DİNİMİZ İSLAM Dinimiz ve Bâtıl Dinler
Transkript
DİNİMİZ İSLAM Dinimiz ve Bâtıl Dinler
DİNİMİZ İSLAM www.dinimizislam.com Dinimiz ve Bâtıl Dinler Künye Sahibi: Mehmet Ali Demirbaş Gazeteci – Yazar 29 Ekim Cad. No:23 Kat:4 Yenibosna İstanbul Tel: (0212) 454 38 20 mehmetali.demirbas@tg.com.tr www.dinimizislam.com Aklın tefsiri Akılla nakil çakışırsa Aklın bittiği yer İman ve akıl Din kitabı okumak Felsefe nedir İnanmak ihtiyaç mı? İslam felsefesi ve filozofu yoktur Tasavvuf ve felsefe Vehbi ilim ve ilham Dinde şahsi görüş olmaz İlim hocadan öğrenilir Dinimiz ve fen Müslüman fen adamları Fennin ilerlemesi ve dinimiz Dinimiz ilerlemeyi emrediyor İslami ilimler ikiye ayrılır Dinimizin tecrübeye verdiği önem Fen ve gelişmeler Hastalıktan korunmak Matbaanın geç gelmesi Kâinatın genişlemesi Darwin ve Evrim Teorisi Uçan daireler ve UFO yalanları Genetik kopyalama Tarihte medeniyetler İlk insanlar vahşi miydi? Tarihte medeniyetler Medeniyetin beşiği neresi Büyük devlet olmanın sırrı Allah çalışana verir Alman Prof. Neumark’ın itirafları Allah bize niye yardım etmiyor Dört bin yıl önce beyin ameliyatı Tek hak din Evrensel hak din yalnız İslam’dır Hak olan din hangisidir? Peygamberimize inanmayan Mümin Olamaz La ilahe illallah diyen Cennete girer mi? Hazret-i İbrahim’e iftira ediyorlar Cennete Müslüman olan girer Allah’a inanan gayrimüslim FİHRİST Dinimiz 1 Dinimizde ilmin ve âlimin yeri 1 Dinimizde ilmin önemi 1 Âlimin dindeki yeri 17 İslam âlimi kime denir 21 En iyi ve en kötü insanlar 24 Âlim övünmez 26 Âlimlere nasıl tâbi olunur 29 Fıkıh ilminin önemi 33 Fetva vermenin mesuliyeti 41 İmam-ı a’zam bu ümmetin ışığıdır 44 İnternet ve diğer yayın vasıtaları 48 Doğruyu yanlışı ayırmada ölçü 58 Maksatları âlimler köprüsünü Yıkmak 59 Kötü âlimler, din iman hırsızlarıdır 69 Âlimin de kötüsü olur 78 Gün günü arattırır 80 Üstad ne demektir? 81 Kevseri ve Şah Veliyullah 83 Gerçek ve sahte âlimler 84 Âlimler de insandır 85 İlmin önemi (şiir) 87 İlim öğrenen ve öğreten 89 Bilmiyorum denir mi? 92 İlmi gizlemek 93 Bilmemek özür olur 94 Hatasız âlim kimdir? 94 Müftünün sözü 96 Vasıta ve gaye 97 Aklın dindeki yeri 99 Akıllı kimdir 99 Akıl herkeste eşit mi? 104 Aklın dinde önemi büyüktür 105 Peygamber gönderilmeseydi 107 Akıl büyük nimettir 113 Akıl ve Mutezile 115 Akla olan ihtiyaç 116 Din ne diyor o önemli 119 Kadın, erkek ve akıl 121 Ahmaklık nedir 123 Doğruyu bulmak için güzel bir dua 127 2 128 129 130 130 132 133 135 136 141 143 146 148 149 149 153 155 157 158 159 160 162 163 164 173 175 177 177 179 185 188 189 192 193 196 197 197 210 213 216 217 218 224 www.dinimizislam.com Ehl-i kitabın durumu 228 Gayrimüslimleri sevmek 232 Dinlerin ortak noktası olur mu? 238 Allah’ın azabı çok şiddetlidir 243 Eski ve yeni Hıristiyanlar 244 İzzet ve şeref isteyen 247 İnanca saygı 248 Küfürle iman birleşmez 251 Mason Abduh taraftarı 254 Müşriklerle işbirliği 259 Hoşgörülü olmak 260 Hak din İslam’dır 262 Allah’a iman ne demektir? 265 Mazlum Hıristiyanlar 266 İki dine uymak 267 Tebliğ nasıl olur? 269 Tarihsel âyet olmaz 271 Hak dinler 273 Gayrimüslim şehit olmaz 274 Hıristiyan Müslüman mukayesesi 275 Ehl-i kitaba Cennetlik diyenler 277 Kâfire, kâfir denmez mi? 278 Yahudi hayranlığı 280 Fetret ne demektir? 281 Hanif dini, İbrahimi din nedir 282 Hanif dini nedir? 282 Ebu Hanife ne demek? 287 Hanif diye bir din yoktur 289 Selamın sünnet şekli 290 Hanif dini ne demek? 291 Emri maruf ve nehy-i Münker 298 Dini anlatırken nelere dikkat etmeli300 Müjdele, nefret ettirme! 303 Emr-i marufun önemi 305 Emr-i maruf - Fitne çıkarmak 310 Din adına dinin dışına çıkmamalı 314 Cihadın dindeki yeri 316 Çifte standart ve müdara 320 Tartışmanın on zararı 321 Münakaşa etmek dostluğu giderir 324 Herkese aynı şeyi söylemek doğru mu? 326 Müdahene ve müdara ne demektir?327 Müslümanın davranışı 330 Hak Yoldakiler 331 Cihad ve fitne 332 Amellerin en kıymetlisi 335 Fitne çıkaran lanetliktir 336 Âmire itaat dinin emridir 338 Allah ile kul arasına girilmez mi? 343 Hicret etmenin önemi 345 Kork Allah’tan korkmayandan 348 Sultana itaat gerekir 351 Hidayete sebep olmak 356 Hakkı ve sabrı tavsiye 361 Yol levhası olmak 362 Emr-i maruf ve cihad 367 Yanlış konuşanları tenkit etmek 369 Doğruya doğru demek 372 Kadının cihadı 373 Dinin emrini bildirmek 374 Kırkıncı yılımız 375 Kötüyü düzeltmek 376 Kanunlara karşı gelinmez 378 Emr-i marufla ilgili çeşitli sorular 379 İbadetlerimiz 385 Efâl-i Mükellefîn 385 389 İbadetin faydası kime? Dine uymanın faydası 396 Gençlikte yapılan ibadetler 399 Dindeki emir ve yasakların Hikmetleri403 İbadetlerin kabul olma şartları 405 Günahkârın ibadeti 409 Kabahat gizli olmalı 411 En kıymetli ibadet 412 Önemlinin de önemlisi 421 Ameller yedi türlüdür 422 İlim, amel, ihlas 423 Neşe ile ibadet yapmak için 427 İki kat sevap alanlar 428 İbadetlerin hikmetleri 430 En faziletli şeyler 434 Dinde zorluk yoktur 437 Farzdan daha sevab olan nafile 439 Zayıf kavle uymak 440 Sahih olması için 441 Kurtuluş için yedi geçit 441 Onda birini yapan kurtulur 449 3 www.dinimizislam.com Beş katlı İslam binası 450 Özgürlük ve istediğini yapmak 453 İbadet nedir? 456 Dinde temel sayılan 8 madde 462 Şartsız söylenenler 464 Sevgi varsa kural işlemezmiş 468 Emir ve yasak Müslüman İçindir 470 İbadeti gizlemek 471 Haramla helal çakışırsa 472 İşe giderken niyet 474 Uykudaki sevab ve günah 474 Salih ameller 476 Kâfirlerin ve bid’at ehlinin İyilikleri 477 Sıkıntıda ibadet 479 Çalışmak ibadet mi? 479 İbadet ve Cennet 480 Hem iç hem dış organ 481 Dinimizde temizliğin önemi 482 Dinimizde kadının yeri 489 Köle ve cariye nedir? 496 Irkların meydana gelişi 503 Dinimiz ve adalet 510 İslam terörü olmaz 519 Dini emirlerde mantık aramak 522 Çoğunluğa uymak gerekir mi? 538 İdare şekilleri 540 Müslümanlar niçin geri kalmıştır 547 Niçin Müslüman oldular 553 İrticanın Müslümanlıkla ilgisivar mı?561 Din adına dinsizlikler 566 Din düşmanlarının taktikleri 568 Dinde zorlama yoktur 570 Hoşgörü ne demektir? 571 Batılı meşhurların İslam hayranlığı 572 Dinimizle ilgili çeşitli sorular 579 Yahudilik - İsrail oğulları 583 Yahudilik, Tevrat ve Talmud 585 Kur’anda Yahudiler 597 Bugünkü Tevrat ve İnciller 597 Sebeciler Yahudilere benziyor 599 Hıristiyanlık - Hıristiyanlık nedir 600 Bugünkü Hıristiyanlığın esasları 602 Hıristiyanlığı bozanlar kimlerdir 604 Birkaç Hıristiyanla diyalog 606 Bir misyonerle diyalog 606 Bir hıristiyana cevaplar 613 Hayret! İncili de inkâr ettiler 626 Hıristiyanlıkta Teslis inancı 628 Baba kelimesinin anlamları 630 Hazret-i İsa insan idi, ona tapılmaz631 Hazret-i İsa Peygamberdir, ona tapılmaz 633 Bugünkü Tevrat ve İnciller 636 Joseph Barnabas kimdir 638 Dört İncilden hangisi orijinal 641 Allah birdir, niçin Biz deniyor 645 Allah mekandan münezzehtir 648 Hazret-i İsa gökten inmeyecek mi?649 Mesih ne demektir 652 Hazret-i İsa’ya niçin Ruhullah Deniyor 653 Hazret-i İsa’nın kurban edilmesi 655 Hazret-i İsa ve Yılbaşı 657 Misyonerlerin uydurduğu hikaye 658 Hıristiyanlık ve akılcılık 661 Papazların isyanı 662 Yehova şahitleri kimdir 663 Misyoner faaliyetleri 666 Süryaniler 669 Eflatun ve Hıristiyanlık 669 Noel Baba efsanesi 671 Hıristiyanlıkta akıl ermez inançlar 672 Çin Fağfuru ve iki Cizvit papazı 674 Hıristiyanlıkta devlet idaresi 676 Musevilik ve İsevilik 677 Semavi dinlerde iman 678 Dinlerdeki farklı hükümler 684 Müslüman olma sebepleri 689 Allah’ın dinine uymak 690 İlahi kitapların bozulması 691 Brahmanizm 691 Budizm 694 Hinduizm 696 Şamanizm 698 Mecusilik 698 Lamaizm 700 4 www.dinimizislam.com Dinimiz ve bâtıl dinler Dinimiz Dinimizde ilmin ve âlimin yeri Dinimizde ilmin önemi Sual: İlim öğrenmenin fazileti nedir? CEVAP İlim öğrenmenin fazileti çoktur. Kur’an-ı kerimde meâlen, (Bilmiyorsanız, zikir ehline [ilim ehline, âlimlere] sorun) buyuruldu. (Enbiya 7) Âyet-i kerimedeki zikir, ilim demektir. Bu âyet-i kerime, bilmeyenlerin, âlimleri bulup onlardan sorup, öğrenmelerini emretmektedir. (Hadika) Üç ayet-i kerime meali de şöyledir: (Allah iman edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş müminleri ise, [cennette] kat kat derecelerle yükseltir.) [Mücadele 11] (De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir.) [Zümer 93] (Kulları arasında Allahü teâlâdan en çok korkan âlimlerdir.) [Fatır 28] Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (İlim öğrenmek, kadın-erkek her müslümana farzdır.) [Beyheki] (Beşikten mezara kadar ilim öğrenmeye çalışınız!) [Şir'a] (Allahü teâlâ, İbrahim aleyhisselama "Ben ilim sahibiyim, ilim sahiplerini severim" buyurdu.) [İbni Abdilber] (İlim, İslam’ın hayatı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh] (Hiç kimse, cehaletle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri] (Boş vaktini ilme harcayan kurtulur.) [İ. Maverdi] (Salih âlimlerden olun, eğer salih âlimlerden olamazsanız, böyle âlimlerin sohbetinde bulunun, sizi hidayete kavuşturacak, dalaletten uzaklaştıracak ilmi dinleyin!) [İ. Maverdi] (Nerede ilim varsa, orada müslümanlık vardır.) [S.Ebediyye] (İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Kim de bana mirasçı olursa, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi] (Allah’ın rezil etmek istediği kul, ilim ve edepten mahrum kalır.) [İbni Neccar] 1 www.dinimizislam.com (Bir müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye veremez.) [Ebu Ya’la] Hazret-i Lokman, oğluna buyurdu ki: (Âlimlerle otur, hikmet sahiplerinin sözlerini dinle! Allahü teâlâ, bahar yağmuru ile toprağa hayat verdiği gibi, ölü kalbleri hikmet nurları ile diriltir.) İlim, Cennete giden bir yol, gurbette arkadaş, yalnızlıkta sırdaştır. İlim, iki cihanda kurtuluş, düşmana karşı siperdir. İnsan için haya, gözler için ziyadır. Hazret-i Ali buyurdu ki: (İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun; fakat ilim seni korur. Mal harcamakla azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.) İmam-ı Gazali hazretleri de, (İnsanın diğer mahlûkattan üstünlüğü ilmi iledir, güç ve kuvvetiyle değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir. Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından da değildir. Çünkü aslan insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir. Çünkü mandanın karnı, insanın midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim çok üstün bir vasıftır) buyurmaktadır. Yemek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu gibi, ilim ve hikmetten mahrum kalb de ölüme mahkumdur. İlim öğrenmek ve öğretmek çok mühimdir. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Allahü teâlâ ilim verdiği âlimlerden de Peygamberlerden aldığı misak gibi, ilimlerini saklamayıp insanlara açıklamaları için, söz almış ve "Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle davet et!" buyurmuştur.) [Ebu Nuaym] (En güzel hediye, hikmetli bir sözü iyice anlayıp, din kardeşine anlatmaktır.) [Taberani] (Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadetten daha sevaptır.) [Deylemi] (Heves edilecek iki kimse vardır: Biri, Allahü teâlânın verdiği ilimle amel edip başkasına da öğreten, ikincisi de, Allahü teâlânın verdiği serveti hayra sarf edendir.) [Buhari] (İlim yolunu tutana, Allahü teâlâ Cennet yolunu açar.) [Tirmizi] (Melekler, ilim talebesinden memnun oldukları için kanatlarını onların üzerine gererler.) [İ. Abdilber] (İlimden bir mesele öğrenmek, dünyadaki her şeyden kıymetlidir.) [Taberani] 2 www.dinimizislam.com (Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helak olursunuz.) [Beyheki] (Tecrübeli yaşlılarla oturup kalkın. Âlimlere sorun. Hikmet sahipleri ile beraber olun.) [Taberani] (Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.) [Deylemi] (Bir âlimin, yanına oturarak, bir saat ilimle meşgul olması, bir âbidin 70 yıl ibadetinden hayırlı olabilir.) [Deylemi] (İşlenen bir günah, âlime bir, cahile iki olarak yazılır. Âlim, günahı için azap olunur. Cahil ise hem günahı, hem de öğrenmediği için azap olunur.) [Deylemi] (Allahü teâlâ, dünya işlerinin âlimi, ahiret işlerinin cahili olana buğz eder.) [Hakim] (İlim öğrenmek, namaz, oruç, hac ve Allah yolundaki cihaddan daha kıymetlidir.) [Deylemi] (Bir saat ilim öğrenmek gece sabaha kadar ibadet etmekten kıymetlidir. Bir gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Ebu Nuaym] (Bir kimse, ilim öğrense, bununla amel etmese bile; bin rekat namaz kılmasından daha fazla sevap alır. Eğer öğrendiği ilimle amel eder veya başkasına öğretirse, hem bunun sevabını alır, hem de Kıyamete kadar bununla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib] (Farzlarda ihmallik yapan bir derde müptela olur.) [İ. Ahmed] (Din ilmine sahip olanın sıkıntısı gider ve ummadığı yerden rızıklanır.) [İ. Neccar] (İlim öğrenen veya Allah için bir dost edinen veya din kardeşinin yüzüne şefkatle bakan veya “Bismillah” diyerek işine başlayan affa uğrar.) [İ. Rafii] İlim âlimden öğrenilir Bir talebenin, ilim öğrenebilmesi ve doğru yolu bulabilmesi için, bir öğreticiye ihtiyacı vardır. Çünkü hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. (Taberani) Kur'an-ı kerimde ise mealen, (Eğer bilmezseniz, bilenlerden sorun!) buyuruldu. (Nahl 43) Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için de sebeplere yapışmak, bir âlimin gösterdiği yolda gitmek gerekir. Kur'an-ı kerimde mealen (Ey iman edenler, Allah’tan sakının ve Onun rızasına kavuşmak için, vesile arayınız!) buyuruluyor. (Maide 35) 3 www.dinimizislam.com Bu âyet-i kerimeden de bir öğreticiye ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. Bir kimsenin rehberi olmazsa, şeytan ona rehber olur. Şeytan rehber olunca da, kendisine tâbi olanı uçurumdan uçuruma atar. [Bu yüzden, bid’at ehli, reformcu zatları dinlememeli, sözlerine inanmamalı, kitaplarını okumamalı, yaralı aslandan kaçar gibi bunlardan uzaklaşmalıdır. Nakli esas alan kitapları okumalıdır. Hakikat Kitabevi’nin yayınladığı kitaplar, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden derlenerek hazırlanmıştır. www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir.] İlim bulunan yerde müslümanlık vardır Ehl-i sünnet itikadını ve ilmihalini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, Müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İlim bulunan yerde Müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde Müslümanlık kalmaz.) Ölmemek için, yiyip içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız her zaman toplanıp, İlmihal kitaplarını okur, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! (Herkese Lazım Olan İman) İlim öğrenirken nelere dikkat etmeli? İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: İlim talebesinin bazı vazifeleri şunlardır: a- Kalbini bütün fena hâllerden temizlemelidir. Hadis-i şerifte, (Din, temizlik üzerine kurulmuştur) buyuruldu. Buradaki temizlik, sadece dış temizliği değil, aynı zamanda bâtın temizliğidir. Başka bir hadis-i şerifte de, (Köpek bulunan eve rahmet melekleri girmez) buyuruldu. Kalbi bir eve benzetelim. Bu eve melekler gelir. Gazap, kin, haset, kibir gibi kötü huyları havlayan köpek kabul edelim! Böyle azgın köpeklerle dolu eve rahmet melekleri girmez. Allahü teâlâ ilim nurunu kalbe melekler vasıtası ile akıtır. Rahmet meleklerinin girmediği kalb ilimden mahrum kalır. 4 www.dinimizislam.com b- Bütün gücünü ilme bağlamalıdır! Başka şeylerden alakayı kesmelidir! Dağınık fikir, suyu bölünen ırmağa benzer. Sağa sola aktığından bahçeyi sulayamaz. c- İlmiyle kibirlenmemelidir! Hiçbir İslam âlimini küçük görmemelidir! Cahil ve aciz bir hastanın, mütehassıs bir doktoru kabul etmesi gibi İslam âlimlerini kabul etmelidir. Talebe, şahsi fikrini bir tarafa atmalı, İslam âlimlerinin öğüdüne kulak vermelidir! İslam âlimlerinin hata gibi görünen işini, kendi doğrusuna tercih etmelidir! d- Faydalı ilimleri öğrenmeye çalışmalıdır! İlimden gaye, kalbi kötü huylardan temizleyip, faziletlerle süslemektir. e- Zorluklara karşı sabırla göğüs germelidir. İlim ve diğer nimetleri acı ilaçlarla kaplamışlardır. Akıllı olan, bunların içine yerleştirilmiş tatlıları görür. Üzerindeki acı örtüleri de tatlı gibi çiğner. Acılardan tat alır. Hasta olan onun tadını duyamaz. Hastalık, Allahü teâlâdan başkasına gönül vermektir. İlimden istifade edebilmek için: 1- Önce niyetini düzeltmeli, cahillikten kurtulmayı düşünmelidir! Allahü teâlâ, (Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu) buyurdu. 2- İnsanlara faydalı olmayı düşünmelidir! Hadis-i şerifte, (İnsanların hayırlısı, insanlara faydalı olandır) buyurulmaktadır. 3- Öğrendikleri ile amel etmeye çalışmalıdır. Çünkü, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurulmuştur. 4- İlim öğrenmekten maksat, Cenab-ı Hakkın rızasını talep olmalıdır. Allahü teâlâ, ihlâsı, salih ameli övmektedir. 5- Üstüne lazım olmayan şeye karışmamalıdır. Hazret-i Lokman'a, (Bu dereceye ne ile kavuştun?) diye sual ettiler. (Doğruluk, emanete riayet ve bana lazım olmayanı bırakmakla) diye cevap verdi. 6- Biri ile münakaşa ederse, ona karşı insaflı olmalı, yumuşak davranmalıdır ki kendisi ile cahil arasındaki fark belli olsun. Hadis-i şerifte, (Allah refiktir, yumuşaklığı sever. Sertlik edenlere vermediği şeyleri ve başka hiçbir şeye vermediğini, yumuşak davranana ihsan eder) buyuruldu. 7- Sabırlı olmalıdır. İbni Abbas hazretlerine, (Bu ilmi ne ile elde ettin?) diye sual ettiler. Cevabında, (Darlıkta, genişlikte sabretmekle, sual sormakla ve yorulmayan bir azimle) buyurdu. Yine büyük bir zat aynı suale, (Erken kalkmakla, son derece alçak gönüllü olmakla, kuvvetli azim ve sabırla) diye cevap verdi. 8- İlim talebesi, herkesle iyi geçinmelidir! (İnsanların hayırlısı onlarla iyi geçinen, insanların şerlisi de onlarla çekişen) buyurulmuştur. 5 www.dinimizislam.com 9- Çok edepli olmalıdır. 10- Büyük bir âlime, ilmi ne ile elde ettiği soruldu. Cevabında, (Hocamın her sözünü dinlemekle) buyurdu. Âlimler buyuruyor ki: (İlim talebesi, ilme ve ilim öğreten hocasına hürmet etmedikçe, öğrendiği ilmin faydasını göremez.) [Bu yüzden, mezhep ve itikad imamlarımıza ve ehl-i sünnet âlimlerine saygı ve hürmette kusur etmemelidir.] İlmin başı Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini, acayipliklerini soran köylüye buyurdu ki: - İlmin başını öğrendin mi? - İlmin başı nedir ki? - İlmin başı, Allahü teâlâyı hakkıyla tanımaktır. Bu da Onun, misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vahid, evvel, ahir, zahir ve bâtın olduğunu bilmektir. (Şir'a) Görüldüğü gibi ilmin aslı marifetullahtır, yani Allahü teâlâyı tanımaktır. İlmin veya başarının başı sabır denebilir. İbadet için de böyledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İbadetin başı sabırdır.) [Hakim] Sabrın önemi birçok işten büyüktür. Bu bakımdan, (Her işin başı sabırdır) denebilir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlimden bir şey öğrenmek, dünya ve içindeki her şeyden daha iyidir.) [Taberani] (Öğretmek için ilimden bir mesele öğrenen 70 sıddık sevabı alır.) [Deylemi] (İlim öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib] İlimden zarar gelmez. Ölünceye kadar ilim öğrenmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hiç kimse cahillikle aziz, ilim ile de zelil olmaz.) [Askeri] İlmin faydalısını öğrenmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâdan faydalı ilim isteyin ve fayda vermeyen ilimden Allahü teâlâya sığının!) [İ.Mace] Lüzumsuz sualler Okuyucularımız, çok zaman faydalı sual soruyorlar. Biz de araştırıyor, ehline soruyor, cevabını yazıyoruz. Böylece o okuyucu ile birlikte, diğer okuyucularımız da bundan istifade ediyor. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: 6 www.dinimizislam.com (İlim bir hazine, sual ise anahtardır. Sorun ki öğrenin! Bir sual sayesinde dört kişi sevap alır. Sual soran, cevap veren, dinleyen ve bunları sevenler.) [Ebu Nuaym] Okuyucularımızdan bazıları ise, Hazret-i İbrahim’in kestiği koçun etini kimler yedi?, Falanca âlimin anasının adı neydi?, Yunus aleyhisselamı yutan balık, erkek miydi? gibi sualler soruyorlar. Dürr-ülmuhtarın Tahtavi haşiyesinde buyuruluyor ki: (İnsanın bilmesi gerekmeyen şeyleri münakaşa etmesi mekruhtur. Öğrenilmesi emredilmemiş olan şeyleri sormak caiz değildir. Mesela Hazret-i Lokman peygamber midir? Cin, insanlara nasıl görünür? Hazret-i İsa gökten ne zaman inecek? Buna benzer şeyler sormamalı, çünkü bunları öğrenmekle emrolunmadık.) Bugün çok kimse, Ehl-i sünnet itikadını bilmiyor. Öğrenmesi farz-ı ayn olan bilgilerden habersizdir. Faiz çeşitlerini, hatta yemeğin farzlarını bile bilmez iken, dünya ve ahirette gerekmeyen şeyleri soruyorlar. Biz de (Bilmiyoruz) diye cevap verince, (Bir bilene sor) diyorlar. Zaten biz, bilmediklerimizi bir bilene soruyoruz. Fakat bilinmesi gerekmeyenleri sormak lüzumsuzdur. Dünya ve ahirete yaramayan sualleri sormak ve her suale cevap vermeye kalkmak ve (Ben bilirim) demek doğru değildir. Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruldu ki: (Her ilim sahibinin üstünde, daha iyi bilen vardır.) [Yusuf 76] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] (Çok sual sormaktan sakının! Sizden öncekiler, bu yüzden helak oldu.) [İ. Maverdi] (Sizi çok sual sormaktan nehyediyorum.) [Taberani] (Allah rızasından başka bir maksatla ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi] (İlmi, âlimlerle yarışmak, cahillerle münakaşa edip susturmak ve insanlar yanında itibar kazanmak için öğrenen Cehenneme gidecektir.) [Tirmizi] Şu halde, lüzumsuz sual ve başka maksatlarla sual sormak doğru değildir. İmtihan gayesiyle karşısındakini sıkıştırmak için sual sormak da uygun değildir. Hadis-i şerifte, (Öğrenmek için sual sorun! Kötü maksatla sual sormayın!) buyuruldu. (Deylemi) Suali uygun sorabilmek, o kişinin ilmini gösterir. Hadis-i şerifte, (Güzel sual, ilmin yarısıdır) buyuruldu. (Taberani) 7 www.dinimizislam.com İlmi, öğrenip amel etmek isteyen kimseye öğretmelidir! İlmin kıymetini bilmeyen, laf olsun diye öğrenmek isteyene, ilim öğretmek doğru olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlmi, ehli olmayana öğretmek onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe] (Bazı kavimler gelecek, fakihleri, ince ve karışık meseleleri ele alacak, halkı şaşırtacaklardır. İşte bunlar, ümmetimin şerlileridir.) [Taberani] Ayıp olur diye sormamak Sual: Bir genç kızım. Mahrem konuları sormaktan utanıyorum. Ne yapayım? CEVAP Bir kız, mahrem konuları annesine sorar. O da bilmezse, annesine, (Babamdan öğren) der. Babası da bilmezse, babasının, bilen birisine sorması gerekir. Babası yoksa, ağabey, amca, dayı gibi mahrem akrabalarından öğrenir. Bunlar da öğrenip bildirmezse, o zaman mektupla veya telefonla, kendinden değil de, (Bir kadının muayyen hâli şu kadar devam edip kesilse, ne gerekir) şeklinde sormak daha uygun olur. Bir kadının kocası, bu bilgileri öğrenip hanımına anlatmazsa, kadın, en uygun bir yolla bunları öğrenebilir. Bilenlerden bu konuları edep dairesinde sorması ayıp olmaz. Hazret-i Esma’nın Peygamber efendimize nasıl gusledileceğini sorarken utanması üzerine, Hazret-i Âişe validemiz, (Ensar kadınları ne iyidir; utanmaları, dinlerini öğrenmekten men etmiyor) buyurdu. (Buhari) Demek ki, ayıp olur diye kendisine farz olan bilgileri öğrenmemek yanlıştır. Peygamber efendimiz, mahrem konuları anlatırken, (Allahü teâlâ, hakkın anlatılmasından çekinmez) buyurmaktadır. (Tirmizi) Aynı anlamda âyet-i kerime de vardır: (Allahü teâlâ, gerçeği söylemekten çekinmez.) [Ahzâb 53] Sual: Bilmediğimiz şeyler oluyor. Sormaya fırsat bulamıyoruz veya çekiniyoruz. Sormamanın vebali var mıdır? Bir de sorduğumuz kimse bildiği halde bilmiyorum derse ona da vebal olur mu? CEVAP İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini gizlememelidir! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 8 www.dinimizislam.com (Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberani] Dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermemenin vebali çok büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İlmini [bildiğini] gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi] Okuma alışkanlığı kazanmak Sual: Ülkemize gelen turistlere dikkat edin, bavullarının yarısında elbise, geri kalan yarısında kitaplar var. Oysa biz seyahate çıktığımız zaman aklımıza en son gelen şey kitaptır. Okuma sevgisi ve alışkanlığını kazanmamız hususunda tavsiyeniz nedir? CEVAP Bilginin kaynağı kitaptır. En güzel, en sağlıklı ve en kolay bilgi kitap okuyarak öğrenilir. Sessiz bir öğretmendir kitap. Anlamadığınız yeri defalarca okuyabilirsiniz. Anlayamadığınız için kızmaz size. Aşağılamaz ve şevkinizi kırmaz. Kitap okurken hem yeni bilgiler öğrenir, ufkunuzu genişletir, hem de günlük sıkıntılarınızdan az da olsa uzaklaşmış olursunuz. Çok kitap okuyanların konuşması düzelir. Güzel ve anlamlı cümleler kurar. Fikrini sağlıklı bir şekilde aktarabilir muhatabına. Fazla gaf yapmaz. Hadiseleri daha geniş açıdan ele alarak değerlendirir. Kolay öfkelenmez, sabrı öğrenir. Anlayışlı ve hoşgörülü olur. Tabii kitap derken, her kitap bunları sağlar demiyoruz. Kitabın da doğrusu, güzeli, faydalısı var. Bunun tersi de mümkün. Bazı kitapları okuduğunuz zaman; ister istemez olumsuz yönde etkilenebilirsiniz. At, otu yemeden önce koklar. Eğer zehirli ise, şüphelenirse yemez. Kitap da öyledir. Kitap hakkında önceden bilgi sahibi olmak, kitabın yazarı, müellifi hakkında fikir sahibi olmak gerekir. Bozuk bir besin yediğimiz zaman midemiz nasıl bozuluyorsa, bozuk bir kitap okuduğumuz zaman beynimiz de o şekilde etkilenir. [Bu yüzden mezhepsizlerin, reformcuların kitaplarını okumamalı.] İnsanın en esef duyacağı şey, öğrendiği lüzumsuz ve yanlış bilgidir. Lüzumsuz bilgi nedir? Dünya ve ahiretine yaramayan, sadece bazı tartışmalarda ve bilgiçlik taslamada işe yarayabilen bilgi türüdür. Mesela, 1980 yılının en hızlı koşan adamının ismini ezberlemek gibi. Maalesef günümüzde genel kültür 9 www.dinimizislam.com dendiği zaman bu tür şeyler akla geliyor. Bilime ve insana hiçbir faydası olmayan bir sürü ıvır zıvır bilgiler...Konuyu fazla dağıtmayalım. Kitap okumanın faydalarını saymakla bitiremeyiz... Bizim asıl değinmek istediğimiz konu; kitap okuma alışkanlığıdır. Bu alışkanlık, küçük yaşlarda kazanılırsa, daha etkili, daha güzel ve daha kalıcı olur. Çocuklara ve gençlere okuma alışkanlığı kazandırmak lazımdır. Peki, bu nasıl mümkün olabilir? Çocukların ve gençlerin okudukları zaman heyecan duydukları çizgi romanlar, kısa hikayeler, meraklı çocuk romanları, kelime hazinesini geliştiren bulmacalar, bilmeceler, çocuklar ve gençler için hazırlanmış mecmualar bu iş için biçilmiş kaftandır. En güzel okuma alışkanlığını bu bahsettiklerimiz sağlayacaktır. Yoksa, çocuklara direkt bilginin verildiği ders kitaplarının ve ağır kitapların okutulması çok zordur. Ülkemizde bu işi en güzel yapan ve başarılı olan kuruluşlardan bir tanesi Türkiye Çocuk Dergisi’dir. Yıllardan beri profesyonel ve uzman kadrosu ile çocukları ve gençleri geleceğe hazırlıyor. Ülkemizde okuma alışkanlığının çok yetersiz düzeyde olduğunu kabul etmek zorundayız. Dünya ülkeleri ile kıyaslandığımız zaman, çok geri saflarda kalıyoruz. Televizyon ve radyo gibi cihazlardan edinilen bilgiler, uçucudur. Çok bilgi verilse dahi, bunları hatırımızda tutmak zordur. Çünkü, bu bilgilere erişmek için hiçbir emek harcanmamıştır. Ama kitap öyle değil. Belli bir emek harcanarak edinilen bilgilerin unutulma ihtimali daha düşüktür. Sual: Bazıları dini ve ilmi diyorlar. Din ilimden ayrı mıdır? CEVAP İslamiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur'an-ı kerimde birçok yerde, ilim emredilmekte, ilim adamları övülmektedir. Mesela, (Bilen ile bilmeyen hiç bir olur mu, bilen elbette kıymetlidir) buyurulmaktadır. (Zümer 9) Peygamber efendimizin ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri o kadar çok ve meşhurdur ki, gayrı müslimler dahi bunları bilmektedir. Yukarıda birkaçını bildirdik. İslam dininde kadın, kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez. Sefere çıkamaz. Fakat kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz, kendisi için lüzumlu ilmi öğrenmeye gidebilir. Allahü teâlânın sevdiği hacca izinsiz gitmesi günah olduğu halde, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah olmuyor. Hadis-i şerifte, (Nerede ilim varsa, orada Müslümanlık vardır. 10 www.dinimizislam.com Nerede ilim yoksa, orada kâfirlik vardır) buyuruluyor. Burada da ilmi emretmektedir. (Herkese Lazım Olan İman) İlim, dinden ayrı değildir. İslam ilimleri ikiye ayrılır: 1- Akli ilimler, 2- Nakli ilimler. Fizik, kimya, matematik, edebiyat gibi tecrübi ilimlere, akli ilimler denir. Tefsir, kelâm, hadis, fıkıh gibi ilimlere de nakli ilim veya din ilimleri denir. "İslamiyet, ilmi, fenni emreder" demek bile yanlış anlaşılabilir. İslamiyet’in kendisi ilimdir. Fen ilimleri, İslamiyet’in bir koludur. Din [İslamiyet] denince, içine ilim de girer. Bunun için, dini ve ilmi demek yanlıştır. Fen, dinden ayrı değildir. "Dini, ilmi, edebi ve ahlaki yayın" gibi tabirler kullananlar, böyle konuşup yazanlar, ya dinimizi iyi bilmiyorlar veya mezhebi kabul etmiyorlar. Bütün ilimler, İslam bilgileri içinde incelenir. Dini, ilimden ayıranlar, Batılı yazarların tesiri altında kalan kimselerdir. Dinimizde ahlak da var, edep de var, edebiyat da... Bu bakımdan "Dini, ilmi, edebi, ahlaki yayın" tabiri doğru değildir. Dini denilince, diğerleri kullanılmaz. Dini kelimesi kullanılmadan diğerlerinin hepsini kullanmakta mahzur yoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir] (İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!) [Beyheki] Çin, eskiden olduğu gibi yine müslüman değildir. Çin’den alınacak ilim, elbet fen ilmidir. Her türlü teknolojidir. Bu bakımdan hiç kimsenin, İslamiyet’in ilme, tekniğe karşı olduğunu söylemesi mümkün değildir. Sual: Kadın ve erkeğe farz olan ilimler nelerdir? CEVAP Dinimizde farz olan ilimler ikiye ayrılır: Farz-ı kifaye, Farz-ı ayn olan ilimler. Dünya işlerini tanzim için gereken tıp, ziraat, terzilik, siyaset gibi ilimler, farz-ı kifayedir. Bu ilimleri bilen kâfi miktarda insan varsa, diğer insanların bu ilimleri öğrenmesi farz olmaz. Yani bu ilimleri bilmediği için diğer insanlar mesul olmazlar. Farz-ı ayn olan ilimleri her müslümanın bilmesi farzdır. Mesela namaz, oruç gibi ibadetleri her müslümanın bilmesi farzdır. En başta da Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek her müslümana farz-ı ayndır. Ancak zekât verecek zenginin zekât ilmini bilmesi farz-ı ayn iken, fakirin bilmesi farz 11 www.dinimizislam.com değildir. Evlenecek kimsenin evliliğe ait lüzumlu bilgileri bilmesi farzdır. Evlenmeyecek kimsenin evliliğe ait bilgileri bilmesi farz değildir. (Hadika) Sual: Dinimi daha iyi öğrenebilmem için çok çeşitli kitap okumanın zararı olur mu? CEVAP Çok kitap okumak, çok ilim öğrenmek yerine faydalı ilim öğrenmek gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlmin faydası, ibadetleri doğru ve makbul yapmakla görülür. Haramlardan sakındırmayan, zühdü artırmayan ilim, ancak Allahü teâlânın gazabını artırır.) [Deylemi] (İlmi çoğaldığı halde, ahlakı düzelmeyen kimse, Allahü teâlâdan uzaklaşır.) [Deylemi] Hikmet nedir? Sual: Gayri Müslimlerden alınan ilimlerden istifade etmenin mahzuru olur mu? CEVAP Dini bilgiler, ehl-i sünnet âlimlerinden alınır yani onların kitaplarından öğrenilir. Fen ilmi ise her yerden alınır. Bu konudaki üç hadis-i şerif meali şöyledir: (Hikmet, [fen ve sanat] müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alması gerekir.) [İbni Asakir, Askeri] (Hikmeti al, hangi kaptan çıktığı sana zarar vermez.) [Künuz-ül hakaik] (İlim Çin’de de olsa alın.) [Beyheki] Bu hadis-i şerifler, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa ilmi almayı emretmekte, doğu veya batıdan gelme diyerek fenni reddetmemek gerektiğini bildirmektedir. (Mevduat-ül-ulum) Hikmet, fen ilmi anlamına geldiği gibi, başka anlamlara da gelir. Mesela fıkıh ilmi anlamına da gelir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah, hikmeti [fıkh ilmini] kime dilerse ona verir. Her kime hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir.) [Bekara 269] Hikmet, eşyanın mahiyetini, vasfını ve özelliğini bilmek anlamına da gelir. Bir âyet meali şöyledir: (Allah’a şükret diye Lokmana hikmet verdik. Şükreden kendisi için şükreder.) [Lokman 12] Sual: İlim öğrenmenin şartı falan var mı? 12 www.dinimizislam.com CEVAP İlim talep edene öğretilir. Talep etmeden ilim öğrenilmez. Bir şeyler ezberleyebilir, durumu idare edebilir ancak faydasını pek göremez. İlim öğrenmenin ilk şartı talep etmektir. Sual: Günah işleyerek ilim öğrenilir mi? CEVAP Öğrenilmesi lazım olan ilim bile, günah işleyerek öğrenilmez. Sual: Okulda bulunduğumuz ve evde ders çalıştığımız her an, hiç durmadan sevap almamız için nasıl niyet etmeli? CEVAP Şöyle niyet edilebilir: (Okula, eğitimim bitince, müslümanlara, insanlara hizmet etmek için gidiyorum ve derslerime onun için çalışıyorum. Ya Rabbi bana faydalı ilim nasip eyle.) Sual: "Bilip de yapmamanın cezası daha büyüktür" diyerek dini meseleleri öğrenmek istememek uygun mudur? CEVAP Öğrenmesi mümkün iken öğrenmemek de günahtır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Aynı günahı işleyen âlime bir, cahile iki günah yazılır. Âlim, yalnız günahın, cahil ise, hem günahın, hem de o meseleyi öğrenmemenin cezasını çeker.) [Deylemi] Sual: Dünya ve ahireti kazanmak için ne gerekir? CEVAP Dünya ve ahireti kazanmak, ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu ilimdir.) [Deylemi] Ahireti kazanmak ilim ile olduğu gibi, dünyada da rahat ve huzur içinde yaşamak, yine ilim iledir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Süleyman aleyhisselam, mal, saltanat ve ilim arasında muhayyer bırakıldı. İlmi seçti. Mal ve saltanat da verildi.) [Deylemi] En üstün amelin ne olduğu sual edildiğinde, Peygamber efendimiz, (Allahü teâlâyı bilmek) buyurdu. Onlar, (Ya Resulallah, biz amelden soruyoruz. Siz ilimden cevap veriyorsunuz) dediler. (İyi bilin ki, ilim ile yapılan az amel kıymetlidir. Fakat cehaletle yapılan çok amel faydasızdır) buyurdu. (İbni Abdilber) Tasavvufu, yani tarikatı öğrenmeden önce, ilim öğrenmek gerekir 13 www.dinimizislam.com Bedreddin-i Serhendi hazretleri buyuruyor ki: (İmam-ı Rabbani hazretlerinden Buhari, Mişkat, Hidaye, Şerh-i Mevakıf kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik eder, "Önce ilim, sonra tasavvuf" buyururdu. Benim ilimden kaçındığımı, tasavvuftan zevk aldığımı görünce, halime merhamet ederek, "Kitap oku, ilim öğren, cahil sofu, şeytanın maskarası olur, Rütbetül-ilmi aler rüteb yani, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir" buyurdu.) [Hadarat-ül-kuds] Sual: En iyi ibadet nedir? CEVAP Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bunları doğru yapabilmek de, ancak ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Gece bir müddet ilim öğrenmek, bütün gece ibadet etmekten sevaptır.) [R. Nasıhin] (Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemi] (İlimden bir mesele öğrenmek, yüz rekat [nafile] namaz kılmaktan daha kıymetlidir.) [İ. Abdilber] İlimsiz amelin kıymeti olmaz. Günümüzde ilmin önemi daha büyüktür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Siz fakihleri çok, hatipleri az, isteyeni az, vereni çok bir zamandasınız. Böyle zamanda amel ilimden hayırlıdır. Bir zaman gelir ki, fakihleri az, hatipleri çok, isteyeni çok, vereni az olur. O zamanda ise ilim amelden hayırlıdır.) [Taberani] Faydalı ve faydasız ilimler Sual: Faydalı ve faydasız ilimler nelerdir? CEVAP Faydalı ve faydasız ilimlere birkaç örnek verelim: 1- İman, ibadet ve kazanç ilimlerini öğrenmek farzdır. (Hindiyye) 2- Fıkıh öğrenmeyip, hadis, tefsir ile meşgul olmak çok yanlış olur. (Berika) 3- Matematik ve geometri, astronomi gibi ilimler, eğer Allahü teâlânın gösterdiği yerlerde, yani insanlara hizmet etmek için kullanılmazsa bunlarla uğraşmak, boşuna vakit öldürmek olur. Kıble ve namaz vakitleri için ve dine hizmet için bu ilimleri öğrenmekte mahzur yoktur. (M. Rabbani, Hindiyye) 4- Falcılık bilgileri öğrenmek haramdır. (Hindiyye) 14 www.dinimizislam.com 5- Kelam, yani iman bilgilerini ihtiyaçtan fazla öğrenmek caiz değildir. (Hadika) İlmi, Allah rızası için ve Müslümanlara hizmet için öğrenmelidir. Mal, mevki kazanmak, kibir ve şöhret için öğrenmemelidir. İlmi de ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları kitaplardan öğrenmelidir. (İslam Ahlakı) Önce lazım olan Sual: Bir Müslümanın önce bilmesi lüzumlu bilgiler nelerdir? CEVAP Her Müslümanın (İlmihal) öğrenmesi farz-ı ayndır. Allahü teâlâ, (Bilenlerden sorup öğreniniz) buyuruyor. Bilmeyenlerin, âlimlerden ve bunların kitaplarından öğrenmeleri gerekir. Bunun için, hadis-i şerifte, (İlim öğrenmek, kadın-erkek herkese farzdır) buyuruldu. Yapılması ve sakınılması gereken bilgileri, doğru yazılmış ilmihal kitaplarından öğrenmek lazımdır. Âlimler, sözbirliği ile bildirdiler ki, her Müslümanın Ehl-i sünnet itikadını kısa olarak ve günlük işlerindeki ve ibadetlerdeki farzları ve haramları iyice öğrenmeleri farz-ı ayndır. Bunları ilmihal kitaplarından öğrenmezse, bid'at sahibi veya mülhid yani kâfir olur. Bunların fazlasını ve Arabi lisanının oniki âlet ilmini öğrenmek ve tefsir ve hadis-i şerif ve fen ve tıb bilgilerini, hesap, yani matematik öğrenmek, farz-ı kifayedir. Bu farz-ı kifayeyi, bir şehirde, bir kişi öğrenirse, bu şehirde bulunanların öğrenmeleri farz olmaz, müstehap olur. Şehirde fıkıh kitaplarının bulunması da, İslam âlimlerinin bulunması gibidir. Böyle şehirde, fıkıh bilgilerinin fazlasını ve tefsir ve hadis öğrenmek hiç kimseye farz olmaz. Müstehap olur. İhtiyaç halinde bilmeyenler, bilenlerden sormalı, bilenler de bilgisini gizlememelidir! Dünya işlerini yaparken ahireti unutmak çok kötüdür. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ahir zamanda insanlar, camileri süsler, kalblerini viran ederler. Dinden çok elbiseye değer verirler. Dünyaları selamet ise, ahireti düşünmezler.) [Hakim] Hep nafile namaz kılmak yerine, namazın nasıl kılınacağını öğrenmek daha kıymetlidir. Bilerek yapılan az amel, bilmeden yapılan çok amelden kıymetlidir. Bir şeyi iyi yapmak ancak ilimle mümkündür. Her şeyden önce ilim öğrenmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah indinde, ilim talebi, namaz, oruç, hac ve cihaddan efdaldir.) [Deylemi] 15 www.dinimizislam.com Amelsiz ilim Sual: Gazeteyle, maille veya başka bir yolla gelen dini ilimleri öğrenip de uygulamazsak vebale girer miyiz? CEVAP Elbette, amelsiz ilmin vebali büyüktür. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (İlmiyle amel etmeyen âlim, kıyamette en şiddetli azaba düçar olur.) [Beyheki] (Âlim, ilmi az da olsa, ilmiyle amel eden zattır.) [Ebu-ş-şeyh] (Bir kişiye dini bir öğüdün [kitap, sohbet, basın gibi] herhangi bir yolla ulaşması, Allah tarafından kendisine ihsan edilen bir nimettir. Onu şükrederek kabul etsin! Şükretmezse bu, Allah katında, aleyhinde bir delil olur. Günahının ve Allah’ın gazabının artmasına sebep olur.) [İ. Asakir] İlmiyle amel etmemek vebal olur diye, dinini öğrenmemek de caiz olmaz, çünkü lüzumlu din bilgilerini öğrenmek farzdır. Farzı yapmamak haramdır. Farz olan ilmi öğrenmeli ve onunla amel etmeye çalışmalıdır. Sual sormaktan çekinmek Sual: Bir kimse, sual sormaktan neden çekinir? CEVAP Büyük zatlar buyuruyor ki: Nefse en çok zor gelen şey, sual sormaktır. Çünkü insanın nefsi, bilmemeyi, sormayı gururuna yediremez, (O biliyor da ben bilmiyor muyum) der. İstişare etmek, sormak, nefsin belini kırar. Sormamak ise nefsi azdırır. Hâlbuki nefsine uyan, onu azdıran, haram işler. Haram işleye işleye küfre girer, kâfir olur. Çünkü haramı işleyince alışır, alışınca da, haramdan zevk alır. Zevk alınca da, haram olduğunu unutur, önem vermeden haramı işler. Harama önem vermeyen de kâfir olur. 30-40 yıldır yakından tanıdığımız kimseler var. Bir kere sual sorduğuna şahit olmadık. Bir gün bir arkadaş çok bunalmış, bir sualin cevabı çok lazım olmuş. Buna rağmen, (Şunun cevabı nedir) diyemedi de, (Sen 30 yıl hocamıza soru sordun, belki şu soruyu da sormuş olabilirsin) dedi. Ancak böyle dolaylı olarak sorabildi. Böyle dolaylı olarak soramayanlar da çoktur. Nefsin gururunu, şeytanın bacağını kırmak lazımdır. Sual sormak dinimizin emridir. Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Bilmediğini sormamak helâl değildir.) [Taberani] 16 www.dinimizislam.com (İlim hazinedir, anahtarı sual sormaktır. Sual sorana, Allahü teâlâ rahmet eder.) [Ebu Nuaym] Bir kimse, ya kibrinden dolayı sual soramaz veya cahilliğinden, bilmediğinden dolayı sual soramaz. Ancak bir şey bilen, sorabilir. Nitekim Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Güzel sual sormak, ilmin yarısıdır.) [Taberani] Dini öğrenmek için Sual: Dini öğrenmek için Arapça bilmek şart mı? CEVAP Arapça öğrenmek, çok iyi, çok faydalıysa da, dini öğrenmek için şart değildir. Arapça bilmek, din bilmek değildir. Mısır, Suriye, Suudi Arabistan gibi ülkelerdeki insanların ana dili Arapçadır. Buradaki insanların çoğu Vehhabi veya mezhepsizdir. Bunlar Arapça biliyoruz diye Kur’an-ı kerime kendi görüşlerine göre mana vermişler sapıklığa, hattâ küfre düşenleri bile olmuştur. Arapça bilmenin faydaları yanında, dinimizi ve Ehl-i sünneti bilmeyenler için böyle zararları da oluyor. Bu ülkelerde yaşayan Hristiyanlar da Arapça biliyor, ama gayrimüslimdir. Demek ki dil bilmek, din bilmek değildir. Bununla beraber, Müslüman olanın Arapçayı bilmesi dinini daha kolay öğrenmesine sebep olur, ama şart değildir. Osmanlılar lüzumlu bilgileri zaten bildirmişlerdir. Bu Türkçe kitapları okuyarak dinimizi öğrenmek mümkündür. Âlimin dindeki yeri Sual: (Kur’an herkes için inmiştir. Onun için âlime, ilim sahibi olmaya ihtiyaç yoktur) diyenler çıkıyor. Âlim olmasa Kur’an anlaşılmaz mı? CEVAP Anayasa da herkes içindir; ama kanunlar, tüzükler olmadan anayasa ile memleket idare edilebilir mi? Kanunları da ancak hukukçular anlayabilir. Hasta olan avukata değil doktora gider. İlmin, âlimin önemi nasıl inkâr edilebilir. Kur'an-ı kerimi herkes kolayca anlasa idi, Peygambere ihtiyaç kalmazdı. Hadis-i şerifler, Kur'an-ı kerimin açıklaması mahiyetindedir. Hakiki âlimler de, hadis-i şerifleri açıklamışlardır. Arapça bilen herkese âlim denmez. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan yetkili, yüksek insandır. Çok ilmi olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. Yetmiş iki sapık fırkanın önderleri de derin âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları için dalalete düşmüşlerdir. 17 www.dinimizislam.com Şu halde, âlim çok bilen değil, hakkı bâtıldan ayıran din uzmanlarıdır. Bunlar Peygamberlerin vârisleri, vekilleridir. İctihadlarında isabet etmeseler de yine sevap alırlar. Bunlara uyanlar da kurtulur. Dinimiz âlimleri övmektedir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bilmiyorsanız ehl-i zikre [âlimlere] sorun!) [Nahl 43] Demek ki bilmeyen insanlar da var ki, Allahü teâlâ, bilenlere sormamızı emrediyor. (Bu örnekleri ancak âlimler anlar.) [Ankebut 43] Herkes her örnekten anlamaz. Âlimler, kıymetli insanlar ki, ancak âlimler anlar deniyor. (Gökleri ve yeri yaratması, dil ve renklerinizin farklı olması da Onun [kudretini gösteren] alametlerindendir. Elbette bunda âlimler için ibretler vardır.) [Rum 22] Ancak âlimler ibretle bakıp, yaratılıştaki hikmetleri anlayabilir. (Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?) [Zümer 9] Şu halde bilenler [âlimler] kıymetlidir. (Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] (Allah’tan en çok korkan benim) hadis-i şerifi Allah’tan korkmanın derecesini gösteriyor. (Buhari) (Kendilerine güven veya korku ile ilgili bir haber geldiğinde onu hemen yayıverirler. Halbuki onu Peygambere ve aralarındaki yetkililere [âlimlere] götürselerdi, onlardan sonuç çıkarmaya gücü yetenler, onu anlarlardı.) [Nisa 83] Âyette geçen ülül-emrin = yetkilinin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılı. Peygamber efendimiz de, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi) Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Âlimin mürekkebi, şehidin kanı ile tartılır, âlimin mürekkebi, ağır gelir.) [İ.Neccar] (Âlimler Peygamberlerin vârisidir.) [Ebu Davud, İ.Mace, Tirmizi] (Âlimler [hak yolu gösteren] birer rehberdir.) [İ. Neccar] (Âlimlere uyun! Onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi] (Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi] (Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin!) [Taberani] (Âlim, Allahü teâlânın güvendiği kimsedir.) [Deylemi] (Salih âlim ile nebi arasında bir derece fark vardır. O da nebilik makamıdır.) [R. Nasıhin] 18 www.dinimizislam.com İlim ve âlim kıymetlidir İnsanı kötü yoldan ilim ve âlimler kurtarır. Rehber olmadan doğru yol bulunamaz. Büyük bir Peygamber olan Hazret-i Musa, Allahü teâlâ ile konuşmak şerefine kavuştuğu halde, Hazret-i Hızır’dan ilim öğrenmeye gelmiştir. İmam-ı Ebu Yusuf’un çok sevdiği oğlu vefat edince, talebelerine, (Defin işini siz yapın. Ben hocam imam-ı a’zamın dersine gidiyorum. Dersimi kaçırmayayım) dedi. Kendisini vefatından sonra rüyada gördüler. Cennette, çok ihtişamlı büyük bir köşkte idi. Buna nasıl kavuştuğu sorulunca, (İlim öğrenmeye ve öğretmeye olan sevgim ile) buyurdu. İlim ve âlim kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Âlime hürmet eden, bana hürmet etmiş, onu ziyaret eden beni ziyaret etmiş olur.) [İ. Rafii] (Âlim olmayan veya ilim öğrenmeye çalışmayan bizden değildir.) [Deylemi] (Ya âlim, ya öğrenci, ya dinleyici veya bunları seven olun. Yoksa helak olursunuz.) [Beyheki] (Âlim ile oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hakim] (Âlim ile beraber olun, diz dize oturun. Çünkü Allahü teâlâ, yağmurla ölü toprağı dirilttiği gibi, ölü kalbleri de ilim nuru ile diriltir.) [Taberani] (Kıyamette Peygamberler, âlimler ve şehidler şefaat eder.) [İ.Mace] (Cennette de âlime ihtiyaç olur. Cennet ehline "Ne arzunuz varsa isteyin" diye sorunca, ne isteyeceklerini şaşırıp âlimlere bakarlar. Âlimler de, "Şunu isteyin" derler.) [Deylemi] (Âlimin âlim olmayana üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib] (Âlimin âbide üstünlüğü, dolunayın, yıldızlara olan parlaklığı gibidir.) [Ebu Nuaym] (Âlim, âbidden yetmiş derece üstündür. Bid’at ortaya çıkınca âlim, halkı ikaz eder. Âbid bid’atten habersiz, ibadetle meşgul olur. Bu bakımdan da âlim, âbidden kıymetlidir.) [Deylemi] (Şeytanın bir âlimden korkması, cahil olan bin âbidden korkmasından daha çoktur.) [Beyheki] (Kıyamette âbide Cennete gir, âlime ise halka şefaat için bekle denir.) [İ Maverdi] (Bir âlim, bir şehirden gelip geçse, onun ayak basmasının hürmetine, oradaki kabristandan kırk gün azap kaldırılır.) [R.Nasıhin] 19 www.dinimizislam.com İşte böyle kıymetli olan âlimin vefatı büyük kayıptır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, sizden ilmi almak için ilmi ile amil olan âlimleri kaldırır. Cahiller kalır. Dinden sual edenlere, kendi akılları ile cevap verip, insanları doğru yoldan ayırırlar.) [Buhari] (Bir âlim ölünce, İslam’da bir gedik açılmış olur ve kıyamete kadar kapanmaz.) [İ. Süyuti] (Âlimin ölümüne üzülmeyen, münafıktır. Bir âlimin ölümünden daha büyük musibet yoktur. Bir âlim ölünce, gökler ve göklerde olanlar, yetmiş gün ağlarlar.) [R. Nasıhin] (Âlim ölünce, denizdeki balıklar bile kıyamete kadar ona istiğfar ederler.) [Deylemi] (Bir âlimin ölmesi, bir şehir halkının ölümünden daha büyük ziyandır.) [Taberani] (Ahir zamanda, âlimler ölür, cahiller din adamı yerine geçirilir. Onlar da bilmeden yanlış fetva verir, kendisi sapar, başkalarını da saptırır.) [Buhari] Büyük bir âlim vefat edince, feyz vermesi kesilmez, daha da artar. Kınından çıkmış kılıç gibi olur. (İrşad-üt-talibin) Âlimlere saygının önemi Sual: Hoca hakkı, hocaya hürmetin önemi hakkında bilgi verir misiniz? CEVAP Saygı, ibadetten önemlidir. Mesela, ibadet etmeyen, günah işleyen kâfir olmaz. Fakat Allahü teâlânın, emir ve yasaklarını küçümseyen, beğenmeyen, saygısızlık yapan kâfir olur. [Tâlim-ül-müteallim] İmam-ı Maverdi hazretleri de buyurdu ki: (Talebe, hocasının gösterdiği yakınlığa güvenerek naz etmemelidir! Çünkü cahilin yanında susmaya mahkum olan bir âlim, zelil ve hakir duruma düşmüş olur. Esirler arasındaki bir cariyenin, cömertliği ile meşhur Hatim-i Tai’nin kızı olduğunu öğrenen Peygamber efendimiz, (Bir kavim içinde aziz iken zelil olana, zengin iken fakir düşene, âlim iken cahiller arasında kalmış olana acıyın) buyurup kızı serbest bıraktırdı. (Edeb-üddünya) Tevazunun aşırı şekline temelluk denir. Nefsini zelil etmek demektir. Temelluk, hocaya, üstada, âlime karşı caizdir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Üstad hariç, temelluk mümin ahlakından değildir.) [İ. Maverdi] 20 www.dinimizislam.com (Âlime hürmet eden, Rabbine hürmet etmiş olur.) [İ. Maverdi] (İlim öğrendiğiniz zata tevazu gösterin!) [Taberani] Hazret-i Ali’nin, Bana ilimden bir harf öğretenin kölesiyim buyurması, hocaya hürmetin önemini göstermektedir. Bir harften maksat, ilimden bir meseledir. İmam-ı Şafii hazretleri, bir çobanı görünce ayağa kalkar. Yanındakiler, (Bu çobana hürmetinizin sebebi nedir?) diye sual edince, Bu zat, bana kitaplarda bulamadığım ilimden bir meseleyi öğrettiği için, yani benim hocam olduğu için hürmet ediyorum buyurdu. Doğru yolu bulmamıza sebep olanlara, bize çok lüzumlu ilimleri öğretenlere, gösterilecek hürmetin önemini idrak etmeye çalışmalıyız! (R. Nasıhin) [Mezhep ve itikad imamlarımıza, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir-i Geylani ve imam-ı Rabbani hazretleri gibi din büyüklerimize saygı ve hürmetin önemini buradan da anlamalıyız.] Sual: Bir âlimin sohbetinde bulunmak faydalı mıdır? CEVAP Ehl-i sünnet âliminin bulunduğu zamanlarda, sohbetinde bulunmak elbette büyük nimet idi. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimin sohbetinde bulunmak, bin rekat nafile namazdan üstündür.) [İ. Gazali] Âlim bulunmadığı zaman, eskiden yaşamış, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okumak gerekir. Bir âlimin kitabını okuyan, az da olsa, onunla sohbet etmiş sayılır. İslam âlimi kime denir Sual: Günümüzdeki yazarlara ve profesörlere, âlim denir mi? CEVAP Âlim, çok kitap okuyana, çok bilene, diploma sahibi olana değil; dinini doğru bilene, hakkı bâtıldan ayırabilene denir. Kıyamet yaklaştıkça ilim azalır, din adamlarına güvenilemez. İki hadis-i şerif meali: (Kıyamete yakın ilim azalır, cehalet artar.) [İbni Mace] (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.) [Hadika] Din âlimi olmak için, Kur’an-ı kerimi ve manalarını ezbere bilmek, binlerle hadis-i şerifi ve manalarını ezbere bilmek, İslam’ın 20 ana ilminde mütehassıs olmak ve bunların kolları olan 80 ilmi iyi bilmek, dört mezhebin 21 www.dinimizislam.com inceliklerine vakıf olmak, bu ilimlerde ictihad derecesine yükselmek, tasavvufun en yüksek derecesinde olmak lazımdır. (S. Ebediyye) Sultan ikinci Abdülhamid hanın tahttan indirilmesiyle din işlerine de fesat karıştı. İttihat ve terakki fırkasına kayıtlı olan cahiller, hatta masonlar, din işlerinde yüksek mevkilere getirildi. İlk iş olarak, sultan Abdülhamid hanın son şeyhülislamı Muhammed Ziyaüddin efendi, görevinden alındı. Bu yüksek makama 1910’da Musa Kazım getirildi. Bu zat, koyu ittihatçı ve masondu. İslamiyet’e uymayan hareketlerinden ve sapık yazılarından dolayı, ikinci Abdülhamid han tarafından Irak’a ve Fizan’a sürülmüş olan bölücü kimseler, İstanbul’a getirilip, kendilerine din işlerinde vazifeler verildi. Bu cahil ve partizan kimseler, bozuk, sapık din kitaplarının yazılmasına, yayılmasına, önayak oldular. İkinci Abdülhamid han zamanında yazılan din kitapları, bir ilim heyeti tarafından kontrol edilirdi. Tasdik edilip, izin verilenler bastırılırdı. Böylece, o tarihlerde basılan din kitaplarına güvenilir. 1909’dan sonra, din kitapları yetkili âlimler tarafından kontrol edilmez oldu. Bu kitaplardan, ancak önceki muteber kitaplardan vesikalar vererek yazılanlara güvenilir. (E. Kiram kitabı) Görüldüğü gibi 1909 yılından sonra yazılan din kitaplarından, ancak nakli esas alanlar muteberdir. Âyet ve hadisleri, yazarının kendi görüşlerine göre açıklananlar veya ilhamla yazılanlar muteber değildir. Müctehid olmak için Sual: Müctehid olmak için hangi kitapları okumak lazımdır? CEVAP Eshab-ı kiram kitabında buyuruluyor ki: Müctehid olmak için Arabi ilimleri ve Kur’an-ı kerimi ezbere bilmek, her âyet-i kerimenin manay-ı müradisini, manay-ı zımni ve iltizamisini bilmek ve âyet-i kerimelerin geldikleri zamanları ve gelme sebeplerini ve ne hakkında geldiklerini, külli ve cüzi olduklarını, nasih veya mensuh olduklarını, mukayyed veya mutlak olduklarını ve kıraet-i seba ve aşereden ve kıraet-i şazzeden nasıl çıkarıldıklarını bilmek, hadis kitaplarındaki, yüz binlerce hadisi ezberden bilmek ve her hadisin ne zaman ve ne için irad buyurulduğunu ve manasının ne kadar genişlediğini ve hangi hadisin diğerinden önce veya sonra olduğunu ve bağlı bulunduğu olayları ve hangi vaka üzerine buyurulduğunu ve kimler tarafından nakil ve rivayet olunduğunu ve nakledenlerin ne halde ve ne ahlakta olduklarını bilmek, fıkıh ilminin üsul ve kaidelerini tanımak, 12 ilmi ve Kur’an-ı kerimin ve hadis-i şeriflerin işaretlerini, rumuzlarını ve açık ve kapalı manalarını 22 www.dinimizislam.com kavramak ve bu manalar kalbinde yer etmiş olmak, kuvvetli iman sahibi olmak ve itminan ile dolu, nurlu ve saf bir kalbe ve vicdana malik olmak gerekir. Bütün bu üstünlükler, ancak Eshab-ı kiramda ve sonra, 200 yıl içinde yetişen, bazı büyüklerde bulunabildi. Daha sonraları, fikirler, reyler dağılıp, bid’atler çıkıp yayıldı. Böyle üstün zatlar azala azala, 400 yıl sonra, bu şartlara haiz olan, yani mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi. Yüksek din bilgileri, tefsir, usul-i kelam, kelam, usul-i hadis, ilm-i hadis, usul-i fıkıh, fıkıh, ilm-i tasavvuftur. Bu 8 ilmi öğrenebilmek için gerekli alet ilimleri ise 12 dir. Bunlar, sarf, iştikak, nahv, kitabet, iştikak-ı kebir, lügat, metni lügat, beyan, meani, bedi, belagat, inşa ilimleridir. (Hadika) Mevduat-ül ilim kitabının (Tefsir İlminin Dalları) bölümünde, Kur’an-ı kerim ilmi, içinde şaşılacak, akıllara durgunluk verecek sayısız acayip haller bulunan engin bir denizdir. Öyle yüksek ve metin bir dağdır ki, ondaki hayret veren şeyleri öğrenmek, her sırrına erişmek imkansızdır. Bu ilmin sayılmayacak kadar dalı vardır, denilerek altmışın üstünde tefsir ilminin kolları bildirilmiştir. Sual: Kur'anda vesileden bahsediliyor. Vesile nedir? CEVAP Allahü teâlâ mealen, (Bana yaklaşmak için, vesile arayınız) buyuruyor. (Maide 35) Mezhepsizler, (Vesile, ibadetlerdir. Bir mürşide tâbi olmak, ölülere, dirilere yalvarmak, insanı Allah’a yaklaştırmaz. Aksine uzaklaştırır) diyor. Ehl-i sünnet âlimleri ise buyuruyor ki: İbadetler içinde, sahih, doğru, halis olan ibadetler vesile olur. İbadetlerin sahih olması için, doğru iman, temiz ahlak sahibi olmak ve şartlarına uygun yapmak lazımdır. Mesela, namazın sahih olması için, abdest almak, kullanılan suyun temiz olması, namazı vaktinde kılmak ve kıbleye karşı kılmak, namazdaki âyetleri, tesbihleri ve duaları doğru okumak ve diğer şartları, vesileleri bilmek ve yapmak lazımdır. Her ibadetin de böyle şartları, vesileleri vardır. Bunlar, senelerce çalışarak öğrenilir. Bunlar düşünmekle öğrenilemez. Bunları bilen ve yapan âlimlerden işiterek veya kitaplarını okuyarak öğrenilir. Fen bilgileri de, bilenlerden uzun zamanda öğrenilmektedir. Böyle, imanı, kalbi temiz, doğru din âlimlerine müderris, muallim ve mürşid denir. Mürşid demek, su üstünde yürüyen, havada uçan, kaybolan şeyleri bilen, okuyup, üfleyerek hastalara şifa dağıtan kimse demek değildir. Ahkâm-ı islamiyeyi, yani kalb, ruh ve beden ile yapılan ibadetleri bilen, yapan ve 23 www.dinimizislam.com başkalarına da öğreten Ehl-i sünnet âlimi demektir. Her müslüman, Maide suresindeki emre uymak için, böyle bir âlimden veya kitaplarından farz ve nafile ibadetleri öğrenmelidir! (F.Bilgiler) Her ilim sahibine âlim denir mi? Her ilim sahibine âlim denmez. Mal ve mevki sahibi olmak için ilim öğrenen ve ilmi ile amel etmeyen, İslam âlimi değildir. Buyuruluyor ki: Âlimler hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç, âlimler de helak olmuştur. İhlaslı olanlar hariç, amel eden âlimler de aldanmıştır. O halde gerçek âlim, ilim, amel ve ihlas sahibi salih kimsedir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Cahiller ile mücadele etmek ve meşhur olmak için ilim öğrenen Cehenneme gider.) [İ. Mace] (Allah rızasından başka maksatla ilim öğrenen Cehennemdeki yerine hazırlansın.) [Tirmizi] (Dünya için ilim öğrenen, mala, mevkiye kavuşursa, kazancı Cehennem ateşi olur.) [R.Nasıhin] (Âlim, ilmi az da olsa, ilmi ile amel eden kimsedir.) [Ebuşşeyh] Mürşidi tanımak Sual: Herkes birisine mürşid-i kâmil diyor. Bir kimsenin mürşid-i kâmil olduğu nasıl anlaşılır? CEVAP Ehl-i sünnet itikadını ve İlmihal bilgilerini iyi bilen hemen anlar. Yani dört hak mezhebi bilip birisine uyan kimse, hakkı bâtıldan ayırır. Bilmeyen ayıramaz. İstidracla kerameti karıştırır. Bid'at ehli bir kimse, deniz üstünde yürüse, havada uçsa da evliya olamaz. İstidrac ile kerameti ayıramayan bunu anlayamaz. İlmihal okuyan bilir ki, mürşid kendi kendine olmaz, yerden ot biter gibi bitmez. Bir müslüman kendi kendine evliya olabilir, ama asla mürşid olamaz. Mürşidin, icazetli bir hocadan icazet alması şarttır. Hocasının da icazetli olması şarttır. Bu silsilenin Peygamber efendimize kadar dayanması da şarttır. En iyi ve en kötü insanlar Sual: Din adamlarının yanlışlarını açıklamak doğru mudur? CEVAP Peygamberlerin vârisleri olan âlimlere dil uzatan, onları âlim oldukları için kötüleyen kimsenin imanı gider. Dinimiz ilme ve âlime büyük önem 24 www.dinimizislam.com verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. (Tirmizi) Ancak, bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır. Daha doğrusu bütün insanları bunların zararından korumaya çalışmalıdır. Çünkü, İslamiyet’i doğru duymak, doğru öğrenmek insanların hakkıdır. İslamiyet’i yanlış anlatan, nakledildiği gibi değil, çürük aklına, bozuk ilmine, iğrenç nefsine göre anlatan kötü din adamları, insanların en kötüsüdür. Kur'an-ı kerimde, Cuma suresi 5.âyetinde, kötü din adamları, kitap yüklü merkebe, Araf suresi 176. âyetinde ise, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe benzetilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Bid'atler yayıldığı, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde, doğruyu bildirmeyen kimse, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiği Kur'an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir] Bunların ilme ihanetlerini açıklamak, kötülemek olmaz. Böyle kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır, Allah’a giden yolu kesen, Rabbine kavuşmak isteyen insanın önünü kesen eşkıyalardır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] Vaaz etmek ve dini yazı yazmak, kitap, dergi çıkarmak, ancak Allah rızası için olunca, mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmayınca faydalı olur. Bid’at ehli, dini dünyaya alet eder, dine çok zarar verirler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hak teâlâ, Âdem aleyhisselama bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Çocukların ve neslin, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin! Sakın ola ki dini geçim vasıtası yapmasın! Din ile dünyayı talep edenlere yazıklar olsun!) [Hakim] İlmi, mala ve mevkie alet etmek uygun değildir. İlmin bunu yasakladığını bildiği halde, ilme uymamak büyük vebaldir. Allahü teâlânın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim zararlı olur. Halbuki, dünyaya düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir şeydir. O halde, Allahü teâlânın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harcamak, çok çirkindir. İnsanların en alçağı, din kisvesi altında dünya menfaati sağlayandır. İlim dini beslemek içindir, yoksa dünya nimetlerini yutmak için değil. 25 www.dinimizislam.com Kalbinde Allah korkusu yerine dünya sevgisi bulunan, haramlardan sakınmayan, âlim olduğunu söylerse şaşılır, buna inananlara daha çok şaşılır. İslam âlimleri buyuruyor ki: Şu iki kişinin çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyaya düşkün âlim ve ilimsiz sofu. Bir insanın etiketi ve çok şey bilmesi ölçü değildir. Doğruyu bilmesi, buna inanması ve gereğince amel etmesi önemlidir. İblis de âlim idi. Fakat ilmi ile amel etmedi. Kötü din adamından, canavardan, yılandan, çıyandan kaçar gibi kaçmalıdır. Âlim övünmez Sual: Âlim olan kimsenin övünmesi uygun mudur? CEVAP Genelde övünmek iyi değildir. Âlimin övünmesi de caiz değildir. Lokman suresi 18. âyet-i kerimesinde mealen, (Allah, kendini beğenip övüneni sevmez) buyurulmaktadır. Övünmek, büyüklenmenin alametidir. Mümin suresinin 35. âyet-i kerimesinde, büyüklenenlerin kalblerinin mühürlendiği bildirilmektedir. İmam-ı Gazali hazretleri, Necm suresinin, (Nefsinizi tezkiye etmeyiniz) meâlindeki 32. âyet-i kerimesinin tefsirinde, (Bir iyilik yapınca, bunu ben yaptım deme. Onu bir iyilik sanma! Onu iyilik olarak kabul etmek, kendini beğenmektir) buyurdu. Beydavi tefsirinde, İblis'in, (Âdem çamurdandır, cismanidir. Ben ruhaniyim. Çamur unsurların en aşağısıdır. Ben ise en şerefli olan ateşten yaratıldım) diyerek kibirlendiği bildirilmektedir. Övünmek yasak edilmiştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ecdadı ile övünen, rahmet-i ilahiden uzaktır, Cehennem odunudur.) [Tirmizi] (Allahü teâlâ, cahiliyet övünmelerini sizden kaldırdı. Hepiniz Âdem aleyhisselamın evlatlarısınız. Âdem ise topraktan yaratıldı.) [Ebu Davud] Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Halbuki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Din kardeşini hakir görmek, kötülük olarak yeter.) [Müslim] (İnsanlar helak oldu diyenin kendisi helak olmuştur.) [Müslim] (Allahü teâlâ, müslüman kardeşine tevazu göstereni yükseltir, ona karşı üstünlük taslayanı da alçaltır.) [Taberani] 26 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâ, "mütevazı olun, büyüklenmeyin, zulmetmeyin" diye bana vahyetti.) [İbni Mace] İnsan, ilim sahibi olunca kendini büyük görmeye başlar. Halbuki Kur'an-ı kerimde mealen, (Her ilim sahibinden üstün bir âlim vardır) buyurulmaktadır. (Yusuf 76) (Âlimlerin âfeti, kendilerini büyük görmeleridir) hadis-i şerifi, ilim sahiplerinden kibirlenenlerin olabileceğini göstermektedir. Övünmek için hiç kimse kendisinin âlim olduğunu söylememelidir! Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] İlmi, yalnız Allah rızasını kazanmak için öğrenmek gerekir. Başka maksatlarla öğrenmek, caiz değildir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimlere övünmek, cahillerle, aklı noksan olanlarla münakaşa etmek, onları susturmak, insanların teveccühünü kazanmak için ilim öğrenen, Cehenneme gider.) [Tirmizi, İbni Mace] (Toplantılarda ilimle üstünlük taslamayın! Böyle yapanın gideceği yer, Cehennemdir.) [İbni Mace] (Allah rızasından başka maksat için ilim öğrenen veya ilmini dünya menfaatine alet eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) [Tirmizi] İlmi böyle maksatlarla öğrenmek caiz olmadığı gibi; Allah rızası için öğrenip de, kötü maksatlar için kullanmak da caiz değildir. İlmi ile övünmek de Allah rızasına aykırıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Vallahi bir zaman gelecek, insanlar Kur'anı öğrenip okuyacaklar. Sonra, "Biz öğrenip okuduk, bizden daha iyisi var mı?" diyecekler. İşte onlar Cehennem odunudur.) [Taberani] Bu hadis-i şerif, ilmi ile övünmenin caiz olmadığını göstermektedir. İlmi ile övünen kimselerle tartışmak asla uygun değildir. İnsanın ömrü kısadır. Münakaşa ile zaman öldürmek asla caiz değildir. Abdülkuddüs hazretleri buyuruyor ki: (Vaktin kıymetini bil! Gece gündüz ilim öğrenmeye çalış! İlim öğrenmek ibadet yapmak içindir. Kıyamet günü işten sorulacak, çok ilim öğrendin mi diye sorulmayacaktır. İş ve ibadet de ihlas elde etmek içindir.) Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kıyamette herkes, şu dört şeyden soruluncaya kadar yerinden ayrılamaz: 1- Ömrünü nerede tükettin? 2- Gençliğini nerede geçirdin? 3- Malını nerede kazandın, nereye harcadın? 27 www.dinimizislam.com 4- İlmin ile ne amel ettin?) [Tirmizi] Bazıları, Peygamber efendimizin Ben Peygamberlerin efendisiyim gibi sözlerini övünmek olarak gösteriyorlar. Bu yanlıştır. Böyle demek, öğünmek değil, gerçeği bildirmektir. (Ben evliyayım) demek öğünmek olur. Fakat (Ben Peygamberim) demek böyle değildir. Gerçeği bildirmek vazifesi olduğu ve vazifesini yapmak mecburiyetinde de olduğu için böyle buyurmuştur. Nitekim imam-ı Rabbani hazretlerinin, Müjdeci Mektublar kitabında bildirdiği hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamette, önce ve sonra gelenlerin seyyidiyim. Gerçeği bildiriyorum, öğünmüyorum.) (Allahü teâlânın habibi, Peygamberlerin reisiyim. Öğünmek için söylemiyorum.) (Peygamberlerin sonuncusuyum, öğünmüyorum, ben Abdullah’ın oğlu Muhammed’im [sallallahü aleyhi ve sellem]. Allahü teâlâ insanları yarattı. Beni insanların en iyisinden yarattı, insanları fırkalara [milletlere, ırklara] ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra bu en iyi fırkayı cemaatlere ayırdı. Beni, en iyisinde bulundurdu. Sonra, bu cemaati evlere ayırdı. Beni, en iyi evden [aileden] dünyaya getirdi. İnsanların en iyisiyim. En iyi ailedenim. Kıyamette, herkes sustuğu zaman, ben konuşurum. Kimsenin kımıldayamadığı vakitte, onlara şefaat ederim. Kimsede ümit kalmadığı bir zamanda, onlara müjde veririm. O gün her iyilik, her türlü yardım, her kapının anahtarı bendedir. Liva-i hamd benim elimdedir. İnsanların en hayırlısı, en cömerdi, en iyisiyim. Kıyamet günü, Peygamberlerin imamı, hatibi ve hepsine şefaat edici benim. Bunu öğünmek için söylemiyorum.) [Hakikati bildiriyorum. Hakikati bildirmek vazifemdir. Bunları söylemezsem, vazifemi yapmamış olurum.] Âlim, kibirden kurtulmak için ne yapmalı İlim silah gibidir. Düşman elinde zararı, dostun elinde faydası olur. Yani ilim, kibirlinin kibrini, tevazu ehlinin tevazuunu artırır. İlim yağmur gibidir. Yağmur, temiz olarak yağar, bitkilerin kökleri bu suyu emer, kendi vasfına çevirir. Aynı yağmur suyu, biberi acılaştırırken, karpuzu tatlılaştırır. Temiz olan ilim de, kibirliyi azdırır, mütevazıının da tevazuunu artırır. Kabül Ahbar hazretleri "Malın azdırdığı gibi ilim de azdırabilir" buyuruyor. Az da olsa, bir şey bilen insan cahillerin yanlışlıklarını görünce, ben onlar gibi değilim diye kendini beğenir. İlim sahibi de, ekseriya, kendini cahilden üstün görür. Âlim, kibirden kurtulmak için şu iki şeyi bilip ona göre amel etmelidir: 28 www.dinimizislam.com Birincisi: Allahü teâlâ katında âlimin mesuliyetinin daha fazla olduğunu bilmesidir. Çünkü, günah olduğunu bilerek isyan eden ile, bilmeyerek o günahı işleyenin cezası elbette bir olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamette bir din adamı getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Şu ibadeti yapın" der, kendim yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buhari] (Mirac gecesi ateşten makaslarla kendi dudaklarını kesen insanlar gördüm. Cebrail aleyhisselama bunların kim olduğunu sordum. "Kendileri yapmadıkları halde "yapın" diyen vaizlerdir" dedi.) [Müslim] İblis, âlim idi. Fakat ilmi ile amel etmedi. Dağda kalan kimsenin yanında, çeşitli silahlar bulunsa, bunları kullanmasını iyi bilse ve çok cesur olsa, kendine hücum eden aslana karşı kullanmadıkça, bu silahların faydası olur mu? Elbette olmaz. Bunun gibi, din bilgilerinden yüz bin mesele öğrense, bunları kullanmadıkça faydalarını görmez. Bir hasta, derdine en faydalı ilacı bulsa, kullanmadıkça faydasını görmez. Bilip de amel etmeyenler, Cuma suresi 5. âyetinde eşeğe, Araf suresi 175. ve 176. âyetlerinde ise köpeğe benzetilmiştir. Ne zaman ki, bir âlim, cahile nispetle kendini üstün görmeye başlarsa, içinde bulunduğu bu büyük tehlikeyi düşünmelidir! Bunu düşününce, cahile göre mevkii üstün olduğu gibi, tehlikesinin de o nispette büyük olduğunu anlar. Bu âlim, hayatı tehlikede olan hükümdar gibidir. Hükümdarı yakalayıp öldürecekleri zaman Keşke bir hizmetçi olsaydım da bu tehlike ile karşılaşmasaydım der. Nice âlimler var ki, kıyamette, ilmi ile kibirlenmenin cezasını görünce, keşke cahil olsaydım diyecektir. İşte bu tehlikeleri düşünmesi, âlimi kibirden korur. İkincisi: Kibrin büyük günah olduğunu, insan, nefsini ne kadar aşağılarsa, Allahü teâlâ indinde kıymetinin o kadar yükseleceğini, kendine kıymet verenin, Allah katında kıymetinin olmayacağını bilmesidir. İlmi olduğu halde, kibrin zararını bilmeyene âlim demek yanlış olur. İnsanın ilmi arttıkça, Allahü teâlâdan korkması da artar, günah işlemeye cesaret edemez. Âlimlere nasıl tâbi olunur Sual: İslam âlimlerine nasıl tâbi olunur? CEVAP 29 www.dinimizislam.com Âlimlere tâbi olmak, dört mezhepten birine uymak demektir. Asırlardan beri bütün İslam âlimleri, dört mezhepten birine uymuşlar ve müslümanların da uymalarının gerektiğini bildirmişlerdir. Bunlara uymakta İcma hasıl olmuştur. İcmadan, cemaatten, birlikten, topluluktan ayrılan helak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İki kişi, bir kişiden, üç kişi, iki kişiden iyidir. O halde cemaatle birlikte olun! Allahü teâlânın rızası, rahmeti, yardımı cemaattedir. Cemaatten ayrılan Cehenneme düşer.) [İbni Asakir] (Cemaatten ayrılan, yüzüstü Cehenneme düşer.) [Taberani] (Ümmetimin âlimleri, hiçbir zaman dalalette birleşmezler. İhtilaf olunca sivad-ı a'zama [âlimlerin ekseriyetinin bildirdiği yola] tâbi olun!) [İbni Mace] (O gün her fırkayı imamları ile çağırırız) mealindeki İsra suresinin 71. âyet-i kerimesini Kadi Beydavi hazretleri (Her ümmeti Peygamberleri ve dinde uydukları imamları ile çağırırız) şeklinde açıklamıştır. Ruh-ul beyan ve Tefsir-i Hüseynide ise, (Herkes mezhebinin imamı ile çağırılır. Mesela "Ya Şafii" veya "Ya Hanefi" denir) şeklinde açıklanmaktadır. Bu açıklamalar da, her müslümanın dört hak mezhepten birine uyması gerektiğini açıkça bildirmektedir. İcmadan ayrılmak caiz değil Medarik tefsirinde (Müminlerin [itikad ve ameldeki] yolundan ayrılan Cehenneme gider) mealindeki Nisa suresinin 115. âyet-i kerimesini bildirdikten sonra, (Kitab ve sünnetten ayrılmak gibi icmadan da ayrılmak caiz değildir) buyuruluyor. Beydavi tefsirinde ise aynı âyet-i kerimenin açıklamasında (Bu âyet, icmadan ayrılmanın haram olduğunu göstermektedir. Müminlerin yolundan ayrılmak haram olunca, bu yola uymak da vacip olur, şart olur) buyuruluyor. Ahmed bin Muhammed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: (Kur'an-ı kerimdeki (Allah’ın ipi)nden maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilm sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı A'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Peygamber efendimiz aleyhisselamın ve Hulefa-ı raşidinin yoludur. Bu yoldan ayrılanlar, Cehenneme gider. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu dört mezhep, Hanefi, Maliki, Şafii ve Hanbeli’dir. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine tâbi olmayan, bid'at sahibi olup Cehenneme gider.) [Tahtavi] Abdülgani Nablüsi hazretleri de (Bugün dört mezhepten başkasına uymak caiz değildir) buyuruyor. (Hadika) 30 www.dinimizislam.com İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Mezhepten ayrılmak, mezhepsiz olmak ilhaddır) buyuruyor. (Mebde ve Mead) [İlhad, doğru yoldan ayrılmak demektir.] Âlimleri taklit nimeti Sual: Bazıları, (İslam âlimlerinin asırlar önce verdiği fetvalar bizi bağlamaz, onları taklit etmek uyduluktur!) diyorlar. Bunlara ne cevap vermeli? CEVAP Kötüyü, yanlışı ve bâtılı taklit, ne kadar zararlı ise, iyiyi, doğruyu ve hakkı taklit de o kadar faydalıdır. Bir kimsenin bütün ilimlerde üstad, bütün işlerde mütehassıs olması mümkün değildir. Hastanın kendisini ameliyat edecek bir doktora ihtiyacı vardır. Doktorun da, manevi hastalıklarını tedavi edebilecek bir mürşid-i kâmile [Kalb mütehassısına] ihtiyacı vardır. Doktorlar ilaç imal etmez, kimyagerlerce hazırlanan ilaçları tavsiye ederler. Hastalar da, doktorlara itimat ederek, onlara teslim olarak, onların tavsiyesine uyarak ilaçları kullanırlar. Herkesin, hem kimyager, hem doktor, hem mühendis gibi ihtisas isteyen her mesleğin erbabı olması düşünülebilir mi? O halde, bir kimse, bir işte mütehassıs da olsa, ihtisası dışındaki başka bir işin mütehassısına tâbi olması lazımdır. Bir saate, bir radyoya ihtiyacı olan kimsenin, (Taklit gericiliktir. Hiç kimsenin yaptığı bir şeyi kullanmam) diyerek saat, radyo yapmaya kalkışması doğru mudur? Taklit düşmanları, hem taklidi uyduluk olarak vasıflandırıyor, hem de Batı’nın taklit edilmesini istiyorlar. Keşke Batı, ahlakta değil de, teknikte taklit edilse idi. Çünkü Peygamber efendimiz, (Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın, ilim Çin’de [çok uzakta ve kâfirde] de olsa talep edin) buyuruyor. Batı’nın tekniği yerine, örf ve âdeti, ahlaksızlığı taklit edilirse, elbette rezil olunur. Uzun tecrübelerden sonra çeşitli âletler yapılmış, çeşitli kaideler bulunmuş, çeşitli ilimler sistemleştirilmiştir. (Taklit etmemek için bunları kullanmam) diyenin aklından şüphe edilir. Maiyet bulunmadıkça, amir olur mu? Ast bulunmazsa üst olur mu? Herkesin müctehid, lider olmasını istemek ateşin üşütmesini, buzun ısıtmasını istemek gibi eşyanın tabiatına aykırıdır. Müctehid olmak, doktor veya kimyager olmak gibi kolay bir iş değildir. Birçok ilimde ihtisas sahibi olduktan başka, ilahi mevhibe sahibi de olmak gerektiği için Yusuf Nebhani 31 www.dinimizislam.com hazretleri, (Bugün müctehidlik taslayanın ya aklı veya dini noksandır) buyurmuştur. Eshab-ı kiramın hepsi mutlak müctehid olduğu halde, Peygamber efendimizi görüp taklit ettikleri için, Peygamberlerden sonra en yüksek makama kavuşmuşlardır. Tâbiin, Eshab-ı kirama tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için yüksek şerefe kavuşmuştur. Onlardan sonra gelenler de onlara tâbi oldukları, onları taklit ettikleri için Tebe-i tâbiin şerefine nail olmuştur. Peygamber efendimiz de, (Âlimler rehberdir, âlimlere tâbi olun) buyurdu. O halde âlimleri taklit etmek lazımdır. (Berika) Ehl-i sünnet âlimleri çok yüksek insanlardır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlim, Allahü teâlânın güvendiği zâttır.) [Deylemi] (Âlimlere tâbi olun! Onlar, dünyanın ışığıdır.) [Deylemi] (Âlimler [ebedi saadet yolunu gösteren] birer kılavuzdur, rehberdir.) [İ.Neccar] Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyetten ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, nassa uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyarız. Çünkü nass; ictihad isteyebilir, tevil edilmesi gerekebilir, nesh edilmiş olabilir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumamız lazımdır. (Berika s.94) Buhari’deki, (Bir zaman gelir, din âlimi kalmaz, din adamı yerine geçirilen cahiller, bilmeden fetva verir, herkesi, doğru yoldan çıkarmaya çalışırlar) hadis-i şerifi, âlimlerden nakletmeye taklitçilik diyerek, Ehl-i sünneti kötüleyen, dinde reformcuların zararlarını bildirmektedir. Yine Buhari’deki (Kıyamete yakın, ilim yok olur, din cahilleri çoğalır, içki içen ve zina edenler artar) hadis-i şerifi de, dinde reformcuların, din adamı olarak ortaya çıkacaklarını bildiren Resulullah efendimizin mucizelerinden biridir. Hocaya ittiba ne demektir Sual: Veysel Karani, Resulullahın mübarek dişi kırıldı diye, ona benzemek için dişlerini çektirmiş. 63 yaşından fazla yaşayan kimseler, Resulullahtan fazla dünyada kalmam diyerek evine kabir kazıp kalan ömrünü kabirde geçirmiş. Bunun örnekleri çok. Böyle hareketler Resulullaha ittiba mıdır? Bizlerin de yapması lazım mı? İslam âlimlerine, dini öğreten hocalara nasıl ittiba gerekir? Mesela Resulullah efendimiz ikindinin sünnetini bazen kılmazmış. Bizim de bazen kılmamamız sünnet midir, Resulullaha ittiba olur mu? Bir arkadaş söyledi. Hocası, 32 www.dinimizislam.com Rabbena’dan sonra Allahümme inni euzübike min hemezatişşeyatin okumak çok sevap diye bildirirmiş. Namazda son oturuşta salli barikten sonra Rabbena atina’dan fazla okumam, çünkü hocamızın okumadığını bir iki kere gördüm dedi. Başka duaları okumak hocaya ittiba etmemek mi olur? CEVAP Evliyanın, aşıkların durumu farklıdır. Veysel Karani hazretleri, Resulullah efendimizin hangi dişi olduğunu bilmediği için dişlerinin hepsini çektiriyor. Bu aşıklık hâlidir, onlar mazurdur. İttiba, dinin yasaklamadığı konularda, o zata uymaya çalışmaktır. Mesela o zat, özürlü olduğu için, teyemmüm etse, biz de ona uymak için teyemmüm etmemiz caiz olmaz. Resulullah efendimiz bazen ikindinin sünnetini terk etti diye sünneti terk etmek sünnet olmaz, ancak ibadet etmek sünnet olur, terk etmek sünnet olmaz. Bir zat, birkaç namazda Rabbena’dan sonra dua okumasa, yahut ömründe hiç okumasa, ancak, siz okuyun diye bildirse, okumak o zata ittiba olur. Mesela Rabbena’dan sonra Allahümme inni euzübike min hemezatişşeyatin okumak hocaya ittibadır. Ehli sünnet âlimlerine uymak gerekir Âlim, hakkı bâtıldan ayıran ve bildikleri ile amel eden zattır. Ehl-i sünnet âlimleri Peygamber efendimizin vârisleridir. Bunlara uyanlar kurtulur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bu misalleri ancak âlim olan kimseler anlar.) [Ankebut 43] (Eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden [âlimlerden] sual ediniz) [Nahl 43] Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Âlimlere tâbi olun.) [Deylemi] (Âlimler, birer rehber ve kılavuzdur.) [İ. Neccar] (Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi] (Bilmediklerinizi salih âlimlerden sorup öğrenin.) [Taberani] (Âlimin, insanlara üstünlüğü, Peygamberin ümmetine üstünlüğü gibidir.) [Hatib] (Âlimler, benim ve diğer Peygamberlerin vârisleridir.) [Tirmizi] Fıkıh ilminin önemi Sual: Mealden mi yoksa fıkıh kitabından mı dini öğrenmeyi tavsiye edersiniz? CEVAP 33 www.dinimizislam.com Mealden tefsirden din öğrenilmez. Ahmed Tahtavi hazretleri buyuruyor ki: Kur'an-ı kerimdeki Allah’ın ipine sarılın ifadesindeki ipten maksat, cemaattır. Cemaat da, fıkıh ve ilim sahipleridir. Fıkıh âlimlerinden bir karış ayrılan dalalete düşer. Sivad-ı a'zam, fıkıh âlimlerinin yoludur. Fıkıh âlimlerinin yolu da, Resulullah efendimizin ve Hulefa-i raşidinin yoludur. Kurtuluş, Ehl-i sünnet vel cemaat fırkasındadır. Fırka-i naciyye, bugün dört mezhepte toplanmıştır. Bu zamanda bu dört hak mezhepten birine uymayan, bid'at ehlidir. (Tahtavi) Muhammed Hadimi hazretleri buyurdu ki: (Dindeki dört delil, müctehid âlimler içindir. Bizim için delil, mezhebimizin bildirdiği hükümdür. Çünkü biz, âyet ve hadisten hüküm çıkaramayız. Bunun için, mezhebimizin bir hükmü, âyet ve hadise uymuyor gibi görünse de, mezhebimizin hükmüne uyulur. Yahut başka bir âyet veya hadisle değişmiştir, yahut tevil edilmesi gerekir. Bunları da ancak müctehid âlimler anlar. Bunun için tefsir ve hadis değil, âlimlerin kitaplarını okumak gerekir.) [Berika] Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki: (Bir işte anlaşamazsanız bu işin hükmünü, Allah ve Resulünden anlayın!) [Nisa 59] Buradaki Anlayın emri müctehid âlimler içindir. Çünkü Allahü teâlâ, âlimlere sorulmasının gerektiğini bildiriyor. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki: (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43] Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi] (Fıkıh öğrenmek her müslümana farzdır. Fıkhı öğrenin ve öğretin, cahil olarak ölmeyin!) [İ. Maverdi] (İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr] (Her şeyin dayandığı direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh ilmidir.) [Beyheki] (Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [İ. Maverdi] (Allahü teâlâ, iyilik vermek istediği kimseyi fıkıh âlimi yapar.) [Buhari] (Fıkhı bilmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [Deylemi] 34 www.dinimizislam.com (Hikmetsiz kalb, harap ev gibidir. Şu halde öğrenin, öğretin. Fıkıh öğrenin, cahil olarak ölmeyin. Çünkü Hak teâlâ cahillik için mazeret kabul etmez.) [İ. Sünni] (Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M. Zühdiyye] (Az fıkıh, çok ibadetten iyidir. İhlasla ibadet edene fıkhı öğrenmek nasip olur.) [Taberani] Hazret-i Ebu Bekir (Ya Resulallah, savaştan başka cihad yolu var mı?) diye sordu. Resul-i ekrem buyurdu ki: (Evet vardır. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaktır.) [Tibyan] Fıkhı öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. Fıkıh âliminin Müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından çoktur. (Reddül-muhtar) Mezhep imamları, (Âlimlerden sorup öğrenin) mealindeki âyet gereğince, Kur'an-ı kerimin manasını, Tabiinden ve Eshab-ı kiramdan öğrenerek, kitaplarına yazmışlardır. Diğer âlimlerimiz de, bunların kitaplarından, tefsirden, hadisten anladıklarını, bizim gibilere açık, kolay öğretmek için, binlerce Fıkıh ve İlmihal kitabı hazırlamışlardır. (Birgivi) Ehl-i sünnet itikadını ve farzları, haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh, âyet ve hadislerden çıkarılmıştır. (Hadika) Fıkıh, salih kimselerin yazdığı ilmihallerden öğrenilir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden derlenerek hazırlanan (Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye) kitabı, fıkıh bilgileri öğrenilecek en emin kaynaktır. En lüzumlu bilgiler Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek farz-ı ayn iken, bu farzı terk edip, (İmanı araştırıyorum) diyerek ağaçların, çiçeklerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemekle meşgul olmak haramdır. İman esasları tahkik edilmez, yani araştırılmaz. Peygamber efendimiz, (Ahir zamanda, kocakarı gibi itikad edin!) buyurarak, kocakarı gibi iman etmeyi tavsiye etmiştir. (Deylemi) İspat ile delil ile iman olmaz. İman, görmeden inanmaktır. Kur’an-ı kerimde, salihler övülürken, (O müttekiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekat ve her türlü hayır hasenat için] harcarlar) buyuruluyor. (2/3) İman bilgilerini anlatan derin ilme ilm-i kelam denir. Kelam ilmini, ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri itikadı öğrenecek ve bunları akıl ve nakil ile ispat edecek ve sapıklara, dinsizlere anlatacak kadar okumak farz-ı ayn olup, bundan fazlasını öğrenmek, ancak din âlimlerine lazımdır. 35 www.dinimizislam.com Başkalarına caiz değildir. Başkaları bu ilimle meşgul olursa, bâtıl yollara kayar, sapıtıp zındık olur. (Hadika) Âlimler buyuruyor ki İlm-i kelam ile uğraşıp sapıtmak yanında, büyük günah işlemek hafif kalır. Ehl-i sünnet itikadını iyi öğrenmeden önce, ilm-i kelam ile uğraşmanın zararı bilinseydi, kelam ilmi ile uğraşmaktan, aslandan kaçar gibi kaçınılırdı. (İmam-ı Şafii) Bid’at ehli ile kelamcıların şahitlikleri kabul değildir. (İmam-ı Malik) Kelam ilmi ile uğraşan hep şüphe içindedir, iflâh olmaz. (İmam-ı Ahmed) Kelam ilmi ile uğraşan imam olamaz, zamanla dinden çıkar. (İmam-ı Ebu Yusuf) Resulullah efendimiz, fıkhı teşvik etti, kelamı yasakladı. (Hadis âlimleri) Kelam ilmi ile uğraşanların çoğu zındık olur. (Fetava-i Bezzâziyye) Fıkıh öğrenmek her Müslümana farz-ı ayndır. (İbni Abidin) Tasavvuf sayesinde iman sağlamlaşır. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlenen iman böyle sağlam olmaz. (İmam-ı Rabbani) Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki: İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanmaz. Hadis-i şerifte, (Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur) buyurulmaktadır. (Taberani) İman kıymetlidir Cahil ve âlim herkes, kelam ilmi ile uğraşmayı bırakıp, ilmihal bilgilerini öğrenmeye çalışmalı; zira fıkıh ilmi zaruri lazımdır. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (İmanın sermayesi fıkıhtır.) [Deylemi] (Fıkıh ilmi her Müslümana farzdır.) [İ.Maverdi] (Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki] Fıkıh ilmi ise, nakli esas alan doğru bir ilmihal kitabından öğrenilir. Bir Müslümanın, imanını ehl-i sünnet itikadına göre düzelttikten sonra, imanın gereği olan amellerini ilmihale uygun yapması gerekir. Ayrıca imanını tehlikeye düşürecek iş ve sözlerden de uzak durmalıdır. Çünkü iman ne kadar kıymetli ise, zıddı olan küfür de o kadar kötüdür. İmanı kurtarmak için ibadetleri yapmak ve haramlardan kaçmak gerekir. Bilhassa küfre 36 www.dinimizislam.com düşürücü söz ve hareketlerden sakınmalıdır. Mesela imanını çok kuvvetli sanan biri, Allah dostlarından birine düşman olsa veya Allah düşmanlarından birini sevse, yahut, (Kuşların uçuşunda ilahi şuuru görüyoruz) veya (Bu iş Allah’ın aklına aykırıdır) dese, yaptığı ibadetler kıymetsiz olur ve Cehenneme gider. Çünkü küfre düşürücü ifade kullananın imanı gider. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Öyle bir zaman gelir ki, kişinin imanı gider de haberi olmaz. Halbuki ondan, gömleğin çıktığı gibi, iman çıkmış olur.) [Deylemi] Şeytanın ağlatıp sızlattıkları Sual: Tarikata bağlı arkadaşlar şeyhlerinden bahsederken muhabbetlerinden ağlayabiliyorlar, fakat Allahü teâlâdan ve Peygamber efendimizden bahsederken hiç de böyle bir hâl içerisinde olduklarını göremiyoruz. Bu durumda, İslamiyet’in ruhuna aykırı bir durum ortaya çıkmış olmaz mı? CEVAP Aykırı olmayabilir. Fakat aykırı olması daha kuvvetlidir. Çünkü şeytan, dinimizi doğru ve tam bilmeyen, (fıkıh bilmeyen) tarikatçıları oynatır, ağlatır, zıplatır, cezbeye sürükler. Size Seadet-i Ebediyyeden aldığım bir menkıbeyi yazıyorum. Bu haller şeytandan olabilir. Fârisi Tezkiret-ül-Evliya kitabında diyor ki, İbrahim Ethem hazretlerine, falanca yerde bir genç var. Gece gündüz ibadet ediyor. Vecde gelip kendinden geçiyor, dediler. Gencin yanına gidip, üç gün misafir kaldı. Dikkat etti, söylediklerinden daha çok şeyler gördü. Kendinin soğuk, hâlsiz, habersiz, gencin ise, böyle uykusuz ve gayretli hâline şaşıp kaldı. Genci, şeytan mı aldatmış, yoksa hâlis ve doğru mu diye anlamak istiyordu. Yediğine dikkat etti. Lokması helalden değildi. Bu hâllerin hep şeytandan olduğunu anlayarak, genci evine davet etti. Ona helalinden bir lokma yedirince, gencin hâli değişip, o aşkı, arzusu ve gayreti kalmadı. Genç, İbrahim’e (Bana ne yaptın?) diye sorunca, (Lokmaların helalden değildi. Yemek yerken, şeytan da midene giriyordu. O hâller, şeytandan oluyordu. Helal yiyince şeytan giremedi. Asıl, doğru hâlin meydana çıktı) dedi. Mealden tefsirden din öğrenilmez Sual: Mealen ne demektir? CEVAP 37 www.dinimizislam.com Mealen demek, tefsir âlimlerinin bildirdiklerine göre demektir. Yani tefsir âlimlerinin anladığı mana demektir. Bunun için Kur'an tercümesi denilen kitaplardan, Kur'an-ı kerimin manası anlaşılmaz. Kur'an tercümesi okuyan kimse, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yaptığı tercümeyi okuyan kimse de, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur'an-ı kerim tercümesini okuyan, amele, ibadete ait bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz. Çünkü 72 dalalet fırkası, Kur'an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur'an tercümesi okuyarak, doğru imanı, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmek mümkün olmaz. Hatta (Beydavi), (Celaleyn) gibi kıymetli tefsirleri bile bizim gibilerin anlaması mümkün değildir. Kur'an-ı kerimin manasını öğrenmek isteyen kimse, Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı, kelam, fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. (Hadika) Âlimler sapıtınca Fıkıh bilgilerini, İslam âlimleri, âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarmışlardır. Bu bilgiler ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkıh kitapları varken, din bilgilerini tefsirlerden öğrenmeye kalkışmak nafile ibadet olur. Farz-ı ayn olan fıkıh kitaplarını okumayı bırakıp, nafile olan tefsir okumak caiz değildir. Zaten müctehid olmayanların, tefsirden fıkıh bilgisi öğrenmesi imkansızdır. Cehenneme gidecekleri bildirilen yetmiş iki fırkanın âlimleri, tefsirlerden yanlış mana çıkardıkları için sapıtmışlardır. Âlimler sapıtınca, âlim olmayanların tefsir, okuması felaket olur. (Hadika) Sual: Dinimizi, asıl kaynağından öğrenmek için hangi meali ve tefsiri tavsiye edersiniz? CEVAP Kur'an-ı kerimin muhatabı Muhammed aleyhisselamdır. Ona gelmiştir. Manasını yalnız Muhammed aleyhisselam anlamış ve hadis-i şerifleri ile bildirmiştir. Kur'an-ı kerimi tefsir eden Odur. Doğru tefsir kitabı da, Onun hadis-i şerifleridir. Din âlimlerimiz, bu hadis-i şerifleri toplayıp, tefsir yazmışlardır. Âyet-i kerimeler kısa ve tam tercüme edilemediği için, İslam âlimleri, tercüme değil, uzun tefsir ve tevillerini bildirmişlerdir. Resulullahın bildirdiği manalara Tefsir denir. Tefsir, ancak Fahr-i âlem efendimizin mübarek lisanından, Sahabe-i kirama ve onlardan Tabiine ve Tebe-i tabiine ve böylece sağlam, kıymetli insanların söylemesi ile, fıkıh ve kelam âlimlerine 38 www.dinimizislam.com gelen haberlerdir. Bundan başka olan bilgilere tefsir denmez. Müfessir, tefsir kitabı yazan demek değildir. Müfessir, kelam-ı ilahiden, murad-ı ilahiyi anlayan derin âlim demektir. Beydavi tefsiri bunların en kıymetlilerindendir. Bu tefsir kitaplarını da anlayabilmek için, yirmi ana ilmi, iyi öğrenmek gerekir. Ana ilimlerden biri, tefsir ilmidir. Bu yirmi ana ilmin kolları, seksen ilimdir. 1986da İstanbul’da yapılan (Kur'an Tercümeleri Sempozyumu)nda 1500den fazla tercüme incelendiğinde, birbirini tutmayan hükümler görüldü. Herkes anlayışına göre tefsir ettiği için, karşımıza bir korkunç, dehşetli ve vahim manzara çıkmıştır. Halbuki nakle dayanılsaydı böyle olmazdı. Türkiye’de ilk defa Kur'an tercüme işini, Cihan Kitabevi sahibi Misak isimli bir Ermeni başlatmıştır. Maksat dinimizi bozmaktır. Bu oyuna gelinmemeli! Din fıkıhtan öğrenilir Bizim gibilerin, tefsirden din öğrenmesi mümkün değildir. Tefsirden abdestin farzını bile öğrenmemiz mümkün değilken, itikadi konuları öğrenmemiz nasıl mümkün olur? İslam âlimleri yıllarca çalışarak, Kur'an-ı kerimden çıkardıkları hükümleri, kitaplara yazmışlardır. Bir müslüman, hangi mezhepte ise, mezhebine ait kitapları okur, dinini öğrenir. Zaten her müslümanın, bir ilmihal kitabı okumakla, dinine ait lüzumlu bütün bilgileri öğrenmesi mümkündür. Tıp kitabı okuyarak hastalıklara teşhis koymak, tedavi ve ameliyatlara girişmek milyonda bir ihtimal de olsa belki mümkün olabilir, fakat Kur'andan din öğrenmek mümkün olmaz. Her işi ehlinden öğrenmek gerekir. Fıkıh kitaplarını "Tabu" olarak gösterenler, "Dini Kur'andan, tefsirden öğrenin!" diyenler, eğer cahil değilseler, din anarşisi meydana çıkarmak için çalışan hain ve sapık kimselerdir. İlmihal bilgileri Sual: Fıkıh, yani ilmihal bilgilerinden önce başka kitap okumak uygun mudur? CEVAP Asla uygun değildir. Fıkıh ilmi ile uğraşmak, yani farzları ve haramları öğrenmek, her müslümana farz-ı ayndır. Fazlasını öğrenmek de, farz-ı kifaye olup, çok sevaptır. (Hadika) İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Her müslümanın ilmihal öğrenmesinin farz olduğunu fıkıh âlimleri sözbirliği ile bildirdi. Bunun için, karı-kocanın hayz ve nifas bilgilerini öğrenmeleri gerekir. Kocası, hanımına öğretmeli, kendisi bilmiyorsa, bilen 39 www.dinimizislam.com kadınlardan öğrenmesi için izin vermelidir. Kocası izin vermeyen kadının, ondan izinsiz gidip öğrenmesi gerekir. (Menhel) İmam-ı Muhammed’e, mütehassıs olduğu tasavvuf bilgisinde bir kitap yazmadığını sorduklarında, (Zühd ve takva, ancak, bütün işlerde İslamiyete uymakla, bâtıl, fâsid ve mekruh sözleşmelerden sakınmakla elde edilebilir. Bunlar da, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Alış-veriş ve başka sözleşmeleri yapacak kimsenin bunların sahih ve helal olması şartlarını öğrenmesi gerekir. Bunun için, bu işlerin ilmihalini öğrenmek her mükellefe farz-ı ayndır. Bu farzın yerine getirilmesi için, alış-veriş kitabını yazdım) buyurdu. (Hadika) Önce lüzumlu bilgi Ehl-i sünnet itikadını ve fıkıh bilgilerini öğrenmeden önce, Gülistan ve benzeri kitapları okumamalıdır. Fıkıh kitapları yanında, Gülistan ve benzeri kitaplar lüzumsuzdur. Dinde gerekenleri, önce okumak ve öğrenmek ve öğretmek gerekir. [Din bilgilerini öğrenmeden, başka şeyler öğrenenler ve çocuklarına doğru din bilgisi öğretmeyerek, para kazanmaya uğraşanlar, ne kadar aldanıyor.] Kur'an-ı kerimin hakiki manasını anlamak isteyen bir kimse, din âlimlerinin kelam ve fıkıh ve ahlak kitaplarını okumalıdır. Bu kitapların hepsi, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden alınmış ve yazılmıştır. Kur'an tercümesi diye yazılan kitaplar, doğru mana veremez. Okuyanları, bunları yazanların fikirlerine, düşüncelerine ve maksatlarına esir eder ve dinden ayrılmalarına sebep olur. Abdest, gusül, teyemmüm, mest, namaz, oruç, zekât, adak, yemin çeşitleri, hac bilgilerini öğrenmek, fıkıh bilgisi ile mümkündür. Fıkıh bilgisi de ancak doğru yazılmış bir ilmihalden öğrenilir. Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabında, bir müslümana gereken bütün dini bilgiler vardır. Hepsi de en kıymetli eserlerden derlenmiştir. Bu kitabı baştan sona dikkatlice okuyan birisi, dinimizin bütün emir ve yasaklarını öğrenir. Dinimiz hakkında kâfi bilgiye sahip olur. Her müslümanın dinimizi çok iyi bilmesi şarttır. Dinini bilmeyenin dini yoktur. 95. baskısı yapılan, 1248 sayfalık Tam İlmihali, her müslümanın okuyup, çoluk çocuğuna da okutması gerekir. Mahrem bilgiler Sual: S. Ebediyye'deki hayz, gusül ve evlilikle ilgili mahrem bilgileri birkaç kişinin birlikte okumaları caiz midir? CEVAP 40 www.dinimizislam.com Evet, caizdir. Fıkıh ilmi Sual: Fıkıh ilminin önemi nedir? CEVAP Fıkıh ilmi çok kıymetlidir. Peygamber efendimiz, (Allah bir kimse için hayır murad etmişse, onu dinde fakih yapar) buyuruyor. Kelam âlimlerinden sapıtanlar, yanlış yollara sapanlar çok olmuşsa da; fıkıh âlimlerinden bozuk itikadlı kimseler çıkmamıştır. Fetva vermenin mesuliyeti Sual: Fetva ne demektir? CEVAP Fetva, bir hususun dine uygun olup olmadığını, hangi fıkıh kitabının neresinden alındığını bildiren hüküm demektir. Mehazını göstermeden caiz veya caiz değil demek fetva olmaz. Fetva veren Müftinin müctehid olması gerekir. Müctehid olmayan kimse müfti yapılırsa, bunun müctehidlerin bildirdiklerini okuyup, öğrenerek bunları söylemesi gerekir. (İbni Hümam) Müctehid olmayan kimse bir hadis işitince, bu hadisten kendi anladığına uyarak amel edemez. Mezhebindeki müctehidlerin verdiği fetva ile amel etmesi gerekir. (Kifaye) Cengiz Han, Fatımiler ve hatta Abbasiler zamanında, haramlara caiz diyen müftü adını taşıyan devlet memurları vardı. Bunların yanında bir kısmı da gerçekten İslam müftisi idi. Bir kısmı ise, o zamanki hükümdarın arzusuna göre konuşurlardı. İslam müftileri, Allahü teâlânın emirlerini ve yasaklarını bildiren âlimlerdi. Müftü denilen devlet memurları ise, zaten dini bilmezlerdi. Allahü teâlânın yasak ettiği bir şeyi, hükümdar emretmiş ise, (Bunu yapmak caiz değil) demezlerdi. Yahut bir zalim, Allahü teâlânın emrettiği bir şeyi yapmamış olsa, (Bunu yapmak gerekir) diyemezlerdi. Böylece müslümanları günaha ve büyük felaketlere sürüklemişlerdi. Böyle uydurma fetvaların verildiği zamanlarda, dinini kayıran müslümanlar, âlimlerin yazdığı fıkıh ve ilmihâl kitaplarına uyup dinlerini kurtardılar. Yanlış fetva vermek Sual: Dini suallere yanlış cevap vermenin vebali nedir? CEVAP 41 www.dinimizislam.com Bunun vebali çok büyüktür. Harama helal veya helale haram diyen küfre girer. Müctehid olmayanın, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden anladığına göre fetva vermesi caiz değildir. Çünkü âyet ve hadislerden dört mezhebin müctehidleri, farklı hükümler çıkarmıştır. Onun için herkes, kendi mezhebine uymalı, kendi mezhebindeki âlimlerin verdiği fetvaları bildirmelidir. Bilmeden, kitaba bakmadan, caizdir veya caiz değildir demekten çok sakınmalı! Bir hadis-i şerif mali şöyledir: (Fetva vermeye en cüretli olanınız, ateşe girmeye en cüretli olanınızdır.) [Darimi] Haramdan korkmayan, günah işlemeye cesaret eden cahildir. Nitekim (cahil, cüretkâr olur), yani, (cahil, günah işlemekten korkmaz) denmiştir. Yanlış fetva vermek büyük günahtır. Bir kaç hadis-i şerif meali: (Bilmeden fetva verene, yerdeki ve gökteki melekler lanet ederler.) [İ.Lal, İ.Asakir] (Cehennemde zebaniler, günahkâr hâfıza, puta tapandan daha çok azap yapar; çünkü bilerek yapılan günah, bilmeden yapılan günahtan daha kötüdür.) [Taberani] (Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur. Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. İyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.) [Darimi] (Sizin için Deccalden daha çok, sapık imamlardan korkuyorum.) [İ.Ahmed] Kendine sual sorulan, bilmiyorsa, "bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim" demeli! Bilmiyorum demek ilimdendir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Üzeyrin ve Zülkarneynin Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Hazret-i Cebrail gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara "bilmiyorum" dedim. Cebrail de, "bilmiyorum" dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, "Oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.") [Ebu Davud] (Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace] (Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] (Ahir zamanda, âlim ve ilim azalır, cahillik artar. Cahil ve sapık din adamları, yanlış fetva vererek fitne çıkarır, doğru yoldan saptırırlar.) [Buhari] (Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hakim] (Ehli olmadan yanlış fetva veren, hainlik etmiş olur.) [Ebu Davud, Hakim] 42 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâ, âlimleri almak suretiyle ilmi ortadan kaldırır. Âlim kalmayınca da, cahiller bilmeden yanlış fetva verir, hem kendilerini, hem de başkalarını sapıtırlar.) [Buhari] Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Bilmem, demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için bilmediği bir hususta, susanın aldığı mükafat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükafattan az değildir. Çünkü cehaleti kabul etmek nefse çok ağır gelir. (Şabi) Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin "bilmiyorum" demesidir. Şeytan, "Bunun susması benim için, konuşmasından daha zararlı" der. (İbrahim Edhem) Hakiki âlim, suali cevaplandırırken, kıyamette, "bu cevabı hangi kitapta buldun" diye sorulacağından korkan zattır. (Hakim Nişapuri) Hazret-i Cabir anlatır: Yolculukta, arkadaşlarımdan birinin başı yaralandı. Oradakilere sordu: - Muska yapmak caiz olur mu? Oradakiler dedi ki: - Caiz olmaz, başını yıka! O da başını yıkayınca öldü. Medine’ye gelince, Resulullah efendimize haber verdik. Buyurdu ki: (Allahü teâlâ, onun ölümüne sebep olanları öldürsün. Bilmediklerini niçin sorup öğrenmediler? Cehlin ilacı, sorup öğrenmektir!) [Mişkat] Bu zatlar, daha çok bilenlerden sormadan, kendiliklerinden fetva verdikleri için, çok sert sözle karşılaşıp, kendilerine, (Allahü teâlâ, onları öldürsün) buyurulunca, şimdi din adamı geçinen bir kimsenin İslam âlimlerinin kitaplarını okumadan, kendi boş kafası ve kısa görüşü ile Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere mana vermeye kalkışmasına, böylece, müslümanların dinlerini, imanlarını bozmasına ne denileceği meydandadır. Böyle kimseye, din, iman hırsızı demek yerinde olur. Allahü teâlâ, hepimizi böyle din hırsızlarının zararlarından muhafaza buyursun! Dinini öğrenmek için sual soranlara, cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sual sorulan kimse, bildiği halde cevap vermezse, kıyamet gününde ağzına ateşten bir gem vurulur.) [Tirmizi, Ebu Davud, İbni Mace] (Âlimin bildiğini söylememesi, cahilin de bilmediğini sormaması helal değildir. Çünkü Allahü teâlâ, "Bilmiyorsanız, ilim ehline sorun" buyuruyor.) [Taberani] 43 www.dinimizislam.com İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlmi layık olmayana öğreten domuzun boynuna yakut, inci ve altın takana benzer.) [İbni Mace] (Biz Peygamberler, herkese, seviyesine göre muamele yapmak ve anlayabileceği şekilde hitap etmekle emrolunduk.) [İ.Gazali] (Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir] Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada istediğiniz kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Adamın biri bir âlime ince bir mesele sordu. Âlim cevap vermeyince, o kimse dedi ki: - Sen, (İlmini gizleyene Allahü teâlâ ateşten gem vurur) hadis-i şerifini bilmiyor musun? - Eğer anlattıklarımı anlayabilecek biri sorar da söylemezsem, o zaman bana gem vurulur. Kur'an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye sebep olur. (İhya) İmam-ı a’zam bu ümmetin ışığıdır Sual: İmam-ı a’zam hazretleri hakkında hadis var mıdır? CEVAP İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretleri hakkında, meşhur ve muteber fıkıh kitaplarında çeşitli hadis-i şerifler bulunmaktadır. En kıymetli fıkıh kitaplarından biri olan Dürr-ül-muhtâr’ın önsözündeki hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âdem aleyhisselam, benimle övündüğü gibi, ben de ümmetimden ismi Numan, künyesi Ebu Hanife olan bir zât ile övünürüm. O ümmetimin ışığıdır.) Mevduat-ül-ulum ve Hayrat-ül-hisan’daki hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Ebu Hanife adında biri gelir. Bu, kıyamet günü ümmetimin ışığı olur.) (Ebu Hanife denilen biri gelir, Allah’ın dinini ve benim sünnetimi canlandırır.) (Her asırda, ümmetimden yükselen olur. Ebu Hanife, zamanının en yükseğidir.) Mirât-ı kâinat’daki birkaç hadis-i şerif: 44 www.dinimizislam.com (Ebu Hanife adında biri gelir. O, bu ümmetin en hayırlısıdır.) (Ümmetimden biri, dini canlandırır. Bid’ati öldürür. Adı Numan bin Sâbittir.) (Ebu Hanife’nin iki küreği arasında ben vardır. Allahü teâlâ dinini onun eliyle canlandırır.) İbni Âbidin hazretleri, Dürr-ül-muhtar’ın önsözündeki hadis-i şerifleri açıklarken buyuruyor ki: [Buhari ve diğer hadis âlimlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifte, (İman, süreyya yıldızına çıksa Fâris oğullarından biri elbette alıp gelir) buyuruldu. Buhari’nin diğer bir rivayetinde ise, (Allah’a yemin ederim ki, din, süreyya yıldızında asılı olsa, onu Fâris oğullarından, acemlerden bir zât alacaktır) buyuruldu. Fâris, İran’ın Fers denilen memleketindeki insanlar demektir. İmam-ı a’zamın dedesi buradandır. Bu hadis-i şerifin imam-ı a’zamı gösterdiği açıktır. İmam-ı Süyuti; “Bu hadiste Ebu Hanife’nin kastedildiği pek âşikârdır. Bunda şüphe yoktur. Çünkü Acemlerden, ilimde Ebu Hanife derecesine varan tek bir kimse yoktur” buyurdu.] İmam-ı a’zam Ebu Hanife Numan bin Sabit, dört mezhep imamları içinde, Eshab-ı kirama en yakın olanı, en âlim olanı, fıkıhta en derin olanı, vera’ı en çok olanı idi. İmam-ı Şarani hazretleri Şafii mezhebinde iken, insaf ile, imam-ı a’zamı şöyle tanıtmaktadır: (Ona hiç kimse dilini uzatmamalıdır. Çünkü O, dört imamın en büyüğü, mezhebin ilk kurucusu, senetleri Resulullaha en yakın olanı, Eshab-ı kiramın ve Tâbi’inin yaşayışlarını en çok göreni idi. Her sözü Kitaba ve Sünnete dayanmaktadır. Kendi re’yi, düşüncesi ile hiçbir şey söylememiştir.) İmam-ı Şarani gibi büyük bir âlimin (Rabbani âlim) dediği ve kendi re’yi ile hiçbir şey söylememiştir dediği bir yüce imam için ve talebeleri için, birkaç hadis âliminin (Eshabı re’y) demeleri çok haksız bir isnattır. Şafii mezhebindeki büyük âlimlerden ibni Hacer-i Mekki, imam-ı a’zamı tanıtmak için ayrı bir kitap yazmıştır. Kitabının ismi (Hayrat-ül-hisan fi-menakıb-in-Nu’man)dır. Hanefi âlimlerinden ibni Âbidin, Redd-ül-muhtar kitabının önsözünde diyor ki: İmam-ı a’zamın, büyüklüğünün şahidi, diğer mezhep imamları, onun bütün sözlerini senet olarak almışlardır. Mezhebinin âlimleri, onun zamanından, bu zamana kadar, her yerde onun sözleri ile fetva verdiler. Evliyadan çoğu, onun mezhebine göre çalışarak kemale geldiler. Anadolu, Balkan müslümanları, Hind, Sind ve Türkistan, yalnız onun mezhebini 45 www.dinimizislam.com bilirler. Abbasi devleti, her ne kadar, cedlerinin mezhebinde idi ise de, kadılarının, hakimlerinin, âlimlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idi. Beşyüz seneye yakın bu mezhebe göre amel ettiler. Bu devletin yerine kurulmuş olan Selçuki ve sonra Harezmi melikleri ve büyük Osmanlı devleti hep hanefi idi. Büyük âlim Muhammed Tahir sıddıki, (Mecmaul-bihar fi-garaib-it-tenzil ve letaif-il-ahbar) kitabında diyor ki: (İmam-ı a’zamdan Allahü teâlânın razı olduğuna alamet, mezhebinin her yere yayılmasını kolaylaştırmasıdır. Bu işte bir sırrı ilahi olmasaydı, yeryüzündeki müslümanların çoğu onun mezhebinde olmazdı.) İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretleri, Mektubat ismindeki kitabının 2. cildinin 55. mektubunda buyuruyor ki: İmam-ı a’zam Ebu Hanife, İsa aleyhisselama benzemektedir. Vera ve takva nimetine kavuştuğu için ve Sünnet-i seniyyeye uyduğu için, nasslardan ahkam çıkarmakta ve ictihad yapmakta, çok yüksek dereceye ulaşmıştır. Bazı âlimler, onun bu derecesini anlayamadılar. Onun ictihad ile bulduğu şeyler, çok ince bilgiler oldukları için, Kitaba ve Sünnete uymuyor sandılar. Bu yüce imama, re’y sahibi dediler. Onun ilminin hakikatine yetişemedikleri, onun anladığını anlayamadıkları için, böyle yanıldılar. Halbuki, imam-ı Şafi’i, onun anladığı bilgilerden, az bir şey sezerek, (Fıkıh âlimlerinin hepsi, fıkıh ilminde, Ebu Hanife’nin talebesidir) dedi. Buhara’nın büyük âlim ve velilerinden Muhammed Parisa hazretleri, Füsuli sitte kitabında, (Hazret-i İsa gökten [Şam’a] inince ictihad ve ameli imam-ı Ebu Hanife’nin mezhebine uygun düşecektir) buyurdu. Bu söz, belki yüce imamın İsa aleyhisselama benzerliğini göstermektedir. Bu ümmetin Âlimlerinin, Salihlerinin çoğu Hanefi mezhebinde idiler. Mezhepsizlerin böyle bir âlime ve ilmi ile amile dil uzatmaları ve mezhep taklit edenlere kâfir sözleri, hatta (Fıkıh kitaplarını okuyan kâfir olur) gibi küstahça konuşmaları, (El-cerh-u a’la Ebi Hanife) ve başka kitaplarda açıkca yazılıdır. Bu nasipsizlerin, bu büyük ve mübarek imama böyle saldırmalarının sebebi acaba nedir? Bilmiyorlar ki, ona düşmanlık, bu ümmeti merhumeye düşmanlıktır. (Üsuli Erbe’a, Kitap-ül-mecid fi-vücubit-taklit) Allahü teâlâ, bütün müslümanları sapık ve bozuk yola kaymaktan muhafaza buyursun! Hepimize dört mezhep âlimlerinin hak olan ictihadlarına uygun iman ve ameller nasip eylesin! Kıyamet günü, onların mezhebinde olarak, Peygamberlerle, sıddıklarla ve şehidlerle ve salihlerle birlikte haşr eylesin! Amin. Netice: 46 www.dinimizislam.com Peygamber efendimiz, imam-ı a’zam hazretlerinin geleceğini haber vermiştir. Diyâ-i manevi, Mevduat-ül-ulum, Hayrat-ül-hisân, Mirât-i kâinat ve Dürr-ül-muhtar’da yazılı olan hadis-i şerifte, (Ebu Hanife ümmetimin ışığı olacaktır) buyuruldu. Hadis ilminde de icazeti bulunan büyük fıkıh âlimi seyyid İbni Âbidin hazretleri, bu hadis-i şerifin sahih olduğunu bildirmektedir. Bu hadis-i şerif, büyük âlim Ebülleys-i Semerkandi hazretlerinin Mukaddime kitabında ve bunun şerhi Tekaddüme kitabında da yazılmıştır. Gaznevi’nin Mukaddime adındaki fıkıh kitabının önsözünde imam-ı a'zamı öven hadis-i şerifler yazılıdır. Bunun şerhi olan Diyâ-i manevi kitabında kâdı Ebülbekâ hazretleri, (İbni cevzi, bu hadise mevdu demiş ise de, bu sözü taassuptur. Çünkü bu hadis, çeşitli yollardan gelmiştir) buyuruyor. Hayrat-ül-hisan kitabını müellifi İbni Hacer-i Mekki hazretleri, Şâfii fukahasının büyüklerindendir. Şafii olmasına rağmen, mezhepsizlerin dediği gibi, mezhep taassubu olsaydı, Hanefi mezhebinin kurucusu hakkındaki hadis-i şerifleri kitabına almazdı. Mevduat-ül-ulum kitabının sahibi Taşköprü Zade, Ahmed bin Mustafâ, Osmanlı âlimlerindendir. Şakâik-i Numâniyye tarih kitabı ile Miftah-üs-seâde kitabı meşhurdur. Oğlu Kemaleddin Muhammed, Miftâhüs-seâde kitabını Türkçeye tercüme ederek Mevduat-ül ulum ismini vermiştir. Mirât kâinat kitabının sahibi Nişancı Zade, Muhammed bin Ahmed bin Muhammed bin Ramazan, Edirne kadısı idi. Mirât kâinat kitabı meşhurdur. Dürr-ül-muhtar kitabının sahibi Alaüddin Haskefi, Şam müftisi idi. Bunun Dürr-ül-muhtar kitabına İbni Âbidin, Burhaneddin İbrahim bin Mustafa Halebi ve Ahmed Tahtâvi kıymetli hâşiyeler yapmışlardır. Bu âlimlerin doğruluğunu tasdik ettiği hadis-i şeriflere uydurma demek büyük bir insafsızlıktır. Hanefilere göre, deniz haşaratı yenmez, diğer üç mezhebe göre yenir. Hanefi, diğer üç mezhebe sizin ictihadınız yanlış diyemediği gibi, üç mezhep de, Hanefi’ye sizinki yanlış diyemez. Bir hadise bir âlim mevdu derken, öteki sahih diyebilir. Bu âlimler, birbirine dil uzatmaz. Hadis ilminde müctehid bir âlim, bazı âlimlerin sahih dediği bir hadise mevdu diyebilir. Müctehidin böyle demesi; “bu hadis, Peygamber efendimizin sözü değildir" anlamında değildir. Bu hadis benim usulüme göre hadis değildir demektir. Farklı ictihadlar da böyledir. Bana göre doğrusu bu der, fakat farklı ictihadda bulunan müctehide dil uzatmaz. Bazı kimseler, âlimin birisi, bir hadise mevdu dese, sanki bütün âlimlerce o 47 www.dinimizislam.com hadis mevdu imiş gibi, o hadise hemen uydurma damgasını vuruyorlar. Halbuki hiçbir Ehl-i sünnet âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dil uzatmamalı ve onların kitaplarında uydurma hadis var sanmamalıdır. İslam âlimleri, hadis uydurmanın ve uydurulmuş hadisi nakletmenin vebalinin büyüklüğünü bildikleri için, kitaplarına uydurma hadis almazlar. Çünkü hadis-i şerifte, (Benden duyduğunuz âyet ve hadisi tebliğ edin! Beni İsrailden bildirdiklerimi de söyleyin! Yalnız bana bilerek yalan isnat eden, Cehennemdeki yerine hazırlansın!) buyuruluyor. (Buhari) İmam-ı a'zama övgü Sual: Bazı kimseler, (Ebu Hanife, rüyasında Resulullahı görüyor. Resulullahın, niye ilk teşehhüdde bana salevat getirene, secde-i sehv gerektiğini söyledin) diye imam-ı a'zamı azarladığını söylüyorlar. Buna rağmen imam-ı a’zam nasıl olur da, ilk teşehhüdde salevat getirmek secdei sehvi gerektirir diye ısrar etmiştir? CEVAP Bu İbni Sebecilerin bir iftirasıdır. Doğrusu İbni Abidin’de şöyle anlatılıyor: İmam-ı a'zam hazretleri rüyasında Resulullah efendimizi görüyor. Efendimiz ona; “Sen bana salevat getiren kimseye nasıl secde-i sehiv vacibdir diyorsun” buyuruyor. Hazret-i imam da, “O kimse, salevat getirdiği için değil, dalgınlıkla yanlışlık yapıp yerinde okumadığı için o kimseye secde-i sehv gerekir” diyorum. Resulullah efendimiz bu cevabı beğenerek devam etmesini bildiriyor. (Secde-i sehv bahsi) Resulullah efendimiz, hâşâ imam-ı a'zamı azarlamıyor, onun vârisi olduğunu, ümmetinin ışığı olduğunu, onun ictihadlarının doğru olduğunu ve bunlardan razı olduğunu çeşitli hadis-i şeriflerde bildiriyor. Burada da, bütün ümmetinin bilmesi, anlaması için öyle soruyor. Dürr-ül Muhtar kitabının ön sözündeki imam-ı a’zam hazretlerini öven hadis-i şeriflerden bir tanesi şu mealdedir: (Peygamberler benimle iftihar ettikleri gibi, ben de Ebu Hanife ile iftihar ederim. Onu seven, beni sevmiş olur. Onu sevmeyen, beni sevmemiş olur.) İnternet ve diğer yayın vasıtaları Sual: Temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet ilerlemeye engel olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor. Gözleri kamaştıran her türlü fen vasıtası 48 www.dinimizislam.com yapıyorlar. Biz de Hıristiyanlara uymalıyız) gibi sözlerle, İslamiyet’teki güzel ahlakı, kardeşliği bıraktırmaya uğraşanlar var. Dinimizin ilme verdiği önem ile internet ve diğer yayın vasıtaları hakkında açıklama yapar mısınız? CEVAP (İslamiyet ilerlemeye engel olmaktadır) sözü kuru bir iftiradan başka bir şey değildir. Çünkü İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Peygamber efendimiz, (İlim Çin’de de olsa talep edin! Öğrenin!) buyuruyor. Çin, eskiden olduğu gibi yine müslüman değildir. Çin’den alınacak ilim, elbet fen ilmidir. Her türlü teknolojidir. Bazı din simsarcıları da batıdan geldi diye fen vasıtalarına zararlı diyor. Böyle söylemek, böyle düşünmek çok yanlıştır. (Fen ve sanat müminin yitik malıdır. Nerede bulursa alsın!) hadis-i şerifine uymamız gerekir. İnternet ve faydaları Dünyadaki en büyük bilgi deposu 20 milyon bilgisayarın birleşmesinden meydana gelen 250 milyon kullanıcılı internet bilgisayar ağıdır. İnternetle ilgili bir gencin verdiği bilgiler şöyledir: Günümüzde internet temelde şu 5 farklı hizmeti sunmaktadır: Web, email, chat, news, ftp. Web, şahısların veya şirketlerin düşüncelerini açıkladıkları, reklamlarını yaptıkları sayfaların oluşturduğu ortamın adıdır. Ticari kuruluşlar, web sayfaları üzerinden ürünlerini online olarak satabilmekte, kullanıcılar, borsa, döviz kurları gibi değişen bilgileri anında takip edebilmekte, her türlü habere, akademik, siyasi, coğrafi bilgiye ulaşılabilmektedir. Kütüphanelere, müzelere bağlanmak, hatta evde üniversite dersleri alarak mezun olmak, seyahat için bilet almak, rezervasyon yaptırmak, aynı zamanda çeşitli eğlence faaliyetlerine de web üzerinden ulaşmak mümkündür. Her türlü yazılı, sesli, görüntülü metne web üzerinde rastlayabiliriz. Çocukların zihinsel gelişimleri için faydalı bir çok eğlenceler var. İnternette iş ya da eş aranabiliyor. Birçok çöp çatan siteleri var. Gazetelerde zaman zaman haberler çıkıyor: İnternette tanıştılar evlendiler diye. Dünyanın bir ucundan, mesela Amerika'dan kitap sipariş edip kısa zamanda almak mümkündür. E-mail hizmeti, ışık hızıyla dünyayı dolaşan elektronik mektuplardır. Chat sayesinde de klasik telefon haberleşmesi sanal dünyaya taşınmakta, her kültürden insan, demokratik bir platformda bir araya gelip, yazılı, sesli hatta görüntülü olarak sohbet edebilmektedir. 