İndir
Transkript
İndir
L O T U S U A R A R K E N Proust’un Katleyası Lotus mu? Yazan:Uçar Demirkan Çöp kamyonu ağır ağır on metre ilerisindeki diğer çöp variline yaklaştı.Sürücü;dileseydi yüz kırk kilometre hızla gidebilirdi caddede.Kimsesizdi cadde,taşıtsız.Oysa;görevi,kent yaşamının bilincine zorla soktuğu yasaklar,engelliyordu onu.Aslında herkesi engellemiyor muydu görevi ve alışkanlıkları. Hız yapmaktan hoşlanırdı.Hem,kim hoşlanmazdı ki hızdan.Çocuklar bile otomobillerle koşarak yarışırlardı umutsuzca.Geçemeyeceğini;yenileceğini bile bile. Üstelik;o bu duygusunu gerçekleştirebilecek olanaklara kavuşmuştu.Gaz pedalı;ayağının altındaydı.Tanrı buyruğunu alıp göreve atılacak Azrail gibiydi o..Üstelik;önünde yorulmuş gibi;kollarını,bacaklarını iki bir yana açmış uzanan cadde bomboştu.Ama;yapamıyordu.Bir yürek kabarması denli sıkıcı;korkutucu görev duygusu dikiliyordu karşısına ve engel oluyordu..Bu,hep böyle oluyordu. Sol yanındaki dikiz aynasını,yukarıyı görecek biçimde ayarlardı her zaman.Nasılsa;cadde bomboş oluyordu ve arkadan gelecek olan araçları gözlemesi gerekmiyordu.Böylece;bir parça gökyüzü,gökyüzü parçasında geriye doğru kayan,koşan ağaçlar ve ağaç dallarının altında,bir yarıştalarmışcasına kendisini durmadan çok yakından izleyen kirli ve sakallı bir kafa görürdü kamyonu yönetirken.Yalnızlıktan kurtulurdu. Acırdı arkadakilere.Bir kez dışarıda çalışırlardı.O,motorun sıcaklığından yararlanıyordu bu kış günü.Üstelik;eline geçen para da onlarınkinden çoktu..Kolay değildi artıklarıyla,pislikleriyle cebelleşmek..Ama;adamlar mutlu görünüyorlardı çoğu elin kez..Biri birlerine takılırlardı iş görürken.Köylerindeki yaşamları,bu kentte oturdukları yerlerdeki yaşam koşulları;gördükleri işten temiz miydi sanki.. Arkadaki adam;ayakta durmağa çabalıyordu;küreğin sapının bitimine dayamıştı çenesini.Ellerini çenesinin altında,kürek sapının çevresinde yumruk yapmıştı.Gözleri;alaca karanlıktaki yan aynada şavkıyordu.Ama;adamın burada olmadığı anlaşılıyordu.Gözleri dalmış gitmişti;ahırdaydı ya da gusulhanedeydi şu an.. Önüne çevirdi bakışlarını kamyon sürücüsü.Kapkara bir kedi;kaldırımın birinden diğerine geçiyordu caddeyi hızla aşarak.Olduğundan uzamıştı bedeni kedinin.Kişilerin de boyları uzamış görünürdü karşıdan karşıya geçerken.Kim bilir kaçıncı geçişiydi kedinin bu caddeden.Aceleci yayalara benziyordu;kendinden emin. 1 Fren pedalına bastı hafifçe.Kedi;kişiler denli usta olarak ayarlayamamıştı bir yandan diğerine geçişini.Sol ön tekerleğin altında kalabilirdi kuyruğu ya da tüm bedeni.Bedenini sola yatırıp başını sol ilerisine uzattı kediyi görmek için.Kedi yürüyüş hızını hiç bozmamıştı.Elleri paketlerle dolu,taşıtların önünden telaşsız geçen kadınları anımsadı.Alımlı,güzel bedenli,umursamaz bakışlı kadınlar..Bu kedi de dişi olmalı diye düşündü. Geriden bir gürültü duydu ve dikiz aynasına baktı.Gerideki kafasını dikleştirmeğe çabalıyordu.Kürek sapı çenesinden,boyun yanından ensesine doğru kaymıştı.Başıyla sağ omuzu arasında dikine duruyor ve ucu kulağının yukarısından beresine dokunuyordu…Bir kadın elini düşledi böyle saçlarına uzanmış. Oldukça kızmıştı arkadaki adam.O da ileri baktı ve caddeden geçen kediyi gördü.Kediyi görünce gülümsedi ve başını iki yana sallayıp dikiz aynasına baktı.Gülüştüler;biri birlerinin yanındaymışcasına.Konuşmadan anlaşmışlardı;ayni duygularla doluydular;rahatlamıştı ikisi de kediye bir şey olmadı diye. Kamyonun sol yanından;dört ayak sesi duyuldu caddede.Đki çöpçü;çöp variline yöneldiler hangi yanına gideceklerinden,nasıl tutup kaldıracaklarından emin.Kişiler nasıl bu denli emin oluyorlardı tanrım. Tam bu sırada;çöp bidonunun yanından geçiyordu adam.Bidona ve çöpçülere baktı.Tanrım,sana şükürler olsun dedi içinden..Güneş doğdu doğacaktı.Ama;el ayak hala çekikti kentten.Bir kişioğlunu yuttuktan sonra-yüzlercesini yutuyordu her gün-sindirim uykusuna yatmış bir piton yılanıydı kent.Çöp kamyonuysa;bir karınca gibiydi uykulu bedeninde dolaşan.Koca bulvar bomboştu;bulvarın öbür yanındaki caddeden boş bir belediye otobüsü geçti,ters yöne giden.Adam;yeni yeni uyanıyordu;bilinci yerine geliyordu. Daha iki yüz metre kadar yürümeliydi;otobüs durağına ulaşmak için.Ceketinin yakalarını kaldırıp ensesini örttü.Đçinin titrediğini duymuştu birden;ellerini ceketinin ceplerine soktu ve parmaklarını kapatıp yumruk yaptı.Bedenini dikleştirip adımlarının uzunluğunu ve sayısını arttırdı.Islık çalmak istiyordu ama;dudaklarını büzünce içine soğuk hava dolacakmış;daha çok üşüyecekmiş gibi geliyordu;vazgeçti. Sağındaki sinemanın afişlerine bakmak için yavaşladı.Yerli filimmiş-bu Cumartesi gelmeli..On altı yaşında bir kızı getirdi sol yanına;kız koluna giriverdi.Onunla konuşmaya başladı afişlere bakarak. Sinemanın yanındaki yapının ikinci katındaki pencerelerden biri ışıklandı. Adam;elektriği yaktıktan sonra pencereye gitti ve kalın kumaştan-değerli bir kumaştı besbelliyapılmış perdeleri iki eliyle yakalayıp pencerenin ortasından iki yana doğru çekti.Madeni bir gıcırtı odanın duvarlarında yankılandı ve yatakta uyuyan kadını uyandırdı. 2 Kadının sol kolu ve omuz başı yorganın dışında kalmıştı.Sol kol;omuz başından ileri doğru uzanmıştı ve koltuk altı görünüyordu.Terlemişti;avucu para dilenen bir dilenci kadınınki gibi açık kalmıştı.Aşk dileniyor-diye kurdu adam.Gitti;kalorifer açma anahtarını çevirdi.Odanın ısısı düşecekti;bilimsel bir gerçek..Ve adam kadını sevecekti:yaşamsal gerçek. Geldi-kadının yanına-yorganın üzerine uzandı adam.Kadın,adamın gözlerine baktı ve ne istediğini anladı.Başını adama yaklaştırdı.Güzel bir Çin vazosunu;bu tür vazolardan anlayan bir uzmana verir gibi sunuyordu kendisini kadın.Adam;yorganı çekip aldı kadının üzerinden;kendi altından çekiştirerek karyoladan aşağı attı ve kadına sarıldı. Hiç konuşmadılar sevişirken;kadın düş görüyordu uyandığında;sürdürdü düşünü kaldığı yerden. Sonra adam bir sigara yaktı yatakta uzanmış ve kadın çırıl çıplak banyo odasına geçti.Sıcak su kolunu çevirdi.ve ohh dedi derinden.Bütün kirlerinden arınacaktı. Ohh..dedi küçük kız yatağında gözlerini ovuşturarak.Daha erken anneciğim-uyumak istiyorum ben.. Kalk yavrum-baban seni okuluna bırakacak işine giderken biliyorsun-biz çoktan kalktık,senin de hazırlanman gerekiyor. Çoktan mı kalktınız-neden-uyumayı sevmiyor musunuz. Yanıtsız kaldı bu sorular.Ufacık,terliksiz ayaklarıyla evin kilimsiz tahta tabanına bastı küçük kız.Sonra;tuvalete gitti. Mutfaktan çaydanlık gürültüsü geldi.Tahtadan bir masaya kahvaltılıklar konulmuştu.Baba;gazetesini okuyordu bir gün önceki tarihli.Radyo,sabah haberlerini veriyordu.Ama;kimsenin dinlediği yoktu onu;laf olsun diye açılmış olmalıydı. Kadın;çaydanlığı masaya bıraktı;adam gazetesinin gerisinden başını uzatıp karısının sabahlığının açık kalmış yerlerine baktı..Kadın;alt dudağını ısırdı.Đçeriden küçük kızın sesi duyuldu-anne cetvelimi bulamıyorum.. Bu ses kurtuluştu işte.Çocuğun odasına yöneldi soğukkanlı görünmeye çabalayarak.Odasının kapısında yitti. Allaha ısmarladık anneciğim..Koşarak odasının kapısını açtı.Evleri buydu-bir tek oda..Kendisini dar attı sokağa.Evlerinin önündeki çamurlu suda gördü güneşin beyaz izini.Başını göğe çevirip güneşe baktı.. Çocuklar;güneşe bakan gözleriydi kentin.Büyüklerin hiçbir ilişkisi kalmamıştı güneşle.Oğlan;gökyüzünde beyaz bir güneş buldu.Yaz güneşi değildi bu.Sıçrayıp atladı su birikintisinden.Ellerini pantolonunun ceplerine soktu;dudaklarını büzdü ve bir çocuk şarkısını ıslıkla çalarak başladı güne. 3 Önce;sokakları bitti,sonra cadde.Sağa saptı;yaşıtı bir çocukla günaydınlaştı ve işyerine ulaştı.Boyundan yüksek ve büyük makinelerin arasından geçti;duvarda yağlı bir işlik asılıydı;hem pantolon hem gömlek olarak tek parça hazırlanmıştı;aldı ve sırtı göğsüne gelecek biçimde çevirdi,beli düzeyinden tutarak önce sağ bacağını,sonra solunu geçirdi.Sonra da kollarını soktu işliğin içine ve önündeki düğmeleri ilikledi boynuna dek..Bir ses duydu yukarıdan-bize iki çay söyle-koşarak çıktı iş yerinden. Đşyerine bakarak geçti öğrenci.Esneyen,yeni uyanan kenti gördü yaşlı işçinin kocaman açılmış ağzında.Biraz sonra sağa dönerek caddeye çıktı.Caddede kişiler ve araçlar kaynaşıyordu.Jeoloji derslerinde dinlediği lavlar ve dağların oluşumu geldi gözünün önüne insan seline bakarken.Đyi ama;bu kıpır kıpır kişioğlu ve araç yığınından hiç bir şey oluşmuyordu.Bir dağ bile.Yanından,ters yöne giderek geçen okullu bir kıza gülümsedi.Kız,somurttu.Günaydın demeyi de düşünmüştü oysa-iyi ki dememişim.. Sağ yanında;açık tablasında dizili simitlerle bir simit satan adam gördü.Pisti adam,ama onun da karnı açtı.Öğretilenlerle uygulama arasında ne denli terslikler,yanlışlıklar vardı.Verilen parayla sabahları bir simit yiyebiliyordu ancak.Bu nedenle;görmezden geldi adamın pisliğini..Ya da ;kendisi de büyükler gibi,alışıyordu yaşamın pis ve zor koşullarına.Đki buçuk lirayı tabladaki susam yığının içine attı,hiç ses duyulmadı..Adam;ellerini işliğinin ön cebine sokmuş,umursamaz bakıyordu kendisine.Büyük bir bedenin ayrı organlarındaki hücreler gibiydiler adamla.Biri birlerine gereksinimleri olduğundan bilgisiz.Uzandı;sıranın en tepesindeki simidi aldı;ısırdı ve yoluna devam etti. Sonra;yazı masasının üzerindeki çay bardağına uzandı genç kız.Hiç öpülmemiş;aynaların buz gibi soğukluğuyla büzülmüş dudaklarına götürdü bardağı ve bir yudum aldı.Önce;dilinin üstüyle üst damağı yandı;sonra diş etleri;sonra dudaklarının içi.Bardağı hemen bardak altlığına bıraktı ve ağzındaki simit parçasını çiğnemeğe başladı. Yine bakışlarını üzerine dikmişti işte..Tedirgin oluyordu bu bakışları üzerinde duydukça.O da baktı adama ama,bir eşyaya bakar gibiydi.Adamın bakışlarının da bir anlamı yoktu;ya da o anlamıyordu;anlayamıyordu.Günaydın-dedi adam o da başını salladı simidini ısırırken.Adamın bakışları bu kez şimşeklenmişti. Yeni bir günaydın duydu;üç adım solundan yaklaşıyordu masasının;üzerinde her günkü yılgın bıkkın bakışlar ve kötü giysileri vardı.Gülümsedi ve yanıtladı bu kez..Günaydın efendim.Adam da gülümsedi yorgun..Güzel oluyordu kişiler gülümsediklerinde,güldüklerinde..Saatine baktı-bu kez vapuru kaçırmamış diye düşündü. 4 Vapur hızlı hızlı gidiyordu.Vapurun burnunda uyanıyordu kent;kollarını iki yana açarak denizde vapurun bıraktığı izde ve dalgalarda.Durgun ve kıpırtısızdı deniz.Bu nedenle;vapurun iki yanında oluşan ve hızla gemiden açılan dalgacıklar açıkça görülüyordu. Sağındaki bir balıkçı teknesini uyarmak için düdük öttürdü kaptan.Sandaldaki balıkçı keyifle el salladı gemiye. Adam;gazetesini okuyordu lüks mevkide.Pahalı ve hoş kokulu bir sigarayı dudaklarının arasına yerleştirmiş,arada bir dumanını üflüyordu sakin.Tam karşısında doğa bütün güzelliğiyle-bütün çekiciliğiyle-bütün yaratıcılığıyla oturuyordu oysa;bacak bacak üstüne atmış.Ama o;gazetesini okumayı yeğliyordu.Okumalıydı gazetesini;yaşaması için ekmek,su denli gerekliydi bu ve zamanı yoktu şu anda başka şeyler için.Sorarsanız haklıydı. Kız;üstteki bacağını indirdi ve alttakinin yanına yere koydu.Topukları ve ökçeleri üzerinde kalçasını yukarı kaldırdı ve dineldi.Kimseler anlatamazdı bu düzenli güzelliği ve baş döndürücü devinimi.Kendiliğinden,bir anda olup yiten bir doğa mucizesiydi.Hiçbir gazete;hiçbir yazı anlatamazdı bu güzelliği.Aşağıya inmek için merdivenlere yöneldi;yarıştan önce dolaştırılan huysuz atlar gibi yürüyordu kız. Vapur hız kesti ve iskeleye yanaştı.Aceleciler palamarların bağlanmasını beklemeden atladılar iskeleye kadınlı erkekli.Yasak ve tehlikeliydi yaptıkları.Kimseler;kent yaşamında yasaklara uymuyordu.Adam,gazetesini özenle katlayıp paltosunun cebine koydu;kaşkolunu düzeltip paltosunun düğmelerini ilikledi ve merdivenlere yöneldi.Acelecisiz ve güvenliydi yürüyüşü.Sürüp giden;hiç bitmeyen bir tatili yaşıyormuş gibiydi adam.Merdivenlerden inip vapurun kenarına geldiğinde;vapurun iskeleden açılmış olduğunu gördü.Tam iki metrelik bir açıklık olmalıydı diye düşündü.Sonra;palamarlara takıldı gözleri ve palamarcılara öfkelendi.Aman tanrım;ne yaşamında..Üstelik;kızdığını gereksiz ve da etti belli ne çok adamlara öfkeleniyordu kişiler kent bakışlarıyla.Adamların;kendisini tanıdıklarını;kendisinden çekindiklerini belki de korktuklarını düşledi..Mutlu oldu. Bu sırada gemi yeniden iskeleye yanaşmıştı.Palamarcılar yeniden bağladılar palamarları ve sıkıladılar.Adam indi;tekdüze yaşamına doğru yürüdü. Ben tam bu sırada aşağıdaki şiirimi okuyordum;onu düşleyerek. O Biyafralı kızdı,kapana kısılmıştı,açtı,ağlıyordu Yeni açan yonca yaprağıydı Tazeydi Ama üç yapraklıydı Kocamandı gözleri,göğüsleri ufacıktı 5 Korkuyordu Biyafralı kız Yaşamak istiyordu,tohumlanmak Tomurcuklanmak ılık ılık Oysa ölüyordu. Ve o Đsveçli kızdı yağmur altında,mini etekli,donuk bakışlı Solmaya bırakılmış lale Arzudan süzülmüş gözdü Yatacağı erkeği seçiyordu kentin alanında Ayni saatlerde Sonra ölüyordu,sonra yine ölüyordu,sonra yine Sabaha dek yaşayarak Başka ulaşılması güç evrenlerde Biyafralı bir oğlanın kollarında Ve o Hong-Kong’ta satılan bir anneydi On iki yaşında Anadolu’da O bir Amerikalı kadın Erkeğine daha sıkı sarılan Ayni saatlerde Rio kıyılarında ak bir martı mıydı ölüm Akbabaların budalaca didikledikleri Yoksa mutluluk gerçeksiz bir düş müydü Yıllardır yıkılmamış kartondan şato Bu olanlar neydi Ortalık kapkaranlıktı-güneşler başka evrenlerde olmalıydı Biyafralı kız olanları anlayamadı Anadolu’lu kız Ve öldü gitti iskeletçe O Biyafralı kız 6 Kişiler evrenin en korkak yaratıkları aslında.Bu korkuları nedeniyle dört elle sarılıyorlar tanrılarına.Kişi neden tanrısına yönelir?Bir şeylerden korktuğu için.Ama,gerçek anlamda korktuğu için. Parasız kalmaktan korkan ‘Tanrım bana bol kazançlar ver’ diye yönelir tanrıya..Ölümden korktuğu için sağlık ister tanrıdan. Dini öğretiye inanmış olan,yaşamın bu evrende bitmeyeceğine inandırılmış olanlar da ölüm gerçeği karşısında,en derinlerindeki hücrelerinde duydukları korku nedeniyle sarılırlar dini öğretiye ve de tanrılara. Öbür evrende acı çekmekten korkanlar,bu evrende hiç acı duymamış ya da çok az acı duymuş olanlardır.Bu evrende acı çekenler,ölümden sonraki yaşamlara ve evrenlere inanamaz.Đnanıyorsa,yeterince acı çekmemiş demektir. Kişilerin,yurdundaki tüm kişilerin,giderek evrendeki tüm benzerlerinin acısını içinde birazcık olsun duyan ya da duymağa başlayan kişinin iki seçimi vardır.Tanrıyı seçmek ya da tanrıyı tanımamak. Tanrıyı seçmek kolay.Böylece,kişi duyması gereken acıların tümünü ona yükler,kurtulur Biyafralı kızın acısını çekmekten.Onun acısını paylaşmaktan uzak kalır. Daha yürümeğe başlamadan anlamsız bir savaş nedeniyle ölen yavrusunun başında ağlayan anaya”Ağlama,tanrı verdi,tanrı aldı”der.Acısını dindirdiğine ya da dindireceğine inanır böylece.Çünkü,böyle demekle kendisi,yavrusu ölen kadının acısını üstlenmemekte ve duymamakta ve bunun kadın için de böyle olacağına inanmakta ya da buna zorla inanmaktadır. Tanrı tanımayan-gerçek bir ate-her an,her yerde bütün varlığını zorlamağa,kendini aşmağa ve bütün benzerlerinin acılarını dindirmenin yollarını aramağa başlar.Bu,onun her an yeniden ölmesi ve doğması demektir.Durmadan araması demektir.Her dindarın kafasında ‘ya yoksa’ sorusu,her tanrısızın kafasında da ‘ya varsa’ sorusu hep olmuştur ve olacaktır. Her şeyin bu evrende başlayıp bu evrende bittiğini gözler ve buna inanır.Ve durmadan onu arar. Hiçbir zaman her şeye yetmemenin acısını duymaz içinde.Ama,yeteneklerini sonuna dek kullanır benzerleri için.O gerçek anlamda bir kişidir.Sorunlarının çözümünü tanrıdan beklemeyen,kendisini her an yeniden yaratan gerçek bir kişi. Oysa,kedilerin kendilerini yeniden kurmada ya da yaratmada söz hakları yoktur.Onlar,bir düzeyde doğar,yaşar,ölürler. 7 Ama kişi,sorunlarıyla baş başa kalıp onları araya bir başka dayanak koymadan,tek başına çözmeğe uğraştıkça yaşamı dalgalanır.Đner,çıkar,batar..Ama hep kendisini yeniler.Kediden ayrılır bu yönüyle.Evrenin diğer tüm yaratıklarından. Karşı cinsten olanlara,tanrının içimize koyduğu söylenen cinsel içgüdü nedeniyle yanaşır kişi.Bunun dışındaki bütün nedenler yapmadır,kadınla erkeği biri birine yaklaştıran.Güzellik,yalnızlık duygusundan kaçma,yaratma dürtüsü ve diğerleri. Kişiler yanılırlar başlangıçta karşı cinse ilgi duyarken.Çünkü,cinsel içgüdü,varoluşun tüm çağlarında zorla geriye itilmiştir.Din nedeniyle,aktöre nedeniyle,töre nedeniyle,erdemlilik nedeniyle.Ondan çok daha cılız ve dayanıksız duygular öne alınmıştır. Ama kişi,bu içgüdünün önemini anlamaktadır bugün.Onu alıp baş tacı etmektedir.Bütün yeteneklerini onu incelemeğe,anlamağa yöneltmiştir. Kanıksanıyor bu doğal olarak.Bazı kez de toplum kuralları zorlanarak çirkin gösterilmeğe çalışılıyor.Bu durum,bunalımlara yol açıyor kişi benliğinde.Süratlendiriyor kişi savaşımını bu bunalımlar nedeniyle.Đşte,bu nedenle onu arıyorum durmadan… Gerçekten de güzellik duygusu değildir kişiyi karşı cinse iten.Bu düşünce,cinsel içgüdünün üzerine bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir örtü örtme eylemidir.Gerçekten de,iki ya da üç buluşmadan sonra bu içgüdü bütün büyüklüğü ile ortaya çıkar.Ya sürer gider sonsuza dek ya da çabucak başkalarına yönelir yine örtülenmiş olarak. Yalnızlık duygusundan kurtuluş da değildir kişiyi karşı cinse iten.Gerçekte bu da bir örtüdür içgüdü üzerine örtülmüş.Üstelik güzellik duygusundan da ince ve dayanıksızdır.Đçgüdü görevini yapınca kişi yine yalnız kalır ve onu aramayı sürdürür. Yaratma içgüdüsü de koskocaman bir aldatmacadır karşı cinsle ilişkilerde.Kişi,bir benzerini yaratmak için yönelirmiş karşı cinse..Bu kadınlar için doğru olabilir.Erkekler için doğru değildir.Erkek,kadının öz varlığında eriyip ortaya birleşmiş,kaynaşmış bir kişilik çıkarmak için yönelmez kadına.Hiç kimse karşı cinsle yatarken çocuk yapmayı düşlemez.Hele hele.hiç kimse kendi varlığının bir başkasının içinde erimesine,yok olmasına izin vermez.Hatta,buna engel olmak için kendisini zorlar. Dudaklar beğenilir,bacaklar,benler,omuz başları.göğüsler.Bu,cinsel içgüdünün oyunudur. Bu nedenle,onu arıyorum durmaksızın… Bu düşüncelerle yürürken gerçekten buldum onu,tüm olarak,yıllardır aradığımı:bulunca kendimi bulacağıma,yaşamaya derinliklerinde,dudakların başlayacağıma,kendim kıpırdanışında,dillerin ağızların olacağıma dışına uzanıp gözlerin hızla geri çekilişlerinde arayıp da bulamadığım,o ele geçirilemez olduğu düşünülen efsaneye uygun diğer yarımı… Dışarıda yağmur yağıyordu ve adını soruyordum,büyük camlı kapının önünde durmuş,yağmurun yavaşlamasını beklerken ya da çeşitli giysili kişilerin- süslü,eski 8 püskü,temiz-pis,buruşuk,alımlı-yağmur altında koşuşturmalarını bir film izler gibi izlerken ve yağmurun yağmasını izlemenin bir zevk olduğunu düşünürken-oysa herkes için zevk olmayabilirdi bu yağmurun yağması,yağışının izlenmesi,şartlanmıştım,öyle geniş düşünemiyordum,o andan hoşlanıyor ve bununla yetiniyordum o kadar-ve onun gözlerinde de yağmur yağdığını görüyordum. Dışarıdaki Paris şu sıralar pis bir kentti biliyorum,yorgun,bezgin,yılgın kişilerin yiyecek stoku yapmak için ‘Prixunic’kapılarında söküldüğü,kaldırımlardaki kuyruk ağaçların yaptığı,caddelerdeki yıkıldığı:metronun,otobüsün parke taşlarının çalışmadığı:çöplerin toplanmadığı ve ‘Başbakan’ların alkışlandığı bir kent. Bu daha ne olduğunu anlayamadığım kentteki ıssız bulvarda saçlarımız yağan yağmurdan yapış yapış olmuş:burnumuzdan,yanaklarımızdan su damlaları süzülüyor:en yakın kafeye koşarcasına yürüyorken sarı,kısa kesilmiş saçlarıyla erkek arkadaşlarıma benziyor:dudaklarını küçük devinimlerle oynatarak konuşuyor ve omuzum hizasından hep gözlerime bakıyor ve gülümsüyor.Kolumu beline dolamayı düşünüyorum,o benden önce davranıyor ve sağ kolunu belime sarıyor,adımlarımızı biri birine uydurarak askerce yürüyoruz ben de onun omuzlarına sol kolumu doladıktan sonra. Ve o,her zamanki kendisini verişiyle,sanki iznimi almadan kişiliğime girmiş birisinin bilincimde özümle konuşmasının yarattığı o erişilmez tadı derim kanalıyla bütün benliğime yaymak istercesine sol elime dokunuşlarıyla sol yanımda durmadan konuşuyor,gülümsüyor,yine yine konuşuyor. O konuşunca bütün evren siliniyor duygularımdan,bilincimden ve ne Fransa’yı alt üst eden grevlere ne istediğini bilmeden başlayan sendikacılar ve onların isteklerine uyan genç işçiler:ne grevlerden ve üniversite olaylarından bilgisiz Tuillerie bahçesindeki ağaççıkların tomurcuklarını gagalayan serçeler,ne üzerine kırmızı boyayla ‘Revelutıon’ sözcüğü yazılmış,daha iyisi yapılamayan o geçmiş çağların çağımıza basılmış üstünlük damgaları çıplak kadın yontuları kalıyor:hiçbir şey ve hiç kimse yok evrende. Kendimi ölmüş gibi düşünüyorum bir an-çevremdeki ıssızlık sessizlik de etkili oluyor bundaya da bambaşka bir yaşamda hiç görülmemiş,duyulmamış,gizlerle dolu bir gökkuşağındayım öyle bir yabancılık,bir yürek genişlemesi,bir bağırma isteği kaplıyor benliğimi Evet,kimse yok evrende yalnız o ve ben varız. Oysa:onu tanımadan önce,sesinin kulaklarımdan beynime,oradan bütün benliğime yayılmasından:kalçasından etekliğini ve pantolonumu aşıp bütün benliğime yayılan ve her ikimize de nerde ve hangi zamanda olduğumuzu unutturan,bizleri biz-yaratık,canlı,kişi-yapan 9 o tatlı ve yitince her şeyin bittiği sıcaklığın tinime dolmasından önce ben yoktum.Belki o da yoktu,belki hala yok,belki hiç olmadı,hiç olmayacak belki. Hayır,o vardı,her zaman vardı,her yerde vardı,benimle vardı,ben de vardım ve deniz kıyısında kurulmuş büyükçe bir Anadolu kasabası görünümünde olan Đzmir’in üzerinde genç kızların ilk aşk deneylerine girişerek gezindiği:biri birini sevenlerin ya da sevdiğini sananların ,el ele,göz göze,karşı karşıya susarak anlayanların ya da anladığını düşünenlerin biri birleriyle zaman öldürmek amacıyla konuştukları ve bazı kez yalnız bir adamın ya da kadının ‘Sartre’ okumak için masalarına oturup çeşitli içkileri yudumladıkları yalı kahvelerinin iki kıyısında yer aldığı ve gece yarısından sonra zevk arayan kadınların,erkeklerin:yaşamak için bedenlerini satmak zorunda kalanların:çağımızın yüzüne tükürmek istercesine umursamaz bakışlarla gezindiği uzun,az ışıklandırılmış yalı boyunda bir paytona binmiş geziniyordum. Birden sağ kaldırımda yürüyorum.Oldukça eğimli yol ve ona bağlı olarak kaldırımlar.On adımda bir,her kentte kaldırımları süsleyen ağaçlardan vardı solumda.Önce beni bekliyorlar,ben yanlarına ama beş metre kadar açıklarına geldiğimde uzaklaşmağa başlıyorlar benden.. Sol omzumdan arkama geçtiklerini görüyor ben duruyorum da onlar yürüyor olmalılar diyorum.Sonra;omzumun en yukarı arka yuvarlaklığından,önce ağacın gövdesini,sonra da yapraklı,yapraksız dallarını görüyorum. Sağımda üzeri betonlanmış taş bir duvar uzanıyor.duvarın yüzünde düzensiz dörtgen-beşgençokgen şeklinde taşlar görünüyor biri birinden beton sıva şeritlerle ayrılmış.Beton şeritler beni yanıltıyorlar,duvar hiç de dörtgen-beşgen-çokgen taşlardan yapılmamış olmalı.Güzel buluyorum duvarı,bu düzensiz taş biçimleri nedeniyle.Đyi ki mermerden yapmamışlar bu duvarı. Yoksa,bu türlü yürüyemezdim bu kaldırımda. Duvar bana ağaçlardaki yaklaşma,konuşma,uzaklaşma duygusunu veriyor.Yol gibi hep uzuyor,bitmek tükenmek bilmiyor.Benim arkama geçemiyor bir türlü.Ben hep onun ilerine uzanıyorum,el koyuyorum.Neden? Duvarı bitiriyorum sonunda.Daha doğrusu duvar bir buçuk metre uzunluğunda kırk santim genişliğinde bir basamak tarafından kesiliyor.Gözlerimi basamağın uzunlamasına bittiği yere çeviriyor ve duvarın yine kirli taş ve beton şeritlerle başladığını görüyorum ve seviniyorum. Ben nereden geldim bu duvara.Onunla bu duvarın ne ilgisi var. Amacım oyuna gitmek.Bu basamak beni oraya ulaştırır mı.Pekiyi,ona ulaştırır mı? 10 Đkinci basamağa bakıyorum.Birincinin benzeri.Basamak on santimlik bir taş şeritten oluşuyor.Taş şeridin gerisinde topraklı bir bölge diğer basamağın dikine taş kesiminin alt ucuna dek ulaşıyor.Oysa,birinci basamak tümden taştı ve ben bunu çekici buluyorum. Đkinci basamaktan sonra üçünü-dördüncü-onuncu basamağa bakıyorum..O yok yok yok.. Yalnız onuncu basamak çekiyor beni.Onuncu emir neydi? Başımı biraz daha arkaya yatırıp gözlerimi daha çok açıp basamakların üstünü görmeğe çabalıyorum.Belki de o oradadır.Oraya dek çıkmam gerek.Oysa,onuncu basamaktan sonra basamak yok.Kapkara görünen bir tümsek var.Ot bile olmamalı üzerinde .Acaba orada mı? Yine dönüp birinci basamaktan sonra uzanan duvara bakıyorum.Duvar otuz metre kadar sonra bir çizgi durumunu alıyor.Düşey bir çizgi,Biraz da dışbükey.Çizgiyi izliyorum gözlerimle.Düşey çizgi yamuluyor yamuluyor:sağa sapan yatay-yarı düşey-kamburumsu bir çizgi oluyor.Yokuş var duvarın döndüğü yerde.Yokuşla basamakları karşılaştırıyorum. Sonra bakışlarımı ilerimdeki kaldırımın en sonundaki ağaca çeviriyorum.Ağaç yürümüyor artık.Demek ki durmuşum.Başımı sağ omzuma yıkarak ağaca bakıyorum.Ağaç sola eğiliyor.Dalları gövdeye eğri bir ana dalla bağlanmış gibi geliyor bu nedenle.Ağacın başı sol yana eğiliyor.Canlı mı ne,yürüyecek mi ki… Ayaklarıma bakıp ağaca çeviriyorum gözlerimi çabucak.Dörtgen bir karanlık görüyorum ayak yerine.Đleri doğru bir adım atıyorum sağ ayağımla.Ağaç,görünmeyen ayağı ile bana doğru bir adım atıyor.Sürdürüyorum yürümemi.Ağaç bana yaklaşıyor ve ben ona. Birisinin seslendiğini duyuyorum.’Hey-hey size söylüyorum’.Bedenimi sol ayağımın ökçesi üzerinde geriye döndürüyorum,onu görüyorum,kısa kesilmiş saçlarıyla.Koyu ayakkabı,koyu pantolon giyinmiş;üzerinde beyaz bir yağmurluk var;omuzları bedenine oranla çok geniş görünüyor.Çirkin buluyorum onu ve bu düşüncemden ürküyorum. Kollarını ileriye uzatıyor;sağ kolunu sağa doğru açarken sol elini aşağı yukarı oynatarak bir şeyler söylüyor:dedikleri bir troleybüs kornasında sönüyor;duyamıyorum ne dediğini;bağırıyorum. Basamağın yanına geldiğinde sağa dönüyor:bütün ağırlığını sağ ayağına veriyor bunu yaparken.Đlk basamağa basmadan sol ayağını ikinci basamağa uzatıyor ve biraz sert basıyor bu basamağa.Ayakkabısının taşa değmesinden çıkan sesi çok açık duyuyorum.Sağ ayağını yerden kaldırıp bedeninin belinin yukarısında kalan kesimini beli düzeyinden öne doğru eğiyor ve hızlı olarak dördüncü basamağa basıyor:bu kez ayak sesini duyamıyorum.Altısekiz-onuncu basamaklara sıçrayıp kara tümseğe ulaşıyor;sola dönüyor orada.Yarım adam boyundaki park bitkileri nedeniyle belinden aşağı kesimini göremiyorum bedeninin ve onu yitirmekten korkuyorum. 11 Ben de hızlı hızlı çıkıyorum basamakları ve onuncu basamağın birinciye benzemediğini görüyorum.On santim bile yok taş kesiminin genişliği;ama uzunluğu bütün öbür basamaklardan fazla.Ne yapacağımı şaşırıyorum. Sol ayağımı ileri atıyorum ve tümseğe basıyorum;sol dizim oldukça açılı kalıyor bu durumda.Umduğumdan yüksekmiş bu tümsek diyorum ve üzerini görmeğe çalışıyorum ama nafile;koyu bir karanlık. Ben de sol ayağım üzerinde bedenimi sola döndürüyorum ve yeni bir basamak görüyorum;ilk on basamaktan daha geniş ve uzunlar,Üstelik ilk çıktığım basamaklar bütün bir taştan oluşmuşlardı,beyazdılar;bu basamaklar ise ayrı renkli ve biçimli taşların yan yana dizilmesinden oluşmuşlar.Güven duygusu vermiyorlar kişiye.