilk kadın bakansınız. Hem siyaseti hem de sivil toplumu iyi bilen biri olarak siyaset kurumu ile sivil toplum kuruluşları arasındaki ilişkiye dair değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Ülkemizde sivil toplum örgütlerinin sayısı yeterli seviyeye ulaşmış değil. Mevcut olanların da üye sayıları az, bu nedenle çoğu kez seslerini güçlü bir şekilde duyuramıyorlar. Tabii sivil toplum örgütlerinin önemi giderek daha iyi anlaşılıyor. Bunun neticesinde de sivil toplum alanında önemli gelişmeler yaşanıyor. Bundan memnuniyet duyuyorum. Örneğin tüketici dernekleri çok önemli çalışmalar yapıyor. Tüketici hakları konusunda son aylarda birkaç kötü olay yaşadım. Hakkımı aramak için mücadele ettim ve benden haksız yere alınmış paralar geri ödendi. Ayrı- ca bugün iki konuyla ilgili şikayetimi tüketici hakları derneklerine bildirdim. Onların da katkısıyla bir netice alabileceğime inanıyorum. Tüketici olarak haklarımı savunmayı vazife edindim. Çünkü biz hakkımızı aramazsak aşırı derecede suistimal ediliyoruz. Tüketici Yasası’nın çıkması çok iyi oldu. Bu yasa haksızlıklarla mücadelede büyük önem taşıyor. İşte bu noktada siyaset kurumu devreye giriyor. Siyasetçilerin Tüketici Yasası örneğinde olduğu gibi çeşitli yasal düzenlemelerle sivil toplum örgütlerinin çalışmalarına kolaylık sağlaması gerekiyor. Gerek bakanlık dönemlerinizde gerekse vakıf çalışmalarınız dolayısıyla aldığınız pek çok ödül bulunuyor. Ödüller çalışmalarınızı teşvik ediyor olmalı… Evet, kesinlikle. Çok gururlandığım ödüller var. Mesela 1983 yılında İspanya Kralı Majeste Juan Carlos’tan aldığım nişan ve şövalyelik unvanı bulunuyor. “Isabel la Catolica” nişanı dünyada ilk defa bir Türk’e verilmişti. Yine 1996 yılında Şili ile ilişkilerin geliştirilmesine katkılarım dolayısıyla Şili’nin en yüksek nişanı olan “Grand Cruz” nişanı takdim edildi. Bayan Clinton’ın verdiği armağanlar da benim için özeldir. Tabii ödüller çalışmalarınızı teşvik ediyor, sizi gururlandırıyor. Vakıf faaliyetleri dolayısıyla takdim edilmiş pek çok ödülümüz bulunuyor. “Terkedilmiş Kız Çocuklarını Kurtarma ve Koruma Projesi” kapsamında destek verdiğimiz kızlar ımızın üniversiteyi bitirdiklerini, işe girdiklerini ve mutlu bir yuva kurduklarını görmek ise benim için ödüllerin en büyüğü oluyor. 73 MILLÎ MIRASI KORUYOR VE TANITIYORLAR MÜZECILIK VE TANITIM BAŞKANLIĞI SÖYLEŞİ: ZEYNEP YİĞİT TARIHIMIZDEKI NICE ÖNEMLI OLAYA TANIKLIK ETMIŞ SARAY, KÖŞK VE KASIRLAR, GEÇMIŞTE OLDUĞU GIBI BUGÜN DE GÖZ KAMAŞTIRIYOR. MILLÎ MIRASIN KORUNMASI VE TANITILMASINA YÖNELIK ÇALIŞMALARI TBMM MÜZECILIK VE TANITIM BAŞKANI DR. KEMAL KAHRAMAN’LA KONUŞTUK. 74 MECLIS ÇALIŞANLARI Dolmabahçe Sarayı Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nın görev ve sorumluluk alanına ilişkin bilgi verebilir misiniz? Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı, TBMM Millî Saraylar’a bağlı saray, köşk ve kasırların müzecilik kapsamına giren tüm hizmetleri, tanıtım, araştırma, yayın, sergileme, envanter gibi işlerinden sorumludur. Müzeciliğin en önemli konusu tarihî eserlerin kayıt ve kontrolleridir. Envanterimizde bulunan tarihî objeler birim yöneticilerine zimmetlidir. Birimimiz bu eserlerin kaynaklara uygun bir biçimde en doğru şekilde sergilenmesini sağlar. Eserler orijinal yerlerinde korunur. Herhangi bir sebeple obje yerinden alınacağı veya yeri değiştirileceği zaman bilim kurulu onayı alınır, arkasından bürokratik süreç izlenir. Saraylarımızı müze yapan da budur. Millî Saraylar’a bağlı saray, köşk ve kasırların özelliği, tarihî eşyaların, mobilya ve dekorasyon unsurlarının yerli yerinde sergilenmesidir. Bu yönüyle eserleri camlı vitrinlerde sergilenen klasik müzelerden ayrılır. Bunlar saray-müze kapsamına giren yapılardır. Başkanlığınız hangi birimlerden oluşuyor? Bu birimlerin yürüttüğü hizmetler nelerdir? Başkanlığıma bağlı iki başkan yardımcılığı var. Bunlara bağlı olarak Dolmabahçe ve Beylerbeyi Saray Müdürlükleri; Yıldız Şale; Ihlamur, Küçüksu, Maslak, Beykoz, Aynalıkavak kasırları; Yalova Atatürk, Florya ve Filizi köşkler; Resim Müzesi; Saray Koleksiyonları Müzesi; Saat Müzesi; araştırma birimleri; arşiv, kütüphane ve yayın birimleri ile tarihî eser kayıt kontrol birimi bulunmaktadır. Birimlerimizin sorumluluk alanı geniş bir kampüse yayılmaktadır. Yalova’dan Hereke’ye, Florya’dan Beykoz’a kadar uzanmaktadır. Bu birimlerde öncelikle günlük ziyaret hizmetleri yürütülmektedir. Bu, ülkemizin vitrin çalışmasıdır. Çünkü iç ve dış ziyaretçilere karşı bir temsil söz konusudur. Tarihî mekan ve objelerin kondisyonları zimmet görevlileri tarafından takip edilmekte, gerektiğinde bakım ve onarım yapılması sağlanmaktadır. Araştırma görevlilerimiz kaynaklara ve arşivlere dayanarak mekan tefrişlerini, dönemlere göre mekanların kullanımını araştırmakta ve objelerin durum ve hareketlerini yürütmektedir. Bunu tarihî eser taşınır kontrol birimimizle birlikte yapmaktadır. Yayın birimimizde tarihî mekan ve eserlerimizle ilgili sürekli yayınlar yapılmaktadır. Bunlar tanıtım broşürlerinden bilimsel araştırma kitaplarına ve Milli Saraylar dergisine kadar değişmektedir. Zaman zaman İstanbul’un önemli yerlerinde, otobüslerde, billboardlar ve köprülerde tanıtım afişleri asılarak mekanlarımız tanıtılmaktadır. Saray, köşk ve kasırlar tarihî ve kültürel zenginlikleriyle yerli ve yabancı ziyaretçilerin ilgisini çekiyor. Ziyaretçi sayılarına ilişkin bilgi aktarabilir misiniz? Dolmabahçe Sarayı en fazla ziyaretçi alan mekanımızdır. Oransal olarak yabancı ziyaretçimiz yüzde elliden fazladır. Dolmabahçe’nin günlük ziyaretçi sayısı 3-4 bin civarındadır. Toplamda ise son yıllarda ziyaretçi sayımız sürekli artış göstermiştir. 10 yıl önce 7-800 bin gibi olan toplam ziyaretçi sayımız bugün 1,5 milyona ulaşmıştır. Ziyaretçi biletleri en büyük gelir kalemimizi oluşturmaktadır. Son yıllarda kafe ve hediyelik eşya gibi müzecilik hizmetlerimizde kalite ve çeşitlilik olarak büyük bir gelişme kaydedilmiş, ziyaretçi taleplerine büyük oranda cevap vermeye başlanmıştır. Müzecilik hizmetlerimizi dünyadaki benzerleri ile karşılaştırarak sürekli geliştirmeye çalışıyoruz. Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nca hayata geçirilen pek çok proje bulunuyor. 2015 yılındaki projelere ilişkin bilgi verebilir misiniz? 75 “İNGILIZCE, ALMANCA, FRANSIZCA GIBI DILLERDE REHBERLIK HIZMETI VERIYORUZ. OSMANLICA BILEN ELEMANLARIMIZ SON DÖNEM OSMANLI ARŞIVLERINI INCELEYEREK HEM DOĞRU UYGULAMALARI YAPMAMIZI SAĞLIYOR HEM DE AKADEMIK ÇALIŞMALARA ZEMIN HAZIRLIYORLAR.” Beykoz Kasrı 2015 yılı projelerimiz arasında yayın projeleri, Medya Tanıtım böyle yayınlarımızın daha hızlı ve kaliteli baskılarını alabile- Projesi, Ses Sistemi Projesi, Sosyal Medya Projesi, Dergi Pro- ceğiz. İlk örneği de takvimimiz oldu. 2015’in yayın açısından jesi, Yön Levhaları Projesi, Sempozyum Projesi, Kütüphane ve verimli bir yıl olacağını tahmin ediyoruz. Fotoğraf Arşivi Dijitalleştirme Projesi, Tarihî Envanter Projesi, Web Sitesi Projesi, Resim Müzesi Projesi, Sergi, Konser ve Başkanlık’ta kaç personelle hizmet veriliyor? Bu birimde ça- Konferans Projesi, Çocuklara ve Engellilere Dönük Ziyaret lışanların sahip olması gereken nitelikler arasında hangileri Projesi, Sesli Rehberlik Sistemi Projesi sayılabilir. Millî Saraylar ön plana çıkıyor? takvimleri yıllardır kurumlar tarafından aranan bir yayın du- Başkanlığımızda toplam 267 kadrolu personel bulunuyor. rumundadır. 2015 yılı için yeni açılan Resim Müzesi temalı bir Hizmet alımı yoluyla çalışanlarla birlikte yaklaşık 300 kişi takvim hazırladık. 2014 yılında saray, köşk ve kasırlarımızın diyebiliriz. Birimimiz yerli ve yabancı ziyaretçilere ve medya tanıtımı için çok sayıda ve birçok dilde kitapçık ve broşür ya- kuruluşlarına hizmet verdiği için sanat tarihi ve müzecilik yımladık. Meclis matbaamızdaki yenilikler sayesinde bundan bilgisiyle yabancı dil bilgisi öne çıkmaktadır. İngilizce, Al- 76 MECLIS ÇALIŞANLARI manca, Fransızca, İspanyolca, Arapça gibi dillerde rehberlik hizmeti veriyoruz. Araştırma ve arşiv birimlerimizde Osmanlıca bilen elemanlarımız son dönem Osmanlı arşivlerini sürekli inceleyerek hem doğru uygulamaları yapmamızı sağlıyor hem de akademik çalışmalara zemin hazırlıyorlar. Doktorasını yapmış çok sayıda elemanımız bulunmaktadır. Yani birimimiz biraz da enstitü durumundadır. Üniversitelerden gelen araştırmacılara da gereken yardımı yapıyoruz. Tarihî bir ortamda tarihî eserlerle muhatap olan personelin çok özel bir bilgi ve tecrübeye sahip olması gerekiyor. Birinci görevimiz korumaktır. Daha sonra sunum ve tanıtım sistemi geliyor. Bu nedenle koruma memurlarımız kritik bir görev yürütüyorlar. Saray geleneği içinde sorumluluk bilinci oluşmuş durumdadır. Rehberlerimiz tanıtım ve temsil görevini birlikte yürütüyorlar. Saray, köşk ve kasır sorumlularımız ise koruma, tanıtma, temsil gibi bütün özellikleri bir arada göstermek durumundalar. Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı’nda görev yapmanın güzellikleri ve zorluklarına ilişkin değerlendirmelerinizi öğrenebilir miyiz? Görevinizi yaparken unutamadığınız bir anınız varsa bizimle paylaşabilir misiniz? Müzecilik ve Tanıtım Başkanlığı millî mirasımız olan, hatta insanlık mirası olan tarihî eserlerimizin korunması ve tanıtılmasıyla ilgilidir. Bu nedenle çok önemli ve sorumluluk isteyen bir görevdir. Başka devlet görevlerinden önemli farklar içermektedir. Bunun verdiği bir tedirginlik ve hassasiyetle birlikte, bu güzellikler içinde çalışmanın verdiği bir haz duygusu da oluyor. İşinizi severseniz onu zevk alarak yaparsınız. Ben yakınçağ tarihçisi olduğum için burada görev yapmak benim için apayrı bir anlam taşıyor. Kitaplarda, kaynaklarda görülen tarihî olayların geçtiği mekanları ve eş- Küçüksu Kasrı Aynalıkavak Kasrı yaları sürekli yakından görme imkanımız oluyor. Bu bulunmaz bir ayrıcalıktır. Burada yerli ve yabancı ziyaretçilerle olduğu kadar salonlarımızda düzenlenen devlet davetlerinde unutulmaz anlarımız oluyor. Bu noktada bir anımı paylaşabilirim: Yıllar önce İsveç Kralı ve Kraliçesi’nin resmî ziyaret programında Dolmabahçe Sarayı ziyareti de vardı. O zaman saray müdürü idim. Kral ve Kraliçe Dolmabahçe merdivenlerini çıkarken kapıda bekledim. Kapıdan girdiklerinde küçük bir kalabalığın ortasındaki Kral ve Kraliçe’ye yaklaşarak “Hoş geldiniz” dedim ve kendimi tanıttım. Arkasından da şöyle dedim: “Yıllardır Saray’da görev yapıyorum, ilk defa bir kraliçe görüyorum.” Bu sözlerim Kraliçe ve heyette gülüşmeye neden oldu. Onlar unutmuş olabilir, ama benim için önemli bir anı oldu. Saraylarımızın, özellikle Dolmabahçe Sarayımızın önemli bir yanı, zaman zaman yerli ve yabancı çok önemli konukları ağırlamasıdır. Bu da bizim sorumluluğumuzu artıran bir durumdur. 77 TARİH SAHNESİ 1 Şubat 1963 - Bir 2 Şubat 2007 - Birleşmiş Milletler İklim Raporu’nda dünyada insan yaşamını tehdit eden bir ısı artışının olduğu açıklandı. Böylece “küresel ısınma” terimi halk söylemi haline geldi. yolcu uçağı ile askerî uçağın Ankara üzerinde çarpışarak Ulus semtine düşmesi sonucu yüzden fazla kişi yaşamını yitirdi. Olay, tarihe “Ulus Faciası” olarak geçti. ŞUBAT 1 2 5 9 Şubat 1968 - Türkiye’nin ilk kadın trafik polisi Fikriye Yavuz, Eminönü Meydanı’nda göreve başladı. 9 11 5 Şubat 1932 1 Şubat 2013 - Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’nde canlı bomba kaynaklı büyük bir patlama yaşandı. Vize almak için gelenlerin giriş yaptığı kapıda meydana gelen olayda iki kişi hayatını kaybetti. 78 - Dinde reform, ibadetin Türkçeleştirilmesi girişimleriyle ilk Türkçe hutbe Süleymaniye Camii’nde okundu. 11 Şubat 1936 İstanbul’da meydana gelen kar fırtınasında yüzlerce deniz aracı sulara gömüldü, binalar yıkıldı, ağaçlar devrildi. 24 Şubat 1977 - Dünyaca ünlü Türk bilim adamı ve Yale Üniversitesi öğretim görevlisi Prof. Dr. Feza Gürsey, parçacık fiziğine yaptığı katkılardan dolayı Oppenheimer Ödülü ile Einstein Madalyası’na değer görüldü. 