49 www.dinimizislam.com News denilen haber gruplarına üye olarak ilgi alanları ne olursa olsun ortak merakları olan insanlar bir araya gelebilmekte ve fikir alış-verişinde bulunabilmektedir. Ftp ise internet üzerinden bilgisayar dosyalarının transferine imkan sağlamaktır. Bu yönleriyle internet, sınırları kaldırarak dünyanın her tarafındaki insanlara ticari ve kültürel alanda birçok işbirliği sağlamaktadır. Artık vakit kaybetmeden online eğitime gidilmeli, zaman ve mekan gibi problemleri ortadan kaldıran, eğitimde fırsat eşitliğini sağlamanın en kolay yollarından biri olan internetten azami şekilde faydalanmaya çalışmalıdır. Her aile çocuklarını yarının şartlarına göre yetiştirmelidir. Herkesin evinde bir bilgisayar bulunmalıdır. İnternetin şu andaki kontrolsüz yapısı, onu kötü niyetlerle kullanmak isteyenlere de fırsat tanımaktadır. Dünyanın her yerinde kutsal sayılan aile, namus, ahlak, insan hakları gibi kavramlara yönelik saldırılar, internet kullanıcılarını tehdit etmektedir. Çeşitli kuruluşlar bir araya gelip bu tür zararları engellemek için projeler üretmektedir. Bunun yanı sıra, devletler de kendi rejimlerine yönelik saldırıları ve terörist fikirleri engellemek istemektedirler. İnternete müptela olmak Yukarıda internetin bazı faydalarını anlattık. Gerçekten de internetten herkes faydalanmalıdır. Çocuklarımızı yarının şartlarına göre yetiştirmeliyiz. İnternetin bu muazzam faydaları yanında, bazı zararları da var. Adamın biri kalkıyor, İslam sitesi diye bir site kuruyor. Orada, kendi düşüncelerini İslamiyetmiş gibi anlatıyor. Ne kadar büyük zarar. İsteyen her sapık bir site kurabilir. İntihar metodlarını ve bomba yapımını anlatan siteler var. Devlet büyüklerini kötüleyen siteler var. Satanist siteleri var. Porno siteler var. Çeşitli sapık siteler var. Var da var. Bir de internete bağımlılık kazanmak da sıkıntılar doğuruyor. Birçok tanıdığımız var. Evlerine geç gittiklerinden veya hiç gidemediklerinden dolayı yuvaları yıkılmaya yüz tutmuştur. Milliyet Gazetesinden sayın Meral Tamer hanım bir yazı yazmış. Yerimiz dar olduğu için yazısının özetini veriyoruz: (Kızım İnternet'in başında sabahlamaya ilk başladığında çok tedirgin olmuştum. Telefon faturalarımız da hatırı sayılır ölçüde kabardı. İnternet kızıma yeni bir dünyanın kapılarını açtı. Önce sıradan sitelerde "chat" yaptı. Sonraları belli bir düzeyi olan siteler buldu. O sitelerde karşılaştıklarından bazılarıyla yüz yüze tanışıp arkadaşlıklar kurdu. Bu arada dünyanın dört bir yanından değişik uluslardan gençlerle "chat" yaparak İngilizcecini geliştirdi. Bir okurumuzdan gelen mektubu okuduğumda ne yapacağımı bilemedim. Bir yandan kızımın İnternet'le ilk 50 www.dinimizislam.com tanıştığı günlerdeki tedirginliğimi anımsadım. Yer yer kendisine hak verdim. Diğer yandan "zaaf"a dönüşen her tür tutkunun benzeri sonuçları olabileceğini düşündüm. Okurumuz anne diyor ki: "Her şey eşimin işyerinden eve getirdiği bilgisayarla başladı. Nereden bilebilirdik ki eve giren bu aletin, medeniyetin tek dişi kalmış bir canavarına dönüşebileceğini. Ve bu canavarın bir aileyi maddi manevi çökertebileceğini. Oğlumuz internetin faydalarını anlattığında her şey kulağa hoş geliyordu, tâ ki internetin tutsağı haline gelene kadar! Bilgisayara bir kumar tutkusuyla bağlandı. Telefonumuz haziran ayında gelen yüklü telefon faturaları ve kendi imkanlarımızla ödenmesi mümkün olmayan borçlar nedeniyle kesildi. Bu arada bilgisayar bozuldu. Eğer tamir ettirmezsek oğlumuz kumar alışkanlığından kurtulur diye düşünüp çok sevinmiştik, ama boşuna sevinmişiz. İnternet kafeler sabaha kadar açıkmış. Oralara dadandığı ilk gün eve geç geldi. Gece 2'de merak içinde polisi aradık. Polisin "Kaza v.s. yok, biraz daha bekleyin" demesi bizi rahatlatmadı. Nerede olduğunu ancak gecenin geç vakti eve geldiğinde öğrenebildik. İnternetin başına oturduğunda zaman mefhumunu unutuyor, paralar da suyunu çekiyor. Kumara nasıl para dayanmıyorsa bilgisayara da para dayanmıyor. Biz çok üstüne gitmedik, ama oğlumuz sarhoş [morfinman] gibiydi, ikazımızdan etkilenmiyordu. Sonunda iflas ettik. Borçlarımızı ödeyebilmek için evimizi satılığa çıkardık, fakat kriz nedeniyle satamadık. Bu İnternet canavarının verdiği zararlar, yararlarını çoktan aştı. Bu olaydan sonra oğlumun okul hayatı söndü. İş hayatı da yok. Gençlik en güzel çağını bu aletin başında geçiriyor. Bu canavardan kurtulmak için kurum ve kuruluşlar neler yapabilir? Bu gidişi durduracak etkili bir merci yok mu? Benim oğlum bu örneklerden sadece biri." İşin maddi boyutunu sorduk: Haziran-Temmuz ayı telefon faturası faizleriyle birlikte 100 milyon liranın üzerinde. Faizleriyle diyoruz, çünkü fatura ödemelerini oğulları yapıyormuş, ancak internete merak sardıktan sonra ailesinin bankaya yatırsın diye verdiği paraları da internet kafelerde harcamış. Kredi kartlarından çektiği para 500 milyon lirayı buluyor. Babasının arkadaşlarından aldıklarıyla toplam borç 1 milyarı aşıyor. Bu arada emekli baba, ikramiyesiyle oğluna bir muhasebe bürosu açmış. Ancak oğul internetten zaman bulup da ilgilenememiş.) İnternetin bazı zararları İnternet de, bıçak gibidir, faydalı işlerde kullandığı sürece kıymetlidir. Web’de internetin büyük yararları inkâr edilemez. İş yerime gitmeden de evdeki bilgisayarımla, birçok kütüphaneye erişme imkanı buluyorum. Birçok gazete ve dergileri okuma imkanı vardır. Hazırladığımız yazıları 51 www.dinimizislam.com Gazeteye gönderme imkanı vardır. Okuyucularımızdan gelen birçok suali, e-mail ile en kısa zamanda cevaplandırma imkanını buluyoruz. Daha sayılamayacak kadar çok faydaları vardır. Her nimetin bir külfeti olduğu gibi, yerinde kullanılmadığı zaman birçok zararları da vardır. Genç bir okuyucum diyor ki: (İnternet de günümüzde süratle yayılmaktadır. İnternet uçsuz bucaksız olduğu kadar da denetimsiz veya denetimi çok azdır. Çeşitli TV kanallarındaki uygunsuz filmler, az da olsa sansüre uğruyor veya gece yarısından sonra yayınlanıyor. Ama internet öyle değil, her türlü kepazelik her an herkese açık. İnternetteki müstehcen sitelerin bazılarında (18 yaşından küçüklere sakıncalıdır) yazıyor. Müstehcenliğin, 18 yaşından büyüklere zararı olmayacağını vurgulamaya çalışıyor. Evinde kendisini gözetleyen, engelleyen olmadığı müddetçe, kaç yaşında olursa olsun herkes, bu siteleri kolayca bulabilir. İzlemeye devam ederse, ahlakının erozyona uğramaması imkansızdır. Evinde internette gezemeyenler, internet cafe denilen yerlerde gizli veya açık bu uygunsuz sitelere ulaşabiliyorlar. Hatta internet kafelerden bazıları, ilgi çekmek için akşamları bilgisayara porno film koymaktan çekinmiyorlar. Oğlunuzun veya kızınızın bilgisayarda sadece oyun oynadığını ve ders yaptığını sanmayınız. Müstehcen sitelere giriyor veya karşı cinslerle chat yapıyordur. Bütün haramlar nefsin hoşuna gider. Zamanla morfinman gibi internete bağımlılık kazanır. Artık kurtulması güçleşir. Bir kimsenin elinde etli kemik varsa, bunun kokusunu alan köpek kemiği yalamak için fırsat kollar. Nefs de köpek gibidir. Çocukların internetteki girdiği siteler mutlaka kontrol edilmelidir. Çocuğun yalnızken internete girmesine izin verilmemelidir. İnternete bağlanmak için gereken şifreyi çocuk bilmezse internete bağlanamaz. Bir de internetin Chat (çet) denilen programı vardır. Chat sohbet manasına geliyor. Chat yapmak, porno bir siteye girmekten daha zararlıdır. Chat insanı yavaş yavaş zehirler. Chat işinde, tanınmıyorum gerekçesiyle, en ağza alınmayacak sözleri, yaptıkları utanç verici ahlaksızlıkları hiç çekinmeden anlatabiliyorlar. Chat işini randevu yerine çevirmek işten bile değil. Normalde karşı cinsle konuşmaktan utanan gençler, chat’in kolaylığı yüzünden bu duygularını tatmin etmek için hiç çekinmeden, utanmadan karşı cinsle her şeyi konuşabiliyorlar. İlk önceleri chat’te isimlerini açıklamayıp lakap kullanmaları veya erkekse kız, kız ise erkek ismi kullanıp kimliklerini saklamaları gençlere müthiş bir cesaret veriyor. Genç kız, nasıl olsa beni tanımıyorlar diyerek, erkeklerle her türlü müstehcen konulara giriyor. Zamanla onlarla samimi olunca, kimliklerini açıklamaktan 52 www.dinimizislam.com da çekinmiyor. Resim istiyor, kendi resmini gönderiyor. Ondan sonra da olanlar oluyor, yosma olup çıkıyor. Bilgisayarı olan çocuk kontrol altında tutulmalıdır. İnternette gezerken o istemese bile porno site reklamlarıyla karşılaşabilir. Gençler, satanistlerle internet yolu ile tanışıyorlar. Birçok sapıklığı internet vasıtası ile öğreniyorlar. Ana babalar ve devlet bu işe vakit geçmeden el atmalıdır.) Genç okuyucumun yazısı gerçekten ilgi çekicidir. Gerekli tedbiri almakta gecikmemelidir. Web'de internetin zararları ABD gündemini de girmiştir. Bazı şikayetler ve gençleri korumaya yönelik talepler sonuç vermeye başlamıştır. İnternet sektöründeki şirketler Web'de zararlı yayınları engellemek üzere ortak bir karar almışlar. İnternet üzerindeki pornografi, ırkçılık ve şiddet içeren Web sitelerinden nasıl koruyabilecekleri konusunda bir site kurdular. GetNetWise adlı bu site internette gençlerin pornografi ve diğer uygunsuzluklardan korunmak için neler yapılabileceği hakkında bilgi veriyor. Gençlerin, çocukların internetten güvenli, eğitici ve eğlendirici bir şekilde yararlanmalarına yardımcı olmaya çalışıyor. America Online, Microsoft gibi firmaların ana sponsorluğunda yürütülen GetNetWise Internet sektörünün pek çok firma tarafından da destekleniyor. Disney Online, Yahoo!, IBM, Net Nanny gibi kuruluşlar GetNetWise'a destek veriyorlar. Bu kadarı bile ümit vericidir. Her aile çoluk çocuğuna dikkat etmeli, bu büyük zarardan korumaya çalışmalıdır. Televizyonun önemi Bazı fanatikler, televizyon ve radyo batıdan geldi diye TV seyretmenin radyo dinlemenin ve diğer fenni buluşların günah olduğunu söylüyorlar. Halbuki Batıdan geldiği için televizyona ve radyoya zararlı demek doğru olmaz. Bugün tıpta, sanayide ve diğer alanlarda kullandığımız makinelerin çoğu Avrupa’dan gelmiştir. Hadis-i şerifle de bildirildiğine göre, dinimizde fen, müminin kaybedilmiş malıdır, nerede bulursa alması gerekir. Televizyon çok iyi bir haber ve eğitim vasıtasıdır. Televizyon, bir bıçak gibidir, iyi bir silahtır. Bıçakla faydalı çok işler yapılır. Bu faydalı alet, düşmanın eline geçerse, gözümüzü oyar, gırtlağımızı kesebilir. Düşman, bıçağı, böyle kötü bir işte kullandığı için "Bıçak kötü alettir" denemez. Bıçağı kötü işte kullanan kimse kötülenir. Modern silahların müdafaada büyük rolü olur. Bu silahlar anarşistlerin veya başka düşmanların eline geçerse, çeşitli katliamlara girişebilirler. İşte televizyonlar da böyledir. İyi kimselerin elinde bulunursa, insanlığa büyük hizmetleri olur. Kötülerin elinde olursa insanlığa büyük zararları olur. 53 www.dinimizislam.com Gösterilen filmin, bir sahnesinde, din ile alay eden bir şey olsa, bunu seyreden müslüman da buna gülse, o müslümanın imanı gider. Ayrıca dine aykırı hususlar, müstehcenlik, iyi bir şey gibi gösterilmeye devam edilirse, ister istemez seyircilerin beyni menfi yönde yıkanır. Bu bakımdan güzel yayın yapan televizyonlar varsa, onları seyretmelidir. Radyo, kitap, gazete, dergi Radyo da böyledir. Radyo da TV gibi neşir vasıtasıdır. Kitap, gazete, dergi gibidir. Bunlar, tabanca gibi, birer alettir. Tabancayı, suçsuz bir kimseye karşı kullanmak günahtır. Savaşta düşmanlara karşı kullanmak ise, çok sevaptır. Bunun gibi, gazete, radyo ve TV, iyi insanlar tarafından hazırlanır, Allahü teâlânın beğendiği şeyleri bildirir, İslamiyet’in faydalarını, ahlak, ticaret, sanat, fabrikaların çalışması, tarih olayları, askerlik gibi din ve dünya bilgileri verirse, böyle radyoyu dinlemek, böyle TV'leri seyretmek, mubah olur, iyi olur. İlme hizmet için Kibir çok kötü ise de, savaşta düşmana karşı kibretmek sevaptır. Dine, yani ilmin her çeşidine hizmet için, dinin izin verdiği her imkandan faydalanmak gerekir. Şimdi internet ile Avrupa, Amerika ve diğer kıtalardan, mesajlar geliyor. Çeşitli sualler soruyorlar. Anında cevaplandırma imkanı buluyoruz. Gerçekten büyük hizmetlere vesile oluyor. Yabancılardan, Hıristiyanlardan da, e-mail [elektronik posta] gelmektedir. Görmeyen vatandaşların, radyo ve TV'deki din bilgilerinden, duymayan vatandaşların da, gazetelerden istifade etmeleri çok normal değil midir? Herkes kitaptan anladığına göre hareket etse, değişik görüşler meydana çıkar. Zaten piyasada dini bilgiler hakkında farklı görüşlerin bulunması, buradan kaynaklanmaktadır. Herkes kendi anlayışını esas kabul etmektedir. Halbuki 14 asırdan beri gelen İslam âlimlerinin bildirdiklerine uyulsa farklı görüş meydana çıkmaz. Dine hizmet için, teknik imkanlardan, her çeşit modern vasıtadan faydalanmak şarttır. Cihada hazırlanmayıp, yeni vasıtaları kullanmadan yapılan duaları Allahü teâlâ kabul etmez. Duanın kabul olması için, önce sebeplerine yapışmak gerekir. Düşman atom bombası kullanırken, tüfekle karşı koymak akıl kârı değildir. Düşman, her çeşit vasıta ile dini yıkmaya çalışırken, dine hizmet için gazete, radyo ve tv'yi kullandırmamak, internetten istifade ettirmemek düşmanın ekmeğine yağ sürmektir. 54 www.dinimizislam.com TV ve video iyi bir eğitim vasıtasıdır demiştik. Mesela namazın nasıl kılınacağını tatbiki olarak göstermek çok iyi olur. Fakat namaz kılan imamın filmini alıp, imam yerine ekrandaki bu görüntüye uymak caiz olmaz. Bunun gibi, ezan okuyan müezzinin filmini videoya alıp, vakit gelince videodan ezan okutturmak da caiz olmaz. Çünkü TV ekranındaki resim, müezzinin kendisi değil, görüntüsüdür. TV’deki ses de, müezzinin bizzat kendi sesi değil, benzeridir. İnternet ile hizmetinizdeyiz Peygamber efendimiz, (İlim, Çin’de de olsa alınız) buyurdu. Yani ilim, dünyanın en uzak yerinde olsa, hatta kâfirlerde bulunsa da, gidip almak gerektiğini bildirdi. Dinimizi yaymak, dinimizin güzel ahlakını herkese tanıtmak için gerekli vasıtaları, en uzak yerde bile olsa arayıp, bulup öğrenmek, yapmak, insanlığın hizmetine sunmak, namazdan sonra, en birinci vazifedir. Kur’an-ı kerimde, bütün insanları, sonsuz saadete kavuşturmak için, her müslümanın gücü yettiği kadar durmadan çalışması, günün şartlarına uygun en mükemmel vasıtaları yapması emrediliyor. (Enfal 60) İnsanlara huzur veren dinimizi tanıtabilmek için, müslümanların mevcut teknik vasıtaların hepsini yapmaları ve kullanmaları şarttır. Bunu yapmayan müslüman dinini, milletini koruyamaz ve büyük günaha girer. Bu günahın vebali ağırdır. Hatta, bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslüman zarar görürse, o şehrin idarecileri, âmirleri mesuliyet altında kalır. Zamanımızda her türlü yayın ve propaganda yolu ile herkes bir şeyler yapma gayretindedir. Kitap, dergi, gazete, TV, radyo ve filmler ile herkes belli bir gaye için yoğun bir propaganda yapmaktadır. Doğru ile yanlış, hak ile bâtıl karışmış haldedir. Gün geçtikçe de yanlışların içinden doğruları ayırabilmek zorlaşmaktadır. Eğer, nakil esas alınarak İslamiyet’in üstünlüğü, faydaları müslümanlara anlatılıp bütün dünyaya yayılırsa, hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış olur. Doğruyu ayırma Doğru ile yanlış, her gün birbiri ile mücadele etmektedir. Tabii ki, doğruyu, insanlar için faydalı olanı yayma gayreti içinde olanlar, dünyada ve ahirette bunun karşılığını bulacaklardır. Yanlış üzerinde ısrar edenler de, dünyada sıkıntı içinde bir ömür sürecekleri gibi, ahirette de sonsuz azaba düçar kalacaklardır. İnsanlık için faydalı çalışmalara destek olanlar, elinden geldiği kadar yardım edenler, dinimizde en büyük sevap olan emri maruf ve nehyi münker [İyiliği emretme, kötülüğü nehyetme] sevabına kavuşurlar. İslam 55 www.dinimizislam.com ahlakının yayılmasına mani olan; milletleri sömürerek, bütün gelirlerini kendi zevk ve eğlenceleri için, insanları köle yapmak için kullanan kimselerin elinden, masum insanları kurtarmak ve saadete kavuşmalarına vasıta olmak akl-ı selim sahibi her insanın vazifesidir. Zamanımızın kültür savaşında, önemli bir yeri olan İnternet bütün dünyaya hızla yayılmakta, her inançtaki insanlar, düşüncelerini bu vasıta ile de yaymaya çalışmaktadır. İşte bu maksatla biz de, dinimizin güzel ahlakını bütün dünyaya yaymak, doğruyu, faydalıyı bulmada insanlara yardımcı olmak için İnternete geçmiş bulunuyoruz. Maksadımız insanların dünya ve ahiret saadetine kavuşmalarıdır. İslam’ın güzel ahlakı ile ahlaklanan kimseden, kimseye zarar gelmez. O, herkesin iyiliğine, yardımına koşar. Vatanına, milletine zarar vermez. Vatanını, milletini sever. Peygamber efendimiz, müslümanı şöyle tarif etmiştir: (Müslüman, elinden ve dilinden hiç kimsenin zarar görmediği kimsedir.) [Müslim] 1- www.dinimizislam.com adresine girdiğiniz zaman, merak edip öğrenmek istediğiniz her bilgiye, konu başlığını tıklatmak suretiyle ulaşabileceksiniz. Burada en emin, en doğru, en doyurucu bilgiyi bulabileceksiniz. İstifadenize sunulan bilgiler, konularında uzman bir kurul tarafından hazırlanmaktadır. 2- Bu bilgilerin dışında özel olarak sorup öğrenmek istediğiniz, merak ettiğiniz her türlü dini meselenizi çözmek için de adresimize e-mail göndermeniz kâfidir. En güvenilir kaynaklardan alınacak sağlam bilgi en kısa zamanda adresinize ulaştırılır. 3- Yine www.hakikatkitabevi.com adresine girdiğiniz zaman, Türkçe ve birçok yabancı dillerde, binlerce kaynaktan derlenen hazine değerinde kitaplarla karşılaşacaksınız. Öğrenmek istediğiniz, merak ettiğiniz her türlü dini konuyu en geniş şekilde burada bulabileceksiniz. Burada istediğiniz konuyu arama imkanına da sahip olacaksınız. Sual: Bu zamanda İslam’a hizmet nasıl olur? Müslüman olarak ne yapmamız gerekir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymak için, keramet sahibi olmak, âlim olmak şart değildir. Her müslümanın bunu yapmak için uğraşması gerekir. Fırsatı kaçırmamalıdır. Kıyamette her müslümana bunu soracaklar, "İslam’a niçin hizmet etmedin?" diyeceklerdir. Dine hizmet için 56 www.dinimizislam.com uğraşmayanlara, din bilgilerini yayan kurumlara, kimselere yardım etmeyenlere, çok azap yapılacaktır. Özür, bahane kabul edilmeyecektir. Peygamberler, insanların en üstünleri, en kıymetlileri iken, hiç rahat oturmadı. Allahü teâlânın dinini, seadet-i ebediyye yolunu yaymak için, gece gündüz uğraştılar. Mucize isteyenlere de, (Mucizeyi Allahü teâlâ yaratır. Benim vazifem, Allahü teâlânın dinini bildirmektir) buyurdular. Bu yolda çalışırlarken, Allahü teâlâ da bunlara yardım eder, mucize yaratırdı. Bizim de, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını, sözlerini yaymamız ve kâfirlerin, düşmanların, müslümanlara iftira ve eziyet edenlerin, kötü, yalancı olduklarını, gençlere, dostlara bildirmemiz gerekir. Bu yolda malı ile, kuvveti ile, mesleği ile çalışmayanlar, azaptan kurtulamayacaklardır. Bu yolda çalışırken, sıkıntı çekmeyi büyük saadet, büyük kazanç bilmelidir. Peygamberler, Allahü teâlânın emirlerini bildirirken, cahillerin, soysuzların hücumlarına uğrardı. Çok sıkıntı çekerlerdi. O büyüklerin en üstünü, seçilmişi, Allahü teâlânın habibi olan Muhammed aleyhisselam, (Benim çektiğim eziyet gibi, hiçbir Peygamber eziyet görmedi) buyurdu. [C.1 m.193] Her müslümanın, Ehl-i sünnet itikadını öğrenmesi ve sözü geçenlere öğretmesi gerekir. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini bildiren kitapları ve gazeteleri bulup almalı, bunları gençlere, tanıdıklara göndermeli, okumaları için çalışmalıdır! İnsanlara, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek, kıymetli bir hizmettir. Ancak cenab-ı Hakkın sevdikleri bu hizmet ile şereflenir. Vasıtalardan istifade etmek Sual: Bir yazar, (dini suallere cevap vermek, vaaz ve nasihatte bulunmak, camide yapılır veya kitaba yazılır. Gazete sütunları, radyo ve tv, dini anlatmanın yeri değildir) diyor. Kitap okumayan, camiye gitmeyen insanlara gazete ile, radyo ve tv ile hitap etmenin dini mahzuru olur mu? CEVAP Hiç mahzuru olmaz. Aksine çok iyi olur. (Din bilgisi yalnız kitaptan öğrenilir) demek yanlıştır. Din bilgisi bir üstaddan, hocadan öğrenilir. Biz de, okuduğumuz bir kitaptaki bilgileri, acaba doğru anladık mı diye, bir bilene soruyoruz. Herkes kitaptan anladığına göre hareket etse, değişik görüşler meydana çıkar. Zaten piyasada dini bilgiler hakkında farklı görüşlerin bulunması, buradan kaynaklanmaktadır. Herkes kendi anlayışını esas kabul etmektedir. Halbuki 57 www.dinimizislam.com 14 asırdan beri gelen İslam âlimlerinin bildirdiklerine uyulsa farklı görüş meydana çıkmaz. Yazarın sözü, (Tarla sabanla sürülür, traktörün yeri tarla değildir) demeye benzer. Dine hizmet için, teknik imkanlardan, her çeşit modern vasıtadan faydalanmak şarttır. Düşman, her çeşit vasıta ile dini yıkmaya çalışırken, gazete, radyo ve tv'yi kullandırmamak, internetten istifade ettirmemek düşmanın ekmeğine yağ sürmektir. Yazarın suçu Sual: Bir gazetede bir yazar, bazen yanlış görüşler ileri sürüyor. Bir arkadaş bu yazarın yüzünden o gazeteyi okumaktan vazgeçti. Hâlbuki diğer yazarlar uygun yazıyorlar. Onun böyle yapması doğru mudur? CEVAP Doğru değildir. Bir gazetede, iyi ve kötü insanlar bulunabilir. Önemli olan gazetenin genel politikasıdır. Bir kötünün yanlışları yüzünden, bütün iyiler dışlanamaz. Bir veya birkaç Müslüman kötü işler çevirse, buradan bütün Müslümanların veya Müslümanlığın kötü olduğu fikri savunulamaz. İnternet siteleri Sual: İnternet sitelerine, dînî veya dinle alakası olmayan yazılar, fotoğraflar göndersek, sonra başkaları bunların altına uygun olmayan, dine aykırı yorumlar yazsalar, biz de bunlardan dolayı sorumlu olur muyuz? CEVAP Onların yazmalarına sebep olan, elbette günaha ortak olur. Özellikle yorum yazma imkânı olan yerlere bir şey koymamalı. Böyle şeylerle meşgul olmak zaten uygun değildir. Yani yorum yapmasalar bile, malayani olur. İnternette faydalı siteler de olmakla beraber, lüzumsuz ve zararlı yayınlar çok daha fazladır. Burada, ihtiyacımız olan şeylere, gerekiyorsa maillerimize filan bakıp çıkmalıyız. Saatlerce internetle meşgul olmak uygun olmaz. Doğruyu yanlışı ayırmada ölçü Sual: Bazı yazarlar, "Din budur", "Gerçek İslam", "Kur'andaki İslam" gibi ifadelerle âyetleri kendi kafasına göre açıklayarak İslam âlimlerinin yanlış yolda olduğunu söylüyorlar. Bunların doğru olup olmadığı herkes tarafından nasıl anlaşılır? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: 58 www.dinimizislam.com (Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her mana, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık kimse, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uyduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manalar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kur'an-ı kerimde bildirilen misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26] Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manalar doğrudur, bunlara uymayanlar yanlıştır.) [Müjdeci Mektublar 286] Her işte uzman Sual: Dinde yetkili olmayan bir kimsenin din hakkında görüş beyan etmesi doğru mudur? CEVAP Kesinlikle çok yanlıştır. Dindeki mesuliyeti bilseler, bilmedikleri konuda konuşmazlar. Elbette her işi, o işin ehli, uzmanı daha iyi bilir. Bir doktor avukatın, avukat da doktorun işine karışmadığı gibi, din âlimlerinin işine de, başkaları karışamaz. Karışmak, haddini bilmemek olur, en hafif tâbirle terbiyesizlik, edepsizlik olur. Bir işte uzman olmak demek diploma sahibi olmak demek değildir. Dinde söz sahibi olmak, yetkili bir âlimden icazet almak demektir. Günümüzdeki diplomalı ilahiyatçılarının da, İmam-ı a’zam, İmam-ı Şâfiî, İmam-ı Rabbani gibi yetkili Ehl-i sünnet âlimlerini tenkit etmeleri büyük felakettir. Herkes haddini bilmelidir! Maksatları âlimler köprüsünü yıkmak Sual: "Kusursuz kul olmaz. Âlimlerin hatası olur. Bu bakımdan imam-ı a’zamı, imam-ı Şafii ve imam-ı Gazali gibi âlimleri eleştirmek gerekir. Mesela imam-ı Gazali’nin hatası çoktur. Kitaplarında uydurma hadis var" deniyor. Böyle söylemek doğru mudur? CEVAP "Kusursuz kul olmaz" sözü doğrudur. Fakat "imam-ı Gazali, hata etmiştir, kitaplarında uydurma hadis vardır" sözü yanlıştır. Böyle söyleyenler, âlimin dindeki ve Allah katındaki yerini bilmeyen kimselerdir. 59 www.dinimizislam.com Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. (İbni Mace) Âlimlerin kıymetini ve onlara uymamızı emreden âyetlerden bazılarının meali şöyledir: (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43] (Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] (Bunun hükmünü Peygambere ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] [Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)] Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi] (Âlimler, kurtuluş yolunu gösteren birer rehber ve kılavuzdur.) [İ.Neccar] (Bilmediklerinizi salih[âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani] Büyükler hakkında böyle konuşmak çok çirkindir, edebe aykırıdır. İmam-ı a'zam, imam-ı Gazali ve imam-ı Rabbani hazretleri de müctehid birer imamdır. İtikadda ayrılık olmaz. Peygamber efendimiz, bu ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını, 72 sinin bid'at ehli olup Cehenneme gideceğini, bir fırkanın kurtulacağını bildirmiştir. Fırka-i naciyye denilen bu fırkanın Ehl-i sünnet vel-cemaat fırkası olduğunda Ehl-i sünnet âlimleri ittifak etmiştir. Bu ittifakta hata olmaz. Çünkü Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetimin âlimleri, dalalet üzerinde birleşmezler, yanlış bir iş üzerinde ittifakta bulunmazlar.) [İ.Mace] Müctehidin amele ait işlerdeki hatasına da sevap vardır. Sonra bir müctehid, diğer bir müctehidin hata ettiğini söylemez. Çünkü (İctihad, ictihadla nakzedilmez) kaidesi meşhurdur. Mesela, imam-ı Şafii hazretleri, deriden çıkan kanın abdesti bozmayacağına, imam-ı a'zam hazretleri de bozacağına ictihad etmiştir. Şimdi bunlardan birisine (Hata) denmez. Farklı ictihad denir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Sevap olan bir şey için hata tabirini kullanmak caiz değildir. Böyle farklı ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Nitekim Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimlerin ihtilafları, farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki] 60 www.dinimizislam.com Sevap ve rahmet olan bir ictihadı için, bir âlime hata ettiğini, ya cahil yahut da bid'at ehli söyler. İbni Teymiye ve Mevdudi gibi bid'at ehli, imam-ı Gazali hazretlerinin yazılarına kusur isnat etmiştir. İbni Hacer-i Mekki hazretleri, (imam-ı Gazali hazretlerinin yazılarına kusur isnat eden, ya hasetçidir veya zındıktır) buyuruyor. İmam-ı Rabbani hazretleri de, bid'at ehlinden yılandan, canavardan kaçar gibi kaçmak gerektiğini bildirmektedir. Mezhepsiz bir yazar, (imam-ı a'zamın, imam-ı Şafii ve Gazali’nin zaaflarından bahsetmekte, sahabenin hatalarını söylemekte ne sakınca vardır? Bunların dokunulmazlığı mı vardır? Tenkit kapısı kapatılmak ve fikir hürriyeti katledilmek mi isteniyor?) gibi hezeyanlar savuruyor. Ama aynı mezhepsiz, Abduhu, Efganiyi, Reşit Rızayı tenkit eden biri çıksa, hemen mezhepsizlik kılıcını sallayıp, (İslamı bütünüyle yaşayan bu âlimleri tenkit eden haindir, düzenin uşağıdır) diyor. İslam âlimlerini tenkit etmek fikir hürriyeti, mezhepsizleri tenkit etmek ise hainlik... Mezhepsizlerin ölçüsü bu... Peygamber efendimiz, (Âlimler benim vârisimdir) ve (Eshabım anılınca dilinizi tutun) buyuruyor. Mezhepsiz ise, fikir hürriyeti diyerek saldırıyor. Âlimlere saldıran belasını bulur. Başka bir yazar da, (imam-ı Gazali’nin kitaplarında dine aykırı mesele varsa ne yapacağız?) diyerek, sanki Hüccet-ül İslamın kitaplarında dine aykırı mesele var gibi göstermeye çalışıyor. Halbuki gerek imam-ı Gazali hazretlerinin ve gerekse diğer İslam âlimlerinin kitaplarında dinimize aykırı bir mesele bulunmaz. Çünkü farklı ictihad, dine aykırılık değil, dinin emri olup rahmettir. Rahmete hata denmez. Âlimlerin hatası da müslümanlar için hüccettir. (İmam-ı a'zamın sözü hak ise al, değilse at) diyerek, istisnasız, bütün âlimleri senet olmaktan çıkarıyor. (Âlimlere göre değil, hakka göre ölç!) diyor. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler bilmiyor mu? Hakkı, âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü olarak Kur'an olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyor. Peki, âlimlerin ellerinde Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır. Mezhepsizler, fikir anarşisi çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak yol üzerindeki köprüleri yıkmak istiyorlar. Âlimlerin kurduğu köprüleri yıkıp, bid'at denizinde insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu köprüler, bid'at ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir. Kötülerin kötülüğünü açıklamalı Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Peygamberlerin vârisleri olan âlimlere dil uzatan, onları âlim oldukları için 61 www.dinimizislam.com kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini söylemek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları onların zararından korumaya çalışmak farzdır. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Bid’atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur’an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir] (Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilen herkese bildirsin! Doğruyu bilip de gücü yettiği halde bildirmezse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onların üzerine olsun!) [Deylemi] Bu durumda bir Müslüman nasıl olur da "Bana ne" diyebilir? Gücü yettiği halde nasıl lanete müstahak olabilir? Reformcunun biri çıkıyor, (Ortalık iyice aydınlandıktan sonra oruca başlanır) diyerek milletin orucunu ifsada çalışıyor. Bekara suresinin 187. âyetinde, (Sabahın beyaz ipliği [aydınlığı] siyah ipliğinden ayırt edilinceye kadar yiyip için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın!) buyurulmuştur. Bu ipliklerin, gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı olduklarını anlatmak için, daha sonra fecrin kelimesi nazil oldu. Gündüzün beyazlığı ile gecenin siyahlığı, iplik gibi birbirinden ayrılınca, oruca başlanır. Sabah namazının vakti girmeden önce yiyip içme kesilir. Bir başka reformcu, (Bugün camilerde kılınan namazlar, Peygamberin kıldığı namaza uymuyor) diyor. Namazın nasıl kılınacağını da bildirmiyor. Namaz kıldırmamak için her yola başvuruyor. Namaz kılmadığı, oruç tutmadığı, her çeşit günahı işlediği için, (Amelsiz iman makbul, fakat imansız amel makbul değildir) diyor. Sözü doğru ise de, maksadı başkadır. (Namaz kılmasam da, her günahı işlesem de bana sapık diyemezsiniz) demek istiyor. Yine aynı reformist kişi, (Kur’anı zamana ve mekana göre yeniden ictihadımla yorumlayıp "Çağdaş ilmihal" yazacağım) diyor. Yani, ictihad adı altında dinde reform yapmak ve bütün sapık fikirlerini buraya koymak, böylece halkı zehirlemek istiyor. Böyle reformcular için, (Bu kimselerin hiç iyi tarafı yok mudur?) denilmesi doğru değildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami, yaptırmak gibi hiçbir ameline sevap vermiyor, Cehenneme atıyor. Böyle 62 www.dinimizislam.com kimselerin ihanetlerini açıklamak, onları kötülemek olmaz. Böyle kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü ise, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] (Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler. Devlet adamlarına yaklaşır, menfaat temin etmeye çalışırlar. Bunların yaptıkları ticaret, kesada [darlığa, kıtlığa] uğrasın!) [Hakim] (Bir zaman gelir ki, âlimler fitne çıkarır, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, [hakiki] âlim bulunmaz.) [Ebu Nuaym] Pırlantaya cam demek gibi Sual: Bazıları imam-ı Gazali’ye İslam filozofu diyorlar. Âlime filozof denir mi? CEVAP İmam-ı Gazali hazretleri, kendi zamanındaki fıkıh âlimlerinin en üstünü idi. Şafii fıkıh kitapları, hep onun kitaplarından vesikalar vermektedir. Bu büyük İslam âlimine ve benzerlerine, (İslam filozofu), yazılarına ve bütün (İlm-i kelam), yani (Akaid) kitaplarına da, (İslam felsefesi) diyorlar. Halbuki, İslamiyet’te felsefe yoktur. İslam âlimleri, filozof değildir. Felsefe, din, ruh ve ictimai bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve zamanlarındaki fenni keşiflere göre, anladıklarına, yani bozuk düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam âlimlerine felsefeci demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakaret etmek olur. Din düşmanlarının âlimlerimize saldırması Din düşmanlarının, dine ve din âlimlerine saldırması yadırganmaz. Âlimlerin de meşhur ve tesirli olanlarına saldırırlar. Özellikle imam-ı Gazali hazretleri, onlar için hedef tahtasıdır. Dinimizi içten yıkmaya çalışan reformcular da, aynı şeyi yapıyorlar. Bazı ahmaklar da, meşhur olmak için cami duvarını kirletmeyi, yani İslam âlimlerine saldırmayı tercih ediyorlar. İslam âlimi kime denir? Her dalda uzman olan âlimler vardır. Fıkıh âlimi, hadis âlimi, tasavvuf âlimi, kelam âlimi, fen âlimi gibi. Bunların hepsini bilene İslam âlimi denir. Bilmek de yetmez. Bildikleri ile amel etmesi ve ihlaslı olması da şarttır. Onun için ilim, amel ve ihlas sahibi olan müslümana İslam âlimi denir. Bu üçünden biri noksan olana kötü din adamı, yobaz denir. Mason Abduh, çömezi mezhepsiz Reşit Rıza ve günümüzde bunların peşinden giden bid’at ehli birer yobazdır. İslam âlimi, 63 www.dinimizislam.com dinin bekçisi, yobaz ise, şeytanın yoldaşıdır. Dört mezhebin imamı, imam-ı Rabbani ve imam-ı Gazali gibi müctehidler, İslam âlimidir. İşte Resulullah efendimiz, bu âlimler için, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyurdu. (İbni Mace) İmam-ı Birgivi, “İslam âlimlerince yazılan bir din kitabına hakaret etmek, bu âlimlerden biri ile alay etmek ve saygı göstermek gereken bir şeye hakaret etmek, hakaret edilmesi gereken bir şeye saygı göstermek küfürdür” buyuruyor. Mezhepsizler, demagojiyi iyi becerirler. Mesela imam-ı Birgivi’nin yukarıdaki sözünü alarak, “Sizler çelişki içindesiniz, Efgani ve Abduh gibi âlimleri kötülediğiniz için kâfirsiniz” derler. Aynı mantıkla, imam-ı Gazali hazretlerine saldırırlar. “Gazali, İslam filozoflarına kâfir diyor, Kur’ana aykırı hadisleri İhya’sına almıştır, sahih hadisle, uydurma hadisi ayıramazdı. Gazali şimdi yaşasaydı İhya’yı yazmazdı” gibi hezeyanlarda bulunuyorlar. Mezhepsizler, bir hadisin Kur’ana aykırı olduğunu biliyor da, koca imam bilemiyor mu? Büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri, imam-ı Gazali hazretlerinin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır buyuruyor. (El- i’lam bi-kavâti’il-islam) İbni Âbidin hazretleri, imam-ı Gazali, zamanının hüccet-ül-İslamı ve âlimlerin en üstünü idi. Ona dil uzatan kimse, cahillerin en cahili, fâsıkların en kötüsüdür buyurdu. (El-Ukud-üd-dürriyye) Kâtip Çelebi, Bütün din kitapları yok olsa, imam-ı Gazalinin kitapları, bu boşluğu doldurabilir, hatta İhyâ’sı bile kâfi gelir diyor. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de, imam-ı Gazali’nin İhyâ kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek yapraklarını çevirirse, müslüman olmakla şereflenir buyuruyor. Sual: Eskiden daha çok, imam-ı Gazali’ye, kitaplarına uydurma hadis aldı diye mason Abduhçu mezhepsizler iftira ederdi. Şimdi de, din cahilinin biri, (Matematiği zararlı, fen ilimlerini gereksiz, felsefeyi İslama aykırı gören Gazali, bilimsel uyanışı yıkmıştır) diye iftira ediyor. İmam-ı Gazali’nin kitapları meydandadır. Bu iftira nasıl yapılabiliyor? CEVAP Din düşmanları genelde, açıkça saldırmıyor. İslam âlimini, tesettürü, tesbihi, takkeyi bahane ederek dini kötülüyor. Hangi din düşmanına sorarsanız sorun, (Ben Müslümanlığa karşı değilim, ben irticaya karşıyım. Kadınların kapanmasına karşıyım. Araplara para yedirmek için hacca 64 www.dinimizislam.com gidilmesine, medreselere, Kur'an kurslarına karşıyım) gibi cevaplar verir. Halbuki karşı olduğu hususlar, dinde bulunan şeylerdir. İmam-ı Gazali hazretleri, eserlerinde, özetle buyuruyor ki: İslami ilimler, akli ve nakli ilimler [din bilgileri] olmak üzere ikiye ayrılır. Akli ilimler [fen bilgileri], akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek ve hesaplanarak elde edilir. Bu ilimler, nakli ilimlerin anlaşılmasına ve tatbik edilmesine de yardımcıdır. Öğrenilmeleri farz-ı kifayedir. Bu ilimler, matematik, mantık ve bütün tecrübi ilimlerdir. Hadis-i şerifte, (İlim Çin’de de, [çok uzakta ve kâfirde de] olsa, gidip alınız) buyuruldu. Bir islam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslüman zarar görürse, o şehrin idarecileri mesul olur. İslami ilimlerin tasnifi Fennin ilerlemesi, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini daha fazla meydana çıkarmaktadır. Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini iyi anlayamaz. Akli ilimler, iyi, kötü ve mubah olarak üçe ayrılır: 1- İyi olanlar: Tıp, matematik ve benzeri ilimlerdir ki, bunlar da farz-ı kifaye ve fazilet olmak üzere ikiye ayrılır: a) Farz-ı kifaye olanlar: Fen bilgileri böyledir. Mesela tıp, insanın sıhhatli olarak yaşayabilmesi için zaruridir. Hesap ilmi, alış-veriş, miras, vasiyet ve bütün muamelatta zaruridir. Bu ilimleri bir beldede bilen bulunmazsa halk zorlukla karşılaşır ve hepsi birden mesul olur. Fakat ihtiyaç nispetinde bilenlerin bulunması kâfidir. Bu suretle diğerleri de bu mecburiyet ve mesuliyetten kurtulmuş olur. Tıb ve hesap gibi fen ilimlerine farz-ı kifaye dememize şaşmayın. Hakikat şu ki: Bütün sanatların asılları aynı hükümde olup farz-ı kifayedir. Rençberlik, dokumacılık, siyaset, dikicilik, tıp v.s. Bir ülkenin tabibi olmazsa hastalık çoğalır, insanlar işinden gücünden kalır, takâtten kesilir ve nihayet ölüme mahkum olur. b) Fazilet olanlar: Fen ilimlerinin, çok ender gerekecek en ince teferruatına inmektir. Bu da, gereken kısımları anlamayı kolaylaştırması bakımından bir fazilet ve üstünlüktür. 2- Kötü olanlar: Bunlar dinde yeri olmayıp, hiçbir fayda sağlamayan, sihir [büyü], tılsım, telbisat [sahteyi doğru gibi gösterip aldatma ilmi] gibi. 3- Mubah olanlar: Şiir öğrenmek, eski tarihlerle meşgul olmak gibi. Bu ilimlerin hepsi makbuldür. İlim bizatihi kötü değildir. Yanlış yerlerde kullanılırsa zararlı olur. Astronomi ilmi de kötü değildir. Peygamber efendimiz, (Kaderden, yıldızlardan ve Eshabımdan bahsedilince sükut edin) buyurdu. Kırk gün sonra ölür 65 www.dinimizislam.com Bazı hallerde cehalet, bazıları için daha faydalıdır. Çocuğu olmayan, bir hanım doktora gider. Doktor, nabzına bakıp, “Doğurmadığı iyi, çünkü bu kadın, kırk güne kalmaz ölür” der. Hanımı dehşetli bir korku sarar, vasiyetini yapar. Kırk gün yemez içmez, üzüntü içinde günleri geçer. Kırk gün geçtiği halde ölmeyince, kocası doktora durumu bildirir. Doktor der ki: - Şimdi çocuk doğurur. - Nasıl olur doktor bey? - Hanımınız çok şişmandı. Ondaki yağın çocuk olmasına mâni olduğunu anladım. Bu kadını ölüm korkusundan başka bir şey zayıflatmaz diye onu ölümle korkuttum. Şimdi zayıfladı, yağ eridi, çocuğun doğmasına mani kalmadı. İşte şu kıssa bazı kimselerin bazı ilimleri bilmemesinin iyi olacağına bir örnektir. Peygamber efendimiz de, (Faydası olmayan bilgiden Allahü teâlâya sığınırım) buyuruyor. (İhya) İmam-ı Gazali hazretleri, Yunan felsefecilerinin küfre düşürücü bütün sapıklıklarını tespit etmiştir. Bunlardan üçü şudur: Felsefeciler diyor ki: 1- Âlem, Allah gibi ezeli ve ebedidir. 2- Allah, cüzi olan şeyleri bilmez. 3- Cismani ve bedeni bir haşr, dirilme yoktur. (Tehafüt-ül-felasife) İmam-ı Gazali hazretlerinin fikirleri bunlardır. Bu fikirlerin ilme düşmanlıkla veya geri kalmışlıkla, ilerlemeye mani olmakla ne ilgisi vardır? Sual: Dini bilgim yoktur ancak yazdığınız bütün bilgiler yanlış. Sebebi de aklıma ve diğer gazetelerden okuduğum bilgilere uygun gelmiyor. Mesela (İlim Çin’de de olsa alınız) sözü, hadis olmadığı halde, hadis diye nasıl yazabiliyorsunuz? Bir gazetede hadis olmadığını okudum. Gazali’nin İhya’sından aldığınız yazı da yanlıştır. Bir doktor bir kadına, 40 gün sonra öleceksin nasıl diyebilir? Gazali de sizler gibi kara cahilin birisi imiş. Bu asırda onun bildirdikleri ile hareket edilir mi? CEVAP 1- Tıp bilgisi olmayanın bir doktoru tenkit etmesi gülünç olduğu gibi, dinimizden tamamen habersiz biri, dini konuda kulaktan duyduğu, gazetelerden okuduğu, yalan yanlış bilgiler üzerine, imam-ı Gazali hazretleri gibi, büyük bir din otoritesini nasıl tenkit edebilir? Tenkit edilen yazı yukarıda bahsettiğimiz yazı. Hastasını tedavi eden doktordur. Bunu İhya’da bildiren de, imam-ı Gazali hazretleridir. Eski bir siyasetçinin zannettiği gibi, imam-ı Gazali 66 www.dinimizislam.com hazretleri, bir köy imamı değildir. Sözü dinde senet büyük bir âlimdir. (radıyallahü teâlâ anh) Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kim bir âlimi aşağılarsa, Allahü teâlâ da, onu aşağılar.) [R.Nasıhin] (Ehli olmayana ilimden bahseden, domuzların boynuna inci kolye asan kimseye benzer.) [R.Nasıhin] (Âlimler Peygamberlerin vârisidir.) [Ebu Davud, İ.Mace, Tirmizi, Deylemi, İ.Neccar] (Âlimler, yeryüzünün ışıkları, benim ve diğer enbiyanın vârisleridir.) [Ebu Nuaym] (Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [R.Münire] Böyle zatlara dil uzatanın dili kurur. 2- (İlim Çin’de de olsa alınız) hadis-i şerifini birkaç mezhepsiz uydurma demiş ise de, Deylemi, Taberani, Beyheki, İbni Adiy, İbni Abdilber, Muhammed Gazali gibi büyük âlim ve muhaddisler, bu hadis-i şerifin sahih olduğunu bildirip kitaplarına almışlardır. Bu âlimlere değil de, birkaç mezhepsize inanmak cahillik olur. Âlimler hata eder mi? Selefi görüşlü biri ile âlimlere olan itimat hakkındaki konuşmamız ilgi çekici olduğu için aynen nakletmek istiyorum. Selefi sordu: - Namazda rükua eğilirken ayakları birleştirmenin kitapta yeri var mı? - Halebi-yi Kebir ve Sagir, Miftah-ül cenne, Dürr-ül muhtar ve İbni Âbidin’de var. - İbni Âbidine inanmam. - Nasıl olur? İbni Âbidin Hanefi mezhebinde en muteber ve en geniş bir fıkıh kitabıdır. - İbni Âbidin kitabına uydurma hadis almıştır. Uydurma hadis alan birinin diğer yazılarına nasıl itimat edilir? - Hangi hadis uydurmaymış? - Ebu Hanife’yi öven hadis... Mezhep taassubuyla kitabına almış. - İbni Âbidin hanefidir ama, aynı hadis-i şerif, Şâfii âlimlerinden İbni Hacer-i Mekki’nin Hayrât-ül-hisân kitabında da vardır. Mezhep taassubu olsaydı, Ebu Hanife ile ilgili hadis-i şerifi kitabına alır mıydı? Hiçbir İslam âliminin kitabında uydurma hadis olmaz. - Niye olmasın, Gazali’nin kitabında bir sürü uydurma hadis var. Iraki bunları tespit etmiştir. - Iraki kaynağını bulamadığı hadis-i şeriflere, kaynağını bulamadım demiştir. Bulamadım demek uydurma demek değildir. 67 www.dinimizislam.com Sonra İslam âliminin kitabındaki bir hadis-i şerife uydurma denebilir mi? - Kur’ana aykırı ise elbette denir. - İbni Hacer-i Mekki, İbni Âbidin ve İmam-ı Gazali gibi âlimlerin kitaplarında uydurma dediğin hadisler Kur’ana aykırı mıdır? - Aykırı ki uydurma denmiştir. - Kur’ana aykırı olduğunu kim anlamış? - Kim olacak onlara uydurma diyenler. - Peki onlara uydurma diyenler, Kur’ana aykırı olduğunu anlamış da, imam-ı Gazali hazretleri gibi büyük bir âlim anlayamamış mı? Ne çirkin bir iftira bu? İmam-ı Gazali’nin kitabında uydurma olarak bildiğin en meşhur hadis hangisidir? - Çok... Mesela (İlim Çin’de de olsa alın) - Bu hadis-i şerife mezhepsizler uydurma demişlerse de, Taberani, Beyheki ve İbni Adiy gibi hadis âlimleri buna sahih demişler ve kitaplarına almışlardır. - Peki namazda rükua eğilirken ayakların birleştirilmesi Kur’anda var mı? - Namazın farzları Kur’anda var mı da sünnetleri olsun? - Peki sünnette var mı? - Dinimizde delil sadece kitap ve sünnet değil, icma ve kıyas da vardır. Âlimlerin ictihadı da senettir. - Ben kıyası, ictihadı kabul etmem. Âlim hata edemez mi? - Âlim hata etmez dense yanlış olmaz. Çünkü Âlimin ictihadı hatalı bile olsa senettir. Allahü teâlâ ahirette onun ictihadına göre amel edip etmediğimizi soracaktır. Buhari’nin bildirdiği hadis-i şerifte, (Âlim ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır) buyuruldu. Bunun için hak mezhepler meydana gelmiştir. - Birinin ak dediğine öteki kara demiştir. - Ama bu yetkiyi Allah ve Resulünden almıştır. Bir hadis-i şerifte, (Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir) buyuruluyor. (Beyheki) - Hatalı bir ictihadla amel etmek caiz olur mu? - Bir müctehidin hata ettiğini başka müctehid bilemez. İctihad ictihadla nakzedilemez. Mesela Hanefi ve Hanbeli’de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken, Maliki ve Şafii’de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez. Yanlış da olsa müctehidin ictihadı ile amel eden kurtulur. Çünkü müctehid bu yetkiyi Kitap ve Sünnetten almıştır. Farklı ictihadda bulunmak gibi, her müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması da farklıdır. Hatta bir 68 www.dinimizislam.com müctehidin sahih dediği bir hadis-i şerife, başka bir müctehid sahih değildir de diyebilir. O sahih değildir dedi diye o hadis uydurma olmaz. Sahih değildir diyen âlim, o hadise göre kendisi amel edemez. Ama sahih diyen âlim, bu hadis-i şerife göre amel eder, ona tâbi olan insanlar da amel eder. Not: Bu hususta geniş bilgi Mezhep ve Mezhepsizlik maddesinde var. Kötü âlimler, din iman hırsızlarıdır Sual: Bugün dünyanın her yerinde kötü işler, günahlar rağbettedir. İyi işlerin, faziletlerin ise öcü gibi gösterilmesi kıyamet alameti midir? CEVAP Evet kıyamet alametidir. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Kötüler iyi, iyiler kötü gösterilmedikçe, kıyamet kopmaz.) [Harâiti] Sık sık duyarız; (Bak herkes böyle yapıyor, onlar yanlış yolda da sadece sen mi doğru yoldasın) deniyor. İyilik, güzellik, hak gibi hususlar, her zaman çoğunluğun bulunduğu yerde olmaz. Mesela Çin'in, Japonya'nın nüfusu çoktur. Dinleri Budizm’dir. İnsanların çoğu Budist diye, Budizm’in doğru olduğu söylenemez. Dünyada gayrı müslimler, Müslümanlardan daha fazla. Azınlıkta kaldığı için (Müslümanlık hak din değildir) denemez. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: İnsanların çoğuna uyan sapıtır. (Enam 116) Halkın çoğu kâfirdir. (Nahl 83) Çoğu fâsıktır. (Maide 49) Çoğu müşriktir. (Rum 42) Çoğu iman etmez. (Rad 1) Çoğu inkârcıdır. (İsra 89) Çoğu gafildir. (Yunus 92) Herkes öyle diyo misali, herkese inanmak yanlıştır. Allahü teâlâ yine buyuruyor ki: (Bu dinin [İslam’ın] doğru olduğunu insanların çoğu bilmez.) [Rum 30] Ekseriya kıymetli şey, altın gibi az olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: İnananlar azdır. (Sad 24) Şükreden azdır. (Sebe 13) Çok kimse, Resulullah efendimizin vârisleri olan Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden tercüme ederek yayınladığımız kitaplara karşı çıkıyor. Sebebi basittir. Bu kitaplarda, Allahü teâlânın (Hepsinden 69 www.dinimizislam.com razıyım. Hepsine Cenneti söz verdim) buyurduğu, Eshab-ı kiramın tamamı övülüyor. Sahabe düşmanları, elbette buna karşı çıkar. Resulullah efendimizin de, (Ümmetimin âlimlerinin farklı ictihadları, mezheplere ayrılması rahmettir) buyurduğu bildiriliyor. Mezhepsiz olan elbette karşı çıkar. Adam Hanefi mezhebinde gusülde ağzın içini yıkamanın farz olduğunu bilmediği için yıllarca cünüp gezmiştir. Yıllarca sünnet diye bid’at işlemiştir. Mesela sünnet diye bid’at sakal bırakmıştır. Farzların yanında nafile ibadetler denizde damla bile değildir. Adam farzları bırakıp yıllarca nafile ibadet etmiştir. Bu kıymetli kitaplardan gerçeği öğrenince elbette şok olacaktır. Bid'at ehlinin, Vehhabiliğin, kamufle adıyla selefiliğin, dinde reformculuğun, Kadıyaniliğin, Behailiğin, Hurufiliğin, 19’culuğun, bozuk ve yanlış olduğu, maksatlı kurulduğu, kötü din adamlarının eşkıya olduğu açıklanıyor. Bu gruplardan birini seven, elbette bunları kötüler. İbni Teymiyyeci, Abduhçu olan, elbette bunlara karşı çıkar. Adam, bir hizbin militanı ise, şucu bucu ise, kendi hizbinden olmayanı kötüler. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Dinde parçalandılar. Her grup, kendi yollarını doğru sanıp sevinmektedir.) [Müminun 53] O halde kötü din adamlarından uzak durmalıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları bulaşıcıdır. Cemiyetleri bozar, milletleri parçalar. Tarihte İslam devletlerinin başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. Peygamber efendimiz, (Müslümanlar 73 fırkaya bölünecek. Bunların 72 si Cehenneme gidecek, yalnız bir fırkası Cehennemden kurtulacak) buyurdu. Bu 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü din adamları idi. Cehennemden kurtulacak olan tek fırka ise, Ehl-i sünnettir.) [1/47] İnsanların kötüsü İmam-ı Rabbani hazretleri yine buyuruyor ki: (İnsanların kötüsü, kötü âlimlerdir. Bunlar, din, iman hırsızlarıdır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Onlar kendilerini müslüman sanıyor. Onlar son derece yalancıdır, şeytan onlara musallat olmuştur. Allahü teâlâyı hatırlamaz ve ismini ağızlarına almazlar, şeytana uymuşlar, şeytan olmuşlardır. Biliniz ki, şeytana uyanlar ziyan etti, ebedi saadeti bırakıp, sonsuz azaba atıldı) buyuruluyor. 70 www.dinimizislam.com Büyüklerden biri, şeytanın boş oturduğunu görünce sebebini sorar. Şeytan, (Zamanın din adamları olan kötü âlimler, insanları yoldan çıkarmakta, bana o kadar yardımcı olmakta ki, bu mühim işi benim yapmama lüzum kalmıyor) der. Böyle kötü kimselerden uzak durmalıdır!) [Müj.Mek.33] Allahü teâlânın kıymet verdiği ve her şeyin en şereflisi olan ilmi, mal, mevki kapmaya ve başa geçmeye vesile edenlere, bu ilim elbette zararlı olur. Halbuki, dünyaya düşkün olmak, Allahü teâlânın hiç sevmediği bir şeydir. O halde, Allahü teâlânın kıymet verdiği ilmi, Onun sevmediği yolda harcetmek, çok çirkin bir iştir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimlerin en kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] (Kıyamette bir din görevlisi getirilip Cehenneme atılır. Cehennemdeki tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Yapın" dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buhari] (Miraca çıkınca, ateşten makaslarla dudaklarını kesenleri gördüm. Her kesilişte dudakları yeniden tamamlanıyordu. Cebrail aleyhisselam "Bunlar, din görevlisidir, yapmadıklarını söylerler ve Allah’ın kitabı ile amel etmezler" dedi.) [Beyheki] (Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen din görevlisinedir.) [Beyheki] (Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. "Sen ne günah işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?" diye sorulunca, "Ben din görevlisi idim. Bildiklerimi yapmazdım" der.) [İ.Ahmed] Vaaz etmek ve dini yazı yazmak, kitap, dergi çıkarmak, ancak Allah rızası için olunca, mevki, mal ve şöhret kazanmak için olmayınca faydalı olur. Böyle halis düşünmenin alameti de, dünyaya düşkün olmamaktır. İnsanların en iyisi iyi âlimler olduğu gibi, en kötüsü de kötü âlimlerdir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetim, kötü âlimler, cahil âbidler yüzünden helâk olur. Kötülerin en kötüsü kötü âlimlerdir. İyilerin en iyisi de iyi âlimlerdir.) [Darimi] Şimdi kendi görüşlerini, sapıklıklarını din gibi ortaya atanlar çoğaldı. Hadis-i şerifte, (Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir) buyuruldu. (Hakim) 71 www.dinimizislam.com Zamanımızda hakiki âlim çok azaldı. Önceki âlimler, asr-ı saadete yakın zamanda yaşadıkları için de kıymetli idi. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İnsanların en hayırlısı benim asrımdaki müslümanlar [Eshab-ı kiram]dır. Bunlardan sonra en iyileri, bunlardan sonra gelenler [tâbi’in]dir. Onlardan sonra da en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebei tâbi’in]dir. Artık bunlardan sonra yalan yayılır, bunların sözlerine ve işlerine inanmayınız!) [Buhari, Müslim] Tâbi’inden olan büyük âlimleri, onların yolunu, kurdukları mezhepleri beğenmeyip, dört mezhepten farklı kitap yazıp, (Biz bir mezhebe göre değil, İslam’a göre yazıyoruz) diyen cahiller, kendilerinin büyük âlim olduklarını söylüyorlar. Halbuki hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] Bid’at ehli bu sapıklar, kâfirlerden daha zararlı olur. En büyük kâfirlerden biri Deccal olduğu halde, hadis-i şerifte, (Sizin için Deccal’den daha çok, sapık önderlerden korkuyorum) buyuruldu. (İ.Ahmed) Kâfir, insanın canına kastedebilir. Fakat dört mezhebe uymayan bu sapıklar, insanın imanına kastedip ebedi Cehennemlik olmasına sebep olabilir. Bu zamanda sapıklık çoğaldığı için, “âlimim” diye ortaya çıkan kimselerin peşinden gidenler sapıtabilir. Fakat eskiden gelmiş, dostdüşman tarafından Ehl-i sünnet âlimi olduğu bildirilen, imam-ı a’zam, imam-ı Malik, imam-ı Şafi, imam-ı Ahmed, imam-ı Gazali, Seyyid Abdülkadir Geylani, imam-ı Rabbani gibi herbiri birer güneş olan âlimlerin yolundan gidilirse, kurtuluşa erilir. Geri kalışımızın sebepleri Yabancı yazar, müslümanların geri kalışını ictihada bağlayıp, (Fukaha, ictihad kapısının kapatılmasında ve bundan böyle dört mezheple iktifa edilmesinde ittifak etmiştir. Bunun neticesinde İslam düşüncesi duraklamış, hukukta ve diğer İslami ilimlerde taklit ve saplantının yayılmasına sebep olmuştur) diyor. Açıklamaya geçmeden önce şunu tekrar edelim: Düşünce, bir iş için düşünülen çare veya kıyaslanan neticedir. Görüş de düşünce demektir. Nazariye de, akli, zihni esaslara dayanan görüş, teori demektir. Allahü teâlânın bildirdiği hükümlere ilahi düşünce, ilahi görüş, ilahi nazariye, ilahi şuur denmez. İslam düşüncesi denmez. Bunları kullanmak küfürdür. İctihad kapısını kimse kapatmamıştır. Ehli olmadığı için kendiliğinden kapanmıştır. Kapalıya kapalı demek, kapatmak değildir. Kapatmaya yetkisi olanın açmaya da yetkisi olur. İctihad edip etmemekle, geri kalışımızın bir 72 www.dinimizislam.com alakası yoktur. Milyonlarca insan ehil olup olmadığına bakmadan, kitap yazıyor, ictihad yapıyor. Madem ictihad yüzünden geri kaldık. Şimdi herkes ictihad yaptığı halde niçin ilerlemiyoruz? Mason Abduh ve onun Reşit Rıza ve Meraği gibi çömezleri, mezheplere saldırıp, (mezhepler birleştirilmeli) diyerek mezhepleri kaldırmaya çalışmışlardır. İngiliz casusu Hempher de aynı yolda hareket ederek Necdiliği kurdurmuştur. Aynı art niyetli kimseler, herkes ictihad etmeli diyerek ehli olmayan kimselerin de ictihada yeltenmelerine sebep olmuşlardır. Hadis-i şerifte, (Her asır, bir öncekinden daha kötü olacaktır) buyuruldu. Bu bakımdan sonraki asırlarda birinci asırdaki gibi büyük âlimler yetişmedi. Yetişmesi de çok zordur. Bu zoru başarabilen az da olsa çıkarsa, buna kimse bir şey demez. Müctehide ihtiyaç yok Hicri 4. asırdan sonra mutlak müctehid olarak meşhur olan görülmedi. Mutlak müctehide ihtiyaç da kalmadı. Çünkü Allahü teâlâ ve onun Resulü Muhammed aleyhisselam, kıyamete kadar, hayat şekillerinde ve fen vasıtalarında yapılacak değişikliklerin, yeniliklerin hepsine şamil olan hükümlerin hepsini bildirdi. Müctehidler de, bunların hepsini anlayıp, açıkladı. Sonra gelen âlimler, bu ahkamın, yeni olaylara nasıl tatbik edileceğini tefsir ve fıkıh kitaplarında bildirdi. Müceddid denilen bu âlimler kıyamete kadar mevcuttur. İctihad kapısı açık diye herkes destursuz girerse, birbirine zıt gibi görünen hadis-i şerifleri görünce ne yapacaktır? Mesela imam arkasında Fatihanın okunacağına dair de, okunmayacağına dair de hadis var. İcazetsiz bir kimse, bunları okuyunca ya Peygambere suizan edecek, yahut hadis âlimine iftira edecektir. Ehli olmayanların hüküm çıkarmak niyetiyle hadis okuması, elbette doğru olmaz. Dünya işlerinde bile işinin ehli olmayan bir kimse, yaptığı şeyi başaramaz. Mesela, (Ehliyeti olan şoför olmalıdır) demek yanlış mıdır? (Herkes araba kullansın) demek doğru olur mu? (Herkes göz ameliyatı yapmalıdır) demek ne kadar saçmalıktır. (Herkes hadis kitabı okumalı, hadisten hüküm çıkarmalı, Kur'an meali okuyup ondan hüküm çıkarmalı) demek daha tehlikelidir. Araba kullanmasını bilmeyen, bir kaza yapabilir ve canından olabilir. Fakat hadisi, Kur'anı anlamayan kimse, bunlarla amel edeceğim derken dininden olur. Her işi ehline bırakmak kadar tabii ne olabilir? Biz, (İş ehline verilmeli) diyoruz. O, (hayır herkes hadis okumalı, herkes meal okumalı, anladığı gibi amel etmelidir) demek istiyor. Bu, ilme düşmanlıktır. Herkesin âlim olmasını, müctehid olmasını istemek, akla da, ilme de aykırıdır. Müctehid 73 www.dinimizislam.com olmanın birçok şartları vardır. Bunlardan biri de ilâhi mevhibeye sahip olmak yani evliya olması da gerekir. Fakat her evliya da müctehid değildir. İctihad, ayağa düşürülmemelidir. Önce temel bilgi gerekir Bazı okuyucular, İbni Teymiye’nin veya İbni Sebe’nin yanlış görüşlerinin neler olduğunu soruyorlar. Mesela, (İbni Teymiyeci bir arkadaşımız var. İbni Teymiye’nin hatalarını bildirin de arkadaşımızı vazgeçirelim) diyorlar. Abduh’u, Kardavi’yi veya daha başkalarını soruyorlar. Bunların yolundan giden kimseler, Ehl-i sünneti bilmedikleri için verilecek cevaplar onları tatmin etmez. Çünkü temel dini bilgileri yok. Cevap olarak onlar mezhepsiz desek, temel bilgileri olmadığı için, vehhabilerden duyduklarını tekrarlayıp, “Âlimin mezhebi mi olur, Eshabın mezhebi mi vardı” diyeceklerdir. Kerameti inkâr ediyorlar desek, yine onların etkisiyle, papağan gibi ezberlediklerini tekrarlayıp, “keramete inanmak şirk” diyeceklerdir. O sapıklar, “Tek tanrıya inanan herkes, Cennete gidecektir” diyorlar, Hıristiyan ve Yahudileri de Cennete sokuyorlar desek, doğrusu da öyle değil mi diyeceklerdir. Bunun gibi yüzlerce şey söylense verecekleri cevaplar aynıdır. Çünkü din düşmanları onları papağan haline getirmiştir. Bu acı durumlardan kurtulmak için önce temel din bilgilerini bilmek gerekir. İman nedir? Hak din hangisi? Mezhep ve mezhepsizlik nedir? Mucize ve keramet nedir? Bunları doğru olarak bilenin Ehl-i sünnet olduğu anlaşılır. Bunları bilene, sapıkların sapıklığını anlatmak kolaydır. (İbni Teymiye, Cehennemin ebedi olduğunu inkâr eden bir mezhepsiz) dersek kolayca anlar. Muhatabımız Ehl-i sünnet değilse böyle söylememizin hiçbir kıymeti kalmaz. Bir örnek verelim. Mesela imanı anlatalım: Amentü’deki altı esastan birine inanmayanın imanı geçersizdir. Yani bu altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Bunun için inanmak değil, doğru inanmak önemlidir. Ahirette kurtulmak, ibadetin çok olmasına değil, doğru imana bağlıdır. Elimizde sağlam ölçü vardır. Ehl-i sünnete göre iman, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmaktır. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Ancak böyle inananlar Ehl-i sünnettir. 74 www.dinimizislam.com Amentü’deki bu altı esasa inanan kimse, bilir ki, Yahudiler de Hıristiyanlar da, her Peygambere ve her semavi kitaba inanmazlar, mesela Muhammed aleyhisselamı Peygamber ve Kur’an-ı kerimi semavi kitap kabul etmezler. Peki bunlara iman sahibi demek mümkün mü? Elimizdeki sağlam ölçüye uymamaktadır. Kur’an-ı kerimde (Hak din ancak İslam’dır) buyuruluyor. Yahudilik ve Hıristiyanlık hak din denmiyor, aksine, (Onları dost edinenin Allah’ın düşmanı) olduğu bildiriliyor. Amentü’yü Ehl-i sünnet gibi inanana imanı anlatmak kolaydır. Amentü’ye inanmayana da sözümüz yoktur. Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği bilgilere kalbin inanması demektir. Bu bilgileri araştırıp anlamak gerekmez. (Hadika) [Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir.] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyurdu ki: İman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. Ahirette kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (2/67) Diğer hususlar da iman örneğindeki gibidir. Ehl-i sünnete uymayan kitap ve yazarlardan uzak durmalı. Çünkü bunlar, yaldızlanmış necasete veya altın kupada sunulan zehire benzer. Süsüne, kabına veya görünüşüne aldanıp, sonsuz saadetten mahrum kalmamalıdır. Ahir zaman şeyhleri Sual: Beni bir şeyhin sohbetine götürdüler. Ben gelince Mektubat-ı Rabbaniden okudular. (Teheccüd namazı, tarikai aliyyenin zaruriyyatındandır) diye bir cümle geçti. Şeyh, buna farz diyebiliriz dedi. Şeyhin teheccüd namazına farz demesi doğru mudur? CEVAP Teheccüd namazı nafiledir, Peygamber efendimize farz idi. Tarikai aliyyede teheccüde çok önem verirlerdi. Şimdi tarikai aliyye mensupları kalmadı. Gece yarısından sonra kılınan teheccüd namazı, gündüz kılınan bin rekattan daha faziletlidir. Bir saat ilim öğrenmek, [mesela ilmihal okumak] geceyi ibadetle geçirmekten daha çok sevaptır. (Dürr-ül-muhtar) İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Nafile, farzın yanında denizde damla bile değildir) buyuruyor. Bu ifade, şeyhin sözünün ne kadar yanlış 75 www.dinimizislam.com olduğunu göstermektedir. Ahmet Yesevi hazretleri o devirdeki şeyhler için der ki: Durmaz keramet satar Ahir zaman şeyhleri Her gün battıkça batar, Ahir zaman şeyhleri Farzı geriye atar, Nafile oruç tutar, Dini paraya satar, Ahir zaman şeyhleri Beline kuşak bağlar, Sözleri yürek dağlar Para toplarken ağlar, Ahir zaman şeyhleri Ağlaması göz boyar, Her gün ayağı kayar, Kendini adam sayar, Ahir zaman şeyhleri Başına sarık sarar, Kendine mürit arar, İlmi yok neye yarar, Ahir zaman şeyhleri Dünyaya kucak açar, Zoru görünce kaçar, Her yere küfür saçar, Ahir zaman şeyhleri Şeyhlik ulu bir iştir, Hakka doğru gidiştir Yaklaşılmaz ateştir, Ahir zaman şeyhleri Salih şeyhler nerdedir, Kötüler her yerdedir, Hak yoluna perdedir, Ahir zaman şeyhleri Âlimleri kötülemek Sual: Mezhepsiz diyerek bir çok âlimi kötülemek, gıybet olduğu için ve ölülerimizi iyilikle anmak gerektiği için yanlıştır. Kul hatasız olmaz. Bu hataları örtmek yerine açığa çıkarma uygun mu? 76 www.dinimizislam.com CEVAP Bu sözler, Eshab-ı kiramı ve İslam âlimlerini tenkit edenler için doğrudur. Çünkü din âlimleri kötülenmez. İbni Asakir hazretleri, (Din âlimlerinin etleri zehir gibidir. Koklayan [tenkide yönelen] hastalanır, tadan [kötüleyen] ölür) buyuruyor. Eshab-ı kiramı kötülemek ise daha kötüdür. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Muhacir ve Ensar ile iyilikte onların [Eshabın] izinden gidenlerden Allah razıdır, onlara Cenneti hazırlamıştır.) [Tevbe 100] Bir hadis-i şerifte de buyuruluyor ki: (Eshabım arasında fitne çıkacak, Allahü teâlâ benimle olan sohbetlerinin hürmetine o fitnelere karışanları, affedecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshabıma dil uzatarak Cehenneme girecektir.) [Müslim] Eshabın hepsi bizim ölülerimiz olduğu için de tenkit edilmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ölülerinizi iyilikle anın. Eğer Cennetlikse, kötü söylemekle günahkâr olursunuz. Cehennemlik ise, zaten içinde bulunduğu hâl kâfi gelir.) [Nesai] Mezhepsizlerin hataları, kul hatasız olmaz kabilinden basit hatalar değildir, imanı ilgilendiriyor. Bir kısmı bid’at, bir kısmı ise küfürdür. Mesela, İbni Teymiye gibi Arşın kıdemine kani olmak, (Arşı yaratılmış kabul etmemek), Abduh gibi düşük faizlere cevaz vermek, Efgani gibi “Peygamberlik bir sanattır” demek, Reşit Rıza gibi icmayı inkâr edip telfîk zihniyetini savunmak, Şevkani gibi taklidi haram saymak, İzmirli İsmail Hakkı gibi camilere sandalye, sıra, müzik aletleri konmasını ve Türkçe namaz kılınmasını istemek, Emekli postacı gibi Eshab-ı kirama dil uzatmak, basit birer hata değildir. Efgani hayranı birisi çıkıyor, (Abduh gibi reform yapıp dini değiştirmek gerekir. Kızıl kâfir Halife II. Abdülhamid han, şampanya yerine hâlâ ayran içiyor. Kâfirleri yakacak yerde tuttun Müslümanları yaktın, adaletin nerde ey ilahi?) diyor. Bunlar basit hata mı? Bunları bilip de, susmanın vebali büyüktür. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Söylemeyip gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İbni Asakir] (Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun.) [Ebu Nuaym, Deylemi] 77 www.dinimizislam.com Lanete müstahak olmamak için, susmayıp bunları söylemek gıybet olmaz. Çünkü gıybet, bir kimsenin gizli bir kusurunu, arkasından söylemektir. Kâfir ve fâsıkların, alış verişte hile yapanların, dinimizi yanlış anlatanların, yanlışlıklarını söylemek lazım olduğundan gıybet olmaz. (Redd-ül-muhtar) Âlimin de kötüsü olur Sual: İmam-ı Rabbani, (Mehdi, Medine’deki bid’at ehli olan âlimi öldürecektir) diyor. Bid’at ehli olana âlim denir mi hiç? Bir de Seyyid Abdülhakim efendi diyor ki: (Zemahşerî, tefsir, fıkıh ve lügat âlimi idi. Mutezile mezhebinde idi. Ölürken tevbe ettiği söylenmektedir. Kur’anı azîmüşşanın muciz olduğunu anlatmakta; esas, senet olan belâgat ilminin âlimlerinin en yüksek derecesinde olduğundan, Ehl-i sünnetin tefsir âlimleri, Kur’an-ı kerimin belâgatini anlatan kısımları, onun tefsirinden almışlardır.) Mutezile olan birine âlim demek caiz midir? CEVAP Her âlim, Cennetlik demek değildir. Onlardan da Cehenneme giden olacaktır. Kur’anda, kötü âlimler, dilini sarkıtıp soluyan köpeğe, kitap yüklü merkebe benzetilmiştir. (Cuma 5, Araf 176) Kötü âlimler hakkında hadis-i şeriflerden bazıları da şöyledir: (Âlimlerin iyisi, insanların en iyisi, kötüsü de, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] (Yazıklar olsun kötü âlimlere ki, ilmi ticarete alet ederler.) [Hakim] (Amelsiz âlim, mum gibidir, kendini yakar, insanları aydınlatır.) [Bezzar] (Ümmetim, kötü âlimler, cahil abidler yüzünden helak olur.) [Darimi] (Kıyamette en şiddetli azap, ilmi kendine fayda vermeyen âlime olur.) [Beyheki] (İlmini, insanlara öğretmeyen âlime, kıyamette ateşten yular bağlanır.) [Tirmizi] (Kıyamette bir din adamı Cehenneme atılır. Tanıdıkları ona, "Sen dünyada dinin emirlerini bildirirdin. Niçin bu azaba düştün?" derler. O da, "İnsanlara, günahtır, yapmayın" der, kendim yapardım. "Yapın" dediklerimi de yapmazdım. Bunun cezasını çekiyorum" der.) [Buhari] (Öyle bir zaman gelir ki, âlimler fitne unsuru olur.) [Ebu Nuaym] Demek ki âlimlerin iyisi de, kötüsü de oluyor. Hakiki İslam âlimleri elbette çok kıymetlidir. İslamiyet’in temeli üçtür: 1İlim, 2- Amel 3- İhlas. 78 www.dinimizislam.com 1- İlim, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. 2- İlme uygun olan ameldir. İlmi ile amel etmeyen hakiki âlim olamaz. Bir hadis-i şerif meali: (Âlim, ilmi ile amel edendir.) [Ebuşşeyh] 3- İlimde ve amelde ihlas sahibi olmaktır. İhlas, ilmin ve amelin Allah rızası, Allah sevgisi ile olmasıdır. İhlas yoksa ilim de amel de makbul değildir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâ, ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.) [Dâre Kutni] İlim, amel ve ihlas sahibi olana ancak İslâm âlimi denir. Hakiki âlim, Kur'an-ı kerimi, hadis-i şerifleri açıklayan salahiyetli, yüksek insandır. Sünneti, bid'ati bilir. Hakkı bâtıldan ayırır. İlmi çok olduğu halde, hakkı bâtıldan ayıramayan, hakiki âlim değildir. 72 sapık fırkanın önderleri de âlim idi, hakkı bâtıldan ayıramadıkları, Ehl-i sünnetten ayrıldıkları için dalalete düşmüşlerdir. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere İslam âlimi denir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Dünyalık peşinde olan din adamlarının sözlerini dinlemek, kitaplarını okumak zehir yemek gibi zararlıdır. Kötü din adamlarının zararları bulaşıcıdır. Toplumları bozar. Tarihte İslam devletlerinin başlarına gelen felaketlere hep kötü din adamları sebep oldu. Devlet adamlarını doğru yoldan bunlar saptırdı. 72 sapık fırkanın reisleri, hep kötü din adamları idi.) [1/47] Kötü âlimler Sual: Dini anlatıp da kendisi uygulamayan âlimler, ilimleri sayesinde kurtuluşa ererler mi? CEVAP Aksine daha büyük azaplara maruz kalırlar. Kur’an-ı kerimde, kötü din adamları, kitap yüklü merkebe benzetilmiştir. (Cuma 5) Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (İlmiyle amel etmeyen âlim, kıyamette en şiddetli azaba düçar olur.) [Beyheki] (Miraca çıkınca, ateşten makaslarla dudaklarını kesenleri gördüm. Her kesilişte dudakları yeniden tamamlanıyordu. Cebrail aleyhisselam, “Bunlar, din görevlisidir, yapmadıklarını söylerler ve Allah’ın kitabıyla amel etmezler” dedi.) [Beyheki] 79 www.dinimizislam.com (Cehennemde azap çekenlerden bazılarının yaydıkları kötü kokular, diğerlerine ateşten daha fazla azap verir. “Sen ne günah işledin ki, öyle pis koku çıkarıyorsun?” diye sorulunca, “Ben din görevlisi idim. Bildiklerimi yapmazdım” der.) [İ. Ahmed] (İnsanlara hayrı öğretip de kendisini, kendi kusurunu görmeyen âlim, tıpkı başkalarını aydınlattığı halde kendisini yakıp bitiren kandile benzer.) [Taberanî] (Kıyamette, ilmiyle amel etmeyen âlimin Cehennemde çıkardığı kötü kokudan, Cehennem halkı rahatsız olarak, “Ey kötü kişi, çektiğimiz azap yetmez gibi, bir de senin çıkardığın kötü kokuya mı katlanalım? Sen ne yaptın da, bu duruma düştün?” derler. Âlim ise, “İlim sahibi idim, fakat ilmimle amel etmezdim” diye cevap verir.) [İ. Ahmed] (Zebaniler Cehennemde günahkâr hâfızlara, puta tapanlardan önce azap yapar. Çünkü bilerek yapılan günah, bilmeyerek yapılandan daha kötüdür.) [Taberanî] (Buradaki hâfızlar, haramlardan sakınmaya önem vermeyip, küfre giren hafızlardır.) [İ. Ahlakı] (Amelsiz âlim mum gibidir, insanları aydınlatırken kendini yakar.) [Bezzar] (Âlimlerin en kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] (Ümmetim, kötü din görevlilerinden çok zarar görecektir.) [Hâkim] Resulullah, (Hüzün kuyusundan Allah’a sığının!) buyurdu. Bu kuyunun ne olduğu sorulunca, buyurdu ki: (Cehennemdeki bir kuyudur ki, Cehennem, her gün dört yüz defa o kuyunun dehşetinden Allah’a sığınır. Oraya en çok, mürai âlimler girer.) [Buhârî] Mürai, riya yapan, gösteriş için ibadet eden demektir. Gün günü arattırır Sual: Eski devirlerde müctehid âlimler ve evliya zatlar çok idi. Şimdi eskisi gibi çok olmayışının hikmeti ne olabilir? CEVAP Asr-ı saadetten uzaklaştıkça insanların bozulacağını, iyi kimselerin çok azalacağını Peygamber efendimiz haber veriyor. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (İnsanların en hayırlısı asrımdaki Müslümanlar [Eshab-ı kiram] dır. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tabiin] dir. Onlardan sonra en iyileri, onlardan sonra gelenler [Tebe-i tabiin] dir. Bunlardan sonra yalan yayılır. Bunların sözlerine ve işlerine inanmayın!) [Buhari] 80 www.dinimizislam.com (İlmin azalması âlimlerin azalması ile olur. Cahil din adamları, kendi görüşleri ile fetva vererek fitne çıkarırlar, halkı yoldan saptırırlar.) [Buhari] (Her asır, önceki asırdan daha bozuk olur. Böylece kıyamete kadar hep bozulur.) [Hadika] (Allahü teâlâ bir âlimin ruhunu alırsa, bu İslam’da açılan bir gedik olur. Kıyamete kadar onun boşluğu doldurulamaz.) [Deylemi] (Kıyamet, yalnız kötü insanların üzerine kopar.) [Buhari] (Bu din garip olarak başladı, sonu da garip olur.) [Tirmizi] (Bir zaman gelir, sünnetim unutulur, bid'atler yayılır. Sünnete uyanlar garip olur, yalnız kalır. Bid'atçiler, kendilerine çok arkadaş, yardımcı bulur. O zamandaki Müslümanlar, sudaki tuz, sirke içindeki kurtçuk gibi zor şart altında yaşarlar, dinlerini korumaları güçleşir, avuçtaki ateş koru gibi, bırakırsa söner, tutarsa elini yakar.) [Şir’a] (Ahir zamanda zalim idareci ve yalancı âlimler gelir. Onların yardımcısı olmayın.) [Hatib] (Kıyamete doğru Kur’an okuyan çok, âlimler az, olur. İlim yok olur. Kargaşalık çoğalır. Yine öyle bir zaman gelir ki, müşrik müminle aynı konuda tartışır.) [Hâkim] Üstad ne demektir? Sual: Üstad ne demektir? Kumar üstadı, Müzik üstadı dendiği gibi, 33. dereceli masonlara büyük üstad deniyor. Din büyüklerine, mezhep imamlarına, Peygamberlere de üstad demek caiz olur mu? CEVAP Üstad, ilim veya sanatta üstün olan kimse demektir. Bu bakımdan din büyüklerine, mezhep imamlarına ve hatta Peygamberlere de üstad denir. Peygamber efendimiz, insanlığın hocası, üstadı olduğu için üstad-ül beşer denir. Aşağıdaki bilgilerin hepsi Seadet-i Ebediyye’den alınmıştır: Ebu Bekri Sıddık âriflerin başı ve sıddıkların reisidir. Sıddîkın üstadı Resulullah aleyhi ve alâ alihissalatü vesselam idi. Musa aleyhisselam, mantık ilminin üstadı iken, Hızır aleyhisselamdan ilim öğrenmeye geldi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlim üstaddan öğrenilir.) [Buhari] (Üç şey Enbiya işlerindendir: 1- Muallimlere ve üstadlara hediye vermek. 2- Âlimleri mükerrem tutmak. 81 www.dinimizislam.com 3- Eshabımı sevmek.) [M.C.Y. Güzin] Kadı Beydavi hazretleri tefsir ilminin büyük üstadıdır. İmam-ı Ebu Yusuf ve İmam-ı Muhammed de hocaları, üstadları olan İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin fikir ve reyine tâbi olmayıp, kendi ictihadları ile hareket ederlerdi. Halbuki, İmam-ı a’zam, onların üstadı idi. İmam-ı Ebu Yusuf, ictihad makamına yükseldikten sonra, üstadı Ebu Hanife’ye tâbi olması hata olur. İmam-ı Ebu Yusuf, çok sevdiği oğlu âniden ölünce, talebelerine, (Defin işini siz halledin. Ben üstadımın dersine gidiyorum) dedi. İmam-ı Şafii, İmam-ı Ahmed bin Hanbel’in üstadı idi. İbni Arabi, hadis ilminde üstad [sözü vesika] ve fıkıhta ictihad makamında idi. Hace-i Ahrardan sonra bu büyüklerin yolunu canlandıran, edeplerini her yere yayan ariflerin büyüğü ve marifetlerin kaynağı üstadımız Muhammed Bakidir “sellemehüllahü teâlâ” Seyyid Fehim Nehriye [Şemdinana] gelir. Her gelişinde, Seyyid Taha’dan çeşitli iltifatlarla şereflenirdi. Bir gün cami sofasında Mektubat okuyordu. Çok kalabalıktı. Seyyid Fehim de, uzakta, ayakta dinliyordu. Seyyid Taha, kitaptan başını kaldırıp, (Molla Fehim, acaba şimdi, hiç üstad yok mu?) der. Seyyid Fehim, (Şimdi bulunan üstad gibi, hiç gelmemiştir) der. Seyyid Taha, hemen Mektubatı kapayıp, odasına gider. İnsan, gelen feyizlerden, üstadına olan ihlası ve sevgisi kadar alır. Hepsini almak, nadirdir. İslam tekbirini, segah makamına besteleyen Itri efendi, bir din âlimi değil, Beethoven gibi, bir musiki üstadı idi. Farabi de, felsefeci ve musiki üstadı idi. Nefsin üstadı İblis’tir. Lakin kötülük yapmakta, isyanda, iblisi geçmiştir. Kâfire hürmet ederek üstadım demek küfür olur. Hoca hakkı Sual: Hoca hakkı, ana-baba hakkından önce mi gelir? CEVAP Bir kimseye Ehl-i sünnet itikadını, dinini, imanını öğreten, iki cihan saadetine kavuşmasına vesile olan hocasının hakkı elbette ana-baba hakkından önce gelir, yoksa her hoca denilen kimsenin değil! Bir hadis-i şerif meali: (Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kızını veren baba ve ilim öğreten baba. Bunların efdali, hocasıdır.) [Umdet-ül İslam] 82 www.dinimizislam.com Evladına dinini, Ehl-i sünnet itikadını öğretmeyen ana-babanın evladı üzerinde ana babalık hakkı olmaz. Kevseri ve Şah Veliyyullah Sual: Bir arkadaş, Zahid ül Kevseri’nin Şah Veliyyullah Dehlevi’yi tenkit ettiğini, bu bakımdan Kevseri’yi muhakkak okumak gerektiğini söylüyor. Bu iki âlim de muteber değil mi? CEVAP Evet ikisi de muteberdir. Farklı fikirleri olabilir. Bir âlimin ictihadı, öteki âlimin ictihadını nakzedemez, yani onu geçersiz hâle getiremez. Mesela İmam-ı Şafii’nin, İmam-ı a’zamdan farklı çok ictihadı vardır. Bundan dolayı İmam-ı a’zam hazretlerini asla tenkit etmemiştir. Hanefilerle Şafiiler kavga etmiştir diye bazı mezhepsizler yalan yazıyorlar. Çünkü farklı ictihad rahmet olduğu gibi, aynı zamanda, yanlış ictihad eden de sevap alır. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Müctehid, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] (Âlimlerin farklı ictihadları rahmettir.) [Beyheki, Deylemi İ.Münavi, İbni Nasr] Rahmet olan ve sevap alınan bir hususta kavga edilmez. Zahid-ül-Kevseri: Kafkasyalıdır. 1951’de vefat etti. Zamanının tefsir, hadis ve fıkıh âlimi idi. Vehhabiliği reddeden Esseyf-üs-sakil kitabı ile Makalat’ı çok kıymetlidir. Her türlü sapık ve bozuk cereyanlara karşı idi. İttihatçılara âlet olan, din âlimi ve şeyh geçinen, fakat İslamiyet’ten haberi olmayan kimselere şiddetle karşı çıktı. Ama ittihatçılar ve onların yardakçılarının haksız ithâmlarına uğradı. Tutuklanması için türlü oyunların tezgahlandığını haber alması üzerine 1922’de Mısır’a gitti. İbni Teymiyye ve onun yolunda olan reformistlere karşı çıkardı. Bunun için mezhepsizler tarafından taassupla itham edilmişti. Hanefi olmasına rağmen, İmam-ı Şafii’yi çok sever idi. Şah Veliyyullah-ı Dehlevi: 1762’de vefat etti. Babası, Hazret-i Ömer, annesi Hazret-i Ali soyundandır. Tefsir, hadis, kelam, tasavvuf ve Hanefi fıkıh âlimi idi. Büyük veli Mazheri Can-ı Canan hazretleri buyurdu ki: (Şah Veliyyullah derin hadis âlimidir. Marifet esrarının tahkikinde ve ilmin inceliklerini bildirmekte, yeni bir çığır açan doğru yolun âlimlerindendir.) 83 www.dinimizislam.com Fevâid-ül-Behiyye kitabının sâhibi M. Abdülhay el-Lüknev ise şöyle der: Allahü teâlânın hücceti, hidayete kavuşanların önderi, ümmetin dayanağı, ulemânın öncüsü, enbiyânın vârisi, sünnet-i seniyyenin ihya edicisi olan Şeyhülislâm Kutbüddîn Veliyyullah bin Abdürrahim Dehlevî, ilimde deryâ misâli, fâzıl bir zâttır. Dört mezhebin hükümlerini delîlleri ile biliyordu. Dört mezhebin imâm ve âlimlerinin yüksekliklerini, gayet iyi anlamıştı. Çok kitap yazdı. Şiilere karşı Kurretül ayneyn fi tafdili şeyhayn ve İzale-tül hafa an hilafetilhulefa kitapları meşhurdur. Hemeat kitabında, tasavvufu övmektedir. Müctehidlerin başka bir müctehide uymalarını yasaklar, bizim gibi cahillerin ise, dört mezhepten birine uymak gerektiğini bildirir. Bu konularda şunları bildirir: Dört mezhebin kolaylıklarını toplamak, Kur'anda ve hadiste açık bildirilen nasslarla ve selefi salihinin icmaı ile ve açık olan kıyas ile yasak edilmemişse caiz olur. (İzale-tül-hafa) [Bu görüşü, diğer ulemanın görüşüne uygun değildir. Böyle farklı bir görüşten dolayı bir âlimi silip atmak caiz olmaz.] Müctehid olmayanın hadis-i şeriften anladığı ile amel etmesi caiz değildir. Çünkü, hadis-i şeriflerin mensuh veya tevilli yahut muhkem olduğunu ayıramaz. (İkt-ül-ceyyid) Mezheplerin en kıymetlisi, Buhari’de bildirilen Sünnet-i Nebeviyye en uygun olanı, Hanefi mezhebidir. (Füyud-ül-Haremeyn) Gerçek ve sahte âlimler Sual: Âlimin iyisini, kötüsünü, gerçeğini, sahtesini nasıl anlarız? CEVAP Ehl-i sünnet itikadında olmayan, iyi âlim olamaz. Dört hak mezhepte olmayan ve bu büyüklerden nakletmeyen yani kendi görüşünü dinin emri gibi bildiren kimseden, iyi âlim olamaz. Bid’at ehlini büyük bilen âlim olamaz. Bunlar ana kaidelerdir. Bunlara uymayanların zaten her yazısı, her sözü yanlış olabilir, zararlı olabilir, yani onda her türlü bozukluk olabilir. Gerçeğini sahtesini anlamada bazı ölçüler özetle şöyledir: 1- İslam âlimi yerden ot gibi, mantar gibi bitmez, hocasız, icazetsiz, âlim olmaz. Mutlaka Peygamber efendimize dayanan bir silsilesi olur. Mesela, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani ve Mevlana Halid-i Bağdadi hazretleri gibi. 84 www.dinimizislam.com 2- Ehl-i sünnet itikadında olur. Dört hak mezhepten birine uyar, dindeki dört delili kabul eder, ihtiyaç halinde başka mezhebi taklit etmeye karşı çıkmaz. 3- Dinimiz nakil dinidir. İman ibadet bilgileri kıyamete kadar değişmez. Eserlerinde buna dikkat eder, yani sadece bu kıymetli bilgileri nakleder. 4- Hiçbir fıkıh kitabına dayanmadan, ilhamla söylüyorum diyerek, görüşünü, dinde senet gibi, bir ilim gibi göstermeye çalışmaz. 5- Bid’at ehliyle, bunları destekleyenlerden mesela, Mason Abduh’u övüp (Abduh gibi dinde reform istiyorum, Abduh benim üstadım) diyenlerden, uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi vazife bilir. 6- (Yalnız Kur’an) diyerek sünneti, icmayı ve kıyası kabul etmeyen, Kur’an-ı kerimden kendi anladığını senet kabul eden zındıklardan uzak durur. Bunların yanlışlarını bildirmeyi vazife bilir. 7- (Müslüman olması şart değil, Allah’a inanan herkes, hatta Hıristiyanlar ve Yahudiler Cennete gidecektir, bunlar da imanlıdır) diyen sapıklardan uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi görev bilir. 8- Hepsi Cennetlik olan Eshab-ı kiramın hiçbirisine dil uzatmaz, hepsini hürmetle anar. Yahudilerin kurduğu İbni Sebeciliğin, Hurufiliğin zararlarını bildirir. 9- İngilizlerin kurduğu Vehhabilikten, bunların bozuk inançlarından uzak durur. Bunların zararlarını, yanlışlarını bildirmeyi önemli vazife bilir. 10- Osmanlı sultanlarını, özellikle II. Abdülhamit Han’ı kötülemez. 11- Kendini Mehdi sanmaz veya Mehdi gelmiştir demez yahut Mehdilik mecazidir diyerek, bunu ve diğer kıyamet alâmetlerini inkâr etmek için, tevile sapmaz. 12- Hiç bir İslam âlimi, kendine unvan vermemiş, kendisini övmemiştir. Hatta, (Kendini Frenk kâfirinden üstün gören Allahü teâlâyı tanıyamaz) buyurmuşlardır. Kendini Kaf dağında görüp de, kendi kendine övücü unvanlar vermez. Âlimler de insandır Sual: Bir arkadaşım önceleri, (Allah'a inanırım; ama peygamberlere inanmam) diyordu. Daha sonra, (Allah'a inanınca peygamberlerine de inanmak gerekir) dedi ve artık peygamberlere de inanıyor; fakat şimdi de, (Mezheplere inanmam, âlimlere inanmam. Âlim de insandır, o da hata eder. Din kitaplarındaki bilgilerin mutlaka doğru olduğu söylenemez. Onlar da insandır, hata edebilir) diyor. Böyle demesi uygun mu? 85 www.dinimizislam.com CEVAP Âlim diye, günümüzdeki yazarları ve profesörleri değil de, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani gibi yetkili âlimleri ve onların eserlerini kastediyorsa kesinlikle uygun değildir. Peygamber efendimiz çeşitli hadis-i şeriflerinde, (Âlimler benim vârislerim, vekillerimdir. Eshabımın hangisine uyarsanız doğruyu bulursunuz) buyuruyor. Vekilin yaptığı işin hükmü, aslın yaptığı işin hükmü gibi geçerlidir. Mezhebe uyan Peygamber efendimize uymuş olur. (Âlimler de insan, ya hata ederlerse ne olacak?) diye hatıra gelebilir. İctihad makamına yükselmiş bir âlimin hatasını, ictihad derecesine yükselmiş başka bir âlim bile bilemez; çünkü (İctihad ictihadla nakzedilemez) yani onun hükmünü bozamaz, o ictihadı hükümsüz hale getiremez. Onun için müctehidin hatası bilinemez. Onun Allah indinde bir hatası varsa, yine ictihadı için sevab alır. Sevab alınan bir ictihad için hata denmez. (Âlim de insandır, o da hata eder) demek yanlış olup, âlimlere olan itimadı sarsar. Âlimlere itimat sarsılınca hadis-i şeriflere, zayıf veya uydurma gözü ile bakılmaya çalışılır. Bir âlimin, bir hatasını bulduk denirse, öteki sözlerine nasıl itimat edilir ki? Artık o âlimin bütün ictihadlarına şüphe ile bakılır. İslam âlimlerinin kitaplarında uydurma hadis olmaz. Bir tane var denirse, ötekilere nasıl itimat edilir ki? Hadislere uydurma damgası basmakla, dine olan itimat sarsılmaya başlar. Hadislere itimat kalkınca, Kur’an-ı kerimi açıklayan hadis-i şerifler yok olmuş olur ve herkes, Kur’an-ı kerimi kendi görüşüne göre açıklamaya çalışır. Adı İslam da olsa, yerini başka bir din alır. Hele, Peygamber efendimize kadar hocaları, silsilesi malum olan ve icazet sahibi, yetkili bir âlim için, (O da insandır, hata edebilir) demek çok yanlıştır. Bu da, hocaya olan itimadı sarsmak için söylenmiş bir sözdür. Hocaya itimat sarsılınca, onun vekiline de itimat kalmaz. Hocayı kabul edenin, vekilini de aynen kabul etmesi gerekir. Kabul etmezse hocasına da itimat etmediği anlaşılır. (Hoca, onu değil de şunu vekil etmeliydi) demek de, hocayı kabul etmemek olur. Vekili kötülüyor gibi görünse de, aslında itiraz hocayadır. Ebu Cehil de, (Kureyş büyükleri, zenginler dururken bir yetim nasıl peygamber olur) diyerek Resulullahın peygamberliğini kabul edememişti. Ebu Cehil, burada Allahü teâlâyı suçlamaktadır. (Bu işe layık olmayan birisini nasıl peygamber yaparsın) demek istiyordu. İşte bunun gibi, hocanın vekilini kabul etmeyenler de, hocayı kabul etmemiş olurlar. Resulullahın vârisleri, vekilleri olan müctehidlerin mezheplerini kabul etmeyenler, Resulullahı kabul etmemiş olurlar. (Niye buna ictihad etme 86 www.dinimizislam.com yetkisini verdin?) demek, aslında Resulullahı suçlamak olur. Hiçbir zaman unutulmamalı ki, vekil asıl gibidir. Ortada din kalmaz Sual: Dinde, din kitaplarından nakli esas almak yanlıştır. Âlimler de insan, biz de insanız. Niye onlardan nakli esas alalım ki? CEVAP Bu söz, mezhepsizlerin çok kullandığı bir ifadedir. İnsan denince, cahili de, âlimi de, kâfir de anlaşılır. Her Müslüman, hatta Peygamber efendimiz de insandır. Bunların hepsinin, insan olduğunu bilmeyen yoktur. Bunun için, (Onlar da insandır) sözünün içinde hakaret yatmaktadır. Onlar da, sıradan bir insan denilmek isteniyor. Bu sözü ancak, kendini de onlar gibi büyük bilen veya onları da kendisi gibi aşağı gören söyleyebilir. Muteber kitap demek, dinde senet olan kitaplar demektir. Dinde dört delil vardır. Bunlardan sonuncusu, kıyas-ı fukahadır. Fukaha yani âlimler, insan diye atılırsa, ortada din kalmaz; çünkü bu âlimler, Resulullahın vârisleridir. Kur’an-ı kerimde, (Âlimlere sorun) buyuruluyor. Âlimleri, onlar da insandır diyerek küçültmek, insanı küfre kadar sürükleyebilir; çünkü Allahü teâlânın ve Resulünün kıymet verdiği kimseleri küçültmek, dinin sahibini yalanlamak olur. İlmin önemi (şiir) Sual: İlmin önemi nedir? CEVAP İlmin önemi büyüktür. Kur’an-ı kerimde, bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığı, bilenlerin elbette kıymetli olacağı bildirilmektedir. Ama her ilim değil, faydalı ilim övülmüştür. Bir de, faydalı ilimlerden kendimize lazım olanı seçmeliyiz. Bugün kendimize faydalı olan ilmi, gerçek İslâm âlimlerinin yazdıkları muteber eserleri okuyup öğrenmek gerekir. İlmin önemi hakkında bir şiir: İlimsiz bir şey olmaz, ilim her şeye baştır, Karanlık yollarda o, en aziz arkadaştır. İlim, gerçek bir rehber, ilim başlara taçtır, İlimsiz hayat olmaz, herkes ilme muhtaçtır. Ondan sadığı yoktur, onun gibi yâr olmaz, Her şeyde zarar olsa, onda hiç zarar olmaz. Malını sen korursun, ilimse seni korur, İlimsiz yeşil ağaç, susuz kalır ve kurur. 87 www.dinimizislam.com İlim, uçsuz bucaksız, bir denizi andırır, İlimden başka her şey, insanı usandırır. Nasıl kıymetli olmaz, Allah ilmi övüyor, Resul-ü Kibriya da, bak neler buyuruyor: (Ara, her yerde ilmi, o yer Çin olsa bile, İlim öğrenmek farzdır, kadın erkek herkese.) Hazret-i Ali’ye bak, ne diyor anlasana: (Kim bir harf öğretirse, köle olurum ona.) Âlimler nebilerin, vekilleri olurlar, Dinimizi bozulup, yıkılmaktan korurlar. Âlimin mürekkebi, daha azizdir şundan, Fî sebilillah akan, şehitlerin kanından. Nefisle cihad etmek, elbet ilimle olur, Ancak doğru ilimle, amel eden kurtulur. Âlim zahidden üstün, zühd ilmin altındadır, Âlimler âhirette, nebiler yanındadır. Âlimlerin bir sözü, yıllarca, baki kalır, Alçaktaki insanı, yükseklere kaldırır. Şimdi âlim bulmak zor, o halde ne yapmalı? Onların kitabını, bulup çok okumalı! Kitap, altın bir kafes, ilim içinde kuştur, Kafesi satın alan, kuşa malik olmuştur. Doğru kitaba sarıl, kalbin nur ile dolsun, Okuyacağın kitap, doğru ilmihal olsun! Sonra da okunmalı, Mektubat-ı Rabbani, Feyizlerle doldurur, nurla kaplar insanı. Fıkıh, ilm-i kelam ve tasavvuf birleşmiştir, Kalbi temizleyen nur, orada yerleşmiştir. Harikalar kaynağı, bulunmaz ifadeler, Orada çözülmüştür, çok çetin meseleler. Hepsi Mektubat’ta ve tercümesinde vardır, Onsuz kurtuluş zordur, onsuz ilim, noksandır. Okumalı bunları herkes, genç ve ihtiyar, Nimetlere kavuşur, olur elbet bahtiyar. Kelimeler: Fî sebilillah: Allah yolunda, Allah rızası için Zühd: Dünyadan ve dünyalık olan şeylerden uzak durmak Zahid: Dünyaya düşkün olmayan kimse İlm-i kelam: İman ve itikad bilgilerini delilleriyle anlatan ilim 88 www.dinimizislam.com Aziz: Üstün, kıymetli. İlim öğrenen ve öğreten Sual: İslamî ilim öğrenmek için Arapça öğrenmek şart mıdır? Türkçe muteber bir kitabı, mesela İslam Ahlakı kitabını okumak da, ilim öğrenmek sayılır mı? Bu kitabı başkasına hediye etmek, ilim öğretmek yerine geçer mi? CEVAP Arapça Cennet lisanıdır. Arapça öğrenmek çok kıymetlidir, ibadettir, fakat ilim öğrenmek ayrı, dil öğrenmek ayrıdır. Türkçe bilen ilim sahibi olmadığı gibi, Arapça bilen de mutlaka ilim sahibidir denemez. Arapça bilen gayrimüslimler de vardır. Arapça bilen, muteber Arapça eserleri, Türkçe bilen de, muteber Türkçe eserleri okursa ancak o zaman ilim sahibi olur. Mesela İslam Ahlakı kitabını okuyan, çok lüzumlu bilgileri öğrenmiş olur. Bin kadar kitaptan hazırlanmış Seadet-i Ebediyye kitabını okuyup öğrenen kimse âlim olur. İçinde bildirilenleri ihlâsla tatbik ederse, Allahü teâlânın rızasına da kavuşur, çünkü bu kitapta İslamiyet’le ilgili lüzumlu her şey vardır. Kitabı başkasına vermek de, ilmi yaymak, ilmi öğretmek olur. İlim öğrenmenin ve öğretmenin fazileti ise çok büyüktür. İlim öğrenmenin faziletiyle ilgili birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Bir saat ilim öğrenmek, gece sabaha kadar ibadet etmekten, bir gün ilim öğrenmek, üç ay oruç tutmaktan kıymetlidir.) [Deylemi] (İlim öğrenene denizdeki balıklara kadar her şey istiğfar eder.) [İ. Abdilber] (İlim öğrenmek için yolculuğa çıkanın, daha adımını atmadan günahları affolur.) [Şirazi] (İlim öğrenmeye çalışan, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.) [Ebu Nuaym] (Öğrenilen ilim, günahlara kefaret olur.) [Tirmizi] (İlim öğrenmeye çalışanın rızkına, Allah kefildir.) [Hatib] İlim öğretmenin fazileti de çok büyüktür. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (En üstün sadaka, ilim öğrenip sonra da onu başkasına öğretmektir.) [İ. Mace] (İlmi öğretenle öğrenenler hariç, herkes Allah’ın rahmetinden uzaktır.) [Tirmizi] (İlim öğrenenle öğreten, sevabda ortaktır.) [Hatib] (Ya âlim, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol! Sakın beşincisi olma, yoksa helâk olursun.) [Taberani] 89 www.dinimizislam.com Talebe, hocaya hürmet etmeli, hoca da talebeye şefkatle muamele etmeli. İlim ve mal Sual: (Allah ilmi isteyene, malı istediğine verir) demek caiz midir? CEVAP Caizdir, çünkü hayır da, şer de Allah’tandır, yani her şeyi Allahü teâlâ verir. İlmi de, malı da veren Odur. İsteyene ilim de, mal da verir. İki âyet-i kerime meali: (İsteyene âhiret nimetlerini, isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20] (Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, mal, para, makam, şöhret gibi] bol bol veririz. Bunlara âhirette yalnız Cehennem ateşi vardır. Emekleri hep boşa gider.) [Hud 15, 16] İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve âhiret nimetlerine kavuşmak için çalışanlara, dilediklerini vereceğini vadediyor. (Müslüman olsun, olmasın, dünya nimetlerini, beğendiğim gibi çalışan herkese veririm) buyuruyor. O halde, ilim olsun, mal olsun, çalışan karşılığına kavuşur. Üyelikten ayrılmak Sual: Bir arkadaşımı mail grubunuza üye yapmıştım. Birkaç gün sonra şikâyet etmeye başladı, mail kutum doluyor, işle ilgili maillerimi alamıyorum, okumak da zamanımı alıyor, beni üyelikten çıkar dedi. Ayrılmak istemesi uygun mu? CEVAP Hayır, hiç uygun değildir. Bunu, kendi mail grubumuz olduğu için söylemiyoruz. Her Müslümanın, kendisine lazım olan iman, ibadet ve ahlak bilgilerini öğrenmesi farzdır. Bunları doğru olarak, nakli esas alarak anlatan, öğreten hangi site, mail grubu veya kitap varsa, bunlardan okuyup öğrenmek farz olur. Kitaptan ve siteden her gün düzenli olarak herkes okuyamaz, fırsat bulamaz. Alışkanlık haline getirmek de zordur. Mail olarak her gün gelirse, okuma imkânı daha fazla olur. Her gün gönderdiğimiz iki yazı en fazla 5 dakikada okunur. Lüzumsuz birçok şeye vakit ayırıp da, öğrenilmesi farz olan bilgileri öğrenmeye vakit bulamamak çok tuhaftır. 90 www.dinimizislam.com İşle ilgili kullanılan mail adresi doluyorsa, başka bir mail adresi alınarak, Outlook’a kurulabilir veya internet sayfası üzerinden bakılabilir. Mesela Gmail adresi, diğer ücretsiz maillerden farklı olarak, Outlook’a da kurulabiliyor. Böyle bir adres alınarak, o adres üye yapılabilir. Yani mail kutum doluyor demek, farzı yapmamak için, mazeret olamaz. İstemeden üye yapmak Sual: Uygun dini bilgiler gönderen mail gruplarına zorla, istemeden üye yapmak, hatta birden fazla adresini üye yapmak, ayrılmak isteyeni kötülemek uygun olur mu? CEVAP Elbette, uygun değildir. Zorla güzellik olmaz. Rızası olmadan, kimseyi üye yapmamalı. Üye yapılmışsa da, kendilerine haber vermeli ve istediği zaman üyelikten ayrılabileceklerini söylemelidir. Birden fazla yere sormak Sual: Garanti olması için dini suallerimizi birkaç yere sormak daha iyi değil midir? CEVAP Hayır, hiç uygun olmaz. İnsan, nereye güveniyorsa sadece oraya sormalı. Din büyüklerimiz, (Kıble-i teveccühü müteaddit kılmak, kendini tefrikaya bırakmaktır) buyuruyor. Yani bir kimse, birden fazla yere danışırsa, onlar da farklı cevap verirse, insanın kafası karışır. O da elbette şaşırır. Çeşitli fitnelere ve tartışmalara da sebep olur. Onun için bir kimseye güvenmeli, dini konulardaki her şeyi ona sormalı. Ancak, Ehl-i sünnet âlimlerinden nakletmeyen kimselere sormamalı, doğru cevap verdiğine inandığı tek bir yere sormalı. Birkaç yere sorup da, hangisi nasıl cevap veriyor diye, imtihan eder gibi de soru sormamalı. İlim öğretirken Sual: İlim öğretirken nelere dikkat etmelidir? CEVAP İlmi, öğrenip amel etmek isteyene öğretmeli! İlmin kıymetini bilmeyene, başka maksatla sual sorana, ilim öğretmek doğru olmaz. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe] 91 www.dinimizislam.com (İlmi layık olmayana öğretmek, domuzun boynuna mücevher takmak gibidir.) [İbni Mace] Allah rızası için, ilim öğrenmek maksadıyla sual soranlara güzel muamele etmeli. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (Sual sorup, ilim öğrenmek için gelenleri güzel karşılayın! “Resulullahın emrettiği ilmi öğrenmeye hoş geldiniz” diyerek sorularını cevaplandırın ve problemlerini güzelce çözmeye çalışın!) [İbni Mace] (İlim öğrendiklerinize hürmet edin ve ilim öğrettiklerinize de ikram edin!) [İbni Neccar] (İlim öğrettiklerinize de tevazu gösterin! Zorba âlim olmayın!) [Hatib] Bu husus, diğer ilimler için de geçerlidir. Mesela öğretmenlerin de bunlara dikkat etmesi, öğrencilerini sevmesi ve kendini de onlara sevdirmesi gerekir. Sevgi olmadan, öğrenmek ve öğretmek zordur. Bilmiyorum denir mi? Sual: Kendisine güvenilip dini sual sorulan kimsenin, bilmiyorum demesi doğru mudur? Cevap vermezse güvenimizi yitirmiş olmaz mı? CEVAP Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: Bilmiyorum demek ilmin yarısıdır. Allah rızası için, bilmediği bir hususta susanın aldığı mükâfat, bildiği hususta konuşanın aldığı mükâfattan az değildir; çünkü cehaleti kabul etmek, nefse çok ağır gelir. (İmam-ı Şabi) Şeytanı en çok kahreden şey, âlimin (Bilmiyorum) demesidir. Şeytan, (Bunun susması, benim için, konuşmasından daha zararlı) der. (İbrahim Edhem) İmam-ı Zehebi, İmam-ı Malik’i şöyle anlatır: Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet sahibi, sünnet-i seniyyeye tâbi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere (Bilmiyorum) derdi. İlim kalkanı (Bilmiyorum) demektir, buyururdu. (Tabakat-ül Huffaz) Muhammed Hadimi hazretleri buyuruyor ki: İmam-ı Şabi hazretleri, bir suale, (Bilmiyorum) deyince, (Sen Irak ülkesinde müftüsün. Bilmiyorum demek, sana yakışır mı?) dediklerinde, (Meleklerin üstünleri bilmiyoruz dediler. Benim söylememden ne çıkar?) buyurdu. Bilmeyenin (Bilmiyorum) demesi, ilimden olup, büyük fazilettir. 92 www.dinimizislam.com İmam-ı Ebu Yusuf hazretleri, bir suale (Bilmiyorum) deyince, (Hem Beyt-ül-maldan maaş alıyorsun, hem de cevap vermiyorsun) dediler. (Beyt-ül-maldan, bildiklerim kadar ücret alıyorum. Bilmediklerim için alsaydım, Beyt-ül-malın hazineleri bana yetmezdi) dedi. Her sorulana cevap veren, her gördüğünden mana çıkaran ve her yerde bilgi satan kimse, cahilliğini ortaya koyar. Bilmiyorum, öğrenip de söylerim diyen kimsenin, gerçek âlim olduğu anlaşılır. Kendine sual sorulan kimse bilmiyorsa, (Bilmiyorum, kitaplara bakayım, bulursam söylerim) demelidir! (Berika) Bir zata, (İşittiğimize göre, siz âlimmişsiniz) derler. O zat şaşırır. (Öyle bir iddiada hiç bulunmadım) der. Bunun üzerine de, (Bir şey sorulunca bazen Bilmiyorum diyormuşsunuz. Cahil olan, bilmese de, söyler. Ancak âlim olan, bilmiyorsa bilmiyorum der. Bu sizin âlim olduğunuzu gösterir) derler. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Üzeyr’in ve Zülkarneyn’in Peygamber olup olmadığını bilmiyorum. Cebrail aleyhisselam gelinceye kadar, oturulacak yerlerin en iyisi ve en kötüsünün ne olduğunu soranlara, bilmiyorum dedim. Cebrail de, bilmiyorum dedi. Nihayet Allahü teâlâ bildirdi ki, oturulacak yerlerin en iyisi camiler, en kötüsü de sokaklardır.) [Ebu Davud] (Bilmiyorum demek de ilimdendir.) [İbni Mace] (Âlimim diyen cahildir.) [Taberani] İlmi gizlemek Sual: Dini sual sorana cevap vermemenin vebali var mıdır? CEVAP Evet, cevap vermemenin vebali büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bildiği halde cevap vermeyen âlime, kıyamette ağzına ateşten gem vurulur.) [Tirmizi] (İlmini gizleyene, denizdeki balıktan, gökteki kuşa kadar her şey lanet eder.) [Darimi] İlmin kıymetini bilmeyene, ilim öğretilmez. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlmi, ehli olmayana öğretmek, onu kaybetmek demektir.) [İbni Ebi Şeybe] (İlmi layık olmayana öğreten domuzun boynuna cevher takana benzer.) [İ. Mace] (Aklın almayacağı şeyi söylemek, fitne olur.) [İbni Asakir] 93 www.dinimizislam.com Hazret-i Ali, göğsünü işaret edip, (Burada yeteri kadar bilgi vardır. Ancak bunu taşıyabilecek birisi olsa, hepsini ona anlatırım) buyurdu. Biri, sualine cevap vermeyen âlime dedi ki: — Sen, (İlmini gizleyene ateşten gem vurulur) hadis-i şerifini bilmiyor musun? — Eğer sözümü anlayabilecek birine söylemezsem, o zaman bana gem vurulur. Kur'an-ı kerimde, (Sefihlere, akılsızlara malınızı vermeyin) buyuruluyor. Mal verilmezse, ilim hiç verilmez. Ona ilim vermek fitneye sebep olur. (İhya) Bilmemek özür olur Sual: Yurt dışında yaşayıp da, birkaç haramın, haram olduğunu hiç duymadığı için, bu haram değil diyen kâfir olur mu? CEVAP Haram olduğunu bilmediği için kâfir olmaz. Din kitaplarımızda deniyor ki: Müslümanların çoğunun bildiği şeyleri bilmemek, öğrenmemek günah olur. İslam bilgilerinin yaygın olduğu yerde, cehalet yani bilmemek özür olmaz, günah olur. (S. Ebediyye) Şimdi İslam bilgileri oldukça yaygınsa da, bazı konuları müslümanların çoğu bilmiyor. Mesela kefirin, kımızın, hatta müziğin bile haram olduğunu çok kimse bilmiyor. Bilmediği için, bunlar haram değil derse kâfir olmaz. Meşhur olan bir harama, mesela şaraba kasten helal demek ise, küfürdür. Hatasız âlim kimdir? Sual: Âlimlerin birisinin ak dediğine, öteki âlim kara diyor. Kusursuz insan olmaz. Âlimler de, insan olduğuna göre, onların da hatası niçin olmasın? Onların sözleri niye dinde senet oluyor? CEVAP (Müctehid bir âlim, hata etmez) dense yanlış olmaz; çünkü birinin ak dediğine, ötekinin kara deme yetkisini, onlara dinimiz vermiştir. Burada kastedilen, günümüz yazarları ve profesörleri değil, yetkili âlimler, müctehidlerdir. Âlimin ictihadı hatalı bile olsa senettir. Allahü teâlâ ahirette onun ictihadına göre amel edip etmediğimizi soracaktır. Hanefîlere Hanefî mezhebindeki hükümlere, Şafiîlere de Şafiî mezhebindeki hükümlere uyup uymadığı sorulacaktır. Dinimizde âlimlerin yeri büyüktür. Üç âyet-i kerime meali: 94 www.dinimizislam.com (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43] (Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] (Bunun hükmünü Resule ve ülül-emre [âlimlere] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] Âyet-i kerimede geçen ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Peygamber efendimiz de, (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi) Hadis-i şeriflerde ise buyuruldu ki: (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) [Tirmizi, İbni Mace, Ebu Davud] (Ümmetimin âlimleri, beni İsrail’in peygamberleri gibidir.) [İmam-ı Yâfiî, İmam-ı Rabbani, Abdülgani Nablusi, Neşr-ül-mehasin] (Âlimlere tabi olun! Çünkü onlar, dünya ve ahiretin ışıklarıdır.) [Deylemi] (Âlimler olmasaydı, insanlar helak olurdu.) [İ. Maverdi] (Bilmediklerinizi salih [âlim]lerden sorup öğrenin!) [Taberani] Peki, bu kadar kıymetli olan âlimler hata ederse ne olacak? Dinimiz, onların hatasına uyanların da kurtulacağını bildirmiştir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.) [Buhari] Sevab olan bir şey için mezhepsizlerin hata demesi çok yanlıştır. Böyle farklı ictihadlar da Allahü teâlânın bir rahmetidir. Nitekim bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ümmetimin [âlimlerin] ihtilafı [farklı ictihadları] rahmettir.) [Beyheki, İ. Münavi, İbni Nasr, Deylemi] İşte bu rahmetten dolayı mezhepler meydana çıkmıştır. (Bu dört hak mezhepten biri doğru diğer üçü yanlıştır) denemez; çünkü bir müctehid, başka müctehidin ictihadının hatalı olduğunu söyleyemez. (Benimki doğru, seninki yanlıştır) diyemez; çünkü Mecelle’de (İctihad, başka ictihadla nakzedilemez yani bozulamaz, geçersiz hale getirilemez) buyuruluyor. (Madde 16) Mesela Hanefî ve Hanbelî’de gusülde ağzın içini yıkamak farz iken, Malikî ve Şafiî’de farz değildir. Bunun için mezhebin birine doğru, ötekine yanlış denemez. Yanlış da olsa müctehidin ictihadıyla amel eden kurtulur; çünkü müctehide bu yetkiyi dinimiz vermiştir. Farklı ictihadda bulunmak gibi, her müctehidin bir hadisten hüküm çıkarması da farklıdır. Hatta bir müctehidin sahih dediği bir hadis-i şerife, başka bir müctehid sahih değildir diyebilir. O sahih değildir dedi diye, o hadis uydurma olmaz. Sahih değildir 95 www.dinimizislam.com diyen âlim, kendisi bu hadise göre amel edemez; ama sahih diyen âlim de, ona tâbi olanlar da, bu hadis-i şerife göre amel eder. Mezhepsizler ve ona uyan cahiller, bu inceliği bilmedikleri için, (Falanca âlimin kitabında uydurma hadisler vardır) diyebiliyorlar. Mesela (İmam-ı Gazali’nin kitaplarında uydurma hadis çoktur) diyen mezhepsiz az değildir. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: (Usûl-i hadis ilminde müctehid olan bir âlim, bir hadisin mevdu olduğunu ispat edince, bu ilmin bütün âlimlerinin de, mevdu demesi lazım gelmez; çünkü mevdu diyen müctehid, bir hadisin sahih olması için lüzum gördüğü şartları taşımayan bir hadis için, benim mezhebimin usulünün kaidelerine göre mevdudur der. Yoksa “Resulullahın sözü değildir” demek istemez. Yani, hadis-i şerif denilen bu sözün hadis olması, bence anlaşılmadı demektir. Bu âlime göre hadis olmaması, hakikatte hadis olmadığını göstermez. Hadis usulü ilminin başka bir müctehidi de, hadisin doğru olması için aradığı şartları bu sözde bulunca, hadistir, mevdu değildir diyebilir. Dört mezhep arasında ayrılık bulunması, sözlerinin yanlış olacağını göstermediği gibi, hadisler için de böyledir. Böyle şeyler ictihad işi olduğundan, bir müctehidin mevdu demesiyle, gerçekte mevdu olması gerekmez.) Şu halde, (Falanca âlimin kitaplarında uydurma hadis vardır) demeye yetkimiz olmadığı gibi, yetkili âlimler, müctehidler için (Âlimler de insandır, onların hataları olur) dememiz de asla caiz olmaz. Müftünün sözü Müctehid müftünün sözü Sual: (Hanefî bir kimse, kendi mezhebinde caiz olmayıp başka mezhepte caiz olan bir şeyi ihtiyaçtan dolayı yapmak istese, bunu bir müftüye sorsa, müftü de, “Caizdir, başka mezhebi taklit etmek gerekmez” dese, başka bir müftü de “Gerekir” dese, vatandaş kime sormuşsa onunla amel eder) diyenler var. Günümüzde müctehid müftü mü var da böyle söyleniyor? CEVAP Günümüzde müctehid müftü yoktur. Günümüzün müftüleri ancak, müctehidlerin, yetkili âlimlerin, fıkıh kitaplarında verdikleri fetvaları nakledebilir. Hanefî olana, Hanefî mezhebindeki hükmü, Şâfiî olana, Şâfiî mezhebindeki hükmü bildirmeleri gerekir. Zaruret olmadan başka bir mezhebe göre fetva verilmez. İbni Hümam ve İbni Abidin hazretleri 96 www.dinimizislam.com buyuruyorlar ki: Müftünün müctehid olması lazımdır. Müctehid olmayan müftüler mukalliddir. Müctehid olmayan müftülerin, müctehidleri taklit etmeleri gerektiğinde söz birliği vardır. (Feth-ül-kadir, Redd-ül-muhtar) Fetva demek, herhangi bir şeyin İslamiyet’e uygun olup olmadığını bildirmek demektir. Yalnız, (uygundur) veya (caiz değildir) demek, fetva olmaz. Bu cevabın, hangi fıkıh kitabının, hangi yazısından alındığını da bildirmek gerekir. Fıkıh kitaplarına uymayan fetvalar yanlıştır. Bunlara bağlanmak caiz değildir. İslam bilgilerini öğrenmeden, bilmeden, âyet-i kerime veya hadis-i şerif okuyup da, bunlara kendi görüşüne göre veya başka mezhebe göre hüküm veren, büyük yanlış içindedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı fıkıh kitaplarına uymayan sözlere ve yazılara itibar edilmez. Maalesef günümüzde, kendini müctehid sayan ve kendi görüşünü din gibi ortaya atan kimseler çoktur. Vasıta ve gaye Sual: Hakikat Kitabevi’nin kitaplarından başka kitap tavsiye etmediğinizi, hattâ (Kendi kitabım bile olsa okumak uygun değildir) dediğinizi işitiyoruz. O zaman, Türkiye Gazetesi okumak, web sitelerinizi takip etmek veya radyoda Osman Ünlü hocayı dinlemek de yanlış mı oluyor? CEVAP Vasıta ile gaye karıştırılmamalı. Gaye, Hakikat Kitabevi’nin kitaplarının dünyaya yayılmasıdır. Bu kitaplar, yüzlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından tercüme edilerek hazırlanmıştır. İslamiyet, ancak böyle nakli esas alan kitaplardan doğru olarak öğrenilebilir. Biz de bu kitapları okuyor, birçok suale bu kitaplardan alarak cevap veriyoruz. Gazete, radyo ve web siteleri bu gaye için çalışan vasıtalardır. Yani bunlar araçtır, kitapların yayılması ise amaçtır. Araçları amaç bilmek yanlış olur. Bu bilinirse mesele kalmaz. Gayeye ulaştıran yollar, vasıtalar kötü değildir. Bu bakımdan Türkiye Gazetesi, TGRT veya web siteleri gibi İhlas holdingin herhangi bir biriminde çalışanlar da sevabda ortaktır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Sual sormakla dört kişi sevap alır: 1- Sual soranlar, 2- Cevap verenler, 3- Dinleyenler, 4- Bunları sevenler.) 97 www.dinimizislam.com Bir insan gazete alamıyordur yahut bilgisayarı, maili yoktur, okuyamıyordur. Radyoyu o saatte dinleyemiyordur. Ama gazete alsaydım veya benim de bilgisayarım olsaydı da bu sual cevapları okusaydım yahut radyoda konuşulurken, o saatte müsait olsaydım da, dinleseydim diyenler, diğerleri gibi sevaba kavuşur. Mesela Osman Ünlü hoca konuşuyor, dinleyemiyorsa, ama (Ne iyi, suallere nakle uygun cevap veriliyor, Osman hocadan ve ona bu imkânı verenlerden Allah razı olsun) denirse, o kişi de sevabda ortak olur. Afrika’ya gönderilen bir kitabımız çöpe atılıyor. Bir Hristiyan bulup okuyor. Müslüman oluyor. (O kitabı kim göndermişse köşeyi dönmüştür) diyene cevaben, (Sadece gönderen mi? Pulunu yapıştıran, ambalaj eden, postaneye götüren, kitabı yazan, tashihlerini yapan arkadaşlar ve bu müessesedeki herkes bu sevaba ortaktır) deniyor. Buna bir otomobil, araba örneği veriliyor: Arabanın parçaları şöyle der: Akü der ki: Ben olmasam bu araba gitmez, bensiz araba çalışmaz. Direksiyon: Ben olmasam araba sağa sola dönmez, arabaya yönü ben tayin ederim. Vites: Ben olmasam bu araba gitmez, arabanın hızlanması benimle ilgilidir. Fren: Araba bensiz olmaz, durmak gerektiğinde arabayı ben durdururum. Durmazsa kaza yapar. Benzin: Araba bensiz olmaz, arabanın her yeri sağlam olsa, benzinsiz araba gitmez. Tekerlek: Bensiz hiç olmaz, araba benim üstümde gider. Ben olmasam araba yığılır kalır. Motor: Bensiz de olmaz, arabanın çalışması benimle ilgilidir. Aks: Bensiz olmaz, tekerlekler bana bağlıdır. Ben olmasam tekerlek kendi başına ne yapar? Kontak anahtarı: Bensiz de hiç olmaz, ben olmadan araba çalışmaz. Çalışmayan araba da gitmez. Diğer aksam: Biz olmasak bu araba gitmez. Arabanın önemli parçaları bize bağlıdır. Şoför: Ben olmasam bu araba gitmez, araba kendiliğinden gitmez, bir sürücü lazım. Hepsinin dediği doğrudur. Bir işin yürütülmesi için hepsinin ayrı bir görevi vardır. Biri diğerine muhtaçtır. Herkes kendine düşen vazifeyi 98 www.dinimizislam.com yaparsa, hepsi birlikte çalışırsa, o iş yürür. Biri vazifesini yapmazsa o iş aksar. Bu kitaplar yazılınca raflarda kalsa ne faydası olur? Bu kitapları bastıranlar, satanlar, dağıtanlar, tavsiye edenler, hattâ bunlara imkânı olmayıp da sadece bunları yapanlara dua edenler de, sevaba ortaktır. Aklın dindeki yeri Akıllı kimdir Sual: "İslamiyet akıl dinidir. Bundan dolayı aklımın almadığı şeye inanmam" demek doğru mudur? CEVAP Bu sözün ikinci kısmı yanlıştır. İslamiyet akıl dinidir. Hadis-i şerifte (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruluyor. Fakat akıl eşit değildir. Akıl akıldan üstündür. Bir cahil ile bir âlimin aklı aynı değildir. Akıllar eşit olsaydı, herkes aynı şeyi düşünürdü. İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, selim akla uymayan birşey yoktur. Zaten (İslamiyet akıl dinidir) demenin manası da budur. Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip yanılan kimseye felsefeci denir. Aklın erdiği şeylerde ona güvenen, aklın ermediği yanıldığı yerlerde, İslam ışığı altında akla doğruyu gösteren büyüklere İslam âlimi denir. Akıl göz gibidir. İslamiyet de ışık gibidir. Göz karanlıkta cisimleri göremez. Görmesi için ışık gerekir. Akıl da hakikatı göremez. Görmesi için İslam ışığı gerekir. Eğer İslam, hak ile bâtılı bildirmeseydi, aklımızla bulmamız mümkün değildi. Hadis-i şerifte, (Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur) buyuruluyor. Şu halde hak ile bâtılı ayıramayana akıllı denmez. Akıllı kimdir? Hadis-i şerife, (Akıllı, Allah’a ve Peygambere inanıp ibadetlerini yapandır) buyuruluyor. Demek ki dinsiz, imansız kimse veya inandığı halde ibadet etmeyenin aklı tam değildir. İnanıp ibadet edenler arasında en akıllı kimdir? Hadis-i şerifte, (En akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkandır) buyuruluyor. Kur’an-ı kerimde ise mealen, (Allah’tan en çok korkan âlimlerdir) buyuruluyor. Şu halde âlimler en akıllı kimselerdir. Peygamber efendimize sual edildi ki: -Ya Resulallah en âlim kimdir? -En akıllı olandır. -En çok kim ibadet eder? -Aklı en çok olan -En faziletli kimdir? -Aklı en üstün olandır. 99 www.dinimizislam.com Demek ki ilmi ve ibadeti çok olan daha akıllıdır. Bir kimsenin akıllı olduğu nasıl bilineceği sual edildiğinde Peygamber efendimiz, (Haramlardan daha çok kaçan, hayırlı işlere daha çok koşan daha akıllıdır) buyurdu. Âişe validemiz sual etti ki: -Ya Resulallah üstün olmanın ölçüsü nedir? -Akıldır. Aklı çok olan daha üstündür. -Herkesin üstünlüğü yaptığı işe göre ölçülmez mi? İyi iş yapan daha kıymetli değil mi? -Ya Âişe, insanlar akıllarından daha fazla mı iş yaparlar? Herkes aklı nispetinde iyi iş yapar, ona göre de mükafatını alır. İbni Abbas hazretleri de, (Aklın başı, kendisine zulmedeni affetmek, kendinden aşağıda görünen kimselere tevazu göstermek, düşündükten sonra konuşmaktır. Akılsızlığın başı ise, kendini beğenmek, lüzumsuz yere konuşmak ve kendisinin yaptığı şeylerde insanları ayıplamaktır) buyurdu. Hadis-i şerifte, (Akıllı şu kimsedir ki, açıkta yapınca utanacağı işi gizli yerde de yapmaz) buyuruldu. Hikmet ehli, ibadetlerini ihlasla yapan, insanlarla iyi geçinen, onlara daima iyilik eden ve belalara sabreden kimsenin akıllı olduğunu bildirmişlerdir. Zeka, sebep ile netice arasındaki bağlılıkları anlama ve düşünebilme kabiliyetidir. Her akıllı zeki olmayabilir. Her zeki de akıllı değildir. Zeki kimse, tecrübelerle, akıllı kimselerden öğrendiği bilgi ve usullerle büyük işler başarabilir. Nitekim birçok gayrı müslimin zeki olduğu bilinmektedir. Bir aslanın zekâsı, insan zekâsı kadar kuvvetli olsaydı, bu aslan, öteki aslanlardan on bin kat daha korkunç olurdu. Akılsız, dinsiz kimse de, zekâsının çokluğu kadar topluma büyük tehlike olur. Aklın çok çeşitli dereceleri vardır. Müminin dini ve dünyevi aklı olduğu gibi, kâfirin de dini ve dünyevi aklı vardır. Kâfirin dünya işlerine eren aklı, ahiret işlerine eren aklından daha üstündür. Sual: Yaşlandığı halde, hâlâ dünya peşinde koşana akıllı denebilir mi? CEVAP Dünya, Allahü teâlânın rızasına mani olan haram ve mekruhlardır. Akıllı kimse ise, Allahü teâlânın emrettiklerini yapan, yasakladıklarından kaçan kimsedir. Risale-i Münire’deki hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Akıllı, nefsine uymaz ve ibadet eder. Ahmak da nefsine uyar, sonra da Allahü teâlânın rahmetini bekler.) 