Önceki basamaklarla ortak yönlerini buluyorum;bunların da geri kesimleri toprak diyorum. Sayıyorum;altı tane ve beş ve altıncı basamaklarda düz yüzler tamamen taştan görünüyor.Toprak göremiyorum;üstelik üçüncü basamaktan sonra ilk üç basamağı sonrakilerden ayırmak istercesine genişçe bir toprak kesim görüyorum. Pekiyi,bu basamaklar ne…Ona yaklaşırken yüceliyorum,yükseliyorum;basamaklar beni en yükseklere taşıyor ve böylece ona layık oluyorum. Taşlara sindire sindire basıyorum ayakkabılarımla;çıkardıkları sesi dinliyorum;daha sonra toprak kesime basıyorum;yokluk duygusuna kapılıyorum. Hemen sağ ayağımı dördüncü basamağa uzatıyorum;son iki basamağa ayaklarımın izini bırakmak istercesine;imza atarcasına basıyorum. Basamakları tamamlamadan önce bir yokuşla sağa saptığını izlediğim duvar sol yanımda sona eriyor.Duvarın döndüğü noktaya bakıyorum;yerden oldukça yüksekte üzerindeki beton şeridi.Oysa;sol yanımda duvar tamamen yok oluyor ve duvarın üzerindeki beton şeridin toprağa gömüldüğünü görüyorum. Evreni bir bilgisayar gibi programlayanın kurduğunu düşündüğüm bu duvarın anlamı ne..Beni ondan durmadan ayıran,yok olmayan,bitmeyen,cennetlerden kovulan anlamındaki bu ateş duvarının anlamı ne..Bir türlü iletişim kuramamamın nedeni bu duvar mı .. Önümde bir araç duruyor asfalt yol üzerinde ve onun üç metre ilerisinde bir başkası sola dönmeğe çalışıyor;bu aracın içinde geniş omuzlar üzerinde yer alan çıplak ve tombalak bir kafa görüyorum.Yanında yakası kalın,siyah kürklü yeşil manto giymiş sarışın bir kadın kafası var.Bu o mu acaba..Kadının saç süsü aracın camının arkasından biçimsiz görünüyor.Aracın arka oturacak yerinin sol ucunda kıpırtılı bir çocuk başının yalnız kulaklarından yukarısı görünüyor..Onun çocuğu da varmış… 12 Öndeki araç,yolun sol kenarındaki birikmiş suları sol yana,kaldırıma sıçratıyor,sola dönerken.Arkadaki aracın şoförüne bakıyorum;aracı yürütmeğe niyetli bulmuyorum adamı. Yol boyunca uzanan on santim genişliğindeki taş şeritten asfalt yola inip aracın önü sıra yürümeğe başlıyorum kuşkulu;su birikintisine ulaşıyorum;sisli hava gibi görünüyor pis su yakınındaki elektrik direğinin ışığında ve ben ayakkabılarımın ucuyla birikintinin az olduğunu umduğum yerlerine basarak sıçraya sıçraya dört adımda ulaşıyorum solumdaki son basamaklara. Önce yedi basamak görüyorum:üçüncü basamakta bir kadınla bir erkek;dördüncü basamakta bir üniversite öğrencisi dinelmiş;bekleşiyorlar ve ben yavaş adımlarla çıkıyorum yedi basamağı.Acaba bu yedi basamağın bir anlamı var mı onunla benim aramdaki ilişkide?... Basamaklar mermer ve bakımlı.Süt beyaz,dar ve şirin bir alanda buluyorum kendimi;ilerimde iki basamak daha var yine süt mermer:bunlar ne basamakları ve ne bitmeyen basamaklar… Sağıma soluma bakıyorum ve simetrik iki oyuk görüyorum;gişe oyuklarda olmalı diyorum.Yok. Đki basamağın ulaştığı geniş kapıya bakıyorum:o da mermer kenarlı ve sağ yanında kapının mermer kenarlarına asılmış ve siyah bir karton üzerine yazılmış’Gişe’ yazısını ve ok işaretini görüyorum.Yorulmuş ve bıkmış,önümdeki iki basamağa yöneliyorum ve üç adımda ulaşabiliyorum basamaklara. Okun sağı gösterdiğine karar verdiğimden,sağa dönüyorum;ortadaki geniş mermer alanın her iki yanında mermer merdivenler uzanıyor yukarıya dönerek.Merdivenlerin alanın dışına gelen binalarının dayandığı mermer duvarlar ilk girdiğim kapıya dek uzanıyor;hemen hemen yarı yolda sağa ve sola doksan derecelik açılarla dönüp ortadaki alanın iki yanında alanın uzunluğundan ve genişliğinden daha uzun bir koridor yapıyorlar;koridorları alandan hiçbir nesne ayırmıyor. Soldaki koridorda kişiler paltolarını çıkarıyorlar;koridorun ucunu görebiliyorum;yine mermer bir duvar aşağıdan yukarıya uzanıyor;çok kalabalık var o yönde;ne olduğunu göremiyorum..Ama;bir an için onu görüyorum. Sağa döndürüyorum başımı ve öne eğilmiş iki kişiyi görüyorum;arkamda uzanan duvara doğru sağa ve ileriye dönerek beni arkamdaki duvardan uzaklaştıran ve eğilmiş iki adamın ne yaptıklarını görmemi sağlayan iki adım atıyorum ve gişeyi buluyorum. Arkamdaki duvar değil,gişenin uzantısıymış:gişenin giriş kapısı orta alanın sağında uzanan koridora açılıyor;ön yüzündeki mermer duvarda dört köşe bir tahta çerçeve yer alıyor:tahta çerçeveye bütün bir cam takılı ve çerçevenin iç yüzüne dışarıdan okunabilen beyaz üzerinde siyah büyük ve küçük harf yazılı bir levha asılmış…Öğrenci olayları nedeniyle 13 kapalıyız.Okuyorum ve ürküyorum.Yine ona ulaşamayacağım,kavuşamayacağım ve onu bulamayacağım.. Bu sırada,Lyon’da üniversite öğrencileri gece yarısı ateşe verdikleri araçları söndürmeğe gelmiş itfaiye erlerini yakalıyor;yakındaki yıllanmış bir çınar ağacına-Bu ağaç o ağaç olmalıbağlıyorlar;itfaiye aracının el frenini boşaltıp aracı yokuş aşağı itfaiyecilerin üzerine salıyorlar;araçla ağaç arasında kalan itfaiyeciler ezilerek ölüyor;üniversiteli öğrenciler ilkel bir kabilenin bireyleri gibi çığlıklar atıp ölen itfaiyecilerin çevresinde hoplayıp zıplıyorlar;özel bir televizyon bu vahşeti naklen yayınlıyor;Parisliler dehşete düşüyorlardı…O ve ben de… O sıralar Paris’te de çöpler kokuyor ve sokaklar bu nedenle geçilmezleşiyor:gazete sayfaları;’Kültür devrimi’ ya da ‘Cumhuriyet koruyucuları’ adına düzenlenip dağıtılmış,okunmuş ve kişilerin hoşuna gitmiş ya da kişileri kızdırmış;kişilerin yaşamında ister istemez iz bırakmış broşürler;sinirli kişilerin kullandığı araçların yarattığı yellerle savruluyor ve devlet başkanı,milli savunma bakanıyla Fransızların geleceğini-buna hakkı varmış gibi-konuşuyor ve o bana Heinrich Böll’ün romanlarından söz ediyordu. Ne denli rahattı tanrım,katıksızdı,temiz düşünceliydi,tinini bütün çıplaklığıyla nasıl da ortaya koyuyor ve küçük-düzgün-uyumlu omuz başlarını bir balerin gibi oynatarak onlara can veriyor ve bana çok güzel bir evrende yaşadığımı duyuruyordu. Çok olmamıştı onu tanıyalı ya da yanılıyorum böyle düşünürken bilinç altımı yoklamadığımdan ve geçmiş günlerin içinde,ilk gençlik günlerimde;kişilerin arasına katılmaktan korktuğum;kendi bedenim üzerinde ilk cinsel deneylere giriştiğim ve aradan bunca yıl geçtikten sonra hala aydınlığa kavuşturamadığım o çevrenin,evrenin,bilincimin ve tinimin cehennemi bir karanlık içinde büyüyüp büyüyüp algılayamadığım bir şeyler olduğu çağlarımda rastlamış olduğumu düşünmediğimden dolayı yanılıyorum.Yoksa yanılmıyor muyum..Yoksa onu yeni mi tanıdım?.. Yoksa başından beri kendimi mi aldatıyorum?..Hiç olmayan;hiç olmayacak olan onu bir sanatçı gibi kendim mi yarattım ya da yaratıyorum..Kimdir o;nedir;bana ne verecektir;ben ona ne sağlayabilirim;o olmasa ne olurum;ben olmasam o ne olur diye düşünüyor ve sisler içindeymiş gibi,gittikçe maddeleşen,koyulaşan bir imgeyi düşünür,algılar gibi oluyorum ve o güneşli günü anımsıyorum. Evet;bir ilkyaz sabahı hastaydım da bu nedenle mi okula gitmemiştim yoksa canım onunla olmayı mı çekmişti de uyanır uyanmaz gördüğüm düşün etkisiyle onu aramağa çıkmış ve bulacağımı;odamdan dışarı çıkınca onu göreceğimi düşünmüş ve onun da gözlerinde benim tinimde esen fırtınaların benzerlerinin belirdiklerini görerek elinden tutmuş ve onu kişinin 14 benliğinde kaçmak,kurtulmak ya da ölmek ya da başka bir şeyler örneğin bir yelkenli gemi olmak özlemi yaratan denizin göründüğü penceremin kenarına oturtup ses olup tinine;oradan da bedenine yayılmak için şarkılar söylemiş;kısa bir süre için de olsa o olmayı;kendim olmayı hemen hemen başarmıştım. O her şeyden önce kişiydi;ben de öyleydim;sonra beni arıyordu durmadan;ben de onu arıyordum ve biz bu iş için yaratılmıştık;biri birimizi aramak;bulmak ve biri birimizde erimek;yok olmak;ölmek için yaratılmıştık.Sarı saçları,güzel sesi,dizlerime değen dizleriyle o vardı ve çeşitli yüzleriyle;bin bir eliyle;sayısız gülümsemeleri,ağlamalarıyla var olacaktı da.. Ve ben,çağlar ötesi gibi uzun bir süre ve hemen hemen her anı arayışlar,anlamsız boşalmalar,budalaca ve bir şeylere ulaşmağa yarayacağını düşünüp hiçbir zaman ‘gerçek’e ulaşamadığımız tartışmalarla dolu uzun saatler,günler,haftalar,aylar,yıllar önce;birçok odalardan oluşan,içindeki odaların her birinde ayrı bir ailenin barındığı bir büyük ailenin oluşturduğu kişilerin benliklerini içtenlikle ortaya koyarak rahat ve mutlu günler yaşadığı,büyük apartmanların küçük odalarında sıkışıp kalan ve kendisinden başka kimseyle gerçek anlamda iletişimi olmadığından yalnız yaşamağa kendi kendisini mahkum etmiş o paralı kişilerin içine girseler gıptayla gözleyecekleri;evren durdukça orada yaşamak isteyecekleri o evde onu ilk kez görmüş ve yakalamıştım. Bir başka gün Roma’da ,bütün batı uygarlığına beşiklik yapmış,kişilerin benliklerini aşmalarına yardım etmiş ve bütün bunların izlerini;altınlarını her gün yeniden sayan,koklayan,parlatan ve yerlerine yerleştiren bir pintinin o huzurlu düşünüsüyle koruyarak günümüze dek getirmiş olan sanatçıların ve sanat koruyucularının,kişinin benliğinde değişikliklere yol açan,kişiyi heyecanlandırıp yücelterek bütün diğer yaratılmışlardan ayrık kılan o büyük o büyülü yapılarını izlemek yerine;budalaca toplum kurallarının etkisinden bir kez daha kurtulamayıp yanımdakilerle alış verişe çıktığım günün akşam üstü bir kaldırımda,çevresindeki loş karanlığa kutsal tablolarda yer alan melekler gibi bütün bedeninden ortalığa ve giderek bütün evrene ışık saçan onu görmüş ve evinde bir kez daha benliğinde yok olmayı denemiş ;bedenini para karşılığı satan birisiyken beni evinde bir dost,bir sevgili gibi ağırlamış birisi olarak tinini iki avucumun içine almış,parmaklarımla bir balığın kayganlığına dokunurcasına ona,öz olan ona dokunabilmiştim. O sırada;evinin önündeki panoda sevişenlerle alay edercesine yer alan seçim afişlerinde kişilerin anlaşmaları olanaklıyken savaşmayı seçtiklerini belirten sözler;sarı,mavi,yeşil,beyaz zemin üzerinde böyle saçma bir iş için yer aldıklarından dolayı anlamını yitiren siyah sözcükler bulunuyor ve onun yatağında gerçek anlamıyla eşit olurken afişlerdeki sözlerin sahipleri Đtalyan kadınının özgürlüğü ve erkeklerle eşitliği üstüne ateşli nutuklar atıyorlar ve 15 bir kez daha yönetilen değil de yöneten olarak yaşamayı seçerek kendilerini yeniden kurmağa ya da yıkılıp gitmeğe ve belki de artık olmamağa çabalıyorlardı. Biz onunla özgürdük,kardeştik,eşittik,bütün bunlardan daha da ileri bir durumdaydık ve o yüzüme bütün duygulardan,düşüncelerden uzak,beni eriten,yok eden,bilinmeyen, bulunmayan maddelere dönüştüren göz bebeklerindeki ışıkla bakarken onunla mutluyduk ve Venedik’te Đngiliz öğrencilerinin başının üzerindeki;Đstanbul’da caminin toprak bahçesindeki darı tanelerini kursaklarına indiren güvercinler de mutluydular ve kişilerle alay edercesine dervişler gibi ‘huu’ çekiyorlardı.Bana kartını veriyor ve Roma’ya her gelişimde onu aramamı istiyor;ben o günden beri bir kez daha Roma’ya gidemiyorum ve yine biri birimizi yitiriyoruz. Şimdi kalkıp paltomu giyeceğim;rengini hiç sevmediğim ve yapısını;ama kumaşını iyi bulduğum paltomu. Önündeki iki düğmesini ilikledikten sonra bir kez daha aynada bakacağım paltoma;yüreğim burkulacak;belki kusma isteği duyacağım gözüm göğsüm hizasındaki kabarıklığa ve eteklerdeki kırış kırışlığa takılınca.Omuzlarımı ileri geri oynatacağım ve de paltonun biraz düzeldiği duygusuna kapılacağım. Sonra topuklarımı odanın beton tabanına vura vura kapıya gideceğim;yeşil boyalı kapının madeni kapı koluna uzanacak ve dört parmağımı altından,baş parmağımı üstünden geçirip sağ avucumla kavrayacağım kapı kolunu ve askerliğimi anımsayacağım her işin yapılışının tanımlandığı o garip dönemimi.Başka kapılarda aşağı bükülmesi gereken kapı kolunu yukarı doğru bükeceğim;kapının düzeni ters kurulmuş;alışık olmadığımdan zor gelecek ama,kapıyı açmayı başaracağım. Kapı aralandıktan sonra;elimi kapı kolundan kaldırıp kapının ortasına uzatacak ve elimin ayasıyla kapıyı iteceğim;kapı ardına dek açılacak.Uzanıp içeri bakıyorum..O burada yok. Önce kapı önündeki yer yer kopmuş lastik kafesli paspası,sonra kapının önünde uzanıp iki metre ileride doksan derecelik açıyla sola sapan betondan yolu göreceğim ve onu arayacağım.Orada da yok. Beton yoldan yürüyecek ,dirsekten kıvrılacak ve merdivenin başladığı yere geleceğim;merdiveni inmeye başlamak için önce sağa dönecek iki adım atacağım ve sonra yine sağa döneceğim;merdivenin başındayım artık.Sağımda yağmur sularının merdiven boşluğuna dolmasını önlemek için uzanan bir metre yüksekliğinde beton set;solumda karşımızdaki evin pis kahverengi,kazıntılı duvarı olacak. Merdivenleri inmeğe başlayacağım;kolay olacak inmem;dört basamaklı merdiveni bitirip sola döneceğim;bu kez önümde ayni zamanda bodrum diye kullanılan bir geçit uzanacak;her zaman dar ve karanlık olan bir geçit. 16 Adımlarımı kısaltıp;ellerimi ileri uzatarak geçitte yürümeğe başlayacağım;burnuma nemli ve paslı bir hava kokusu çarpacak ve nedensiz korkacağım. Geçit bittikten sonra,yedi metre kadar sürecek,sağımda yine sola doğru dönerek yükselen yedi basamaklı merdiveni göreceğim ve rahatlayacağım;ne de olsa alaca karanlıktan kurtulduğumu düşüneceğim. Merdivenin basamaklarının eşit aralıklı ve yükseklikte olmadığını anımsayacağım ve merdivenleri özenle çıkacak ve camlı iki kanatlı tahtadan bir kapıya rastlayacağım;kapıyı açmam için camından ileri doğru itmem gerekecek;bundan sonra üç metre boyunda bir alana çıkacağım ve onu arayacağım..Burada da yok.. Önümde bir kapı daha olacak-Bu kapıların anlamı ne-Tanrıya şükür ki bu kapı her zaman açık durur;her iki kanadı da bu kapının önündeki diğer demir kapı ile arasındaki alanın sağında ve solunda yükselen duvarlara dayalıdır her zaman.O zaman bu kapıya ne gerek var diye düşünüyorum. Bu kez demir dış kapının koluna uzanacağım;bu sırada kapının demirden işlemeli süslerine takılacak gözüm ve kapının sağ kanadını kendime doğru çekip kapıyı açacak ve dışarıya kavuşacağım..Ohh be dünya varmış.. Önümde bahçenin içinden geçip kaldırıma kadar uzanan dar bir beton yol olacak ama olsun;artık dışarıdayım ve ona doğru gitmeyi sürdürebilirim. Evin önünden sağa-sola araçlar geçecek:nedenli nedensiz korna çalacaklar;korna seslerine alışkın genç kızlar umursamadan kaldırım kenar taşlarının üzerinde manken adımlarıyla yürüyerek geçecekler.Aralarında o var mı diye bakacağım..Hayır yok. Kaldırımda yürümeğe başladım.Đleride kaldırım üzerinde bırakılmış,kesilmiş ağaçlar var.;genç kızlar yanlarından geçerken etekleri dallarına takılıyor.Bir genç kız iki araç arasından geçmek için kalçasını dalgalandırıyor;bir başkası göğüslerini ileri uzatmış mutlu ve mağrur koşuşturuyor.Oynayan göğüslerine bakıyorum.Göğüsleri çok seven ozanı anımsıyorum. Yürümeğe başladım;gözlerim şoför yerinde sağ kolunu oturulacak yerin sırt dayanan kesiminin üst kenarından arkaya sarkıtmış olarak karşıdaki giyim evinden gelecek hanımını bekleyen şoföre takıldı;adamın yüzünde umursamazlık,utanç ve saygısızlığı bir arada gördüm. Önce sola sonra sağa bakıp karşı kaldırıma geçeceğim;artık her yanım yaşam dolu olarak onunla buluşmaya gideceğim. Onu bir gece yarısı Beyoğlu’nda gördüm;çok sarhoştu;ayakları dolanıyor;ayakta zor duruyordu;bu haliyle bile çevresine nur saçıyor;beni kendisine çağırıyordu. 17 Gittim;tanıştık;yakındaki bir semtte oturuyormuş;beni evine çağırdı;aman tanrım,beni evine çağırmıştı;hemen kabul ettim ve bir taksiye binerek evine gittik. Evde yaşlı annesi ve babası;salonda oturmuş;içkilerini yudumluyorlar;kızlarının dönmesini bekliyorlardı ve beni onlarla tanıştırdı;bana çok yakınlık gösterdiler;kendimi düşte gibi duyumsamağa başladım. Kız;salona açılan yatak odasına beni çağırdı;ben olacaklardan korkarak onun babasına baktım:bana onunla yatabileceğimi;bir koşullarının olduğunu;eşiyle bizim sevişmemizi izleyeceklerini söyledi.Ona baktım;davetkar bakışlarıyla beni yatağa çağırmayı sürdürüyordu;bu garip durumun şaşkınlığı ile bunu yapamayacağımı düşünüyordum;ama o elimden tuttu;eli ateş gibiydi;birlikte yatak odasına gittik ve biri birimizi çılgınca soymağa başladık ve bedenlerimizi yatağa atarak biri birimizin içinde erimeğe başladık. Annesi ve babası da bir yandan bizi seyrediyor bir yandan da biri birlerini uyarıyorlardı.;sonunda onlar da salondaki halının üzerinde sevişmeğe başladılar. Sabah uyandığımda onları uyanmış;mutfakta kahvaltı sofrasında buldum;bana da yer vardı masada;oturdum kahvaltımı ettim ve akşamki olanların nedenini sordum ve bana anne ile babanın artık zor tahrik olduklarını;kızlarının getirdiği erkeklerle yatarken tahrik olup sevişebildiklerini söylediler;ben ne diyeceğimi bilemedim. O her zaman olduğu gibi;masumdu;şahaneydi;beni evrenin en mutlusu etmişti ve ben de onu mutlu etmiştim;evrenin en yüksek tepesine çıkıp kendimizi boşluğa birlikte bırakmıştık. Ona yine buluşmamızı önerdim;olamayacağını söyledi;her erkekle bir kez yatarmış;annenin babanın kuralıymış bu;o da bu kurala uyacağını söyledi;yine kralların kurbanı oluyoruz ve onu yitiriyorum;iç burukluğu ile o evden ayrılıyorum. Bir başka gün Ankara’da ölüme biraz daha yaklaştığını düşünmeksizin herkesinkine benzer davranışlarda bulunarak ve herkesin düşündüğü gibi düşünüp diğerlerinin zevk aldığı şeylerden zevk almak için kendisini zorlayarak yaşadıklarından ve acı çekmeyi öğrendiklerinden ‘büyük’ ve ‘adam’ olmuş olan kişilerin arasında;elinde bilim kitaplarından bir demet,gözlerinde o her zamanki saf,temiz,dinlendirici ve merak dolu bakışlar;adım atışında akıl hastanesinde iyileşip yeniden çıldırmak için diğer kişiler arasına ilk kez katılan delinin o bilmemezlik,anlamamazlık,alışmamışlık dolu ürkekliği ve bana bakarken sinir sisteminin denetiminden çıktığı için algılanması kişiye bütün diğer zevklerden daha derin ve anlamlı bir zevk veren titremelerle dolu dudaklarıyla yapayalnız yürüyordu. Kişilerden korkuyordu o,benzerlerinden,karşı cinsten olanlardan,anasından,babasından,herkesten korkuyordu ben yanında değilsem,varlığımla onu 18 tamamlamazsam;ben de korkuyordum onsuz olduğum zamanlar ve yanıma yaklaşanlara ürkek bakışlarla bakıyor ve onun dışındaki kişilerle ilişkilerimde çekingenleşiyor,ürkekleşiyordum. Onu yakalamak,yanına gitmek için yürümeğe başladığımda sonraları asla duyamayacağımı o an için düşünmediğim ve kişiye ayni heyecanı duymak için yürek hastası olmayı düşletecek denli tatlı;elinde olmayan ve bu nedenle de kişiye belki de yaşamla ölüm arasındaki o geçiş anlarını yaşatan bir çarpıntı içinde çevremdeki bütün sesler,görüntüler,kokular yitiyor ve bütün bunların yerini beş duyumla algılayamadığım ve fakat bedenimin,tinimin,öz varlığımın en derin noktalarına dek yayılan ve kişilerin yaşamları boyunca çok az tanıdıklarını,algılayabildiklerini düşündüğüm,benliğime tamamen yabancı,fakat dost ve sevimli olduğunu düşündüğüm bir duygu kaplıyor. Yaşamla ölüm arasındaki o çok kısa anı yaşamak,tekrar yaşamak istiyorum ve attığım her adımda onunla geriye,her şeyin bir başka anlamının olduğu,herkesin mutlu olduğunu düşündüğümüz,çevresinde oluşan kötülüklere aldırmayıp hep iyi olana dikkat ettiğimiz;ilk yıkılışa dek çok iyi,güzel,doğru çabuk,istemeyerek,ayrımında bir evren olmayarak kurmağa yitirdiğimiz ve çalıştığımız bir daha ve çok yeniden dönemediğimiz,aydınlık dolu çocukluk günlerine dönüyorum. Daracık ve bu özelliği nedeniyle her yıl en azından on kişinin ve genellikle olanlar,olabilecekler hakkında en ufak bir bilgisi olmayan ve kendince kurduğu evrende oyun oynarken çeşitli etkenlerle bu evrenden fırlayıp gerçek evrene çıkıveren ve geçen bir aracın tekerlekleri altında bilinmeyen bir evrene göçen-analara göre meleklere dönüşen-çocukların ölümüne neden olan bir caddede sol yanımızdan biçim değiştirmiş olarak,korna çalarak büyük bir hızla gelip geçen ne olduğunu bilmediğimiz ve üzerinde hiç düşünmediğimiz ölüm yelini çıplak bacaklarımızda duyarak;bir caddenin parke taşlarına bakıyor ve bu evrende olduğumuzu algılıyoruz;bir biri birimizin gözlerinde yiterek ölüyoruz ya da birlikte yeni,mutlu,tasasız ve bu özellikleri nedeniyle gerçek ve doğru olan tek bir kişi yaratıyoruz. Biz onunla mutluluğunu yitirmiş;ulusunun aydınlarının hapishane koğuşlarında çürümelerine çalışmış ve en verimli çağlarında halkına yararlı olabileceklerken susmalarını istemiş ve yetenekleri olmadığı halde aydınlara,halka karşın iktidarda kalmağa çabalamış olanları iktidardan uzaklaştırmak için el ele tutuşmuş bağırırken,slogan atarken de ayni yatakta yatarcasına,kimsenin ulaşamadığı ve ulaşamayacağı zevk düzeyine çıkarak sevişircesine mutluyduk ve aslında biz kötülüğe karşı çıkarken bu mutluluğumuzu haykırmak,mutluluğumuzla bütün kişileri aptalca düşünce ve davranışlarının neden olduğu her türlü bulaşıcı hastalığa karşı aşılamak ve herkesi mutlu görmek,kişileri kendi kişiliğimize katılmağa çağırmak ve böylece bütün kişileri mutlu kılarak yeni bir evren yaratmak 19 istiyorduk.Ama;onlar hep savaşı seçiyorlar ve mutlu olmamız nedeniyle iyiye,güzele ve doğruya,gerçeğe yönelmiş olan bizleri;onu ve beni de savaşı seçmeğe zorluyorlar ve biri birimize olan sevgimizi genelleştirip başkalarıyla bir arada olduğumuz sürece bu zorlamaya karşı çıkıyor ve bizim mutluluğumuzu görmeyenlerle,anlamayanlarla yalnız kaldığımızda;biri birimizden ayrı düştüğümüzde yeniliyor ve kötüye,çirkine,yanlışa yöneliyorduk. O,denize bakan pencerenin kıyısında;ellerini biri birine olamayacak denli uyan ellerimin içine bırakmış olarak ilkyaz kokulu havayı bazı kez kesik kesik,bazı kez derin nefesler alarak ciğerlerine dolduruyor ve bu nedenle teninin rengi hiçbir ressamın tutturamayacağı;tuvaline aktaramayacağı;hiçbir fotoğraf ya da film makinesinin yakalayamayacağı;hiçbir sıfat sözcüğüyle açıklanamayacak bir pembelik kazanırken;ancak çok hassas sismoloji aygıtlarının yakalayabileceği narin ve duygulu titreşimli yüz çizgileriyle benimle birlikte,o çağlarda apayrı ve açıklanamaz bir önemi olan duygulu bir aşk şarkısını mırıldanıyor. Kendimizce bir evren kurup o evrende kuralsız yaşadığımız ve zaman zaman bize gıptayla,ilgiyle,merakla bakan ‘büyük’leri de ona girmeleri için çağırdığımız çocukluk evreniyle;beş duyumuzu bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullanmayı öğrendikten sonra algılamaya başladığımız ve bu andan sonra da acıyı,üzüntüyü,yalnızlığı öğrendiğimiz ve bir anlamda o güzel evrenden çıkıp bu karışık ve karmaşık evrene girmeğe zorlandığımız;girdikten sonra bir kez daha o eki ,mutlu evrene ancak anılarla dönebildiğimiz çocukluk evreniyle adına ‘evren’ denilen ‘büyük’lerin’ adam’ların ‘kadın’ların evrenini ayıran o bir bıçağın keskin yanı üzerinde bulunduğumuzu bilmiyor ve anları yaşıyor;sonrayı hiç düşünmüyorduk. Oysa;deniz kıyısında,kentin dışında kamışlardan yapılmış kulübesinde bir gece önce ağını onarmış balıkçı;denizden,o vermesini bildiği kadar almasını da bilen ve karadaki,havadaki yaşamdan çok daha canlı,çok daha değişken,ayni zamanda çok daha vahşi bir yaşama beşiklik eden ve bu özellikleri dolayısıyla efsanelerde ve bilim yasarlında yaşamın ilk başladığı alan olarak benimsenen ve anlatılan denizden her günkü yiyeceğini sağlamak için sandalını hazırlıyor ve kaçak tütünden sarılmış sigarasını içiyor. Kıyının elli metre kadar açığında başka bir yaşam savaşı veren karabatak;çevresinde ve tepesinde dolanıp duran ak martılara zıt kara rengiyle denize dalıp çıkıyor ve balık yakaladığında martılardan hızla uzaklaşırken bir yandan da aceleci devinimlerle balığı yutmağa çabalıyorken tembel bir martı,denizin yüzeyine konmuş,yüzenlerden büsbütün ayrık,küçük ve aç bir martı karabatağı kolluyor ve karabatağın bir kezde yutamayacağı denli büyük bir balığı denizden çıkarmasını gözlüyor;sonunda beklenileni,hazır lokmayı karabatağın gagaları arasında görüyor ve tembelliğine karşın;büyük bir hızla kanatlarını bir 20 uçağınki gibi iki yanında devinimsiz kılarak hızla karabatağa doğru dalıyor ve kuyruğundan yakaladığı balığı,karabatağın gagaları arasından alıp açıklara,diğer karabatakların,martıların ulaşamayacağı uzaklıklara götürüyor.Yoksa;doğanın sevgi düzeni üzerine değil de savaş düzeni üzerine kurulduğu yaratılmışları,hayvanları doğru mu?..Yoksa;kişiler yaşamlarında diğer örnek alıyorlar da bütün bu karmaşıklık,karışıklık ondan mı?..Kişiler,sevgi düzeninde yaşayıp doğayı da bu düzene uyduramazlar mı?..Atomu bulmasına,genlerle uğraşarak ölümsüzlüğe ulaşmağa çabalamasına karşın,bunu yapamazlar mı?. Pasta evinden çıkmak üzereydim ki başımı yorgun yorgun sağıma döndürdüm.Sağ omuz başımın ileri,aşağısındaydı o sarışın baş;üstelik doğal rengi olmalıydı. Saçlar bu yüzyılın başlangıcındaki kadın başları gibi düzenlenmişlerdi;başın tam ortasından bir tarak yoluyla ikiye ayrılmışlar;kulakları örterek yüzün iki yanından omuzlara dökülmüşlerdi.Omuzlara yayılmadan;boynun yarısı düzeyinde kalıyordu saçların düzenli kesimleri. Alın;karşılıklı iki kenarı uzun ve diğer kenarlarına ölçülü bir sekizgen gibi saçlarla kaşları arasında uzanıyordu;çok geniş görünüyordu;teni soluktu;ne sarı ne beyaz denilebilirdi; süslenmemişti. Đki ince ve isterik kaş alnın bitimini noktalıyordu;bunlar huysuz koşu atları olmalıydılar;bir aşağı bir yukarı devinip duruyorlardı;yakalanamıyorlardı bir türlü;seyrektiler saçlara karşıt;yakından daha güzel olmalıydılar. Burundan önce gözler dikkat çekiyordu ve bu kaşların durmadan devinmelerinin sonucuydu Evet;önce gözler vardı;maviydiler;boncuk denilen türden;kocaman bir aklık içinde ölçülü oranda iki mavilik. Kaşların devinimine karşıt;her yöne gidip geliyorlar;bu gök mavileri;bu deniz mavileri;baş hiç devinimsiz dururken. Sonra yanaklar geliyordu;boyalı gibi kırmızıydılar;alnın ve yüzün diğer yerlerinin yabancısı olmalıydı elmacık kemikleri üzerindeki incecik ten;gözlerin alt kapağını gerip büzerek sürekli olarak gülümseyen iki bakışı oluşturuyordu tendeki bu kırmızılıklar;çok güleç bir yüz sergileniyor;kişi dudakların gülümsemesini önemsemiyor gözlerininkinin yanında. Ve tarihteki Helen kızlarının burunlarından biraz büyük ve dar bir burun ve bu burnun altında gözlerle yarışa kalkmış iki solgun dudak;boyanmamışlar;her deviniyorlar;konuşuyorlar;gülüyorlar;asılıyorlar;kişide öpme isteği uyandırıyorlar. 21 yöne Dudakların altlarında derince bir çene çukuru ve biraz ileri fırlak bir çene cadı filmlerindekini anımsatıyor;ama bu imgeyi kovabiliyorsunuz;incecik bir boynun çok küçük bir parçası görünüyor çene altından ve güzellik katıyor görünümüne. Başımı çevirip başka yöne bakıyorum ve hemen çevirip başımı yine bu güzel yüze bakıyorum;bir ünlü ressamın çıplak kadın tablosuna bakar gibiyim;nereden geliyor bu izlenim;buldum;saçlarından olmalı;bir tablo çerçevesi gibi yüzü üç yönden çevreleyen saçlardan olmalı;yukarıda,sağda,solda;tablonun aşağı çerçeve kenarı yok;olmayıversin. Birden çirkin buluyorum bu yüzü;bir çok zıtlıklar var:ama dinleniyorum bu yüze bakarken-bir keresinde ona söylemiştim bunu çok şaşırmıştı-dudaklarının ve gözlerinin devinimlerini bir arada izlemeğe bayılıyorum;bunu nasıl yaptığıma şaşırıyorum;şaşılacak bir durum gözlüyorum;gözlerle dudakların devinimlerinin ayrı anlama geldiğini gözleyerek;belli ki gözler bu masada değiller;bu kıza ait değiller ya da bu masada olmayan gerçek kıza aitler;o durmadan aranan kıza; uzun sürüyor kızın dudaklarındaki ile gözlerindeki devinim uyumsuzluğu;çözüm olarak dudakları bir yana bırakıp gözlerin peşine takılıyorum. Bu sırada korkunç bir şey oluyor işte;birden kızın yerinde sarışın yaşlı bir kadın görüyorum;oldukça yaşlı;kırışmış bir kadın;büyü gibi bir şey;nedenini düşünüyorum ve buluyorum bu durumun;başını hafifçe öne eğmiş kız,parmaklarıyla entarisini tiftikliyordu;o nedenle yüzü yitmişti. Alın daralmış;kaşlar durgun birer ince çizgi;gözler görünürde yok;gözlerin altında elmacık kemiklerinin üzerine dek uzanan kalemle çizilmiş gibi keskin ve koyu birer halka var;pudralansaydı giderilebilir miydi acaba;sanmam. Böyle düşünüyorum;burun ve çene çok göze batıyorlar;dudaklar da yok;belli belirsiz bir çizgi;gözler altındaki halkalar ve fırlak çene yaşlandırıyor eğilmiş başı;belli belirsiz bir şaşkınlıkla dudaklarım deviniyor;ne dediğimi de anlamıyorum. Yine kız geri gelip oturuyor;baş yukarı kalkmış;donup kalıyorum bu hızlı değişim nedeniyle;bir kez daha başını önüne eğsin istiyorum;ayni değişim olacak mı;kızın dudakları bu anda üzgün gülümsüyor;gözleri ise bütün ilk yazı gülümsüyor;narin bir gökyüzü ve buğday demetlerini çağrıştırıyor;yorgunluk duyuyorum;genç kızın yüzünde de görüyorum bu izleri;bir kez daha başını eğmesinden bu kez korkuyorum;bağırdım bağıracağım;eğme başını;eğmiyor;sağa sola sallıyor yalnız. Sağdan soldan görünen yüz parçalarının etkilerini yakalayamıyorum;iki ayrı yarıda iki ayrı yüz görüyorum;gözler bir kez daha aşağıya bakmağa hazırlanıyorlar;yerimden fırlamak;ona koşmak istiyorum;üst göz kapakları iyice örtüyor gözleri;baş aşağı eğilmiyor.yıllarca arayacağım onu, ilk kez böyle buldum işte. 22 Yine yanımda o ;bir kır kahvesinde oturmuşuz ve o bana deneylerini;benimkinden uzun yaşamında tanıdığı;sevmeğe çabaladığı;ama başaramadığı ve kötülüklerini engellemeğe çalışıp yenildiği;diğer kişileri;bütün büyük ayrılıklarımıza karşın ayni davranışlarda bulunduğumuz;çıkış noktalarımızın değişik olması nedeniyle ayrı düşünce sistemi içinde düşündüğümüz başkalarını;benzerlerimi;tanıdığı erkekleri anlatıyor ve söylediklerini hiç zorluk çekmeden, sanki kendi kendime düşünüyormuşçasına rahat,kendimi aldatmadan dinliyorum ve anlıyorum.Birden kalkıyor;gitmesinin gerektiğini;birilerinin kendisini beklemekte olduklarını;gitmezse üzüleceklerini;oysa kimseyi üzmek istemediğini;onu anlayacağımı söylüyor ve birden yok oluyor,zamanda ve mekanda yitiriyorum onu;yittiği noktaya bakıyor;bütün dikkatimi topluyor;onu yeniden görmeğe çalışıyorum ve yavaş yavaş oluşan gülümsemesini görüyorum ve onu yeniden yalnız gülümsemesini ve bir tül perde gerisindeymiş gibi yüzünü buluyorum. Yine çevre sisleniyor;yine omzuna dolanmış kolumla efsanelerdeki yeniden yaşamağa hak kazanmak için bu evrene yollanmış çiftin iç boşluğu ve yitirmekten doğan o ancak o anlarda yaşanılan korkuyla dolu yürek titreşimleri içinde kahvede olanları,söylenenleri,müzik kutusundan yükselen sesleri sanki biz gerçek evrendeymişiz de bütün bu olanlar,duyulanlar,görünenler bir başka evrende,bir bilinmeyen,düşleri kurulamayan belki de ilk kovulmayı anlatan dinlerde vaat edilen evrendeymişiz gibi sanki yabancıymışım,ilk kez algılıyormuşum gibi duyuyorum ve onun pul pul yanan,her an başka bir görülemez,rastlanılamaz renge dönüşen gözlerinin içinde de ayni duyguların yansımalarını görüyor ve tanrıları düşletecek denli mutlu,acısız,ağırlıksız,yakalanamaz oluyorum ve onu da kendim gibi yapıyor,yepyeni bir kişiliğe büründürüyorum. Zaman zaman bir deli gibi kendi kendime gülümseyerek kendimi yalnız duymadığımı,yanımda birisinin olduğunu düşündüğüm;bu birisinin dediklerini anladığım için işittiğim;sonradan bu anları anımsadığımda mutlu olduğum;ama onları yaşarken bu mutluluğumun ayrımına varmadığım ya da mutluluğu yakalayamadığım kişiler o denli azdı ki ve bunların yanında geçirdiğim anlar o denli kısaydı ve çabucak sanki yakalanmak istemiyorlarmışçasına,sanki yakalanırlarsa o iyi,mutlu anlar olmayacaklarmışçasına geçiyorlar,yok oluyorlar,bilincimin pençesinden