Bildiğimi
Transkript
Bildiğimi
Gabriel Garcia Marquez Bildiğimi Düşündüğüm Fidel ÇOCUKLUKTAN DEVRİME Yayına Hazırlayan: Abdurrahim SERCAN ÜCRETSİZDİR Gabriel Garcia Marquez Bildiğimi Düşündüğüm Fidel ÇOCUKLUKTAN DEVRİME 14 Ekim 2006 KÜBA DOSTLUK VE DAYANIŞMA BULUŞMASI ANISINA ÜCRETSİZDİR Bu yazı dizisi www.sol.org.tr (Sol Gazetede Yayınlanmıştır.) Yayına Hazırlayan: Abdurrahim SERCAN Baskı ve Cilt : Bassaray Matbaası www.68dayanisma.org İçindekiler Kitaplara Sığmayan Devrimci Fidel I.Bölüm Çocukluktan Devrime Fidel Üniversite Yılları Yeşil Timsahın Makus Talihi 26 Temmuz Moncada Kışlası Baskını: “Donkişotvari” Bir Deneme Devrim Rotası II.Bölüm Küba SSCB Yakınlaşması ABD baskılarını Artırıyor Domuzlar Körfezi Çıkarması Füzeler Krizi Sosoyalizmin Kazanımları Küba'ya Örnek oluyor Dış Politikada Enternasyonalizm: Angola Bağlantısızlar Hareketi'nde Küba BM'de Küba'nın Yürüttüğü Mücadelelerde III.Bölüm Küba'nın “Özel Dönemi” ve Fidel Daha Devrimci Latin Amerika'nın Birliği Şimdi Daha Önemli ABD'nin Küba Devrimi'ne ve Fidel'e Bakışı Fidel'i Teslim Almak Mümkün mü? Teslim Alamaz İsek Öldürürüz Paralı Ordu İle İşgal Denemesi Yeni Yöntemler CIA'nın İki Figürü Yeniden Sahnede Kübalı Muhalifler mi? ABD'den Bir Saçmalık Daha: Forbes Zengini Fidel Fidel'in Sağlığı... Fidel'in Yaşı Fidel Sonrası Küba Devrimi Nasıl İlerleyecek? Fidel Bugün 80 Yaşında Kitaplara sığmayan Devrimci Fidel Gabriel Garcia Marquez 6 Ağustos 2006'da Granma‘da yayınlanan "Bildiğimi Düşündüğüm Fidel" başlıklı yazısında Fidel dünyaya adanmıştır diyor ve Fidel'i katı bir disiplin, bitip tükenmeyen sabır, olağanüstü fikirlere ve baştan çıkartıcı güce sahip biri olarak tanımlıyor. Bu yazı dizisi ile Fidel kimdir sorusuna yanıt aramaya çalışmıyoruz, 47 yıldır süregelen Küba sosyalizmin baş mimarı, kumandanının, fikirlerine, devrimine ve Küba sosyalizmine odaklanıyoruz. Bir devrimi, devrimciyi anlatıyoruz... Devrim kitaplara sığmaz bir devrimci de... I.Bölüm: Çocukluktan devrime Fidel Hazırlayan: Melih Yeşilbağ Fidel Alejandro Castro Ruz 13 Ağustos 1926'da dünyaya gözlerini açtı. Toprak sahibi ancak mütevazı bir ailenin dokuz çocuğundan beşincisi olan Fidel, küçük yaşlarda ailesinin yanından ayrılarak kendisinin bakımını da üstlenen bir öğretmenin yanında kalmak üzere Santiago de Cuba' ya gönderildi. Burada büyük maddi sıkıntılar içinde yaşayan Fidel, kendi deyimiyle "ilk (ve kesinlikle son olmayan) isyan"ını kendisiyle yeteri kadar ilgilenmeyen ve öğrenme isteğini tatmin etmeyen öğretmenine karşı gerçekleştirdi. Daha sonrasında çeşitli okullarda öğrenim hayatını sürdüren Fidel parlak ama asi bir öğrenci olarak sivrildi. Kendisine sağlam bir ahlak anlayışı kazandırdığını söylediği Cizvit okulundan mezun olurken hocalarından birisi, hakkında yazdığı raporda Fidel için "sanatçı duyarlığına sahip işlenmemiş bir elmas" ifadesini kullanıyordu. Bu işlenmemiş elmas o yıllarda kendi sözleriyle politikadan hiç anlamayan ama gelişkin denilebilecek bir adalet ve etik duygusuna sahip, spor yapmayı, doğayı, dağlara tırmanmayı ve okumayı seven hülyalı bir gençti. Küba ve dünya tarihi ile ilgilenmeye başlayan genç Fidel'in üzerinde en çok etki bırakanlar Kübalı büyük düşünür ve devrimci José Marti'nin kitaplarıydı. Üniversite Yılları Cizvit okulundan sonra Havana Üniversitesi Hukuk Bölümüne kaydolan Fidel politik mücadeleyle burada tanıştı. İlk önceleri politik ilgisi üniversite içi gündemlerle sınırlı kalan Castro öğrenci delegeliğine seçilmek için çalışmalara başladı. Bu seçimlerin hükümet yanlısı bir öğrenci çetesi tarafından kontrol edildiğini anlar anlamaz bununla mücadele etmeye karar verdi. Hitabet yeteneği, siyasal zekası ve kısa zamanda açığa çıkan örgütçü özellikleriyle etrafında bir destekçi kitlesi yaratarak delege seçilmeyi başardı. Bu durum Fidel'in üniversite içerisinde etkisinin giderek artmasına neden olurken hükümet yanlısı silahlı öğrenci çetesiyle de sürtüşmeye başladı. O zamanlar herhangi bir örgütlülük içerisinde bulunmayan Fidel bir yandan kampus içerisindeki hükümet karşıtı politik gruplarla temasını arttırırken bir yandan da ülke gündemine ilgi duymaya başlıyor, gösterilere katılıyor ve dünya görüşünde anti-emperyalist, bağımsızlıkçı bir çizgi ağırlık kazanıyordu. 1947 yılında Dominik Cumhuriyeti'nde dikta karşıtı halk hareketlerine destek vermek üzere Küba'dan yola çıkan enternasyonalist bir birlikte yer aldı. Aynı yıl ülkesine döndüğünde artık Küba'nın kaderini değiştirmeye kararlı bir öğrenci lideri idi. Yeşil Timsahın Makus Talihi 19. yüzyılda İspanyol ve ABD'li sömürgecilerin arasında kalmış bir ada olan Küba, bu yüzyılın sonunda yükselmekte olan ABD emperyalizminin yöneldiği ilk hedeftir. ABD İspanyollara adayı kendilerine satmaları için baskı yaparak ülkeyi Amerika'nın bir eyaleti yapma sevdasıyla yanıp tutuşmaktadır. İspanyolların egemenliğinden kurtulan son Latin Amerika ülkesi olan Küba İspanyollardan sonra ABD emperyalizminin hegemonyası altına girer. Amerika 1901 yılında Küba'da kendi sisteminin benzeri bir başkanlık sistemini öngören bir anayasa oylanmasını sağlayarak, kendine 99 yıl süreyle Guantanamo'da bir üs bulundurma hakkını da verir. Panama Kanalı, genel olarak da Latin Amerika'yı kontrol altında tutmak için Küba'nın jeopolitik işlevini çok önemseyen ABD, Küba'yı, koşullar uygun olduğunda ele düşecek olgun bir meyva olarak tanımlamaktadır. Önce İspanyol sömürgeciliği, sonrasında ABD emperyalizmi altında yağmalanmış bir ülke, şeker kamışına endekslenmiş bir plantasyon ekonomisi, halka kan kusturan, her biri bir öncekini aratan işbirlikçi dikta yönetimleri. Ancak Küba halkı tüm bunlara sessiz kalmıyordu. Adada kökeni sömürgecilik zamanındaki köle ayaklanmalarına dayanan bir halk mücadelesi geleneği vardı. Yoksulluk ve sefalet içerisinde yaşayan köylüler önderlikten ve örgütlülükten yoksun fakat isyana yatkın bir toplumsal dinamikti. 19. yüzyılın son çeyreğinde gelişmeye başlayan endüstriyle birlikte kayda değer güçte bir kentli işçi sınıfı oluştu. Bu işçi sınıfı, özellikle de Havana'daki tütün işçileri, kısa sürede sendikalaşma ve grev konusunda azımsanamayacak bir mücadele deneyimi kazandı. Başından itibaren net bir anti-emperyalist siyasal konumlanışa sahip Küba işçi sınıfı 1940'lara kadar sayısız genel grev düzenlemiş ve birden fazla kez hükümet düşürmüş bir güçtü. Küba'daki toplumsal mücadelelerin kritik unsurlarından birisi ise üniversite öğrencileriydi. Sendikalar ile ittifak içerisinde çalışan devrimci öğrenciler genel grevlerin halk ayaklanmalarına dönüşmesinde etkin bir rol oynadılar. 1940'larda Küba'daki siyasi oluşumlar karmaşık bir yapı sergiliyorlardı. 1933'te yapılan bir darbeyle birlikte yıldızı parlayan ve 59'daki devrime kadar birçok kez iktidara gelen General Batista Latin Amerika'ya özgü popülist diktatörlerin tipik bir örneğiydi. Bu kanlı diktatör, bir yandan desteğini aldığı halk hareketlerini iktidara geçince şiddet yoluyla bastırıyor bir yandan da ABD'yle birlikte Küba'yı bir kumar ve fuhuş merkezi haline getiriyordu. 1924'te kurulan ve işçi sınıfı içerisinde muazzam bir etkinliğe sahip olan Küba Komünist Partisi 40'lara gelindiğinde halk kitleleri ve onların talepleriyle bağını koparmış, devrimciliğini yitirmiş, dikta hükümetlerinde koalisyon ortaklığı alacak kadar düzen içine çekilmiş bir güç haline gelmişti. Bir başka siyasal parti ise yine halkın ve demokratik güçlerin temsilcisi olarak iktidara gelen ancak emperyalizm yanlısı ve baskıcı politikalar izleyen Otantik Parti idi. 47'de Marti geleneğinin izleyicilerinden Eduardo Chibas, Otantik Parti'nin içerisinde bulunduğu çürümüşlüğe karşı çıkarak bu partiden istifa etti ve temelde yolsuzluk karşıtı, ahlaki bir söyleme sahip Ortodoks Parti'yi kurdu. Bu parti, özellikle radikal öğrenci hareketi içerisinde birçok yandaş kazanarak etkin bir güç haline geldi. Bu öğrencilerin arasında Fidel Castro Ruz da bulunuyordu. Chiabas, 1951'de bir radyo konuşması sırasında kendisini vurarak intihar etti. Bu sıra dışı ahlaki protesto Kübalıların vicdanında önemli bir yer edindi ve Ortodoks Parti'nin seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılıyordu. Artık üniversiteyi bitirmiş ve avukatlık yapmaya başlamış olan Fidel bu seçimlerde Ortodoks Parti'den milletvekili adayı olmuştu. Bir yandan parti tabanındaki etkisini arttırırken bir yandan da siyaset ve tarih üzerine derin okumalar yapıyordu. Chiabas'ın adalet ve yurtseverlik anlayışından ve düzen güçlerine karşı uzlaşmaz siyasal tutumundan etkilenmekle beraber, partinin net bir siyasi programının olmaması onu kaygılandırıyordu. Nitekim, Havana'daki militan kadrolar dışında Ortodoks Parti'nin yönetici kademeleri iktidara gelir gelmez ihanet edecekleri belli olan toprak sahipleri ve burjuvalar tarafından doldurulmuştu. Bu yıllarda siyasal iktisatla ilgilenmeye başlayan Fidel henüz sosyalist ya da komünist olmamakla beraber anti-kapitalist denebilecek bir bilinç oluşturmaya başladı ve bir devrim stratejisi üzerine yoğunlaştı. Bir yandan da Ortodoks Parti'nin içerisindeki devrimci unsurlarla ilişkisini güçlendiriyordu. 1952 yılında Batista, Madragazo (şafak) olarak bilinen ve ABD tarafından desteklenen bir darbeyle iktidara el koydu. Yasal siyaset yollarının kapandığını gören Fidel, derhal harekete geçti ve Batista hakkında anayasayı ihlal ettiği gerekçesiyle bir suç duyurusunda bulundu. Fidel, aslında bu suç duyurusu ile hayata geçirmeyi planladığı siyasal stratejiye meşruiyet sağlama derdindeydi. Mahkeme suç duyurusunu kabul etmediği takdirde yasal yollarla demokratik değişiklik yolunun kapanmış olduğu kanıtlanacak ve devrimci başkaldırı tek geçerli yol haline gelecekti. Latin Amerika'nın diğer ülkelerindeki gerilla mücadelelerinden oldukça etkilenen Fidel partideki devrimci kanadın çıkardığı yeraltı gazetesi Acusador (Suçlayıcı)'daki yazılarında da sürekli silahlı mücadele fikrini işliyordu. Beklenen oldu ve mahkeme suçlamayı reddetti. Bunun üzerine Fidel, aralarında kardeşi Raul'un da bulunduğu yandaşları ile birlikte Movimiento (Hareket) adlı gizli bir örgüt kurarak çalışmalara başladı. 26 Temmuz Moncada Kışlası Baskını: "Donkişotvari" Bir Deneme Movimiento, Batista'ya karşı artan tepkiyi örgütlemek ve aynı zamanda silah sağlamak için bir kışlaya saldırma kararı aldı. Bu iş için, daha önce birçok ayaklanmaya sahne olmuş ve başkent Havana'ya en uzak konumda bulunan Oriente eyaletindeki Moncada Kışlası seçildi. Yapılan plana göre kışlaya 120 kişilik bir grup saldıracaktı. İçerideki askerler etkisiz hale getirilir getirilmez Fidel bir radyo konuşması yapacak ve halkı ayaklanmaya çağıracaktı. 