100 www.dinimizislam.com (40 yaşını geçtiği halde, iyiliği, kötülüğünden çok olmayan Cehenneme hazırlansın!) (Dünyayı seven, ahiretine, ahireti seven dünyasına zarar verir. Devamlı olanı geçici olana tercih edin!) (Ateşle su bir kapta bulunamayacağı gibi, dünya ve ahiret sevgisi de bir müminin kalbinde birlikte bulunmaz.) (Sonunun ne olacağını bilmeyip dünyaya aldanan insan, ipek böceği gibidir. İpek böceği kendine yuva örer ve sonunu bilmez. Bir müddet sonra oradan çıkmak ister, çıkacak yer bulamaz, ördüğü yuvada ölür ve çalışması başkalarının işine yarar.) (Akıllı, Allah’a ve Resulüne inanan ve ibadetini yapan kimsedir.) Sual: Bir kimsenin akıllı olup olmadığı nasıl bilinir? CEVAP Allahü teâlânın emir ve yasaklarına riayette kim daha titiz ise o daha akıllıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Biri camiye gider, namaz kılar, Allah indinde sivri sinek kanadı kadar kıymeti olmaz. Başka birinin de kıldığı namaz, sevap bakımından Uhud dağı kadar kıymeti olur, sebebi, bunun daha akıllı olmasıdır. Haramdan daha çok sakınan daha akıllıdır.) [Hakim] Sual: Akıllı kime denir? CEVAP Her Müslüman, Cennet ve Cehenneme inanır. Cehennemden kurtulmak, Cennete girmek isteyen akıllı kimsenin ölüme hazır beklemesi gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz, (Akıllı kimse, kendisini hesaba çekip ölüm için hazırlanan kimsedir) buyuruyor. Bir şey için hazırlanmak, onu sık sık hatırlamakla olur. Hatırlamak ise, hatırlatıcı şeylere bakmakla, onları yapmakla mümkündür. Genel olarak bütün insanlar ölümden gafildir. Bir âyet-i kerimede mealen, (Hesap görme zamanı yaklaşmasına rağmen, insanlar gaflet içinde, bundan yüz çeviriyorlar) buyuruluyor. (Enbiya 1) Dünyanın faydasız zevklerine aldanan, ölümden habersiz yaşar. Ölümden bahsedilince, nefret eder. Peygamber efendimiz, (Kim ölümden nefret ederse, Allah da ondan nefret eder) buyuruyor. Allahü teâlâ da, (Kendisinden kaçtığınız ölüme mutlaka yakalanacaksınız) buyuruyor. (Cuma 8) Günahlardan kaçıp ibadetlerini yapan, ölümü istemese, ölümden nefret etmiş sayılmaz. Çünkü, o kusurlarını telafi peşindedir. Birine sevgilisi hemen gel dese, o kimse de, yıkansa, traş olsa, yeni elbiseler giymekle, 101 www.dinimizislam.com sevgilisine hediyeler almakla meşgul olsa, geciktiği için sevgilisine kavuşmaktan nefret etmiş sayılmaz. Yani ölümden hoşlanmamasında mazurdur. Çünkü ölüme hazırlanmaktadır. Ebu Süleyman Darani hazretlerine salih bir zat dedi ki: (Ben ölümü sevmem. Çünkü birisine karşı bir kabahat işlesem, onun yüzüne bakmaya utanırım. Onu görmek istemem. Bu kadar günah içinde iken, günahlardan kurtulmadan, nasıl olur da Allah’ın huzuruna çıkmayı isterim?) Arifler ise, ölümü devamlı hatırlar. Çünkü onlar ölüme her zaman hazırdır. Ayrıca onlar bilir ki, ölüm sevgili ile buluşma zamanıdır. Ölüm, dostu dosta kavuşturan bir köprüdür. Bu köprüden geçmeyen sevgiliye kavuşamaz. Arifler bunun için ölümü severler. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ölümü çok hatırlayanın kalbi ihya olur, ölümü de kolaylaşır.) [Deylemi] (Demir paslandığı gibi, kalbler de günahla paslanır. Kalblerin cilası ölümü çok hatırlamak ve Kur'an-ı kerim okumaktır.) [Beyheki] (Ölümü çok anmak, insanı dünyadan çeker, günahlardan sıyırır.) [İbni Lal] “Ölümü çok anıp günahlardan kaçanın kabri, Cennet bahçesi olur. Ölümü unutup günahlara dalan kimsenin kabri de Cehennem çukuru olur." (Süfyan-ı Sevri) Hazret-i Mevlana da, Hazret-i Azraile, (Tez gel, haydi canımı çabuk al, beni Rabbime hemen kavuştur) dedi. Öyle ya, seven sevgilisi ile buluşacağı günü hiç hatırından çıkarır mı, o günün bir an gelmesini arzu etmez mi? Hatta ölümün gecikmesine canı sıkılır. Bir an önce ona kavuşmaya can atar. Hazret-i Huzeyfe, ölüm döşeğinde, (Dost âni bir baskınla geldi, pişmanlık faydasızdır. Ya rabbi, yaşamak hakkımda hayırlı ise yaşamamı nasip eyle, ölüm, hakkımda hayırlı ise, ölümü bana kolaylaştır) diye dua etti. İşte ölümü de, yaşamayı da değil, hangisi hakkında hayırlı ise onu tercih eden, yani işi Allah’a havale eden, Allah’ın takdirine rıza gösteren, en üstün rütbeye kavuşmuş olur. Dünyanın faydasız zevklerine sımsıkı sarılan kimse bile, ölümü anmakla dünyanın kirli işlerinden uzaklaşmaya başlar. Zamanla dünya, ona ağır gelir, zevklerinden hoşlanmaz. Böylece dünyanın faydasız işlerinden soğutan her şey, bir kurtuluş sebebidir. Bir zat, bir kimseden bahsederek onu çok övdü. Orada bulunan Peygamber efendimiz, (O kimse ölümü hatırlar mı?) buyurdu. O zat da, (Ölümü hatırladığını 102 www.dinimizislam.com duymadık) dedi. (Ölümü anmayanın değeri olmaz) buyurdu. Demek ki değerli olmak, ölümü hatırlamakla da anlaşılıyor. Ölümü hatırlamak, ölüme hazırlanmakla olur. Hesaba hazırlanmak Allahü teâlâ yegane mülk ve kudret sahibidir. Nasıl istiyorsa öyle yapar. Cennet müminler için ebedi mükafat yeri, Cehennem de kâfirler için ebedi ceza yeridir. Cennet, hatıra, hayale gelmeyen nimetlerle doludur. Cehennem de, akıl almayacak azaplarla doludur. Mükafat ve ceza büyük olduğu için sorgu-sual işi de büyük olacaktır. Allahü teâlâ, (Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hatta hatıra gelmeyen, hayal edilemeyen nimetler hazırladım) buyuruyor. (Müslim) Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki: (Artık onlar için yaptıklarına mükafat olarak göz aydınlatıcı ne nimetler saklandığını [hazırlandığını] hiç kimse [Hatta melekler ve peygamberler bile] bilemez.) [Secde 17 Beydavi] Cehennem azabının şiddeti de çeşitli âyet-i kerimelerle bildirilmiştir. Böyle büyük mükafat ve büyük ceza için elbette büyük imtihan olacak ve ince şeyler sorulacaktır. Âyet-i kerimede buyuruluyor ki: (Zerre kadar hayır yapan sevabını, zerre kadar şer yapan da cezasını görecektir.) [Zilzal 7,8] Ahirette hiç kimseye zulmedilmeyecektir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Rabbin kullarına zulmedici değildir.) [Fussilet 46] Haksızlık yapılmayacak ama, mükafat verilirken de bol bol ihsan edilecektir. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki: (Şüphesiz Allah, zerre kadar haksızlık etmez. Zerre kadar bir iyiliğin sevabını da kat kat artırır, kendinden de büyük mükafat verir.) [Nisa 40] İlkokul imtihanı ile üniversite imtihanı aynı olmadığı gibi, her fakültenin imtihanı da farklıdır. Çöpçülük imtihanında da fizikten, cebirden sorulmaz. Kuyumculardaki küçük terazilerde küçük ağırlıklar tartılır. Ona niçin beş on kiloyu tartmadın diye sorulmaz. Kırk elli tonluk büyük basküllere, kantarlara da niye beş-on gramı tartmadın diye sorulmaz. Herkes gücüne göre imtihana tâbi tutulur. Herkese ne nimet verilmişse, onun hesabı sorulur. A’maya göz nimetinden sorulmaz. Dilsize dilden sorulmaz. Başbakanın mesuliyeti ile odacınınki farklıdır. Âlim ile cahilinki de farklıdır. 103 www.dinimizislam.com Her insanda bulunan kiramen katibin melekleri, insanların yaptığı bütün işlerin resmini çekmekte, her anını filme almaktadır. İnsanların yapacağı işleri Allahü teâlâ ezelde bildiği için levh-i mahfuza da kaydetmiştir. En ufak bir yanlışlık ve haksızlık olmayacaktır. Âyet-i kerimede buyuruluyor ki: (Hiç kimseyi gücünün yettiğinden fazlası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde hakkı söyleyen bir kitap vardır. Hiç kimse haksızlığa uğratılmaz.) [Müminun 62] Milyarlarca insanın hesabı çok kısa bir zamanda yapılacaktır. Kur'an-ı kerimde "Vallahü seriulhisab" ifadeleri geçmektedir. (Allah, hesabı çok çabuk görür) demektir. Herkes hesaba hazırlanmalıdır! Akıl herkeste eşit mi? Sual: Akıl herkeste eşit mi? CEVAP Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl, bazen doğruyu bulur, yanılması ise, daha çok olur. En akıllı denilen kişi, mütehassıs olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla hiç güvenilmez. İnsanların şekil ve ahlakları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin aklına uygun gelen birşey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O halde, din işlerinde, akıl, tam bir ölçü olamaz. Ancak, akıl ile din birlikte, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Selim olmayan akıl, bir gerçeği kabul etmezse, bunun ne kıymeti vardır? Selim olan akıl, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduğunu açıkça görür. Mutezile'ye göre aklın yolu birdir. Akıl, herkeste eşittir. Akıl şaşmaz bir hüccettir. Akıl ile Allah’ın varlığını bilme mecburiyeti olduğu gibi, haram ve helal olan şeyleri de akıl ile bilme mecburiyeti vardır. Halbuki, haram, helal ancak nakil ile anlaşılır. Akıl dinde delil değildir. Dinimizde delil dörttür: Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas-ı fukaha. Bid'at ehli, (Aklın ve dinin yolu birdir. Dört mezhebi bire indirmelidir! Akla ve dine uygun olanlarını toplayıp bir mezhep haline getirmek gerekir) diyor. Halbuki Peygamber efendimiz farklı ictihadların rahmet olduğunu bildirmiştir. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet ise de, her işte 104 www.dinimizislam.com ölçü olmaz. Allahü teâlâya ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, Peygamberlere, âlimlere lüzum kalmazdı. İslam âlimleri buyuruyor ki: Nakil yolu ile anlaşılan, Peygamberlerin bildirdikleri şeyleri, akıl ile araştırmaya uğraşmak, düz yolda güç giden yüklü bir arabayı, yokuşa çıkarmak için zorlamaya benzer. Yokuşa doğru at, kamçılanırsa, çabalaya çabalaya, ya yıkılıp canı çıkar veya alıştığı düz yola kavuşmak için sağa sola ve geriye kıvrılarak arabayı yıkar ve eşyalar harap olur. Akıl da, anlayamadığı ahiret bilgilerini çözmeye zorlanırsa, ya insan aklını kaçırır veya bunları alışmış olduğu, dünya işlerine benzetmeye kalkışarak, yanılır, aldanır ve herkesi aldatmaya çalışır. Akıl, his ile anlaşılabilen veya hissedilenlere benzeyen ve onlara bağlılıkları bulunan şeyleri birbirleri ile ölçerek, iyilerini kötülerinden ayırmaya yarayan, bir ölçü aletidir. Böyle şeylere bağlılıkları olmayan varlıklara akıl erdiremeyeceğinden, şaşırıp kalır. O halde, Peygamberlerin bildirdikleri şeylere, akla uyup uymadığına bakmadan inanmak gerekir. Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini, akla danışmaya kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Engin denizde, acemi kaptanın, pusulasız yol almasına benzer. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ Peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her yerine, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya Peygamber olarak, Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Her Peygamber, akıl ile bulunacak dünya işlerine dokunmayıp, yalnız bunları araştırmak, bulup faydalanmak için çalışmayı emretmiş, Allahü teâlânın beğendiği ve beğenmediği şeyleri açık olarak bildirmiştir. Aklın dinde önemi büyüktür Sual: İnsan, bir yol gösterici, bir kılavuz olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulabilir mi? CEVAP 105 www.dinimizislam.com Tarih incelenirse, insanların kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıkları görülür. İnsan, kendini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde düşündü. Fakat, Ona giden yolu bulamadı. Bunu önce etrafında aradı. Kendine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandı ve ona tapmaya başladı. Sonra büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, denizi, yanardağları gördükçe, bunları yaratıcının yardımcıları sandı. Herbiri için bir suret, simge yapmaya kalktı. Bundan da putlar doğdu. Bunların gazabından korkarak kurbanlar kesti. Her yeni olayla, o olayı simgeleyen putların miktarı da arttı. İslamiyet başladığı zaman, Kâbe’de 360 put vardı. Bugün bile güneşe, ateşe tapanlar vardır. Rehbersiz karanlıkta doğru yol bulunamaz. Allahü teâlâ, insanı yaratınca, ona hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına en güzel uyandır.) [İbni Muhber] (Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.) [Tirmizi] (İnsanların yaptıkları hayırların mükafatı, akılları nispetinde verilir.) [Ebuşşeyh] (Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi] (Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazali] Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünya işlerinde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Akıl insanlar arasında eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde Aklın yolu birdir demek çok yanlıştır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. Herkesin aklı, birbirine uymadığı gibi, bir adamın, selim olmayan aklı da, bazen doğruyu bulur, bazen de yanılır ve yanılması daha çok olur. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Devamlı, sonsuz olan ahiret işlerinde, nasıl olur da, akla uyulur? Aklın anlayamadığı veya yanlış anladığı çok şey vardır ki, bunları Peygamber bildirir. Peygamber, uzman bir tabip gibidir. İlaçların tesirlerini 106 www.dinimizislam.com iyi bilir. Halk arasında, akla dayanarak, uzun tecrübelerle bazı ilaçların tesiri bilinirse de, akıl sahibi kimseler, bunu bilinceye kadar tehlike ve zararlara düşer. Bunları bilmeleri için, yorucu, uzun zaman gerekir. Aklını, başka lüzumlu işleri yapmak için kullanmaya vakit kalmaz. Tabibe az bir şey vermekle ilaçların faydalarına kavuşurlar. Hastalıktan kurtulurlar. Peygambere lüzum yoktur demek, tabibe lüzum yok demekten daha yanlıştır. Peygamberin bildirdikleri teklifler, Allahü teâlâdan vahiy olduğu için, hepsi doğrudur. Hepsi faydalıdır. Tabibin bilgileri, düşünce ve tecrübe ile olduğu için, hepsinin doğru olduğu da söylenilemez. Akıl, göz gibidir, İslamiyet bilgileri de ışık gibidir. Gözümüz, maddeleri, cisimleri karanlıkta göremez. Allahü teâlâ, görme aletimizden faydalanmamız için, güneşi, ışığı yaratmıştır. Güneşin ve çeşitli ışık kaynaklarının nuru olmasaydı, gözümüz işe yaramazdı. Tehlikeli cisimlerden, zararlı yerlerden kaçamaz, faydalı şeyleri bulamazdık. Evet, gözünü açmayan veya gözü bozuk olan, güneşten faydalanamaz. Fakat, bunların güneşe kabahat bulmaya hakları olmaz. Peygamber gönderilmeseydi Sual: Peygamber gönderilmeseydi, akılla, Allah’ın varlığı, helal ve haram bilinebilir miydi? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlânın Peygamberler göndermesi, bütün mahlûklara rahmet ve ihsandır. Allahü teâlâ, kendi varlığını ve sıfatlarını, bizim gibi aciz insanlara, bu büyük Peygamberleri ile haber verdi. Beğendiği şeyleri, beğenmediklerinden bunlar vasıtası ile ayırdı. İnsanlara dünya ve ahirette faydalı şeyleri zararlılarından, bunların aracılığı ile ayırt etti. Eğer Peygamberler gönderilmeseydi, akıl, Allah’ın varlığını anlayamaz, Onun büyüklüğünü kavrayamazdı. Nitekim, kendilerini akıllı sanan eski Yunan filozofları, Allahü teâlânın varlığını anlayamadılar. Yaratanı inkâr ettiler. Kısa akılları her şeyi zaman yapıyor sandı. Nemrud’un, Hazret-i İbrahim ile çekişmesi Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. Firavun da "Benden başka tanrınız yoktur" demiş ve Hazret-i Musa’yı "Benden başka tanrıya inanırsan, seni hapsederim" diye korkutmak istemişti. Demek ki, insanların kısa akılları, bu en büyük nimeti anlayamaz. Bir Peygamber olmadıkça, bu sonsuz saadete kavuşamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dini, aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani] Eski Yunan felsefecileri, "Akıl hiç şaşmaz, her şeyin doğrusunu anlar" diyor, aklın her şeye erdiğini sanıyorlar. Aklın eremediği şeyleri de, akıl ile çözmeye kalkışıyorlar. Halbuki akıl, dünya bilgilerinde bile yanılıyor. Ahiret 107 www.dinimizislam.com bilgilerini ise, hiç anlayamıyor. Akıl, duygu organları ile anlaşılamayan şeyleri bulabildiği gibi, aklın eremediği şeyler de Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Akıl, his organlarının üstünde olduğu gibi, Peygamberlik de, akıl kuvvetlerinin üstündedir. Akıl kuvvetlerinin varamadığı şeyler, Peygamberlerin bildirmeleri ile öğrenilir. Peygamberlerin haber verdikleri, Allahü teâlânın üstün sıfatlarının var olduğu, Peygamber gönderdiği, meleklerin günahsız olduğu, öldükten sonra herkesin dirileceği, Cennette sonsuz nimetler ve Cehennemde azaplar bulunduğu ve İslamiyet’in bildirdiği daha nice şeyler, akıl ile anlaşılamaz. Bunlar, Peygamberlerden işitilmedikçe, insanların kısa akılları ile bulunamaz. [Lise, üniversite dersleri, matematik, madde, fen bilgileri, elbette faydalıdır. Bunlar, aklı kendi sınırı içinde yanılmaktan korur. Dünyada insanların rahat yaşamalarını sağlayan yeni şeyler bulunmasına yararlar. Dünya işlerinde, akıl ile bulunabilecek şeylerde bu bilgilerden istifade edilir. Bunların yardımı ile televizyon, elektronik beyin, radyo, sesten hızlı uçak, nükleer deniz altıları ve casus peykler ve ay yolculuğu gibi nice başarılı şeyler bulunabilir. Bunlar, İslamiyet’e karşı değil, İslamiyet ile beraber olan ve imanı kuvvetlendiren şeylerdir. Çünkü İslamiyet, aklın sınırı içinde olan bütün bilgilerde fenne uygundur. Akıl, bu bilgilerin doğrusunu bulabildiği için, İslamiyet’e uygun olur. Müslümanların bunları da öğrenmesi, istifade etmesi gerekir.] Fen bilgilerinden dünya işlerinde faydalanıp da, Ahiret bilgilerini anlamakta bunlardan faydalanamamak, hatta bunları öğrenince, kendini beğenip, aklına uyup, ahiret bilgilerini de akıl ile çözmeye kalkışarak dinden çıkmak, insanlar için yüzkarasıdır. Bütün fen bilgileri, aklın erdiği şeylerde işe yaramaktadır. Ebedi saadete ve felakete sebep olacak işleri, bu bilgilere dayamak ve ahiret işlerini bu bilgilerle çözmeye kalkışmak doğru olmaz. Bu en mühim işler aklın ve fen bilgilerinin sınırı dışındadır. Bu en lüzumlu bilgileri, Peygamberlerden öğrenmeyip, yalnız dünya bilgileriyle çözmeye uğraşmak, lüzumsuz vakit geçirmek olur. Çünkü o bilgiler, aklın ermediği işlerde faydalı olamaz, bunlar ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılabilir. (c.3, m.23) İslamiyet’te aklın ermediği şeyler çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, Peygamberlere lüzum kalmazdı. İnsanlar, 108 www.dinimizislam.com dünya ve ahiret saadetini kendileri görebilir, bulabilirdi ve Allahü teâlâ hâşâ Peygamberleri boş yere ve lüzumsuz göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her tarafına, Peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Sual: Peygamberler olmasaydı insan, Allah’a nasıl ibadet edileceğini, nasıl şükredeceğini bilebilir miydi? CEVAP İnsanları var eden ve varlıkta kalabilmeleri için gereken her nimeti gönderen, Allahü teâlâdır. İyilik edene şükretmek gerektiğini herkes bilir. Allahü teâlânın nimetlerine nasıl şükredileceğini bilmek için de, yine Peygamberler gerekir. Onların bildirmediği şükür ve saygı, Ona layık olmaz. Ona nasıl şükür olunacağını, insan bilemez. Ona karşı saygısızlık olan bir şeyi, şükretmek ve saygı sanabilir. Şükredeyim derken, saygısızlık yapabilir. Allahü teâlâya nasıl şükredileceği, ancak Peygamberlerin bildirmeleri ile anlaşılır. Evliyanın kalblerine doğan (İlham) denilen bilgiler de, Peygamberlere uymakla hasıl olmaktadır. İlham, akıl ile hasıl olsaydı, yalnız akıllarına uyan eski Yunan felsefecileri yoldan sapmazlardı. Allahü teâlâyı herkesten iyi anlarlardı. Halbuki, Allahü teâlânın ve Onun üstün sıfatlarının varlığını anlamakta, insanların en cahilleri, bu felsefecilerdir. Bunlardan birkaçı, Peygamberlerden işiterek ve mümin olan tasavvufculardan görerek, riyazet ve mücahede yapmış, nefslerine sıkıntı vererek onu parlatmışlar, böylece birkaç şey bulabilmişler ise de nefsin safasının, parlatılmasının ve bu yoldan ele geçenlerin sapıklık olduğunu anlayamamışlardır. Kalbi parlatmak, temizlemek gerekir. Kalb temizlendikten sonra, nefs temizlenmeye başlar. Nurlar önce temiz kalbe girer. Kalb temizlenmeden nefsi parlatmak, gece düşmanın yağma yapması için, ona ışık yakmaya benzer. Nefsin yardım ettiği düşman, İblistir. Evet, açlıkla, nefsin istediklerini yapmamakla, ona sıkıntı vermekle ve akıl ile aramakla da, doğruya ve saadete kavuşulabilir. Fakat, bu ancak Peygamberlere ve bunların Allahü teâlâdan getirdiklerine inandıktan sonra mümkün olabilir. Çünkü Peygamberlerin her sözü, yanılmayan meleklerle bildirilmiştir. Bu bilgilere, şeytan düşmanı karışamaz. Bu büyüklere uymayanlar ise, şeytanın aldatmasından kurtulamazlar. Felsefecilerin büyüklerinden olan Eflatun, İsa aleyhisselamın zamanında bulunmak şerefine kavuşmuştu. Fakat, kaba cahillik yaparak, kendisinin 109 www.dinimizislam.com kimseden bir şey öğrenmeye ihtiyacı olmadığını sandı. O yüce Peygamberin bereketlerinden mahrum kaldı. Sual: Dünya ve ahirette saadete kavuşmak isteyen ne yapmalı? CEVAP Sonsuz saadete kavuşmak isteyenin, Ehl-i sünnet itikadını kısaca öğrenip, bunlara iman etmesi, sonra dört mezhepten öğrenmesi mümkün ve kolay olan birini seçip, günlük işlerini ve ibadetlerini, sırası geldikçe, o mezhebin kitabından öğrenerek yapması gerekir. Her ülkede, bir mezhebin bilgilerini bildiren doğru ilmihal kitabları vardır. Ele geçirilmeleri kolaydır. Bu kolaylık, Allahü teâlânın, ümmet-i Muhammede olan büyük ihsanıdır. Mezhebsizlerin, dinde reformcuların ve para kazanmak için konuşan ve yazan cahillerin yaldızlı sözlerine ve yazılarına aldanmamak için, çok uyanık olmalıyız! İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Dini hükümleri kendi aklı ile anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir. Ehl-i sünnetin dört mezhebi de âyet-i kerimelerden ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. Birbirlerine muhalif görünen ictihadlarından yalnız birisi doğru ise de, yanlış olanlarını taklit edenlere de sevap verileceği hadis-i şerifte bildirilmiştir. Bunun için, dört mezhebin ittifak ile bildirdikleri yapılınca, sahih ve makbul olacağı gibi, ihtilaflı yerleri yapılınca da, sahih ve makbul olacaktır. O halde, müctehid olmayan her müslümanın, her işinde dört mezhepten birini seçip taklit etmesi ve mezhep imamının delilini aramaması gerekir. Çünkü, Tabiinden yeni imana gelenler, Eshab-ı kiramı taklit ederler, delillerini hiç sormazlardı. Her müslüman, beğendiği, seçtiği mezhebin her meselesini yaparken, Kur'an-ı kerime veya hadis-i şerife uymakta olduğuna inanmalıdır. Bugün müctehide de lüzum yoktur. Çünkü, din bilgilerinde, açıklanmamış bir şey kalmamıştır. Kemale gelmiş olan bu dine ilave edilecek bir şey de yoktur. Resulullah efendimiz, kıyamete kadar olacak her şeyin hükmünü bildirmiştir. Mezhep imamları da bunları açıklamıştır. Bunların günlük olaylara tatbiklerini, müctehid olmayan âlimler yapar. Her asırda gelecek olan müceddidler, bu işi yapacaklardır. Fakat, ictihad ile yine hükümler çıkarmayacaklardır. Çünkü, buna lüzum kalmamıştır. Helal ve haram ve her delil açıklanmıştır. Septisizm [şüphecilik] 110 www.dinimizislam.com Sual: Bir arkadaş, “Sen Allah’a körü körüne inanıyorsun. Sen kitaplardan farklı söyleyecek, her şeyden, hatta Allah’tan şüpheleneceksin” diyor. Buna nasıl bir cevap vereyim? CEVAP Anlamadan inanılacak şeyler olduğu gibi, inceledikten sonra inanılacak şeyler de vardır. Muhammed aleyhisselamın Peygamber olarak bildirdiği şeylere akla uygun olduğu, yahut tecrübe ile anlaşıldığı için inanmak iman olmaz. Çünkü bu, Peygamber efendimizi değil, aklı tasdik etmek demektir. İman, gayba inanmak demektir. Kur’an-ı kerimin baş tarafında, Allahü teâlâ, salihleri övüyor, (O müttekiler ki, gayba inanırlar, namaz kılarlar ve kendilerine verdiğimiz mallardan [zekat ve her türlü hayır hasenat için] harcarlar) buyuruyor. (Bekara 3) Gayb, his organları ile, tecrübe ve hesapla anlaşılamayan şeyler demektir. Peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Mesela Cennet, Cehennem ve meleklerin varlığı böyledir. Bunlar akıl ile bilinmez. Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akılların yanıldığı çok görülmüştür. En akıllı sanılan bir kimse bile, mütehassısı olduğu dünya işlerinde hata eder. Nerde kaldı ki, din işlerindeki hikmetleri çözebilsin? Böyle yanılan bir akılla, sonsuz olan ahiret işlerinin hikmeti anlaşılamaz. Ancak Allah’ın varlığını anlamada aklın ve ilmin rolü çoktur. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini iyi anlayamaz.) Ahirete ait bilgilerde şüphecilik çok yanlıştır. Felsefede, başıboş düşüncede her şeyden şüphe etmeye septisizm, şüpheciye de septik [sceptique] deniyor. Septiklerle düşüp kalkmanızı tavsiye etmeyiz. Allahü teâlâyı tanımak Hemen herkes Allahü teâlâyı tanıyor ve Allah vardır diyor. Ama Allah’ı tanımak nasıl olur? İyi bir şeyi tanıyan onun iyiliklerinden istifade etmeye çalışır. Kötüyü tanıyan kötülüklerden uzak durmaya çalışır. Bunlara riayet etmeyenin tanıması yanlış demektir. Yılanın sokacağını bilen yılanla oynamaz. Aslanın parçalayacağını bilen onun yuvasına giremez. Bombanın patlayacağını bilen onu elinde patlatmaz. Allahü teâlâyı tanıyan onu sever. Onu seven de dinin emirlerini yapar. Haramlardan kaçınır. Bunlara yani emir ve yasaklarına riayet etmeden ben Allah’ı tanıyorum, Onu seviyorum demek yanlış olur. Sevmenin bir tarifi de itaat etmek demektir. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür. Seyyid Abdülhakim efendi hazretleri buyuruyor ki: 111 www.dinimizislam.com Siz, adem [yokluk] diyarından, bu varlık âlemine, kendiliğinizden gelmediğiniz gibi, oraya, kendiniz gidemezsiniz. Gördüğünüz gözler, işittiğiniz kulaklar, duygu edindiğiniz organlar, düşündüğünüz zekâlar, kullandığınız eller ve ayaklar, geçeceğiniz bütün yollar, girip çıktığınız bütün mahaller, hulasa, ruh ve cesedinize bağlı bütün aletler, sistemler, hepsi Allahü teâlânın mülk ve mahlûkudur. Siz Ondan hiçbir şey gasp edemez, mülk edinemezsiniz! O, hayy ve kayyumdur. Yani, görür, bilir, işitir ve her var olan şeyi, her an varlıkta durdurmaktadır. Hepsinin idaresinden, hallerinden bir an gafil olmaz. Mülkünü kimseye çaldırmaz. Emirlerine uymayanların cezasını vermekten de, aciz kalmaz. Mesela, Ay’da, Merih’te ve diğer yıldızlarda insan olmadığı gibi, bu Arz küresinde de bulunmasaydı, bir şey lazım gelmezdi. Bundan dolayı, büyüklüğünden bir şey eksilmezdi. Allahü teâlâ hadis-i kudside buyuruyor ki: (Önce gelenleriniz, sonra gelenleriniz; küçüğünüz, büyüğünüz; dirileriniz, ölüleriniz; insanlarınız, cinleriniz; en mütteki, itaatli kulum gibi olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine olarak, hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi aşağı gören, düşmanım gibi olsanız, üluhiyyetimden bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım değildir. Siz ise, var olmanız için ve varlıkta kalabilmeniz için ve her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız) [Müslim] Tarihi inceleyecek olursak, insanların, önlerinde Allahü teâlânın gönderdiği bir rehber olmadan kendi başlarına gittiklerinde, hep yanlış yollara saptıklarını görürüz. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibinin var olduğunu, aklı sayesinde anladı. Fakat ona giden yolu bulamadı. Peygamberleri işitmeyenler, Halıkı, yani yaratıcıyı önce etraflarında aradı. Kendilerine en büyük faydası olan güneşi, yaratıcı sandılar ve ona tapmaya başladılar. Sonra, büyük tabiat güçlerini, fırtınayı, ateşi, kabaran denizi, yanardağları ve benzerlerini gördükçe bunları yaratıcının yardımcıları zannettiler. Her biri için bir suret, alamet yapmaya kalktılar. Bundan da putlar doğdu. Böylece, çeşitli putlar zuhur etti. Bunların gazabından korktular ve onlara kurbanlar kestiler. Hatta, insanları bile bu putlara kurban ettiler. Her yeni hadise karşısında, putların miktarı da arttı. İslamiyet zuhur ettiği zaman Kâbe-i muazzamada 360 put vardı. Kısacası insan, bir, ezeli ve ebedi olan Allahü teâlâyı kendi başına bir türlü tanıyamadı. Bugün bile güneşe ve ateşe tapanlar vardır. Bunlara şaşmamalı! Çünkü, rehbersiz, karanlıkta doğru yol bulunamaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Biz, Peygamber göndererek bildirmeden önce azap yapıcı değiliz.) [İsra 15] 112 www.dinimizislam.com Akıl ve din Sual: Bir arkadaş, “Ben ateist değilim ama, dine inanmak için peygambere ve kutsal kitaba ihtiyaç yoktur. İnsan akıl yoluyla Allah’ın varlığını anlar ve Onun emirlerini yerine getirebilir. Çünkü aklın yolu birdir” diyor. Bu mümkün mü? CEVAP Hiç mümkün olur mu? O zaman hâşâ, Allahü teâlâ, Peygamberleri ve kitapları lüzumsuz yere mi göndermiş oldu? Allah’ın emirlerinin ne olduğu nereden bilinecek? Mesela en önemlisi iman nedir? İmanın esasları nelerdir? Bu bilinmedikçe nasıl iman edilir ki? Namaz, zekât gibi emirler zaten bilinemez. Ama imanı bile bilmek imkansızdır. İmanın altı esası bildirilmeden nasıl bilinir ki? Hatta, insan kendisini de bilemezdi. Kimdir, ihtiyacı nedir, saadeti felaketi nededir? Ne yapacak, ne yiyip içecek, niye yaratıldı, başına neler gelecek, bunların hiç birisini bilemezdi. Peki, bunları bilemeyen insanın hayvandan ne farkı kalırdı? Aklın yolu bir olsa idi, dünyadaki insanlar hep aynı inanışa sahip olurlardı. Aklın ermediği şeyler Sual: (Din-i İslam’da aklın ermediği şeyler çoktur. Ama akla uymayan bir şey yoktur) deniyor. Bir şeye akıl ermezken nasıl akla uygun olur? CEVAP Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak, bilinebilselerdi, binlerce Peygamberin gönderilmesine gerek kalmazdı. Demek ki insan, doğruyu bulmak için, Peygamberlerin yol göstermesine muhtaçtır. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğendiği şeyler, akıl ile bilinemez ama, Peygamberler bildirince, bunların selim akla aykırı olmadığı görülür. Akıl büyük nimettir Sual: Büyük bir nimet olan akıl ile gerçekleri görmek mümkün olur mu? CEVAP 113 www.dinimizislam.com Selim olan akıl ile gerçekler görülür. Selim olan akıl ise ancak Peygamberlerde bulunur. Selim olmayan kendi aklımıza uyarsak doğruyu bulmak çok güç, hatta imkansızdır. Çünkü her gruptaki insan, “Bu grup doğru yolda” diyerek ona girmiştir. Bu işte, selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, bu kadar grup meydana çıkmazdı. Bu gruplara girenler de, aklına göre bu grupları tercih etmişlerdir. Akla uyulduğu için sayısız grup, sayısız hizip meydana çıkmıştır. Hatta akla uyulduğu için, beşeri dinler uydurulmuştur. Akla uyulduğu için, bu ümmetin arasından da 72 sapık fırkanın çıkacağını Resulullah efendimiz haber vermiştir. “Hangi grup çoğunlukta ise doğru odur” mantığı ile hareket edilirse, yine doğruyu bulmak mümkün olmaz. Çünkü Allahü teâlâ, (İnsanların çoğuna uyan sapıtır) buyuruyor. (Enam 116) Bu girişten sonra sanki doğruyu bulmak zor zannedilebilir. Hiç de zor değildir. Cenab-ı Hak, anlaşamadığımız bir işte, âlimlere uymamızı, âlim olanların da, Kur'an-ı kerime ve hadis-i şeriflere uymalarını emrediyor. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyanlar, doğruyu bulur. Doğru olan bir taife her zaman bulunur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Her devirde doğru yolda olan bir taife bulunur. Bunlara, hiç kimse zarar veremez.) [Mişkat] Kitapçılarda bulunan İslam kitapları arasında bozuk olanları çok ise de, doğru olanları da vardır. Bu doğru kitaplar hiçbir zaman yok olmaz. Bunların koruyucusu Allahü teâlâdır. Dinimiz ilme ve âlime büyük önem verir. Bize ilmi bildiren âlimlerdir. Hadis-i şerifte, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyuruldu. Peygamberlerin vârisleri olan âlimlere dil uzatan, onları âlim oldukları için kötüleyen kimsenin imanı gider. Bir de İslam âlimi sanılan ve dinimizi içten yıkmaya çalışan dinde reformcular vardır. Bunların ihanetlerini bildirmek, kötülemek olmaz. Dinin emrine uymak olur. Kötüye kötü, kirliye pis demek yanlış değildir. Temize pis demek kötülemek olur. Kötülerin kötülüğünü açıklamak, Müslümanları, onların zararından korumaya çalışmak farzdır. O halde bütün insanları bunların zararından korumaya çalışmalıdır. İslamiyet’i yanlış anlatan kötü din adamları, büyük vebal altındadır. İnsanların çektikleri sıkıntıların sebebi kötü din adamlarıdır. Kötü din adamları için, (Bu kimselerin hiç iyi tarafı yok mudur?) denilmesi doğru değildir. Cenab-ı Hak, imansızların yol, köprü, cami, yaptırmak gibi hiçbir ameline sevap vermiyor, Cehenneme atıyor. Böyle kötü din adamları, din, iman hırsızlarıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimlerin kötüsü, insanların en kötüsüdür.) [Bezzar] 114 www.dinimizislam.com (İlmini ticarete alet eden kötü âlimlere yazıklar olsun. Devlet adamlarına yaklaşır, menfaat temin etmeye çalışırlar. Bunların yaptıkları ticaret, kesada [darlığa, kıtlığa] uğrasın!) [Hakim] (Bir zaman gelir ki, camiler ve hâfızlar çoğalır, ama, [hakiki] âlim bulunmaz.) [Ebu Nuaym] Akıl ve Mutezile Sual: Mutezile fırkasının akıl hakkındaki görüşü nedir? Akıllı daha mı çok sevap kazanır? CEVAP 72 sapık fırkadan biri olan mutezile, aklı ön plana almış, aklın almadığı, Sırat köprüsü, kabir azabı, Cennette Allahü teâlâyı görmek gibi birçok hususu inkâr etmiştir. Aklın yolu bir demiş, kendi aklını esas almıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Yetmiş iki fırkaya ayrılacak ümmetimin içinde, dini aklı ile ölçen kadar zararlısı yoktur. Neticede, helale haram, harama da helal demiş olurlar.) [Taberani] Akıl ile ahiret bilgileri ölçülmez. Fakat aklın dindeki yeri büyüktür. Aklı olmayanın dini yoktur. Akıllının ibadetine daha çok sevap verilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İki kişiden birinin kıldığı namaz, ötekinden efdal olur. Zira, o ötekinden daha akıllıdır. Akıl ise vera ile alakalıdır.) [İbni Sünni] Akıllı olan vera ve ihlas sahibi olur. Akıllının imanı daha parlaktır. İbadetlerin kıymeti, imanın derecesi ile ölçülür. İbadetlerin parlaklığı da “İhlas”ın miktarına bağlıdır. İman ne kadar kuvvetli olursa, ihlas da o kadar çok olur. İmanın kuvvetli ve ihlasın tamam olması hakiki imana bağlıdır. Kimin fena [evliyalık] derecesi çok yüksek ise, onun imanı daha kâmildir. Bunun için hadis-i şerifte, (Ebu Bekrin imanı, bütün ümmetimin imanı ile tartılsa, hepsinden daha ağır gelir) buyuruldu. Çünkü onun makamı bütün ümmetten yüksek idi. (Yürüyen ölü görmek isteyen, Ebu Bekre baksın) hadis-i şerifi bunu göstermektedir. Eshab-ı kiramın tamamı, hakiki imana kavuşmuştu. Bu hadis-i şerifte, yalnız Ebu Bekri Sıddıkın seçilmesi, onun derecesinin çok yüksek olduğunu göstermektedir. [Mektubat-ı Masumiyye c.2, m.61] İbadetlerin değeri, imanın derecesine göredir. Hakiki imana kavuşan evliyanın verdiği az bir şey, diğer müslümanların verdiği milyonlardan, milyarlardan daha kıymetlidir. Eshab-ı kiramın tamamı hakiki imana kavuştuğu için onların az bir iyilikleri, çok değerlidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 115 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâya yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar sadaka verse, Eshabımın verdiği bir avuç arpanın sevabına kavuşamaz.) [Buhari, Müslim] Not: Mutezile hakkında geniş bilgi için, Doğru İman Bilgileri maddesinde, Kaza ve Kadere iman kısmında Cebriye ve mutezile bahsine bakınız. Akla olan ihtiyaç Sual: Dini anlayabilmek için, başkalarının (Peygamberin, sahabenin ve âlimlerin) aklı /gözü /kabulü ile değil, kendi aklımızla idrake çalışmalıyız. Allah her kula iyiyi kötüden seçip ayırt edebilme yetisi (furkan) vermiştir. Bu yetiyi kullanmayıp Peygamber, sahabe ve âlimlerin aklı ölçü olmamalıdır. Allah aklını kullanmayanları kötülemiyor mu? CEVAP Bu ne kadar yanlış bir görüş. Resulullahı ve âlimleri ölçü almamak Kur’an-ı kerimi kabul etmemek demektir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Anlaşamadığınız bir işin hükmünü Allah’a [Kur'ana] ve Resulüne [Sünnete] arz edin!) [Nisa 59] {Âlimlerin sünnete bakması ayıplanacak şey mi? Allahü teâlânın emri değil mi?] (Bunun hükmünü Resule ve ülül-emre [âlime] sorsalardı, öğrenirlerdi.) [Nisa 83] {Ülül-emrin âlim demek olduğu tefsirlerde yazılıdır. Resulullah da (Ülül-emr, fıkıh âlimleridir) buyurdu. (Darimi)} (Bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] {Demek ki herkes Kur’an-ı kerimi anlayamıyor, ancak âlimler anlıyor. Âlimleri rehber edinmek niye ayıplanıyor ki?} (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) [Nahl 43] {Bilmeyenin âlimlere sorması Allahü teâlânın emridir.} (Allah’tan en çok korkan ancak âlimlerdir.) [Fatır 28] {Çünkü âlim, Allahü teâlâyı en iyi tanıyor ki, Ondan korkuyor. Allah’tan korkmak büyük mertebedir. Resulullah, (Allah’tan en çok ben korkarım) buyurdu. (Buhari) Bu âyet ile bu hadis-i şerif âlimin değerinin ne kadar yüce olduğunu göstermektedir.} (Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?) [Zümer 9] {Demek ki akıl herkeste ölçü olmuyor, bilen de bilmeyen de var. Resulullah efendimizin ve âlimlerin yanında kendi aklımızın ne önemi var? Öyle olsa idi akıl sayısı kadar din olurdu. Nitekim aklına göre Kur’anı yorumlamaya çalışanlar, sayısız grup ve fırkanın meydana çıkmasına sebep olmuşlardır. Âlimlere uyan, bilenlere soran aklını kullanmış olur. Yüzme bilmeden, herkes 116 www.dinimizislam.com yüzüyor, onlar da insan diyerek deryanın ortasına atlayan kimse, çok geçmeden boğulur. Herkes haddini bilmelidir.} Hangi şeyin hak, hangi şeyin bâtıl, hangi şeyin iyi, hangisinin kötü olduğu da ancak, dinin bildirmesiyle anlaşılır. İnsanların iyi veya kötü demesiyle, bir şey iyi veya kötü olmaz. Çünkü birisine göre iyi olan bir şey, diğerine göre kötüdür. Mesela evlilikte nikah, Müslümanlara göre, lüzumlu ve iyi ise de, bazı ateistlere göre saçmadır! Bu bakımdan akıllı kimdir? Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Akıllı olan, Allah’a ve Resulüne inanıp ibadetlerini yapar.) [İbni Muhber] (Akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emirlerine en güzel uyandır.) [İbni Muhber] (Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.) [Tirmizi] (Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazali] Akıl bir ölçü aletidir. Allahü teâlâya ait bilgilerde ölçü olmaz. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar dünya işlerinde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. Aklın belli bir sahası vardır. Bunun dışındakileri ölçmeye, anlamaya gücü yetmez. Akıl insanlar arasında eşit olarak bulunmaz. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce dereceleri vardır. Şu halde “Aklın yolu birdir” demek çok yanlıştır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz. Çünkü akıl, bir kararda kalmaz. En akıllı denilen kimse, din işlerinde değil, uzman olduğu dünya işlerinde bile, çok hata eder. Çok yanılan bir akla nasıl güvenilebilir? Dinin temeli Akıl çok şeyi anlar. Fakat her şeyi anlayamaz. Anlaması da kusursuz, tam değildir. Çok şeyleri, Peygamberler bildirdikten sonra anlamaktadır. Akıl, dünya işlerinde bile çok kere yanılmaktadır. Böyle olduğunu bilmeyen yoktur. Din bilgilerini, böyle bir akıl ile tartmaya kalkışmak doğru olamaz. Din bilgilerini akıl ile inceleyip, akla uygun olup olmamasına kalkışmak, aklın hiç yanılmaz olduğuna güvenmek olur ve Peygamberlik makamına inanmamak olur. Dinin temeli, Peygambere inanmaktır. Akıl, bu temel bilgiyi kabul edince, Peygamberin bildirdiklerinin hepsini kabul etmiş olur. Allahü teâlâ, aklımızdan istifade edebilmemiz için Peygamber ve kitap gönderdiğine göre, artık bunlara inanmamak için bir mazeret ileri sürülemez. Bugün Kur'an-ı kerimin büyük bir mucize olduğunu Batılı bilginler bile itiraf etmektedir. Ayrıca tecrübi ilimlerle de ispat edilmiştir. Bir 117 www.dinimizislam.com kelimesi değişse, insan sözü karıştığı ehlince kolay anlaşılır. Allahü teâlâyı kabul edip de, emir ve yasaklarını kabul etmemek akla uygun değildir. Güneşe inanıp da, ışık ve ısısına inanmamak, doğuma inanıp da ölüme inanmamak gibi abestir. Akılla izah etmek Sual: Allahü teâlânın varlığını ve dinimizin hükümlerini daha iyi anlamak ve kalbimizin tatmin olması için, bunları akılla izah eden kitapları okumak gerekmez mi? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kalbi itminana kavuşturan tek yol vardır. Bu da, Allahü teâlâyı zikretmektir. Akılla, kalb itminana kavuşamaz, yani tatmin olmaz. Bir âyet-i kerime meali: (Biliniz ki, kalbler ancak zikirle itminana kavuşur.) [Rad 28] Allahü teâlânın ismini söyleyip onu hatırlarken, onunla bir bağlılık kurulamaz; ama hatırlayanla, hatırlanan arasında, az bir bağlantı hâsıl olur. Bu bağlılıktan da, sevgi doğar. Zikredenin, kalbini sevgi kaplayınca, kalbde itminan hâsıl olur. Kalbde itminan hâsıl olması, insanı sonsuz saadetlere kavuşturur. (1/92) Burada delil aramanın yeri yoktur; çünkü Allahü teâlânın varlığı meydandadır. Meydanda olmasında hiç şüphe yoktur. Her şeyden daha açıktır. Ancak, kalbi hasta, gözünde perde olan anormal kimse göremez. Her şey, açıktaki beş duygumuzla anlaşılır. Hepsinin varlığı, Allahü teâlâdandır. (1/247) Aklın Peygambere kolay inanması, kalbde tam iman hâsıl olması için, en yakın yol Allahü teâlâyı zikretmektir. Böylece tam imana kavuşur. Düşünerek, akılla ölçerek bu yüksek makama kavuşmak çok güçtür. Dini hükümleri kendi aklıyla anlamak isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. (1/214) Sual: Mümin veya kâfir iken deliren, deli iken ölse, delirmeden önceki durumuna göre mi muamele edilir? CEVAP Evet. 118 www.dinimizislam.com Din ne diyor o önemli Sual: Benim şahsi kanaatime göre eğer insanlara zarar vermiyorsan, etrafındakilerle iyi geçinip kargaşa çıkarmıyorsan, sayılı biri olmaya çalışıyorsan, yalan söylemiyorsan yani kısaca iyi biri olmaya çalışıyorsan örtünmek o kadar önemli değil. Aklıma da bu uygun geliyor. Acaba bu düşüncelerim sizce doğru mu? CEVAP Bence sizce diye bir şey olmaz, o zaman insan sayısı kadar din olur. Din ne diyor o önemli. Allah ne diyor o önemli. Eğer akıl ile din olsa, herkese göre din farklı olur. Mesela nataşanın biri gazetelerde şöyle diyordu: (Ben yalan söylemem, hırsızlık etmem, kimseye zararım olmaz, saygılı birisiyim, kimseye zarar vermeden az içki içerim, erkeklerin gönlünü yaparım, erkeklerle buluşmama niye karışan oluyor ki?) Eğer ortada din ve Allah’ın hükmü olmasa, nataşa doğru söylüyor. Ama Allah öyle demiyor. Kimseye zararı olmasa da bir damla içki içmek haram diyor. Kimseye zararı olmasa da kadın, saçının telini gösterse haram diyor. Evet kadın saçını göstermekle size göre bir şey olmaz. Nataşaya göre de zina edince bir şey olmaz. Ölçü başkalarına zararlı olup olmamak da değildir. Ölçü Allah’ın emrine uymakta olur. Besmelesiz kesilen kuzu eti de yenmez. Ha besmeleli kesilmiş, ha besmelesiz demek yanlış olur? Kadın ha başını açmış, ha açmamış ne fark eder denmez. Denirse Allah’ın emrine inanılmamış olur. Ya Allah’a inanılır veya inanılmaz. İnanılırsa Onun dediklerine uymak gerekir. İnanılmazsa, bu daha kötü. Sonsuz ahiret hayatında şiddetli azaplara kim nasıl dayanabilir ki? Bu insanların yoktan yaratılması, hayvanların, çiçeklerin yoktan yaratılması tesadüf müdür? Ya Allah’a inanılacak ya Allah’a inanılacak, başka yol var mıdır? Kıbleye doğru yatmak Sual: Bid’at ehli biri, (Yatarken ayakları kıbleye doğru uzatmak gerekir. Böylece insan kalkınca, yüzü kıbleye gelmiş olur. Bunun gibi, ölüleri de, ayakları kıbleye gelecek şeklinde defnetmeli ki, kıyamet günü dirildiğinde yüzü kıbleye gelsin) dedi. Bu arkadaş bid’at ehlidir; ama bu düşüncesi bana da mantıklı geldi. Bu şekilde hareket edilse, doğru olmaz mı? CEVAP 119 www.dinimizislam.com Hayır, doğru olmaz. Mazeretsiz ayakları kıbleye doğru uzatmak tahrimen mekruhtur. Cenazelerin de, ayakları değil, yüzü kıbleye gelecek şekilde, sağ yan üzerine defnedileceği, din kitaplarında bildirilmiştir. Size, bid’at ehlinin söylediği mantıklı gelir. Bir başkasına da, başka bir şey mantıklı gelebilir. O zaman da, insan sayısı kadar din ortaya çıkar. Mesela biri de çıkar, ölüler için derin çukur açıp, yüzü kıbleye gelecek şekilde dikine defnetmek daha uygundur der. Hem böylece, yüzü devamlı kıbleye karşı olur diyebilir. Bunun için Hazret-i Ali, (Din, nakle dayanır. Akılla, kıyasla, mantıkla olsaydı, mestin üstünü değil, altını mesh ederdim. Hâlbuki Resulullah’tan gördüm, o mestlerin üstünü mesh ederdi) buyurmuştur. Demek ki, herkesin aklı ve mantığı, dinde ölçü olmuyor. Din kitaplarının yazdığı önemlidir. Peşin namaz kılmak Sual: Bir arkadaş, sabah vaktim oluyor diye, o günkü öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kılıyormuş. Ben kaza kıldıktan sonra, bu arkadaşa sordum. (Vakti gelmeden kılınan namazlar sahih olmaz) dedim. O da, (Sen veresiye kılıyorsun kabul oluyor da, ben peşin peşin ödesem niye kabul olmasın ki?) dedi. Peşin kılınan namaz sahih olmaz, değil mi? CEVAP Elbette sahih olmaz. Vakit, namazın farzlarındandır. Vakit girmedikçe namaz farz olmaz. Farz olmadan kılınırsa nafile olur. Din nasıl emretmişse öyle yapılır. Akılla dinî hükümler konmaz. Bir kimsenin yengesi dinen yabancı kadındır, yani namahremdir, fakat yengesinin kızları ona mahremdir. Anası niye yabancı da, kızları değil diye sorulmaz. Din öyle bildirmiştir. Aklımıza değil, dinimize tâbi olmamız gerekir. Namazı boykot Sual: Bir arkadaşa, niçin namaz kılmadığını sordum. (Hazret-i Ali camide namaz kılarken öldürüldüğü için, biz camiyi de namazı da boykot ettik) dedi. Bu boykotta bir mantık var mıdır? CEVAP Hazret-i Ali, evinde su içerken şehit edilseydi, eve girmeyecek ve su içmeyecek miydik? Nitekim mübarek oğlu Hazret-i Hasan evinde yemek yiyip su içerken, yemeğine zehir konarak şehit edilmiştir. Burada evin, yemeğin ve suyun suçu nedir? Ev, yemek ve su boykot edilir mi? Cami ve namazı boykot etmenin bundan farkı nedir? 120 www.dinimizislam.com Kur'an-ı kerimde namaz bütün Müslümanlara emredildiği için Hazret-i Ali de, çocukları da namaz kılmıştır. Ehl-i beytten ve 12 imamdan, hiç namazı boykot eden var mıdır? Onun soyundan gelen seyyidlerden ve şeriflerden, namazı boykot eden var mıdır? Boykot edilmesi gerekseydi, önce, kendi çocukları ve torunları boykot ederdi. Hazret-i Ali'yi sevenin, onun sevdiği camiyi, namazı, orucu ve dinimizin diğer emirlerini sevmesi ve Hazret-i Fâtıma gibi örtünmesi lazımdır. Seven insan, sevdiğinin yolunda gider. Hazret-i Ali'nin severek yaptığı şeyleri yapmamak, onu sevmek midir, yoksa ona düşmanlık mıdır? İbadet yerine para Sual: (Namaz, oruç gibi bazı ibadetleri yapmayıp yerine fakire para verilmesi, mesela kurban kesmeyip yerine depremzedelere yardım yapılması daha uygun olur) diyenler çıkıyor. Parası olanlar ibadet etmeyip parayla işini yürütür, fakirin hâli ne olacak? CEVAP İbadet yerine para vermek, dini içten yıkmak isteyen reformcuların görüşüdür. Bin koçun parası bir fakire verilse, vacib bir kurbanın sevabına kavuşulamadığı gibi, borçtan kurtulamayız; üstelik dinimizin emrini beğenmeyip değiştirdiğimiz için suçlu duruma da düşeriz. Aklımıza uygun gelmese de, dinimizin emrine uymamız gerekir. Kadın, erkek ve akıl Sual: Kadının erkekten daha akıllı olduğunu, bu bakımdan, kadına daha çok hak verilmesi gerektiğini söyleyenler var. Her kadın, her erkekten akıllı olur mu? CEVAP Önce, aklın ne olduğunu bilmek gerekir. Cenab-ı Hak, aklı, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratmıştır. Hangi şeyin hak, hangi şeyin bâtıl, hangi şeyin iyi, hangisinin kötü olduğu da ancak, bütün mahlûkatı yoktan var eden Allahü teâlânın bildirmesiyle anlaşılır. İnsanların iyi veya kötü demesiyle, bir şey iyi veya kötü olmaz. Çünkü birisine göre iyi olan bir şey, diğerine göre kötüdür. Mesela evlilikte nikah, müslümanlara göre, lüzumlu ve iyi bir şey iken, bazı dinsizlere göre saçmadır! Bu bakımdan dinimiz akıllıyı nasıl tarif ediyorsa ona göre karar vermek gerekir. Akıl hakkında hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Akıllı şudur ki, Allah’a ve Peygambere inanır ve ibadetlerini yapar.) [İbni Muhber] 121 www.dinimizislam.com (En akıllı, Allahü teâlâdan en çok korkan, Onun emir ve yasaklarına en güzel uyandır.) [İbni Muhber] (Akıllı, nefsini hesaba çeken ve ölümden sonrası için amel edendir.) [Tirmizi] (İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Üstünlükleri, ibadet farkından ileri gelir.) [İbni Lal] (İnsanların yaptıkları hayırların mükafatı, akılları nispetinde verilir.) [Ebuşşeyh] (Kişi, ilmi ve aklı sayesinde kurtulur.) [Deylemi] (Her şeyin bir direği vardır. Müminin direği ise akıldır. Kişi aklı nispetinde ibadet eder.) [İ. Gazali] (Allah indinde en kıymetliniz, akılca en üstün olanınızdır.) [İ. Gazali] Akılca en üstün olan kimse de, dinin emir ve yasaklarına riayet edendir. Kişinin ibadeti de aklı nispetinde olduğu, itikadı ve ameli en düzgün olan, diğerine göre daha akıllı demektir. Erkeklerden ve kadınlardan Cennetlik olanlar olduğu gibi, Cehennemlik olanlar da vardır. O halde, kadının erkekten veya erkeğin kadından daha akıllı olduğu söylenemez. Şunu da açıklayalım ki, akıl ile zekâ ayrıdır. Birbirine karıştırılmamalıdır. Bir gayrı müslim, bir müslümandan daha zeki olabilir; fakat akıllı olamaz. Allahü teâlâ, kadınla erkeğin vücut yapılarını farklı şekilde yaratmıştır. Bir tankla taksinin mukayesesi yapılamaz. İkisinin vazifesi ayrıdır. Herkes vazifesini bilir, ona göre hareket ederse, düzensizlikler önlenmiş olur. Kadınla erkek arasında fark olduğu gibi, erkekle erkek, kadınla kadın arasında da fark vardır. Herkes aynı kabiliyette değildir. İnsanlar robot gibi yaratılmamıştır. Kadın-erkek eşitliği ileri sürülerek, kadınların yapamayacağı işleri onlara vermek, mesela maden ocaklarında çalıştırmak kadın haklarına bir saygı değildir. Kadını, asker yapmamak da ona hakaret değildir. Kadına, bünye, akıl, zekâ, his ve kabiliyetine uygun işler vermelidir. Bugün kadın haklarını savunur görünenler, samimi değildirler. Samimi olsalardı, önce kadını sömürü vasıtası yapan, ticari malların tanıtımında kullanan zihniyete karşı çıkarlardı. Halbuki kadının bu yolla, şeref ve haysiyeti düşürülmekte, basit bir mal haline getirilmektedir. Bu üzücü duruma karşı çıkmayanların, kadın hakları konusunda samimi olmadıkları açıktır. 122 www.dinimizislam.com Ahmaklık nedir Sual: Akıllı kime denir yazılarınızdan öğrendik. Peki ahmak kime denir? Ahmaklığın çaresi var mıdır? CEVAP Aklı hiç olmayana deli denir. Aklı olup da aklını kullanmayana veya kullanamayana ahmak denir. Ahmak, aklı az, görüşü kısa, basiretsiz, kötü huylu kimsedir. Kârını ve zararını iyi düşünemez. Hikmet, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayıran kuvvettir. Hikmetin lüzumundan az olmasına ahmaklık denir. Ahmak, hayrı, şerri birbirinden tam ayıramaz. Âlimler buyuruyor ki: Ahmakla arkadaşlıktan sakın. Çünkü, sana iyilik edeyim derken, zararı dokunur. (Hazret-i Ömer) Dişi ile tırnak uçlarını ısırmak ahmaklık alametidir. (Hazret-i Ali) Ahmaklar arasında bulunan horlanır, âlimler arasında bulunan hürmet görür. (İmam-ı Cafer-i Sadık) Dünyayı ele geçirmek için Ahireti [dinini] vermek ahmaklıktır. Yaratıkların en ahmağı nefstir. Çünkü her isteği kendi aleyhinedir. (İmam-ı Rabbani) Kaza borcu varken, nafile kılmak ahmaklıktır. (Hazret-i Ebu Bekir, Seyyid Abdülkadir-i Geylani) Ahmaklığın alameti, kendi aybını bırakıp, başkasının aybıyla uğraşmaktır. (Sırri-yi Sekati) Ve ma cevab-ül ahmak-ı illes sükut=Ahmağa verilecek en güzel cevap ancak sükuttur. (İbni Hibbân) Nefsin arzuları peşinde koşan ahmaktır. (Muhammed Masum Faruki) Hatasında ısrar eden ahmaktır. (Seyyid Abdülhakim Arvasi) Hikmet ehli de buyuruyor ki: Aklı olan karı koca, birbirini üzmez. Hayat arkadaşını üzmek, incitmek, ahmaklık alametidir. Akıllı ile istişare galibiyet, ahmakla istişare mağlubiyettir. Ahmağın kalbi ağzında, akıllının dili kalbindedir. Yani ahmak sır saklayamaz, akıllı sırrı ifşa etmez. Ahmağın üç alameti vardır: Farzlarda tembellik, abesle iştigal ve yaratıklara eziyet etmek. Günah işlemeye devam eden kimse unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Aklımız sınırlıdır. Aklın eremediği şeyleri akıl ile anlamaya kalkışmak ahmaklık olur. 123 www.dinimizislam.com Ahmağa nasihat kâr etmez. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Akıllı, nefsine uymaz, ibadetlerini yapar, ahmak olan da nefsine uyar, günah işler, sonra da Allah affeder diye ümit eder.) [Tirmizi] (Akıllı, Allah’a ve Peygamberine inanıp ibadetini yapan kimsedir.) [İbni Muhber] (Günah işleyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.) [İ. Gazali] (Ahmak, ahmaklığından fâsıkın günahından daha büyük sıkıntıya düşer.) [Hakim] (Ahmak olanla ilgini kes.) [Beyheki] (Akşam üstü uyumak ahmaklıktır.) [İ. Maverdi] (Sofradan düşen kırıntıyı yiyen fakirlik görmez, çocukları da ahmak olmaz.) [İ. Neccâr] (Mümin sert değildir. Yumuşaklığından dolayı ahmak zannedilir.) [Deylemi] (Ahmaklığın en kötüsü, Müslümanlığı bırakıp, başka dine meyletmektir.) [Deylemi] Müslümanlığı bırakmak, yani dinsiz olmak ahmaklığın en kötüsüdür. Kim Müslümanlığı bırakırsa mürted olur, hangi dine girerse girsin fark etmez. Bu bakımdan ateist, en ahmak kimsedir. Bir arpa tanesini, bir karıncayı yaratmaktan aciz olanın, kâinatın tesadüfen meydana geldiğini, bir yaratıcının bulunmadığını sanmasından daha büyük ahmaklık olur mu? Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kâfirlere “Müslümanların inandığı gibi siz de inanın” denilince, “Biz o sefihler, o ahmaklar gibi iman eder miyiz hiç?” derler; halbuki asıl ahmak kendileridir.) [Bekara 13] Ahmaklığın çaresi var mıdır? Önce İslam âlimlerinin ahmaklık hakkındaki sözlerinden bazılarını bildirelim: İnsanların en ahmağı zekâsına en çok güvenendir. İnsanların en akıllısı da, suçu kendinde arayan ve bilmediklerini âlimlere soran kimsedir. Salih amel işlemeden yani Cehennem tohumu ekip, Cennet beklemek ahmaklıktır. Fen bilgilerini iyi öğrenen, aklı başında bir kimse, yalnız düşünmekle, Allah’ın var olduğunu anlar, bir yaratıcının varlığına inanır. Eseri görerek müessirin, yani eseri yapanın varlığını anlamamak, ahmaklık olur. İyiye ihanet edince, kötüye iyilik edince, akıllıyı sıkıntıya sokunca, ahmağa acıyınca, şerlerinden sakın! Soyu ile övünmek ve kibirlenmek, cahillik ve ahmaklıktır. Kabil, Âdem aleyhisselamın, Kenan ise, Nuh aleyhisselamın oğlu idi, fakat kâfir idiler. 124 www.dinimizislam.com Babalarının Peygamber olması, bunları küfürden kurtarmadı. İnsanın övündüğü soyu, bir avuç toprak oldu. Toprak ile övünmek akla uygun olur mu? Onların salih olmaları ile övünmek yerine, onlar gibi salih olmaya, onların yolunda bulunmaya çalışmalıdır. Kadınların çoğu, güzellikleri ile kibirlenirler. Halbuki güzellik, insanda kalıcı değildir, çabuk gider. İnsana mülk olmaz. Âriyet, emanet olan şeyle kibirlenmek, ahmaklıktır. Nefsine de ki: Ey nefsim, akıllı olduğunu iddia ediyor ve sana ahmak diyenlere kızıyorsun. Halbuki, senden daha ahmak kim var ki, ömrünü boş şeylerle, gülüp eğlenmekle geçiriyorsun. Senin halin, şu katile benzer ki, polislerin, kendisini aradıklarını ve yakalayınca, cezalanacağını bildiği halde, tedbirsiz dolaşıyor. Bu ahmaklık değil mi? Üstünde akrep olan bir kimse, o akrebi üstünden atmaya, onu öldürmeye çalışmayıp da, başkasının yüzüne konan sinekleri kovalamaya çalışması ahmaklıktır. Bir ahmaklık hikayesi şöyledir: Ormanda bir ayının ayağı, kütük arasına sıkışmış, kurtaramıyormuş. Birisi bunu görüp, ayının ayağını kütüğün arasından çıkarmış. Ayı da kendisine iyilik eden bu adama, ormandaki arıların yaptığı petekleri alıp getirmiş. Adam balı yiyince orada uyumaya başlamış. Fakat sinekler, adamın yüzüne konarak rahatsız ediyormuş. Ayı ise, adam rahat uyusun diye sinekleri kovuyormuş. Bakmış kovmakla gitmiyor, sinekleri öldüreyim bari diye, kocaman bir taş alıp, adamın yüzüne konan sineklere vurmuş. Sonucu tahmin ediyoruz. Ayı ahmak olduğu için, sinekleri öldürmek için vurduğu taşın adama zarar vereceğini düşünememiş. Ahmak olmamak lazım. Kendisini ebedi tehlikeye atan akıllı olamaz, ahmaktır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Düşünmüyor musunuz) ikazı çok geçer. Hadis-i şerifte, (Aklı olmayanın dini de yoktur) buyuruldu. (Tirmizi) Ahmaklığın tek kelime ile tarifi, akılsızlıktır. Akılsızlık ise doğuştandır. Kaza kader konusudur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Her şey Allahü teâlânın takdiri iledir. Akıl ve ahmaklık bile.) [Buhari] Hazret-i İsa, (Körleri iyileştirmek, ölüleri diriltmek zor gelmedi. Ama ahmağa, doğru sözü anlatamadım) buyurdu. Ahmaklıkta cahillik de vardır. Cahilliğin ilacı ise ilimdir. Ahmak, hak ile bâtılı ayıramaz ve daha başka zararlar yapar. O halde hak ile bâtılı ayıran ve faydalı şeyleri bildiren Ehl-i sünnet âlimlerine tâbi olan ahmaklığın zararından kurtulur. Ahmaklar, bir adada mahzur kalmış insanlara benzer. Bunlar kendi imkanları ile sahile 125 www.dinimizislam.com çıkamaz. Tecrübeli bir kaptanın gemisine binerlerse sahile kavuşurlar. Binmeyen sahile çıkamaz. Onun için âlimlere uyan kurtulur. Hadis-i şerifte de, (Âlimler rehberdir, âlimlere uyun) buyuruldu. Ahmaktan uzak durmak Sual: Bir arkadaşım var, iyilik olarak yaptığı şeylerin bana zararı dokunuyor. İyi niyetle yaptığı için, bana ahmak gibi geliyor. Ondan uzak durmam gerekir mi? CEVAP Verdiği zararlarının nasıl bir şey olduğunu bilmeden bir şey söylenmez. Belki zarar değil de siz zarar sanmış da olabilirsiniz. Ahmaklık, kârını zararını bilmemek, iyiyi kötüyü ayıramamak, körü körüne bir şeye saplanıp gitmektir. İyilik yapıyorum sanarak kötülük eder, fitneye sebep olur. Susulacak yerde konuşur. Çeşitli zararlara sebep olur. Atalarımız, (Ürümesini bilmeyen it, sürüye kurt getirir) demişlerdir. Bir ayı, kendisine faydası dokunan kişiye iyilik etmek ister. O kişi uyurken, yüzüne konan sinekler rahatsız etmesin diye, onlara taşla vurur. Tabii, o kişinin yüzü de parçalanır. Bunun için, (Akıllı düşman, ahmak dosttan iyidir) demişlerdir. Böyle dostlardan, iyilik yerine zarar gelir. Onlardan uzak durmalıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ahmakla ilgini kes.) [Beyheki] Ahmak insanı iknaya çalışmak da boşunadır. Ona ne söylense faydasızdır. Fayda yerine zararı olur. Tartışmaya hiç gelmez. Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Ahmağa cevap verilmez.) [İslam Ahlakı] Hadis imamlarından İbni Hibban hazretleri de, (Ahmağa verilecek en güzel cevap susmaktır) buyurmuştur. Tartışmak sadece ahmakla değil, herkesle de zararlıdır. (Tartışma, dostların dostluğunu azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır) demişlerdir. Ahmakla görüşmek Sual: (Ahmaklardan uzak durmak gerekir) deniyor. Ahmaklık, bir kimsenin elinde midir? Bir de, herkes ondan uzak durursa, yalnızlığa itilmiş olmaz mı? CEVAP Uzak durun demek, hiç görüşmeyin, yalnız bırakın, tamamen irtibatı kesin demek değildir. Ahmak olan kimse, iyilik ettiğini sanarak kötülük eder, fitneye sebep olur. Susulacak yerde konuşur. Çeşitli zararlara sebep 126 www.dinimizislam.com olur. Bundan dolayı, (Fazla samimi olmamalı, ona sır vermemeli ve onunla konuşurken çok dikkatli olmalı) denmek isteniyor. Doğruyu bulmak için güzel bir dua Sual: Akılla doğruyu bulamaz mıyız? CEVAP Aklımıza uyarsak doğruyu bulmamız çok güç olur. Her fırkadaki insan, “Bu fırka doğru yolda” diyerek ona girmiştir. Bu işte selim olmayan akıl ölçü olmaz. Ölçü olsaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. Dini veya dinsiz fırkalara girenler de, aklına göre bu fırkaları tercih etmişlerdir. Akla uyulursa, insan sayısı kadar fırka meydana çıkar. Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğini vâd buyurmuştur. Rabbimiz vâdinden dönmez. Bunun için, Ya Rabbi! Sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, din düşmanlarına aldanmaktan koru diye dua etmeli, istihare yapmalıdır. Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Bütün Müslümanların da, aynı şekilde dua etmekten çekinmemeleri gerekir. Ya Rabbi hangi fırkadaki Müslümanlar doğru yolda ise, senin rızan hangisinde ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Dua ederken, duanın şartlarını gözetmelidir. Şartlarına uygun dua edilince, dua kabul olur. Dua kabul olunca da, doğru olan, hak olan bulunmuş olur. Aklın tefsiri Sual: Bazı kimseler, (S.Ebediyye’de, insanların, cinlerin ve meleklerin hakkı bâtıl ile karıştırabilecekleri yazıyor. İnsanların içinde Peygamberler de olduğuna göre, Peygamber nasıl hakkı bâtıl ile karıştırabilir? Cinden de evliya olabilir, melekler ise zaten günah işlemez) diyorlar. Bu işin aslı nedir? CEVAP O yazı, Ondördüncü asrın müceddidi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin (Aklın tefsiri) başlıklı yazısında geçiyor. Yazıdaki o kısım aşağıdadır. Yazının tamamı S.Ebediyye’den okunursa iddia sahiplerinin cahilliği iyice anlaşılır. Yazıda; Akıl ikiye ayrılıyor, selim akıl, sakim akıl diye. Selim akıl Peygamberlerde bulunur ve hiç yanılmaz buyuruluyor. Melekler de, (Âdem’e secde edin) emrinden sonra, günah işlemeyecekleri için yanılma söz konusu olmaz. Yani Allahü teâlâ, Peygamberlere de, meleklere de yanılmayacak şekilde akıl vermiştir. Bu akla, selim akıl 127 www.dinimizislam.com dendiği aşağıdaki yazıda bildiriliyor. Yazıda, Peygamber ve melek hakkı bâtıl ile karıştırabilir diye bir ifade geçmiyor. Aklın özelliği anlatılıyor. Akıl, hakkı bâtıl ile karıştırabilir; ama selim olan akıl karıştırmaz buyuruluyor. O halde, Peygamberlerin ve meleklerin hakkı bâtıl ile karıştırdıkları elbette söylenemez. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin yazısının o kısmı şöyledir: (Akıl, anlayıcı bir kuvvettir. Hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayırt etmek için yaratılmıştır. Bunun için, hakkı bâtıl ile karıştırabilecek olan insanda, cinde ve meleklerde akıl yaratılmıştır. Allahü teâlânın kendisinde ve Ona ait bilgilerde, hakkın bâtıl ile karıştırılması olamayacağından, o bilgilerde, akıl yalnız başına senet olamaz. Mahluklara ait bilgilerde, hakkı bâtıl ile karıştırmak mümkün olduğundan, bu bilgilerde aklın işe karışması doğru olur. Akıl, başlıca iki kısımdır: (Selim akıl), (Sakim akıl) Bunların her ikisi de akıldır. Tam selim akıl, hiç yanılmaz, hata etmez. Pişman olacak hiçbir harekette bulunmaz. Düşündüğü şeylerde asla hata etmez. Hep doğru ve sonu iyi olan işlerde bulunur. Doğru düşünür ve doğru yolu bulur. İşleri hep doğrudur. Böyle akıl, ancak Peygamberlerde bulunur. Her başladıkları işte muvaffak olmuşlardır. Pişman olacak, zarar görecek bir şey yapmamışlardır. Evet, akıl hüccettir, doğru yolu gösterir. Fakat, selim olan akıl gösterir, her akıl değil. Demek oluyor ki, selim olmayan akılların, yanıldıkları için, bir hakikati kabul etmemeleri, uygun bulmamaları, bir kıymet bildirmez. Selim olan akıllar, yani Peygamberlerin akılları, din hükümlerinin hepsinin pek yerinde ve doğru olduklarını açıkça görür.) Akılla nakil çakışırsa Sual: (Akılla nakil çakışırsa, akla uyulur) veya (Akılla nakil çelişirse akıl esas alınır, nakil akla göre tevil edilir) sözleri muteber midir? CEVAP Evet, sözler muteberdir; fakat açıklamasını İslam âlimlerinin kitaplarından almak lazımdır. Selim aklın gösterdiği bir hakikat, hiç değişmez. Selim akılla, nakil zaten çelişmez. Aklın da bir anlayış sınırı vardır. Bu sınırın dışında olan bilgileri, akıl bulamaz ve anlayamaz. Akıl, erişemediği şeyleri anlamaya kalkışırsa yanılır, aldanır. Böyle bilgilerde akla güvenilemez. Mesela, Allahü teâlânın sıfatları, Cennette ve Cehennemde olan şeyler, ibadetlerin nasıl yapılacağı gibi şeyler böyledir. Akıl bunlara eremez. Bu bilgilerde akılla nakil 128 www.dinimizislam.com çakışırsa, çelişirse nakle uyulur, aklın yanıldığı anlaşılır. Nakil ile fen bilgisinde çatışma olduğu zaman ise, akla uyulur. Yani nakil, akla uygun olarak açıklanır. (Akılla nakil çakışırsa, akla uyulur) sözü sanki bir kural olarak söylenmiş, bir örnek gösterilmesi imkânsız gibidir. Bunun gibi, (Allahü teâlâyı dünyada görmek caizdir, fakat gören olmamıştır. Gördüm diyen zındıktır) buyuruluyor. Caiz olmak ayrı şey, gördüm demek ayrı şeydir. Akılla nakil çakışırsa, akla uymak caizdir, ama akılla çelişen bir nakil varsa da biz bilmiyoruz. Aklın bittiği yer Sual: (Mirac, aklın bittiği, imanın başladığı yerdir) deniyor. Bu ne kadar yanlıştır. Akıl bitince her şey biter. Akılsız iman olur mu hiç? CEVAP Bir saniyede, Mekke’den Kudüs’e oradan da göklere, cennete, cehenneme gidip geri gelmek aklen mümkün mü? Aklen mümkün olsaydı, bütün müşrikler iman ederdi. Aklen mümkün olmadığı için, sahabe hariç, diğer iman edenler inanmayıp mürted oldular. (Bu kadarı da olmaz) dediler; ama Hazret-i Ebu Bekir aklı devreden çıkarıp, (O demişse elbette doğrudur, bir anda gider gelir) dedi. Bu akılla değil, imanla söylenmiş bir sözdür. Akılla söylenmiş söz olsaydı, kendisine (Sıddık) denmezdi. Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, hocasını tanıdıktan sonra, onu çok sevmesine rağmen, onun işlerine, sözlerine aklı ermiyordu. Baktı, iş felakete gidiyor, aklına değil hocasına uydu. En sonunda gerçeklere vakıf olunca, (Aklımı bıraktım, hocama tâbi olup kurtuldum) buyurdu. Akıl herkeste eşit değildir. En yüksek akıl ile en aşağı akıl arasında binlerce derece vardır. Her işte ve hele dini işlerde akla güvenilemez. Din işleri, akıl üzerine kurulamaz; çünkü akıl bir kararda kalmaz. Herkesin aklı birbirine uymadığı gibi, selim olmayan akıl bazen doğruyu bulur, yanılması ise daha çok olur. En akıllı denilen kişi, uzman olduğu dünya işlerinde bile çok hata eder. Hele ahiret bilgilerinde akla hiç güvenilmez. İnsanların şekil ve ahlâkları gibi, akıl ve ilimleri de, farklıdır. Birinin aklına uygun gelen bir şey, başkasının aklına uygun gelmeyebilir. O hâlde, din işlerinde akıl tam bir ölçü olamaz. Ancak akılla din birlikte olursa, tam ve doğru bir vesika ve ölçü olur. Her ne kadar akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvetse de, her işte ölçü olmaz. Allah’a ait bilgilerde akıl senet olmaz. Akıl, kendi başına dinin emir ve yasaklarını bilseydi, peygamberlere, kitaplara lüzum kalmazdı. Peygamberlerin, aklın üstünde bulunan sözlerini akla danışmaya 129 www.dinimizislam.com kalkışmak, akla aykırı bir iş olur. Engin denizde, acemi kaptanın pusulasız yol almasına benzer. Ahiret bilgileri ve Allahü teâlânın beğenip beğenmediği şeyler ve Ona ibadet şekilleri, eğer aklın çerçevesi içinde olsalardı ve akıl ile doğru olarak bilinebilselerdi binlerce peygamberin gönderilmesine lüzum kalmazdı. İnsanlar, dünya ve ahiret saadetini kendileri bulurdu. Allahü teâlâ, hâşâ peygamberleri boş ve lüzumsuz yere göndermiş olurdu. Hiçbir akıl, ahiret bilgilerini bulamayacağı, çözemeyeceği içindir ki, Allahü teâlâ, her asırda dünyanın her yerine peygamber göndermiş ve en son ve kıyamete kadar değiştirmemek üzere ve bütün dünyaya, peygamber olarak Muhammed aleyhisselamı göndermiştir. Aklı almasa da, Resulullahın bildirdiklerine inanıp amel eden kurtulur. İman ve akıl Sual: Gayba inanmak, yani görmeden inanmak doğru değildir. İnsan anlamadığı şeye nasıl inanır? İlk gelen emir, oku değil mi? Burada da akla hitap var. Mesela şimdi birisi, ben peygamberim, bana vahiy geliyor dese, akılla incelemeden ona hiç inanılır mı? Aklı olmayan mükellef olur mu? Aklın görevi nedir? CEVAP Aklı olmayan kimse, zaten mükellef yani sorumlu olmaz, fakat bu ayrı bir konudur. Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve Resulullah’ın Peygamber olduğunu anlamakta, aklın, felsefi ve tecrübi ilimlerin yardımı büyüktür, fakat bunların yardımıyla Resulullah’a inandıktan sonra, Onun bildirdiği şeylerin her biri için akla, felsefeye ve tecrübi ilimlere danışmak doğru olmaz, çünkü akılla, tecrübe ve felsefe yoluyla elde edilen birçok bilgilerin, zamanla değiştiğini, yenileri bulununca, eskilerinin atıldığını gösteren örnekler literatürlerde az değildir. Seyyid Abdülhakim-i Arvasi hazretleri, imanı şöyle tarif ediyor: (İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmadan, tasdik etmek ve inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, Resulü tasdik etmiş olmaz veya Resulü ve aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz.) İmanın geçerli olması için, gayba iman etmek şarttır. Kur’an-ı kerimde müminler övülürken, (Onlar gayba inanırlar) buyuruluyor. Mesela Cennet, Cehennem gibi şeyler akılla anlaşılmaz, nakille anlaşılır. Allahü teâlâ Cennet var diyorsa vardır, Cehennem var diyorsa vardır, melekler var 130 www.dinimizislam.com diyorsa vardır, cin var diyorsa vardır. Bunlar akılla anlaşılsaydı peygamberlere, kitaplara lüzum kalmazdı. Herkes aklıyla doğruyu bulabilirdi. Namazın nasıl kılınacağı, diğer ibadetlerin nasıl yapılacağı da, akılla anlaşılmaz, nakille anlaşılır. Aklın görevi, naklin sağlam yerden, yani Peygamberden geldiğini anladıktan sonra, hiç tereddüt etmeden ona inanmaktır. Akıl, her şey demek değildir. Sonra herkesin aklı aynı da değildir, onun için akıl, şaşmaz ölçü olamaz. Öyle olsa herkes aynı şeyi söyler, herkes aynı düşünür. Herkes aynı dine, aynı mezhebe inanır, herkes aynı partili olur, farklı görüşe rastlanmaz. Farklı dinler, farklı partiler, farklı görüşler olduğuna göre, akılların da farklı olduğu anlaşılır. Böyle farklı olan akla nasıl güvenilir ki? Onun için nakil şarttır. Nakle inanmak için de, aklı kullanmak şarttır. Mesela akıl, asırlardır doğup batan güneşe bakar, hiç ısısının ve ışığının eksilmediğini görür. Kâinattaki yıldızlara, gezegenlere, insanın vücut yapısına, meyvelere, hayvanlara bakar. Buradan, kâinatın bir yaratıcısı olduğunu anlar ve ona inanır. Bu da, gayba inanmak demektir. Yoksa yaratıcıyı görmesi mümkün değildir. Yaratıcıyı, ancak eserleriyle anlar. Yine akılla, peygamberlere, kitaplara inanır. Orada bildirilenlere inanır. Akılla, Kur’an-ı kerimdeki şeyler doğru mu diye ölçemez. Aklın buradaki görevi, (Bu kâinatı yoktan yaratan Allah, Kur’an-ı kerimde de yanlış şey bildirmez) diye inanmaktır, akıl gerisine karışmaz. İnandıktan sonra da, artık akla değil, nakle itibar eder. Nakilden öğreniyoruz ki; akıl hakla bâtılı, eğriyle doğruyu ayıran bir kuvvettir. Allahü teâlâ Kur’an-ı keriminde, Peygamber efendimiz de hadis-i şeriflerinde, şu doğru, şu yanlış diyor. Akılla bunları öğreneceğiz. Öğrenmeyen milyarlarca insan var, onlar elbette sorumludur. Onlara niye öğrenmedin diye sorulacak. Öğrenmişsen öğrendiğini niye yapmadın diye sorulacak. Naklî bilgilerle doğruyu eğriyi niye bulmadın diye sorulacak. İşte kitap burada, niye bununla amel etmedin diye sorulacak. Kitaba bakmadan, aklınla bunları bil denmeyecektir. Kitabın gönderilmesi doğru ve eğrinin bilinmesi içindir. Akılla bu kitaptan doğru eğri öğrenilir. Akıl kendi başına, kitap olmadan, bu doğruları eğrileri bilemez. Bilebilseydi zaten kitap gönderilmezdi. Kitap gönderildiği halde öğrenmeyip doğruyu eğriyi bilmeyen sayısız insan var. Akılla bunları bilemiyorlar, bulamıyorlar. Demek ki, kitaptan, nakilden öğrenmekten başka çare yoktur. (Ben peygamberim, bana vahiy geliyor) diyen çıksa, bunun doğru mu yanlış mı olduğunu akılla nasıl biliriz ki? Ancak nakille bilinir. Mesela Amerika’da bir deli, (Ben peygamberim, bana vahiy geliyor) dedi. Eğer 131 www.dinimizislam.com bu, akla ters gelseydi, ona binlerce kişi inanmazdı. Hepsi de, kendi akıllarına yattığı için inandılar, ama biz, nakle aykırı olduğu için inanmadık. Muhammed aleyhisselamdan sonra peygamber gelmeyeceğini nakilden öğrendik. Aklımızı değil, naklimizi kullandık. Aklını kullanan binlerce insan, o sapık adamı resul olarak kabul etti. (Ben resulüm) diyen gibi, (Ben mehdiyim) diyen de çıktı. Nakli değil de, aklını kullananların çoğu onu tasdik etti. Biz nakle baktık. Mehdi’nin vasıfları var. Adı Muhammed, babasının adı Abdullah olacak. Gökten bir melek, (Bu Mehdi’dir) diyecek, bunu herkes duyacak. İsa aleyhisselam gelecek, Deccal ile savaşacaklar. Daha bunun gibi yüzlerce mesele var. Bunlar olmayınca, onun Mehdiliğine inanmadık. Aklımızı kullansaydık, diğer cahiller gibi biz de, onun Mehdi olduğuna, sapık fikirlerine inanırdık. Oku emrinin de, akılla hiç ilgisi yoktur. Okumak, nakli bilgileri öğrenmek için yapılır. Naklî bilgileri bilmeden, nasıl neye inanacağımızı bilemeyiz. Din ilimlerini öğrenmek, nakli öğrenmek demektir. Hatta nakle itibar etmeyen kimse, aklının ölçüsünde sapıtır. Kendini ne kadar çok akıllı zannederse, naklî bilgileri de o oranda kendi aklıyla ölçmeye çalışır. Ne kadar akıllı olursa olsun, bir kimsenin ilmi yoksa hiç kıymeti olmaz. İlim demek de, nakli bilmek demektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Dini aklıyla ölçmek kadar zararlı şey yoktur. Böylece helâle haram, harama da helâl denmiş olur.) [Taberani] Hazret-i Ali buyuruyor ki: (Din, akılla olsaydı, mestin üstünü değil, altını mesh ederdim.) [Ebu Davud] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Dinin hükümlerini kendi aklıyla anlamak ve aklı ona rehber etmek isteyen, Peygamberliğe inanmamış olur. Onunla konuşmak akıl işi değildir. (1/214) Din kitabı okumak Sual: Ateist bir dayım var, (Din kitabı okuma, çok ibadet etme, aklını kaybedersin) diyor. Din kitabı okumak ve ibadet etmek akla zarar verir mi? CEVAP Asla zarar vermez, aksine zihnin açılmasına ve aklın kuvvetlenmesine sebep olur. Kötü huydan kurtulmak için, İslamiyet’e uyarak kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak lazımdır. Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini okuyup öğrenmekle mümkündür. Kalbin kuvvetlenmesi yani temizlenmesi de, İslamiyet’e uymakla olur. (İ. Ahlakı) 132 www.dinimizislam.com Vesveseli kimseler, yanlış yaptım sanarak durmadan ibadet ediyorlar. Bunun Müslümanlıkla ilgisi yoktur. Din kitabı okuyup da doğrusunu öğrenmedikleri için vesveseye kapılıyorlar. Sırf Allah'ın varlığını ispat için deliller arayan da, vesvese ve şüphe içine girer. Bu da dine aykırıdır. Namaz kılmak, oruç tutmak gibi ibadetler insanın ufkunu açar, hafızasını kuvvetlendirir. Bunları terk eden günah işlemiş olur. Günah işleyen de unutkan olur, ahmaklaşır, aklı da azalır. Çünkü Peygamber efendimiz, Ebudderda hazretlerine buyuruyor ki: (Aklını artır ki, Rabbine yakınlığın artsın! Haramlardan sakın, farzları yap, akıllı olursun.) [İbni Muhber] (Günah işleyenin bir aklı gider, bir daha geri dönmez.) [İ. Gazali] İbni Mesud hazretleri, (Günah işleyen, bildiklerinden bazısını unutur) buyurdu. (İhya) Peygamber efendimiz akıllıyı şöyle tarif ediyor: (Akıllı, Allah’a ve Peygamberine inanıp ibadetini yapan kimsedir.) [İbni Muhber] (Akıllı, nefsine uymaz, ibadetlerini yapar, ahmak olan da nefsine uyar, günah işler, sonra da Allah affeder diye ümit eder.) [Tirmizi] Felsefe nedir Felsefe nedir Sual: Felsefe nedir? CEVAP Felsefe = Philosophie, Yunanca “philos” [sevgi] ve “sofia” [hikmet] kelimelerinden meydana gelmiş, “hikmet sevgisi” demektir. Felsefe, bir konu üzerinde insanların akıl ve mantık yolu ile inceleme ve araştırmalarla elde ettikleri sonuçlardır. Her şeyin aslını arama ve ne için var olduğunun sebebini bulmak için çalışma demektir. Felsefe ile meşgul olanların, hem ruh, hem de fen bilgilerinde çok derin bilgi sahibi olması gerekir. Fakat bir insanın ne kadar ilmi olursa olsun, yanlış düşünebilir veya yaptığı araştırmalardan yanlış sonuçlar çıkarabilir. İşte bunun içindir ki, felsefe, hiçbir zaman kesin sonuçlar vermez. Bir kere de, bunu işiten insanın kendi akıl ve mantık süzgecinden geçirmesi gerekir. Her felsefenin bir de zıddı vardır. Her iki düşünceyi karşılaştırmak gerekir. Birçok felsefi düşünceler zamanla değişebildiği için hiçbir zaman kesinlik taşımaz. Dinimizdeki nasslar ise kesindir, tartışılmaz. 133 www.dinimizislam.com Her çağda gelen filozoflar, öncekilerin yanlışlarını göstererek kısmen veya tamamen reddettiler. Eski Yunan filozoflarından Eflatun ve Aristo’nun, daha sonra gelen filozoflar üstündeki tesirleri daha uzun sürdü. Bugünkü felsefeyi İngiliz filozofu Bacon ile Fransız filozofu Descartes’in kurduğu kabul edilir. Filozoflar içinde Sokrat, Aristo, Eflatun, Epikuros, Farabi, İbni Rüşd, Bacon, Dekart, Spinoza, Kant, Hegel, Karl Marx, August Compte, Bergson meşhurlarıdır. Bunların hiçbiri, yanlışsız bir sistem kuramamıştır. Filozoflar, iman bakımından üçe ayrılır: 1- Dehriyyun: “Bu âlem böyle gelmiş, böyle gider. Bu âlemin yaratıcısı yoktur” derler. 2- Tabiiyyeciler: Bir yaratıcıya inanırlar; ama ahireti inkâr ederler. 3- İlahiyyun: Bunlar ilk iki görüşü red ederlerse de, Peygamberlere ve bedenen dirilmeye inanmazlar. Yunan felsefecileri, (Kâinat, Allah gibi, ezeli ve ebedidir, Allah cüzi olan şeyleri bilmez, bedeni bir dirilme yoktur) diyorlar. İslam âlimleri, kâinatı ezeli ve ebedi bilen böyle felsefecilere kâfir demiştir. İslam dininde felsefe yoktur. Felsefenin cevap aradığı soruların hepsine, aksi iddia ve ispat edilemeyecek şekilde dinimiz cevap vermiştir. Felsefecilerin uğraştığı her şeyi dinimiz açıklamıştır. Bunlar, tekniğin değişmesiyle değişmez. Batılılar, dinimizdeki tasavvufu, felsefe zannetmişler ve tasavvuf büyüklerine İslam filozofu demişlerdir. İslam felsefesi tâbiri de bu yanlışlıktan doğmuştur. İslam felsefesinden bahsedenler, 72 sapık fırka mensuplarıdır. Bu bozuk fırkaların ortaya çıkışında eski Yunan, Hind ve Acem felsefesinin karıştırılmasının ve âyetlerin, nakle göre değil, akla göre açıklanmasının büyük etkisi olmuştur. Felsefeden farklı ve bir ibadet olan tefekkür ikiye ayrılır: 1- Allahü teâlânın büyüklüğünü, kudretini düşünerek, kendisinin acz ve zayıflığını anlamak, eserden müessire [o eseri yaratana] yol bulmaktır. 2- Fen ilmini, İslam dininin bildirdiklerine uygun, insanların rahatını temin etmek maksadıyla kullanmak için akıl yormaktır. İmam-ı Gazali hazretleri, “Akıl daha kendisinden bile habersizdir. Her şey peygamberlik gerçeğindedir. Bu gerçeğe yapışarak kurtuldum” demiştir. Hazret-i Mevlana; “Hocamı bulunca aklımı bıraktım ve kurtuldum” demiştir. Felsefede kuru akılcılığı yıkan Bergson’a, “Akılcılığı yine akıl ile yıktın” denildiğinde, “İşte aklın atacağı en son adım kendi aczini ve hiçliğini anlamasıdır” demiştir. 134 www.dinimizislam.com İslam dünyasında aklı ölçü alan bir felsefe olmamış, vahye uygun tefekkür olmuştur. Farabi, İbni Sina, İbni Rüşt gibi filozoflar ve bid’at fırkaları, Yunan filozoflarının etkisinde kalıp, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri kendi akıllarına göre yorumladıkları için, doğru yoldan ayrılmışlardır. İnanmak ihtiyaç mı? Sual: İnsanlar niçin Allah’a inanmak ihtiyacı duyarlar? CEVAP Bazı felsefeciler (İnsanda tapma ihtiyacı vardır. Bunun için de, ateşe, güneşe, puta tapanlar olmuştur) diyorlar. İşin aslı ise şöyle: Allahü teâlâ, insana, iyiyi kötüden, hakkı bâtıldan ayırması için akıl vermiştir. Akıl, bir şeyin kendiliğinden olduğunu kabul etmez. Her şeyi bir sebebe bağlar. İnsanın ve insandaki organların ve tabiattaki nizamın yerli yerince yaratılmasını tesadüf olarak kabul edemez. Bunun gibi tabiatta bulunan canlı cansız her şeyin, bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ister istemez kabul eder. Tarihlerde bildirildiğine göre, mecburi olarak bir yaratıcıyı kabul eden insan, bu yaratıcının ateş, güneş gibi şeyler olduğunu zannetmiştir. Çünkü akılla Allahü teâlâyı bilmek mümkün değildir. Allahü teâlâ, her devirde, her yere, en ufak köye kadar her ülkede Peygamberler göndermiştir. Bunlar, Allahü teâlânın varlığını, birliğini ve emirlerini insanlara bildirmişlerdir. Kâinattaki muazzam nizamı veya sadece insanın anatomisini inceleyen bir kimse, bunun büyük bir kudretin eseri olduğuna inanır. Buna inanan kimsenin de, Peygamberlerin bildirdiği dini kabul etmesi gerekir. İnsan bir harikadır İnsan, başlı başına bir harikadır. İnsan vücudunda lüzumsuz bir organ bulunmaması, her organın bir vazife yapması, ayrıca ruh denilen bilinmeyen muazzam bir kuvvetin bulunması, basit bir şey midir? İnsanoğlunun yaratılması yanında, harika olarak kabul edilen şeyler çok basit kalır. Hadis-i şerifte, (Kendini bilen Rabbini bilir) buyurulmuştur. İnsan, kendi vücut yapısını iyi bir tetkik etse, ne muazzam bir varlık olduğunu görür ve kendisini yaratanın varlığına ve birliğine inanır. İlmi olan bir insan, kâinattaki canlı cansız bütün varlıklara bakarak, bunların rastgele yaratılmadığını anlar. Kur'an-ı kerimde, tefekkürün [düşünmenin] önemi bildirilir. Mesela güneş, dünyamıza çok yakın veya çok uzak olsa idi ne olurdu? Çok yakın olsa, sıcak her şeyi yakar, hayat olmazdı. Güneş çok uzak olunca da, dünya gerekli ısıyı alamayacağı için yine hayat olmazdı. Güneşi insanların tam istifade edeceği yere koyan 135 www.dinimizislam.com Allahü teâlânın kudreti sonsuzdur. Gezegenlerin dünyamıza çarpmadan dönmesini inceleyen bir fen adamı, elbette yaratıcıya inanır ve müslüman olur. Kısacası fen ilmine vakıf olan bir ilim adamının, Allah’ı inkâr etmesi mümkün değildir. Normal bir aklın kabul ettiği bir gerçeği inkâr etmek, akla ve ilme uymaz. Merhum Nasreddin Hocanın "Doğduğuna inanıyorsun da öldüğüne niçin inanmıyorsun?" dediği gibi, kâinatı, ayı, yıldızı ve diğer varlıkları gören kimse, bunları yaratan birinin bulunduğunu inkâr ederse, kendi kendini yalanlamış olur. Dünyadaki insanların çoğu, yaratıcıyı kabul etmektedir. Ancak İslamiyet’i incelemedikleri için, kimi 3 tanrı inancına, kimi de, çeşitli hurafelere saplanmıştır. Halbuki doğru tektir. İki nokta arasından yalnız bir doğru geçer. Eğri çizgi ise çok olur. Mühim olan bu doğruyu bulabilmektir. İslam felsefesi ve filozofu yoktur Sual: Bazıları imam-ı Gazali’ye İslam filozofu diyorlar. Âlime filozof denir mi? CEVAP İmam-ı Gazali hazretleri, kendi zamanındaki fıkıh âlimlerinin en üstünü idi. Şafii fıkıh kitapları, hep onun kitaplarından vesikalar vermektedir. Bu büyük İslam âlimine ve benzerlerine, (İslam filozofu), yazılarına ve bütün (İlm-i kelam), yani (Akaid) kitaplarına da, (İslam felsefesi) diyorlar. Halbuki, İslamiyet’te felsefe yoktur. İslam âlimleri, filozof değildir. Felsefe, din, ruh ve ictimai bilgi cahillerinin, bu bilgilerden, kendi kısa akılları ile ve zamanlarındaki fenni keşiflere göre, anladıklarına, yani bozuk düşüncelerine denir. İslam âlimlerinin kitapları ise, ilim sahiplerinin, Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkardıkları bilgilerdir. İslam bilgilerine felsefe demek, pırlantayı cam parçalarına benzetmek gibidir. İslam âlimlerine felsefeci demek de, pırlantaya cam demek gibi olup, bu yüksek âlimlere hakaret etmek olur. Din düşmanlarının âlimlerimize saldırması Din düşmanlarının, dine ve din âlimlerine saldırması yadırganmaz. Âlimlerin de meşhur ve tesirli olanlarına saldırırlar. Özellikle imam-ı Gazali hazretleri, onlar için hedef tahtasıdır. Dinimizi içten yıkmaya çalışan reformcular da, aynı şeyi yapıyorlar. Bazı ahmaklar da, meşhur olmak için cami duvarını kirletmeyi, yani İslam âlimlerine saldırmayı tercih ediyorlar. İslam âlimi kime denir? Her dalda uzman olan âlimler vardır. Fıkıh âlimi, hadis âlimi, tasavvuf âlimi, kelam âlimi, fen âlimi gibi. Bunların hepsini bilene İslam âlimi denir. Bilmek de yetmez. Bildikleri ile amel 136 www.dinimizislam.com etmesi ve ihlaslı olması da şarttır. Onun için ilim, amel ve ihlas sahibi olan müslümana İslam âlimi denir. Bu üçünden biri noksan olana kötü din adamı, yobaz denir. Mason Abduh, çömezi mezhepsiz Reşit Rıza ve günümüzde bunların peşinden giden bid’at ehli birer yobazdır. İslam âlimi, dinin bekçisi, yobaz ise, şeytanın yoldaşıdır. Dört mezhebin imamı, imam-ı Rabbani ve imam-ı Gazali gibi müctehidler, İslam âlimidir. İşte Resulullah efendimiz, bu âlimler için, (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) buyurdu. (İbni Mace) İmam-ı Birgivi, “İslam âlimlerince yazılan bir din kitabına hakaret etmek, bu âlimlerden biri ile alay etmek ve saygı göstermek gereken bir şeye hakaret etmek, hakaret edilmesi gereken bir şeye saygı göstermek küfürdür” buyuruyor. Mezhepsizler, demagojiyi iyi becerirler. Mesela imam-ı Birgivi’nin yukarıdaki sözünü alarak, “Sizler çelişki içindesiniz, Efgani ve Abduh gibi âlimleri kötülediğiniz için kâfirsiniz” derler. Aynı mantıkla, imam-ı Gazali hazretlerine saldırırlar. “Gazali, İslam filozoflarına kâfir diyor, Kur’ana aykırı hadisleri İhya’sına almıştır, sahih hadisle, uydurma hadisi ayıramazdı. Gazali şimdi yaşasaydı İhya’yı yazmazdı” gibi hezeyanlarda bulunuyorlar. Mezhepsizler, bir hadisin Kur’ana aykırı olduğunu biliyor da, koca imam bilemiyor mu? Büyük âlim İbni Hacer-i Mekki hazretleri, imam-ı Gazali hazretlerinin yazılarında kusur bulan kimse, ya hasetçidir veya zındıktır buyuruyor. (El- i’lam bi-kavâti’il-islam) İbni Âbidin hazretleri, imam-ı Gazali, zamanının hüccet-ül-İslamı ve âlimlerin en üstünü idi. Ona dil uzatan kimse, cahillerin en cahili, fâsıkların en kötüsüdür buyurdu. (El-Ukud-üd-dürriyye) Kâtip Çelebi, Bütün din kitapları yok olsa, imam-ı Gazalinin kitapları, bu boşluğu doldurabilir, hatta İhyâ’sı bile kâfi gelir diyor. Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de, imam-ı Gazali’nin İhyâ kitabı, bütün âlimlerce doğru ve yüksektir. Bir gayrı müslim, severek yapraklarını çevirirse, müslüman olmakla şereflenir buyuruyor. Felsefe zamanla değişir, din asra göre değişmez Sual: Bir yazar diyor ki: (Felsefe camilere de girmelidir. Camilerde, resim sergileri açılmalı, klasik müzik konserleri verilmelidir. Kur'an, Cennete gitmek için bir vize kitabı oldu. İctihad kapısı artık açılıp yeni yorumlar yapılmalı, Kur'an felsefeleşmeli, Kur'an tefsirleri yeniden gözden geçirilmeli, zamana göre yeniden yorumlanmalıdır. Ben Londra’da kilisede, felsefe konuşmaları, Beethoven ve Mozarttan örnekler dinledim. Resim sergileri izledim. Kilisede olanlar, camide de olmalıdır.) 137 www.dinimizislam.com Bu iddiaya cevap verir misiniz? CEVAP Felsefenin ne olduğu geniş olarak izah edilmişti. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: (Felsefe, doğru gibi görünen, fakat çoğu bozuk olan sözlerdir. Tecrübeye, hesaba dayanmayan şahsi düşüncelerdir.) [Redd-ül-muhtar] Kur'an-ı kerimde âyetler ikiye ayrılır: Anlamı açık olanlara (Muhkem âyetler), manası açıkça anlaşılmayanlar, ayrıca tefsire, izaha muhtaç olanlara (Müteşabih âyetler) adı verilir. Hadis-i şerifler de, muhkem ve müteşabih olmak üzere iki kısımdır. Bunları tefsir etmek mecburiyeti, İslam dininde (İctihad) müessesesinin kurulmasına sebep olmuştur. Peygamber efendimiz de, bizzat ictihad yapmıştır. Onun ve Eshab-ı kiramın ictihadları, İslam bilgilerinin temelidir. 5. Abbasi halifesi Harunürreşid zamanında, Bağdat’ta (Dar-ül-hikmet) isminde büyük bir tercüme bürosu kuruldu. Bağdat, Şam, Harran, Antakya gibi yerlerde, böyle ilim merkezleri kurulmuştu. Buralarda Yunancadan ve Latinceden eserler tercüme edildi. Hind, Fars kitapları da bunlara eklendi. Gerçek Rönesans = eski kıymetli eserlere dönüş, ilk defa Bağdat’ta başladı. Yunan filozoflarının eserleri Arabiye tercüme edildi. İslam âlimleri bunları dikkat ile tetkik ettikten sonra, Yunan filozoflarının bazı fikirlerinin doğru, ekserisinin de yanlış olduğunu ispat ettiler. Onların, fen ve din bilgilerinin çoğunda cahil oldukları, aklın anlayamadığı bilgilerde, daha çok yanıldıkları görüldü. İmam-ı Gazali, imam-ı Rabbani gibi hakiki âlimler, bu felsefecilerin iman bilgilerine inanmadıklarını görmüşler, küfürlerine sebep olan yanlış inanışlarını bildirmişlerdir. Hakiki İslam âlimleri, kelam bilgilerinde, Müteşabih âyet ve hadislerin açıklamalarında, yalnız Resulullahın ve Eshab-ı kiramın ictihadlarına uymuşlar, eski felsefecilerin bunlara uymayan fikirlerini reddetmişler, böylece İslam dinini, hıristiyanlık gibi bozulmaktan korumuşlardır. Cahiller ise, filozofların her sözlerinin doğru olacağını sanarak, bunlara teslim olmuşlardır. Böylece Mutezile denilen bozuk bir İslam fırkası meydana çıktı. İslam felsefesi olmaz İslam’a felsefeyi karıştırarak, Eshab-ı kiramın yolundan ayrılan 72 fırkanın felsefelerini, İslam âlimleri uzun bildirmişlerdir. Bu büyük âlimlerden biri, Seyyid Şerif Cürcanidir. Şerh-i Mevakıf kitabı, bu vesikalarla doludur. Kelam âlimlerinden Sadeddin-i Teftazani de, Şerh-i akaid kitabında, bid'at felsefesini kökünden yıkmıştır. Muhammed Şihristaninin El-milel ven-nihal kitabı ise, başından sonuna kadar, bu 138 www.dinimizislam.com reddiyelerle doludur. UNESCO tarafından Avrupa dillerine tercüme edilmiş, İslamiyet’te felsefe bulunmadığını ve İslam felsefesi sözünün yanlış olduğunu bütün dünya anlamıştır. İmam-ı Gazali hazretleri, metafiziği de incelemiş, El-münkız ve Tehafüt-ül-felasife kitaplarında, felsefecilerin yalnız akla dayandıklarını, çok yanıldıklarını bildirmiştir. 72 bid'at ehli, Yunan filozoflarının etkisi altında kalarak, felsefeyi dine karıştırıp İslamiyet’i yaralamışlardır. Bir taraftan, eski yunan felsefesini din bilgilerine karıştırmışlar, bir yandan da, kendi görüşlerine, düşünüşlerine göre din bilgilerini değiştirmişlerdir. Cennete gideceği müjdelenen bir fırkanın [ehl-i sünnet vel cemaat fırkasının] âlimleri ise, din bilgilerini, Eshab-ı kiramdan aynen almışlar, felsefeyi ve kendi düşüncelerini bu bilgilere karıştırmamışlar, bu bilgileri, kendi akıllarından üstün tutmuşlar ve İslam dinini noksan sanıp, felsefe ile tamamlamaya kalkışan bir aklın noksan olduğunu ispat etmişlerdir. Cami ve kilise Bir kimsenin ihtisası dışında ilmi konularda konuşması ne kadar uygunsuz oluyor. Hıristiyanlık, Müslümanlıkla aynı mı da, kilisede olanlar, camide olmalı deniyor? Niçin kilisede olan camide olmalıdır? Eğer kilisede olan, camide olacaksa, ne diye Müslümanlık gelmiştir? Herkes Hıristiyan olur, kilisede müzik konseri verir, resim sergisi açar ve her istediğini yapar. Fakat Müslüman olan, camide her istediğini yapamaz. Allahü teâlâ ne istiyorsa, ancak onu yapar. Kilisede konser var diye camiye de sokarsak, kilisede put var diye camiye put koyarsak, kilisede şarap var diye camiye şarap koyarsak, caminin şeytanın evi olan kiliseden ne farkı kalır? İmam yerine bir de papaz getirilir. Camiyi kiliseye çevirerek müslümanları hıristiyanlaştırmak mı istiyor? Her derneğin bir tüzüğü vardır. Kiminde, (18 yaşından küçükler giremez) yazılıdır. Bir çocuk severler derneğine, her yaştaki çocuk geliyor diye, bu derneğe de, 18 yaşından küçük olanı almak tüzüğe aykırı olmaz mı? Bunun gibi İslam dininin de, belli hükümleri vardır. Kilisenin kanununa uyulmaz, Müslümanlığın kanununa uyulur. Müzik her dinde günahtır Müzik kelimesi, Yunanlıların büyük putları olan Zeüsün kızları sayılan Mausa (Müz) denilen 9 heykelin adından alınmıştır. Müzik, İlahi dinlerde büyük günahtır. İncilin yasak ettiği müziği, sonradan papazlar, Hıristiyanlığa soktular. Bozuk dinler, ruhları besleyemediği için, müziğin nefse hoş gelmesi ruhani tesir sanıldı. 139 www.dinimizislam.com Batıdaki müzik, kilise müziğinden doğdu. Bugün yeryüzünü kaplayan bozuk dinlerin hemen hepsinde, müzik ibadet halini almıştır. Müzikle, nefsler keyiflenmekte, şehvani duygular rahat bulmakta, ruhun gıdası olan ibadetler unutulmaktadır. İnsanı, alkolik ve morfinman gibi gaflet içinde, uyuşuk yaşatmaktadır. Böylece çok kimsenin ebedi saadetten mahrum kalmasına sebep olmaktadır. İslam dini, insanları bu felaketten korumuştur. Dinde reform isteyen zat ise, camide müzik konseri vererek, bizi bu felakete itmek istiyor. Ayrıca, Kur'an-ı kerimin felsefeleşmesini isteyip, (Kur'anı yeniden yorumlayıp zamana uydurmalı) diyor. Kur'an-ı kerimin zamana uymayan nesi vardır? Müslümanları Kur'an-ı kerime uydurmayıp da, Kur'an-ı kerimi zamanımızdaki insanlara uydurmak, ne kadar çirkin bir tekliftir. Her kafadan bir ses çıkartıp, Müslümanlığı Hıristiyanlık gibi bozmak mı istiyor? “Kur'anı her çağda, o asrın teknolojisine göre yeniden tefsir etmek gerekir” diyerek Kur'an-ı kerimi asra uydurmaya çalışmak çok yanlıştır. Tefsir, moda kitabı değildir. Her çağa, göre değişik tefsir olmaz. Dinimiz eksik mi ki tamamlanacaktır? Yoksa fazlalık mı var ki çıkarılacaktır? Dinde eksiklik ve fazlalık olmadığı için yeni bir tefsire ihtiyaç olmaz. Dine yeni bir şey eklemek bid'at olur. Her çağa göre değişik tefsir yazmak, dini her asırda, bozmak demektir. Kur'an-ı kerimin manasını, onun muhatabı olan Muhammed aleyhisselam bize bildirmiştir. Doğru tefsir kitabı Onun hadis-i şerifleridir. Tefsir âlimleri, tefsirlerini, Peygamber efendimizden ve Eshab-ı kiramdan naklederek meydana getirdiler. Bunların tefsirleri her asra uygundur. Kur'an-ı kerimin emirleri, her asırdaki insan için aynıdır. Önceki asırlar için başka, sonraki asırlar için başka manası yoktur. Kur'an-ı kerimi en iyi bilen Peygamber efendimizdir. Onun açıklamaları bellidir. Bundan farklı açıklamak, dini değiştirmek olur, reform olur. Din, asra göre değişmez Her asırda, her insana gereken iman ve ibadet aynıdır. Asra göre bunlar değiştirilemez. “Zaman sana uymazsa, sen zamana uy” sözü doğrudur. Zamana uymak, zamanın gerektirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve âdete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an ve hadislere], delile dayanan hükümler zamanla değişmez. Dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle, kamyonla giderken, kağnı ile gitmek gerek diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna 140 www.dinimizislam.com uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine, zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, (köye sor) denilmiştir. (Yusuf 82) Türkçe’de de, (şu sınıf tembel) denir. Burada anlatılan, sınıfın kendisi değil, oradaki talebelerdir. Zamana uymak da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak demektir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz. Filozof ve hükema Sual: Filozof ve hükema aynı şey midir? CEVAP Hükema’nın tekili hakîm’dir. Fen bilgilerini iyi bilen, hikmet sahibi âlim demektir. Din bilgilerini, fen bilgilerine göre değiştiren ve kendi görüşünü din gibi anlatan, felsefe yapan kimseye filozof ve dinde reformcu denir. Bunlar nakle itibar etmez, kendi akıllarını esas alırlar. Din bilgilerini, fen bilgileriyle ispat eden Müslümanlara ise hükema denir. Tasavvuf ve felsefe Sual: Tasavvuf ehlinin felsefi fikirleri var mı? CEVAP Tasavvuf ehli, felsefeye bulaşmadı. (Kur’an-ı kerimi tam anlayabilmek ve hakiki müslüman olmak için Peygamber efendimizin yalnız emir ve yasaklarına değil, ahlakına ve her hâline uymalıdır) derlerdi. Tasavvuf ehlinin yollarının esası şunlardır: 1) Fakirlik: Her işte, her şeyde Allahü teâlâya muhtaç olduğunu bilmektir. 2) Zühd ve takva: Her işte İslamiyet’e uymaktır. Dinin bütün ahkamına tamamen uyarak çalışmak, iyilik yapmak ve boş zamanlarını ibadet ile geçirmektir. 3) Tefekkür, sükut ve zikir: Hep Allahü teâlânın varlığını, nimetlerini düşünmek, lüzumsuz konuşmamak, hiç kimse ile münakaşa etmemek ve daima Allahü teâlânın ismini zikretmektir. 4) Hâl ve makâm: Kalbe gelen nurlarda, kalbin, ruhun temizlenme derecesini anlamak, kendini ve haddini bilmektir. En meşhur ve ilk tasavvuf ehli Hasan-ı Basri hazretleridir. Bu zat, öyle büyük bir din âlimidir ki, büyük bir imam [müctehid] idi. Kuvvetli seciyesi, derin ilmi ile meşhurdur. Vaazlarında herkesin gönlüne Allah korkusu telkin 141 www.dinimizislam.com etmeye çalışmıştır. Kendisinden birçok hadis-i şerif rivayet edilen büyük bir hadis âlimidir. Mutezile felsefesinin kurucusu (Vâsıl bin Atâ), bu zatın talebesi iken, sonradan onun dersinden ayrıldı. Mutezil, ayrılan demektir. Mutezile’ye Kaderiyye de denir. Çünkü bunlar, kaderi inkâr edip, (Kul kendi yaptıklarının yaratıcısıdır. Allah hiçbir zaman fenalık yaratmaz) derler. Tasavvufun gayesi, insanı Marifet-i ilahiyye’ye kavuşturmak, yani Allahü teâlânın sıfatlarını tanıtmaktır. Onun zatını, yani kendisini tanımak mümkün değildir. Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), (Allahü teâlânın zatını düşünmeyiniz. Onun nimetlerini düşününüz) buyurdu. Yani, Onun kendisinin nasıl olduğunu değil, sıfatlarını ve insanlara verdiği nimetleri düşünmelidir. Bir defasında da, (Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşündüğün zaman, hatırına her ne gelirse, bunların hiçbiri, Allah değildir) buyurdu. İnsan aklının kapasitesi, sahası sınırlıdır. Bu sınırın dışında olanları anlayamaz. Bunları düşünürse, yanılır. İnsan aklı, insan düşüncesi, din bilgilerindeki incelikleri, hikmetleri anlayamaz. Bunun için, din bilgilerine felsefe karıştıranlar, dinimizin gösterdiği doğru yoldan ayrılır, bid’at ehli veya kâfir olur. İslam felsefesi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri, (İslam bilgilerinin ölçüsü, insan aklı, insanın düşüncesi değil, muhkem olan [manaları açık olan] âyet-i kerimeler ve hadis-i şeriflerdir) buyuruyorlar. Tasavvufun esası, insanın kendini (aczini, zavallılığını) tanımasıdır. Tasavvuf, sırf Allah sevgisi, yüce [ulvi] aşk esası üzerine kurulmuştur. Buna da ancak, Muhammed aleyhisselama uymakla kavuşulabilir. Kur’an-ı kerimde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teâlâ, insanın kalbine tecelli eder. Fakat, bu tecelli yalnız Allahü teâlânın sıfatlarının tecellisidir. Akıl ile alakası yoktur. Tasavvuf ehli, Allahü teâlânın tecellisini kalbinde duyar. Onun için tasavvuf ehline ölüm bir felaket değil, güzel ve tatlı bir şeydir. Tasavvuf ehlinden Mevlana Celaleddin-i Rumi, ölüme, Şeb-i arus = Düğün gecesi adını vermiştir. Tasavvufta, keder ve ümitsizlik yoktur. Yalnız sevgi ve tecelliler vardır. Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, mecusi, puta tapan da olsan gel! Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da, gel) diyor. [Bu, gel de öyle kal demek değildir. Müslüman değilsen müslüman ol, günahkâr isen tevbe et, önceki halinden dolayı ümitsiz olma, Allahü teâlâ tevbe edilip bir daha yapılmayan her günahı affeder demektir.] Bu sözler, başka zatlara da nispet edilmektedir. 142 www.dinimizislam.com Tasavvuf ehli arasında, imam-ı Rabbani, Cüneyd-i Bağdadi, Seyyid Abdülkadir-i Geylani, Mevlana Celaleddin-i Rumi, Seyyid Abdülhakim Arvasi gibi büyük veliler, Sultan Veled, Yunus Emre, Mevlana Halid-i Bağdadi gibi Hak aşıkları vardır. Vahdet-i vücud, tasavvufun gayesi değildir. Gayeye götüren yolculuklarda, kalbde hasıl olan ve akıl ile, fikir ile, madde ile ilgisi olmayan bilgilerdir. Bunlar kalbde bulunmaz, kalbde görünür. Onun için, vahdet-i vücud yerine Vahdet-i şühud demelidir. Kalb, temizlenince, ayna gibi olur. Kalbde görünenler, Allahü teâlânın zatı da, sıfatları da değildir. Sıfatlarının suretleridir. Allahü teâlâ kendi, görme, işitme, bilme gibi sıfatlarının suretlerini, benzerlerini, insanlara vermiştir. Verdikleri Onunkiler gibi değildir. Onun görmesi, ezelidir, ebedidir. Her zaman, her şeyi görür. Vasıtasız, âletsiz devamlı görür. İnsanın görmesi böyle değildir. İnsanın görmesi, o görmenin sureti, zıllidir. Görmesinin zılli gözde, işitmesinin zılli kulakta tecelli ettiği gibi, sevmesi, bilmesi ve başka birçok sıfatlarının zılleri de, insanın kalbinde tecelli eder, hasıl olur. Gözün görebilmesi için, hasta, bozuk olmaması gerektiği gibi, kalbin de, bu tecelliye kavuşabilmesi için, hasta olmaması gerekir. Kalbin hasta olması, günahlar ile kararmasıdır. Günahlardan kaçıp ibadet ederek kalbi temizlemelidir. Vehbi ilim ve ilham Vehbi ilim ve ilham senet değildir Sual: “Vehbi ilim, Allah tarafından ilham edildiği için kesbi ilme zıt düşerse, vehbi ilmi tercih ederiz" demek uygun mudur? Vehbi ilim dinde senet olur mu? CEVAP (Vehbi ilmi tercih ederiz) demek çok yanlış bir düşünce ve harekettir. Çünkü dinde senet yalnız edille-i şeriyyedir. Bunlar, Kitab, Sünnet, İcma ve Kıyas’tır. Akıl, ilham, rüya dinde senet olmaz. Çünkü, ilhamlara ve rüyalara, vehim, hayal ve şeytan karışabilir. Karışmamış olanları da, tevilli, tabirli olabilir. Doğruları, eğrilerinden ayırt edilemez. Evliyanın ilhamı başkalarına senet olamaz. İlham, Allah tarafından kalbe gelen bilgi demektir. Ehlullahın ilhamlarının doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Dine sarılmayan, bid'atten sakınmayan kimsenin söyledikleri, nefsten ve şeytandan gelen bozuk fikirlerdir. İlm-i ledünni ve ilham, Muhammed aleyhisselama uyanlara ihsan olunur. Bu ihsana kavuşanlar, Kur'an-ı 143 www.dinimizislam.com kerimi ve hadis-i şerifleri iyi anlar. Her sözü bunlara uygun olur. Bugün din bilgileri, ancak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından öğrenilir. İlham senet değil Ehl-i sünnet âlimleri buyuruyor ki: İlham ile dinimizin hükümleri anlaşılamaz. Yani, Allahü teâlânın, evliyanın kalblerine verdiği bilgiler, helal ve haramlar için delil, senet olamaz. Resulullah efendimizin mübarek kalbine gelen ilham, her müslüman için senettir. Her müslümanın bunlara uyması gerekir. Evliyanın ilhamı İslamiyet’e uygun ise, yalnız kendisine senettir. Başkalarına senet olamaz. Buhari’deki hadis-i şerifte, (İlim üstaddan öğrenilir) buyuruldu. Marifet ise ilham ile hasıl olur. İlim, ilham ile hasıl olmaz. İlmin kaynağı Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerdir. (Berika s.385) Mearif-i ilahiyye bilgileri, ilham ile hasıl olur, hocadan öğrenilmez. İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri ise, üstaddan öğrenmekle elde edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378) İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: (Kıyas ve ictihad, dinin dört temelinden birisidir. Buna uymaya emrolunduk. Evliyanın keşf ve ilhamları böyle değildir. Bunlara uymaya emrolunmadık. İlham, yalnız sahibi için delildir, başkaları için senet değildir.) [m. 272] (Evliyanın keşfinde hata etmesi, yanılması, müctehidlerin ictihadda yanılması gibidir; kusur sayılmaz. Bundan dolayı, Evliyaya dil uzatılmaz. Müctehidlere uyanlara, onların mezhebinde bulunanlara da, hatalı işlerde sevap verilir. Evliyanın yanlış ilhamlarına uyanlara, sevap verilmez. Çünkü ilham, ancak sahibi için senettir. Müctehidlerin sözü ise, mezhebinde bulunan herkes için senettir. O halde, Evliyanın yanlış ilhamlarına uymak caiz değildir. Müctehidlerin hata ihtimali olan sözlerine uymak ise vaciptir.) [m.31] Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa (Tasavvuf büyüklerinden birkaçı, kendilerini hâl ve sekr kaplayınca, doğru yolun âlimlerinin bildirdiklerine uymayan bilgiler, marifetler söylemişler ise de, keşf yolu ile anladıklarını bildirmişlerdir. Bunun için, suçlu sayılmazlar. Bunlar ictihadında yanılan müctehidler gibidir. Onlar gibi, bunların yanılmalarına da bir sevap verilir. Böyle, birbirine uymayan bilgilerde, hep Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğrudur. Çünkü bunların bilgileri, Peygamberlik kaynağından alınmıştır. Bu bilgiler, vahiy ile bildirilmiştir. Elbette doğrudur. Tasavvuf büyüklerinin marifetleri ise, keşf ve ilham ile anlaşılmaktadır. İlhamın, doğruluğu kesin değildir. İlhamın doğru 144 www.dinimizislam.com olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmaması ile anlaşılır. Kıl ucu kadar uygunsuzluk bulunursa, yanlış demektir. İşin doğrusu böyledir. İşin doğrusu bilinince, buna uymayan ilhamların, sapıklık oldukları anlaşılır.) [m.112] İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani hazretlerinin bu yazıları ile diğer âlimlerin yazıları, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına aykırı olan ve yanlış olarak vehbi ilim mahsulü denilen sözlerin veya kitapların bozuk olduğunu göstermektedir. Böyle görüş veya kitapların vehbi ilimle de bir alakası olmadığı ilim ehlince kolayca anlaşılır. Kesin olan edille-i şeriyyedir Sual: Bir arkadaş, (Edille-i şeriyyeye [dört delile] aykırı olsa da, evliyanın ilhamları senettir) diyor. Aşağıdaki sözleri senet olur mu? CEVAP Bir ilhamın veya kitabın doğru olup olmadığı edille-i şeriyye ile anlaşılır. İlham adı altında dine aykırı şeyler söyleniyor veya yazılıyorsa hiç kıymeti yoktur. İmam-ı Rabbani hazretleri gibi bütün büyük âlimler, (İlham senet değildir. Kesin olan edille-i şeriyyedir. Bunlara aykırı olan ilhamlar senet olamaz) buyuruyor. Bildirdiğiniz sözlere bakalım: Büyük ilim adamı [Mason] Abduh, bir üstaddır deniyor. Bu bir ilhamsa yanlıştır. Abduh mason olmasa bile, mezhepsiz biridir. Mazlum olarak ölen Hıristiyan Cennete gider deniyor. Bu bir ilhamsa yanlıştır. Çünkü edille-i şeriyyede [dört delilde], her çeşit kâfirin ebedi olarak Cehenneme gideceği bildirilmiştir. Dağda çölde kalıp da İslamiyet’i duymamışsa, bunlar Cehenneme gitmez, imanları olmadığı için Cennete de gitmez, hayvanlar gibi yok edilir. İlhamın doğruluğu, vahiy kadar değilse de, şüphe götürmeyecek kadar kesin deniyor. Bu da yanlıştır. İlhamı vahye benzetmek çok tehlikelidir. O zaman dinimizin dört delili nerede kaldı? Akıl eskiden senet değildi, şimdi ise senettir ve akılla Allah’ı ispat edemeyenin imanı muteber değildir deniyor. Bu da dört delile aykırıdır. Akıl, sadece şiilerce hüccettir. Akla, normalden, yani dinin verdiği ölçüden fazla önem veren, dini aklı ile ölçen mutezile fırkasıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.) [Taberani] İman tahkik edilmedikçe muteber olmaz deniyor. Bu ilhamsa bu da yanlıştır. Çünkü dinimizin bildirdiği iman, acaba doğru mu diye tahkik 145 www.dinimizislam.com edilmez yani araştırılmaz. İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Ben Mehdi’yim, falanca da İsa’dır sözü ilhamsa, bu da yanlıştır. Çünkü Hazret-i Mehdi’nin adı Muhammed, babasının adı Abdullah olacaktır. Gökten bir melek (Bu Mehdi’dir) diyeceği hadis-i şerifle sabittir. Kıyamet şu tarihte kopacaktır deniyor. Bu bir ilhamsa, bu da yanlıştır. Çünkü bu ifade âyet ve hadislere aykırıdır. Kıyametin ne zaman kopacağı bildirilmemiştir. Güneşin batıdan doğması, Deccalin çıkması gibi, sadece alametleri bildirilmiştir. Bazı gruplar, (Kıyamet falanca tarihte kopacak) diyerek halktan para toplamışlar, dedikleri tarih gelip geçtiği halde kıyamet kopmamıştır. Hemen her grupta, (Kıyamet şu tarihte kopacak) diye yanlış bir ilham bulunmaktadır. Hatta Yehova şahitleri denilen hıristiyanların lideri Charles Russel de 1914’te kıyamet kopacak demişti. Yehovacılar, (İsa’nın dünya krallığı başladı) diyerek, devletlerin sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya atmışlardır. Bu tarihler, 1914, 1918, 1925 ve 1975’tir. Tabii hepsi de boşa çıkmıştır. 19 cular da birkaç tarih verdi. Şu kıyameti bir türlü koparamadılar. Ben evliyayım diyerek, kendi grubundan olmayan müslümanlara kâfir diyenler çoğalıyor. Unutulmamalı ki, müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olur. Din kimsenin tekelinde değildir. Bölücülük yapmamalıdır. Dinde şahsi görüş olmaz Sual: Dinde şahsi görüş olur mu? Zamanla değişiklik yapılabilir mi? CEVAP Dinde şahsi görüşlerin yeri yoktur. Dinde nakil esastır. Akla göre din olmaz. İslamiyet, nakle dayanan, selim akıl dinidir. Selim akıl, yanılmayan akıldır. Birinin aklına uygun gelmeyen bir şey, selim akıl sahibi için uygun gelebilir. Akla göre din olsa, insan sayısı kadar din olur. İslamiyet’te aklın ermediği şey çoktur. Fakat, selim akla uymayan bir şey yoktur. Bazıları, (İslam artık toplumun gereklerine göre değişmelidir. Mesela (Teknoloji ilerledi, Avrupa uygarlığı benimsenmelidir, kadınlar daha özgür olmalıdır) diyorlar. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Yapacakları değişiklikle, dini düzelteceğini sanıp dinin noksanlığını tamamladığını söyleyenler çıkıyor. Halbuki din noksan değildir. Kur’an-ı kerimde mealen, (Bugün sizin için dininizi ikmâl eyledim, üzerinize 146 www.dinimizislam.com olan nimetimi tamamladım, size din olarak İslamiyet’i vermekle razı oldum) buyuruldu. Dini noksan sanıp, tamamlamaya [reform yapmaya] çalışmak, bu âyeti inkâr olur.) [m.260] Dini insanlar çıkarmadı ki insanlar değiştirsin. Kadının nasıl giyineceğini insanlar tespit edemez ki. Allahü teâlâya inanan kimse, O ne demişse ona inanması gerekir, uyarsa daha büyük nimettir. (Ben hepsini uygulayamıyorsam da hepsine inandım, kabul ettim, beğendim) demelidir. Yoksa, günaha alışıp da bu günah mubah olmalıydı veya (bu asırda bu da günah olur mu) demek, Allahü teâlâya inanmamak olur. Böyle söyleyenler Allahü teâlâya inanmıyorlar, inansalar böyle demezler. Allahü teâlâ her şeyi bilmez mi, bugünkü toplumu bilmiyor muydu? İslam’da reform demek ben Allah’a inanmıyorum demektir, yahut Allahü teâlâyı basit bir varlık gibi görüp bu işi iyi yapmamış demektir. Hâşâ Allahü teâlâ, yirminci, otuzuncu asırlarda toplumların duyacakları ihtiyaçları bilememiş mi? Toplumun ihtiyacı var diye dini değiştirmek dini yıkmak olur. Birinin çıkıp açıktan açığa, (ben İslam dinini yıkacağım) dediğini gördünüz mü hiç. Elbette demez. Niye desin ki, o zaman onu herkes tanıyacak, gerçek suratını herkes görecektir. Ama dini kuralları bozarak bu çirkin emeline ulaşmaya çalışır. Peygamber efendimiz, (Âlimler benim vârisimdir) buyuruyor. Mezhepsizler ise, düşünce özgürlüğü diyerek Ehl-i sünnet âlimlerine saldırıp, (Âlimlere göre değil, hakka göre ölç!) diyorlar. Hakkı biz biliyoruz da, âlimler bilmiyor mu? Hakkı, âlimler bilemezse biz nasıl bileceğiz? (Elimizde temel ölçü olarak Kur'an olduğuna göre hakkı bâtıldan ayırırız) diyorlar. Peki, âlimlerin ellerinde Kur'an-ı kerim yok muydu? Onlar yanılabiliyor da mezhepsizler niye yanılmıyor? Bütün maksatları âlimler köprüsünü yıkmaktır. Bunlar, fikir anarşisi çıkartmak, hak ile bâtılı karıştırmak ve hak yol üzerindeki köprüleri yıkmak istiyorlar. Ehl-i sünnet âlimlerinin kurduğu köprüleri yıkıp, bid'at denizinde insanları boğmak istiyorlar. Fakat, âlimlerimizin kurduğu bu köprüler, bid'at ehlinin üfürmesiyle yıkılacak kadar zayıf değildir. Ama, kime ve neye hizmet ettikleri malum olmayan bu mezhepsizlere inanan zavallılara yazık oluyor. Bunu bildiği halde susanlar da vebal altındadır. Çünkü bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Bid'atler yayılıp, bu ümmetin sonra gelenleri, öncekilere lanet edince, ilim sahipleri bunu herkese bildirsin! Bildirmeyip ilmini gizleyen, Kur'an-ı kerimi gizlemiş sayılır.) [İ.Asakir] Her müslüman gücü nispetinde Ehl-i sünnet âlimlerinin eserlerini yaymaya çalışarak bu vebalden kurtulmaya çalışmalıdır. Bozuk kitapların dağılmasına sebep olmak ayrıca vebaldir. 147 www.dinimizislam.com Yanlış vasıtaya binen istediği yere değil, vasıtanın gittiği yere gider. Mesela Paris’e giden uçağa binen, Kâbe’ye varamaz. Ehl-i sünnet yolu kurtuluş ve saadetin tek vasıtasıdır. İlim hocadan öğrenilir Sual: Bazı kimseler hocalarını övüyorlar, “Hocamızın hiç bir tahsili yoktur, hiç bir âlimden ders almamıştır. Hiç bir müctehide tâbi değildir. Çünkü Allah ona her şeyi ilham etmiş, o da her şeyi bilir, müctehid âlimler hata eder, hocamız hata etmez” diyorlar. İlhamla din olur mu? İlham dinde senet midir? CEVAP Din kitaplarında deniyor ki: İslam dini dört vesika ile bizlere gelmiştir. Bu dört vesikaya (Edille-i şerıyye) denir. Bunların dışında kalan her şey bid’attir, zındıklıktır ve dinsizliktir. Tasavvuf büyüklerinin, yani büyük evliya zatların kalblerine gelen ilhamlar, keşifler, ahkam-ı İslamiye için senet ve vesika olamaz. İlhamların doğru olup olmadığı, İslamiyet'e uygun olup olmamaları ile anlaşılır. Tasavvufun, vilayetin yüksek tabakalarında bulunan Evliya da, ilmi olmayan, aşağı derecelerdeki Müslümanlar gibi, bir müctehide tâbi olmak mecburiyetindedir. Bayezid-i Bistami, Cüneyd-i Bağdadi, Celaleddini Rumi ve Muhyiddin-i Arabi gibi Evliya, herkes gibi, bir mezhebe tâbi olarak yükselmişlerdir. Bugün dinimizi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından okuyup, öğreneceğiz! Din bilgileri ancak bunların kitaplarından öğrenilir. Keşif ile, ilham ile, ilim elde edilmez. Bunların kitaplarını okuyan, hem ilim öğrenir, hem de kalbleri temizlenir. (S. Ebediyye) İslamiyet'in hükümleri ilham ile anlaşılmaz. Evliyanın ilhamı başkalarına hüccet, senet olamaz. İlhamın doğruluğu, İslamiyet bilgilerine uygun olmalarından anlaşılır. Fakat, Evliya olmak için, İslamiyet bilgilerini öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. (Takva sahiplerine Allahü teâlâ ilim ihsan eder) mealindeki âyet-i kerime bunu bildirmektedir. İslamiyet'e sarılmayan, bid’atten sakınmayan kimsenin kalbine ilham gelmez. Bunun söyledikleri, nefisten ve şeytandan gelen bozuk şeylerdir. İslamiyet bilgileri, rüya ile de anlaşılamaz. İslamiyet'e uymayan rüyanın şeytani olduğu anlaşılır. (Faideli Bilgiler) İlim ancak üstaddan öğrenilir. İlmi, kendi kendine kitaptan öğrenenler çok yanılır, yanlışı, doğrusundan çok olur. Bugün, ictihad edecek kimse yoktur. İmam-ı Rafii ve İmam-ı Nevevi ve İmam-ı Razi dediler ki, bugün hiç 148 www.dinimizislam.com müctehid kalmadığında âlimler sözbirliğine varmıştır. (Müslümana Nasihat) Hülasa fetva kitabında, (Fıkıh kitabı okumak, geceleri namaz kılmaktan daha sevaptır) deniyor. Çünkü, farzları, haramları, [Ehl-i sünnet âlimlerinden veya onların yazmış oldukları] kitaplardan öğrenmek farzdır. Kendisi yapmak ve başkalarına öğretmek için fıkıh kitapları okumak, tesbih namazı kılmaktan daha sevaptır. İslam bilgileri, ancak üstaddan ve kitaptan öğrenilir. İslam kitaplarına ve rehbere lüzum yoktur, [bana ilham geliyor, ben direkt Allah’tan öğreniyorum] diyenler yalancıdır, zındıktır. Müslümanları aldatmakta, felakete sürüklemektedir. Din kitaplarındaki bilgiler, İslam âlimleri tarafından Kur'an-ı kerimden ve hadis-i şeriflerden çıkarılmıştır. (Hadika s.365) İbadetlerin yapılması ve bütün din bilgileri, üstaddan öğrenmekle elde edilir. Din bilgileri, ilham ile hasıl olsaydı, Allahü teâlânın Peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzum olmazdı. (Hadika s.378) Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (İlim üstaddan öğrenilir.) [Taberani] (Ey insanlar, biliniz ki, ilim âlimden işiterek öğrenilir.) [Hadika] (Üç türlü baba vardır: Dünyaya getiren baba, kayın baba ve ilim öğreten baba. Bunların hayırlısı, üstadıdır.) [Umdet-ül-İslam] (İlim öğrenin! İlim öğrenmek ibadettir. Âlimden ilim öğrenmek, teheccüd namazı kılmak gibidir.) [Hadika] (İlim öğrenmek isteyen ilmin kapısına gelsin. Ali ilmin kapısıdır.) [Hâkim] İmam-ı Ebu Yusuf’un çok sevdiği bir oğlu vardı. 