17 Şubat 1996 - Rus asıllı dünya satranç şampiyonu Garry Kasparov’u yenmek üzere büyük bir teknoloji şirketi tarafından geliştirilen “Deep Blue” adlı bilgisayar, büyükustaya yenildi. 17 23 29 Şubat 1980 Sadece 29 Şubat günlerinde yayımlanan bir Fransız gazetesi olan La Bougie du Sapeur’ün ilk sayısı çıktı. 24 26 29 26 Şubat 1992 - Karabağ Savaşı sırasında, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Karabağ bölgesindeki Hocalı kasabasında yaşayan Azeri siviller, Ermenistan’a bağlı kuvvetler tarafından katledildi. 23 Şubat 1997 - Genetik kopyalama yöntemiyle yetişkin bir canlı hücresinin klonlandığı ve başarıya ulaşıldığı dünyaya duyuruldu. “Yılın buluşu” olarak nitelendirilen olay sonucu, 5 Temmuz 1996’da Dolly adlı koyun doğmuştu. 79 29 ŞUBAT 365,2242 GÜNÜN GÜNAH KEÇISI PINAR ÜNSAL J ulius Caesar… Korkusuz bir asker, politikadaki başarıları yadsınamaz bir siyasetçi, rivayete göre iyi bir hatip ve yazar. Ona yakıştırılan “Dünya tarihinin en etkili insanlarından biri” sözü de hiç abartı değil. Julius Caesar tarihi değiştirdi; hem de her anlamda. Mevsim kaymalarını düzeltmek amacıyla artık yıl formülünün uygulandığı Jülyen Takvimi’ni Caesar’ın oluşturduğu iddia ediliyor. Pek çok sıfatla onurlandırılmış, ölümünden sonra Senato tarafından “Roma tanrısı” ilan edilmiş Caesar, halkı tarafından sanki her sorunun çözümüymüş gibi algılanmış binlerce yıl önce. Takvimin mucidi olarak anılmasının da nedeni bu. Ancak Jülyen Takvimi’yle 80 ilgili kabul edilen görüş Julius Caesar’ın bu takvimi dönemin astronomu Sosigenes’e hazırlattığı yönünde. Sosigenes 1 yılın 12 ay kalabilmesi için ayları 6 ay 30, 6 ay 31 çekecek şekilde düzenlemiş. Bu hesaba göre bir yıl 366 gün etmiş. 365 gün olabilmesi için yılın son ayından 1 gün çıkarılması formülü bulunmuş. Roma Takvimi’ne göre yılın son ayının şubat olması nedeniyle her dört yılda bir bu ayın 30, diğer yıllarda 29 günden meydana gelmesi kararlaştırılmış. Julius Caesar’ın kendi adını verdiği ay olan july (temmuz) Sosigenes’in takvimine göre 31 çekiyor. Tarih sahnesine Roma İmparatoru Augustus çıktığında temmuzdan sonra gelen ve takvimdeki adı “sextilis” olan ay august (ağustos) olarak değiştiriliyor. Dünyaya hükmeden bir devletin imparatoru olunca tarihi parmağında oynatabiliyor tabii insan. Zira Augustus 30 gün çeken ağustos ayının 31 çekmesini istiyor. Sözümona amcası Julius Caesar’ı kıskanıyor. Koca devleti yöneten, oyun oynar gibi ülke fetheden, emrine binlerce askerin canını feda edebileceği, üstelik bütün dünyanın askerî ve siyasi anlamda saygı duyduğu birine kıskanç demek hiç yakışık almamış. Ancak Augustus’un neden takvime dair tüm kuralları yıkarak ağustos ayının 31 çekmesini istediğine de başka açıklama bulunamamış. Yeni takvime göre yılda 7 ayın 31, 4 ayın 30, 1 ayın 29 çekmesi eski formülü değiştirmeyi gerektiriyordu. Kabak yine yılın son ayı olan şubatın başına patladı. Ondan bir gün daha çalınmasıyla bu ay 28, her dört yılda bir ise 29 çekecekti. KIM, NE ZAMAN, NEYE DAYANARAK SEÇTI; BIZ NIYE DUYMADIK DIYE SORUYORUZ BELKI, AMA AMERIKA’NIN TEKSAS EYALETI DÜNYANIN ARTIK YIL BAŞKENTI’YMIŞ. HER DÖRT YILDA BIR BURADA ARTIK YILIN ŞEREFINE ÇEŞITLI EĞLENCELER DÜZENLENIYORMUŞ. ARTIK YILIN BIR SIMGESI BILE VARMIŞ; KURBAĞA. Yeter ki gel, dört yılda bir Şubat ayının 28 günden oluşması, yalnızca dört yılda bir kere 29 çekmesi yaklaşık iki bin yıl önceki Roma imparatorlarıyla alakalı. Ancak 29 Şubat, bazı toplumlar tarafından çok önemli bir günmüş muamelesi görmüş, görüyor. Bazıları bu günün şans getirdiğine inanırken bir kısmı uğursuz olduğunu düşünüyor. Astrologlar ise 29 Şubat doğumluların çok özel yeteneklere sahip olduğunu iddia ediyor. Amerika, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde yalnızca 29 Şubat’ta yapılan aktiviteler mevcut. Ancak bu güne duyulan hassasiyet hiçbir yerde İskandinav ülkelerinde olduğu kadar değil. Örneğin İrlanda’da 29 Şubat’ta Bekarlar Günü (Bachelor’s Day) kutlanıyor. Dünyada erkeğin kadına evlenme teklif etmesi yaygın görüşünün aksine bu günde yalnızca kadınlar teklif ediyor. Bu geleneğin çıkış noktası ise İskoçya. 29 Şubat’a denk gelen bir günde İskoçyalı bir kadın âşık olduğu adama evlenme teklif etmiş, ancak adam kabul etmemiş. Kadın o kadar üzülmüş ki olay İskoç Kraliçesi tarafından bile duyulmuş. Rivayete göre kraliçe adamın reddettiği kadını öperek cezalandırılmasını istemiş. 16. yüzyılda çevre ülkelere de yayılan bu geleneğe göre Danimarka’da kadın reddetmenin cezası on iki çift eldiven, Finlandiya’da ise bir top kumaş olmuş. Bekarlar Günü çağımızda yalnızca İrlanda ve İskoçya’da kutlanıyor. Kim, ne zaman, neye dayanarak seçti; biz niye duymadık diye soruyoruz belki, ama Amerika’nın Teksas eyaleti dünyanın Artık Yıl Başkenti’ymiş. Her dört yılda bir burada artık yılın şerefine çeşitli eğlenceler düzenleniyormuş. Artık yılın bir simgesi bile varmış; kurbağa. Fransa’da 1980 yılından beri yayımlanan La Bougie du Sapeur adlı bir gazete bulunuyor. Gazetenin 9. sayısı 29 Şubat 2012’de çıkarılmış. Yalnızca 29 Şubat günlerinde basılan bu yayının La Bougie du Sapeur-Dimanche adlı bir eki de mevcut. 29 Şubat’a rastlayan pazar günleri sunulan bu ek 28 yılda bir kere okuyucuyla buluşuyor. Bu artık yıl meselesi dünya tarafından çok önemseniyor gibi görünüyor. Halbuki Marduk gezegeni gibi 3661 yılda bir kere dünyaya yakın geçmiyor ki; dört yılda bir zaten geliyor. 29 Şubat’ın uğursuz sayılması ise ayrı bir batıl; maaşların bir gün geç alınmasından başka bir sevilmeme nedeni olmamalı bu günün. Türkiye’de de pek hoşlanılmıyor 29 Şubat’tan; zira tıpkı Yunanistan’da olduğu gibi bu günde nikah salonları boş kalıyormuş. Nedeni, günün uğursuz olduğuna inanılmasından ziyade çiftlerin dört senede bir yıldönümü kutlamak istememesi olsa gerek. 