26 Temmuz günü başlayan saldırı, askerlerin kısa sürede toparlanması ve isyancılara ateş açmaya başlaması nedeniyle başarısız oldu. Yenileneceğini anlayan Fidel ve arkadaşları geri çekildiler ancak 60 kadar isyancı kurşun ve dipçik darbeleri altında can verdi. Beklemedikleri bir bozguna uğrayan eylemciler Gran Piedra Dağı'na vardığında sadece 18 kişi kalmışlardı. Fidel yoldaşlarına "Bugün yenildik ama mutlaka geri döneceğiz!" diyerek umut veriyordu.” Saldırı belki askeri anlamda amacına ulaşamamıştı ama Havana'da muazzam bir siyasi etki yaratmıştı. Olayların büyümesinden korkan Batista derhal kışlasına çekildi. Ordu, müthiş bir keyfiyetle şüpheli gördüğü herkesi tutuklamaya ve sorgusuz sualsiz infaz etmeye başladı. Komünist Partisi yasaklandı. Batista yanlısı basın, isyancıları gözü dönmüş vahşiler, kökü dışarıda gangsterler olarak resmediyordu. Ancak tüm bunlar, Batista diktası altında inleyen Kübalıların bu gözü kara gençlere sempati duymasını engelleyemedi. Bu arada Fidel saklandığı dağda yakalandı. Normalde yakalanan kaçaklar kışlaya götürüp derhal infaz edilirken Fidel ve arkadaşlarının gerçekleştirdiği eylemden etkilenen subay, Fidel'i kışlaya değil de sivil makamlara teslim etti. Fidel'in yargılanma süreci ve dava sırasında yaptığı ünlü "Tarih Beni Haklı Çıkaracaktır" savunması onu tüm Küba'da tanınır hale getirdi. Yargılandığı davayı, kendi davasını anlatmak için mükemmel bir şekilde kullanan Fidel, savunmasında kokuşmuş Batista rejimini yerin dibine batırıyor ve Movimiento'nun iktidar programını açıklıyordu. Toprağın yoksul köylülüğe dağıtılmasını, fabrikalarda elde edilen karın yüzde otuzunun işçilere dağıtılmasını, yasadışı yollarla elde edilmiş servete el konmasını öneren bu program, sosyalist değil devrimci demokrat, halkçı bir programdı. Movimiento' nun yapmak istediği devrim de sosyalist değil bir "ulusal kurtuluş" devrimiydi. Fidel dava sonunda "devlete karşı işlenmiş büyük bir suçun lideri" olarak 15 yıl hapse mahkum edildi. Ancak Kübalıların hafızasına kazınan bu cezadan çok Fidel'in mahkemedeki yaptığı ve daha sonra basılarak elden ele dolaşan ateşli savunma oldu. Fidel mahkemeye şöyle sesleniyordu: "Sizi uyarıyorum, henüz işin başındayım. Eğer kalbinizde bir damla memleket sevgisi, insanlık sevgisi, adalet sevgisi varsa iyi dinleyin. Rejimin gerçeği örtbas etmek için her şeyi yapacağının farkındayım. Bana kara çalmak için ne tezgahlar kurulduğunun farkındayım. Ancak sesim kısılmayacak. Suçlayın beni, önemli değil. Tarih beni haklı çıkaracaktır." 15 yıl ceza alan Fidel 3 yıl sonra çıkan genel af sonucu serbest bırakıldı. Hapisteyken çok yoğun bir okuma faaliyetinde bulunan ve fikirlerini berraklaştıran Fidel Küba'da bulunan Movimiento mensuplarıyla da ilişkisini sürdürmüştü. Çıkar çıkmaz da birçoğu sürgünde bulunan yoldaşlarını toparlamak için Meksika'ya gitti. Kısa sürede toparlanan grup ortak bir kararla 26 Temmuz Hareketi adını aldı. Fidel burada Küba Devrimi'nin diğer önemli figürü haline gelecek olan Arjantinli Ernesto Guevera ile tanıştı ve onu da hareketin saflarına dahil etti. En yakın zamanda Küba'ya bir çıkarma yapmayı hedefleyen hareket, Küba'daki devrimci gruplarla da temasını güçlendirdi. 2 Aralık 1956'da Fidel 82 yoldaşı ile birlikte ünlü "Granma" yatıyla bir gerilla mücadelesi başlatmak amacıyla yine Oriente eyaletine çıktı. Batista güçleriyle girilen ilk mücadelelerde büyük kayıplar veren isyancılar Sierra Maestra dağına çekildiklerinde 12 kişi kalmışlardı ve ellerinde sadece 9 silah vardı. Ancak bölgedeki köylüleri kendi saflarına çekmeleri hiç zor olmadı. Sayıları giderek artan gerillalar, kentlerdeki muhalif güçler ile de bağlarını güçlendiriyorlardı. Batista'nın uyguladığı şiddet politikası ne kentteki ne de kırdaki mücadeleyi durdurabildi. Artan istikrarsızlık Batista'nın egemen sınıflar gözündeki kredisini de azaltmış ve onu zor bir duruma sokmuştu. 1955'teki genel grevle birlikte işçilerin de devreye girmesi varolan iktidarın gücünü iyiden iyiye azalttı. 1957'de hareket Sierra Maestro Manifestosu olarak bilinen metni yayınladı ve bu manifestoda ülkedeki diğer muhalif gruplara Batista'ya karşı ittifak çağrısında bulundu. Bu arada giderek güçlenen hareket, zayıf düşen orduya karşı yeni cepheler açıyor bazı bölgelerde kurtarılmış bölgeler oluşuyordu. Nisan 58'de Batista isyancılara karşı "Verano Operasyonu" adı verilen bir askeri harekat başlattı. Sayıca çok daha az olmalarına rağmen gerillalar harekatı püskürttü ve geri çekilen ordunun ardından ilerlemeye başladılar. 20 Temmuz tarihinde 26 Temmuz, diğer muhalif gruplarla Batista rejimine karşı silahlı mücadele ittifakı oluşturan Karakas Paktı'nı imzaladı. Bu arada ordu da kendi içerisinde bölünmüş ve askerlerin bir bölümü devrimcilere destek vermeye başlamıştı. Askerlerin isyancılardan önce davranıp bir darbe yapması ihtimaline karşı da birçok görüşme yapıldı. İsyancıların temel sloganı "Devrime evet, darbeye hayır!" idi. Başkente yürümeye başlayan Castro ile baş edemeyeceğini fark eden Batista 1959 yılının ilk günün sabahında önce Dominik Cumhuriyeti'ne ardından da Faşist Franko'nun hükmettiği İspanya'ya kaçtı. Che'nin kumandanlığındaki İsyancılar Ordusu 1 Ocak günü olağanüstü bir kalabalık tarafından beklendikleri Havana'ya girdiler. Bu devrimin gerçekleşmesinde Castro'nun gerilla mücadelesini yönetirken gösterdiği başarı kadar diğer muhalif güçlerle girilen ittifak politikasındaki siyasi beceri de belirleyici oldu. Fidel birçok farklı sınıfsal katmanı ve siyasi eğilimi temsil eden grupları bir araya getirmekte eşi az görülmüş bir başarı sağladı. Ancak belki de asıl zorluk devrim programını hayata geçirme konusunda yaşanacaktı. Devrimin Rotası İktidarı alan ittifak devlet başkanlığına Manuel Urrutia'yı başbakanlığa da Miro Cardona'yı getirdi. Cardona bir ay sonra istifa etti ve yerine Fidel Castro geçti. Castro, daha ilk aydan bazı bölgelerde tarım reformuna başladı. Haziran ayında reformun yasalaşmasıyla ABD'li şirketlerin topraklarına el konması gündeme geldi. Bu durum hem ABD'yle hem de hükümetin eski düzene dönüş arzusundaki unsurlarıyla olan ilişkileri gerdi. ABD'li şirketler, toprak sahipleri, bazı rahipler, orta sınıfların önemli bir bölümü reforma karşı tepkilerini yükselttiler ve Castro'yu devirmek için hazırlıklara başladılar. Buna karşılık sendikalar Castro'yu desteklemek üzere genel greve gittiler ve yoksul köylülerin de katılımıyla Havana'da dev mitingler yapıldı. Bu iç muhalefet, devrimin kitle gücünü karşısında dayanamayarak kısa zamanda tasfiye edildi. Kökten bir dönüşüm gerçekleştirmek için bu kitle gücünden başka güvenecek hiçbir şeyi olmadığının farkında olan Castro, halkın coşkusunun ve örgütlülüğünün devrim sonrasında artarak devam etmesine özellikle önem verdi. Devrim lideri Fidel Castro ilk başta yabancı ve yerli yatırımcıların ulusal gelişme çabası ile bütünleşmelerini amaçlayan önlemleri hayata geçirmeye çalıştı. Ancak toplumsal devrimin ABD'nin ve yerli yatırımcıların çıkarları ile çatışması kaçınılmazdı. Bunun üzerine Castro önderliği kamu mülkiyetine yöneldi. 1960'da merkezi bir planlama kurulu oluşturuldu. Şubat 1960'da ise kooperatifler oluşturulmaya başlandı. Küba'nın aldığı bu kararlar karşısında ABD Küba'ya kısmi ambargo ilan eder, yiyecek ve ilaç dışındaki malların ihracatı yasaklanır. Diğer yandan, toplumsal devrimin bir diğer parçası olan eğitim reformu başlar. Büyük bir okuma yazma kampanyası, yeni okullar, parasız eğitim hakkı Küba toplumunun çehresini kısa sürede değiştirmeyi başaracaktı. Ernesto Che Guevera, daha sonra Küba Devrimi üstüne yazdığı bir yazısında, devrimin özgül noktalarını vurgularken "(bu özgüllüğün) belki de en önemli unsuru Fidel Castro Ruz'un kendisidir" demişti. Gerçekten de Küba'nın uluslararası siyasal konjonktürün geriletici etkilerine karşı direnme ve her ne pahasına olursa olsun sosyalizmde ısrar etme konusundaki benzersiz başarısının kaynağı biraz da Fidel'in benzersizliği. Vatandaşları tarafından ön adıyla çağrılan başka bir devlet başkanı bulmak pek kolay olmasa gerek... 20. yüzyıla damgasını vurmuş, düşmanlarının dahi zekası ve yeteneğini takdir etmek zorunda kaldığı bu efsanevi lider, tüm bunları siyasal zekası, birikimi ve Küba'nın koşullarını çok iyi tahlil ederek özgün bir strateji geliştirebilmesinin yanı sıra bitmek tükenmek bilmez enerjisi ve inatçılığı sayesinde gerçekleştirdi. Fidel'in kendi sözleriyle bitirelim: "Kitaplar bize burada devrim yapamazsınız diyordu ama biz bunu başardık" Devrimciliğin ne olduğunu daha iyi anlatan bir söz bulunabilir mi?... “Her Devrim karşı devrimini yaratır” Kitaplara sığmayan devrimci Fidel. II. Bölüm: Küba SSCB yakınlaşması ABD Baskılarını Artırıyor Hazırlayan: Zeynep Bahadır Ülke içinde halkçı bir politika izleyen Fidel ve yoldaşları, dış politikada bağımsız ve tarafsız bir konumu benimsediler. Fidel Castro daha büyük siyasal bağımsızlık kazanmak için, ABD'ye bağımlılığı azaltmaya ve dış ilişkileri çeşitlendirmeye çalışıyordu. ABD'nin Küba üzerindeki ablukayı sıkılaştırmasının ardından Küba SSCB ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ittifak politikasına girdi. Şubat 1960'da Sovyet lideri Mikoyan'ın Küba'yı ziyareti sırasında yüzde 2,5 faizli ve yirmi yıl vadeli 100 milyon dolarlık bir kredi anlaşması yapıldı. Sovyetler Birliği beş yıl boyunca dünya piyasası fiyatları ile Küba'dan beş milyon ton şeker almayı ve karşılığında rafine edilmiş petrol ve demir külçesi, alüminyum, gübre vermeyi ve teknik yardım sağlamayı kabul etti. Bu durum doğal olarak ABD ile ilişkileri daha da kötüleştirdi. ABD bir yandan Küba'yı batı yarımkürede izole bir konuma sokmaya çalışıyor, kısmi ambargo ilan ediyor, bir yandan da Castro'yu devirmenin yollarını arıyordu. Bu amaçla, dönemin Başkanı Eisenhower, devrim nedeniyle ABD'ye kaçmış olan zengin sınıflar ve eski düzenin siyasi elitlerine destek vermeye başladı. Küba da bir yandan Sovyetler Birliği ile ilişkilerini güçlendiriyordu. Küba'nın yeni ekonomik ilişkilerinin bir sonucu olarak Küba-ABD ilişkileri bozuldu. Topraklarına çok yakın, Castro gibi kararlı ve inatçı bir lideri olan ve büyük düşman Sovyetler Birliği ile ilişkiler geliştiren Küba böylece ABD emperyalizminin derhal müdahale etmesi gerekli ülkeler arasında ilk sırayı aldı. Amerikalılar Kübalı sürgünlerin kendi topraklarından Küba'daki şeker tarlalarına saldırılar düzenlemelerine izin vermeye başladı. 1960 başlarında şeker kamışı alanlarının yaklaşık yüzde 13'ü bombalanmıştı. ABD ile ilişkilerin bozulması ve ABD kaynaklı karşı devrimci saldırıların her geçen artmasıyla Castro, devrimi ve halkını savunmak ve korumak için önlemler almaya başladı. Amerika'nın toplumsal reform uygulayan Latin Amerika ülkelerine yönelik müdahale ve darbe senaryolarının farkında olan Castro, silah ithal ederek halkı milis kuvvetleri şeklinde silahlandırmaya başladı ve Devrim Savunma Komiteleri (CDR) kurmalarını sağladı. ABD tayin ettiği rotadan çıkan Küba önderleri için asılsız söylentiler çıkararak toplumsal devrime darbe vurma faaliyetlerine girişti. Toplumsal devrim ve kamulaştırma faaliyetleri yatırımcıların çıkarlarına göre değil toplumun ihtiyaçlarına yönelik işlemeye devam ettikçe ABD ve Küba ilişkileri iyice gerildi. Castro'ya defalarca suikast girişiminde bulunuldu ancak hiçbir zaman başarılamadı. Devrim önderlerinin yapılanların ideolojik altyapısını sağlam kurmaya çalışmaları, varlıklı kesimleri ve kitle iletişim araçlarına sahip olanları Fidel Castro ve devrim karşıtı söylemlerini arttırmaya ve karşı devrimci ideolojiyi en çirkin haliyle kusmaya itti. Küba kendi toplumsal devrimini sürdüren kararları birbiri ardına almaya devam etti. ABD şirketlerine kısmen ve bütünüyle ait olan bütün girişim ve mülklere el konulmasına olanak sağlayan bir yasa çıkarıldı ve ABD yatırımlarına yönelik mülksüzleştirme başladı. Bunların arasında Fidel'in Havana'da meydanları dolduran coşkulu Küba halkına ünlü United Fruit şirketine ait olan 27.247.200 m2‘ lik toprağa el konulduğunu açıklaması yatırımcıların Küba'ya dair kazanç ve sömürü ümitlerinin sönmesine yol açarken, Fidel'e olan nefreti de arttırdı. ABD Küba'nın rejiminin nereye doğru gittiğinden emin olmaya başladıkça etkisi altındaki ülkelere Küba ile her türlü ilişkilerini kesmeleri için kararlar aldırdı. Küba'ya askeri ve ekonomik destek sağlayan ülkelere bütün yardımlar kesilecekti. 