15 yaşında iken ansızın vefat etti. Talebelerine, (Defin işini size bıraktım. Ben üstadımın dersine gidiyorum. Bugünkü dersi kaçırmayayım) dedi. İmam-ı Ebu Yusuf’u vefatından sonra rüyada gördüler. Cennette, büyük bir köşkün karşısında duruyordu. Köşkün yüksekliği Arşa varmıştı. Bu köşk kimindir dediler, benimdir buyurdu. Buna nasıl kavuştun denilince, (İlme ve ilim öğrenmeye ve öğretmeye olan sevgim ile) buyurdu. (İslam Ahlakı) Dinimiz ve fen Müslüman fen adamları Sual: Bazı kimseler, "Müslümanlıkta hep ibadet olduğu, fenne gereken önem verilmediği için, müslümanlar arasında fen adamı çıkmamıştır. İslam dini, fenne önem verseydi, müslümanlar arasından da Edisonlar, Pastörler çıkardı" diyorlar. Neden müslümanlardan fen adamları çıkmamıştır? 149 www.dinimizislam.com CEVAP İslam dini, bütün yenilikleri emreden bir dindir. İşte bundan dolayı ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik araştırmalar yapılmış, müslümanlar tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en üstün dereceye varmışlardır. Batının bugün dahi büyük saygı ile andığı kıymetli bilginler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin önderi olmuşlardır. O zaman; yarı vahşi olan Avrupalılar, en modern bilgileri İslam üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, hıristiyan din adamları bile Endülüs Üniversitelerinde okumuştur. Bugün bile, hâlâ Avrupa dillerinde kimyaya “Chemie” ve cebire [Arapça El-cebir kelimesinden] "Al-gebra" adı verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir. Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarlarla kaplı zannederken, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın küre şeklinde olduğunu ve döndüğünü buldular. Dünyada ilmin öncüleri olan ve İslam kültürü ile yetişen ilim adamları çoktur. Bazıları şunlardır: Ali Kuşcu, büyük astronomi âlimi, ilk defa Ayın şekillerini anlatan kitap yazdı. Almar, ilk defa katarakt ameliyatını gerçekleştirdi. Battani, dünyanın en meşhur astronomi âlimi ve trigonometrinin kaşifidir. Biruni, dünyanın döndüğünü ve yerçekimini Newton’dan önce ispat etti. Cabir bin Hayyan, atom bombası fikrinin ve kimya ilminin babası olan büyük dahidir. Cezeri, 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır. Demiri, Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır. Ebu Bekir Razî, o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı hastalıklar olduğunu ilk defa bulan tabiptir. Ebu Kâmil Şuca, Avrupa’ya matematiği öğretmiştir. Ebül-Vefa, trigonometride tanjant, kotanjant, sekant, kosekantı bulan matematikçidir. Farabi, ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır. Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır. 150 www.dinimizislam.com Fatih Sultan Mehmed, havan topunu keşfetmiştir. Gıyasüddin Cemşid, matematikte ondalık kesir sistemini ilk defa bulmuştur. Huneyn bin İshak, göz doktorlarının babası sayılır. İbni Cessar, cüzzamın sebebini ve tedavilerini 900 sene önce açıklamıştır. İbni Firnas, Wringt kardeşlerden bin sene önce ilk uçan aracı yapıp uçmayı gerçekleştirmiştir. İbni Haldun, tarihi, ilim haline getirmiş, sosyolojiyi kurmuştur. İbni Hatib, vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır. İbni Karaka, dokuzyüz yıl önce harika bir torna tezgahı yapmıştır. İbni Sina, hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan hekimdir. İbni Türk, cebirin temelini atan bilginlerdendir. Kadızade Rumi, yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uygulamıştır. Kambur Vesim, verem mikrobunu R. Koch’dan 150 sene önce keşfetmiştir. M. Akşemseddin, Pasteur’den 400 yıl önce mikrobu buldu. Nurüddin Batruci, Endülüs İslam üniversitesinde astronomi profesörü idi. Güneş merkezli sistemi Kopernik’ten önce o kurdu. Piri Reis, 400 sene önce bugünküne çok yakın dünya haritasını çizmiştir. Uluğ Bey, çağının en büyük astronomudur. Lagari Hasen Çelebi, füzeciliğin atasıdır. Osmanlılarda ilk defa füzeyle uçan budur. Fen bilgilerinin temeli Avrupalı, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından aldı. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili zannederken, Müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında döndüğünü biliyorlardı. Hatta Musul’un Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçerek, bugünkü gibi buldular. (Şerh-i Mevakıf) Galile, Kopernik, Newton, dünyanın döndüğünü, Müslüman kitaplarından öğrenip söyleyince, suç sayıldı. İslam hekimlerinin eserleri ortaçağda ders kitabı olarak dünya üniversitelerinde okutulmakta idi. Batı’da akıl hastaları şeytan tarafından tutulmuş kimseler olarak canlı canlı yakılırken, Müslüman ülkelerinde özel akıl hastaneleri kurulmuştu. Fen, olayları görmek, inceleyip anlamak ve deneyip benzerini yapmak demektir ki, bu üçünü de dinimiz emretmektedir. 151 www.dinimizislam.com İslam ilimleri iki kısımdır: 1- Din bilgileri, 2- Fen bilgileri. İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir. Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her Müslümana farz-ı ayndır. Fen bilgilerine, sanata ve en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, farz-ı kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler, medeni olur. Bir âyet-i kerime meali: (İsteyene dünya nimetlerini; isteyene ahiret nimetlerini veririz.) [Şûrâ 20] İstemek, sebebe yapışmak, yani çalışmakla olur. Allahü teâlâ, çalışanlara dilediklerini vereceğini vaad ediyor. Müslüman olsun olmasın, çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Amerikalılar, Japonlar böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasiler ve Osmanlılar son zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri çöktü. Din ve fen Din düşmanları, temiz gençleri aldatmak için, (İslamiyet ilerlemeye engel olmaktadır. Hıristiyanlar ilerliyor. Her nevi fen vasıtası yapıyorlar. Tıpta, savaşta, haberleşmelerde kullandıkları fen aletleri, gözlerimizi kamaştırıyor. Biz de hıristiyanlara uymalıyız) gibi sözlerle, İslamiyet’teki güzel ahlakı, kardeşliği bıraktırmaya uğraşıyorlar ve Avrupalılara, Amerikalılara benzemeye ilericilik diyorlar. Gençleri, kendileri gibi İslam düşmanı yapmaya, felakete sürüklemeye çalışıyorlar. Halbuki İslamiyet, fende, sanatta ilerlemeyi emrediyor. Hıristiyanlar ve bütün gayrı müslimler, babalarından, ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar. Önceki neslin yaptıklarını, ufak tefek ilavelerle, tekrar yapıyorlar. Öncekiler yapmasalardı, bunlar hiçbirini yapamazdı. (Tekmil-i sinaat telahuk-ı efkar iledir) sözü asırlarca önce söylenmiştir. Yani sanatın, fennin, tekniğin ilerlemesi, fikirlerin, deneylerin birbirlerine eklenmesi ile olur. Fendeki yenilikler Tarih gösteriyor ki, fendeki yenilikleri, hep müslümanlar yaptı. Fen bilgilerini, fen aletlerini yüz sene evvelki hâle kadar yükselttiler. Bu terakkilere, hep İslam dini ve bu dini tatbik eden İslam devletleri sebep oldu. Hıristiyanlar, haçlı seferleri ile İslam devletlerini yıkamadıkları için, siyasi oyunlarla, yalanlarla, hilelerle, içerden yıktılar. Bunların topraklarında, muhtelif rejimler kurdular. Fakat, İslamiyet’i yok edemediler. Müslümanlardan kalan, fendeki keşiflere, ilaveler yaparak bugünkü 152 www.dinimizislam.com terakkiyi kendilerine mal ediyorlar. Yalnız kendi keyiflerini, zevklerini, menfaatlerini düşünenler kötülüklerini ortaya koyduğu için, fen ve sanatı emreden İslamiyet’e gericilik diyorlar. Yahudiler, hıristiyanlar, hatta başka din mensupları da Cennete, Cehenneme inanıyor, mabedleri dolup taşıyor. Bu inananlara gerici demediklerine göre, fenne, sanata değil, zevk ve safaya, ahlaksızlıklara ilericilik dedikleri anlaşılıyor. Böyle asılsız ve haksız yalanlarla, İslamiyet’e küstahça, ilk saldıran İngilizlerdir. [İngiliz Casusunun İtirafları kitabında kâfi bilgi vardır.] Şimdi müslümanların İslamiyet’in emrettiği, fen bilgilerine de sarılmaları, yine büyük sanayi kurarak yeni aletler yapmaları, hıristiyanlardan üstün olarak, bütün insanlığı saadete kavuşturmaları gerekir. Fennin ilerlemesi ve dinimiz Sual: İslamiyet’in fen bilgilerine bakış açısı nasıldır? Fen ilerledikçe dinin zayıflayacağı doğru mudur? CEVAP Kesinlikle yanlıştır. İslami ilimler, (Akli ilimler) ve (Nakli ilimler) olmak üzere ikiye ayrılır: Nakli ilimler, aklın ve dimağ gücünün dışında ve üstündedir. Bunlar, (edille-i şeriyye) denilen dört kaynaktan meydana çıkmıştır. Bunlara (Din bilgileri) denir. Akli ilimler, his organları ile duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe edilerek ve hesaplanarak elde edilir. Bu ilimler, nakli ilimlerin anlaşılmasına ve tatbik edilmesine yardımcıdır. Öğrenilmeleri farz-ı kifayedir. Bu ilimler, matematik, mantık ve bütün tecrübi ilimlerdir. Bunlara (Fen bilgileri) de denir. Demek ki (fen bilgileri) İslami ilimlerin bir koludur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Hikmet, yani fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alması gerekir.) [İbni Asakir] Bir İslam şehrinde, fennin yeni bulduğu bir alet, bir vasıta yapılmayıp, bu yüzden bir müslüman zarar görürse, o şehrin idarecileri mesul olur. Fennin ilerlemesi, her yeni buluş, Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini ve ilmini daha fazla meydana çıkarmakta, İslamiyet’i desteklemektedir. Büyük İslam âlimi Seyyid Şerif Cürcani hazretleri buyuruyor ki: (Aklı olan, iyi düşünen bir kimse için, astronomi ilmi, Allahü teâlânın varlığını anlamaya çok yardım eder.) İmam-ı Gazalî hazretleri de buyuruyor ki: 153 www.dinimizislam.com (Astronomi ve anatomi bilmeyen, Allahü teâlânın varlığını ve kudretini iyi anlayamaz.) Kadi Beydavi hazretleri, Neml suresindeki (Dağları, yerinde duruyor görüyorsun, Halbuki bunlar bulut gibi hareket etmektedir) âyet-i kerimesini açıklarken dünyanın nasıl döndüğünü açıklamaktadır. İmam-ı Razi hazretleri de, Enbiya suresinin 33. âyet-i kerimesinin tefsirinde; ayın, güneşin, yıldızların mihverleri ve yörüngeleri etrafında döndüklerini daha önceki âlimlerden alarak bildirmektedir. Fen adamları, İslam kitaplarını okuyunca Kur'an-ı kerimin her tecrübeyi, her buluşu, daha önceden aynen haber vermiş olduğunu görerek hayran kalmaktadır. Fen bilgilerini iyice tetkik eden bir fen adamının Allahü teâlânın varlığını inkâr etmesi mümkün değildir. Bazı fen adamlarının dinsiz olmalarına ise, papazların ve cahil halkın bâtıl inanışları ve yanlış anlayışları sebep olmuştur. İnsaflı fen adamları, eğer, Kur'an-ı kerimden çıkarılan, fenne bağlı bilgileri, bunların inceliğini, doğruluğunu, okuyup anlasalar, hepsi de hakikati görüp seve seve Müslüman olur. Hıristiyanlığın akla ve ilme aykırı hükümlerini okuyan bazı ilim adamları şüpheye düşmekte veya inkârcı olmaktadır. Akıllı kimse, gökteki aya, güneşe, yıldızlara, yeryüzündeki bitki, hayvan ve acayip değişmelere baksa, Allahü teâlânın varlığına, birliğine ilim ve iradesinin kemaline, akılları durduran hikmetinin sonsuzluğuna, kudretinin büyüklüğüne ve nihayetsizliğine iman eder, nimetlerine şükreder. Fen bilgileri, doğru iman sahiplerinin imanını kuvvetlendirir. İmanı bozuk olanlara faydası olmaz. O halde önce doğru imanın ne olduğunu öğrenmek gerekir. Beden bilgisi ve din bilgisi Sual: Tam İlmihal'de, beden bilgisi, din bilgisinden önce geldiği bildiriliyor. Buna göre, tıp bilgilerini, din bilgilerinden önce mi öğrenmek gerekir? CEVAP Dinin emirleri, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. Beden sağlam olmazsa, cihad yapılamaz, oruç tutulamaz, düşmana karşı, vatan savunulamaz. Hastalanmamak için, gerekli tedbirleri almak ve hastalanınca da, tedaviye başvurmak gerekir. Temizliğe ve yeme içme adabına riayet eden kolay kolay hastalanmaz. 154 www.dinimizislam.com Tam ilmihalde, dinimizin tıp ilmine verdiği önem anlatılıyor. Yoksa, lüzumlu olan din bilgilerini bırakıp da, tıp kitapları okumak gerekmez. Her okuyan da, anlayamaz. Kitap okumakla tıp, beden bilgisi öğrenilmez. Tıp ilmini öğrenmek farz-ı kifayedir. Yani herkese farz değildir. O mesleği yapacaklara farzdır. Pozitif ilimler Sual: Fen bilgileri için, pozitif ilimler demek doğru olur mu? CEVAP Bu tür ifadeleri ilk önce Avrupalılar kullandı. Hurafelerle dolmuş, her türlü ilmî çalışmaya engel ve zıt olan kendi dinî inançlarının bozuk, olumsuz, faydasız, zararlı olduğunu anlatabilmek için, fen bilgilerine faydalı, olumlu, pozitif ilimler demek zorunda kaldılar. Müslüman olarak, bu tür ifadeleri kullanmamak, daha uygun olur. Fen bilgisine pozitif [olumlu] ilim denince, din bilgileri negatif [olumsuz] ilimmiş gibi bir anlam çıkabilir. Fen bilgileri de, İslam bilgilerinin bir koludur. Çünkü İslam bilgileri, iki kısımdır: 1- Naklî bilgiler [din bilgileri], 2- Aklî bilgiler [fen bilgileri] Dinimiz ilerlemeyi emrediyor Sual: İslamiyet ilerlemeyi emretmiyor mu? CEVAP İslam dini, bütün yeniliklerin devamlı takip edilmesini ve her gün yeni şeyler keşfetmeyi, ilerlemeyi emreden bir dindir. Bundan dolayı, İslamiyet’in başlangıcından itibaren, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, Müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün dahi tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır. O zaman, yarı vahşi olan Avrupalılar, fenni bilgilerini İslam üniversitelerinde öğrenmişler, hatta Papa Sylvester gibi, hıristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün bile, hâlâ Avrupa dillerinde kimyaya “Chemie” ve cebire [Arapça El-cebir kelimesinden] "Algebra" adı verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir. 155 www.dinimizislam.com Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla çevrili zannederken, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü buldular. Musul civarında, Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçtüler ve bugünkü rakamları elde ettiler. Bundan başka, Müslümanlar, son derece cahil ve mutaassıp olan, orta çağ papazlarının men ettiği, eski Yunan ve Roma felsefe kitaplarının tercümesi işini ele almış ve bunların ortadan kalkmasına, yok olup gitmesine mani olmuşlardır. Bugün insaflı hıristiyanların kabul ettiği gibi, hakiki Rönesans, İtalya’da değil, Abbasiler zamanında, Arabistan’da başlamıştır ki, Avrupa’daki Rönesans’tan çok çok öncedir. Müslümanların son zamanlarda, ilim sahasında en büyük rehberi, Osmanlılar idi. Bütün Hıristiyan âlemi bu İslam devletinin, dünyadaki terakkilere ve keşiflere kayıtsız kalması için siyasi ve askeri hücuma geçtiler. Bir taraftan, haçlı saldırıları, bir taraftan da, bunların ihdas ettikleri, bid'at sahibi müslümanların yıkıcı ve bölücü çabaları, Osmanlıların fen ve teknikte rehberlik yapmalarına mani oldular. Türkler, dışardan ve içerden yapılan saldırılardan dolayı, çok zarara uğradılar. Tesirleri fazla olan yeni silahlar yapamadılar. Ülkelerinin büyük kaynaklarından layıkı ile faydalanamadılar. Kendi vatanlarında sanayii ve ticareti yabancılara kaptırdılar. Fakir düştüler. Dünyada, her gün, her sahada birçok yenilikler yapılmaktadır. Bunları biz devamlı takip etmeye, öğrenmeye ve öğretmeye mecburuz. Yalnız sanayi ve teknik sahasında değil, din ve ahlak üzerinde de ecdadımız gibi olmamız, gençlerimizi, imanlı, güzel ahlaklı yetiştirmemiz gerekir. Dinimiz, din bilgileri ile fen bilgilerini birbirinden ayırmıştır. Din bilgilerinde, İslam ahlakında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı şiddetle men etmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen büyük Türk sultanlarını şehid ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar. Hikmet ne demektir? Sual: Hikmet kâfirlerde de bulunsa almalıdır deniyor. Müslümanlarda olmayan hikmet olur mu hiç? CEVAP 156 www.dinimizislam.com Hikmet, burada fen ve sanat anlamındadır. İki hadis-i şerif meali: (Fen ve sanat, müminin kaybettiği malıdır. Nerede bulursa alsın!) [İbni Asakir, Askeri] (İlim, Çin’de de olsa alınız!) [Beyheki] Bu iki hadis-i şerif, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa fen ilmini öğrenmeyi emretmektedir. İslami ilimler ikiye ayrılır Sual: "Dini, ilmi, edebi ve ahlaki yayın" gibi tabirler kullanılıyor. Din ile ilim ayrı mıdır? CEVAP Böyle konuşup yazanlar, ya dinimizi iyi bilmiyorlar veya mezhebi kabul etmiyorlar. İslami ilimler ikiye ayrılır: 1- Nakli ilimler. (Tefsir, kelam, hadis, fıkıh ilmi gibi.) 2- Akli ilimler. (Matematik, edebiyat ve mantık ilmi gibi.) Görüldüğü gibi, bütün ilimler, İslam bilgileri içinde incelenir. Dini, ilimden ayıranlar, Batılı yazarların tesiri altında kalan kimselerdir. Dinimizde ahlak da var, edep de var, edebiyat da... Bu bakımdan "Dini, ilmi, edebi, ahlaki yayın" tabiri doğru değildir. Dini denilince, diğerleri kullanılmaz. Dini kelimesi kullanılmadan diğerlerinin hepsini kullanmakta mahzur yoktur. İslamiyet, ilmin tâ kendisidir. Kur'an-ı kerimin birçok yeri, ilmi emretmekte, ilim adamlarını övmektedir. Mesela Kur'an-ı kerimde mealen (Bilen ile bilmeyen hiç bir olur mu? Bilen elbette kıymetlidir) buyurulmaktadır. (Zümer 9) Peygamber efendimizin ilmi öven ve teşvik buyuran sözleri o kadar çoktur ve meşhurdur ki, gayrı müslimler dahi bunları bilmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlim, Çin’de de olsa alınız!) [Beyheki] (Beşikten mezara kadar ilim öğreniniz, çalışınız!) [Şir'a] (Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten daha iyidir.) [Hakim] (Şeytanın bir âlimden korkması, cahil olan bin âbidden korkmasından daha çoktur.) [Beyheki] (İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Kim bana mirasçı olursa, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi] İslam dininde kadın kocasının izni olmadan nafile hacca gidemez. Sefere çıkamaz. Fakat kocası öğretmezse ve izin vermezse, ondan izinsiz, kendisi için lüzumlu olan ilmi öğrenmeye gidebilir. 157 www.dinimizislam.com Görülüyor ki, Allahü teâlânın sevdiği, büyük ibadet olan hacca izinsiz gitmesi günah olduğu halde, ilim öğrenmeye izinsiz gitmesi günah olmuyor. Hadis-i şerifte (Nerede ilim varsa, orada müslümanlık vardır. Nerede ilim yoksa, orada kâfirlik vardır!) buyuruldu. Burada da, dinimiz ilmi emretmektedir. (Herkese Lazım Olan İman) Dinimizin tecrübeye verdiği önem Sual: Peygamberimiz dünyaya ait, fenne ait işlerde, (Dünya işini siz daha iyi bilirsiniz) buyuruyor. Peygamber efendimiz dünya işlerinden anlamıyor muydu? CEVAP Elbette anlardı ve daha iyisini de bilirdi. Ancak tecrübeye önem verilmesi için öyle buyurmuştur. (Dünya işlerini siz daha iyi bilirsiniz) demek, dünyanıza faydalı olan şeyleri bulup yapmanız için benim bildirmeme lüzum yoktur demektir. Dini vazifelerinizi, ibadetlerinizi bilemezsiniz. Onları benden öğreniniz demektir. Allahü teâlânın, insanlara olan nimetlerinin, ihsanlarının en büyüğü, Peygamberler göndermesidir. Peygamberler göndererek, razı olduğu ve razı olmadığı şeyleri bildirmiştir. Peygamberler, fen bilgilerini öğretmediler. (Bunları akıl ile araştırınız, bulunuz, faydalı işlerde kullanınız) dediler. Kendileri de, kendi zamanlarında bilinen fen vasıtalarını yaptılar ve kullandılar. Daha fazlasını ve yenilerini yapmakla uğraşmadılar. Bunları yapmayı başkalarına bıraktılar. Kendileri, Allahü teâlânın bildirdiği dinleri yaymaya, öğretmeye uğraştılar. Eshab-ı kiram, Peygamber efendimize sordu: - Yemen’e gidenlerimiz, orada hurma ağaçlarını, başka türlü aşıladıklarını ve daha iyi hurma aldıklarını gördük. Biz Medine’deki ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi aşılayalım, yoksa, Yemen’de gördüğümüz gibi aşılayıp da, daha iyi ve daha bol mu elde edelim? Resulullah efendimiz bunlara şöyle diyebilirdi: - Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselam gelince, ona sorar, anlar, size bildiririm. Veya, biraz düşüneyim. Allahü teâlâ, kalbime doğrusunu bildirir. Ben de, size söylerim. Ama böyle demedi. Buyurdu ki: - Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, başka ağaçları da, Yemen’de öğrendiğiniz usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi hurma verirse, her zaman o usul ile yapın! 158 www.dinimizislam.com Yani tecrübeyi, fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emir buyurdu. Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine elbette doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu. Din âlimlerinin vazifesi de dünya işlerini öğretmek değildir. Yani Müslümanlara, anadan doğar doğmaz meme aradıkları gibi, içgüdüleri ile bilecekleri, anlayacakları ihtiyaçlarını, menfaatlerini, kısacası tabii vazifelerini öğretmek değildir. Para kazan, aç kalma, karnını doyur, lokmayı ağzına koy, yorulunca dinlen... gibi nasihatleri hayvanlara bile bildirmeye lüzum yoktur. Din âlimlerinin vazifesi dünya menfaatlerini elde ederken, ahireti unutmamak, hak ve adaleti gözetmek, nefse uymamak ve çalışırken, Allah’a güvenmek, gevşeklik yapmamak, böylece kendi kuvvetine manevi bir kuvvet de eklemek gibi faydalı ve ışıklı yolları insanlara göstermektir. Fen ve gelişmeler Sual: Bazıları İslamiyet’in fen ve gelişmelere mani olduğunu iddia ediyorlar. Fennin dindeki yeri nedir? CEVAP Fen bilgilerine, sanata ve en modern harp silahlarını yapmaya uğraşmak, farz-ı kifayedir. Düşmanlardan daha çok çalışmamızı dinimiz emretmektedir. İslamiyet, fenni, tecrübeyi, müsbet çalışmayı emreden dinamik bir dindir. Avrupalılar, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından aldılar. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili zannederken, müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında döndüğünü biliyorlardı. Hatta Musul civarındaki Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçerek bugünkü gibi buldular. Şerh-i mevakıf ve Marifetname kitapları, bunları uzun olarak yazmaktadır. Nurüddin Batruci, Endülüs İslam üniversitesinde astronomi profesörü idi. El-hayat kitabında, bugünkü astronomiyi yazmaktadır. Galile, Kopernik, Newton, dünyanın döndüğünü, müslüman kitaplarından öğrenip söyleyince, bu sözleri suç sayıldı. Galile, papazlar tarafından muhakeme yapılıp, hapis edildi. Eski İslam medreselerinde ayrıca fen dersleri vardı. Endülüs medreseleri bu hususta bütün dünyaya rehber olmuştu. Hastalıkların mikroplardan geldiğini ilk bulan, İslam medeniyetinin yetiştirdiği İbni Sinadır. Bundan 900 sene önce (Her hastalığı yapan bir kurttur. Yazık ki bunları görecek bir aletimiz yoktur) demiştir. 159 www.dinimizislam.com Büyük İslam hekimlerinden Ebu Bekr Razi, ilk defa olarak o zamana kadar aynı hastalık sanılan kızıl, kızamık ve çiçeğin ayrı ayrı hastalıklar olduğunu bulmuştur. Bu İslam hekimlerinin eserleri ortaçağda ders kitabı olarak bütün dünya üniversitelerinde okutulmakta idi. Batıda akıl hastaları şeytan tarafından tutulmuş kimseler olarak canlı canlı yakılırken, doğuda müslüman ülkelerinde bunların tedavisi için özel hastaneler kurulmuştu. Bugün, aklı başında olan herkes, maddi ilim ile fennin önce müslümanlar tarafından kurulduğunu kabul etmektedir. Batılı ilim adamları da, bunu tasdik etmektedirler. İslam ülkelerine sızarak ve müslüman görünerek, sözlerini dinletmek imkanını bulan bazı İslam düşmanları, fennin yeni buluş ve imkanlarını yaptıkları yeni silahları anlatıp Bunlar gavur icadıdır, bunları kullananlar kâfir olur diyerek, cahilleri aldattılar. Allahü teâlânın (Her şeyi öğreniniz!) emrini unutturdular. Bu hâl, müslümanların ilimde ve fende geri kalma sebeplerinden biri oldu. Batı, yeni alet ve silahlarla üstünlük kazandı. İslam düşmanları, bir taraftan müslümanları böyle aldattılar, diğer taraftan müslümanlar fenni beğenmiyor, maddi ilimleri istemiyorlar, müslümanlık gericiliktir, yobazlıktır diyerek, gençleri İslamiyet’ten ayırmaya, İslamiyet’i içerden yıkmaya çalıştılar. Dinimizi iyi öğrenirsek, onların tuzağına düşmekten kurtuluruz. Hastalıktan korunmak Sual: Bugün Hıristiyan batı, tıp ilminde ileri gittiği halde, AIDS gibi hastalıklara maruz kalmalarının sebebi nedir? CEVAP Hıristiyanlığın en revaçta olduğu orta çağda, büyük tıp âlimleri, yalnız müslümanlardı ve Avrupalılar Endülüs’e tıp tahsil etmeye gelirlerdi. Çiçek hastalığına karşı aşıyı bulanlar, müslüman Türklerdir. Türklerden bunu öğrenen Jenner, ancak 1796’da bu aşıyı Avrupa’ya götürdü ve haksız olarak Çiçek aşısını bulan kimse unvanını aldı. Halbuki, tam bir zulmet diyarı olan o zamanki Avrupa’da insanlar, hastalıktan kırılıyordu. Fransa kralı On beşinci Louis 1774’de çiçekten öldü. Avrupa uzun zaman veba ve kolera salgınlarına uğradı. Birinci Napolyon 1798’de Akka kalasını muhasara ettiği zaman, ordusunda veba zuhur etmiş ve hastalığa karşı çaresiz kalınca, düşmanı olan Müslüman Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştı. O zaman yazılan bir Fransız eserinde şöyle demektedir: (Türkler, ricamızı kabul ederek hekimlerini yolladılar. Bunlar tertemiz giyinmiş, nur yüzlü kimselerdi. Önce dua ettiler ve sonra ellerini bol su ve sabun ile uzun uzadıya yıkadılar. Hastalarda zuhur eden hıyarcıkları neşterle yardılar. İçindeki sıvıyı akıttılar ve yaraları tertemiz yıkadılar. 160 www.dinimizislam.com Sonra hastaları ayrı ayrı yerlere koydular ve sağlamların mümkün olduğu kadar onlara yaklaşmamasını tembih ettiler. Hastaların elbiselerini yaktılar ve onlara yeni elbiseler giydirdiler. En nihayet tekrar ellerini yıkadılar ve hastaların bulunduğu yerlerde öd ağacı yakarak ve tekrar dua ederek ve bizden hiç bir ücret almadan yanımızdan ayrıldılar.) Demek oluyor ki, iki asır evveline kadar batılılar hastalıklara karşı tamamen çaresizdi ve ancak sonradan müslümanlardan öğrenerek ve tecrübeler yaparak [dinimizde emrolunduğu gibi gayret ederek] bugünkü tıp ilmini öğrendiler. Hakiki müslüman, hem temiz olur, hem de, sıhhatine çok dikkat eder. Bir zehir olan alkollü içkileri içmez. Çeşitli tehlikeleri ve zararları olduğu bugün açıkça ispat edilen domuz etini yemez. Livata yapanlarda AIDS ismindeki bulaşıcı hastalığın virüsünün, domuzlarda bulunduğu tespit edilmiştir. Bugün, bütün üniversitelerde okutuluyor ki, doktorluk iki kısımdır: Biri hijyen, sıhhati korumak, ikincisi terapötik, hastaları iyi etmektir. Bunlardan birincisi önce gelmektedir. İnsanları hastalıklardan korumak, sağlam kalmayı sağlamak, tıbbın birinci vazifesidir. Hasta insan, iyi edilse de, çok kere, arızalı, çürük kalır. İşte İslamiyet, tababetin birinci vazifesini, hijyeni garanti etmiştir. Peygamber efendimiz, Rum imparatoru Heraklius ile mektuplaşırdı. Birbirlerine elçi gönderirlerdi. Bir defa, Heraklius birçok hediye göndermişti. Bu hediyelerden biri de, bir doktor idi. Doktor gelince, (Efendim! İmparator hazretleri beni, size hizmet için gönderdi. Hastalarınıza bedava bakacağım!) dedi. Resulullah efendimiz kabul buyurdu. Emir eyledi, bir ev verdiler. Her gün nefis yiyecek, içecek götürdüler. Günler, aylar geçti. Hiç bir müslüman, doktora gelmedi. Doktor, utanıp gelerek, (Efendim! Buraya, size hizmet etmeye geldim. Bugüne kadar, bir hasta gelmedi. Boş oturdum, yiyip içtim, rahat ettim. Artık gideyim) diye izin isteyince, Peygamber efendimiz, (Sen bilirsin. Eğer daha kalırsan, misafire hizmet etmek, ona ikram etmek, Müslümanların vazifesidir. Gidersen de uğurlar olsun. Yalnız şunu bil ki, burada senelerce kalsan, sana kimse gelmez. Çünkü, Eshabım hasta olmaz! İslam dini, hasta olmamak yolunu göstermiştir. Eshabım temizliğe çok dikkat eder. Acıkmadıkça bir şey yemez ve sofradan, doymadan önce kalkar) buyurdu. Bunu söylemekle müslüman hiç hasta olmaz demek istemiyoruz. Fakat sıhhatine ve temizliğe itina eden bir müslüman, sağlam kalır, kolay kolay hasta olmaz. Ölüm haktır. Hiç bir kimse ölümden kurtulamaz ve herhangi sebeple veya bir hastalık sonucu ölecektir. Fakat, o vakte kadar 161 www.dinimizislam.com sıhhatini koruyabilmesi, ancak Müslümanlıkta emredilen hususlara ve temizliğe riayet sayesinde olur. Derde deva Sual: Kanser ve AIDS gibi hastalıkların kesin çaresi bulunabilir mi? CEVAP Elbette bulunabilir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Derdi veren Allah, devasını da vermiş, devasız dert yaratmamıştır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberanî] Matbaanın geç gelmesi Sual: Hıristiyan asıllı bir prof., (O zaman Anadolu Müslüman olduğu için matbaa geç geldi, bundan dolayı da bilimde geri kalındı) diyor. Matbaa Türkiye’ye niçin geç girdi, Avrupa ile aynı anda girmedi? CEVAP Matbaanın geç gelmesiyle Müslümanlığın hiçbir ilgisi yoktur. Yeni keşfedilen bir aletin hemen bütün dünyaya yayılması nasıl beklenebilir? Bu alet önce defalarca tecrübe edilir, eksiklikleri tespit edilip giderilir, sonra ilk olarak keşfedildiği ülkede yaygınlaşır, daha sonra zamanla diğer ülkelerde yayılır. Mesela televizyon 1920’li yıllarda keşfedilmiş ve ilk TV yayınları İngiltere’de yapılmıştır. Türkiye’de ise ilk televizyon yayını 1968’de başlamıştır. Bu dönemde Türkiye, İslamiyet ile idare edilmiyordu. Suçu Müslümanlığa bulmak çok yanlış olur. Buna rağmen yarım asırlık bir gecikme olmuştur ki, o tarih için, teknolojinin ilerlediği bir dönemde hiç de küçümsenecek bir gecikme değildir. Hıristiyan profesörün maksadı matbaanın geç gelmesi değil, bir bahane bulup Müslümanlığı kötülemektir. Matbaacılığın Türkiye’ye gelmesinin gecikmesine, kitaplar matbaa ile basıldığı takdirde işsiz kalacaklarından korkan kitap müstensihleri, yani para karşılığında kitap yazanlar da sebep olmuştur. Bunlar, matbaanın Türkiye’ye gelmemesi için çeşitli propagandalar yapmışlar, divitlerini bir tabuta koyarak, Bab-ı âli’ye kadar yürümüşlerdir. Hatta bazı cahillerden faydalanarak bunların, (Matbaacılık İslamiyet’e aykırıdır) şeklinde konuşmalarını sağlamışlardır. Bu kimselerin İslamiyet’i şahsi menfaatlerine alet etmek istediklerini gören Osmanlı Padişahı sultan üçüncü Ahmed Han, sadrazamı Damat İbrahim Paşa’nın da yardımı ile bu işi halletmek için, İslam dininin en büyük reisi olan Şeyh-ül-İslam’dan matbaacılık hakkında bir fetva istemiştir. O 162 www.dinimizislam.com zamanki Şeyh-ül-İslam Abdullah Efendi tarafından verilen fetvada, (İlim, fen ve ahlak kitaplarını, matbaada, az zamanda ve kolaylıkla çok kitap basmak, faydalı kitapların ucuz elde edilmelerine ve her yere yayılmalarına sebep olacağı için, matbaa yapılması caiz ve güzeldir) denilmiştir. (Behcet-ül-fetava s.262) O zamanın Müslümanları buna mani olsa bile, suçu, mani olanlara mı, yoksa Müslümanlığa mı yüklemek gerekir? Daha sonra Anadolu’ya matbaa girdiğine göre Müslümanlığa suç bulmak çok yanlıştır, kasıtlıdır. Matbaa 1447’de keşfedilmiş ve Türkiye’de ise bu tarihten yaklaşık 200 sene sonra kullanılmaya başlanmıştır. O tarihte haberleşme ve ulaşım vasıtalarının ne kadar zayıf olduğu ve yukarıda bildirilen diğer sebep de düşünülürse, bu gecikmenin İslamiyet ile hiç ilgisinin olmadığı anlaşılır. Matbaanın bilime elbette katkısı vardır; fakat matbaa ile bilim arasında direkt bir bağlantı kurmak da doğru olmaz. Matbaa keşfedilmeden önce de, birçok keşifler yapılmıştır. Şu anda matbaa her yerde kullanıldığı, hatta diğer haberleşme ve ulaşım vasıtaları da hızla geliştiği halde teknolojide geri kalmış birçok ülke vardır. Bütün bunlar gösteriyor ki, (Matbaa, Anadolu o zaman Müslüman olduğu için Türkiye’ye geç geldi) demenin de, (Matbaanın geç gelmesi geri kalmamıza sebep oldu) demenin de kasıtlı bir iddia olduğu meydandadır. Kâinatın genişlemesi Sual: Ansiklopedilerde özetle deniyor ki: (Milyarlarca yıl önce, bütün kâinat bir tek parçadan ibaretti. Bu tek parçanın ortasında büyük bir patlama oldu ve bu tek parça birçok parçalara ayrıldı. Parçaların her biri başka bir yöne doğru gidiyordu. Nihayet, bu parçaların bazıları birbirleriyle birleşerek çeşitli gezegenler ve ayrı ayrı galaksiler meydana getirdiler. Bu galaksiler uzayda kendi yörüngelerinde dönmeye ve yüzmeye devam ettiler. Dünya, içinde güneşin de bulunduğu bir galaksidedir. Kâinatta sayılamayacak kadar çok galaksi vardır. Kâinat, gittikçe genişleyen bir sistemdir. Galaksiler yavaş yavaş dünyadan uzaklaşmaktadır; çünkü kâinat genişlemektedir.) Ateistler bu genişlemenin kendiliğinden olduğunu, her şeyi olduğu gibi bunu da Allah’ın yapmadığını söylüyorlar. Bunlara nasıl bir cevap vermelidir? CEVAP Ateist, âyete, hadise inanmaz. Ona ne söylesek faydasızdır. Ateist, bir galaksiyi veya gezegeni veya bir güneşi yaratamadığı halde, kâinatı yoktan 163 www.dinimizislam.com var edene inanmaz. Bir böcek, bir bitki bile yaratamaz. Var olan her aletin bir yapanı elbette vardır. Hiçbir şey kendiliğinden olamaz. Ansiklopedide bildirilen hususları yapan Allahü teâlâdır. Orada, (Bütün kâinat bir tek parçadan ibaretti) deniyor. O parça nereden geldi? Kendiliğinden mi oldu? Eğer kâinat genişliyorsa genişleten de Odur, daralıyorsa daraltan da Odur. Onun emri olmadan sinek kanadını kımıldatamaz. Her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Yerde ve göklerde bulunan bütün varlıkları, maddeleri, cisimleri, özellikleri, olayları, kuvvetleri, kanunları, bağlantıları yaratan, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Her şeyi yaratan Allah’tır.) [Zümer 62] (Sizi de, yaptığınız işleri de yaratan Allah’tır.) [Saffat 96] (Her şeyin yaratıcısı olan Rabbiniz Allah’tır.) [Mümin 62] (Allah, her şeyin yaratıcısıdır. O birdir.) [Rad 16] (Her şeyi O yaratmıştır.) [Enam 101] (Yaratmak Ona mahsustur.) [Araf 54] Enbiya suresi, 30. âyetinde de mealen, (İnkâr edenler, gökler ve arz küresi birbirlerine yapışıkken, onları ayırdığımızı bilmezler mi?) buyurulmuştur. Demek oluyor ki, Allahü teâlâ, fen adamlarının ancak 50– 60 sene önce meydana çıkarabildikleri dünyanın yaratılışını, bundan 1400 yıl önce insanlara bildirmiştir. Hiçbir şey bildirmese de, yine her şeyi yaratan Odur. Darwin ve Evrim Teorisi Sual: Evrim teorisi hakkında bilgi verir misiniz? CEVAP Darwin, materyalistlerin iddia ettiği gibi, insanların maymundan türediğini veya bir hayvandan başka bir hayvan geleceğini söylememiştir. Darwin böyle bir şey söylese bile bu sözün ilmi bir kıymeti olmaz. İnsan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark, insanın ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Hazret-i Âdem’e verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sananları çıkıyor. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de, insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır, insana mahsus olan ruhtan ve bu ruhun sağladığı üstünlüklerden mahrumdur. İnsan ile hayvan, tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir zaman bir geçit olamaz. Darwin’i kullandılar 164 www.dinimizislam.com Materyalistler, fen adamı rolüne girip, (İnsanların maymundan türediğini Darwin söyledi) diyorlar. Halbuki Darwin böyle bir şey söylemedi. Canlılar arasında hayat mücadelesini anlattı. (Türlerin Kökeni) ismindeki kitabında, canlıların çevreye uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. (Bir tür, başka türe döner) demedi. İngiliz İlim Birliğinin 1980’de Salford’daki toplantısında konuşan Prof. John Durant diyor ki: (Darwin’in insanın kökeni ile ilgili görüşleri, modern bir efsane olup çıktı. Bu efsane, ilmi ve sosyal gelişmemize zarardan başka bir şey vermedi. Evrim masalları, ilmi araştırmaları tahrip etti. Şimdi Darwin’in teorisi dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir düşünce yığını bırakmıştır.) Evrimcilere göre, Neandertalar, ilk insandır, önce dört ayak üzerinde yürümüş, daha sonra da bugünkü hâle gelmiştir. Bu kadar ilkel olan bir mahlûkun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkün değildir. Bütün din kitapları, ilk insanın homo sapien [iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahlûk] olduğunu bildirmektedir. Dört ayakla yürüyen hayvanın bugünkü insana dönüşebileceğini hiç kimse iddia etmemiştir. Paleontoloji mütehassısları, bir canlının başka türe dönmediğini, canlılardaki değişmelerin, kendi türleri arasında olduğunu bildirirler. Bütün din kitapları, ilk insan olan Hazret-i Âdem’in, buğday ektiğini, ev yaptığını ve kendisine on forma kitap verildiğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi ilk insanın, dünyanın oldukça tekamül ettiği bir zamanda yaratılmış olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, mağaralarda yaşayan mahlûklarla hiçbir ilgisinin olmadığı apaçıktır. [Zaten bütün din kitapları, Hazret-i Âdem’in, Hazret-i Havva ile Cennette yaşadığını, sonra dünyaya indirildiklerini bildirmektedir. Cennetten gelenlerin başka ilkel mahlûklarla ne alakası olabilir?] Üçüncü zaman sonunda yaşayan “Antropoit” dedikleri maymun iskeleti bulununca, evrimciler tarafından, (İnsanın ceddi olan maymunun kemiği bulundu. İnsanın maymundan geldiği kesinleşti) gibi yalanlar yazılıp, hayali resimler yapıldı. 1912’de İngiltere’de C. Dawson bir fosil bulduğunu söyledi. Sonradan (Piltdown adamı) denilen bu fosil, maymunla insan arasında bulunan fosiller içinde en güvenilir olarak meşhur oldu. Bu fosilin kafatası ve dişleri insanınkine, çene kemikleri ise maymunun çene kemiğine benziyordu. Böylece ilk insanın maymun insan arası bir mahlûk olduğu yazılıp çizildi. Din ile alay edildi. Bu fosilin şüpheli taraflarının bulunduğunu, bu bakımdan yeniden incelenmesini isteyen bilim adamlarına izin verilmedi. Ama son yıllarda bir Alman heyeti, bu fosili inceler, şüpheli yerler bulur. Neticede 165 www.dinimizislam.com Dawson’un, hile yaparak, insan kafatasına maymunun çene kemiğini yerleştirdiği, çeneye de insan dişlerini koyduğu açığa çıktı. 1922’de Pliosen devrine ait bir azı dişi bulundu. Hemen evrimciler, bunun ilkel bir insan olduğunu söylediler. Bir azı dişinden esinlenerek, (Nebraska adamı eşiyle beraber) diye hayali resimler çizdiler. Amerika ve İngiliz basınında günlerce makaleler yazıldı. Neticede bu dişin, bir domuza ait olduğu tespit edildi. Yarım kafatası, uyluk kemiği ile üç azı dişi ayrı ayrı yerlerde bulunmuş, bunların hepsi bir kafa kabul edilmiş ve adına Java adamı denilmiştir. Prof. Gish bu hususta diyor ki: (Java adamı denilen varlık bir maymundur. Maymun kafatası ile insan uyluğu birleştirilmiş, adına Java adamı denilmiştir.) Bu kemikleri bulan ve Java adamı adını veren Mr. Dubois, ölmeden önce, gerçeği itiraf etmiştir. (Java adamı dediğim kemikler, gerçekte bir gibbon maymunudur) demiştir. Madem böyle şu adam, bu adam yaşamış da, niye bir tane de, binlerce değildir? Bu husus da bunların uydurma olduğunun başka bir delilidir. Evrimciler ne kadar uğraşırsa uğraşsın güneş balçıkla sıvanmaz. Maymundan geldiğini söyleyenler olduğu gibi, ayıdan geldiklerini söyleyenleri de vardır. Bir İtalyan profesörü, insanın maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç delil ortaya atmıştır: 1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır. 2- Ayı, dişisi ile, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Halbuki maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir. 3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir. Maymun teorisi gibi ayı teorisi de, ilim adına uydurulmuş bir rezalettir. Evrim ve tesadüfler Prof. Dr. Cevat Babuna konuşmasına şöyle devam etti: İnançsız evrimcilere göre, bir organizma veya bunun temsilcisi olan hücreler, bir işi yapa yapa öğrenirler ve sonunda ona göre uyum sağlarlar. Mesela zürafanın boynu yüksek dallardan gıda temin etmeye çalışa çalışa uzamıştır. Parmaklarımız sert cisimlere vura vura koruyucu olan tırnağı geliştirmiştir. Türler ve hücreler arasında bir hayat savaşı vardır. Bu savaşta kuvvetli olan zayıfı tasfiye eder. Sadece hayatın başlama noktası, bütün bu iddiaların ne kadar geçersiz ve saçma olduğunu ortaya koymaktadır. 166 www.dinimizislam.com Dünya kurulalı beri hiçbir sperma hücresi, dölleme görevini yaptıktan sonra tekrar geri dönmek ve ana hücrelerine yaptığı işler hakkında bilgi vermek imkânını bulamamıştır. Mademki, sperma ana hücresinin ve spermanın, kendisini ne gibi görevler beklediğini önceden bilmesine imkân yoktur. O zaman kendisine özel yapıyı veren ve bir sürü tedbirler aldıran nedir? Spermanın başına koruyucu zırhı yerleştiren, birtakım hücreleri yok edecek eritici silahları taşıtan hangi kuvvettir? Bilim dünyasının bile ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında öğrenebildiği insan hücresinin kromozom sayısının 46 olduğunu sperma nereden biliyor? 46’dan daha fazla kromozomlu bir insanın sakat olacağını, hatta öleceğini ve bu sebepten kromozom sayısını yarıya indirmesi gerektiğini nasıl öğrenmiştir? Yola çıkmadan önce görevinin başka bir hücreyle birleşmek olduğunu da bilmeden, üstelik bu işlemi 20. asırda değil, onbinlerce yıldan beri kusursuz olarak yerine getirmektedir. Bu bilgileri ne kendisini yapan ana hücreden, ne de dünyadaki antropologlardan veya jinekolog doktorlardan alması mümkün değildir. O halde bu tedbirler ve ince mühendislik hesapları hangi kuvvetin eseridir? Kromozomlarını indirgeyen sperma hücresi, taşıdığı yüzbinlerce genin kontrolünü hangi bilgisayarlarla yapmakta ve bunların yeterli olmadığını görerek yarıştan niçin çekilmektedir? Çocuğun cinsiyetini verecek kromozomlar X ve Y harfleriyle adlandırılır. Yumurtacıkta daima X kromozomu vardır. Sperma ise yarısı X, yarısı Y kromozomlarından oluşan bir kombinasyona sahiptir. Yumurtacık, X kromozomu taşıyan bir sperma tarafından döllenirse, döllenmiş hücrede XX kromozomları olur ve çocuk dişi olur. Y kromozomu taşıyan bir sperma döllerse, çocuk XY kromozomlu olur, yani erkek olur. Buradan da anlaşılabileceği gibi, cinsiyeti tayin edecek spermadır, yani babadır. Bu bilgilere göre, doğacak çocukların % 50’sinin erkek ve % 50’sinin kız olması gerekir. Hâlbuki gerçekte bu böyle olmamaktadır. Normal hayatta dış şartlara kadınlar erkeklere göre daha dayanıklıdır. Mesela düşük kilolu bebeklerin kuvözlerde erkek çocukların yaşama şansı, kız çocuklara oranla daha azdır. Aynı şekilde büyüklerde de, çeşitli sebeplerle erkekler kadınlardan daha çok ölmektedir. Harpler, trafik kazaları vs. ele alındığında, dünya üzerindeki erkek sayısının gittikçe azalan bir çizgi izlemesi gerekirdi. Bu şekilde, sonunda sadece kadınlardan ibaret bir dünya ortaya çıkardı. Hâlbuki herkes biliyor ki, dünyada kadın erkek sayısında belirli bir denge vardır ve bu denge değişmemektedir. 167 www.dinimizislam.com Bütün bunlara rağmen, aklı başında olmak kaydıyla, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilecek bir kişi çıkabilir mi? Evrim ideolojisi Ülkemize gelen Paleontolog Prof. Dr. Duane Gish, verdiği konferansta özetle dedi ki: Canlıların kökenini araştırmak için başvurulabilecek en somut deliller, fosil kayıtlarıdır. Yani yaratılış veya evrimden, hangisinin doğru olduğunu saptayabilmek için, fosil kayıtlarının, hangisini desteklediğini incelemek gereklidir. Evrimciler, “Tesadüflerle, ilkelden gelişmişe doğru bir ilerleme kaydederek bugüne gelindi” diyorlar. Evrim gerçek olsaydı, evrimcilerin iddia ettikleri yüz milyonlarca yıl boyunca gerçekleşen evrim sürecinde, yüz milyonlarca canlı, kendinden önceki bir türden bir sonraki türe doğru gelişecekti. Bu ise, kaçınılmaz olarak yüz milyonlarca “ara-geçiş formu”nun varlığını gerektirirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir. Fosil kayıtlarının evrimi desteklemediği ortadadır. Kediler hep kedi, maymunlar hep maymun ve insanlar hep insan kalmışlardır. Evrimciler çarpık değerlendirmeler yapıyor. Kendi teorilerine uydurmaya çalıştıkları zamanlama metotlarını sık sık değiştirerek, yeni ortaya çıkan bilgilerin ışığında evrimi geçerli kılmaya çalışıyorlarsa da, bu çabaların faydasız olduğunu da biliyorlar. Başlangıçta umduğu fosillerin bir türlü bulunamadığı görülünce, fosil kayıtları ve teorisinin birbirleriyle tutarsızlığını açıklamak için, Darwin’in bulduğu çözüm, yani fosil kayıtlarının çok eksik olduğu iddiası ileri sürüldü. Oysa şu anda Darwin’in döneminden beri 120 yıl geçti ve fosil kayıtları çok miktarda arttı. Bugün 250 bin farklı türün fosili mevcut. Ancak durum başlangıçtan farklı değil. Hâlâ Darwin’in bulunmasını umduğu fosillerden iz yoktur. Karmaşık canlıların gelişmeleri için gereken milyonlarca yılda bırakmaları gereken fosillerin hiçbirinin mevcut olmayışı, bu teoriyi herhangi bir dayanaktan yoksun bırakır. Bu karmaşık canlıların birdenbire ve evrim açısından “dramatik” biçimde ortaya çıkışlarını açıklamak amacıyla girişilen jeolojik, iklimsel, atmosferik ve kimyasal çabaların hepsi çökmüştür. Bu kadar şüphe götürmez delillere rağmen, eğer bir kimse bu karmaşık canlıların hiçbir iz bırakmadan evrimleştiğine inandığını söylerse, elbette bu modern bilime zıttır. Bu kişi, evrime, bilimsel gerçekler ışığında değil, bilimsel gerçeklere rağmen inandığını kabul ediyor demektir. Nitekim evrimi savunan çevrelerin, içinde bulunduğu durum da budur. Bu ise, evrimi bilimsellikten uzaklaştırarak bir ideoloji haline sokmuştur. 168 www.dinimizislam.com Evrimciler insanın maymundan evrimleştiği düşüncesinde idiler. Ancak bu evrim süreci ve fosil kayıtları da yine en çok evrimciler tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Evrimcilerin, “Maymunla insan arası” olarak açıkladıkları Australapithecus aferensis, insan gibi iki ayağı üzerinde yürümüyordu. Bazı hareketler [mesela bir daldan meyve koparmak] için kısa süreli olarak dikilmesi, onun insan olduğu anlamına gelmiyordu. Günümüz paleontoloji araştırmaları ise, bunun artık soyu tükenmiş bir maymun cinsi olduğunu söylüyorlar. Eugene Dubois, insanın maymundan evrimleşerek geldiğini söylemişti. 1891’de önce bir kafatası ve bundan 15 m. uzakta bir uyluk kemiği buldu. Ardından buluntulara 3 adet diş eklendi. Dubois bunların tek bir canlıya ait olduğunu iddia etmekle kalmadı, 900 cc olarak hesapladığı kafatasından hareketle ilkel bir maymun ve uyluk kemiğinden hareketle de dik yürüyen bir insan türü olduğunu ortaya attı. Buna Homo erectus [Dik yürüyen maymun] adını verdi. Bu yanlış iddia, evrimcilerce sevinçle karşılandı. Ne var ki, Dubois bile, bir süre sonra kendisinin de ikna olmadığını ve bunun bir maymuna ait olduğunu düşündüğünü itiraf etti. Birçok bilim adamı da bunun Pithecantropus türü bir maymuna ait bir kafatası olduğu konusunda birleştiler. İkinci örnek Pekin Adamı da bundan farklı değildir. Evrimciler hiçbir tutarlı iddia ortaya koyamadılar, iddialarını destekleyen hiçbir fosil kaydı bulunamadı ve evrimin, bilimsellikten uzak “İdeolojik bir çalışma” olduğu anlaşılmış oldu. Evrim efsaneye dayanır Yerli yabancı ilim adamlarının katıldığı bir konferansta konuşan Amerikalı biyolog Prof. Dr. Kenneth Cumming dedi ki: Evrim efsaneye dayanır. Şöyle ki, Enuma Elish destanı Yunan filozoflarını çok etkiledi. Thales, Aristo ve Platon felsefi teorilerini Sümerler’in destanından esinlenerek oluşturmuşlardı. Yunan filozoflarının doktrinleri ise Lamarck’a kadar uzandı. Lamarck ilk defa, canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini söyleyerek konuyu güncelleştirdi. Lamarck, bugünkü zürafaların geçmişte boynunun kısa olduğunu, ancak ağaçların yüksek dallarına uzandıkça boyunlarının da uzadığını iddia etmişti. Genetik biliminden habersizdi. Bugün böyle bir gelişimin, biyolojik olarak imkânsızlığı ispat edilmiştir. Lamarck’tan sonra, bu safsatayı Darwin tekrar gündeme getirdi. Darwin’in fikirleri, temel olarak gözlemlere ve doğal seleksiyon, ayıklama adını verdiği bir mekanizmaya dayanır. Buna göre bütün canlılar, 169 www.dinimizislam.com ortak bir ataya sahiptir ve türler bu ortak atadan zamanla, yavaş yavaş çeşitlenerek ortaya çıkmıştır. Darwin’in zamanında genetik ve mikrobiyoloji gibi hücre ve üreme konularına bilimsel açıklamalar getiren bilimler mevcut değildi. Bunun için iddialarına karşı, kesin bir şey söylenemiyordu. Bu bilimlerin ortaya çıkması, Darwin’in teorisini temellerinden sarstı. Bu durumda evrimciler de yeni yollar aramak durumunda kaldılar ve teoriye mutasyon mekanizması eklendi. Bu iddiaya göre, mutasyonlar, yani canlının genetik şifresi DNA’da meydana gelen hasar, bozulma ve kopmalar neticesinde yeni canlılar oluşuyordu ve doğal seleksiyon bunları ayıklayarak güçlülerin hayatta kalmalarını sağlıyordu. Oysa bu durum teoriyi kendi içinde bile çelişkili hale getirmişti. Çünkü mutasyonlar canlıya zarar verip yaşama şansını azaltıyordu. Zaten çok nadiren meydana gelen bir mutasyon, üstelik de kazanılan özelliğin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için ancak üreme hücrelerinde olması gerekirken, canlıya büyük zarar veriyordu. Tek bir faydalı mutasyonu tanımlamak bile çok zorken, türü değiştirebilecek bir mutasyonlar zincirini düşünmek imkânsızdı. 1953’de Miller bir deney gerçekleştirdi. Evrimcilerin iddialarındaki doğal seleksiyon mekanizmasının tek bir örneğinin bile mevcut olmadığını, çeşitli sebeplerden dolayı hayvan toplulukları sayılarında değişme yaşandığını, ancak hiçbir zaman bir kedinin köpeğe, bir çamın meşeye dönüşmediğini ispat etti. Moleküler düzeyindeki incelemelerinde, aminoasitlerin yapılarının evrimle açıklanamayacağı görüldü. Bütün canlılarda, rastgele değil, çok muntazam bir dizayn vardır. Buna göre canlı organizmalar, bir makinenin parçaları gibi yüzlerce, binlerce parçanın, daha doğrusu sistemin birlikte çalışmasıyla hayatlarını devam ettirmektedirler. Bu çok sayıdaki parçanın herbiri birbiri ile mükemmel bir uyum içinde çalışmaktadır. Mesela vücudun savunma sistemleri, organizmanın korunması için antikor oluşumu, hücre temizliği ve iltihabi reaksiyon gibi karmaşık metotlar kullanırlar. Yara tamiri, kan pıhtılaşması gibi birçok döngü reaksiyonları meydana getirirler. Olayların kendine has oluşları ve kontrolün oluşumu üst düzey bir dizayna işaret etmektedir. Böyle üstün bir dizayn tesadüfler sonucu ve rastgele oluşmuş olamaz. Bu, bir sisteme ait olan ve birbiriyle uyumlu bütün parçaların, ancak o sistemi bütünüyle tanıyan bir Yaratıcı tarafından ortaya çıkarılmış olduğunu açık bir şekilde 170 www.dinimizislam.com göstermektedir. Bu parçaların her birinin yapısı, iç mekanizması ve işleyişindeki harikalık da o yaratıcının varlığına birer delildir. [Kur’an-ı kerimde ilk insanın topraktan, neslinin ise nutfeden yaratıldığı bildiriliyor. İlim ilerledikçe Kur’an-ı kerimin bildirdiği bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.] Evrim ve yaratılış Bilim adamları, bir dergideki solcu bir yazara verdikleri cevabı, basına da dağıtmışlar. Bu uzun mesajda özetle [ve kısa ilavelerle] deniyor ki: Dergideki yazıda, “Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmaktadır” denmiştir. Hâlbuki bahsedilen konferanslarda, Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmamış, çürütülmüştür. Evrim teorisi ele alınmış, ateist ideolojilerin ürünü olan bu dogmanın mesnetsizliği, bizzat bilim yoluyla ortaya konarak, teorinin çöpe atılması sağlanmıştır. Ayrıca Marksist felsefeyi savunanların yaratılış gerçeği karşısında ileri sürdükleri teori, her açıdan geçersiz kalmış ve savunucuları büyük bir hezimete uğramıştır. Yazıda, “Evrim teorisi dinin en zayıf noktasıdır” deniyor. Evrim teorisi dinin değil, materyalist felsefenin en zayıf noktasıdır. Çünkü başta K. Marx ve F. Engels olmak üzere materyalist felsefenin ileri gelen fikir babalarınca defalarca ifade edildiği gibi, Evrim teorisi, materyalist felsefenin temel dayanağını teşkil etmektedir. Nitekim K. Marx, Evrim teorisini ortaya atan Darwin’in kitabı için, “Bizim görüşlerimizin doğal tarihi temelini içeren kitap budur” demiştir. Evrim teorisi, materyalist felsefenin temeli olduğu için, bu teorinin mesnetsizliğini ortaya koyan her bulgu, materyalist felsefenin ve onunla bağlantılı bütün ideolojilerin de mesnetsizliğini ortaya çıkarmaktır. İşte yazarın saldırgan bir tutum sergilemesinin ardında yatan asıl sebep budur. Dergi, “İnsanlar, yaratılış için tanrısal bir masal uydurmuşlar. Kutsal kitaplar, bütün canlıların Hazret-i Âdem’den yaratıldığını söyler” derken, dergi, bütün canlıların değil, insanların türemesini kastetmiş olmalıdır. Çünkü bilindiği gibi, Kur’an-ı kerimde Hazret-i Âdem’in ilk canlı olduğu ve mikroorganizmalardan memelilere kadar bütün canlıların Hazret-i Âdem’den türediği gibi bir açıklama mevcut değildir. Kur’an-ı kerimde, Hazret-i Âdem’in ilk insan olduğu ve insan neslinin Hazret-i Âdem’den türediği belirtilmektedir. Yazar, “Doğal Seçme Yasası ile din asla bağdaşmaz” diyor. Yazar dini bilmediği gibi, Evrim teorisini ve bilimi de bilmiyor. Çünkü Doğal Seçme Yasası diye bir şey yoktur. Doğal seçme [seleksiyon] ise, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir kelime oyunundan ibarettir. 171 www.dinimizislam.com Yazar, “İnsanlar tercihlerini ya inançtan, ya bilimden yana yapacaklardır” diyor. Eğer, “İnanç”tan kastettiği “Yaratılış inancı” ise, iddiası gerçek dışıdır. Yaratılış ile bilim arasında hiçbir aykırılık mevcut değildir. Bilimsel gerçekler, yaratılışın doğruluğunu ortaya koymaktadır. Eğer “İnanç”tan kastettiği, Evrim teorisine olan körü körüne bağlılık ise, yalnız bu tespiti doğrudur. Bilim başka şey, Evrim teorisi başka şeydir. İnsanlar tercihlerini ya bilimden, ya Evrim teorisinden yana yapacaklardır. Hem bilim, hem Evrim teorisi savunulamaz. Yazar, “Yaratılışa inananlar Evrim teorisini çürütseler bile, yine de bu, insanları yaratılış masalına inandırmaya yetmez” diyor. Birincisi, yaratılış masal değil gerçektir. Esas masal olan, çeşitli türlerde atomların uzun bir zaman içerisinde, tesadüfler sonucu bir araya gelerek, elektron mikroskobu yapıp, kendi vücudunun hücre yapısını inceleyen bilim adamlarına dönüştüğünü iddia eden Evrim teorisidir. İkincisi, Evrim teorisinin yanlışlığı, elbette ki, yaratılışı ispatlayan delillerden biridir. Canlıların tesadüfle oluşmasının imkânsızlığı, şuurun varlığı, bu da yaratıcının varlığını ispatlamaktadır. Başka bir deyişle, yaratılış, hem bilimsel verilerin yaratılışı doğrulamasıyla, hem de yaratılış dışındaki alternatiflerin imkânsızlığıyla kesinlik kazanmaktadır. Yazar, “Din ile bilim hiçbir zaman birbirleriyle uyuşmaz” diyor. Demek ki yazar, Evrim teorisini ilim ile karıştırıyor. Maymundan gelen politikacı Sual: Bir politikacı, (Maymundan geldik) dedi. Ben de, (Dinimizin bildirdiğine göre, Hazret-i Âdem’den geldik) dedim. (Bilim varken dine uyulmaz, siz bilime karşı çıkıyorsunuz) dedi. (Sizinki bilim değil, bir teoridir, yarın da başka bir teori çıkarsa ne yapacaksınız?) dedim. (Yeni çıkan teoriye uyarız) dedi. Bu politikacı, maymun teorisine de inanmadığı, çünkü yeni bir teori çıkarsa ona uyabileceğini söylediğine göre, sırf dine karşı olduğu için onu kabul ettiği anlaşılmıyor mu? CEVAP Evet, öyle olduğu açıkça anlaşılıyor. Başka teoriyi kabul edecekse, bu teorinin doğru olmadığını söylemiş oluyor. Bir İtalyan profesörü, yeni bir teori çıkarmış, insanın maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç delil ortaya atmıştı: 1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır. 2- Ayı dişisiyle, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Hâlbuki maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir. 172 www.dinimizislam.com 3- Oyuncak dükkânına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir. Maymun teorisi gibi ayı teorisi de, bilim adına uydurulmuş bir hurafedir. Acaba evrimci politikacı, yeni bir teoriye uyacağına göre, maymundan değil de, ayıdan mı geldiğini söyleyecektir? Evrimcilerin, insandan değil de, hayvandan geldiğini iddia etmeleri, dini yıkmak içindir. Eğer din hâşâ, maymundan geldik deseydi, bunlar insandan geldik derlerdi. Hayvandan gelmeyi aşağılık kabul ederlerdi. Dine inanmamak için hayvandan gelmeyi çok normal görüyorlar. İlk maymunun nereden geldiğini evrimcilere soruyoruz. Sudan oldu diyorlarsa, suyu kim yarattı? Mahlûk olunca bir yaratıcının olması gerekir? Mahlûk, yaratılan demektir. Yaratan olmazsa yaratık olmaz. Yaratıcıyı inkâr etmek kadar ahmaklık olmaz. Gülen maymun Sual: Maymunun insan gibi gülmesi, evrimin gerçek olduğunu göstermiyorsa neyi gösteriyor? CEVAP Evrimle hiç alakası yoktur. Papağanı insan gibi konuşturan, maymunu güldüren, yılanı ayaksız yürüten bir yaratıcının varlığını gösterir. Allahü teâlâ her hayvana bir özellik vermiştir. Köpeğin koku alması, kedinin karanlıkta görmesi, akrebin zehri, geyiğin boynuzu, kirpinin dikeni, bukalemunun renk değiştirmesi, kuşların uçması, balıkların yüzmesi, aslanın parçalaması, yarasanın engellere çarpmadan gözsüz uçması evrimi, devrimi değil, hikmet sahibi yüce bir yaratıcının varlığını gösterir. Uçan daireler ve UFO yalanları Sual: Uzaylı insanların varlığı doğru mudur? UFO’ların aslı nedir? CEVAP Asırlardır, dinsizler, dinleri inkâr etmek için çeşitli yalanlar uydurdular. Mesela, Âdem aleyhisselamı inkâr etmek için ilk insanların vahşi olduğunu, maymundan geldiğini, dil bilmediğini de söylerler. Halbuki Allahü teâlâ, bütün eşyanın, ismini, ilmini ve sanatını Hazret-i Âdem’e öğrettiğini bildiriyor. (Bekara 31) Tanrıların Arabaları diye kurgu yazılar yazan Erich von Daniken bunlardan biri, Mısır Piramitleri gibi harikaları görünce, (Bunları insan yapamaz. Tanrılar yapmış olabilir) düşüncesiyle hayaller üretmiştir. Kâfir 173 www.dinimizislam.com kafası, tanrı çok olursa çok iş yapar sanıyor. Her şeye gücü yeten bir Allah’ı düşünemiyor. Dinsiz, tanrıya inanmaz. Fakat Müslümanların itikadlarını bozmak için birçok tanrının olduğunu söyler. Bunun için Gök tanrıları veya Tanrıların Arabaları demeleri de inkârcılıklarından ileri gelmektedir. Cennetle, Cehennemle alay ederler. (Cehennemde dansözler var. Biz Cenneti değil, Cehennemi isteriz) derler. Bunları, Cehenneme inandıkları için değil, inananlarla alay etmek için söylüyorlar. Çok tanrıdan bahsetmeleri de bundandır. İnsan maymundan gelmiş diyenlere, yani evrim masalına, bilim havası vermek için antropolog demişlerdir. Aslında vicdanlı bir biyolog veya antropolog, ilme ihanet etmez. İnsan kafatasına maymun veya domuz dişi koyup ilim adına ortaya sürmez... [Geniş bilgi için Darwin ve Evrim Teorisi maddesini okuyunuz.] Bu işleri dinsizler yürütürken, bazı Müslümanların da UFO yalanına inanmaları, hele bazı Müslümanların, (Merih’te Müslüman kardeşlerimiz var) demesi üzerine bu yazıyı yazmak bize vacip oldu. Bu yazıyı yazmaya karar verince, birkaç kişiye söyledim. İmanlı bir zat, (UFO’lar hakkında size bir brifing vereyim dedi. Üç arkadaşla birlikte bir saat kadar süren brifingi izledik. Bu da, Daniken’in etkisinde kalmış. UFO diye bize, kazılarda bulunmuş tarihi eserleri gösterdi. Diyelim ki o eserleri şimdi yapmak mümkün değil. Bu neyi gösterir? O devrin teknikte çok ileri olduğunu gösterir. Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların tamamının vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması medeniyetlerin zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Medeniyetler zirvede iken, teknik çok ileri idi. Tıb da çok ilerlemişti, her hastalığın çaresi bulunuyordu. Bugünkü radarlar eskilerin yanında çok ilkel kalır. Her medeniyet, deprem, Hazret-i Nuh’un tufanı gibi bir sebeple yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir. Bu eski medeniyetleri kuranlara, tanrıların adamları veya UFO demek ne kadar mantıksız ve ilim dışıdır. UFO, Unidentified Flying Objects kelimelerinin baş harfleridir. Buna meçhul uçan cisimler denmiştir. Yani, gökyüzünde görülüp de ne olduğu bilinmeyen şeylere bu isim verilmiştir. UFO’lar, uzay gemisi, uçan daireler, uzaydan gelen insanlar zannedildi. Hâlâ da bunlar söyleniyor. Bugünkü tekniğin bunları tespit etmesi zor mu sanki? Amerikan Hava Kuvvetleri bunların ne olduğunu araştırdı. Neticede, dağlarda görünen oval şeylerin, bulutların içindeki buz kristallerinden yansıyan ışık topları olduğu tespit edildi. Ayrıca, bazı savaş uçaklarının uçan daire şeklinde olduğu da bir 174 www.dinimizislam.com gerçektir. Süper güçler, teknoloji savaşında yaptığı çalışmaları gizlemek için, gizli çalışmalarını UFO ile kamufle etmeye çalışıyorlar. Şuranın buranın insanları daire şeklinde bir şey görünce, (İşte UFO) diyorlar. UFO, gezegenlerden gelen insan değildir. Çünkü bugünkü teknik, gezegenlerde hayat olmadığını tespit etmiştir. Konularında uzman 16 bilim adamı, konuyu bilimsel olarak incelemişler, UFO’ların aslı olmadığını bir kez daha ispat etmişler, (Daniken Duruşması) isimli eserlerinde, Daniken’e hak ettiği şamarı vurmuşlardır. Fakat buna rağmen, hâlâ ülkemizde, bilimsel teknolojiye karşı çıkan mutaassıp [bağnaz] kimselerin bulunmasına hayret ediyoruz. Müslümanlar, gezegenlerde insan veya insan gibi canlı varlık bulunmadığını bildirdiği için, din düşmanları, UFO diye bir yalan uydurdular. Allah’a inanmazlar. Fakat Müslümanların itikadlarını bozmak için birçok tanrının olduğunu söylerler. Bunun için Gök tanrıları veya Tanrıların Arabaları demeleri de inkârcılıklarından ileri gelmektedir. Dinsizlerin hilesi çoktur. Hiçbirinin aslı yoktur. Gerçeği öğrenmeli, oyunlarına gelmemeli. Sual: Gezegenlerde insan var mı? CEVAP Hayır, insan yoktur. Sual: Feza sonsuz mu? CEVAP Hayır. Sonsuz sanılan feza, henüz birinci semadır. Genetik kopyalama Sual: Genetik kopyalamadan bahsediliyor. İnsanı kopyalayacaklarmış, bu nasıl olur? CEVAP Bir yumurtayı bir sperm ile döllemek, döllenmiş yumurtayı uygun bir ortamda geliştirmek, yoktan yaratmak değildir. Bir mahlûkun resmini çekmek veya kopyasını almak gibi kolay bir iştir. İnsan mevcut olan şeyde değişiklik yapar. Bunun için insan değil, bir sineği bile yaratmak mümkün değildir. İnsanın ruhu, bitki ve hayvanı ayakta tutan ruhtan farklıdır. İnsan, ruhu sayesinde vardır. İnsanın, vücudu bir marangozun aletleri gibidir. Birine, başkalarının bütün organları takılsa, o insanın aklında, düşüncesinde, ilminde değişiklik olmaz. Marangozun eski aletleri yerine, yeni aletleri gelmiş demektir. Alet değişmekle, marangozdaki bilgi, kabiliyet değişmez. 175 www.dinimizislam.com Görmeyen gözün yerine sağlam göz takılırsa görür. Kanı, kalbi, beyni de değişse, yine düşünceye tesir etmez. Sağlam organ, daha kolay iş görür. Çünkü insan, ruh demektir. Teorik olarak insan kopyalanabilir. Fakat ruhu kopyalanamaz. Ruhun genetik yükle alakası yoktur. Her canlıda, hatta bir yumurta ikizlerinde de ruhlar farklıdır. Bir evliyanın veya meşhur bir sanatkârın kopyası yapılsa, kopyalamadan meydana gelecek bebek büyüdüğü zaman ilmi, aklı, zekâsı ve kabiliyetleri farklı olur. Kopyalamada, gazetelerdeki ifadeye göre, ya ana veya baba yoktur. Genetik karakter anadan gelirse, ananın kromozomları kendi ana ve babasının kromozomlarının karışımıdır. Dolayısıyla doğacak bebek, annesinin değil, anneannesinin ve dedesinin kromozomlarını taşır. Soy bakımından karışık bir hilkat garibesi olur. Bu bakımdan da insanlarda kopyalama zararlı olur. Klonlama için bazı gazeteler, "İnsan bir koyun yarattı, insan insanı yaratıyor" diye başlıklar attılar. Klonlamaya yaratmak denmez. Çünkü yaratmak, yoktan var etmektir. Klonlamada, Allahü teâlâ tarafından yaratılmış bir hücrenin içindeki genetik materyal kullanılmaktadır. Bu materyaller annenin yumurtasına aktarılmaktadır. Ruh yine Allahü teâlâ tarafından verilmektedir. Buna yaratmak denmez. Un, şeker ve yağdan helva yapmak gibidir. Unu, şeker ve yağı yoktan kimse yaratamaz. Ancak mevcut olan malzemeler kullanılarak yeni bir ürün meydana getirilir. Klonlama ile meydana gelecek insan, Allahü teâlânın verdiği farklı bir ruha sahip olur. Fiziksel beden hemen herkeste aşağı yukarı aynıdır. İnsan ruhu sayesinde farklılıklar arz eder. Klonlama da kopyalanan sadece fiziksel özelliklerdir. Tek yumurta ikizlerinin DNA bilgileri yani fiziksel özellikler birbirinin benzeridir, ancak ruhlar farklıdır. Klonlama konusunda çalışan İtalyan Prof. Dr. Severino Antinori diyor ki: "Bu klonlama fotokopi gibi değildir. Ayni kişiler imal etmiyoruz. Vücudun fotokopisi yapılabilir ama psikolojik durumu yapılamaz.” Bunun için bir insan ruhu ile birlikte aynen kopyalanamaz. Tecrübe edin Sual: Genetik mühendisliği usulü ile yapılan üretime karşı çıkıp, “Allah’ın işine karışmayın! Yaratmak sadece Onun işidir!” diyerek, bu usulle üretilmiş bir besini yememek doğru mudur? CEVAP Bitkilerin ve hayvanların ıslahı için yapılan işlerde, (Allah’ın işine karışmayın!) sözü yanlıştır. Çünkü onları ıslah etmek, daha verimli hale 176 www.dinimizislam.com getirmek Allah’ın emridir. Dinimiz, fen bilgilerini öğrenmeyi, geliştirmeyi emreder. Peygamber efendimize, (Ağaçlarımızı babalarımızdan gördüğümüz gibi mi yetiştirelim, yoksa Yemen’deki gibi aşılayıp da, daha iyi ürün mü elde edelim?) diye sordular. Resulullah efendimiz, (Biraz bekleyin! Cebrail aleyhisselama sorar, bildiririm!) veya (Biraz düşüneyim, Rabbim, kalbime doğrusunu bildirir) demedi ve (Tecrübe edin! Bir kısım ağaçları, babalarınızın usulü ile, bir kısmını da, Yemen’deki usul ile aşılayın! Hangisi daha iyi ürün verirse, her zaman o usul ile yapın!) buyurdu. Yani fennin esası olan tecrübeye güvenmeyi emretti. Kendisi melekten anlar veya mübarek kalbine doğar idi. Fakat, dünyanın her tarafında, kıyamete kadar gelecek Müslümanların, tecrübeye, fenne güvenmelerini işaret buyurdu. Meyve ve sebzelerde yapılan teknik çalışmalar sayesinde, daha iyi ürün almak elbette çok faydalıdır. Bundan yıllar önce, pazarda kafa kadar büyümüş patateslere rastladık. Merak kabilinden aldık. Pişirince saman gibi olduğunu gördük. Şu halde hormonlu, şişko patates gibi tatsız tuzsuz uygulamalar elbette tasvip edilemez. Hayvanların da daha iyi et, süt, yumurta vs. vermeleri için onları ıslah etmek faydalıdır ve dinimize aykırı değildir. Hatta çocuğu olmayan nikâhlı eşlerin, birbirinden alınacak materyallerle, tüp bebek denilen usulle, çocuk sahibi olmalarında hiç mahzur yoktur. Ancak bu muamele yapılırken haram işlenmemelidir. Genetik kopyalama usulü ile elde edilen evcil hayvanların sağlığa zararı yoksa buna itiraz etmek yanlıştır. Tarihte medeniyetler İlk insanlar vahşi miydi? Sual: İlk insanlar işaretle mi anlaşıyorlardı? Taş-tunç devrinin aslı var mıdır? CEVAP Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan Allahü teâlâyı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten Cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk Peygamber olan Hazret-i Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31] Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle: 177 www.dinimizislam.com (Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberani] (Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın!) [Hakim] İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hıristiyan ve yahudiler de, Hazret-i Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler. Hadis-i şerifte, (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir Peygamberdir) buyuruldu. (Beyheki) Hazret-i Âdem’in çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler. Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular. (Mirat-i Kâinat) Hazret-i Âdem’in çocukları Hazret-i Âdem’in çocukları da, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hazreti Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okumak, yazmak bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. Yazı, ilk insan Hazret-i Âdemle birlikte dünyaya yayılmıştır. Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi, Hazret-i Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez. Allahü teâlânın, Hazret-i Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı. Hazret-i Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna rağmen Hazret-i Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli aletler, makineler yapılmıştı. Hazret-i Nuh’un gemisinin, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Hud 40) Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması, medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir. Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse, medeniyetler yıkılınca yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara da bakıp hepsi vahşi idi denilemez. Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya 178 www.dinimizislam.com taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan ve aynı zamanda ilk peygamber olan Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâya ibadet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistan’da bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir? Bu vesikalar gösteriyor ki, ilk insanlar vahşi değildi. Taş, tunç devri gibi devirlerin yalan olduğu pek açıktır, ilimle alakası yoktur. Evrimcilerin ve devrimcilerin uydurmasıdır. Onlar, kendi nazariyelerine bilim derler. Evrim tenkit edilse, siz bilime karşı çıkıyorsunuz diye Müslümanları kötülemeye çalışırlar. Dinimiz kesinlikle ilme karşı değildir. Zaten din ayrı ilim ayrı değildir. Fen ilmi İslami ilimlerin bir koludur. Din, ilme aykırı demek, evrimci ve devrimcilerin bir iftirasıdır. Dillerin meydana çıkışı Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk insanın konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar ise de hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.) [Hakim] Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri öğretti) mealindeki âyet-i kerimesidir. Hazret-i Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat) Tarihte medeniyetler Sual: Medeni ve medeniyet nedir? CEVAP Güzel ahlak sahibi olan ve zamanının fen bilgilerinde yükselmiş olan Müslümana medeni denir. Fende ilerlemiş, fakat ahlaksız olan medeni olamaz. Fende geri ve ahlakı bozuk olana vahşi denir. Medeniyet, şehirler yapmak ve insanlara hizmettir. Bu da, fen ile, sanat ve güzel ahlak ile olur. Kısacası, fen ve sanatın güzel ahlak ile birlikte olmasına medeniyet denir. 179 www.dinimizislam.com Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve çalışkandır. Fen ve sanatı insanların hizmetinde kullanır. Din terbiyesi almış, fen bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü, özü doğrudur. İşlerini son derece dikkat ile başından sonuna kadar takip eder. Gerekirse, iş saatinden fazla çalışmaktan hiç çekinmez. Böyle çalışmaktan, iş görmekten zevk alır. Yaşlansa bile, kolay kolay işinden ayrılmaz. Âmirlerine itaat eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle uyar. İbadetlerini asla terk etmez. Evladının imanlı, ahlaklı yetişmesine çok önem verir. Onları kötü arkadaşlardan, zararlı yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve dünya vazifelerini bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi geciktirmek, yarına bırakmak şöyle dursun, yarın yapılacak bir işi bugün yapar. Görülüyor ki, gerçek Müslüman ilerici; dinsiz olan ise gericidir. İki çeşit medeniyet görülmüştür Tarihte iki çeşit medeniyet görülmüştür. Bunlardan biri ilahi dinlere inananların ortaya koyduğu medeniyetler, diğeri de inançsızların uygarlığıdır. Eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma uygarlıkları, putperest toplumların dünya hayat anlayışlarını göstermektedir. Onların ilah kabul ettikleri putların bazı insanlara, bilhassa krallara (Firavun, Promethe, Afrodit gibi) hulul ettikleri, yani vücutlarına girip yerleştiği, böylece bu kralların yarı tanrılaştıkları kabul edilirdi. Buna göre şekillenen günlük hayatta insanlar, asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve daha çeşitli isimler altında sınıflandırılır, hakim olan sınıflar diğerlerini dini, ekonomik ve beşeri bakımdan sömürür ve onlara zulmederlerdi. Atina’daki hipodromlarda insanları çıplak olarak spor müsabakalarına sokmak, çeşitli adlar altında tertipledikleri eğlencelerde şarap içerek her türlü çılgınlığı yapmak ve Roma’da köle yaptıkları ve gladyatör dedikleri insanları birbirleriyle ölümüne dövüştürmek ve aç bırakılmış aslanlara parçalattırmak vahşeti, zevkleri idi. Batı’nın ortaya koyduğu uygarlık, Hıristiyan olan milletlerin eski inanç, örf ve âdetleri ile karışarak yarı putperest bir medeniyet olmuştur. Hazret-i İsa’dan sonra bozulmaya başlayan Hıristiyanlık, felsefecilerin, papaların ve krallarının müdahaleleriyle daha çok bozulmuştur. Böylece Orta Çağ Avrupa’sı, puthaneye döndürülmüş kiliseler ile zalim derebeyi ve kralların şatoları etrafında binbir çeşit hurafe ile doldurulmuş kafalar, adalet ve merhametten mahrum kalbler ve cehaletin kararttığı daracık ufukları içinde kaba, görgüsüz ve yarı vahşi insanlarla doldu. Hastalıklar çaresiz, hastalar bakımsız, fakirler ve köylüler hor ve zelil, ilim adamları, düşünürler tehlikeli, kadınlar her türlü hakaret ve zilletin hedefi idi. 180 www.dinimizislam.com İslam medeniyeti Müslümanların İspanya’yı fethederek burada bir İslam medeniyeti kurmaları ve Haçlı Seferleri sonunda, Avrupalılar önce şaşkınlık ve hayranlık içinde bocalamışlar, sonra yavaş yavaş uyanarak, çocuklarına Endülüs Üniversitelerinde fen bilgileri tahsil ettirmeye, İslam âlimlerinin fen bilgileri kitaplarını kendi dillerine çevirmeye ve Müslümanlarda gördükleri teknik aletleri yapmaya başladılar. Bu arada İslam âlimlerinin eski Yunan filozoflarının bozuk kitaplarına verdikleri ilmi, inandırıcı cevapları okuyarak içine düştükleri bataklıklardan kurtulmaya çalıştılar. Bu hâl, İslamiyet’in üstünlüğü karşısında ezilen ve papazların aforoz tehdidiyle suskunluk içinde olan Avrupalıları bu defa eski Yunan mitolojisini incelemeye, öğrenmeye sevk etti. Öğrendiklerini resim, heykel, felsefe ve edebiyat eseri, müzik bestesi olarak kendilerine göre yeniden yazarak ve yayarak yeni bir yol tuttular. Bunlara Rönesans, Hıristiyanlık dininde yaptıkları değişikliklere de reform adını verdiler. Böylece Avrupa’da gün geçtikçe tesiri azalan ve bir süs unsuru haline gelen bir kilise, ruhi açlıklarını tatmin için sık sık değiştirdikleri sanat ve estetik anlayışları ile maddi refahı hedef alan bir ilim, teknoloji ve sanayileşme başladı. Fransızların övündükleri Versailles sarayında bir hamam yoktu. Su ve temizlik düşmanlığı, papazlardan başlayarak, krallarda, asillerde ve halkta yaygındı. Müslüman milletlerden ve bilhassa Osmanlılardan görüp öğrendiklerini tatbik ederek, üzerinde asırlar boyu çalışıp geliştirerek bugünkü ilmi ve teknolojik seviyelerine ve ihtilallerle yerleştirilen rejimlere ulaştılar. Hıristiyanlığın, bir fantezi ve teselli kaynağı olarak kabul ettikleri teslis denilen üç tanrı inancı bir süs eşyası olarak taşıdıkları haçlar ile her türlü eğlencelerinin sembolü haline gelmiş şarap ve kilise korolarından türemiş çılgın bir batı müziği ve bunların neticesi olarak her gün süratle artan ahlaki çöküntüye medeniyet demek mümkün müdür? Medeniyetler içinde her bakımdan mükemmel olanı İslam medeniyetidir. İslam âlimleri, medeniyeti; beldelerin imar edilerek insanlığın ihtiyaçlarını karşılayacak, rahat ve huzur içinde yaşayacak şekle sokulması, insanların da ruhen, maddeten, fikren ve ahlaken yükselmesi şeklinde tarif etmişlerdir. Müslümanların tarih boyunca kurdukları bütün medeniyetlerin kaynağı, mümtaz örneği ve rehberi, asr-ı saadettir. Tarihte olduğu gibi, bugün de dinimizi iyi öğrenip, ona uymaya çalışırsak, maddi ve manevi sahada en yüksek bir medeniyete ulaşmamız son derece kolay olacaktır. Batı’yı taklit etmek 181 www.dinimizislam.com Batı’nın bâtıl inanışlarını, moda ve ahlaksızlıklarını taklit etmek, medeniyet değil, milletin bünyesinde tahribat yapmaktır. İslam dini, Müslümanların tembel, miskin oturmalarına izin vermez. Müslümanların her türlü fen kollarında çalışarak ilerlemelerini, başka dinden olanların fende buldukları yenilikleri, onlardan öğrenmelerini, bunları kendilerinin de yapmalarını emreder. Ziraat, ticaret, doktorluk, kimya ve harp sanayiinde herkesten ileride olmalarını emreder. Müslümanlar, başka milletlerdeki her çeşit fen vasıtalarını araştırır, öğrenir ve yapar. Fakat onların bozuk dinlerini, kötü, çirkin huylarını, âdetlerini almaz, taklit etmez. Tarihi bir mektup Osmanlı devletinde Rus sefiri olarak uzun seneler çalışan İgnatiyef, hatıralarında, Sultan II. Mahmud zamanında 1821 de Rum isyanının planlayıcısı, Patrik Gregoryus’un Rus çarı Aleksandr’a yazdığı mektubu açıklamıştır. Mektup şöyledir: (Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak imkansızdır. Çünkü Türkler, Müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrur ve izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, ananelerinin kuvvetinden, idarecilerine [devlet adamlarına, komutanlarına, büyüklerine] olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler zekidir ve kendilerini müspet yolda yönetecek reislere sahip oldukları müddetçe de çalışkan ve gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hatta kahramanlık duyguları geleneklerine olan bağlılıklarından, ahlak güzelliğinden ileri gelmektedir. Türklerde önce itaat duygusunu kırmak ve manevi bağlarını parçalamak, dini metanetlerini zayıflatmak gerekir. Bunun en kısa yolu, milli gelenek ve dinlerine uymayan yabancı fikir ve hareketlere alıştırmaktır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve onları maddi vasıtaların üstünlüğü ile yıkmak mümkün olabilecektir. Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye için, sadece harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Hatta, sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceği için, dikkatli olmalıdır. Yapılacak iş, Türklere hissettirmeden, bünyelerindeki tahribatı tamamlamaktır.) Bu mektuptaki (Türklerin maneviyat ve dinlerinin yıkılması için, onları yabancı âdetlere alıştırmak ve onlara hissettirmeden bünyelerindeki bu 182 www.dinimizislam.com tahribatı tamamlamaktır) ifadesi çok ibret vericidir. Bu hedeflere ise, Batı’nın inanç, moda ve ahlaksızlıklarını taklide alıştırmakla ulaşılır. O halde oyuna gelmemelidir. Batı ve vahşet İslamiyet’i bir vahşet olarak tanıtan Hıristiyanların yaptıkları vahşetler çoktur. Din namına yapılan Engizisyon zulümleri, Sent Bartelemi faciası ve buna benzer toplu öldürmeler, Hıristiyanların, mezhepleri farklı olan dindaşlarına ve diğer dinlere karşı gösterdikleri akıl ermez vahşetleri birer birer teşhir etmektedir. Müslüman idareciler arasında hiçbiri, hiçbir zaman Hıristiyanların yaptıkları gibi, zulümler yapmamıştır. İslamiyet’te hiçbir mahlûka zulüm yapmak caiz değildir. Müslüman din adamları zulme mani olmuştur. İngiliz ilim adamı Lord Davenport, Hazret-i Muhammed ve Kur’an-ı kerim adındaki kitabında diyor ki: (Ahlak üzerinde son derece titizliğidir ki, Müslümanlığın az zamanda süratle yayılmasına sebep olmuştur. Müslümanlar, muharebede kılınca boyun eğmiş olan başka din adamlarını, daima af ile karşılamışlardır. Juryo diyor ki: Müslümanların Hıristiyanlara karşı davranışı ile, papalığın ve kralların Müslümanlara reva gördüğü muamele, asla birbirine benzetilemez. Mesela 1572 yılı Sent Bartelemi yortu günü, IX. Şarl ve Kraliçe Katerina’nın emri ile Paris ve civarında 60 bin Protestan öldürüldü. Böyle nice işkencelerde dökülen Hıristiyan kanları, Müslümanların harp meydanlarında döktükleri Hıristiyan kanlarından kat kat fazladır. Bunun içindir ki, birçok aldanmış insanı, İslamiyet’in, bir zulüm dini olduğu zannından kurtarmak gerekir. Papalığın vahşet ve yamyamlık derecesine varan işkenceleri yanında, Müslümanların gayri müslimlere karşı davranışları, çok yumuşak olmuştur. Chatfeld diyor ki: (Müslümanlar, Hıristiyanlara karşı, Batılıların Müslümanlara karşı uyguladıkları gaddar muameleyi uygulasalardı, bugün Doğu’da tek Hıristiyan kalmazdı.) İslamiyet, başka dinlerin hurafe ve şüpheler bataklığı ortasında, çiçek temizliği ile yükselmiş, akli ve fikri asaletin sembolü olmuş bir dindir. İslamiyet, ilahlara insan kanı dökmek facia ve felaketinden beşeriyeti kurtardı. Bunun yerine, ibadeti ve sadakayı getirmekle, insanlara iyiliği emir etti. Sosyal adaletin temelini kurdu. Böylece, 183 www.dinimizislam.com kanlı silahlara hacet bırakmadan dünyaya kolayca yayıldı. [İslam cihadı da bu demektir.] İlim davasına Müslümanlar kadar bağlı ve saygılı hiç bir millet gelmemiştir denilebilir. Muhammed aleyhisselamın pek çok hadisleri, samimi bir ilim teşvikçisidir ve ilme saygı ile doludur. İslamiyet, ilme maldan daha çok kıymet vermiştir. Muhammed aleyhisselam, daima ilim öğrenmeyi ve yaymayı emretmiş, Eshabı da, bu yolda çalışmışlardır. Bugünkü fen ve medeniyetin, eski ve yeni eserlerin ve edebiyatın koruyucuları, Emeviler, Abbasiler, Gazneliler ve Osmanlılar zamanındaki Müslümanlar olmuştur.) Buraya kadar bazı parçalarını yazdığımız Davenport’un İngilizce kitabı, misyonerler tarafından piyasadan toplanarak, yok edilmek istenmiştir. Arapların Müslüman oluşu İslamiyet’ten önce Arabistan çölünde oturanlar, yarı vahşi bedevilerdi. Putperest idiler. Birçok putlara taparlardı. İlkel bir hayat sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek gibi âdetleri vardı. Bu yarımada, bir yol üzerinde olmadığı için, ne Büyük İskenderler, ne Persler, ne Romalılar Araplarla hiç uğraşmamış, birçok kavimlerle savaştıkları halde, Arapların yanından geçmemişlerdi. Bu sebepten, İranlıların, Romalıların ahlaksızlıkları, zulümleri, hilekârlıkları Araplara bulaşmadı. İşte böyle aciz, zavallı, fakat saf ve temiz olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed aleyhisselamın getirdiği İslam dini sayesinde birdenbire değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, harikulâde [olağanüstü] bir gayret ile 30 yıl içinde, şarkta Türkistan, Hindistan; batıda İspanya olmak üzere akla hayret veren çok kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şey keşfetmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o kadar ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp tahsil ediyorlardı. O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız bir tarihçi, Avrupa’nın manevi inkişafı ismindeki eserinde şöyle demektedir: (O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hıristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hıristiyan dininin başaramadığını, İslam 184 www.dinimizislam.com dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, önce onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonra, onların üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hıristiyan tarihçiler İslam’a karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edememektedirler.) 30 yıl içinde bir vahşi kavmi, hem de küçük bir insan topluluğunu, dünyanın en muazzam, en medeni, en yüksek ahlaklı, en yüksek seciyeli, en kahraman, en bilgili bir millet hâline getirmek, herhangi bir insanın, bir liderin, bir kumandanın yapacağı iş değildir. Bu, ancak Allahü teâlânın âlemlere rahmet olarak gönderdiği Peygamber efendimizin mucizesidir. Fende ileri olmak Sual: Fende ilerlemek medeniyette de ilerlemek sayılır mı? CEVAP Medeniyet, sadece fende ilerlemek değildir, fen vâsıtalarını insanların hayrına kullanmaktır. Eğer insanların zararına kullanılıyorsa, ona medeniyet değil vahşet denir. Güçlü bir ülke, atom bombası yapıp diğer ülkeleri yok ederse, bu medeniyet olmaz. Medeniyetin beşiği neresi Sual: Medeniyetin beşiğinin Avrupa olduğu doğru mudur? CEVAP Avrupa’nın ilimde, teknikte ve sanayide ilerlemeye başlaması, son üçyüz seneden beri olmuştur. 1494 senesine kadar, Avrupalılar vahşet, cehalet, pislik içerisinde yaşıyorlardı. Bu sırada İslam ülkeleri, hıristiyan Avrupa’nın tam tersi bir idare altında idi. Arabistan, Irak, İran, Mısır, Türkistan, Emevi ve Abbasi halifelerinin idaresiyle her cihetten, maddi ve manevi terakkiler yapmış idi. O zaman müslümanlar, ruhen ferah, maddeten de refah içerisinde idiler. Müslümanlar, İspanya’yı, Endülüs Emevi sultanlarının emri altında, en güzel şekilde imar etmiş, medeniyetin en yüksek zirvesine ulaşmışlardı. İlim, sanat, ticaret ve ziraata ve güzel ahlaka çok önem verilmişti. İspanya önceleri, Gotlar elinde vahşi bir yer iken, müslümanların idaresine kavuştuktan sonra, sanki Cennet bahçeleri gibi olmuştu. Avrupalı ilim adamları ve sanayiciler, ilelebet müslümanlara teşekkür etseler, yine İslamiyet’in hakkını ödeyemezler. Çünkü, Avrupa’ya ilim kıvılcımı, ilk defa 185 www.dinimizislam.com Endülüs müslümanlarından sıçramıştır. Ortaçağda, Endülüs’te ortaya çıkan parlak medeniyet, Endülüs’ün dışına taşarak, Avrupa’ya yayıldı. Endülüs’teki medeniyeti gören kabiliyetli bazı Avrupalılar ortaya çıktı. İslam âlimlerinin kitaplarını, Avrupa lisanlarına tercüme ettiler. Bunların, tercüme ve telif ederek, neşrettikleri kitaplar sayesinde, Avrupa halkı cehalet uykusundan uyanmaya başladı. Birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerde ilim, sanat ve ticaret emredilmektedir. Ayrıca, ana-babaya, akrabaya, yetimlere, acizlere, kimsesizlere, komşulara, yolculara ve kölelere iyilik ve ihsanda bulunmayı, onların haklarını gözetmeyi de emretmektedir. Bugünkü Avrupalıların dedeleri, medeniyet vasıtası olan bu şeylerden habersiz iken, İslam ülkelerinin her tarafında muntazam mektepler, medreseler, fakir ve yoksullar için bakım evleri, aşhaneler, hanlar, hamamlar ve daha nice hayır ve iyilik müesseseleri kurulmuştu. Müslümanlar, ayrıca bu hayır müesseselerinin devamı ve giderlerinin karşılanması için, hususi yardım teşkilatı olan vakıflar kurmuşlardı. Görüldüğü gibi medeniyetin beşiği hıristiyan ülkeleri değil, müslüman ülkeleridir. Bir batılının itirafı Aşağıda konuşmasını aldığımız bayan Carly Fiorina, dünyanın en büyük şirketlerinden HP'nin yönetim kurulu başkanı. Bu şirket, Microsoft gibi, Linux gibi dünya devlerinden birisi olup esas iştigal alanı Bilişim Teknolojileri. Geçen Mayıs ayında Compaq Bilgisayar firması ile birleşmişler. Bayan Fiorina Temmuz 1999'dan beri bu şirkette. Bundan önce 20 yıl ABD'nin telefon şirketi AT&T 'de üst düzey görevlerde bulunmuş ve AT&T ile ilgili bir firmada başkan olarak çalışmış. Stanford Üniversitesi'nin "Ortaçağ tarihi ve felsefesi" bölümünü bitirmiş ve çeşitli dallarda master yapmış. Minneapolis, Minnesota'da 26 Eylül 2001 "Teknoloji, piyasalar ve hayat tarzımız: Gelecekte neler olacak?" konulu bir konferansa, Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edildi. Konuşmasının son dakikalarında tarihten örnekler vererek değerlendirmeler yaptı. Aşağıda belirtilen adresteki konuşmanın son kısımlarına ait tercüme şöyle: "Konuşmamı tarihten bir örnek ile bitirmek istiyorum: Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en büyük medeniyeti idi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı dillerden, farklı kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı. 186 www.dinimizislam.com Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada çok konuşulan bir dil haline gelmiş ve farklı kıtalardan insanlar arasında köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden olan askerler, dünyanın belki de hiçbir zaman görmediği bir barış sundu, tebaasına ve dünyaya. Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan Çin'e ve arada kalan bütün ülkelere ulaşmışlardı. Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel logaritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, binlerce romantik ve sihirli hikayeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üstüne şiirler yazmışlardı. Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür uygularken, bu medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü devamlı canlı tutmuştu. Günümüz Batı medeniyeti de bu özelliklerin bir çoğuna sahip, fakat benim sözünü ettiğim medeniyet, 800'den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman'lar gibi hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin sayesinde vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans göstermeyi ve liderliği öğrendik. Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız. Bu medeniyetin sunduğu liderlik mirasa değil, yeniliklere dayanmış, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve Yahudilik gibi farklı farklı din ve kültürler mozaiğini esas almıştı. Zaten bu şekilde de 800 yıl ayakta kaldı. Şu anki gibi kritik zamanlarda, biz de tarihteki bu medeniyetten ders almalı ve onun gibi sosyal yapı ve liderler yetiştirmeliyiz. Özetle, bu konuya, liderlik mevzuundaki tartışmaya ve fikir teatisine dikkatlerinizi çekmek istiyorum. " KAYNAK http://www.hp.com/hpinfo/execteam/speeches/fiorina/ Carly Fiorina Minnepolis, Minnesota 187 www.dinimizislam.com September 26, 2001 "Technology, Business and our way of life: What’s next" Büyük devlet olmanın sırrı Sual: Osmanlıların her sahada ilerlemelerinin ve bu kadar başarılı olmalarına rağmen yıkılmalarının sebebi nedir? CEVAP Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman diyor ki: Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana gidince, bütün Avrupa’nın müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı. Osmanlılar, Avrupa’ya İslam medeniyetini getiriyor, ilim, fen, ahlak, nurları, Hıristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papazların zulümleri altında inleyenler, İslam ilimleri ile, İslam ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hıristiyan kiliseleri, Osmanlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul’daki, İngiliz sefiri, Londra’ya tarihi mektubunu yolladım. Buldum... Buldum!.. Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum diyor. Şöyle yazıyordu: (Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçtikleri çocukların zekâlarını ölçüyor, ileri zekâlıları ayırarak, medreselerde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları, böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekâlı şahsiyetlerdir. Sokullular, Köprülüler, böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hıristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, Enderun mekteplerini ve medreseleri dağıtmak, onları içerden yıkmaktır.) Bu mektuptan sonra, İngiltere’de, Müstemlekeler nezareti [Sömürgeler Başkanlığı] kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hıristiyan misyonerleri ve masonlar, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle avladıkları cahilleri Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye ve bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini, hatta, yüksek din bilgilerini kaldırmaya, müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Bu sinsi kampanyalarında, Tanzimat’tan sonra tam başarı sağladılar. İslam devleti yıkıldı. İslamiyet’in dünyaya neşrettiği saadet, huzur nurları söndü. 188 www.dinimizislam.com Allah çalışana verir Sual: Medeni insan nasıl olur? Avrupalılar müslümanlardan daha medeni midir? CEVAP Medeni bir insan, her şeyden önce, güzel ahlaklı, dürüst ve çalışkandır. Önce din terbiyesi almış, fen bilgilerini de öğrenmiştir. Sözü özü doğrudur. Âmirlerine itaat eder. Dininin emir ve yasaklarına titizlikle uyar. İbadetlerini asla terk etmez. Çocuklarının imanlı, ahlaklı yetişmelerine çok önem verir. Onları kötü arkadaşlardan, zararlı yayınlardan korur. Zamanın kıymetini bildiği için, her işini dakikası dakikasına yapar. Vaadine sadık olur. Din ve dünya vazifelerini bitirmeden içi rahat etmez. Bir işi yarına bırakmak şöyle dursun, yarın yapılacak bir işi bugün yapar. Ecdadımızın bu meziyetlerine sahip olursak, maddi ve manevi yükselir, her işimizde muvaffak olur, Rabbimizin rızasını kazanırız. Batı ve Medeniyet Batılılar böyle midir? İmanları, ahlakları şüphesiz böyle değildir. Hele İkinci Cihan Harbinden sonra, sayıları artan sapık fikirli, adi ruhlu insanlar başkalarını da bozmaktadırlar. Fakat yukarıda yazdığımız gibi olmaya ve sapık fikirlileri terbiye etmeye çalışmaktadırlar. Zahiri temizliklerine gelince, İslam dininin emrettiği temizliği tatbik ediyorlar. Bazı sokaklarda tek çöp parçası yoktur. Parklar bir çiçek deryası halindedir. Her taraf, her dükkan, herkes ve görünüşleri tertemizdir. Şimdi İslam dininin bize emrettiği şeylere bakalım. Bunlar bize ahlakımızı, bedenimizi ve kullandığımız şeyleri temizlemeyi emrediyor. O halde demek oluyor ki, hakiki medeniyet esasları bizim dinimizde bulunmaktadır ve Orta Çağdaki İslam medeniyeti ancak bu sayede meydana gelmiştir. Şimdi milletimiz ne yapıyor? İslamiyet iyi bilinmediği için, unutturulduğu için, her şeyden önce tembeldir. Allahü teâlânın emir ve yasaklarına pek önem vermez. Zevke düşkündür. Çabuk yorulur. Adam sendecidir. Bir bina yapar, tamirine üşenir. Az çalışıp çok kazanmak ister. Bir işe başladıktan biraz sonra gevşer. Bulgarlar "İşe Türk gibi başla, Bulgar gibi bitir!" derler. Ülkemizdeki, dedelerimizden kalma, muazzam sanat eserleri bakımsızlık ve tamirsizlikten dolayı harap olmaktadır. Önce, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri doğru imanın ne olduğunu öğrenelim. Sonra, bu öğrendiğimize uygun olarak inanalım. İmanı bozuk olan, Allahü teâlânın rızasına, sevgisine kavuşamaz. Onun rahmetinden, yardımından mahrum kalır. Rahatı, huzuru bulamaz. 189 www.dinimizislam.com İmanımızı düzelttikten sonra, ahlakımızı da düzeltmek, İslamiyet’e sımsıkı sarılmak yani Allahü teâlânın ve Peygamber efendimizin emirlerine ve yasaklarına uymak, kalblerimizi temizleyerek, nefslerimizi ve sıhhatimizi ıslah etmek gerekir. Böyle yapanların kalbi, hep iyilik yapmak ister. Kötülük yapmak hatırına bile gelmez. Ruh ve kalb temiz ve beden kuvvetli olunca, el ele vererek kardeşçe ve son derece dürüst olarak çalışmak kolay olur. Din düşmanlarının, münafıkların ve mezhepsizlerin sözlerine, propagandalarına aldanmamalıdır. Eğer böyle hakiki müslüman olur ve faydalı işler yaparsak, Kur'an-ı kerimin Tin suresinde beyan buyurulduğu gibi, Allahü teâlâ bizden razı olur, bize yardım eder. Eğer imanımızı düzeltmez ve Muhammed aleyhisselamın dinine uymaz ve hayırlı iş görmez, sapık, bozuk inanışlar uğruna dövüşür veya kendi şahsi menfaatlerimiz için gayrı meşru yollara saparsak, Allahü teâlâ bizi aşağıların aşağısı yapar. Allah çalışana verir İslam ilimleri iki kısımdır: Birincisi Din bilgileri, ikincisi Fen bilgileridir. İslam âlimi olmak için her ikisini de öğrenmek gerekir. Din bilgilerini öğrenmek ve yapmak, her müslümana gerekir. Yani Farz-ı ayndır. Fen bilgilerinden gerekenleri yalnız bu işte meşgul olanların öğrenmeleri ve yapmaları gerekir. Yani Farz-ı kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler. Medeni olur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Ahiret nimetlerini isteyene o nimetleri, dünya nimetlerini isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20] İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, dünya nimetlerine ve ahiret nimetlerine kavuşmak için, çalışanlara dilediklerini vereceğini vâdediyor. Müslüman olsun, olmasın, beğendiği gibi çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Avrupalılar, Amerikalılar, Japonlar böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasilerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten, fen ve sanat üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri çöktü. Din bilgisi, iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Bu üçünden biri noksan olursa, din bilgisi, tamam olmaz. Noksan olan şeyin faydası olmaz. Eski Romalılarda, Yunanlılarda ve Avrupa’daki, Asya’daki devletlerde fen bilgisi vardı. Fakat din bilgisi noksandı. Bunun için, fen ve teknikte nail oldukları nimetleri kötü yerlerde kullandılar. Bir kısım sanat eserlerini 190 www.dinimizislam.com zevklerde, fuhuşlarda kullandılar. Bir kısmı da teknik vasıtalarını, insanlara zulüm, işkence yapmakta kullandı. Medeni olmaları şöyle dursun, parçalandılar, yıkıldılar, yok oldular. Yine her sahada ileri olamaz mıyız? Sual: Müslümanlar ortaçağda medeniyette çok ileri gitmişler. Bunun sebebi İslamiyet’i yaşamaları olmuş. Şimdi de müslümanlar dinimizin emirlerine uysalar, yine her sahada ileri olamaz mıyız? CEVAP Elbette oluruz. İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim içerse, yani tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de faydasını görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür. Hakiki müslüman olmak demek, yalnız âdete tâbi olarak ibadet etmek değil, İslam’ın emrettiği güzel ahlakı edinerek, insanlık vazifelerini yaparak, ruhen de tertemiz olmak demektir. İbadet eden, fakat hileyi zekâ eseri sayan, insanları aldatan, hatta bazen muzır propagandalara aldanarak insan öldüren, ortalığı yakıp yıkan, yalan söyleyen bir kimse, müslüman olduğunu söylese de, hakiki müslüman değildir. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde (Furkan) suresinde, bir müslümanın nasıl olması icap ettiğini beyan buyurmuştur. Bunu tefsir etmek için Ehl-i sünnet âlimleri ziyadesi ile kitap yazmışlardır. Fakat biz, kendimizi hâlâ fena huylardan kurtaramıyor, Kur'an-ı kerimde bildirildiği gibi çalışmıyor, sözüne sadık olamıyor, sokaklarımızı pislik içinde bir harabeye çeviriyor, ruhen ve bedenen temizlenemiyoruz. Halbuki, elimizde bize bütün bu güzel şeyleri emreden, ne yapmamız gerektiğini açık açık bildiren, Allahü teâlânın kelamı (Kur'an-ı kerim) ve Peygamber efendimizin emirleri ve Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları vardır. En üstün din Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurmaktadır: (Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28] (Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9] Ve Allahü teâlâ vâd ediyor: (Allah şükredenlerin mükafatını verecektir.) [Âl-i imran 144] Burada şükretmek demek, dinimizin istediği gibi, tam müslüman olmak demektir. Allahü teâlânın verdiği nimetleri, Onun emrine uygun olarak 191 www.dinimizislam.com kullanmak demektir. Bugün dünyada bir milyardan ziyade müslüman olduğu bildirilmiştir Yani, dünyada her 4 kişiden biri müslümandır. Eğer bu müslümanlar, Allahü teâlânın emrettiği gibi, ruhen ve bedenen tertemiz insanlar olur, birbirlerine kardeşçe bağlanır, çalışır, her sahada ilerlemeye başlarsa, Allahü teâlâ da, onlara mükafatını verecek, o zaman müslümanlar, tıpkı ortaçağda olduğu gibi, medeniyetin en önüne geçeceklerdir. Allahü teâlâ, bize bunu vaat ediyor. Allahü teâlâ, hiçbir zaman vâdinden dönmez. İslam Ahlakı Bugün, bütün hıristiyan ülkelerinde, bir çocuk dünyaya gelir gelmez, buna bozuk dinlerinin icablarını yapıyorlar. Her yaştaki insanlara, yahudiliği ve hıristiyanlığı titizlikle aşılıyorlar. Müslümanların imanlarını, dinlerini çalmak ve yok etmek ve onları da, hıristiyan yapmak için, İslam ülkelerine paket paket kitap, broşür ve sinema filmleri gönderiyorlar. O halde müslümanlar, din cahillerinin hilelerine, yalanlarına aldanmamalı, bize emanet edilen çocuklarımıza sahip olmalıyız. Onlara sahip olmak da, dinimizin emirlerine uygun olarak yetiştirmekle olur. Hadisi şerifte buyuruldu ki: (Ahlakınızı güzelleştirin!) [İbni Lal] En vahşi hayvan bile terbiye ile ehlileştiriliyor. Hiçbir zaman elma çekirdeğinden portakal olmaz. Fakat elma fidanını büyüterek, lüzumlu aşı ve kültürel tedbirlerle kaliteli elma veren bir ağaç olarak yetiştirmek mümkündür. Bunun gibi insan tabiatında bulunan bazı arzular yok edilemez, fakat terbiye edilebilir. Her şeyi, zıddı kırar. Kötü huyları, iyi huylar yok eder. Bu bakımdan kendini zorla da olsa iyi işler yapmaya alıştırmalı, onları âdet haline getirmelidir. Çocuk, işleri ve ahlakı iyi olan insanlarla arkadaşlık ettirilirse, güzel huylar kendiliğinden onun tabiatı olur. Bu esaslar dahilinde çocuklar yetiştirilirse dünya ve ahıret saadeti elde edilir. Kıyamet günü, ana-baba, çocuğuna öğretmesi gereken ilimlerden mesul olacak, vazifesini yapmamış ise, yahut kusur etmiş ise cezaya çarptırılacaktır. Çocuklarını İslam terbiyesi üzerine yetiştirmiyenler, dünya ve ahıret felaketine maruz kalacaklardır. Ne mutlu çocuğunu İslam ahlakı ile yetiştirenlere. Alman Prof. Neumark’ın itirafları Ord. Prof. Fritz Neumark (1900-1991), Hitler’den kaçarak 1933’te Türkiye’ye gelir. İstanbul Üniversitesi İktisat ve Hukuk fakültelerinde dersler vermiştir. 192 www.dinimizislam.com 20 Temmuz 1936'da kurulan ve 1937 yılı yaz sömestresinde faaliyete geçen İktisat Fakültesi'nde (Umumi İktisat ve Maliye Teorisi Kürsüsü) başkanlığı da yapmıştır. [1952’de döndükten sonra Frankfurt Üniversitesi’nde rektörlük yapmıştır.] Alman profesör Neumark ile bir kısım talebesi Boğaziçi’nde geziye çıkarlar. Talebelerden biri Prof. Neumark'a, (Avrupa bizi neden sevmez?) diye sorar. Prof. Neumark şu cevabı verir: (Çok samimi olarak itiraf edeyim ki, Avrupalı, Türkleri sevmez ve sevmesi de mümkün değildir. Asırlardır kilisenin Türk ve İslam düşmanlığı Hıristiyanların hücrelerine sinmiştir. Sebeplerine gelince: 1- Müslüman olduğunuz için sevmez. 2- Sizler farkında değilsiniz ama, onlar şu gerçeğin farkındadırlar: Tarihten Türk çıkarılırsa tarih kalmaz. Osmanlı arşivi tam olarak ortaya çıkarsa, bugünkü tarihlerin yeniden yazılması gerekir. 3- Avrupa'nın pazarı idiniz. Şimdi Avrupa'yı pazar yapmaya başladınız. 4- En az 400 yıl Avrupa'da sırtımızda ve ensemizde at koşturdunuz. 5- Selçuklular Anadolu'yu, Osmanlılar ise orta Avrupa ve Balkanları Haçlı ordusuna mezar ettiler. 6- Sizi silah ile yenemeyenler, sizleri kendilerine benzeterek hakimiyet sağladılar. 7- Selçuklu ve bilhassa Osmanlı, İslamiyet uğruna her şeyini feda etmeseydiler, İslamiyet bugün belki sadece Hicaz'da varlığını devam ettirirdi, kaldı ki Vehhabiliği kuranlar da, İngiliz Dominyon Bakanlığı'nın adamlarıdır. Batı her yerde İslamiyet’i, sapık inançlara kanalize etti. Ama Osmanlı, Asr-ı Saadet'i devam ettirdi. 8- Kilise size kin kusmaktadır, sebepleri yukarıdadır. 9- Ben Türkiye'ye geldiğimde 2 üniversiteniz vardı, şimdi 19 üniversite var. [O tarihteki sayı] 10- Sizler, gerçek hüviyetinize döndüğünüz an Avrupa'nın refahı ve medeniyeti yıkılır. 11- Yine sizler, Avrupa'nın tarihi düşmanısınız ve daima düşman olarak kalacaksınız.) Allah bize niye yardım etmiyor Sual: Doğru din bizimki ise, neden Allah bize kâfirlere karşı güç vermiyor? CEVAP Doğru din elbette İslamiyet’tir, önce bunu anlatalım. Sonra da Allahü teâlâ niye bize yardım etmiyor, onu bildirelim. 193 www.dinimizislam.com Allahü teâlânın gönderdiği her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, yani değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştiren ve dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, İslam dinidir. Beş âyet-i kerime meali şöyledir: (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] (Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28] (Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulünü Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9] Bela ve nimetin gelişi Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten, her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Cenab-ı Hak, hiç kimseye, sebepsiz bela göndermez. Bir âyet-i kerime meali: (Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.) [Rad 11] Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı emretmektedir. Hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek büyük günahtır. Dinimiz çalışarak kazanmayı emretmektedir. Din büyükleri buyuruyor ki: Çalışın, kazanın! Çalışmadan rızk beklemeyin! Allahü teâlâ gökten para yağdırmaz. (Hazret-i Ömer) Çalış, kazan! Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır. (Hazret-i Lokman Hakim) Her gün sabahtan akşama kadar camide ibadet edip, Allahü teâlâ benim rızkımı nereden olsa gönderir, diyen kimse, cahildir. İslamiyet’ten haberi yoktur. (Ahmed bin Hanbel) Dinimiz, dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini 194 www.dinimizislam.com yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen büyük Türk sultanlarını şehid ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar. İngilizler, asırlardır İslam ülkelerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakla görevli paşa unvanlı maşalardır. Efgani ve Abduh gibi masonlar ve çömezleri de, İslam bilgilerini bozmaya, içten yıkmaya alet olmuşlardır. İslami ilimler iki kısımdır: Din ve Fen bilgileri. Din bilgilerini öğrenip yapmak, her müslümana Farz-ı ayndır. Fen bilgilerinden gerekenleri yalnız bu işte meşgul olanların öğrenip yapmaları Farz-ı kifayedir. Bu iki farzı yerine getiren millet, muhakkak ilerler, medeni olur. Bir âyet-i kerime meali: (Ahiret nimetlerini isteyene ahiret nimetlerini, dünya nimetlerini isteyene de dünya nimetlerini veririz.) [Şura 20] İstemek laf ile olmaz. Sebebe yapışmak, yani çalışmak gerekir. Allahü teâlâ, Müslüman olsun, olmasın, beğendiği gibi çalışan herkese, vereceğini bildiriyor. Avrupa, Amerika, Japonya böyle çalıştıkları için dünya nimetlerine kavuşuyorlar. Ortaçağdaki Müslümanlar, böyle çalıştıkları için, medeniyet rehberi olmuşlardır. Abbasilerin ve Osmanlıların son zamanlarında, iç ve dış düşmanların tesirleriyle, fen bilgilerini öğrenmekten ve öğretmekten, fen ve sanat üzerinde çalışmaktan mahrum edildiler. Bu sebeple muazzam devletleri çöktü. İslamiyet’in hükümleri şifası kesin ilaç gibidir. Kim içerse, yani tatbik ederse faydasını görür. İnanarak içenler ahirette de faydasını görürler. İnanmadan içerse sadece dünyada görür. Allah indinde hak din ancak İslam’dır. Ancak, dinimiz hak diye, Allahü teâlânın çalışmayana yardım etmesi gerekmez. Âdet-i ilahi böyle değildir. Onun âdeti, her şeyi sebep ile yaratmaktır. İnsanların iradelerini de, bunların iyi ve kötü işlerini yaratmaya sebep kılmıştır. Buna rağmen, Allahü teâlâ imanın, Müslümanın, Müslümanlığın kıymetini sebepsiz gösterseydi, yani her insan açıkça görseydi, o zaman imtihanın önemi kalmazdı. İnananları hiç sıkıntıya sokmasaydı; imanlarının nurları belli olsaydı, o vâkit bütün insanlar inanır, imtihana gerek kalmazdı. Böyle bir iman ise, Allahü 195 www.dinimizislam.com teâlânın katında makbul değildir. Zira, bu insanlar gayba değil, gördüklerine ve kendi menfaatlerine iman etmiş olurlardı. Dört bin yıl önce beyin ameliyatı Sual: İlk insanların vahşi olduğu doğru mudur? CEVAP Hayır, doğru değildir. Hazret-i Âdem’e indirilen kitapta, iman ve ibadet bilgilerinin yanı sıra, çeşitli dillerde lügatler, birçok sanatlar, tıp, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi bilgiler de bildirilmişti. Her devirde medeniyetten uzak insanlar olabilir. Bugün bile Afrika’da, medeniyetten, bilimden uzak yaşayan kabileler vardır. Bunlara bakılarak, bugünkü dünya için ilkel denilemeyeceği gibi, eski devirlerde, medeniyetten uzak yaşayan insanlara bakarak, hepsi için ilkel denilemez. Eski devirlerde, medeniyetin çok ilerlediği zamanlar da olmuştur. Sonra çeşitli tabiî afetlerle ve topluca helak olan kavimler sebebiyle bunlar yok olmuş, daha sonra da her ilim dalında tekrar ilerlemeler kaydedilmiştir. Buna örnek olarak, yakın zamanda yayımlanan bir haber şöyleydi: Kayseri-Sivas karayolu üzerindeki Kültepe Höyüğü’nde yapılan kazılarda bulunan Asurlu bir tüccara ait iskeletin incelemesinde, yaklaşık 4 bin yıl önce, kafatası açılarak, beyin zarı iltihabı operasyonu yapıldığı görüldü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Arkeoloji Bölümünden Prof. Dr. Fikri Kulakoğlu, Kültepe-Kaniş-Karum kazı alanında, 2010 yılı kazılarının Kaniş bölgesinde başladığını, çok önemli bir mezar bulduklarını söyledi. “Koloni çağına ait 4 bin yıllık mezarda, Asurlu bir erkek tüccara ait olduğu tespit edilen iskeletin kafatasında yapılan incelemede tüccarın başarılı bir beyin ameliyatı geçirdiği ve iyileştikten sonra hayatını kaybettiğini tespit ettiler” dedi. Anadolu Üniversitesi öğretim üyesi Handan Üstündağ da, “Asurlu tüccarın kafatasında çok düzgün bir kesi var. Kesi izleri, 4 bin yıl önce başarılı bir beyin ameliyatını gösteriyor” dedi. (AA) Yapılan birçok kazıda, 3-4 bin yıl önce modern tıp aletlerine rastlandığı görülmüştür. Bütün bunlar, eski insanların medeniyette çok ileri olduklarını göstermektedir. Topraktan insanı yaratan Allahü teâlâ, onların ihtiyaçlarını yaratmaz mı hiç? Kur’an-ı kerimde, ilk insan ve ilk peygamber olan Âdem aleyhisselama, lüzumlu bütün teknik bilgilerin verildiği bildirilmektedir. Ateistler sırf hazret-i Âdem’i, dinleri inkâr etmek için, eski insanların vahşi olduğunu söyleseler de, hiç kıymeti yoktur. 196 www.dinimizislam.com Tek hak din Evrensel hak din yalnız İslam’dır Bir ateist, İslamiyet’in evrensel olmadığını, sadece Arapların dini olduğunu söyleyerek bazı sorular sordu. İlk sorusu şöyledir: Sual: Kur’an evrensel midir? CEVAP Elbette evrenseldir. Başka bir din de gelmeyecektir. Muhammed aleyhisselam son Peygamberdir. Kur’an-ı kerimde mealen bildiriliyor ki: (Muhammed, Allah’ın resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40] (Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28] Ateist diyor ki: Sual: Oruç ve namaz olayını ele alırsak, tüm ibadet zamanlarını ay ve güneşin hareketlerine göre belirleyen İslamiyet, sadece Arabistan yarımadasına hitap eder. Bu da İslamiyet’in evrensel olmadığını göstermez mi? CEVAP Ay ve Güneş sadece Arabistan’da mı doğuyor? Avrupa, Asya, Amerika, Afrika’da ve Avustralya’ya güneş doğup batmıyor mu? Kur’an, yalnız Araplara mı hitap ediyor. Ey akıl sahipleri, Ey insanlar, Ey iman edenler, Ey kâfirler, Ey kitap ehli diye birçok âyet vardır. Akıl sahipleri sadece Arabistan’da mı? İnsanlar, iman edenler ve kâfirler yalnız Arabistan’da mı yaşıyor? Bu ne bozuk mantık! Ateist diyor ki: Sual: Aynı ibadetler, kutuplarda veya oraya yakın yerlerde yapılmaya kalkılsa bir oruç günü 6 ay sürebilecek ve insanlar 6 ay boyunca nasıl aç kalabileceklerdir? CEVAP Bu, dini bilmemekten ileri gelen bir düşüncedir. Kur’an-ı kerimde her şey açıkça yazılmamıştır. Bunun açıklamasını Allahü teâlâ, sevgili Peygamberine havale etmiştir: (Kur'anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] Hadis-i şerifler de dinimizde delildir. Ayrıca iki delil daha vardır. Birinin adı icma öteki de kıyas-ı fukaha’dır. Siz bunları bilseydiniz ve inansaydınız o soruları gündeme getiremezdiniz. Namaz, oruç ve diğer ibadetler bu delillerle anlaşılır. Birkaç saat fark aynı ülkede de olabilir. 197 www.dinimizislam.com Hatta aynı şehirde bile kışın geceler uzun yazın kısadır. Yazın gündüzler birkaç saat daha fazla uzun diye oruç tutulmaz mı? Allahü teâlâ şöyle ayarlamıştır ki, kameri aylar, her yıl on gün önce gelir ve yılın her mevsimine isabet eder. Mesela Ramazan ayı, kışın kısa günlere geldiği gibi, çok uzun olan yaz günlerine de gelmektedir. 