81 ANADOLU EZGILERIYLE AVRUPA’YI FETHEDEN MAESTRO CEMAL REŞİT REY 82 “UYGARLIK DORUĞUNUN MERDIVENI SANAT”SA EĞER, GENÇ CUMHURIYET YILLARINDA CEMAL REŞIT REY, BU MERDIVENIN DEV BIR BASAMAĞIYDI. YURT DIŞI EĞITIMI, YETENEĞI VE TÜRK EZGILERINI SENTEZLEYEREK ÇAĞDAŞ TÜRK MÜZIĞI’NE BÜYÜK KATKILAR SAĞLAYAN REY, AVRUPA’YI KENDINE HAYRAN BIRAKMIŞ BÜYÜK BIR BESTECIYDI AYNI ZAMANDA. BOŞUNA DEMEMIŞTI MEŞHUR PIYANIST ALFRED CORTOT, CEMAL REŞIT DAHA KÜÇÜK BIR ÇOCUKKEN ONUN ANNESINE “MADAM, BILINIZ KI OĞLUNUZ SIYAH TUŞLARDA BIZIM BEYAZ TUŞLARDA ÇALDIĞIMIZ GIBI ÇALIYOR.” GÖKÇE DORU Ü ç büyük dinin de kutsal saydığı, tarih boyunca onlarca defa işgal edilmiş, bir türlü paylaşılamayan Kudüs toprakları bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nundu. Babasının bu şehirde mutasarrıf olarak görev yapması dolayısıyla Cemal Reşit Rey, Kudüs’te doğmuştu. Belki de doğduğu gün takdis edilmişti. Cemal Reşit’in oyuncağı topaç, çamur, bilye değil, bir akordeondu. Babasının tayini çıkıp da İstanbul’a geldiklerinde, 5 yaşında daha büyük bir oyuncağı oldu; piyano. Başkentin imkanları elbette Osmanlı’nın diğer bütün şehirlerinden daha fazlaydı. Ancak o yıllarda adeta bir sanatçı fabrikası gibi olan Paris’ten daha çok değil. Galatasaray Lisesi’nde okurken babasının görevi nedeniyle Paris’e taşınan Cemal Reşit, kendi müzik kariyeri için dünyanın en doğru yerindeydi bir anlamda. Dönemin en büyük bestecisi kabul edilen Gustav Mahler’in yönettiği orkestrayı dinleme şerefine erişecek, Paris Konservatuvarı’nda eğitim görecek ve Gabriel Fauré gibi Fransa’nın en meşhur müzisyenlerinden birine yeteneğini gösterme fırsatı bulacaktı. Gabriel Fauré, Paris Konservatuvarı’nın müdürüydü aynı zamanda. Cemal Reşit’i dinledikten sonra okulun hem pedagoğu hem de piyanisti olan Marguerite Long’u aramış, “Madam, size bir Türk çocuğu gönderiyorum ve hiçbir şey söylemiyorum, kendiniz göreceksiniz” demişti. I. Dünya Savaşı yalnızca yüz binlerce ölüme yol açmakla kalmamış, ekonomiye, doğaya, sanata, bilime, edebiyata tarifi mümkün olmayan zararlar vermişti. Bir şahsın hikayesinden yola çıkarak bile zararın büyüklüğünü tahmin edebilmek mümkündü. Yeteneğiyle ünlü bir besteciyi kendine hayran bırakan bir çocuk, savaş yüzünden eğitimini yarım bırakıp Paris’ten ayrılmak zorunda kalmıştı. Kültür şehri Paris, savaş yıllarında insan öldürme sanatına dair stratejilerin üretildiği bir karargah, daha çok toprak uğruna çeşitli oyunların planlandığı bir merkezdi artık. Ahmet Reşit Bey ve ailesinin savaş nedeniyle Cenevre’ye yerleşmesinin ardından Cemal Reşit, Cenevre Konservatuvarı’na devam etti. Ancak 1919 yılında babasının Osmanlı Dahiliye Nazırlığı’na atanmasının ardından ailecek yeniden İstanbul’a geldiler. Gabriel Fauré, Cemal Reşit Paris Konservatuvarı’ndayken Ahmet Reşit Bey’e “Oğlunuz hayatta müzikten başka hiçbir şey yapamaz” demişti. Oğlunun yeteneğinin farkında olan Ahmet Reşit Bey, İstanbul’da ona hemen bir piyano öğretmeni tutarak eğitimine devam etmesini istemişti. Lakin Cemal Reşit’in müzik 83 bilgisi öğretmeninkinden daha fazlaydı; bunun üzerine ne yapıp edip tek başına Paris’e gönderildi. Cemal Reşit burada Marguerite Long’la yeniden, hem de daha uzun bir süre çalışma fırsatı buldu. Paris’te yeteneği ve besteleriyle dikkat çeken Cemil Reşit, Dârülelhan’da eğitim vermesi için İstanbul’a çağrıldı. Avrupa’da onu büyük bir kariyer beklese de kendi ülkesi için çalışmak ve müzik eğitimi vermek Cemil Reşit için bir gurur kaynağıydı. Çıktı açık alınla… Cemal Reşit’in ülkeye dönmesi Cumhuriyet’in ilanından sonraya rastlar. Bu yıllarda Batılı anlamda bir müziğe yöneliş söz konusudur. Okullarda melodi eğitimi dümteka, segah, yegah sistemiyle değil re, mi, fa, sol gibi notalarla verilmeye başlamıştır. Dârülelhan yerine konservatuvar deniliyor ve müzik eğitimi ciddiye alınıyordur artık. Paris Senfoni Orkestrası, Viyana Senfoni Orkestrası, Floransa Palazzo Pitti Orkestrası, Madrid Senfoni Orkestrası gibi dünyanın en bilinen orkestralarını yönetmiş Cemal Reşit Rey, Türkiye’de eğitmenlik yapmaya başladığı yıllarda bir hayli zorlanır. Giyimi, görgüsü, bir Fransız beyefendisi kibarlığı çok takdir edilmektedir, ancak öğrencileri tarafından çok sert ve zor beğenen biri olduğu söylenerek eleştirilmektedir aynı zamanda. Maestro gerçekten de zoru sevmektedir, Avrupalı bir müzisyenin beğenilerine sahiptir; 84 ne de olsa Mozart, Chopin, Bach gibi dev müzesiyenlerin etkisi altındaki okullarda yetişmiştir. 1925 yılına kadar Rey’in eserleri Fransız müziği ağır bastığı için özgün olarak değerlendirilmez ve Türkiye’de yeteri kadar meşhur olmaz. “La Geisha”, “Yann Marek”, “Köyde Bir Facia”, “Zeybek” gibi operaları yazan Rey, diyaloglarını ağabeyi Ekrem Reşit Rey’in kaleme aldığı “Lüküs Hayat” operetinin ardından adı yalnızca sanatla ilgilenenlerin değil, ülkedeki tüm aydınların da bildiği bir isim haline gelir. Halk ezgilerini çağdaş müzikle birleştirerek ortaya koyduğu özgün eserler onun kendi çizgisini yakalamasıdır artık. 1925 yılında yazdığı “12 Anadolu Türküsü” adlı eseri, Avrupa’da pek çok orkestra tarafından seslendirilir. Bu yapıtın içindeki “Kel Emini Vurdular”, “On İkidir Efeler”, “Ayın On Dördü”, “Karşı Be Karşı” eserleri Paris tiyatrolarında söyletilir. Keza, yine halk ezgilerini kullanarak ortaya çıkardığı bir opera olan “Bebek Efsanesi” de Avrupa’da çok beğenilir. Cemal Reşit Rey’in besteleriyle Türkiye adını dünyaya duyurması bir yana ülkesi için yazdığı marş, ölümünün ardından da büyük bir saygıyla anılmasına neden olacaktır. İstiklal Marşı’ndan sonra belki de en akılda kalan ve ezbere bilinen “Onuncu Yıl Marşı”, Rey’i Türk halkı için ölümsüzleştiren bir eserdir. Cemal Reşit Rey güftesini Faruk Nafiz Çamlıbel ve Behçet Kemal Çağlar’ın CEMAL REŞIT REY’IN BESTELERIYLE TÜRKIYE ADINI DÜNYAYA DUYURMASI BIR YANA ÜLKESI IÇIN YAZDIĞI MARŞ, ÖLÜMÜNÜN ARDINDAN DA BÜYÜK BIR SAYGIYLA ANILMASINA NEDEN OLACAKTIR. İSTIKLAL MARŞI’NDAN SONRA BELKI DE EN AKILDA KALAN VE EZBERE BILINEN “ONUNCU YIL MARŞI”, REY’I TÜRK HALKI IÇIN ÖLÜMSÜZLEŞTIREN BIR