kaçıyorlardı ki çocukluk günlerim,bilince ermeden yaşadığım ya da başkalarınca yaşatıldığım o tatlı anlar göz önüne alınmazsa yirmi yedi yıllık yaşamımda toplam olarak belki bir yıl bile yaşamadığımın bilincine varıyor ve geleceğimin de bu denli kısa olacağı kanısına ulaşarak paniğe kapılıyor;bu durumu önlemek;anları gerçek anlamda yaşamak için atılımlarda bulunmak istiyor ve bulunuyor;her kezinde yılgın,yenilmiş,yıkık dökük;bu nedenle onun yanımda olmadığı anlar evrene film 23 izler gibi dışından bakarak yaşayarak onu,evreni gerçek yapacak,yaşanılan anları sürekli kılacak onu;durmadan,yılmadan,yorulmadan,bıkmadan arıyorum;hep arıyordum,her yerde arıyordum Ve işte buldum.ya da bulduğumu sanıyorum;kendimi,onu,başkalarını aldatıyorum;doğayı aldatmağa çabalıyorum. O da benim gibi yapıyor;bazı kez kendisini aldatıyor;bunu ben de duyumsuyorum;bazı kez beni aldatmayı deniyor;neden böyle yapıyor bilmiyorum;sonunda hep biri birimizi bırakıp başka yaşamlara yöneliyoruz. O benim bu durumumun,düşüncelerimin,bir anlamda delirmişliğimin,bu evrenin dışına taşmışlığımın ya da kaçmışlığımın ayrımında değilmişçesine,bikinisinin üst parçasını çözmüş ve göğüslerini güneşe açmış,sıcak yaz güneşini bedeninin en derin üst deri hücrelerinde duyup belki de benim evrenimde gezinircesine düşlere dalarken;başımı sanki onun biçimini alsın diye ve o ölçüde çukur yapılmış ya da yaratılmış karnının üzerine koyuyor ve bütün diğer ilişkilerimde parmaklarımın,tenimin o ana dek bana veremedikleri ölçüde değişik,yüksek,tadına doyulamaz bir zevki saçlarımın dibindeki sinir hücreleri kanalıyla algılayıp tinime mal ediyor ve onun da aynı oranda ve bambaşka ,bütün önceki olgularından ayrık,benimkinin aynı olan bir zevk duyduğunu ve dolayısıyla mutlu olduğunu düşünerek mutlu oluyorum.Evet;o anda mutluydum ve bu mutluluğum;ne denli kaçarsak kaçalım sonunda duygularımız ya da düşüncelerimiz nedeniyle ona,yine ona,hep ona dönmek zorunda kaldığımız bu kişiler evreninin;bu gerçekler evreninin küçük bir devinimiyle küçük bir değişimiyle yok oldu ve belki de günlük yaşamımızdaki değer yargılarına göre ölmüş olan bizler;o ve ben;yattığımız yerde kıpırdadık ve güneşin yakıcılığını,bedenlerimizi yalayıp geçen deniz yelinin okşayıcılığını,ilerideki çocuk bahçesinde oynayan o mutlu yaratıkların gürültülerini yeniden algıladık,duyduk,işittik.Bu kez;zamanın büyük bir parçasını çalmayı başarmıştım;belki de o da başarmıştı;başarmıştık. O zaman Paris’te metro grevde değildi ve trenler bütün gün yarınki yaşamını sağlamak için çalışmış ve yorulmuş ve yıllardır ayni anları yaşamış-metro-boulot-dodo üçgeninde gidip gelmiş ve bu nedenle yaşamdan bıkmış ve bezmiş ölümünü bekleyen hastalar görünümünde kişilerle;her gün yeni umutlar düşleyen ben ve o gibi zaman zaman bu evrenin dışına kaçmayı başarabilen,göstermelik olsun diye değil de gerçek anlamda biri birlerinin dudaklarında,dişlerinde dillerinde yiterek öpüşen mutlu kişileri ya da mutluluk hırsızlarını ve ölmemek için,ezilmemek için,toplumun yararlarını gerçekleştirmek için bütün bir yaşam boyunca acı duymadan ya da olabildiğince az acı duyarak yaşamaları sağlansın diye kendilerine gerekli bilgilerin verildiği ve telkinlerin yapıldığı okullardan dönen ve şimdilik 24 okul yaşamlarının geleceklerini ne denli büyük,ne denli korkunç bir biçimde etkileyeceğinden bilgisiz çocukları taşıyordu.Metrolar mutlu değildi,metrolardaki kişiler mutlu değillerdi,yılgındılar ,korkmuşlardı ve metrolarda kişiler sayısınca devinen bağımsız evrenler vardı.Ama;metroda o ve ben de vardık ve biz ayni evrende.tek bir evrende yaşıyorduk ve bunun için metrolar ayrı,yepyeni,bambaşka bir anlam kazanıyorlar ve ikinci sınıf vagona adımımızı attığımız andan itibaren vagonlar;onun ve benim yelkenini,dümenini,küreklerini yönettiğimiz azgın bir mutluluk okyanusunda,gemi boyu yükselen dalgalar üzerinde bir kuş tüyünün havada süzülmesi gibi anlamsız ve yönsüz giden eski bir gemi oluyorlardı.O,parmaklarını parmaklarımın arasına bırakıyor ve yaratıcı bestecilere esin veren o masal perilerinin uzaklardan gittikçe yükselerek yayılarak,genişleyerek gelen seslerine benzeyen ve tinimi ,bedenimi yerden kesmek ve evrenden uzaklaştıkça varlığımı yüceltmek ve benliğimi eski kabilelerin çeşitli tanrılarının gezinip dinlendikleri,konuşup seviştikleri bir kutsal evrene ulaştırmak için doluyormuşçasına gizlice,bilincimin denetiminden uzak olarak dolan ve bütün benliğimi kaplayan sesiyle beni öldürüyor,tinimi kuş gagası parmaklarının arasına alarak kendisininkine bitiştiriyor ve beni,kendisiyle birlikte yeniden kuruyordu.Metro vagonu boşalıyor ve yan yana,iç içe oturuyoruz,saçları omuzlarına ve omuzlarıma dökülüyorken ‘Swann’ın paytonda katleya düzelttiği ana çağrışım yapıyorum. Ev ya da konak eskisi-en doğrusu yalı eskisi-sonradan böyle olduğu anlaşılıyor-üzerinde tramvay rayları bulunan geniş bir caddeye bakıyor bu yönüyle;sol duvar boyunca bir koridor gibi uzun-ama çok uzun-bir girişi var;kötü bir kapıdan başlıyor;süssüz –sarı boyalı-demir parmaklıklı kapılı;toprak bir yol olarak ev boyunca devam ediyor. Siyah boyalı ev;ahşap;ama boya kişilerin değil; sanki ilk yapıldığında bembeyazmış yalı eskisi;sonra yıllar siyah yapmış tahtaları. Girişin kapısından giriyor ve toprak uzantıda yürüyorum;ben bu evi bir kez daha görmüştüm diyorum, anımsıyorum;evde bir deli-yalnız-evlenmemiş-belki de bu nedenle deli bir kadın oturuyordu tek başına;yaşlıydı. Evin kapısı da ahşap;kendi renginde ;duvarlardaki tahtalardan yapılmış ilk bakışta ayırt edilemiyor ama öyle işte;yalı eskisinin girişi boyunca uzanan sol duvarın bitimine yakın bir yerde bu kapı ve kapıdan sonra camları da siyah perdelerle örtülü iki genişçe ve uzunca pencere var.Eski evlerin cumbalı pencereleri yüksekliğinde ama cumbasız;pencerelerden ikinci pencereden sonra duvar sağa doğru köşe yapıyor Önü alabildiğince açık evin,uzaktan denizin sesi geliyor. Kapıya bakıyorum;küçük ama yine de günlük yaşamda kullanılan ev kapılarından oldukça büyük;üzerinde bir avucum boyunda bir asma kilit asılı sağ orta kenarında;kilidin asılı olduğu 25 zincir yarım kol kalınlığında olduğundan’ Nasreddin Hoca ‘nın türbesini anımsıyor ve biraz korku-ilgi-merak-heyecan duyuyor ve yürüyüşümü sürdürüyorum. Birden evin denize bakan yanının karşısında buluyorum kendimi;arkam denize dönük;kulağıma dalga-çoluk çocuk sesleri geliyor;evin denize bakan yüzünün dar olduğunu görüyorum;on metre bile yok diyorum;geriye uzantısını da o kadar görüyorum ve evin küçüklüğüne şaşırıyorum.Şimdi bulunduğum konumuna göre sağ duvarı boyunca oldukça yürümüştüm toprak tabanlı girişte;yanılmışım demek ki yalı eskisi o denli uzun ve büyük değil. Bu duvarda da evin tek katlı olduğuna inandırmak istermişçesine üç pencere var yan yana;pencereler diğerleri gibi genişçe-uzunca ve cumbasızlar;üstelik bunların da perdeleri siyah;duvar tahtalarının yılların siyahlandırdığı renkte. Garip bir durum;orta pencereye bir asma kilit daha asmışlar,uzun zincirli;bu kapıda asılandan büyük,üstelik altın renginde. Birden bir merak uyanıyor içimde;acaba o yaşlı kadın hala bu konak eskisinde oturuyor mu;gidip kapıyı çalarsam bunu öğrenebilirim ve gidip kapıyı çalıyorum. Ama;açılmasını bekleyemiyorum;korkuya kapılıyorum:yanlış iş yaptım diyorum;uzaklaşmalıyım buradan,kaçmalıyım;uzaklaşmak için geri dönüp üç adım atıyorum ki kapının açıldığını görmüyorum ama duyuyorum içimden;başka evrenlerdeki yaratıkların beyinleriyle iletişim kurdukları gibi diyorum;geriye bakıyorum sağ omzumun üzerinden;gerçekten de kapı aralanmış,kilidi ne oldu kapının,kandil sarısı renkli bir ışık görünüyor;ama ışık kapının dışına taşmıyor,oysa gece taşması gerek;kapının aralığı genişliyor ve yaşlı kadın çıkıyor dışarı.Onun yaşlanmış durumunun hiçbir zaman böyle olmayacağını düşünüyorum. Kadının elinde tavan süpürgesi sapı var;hışımla üzerime yürüyor;kaçmak istiyorumkaçamıyorum;bu kadın o-bu evde yaşadığını bildiğim,düşündüğüm kadın işte bu diyorum içimden;doğru bilmişim ama şaşırıyorum;onca yıl geçti aradan bu yaşlı kadın çoktan ölmüş olmalıydı;belki de onun kızıdır diyorum. Elimi uzatıyorum kadına;avucumu açıyorum;kadın kalın sopayla vuruyor avucuma;acı duyuyorum ama can acısı değil;garip bir duygu;iç kabarması gibi bir şey;yüceldiğimi duyuyorum bir yandan. Kadın her sopayı kaldırıp indirişte biraz daha gençleşiyor;şimdi onu izliyorum;yüreğinde kin yok;öyleyse elime neden vuruyor;günlük yaşamımda hiç kimsede gözlemediğim çizgiler bulunuyor yüzünde;anlamsız demek yanlış olur ama ne anlamı var yüzünün bilemiyorum. 26 On kadar sopa vuruyor avucuma kadın;bunlar olurken yanımızdan,girişin öbür duvarı ile aramızdan babam geçiyor pijamalı;bu arada kadın genç bir kız oluyor sopasıyla eve giriyor;ben soruyorum kapıda yiterken-denize girebilir miyim-yanıtlamıyor,ama girmemin uygun görüldüğünü içimde duyuyorum;geriye doğru dönüp deniz kıyısına yürüyorum. Acıktığımı duyumsuyorum birden;babamın sesi –kendisini göremiyorum-kadının yirmi kadar asması,üç portakal ağacı olduğunu ve bunlarla yaşadığını;başka bir şey yemediğini söylüyor;kafamdan kabataslak kalori ve vitamin hesapları yapıyorum;yaşanabilir diyorum.Evin sol duvarının karşısında uzanan giriş duvarı ev bittikten sonra da devam ediyor;denize dek uzanıyor olmalı;bu duvar solumda kalıyor;yürüyüşe devam ediyorum;üzüm asmaları ve portakal ağaçları evin uzağında. Bu kez yanımda ağabeyimi görüyorum;acıktığımı söylüyorum;meyvelerin duvarın arkasında olduğunu;duvarın yüksek olduğunu;erişemediğimi söylüyorum;o hiçbir şey söylemiyor;ben ona da;o yaşamım boyunca aradığıma da hiçbir zaman erişemiyorum ki.. Duvar;taş ve harç karışımı bir duvar ve yer yer yıkılmış;bu zamana dek hiç bakmamıştım duvara:bu kez bakıyorum duvara ağabeyim ona tırmanırken;tırmanılan yerde kale burcu gibi oyulmuş duvar;iki oyuğun ortasındaki uzantıya iki koluyla sarılıyor ağabeyim duvarı aşmak için;dikkat et düşeceksin diye bağırıyorum. Düşmüyor;yarığa ayağını basıyor;sol eliyle uzantıya tutunurken sağ elini yukarı kaldırıyor;boyumdan biraz yükseğe sarkmış üzüm salkımlarından büyük bir salkımı koparıp bana uzatıyor;yine şaşırıyorum yukarı bakarken;çünkü bu asma değil bir üzüm ağacı;herhalde gövdesi duvarın öbür yanında;göremiyorum;işin kötüsü akasya ağacı gibi bir ağaç olmalı;duvarın bu yanına sarkan salkımlardan öyle anlaşılıyor;akasya ağacında üzüm salkımı;daha da şaşırıyorum;salkımlar herhangi bir dala asılı değiller;havada duruyorlar;bir tek yaprak da göremiyorum ;onunla zaman zaman ulaştığımız o yasak meyveyi yiyip kovulduğumuz yer mi burası acaba?.. Ağabeyimin bana uzattığı salkımı aç gözlüce yemeğe başlıyorum;üzüm tanelerini elimle koparıp ağzıma atıyorum;bir çiltimi ağzıma sokup üzümleri çöpüyle yiyorum;ortaları kahverengileşmiş sarı üzümler;tatlı üzümler ama kabukları kalın;taneleri irili ufaklı. Yanındaki salkım daha güzel görünüyordu;taneleri daha büyüktü ve daha derli topluydu;neden onu koparmadı ağabeyim;tatsızmış o salkımın üzümleri ;içimden öyle duyuyorum;yediğim üzüm miktarını hesaplayıp elimdeki salkımı ikiye bölüyorum;yarısını ağabeyime uzatıyorum. Beton bir yolda yürüyoruz şimdi;deniz kıyısına ulaşıyoruz;beton yol da bitiyor;yolun bitiminde sağda,biri başka bir beton yol üzerinde öbürü toprak üzerinde iki taksi var;özel 27 taksiler;bir askeri araç geliyor hızla;beton yolun bitiminde bir yıkama yağlama çukuru beliriyor;askeri araç geri manevrayla eğimli yıkama yağlama çukuruna yanaşmağa çabalıyor;fazla geri gidiyor araç;şoförü de fazla sol yapmış olmalı ki aracın sağ geri tekerleği yıkama yağlama yerinin bitiminden aşağı kayıyor;asılıp kalıyor araç;şoförü hız kutusuyla ve koluyla oynuyor;araba öne yürüyor ve tekerlek boşluktan yıkama yağlama yerinin tabanına çıkıyor . Yine kendimizi;yanımda birisi var ama bakmıyorum ona;görmüyorum onu;bu o mu acaba diye düşünüyorum;o olmasını arzuluyorum;beton yol üzerinde bulunuyoruz;eve doğru yürüyoruz;karşıdan eşya taşımada kullanılan sepetli motosikletlerden biri geliyor ve yanımızdan büyük bir gürültü ile aşağı doğru hızla uzaklaşıyor;üzerinde Kızılay simgesi var;sağlık yardım aracı bu;askeri araç birisine çarpmış olmalı diye düşünüyorum;geri dönüyoruz ,aşağıya doğru-denizin sesi giderek yaklaşıyor-yürüyoruz. Hala göremedik diyorum aracın çarptığı adamı;garip, ilk yardım aracı taşıtı ileriden bir yarım daire dönüşü yaparak beton yol üzerinden bize doğru yaklaşıyor;elli metre ilerimizde yerden birisini kaldırıp-ama kimse göremiyoruz-motorun sepetine koyuyorlar;yanımızdan yine gürültüyle ve hızla geçiyor bu acayip taşıt. Bir kız bu;ne çocuk ne de genç kız sayılmayacağı çağda;beyaz –mavi-ama solmuş-renklidamalı entari var üzerinde;sarışın saçları kanla alnına yapışmış;gözleri açık kalmış;donuk bir bakış;ama ürpertici değil;doymuş yaşama sanki;motorun sepetinin geriye uzanan kenarına sırtını yaslamışlar kızın;başının geri yanını görmüyorum ama beyni akmış olmalı;orada bir çukurluk olduğunu seziyorum ve panikliyorum;Yoksa bu benim bir tanem;durmadan aradığım ve sık sık ulaşıp yitirdiğim o sarışın mı? Yürüyoruz ve yerde kan birikintisini görüyoruz;sulu bir kan birikintisi;pıhtılaşmamış;pelte pelte değil;içinde sarı kümeleşmeler de var;tam kan birikintisinin orada soldan gelen asfalt bir yol beton yolla birleşiyor;daha önce görmemiştik bu yolu.. Kendimizi mayolarımızı giymiş deniz kıyısında buluyoruz;bu kez yanımdakini tanıyorum;bu kesin o;durmadan aradığım ve sık sık bulup yitirdiğim o. Deniz kıyısında kumsal yok;üstelik bir yalı var;demek bütün kıyı önceki siyah yalı eskisine ait değil;yalının sol kıyısından yirmi kadar basamaklı bir merdiven çıkıyor yukarıya;merdivenden çıkıyoruz;üç yanı kalın demir parmaklıklarla çevrili-sağ yanımızda bir duvar uzanıyorüzerinde bir de pencere var-bir sahanlık burası;genç birisi parmaklığın üzerinden pike yapıyor denize;on metre kadar aşağıda deniz. Tanımadığım birisi geliyor yanıma;denize girmeyecek misiniz diyor;denize buradan atlayarak girilir;bu türlü denize girmeyi sevmediğim için bu sözleri söyleyeni sevmiyorum;öyle 28 duyuyorum;yanımdaki o bulunamayan,o tutulamayan atlıyor denize balıklama;sonra yine yanımda beliriyor nasıl oluyorsa. Biraz önce konuşan genç şortumu beğenmiyor bu kez;ona o anda askerliğimi yaptığımı söylüyorum;bu nedenle yeni ve güzel bir şort alamadım diyorum;üstelik ben yalnızca asker değilim;yakından tanısan beni bu denli patavatsız konuşmazsın diyorum;oğlan susuyor;onu alt ettiğimi düşünüyor ve rahatlıyorum. Bir başka genci görüyorum;bir başkasına el ilanı veriyor sol elindeki desteden alıp;alanlar ilanı açıyorlar;ben de göz atıyorum;müzik yarışmasında kazananların adları ve her adın yanında ödüllerinin resimleri;adları okuyorum;paralı ailelerin çocukları hepsi;gülüyor ve ikircikleniyorum;benim de denize atlamam gerek;sahanlığın kıyısına gidip bir kez daha bakıyorum aşağı;hayır;belimi kıramayacağım suyun içinde ve dibe saplanıp öleceğim.Bunun beni ondan koparacağını düşünüyorum;ondan ayrı düşmek korkum daha da artıyor;ama o zaten denizde deyip ben de gözümü karartıp denize atlıyorum. Sonra trenin son durağına geleceğiz ve toplum düzeninin değişmemesi ve o düşük deyimle işlerin aksamaması için trenin geliş-gidişini düzenlemekle görevlendirilmiş,yaşadığımız düşler evrenine tamamen yabancı olan gerçekler evreninin siyah-mavi giysiler giymiş yaratığı vagonun önce tahtasına sonra camına vurarak kişinin benliğinde her hangi bir iyi durumun doğmasına yol açmayan,buna karşılık kişiye bu evrene geldiğini,diğer kişilerin,yabancıların arasına yeniden katılmak zorunda olduğunu anımsatan sesler-monoton ve hızlı üstelikyaratacak ve biz ona ,bizim durumumuza düşmüş kişiler için yüzüne taktığı maskeye bakacak ve o güzel anlardan oluşturduğumuz yaşamın kesildiğini,bizi uzayda gezdiren füzenin bilinmeyen,tanınmayan bir yılız kümeciğine çarpıp param parça olduğunu düşünecek ve metro vagonundan inip yeniden gerçekler evrenine ayak basacağız.Uzun,çok uzun,kişiye ölümsüzlük duygusu veren bir süre içinde inilecek durakları kaçırıp son durağa gelmiş olmamıza güleceğiz tek söz söylemeden,tek devinimde bulunmadan göz bebeklerimizin içinde gülümseyen hayallerimize bakarak ve bir çağda bir ufak adım atarak,biri birimizin omzuna dolanmış,koluna girmiş olarak geri dönmek için bir demir,tahta,meşin yığını halinde duran ve biçim değiştirmek için bizim binmemizi bekleyen diğer trenin kapısına doğru ilerleyeceğiz. Bir başka gün evrenin her hangi iki kenti arasında trenle yolculuk yaparken o yine gelecek ve karşıdaki koltuğa bir Madonna gülümsemesi,bir hanımefendi hareketleriyle,bir hafifmeşrep kadın havasıyla,bir genç kız olarak oturacak ve okumuş ya da okutuluş benzerlerimizin içine girmeğe,anlamağa,okumağa kendilerini kurmaları cesaret edemeyecekleri,oysa okumalarının,anlamalarının sırasında içindekilerden bir tuğla,harç 29 ya da kiremit gibi yararlanmalarının zorunlu olduğu kitaba o kutsal gözlerini,o eski hint tapınaklarında bulunan tanrı yontularının gözleri denli parlak,kocaman,değerli gözlerini,o kitaba bakarken yeşil olan,bana baktığında maviye dönüşen ve bu dönüşüm sırsında binlerce ayrı renk tonundan geçen gözlerini çevirecek ve bende gözlerini görmek,sonra sesini duymak,sonra tavırlarını izlemek duygu ve isteğine yol açacaktı.Sonra;bir tanıdığına;yaşlanmış ve yapacak başka işi olmadığından ya da başka bir iş yapamayacağından ulusal mecliste ulusu temsil etme hakkını kazanmış ve bu hakka layık olmak için olsa bile fazladan bir çaba harcamamış o bedenini tinine uygun olarak kaba,çirkin ve haşin kurmuş adama rastlayacak ve onu yanına davet edip konuşmağa başlayacak;giderek kadınlara bir tek açıdan bakmağa alışmış olan adamın yüzünde sıkıntılı,şaşkınlık çizgilerinin doğmasına yol açan bir tartışmaya girişecek ve çok sıkıştığı,açmazda kaldığı bir sırada;kişiyi erkeğini yatağına çağıran bir kadının bakışından daha da mutlu kılan ve kişiye o davranıştan daha yüksek bir zevk veren ama yalvarmayan,yardım istemeyen bir bakışla gözlerini bana çevirecek ve bizler kafa kafaya,tin tine verip o adamı hırpalayacak,yerden yere çarpacak,belki de bizden ayrıldıktan sonra kendisini yeniden kurmasının zorunlu olduğuna inandıracak ve bu ortak çabamızın her anında kendimizi mutlu,tanrılaşmış,bir beden olmuş gibi duyacak ve bu duygumuzu gözlerimiz aracılığıyla biri birimize ileterek daha da mutlu olacaktık. Sonra o beni yanağımdan öptü o denize bakan pencerenin kıyısında ve bu annemin yanağımdan öpmesinden bambaşka,yepyeni,anlayamadığım,allak bullak olduğum ve korktuğum bir duygunun doğmasına yol açtı.Saçlarından daha da açık bal rengindeki gözlerine baktım ve sonradan başka hiçbir kadının,başka hiçbir yaratılmışın gözlerinde göremediğim bir aydınlık,bir sevinç,bir haykırma isteği,bir sonsuzluk duygusu gördüm ve hiçbir zaman,hiçbir yerde ,hiçbir kimseye gülümsemediğim bir biçimde;sonradan öyle gülümsediğim duygusuna ulaşmak için birçok deneyler yapıp başaramadığım,bu nedenle de bir maske olmadığına inandığım bir gülümsemeyle yine gülümsedim ve ben de onu yanağından öptüm.Đlk kez;bir başkasının,bir yabancının özel yaşamına,hiçbir yabancı ayağı değmemiş bir ekvator ormanına benzeyen kişiliğine dudaklarımı uzatıyor ve bu bakir ormanda ilk kez duyulan bir tüfek sesinin yarattığı etkiye benzer bir etkinin doğmasına yol açan dokunuşuyla dudaklarımı hiçbir yapay maddenin yer almadığı serin,düzgün,yanan yanağının üzerine koyup yanağının sıcaklığı dudaklarımın sıcaklığına ulaşana dek ve bu sıcaklığı aşana dek orada tutuyor ve yeni açan-güzel ve çarpıcı renkli,imgeler oluşturan kokulu-bir gonca görünümünde olan kişiliğimi acemi bir aşık gibi hiçbir şeyimi saklamaksızın,kişiliğimin hiçbir kesimini kendime ayırmaksızın olduğu gibi ona,bütün yaşamım boyunca benimle olacak,benimle yaşayacak ve benimle ölecek olan ona sunuyorum. 30 Bu kez;o şaşırıyor,korkuyor ve bana gülümsüyor.Kişinin yaşamının hep böyle mutlu anlarla dolu olduğunu,hatta bu mutluluğun bütün yaşam boyunca süreceğini ve sürdüğünü düşünüyoruz biri birimizin ellerinde,gözlerinde,dizlerinde ve çok sonra bunun böyle olmadığını,kişi yaşamında mutlu anların gülünç bulunacak denli az,korkunç denecek kadar kısa olduğunu öğreniyorum ve bu durumun doğru olmadığını,o ilk mutluluğun,ilk bilinçli mutluluğun sürmemesi için ortada bir nedenin bulunmadığını düşünüyor ve gözlerimi dışarıya çevirip olanlara bakıyor ve anlamağa çalışıyorum. Đstanbul’da; yaz günlerinde renkli,neşeli ve hiç durmadan gülen,gülümseyen,şarkılar söyleyen,kaçamak öpüşen kişilerin Marmara’nın serin,dinlendirici,temiz ve bir dere suyu gibi tatlı denizine taşıyan,kış günlerinde giyimleri,tavırları,okudukları gazeteler,dergiler ayni olduğundan ayni ailenin üyeleri oldukları düşünüsünün doğmasına yol açan o her büyük kentin banliyölerinde oturan ayni görünümlü kişileri gibi benzer görünüşlü kente inen ve evine dönen insanları taşıyan,tıklım tıklım dolmuş bir yaz gecesi treniyle hiç de önemi olmayan bir yerlere gidiyoruz. Trenin zamanınkine eşit bir hızla gittiği ve bu nedenle de zamanın durduğu,geçmez olduğu,evrenin dönmediği,her şeyin ve herkesin sustuğu duygusuna ulaşıyor ve bu durumlarda her zaman yaptığım gibi çevreme bakınıp onu arıyor ve bulamıyorum,üzülüyorum,sıkılıyorum;trenden atlamak,adını bağırmak-adını da bilmiyorum ki,o denli çok adı var ki,o kadar evrenin her noktasına yayılmış olması gerekiyor ki-kollarımı evrenin genişliğince açıp kollarıma atılması için bütün uzayı sarsacak bir sesle haykırmak ve artık gelmesini,yanımda kalmasını ve beni hiç ama hiç bırakmamasını istemek ve çoktandır kurumuş olan göz pınarlarımı zorlayıp ağlamak,o beni teselli edip susturuncaya dek ağlamak istiyorum. Neyse ki tren yavaş gidiyor ve her istasyonda vagon biraz daha boşalıyor ve kalabalığın kişide doğurduğu o dikkatsizlik,o umursamazlık duygusundan kurtulup o olması gereken herkese bakıp onu arıyor,bulamıyor ve kendimi kötü keresteden usta bir marangoz eliyle yapılmış olan kitaplığımın raflarında sıralanmış kitaplar arasında,dizelerinde onu bulduğum,gözlediğim,dinlediğim,düşlediğim ve onunla konuştuğum bir şiir kitabını ararken görüyor ve büyük bir panik içinde kitabı,durmadan kitabı,belki de her zaman olduğu gibi bu kitap aracılığıyla onu arıyor ve üzülüyor ve üzüldükçe daha çok paniğe kapılıyor,onu asla bulamıyordum. Ummadığım bir anda,büyülü bir istasyonda birden ortaya çıkan giz dolu bir öykü kahramanı gibi kapıda görünüyor ve trendeki bütün sesler susuyor,bütün ışıklar sönüyor,bütün kişiler,yanımda oturan ve yol boyunca başını arkasına dayamış uyuklayan arkadaşım,herkes 31 ve her şey yitiyor ve o geçmişte bu durumlarda olduğu ve gerecekte de olacağına,ölene dek,belki de öldükten sonra da olacağına inandığım gibi kimseye ya da hiçbir şeye bakmaksızın bütün pırıltılarını,bütün devinimlerini,bütün çizgilerini tanıdığım o bebek gözleri gibi gözlerini bana çeviriyor ve ben tinimde doğan bütün iyi duyguları,arınmış,öz olmuş duyguları dudaklarım,yanaklarım,gözlerim ve bütün bedenimle tinimle onunkine aktarıyor ve onun gözlerinde de ayni ,an içinde yaratılan ve yiten duyguları yakalıyorum. Bana Hıristiyanlıkla ilgili dinsel tablolardaki kutsal bakirelerin dokunulmamış,göz değmemiş,okşanmamış bakışlarıyla,gizlice gebe kalmış bakire gülümsemesiyle bakıyor ve bu görünümüyle hoşuma giderken bir yandan da neler yitirmekte olduğunu,ne denli güzel olabileceğini,nasıl kırlardaki papatyalar gibi açılıp doğayı şenlendireceğini-değişeceğini,bir yanardağ olacağını çevresindekileri yakacağını-düşünüyorum. Ve Fransa’nın başkentinde ayni saatlerde balodan çıkmış ve yepyeni bir tin,yepyeni bir evren görüşü kazanmış ve bu durumuyla kendisine uzanarak dalından bir gonca gibi koparılacak eli ve başka evrenlerdeki kimyasal bileşimlerden oluşuyormuşçasına bambaşka olan o yakıcı,o çıldırtıcı kokusunu koklayacak tini bekleyerek kendinden geçmiş olan bir başka genç kız;beş oğlanla ayni otomobile biniyor ve bedeninde dolaşan ellerin,ayni anda dudaklarına,yanaklarına,boynuna,ensesine uzanan sayısız ve değişik dudakların etkisinde kendisini göklere yükselmiş ya da denizin o büyülü derinliklerine dalmış gibi duyuyor ve Yveline ormanlarında genç kızlıktan çıkıp kadın olurken hiç acı duymuyor,hiç bağırmıyor,hiç ağlamıyor ve çılgınlığın sınırına dek ulaşmış olarak başka hiçbir yaratığın ya da müzik aracının çıkaramayacağı tatlılıkta seslerle yalnızca küçük çığlıklar atıyor ve sonunda karanlıklar içinde kendisini yitiriyordu.Oysa;ertesi gün çıkan gazeteler olayı bir cinayet,bir öldürme havası içinde diğer insanlara,o genç kızın duyduğu zevkleri duymamış-belki de hiçyaşadığı çılgınlık anlarını yaşamamış-belki de hiç-olanlara duyuruyorlar ve diğer kişileri mutsuz olmağa ya da az mutlulukla yetinmeye çağırıyorlardı. O;her zamanki kendine güvenen,bedenini ve tinini tanıyan,kendisinden neler isteyebileceğini ve istediklerinin ne kadarını elde edebileceğini,dilerse ne zaman kendisini zorlayabileceğini ve aşacağını matematik bir kesinlikle bildiğini belirten dudak kıvrımları ve beden çizgileriyle bana doğru geliyor ve lambanın ışığının çevresinde dolanan bir pervanenin yorulmuş kanat çırpınışlarıyla kendini ateş kesilmiş camın üzerine bırakıp yanması örneğince istekli,kararlı ve sevgi dolu devinimlerle karşımdaki boş koltuğa oturuyor ve her zaman ama her zaman olduğu gibi bana gülümsüyordu. Đçimde bir volkan;korkunç gürültüler ve bin bir renkli alevlerle patlıyor,lavlarım her bir yana ırmaklar gibi akıyor ve konuşma isteği,uzun süreler yalnız kalan kişiyi gerilmiş bir yaydan 32 fırlayan ok gibi kalabalıklar içine atan,o kırlara açılan ve kişilerden kopanlarda kuşlarla,dallarla,derelerle,kurbağalarla arkadaşlık etmek,onları kendisi gibi dillendirmek ve güldürmek;ovalara şiir belletmek duygusunun doğmasına yol açan;o çağlayanlar örneği önlenemez bir hızla akan ve yüreğe düşen ,o kişiye kişi olduğunu anımsatan ve kişiyi kişi kılan yakıcı arzu;önce yüreğime sonra beynime doluyor ve istesem de önleyemeyeceğim,kendiliğinden olan,bilincimden geçmeyen devinimlerle dudaklarım ve ellerim,kollarım,bütün bedenim kıpırdıyorlar ve konuşuyoruz. Sonra sustu kent işte.Şimdi yalnızca evlerde-dersliklerde-işyerlerinde-resmi dairelerde soluklanıyordu kızgın kızgın.Gerçekten de kentte herkes kızgındı şu saatlerde.Güzellik yarışmasını yitirmiş tanrıçaların kızgınlığı.Bir şeyler buluyorlardı kızmak için.Kimse kimseyi bağışlamıyor,bağışlayamıyordu…Mutluydular zaman zaman.Karşıt davranışları olsa nasıl bir mutlulukları olacağından bilgisiziz.Bağırıyorlar-suçluyorlar-saldırıyorlar- savunuyorlardı;anlamsız. Çok sürmedi bu gürültülü suskunluğu kentin.Sokak aralarında-en pahalısından en parasızına dek-bir kıpırtı başladı yavaştan.Kadınlar-öğrenim çağını aşmış kızlar-çocuklar döküldüler sokaklara.Yavaş yavaş daha geniş sokaklara-caddelere-bulvarlara yayıldılar.Kapladılar kenti yeniden.Kentin yüreği;büyük,çekilmez,dayanılmaz bir gürültüyle yeniden atmağa başladı. Evden et almak için çıkmıştı-saat ondu-ama deniz kıyısına dek uzanabilirdi.Mantosunun yakalarını kaldırdı;kulak memelerine değdiğini duydu kumaşının.Daha bir güven geliyordu kendisine böyle yapınca.Paralıların-yargıçların görünümüne bürünmenin bilinç altı boşalması.Ama o;nedenini düşünmüyordu bu davranışının hiçbir zaman.Güzel buluyordu kendisini böyle yapınca;görkemli. Sağ yukarısından çatlak bir-günaydın-duydu;sanki ses kendinden utanıyordu.Başını kaldırdı ve kırışmış bir çift bacakla sarkık göğüsleri gizleyen çok süslü bir sabahlık gördü…Yukarıdaki kadın hiçbir yerini örtmedi;erkek olsaydım şimdi-diye kurdu;nasıl da örtünürdün yapmacık.Oysa anasından öğrenmişti bir yere oturunca eteklerini aşağı çekiştirmeyi;o da kendi anasından öğrenmişti.Oysa;kadın örtünüyorsa bunu herkese karşı yapmalıydı ve içinden geldiğince yapmalıydı.Daha geriye yatırdı başını ve yüzünü gördü kadının ve korkunç-dedi.Korkmuş bir –günaydın-döküldü dudaklarından;buna engel olamamıştı;o da bir çok şeye koşullandırılmıştı. Utanıyordu biraz da;geriye bakmadan hızlandırdı adımlarını;pantolonunun paçalarının ayakkabıları üzerindeki devinimlerine dikti gözlerini.Ayakkabılarının topuk seslerini dinledi birkaç adım;balkonda olmalı hala;geriye döneceğimi kuruyor olmalı diye düşündü.Ama 33 dönmeyeceğim;dayanamıyorum onun yatak dışındaki görünümüne..Belki de elini bile biraz yukarı kaldırmıştır sallamak için;dönersem diye. Sokağın caddeye kavuştuğu köşeye geldi genç adam;her zaman sola dönerdi buradan ve bu sırada geriye bakardı..Bugün karşıya bakmayacağım..Yaaa;neden yapmadım geçeceğim bugüne ve sağa döneceğim dek bunu.Kızarsa ve geriye kızsın;bıktım artık..Gerçekten de bıktım mı.. Hızlı hızlı karşıya geçti;balık tutan bir çocuğun kaldırıma yayılmış misinasına bastı;görmemişti..Hem herkes basardı misinalara;her yerde;bir tür kuraldı bu;giderek bir yasaydı belki de Çocuk;ayak seslerini izliyordu.Çömelmişti duymuş,başını deniz sağ kıyısına;deniz omuz bir başından metre geriye ötesinde ve çevirmiş,onu aşağısındaydı çocuğun..Kızgın kızgın baktı adama.Çocukça bir kızgın bakıştı bu.Hiçbir zaman çatışmaya,vurmaya,öldürmeye dek varmayacak bir kızgınlık bakışı…Şaşırdı çocuk;adam da ona bakmıştı kızgınlıkla.Oysa;o haklıydı kızmakta;adamın hakkı yoktu kızmağa..Misinasına basmıştı o;bir şeyler yapmalı ya da söylemeliydi genç adam;oysa üç adımda uzaklaşıp gitmişti adam.