36 senede bir aynı güne gelir. Kur’anda, beş vakit namazın vakitleri, çeşitli âyetlerde bildirildiği halde, Beş vakit namaz tabiri geçmez. Sebeplerinden birisi de, kutuplarda ve kutuplara yakın yerlerde, beş vakit namazın hepsinin vaktinin girmemesidir. Zengin, İslam’ın beş şartını da yapmakla yükümlü iken, fakire zekât vermek ve şartları yoksa, hacca gitmek de farz değildir. Şu halde, İslam’ın şartlarını eda etmek zengine göre beş iken, fakire göre üçtür. Fakire de, (Sen İslam’ın beş şartını yapmaya mecbursun) denilemediği gibi, kutuplardaki Müslümana da, beş vakit namaz kılma mecburiyeti olmaz. Kılınırsa iyi olur. (Nimet-i İslam) Ramazan ayı gelince, oruç tutmak farz olur. Ancak seferi olanın oruç tutması farz değildir. Kutuplara ve aya giden Müslüman, seferi ise oruç tutmaz. Geriye dönünce kaza eder. Gündüzleri 24 saatten daha uzun yerlerde, mesela altı ay gündüz olan yerlerde, oruca saat ile başlanır ve saat ile bozulur. Gündüzü böyle uzun olmayan, vakitleri normal teşekkül eden, yani gündüzleri 24 saatten az olan bir şehirdeki Müslümanların zamanına uyularak oruç tutulur. (Dürer) Ateistin deveye benzeyen mantığı Ateist diyor ki: Sual: Kuran’da adı geçen deve, hurma türü şeyler ancak Arabistan yarımadasında yetişen canlı türleridir. Sadece çöl bitkileri ve çöl hayvanlarını içeren Kur’an nasıl evrensel olabilir? CEVAP Ne kadar bozuk bir mantık bu! Hangi öğretmen öğrencisine, bilmediği görmediği şeylerden örnekler verir ki? Elbette herkesin bildiği bir örnek verilir. Kur’anın Arapça olarak gönderilmesi de böyledir. Yani Arap olan insana Türkçe veya İngilizce bir dil ile gönderilse idi ne anlayacaklardı? Bununla beraber, Kur’anda, incir, zeytin, nar, üzüm, kiraz, muz gibi meyvelerden, hıyar, sarmısak, soğan, mercimek gibi sebzelerden ve buğday arpa gibi ekinlerden de bahsedilir. Birkaç âyet meali özetle şöyledir: (Ekinleri, zeytin ve narları yaratan Allah’tır.) [Enam 141] (Allah, ekin, zeytin, hurma, üzüm ve diğer meyveleri bitirir.) [Nahl 11] 198 www.dinimizislam.com (Bahçeler, meyveler ve çayırlar bitirdik.) [Abese 25] (İncir ve zeytine and olsun.) [Tin 1] (Musa’nın kavmi, çeşitli sebze, hıyar, sarmısak, mercimek ve soğan istedi.) [Bekara 61] (Allah gökten su indirip çeşit çeşit meyveler yarattı.) [Saffat 41] (Hurma, üzüm bağları, zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik.) [Enam 99] (Amel defterleri sağdan verilen mutlu kimseler için Cennette sedir ağaçları kiraz, muz ve bol meyveler vardır.) [Vakıa 27- 44] Kur’anda Cennet şöyle tasvir edilir: (Cennetin içinde su, süt, şarap ve bal ırmakları ile meyvelerin her çeşidi vardır.) [Muhammed suresi 15] Bir hadis-i şerif de şöyledir: (Cennette, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, hayal bile edilemeyen nimetler vardır.) [Buhari] Kur’an-ı kerimde, at, eşek, katır, koyun, keçi, inek, köpek, domuz, kurt, maymun, zebra, aslan, balık birçok hayvan ismi geçer. Bunların arasında deveyi görmek art niyetin işaretidir. Bekara suresi bir hayvan adıdır. Sığır demektir. Enam suresi var, [kurbanlık] hayvanlar demektir. Fil suresi var. Daha başka hayvan ismi olan sureler de vardır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Rabbin bal arısına, her çeşit üründen, çiçekten yemesini öğretti. Karınlarından şifalı bal çıkardı. Düşünen bir millet için bunda ibret vardır.) [Nahl 68,69] (Yunus’u bir balık yuttu.) [Kalem 142] (Allah, erkekli dişili sığır da yarattı.) [Enam 144] (Yahudilere tırnaklı hayvanlar ile sığır ve koyunun iç yağını haram kıldık.) [Enam 146] (Kâfirler hayvan [davar] gibidir, hatta daha aşağıdır.) [Furkan 44] (Allah sekiz çift hayvan yaratmıştır: Koyundan iki ve keçiden iki...) [Enam 143] (Sizin için at, katır ve eşekler yaratılmıştır.) [Nahl 8] (Mağara ehlinin köpekleri de vardı.) [Kehf 18] (Onlar, aslandan ürküp kaçan yaban eşeği [zebra] gibidir.) [Müddessir 50.51] (Onlara, aşağılık maymun olun dedik.) [Araf 166] (Rabbin fil sahiplerinin üstüne ebabil kuşlarını gönderdi.) [Fil 1- 4] (Evlerin en dayanıksızı örümcek yuvasıdır.) [Ankebut 41] (Musa’nın asası bir yılan olmuştu.) [Araf 107] 199 www.dinimizislam.com (Onlara; tufan, çekirge, haşarat, kurbağa ve kan gönderdik.) [Araf 133] (Domuz eti ve canavarların öldürdüğü hayvan haramdır.) [Maide 3] (Yusuf’u kurt yedi dediler.) [Yusuf 17] (Süleyman'ın, cin, insan ve kuşlardan müteşekkil orduları vardı.) [Neml 17] (En çirkin ses eşek sesidir.) [Lokman 19] Genç ateistin hezeyanları Genç ateist, bir kelimenin iki veya daha fazla anlamı olacağını bilmediği için veli kelimesine takılmış. Soruyor: Sual: Hiç Allah’ın velisi olur mu? CEVAP Bilindiği gibi yüz kelimesinin birkaç anlamı vardır. Baba kelimesi de öyle. Mafya babası, Bektaşi babası, Fakir babası, Para babası, Baba adam gibi farklı anlamlarda kullanılır. Harç kelimesinin de kullanıldığı yerlere göre çeşitli anlamları vardır. Mesela Maliye’de harç demek, vergi demektir. İnşaatta yenice su, kum karıştırılmış çimento demektir. Ziraatta gübre karıştırılmış toprak demektir. Mutfakta da harç vardır, köfte harcı, dolma harcı gibi. Genç bunları bilmediği için, diyor ki: Sual: Veli ne demek, koruyan, gözeten demek. Okula başlayan her öğrencinin velisi olur. Öğrenci velisinden sorulur. Allah'ın velisi deyince de Allah'ı koruyan biri anlaşılır. Demek ki sizin Allah’ınızı koruyup gözeten veliler var öyle mi? CEVAP Ne kadar cahillik bu. Bir kelimenin birkaç anlamı olur diye yukarıda açıkladık. Veli, ermiş kimse demektir. Veli kelimesinin çoğulu evliyadır. Öğrenci velileri toplandı denilince bu, evliyalar anlaşılmaz. Senin bu yanlışlığın, 1970 lerdeki bir olayı hatırlattı. Belki o zamanlar sen doğmamıştın. Fikir babanız Prof. İlhan Arsel, (Biz üniversitede kapıcılık bile yapamayız) diyerek istifa ettiği zaman, Meydan dergisinde bir yazar, sizin yanlışlığınıza benzer bir yanlışlığını hatırlatmıştı. İlhan Arsel, Ebussuud efendinin bir fetvasını okumuş, sizin gibi yanlış anlamış. Genç bir kızın pire verilip verilmemesi ile ilgili fetvasındaki pire vermek sözünü anlayamamış. (Görüyorsunuz, Müslümanların şeyh-ül-islamı, bir kızı pire ile evlendiriyor) demişti. Halbuki, o kelime pire değil pir idi. Pir ise ihtiyar demektir. Bu ateistler hep böyle mi diye hatırıma geldi. Genç ateist soruyor: 200 www.dinimizislam.com Sual: Hepimiz Âdem’den geldi isek niçin dil, din, renk ve kültürümüz bir değil? CEVAP Taberani’deki bir hadis-i şerifte: (Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem’e her şeyin sanatını, ilmini öğretti) buyuruluyor. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Hazret-i Âdem de, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri [bunların sanatını ilmini, ne işe yaradığını, nasıl kullanılacağını] öğretti) mealindeki 31. âyet-i kerimesidir. Hazret-i Âdem, bunları öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatleri biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hazret-i Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde çeşitli ülkelere göç ettiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece torunlar, dedelerinin konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat) Biyolojide modifikasyon denilen dış değişikliği yanında, mutasyon denilen genlerde değişiklik olayı vardır. Beyaz insandan siyah, esmer veya sarı insanlar türeyebilir. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı dünyanın her tarafından alınan topraktan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Bazısı yumuşak, bazısı sert, bazısı da halis ve temiz oldu.) [Ebu Davud] Dil ve rengin farklı oluşunu açıkladık. Dinlerde inanç farklı değildi. Her semavi dinde, Allah’a, meleklere, peygamberlere, kitaplara, Cennete, Cehenneme iman esastı. İnsanlar tarafından bozulunca farklı gibi zannediliyor. Diğer dinleri insanların bozduğu, Kur’an-ı kerimde bildiriliyor. Kültür ise, her toplumun yaşadığı iklime, coğrafi bölgeye göre farklı olur. İslamiyet kolaylık dinidir Ateist genç diyor ki: Sual: İslam kolaylık dini imiş, kime yutturuyorsunuz bunu? Nasıl kolaylık dini bu? Oruç tut, namaz kıl, hacca git ve zekât ver. Bunları yapmanın neresi kolay? Bir kısmında beden yoruluyor, bir ay aç duruluyor, bir kısmında ise para gidiyor. CEVAP Müslümana bunların hiçbirisi güç gelmez. Mesela sen sabahları uykuda iken biz sabah namazına kalkıyoruz. Elbette bunlar, sana ve senin gibilere zor gelir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: 201 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, kullarına yapabilecekleri şeyleri emretmiştir. Güç yetirilemeyen işleri emretmemiştir. İnsanları zayıf yarattığı için, kolaylık göstermiştir. Bir âyet meali şöyledir: (Allah, size hafif, kolay emretmek istedi, çünkü insan, zayıf yaratılmıştır.) [Nisa 28] Namaz, oruç kolaydır. Zekat için de malın tamamının değil, kırkta birinin verilmesini emretmiştir. Dinin diğer emirlerine dikkatle ve insafla bakılırsa, bu kolaylıklar görülür. Bununla beraber ibadet etmenin güç geldiği kimseler yok değildir. İbadetlerin zor gelmesi, Allah’ın düşmanı olan nefstendir. Namaz kılmak ve diğer ibadetleri yapmak, ancak müminlere kolay gelir. Kalbi kararmışlara, kâfirlere zor gelir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Bu din [inanıp ibadet etmek] müşriklere [imansızlara] güç gelir.) [Şura 13] ([Her çeşit günahtan çekinmek, oruç tutmak ve diğer ibadetleri yapmak için] Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım isteyiniz. Sabır ve namaz, yalnız Allah’tan korkan müminlerden başkalarına zor gelir.) [Bekara 45] Bedeni hasta olana bazı işleri yapmak güç geldiği gibi, kalbi ve ruhu hasta olana, kâfir olana da ibadetler güç gelir. (1/191,289) Ateist genç diyor ki: Sual: Siz dinin yolundan değil de aklın yolundan gitmelisiniz. Biz akılcıyız, siz dincisiniz. Dinci olan akılcı olabilir mi? Tanrı simgesel bir anlatımdır. Tanrı diye bir şey yoktur. Varsa göstermeniz gerekir. CEVAP Bir bilgisayar, bir uçak kendiliğinden meydana geldi diyene inanan mı akıllıdır, yoksa bunların elbette bir yapanı var diyen mi? Bu kâinattaki canlı ve cansız yaratıklar kendiliğinden meydana geldi diyen mi akıllı, yoksa elbette bunun bir yaratıcısı vardır diyen mi? O halde tesadüfen oldu diyen nasıl akıllı olabilir ki? Başına gelecek işlerden dolayı bir tedbir almayan, istikbalini düşünmeyen kimseye akıllı denir mi? Hazret-i Ali, dirilmeye inanmayan bir ateiste, “Biz inanıyoruz. Diyelim ki senin dediğin gibi tekrar dirilmek olmasaydı, inanıp ibadet etmekle bizim hiç zararımız olmazdı. Bizim inancımız doğru ise, sen sonsuz olarak ateşte yanacaksın” diyor. Ateist ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İslamiyet’e göre ise, o Cehennemde sonsuz azap görecektir. İnanan da, sonsuz nimetler içinde yaşayacaktır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden elbette, ikincisini seçer. Sonsuz azapta kalmak, bir ihtimal bile olsa, bunu hangi akıl kabul eder? Halbuki, ahiret hayatı, bir ihtimal değil, apaçık bir gerçektir. O halde 202 www.dinimizislam.com aklı, ilmi olanın, Allah’a ve ahirete inanması gerekir. İnanmamak, ahmaklık olur. Hazret-i Ali’nin buyurduğu gibi, ihtiyatlı, tedbirli olmak mı akıl kârıdır, yoksa sonsuz tehlikeyi göze almak mı? İslamiyet akla çok önem veren bir dindir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Aklı olmayanın dini yoktur.) [Ebuşşeyh] (Akıllı kimse kurtuluşa ermiştir.) [Buhari] (Aklı olan kimse iman eder.) [Beyheki] Tevekkül, kader ve kısmet Ateist genç diyor ki: Sual: Din sağlıklı düşünmeye engeldir. İnsanı tevekkülcü, kaderci, kısmetçi yapar. CEVAP İslamiyet’i bilmediğiniz için böyle rastgele konuşuyorsunuz. Tevekkül, kader, kısmet gibi şeyleri de bilmiyorsunuz. İslam âlimleri buyuruyor ki: Sebeplerin tesir etmesinin Allahü teâlâdan olduğunu bilen, tesiri Allahü teâlâdan bekleyen ve tecrübe edilmiş sebepleri kullanan kimse, Allahü teâlâya tevekkül etmiş, yalnız Ona güvenmiş olur. Tesir etmeyen, hayali sebepleri kullanmak, tevekkül olmaz. Tesiri çok görülmüş olan sebepleri kullanmak gerekir. Ateş yakar, fakat, ateşe yakma kuvvetini veren, Allahü teâlâdır. Aç olan, bir şey yer; bu şeye doyurma kuvveti veren Odur. Gerektiği zaman, böyle sebepleri kullanmadığı için zarar gören kimse, Allah’a asi olur. Tecrübe edilmiş sebepleri kullanmak gerekir. Allahü teâlâ, istişareyi, yani bilenlere danışmayı emretti. Danışmak, sebebe yapışmaktır. Tevekkül sebeplere yapıştıktan sonra sonucu sabırla beklemektir. Tevekkül, iş yapmayıp tembel oturmak değildir. Bir işe başlamak ve başlanan işi başarmak için tevekkül gerekir. Güç bir işi başaramamak korkusunu gidermek için de tevekkül gerekir. Al-i İmran suresinin (Azmedip de bir işe başlayınca, Allah’a tevekkül et, Ona güven! Allah size yardım ederse, kimse size galip gelemez. Size yardım etmezse, kimse yardım edemez. O halde, müminler Allah’a tevekkül etsinler) mealindeki 159. ve160. âyetleri, tevekkül ile beraber çalışmayı ve çalışmada azmin de gerektiğini bildiriyor. Demek ki her Müslüman çalışacak, azmedecek ve sonra da güvenecektir. Tevekkül bir zaaf, bir acizlik değil, tam aksine bir kuvvettir. Tevekkül edenin kaybedecek bir şeyi de yoktur. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Deveni sıkı bağla ve sonra Allah’a tevekkül et!) [İbni Asakir] Dinimiz, insanlara daima çalışmak, aklını doğru kullanmak, her türlü yeniliği öğrenmek, başarmak için her türlü meşru çareye başvurmayı 203 www.dinimizislam.com emretmektedir. Bir Müslüman ancak herhangi bir işte aklını kullandığı, her çareye başvurduğu ve son derece de çalıştığı halde, bir başarıya ulaşamazsa, üzülmemeli ve bu sonucun, Allahü teâlânın kendisi için uygun gördüğü bir husus olduğunu kabul ederek kaderine razı olmalıdır. Yoksa hiçbir şey yapmadan, çalışmadan, öğrenmeden ve bilmeden yan gelip yatarak beklemek, İslamiyet’te yoktur. Böyle yapmak büyük günahtır. Ateistler tevekkülü böyle bir şey zannediyorlar. Bir âyet meali şöyledir: (İnsana, ancak dünyada çalışarak yaptığı işler fayda verir.) [Necm 39] İnsanlar, bazen her şeye başvurdukları ve çok çalıştıkları halde, istediklerine kavuşamazlar. İşte o zaman, bu işte kendi ellerinde olmayan bir kudret bulunduğunu ve bu kudretin insanların yaşamaları ve başarıları üzerinde etkili olduğunu ve onlara yön verdiğini kabul ederler. İşte kader kısmet budur. Bu aynı zamanda büyük bir teselli kaynağıdır. (Ben görevimi yaptım, ama ne yapayım ki kısmetim bu imiş) diyen bir Müslüman, bir işte başarısız olsa bile, ümitsizliğe kapılmaz ve büyük bir iç huzuru ile çalışmaya devam eder. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Güçlükle beraber elbette bir kolaylık vardır. Öyleyse, bir işi bitirince diğerine teşebbüs et ve hacetini yalnız Rabbinden iste!) [İnşirah 5-8] Yani başarısızlıktan ümitsizliğe düşmeyip çalışmaya devam etmelidir. Dinimiz çalışmayı emrederken, Müslümanlara tevekkülcü ve kaderci diye saldırmak, İslamiyet’i bilmemekten ileri gelen fanatik bir durumdur. Tesettürü Kur’an emrediyor Ateist genç diyor ki: Sual: Başını ve vücudunu, hele kol ve bacakları örtmek asla Kur’anda yoktur. Buna rağmen kapanmak nasıl Allah’ın emri olur? CEVAP Resulullah efendimiz, kapanma hükmü Kur’an-ı kerimde olmadığı halde mi emretti? Asırlardır Müslümanlar Kur’ana, sünnete uymuyorlar mı? Ne kadar basit bir görüş bu. Tesettürle ilgili âyet-i kerimeleri Peygamber efendimiz açıklamış, âlimler de bizlere bildirmiştir. Bu husustaki tartışmalar kasıtlıdır. Kur'an-ı kerimde genel olarak hükümler, kısa olarak bildirilmiştir. Bunları Peygamber efendimiz açıklamıştır. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen, (İndirdiğim Kur’anı insanlara açıkla) buyuruluyor. (Nahl 44) Bir kimse, İsra suresinin (Ana babana öf deme) mealindeki 23. âyete bakarak, ana babasına öf demeden, sopa ile dövse, sonra da (Ben öf demediğim için, Kur'anın emrine uydum) dese, doğru olur mu? Bunun 204 www.dinimizislam.com anlamı, (Ana babanızı üzmeyin, hatta onlara öf bile demeyin) demektir. (Beydavi) Bunun için tesettür âyetlerinden göğüs kısmını kapatıp başka yerleri açmak anlamı çıkmaz. Bu bakımdan Kur'an tercümesine bakmak çok yanlış olur. Herkes Kur'andan hüküm çıkarabilseydi, Peygamber gönderilmesi lüzumsuz olurdu. Dinimizin bir hükmünü öğrenmek için herkes Kur'an-ı kerime bakıp anlayamaz. Kur'an-ı kerim, hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Hadis-i şerifleri de anlamak büyük ilim işidir. Bunları da İslam âlimleri açıklamıştır. Onun için hiç kimseye Kur'an tercümesi okumasını tavsiye etmiyoruz. Tıp kitabı okuyarak, ilaç yapmak ve hastaya teşhis koymak yanlıştır. Kur'an tercümesinden hüküm çıkarmak bundan daha büyük yanlıştır. Çünkü yanlış ilaç öldürebilir; ama yanlış hüküm, imanı kaybettirip, sonsuz azaba düşürebilir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kur'anı kendi görüşü ile açıklayan, doğru olsa bile, muhakkak hata etmiştir.) [Nesai] Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: [Yabancı erkeklere bakmaktan] sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, [el, yüz gibi] görünen kısmı hariç, ziynetlerini [ziynet takılan yerlerini] göstermesinler, başörtülerini yakalarına kadar [saç, kulak ve gerdanlarını] örtsünler!) [Nur 31] Bu âyet-i kerimeden kadınların başörtüsü ile sadece yakasını örteceği, baş ve vücudunun diğer yerlerini örtmenin gerekmediği anlaşılabilir. Gözünü neden sakınacak, ırzını nasıl koruyacak, ziynetten maksat nedir? Kına, sürme, boya mıdır, altın, gümüş gibi ziynetler midir? Bu hususlar açık değildir, hadis-i şerifle bildirilmiştir. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Ey Nebi, hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına [dışarı çıkarken] cilbablarını [dış elbiselerini] giymelerini söyle! Bu, onların tanınıp, eza edilmemelerine daha uygundur.) [Ahzab 59] Bu tercümeye bakıp "Kadın, tanınıp eza edilmemesi için elbise giyer. Tanınıp eza edilmezse, çıplak gezebilir" diyenler çıkmıştır. Önemli olan Resulullahın açıklamasıdır. O buyuruyor ki: (Kadının [yüz ve iki elinden başka] bütün bedeni avrettir) [Mecmaulenhür, El-mugni] Bu hadis-i şerifte kadının tesettürü açıkça bildiriliyor. Kur'an-ı kerimin 17 yerinde Resulullaha (De ki, bana tâbi olun) buyuruluyor. Resulullaha tâbi olup Onun bildirdiği şekilde tesettüre riayet etmelidir! Resulullah efendimiz, baldızını, ince elbise ile görünce, (Ya Esma, bir kız, namaz kılacak yaşa gelince, yüz ve elleri hariç, vücudunu erkeklere gösteremez) buyurdu. (Ebu Davud) 205 www.dinimizislam.com Hazret-i Âişe buyurdu ki: (İlk muhacir kadınlara Allah rahmet etsin! Tesettür âyeti inince, hemen peştamallarını yırtıp başlarını örttüler) buyurdu. (Buhari, Nesai) Hak din hangisi? Sual: Almanya’da oturuyoruz. Küçük kızım, okuldan gelince, “Anne, ya Hıristiyan dini hak ise, onun hak din olmadığını nereden biliyoruz?” dedi. Küçük çocuğuma nasıl bir cevap vermeliyim? CEVAP Çocuk her şeyi sorabilir. Ona şimdilik şu kadarını söyleseniz yeter: Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, insanları doğru yola iletmek üzere bir çok peygamber göndermiştir. Bazılarına da kitap vermiştir. Kitap verdiği peygamberler, bir din ile gelmiştir. O din bozulunca Allah başka bir din göndermiştir. Mesela İbrahim aleyhisselamın dini bozulup insanlar, doğru yoldan ayrılınca, Allah onlara Musa aleyhisselamı göndermiştir. Onun dinine Musevilik deniyordu. Şimdi Yahudilik deniyor. Yahudilik dini bozulunca da, Allah İsa aleyhisselamı gönderdi. Dinine İsevilik deniyordu. Şimdi Hıristiyanlık deniyor. Hıristiyanlık da bozulunca, Allah, bizim Peygamberimiz Muhammed aleyhisselamı gönderdi. Onun dininin adı İslamiyet’tir. Allah, artık bu din bozulmayacak, kıyamete kadar kalacak dedi. Ben İslamiyet’ten razıyım dedi. Şimdi Hak din ancak İslamiyet’tir dedi. İslamiyet’ten başka din arayanları, başka dini hak bilenleri Cehenneme atarım dedi. Bütün Peygamberler de müslüman idi. Onları ve getirdikleri kitapları inkâr etmeyiz. Onlar da hak idi, ancak İslamiyet ile Allahü teâlâ onları yürürlükten kaldırdı, böyle olduğuna inanmayanların kâfir olduğunu bildirdi. Din ne demektir? Sual: Din ne demektir? İslamiyet’e sırat-ı müstakim yani doğru yol denir mi? CEVAP Elbette İslamiyet sırat-ı müstakimdir. Din, insanları sonsuz saadete götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu yollara din denmez. Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede, bir Peygamber vasıtası ile, insanlara bir din göndermiştir. Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmeyi istemişlerdir. Yani bütün Peygamberler Müslüman idi. Fakat, 206 www.dinimizislam.com kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela namaz vakitleri kiminde az kiminde çok idi. Bazı şeyler kiminde haram, kiminde helal idi. Her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, yani değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştiren ve dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, bu ahkam ile kurulmuş olan İslam dinidir. Sırat-ı müstakim, sadece İslamiyet’tir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] İslamiyet sırat-ı müstakimdir. Kur’an-ı kerimde otuzdan fazla yerde, İslamiyet için sırat-ı müstakim ifadesi geçer. Bunlardan bazılarının mealleri şöyledir: (Doğu da Allah’ın, batı da. O, dilediğini doğru yola [İslamiyet’e] iletir.) [Bekara 142] (Allah'ın Kitabına sarılan elbette doğru yola [İslamiyet’e] kavuşur.) [Al-i İmran 101] (Allah, kendisine inanan ve Kitabına sarılanları rahmetine ve bol nimetine kavuşturur, onları kendisine götüren doğru yola [İslamiyet’e] ulaştırır.) [Nisa 175] (Allah, rızasını gözetenleri onunla, selamet yollarına eriştirir ve onları, iradesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola [İslamiyet’e] iletir.) [Maide 16] (İşte Rabbinin doğru yolu [İslamiyet] budur. Biz, âyetlerimizi, düşünen bir topluluk için beyan ettik.) [Enam 126] (İşte benim doğru yolum [İslamiyet] budur; ona uyun. Sizi bu yoldan ayıracak başka yollara uymayın. Kötülüklerden sakınmanız için Allah size bunları emretti.) [Enam 153] (İblis dedi ki: Sen beni azgınlığa mahkûm ettin, ben de yemin ederim ki, insanları saptırmak için, senin doğru yoluna [İslamiyet’e] pusu kuracağım [onlara vesvese verip saptırmaya çalışacağım.]) [Araf 16] (Allah, iman edenleri, doğru bir yola [İslamiyet’e] iletir.) [Hac 54] (Resulüm, elbette sen, onları doğru yola, [İslamiyet’e] çağırıyorsun.) [Müminun 73] (Kur’an-ı Hakim'e and olsun ki, sen doğru yol [İslamiyet] üzere gönderilmiş Peygamberlerdensin.) [Yasin 2-4] 207 www.dinimizislam.com (Ey Resulüm, elbette çağırıyorsun.) [Şura 52] sen, doğru bir yola [İslamiyet’e] İslamiyet evrenseldir Sual: Bir ateist, (Kur’anda Peygambere Mekke halkını Müslümanlığa davet et deniyor. Ben Mekkeli olmadığıma göre, Müslümanlık beni bağlamaz) diyor. İslamiyet evrensel bir din değil mi? Sadece Mekke halkına mı geldi? CEVAP Mealden İslamiyet öğrenilmez. Görüyorsunuz kâfir bile anlamayıp veya yanlış anlayıp kâfirliğini katmerleştiriyor, ben böyle dine inanmam diyor. İslamiyet evrensel olup kıyamete kadar geçerli tek dindir. Bu konuda bir çok âyet-i kerime ve hadis-i şerif vardır. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali şöyledir: (Her Peygamber yalnız kendi kavmine geldi, ben ise bütün insanlara gönderildim.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai] (Benden önce hiçbir Peygambere verilmeyen beş şey bana verildi. Bunlardan birisi, her Peygamber sadece kendi kavmine gönderilirken ben bütün dünyadaki insanlara gönderildim.) [Buhari, Müslim, Nesai, Tirmizi] Birkaç âyet-i kerime meali: (De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158] (Yukarıdaki hadis-i şerifler gibi, bu âyet-i kerime de, Peygamber efendimizin bütün insanlara geldiğini açıkça göstermiyor mu?) (Biz seni ancak bütün insanlara [Müminlere Cenneti] müjdeleyici ve [kâfirlere azabı haber verici] uyarıcı [bir resul] olarak gönderdik; ama insanların çoğu [bu gerçeği] bilmez.) [Sebe 23] (Âlemlere [Bütün insanlara ve cinlere ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Resulüne] indiren [Allah’ın şânı] ne yücedir.) [Furkan 1] (Biz seni âlemlere [insan, cin ve diğer bütün mahlûkata] rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] Ateistin konu edindiği iki âyet-i kerime şu mealdedir: (Bu Kur'an, kendinden önce [gönderilen ilahi] kitapları tasdik eden, şehirlerin anası (merkezi olan Mekke) halkını ve çevresindeki [dünyadaki] bütün insanlığı uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Ahiret gününe iman edenler bu Kitaba da inanıp namazlarını 208 www.dinimizislam.com devamlı kılarlar.) [Enam 92] (Mekke şehri, İslam dünyasının merkezidir. Onun çevresi bütün dünyadır. Dünyadaki Müslümanlar her yıl bir sefer Mekke’de bulunan Kâbe’de toplanırlar.) (Şehirlerin anası [olan Mekke] halkını ve çevresindeki [bütün dünyadaki] insanları uyarman ve varlığında hiç şüphe olmayan kıyamet gününün dehşetinden onları korkutman için sana Arapça bir Kur'an indirdik. İnsanların bir kısmı [müminler] Cennete, bir kısmı da [kâfirler] Cehenneme gidecektir.) [Şura 7] Demek sadece Mekkelilerin değil, insanların bir kısmı, inanmadıkları için Cehenneme, bir kısmı da inandıkları için Cennete gidecektir. Cenneti değil de, Cehennemi tercih etmek, ne kadar ahmakça bir iş olur! Mekke, Âdem aleyhisselamdan beri bütün müminlerin yani bütün semavi dinlerin merkezidir. Bütün Peygamberler müslüman idi. Kâbe-i muazzamayı ilk defa Âdem aleyhisselam, sonra da İbrahim aleyhisselam yaptı. Resulullah efendimiz zamanında da tamir edildi. Hak din İslam’dır Sual: Musa peygambere inanana Musevi, İsa peygambere inanana İsevi deniyor da, Muhammed peygambere inanana Muhammedi denmiyor da, niçin Müslüman deniyor? CEVAP Diğer dinler, belli bir kavme, belli bir bölgeye gönderilmiştir ve belli bir zaman yürürlükte kalmıştır. İslamiyet ise, cihanşümul [evrensel, üniversal] bir din olup, bütün insanlığa gönderildiği ve hükümleri de, kıyamete kadar geçerli olduğu için, gönderilen peygamberin ismi ile bildirilmemiştir. Muhammed aleyhisselamın getirdiği dine, İslamiyet dendi. Önceki dinlerin hiç biri bozulmamış olsaydı bile, nesh edildiği, yani yürürlükten kaldırdığı için, artık o dinlerin hiç birisi ile amel etmek caiz olmaz. Bir âyet-i kerime meali: (Allah indinde hak din, yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19] İslam dini evrenseldir Sual: (Kur’anda (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak indirdi) denmesi, bunun özellikle vurgulanması, Kur’anın aslını ve tercümelerini herkesin anlayabileceğini ve İslam dininin evrensel olmadığını, sadece Arapların dini olduğunu, diğer milletleri ilgilendirmediğini göstermektedir) diyenlerin anlayışları yanlış değil midir? CEVAP 209 www.dinimizislam.com Elbette yanlıştır. O ifadeler, dinsizlerin sözleridir. Hangi dille gelseydi, aksini söylerlerdi. Yusuf suresinin, (Anlayabilmeniz için, Kur’anı Arapça olarak indirdik) mealindeki ikinci âyet-i kerimesi, tefsirlerde özetle şöyle açıklanıyor: (Kur’an-ı kerimi herhangi bir dil ile değil, en geniş, en açık olan Arapça olarak indirdik. Eğer iyi düşünürseniz, bu kitabın yüceliğini, kendisinin bir şaheser, sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini görür, Müslüman olmayı en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet telakki edersiniz. Ey Araplar, Kur’an-ı kerim, sizin dilinizle indi. Edebiyatçıların, şairlerin sözlerine benzemediğini gördünüz. Bunun insan sözü olmadığını, ilâhi bir kelam olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.) Demek ki âyetteki anlamak, bunun ilâhi kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa ahkâmını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, Allahü teâlâ, (Resulüm, Kur’anı insanlara açıkla) buyurmazdı. (Nahl 44) Fussilet suresinin, (Eğer biz Kur’anı herhangi bir yabancı bir dille gönderseydik, “Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı. Arapça olmayan bir kitabı biz nasıl anlarız? derlerdi. De ki: O Kur’an, bütün inananlar için doğru yolu gösteren bir rehber ve şifadır. İnanmayanlarınsa, kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur’an onlara kapalıdır. Sanki onlara uzak mesafeden bağırılıyor da Kur’anın ne söylediğini anlamıyorlar) mealindeki 44. âyetin açıklaması da şöyledir: Kur’an-ı kerim, [Çince, Yunanca, Rusça veya başka bir dilde değil de] sizin lisanınızda, yani Arapçadır. Sizler, ifadelerinin vecizliğinden, şaheserliğinden bu Kur’anın ilâhi bir kelam olduğunu anlarsınız. Yoksa (Arapça bildiğinize göre, Kur’anın hükümlerini de anlarsınız) denmiyor. Âyetin devamında, inanmayanların [ve yalnız Kur’an diyen zındıkların] Kur’anı sağırlar gibi duymadıkları ve anlayamadıkları bildiriliyor. Zaten herkes Kur’andaki aynı şeyi doğru olarak anlasaydı, 72 sapık fırka meydana çıkmazdı. İmanı, farzları ve haramları öğrenmek farzdır. Bunlar, ancak fıkıh kitaplarından öğrenilir. Fıkhı, müctehid âlimler, âyet ve hadislerden çıkarmışlardır. (Hadika) Hak olan din hangisidir? Sual: Bekara suresinin 62. âyetini delil gösterip, (Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok, La ilahe illallah diyen herkes Cennete girer. Allah’ın rahmeti her şeyi kuşattığı için Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hıristiyanlar da Cennete gidecektir. Zaten Müslümanların Ehl-i kitapla iman birliği vardır. Bu bakımdan onlara yakınlık gösterip kiliselerine gitmek ve 210 www.dinimizislam.com ayinlerine katılmak lazımdır) diyenler oluyor. Müslüman olmayanlar da Cennete gidecek midir? CEVAP Müslüman olmayanın, getirdiği din kabul edilmiyor ki, işlediği salih amel kabul edilsin. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: ([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62, Maide 69] [Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan Hıristiyanlar, elbette Cennete gidecektir, çünkü bütün peygamberler gibi, Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.] Diğer dinler bozulduğu için Allahü teâlâ, en son olarak İslam dinini gönderdi. Başka dinleri kabul etmediğini açıkça bildirdi. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim Peygamberimiz dâhil bütün Peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Onlardan kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56] (İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslüman idi.) [Al-i İmran 67] [Her Peygamber gibi Hazret-i İbrahim de Müslüman idi. Ehl-i kitap hak olsa idi, böyle denmezdi.] (Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] [Ehl-i kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.] (Ehl-i kitap [İslam’a] iman edip, [kötülükten] sakınsalardı, kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol Cennete sokardık.) [Maide 65] [İslam’a inanmadıkları için iman etmiş olmazlar.] (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51] [Ehl-i kitap kâfir olduğu için dost olmaz.] (Müminler, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Al-i İmran 28] [Kâfirlere kucak açanlar da, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.] 211 www.dinimizislam.com (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki "Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.") [Bekara 120] (Yani, Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut olmazlar. Kiliseye gitmekle, Papa’nın elini öpmekle, Hıristiyanlar, Müslümanlardan hoşnut olmaz.) Resulullah efendimiz, imanı şöyle tarif etmiştir: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Amentü’deki bu altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a inandım ve la ilahe illallah demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz dâhil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Ehl-i kitapla iman birliğimiz yoktur. Amentü’deki altı esasa inanmayanlarla iman birliği olur mu? Ehl-i kitap, bütün peygamberlere [mesela bizim peygamberimize] inanıyor mu ve bütün kitaplara [mesela Kur’an-ı kerime] inanıyor mu? Onların Allah’a inançları bile farklıdır. Hıristiyanlar teslise [üç tanrıya] inanırlar, Hazret-i İsa’ya Allah’ın oğlu derler. Böyle iman birliği mi olur? Cennete girmek için Müslüman olmak, yani Amentü’deki altı esasa inanmak şarttır. Ehl-i kitap, onların istemesiyle Cennete, bizim istememizle Cehenneme girmez. Müslüman olmadıkları için Cehenneme girer. Mülkün sahibi Allahü teâlâdır. Cennetine girmek için Müslüman olma şartını koymuştur. Müslüman olsunlar, onlar da girsin. Tek hak din vardır Sual: Bazıları, semavi dinlerin hepsinin hak olduğunu, onlara inananların da Cennete gideceklerini söylüyorlar. Semavi dinler bozulmadı mı? Yalnız Müslümanlığın hak din olduğuna dair âyet ve hadis yok mudur? CEVAP Semavi dinler hiç bozulmamış olsaydı bile, onlarla amel edilmez. Onlar yürürlükten kalktı. Dini tabir olarak, onlar nesh edildi. Bunları nesh eden ise, Allahü teâlâdır. Bu konuda, diğer maddelerde de yeterli bilgi vardır. 212 www.dinimizislam.com Bugün herhangi bir kâfirin imana gelmesi için, Kelime-i şehadeti söylemesi ve imanın altı şartını bildiren Amentü’ye inanması lazımdır. Birini bile kabul etmese Müslüman olamaz. Hıristiyan olmak Sual: Bir arkadaş, (Müslümanlığın namaz, oruç, zekât, hac gibi zor görevleri bulunduğu ve haramlardan sakınmak zor olduğu için Hıristiyanlığa geçeceğim, çünkü Hıristiyanlıkta sadece pazardan pazara kiliseye gidiliyor. Öyle haram çeşidi de çok değildir) dedi. Hıristiyan da cennete gidecek mi? CEVAP Hıristiyan, gayrimüslimdir, gayrimüslimlerin hepsi cehenneme gidecektir. Hıristiyanlık batıldır. Hak din yalnız İslam’dır. İki ayet-i kerime meali: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [A.İmran 85] İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan şüphesiz Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Peygamberimize inanmayan mümin olamaz Sual: “Kelime-i tevhidin La ilahe illallah kısmını söyleyen, fakat Muhammedün Resulullah kısmını söylemeyen insanlara da merhametle bakmalı, çünkü ahirette onlar da Allah’ın sonsuz rahmetine kavuşacak” diyenler çıkıyor. Böyle inanan Müslüman olur mu, Cennete girer mi? CEVAP Allah’ın rahmeti, dünyada herkesedir. Ahirette, gayrimüslimlere zerresi yoktur. Allahü teâlâ, (Rahmetim her şeyi kaplamıştır) dedikten sonra, (Rahmetim, benden korkup, haramdan kaçan, zekâtını veren ve Kur'ana inananlar içindir) buyuruyor. Daha sonra da resule iman edip uymamızı emrediyor. (Araf 156–158) Resulullaha inanmayan Müslüman olamaz, Cennete giremez. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanmak ve hepsini beğenmek demektir. 213 www.dinimizislam.com Kur’an-ı kerim baştan sona kadar Muhammed aleyhisselama iman edip uymayı emrediyor, uymayan Müslüman olamaz, kâfir olur buyuruyor. İşte bazı âyet-i kerime mealleri: (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Nur 54] (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (De ki, “Allah’a ve Peygambere itaat edin! Eğer [uymayıp] yüz çevirirlerse, [kâfir olurlar] Elbette Allah kâfirleri sevmez.) [Al-i İmran 32] (Allah ile resullerinin arasında farklı bir yol tutmak isteyenler kâfirdir.) [Nisa 150,151] (Biz her peygamberi kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64] (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36] (Aralarında hüküm verilmek üzere Allah’a ve Peygambere çağırıldıkları vakit: Müminler, “İşittik, itaat ettik” derler, işte kurtuluşa erenler bunlardır.) [Nur 51] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] (Allah ve Resulü, bir işte hüküm verince, artık inanmış kadın ve erkeğe, o işi kendi isteğine göre, tercih, seçme hakkı kalmaz.) [Ahzab 36] (O Peygamber, güzel, temiz şeyleri helal, çirkin, pis şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini [İslamiyet'i] din edinmeyen kimselerle; zelil bir halde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29] (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7] (O, [Resulüm] vahiyden başkasını söylemez.) [Necm 3,4] Resulullah efendimiz Kur’an-ı kerimi açıklayarak, imanı şu şekilde tarif etmiştir: 214 www.dinimizislam.com (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani Kıyamete, Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Mümin olmak için bütün peygamberlere inanmak gerekir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, diğer küfürleri bir yana, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için de kâfir oluyorlar. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: İman edilecek şeylerden birine bile inanmayan kimse, (La ilahe illallah Muhammedün Resulullah) dese de, Müslüman olmaz. Amentü’deki altı şeye inanan ancak Müslüman olur. (Redd-ül Muhtar) Resulullaha uymakla ilgili hadis-i şeriflerden birkaçı da şöyledir: (Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim de, Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet eden, Cennete girer.) [Deylemi] (Allah’ın Rab, benim de peygamber olduğuma kesin olarak inanana, Cehennem haram olur.) [Hâkim] Hakiki Hıristiyan Sual: Bir arkadaşa niçin Kiliseye gittiğini sordum, (Ben hak yolda olan, bizim Peygamberimize de inanan hakiki Hıristiyanlarla görüşüyorum, küfre karşı onlarla omuz omuza cihat ediyoruz) dedi. Hak yolda olan Hıristiyan olur mu? CEVAP Hakiki Yahudi gibi, hakiki Hıristiyan da gayrimüslimdir, yani Müslüman değildir, şeksiz, şüphesiz kâfirdir. Resulullahın, sadece peygamber olduğunu kabul etmek yetmez; bildirdiklerinin hepsine de iman etmek şarttır. Resulullahı sevip, onun düşmanlarını sevmemek ve İslamiyet geldikten sonra, diğer bütün dinlerin, bozulmamış olsalar bile artık geçersiz olduğunu yani Hıristiyanlığın batıl olduğunu bilmek de, şarttır. Bir kimse Lenin veya Mao için, (O vardır, komünizmin büyük lideridir) dese; fakat komünizmi kabul etmese, komünistler için bunun önemi olmaz. Peygamber efendimizi kabul etmek demek, İmanın altı şartını da kabul etmek demektir. Birini kabul etmeyen kâfir olur. Hıristiyanlar, Kur’an-ı kerimi de, Peygamber efendimizin bildirdiği İslamiyet’i de kabul etmiyor. Hak din yalnız İslamiyet’tir. Bir âyet-i kerime meali: (İslam’dan başka din arayanın, o dini asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari] 215 www.dinimizislam.com Bu âyet-i kerime ve hadis-i şerife de, ancak Müslüman olan inanır, hakiki Hıristiyanlar inanmaz. La ilahe illallah diyen Cennete girer mi? Sual: İhlâsla bir defa La ilahe illallah diyerek imanla ölen herkesin Cennete gireceğine, Resulullahın şefaat edeceğine dair hadis yok mu? Yine bir hadiste (İhlâsla "La ilahe illallah" diyen Cennete girer) denmiyor mu? Hiçbir ibadeti yapmasak da, hiçbir haramdan kaçmasak da, Resulullahın bu sözlerine göre Cennete girmeyecek miyiz? Hâşâ Resulullah yalan mı söylüyor? La ilahe illallah diyen İsevi ve Musevi Müslümanlar da Cennete girmeyecek mi? CEVAP Yazdığınız hadis-i şerifler doğrudur ama bunların açıklaması vardır. İmam-ı Rabbani hazretleri, (Şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak anlaşılır) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caizdir. Hüküm şartsız bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip yiyemeyiz. Ehl-i kitap hariç, gayrimüslim keserse veya kendiliğinden ölürse, leş olur, yenmez. Besmelesiz kesilirse de yenmez. Bu anlaşılınca hangi şartlar altında Cennete girileceği anlaşılır. Mesela Resulullah efendimiz, (İhlâsla La ilahe illallah diyen Cennete girer) buyurunca (İhlâsla ne demektir?) diye sual ettiler. Cevaben, (Söyleyeni haramlardan alıkoymasıdır) buyurdu. (Taberani) Cennete girebilmek için birkaç şart var: 1- Birincisi kelime-i tevhidi ihlâsla söylemek gerekiyor. İhlâs ise ibadetleri yaparak haramlardan kaçmaktır. Namaz kılmayan, oruç tutmayan, zekât vermeyen, hacca gitmeyen de haram işlemiş oluyor. İçki, zina, kumar, yalan, gıybet, hırsızlık, kul hakkına girmek de zaten haramdır. 2- Sadece La ilahe illallah demek yetmez. Peygamber efendimize de iman etmek, son Peygamber olduğuna şehadet getirmek şarttır. Yani Muhammedün Resulullah demek de gerekir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (İhlâs ile Eşhedü en la ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resulühü diyen Cennete girer.) [Taberani, Deylemi] (La ilahe illallah, Muhammedün Resulullah diyene Cehennem ateşi haramdır.) [Müslim] (Allah'tan başka ilah olmadığına Allah'ın bir ve ortağı olmadığına ve Muhammed'in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza Cennet ve Cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ onu Cennetine koyar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi] 216 www.dinimizislam.com (Rab olarak Allah’ı, din olarak İslam’ı, Resul olarak Muhammed'i seçen yani kabul edip beğenene Cennet vacip olur.) [Ebu Davud] (Kitap ehli olan bir kavme [İsevi veya Musevilere] görevle gidince, önce, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demeye davet et. Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit namazın farz olduğunu bildir. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın Müslümanların zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen zekâtı farz kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud] (Size şu beş şeyi emrediyorum. Birincisi Allah’a imandır. Allah’a iman nedir biliyor musunuz? Allah’tan başka mabut olmadığına ve benim son Peygamber olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai, Ebu Davud, İbni Hibban, Taberani] Netice: Müslüman olan Allah’a inanır. Allahü teâlâ Kur'an-ı kerimde mealen buyuruyor ki: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın.) [Muhammed 33] Hazret-i İbrahim’e iftira ediyorlar Sual: Son günlerde İbrahimi dinler diye bir şey söyleniyor. Din kitaplarında böyle bir tabir var mı? CEVAP Böyle bir tabir yoktur. Sadece semavi dinler tabiri geçer. Bunlar Hıristiyanlığı ve Yahudiliği hak din gibi göstermeye çalışan misyonerlerin sinsi bir oyunudur. İbrahimi dinler diye milleti toptan gayrimüslim yapmaya çalışıyorlar. Allahü teâlânın, İslamiyet’i göndererek yürürlükten kaldırdığı bozuk dinleri [Hıristiyanlıkla Yahudiliği] yürürlüğe koymaya ve ehl-i kitap denilen gayrimüslimleri Müslüman göstermeye gayret ediyorlar. Allahü teâlâ, o dinler bozulduğu için, son olarak İslam dinini göndermiştir. O dinler bozulmamış bile olsa, sonraki gelen din önceki dini nesh eder, yürürlükten kaldırır. Onun için Hıristiyanlığı, Yahudiliği hak din gibi göstermeye çalışmakta, bir art niyet yoksa misyonerlerin tuzağına düşmekten başka şey değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: 217 www.dinimizislam.com (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; o, Allah’ı bir tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67] Allah böyle buyuruyor, misyonerlerin uşakları, Hıristiyanlık ve Yahudilik için, İbrahimi din diyor. İbrahim aleyhisselam Hıristiyan veya Yahudi mi idi? Değilse ne diye ona böyle iftira ediliyor? İbrahimi dinler perdesi altında gayrimüslimlere kucak açanlar, şu âyete de aykırı hareket etmiş olur: (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki "Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.") [Bekara 120] Şimdiki Yahudi ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama inanmadıkça, yani Müslüman olmadıkça ebedi Cehennemliktir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Beni duyup da Peygamber olduğumu kabul etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Hazret-i İbrahim’in dini Sual: Hazret-i İsa’nın dini önceki dinleri nesh etmesine rağmen, İslamiyet gelmeden önce Hicaz’da İbrahim aleyhisselamın dini üzerine oldukları kitaplarda yazılıdır. Niye İsa aleyhisselamın dini ile değil de, İbrahim aleyhisselamın dini ile amel ediliyordu? CEVAP O zaman İsa aleyhisselamın dini doğru olarak Hicaza gelmemişti, bozuk halde gelmişti. Bozuk gelince orada dini bilenler, böyle din olmaz dediler. İsevilik gibi, Yahudilik de, Hicaza bozularak gelmişti. Bu yüzden İbrahim aleyhisselamın dini ile amel etmeye devam ettiler. Peygamber efendimizin mübarek anne ve babaları da bu bakımdan İbrahim aleyhisselamın dininde idi. Daha sonra diriltilerek, Muhammed aleyhisselamın ümmetinden de oldular. Cennete Müslüman olan girer Sual: İnsanlara da hizmet etmek sevab mıdır? Sevapsa, bazı kâfirlerin hizmetleri pek çoktur. Onların da Cennete gitmesi gerekmez mi? Sayısız iyilikleri, cami yaptırmak gibi ibadetleri ve insanlığa büyük hizmetleri olan çok cömert bir kâfir, zulüm ve işkence görüp, mazlum olarak öldürülse, Cennete gitmez mi? CEVAP İmanı olmayanın hiçbir amelinin kıymeti yoktur. İbadetler ve bütün iyi işler kıymetli ise de, bunları yapmak, imanın yanında ikinci derecede kalır. 218 www.dinimizislam.com İman temel, iyi işleri yapmak, ikinci derecededir, imandan sonra gelir. İmanın ve iman ile birlikte olan iyi işlerin dünyada da, ahirette de faydaları vardır. İnsanı saadete ulaştırırlar. İmansız olan iyi işler, insanı, dünyada saadete kavuşturabilir. Ahirette faydası olamaz. İyi işlere, ibadetlere sevap verilebilmesi için düzgün iman sahibi olmak gerekir. Bir kâfirin yaptığı hiçbir iyiliğin Allah katında kıymeti yoktur, hatta cami, çeşme yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç kıymeti olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İmansızların yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu kül gibidir. Ahirette o işlerin hiçbir faydası olmaz.) [İbrahim 18] (Kıyamette onların yaptıkları her işi toz duman ederiz.) [Furkan 23] (Kıyamette en çok ziyana uğrayanlar, iyi işler yaptıklarını sanıp da, bütün çabaları boşa gidenlerdir.) [Kehf 103–104] (Kâfir olarak ölenlerin yaptıkları işler, dünyada da, ahirette de boşa gider, Cehennemde devamlı kalırlar.) [Bekara 217] (Allah şirki [küfrü, bozuk imanı] asla affetmez. Diğer bütün günahları ise, istediği kimselerden affeder.) [Nisa 48] Kâfirlerin azapları hafiflemez. Birkaç âyet meali şöyledir: (Kâfirler orada temelli kalırlar, azapları hafifletilmez ve geciktirilmez.) [Al-i İmran 88] (Onlar, Cehennemin bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da hiç değilse bir gün, azabımızı hafifletsin” derler. Halbuki kâfirlerin yalvarması boşunadır.) [Mümin 49, 50] (Ey iman edenler, Yahudileri de, Hıristiyanları da dost edinmeyin! Onlar birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardandır. Allah, [gayrimüslimleri dost edinerek kendilerine] zulmeden kavme hidayet etmez.) [Maide 51] (Hak din yalnız İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (İslam dininden başka din isteyenlerin, dinlerini Allah kabul etmez. Bunlar ahirette en büyük zarara uğrayacaklardır.) [Al-i İmran 85] Kâfirlerin iyilikleri, Müslüman olmalarına sebep olabilir. Fakat iman etmedikçe, kâfirlerin hiçbir iyiliğine sevap verilmez. Müslümanların yaptığı iyilikler de, günahlarının affına sebep olur. Hadis-i şerifte bildiriliyor ki, Müslüman bir kadın, susuz bir köpeğe pabucu ile kuyudan çıkarıp su verdiği için, Allahü teâlâ onun günahlarını affetmiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İman edip, salih amel işleyenler Cennete girer.) [Kehf 107] 219 www.dinimizislam.com İman doğru olmazsa, ibadetlerin, hizmetlerin hiç kıymeti olmaz. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri gibi iman etmek, ibadetleri yapıp haramlardan sakınmak lazımdır. Kalbde doğru imanın bulunmasına alamet, dinin emirlerini seve seve yapmak ve kâfirleri düşman bilmektir. Mülk Allah’ındır. Mülkün sahibi Odur. Allahü teâlâ, Cennete girmek için, sadece imanlı olma şartını koymuştur. Suç ve günah işlese de, iman kaydı bulunan mümin Cennete gider. İman kaydı bulunmayan kâfir de, yararlı işler yapsa da Cehenneme gider. Şimdi ilk suale cevap verelim. Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki: Allahü teâlânın kullarına hizmet etmek için çalışmalı! Rabbimizin kullarına hizmet etmekle dünyada ve ahirette nimetlere kavuşulacağını düşünmeli! İnsanlara karşı yumuşak olmanın, onlara iyilik etmenin, onların işlerini güler yüzle ve tatlı dille ve kolaylıkla yapmanın, Allah sevgisine kavuşturan yol olduğunu bilmeli! Ahiretin azaplarından kurtulmaya ve Cennet nimetlerinin artmasına sebep olacağında, hiç şüphe etmemelidir! İnsanlara hizmet etmek ve onların ihtiyaçlarını karşılamak, dünya ve ahiret derecelerine kavuşmaya sebeptir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Seferde, topluluğun efendisi, onlara hizmet edendir. Şehitlik hariç, hiçbir amel onun sevabına erişemez.) [Hâkim] (İnsanlar, Allah’ın ıyali [çoluk çocuğu gibi] dir, Allahü teâlâya en sevimli olan, Onun ıyâline iyilik edendir.] [Bezzar] (Din kardeşine yardım edenin yardımcısı, Allahü teâlâdır.) [Müslim] (Müslümanın işini gören, hac ve umre yapmış gibi sevaba kavuşur.) [Hatib] (Bir Müslümana elbise veren, o elbiseden bir parça kalsa da, Allahü teâlânın hıfzı emanında olur.) [Hâkim] Cennete girmenin şartlarının ne olduğunu, Allahü teâlâ açıkça bildirdi. Cennete gitmenin şartı imanlı, yani Müslüman olmaktır. İmanlı olmayan, yani kâfir olan Cennete giremez. Kâfirlerin gideceği ve sonsuz kalacağı yer cehennemdir. Şu halde, bir kâfir haksız olarak, işkence ile zulüm ile öldürülse, bütün dünyaya hizmet etse, Cennete giremez. Bazıları da, (çok temiz olan, yalan dolan bilmeyen, hırsızlık etmeyen, yol köprü, çeşme gibi insanlığa hizmet eden kâfirler de var. Bunlar da mı cennete girmeyecek) diyorlar. Cennete girmenin çaresini, yolunu Cennetin, Cehennemin ve kâinatın sahibi olan Allahü teâlâ bildirdi. Bizim istememizle kimse Cennete veya Cehenneme girmez. Zengin-fakir, 220 www.dinimizislam.com zenci-beyaz, köylü-şehirli, kadın-erkek, temiz-kirli, tembel-çalışkan, cimricömert, cahil-bilgin, zalim-mazlum benzeri hiçbir ayrım yapılmaz. Sadece imanlı ve imansız ayrımı yapılır. Yani Müslüman olan Cennete girer, ebedi nimetlere kavuşur. İmansız olan da, Cehenneme gider, ebedi azaba maruz kalır. Ehl-i kitap Cennete girer mi? Sual: Bir yazar, (Allah’a inanıp barışa yönelik hizmetler veren herkes, ister Yahudi, ister Hıristiyan olsun Cennete girecek) diyor. Doğru mu? CEVAP Elbette doğru değildir. Cennete yalnız Müslüman olanlar girer. Hud suresi 16. ve Tevbe suresi 17. âyet-i kerimelerinde, gayrimüslimlerin iyi amellerinin hiç fayda vermeyeceği, Muhammed aleyhisselama tâbi olmadıkları için Cehennemde sonsuz kalacakları bildirilmektedir. İyi işlere, ibadetlere sevap verilebilmesi için düzgün iman sahibi bir Müslüman olmak şarttır. (Kitab-üt-tevhid) Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Eğer Ehl-i kitap [Kur'ana ve Muhammed aleyhisselama] iman edip [kötülükten] sakınsaydı, günahlarını örter, nimetleri bol Cennetlere koyardık.) [Maide 65] (İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudi ve müşriklerdir.) [Maide 82] ([Ehl-i kitap] "Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete girmeyecek" dediler. O iddia, onların kuruntusudur. Onlara de ki "Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.") [Bekara 111] (Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudilerle Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar.) [Bekara 120] (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan hanif, doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67] Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa, Hazret-i İsa da her Peygamber gibi Müslüman idi. Hazret-i Musa’ya ve Hazret-i İsa’ya o zaman inanan kimseler de Müslüman idi. Şimdiki Yahudi ve Hıristiyanlar, Muhammed aleyhisselama inanmadıkça, yani Müslüman olmadıkça ebedi Cehennemliktir. Diyalogcuyu sollayan kişi 221 www.dinimizislam.com Sual: Bir yazar, sanki azap âyetleri yokmuş gibi, hep rahmet âyetlerini yazarak, Hıristiyanlara kucak açan diyalogcuları geride bırakıyor. Kitap, sünnet, icma ve kıyasa aykırı olarak, mazlum olarak ölen Hıristiyanların şehit olduklarını söylüyor. Şöyle diyor: (Şirke girmemiş, fakat zulümle ölmüş Hıristiyanların bir nevi şehit olduklarını söylemek âyet ve hadislere aykırı değildir. Çünkü Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır.) CEVAP Yazarın bu sözü dindeki dört delile [Kur’ana, sünnete, icmaya ve kıyas-ı fukahaya] aykırıdır. Şirke girmemiş Hıristiyan demek, Müslüman bir kâfir demektir. Kâfirse Müslüman denmez, Müslümansa kâfir denmez. Bu söz, necasete [pisliğe], temiz necaset demeye benzer. Yani temiz necaset denmez, temiz ise, o zaman necaset değildir. Hıristiyan gayrimüslimdir, kâfirdir. Her kâfir şirke girmiştir. Şirke girmemiş olana gayrimüslim veya Hıristiyan denmez, o Müslümandır. Şirke girerse kâfir olur. Hangi Hıristiyan Amentü’deki altı esasın hepsine inanıyor ki? Diyalogcu bir yazar da, (Hıristiyanlarla iman birliğimiz, Amentü’de ittifakımız var) diyordu. Ama o mazlum ölen Hıristiyana şehit demiyordu. Hıristiyanlarla aramızdaki inanç farklılıkları çok ise de birkaçını bildirelim: 1- Biz bir Allah’a inanırız. Onlar üç ilaha inanırlar. Hazret-i İsa’ya tanrının oğlu ve tanrı diyorlar. Onlar melekleri kız gibi görüyorlar, biz ise, meleklerde erkeklik dişilik olmadığını biliyoruz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah ile birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz.) [İsra 39, 40] 2- Onlar tanrı gökte derler, biz Allah’ı mekândan münezzeh biliriz. 3- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’ana inanmazlar. 4- Biz bütün Peygamberlere inanırız, onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki: (Kimi, Ona [Resulüme] iman etti, kimi de, Ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56] 5- Biz hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanırız, onlar, (Tanrı kötülükleri takdir etmez) derler. Amentü’ye inanmayan Cennete gider mi? Yazar, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmış diyerek gâvurlara da ahirette rahmet edileceğini söylüyor. Rahman, dünyadaki her mahlûka acıyan, Rahim, ahirette yalnız müminlere acıyan demektir. Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve 222 www.dinimizislam.com kâfirlere, herkese birlikte yetiştiği halde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur. İşte üç âyet meali: (Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17] (Bunlara ahirette yalnız Cehennem vardır. Emekleri ahirette boşa gider.) [Hud 15, 16] (Kâfirlerin dünyada yaptıkları iyi işler, çölde görünen seraba benzer.) [Nur 39] Doğru iman [Ehl-i sünnet itikadı] şöyledir: Allah’ın azabından emin olmamak, rahmetinden de ümit kesmemek. Dostlarına dost, düşmanlarına düşman olmak... Hazret-i Zekeriyya şöyle övülüyor: (Korku ile ümit arasında dua ederdi.) [Enbiya 90] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Müslüman havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunursa, Allahü teâlâ, ona umduğunu verir ve korktuğundan onu emin kılar.) [Tirmizi] (İmanın temeli Müslümanı sevmek ve kâfiri sevmemektir.) [İ. Ahmed] (İmanın efdali Allah için sevgi, Allah için buğzdur.) [Taberani] Cenab-ı Hak, Hazret-i İsa’ya buyurdu ki: (Yer ve göklerdekilerin ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve kâfirlere düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.) [K.Saadet] Hak din yalnız İslam’dır Sual: (Hıristiyanların mazlumları şehit olarak ölür ve Cennete gider) deniyor. Niye Yahudilerin veya başka kâfirlerin değil de, Hıristiyan kâfirlerin mazlumları şehit oluyor ve Cennete gidiyor? CEVAP Müslüman olmayan kimse, mazlum da olsa, zalim de olsa asla Cennete giremez. Zerre imanı olan Müslüman da, çok zalim de olsa, çok günahkâr da olsa, yine sonunda Cennete gider. Böyle inanmayan kimse Müslüman olamaz. Çocuktan al haberi Sual: Hıristiyanlarla irtibat halinde olan Müslüman bir komşumuzun 9– 10 yaşlarında bir kız çocuğuyla konuşuyordum. Namaz kılıyor musun dedim. Bana dedi ki: 223 www.dinimizislam.com (Hıristiyanlık da hak dinmiş. Onlar da Allah’a inanıyormuş. Müslümanlıkta olduğu gibi emir ve yasaklar yokmuş. Her gün namaz kılmak gerekmiyormuş. Kadınların örtünmesi de lazım değilmiş. Bunun için, annem babam, namaz kılmama lüzum olmadığını söylediler.) Acaba, Allah'a inandıkları için, Hıristiyanlar da Cennete girerler mi? CEVAP İman, sadece Allah’ın varlığına inanmak demek değildir. Amentü’de bildirilen altı esasın hepsine birden inanmak ve beğenmek gerekir. Yani Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak şarttır. Bunlardan birisine inanmayan Müslüman olamaz. Peygamber efendimize iman etmeyen, hangi dinden olursa olsun, kâfirdir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Hıristiyanlar ehl-i kitabdır. Ehl-i kitab kâfirdir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Allah’a inanan gayrimüslim Sual: Allah’a inanan gayrimüslim, mesela Yahudi ve Hıristiyan kâfir mi olur? CEVAP Bu konudaki âyet-i kerimeleri diğer yazılarımızda bildirmiştik. Şimdi üç âyet meali daha bildirelim: ([Ey Habibim, Yahudi ve Hıristiyanlara] de ki: (Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Al-i İmran 31] (Demek ki Ehl-i kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler, Peygamber efendimize iman etmedikçe, Allahü teâlâ onları sevmez.) (De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap yani Yahudi ve Hıristiyanlar buna yanaşmadı, yani Müslüman olmadılar.) ([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa 224 www.dinimizislam.com zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan Hıristiyanlar, elbette Cennete gidecektir, çünkü bütün peygamberler gibi, Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.) Diğer dinler bozulduğu için Allahü teâlâ, en son olarak İslam dinini gönderdi. Başka dinleri kabul etmediğini açıkça şöyle bildirdi: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan [ve her kâfir] elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] (Yahudi ve Hıristiyanlara selam vermeyiniz!) [Müslim] (Ehl-i kitap size selam verdiği zaman “ve aleyküm” deyin.) [Buhari] (Yahudi ve Hıristiyanlar sakal boyamaz. Onlara benzemeyin, boyayın!) [Müslim] (Saçlarınızı kırmızı veya sarıya boyayın, ehl-i kitaba muhalefet edin!) [İ. Ahmed] Peygamber efendimiz imanı şöyle tarif etmiştir: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz dahil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ül Muhtar) İsevi Müslüman olur mu? Sual: (Hazret-i İsa, kıyamete yakın yere inecek, teslis inancını kaldıracak, hakiki Hıristiyanlığı getirecek, Hıristiyanlıkla İslamiyet’i yaklaştıracak, böylece İsevi Müslümanlar ortaya çıkacaktır) deniyor. İsevi Müslüman olur mu? Yani ahir zamanda, iki dinli insanlar mı çıkacak? CEVAP Hayır, İsevi Müslüman veya Müslüman İsevi olamaz! Sütlü idrar veya idrarlı süt denmez, ikisi de necistir. Bu ifade, Müşrik Müslüman veya Temiz necaset yahut Namuslu fahişe tabirine benziyor. Bunlardan 225 www.dinimizislam.com biri kötü ise, ötekini de kötü eder. Biri necis ise veya kâfir ise ikisi de, aynı hükme girer. Kâfirlik kelime oyunlarıyla gizlenmeye çalışılıyor. Süte idrar karıştırınca, bunu İdrarlı süt diye övmekle, İsevi Müslüman demek arasında ne fark vardır ki? Bir Hıristiyan, İsevi Müslüman’ım veya Müslüman İsevi’yim demekle Müslüman olmuş olmaz. Dinine, putuna zarar vermez, batıl dininden çıkmış olmaz. Yani bir gayrimüslim, ben Müslüman’ım dese de Müslüman olmuş olmaz; fakat bir Müslüman şakadan bile, ben Hıristiyan’ım dese, onun kâfir olacağı fıkıh kitaplarında yazılıdır. Yani, Müslüman İsevi’yim diyen kâfir olduğu gibi, Müslüman Musevi’yim diyen de kâfir olur. Musevilik ve İsevilik hiç bozulmamış olsa yahut hakiki halini getirme imkânı olsa da, onlarla amel etmek caiz olmaz. Zira İslamiyet’in gelmesiyle, eski dinlerin hepsi nesh edildi yani yürürlükten kalktı. Eski dinlerin kiminde içki haram değildi, kiminde iç yağı haramdı. Kiminde yakın akrabayla evlenmek caizdi. Bunların hepsi nesh edildi; yalnız İslamiyetle amel etmek emredildi. İki âyet-i kerime meali: (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (İslam’dan başka din arayanın bulacağı din, asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] Allahü teâlâ, hak dinin yalnız İslam olduğunu, İslam’ı beğendiğini ve İslam’dan başka dini kabul etmeyeceğini açıkça beyan ederken, Müslümanlığı Hıristiyanlığa yaklaştırmak ne demektir? İsa aleyhisselam, kıyamete yakın geldiğinde, İslamiyet’le hükmedecek yani bu ümmetten biri olarak, İseviliği tamamen kaldıracaktır. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Allah’a yemin ederim ki, Meryem’in oğlu İsa, âdil bir hakem olarak aranıza inecek, haçı kıracak [Hıristiyanlığı kaldıracak], domuzu öldürecek [domuz etini yasaklayacak], İslam’dan başka her şeyi yasak edecektir.) [Buhari] (İsa inince İslamiyet’le hükmedecektir. O zaman Allahü teâlâ, Müslümanlardan başka herkesi helak edecektir.) [Ebu Davud] Buhari ile Ebu Davud, Kütüb-i sitteye dâhil iki kıymetli hadis kitabıdır. Bu sahih hadis-i şeriflerde, (İslam’dan başka her şeyi yasak edecek, Müslümanlardan başka herkesi helak edecek) buyuruluyor. Musevilere, İsevilere dokunmayacak denmiyor ki. Yukarıda bildirilen âyet-i kerimeler ile bu hadis-i şerifleri inkâr etmek, dini inkâr etmek olmaz mı? Takva sahibi olmak 226 www.dinimizislam.com Sual: (Papazlar bizden daha çok takva sahibi) diyenler oluyor. Papaz takva sahibi olur mu? CEVAP Müslüman olup da, dinimizin bildirdiği haramlardan sakınmaya takva, sakınan Müslümana da takva sahibi denir. Müslüman olmayan, içki içmese, zina etmese, kumar oynamasa, gıybet etmese, her gün oruç tutsa da buna yine takva sahibi denmez. Gayrimüslimlere, emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmak emredilmemiştir. Onlara, tek bir şey emredilmiştir. O da iman etmek, Müslüman olmaktır. Ancak Müslüman olduktan sonra, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına muhatap olabilir. Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada mümin kâfir herkese yetiştiği ve herkesin çalışmasına dünyada karşılığını verdiği hâlde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur. Allahü teâlâ Cennete girmek için iyilik etmek, kötülükten sakınmak değil, iman etmek şartını koydu. Bir ayet-i kerime meali: (Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti.) [Nisa 55–56] Müslüman olmayanlar Sual: (Allah’a inanmayana kâfir denir. Bâtıl da olsa, başka bir dine inanana kâfir denmez. Kâfir olmayan da Cehenneme gitmez) demek doğru mudur? CEVAP Doğru değildir. Kâfir, Müslüman olmayan demektir. Hatta Müslüman olduğunu söylese, ama dinin bir emrini inkâr etse, yine kâfir olur. Her ateist kâfirdir, ama her kâfir ateist olmayabilir. Deist olabilir. Deistler de kâfirdir. Deist, deizm yanlısı demektir. Deizm, kâinatı bir yaratıcının yarattığına inanmakla beraber, yaratıcının kâinata hiçbir müdahalesi olmadığını ve olmayacağını savunan, vahyi reddeden felsefî görüştür. Müslüman olmayan herkes kâfirdir ve kâfir olarak ölenlerin hepsi Cehennemdedir. Allahü teâlâ bizzat Kur’an-ı kerimde, kullarını küfürden korunmaları için ikaz etmekte ve kâfirlerin akıbetinin ne olacağını bildirmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kâfir olmuştur. Allah, kendine ortak koşana Cenneti haram kılar, artık onun yeri ateştir ve zalimler için yardımcı yoktur.) [Maide 72] 227 www.dinimizislam.com (Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Allah’a ve Resûlüne inanmayan o kâfirler için, çılgın bir ateş hazırladık.) [Fetih 13] Ehl-i kitabın durumu Sual: Kur’anda ehl-i kitabın kâfir olduğu bildirilmiyor mu? CEVAP Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın kâfir olduğunu bildiren âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir: (İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah’ı tanıyan doğru bir Müslüman idi.) [Al-i İmran 67] (Her peygamber gibi Hazret-i İbrahim de Müslüman idi. Ehl-i kitap hak olsa idi, böyle denmezdi.) (“Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız” diyenlere de ki: “Aksine biz, hanif [doğru olan] İbrahim’in dinine uyarız.”) [Bekara 135] (Ehl-i kitap hak olsa idi, sözleri reddedilmezdi. Hazret-i İbrahim’in dini olan İslam’a uyan kurtulur.) ([Ehl-i kitap] "Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete girmeyecek" dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: "Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin." Hayır onların dedikleri gibi değildir.) [Bekara 111,112] (Şu halde Ehl-i kitabın iddiaları kuruntudur, gerçek değildir.) (Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için lanete uğradı.) (Ehl-i kitap [İslam’a] iman edip, [kötülüklerden] sakınsalardı, kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol Cennete sokardık.) [Maide 65] (Ehl-i kitap hak olsa idi, imana davet edilmezdi.) (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap hak olsa, onlara dost olana kâfir denir miydi?) [Ey habibim, Ehl-i kitaba] de ki: (Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Al-i İmran 31] (Yani Ehl-i kitap, Resulullaha iman etmedikçe, Allah onları sevmez.) 228 www.dinimizislam.com (De ki: “Ey Ehl-i kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahit olun ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için, onlara biz Müslümanız deyin buyuruluyor.) ([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükafatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan Hıristiyanlar, elbette Cennete gidecektir. Çünkü, bütün peygamberler gibi Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da Müslüman idi.) Bu vesikalara rağmen, (Muhammedün Resulullah demeye lüzum yok) diyenler çıkarsa, bunların cahil değil, sinsi birer misyoner olduklarında şüphe kalmaz. Sual: Bir Yahudi’ye veya Hıristiyan’a hacı demek caiz midir? Bir de, Müslümanlığı kötülemeyen bir Hıristiyan’a, İsevi Müslüman denir mi? CEVAP Hacı, İslam’ın hac şartını eda eden Müslümana denir, gayrimüslime hacı denmez. Müslümana kâfir demek küfür olduğu gibi, gayrimüslime de Müslüman demek küfür olur. Bir insan ya Müslümandır veya kâfirdir. Hem kâfir, hem Müslüman olmaz. Müslüman Hıristiyan veya Hıristiyan Müslüman olmaz. Hıristiyanlar için de, İsevi demek yanlıştır. Şimdi İsevi ve Musevi yoktur. Yaratılanların en kötüsü Sual: Beyyine suresinin altıncı âyetinde, ehl-i kitabın yani Yahudilerle Hıristiyanların insanların en kötüsü olduğu bildiriliyor? Ehl-i kitab, ateistlerden de mi kötüdür? CEVAP Sadece ehl-i kitab değil, âyet-i kerimede müşrikler de geçiyor. Şirk, Allahü teâlâya ortak yapmak, benzetmek demektir. Benzeten kimseye müşrik, denir. Küfrün çeşitleri vardır. Hepsinin en kötüsü, en büyüğü şirktir. Bir şeyin her çeşidini bildirmek için, çok defa, bunların en büyüğü söylenir. Bunun için, âyet-i kerimelerde ve hadis-i şeriflerde bulunan şirk, her nevi küfür demektir. Bütün küfürler şirkin içine girdiği gibi, Ehl-i kitab da, müşriklerin içine girmektedir. Böyleyken, onların kâfir olduklarının ayrıca bildirilmesinin elbette hikmetleri vardır. Belki Ehl-i kitab kâfirlerini, mümin zanneden çıkabilir. 229 www.dinimizislam.com Ehl-i kitab ve hak din Sual: (Kur’anı ve onun Peygamberini dışlayarak tevhid inancına ve salih amele ulaşmak imkânsız gibi olduğu için, bugün ehl-i kitaba dâhil olan Yahudi ve Hıristiyanların büyük çoğunluğu, tevhidden veya salih amelden uzaklaşmışlardır) diyenler oluyor. Yani, (Ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyanlardan, hak yolda olan az da olsa vardır) iması verilmeye mi çalışılıyor? CEVAP İma edilmiyor, açıkça öyle söyleniyor. Ehl-i kitab, tek bir yaratıcıya inansa da, salih ameller işlese de, mesela namaz kılsa, oruç tutsa ve cami yapsa da, Müslüman olmadıkça hiç faydası olmaz. İşte bir âyet-i kerime meali: (Kâfirlerin cami yapmaları ve [hayır olarak yaptıkları] diğer bütün amelleri, boşa gidecek, cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17] Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu gibi, kâfire de Müslümandır, cennetliktir demek küfürdür. İslamiyet gelince, önceki bütün dinler yürürlükten kalktı. Hiç değişmemiş, bozulmamış bile olsa, artık bunlarla amel etmek caiz değildir. İki âyet-i kerime meali de şöyledir: (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85] (Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları ateşe atacağız.) [Nisa 55, 56] Gayrimüslimlerin yeri Sual: (Hıristiyanların cehenneme mi, yoksa cennete mi gideceğini bilemeyiz. Bu Allah’ın takdirine kalmıştır, dilerse cennetine koyar) diyenler oluyor. Dinimiz kimlerin cennete, kimlerin cehenneme gideceğini açıkça bildirmemiş midir? CEVAP Elbette bildirmiştir. Gayrimüslim için (Allah dilerse cennete koyar) veya (Resulullahın sözü geçersizdir) denmez. Yahut (Allah’ın Kur’andaki sözleri tarihseldir, o zamanki kâfirler içindi) denmez. Allahü teâlâ, gayrimüslimleri yani Müslüman olmayan herkesi cehenneme koyacağım diyor. Resulullah da aynısını bildiriyor. Buna inanmamak küfür olur. Allahü teâlâ gayrimüslimlerin cehenneme gideceğini bildirdiğine göre, Allah’ın takdirine 230 www.dinimizislam.com kalmış denemez. Bu Allah’ın verdiği sözden dönebileceği anlamına gelir. Hâlbuki Allahü teâlâ verdiği sözden dönmez. İki âyet-i kerime meali: (Allah asla sözünden dönmez.) [Âl-i İmran 9, Zümer 20, Rad 31] (Allah vaadinden dönmez.) [Rum 6] Gayrimüslimlerin de cennete girebileceğini söylemek şu âyet-i kerimeyi de inkâr olur: (Elbette, ehl-i kitap olsun, müşrik olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir. Orada ebedi kalırlar. Onlar yaratılmışların en kötüsüdürler.) [Beyyine 6, Kurtubi tefsiri] Şu iki hadis-i şerifi de inkâr etmiş olur: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] Kâfirlikte şüphe Sual: Gayrimüslimlerin kâfir olduklarında şüphe eden de kâfir olur mu? CEVAP Evet, bütün gayrimüslimlerin, Cehennemde sonsuz azap çekeceğinde şüphe eden de kâfir olur. Bir Hıristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve başka bir gayrimüslimi kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle bildirdiler. (Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Şifa-i şerif, Ravda, El-A’lam) Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu [gayrimüslimlerin Cennete gideceğini söyleyeni] Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele onu, İslam âlimlerini öven kelimelerle övenin nasıl olacağını düşünmelidir. Böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların kâfir olacaklarını iyi anlamalıdır. Övmek, yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak, razı olmayı, beğenmeyi gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değildir. Onun küfrünü beğenmek demektir. (Faideli Bilgiler kitabı) Ehl-i kitabın kurtulması Sual: Maide suresinin 68. âyetinde mealen, (Ey Ehl-i Kitab! Siz Tevrat’a, İncil’e ve Rabbinizden size indirilen Kur’ana uymadıkça, doğru yol üzerinde değilsiniz. And olsun, sana Rabbinden indirilen bu Kur’an, onlardan birçoğunun azgınlığını ve küfrünü artırır. O halde 231 www.dinimizislam.com kâfirlerin azgınlığına karşı üzülme!) deniyor. Burada Ehl-i kitaba kendi kitaplarına uymaları bildirilmiyor mu? CEVAP Hayır. Aksine Kur’an-ı kerime iman edip, ona uymaları emrediliyor. Kur’an-ı kerimin muhatabı Peygamber efendimizdir. Onu doğru açıklayan da, hadis-i şeriflerdir. İşte Peygamber efendimiz Kur’an-ı kerimi açıklayarak, (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyanlar, elbette Cehenneme girecektir) buyuruyor. (Hâkim) İmam-ı Kurtubi hazretleri de buyuruyor ki: İbni Abbas hazretlerinin bildirdiğine göre, Yahudilerden bir topluluk Resulullah efendimize gelip, (Sen, Tevrat’ın Allah’tan gelmiş hak bir kitap olduğunu kabul etmiyor musun?) diye sordular. Peygamberimiz, (Elbette, kabul ediyorum) diye cevap verdi. Bunun üzerine Yahudiler, (Biz de ona iman ediyoruz, fakat onun dışındakilere iman etmiyoruz) dediler. Bunun üzerine, bu âyet-i kerime nazil oldu. Burada, (Her iki kitapta [Tevrat’ta ve İncil’de] yer alan ve geleceği bildirilen Muhammed aleyhisselam’a iman edip, her iki kitabın belirttiği bu hüküm gereğince de amel etmedikçe, iman etmiş olmazsınız) deniliyor. Ebu Ali el-Farisi de, (Bu âyet-i kerime, Tevrat ve İncil’in nesh edilmeden önceki halleri hakkındadır) demiştir. (Cami’ul Ahkâm) Âyet-i kerimenin sonunda, Ehl-i kitab kâfir olduğu için, (Kâfirlerin azgınlığına karşı üzülme!) deniyor. Ehl-i kitabın kâfir olduğu başka âyet-i kerimelerde de bildiriliyor. Gayrimüslimleri sevmek Sual: Bazı kimseler, kiliseye gidip âyinlere katıldığımız için, onlarla yakınlık ve dostluk kurduğumuz için bizi eleştiriyorlar. Eğer kâfirleri sevmek yasak olsaydı, onlara hoşgörüde bulunmak yasak olsaydı dinimiz kitaplı kâfirlerle evlenmeye izin vermezdi. Çünkü insanın hanımını sevmemesi mümkün değil. Yoksa Ehl-i kitapla evlenmek yasak mı? CEVAP Ehl-i kitap zimmi ise tenzihen mekruh, harbi ise tahrimen mekruhtur. Bugün zimmi olan Ehl-i kitap yoktur. Hepsi harbidir. Tahrimen mekruh olsa da caizdir. Ancak evlenmekle kâfiri sevmeyi aynı kefeye koymak ne kadar yanlıştır. İnsan muzu da sever ama bunu yemek için sever. Gayrimüslim kızının kaşını, gözünü sever. Dinini sevmesi asla caiz olmaz. Muhammed Masum hazretleri buyurdu ki: Kâfirleri sevmemek Kur'an-ı kerimde açıkça emredilmiştir. Kur'ana uymak ise farzdır. 232 www.dinimizislam.com Kâfirleri sevmenin haram olduğunu bildiren âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyledir: (Allah’a ve kıyamet gününe iman edenler; babaları, kardeşleri ve akrabası olsa da, Allah’ın ve Resulünün düşmanlarını sevmez.) [Mücadele 22] (Demek ki babası da olsa kâfir sevilmez.) (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (Kâfirleri dost edinen, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Al-i İmran 28] (Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin.) [Mümtehine 1] (Ey Nebi, kâfirlerle [silahla] ve münafıklarla [öğütle, delille, belgeyle] cihad et, [öğüt de kâr etmezse] onlara sert davran! Onların gidecekleri Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73, Tahrim 9] Eshab-ı kiram (Kâfirlere gazap ederler, birbirlerine merhametlidirler) diye övülüyor. (Feth 29) Hakiki imana kavuşmak Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Allah’ın düşmanlarını düşman bilmeyen, hakiki iman etmiş olmaz. Müminleri Allah için seven ve kâfirleri düşman bilen, Allah’ın sevgisine kavuşur.) [İ. Ahmed] (Allah’ın dostunu seven, düşmanını düşman bilenin imanı kâmil olur.) [Ebu Davud] (İsyan edenlere düşmanlık ederek, Allah’a yaklaşın!) [Deylemi] (Kâfirlerle mal, can ve dilinizle cihad edin!) [Redd-ül-muhtar] (Kâfirleri sevmek cihad değildir.) Halife Hazret-i Ömer'e, (Hireli bir Hıristiyan var. Çok zeki, yazısı da çok güzel, bunu kendine kâtip yap) dediler. Kabul etmedi. Aşağıdaki âyeti okuyup, (Mümin olmayan birini dost edinemem) dedi. Ebu Musel Eşari hazretleri anlatır: Halife Ömer'e (Hıristiyan kâtibim çok işe yarıyor) dedim. “Niçin bir Müslüman kâtip almadın? (Ey müminler, Yahudi ve Hıristiyanları sevmeyin) âyetini işitmedin mi sen?” dedi. Ben de, “Onu dini için değil, kâtipliği için aldım” dedim. “Allahü teâlânın hakir ettiğine ikram etme! Onun zelil ettiğini aziz eyleme! Allah’ın uzaklaştırdığına yaklaşma” dedi. “Ama Basra’yı onunla idare edebiliyorum” dedim. “Hıristiyan ölürse ne yapacaksan, şimdi onu yap! Hemen onu değiştir” dedi. 233 www.dinimizislam.com Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, hakkı Ömer’in diline ve kalbine yerleştirdi.) [Tirmizi] Sual: Bazı kimseler, hoşgörü adı altında gayrimüslimlerle arkadaşlık kuruyorlar, Kiliselerine gidiyorlar, ayinlerine katılıyorlar. Bu dinen caiz midir? CEVAP Asla caiz değildir. Aşağıdaki âyet-i kerimeler, kâfirleri sevmenin haram olduğunu bildiriyor: (Ey müminler, mümin olmayan kâfirlerle dost olmayın!) [Âl-i İmran 118] (Ey iman edenler, benim ve sizin düşmanınız olanları dost edinmeyin.) [Mümtehine 1] (İbrahim ve Onunla beraber olan müminlerin sözlerinden ibret alın! Onlar, kâfirlere dediler ki: Biz sizden ve putlarınızdan uzağız. Dininizi beğenmiyoruz. Allah’a inanıncaya kadar, aramızda düşmanlık, nefret vardır.) [Mümtehine 4] Eshab-ı kiram, (Kâfirlere karşı çok çetin, sert davranırlar) diye övülüyor. (Feth 29) Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, bir Peygambere vahy etti ki, şu âbide söyle: Benim için ne yaptı?) Âbid dedi ki: Yâ Rabbi! Senin için ne yapılır? Allahü teâlâ buyurdu: (Düşmanıma, benim için düşmanlık ettin mi ve sevdiğimi benim için sevdin mi?) [Mektubat-ı Rabbani 3/55] Kâfirler ve fâsıklar, Allahü teâlânın düşmanı olmasalardı, Buğz-ı fillah farz olmazdı. İnsanı Allahü teâlânın rızâsına kavuşturacak şeylerin en üstünü olmaz ve imanın kemaline sebep olmazdı. Şeyhülislam Abdullah-ı Ensâri hazretleri buyuruyor ki: Falancayı sevmiyorum; çünkü hocamı üzmüştü. Bir kimse, hocanı üzer de sen üzülmezsen, köpekten aşağı olursun. Mektubat-ı Masumiyye’de buyuruluyor ki: Müminin kâfiri sevmesi üç türlü olur: 1- Onun küfrünü beğenir. Bunun için sever. Bu muhabbet yasaktır; çünkü onun dininden razı olmuştur. Küfrü beğenen kâfir olur. Böyle muhabbet, imanı giderir. 2- Herkesle iyi geçinmek lazım olduğu için onlarla da iyi geçinilir. 3- İkisi ortasıdır. Onlara meyleder, yardım eder. Dininin bâtıl olduğunu bilerek, akrabalık, iş arkadaşlığı sebebi ile dostluk yapar. Bu sevgi küfre sebep olmaz ise de, caiz değildir; çünkü bu sevgi, zamanla onun dinini 234 www.dinimizislam.com beğenmeye sebep olur. Zaruretsiz gayri müslimler ile beraber olmak, kiliselerine gitmek, ayinlerine katılmak caiz değildir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Müminler, müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olurlar.) [Al-i İmran 28] Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Bir kavmi sevip de onlarla dostluk kuran, kıyamette onlarla haşrolur.) [Taberani] Yani bir milletin, âdete, tekniğe ait işlerini değil de, onların dinlerini, ibadetlerini, günah olan işlerini seven kimseler, kıyamette onlarla birlikte Cehenneme giderler. Fenne ait işlerini ve günah olmayan âdetlerini yapmak caiz ve lazımdır; çünkü fen, müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alması lazımdır. Gayrimüslimler ile ticaret yapılır. Aldatılmaz, kötülük yapılmaz. Herkese olduğu gibi onlara da iyi davranılır. Müslüman olmaları için dua da edilir. Fakat onları kâfir iken şerefli kabul etmek caiz değildir. Cenab-ı Hak buyurdu ki: (Kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, şeref mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.) [Nisa 139] (İzzet ve şeref isteyen, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.) [Fatır 10] (Münafıklar, “Eğer bu savaştan Medine’ye dönersek, andolsun ki, şerefliler, alçakları oradan çıkaracak” diyorlardı. Oysa, şeref Allah’ın, Resulünün ve müminlerindir; ama münafıklar bunu bilmezler, anlamazlar.) [Münafikun 8] Hazret-i Ömer, kölesi ile nöbetleşe deveye biniyorlardı. Şam’a girerken deveye binme sırası köleye geldiği için, köle deve üzerinde idi. Şam ordusunun kumandanı olan Ebu Ubeyde bin Cerrah, bir heyetle karşılayıp, (Ya Halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu yaptığını beğenmezler) der. Hazret-i Ömer buyurur ki: (Ya Eba Ubeyde, senin bu sözün, çok zararlıdır. İşitenler, şerefi, vasıtaya binip gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Şerefin, Müslüman olmakta olduğunu anlamayacaklar. Biz aşağı insanlardık. Allahü teâlâ Müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Onun verdiği bu şereften başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi yine zelil eder. Her şeyden aşağı eder. İzzet, İslam’dadır. İslam’ın ahkâmına uyan, aziz olur. Bu ahkâmı beğenmeyip, izzeti, şerefi başka şeylerde arayan zelil olur.) 235 www.dinimizislam.com Dünya kardeşliği mi? Sual: Hazret-i Mevlana’nın veya Yunus Emre hazretlerinin ismini kullanıp, (Dünya kardeşliği) veya (Evrensel din birliği) gibi isimler altında yayınlar yapılıyor. (Herkes kardeştir. Bütün dinler aynıdır. İleride tek kutsal kitap olacak) gibi şeyler söyleniyor. Bunların dinimizdeki yeri nedir? CEVAP Bu açıkça dinsizliktir. Hakla bâtıl birleşmez. Mezhepsizler de, bid’at yani sapık mezhepleri hak mezheple birleştirip, tek mezhep haline getirmek için çalışıyorlar. Domuz sütüyle inek sütü aynı kaba konursa, inek sütü de necis olur. Bid’at mezheplerle, hak mezhep birleşirse bâtıl bir mezhep ortaya çıkar. Hıristiyanlık, Yahudilik ve Mecusilik gibi batıl dinlerle İslamiyet birleştirilmeye kalkılırsa, inek sütünün içine, idrar, kan ve zehir katmaya benzer. Allahü teâlâ, (Hak din İslamiyet’tir. Başka dini kabul etmem) buyuruyor. (Âl-i İmran 19, 85) Allahü teâlânın emrine aykırı hareket etmek, dinsizlik olur. Dünya kardeşliği demek çok yanlıştır. Batıl din mensuplarıyla müminler kardeş olamaz. Allahü teâlâ, (Ancak müminler kardeştir) buyuruyor. (Hucurat 10) Masonların ve bazı başka grupların da bunlara benzer çalışmaları vardır. Sözün özü, İslamiyet’e aykırı olan her şey dinsizliktir. Saplantının böylesi Sual: Bir arkadaş, (Biz, hocamıza çok bağlıyız. Bizim hocamız bana Hıristiyan ol dese, tereddütsüz olurum) dedi. Böyle söylemek küfür olur mu? CEVAP Evet, küfür olur. Bu söz, hocaya bağlılığını göstermek için söylenmiş gibi görünse de, bu sözden o hocanın talebelerine Hıristiyanlığı ne kadar cazip ve şirin gösterdiği de anlaşılmaktadır. İçki içerim, filan günahı işlerim yahut Yahudi veya başka dinden olurum demiyor da, özellikle Hıristiyan olurum diyor. Bir kimse, filan şey, filan kimsededir yahut yoktur, kâfir olayım, Yahudi olayım diye, yemin etse, o şey, onda olsun veya olmasın, o kimse, kendi rızasıyla küfre varmıştır. İmanını ve nikâhını yenilemesi gerekir. (İslam Ahlakı) Bir kâfir için, başka kâfirden daha hayırlıdır demek küfür olur. (Redd-ül muhtar) 236 www.dinimizislam.com Mesela Hıristiyan olmak Yahudi olmaktan daha iyidir veya Yahudi olmak Hıristiyan olmaktan iyidir demek küfür olur, çünkü böyle söylemekle bu bâtıl dinlere iyi denmiş oluyor. Bu konu bu kadar hassasken, sebebi ne olursa olsun, Hıristiyan olurum demenin ne kadar tehlikeli olduğu meydandadır. İhtiyaç olunca, biri diğerinden daha kötüdür demek gerekir. Hak din, iyi din, yalnız İslam'dır. Ancak müminler kardeştir Sual: Evrensel din kardeşliği ismi altında, gayrimüslimlere kardeşlerimiz demek doğru mudur? CEVAP Çok yanlıştır. Böyle bir düşünce, Kur’an-ı kerimi yalanlamak olur. Dinimiz, kâfirlerle de iyi geçinmeyi emreder, fakat iyi geçinmek ayrı, onları dost ve kardeş bilmek ayrıdır. Allahü teâlâ, (Ancak müminler kardeştir) buyururken, mümin olmayanları, gayrimüslimleri kardeş bilmek, bu âyet-i kerimeye de aykırıdır. Mümin, İslamiyet’e inanan demektir. Ehl-i kitaba inananlara mümin denmez. Müslüman olmayan herkes kâfirdir. Nelere inanırsa inansın, kâfirlere mümin denemez. İmam-ı Kurtubi hazretleri, Bekara suresinin, (Müslüman olarak can verin) mealindeki 132. âyet-i kerimesinin, (Müminler olarak can verin) demek olduğunu bildiriyor. Hücurat suresinin, (Ancak Müminler kardeştir) mealindeki onuncu âyet-i kerimenin tefsirinde ise, bunun (Müslümanlar kardeştir) anlamında olduğunu bildiriyor. Peygamber efendimiz de bu âyet-i kerimeleri, aynı şekilde açıklamıştır. Mümin ve müslüman olanlar için din kardeşiniz tabirini kullanmıştır. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyledir: (Müslüman Müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, yardım eder.) [Buhari, Müslim] (Din kardeşinize rastlayınca selam verin!) [İ. Sünnî] (Mümin geçim ehlidir. O, din kardeşine rahatlık verir.) [Dare Kutnî] (Mümin beş çeşit şiddet arasındadır: Müslüman kardeşi onu çekemez, münafık ona buğzeder, sevmez onu, kâfir onun canına kasteder, kendi nefsi onunla uğraşır ve şeytan onu şaşırtmaya uğraşır.) [İbni Lâl] (Bir Müslüman, bir din kardeşine, onun hidayetinin artmasına vesile olacak hikmetli bir söz veya kendisini tehlikeden kurtaracak bir söz kadar iyi hediye veremez.) [Ebu Ya’la] 237 www.dinimizislam.com (Bir müminin, Müslüman din kardeşine, hayırla, sevgiyle ve şefkatle bakması, benim şu mescidimde bir yıl itikâf etmesinden daha sevabdır.) [İbni Lâl] (Bir Müslümanın din kardeşine üç günden fazla dargın durması helâl değildir.) [Ahmed] Gayrimüslimlerle dostluk Sual: Hristiyanlar düşman bilinip, onlara kâfirsiniz denirse, onlarla savaşılırsa, onlara dinimizi nasıl anlatabiliriz? Müslüman olmaları için, onlara hoş davranıp, dinlerine saygı göstermek gerekmez mi? CEVAP Dinimizi anlatmak için, diğer kâfirler değil de, niye özellikle Hristiyanlar tercih ediliyor? Sanki aralarında iş bölümü yapılmış gibi, başkaları da Yahudileri şirin göstermeye çalışıyor. Gayrimüslimlerin Müslümanların dostu olamayacağını Allahü teâlâ bildiriyor. Onları dost bilmeden, uygun şekilde emr-i maruf yapılır. İslam dini yeni gelmedi. 1400 yıldır dünyada Müslümanlarla gayrimüslimlerin aynı ülkelerde beraber yaşadıkları da olmuştur. Osmanlılar ve onlardan önceki Müslümanlar, gayrimüslimleri dost bilmediler, fakat hepsiyle iyi geçinerek, onlara güler yüz göstererek, aynı yerde yaşadıkları gayrimüslimlere yaşayışlarıyla örnek oldular. Onlara kötü davranmadılar. Merhametli davranarak çoğunun Müslüman olmasına sebep oldular. Zaten yüzlerine karşı siz kâfirsiniz diye hakaret etmek, günah olur. Cihad da, kâfirlerin şahsına karşı yapılmadı. Cihad, İslam devletinin, insanların İslam dinini işitmelerine, Müslüman olmalarına mani olan, zalim diktatörlerin ordularıyla savaşması demektir. Böylelikle fethedilen yerlerdeki gayrimüslimlerden bir kısmı, İslamiyet’in adaletini, güzelliğini, Müslümanların örnek hayatını görerek Müslüman oldular. Müslüman olmayanlar bile, bu adalet sayesinde dünyada rahat ve huzur içinde yaşadılar. Dinlerin ortak noktası olur mu? Sual: Dünyada Müslümanlara karşı oluşan önyargıları gidermek için, (Bütün dinlerin mensupları olarak, dinlerin ortak noktasında, kardeşçe buluşalım) denilerek toplantılar yapılıyor. Gayrimüslimle hangi ortak noktada, nasıl kardeş olacağız? CEVAP 238 www.dinimizislam.com Böyle demek, Allah’a inanmamak, Onun hükmünü beğenmemek demektir. Zira Allahü teâlâ öyle buyurmuyor, (Müslüman olun) buyuruyor, (İslamdan başka dini kabul etmem) buyuruyor. İslamda buluşmayı emredip, (Ancak, müminler kardeştir) buyuruyor. Kardeşçe buluşmanın yolu, Müslüman olmaktır. Bu konudaki âyet-i kerimelerden bazıları şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] (Allah’a ve Onun ümmi nebi olan Resulüne iman edin, Ona tâbi olun ki doğru yolu bulasınız.) [Araf 158] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için de çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56] (Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin. İşlerinizi boşa çıkarmayın!) [Muhammed 33] (Allah ve Resulüne itaat edin.) [Enfal 1] (Ancak müminler kardeştir.) [Hucurat 10] Onlar da Müslüman olurlarsa, hem bizimle kardeş olurlar, hem de dünya ve ahiret saadetine kavuşurlar. İslamiyet’i tanımalarına, Müslüman olmalarına engel olan yahut Müslümanlara düşmanca yaklaşmalarına sebep olan önyargıları varsa da, bunu gidermenin yolu dinimiz hakkında onları doğru bir şekilde bilgilendirmektir. Onların istediği anlamda diyalog yapmak, çözüm değildir. Zaten onların diyalogdan anladıkları şeyin, misyonerlikten başka bir şey olmadığını, kendileri de açıkça itiraf ediyorlar. Vatikan yetkilisi Kardinal Jean-Louis Tauran da, 20 Ekim 2007 tarihinde yaptığı açıklamada, diyalogun şartı olarak, Kur’an-ı kerimin tartışmaya açılmasını teklif ederek şöyle demiştir: (Müslümanlarla gerçek anlamda dini tartışma yapılamaz; çünkü Müslümanlar Kur’anı, Allah’ın kelamı olarak görüyorlar ve Kur’an üzerinde derinlemesine tartışmayı kabul etmiyorlar.) Kardinal, yeni bir konuşmasında şunu rahatça söylerse şaşmayız: (Reformcu Müslümanlar, Kur’anda tarihsel âyetlerin olduğunu bildiriyorlar. Bizimle omuz omuza verebilmeleri için, tarihsel olan bu âyetlerin Kur’andan çıkarılması lazımdır.) Kardinalin zaten Kur’anı tartışmaya açalım demesi de budur. 239 www.dinimizislam.com Ortak payda, ortak inanç Sual: (Hıristiyanlık ve İslâm diniyle büyümüş insanlar, Allah’ın birliği, Ona olan sevgi ve inancı gibi, iki ortak temel düşünce benimsenmeli ve bu ortak payda, gelecekteki ortak inancın temellerini oluşturmalı) diyenler oluyor. Buradaki ortak inançtan maksat ne ki? Acaba bu zihniyetteki insanlar İslamiyet’le Hıristiyanlığı birleştirip, yeni bir din mi oluşturmaya çalışıyorlar? CEVAP İki dinin ortak paydası yoktur. İmanın altı esasında bile, müşterek inanç yoktur. Mesela, aynı Allah’a bile inanmıyoruz. Onlar teslise inanırlar. Vaftiz yaparlar, haça taparlar. Hazret-i İsa’ya bizim gibi inanmazlar, bazen tanrı, bazen tanrının oğlu derler. Kitaplara da bizim gibi inanmazlar. Zaten ellerindeki, İncil’in değil, İncillerin hâli malumdur. Kur’an-ı kerime ve Peygamber efendimize inanmazlar. Masum çocukların günahkâr doğduğuna ve meleklerin kız olduğuna inanırlar. O halde, balla sirke, zemzemle şarap birleşmeyeceği gibi, hak olan İslamiyet’le, batıl olan Hıristiyanlık da birleşemez. Birleştirilmeye kalkılırsa, netice de batıl olur. Zaten Hıristiyanlar böyle bir şeye razı olmazlar. (Ortak payda, gelecekteki ortak inanç) gibi ifadeler, Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için yapılan sinsi gayretlerden kaynaklanmaktadır. Domuz ve inek sütü Sual: Şimdi bazı gençler, (Ben Protestan Müslümanım, yarı Hıristiyan, yarı Müslümanım) diyorlar. Bazıları da, (Ben şii, vehhabi ve ehl-i sünnetim) diyor. Böyle söylemek caiz mi? CEVAP Bir kural var: İki zıt şey bir arada bulunmaz. Mesela ateşle barut veya ateşle su. Ateş barutu yakar, su da ateşi söndürür. İnek sütü ile koyun sütü karıştırılabilir. Fakat domuz sütü ile inek sütü karışmaz. Karışınca hepsi necis olur, artık koyun sütü var denmez. Bir teneke temiz suya, bir bardak idrar konsa, artık o su necis olmuştur. Temiz suyun hiç önemi kalmaz. Bunlar gibi, biraz Müslüman biraz da Hıristiyan olunmaz. Böyle kimse kâfir olur. Bunun gibi, ehl-i sünnet olan, biraz şii, biraz da vehhabi olamaz. Ne olur? Ehl-i sünnet dışı olur. Bu tür sözleri din düşmanları uyduruyor, Müslümanlar bu tuzağa düşmemelidir. Kilisede Resulullah’ı anmak 240 www.dinimizislam.com Sual: Bir kilisede, Resulullah’ı anma programı düzenlemek uygun mudur? CEVAP İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Kilisede namaz kılınmaz ve Kur’an-ı kerim okunmaz; çünkü kilisede, şeytanlar toplanır. Kilise putlardan temizlenirse, namaz kılmak mekruh olmaz. (Redd-ül-muhtar) Eğer Hıristiyanlar böyle bir şeye izin veriyor, hatta destekliyorlarsa, burada bir art niyet var demektir; çünkü, Hıristiyanlığı kabul etmedikçe, sadece kiliseye gitmek, onları hoşnut etmez. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden asla hoşnut olmazlar.) [Bekara 120] İmanda ortak nokta Sual: (Hıristiyanlarla iman birliğimiz olduğu için, ortak olan kelimede buluşuyoruz. Onlar da Allah’a inanıyorlar) deniyor. İmanda birliğimizin olmadığı açık; ama Hıristiyanlarla Allah inancında ortak mıyız? CEVAP Hayır, iman birliğimiz olmadığı gibi, Allah inancında bile ortak noktamız yoktur. Biz, Allah birdir deriz; onlar teslise inanırlar, tanrı üçtür derler. Biz, Allah mekândan münezzehtir deriz; onlar, tanrı göktedir derler. Biz, Allah insana veya tahayyül edilen hiçbir şeye benzemez, oğlu kızı yoktur, doğmamıştır ve doğurmamıştır deriz; onlar tanrı baba derler, tanrının oğlu vardır, melekler tanrının kızlarıdır derler. Biz, Allah hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir deriz; onlar tanrı insanlığın kurtuluşu için biricik oğlunu kurban etmek zorunda kaldı derler. Sanki hâşâ oğlunu kurban etmeden insanları affedemez gibi bir durum ortaya çıkarıyorlar. Ortak söz nedir? Sual: (Âl-i İmran sûresindeki, Hristiyanlara, “Aramızda ortak olan bir söze gelin” emri, “Aramızda, iki tarafın da kabul edebileceği ortak esaslar belirleyip, bu esaslara inanmalı” demektir) diyen reformcular çıkıyor. Bu âyet-i kerimede ehl-i kitaba yani hem Yahudilere, hem de Hristiyanlara hitap edildiği halde, niye sadece Hristiyanlarla ortak söz bulunmaya çalışılıyor? Bir de, ortak sözü Allah belirlemedi mi? 241 www.dinimizislam.com Hristiyanların da kabul edebileceği ortak bir sözün Allah katında, bir değeri olur mu? CEVAP Elbette hiç değeri olmaz. Allahü teâlâ, o âyet-i kerimede, (Allah'a şirk koşmayın) buyuruyor. Şirk koşmayın demek, (Üç tanrıya inanmayın, Allah'tan gayrısına ibadet etmeyin, Hazret-i İsa’ya veya Hazreti Üzeyr’e Allah'ın oğlu diyerek şirke girmeyin, bunların putlarına tapmayın, hak din olan İslamiyet’e gelin!) demektir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] Ortak sözle ilgili âyet-i kerimenin meali de şöyledir: (De ki, “Ey Ehl-i kitap, [Yahudi ve Hristiyanlar] bizimle sizin aranızda ortak bir söze gelin: Allah’tan başkasına ibadet etmeyelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da birbirimizi rab edinmeyelim.” Eğer yüz çevirirlerse, “Şahit olun, biz Müslümanız” deyin.) [Âl-i İmran 64] İmam-ı Kurtubi hazretleri bu âyet-i kerimeyi açıklarken buyuruyor ki: Allahü teâlâ, bu ortak sözün ne olduğunu, (Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim) emri ile açıklamıştır. Tevbe sûresinin 31. âyet-i kerimesinde mealen, (Onlar Allah’ı bırakıp rahiplerini rabler edindiler) buyurmuştur. Yani onlar, Allah'ın haram ve helâl kıldığını değil, rahiplerinin haram ve helâl kıldıklarını kabul edip, onları rab makamında tuttular. Bu âyet-i kerimede, Ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlar, sadece Allah'a ibadet etmeye, şirkten uzak kalmaya, Müslüman olmaya davet edilmektedir. (Cami-ul-ahkâm) Peygamber efendimizin, Rum imparatoru Herakliyüs’e gönderdiği mektup da şöyledir: (Seni İslâm’a davet ediyorum. Müslüman ol, selâmeti bul! Allah da ecrini iki kat verir. Yüz çevirirsen, bütün tebaanın günahı üzerine olur.) [Buhari, Müslim, Tirmizi] Bu ifadelerden sonra mektuba, Âl-i İmran sûresinin, 64. âyet-i kerimesi yazılmıştır. Bu âyet-i kerimede de, Peygamber efendimizin açıklamasında da, ortak sözün, İslamiyet olduğu açıkça bildirilmiştir. Ehl-i kitabın Müslüman olmadan bulacakları ortak sözün, Allah indinde hiçbir değeri olmaz. Üç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Âl-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] 242 www.dinimizislam.com (İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85] Demek ki ortak söz İslamiyet’tir. İslamiyet’e aykırı bulunacak ortak sözü, Allahü teâlânın kabul etmeyeceğini bu âyet-i kerimeler açıkça bildirmektedir. Allah’ın azabı çok şiddetlidir Sual: Bir yazar, Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmış diyerek mazlum Hıristiyanların Cennete gideceklerini, hatta şehid olacaklarını bildiriyor, rahmet âyetlerini yazıyor, azap âyetlerinden hiç bahsetmiyor. Böyle yapmak uygun mu? CEVAP İslamiyet, ifrat ve tefritten [aşırılıklardan] uzak bir dindir. Allahü teâlânın rahmeti bol olduğu gibi azabı da şiddetlidir. Mümin havf ve reca arasında olmalıdır. Havf, Allah’tan korkmak, reca da Allah’ın rahmetini ümit etmek demektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Havf ve reca [korku ile ümit] arasında bulunan mümin, umduğuna kavuşur, korktuğundan emin olur.) [Tirmizi] Hep Allah’ın azabından bahsedip insanları korkutmak doğru olmadığı gibi, hep Allah’ın rahmetinden bahsedip azabından hiç bahsetmemek de yanlıştır. Mümin, ikisi arasında olmalıdır! Yaşarken, havfı, ölürken recası daha fazla olmalıdır! Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kullarıma haber ver ki, ben gafururrahim olduğum gibi, azabım da çok acı, çok şiddetlidir.) [Hicr 49-50] (Allah’ın azabı şiddetlidir.) [Bekara 211, Yunus 70, Rad 6,13, 34, Taha 127, Mümin 22, Haşr 7] (Allah’ın azabının şiddetli olduğunu bilebilselerdi!) [Bekara 165] (Elbette azabım çok şiddetlidir.) [İbrahim 7] (İşte o gün, hükümranlık çok merhametli olan Allah’ındır. Kâfirler için de pek çetin bir gündür. O gün, zalim kimse ellerini ısırıp, “Vay başıma gelene, keşke Peygamberin yoluna uysaydım da falancayı [bâtıl yoldakini] dost edinmeseydim.) [Furkan 26-28] (Allah ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki Allah, azabı şiddetli olandır.) [Enfal13] (Kurtuluşa erenler, Allah’a ve Resulüne itaat edip Allah’tan korkan ve sakınanlardır.) [Nur 52] (İşlediklerinin cezası olarak, artık az gülüp, çok ağlasınlar.) [Tevbe 82] 243 www.dinimizislam.com (Allah katında en kıymetliniz, Ondan çok korkup sakınanınızdır.) [Hucurat 13] (Allah’tan nasıl korkmak gerekiyorsa, öylece korkun.) [A.İmran 102] (Sizden öncekilere de, size de Allah’tan korkmanızı tavsiye ettik.) [Nisa 131] Müminun suresinin, (Rablerinin huzuruna çıkacaklarından kalbleri korku ile çarpar) mealindeki 60. âyetinde bildirilen kimselerin hırsız mı, zani mi olduğu sorulunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bunlar, namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirdikleri halde “acaba ibadetlerimiz kabul olmadı mı” diye korkan kimselerdir.) [Tirmizi] Yine buyurdu ki: (Allah korkusu, her hikmetin başıdır.) [Taberani] Hıristiyanlara kucak açıp kiliselere gidip âyinlerine iştirak edenler, onların Cennete gideceklerini, hatta mazlumlarının şehid olacaklarını söyleyenler, şu âyeti bilmiyorlar mı? (Müminler, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [A. İmran 28] [Kâfirlere kucak açanlar da, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.] Eski ve yeni Hıristiyanlar Sual: Yahudilerle Hıristiyanların kâfir olduğunu, hatta onları dost edinenlerin de kâfir olacağını bildiren âyetler hakkında deniyor ki: “Kâfir olan Yahudi ve Hıristiyanlar, Asr-ı saadetteki kitap ehli idi. Şimdikiler, Cennete gidecektir. Çünkü dinsizliği yok etmek için onlarla omuz omuza çalışıyoruz.” Bu iddia hakkında açıklama yapar mısınız? CEVAP Zırva tevil götürmez diye demek ki böyle sözler için söylenmiş. Şimdiki Hıristiyanların çoğu müşrik olup, kestikleri hayvan bile yenmez. Bir kimsenin, mümin olup Cennete gidebilmesi için imanın altı esasının hepsine de inanması gerekir. Birine bile inanmayan kâfirdir. Hıristiyanlar, imanın altı esasından kaçına inanıyorlar? İmanın altı esası şunlardır: 1- Allah’ın varlığına, bir olduğuna ve ortağının bulunmadığına inanmak. [Hıristiyanların Allah inancı bile yanlıştır. Eflatunun uydurduğu teslis [trinite yani üç tanrı] fikrine inanıyorlar. Baba tanrı, oğul tanrı, kutsal ruh gibi değişik üç tanrıya inanıyorlar. 244 www.dinimizislam.com Hazret-i İsa böyle sözler söylememiştir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah, “Ey İsa, insanlara ‘Beni ve anamı Allah’tan başka iki ilah bilin” diye sen mi dedin?” diye sorunca, o da, “Hâşâ, seni tenzih ederim. Bu söz bana yakışmaz” dedi.) [Maide 116] (İsa dedi ki: “Allah, benim de, sizin de Rabbinizdir.”) [Zuhruf 63, 64] (Meryem oğlu İsa, “Ben Allah’ın resulüyüm. Benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı, benden sonra gelecek Ahmed isimli peygamberi müjdeleyici olarak geldim” demişti.) [Saf 6] (İsa’ya, Allah diyenler kâfirdir. Halbuki Mesih, “Rabbim ve Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin” dedi. “Allah üçün üçüncüsü” diyenler de kâfirdir.) [Maide 72, 73] Bir de tanrı gökte diyorlar. Bu da küfürdür. Böylece bu birinci maddeye inanmamış oluyorlar.] 2- Meleklerin varlığına, onlarda erkeklik ve dişilik olmadığına inanmak. [Hıristiyanlar, melekleri kız olarak kabul ediyorlar. Hatta “Onlar tanrının kızlarıdır” diyorlar. Melekleri kız olarak bildikleri için meleklere imanları da yanlıştır. Kur’an-ı kerimde mealen, (Allah ile birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır. Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz) buyuruluyor. (İsra 39, 40) Bu âyet-i kerime, birinci ve ikinci maddeye yanlış inanan Hıristiyanların kâfir olduklarını açıkça gösteriyor.] 3- Semavi kitapların hepsine inanmak. [Halbuki Ehl-i kitap, Kur’ana inanmaz. Kur’anda, (Âyetlerimize ancak kâfirler inanmaz) buyuruluyor. (Ankebut 47). Bir âyet meali de şöyledir: (Ey ehl-i kitap, resulümüz [Muhammed aleyhisselam] kitaptan gizlediğiniz şeyleri açıklamak üzere geldi. Size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi.) [Maide 15] Kitaplara imanları da yanlıştır. Kur’ana inanmadıkları için de kâfir oluyorlar.] 4- Bütün Peygamberlere inanmak. [Onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Peygamberlerden bazısını kabul edip, bazısını inkâr ederek ayrım yapanlar kâfirdir. (Bekara 285) Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.) [Enbiya 107] 245 www.dinimizislam.com (De ki, ey insanlar, ben, Allah’ın hepiniz için gönderdiği Resulüyüm.) [Araf 158] (Âlemlere [Cin ve insanlara ilahi azap ile] korkutucu [uyarıcı] olarak Furkanı [Kur’anı] kuluna [Muhammed aleyhisselama] indiren [Allah’ın şanı] ne yücedir.) [Furkan 1] (Kimi, ona [Resulüme] iman etti, kimi de, ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr ederek kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55-56] Bir hadis-i şerifte de, (Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir) buyuruldu. Peygamberlere imanları da yanlıştır. Muhammed aleyhisselamı hak peygamber bilip ona tâbi olmadıkları için kâfir oluyorlar.] 5- Hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmak. [Onlar, “Tanrı kötülükleri takdir etmez” derler. Acaba, takdir etmeyen, üç tanrıdan hangisi?] 6- Öldükten sonra dirilmeye, ahirete, Cennet ve Cehenneme inanmaktır. [Hıristiyanlar, İsa gökte krallık kuracak diyerek Cennete de inanmıyorlar. Bu altıncı maddeye aynen Müslümanlar gibi inansalar bile, diğer maddelere İslamiyet’in bildirdiğinin zıddına inandıkları için kâfir oluyorlar.] Kur’anda kâfir olarak bildirilen Hıristiyanların eski Hıristiyan olduğunu, yenilerinin Cennetlik oldukları nasıl söylenebilir ki? Bu, Kur’anda mümin olarak bildirilen müslümanların eski Müslüman olduğunu, yenilerinin Cehennemlik olduğunu iddia etmeye benziyor. Yahut Kur’anda bildirilen hususların ilk müslümanlar veya ilk kâfirler için olduğunu, sonrakiler için bu hükümlerin geçersiz olduğunu iddia etmeye benziyor. Her ikisi de İslam’ı tanımıyorum demenin başka şeklidir. Yeni Hıristiyanlar imanın bu altı şartına inanıyorlar mı da Cennetlik olsunlar? Cennetlikse hepsine inanmıştır, tevbe edip Müslüman olmuştur, buna artık Hıristiyan denmez. Hıristiyansa kâfirdir, Allah ve Resulünün düşmanıdır, buna Müslüman denmez. Yeni Hıristiyanların eskilerden farkı nedir? Farkları şirkte daha ileri gitmeleri değil midir? (Hıristiyanlarla dinsizliği yenmek için omuz omuza çalışıyoruz) diyorlar. Misyonerlerle omuz omuza çalıştıkları doğrudur. Bütün Müslümanları Hıristiyan yapmak için omuz omuza çalışıyorlar. Allahü teâlâ, kitap ehli gayri müslimlerle dinsizliği yok etmek için bile olsa, onlarla omuz omuza çalışmayı istemiyor. Onların Müslüman olmasını 246 www.dinimizislam.com istiyor. Müslüman olana kadar onlarla mücadele etmeyi emrediyor. Bir âyet meali şöyledir: (Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini [İslamiyet’i] kendilerine din olarak kabul etmeyen kitap ehli [Yahudi ve Hıristiyanlar] ile, küçülerek boyun büküp kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29] Ehl-i kitap Allah’ın âyetlerini gizliyordu. Şimdi bazılarına ne oluyor da Allah’ın âyetlerini Ehl-i kitap gibi gizliyorlar? Allah’ın âyetlerini kim gizler? Niçin bu bildiğimiz âyetleri gizlemeye çalışıyorlar? Hak olan sadece İslam dinidir. Bu husustaki âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, bulacağı o din, asla kabul edilmez.) [A.İmran 85] (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.) [Bekara 120] ([Ehl-i kitap] “Yahudi ve Hıristiyanlar hariç hiç kimse Cennete girmeyecek” dediler. Bu, onların kuruntusudur. De ki: “Doğru söylüyorsanız delilinizi getirin.”) [Bekara 111] İzzet ve şeref isteyen Sual: Birbirlerine izzet şeref vermek, insanların elinde midir? CEVAP Şeref kelimesi sözlükte, yükseklik, büyüklük, yüksek mertebe, insanlar arasında geçerli ve makbul olma, cenab-ı Hakka itaat ve yüksek hizmeti ile çok ihsana kavuşma demek olup, gerçek şeref, yalnız Müslümanlıktadır. Âyet-i kerimelerde mealen buyuruluyor ki: (İzzet ve şeref isteyen, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.) [Fatır 10] (Kâfirleri dost edinenler, onların yanında izzet, şeref mi arıyorlar? Bilsinler ki, bütün izzet yalnızca Allah’a aittir.) [Nisa 139] (“Eğer bu savaştan Medine’ye dönersek, andolsun ki, şerefliler, alçakları oradan çıkaracak” diyorlardı. Oysa, şeref Allah’ın, Peygamberinin ve Müminlerindir.) [Münafikun 8] 247 www.dinimizislam.com (Allah indinde en üstününüz, en şerefliniz takvada en ileri olandır.) [Hucurat 13] (Takva, Allah’a ve Resulüne inanıp, emirlerine riayet etmektir.) (Kur’an-ı kerim, şerefli bir elçinin getirdiği sözdür.) [Hakka 40, Tekvir 19] (Yasaklandığınız büyük günahlardan kaçınırsanız, küçük günahlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere [Cennete] koyarız.) [Nisa 31] (De ki, mülkün gerçek sahibi olan Allah’ım! Sen mülkü dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini aziz, şerefli; dilediğini de zelil edersin.) [Al-i İmran 26] Allahü teâlâ, son âyet-i kerimede insanları dört sınıfa ayırmıştır: 1- Hem mülk, hem de şeref verdikleri. [Süleyman aleyhisselam gibi] 2- Mülk verip, şeref vermedikleri. [Firavun, Nemrut gibiler] 3- Şeref verip, mülk vermedikleri. [Mülk sahibi olmayan her Müslüman böyledir] 4- Şeref ve mülk vermedikleri. [Mülk sahibi olmayan her kâfir böyledir] Peygamber efendimiz de, (Şeref ve üstünlük, mal ile değil, ilim ve irfan iledir) buyuruyor. Üstünlük, şeref, büyük bir zatın yakını olmakta da değildir. Kan bakımından daha yakın olan, daha üstün olsaydı, Hazret-i Abbas, Hazret-i Ali’den daha üstün olurdu. Kan bakımından çok yakın olan Ebu Leheb’de ise, şeref ve üstünlük hiç yoktur. Hazret-i Ömer, kölesi ile nöbetleşe deveye biniyorlardı. Şam’a girerken deveye binme sırası köleye geldiği için, köle deve üzerinde idi. Şam ordusunun kumandanı olan Ebu Ubeyde bin Cerrah, bir heyetle karşılayıp, (Ya Halife! Böyle ne yapıyorsun? Bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halifesini görmek için toplandılar. Sana bakıyorlar. Bu yaptığını beğenmezler) der. Hazret-i Ömer buyurur ki: (Ya Eba Ubeyde! Senin bu sözün, buradaki insanlar için çok zararlıdır. İşitenler, insanın şerefini, vasıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Şerefin, Müslüman olmakta ve ibadet yapmakta olduğunu anlamayacaklar. Biz aşağı insanlardık. Allahü teâlâ Müslüman yapmakla bizleri şereflendirdi. Allahü teâlânın verdiği bu şereften başka şeref ararsak, Allahü teâlâ bizi yine zelil eder. Her şeyden aşağı eder. İzzet, İslam’dadır. İslam’ın ahkâmına uyan, aziz olur. Bu ahkâmı beğenmeyip, izzeti, şerefi, saadeti başka şeylerde arayan zelil olur.) İnanca saygı Sual: Her dine, her inanca saygılı olmalı deniyor. Doğru mudur? CEVAP 248 www.dinimizislam.com Akaid kitaplarında deniyor ki: Tazim edilmesi emredilen bir şeyi tahkir etmek ve tahkir edilmesi emredilen bir şeyi tazim etmek küfürdür. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi) Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (İmanın temeli, Müslümanları yani Allah’ın dostlarını sevmek ve kâfirleri yani Allah’ın düşmanlarını, din düşmanlarını sevmemektir.) [İ.Ahmed] Tahkir edilmesi ve buğz edilmesi emredilen bir şeye saygı göstermek, doğru olmaz. Saygı göstermek, onu yüceltmek anlamına gelir. Müslüman elbette kimseye kötülük etmez, kimseye zor ile kendi inancını kabul ettirmeye çalışmaz. Dost düşman, kimse ile münakaşa etmez. Herkese karşı güler yüzlü ve tatlı sözlü olur. Fakat, saygı göstermek ayrıdır, iyi geçinmek, kalbini incitmemek ayrıdır. Bu ikisini karıştırmamalıdır. Saygı ne demek? Sual: Bizim ibadetlerimize saygı gösteren, bayramlarımızı tebrik eden gayrimüslimlerin ibadetlerine, dini bayramlarına saygılı olmamız, Noellerini tebrik etmemiz gerekmez mi? CEVAP Gayrimüslim, ibadetlerimize saygılı olsa, kâfirliğine asla bir zararı olmaz. Hatta Müslümanlar saygı için cami yaptırsa, Ramazanda oruç tutsa, bayramlarımızı tebrik etse, dinlerine, inançlarına bir zarar gelmez. Fakat bir Müslüman, onlara mahsus ibadetleri yaparsa, mesela haç takarsa, zünnar kuşanırsa, Noel’i kutlarsa kâfir olur. Saygı duymak, kıymet vermek demektir; fakat günümüzde farklı anlamda kullanılabiliyor. Mesela, oruçlu bir kimse rahatsız olmasın diye, yanında yiyip içmeyen için, Müslümanın orucuna saygı gösterdi deniyor. Bu anlamda, Müslümanlar da, hiçbir gayrimüslimin ibadetine, bayramına karışmaz. Dinimiz, herkese din ve ibadet hürriyeti vermiştir. Fakat onların kiliselerine, haçlarına ve dini bayramlarına hürmet edilmez. Bu ikisini karıştırmamalıdır. Papanın jesti Sual: Papa, jest olsun diye, Sultanahmet Camiinde kıbleye karşı durup dua etti. İmamların, müftülerin de papanın jestine karşılık, kilisede haç çıkarması uygun olmaz mı? CEVAP 249 www.dinimizislam.com Her şeyde fedakârlık olur, dinde ve namusta fedakârlık olmaz. Bir gayri müslim jest olsun diye karısını teklif etse, Müslüman da buna karşı aynı şeyi yapması haç çıkarmaktan daha hafif olur. Çünkü karısını peşkeş çekmek haram, haç çıkarmak küfürdür. Bir kâfir, camiye girip dua etmekle kendi bâtıl dinine hiç bir zarar gelmez. Ama bir Müslüman, Hıristiyanların ibadetlerine mahsus olan bir şeyi yaparsa, mesela haç çıkarırsa, boynuna haç takarsa, vaftiz olursa, imanını kaybeder, kâfir olur. Jeste karşılık verilmesini söyleyenler din cahilleridir. Kilisede namaz Sual: Amerika'da âyinlere katılarak Hristiyanları hoşnut etmeye kalkan Müslümanlar, kiliselerde de, namaz kılıyorlarmış. Kilisede namaz kılmak caiz olur mu? CEVAP Âyinlere katılmak caiz olmadığı gibi, kilisede namaz kılmak da caiz olmaz. Bunlar, misyonerlik faaliyetlerinin yeni şeklidir. Kiliseyi Müslümanlara şirin göstermeye çalışıyorlar. İbni Âbidin hazretleri buyuruyor ki: Kilisede namaz kılınmaz ve Kur'an-ı kerim okunmaz, çünkü kilisede şeytanlar toplanır. Kilise putlardan temizlenirse, namaz kılmak caiz olur. (Redd-ül-muhtar) Âyinlerine katılmakla veya kilisede namaz kılmakla, Hristiyanlar, Müslümanlardan hoşnut olmazlar. Çünkü bir âyet-i kerimede mealen buyuruluyor ki: (Sen, onların dinine uymadıkça, Hristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.) [Bekara 120] Yani Ehl-i kitap, doğru yolda [Allah'ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, istavroz çıkarılsa da, haç altında âyin yapılsa da, Hristiyanlar Müslümanlardan hoşnut olmaz. Zaten Hristiyanlar, maksatlarının, Müslümanları Hristiyanlaştırmak olduğunu da gizlemiyorlar. Beddua etmek Sual: Okul arkadaşım, (Biz ehl-i kitaba hiç beddua ve lanet etmeyiz, Allah kahretsin demeyiz, Allah ıslah etsin deriz. Özellikle, “Allah Yahudileri ve Hristiyanları ıslah etsin” diye dua ediyoruz. Bunların Müslüman olma ihtimalleri olduğu için bedduadan kaçıyoruz. Peygamberimiz de kâfirlere 250 www.dinimizislam.com beddua etmedi ve onlardan, daha sonra Müslüman olanlar oldu. Beddua etseydi, onlar Müslüman olamazdı. Peygamberimize uyarak, biz de beddua etmiyoruz) dedi. İslam düşmanlarına, kahrolsun demek caiz olmuyor mu? CEVAP Önce şu hususu açıklayalım. Böyle düşünenler, Ehl-i Kitabın ebedi Cehennemlik olduğunu bildiren âyetleri tarihsel kabul ediyor, yani onları kâfir bilmiyor. Bu bakımdan, onların ıslah olmaları için niye dua etsin ki? Bu işte bir gariplik yok mu? Allah ve Resulü ile İslam âlimleri, zalimlere, kâfirlere beddua etmiştir, lanetlemiştir, kahrolsunlar demişlerdir. Onlar hâşâ bunların Müslüman olabileceğini, onun için beddua etmemek gerektiğini bilememişler mi? Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah onları [Yahudi ve Hıristiyanları] kahretsin!) [Tevbe 30] (Allah’ın laneti inkârcıların üzerine olsun.) [Bekara 89] (Allah, inkârları yüzünden onlara [Yahudilere] lanet etmiştir.) [Nisa 48] (Allah’ın eli sıkı diyen Yahudilere lanet olsun!) [Maide 93] (Allah’ın laneti zalimlerin üzerine olsun!) [Araf 44] (Bozgunculara lanet olsun.) [Rad 25] (Koyu bir cehalet ve gaflet içinde olan o yalancılar kahrolsun!) [Zariyat 10,11] Peygamber efendimiz de, bazı gruplara beddua etmiştir. Birkaç hadis-i şerif meali: (Yahudileri Allah kahretsin, iç yağını Allah haram edince, onu eriterek satıp parasını yediler.) [Müslim] (Allah Yahudi ve Hristiyanları kahretsin! Peygamberlerinin kabirlerini mescid edindiler. Siz Arap topraklarında iki din bırakmayın!) [Beyhekî] (Karşı cinsin elbisesini giyene lanet olsun!) [Hâkim] (Lutilere Allah lanet etsin!) [Beyheki] (Bid’at ehline lanet olsun!) [Deylemi] (Paraya tapana lanet olsun!) [Tirmizi] (Kızını fâsıkla evlendirene lanet olsun.) [Şir’a] Küfürle iman birleşmez Sual: Bir arkadaşa, (Niye kiliseye gidiyorsun?) dedim. (Ben Müslüman Hıristiyanlarla görüşüyorum. Ehl-i kitabın, yani Yahudi ve Hıristiyanların içinde hak yolda olanların da bulunduğunu Kur’an haber veriyor) dedi. İşte 251 www.dinimizislam.com o âyet: (Ehl-i Kitabın hepsi bir değildir. Kitap ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir ümmet vardır ki, gecenin saatlerinde onlar secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar.) [Al-i İmran 113] “Müslüman kitap ehli” veya “Müslüman Hıristiyanlar” diye bir şey var mı? CEVAP Elbette, öyle bir şey olamaz. Bir insan, Müslümandır veya gayrimüslimdir. Müslüman Yahudiler veya Müslüman Hıristiyanlar, Müslüman Protestanlar olmaz. Tersi de olmaz. Yani Protestan Müslümanlar, Hıristiyan Müslümanlar da olmaz. Başka bir ifadeyle iki zıt şey bir arada olmaz, imanla küfür zıttır, bir arada olmaz. (Müslüman Hıristiyan) tabiri dinimize zıttır; çünkü İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İslam’la küfür birbirinin zıttı, tersidir. Birinin bulunduğu yerde, öteki bulunamaz, gider. Bu iki zıt şey bir arada bulunamaz. Birisine kıymet vermek, ötekini aşağılamak olur. (1/163) Allahü teâlâ, birçok âyette, hatta bu âyetten üç âyet önce, ehli kitabın kâfir olduğunu bildiriyor. Bu âyette de onların doğruluk üzere bulunduklarını bildirir mi hiç? Hâşâ, böyle çelişkili olur mu? O arkadaş, ne diye 110, 111, 112. âyeti almıyor da sadece 113. âyeti alıyor? Âyetin dördü birlikte alınınca mesele ortaya çıkıyor. Kurtubi, Beydavi ve diğer tefsirlerde bildirilen olay şudur: Orada bahsedilen ehl-i kitaptan kasıt Hıristiyanlar değil, Yahudilerdir. Hak yolda olup namaz kılanlar da, Yahudilerden Müslüman olanlarıdır; yoksa Hıristiyan veya Yahudi secdeye kapanıp namaz kılar mı? Kılsa da, iman etmedikçe faydası olmaz. Âyet-i kerimenin sebeb-i nüzulünde buyuruyorlar ki: Yahudi hahamları, Müslüman olan Yahudiler için, (Bizim ırkımızdan olduğu halde, Muhammed’e iman edenlerde hayır yoktur, eğer hayır olsaydı ecdatları olan benî İsrail’in dinini bırakıp da Müslüman olmazlardı) dediler. Bunun üzerine bu âyetler indi. O âyetlerin mealleri: (Siz [Müslümanlar], insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah'a inanırsınız. Ehl-i kitap da [Yahudiler de] inansaydı, elbet bu, kendileri için çok iyi olurdu. İçlerinde iman edenler, [Müslümanlığı kabul edenler] varsa da, çoğu yoldan çıkmıştır. Onlar [Yahudiler] size, incitmekten başka zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar, arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra kendilerine yardım da edilmez.) [Al-i İmran 110, 111] 252 www.dinimizislam.com (Onlar [Yahudiler], nerede bulunurlarsa bulunsunlar [öldürülmek, esir edilmek, malları elinden alınmak, cizye vermek, her yerde, Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında hakir olmak gibi] üzerlerine zillet [damgası] vurulmuştur [kurtulamazlar]. Meğerki Allah’ın ipine [dinine] ve [inanan] insanların ahdine [sığınmış] olsunlar. Onlar döne dolaşa, Allah’ın hışmına uğradılar. Üzerlerine de bir miskinlik vuruldu. Bunun sebebi, onlar Allah’ın âyetlerini inkâr etmişler, Peygamberleri haksız yere öldürmüşler, isyan etmişler ve aşırı gitmişlerdi. Ehl-i kitabın [Yahudilerin] hepsi bir değildir, onlardan [Müslüman olanlar] dimdik ayakta [iman edip İslam’ın emirlerini yerine getiren] bir ümmet [hak yolda olan bir topluluk] vardır ki, geceleyin secde ederler [namaz kılıp, namazda] Allah’ın âyetlerini okurlar.) [Al-i İmran 112, 113] Beydavi tefsirinde diyor ki: Ehl-i kitaptan olup da, iman eden Müslümanlar, diğer Müslümanlar gibi gece vaktinde Kur’an-ı kerimi yatsı namazlarında okurlardı. Resulullah efendimiz, bir gün yatsı namazına, her günkünün aksine geç geldi, cemaatin beklediğini görünce yukarıdaki âyetleri okuyarak buyurdu ki: (Bu vakitte, siz Müslümanlardan başka Allah’ı zikreden [namaz kılan] hiçbir din ehli yoktur.) Müslüman olmayanların içinde, hak yolda olan olur mu hiç? Yani Cennetlik Yahudi, Cennetlik Hıristiyan olmaz. Allah indinde hak din yalnız İslam’dır. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] Bu konudaki birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Müslim] Çünkü gayrimüslimler, imansızdır. Peygamber efendimiz imanı şöyle tarif etmiştir: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [yani Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmak ve Muhammed aleyhisselamın Allahın kulu ve Resulü olduğuna şehadet getirmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz 253 www.dinimizislam.com dâhil bütün Peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi inkâr eden, kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ülmuhtar) Ehl-i kitab Cennete giremez Sual: (Gerçek Hıristiyan olan bir kimse, “Hazret-i Muhammed Peygamberdir, Kur’an da Allah kelamıdır” diye inansa, Cennete girer) diyenler oluyor. Sadece buna inanmak yetiyor mu, Hıristiyanlıktan ayrılıp Müslüman olmak şartı da yok mu? CEVAP Öyle inanmakla, bir kâfir Müslüman olmuş olmaz. Önce küfrünü terk etmesi gerekir. Müslümanlığı kabul etmesi ve sevmesi de şarttır. Hıristiyan olan kimse, Ehl-i kitab kaldığı sürece cehennemliktir. Bir âyet-i kerime meali: (Ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşrik olsun bütün kâfirler, muhakkak Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Tahrif edilmemiş İncil ortaya çıksa bile, Müslüman olmak şarttır. İslamiyet’in gelmesiyle, önceki bütün dinler nesh edilmiştir. Bir âyet-i kerime meali: (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] Bu konudaki bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hâkim] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: Hem Müslümanlığı, hem de kâfirlik ibadetlerini yapan, müşriktir. Kâfirliği beğenen de müşriktir. Müslüman olmak için, kâfirlikten kaçınmak lazımdır. Mümin olmak için, şirkten sıyrılmak şarttır. (3/41) Mason Abduh taraftarı Sual: Bir ilahiyatçı, (Son devir İslam âlimlerinden Abduh ve talebesi Reşit Rıza’nın, “Son peygamberden sonra yaşayan ve Müslüman olmayanlardan, Allah’a, ahiret gününe iman eden ve salih amel işleyen kimseler de kurtuluşa erecekler” sözü savunulabilir) diyor. İmanın şartı altı değil mi? Sadece Allah var, ahiret var demekle iman 254 www.dinimizislam.com olur mu? Bir de, salih amel deniyor. Amel imandan parça mı da, böyle söyleniyor? CEVAP Sicilli mason Abduh’la çömezi mezhepsiz Reşit Rıza, İslam âlimi değil, birer İslam düşmanıdır. Kahire mason locası reisi olan Cemaleddin Efgani’nin İslam’ı içeriden yıkma propagandalarına aldanan mason Abduh hakkında önce kısaca bilgi verelim: Beyrut mason locası başkanı, (Mısır’da Efgani’den sonra mason locası başkanı olan imam Abduh, masonluk ruhunu yayarak çok hizmet etti) diyor. (Daire-tül-mearif-ül-masoniyye s. 197) Efgani’den sonra, Abduh da, masonluğa çok yardım etti. (Les francomaçons s. 127) (Salih amel işleyen kâfir de olsa, Cennete girer) diyor. Hayranı Seyyit Kutup bile, (Üstad Abduh, düşünüşünü nakzeden âyetleri hatırlamıyor) diyerek tenkit ediyor. [Nisa 124. âyetinin tefsirinde] Fil suresindeki kuşlara sivrisinek, attıkları taşlara da mikrop diyor. Elmalılı Hamdi, tefsirinde buna gerekli cevabı vermiştir. (s. 84, 87) (İslamiyet ve nasraniyet) kitabında, (Bütün dinler birdir. Dış görünüşleri değişiktir) diyor. Londra’daki papaza yazdığı mektupta, (İslamiyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dinin el ele vererek kucaklaşmasını beklerim) diyor. (F. Bilgiler) [Hıristiyanlığa büyük din diyor.] Mehmet Sofuoğlu, (Abduh faize helal der, Kur’anı mahlûk kabul eder) diyor. (Tefsir kitabı s.41) Yüksek İslam enstitüsü eski müdürü Ahmed Davudoğlu, Din Tahripçileri kitabında diyor ki: 1- Şeyh-ül-islam Mustafa Sabri efendinin (Mevkıful akl) kitabında dediği gibi, Abduh, Efgani vasıtasıyla Ezhere masonluğu sokup kadınların açılmasını destekledi. (s. 81) 2- Ezher Mecellesinde, (Mısır’da ilk mason locasını kuran Abduh’tur) diyor. (s. 81) 3- Şeytan, cin gibi şeyleri kabul etmez. Mucizeler, ona göre İslam için birer kara lekedir. Mesela Hazret-i Musa’nın denizi yarma mucizesine, med-cezir olayı der. (s. 82, 83) 4- Kur’anda bulunan her şeye doğru demek gerekmediğini söyler. (s. 82) 5- Teselsülün batıllığına inanmaz. (s. 82) [Sırf bu bile, Abduh’un küfrünü gösteren bir delildir.] Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki: 255 www.dinimizislam.com (Abduh, İslam âlimlerinin büyüklüğünü anlayamamış, İslam düşmanlarına satılmış, sonunda mason olarak İslamiyet’i içerden yıkan azılı mülhidlerden olmuştur.) Mezhepsiz Reşit Rıza, hocası mason Abduh’un dinde reformcu fikirlerini yaymak için Mısır’da El-Menar dergisini çıkardı. (Eldavetü velirşad) medresesinde hocalık yaptı. El-Muhaverat kitabında, Ehl-i sünnet mezhebine ve fıkıh kitaplarına saldırdı. Mezhepsizler kitabında Dr. Hasib Es-Samirai [Ali Nar tercümesinde] diyor ki: Reşit Rıza ne aldıysa, M. Abduh’tan aldı. O da bütün sermayesini, şarkın filozofu denilen Efgani’den devşirdi. Yani bu iki zatın, özü ve fikrî hüviyeti üstadlarına bağlıdır. (s. 45) Reşit Rıza, Efgani’nin fikir mirasçısı ve çömezi Abduh’la beraber olmuştur. (s. 80) El-Menar dergisinde Vehhabiler hakkında çeşitli makaleler yayımlayan Reşid Rıza, Vehhabi hareketini yerinde ve lüzumlu görmüştür. [Prof. Yusuf Ziya Yörükan, "Vahhabilik", A.Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı 6] Eserleri incelendiğinde bozuk mutezile fırkasının fikirlerinin hâkim olduğu görülür. Yaymaya çalıştığı düşüncelerinden bir kısmı şunlardır: 1- Mucizeleri kendi düşüncesine göre tevil etmekte ve birçoğunu inkâr etmektedir. 2- Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’nın peygamberliklerine dil uzatmaktadır. İsa aleyhisselamın diri olarak göğe kaldırıldığı Kur’an-ı kerimde bildirildiği ve Ehl-i sünnet âlimleri bunu açıklayıp izah ettikleri halde o, (İsa aleyhisselam öldü) demektedir. 3- Cinlerin varlığını kabul etmeyip, onlara zararlı mikroplar der. (Tefsir-i Menar 3/s.95,96) Hâlbuki cinlerin varlığı, yaratıldığı Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmektedir. 4- Ehl-i sünnetin dört hak mezhebini kabul etmiyor, mezhepler birleştirilmeli diyor. Bu konuda yazdığı (Muhaverat) veya (Telfık-ı mezahib) kitabının propagandası, yandaşları tarafından yapılmaktadır. Bu kitabında, üstadı Abduh gibi dört mezhebi tenkit etmiş, mezhepleri şahsi tartışmalar şeklinde göstererek, (İslam birliğini bozmuşlardır) diyecek kadar ileri gitmiştir. Bin yıldan beri dört mezhepten birine uyan halis Müslümanlarla alay etmiştir. Muhaverat kitabında, dört mezhebe çatılmakta, İslam bilgilerinin dört kaynağından biri olan (icma-ı ümmet) inkâr edilmekte, herkes kitaptan, sünnetten kendi anladığına göre amel etmeli denilmektedir. Böylece, İslam bilgilerini ve İslam birliğini kökünden yıkmak istemektedir. Maalesef 256 www.dinimizislam.com yandaşları bu kitabı Türkçeye tercüme ederek bozuk fikirlerini her tarafa yaymaya çalışıyorlar. Mezhepsiz Reşit Rıza Reşid Rıza’nın resmi, geçtiği an elime, Neler geçti içimden, neler geldi dilime. Sakalını kısaltmış, sünnete hiç uymamış, Kulakları tıkanmış, hak sözleri duymamış. Doğru yola girmedi, dolaştı hep kenarda, Ne zehirler kusmuştu, Mecelle-i Menarda. (Muhaverat) adıyla, düzdü sayısız yalan, Okuyan afyonlandı, sapıttı nice insan. Hocası Abduh gibi, ne naneler yemişti, İslamı kendisine uydurmak istemişti. Sayısız hurafeler soktu din-i İslama, Haince saldırmıştı mübarek dört imama. Büyük bir insan diye Firavun’u övmüştü, Hazret-i Musa için, (O bir kâhin) demişti. Lakin peygamber dedi, kral Hammurabi’ye, Reformu örnek oldu bugünkü Vehhabiye. Ölçü aldı kendine, mezhepsiz Şevkani’yi, Büyük bir üstad bildi, farmason Efgani’yi. Ne kadar sapık varsa, hepsine kucak açtı, Dört mezhebin üstüne, telfik zehiri saçtı. Dil uzattı selefe, büyük küçük bilmedi, Mezhebi bid’at saydı, taklide haram dedi. Şer’i delil dört iken, ikisini kaldırdı, İcma ile kıyasa, pek sinsice saldırdı. Mucizelerin hepsi, görünmüşken aşikâr, Kimini tevil etti, kimini ise inkâr. İnanmadı hadise, mütevatir habere, Şüphe gözüyle baktı, meşhur Şakk-ul kamere. Sözde din adamıydı, düşmanlık etti dine, İctihadlar yapmıştı, hiç bakmadan haddine. Âlimlere küfretti, gayet edepsiz idi, Ehl-i sünnet düşmanı, koyu mezhepsiz idi. Sakın aldanmayalım, Mısırlı bu fellaha! Küfre varan sözünden, sığınalım Allah’a! 257 www.dinimizislam.com Şimdi de, Reşit Rıza’nın, (Son peygamberden sonra yaşayan gayrimüslimlerden, Allah’a, ahiret gününe iman eden ve salih amel işleyenleri de kurtuluşa ereceklerdir) sözüne cevap veriyoruz: Amentü’de bildirilen imanın şartı altıdır. Bunlardan birini bile kabul etmeyen nasıl kurtuluşa erer ki? Peygamber efendimiz, Buhari ve Müslim gibi en sahih iki hadis kitabında, (Cennete sadece Müslüman olan girer) buyuruyor. Reşit Rıza, Müslüman olması şart değil diyerek, Resulullah efendimizi yalanlıyor. Peygamberlere inanma, melekleri inkâr et, kitapları kabul etme, imanın diğer şartlarını hiçe say ve kurtuluşa er! Bu kadar saçmalık olur mu? Reşit Rıza’nın amentüsünde, salih amel de geçiyor. Kime göre salih amel? Kur’an-ı kerimi iman esasları arasından çıkarınca, dört hak mezhepten birine uymayınca, neye göre salih amel işleyeceksin? Dört mezhepten birine uymadıkça dine uygun sahih namaz kılınamaz. Sonra, imanı olmayanın amelini, Allahü teâlâ kabul eder mi? Mezhepsiz Reşit Rıza’nın böyle saçma inançlarını gündeme getirip savunmak kadar büyük tehlike var mıdır? Amentü’deki altı esasa inanmayan, mümin olamaz. İslamiyet’ten başka hak din yoktur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Âl-i İmran 19] (Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85] (Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.) (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap, kâfir olduğu için dost olmaz.) (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmaz. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.) [Bekara 120] (Yani, Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut olmazlar.) Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] 258 www.dinimizislam.com Müşriklerle işbirliği Sual: (Dünyadaki dinsizliği, şirki yok etmek için, Hıristiyanlarla el ele, omuz omuza vermek şarttır) deniyor, Noelleri kutlanıyor. Kitapsız kâfirleri, kitaplı kâfir yapmak için çalışmak, Hıristiyanlığa hizmet olmuyor mu? CEVAP Bugün dünyada, şirksiz [müşrik olmayan] Hıristiyan yok gibidir. Müşrik olmayıp Ehl-i kitab olsalar da, yine hepsi kâfirdir. Bu kitaplı kâfirlere hizmet etmek, dinimize düşmanlık olur. Dinsiz Türkleri Hıristiyan [Ehl-i kitab] yapınca elimize ne geçecektir? Ehl-i kitabın kendisi Cehennemliktir. Bir âyet-i kerime meali: (Elbette, ehl-i kitap olsun, müşrik olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir. Orada ebedi kalırlar. Onlar yaratılmışların en kötüsü, en şerlileridir.) [Beyyine 6] Şu hâlde yaratılmışların en kötüsü olan Ehl-i kitabla omuz omuza verip, diğer şerli olan müşrikleri Ehl-i kitab yapmak ne büyük gaflettir! Dinsizin Müslüman olma ihtimali vardır; ama Hıristiyan olunca bu ihtimal çok zayıflar. Üstelik bugün omuz omuza verilmesi istenen Hıristiyanların, büyük ekseriyeti müşriktir. Hıristiyanlar, üç ilaha inanıp, (İsa’da ilahlık sıfatları var. Babası gibi, her dilediğini yaratır. Ebedi, ezeli olarak diridir) diyorlar. Bunun için, böyle bilenleri müşriktir. Böyle inanmaya şirk, böyle inanana da müşrik denir. Din kitaplarında bildiriliyor ki: Bir Müslüman, müşrik olan bir kızla evlenemez, müşriklerin kestikleri hayvan leş olur, yenmez. Müşrik bir kadınla evlenen Müslüman kâfir olur. (Eşbah, Hadika) Âyet-i kerimede bildirildiği gibi, insanların en kötüsü olan müşriklerle, Ehl-i kitabla işbirliği içinde olmak büyük gaflettir, hatta İslamiyet’e hıyanettir. Bu gafletten uyanmalıdır. Noel gibi gayr-i Müslimlerin bayramlarını kutlamanın küfür olduğu da din kitaplarında yazılıdır. Müminin dostu kimdir? Sual: (İmanda ittifak halinde olduğumuz Yahudilerle Hristiyanlar, dinsizliğe karşı bizim dostumuzdur) deniyor. Gayrimüslimlerden dost olur mu? CEVAP Müminlerin dostlarının kimler olduğunu, Allahü teâlâ mealen şöyle bildiriyor: 259 www.dinimizislam.com (Sizin dostunuz ancak, Allah ve Resulüyle, namazlarını kılan, zekâtlarını veren ve Allah’ın emirlerine boyun eğen müminlerdir.) [Maide 55] Hıristiyanlar, başta Allah’ın Resulü Muhammed aleyhisselama inanmazlar, diğer emirlerine de zaten riayet etmezler. Riayet etseler bile Amentü’deki altı esasa inanmadıkça hiç kıymeti yoktur. Böyle oldukları için Allahü teâlâ onlar için şöyle buyuruyor: (Ey iman edenler, Yahudileri de, Hristiyanları da dost edinmeyin! Onlar, [İslam’a olan düşmanlıklarında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de, onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] Hoşgörülü olmak Hoşgörülü rumuzlu birinin sorguları: Sorgu: Hoşgörüye karşı çıkmakla ittihad-ı İslam’a ve (Müminler kardeştir) âyetine uyulmamış olur. Kiliseye gitmeye, âyinlere katılmaya tepki göstermek hoşgörüyü baltalamaz mı? CEVAP Bu tepkinin ittihad-ı İslam’la ve müminlerin kardeş olmasıyla ne alakası vardır ki? Hristiyanlar Müslüman mı da onlarla ittihad-ı İslam için çalışacağız? Hristiyanlara kucak açmakla ittihad-ı İslam nasıl gerçekleşir ki? Hristiyanlarla Müslümanları birleştirmek için çalışmak, domuz sütüyle koyun sütünü karıştırmaya benziyor. Bu karışıma da süt denir, ama koyun sütü denmez. Domuz sütüne koyun sütü katılırsa, domuz sütüne zarar gelmez. Ama koyun sütüne domuz sütü katılırsa, artık o, koyun sütü olmaktan çıkar, hepsi necis olur. İttihad-ı İslam, Müslümanlar arasında olur. Mümkünse, önce yetmiş parçaya bölünmüş Müslümanları tek doğru fırkada birleştirmek gerekir. Müslümanlar arasında birlik sağlamadan nasıl gayrimüslimlerle birlik sağlanacak ki? Hem onlarla ne birliği sağlanır ki? Sorgu: Artık internetle kötülüğe ulaşmak çok kolay, bu kötülükler dinlere hayat hakkı tanımadığı için, ayakta kalmak isteyen dinler, hoşgörüden yana olmak zorunda değil midir? CEVAP Dikkat edin, dinler deniyor. Hak din bir tane değil mi? Bâtıl dinlerin ayakta kalması bizi neden ilgilendiriyor ki? Hristiyanlar, Müslümanlığı yok etmek için, dinsizlerden daha çok çalışıyorlar. Hristiyanların misyoner teşkilatı var, ateistlerin böyle bir teşkilatı yok. Eskiden zimmî olanlar vardı. Devletin gölgesinde yaşadıkları için, hoşgörü önem taşırdı. Zimmî 260 www.dinimizislam.com olmayanlara o şekilde bir hoşgörü zararlı olur. İyi geçinmek ayrı, onun küfrünü hoş görmek ayrıdır. Sorgu: Dini, imanı yok eden TV programları yok mu? İçki ve fuhuş moda hâline gelmedi mi? CEVAP Hoşgörü olunca bu programlar kalkacak mı? Misyonerlik bitecek mi? Papaz, günah çıkarttığına göre, içkinin, fuhşun onlar için ne sakıncası olur ki? Hem kâfire günah yoktur. Önce iman etmesi gerekir. Acaba onlar bu günahlardan vazgeçirmeye mi, yoksa Müslümanları onlardan yapmaya mı çalışıyorlar? Sorgu: İçki, fuhuş gibi olumsuzluklar, dinlerden uzaklaşmayı göstermiyor mu? CEVAP Hâlâ dinler deniyor. Bâtıl dinlerin bizimle ne ilgisi vardır? Allahü teâlâ o dinleri nesh etti, Hak din olarak İslam’ı getirdi. Hâşâ o dinleri nesh etmeyip, lüzumsuz yere mi İslamiyet’i getirdi? İslam’la diğer dinler mukayese kabul eder mi? İnsan, diğer dinlerden ne kadar uzaklaşırsa, o kadar iyi olur. Bir dinsizin Müslüman olması mümkün, fakat Hristiyan’ın senelerdir alıştığı bâtıl dinini bırakıp da, Müslüman olması daha zordur. Sorgu: Kiliseler, havralar gibi camiler de boşaldı. Hurafeler dinleri sardı. Bunun için, dinler arasında yardımlaşma şart değil mi? CEVAP Diğer dinlerde hurafe olması bizi niye ilgilendirir ki? Kendisi hak değil ki, içindeki bâtılları, hurafeleri temizleyelim? Domuz sütüne şarap katılsa, o şarabı çıkarabilsek, o süt temiz olur mu hiç? Domuz sütünü necis yapan şarap değildir, sütün kendisi necistir. Bir Hristiyan açık gezmese, içki içmese, zina etmese, yalan söylemese, kumar oynamasa, diğer kötülüklerin hiçbirini yapmasa, üstelik dünyanın her yerine cami yaptırsa Allah indinde makbul olur mu? Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17] Sorgu: Hristiyanlarla anlaşıp omuz omuza çalışmamıza niye tepki gösterilir ki? CEVAP Ne anlaşması, hangi prensiplerde mutabık kalınacak? Belki sadece tek Allah inancı denebilir. Hristiyan, üç tanrı varken tek Allah’a inanır mı? İnansa bile Peygamberimizi, kitabımızı ve imanın diğer şartlarını kabul eder mi? Onlar, bize gölge etmesin, başka ihsan istemeyiz. Misyoner faaliyetlerini durdursunlar yeter, ama hoşgörülü bunu istemez. Çünkü 261 www.dinimizislam.com onların misyonerlik faaliyetlerini tasvip ederek, bunu hizmet kabul ediyorsunuz. Biz de onlarla omuz omuza çalışalım diyorsunuz. Hristiyanlar bize ne yardımı yapacak? Tarihte görüldüğü gibi, hizmet perdesi altında Hristiyanlık propagandası yapacaklar. Zaten açıkça, (Esas gayemiz, dünyayı Hristiyan yapmaktır) diyorlar. Sorgu: Ne o beni Hristiyan yapabilir, ne de ben onu Müslüman yapabilirim, bizim gayemiz, Hristiyanlarla el ele verip dinsizliği yok etmektir. Bunun neresi yanlış? CEVAP Bir insan Müslüman değilse, hangi dinden olursa olsun ne önemi olur ki? Bir insan ister Hristiyan, ister ateist olsun, ikisi de Cehenneme gidecektir. Yoksa bu husustaki âyetlere inanmayıp tarihsel mi diyorsunuz? Hristiyan’la el ele verip, birkaç dinsizi Hristiyan yapınca faydası ne olacak? Onların tek gayesi, herkesi Hristiyan yapmaktır. Siz de onlarla el ele verip, dinini bilmeyen Müslümanları kurban ederek, Hristiyan dostlarınıza peşkeş mi çekeceksiniz? Yoksa reformcuların dediği gibi, Hristiyanlığa hak din mi diyorsunuz? Hak din İslam’dır Sual: (Herkesin Müslüman olması dinin, Kur'anın hedefi değildir) diyenler çıkıyor. Hedef, bütün insanların Cennete gitmesi değil midir? Cennete de yalnız Müslüman gireceğine göre, bu söz yanlış değil mi? Diğer dinler de hak ise, hâşâ Allah İslamiyet'i lüzumsuz yere mi gönderdi? CEVAP Elbette yanlıştır. Hâşâ, Allahü teâlâ lüzumsuz iş yapmaz. Yarattığı bütün varlıkların, arıdan deveye kadar, taştan toprağa kadar, yerden göğe kadar, hepsinin bir hikmeti vardır. Faydasız ve hikmetsiz bir şey yaratmamıştır. Gönderdiği İslamiyet ise, bütün insanları iki cihan saadetine kavuşturacak en büyük nimettir. Allahü teâlâ cihadı, bütün insanların sonsuz saadete kavuşması için emretmiştir. Cihadı farz kılmakla, kâfirleri Müslüman olmakla şereflendirmeyi, onlardan cizye alarak İslamiyet'in himayesi altına girenlerin çalışmalarına, ibadetlerine karışmayıp, canlarını, mallarını, namuslarını korumayı emrediyor. Müslüman olmayanların, huzura, barışa kavuşmaları, ancak Müslüman olmak veya cizyeyi kabul etmekle mümkündür. Kur'an-ı kerime uyulan yerlerde huzur, barış ve adalet kendiliğinden hâsıl olur. Allahü teâlâ, zaten bunun için İslamiyet'i kullarına lütfedip, ihsanda bulunarak 262 www.dinimizislam.com gönderdi. Muhammed aleyhisselamın gönderilmesi, bütün insanlara rahmet oldu. İşte Müslümanlar, kâfirleri bu tek yoldan huzura, barışa kavuşturmak için cihad eder. Bütün insanların Müslüman olmakla şereflenmeleri için canlarını, mallarını feda ederler. Allahü teâlâ, bütün insanları Müslüman olmaları için yarattığını bildiriyor. Bütün insanlara, Müslüman olmalarını emrediyor. Kullarını bu saadete kavuşturmak için cihad edenlere çok sevab vereceğini söz veriyor. Cihadda ölenlere şehitlik rütbesi veriyor. Cihad, Kelime-i tevhidi, yani imanı, İslam'ı yaymak demektir. İnsanlar arasında adaleti, huzuru, barışı ve emniyeti gerçekleştirmek için tek çıkar yol, dünyanın her yerine kelime-i tevhidi yaymaktır. Dünya barışı, ancak böyle sağlanabilir. Cihad, bütün insanları iman etmeye çağırmak, bu çağrıyı işitmelerine ve kabul etmelerine mani olan diktatörlerle devletin savaşmasıdır. Fertlerin cihadıysa, malla, fikirle ve dua etmekle, İslam ordusuna yardım etmektir. Cihad, farz-ı kifayedir. (Dürr-ül-muhtar) Cihadı emreden âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyledir: (İman edenler, [yurtlarını, mallarını bırakıp] hicret edip, Allah yolunda cihad edenler, Allah’ın rahmetini umarlar.) [Bekara 218] (Ey müminler, Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 35] (İman edip de hicret edenlerin ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad edenlerin, Allah katında dereceleri daha üstündür. Kurtuluşa erenler de işte onlardır.) [Tevbe 20] (Mal ve canlarını feda ederek din düşmanlarıyla, Allah rızası için cihad eden Müslümanlar, oturup ibadet edenlerden üstündür. Hepsine de Cenneti söz verdim.) [Nisa 95] (Ey Nebi, kâfirlerle [silahla] ve münafıklarla [öğütle, delille, belgeyle] cihad et, [öğüt de kâr etmezse] onlara sert davran! Onların gidecekleri Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73,Tahrim 9] (Savaştan geri kalan münafıklar, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmayıp, “Bu sıcakta savaşa gidilir mi?” dediler. Onlara, Cehennem ateşinin daha sıcak olduğunu söyle! Keşke bunu anlayabilselerdi.) [Tevbe 81] (Sonradan iman eden ve hicret edip sizinle beraber cihad edenler de sizdendir.) [Enfal 75] (Ey iman edenler, din düşmanlarının eziyetlerine sabredin! Onlarla olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır 263 www.dinimizislam.com boylarında, kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz) [Al-i İmran 200] (Gerçek müminler, Allah yolunda cihad eder, kötülenip kınanmaktan korkmaz.) [Maide 54] (Mekke’nin fethinden önce malını veren ve cihad edene, fetihten sonra malını dağıtan ve cihad edenden daha büyük derece vardır. Allah, hepsine Cenneti vaat etti.) [Hadid 10] (Hafif ve ağırlıklı olarak [kuvvetli-zayıf, genç-yaşlı, zengin-fakir, yayaatlı, silahlı-silahsız, hepiniz] savaşa çıkın, malınızla, canınızla Allah yolunda cihad edin! Bu sizin için daha iyidir.) [Tevbe 41] (Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan, Cennete gireceğinizi mi sandınız?) [Âl-i İmran 142] (Hakiki müminler, Allah ve Resulüne iman ettikten sonra, imanlarında şüpheye düşmeyip Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad edenlerdir.) [Hücurat 15] (Allah’a ve Resulüne iman edip, malınızla, canınızla Allah yolunda cihad etmenizin, sizin için çok hayırlı olduğunu bilmelisiniz.) [Saf 11] Bir hadis-i şerif de şöyledir: (Cihadla emrolundum. “La ilahe illallah” dedirtene kadar, onlarla savaşırım.) [Siyer-i kebir] İslamiyet cihanşümul bir dindir Hazret-i Âdem'den beri gelen dinlerde, dinin adı, gönderilen peygamberin adıyla söylenirdi. Mesela, Hazret-i Musa'nın dinine Musevilik, Hazret-i İsa'nın dinine İsevilik denirdi. Her peygamber, bir bölgeye, bir kavme gelirdi. O bölgenin, o kavmin peygamberi olurdu. O din belli bir zaman yürürlükte kalırdı. Sonra yeni bir peygamberle, yeni bir din gönderilirdi. İslamiyet ise, cihanşümul [evrensel, üniversal, küresel] olarak geldi. Bir bölgeye, bir ırka değil, bütün insanlığa, bütün dünyaya geldi. Hükümleri de, kıyamete kadar geçerli olduğu için, gönderilen peygamberin ismiyle bildirilmedi. Yani Muhammedilik denmedi. Muhammed aleyhisselamın getirdiği dine, İslamiyet dendi. Önceki dinlerin hiçbiri bozulmamış olsaydı bile, nesh edildiği, yani yürürlükten kaldırıldığı için, artık o dinlerin hiç birisiyle amel etmek caiz olmaz. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Hep birlikte Allah'ın ipine [Kur'ana, İslamiyet'e] sımsıkı sarılın!) [Âli İmran 103] (Herkes İslam’a sarılmalıdır.) (Allah indinde hak din, yalnız İslam'dır.) [Al-i İmran 19] (Başka dinler hak değildir.) (Başka dinler hak değildir.) (İslam'dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] (İslam’dan başkası geçersizdir.) 264 www.dinimizislam.com (Allah, Resulünü, hidayet ve hak din İslamiyet'le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahit olarak Allah yeter.) [Feth 28] (Müşrikler istemeseler de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı, [sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam diniyle birlikte gönderen Allah'tır.) [Saf 9] (Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim.) [Maide 3] (Allah'ın beğendiğini beğenmeyenlere ne demeli?) (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] Diğer dinler, belli bir bölgeye, belli bir kavme gönderilmişken, İslamiyet bütün dünyaya gönderildi. Peygamber efendimiz de bütün dünyadaki milletlere gönderildi. Dört hadis-i şerif meali şöyledir: (Her nebi kendi kavmine, ben ise, kızıl kara, her millete gönderildim.) [Buhari] (Her nebiye üstün kılındığım altı hasletten biri, bütün insanlara gönderilmemdir.) [Müslim] (Cennete ancak Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Allah’a iman ne demektir? Sual: (Allah’a iman şarttır, ama Amentü’deki diğer şartlara, mesela Peygamberlere inanmak gerekmediği için Ehl-i kitap da Cennete gider) deniyor. Amentü’nün tamamına inanmak şart değil mi? İnanmayan Müslüman da olsa, Cehenneme gitmez mi? CEVAP Amentü’deki imanın şartlarından birini bile inkâr eden kâfir olur. İmanı eksik tarif etmek, Allahü teâlâyı ve Resulünü yalanlamak olur. Peygamber efendimiz, imanı şöyle tarif etmiştir: (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe [Cennete, Cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim, Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] 265 www.dinimizislam.com Âyet ve hadislerdeki (Allah’a iman eden) ifadesi, mümin içindir. Buradan, imanın diğer şartlarına inanmaya gerek yok denmez. İmam-ı Kurtubi buyurdu ki: Allah’a iman, vacib-ul-vücud olan Allahü teâlânın varlığını, Resulünün getirdiği tafsilata göre tasdik etmek demektir. (Cami’u li-Ahkâm) Bugünkü İncil ve Tevrat’ta bildirildiği gibi inanan, Allah’a iman etmiş olmaz. Bir âyet-i kerime meali: (Kendilerine kitap verilenlerden, Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah’ın ve Resulünün haram ettiği şeyi haram tanımayan ve hak dini [İslamiyet’i] din edinmeyenlerle, zelil bir halde kendi elleriyle [boyun eğerek] cizye verinceye kadar savaşın!) [Tevbe 29] Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kitab ehli bir kavme görevle gidince, La ilahe illallah Muhammedün Resulullah demeye davet et! Bunu kabul ederlerse, günde beş vakit namazın farz olduğunu bildir! Sonra da, Müslüman zenginlerden alınıp fakirlerine verilen zekâtın farz olduğunu söyle!) [Buhari, Müslim] Yahudiler, Hristiyanlar ve diğer kâfirler, dinimizin emir ve yasaklarına muhatap değildir. Onlara önce farz olan, iman etmektir. Müslüman olmadıkça, Cennete gitmeleri de mümkün değildir. Müslüman olmayanın Cennete gideceğini söylemek küfürdür. Birkaç âyet-i kerime meali: (Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Âl-i İmran 85] (Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları elbet ateşe atacağız.) [Nisa 55,56] (Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyan, elbette Cehenneme girecektir.) [Müslim] Mazlum Hıristiyanlar Sual: (Hıristiyanların mazlumları ve hak dine kuvvet verenler, Cennete gidecektir) diyenler oluyor. Ehl-i kitabdan özellikle Hıristiyanların mazlumları Cennete sokuluyor da, Ehl-i kitab olan Yahudilerin mazlumları niye Cennete konmuyor? 266 www.dinimizislam.com CEVAP Yahudiler de kitab ehli olduğu halde, neden Hıristiyanlara bu ayrıcalığın tanındığını bilmiyoruz. Hıristiyanların da, Yahudilerin de, ister mazlum olsun, ister zalim olsun, isterse tek hak din Müslümanlığa hizmet etsin, hepsi Cehenneme gidecektir. Cennete sadece Amentü’deki altı esasa inanan Müslüman girecektir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari] Hıristiyan ve Yahudilerin Cehenneme gideceğini bizzat Resulullah efendimiz şöyle bildiriyor: (Beni duyup da Peygamber olduğumu kabul etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Ehl-i kitab olan Hıristiyan ve Yahudilerin Cehennemlik oldukları hakkında âyet-i kerimeler de vardır. Birinin meali şöyledir: (Ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşrik olsun bütün kâfirler, muhakkak Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Kâfir hak dine kuvvet verse de, ne kıymeti olur ki? Müslüman olmadıkları müddetçe iyi amellerinin hiçbirinin kabul olmayacağını Kur’an-ı kerim haber veriyor. Müslüman olmayan herkes gayrimüslimdir yani kâfirdir. Kâfirin de yaptığı hiçbir iyiliğin, Allah katında kıymeti yoktur; hatta cami, çeşme yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç kıymeti olmaz. Bir âyet-i kerime meali: (Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17] (Hıristiyanların mazlumları Cennete gidecek) diyen çıksa da, asla Hıristiyanlara yaranamaz, o kişi Hıristiyan olmadıkça, Hıristiyanları memnun edemez. Bir âyet-i kerime meali: (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmaz. De ki: Doğru yol, ancak Allah’ın [bildirdiği İslamiyet] yoludur.) [Bekara 120] Bu kadar açık nasslara rağmen özellikle Hıristiyanları Cennete koymaya çalışanların maksatları ne olabilir? İki dine uymak Sual: Dinimize de inanan ve birçok İslami hükmü uygulayan; fakat kendi dinini bırakmayan bir gayrimüslim, Müslüman hükmüne girer mi? CEVAP 267 www.dinimizislam.com Yine gayrimüslimdir. Müslüman olmak için gayrimüslimliğe ait bütün inançları bırakması şarttır. Bırakmadığı sürece, İslamiyet’in bütün emirlerini uygulasa yine kâfirdir. Emirleri uygulamak ve kelime-i şehadeti söylemek yeterli değildir. Münafıklar da, o kelimeyi söyler, namaz kılar, diğer emir ve yasaklara uyardı veya uymuş görünürdü. Müslüman olmak için İslamiyet’in bütününe inanmakla birlikte, her çeşit kâfirlikten uzaklaşmak lazımdır. Kâfirliği bırakmadıkça, ne yaparsa yapsın Müslüman olmuş olmaz. Müslüman kalabilmek için kâfirliği ve İslamiyet’e uymayan hangi inanış, hangi görüş, hangi teori olursa olsun, hepsini yanlış bilmek ve zararlı olduğuna inanmak şarttır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Muhammed aleyhisselama uymak için, Onu tam ve kusursuz sevmek lazımdır. Tam ve olgun sevginin alameti de, onun düşmanlarını düşman bilip sevmemektir. Sevgiye müdahene [gevşeklik] sığmaz. İki zıt şeyin sevgisi bir kalbde, bir arada yerleşemez. Cem-i zıddeyn muhaldir. Yani iki zıddan birini sevmek, diğerine düşmanlığı gerektirir. (1/165) İman, inanılması zorunlu olan bilgileri kalbin tasdik etmesi yani inanması demektir. Bu tasdikin alameti, küfürden uzaklaşmak ve kâfirlikten sakınmaktır. Kâfirlikten sakınmak da, küfre mahsus şeylerden, mesela zünnar bağlamak, [Noeli kutlamak] gibi küfür alametlerini kullanmaktan sakınmak ve kâfirlere düşmanlık demektir. Tasdik edip de, zaruret olmadığı halde, küfürden sakınmayan Müslüman mürted olur. (1/266, 3/16) Zaruretsiz zünnar bağlayan veya Noel’i kutlayan Müslüman kâfir olduğuna göre, zünnarlı kâfir, zünnarını kesmeden, kâfirlikten çıkmadan, nasıl Müslüman olabilir ki? İki dinli insan Sual: Bir Müslüman, İslamiyet’le birlikte başka bir dine de uysa Müslümanlığına zarar gelir mi? CEVAP Müslümanlıktan çıkmış olur. Bir insan, hem Müslüman hem kâfir olamaz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Böyle yapan müşriktir, Müslüman değildir; çünkü İslam ve küfür birbirinin zıttıdır. Birini kabul etmek, diğerini inkâr etmek demektir. Küfürden uzak durmak, kaçınmak şarttır. (3/40) Temiz necaset mi? Sual: Bir yazar, uzun bir makale yazarak, (Hristiyanların hepsi değil, bir kısmı sapıktır) diyor. Müslümanların ise, bir kısmı değil çoğu sapıktır. O 268 www.dinimizislam.com zaman Müslümanlıkla Hristiyanlık arasındaki fark nedir? Hangisi hak dindir? İkisine de hak din denmez. O zaman ortada bir hak din varken, Allah niye Müslümanlığı gönderdi ki? Hâşâ bu lüzumsuz bir şey olmaz mı? İmanın altı şartından birini inkâr eden gayrimüslimler veya İsevîler, nasıl mümin olur, nasıl Cennete gider? Gazetenin biri de kocaman bir manşet atmış, (MÜSLÜMAN İSEVÎLER DUA ETTİ) diyor. İsevîlerin Müslüman olanı da olur mu? CEVAP Atalarımız, (Zırva tevil götürmez) diye ne güzel söylemişler. Kâfiri Cennete koyma gayretinin altında yatan ne ki? Dinimizde imanın altı esası net belli değil mi? Amentü’de açıklanmıyor mu? Bu altı şarttan birini kabul etmeyen, Müslüman olabilir mi? Altı şarttan biri, bütün kitaplara inanmaktır. Hristiyanlar, gavur severlerin tabiriyle İsevî denilen kimseler, Kur'an-ı kerime inanıyor mu? Elbette inanmıyor. İnanmayanlar nasıl Müslüman olur? Yine altı şarttan biri de, bütün peygamberlere inanmaktır. Hristiyanlar veya İsevîler, bizim peygamberimize inanıyor mu? İnanmıyor. İnanmıyorsa nasıl Müslüman olur? Onlar bizim inandığımız gibi meleklere de inanmıyorlar. Allah'a da bizim gibi inanmıyorlar. Üç tanrıya inanıyorlar. Yazara göre, böyle düşünen Hristiyanlar sapık diyelim. Sapık olmayanları inanıyor mu? İnansa zaten Müslüman olur. Altı esasa inanmadığı için gayrimüslimdir. Hiçbir Hristiyan’la iman birliğimiz yoktur. Müslüman İsevî diye bir şey olmaz. İsevîler gayrimüslim değil mi? Gayrimüslim demek Müslüman olmayan demektir. Müslüman, hiç İsevî olur mu? İsevî ise Müslüman değil, Müslümansa İsevî değildir. Bu tâbir neye benzer açıklayalım: Müslüman İsevî demek, temiz necaset demeye benziyor. Temiz necaset tâbirindeki necaset, eğer temizse necaset değildir. Yok, necasetse, o zaman temiz değildir. Temiz idrar demek de böyledir. Alkolsüz bira veya alkolsüz şarap da diyenler oldu. Eğer bir sıvı alkolsüz ise ona bira veya şarap denmez. Bütün bu hezeyanlar, (Allah katında hak din ancak İslam’dır) mealindeki âyet-i kerimeyi inkâra çalışmanın başka yolu mudur? Tebliğ nasıl olur? Sual: Hoşgörülüler diyorlar ki: 269 www.dinimizislam.com 1- Maksadımız, ben doğruyum sen yanlışsın değil, benim dinim de, senin dinin de doğru olabilir, farkında olmadığımız bir noktada ortak doğrulara sahip olabiliriz demektir. 2- Gayrimüslimleri dinimize sokmak veya onları dinlerinde şüpheye düşürmek gibi bir düşüncemiz yoktur. 3- Peygamber, herkesi İslam’a çağırmıyor; herkes Müslüman olsun demiyor. Dinimizin amacı da, dinleri teke indirgemek değildir. Bunlar yanlış değil midir? CEVAP Hepsi yanlıştır. Madde halinde cevap verelim: 1- Allahü teâlâ, (Hak din islamdır, İslam’dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez) buyuruyor. O, Ehl-i kitaba (Senin dinin de doğru olabilir) diyor. Allahü teâlâ ise Ehl-i kitabın kâfir olduğunu bildiriyor. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] olsun, müşrik olsun bütün kâfirler Cehennemdedir, orada ebedi kalırlar. Onlar yaratıkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Dininden şüphe edenin dini yoktur. Biz doğru din arayışı içinde miyiz? Allahü teâlâ bize doğru olanı, hak olanı bildirmedi mi? Onlarla hiç ortak noktamız yoktur. Diyelim ki sadece, Allah inancında ortak noktamız var. Onlar üç tanrı diyorlar ya, tek dediklerini kabul edelim. Bu neyi halleder ki? Onları Cehennemden kurtarır mı? İslamiyet’i kabul etmedikleri sürece Cehennemden kurtulamazlar. Bir âyet-i kerime meali: (Kimi, ona [Muhammed aleyhisselama] iman etti, kimi ondan yüz çevirdi. Yüz çevirenlere çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları ateşe atacağız.) [Nisa 55, 56] 2- Böyle düşünmemek, dinimize aykırıdır. Allahü teâlâ, kâfirleri dine davet et, gerekirse onlarla savaş buyuruyor. Hoşgörenler niye Allah'ın bu emrini kabul etmiyorlar ki? Bir âyet-i kerime meali: (Ey Nebi, kâfirlerle ve münafıklarla cihad et, onlara sert davran! Onların gidecekleri Cehennem, ne kötü yerdir.) [Tevbe 73, Tahrim 9] 3- Kâfire, sen kâfirliğinde kal diyerek, tebliğ ve cihad olur mu hiç? Resulullah, Rumların lideri olan Herakliyus’a gönderdiği mektubunda, (Hidayete uyup doğru yolda gidene selam olsun! Sizi İslam’a davet ediyorum. Müslüman olursanız, selamet bulursunuz. Allah ecrinizi iki kat verir. Bundan yüz çevirirseniz, dalalette kalan bütün halkın vebali size yüklenir) buyurdu. (Buhari, Müslim, Tirmizi) Hoşgörenler, kâfirliği niye hoş görüyorlar ki? 270 www.dinimizislam.com Tarihsel âyet olmaz Sual: Her ne kadar Ehl-i kitabın cehennemlik olduğuna dair âyetler varsa da, Bekara 62, Maide 69’da Ehl-i kitabın cennete gideceği bildiriliyor. Bu bir çelişki midir? Yoksa sapıkların dediği gibi, bu âyetler tarihsel midir? CEVAP Hâşâ Kur’an-ı kerimde çelişki de, tarihsel âyet de olmaz. Hak din yalnız İslamiyet’tir, Müslümandan başkası cennete giremez. Üç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah indinde hak din ancak İslâm’dır.) [Al-i İmran 19] (Sizin için din olarak İslâm’ı beğendim.) [Maide 3] (Kim İslâm’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] Âyet-i kerimeleri en iyi anlayan Peygamber efendimizdir. Bu âyet-i kerimelerin açıklamasında buyuruyor ki: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan [ve her kâfir] elbette cehenneme girecektir.) [Hâkim] Peygamber efendimiz, imanla ilgili âyetleri açıklayarak imanı şöyle tarif etmiştir: (İman; Allaha, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe,[yani cennete, cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır.) [Buhari, Müslim, Nesai] Amentü’deki altı esastan birini inkâr eden kâfir olur. Sadece Allah’a inandım demek kâfi değildir. Hıristiyan ve Yahudiler, bizim peygamberimiz dâhil bütün peygamberlere inanmadıkça kâfirlikten kurtulamazlar. Yahudiler, Hazret-i İsa’ya, Hıristiyanlar da, Muhammed aleyhisselama inanmadıkları için kâfir oldular. Amentü’de bildirilen altı husustan birini, mesela kaderi inkâr eden kâfir olur, bütün iyi amelleri yok olur. (Redd-ülmuhtar) Kur’an-ı kerimde, Ehl-i kitabın kâfir olduğunu bildiren birkaç âyet-i kerime şöyledir: (Yahudiler, Üzeyr’e, Hristiyanlar da Mesih’e Allah’ın oğlu dediler. Daha önceki kâfirlerin [“melekler Allah'ın kızlarıdır” diyenlerin] sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin! Nasıl da sapıtıyorlar.) [Tevbe 30] (Ehl-i kitap, diğer kâfirleri taklit ettikleri için kötülenmektedir.) 271 www.dinimizislam.com (Ehl-i kitap [İslâm’a] iman edip, [kötülükten] sakınsalardı, kötülüklerini örter ve onları nimetleri bol cennete sokardık.) [Maide 65] (İslam’a inanmadıkları için iman etmiş olmazlar.) (Ey iman edenler, Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslâm düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de onlardan [kâfir] olur. Allahü teâlâ, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidâyet etmez.) [Maide 51] (Ehl-i kitap kâfir olduğu için dost olmaz.) (Müminler, kâfirleri dost edinmesinler! Onları dost edinenler, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) [Al-i İmran 28] (Kâfirlere kucak açanlar da, Allah’ın dostluğunu bırakmış olur.) (Sen, onların dinine uymadıkça, Hıristiyanlar ve Yahudiler senden hoşnut olmazlar. De ki “Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur.”) [Bekara 120] (Yani Ehl-i kitap, doğru yolda, [Allah’ın yolunda] değildir. Ehl-i kitabın bozuk dinine girmedikçe, Resulullahtan hoşnut olmazlar. Kiliseye gitmekle, Papa’nın elini öpmekle, Hıristiyanlar, Müslümanlardan hoşnut olmaz.) (İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki: Siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allahın bildirdiğini gizleyenden daha zâlim kim olur.) [Bekara 140] (Demek ki her peygamber Müslüman, Ehl-i kitap ise bâtıldır.) ([Ey habibim, Yahudi ve Hıristiyanlara] De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.) [Ali İmran 31] (Demek ki Ehl-i kitap olan Hıristiyan ve Yahudiler, Peygamber efendimize iman etmedikçe, Allah onları sevmez.) (De ki: “Ey Ehli kitap, gelin aramızda şu müşterek söze uyalım: “Ancak Allah’a kulluk edelim, Ona şirk koşmayalım, Allah’ı bırakıp insanları Rabler edinmeyelim” Yine de, yüz çevirirlerse, “Şahid olun ki, biz Müslümanız” deyin!) [Al-i İmran 64] (Ehl-i kitap yani Yahudi ve Hıristiyanlar buna yanaşmadı, yani Müslüman olmadılar.) ([Senden önce peygamberlere] iman edenler, Yahudi, Hıristiyan ve Sabiinlerden Allah’a ve ahirete inanıp salih amel işleyenler için elbette Rablerinin katında mükâfatlar vardır.) [Bekara 62] (Hazret-i Musa zamanında, ona inanan Yahudiler ve Hazret-i İsa zamanında ona inanan Hıristiyanlar, elbette cennete gidecektir; çünkü bütün peygamberler gibi, Hazret-i İbrahim gibi, Hazret-i Musa da, Hazret-i İsa da müslümandı.) (Kitab ehlinden Allah’a huşu duyarak inanıp, Allah’ın ayetlerini az bir değere değişmeyenler vardır. İşte onların ecirleri Rablerinin katındadır. Şüphesiz Allah’ın hesabı çabuktur.) [Ali İmran 199, Maide 69] 272 www.dinimizislam.com Bu âyet-i kerimede, Hıristiyan ve Yahudiyken iman eden, yani müslüman olanlar övülüyor. Müslüman olmadan bir kimse iman etmiş olmaz ki. Hâşâ ayetlerde çelişki aramak ne kadar çirkindir. Kur’an-ı kerim tarihsel demek, (Kur’anın hükmü kıyamete kadar baki değildir) demektir. Ateistlerin iddia ettiği gibi, domuz, o gün için haramdı. Şimdi eti temizleniyor, yenmesinde sakınca yoktur denir mi? İçki, o gün için haramdı, şimdi sarhoş olmayacak kadar içmekte sakınca yoktur denir mi? Gusül, abdest cahiliye Araplarının kirden temizlenmek için emredilmişti, şimdi buna lüzum yok denir mi? Bunlar gibi, inkâr etmek için, dini emirlerin hepsine birer kulp takmak mümkündür. Eski Hıristiyanlar cehennemlikti, şimdikiler cennetlik denir mi hiç? Hak dinler Sual: Din ne demektir? Hıristiyanlığa ve Yahudiliğe din denir mi? İslamiyet’ten başka hak din olmadığına göre dinler tabiri yanlış değil mi? CEVAP Yanlış değildir. Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Peygamber vasıtasıyla, insanlara dinler göndermiştir. Bunlar vasıtasıyla, insanların dünyada rahat, huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Şimdi, dünyada semavî kitabı olan üç din vardır: Yahudilik, Hıristiyanlık, İslamiyet. Yahudiler Musa aleyhisselamın, Hıristiyanlar İsa aleyhisselamın getirdiği dine tâbi olduklarını söylerler. Şimdi, hiçbir yerde, hakiki Tevrat ve İncil yoktur. Bu kitaplar sonradan tahrif edilmiş, yani insanlar tarafından değiştirilmiştir. Değiştirilmemiş bile olsalar, o dinler nesh edilmiş, yalnız hak din olarak İslamiyet bildirilmiştir. Diğer dinlere, bâtıl din denir. Kur’an-ı kerimde de dinler tabiri geçmektedir. Üç ayet-i kerime meali şöyledir: (Kendi dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden asla hoşnut olmazlar. “Doğru yol, ancak Allah’ın yoludur” de! Sana gelen ilimden sonra onların heveslerine uyarsan, and olsun ki, Allah’tan sana ne bir dost ve ne de bir yardımcı olur.) [Bekara 120] (Puta tapanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini doğru yol ve hak dinle gönderen Allah’tır.) [Tevbe 33] 273 www.dinimizislam.com (Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, doğruluk rehberi Kur’an ve hak dinle gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.) [Fetih 28] Hıristiyanlık ve Yahudilik semavi din iseler de, nesh edilerek yürürlükten kalkmıştır. Allahü teala bütün dinlerden üstün olan İslamiyet’i göndermiştir. Peygamber efendimiz de buyuruyor ki: (Ana baba bir kardeşler farklı dinlerden olmadıkça kıyamet kopmaz.) [Deylemi] (Başka dinlere mensup olanlar birbirine mirasçı olamazlar.) [Tirmizi] Gayrimüslim şehit olmaz Sual: (İster herhangi bir dinden olsun, ister dinsiz olsun, bir gayrimüslim eğer ihtiyarsa, fakirse, zayıfsa, belalara maruz kalarak çok sıkıntı çekmişse, zulme uğramışsa veya iyi huyları varsa mesela mütevazı ise, insanlığa faydalı buluşlar yapmışsa, bunların hepsi küfrüne kefaret olur, hatta şehitlik mertebesine yükselir ve Cennete gider) diyenler oluyor. Bir gayrimüslim, ihtiyar genç, fakir zengin, zayıf kuvvetli olsun, ister sıkıntı içinde, ister refah içinde yaşasın, zalim veya mazlum olsun, mütevazı yahut kibirli olsun, cami ve çeşme gibi hayır hasenat yapsın, isterse bilgisayarı bulsun, iman etmedikten sonra bu yaptıklarına sevab alabilir mi, şehit olmasına ve Cennete girmesine sebep olur mu? İmanları olmadıktan sonra, bu bildirilen hususların Cennete gitmek ve şehit olmakla ne ilgisi var? İmansızın iyi amellerinin fayda vermeyeceğine dair âyet yok mudur? CEVAP Müslüman olmayanların hiçbir iyi ameline sevab verilmez. Doğruca Cehenneme giderler. Bir âyet-i kerime meali: (İslamiyet'in hükümlerini tanımayıp imanı inkâr edenin yaptığı bütün [iyi] işler boşa gitmiştir, o âhirette hüsrana uğrayanlardandır.) [Maide 5] İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Ahirette Cehennemden kurtulmak, yalnız Muhammed aleyhisselama uyanlara mahsustur. Dünyada yapılan bütün iyilikler ve keşifler, Onun yolunda bulunmak şartıyla ahirette işe yarar. Ona uymayanın yaptığı her iyilik dünyada kalır, ahiretinin yıkılmasına sebep olur. (1/184) Kâfirin hiçbir iyiliği, hayratı, hasenatı, ahirette faydalı olmaz. Zulmen öldürülen kâfir, şehid olmaz, Cennete girmez. İmanı olmayanın hiçbir iyiliğine sevab verilmez. (Berika, İ.Ahlakı) 274 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, Cennete girmek için, önce Müslüman olma, yani iman etme şartını koymuştur. Müslüman değilse, iyi işleri faydasızdır. İyi işlere, ibadetlere sevab verilebilmesi için, düzgün iman sahibi olmak gerekir. Bid'at ehli bile, Müslüman olduğu halde, ibadetlerine sevab alamaz. Nerede kaldı ki, gayrimüslimler iyiliklerine sevab alıp da Cennete girsin! Gayrimüslim, hangi dinden olursa olsun, "Müslüman olmayan" yani "kâfir olan" demektir. Kâfirin, hiçbir iyiliğine sevab verilmez; cami, çeşme yaptırsa, namaz kılsa, oruç tutsa hiç sevab alamaz. Zengin fakir, genç ihtiyar, zalim mazlum olmasına bakılmaz. Üç âyet-i kerime meali şöyledir: (İmansızların yaptıkları faydalı işler, fırtınalı bir günde rüzgârın savurduğu kül gibidir. Ahirette o işlerin hiçbir faydası olmaz.) [İbrahim 18] (Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecektir.) [Tevbe 17] (Kâfir olarak ölenlerin yaptıkları işler, dünyada da, ahirette de boşa gider.) [Bekara 217] İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Cennete ancak Müslüman girer.) [Buhari] (İmanı olmayan Cennete girmez.) [Tirmizi] Hıristiyan Müslüman mukayesesi Sual: Avrupa’daki bazı Müslümanlar, din kardeşi gibi, Hıristiyanlarla düşüp kalkıyorlar. (Onlar bizim camimize geliyor, biz de onların kilisesine gidiyoruz, onlar bizim cemaatimize geliyorlar, biz de onların âyinlerine katılıyoruz, onlar Kur’an okuyorlar, biz de İncil okuyoruz. Onlar bizim kutsal değerlerimize saygı duydukları için, bizim de onların kutsal değerlerine örneğin haçlarına, kiliselerine saygı duymamızın ne zararı olur? Zaten onlarla iman birliğimiz olduğu için teferruatla uğraşmamalı) diyorlar. Bunlar teferruat mıdır? CEVAP Onların Müslümanlara yaptıklarını, Müslümanların onlara yapması caiz olmayan, haram, hattâ küfür olan çok şey vardır. Onlar bizim zemzemimizi içse bâtıl dinlerine bir zarar gelmez, bizim onların şaraplarını içmemiz haram olur. Hıristiyanlar camiye girmekle, bozuk dinlerine bir zarar gelmez. Cami Allah’ın evidir, kilise şeytanların evidir. Kilisede, putlar olduğu için namaz kılmak bile tahrimen mekruh olur. (Redd-ül-muhtar) Onların Kur’an okumaları dinlerine bir zarar getirmez, bizim bozuk İncilleri okumamız ve onlara inanmamız caiz olmaz. 275 www.dinimizislam.com Onlar cemaatimize gelse, namaz kılsa, dinlerine bir zarar gelmez, fakat Müslüman, onların âyinlerini beğenirse küfre girer. Onlar bizim kutsal değerlerimize saygı gösterse, onlara bir zararı olmaz, biz haça saygı göstersek küfür olur. Onlar bizim bayramlarımızı tebrik etse, sakıncası olmaz, ama biz onların Noellerini tebrik edersek küfre gireriz. Onların kızları Müslümanlarla evlense, Hıristiyanlıklarına zarar vermez, fakat bizim kızlarımız onlarla evlenirse kâfir olur. Geçen gün, bir kilisede, Hıristiyanlarla, Hıristiyan hayranı Müslümanlar dua etmişti. Bu haber, (Dinler farklı, ama dua aynı) şeklinde verilerek, üç tanrıya dua edenlerle, bir Allah’a dua edenler aynı gibi gösterilmişti. (Onlarla iman birliğimiz var) denmesi de çok yanlıştır. Onlar kâfir, biz Müslümanız, onlarla iman birliğimiz yoktur. Amentü’deki altı esasa inanmayanlarla iman birliği olur mu? Hıristiyanlarla aramızdaki iman birliği yok, ayrılık ise çoktur. Bu ayrılıkların birkaçını bildirelim: 1- En başta Allah’a imanda birlik yoktur. Biz bir Allah’a inanırız. Onlar üç ilaha inanırlar. Hazret-i İsa’ya tanrının oğlu ve tanrı diyorlar. Bir âyet-i kerime meali: (Allah’la birlikte başka ilah edinen Cehenneme atılır.) [İsra 39] Biz, Allah mekândan münezzehtir deriz; onlar, tanrı göktedir derler. Biz, Allah, insana veya tahayyül edilen hiçbir şeye benzemez, oğlu kızı yoktur, doğmadı ve doğurmadı deriz; onlar tanrı baba derler, tanrının oğlu vardır, melekler tanrının kızlarıdır derler. Biz, Allah hiçbir şeyi yapmaya mecbur değildir deriz; onlar, tanrı insanlığın kurtuluşu için biricik oğlunu kurban etmek zorunda kaldı derler. Sanki hâşâ oğlunu kurban etmeden insanları affedemez gibi Allah’ı âciz bir duruma sokuyorlar. Hâşâ Allah’ın da oğlu olduğunu söylüyorlar. Bu sakat mantıkla, Allah yeni bir oğul yaratır, onu da kurban eder herkesin günahını böylece affeder. 2- Onlar melekleri kız gibi görüyorlar, biz ise, meleklerde erkeklik dişilik olmadığını biliyoruz. Bir âyet-i kerime meali: (Rabbiniz oğulları size ayırdı da kendisi için kız olarak melekleri mi edindi? Elbette vebali çok büyük söz ediyorsunuz.) [İsra 40] 3- Biz semavi kitapların hepsine inanırız, onlar, Kur’an-ı kerime inanmazlar. 4- Biz bütün Peygamberlere inanırız, onlar, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Bir âyet-i kerime meali: 276 www.dinimizislam.com (Kimi, Ona [Resulüme] iman etti, kimi de, Ondan yüz çevirdi. Bunlara da çılgın ateşli Cehennem yetti. Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları elbette ateşe atacağız.) [Nisa 55–56] Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Bana iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hâkim] 5- Biz, hayır da, şer de Allah’tan deriz; onlar, (Kötülükleri tanrı yaratmaz) derler. Mutezile gibi sapık fırkalar da böyle söylüyorlar. Her şeyin yaratıcısı Allahü teâlâdır. Amentü’ye inanmayan Cennete gider mi? (Allah’ın rahmeti her şeyi kuşatmıştır) diyerek gâvurlara da ahirette rahmet edileceği söylenir mi hiç? Rahman, dünyadaki her mahlûka acıyan; Rahim ise, ahirette yalnız müminlere acıyan demektir. Allahü teâlânın rahmeti, şefkati dünyada müminlere ve kâfirlere, herkese birlikte yetiştiği halde, ahirette kâfirlere merhametin zerresi bile yoktur. Bir âyet-i kerime meali: (Kâfirlerin cami yapmaları ve diğer bütün [iyi] işleri, boşa gidecek, Cehennemde sonsuz kalacaklar.) [Tevbe 17] Sadece Hıristiyanlarla değil, hiçbir kâfirle iman birliğimiz yoktur. Ehl-i kitaba Cennetlik diyenler Sual: Cübbeli Ahmet hoca, (Hristiyanlar ve Yahudiler Cennet’e girecek diyenler, vallahi de, billahi de, tallahi de kâfirdir) diyor. Böyle demesi dinimize uygun mudur? CEVAP Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde Ehl-i kitab olan Yahudi ve Hristiyanların Cehennemlik olduğu pek açık yazılıdır. Bu âyet-i kerimelere inanmayan elbette kâfir olur. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Âyetlerimizi yalanlayanlar kâfirdir, ebedî Cehennemde kalırlar.) [Bekara 39] Cübbeli hoca dese de, demese de, böyle inananlar kâfirdir. Hristiyanların çoğu müşriktir. Müşrikler zaten kâfirdir. Ehl-i kitab olanları da kâfirdir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Elbette, Ehl-i kitabdan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar. Onlar mahlûkların en kötüsüdür.) [Beyyine 6] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da, bana inanmayan Yahudi ve Hristiyanlar, muhakkak Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Yine din kitaplarında bildiriliyor ki: 277 www.dinimizislam.com Hristiyanlar, Ehl-i kitabdır. Ehl-i kitabın hepsi de kâfirdir. (Fetava-i Hindiyye) Dinde zaruri olan şeylerden birine inanmayan kâfir olur. Bunun kâfir olduğunda ve Cehennemde sonsuz azap çekeceğinde şüphe eden de kâfir olur. Bunun kâfir olacağı, Bezzaziyye, Dürr-ül-muhtar, Kadı İyad’ın Şifa, İmam-ı Nevevi’nin Ravda ve İbni Hacer-i Mekki’nin el-A’lam kitaplarında açıkça bildirilmiştir. Bir Hristiyan’ı, bir Yahudi’yi ve din-i İslam’dan ayrılanlardan birini kâfir kabul etmeyen kimsenin kâfir olacağında şüphe eden kimsenin de kâfir olacağını, İslam âlimleri söz birliğiyle bildirdiler. Bu söz birliği adı geçen kitaplarda yazılıdır. Kâfir olmasında şüphe eden de kâfir olunca, onu Müslüman bilenin nasıl olacağını ve hele, onu İslam âlimleri için kullanılan unvanlarla övenin nasıl olacağını düşünmeli. Bu sözümüzden, böyle kimseleri İslam âlimi sananların ve bunların küfür saçan sözlerini, yazılarını övenlerin, yayanların, kâfir olacaklarını iyi anlamalı. Övmek, yaymaya çalışmak ve reklamını yapmak, razı olmayı, beğenmeyi gösterir. Küfre rıza, küfür olur. Küfre rıza demek, kâfirin küfür üzere kalmasını istemek değil, onun küfrünü beğenmek demektir. (Fetavel-Haremeyn, Faideli bilgiler) Bu vesikalardan açıkça anlaşıldığına göre; 1- Ehl-i kitabın tamamı, yani bütün Yahudi ve Hristiyanlar kâfirdir. 2- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyen de kâfirdir. 3- Yahudi ve Hristiyanları kâfir kabul etmeyenin kâfir olduğunda şüphe eden de kâfirdir. Kâfire, kâfir denmez mi? Sual: Hıristiyanlar, (Hristiyanlıktan başka dinde olanlar, Cennete giremez) dese, bu söz bizim hoşumuza gider mi? Gitmez elbette, o halde, (Sadece Müslümanlar Cennete girer) dersek onlar da elbette hoşlanmaz, üstelik Müslümanlıktan da, uzaklaştırmış olmaz mıyız? CEVAP Hristiyanlar Cehenneme gidecek dersek, Hristiyanlar elbette hoşlanmaz. Onlar hoşlanmayacak diye biz İslamiyet'i, Allah’ın âyetlerini ve Resulünün hadis-i şeriflerini inkâr mı edeceğiz? Söylemeyecek miyiz? Peygamber efendimiz İslamiyet'i tebliğ ederken hakaretlere mâruz kalmadı mı? Müşriklere, (Putlara tapmayın) dediği zaman, onlar üzülmedi mi? Yahudilere, Hristiyanlara (Gelin Müslüman olun) dediği zaman, onlar üzülmedi mi? Bu yüzden müşriklerle ve Ehl-i kitabla savaşlar olmadı mı? Kelleler uçmadı mı? Dini tebliğ için ne gerekiyorsa, dinden taviz vermeden yapılmalıdır. 278 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, Resulullah efendimiz, Eshab-ı kiram ve Ehl-i Sünnet âlimleri, dinin emirlerini boşuna mı anlattılar? Onlar, Hristiyanların ve diğer kâfirlerin üzüleceğini bilmiyorlar mıydı? Biz onlardan daha iyisini mi yapağız? Bütün bunlar, Hristiyanlar ve diğer kâfirler üzülsünler diye değil, iman edip Müslüman olsunlar, böylece Cennet nimetlerine kavuşsunlar, sonsuz Cehennem azaplarından kurtulsunlar diye yapılıyor. Yani bunlar, onlara merhamet edildiği için yapılıyor. Sadece Müslümanların Cennet’e gireceği, âyet-i kerimelerle sabit olduğu gibi, bunu Allah’ın Resulü de bildiriyor. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Cennete sadece Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim] Kâfire kâfir demek Sual: Bir kimseye kâfir demeye hangi insanın yetkisi vardır? (Şunu işleyen kâfir olur, Cehenneme gider) denilerek Allah'ın işine niye karışılıyor? Onu bunu Cehenneme gönderme yetkisi hangi insanda olur? CEVAP İnsanların kâfir veya Müslüman demesinin hiç önemi yoktur. Kâfire kâfir diyen, şunu yapan kâfir olur diyen bizzat Allahü teâlâdır. Allahü teâlânın veya Resulünün sözleri nakledilince, (Siz kim oluyorsunuz da kâfirleri Cehenneme yolluyorsunuz) denemez. Hâşâ Cehenneme biz göndermiyoruz, kitaplarda yazılanı bildiriyoruz. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde olanı bildirmezsek vazifemizi yapmamış oluruz, dinimize ihanet etmiş oluruz. Birkaç âyet meali şöyledir: (Sizden kim, dininden dönüp kâfir olarak ölürse, onların yaptıkları [iyi] işler dünya ve ahirette boşa gider. Cehennemlik olarak orada devamlı kalırlar.) [Bekara 217] (Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten sakının!) [Al-i İmran 131] (Âyetlerimizi inkâr edip kâfir olanları yarın [elbette] ateşe sokacağız.) [Nisa 56] (Kâfirlerin akıbeti ateştir.) [Rad 35] (Biz, cehennemi kâfirler için bir zindan yaptık.) [İsra 8] (Allah’a ve Resulüne inanmayan o kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Fetih 13] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] Biz bunları nakledince, kâfirleri biz mi Cehenneme göndermiş oluyoruz? Kâfirlere böyle lüzumsuz arka çıkmaları anlaşılır gibi değildir. 279 www.dinimizislam.com Yahudi hayranlığı Sual: (Hazret-i İbrahim Yahudi soyundandır. Hazret-i Muhammed de, Hazret-i İbrahim’in soyundan olduğu için, o da Yahudi soyundandır. O halde Yahudiler bizim kardeşimizdir) demek doğru mu? CEVAP Yahudi kelimesi iki manada kullanılır: Birincisi din, ikincisi ırk anlamındadır. Herkes hazret-i Âdem’den geldi. O zaman ırklar yoktu. Irklar, Nuh aleyhisselamın çocuklarından sonra çıkmaya başladı. Yahudi ırkı Yakub aleyhisselamdan sonra çıktı. İbrahim aleyhisselam ırk yönüyle de, din yönüyle de Yahudi değildi. Irk olarak Yahudilere İsrail oğulları denir. Yahudi denince din anlaşılır. Hıristiyanlık gibi Yahudilik de bozulmuştur, fakat bozulmamış olsa bile, nesh edilmiş, yani yürürlükten kalkmıştır. Ehl-i kitab olan Yahudiler de, yine Ehl-i kitab olan Hristiyanlar gibi ebedî Cehennemliktir. Üç âyet-i kerime meali şöyledir: (Elbette, ehl-i kitaptan [Yahudi ve Hristiyan] olsun, müşriklerden olsun, bütün kâfirler Cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar.) [Beyyine 6] (Ey iman edenler, Yahudi ve Hristiyanları dost edinmeyin! Onlar, [İslam düşmanlığında] birbirinin dostudur. Onları dost edinen de, onlardan [kâfir] olur. Allah, [kâfirleri dost edinip, kendine] zulmedenlere hidayet etmez.) [Maide 51] (İman edenlere en şiddetli düşmanlık edenler Yahudilerle müşriklerdir.) [Maide 82] İman etmek, Amentü’de bildirilen altı esasa inanmak ve bunların yerinde ve doğru olduğunu beğenmektir. Amentü’nün içinde, kitaplara ve resullere iman da vardır. Yahudiler İncil’e ve Kur’an-ı kerime inanmazlar. Resullerden, İsa aleyhisselamla bizim Peygamberimize inanmazlar. Yahudileri din kardeşi görmek âyet-i kerimelere aykırıdır. İbrahim aleyhisselama Yahudi demek de çok çirkindir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; o, Allah’ı bir tanıyan doğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.) [Âl-i İmran 67] İbrahim aleyhisselam, Yahudi ırkından olmadığı gibi, Oğlu İsmail aleyhisselam’ın soyundan gelen Peygamber efendimiz de Yahudi ırkından değildir. Müslüman olmayan kimsenin dini ve ırkı ne olursa olsun, Müslümanın kardeşi olamaz. Ancak Müslümanlar, birbirinin kardeşidir. Hattâ 280 www.dinimizislam.com Cehenneme gideceği hadis-i şerifle bildirilen bid’at ehli Müslümanlara bile kardeşimiz demek doğru değildir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Bid’at ehline hürmet eden, İslamiyet’i yıkmaya yardım etmiş olur.) [Taberani] Fetret ne demektir? Sual: (Günümüzde fetret devrinde yaşayan kâfirler Cennete gider) deniyor. Günümüzde fetret devri mi vardır? CEVAP Fetret, aynı cinsten iki olay arasındaki kesinti devresi demektir. Mesela iki peygamber arasında peygambersiz geçen zamana fetret devri denir. Fetret devri tabiri daha çok İsa aleyhisselamdan, Muhammed aleyhisselama kadar süren bin yıllık zamanda peygamberden uzak yaşayan toplumlar için kullanılmıştır. Bazı köy ve kasabaya nebi gelmişse de, hükmü cihanı kaplamadığı için, bu iki Peygamber arası, fetret devri olarak bilinir. İslamiyet’in hükmünü duymayan yerlere de, fetret devrinde yaşıyor diyenler çıkıyor. Buna fetret devri denmez, İslâmiyet'i duymayan yerler demelidir. Dağda, çölde yaşayıp da, Peygamberleri işitmeyenler mazurdur. Bunların Peygamberlere inanmaları emredilmedi. (İsbat-ün-nübüvve) Allahü teâlânın varlığını, birliğini akılla bilmek gerektiğini söyleyen âlimler olmuştur. Ancak, hakkı batıldan ayırmak için yaratılan akıl, hak yol bildirilmedikçe, bunu yalnız başına bulamaz. (Mektubat-ı Rabbanî 1/259) Peygamberi işitmeyen kimse, Allahü teâlânın var ve bir olduğunu düşünüp, buna iman ederse, Cennete girer. (H. L. O. İman) Dünyanın bir yerinde yaşayıp da, dinden haberi olmayanlar, imanlı olmadıkları için Cennete girmezler. Allah’ı, Cenneti, Cehennemi duymadığı ve inkâr etmediği için Cehenneme de girmezler. Dirildikten ve hesaptan sonra, bütün hayvanlar gibi, bunlar da yok edilir. (Mektubat-ı Rabbanî, Feraid-ül fevaid) Buhara âlimleri, İmam-ı Eş’ari’nin bildirdiği gibi, (Peygamber gönderilmeden, tebliğ yapılmadan önce teklif yapılmaz) dediler. Tercih edilen kavil de budur. Bu âlimler, (Yerleri ve gökleri ve kendini gören, aklı başında bir kimsenin Allahü teâlânın varlığını anlamaması özür olmaz) sözünden maksat, Peygamberlerin sözlerini işittikten sonra, anlamaması özür olmaz demektir, dediler. (Redd-ül-muhtar) Bugün İslâmiyet her tarafa yayılmıştır. Fetret devri diye bir devir veya yer yoktur. Teknolojinin, iletişimin, haberleşmenin çok geliştiği bir zamanda, İslamiyet’ten hiç haberi olmayan kimseler yok gibidir. Ormanda, 281 www.dinimizislam.com mağarada yaşayıp İslâmiyet'i duymayan birkaç kişi belki olabilir. Varlığı ihtimal dâhilinde olan bu birkaç kişiyi ileri sürerek, bütün Hıristiyanları Cennete sokmaya çalışmakta, bir art niyet yoksa, çok yanlış bir düşüncedir. Hanif dini, İbrahimi din nedir Hanif dini nedir? Sual: Yabancı bir yazar, “Müslümanlıktan daha kıymetli olan hanif dinidir. Hanif dinine uymak gerekir” diyor. Hanif ne demektir? CEVAP Hanif, doğru inanan, hak yolda olan, İslamiyet’e sarılan, Allah’ı bir bilen demektir. Ebu Hanife de kelime olarak hanif babası, doğrunun babası demektir. Baba kelimesi Türkçe’de maksadı tam anlatamıyor, yerine konacak tam bir kelime de yok. Fakat para babası, fakir babası ifadelerinde baba kelimesi daha iyi anlaşılıyor. O halde hanif babası, hakiki Müslümanların babası, hak yolda söz sahibi kimse demektir. Kur’anı kerimde de aşağıda bildirildiği gibi, Hazret-i İbrahim, hanif bir Müslümandı. Yoksa onun dini İslamiyet’ten ayrı bir din değildi. Zaten bütün Peygamberler, itikad olarak aynı şeyi bildirmişlerdir. İnsanlar sonradan bozmuşlardır. İtikadda ayrılık olmaz. Bir âyet meali şöyledir: (Allah, Nuh, İbrahim, Musa ve İsa’ya emrettiklerini size de din olarak emretmiştir.) [Şura 13] Dinlerdeki imanı farklı gibi göstermek yanlıştır; fakat, dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri farklı olduğundan, Müslümanlıkları da ayrıdır. Mesela Musa aleyhisselamın dininde iç yağı yemek haram idi. Adamın biri, Kur’an uydurma söz değildir anlamındaki âyetteki söz kelimesinin Arapça’sını almış, Kur’an uydurma hadis değildir diye tercüme etmiş. Başka biri de hanif kelimesini din olarak almış, herkes hanif dinine girmelidir diyor. Âyetlere de istediği gibi yanlış anlamlar vermiş. Verdiği anlamlar şöyle: “De ki: Hayır, biz Hanif olan İbrahim'in dinindeniz.” Âyetin tam ve doğru meali şöyledir: (Yahudiler ve Hıristiyanlar Müslümanlara “Yahudi veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız” dediler. Onlara de ki: “Biz, doğru olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.) [Bekara 135] Görüldüğü gibi hanif kelimesinin Türkçesi kasten yazılmamıştır. 282 www.dinimizislam.com Yine yazmış ki: “İbrahim, ne Yahudi, ne Hıristiyan'dı; o Hanif dinindendi.” Âyetin tam ve doğru meali şöyledir: (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyandı; o, doğru [Allah'ı bir tanıyan] bir Müslümandı, müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67] (Dikkat edilmişse, o Müslümandı ifadesini çıkarıp yerine “o hanif dininden idi” demiş.] Yine yazmış ki: “De ki Allah gerçekçidir. O halde, İbrahim'in dini olan Hanif'liğe uyun.” Âyetin tam ve doğru meali şöyledir: (De ki: "Allah doğru söyledi. O halde doğru olan, [Allah'ı bir bilen] İbrahim'in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.) [Al-i İmran 95] (Dikkat edilirse burada da âyet saptırılıyor, İbrahim’in dini olan haniflik deniyor. Doğru olan İbrahim ifadesi değiştirilmiş.) Yine yazmış ki: “Kim vardır ki, ondan daha güzeli var olsun? İyilik halinde, tam bir ihlas ile kendini Allah'a teslim etmiş (Yaratan ile barışmış) ve Allah'ın indindeki en güzel din olan İbrahim'in dini Hanif'liğe tâbi olmuştur. Allah İbrahim'i dost edinmiştir.” Âyetin tam ve doğru meali şöyledir: (İyilik eden bir kimse olarak kendini tam bir ihlasla Allah'a teslim eden ve İbrahim'in tevhid dinine uymuş olandan daha güzel din sahibi kimdir? Allah, İbrahim'i dost edinmiştir.) [Nisa 125] Burada da haniflik dini diye bir şey yoktur. Hanif doğru anlamındadır Yabancı yazar yine yazmış ki: “Ben her dinden vazgeçip, yüzümü Hanif olarak o gökleri ve yeri yaratan Allah'a döndüm.” Âyetin tam ve doğru meali şöyledir: (Ben, bir müvahhid olarak, yüzümü o gökleri ve yeri yaratmış olan Allah’a çevirdim. Ben müşriklerden değilim.) [Enam 79] Her dinden vazgeçip diye bir şey yok. Âyetin yukarısında aya, güneşe, yıldızlara tapmadığını bildiriyor. Ben müşriklerden değilim diyor, hâşâ ben Müslüman değilim demiyor. Allahü teâlâ, (İbrahim doğru Müslümandı) buyuruyor. (Al-İ İmran 67) Yine yazmış ki: “De ki: Rabbim beni İbrahim'in doğru yoluna dosdoğru olan Hanif dinine iletti.” Âyetin doğru meali şöyledir: (De ki: Beni, Rabbim, doğru yola iletti; O, öyle bir din ki, gayet sağlam ve devamlı, İbrahim'in Hakka yönelmiş tevhid dini.) [Enam 161] Burada da hanif dini diye bir şey yok. Tevhid dini, doğru din ifadesi var. Kasten hanif kelimesinin Türkçesini yazmıyor. 283 www.dinimizislam.com Yine yazmış ki: “De ki: Ayrıca yüzünü Hanif dininden ayırma ve sakın ortak koşanlardan olma” Âyetin doğru meali şöyledir: (Yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müşriklerden olma.) [Yunus 105] Hanif dini diye ayrı bir din burada da yok. Dikkat edilirse hep müşriklerden değildi, tek ilaha inanırdı anlamında söyleniyor. Yine yazmış ki: “Doğrusu İbrahim Hakk'a yönelen bir kurucuydu. O Hanif idi.” Âyetin doğru meali şöyledir: (İbrahim Allah'a itaat eden, ona yönelen bir ümmet [önder] idi.) [Nahl 120] Burada hanif dini diye bir şey yok. Hazret-i İbrahim’in dinini tek hak din gibi göstermeye çalışıyor. Yine yazmış ki: “Halbuki, onlar yalnızca Hanif olmak üzere, dini sadece Allah'a has (özgün kılarak, mezhep imamlarına, şeyhlere, kullara vb. has kılmayarak), Allah'ı bilmekle, salatı ikame etmekle ve zekât vermekle emrolunmuşlardı. En dosdoğru ve gerçekçi din de işte bu Haniflik'tir.” Burada foyası meydana çıkıyor. Mezhebe, tasavvufa düşmanlığını açıkça bildiriyor. Bir de namaz demiyor salat diyor. Mealci gruplar, namaz diye bir şey yok salat dua demektir diyorlar. Bu da aynısını mı söylemek istiyor ki? Âyetin doğru meali şöyledir: (Halbuki onlar, doğruya yönelip, dini yalnız Allah'a has kılarak Ona kulluk etmek, namazı kılmak ve zekâtı vermekle emrolunmuşlardı. Doğru olan din budur.) [Beyyine 5] Burada da hanif dini diye bir şey yok. Yine yazmış ki: “Sen artık yüzünü hakka yönelmiş Hanif dine dön ki, Haniflik Allah'ın mayasıdır. İnsanları o maya üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratışında hiç bir değiştirme ve değişiklik bulunmaz. İşte en doğru ve en sağlam din Haniflik'tir.” Âyetin doğru meali şöyledir: (Hakka yönelip Allah'ın insanlara yaratılışta verdiği dine [İslam’a] sarıl. Zira Allah'ın yaratışında değişme yoktur; işte doğru din [İslam] budur.) [Rum 30] Burada da, hanif dini diye bir şey yok. Bu âyette de Allah’ın gönderdiği dinlerin itikadda değişmeyeceği bildiriliyor. Yine yazmış ki: “Allah katından geri çevrilmez gün gelmezden önce, yüzünü Hanif dinine çevir.” Âyette hanif diye bir kelime yok. Kayyim kelimesi var. O da doğru demektir. Burada iyice açık vermiştir. Her doğru anlamındaki kelimeye hanif denirse ortada Kur’an, din diye bir şey kalmaz. Âyetin doğru meali şöyledir: (Allah'ın geri çevrilemeyecek o günü gelmeden önce, yüzünü doğru dine [İslamiyet’e] çevir.) [Rum 43] 284 www.dinimizislam.com Hak din yalnız İslam’dır Yukarıdaki yazımızda yabancı bir yazarın, hak dinin Müslümanlıktan farklı hanif diye bir din olduğunu söylediğini bildirmiştik. Şimdi hak dinin yalnız İslam olduğunu âyet-i kerimelerle bildiriyoruz: (Elbette Allah katında [hak] din, İslam’dır. Kendilerine kitap verilenler [Hıristiyan ve Yahudiler] gerçeği bildikten sonra, aralarındaki ihtiras yüzünden, [İslamiyet hakkında] ihtilafa düştüler. Allah, âyetlerini inkâr edenin cezasını vermekte çok çabuk hesap görücüdür.) [Al-i İmran 19] Bu âyette Allah katında gerçek dinin Müslümanlık olduğu tevil edilemeyecek kadar açıktır. (Kim, İslamiyet’ten başka bir din ararsa, iyi bilsin ki, o din asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette en büyük zarara uğrayacaktır.) [Al-i İmran 85] İslam’dan başka hanif manif diye bir din uyduranlar büyük zarara uğrayacaktır. (Eğer seninle tartışmaya girişirlerse, “Ben bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a verdim” de. Kendilerine Kitap verilenlere ve müşriklere, “Siz İslam’ı kabul ettiniz mi?” de, şayet İslam’ı kabul ederlerse, doğru yola girmiş olurlar, yüz çevirirlerse, sana yalnız tebliğ etmek düşer. Allah kullarını [hakkıyla] görür.) [Al-i İmran 20] Bu âyette de doğru olan dinin İslam olduğu bildiriliyor. (İbrahim de bu dini kendi oğullarına vasiyet ettiği gibi Yakub da, ”Oğullarım, Allah [razı olduğu] dini [İslam’ı] sizin için seçti. O halde [ölüm gelmeden önce Müslüman olun ve] ancak Müslüman olarak ölün” dedi) [Bekara 132] Dikkat edilirse, falanca din mensubu olarak değil, Müslüman olarak ölün buyuruluyor. Müslümanın eğrisi de, doğrusu da olur. Doğru Müslüman elbette iyisidir. Hanif doğru demektir. Hanif Müslüman doğru Müslüman demektir. Türkçesi ne ise onu söylemek gerekir. Uydurma söz yerine uydurma hadis demek gibi kasten hanif kelimesinin Türkçesini yazmamak art niyetli olmayı gösterir. (İsa, küfürlerini sezince, “Allah yolunda bana kim yardımcı olacak” dedi. [imanlı] Havariler, “Biz, Allah yolunda yardımcıyız; Allah’a inandık, sen şahit ol, biz Müslümanız” dediler.) [Al-i İmran 52] Hazret-i Âdem’den beri gelen bütün hak dinlerin Müslümanlık olduğu bu âyette de görülmektedir. Yahudiler: İbrahim Yahudi'dir ve biz onun dinine bağlıyız, demeleri üzerine şu âyet nazil olmuştur: (De ki, “Ey Ehl-i kitap, “Ancak Allah’a kulluk etmek, Ona bir şeyi eş koşmamak, Allah’ı bırakıp birbirimizi rab edinmemek üzere, bizimle 285 www.dinimizislam.com sizin aranızda ortak bir söze gelin” Eğer yüz çevirirlerse, “Şahit olun, biz Müslümanız” deyin.) [Al-i İmran 64] Âyette geçen ortak söz, imanın altı esasıdır. Biri noksan olursa o kimse Müslüman olamaz. Âyetin sonunda, enna müslimun = Bizler Müslümanlarız deniyor. O halde Müslüman olmayan, ortak söze gelmiş olamaz. Hazret-i İbrahim’in Yahudi veya Hıristiyan olmadığı, bütün peygamberler gibi Müslüman olduğu şu âyette de açıkça bildiriliyor: (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyandı; o, doğru [Allah’ı bir tanıyan] bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67] Müslüman olarak can verin Tek hak dinin Müslümanlık olduğunu bildiren âyetlerden bazıları: ([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Rabbimiz, ikimizi Müslüman kıl, hem de soyumuzdan Müslüman bir ümmet meydana getir.) [Bakara 128] (O, meleklerle peygamberleri ilah edinmenizi de size emretmez. Siz Müslüman olduktan sonra, size küfrü emreder mi?) [Al-i İmran 80] Müslümanlıktan başka dinin küfür olduğunu bildiriliyor. (Ey inananlar, ancak Müslüman olarak ölün.) [Al-i İmran 102] ([Yusuf aleyhisselam dedi ki:] Canımı Müslüman olarak al.) [Yusuf 101] (Ey Rabbimiz, Müslüman olarak canımızı al.) [Araf 126] Bu âyetlerde, başka din üzerine değil ancak Müslüman olarak ölmek emrediliyor. (Bugün size dininizi kemale erdirdim, size olan nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3] İslamiyet son dindir ve Allah ancak İslam dininden razıdır mealindedir. (Ben Müslümanların ilkiyim.) [Enam 163] Resulullah, kavminin ilk Müslümanıdır. (Allah doğru yola koymak istediğinin kalbini İslam’a açar.) [Enam 125] Doğru yol İslam’dır. (Bana Müslüman olmam emrolundu.) [Yunus 72] Her Peygamber Müslümandır. [Firavun] “İsrail oğullarının inandığı ilaha ve ondan başka ilah olmadığına iman ettim. Ben de Müslümanım” dedi.) [Yunus 90] İsrail oğullarının inandığı din de Müslümanlıktır. (Artık Müslüman olacak mısınız?) [Enbiya 108], (Kâfirler, [Cehennemde] keşke biz de Müslüman olsaydık diyecekler.) [Hicr 2] Kurtuluş ancak Müslümanlıktadır. (Allah, Müslüman olmanız için nimetler veriyor.) [Nahl 81] Nimetler Müslüman içindir. 286 www.dinimizislam.com (De ki: Müslüman olmakla emrolundum.) [Neml 91] Müslüman olmak emrediliyor. (Ondan [Kur'an gelmeden] önce kendilerine kitap verilenler de [Musevi ve İseviler de] iman ederler. Onlara [Kur‘an] okunduğu zaman, “Ona iman ettik. Çünkü o Rabbimizden gelmiş bir gerçektir. Esasen biz daha önce de Müslüman idik” derler.) [Kasas 52,53] Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’nın o zamanki dinine mensup olanların da Peygamberimizin ümmeti gibi Müslüman olduğu bildirilmektedir. (Müslüman erkeklere ve Müslüman kadınlara.… Allah büyük mükafat hazırlamıştır.) [Ahzab 35] Demek ki mükafat ancak Müslümanlaradır. (Allah'a davet eden ve salih amel işleyip ben Müslümanım diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?) [Fussilet 33] Gerçek Müslüman olandan daha iyisi yoktur. (Âyetlerimize inanıp Müslüman olan kullarım! Bugün size korku yoktur. Eşlerinizle Cennete girin. Orada ikram görüp sevindirileceksiniz.) [Zuhruf 69,70] Cennete ancak Müslüman girer. (Havariler, “Biz iman ettik, gerçek Müslüman olduğumuza şahit ol" demişlerdi.) [Maide 111] (Musa dedi ki: "Ey kavmim, eğer Allah'a inanıp, halis Müslüman olmuşsanız, ona güvenin.) [Yunus 84] (Biz Kur’anı Müslümanlara hidayet, rahmet ve müjde olarak indirdik.) [Nahl 89] (Size Müslüman adını veren Odur.) [Hac 78] Hazret-i Süleyman dedi ki: (Bana Müslüman olarak gelin.) [Neml 31] Melike dedi ki: (Biz daha önce Müslüman olmuştuk.) [Neml 42] (Sen ancak âyetlerimize inanan Müslümanlara işittirebilirsin.) [Neml 81] (Ben gerçek Müslümanlardanım.) [Ahkaf 15] (Biz Müslümanları suçlular gibi yapar mıyız?) [Kalem 35] Ebu Hanife ne demek? Sual: Arapça’da Ebu baba demektir. Araplar ilk çocuklarının adıyla anılır. Numan bin Sabit'in kızının adı "Hanife" idi. Ebu Hanife, Hanife’nin babası demektir. Ne diye Ebu Hanife, doğru inanan kimse diye tarif ediyorsunuz? CEVAP 287 www.dinimizislam.com Siz ya Arapçayı bilmiyorsunuz veya kasıtlı olarak Ebu Hanife unvanına kızıyorsunuz. Eğer her zaman ebu kelimesi baba demekse şunlar ne demek oluyor? Ebu Cehil = Cahilin babası mı demektir? Ebu Cehilin ilk çocuğu Cehil mi idi? Ebu Hureyre = Kedinin babası mı demektir? Onun ilk çocuğu kedi mi idi? Ebu Bekri Sıddık = Sıddıkın babası mı demektir? Sıddık diye bir oğlu mu vardı? Ebu Türab = Toprak babası mı demektir? Hazret-i Ali’nin ilk çocuğu toprak mı idi? Böyle deyimler Türkçede de vardır. Birkaç örnek verelim: Para babası demek, paranın babası demek değildir. Fakir babası demek, fakirin babası demek değildir. Baba adam demek, çocuğu olan insan demek değildir. Demirel’e baba dendi ama çocuğu yok. Ebu Cehil = Cahilin daniskası demektir. Ebu Hanife de doğru inanan, İslamiyet'e sarılan kimse, hakiki Müslümanların babası yani imamı demektir. Ebu Hureyre = Kedileri çok seven insan, onlara acıyan demektir. Ebu Bekri Sıddık = Hep doğru söyleyici, Resulullahı tasdik edici anlamındadır. Siz, öteki sahabeler tasdik etmedi mi, doğruyu söylemedi mi diyorsunuz. Elbette hepsi doğrudur. Ama Ebu Bekrin doğruluğu pek meşhurdu. Miraca gidildiği inkâr edilince ilk önce o tasdik etti. “Resulullah gittim geldim diyorsa doğrudur” dedi ve adı Ebu Bekri Sıddık oldu. Hepsi doğru insanlar Sual: Madem "Ebu Hanife" Hanife'nin babası değil de "Doğruların babası" ise, şu insanlar doğru değil mi? Ali, İbni Abbas, Mikdat, Selman, Ammar bin Yasir, Abdullah ibni Ebi Vefa? CEVAP Kur’an-ı kerimde eshab-ı kiramın tamamının Cennetlik olduğu bildiriliyor. (Hadid 10) Eshabın hepsi doğru insanlardır, eğrilik hiç birinde yoktur. Eğrilik sizin mantığınızdadır. Eshabın her biri Ebu Hanife’dir. İmam-ı a’zama öyle bir unvan verilince ötekiler eğri mi olur? Bir çok âlime çeşitli unvanlar verilmiştir. Mesela, imam-ı Gazali’ye Hüccet-ül İslam denmiştir. İslam’da söz sahibi büyük âlim demektir. Buradan diğer âlimler, büyük değil anlamı çıkar mı? 288 www.dinimizislam.com İmam-ı Rabbani’ye, Rabbani denmiştir, ötekiler hâşâ şeytani değildir. İmam-ı Rabbani’nin oğlu Muhammed Masum Faruki hazretlerine de, Urvet-ül vüska denmiştir, yapışılacak sağlam ip demektir. Öteki âlimler sağlam değil anlamı çıkmaz. Şâfiî âlimlerinden Muhammed Remlî’ye Şemseddin = Dinin güneşi unvanı verilmiştir. Öteki âlimler, güneş değil manasına gelmez. Tâc-üş-şerîa = Şeriatın tacı, Necmeddin = Dinin yıldızı gibi unvan alan âlimler de vardır. Bu âlimlere böyle unvan verilince ötekiler kötülenmiş olmaz. İmam-ı a’zam, doğruların imamı olunca ötekiler doğru değil denmez. Hanif diye bir din yoktur Sual: Hanif, ayrı bir din değil ise, kuru kuruya sadece "doğru" demek ise, neden Hazret-i İbrahim’e, (O müşriklerden değildi) deniyor? Diğer Elçiler müşrik miydi? Hazret-i Muhammede de, (Sakın müşriklerden olma) deniyor. Peki Allah onda bir eğrilik mi gördü de öyle söylüyor? CEVAP Hanif kelimesini bir din olarak göstermek için ne numaralar yapılıyor öyle? İbrahim aleyhisselama sadece müşriklerden değildi denmiyor. O Hıristiyan ve Yahudi de değildi deniyor. Sebebi ise, Hıristiyanlar da, Yahudiler de o bizdendi, dedikleri için öyle deniyor. O müşrikti diyenlere de cevap veriliyor. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; fakat o, Allah’ı bir tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi.) [Al-i İmran 67] (İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunlarının Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki: Siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah’ın bildirdiğini gizleyenden daha zâlim kim olabilir? Allah yaptıklarınızdan gâfil değildir.) [Bekara 140] Bu âyet de gösteriyor ki, hiçbir Peygamber Yahudi ve Hıristiyan değildi, hepsi Müslüman idi. Hanif diye ayrı bir din sahibi değillerdi. Hepsi Müslüman idi. Hazret-i Âdem’den beri gelen bütün Peygamberler Müslüman idi. (Kâfirler, Allah’ın emirleri ile Resullerinin emirlerini birbirinden ayırmak istiyor. [Yahudiler] bir kısmına [Musa ve daha öncekilere] inanırız. Bir kısmına [İsa ve Muhammed’e] inanmayız. [Hıristiyanlar ise, İsa Allah’ın oğlu diyor.] Bu inanışları ve dinleri kıymetsizdir. Hepsi kâfirdir, hepsine çok acı azaplar hazırladık. Bütün Peygamberlere iman edip, hiçbirini diğerinden ayırmayan [Müslümanlar] ise, Allah’ın 289 www.dinimizislam.com mükafatına kavuşacaktır.) [Nisa 150-152] Bu âyet de Allah’ın emri ile Peygamberlerin emirlerinin ayrı olmadığı, aynı olduğu, birisi hanif [doğru] ötekilerin eğri olmadığı, hepsine iman gerektiği bildirilmektedir. Resulullaha bildirilenlerin bir kısmı Onun şahsında ümmetine hitaptır. Birkaçı şöyledir: (Yüzünü tevhid dinine döndür, sakın müşriklerden olma.) [Yunus 105] Hâşâ Peygamber efendimiz, müşriklerden mi olacaktı da böyle emredildi? (Allah’ı bırakıp da sana fayda veya zarar vermeyecek şeylere tapma.) [Yunus 106] Hâşâ Peygamber efendimiz, putlara mı tapacaktı da böyle söylenmiştir? (Eğer bunu yaparsan, o takdirde sen mutlaka zalimlerden olursun.) [Yunus 106] (Eğer o [Peygamber] bize atfen, [Kur’ana] bazı sözler katsaydı, biz onu kuvvetle yakalayıp şah damarını koparır, helak ederdik, hiçbiriniz de buna engel olamazdınız.) [Hakka 44-47] Hâşâ Peygamber efendimiz, Kur’anı mı değiştirecekti de böyle hitap ediliyor? (Yeryüzünde savaşırken, düşmanı yere sermeden esir almak [alınan esirleri mal karşılığı olarak salıvermek] hiçbir Peygambere yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, Allah ise, ahireti kazanmanızı istiyor.) [Enfal 67] Hâşâ Peygamber efendimiz, geçici dünya malı mı istiyordu? Şu halde (İbrahim müşriklerden değildi) demek, o hanif diye ayrı bir dinden idi demek değildir. Eskiden ehl-i kitabın âlimleri de bu kadar cahil değildi, böyle cahilce şeyleri gündeme bile getirmezlerdi, İslam âlimlerine cevap veremeyip, sadece biz böyle inanıyoruz derlerdi. Şimdi böyle cahilce sözleri müslümanlar söylemeyeceğine göre, bunları din cahili misyonerler uyduruyor. Selamın sünnet şekli Sual: (Hanif selamı ile selam derim) diyenler var. Böyle selam uygun mudur? CEVAP Hanif selamı diye bir selam yok, Peygamber efendimizin bildirdiği normal selam vardır. Ne Peygamber efendimiz ne de bir İslam âlimi böyle selam vermemiştir. Böyle selam vermek sünnete ve Kur’an-ı kerime uymadığı için bid’attir. İslam'dan önce Araplar “hayyekellah = Allah sana uzun ömür versin” diye selamlaşırlardı. İslamiyet gelince Selamün 290 www.dinimizislam.com aleyküm veya Esselamü aleyküm diye selam verilmesi emredildi. Kur’anı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Âyetlerimize inananlar sana gelince, Selamün aleyküm de.) [Enam 54] (Henüz Cennete girmeyen, ama Cenneti umanlar, Cennet ehline, Selamün aleyküm derler.) [Araf 46] (Melekler, Cennet ehline, Sabretmenize karşılık Selamün aleyküm derler.) [Rad 24] (Melekler, "Selamün aleyküm, yaptıklarınıza karşılık haydi Cennete girin" derler.) [Nahl 32] (Cennet bekçileri, "Selamün aleyküm, hoş geldiniz. Ebedi olarak buraya girin" derler.) [Zümer 73] Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Cuma günü vahşi hayvanlar birbirlerine Selâmün aleyküm, bugün Cuma derler.) [Deylemi] (Aleykesselam, ölülerin selamıdır. Din kardeşinize rastlayınca ”Esselâmü aleyküm verahmetüllahi ve berekatuhü” diye selam verin.) [İ.Sünni] (Resulullah birisinin kapısına gelince, “Esselamü aleyküm” derdi.) [Ebu Davud, İ. Ahmed] (Ehli Cennet, nimetler içinde iken kendilerini bir nur kaplar. Rabbin cemali ile şereflenirler ve “Esselâmü aleyküm ya ehli Cennet” denir. işte Kur‘andaki “Selamün kavlen mirrabbirrahim” âyetindeki murat budur. Ondan sonra Allah onlara nazar eder, onlar da Allah’a nazar ederler. Rablerine nazar ettikleri müddetçe, başka hiçbir nimete iltifat etmezler. Tâ ki, Allahü teâlânın temaşası kalkıp, nuru ve bereketi kalkıncaya kadar.) [Nesai, ibni Mace] Hanif dini ne demek? Sual: Hanif dinindeyiz diyen bazı kimseler, Müslüman olmayı aşağılayıp, (Biz yalnız Kur'ana uyarız. Kur'anda günde iki vakit namaz vardır, o da ikişer rekâttır) diyorlar. Namaz beş vakit değil mi? CEVAP Elbette beş vakittir. Hanif'in ve Hanifçilerin ne olduğunu açıklayalım: Hanif, doğru inanan, hak yolda olan, İslamiyet'e sarılan, Allah'ı bir bilen Müslüman demektir, fakat bir kimse Hanif'im dedi diye, onun doğru yolda olduğu, Müslüman olduğu anlaşılmaz. Kendisine ne isim verirse versin, hattâ ben Müslümanım dese de, dinin açık bir hükmünü inkâr 291 www.dinimizislam.com ederse kâfir olur. Hanifçiler ise, Kur'an-ı kerimi kendi görüşlerine göre yorumlayarak, sapık bir yol tutarlar. Resulullah'ın dışlandığı dine, din değil, dinsizlik denir. Hanifçiler de, yalnız Kur'an diyenler gibi, kesinlikle Kur'an-ı kerime inanmazlar. Allahü teâlâ, yalnız bana tâbi olun demiyor, (Allah'a ve Resulüne tâbi olun) buyuruyor. Resulünü devre dışı bırakanlar, Allahü teâlânın bu emirlerini açıkça çiğnemiş oluyorlar. Allah'ın emrini çiğneyen, o âyetlere inanmayan kimse, nasıl Müslüman olur? Resulullahın bildirdiklerine de uymak gerektiğini bildiren âyet-i kerimelerden bazıların mealleri şöyledir: (Allah’a ve Resulüne itaat edin!) [Enfal 20] (Resule itaat de Kur’an-ı kerimin emridir.) (Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir.) [Ahzab 71] (Resulüm de ki: “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin!”) [Al-i İmran 31] (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Resulüne inanmayan da kâfirdir. Resulullaha inanmak demek, Onun bildirdiklerinin tamamını kabul etmek, inanıp hepsini beğenmek demektir.) (De ki, Allah’a ve Resulüne itaat edin! [İtaat etmeyip] yüz çevirenler [kâfir olanlar], bilsinler ki, Allah, kâfirleri sevmez.) [Âl-i İmran 32] (Sadece Allah’tan değil, Resulünden de yüz çeviren kâfirdir.) (Resulümün verdiğini alın, yasakladığından da sakının!) [Haşr 7] (O Peygamber, güzel şeyleri helal, çirkin şeyleri haram kılar.) [Araf 157] (Allahü teâlâ, haram kılma yetkisini Resulüne de vermiştir.) (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158, Nur 54] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, apaçık bir sapıklıktadır.) [Ahzab 36] (Allah ve Resulüne itaat eden Cennete, isyan eden Cehenneme gider.) [Nisa 13,14] (İhtilaflı bir işin hükmünü Allah ve Resulünden [Kitap ve sünnetten] anlayın!) [Nisa 59] (Biz her Peygamberi, kendisine itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64] (Allah ile Resullerinin emirlerini birbirinden ayırıp ikisi arasında bir yol tutmak isteyen kâfirdir.) [Nisa 150,151] 292 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, Resulüne Kur’anın açıklamasını, hüküm koymasını emredip, iman, itaat ve kelime-i şehadette de, Resulünü kendisiyle birlikte bildiriyor. İki âyet-i kerime meali: (Kur’anı insanlara açıklayasın diye sana indirdik.) [Nahl 44] (Size kitabı, hikmeti getiren ve bilmediklerinizi öğreten bir Resul gönderdik.) [Bekara 151] İmam-ı Şafii hazretleri buyuruyor ki: Bu âyetteki hikmet, sünnettir. Önce Kur’an, peşinden hikmet bildirilmiştir. (Risale s.78) Bu konudaki hadis-i şerifler de şöyledir: (Bana Kur’anın misli kadar daha hüküm verildi.) [İ. Ahmed] (Yalnız Kur’andaki helal ve haramı kabul edin diyenler çıkar. İyi bilin, Peygamberin haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir.) [Tirmizi, Darimi] (Bana uyan Cennete girer, bana isyan edense Cennete giremez.) [Buhari] (Ümmetim bozulunca, sünnetimi ayakta tutana şehit sevabı verilir.) [Hakim] (İhtilaflarda, sünnetime ve Hulefa-i raşidinin sünnetine sımsıkı sarılın!) [Tirmizi] (Bana uyan, Allah’a uymuş, bana asi olan da, Allah’a asi olmuş olur.) [Buhari] Mezhepsizler, dindeki dört delilin ikisini kabul etmeyip, kitap ve sünnetten başka delil yok diyorlar. Mezhepsizleri de geride bırakan türedi zındıklar, kitap ve sünnet tabirine bile saldırıp, (Kur’andan başka, sünnet adı altında din çıkarılıyor, Kur’anı getirmekle Peygamberin işi bitti, o bir postacıydı) diyerek sünneti Kur’andan farklı gibi gösteriyorlar. Âyet-i kerimelerde bunların kâfir oldukları bildiriliyor. Görüldüğü gibi, yalnız Kur’an diyerek, Resule uymayanların, sahtekâr birer kâfir olduklarını, Allah ve Resulü bildirmektedir. Bunların, Kur’ana inanıyorum demeleri yalandır, çünkü Kur’an-ı kerimi toplayanlar da, hadis-i şerifleri bildirenler de Eshab-ı kiramdır. Birine inanıp öteki inkâr edilmez. Resulullah efendimiz, bunların çıkacağını mucize olarak 14 asır önce bildirmiştir. Üç hadis-i şerif meali: (Bir zaman gelir, beni yalanlayanlar çıkar. Bir hadis söylenince, “Resulullah böyle şey söylemez. Bunu bırak, Kur’andan söyle” derler.) [Ebu Ya’la] (Bazı kibirli kişiler çıkacak, “Allah Kur’anda bildirilenden başka bir şeyi haram kılmadı” diyecek. Yemin ederim ki, benim de emrettiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler vardır. Bunların sayısı Kur’andaki hükümlerden daha çoktur.) [Ebu Davud] 293 www.dinimizislam.com (Kur’andan başka delil kabul etmem diyen [türedi]ler çıkacak.) [Ebu Davud] (Bize yalnız Kur’andan söyle) diyen birine, İmran bin Husayn hazretleri, (Ey ahmak! Kur’anda, namazların kaç rekât olduğunu bulabilir misin?) dedi. Hazret-i Ömer, farzların seferde kaç rekât kılınacağını Kur’anda bulamadık diyenlere, (Kur’anda bulamadığımızı, Resulullah’tan gördüğümüz gibi yaparız. O, seferde, 4 rekâtlı farzları iki kılardı) buyurdu. (Mizan-ül-kübra) Resulullah’a uymanın önemi anlaşılınca, Kur’an-ı kerimin açıklaması olan hadis-i şeriflere de uymak gerektiği anlaşılır. Hadis-i şerifler olmasaydı, namazların kaç rekât olduğu ve nasıl kılınacağı, zekâtın, orucun, haccın farzları, hukuk bilgileri bilinemezdi. Yani hiç kimse, bunları Kur’an-ı kerimden çıkaramazdı. Şu halde Kur’an-ı kerimi anlamak için, onun açıklaması olan hadis-i şeriflere ihtiyaç vardır. Hadis-i şerifleri de anlamak için âlimlere ihtiyaç vardır. Allahü teâlâ, (Peygambere sorun, âlimlere sorun) buyuruyor. Herkes Kur’anı anlayabilseydi o zaman peygambere ne lüzum kalırdı? Kur’an-ı kerimi doğru anlayamadıkları için 72 sapık fırka meydana çıktı? Üç âyet-i kerime meali: (Eğer onun hükmünü peygambere veya ülül-emre [yetkililere, âlimlere] sorsalardı, öğrenmiş olurlardı.) [Nisa 83] (Demek ki, ülül-emre de uyulması gerekiyor.) (Verdiğimiz bu misalleri ancak âlim olanlar anlar.) [Ankebut 43] (Bilmiyorsanız âlimlere sorun.) [Nahl 43] Bu âyetler, Kur’an-ı kerimi anlamak için âlimlerin açıklamasına da ihtiyaç olduğunu bildiriyor. Zaten Kur’an meali okuyan, murad-ı ilahiyi öğrenemez. Tercüme edenin bilgi derecesine göre, yaptığı açıklamayı öğrenir. Bir cahilin veya bir sapığın yazdığı meali okuyan da, Allahü teâlânın bildirmek istediğini değil, tercüme edenin anladım sanarak kendi kafasından anlatmak istediğini öğrenir. Kur’an-ı kerim mealini okuyan, amel ve ibadetle ilgili bilgileri öğrenemez. İtikada ait bilgileri ise öğrenmesi hiç mümkün olmaz, çünkü 72 dalalet fırkası, Kur’an-ı kerime yanlış mana verdiği için sapıtmıştır. Kur’an-ı kerim, dinin anayasası hükmündedir. Yüz binlerce hadis-i şeriflerle açıklanmıştır. Âlimler, Kur’an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri açıklamıştır. Bu açıklamalar olmadan Kur’an-ı kerime uyulamaz. Bugünkü Anayasa da öyledir. Kanunlar, tüzükler, yönetmelikler ve mahkeme ictihadlarıyla ülke yönetilmektedir. Bunlar olmadan sırf anayasa ile ülke yönetilmez. Anayasa hep kanunlara havale eder. Kur’an-ı kerim de hep 294 www.dinimizislam.com Resulullah’a havale eder, âlimlere havale eder. Onun için, sırf anayasa ile memleket idare edilmez, Kur’an mealinden de din öğrenilmez. Hanifçilerin, (Namaz iki vakittir, hem de iki rekâttır) demeleri, Kur’an-ı kerime de sünnete de aykırıdır. Peygamber efendimiz bize namazın beş vakit olduğunu bildirdi. Senelerce beş vakit kıldı. Artık başka delil aramak gerekmez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Salat, müminlere belli vakitlerde farz kılındı.) [Nisa 103] Nisa suresinin 103. âyetinde, (Namaz, belli vakitlerde farz kılındı) buyurulup, ayrıca, 5 vaktin hepsi de diğer âyetlerde bildirildiği halde, Beş vakit namaz ifadesinin geçmeyişi, kutuplarda ve buralara yakın yerlerde, 5 vaktin tamamının teayyün etmemesindendir. (Nimet-i İslam) İsra suresinin, (Güneşin kayması anından, gecenin kararmasına kadar ve sabah vakti namaz kıl) mealindeki 78. âyet-i kerimenin aslında geçen, (Dülûk-üş şems) öğle ve ikindi, (Gasak-ıl leyl) akşam ve yatsı namazı, (Fecr) de sabah namazıdır. (Beydavi) Kaf suresinin, (Güneşin doğuşundan ve batışından önce ve gece Rabbini tesbih et) mealindeki 39. ve 40. âyet-i kerimesindeki, güneşin doğuşundan önceki sabah namazı, güneşin batışından önceki öğle ve ikindi namazı, geceki de akşam ve yatsı namazıdır. (Beydavi) İbni Abbas hazretleri, (Kur’an-ı kerimde beş vakit namazı bildiren âyet hangisi) diye sual edildiğinde, şu mealdeki âyet-i kerimeyi okudu: (Akşama girerken, sabaha ererken, gündüzün sonunda ve öğle vaktinde Allah’ı tenzih edin!) [Rum 17,18] (Akşama girerken) ifadesinden maksat, akşam ve yatsı namazı, (sabaha ererken) ifadesindeki sabah namazı, gündüzün sonundaki, ikindi namazı, öğledeki de, öğle namazıdır. (Celaleyn) Nur suresinin 58. âyet-i kerimesinde, (salât-ı fecr = sabah namazı) ve (salât-ı işâ = yatsı namazı) ifadesi açıkça geçmektedir. Peygamber efendimiz, Bekara suresindeki, (Namazları ve vusta namazını kılın) mealindeki 238. âyet-i kerimeyi açıklarken, (Vusta namazı ikindi namazıdır) buyurdu. (İ. Ahmed) Bu âyet-i kerimede, (Namazları ve orta namazı [ikindi namazını] kılın) buyuruluyor. Arabi gramere göre, namazlar [salevat] denince, ikiden fazla namaz anlaşılır, çünkü iki namaz demek için, salevat [namazlar] değil, salateyn [iki namaz] denilir. Vusta [orta] namaz ikindi namazı olduğuna göre, ikindi hariç, öteki namazların sayısı iki olamaz, ikiden fazla olması gerekir. Üç de olamaz. Çünkü VUSTA NAMAZI hariç 4,6 gibi çift sayılı olmalı ki, orta namaz [ikindi namazı] tam ortada olabilsin. Yani 295 www.dinimizislam.com ortadaki namaz ikindi olduğuna göre, ondan önce iki namaz, ondan sonra da iki namaz bulunduğu meydana çıkar. Diğer âyetlerdeki namaz vakitleri de dikkate alınınca, namaz vakitlerinin beş olduğunda hiç şüphe kalmaz. Bir âyet-i kerime meali daha: (Gündüzün iki tarafında, gecenin de yakın saatlerinde dosdoğru namaz kıl, çünkü güzellikler kötülükleri [günahları] giderir. Bu, iyi düşünenlere bir öğüttür.) [Hud 114] Gündüzün iki tarafındaki namazlar sabah, öğle, ikindi; gecenin yakın saatlerindeki namazlar da akşam ve yatsı namazlarıdır. (Medârik) Burada (hasenat = güzellikler) ifadesinden murat beş vakit namazdır. (Medârik, Beydâvî) Dinimizde, Kitap ve Sünnet’ten sonraki delil İcma’dır. Peygamber efendimiz, Eshab-ı kiram ve onlardan sonra bugüne kadar gelen bütün âlimler, beş vakit namaz kılmış, bu hususta kesin bir icma hâsıl olmuştur. İslam âlimleri de, beş vakit namazın nasıl kılınacağını kitaplara yazmışlar, böylece dördüncü delil olan Kıyas-ı fukaha ile de namazın beş vakit olduğu sabit olmuştur. Namazın beş vakit olduğuna dair hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (İslam beş temel üzerine kuruldu: 1- Allah’a ve Muhammed aleyhisselamın Onun resulü olduğuna inanmak, 2- Her gün beş vakit salat [namaz] kılmak, 3- Senede bir kere malının kırkta birini Müslüman olan fakirlere zekat vermek, 4- Ramazan-ı şerif ayında her gün oruç tutmak, 5- Mekke’ye giderek, ömründe bir kere hac etmek.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai] (Beş vakit namaz kılanın hâli, evinin önünden akan suda beş defa yıkanan kimse gibidir. Nasıl böyle bir kimse kirden temizlenirse namaz kılan da küçük günahlardan öyle temizlenir.) [Buhari, Müslim, İ.Ahmed, Beyheki, Darimi, Taberani] (Cebrail aleyhisselam, bana imamlık yaptı ve kendisi ile birlikte beş vakit salat [namaz] kıldım ve beş vakit salatla [namazla] emrolundum.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai] (Farz olduğuna inanıp, rükû, secde, abdest ve vakitlerine riayet ederek beş vakit farz salata [namaza] devam edene Cennet vacib, Cehennem haram olur.) [Taberani] (Beş vakit namazı, ilk tekbire yetişerek kırk gün cemaatle kılana Cennet vacibdir.) [Ebu Ya’la] 296 www.dinimizislam.com (Allah’tan korkun, beş vakit namazı kılın, [Ramazan ayında] oruç tutun, mallarınızın zekâtını, isteyerek verin, âmirinize itaat edin, böylece Rabbinizin Cennetine girin.) [Tirmizi] (Allah için ibadetinizi ihlaslı yapın. 5 vakit namazı kılın, severek malınızın zekâtını verin, Ramazan orucunu tutun, Hacca gidin, böylece Rabbinizin Cennetine girersiniz.) [Taberani] (Allahü teâlânın ilk farz kıldığı şey beş vakit namazdır. İlk ortadan kalkacak olan da yine beş vakit namazdır. İlk sorgu da beş vakit namazdan olacaktır.) [Hâkim] (Kıyamette herkes korku içindeyken, korkmayan üç grup insandan biri, sırf Allah rızası için, her gün beş vakit namaza çağıran müezzindir.) [Taberani] (Allahü teâlâ beş vakit namazı emretti. Güzel abdest alıp, bunları vaktinde kılanı, rükû ve huşularını tam yapanı affedeceğine söz verdi. Bunları yapmayan için söz vermedi. Onu dilerse affeder, dilerse azap eder.) [Ebu Davud, İbni Mace, Nesai, İ. Malik, İ. Ahmed] (Beş vakit namaz, güzelce kılan için Kıyamette nur, delil ve kurtuluş olur.) [İbni Nasr] (Hak teâlâ buyurdu ki: Beş vakit namazı farz kıldım. Şartlarına uyup, vaktinde kılanı Cennete koyacağıma söz verdim. Kılmayana verilmiş bir sözüm yoktur.) [İbni Mace, Ebu Davud] (Beş vakit namaz ve Cuma namazı, gelecek Cumaya kadar ve Ramazan orucu, gelecek Ramazana kadar yapılan günahlara kefarettir. Büyük günah işlemekten sakınanların küçük günahlarının affına sebep olur.) [Müslim, İ.Ahmed] (Mirac gecesi, elli vakit namaz farz oldu. Sonra beş vakte indirildi.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed] (Allahü teâlâ buyurdu ki: Bende söz ve hüküm asla değiştirilmez. Bu beş vakit namaz karşılığında elli vakit namaz sevabı vardır.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai] (Bir kadın, beş vakit namazı kılar, orucunu tutar, kendini yabancılardan korur ve kocasına itaat ederse, Cennete istediği kapıdan girer.) [İbni Hibban] (Beş vakit namazı terk eden, Allah’ın hıfz ve emanından mahrum olur.) [İbni Mace] (Herkes bozulunca, beş vakit namazı cemaatle kılana, her gün yüz şehid sevabı yazılır.) [İ.Nasr] (Beş vakit namazı cemaatle kılan, Sırat köprüsünü şimşek gibi geçer.) [Taberani] 297 www.dinimizislam.com (Beş vakit namazı kılan, Ramazan orucunu tutan, zekât veren ve büyük günahlardan sakınan herkese, kıyamette, Cennetin sekiz kapısı açılır. Dilediği kapıdan girer.) [Hâkim] (Beş vakit namazlardan sonra yapılan dua kabul olur.) [Buhari] (Beş vakit namaza devam edin, çünkü küçük günahlara kefaret olur.) [Taberani] (Kitab ehli olan bir kavme vazifeli olarak gittiğin zaman, önce, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şehadet etmeye davet et. Bunu kabul ederlerse, Allah’ın günde beş vakit namazı farz kıldığını haber ver. Bunu da kabul ederlerse, Allah’ın kendilerine zenginlerinden alınıp fakirlerine verilen zekâtı farz kıldığını söyle.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud] (Beş vakit namazı kılan, Ramazan orucunu tutan, zekâtını veren ve yedi büyük günahtan kaçan kimseye, Cennetin bütün kapıları açılıp, “Selamet ve emniyet içinde gir” denilir.) [Nesai] Saçları dağınık biri [belki de İslamiyet’i öğrenmek için] gelip, Resulullah’a sordu: (- Ya Resulallah İslam nedir? - Günde beş vakit namaz kılmaktır. - Beşten fazla değil mi? - Hayır, nafile kılmak isteyen kılabilir. Bir de yılda bir ay Ramazan orucu vardır. - Bundan başka, oruç yok mu? - Nafile olarak tutmak isteyen tutabilir. Bir de zengin için malının zekâtı vardır. - Bundan fazlası var mıdır? - İsteyen nafile olarak sadaka verebilir. - Vallahi ne fazla, ne de bundan noksan yaparım. - Bunları yapan kurtuluşa erer.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud, Nesai] Bu kadar vesika karşısında, namaz iki vakittir demek zındıklığın daniskasıdır. Namaz vakitlerine, altı veya üç diyen sapıklar da vardır. Demek ki, Resulullah’ın bildirdiği esas almayınca herkes farklı bir yol tutuyor. Elde sağlam bir ölçü olmayınca, daha ne zırvalar çıkar. Emri maruf ve nehy-i münker Emr-i maruf nehy-i münker nedir Sual: Emr-i maruf ve nehy-i münkeri kimler, nasıl yapabilirler? Kimlere yapabilir? Ne zaman farz olur, ne zaman caiz olmaz? 298 www.dinimizislam.com CEVAP Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker, farz-ı kifayedir. Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir. Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlardır.) [İ. Gazali] Böyle mühim olan emr-i marufun bazı şartları vardır. Mesela emr-i maruf yapan, aynı kötülükleri kendisi işlememelidir. İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur'an-ı kerimde mealen, (İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz?) buyuruluyor. [Bekara 44] O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile amil olmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İsra gecesinde, ateşten makaslarla dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da "İyilikle emreder kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık" diye cevap verdiler.) [İbni Hibban] (Emr-i maruf ve nehy-i münkeri, rıfk ve hilm sahibi fakihler yapar.) [İ.Gazali] Emr-i maruf çok mühim olduğu için, insan, kendisi her iyiliği yapamazsa ve her kötülükten kaçamazsa da, gücü yetiyorsa, emr-i marufta bulunması gerekir. Hazret-i Enes, (Ya Resulallah, tamamen yapamadığımız bir şeyi emretmeyelim mi? Kendimiz tamamen sakınamadığımız bir şeyi nehy etmeyelim mi?) diye sual edince, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Her ne kadar iyiliğin hepsini yapamasanız ve her ne kadar kötülükten sakınamasanız da, emr-i maruf ve nehy-i münker yapınız!) [İ. Gazali] Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki: (Söz ve yazı ile emr-i maruf âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir.) [Hadika] Faydası olmayacağı ve zarar geleceği bilindiği halde, her günah işleyene emr-i maruf yapmaya kalkmak doğru değildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, kıyamet günü, bir kuluna, günah işleyeni gördüğü zaman niçin engel olmadığını soracak, o kimse de, "Onun zararından, 299 www.dinimizislam.com düşmanlığından korktum, senin af ve mağfiretine güvendim" diyecek [ve mazur görülecek]tir.) [İbni Mace] Emr-i maruf farzdır Sual: İmam-ı Rabbani, (Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker Peygamber efendimizin sünnetinden, belki İslamiyet'in vaciblerinden ve farzlarındandır) diyor. Emr-i maruf sünnet mi, vacib mi, farz mı? CEVAP Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır. Farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104] Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı, yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir. Belki kelimesi her zaman ihtimal manasında değildir. Bazen elbette öyle demektir, kesinlik ifade eder. Vacib de, yalnız kullanıldığı zaman genelde farzdır, şarttır anlamındadır. Mesela bu işi yapmak vacibdir demek şarttır, farzdır demektir. Farz ve vacib denilince, o zaman farz ile sünnet arasındaki hüküm anlaşılır. Mesela namazın farzları ve vacibleri var denince burada vacib, herkesin bildiği vacibdir. Yukarıda vaciblerinden ve farzlarından deniyor. Bu, şartlarından ve farzlarından demek oluyor. Birbirini kuvvetlendirmek için söylenmiştir. Sünnet de, tek başına kullanılınca İslamiyet anlamına gelir. Mesela (Sünnetimi terk edene şefaat etmem) demek, Müslüman olmayana şefaat etmem demektir. Yoksa büyük günah işleyenlere de şefaat vardır. Yukarıda emr-i maruf farzı için, Peygamber efendimizin sünnetinden demek, Peygamber efendimizin yaptığı farzlardan biridir demektir. Kelimenin tek manası ile hareket edilirse yanlış neticeye varılır. Dini anlatırken nelere dikkat etmeli Sual: Dini konuları iyi bilen bir zat, rastgele önüne gelene, bir topluluk içinde, “Sen yanlış yapıyorsun, doğrusu şöyle” diyerek insanların kalbini kırıyor. “Sen kalb kırıyorsun” dediğimizde de, “Birisinin hatasını görüp de doğruyu söylemeyen kâfir olur” diyor. Bu zatın yaptığı doğru mudur? Dini bilgileri anlatırken nelere dikkat etmek gerekir? 300 www.dinimizislam.com CEVAP Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Rabbinin yoluna hikmet ile, güzel öğütlerle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125] Bildiğimiz iyi ve doğru şeyleri, bilmeyenlere, en güzel tarzda öğretmek gerekir. Çünkü ilmin zekâtı, bilmeyenlere ilmi öğretmekle ödenir. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapan, tavsiye ettiği iyi şeyleri kendi yapmalı, kötü olarak bildirdiği şeyleri kendisi işlememelidir! İşlerse sözü tesirli olmaz. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İnsanlara iyiliği emreder de, kendinizi unutur musunuz!) [Bekara 44] Allahü teâlâ, İsa aleyhisselama, (Önce kendine nasihat et, eğer kendin bu nasihati tutarsan, kendin bunu yaparsan, başkalarına da söyle! Kendin yapmazsan benden utan) buyurdu. (Şir’a) O halde emr-i maruf yapan, ilmi ile âmil olmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İsrâ gecesinde, [Miraca çıktığım gece] ateşten makaslarla, dudakları kesilen insanlar gördüm. Kim olduklarını sordum. Onlar da, “İyiliği emreder, kendimiz yapmazdık. Kötülükten nehyeder; fakat kendimiz sakınmazdık” diye cevap verdiler.) [İbni Hibban] Bir kimsenin kusurunu, emr-i maruf için de olsa, herkesin önünde söylemek, uygun değildir. Aksine, kusurlarını gizlemek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kim arkadaşının aybını örterse, Allahü teâlâ da kıyamet günü, onun aybını örter. Kim de, müslüman arkadaşının aybını açığa vurursa, Allah da onun aybını açığa vurur. Hatta evinde bile onu rezil eder.) [İbni Mace] Birisine nasihat eder gibi konuşursak, yaptığının yanlış olduğunu bildirirsek, karşımızdakine, (Sen cahilsin, sen bu hususları bilmezsin) demiş oluruz. Böylece karşımızdakini üzmüş, kalbini kırmış oluruz. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Hiçbir insanın kalbini incitmemelidir! Kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü teâlâyı en ziyade inciten, küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. (c.3, m.45) Büyük İslam âlimi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin vasiyetnamesinin son satırı şöyledir: (Hiç kimsenin kalbini incitmeyin.) Genelde kendini beğenen, kibirli olan kalb kırar. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: 301 www.dinimizislam.com (Bir müslümanı incitmek, kalbini kırmak, Kâbe’yi yetmiş kere yıkmaktan daha günahtır.) [R.Nâsıhin] (İnsanların en kötüsü, insanlara zarar veren, onları incitendir.) [İ.Ahlakı] (Mümin Kâbe’den üstündür.) [İbni Mace] İyiliği tavsiye için üç şart lazımdır: İlim, Akıl ve İhlas. 1- İlim sahibi olmalıdır. Anlatacağı iyiliğin iyi, kötülüğün kötü olduğuna dair muteber kitaplardan delili bulunmalıdır! Sabretmesini bilmelidir! İlmi noksan olan, tebliğ edeceğini kendisi bilmeyen ve kendi tatbik etmeyen, başkalarına doğruyu nasıl öğretebilir? Tecrübesi de yoksa, birçok yanlışlıklar yapar. Fayda yerine zarar verir. 2- Akıl sahibi olmalıdır. Bir kimsenin aklı az ise, nakli anlamakta aciz ise, ilmi de noksan olur. Ahmak, hizmet ediyorum diye uygunsuz işler yapar. İlm-i siyaseti bilmeyen, yumuşak söylemeyen, insanları idare etme sanatından uzak olan kimse de, fitneye sebep olur. Rıfk ile konuşmalıdır. Akıllı kimse, rıfk ile konuşur. Rıfk yumuşaklık demektir. Katılığın tersidir. Sert ve kaba konuşan, fitneye sebep olur. Hilm ile tatlılıkla söylemeli, şefkatle muamele etmelidir. Bir vaiz, zalim sultan karşısında doğruyu söylemek en büyük cihad diye, Halife Memun’a, sert sözlerle nasihat vermeye başladı. Halife, (Ey vaiz, Allahü teâlâ, senden iyisini, benden kötüsüne gönderdiği halde, o, yumuşak konuştu) dedi. Vaiz, (Benden iyi ve senden kötü olan kimdir?) dedi. Halife, (Benden kötü olan Firavun’dur, senden iyi olan da Musa aleyhisselamdır) dedi. Allahü teâlâ da, Hazret-i Musa’ya, Firavun’la konuşurken yumuşak konuşmasını emretmiştir. (Tâhâ 44) Ahirette Firavun, (Bana sert hareket edildiği için, kabul edemedim) diyemeyecektir. 3- İhlaslı olmalıdır! İhlas yoksa, yaptığı işleri sırf Allah rızası için yapmıyorsa, dünya menfaatleri için yapıyorsa, o işin hayrı olmaz. “Birisinin hatasını görüp de söylemeyen kâfir olur” sözü yanlıştır. İlim sahibi birine, biri, lüzumlu dini bir sual sorsa, o da bunu bildiği halde, hiç bir mazeret yokken gizlerse, işte o zaman günah işlemiş olur. (Hatasını gördüğümüz herkese, doğrusunu bildirmek gerekir) diye bir şey yoktur. Sual: Emri maruf farzı ayn değil mi? Mesela camiye gidiyoruz, kimi başı açık ve yalınayak namaz kılıyor. Kimisi sandalyeye oturup Hıristiyanların put önünde ayin yaptığı gibi namaz kılıyor. Bunları teker teker söylemek gerekir mi? Fitne çıkacak diye söylemezsek bir sakıncası olur mu? CEVAP 302 www.dinimizislam.com Emri maruf, farz-ı ayn değil, farzı kifayedir. Bu vazifeyi yapanlar var ise, diğerleri sorumluluktan kurtulur. Yani mekruh veya haram işleyen herkese bu yanlış demeniz uygun olmaz. Yapabilirsek, böyle kimselere bir tane İslam Ahlakı kitabı hediye etmek iyi olur. Müjdele, nefret ettirme! Sual: Bazıları (İbadetleri ya tam yap, ya da bırak, böyle olmaz!) diyorlar. Halbuki insanın yapabildiği kadarını da terk etmemesi doğru değil midir? CEVAP Birkaç günaha müptela olan kimse, birinden vazgeçmek isterse, ona, (Diğerlerini bırakmadığına göre, bu günaha da devam et) denmez. Günah miktarı ne kadar azaltılırsa o kadar iyi olur. Allah’tan korkup, bir günahtan vazgeçmek iman alametidir. Hadis-i şerifte, (Ömründe bir defa Allahü teâlâyı anan veya Ondan korkan müslüman, Cehennemden çıkar) buyuruldu. [Tirmizi] Günah işleyen, oruç tutuyor veya zekât veriyorsa, (Aman bunları bari bırakma) demelidir! Bu ibadetleri de yapmazsa, dinden tamamen uzaklaşabilir. Korkutmaktan çok, müjdeleyici olmak gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Rahmet-i İlahiden ümit kestirip, dinden nefret ettirenlere lanet olsun!) [Şir’a] (Kolaylaştırın, güçleştirmeyin; müjdeleyin nefret ettirmeyin!) [Müslim] Bir genç, (Ya Resulallah, şu üç günahı bırakamıyorum) dedi. O üç günah, yalan, zina ve içki idi. Peygamber efendimiz, (Bu üç günahtan yalanı benim için bırak) buyurdu. Genç kabul edip gitti. Daha sonra, diğer iki günahı işlemek isteyince, (Bu günahları işleyip Resulullahın karşısına çıkınca, “Ben işlemedim” desem yalan söylemiş olurum. Eğer işlediğimi söylersem, beni cezalandırır) diye düşündü. Diğer iki günahtan da vazgeçip salihlerden oldu. (Şir’a) Kelime-i şehadeti dil ile söyleyip kalb ile de tasdik eden müslümandır. En büyük günahı işleyen de müslümanlıktan çıkmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Cebrail aleyhisselam, “Ümmetine müjde ver ki, şirk üzere ölmemiş olan Cennete girer” dedi. Ben, “Zina ve hırsızlık eden de mi Cennete girer” diye üç defa sordum. “Evet, zina ve hırsızlık eden de Cennete girer” dedi. Daha sonra, “İçki de içse, yine Cennete girer” dedi.) [Buhari] [Bu günahların cezaları çekildikten sonra Cennete girilir.] 