ESERDIR. yazdığı eser için beste yapmasını şöyle anlatır: “(...) Oturdum düşünmeye başladım. Hangi melodiyi yakalasam biraderime beğendiremiyordum. Nihayet mehter takımı ritmi geldi aklıma. Ve biraderime de en sonunda beğendirebildim. Besteyi tamamladıktan sonra Ankara’ya, gerekli erkana dinletmeye gittim. Piyanoda kendim eşlik ederek söyledim.” “Onuncu Yıl Marşı”nın Ankara’daki devlet büyükleri tarafından seçilmesi hiç de kolay olmaz aslında. Dönemin Millî Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, “cumhuriyet” sözünün geçtiği yerde notanın minöre geçmesi nedeniyle Rey’e şu soruyu yöneltir: “(…) Malum, minör küçük demektir. Yoksa siz Cumhuriyeti küçük mü görüyorsunuz?” Cemal Reşit Rey o güne dair anılarında, bu sorunun sorulduğu an salonun kafasına yıkılmış gibi hissettiğini anlatır. Rey’in Arıkan’a cevabı şudur: “Beethoven Napolyon’un kahramanlıklarına hayrandı. Ona adadığı ‘Eroica’, kahramanlık senfonisinin ikinci bölümü de do minör tonundadır. Sanıyor musunuz ki Beethoven Napolyon’u küçük görüyordu?” “Onuncu Yıl Marşı”, ülkemiz için çok değerli. Rey’in hayatı boyunca verdiği diğer eserler ise onun tüm dünyada büyük bir sanatçı olarak anılmasına fazlasıyla yetiyor. 1985 yılındaki ölümüne kadar pek çok ödül ve devlet nişanına layık görülmüş maestro, ülkenin en ihtiyacı olduğu zamanlarda onun adını dünyaya duyurmuş, Türk ezgilerini Avrupa’yla tanıştırmıştır. Belki de bugün dünyaca meşhur piyanistlerimize Rey’in sihirli parmakları değmiştir. 85 YEDI GÜZEL ADAM’IN “AĞA”SI: M. AKIF İNAN ERBAY KÜCET 1 976 yılının soğuk bir Ankara akşamında, Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü öğrencileri kürsüdeki sesi dinliyordu. Güneydoğu aksanlı bu tok ses, Yenidevir gazetesindeki “Çizgiler” adlı entelektüel köşesinde fikir, edebiyat ve sanatla ilgili yazılar kaleme alan M. Akif İnan’dı. Onu üniversite yıllarımda tanıma bahtiyarlığına erişenlerdenim. Hayatımın onu tanıdıktan sonraki dönemlerinde tavır, duruş ve düşünce adına ne kazanımım olduysa hocamın etkisiyledir. Onunla her konuşmamda heybetli duruşuna hayranlığım, sevgim ve saygım bir kat daha artardı. Necip Fazıl Kısakürek üstadımızın yanında bulunarak onun fikrî ve sanatsal damarından yararlanmış M. Akif İnan’ı ders anlatırken dinleme şansına erişmek hem mutluluk hem de heyecan veriyordu. Onu ilk gördüğüm gün tavrı ve duruşu ile beni etkisi altına almıştı. Öğrenci-öğretmen ilişkimiz sırasında unutulmayan günlerimiz elbette olmuştur. Ancak merhum ile sendikal birlikteliğimize dair anılarımız daha çoktur. Bir de birlikte yayın kurulu üyesi olduğumuz Gençlik dergisindeki toplantılar sırasında yaptığımız özel sohbetler bizi daha da yakınlaştırmıştır. M. Akif İnan ile Kızılay Selanik Caddesi’ndeki Mavera dergisi bürosunda da sıklıkla bir araya gelir, edebiyat ve sanat sohbetlerinde bulunurduk. Gel denize yaslan yalnız denize / Sırrını denizler taşır insanın dizelerinin yazarı İnan, yaşadığı toplumun trajedisini şair duyarlılığı ile derinden hisseden, hem yazı hem de eylemleriyle uygarlığımızın evrensel değer ve ilkelerini hayata geçirme çabası içinde olan biriydi. Onun mücadelesinin en önemli yönlerinden biri de sivil toplum örgütlerindeki aktif rolüydü. O, şiirini ve sesini yerli düşüncenin fikrî imkanlarıyla ve özgün bir duruşla destekledi, tanımladı. Onun yaptıkları ve yazdıklarında çok ciddi bir biçimde düşünülmesi gereken önem ve önceliğe sahip hususlar olduğuna inanmamız gerekir. 86 Babacan tavrı, çelebi mizacı, tok sesi ve konuşma üslubuyla güçlü bir hatip olan Akif İnan’ın en dikkat çeken özelliği bir “ideal adamı” oluşudur. Uzun yıllar bağlılık ve birliktelik tesis ettiği Necip Fazıl ekseninde, hayatının bütün safhalarında o idealin mücadelesini sürdürmüş, kendisinden sonra gelecek olanlar için bir mücadele adamı kimliğiyle örnek olmuştur. Ülkenin en hareketli günlerinde hak, hukuk ve halktan yana önemli işlevlerle sendikal çalışmasını sürdüren Akif İnan’ın en önemli özelliği ise şair oluşudur elbette. Güdümlü şiire prim vermeden kendine ait olan kulvarda yürümüştür. “Akşamın Kılıçları”nda Toprağın altına yürüsem bir gün kurtulsam aklımın işkencesinden derken, “Şafak” şiirinde Kim demiş her şeyin bitişi ölüm, destanlar yazılır mezarımızdan dizeleriyle kendisine bir nevi cevap verir. “Umut Gazeli”nde Bir zırha büründüm bu çağa karşı diyerek zulmün, işkencenin, sömürünün, yoksulluk ve sefaletin zirvede olduğu, aydınlatma araçları arttıkça insan kişiliğine yayılan karanlığın şiddetlendiği bu çağa karşı duruşunu ifade eder. DEMOKRATIKLEŞME VE INSAN HAKLARI, MERHUM AKIF INAN’IN EN ÇOK VURGU YAPTIĞI KONULARIN BAŞINDA GELIYORDU. DÜŞÜNSEL PLANDAKI TEZLERIN BIR SIVIL TOPLUM HAREKETI OLAN SENDIKACILIKTA HAYATA GEÇIRILEBILECEĞINE, YANI DÜŞÜNCE PLANINDAN EYLEM VE ETKINLIĞE GEÇMENIN GEREKLILIĞINE INANIYORDU. Akif İnan şiir kitapları, fikir eserleri ve kurucusu olduğu sivil toplum kuruluşu ile kozasını ördü. Öğretmen olarak çok sayıda talebe yetiştirdi. Az ve öz yazdı. Onun şiirinin özünü duygu ve lirizm değil, düşünce ve tefekkür teşkil etti. Bütün heyecanlarını hemşehrisi şair Nabi gibi hikmete büründürmeye çalıştı. En iyi anlatış artık susmaktır / Her eylem yeniden diriltir beni diyen İnan, 1960’lı yıllar ve sonrasında Türk Ocağı çevresi başta olmak üzere birçok edebiyat ve sanat çevresinde bulunmuştur. Akif İnan’ın, Türk Ocağı’nda yüklendiği görevinden ötürü Hamdullah Suphi, Osman Turan, Emin Bilgiç ve Arif Nihat Asya gibi isimlerle olan hatıraları bir dönemin kavranması bakımından önem arz etmektedir. Merhum, istikamet sahibi idi. Doğru bildiğini işler, doğru olanı söyler ve doğru yolda yürünmesi için asabiyet gösterirdi. Sözünü sakınmayan insanlardandı. Ne var ki sözünü sakınmamak çoğu insanı kabalığa iterken, Akif Hoca nezaketi asla elden bırakmazdı. Demokrasinin, sivil toplumun, sendikal hareketin gereğini bilir, bu kurumların sadece güçlenmesini değil, ülke sorunlarına yönelik gündem oluşturmasını, ağırlığını