3 Ocak 1961'da ABD Küba ile diplomatik ilişkilerini kesti. Fidel Castro 9 Temmuz 1960'ta yaptığı konuşmada kendisi ve ülkesi için her gün bir yenisi planlanan ABD kaynaklı saldırıların kamuoyuna anlatılacağını ve ABD'nin kendi seçimini yapmış özgür bir halka baskı yapmasının nedenlerini anlatıyordu: "Güçlü bir ülkenin küçük bir ülkeye karşı yaptığı haksız saldırıları dünyaya anlatacağız. ABD Hükümetinin halkların gelişmesini istemediğini Latin Amerika insanlarına göstereceğiz. O açlığın bitmesini istemiyor; köylülerin toprağı olsun istemiyor; okuma yazma bilmeyenler okula gitsin istemiyor; ulusların kültürü ya da yüksek hayat standartları olsun istemiyor; insanların işlerinden ve ülkelerinden hoşnut olmalarını istemiyor," Bu sırada CIA tarafından finanse edilen grupların Küba'da uyguladığı terör ve tahribat iyice artmıştı. Küba Amerikan saldırılarının kınanması için tam dört kez BM Güvenlik Konseyi'ne başvurduğu halde, Konsey bu yolda karar almayı reddetti. Bu durum ise Küba'nın Sovyetlerle bağlarını sıkılaştırması ile sonuçlandı. Domuzlar Körfezi Çıkarması O dönemin ABD Başkanı Kennedy New York Times gazetesine "Hiçbir koşulda Birleşik Devletler Silahlı Kuvvetleri Küba'ya müdahale etmeyecektir," diye açıklama yaptıktan iki gün sonra 14 Nisan 1961'de ABD B-26 bombacıları iki gün süreyle Küba'nın hava kuvvetlerinin büyük bir kısmını tahrip ederek ülkedeki havaalanlarını bombaladılar. Diğer gün CIA eğitimli askerler( Tugay 2506 ) Havana'nın 125 mil güneyindeki Domuzlar Körfezi'ne çıktılar. Devam eden günlerde Kübalıların Domuzlar Körfezi'ne ulaşmasını engellemek için ABD kuvvetleri yolları ve köprüleri de bombaladı. 17 Nisan'da Tugay 2506 her biri 200 askerden oluşan altı tabura ayrıldı ve iki tabur Playa Girón'a havadan iniş yaptı. Küba kıyılarına yaklaşan ABD savaş gemilerinin fark edilmesinden 20 dakika sonra Castro bütün Küba halkını alarma geçirdi. Milis kuvvetleri toplanmaya ve topraklarına, devrimlerine, özgürlüklerine, bağımsızlıklarına müdahale etmeye gelmiş ABD emperyalizminin piyonlarıyla savaşmaya başladılar. Fidel Castro bu çıkartma esnasında halkına radyoda yaptığı konuşmada biz burda "sosyalist bir devrim yaptık, bu devrimi kanımızın son damlasına kadar savunacağız, vatan için ölmek yaşamaktır", der ve ilk kez Küba devriminin sosyalist karakterine dair vurgu yapar. Sovyetler Küba'nın yalnız olmadığını göstermek için ABD'ye saldırıyı durdurması için ultimatom gönderir. ABD hala saldırıya katılmadığını iddia ederken, Sovyet lideri Hruşçov Kennedy'e çok geç olmadan saldırıya son vermelerini yoksa özgür Küba halkının yanında ve destekçisi bir ülke olarak Küba'ya yapılmış bir saldırıya da Sovyetlerin karşılık vereceğini söyleyen bir mektup gönderir. Kennedy'nin Küba'ya saldıranların başkaları olduğunu söylediği ve Küba'nın komünizmle özgürleşemeyeceğini iddia ettiği mektubuna, Hruşçov ABD'nin Küba'ya kendi rejimini kabul etmediği için saldırmasının mı yoksa ABD'nın ada üzerine ekonomik ambargo uygulamasının mı özgürlük olduğunu sorduğu mektubuyla cevap verdi. Bu sırada saldırı sürmekte ve Kübalı komutanlar merkeze ellerinde savaşacak hiçbir şey kalmadığına dair mesajlar göndermektedir. Ancak ülkesine sahip çıkan köylü ve işçi milislerin devrime ve halkına sahip çıkan Castro önderliğine olan güveni ve bunları korumaktaki inatçılığı süper güç ABD'nin çok sayıda askeri ve silahıyla bile alt edemeyeceği bir gerçeklikti. Ve 72 saat içinde Küba saldırganları deffettiğini ilan etti. ABD askerlerini denize döken köylü ve işçi milislerinin coşkusu ABD'de üretilen "komünistlerden kurtarılmayı bekleyen Küba halkı" efsanesinin de sonu oldu. Küba dış politikada barışcıl çizgisini inatla sürdürerek ABD'ye Guatemala'da hapsedilen Nikaragualı, İspanyol ve Amerikalı bütün siyasi tutukluları serbest bırakması karşılığında Domuzlar Körfezi çıkartmasında tutuklananları salıvermeyi teklif etti ancak ABD bunu reddetti. 1961'de Raul Castro diğer ülkelerle barış içinde birarada yaşamayı amaçladıklarını ve ABD ile anlaşmazlıkları çözmek istediklerini açıkladı ancak ABD Dışişleri Bakanı Dean Rusk bunun asla mümkün olmayacağını bildirdi. Bu sırada ABD Başkanı Kennedy Küba'nın ABD'den alacaklarına el koyan yeni bir ticaret ambargosu yürürlüğe koymuştu. 1 Mayıs 1961'de ise Fidel halkına yaptığı konuşmada devrimin sosyalist karakterini ilan eder. Füzeler Krizi... 1961 Haziran'ında Hruşçov ve Kennedy Viyana'da buluşarak Berlin'in durumunu tartıştıkları bir toplantı yaptıktan sonra iki ülke arasında tansiyon yükseldi. Hruşçov şehrin bir kısmını işgal eden ABD'ye durumu normalleştirmesi için ultimatom verdi. Ancak olumlu yanıt alamayınca 27-28 Ekim'de Berlin sınırında ABD ve Sovyet tankları 16 saat karşılıklı bekledi. ABD ve Sovyetler arasındaki diplomatik ilişkiler giderek gerilirken, 21 Eylül'de bir CIA raporu Sovyetlerin nükleer silah kapasitesi hakkında bir rapor yayınladı. Rapora göre Sovyetleri 2450 nükleer silahı varken, ABD'de bu sayı 22 229'du. Diğer yandan ABD'nin Küba üzerine saldırı planları devam ettiği için dünya sürekli açığa çıkarılan suikast ve saldırı haberleri almaktaydı. Domuzlar Körfezi çıkarmasından sonra Küba'nın savunulmasına daha çok önem veren Sovyetler bir kez daha böyle bir işgal girişimine izin vermemekte kararlıydı. 1962 Nisanı' nda Hiroşimaya atılan atom bombasından 97 kat daha güçlü olan 15 ABD Jüpiter füzesi Sovyet sınırında Türkiye topraklarına yerleştirildiği haberi ortaya çıktı. Her füzenin bir milyon sivili öldürme kapasitesinin olduğu belirtilirken Sovyetler bu hamleye karşı önlem almak zorunda kaldı. Hruşçov Küba'nın ABD tarafından işgalini önlemek ve Türkiye'ye yerleştirilen füzeler için ultimatom vermek üzere adaya nükleer füze yerleştirme önerisinde bulundu. Mayıs ayı boyunca Küba'ya ABD kaynaklı saldırılar devam etti. Füze meselesi Moskova'da tartışıldıktan sonra Sovyet hükümeti üyesi Sharif Rashidov bir delegasyon grubuyla birlikte Küba'ya meseleyi görüşmek için geldi. Olası ABD işgalinden tedirgin olan Fidel ve Savunma Bakanı Raul Castro öneriyi hükümete taşıdıktan sonra Sovyet delegasyonunu füzelerin yerleştirilmesinin kabul edildiğine dair bilgilendirdi. Haziran ayında Raul Castro ve Küba askeri delegasyonu füzelerin yerleştirilme işlemini karara bağlamak üzere Moskova'ya gittiler. Kargo gemileriyle taşınan füzeler Ağustos ayında CIA'in hazırladığı raporda açığa çıkarıldı. Ayın sonlarında Che Guevara ve Emilio Aragonés Navarro füzelerin yerleştirildiğinin kamuoyuna açıklanmasını istemek üzere Hruşçov ile görüşmeye Moskova'ya gittiler. Hruşçov bunu kabul etmedi. 14 Ekim'de bir ABD U-2 ajan uçağı füzelerin konumlarını tespit etmek üzere batı Küba üzerinde uçuşlar gerçekleştirirken, 6 gün sonra Kennedy Küba'yı her türlü giriş ve çıkışı yasaklayarak adayı askeri bir abluka altına sokmayı yani karantinaya almayı teklif etti. Bu sırada NATO ile bağlantı kurmaya çalışan ABD Küba'daki füzelerin bütün dünyayı tehdit ettiğine yönelik açıklamalar yapmaktaydı. Sovyetler ise füzelerin sadece Küba'ya olası saldırılarda kullanılmak üzere savunma amaçlı yerleştirildiğini ve Türkiye'de bulunan ABD füzelerinin kaldırılması gerektiğini açıklamaktaydı. Birleşmiş Milletler araya girmeye çalıştı ancak sorun çözülemedi. 27 Ekim'de Hruşçov kamuoyuna ABD'nin Türkiye'deki nükleer füzelerini alması durumunda Sovyetler Birliği'nin de Küba'dan füzeleri çekeceğine dair açıklama yaptı. BM'den yetkililerin de füzelerin kaldırılması esnasında kontrol etmelerini önerdi. Barış çağrılarına sonunda yanıt veren Kennedy öneriyi kabul etti. Ayrıca füzeler Küba'dan çıkarılmazsa Küba'ya saldıracağını da açıkladı. Türkiye'deki füzelerin ise bu kriz atlatıldıktan sonra kaldırılacağını da kaydetti. Bir müddet sonra Hruşçov'un füzelerin kaldırılacağını ancak Küba'nın her zaman savunulacağını duyurmasıyla kriz sona erdi. Castro bunun üzerine ABD saldırısına karşı güvenliği sağlamak için beş maddelik bir program öne sürdü. Sosyalizmin kazanımları Küba'ya örnek oluyor Castro'nun 1963 yılında Sovyetler'e yaptığı tarihi ziyaret Küba'nın Sovyetler Birliği'nin kazandığı deneyimleri kullanmasının önemini anlaması bakımından çok önemliydi. Castro döndüğünde Sibirya'daki hidroelektrik istasyonlarının ve Sovyet tarımının gelişmişliği ve Sovyet insanlarının Küba'ya olan dayanışma ve destek duygularını Kübalılara her fırsatta anlatmaya çalıştı. Gezide Castro ve Hruşçov yeni şeker ihraç anlaşmaları ve şekerin üretimine dair tarımsal sorunları konuştular. Küba 1972'de Sovyetler Birliği ve diğer Doğu Avrupa ülkelerinin üyesi oldukları sosyalist planlı ekonomilerin kurduğu bir birlik olan COMECON'a girdi. 70'lerin başlangıcında Küba'nın dış politikasında birtakım değişikler yaşandı. Sovyetlerin merkezi siyasal pozisyonlarına yakınlaşmanın olduğu bu dönemde Küba Latin Amerika gerilla hareketlerinin yenilgiye uğraması sonucu kıta devrimci mücadelesi hakkındaki analizini gözden geçirmeye; ilişkiyi kesmeyi düşündükleriyle kopmaya ve yakınlaşacağı komünist partilerle de yakınlaşmaya başladı. 13 Mart 1968'de Havana Üniversitesi'nde Fideli'in yaptığı konuşma o dönemde Küba'nın benimsediği dış politika tavrını özetliyor: "Kendi yolumuzdan yürümeye devam edeceğiz; kendi devrimimizi inşa edeceğiz ve bunu temelde kendi çabamızla gerçekleştireceğiz. Karşımızda çok büyük bir görev duruyor. Bunun için çaba harcamak istemeyen bir halkın ‘bağımsızlık' sözcüğünü, ‘egemenlik' sözcüğünü kullanmaya hakkı yoktur. Cesurca mücadele edelim, dışardan gelen her şeye karşı olan bağımlılığımızı asgariye indirmeye çalışalım... Dışardan alıp, bağımlı hale geldiğimiz şeyler birgün bize karşı kullanılan bir silaha dönüşebilir. Bunun en küçücüğünün bile ülkemize karşı kullanılan bir baştan çıkarmaya dönüştüğünü gördük. Ne pahasına olursa olsun, mümkün olan en büyük bağımsızlık için mücadele verelim." Küba sosyalizmi ilan ettikten sonra Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleri ile ciddi ilişkiler geliştirdi. Ancak kimi zaman lanse edildiği gibi bu yakınlaşma Küba'nın kendini tamamen SSCB'ye göre şekillendirmesi anlamına gelmedi. Küba Moskova'nın çeşitli Latin Amerika ülkelerine dair takındığı tavrı ve Sovyetlerin dış politikasında yanlış gördüğü noktaları eleştirmekten de geri durmadı. Dış Politikada Enternasyonalizm: Angola Küba'nın kendi geleceğini Latin Amerika'da olası devrimci kalkışma içerisinde gördüğünün kanıtı kıtada yürütülen devrimci mücadelenin koordinasyon merkezi olarak çalışması hatta kimi zaman ülkelerdeki silahlı mücadeleyi doğrudan desteklemesi olmuştur. 