Çocuk yeniden gözlerini misinasının denizde yittiği noktaya. Deniz hafiften kımıldıyordu ve her kımıltıda misinanın denize girdiği yerde-misinanın çevresinde küçük bir halka oluşuyor-büyüyor ve yitiyordu.Dışarıdan bakan ve işi bilmeyen birisi;oltaya sık sık balık vuruyor sanırdı. Çocuk;misinayı sağ gösterme parmağının ikinci boğumundan denize bırakmış bekliyordu.Birden gerildi misina.Çocukla balık arasında bir savaş başlamıştı ya da bitmek üzereydi.Hızlı hızlı topluyordu misinayı çocuk.Denizin içinde,misinanın ucundaki iğneye takılmış bir lidakicik göründü.Güldü çocuk;çocukçaydı gülmesi;dinlendirici;ciddi değildi yüz çizgileri büyük adamlardaki gibi.Tam denizin yüzeyine çıkmıştı ki;sağa sola birkaç kez kuyruk salladı lidakicik;o da çocuk sayılırdı daha;bir oyun oynuyor gibiydiler ve balık kurtuldu iğneden..Çocuk önce şaşırdı;durdu bir süre;sonra yine-ebelik kendisinde kalmış gibi topladı misinasını ve duygusuz, iğneye yeni bir yarım solucan taktı. Yıkık-yüksek bir duvarın üstüne oturmuş-bacaklarını aşağıya sarkıtmış;çok aşağıdan ve uzaktan hızla geçen madeni solucanlara bakıyordu.Böyle yapmakla yaşamını tehlikeye attığını bilmiyordu.Kent onu her an yutabilir-sindirebilir-yok edebilirdi.Bu kentte her an ve her yerde delilere rastlanabilirdi.Ayrıca;herkes,her an ve her yerde durduk yerde delirebilirdi.Örneğin;arkasındaki şu çok süslü-omuz başından denize ve karşıya bakan şu kadın itebilirdi onu aşağıya.Öykülerdeki denli derin bir uçurum-bir kör kuyuya-bir denizin derinliklerine..En az iki minare boyundaydı ayaklarını uzattığı yar. 34 Demir solucanlar bile kent yaşamına uyuyorlar bu saatlerde;kentin rahatını bozmak istemezcesine yavaş ve sessiz gidip geliyorlar.Đçleri kişioğlu dolu. Kişilerden daha anlayışlılar.Oysa;şu saatlerde de aceleci kişiler vardır banliyö trenlerinde.Kentin düzenini bozduklarından;rahat soluklanmasına engel olduklarından bilgisiz koşuşacak-hızlı hızlı yürüyeceklerdir trenlerden inince.Tüm yaşam ve evren düşünüldüğünde ne anlamsızdır acelecilikleri bir bilseler. Tren istasyona inadına ağır girdi;trenin yanaştığı peron yönündeki pencerelerden birinin kenarına oturmuştu kadın.Yanında,küçük bir benzeri vardı;annesinin alışkın bakışlarına karşılık o;bu son durağa her gelişinde şaşkın şaşkın bakıyordu çevresine.Her kezinde;yeni bir şeyler buluyordu değişik,yeniden gözlenecek.Annesi de baksaydı;isteseydi bulabilir;görebilirdi onun gördüğü yeni şeyleri.Oysa ;annesi,bir iki kez ayni kişileri görmüştü o trenlere inip binen;kişiler bile ayni-diye genel bir yargıya varmış ve istasyonla ilgisini kesmişti.Kıpır kıpır tren istasyonu;anlamsız bir taş yığınıydı artık onun için..Belki de hiç bir şeydi. Yerinden kalktı ve çocuğun eli avucunda yitti.Çocuk annesinin eline baktı-kendi elini aradıbulamadı-korktu ve sonra yüzüne baktı kadının başını geriye atarak;annesini gördü..Đçine güven doldu yeniden. Kadın tirenden perona indi;sola döndü ve ağır ağır yürüdü kalabalık çıkış kapısına.O da katıldı kalabalığa ve birden kendisini yitmiş gibi duydu;kızının elini daha bir sıkı tuttu. Kalabalığın arasında-yürümenin tadını beyninin en uzak köşelerinde duymağa çalışarak yürüyordu;gözleri herkese ve her şeye değsin istiyordu-başını sık sık çeşitli yönlere çeviriyordu…Önce iki saat kadar amaçsız gezerim;sonra esaslı bir öğle yemeği yer;provalara giderim.Bu gece en iyi oyunumu çıkaracağım.Tüm eleştirmenlere yanıt olacak. Biletini uzattı kapıdaki bıyıklı adama,çocuklu kadının arkasından.Biletleri toplayan;ciddi ve korkunç görünme çabasındaydı;beceremiyordu doğal olarak ve komik duruma düşüyordu.Somurtan çocuklara benziyordu bileti uzatan.O da ciddi ve korkunç görünme çabasındaydı.Bütün devlet memurları böyleydiler;gülmek daha yakışırdı bu adamlara oysa..Đşleri yolunda giderdi gülümsemesini bilenlerin.Daha sevimli olurdu devlet ve kişiler. Sağa döndü;işte yine koşmağa başlamıştı kişiler.Biraz sonra doluşacakları dolmuşlarda rahat etmeyi düşünüyorlar ve hukukun tanıdığı öncelik hakkından yararlanmak istiyorlardı.Doğal olarak;her zaman ve her yerde olduğu gibi;çocuklar söz sahibi değillerdi bu konuda.Đşte bir kadın-hem de böyle davranmaması gerektiği düşünülecek bir kadın-çocuğunu çekiştiriyorsürüklüyordu dolmuşa;çocuk kaçıran birisi gibi görünüyordu dışarıdan.Oysa;annesiydi çocuğun 35 Çocuk-biraz da korkmuş-aptal aptal bakıyordu bu tanımadığı kadına..Durgun adımlarla yaklaştı dolmuşa.Sürücünün yanına oturdu ve gözlerini önünde-aşağıya doğru uzanan kırmızı bir kurdelenin ucundan sarkan mavi maşallaha dikti sarı saçlı delikanlı;kadın o yeri kapamamanın üzüntüsüyle arka kapıyı açıp dolmuşa bindi çocuğu çekiştirerek. Genç kız mavi maşallaha baktı bir süre donuk;sonra görmez oldu onu;bir ense girmişti maşallahla arasına.Paltonun yarım kalkık yakasının içinde bütün güzelliği belli oluyordu;heyecanlandırıcı bir güzellikteydi sarı saçlarla süslü ense ve dokunma isteği uyandı içinde.Yerine yerleşiyormuş gibi yapıp ön kanepenin sırt dayanacak yerine tutundu;ama uzanamamıştı o güzel enseye dek.Yanında oturan yaşlı kadının ne yapmak istediğini anladığını sandı;utanma duygusu yükseldi yüreğinde..Ellerini karnının üzerine bastırarak itti bu duyguyu geldiği yere-derinlere..Başarıyordu bunu çok kez..Beğenmek kötü değildi;olmamalıydı da. Dolmuş durdu;başını soldan geriye çevirdi;açık pencereden girip saçlarının arasında dolaşan yelin giz dolu hışırtısını dinledi.Sonra;göz sinirleri üstün geldi ve arkadan tehlikeli olacak bir aracın gelmediğini algılayarak;bilincine uydu ve sol kapının kolunu sağ eliyle avuçlayıp aşağıya itti.Önce sol bacağını;sonra sağ bacağını uzattı caddeye basmak için ve karşıya baktı.Bir oğlan durmuş;kendinde değilmiş gibi donuk ve anlamsız bakışlarla bacaklarına bakıyor ve daha yukarıları görebilmek umuduyla kendisinden geçiyordu.Bir uzay büyücüsünün etkisindeymiş gibi devinimsiz-soluksuzdu-yarı ölü sayılabilirdi..Gülümsedi kız;indi araçtan ve karşı kaldırıma geçti sekerek ve bir kadın eşyası satış mağazasının oldukça içerlek kapısında yitti. Bir eşarp almak istiyorum dedi adam..Buyurun-şöyle buyurun-örneklerimize bir bakın. Nasıl olsa alacaktı bir eşarp;neden böyle sıkboğaz ederlerdi davranışlarıyla bu tezgahtarlar kişileri..Kadınlara mal satmak için bu türden davranışları benimseyebilirim..Ama bir erkek bir mağazaya girdi mi-üstelik kadın eşyası satan bir mağazaya-mal almağa kararlı demektir.Yapılacak en iyi şey kadınlara davranıldığı gibi davranmamaktır erkek alıcıya. Tezgahtar;el-kol devinimleriyle durmadan ağzını açıp kapıyordu;sessiz film izler gibiydi adam;bazı sözcükler beyninde yankılanıyordu ama,bunlar söylenenlerin tümünü anlamasına yetmiyordu.Arada bir;iki-üç metre kadar sağına-soluna giderek bir başka alıcıyla ilgileniyordu tezgahtar..Bu kez de ilgisiz kalmak canını sıkıyordu.Yalnızlık duyuyordu mağazanın kocaman ve biraz da karanlık boşluğunda..Birini beğendi sonunda ve tezgahtar paketi hazırlarken kapıya yöneldi;tombul bir kasacı kız oturuyordu yüksek bir sandalyede;bacaklarının iğrenç olacağını düşündü ve açıkta bekledi. 36 Tezgahtarın bağırdığı miktarı;dokunmamağa çabalayarak kızın hamur gibi eline uzattı;hiçbir güzelliği ya da çekiciliği yoktu elin;yalnızca tazeydi,gençti,canlıydı o kadar. Postacı;bir elinde mektup dolu bir çuval,diğerinde taahhütlü defteri ile resmi daireden içeri girdi.Müdür;telefonla konuşuyordu,sesi koridorda duyuluyordu;evet öğleden sonra gelin konuşalım. Mektuplar okunuyor;koliler,paketler açılıyor;telefonlar,teleksler çalışıyordu.Dev bir işetişim merkezi görünümü almıştı kent.On ton yola çıktı-tamam yollayacağım-çek karşılıksız mı çıktı-fiyatı biraz daha indiremez misiniz-en iyisi bu konuyu öğle yemeğinde konuşalım-hayır olmaz,kabul etmiyorum-hay Allah,on dakika oldu hala çevir sesi yok. Elini bıraktı kadının;yarın yine birlikte olacağız-dedi.Bu saatlerde yine..Kadın,elinde filesi hızlı hızlı yürüdü..Ben iyi kişi değilim-diye düşündü.Ya da o iyi bir kadın değil;bu daha doğru olmalı..Kadın seçmişti bu ortak davranışlarını.O adam,yalnızca kadını seçmişti.Son kararı kadın vermişti-sorumluluk onun olmalıydı..Biraz sonra evinin mutfağına girecek ve okuldan dönecek çocuklarına-iki taneydi- ve kocasına öğle yemeği hazırlayacak..Zevk duyacak mı bunlardan acaba..Yoksa ben bir oyuncak mıyım..Her eline geçirenin oynadığı. Birden;kendisinin de acıkmış olduğunu duydu;biraz önce içine gömüldüğü duygular evreninden sıyrıldı ve ters yöne dönüp yorgun adımlarla yürüdü. Đçimde;ona bir şiir okumak isteği kabarmıştı.Onu anımsamıştım;o güzel kokulu melek görünümlü onu. Đlk günlerimdeyim Çırıl çıplak oluyorum senin yanında Pıtır pıtır kabarıyor bedenim Derin Ne denli uyumsuz olursa olsun Tinim Doğaya uyuyorum kollarına girince Sana uyamıyorum Sımsıkı yumulu gözlerine Ve yontudan ellerine Sonra bir mumyanın ölümsüzlüğünü yaşıyorum Sonra diriliyorum-besbelli lanetli bir firavunum Uzaydan evrene fırlatılmış bir taş olmalıyım Doğrulup yatağında oturuyorum Yok yok ben tanrı da değilim 37 Ne de sen Uyanıyoruz o tatlı düşten Gözlerin sımsıkı yumulu Ve gözyaşlı Yeni bir an yarattık kendimize Gülümsüyoruz biri birimize Onu küçük bir kız çocuğu gibi gördüm bir anda,hayvanat bahçesine gitmiş,önce sırtlanları,çakalları görmüş ve pis kokuları nedeniyle sevimli bulmamış,maymunları görünce sevinmiş ve yaşıtıyla şakalaşır,konuşur gibi davranışlarla ve sözcüklerle ve büyük bir ilgiyle onlarla anlaşmağa çalışmış ve bunda başarılı olduğunu düşündükçe sevinmiş ve maymunlar kendisinden uzaklaştıkça üzülüp sonunda ormanların efendisi aslanın kükremesiyle korkuyu,ama kişinin emniyette olduğunu düşündüğü ve buna karşın bir şeylerden korktuğu sıradaki o korkunun bulaşık suyu gibi kişinin yüreğine sıvıştığı türden bir korkuyu damarlarında duymuş ve annesinin eteklerine başını gömerek bu duygudan saklanmayı,kaçmayı düşünmüştü,işte şu anda da öyle bir korkudan söz ediyordu vagonun kapısında durmuş gözleri deliğinden çıkacak farenin üzerine atlamağa hazırlanan bir ev kedisininkiler gibi kısılmış,küçülmüş ve korkunç bir kendine güvenle dolmuş,kolları bir kartalın kanatları gibi iki yana açılmış olan o yabancıyı,o ben olmayanı,o o olmayanı,o başkaları olmayanı bakışlarıyla bana göstererek ve başını sağ kolumun altından geçirmek istercesine oturduğu yerde doğrulup yaklaşarak..Ve,ben,yeni bir evrene ilk kez ayak basacak olan o adsız fatihlerin duyacakları çözümlenemez,karma karışık duygu yumağının narin ve elektrikle dolu ipleriyle kıskıvrak bağlanmış,bedenim ve tinim bu çapraşık duygularla çepeçevre çevrelenmiş olarak onun yanına oturdum.Birden,o kötü adam gitti,yok oldu,çünkü onu düşünmüyorduk artık,o onu düşündüğümüz için vardı ve yitti,ne denli kolay olmuştu,düşünülmezlerse bütün kötüler ve kötülükler yok olmaz mıydı sanki.Düşünülmeye düşünülmeye yok olmazlar mıydı acaba?..Bu denli kolay mıydı kötülüklerden kurtulmak,bu olanaklı mıydı?.. Ama o kadın,o iyice yaşlanmış olmasına karşın diz kapakları bir genç kızınkiler gibi düzgün,gergin ve parlak tenli;yüzü,boynu,elleri,saçları çok boyalı,parkın havuzunun kıyısındaki alçak kıyı duvarına dizlerini dayayarak topukları üzerine çömelmiş ve bedenini havuza eğip sağ kolunu havuzun su yüzeyine yakın dolaşan kırmızı balıklara uzatmış olan o kadın;sol elindeki kağıt torbadan aldığı ekmek kırıntılarını;kedisini beslercesine ya da uzun bir çaba harcadıktan sonra kendisini,dostluğunu benimsettiği bir güvercini balkonunda elinin içine koyduğu darı taneleriyle doyururcasına,ağızlarını suyun dışına dek uzatan balıkların 38 açılan çeneleri arasına bırakırken bu evrende yaşadığını algılıyor ve bu evrende bu gerçekler,katı gerçekler evreninde olduğu için mutlu oluyor ve çevresine doluşmuş çocuklarda hayvan sevgisinin giderek insan sevgisinin,doğa sevgisinin doğmasına yol açan bir sevgi meleği kişiliğine bürünüyordu.Yoksa ben yanılıyor muydum?..Gerçekler evreninde yaşamak,düşler evreninde yaşamaktan daha mı tatlıydı?..Yoksa,bu iki evren,biri birinin ikizi miydi,biri birlerini tamamlıyorlar mıydı?..O zaman gerçekler evreninden bilinçli olarak kaçmamalıydım..Gerçekler evrenini dilediğim ölçüde değil,kendisini bana verdiği ölçüde mi yaşamalıydım?..Gerçekler evrenini tüm olarak yaşayabilir miydim?.. O kadın,balıkları eliyle beslerken mutluydu.Balıkları beslediği için değil,başkalarının yaşamadığı biçimde gerçekleştirmişti,onun beslediği için için mutluydu;yani mutluydu.Mutluluğun çıkış bir düş noktası kurmuş düşler ve onu miydi?..Pür gerçek,dümdüz gerçek de kişiyi mutlu kılamaz mıydı?.. Ve o gece;kesin olarak erkek olduğumu düşündüğüm ve bu nedenle sonraki günlerde başımı bir kralınki gibi dik tutarak,göğsümü savaşta büyük yararlıklar yapıp karısına,anasına,çevresine geri dönmüş güçlü bir savaşçı ya da olimpiyat oyunlarında ulaşılamayacak denli hızlı koşmuş,düşlenemeyecek denli yükseklikteki çıtanın üzerinden atlamış,diski ancak tanrıların atabileceği denli uzağa,uzaylara fırlatmış bir atlet gibi kabartarak dolaştığım o gece onu,beni kişi yapan,küçük bir çocuktan bir insan oluşturan,bir erkek yaratan;bana o ana dek tanıyabildiğim zevklerden ve heyecanlardan daha yüksek,gelgitli ,vazgeçilmez bir zevk veren onu,ensesinden,hummalı bir sayrının kıpkırmızı kesilmiş yüzü gibi yanan o evrenlerin en usta yontucusunun elinden çıkmışçasına muntazam,uyumlu,tanrısal başının bitip bedeninin başladığı yerden öptüm.Beline dolanmış kollarımla onu sıkıyor,sıkıyor ve maddesel devinimle tinini tinim içine çekmek,binlerce derecedeki bir fırın içinde iki madeni karıştırıp eritircesine tinini tinimde eritmek,bütün yaşamım boyunca çabalayıp ve pek kısa anlarda başarabileceğim gibi o olmak ve onu da kendim yapmak istiyor ve yarı açılmış ağzından yükselen anlaşılmaz seslerden bu isteğimi gerçekleştirdiğimi anlıyor ve ilk kez herkesin düşündüğü anlamda,o çocukluk dönemimdekilerden bambaşka bir cinsel mutluluk duyuyor ve bu mutluluğumun kaynağının onun belini sıkan kollarım olduğunu düşünerek belini öldürmek istercesine sıkıyor,sıkıyordum. . Sonunda yapmamamı-durmamı-yetinmemi isteyecek benden ve ben kendimi sınırlayacak ve onu da kendime uyduracağım bu kendini bırakış çağrısını anlamaksızın okşamalarımı yavaşlatarak ve o küçük bir kız çocuğu gibi –bebeği elinden alınmış ya da yemek masasına 39 zorla oturtulmuş küçük bir kız çocuğu gibi-ağlayacak ve onu öylece bırakıp sokaklara düşeceğim. Ve Paris’te ‘Place Clichy’ metrosunun parmaklıklı,kapalı giriş kapısının önünde rastlayacağım ona sırtını duvara dayamış,cebinde benim ülkemdeki ‘kloşarlar’da olduğu gibi bir kötü şarap şişesi bulunan kasketli,altmış yaşlarındaki o adam,kendisinden iki basamak aşağıda yüzünü ona dönmüş ve yanlarındaki iki serseriye aldırmaksızın tartışan otuz beş yaşlarındaki,giyinse diğer burjuva kadınları görünümünü kazanabilecekken bilinçli ya da bilinçsiz olarak bu yaşamı seçmiş ve o andaki görünümüyle mutlu olmuş olan ona eğiliyor ve mutluluğu filmlerde,televizyonda ya da kitaplarda gözleyen ve izleyen ve serserileri gördüğünde mutlu olmadıklarını anladıklarından onlara merakla ve alaycı tavırlarla camdan yapılmış,duvarları yüksek bir büyük,köşeli kavanoza eğilmiş olarak bir boğa yılanını seyredercesine bakan kişilere aldırmaksızın onu yanağından öpüyor ve süslü,alımlı bir lokantada yapmacık sözcüklerle ,küçük yalanlarla mutluluk elde etmenin peşinde olanlarla alay edercesine yırtık,kirli pardösüsünün cebinden çıkardığı şarap şişesini sevgilisine çok değerli ve anlamlı bir çiçek demeti uzatırcasına ona sunuyor ve kişide her şeye boş verme,bütün zenginliklerden,bütün anlamsız çabalardan bir an için olsa da kaçma,kurtulma duygusunun doğmasına yol açıyordu. O gün Paris’te her şey ve herkes grevdeydi ve Fransa yeni bir düzenin daha doğrusu düzensizliğin doğum sancılarını çekiyordu yürüyen,yürümeye alışkın olmadıkları halde yaşamlarının hiçbir döneminde yürümedikleri denli uzun yürüyen Fransızların yüzünde olanlardan doğmuş bir bezginlik,bir korkaklık,bir ‘yetsin artık’lık okunurken ben o kadına bakarak onu,o durmadan aradığımı düşünüyor ve yeni umutlarla dolu olarak yarına,hep yarına hazırlanıyor ve fakat ne kafelerde oturduklarımda ne yollarda lafladıklarımda,ne sinemalarda ne tiyatrolarda konuştuklarımda onu bulamıyorum ve ben de bu nedenle umutsuzluğa kapılıyorum. Ama buldum onu,ya da bulduğumu sanıyorum,o olduğunu düşünmek,duymak,buna inanmak,bu inançla artık yorulmuş olan tinimi dinlendirmek istiyordum. Rıhtımdayım;bir tek yat görünüyor sancaktan kıyıya bağlanmış;ama büyük bir yat;hem yelkenli hem de motorlu;öyle olduğuna karar veriyorum;eski zaman savaş gemilerini çağrıştırıyor biraz. Yanıma üç kişi geliyor;evreni dolaşacaklarını;benim de onlarla gelmemi istiyorlar;ben karşı çıkıyorum;acemiyiz;başaramayız diyorum;daha ölmek istemiyorum;yaşamak istiyorum;onu arayıp bulmak istiyorum;onlar bunları dinliyorlar;sonunda onları bir Akdeniz gezisine kandırıyorum;evreni sonra gezeceğiz. 40 Gemiye biniyoruz;kimse dümene,motoru çalıştırma düzeneklerine,yelkenlere dokunmadığı halde gemi denizin üzerinde süzülüyor;korkunç dalgalar gelip geminin üzerinden aşıyorlar;gemi yalpalamıyor ama;büyük bir çelik gövdeli savaş gemisi gibi etkilenmiyor dalgalardan. Beni aldattınız;Akdeniz’de bu denli büyük dalgalar olmaz;okyanustayız diyorum;gülüyorlar üçü de;geminin ortasında tek,geniş bir kamara var;hepimiz orada toplanmışız. Bak köpek balıkları diyorlar;sağa çeviriyorum başımı;lombozun camının yarım metre aşağısında denizi ve denizin üstünde gemiye paralel olarak dalıp çıkan balığı görüyorum;bunlar köpek balığı değil;yunuslar.. Önce başlarını çıkarıyorlar sudan;gerçekten de düşündüğüm gibi bu başlar köpek balığı başı değil;ama ayni anda çıkıyor başlar denizden;tıpkı olimpiyatlardaki uyumlu yüzme kızlarının bacakları gibi;aynı düzenli devinimleri sürüyor balıkların. Galsamaları görünüyor;sonra başlarını ileride suya gömerlerken bedenlerini de görüyorum;sağ yandan sudan çıkıyorlar sol ileride suya giriyorlar tekrar;film aldatmacası gibi sürüyor bedenlerin görünmesi. Sonra kuyruk görünüyor bir dizi ve ileride onlar da suya gömülüyor;ama o zamana dek görmediğim denli iri kuyruklar;yunuslar diyorum gülümseyerek;gemiyle yarışıyorlar;çocukluğumdaki gibi;bir kez daha çıkıp dalıyor balık dizisi;saf tutmuş askerler denli düzenliler;geminin çok ilerisinde yitiyorlar suyun yüzünden. Bu kez:lombozdan çabuk çabuk devinen ve öndekilere yetişmeğe çalışan hızla dalıp çıkan küçük bir yunus görüyorum;yüzünde çizgi filmlerindeki miki yavrularının aptal görüntüsü var;geminin ucuna varmadan göremez oluyorum onu;yetişmiştir annesine diyorum;gülümsüyorum. Şimdi gemi bir limana giriyor;iyi ama burası bir Japon limanı;sıkışık;büyük balıkçı gemileri arasına girip kendimize bir bağlama yeri buluyoruz;gemimiz kendiliğinden ;bir bilgisayar yönetimindeymiş gibi giriyor bu boşluğa;duruyor;şaşırıp kalıyorum, Önce ben ayak basıyorum rıhtıma geminin kıçından kıyıya atlayarak;biraz ilerimde bir büfe var;büfenin alt yarısı kapalı;üst yanı açık;yan kapısından bir Japon kadını yarı beline dek sarkmış;dirseklerini yarım kapının üst kenarına dayayarak;balık ekmek satan bir adama bakıyor;bu adamı Đstanbul’daki köprüden tanıyorum ben;bir tepsinin başına çömelmiş,dörtte bir ekmekleri ortasından bıçakla kesip düzenle diziyor tepsiye;her bir ekmeğin içine dörtte bir kızarmış balık koyup sol gerisine yatırıyor. Sol geride,büfenin köşesine çömelmiş iyi giyimli bir adam,yeni on liralık banknot destesinden bir onluk çekip çıkarıyor cüzdanından;büfeciye uzatıyor;büfeci parayı alırken başını iki yana 41 sallıyor gözlerini kırpıştırıp;sağ eliyle-bedenini biraz daha kapıdan sarkıtıp-parayı balık ekmek satıcısının sağında çömelmiş yaşlı bir Japona uzatıyor;yaşlı Japon rengi solmuş çıkınmendilin düğümlerini açıyor;içinde çeşitli ulusların paraları görünüyor;on lirayı çıkının içine atıp mor paralı bir deste çıkarıyor ve sayıyor. Balıkçı bana bakıyor;elli kuruş uzatıyorum adama;hazırlanmış ekmeklerden birinin içine bir dilim kızarmış balık koyup bana uzatıyor;iştahla ısırıp yiyorum. Birden;Kahire’de buluyorum kendimi;eğilmiş yalaklı bir çeşmeden su içiyorum;yanımda dört arkadaşım daha var;dördüncü nereden çıktı diyorum ve Panait Đstrati geliyor aklıma. Çeşme;eğimli ve parke döşenmiş bir alanın kenarında;yukarıdan gelen bir yol alanın ortasında sağa dönerek devam ediyor;bu yolun karşısında iki küçük yol daha alandan aşağılara doğru oldukça fazla eğimle uzanıyorlar. Şurası kaymakamlık binası;bir kez daha gelmiştik buraya anımsadın mı diyor o;yanılıyoruz her halde ;biz Paris’ten hiç çıkmadık ki;iyi ama caddede Parisliler yok;maşlahlı ve entarili Araplar gezinip duruyor. Đki sokak ötede genel evler sokağı var;beşer lira koyalım kura çekelim;kazanan gitsin iki kez yatsın kadınlarla diyor birisi;olmaz öyle şey diyor arkadaşlardan uzun boylu olanı;o hep böyle davranır zaten;talih oyunlarına karşıdır;oysa ben kumar içgüdümü de doyuracaktım;sonunda karar verildi;herkes kendi parasıyla gitsin. Yitiriyorum onları;kendimi bir deniz kıyısında buluyorum bu kez;mayolu-şortlu kadınlar erkekler oturmuşlar çakıllara;ben de şortluyum hem de en sevdiğimi giymişim;kıyıdan hemen deniz başlamıyor;kuru dere yatağı gibi bir uzantı var;deniz ileride görünüyor;pekiyi ama bunlar neden burada otururlar;denize yaklaşıp kıyıda otursalar ya.. Dere su ile doluyor ve derenin sularında yürüyorum;denize ulaşacağımı düşünerek;su berrak ve ayak bileklerimde;yürüdükçe hızla yükseliyor;burada da yüzebilirim galiba;ama hayır;suyun düzeyi göğüs düzeyimde durdu;yükselmiyor artık;yürüyorum,alçalıyor;sonunda bitti su;taşlık bir bölgedeyim;boyuma yakın-başka yerlerden dinamitle koparılıp buraya atılmış-bırakılmış kızılımsı kahverengi taşlar;düzeltilmemişler,yontulmamışlar;üzerlerinde eğile,büküle yürüyorum,bazılarına tırmanıyorum. Denize ulaşamadım;yeniden dereyi görüyorum;çamurlu bir su birikintisi;iki yüz metre kadar sonra denize ulaşıyor;önümde iki çocuk çamura bata çıka güçlükle ilerliyorlar denize doğru;ulaşamazlar denize diyorum;ben de ulaşamam;geri dönüyorum. Đlerimdeki çocuk bir çığlık atıyor;ayı var;bakıyorum;iki ayağı üzerine kalkmış bir köpek yavrusu bu;iri ama;bir kez daha dikkatle bakıyorum;görüyorum;çocuk haklıymış;ayı yavrusu bu;kırmızı burunlu. 42 Çevremizde iki ayı daha beliriyor;çocuklar korkuyla kollarıma asılıyor;ayının biri çevremizde bir daire çiziyor;sonra gelip dilini elime sürüp yeni bir daire çizmek için devinimini sürdürüyor; ayının her yaklaşımında çocuklar bağırıyorlar;onları kurtarmalıyım,onu kurtardığım gibi. Birden deniz kıyısında buluyorum kendimi;çocukların ellerinden tutuyorum;bırakıyorum ellerini;bağırışarak kıyıdaki kalabalığa karışıyorlar;yitiriyorum onları, Onu bulamadığım için bütün bunlar;bu nedenle aklımı yitiriyorum diyorum;sen de bunu biliyorsundur diyorum ona;o her zamanki gibi bana gülümsüyor. Oysa;onu ararken,bulmak için çırpınırken,bütün yeteneklerimi son sınırlarına dek zorlayarak onu görmeğe,duymağa,anlamaya çalışırken evrende sanki yalnız o varmış,ben varmışım;sanki evren,ikimiz için,biri birimizi arayalım,bulalım,umutlu olalım ve sonra yeniden başlamak için biri birimizi nedensiz ya da sudan nedenlerle,bazı kez budalaca,bazı kez seçilmiş nedenlerle yitirelim diye yaratılmış gibi bir duyguya kapılıyor ve onunla birlikteyken ondan ve benden başkasını;biri birimizi yitirdiğimizde ise,kendimden,güçlükle,sisler içinde algılayabildiğim ve başkalarıyla ilişkilerinde egemen olamadığım benliğimden başkasını düşünmüyor ve belki de bütün kişilerin,bütün genç oğlanların ve kızların,kadınların ve adamların da yılmadan,usanmadan,belki de ölene dek onu,hep onu aradıklarını anlayamıyor ve onu bulmuş kişilerin nasıl bir tanrısal tin kazandıklarını,yeni doğmuş kişiler denli mutlu,kaygısız,tasasız;buna karşılık bataklıkta açmış o yaşamları çok kısa zehirli orkideler denli narin bir yaşamda anlarını,günlerini, sanki olanaklıymış gibi yaşanılan tüm yaşamlarını geçirdiklerini düşlüyor ve durmadan arayan şaşkın,ürkek,vadeden,çağıran,anlamsız bakışlı gözlerin derinliklerinde onu ve hep onu arayan pırıltıları gözlüyordum. Bazı kez,Paris parklarında biri birlerinin omuz başlarında,kollarında,biri birine dokunan bacaklarında yangınlar yaratarak bir mutluluk perisinin sihirli değneğiyle başlarına dokunmasından sonra büyülenmişlercesine bir mermer yontununkiler gibi boş gözlerle zaman zaman çevrelerine bakınıp yeniden öpüşen ve durmadan sevişen ve çevrelerine mutluluk dalgaları yayan o çiftleri görünce,bu düşüncemin doğru olmadığını;herkesin onu aramadığı,arasa bile bulduğu;üstelik benden sık ve sürekli olarak bulduğu kanısına ulaşıyorum ve onu,kendime yarattığım onu biran önce bulmak için olanaklarımı zorluyor,zorluyor,zorluyordum. Ve o; çocukluktan genç kızlığa geçerken yaşanılan o anlaşılmaz ve engel olunamaz bakir içgüdülerinin etkisiyle deliler evine kapatılacak denli isterik bir biçimde istekli;anasının,babasının ve çevresindeki herkesin ve belki de hayvanların,masaların kışkırtmalarıyla ilk kez iki ayağı üzerine dikilip ellerini yerden kestiği için korkan ve 43 yapabildiğine bir türlü inanamadığı ya da bir kez daha yapamayacağını düşündüğü ve daha da korktuğu bir işi başarmış olmanın mutluluğu,şaşkınlığı,sevinci ve ürkekliğiyle dolu olarak anasının sıcak rahminden çıkıp evrene gözlerini açtıktan ve ağladıktan,sesler duyup nesnelere dokunduktan;kendisine dokunuşları algıladıktan,ana sütünün o sarhoş edici tadını bütün benliğine yaydıktan sonra ilk kez evrene bir şeyler veren o küçücük ayaklı bebeğin ilk adım atışındaki o bilinemez,kavranılamaz ve anlatılamaz duygularıyla;kişide büyülü bir evrende yalnızca o giysin ve bana görünsün diye hazırlanıp tek tanrılı ve çok tanrılı dinlerde,hatta öğreti dinlerinde yer alan ve o korkunç zekaların tuvallere ve düz beyaz kağıtlara renk,biçim,ışık oyunu ve yazı biçiminde aktardıkları kanatlı melekler-genç kızlar,oğlanlar,kız ve erkek çocukları,borular çalan,şiirler okuyan,tanrı sözleri taşıyan o kişiden daha çok kişi olarak yaratılmış yaratıklar-tarafından kutsal bir törenle üzerine örtülmüş gibi,düşlenemeyecek denli ince,uyumlu bedenine giydirilmiş o her zamanki giyimiyle kapının eşiğine basıyor ve bana koşuyor. Ne;çevresinde bilinçsiz ve belki de tehlikeli bir biçimde biri birlerinin bedenlerini ilk kez cinsel bir öğe olarak gören ve ancak yaşlıların ona başvurmalarının gerekli olduğu o kişiyi kışkırtan,kişiye dans ederken olmayacak,yapılamayacak şeyler düşleten müziğe uymayı bazı kez kolları arasındaki yaratığa uymaktan daha önemli gibi düşünerek;ne yaptığını bilmeksizin ayaklarını kırmızı-yeşil desenli halının üzerinde mecalsiz bir biçimde,sanki başlarındaki koruyucuları atlarına binmiş olarak zorla yürütülen bir esir kafilesinin içinde günlerdir yürüyorlarmışçasına sürüyerek kendinden geçmiş görünen çocuk genç kızlara-oğlanlara ya da öyle görünerek başkalarını aldattığını düşünüp kendisini aldatan ya da kolları arasındakinin bu türlü yapmacık davranışlarını anlamayan,anlamak istemeyenlere bakıyor;ne odanın ve odanın içindeki eşyaların,canlıların pislikleri,uyumsuzlukları,can sıkıcılıkları,delilikleri görülmesin ve anlaşılmasın diye karartılmış havasında sağ yanındaki pencerenin panjurlarının arasından ve kalın perdelerin sanki onu aydınlatsın diye delinmiş,yırtılmış bir yerinden süzülüp karşı duvardaki bol ışıkta çok daha güzel,çok daha etkileyici,çok daha duygu yaratıcı olacağını düşündüğüm ve o kötü aydınlığa karşın seçebildiğim bir kedi yavrusu resminin yarı ışıklanmış yarım yüzünü görüyor;ne de küçük ayaklarını örten o sekiz yaşındaki kız çocuklarının giydiği ve daha da güzel ayaklı olduğu tek kemerli ve tokalı,üstü yarı açık ayakkabılarıyla o zamana dek kişi ayağı değmemiş yüreğinde küçük dokunuşlarla yürürken bütün yaşamım boyunca tüm tanrıların cennetlerine girmem için geçerli bir belgeye mühür basarcasına bilincime damgasını ;ondan sonraki yaşamımda istesem de kazıyamayacağım,başkalarının ne denli dileseler,ne denli çabalasalar kazıyamayacağı ve 44 aynısının yaratılamayacağı o korkunç tatlı,vadeden,hırpalayan öldüren ve yaşatan damgasını bastığının ayrımına varıyor. Karşımda durup o içime işleyen bakışlarıyla bana bakıyor ve ben ayağa kalkıp yarı karartılmış odada iki ateş böceğini anımsatan gözlerine gözlerimi yaklaştırıyor ve gözlerindeki parıltının arttığını,titrediğini,ölen yıldızlar gibi yanıp yanıp söndüğünü ve bir yere kadar delice bir hızla,çevresindeki her şeyi beraberinde sürükleyip akarak arada bir engele rastlayan ve burgaçlar yapan,bir çıkış noktası arayıp bulan ve doğayı yere sererek coşkun,önceki akışından çok daha zalim ve yıkıcı bir türde coşkun bir biçimde akmaya devam eden ani sel suları gibi gözlerimden tinime boşalarak benliğimi kapladığını düşünüyor ya da böyle bir duyguya kapılıyor ve o ana kadarki yaşamımda;bu korkuyu-yepyeni bir korku- yenmek istercesine onu omuzlarından tutup başını boynumun altına saklıyor ve boynuma ve sırtıma dolanan kollarından ve ellerinden bedenime yayılan o buharlı,güzel kokulu olmasının gerektiğini düşündüğüm sıcaklığıyla kendime geliyor ve bir kez daha;ayni anda o ve ben oluyorum. Sonra odanın kapısına uzatıyorum sağ elimi,sırtımda gerimdeki loş koridorun ürpertisini duyarak;kapıyı anahtarsız açıyorum;içeri ve sağa doğru açılıyor kapı;öyle büyük bir güçle itmediğim halde duvara dek gidiyor ve dayanıyor . Tam karşımda yerden bir buçuk metre yükseklikte mermerden bir raf görüyorum;altında iki yanda-aşağıya doğru uzanan iki mermer çizgi var;beş santim kalınlığında;her birine birer kapı kanadı takılmış;tam ortada sağ yandaki kapı kanadı kabarık bir oymayla diğer kanadın üzerine kapanıyor;ne bir kapı kolu ne de anahtar deliği görünüyor üzerinde;elbise dolabı olamaz;daha çok kullanılmayan bir şömine olmalı diye düşünüyorum ve odaya giriyorum. Sol yanımda;duvardan dört parmak açıklıkta duran ve boyumu aşan bir dolap;elbise dolabı bu olmalı;şöminenin-öyle düşünüyorum artık-süslülüğüne karşılık bu dolap çok sade;açık-sarıkahve renkli;dümdüz iniyor kapıları aşağı;çirkin buluyorum dolabı. Odanın sol köşesinde bir karyola var;üzerindeki yatak,yogan ve pike dağınık,biraz önce birisi kalkmış ve öylece bırakmış sanki;her zamanki yatağım bu benim;yatağın başucu duvara yakın;ayak ucundan bir pencere görüyorum duvarda;önünde bir de balkon olmalı;pencereden alçak parmaklıklar görünüyor;ama odada balkona çıkacak kapı yok. Şömineye yürüyorum;önce eldivenlerimi çıkarıp mermer rafa koyuyorum;sonra da asker şapkamı çıkarıp eldivenlerimin üzerine koyuyorum;subay giyimliyim;şöminenin sağındaki duvarda mermer rafa yakın bir çivi görüyorum;özenle çakılmış;çivi çok büyük olmalı;on santim kadarı duvardan dışarıda kalmış;paslı bir çivi;gömleğimi asıyorum çiviye sonra da kravatımı;yatağa yönelip yorganın altına giriyorum. 