303 www.dinimizislam.com Bu müjdeler, insanı günah işlemeye sevk etmemelidir! Her günah, kalbi karartır, insanı küfre sürükler ve ebedi Cehennemde kalmaya sebep olabilir. Allahü teâlânın gazabı günahlar içinde saklıdır. Onun için her günahtan kaçınmalıdır. Belam-ı Baura, çok ibadet eden büyük bir âlim iken, bir günah yüzünden kâfir oldu. Günah işleyen hemen tevbe etmelidir! (K. Saadet) Dinden nefret ettirmek Sual: (Müjdeleyin, nefret ettirmeyin) hadisine rağmen, (İnkâr eder veya şu günahı işlerseniz, cehenneme gidersiniz) gibi âyet ve hadisleri nakletmek nefrete sebep olmaz mı? CEVAP Allahü teâlânın azabının şiddetli olduğunu bildiren âyet-i kerime ve hadis-i şerifleri nakletmek, (Nefret ettirmeyin) hadis-i şerifine aykırı değildir. Âyet-i kerimeler birbirine aykırı olmaz. Hadis-i şerifler de âyet-i kerimeye aykırı olmaz. Müminin Allahü teâlânın azabından korkması ve rahmetini ümit etmesi gerekir. Yarın ahirette kâfirler, (Bize dünyada Allah’ın azabının olduğunu bildiren kimse olmadı) derlerse, ne cevap verilecek? Hâşâ Kur’an-ı kerimdeki azap âyetleri lüzumsuz mudur? Hiç kimseye duyurulmaması mı gerekir? Günah işleyenlerin cezalarının verileceğini bildiren hadis-i şerifleri gizlemek mi gerekir? (Nefret ettirmeyin) hadis-i şerifini istismar eden, yani kötüye kullanan kimseler, ateist olup, kendilerine hümanist diyen dinsiz kimselerdir. Allahü teâlânın azabı şiddetlidir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Allah’a ve Resulüne inanmayan [kâfir olur ve] kâfirler için çılgın bir ateş hazırladık.) [Feth 13] (Allah’a ve Resulüne karşı gelen, bilsin ki, Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 13] (Kullarıma haber ver ki, ben gafur-ur-rahim olduğum gibi, azabım da çok acı, çok şiddetlidir.) [Hicr 49–50] Günah işleyenlerin cezalandırılacağını bildiren birkaç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Zina ve faiz yaygınlaşan toplum, Allahü teâlânın azabını hak etmiş olur.) [Hâkim] (Allahü teâlâ, içki içene, içirene, alıp satana, yapana, saklayana, taşıyana, kendisine götürülene ve parasını yiyene lanet etti.) [İbni Mace] (Livata yapan melundur.) [İ. Ahmed] 304 www.dinimizislam.com (Nefret ettirmeyin) demek, emr-i maruf ve nehyi münkeri terk edin, günahlara verilen cezaları açıklamayın demek değildir. Emr-i maruf yaparken, nefrete sebep olmayın, yumuşak olarak bildirin, samimiyetle ve şartlarına uygun olarak tevbe edenlerin affedileceğini de söyleyin demektir. Emr-i marufun önemi Sual: Herkesin emr-i maruf ve nehy-i münker yapması, [iyiliği emredip kötülüğü önlemeye çalışması], mesela, bir haksızlık karşısında eylemlerde bulunması, farz değil mi? Haksızlık karşısında susmak caiz midir? Yoksa bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın mı diyelim? CEVAP Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Yani, herkese farz değil, gücü yetene farzdır. Her gücü yetene de farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Â. İmran 104] Maruf, dinimizin emrettiği, münker ise, dinimizin yasakladığı işlerdir. Emr-i maruf yapılmazsa, ilim yok olur, cahillik, fitne ve fesat her yeri kaplar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Fitne [bid’at, sapıklık, küfür] yayıldığı zaman, hakikati, doğruyu bilen bir kimse, [imkanı nispetinde, söz ile, yazı ile, gazete, dergi, radyo, tv ile] başkalarına [mümkün olan her yere ve herkese] bildirsin, [imkanı var iken, bir engel de yok iken bildirmezse], Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun!) [Deylemi] (Ümmetimin bir kısmı, kabirlerinden maymun ve domuz şeklinde kalkar. Bunlar Allah’a isyan edenlere, nehy-i münker yapmayan kimselerdir.) [Ebu Nuaym] (Bir toplumda, gücü yettiği halde, günah işleyenlere, mani olmayanlar, ölmeden önce de, Allahü teâlânın azabına maruz kalırlar.) [İbni Mace] (Kötülük men edilmezse, azap o milletin hepsine birden iner.) [Hakim] (Geçmiş ümmetlerden bir kısmı çeşitli azaba uğradı. Bunların arasında iyiler yok muydu) denildiğinde, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Hep birlikte helak oldular. Zira günah işlenirken iyiler susmuştu.) [Taberani] 305 www.dinimizislam.com Âlimlerin, güçleri yettiği kadar, fitneye sebep olmadan idarecilere, emri maruf yapması gerekir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, hak yolu gösteren bir söz söylemektir.) [Tirmizi] Emr-i maruf yaparken, fitne çıkarmamaya çok dikkat etmelidir. Zarar geleceği bilinirken, günah işleyen herkese, emr-i maruf yapmak yanlıştır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kıyamette, bir kimseye, günah işleyene, niçin engel olmadığı sorulacak, o da, “Onun zararından korktum, Allah’ın affına güvendim” diyecek ve mazur görülecektir.) [İ Mace] (Zalimin zulmünü değiştiremeyen, oradan hicret etmelidir.) [F.Bilgiler] (Bozuk bir işi [nasihat ederek ve diğer meşru yollarla] düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki] Son hadis-i şerif, saldırganlığı değil, meşru yollardan öğüt verip sabretmeyi emretmektedir. Kudreti varken, gücü yeterken, haram işleyene mani olmamak müdahene olur. Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram işleyene veya yanında bulunanlara olan saygısı yahut dine olan bağlılığının gevşekliği, müdaheneye sebep olur. Günah işleyene müdahale Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına zarar olmadığı zaman, haram ve mekruh işleyene mani olmak gerekir. Mani olmamak, susmak haram olur. Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok yerde iyi ise de, gücü yetenin hakkı, hayrı söyleyecek yerde susması yanlıştır. İlmin zekâtı, ancak ilmi öğretmekle ödenir. Âlimin mürekkebi, şehidin kanından üstün olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlânın yeryüzünde şehitlerden üstün mücahidleri vardır. Bunlar, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker yapan kimselerdir.) [İ.Gazali] Hazret-i Ebu Bekir, (Ya Resulallah, müşriklerle savaştan başka cihad var mı) diye sorunca, Peygamber efendimiz cevap olarak buyurdu ki: (Evet, şehidlerden üstün mücahidler vardır. Emr-i maruf yaparlar, salihleri sever, facirlere buğzederler.) [Tibyân] 306 www.dinimizislam.com Dinimizin temeli, imanı, farzları ve haramları öğrenmek ve öğretmektir. Allahü teâlâ, Peygamberleri bunun için göndermiştir. Bunlar öğretilmezse, İslamiyet yıkılır, yok olur. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu Cehennem ateşinden koruyun!) [Tahrim 6] Kötüler de hizmet edebilir Sual: Dine hizmet edecek kimselerin mutlaka salih Müslüman olması mı gerekir? Günahkâr insan da hizmet edemez mi? CEVAP Öyle bir şart yok. Herkes hizmet edebilir. Bir hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ, bu dini bir facirle de kuvvetlendirebilir.) [Buhari] Facir, haramlara dalmış günahkâr ve kötü insan demektir. Emr-i maruf yaparken Sual: Samimi olduğum arkadaşlarıma bile emr-i maruf yapamıyorum. Mesela birine, (Seni sabah namazında göremiyorum) desem, teşekkür etmeyi bırakın, ne bahaneler buluyor. Bu da yetmiyor. Sen benim kusurlarımı mı arıyorsun? Sen de şunları yapıyorsun ya diyor. Bir hakkı kabul etmemek neden ileri gelir? CEVAP Hakkı kabul etmemek kibirden ileri gelir. Kibirli kimse, tenkit edilmekten hiç hoşlanmaz. Kendi ayıplarını görmeyip başkalarının kusurları ile meşgul olur. Bir çocuk bile, bir cahil bile bize bir nasihat verse, onu memnuniyetle kabul etmeliyiz. Bir hadis-i şerif meali: (Bir kimseye dini bir öğüt tebliğ edilirse, bu, Allahü teâlâ tarafından gönderilen bir nimettir. Şükrederek onu kabul etmesi ne iyidir. Kabul etmezse Allahü teâlâ onun günahını arttırır ve ona daha fazla gazap eder.) [İ.Asakir] Deli denilmedikçe Sual: (Bir kimseye deli denilmedikçe, imanı tamam olmaz) hadis-i şerifindeki deliden maksat nedir? CEVAP Deli, kârını, zararını düşünmeyen kimsedir. Bazı kimseler, insanların, dünya ve ahiret saadetine kavuşması için, aklını, fikrini dinin yayılmasına vermiştir. Hiç kârını, zararını düşünmeden çalışır. Kendi rahatını düşünmez. İnsanlar böyle kimselere deli derler. Eshab-ı kiramın hepsi böyle çalışmıştır. 307 www.dinimizislam.com Bir İslam âlimi, (Siz eshab-ı kiramı görseydiniz, deli derdiniz. Onlar sizi görseydi, acaba bunlar Müslüman mı, diye tereddüt ederlerdi) buyuruyor. Hazret-i Ebu Bekir, insanların azap görmemesi için kendi vücudunun büyültülerek Cehenneme atılmasını istiyor. İşin mahiyetini bilmeyenler, böyle merhametli Müslümanlara deli diyebilirler. (Mektubat-ı Rabbani) Borçlunun yardımı Sual: Borçlu bir kimse, dini yayan yani farz olan emr-i maruf görevini yapan yerlere yardımda bulunabilir mi? CEVAP Taksitli borçları varsa, yardım etmenin hiç mahzuru olmaz. Günü gelmiş âcil borçlar varsa, fitneye sebep olmayacak kadar borçlar ödenmeli, arta kalanıyla da, emr-i maruf yapan yerlere yardım etmek çok iyi olur. Deli denene kadar Sual: Ebu Ya’la’nın bildirdiği bir hadiste, (Size mecnun [deli] denene kadar, Allah’ı çok zikredin!) deniyor. Allah’ı çok zikredene, insanlar niye deli desinler ki? CEVAP Bir hadis-i şerifi, başka bir hadis-i şerif açıklayabilir. Yukarıdaki hadis-i şerifi açıklayan başka bir hadis-i şerifin meali şöyledir: (Münafıklar size mecnun diyene kadar, Allah’ı çok zikredin!) [İ. Ahmed] Genelde deli diyenler, münafıklardır, mürtedlerdir, dinsizlerdir. Meseleyi iyi bilmeyen Müslümanlar da deli diyebilir. Bir hadis-i şerif meali daha: (Bir kişiye deli denmedikçe, o kişinin imanı tamam olmaz.) [M. Rabbani 1/65] Buradaki deli de, aynı anlamdadır. Hizmet delisi mânâsındadır, çünkü nefs kâfir olduğu için, bu hizmete engel olur. İnsan nefsini ayaklar altına alıp, bir kişiyi daha Cehennem ateşinden kurtarmak için yola çıkarsa, insanların hidayeti için gece gündüz demeden çalışırsa, doğru din kitaplarını tavsiye eder ve bu kitapları, hiçbir karşılık beklemeden tanıdıklarına verirse, münafıklar gibi, nefsi de ona, sen delisin der. Cahil insanlar da deli der. İlmi yaymak cihaddır Sual: (Bir haramı ortadan kaldırmak, bir haramın ortadan kalkmasına sebep olmak yüz şehid sevabından fazladır) deniyor. Ehl-i sünnet kitaplarını dağıtarak ilmin yayılmasını sağlamak cihad mıdır? Cihadsa, cihad için verilen sevaba ve faziletlere ortak olabilir mi? 308 www.dinimizislam.com CEVAP Evet, dini yaymak günümüzün cihadıdır ve bildirilen faziletlere kavuşur. Çünkü kitap vermek emr-i maruf yapmak demektir. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (İlim öğrenenle öğreten, sevabda ortaktır.) [Hatib] (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada [savaşa] verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi] Görüldüğü gibi, ibadetlerin sevabı Allah yolunda savaşmanın sevabına göre çok azdır. Bu cihad sevabı da emr-i marufun yanında denizde damla kalıyor. Emr-i maruf yaparak çok sevab kazanmak isteyen, nakli esas alan muteber din kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Hatta ilim öğretmek, ilim öğrenmekten daha sevabdır. İlim öğrenenin ve öğretenin rızkına Allahü teâlâ kefildir. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (İlim öğrenmeye çalışanın rızkına Allah kefildir.) [Deylemî, Hatib] (Cihada sarılın ki, sıhhat bulasınız ve zenginleşesiniz.) [İ. Adiy] Dine hizmet ederken Sual: Dine hizmet etmek için neler yapmak gerekir? CEVAP Dinimize hizmet etmek için, Müslümanların gayrimüslimlerde bulunan savaş araçlarının hepsini yapmaları ve kullanmaları farz-ı kifayedir. Asrımızda gayrimüslimler her türlü propaganda yoluyla soğuk savaş yapıyor, İslamiyet’e saldırıyor, gençleri aldatmaya uğraşıyorlar. Müslümanlar, her türlü teknolojiyi kullanarak gayrimüslimlerin soğuk savaşına karşı koymalı. Kitap, dergi, gazete, radyo, TV ve internetle İslamiyet’in üstünlüğünü, faydalarını hem Müslüman yavrularına öğretmeli, hem de bütün dünyaya yaymalı. Bunu yapabilmek için, İslam bilgilerinin fen kollarını da iyi öğrenmeli. İslam’a hizmet etmek ve din düşmanlarının yalanlarını, iftiralarını yüzlerine çarpabilmek isteyenlerin, lüzumlu fen bilgilerini ve Ehl-i sünnetin temel bilgilerini iyi kavramaları gerekir. Bu ikisinden birinde eksiği olanların İslamiyet’e faydaları değil, zararları dokunur, fitneye sebep olur. (Yarım doktor candan, yarım hoca dinden eder) sözü meşhurdur. Köylere Kur’an kursları açılmalı, ilmihal bilgileri de öğretilmeli. Her Müslüman, din bilgilerini öğrettikten sonra, oğlunu liseye, üniversiteye de göndermeli. Dinini, vatanını seven Müslümanlar, çocuklarını okutmazsa, devlet işleri, propaganda vasıtaları, art niyetli, kötü kimselerin elinde kalır, dinsizlik yayılır. Dinimize, vatana ve millete hizmet etmek için, üniversiteyi 309 www.dinimizislam.com bitirmek ve daha da çalışmak gerekir. Her gün çarpışan İslam ile küfürden biri, elbette ötekini yener. Bu ölüm kalım savaşına katılmayan, hatta bundan haberi bile olmayan ahmaklar, ahirette ağır cezaya maruz kalacaklardır. Allahü teâlâ çalışana yardım eder. Boş oturanı sevmez ve yardım etmez. O halde, dinimizi yaymak için uygun şekilde çalışmalıdır. İlmi yaymak Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdığı kitapları yaymak, onları yazan âlimler gibi sevab kazanmaya sebep olur mu? CEVAP Elbette, bunlar birbirine bağlıdır. Din kitabı yazılmasa, din nasıl yayılabilir ki? Tersi de böyledir. Bir kitap yazılır, öylece rafta durur, yayılmaz ve okunmazsa insanlar faydalanamaz. Onun için kitabı yazan zatlar, emr-i marufun önemini bildiğinden, onun yayılması için gerekli tedbirleri alır. Fıkıh ilmi önemlidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâ, hayır murat ettiği, sevdiği kulunu fıkıh âlimi yapar.) [Taberanî, Beyheki, Bezzar] Yani hakiki âlim çok kıymetlidir. Allahü teâlâ, sevdiği kimseleri âlim yapar. Daha çok severse bu âlimi dinin yayılmasına hizmet ettirir. Dinin yayılmasına hizmet edenler de, Allahü teâlânın sevgili kulları arasına girerler. Onun için, (Allah bir kulu severse fıkıh âlimi yapar, daha çok severse fıkıh ilmini yayıcı yapar) buyurulmuştur. Bu kitapların yayılması için çok çalışmalıdır. İmam-ı Rabbani hazretleri, bir zata yazdığı mektupta buyuruyor ki: Sizin bu nimete kavuşmanız, İslamiyet bilgilerini ve fıkıh hükümlerini yaymakla olmuştur. O hâlde, din bilgilerini ve fıkıh ahkâmını yaymaya elinizden geldiği kadar çalışınız! Bu ikisi bütün saadetlerin başı, yükselmenin vasıtası ve kurtuluşun sebebidir. (1/275) Emr-i maruf - Fitne çıkarmak Sual: Bir hakkı alabilmek için eylemlere girişmek, emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker midir? Kötülükleri, yanlış işleri önlemeye, çalışırken dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? CEVAP İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (İnsanlar üç kısımdır: Birinci kısmı gıda gibidir. Herkese, her zaman gerekir. İkincisi ilaç gibidir. İhtiyaç zamanında gerekir. 310 www.dinimizislam.com Üçüncüsü, hastalık gibidir. Bunlara ihtiyaç olmaz. Fakat, kendileri bulaşırlar. Bunlardan kurtulmak için, dinimizin emrettiği şekilde müdara etmek gerekir.) Emr-i maruf yapmak, güvenlik kuvvetlerine karşı gelmek ve isyan etmek, dövmek, yıkmak, kırmak, sövmek demek değildir. Böyle şeyler yapmak, fitne çıkarmak, yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine, hapse girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle fitne çıkarana Peygamber efendimiz lanet etmiştir. Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmak gerekir. Buna müdara denir. Fitne zamanında, ineğe tapanların yanında, ineğin ağzına ot vermeli, onları kızdırmamalıdır. Zarardan kurtulmak için Müdara, İslamiyet’in dışına çıkmadan, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, gönül almaktır. Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Hindiyye’de, (Günah işleyene tatlı sözle öğüt verilir. Dinlemezse, fitne çıkacak ise susulur. Kötü söylenmez) deniyor. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Rabbinin yoluna hikmetle, güzel öğütle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125] Kâdı zâde Ahmed efendi buyuruyor ki: El ile, güç kullanarak emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak, yani günah işleyene mani olmak; hükümetin vazifesidir. Söz ile, yazı ile cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile dua etmek ise, her müminin vazifesidir. Etkili olacaksa, bu vazifeleri yapmak vacip olur. Fitneye sebep olacağı umulursa, terk etmek vacip olur. Fitne bulunan yere zaruretsiz gitmek caiz değildir. Eğer dinini korumak için hicret ederse, güzel olur. Cennete girmeye layık ve şefaate mazhar olur. (Birgivi vasiyetnamesi şerhi s.200) Abdülgani Nablusi hazretleri de buyuruyor ki: (Emr-i bil marufu ve nehy-i anil münkeri el ile yapmak, hükümet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak da her müslümana farzdır. Kendinin ve müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacip olur. Öldürüleceğini bilenin cihad yapması caiz olmaz. Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği emirlerine itaat etmek gerekmez. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve işkence ediyorsa, onun dine 311 www.dinimizislam.com aykırı da olsa, emirlerine uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz. Ahi Çelebi Hediye kitabında (Emr-i maruf farzdır, fitneye yol açarsa yapılmaz) buyuruyor.) [Hadika] Kâfirlerle barış yapmak İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki: (Savaşınca, ölüneceği, savaşmayınca esir olunacağı biliniyorsa, savaşılmaz. Müslümanların herhangi şekilde helak olmalarından korkulursa, kâfirlere mal vererek barış yapılır. Sultanın, zalimin, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emrettiği günahı işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur.) [Redd-ül-muhtar] Mişkât-ül-mesâbih şerhinde diyor ki: (Bir hadis-i şerifte, (Öyle idareciler gelir ki, benim yolumdan ayrılırlar. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da itaat ediniz! Karşı gelmeyiniz! Döverek, söverek, mallarınızı alsa da karşı gelmeyiniz) buyuruldu. Yani, (zalim olan, malınıza, canınıza saldıran idareye de isyan etmeyin, fitne çıkarmayın. Sabredip, ibadetiniz ile meşgul olun. Şehirde fitneden kurtulamazsanız, ormana gidin, orada ot yemek zorunda kalırsanız, ormanda kalın, fitnecilere karışmayın) demektir. Peygamber efendimiz, (İyi dinleyin ve itaat edin) buyurdu. Bu, fitne çıkarmamak için, dikkatli olun demektir.) [Eşi’at-ül-leme’ât] Müslüman, Allahü teâlânın emirlerine uymalı, günah ve suç işlememeli, fitne çıkmasına sebep olmamalıdır! Herkese iyilik etmeli ve herkesin hakkını gözetmelidir! Hiç kimseye zulüm, yapmamalıdır! Müslümanlığın güzel ahlakını, şerefini, her yerde herkese göstermeli, her milletin İslam dinine sevgi duymasına, saygılı olmasına sebep olmalıdır! (İslam Ahlakı) Kötülüğü önlemek Gücü yeten müslümanlar, hakkı, doğruyu söylemezse, yani emr-i maruf ve nehy-i münker yapılmazsa, o ülkenin başına büyük belaların geleceğini dinimiz haber vermektedir. İbni Abbas hazretleri sual etti ki: - Ya Resulallah, içinde iyilerin de bulunduğu bir ülke helak olur mu? - Evet helak olur. - Niçin? - Allahü teâlâya isyan edildiğinde iyiler sükut edince, hepsi helak olur. (Bezzar) Peygamber efendimiz yine buyurdu ki: 312 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâ, bir meleğe, bir kasabanın altını üstüne getirmesini emreder. O melek, bu kasabada hiç günah işlemeyen bir zatın da olduğunu, o zatı kurtarıp kurtarmayacağını sual edince, Cenab-ı Hak, "Bütün şehir halkı ile onu da alt üst et! Çünkü o zat, bana isyan edenlere karşı yüzünü ekşitmemiştir" buyurdu.) [Beyheki] Hazret-i Âişe validemiz tarafından bildirilen hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İçinde Peygamberler gibi ibadet eden seksen bin kişi bulunan bir ülke azaba maruz kalmıştır. Çünkü onlar, Allah için buğzetmedi, emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmadı.) [İhya] Daha başka hadis-i şeriflerde de, iyiler, kötülükleri önlemeye muktedir iken önlemezlerse, o ülkede azabın umumi olarak geleceği bildirilmiştir. (Tirmizi) Kötülüğü önlerken iyilere de zarar gelebilir. Birkaç iyiye zarar gelecek diye, kötülüğe göz yummak caiz olmaz. Nitekim, Mecelle’de buyuruluyor ki: (Çok kimseyi zarardan kurtarmak için, bir kimseye gelecek zarar tercih olunur.) [Madde 26] Mesela, düşmanlar müslümanlardan bir kısım insanları esir alsalar, ön safa müslümanları koysalar, bu halde gelip bir ülkeyi istila etmek isteseler, düşmanın umumi zararına mani olmak için ön safta bulunan müslümanları da öldürmek caiz olur. Kangren olup bütün vücuda sirayet edecek olan bir uzvu kesip atmaya benzer. Milletin menfaati, fert menfaatinden önce gelir. Atalarımız, (Kurunun yanı sıra yaş da yanar) buyuruyor. Akılsız başın cezasını yalnız ayak değil, bütün vücut çeker. Onun için kötülerden, kötülükten uzak durmaya çalışmalıyız. Emr-i maruf yaparken Sual: Emr-i maruf yapmanın ölçüsü nedir? CEVAP Emr-i maruf herkese farz değildir. Farz-ı kifayedir. Yani emr-i maruf yapan varsa, diğerleri sorumlu olmaz. Emr-i maruf nehy-i anil münkerin ölçüsü şudur: Hükümet güç kullanarak, âlimler söz ve yazı ile, diğer insanlar kalb ve dua ile, bir de imkânı nispetinde, âlimlerin kitaplarının yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapar. Sözümüzün geçeceği kesin biliniyorsa, günah işleyenlere emr-i maruf yapılır. Eğer günah işleyen, tatlı sözle edilen nasihati dinlemezse, fitne de çıkacaksa susulur. Tepki gösterecek kimseye, emr-i maruf yapılmaz. Emri maruf farz-ı kifayedir 313 www.dinimizislam.com Sual: Emr-i maruf farz olduğuna göre, gördüğümüz her yanlışı düzeltmek, hatta güç kullanarak müdahale etmek gerekmez mi? CEVAP Gerekmez. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker farzdır; ama cenaze namazı kılmak gibidir. Yani farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Herkese farz değildir. Bir yerde, bu işi yapanlar varsa, diğerlerine farz olmaz. Diyelim ki, Ehl-i sünnete uygun bir ilmihal yazılmışsa, yeniden bir ilmihal yazmak gerekmez. Mevcut olanın yayılmasına yardım ederek emr-i maruf yapılmış, farz sevabı alınmış olur. Emr-i marufu devletin jandarma, polis, zabıta gibi görevlileri güç kullanarak, âlimler sözle, yazıyla diğer insanlar kalble, dua ile yaparlar. Hiç kimsenin, görevi olmayan işe karışıp fitneye sebep olmaya hakkı yoktur. Herkes vazifesini bilmelidir. Din adına dinin dışına çıkmamalı Sual: Hep yumuşak hareket edilmesini bildiriyorsunuz. Neden hakkı mertçe ve sertçe söylemekten çekiniyorsunuz? CEVAP Biz hakkı, doğruyu olduğu gibi yazıyoruz. Şu veya bu şahısla ne işimiz vardır ne de alıp veremediğimiz. Ne bir menfaat beklentimiz, ne de bir mevki makam isteğimiz vardır. Ancak İslamiyet’i insanlara doğru olarak bildirmek lazım. Din ne sizin ne de bizim tekelimiz altındadır. Sizin ve bizim görüşümüzün de ne kıymeti vardır ne de dinde yeri vardır. Din adına dinin dışına çıkmamalı, fitne çıkarmamalıdır. Edille-i şeriyyeye göre İslamiyet’i anlatmak lazım. Bu insanların hakkıdır. Hem de en tabii hakkıdır. Bunu yapmak, doğru yapmak müslümanlık vazifesidir. Yanlış anlatanlar, aklına göre anlatanlar yarın hesabını veremeyecekleri gibi çok acı azaplara düçar olacaklardır. Biz doğruları söylemeye devam edeceğiz, ama iyilikle, yumuşaklıkla. Biz, önüne gelene çatan, aslında kendi akıllarından başkalarınınkini beğenmeyen, fitne çıkaran, idareye baş kaldırtan mezhepsizlerden değiliz. Maksadımız, Allahü teâlânın kullarına hizmet olup, onların İslamiyet’i doğru öğrenmelerine, hidayete ermelerine vesile olmaktır. Allahü teâlâ yumuşak olmayı emretmektedir: (Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle davet et, onlarla en güzel şekilde tartış!) [Nahl 125] ([Ey Resulüm] etrafındakilere yumuşak davranman, Allahü teâlânın sana bir kerem ve rahmetidir. Eğer kötü huylu olup, sert davransaydın hepsi dağılıp giderlerdi.) [Âl-i imran159] 314 www.dinimizislam.com Bir vaiz, (Zalim sultan karşısında doğruyu söylemek cihad olur) diye, Halife Memun’a, sert sözlerle nasihat etmeye başladı. Halife, (Ey vaiz, Allahü teâlâ, senden iyisini, benden kötüsüne gönderdiği halde, o, yumuşak konuştu) dedi. Vaiz, (Benden iyi ve senden kötü olan kim) dedi. Halife, (Benden kötü olan Firavun’dur, senden iyi olan da Hazret-i Musa’dır) dedi. Allahü teâlâ, Hazret-i Musa’ya, Firavun’a yumuşak şekilde nasihat etmesini emretmiştir. (Tâhâ 44) Rıfk yumuşaklık demektir. Katılığın, kabalığın tersidir. Rıfk, mülayimlik, naziklik, yavaşlılık, tatlılık, güzellik, acımak, iyilik etmek, kısaca İslamiyet’e uymaktır. Yumuşak yerine sert ve kaba konuşan, fitneye sebep olur. Her zaman yumuşak davranmaya çalışmalı, sertlikten kaçmalıdır! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Rıfk ile bereket hasıl olur.) [Taberani] (Rıfkı olmayanın hayrı yoktur.) [Müslim] (Allahü teâlâ refiktir her işte rıfkı sever.) [Buhari] (İnsanlara kolaylık ve rıfk gösteren mümin, Cehenneme girmez.) [Tirmizi] (Mümin öyle yumuşaktır ki, yumuşaklığından dolayı ahmak sanılır.) [Beyheki] (Hilm sahibi, gündüz oruç tutan, gece namaz kılanın derecesine kavuşur.) [Mekt.Masumiyye] Dine hizmet için haç takmak Sual: Eshab-ı kiramın, İslamiyet’i tebliğ için, kilisede hizmet edip, haç taktıkları doğru mudur? CEVAP Asla öyle bir şey olmadı ve olması da mümkün olmaz, çünkü haram işleyerek, farz ibadet bile yapılmaz. Haç takmak, küfürdür. Küfre girerek, asla öyle bir şey yapılmaz. Eshab-ı kiramdan, Müslüman olmadan önce, Hristiyan olanlar vardı. Mesela, Selman-ı Farisi hazretleri, önce Mecusi iken, Hristiyan oldu, kiliselerde hizmet etti. Şam’a geldi. Medine’de âhir zaman Peygamberinin çıkacağını bir papazdan işitti. Hicretten sonra, Medine’ye gelerek, daha önce işitmiş olduğu alametleri gördü. Hemen iman etti. Çok halis Müslüman oldu. Ehl-i beytten sayıldı. Resulullahın huzurunda ve sohbetinde kemale geldi. Zahir ve batın ilimlerinde çok yüksek derecelere kavuştu. Eshab-ı kiramın, Müslüman olmadan önceki hallerini anlatıp, kiliselerde hizmet ettiğini, haç taktıklarını söylemek, din düşmanlığından ve misyonerlikten başka bir şey değildir. 315 www.dinimizislam.com Cihadın dindeki yeri Sual: Hapse girmek cihad mıdır? Cihadın dindeki yeri nedir? CEVAP Cihad, ihtilal yapmak, âmirlere karşı gelmek ve isyan etmek, dövmek, yıkmak, kırmak, sövmek demek değildir. Böyle şeyler yapmak, fitne çıkarmak olur. Yani bölücülük olur. Müslümanların ezilmesine, hapse girmesine ve din, iman bilgilerinin yasak edilmesine yol açar. Böyle fitne çıkarana Peygamber efendimiz lanet etmiştir. Hapse girmeyi istemek, bir müslüman için şeref değildir. Müslüman için şeref; İslam’ın güzel ahlakını edinmek, herkese iyilik etmek, İslamiyet’e uymak, her mahlûka faydalı olmaktır. Hapse giren, bu şereflerden mahrum kalır. Kendini tehlikeye atmak ahmaklıktır, günahtır. Allahü teâlâ, (Kendinizi tehlikeye atmayınız!) buyuruyor. (Bekara 195) Cihad, Allah düşmanları ile çeşitli yollarla ve çeşitli vasıtalarla mücadele etmek demektir. Nefsimiz, Allahü teâlânın en büyük düşmanıdır. Nefsle yapılan cihada "Büyük Cihad" denir. Cihad, Allah düşmanlarının tesirsiz hale gelmesi veya imanla şereflenmesi için, bu uğurda canını, malını feda etmektir. Cihad, Allahü teâlânın dinini Onun kullarına ulaştırmak, insanları küfürden cehaletten kurtarıp, imana, ebedi saadete kavuşturmak demektir. Allah için hizmet Cihad, insanları İslam dinine çağırmak demektir. Bu da çeşitli yollarla olur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kâfirlere karşı malınızla, canınızla ve dilinizle cihad ediniz!) [Redd-ül-muhtar] Cihad, Allah için hizmettir. Bu hizmetin kolay tarafı yoktur. Bu, ihlas ister, müdara ister, kısaca, güzel ahlak ister. Memurlukla mukayese edilmez. İzin, mesai, gece-gündüz mefhumu düşünülmez. Bu hizmette sıkıntıyı nimet bilmek gerekir. Çok çalışan, çok sıkıntı çeken, çok nimete kavuşur. Kur'an-ı kerimde cihadla ilgili âyet-i kerimelerden birkaçının meali şöyle: (İman edenler, [yurtlarını, mallarını bırakıp] hicret edenler, Allah yolunda cihad edenler, Allah’ın rahmetini umarlar.) [Bekara 218] (Ey iman edenler! Din düşmanlarının eziyetlerine sabredin. Onlarla olan cihadda üstün gelmek için, sabır yarışı yapın. Sınır 316 www.dinimizislam.com boylarında kâfirlere karşı cihad için nöbet bekleyin ve Allah’tan korkun ki, kurtuluşa eresiniz) [Al-i İmran 200] (Hakiki müminler, Allah yolunda cihad eder, kötülenip kınanmaktan korkmaz.) [Maide 54] (Mal ve canlarını feda ederek din düşmanları ile, Allah rızası için cihad eden müslümanlar, oturup, ibadet edenlerden üstündür. Hepsine de, Cenneti söz veriyorum.) [Nisa 95] (Mekke’nin fethinden önce malını veren ve cihad edene, fetihten sonra malını dağıtan ve cihad edenden daha büyük derece vardır. Allah, hepsine Cenneti vaat etti.) [Hadid 10] (Ey müminler, Allah’tan korkun, Ona, Onun rızasına kavuşmak için vesile arayın ve Allah yolunda cihad edin ki, kurtuluşa eresiniz.) [Maide 35] (İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler ve bunları barındırıp yardım edenler, işte gerçek mümin bunlardır.) [Enfal 74] (Hakiki müminler şunlardır ki, Allah ve Resulüne iman ettikten sonra, imanlarında şüpheye düşmeyip Allah yolunda malları ve canları ile cihad edenlerdir.) [Hucurat 15] (Allah’a ve Resulüne iman eder, malınızla, canınızla Allah yolunda cihad edersiniz. Eğer bilirseniz ki bu sizin için çok hayırlıdır.) [Saf 11] (Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, aşiretiniz [hısım, akraba ve yakınlarınız] kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret ve meskenler, size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, Allah’ın emri gelinceye kadar bekleyin! Allah fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez.) [Tevbe 24] (Hafif ve ağırlıklı olarak [Kuvvetli- zayıf, genç-yaşlı, zengin-fakir, yaya-atlı, silahlı-silahsız hepiniz] savaşa çıkın, malınızla, canınızla Allah yolunda cihad edin! İyi bilin ki bu sizin için daha hayırlıdır.) [Tevbe 41] (Allah yolunda hakkıyla cihad edin!) [Hac 78] (Herkes, kendisi için cihad eder, faydası kendinedir.) [Ankebut 6] Cihad çeşitleri Cihad, emr-i maruf ve nehy-i münker demektir. Kâfirlere İslamiyeti tanıtmak, onları küfür felaketinden kurtarmaya çalışmak, müslümanlara da ilmihallerini öğretmek, onların haram işlemelerine mani olmaktır. Cihad üçe ayrılır: 1- Beden ile yani her türlü harp vasıtaları ile kâfirlere karşı yapılır. Silahlı cihadı, savaşı yalnız devlet yapar. 317 www.dinimizislam.com 2- Her türlü yayın vasıtası ile, İslamiyet’i insanlara yaymak, duyurmak suretiyle yapılır. Bunu islam âlimleri yapar. İslam âlimleri olmadığı zaman, misyonerlerin ve bid'at ehlinin saldırısından korunmak için, müslümanların Ehl-i sünnet âlimlerinin sözlerini, yazılarını, kitaplarla, her türlü basın vasıtasıyla, radyo ve TV ile bütün dünyaya yaymaları, duyurmaları gerekir. İslam’ın iç ve dış düşmanlarının yıkıcı, aldatıcı, propagandalarına karşı, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği hakiki müslümanlığı yaymak günümüzün en kıymetli cihadıdır. (İslam Ahlakı) 3- Dua ile yapılan cihad. Bu cihad, bütün müslümanlara farz-ı ayndır. Öteki cihadlar ise farz-ı kifayedir. Bu cihadı yapmamak büyük günah olur. Dua askerinin önemi Bu cihad, beden ile ve din bilgilerini yaymak suretiyle cihad eden müslümanlara dua etmekle olur. (Leşker-i gaza, leşker-i duanın yardımına muhtaçtır.) [Leşker asker demektir.] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Müminin amelinin en efdali, Allah yolunda cihaddır.) [Taberani] (En faziletli insan, malı ile, canı ile Allah yolunda cihad eden mümindir.) [Buhari] (Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, nifak üzere ölür.) [Müslim] (Cihadı terk eden topluluk, mutlaka umumi bir belaya maruz kalır.) [Taberani] (Fi-Sebilillah cihad eden, Cenneti hak eder.) [Taberani] (Cihad eden, üzüntüden, sıkıntıdan kurtulur.) [Hakim] Peygamber efendimiz, Mirac gecesi, ekin ekip bir günde biçen, bir topluluğu gördü. Biçtiği mahsül yeniden eski haline dönüyordu. Bunların kim olduğunu sorunca, Cebrail aleyhisselam dedi ki: (Bunlar Allah yolunda cihad edenlerdir. Bunların bir iyiliğine yediyüz misli sevap verilir. Harcadıklarının yerine yenisi verilir.) [Bezzar] En büyük düşman kim ise, onunla yapılan cihad elbette daha büyüktür. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Dışarıdan gelen kötü istekler şeytandan gelmiş olmakla beraber, geçici hastalıklardandır. Küçük bir ilaç ile kolayca giderilebilir. Nisa suresinin 76. âyet-i kerimesinde (Şeytanın aldatması elbette zayıftır) buyuruluyor. En büyük düşmanımız nefsimizdir.) [c.3, m.27] Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Kulun nefsi ile yaptığı cihad büyük cihaddır.) [Deylemi] (Cihadın efdali, nefs ile yapılan cihaddır.) [İ.Neccar] 318 www.dinimizislam.com (Asıl mücahid, nefsi ile cihad edendir.) [Tirmizi] Cihadın esas gayesi Cihad eden mümine "Mücahid" denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Mücahid, gündüz oruç tutan, gece ibadet eden gibidir. Evine dönünceye kadar kendine sevap yazılır.) [İ.Ahmed] (Bir mücahidi doyurmak, ona yardım etmek, dünyadan ve içindekilerden daha kıymetlidir.) [Hakim] (Mücahidlere eza vermekten Allah’tan korkun! Allahü teâlâ, Peygamberlere eza edenlere gadap ettiği gibi, mücahidlere eza edenlere de gadap eder. Peygamberlerin duasını kabul ettiği gibi, mücahidlerin de dualarını kabul eder.) [Deylemi] Cihadın esas gayesi olan emr-i maruf, diğer cihadlardan daha üstündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda gazaya [cihada] verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Gazanın [cihadın] sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil-münker sevabı yanında, denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi] (En faziletli cihad, farzları ifa etmektir.) [İ. Ahmed] (Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, mümin-i kâmildir.) [Hakim] (Kadının cihadı kocası ile iyi geçinmektir.) [Şir’a] (Koca hakkına riayet, Allah yolunda cihad etmek gibidir.) [Taberani] Sual: Cihad farz mıdır? CEVAP Kur'an-ı kerimde cihadın farz olduğu bildiriliyor. (Bekara 216) Âlimlerin çoğu cihadın farz-ı ayn değil, cenaze namazı kılmak gibi farzı kifaye olduğunu bildirdi. Nitekim Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Mal ve canları ile cihad edenler, oturanlardan üstündür.) [Nisa 95] Âlimlerin çoğu (Bu âyet-i kerime, cihadın herkese farz-ı ayn olmadığını, farz-ı kifaye olduğunu bildiriyor) dediler. Cihad savunma savaşı mıdır? Sual: Cihad demek sadece savunma savaşı mıdır? CEVAP Hayır, sadece savunma savaşı değildir. Cihad, insanların İslamiyet'i işitmelerine ve Müslüman olmalarına mani olan zâlimleri, sömürücüleri ortadan kaldırarak, insanların Müslüman olmakla şereflenmeleri, böylece iki cihanda da saadete kavuşmaları için yahut Müslümanlara saldıran kâfir, 319 www.dinimizislam.com zâlim ordularına karşı Müslümanların mallarını, canlarını ve ırzlarını, namuslarını korumak için, canla, malla, yayın yoluyla yapılan savaştır. Güç kullanarak cihadı yalnız devlet yapar. Fertlerin başkalarına saldırmalarına cihad değil, çapulculuk, barbarlık denir. Sözle, yazıyla cihad etmek, âlimlerin vazifesidir. Kalble ve duayla bunlara yardım etmek ise, her Müslümanın vazifesidir. (Hadika) Sizin dininiz size, benim dinim bana Sual: Kâfirun suresindeki, (Sizin dininiz size, benim dinim bana) ifadesine göre, kâfirlerin dinine karışmamak mı gerekiyor? CEVAP Müşrikler, Resulullaha haber gönderip, (Bir yıl, o bizim ilâhımıza ibadet etsin. Bir yıl da, biz onun Allah’ına ibadet edelim) şeklinde teklifte bulundular. Bunun üzerine Kâfirun suresi indi. (Sizin dininiz size, benim dinim bana) denmesi, savaş emri gelmeden önceydi. Savaşı emreden âyetle, bu kısım nesh edilmiştir. Surenin hepsinin nesh olduğu söylendiği gibi, (Haber mahiyetinde olduğu için, nesh olmamıştır) da, denildi. (Kurtubi tefsiri) İmam-ı Muhammed hazretleri de buyuruyor ki: Cihad emri yavaş yavaş geldi. Şöyle ki: 1- İlk olarak, İslamiyet’in başlangıcında müşriklerle karşılaşmamak ve onlara yumuşak davranmak emredildi. 2- İkinci emir geldi. (Kâfirlere yumuşak ve güzel sözlerle İslamiyet’i bildir!) denildi. 3- Üçüncü emir geldi. İhtiyaç halinde savaşmaya izin verildi. 4- Dördüncü emir geldi. (Kâfirler size eziyet verirse, onlarla savaşın) denildi. 5- Beşinci emir geldi. Medine’de İslam devleti teşekkül edince, (Haram olan dört ayın haricinde her zaman savaşabilirsiniz) dendi. 6- Altıncı emir geldi. (Devlet, düşman olan kâfirlerle her zaman savaşabilir) dendi. Böylece, cihad etmek, farz-ı kifaye oldu. (Siyer-i kebir) Çifte standart ve müdara Sual: Bir kimse, babasından veya oğlundan dolayı kötülenebilir mi? Çifte standart ve müdara aynı manaya mı gelir? CEVAP 1- Bir kimse, babasından veya oğlundan dolayı kötülenmez. Mesela Nuh aleyhisselamın oğlu kâfir idi diye, babasına bir şey söylemek caiz olur mu? Ebu Cehlin oğlu İkrime radıyallahü anh bir sahabidir. Babası kâfir diye 320 www.dinimizislam.com oğluna bir şey söylenemez. İnancına, yaptığı işe göre, bir kimsenin iyi veya kötü olduğu anlaşılır. 2- Çifte standart, riya, nifak, takıyye, müdara gibi kelimelerin ifade ettiği manalar, birbirine benziyorsa da, farklı muamele yapan herkese aynı kelime kullanılmaz. Mesela, Peygamber efendimiz, birisinden kötü biri diye bahsediyordu. O kimse, yanına gelince ona çeşitli ikramlarda bulundu. Resulullah efendimizin bu hareketine çifte standart değil, müdara denir. Müdara sünnettir. Müdara ve Müdahene Müdarayı iyi bilmek gerekir. Müdara yapan herkese münafık demek doğru olmaz. Müdara nedir? Müdara, dini zarardan kurtarmak için dünya menfaatinden vermek, güler yüz göstermek, İslamiyet’in dışına çıkmadan, gönül almaktır. Müdahene, gönül alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, farzları yapmamı emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.) [Deylemi] Dine, kendine veya başkasına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emredip haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya müdara etmek denir. Herkese karşı hep tatlı dilli ve güler yüzlü olmalıdır! Fakat, kötülere ve sapıklara müdahene etmemeli, onun sapık yolundan razı olduğunu zan ettirmemelidir! [Hindiyye] Cihadda çifte standart uygulamak, hile yapmak, yalan söylemek caiz ve gerekir. Mesela, düşmanın biri ansızın Hazret-i Ali’nin karşısına kılıçla çıkıp, (Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?) der. Hazret-i Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip (Peki dövüşelim, fakat iki kişiyle mi?) der. Düşman, arkamdaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hale getirir. Düşmanı, (Bana hile yaptın?) der. Hazret-i Ali de, (Savaş hiledir) hadis-i şerifini bildirir. [Düşmanı da hile yapmış, çek kılıcını dövüşelim dememişti.] Bu meseleleri iyi öğrenip müslümanlara suizan etmekten sakınmalıdır! Tartışmanın on zararı Sual: Doğrunun meydana çıkması için, tartışmak faydalı değil mi? CEVAP Hayır, tartışarak kimseyi ikna etmek mümkün olmaz. Ayrıca, hiçbir tartışma iki tarafı da memnun etmez. Bir taraf karşı tarafı yenerse, karşı taraf yenildiği için üzülür. Onun için, (Tartışma dostun dostluğunu 321 www.dinimizislam.com azaltır, düşmanın düşmanlığını artırır) buyurmuşlardır. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Münakaşa etmeyen ve kimseyi incitmeyen Müslüman Cennete girer.) [Tirmizi] (Konuşurken itiraz etmeyene veya haklı olduğu halde münakaşayı terk edene, Cennette bir köşk verilir.) [Taberani] (Haklı da olsa, münakaşayı terk etmeyen, hakiki imana kavuşamaz.) [İbni Ebi-d-dünya] (Mücadelede ısrar edeni Allahü teâlâ sevmez.) [Buhari] (Mücadele ve münakaşayı terk edin, çünkü iki taraftan birisi yalancıdır. Neticede iki taraf da günaha girer.) [Ramuz] Sadece yalancı olan değil, haklı olan da, tartıştığı için günaha girmiş oluyor. Hakkı açıklamak niyetiyle de olsa, başkalarını mağlup etmek için yapılan münazaralar [tartışmalar] zararlıdır. Bir kimsede tartışmada galip gelme sevgisi, hakkı karşısındakinin ağzından duymaktan daha sevimli gelirse, her kötülüğün içine girmiş demektir. İçki içmekle diğer günahları işlemek arasında muhayyer bırakılan kişi, içkiyi hafif görüp içerek, diğer günahları da işlediği gibi, tartışmayı kazanma arzusu, diğer kötülüklere sebebiyet verir. Hadis-i şerifte, (Hitabeti kuvvetli ve münakaşacı olan, faydalı amelden mahrum kalır) buyurulmuştur. Tartışmanın zararlarından bazılarını bildirelim: 1- Tartışma hasede yol açar: Tartışan, karşısındakinin, ilmine kıskançlık duyar, onu çekemez. Bu da hasede yol açar. Bir hadis-i şerif meali: (Hased, ateşin odunu yediği gibi, hasenatı [iyilikleri, sevabları] yer.) [İbni Mace] Tartışmanın galibi de, mağlubu da zarardadır. Mağlup olana, (Galip gelene maşallah) dense, galip geleni çekemez. Galip gelen de, kendini üstün görmeye başlar. (Falanca, bana ne numaralar çekti, ama yemedim, pes demeye mecbur kaldı) der, kendini üstün görmeye çalışır. Bu ise felakettir. Bir hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ, kibirleneni alçaltır, tevazu edeni yükseltir.) [Taberani] 2- Hakkı küçük görmeye sebep olur: Tartışmacı, kendini üstün görme hastalığından kurtulamaz. Hep kendisinin hâkim olmasını, bir toplantıda hep kendisinin konuşmasını ister. (Gerçeklerin gizli kalmaması, ortaya çıkması için konuşuyorum) der. Karşı tarafın veya başkalarının bildirdiklerine önem vermez, haklı delillerini küçük görür. Bu da kibre yol açar. Bir hadis-i şerif meali: 322 www.dinimizislam.com (Hakkı küçük görmek kibirdendir.) [İ.Gazali] 3- Kin tutmaya yol açar: Tartışmacının düşüncesi kabul görmezse, karşısındakine kin besler, bazen ömür boyu onu affetmez. Kin imana da zarar verir. Bir hadis-i şerif meali: (Mümin kinci olmaz.) [İ. Gazali] 4- Zarara sevinmeye sebep olur: Tartışmacı, muhatabının yenilerek kötü duruma düşmesine sevinir. Hâlbuki sâlih kimse, kendisinin değil, karşı tarafın haklı çıkmasını ister. Bir hadis-i şerif meali: (Kendisi için istediğini, din kardeşi için istemeyen kâmil mümin olamaz.) [Buhari] 5- Övünmeye sebep olur: Tartışmacı galip gelirse, kendini övmekten kurtaramaz. (Şu delilleri getirerek onu susturdum) diye kendini över. Hâlbuki, (Çirkin olan doğru, kişinin kendini övmesidir) denilmiştir. Allahü teâlâ da kendimizi övmekten bizi men eder. Bir âyet-i kerime meali: (Elbette Allah, kendini beğenip övünen hiç kimseyi sevmez.) [Lokman 18] Arkadaşını mağlup etmekle övünülen bir cemiyette, kardeşliğin tesisi mümkün olur mu? Övünmek, başkasını hakir, aşağı görmekten ileri gelir. Hâlbuki bir hadis-i şerif meali: (Din kardeşini hakir görmek, insana kötülük olarak yeter.) [Müslim] 6- Kusur araştırmaya sebep olur: Tartışmacı, karşıdakinin gizli kusurlarını araştırmaktan kendini alamaz. Nerede ne demiş diye araştırır. Hâlbuki Allahü teâlâ, başkalarının kusurlarını araştırmayı yasaklamıştır. Tartışmacı, onun bedenî kusurlarını ima ile de olsa söyler. Mesela gözlüklüyse, (Bu gerçekler gözlükle görülmez, gerçeği görmek için gözlük yetmez) diyerek onun gözündeki kusurunu, bedenî kusurlarını ilmî noksanlığı için bir sebepmiş gibi gösterir. 7- Gıybete sebep olur: Tartışmacı, karşı tarafın sözlerini başkalarına anlatır. (O şöyle dedi, ben şöyle cevap verdim) diyerek kendini gıybetten kurtaramaz. Her ne kadar sözleri doğru olarak nakletse bile, maksadı onun âcizliğini göstermek olduğu için, o da bu konuşmalardan razı olmayacağına göre, sözleri gıybet olur. Hâlbuki gıybet felakettir. Bir hadis-i şerif meali: (Kıyamette, sevab defteri açılan bir kimse, “Ben şu ibadetleri yapmıştım, burada yazılı değil” der. “Onlar, silinip gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı” denir.) [İsfehani] 8- Nifaka, riyaya yol açar: Tartışmacı, görünüşte karşıdakine sevgi gösterir. O ise bu sevgisinin yalan olduğunu bilir. Bu, münafıklık alametidir. Tartışmacı başkalarının gözüne, gönlüne girebilmek için bazen demagojiye 323 www.dinimizislam.com sapar. Halka yaranmak ve dille sevgi gösterip, kalben bir mümine buğzetmek riyadır. Riya ise felakettir. Bir hadis-i şerif meali: (Riya küçük şirktir.) [Taberani] 9- Hakkı kabul etmemeye sebep olur: Tartışmacının nefret ettiği şey, hakkın karşıdakinin ağzından çıkmasıdır. Hâlbuki hakkı kabul etmemek büyük felakettir. Bir hadis-i şerif meali: (Allahü teâlânın en sevmediği kimse, hakkı kabul etmemek için inat gösterendir.) [Buhari] 10- İnada sebep olur: İnat, karşımızdakini aşağı görmeye, ondan nefret etmeye, ona düşmanlığa yol açar. Bir hadis-i şerif meali: (Din kardeşine itiraz etme, [üzücü] şaka yapma ve verdiğin sözden dönme!) [Tirmizi] Münakaşa etmek dostluğu giderir Sual: Bazı kimseleri dini konuda ikna edemiyorum. Ne yapayım? CEVAP Ehli olmayan kimselerle, dini sohbet yapmamalı, uygun olanlara kitaptan okumalı, hiç kimseye din üzerinde, kendi görüşünü söylememeli, münakaşadan da uzak durmalıdır! İyi müslüman, her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Sabreder, affeder. Her geçimsizlikte, her sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Rabbini düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir. Hiç kimseye sert davranmaz. Fitne çıkmasına sebep olmaz. Dinlerine ve dünyalarına zarar gelecek şeylerden sakınır. Herkese karşı, güler yüzlü, tatlı dilli olur. Bilir ki, münakaşa etmek, dostluğu giderir. Düşmanların çoğalmasına sebep olur. Fitne çıkarmaz, dost ile de, düşman ile de tatlı konuşur, herkesle iyi geçinir. Hâfız-ı Şirazinin, dostlara doğru söylemeli, düşmanları güler yüzle ve tatlı dil ile idare etmelidir sözüne uyar. Af dileyeni affeder. Kimsenin sözüne karşı gelmez. Herkese yumuşak söyler, sert konuşmaz. Münakaşa edenlerin yanında oturmaz! Hatasını kabul etmek fazilettir Sual: İnsan hatalı da olsa hatasını kabul etmiyor. Hatamı kabul edebilmem için ne yapmam gerekir? CEVAP İnsanın nefsi, daima kendini haklı çıkarmaya çalışır. Bir işte, hatalı olup olmadığımızı anlamamız belki biraz zordur. Hadis-i şerifte, kendimize 324 www.dinimizislam.com yapılmasını uygun bulmadığımız bir şeyi, başkasına da yapmamamız, kendimize uygun gördüğümüz şeyi, mümin kardeşimize de uygun görmemiz emredilmektedir. Bir hadisede hemen kendimizi, karşımızdaki şahsın yerine koymalıyız. (Onun yerine ben olsaydım, ne yapardım?) diye düşünmeliyiz. Böyle düşünmek, hadisenin üzücü neticelenmesine mani olur. Bir genç anlattı: "Benden yaşlı biri, bir hadiseden dolayı, beni nerede yakalasa dövecekti. Öyle bir köşeye sıkışmıştım ki, nereye kaçsam yakalayabilirdi. Doğru yanına gittim, özür dileyecektim. Daha yanına varır varmaz (Kollarımı kırdın. Aman diyene kılıç çekilmez) dedi. Hatamı kabul ederek yanına gittiğim için bu ağabey, hatamı affederek büyüklük göstermekten başka çaresi kalmadı. Ben de dayaktan kurtulmuş oldum." Özür dileten söz Bir tanıdık da şunu anlattı: "Çocuklarım çok yaramaz oldukları için komşuları çok rahatsız ediyorlardı. Bir gün çocukların gürültüsü komşumun artık boğazına kadar gelmiş, mahkemeye verip bizi evden çıkarmaya karar vermiş. İşten dönünce hadiseyi öğrenip evine gittim. Komşu, hâlâ teskin olmamış yüzü asık duruyordu. (Kırdığınız yumurta kırkı geçti) diyerek bağırmaya çalıştı. Yavaş sesle (Bir dakika komşu) diyerek teskine çalıştım. Dedim ki: - Kiralık bir ev buldum. Hemen çıkıyoruz. O kadar suçluyuz ki, özür dilemeye bile utanıyoruz. Çocuklara bağırmışsınız. Sizin yerinizde ben olsaydım, daha kötüsünü yapardım. Dillerini koparır, gırtlaklarını sıkardım, durmadan tepiniyorlar. Sizin yerinizde ben olsaydım bugüne kadar asla sabredemezdim. Evdeki eşyaları sokağa atardım. Siz yine çok iyi bir kimseymişsiniz ki efendiliğinizi bozmadınız. Komşunun sakin sakin dinlediğini görünce devam ettim: - Sizdeki komşuluk anlayışı, tam İslam ahlakına uygundur. Malik bin Dinar hazretlerinin Yahudi komşusunun evine sızan lağım kokusuna nasıl sabrettiğini anlattıktan sonra dedim ki: - Gerçekten siz evliya gibi adamsınız. Bugüne kadar sabretmeniz, sizin büyüklüğünüzden, iyiliğinizden, müslümanlığınızdan geliyor. Bunları anlattıktan sonra komşu, adeta kendini suçlu hissetmeye başladı. (Sinirliydim. Çocuklara bağırdım. Özür dilerim) dedi. Çocukların daha küçük olduğunu, bu kadar gürültülerine katlanmak gerektiğini bildirdikten sonra (Beterin beteri vardır. Siz gidince iyisi mi gelecek? Sizin gitmenize razı değiliz. Buradan taşınmayın!) dedi." 325 www.dinimizislam.com Arkadaşın hatasını kabul etmesi ve bunu güzellikle anlatması kötülükle neticelenecek bir hadiseyi önlemiş oldu. Eğer arkadaş, çocukların kusurunu söylemeseydi. Komşusu söyleyecekti. Komşusu söylemeden arkadaşın söylemesi vaziyeti değiştirmiştir. O halde başkasının bizim için yapacağı suçlamaları, ona fırsat vermeden kendimiz söylemeliyiz. Hatamızı kabul etmek, karşımızdakine saygı duymak bir şey kaybettirmez. Aksine çok şey kazandırır. Atalarımız (El öpmekle dudak aşınmaz) buyurmuşlardır. Hatada ısrar etmemek büyük fazilettir. Peygamber efendimiz aleyhisselam haklı olduğu halde, ev içindeki ve ev dışındaki eziyetlere katlanmıştır. Hanımlarına (Siz haklısınız) diyerek onları üzmemiştir. İslam ahlakını örnek alarak hatamızı kabul etmek faziletini göstermeliyiz!. Faydalı nasihat Bir âlimin bildirdiği aşağıdaki nasihate uymaya çalışmalıdır! Fırsat ganimettir. Ömrü faydasız işlerle geçirmemeli, Hak teâlânın rızasına uygun şeylere sarf etmelidir! Beş vakit namazı, tadil-i erkan ile ve cemaat ile eda etmelidir! Teheccüd namazlarını elden çıkarmamalı, seher vakitlerini istiğfarsız geçirmemeli, gaflet uykusuna dalmamalı, ölümü ve ahireti düşünmeli, haram olan dünya işlerinden yüz çevirip, ahiret işlerine yönelmelidir! Zaruri olan, dünya kazancı ile meşgul olup, diğer vakitleri, ahireti imar etmekle meşgul olmalıdır! Sözün kısası, masiva sevgisinden korunmalı ve dinin emrine uymakla meşgul olmalıdır! İş budur, bundan gayrisi hiçtir. Herkese aynı şeyi söylemek doğru mu? Sual: Emr-i maruf yaparken herkese aynı şeyi söylemek doğru mu? CEVAP İnsanlar farklıdır. Herkese aynı şeyi söylemek yanlışlığa yol açar. Kimine azimetle, kimine ruhsatla amel edilmesi söylenmelidir! Nabza göre şerbet verilmelidir! Yani aynı hastalıktan muzdarip hastalarını, bünyelerine ve hastalığın derecesine göre çeşitli metotlarla tedavi eden doktor gibi olmalıdır. (Amellerin en faziletlisi, nefse en zor geleni yapmaktır) hadis-i şerifine uyup, iman-ı kâmil sahibi olan müminler, Allahü teâlânın rızasını ve sevgisini kazanmak için, nefslerine zor gelen, güç şeyleri yapmayı seçerler. Böylece ahirette yüksek derecelere kavuşmak isterler. Fakat bir insanın nefsi, kolaylıkları yapmak istemezse, bunun azimetleri bırakıp, ruhsat ile amel etmesi efdal olur. 326 www.dinimizislam.com Havf, Allah’tan korkmak, reca da Allah’ın rahmetini ümit etmek demektir. Hep Allah’ın azabından bahsedip insanları korkutmak doğru olmadığı gibi, azaptan hiç bahsetmeyip hep Allah’ın rahmetinin bolluğundan bahsetmek de isabetli olmaz. Mümin ikisi arasında olmalıdır! Yaşarken, havfı, ölürken recası daha fazla olmalıdır! Azimetle hareket etmek elbette çok iyidir. Ancak azimeti yapamadığı için ruhsatı bile terk edene azimetten bahsetmek yanlış olur. Mesela vesvese sahibi olan, ruhsat ile amel etmelidir! Necmüddin-i Gazzi hazretleri, (Şeytan insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine mesh ettirmeyip ayaklarını yıkattırır. Ruhsat ile amel etmelidir) buyurmuştur. İmam-ı Rabbani hazretleri de, (Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalıdır! Allahü teâlâ, insanlara güç gelen şeyleri değil, kolay olanların yapılmasını istiyor. Çünkü insan zayıf, dayanıksız yaratılmıştır) buyuruyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, emrettiği şeyler gibi, ruhsat verdiği şeyleri yapmanızı da sever.) [Beyheki] (Allahü teâlânın size verdiği kolaylık ve ruhsatlardan istifade edin!) [Buhari] (Ruhsatlardan istifade etmeyen, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani] Peygamber efendimiz, mübarek ayakları şişinceye kadar geceleri, çok namaz kılmıştır. Fakat, ümmetine çok merhamet ettiği için, onların böyle sıkıntı çekmelerini istemezdi. Ümmetine ruhsat ile emrederdi. Kendisi azimet ile ibadet yapardı. Din, yalnız emir demek değildir. Ruhsat ile azimetin ikisi de dindir. Tahrim suresinde, (Allahü teâlânın helal ettiklerini kendinize haram etmeyiniz) mealindeki âyet-i kerime, (Ruhsat, izin verilen şeyleri inkâr etmeyiniz! Bunları haram etmeyip de, terk eder, çekinirseniz zühd olur, iyi olur. Yapması ise, günah olmaz) demektir. (Sünnetimi kabul etmeyen benden değildir) hadis-i şerifi de, (Ruhsat, izin verdiğim şeyleri kabul etmeyip, kendine sıkıntı veren benim sünnetime uymamış olur) demektir. (Müslim) Müdahene ve müdara ne demektir? Sual: Müdahene ve müdara ne demektir? CEVAP 327 www.dinimizislam.com Müdahene, gücü yettiği halde, haram işleyene mani olmamak, dalkavukluk yaparak, birinin gönlünü alırken, İslamiyet’in dışına çıkmak, günaha girmektir. Müdara ise, dini veya dünyayı zarardan kurtarmak için, dünya menfaatinden vermek, insanlarla iyi geçinmek, İslamiyet’in dışına çıkmadan, güler yüz göstermek gönlünü almaktır. Müdahene, dünyalık ele geçirmek için, dinden taviz vermektir. Haram işleyenlere olan saygısı yahut dine olan bağlılığının gevşekliği, müdaheneye sebep olur. Fitne olmadığı, yani dinine veya dünyasına veya başkalarına zarar olmadığı zaman, haram ve mekruh işleyene mani olmak gerekir. Mani olmamak, susmak haram olur. Hadis-i şerifte, (Allah’a isyan edenlerle gezip tozan, günah işleyene gücü yettiği halde, ses çıkarmayan, müdahene eden, kabrinden maymun ve hınzır şeklinde kalkar) buyuruldu. Müdahene etmek, haram işlemeye razı olmayı gösterir. Susmak çok yerde iyi ise de, hakkı, hayrı söyleyecek yerde susulmaz. (Ya Resulallah, geçmiş ümmetlerden bir kısmına azap yapıldı. Hepsi öldü. Bunların arasında salihler de vardı) denildiğinde, (Evet, salihler de helak oldular. Çünkü, Allah’a isyan olunurken susmuşlardı) buyurdu. Bazı hiziplerin takıyye dediği şeye İslam âlimleri Müdara diyor. Kalbinde olanın aksini söylemek, itikadını, dini ve siyasi görüşünü, saklamak demektir. Sırrını açıklayan kimse, çok defa söylediğine pişman olur, üzülür. İnsan, söylemediği sözüne hakimdir, söylediğinin ise, mahkumudur. Keşke söylemeseydim, der. Malı ve eşyayı emin olarak saklayan çok kimse, sır saklayamaz. Hiç ummadığınız kimse, gizli sırlarınızı açıklayabilir. Bunlar tecrübe ile bildirilmiş gerçeklerdir. Onun için eskiden, (Zehebini, zihâbını ve mezhebini gizli tut!) derlerdi. Yani paranı, dini ve siyasi görüşünü, hizbini gizli tut demektir. Bu birkaç çeşittir: 1- Kâfirler arasında kalıp, malından, canından korkanın, onlara kalben değil de, dilden sevgi göstermesi caizdir. Kalbindekini gizlememek daha iyidir. Peygamberim diyen yalancı Müseyleme, doğru söyleyen bir sahabiyi şehit etmişti. Sahabinin inancını gizlemesi de caiz idi. Nitekim, müşrikler, Hazret-i Ammar’a, babası Hazret-i Yasir ve annesi Sümeyye hatuna işkence edip, "Lat ve Uzza putu, Muhammedin dininden iyi de" derler, demeyince de işkenceyi artırırlardı. Nihayet ana babası şiddetli işkence ile şehit edildiler. Hazret-i Ammar, kâfirlerin zorlamaları üzerine dediklerini diliyle söyledi. Ammar kâfir oldu dedikleri zaman, Resul-i Ekrem efendimiz, (Ammar kâfir olmadı, o baştan ayağa iman ile doludur. O, iki durumda karşılaştığında en doğru olanını tercih eder) buyurdu. Demek ki küfür 328 www.dinimizislam.com olan bir sözü, böyle durumlarda yalnız dil ile söylemek caizdir. Resulullah efendimiz, Hazret-i Ammar’a (Müşrikler eziyet ederse, yine böyle söyle) buyurdu. (İ.Asakir, İ.Mace) 2- Kâfirlerin galip olduğu yerde gerçeği söylememek caizdir. Şafii’de, zalim Müslümanlar arasında da caiz olur. Müslümanlar garip ve zayıf olduğu müddetçe kıyamete kadar her yerde caizdir. Çünkü, müminin kendinden zararı, mümkün olduğu kadar uzaklaştırması gerekir. 3- Malını korumak için de, gerçeği söylememek, mesela gaspçılar yakalayınca, parası olduğu halde yok demek caizdir. (Malını korurken öldürülen, şehit olur) ve (Müminin malı, canı gibi kıymetlidir) hadis-i şerifleri buna delildir. Çünkü, insanın mala ihtiyacı pek çoktur. Mesela, su pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz. Teyemmüm etmek caiz olur. Kendisine veya başkalarına zarar gelme korkusundan dolayı iyiliği emretmek ve haramı men etmek mümkün olmazsa, böyle durumlarda fitneye mani olmak için susmaya, müdara denir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, farzları emrettiği gibi, müdara etmemi de emretti.) [Hakim] (Müdara etmek sadakadır.) [Deylemi] (Müdara edenler, şehit olarak ölür.) [Deylemi] (Şerefinizi mallarınızla [para ile], dininizi de dilinizle [müdara ederek] koruyun!) [İ. Asakir] (İyi geçinmek aklın başıdır.) [Beyheki] Müdara ederken tatlı dilli ve güler yüzlü olmak gerekir. Talebeye ders verirken müdara gerekir. Hanımına müdara etmeyenin rahatı, huzuru kalmaz. İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki, insanlar üç kısımdır: 1- Gıda gibi olanlar, her zaman gerekir. 2- İlaç gibi olanlar, bazen gerekir. 3- Hastalık gibi olanlar. Bunlar gerekmez ise de, gelip musallat olur. Bunlardan kurtulmak için, müdara etmek gerekir. Savaşta, hile yapmak, yalan söylemek caizdir. Bir örnek: Düşmanın biri, oturmakta olan Hazret-i Ali’nin karşısına aniden kılıçla çıkıp, “Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?” der. Hazret-i Ali de, parmağı ile adamın arkasını gösterip “Peki dövüşelim, fakat iki kişiyle mi?” der. Düşman, arkadaki kim diye bakınca, Hazret-i Ali, kılıcını çekip, düşmanını zararsız hale getirir. Düşmanı, “Bana hile yaptın?” der. Hazret-i Ali de, (Savaş hiledir) hadis-i şerifini bildirip, “Ama sen de beni gafil avlayacaktın” der. Yani seninki hile değil miydi demek ister. 329 www.dinimizislam.com Müslümanın davranışı Sual: Gerek çevremizde, gerekse işyerimizde çeşitli inançta ve karakterde insanlarla karşılıyoruz. Bir müslüman olarak onlara karşı hareketlerimiz nasıl olmalıdır? CEVAP İmam-ı Gazali hazretleri insanları dört kısma ayırmaktadır: 1- Yiyip içmek ve zevk etmekten başka bir şey bilmeyenlerdir. 2- Şiddet, zulüm ile hareket edenlerdir. 3- Hilekârlık ve mürailikle etrafındakileri aldatanlardır. 4- Güzel ahlak sahibi olan, hakiki müslümanlardır. Unutmamak gerekir ki, her insanın kalbinden Allahü teâlâya giden bir yol vardır. Bütün mesele, bu yoldan İslam nurunun insanlara ulaştırılmasıdır. O nuru kalbinde hisseden bir insan, hangi kısımdan olursa olsun, yaptığı fenalıklara pişman olur ve doğru yolu bulur. Eğer bütün insanlar, İslam dinini kabul etseler, dünyada ne fenalık, ne hilekârlık, ne harp, ne şiddet ve ne de zulüm kalırdı. Bunun için, tam ve mükemmel bir müslüman olmaya gayret etmek ve müslümanlığın esasını ve inceliklerini izah ederek, bütün dünyaya yaymak, hepimizin boynuna düşen bir borçtur. Bunu yapmak cihad olur. Başka dinden de olsa, insanlara daima tatlı dille ve anlayışla hitap etmeli! Bunu, Kur'an-ı kerim emretmektedir. Müslüman olmayanın yüzüne karşı, kâfir, dinsiz diyerek, onun kalbini incitmenin günah olduğu, böyle söyleyenin cezalandırılması gerektiği, fıkıh kitaplarında yazılıdır. Maksat, herkese İslam dininin yüceliğini anlatmaktır. Bu cihad da, ancak tatlı dille, sabır, ilim ve imanla olur. Bir kimseyi bir şeye inandırmak isteyenin önce kendisinin ona inanması şarttır. Mümin ise, hiçbir zaman sabrını kaybetmez ve inandığını anlatmakta müşkülat çekmez. İslam dini kadar, açık ve mantıki hiçbir din yoktur. Bu dinin esasını anlayan bir kimse, herkese bu dinin biricik hak din olduğunu kolaylıkla ispat edebilir. Başka dinden olanların hepsini, fena huylu bir insan kabul etmemelidir. Evet küfür, yani müslüman olmamak, her zaman ve her yerde fenadır. Çünkü küfür, insanı dünyada ve ahirette felakete götüren zararlı bir inanış ve bozuk bir yaşayıştır. Allahü teâlâ, İslam dinini, insanların dünyada rahat ve huzur içinde, kardeşçe yaşamaları için ve ahirette sonsuz azaplardan kurtulmaları için göndermiştir. Kâfirler, yani müslüman olmayanlar, bu saadet yolundan mahrum kalmış zavallı kimselerdir. Bunlara, acımalı ve incitmemelidir! 330 www.dinimizislam.com Bunları gıybet etmek bile haramdır. İnsanın, said veya şaki olduğu son nefeste belli olur. Allahü teâlâ, Kur'an-ı kerimde bütün insanları doğru yolda bulunmaya davet ediyor. Doğru yola kavuşan insanın, geçmişteki bütün hatalarını affedeceğini vaat buyuruyor. Başka dinden olanlar, şeytanın veya müslümanlıktan haberi olmayanların aldattıkları zavallı kimselerdir. Bunların çoğu, Allahü teâlânın rızasına kavuşmak için, yanlış yola saptırılmış insanlardır. Biz bunlara sabırla, tatlı dille, akıl ve mantık ile doğru yolu yani İslamiyet’i göstermeliyiz! Hak Yoldakiler Sual: Bid'atlerin yayıldığı şu ortamda acaba hak üzere olan bir grup var mıdır? CEVAP İmam-ı Beyheki hazretleri, (Hak üzere olan bir toplum bulunmazsa, [yani olduğu halde bilinmezse] İslam âlimlerinin bildirdiği yola tâbi olan kurtulur) buyuruyor. Hak üzere olan yola, fırka-i naciyye denir. Dört hak mezhepten birine uyan fırka-i naciyye içindedir. Bir toplum ne kadar bozulursa bozulsun, içinde hak üzere olan bir taife bulunur. Nitekim hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ümmetimden bir taife, hak üzere cihaddadır. Kıyamete kadar galip olarak devam eder.) [İbni Asakir] (Hakkın yardımı ümmetimden bir taife üzerine kıyamete kadar devam eder. Bunları terk edip ayrılanların bu taifeye bir zararı olmaz.) [İbni Mace] (Ümmetimden bir taife, düşmanlara galip olarak hak üzere cihad ederler. Hatta sonuncu taife, Deccal ile savaşır.) [Ebu Davud] (Ümmetimden bir taife, Allah’ın emriyle hak üzere hareket etmekte devam eder.) [Buhari] Mişkat-ül-mesabihdeki, (Bir zaman gelir, ümmetimin bir kısmı müşrik olur, puta tapar, peygamberim diyen çıkar. Ben son Peygamberim. Benden sonra peygamber gelmez. Ümmetim arasında, doğru yolda olanlar, her zaman bulunur. Onlara karşı çıkanlar, Allah’ın emri gelene kadar, doğru yolda olan bu kimselere zarar yapamaz) hadis-i şerifi de gösteriyor ki, bid'at ehli, dinimizi, Kıyamete kadar asla bozamaz. Kütüphane ve kitapçılarda bulunan İslam kitapları arasında bozuk olanları pek çok ise de, doğru olanları da vardır. Bu doğru kitaplar hiçbir zaman yok olmaz ve hiçbir kimse yok edemez. Bunların 331 www.dinimizislam.com koruyucusu Allahü teâlâdır. Bu kitapları arayıp, bulup, okuyup saadete kavuşanlara müjdeler olsun! (F.Bilgiler) Ehl-i sünnet âlimleri diyor ki: Allahü teâlâ, İslamiyet’i doğru olarak öğrenmek isteyene, bunu nasip edeceğini vaat buyurdu. Rabbimiz vaadinden dönmez. Bunun için, Ya Rabbi, sana inanıyorum, seni ve Peygamberlerini seviyorum. İslam bilgilerini doğru olarak öğrenmek istiyorum. Bunu bana nasip et ve beni, yanlış yollara gitmekten koru diye dua etmeli, istihare yapmalı! Cenab-ı Hak ona doğru yolu gösterir. Şu anda herhangi bir gruba mensup olan insanların da, aynı şekilde dua etmekten çekinmemeleri, gerekir. Hâşâ Allahü teâlâ yanlış bir iş yapmaz. Belki içinde bulunduğu grup yanlış yoldadır. Bunun için her müslüman, Ya Rabbi hangi gruptaki müslümanlar doğru yolda ise, senin rızan hangi grupta ise, bana onu nasip eyle diye dua etmelidir. Eğer bulunduğu grup doğru yolda ise, bir zararı olmaz. Ancak yanlış yolda ise doğruya kavuşmuş, kurtulmuş olur. Cihad ve fitne Sual: Yabancı bir yazar, (Hükümet, zulüm, haksızlık yaparsa, müslümanlar isyan etmelidir) diyor. Bu söz doğru mudur? CEVAP Bu söz, İslam âlimlerinin bildirdiklerine uymamaktadır. Müslümanlar isyan etmez. Fitne ve fesat çıkarmaz. Zalim olan hükümete de isyan etmek günahtır. Kanunlara, emirlere karşı gelmek, cihad olmaz. Fitne çıkarmak olur. Fitnecilere aldananlar, Hac suresinin 39. âyetine yanlış mana verdikleri için, bu felakete düşmüşlerdir. Bu âyette mealen, (Müminlere saldıran zalimlerle cihad etmeye izin verildi) buyuruldu. Mekke’de kâfirler, müslümanlara zulmedip, yaralayınca, öldürünce, bunlarla dövüşmek için, tekrar tekrar izin istediler. İzin verilmedi. Medine’ye hicret edilince, bu âyet gelerek, yeni kurulan İslam devletinin, Mekke’deki zalimlerle cihad yapmasına izin verildi. Bu âyet-i kerime, müslümanların, zalim hükümete isyan etmeleri için değil, insanların İslam dinini işitmelerine, müslüman olmalarına mani olan zalim diktatör ordular ile cihad yapması için, İslam devletine izin vermektedir. (Siyer-i kebir)deki hadis-i şeriflerde, (Emire isyan eden kimseye Cennet haramdır) ve (Adil ve zalim, her emirin emri altında cihad ediniz) buyuruldu. Cihadı devlet yapar 332 www.dinimizislam.com Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan cihad, başka ülkelerdeki düşman olan kâfirlerle, devlet olarak savaşmak demektir. Korsan gösteriler yapmak, cihad cihad diye bağırmak cihad olmaz, çapulculuk olur. Dinimize zarar verir. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabrediniz! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki] Bu hadis-i şerif, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emretmektedir. Bir hadis-i şerifte de buyuruldu ki: (Cihadın en kıymetlisi, zalim sultan yanında, doğru yolu gösteren bir söz söylemektir.) [Tirmizi] Âlimlerin, gücü yettiği kadar hükümet memurlarına, emr-i maruf yapması gerekir. Fakat emr-i maruf yaparken, fitne çıkmamasına çok dikkat etmelidir! Görülüyor ki, müslümanlar ihtilal yapmaz. Ama, zulme, haksızlığa da teslim olmaz. Meşru yollardan hakkını arar. Hükümetin meşru emirlerine uymak, her müslümana vaciptir. Hiç kimsenin haram olan emirleri yapılmaz. Fakat, buna isyan edilmez. Fitne çıkarılmaz. Zalimlere karşı gelmemeli, onlarla münakaşa etmemelidir! Mesela, namaz kılmamak, en büyük günahlardandır. Âmir, kumandan, kâfir ve zalim olup, emri altında olana (Namaz kılma derse), (Baş üstüne, kılmam) demeli, senin yanında kılmam demeyi düşünmelidir! Çünkü fitne çıkarmak, yani müslümanların ezilmelerine sebep olmak haramdır. O zalimin yanından ayrılınca, namazı hemen kılmalıdır! Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan etmek ahmaklıktır. Kendini tehlikeye atmak olur. Bu ise, haramdır. Tarihte öyle ahmaklar çıkmış ki, fitneye sebep olan yazı ve sözlerinden dolayı kendi kellelerini kaptırdıkları gibi, binlerce, on binlerce müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuşlardır. Kâfirlerin müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine sebep olmuşlardır. Kâfir ülkelerinde misafir olan müslümanın da, kâfirlerin mallarına, canlarına ve ırzlarına dokunması caiz değildir. Kâfirlerin gönüllerini hoş ederek, onlardan istifade etmek caizdir. Âmirlerinize itaat edin Dar-ül-islamda yaşayan zimmi kâfirlerin ve misafir gelen harbi kâfirlerin, yani turistlerin ve tüccarların haklarını gözetmek, müslümanların haklarını gözetmekten daha mühimdir. Bunlara saldırmak, hatta bunları gıybet etmek, çekiştirmek bile müslümanlara saldırmaktan daha kötüdür. 333 www.dinimizislam.com Müslümanlar, din ve fen bilgilerine çok çalışarak kuvvetlenir. Böylece, galip ve hakim olurlar. İbni Âbidin hazretleri, (Sultan veya başka zalimler, ikrah ederek, zorlayarak, ölümle, hapis ile, işkence ile korkutarak emredince, belli günahları işlemek mubah, hatta farz olur. Emrini yapmamak günah olur) buyuruyor. Hadis-i şerifte, (Emirlerinize itaat ediniz) buyuruldu. Emir, en aşağınız olsa da, İslamiyet’e uygun olan emirlerine uymak vaciptir. Hiç kimsenin günah olan emrine itaat edilmez. Fakat, isyan etmek fesada sebep olursa, bu emrine de itaat olunur. Çünkü, büyük zarar işlememek için, küçük zarara katlanmanın caiz olacağı Eşbah’ta yazılıdır. Sultanın emrettiği mubah bir şeyi yapmak vacip olur. (Berika) Abdülgani Nablusi hazretleri, (Sultanın, kendi aklı ile, arzusu ile verdiği emirlerine itaat etmek vacip olmaz. Fakat sultan zalim ise, eziyet ve işkence ediyorsa, onun Allahü teâlânın hükümlerine uymayan emir ve yasaklarına da uymak gerekir. Hele, itaat etmeyenleri öldürüyorsa, kendini tehlikeye atmak, kimseye caiz olmaz) buyurdu. (Hadika) Müslümanlar, kıymetli kitaplardan naklettiğimiz yazılara dikkat etmeli, korsan gösteri yapanlara ve korsan yazı yazanlara itibar etmemelidir! Sual: Dünyanın çeşitli yerlerinde azınlıkta olan Müslümanlara, Hıristiyanlar veya başka İslam düşmanları zulüm ediyor, canlarına, mallarına ve ırzlarına saldırıyor. Bu durumda, onların öldüreceğini bile bile onlara saldırmak fitne olur mu? İntihara teşebbüs sayılır mı? CEVAP Meşru savaşı devlet yapar. Muayyen grupların isyan etmesi yanlış olur. Bunlar, hicret imkanı varsa başka diyara hicret etmeli. Buna da imkan yoksa yine de fitneye karışmamalı. Onlar öldürürse Müslümanlar şehid olur. Irza tecavüz etseler Müslümana günah olmaz. Bu hususta Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Sabah evinden mümin çıkan, akşam evine kâfir olarak döner. Akşam mümin iken, kâfir olarak sabaha çıkar. Böyle bir zamanda kenarda duran, ortaya atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan yürüyenden, yürüyen koşandan hayırlıdır. Şu halde evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud] (Fitne zamanı saldırganlar, evinize girdiği zaman, [Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] “Beni öldürmek için, sen bana elini uzatsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam” diyen Âdem’in oğlu Habil gibi ol!) [Tirmizi, Ebu Davud] 334 www.dinimizislam.com (Fitne zamanı evlerinizden ayrılmayın! Oklarınızı kırın, yaylarınızı kesin! Âdem aleyhisselamın oğlu Habil gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi] (Olaylar, fitneler, zuhur edince, katil değil, maktul [öldürülen] olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym] (Ne mutlu fitneye karışmayana.) [Ebu Davud] Amellerin en kıymetlisi Sual: Amellerin en kıymetlisi nedir? CEVAP Zamana ve şahsın haline göre değişir. Nitekim hadis-i şerifte, (En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek, sonra da Allah yolunda cihaddır) buyurulduğu gibi, (Amellerin en iyisi yemek yedirmektir), (Gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır), (Selam vermeyi yaymaktır), (Allahü teâlâyı anmaktır), (Elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir), (Az da olsa devamlı olan ameldir) diye bildirilmiştir. (Berika) Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yaymaya çalışmalıdır. Fetava-yı Hindiyye’de diyor ki: (Hayrat, hasenat yapmak isteyen kimsenin, [hastane gibi] umuma yarayan bina yapması, köle azat etmesinden daha efdaldir, daha iyidir. Din, fen, ahlak gibi faydalı kitaplar neşretmek, her şeyden daha efdaldir. Fıkıh kitapları hazırlamak, neşretmek, nafile ibadetler yapmaktan daha sevaptır.) İslam’a hizmet ederken Müslüman olarak yaşayan, İslam’a hizmet ederken sıkıntı çeken, eza ve cefaya katlanan ve bu yolda saçı sakalı ağaran kimse Cennete gider. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Ayakları Allah yolunda tozlanana, Cehennem haramdır.) [Buhari] (Saçını, sakalını müslüman olarak ağartan affolunur.) [Müj.Mek.] Müslümanın tek gayesi ahirete hazırlanmak olmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kaygısı yalnız ahiret olanın diğer kaygılarına Allahü teâlâ kâfi gelir. Kaygısı dünya olana ise, sahip çıkmaz.) [İ.Mace] İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ahireti isteyene, Allahü teâlâ, keremi ile, dünyasını da verir. Ahireti verip dünyayı almak delilik ve akılsızlıktır) buyuruyor. Allah rızası için çalışan, dünya nimetlerine de kavuşur. Ama dünya için çalışan, ahiret nimetlerinden mahrum kalabilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 335 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâ, ahiret için çalışana dünyayı verir, fakat dünya için çalışana, ahireti vermez.) [Deylemi] Ahiret için yatırım Sual: Ahirete yatırım için, hangi cins hayır hasenata ağırlık vermeli? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Farz ibadetin yanında nafile ibadetlerin hiç kıymeti yoktur. Deniz yanında, damla kadar bile değildir. Melun şeytan, müminleri aldatarak, farzları küçük gösteriyor. Nafilelere yol gösteriyor. Zekat yerine nafile sadakaları güzel gösteriyor. Halbuki, zekât niyeti ile fakire bir altın vermek, yüz bin altın sadaka vermekten daha sevabdır. Çünkü zekât vermek, farzı yapmaktır. Zekat niyeti olmadan verilenler ise, nafile ibadettir. (1/29) Farzın önemi, hiçbir sünnetle, nafile ibadetle asla mukayese kabul etmez. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Ramazanda bir gün oruç tutmayan, onun yerine bütün yıl oruç tutsa, o bir günkü sevaba kavuşamaz.) [Tirmizi] Dikkat edin, farz orucu kaza ediyor, oruç borcundan kurtuluyor; ama farzı zamanında yapma sevabına kavuşamıyor. Hatta ömür boyu nafile oruç tutsa da, bir farzı zamanında yapma sevabına kavuşamıyor. Farzın ne kadar önemli olduğunu bu hadis-i şerif açıkça bildiriyor. O halde nafile değil de, farz olan bir ibadeti tercih etmek gerekir. Mesela, dinin doğru olarak öğrenilmesine vesile olmak, önemli bir farzı yerine getirmek olur. Bunun en kolay yolu da, sevdiklerimize, yakınlarımıza, www.hakikatkitabevi.com adresindeki, nakli esas alan, doğru kitaplardan hediye etmektir. Fitne çıkaran lanetliktir Sual: Fitneden çok bahsedip, (fitneye sebep olmamalı) diyorsunuz. Zararlı olan bu fitne nedir? CEVAP Fitne, sözlükte, altın, gümüş gibi madenleri potada, ateşte eriterek, saf hale getirmek anlamına gelir. Aşağıda bildirileceği gibi, fitnenin, ıstılahta birçok anlamı varsa da, daha çok bozgunculuk, bölücülük, isyan, ihtilal, fesat çıkarmak gibi anlamlara gelir. Nitekim Abdülgani Nablusi hazretleri de, (Fitne, müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmaktır) buyuruyor. İmam-ı Birgivi ve Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi aynı şekilde tarif etmiştir. Fitne çıkarmak ve pasiflik 336 www.dinimizislam.com Bazıları, Maide suresinin (Hazret-i Âdem’in oğlu Kabil, kardeşi Habile “Seni öldüreceğim" dediği zaman, Habil, “Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben seni öldürmek için elimi sana uzatmam, çünkü ben Allah’tan korkarım” demiştir) mealindeki 27 ve 28. âyetlerinden dolayı Hazret-i Habili pasif ve korkak olarak vasıflandırıyorlar. Halbuki Kur’an-ı kerimde, fitne kötülenmektedir. Birkaç âyet-i kerime meali şöyledir: (Onlar öyle sapıklar ki, yeryüzünde fitne ve fesat çıkarırlar.) [Bekara 27] (Onlara; "Yeryüzünde fitne fesat çıkarmayın" dendiği zaman, "Biz ancak ıslah edicileriz" derler.) [Bekara 11] (Fitne çıkarmak adam öldürmekten daha kötüdür.) [Bekara 217] (Kalblerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak için, âyetleri kendilerine göre yorumlar.) [Al-i imran 7] (Onlar fitne çıkarmak için can atarlar.) [Nisa 91] (Onlar yeryüzünde bozgunculuğa koşarlar; Allah ise bozguncuları sevmez.) [Maide 64] (Fitneden sakının.) [Enfal 25] (Yeryüzünde fitne fesat çıkaranlara lanet olsun.) [Rad 26] Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir. (Hadika,Tarikat-ı Muhammediyye, Berika) Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace] (Malı ve canı ile cihad eden, ortalığın karışık olduğu zaman bir kenara çekilip ibadetini yapan ve kimseye zararı olmayan insan, mümin-i kâmildir.) [Hakim] (Olaylar, fitneler, zuhur edince, katil [öldüren] olmaktan kurtulup, maktul [öldürülen] olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym] (Fitneciler saldırdığı zaman, "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen Âdem’in oğlu [Habil] gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi] (Fitne zamanı evinizden ayrılmayın! Âdem’in oğlu [Habil] gibi olun!) [Ebu Davud, Tirmizi] (Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlıdır, evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud] 337 www.dinimizislam.com (Fitne zamanında evinizde oturun, günahlarınıza tevbe edin, dilinizi tutun, kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!) [Nesai] (Ne mutlu fitneye karışmayana ve fitneye maruz kalıp da sabredene!) [Ebu Davud] Dinimizde fitne çıkarmak haramdır. Ehl-i sünnetin dört hak mezhebin dışında kalan mezhepsizler tarih boyunca fitne kaynakları olmuşlar, Müslümanları birbirlerine düşürmüşlerdir. Âmire itaat dinin emridir Sual: Şirketimizde genç bir delikanlı müdür oldu. Dini açıdan ona itaat etmemiz gerekir mi? CEVAP Bu çok yanlış bir düşünce. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Habeşli siyah bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Buhari] Demek ki âmir, zenci de olsa, sakat da olsa, köle de olsa, cahil de olsa, kayıtsız şartsız itaat etmek gerekiyor. İsyan etmek ise kesinlikle yasaklanıyor. Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki: (Allah’a, Peygambere ve sizden olan âmirlere itaat edin!) [Nisa 59] Habeşi [zenci] cariye olan Ümmi Eymenin oğlu Üsame bin Zeyd, 18 yaşında iken, bir birliğe kumandan olmuştu, Babası Zeyd bin Harise de, köle idi. Hicretin 8. yılında, Şam civarında Mute denilen yerde Rum ordusu ile savaşırken İslam ordusunun komutanı olmuştu. Kur’an-ı kerimde ismi geçen tek sahabi budur. Hazret-i Ebu Bekir, halife iken, Eshab-ı kirama, (Resulullah, sizi Üsame’nin emrinde savaşa göndermişti. Şimdi yine savaşa hazır olun) dedi. O zaman Üsame 22 yaşında idi. Bazıları, (Asiler Medine’ye gelip halifeyi öldürebilirler. Üsame’yi değiştirseniz nasıl olur?) dediler. Hazret-i Ebu Bekir, (Resulullahın beğendiği komutanı değiştiremem) dedi. Üsame at üzerinde, halife ve Eshab yürüyerek, Medine’den dışarı çıktılar. Halife, Eshaba veda ederken (Size birinci nasihatim, Üsame’ye itaat etmenizdir) buyurdu. Hazret-i Üsame, Huzaa kabilesine gidip, mürtedleri öldürdü. Kırk gün sonra, zafer ile Medine’ye döndü. Demek ki âmir genç de olsa, köle de olsa ona itaat şarttır. Yoksa, zahiren ona gösterilen itimatsızlık ve itaatsizlik, aslında onu vekil edene yapılmış olur. Bu işi beceremedi demenin, emaneti ehline veremedi demenin başka şeklidir. Emir edepten üstündür 338 www.dinimizislam.com Sual: Kapıdan geçerken veya başka bir şey için, yaşça büyük olanlara, hatta arkadaşlarımıza öncelik vermek iyi değil midir? CEVAP Öncelik vermek elbette iyidir; fakat ısrar etmek kibirden ileri gelir. Mutlaka benim dediğim olsun demektir, hiç uygun olmaz. Hele yaşça büyük biriyse ve sen geç diyorsa, peki deyip geçmelidir. (El-emrü fevkal edeb) yani emre uymak, edebe riayetten önce gelir. Ayrıca, bize (Buyurun) diyene, (Siz buyurun) diye ısrar etmek, tevazu olmaz, emir vermek gibi olur. Âmire itaat gerekir Sual: Âmirlerimizden adaletsiz ve yanlış iş yapanlar oluyor. Uğraşmamıza rağmen hakkımızı alamazsak, yanlışlıkları düzeltemezsek âmirlerimizi bir üst makama şikayet etmemizde bir mahzur olur mu? CEVAP Âmirlerle münakaşa edilmez. Onların yaptığı işler ulu orta tenkit edilmez. Onlara itiraz, onları tayin eden âmire itiraz olur. Bizim yanlış sandığımız şey doğru olabilir. Hakkımız sandığımız şey, hakkımız olmayabilir. Hakkımız olsa bile, hakkı kendi elimizle almaya kalkmamız anarşiye sebep olur. Âmirlere itaat gerekir. Çünkü Peygamber efendimiz buyuruyor ki: (Elleri kesik, sakat bir köle de olsa, âmirinize itaat edin!) [Müslim] (Sırtına vurup malını alsa da, âmirine itaat et!) [Buhari] Kur’an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki: (Allah’a, Peygambere ve sizden olan âmirlere itaat edin!) [Nisa 59] Ortada ihanet gibi bir durum varsa, uygun kimselerle istişare edilip durum, usul-i dairesinde bir üst makama bildirilebilir. Eshab-ı kiramdan Avf bin Malik el-Eşca'i hazretleri anlatır: Mûte gazasına çıkmıştım. Sadece bir kılıcı olan Yemenli bir asker de yanımdaydı. Orada kesilen bir devenin derisinden bir kalkan yaptı. Giderken bir Rum birliğiyle karşılaştık. Silahı da, atının eğeri de altın işlemeli bir Rum, Müslümanlara şiddetle saldırıyordu. Yemenli de bir kayanın arkasında saklanıp onu takibe başladı. Rum yaklaşınca Yemenli kılıcıyla atın ayaklarını kırıp Rum’u yere düşürdü. Hemen üstüne atılıp kılıcı ile onu öldürdü. Atını da, silahını da aldı. Allahü teâlâ Müslümanlara zafer müyesser edince, Emirleri Halid bin Velid, Yemenlinin öldürdüğü Rum’dan kalan eşyalardan bazısını aldı. Hâlid'e, Resulullahın, (Kim savaşta birini öldürürse, öldürdüğü kimsenin bütün malları öldürene verilir) hadis-i şerifini duymadın mı, diyerek aldığı ganimetleri geri vermesini söyledim. Halid, "Evet biliyorum. 339 www.dinimizislam.com Ama bu kadar ganimet ona çok" dedi. Ben de "Bunu Yemenliye geri vermezsen, durumu Resulullaha iletirim" dedim. Buna rağmen Halid ganimetleri geri vermedi. Ben de Medine’ye gelince durumu Resulullaha anlattım. Resulullah, Halide durumu sordu, o da dediklerimi doğruladı. Resulullah, (Aldıklarının hepsini geri ver) buyurdu. Ben de, "Ya Halid, ben sana dememiş miydim, Yemenlinin hakkını sende bırakmam” diye. Resulullah bunu duyup işin aslını sordu. Ben olduğu gibi anlattım. O zaman öfkelenip, “Ya Halid, ganimetleri verme! Siz emirlerime [kumandanlarıma] nasıl itiraz edersiniz. İşlerin temizi size, bulanığı emirleredir” buyurup beni azarladı. (Müslim, Ebu Davud) İmam Nevevi, son cümleyi şöyle açıklıyor: İşlerin iyi yürümesi âmirlerden sorulur, memurlardan sorulmaz. Bu hadisten anlaşılıyor ki, Emir, mücahidden aldığı ganimeti, bir başka mücahide verebilir. Sevgi ve emir dinlemek Emre uymak üzerine bir konuşma: - Büyükleri sevmek ne demektir? Yani seviyorum diyen asgari ne yapması gerekir? Sevmenin ölçüsü nedir? - Sevmenin ölçüsü söz dinlemektir. Çok söz dinleyen çok seviyor demektir. Bir kimse, Allahü teâlânın emirlerine ne kadar çok uyarsa, o kimsenin Allah’ı o derece çok sevdiği anlaşılır. Allahü teâlânın hiçbir emrini yapmadan ben Allah’ı çok seviyorum demesi yalan olur. Sevginin derecesi, itaatteki sürat ile ölçülür. - Emre itaat nasıl olur? - Söylenileni, bildirilen zamanda ve istenilen miktarda yapmakla olur. - Önemli olan işin olması değil mi, erken veya geç olması, az veya çok yapılması o kadar önemli midir? İstenilenden daha iyisini yapmanın mahzuru olur mu? - Evet, verilen emri aynen uygulamak gerekir. Fazlası da noksanı da yanlış olabilir. Bazen işin bildirilen zamanda yapılması önemlidir. Daha önce veya daha sonra yapılması mahzurlu olabilir. Bize göre daha iyi sanılan şekil, emri verene göre yanlış olabilir. Bunu da ancak emri veren bilir. Bize düşen emre aynen itaat etmektir. Daha iyisini yapmak için geciktirmek veya bazı ilaveler yapmak yanlış olur. - Size göre söz dinlemek, iş yapmaktan önce geliyor. Önemli olan işin yapılması değil mi? Mesela (Şifa eczanesinden bir aspirin al gel) dense, ben de, daha yakın olan Hayat eczanesine gidip, daha iyisi olan İngiliz aspirininden alıp gelsem, daha iyi iş yapmış olmaz mıyım? 340 www.dinimizislam.com Hem daha yakın eczaneden aldım, hem de daha kaliteli aspirinden aldım, bu takdire layık değil mi? - Şifa eczanesinden alıp getirmen, emri verenin isteğidir. Başka eczaneden alıp gelmen senin isteğindir. Sen kendi isteğini yapmış oldun. O eczaneden almamızda bilmediğimiz bir sebep, bir hikmet olabilir. Sadece (Aspirin getir) denseydi istediğiniz eczaneden alabilirdiniz. Ama isim vererek Şifa eczanesinden al denince, sizin emre itaat için o eczaneden alıp gelmeniz lazım. O da eczane, bu da eczane ne fark eder demekle verilen emri değiştirmiş olursunuz. Şifa eczanesi demesi lüzumsuzdu diyerek emri vereni bir nevi cahillikle suçlamış oluyorsunuz. Bu durum, yani kraldan çok kralcı kesilmek bir hastalıktır. Bu hastalıktan kurtulmak lazımdır. Bugün aspirin alma işinde olur, basit diye geçersiniz, yarın önemli bir iş olur, onda da aynı şeyi yaparsınız. İkincisi kaliteli aspirin almanız da yanlıştır. Hangi firmanın ilacı ise onu almanız gerekirdi. Daha iyisini almak daha iyi değildir. Neticede siz bir iş yapmış olursunuz, ama yaptığınız iş olsa da, hizmet olmaz. Hizmeti seven yapar, işi ise para karşılığı herkes yapar. - Peki, Şifa eczanesi kapalı olsaydı, başka eczaneden alsaydım bir mahzuru olur muydu? - Evet, bu da yanlıştır. O zaman, telefonla veya bizzat giderek hemen emri verene durumu anlatıp, ne yapacağınızı tekrar sormanız lazım olurdu. Bu husus çok önemlidir, emir yerine getirilemediği zaman veya emri yerine getirirken kusur veya zarar ziyan oluyorsa, hemen emri verene dönüp, durum anlatılmalı, yeni talimatına göre hareket edilmelidir. - Yani aklımıza değil, verilen emre uymaya çalışmalı demek istiyorsunuz öyle mi? - Evet. Emîre itaat vacibdir Sual: Emîr olan kişi, mubah bir şeyi yasaklar veya onun yapılmasını emrederse, bu emre itaat gerekir mi? CEVAP Evet, gerekir. Emîr [başkan], mubah olan bir şeyi emrederse, faydasını düşünerek buna itaat gerekir, çünkü emîrin islamiyete uygun emirlerine itaat vacibdir. (Berika) Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Günahı emretmedikçe, emîre itaat vacibdir.) [Beyheki] Mesela emîr (Namaz kılma) derse, namaz yine kılınır; fakat (Çay içme, sigara içme) derse, itaat gerekir. Bir hadis-i şerif de şöyledir: 341 www.dinimizislam.com (Emîrin, beğenmediğiniz işlerine de sabredin, çünkü cemaatten ayrılan imansız ölür.) [Buhari] Emîre itiraz edip, bölücülük yapmaktan sakınmalı. Emîr seçerken Sual: (Üç erkek sefere çıkınca, aralarında birini emîr [başkan] seçsinler) hadis-i şerifine göre, başkan seçerken neyi ölçü almak gerekir? CEVAP Takvası en fazla olanı, görüşü isabetli olanı, en iyi tedbir alanı, en mürüvvetli olanı, en cömerdi, en olgunu, en şefkatlisi ve en merhametlisi, başkanlığa daha layıktır. Bunlar eşitse kur’a çekilir. Emîr seçmek sünnet, emîre itaat vacibdir. Emîr olmanın vasıfları Sual: Emîr olmanın vasıfları nelerdir? CEVAP Emîr olan, kızmamalı, gücenmemeli, güler yüzlü, tatlı dilli olmalı. Sabırlı olmalı. Affedici olmalı. En çok çalışan, o olmalı. Emri altındakilerden zerre menfaati olmamalı. Kendisi yüzünden, arkadaşlarının Cehenneme gidecek fiiller işlememelerine çalışmalı. Dini konularda kendinden konuşmamalı, her konuşması, büyüklerimizin bahsettiklerinden veya kitaplarından olmalıdır. Kraldan çok kralcı Sual: Bir kurumun bazı yanlış işleri olsa, müdür veya patron buna göz yumsa, bizim müdahale edip bu durumun düzelmesi için müdüre baskı yapmamız uygun olur mu? Yoksa kraldan çok kralcı mı geçinmiş oluruz? CEVAP Evet, uygun olmaz. 30 sene kadar önce, bir arkadaş, çalışan bir personele kâğıt, kalem, bant gibi şeyler veriyor. Bakıyor, birkaç gün sonra bunlar yok oluyor. Yani o personel, bunları alıp evine götürüyor veya birilerine veriyor. Durmadan bundan malzeme istiyor. Bir gün kızıyor, (Sen çalıyorsun, sana bir tek malzeme yok) diyor. O da bu arkadaşı müdüre şikâyet ediyor, (Bana malzeme vermiyor) diyor. Müdür, arkadaşı çağırıyor. (Biz onun ne yaptığını biliyoruz. Sen karışma, nereye götürürse götürsün, sen vermeye devam et) diyor. Eğer müdür, patron bir işi biliyorsa, onlara söylemek uygun olmaz. Bilmiyorlarsa, ortada bir hainlik varsa bir kere söylenir. Artık bundan sonra müdürün veya patronun işine karışılmaz. Israrcı olunmaz. Kraldan çok kralcı geçinmek, çok uygun bir deyim. Yöneticinin veya patronun yaptığı bize göre yanlış olsa, bizimki de, bize göre doğru olsa, yine de onların işine kesinlikle karışmamalı. Çünkü sorumluluk onlara aittir. 342 www.dinimizislam.com Allah ile kul arasına girilmez mi? Sual: Günahların zararlarından ve kâfirlerin Cehenneme gireceklerinden bahsedilince (Allah ile kul arasına girilmez, Allah adına karar veremezsin) diye tepki gösteriyorlar. Dinin emrini bildirmek Allah adına karar vermek midir? CEVAP Az da olsa, iyi niyetli bazı kimseler, Allah ile kul arasına girilmez sözünü, (Müslümanlıkta, Hıristiyanlıkta olduğu gibi, din adamlarının günah affetme yetkisi yoktur) anlamında kullanıyorlar. Ancak dinsizlerin ve fâsıkların söylediği anlamda, yani dinin emirlerini bildirmeyin, bize hatırlatmayın anlamında kullanmak dinimize aykırıdır. Öyle olsaydı, Allahü teâlâ, insanlara dinin emrini tebliğ edici Peygamberler ve kitaplar göndermezdi. Namaz kılmayan, içki içen, hırsızlık eden ve her türlü kötülüğü işleyenler, kendilerini temize çıkarmak için (Allah ile kul arasına kimse giremez) sözüne sığınıyorlar. Allah ile kul arasına girilmesini bizzat Allahü teâlâ kendisi istemektedir. Kul diye başlayan bir çok âyet vardır. Kul kelimesi, de ki, söyle ki demektir. Mesela, (içki içmeyin, namaz kılın, kumar oynamayın) gibi birçok emir vardır. Bir tanesinin meali şöyledir: (İnanan kullarıma söyle, namaz kılsınlar!) [İbrahim 31] Peygamber efendimiz de, (Şu günahları işleyen Cehenneme gider) ve (Namaz kılmayanın ibadetlerine sevap verilmez) buyuruyor. (Ebu Nuaym) Kimi de, (Namaz kılmadığım ve çeşitli günahlar işlediğim için beni Cehenneme atamazsınız) diyor. Evet atamayız. Ama Allahü teâlâ, (Şu günahları işleyenleri Cehenneme atarım. Kullarıma söyle, böyle günahlardan sakınsınlar) buyuruyor. Dinimizin böyle emirlerini söylemekle suçluyu Cehenneme atmış mı oluyoruz? Dinin emrini bildirmek din adamlarının görevidir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Erkek ve kadın bütün müminler, birbirlerinin velisidir [dost ve yardımcısıdır]; iyiliği emreder kötülükten alıkoyar; namaz kılar, zekât verir, Allah’a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunlara Allah rahmet eder.) [Tevbe 71] (Oğlum, namazı doğru kıl, emr-i maruf ve nehy-i münker yap! Bunları yaparken gelecek sıkıntılara katlan, çünkü bunlar, azmi gerektiren [kesin farz olan] işlerdendir.) [Lokman 17] (Onların çoğu, günah, düşmanlık ve haram olan şeyleri yiyip içmekte yarışıyorlar. Din adamları ve âlimleri onları, günah olan 343 www.dinimizislam.com sözlerinden ve haram olan şeyleri yiyip içmekten vazgeçirmeye çalışmaları gerekmez miydi? Ne kötü iş bu!) [Maide 62, 63] Demek ki Allahü teâlâ, dinin emirlerini tebliğ için din adamlarını, âlimleri mesul tutmaktadır. Namaz kılmayan ve her türlü kötülüğü işleyene, (Allah’tan kork, namaz kılmamak büyük günahtır) dense, tepkisi artar ve daha fazla günah işler. Konu ile ilgili birkaç âyet meali: (Ona [günahkâra] “Allah’tan kork” denilince gururu ona daha çok günah işletir. [Ceza ve azap olarak] Cehennem ona yetişir.) [Bekara 206] (Rabbine suçlu olarak gelen, Cehenneme gider. Orada ne ölür, ne de yaşar.) [Taha 74] (Gizli açık her günahtan sakının. Çünkü günahkâr, cezasını mutlaka çeker.) [Enam 120] (İman edip iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenlerin ecirleri Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, üzülmezler de.) [Bekara 277] (Suçlulara, niye ateştesiniz denilince, “Namaz kılmazdık” derler.) [Müddessir 41-43] Allah ile kul arasına girmek Sual: Bir arkadaş, "Hıristiyanlıkta Allah ile kul arasına papazlar giriyor. Müslümanlıkta Allah ile kul arasına kimse giremez. Benim içkime, zinama, hırsızlığıma kimse karışamaz" diyor. Bu arkadaşa nasıl bir cevap vermek gerekir? CEVAP Dinimizde kul ile Allah arasına girilmez diye bir kural yoktur. Papazlar günah affetmede Allah adına hareket ediyorlar. Dinimizde böyle bir şey yoktur. Allah adına günah affetmek yok. Yoksa Allah'ın emrini kullarına tebliğ etmek vardır. Suç işleyenleri cezalandırmak vardır. Kur'an-ı kerimde bir çok âyet var. Şu suçu işleyene şu cezayı verin diye. Eğer bu Allah ile kul arasına girmekse evet dinimizde kul ile Allah arasına girilir. Girilmesini Allah emrediyor. Din adamı sınıfı Sual: İslamda din adamı sınıfı var mıdır? CEVAP Din adamı sınıfından kasıt ne? Doktorlar, avukatlar, ilahiyatçılar gibi bir sınıftan mı bahsediliyor? Öyle ise elbette ilahiyatçılar diye bir sınıf vardır. Ama bunların Hıristiyanlıkta olduğu gibi günah affetme yetkisi yoktur. Sadece dini tebliğ ederler o kadar. Gerçek âlim olanları da Resulullahın vârisleridir 344 www.dinimizislam.com Sual: Din adamlarının Allah ile kul arasına girmesi, Mekke müşriklerinin, lat, menat ve uzzaya bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye tapmalarından farksız değil mi? CEVAP Müslüman din adamı, müftüsü vaizi, imamı, Allah ile kul arasına girip de ne yapıyor? Namaz şöyle kılınır, oruç şöyle tutulur diyor. Bu Allah ile kul arasına girmek mi? Allah ile kul arasına girmek ise bunun ne mahzuru vardır? Allahü teâlâ, Peygamberini dini tebliğ etmek ile görevlendirmedi mi? Âlimler Resulullahın vârisleri değil mi? Dini tebliğ etmek emr-i maruf nehy-i münker yapmak Allah ile kul arasına girmek mi? Sonra Allah ile kul arasına girip de ne yapılıyor? Namaz anlatılıyor, hac anlatılıyor, hepsi bu. Bunda gocunulacak taraf ne? Müslüman din adamlarını müşriklere benzetmek, din düşmanlığından başka nedir? Din adamı dini öğretiyor, Allah’a yaklaştırmak için kendine mi taptırıyor? Müslümana müşrik yani puta tapan kâfir diyen, eğer kendisi Müslüman ise kâfir olur. Emr-i maruf yapmak Sual: Maide suresinin, (Ey iman eden kullarım! Kendinize bakın. Kendiniz doğru yolda oldukça, başkalarının yoldan çıkması size zarar vermez!) mealindeki 105. âyeti, emr-i maruf yapmamak, kimseye karışmamak ve sadece kendimizi kurtarmak gerektiğini bildirmiyor mu? CEVAP Aksine emri maruf yapmayı emretmektedir, tefsirlerde, bu âyetin (Ey mümin kullarım! Emir ettiğim işleri, ibadetleri yapar ve emri maruf ve nehyi münker ederseniz, başkalarının yoldan çıkması, size zarar vermez) anlamında olduğu bildiriliyor. Kur’an-ı kerim Peygamber efendimize gelmiştir, muhatabı Odur. Dolayısı ile, Kur’an-ı kerimi tam ve doğru olarak sadece Peygamber efendimiz anlamış ve hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. Bu âyet-i kerimeyi açıklayan hadis-i şerif şu mealdedir: (İslamiyet'in emir ve yasaklarını anlatın! Bir kimse ucb eder [kendini beğenir], sizi dinlemezse, kendi halinizi ıslah edin.) [Berika] Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmanın en güzel yolu, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarının yayılmasına maddi ve manevi şekilde yardımcı olmaktır. Hiç değilse, bu kitapları komşuya, arkadaşa hediye etmelidir. [www.hakikatkitabevi.com adresindeki kitaplar, ehli sünnet âlimlerinin kitaplarıdır. Onların kıymetli kitaplarının tercümesidir.] Hicret etmenin önemi Sual: Zulüm görülen bir şehirden başka bir şehre veya başka bir ülkeye gitmek gerekir mi? 345 www.dinimizislam.com CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: (Hadis-i şerifte, (Yeryüzünü küfür ve kâfirlik kaplamadıkça, Mehdi gelmez) buyuruldu. Hazret-i Mehdi çıkmadan önce, küfür ve kâfirlik her yere yayılacaktır. Peygamber efendimiz, ahir zamanda, müslümanların garip olacaklarını haber verip, (Fitne zamanında yapılan ibadet, [Mekke’den Medine’ye] benim yanıma hicret etmek gibidir) buyurmuştur. (Müslim) Eshab-ı kehf, fitne zamanında, bir hicret yapmakla, yüksek dereceye kavuşmuşlardır.) [c.2, m.68] Bir hadis-i şerifte, (Benden sonra fitneler, harpler, hicretler olur. O kadar yayılır ki fitnenin dokunmadığı müslüman kalmaz. Bu kötü durum, Mehdi çıkıncaya kadar devam eder) buyurulmuştur. (Ebu Nuaym) Bid'at ve fısk çoğalan yerlerde oturmak dinen yasaktır. Dinini muhafaza için hicret eden kimse, Cennet ile müjdelenmiştir. Bir mahallede salih kalmayıp, fesat ve bid'at artınca, başka mahalleye veya başka şehre hicret etmek vacip olur. (Kenz-i mahfi) Hicret etmesi gerekir Dikta ile idare edilen yerde bulunan bir müslüman, zulüm ve işkence yüzünden, İslamiyet’e uygun yaşaması, ibadetlerini yapabilmesi imkansız olur ise, zalimlere yine karşı gelmez, bir İslam ülkesine hicret eder. İslam ülkesi yoksa veya hicret imkanı bulamazsa, insan haklarına, dine, ibadete saldırmayan herhangi bir demokratik ülkeye hicret eder. Mekke’de kâfirler, müslümanlara zulüm ve işkence ediyor, hatta öldürüyorlardı. Bu zalimlerle çarpışmak için, Resulullahtan defalarca izin istendi, fakat kimseye izin verilmedi. Daha sonra zulümden kurtulamayacak olan kimselerin, hicretlerine izin verildi. Kimisi, Medine’ye, kimisi de kâfir ülkesi olan Habeşistan’a hicret etti. Resulullah, (Ya Rabbi, eshabımın hicretlerini kolay gerçekleştir) diye dua etti. (Buhari) Hazret-i Osman muhterem hanımı Hazret-i Rukayye ile Habeşistan’a hicret ederken de, (Peygamberlerden hanımı ile birlikte ilk hicret eden Lut aleyhisselam idi. Eshabımdan hanımı ile ilk hicret eden de, Osman’dır. Allahü teâlâ, onların, sahipleri, yardımcıları olsun) diye duada bulunmuştu. [Delail-ün-nübüvve] Kur'an-ı kerimde, hicret ile ilgili âyet-i kerimelerden bir kısmının mealleri şöyledir: (Allah yolunda hicret eden kimse, yeryüzünde çok bereketli yer ve genişlik bulur. Allah ve Resulü uğrunda, [onların rızasını kazanmak 346 www.dinimizislam.com için, onların emirleri ile] hicret ederek evinden çıkan kimseye, ölüm gelirse, artık onu [bol bol] mükafatlandırmak da Allah’a düşer.) [Nisa 100] (İman edip de Allah yolunda hicret eden ve savaşan, [hicret edenleri] barındırıp yardım eden kimseler, gerçek müminlerdir.) [Enfal 74] (İnanan, hicret eden ve Allah yolunda mal ve canları ile cihat eden kimselerin dereceleri, Allah katında çok büyüktür.) [Tevbe 20] (Eziyet görüp hicret eden ve sabredip cihad edenin yardımcısı Rabbindir.) [Nahl 110] ([Müslümanlığı ilk önce kabul edip Mekke’den Medine’ye] hicret eden [Eshab-ı kiramdan] ve onlara yardım eden Ensardan ve iyilikte onların izinden giden kimselerden, Allah razıdır. Hepsi de Cennetliktir.) [Tevbe 100] (İnanmış kadınlar hicret edip size gelince, onları deneyin, imanlı iseler, inkârcılara geri göndermeyin! Bu kadınların inkârcılarla evli kalmaları helal değildir.) [Mümtehine 10] Kur'an-ı kerimde, zulme uğrayıp Allah yolunda hicret eden kimselere, büyük mükafat verileceği bildirilmektedir. (Nahl 41) Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Zalimin zulmünü değiştiremeyen, oradan hicret etmelidir.) [F.Bilgiler] (Hicret eden müslümana, Cennette bir köşk verilmesine kefilim.) [Hakim] (Hicret ediniz ki, evlatlarınızı şerefe vâris edesiniz.) [Taberani] (Ameller niyetlere göredir. Niyeti Allah ve Resulü için hicret olan kimse de, niyeti dünyalık olan kimse de, niyet ettiğine kavuşur.) [Buhari] (Hicretin efdali, Allahü teâlânın hoşlanmadığı şeyleri terk etmektir.) [Nesai] Sual: Müslümanlara zulmediliyorsa, o ülkeden başka ülkeye göç etmek uygun olur mu? CEVAP Evet uygundur hatta lazımdır. Bid’at ve fısk [açıkta günah işlemek] çoğalan yerlerde oturmak caiz değildir. Dinini muhafaza için hicret eden [başka yere göç eden] Cennet ile müjdelendi. Bir mahallede salih kimse kalmayıp, fesat ve bid’at artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek vacib olur. Bütün şehirlerde, müslümanlara saldırılıyorsa, başka İslam ülkesine hicret edilir. İslam ülkesi 347 www.dinimizislam.com yoksa, insan haklarına riayet edilen, ibadet etmek serbest olan gayri müslim bir ülkeye yerleşmek gerekir. Çünkü oradan uzaklaşmazsa, onların arasında bulunan, gelecek belaya ortak olur. Bir âyet meali şöyledir: (Öyle bir fitneden [gayri meşru işlerin meydana çıkması, emr-i maruf ve nehyi münker yapmakta gevşeklik gösterilmesi, birliğin parçalanması, bid'atlerin yayılması, cihadda tembellik gösterilmesi gibi günahlardan] sakının ki, içinizden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle, erişmekle kalmaz, [umumileşir, herkese isabet eder], iyi bilin ki Allah’ın azabı çok şiddetlidir.) [Enfal 25] (Kenzi mahfi) Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Günahkâr bir toplumdaki iyi kimseler, kötülükleri düzeltmeye güçleri yettiği halde, düzeltmezlerse, Allahü teâlâ, ölümlerinden önce onların hepsine şiddetli azap eder.) [Ebu Davud] İslâm diyarına göçmek Sual: Bulunduğumuz yerde bid’at ehli ve fâsıklar çoksa, salih Müslümanların bulunduğu yere göçmek gerekir mi? CEVAP Kenz-i mahfi kitabında diyor ki: Bid’at ve fısk [açıktan günah işlemek] çoğalan yerlerde oturmak caiz değildir. Dinini muhafaza için hicret eden [başka yere göç eden] Cennetle müjdelendi. Bir mahallede salih kimse kalmayıp, fesat ve bid’at artınca, başka mahalleye hicret etmek veya böyle bir şehirden başka şehre hicret etmek vacib olur. Bütün şehirlerde Müslümanlara saldırılıyorsa, başka İslam ülkesine hicret edilir. İslam ülkesi yoksa, insan haklarına riayet edilen, ibadet etmek serbest olan gayrimüslim bir ülkeye yerleşmek gerekir. (S. Ebediyye) Böyle yerlerden uzaklaşılmazsa, kötülerin arasında bulunan, onlara gelecek belaya ortak olur. İmkânı olan, böyle yerlerden ilk fırsatta ayrılmalıdır. Eğer bir yerde mübarek bir zât varsa, dinini öğrenebilmek için başka yolu da yoksa, malını mülkünü satıp, oraya gitmek farz olur. Çünkü ebedî saadeti kazanmak için bütün tedbirlere sarılmak şarttır. Kork Allah’tan korkmayandan Sual: Bir fitne tutturmuş gidenler var. Bazı mücahitlerin isyan edip öldürülmesi fitne olarak gösteriliyor. Halbuki Allah’tan başkasından korkmak asla caiz değildir. Çünkü Kur'an diyor ki: Yalnız benden korkun. (Bekara 40) İnsanlardan korkmayın, benden korkun. (Maide 44) 348 www.dinimizislam.com Eğer iman etmişseniz, onlardan değil benden korkun. (Al-i İmran 175) Bu âyetler gösteriyor ki, kanunlardan korkmak ve kaçmak Kur’ana aykırıdır. Kaçmaya hicret demek de korkaklığın başka adıdır. Müslüman hapse girmekten ve şehit olmaktan asla korkmaz. Peygamber bile olsa Kur’ana aykırı iş yapamaz. Hazret-i Musa’nın kıptiyi öldürüp kaçması, Hazret-i Zekeriya’nın Yahudilerden kaçıp ağaca saklanması, Hazret-i Yunus’un kaçıp gemiye binmesi, Resulullahın ve sahabelerin vatanını terk edip Medine’ye gitmesi ve Hendek harbinde hendek kazıp siperlenmeleri uygun değildir. Eshab-ı Kehfin, mağaraya kaçacaklarına, çarpışıp şerefle şehit olmaları gerekirdi. Halbuki kimseden korkmamak Kur’anın emridir. Hakkı söylemek için kimseden korkmamak gerekir. Müslümanların haksızlıklara isyan etmesi cihattır, fitne olmaz. Cihada ne diye fitne deniyor? CEVAP Bu tip sualleri de yazmak fitnedir. Ancak gün geçtikçe, bu tip sualler artıyor. Kur’andan başka kaynak olmaz diyenler çoğalıyor. Bunlar kıyamet alametleridir. Böyle sözler bir Müslümanın ağzından çıkmaz. Bunlar misyonerlerin İslamiyet’i yıkmak için hazırladıkları oyunlardır. Müslümanlar bu oyuna gelmemelidir. Dinimize göre, Peygamberlerin ismet sıfatı vardır, onlar günah işlemezler. Peygamber efendimizin hicreti Allahü teâlânın emri ile oldu. Eshab-ı kiramın hicreti de Peygamber efendimizin emri ile oldu. Peygamber efendimizin dine ait emirleri vahye dayanır. Resulullahın emri de Allah’ın emri demektir. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Resulüme uyun ki, doğru yolu bulun!) [Araf 158] (De ki, Allah’ı seviyorsanız bana uyun.) [Al-i İmran 31] (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.) [Nisa 80] (Biz her Peygamberi ancak Allah’ın izniyle itaat edilsin diye gönderdik.) [Nisa 64] Diğer Peygamberleri de günah işlemekle suçlamak, Müslümanım diyen kimseye yakışmaz. Tehlikelerden kaçmak, dinimizin emridir. İbni Âbidin hazretleri de buyuruyor ki: Savaşınca, ölüneceği, savaşmayınca esir olunacağı biliniyorsa, savaşılmaz. Müslümanların helâkinden korkulursa, kâfirlere mal verip barış yapılır. Sultanın, zalimin; ölüm ile, hapis ile, işkence ile korkutarak emrettiği 349 www.dinimizislam.com günahı işlemek mubah, hatta farz olur; yapmamak günah olur. (Redd-ülmuhtar) Eshab-ı kehfin, mağaraya kaçmaları, yanlış olsa idi, Allahü teâlâ onları övmezdi. (Kehf 10-15) Eshab-ı kiramın hicreti de övülüyor: (Hicret edenlerle Ensar ve onların yolunda gidenlerden Allah razıdır.) [Tevbe 100] Hırsızlardan, hainlerden ve zalimlerden korkmamak cihad değildir. Atalarımız, (Kork Allah’tan korkmayandan) demişlerdir. Kükremiş bir aslanın karşısına çıkmak, ağaçları deviren bir selin önüne durmak, soğuk kış günü çıplak gezmek, bir kişinin binlerce zalime meydan okuması, kendini tehlikeye atmak olur, caiz olmaz. İslam âlimleri buyuruyor ki: Cihadı devlet yapar. Devlete yardım etmek farz olur. Fertlerin beğenmediği şeyleri kendi elleriyle düzeltmeye kalkmaları cihad değil, çapulculuk olur, fitne olur. Hiçbir İslâm âlimi devlete, halifeye isyan etmemiştir. İmam-ı Rabbani hazretleri iftiraya uğradığı için hapse mahkum olmuştur. İmam-ı Ahmed bin Hanbel hazretleri ise, (Kur’an mahlûktur) demediği için dövülmüştür. İmam-ı a’zam hazretleri, (Kadılık yapamam) dediği için dövülerek şehit edilmiştir. Hazret-i Yusuf da iftiraya kurban gittiği için zindana düşmüştür. Dinimizde emir olan zata isyan yoktur. Din kitaplarında, emire isyan etmenin haram olduğu bildirilmektedir. Abdülgani Nablüsi hazretleri buyuruyor ki: Fitne, Müslümanlar arasında bölücülük yapmak, onları sıkıntıya, zarara, günaha sokmak, insanları isyana kışkırtmak demektir. (Hadika) İmam-ı Birgivi hazretleri de, fitneyi böyle tarif etmiştir. (Tarikat-ı Muhammediyye) Muhammed Hadimi hazretleri de fitneyi benzeri şekilde tarif ettikten sonra buyuruyor ki: Fitne çıkarmak haramdır. Kur'an-ı kerimde, fitne çıkaranların Cehenneme atılacağı ve fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha kötü olduğu ve hadis-i şerifte de, fitne çıkarana Allahü teâlânın lanet edeceği bildirilmektedir. (Berika) Fitne önemli olduğu için, halifeye, devlete isyan etmemek ve yine itikad konusu olmamasına rağmen, bid’at ehline benzememek için, mest üstüne mesh etmek, Ehl-i sünnet itikadı arasına konmuştur. Fitne hakkındaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: 350 www.dinimizislam.com (Fitneden sakının! Söz ile çıkarılan fitne, kılıç ile çıkarılan fitne gibidir.) [İbni Mace] (Fitne zamanında kendi işinize bakın, başkalarının işine karışmayın!) [Nesai, Ebu Davud] (Fitneler çıkınca, katil olmaktan kurtulup, maktul olabilirsen ol!) [Ebu Nuaym] (Fitne zamanı saldırganlar, evinize girdikleri zaman, [Maide suresinin 28. âyetinde bildirildiği gibi] "Beni öldürmek için sen bana elini uzatırsan da, seni öldürmek için ben sana elimi uzatmam" diyen Âdem aleyhisselamın oğlu Habil gibi ol!) [Ebu Davud, Tirmizi] (Allahü teâlâ da, Resulü de, kâfir olan Kabil’e (Ben sana el uzatmam) dediği için Habil’i övüyor.) (Kıyamet yaklaştıkça fitneler çoğalır. Böyle zamanlarda kenarda kalan, ileri atılandan, oturan ayakta olandan, ayakta olan, yürüyenden, yürüyen de, koşandan hayırlı olduğu için evinizde oturun, fitneye karışmayın!) [Ebu Davud] Mişkat-ül-mesabih şerhinde diyor ki: [(Öyle idareciler gelir ki, benim yolumdan ayrılır. Kalbleri şeytan yuvasıdır. Bunlara da isyan etmeyin! Döverek, söverek, mallarınızı alsa da karşı gelmeyin!) hadis-i şerifi, (Zalim olan, malınıza, canınıza saldıran idareye de isyan etmeyin, fitne çıkarmayın! Sabredip, ibadet ile meşgul olun! Şehirde fitneden kurtulamazsanız, ormana gidin; ot yemek zorunda kalsanız da, ormanda kalın, fitneye karışmayın) demektir.] (Eşiat-ül-lemeat) İslam âlimleri, bu hadis-i şeriflere uydukları için fitneden uzak kalmışlar, hiç birisi halifeye isyan etmemiştir. Halifeye isyan etmemek, halifeden korkulduğu için değil, dinin emrine uyulması içindir. Ahmak mezhepsizler ise, isyan etmiş, bir çok Müslüman kanı dökülmesine sebep olmuştur. Üstelik İslamiyet’in bir anarşi dini gibi gösterilmesine yol açmışlardır. İslamiyet aleyhine kanunların çıkmasına da sebep olmuşlardır. Kendileri de ya hapse mahkum olmuş veya öldürülmüştür. Fitne demek, bir söz veya bir işten dolayı Müslümanların ve Müslümanlığın zarar görmesidir. Şahsi olarak bizim zarar görüp görmemizin önemi yoktur. Yani biz zarar görmesek bile veya bu zarara razı olsak bile vebalden kurtulamayız. Bizim yüzümüzden diğer Müslümanlara ve Müslümanlığa zarar gelmemelidir. Sultana itaat gerekir Sual: Halifeye, sultana ve devlete isyan etmek fitnedir, cihad değildir deniyor. Hatta halifeye isyan etmemeyi Ehl-i sünnet itikadı arasına bile 351 www.dinimizislam.com koymuşlar. Peki Ebu Hanife, halifenin zulümlerine isyan ettiği için şehit edilmedi mi? İmam-ı Ahmed bin Hanbel, halifeye isyanından dolayı dayak yemedi mi? İmam-ı Rabbani Ekber şah ile savaşmadı mı? Hapse girmek şeref olmasaydı, Hazret-i Yusuf, zindanı medrese-i Yusufiyye yapar mıydı? CEVAP Hiçbir İslam âlimi halifeye, sultana isyan etmemiştir. Bu tamamen yalan ve iftiradır. Çünkü âlimlerin hepsi emir [başkan] ile ilgili şu hadis-i şerifleri bilirdi: (Emirinizin beğenmediğiniz işlerine sabredin! Çünkü cemaatten bir karış ayrılan [itaatsizlik eden, fitne çıkaran] cahiliyye ölümü ile [imansız] ölmüş olur.) [Buhari] (Malını zorla alsa da emirin sözünü dinle ve ona itaat et!) [Buhari] (Müslüman, hoşuna gitmese de, emirin sözünü dinler ve ona itaat eder. Emir, günah olan bir şeyi emrederse, o emri dinlemek gerekmez.) [Buhari] (Sultan, yeryüzünde Allah’ın gölgesidir. [Onun emirlerini tatbik eden kimsedir] Ona ikram eden ikram görür, ona ihanet eden de ihanete maruz kalır.) [Taberani] (Emirine isyan edenin sevaplarının tamamı gider.) [Beyheki] (Başı siyah Habeşli bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Buhari] (Elleri kesik, sakat bir köle olsa da, emirinize itaat edin!) [Müslim] Köle, sadece kâfir düşmandan oluyordu. Bu hadis-i şeriflerin açıklamaları Hadika’da vardır. (Habeşli köle olsa da demek, emiriniz siyah bir kâfir de olsa ona itaat edin) demektir. Müslümanın emiri kâfir olabilir. Mesela hadis-i şerifte, (Emir sana "Ya Müslümanlığı bırak veya öldürürüm" dese, Müslümanlığı bırakma, boynunu uzat) buyuruldu. (Hakim) [Müslüman olan emir, Müslümanlığı bırak demez.] Abbasi halifelerinden Ebu Cafer Mensurun adamları, imam-ı a’zam hazretlerine kâdı-l-kudat, yani şimdiki tabirle, Yargıtay başkanlığı teklif ettiler. O da, (Ben kadılık yapamam) buyurdu. (Yalan söylüyorsun) dediler. (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurdu. Çok takva ehli olup, dünya makamına kıymet vermediği için kabul etmedi. Zindana atıldı. Kamçı ile dövüldü. Her gün on kamçı arttırıldı. Kamçı sayısı yüz olduğu gün şehit oldu. (Rahmetullahi aleyh) Bağdat'ta Mutezile fırkası mensupları, Kur'an mahlûktur yanlış inançlarına Abbasi halifesi Memun'u da inandırdılar. Bunu kabul etmesi için, Ahmed bin Hanbel hazretlerini de zorlayıp, Memun vasıtasıyla bu 352 www.dinimizislam.com hususta baskı ve işkence yaptırıp 28 ay hapsettiler. Bütün işkencelere rağmen, (Kur'an-ı kerim, mahlûk değildir) dedi. Bunların Halifeye isyan ile hiçbir alakası yoktur. Bid’at ehli Hintli bazı kişiler, imam-ı Rabbani hazretleri için (O kendini Ebu Bekir’den de üstün biliyor) diye iftira ederek sultana şikayet ettiler. Ekber şahın oğlu Selim Cihangir Şah da, onu hapsettirdi. İki sene sonra pişman olup özür diledi. Görüldüğü gibi bunların zerre kadar isyanla alakası yoktur. İmam-ı Rabbani hazretlerinin hapsedilişi şöyle olmuştur: O zamanın sultanı olan Selim Cihangir hanın devlet adamları, hatta büyük veziri ve baş müftüsü, hatta haremi Ehl-i sünnet değildi. Halbuki imamın birçok mektupları ve bilhassa ayrıca yazdığı Redd-i revafıd risalesi, mezhepsizleri reddetmekte, cahil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmaktadır. Hazret-i İmamın bazı talebeleri, kürsülerde ateşli vaazlar ederek fitneye sebep olmuşlardır. İmam-ı Rabbani hazretleri, Redd-i revafıd risalesini Buhara’da bulunan en büyük Özbek hanı Abdullah-ı Cengizi hana yollamıştı. (Bunu İran’da şah Abbas-ı Safeviye gösterin! Kabul ederse mesele yok, etmezse onunla savaşmak caiz olur) demişti. İran şahı kabul etmedi. Savaş oldu. Abdullah han, Horasandaki şehirleri aldı. Buralarını yüz sene önce Safeviler almıştı. Bundan sonra, Hindistan’daki mezhepsizler el ele verdiler, (O kendini herkesten, hatta Ebu Bekir’den daha yüksek biliyor) dediler. Sultan, oğlu Şah Cihanı gönderip, İmamı ve evladını ve yetiştirdiği büyükleri davet etti. Hepsini öldürmeye karar verdi. Şah Cihan, bir müftü ile İmam-ı Rabbaniye gitti. Sultana secde caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. İmam-ı Rabbani’nin ihlaslı bir zat olduğunu biliyordu. (Babama secde edersen, seni kurtarabilirim) dedi. Hazret-i İmam, bu fetvanın, zaruret zamanında yapılması caiz olan bir ruhsat olduğunu, ancak azimet yönünden secde etmemenin daha iyi olduğunu söyledi. Evladını ve arkadaşlarını bırakıp yalnız geldi. Sultan, 11. mektubu gösterip manasını sordu. O kadar güzel ve doyurucu cevap verdi ki, Sultan, yüksek hakikatleri ve esrarı anlayabilecek kabiliyette birisi olmadığı halde, neşelendi ve özür dileyerek İmam-ı Rabbani hazretlerini serbest bıraktı. Hasetçiler, Sultanın gayet hoş, tahriklerinin boş olduğunu görünce, Sultana, bir talebesinin yaptığı vaazları hatırlatarak, (Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest 353 www.dinimizislam.com bırakırsak bir anarşi çıkabilir. Hem ne kadar kendini beğenmiş ki, sizi bile küçük görüp, secde ile saygı göstermedi. Hatta, selam bile vermedi) dediler. Hazret-i İmam, içeri girince, Sultanı kızgın, azgın, yani hürmet ve değerden kendini sıyırmış görerek, selam vermemişti. Bunlar bahane edilerek Güvalyar kalesinde hapsini emir etti. İki sene sonra yaptığının yanlış olduğunu anlayan Cihangir şah, özür dileyerek hazret-i İmamı hapisten çıkardı. (İsbat-ı nübüvvet, Ümdet-ül-makamat, Berekat) Yusuf aleyhisselama da iftira ediliyor. Hapse girmek şeref olsaydı, Hazret-i Yusuf, hapse girmişken daha çok kalmak isterdi. Halbuki bir an önce çıkmak istedi. Bir âyet meali şöyledir: ([Melikin adamı olan sakiye] “Beni efendinin yanında an, belki beni zindandan çıkarır” dedi. Ama şeytan ona, efendisine anmayı unutturdu. Yusuf da, birkaç yıl [yedi yıl kadar] daha zindanda kaldı.) [Yusuf 42] Bu olayları sultana isyan etmek gibi gösterip, isyan eden, anarşi çıkaran, Müslümanların kanlarının dökülmesine sebep olan fitnecileri meşru saymak ahmaklık değilse, hainliktir. Sual: “Sultana isyan edilmez” isimli yazınızda, büyük bir tezat var. Bir yerde, (Hiçbir İslâm âlimi, sultana isyan etmemiştir) denirken, bir başka yerde İmam-ı a’zam Ebu Hanife’nin ben kadılık yapmam diyerek sultana isyan ettiği bildiriliyor. Bu apaçık bir çelişki değil mi? CEVAP Yazıda çelişki yok. İmam-ı a’zam hazretleri, Ben kadılık yapmam demedi, (Ben kadılık yapamam) dedi. İkisi arasında çok fark var. Mesela sultan ona, (Gel satranç oynayalım) dese, o da (Ben satranç oynamasını bilmediğim için satranç oynayamam) diye cevap verse, bu sultana isyan mıdır, yoksa bilmediğini itiraf etmek midir? Kadılık yapamayacağını bildiriyor. Bu bildirmenin isyan neresindedir? Ama zalim idareciler, (Yalan söylüyorsun) dediler. (Eğer yalan söylüyorsam, yalancıdan kadı olmaz. Doğru söylüyorsam kadılık yapamam diyorum) buyurarak, isyan etmediğini bildirdi. O göreve layık olmadığını bildirmesi isyan mıdır? Müslüman isyankâr olmaz Sual: Piyasada onlarca ilmihal var. Hiç birinde, (Devlete isyan edilir veya edilmez) diye yazılmazken, S. Ebediyye’de (Devlete isyan edilmez) diyor. Bunun sebebi nedir? CEVAP 354 www.dinimizislam.com Diğer ilmihaller bu konuda eksik yazmışlar. Osmanlı zamanında her Müslüman’ın başucu kitabı olan Cennet Yolu İlmihali’nde şöyle yazıyor: Ehl-i sünnet olmanın on alameti vardır: 1- Cemaate devam etmek, 2- İtikadı bozuk olduğu bilinmeyen her imama uymak, 3- Mest üzerine meshi caiz görmek, 4- Sahabenin hiçbirine kötü söz söylememek, 5- Devlete, sultana isyan etmemek, 6- Dinde haksız olarak münakaşa etmemek, 7- Dinde, şüphe etmemek, 8- Hayrın ve şerrin, Allahü teâlâdan olduğunu bilmek, 9- İtikadı bozuk olduğu bilinmeyen Ehl-i kıbleye kâfir dememek. 