1970'lerde anti-emperyalist Üçüncü Dünya ülkelerinin sözcülüğünü yapmakla kalmayan Küba Angola, Etiyopya, Yemen'e ve diğer Afrika ve Ortadoğu ülkelerine askeri ve teknik destekte bulundu. Güney Afrika'da Atlantik Okyanusu'na kıyısı bulunan bir ülke olan Angola, eski bir Portekiz sömürgesi ve doğal kaynaklar; petrol, elmas, bakır, gümüş gibi madeni zenginlikler bakımından oldukça zengin bir ülke. Böyle değerli bir sömürge ülkenin halkı emperyalistlerden kurtulmaya karar verince, bağımsız bir ülke kurmak isteyen Angola halkının kurduğu MPLA'ya (Angola'nın Özgürlüğü için Halk Hareketi) karşılık CIA'in yardımıyla FNLA (Angola Ulusal Özgürlük Cephesi) örgütlenir. 14 yıllık gerilla savaşından sonra Portekiz'in örgütlediği askeri bir darbeyle ülkede yönetim el değiştirir. Ocak 1975'te iç savaş başlar. FLNA'ya karşı Sovyetler MLPA'yı ekonomik olarak desteklerken Küba da askeri birliklerini Angola'ya gönderir. Pek çok Angolalı Küba'da eğitim görür. Kasım ayında bağımsızlık ilan edildiğinde Agostinho Neto başbakanlığında MLPA, de facto olarak hükümet kurduğunu ilan eder. Bugün dahi, Angola ‘da Küba'nın yürüttüğü mücadele bağımsızlığı için mücadele eden tüm Afrika ülkelerine örnek teşkil etmekte. Sonraki yıllarda gönüllü olarak bu ülkede öğretmen ve doktor olarak görev yapan Kübalılar ile Küba'da tıp eğitimi alan Angolalılar bu dayanışmanın temellerinin ne kadar güçlü olduğunu ortaya koyuyorlar. Fidel, Angola'da yürütülen mücadelede karşısında Küba'ya yöneltilen eleştirileri ise bağımsızlık mücadelesi yürüten halkların her zaman için yanında olacakalarını vurgularayak ve de Angola halkının haklı davasını savunarak göğüsledi. Marquez'in aktardığına göre Fidel Angola'da yürütülen savaş süresince Angola'nın tarihi ve kültürüne dair birçok ayrıntıyı öğrenmişti. Bir Angolalıdan daha fazla bilgiye sahipti. Hatta bir Avrupalı gazeteciye Angola'da savaşa dair o kadar ayrıntılı bilgi vermişti ki, gazeteci Fidel'in Angola'da savaştığına inanmıştı. Bağlantısızlar Hareketi'nde Küba ... Bağlantısızlar Hareketi (NAM) kendini dünyadaki başlıca güç odaklarından herhangi birinin yanında konumlandırmayan yüzden fazla hükümetin oluşturduğu uluslararası bir örgüttür. Küba, Bağlantısızlar Hareketi'nde kendi ölçeğinden bağımsız olarak Fidel'in liderliği'nin de katkılarıyla küçümsenmeyecek bir etkinliğe sahip olmaya devam ediyor. Küba, bağımsızlık ve anti emperyalizm mücadelesinde saygın bir yere sahip.. 1979 Havana Deklarasyonu'nda açıklandığı üzere örgüt amacını "emperyalizme, sömürgeciliğe, neo-liberalizme, ayrımcılığa, ırkçılığa, siyonizme ve her türlü dış saldırı, işgal, baskı, müdahale veya hakimiyet kurma girişimleri ve aynı zamanda büyük güç ve bloklaşma politikalarına karşı ulusal bağımsızlık, dayanışma, bölgesel bütünlük ve bağlantısız ülkelerin güvenliğini" garanti altına almak olarak ilan etmiştir. Ulusal bağımsızlık, yoksulluğun ortadan kaldırılması, ekonomik gelişmeler üzerine çalışmalar yürüten hareket bütün dünyanın yüzde 55'ini temsil ediyor ve Birleşmiş Milletler üyelerinin üçte ikisini kapsıyor. Şu sıralar 15 Eylül'de Havana'da 14.'sü yapılacak olan Bağlantısızlar Zirvesi'ne hazırlanan Küba, Bağlantısızlar Hareketi'ne gelişmekte olan ülkelerin birleşmeleri ve kendi çıkarlarını savunmaları için büyük önem veriyor. Havana ikinci kez zirveye ev sahipliği yapacak. Küba Bağlantısızlar Hareketi ülkelerini ilk kez 1979 yılında ağırlamıştı. Bu zirvede onaylanan Havana Deklarasyonu Bağlantısızlar Hareketi'nin amacını, yapmak istediklerini ve geleceğini belirlenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Bu zirveden sonra Fidel Castro'nun aynı yıl yapılan Birleşmiş Milletler toplantısına Bağlantısızlar Hareketi'nin aldığı önemli kararları aktarması için konuşmacı olarak gönderilmesine karar verilmiştir. ABD bu sürece de müdahale etmiş ve zirvenin Küba'da toplanması ile Fidel'in Bağlantısızlar Hareketi'nin BM temsilcisi olarak seçilmesini engellemeye çalışmıştır. Zirve'nin açılışından birkaç hafta önce Küba'da daha önce ortaya çıkartılmış Sovyet Savaş Tugayının varlığını ileri süren ABD basında geniş bir kampanya başlattı. Ancak bu haberlerin asılsız olduğu kanıtlandı. BM toplantısı için ABD'ye giden Fidel ABD'deki zenci temsilcileri ile Porto Riko bağımsızlık mücadelesinin temsilcileri ile görüşmeler yaptı. Fidel BM'de yaptığı konuşmada Bağlantısızlar Hareketi ülkelerinin gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki anlamsız eşitsizliği yokederek; adalet, eşitlik ve barışın hakim olduğu yeni bir dünya yaratmada kararlı olduklarını ilan etmiştir. Uluslararası ilişkilerde barışın inşa edilmesinin çok önemli olduğunu vurgulayan Fidel, bu durumun bütün ülkelerce kabul edilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Afrika'nın emperyalist güçlere karşı verdiği mücadelenin önemine değinen Fidel, artık Afrikalıların haklarını savunmanın bütün demokratik ülkelerin görevi olduğunu kaydetmiştir. Fidel'in yaptığı bu konuşma Birleşmiş Milletler ülkelerinin Bağlantısızlar Hareketi'nin aldığı önemli kararları öğrenmeleri ve birlikte dünya barışının savunulması için kritik bir noktada durmaktadır. Fidel üçüncü dünyanın, az gelişmiş ülkelerin lideridir. Fidel'in Bağlantısızlar Hareketi'nde yürüttüğü siyaset ile Küba sosyalizminin üçüncü dünya ülkelerinin yanında olduğunu kanıtlamıştır. BM'de Küba'nın yürüttüğü mücadele Küba 1960'da CIA'in örgütlediği saldırıların hedefi olmakta ve birçok kez ABD'nin Küba'yı işgal planları ortaya çıkarılmaktadır. Bu durumu dünya kamuoyuna duyurmakta inatçı olan Küba, Birleşmiş Milletler'i bu konudan haberdar etmek istemiş ve saldırıların kınandığına dair açıklama yapılması talebinde bulunmuştur. Ancak dört kez yapılan başvuru reddedilmiştir. Fidel Castro 19 Eylül 1960'da BM genel toplantısına katılmıştır. Daha sonra Küba delegasyonu Birleşmiş Milletler ile görüşmeye gönderilmiştir. Fidel bu görüşmeden sonra Küba delegasyonuna gösterilen tavrın BM'nin Küba halkına olan tavrını ortaya çıkardığını ve delegasyonun BM'de dünyanın en kötü hükümetinin delegasyonu olarak ağırlandığına dair bir konuşma yapmıştır. Sürekli ortaya çıkarılan ABD'nin Küba üzerine saldırı planlarını BM'ye taşıyan ülke buradan hiçbir sonuç alamamıştır. ABD bu iddiaları yalanlamakta ve BM de yalanlamaları onaylamaktadır. Devrimini ve bağımsızlığını savunmak zorunda olan Küba müttefik ülkelerden yardım almış ve halkını silahlandırmıştır. BM Küba'nın ABD ile barış yapılması çağrılarına hiçbir zaman olumlu yanıtlar üretmemiştir. Ancak Küba bu konudaki haklı tavrını her zaman ortaya koymuş ve dünya halklarının ABD'nin onaylamadığı bir rejime karşı neler yaptığını ve yapabileceğini öğrenmesi için sürekli BM'nin kapısını aşındırmıştır. Küba Birleşmiş Milletler'e kurulduğu yıl 1945'te ana sözleşmeyi imzalayarak üye olan 51 ülkeden biridir. Dünya barışını ve insan haklarını korumak iddiasıyla kurulmuş olan bu birlik ABD ve Küba gerilimine müdahale etmek istememiş dahası Birleşmiş Milletler içindeki ülkeler güçlü üye ABD'ye karşı tavır almaktan kaçınmışlardır. Dünya barışı için uğraşan ve en çirkin saldırılardan sonra bile ABD'ye barış teklifinde bulunan Fidel ve yoldaşları BM tarafından haksız konuma itilmeye çalışılmıştır. BM içindeki zayıf ülkelerin de sözcülüğünü yapan Küba 1959'dan beri benimsediği barış çizgisiyle azılı düşmanı ABD'yi bile yıldırmıştır. Fidel önderliği günümüze kadar ve daha yıllar boyu dimdik ayakta kalacak sosyalist Küba'yı inşa ederek, örgütlü bir halk karşısında emperyalizmin hiçbir galibiyet şansı olmadığını kanıtlamıştır. Ana Sayfa soL'dan Dostlarımız Arşiv soL'un Kütüphanesi Küba’nın “özel dönemi” ve Fidel daha devrimci III. Bölüm Küba’nın “özel dönemi” ve Fidel daha devrimci Hazırlayan: Emine Tahsin Sosyalist Blok'un ortadan kalkması ile birlikte Küba sosyalizmi yeni bir evreye girer. Sosyalist Küba sosyalizmin "çözülüşü" karşısında yeni bir süreç ile karşı karşıyadır. Karşı devrimciler Küba'nın sosyalizmin ilkelerinden vazgeçeceği beklentisindedirler. Küba dış kredilerinin dörtte üçü ve ihracatın %85'i sosyalist bloğun dağılmasından etkilenir. ABD'nin bu dönemi fırsat bilerek abluka yaptırımlarını artırması ile birleştirildiğinde bu, sosyalizmin önünde önemli bir tehdittir. Küba ekonomisi ciddi bir gerileme yaşar. Kübalılar günlük hayatta ablukanın etkilerini daha yoğun hissedecekleri bir döneme girerler. Fidel liderliğinde KKP'nin bu sürece yönelik geliştirdiği açılımlar sayesinde, Küba sosyalizmi bugünü "iyi gidiyoruz" diyerek karşılamayı başarır. KKP sadece Küba'nın değil Latin Amerika ve tüm dünya halklarının umudu ve sosyalizmin kalesi olduğu bilincine sahiptir. Fidel, buna o dönemde yaptığı konuşmalarda sıkça vurgu yapar. Fidel'e göre "Küba sadece Latin Amerika için değil, bütün 3. Dünya ülkeleri için bir siper, tüm dünyada doğru, ilerici ve devrimci fikirleri koruyanlar için bir kale haline gelmiştir". KKP'nin açılımları ve ortaya koyduğu siyasi irade her zamankinden daha fazla önemlidir. Dünya umutla Küba'ya bakmaktadır. Fidel 1988 yılında SSCB yönetiminin Glasnost politikası karşısında Küba sosyalizmini zor günlerin beklediğini öngörür. O tarihte, gazetecilerin bu konu ile ilgili sorusunu "Küba'nın SSCB'de uygulanan benzer politikaları uygulamayacağı, her iki ülkenin farklılıklar içerdiği" şeklinde yanıtlar ve "bizi bölmeye çalışıyorlar" der. Bu dönemde Fidel, Latin Amerika'nın birliğinin eskisinden daha önemli olduğuna vurgu yapar ve Küba'nın sosyalizmden yana tercihini öne çıkarır. Fidel 1990 yılında İşçi Kongresinde yaptığı konuşmada "bugün Lenin'i konuşmaktan ve onu övmekten utanmadık. Diğerlerinin parklardan ve caddelerden Lenin ismini kaldırmaya çalıştıkları, Marx ve Engels heykellerini yıktıkları dönemde biz mermerden, bronzdan ya da çelikten değil, devrimci bir yönelişle, kahramanlığımızla, devrime inancımızla Marksizm -Leninizmin, sosyalizm ve komünizmin bayrağını yükselterek yenilerini yapmaya devam edeceğiz. ....Evet bazı devrimci değişiklikler yapacağız, her zamankinden daha devrimci olacağız, çünkü henüz istediğimiz düzeyde devrimci değiliz" der. Fidel yaşanan dönemi bir belirsizlik ve tehdit dönemi olarak tanımlar, partinin yeni açılımları ile Küba halkını bu döneme hazırlar. Anti-komünizm saldırısı karşısında KübaSSCB ilişkilerinin zedelenmesinin önüne geçilir; Fidel'in deyimiyle Küba, "SSCB'nin insanlık tarihinde çok büyük özverilerle yürüttüğü mücadelesini" sahiplenir. Fidel SSCB'de Komünist Parti'nin bir karar ile dağıtılmasını yasadışı bir girişim olarak tanımlar ve halkına SSCB'nin inanılmaz biçimde zayıfladığı ve ciddi bir dağılma içinde oldu saptamasını