45 Yanımdaki odadan gürültüler geliyor;birisi duvarımı deliyor olmalı;yataktan kalıp duvara gidiyorum;sivil elbiselerimle yatmışım;bu nasıl olur diyorum;kulağımı,subay gömleğimin yanından duvara dayayıp yandaki odayı dinliyorum;evet kesin,birisi duvarımı deliyor;delicinin ucunun duvarın benim odandaki yüzünden çıkmasını bekliyorum. Ve delicinin ucu,subay gömleğimi ileri iterek beklenmedik bir anda ortaya çıkıyor yüzümün yakınında;az kalsın kafamı delecekti. Delicinin ucunda kırmızı bir uç var;yaylıymış gibi ileri fırlayarak ve fakat delicinin ucuna bağlı kalarak duvardan açılıyor kırmızı uç;odaya pis kokulu bir gaz püskürtülüyor;kırmızı uç püskürtücü olmalı;püskürtücünün motorunun düzenli devinim sesini duyuyor ve buna uygun olarak kırmızı uçtan çıkan gazı gözlüyorum. Az sonra;iyice burnuma ulaşıyor gaz;tanıyorum bu gazı;hidrojen sülfür bu;hemen pencereye koşuyorum;üç adımda ulaşıyorum;oysa bu olanaksız;beş metreyi üç adımda aşamam;pencerenin kanatlarını iki yana açarken yine duyuyorum keskin gaz kokusunu;demek hızla doluyor odaya;nefes almamalıyım. Ayaklarımı yerden keserek,ayak uçlarıma basıp yarı bedenimin yukarısını pencereden dışarıya uzatıyor ve başımı kaldırıp karşıya bakıyorum,karşıdaki açık bir pencereden dürbünlü bir tüfekle bir adam bana nişan alıyor;hemen bedenimi pencereden içeri çekip sol yanıma çömeliyorum ve pıt-pıt diye iki ses duyuyorum;karşı duvarın tabana yakın yerindeki sıvalar dökülüyor tabana. Cebimden uzun ve köşeli bir cam boru çıkarıyorum;bitiminde cam boru V biçimini alıyor;V nin iki bacağına iki lastik emme borusu takılmış;lastik boruları burnumun iki deliğine yerleştirip cam boruyu pencereden dışarı uzatıyorum;temiz havaya kavuşuyorum. Yeni bir pıt sesi ve cam boru pencerenin iç kesimindeki kısmından kırılıyor;bu da olanaksız diyorum;pencerenin dışında kalan kesiminden kırılmalıydı cam boru;lastik boruları çıkarıp aygıtı atıyorum ve ayni anda kapımın önünde ayak sesleri duyuyorum Birden;sırtımdaki elektromıknatısı anımsıyorum;hidrojen sülfür ağır bir gaz olduğuna göre tavana çıkmalıyım;binanın yapısı eski ama yine de demir kullanılmış olmalı;doğruluyorum;sırtımı tavana dönüp göğsümdeki düğmeye basıyorum sağ baş parmağımla;birden ayaklarım yerden kesiliyor ve tavana yapışıyorum sırtımdan;demek ki tavanın içinde demir varmış;seviniyorum;ayaklarım avizeler gibi tavandaki bedenimden aşağı sarkıyorlar;dikkatini çekebilirim bu durumda kapıdan girecek olanların;kalçalarımı gererek ayakları topluyor ve onları da tavana yapıştırıyorum. Kapının orta sol kenarında yeni bir pıt sesi;kurşun kapının biraz açığında tabana saplanıyor ve kapı bir tekmede duvara dayanıyor;gaz maskeli bir adam odanın ortasına doğru üç adımda 46 geliyor;hemen pencerenin olduğu duvara dönüp beni arıyor;bulamıyor;şaşırıyor;elinde susturucu takılmış tabancası var. Kapıda bir adam daha görüyorum;gaz maskesi yok yüzünde ;elinde dürbünlü tüfek var;öndeki arkadaşını izliyor;karşıdan ateş eden adam bu;bu da olanaksız diyorum;ne kadar çabuk geldi odama. Önce hangisine ateş etmeliyim;çünkü elimde susturucu takılı bir tabanca belirdi;kapıdakini beğeniyorum;o daha şaşırmamış;beni görebilir tavanda asılmış olarak;nişan alıyorum adamın kafasına ve pıt sesi ile adam yere düşüyor;hemen odanın ortasındakine yöneltiyorum tabancayı ve bir pıt daha;o da düşüyor yere. Göğsümdeki ikinci bir düğmeye basarken ayaklarımı aşağıya sarkıtıyorum;akım gitmiyor artık sırtımdaki elektromıknatısa;düşüyorum ayak tabanlarımın üzerine;sağ omuzumu elbise dolabına vurmama aldırmadan odanın dışına atıyorum kendimi. Öldürecekler beni;ona ulaşmamı,ona kavuşmamı istemiyorlar.Ama ben direneceğim ve onu aramayı sürdüreceğim. Oysa;Paris ve evrenin bütün büyük kentleri giderek yaşanılmazlaşıyor ve kuşaklar arasındaki savaşımların;zorlamalardan doğan patlamaların neden olduğu kırmızı,siyah,yeşil,çok çeşitli renklerdeki bayraklarla sembolleşen ve gittikçe şiddetlenen,anlam kazanan ya da anlamını yitiren kavgaların,dövüşlerin,didişmelerin alanı durumuna dönüşüyor ve göz yaşartıcı,kusturucu,öksürtücü ve başka türlü gazların bir sis perdesi gibi kapladığı ve kutsal bir savaşın silahlarıymışçasına bir tinsel durumla,zevk anlarının doruklarında yaşandığı sıradaki o aceleci devinimlerle yollardan sökülen parke taşlarının üzerinde oraya,buraya yığıldığı,bulvarlıktan çıkmış Paris bulvarlarında gezinen insanlar benim onu ararkenki bakışlarımla çevrelerine bakıyorlar ve yaşamın gizlerini çözümlemeğe çalışan bir türün,insanlığın üyeleri olduklarını düşündüklerinde gururlanan,giderek tanrılaşan o küçücük yaratıkları;o evreni tersine döndürmeyi düşleyebildiği halde sokak savaşlarına engel olamayan ve kendi kendini yiyip tüketen ve yenisini yaratmayan küçük bir organizma gibi düşündüğüm benzerlerimden oluşan,evrenin orasına burasına dağılmış;biri birinden bilgisiz,biri birine acımasız yaşayan toplulukları oluşturan kişiler;anlamı olmayan devinimlerle oraya buraya koşuşuyorlar,polislerden kaçıyorlar,gülümsemeyi deniyorlar ve benim yaptığım gibi onu,durmadan onu arasalar daha da insan olacaklarından,daha da birey olacaklarından bilgisiz yaşamlarını sürdürüyorlar ve yılgın,tedirgin,tükenmek üzere olarak yeni sokak savaşlarına hazırlanıyorlar;yeni savaşlar hazırlıyorlardı. Oysa biz;savaşı değil barışı seçiyor ve onunla her karşılaşmamızda biraz daha güçlü ,biraz daha içten bir sevgiyle biri birimize bağlanıyor ve bir gün bütün diğer kişileri de kendimiz 47 gibi yapacağımıza ya da başkalarının bizim mutluluğumuzu görerek sonunda bize döneceklerine ve bizim doyulamaz anlarımızı yaşamak ve bu anları bilinçli bir biçimde yaşamın amacı yapmak için değişeceklerine;değişmek zorunda olduklarına;yoksa tükeneceklerine;olmayacaklarına inanıyor ve yüreğimiz umutlarla dolu olarak yarınlara,hep yarınlara yöneliyorduk.Biz başaracaktık;buna inancımız sonsuzdu ve bu inancımızı her biri birimizi buluşumuzda gözlerimizle,dudaklarımızla,kollarımızla,bedenimizle biri birimize ve iç açıcı ve ona çağırıcı görünümümüzle bütün evrenlere haykırıyorduk. Ve ben onu düşünerek;bir kurşun külçesinden daha da ağır duyduğum benliğimi pis sokaklar,kötü aydınlatılmış caddemsiler arasında sürükleyip iki küçük,düzensiz,yamru yumru taş basamağı güçlükle ve bastığım yeri duymaksızın,sanki boşlukta kalın pençeli demir ayakkabılarla iki adım atmışçasına aşacak ve hırpani kılıklı,kirli sakallı,kötü bakışlı adamlarla ‘umudumuzu hala yitirmedik’ diyen bakışlı ayni görünümlü adamların üzerine tünemiş oldukları çarpık bacaklı,oturulacak yerleri adi ve zevksiz,çeşitli renkli meşin parçaları çakılmak suretiyle rahat bir duruma sokulmaya çalışılmış, ayaklarının iyice aşağılarına ayakkabıların topuklarıyla tabanları arasındaki boşluk konulsun diye çamurlu bir çarpık tahta çakılmış o taburelerden birine oturacağım ve ilk kez bar diye önümde,sağıma soluma doğru uzanan yağlı,sirkeli,tuzlu ve belki de başka şeyli;oturulan yerlerdeki meşinlerle kaplanmış tezgahın arkasından bana bakan adamın gözlerinin içinde nefret,hakaret,anlamamışlık,’nasıl olmuş da oraya gelmişim’ mişlik okuyacak ve korkmayacak;sevinecek ve ilk kez üzerimdeki giysilere nasıl bakması gerekirse öyle bakan birisine rastlamış olmanın o iç kabartıcılığı içinde daha da sarhoş olacak ve ondan içki isteyecek ve önüme konulan dışı vıcık vıcık yapışkan bardaktaki tatsız,hiçbir içkinin tadına benzemeyen tatta olan ve mideme bir zehir gibi dolup;zaten onun sevisiyle zehirlenmiş benliğimi daha da zehirleyecek olan o sıvıyı içecek ve onu ve kendimi öldürmeğe;yok etmeğe çalışacak ve başaramayacak ve o içki veren adama onu anlatmağa koyulacağım. Đşte,aşağıda diye bağırıyor birileri.Uyanıyorum bu sese;yandaki odadan yaşlı ama dinç bir öksürük sesi duyuyorum;öksürük sesini arka arkaya üç kez duyuyorum ve uyanıyorum. Uyandığımdan da emin değilim;sanki çok içki içmişim de sızmışım,gözlerim kapalı;böyle düşünüyorum;açmak da istemiyorum ama bir ses ‘şu an ölüyorsun,aç gözlerini,böyle yaparsan kurtulacaksın’ diyor;gözlerimi açmağa çabalıyorum ve açamıyorum;öleceğimi düşünüyorum. Merdivenin en üst basamağında etten yapılmış bir irice topun yüzeye vurup zıpladığını duyuyorum;top durmadan zıplıyor;sonra ikinci basamağa vuruyor;üçüncü basamağa vurmasını bekliyorum;biraz aradan sonra etten top üçüncü basamağa da vuruyor;sonra dördüncü basamağa. 48 Top;iki basamakta bir biraz uzun süre havada kalarak ve her basamağa vurarak merdivenleri iniyor;aşağılara indikçe duyduğum ses gücünü yitiriyor;iyice uzaklardan gelip içime giriyor;kulaklarımla duymuyorum çünkü bu sesleri. Bu ritmi ve bu sesi tanıdığımı düşünüyorum;sonunda anladım;merdivenlerde zıplayıp duran yüreğim benim;ses bu kez merdivenleri tırmanıyor;top,top,top,top…of tanrım diyorum;korkuyorum. Gözlerimi açmalıyım;öyle demişlerdi;sonra elektrik düğmesini bulmalı ve çevirmeliyim ve zıplayan yüreğimi havadayken yakalayıp;göğüs kafesimdeki yerine koymalıyım. Kafka’yı ve bir odada durmadan zıplayan bir topu düşünüyorum;odasında top zıplayan adam korkuyor muydu acaba;bir karabasan;biraz daha uyanıyorum;bunu zıplayan etten topun sesini,yorganın dışında kalmış kulağımla duymamdan anlıyorum;seviniyorum ;derken bu kez biri yakınımda diğeri uzakta olan biri birinin tıpkısı iki ses duyuyorum;yakınımdan gelen sesi sağ kulağım,üzerinde bulunduğu yastıktan alıyor;ona da titreşimler yataktan geliyor olmalı;bu yüreğimin uyku nedeniyle yavaşlamış vuruşlarının sesi. Yorganın dışındaki kulağım merdivenlerde zıplayıp önce aşağıya inen ve sonra yukarıya çıkan yüreğimin sesini algılamayı sürdürüyor;sesleri beynimin duyum merkezlerinde duymağa başlıyorum;ayni anda ritimleri biri birilerinin aynı ama birinin daha yüksek tonlu olan iki sesi ayrıntılı olarak algılayabiliyorum;beynimin ses loblarını görüyorum;olamaz bu;dışarıdaki sesin içerideki seste yitmesi gerekir. Uyanmalıyım ve merdivenlerde zıplayan yüreğimi durdurmalıyım;ne işi var bedenimin dışında;yorulurum yoksa;ah bir kendiliğinden yitse şu dışarıdaki ses;biraz daha uyanıyorum. Bu kez;yastığın üzerindeki kulağıma gelen sesler azalıyor;hızlanıyor yüreğim;top da hızlanıyor;şimdi dışarımdayım ve hızlı hızlı aşağıya inmesini izliyorum yürek topun;tekrar yukarıya çıkmasını kuruyorum;ama o çıkmıyor;yine korkuya kapılıyorum ve bundan kurtulmak için sağ kulağıma yönlendiriyorum tüm dikkatimi ve yüreğimin biraz daha hızlandığını anlıyorum. Kalkıp elektriği yakmalıyım;bir öksürük sesini daha algılıyorum;sonra tüm sesler yitiyor;içimdekiler de;yoksa öldüm mü. Ona bir türlü ulaşamıyorum ve bu nedenle deliriyorum..Galiba deliyim ben. Sonra;birden arkamdan büyük bir kalabalık üzerime çullandı ve ben kendimi onların bacaklarımı,diz kapaklarımı tekmeleyen ayakkabıları;saçlarımı,kollarımı,belimi;öne,arkaya,yanlara,yukarı sivri çeken;bedenimi uçlu bir yıkmağa;bir doğrultmağa çalışan ve ona asla göstermediğim;gösteremediğim;görmesini çok istediğim gerçek yüzüme ve onun imgeleriyle,kokularıyla ,anılarıyla dopdolu olan başıma 49 vuran kolları,elleri,bedenleri arasında buldum ve içki evinin dip tarafında bir kapının açıldığını ve o yana sürüklendiğimi anladım. Sonra;onlar beni o küçük,karanlık odaya ittiler ve çevremdeki o kötü adamlar ceplerinden elleri,giysileri,bedenleri gibi yağlı,kirli,pis kokulu kibrit kutularını çıkarmışlar,kutulardan aldıkları kibrit çöplerini benim şaşkın ve kapılmış olduğum korkuya,paniğe,ölmek üzerelik duygusuna karşın incelemeci bakışlarım arasında kutuların eczalı yanlarına çabuk çabuk sürtüp yanan kibritleri üzerime,başıma,ceketimin yakasından içeriye atıyorlar ve onu öperken çarpılan gözlüğüm bu kez hoyrat bir kol devinimiyle burnumun ucuna dek çarpılmış olarak düşüyor;onu tutmağa çalışıyorum,ellerimi tutanlardan kurtulmak istiyorum,saçlarımdan pis kokuların yükseldiğini ve başımın derisinin benek benek yandığını duyuyor;giysilerimden yükselen yanık pamuk kokusunu güçlükle,sanki ölümden önce son nefesimi ciğerlerime doldururcasına uzun ve güçlükle alınan nefeslerle içime çekiyor ve bir şeyler yapmalıyım,onu tekrar yaşamak,aramak,bulmak,onunla konuşmak,sevişmek için yaşamak istiyorum diye haykırıyor ve kalabalığın gerisinden yükselen kalın,babayani,belki de onu tanıyan,beni de tanıyan-evet,evet sesinin öyle bir tonu vardı ki o sanki herkesi tanıyordu,olanların,olacakların belki de olmuşların hepsini biliyordu,öyle olması gerekirdi-ve bize acıyan,çevremdekileri elektronik bir makinelermiş de durmaları için sihirli bir düğmeye-ne kadar da çok düğmeler,yararlı,korkunç,etkisiz düğmeler vardır ki-basılmışçasına devinimsiz kılan bir sesle;kurtarıcı,düzenleyici,yeniden yaratıcı,keskin notalı bir sesle bağıran o adamı bakışlarımla arıyor ve bulamıyorum. Ama,çevremdekiler sisler içinde düdük çalarak ağır ağır ilerleyen tankerler gibi benden uzaklaşıyorlar,yitiyorlar,yitiyorlar,yitiyorlar ve kendimi o hiç umulmayan,aniden bastıran,düşlerde görülen karabasanlar denli tatlı ve yüksek ölçülü korkulu anları yaşadığım içki evinin dışında;kırılmış,güvenini yitirmiş,kişileri sevmekten usanmış,hatta bu yapılanlardan sonra onlara düşman olmuş,diş bilemeğe başlamış;giderek onları öldürmeyi düşlemeğe girişmiş;hiç tanımadığım,o ana dek tamamen yabancısı olduğum bir ben olarak oradaki yağmur suları birikintili caddemsi üzerinde buluyor ve bana kötülük yapanların yolunu bekliyorum.Öldüreceğim onları ya da kendimi öldüreceğim.Gerçek anlamıyla hem de. Ve o iki genç oğlan;içkinin etkisiyle yanakları çok kızarmış,gözleri sevişiyorlarmışcasına süzülmüş o iki genç adam birden önümde belirecekler ve gözlerimdekilerden korkacaklar,biri birlerine sokulacaklar,aceleci devinimlerle üzerime attıkları yanık kibritler nedeniyle baş ve orta parmakları yanmış olan ellerini biri birlerinin bellerine dolayıp aman dileyecekler ve bana,o büyük devlet hakkında,o evrenin yarısını sömüren çarkı kurmuş,bir erişilemez zekanın 50 -milyonlarca pırıl pırıl zekanın,aslında bütün insanlığın,bütün evrenin,belki de bütün evrenlerin emrinde olmaları,onların yararına çalışmaları gerekli olan zekaların birleşmesinden,kaynaşmasından,biri birleri içinde yoğunlaşmasından oluşan bir dev zekanınyönetimine vermiş olan ve bu çarka uzanan elleri kıran,dilleri kesen,gözleri oyan bir bin bir gece masalı padişahı zalimliğiyle bu çarkın dönmesini,yavaşlamamasını,durmamasını isteyen ve bunun için en çirkin,en iğrenç,en kişilik dışı eylemlere girişmekten çekinmeyen o büyük devlet hakkında söylediklerimin canlarını sıktığını,kızdıklarını onun için bana kötülük yaptıklarını söyleyecekler ve benim aptallaşmış bakışlarım arasında yanımdan,geniş bir kaldırımda en iyi giysilerini giymiş,buluşmaya zamanında yetişmek için hızla geçen güzel bir kadın gibi geçecek ve hala onu düşünen benim arkamda yitecekler ve ben bu ikileme şaşırmış ve yeni bir kişiliğe bürünmüş olarak yeniden onu aramak için o çamurlu yolda;nereye gittiğimi bilmeden,belki de buna önem vermeden ağır,aksak,kollarım iki yanıma sarkmış; bir yerlere yürüyeceğim. Şimdi,yeniden başlamıştı kentin hızlı hızlı soluması;yine adamlar-genç kızlar-öğrencilerişçiler sokaklara döküldü,sonra caddelere yayıldı.Taşıtlar hızlanmıştı yine;sanki evrenin dönüşü hızlanmıştı;sanki zaman daha hızlı akıyordu,kişilerden daha hızla uzaklaşmağa başlamıştı. Vapurlara koşuyordu kişiler;trenlere,taksilere,otobüslere,troleybüslere;sanki gecikirlerse başkaları yiyip tüketecekti evrenin tüm yiyeceklerini;aç kalacaklar ve açlıktan öleceklerdi. Evlere-aşevlerine-pastacılara-tatlıcılara doluşuyorlardı,bir tek içgüdü yönetiyordu kişileri ve kenti;açlık.Üstelik;bu öyle uzun süreli kişileri buyruğunda tutacak bir içgüdü de değildi;en çok bir saat içinde doygunluk duyacaktı tüm kişiler ve kent;kısa süreli bir açlıktı bu;savaşlarda yaşananlardan ayrıktı;her gün ayni anlarda ortaya çıkıyor ve tüm kente egemen oluyordu. Garson çok ilginçti;yemek yemeğe gelmişleri ezmek istercesine kibar;gelenler de onu ezmek istiyorlardı bakışlarıyla;yemek listelerini incelerken;isteklerini garsona yazdırırken ve yemekleri beklerken hep böyle davranıyorlardı.Aralarında;nedeni bilinmez bir çekişme vardı sanki.Bu;garsonların en çok özlemini duydukları;düşlerine giren bir davranıştı;bir lokantaya gitmek;bir yemek masasına oturmak ve şu-şu-şu yemekleri,tatlıları ya da meyveleri yiyeceğim;şunu içeceğim demek ve birisinin bunları yazmasını gözlemek ve sonra;ellerini masanın kıyısına koyup çöldeki aslanlar-insan başlı olanlar-gibi yemeklerini beklemek. Getirdi;içi pahalı bir yemekle dolu olan tabağı adamın önüne koydu garson ve yeni gelen birisini sorumlu olduğu masalardan birine buyur etti;alacağı bahşişleri düşleyerek. 51 Çatalı avuçladı adam;evet evet,tutmuyordu çatalı;avuçlamıştı;çatalın nasıl tutulacağını bilemezdi ki;o bu türlü davranışların bir yaşam kuralı olarak öğretildiği ve öğrenildiği toplum katından değildi;ayrıca bu tür ayrımcı davranışları sevmiyordu da.Önemli olan;yemeği yemekten duyacağı hazdı;öyle ya da böyle yemiş önemli değildi;ellerliyle de yiyebilirdi yemeğini;hatta daha çok haz duyardı böyle yese;ama aşevindeydi.O da kendisini sınırlıyordu;toplumsallaşmış duyuyordu kendisini biraz.Ekmekleri kocaman kocaman parçalıyor ve ağzına tıkıyordu;çatalla ya da kaşıkla yemek de doldurunca ağzına,avurtları şişiyordu;rahatsızlık duyuyor olmalıydı bu tür yemek yemekten ama,bilim bu adamın durumunu açıklayamazdı.Boğulurcasına yemek yiyordu adam;yavaş yavaş ve azar azar yemek bir içgüdüden geliştirilmiş bir toplum kuralı değildi demek ki;zorlamaydı. Önündeki şişe suyuna uzandı;şişenin ağzındaki teneke kapağı çabuk çabuk yırttı ve şişenin ağzını kendi ağzına soktu;en azından üç santim kadar adamın ağzına girmişti şişlenin ucu.Şişedeki su,hızla önce adamın ağzına sonra midesine boşalıyordu;sanki yutağında ekmek kalmış da boğulacaktı;bu nedenle bu denli hızlı içiyor sanırdınız suyu.Ama;yüz çizgileri hep ayniydi adamın;ne zevk ne de acı duyuyordu su içerken;ne de ölümden kurtulmuş bir görünümü vardı. Şişedeki suyun yarısını soluk almadan midesine boşalttı adam;sonra sol eliyle tuttuğu şişenin altını önündeki tahta ve örtüsüz masanın yüzüne sertçe vurarak bıraktı şişeyi.Kimse,dönüp bu gürültüyle ilgilenmedi;herkes ya önündeki tabağa ya da tabaklara yemek dolduran kepçeci ustaya dikmişti bakışlarını;çıldırmışlardı her halde;bu donuk ve bir noktaya odaklanmış bakışların başka anlamı olamazdı. Donuk bakışlarını denizin ufkuna çevirdi adam;yaşlı görünüyordu;ama kendisine yaşlanmış olduğunu söyleseniz üstlenmezdi bunu;kızabilirdi size;o çağlarındaydı işte.Birisi genç beş adam daha geldi;döndü onlara baktı;biraz sonra da,yanındaki masadan oldukça kibarca ayrılan bir garson sert adımlarla yaklaştı bu adamlara;sert sert de bakıyordu;edebinizle oturun-yoksa karışmam der gibiydi.Ne istediklerini sordu;önce üçü çay istediklerini söylediler;garson giderken birisi daha bağırdı arkasından;bir çay da bana..Garson on adım kadar gitti;bu kez ilk gelen bağırdı arkasından;beş olsun hepsi. Ben çay içmeyecektim ama-dedi içlerinden birisi çay paralarını kim verecek dedi bir diğeri;içimizde iki tane ağa var;biz mi düşüneceğiz bunu.Birisi,ciddiye aldı bunu;iki isim söyledi;biri kendi adı olmalıydı;iki ağa sözünü eden işi tatlıya bağladı;canım hepimiz anamızın babamızın ağası değil miyiz;gülüştüler. Biraz sonra bir avukat geldi yanlarına;davaları iki buçuktaymış;haydin gidip yemek yiyelim şimdi;avukat da oturdu;çayları söylemişlerdi 52 bir kez;beklediler-içtiler-kalktılar- gittiler.Avukatlarına inanmadıkları belliydi ama;devlet kapısına düşmüşlerdi bir kez;kesenin ucunu göstereceklerdi avukata. Yemeklerini yemişler;kentin merkezine ulaşan caddelerden birinin kaldırımında yürüyorlardı;bankanın tabldotunda yemişlerdi;iyi olurdu yemekler genellikle;çoğunun evinde yiyemediği yemekler pişirilirdi tabldotta.Bu nedenle;evli kadınlar ve erkekler;evlerine gitmezlerdi öğle yemeği için;olanakları olsa bile.Çalışma saatleri aksamadığından;banka yöneticileri de severlerdi tabldot düzenini ve yemeklerini. Dedikodu yapıyorlardı;zaten ne zaman boş kalsalar hemen buna sarılırlardı dört elle;öyle ki bankada müşterinin işini yaparken bile yanındakiyle dedikodu üretirlerdi.Yaşamın yalnızca dedikodudan oluştuğunu düşünmeğe başlamışlardı giderek;sigara tiryakiliği gibi bir şerdi dedikodu.Zararlı olduğu söyleniyordu ama kimseler inanmıyordu zararlı olduğuna;yararlı bile buluyorlardı kendi aralarında. Yanlarından hızlı hızlı geçen devlet memurlarına ve öğrencilere bakıyorlardı biri birlerini dinler görünerek;bu nedenle yineletiyorlardı tümceleri sık sık.Bir yenisine baktı sağ yandaki delikanlı iç geçirerek;alımlı bir genç kızdı baktığı. Kılığından utandı genç kızın yanından geçerken işlik giyinmiş adam;ama,işyerine az kalmıştı işte;bu öğle de geçmişti,Yemek yemiş;işlikleriyle tur atmıştı bulvarın bir kaldırımında;balık ekmek yemişti;balık ve soğan kokuyordu.Bazılarına garip gelebilirdi bu kılıkla bulvarda gezinilmesi;ama onun umurunda bile değildi;en doğal hakkıydı onun;dilediği yerde gezinebilirdi,dilediğini giyebilirdi,istediğini yerdi.Hiçbir toplum kuralının sınırlayamayacağını düşünüyordu yaşamını ve bunlar onu doğal haklarıydı. Beş yüz metre ileriden sağa saptın mı onun çalıştığı işerine gelirdin;nasıl evinin sokağında bir rahatlık duyardıysa kişi;o bu rahatlığı;bu kendiliğindenliği,üzerinde gezindiği bu kaldırımda da duyuyordu.Sağa döndürdü başını;işyerinin sokağına gelmişti,Son bir kez baktı bulvarın renkli kişioğlu kalabalığına ve kıpırtısına;sağa döndü ve hızlı hızlı yürüdü işyerine. Hızlı hızlı yürüyorlardı;beş erkek öğrenciydiler;ilkokul dörtte okuyorlardı;sonra birisi paniğe kapıldı içlerinden ve koşmağa başladı;diğerleri de onu izlediler;koyunlar gibiydiler. Öğle tatilinde hırsız-polisçilik oynamışlar yorulmuşlardı;yine de koşuyorlardı;yaşam enerjileri hiç tükenmezmiş gibi bir duygu vardı içlerinde.Tek düşünceleri cezalandırılmayı önlemek için sınıfa öğretmenlerinden önce girmekti.Cezayı kaldıramıyorlardı;oysa büyükler hep cezalandırıyorlardı onları;herkes,hepsini bir şeyden dolayı suçluyordu;hiç hoşgörüleri yoktu büyüklerin.Biri birlerine vardı ama;bu aralarındaki kuvvet dengesine dayalıydı;çocuklara karşı yoktu.Koşarak okulun bahçe kapısından içeri daldılar. 53 Ve kent yine sustu;yorgun ve yaşlı bir kadının kış günü mangalın yanına yayılarak oturması gibi yayıldı;caddeleri,sokakları genişledi;denizin sesi yeniden duyulmaya başladı.Yine yapılara doluşmuştu kişiler;kent yollarda-alanlarda-deniz kıyılarında tek tük dolaşan kişilere ve taşıtlara aldırmaksızın derin derin soluklanıyordu;soluklandıkça dinleniyordu;pırıl pırıl oluyordu. Nasıl ki;kişi uyurken damarlarında kan,dolaşımını sürdürür-beyin hücreleri durmaksızın çalışırsa;kentin de ana yollarında ve orta alanlarında böyle bir devinme vardı;ama yavaştandı bu;sanki kent de uyumağa hazırlanıyordu. Kız;uyandı uzanmakta olduğu divanda;saatine baktı hemen;telaşlandı;terzisiyle buluşacaktı;sonra berberine uğrayacaktı;hızla kalktı divandan.Mantosunu giyerken,geçireceği muhteşem geceyi düşünüyordu;hemen düş kurmağa koyuldu. Sıcacık roof barda alçak yer iskemlesine oturdu;oğlan da sandalyesini yanına çekti ve oturdu. Sağ dizi sol dizine değiyordu oğlanın;sağ dizinden yüzüne doğru bir büyülü sıcaklık hızla yayıldı ve yükseldi. Mantosunun düğmelerini iliklemeğe verdi tüm dikkatini ;yüzündeki yanmanın azaldığını duydu;düğmelerini iliklemesi bitmişti;bu gece ona karşı koyamazdı ki. Bu kez de dans ediyorlardı oğlanla işte;sıkı sıkı sarılmıştı oğlan bedenine;onun bedenini kendisininkinden soğuk buldu;bu kez tüm bedeni alev kesti . Apartmanın dış kapısını açtı;merdivenleri hızla inip sokağa dar attı kendisini ve buz gibi havayı sömürürcesine ciğerlerine çekti;yangınını söndürmüştü;yürümeğe başladı. Yürüyordu çantasını sallayarak;gemiden inmiş yürüyordu.Gemide yüzüne anlamsız-çekingengüvensiz olarak bakmış durmuş olan çocuk-çocuk yüzlüydü ama yaşlı olmalıydı-yürüyordu peşinden;döndü geriye baktı;on metre öteden karşılaştı bakışları. Anlayamadı hiçbir şey bu bakıştan da;yürümesini yavaşlattı biraz;oğlan iyice yaklaştı kendisine;ayak seslerini tanımağa başlamıştı sanki;geriye bakmadan o olduğunu anlıyordu;istese de istemese de yaşamına girmişti bu ayak sesleri;oğlan yanından geçip gitti;ayak sesleri kaldı. Biraz ileride durdu genç adam,keşke bu kente hiç gelmeseydim;nereden bilebilirdim bu denli sıkılacağımı;levhasına baktı işyerinin;Arkın Kitabevi;döndü geriye hızla;o kız yine önündeydi işte.Beyaz bir yağmurluk-yakası siyah kürklüydü-giyinmişti ve elindeki siyah-kısa saplı-geniş çantayı ileri geri sallayarak;evreni umursamadan yürüyordu.Bu ona;başka evrenlerden gelmiş üstün ve ulaşılamaz bir yaratık havası veriyordu;hızlandırdı yürüyüşünü ve yanından geçti gitti kızın;oysa canı çok çekiyordu o kızı;ben sizin peşinizden gelmiyorum;bunu bilmenizi isterim diye konuştu içinden. 54 Peşini bırakmıyordu kadının pis giyimli ve kirli suratlı çocuk;elini açmış-ufacık ve kirliydi eli-nolursun teyze diyordu;nolursun..Kadın elinden tuttuğu çocuğuyla kendisini sağa çekerek ilerlemeye çalışıyordu;sağ yanındaki çocuk güçlük çekiyordu yürürken;kadının koluna takılmış,sürüklenen bir eşarptı sanki,Şaşırmış bir yüzle baktı annesine,annesi hiç ilgilenmiyordu kendisiyle.Kadın pek umursamamıştı-umursamamağa çalışmıştı-ama durum gittikçe daha can sıkıcı oluyordu.Güzeldi kadın;bu kadının canını sıkmak suç olmalıydı;yine de kadının peşini bırakmıyordu dilenci çocuk.O da kendisininkine benzeyen bir kız çocuğuydu;biraz daha yaşça büyük olmalıydı;gittikçe daha yakınına uzatıyordu avucunu kadının;bir yenden da mantosunun eteğini çekiştiriyordu.Kadın paniğe kapıldı kapılacaktı;sağ yanındaki çocuğunun ayakları biri birine dolanıyordu;düşüyordu çocuk;kendisinin çocuğu;kadın sağ kolunu yukarı çekerek düşmesini önledi çocuğunun..Bu denli kolaydı işte bir çocuğun düşmesini önlemek.