hissettirmesini de savunurdu. Gerektiği takdirde siyaset kültürünü eleştirir, sendikalar gibi partilerin de güç birliği ve diyalog içinde olması gerektiğini iddia ederdi. Demokratikleşme ve insan hakları konusu merhum Akif Bey’in en çok vurgu yaptığı konuların başında geliyordu. Düşünsel plandaki tezlerin bir sivil toplum hareketi olan sendikacılıkta hayata geçirilebileceğine, yani düşünce planından eylem ve etkinliğe geçmenin gerekliliğine inanıyordu. Ulusal sorunların sivil toplum örgütlerince sahiplenmesini çok önemsiyordu. Bu anlamda düzenlenen toplantılarda, bir toplum için adaletin önemini vurguluyor, kin ve düşmanlık üretenlerin kârlı çıkmayacaklarının, hoşgörüden, iyiden, güzelden, doğrudan, hakkaniyetten, insaniyetten ve mertlikten yana olmanın altını çiziyordu. Akif İnan, arkasında fazla bir şiir ve yazı birikimi bırakmadan bu dünyadan ayrıldı. Zaten şiiri nadir ele geçen bir kıvam noktası olarak gördüğünden mutmaindi. “Zaman” şiirinde Büyük rüyalarla geçmişse ömür, hiç yanmam ölümün her çeşidine diyen Akif İnan’a göre ancak “Rahmetle anılmak ebediyettir.” Sanıyorum sevenleri ve dostları, ona bol bol “rahmet bulutu” gönderiyordur. Yazımı onun herkesi yakasından tutup sarsacağına inanarak söylediği şu beyitiyle bitiriyorum: Zikriyle, şükriyle, fikriyle sen ey / Önüne serilmiş sonsuza karşı ( Doğrul Bana-Tenha Sözler). 87 KİTAP BOĞAZ’DAKI BEYAZ RUSLAR SVETLANA UTURGAURI ÇEVIREN: UĞUR BÜKE TARIHÇI KITABEVI İSTANBUL, 2015 312 S. Rusya Bilimler Akademisi’nde Türkoloji profesörü olan Svetlana Uturgauri’nin çalışması Boğaz’daki Beyaz Ruslar, az bilinen bir konuya ışık tutan titiz bir tarih çalışması. Kitap 1917 senesinde Çarlık sisteminin yıkılmasının ardından çeşitli sebeplerle kendisine yeni bir hayat kurmak zorunda kalan Ruslardan İstanbul’a sığınanları konu ediyor. Onların İstanbul’da tecrübe ettiği olaylar, karşılaştığı zorluklar ve kendilerine çizdiği yolu tarihî belgelere dayandırarak aktaran eser hem meraklıları için bir kaynak hem de tarih araştırmacıları için bir referans niteliğinde. TOHUMLARIN VALSI KEMAL URAL ŞULE YAYINLARI İSTANBUL, 2014 352 S. Dünya gezegeninde bir yolcu olduğunu söyleyen Kemal Ural’ın Küçük Şey Yoktur ve Bir’in Sırrı adlı kitaplarının ardından yayın hayatımıza giren Tohumların Valsi’nde, çocuğu anlamanın evreni anlamakla eşdeğer olduğu üzerine yoğunlaşılmış. Unutulan hassalarımıza yer verilen kitaptaki kahramanlar hep çocuklar: Enes, Ayşe, Fatma, Bengü, Ayhan, Ahmet, Ser’a... Varoluşla ilgili kısa öykülerle süslenen eser, insan kalbinin gizli lambalarını yakıyor. ŞIIRLER AHMET MUHIP DIRANAS EVEREST YAYINLARI İSTANBUL, 2015 170 S. Ahmet Haşim ve Ahmet Hamdi Tanpınar etkileriyle Fransız şiiri ve Divan şiiri geleneğini bir araya getirerek kendine has bir üslup yaratan, hece şiirinin son temsilcilerinden Ahmet Muhip Dıranas’ın bütün eserlerinin derlendiği Şiirler, kendisinden sonraki kuşaklar üzerinde önemli bir etki bırakan şairin sevenleri için başucu eseri niteliğinde. Kitap, oyun yazarlığı ve çevirmenlik yönü de olan Dıranas’ın eserleriyle tanışmak isteyenler için de güzel bir fırsat. 88 ÖMRÜM ANKARA D. MEHMET DOĞAN YAZAR YAYINLARI ANKARA, 2015 368 S. Gerçek Ankara’nın bir meçhul olduğunu bilenlerden olan D. Mehmet Doğan, Ankara’nın tarihimizdeki yeri, kültürü, iktisadı, mimarisi, musikisi ve yaşayışına farklı üslubu ve muhtevası ile dikkat çekiyor Ömrüm Ankara kitabında. Bu eserle Ankara keçisinden sof ticaretine, çiğdemden Ankara kedisine kadar şehirle ilgili unutulanları veya unutulmaya yüz tutanları belli bir yaş grubunun hatırlamasına vesile olan Doğan, yer yer şehir ve yerel yönetim tenkitlerini mizah dilini kullanarak ifade ediyor. Ömrüm Ankara, Hacı Bayram Camii, Kurşunlu Han, Cenab-ı Ahmet Camii, Arslanhane Camii, Samanpazarı, Koyunpazarı, Atpazarı, Pirinç Han, Ankara oyunları, seğmenler gibi konuları D. Mehmet Doğan’ın kaleminden okumayı isteyenleri bekliyor. ÇUKULATA-ÇIKOLATANIN YERLI TARIHI SAADET ÖZEN YAPI KREDI YAYINLARI İSTANBUL, 2014 240 S. Sevmeyeninin zor bulunduğu çikolatanın ülkemizdeki serüveni Saadet Özen ile ilk defa tarihsel bir çalışma çerçevesinde kağıda dökülüyor. İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü mezunu yazar, çevirmen, belgesel yönetmeni ve araştırmacı Saadet Özen’in Çukulata-Çikolatanın Yerli Tarihi adlı eseri, Osmanlı döneminden başlayıp yakın geçmişe uzanan geniş bir zaman dilimi içerisinde çikolatanın toplumsal yolculuğunu inceliyor. Analizini çikolatanın tanıtım şekilleri ve nasıl algılandığı üzerine anekdotlarla zenginleştiren yazar, bu muhteşem yiyeceğe hak ettiği itibarı da gösteriyor. KUŞ UÇAR KERVAN GEÇER F. HANDE TOPBAŞ ŞULE YAYINLARI İSTANBUL, 2014 211 S. Gezi yazılarından hoşlananların beğeniyle okuyacağı bir kitap Kuş Uçar Kervan Geçer. Yazarın sadece gezip gördüğü yerlerde değil, hayal dünyasında da gezintiye çıkaran eser, bir kısmını belki de ziyaret ettiğiniz mekanlarla ilgili edebi anlatılar içeriyor. “Kuşların ulaştığı, kervanların geçtiği her köşeyi görmek istediğimde yedi yaşındaydım. Önce rüyalarımda seyahat ettim. Sonra hayallerim benimle yol aldı” diyor yazar. Kuş Uçar Kervan Geçer, koltuğunuza yaslanmış çayınızı yudumlarken sizi keyifli bir yolculuğa davet ediyor. İyi seyahatler... 