yapmaktan çekinmez ve şu saptamayı yapar "Emperyalizmin maksatlı eylemleri ve sosyalizmin değerlerine sistematik tahribat yapılmış olması yapılan hatalarla da birleşince Doğu Avrupa sosyalist ülkelerdeki değiştirici süreci hızlandırdı. ABD her ülkeye değişik yollarla ele alan ve sosyalizmi içinden mayınlayan uzun dönemli bir politika oluşturdu ve uyguladı". Küba sürece nasıl ayak uyduracaktır? Fidel, Küba halkına bu süreci yorumlarken, özel dönemde tüm karşı devrimcilere de şöyle bir yanıt verir: "Reform mu? Bir devrim tarihin kaydettiği en mükemmel reformdur çünkü her şeyi toptan değiştirir. Kapitalist burjuva reformlar mı? Hayır. Neo- liberal reformlar mı? Hayır. Herkes bilmelidir ki, bu devrim bir milim gerilemeyecektir" KKP, SSCB yönetiminin aldığı kararlara ve yükselen anti-komünist propagandaya karşı öncelikle ideolojik mücadeleyi esas alır. Fidel'in devrimin ilk yıllarından itibaren Küba devriminin en yalın ifadesi olarak da tanımlanabilecek olan "ya vatan ya ölüm" sloganında yurtseverlik ön plandadır. KKP bu belirsizlik döneminde askeri ve ekonomik tehditlere karşı bir dizi kararı gündeme getirir. Bu kararlardan en önemlisi 4. Kongre'de ulusal meclis ve eyalet meclisi üyelerinin doğrudan oy ile seçilmelerinin sağlanmasıdır. Diğer yandan, halk olası askeri saldırıya karşı seferberliğe çağrılır, yerel örgütlerdeki en küçük birimler dahi buna göre yeniden yapılandırılır. Ekonomide kamucu anlayış terk edilmeden belli sektörlerde yabancı sermaye yatırımlarına olanak tanıyan yasalar çıkartılır. Hizmet sektörüne yoğunlaşılması gündeme gelir. Bu kararların tümü halk ile birlikte halk meclisinde tartışıldıktan sonra şekillenir. Bu zor yıllarda dahi Küba biyoteknoloji, sağlık ve eğitim alanına yapılan yatırımlardan fedakarlık etmez; hatta gelecek yıllara yönelik mütevazi sayılmayacak hedefler belirler. Elian'ın Küba'ya geri dönmesinin ardından Fidel bu zaferin etkisini "Fikirler Savaşı"nı ilan ederek kalıcılaştırır. Fikirler savaşı emperyalizme karşı Küba'nın elinde bulundurduğu en güçlü silahtır. Fidel sosyalizmin, Marksizim-Leninizmin en temel ilkelerinden ödün verilerek geliştirilemeyeceğinin bilincindedir. Sosyalizmi ileriye taşıma fikri ise Küba halkının siyasi iradesi olarak özel döneme damgasını vurur. Fidel bu "yenilgi" sürecini yeni bir zafere dönüştürmeyi başarır. Latin Amerika'nın Birliği Şimdi Daha Önemli... Küba devrimi için Latin Amerika ülkelerinin bağımsızlığı, anti-emperyalist mücadelesi esastır. Küba da bu mücadelenin bir bileşenidir. Küba, devriminin ilk yıllarında devrimini sağcı hükümetlere sahip olan Latin Amerika ülkelerine anlatma noktasında zaman zaman zorlanır. 1960'lı yıllarda ABD Latin Amerika'da yükselen bağımsızlıkçı seslere karşı Latin Amerika ülkelerini kendi hegemonyası altına alma çabasındadır. ABD, Latin Amerika ülkelerini kalkınma programları aracılığıyla kendine bağımlı kılmaya çalışır. CIA Latin Amerika ülkelerindeki muhalif güçlere yönelik acımasız operasyonlar, darbeler gerçekleştirir. ABD, Küba-SSCB yakınlaşmasını Küba'yı Sovyet uydusu olmakla suçlayarak karşılarken, Latin Amerika ülkelerini bu söylem ile baskı altında tutmaya çalışır. Bu yıllarda ABD, Küba'yı yalnızlaştırma girişimine başvurur. ABD, Latin Amerika ülkelerinin sağcı hükümetlerinin de desteğini alarak Küba'yı OAS'tan (Amerika Devletler Örgütü) çıkartır. Ancak bu girişim Küba'nın siyasi etkisini azaltmaya yetmez. Küba, 1960 yılında 1. Havana Bildirgesini deklare eder. Devrimin sosyalist karakterinin açıklanmasından 8 ay önce gerçekleşen bu deklarasyon Küba devriminin emperyalizme karşı Latin Amerika halklarına seslenişidir. Bu aynı zamanda ABD'nin manipülasyonları ile ortaya çıkan Kosta Rika deklarasyonuna bir yanıttır. Fidel deklarasyonda şunlara vurgu yapar: "Küba Ulusal Halk Meclisi, ..... Latin Amerika'da hüküm süren cahilliği, okul, öğretmen, doktor, hastane ve yaşlılara bakımdaki yetersizliği kınar. Kadınların eşitsiz durumunu ve sömürülmesini kınar. Halklarımızı son derece sefil bir durumda tutan ve demokrasi ve egemenliğin tam icrasından alıkoyan askeri ve siyasi oligarşileri kınar. Ülkelerimizin doğal kaynaklarının halkların çıkarlarına ihanet eden bir hediye politikası olarak tekellere devredilmesini kınar. Yabancı ülkelerin diktelerine boyun eğerken kendi halklarının hislerini görmezden gelen hükümetleri kınar. Oligarşilerin ve emperyalist baskıcının çıkarları doğrultusunda halkın medya tarafından sistematik olarak aldatılmasını kınar. Haber ajanslarının tekellerin denetiminde olmasını kınar. İşçileri, köylüleri, öğrencileri ve entellektüelleri -her ülkenin büyük çoğunluğu - toplumsal talepleri ve yurtsever özlemleri uğruna mücadele etmek için örgütlenmekten alıkoymayı amaçlayan baskıcı yasaları kınar. Zenginliğimizi sürekli olarak yağmalayan ve işçilerimizi, köylülerimizi sömüren, ekonomilerimize kan kaybettiren, bizi geride bırakan ve Latin Amerika'daki politikayı kendi plan ve çıkarlarına tabi olmak zorunda bırakan tekelleri ve emperyalist şirketleri kınar. Kısaca, Küba Ulusal Halk Meclisi insanın insan tarafından sömürülmesini ve az gelişmiş ülkelerin emperyalist finans kapital tarafından sömürülmesini kınar. Bu nedenle Küba Ulusal Halk Meclisi Amerika kıtasının huzurunda ve biz de burada dünyanın huzurunda köylülerin toprak hakkını, işçilerin emeklerinin ürünlerine sahip olma hakkını, çocuklarının eğitim görme hakkını, hastaların tıbbi bakım ve ilaç bulma hakkını, genç insanların iş sahibi olma hakkını, öğrencilerin hem pratik hem de özgürce bilim hakkını, kadınların yurttaş olarak toplumsal ve siyasi açıdan eşit olma hakkını, yaşlıların güvenilir şekilde yaşama hakkını, entelektüellerin, sanatçıların ve bilim adamlarının daha iyi bir dünya için mücadelede eserlerini kullanma hakkını, ulusların emperyalist tekelleri ulusallaştırma, böylelikle ulusal zenginliklerini ve kaynaklarını geri alma hakkını, ülkelerin dünyanın tüm halkları ile serbestçe ticaret yapma hakkını, ulusların tam egemenlik hakkını, halkların okullarını müstahkem mevki haline getirme ve işçilerini silahlandırma hakkını... Çünkü bu sorunda bizler aslında bir silahlanma yarışına girmek zorundayız. Emperyalist bir saldırıya karşı kendimizi savunmak için halkımızı silahlandırmak zorundayız...Ve bizlerin işçilerini, köylülerini, öğrencilerini, entelektüellerini ve zencilerini Kızılderililerini, kadınlarını, gençlerini, yaşlılarını ve tüm ezilen ve sömürülenleri kendi haklarını ve geleceklerini bizzat kendilerinin savunması için silahlandırması hakkının ilan ediyoruz. ..." der. Fidel, Latin Amerika ülkelerine Küba devriminin çizgisini duyurur ve Amerika kıtasındaki tüm ezilenleri mücadeleye çağırır. Fidel bunu yaparken sağcı hükümetleri eleştirmekten çekinmez, Küba devriminin Amerika halklarına örnek teşkil etmesine öncülük eder. Amerika kıtasındaki ezilenleri devrimci bir çizgiye taşımaya çalışır. Fidel, her fırsatta Küba devriminin Latin Amerika Halkları için de bir kurtuluş yolu olduğunu vurgular. 1962 yılında ABD'nin Küba'dan kaçan karşı devrimcileri örgütleme girişimlerine de yanıt vermek amacıyla 2. Havana deklarasyonu ilan edilir. Bu deklarasyonda Küba devriminin Marksizm-Leninizmin ilkelerine dayandığı, bunun yanında da Küba'nın Latin Amerika'ya bakışı netlik kazanır. Bu deklarasyonda "Küba'nın tarihi Latin Amerika'nın tarihi, emperyalizme karşı mücadele eden ülkelerin, halkların tarihidir" denir. Fidel bu deklarasyonda "bir devrimcinin görevi devrim yapmaktır" derken, Latin Amerika ülkelerinin devrimcilerini devrim için, emperyalizme karşı savaşmaya çağırır. Fidel, 1963 yılında Havana'da bir araya gelen Amerika kıtası kadınlarına Küba kadınları ile Amerika kıtasındaki kadınlar arasındaki farkı şöyle anlatır: "Kübalı kadınlar devrim sayesinde birçok şeyi yapma olanağına sahip oldular. Sizler ise yapmak istediklerinizi elde etmek için öncelikle bu olanakları yaratmak durumundasınız". Fidel, 1966 yılında yaptığı konuşmaların birinde ise Latin Amerika ülkelerinde devrim için Küba'dan daha iyi koşulların var olduğunu belirtir. Fidel'e göre davaya derinden bağlı, teoriyi bilen ve onu olgularla bağlantılı olarak yorumlayabilen inançlı devrimcilerin sayısı azdır ve Latin Amerika ülkelerinin barışçıl yollar ile iktidar değişikliği gerçekleştirmeleri olası değildir. 1967'de Latin Amerika Dayanışma Örgütü'nde (OLAS) yaptığı konuşmada bunu vurgular. Küba, Latin Amerika ülkelerinin sağcı hükümetleri ile mücadele ederken bölgedeki devrimci, ilerici hareketler ile de dayanışma içine girer. Şili'de Allende hükümetine tam destek verir, hükümetin belli politikalarına onay vermese de, ülkede ortaya çıkan devrimci iradeye saygı duyar ve Allende'nin barışçıl yollar ile iktidarı elinde tutamayacağını düşünür. ABD'nin darbe politikasını yeniden tekrarlayacağını öngörür ve ordunun Allende denetiminde olmamasını bir tehlike olarak görür. Allende ordu tarafından öldürüldüğünde sonuna kadar Fidel yoldaş onunla birliktedir. Allende Fidel'in ona hediye ettiği silah ile savaşmış, yoldaşı Fidel'den savaşmayı öğrenmiştir. Küba Nikaragua devrimine, Sandinistler'e destek vermekten de çekinmez Kübalı devrimciler onlarla birlikte savaşır. Fidel'in Küba'sı böyle bir ülkedir; bağımsızlık mücadelesi yürütenlerle dayanışmayı, onlarla birlikte savaşmayı bilir. 1980'li yıllara gelindiğinde Küba devriminin elde ettiği sosyo-ekonomik ilerlemeler Latin Amerika ülkelerinin çok üstündedir. Hatta ortaya tamamıyla tezat bir tablo çıkmıştır. Küba, ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarının yolunun siyasi bağımsızlıktan geçtiğini kanıtlamıştır. Küba Latin Amerika'da en düşük bebek ölümü, en yüksek okuma-yazma oranı gibi beşeri kalkınma oranlarında örnek bir ülkedir. Latin Amerika ülkelerinin birçoğu ise sağcı hükümetlerin ABD emperyalizmi ile işbirliği sayesinde borç yükü altında ezilmekte, yoksulluk ve cehalet ile boğuşmakta, neo-liberalizme teslim olarak yoluna devam etmektedir. Fidel 1988 yılında Latin Amerikalı gazeteciler ile yaptığı bir sohbette "Daha birleşik bir Latin Amerika için çalışmalıyız", der. Latin Amerika halklarının ortak mücadele tarihine değinir. Fidel, Latin Amerika ülkelerinin emperyalizmin politikaları karşısında belli bir stratejiye sahip olmadığını ve kendi aralarında entegrasyonu hedeflemeleri gerektiğini belirtir. Fidel Latin Amerika'nın entegrasyonunu 80'li yılların ortasında öngörmüştür. 