Çocuğun elindeki kauçuktan yapılmış bir oyuncak ayı yere düştü;kadın gördü bunu;dilenci çocuktan önce kapmak için hızla eğildi;alıp mantosunun cebine sokuşturdu..Kadın küçülmüş;bir kız çocuğu olmuştu da oyuncak kavgası yapıyor gibiydi dilenci kız çocuğuyla;ayıdan bebeği o kapmıştı;oyuncak onda kalmıştı..Adımlarının arasını açtı ve adımlarını hızlandırdı kadın;dilenci kız durdu birden;omuzlarını aşağı yukarı salladı;oyunda yenilmişti,hıh,nolucak dedi;geri döndü ve uzaklaştı. Geri döndü yapının önündeki asker;uygun adımlarla yapının diğer ucuna yürümeğe başladı;süngüsünün kılıfı baldırına çarpıyordu yürürken;sinirlendiriyordu bu onu.Elini,süngü kılıfının üstüne bastırdı;süngü kılıfı bedenine çarpmıyordu artık;rahatladı biraz ama uzun sürmedi bu rahatlık duygusu;hep böyle yürüyemezdi.Bedeni de rahatsızlık duymağa başlamıştı elinden;elini aşağı sarkıttı yeniden;süngü kılıfı sallanmağa devam etti yürüdükçe.Durdu;denize baktı asker;onun memleketinde deniz yoktu;gemiler yoktu;kişiler kabaydı.Oysa;bu deniz kenti kişileri inceydiler;iyi giyiniyorlardı;birden kaynaşıveriyorlardı diğer kişilerle.Askerlikten sonra;bu kentte yerleşirim diye kurdu;sonra anasını-babasını getirdi yanına;akşam yemeğine oturdular birlikte;yer sofrasındaydılar;olmayacak düş benimkisi dedi asker;nöbet yürüyüşünü sürdürdü iki yana. Sonra yine durdu adam;sağ yanında ranzasını gördü;ranzanın alt yatağında yatana bedene baktı;loş ışıkta yalnızca yüzü görünüyordu;sabit bakışlı iki göz.Koğuşun derinliklerinden;bir plaktan yükselirmişçesine kısık ve zırıltılı bir uzun hava geliyordu kulaklarına;daha çok sağ kulağıyla duyuyordu ezgiyi;sol kulağına sanki daha uzaktan geliyordu ses. En kötü saatleri başlamıştı koğuşun;birisi uzun hava okuyana bağırabilirdi;o da ona;üstelik hava kasvetliydi;loş pencereden karanlık bulutlardı görünen;gözlerini ilerideki demir parmaklıklı pencereye çevirdi.Bulutlar iyice 55 alçalmışlardı;hızlı hızlı geçip yitiyorlardı;pencereden görünen avuç içi kadar gök parçasında;sanki yaklaşan bir tehlikeden kaçıyorlardı ya da bir yerlere yetişmek istiyorlardı;gri,koyu gri,kirli beyaz,sıkıntılı renkli bulutlar;uzaklarda bir şimşek çaktı;bardaktan boşanırcasına bir yağmur başladı;ahh,o yağmurun altında olabilsem diye düşündü mahkum Ahmet. Yağmurun altında yürüyordu adam;ince ince yağıyordu yağmur;başıma düşen damlaları tek tek sayabilirim diye düşündü;sayabilirim;öylesine yağıyordu yağmur;önünde uzun yıllar öncesinin kısa süreli bir arkadaşı yürüyordu;elinde yağmurluğu vardı;açmıştı yağmurluğunu o;geniş kenarlı bir şapka gibi başının üstünde tutuyordu;sağlam adımlarla basıyordu yere;durumu iyi olmalı diye düşündü adam. Vapur iskelesini soluna alarak yürümesini sürdürdü biraz hızlanarak;bu yağan kar suyu,yağmur değil dedi yakınından geçen birisi yanındakine;döndü baktı bunu söyleyen adama;gazete satıcısıydı adam;gazete alan birisi ile yarenlik ediyordu ayak üstü;tabii,yüksek yerlere kar yağıyor,buralara da suyu dedi diğeri.Bu kente ait bir deyim ve açıklamaydı söylenenler;hiç yağmaz denilecek kadar az yağardı buralara kar;bir tür özlemin,korkuyla karışık özlemin belirtisiydi bu duydukları;yürüdü adam;ilerideki sinema pasajının girişinde yitti. Sinemanın kapıları açıldı birden;eski zaman şatolarına saldıran yığınlar gelir şato kapılarına dayanır,kalırlardı;giremezlerdi içeri;belki olay kahramanı şatoya gizlice girer ve bin bir tehlikeyi savdıktan sonra kale kapılarını açardı içeriden;halk karma karışık dolardı şatoya derebeylik düzenini yıkmak için;özgürlüğünü kazanmak için;burjuva olmak için.Sinemanın kapısı da bu düşünceleri içinde öyle açılmıştı işte ve adam içeri dalmıştı. Renkli bir kalabalık kapılardan dışarı saldırdı;neden acele ederlerdi bu kişiler;çevresine korkak bakışlarla baktı bu kez;bir gece önce orduya alarm verildiğini yazıyordu tüm gazete başlıkları;bu sırada sinemada olmaması gerekirdi;önemli olmamalıydı bu alarm sıradan bir tatbikat olmalıydı;ama yine de çekiniyordu subay;bir eziklik duyuyor olmalıydı görevi başında olacakken sinemada olduğu için;karısı koluna girmişti;sıcacıktı eli kadının.Tüfeklerin soğuk demirlerini düşündü;hızlıca bir taksiye yöneldi bu kez o karısının kolundan tutarak ve onu sürükleyerek;sokaklarda görülmekten korkuyordu.Taksi,hızla verdiği adrese doğru yola koyuldu;sırtında duyduğu o süngü bakışlardan kurtulmuştu;rahatlamıştı;rahatlık yalnızlıktaydı;kimsesizlikteydi. Belediye meclisinde oturduğu yerden ayağa kalkmış konuşuyordu;kendisini Fransız devrimindeki o ünlü konuşmacı avukat gibi duyuyordu;halkın parasını üç beş açıkgöze yedirmeyecekti;haksızlıkların tümüne dur demeğe kararlıydı..Olamaz sayın başkan;yolcu taşıma ücretlerini arttırmamalıyız;otobüsler bu halkın malı;hatta ücretsiz taşımalıyız halkı 56 diyordu;bayramdan bayrama yapıyorsunuz yükseliyordu;kendisini Çin öyküsündeki gibi bunu..Çevresinden kahkahalar duyuyordu;herkes delirmiş;bir o akıllı kalmıştı;o nedenle deliler akıllı olmuş;o tek akıllı delirmişti..Susmadı;bir başına sürdürecekti direnişini;güç yalnızlıktaydı;o da yapayalnızdı işte. Evinin köşesinde bulunduğu sokağa dönmeğe çalışan taksiyi izliyordu kadın;ufacıktı evleri;o romantik şiirdekilerden ya da o ünlü şairin düşlediği ebruli hanımelili evlerden;iki oda bir mutfak;sokağa bakan odanın penceresinden dışarı bakıyordu kadın;yalnız omuzları ve başı görünüyordu dışarıdan;pencerenin diğer kenarında iki küçük baş daha görünüyordu;oturulacak yer pencereden oldukça aşağıda olmalıydı;Đyice alçak bir sedir. Bir taksiye bir önüne bakıyordu kadın;elindeki şişi diğerine dizili ilmeklerin en önde olanına sokuyor ve ilmeği öbür şişe alırken başını kaldırıp dışarıya bakıyordu;kocası yarım saat sonra evde olacaktı;büyük oğlanı bakkala gönderecek;gaz ve kibrit aldıracaktı;sonra yemeğe oturacaklardı.Bir ilmeği daha bir şişten diğerine aktardı;tekrar başını kaldırıp dışarıya baktı;taksi yok olmuştu;onun yerinde üç tane orta okul öğrencisi kız gördü. Kız çocuğu bir yandan yanıtlıyordu;avurtları ekmeği şişmişti;bir ısırıyor;bir oğlan yandan çocuğunun da yanındaki açlığıyla arkadaşını çiğniyordu ağzındakini;çocuklarda davranışlar uzun süre ortak kalıyordu;sonra kız oğlan diye ayrışıyordu.Mavi bir entari-önlük giyinmişti;bu giysinin altında beyaz bir gömlek vardı;kravat da takmıştı kız çocuğu;mavi bir kravatı beyaz gömleğinin yakalarının kavuştuğu yerde topak yapmıştı;çok çirkin duruyordu ama o,bunu umursamıyordu;bir çok şeyi umursamamaktaydı.Çantasını sapından özensizce tutuyordu;dizleri eteklerine vuruyordu yürürken;erkek arkadaşlarının pantolonlarının rahatlığını düşündü ve iç geçirdi. Dizlerinin üşüdüğünü duydu birden;kısa etek modası kış için elverişli değildi;ama yeni etek diktirememişti işte;yağmurluğu da kısaydı;uzun çorap modası tamamlıyordu kışın kısa eteği ama,parası yoktu uzun çorap alacak;bu nedenle de uzun çorap modasını bir türlü sevemediğini düşündü.Daha yarım saat oturması gerekiyordu o sigara dumanı dolu-pis kokulu –yüksek tavanlı dairede;son olarak daireye getirdiği romanı da bitirmişti;başkaları gibi yün öremiyordu;bu deli ediyordu onu;yarın eski kitapçıya uğrayıp yeni bir roman almalıyım kiralık diye düşündü. Yanından yakışıklı,bakımlı delikanlılar geçiyordu;kimisi gözlerine-kimisi dudaklarına-kimisi olmayacak yerlerine bakıyordu;bazı kez tersine bir düzen düşlerdi;kadınların erkeklere rahatça baktıkları bir düzen;hemen erkekçe bakışları olan bir kadın geldi gözlerinin önüne;komik buldu o düzeni;güldü;iyi ama,tedirgin oluyordu işte.Đki erkek nasıl bakarlardı acaba biri birlerine;bunu da bilmiyordu 57 ve bilmeden de ölecekti;yaşam ne anlamsızdı;sıkılıyordu yaşamdan ve onun bu erkek bakışlı düzeninden;sonra ilk çocukluk sevisine yuvarlanıverdi birden. Oğlan on beş yaşlarında olmalıydı;kızlar da öyle;iki yeni yetmeydiler;sarışını saçlarını omuzlarından arkasına bırakmış ve özenle taramıştı;kentin ışıkları yeni yanmağa başlamıştı yollarda;vitrinler de ışıklandırılıyordu ard arda.Kadın ayakkabıları sıra sıra dizilmişler camekanlarda;iyilip bakıyorlar-sarışın olan yanındakine bir şeyler söylüyor-oğlan geriye bir adım atarak bekliyor-kızlar öne eğilerek kıs kıs gülüyorlardı;ayni yaşlarda olmalarına karşın,sarışın kız daha emindi kendisinden.Oysa;oğlan titriyordu;duramıyordu ayaklarının üstünde;oğlanın yaşam deneyleri kızlarınkinden az olmalıydı;oysa toplum düzeni tersini benimsiyor ve erkeklere yaşamda üstünlük tanıyordu;onların atak olması gerekiyordu;ama bu çağlarda ters bir durum çıkıyordu ortaya;kız daha ataktı oğlandan.Đyi giyinmişti kız;oğlan ise ortalama gelirli bir aile bireyi giyimliydi;gerçi pahalı olmalıydı oğlanın üzerindeki giysiler ama;biri birlerini tamamlamıyorlardı;eski giysiciden ayrı ayrı alınmış gibiydiler.Yürümeğe başladılar;sarışın kız hep konuşuyordu arada bir oğlana bakarak;başı dönmüştü oğlanın;ayaklarını yerde sürüyordu;yürüyemiyordu;boyu kızdan uzundu.Yanıtlamak için kızı;sol yanına eğiyordu başını;kısa kısaydı yanıtları;yüzüne sürekli bakamıyordu kızın;her kızı yanıtlayışında,sarışının diğer yanındaki kız arkadaşı eğilip kendisine bakıyor ve içten gülümsüyordu;o farkında değildi bunların;büyülenmiş gibiydi;sarışından başka kimse ve bir şey yoktu evrende;öyle davranıyordu;diğer kız yılmıyor-kendisinin de var olduğunu;onu beğendiğini göstermek için giriştiği savaşı;umutsuz savaşı sürdürüyordu. O da durmadan beni arıyor;buluyor-yitiriyordu;bu kadınların yazgısı mıydı? Benim adım Sevim-Kibar Sevim Oysa Ayşeyim ben-öyle yazılı kimlik belgemde bakın Bugün basbayağı bir Sevim işte-sen gibi Ünü Gavur Dağlarından da ulu Adı tüm Amik Ovasını tutmuş Antepte doğmuşum-büyümüş-gelişmişim Kötü kadın olmuşum Babamın otuz iki liralık emekli aylığıyla Şimdi onu da kestiler-para kazanıyormuşum Babam öldüğünde paylaşmışız bu parayı Ben-anam-kız kardeşim uzun süre 58 Yaşamışız ölmemecesine Küçüktüm Sonra yetmemeğe başlamış para Öyle anlıyorum bugün Bugün anlıyorum-zaten ben neyi anladım ki Ezilesice para-gömülesice Sevimli ama Önce köy ağaları sarılmış körpeliğime Sonra yarıcıları-sonra ırgatları Dokunulmamışlığıma-ellenmemişliğime Düştükçe düşmüşüm-ben ve kız kardeşim-bu yollara Çarasız kalmış anamın eliyle Doğru mu acaba On sekizime gelmişim Kalkıp Belene indim-dün gibi anımsıyorum Anamı silkip attım sırtımdan Ama kurtulamadım içimdeki maymundan Sevimdim artık-Ayşe değildim-belki de o da değildim Çok az kişi bildi Ayşeliğimi Bildiler mi acaba Bir gün yolda candarmalar çevirdiler Đlle de bizlerle yatacaksın dediler Namlularını gösterdiler tüfeklerinin Kasaturalarını sıyırıp kınlarına koydular Ben olmaz dedim-minibüs şoförü olmaz dedi Oysa kasaturaları beğenmiştim Nasıl olurdu-yarım saat önce yatmıştım Beş hayvanla-şoför dahil Dinlemediler-anlamadılar Gerçek miydi acaba 59 Aldılar-götürdüler karakola Zorla yattılar benimle sırayla Bir şey anlamıyordum-kasıklarım ağrıyordu Ağladım-çırpındım-geberdim Utanç mıydı acaba Dövdüler sonra beni herkes olmayacak şeyler yaptılar-ağladım diye Đğrendim onlardan-kendimden ve sizlerden Oysa onlar suçlu değillerdi ki Ben de değildim Suçlu yok muydu acaba Dün bindim arabaya otele geldim Belen geçidinde-Tanrıçaydı adı Sabaha dek çalıştım-bildiğim tek işi yaptım Çalışırken mutluydum tüm işçiler gibi Son olarak o almıştı odasına Akılsızın biriydi-duygusuzdu Gerçek bir kadınla bir kez bile yatmamıştı Ben de gerçek bir erkekle Anladım mı acaba Gülüyordum-o kızıyordu-kızdıkça tükeniyordu Oysa onun da gülmesi gerekirdi-böyle istiyordum Gülmeyi unutmuştu-hangimiz unutmadık ki Sonra ağladı boynuma sarılıp Göğüslerime yağmur yağıyordu Üşüyordum-oysa gün güneşlikti ortalık Sonra dizlerime ağladı bir Mayıs sabahında Sonra karnıma-sonra ellerime Boynuma doladı ellerini öpmek için dudaklarımdan Sıktı-sıktı-sıktı boğazımı Sesimi çıkarmadım ve öldüm 60 Yoksa ölmedim mi acaba Hiç tepinmemiştim Uzun da sürmemişti ölümüm Tam istediğim gibi olmuştu diyebilirim Tanrının sevgili kulu olmalıydım-elbette öyleydim Soluk alamıyordum-buydu ölüm nedenim Öleceğimi biliyordum havasızlıktan Sesimi çıkarmadım ve ben Camus’ü tanımazdım Bana sorarsanız bir kahramandım Yoksa boşuna mı öldüm Hiçbir ölüm boşuna değildir.Üzülme güzelim.Sen her yerdesin ve ben seni arayıp bulacağım. Sonra;denize,kişiyi rahatlatan,bedeninden tinine dolarak kişiyi bu evrenden koparan ve kişide başka hiçbir yerde ve zamanda algılanamayan bir boşluk,bir başka evrendelik,belki de bir yok olmuşluk duygusunu oluşturan;sevimli yüzlü ve dinlendirici bakışlı bir genç kız görünümünde olan bir ağustos öğleden sonrası denizine koşacağız onunla el ele tutuşmuş ve bütün bedenleri,bedenlerimizi,bakışları,gülüşleri-hayır gülüşler vardı,gülüşler mutlu gülüşlerdi,çılgınca gülüşlerdi-koşuşmaları,yüzmeleri unutmuş ve yalnızca kaynaşmış,biri birinde eriyerek daha güzel,daha güçlü,daha rastlanılamaz,ulaşılamaz olmuş bir çift el halinde kendimizi,serin sulara bırakacağız.Sonra;her zaman yaptığı ve böyle davranmakla beni mutlu kıldığı,her zaman yapmasını,birlikteyken hep öyle olmasını düşündüğüm çocukça bir davranışla yarışmamızı öneriyor ve ben yenileceğimi ve böylece cinselliğin dışında onu bir kez daha mutlu edeceğimi ve bu mutluluğu nedeniyle mutlu olacağımı düşünerek istediğini benimsiyor ve ‘hayır’ diyemeyeceğimi doğanın en değişmez bir yasası gibi düşünen ve bilen o;kalçalarından geriye doğru sert ve dik olarak uzatmış olduğu bacaklarını bir ördeğin perdeli ayaklarıyla suyu geriye itercesineki devinimleriyle suya sokup çıkarıyor ve bu devinimlerden çıkan su sesine bedenini;ileriye uzattığı kollarının devinimlerine uygun olarak tanrısal bir müziğe uydurmuş sallanan bir dervişinki gibi suyun içinde oynatarak bir balerinin bale yaparkenki ritimli devinimleriyle çeşitli yönlere döndürerek kıpırdanıyor,uzatıyor,büküyor ve denizi,güneşi,göğü de güldüren bir gülüşle gülüyor,gülüyordu. On metre kadar ilerimde suyun içinde yüzünü bana dönmüş olarak,kollarını dans edercesine ya da yatağına çağırırcasına bedeninin iki yanına uzatıp açıyor,kapıyor ve yanına yaklaşmamı izlerken yalnız beni görüyor,düşünüyor,istiyor ve sağ kulacım üzerine uzanırken geriye 61 bakıyor ve kıyıdan oldukça uzaklaşmış olduğumuzu anlıyor ve çevremizde kimsenin bulunmadığının bilincine varıyor ve martıların bilinmeyen kıyılara,ulaşılamaz uzaklıklara uçtuklarını,balıkların denizin olabildiğince derinliklerine,karanlıklarına daldıklarını ya da mutluluğumuz çevresinde altından,gümüşten ve değerli taşlardan yapılmış bir taç oluşturmak istercesine dans ederek dolaştıklarını,belki şarkılar da söylediklerini düşlüyor ve kulaklarıma ulaşan o eski öyküdeki ‘Ulisses’i büyüleyen denizkızlarının sesine doğru bilinçsizce kulaçlar atıyor ve sonunda onu beline dolanmış kollarımın arasında buluyor ve avuç içim büyüklüğündeki göğüslerini göğsüm üzerine bastırarak sıkıyor,sıkıyor,sıkıyorum ve boşlukta yürürcesine uygunsuz devinimlerle bacaklarımızı su içinde çeşitli yönlerde sallayarak öpüşüyoruz tuzlu dudaklarımızda yaşamanın güzel bir şey olduğunu bir kez daha biri birimize ileterek ve sonunda yanız bize ait olduğunu düşündüğümüz denizin yüzünde yan yana,mutlu bir birleşmeden sonra tek sözcük söylemeden geçirilen o tatlı anları yaşarcasına uzanarak güneşe bakıyor ve durmaksızın konuşurcasına susuyoruz. Denizden çıkarıyor ve geriye yolluyorum onu,bir doktorun kanepesinde uzanmış gibi yanımda ve yukarımda bir yerlerde yatıyor ve bana hiçbir kadının gözlerinde görmediğim ve sonraki yaşamımda da ancak tekrar onun ve yalnız onun gözlerinde görebildiğim bir pırıltı,bir isteklilik,bir korkusuzluk,belki de bir delirmişlik,bir benliğimi delip kişiliğime ulaşmak isterlikle bakıyor ve beni kocaman göğüslerine yaklaştırıyor ve başımı çocukluğumda dinlediğim masallardaki dev analarınınkine benzeyen göğüsleri arasına bastırıyor ve yüreğimin atışlarını,başım göğüslerine değdikten sonra onunkiyle tek bir ses yaratacak denli biri birine yaklaşmış,bağlanmış atışlarını dinliyor ve omuzlarımı sıkan ellerinin bitim yerlerini bedenine doğru izliyor ve koltuk altlarını görüyor ve uzanarak;çocukluğumda düşüp dizimin derisini sıyırdığım için canımı yakmak pahasına,sağlıklı kalmam için o zamanlar hiç de yapılanların yapılmasını gerektirecek önemde olmadığını düşündüğüm o küçücük yaranın üzerine sürülen o siyah-kahve renkli,tatlı kokulu sıvının kokusuna benzeyen kokuyu duyarak,koltuk altının bitip göğsünün başladığı yeri kendimi yitirerek öpüyorum,durmaksızın öpüyorum. O anda;Đstanbul’un;ne olanakları yetmediği için tatil günlerinde kentin dışına kaçamayanlarınca,ne ‘aman ne güzel bir gün geçirdik,ne eğlendik ne eğlendik’ demek için kentin dışına gidip gittiği tinsel durumla evine dönenlerince;ne bu iki tür davranışın dışında yaşamı bilinçli olarak yaşadığını ileri süren,hiç değilse düşünen o kaymak tabakaya daha yakın okumuşlarca bulunamamış,farkına varılamamış,gidilememiş,kirletilmemiş doğanın el dokunulmamışlığını bütün yönleriyle yansıtan o güzelim yarımada kıyısında;onun çocukluğundaki yüz çizgilerine,tinsel durumuna,gülüşüne sahip olduğunu düşündüğüm o 62 düşünülemeyecek,düşlenemeyecek denli güzel,doğa dışı yapılı küçük kız çocuğuna babası yüzünü asıyor ve kalçalarını,o küçücük,ileride benzerlerinin kıskançlığını çekecek,karşıt türün düşüncelerini bulandıracak,onlara kendilerini unutturacak,yaşadıklarını duyurtacak o usta,kimsenin,hiçbir yaratılmışın olamayacağı denli zevkli bir yontu ustasının elinden çıkmışçasına muntazam,uyumlu,kusursuz kalçalarını tokatlamak için ona yaklaşıyordu. Ama o suçsuzdu,her zaman olduğu gibi ne yaptığını bilmeden,çevresinde dolanan onca tehlikelere aldırmaksızın günlük yaşamını nasıl sürdürüyorsa öylesince denize girmiş ve birkaç adım sonra deniz düzeyinin boyunu aştığı bir yere gelmiş ve bütün devinebilen yaratıklarda bulunan o korunma içgüdüsüne uyarak aceleci ve düzensiz devinimlerle geri dönmüş ve paniğe kapılmaksızın kıyıya ulaşmıştı.Böyle düşünülecek olursa;babası gibi davranmış oluyor ve surat asılmaya ve daha da ağır davranışlara hedef olmaya layık olmuyordu;işte bu nedenle kendisini okşar biçimde de olsa dövmeğe;tokatlamağa gelen babasına,sanki yabancı bir evrenden geliyormuş,sanki onun çocuğu değilmiş gibi yabancı bakışlarla bakıyor ve haksız da olsa karşılaşacağı cezalandırmayı metin bir biçimde,karşı koymağa kalkışmaksızın karşılamağa hazırlanan bir ‘büyük’ün,bir görmüş geçirmişin,bir dayanıklının,bir hoşgörülünün davranışlarıyla karşılamağa hazırlanıyordu. O gerçekten de kötü bir şey yapmamıştı,isteseydi de yapamazdı;çünkü o,onun;arayıp durduğumun,ulaşamadığımın küçüklüğüydü ve kötü,saçma olamazdı Yine hızlanmıştı kentin soluması;dairelerden-evlerden-işyerlerinden-okullardan sokaklara dökülüyordu kişiler;taksiler-otobüsler-vapurlar çabuklaştırmışlardı devinimlerini;boşalıp doluyorlar yine boşalıyorlar yine doluyorlar;korkunç büyüklükteki bir elektronik beynin emrinde gibi;bir yerlerden diğer yerlere gidiyorlardı.Sesler artmıştı her yerde;sanki savaş vardı ve kent savaş alanıydı;ya da yer sarsılıyordu durmaksızın;yakın bir tehlike varmış gibi çığlık çığlığaydı kişiler;bağırıyorlar;yüksek seslerle gülüyorlar;sövüyorlardı.Herkes;sesiyle çevresindeki doğanın sesini bastırmak ister gibiydi;korkunçtu bu gürültü-dayanılmaz –yapaydoğal değildi;en arka sokaklara dek yayılıyor ve gergin olan sinirleri daha da geriyordu. Đki buçuk liraya ipana-bir liraya fırça-Ahmet buraya gel-düüüt-hayır,hayır vurdum senihaa..haa.haa-sonra dedim ki ona-film güzeldi-bir kez daha buluşurum-milliyet-akşam-son havadis-portakal,mandalina ,elma-buyurun beyler buyurun-üst katta ailelere ait yerimiz de var-voooorrr-viyuuuuuu-bibip-anne oyuncak ayım düştü-Hasan oyunu bırak da eve gel artıkpat,pat,pat-amca iki ekmek ver-yeter artık bee. Ekmekleri koltuğunun altına sıkıştırdı çocuk;kaldırımda yürüyerek evinin yokuşunu tırmanmağa başladı;bu büyükler ne anlayışsızlar tanrım;oyun oynamalarına bile olanak bırakmıyorlardı;okullarda öğretmenleri sınırlıyordu onları;şu-şu-şu oyunlar yasak;okul bitsin 63 de mahalle arasında oyuna dalsınlar diye bitiş zilini iple çekiyorlardı çocuklar;dağılma saatleri en güzel anlarıydı günlük yaşamın.Bu kez da anaları,babaları giriyordu işin içine;evde şu yok,git al gel-şunu götür-yemek zamanı geldi içeri gir. Masaya oturdular akşam yemeği için;önce çorba dağıttı anne tabaklara;sessiz sessiz içtiler;yemekte konuşulmuyordu bu evde;babası babasından öyle görmüştü;dolayısıyla evde bir kuraldı.Adam;her akşam yemekte çorba olsun isterdi;kadın da bazı kez yapamazdı işte;o zaman günlük yaşamın bozduğu asaplar daha da bozulur;karşılıklı bağırışırlar;sonra durulurlardı. Kalktı yemek masasından;radyoyu açtı genç kız;haberler okunuyordu radyoda;şimdi herkes evindedir iye düşündü;perdeyi aralayıp dışarıya baktı;evin önündeki yol bomboştu;tek canlı görünmüyordu;kediler ve köpekler de kaybolmuştu;sanki kent ölmüştü;cansızdı.Taksiler sıralanmıştı kaldırımın kenarına;kişilerin yemek yemelerini sabırla bekleyen ve bu tekdüze yaşama baş kaldıramayan taksiler;zincire vurulmuş pranga yargılıları gibiydiler;kocaman farlarıyla öylece bakıyorlardı karşıdaki evlere;kişiler de öyleydi şu saatlerde. Pis bir karanlık çökmüştü yola;kentin üstüne;az ışıklandırılmıştı kent;elektrik yetmiyordu;bu nedenle pisti;kişiyi rahatsız ediyordu;karanlıktı.Kent;dinleniyordu yine yollarda-koltuklardasandalyelerde-divanlarda-sedirlerde-kilimler ve yer yaygıları üzerinde;arada bir,bir taşıt şu ya da bu yöne gidiyordu;seviyordu bu saatlerini kent;ayaklarını çalışma masasına uzatmış,dinlenen bir patron gibiydi;kişiler iyiydiler,temizdiler bu saatlerde;özel bir taksi hız yaparak kentin orta alanına doğru gitti. Geç kaldıklarını söylüyordu orta yaşlı kadın;kocası-ondan yaşlı ve gözlüklüydü-yolun uzantısına bakıyor ve metalik bir sesle-evet-diyordu;ama anlayış gösterirler;telefon da edemedim;etsem bile işyerinden çıkmıştı herhalde o sırada.Birden frene bastı adam;otomobil sarsıldı ama durmadı,hızı azaldı;otomobilin önünden karşı kaldırıma geçti genç adam;yanındaki karısına aç gözlerle bakıyordu;yüreği kabardı,duruldu sonra;o da yapıyordu aynısını.Karısının yüzüne alıcı gözüyle baktı;demek genç adamların ilgisini hala çekebiliyordu;kadın da genç adamın bakışını yakalamıştı;demek genç adamların ilgisini hala çekiyorum diye düşündüğünü belirten yüz çizgileri vardı karısının yüzünde ve adam da bunu gördü. Bacak bacak üstüne attı kadın;yan gözle bacaklarına bakıyordu kadının;kadın yakaladı adamın bakışını ve kolunu omzuna uzattı adamın ve dokundu başına. Kadının eli erkeğin omzundan sırtına doğru kaydı;erkek gözlerini yummuş,sol yanağını kadının sağ kulağına dayamıştı;konuşmuyorlardı;evin önünden denizin kıyıya vuruşunun sesleri geliyordu;gözlerini açtı adam;sol elinde kadının beli düzeyinde ve bedeninin açığında 64 tuttuğu şarap kadehine baktı;kolunu kadının yüzüne hafifçe dokundurarak yukarı kaldırdı;bir yudum içki aldı kadehten;yine yavaş yavaş indirdi kolunu aşağıya ve kadın başını sağ omuz boşluğundan sol omuz boşluğuna aldı adamın;iç geçirdi ;adam kadına baktı ve uzandı dudaklarından hırsla öptü. Kız iç geçirdi karşı kıyıların ışıklarına ve denizin üzerinde uzayıp ufukta yiten gümüşten yola bakarak;yanındaki genç adam,sol kolunu roofun parmaklıklarından aşağı sarkıttı ve sigarasının dumanını aşağıya doğru dalgın üfürdü;aşağıda otele giren çıkan kalabalık kişiler vardı;taksiler gidip geliyorlardı;oyuncaktandı her şey,ufacıktı;bir bulutun üstünden bakıyor gibiydi bunlara;Yunusu anımsadı-o da istediğinde gökyüzüne çıkabilseydi. Uçağın pencere camına yapışmış bir baş geldi gözünün önüne;yanına yanındaki genç kızı oturttu;şimdi kız da aşağıya bakmak için başını pencereye yaklaştırıyordu;balayına giden çiftlerdi;kızın saçlarını dudakları arasında duydu,saçların inceliğini dudaklarıyla algılayabiliyor ve onun tanıdığı saçları olduğuna karar verebiliyordu;sağ omzunu sol göğsüne bastırıyordu genç adam;göğsünü germeyi ve kızın omuzu aracılığıyla ona daha çok sertlik duygusu ulaştırmayı düşündü ve sonra doğrulurken parmaklıktan geri çektiği kolunu yanına sarkıttı ve sigarasını baş parmağı ile gösterme parmağının tırnakları arasına sıkıştırıp boşluğa fırlattı ve kıza dönüp dudaklarına uzandı ve öptü;öylece duruyordu kız;öpüşü yanıtlasa yanlış bir şey yapmış olacaktı;kirlenecekti;öyle düşünüyordu;bu kentin baskısı sonucu değildi;kent karışmazdı kişilerin yaşamına ama kentte yaşayan toplum karışırdı. Kız zarif ayakkabılı sağ ayağının tabanıyla yere düşen sigarayı ezdi;ikisi de ezilmiş sigaraya baktılar başlarını eğip;sigara gibi ezilmiş duydular kendilerini;bu kent ona uyamayanları silindir gibi eziyordu;onlardandı ikisi de;önce genç kız başını çevirip genç adamın yüzünü görmek istedi;sonra da genç adam aynı duyguyla doldu;bakıştılar bir süre.Kızın dudaklarının bittiği yerlerde bir gülücük belirdi;sonra yanaklarına-sonra gözlerine-sonra tüm yüzüne yayıldı;bedeni de katıldı bu gülüşe;kız bedeniyle-tüm varlığıyla gülümsüyordu;genç adam da dişlerini göstererek güldü;kız biraz daha güldü;kısık bir kahkaha sesi bile duydu genç adam;zil üçüncü kez çaldı;girelim artık dedi ve kızın kolundan tuttu;gittiler yerlerine oturdular;güzel bir ezgiyle ışıklar söndü ve perde açıldı. Bugün iyi bir oyun çıkaramayacağını düşünüyor ve onu arıyordu ön sıralarda;yirmi dördüncü kez oynuyorlardı bu oyunu;makineleşmişlerdi;ilk anlar oyun sayısı arttıkça daha güçlendiğini duyardı;ama bu kez öyle olmamıştı;sevememişti bu oyunu;yazarı pek bir şey demiyordu oyunda ona göre;ama sahneye koyucu temel rollerden birini vermişti ona.Sevmişti rolünü başlangıçta;seyirciler ilgisiz yerlerde o genç adamı alkışlamıyorlar mıydı,deli oluyordu;bu durum onun iyi oyun vermesini etkiliyordu;kınamıyordu kendisini;rolü gereği sahnenin diğer 65 ucuna yürümeğe başladı ve yeniden göz ucuyla baktı ön sıralardaki davetliler bölümüne;yoktu işte-gelmemişti.Bir bakıma kutluyordu kendisini;birini seyirciler birini kendisi için oynamakta olduğu iki oyunu bir arada yürüttüğünü düşünüyor ve seyircilere bu durumu anlamadıkları için umursamaz bakışlarla bakıyordu;salonda tedirgin bir hava sezmiyordu;demek başarıyordu iki oyunu bir arada oynamayı;öbür oyuncunun-kadındı ve kendisine benziyorduyanına heyecanlı oturdu;burada olmalı;ben göremiyorum herhalde;konuşma sırası ona gelmişti;bir tümcenin ilk sözcüğünü söyledi ve durdu;kulağına ulaşan söylenmesi gereken sözcükleri kaptı ve söyledi;beğenmemişti;bir ara sözcüğünden sonra baştan aldı tüm tümceyi;salondaki havada birden bir boşluk doğdu;ama diğer kadın oyuncu söyleyeceklerini söylemeğe başladıktan sonra yitti bu boşluk;konuşma sırasının yeniden kendisine gelmesini beklemeğe başladı. Saatine bir kez daha göz attı genç adam;beş dakika daha bekleyeyim diyordu;iyi giyimli değildi;heyecanlıydı;gözlerini yolun bir yönünden gelen taksilere dikmiş;taksilerden inenleri izliyordu;gelmeyecek;oysa gelmeliydi bu gece;geleceğim de demişti;ellerini paltosunun ceplerine soktu;topuklarının kaldırımlarda gece dolayısıyla daha da yüksek tonda çıkardıkları sese vererek kendini,yürüdü gitti. Grev yapan banka çalışanları umutsuz adımlarla önlerinden geçen gence baktılar ve birer sigara daha yaktılar;grev gözcülüğü yapanlara sigaralarını sendika veriyordu;o sigaralardandı içtikleri;daha bir tatlı,daha bir baş döndürücü geliyordu..Kendilerinin yeniden askere alındıklarını ve çok önemli olan bir yerde nöbet tuttuklarını kuruyorlardı;sırtlarını kapının iki yanındaki taş çıkıntılara dayamışlar;nöbetçi erlerin yaptığı gibi,sigaralarını avuçlarının içinde gizlemişlerdi;diğer ellerini kaputlarının ceplerine sokmuşlardı;daha çok gemi çalışanlarını andırıyorlardı.Önlerinden otobüsler-tramvaylar-dolmuş taksileri geçiyor;taşıtlardaki herkes bankanın kapısındaki bu kişilere merakla bakıyorlardı;kapıya bir boydan bir boya asılmış bez üzerindeki yazıları okumağa çalışıyorlardı;ama grev gözcülerinden çok bu bez üzerindeki yazılar ilgilendiriyordu onları;oysa kişi olan grev gözcüleriyle ilgilenmeliydiler.Grev gözcüleri de boş gözlerle bakıyordu gelip geçenlere ve taşıtlardakilere;bu kişilerin kendi sorunlarına ilgi duymadıklarını;giderek onları haksız bulduklarını düşünüyorlar ve sinirleniyorlardı;toplum düzenini bozmuş olmanın tedirginliği vardı üzerlerinde;sürü iç güdüsünden kalmış;ama onlar haklıydı,patronlar da amma direniyordu ha;taşıtlara bakmayı kesip yeniden aralarında konuşmağa başladılar. Kent yine susuyordu;bu kez gece yarısına dek susacaktı en azından;;kişiler için ölü saatlerdi bunlar;sindirim,eğlence,zaman öldürme saatleri;kent içinse dinlenme saatleriydi;kentin günlük yaşamının son koması gibidirler bu saatler.Biraz sonra kent yorgun başını bir 66 yosmanın-küçük yaşta ve ucuza satılmış-göğüslerinden kaldıracak ve doğrulacaktı;son sözlerini kimi kez ağlayarak-kimi kez gülerek-acıklı bir şarkıda-tutkulu bir şiirde söyleyecek ve sonra yine yatağına serilecekti;doğacak olan günle yeniden doğmak üzere ölmek için. Bu saatlerde çirkindir kent;perişandır;ölüm döşeğindeki yaşlı bir kadın gibidir;bazı kez açık bırakılmış pencerelerden sızan ışığın titreşimlerinde,bazı kez bir müzik aracından çıkan ezgilerin bulvardaki ağaçların yapraklarında gezinmesinde,bazı kez de bellerine doladıkları kollarının bedenlerinde yaydığı sıcaklık içinde kentte yiten çiftlerin ayak seslerinin özel otomobillerin çamurluklarında yansımasında güler;kahkahalar atar;bazı kez de kılıksız ve pis bir yaşlı adamın koynundan çıkardığı boyalı ispirto şişsini dudakları arasına alıp kolunu yukarı kaldırmasında ya da eski bir kamyon şoför mahallinde ısınmak için biri birlerine sarılmış olarak uyuyan üç sokak çocuğunun inip kalkan göğüs kafeslerinin arada bir kesik öksürüklerle düzensizleşmesinde ağlar;kendinden utanır;genellikle durgundur kent yine de;tepkisizdir;duygusuzlaşmış bir savaş esiri gibidir. Çok kişi uykuya dalmıştır bu saatler çeşitli nedenlerle;bir bölük kentli de ucuz aile eğlence yerlerindedir ya da dost toplantılarında ellerinde içki kadehleri ya da çay-kahve fincanlarıyla okul-askerlik-evlilik-bekarlık anılarını yaşıyorlardır yeniden ya da toplumun sorunlarını çözüyorlardır tartışmalarıyla bir kalemde.Sevişenler de vardır bu saatlerde;sevişenler her saat vardır aslında bu kentte;evrenin yüz sularına döndüğü ve yaşamını sürdürdüğü sevişenler;onlar kentin baş tacıdırlar. Genç adam,caddenin ortasında,kentin en büyük orta alanına doğru hızlı hızlı yürüyen kadına yaklaştı;içkili-hızlı adımlarla on adım kadar daha yürüdü;bir şeyler söyledi kadına;kadın hep sustu;durdu birden genç adam;kadın ayni adımlara yürümeyi sürdürdü;geriye bakarak arkadaşlarını görmeğe çabaladı genç adam;bu sırada,yeni ve yalnız bir genç kadının arkadaşlarının yanından geçip kendi yönüne doğru geldiğini gördü;sanki bir şeyi yitirmek ya da kaçırmak üzereydi genç kadın;dikildi ayaklarının üzerinde . Bu gece mutlaka bir kadınla yatmalıydı;kadın yanından geçiyordu işte;geri döndü ve kadının yönünde yürümeğe başladı;karnım aç-bana ekmek parası verir misiniz der gibi konuşuyordu genç kadınla;bir dilenci gibi yılışıktı,kadın önce gülümsedi;sonra koluna girdi genç adamın;birkaç adım daha attılar;bir taksiyi durdurdu genç adam;kadınla bindiler;geriye dönüp arkadaşlarına bakmadı;nasıl olsa evi biliyorlardı;onlar da gelirlerdi biraz sonra. Odanın kapısını açtı açık elbiseli-çok süslü-orta yaşlı kadın;zamanın geldiğini söyledi yatakta pırıltılı giysiler içinde uzanmış,sigara içen genç kadına;kadın,sigaranın dumanını bir erkek gibi içine çekiyor,sonra yüzünde hiçbir çizgi oluşturmaksızın tavana doğru üflüyordu donuk ve sabit bakışlarla;sigara içmek için devinmese ölü derdiniz.Kentin alanlarından birine büyük 67 bir pencere ile açılan bir otel odasındaydılar;aman bugün yine keyfin yok;nolucak senin halin kız.Bu kez duydu sesi yatakta uzanan;ne denildiğini anlamamıştı yine;doğruldu yatakta ve bacaklarını aşağı uzattı;omuz silkti-anlayamadım ne dediğini anlamında.