89 MÜZİK YASEMEN - SAZ ESERLERI SEMAI PEŞREVLER YAVUZ PLAK Türk Sanat Müziği’nin en keyifli örneklerinden olan saz peşrevlerini bir araya toplayan ve on sekiz parçadan oluşan Yasemen – Saz Eserleri Semai Peşrevler, dinleyicilerini zamanda bir yolculuğa çıkarmayı vadederken bir yandan da geleneksel müziğimizin üslup zenginliğini ortaya koyuyor. Farklı makamlardan eserlerin değerli Türk Sanat Müziği sanatçıları tarafından icra edildiği albüm kanun, ney, keman, tambur ve ud ziyafeti sunuyor. SIBELIUS: COMPLETE SYMPHONIES SIMON RATTLE, CITY OF BIRMINGHAM SYMPHONY ORCHESTRA WARNER CLASSICS Sibelius: Complete Symphonies, dünyanın en prestijli sanat okullarından Sibelius Akademisi’ne adını veren, senfonilerin “cihan gibi olup her şeyi sarmalaması” gerektiğini dile getiren besteci Jean Sibelius’un senfonilerinden oluşuyor. Albümde Finlandiya’nın Klasik Batı Müziği’ne en büyük armağanı olan Sibelius’un eserleri dünyanın sayılı şefleri arasında yer alan Sir unvanlı Simon Rattle’ın yönettiği Birmingham Senfoni Orkestrası tarafından yorumlanmış. Dört CD’den oluşan albümde ünlü Fin bestecinin bütün senfonilerini dinlemek mümkün. ÇERKES DÜĞÜNÜ (PSHINAO DJAGU) LOSAN TIMUR KALAN MÜZIK Çerkes müziğinin kıymetli müzisyenlerinden söz yazarı ve besteci Losan Timur, Çerkes Düğünü (Pshinao Djagu) albümünde sanatsal birikimini söz ve müzikleri kendisine ait on altı parçayla ortaya koyuyor. Çerkes sanatçılar tarafından seslendirilen eserler sayesinde hem Çerkes dil ve ezgilerini keşfetmek hem de yok olmuş bir Çerkes topluluğu olan Ubıhların kültürünü daha yakından tanımak mümkün. 90 NEDEN TARKOVSKI OLAMIYORUM... FİLM SENARYO: MURAT DÜZGÜNOĞLU, ŞEBNEM VITRINEL YÖNETMEN: MURAT DÜZGÜNOĞLU OYUNCULAR: TANSU BIÇER, MENDERES SAMANCILAR, SACIDE TAŞANER, ESRA KIZILDOĞAN, VUSLAT SARAÇOĞLU YAPIM: 2014, TÜRKIYE TÜR: DRAMA, KOMEDI Bir yandan maddi sıkıntılarla boğuşurken bir yandan da film yapma hayalinin peşini bırakmayan Bahadır’ın (Tansu Biçer) hikayesinin anlatıldığı “Neden Tarkovski Olamıyorum” filminin adı, sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden olan ve “sanat filmi” olarak adlandırılagelmiş türün en iyi örneklerini veren isimler arasında yer alan Rus yönetmen Andrey Tarkovski’ye bir gönderme içeriyor. Bahadır’ın “Tarkovski gibi” film çekme isteği ile ailesi ve sevdiklerinin beklentilerini karşılama zorunluluğu arasındaki zıtlığı konu edinen film, yönetmen adayının ikilemlerini ve talihsizliklerini trajikomik bir şekilde ele alıyor. İlk gösterimi geçtiğimiz sene Altın Koza Film Festivali’nde yapılan “Neden Tarkovski Olamıyorum”un başrol oyuncusu Tansu Biçer, aynı festivalde En İyi Erkek Oyuncu Ödülü kazanmıştı. ARAYIŞ THE SEARCH SENARYO: MICHEL HAZANAVICIUS YÖNETMEN: MICHEL HAZANAVICIUS OYUNCULAR: BÉRÉNICE BEJO, ANNETTE BENING, MAKSIM EMELYANOV, ABDULKHALIM MAMATSUIEV, ZUKHRA DUISHVILI YAPIM: 2014, FRANSA-GÜRCISTAN TÜR: DRAM, SAVAŞ İkinci Çeçen Savaşı yıllarında geçen “Arayış”, savaşta anne ve babası öldürülen, ablası ise kaybolan Hadji ile bölgede çalışan Carole’ın hikayesini anlatıyor. Hadji, aynı kaderi paylaştığı bir grup insanla güvenli bir yere sığınmak için kaçarken kendisini şehirde bulur. Burası, yakın bir ilişki kuracağı Carole ile karşılaşacağı yerdir. Hadji, Carole’ın koruması altındayken ablası Raissa da onu aramaktadır. İkilinin bir araya gelip gelemeyeceği meselesi genç asker Kolia’nın hikayeye dahil olmasıyla daha da karmaşık bir hal alacaktır. Filmin Fransız yönetmeni Michel Hazanavicius, yine Bérénice Bejo’nun rol aldığı “Artist” filmiyle 2012 senesinde En İyi Yönetmen Ödülü’nü kazanmıştı. 91 VEKİLLER NE OKUYOR NE IZLIYOR ŞAFAK PAVEY - CHP İSTANBUL MILLETVEKILI Her iyi roman okuru gibi zeki polisiyeleri çok severim. Hemen arkasından tarih araştırmaları gelir. Her zaman elimde bir Aziz Nesin kitabı olur. Şu günlerde ihtiyaç olduğu için Zübük’ü tekrar okuyorum. Son olarak David Harvey’in Rebel Cities’ini bitirdim. Richard Flanagan’ın The Narrow Road to the Deep North kitabı ise çantamda okunmayı bekliyor. Sinema ne yazık ki siyasete başladığım günden bu yana hayatımdan çıktı. Birlikte yürümediğini anladım. Çünkü sinemaya gidecek kadar kendinize ayıracak kaliteli bir zaman bulduğunuzda, asıl sorumlu olduklarınıza ait zamanı kullanıyormuş duygusuna kapılıyorsunuz. Köleliğin hukuksal mücadelesini muhteşem bir başarıyla anlattığı için “Lincoln” filminden çok etkilendiğimi belirtmek isterim. Caz ve türkü arasında gezinen biriyim. Her ikisinin bambaşka coğrafyalarda, ama sahiplerine bakınca aynı ortak hüzünden doğduğuna inanıyorum. Bir keresinde bana “Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?” diye sormuşlardı. Aklıma ilk “Âşık Veysel” cevabı gelmişti. “What a Wonderful World” diyen Louis Armstrong’un yeri Âşık Veysel’in hemen yanı başındadır. BÜLENT TURAN - AK PARTI İSTANBUL MILLETVEKILI Genellikle siyaset, tarih ve uluslararası ilişkilerle ilgili kitapları okuyorum. Zaman zaman da roman tercih ediyorum. Şu sıralar Evdeki Doktor Malezya Başbakanı Tun Dr. Mahathir Muhammed isimli kitap ile İsmail Bilgin’in Elveda Balkanlar - Unutulan Vatan romanını okuyorum. Sinemada maceraaksiyon türü filmler ilgimi çekiyor. En son “Exodus: Tanrılar ve Krallar” adlı filmi izledim. Türk Halk Müziği, özgün müzik ve protest müzik dinliyorum. MEVLÜT AKGÜN - AK PARTI KARAMAN MILLETVEKILI Genellikle inceleme, araştırma ve tarih kitapları okuyorum. Şu sıralar elimde Prof. Dr. Kemal Karpat’ın Türk Demokrasi Tarihi - Sosyal, Kültürel, Ekonomik Temeller isimli kitabı bulunuyor. Sinemaya düzenli olarak gidemiyorum, fakat fırsat bulduğumda daha çok macera-aksiyon türünde filmler seyrediyorum. Türk Halk Müziği dinliyorum. 92 AHMET KENAN TANRIKULU - MHP İZMIR MILLETVEKILI Yoğun siyasi çalışmalarımız nedeniyle ancak çok kısıtlı vakitlerde kitapçıları dolaşıp okumak istediğim ve takip ettiğim yayınları alabiliyorum. Tercihlerim genellikle Türk siyasi tarihi, ekonomi, siyasi ve sosyal içerikli yayınlar üzerine oluyor. Bu bağlamda okumakta olduğum son kitap, Thomas Piketty’nin yazdığı Kapital. Son seyrettiğim film ise “The Water Diviner” (Son Umut). Türk müziği dinlemeyi ve vakit buldukça bu müziklerin hikayelerini öğrenmeyi seviyorum. Sizinle “Çırpınırdı Karadeniz” türkümüzün hikayesini paylaşmak isterim: I. Dünya Savaşı’nda Amiral Rauf Orbay emrindeki Hamidiye kruvazörü geceleyin üç bacasından birini kamufle ederek Odesa limanına girmiş, Rusların Osmanlı donanmasını vurmaya hazırlandıkları bir sırada limanı bombardımana tutarak Kazbek’i batırmış ve Kagül kruvazörüne ağır hasar vermiştir. Türk dünyasında büyük sevinç yaratan bu başarıyı Azerbaycan Genceli muallim Ahmed Cevad Bey, Çırpınırdın Karadeniz bakıp Türk’ün bayrağına / Ah ederdim, hiç ölmezdim düşebilsem ayağına... diye başlayan dizelerle dile getirmiştir. Üzeyir Hacıbeyli tarafından bestelenen bu şiir, günümüzde de zevkle ve millî duygularla dinlenmektedir. ADIL ZOZANI - HDP HAKKARI MILLETVEKILI Zaman zaman konu bazlı kitaplar okurum. Şu sıralar elimde Cumhuriyet’in kuruluş dönemine ilişkin araştırma, inceleme, anı kitapları bulunuyor. İstiklal Mahkemeleri üzerine inceleme kitaplarına yoğunlaşmış durumdayım. Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları ile Ergün Aybars’ın İstiklal Mahkemeleri, Mahmut Akyürekli’nin Şark İstiklal Mahkemesi (1925-1927) adlı kitaplarını ve bunların kaynakçalarında yer alan belge ve dokümanları inceliyorum. Aynı zamanda Kürt yazar Ömer Dilsoz’un son romanı Hevrazên Çiyan’ı okuyorum. Sinemada kısa bir süre önce “Son Umut” filmini izledim. Kürtçe, Türkçe ve Anadolu’nun diğer dillerinde söylenen halk müziklerini dinlemeyi tercih ediyorum. SITKI GÜVENÇ - AK PARTI KAHRAMANMARAŞ MILLETVEKILI Her tür kitabı okurum, fakat tarih kitapları, özellikle de yakın tarihe yönelik olanlar daha fazla ilgimi çekiyor. Sinemaya gitmeye pek fırsat bulamıyorum. Televizyonda yayımlanan filmler arasında dikkatimi çekenler olursa seyrediyorum. Ayrıca TRT’deki “Yedi Güzel Adam” dizisini takip ediyorum. Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği dinliyorum. Türkülerimizden “Mihriban”ı çok seviyorum. Türk Sanat Müziği’nde Emel Sayın en beğendiğim sanatçılar arasında yer alıyor. 93 SOSYAL MEDYA GÜNLÜKLERİ @mkulunk 94 @halideincekara Samimiyet ve yol arkadaşlığı ne kadar kıymetli. Zorda belli olur samimiyet ve yol arkadaşlığı. Akılsızların kavga ve gürültüsünün bedelini çocuklar ödüyor! Ne zaman düşünecek, araştıracak, keşfedecek bu çocuklar? Kaygı, korku aklı yok eder. @FaysalSaryldz @mahirunal Bu kahraman anne köpek, küçük yavrusu yolu geçinceye kadar İpek Yolu’nun orta yerinde ders verircesine ayakta bekledi. Göbeklitepe’den bugüne bir tarih yolculuğu. Şanlıurfa 35 bin m2’lik muhteşem bir müzeye kavuşuyor. @vedatdemiroz instagram.com/_fatihsahin instagram.com/gurseltekin34 Bitlis’in Adilcevaz ilçesinde bulunan Arin Gölü dondu. Gezmeye giden yöre halkı bu güzelliğin tadını çıkarıyor. Hint okyanusunun ufka doğru mora çalan mavisi... Cibuti’ye son bakış... Kediler 6, köpekler 17 saat açlığa dayanabilir... Siz karınlarını doyurun, onlar soğuğu halleder. Erkan Akçay @erkanakcay45 24. Dönem MHP Manisa Milletvekili, Plan ve Bütçe Komisyonu Üyesi Twitter’ı aktif biçimde kullanan siyasetçilerimiz arasında ilk sıralarda yer alıyorsunuz. Twitter’ı ne zamandır ve gün içinde hangi sıklıkla kullanıyorsunuz? Twitter’ı bir buçuk yıldır kullanıyorum. Twitter’ı gün içerisinde her an takip etmeye çalışıyorum. Genellikle yaptığım çalışmaları bildirmek ve içinde yer aldığım etkinlikleri duyurmak amacıyla kullanıyorum. Gelen mesajları da takip etmeye çalışıyorum. Sosyal medya sizin için ne ifade ediyor, Facebook veya diğer sosyal paylaşım ortamları da ilgi alanınıza giriyor mu? önemlidir. Bu geri bildirimler vatandaşlarımızın talep, öneri ve beklentilerini içermektedir. Parti politikamıza, ülkemizin millî birlik ve beraberliğine, Türk milletinin bir bütün olarak yükselmesine ve gelişmesine imkan verecek her tür öneri ve talep gündemimizde ve çalışmalarımızda mutlaka karşılığını bulmaktadır. Sosyal paylaşım ortamında ilginç anılarınız oldu mu? Bazen yaratıcı mizah, espri, fotoğraf ve karikatürlere rastlamak çok güzel. Mizahta “Baaddin” oldukça ilginç! Sosyal medya günümüzde çok önemlidir. Facebook’ta kişisel bir sayfam ve ayrıca bir de hayran sayfam bulunuyor. Bununla birlikte bir de internet sitem var. Sosyal medyayı her platformda etkin bir şekilde kullanmaya çalışıyorum. Sosyal, ekonomik ve siyasal olayları, düşünceleri, eğilimleri, tepkileri takip etmeden siyaset yapmak mümkün değildir. Sosyal medyanın gücü ve önemi iletişimin çift yönlü olarak gerçekleşeceği bir zemin oluşturmasıdır. Bir taraftan kendi görüş ve düşüncelerim ile faaliyetlerimi takipçilerimle paylaşırken onlardan gelen olumlu veya olumsuz tepki ve taleplerle de çalışmalarımı güncelliyorum. Sizce siyasetçilerin sosyal paylaşım sitelerini etkin ve doğru bir şekilde kullanması ne bakımdan önemli? Sosyal medya içinde boğulmamak şartıyla siyasetçi kendi gündemine hakim olabilmelidir. Sosyal medyayı insanların birbirine “laf çakmak” için kullanmalarını doğru bulmuyorum. Yorum ve eleştiri yapılmalı, ancak hakaret ve aşağılama olmamalıdır. Siyasetçi daha çok faaliyetlerini, etkinliklerini ve düşüncelerini temiz bir dille duyurmak için sosyal medyayı kullanmalıdır. İkinci olarak, sosyal medyada geri bildirimleri doğru okuyup hızlı değerlendirmek de 95 UNUTMAYACAĞIZ Murat Bozlak 24. Dönem Adana Milletvekili Murat Bozlak 1952 Ankara doğumludur. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yüksek öğrenimini tamamlayan Bozlak; SODEP, SHP, Halkın Emek Partisi (HEP), Demokrasi Partisi (DEP) kurucu üyeliği, Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) Kurucu Üyeliği ve Genel Başkanlığı yaptı. Murat Bozlak’ın cenazesi 6 Ocak 2015 tarihinde Ankara Şereflikoçhisar Aktaş Köyü Camii’nde ikindi namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. Zeki Çeliker 14, 16 ve 18. Dönem Siirt Milletvekili Zeki Çeliker 1934 Siirt doğumludur. Yüksek öğrenimini İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nde tamamlayan Çeliker, İstanbul Orman Yüksek Mühendisi, Siirt, Denizli, Demirköy Orman Bölge Şefi, Siirt Orman İşletme Müdürü, Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanı olarak görev yaptı. Zeki Çeliker’in cenazesi 19 Ocak 2015 tarihinde İstanbul Fatih Camii’nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. OCAK AYINDA ARAMIZDAN AYRILAN ARKADAŞLARIMIZ IÇIN CENAB-I ALLAH’TAN RAHMET DILIYOR, KEDERLI AILELERI IÇIN KALPTEN DUYGULARLA SABR-I CEMÎL NIYAZ EDIYORUZ. 96