1999 yılında Caracas'ta yaptığı bir konuşmada Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasına karşı Brezilya'nın Mercosur girişiminin desteklenmesi gerektiğini belirtir. O yıllarda Fidel, Marti ve Bolivar'ın mücadelesini Latin Amerika halklarının örnek alması gerektiğini hatırlatır; bu mücadele geleneğine öncülük eden bir lider olarak ALBA'nın (Amerika için Bolivarcı Alternatif) mimarı olur. Venezuela ile Küba arasında gerçekleşen işbirliği ise Amerika Serbest Ticaret Anlaşmasına karşı halkların anlaşması ALBA'nın farklı bir alternatif olarak görülmesine yol açmıştır. ALBA Küba ve Venezuela ve sonrasında Bolivya arasında sağlanan dayanışmanın ötesinde neo-liberalizme ve emperyalizme karşı halkların çıkarlarını savunan bir işbirliğinin, bir çıkar gözetmeksizin ülkelerin zenginliklerini paylaşabileceklerinin mümkün olduğunu gösteriyor. Chavez, "petrol ile inek ikame etmeyi", "Ülkeler arasındaki dayanışma budur" diyerek özetliyor. ALBA ile birlikte Küba sosyalizmi ablukanın etkilerine daha güçlü bir şekilde direnebiliyor. Venezuela'da Chavez öncülüğünde gelişen Bolivarcı devrim ise bugün Küba devrimini örnek alarak yolunda ilerliyor. Fidel, Chavez'e ve Bolivarcı devrime Chavez iktidara gelmeden önce destek vermeye başlar. Chavez'e yönelik darbe girişiminin engellenmesinde Fidel'in rolü çok büyüktür. ‘Fidel ile 100 saat' kitabının yazarı Ignacio Ramonet Fidel ile yaptığı söyleşide Fidel'in Chavez'i arayarak. "...Kendini öldürme Hugo. Tek başına olan Allende'nin yaptığını yapma. Ordunun çoğunluğu senin arkanda. Vazgeçme. İstifa etme." dediğini belirtir. Daha sonra Fidel, Küba Dışişleri Bakanı Felipe Perez Roque'e Chavez'i kurtarmak üzere Caracas'a uçmasını emreder ve Chavez yanlısı bir general ile bağlantı kurarak ona Chavez'in istifa etmediğini bütün dünyanın bildiğini söyler ve generalden Chavez'i kurtarmak için asker göndermesini ister. Chavez'in 48 saatin ardından yeniden göreve geliş sürecini Fidel birebir takip eder ve deneyimleri ile yönlendirir. Bugün Venezuela'da, Bolivya'da ve diğer Latin Amerika ülkelerinde Kübalı doktorlar ve öğretmenler görev alıyor ve devrimin ilerlemesine bizzat katkı sunuyorlar. Yes yo puedo (yapabilirim)! okuma yazma programı Küba devriminin ilk yıllarındaki okuma-yazma seferberliğinin bugüne mirası. Küba'da kurulan Latin Amerika Tıp Okulu ise özel dönemin ardından geliştirilen bir proje ve şu anda Amerika kıtasının yoksul çocuklarından 12 bini burada eğitim görüyor. 1960 yılında 1. Havana Bildirgesini okuyan Fidel, Amerika'da ezilenlerin sağlıklı bir yaşam hakkından bahsetmiş ve bunların devrim ile gerçekleşebileceğini vurgulamıştı. Bugün ise Küba devrimi halkına sağlıklı bir yaşam vermenin ötesinde, kıtaya, insanlığa karşı sorumluluklarını yerine getiren bir ülke konumunda. ABD’nin Küba devrimine ve Fidel’e bakışı Fidel’e karşı planlanan sayısız suikast, Fidel’in kişiliğine yönelik karalamalar, kısacası Fidel’in şahsına odaklanan bir dizi senaryo, ABD emperyalizminin Küba devrimini etkisiz kılma girişimleri olarak karşımıza çıkıyor. Diğer yandan emperyalistler için komünizme saldırma noktasında Fidel bir kült olarak algılanıyor. ABD emperyalizmi Küba devrimini engelleme yollarından biri olarak Fidel’i ortadan kaldırmayı seçti, Fidel ile Küba devrimini özdeşleştirerek, aslında Küba halkının devrime onay veren iradesini yok saymayı tercih etti. Bu düşünce aynı zamanda Küba devriminin sadece kişilere bağlı olarak gerçekleştiği varsayımına dayanmakta; karşı devrimcilerin siyasi sığlığını ortaya koymakta. ABD emperyalizmi ve karşı devrimciler sahip oldukları olanakları 47 yıl boyunca Küba’ya ve Fidel’e saldırma doğrultusunda kullandılar. Özellikle sosyalist blokun dağılmasının ardından Fidel üzerinden sosyalizmi yargılama girişimleri arttı. Bir Demokrat Parti senatörüne göre Fidel, göreve gelen tüm ABD devlet başkanlarının en büyük takıntısı oldu. Dünya kapitalizminin devi ABD’nin başkanlarına, ABD’nin 90 mil uzaklığında “bu küçük” ülkenin lideri bugün de zor anlar yaşatmaya devam ediyor. Fidel ABD emperyalizmine birçok şeyi hatırlatıyor; onu 47 yıldır çaresizlik ile yüzleştirmeye devam ediyor. Küba sosyalizminin engellenemediğini, yoluna devam ettiğini, ABD’ye karşı başkaldırının ve kararlı mücadelenin sonunda zaferle sonuçlanabileceğini, bir ülkenin büyüklüğü ne olursa olsun onurlu bir halkın, eşitlik ve adalet isteyen bir halkın her zaman için dünyada saygın bir yere sahip olabileceğini hatırlatıyor. Küba ABD emperyalizmini yargılıyor. ABD emperyalizminin Fidel ve Küba’daki devrimci hareket ile kurduğu ilişki devrim öncesi yıllara dayanıyor. Che’nin de deyimiyle devrimin ardından ABD hükümeti gerçekten ilk başta Küba devriminin boyutlarını tam olarak algılayamadı, kestiremedi. ABD hükümeti o dönemde 26 Temmuz Hareketi’ni de -diğer siyasi öznelere yaptığı gibi- yakından izlerken bu hareketin temsilcilerinin ne yapmaya çalıştığına dair bir netliğe sahip olamamıştı. Batista döneminde ABD Küba’yı bir arka bahçe olarak kullanırken, aynı zamanda kendi emirlerine itaat eden siyasetlere alan açarak yoluna devam etti. ABD emperyalizmi için arka bahçe Küba’da ve Latin Amerika’da yükselen ABD karşıtı sesler ise ne pahasına olursa olsun kesilmeye çalışıldı. CIA’nın kanlı tarihi ve ABD emperyalizminin planları hep bu doğrultuda yapılandırıldı. “Arka bahçe”nin sosyalizme yakınlaşması, ABD emperyalizmini tehdit eden bir unsurdu. Küba’da yükselen bağımsızlık mücadelesine karşı Batista diktatörlüğünü kullanma ya da bağımsızlık mücadelesi yürüten hareketlere CIA aracılığıyla sızma girişimlerinde bulunuldu. O dönemde ABD hükümeti Küba’da Batista sonrası dönemin bir şekilde kaçınılmaz olduğunu görmekteydi; ancak bunun hangi siyasi özne ile gerçekleştirileceğine dair bir netliğe sahip değildi. Dolayısıyla Küba’daki siyasi öznelere karşı şöyle bir politika izledi: CIA aracılığıyla bu hareketlere sızma ve diğer yandan bu siyasi özneler ile elçilik aracılığıyla temas halinde olma. Fidel ve arkadaşlarının Moncada kışlası baskınının ardından yargılanmaları, aftan sonra Meksika’ya gitmeleri, Meksika yılları ve de Granma yatı ile Sierra Maestra’ya çıkışları CIA tarafından yakından izlendi; bir yandan da 26 Temmuz Hareketinin temsilcilerinin ne yapmaya çalıştığı anlamaya çalışıldı. Fidel ve arkadaşlarının olası bir tehlike oluşturup oluşturmadığı ve olası bir tehlikeye karşı bir an önce ortadan kaldırılmaları gerektiği düşüncesi her zaman gündemde oldu. Ancak ABD için bu iki görüşten biri ağırlık kazanmadı ve sürece bu iki olasılık göz önünde tutularak bakıldı. ABD, Fidel ve arkadaşlarına Batista’ya karşı ortak hareket etmeyi teklif etmeyi dahi gündemine alırken, Batista’ya da silah yardımı yapmaktan geri kalmadı. Granma ile Sierra Maestra’ya çıkış sırasında Fidel ve arkadaşlarına yönelik olarak gerçekleştirilen saldırıda ABD istihbaratının da parmağı vardır. Batista yönetimi Fidel ve arkadaşlarının karaya çıkış noktasını önceden öğrenmişti. Bu saldırıdan Fidel ile birlikte çok az sayıda kişi kurtulmuştur. Batista, Fidel’in öldüğü haberinin yayılması ile Küba’da Batista’ ya karşı yükselen seslerin önüne geçilebileceğini düşünmüştür. Böylelikle 26 Temmuz Hareketi’ne halkın verdiği destek zayıflatılacak, bu hareketin etkisizleştirildiği kanısı yayılacaktı. ABD’li gazeteci Herbert Mathews’in Sierra Maestra’ya gizlice gelerek Fidel ve arkadaşlarının hayatta olduklarını ve de savaştıklarını belgelemesi ise istihbarat birimlerinin hanesine yenilgi olarak geçmiştir. Fidel, Sierra Maestra’da yalnızca Küba halkına değil, özellikle ABD kamuoyuna seslenmeye devrimin geleceği açısından önem atfetmiştir. Fidel, böyle bir kamuoyunun devrime güç vereceğini düşünüyor, aynı zamanda öldüğü haberlerine meydan okuyordu. Fidel’in gazeteciyle yaptığı bu görüşmenin ardından ABD’nin Sierra Maestra çıkartmasını engelleyemediği ortaya çıkıyor, Fidel ve arkadaşlarını dünya kamuoyu tanıyor ve de Küba dağlarında ve şehirlerinde bir devrim mücadelesinin veriliyor olduğundan haberdar oluyorlardı. İşte Fidel böyle bir öngörüye sahipti. ABD emperyalizmine karşı yürütülen mücadelede ABD kamuoyunu hatta dünya kamuoyunu bilgilendirmek gerekiyordu, haklıdan yana olabilecek herkese ulaşmak devrimi güçlendirecekti. Mathews, The New York Times’ da yayınlanan “Küba gençliğinin isyancı lideri Fidel Castro yaşıyor” adlı makalesinde Fidel’i dünyaya cesur, idealist ve güçlü kişiliği olan biri olarak tanıtıyordu. Mathews, Fidel’in gözlerindeki kararlılığı okuyor ve devrim için savaşmaya hazır olduklarını dünyaya duyuruyordu. 1959’a kadar geçen süre zarfında CIA’nın şehirlerde ve Sierra Maestra’da boş durmadığı biliniyor. Buna rağmen Fidel ve arkadaşlarını ayakta tutan en büyük güç kırda mücadeleye campensionlar ile birlikte devam etmeleri ve şehirlerde örgütlenen 26 Temmuz Hareketi olmuştur. Küba’nın bağımsızlığını isteyenler Fidel ve arkadaşlarına güvendiler ve onlar ile birlikte yürüme kararlılığını gösterdiler. Sierra Maestra’da Fidel ve arkadaşları yalnızca Batista’nın askerleri ile savaşmadı; aynı zamanda başlarına yağan ABD bombalarını göğüslemek durumunda kaldılar. Şehirlerde ise 26 Temmuz Hareketi’nin üyeleri sürekli takip edildi; öldürülme girişimleri ve bu harekete sızma girişimleri ile yüz yüze kaldı. Buna rağmen devrim yenilgiye uğratılamadı. ABD istihbaratı örgütlü bir halk ve “bir avuç gerilla” karşısında çaresiz kaldı. Fidel’i teslim almak mümkün mü? 1959 devriminin ardından Batista ülkeyi terk etmek durumunda kalmıştı. ABD bu süreci Küba’da oluşan yeni liderlik ile ne kadar yakın ilişkiler kurabileceğini araştırarak aşmaya çalıştı. Küba’nın yeni liderinin diğerleri gibi teslim alınması mümkün olabilir miydi? Nisan 1959’da Gazete Editörleri Cemiyeti’nin daveti üzerine Fidel ABD’ye bir ziyaret gerçekleştirdi. Bu ziyaretin ardından Nixon, Fidel Castro için “ya komünizm konusunda akıl almaz derecede saf, ya da tamamıyla komünizmin etkisi altında, ABD karşıtı tavrının iyileşmesi imkansız” demiştir. Bu ziyaretin ardından Fidel’in teslim alınamayacağını kavrayan ABD yetkilileri Küba’ya yönelik yaptırımları artırdı. Halkın teslim alınması ve devrimin içten çökertilmesi hedeflenmişti. Fidel’in yaşamına son verilmesi ise her koşulda gündemde olmaya devam etti. ABD artık Fidel’in ABD karşıtı çizgisine daha yakından tanıklık ederken, Sovyetler Birliği ile dayanışmasını ABD emperyalizmi açısından ciddi bir tehdit olarak saptamıştı. ABD’nin burnunun dibinde olan bir ülkenin sosyalizm yolunu tercih etmesi emperyalistler için ideolojik bir yenilgiye işaret ederken, Sovyetler Birliği karşısında kaybedilen bir mevzi olarak algılanmıştır. Küba’nın diğer Latin Amerika ülkelerine örnek teşkil etmesinden endişe duyulmaktaydı. 1960’lı yıllarda Küba’dan bağımsız olarak ABD emperyalizmi sosyalist bloka karşı saldırıya geçmiştir. Sovyetler Birliği ile dayanışma içinde olan ülkeler Sovyet uydusu olarak tanımlanmakta, komünizmi ise dünyayı tehdit eden bir kötülük olarak tanımlama propagandası sürdürülmektedir. Bu noktada Küba, Amerika kıtasında kaybedilen bir mevzidir. Teslim alamaz isek öldürürüz …. 