Öbür kadın bu davranışı-bunu umursamıyorum-diye anladı;kızdı;kapıyı vurup çıktı odadan. Taksi bir pavyonun önünde durdu;üç genç indiler;pavyonun girişine yöneldiler;buradaki kadınlar güzele benziyor;iyi eğleniriz her halde dediler ve girdiler,bir masaya oturdular.Kalabalık değildi pavyon;ikisi sık sık gitmezdi pavyona;birisi de bu tür bir pavyona ilk kez gelmişti;pavyon çalışanı kadınlar bunu anlamış olacaklar ki-anlamışlardı-gözlerini onlara dikmişler;kendilerini masalarına çağırmalarını bekliyorlardı;on dakika içinde pavyon kalabalıklaştı;müzik başladı;üçü de ayaklandılar;gittiler ve birer kadını dansa çağırdılar;dansa başladılar. Dans ediyorlardı;pavyonun barı önünde dikilmiş duran kız onu izliyordu;sözlüsünü;barmen kıza bakıyor ve konsomatrisliğe yakıştırmıyordu;neden gelmişti öyleyse;burası öyle sevgili ile gelinen pavyonlardan değildi ki..Neden geldim-ahh ben ne budalayım-bir bakıma güçlüyümbelli-kimse yapamaz bu benim yaptığımı;ama küçülüyorum ayni zamanda;ona karşı değilgelme kararımı kendim verdim-aileme ve çevreme karşın..O da onu görmüştü işte;dans ettiği kadını pistte bıraktı;korkulu-şaşkın yüz çizgileriyle-hızlı asımlarla kendisine yaklaştı;tokatlar mı buraya geldim diye acaba;ahh bir tokatlasaydı;o yapmazsa ben onu tokatlarım diye düşündü kız. Genç adam genç kızın önünde dikildi;uzun boylu-keskin çizgili yüzlüydü;gözleriyle sordu;ne arıyorsun burada;ne işin var burada;nasıl gelebilirsin buraya,böyle bir yere.Kızın öfkesi kabarıyordu ama;bastırdı bu duyguyu;bu ona kazanç sağlamazdı;sevdiği adama herkes öfke duyuyordu çeşitli nedenlerle;o da onlara.Oysa;genç adam ilgisizdi çevresinde bütün bu olanlara;güçsüzdü;çıkalım buradan nolursun diyordu bu kez kız gözleriyle;başını önüne eğdi genç adam ve kızın koluna girdi;taksiye bindiklerinde kız boşaldı birden ve sarsılarak ağladı;şoför kötü kötü baktı genç adama başını arkaya çevirerek;nişanlım dedi genç adam;yaşamında anlamını bildiği-inandığı ve güvenerek söylediği tek sözcük;nişanlım. O mu-nişanlım dedi resmi adamın elinden alıp;belinden yukarısı çıplaktı kadının;tek odalı bir garsoniyerdeydiler;iyi döşenmişti.Đlk kez o yattı benimle;sonra da evlenmedik dedi kadın; adam nedenini sormadı;uzandı omuz başını öptü kadının;sonra yataktan kalkmak için davrandı adam;kadın kolundan yatağa çekti adamı;adam olmaz ki-bir daha yapamam diyordu durmadan;kadın kendisine güveniyordu;çok uğraştı kadın-yoruldu-usandı sonunda;bu güne dek hiçbir kadınla iki kez yatmadım dedi adam;yastığa gömdü yüzünü kadın,ağlıyordu;uyudu sonra. 68 Önce sağ kulağı algıladı sesi;teypte Çigan müziği çalıyordu;sonra bedeni duyarlaştı;bir hasır koltukta uyumuş kalmıştı;gözlerini açtı;arkadaşı üzerine eğilmişti;o uyandırmıştı her halde;gözlerinin altında ve kapaklarında sızı duyuyor ve aynaya baksa gözlerini kıpkırmızı göreceğini düşünüyordu.Oyun sırası ona gelmişti;sol yanında sigara dumanları içinde görünen üç kişiydiler;sis basmıştı odayı;sisin o pis kokusuna çağrışım yaptı;sabaha karşı bu kenti de sis basar;bu yaptıkları çılgınlıktı-budalalıktı biliyordu;ama yenemiyordu kumar oynama alışkanlığını.Oysa;şansa-alın yazısına pek inanmazdı;neden oynuyordu o halde;kumarda kafa yeteneklerini denediğini ve geliştirdiğini düşünüp rahatladı;kalkmağa çabaladı;diz kapaklarından aşağısı elektriklenmişti;kan gitmemiş uzun süre;dışarıyı dinledi;yel sesi bile yoktu;dupdurgun bir doğa;tabakta kazan dibi gibi;tabağı sallamak ve doğayı devindirmek için masaya gitti ve boş sandalyeye yığıldı;arkadaşı oyun kağıtlarını masanın ortasına attı;yeni bir kıpırtı olmuştu doğada;en küçük devinim bile önemli geliyordu kendisine şu sıra;yer beğenmek için ilk kez o uzandı kağıt çekmek için desteye;çekti;maça kızıydı;güldü. Kentin günlük yaşamı can çekişiyor;lağımlarda pisliklerin ve atıkların akışı bile yavaşlamış;ağır ağır akıyor zaman;her anı yeniden öldürmenin bilincini yaşıyor kent;öylece uzanmış yıldızların altında bulutlar bir yönden gelip diğer yöne gidiyorlar;zamanın güçlü soluğuna kapılmışlar;kent bakıyor bulutlara sırtüstü uzanmış ve kendinden geçmiş;kişilerin çoğu yataklarında şu an;ilk düşlerini görüyorlar bazıları gecenin;bazılarını karabasanlar basıyor;taşıtlar da uymuş kişilere;yollar iyice ıssız;devinimsiz,arada bir uykulu bir sürücünün yönettiği belli olan bir taksi şu ya da bu yana gidiyor;bir ara sokağa sapıyor korna çalmadan;bunlar da olmasa kent tamamen ölmüş olacak;kediler de uyumuş,köpekler de;sokak köpekleri de süs köpekleri de;martılar da uyumuşlardı dalga kıran üzerinde;çifter çifter bedenlerini biri birlerine yaslamışlardı;sevişiyorlar sanırdınız görseniz. Ama;hala solumaktadır kent. Đyi döşenmiş işkembeci aşevine girdiler sallanarak ve şakalaşarak;iki kişiyiler;masalar boştu;gittiler o kadınların masasına oturdular;hiçbir şey konuşmadılar;kadınların masasının sol iki gerisindeki masada oturmuş iyi giyimli iki dam onlara baktı;bakışlarıyla korkunç görünmek istiyorlardı;herkes içkiliydi;kimse kimseye aldırmadı.Sonra kadınlara hangi otelde ya da pansiyonda kaldıklarını sordu genç adamlar;sonra iki işkembe çorbası söylediler;gelen çorbalara kadın bacağı gibi yapılmış şişelerden sirke döktüler bol bol;çorba değil de sirke içmekti sanki amaçları;bol kırmızı biber ektiler sonra;içtiler çorbalarını;kadınlar da içiyorlardı. Kadınlar-bu gece olmaz-çok yorgunuz diyorlardı;yarın çalıştığımız pavyona gelin;hepsi eskimişlerdi bu tür yaşamda;ne diyeceklerini-nasıl davranacaklarını-sonunun nasıl geleceğini 69 biliyorlardı;alacakları yüzdeyi düşünüyorlardı;bir tür tiyatro oyuncusuydular;büyük bir tiyatroda oynanan küçücük bir oyunda oynayan;genç adamlar da oyuncu görünümündeydi.Kadınlar paralarını verip çıktılar;gençler birer sigara yaktılar çorbanın üstüne;aslında her şeyin üstüne sigara yakarlardı;çok tatlı ve değerli bir yemiş yer gibi hazla doluydu görünümleri. Kalın bıyıklı,gür kaşlı adam telefonu kapattı;geriye hazla yaslandı;tamam,malı teslim etmişlerdi diğerlerine;hepsi sigaralarını yenilediler;şimdi yeni bir parti için bağlantıya girebiliriz;önce buranın malını Almanya’ya taşırız;sonra Almanya’dan yeni parti makineleri getiririz;biraz daha kışkırtmalıyız olayları;daha keskinleşmeli görüşler;çarkı iyi kurduk çocuklar;onlar biri birlerini öldürdükçe bizim piyasamız genişliyor-gelişiyor;gündüz yaşamında saygı değer bir iş adamı görünümündeydi adam;pahalı giysileri vardı;kaçak sigara içiyordu;sanki bu ülkenin insanı değildi;o hiçbir ülkenin insanı değildi;ne sevgisi ne inancı vardı. Tanrısız saatlerdi bu saatler. Çocuk,ağlayarak doğruldu yatağında;anneciğim-kalk anneciğim-nolursun;kocasıyla ayni yatakta yatıyordu kadın;uyku arıyordu uzun süredir;kocası ise bir kaya gibi devrilip kalıyordu yatakta,yanında sabaha dek;çocuk da baş ucundaydı;bu daha da uykusuz yapıyordu onu;yakında sayrılar evine kapanabilirdi;hiçbir çabası da yoktu,bu cendereden kurtulmak için.Bir karabasandı besbelli;korkulu düş görmüştü çocuk;nasıl olurdu da çocuklar düş görürlerdi;daha hiçbir şey yer etmemişti ki bilinç altlarında;belki de onlarınki gibi değildi gördükleri düşler;kişioğlunun bilinç altında mağara devrinden kalma korkular vardı,onları görüyordu;çocuğu uyandıran neydi.Göğsüne gelip oturmuştu o yaratık;uyu çocuğum-uyu nolursun;biraz sonra gün ışıyacak;uyumayalım anneciğim;yoksa öleceğim;bu yaşta ölümü düşünmek;off tanrım;pekiyi yavrum uyumayalım;başını göğüslerinin arasına aldı çocuğun;yanında yatan kocası geldi gözünün önüne on yıl öncesinde göğüslerinin arasında;sonra tekrar çocuğu buldu göz merceğinde;böyle uyuyabileceğini kurdu;ama,sabaha dek uyumadılar. Can çekişen kentin baş ucundaki yakınları gibiydiler;bir anda öldü kentin geçmiş günü;kimse duymadı kentin bu ölümünü;her şey durdu biran için;otomobiller köprülerin trafiğe açılmasını bekliyordu,sonra bir melek kente yeniden yaşam üfledi;çamurdan yaratılmış Adem’e üflenen gibi. Ve bir balıkçı doğruldu yatağında;sonra ayaklarını yataktan çıkarıp kulübenin toprak tabanına bastı;kent ilk soluğunu alıyordu yeni günde;kuşlar ve martılar yeni doğan günün ilk 70 ışıklarında şakıyarak,bağırışarak kutluyorlardı kentin yeniden doğuşunu-yeni doğan günü.Balıkçı;köyünde bıraktığı Hanife’sini düşündü günün ilk sigarasını yakarken. . Doğduğunda-Hanife-diye bağırmışlar üç kez Sağ kulağına Hiç kimse düşüncesini sormamış Karşıt çıkardı oysa adının Hanife olmasına Ama bunun önemi yoktu Đlle on sekiz yaşını beklemeliydi Özünü bulması Adını değiştirmesi için Böyle diyordu yasalar Hanife ne desin Oysa on sekizine geldiğinde iş işten geçmişti O korkunç dev yiyip bitirmişti onu Ne yapsın Hanife kaldı ister istemez Đsteyeni de çıktı verdiler O kişi değildi ki verenlerince Değerli bir maldı Başlangıçta baş kaldıramadı Ama iki yıl dayanabilmişti bay Ahmede Sonra gerçek kişiliğini buldu Milena oldu sevgilileriyle Oysa kocası istemiyordu Onu başkalarıyla paylaşmak Boşanamazdı da artık Tüm değerini yitirmişti toplum açısından Kız değildi-duldu Buruşturulup sokağa atılmış Boş bir sigara paketi 71 Sustu çaresiz Kocası da çekilmez adamdı hani Tüm yurttaşlarını aldatırdı allahın günü Para kazanmak için Sonra gelir evde zıkkımlanırdı Bir kızları vardı Ayrılamama nedeni Susardı Đşte tam karşısındaydı kocası Toplumun kölesi kıldığı adam Ya da kılmak istediği Onun baş kaldırdığı Elinde tabanca vardı-gülüyordu Yaşamın anlamsızlığını yakalamıştı Kocasının tabancasının ucunda Vur-haydi durma vur-erkeksen vurursun Dedi-göğüslerini açtı Hanife Adamın gözleri göğüslerinde asıldı-kaldı Gülüyordu Hanife Adam tetiği çekti Vurdu Oysa yaşamalıydı Hanife Daha kaç yıl olmuştu gerçekten doğduğu Gülüyordu Hanife ölürken Adam gülüyordu Savcı geldi-avukatlar geldi Sorgu yargıçları-yargıçlar Sonunda Hanife suçlu bulundu Tahrik vardı-beş yılla kurtarıldı adam 72 Ölen ölmüş-kalan kalmıştı Geride bir de çocuk vardı Böyle düşünüyordu toplum ve yargıçlar Beş yılla kurtuldu adam Hanife pisi pisine öldüğüne yandı Burası evrendi-her şey olurdu Sustu Hanife-tüm evren sustu Sonra;o benim üzerime oturdu sanki beni hiç tanımıyormuş,sanki ilk kez ayni yatakta ayni kişi olmaya çalışıyormuşçasına;sanki kendi yeteneklerini,benim yeteneklerimi bilmiyormuşçasına-inadına yapmış olabilirdi bunu-yeni bir deneye girişeceğini,kendimi denetleyip denetleyemeyeceğimi-o sırada yüzünde dilediği sürece kendimi denetleyebileceğim ve onu ancak efsanelerde ve dinsel öykülerde yer alan o mutlu yaratıklar düzeyine yükseltebileceğim,giderek bir ‘Afrodit’yapacağımdan şüphesi olmadığını belirten bir karara varmış yargıç çizgileri vardı-sorarak tinsel,fiziksel ve fizyolojik koşullarını zorlayarak çoktandır tadını unuttuğu o mutlu anları-çok kısa bir süre için de olsa-yaşamak için çırpınmaya koyuldu.O ana dekki yaşamımda kendimi,kendiliğimden,yalnızca ben;’özüm’daha çok zevk duysun,bu karşılıklı ilişkide en yüksek payı alsın diye bilinçli olarak kendimi zorlamamış,sınırlamamış olan ben;ilk kez bu istek karşısında-cesur ve açık yürekli bir istekti üstelik-kendimi bir başkası için aşmaya,olmayacağını umduğum,olamayacağını düşündüğüm bir yeni deneye girişmeğe hazırlanıyor ve dileğini küçük,sevimli,ancak çocukların yüzünde görülebilen o çok anlamlı,tanrısal,doğa dışı bir gülümsemeyle olurluyor ve kendisinden geçmiş olarak uyumlu devinimlerde bulunan onu,o hep aradığımı,ellerim başımın altında kenetlenmiş olarak,ilk kez ona da bir yabancılık duyarak izliyor ve buna karşın yine de onu,hep onu düşünüyordum. Ve o kadın;Parisli genç kızların kısa pantolonlar üzerine giydikleri dört yerinden geniş yırtmaçlı entariden oluşan modayla alay etmek istercesine boynundan ayak bileklerine dek bedenini örten mavi giysisinin beli düzeyinden dört bir yanına uzun ve geniş yırtmaçlarla ayrılan siyah şeritler inen bir mantomsu giyinmiş ve boynunda gümüş ve üst kolu kısa tahtadan yapılmış bir haç taşıyan o kırk yaşlarındaki yüzünde bakireliğin izleri-ama yorulmuş,yılmış,evrene küsmüş bir bakirenin değil;kendisini bilinçli olarak bir inanışa adamış olan her hangi bir kişinin yüzündeki o çekici,güven verici,dinlendirici görünüşe benzeyen izler-bulunan ve çağımızda belki de artık ancak hıristiyanlıkla ilgili dinsel tablolarda yer alan ve yunan mitolojisinin yarı kişi yarı tanrı kahramanlarından esinlenerek yaratılmış oldukları düşünülebilen o kilise kutsallarının yüz çizgilerini taşıyan 73 rahibe,nedimeleriyle kralın çağrısına gelen bir kraliçe görünümüyle yanında birisi Afrikalı ve çekici,güzel,yaşam dolu;diğeri anlamsız yüz çizgili iki genç rahibeyle metroya benim onu düşündüğüm ve durmadan çevreme bakınıp onu görmeğe çalıştığım vagona bindi ve iki sıra ilerimdeki tek kişilik oturma yerine arkasından sarkan siyah yırtmacı zarif bir hareketle sağ yanına çekerek oturdu. Đşte o zaman gördüm kadının dizleri üzerine koyduğu ellerini ve yüzünün görünümüne karşın –bu türlü bir görünüm deneylerden sonra kazanılabilirdi her halde-bumburuşuk ellerinde doğanın sanki tanrıya baş kaldırmak istercesine yapmış olduğu yıkımı gördüm;birinin avucu içinde duran metro biletinin sivri yanını diğerinin baş parmağı isterik devinimlerle okşarken. Bu eylemin ayrımında değildi ve yılların bedeninde,tininde,bilincinde oluşturduğu ve bilinç altında biriktirdiği diyelim ki cinsel okşama susamışlığının ya da bunlar dışındaki her türlü okşamaların kendiliğinden bir boşalmasıyla mutlu bir biçimde ince karton köşesini gittikçe hızlanan devinimlerle okşuyor ve parmak uçlarından beyin hücrelerine ulaşan duyumlar sonucu yüzü başka türlü,daha anlamlı,daha kişisel,daha yaratılmışsal bir biçimde parlıyor,güzelleşiyor,gençleşiyordu. Birden;yaptığının bilincine vardı ve önce paniğe kapıldı,sonra çevresine bakındı ve tek sığınağına yönelerek,aceleci devinimlerle kucağına öylece bırakmış olduğu çantasından küçük bir Đncil çıkarıp rast gele açtı ve soldaki ilk sayfayı okumaya başladı.Rahatlamıştı;öyle görünüyordu,Acaba,gerçekten de rahatlamış mıydı?Yoksa bu davranışı da mı eski deneyimleriyle kazanmıştı? Aradan kır bin yıl,kırk milyon yıl denli uzun bir süre geçtikten sonra;bütün deneylerine,bütün bildiklerine,bütün öğrendiklerine karşın mutlu olamayacağının;başarsa bile bunun tek yönlü bir mutluluk olacağının bilincine varan o;bütün bu sürece tavandaki tahtaları saymış;sonra emrindeki askerlere beden eğitimi,daha sonra savaş eğitimi yaptırmış olan ve o sırada kendime tamamen yabancı duyduğum ya da ilk kez bilincine vardığım,tanıdığım ‘ben’in üzerine eğilerek ‘ben’i dudaklarından öpüyor ve onun için giriştiğim zorlamaları,vaz geçtiğim zevkleri elinin tersiyle bir yana iterek,cennete ya da cehenneme girmemin gerekip gerekmeyeceğini araştıran sorgu meleği ya da bilinmeyen bir kimyasal öğe bulan bir kimyager havasıyla bana ‘nasıl oluyor da bu denli duygusuz olabildiğimi’ soruyor.Ne demek istediğini anlıyor ve batan bir gemiden azgın denize düşmüş sonra kazadan kurtulanların kullandıkları bir yardım sandalınca denizden sandala çekilmiş kişinin yüzündeki o yeni doğmuşluk,o yeni birisi olmuşluk,o inanmışlık-ancak bu türlü durumlarda inanabilir ya da tanrı düşünebilir herhalde-okunan onu öpüyor ve ellerimi,parmak uçlarımı kollarında,göğüslerinde dolaştırıyor ve uzun süredir zorladığım,önüne aşılamaz engeller 74 koyduğum tinsel durumumu ve ona bağlı olan cinsel kişiliğimi uzun süre aç bırakıp sonradan boynuna yem torbası asılan bir aygır gibi bırakıveriyor ve yeni davranışlarından ve attığı küçük çığlıklardan onu yeniden yaşatmağa başladığımı;yeniden kadın yaptığımı ve belki de yeniden bir insan yarattığımı düşünerek o mutlu ana ulaşmadan çok az önce mutluluğun doruklarına çıkıyor ve onu da kısa bir süre sonra kendim gibi yapıyorum ellerime aldığım ellerinin parmaklarını parmaklarımla okşayarak ve ölü gibi,rahatlamış yan yana uzanıyoruz. Sonunda;varlığımı ilk kez bir ‘yaratılmış’olarak değil;bir ‘yaratıcı’ olarak düşünüyor ve onun yüzüne bir ‘Musa yontusu’ gibi bakarak bu düşüncemi ına da aktarmağa çalışıyorum. Bana pek öyle deneyimli olmadığını söylemişti kendimizi yitirdiğimiz dört saatten sonra yeniden toplumsal maskesini kuşanmış olarak konuşurken-ben ona karşı,onunla birlikteyken,yalnız sevişirken değil,o tatlı anların dışında bir arada olduğumuz anlarda bugüne deki yaşamımda hiç ama hiç maske kullanmamıştım-ama o zaman zaman bu toplum kuralına uymak zorunda kalıyordu,belki de benim de maske kuşandığımı düşünerek böyle davranıyordu,zaten hiçbir zaman onu tam olarak görememiştim,bir bütün olarak avucumun içine alıp inceleyememiştim,her zaman bir ya da birkaç yönüyle görüyor,ona dokunuyordum ve ben her zaman olduğu gibi ondan şüphe etmiş,yine yalan söylediği-aslında bu yalanları benim mutluluğum ve ona bağlı olarak kendi mutluluğu için söylüyor olabilirdi-kanısına ulaşmış ve ‘bana neden öyle bakıyorsun’diyen bir bakışla gözlerime bakmasına yol açan devinimsiz gözlerimi gözlerine bağlamış ve öylece kalakalmıştım. Đşte,Paris’teki otuzunu aştığı halde o mutlu birleşmeyi-birçok kez bir erkekle bir odada-nasıl olursa olsun-yalnız kalmış olabilirdi-bir kez olsun tanımamış olmanın bedeninde ve ellerindeki-eller,özellikle onlar anlatılamayacak,açıklanamayacak denli korkunçlar- yaşamamış olmanın bıraktığı yıkımın izlerini gizleyemeyen o esmer,kara kuru,o kan rengi eteklik giyinmiş,sinirli,canı çeker gülümsemeli kadın ’14 Thermidor’u kutlamaya hazırlanan çiftlerin biri birlerine sarılmalarını;öpüşmelerini;bağırmalarını kıskanan bir gülümsemeyle izleyerek metro beklerken;metronun hiç çalışmamasını,rayların param parça olmasını,vagonların yerlerine sihirli bir değnek değmişçesine hangi durakta bulunuyorlarsa orada darmadağınık olmalarını düşlüyor ve uzun yıllardır geçirmediği,yaşamadığı 14 Thermidorların imgeleriyle kurmağa,yaşamağa çalışıyor ve gülümsemesiyle yirmi yıl öncesine inip ilk baloya gittiği-acaba gitmiş miydi?-on dört yaşını yeniden yaşarken bu evrenden kurtulup daha gerçek olması gereken,daha gerçekmiş gibi düşünülen düşler evrenine boylu boyunca dalıyor ve durağa gelen son metro treninin kısa ve sinir bozucu düdüğüyle yeniden bu evrene dönüyor-benim de sık sık yaptığım gibi-biran için de olsa çevresine tanımaz ,yabancı bakışlarla bakıyordu. 75 Gerçekten de o bana,sırtını koltuğa iyice yaslayarak ‘neden öyle baktığımı’soruyor ve hiç beklemeksizin,düşünmeksizin,önce onun sonra benim hoşuma gidecek ya da gideceğini umduğum bir sav aramaksızın kalkıp onu omuz başlarından tutuyor ve hırsla öpüyorum.Biran için bu evrenden kopuyor,bedenini bir kaşığın içinde kıpır kıpır oynayan bir parça pelte tatlısı gibi oturduğu koltukta devindiriyor ve uzun öpüşmemiz bittikten biraz sonra gözlerini açıyor ve bu gözlerde başka evrenlere gidip mutlu olanların pırıltılarının yavaş yavaş yittiğini-ayni şeyler benim gözlerimde de oluyordu herhalde-gözbebeklerinin küçülmeğe başladıklarını,bakışlarının donuklaştığını görüyor ve şaşkın şaşkın,boş bakışlarla bu değişimi izliyor-hiç bir şey düşünmüyor,hiçbir etki algılamıyor ve doğanın yeni bir yasasını bulmakta olan bir yaşam bilimcinin gözlem sırasındaki o taşlaşmış,tutuklaşmış tin ve beden durumuyla sonunda gözbebeklerinin onu öpmemden önceki duruma geldiklerini-bakışlarının,bulmuş olmanın rahatlığını yansıtmış olan bakışlarının-arayanlaştığını,ne sorduklarını anladım ve ayni soruyu gözlerimde arayan sönükleşmiş gözlerine bakarak ‘neden anlamadığını,neden anlamak istemediğini,neden hep onu aradığımın,onu görmek,onu bulmak,yakalamak,onunla olmak istediğimin bilincine varamadığını belirtiyor ve yorulmuş olarak karşısındaki koltuğa bedenimi bırakıyorum. O büyücü kadın elli,bekar kalmış olduğunu düşündüğüm on dördünde ilk 14 Thermidorunu yaşamış ve belki ondan sonra hiç yaşamamış o kadın-vagonun durak yanındaki penceresinin kıyısında yer alan tek kişilik oturma yerine evrenini taşıyor-oturuyordu.Çünkü o orada herkesle bir arada oturmuyordu,yalnızdı,tüm olarak yalnız,kendine kurduğu ve günlük yaşamında bedeninin bir parçası gibi yanında taşıdığı ve bu nedenle de yorulduğu,yıkıldığı,bitmeye başladığı kendi evrenindeydi-ve sol ileri karşısındaki tek kişilik bir başka oturma yerindeki sevgilisinin-gerçekten seviştikleri belliydi,onunla benim bir arada bulunduğumuz zamanki o pırıltılı görünümleri vardı-kucağına oturmuş olan kıza-köylü yüzlü,Parisli giyimli,yirmisinde olduğunu belirten ne yaptığını bilmemelik,utangaçlık,hoşlanmışlık,kendinden kaçmaklık,kendini bırakmaklık izlerini ayni anda taşıdığından allak bullak görünümlü ve davranışlı kıza-bakıyor-hem de gözlerini kızın dizlerinin üzerinde yarıya dek açılmış,eteklerinden taşan,dolgun ve parlak derili bacaklarına dikmiş olarak-ve ben yüzünde bu kez on dört yaşındayken bile 14 Thermidor yaşamamış olduğunu okuyor ve bilincinin denetiminden çıkmış olarak büyük bir ağız oluşturan ince,çok ince dudaklarında isteri belirtileri görüyor ve kadından ayrı bir yaşamları varmış gibi devinen dudak bitimi yerlerini-bunların benzerlerini o aradığımda,bulup bulup yitirdiğimde de görmüştüm,tanımıştım,yabancılarım değildi-gözlerimle okşuyorum ve birden o kadın bu okşamanın ayrımına varıyor ve çevresindeki evrenin duvarlarını ona ulaşamayacağım denli 76 kalınlaştırıyor,yükseltiyor ve yıkılmamış olarak bir kez daha evine dönmenin o dikleştirdiği,bir ölçüde de gençleştirdiği-geçici bir süre için doğal olarak-görünümünü çıkış merdivenine doğru taşıyor. Oysa;sokaklarda otomobili olan Parisliler kornalarını büyük gürültülerle çalarak Champs Elisee de dolaşıyorlar,biri birlerine V işareti yapıyorlar,gülüyorlar,bağırıyorlarken;-Parisi gerçekte onlar oluşturuyor,onlar yaşıyorlar-metrolardaki yorgun,yılgın kişiler 14 Thermidorun Pazar gününe rastlaması nedeniyle elde edemedikleri bir günlük,dinlenme gününü düşünerek surat asıyorlardı. Đnsanlar durmadan birşeylerdenkaçıyorlardı;diğekişilerden,benzerlerinden,kentlerden,doğadan kaçıyorlardı ;bütün bunlara boylu boyunca dalmayı,bütün bunların içinde,bunlarla bir arada yaşamayı deneyecek,isteyecek yerde kendilerine kurdukları evrenlerde bir başlarına yaşıyorlar ve başkalarına ancak gereksinim duyduklarında evrenlerinin sağlam kale kapılarını açıyorlar;bunun dışında ayni masada otururken bile başka yerlere gidiyorlar ve birilerini bir başlarına bırakıyorlardı. Ve o beni bırakıp gitti dişleri kesmezleşen yaşlı bir eskimoymuşum gibi soğuk buz tepelerinin ortasında beyaz ayılara yem olayım,tekrar o, beyaz ayıları avlayıp yesin ve doymak bilmez,doyurulamaz-bunda suçu yoktu,suçlu her zaman olduğu gibi yine doğaydı,öyle yaratılmıştı,elinden başkası gelmezdi-iştahını karşılayacak yeni olanaklar yaratayım diye bıraktı gitti ve ben her şeyin bittiğini-o da böyle düşünmüş olabilir-düşündüm ve ölümü bekleyen-kurtuluş olanağının kalmadığını anlayan-o zavallı ve bazı kez olaylar nedeniyle kahramanlaşan yaratığın tinsel durumuna büründüm ve yeniden onu aramaya koyuldum ve bulamayınca ölümümü bekledim. Evrende en zor olguydu ölüm oysa;istediğiniz zaman gelmeyen,beklemediğiniz bir çağda yakanıza yapışan ya da bir sevdiğinizi alıp götüren ve doğal ve toplumsal nedenleri anlaşılamayan ve bulunamayan acayip kirli,korkunç,benimsenilemez bir olaydı evren değiştirmek;dinsel öğretilerin söylemiyle. Önce alt kesici büyük dişlerinin üst uçlarından ikişer milimlik kısmı sağ elinin baş ve gösterme parmağıyla tutarak ve yukarı ve öne doğru sertçe çekerek kesilmiş gibi alıyorsun;karyolanda uyuyorken;karyolanın sağında duvar vardır,oysa şimdi duvar yok;karyolanın yalnız başucu duvara dayalıdır;üç yanı açıktır;sağ yanında alçak bir masamsı vardır;kötü kullanılmış ve alçak bir etajer bu;ona uzanmakta güçlük çekiyorsun. Sağ kolunu uzatıyorsun diş parçalarını üzerine bırakmak için,yetişemiyorsun;sırtüstü yatıyorsun o nedenle olmalı;bedenini yatağın iyice sağ kenarına almalısın;bu kez sağ kolunun bileğini etajerin üzerine ölü bir el gibi yatıracak ölçüde uzanıyorsun etajere ya da masamsıya. 77 Đki alt kesici diş parçasını bırakıyorsun etajerin üzerine;sonra beş altı kez daha elinin baş ve gösterme parmaklarını ağzına sokup çıkarıyorsun;her kezinde ya bir ya da birden fazla azı dişinin ya da parçalayıcı dişinin ucundan bir iki milimlik kesimi alıp kolunu etajere uzatıyor ve bunları da diğerlerinin yanına bırakıyorsun. Genellikle parlak ve saydam diş parçaların;bazılarının bazı yerleri beyazlaşmış;kent suyundaki kireçten olmalı;bir tanesinin de tam ortasında,çukurda-bu bir azı dişiydisarı,yuvarlak bir leke var;sayrılık belirtisi olmalı diyorsun;dişlerime sayrı düşmüş. Şimdi ise;askerlik arkadaşını görüyorsun karyolanın ayak ucunda;giyinmesini tamamlamış;son olarak pardösüsünü geçirdi sırtına. Uzun süre bir arada oturmuş;ayni apartman dairesinin iki odasını paylaşmıştın onunla;iyi biliyorsun,pardösüsü yoktu onun. Giyinmesini bitirdikten sonra;size dönüyor;size diyorum,çünkü yatağında-şimdi görüyorsun onu,dişlerinle uğraşırken yoktu-sol yanında birisi daha var;bir yüksek öğrenimdeki kız olmalı;arkadaşlarından birisi olmalı;yüzü başka,kolları başka,bedeni ve hele ayakları başka kız arkadaşlarına ait;kimseye benzetemiyorsun ve rahatsız oluyorsun,ikircikleniyorsun. O bedenini yorganın altına sokmuş;oysa sen yorganın dışındasın;üşümemene şaşıyorsun. Paraları al git-bize dokunma diyorsun ayaktaki askerlik arkadaşına;bunu söylerken o elini kemerine mi götürüyor yoksa pardösüsünün cebine mi sokuyor anlayamıyorsun;kötü bakıyor ayaktaki adam sana. Koğuşlardaki erler gibi;iki kişi bir yatakta yatmışız diye düşünüyorsun kendi kendine;neyse ki kendi sivil yatağındasın ve bu yatak oldukça geniş;o nedenle pek bir şey olmamıştır diyorsun ve rahatsız olmuyorsun. Karyolanın ayak ucunun sol köşesinden ayakta dinelen arkadaşının sağ yanı ve sol dizine kadarki bedeni görünüyor;giysisi süt beyazı;sağ elinde bir tabanca görüyorsun;askerlik görevi nedeniyle ona verilmiş bir tabanca. Yapma-öldürme nolursun diyorsun ona;bunu söylerken yaşama bağlılığını yaşarken hiçbir zaman anlayamayacağını ve duyamayacağını-gerçekten de öleceğine inanmış gibisindüşünüyorsun;böyle bir olayla karşılaşman gerekiyormuş. Al paraları git-eline ne geçecek bizi öldürmekle-yanımdaki adamın canını sıkacak bir aptallık yapmasa bari-vur kafalarımıza yeter diyorsun;sizi öldürmesi çok doğal geliyor sana;bu tür konuşmalarla doğallığa karşı çıkıyor gibi duyuyorsun ve yanında uzanmış duran karmaşık beden budalalık ediyor ve onu durduramıyorsun,Önce ayaktakine göstermediğini sanarak bedenini yatağın aşağısına doğru geriyor ve uzanıyor,sonra sol ayağını hızla kaldırıp vurmak istiyor adamın çenesine ayağıyla. 