17 Mart 1960’da Başkan Eisenhower Castro’yu devirmek için bir yıl öncesinden yapılan gizli planının başlamasına onay verdi. Bu planın ardından ABD hükümeti CIA’ya, “Castro kardeşlere” ve Che Guevera’ya yönelik suikast düzenlemeleri için mafya ile işbirliği yapma yetkisi verdi. Küba devriminin ardından adayı terk eden Batista yanlıları ve de devrim karşıtları ABD için önemli bir silahtı. ABD hükümetleri her zaman için Miami’de odaklanan bu kesimler ile işbirliği içindeydi ve bu işbirliği sadece CIA temsilcileri tarafından değil, bizzat senatörler tarafından yürütülmekte; hatta bu kesimler Beyaz Saray’a senatör olarak seçilmekteydi. Fidel bu süreçte Küba devriminin bağımsızlığı için kamulaştırmanın gerekliliğini öne çıkarmış ve ABD’li şirketlerin faaliyetlerine son verdi. ABD buna abluka ile yanıt verirken, abluka kararı ile Küba devriminin sosyalizme yakınlaştığı gerçeğini kabul etmek zorunda kaldı. Küba halkına yönelik CIA tarafından işlenen sayısız cinayet, sabotaj girişimleri bu süreçte artmıştır. Okuma-yazma seferberliğini yürüten tugaylardan, devrime destek veren köylülere kadar herkes karşı devrimcilerin hedefiydi. Küba’ya yardım elini uzatanlar da cezalandırıldı. Bunların başında 1960 yılında Belçika’dan silah taşıyan Fransız bandırmalı La Coubre gemisine karşı yapılan ve 75 kişinin ölümüne yol açan sabotaj gelmektedir. Fidel BM toplantısına katılmak için 1960 yılında ABD’yi bir kez daha ziyaret etti. Bu ziyaret öncesinde Fidel’in yakın dostlarına “CIA başında olsa idim denizden bu uçağı vurdurur, sonra da kaza süsü verdirirdim” demişti. Fidel bu açıklaması ile CIA’nin böyle bir zan altında kalmasını engellemiş ve CIA ile dalga geçmeyi ihmal etmemiştir! Fidel bu ABD ziyaretinde Harlem’de zencilerin yaşadığı bölgede kaldı ve onlarla temas kurdu. Bu, Fidel’i ABD kamuoyunda farklı bir noktaya oturttu. Bir devlet başkanı, ABD başkanlarının hiç uğramadığı ya da uğramaya cesaret edemediği en yoksul sokaklarda gezmiş, halk ile temas kurmuştu. Komünizme karşı saldırının en yoğun olduğu bu yıllarda Fidel haksızlığa uğrayanların, yoksulların yanında olduğunu göstermiş ve aslında bunun mücadelesini verdiklerini anlatmıştı. Fidel budur aslında, zencilerin, ezilenlerin dostudur. Fidel, Küba devriminin de böyle bir devrim olduğunu anlattı bir kez daha. Paralı ordu ile işgal denemesi… CIA, 1961 yılında Batista döneminin zenginleri, toprak ağaları ve devrim karşıtlarından oluşan bir grubu Küba’nın Escramby dağlarında eğiterek ABD’nin Guatemala’dakine benzer bir zafer elde edeceğini düşündü. CIA, bu paralı askerler, 2506 Tugayı, aracılığıyla Küba’da iktidarı ele geçirmeyi planlamaktaydı. Kennedy hükümeti bu plana onay verdi ve Domuzlar Körfezi’ne bir çıkartma yapıldı. Küba halkı 72 saat süren direnişin ardından bu saldırıyı geri püskürttü. Fidel ordunun başındaydı ve bizzat savaştı. Aynı zamanda halkına seslendi: “Ya vatan ya ölüm”… Fidel Küba devriminin hiçbir şekilde kesintiye uğramayacağını ve halkın desteğini alarak ilerlediklerini duyurdu. O tarihten bu yana “ya vatan ya ölüm” sözleri Küba devriminin en temel ilkesi haline geldi. Bu tarih, ABD için büyük bir yenilgidir. Hatta ABD’nin daha sonra Küba’ya yönelik bir silahlı saldırı gerçekleştirmemesinde bu yenilginin caydırıcı etkisi büyüktür. Bu tarihten sonra ABD yönetimleri bir kez daha bir işgal denemesine cesaret edemedi. Bunun yerine Fidel’e yönelik suikast girişimleri, Küba halkına yönelik terörist eylemler ile Küba’yı “Sovyet uydusu” olarak gösterme girişimleri ön plana çıktı. 1963’te ABD ile SSCB arasında ortaya çıkan füze krizi ABD’nin Küba’yı bir Sovyet uydusu olarak tanımlama, diğer yandan Sovyetler Birliği’nin bölgedeki etkinliğini zayıflatma girişimiydi. Küba bu süreçte yürüttüğü diplomasi ile kendini savunma hakkını gerekirse SSCB’nin de yardımı ile kullanabileceğini kamuoyuna duyurdu. 1961 Domuzlar Körfezi işgali ile 1963 füze krizinin ardından ABD Küba’yı uluslararası kamuoyunda karalama girişimlerine devam etti. Küba’yı yalnızlaştırma, Küba’yı Sovyet uydusu olarak gösterme, Küba lideri Fidel Castro’yu bir diktatör olarak tanımlama ve Küba devriminin “yolunda gitmediğine” dair haberler sızdırma yollarını denedi. Miami mafyası bu başlıklarda önemli roller üstlendi. Miami mafyasını kullanarak devrim karşıtı propagandalar gündeme getirildi. Latin Amerika ülkelerinde o yıllarda CIA tarafından gerçekleştirilen birtakım eylemler Küba’nın üzerine atılmaya çalışıldı. 1967 yılında Venezuela hükümetinin eski bir görevlisinin ölümü üzerine ABD basını ve dönemin Venezuela hükümeti Küba’yı sorumlu tuttu. Fidel bu olaya “Devrim için savaşmayana komünist denmez” diyerek yanıt verdi ve komünistlerin, devrimcilerin görevlerinin neler olduğunu hatırlattı. “Bu yarıkürede herhangi bir diğer rejimden daha çok komünist öldüren bir rejimle asla yeni ilişkiler kurmayacağız” dedi. Yeni yöntemler… Özel dönemde Küba’ya yönelik abluka yaptırımlarını artıran ABD, Küba halkının teslim alınacağını düşünüyordu. 1992 ve 1994’te yürürlüğe giren yeni abluka yasaları bizzat Miami mafyasına bağlı senatörler tarafından hazırlandı. 1985 yılında yayına başlayan ve Miami mafyası tarafından finanse edilen Radyo Marti her gün Küba devrimine ve Fidel’e saldırmaya devam etmekte ve Küba’nın radyo dalgalarını sabote etmektedir. Özel dönemde Küba halkının adayı terk edeceğini düşünenler, bunda da yanıldılar. Yine Miami mafyası desteği ile bir ABD politikası olarak kişilerin Küba’dan Florida’ya yasadışı yollardan “göç” etmesi teşvik edildi. Lastik botlar ile kaçan Kübalılar’a ait görüntülere sıkça rastlandı; “diktatörün ülkesini terk edenler” şeklinde manşetler atıldı. Bu girişimlerin bir kısmı Miami mafyasının desteği ile gerçekleştirildi, bir kısmı ise karşı propagandaya ikna olanların kendiliğinden eylemi oldu. ABD’li yönetmen Oliver Stone’un Fidel ile ilgili hazırladığı belgesellerde bu gerçek gözler önüne serilmektedir. Fidel, kaçma girişimleri başarısızlıkla sonuçlanan kişiler ile sohbet eder, onları anlamaya çalışır, yargılamaz, sadece olayların arka planında yatan gerçekleri ortaya çıkarmaya çalışır. “Lastik botlar ile ülkelerini terk edenler” söylemi Elian olayı ile farklı bir boyut kazandı. 1999 Kasımı’nda 6 yaşındaki Elian’ın annesi ile birlikte Florida’ya kaçma girişimi, bu sırada annesinin yaşamını yitirmesi, Miami’de karşı devrimci akrabalarına teslim edilmesi ve bunun karşısında Elian’ın Küba’ya dönmesi için yürütülen mücadele, ABD kamuoyunun ikiye ayrılması, Elian’ın evine dönüşü. Elian olayı özel dönemin ardından Küba devriminin ayakta durduğunun kanıtı ve yine ABD’deki karşı devrimci siyasetin yenilgisidir. Fidel bu olayı tüm ayrıntıları ile takip etmiş ve Elian’ın Küba’da kalan ailesi ile birlikte onların bir “yoldaşı” olarak mücadele etmiştir. CIA’nın iki figürü yeniden sahnede… CIA’nın Latin Amerika’daki kanlı tarihinin iki önemli figürü Orlando Bosch ve Posoda Carriles Küba devrimine yönelik birçok eylemin bizzat yönlendiricisi olarak görev yaptılar. 1976’da Barbados’ta Küba uçağının düşürülmesinde bizzat rol oynayan Posoda Carriles 1990 yılında Küba’da turistik tesislere yönelik bir bombalama eylemi gerçekleştirdi. Ancak Küba ekonomisini baltalama ve Küba’nın güvensiz bir ülke olduğu görüşünü yayma girişimleri başarıya ulaşamadı. 2000 yılında Fidel’in Panama ziyareti sırasında Orlando Bosch tarafından gerçekleştirilen bir suikast girişimi Küba gizli servisi tarafından engellendi. Orlando Bosch ise yakalandıktan kısa bir süre sonra tahliye edildi. Bu iki figürün eylemliliklerini belgeleme konusunda Küba kararlılığını hiç yitirmedi. Bugün ABD hapishanelerinde haksız yere tutsak edilen 5 Kübalı Miami’de bu faaliyetleri belgelemeye çalışıyorlardı. 1998 yılından beri hapishanede tutulan 5 Kübalı yurtsever, yaşamları pahasına Küba’ya yönelik karşı devrimci faaliyetleri belgelemeye çalıştılar. 1998’den bu yana Kübalılar sokaklara, okullara 5 Kübalı yurtseverin adını bir gün “dönecekler” diyerek kazıdı. 2005’te ABD Çıkarları Ofisi önüne CIA eylemleri sonucunda öldürülen Kübalıları temsilen siyah bayraklar dikildi. Gençler bu bayrakların önünde nöbet tutuyorlar ve devrimi sürdüren bir neslin varlığını temsil ettiklerini gösteriyorlar. Kübalı muhalifler mi… 2000’li yıllara gelindiğinde Fidel’in cezalandırdığı Kübalı muhalifler ABD’nin yeni propaganda aracı oldu. 2003 yılında Küba’da karşı devrimci olarak suçlanan 75 kişi tutuklandı (aralarında uçak ve gemi kaçırma girişimlerinde bulunanlar da vardı). O tarihte dönemin Küba Türkiye Büyükelçisi Miguel Lamazares’in yaptığı açıklama ise Kübalı muhalif olgusunu gözler önüne seriyor: “Suçlanan 75 kişiden sadece 12 kişi üniversite mezunudur ve sadece 4 kişi gazetecilik mezunudur. Küba’ya ve Küba halkına karşı onursuzlukta bulunmuşlardır. Şöyle bir ülke düşünün; 237 tanesi dijital olmak üzere 548 farklı basın ve yayın kuruluşunda çalışan 2175 Kübalı gazeteci. Bu Küba basınıdır; bizim gazetecilerimiz, Miami Herald gazetesinde patronlarının onlara emrettiklerini yazan ve kendilerini demokrasi savaşçıları olarak gösteren paralı askerler ile karıştırılmamalıdır. Kanıtlanmış tüm olaylarda ABD hükümetinden ve ona bağlı konuşma özgürlüğü şampiyonu olarak gösterilen ama gerçekte imparatorluğun parayla tutulmuş ajanları olan kurum ve kuruluşlardan para ve yardım aldıkları ortadadır. Gelen fonları ve bunları kabul edenleri gördük. 2002 yılındaki durum şöyledir: * USAID (ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı) toplam 8.099.181 dolar yollamıştır; bunun amacı ise şöyle açıklanmıştır: Küba'daki aktivistlerle dünya çapında dayanışmayı artırmak. Bu meblağdan 1.602.000 dolar hükümetten bağımsız gruplar kurulması için; 2.000.027 dolar kurumsal olmayan gazetecilere "seslenmek" için; 2.000.132 dolar Küba'daki geçiş dönemini planlamak için; 335.000 dolar bu programı uygulamaya geçirmek için ayrılmıştır. * “Özgür Küba İçin Merkez” için 2.300.000 dolar. * “Yurt İçi Muhalifler Çalışma Grubu” için 250.000 dolar. * “Küba'da Geçiş İçin Program”, ABD hükümetinden “Özgürlük Evi” kanalıyla ülkemize karşı faaliyetleri için 1.325.000 dolar aldı. * “Muhalefet İçin Yardım Grubu”, Uluslararası Cumhuriyetçi Enstitü kurumundan 1.200.000 dolar yardım aldı. * "Kübanet" Miami kaynaklı Sibernet gazetesi 98 bin dolar aldı. * Görevi "Küba'daki uluslararası yatırımcıları yatırım yapmamaları için ikna etmek" olan “Uluslararası Dayanışma İçin Amerikan Merkezi” ABD hükümetinden 168.575 dolar aldı. Bu örnekler sözde Kübalı muhaliflerin maddi kaynaklarının nasıl ve nereden sağlandığının ispatıdır. Yukarıda adı geçen tüm kuruluşlar ABD'de ve özellikle Miami'de bulunmaktadır. Para Küba'ya diplomatik kuralları açıkça çiğneyerek Havana'daki ABD Çıkarları Ofisi aracılığıyla seyahat eden kişilerce getirilir. Tutuklananların evlerinde binlerce dolar bulunmuştur; bu insanlar yıllardır çalışmayan kişilerdir. Yalnız bir tanesinden 13.660 dolar çıkmıştır! İlginç bir şekilde tüm tutuklananların üzerinden sadece 1.200 Küba pesosu çıkmıştır; bu da "Küba'nın özgürlüğü için savaşım"ın ABD dolarına konvertibl olduğunun göstergesidir. Bizler Havana'daki ABD Çıkarları Ofisi'ne bağlı kişilere karşı, ABD'nin özel servislerine karşı davrandık, Küba kültürüne karşı değil. Küba'da olan gerçeklere karşıt olarak, geçen her gün emperyalist basın kanalıyla dezenformasyon tohumları ekmek isteyenlere, Küba Devrimi ile ilgili yanlış bilgi yayan paralı askerlere karşı harekete geçtik. Bizler ABD Ofisi'ne özgürce girme hakkı olan kişilere karşı harekete geçtik. Tüm dünya ABD elçilik binalarının güvenlik seviyesini bilir; bu baylar Havana'daki ABD binalarına sanki orada çalışan birer memur gibi girebilmektedirler. Bizler kendi halkı aleyhine çalışmak için para alan insanlara karşı hareket ettik, kimse kendi halkını kandıramaz”. ABD dış politikası uyarınca fon dağıtan ABD Uluslararası Kalkınma Ajansı (USAID), Küba Programı adı altında, rejiminin muhaliflerine 1997’den bu yana 20 milyon doların üzerinde para transfer etti. USAID, Küba programının demokrasiye geçiş içindeki müttefiklere ve ülkelere mali destek sunarak ABD'nin ekonomik ve politik çıkarlarını desteklemek üzere kurulan Ekonomik Destek Vakfı kanalıyla fonlandığını duyurdu. USAID’in fonladığı kurumların başında Küba’da sistematik olarak sürdürüldüğü iddia edilen insan hakları ihlallerini rapor ederek bunlara karşı mücadele eden Sivil Toplum Örgütleri geliyordu. USAID “insan hakları savunucuları” dışında, “bağımsız” sendikaların kurulması, gazetecilik faaliyetleri, serbest piyasa ekonomisinin geliştirilmesi için yapılan faaliyetlere de kaynak aktardığını duyurdu. Bütçesinin büyük bir bölümü ABD Kongresi tarafından sağlanan ve CIA ile ABD Dışişleri tarafından yönlendirilen NED (National Endowment of Democracy ) örgütü ise web sitesinde doğrudan CCDH’a (Küba İnsan hakları Komisyonu, Küba’da faaliyet yürüten bir sivil toplum örgütü) mali destek sağladığını, ödenen paranın miktarını ilan etti. NED’in yakın geçmişi Küba’nın ne kadar büyük bir tehdit ile karşı karşıya olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Küba’da “insan hakları ve demokrasinin gelişmesi” için CCDH’ı besleyen NED adını Gürcistan’daki Amerikancı sivil darbe ve Venezüella’da Chavez’e yönelik darbe girişimleriyle beraber daha çok duyurdu. NED'in kurucularından olan Allen Weinstein "Bugün bizim yaptıklarımızın çoğu, bir zamanlar CIA tarafından örtülü biçimde yapılmıştı" demektedir. ABD’den bir aydın, James Petras 1 Mayıs 2003’de yayınlanan bir yazısında insan hakları ve ihlalleri başlığında Küba’yı hedef tahtası yapan aydınlara, “herhangi bir değerlendirme yapmadan önce Nazi Almanyası’ndan bu yana görülmüş en vahşi emperyal rejimin hedef listesinin başında yer alan bir ülkede yaşamanın nasıl bir şey olduğunu düşünmelerini” tavsiye etmiş ve “kendisini ABD'nin pençelerine karşı savunmak için mücadele ederek yaşayan kahraman bir devrimin varlığını hatırlama ve kendinden menkul deklarasyonlarımızı alçak gönüllükle bir kenara bırakarak, o devrimi savunma ve 1 Mayıs'ı önderleri Fidel Castro ile birlikte kutlayan 1 milyon Kübalı’ya katılma zamanımız gelmedi mi?” diye sormuştu. ABD’den bir saçmalık daha : Forbes zengini Fidel Forbes dergisinin Fidel’i dünyanın en büyük zenginleri arasında göstermesi ise Kübalılar’ı sadece güldürmüş müdür? Fidel, “Bana ait bir dolarım olduğu ispatlansın, hemen istifa ederim”, açıklamasını yaparken, Kübalı siyasetçiler ise kapitalizme hizmet eden bir derginin zenginlik anlayışını yerden yere vurdular. Küba, Forbes dergisinin nicel olarak hesaplayamayacağı çok büyük bir zenginliğin -Küba devrimi ile birlikte gelişen yeni insan, ve bu yeni insanın ahlaki değerleri- varlığına işaret etti. Dergi, Küba halkına ve devletine ait olan varlıkların tümünü Fidel’e aitmiş gibi göstererek kamulaştırma ve merkezi planlamadan ne anladığını gösteriyordu. Fidel’in sağlığı ….Fidel’in yaşı Fidel’in yakın korumalarından Fabian Escalente’nin yaptığı açıklamaya göre CIA’nın 1959’dan bu yana Fidel’i öldürme girişiminin sayısı 638. Fidel’in ameliyat haberlerinin ardından BBC’de yayınlanan bu yorum karşı devrimcilerin Fidel korkusunu gözler önüne seriyor. Patlayan purolar, Fidel’in yemeğine, sakalına, giysisine zehir karıştırma girişimleri… Diğer yandan Küba halkına yönelik sayısız saldırı… Biyolojik savaş, şeker kamışı tarlalarının ABD uçakları tarafından bombalanması, düşürülen uçaklar, kaçırılan uçaklar ve gemiler ve öldürülen sayısız Kübalı… CIA tarafından organize edilen bu eylemler karşısında Küba halkı direnmeye devam ediyor, direnmenin ötesinde CIA ve ABD emperyalizmi ile hesaplaşıyor. Fidel ise kendi yaşamının devrim için küçük bir maliyet olduğunu daha devrimin ilk yıllarında söyleyerek halkına devrimin esas olduğunu anlatan bir lider. Küba halkı da devrime bu bilinçle sahip çıkıyor. Son yıllarda Fidel’in sağlığı üzerinden geleceğe yönelik planlar yapmaları emperyalistlerin Küba devrimi karşısındaki çaresizliğinden başka bir şey değil midir? Fidel’in Parkinson hastalığına dair CIA kaynaklı haber ise ABD’nin saldırganlığının basitliğinden başka ne olabilir? Fidel’in artık yaşlı olduğu vurgusuna son 10 yılda yayınlanan Küba karşıtı kitaplarda ya da yazılarda rastlamak mümkün. Hatta Fidel’in yaşlı olduğunu göstermek için daha yakın kamera çekimleri, Fidel’in düştüğü görüntülere sıkça yer veriliyor. Fidel’den sonrası ve Fidel’in sağlığı üzerine yoğunlaşan karşı propaganda bir gün mutlaka bir sonun olduğuna vurgu yapıyor. 2001 yılında Fidel bir konuşma sırasında bayılır ve bu tarihten sonra Fidel’in sağlığı daha tartışılır hale gelir. Fidel bu konuşma sırasında genç yoldaşları ile birliktedir ve onların yardımı ile ayağa kalkar. 2004’te yaptığı bir konuşma öncesinde düşer, o sırada da genç yoldaşları Fidel’in yanındadır ve yardıma koşarlar. Burjuva medyası Fidel’in düştüğü görüntüleri tekrarlayarak kullanır, Fidel’in düşmesi onlar için sosyalizmin düşmesi anlamına gelmektedir ve ilk kez Fidel “güçsüz” bir konumda yakalanmıştır. Oysaki Küba halkının gözleri önünde gerçekleşen her iki olaya, Kübalılar devrimi sürdürecek gençleri de görerek yaklaşır. Fidel sonrası Küba devrimi nasıl ilerleyecek? 2003 yılında Beyaz Saray ABD’de faaliyet yürüten karşı devrimciler yardımı ile Küba sonrası döneme ait bir rapor hazırladı. Fidel’den sonra Küba’da demokrasiye geçişin koşullarını özetleyen karşı devrimciler ilk kez Küba’ya yönelik planlarını sistematik bir şekilde açıklıyorlardı. 2006 Temmuz ayında ise bu rapor genişletilerek tekrar gündeme getirildi. Bu kez rapor Kübalılar’a nasıl yardım edileceğini, özgür Küba’ya geçiş için yürütülecek olan stratejileri (diplomatik ve silahlı saldırı) de ayrıntılı bir şekilde içeriyor. Küba Ulusal Meclis Başkanı Alarcon bu raporu sert bir dille eleştirirken Fidel 26 Temmuz 2006 Moncada kışlası baskının yıldönümünde yaptığı konuşmada Kübalılar’ın 40 milyon ABD’linin sahip olmadığı çok fazla şeye sahip olduğunu vurguladı. ABD toplumunun sosyal güvenlikten yoksun bir yaşama mahkum olduğunu ve ABD demokrasinin Irak’ta yaptıklarını hatırlattı. KKP ise özel döneme benzer bir şekilde parti içindeki görevleri olası bir silahlı saldırıyı da öngörerek yeniden yapılandırdı ve ABD’ye oldukça net bir yanıtı verdi “hazırız”. Fidel sonrası döneme ABD emperyalizmi hazırlanıyor elbette; ancak başta Fidel’in kendisi ve KKP de bu sürece şimdiden hazırlandığının işaretlerini veriyor. 17 Kasım 2005’te Fidel Havana Üniversitesi öğrencilerine yaptığı konuşmada, “Onların silahları, bizlerin ise fikirleri var ve biz fikirlerimiz ile savaşmaya devam edeceğiz”, dedi. Fidel onlar gibi genç olduğu yıllara geri döndü ve nasıl bir devrimci olduğunu anlattı. Bu konuşmada, Küba devrimine sahip çıkarken savunulacak ilkelerden bahsetti. Gençlik yıllarında Engels’in Tarihsel Materyalizm, Diyalektik Materyalizm kitabından nasıl etkilendiğini anlattı ve ilk kez bu konuşmasında “Bir gün ben de öleceğim”, diyerek, ölümün de yaşamın bir parçası olduğunu hatırlattı. Fidel bugün 80 yaşında… Yaşamının önemi bir bölümünü devrime adayan yoldaş Fidel kavga adamıdır kısacası. Tüm bunların kavgasını hayatı pahasına da olsa vermeye hazırdır her zaman. Dağda da, şehirde de… Balık tutarken de kavga adamıdır, beyzbol oynarken de. BM’de de, uluslararası toplantılarda da. Fidel bu toplantılarda yaptığı konuşmalarda devrimci siyasetini farklı bir zarafet ile gözler önüne serer. Kavgasına sahip çıktığını, çıkacağını ve bundan taviz vermeyeceğini anlatır ve gösterir. Fidel’i diğer siyasetçilerden, liderlerden ayıran da budur. Fidel Küba devrimine öncülük edenlerden biridir sadece. Küba devrimi Fidel ve arkadaşlarının, 26 Temmuz Hareketi’nin öncülüğünde gerçekleşti. Haksızlığa başkaldıran bu gençler bağımsızlıkları için mücadele etme iradesini ortaya koydular. Devrim istediler. Küba halkını devrime örgütlediler… Küba devrimi bu gençlerin elinde yükseldi ve bu dirilikte her zorlu süreçte yeni açılımlar yaparak ve daha devrimci olarak yoluna devam ediyor. Şüphesiz Fidel’in buradaki rolü çok büyük. Jean Paul Sartre “Fidel’i anlayabilmek için onun devrimci ateşini sonuna kadar açmak, yaşanmış tecrübelere geri dönmeksizin yeni olan her şeyi bir bir aydınlatmak gerekir sanıyorum”, der. Fidel Küba devrimi için de her dönemde farklı açılımlar geliştirmesini bildi, öngörülerine güvendi. Özellikle ABD emperyalizmini çok iyi tanıdı ve tanıdığı için de buna karşı önlemler almayı başardı. Sosyalizmin ilkelerini iyi kavramıştı; gençlik yıllarında okuduğu Komünist Manifesto başucu kitabı oldu. Fransız Devrimi, Paris Komünü için savaşan komünarlar, Komünist Manifesto, Lenin’in kitapları, Marti, Gomez ve Antonio Mella ve kendisinin tanımıyla emperyalizme karşı başkaldırı için birçok sebep. Moncada kışlası baskını sırasında Fidel, bu fikirleri taşıyordu ve bunların üzerine yenilerini ekleyerek ilerledi. Fidel halkını da çok iyi tanıdı. Halkını çok iyi tanıdığı için Küba Komünist Partisi’nin nasıl bir parti olması gerektiğini gayet iyi bildi. Marksizm-Leninizmin temellerini koruyan bir parti inşa etti. Aynı zamanda Fidel partide, Küba’da ve Latin Amerika’da, birliği inşa etti. Latin Amerika’yı Bolivar’dan, Marti’den ve de yakın dostu Marquez’den okudu, öğrendi ve anladı. Fidel Angola’nın tarihine, kültürüne vakıf biri olarak Angola’nın mücadelesine katkı sundu. Kübalı devrimciler Angola’da savaşırken o Angolalılar gibi de düşündü. Fidel yoldaş devrimin ilk yıllarında en yakın yoldaşlarını kaybetti. Che’nin ve Camilo’nun ardından kendisine yönelik suçlamaları göğüsleyerek Küba devrimi için çalışmaya devam etti, yılmadı. Fidel devrimin ilk yıllarından itibaren şuna vurgu yaptı: İktidar, devletin ve partinin liderliğinde belirlenmektedir. Önemli kararlar kolektif olarak alınmaktadır. Henüz KKP 1. Kongresi’nde (1975) kardeşi Raul Castro için ise şunu vurguladı: “Devrimin koşulları içinde kişilerin yönetim organlarına seçilmesini etkileyen asla dostluk ya da akrabalık ilişkileri değil, kişisel değerliliklerdir. Biz Kübalılar bunu biliyoruz ancak diğer ülkelerin de bunu kavraması gerekir.” Ve Fidel’in Kübalı işçilere sorduğu gibi, Komünist Parti bir işçi sınıfı olmaksızın ne yapardı? Bir komünist parti bir toplum olmaksızın ne yapardı? Ve bir devrimci, devrimci bir parti ve devrime destek veren bir halk olmasa ne yapardı? “Devrim mükemmelleştirilmesi gereken bir sanat eseridir, bir sanat eserinden çok daha fazlası”. 47 yılı aşkın bir süredir bu sanat eserinin baş ustasıdır, Fidel. Bu sanat eseri birlikte yaratılmıştır, süreklileştirilecek, Küba halkı tarafından koruncaktır. Fidel, budur. Sosyalist Küba’dır, partidir, halktır. Fidel de içlerinden biridir, bu devrimin kumandanıdır Viva Fidel… Hasta la Victoria Siempre…