78 Yaşamda görülemeyecek bir soğuk kanlılıkla başını geriye çekti adam ve ayak vuruşundan korudu kendisini;sanki olacakları önceden biliyor gibiydi;evet evet bunu yüzünden okuyorsun adamın;o tanrı olmuş sanki-boşuna çabalamayın-olacakların tümünü önceden biliyorum benüstelik bunları ben yapacağım-siz engel olamayacaksınız-ben de diyor. Böyle diyor adamın yüz görünüşü ve beden kıvrımları;sol yanındaki senin de üzerinden aşarak sağ yanına geçiyor ve kafasını yastığın altına sokmağa çalışıyor;bu devinim sonucu yorgan senin üzerini örtüyor ve o açıkta kalıyor. Bekliyorsun artık adamın ateş etmesini;inandın ateş edileceğine;çıkacak kurşunun bedenine girmesini bekliyorsun. Plupp diye bir ses duyuyorsun,susturucu takmış tabancaya demek diye düşünüyorsun;kurşun sol köprücük kemiğinin dört parmak orta aşağısından göğsüne girdi ve sağ kürek kemiğini parçalayıp yastığa saplandı;başını yastığın oldukça yukarılarına çekmiştin çünkü;ellerinle başını sıkıyor ve korunmağa çalışıyordun. Kurşun sol koluna hiç değmeden bedenine ulaştı;önce bunu düşünüyor ve olanaksız buluyorsun;yüreğin muntazam atışlarını sürdürüyor;her günkü olağan atışları gibi geliyor sana;yüreğime değmedi-ölmedim-ölmem öyleyse diyorsun;yüreğini görüyorsun;hafif yağ bağlamış;antik çağlarda rahiplerin tanrıya sunup sonra da oturup yedikleri insan yüreği. Yüreğin açılıp kapanıyor durmadan-annenin rahminde başlamıştı çalışmaya-hiçbir operatörün göremeyeceği biçimde yüreğinin çalıştığını,devindiğini görüyorsun,yüreğin yerli yerinde,çalışması yoğun değil,seviniyorsun buna sol omuz çukurundan aşağı kan aktığını görürken. Bir an önce gelseler kurtarmak için;sımsıkı yumuyorsun gözlerini;sanki bu bir kurtuluşmuş gibi ve dua ediyorsun;tanrım ölmeyeyim daha;daha onu bulamadım;ona kavuşamadım;yaşamalıyım ve onu aramayı sürdürmeliyim;ona kavuştuktan sonra gelen ölüm düğün bayramla gelen ölüm olur. Gelmedi ve bulamadım onu ve en dayanılmaz fırtınaları eğilmeksizin atlatmış ulu bir servi görünümünde olduğuna inandığım ve hiçbir zaman tanıyamadığım,yakalayamadığımbaşkalarını ve onu zaman zaman yakalardım oysa-bilemediğim ben; yıkıma belirtileri,bilincim dışında değişim yatkınlıkları göstermeğe başladım ve savaşa gitmeden önce duyulabileceğine inandığım o iğrenç,kaçınılmaz,yapışkan korkuyla dolup taştım.Bu da yeni bir bendim,gözlediğim,üzerinde düşündüğüm,bilincine vardığım ve belki de yakaladığım yeni,ortaya o zamana dek çıkmamış,yeniden oluşmuş bir bendim ve bu,önceki bene göre korkak,kararsız,durgun,ölgün olduğundan;bu benden iğrenmem,ondan kaçmam,bir yerlere ve bir şeylere sığınmam gerektiğinin bilincine vardığım halde bunu yapamıyor ve belki de ilk 79 kez kişileşerek,’büyümüşleşerek’,herkes gibi düşünmeye başlıyor ve radyoda çalan müziğin havalarından da etkilenerek belki yepyeni,anlamsız,bitmiş,tükenmiş bir ben yaratıyordum,benden kilometrelerce uzakta,belki de benim yaşamımdan bilgisiz olarak anları yaşayan onu düşünerek. Bu kez;dayanma gücümü yitirecek ve onunla oynamaya başladığım ve bugüne dek sürdürdüğüm,sürdürebildiğim oyunu bozacaktım herhalde,onun isteklerine uyarak özgürlük denilen o tadınca kişiyi sarhoş eden şarabı yere dökerek ve ona bağlanarak-hiçbir zaman yapmamıştım bunu ve bu hem benim için hem de onun için iyi olmuştu ya da öyle düşünebilirdik ya da öyle düşünebilirlerdi-ama,yine de direnmeliydim hem kendim hem de onun için yapmalıydım bunu-başka türlüsünü benimseyemezdi yanlış tanımamışsam onu,ille de bağlanmalıydık biri birimize’büyükler’in,başkalarının anladığı anlamda-ama yapamıyordum,çünkü doğaya,yaratılışa ters düşen bir davranışta bulunacağımdan o denli emindim ama onun buna gereksinimi olduğunu duyuyor ve mutlu anlar geçirmemizin,geçirebilmemin buna bağlı olduğunu düşünüyor ve onunla evlenmeyigarip,rahatsız edici bir kavramdı bu-düşünmeye başlıyordum.Bu yeni bir karardı benim için uzun süredir direndiğim ve sonunda yenileceğimi,buna karşılık onu mutlu kılacağımı düşünerek mutlu olacağımı düşlediğim bir varış noktasıydı..O benim bu bunalımlarımdan,bu tinsel bulantılarımdan bilgilimiydi acaba,hayvanlardakinin benzeri olan altıncı,kadınsı duygusu yoluyla benim bu durumumu duyuyor ve beni anlıyor muydu?Anlıyordu,o beni her an,evreni silip yerine biri birimizi koyduğumuz her an beni anlamış,duymuş ve beni benimle paylaşmıştı.Yoksa;gerçekte bunu o mu istiyordu ve beni elindeki tüm sihirli araçlarını kullanıp bir büyücü gibi bu kavrama mı yönlendiriyordu? Kişi;gördükçe,duydukça,dinledikçe,gezdikçe,okudukça,anladıkça,başkalarıyla teke tek ya da toplum içinde ilişkilerde bulundukça ve yapabiliyorsa eğer ;her şeyin ve herkesin üstüne değil ama dışına çıkarak olanlara baktıkça;evrenin eşyaların,kişilerin ne denli bir batak,ne denli bir ‘cehennem’içinde karanlık tablolardaki uzun kollu,tek bacaklı,acayip üreme organlı yaratıklar örneği bağırıp çağırdıklarını,kendilerini kurtaracak devinimleri bulabilmek için bilinçsizce çırpındıklarını ve çoğu kez tutunacak bir dal,kendilerini çekip kurtaracak bir el-bir yaratık,bir doğasal ,toplumsal ya da tanrısal dayanak da olabilirdi bu-aradıklarını görüyor ve bunu yakalayanın belki de yalnız kendisi olduğunu düşleyerek kendisine dönüyor;kirlenmemeye,batmamaya,’olmamaya’ çabalıyordu.Ben öyle bir tinsel durumu uzun süre yaşatmış ve zaman zaman tutunacak cılız bir kök bularak ona sıkıca yapışmış ve o sayrılı anlardan da kurtularak bataklığın dışında kalabilmiştim. 80 Sonra;birisi çıkıyordu kişinin karşısına,fizik kurallarını ve bilinen bütün etik ve dinsel yasaları allak bullak eden bir güce sahip o ‘karanlık çağların büyücüleri’örneği sizi tutup o cehenneme itiveriyordu.Bunun öyle uzun boylu kişilik çatışmasıyla,bilmeyle,öğrenmeyle,savaşmayla da bir ilgisi yoktu;bir bakıyordunuz diğerlerinin debelendiği o büyük ,karanlık çukurdasınız;ister karşıt türden,ister kendi türünüzden olsun o; dışarıda biraz da ne yapacağını,neye karar vereceğini bilemez bir durumda belki de size yardım etmeğe kararlı olarak sizlere bakıyor,baka bakıyor ve beni seçiyordu;o da ayni biçimde uzaklara kaçmış-böylece bataklığın dışına çıkabilmişti belki de-belki de daha da batmıştı-belki de o yoktu artık-beni düşünüyordu ve bir kişinin olabildiğince uzayan güçlü bir dal parçasına nasıl dönüşebileceğini düşleyerek çaresizlikten ağlıyordu. Olacaktı;çözümüm yine gelip ona dayanmıştı;biz onunla r=mc2 formülünün iki yanı gibiydik,mutlaktık,zamandık,evrendik,vardık,güçlüydük ve olacaktık. Paris’te hergün,her yerde,herkes gülerek,sinirlenerek,ağlayarak,sevişerek,öpüşerek ve yeniden o büyük anarşinin oluyordu paniğinden kurtulduktan sonra-yine de diken üzerinde gibiydi tüm kişiler-yabancı ülkelerdeki benzerlerinin oluşturduğu benzer olaylara,gösterilere,grevlere bir suçlu hakkında kesin kanısını belirtecek bir jüri üyesi tavırları ve davranışlarıyla bakarak hep yeniden oluyorlardı bilinçsizce. Kişioğlu her yerde ayniydi ve o da bir kişioğluydu,onlarla ayniydi,zorlanarak büyük değişimler geçiriyor,büyük atılımlarda bulunması için uzun dönemlerin geçmesi gerekiyor ve o ;Paris’te de ayni olan o;-aslında büyüklüğü buradaydı belki,değişmez olmasındaydı,tanrı gibiydi sanki-bazı kez kötüleşiyor,kirleniyor,pisleniyor,hastalanıyordu ama hep beni,durmadan beni arıyor ve bulduğunda umutsuz bakışlarla bir kez daha denememizi,yeni bir aşamaya ulaşmak için atılımda bulunmamızı,daha güzel olmamızı istiyor;her yerdeki o,giderek bütün tinimi kaplayıp günleri yaşanmaz,doyulmaz,bitirilemez,tutulamaz kılıyordu. Şimdi yazmakta olduğum yatakta yatıyorum;beğenirim yatakta yatışımı;hem sağlık açısından elverişli hem de estetik açıdan güzel bulurum. Başım yorganın dışında ve sağ yanağım yastığın yüzüne dayanmıştı;sağ kolum dışarıda,belimin biraz yukarısında,bedenimle küçük bir açı yaparak aşağı uzanırken sol kolum omuz başımdan itibaren dik açıyla bedenimden uzaklaşır ve ileride dirseğimden itibaren kırk derecelik bir ters açıyla tekrar bedenime yaklaşır;elim ve parmaklarım çenem ya da boynuma değer çoğu kez. Bedenim olduğu gibi uzanmıştır ve belimde bir çarpıklık olmaz ve bu bana boyumun uzun olduğu duygusunu verir ve bu hoşuma gider. 81 Sağ ayağım kalçamdan itibaren sola doğru belli bir açıyla uzanırken diz düzeyinde kalçadaki ilk açıdan büyük bir ters açıyla ters yöne kıvrılır;böylece sağ ayağım bedenimin sağ yanından uzatılacak bir duvarcı sarkacının bir karış aşağısında kalır.Sol bacağım sağın üzerinde yüzeyden bir karış kadar yukarıda bedenimin sol kenarıyla ayni düşey çizgide uzanır. Tastamam böyle yatıyordum işte;birden böbreklerime kadar bütün boşaltım sistemimin sıvıyla dolduğunu duyuyor ve uyanıyorum;çabuk çabuk basamakları iniyorum;kişinin yönünü tüm olarak ters yöne çeviren dönerek inen bir merdiven bu;her zamanki merdivenim;çabuk davranmak isteğiyle olacak,ışığı yakmıyorum;karanlıkta iniyorum basamakları. Evin;tuvalet ve mutfak bölümünü ayıran ara kapısını açıyorum ve tanımadığım bir yerde buluyorum kendimi;çevremdeki hiçbir şeyi tanımıyorum;burası benim evim değil. Sonra;bir alanda görüyorum kendimi;sağımda bir duvar yedi metre kadar uzanıyor;üzerinde hiçbir kapı,pencere ya da başka bir nen yok;oysa benim duvarım beş metredir;sonra sağa döner ve üzerinde iki tane camları basma perde ile kaplı kapı vardır.Tuvalet ve banyoya açılır. Yedi metre kadar sonra sola dönüyor duvar dik açıyla;karanlıkta kirli kahverenkli görünüyor;sonra tekrar sola dönerek bir buçuk metre kadar uzanıyor;yeşil perdeli bir kapı var işte;tuvalet burası olmalı diyorum ve hızlı hızlı kapıya yürüyorum. Đçeriden aceleci bir öksürük sesi duyuyorum;tanımadığım bir kadın sesi;demek ki birisi var içeride diyorum;ama bu olanaksız ki;sıkılıyorum. Sola dönüyorum ve bu alana ilk girdiğimi düşündüğüm başka bir kapıya yöneliyorum;iki adımdan sonra sağımda iki metre derinliği ve dört metre kenarları olan ve ortasında bulaşık yalaklı bir çeşme bulunan-fayansı kirlenmiş ve yer yer çatlamış-bir girintiyle karşılaşıyorum;bu girintiyi bir yerde gördüğümü anımsıyorum ama nerede? Sağa dönüyorum ve girintinin sol duvarının köşe yaptığı yerden yirmi santim yükseklikteduvarın düşey yüzeyini aşmayan-beton bir eşik üzerinde yükselen diğer bir kapının ayrımına varıyorum ve ona yöneliyorum hızlıca. Tam çeşmenin yanına geldiğimde;pijamamın gömleğini ense bölümünden tutup bedenimi yukarı kaldırıyorlar;ön yüzü çenemin altında toplanıyor pijama üstünün ve boğulduğumu sanıyorum,büyük bir korkuya kapılıyorum,bir karabasan olmalı diyorum. Önce;doğa üstü yaratıklar geliyor usuma;sonra uzaylılar;sonra da pijama gömleğimin yakasından duvardaki bir uzantıya takılmış olabileceğini düşünüyorum. Sağ omzumu aşağıdan çabalıyorum;bedenim sağ soluma doğru ayağım üzerinde devindirerek başımı düşünemeyeceğim geriye bir hızla çevirmeğe dönmeğe başlıyor;şaşırıyor;olanaksız bir şey yaptığımı düşünüyor ve fakat kendimi tehlikede 82 sezinliyorum;hemen başımı düzeltiyorum ve bu devinim bedenimin ayni hızla ters yöne dönmeğe başlamasını sağlıyor;sonra sağa ve sola yarım yarım dönmeğe başlıyor bedenim;bu devinimi beş altı kez yapıyorum;alışıyorum ;zevk de almağa başlıyorum;ama yine de bir karabasan olmalı. Kapıdan ve çeşmeden uzaklaşmam gerek;öyle de yapıyorum;beş altı adımda buraya girdiğimi düşündüğüm kapıya yöneliyor ve onu dışa doğru iterek açıyorum;oysa girerken ters yönde itmiştim;demek ki bu kapı da benim kapım değil;benim kapım tek yöne açılır. Kapıyı dışa doğru iterek açarken kapının yere yakın bir canlıya çarptığını duyuyorum;yaylıymış gibi kapı ardına dek açılıyor ve kapanmıyor bir daha;yerde kocaman siyah bir kedi görüyorum;bir pantere benziyor ama ondan daha küçük;ama bir kedi,bu kesin. Önce kedinin yüzü duygusuz;sonra tıpkı yavaş yavaş öfkelenen bir kişininki gibi değişiyor yüzü kedinin;patileri açılıyor;patileri beyaz;tırnaklarını görüyorum;ağzını açıyor;dişleri kişi dişleri. Önce sol ayağımın bütün parmakları yitiyor kedinin ağzında-terliğin uç kısmıyla birlikte;bunun için azmanı;parmaklarım boynunun terliğin alt kesimini çaprazlama üst tamamen şeritleri yere arasında yapıştırıyor kedi çıplaktı;ısırmasını bekliyorum;acı duymuyorum;ısırdı mı ısırmadı mı ayırt edemiyorum ve sol ayağımı ağzından çekip çıkarıyorum ve sağ ayağımın gerisine çekiyorum. Yine ayni kötülükçü dişler ve gözlerle-gözleri de insan gözü-sağ ayağımın parmaklarına uzanıyor ağız;tam bir kedi ağzı;yine boynunun alt kesimi yüzeye yapıştırılmış iyice;ön ayaklarının iki bitimi kabarıklaşmışlar;oradan başlıyor baş;kısa bir boyunla çene altı yere yapışmış olarak ileri uzanıyor ve bu kez ağzında sağ ayaklarımın parmakları;kedi azmanının başı bedenine göre büyük görünüyor bana. Yine bir karabasan;Bağırıyorum yukarıya;sevgilim çabuk gel,kocaman bir kedi bana saldırdı. Sağ ayağımı da geri çekerken kedinin peşinden başını uzatmasını bekliyor ve sağımda ışıklı bir oda olduğunu görmüyor ve fakat düşünüyorum. Sağ yanımdaki duvarda bir metre genişliğinde ışıklı ve perdeli-basmadan dallı ve çiçekli-bir pencere ile onun bir karış sağında kediye çarpan kapının bulunduğu yönün ters yönündeki duvar uzantısında yukarıya doğru uzun olan bir kapı,o da camlı ve beyaz perdeli,süslü çerçeveli bir kapı;burası benim yatak odam;bu sırada kedi daha da kızgın olarak bir kez daha saldırıyor sol ayağıma;ben de kapıya saldırıyorum;onun gelmesini;beni kurtarmasını bekliyorum;ama o gelmiyor ve ben kendimi kendim kurtarıyorum. 83 Yatakta doğrulmuş bana şaşkın gözlerle bakıyor ve neden onu çağırdığımı soruyor,karabasan gördüğümü söylüyor ve bunu fırsat bilip bir kez daha biri birimize sarılıp biri birimizin bedenlerinde eriyoruz. Paris’te sonyaz onu beklemekle tükeniyordu ve gelmemekte direnen o-elinde değildi özgür bile değildi zaman zaman,zaman zaman da bir şeytan denli özgürdü-çevreme örmeğe başladığı örümcek ağını genişletiyor-o bir karadul olmalı-ve ağın çevresinde uçuşan ve ergeç ağa takılıp ölmekle yazgılı-kim yazar bu yaratıkların yazgılarını,hangi dev bilgisayarkarasinek olan benim ölmek üzere-bu güzel bir ölüm olurdu,peygamberce bir tanrıya dönüş olurdu-kollarına atılacağım,göğüslerinin uçlarında ölümsüzlük sıvısını arayacağım anı bekliyordu. Ben de bekliyordum. Paris’te ve evrenin her yerinde,herkes bir şeyleri,birilerini düşünüyor ve tek başlarına düşünüldüklerinde belli kurallara uygun,hepsi bir arada düşünüldüklerinde büyük bir kaos içinde-kuruluştan beri vardı bir kaos,var oluyordu,var olacaktı;garip değil miydi bu;yoksa ideal miydi,ulaşılası zorunlu sonuç muydu-yaşıyorlar ve bir kaos içinde birer nokta gibi bile olmayan ben ve o,düzensiz rastlantılarla-ne kadar az ve ne güzel rastlantılardı onlar-bir araya geliyor,bir tek nokta oluyor,sonra ayrılıyor ve yeni bir buluşmaya dek,hiçbir kurala,doğa yasasına uymayan devinimlerle,uzayda yörüngesinden sapmış uzay gemileri gibi anlamsız,amaçsız dolaşıyor ve her gördüğümüz samanyolunu kendimizinki sanıp ona ulaşmanın yollarını arıyor ve sonunda hep bir yerlere ve bir şeylere ulaşıyorduk. Ve her buluşmamızda o derinden gelen büyülenmiş birisinin büyücünün sorularını yanıtlaması sırasındaki uykulu,büyülenmiş sesiyle tek sözcüklerle yanında uzanmış olan beni yanıtlıyor ve gözlerini yatağın ucundaki gerçek bir bebek boyundaki yapma bebeğe dikerek okşamalarımı bilinçsizce karşılıyor-bebekleri en çok onun sevmesi gerekirdi,sevecenlik doluydu o,herkese yetecek denli büyük ve yaygın bir sevgi gücü vardı-ve sonunda bebekten kopup bana yöneliyor ve o ana dek ben yanında değilmişim,yokmuşum,yeni olmuşum gibi varlığımın bilincine varıyor ve başını boynuma gömüp ağlıyor,neden ağladığını sormak istiyorum,bu istek cinsel tutkumdan baskın bir biçimde bütün benliğimi sarıyor,yanaklarını,canlı yanaklarını bir uyurgezer gibi okşayarak isteri nöbetinin geçmesiniöyle olduğu kararına varıyorum-bekliyorum. Getirdiğim önlüğü,bir delinin mermer bir yontuyu süslemesi örneği bebeğin önüne takıyor ve bana bakarkenki bakışlarıyla,kendinden geçmiş bir şekilde önlüğün kollarını bebeğin ensesinden düğümlüyor ve kutsal ‘bebeklendirme’törenini bitirdikten sonra yeniden bilincime 84 vararak ‘evcilik’ oynayan küçük bir kızın o hiçbir anlam oluşturmayan bin bir anlamlı bakışlarıyla bana bakıyor ve gülümsüyordu. Onun deli olduğuna,hiç değilse zaman zaman delirdiğine karar veriyor ve bu türden deliliğin gerçekte mutluluk olabileceğini;zaman zaman delirmenin güzel bir şey olduğunu düşünüyorum gülümseyerek,ellerim başımın altında kenetlenmiş,onun devinmelerini izlerken. Kare biçimindeki büyük bahçenin-her renkten ve değişik kokulu çiçekler vardı,uzaktan ve yukarıdan bakıldığında ünlü ressamların ünlü manzara resimlerini anımsatıyor ve kişiye yanındakileri unutturup ne güzel resminin yapılabileceği delice arzusuyla dolup taşma olanağı veriyordu,oysa ben hiç resim yapamazdım-içine kare şeklinde-belki de ayni zamanda bir küptü-yapılmış bol sütunlu,geniş girişli,pencereli evin kapısında o bebeği görüyorum canlı,gülen,beni karşılamağa hazırlanan çocukça davranışlı onu görüyorum,sarılıyor,beni dudaklarımdan öpüyor,ben de onu öpüyorum,yitiyoruz ve onun çağrılarıyla evrene geri dönüyoruz ve beni kolumdan tutup babasına götürüyor-ne de kalabalıktı çevre güzel giyinmiş,aydın görünümlü kadın ve erkeklerle-ve adamla tanışıyoruz. Yanımda olmadığını görüyor ve babasından ayrılıp onu aramak,bulmak istiyorum;babası kolumdan tutup beni oraya,buraya çekiştiriyor ve gülümseyen kişilere aynı gülümsemeyleayniydiler herhalde,çünkü karşılaştıklarım da ayniydi ve bunun nasıl olabileceğini düşünüp şaşırıyordum,herkes onun babasıydı-yanıtlar vererek elimi uzatıyorum ve bilinçsizce el sıkıyorum ve o bebeği arıyorum ve yeniden buluyorum bahçedeki çardağın altına konulmuş süslü kanepe üzerinde ve önünde diz çökerek boncuktan yapılmış,devinimsiz,donuk-bu gözleri birçok kez görmüştüm,beden yaşadığı,baş devindiği halde onlar yaşamıyorlardı,yabancım değillerdi-gözlerine bakıyor ve artık yorulduğumu,bir daha yitmemesini bakışlarımla anlatmağa çabalıyordum. Ve bebek;ayni bakışlarla yanımda uzanmış bana bakıyordu devinimsiz,sonra devindi,başını boynumun altına gömdü,ağlayacağını düşünüyorum,hayır bu kez ağlamıyor ve bana sımsıkı sarılıyor-öyle yapmazsa sanki yitecekmişim gibi-oysa;yitmeyi seçseydim,dilediğince sarılsın,kolları arasında yitebilir,bir ceset durumuna dönüşebilirdim-öyle saatlerce duracağız ve sonunda bu kez ben,onu bırakıp gideceğim. Gürültü yapmamağa çabalayarak kalkıyorum yataktan;doğal olarak gürültü yapmamam olanaksız;çünkü karyolanın yayları eskimiş ve bozulmuş;her devinimimi küt ve sert seslerle yanıtlıyor. Arkadaşımı uyandırmamalıyım;onun baş ucundaki sigara paketine uzanıyorum;bir sigarayı ucundan tutup önce yana,sonra bana doğru çekerek çıkarıyorum pakettenve dışarıda kentin kocaman çanlı saati;doğa düzeniyle sabahın beşini vuruyor;üç adımda kendi yatağımın yanına 85 gidiyorum ve başucu masasındaki saatime bakıyorum;iki dakika geri kalmış;doğada her nen düzensiz aslında. Kapıya yöneliyorum ve parmaklarımın uçlarıyla sessiz dört adım atıp ulaşıyorum ona ve kolu aşağıya bastırıp kendime doğru çekiyorum kapıyı sağ elimle;oysa bu işi sol elimle daha rahat yapabilirdim;çünkü kapı solumda kalıyor;ama öğretmemişler sol kulumu kullanmayı ve bu nedenle körelmiş,güçsüzleşmiş ve ozanın dediği gibi zavallılaşmış;aslında tek kollu,noksan bir yaratık sayılabilirim;herkes sayılabilir;o denli az kullanılıyor ki sol el.Kimileri de sağ elini az kullanıyor;imreniyorum sol elini kullanıp sağ elinden yararlanmayanlara;sol elini kullananlar da bana imreniyorlardır kim bilir ama öyle de olsa kimse sana bunu söylemeyecektir;iyisi mi sen;bugünden tezi yok,sol elini kullanma temrinlerine başla bakalım. Kapıyı açıyorum;dışarıya çıkıyorum ve sağa dönüyorum;sekiz basamaklı bir merdiven var;basamakları pembe boyalı;öyle asil pembelerden de değil rengi;çiğ ve bu nedenle de hoşa giden bir pembe;yüzüm merdivene dönük ve ona bakıyorum;merdivenin solunda bir korkuluk var,kahverengimsi kara bir boyayla boyanmış;hoşuma gidiyor pembe basamaklar yanında bu rengin olması;basamakların ve korkuluğun altında yıllanmış tahtaların bulunduğunu düşünüyorum;tahtaların içlerindeki kurt yolları geliyor gözümün önüne ve her iki basamak da un ufak oluyor ayaklarımın altında;bu nedenle boşluktayım ve düşüyorum;komuta tablosunun denetiminde çıkmış bir asansör gibi dört bir yanı kapalı bir boşlukta düşüyorum ve korkuyorum. Đşte;son basamaktayım ve elimi sağımdaki kapı koluna uzatıyorum;kolu aşağıya kıvırıyorum;biraz da kendime çekiyorum;açılmıyor kapı;işte doğadaki yapay bir engel daha kişi yaşamını sınırlayan;bir anlamda da gereksiz. Anahtarı üç parmak ucuyla kavrayıp sola çeviriyorum;yetmiyor;bir kez daha;bu kez tamam;ilk kezde ve kendiliğinden anahtarı ne yöne çevirmen gerektiğini buldum.Bunu;anahtarı yuvasında sola çevirme eylemini hiç düşünmeden yaptım ve deneyden başarılı çıktım diyorum ve güven veriyor bu bana ve ne denli küçük olaylar ve devinimler etkili oluyor kişi yaşamında diye düşünüyorum. Kapının açıldığını görünce ortayı aşkın boylu-sakalları uzamış bir adam atlıyor açılmış kapıdan üzerime;bana çarpmıyor ve sessizce merdivenleri tırmanıyor;hırsız olmalı diyorum;ya ruhsal bozukluk ya da parasızlıktan yapıyor olmalı;iki durumda da kişiyi suçsuz buluyorum;oysa toplum birincide kişileri deliler evine,ikincide hapishaneye yolluyor. Yaşamımdaki bilmem kaçıncı kapıdan geçip açık havaya çıkıyorum;evin terasındayım;hava serinmiş;derimin boşluklarından bedenime yayılıp kemiklerimi üşütüyor;kol ve bacak kemiklerim üşüyor;iç çamaşırlarımın koruyamadığı yerler. 86 Odamdaki kırmızı,uzun kollu ve boyunlu kazağı sırtıma geçiriyorum sandalyeye otururken;kazak ısıtmıyor bedenimi;olsun varsın,dayanırım soğuğa;alışkınım nasıl olsa. Sigarayı çakmakla yakıyorum;ilk duman ağzımdaki pasın üzerinde dolaşıyor;dumanı ciğerlerime yollayıp ciğerlerimi büzüyor ve sonra dışarı yolluyorum;göğü,denizi,havayı kirlettim;her şeyi;kişi denli hiçbir yaratık bozamıyor doğayı,kirletmiyor;ben kirletiyorum. Bir an kuşları görüyorum;yakınımda bir serçe;tepemde üç kara karga uçuyor;bet sesli denilirse de hiç de öyle değiller;ilk kez kuşların yaşamağa başladığını düşünüyorum doğan günü;sıralarsak sonra kara;sonra da deniz yaratıkları merhaba diyordur doğan güne ve kişiler mi;onlar en geç uyananları doğanın diyorum. Sağ ilerimdeki çatının üzerindeki dört köşe baca ağzının kıyısına konuyor güvercin;erkek olmalı;güzel ve alımlı;gerçekte tüm hayvanların erkekleri çok güzel;gagasıyla kanat altlarını,kuyruk altını-bunu sık sık yapıyor-boynunu temizliyor ve yeni güne hazırlanıyor ;kimbilir belki de cinsel davranışlardır bunlar. Đşte;biri daha geldi;bu gelen dişi olmalı;ben ki bilgiçlik taslarım ama daha dişi erkek güvercin ayrımını yapamıyorum;yeni gelen de bedenini gagalamağa başlıyor;çok sürmüyor bu ve iki güvercin biri birlerine yaklaşıyorlar ve gagalarını biri birlerine geçirip-resmen öpüşüyorlar bunlar-başlarını aşağı yukarı indirip kaldırıyorlar ve gagalarını ayırıyorlar ve beş altı kez yapıyorlar bunu ve sonra geri çekilip biri bilerinin bedenlerinin değişik yerlerini gagalıyorlarresmen sevişiyor bunlar-en çok da kuyruk ve kanat altlarını gagalıyorlar-sevişerek güne başlamak güzel bir şey diye düşünüyorum. Kişilerin yaşadıkları yerlere çeviriyorum başımı;pencereler çeşitli renklerde perdelerle örtülü;kişilerin sevişmeleri bile gizli;gizlenecek bir yönü var besbelli;oysa güvercinler hiçbir şeyi gizlemiyorlar;erkek güvercin bir sıçrayışta sırtına çıkıyor dişi güvercinin ve dişi güvercin başını ve bedenini baca ağzının kıyısından çatıya doğru eğiyor;arkası iyice yükseliyor;uçma eyleminde denge ögesi olan kuyruğunu bedeninin sağ yanına doğru geriyor;erkek güvercin de arkasını aşağıya doğru eğip kanat çırpıyor;bu eylem de uzun sürmedi;şaşırıyorum;acaba sevişme ve birleşme bitti mi?. Erkek güvercin dişinin sırtından iniyor ve uçup gidiyor;dişinin de uçmasını bekliyorum;hayır uçmuyor ve bedenini gagalamağa başlıyor yeniden ve sık sık da kuyruk altını gagalıyor;hayvanlarda da kendi kendini cinsel açıdan doyurma var diye düşünüyorum;anılar,filimler geçiyor bilincimden;çok hızlı oluyor bu ve hiçbirini net olarak yakalayamıyorum görüntülerin. 87 Üç karga,gaklayarak bu kez tersyöne geçiyorlar tepemden;onlar da bir duvar üstüne konuyorlar;acaba onlarda mı güvercinler gibi başlayacak güne;hayır;kargalar doğru dürüst sevişmesini bile bilmezler. Şimdi bedenini iyice büzmüş;başını içeri gömmüş bekliyor dişi güvercin;uzağından iki martı süzülüp geçiyorken;herhalde erkeğini bekliyor olmalı ama erkek güvercin geri gelmiyor;hep böyle olur zaten diye düşünüyorum,Sonra,kalkıp yandaki binanın çatı kıyısına uçuyor dişi güvercin;bedenini durmadan gagaladığından tüyleri yolunmuş olarak ve seviştikten sonra yataktan çıkan bitkin ,bakımsız kadınlara benziyor;darmadağınık. Evet;konduğu yerin biraz aşağısında erkek güvercini görüyorum;daha bir kasılmış,daha bir görkemli;sanki Helen’i kandırmış Troyalı Paris gibi;dişi bir kez daha yanına uçuyor ve yeniden gagalarını biri birine geçirip başlarını eğip kaldırıyorlar. Ve kişiler;doğayı berbat eden ilk eylemlerine girişiyorlar;ilerideki iskeleye yanaşmış arabalı vapur pis bir duman koyuveriyor denizin temiz yeline ve göğün lekesiz mavisine;bir dolmuş deniz motoru homurdanıyor giderken ve güvercinler tedirgin oluyorlar ve doğa tedirgin oluyor;benim de üşüme duygum artıyor;yatağıma dönmeliyim;tekrar uyumadan önce,uzak bir kışlanın kalk borusunu duyuyorum;beni bir o etkilemiş bir de askerlik diyorum. Arıyorum-arıyorsun Arıyorlar Nedenini-neyi-nasıl bilmiyorlar Bakıyorlar-kapanıyorlar Ağlıyorlar Ara sıra da olsa Gülüyorlar bin bir tür Bulduklarını-kurtulduklarını sanıyorlar Oraya buraya bakınıyorlar Toprak kurtlarının açılış yemeği oluyorlar Sonunda Gerçeği ya da saçmayı Onu hep onu Evet-evet-doğrusunuz Arıyorlar Bilgili-görgülü Arıyorlar-hep arıyorlar O ulaşılamazı-bulunamazı 88 Başaramıyorlar Paris’te Concorde meydanında bu şiiri okuyorum ona;çok beğendiğini söylüyor;Senato’nun karşısındaki köprüden geçip Bull’Mich’e çıkıyoruz ve yürüyerek Gare de Luxembourg yokuşunun köşesine geliyoruz ve yukarıda polislerle çatışmaya hazırlanan öğrencileri ve genç işçileri görüyoruz;Prof.Arthur Koestler Sorbonne sokağının köşesinde eylemi yönlendiriyor;Kızıl Rudi;Daniel Cohn-Bendit gibi öğrenci liderleri ön saftalar ve bizim bulunduğumuz köşede ise Cumhuriyet Muhafızı polisler;kalkanlarını önlerine yerleştirerek yukarı doğru yürüyüşe geçiyorlar. Caddelerde ve kaldırımlarında kaldırım taşı kalmamış;hepsini öğrenciler sökmüşler;polislere fırlatacakları silahları olacak;her birisi kendisini bir Goliat gibi duyuyor;iyi örgütlenmişler;yüzlerinde gaz maskeleri var;bazıları ilk yardım giysileri giymişler;arkalarında öğrencilerin kullandıkları iki ilk yardım aracı geliyor ve kavga başlıyor. Pave’ler havada uçuşuyor;polis göz yaşartıcı bombalar atıyor;bir polis aracı göstericilere tazyikli suyla karışık çıkmayan boya püskürtüyor;sonunda biri birlerine giriyor iki gurup ve kavga şiddetleniyor;ben ve o bunu izliyoruz ve ben resim çekiyorum;o arada polisler bize de saldırıyor;turistim diye bağırıyorum ;dinlemiyorlar ve onu ve beni de matrakla dövüyorlar;biz de öğrencilerle birlikte ara sokaklara kaçışıyoruz. Bir gün önce ise;yaşamımdaki en büyük insan kalabalığının oluşturduğu bir gösteri yürüyüşünü izlemiştim;milyonu aşkın öğrenci ve işçi Zafer Takı’ından başlayıp Trafalgar Meydanı’na dek saatler süren bir yürüyüş yapmıştı ve ben bu yürüyüşü izlerken Fransızların aptallığını düşünüyordum,öyle ya,bu kalabalık yolu üzerindeki senatoyu basabilir;devlet dairelerini ele geçirebilir ve hatta Cumhurbaşkanı sarayını da ele geçirebilirdi;yapmadılar ve yürüyüş olaysız tamamlandı. Yürüyüşü izledikten sonra yürüyerek evime dönerken;dö şovulu bir Fransız bizi arabasına davet etti;gittiği yönde bizi istediğimiz yere dek götürecekti;araca bindik;bu Cezayir kökenli bir fransızdı ve avukat olduğunu;bugünkü yürüyüşten sonra Cumhurbaşkanının ve hükümetin daha çok direnemeyeceğini söylüyor ve akşam televizyonu izlememizi salık veriyor;bizi bıraktıktan sonra zafer işareti yaparak gidiyordu;bizi de gösterici öğrencilerden;kendisi gibi anarşistlerden sanmıştı. Gece televizyona baktık ve Cumhurbaşkanı De Gaulle’ü dinledik;Fransızlara seslenerek cumhurbaşkanlığından çekilmeyeceğini söyledi;bu kez milyonu aşkın De Gaulle’cu Champs Elisee’ye döküldü ve sabaha dek süren gösteriler yaptı;Cumhurbaşkanı genel kurmay başkanı General Matsou ile anlaşmış ve Paris’i kuşatmış;ondan sonra tarihi konuşmasını 89 yapmış;anarşist olay bir balon gibi sönmüş ve yabancı öğrenci liderleri sabahı beklemeden Fransa’dan kaçmışlardı ve iki aya yakın süren kabus bitmişti. Ertesi gün Le Canard Enchene çok güzel bir karikatür yayınlamıştı;De Gaulle iktidarı baırakmayacağım demek için ‘Non,je ne me retirerai pas’demişti ve bu ayni zamanda ‘kendimi geri çekmeyeceğim’anlamına geliyordu ve karikatürde bir yatakta yatan ve başında Fransız bayrağından bir bone bulunan çıplak bir kadının üzerindeki çıplak De Gaulle;geri çekilmeyeceğini ;kadını becermeğe devam edeceğini haykırıyordu. 1871 deki ilk Paris komünü 73 gün sürmüştü;bu sonuncusu ondan da kısa sürdü;çünkü,anarşistler kapitalizmi yıktıklarında yerine koyacakları ekonomik yaşamın alt yapısını oluşturmamışlardı;düşündükleri tek model Prud’homme’cu-malın malla değiştirildiği- model oldu ve bunu yaşama geçiremeyince Fransa ve Paris’te kaos doğdu.Ekmek yoktu;benzin yoktu;çöpler toplanmıyordu;metro çalışmıyordu. Bu nedenle;bu anarşik baş kaldırıyı tamamlayamadılar ve başaramadılar. Ve evrenin bir yerlerine atom bombaları düşüyor;hiç umulmayan,beklenmeyen bir anda oluyor bu;evren yeniden yaratılıyormuş gibi her yer güçlü bir tanrının nefesiyle sarsılırcasına deviniyor,evler yıkılıyor,kişiler yok oluyorlar-gölgeleri yıkık duvarlarda kalıyor-yeni bir güneş doğuyor,korkunç bir sesten sonra büyük bir sessizlik-her şeyin kaynağıydı bu-oluşuyor ve o şok dalgasının,sıcaklık dalgasının,radyasyonun etkisinde kalarak tanıyamadığım birisi oluyor;saçları parça parça dökülüyor;elleri oyuluyor;kollarının kemikleri ortaya çıkıyor-ben de öyle oluyorum her halde-polisleri öldürüyor,yiyecek çalıyor,çevresine ürkek ürkek bakıyor,beni anımsamıyor-ben onu hala tanıyorum oysa-benden kaçıyor,sokaklar ölülerle,inleyen yarı ölmüşlerle dolup taşarken ben onu yeniden o yapmağa çalışıyorum yılmadan kendimi benimsetmeğe çabalayarak;ama,o olmuyor,yaralanmış vahşi bir hayvan gibi çığlıklar atarak benden kaçıyor ;yavaş yavaş bilincim bulanmağa başlıyor;onu göremiyorum,düşünemiyorum artık;geri dönüyorum ve yırtılmış,yanmış giysileri içinde iğrenç bir bedenle,çamur görünümündeki irinli,kanlı yüzümle hırlayarak-ancak bunu yapabiliyorum konuşmak istersem-bir yerlere koşuyorum. Başaramıyoruz-başaramıyorum. 90 91