10- Dört halifeyi diğer sahabeden üstün bilmek. (Miftah-ül cennet) Demek ki Ehl-i sünnet olmak için bu on vasfa haiz olmak gerekiyor. Onlardan biri de devlete isyan etmemektir. Diğer ilmihallerde olmaması bir eksikliktir. (Kâfir olan devlete de isyan edilmez mi, kâfir devlete isyan cihad değil mi?) diye soranlar da çok oluyor. Cihad, isyan ve çapulculuk demek değildir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında yazılı olan cihad, başka ülkelerdeki düşman olan kâfirlerle, devlet olarak savaşmak demektir. Korsan gösteriler yapmak, cihad diye bağırmak cihad olmaz, fitne ve çapulculuk olur. Dinimize zarar verir. İki hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kıyamet yaklaştıkça, fitneler çoğalır. Gece başlarken karanlığın artması gibi olur. Sabah evinden mümin olarak çıkan çok kimse, akşam kâfir olarak döner. Akşam müminken, gece imanları gider. Böyle zamanlarda, eve kapanmak fitneye karışmaktan iyidir. Kenarda kalan, ileri atılandan iyidir. O gün oklarınızı kırın, silahlarınızı bırakın! Herkesi tatlı dille, güler yüzle karşılayın!) [Ebu Davud] (Bozuk bir işi düzeltemediğiniz zaman, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki] Bu hadis-i şerifler, kanunlara karşı gelmeyi, ihtilal yapmayı değil, meşru yollardan nasihat verip sabretmeyi emretmektedir. Müslümanlar ihtilal yapmaz, ama zulme, haksızlığa da teslim olmaz. Meşru yollardan hakkını arar. Hükümetin meşru emirlerine uyulur. Hiç kimsenin haram olan emirleri yapılmazsa da, isyan da edilmez. Fitne çıkarılmaz. Zâlimlere karşı gelmemeli, onlarla tartışmamalı! Mesela, namaz kılmamak en büyük günahlardandır. Âmir, müdür, kâfir ve zâlim olup, emri altında olana (Namaz kılma) derse, senin yanında kılmam demeyi düşünerek, peki demeli, çünkü fitne çıkarmak, yani Müslümanların 355 www.dinimizislam.com ezilmelerine sebep olmak haramdır. O zâlimin yanından ayrılınca, namazı hemen kılmalıdır. Kuvvete karşı gelmek, devlete karşı isyan etmek ahmaklıktır. Kendini tehlikeye atmak olur. Bu ise, haramdır. Tarihte öyle ahmaklar çıkmış ki, fitneye sebep olan yazı ve sözlerinden dolayı kendi kellelerini kaptırdıkları gibi, on binlerce Müslümanın kanının dökülmesine sebep olmuşlardır. Kâfirlerin Müslümanlara karşı daha şiddetli hareket etmelerine sebep olmuşlardır. Hidayete sebep olmak Sual: Avrupa’da yaşıyoruz. Buradaki gayri Müslimlere Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları din kitaplarını hediye ediyoruz. Müslüman olanlar da çıkıyor. Kitap hediye ettiğimizden dolayı sevap oluyor mu? CEVAP Elbette olur. Emri maruf sevabı alınır. Hele onlardan biri müslüman olursa ayrıca daha büyük sevaba kavuşulur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allah'a yemin ederim ki, Cenab-ı Hakkın senin aracılığınla bir tek kişiyi hidayete kavuşturması, en kıymetli dünya malından, kırmızı develere sahip olmaktan daha iyidir.) [Buhari, Müslim] Hiç biri Müslüman olmasa da, onlara kitap vermekle yine cihad sevabı alınır. Öte yandan, Kitap vermek emri maruftur. Emri maruf sevabı da, cihad sevabından daha fazladır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda cihada verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Cihad sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anil münker [dinin emir ve yasaklarını herhangi bir şekilde yaymaya çalışma] sevabı yanında, denize nispetle bir damla su gibidir.) [Deylemi] Tabii, yukarıda cihad ve emri maruf sevaplarına ve bildirilen diğer müjdelere kavuşmak doğru yazılmış din kitabı vermekle olur. Mezhepsizlerin, müslüman maskeli din düşmanlarının yazdıkları kitapları verenler, tam aksine büyük vebal altına girmiş olurlar. Doğru din kitaplarından lüzumlu olanları www.hakikatkitabevi.com adresinde vardır. Sual: Hidayete veya sapıklığa sebep olmanın dindeki yeri nedir? CEVAP Hidayet, doğru yolu gösterme, Allahü teâlânın razı olduğu yolda bulunma, cenab-ı Hakkın insanın kalbinden her sıkıntı ve darlığı çıkarıp, yerine rahatlık, genişlik verip, kendi emir ve yasaklarına uymada tam bir kolaylık ihsan etmesi ve kulun rızasını kendi kaza ve kaderine tâbi 356 www.dinimizislam.com eylemesi demektir. İhtidanın manası da hidayete erme demektir, yani Müslüman olma, din olarak İslamiyet'i seçme. Bir kişiyi hidayete kavuşturmak, Peygamberler dahil hiç kimsenin elinde değildir. Allahü teâlâ Peygamber efendimizi, âlemlere rahmet olarak gönderdiği ve bütün kâinatı onun için yarattığı halde hidayete erdirme yetkisini vermemiştir. Hâdi ve Mehdi, yani hidayet veren yalnız Allahü teâlâdır. İnsanlar ise sadece hidayete sebep olurlar. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Ben hakka davet edici ve Allahü teâlânın emirlerini insanlara ulaştırıcı bir peygamber olarak gönderildim. Hidayet benim elimde değildir. Şeytan da Allahü teâlânın yasak kıldığı şeyleri süslü, cazip gösterir. Saptırmak da onun elinde değildir.) [İ.Adiy] (Allahü teâlâ buyurdu ki: Ey kullarım! Benim hidayet ettiklerim hariç, hepiniz yanlış yoldasınız. Benden hidayet isteyiniz ki, sizi doğru yola eriştireyim.) [Müslim] Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin. Allahü teâlâ dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi o bilir.) [Kasas 56] (Biz onlara gökten melekleri indirsek ve karşılarında ölüleri konuştursak ve her istediklerini onlara versek, biz dilemedikçe yine iman etmezler.) [Enam 111] (Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündeki insanların hepsi iman ederdi. O halde inanmaları için insanları zorlayacak mısın? Allah’ın izni olmadıkça, hiç kimse, iman edemez.) [Yunus-99,100] (Allah, kime hidayet etmek isterse, onun göğsünü İslamiyet için genişletir. Dalalette bırakmak istediğinin göğsünü de, o derece dar ve sıkı bulundurur ki, oraya hakikatin girebilmesi, sahibinin göğe çıkması gibi mümkün değildir. Böylece, inanmayanları küfür bataklığında bırakır.) [Enam 125] ([Nuh aleyhisselam] Ben size nasihat etmek istesem bile, Allah dalalette kalmanızı dilemiş ise, size faydası olmaz.) [Hud 34] Kaza ve kadere inanmayan akılcı mutezile fırkası ile bunların izinde gidenler, bu âyet-i kerimeler karşısında şaşırıp sapıtıyorlar. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Kur’an-ı kerimde bildirilen misaller, çoğunu küfre sürüklediği gibi, çoğunu da hidayete ulaştırır.) [Bekara 26] Hâşâ Allahü teâlâ kimseye zulmetmez. Müslüman olmak isteyene mani olmaz. Dileyen Müslüman olabilir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: 357 www.dinimizislam.com (Allahü teâlâ, kullarına zulmetmez, haksızlık etmez, onları azaba sürükleyen çirkin işleridir. Böylece kendilerine zulüm ediyorlar.) [Nahl 33] İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlânın feyzleri, nimetleri, ihsanları, yani iyilikleri, her an, insanların iyisine, kötüsüne, herkese gelmektedir. Rabbimiz, herkese mal, evlat, hidayet ve her iyiliği, fark gözetmeden göndermektedir. Fark, bunları kabulde, alabilmekte ve bazılarını da alamamak suretiyle, insanlardadır. Hidayete sebep olan Cennetliktir Hidayette olmak ve insanları hidayete davetin önemi büyüktür. Emr-i maruf ve nehy-i münker farzdır. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İman edip iyi işler yapan, hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç, insanlar zarardadır.) [Asr 2,3] (Sizin içinizde, insanları hayra, [edille-i şeriyyeye = dört delile uymaya] davet eden ve iyiliği emredip kötülükten [Dört delile muhalefetten] men eden bir cemaat bulunsun. İşte Onlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Al-i İmran 104] Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Tahsilsiz ilme, rehbersiz hidayete kavuşmak isteyen, boş şeylerden yüz çevirsin!) [İ.Gazali] (İbadetlerini ihlas ile yapanlara müjdeler olsun! Bunlar hidayet yıldızlarıdır.) [Ebu Nuaym] (İmamlar [önderler] hadi ve mehdi olduğu sürece, insanlar dal ve mudil olsa da asla helak olmaz.) [Hâtib] (Hadi = doğru yolu bulmuş, hidayete ermiş, Hidayet yolunu gösteren, mürşid, Mehdi = hidayete vesile olan, hidayete getiren. Dâl = sapık, mudil = saptıran) (Esselamü ala menittebeal hüda = Hidayete uyana, hak yolda olana selam olsun.) [Nesai] (Ya rabbi, bizi hidayetten sonra, başkalarının hidayetine vesile olanlardan eyle.) [Buhari] İnsan yaratılışta; hidayet ve dalâlet olmak üzere iki taraflıdır. Ona hidayeti tanıtmak için bir rehbere veya bir üstadın kitabına ihtiyaç vardır. Hidayet çok kıymetli olduğu gibi, hidayete sebep olmak da çok kıymetlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Senin vasıtanla Allahü teâlânın bir kişiye hidayet vermesi, senin için üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.) [Taberani] (Bir kâfirin hidayetine sebep olmak, kızıl develere malik olmaktan iyidir.) [Buhari, İ. Ahmed] 358 www.dinimizislam.com (Bir insanın hidayetine sebep olan [Onu ehl-i sünnet yapan] muhakkak Cennete girer.) [Buhari] (Bir Müslüman, arkadaşına, hidayetini arttıracak veya onu tehlikeden kurtaracak hikmetli bir sözden daha iyi bir hediye veremez.) [Ebu Ya’la] (Kim, hidayete [Ehl-i sünnete] davet ederse, o yola girenlerin bütün sevapları ona da yazılır, diğerlerinin ecrinden bir şey eksilmez. Kim de, sapıklığa davet ederse, o yola girenlerin günahları, ona da verilir, o kötü yolda gidenlerin günahından da hiçbir şey eksilmez.) [Tirmizi] (Haktan bâtılı veya hidayetten dalaleti red gayesi ile, ilim öğrenmek için yola çıkan kimse, kırk yıl ibadet eden bir abid gibi ecir alır.) [Deylemi] Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını başkalarına vermek de, hidayete sebep olmak gibi sevaptır. Hatta kitabı alan, o kitapla amel etmemiş olsa, dalalette kalsa bile, kitabı veren niyetine göre onu hidayete kavuşturmuş gibi sevap alır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Hayrın yolunu gösteren onu işleyen gibidir.) [Ebu Davud, Tirmizi] (Emr-i maruf ve nehy-i münker ederken ölen şehiddir.) [İ.Asakir] Sırf iyi niyetle sevap kazanmak İslam âlimleri, (Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyütür, nice büyük ameller vardır ki, niyetleri onları küçültür) buyuruyor. Eski ümmetler zamanında çok acıkan birisi, (Şu kum tepeleri buğday olsa, bütün fakirlere dağıtırdım) diye düşünür. Allahü teâlâ zamanın Peygamberine şöyle vahyeder: (Ona de ki, Allahü teâlâ senin halis niyetini kabul etti, o kadar buğdayı sadaka vermiş gibi sana sevap yazdı.) [İhya] Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Kulun amelleri mühürlü zarflarla Allah’a arz edilir. Allahü teâlâ, “Şu zarfları atın, çünkü bu amellerde benim rızam kastedilmedi. Şu amelleri de ona yazın” buyurur. Melekler, “Ya rabbi bu kul, o amellerin hiçbirisini işlemedi” derler. Allahü teâlâ, “Evet yapmadı ama, yapmaya niyet etti. Yapmış gibi sevaba kavuştu” buyurur.) [Dare Kutni] (Her kim ki iyi bir işi işlemeye niyet eder de onu yapmazsa, Allahü teâlâ onu tam bir iyilik olarak yazar. Niyet eder ve yaparsa, on mislinden yediyüz misline kadar, hatta daha fazla bile yazar. Kötü bir işe niyet edip, de, yapmayana tam bir hasene [iyilik] sevabı, niyet edip yapana ise bir günah olarak yazar.) [Buhari] 359 www.dinimizislam.com (Savaşılmadığı halde bile Allah yolunda harp sahasında durmak; göz açıp yumuncaya kadar bile Allahü teâlâya isyan edilmeden yapılmış altmış senelik ibadetten efdaldir.) [İ.Neccar] (Evinden namaz kılmak için çıkan namazdadır. Namaza yetişemese de.) [Hakim] (Bir işte hazır olan, kalben memnun olmazsa, hazır olmamış sayılır. Bir işte bulunmadığı halde ona razı olan da, o işte bulunmuş sayılır.) [Ebu Ya'la] (En üstün amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hakim] (Niyeti güzel olan Müslüman Cennete gider.) [Deylemi] (Allahü teâlânın rızası gözetilmeden sevap kazanılmaz. Niyetsiz hiçbir amel olmaz.) [Deylemi] (Gece ibadete niyet edip yattıktan sonra, sabaha kadar uyuyup kalana, niyeti sebebi ile gece ibadet etmiş gibi sevap yazılır, uykusu da kendisine sadaka olur.) [Nesai, İbni Mace] (Hediyenin en faziletlisi, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına öğretmektir ki, bu da halis bir niyetle bir sene ibadet etmekten daha sevaptır.) [İbni Asakir] (Allahü teâlâdan sıdk ve ihlas ile şehidlik isteyen, yatağında ölse de, şehid olur.) [Müslim] (Şehidlerin çoğu, yatakta ölenlerdir. Savaşta öldürülenin niyetini ancak Allah bilir.) [İ. Ahmed] (Amellerini yapmasa bile kavminin yaptığını seven kıyamette onlarla haşr olur.) [Hatib] (İhlasla şehidliği arzu eden, şehid olmasa da, şehidlik sevabına kavuşur.) [Müslim] (Allahü teâlâ meleklere buyurur ki: Kulum bir kötülük yapmak isterse, hemen yazmayın. O işi yaparsa bir kötülük yazın. Eğer iyi bir işe niyetlenir de yapamaz ise, niyetini bir iyilik olarak yazın. Niyetini gerçekleştirir ise on iyilik yazın.) [Müslim] Resulullah efendimiz, (Güzel niyet, sahibini, güzel komşu da, komşusunu Cennete sokar) buyurunca, (Ya Resulallah, ama kendisi kötü olsa da mı?) diye soruldu. Cevaben Evet buyurdu. (Deylemi) (Güzel komşu, ahlakı güzel, itikadı düzgün Müslüman demektir.) En büyük iyilik Sual: (Allah'ın kullarına iyilik etmek en büyük ibadettir) deniyor. Mesela nasıl bir iyilik büyük ibadet olur? CEVAP 360 www.dinimizislam.com İyiliğin her çeşidi kıymetli ise de, âhiretini kazandıran, Cennete götüren iyilik en kıymetlisidir. Bunun için âlimlerimiz, (Allahü teâlânın en çok sevdiği şey, onun kullarının hidayete kavuşmasına sebep olmaktır) buyuruyor. Bu konudaki iki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Birinin hidayetine [imana gelmesine] sebep olan Cennete girer.) [Buhari] (Senin vasıtanla Allahü teâlânın bir kişiye hidayet vermesi, senin için, üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.) [Taberani] Hakkı ve sabrı tavsiye Sual: Asr suresinde, (Asra yemin olsun, insan muhakkak zarardadır. Ancak, iman edip salih amel işleyenler, bir de hakkı ve sabrı tavsiye edenler, zararda değildir) deniyor. Buradaki hak ve sabırdan kasıt nedir? CEVAP Önce şunu bildirelim. İmam-ı Şafiî hazretleri buyuruyor ki: Kur'anda başka hiçbir sûre nazil olmasaydı kısa olan şu Asr suresi bile insanların dünya ve âhiret saadetlerini temine yeterdi. Çünkü bu sûre Kur'ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alıyor. Ebu Huzeyfe hazretleri bildiriyor ki: Eshabı kiram birbirleriyle karşılaşınca Asr suresini okumadan ve selam vermeden ayrılmazlardı. (Taberani, Beyheki) Bu surede, insanların mutlaka hüsrana [zarara] uğrayacakları bildiriliyor, sonra da, iman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenler istisna ediliyor. Yani önce imanın önemi bildiriliyor. Doğru imana sahip olmayan kurtulamaz. Doğru iman Ehl-i sünnet itikadıdır. Sonra salih amel işleyenler buyuruluyor. Salih amel, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği şekilde ibadet etmektir. Dört hak mezhepten birine uymaktır. Hak; dinimizin bildirdiği hakikatler, yani İslamiyet’in tamamıdır. Sabır; ibâdet etmekte ve günahtan kaçınmakta sebat sahibi olmaktır. Yani Allahü teâlânın emirlerini yapmakta ve yasaklarından kaçmakta sabırlı olmaktır. Hakkı ve sabrı tavsiye; emr-i maruf ve nehy-i münkerde bulunmak, bunları yaparken gelecek sıkıntılara, fakirliğe, hastalığa ve her çeşit musibete sabretmektir. 361 www.dinimizislam.com Yol levhası olmak Sual: İnsanlarla emr-i maruf için tartışıyorum, hiç birisine hakkı kabul ettiremiyorum. Dediklerimi kolayca kabul ettirmenin bir yolu yok mudur? CEVAP Münakaşayla, tartışmayla hiç kimseye hak yolu kabul ettiremeyiz. Hidayete kavuşturan Allahü teâlâdır. Bizim yapacağımız şey, doğru yazılmış bir din kitabını vermektir. O büyük âlimlerin mübarek sözleriyle hakkı kabul etmezse, bizim sözümüzü nasıl kabul eder? Biz, yol gösteren trafik levhası gibi olmalıyız, büyüklerin sözlerini yani kitaplarını, kendi sözümüze tercih etmeliyiz. Sadece doğru kitapları göstermeli, gerisine karışmamalıyız. İzin verilen talebe Sual: Eskiden, İslamiyet’i yaymak için izin verilen talebenin, evliya olması gerekir miydi? CEVAP Hayır. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Sevdiklerimizden birine, talebeyi yetiştirmek için, izin vermekten maksat, imanın gevşediği, çok kimselerin yoldan çıktığı, din bilgilerinin unutulduğu, bu fırtınalı zamanda, Müslüman evlatlarına Allah yolunu göstermesi, kendisinin de, talebesi ile uğraşırken, onlarla birlikte, ilerlemesi içindir. Bu inceliği iyi anlamalı ve ömürde geri kalan birkaç günlük fırsatta, çalışarak, talebe ile birlikte, nimete kavuşmalıdır. Yoksa, bu izni, büyüklük ve olgunluk alameti sanıp, maksattan mahrum kalmamalıdır. (1/217) Kitap vermek Sual: Bid’at yolda olan arkadaşıma, yanlış yolda olduğunu anlatmak gerekir mi? CEVAP Ona senin yolun yanlış demek, kırgınlığa, düşmanlığa sebep olabilir. Kendisine uygun bir kitap, mesela Faideli Bilgiler kitabı verilebilir. Günümüzde emr-i maruf yapmanın en iyi ve en kolay yolu, doğru bir kitap vermektir. Nasibi var ise, okur öğrenir. Nasibi yoksa, biz yine kitap verdiğimiz için sevab kazanırız. Delil ile ispat etmek Sual: Öğrendiklerimizi, bir kimseye anlatacak olsak, o da, kabul etmezse, ispat için delillerini teker teker göstermek gerekmez mi? CEVAP Delil ile bir kimseyi ikna etmek imkansız gibidir. Tartışmak da, kesinlikle caiz değildir. Tartışma, dostluğu giderir, düşmanlığı arttırır. 362 www.dinimizislam.com Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve hareketlerimiz ile örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-i hâl, lisan-ı kalden entaktır) sözü meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar olmuştur. Bir kişiyi hidayete kavuşturmak, hiç kimsenin elinde değildir. Hidayeti veren yalnız Allahü teâlâdır. İnsanlar ise, sadece hidayete sebep olurlar. Kendi sözümüz yerine büyüklerin sözünü tercih etmeliyiz. Yani İslam âlimlerinin yazdığı kitapları tavsiye etmeliyiz. Faydalanacağını tahmin ettiğimiz kimselere, uygun bir kitap, mesela İslam Ahlakı veya Herkese Lazım Olan İman kitabını hediye etmek, bu sebebe yapışmak olur ve çok sevab olur. Hizmet ve fitne Sual: Fitneye sebep olmayalım diye, kimseye bir şey anlatmamak mı gerekir? CEVAP Bu zamanda en büyük hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır. Yani, mümkün olduğu kadar kimseye karışmamalı, kimse ile tartışmamalı. Zamanın ve ülkenin şartlarına, kanunlara uygun hareket etmeli. Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde fitneye sebep olmanın kötülüğü açıkça bildirilmiş ve fitneden uzak durmak emredilmiştir. Bunun için en iyi emr-i maruf, uygun bir din kitabını bir din kardeşine vermektir. Temelsiz bina olmaz Sual: Bid’at ehli olan yazarların kitaplarını okuyan arkadaşlarım var. Bunlara, o yazarların hatalarını tek tek göstersem, onları kolayca ikna etmiş olmaz mıyım? CEVAP Hayır, gösterseniz de değişen bir şey olmaz. Mesela, bu yazar gayrimüslimlerin de, Cennete gidebileceğini söylüyor deseniz, altyapısı yoksa, (Sen ondan iyi mi biliyorsun, o diyorsa elbette Cennete gider) diyebilir. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (İslamiyet’ten başka bir din arayan, iyi bilsin ki, [bulacağı] o din asla kabul edilmez ve o, ahirette en büyük zarara uğrar.) [Al-i İmran 85] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Bana inanmayan Yahudi ve Hristiyan, mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hakim] Aynı şekilde, bu yazar Hazret-i Osman’a dil uzatıyor deseniz, o diyorsa bir bildiği vardır diye cevap verebilir. Önce Hazret-i Osman’ı tanıması gerekir. İki hadis-i şerif meali: 363 www.dinimizislam.com (Osman Cennettedir.) [Tirmizi, İbni Mace, Taberani, İ. Asakir, Beyheki, Dare Kutni, Hâkim, Ebu Nuaym, İbni Said] (Şu dört kişinin sevgisi bir münafığın kalbinde toplanmaz. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali.) [İbni Asakir] Bunları bilmeyen kimse, sizin sözünüzle o yazarın hatalarını kabul etmez. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, uydurma hadis olmayacağını da bilmediği için, hadis-i şeriflere uydurma diyebilir. Hattâ daha çok düşman olup, Hazret-i Osman’a karşı, okuduğu yazarı savunmaya başlayabilir. Yani, önce altyapı gerekir. Temel olmadan, üzerine sağlam bina yapılamaz. Bunun için, o tür yazarların, fanatik okuyucularına, delil göstermenin faydası olmaz. Tartışmaya sebep olmayacaksa, uygun bir kitap verilebilir. Nasibi varsa gerçeği görür. Karşı cinsle chat Sual: Dinimizi anlatmak için, karşı cinsten biri ile arkadaşlık kurmak ve onunla chat yapmak caiz midir? CEVAP Hayır, caiz olmaz. Yasak edilenden sakınmak, emri yapmaktan önce gelir. Mesela, üstünde, namaza mani olacak kadar çok necaset bulunan kimse, avret yerini açmadan veya başka bir sebeple temizlemesi mümkün değilse, başka elbisesi de yoksa, o haliyle kılar, çıplak kılmaz. Hatta temizleme imkanı olsa; ama yanında yabancılar varsa, temizlemeden namazını kılar. Çünkü başkalarının yanında avret yerini açmak yasak, necaseti temizlemek ise emirdir. Emir ile yasak bir araya gelince, önce yasaktan sakınılır. Yani avret yeri açılmaz. Bir emri yapmak, bir haramı işlemeye sebep olursa, haram işlememek için, o emir terk edilir. Bunun gibi, gayrimüslim bir kadın, (Benimle günah işlersen Müslüman olacağım) dese, onun Müslüman olmasını sağlamak için bu günahları işlemek de, kesinlikle caiz olmaz. Hacca gitmesi farz olan bir kadın, yanında mahremi yoksa, farzı yapmak için hacca gitmesi haram olur. Karşı cinse, günah işleyerek emr-i maruf yapılmaz. Niyetinin iyi olması onu kurtarmaz. Uygun bir yol ile, dini bir kitap hediye etmek yeter. Forumlara yazı göndermek Sual: İnternetteki forumlara veya başkalarına ait mail gruplarına, dini yazı göndermek uygun olur mu? CEVAP Forumlarda ve mail gruplarında her türlü insan, mesela bid’at ehli veya başka fanatik kimseler bulunabilir. Tartışmaya sebep olabilecek işlerden uzak durmalı, bunun yerine tanıdığımız kimselere, uygun dini site ve mail 364 www.dinimizislam.com gruplarını tavsiye etmelidir. Sitemiz www.dinimizislam.com adresinde, her türlü dini bilgi mevcuttur. Sorulara verilen cevaplar, mail grubunun üyelerine de gönderilmektedir. Hâl sözden etkilidir Sual: Emr-i maruf yapmak farzdır. Kimin hatasını söylesek, tepki veriyor, sana ne der gibi bizi tersliyor. Bu farzı yapmama sorumluluğundan, nasıl kurtulabiliriz? CEVAP Emr-i maruf, farz-ı ayn değil, farz-ı kifayedir. Kendimiz, dinimizin bildirdiği şekilde emr-i maruf yapamıyorsak, emr-i maruf yapanlara herhangi bir şekilde yardım etmelidir. Mesela, uygun bir din kitabını alıp başkasına vermek, emr-i maruf olur. Hiçbir yardım yapamayan, dua ile yardım etmeye çalışmalıdır. Bir başka husus, ona buna nasihat vermeye çalışmaktan çok, kendimize emr-i maruf yapmalıyız. Kendi hatamızı görüp, düzeltmeye çalışmalıyız. Dinimizin bildirdiği güzel ahlak ile süslenmeli, hâl ve hareketlerimizle örnek olmaya çalışmalıyız. (Lisan-i hâl, lisan-ı kalden entaktır) sözü meşhurdur. Yani, insanın hâl ve hareketi, sözünden daha tesirli olur. Müslümanların güzel hâllerine bakıp, doğru yolu bulanlar çoktur. Dört türlü sevab Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yayan da, sevaba kavuşur mu? CEVAP Evet dört türlü sevaba kavuştuğu bildirilmiştir: 1- Emr-i maruf, nehy-i münker sevabı. 2- Gaza yani cihad sevabı. 3- İlim öğretmek sevabı. 4- İnsanları sevindirmek ve onların kalblerine sürur vermek sevabı. Yeni site açmak Sual: Muteber kaynaklardan hazırlamak şartıyla, Ehl-i sünnete uygun, yeni bir internet sitesi açmak uygun olur mu? Yoksa mevcut muteber sitelere giden yolu tıkamış mı oluruz? Rakip mi olmuş oluruz? CEVAP Rakip olmaz, destekleyici olur. Çok iyi olur. Kendi görüşümüzü yazmazsak kitaplardan aynen alırsak, trafikteki yol işaretleri gibi gidilecek istikameti gösterirsek, hizmet olur. Ne kadar çok site olursa, o kadar iyi olur. Her siteyi farklı kişiler ziyaret edebilir. Doğruyu bulma ihtimali çoğalır. İmkânı olanlar, yeni site açmalıdır; fakat fitneye de çok dikkat etmelidir. Kitaplardaki her bilgiyi aynen yazmak fitneye sebep olabilir. Zamanın ve 365 www.dinimizislam.com insanların şartlarını da göz önünde bulundurmalıdır. Bunun için de, hazırladığı siteyi önce güvendiği bir kimseye kontrol ettirmelidir. Âhir zamanda, en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmadan yapılandır. Kitap hediye etmek ve satmak Sual: Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını satmak, hediye etmekten daha mı iyi olur? CEVAP Hayır, satmak daha iyidir diye bir şey yoktur. Din kitaplarını, üstüne kâr koyarak satmak zaten caiz olmaz; ancak maliyetini ve satarken yapacağı masrafları karşılayacak kadar cüz’i bir kâr koyabilir. Maliyetinden daha düşük fiyata, zararına yani çok ucuza bile satılsa, satın alan kimse, hiç olmazsa para verdim diyerek kitabı okuyabilir. Bedava alınca kıymeti pek bilinmeyebilir. Bu bakımlardan, hediye etmek yerine ucuza satmak daha iyi olabilir; fakat hediye etme imkanı olunca da, satmak daha iyi diye düşünmeden hediye etmeli, bu sevabdan mahrum kalmamalı. Hediye edilse de, kârsız veya çok düşük kârla satılsa da, bu kitapların dağıtılmasına sebep olmak çok sevabdır. Hangisinin daha uygun olacağı, o anki duruma göre değişebilir. Emr-i maruf yaparken Sual: Emr-i maruf için dini yazıları forumlarda yayınlıyor, maille de herkese gönderiyorum. Gazetede, televizyonda, dine aykırı bir şey görsem, hemen arayıp, gerekli ikazı yapıyorum. Camide, bid’at işleyenleri ikaz ediyorum. Başkaları tepkiyle karşılanıyorsa da bana tepki gelmiyor. Bu şekilde emr-i marufa devam etmem uygun olur mu? CEVAP Tepkiyle karşılaşmamak imkânsızdır. Ya görmemişlerdir veya önem vermemişlerdir. Bu kadar muhalif insan var. Bugün tepki gösterilmemişse yarın gösterilebilir. Başka sitelerde mail gruplarında, bunlara karşı cevap yazılıp bid’atin ve bâtılın yayılmasına sebep olmamalıyız. Biz sadece uygun gördüklerimize kitap vermeliyiz, uygun dini siteleri tavsiye etmeliyiz. Trafik levhası gibi sadece yol göstermeliyiz. Müctehid gibi, görüşlerimizi ictihad olarak, senet olarak göstermemeliyiz. Müctehidler jeneratör gibidir. Biz jeneratör gibi üretken değil, kablo gibi iletken olmalıyız. Yani müctehidlerden geleni aynen nakletmeli, ekleme çıkarma yapmamalıyız. Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki: Emr-i maruf ve nehy-i münkeri elle yani güç kullanarak yapmak hükümete; dille, söz ve yazı ile [kitaplarda ve diğer yayın vasıtalarında] yapmak din adamlarına, âlimlere, kalble yapmak [emr-i maruf yapanlara, dua ederek ve maddi yardımda bulunmak] ise her Müslümana farzdır. 366 www.dinimizislam.com Kendinin ve Müslümanların dinine veya dünyasına zarar gelecek işleri bırakmak vacib olur. (Hadika) Kadızade Ahmed Efendi de buyuruyor ki: Etkili olacaksa, emr-i marufu yapmak vacib, fitneye sebep olacaksa terk etmek vacib olur. (Birgivi şerhi) Tartışmanın zararı Sual: Arkadaşlarla bazı dini konularda tartışmaya girdik. Daha önce bildirdiğim konularda delil olacak belgeler gönderir misiniz? CEVAP Ben 70 yaşındayım, bu kadar zaman içinde bir kişiyi delille ikna edemedim. Hidayete kavuşturan Allahü teâlâdır. Yani bu bir nasip meselesidir. Tartışma, dostların dostluğunu azaltır, düşmanın ise düşmanlığını artırır. Emr-i maruf için en uygunu, İslam Ahlakı gibi bir kitap vermektir. Büyüklerin sözüyle yola gelmeyen kimse, bizim sözümüzle nasıl yola gelir ki? Tartışmayı, delil göstermeyi bırakıp, sadece kitap vermeli ve gerisine karışmamalıdır. Tartışmaya sebep olmayacak olsa bile, hatırımızda yanlış kalmış olabilir veya yanlış nakledebiliriz. Doğru bile nakletsek, bizim söylediğimizi kabul etmek, karşıdakinin nefsine ağır gelebilir; ama kitaptan kendisi okursa, nasibi de varsa, kabul etmesi daha kolay olur; çünkü evliya zatların sözlerinde rabbânî tesir olur. Paylaşım siteleri Sual: Bazı arkadaşlar, Facebook gibi paylaşım sitelerine iyi niyetle üye olup, (Dinimize hizmet için, bu sitelere İslamiyet’i anlatan yazılar koyuyoruz) diyorlar. Bunun sakıncaları var mıdır? CEVAP Öyle sitelerde, dine ve kanuna aykırı olan birçok sayfalar, yazı ve videolar olabiliyor. Yani oralara üye olmak, birçok bakımdan uygun değildir. Dine hizmet etmek isteyenlerin, uygun kitapları ve siteleri uygun gördüğü arkadaşlarına tavsiye etmeleri, böyle kitap ve sitelerden yazı alıp kendi grubundaki uygun arkadaşlara göndermeleri yeterlidir. Söylediğimiz mutlaka doğru olmalı, ama herkese her doğru söylenmez. Uygunsuz kimselere gönderilirse, fitneye sebep olunabilir. Din büyükleri, (Bu zamanda en kıymetli hizmet, fitneye sebep olmamaktır) buyuruyor. Hizmet ediyorum sanarak, bilmeden fitneye sebep olmamalıdır. Emr-i maruf ve cihad Sual: Emr-i maruf, cihad demek midir? Cihadsa şartları nelerdir? CEVAP 367 www.dinimizislam.com Evet, cihaddır. İslam Ahlakı kitabında deniyor ki: Bu cihad ikiye ayrılır: 1- Kâfirlere İslamiyet’i tanıtmak, onları küfür felaketinden kurtarmak, 2- Müslümanlara dinlerini, ilmihallerini öğretmek, onların haram işlemelerine mani olmak. Bunların her ikisi de, üç türlü yapılır: Birincisi: Bedenle yapılır. Bunu yalnız devlet yapar. Devletin izni olmadan şahısların saldırması caiz değildir, eşkıyalık olur. İkincisi: Her türlü yayın organlarıyla İslamiyet’i yaymak, duyurmaktır. Bu cihadı, ancak İslam âlimleri yapar veya bunların kitaplarını yaymak suretiyle yapılır. Asrımızda İslamiyet’e karşı olanlar, misyonerler, masonlar, komünistler ve mezhepsizler, her türlü yayınlarla İslamiyet’e saldırıyorlar. Yalanlarla, iftiralarla insanları aldatarak, İslam dinini yok etmeye çalışıyorlar. Bunlar, milyonlar sarf ederek, basın yoluyla, kitaplar, dergiler çıkarıyor, internet siteleri kuruyor, radyo ve televizyonlarla bozuk inanışlarını yayıyorlar. İslamiyet’i dünyaya yanlış olarak tanıttıkları gibi, bir yandan da, Ehl-i sünnet olan hakiki Müslümanları aldatarak İslamiyet’i içerden yıkmaya çalışıyorlar. Müslüman olmak isteyen yabancılar, bu propagandalar karşısında ne yapacaklarını şaşırıp, ya Müslüman olmaktan vazgeçiyor yahut yanlış, bozuk bir yola girerek, Müslüman olduklarını sanıyorlar. İslam’ın iç ve dış düşmanlarının yıkıcı, aldatıcı propagandalarına karşı Ehl-i sünnet âlimlerinin yolu olan hakiki Müslümanlığı, yani Muhammed aleyhisselamın ve Eshab-ı kiramın yolunu, medya yoluyla bütün dünyaya yaymak, günümüzün en kıymetli cihadıdır. Üçüncüsü: Dua yoluyla yapılan cihaddır. Bütün Müslümanların bu cihadı yapmaları farz-ı ayndır. Bunu yapmamak, büyük günah olur. Bu cihad, cihadın birinci ve ikinci kısımlarını yapanlara dua etmekle olur. Bu üç türlü cihadı, Allahü teâlânın yardımına güvenerek ve dinine uyarak yapanlara, Allahü teâlâ muhakkak yardım eder. Bunun için çalışmadan, birbirimizi sevmeden, oturduğumuz yerde yapılan duaları Allahü teâlâ kabul etmez. Duanın kabul olması için, önce sebeplerine yapışmak gerekir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını yayan vakıflara, kuruluşlara yardım etmek, malla cihad olur. Bedenle ve parayla cihad edenlere, Allahü teâlâ Cenneti söz vermiştir. (Müftiy-yi mücahid) İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: İslamiyet’in emirlerini bildirip yaymak için, keramet sahibi olmak gerekmez. Herkesin bilgisi ve gücü nispetinde çalışması şarttır. İmkânım 368 www.dinimizislam.com yoktu diyerek, bahane ileri sürmek, kıyamette insanı azaptan kurtarmaz. (Mektubat-ı Rabbani) Yanlış konuşanları tenkit etmek Sual: Cübbeli hoca; Vehhabilik, mutezile gibi sapık mezheplerin yanında, İbni Teymiyye, M. Abduh, Ali Şeriati, M. İslamoğlu, Y. N. Öztürk, Z. Beyaz, A. Oktar, A. R. Demircan, H. Karaman, A. Bulaç gibi yazarları da tenkit ediyor. Tenkitlerinde, kiminin Cehennem ebedi değil dediğini, kiminin mason Abduh’u övdüğünü, kiminin kendisini Mehdi sandığını, kiminin mezhepsizliğini ilan ettiğini, kiminin kaderi, kabir azabını ve şefaati inkâr ettiğini, kiminin Hıristiyanları Cennete sokmaya çalıştığını, kiminin de, Kur’an-ı kerimdeki bazı âyetlerin tarihsel dediğini bildiriyor. Bu tenkitleri yerinde midir? CEVAP Dine aykırı konuşan kimseleri tenkit etmek, elbette yerindedir. Tenkit etmezse, o zaman suç işlemiş olur. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Ortalık karıştığı, yalanlar yazıldığı, âdetlerin ibadetlere karıştırıldığı ve Eshabıma dil uzatıldığı zaman, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun!) [Deylemi] (Bid’atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Söylemeyip gizleyen, Allah’ın indirdiği Kur’anı gizlemiş olur.) [İ. Asakir] Cübbeli hoca, bu hadis-i şeriflerin gereğini yerine getirmeye çalışıyor. Kendisini tebrik ediyor, Allahü teâlâ yardımcısı olsun diyoruz. Aynı konuların bir kısmına kısaca dokunalım: 1- Hazret-i Mehdi gelmemiştir. Hiç kimse kendinin veya hocasının Mehdi olduğunu söyleyemez; çünkü Mehdi’nin birçok alametleri vardır. Bu alametler günümüzdeki insanlarda yoktur. Hazret-i Mehdi’nin adı Muhammed, babasının adı Abdullah ve kendisi seyyid olacaktır. Gökten bir melek, (Bu Mehdi’dir) diyeceği hadis-i şerifle sabittir. Daha başka alametleri de vardır. Bu vasıfları taşıyan hiç kimse gelmedi. 2- İbni Teymiyye gibi cehennem ebedi değil denmesi Kur’an-ı kerime aykırıdır. Birçok âyet-i kerimede cennet ve cehennemin ebedi olduğu bildiriliyor. (Bekara 25, Al-i İmran 116, Maide 85, Enam 128, Tevbe 68, Hud 107) 369 www.dinimizislam.com 3- İmanın altı esasından biri kadere imandır. Kaderi inkâr eden kâfir olur. Kader hakkında birçok âyet-i kerime vardır. İkisinin meali şöyledir: (Yaptıkları küçük büyük her şey, satır satır kitaplarda yazıldı.) [Kamer 52, 53] (Biz, her şeyi kaderle yarattık.) [Kamer 49] İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Kaderi inkâr edene, bütün peygamberler lanet eder.) [Taberani] (Kadere, hayra ve şerre inanmayan iman etmiş sayılmaz.) [Tirmizi] 4- Kabir azabını inkâr eden Ehl-i sünnetten çıkar. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kabir azabı haktır.) [Buhari] İmam-ı a’zam hazretleri buyurdu ki: Kur'an-ı kerimde (Onlar, sabah akşam ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı günde, “Firavun hanedanını azabın en çetinine sokun!” denilecek) buyuruldu. (Mümin 46) [Sabah akşam görecekleri azap, Kıyametten öncedir. Âyetin devamında onların şiddetli azaba sokulacağı bildiriliyor. Birincisi kabir azabı, ikincisi ise cehennem azabıdır. (El-Kavl-ül fasl)] İmam-ı Gazali hazretleri de, (Bu âyet kabir azabını gösteriyor) buyurdu. (İhya) İmam-ı Süyuti hazretleri, kabir azabı ile ilgili Şerhussudur isminde müstakil bir eser yazmıştır. Buhari ve Müslim ve diğer hadis kitaplarındaki kabir azabıyla ilgili hadis-i şerifleri nakletmiştir. Her hadis kitabında kabir azabı bildirilmektedir. Kabir azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını inkâr etmiş olur. Ehl-i sünnetin dışında kalır. 5- Şefaati inkâr eden de Ehl-i sünnet olamaz. Şefaatle ilgili birkaç âyet-i kerime meali: (O gün, kimse şefaat edemez. Ancak Rahman olan Allah’ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığı kimse şefaat eder.) [Taha 109] (Rahman olan Allah’ın nezdinde söz ve izin alanlardan başkası şefaat edemez.) [Meryem 87] (Bu iki âyette, Allahü teâlânın izin verdikleri şefaat edecek, başkaları edemez diyor.) (Allah’ı bırakıp da, taptığı putlar şefaat edemez. Ancak hak dine inanıp ona şahitlik eden kimseler şefaat eder.) [Zuhruf 86] (Putlar elbette şefaat edemez. Ama hak yoldakilerin şefaat edeceği bu âyette de açıkça bildiriliyor.) (Allah’ın izni olmadan kim şefaat edebilir?) [Bekara 255] (Bu âyet de Allah’ın izniyle şefaat edileceğini gösteriyor.) (Bütün şefaatler Allah’ın iznine bağlıdır.) [Zümer 44] (Demek ki çok şefaat edecekler vardır ki, hepsi de Allahü teâlânın iznine bağlıdır.) 370 www.dinimizislam.com Şefaatin hak olduğunu bildiren çok hadis-i şerif var bir tanesi şöyledir: (İmanla ölen günahkârlara şefaat edeceğim.) [Buhari, Müslim] Bütün müfessirler, muhaddisler ve fakihler gibi, dört mezhep imamı da şefaatin hak olduğunu bildirmişlerdir. Bütün âlimlerin en büyüğü olan İmam-ı a’zam hazretleri, (Peygamberler, âlimler ve salihler, günahkârlara şefaat edecektir) buyurdu. (Fıkh-ı ekber) 6- Ehl-i kitab olan Yahudi ve Hıristiyanların cennete gideceğini söylemek Kur’an-ı kerime de hadis-i şeriflere de aykırıdır. Bir âyet-i kerime meali: (Elbette, ehl-i kitab [Yahudi ve Hıristiyan] veya müşrik olan bütün kâfirler cehennem ateşindedir, orada ebedi kalırlar.) [Beyyine 6] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan elbette Cehenneme girecektir.) [Hâkim] 7- Kur’an-ı kerime tarihsel diyen, hükmü kalmadı diyen, Ehl-i sünnetten çıkmakla kalmaz, kâfir olur. Bir âyet-i kerime meali: (Bugün, dininizi ikmal ettim. Size olan nimetlerimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim, beğendim, razı oldum.) [Maide 3] İslamiyet’ten başka din aramak kâfirliktir. Allah başkasını kabul etmez. Bir âyet-i kerime meali: (İslam’dan başka din arayan, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85] Bid’at ehlini tenkit etmek Sual: Cübbeli Ahmet hoca, mezhepsizleri, dinde reformcuları, kendini veya hocasını Mehdi sayanları, (Yahudiler ve Hıristiyanlar da Cennete gidecek) diyenleri tenkit ediyor. Ayrıca bir konuşmasında, Rusya’da bir Hıristiyanın, bir hocaya Müslüman olduğunu söyleyince, o hocanın, (Hıristiyanlar da Cennete gideceğine göre, Müslüman olmana gerek yok) dediğini, hatta yazar Ali Eren’de bu kimsenin telefon numarasının olduğu, isteyenlerin arayıp sorabileceğini de söyledi. Cübbeli hocanın böyle şeyler anlatması ve bid’at ehli sapıkların yanlış görüşlerini açığa çıkarması, tasvip edilir mi? CEVAP Elbette tasvip edilir. Herkesin gücü nispetinde, emr-i maruf ve nehy-i münker yapması gerekir. Cübbeli hocanın bu konularda anlattıkları doğrudur. 371 www.dinimizislam.com Doğruya doğru demek Sual: Ünlü fitnecileri, birkaç doğru şey söyledi diye savunmak uygun mudur? CEVAP Bir kimsenin doğru sözünü tasdik etmek, her dediğini tasdik etmek anlamına gelmez. Hak sözü tasdik edilir, bâtıl sözü reddedilir. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında, bunun örnekleri çoktur. Birkaçını bildirelim: 1- Yusuf Kardavi, kitaplarında, dört mezhebin fıkıh bilgilerini birbirlerine karıştırdığını, tek bir mezhebi taklit etmenin uygun olmadığını [yani mezhepsizliği] savunuyor. Böylece, Ehl-i sünnet âlimlerinin yolundan ayrılıyor. Bundan dolayı, yazıları senet olamazsa da, sakalla ilgili hadis-i şerifi Ehl-i sünnete uygun açıklamıştır. Bunun için, Kardavi’nin sakal hakkındaki yazısı, Hanefi mezhebinin reyini açıkladığı için, vesika olarak alınması uygun görüldü. (S. Ebediyye) 2- Zemahşeri, Ehl-i sünnet değil, mutezile mezhebindeydi; ancak Zemahşeri, Kur’an-ı kerimin mucize olduğunu anlatmakta; esas, senet olan belagat ilminin âlimlerinin en yüksek derecesinde olduğundan, Ehl-i sünnetin tefsir âlimleri, Kur’an-ı kerimin belagatini anlatan kısımları, onun tefsirinden almışlardır. (S. Abdülhakim Arvasi - S. Ebediyye) 3- İbni Teymiyye’yi İslâm âlimleri şiddetle tenkit ettikleri halde, Şiilere reddiyesini tasvip edip, şöyle demişlerdir: İbni Teymiyye, (Minhac-üs-sünne) kitabında, Şii âlimlerinden İbnil Mutahhir’in (Minhac-ül-kerame) kitabını, kuvvetli vesikalarla çürütmektedir. Yine İbni Teymiyye, (Fedail-i Ebi Bekr ve Ömer) kitabında, Eshab-ı kiramın üstünlüklerini, kuvvetli delillerle açıklamaktadır. (E. Kiram kitabı) İslam âlimleri, kâfirlerin bile dinimizi öven sözlerini nakletmişlerdir. Bu, kâfirleri övmek demek değildir. Bunlardan birkaçı şöyledir: 1- Hatip, Peygamber, kanun koyucu, cengâver, yeni iman esasları koyan, büyük bir İslam devleti ve medeniyeti kuran büyük insan; işte Muhammed [aleyhisselam] budur. İnsanların, büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün mikyaslarla ölçülsün. Acaba Ondan daha büyük bir kimse var mıdır? Olamaz. (Lamartine) 2- Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine hayran olmayı emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içindeyken, Doğu’da parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, barış ve rahatlık vermiştir. (Gandhi) 372 www.dinimizislam.com 3- Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar, insanları bahtiyarlığa götürecektir. (Napoléon) Kadının cihadı Sual: Saçlarını açıp mahremsiz Amerika’daki kiliseye giden bir kadın, (Biz cihad için, dine hizmet için saçlarımızı açıyoruz. Uzak da olsa mahremsiz yola çıkmamız ve saçlarımızı açmamız günah olmaz) diyor. Günah olmaz demekle küfre girmiş olmuyor mu? CEVAP Harama helal demek, elbette küfür olur. Savaşmak, cihad etmek erkeğin görevidir. Kadına farz değildir. Kadının cihadı, evinde oturup kocasıyla iyi geçinmektir. Bir hadis-i şerif meali şöyle: (Kadının cihadı, kocasıyla iyi geçinmektir.) [Taberani] Kadının zaruretsiz başını açması büyük günahtır. Sadece genç kadınlara değil, yaşlı kadınlara, ninelere de saçlarını açması, kollarını, gerdanını yabancılara göstermesi günahtır. Bir âyet-i kerime meali şöyledir: (Evlenme arzusu kalmayan [hayızdan, nifastan kesilmiş, çocuk olma durumu kalmayan] ihtiyar kadınların ziynetlerini göstermemek şartıyla, dışa giydikleri [manto gibi] elbiselerini çıkarmalarında bir vebal yoktur; ama sakınmaları [mantolarını giymeleri] daha iyi olur.) [Nur 60] Müminlerin anneleri için bile, (Siz diğer kadınlar gibi değilsiniz, [yabancılarla] yumuşak konuşmayın, kalbinde fesat bulunanlar, kötü ümide kapılır. Evlerinizde oturun, eski cahiliye kadınları gibi açılıp saçılmayın) buyuruluyor. (Ahzab 32-33) İkincisi, dinimizde bir ölçü vardır. Farzla haram çakışırsa, haram işlememek için farz, duruma göre tehir veya terk edilir; çünkü haramdan kaçmak, farzı yapmaktan önce gelir. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-unnasıhin) Haramdan kaçmanın sevabı, farzları yapmanın sevabından daha fazladır. Haram işleyerek farz yapılmaz. (İslam Ahlakı) Birkaç örnek verelim: 1- Avret yerini açmadan necaseti temizlemek mümkün olmazsa, namazı, öyle kılar. Çünkü temizlemek emirdir. Açmak yasaktır. Günahtan kurtulmak önce gelir. (İbni Abidin istinca bahsi) 373 www.dinimizislam.com 2- Zengin olan bir kadının, hacca gitmesi farzdır. Hacca yalnız gitmesiyse haramdır. Mahremi bulunmadığı müddetçe, haram işleyerek, yalnız başına hacca gidemez. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kadın, yanında bir mahremi olmadan hacca gidemez!) [Bezzar] Bunun gibi farz olan tavafı yapabilmek için erkeklere dokunarak, haram işleyerek tavaf yapamaz. Kalabalık olmadığı zamanlarda tavaf eder. (S. Ebediyye) Farz olan hacca gidemeyen, nasıl olur da cihad ediyorum diye Amerika’ya mahremsiz gidebilir? Hele saçlarını açması ise daha büyük günahtır. Amerika’ya gitmek farz olsa bile, haram işleyerek gidilmez. 3- Bir gayrimüslimin Müslüman olmasına sebep olmak çok büyük sevabdır. Kâfir bir kız, “Benimle dans edersen müslüman olurum” dese, müslümanın, iyi niyetle onunla dans etmesi veya başka günah işlemesi caiz olmaz. Kız gerçekten Müslüman olsa bile, kızla günah işlemesi caiz olmaz. (Ameller niyete göredir) hadis-i şerifi, taat ve mubahlara niyete göre sevap verileceğini bildirmektedir. Günahlar, ne kadar iyi niyetle işlense de, günah olmaktan çıkmaz. (S. Ebediyye) Günah işleyerek Sual: S. Ebediyye’de, (Kızlardan ebe, jinekolog yetiştirmeli. Kadınları, kadın doktora göstermeli) deniyor. Kadınların erkeklere muayene olup, günah işlemelerine engel olmak için, her ne kadar çeşitli günahlar işleyerek eğitimini sürdürecek olsa da, kızımın doktor olmasında bir sakınca var mıdır? CEVAP Doktor olmak kıymetlidir, ne sakıncası olur ki? Kadın erkek ayrımı yapmadan herkesin okuyup bilgi sahibi olması büyük fazilettir. Fakat erkeğin de, kadının da, okurken, hattâ ibadet ederken, günah işlemesi caiz olmaz. Mesela zengin bir kadının, farz olan hacca mahremsiz gitmesi caiz olmaz, haram olur. Kadın, tesettüre riayet edemezse veya daha başka günah işlemek zorunda kalırsa, böyle günah işleyerek çalışması, hattâ ilim öğrenmesi çok yanlış olur. Başka kadınları günahtan kurtarmak niyetiyle kendisinin günah işlemesi asla caiz olmaz. (Kızlardan ebe, jinekolog yetiştirmeli) demek, günah işlemelerine sebep olmadan bu işleri yapmalı demektir. Dinin emrini bildirmek Sual: (Şunu yapan kâfir olur, namaz kılmamak büyük günahtır, kılmayanın duası kabul olmaz) gibi şeyler söyleniyor. Kimin kâfir 374 www.dinimizislam.com olacağını, kimin duasını kabul edeceğini sadece Allah bilmez mi? Bir de bunları söylemek, insanları dinden soğutmaz mı? CEVAP Kimin kâfir olacağını, kimin duasını kabul edeceğini elbette Allahü teâlâ bilir. Bunlar Kur’an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde bildirilmiştir. Yani bunları bildiren, Allahü teâlâ ve Resulüdür. İslam âlimleri de bunları kitaplarına yazmışlardır. Aksi halde, âlimler görevlerini yapmamış olurlardı. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Bildiğini söylemeyen âlimin ağzına, kıyamette ateşten gem vurulur.) [Tirmizi] Dinimizin emir ve yasaklarını bildirmeye emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker denir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İçinizde, hayra çağıran, marufu emreden ve münkeri nehyeden bir topluluk bulunsun. İşte bunlar, kurtuluşa erenlerdir.) [Âl-i İmran 104] Maruf, dinimizin emrettiği hususlardır. Münker ise, dinimizin yasakladığı yani Allahü teâlânın razı olmadığı işlerdir. Emr-i maruf ve nehy-i münker yapanlara, yani dinin emirlerini bildirenlere, (Sen Allah adına nasıl konuşursun, namaz kılmamanın günah olduğunu nereden biliyorsun) diye hakaret etmek cahilliktir. Allahü teala (Emrimi bildirin) buyurduğu için, Peygamber efendimiz ve İslam âlimleri kimlerin Cennete; kimlerin Cehenneme gideceğini bildirmişlerdir. İnsanları soğutma iddiası da doğru değildir. İnsanlar soğuyacak diye, Resulullah efendimiz ve âlimler dinin emirlerini bildirmeyecek mi? Şarap haramdır, açık gezmek haramdır demeyecekler mi? Peygamber efendimiz de dinin emirlerini bildirince, müşrikler taşladılar, dinden daha çok soğudular. (Hiç bildirmeseydi, tebliğ etmeseydi kimse soğumazdı, kimse Ona düşman olmazdı) denilemeyeceği gibi, (Dinin emrini bildirmekle insanlar dinden soğur) demek de, çok yanlış olur. Kırkıncı yılımız Sual: Gazetemizin kırkıncı kuruluş yıldönümü hepimize mübarek olsun. 40 yıldır okuyorum. Özellikle, daha önceki ismi Bizim Sayfa olan İnsan ve Toplum sayfasını hiç kaçırmıyorum. Bize dinimizi, Ehl-i sünnet itikadını öğretiyorsunuz. Hafta sonları yayınladığınız sohbet tadındaki yazılarla da, Allahü teâlânın sevgili kullarını sevmemize, tanımamıza vesile oluyorsunuz. Bütün bunlar için, size ne kadar teşekkür etsek azdır. Gazeteden ve kitaplarımızdan öğrendiğim bilgileri, çevremdekilere, arkadaşlarıma da aktarmaya çalışıyorum. Bazıları kabul edip teşekkür 375 www.dinimizislam.com ediyor. Bazıları ise kabul etmediği, inanmadığı gibi, hakaret edenler de oluyor. Ne yapmam uygun olur? CEVAP Her şey, herkese anlatılmaz. Kabul edebileceklere tavsiye edilebilir. Zaten söylediklerimiz doğru olsa bile, kendi ifadelerimizle anlatmak uygun olmaz. Karşı taraf, (Senin neren benden üstün, sen kim oluyorsun da bana akıl veriyorsun) diye düşünebilir. Kendisinin bilmediğini kabullenmek, nefsine ağır gelebilir; fakat gazeteden veya kitaptan okursa, kendisiyle baş başa kalır. Büyük zatların yazıları da olduğu için, kabul etmesi daha kolay olur. Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî hazretleri, (Evliya zatların sözlerinde, Rabbânî tesir vardır) buyuruyor. Bunun için, arkadaşlarımıza, yakın çevremize, gazeteye abone olmasını tavsiye ederek veya uygun dini kitaplardan vererek, tavsiye ederek, faydalı olmaya çalışmalıyız. Peygamber efendimiz, (Bir talebe, dinden bir mesele öğrenmek için evinden çıksa, hocasının evine kadar yürüse, “Bu şerefli kul benim üzerime bassın” diye, melekler kanatlarını onun ayaklarının altına döşer. Gökteki bütün kuşlar, karadaki bütün hayvanlar, denizdeki bütün balıklar, bu kul için, “Yâ Rabbi, bu senin dinini öğrenmek için yola çıkmış, affet bunu” diye istiğfar ve dua ederler) buyuruyor. Bu, sadece öğrenmek için gidene verilen ecirdir. Öğretmek için giden, elbette bundan daha çok ecir alır. Duanın önemi Bir gazetenin, 40 yıl boyunca istikrarla yayınlarına devam etmesi, okuyucularının ilgisi, sahip çıkması ve dualarıyla mümkün olabilir. Gazetemizin sahibi de, duanın önemini her fırsatta dile getirmiş; bir konuşmasında, (Büyüklerimizin, ana babamızın, arkadaşlarımızın ve bütün Müslümanların dualarıyla, bugünlere geldik elhamdülillah. Çölde kalmış insanın suya hasreti gibi, herkesten dua almaya bakmalıyız. İnsan, dua alarak Allah’a yakın olur. Din büyüklerimiz bildiriyor ki, şu üç şey kibirdendir: Bilmediğini sormamak, danışmamak, hatasını söyleyene teşekkür etmemek ve insanlardan dua istememek) demiştir. Gazetemizin, daha uzun yıllar hizmete devam etmesi için, dualarınızı bekliyoruz. Kötüyü düzeltmek Sual: Tesettürlü, namazını kılan bir abla, uygunsuz giyinen ve uygunsuz bir iş yapan başka bir kadını yola getirmek için, onunla arkadaş oldu. (Eninde sonunda ben bunu doğru yola getireceğim) diye çok gayret sarf etti. Bir müddet sonra bu ablayla karşılaştım, onun da öteki gibi 376 www.dinimizislam.com açıldığını gördüm. Elini verip kolunu alamayan kimsenin durumuna düştü. Bu olay beni ürküttü. Peki, o zaman emr-i marufu nasıl yapacağız? Kendimizi tehlikeye atarak mı? CEVAP Bu olay da gösteriyor ki, kötü bir kimseyi düzeltmeye çalışacağım diye onunla arkadaşlık edilirse, kendisinin bozulma ihtimali daha fazla olabilir. Kötü arkadaşı düzeltmek için onunla düşüp kalkmaya çalışırsak, onun bir eğrisini düzeltmeye çalışırken, o bizim on doğrumuzu bozar. (Kötünün bana ne zararı dokunur?) demek çok yanlıştır. Çürük bir meyve, bir çuval meyvenin çürümesine sebep olur. Bir çuval meyve bir çürüğü sağlam hale getiremez. Yapmak, düzeltmek çok zor, yıkmak ise çok kolaydır. (Süleymaniye camisini iki işçi yıkabilir, ama yapmak için bir Sultan Süleyman, bir de Mimar Sinan lazımdır) demişlerdir. Yine bunun gibi, (Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış) denmiştir. Büyük bir taşı, dağın tepesinden aşağıya yuvarlamak çok kolay, fakat aşağıdan yukarı çıkarmaksa çok zordur. Kötü arkadaştan uzak durmaya çalışmalı. Onun için Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir. Kiminle arkadaşlık ettiğinize dikkat edin!) [Hâkim] Yukarıda görüldüğü gibi, namaz kılan tesettürlü abla, kötü kimseyle arkadaşlık etti ve bunun neticesinde de, onun bozuk yoluna, onun bozuk dinine girmiş oldu. Kalb, kötü kimselerin yanında gaflete dalınca, şeytan da vesvese verir. Zamanla o arkadaşa uymaya çalışır. Bunun için, arkadaşın ve çevrenin etkisi çok büyüktür. Fâsık kadınla arkadaşlığın zararı daha büyük olur. Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Bir kötü kadının fücuru [kötülüğü] bin erkeğin fücuruna bedel, bir saliha kadının iyiliği yetmiş sıddıkın iyiliğine bedeldir.) [Ebu Nuaym, Ebu-ş-Şeyh] Görüldüğü gibi kadınların iyisi çok iyi, kötüsü de çok kötü oluyor. Kötülerinden uzak durmaya çalışmalı. Onu düzelteceğiz diye kendimizi bozmamalıyız. Onun için, (Kötü bir kadın, doğru olan kırk erkeği yoldan çıkarır) demişlerdir. Böyle kimselere emr-i maruf yapmak için, onlarla düşüp kalkmak yanlış olur. Uygun bir kitap vermeli, nasibi varsa okur, doğru yolu bulur. O, doğru yolu bulamasa da, okumasa da, biz görevimizi yapmış oluruz. 377 www.dinimizislam.com Kanunlara karşı gelinmez Sual: Bazı kimseler diyor ki: (Bugün dünya tağutla idare ediliyor. Tağutların kanunlarına uyanlar, milletvekili, belediye başkanı seçenler, seçilenler, hâkimler, savcılar, polisler ve bütün memurlar, Avrupa, Amerika ve Asya’da işçi olarak çalışanlar müşrik olduğu gibi, herhangi bir iş için mahkemeye başvuranlar da müşriktir. Tağutun idaresinden pasaport alıp yurtdışına çıkanlar, hattâ hacca gidenler müşrik olur. Trafikte kırmızı ışıkta durmak, yeşil ışıkta geçmek, tağutun adamlarıyla herhangi bir anlaşma yapmak da şirk olur, çünkü böyle yapmak, tağutu meşrulaştırmak olur. Onların kanunlarına uymayıp, onlara karşı gelmek lazımdır.) Bunları söyleyenler, uzayda yaşamadıklarına göre, kendileri müşrik olmuyorlar mı? CEVAP Bu soruyu kendilerine sormak gerekir. Peygamber efendimiz ve Eshab-ı kiram, onların tağut dedikleri putçularla anlaşma yapmadı mı, alış veriş yapmadı mı? Kâfir ülkesinde çalışmak ve kâfire ücret karşılığı hizmet etmek dinimizde yasak değildir. Gayrimüslim Avrupa’da çalışmak günah değildir. Mekke Müslümanları da Habeşistan’a hicret etmişler, orada gayrimüslimlerin işlerinde çalışmışlardı. Yusuf aleyhisselam, Peygamber olduğu halde, kâfir hükümet reisinden vazife istedi. Herhangi bir vazifeye bir zalimin geçmesini önlemek ve Müslümanlara hizmet etmek için, kâfir olan âmirden bile vazife istemelidir. İmam, öğretmen, polis olmaya çalışmalıdır. Bir iyilik yapamasa da, hiç olmazsa, Müslümanlara zarar gelmesini önlemek de ibadet olur. Zaruretsiz vazifeden istifa etmek de, bunun için caiz değildir. (S. Ebediyye) İsa aleyhisselam, kâfir hükümdara dahi itaati emretmiştir, çünkü 70–80 kişiyle Roma devletine ve bütün Yahudilere karşı cihad etmek, onlara karşı gelmek mümkün değildi. İslamiyet’te de hükümete, kanunlara karşı gelmek men edilmiştir. (Cevap Veremedi kitabı) Müslüman olsun, kâfir olsun, âdil olsun, zalim olsun, hiçbir hükümete karşı, isyan etmek, kanunlara karşı gelmek, hiçbir zaman caiz değildir. Fitne çıkarmamalı, fitne çıkaranların arasına karışmamalı. Komünist ülkelerinde bulunan bir Müslümanın, İslamiyet’e uygun yaşaması, ibadetlerini yapabilmesi imkânsız olursa, zalimlere yine karşı gelmemeli, bir İslam ülkesine hicret etmeli. İslam ülkesine de hicret imkanı yoksa, insan 378 www.dinimizislam.com haklarına, dine, ibadete saldırmayan herhangi bir memlekete gitmelidir. (S. Ebediyye) Kâfire oy verilmez mi? Mecelle’de, (Ehven-i şerreyn tercih olunur) buyuruluyor. Yani iki zararlı şeyden birini yapmak zorunda kalanın hafifini tercih etmesi gerekir. Daha kötüsünü önlemek için, ondan daha az zararlıyı tercih etmek günah olmaz. Kanuna uymakla karşı gelmemek ayrıdır. İkisi birbirine karıştırılmamalı. Bir kimse kanunu beğenmiyor, ama karşı da gelmiyorsa, kanuna aykırı hareket etmiş sayılmaz. Bir de kanunun zorladığı işleri yapmak günah olmaz. Fıkıh kitaplarımızda deniyor ki: İkrah, bir insanı, istemediği bir şeyi yapması için, haksız olarak zorlamak demektir. Bu durumda, zorlanan işi yapmak zaruret olur. Hapis, dayak, nafakayı kazanmaya ve çalışmaya mani olmak gibi hususlar birer ikrahtır. Sultanın [kanunların] emirleri de ikrah demektir. (Redd-ül-muhtar, Dürer-ül-hükkam) Emr-i marufla ilgili çeşitli sorular Sual: Yöneticilerin bozuk olmasında toplumun rolü var mıdır? Onları protesto için eylemler yapmak uygun mudur? CEVAP Elbette toplumun rolü vardır. Onlar başka yerden gelmedi ki. Yönetici, sütün üzerindeki kaymak gibidir. Süt nasılsa kaymağı da ona göredir. Yani manda sütünün kaymağı manda kaymağı, Deveninki deve kaymağı olur. Domuz sütünün kaymağı da, domuz kaymağı olur. Demek ki, süt ne ise kaymağı da öyle olur. Tavuktan tavuk yumurtası çıkar. Tavuktan deve kuşu yumurtası beklenmez. Her kaptan içindeki sızar. Bir hadis-i şerif meali: (Siz nasıl iseniz, öyle idare edilirsiniz.) [Cami-us-sagir] Yani insanlar iyi ise, iyi idareciler gelir, kötü ise kötü idareciler gelir. Ortada bir suç varsa toplumda aramalı. Toplum kötü ise, kötü idareciyi değiştirmekle iş bitmez. Gelen gideni arattırabilir. Onun için dünyadaki kötü liderlerin toplumları da kötüdür. Eylem yapmak anarşi çıkarmak olur. Dua ederek sabretmek gerekir. Bir hadis-i şerif meali: (Bozuk bir işi düzeltemezseniz, sabredin! Allahü teâlâ onu düzeltir.) [Beyheki] Bir âyet meali de şöyle: 379 www.dinimizislam.com (Ey iman edenler, sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Çünkü Allah elbette sabredenlerle beraberdir.) [Bekara 153] Allahü teâlâya güvenmelidir. Sabreden zafere kavuşur. Sual: Bir kimsenin emr-i maruf ve nehy-i münker yapmaya gücü yetse, buna hiçbir mani de bulunmasa, bu kimsenin hakkı, doğruyu bildirmemesi günah olur mu? CEVAP Emr-i maruf farz-ı kifayedir. Bir yerde emr-i maruf yapılmazsa, gücü yeten herkes mesul olur. Emr-i maruf çok mühimdir. Emr-i maruf yapan olmazsa, ilim yok olur. Cehalet ve sapıklık yayılır. Fitne her tarafı kaplar. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Fitne ve fesat yayıldığı, müslümanlar aldatıldığı zaman, doğruyu bilenler, herkese anlatsın! Anlatmazsa, Allahü teâlânın, meleklerin ve insanların laneti onun üzerine olsun!) [Ebu Nuaym] (Ortalık karışır, yalanlar yazılır, âdetler ibadetlere karıştırılır ve Eshabıma dil uzatılırsa, doğruyu bilenler herkese bildirsin! Allahü teâlânın, meleklerin ve bütün insanların laneti, doğruyu bilip de, gücü yettiği halde bildirmeyene olsun! Allah, böyle âlimlerin, ne farzlarını, ne de başka ibadetlerini kabul etmez.) [Ebu Nuaym] (Bid'atler yayılıp, sonra gelenler, öncekilere lanet ettiği zaman, doğruyu bilenler herkese söylesin! Eğer söylemeyip gizlerse, Allahü teâlânın Muhammed aleyhisselama indirdiği Kur'an-ı kerimi gizlemiş olur.) [İbni Asakir] (Bid'atler zuhur edip, Eshabıma kötü sözler söylendiği zaman, doğruyu bilen, herkese söylesin! Söylemezse Allahü teâlâ böyle âlime lanet eder.) [Deylemi] (Bir yerde bir kötülük zuhur edince, o kötülük men edilmezse, Allahü teâlâ azabını o kavmin hepsine birden indirir.) [Hakim] Sual: Bir hayra, bir iyiliğe sebep olanın onu yapmış gibi sevap alacağını yazdınız. Kötülüğe sebep olan da onu işlemiş gibi günah kazanır mı? CEVAP Evet, iyiliğe sebep olan o iyiliği yapmış gibi sevap kazanır. Kötülüğe sebep olan da o kötülüğü yapmış gibi günah kazanır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Kötülüğe delalet eden (yol gösteren) onu yapan gibidir.) [Deylemi] İbni Mesud hazretleri, "Bir günah işlendiğini duyduğu vakit, o günahın işlendiğine sevinirse, aynı günahı işlemiş gibi olur" buyurdu. Hadis-i şerifte 380 www.dinimizislam.com de (Doğuda bir adam öldürülür de, batıda olan buna razı olursa, onu öldürme günahına ortak olur) buyuruldu. (İ. Gazali] Sual: Önceleri namaz kılarken, uzun süre namazı terk eden eski arkadaşlarımız var. Üzülüyoruz, hiçbir şekilde mescitte veya başka bir yerde namaz kılarken görmüyoruz. Bu şekilde düşünmek su-i zan olur mu? Bunlarla ilişkilerimiz nasıl olmalıdır? CEVAP Namaz kılmıyor galiba diye düşünmek insanın elinde değildir. Zannını tasdik etmek ve o zanna göre karar verip hareket etmek günah olur. Namaz kılmadığı kesin tespit edilince, diğer insanlar gibi ilişkimiz olur. Başka namaz kılmayan insanlarla nasıl ilişkimiz oluyorsa bunlarla da öyle olur. Tanıdık olduğu için ilgilenmek elbette iyi olur. Onları üzmeyecek şekilde ilgilenmek, nasihat etmek, gazete vermek, kitap vermek, e-mail göndermek, ilgiyi devam ettirmek iyi olur. Laf söylemekle kimse kolay kolay yola gelmez. Bu nasip meselesidir. Ama e-mail falan gönderilir. Güzel bir yazı ise, ondan etkilenebilir, siz de bu işe sebep olmuş olursunuz. Mesela namazın önemi gönderilebilir, namaz kılmayanlar için bildirilen tehditler yazılabilir. Özel göndermek yerine umuma gönderiyormuş gibi yapılır. Maksat bir nevi gizlenmiş olur. Sitemizi de tavsiye edebilirsiniz. Sual: Çevremdekilere örnek teşkil edebilmek için kültürümü artırmam gerekiyor. Bana bu yolda tavsiye edebileceğiniz müstesna fikirlerinize ihtiyacım olduğunu hissediyorum ve öğrettiklerinizin her kelimesi için ayrı ayrı Allah razı olsun diyorum. CEVAP Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabını okumanızı tavsiye ediyoruz. Bu kitabı okursanız yeterli dini bilgiye sahip olursunuz. Ne din düşmanlarına aldanır, ne de din adına insanlara kötülük edersiniz. Severek okumanızı tavsiye ederiz. Ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerinden tercüme edilerek hazırlanmış bir kitaptır. Bu kitabı internetten de okuyabilirsiniz: www.hakikatkitabevi.com Sual: "Okuldaki arkadaşlarımdan bazıları dini konularda bilgi sahibi olmalarına rağmen yaklaşık ayda bir kere içki içiyorlar. Namazı da uzun zamandır terk etmiş durumdalar. Ben onlara bazen nasihat ediyor bazen de kızıp bağırarak içki içmekten ve namaz kılmamaktan vazgeçirmeye çalışıyorum. Şimdi ben bunlarla hiç görüşmezsem onları iyice felaketle baş başa bırakmış mı olurum? Yoksa onları ikaz etmek maksadıyla görüşmeye devam etmem mi daha uygun olur? Kısaca nasıl hareket edeyim? CEVAP 381 www.dinimizislam.com Bağırıp çağırmakla insanlar yola gelmez. Hele aynı yaştaki akran kimseler birbirinin sözünü dinlemez. Yapılacak iş, onlara doğru kitap, mesela Tam İlmihal Seadet-i Ebediyye kitabını vermektir. Bu kıymetli eser yüzlerce İslam âliminin kitaplarından tercüme edilip derlenerek hazırlanmıştır. Ehl-i sünnet âlimlerinin sözleri olduğu için severek okuyana faydalı olmaktadır. Evliyanın sözünde rabbani tesir vardır. Nasibi olanlar, bu yazıların etkisiyle kötülüklerden uzak durabilir. Onları bu kötülüğe kötü arkadaşları sürüklemektedir. Kötü arkadaşlardan uzak durmak lazımdır. Sual: Din hakkında konuşmamak mı gerekiyor? Ya siz ne yapıyorsunuz? CEVAP Bizim yaptığımız gibi ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarını, bildirdiklerini nakletmek din hakkında konuşmak değildir. Şu kitapta şöyle diyor demekte mahzur yoktur. Biz sadece ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından naklederiz. Kendi görüşümüzü din gibi ortaya koymayız. Bence, bana göre böyle demeyiz. Diyenlere de itibar etmeyiz. Sual: Dini meselelerde, insanların yanlışları olduğu zaman, onları uyarmak istiyorum; fakat bu işi devamlı yapmak da uygun olmuyor, bunun ölçüsü nedir? CEVAP Ölçüsü onları üzmeden söyleyebilmektir. Mesela en kolay yolu doğru kitap vermektir. Sual: İnsanlara yanlışlarını söylemeli mi? Söylemezsek iki yüzlü olur muyuz? CEVAP Eğer söylediğimizi kabul edecekse ona yanlışlarını söyleriz, kabul etmeyecekse söylemeyiz. Söylemeyince iki yüzlü olmayız. Sual: Müslüman iken dinsizlerin etkisinde kalan bazı kimseler, dine düşman olmuşlardır. Bunlara dinimizi yeniden izah etmekte fayda var mıdır? CEVAP Bunlara büyük bir sabır ve sebat ile İslam dininin esaslarını onların anlayacağı bir tarzda telkin etmelidir! Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Rabbinin yoluna hikmet ile, güzel öğütlerle çağır! Onlarla en güzel şekilde tartış! Doğrusu Rabbin, yolundan sapanları daha iyi bilir.) [Nahl 125] Bildiğimiz iyi ve doğru şeyleri bilmeyenlere en güzel tarzda öğretmek, üzerimize farzdır, Allahü teâlânın kat’i emridir. Bu vazifeye, Emr-i maruf 382 www.dinimizislam.com denir. Bu bir ibadettir. İlmin zekâtı, bilmeyenlere ilmi öğretmekle ödenir. Bu, çok hayırlı bir iştir. Dinimiz, âlimin mürekkebini, şehidin kanından efdal tutmakta, hayırlı iş görmeyi, nafile ibadetten üstün saymaktadır. Hak bir söz, güzel bir öğüt kimden gelirse gelsin, güzel karşılamalı, böyle güzel bir sözü duyurduğu için Allahü teâlâya şükretmeli, söyleyene değil söyletene bakmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir kimse dini hakkında bir öğüt duysa, bu Allahü teâlânın ona ihsan ettiği bir nimettir. Buna şükretmesi ne iyidir. Şükretmezse, günahı artar, Allahü teâlânın gazabına sebep olur.) [İbni Asakir] Sual: İslamiyet’in güzel ahlakını göstermek için, kâfirlere karşı da iyi huylu olmak ve onları incitmemek gerekmez mi? CEVAP Müslümanların kâfirlere karşı da iyi huylu olmaları, onları incitmemeleri gerekir. Böylece İslam dininin, iyi huylu olmayı, kardeşçe yaşamayı, çalışmayı emrettiği onlara da gösterilmiş olur. Böylece iyiliği seven insanlar, seve seve müslüman olurlar. Cihad etmek farzdır. Cihadı devlet topla, silahla yapacağı gibi, soğuk harp ile, propaganda, neşriyat ile de yapar. Her müslüman da, iyi huyları ile, iyilik yapmakla cihad yapar. Çünkü cihad etmek, insanları müslüman yapmaya davet etmek demektir. Görülüyor ki, kâfirlere karşı da, iyi huylu olmak, onları incitmemek, cihad etmek oluyor. Cihad ise her müslümana gücü nispetinde farzdır. Sual: Bir hadiste, (Sizden her kim kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin. Bu imanın en zayıf derecesidir) deniyor. İmanın en zayıf noktasına düşmemek için, içki içene, kumar oynayana, insanlara zulmedene ve başka kötülükleri işleyene mani olmak mı gerekir? Mani olmazsak dil ile hakaret etmek mi gerekir? CEVAP Bizim gibi insanların hadis-i şerifi anlaması, açıklaması ve onunla amel etmesi caiz değildir. Bunu ancak gerçek İslam âlimleri yapar. Bu hadis-i şerifi açıklayan Abdulgani Nablüsi hazretleri Hadika isimli kitabında buyuruyor ki: (Söz ve yazı ile emr-i maruf, âlimlerin vazifesidir. Kalb ile, dua ederek günah işleyene mani olmaya çalışmak da her müminin vazifesidir. El ile müdahale ise devletin vazifesidir.) [Ayrıca Hindiyye c.5, s.352, Kadıhan c.3, s.429, Bezzaziyye c.6, s.356] Demek ki bizim vazifemiz, günah işleyenlere dua ederek mani olmaktır. Devletin işini bizim yapmaya kalkmamız caiz olmaz. Sual: Zamanımızda en kıymetli amel nedir? 383 www.dinimizislam.com CEVAP İslam Ahlakı kitabında deniyor ki: Zamanımızda, amellerin en efdali, yazı ile, medya yolu ile, kâfirlere, mezhepsizlere cevap vermek, Ehl-i sünnet itikadını yaymaktır. Böyle cihad edenlere, para ile, mal ile, beden ile yardım edenler de bunların kazandıkları sevaplara ortak olurlar. Sual: Filmlerde, piyeslerde İslâm büyüklerini temsil etmek caiz midir? CEVAP Talim ve islâma hizmet maksadı ile yapılan filmlerde caiz ise de, saygısızlığa sebep olabilecek hareketler, çok tehlikeli olduğu için, bunun gibi şeylerden sakınmak lâzımdır. Papazı temsil etmek Sual: Piyeslerde, bir papazı temsil etmek caiz midir? CEVAP Zaruretsiz caiz değildir. Günaha razı olmamalı Sual: Emrim altındakiler, söz dinlemeyip günah işliyorlar, günah işlenen yerlere gidiyorlar. Ben bir kere söyledikten sonra, peşlerini bırakmak uygun olur mu? CEVAP Peşlerini bırakmak, izin vermek demektir. Devamlı emr-i maruf ve nehy-i münker yapmak vazifemizdir. Buna razı olmamak ve peşlerini bırakmamak gerekir. En uygunu da tavır almaktır. Bu iş böyle gitmez diye gözdağı vermektir. Din nasihattir Sual: Bir hadiste, (Din nasihattir) deniyor. Din, ilahi emir ve yasakların toplamı değil midir? CEVAP Bu hadis-i şerif, dini tarif etmiyor, nasihatin önemini belirtiyor. Din, nasihatle, emr-i maruf ve nehy-i münker yapmakla ayakta kalır, yani din, nasihatle devam eder demektir. Emr-i marufu terk etmek Sual: Bir hadiste, (Emr-i maruf ve nehy-i münker yapmayan yani iyiliği emredip, kötülükten sakındırmayan bizden değildir) deniyor. Emr-i maruf yapma imkânımız yoksa ne yapacağız? Bizden değil demek kâfir mi demektir? CEVAP Emr-i maruf yapma imkânımız yoksa sorumlu olmayız. Ama günümüzde emr-i maruf yapmak için âlim olmak gerekmez. Muteber bir din 384 www.dinimizislam.com kitabını birisine vermekle emr-i maruf yapmış oluruz. Kendimiz, kitap verecek birini bulamazsak, kitap verebilen birine (Bu kitabı birine ver!) diyebiliriz. Yahut kitabın parasını verip, (Bu parayla şu kitabı al, birine ver!) diyebiliriz. İmkânım yok demek geçerli bir mazeret olmaz. Bir kimsenin bir kuruşu bile olmasa, (Bana ücretsiz kitap verirseniz, ben onları dağıtırım) diyemez mi? Ücretsiz kitap verenler vardır. Ücretsiz veren de yoksa, kitap dağıtanlara dua eder. Mesela, (Ya Rabbi, ben hizmetlere maddî ve manevî yönden katılamıyorum. Bu işi maddî ve manevî şekilde yürütenlere imkân ver!) diye dua edilmelidir. Emr-i maruf yapmak isteyene Cenab-ı Hak bir yol gösterir. Burada, (Bizden değildir) demek, kâfir demek değildir. (Bizim yolumuza uymamış olur, bizim bildirdiğimiz emr-i marufu yapmamış olur) demektir. Eğer, maddî veya manevî şekilde emr-i maruf yapma imkânı varken yapmamışsa, haram işlemiş olur. Çünkü imkânı olana emr-i maruf yapmak farzdır. İbadetlerimiz Efâl-i Mükellefîn Sual: Ef’âl-i mükellefîn ne demektir? CEVAP Müslümanın yapması ve sakınması gereken, İslam dininin bildirdiği emir ve yasakların hepsine Ef’âl-i mükellefîn denir. Buna İslamî hükümler de denir. Bir müslümanın dinde yapması ve sakınması gereken işler sekiz çeşittir: Bunlar: Farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid. 1- FARZ Yapılması açıkça ve kesin olarak bildirilen dinin emirlerine farz denir. Farzları terk etmek haramdır, yani büyük günahtır. Farz iki çeşittir: Farzı Ayn: Her Müslümanın bizzat kendisinin yapması lazım olan farzdır. Mesela, iman etmek, beş vakit namaz kılmak, Ramazan ayında oruç tutmak, zengin ise zekât vermek ve hacca gitmek, farzı ayndır. [32 farz ve 54 farz meşhurdur.] Farzı Kifaye: Bir veya birkaç Müslümanın yapması ile diğerlerinin sorumluluktan kurtulduğu farzlardır. Verilen selamı almak, cenazeyi yıkamak, cenaze namazı kılmak, sanatına, ticaretine lazım olandan fazla din ve fen bilgilerini öğrenmek gibi farzlar böyledir. 385 www.dinimizislam.com 2- VACİP Yapılması farz gibi kesin olan emirlere denir. Bunların delilleri farz gibi açık ve kesin değildir. Vitir namazını ve Bayram namazlarını kılmak, zengin olunca kurban kesmek, sadaka-i fıtr vermek vaciptir. Vacibin hükmü farz gibidir. Vacibi terk etmek, tahrimen mekruhtur. Vacip olduğuna inanmayan kâfir olmaz. Fakat, yapmayan azaba layık olur. 3- SÜNNET Peygamber efendimizin yapılmasını övdüğü, yahut devam üzere kendisinin yaptığı veyahut yapılırken görüp de mani olmadığı şeylere “Sünnet” denir. Sünneti beğenmemek küfürdür. Beğenip de yapmayana azap olmaz. Sünnet iki çeşittir: Sünnet-i Müekkede: Peygamber efendimizin devamlı yaptıkları, pek az terk ettikleri kuvvetli sünnetlerdir. Sabah namazının sünneti, öğlenin ilk ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti, yatsı namazının son iki rekat sünneti böyledir. Bu sünnetler, asla özürsüz terk olunmaz. Sünnet-i gayri müekkede: Peygamber efendimizin, ibadet maksadı ile ara sıra yaptıklarıdır. İkindi ve yatsı namazlarının dört rekatlık ilk sünnetleri böyledir. Bunlar çok kere terk olunursa, bir şey lazım gelmez. Beş-on kimseden birisi işlese, diğer Müslümanlardan sakıt olan sünnetlere de “Sünnet-i alel-kifaye” denir. Selam vermek, ezan okumak gibi. 4- MÜSTEHAP Peygamber efendimizin sevdiği, beğendiği hususlardır. Doğan çocuk için akika hayvanı kesmek, güzel giyinmek, güzel koku sürünmek müstehaptır. Bunları yapana sevap verilir, yapmayan günaha girmez. 5- MUBAH Yapılması emir olunmayan ve yasak da edilmeyen şeylere mubah denir. İyi niyetle işlenmesinde sevap, kötü niyetle işlenmesinde azap vardır. Uyumak, helalinden çeşitli şeyler yiyip içmek, helalinden çeşitli elbiseler giyinmek gibi işler, mubahtır. Bunlar, İslamiyet'e uymak, emirlere sarılmak niyetiyle yapılırsa sevap olur. Sıhhatli olup, ibadet yapmaya niyet ederek, yemek içmek böyledir. 6- HARAM Dinimizde “yapmayınız” diye açıkça yasak edilen şeylerdir. Haramların yapılması ve kullanılması kesinlikle yasaklanmıştır. Haram olan şeyleri terk etmek, onlardan sakınmak farzdır ve çok sevaptır. Haram iki çeşittir: 386 www.dinimizislam.com Haram li-aynihi: Adam öldürmek, kumar oynamak, şarap ve her türlü alkollü içki içmek, yalan söylemek, hırsızlık yapmak, domuz eti, kan ve leş yemek gibi şeyler haram olup, büyük günahtır. Haram li-gayrihi: Bunlar asılları itibariyle helal olup, başkasının haklarından dolayı haram olan şeylerdir. Mesela bir kişinin bağına girip, sahibinin izni yok iken meyvesini koparıp yemek, ev eşyasını ve parasını çalıp kullanmak, emanete hıyanet etmek, rüşvet, faiz ve kumar ile mal, para kazanmak gibi. Haramlardan kaçınmak, ibadet yapmaktan daha çok sevaptır. Onun için haramları öğrenip, kaçınmak lazımdır. 7- MEKRUH İbadetlerin sevabını gideren şeylere mekruh denir. Mekruh iki çeşittir: Tahrimen mekruh: Vacibin terkidir. Harama yakın olan mekruhlardır. Bunları yapmak azabı gerektirir. Güneş doğarken, tam tepede iken ve batarken namaz kılmak gibi. Bunları kasıtla işleyen asi ve günahkâr olur. Cehennem azabına layık olur. Namazda vacipleri terk edenin, tahrimen mekruhları işleyenin, o namazı iade etmesi vaciptir. Eğer unutarak işlerse, secde-i sehv, yani unutma secdesi gerekir. Tenzihen mekruh: Mubah, yani helal olan işlere yakın olan, yahut, yapılmaması yapılmasından daha iyi olan işlerdir. Gayri müekked sünnetleri veya müstehapları yapmamak gibi. 8- MÜFSİD Dinimizde, meşru olan bir işi veya başlanmış olan bir ibadeti bozan şeylerdir. İmanı ve namazı, nikahı ve haccı, zekâtı, alış ve satışı bozmak gibi. Mesela, dine imana sövmek küfür olup, imanı bozar. Namazda gülmek, abdesti ve namazı bozar. Oruçlu iken bilerek yemek, içmek orucu bozar. Farzları, vacipleri ve sünnetleri yapana ve haramdan, mekruhtan sakınana sevap verilir. Haramları, mekruhları yapan ve farzları, vacipleri yapmayana günah yazılır. Bir haramdan sakınmanın sevabı, bir farzı yapmanın sevabından kat kat çoktur. Bir farzın sevabı, bir mekruhtan sakınmanın sevabından çoktur. Mekruhtan sakınmanın sevabı da, sünnetin sevabından çoktur. Dinin delilleri Sual: Ef’âl-i mükellefin, yani, farz, vacib, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh, müfsid olan hükümler, âyet ve hadisten nasıl çıkartılıyor? CEVAP Ahkam-ı İslamiye’yi bildiren deliller dörttür: 387 www.dinimizislam.com 1- Sübutu [sabit olması] ve delaleti [işareti] kati [kesin] olanlar. Açık anlaşılan âyetler ve tevatürle [sözbirliği ile] bildirilmiş açıkça anlaşılan hadis-i şerifler böyledir. Bunlar farz ile haramları bildirir. Mesela namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hac etmek gibi farzlar, âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmiştir. Namazın beş vakit olduğu ve nasıl kılınacağı da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. Leş, domuz, kan, şarap gibi haramlar âyet-i kerimelerde açıkça bildirilmektedir. Köpek, aslan gibi hayvanların haram olması da, mütevatir hadis-i şeriflerle bildirilmiştir. 2- Sübutu kati olup, delaleti zanni olanlar. Açıkça anlaşılamayan âyetler böyledir. Bunlar vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler. Mesela (Kurban kes) âyet-i kerimesinin sübutu katidir, fakat delaleti [herkesin kurban kesmesi gerektiğinin bildirilmesi] zannidir. Bunun için kurban kesmek vaciptir. 3- Sübutu zanni, delaleti kati olanlar. Bir sahabinin bildirdiği açık hadisler böyledir. Bunlar da vacib ile tahrimen mekruhu bildirirler. 4- Sübutu de, delaleti de zannidir. Bir sahabinin bildirdiği, açık anlaşılamayan hadisler böyledir. Sünnet ile müstehabı ve tenzihi mekruhu bildirir. (Tam İlmihal) Bülüğ çağı Sual: Erkek çocukları için büluğ çağına girmenin minimum ve maksimum yaşı var mıdır? CEVAP Maksimum yaş 15 tir, 15 ini doldurduğu halde, büluğa ermese de ermiş kabul edilir, dini emirlerini yapmakla yükümlüdür. Eğer daha aşağı yaşlarda büluğa ermişse, büluğa ermiş demektir. Bu iklime ve beslenmeye bağlıdır. Bu yaş genelde 12 dir. Erkeklerde daha aşağısında olmaz. 12 yaşında olan oğlan ve 9 yaşında olan kız, bâlig olduğunu söyleyince kabul edilir. Gençlik ve yaşlılık Sual: Gençlik ve ihtiyarlık dönemi hangi yaşlar arasındadır? CEVAP Otuz yaşından küçük olana genç, otuz ile elli arasında olana yetişkin, elli yaşından yukarı olana ihtiyar, yetmişten sonra ise pir-i fâni denir. Herkes aklı nispetinde sorumlu olur Sual: İslam dininin emirleri herkese hitap ediyor; fakat herkesin aklı aynı olmadığına, kimi akılsız olduğuna göre, herkesin aynı şeylerden sorumlu tutulması doğru olur mu? 388 www.dinimizislam.com CEVAP Herkes aklı nispetinde sorumlu olur. Aklı hiç yoksa yani deliyse, hiç sorumlu olmaz. Aklı azsa, anladığı kadar sorumlu olur. Allahü teâlâ hiç kimseye gücünün yettiğinden fazlasını sorumlu tutmaz. İki âyet-i kerime meali: (Allah sizin için kolaylık ister, güçlük istemez.) [Bekara 185] (Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği işleri yükleme!) [Bekara 286] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (İnsanların yaptıkları hayırların mükâfatı, akılları nispetinde verilir.) [Ebu-ş-şeyh] Sual: Sağır ve dilsiz kimse mükellef midir? CEVAP Mükellef değildir. Eğer anlar ise ve öğrenirse mükellef olur. Şimdi okulları var, öğrenmeleri mümkün olabilir. Anlamak öğrenmek esastır. Büluğa ermeyen çocuk Sual: Büluğa ermemiş bir çocuk, yaptığı ibadetlerin sevabına kavuşur mu ve işlediği günahlar yazılır mı? CEVAP Çocuğa hiçbir ibadet farz değildir. Hiçbir şey haram değildir. İbadetlerinin sevablarına kavuşur. Bir kimse, bir çocuğa imam olunca, cemaat sevabı hâsıl olur. (Uyun-ül-besair) Çocukların işledikleri sevabların babalarına yazılacağını bildiren âlimler de vardır. İbadetin faydası kime? Sual: İman etmenin, örtünmenin, namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetlerin Allah’a ne faydası var da emretti? İçki, kumar, faiz, zina, yalan, hırsızlık gibi günahların, Allah’a ne zararı var da yasakladı? CEVAP Kendisine fayda ve zararı olduğu için değil, bize fayda ve zararı olduğu için emir ve yasaklar koydu. Emir ve yasak koymakla, kullarını şereflendirdi. (Mektubat-ı Rabbani) Hadis-i kudside buyuruluyor ki: (Öncekileriniz, sonrakileriniz; küçükleriniz, büyükleriniz; dirileriniz, ölüleriniz; insan ve cinleriniz; en mütteki, itaatli birer kulum olsanız, büyüklüğüm artmaz. Aksine hepiniz, bana karşı duran, Peygamberlerimi aşağılayan birer düşmanım olsanız, ilahlığımdan bir şey eksilmez. Allahü teâlâ, sizden ganidir, Ona hiçbiriniz lazım 389 www.dinimizislam.com değildir. Siz ise, var olmanız ve varlıkta kalabilmeniz için her şeyinizle, hep Ona muhtaçsınız.) [Müslim] Birkaç âyet-i kerime meali: (Salih amelin, ibadetin faydası, bunu yapanadır.) [Fussilet 46] (Kim, [ibadet edip günahlardan] temizlenirse, faydası kendinedir.) [Fatır 18] (Herkes, kendisi için cihad eder, faydası kendinedir.) [Ankebut 6] (Rabbiniz size idrak kabiliyeti verdi. Hakkı görenin faydası kendine, kör olanın zararı kendinedir.) [Enam 104] (Burada kör olmak, İslamiyet’in bildirdiği gerçekleri görmeyip kâfir olmak demektir.) (Kimse kimsenin günahının cezasını çekmez.) [İsra 15] (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yoktur, benim işlediğim günahlar da Ona zarar vermez) diyen kimse, ilaç kullanmayan hastaya benzer. Doktor ona, perhiz ve ilaç tavsiye ediyor, zehirli gıdayı yasak ediyor. Hasta ise, (Perhiz yapmazsam, zehirli gıdayı yersem veya ilaç kullanmazsam, doktora hiç zararı olmaz) diyerek, perhiz yapmasa, zehirli gıdayı yese veya ilaç kullanmasa, bunların doktora zararı olmaz; ama kendine zararı olur. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan kurtulması için bunları tavsiye etmiştir. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulabilir, uymazsa ölüp gidebilir. İşte, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yoktur, benim işlediğim günahlar ona zarar vermez) diyerek, iman etmeyen, ibadetlerden kaçan, günahlara dalan kimse de, Cehenneme gider. İmanlı ölen günahkârlar, er geç Cennete girer. Ancak ibadet etmeyen, günaha devam edenlerin, imanlı ölmeleri çok zordur. İbadetler imanı muhafaza eder. Günahlar imanın sönmesine yol açabilir. Bunun için, günahlardan sakınmalı ve ibadetleri bırakmamalıdır. Sual: Bazı kimseler, "Allah’ın affı sonsuzdur, bizi de affeder" diyerek ibadet etmiyorlar. İbadet etmeyen Cehenneme gitmez mi? CEVAP İmanlı ölen günahkârlar, geç de olsa Cennete girer. Ancak ibadet etmeyen, günaha devam eden kimselerin imanlı ölmeleri çok zordur. İbadetler imanı muhafaza eder. Günahlar imanın sönmesine yol açabilir. Bunun için ibadetleri bırakmamalıdır. Sual: "Allah acır, affeder" diyerek ibadet etmemek ve günah işlemek uygun mudur? CEVAP Şeyh Yahya Müniri hazretleri buyuruyor ki: Allahü teâlâ, kerim, rahim olduğu gibi, azabı da şiddetlidir. Bu dünyada, çoklarına fakirlik ve sıkıntı veriyor. Çok kerim ve Razzak olduğu 390 www.dinimizislam.com halde, çiftçilik sıkıntısı çekmeyene mahsul vermiyor. Herkesi yaşatan O olduğu halde, yiyip içmeyen kimseyi yaşatmıyor, ilaç kullanmayan hastaya şifa vermiyor. Yaşamak ve mal sahibi olabilmek gibi dünya nimetlerinin hepsi için sebepler yaratmış, sebebine yapışmayana hiç acımayıp dünya nimetlerinden mahrum bırakmıştır. Ahiret nimetlerine kavuşmak da böyledir. Kâfirliği ve cahilliği, ruhu öldüren zehir yapmıştır. Tembellik de, ruhu hasta yapar. İlaç kullanılmazsa, ruh hastalanır, ölür. Tembelliğin ilacı da, namaz kılmaktır. Bir kimse, zehir yer ve (Allah rahimdir, rahmeti her şeyi kuşatmıştır, beni korur) derse, hastalanır, ölür. İshal olan müshil içerse, şeker hastası tatlı yerse, hastalık artar. O halde, Allahü teâlânın bildirdiği sebeplere yapışmamız gerekir. Kaderin suçu yok (Benim Cehenneme gideceğim alnıma yazılmışsa, yani kaderimde varsa, günah işler, Cehenneme giderim. İbadet yapmamın ne faydası olur, suç kaderimde değil mi?) diyenler çıkıyor. Şunu iyi bilmeli ki, Allahü teâlâ kimseye zor ile günah işletmez. İnsan, kendi isteği ile günah işlemektedir. Allahü teâlâ, her insanın Cennete veya Cehenneme gideceğini ezelde biliyordu. Bu bilgisine kader [alın yazısı] denir. Ezeldeki takdir, bir emir değil, bir ilimdir. Allahü teâlâ, ezeli ilmi ile, kullarının kendi istekleri ile yapacakları işleri bilir. Bilmesi ise, insanların ibadet etmesine veya günah işlemesine tesir etmez. Mesela bir öğretmenin, bir talebesinin imtihanda kazanamayacağını önceden bilmesi, o talebenin imtihanını etkilemez. Talebe imtihanı kazanamayınca, (Sen benim kazanamayacağımı imtihana girmeden önce söylüyordun) diyerek suçu öğretmene yüklemesi doğru olmaz. Takvimlere, bir yıl içinde güneşin ne zaman doğup, ne zaman batacağı hesaplanarak yazılmıştır. Güneş, takvimde bildirilen saatlerde doğup batar. Güneş, takvime öyle yazıldı diye mi, güneş o saatte doğup batıyor? Takvimlere yazılması, güneşin doğup batmasına hiç etki eder mi? Takvime öyle yazıldığı için güneş bu saatte battı veya doğdu denebilir mi? Suçu takvime bulmak akla uymaz. Levh-i mahfuz denilen kaderimiz, sanki takvime benzemektedir. İşte Allahü teâlânın da ezeli ilmi ile, kulların kendi istekleri ile günah veya sevap işleyeceklerini bilmesi, kulların işlerine zorla bir müdahale değildir. Sevap da, günah da işleyen kendi arzusu ile işlemektedir. Zaten öyle olmasa idi, sevap işleyene mükafat, günah işleyene ceza verilmesi anlamsız olurdu. 391 www.dinimizislam.com (İbadete lüzum yok, kaderimde ne var ise onu görürüm) diyen birine, Resulullah efendimiz, (İbadet et, herkese ezelde takdir edilmiş olanı yapmak kolay gelir) buyurdu. (Müslim) Cennetliklerin ibadet yapması ve Cehennemliklerin isyan etmesi; genelde sağlıklı yaşaması ezelde takdir edilmiş olanın gerekli ilacı almasına; hastalanması takdir edilmiş olanın da, ilaç bulamamasına benzer. Hastalıktan ölmesi takdir edilmiş olana, ilaç almak nasip olmaz. Zengin olması takdir edilmiş olana, kazanç yolları açılır. Bunun gibi, ezelde Cennetlik olana iman ve ibadet etmesi nasip olur. Hadis-i şerifte, (Cennetlik olan, Cennete götürecek, Cehennemlik olan da, Cehenneme götürecek amel işler) buyuruldu. (Ebu Davud) Cehennemlik kimse, (Herkesin Cennetlik veya Cehennemlik olduğu ezelde takdir edilmiş) der ve ibadet etmez. Bol mahsul alması takdir edilene ise, tarlasını sürmek, tohum ekmek nasip olur. Cennetlik olanın iman edip ibadet yapması, Cehennemliğin de, isyan edip kâfir olması böyledir. Cennetlik ve Cehennemlik olmak, Allahü teâlânın iki hazinesi gibidir. Birinci hazinenin anahtarı, ibadet, ikincinin anahtarı, günahtır. Cennetlik olan, Allahü teâlâya itaat eder. Cehennemlik olan, hep günah işler. Herkes, Cennetlik veya Cehennemlik olduğunu, amelinden anlayabilir. Her izzet ve her nimet, Allahü teâlâya ihlas ile itaat ve ibadet etmekten hasıl olur. Her kötülük ve sıkıntı da, günah işlemekten hasıl olur. Herkese dert ve bela, günah yolundan, rahat ve huzur da, itaat yolundan gelir. Allahü teâlânın âdeti böyledir. Bunu kimse, değiştiremez. Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi iyilik, güç ve acı gelenleri de felaket sanmamalı. Ebüssüud efendi buyuruyor ki: Yapılacak her işi, Allahü teâlâ, ezelde biliyordu. Fakat, insanın iyiliği, kötülüğü, Cennetlik, Cehennemlik olacağı, son nefeste belli olur. Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bir kimse, bütün ömrü boyunca Cehenneme götürecek günahlar işler. Fakat ömrünün son günlerinde, Cennete götürecek iyilikler yaparak, Cennete gider.) [Buhari] Belli bir kâfirin ebedi kâfir kalıp kalmayacağını Allahü teâlâ bilir. Bunun muhakkak kâfir kalacağını, kimse söyleyemez. İlim, maluma tâbidir. Allahü teâlâ, olacak şeyleri, olacağı için biliyor. Kur'an-ı kerimde haber verilen şeyler de, olacakları için bildiriliyor. Bir ressamın, at resmi yapması, at o şekilde olduğu içindir. Yoksa, atın o şekilde olması, ressam öyle yaptığı için değildir. Allahü teâlânın, bazı kimselerin imana gelmeyeceklerini bilmesi ve Kur'an-ı kerimde haber vermesi, onlar, kendi arzuları ile küfür 392 www.dinimizislam.com üzere kalmayı niyet edip, iman etmek istemedikleri içindir. Yoksa, bunların kâfir olması, Allahü teâlânın bunları kâfir bildiği ve haber verdiği için değildir. İlim bulunan yerde Ehl-i sünnet itikadını ve ilm-i halini öğrenmeyen ve çocuklarına öğretmeyenler, müslümanlıktan ayrılmak, küfür felaketine düşmek tehlikesindedir. Böyle kimselerin duaları zaten kabul olmaz ki, küfürden korunabilsinler. Hadis-i şerifte (İlim bulunan yerde müslümanlık vardır. İlim bulunmayan yerde müslümanlık kalmaz) buyuruldu. Ölmemek için, yiyip, içmek gerektiği gibi, kâfirlere aldanmamak, dinden çıkmamak için de, dinini, imanını öğrenmek gerekir. Ecdadımız her zaman toplanırlar. İlmihal kitaplarını okurlar, dinlerini öğrenirlerdi. Ancak böyle müslüman kaldılar. İslamiyet’in zevkini aldılar. Bu saadet ışığını bizlere, doğru olarak ulaştırabildiler. Bizim de müslüman kalmamız, yavrularımızı içimizdeki ve dışımızdaki kâfirlere kaptırmamamız için, birinci ve en lüzumlu çare, her şeyden önce Ehl-i sünnet âlimlerinin hazırladığı ilmihal kitaplarını okumak ve öğretmektir. Çocuğunun müslüman olmasını isteyen ana-baba, çocuğuna Kur'an-ı kerim öğretmelidir. Fırsat elde iken okuyalım, öğrenelim ve çocuklarımıza, sözümüzü dinleyenlere öğretelim! Bir kimsenin iyi veya kötü olduğu yaptığı işlerden anlaşılır. Bir kimse, kötülüklerden kaçıyor, iyi işler yapıyorsa, o kişinin Cennete gitme ihtimali çoktur. Onun için iyi kimselerle beraber olmaya çalışmalıdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, bir kula hayır murad ettiği zaman, dinini kayıran kimseler yanında çalışmayı nasip eder. Şerri murad edilen kul da, dinini kayırmayan kötülerin yanında çalışır.) [Deylemi] Sual: Allah’ın emirleri kaç türlüdür? CEVAP Allahü teâlânın emirleri iki türlüdür: Emr-i tekvini ve Emr-i teklifi veya Emr-i teşrii. Emr-i tekvini, yaratmasını dilediği şeylere (Ol!) demesidir. Ol deyince, hemen var olur. Hiçbir kimse, bu şeyin var olmasına mani olamaz. Her şeyin yaratılması için, belli şeyleri sebep yapmıştır. Belli maddeleri, belli maddelerin yaratılmalarına sebep yaptığı gibi, insanın maddi ve manevi gücü, çeşitli enerjiler de, birçok şeylerin yaratılmalarına sebeptirler. Bir kuluna bir şey ihsan etmek, iyilik vermek isterse o kimseyi o şeyin sebebine kavuşturur. Sebep tesir ettiği zaman, O da dilerse, (Ol!) derse, o şey var olur. O dilemezse, hiçbir şey var olmaz. Hikmetini, yaratmasını 393 www.dinimizislam.com sebeplerle örtmüş, gizlemiştir. Çok kimse, yalnız sebepleri görmekte sebepler arkasındaki hikmeti, Onun yaratmasını anlayamamaktadır. Bu anlayışsızlığı da, onun felaketine sebep olmaktadır. Emr-i teklifi, insanlara, yapmaları veya sakınmaları için verdiği emirlerdir. Bu emirlerin yapılması, insanın iradesine, dilemesine bağlıdır. İnsanı iradesinde, dilemesinde serbest bırakmıştır. Fakat, insanın dilemiş olduğu şeyi yaratan, yine Odur. İnsan diledikten sonra, O da dilerse, yaratır. Dilemezse yaratmaz. Her şeyi yaratan, maddelere çeşitli tesirler, özellikler veren, yalnız Odur. Ondan başka yaratıcı yoktur. Ondan başkasında üluhiyyet sıfatı bulunduğuna inanmak, başkasını Ona şerik, ortak yapmak olur. Başkasını kendisine ortak yapanı, kıyamette hiç affetmeyeceğini, Ona sonsuz ve çok acı azaplar yapacağını bildirmiştir. İnsan, Onun emrini yapmak, iyilik yapmak dileyince, O da merhamet ederek diliyor ve yaratıyor. Kendisine inanmayanlar, karşı gelenler bir kötülük yapmak isteyince O da diliyor ve yaratıyor. Kendisine inananlar, yalvaranlar, bir kötülük yapmak isteyince, O merhamet ederek dilemiyor ve yaratmıyor. Bunun için düşmanlarının her istedikleri hasıl olduğundan daha da azıp kuduruyorlar. Şunlara şaşılır Hazret-i Ebu Zer, (Ya Resulallah, Musa aleyhisselama inen kitapta neler vardı?) diye sorunca, Peygamber efendimiz buyurdu ki: (İbret verici bilgiler var idi. Mesela biri şöyle: Şunlara şaşılır: 1- Ölümün geleceğine inanıp da [vurdumduymaz görünene, hiç ölmeyecekmiş gibi] sevinene, 2- Cehenneme inanıp da gülüp oynayana, 3- Kadere inanıp da [hadiseleri değiştirecekmiş gibi] telaşlanana, 4- Fani dünyanın kararsızlığını, vefasızlığını görüp de, ona bel bağlayana, 5- Kıyamete, hesaba inanıp da hayırlı işler yapmayana şaşılır.) [Beyheki] Hazret-i Âdem’in öğüdü Sual: Âdem aleyhisselamın oğullarına öğüdü varmış. Bunlar ne idi? CEVAP Âdem aleyhisselamın, oğlu Hazret-i Şit’e vasiyeti şöyle idi: 1- Çocuklarına söyle, tamahkâr olmasınlar, dünyaya bel bağlamasınlar. Ben dünyaya değil, Cennete bağlandım. Fakat Allahü teâlâ beni oradan çıkardı. 2- Çocukların, hanımlarının heva ve heveslerine uymasınlar. Ben annenizin sözüne uyup yasak meyveden yedim. Sonra pişman oldum. 394 www.dinimizislam.com 3- Çocukların, yapacakları işlerin neticesine baksınlar. Ben yaptığım işin akıbetine bakmadığım için, malum musibete uğradım. 4- Çocuklarına söyle, kalblerine korku veren şeyi terk etsinler, şüpheli şeylerden kaçınsınlar. Ben yasak edilen meyveyi yerken kalbime korku düşmüştü. 5- Çocukların, işlerini istişare ile yapsın. Eğer ben, yasak meyve konusunda meleklerle istişare etseydim, musibete maruz kalmazdım. Sual: Bir kimse, yaptığı ibadetlere güvense, mahzuru olur mu? CEVAP Bir kimsenin ameli, yani ibadeti ne kadar çok olursa olsun, ameline güvenmemeli, Allahü teâlânın ihsanını istemelidir! Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Hiçbir kişiyi ameli Cennete koyamaz.) [Buhari] (Bir kimse, doğduğundan itibaren ölene kadar yere kapanıp Allah’a ibadet etse, kıyamette yine zelil olur.) [İ.Ahmed] (Kıyamette üç kitab çıkartılır. Birinde o kimsenin güzel amelleri, diğerinde günahları, üçüncüsünde de Allah’ın verdiği nimetler yazılıdır. Hak teâlâ ona verdiği her nimeti sorar ve: "Ey nimet, değer ölçün kadar bu adamın güzel amellerinden al", buyurur. Nimet, kendi değeri kadar ameli almaya çalışır, fakat yetmez. Hak teâlâya der ki: "Bu adamın iyi amellerinden hakkımı alamadım." Geriye o adam, suçları ve aldığı nimetlerle kalır, güzel amelleri tükenmiş olur. Hak teâlâ bu kula ihsan ederse ona, "Ey kulum, senin iyi amellerini kat kat artırdım, suçlarını da affettim, nimetlerimi de sana bağışladım" buyurur.) [Bezzar] Sual: Dedikoduya sebep olmamak için, kötülerden ibadeti gizlemek gerekir mi? CEVAP Fitneye, dedikoduya sebep olmamak için, kötü kimselerden ibadetini gizlemek iyi olur. Böyle kimselerin yanında açıktan ibadet yapmak emr-i maruf olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir zaman gelir ki, şimdi aranızda münafıkların gizlendiği [ibadet yapar göründüğü] gibi, o zaman da müminler gizlenir. [İbadetleri gizli yapar.]) [İbni Sünni] Sual: Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti nedir? CEVAP Muhammed bin Alyan hazretleri buyurdu ki: (Allahü teâlânın, bir kulundan razı olmasının alameti, ibadet yapmaktan lezzet alması ve günahlardan sakınmasıdır.) Hadis-i şerifte de buyuruldu ki: 395 www.dinimizislam.com (Günahtan nefret eden ve ibadetten lezzet alan, hakiki mümindir.) [Taberani] Sual: Cennet sevgisi veya Cehennem korkusu ile ibadet etmek uygun mudur? CEVAP Allahü teâlânın ibadet edilmeye layık tek ilah olduğu düşünülmelidir. Allahü teâlâ, Davud aleyhisselama vahyederek, sırf Cennet sevgisi veya Cehennem korkusu ile ibadet etmenin uygun olmadığını bildirip, (Eğer Cenneti ve ateşi yaratmasaydım, itaat edilmeye layık olmaz mıydım?) buyurmuştur. (Uhud-ül-kübrâ) Sual: Her işte Allah rızasını düşünmek gerekir mi? CEVAP Müslümanın her işi, her hareketi her düşüncesi Allah rızası için olmalıdır! Her işte Allah rızası esas alınırsa, Allahü teâlâ o kimseyi sever. Sevdiğini de bol bol mükâfatlandırır. Hadis-i kudside buyuruldu ki: (Benim için toplanan, benim için malını bol bol sarf eden ve benim için buluşan kimselere muhabbetim vacib oldu.) [Taberani] Çocuğun ibadeti Sual: Çocuğun işlediği günahlara ceza ve yaptığı ibadetlere sevab var mıdır? CEVAP Çocuğa hiçbir şey haram değildir, hiçbir ibadet de farz değildir. Ama yaptığı ibadetlerin sevablarına kavuşur. (Uyun-ül-besair) Dine uymanın faydası Sual: Bilmeden İslamiyet’e uygun yaşayan, dünyada faydasını görür mü? CEVAP Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, rahat ve saadet menbaı olan dinlerini gönderdi. Dinlerin sonuncusu İslam dinidir. Diğer dinler, kötü insanlar tarafından değiştirildi. Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan, bilerek veya bilmeyerek İslamiyet’e uygun yaşarsa, dünyada hiç sıkıntı çekmez. Rahat ve neşe içinde yaşar. Şimdi Avrupa’da ve Amerika’da İslamiyet’e uygun çalışan kâfirler böyledir. Fakat, kâfirlere ahirette hiç sevap ve mükafat verilmez. Böyle çalışan, eğer müslüman ise, ahirette de sonsuz saadete kavuşacaktır. İslam ahlakı ile yaşamak Ateist genç diyor ki: 396 www.dinimizislam.com Din insanları uyuşturur, tembel yapar, sağlıklı düşünemez, çalışmayı, ilerlemeyi engeller, binlerce yasak ve emirlerle insanı köle haline getirir. Kısaca yaşamı zindan eder. Hiçbir kayda ve şarta yani bir kurala bağlanmayan ise, huzur içinde yaşar. CEVAP Bu sözlerin hiçbir ilmi değeri yoktur. Kuralsız yaşamak insanlara mahsus değildir. Emir ve yasaksız toplum hayal edilemediği gibi, beraber yaşayan iki kişiye bile kurallar gerekir. Birisi uyurken ötekinin gürültülü şekilde çalışması uygun olur mu? Kuralsız toplum olmaz. Kuralsız oyun bile olmaz. Yolda yürümekte bile kural gerekir. Trafikteki kurallar olmasa ne olur? Elbette kargaşa olur. İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara gerekli bütün nimetleri yarattı. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı, nasıl kullanacağımızı, Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir. İslamiyet’in koyduğu kurallar, sadece ahirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal edilince, içine prospektüsü [tarifesi] konur. O cihazı yapan, aletin sağlıklı çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması gerektiğini elbette bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14) İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Allah’ın yarattığı nimetlerden fayda görür. Branşında uzman olan bilim adamı, incelediği zaman İslamiyet’in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur. Yabancı bir bilim adamı diyor ki: “Namazdaki hareketler beden için çok faydalı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, [Bağnaz olmayan] doktorlar bunu reçetelerine yazacaklardır.” Oruç, zekât, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, az yiyip az içmek, az uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, adalet için yazılıp çizilenleri çok kişi biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam ahlakında vardır. Bir ateist bile bunları uygulasa dünyada faydasını görür. Müslüman olarak uygularsa, o zaman kalbinde sevgiden hasıl olan Allah korkusu da olacağı için, hiç kimse olmasa bile, hiç kimse anlamasa bile, hiç kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar 397 www.dinimizislam.com vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var demektir. Bunun suçu da kurallarda değil, kendisindedir. Kurallara uyabilmek için beden ve ruh sağlığı çok önemlidir. Rahat, huzur buna bağlıdır. Bunun önemi gün geçtikçe daha iyi anlaşılmaktadır. Halbuki bu 1400 küsur yıldır İslam ahlakının temeli olup, emir ve tavsiyelerin başında yer almaktadır. Bir hadis-i şerifte İslami bilgilerin beden ve ahlak bilgisi olarak ikiye ayrıldığı, bu ilimler içinde bedeni koruyan sağlık bilgisi ile ruhu koruyan din ahlak bilgisinin önemi bildirilmektedir. Demek ki her şeyden önce, ruhun ve bedenin zindeliğine çalışmak İslamiyet’in emridir. Hatta İslamiyet, beden bilgisini, din bilgisinden önce öğrenmeyi emrediyor. Çünkü, bütün iyilikler, bedenin sağlam olması ile yapılabilir. İslamiyet’te ruh temizliği esastır. Yalancı, hilekâr, insanları aldatan, haksızlık eden, insanlara yardım etmeyen, büyüklenen, yalnız kendi çıkarını düşünen bir kimse, ne kadar ibadet ederse etsin, hakiki bir Müslüman sayılmaz. Mükemmel insan Yukarıdaki yazımızda, bir ateistin bile, inanmadığı halde, İslam’ın güzel ahlakına uygun yaşadığında, dünyada rahata kavuşacağını bildirmiştik. Şimdi mükemmel insanı bildiriyoruz. Mükemmel insan nasıl olur? Bazı vasıfları şöyledir: Güler yüzlü, tatlı dilli, doğru sözlüdür. Kızmaz, kızsa da zararlı iş yapmaz. Büyüklenmez, son derece mütevazı, alçak gönüllüdür. Kendisine başvuran herkesi dinler ve imkan buldukça yardım eder. Vakarlı, kibar, ağır başlı, haysiyetlidir. Ailesini ve vatanını sever. Ana babasına, hocasına, âmirine karşı saygılıdır. Kumar oynamaz, uyuşturucu kullanmaz, sarhoş olmaz, yalan söylemez, hırsızlık, gasp yapmaz, kimsenin hakkına tecavüz etmez. Hiç kimsenin canına, malına, ırzına dokunmaz. Hasetçi değildir. Başkasının zararına sevinmez. Onlara karşı kin beslemez. Üç günden fazla dargın durmaz, küsmez. Yumuşaktır, fakat pasif değildir. Cömerttir, cimri değildir. Dedikodu etmez, suizanda bulunmaz. Sözünde durur kimseyle alay etmez, onlara zulmetmez. Hainlik etmez. Sahtekâr değildir. Fitne çıkarmaz, özür dileyeni affeder. Vaktini boş geçirmez. Lüzumsuz şeylerle uğraşmaz. Ancak faydalı şeylerle meşgul olur. Yukarıdaki emir ve yasaklar sadece İslamiyet’te vardır. Müslüman, bu emir ve yasaklara uyduğu ölçüde mükemmel insandır. Tam uyabilirse mükemmelliği de tam olur. Allahü teâlânın evliya kulları böyledir. İslam dini kadar, açık ve mantıki hiçbir din yoktur. Bu dinin esasını anlayan, seven ve uygulayan bir kimse, dünya ve ahirette mutlu olur. Eğer bütün insanlar, İslam ahlakı üzere yaşasalar, dünyada ne kötülük, ne hile, ne savaş, ne 398 www.dinimizislam.com şiddet ve ne de zulüm kalırdı. Bunun için, mükemmel bir insan olmaya gayret etmek lazımdır. Yukarıdaki hususlar İslamiyet’in emirleridir. Yerimizin müsaadesi ölçüsünde birkaçını alalım. İyi insan, iyi ahlaklı insan demektir. Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Ahlakınızı güzelleştiriniz.) [İbni Lal] (Sizin imanca en güzeliniz, ahlakça en güzel olanınızdır.) [Hakim] (Ben güzel ahlakı bildirmek için gönderildim.) [Beyheki] (Güzel ahlak, senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.) [Beyheki] (Din, güzel ahlaktır.) [Deylemi] (En faziletli mümin ahlakı en güzel olandır.) [Tirmizi] (Yumuşak davran! Sertlikten sakın! Yumuşaklık insanı süsler, çirkinliği giderir.) [Müslim] (En iyi kimse, huyu en güzel olandır.) [Buhari] (Yumuşak huylu kimseye, dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir.) [Tirmizi] (Halka kolaylık, yumuşaklık gösteren Müslümanın Cehenneme girmesi haramdır.) [İ. Ahmed] Bir kimse Resulullah efendimizden nasihat istedi, (Kızma, sinirlenme) buyurdu. Birkaç kere sorunca, hepsine de (Kızma, sinirlenme) buyurdu. (Buhari) Güzel ahlak hakkında İslam âlimleri buyuruyor ki: Her binanın bir temeli vardır. İslam’ın temeli de güzel ahlaktır. Güzel ahlak; güler yüzlülük, cömertlik ve kimseyi üzmemek demektir. Güzel ahlakın en azı, meşakkatlere göğüs germek, yaptığı iyiliklerden karşılık beklememek, bütün insanlara karşı şefkatli olmaktır. Güzel ahlak, Yaratandan dolayı, yaratılanları hoş görüp, onların eziyetlerine sabırdır. Bir müslümana çatık kaşla bakmak haramdır. Güler yüzlü olmayan mümin sıfatlı değildir. Herkese karşı güler yüzlü olmalı. Kısacası Müslüman, hasreti çekilen insan demektir. Gençlikte yapılan ibadetler Sual: Gençlikte yapılan ibadetler, fazilet bakımından ihtiyarlıkta yapılandan farklı mıdır? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: 399 www.dinimizislam.com (Gençlik çağı, nefsin kaynadığı, şehvetlerin oynadığı, insan ve cin şeytanlarının saldırdığı bir zamandır. Böyle bir çağda yapılan az bir amele, pek çok sevap verilir. İhtiyarlıkta dünya şevkleri azalıp güç, kuvvet gidip, arzulara kavuşmak imkanı ve ümitleri kalmadığı zamanda, pişmanlıktan, ah etmekten başka bir şey olmaz. Çok kimselere bu pişmanlık zamanı da, nasip olmaz. Bu pişmanlık da tevbe demektir ve yine büyük nimettir. Gençlik çağı, kazanç zamanıdır. Mert olan, bu vaktin kıymetini bilip elden kaçırmaz. İhtiyarlık herkese nasip olmaz. Nasip olsa da rahat, elverişli vakit ele geçmez. Vakit de bulunsa, kuvvetsizlik, halsizlik zamanında, yarar iş yapılamaz. Bugün, güç, kuvvet yerinde iken, hangi özürle, hangi sebeple bugünün işi yarına bırakılabilir? Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyen, helak oldu, ziyan etti) buyurdu. Gençlik zamanında insanı üç din düşmanı olan nefs, şeytan ve kötü insanlar aldatmaya uğraşmaktadır. Bunlar karşısında, az bir ibadet pek kıymetli olur. İhtiyarlıkta yapılan, bundan kat kat fazla ibadetlerin bu kadar kıymeti olmaz. Gençlikte, nefsin arzuları, insanı kapladığı gibi, ilim öğrenilecek, ibadet yapılacak en kârlı zaman da gençliktir. Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, dinin bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok kıymetli olur. [Hele başka maniler de araya katılırsa, bunları dinlemeyip, yapılan ibadetin sevabı o kadar çoktur ki, ancak Allahü teâlâ bilir]. Çünkü, maniler karşısında, ibadet yapma güçlüğü, sıkıntısı, o ibadetlerin, şanını, şerefini göklere çıkarır. Mani olmayarak, kolay yapılan ibadetler, aşağıda kalır. Bunun için insanların yüksekleri, meleklerin yükseklerinden daha üstün olmuştur. Çünkü insan, maniler arasında ibadet eder. Melekler ise, mani olmadan emre itaat ediyor. Gençlik arzuları, Allah’ın düşmanı olan nefsin ve şeytanın sevdiği şeylerdir. Dine uygun şeyler ise, Allahü teâlânın sevdiği şeylerdir. Allah’ın düşmanlarını sevindirip, bütün nimetleri veren, hakiki sahibi gadaba getirmek, akıllı insanların yapacağı şey değildir. Allahü teâlâ, hepimizi nefse, şeytana ve din düşmanlarının sözlerine ve yazılarına aldanmaktan muhafaza buyursun.) [Müj. Mektublar] Dünya işleri yarına bırakılır, bugün ahiret işleri yapılırsa, güzel olur. Fakat bunun aksi yapmak, çok çirkin olur. Gençlikte insanı, üç din düşmanı olan, nefs, şeytan ve kötü arkadaş aldatmaya çalışır. Bunlar karşısında, az bir ibadet pek kıymetli olur. 400 www.dinimizislam.com Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah katında en sevgili olan, tevbe eden gençlerdir.) [R.Nasıhin] (Tevbe eden bir gencin cenazesi kabristana getirilince, Allahü teâlâ, "Ey Melekler, bu kabristandan azabı kaldırın! Buraya tevbe eden bir genç getirildi. Onun olduğu yerdekilere azap etmeye haya ederim" buyurur ve bütün kabristandakilerden kırk gün, azap kalkar.) [R. Nasıhin] Tevbe eden genç Beni İsrail zamanında bir genç, kötü işler yapar, tevbe eder, tevbesinde durmazdı. Çok günah işlese de, çok tevbe ettiği için, tevfîk-i ilahi imdadına yetişti. Büyük bir günah işledikten sonra pişman oldu. Sahraya çıkıp yüzünü, gözünü topraklara sürerek dedi ki: "Ya ilahi, ne kadar tevbe ettiysem tevbemi bozdum. Beni günahtan korumazsan yine tevbemi bozar, ebedi felakete düçar olurum. O zaman halim nice olur?" Şöyle bir ses duydu: "Ey kulum, sen günahından vazgeçtiğin için, sana rahmetle muamele ediyorum. Tevbeni kabul edip, kötü amellerini lütuf ve keremimle affettim." [R. Nasıhin] Allahü teâlâ, çok merhametli olup, kullarına çok acıdığı için, bir günde ibadete, yalnız beş vakit ayırmış, birkaç şeyi haram edip, çok şeyi mubah etmiş, izin vermiştir. O halde, gençlik zamanında, sıhhatin, gücün kuvvetin, malın ve rahatlığın bir arada iken, bu zamanı değerlendirmek gerekir. Sonsuz saadete kavuşturacak sebeplere yapışmalı, iyi işler yapmalı, bugünün işini yarına bırakmamalıdır. Ömrün en iyi zamanı olan gençlik günlerinde, işlerin en iyisi sahibin, yaratanın emirlerini yapmak, Ona ibadet etmek, İslamiyet’in yasak ettiği haramlardan sakınmaktır. Günde bir saat tutmayan bir zamanı, Allahü teâlânın emrini yapmak için ayırmamak, sayılamayacak kadar çok olan, mubahları bırakıp da, haram ve şüpheli olana uzanmak ne kadar kötüdür. (M.Rabbani) Gençliğin kıymeti Sual: Gençlikteki ibadetle ihtiyarlıktaki ibadet arasında fark var mıdır? CEVAP Evet çok fark vardır. Gençlikte ibadet daha kıymetlidir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Gençlikte, şehvetin, asabiyetin kapladığı anlarda, İslamiyet’in bir emrini yerine getirmek, ihtiyarlıkta yapılan aynı ibadetten çok üstün ve kıymetli olur. (3/35) Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: 401 www.dinimizislam.com Gençlik, ömrün en kıymetli zamanıdır. İnsanın sıhhatli, kuvvetli olduğu zamandır. Bu zaman, her gün geçiyor, azalıyor, ihtiyarlık yaklaşıyor. En şerefli, en lüzumlu iş olan, marifetullahı kazanmayı [Allahü teâlâyı tanımayı], hayâl olan ömrün sonuna bırakanlara yazıklar olsun. En şerefli olan zamanları, en zararlı, en kötü şey olan nefsin arzularına kavuşmak için sarf etmemeliyiz. Peygamber efendimiz, (Yarın yaparım diyenler, aldandı) buyurdu. (1/65) Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki: (Allahü teâlâ, ibadet eden genci, meleklerine gösterip, ”Bakın bu genç, benim için şehvetini bırakıyor. O benim nazarımda kıymetli bir melek gibidir” buyurur.) [Deylemi] (Bir genç, ilim ve ibadet içerisinde yetişir, olgunlaşırsa, Allahü teâlâ, Kıyamet günü ona yetmiş iki sıddık sevabı kadar sevap verir.) [Taberani] (Cömert ve güzel ahlaklı bir genç, Allah katında kendisini ibadete vermiş cimri ve kötü huylu bir ihtiyardan daha üstündür.) [Deylemi] (Allahü teâlâ, Kıyamette, şu yedi kişiyi, hiçbir gölgenin bulunmadığı günde, Arşın altında gölgelendirir. Yani onu kendi himayesine alır: 1- Adaletli hükümdar, 2- Rabbine ibadet ederek yetişen genç, 3- Gönlü [namaz için, ibadet için] mescitlere bağlı olan, 4- Allah için birbirini seven, o sevgi ile bir araya gelip, o sevgiyle birbirinden ayrılan iki kişi, 5- Güzel ve mevki sahibi bir kadın, davet edince, ben Allah’tan korkarım diye red eden, 6- Sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar sadakayı gizli veren, 7- Tenhada Allah’ı zikredip de gözleri yaşla dolan.) [Buhari, Müslim, Tirmizi, Nesai] (Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bil! 1- İhtiyarlıktan önce gençliğin, 2- Hastalıktan önce sağlığın, 3- Meşguliyetten önce boş vaktin, 4- Fakirlikten önce zenginliğin, 5- Ölümden önce hayatın kıymetini bil!) [Ebu Nuaym, Hakim] 402 www.dinimizislam.com Dindeki emir ve yasakların hikmetleri Sual: Bazıları "Allah’ın bizim ibadetimize ihtiyacı yoktur. İşlediğimiz günahların da ona zararı olmaz" diyorlar. Dinimizin emir ve yasaklarının hikmeti nedir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Peygamberlerin bildirdikleri hükümler, hep rahmettir, iyiliktir. Yoksa, bu emirler, zındıkların sandıkları gibi, işkence değildir. Bunların sık sık söyledikleri (Kullarına zor ve yorucu şeyler emredip de bunları yaparsanız, Cennete girersiniz demek insaf mıdır, merhamet midir? Bir şey emretmemeli idi. Merhamet ve iyilik böyle olur) gibi lafları, ne kadar ahmakçadır. Bunlar, hiç düşünmüyor mu ki, iyilik edenlere, şükretmek yani, sevindiğini bildirmek, aklın istediği bir şeydir. Dinimizin hükümleri, bütün nimetleri, iyilikleri yaratan, gönderen, Allahü teâlâya karşı, şükrün nasıl yapılacağını göstermektedir. O halde dinimizin hükümleri, aklın istediği bir şeydir. Bundan başka, dünyanın, hayatın düzeni, bu teklifleri, yapmakla olur. Allahü teâlâ, herkesi kendi başına bıraksaydı, kötülükten, karışıklıktan başka bir şey olmazdı. Allahü teâlânın haramları olmasaydı, nefsleri, keyfleri peşinde koşanlar, başkalarının mallarına, canlarına, ırzlarına saldırır, fenalıklar, karışıklıklar hasıl olur, saldıran da, karşısındakiler de, zarar görür, helak olurlardı. Ülkelerin mamurluğu, insanların rahatı, yani medeniyet olmaz, insanlık, canavarlık şeklini alırdı. Dinden uzaklaşmak [Bugün bile, Allahü teâlâyı inkâr eden, İslamiyet’i beğenmeyen, cahilliğin verdiği cesaret ve taşkınlıkla öğünen yabancıların, Allahü teâlânın emirlerinden çoğunu benimsedikleri göze çarpıyor. Bütün insanların, din ahlakından uzaklaştıkça, geçimsizlik, sefalet, işkence, sıkıntı ile kıvrandıkları görülüyor. Fen aletleri, medeni vasıtalar, akıllara hayret verecek şekilde, ilerlediği halde, dünyadaki huzursuzluğun, insanlıktaki sıkıntının azalmadığı, arttığı, ibretle görülüyor.] Allahü teâlâ, her şeyin sebepsiz, şartsız, maliki, hepimizin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır. Bunda, zulüm olamaz. Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin, işlerin sebebini soramaz. Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur. 403 www.dinimizislam.com Bütün insanları Cehenneme koyup, sonsuz azap yapsaydı, kimin bir şey söylemeye hakkı olabilirdi? Çünkü, kendi yarattığı, yetiştirdiği mülkünü kullanıyor. Başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulüm denilebilsin. Halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatte onların değil, hepsi, Onundur. Bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatte zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız yerinde olur. (Müj.Mektublar, m. 266) Bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak keyif sürmek için yaratılmadı. Kulluk, vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin hepsi, insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir. Yoksa, hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur. Candan teşekkür ederek, minnet ile ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya çalışmalıdır. Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan, biz kulların, bu büyük ihsana, bol bol teşekkür etmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya candan sarılmamız gerekir. (m.73) Sözüne güvenilen zat Sual: Doktorların ve bazı fen adamlarının haber verdikleri faydalı şeyler, tecrübeyle anlaşıldığı için bunlara inanılır diyen, ama ibadetlerin faydaları tecrübe edilmediği için inanmayanlara ne demeli? CEVAP İslâmiyet’in bildirdiği çok şeylerin faydaları da görülmekte, tecrübe edilmektedir. Ancak ibadetleri, faydalarından dolayı değil, Allahü teâlânın emri olduğu için yapmak gerekir. Fen adamlarının, doktorların tecrübe ederek faydalı olduklarını anladıkları ve herkesin, bunlara inanarak kapıştıkları, çok para vererek satın aldıkları bazı teknik ve tıbbi ilaçların zararlı oldukları sonradan anlaşılıyor. Bu ilaçların isimleri listeler halinde Sağlık Bakanlığı tarafından eczanelere bildirilerek, satışları yasak ediliyor. Böyle ilaçların fabrikaları hükümetler tarafından kapatılıyor. Çok kıymet verilen bazı ilaçların zararlı olduklarının sonradan anlaşıldığı, günlük gazete haberleri haline geldiği görülüyor. Son senelerde çok kıymetli olduğu bildirilen birçok ilacın, kalb hastalığına ve kansere sebebiyet verdikleri ve bazı temizlik maddelerinin sağlığa olan zararları ilgililerce açıklanmıştır. 404 www.dinimizislam.com İlaçları tanımayan zeki bir gencin babası iyi bir doktor olsa ve babasının başarılarını yetkili çok kimseden işitse, bu genç hasta olsa, babasının kendisini çok sevdiğini de bilse, babası kendisine ilaç verse ve bunu içince hastalığının hemen geçeceğini, bunu çok tecrübe etmiş olduğunu bildirse, yapılacak iğneyle, canının yanacak olduğunu bilse bile, çocuğun babasına, (Bu ilacı ben tecrübe etmedim. Hastalığıma iyi geleceğini bilmiyorum. Senin sözünün doğru olduğuna inanamıyorum) diyebilir mi? Demez elbette. Derse, bu cevabı akla, tecrübeye uygun olur mu? Akıllı, insaflı bir kimse, Resulullahın sözlerine dikkat ederse ve insanları irşad için uğraşmalarını ve herkesin hakkını korumaktaki titizliğini ve güzel ahlâkı yerleştirmek için lütufla, merhametle çalışmalarını bildiren haberleri incelerse, Onun ümmetine olan merhametinin, sevgisinin, babanın oğluna olandan kat kat fazla olduğunu açıkça görür. Onun şaşılacak işlerini ve Onun mübarek ağzından çıkan, Kur’an-ı kerimdeki şaşılacak haberleri ve dünyanın sonunda olacak şaşılacak şeyleri bildiren sözlerini anlayan kimse, Onun aklın üstünde bulunan yüksek derecelere erişmiş olduğunu ve aklın erişemeyeceği, anlayamayacağı şeyleri anlamış olduğunu hemen görür. Böylece, Onun söylediklerinin hep doğru olduğu meydana çıkar. Kur’an-ı kerimde bulunan bilgileri öğrenip düşünen ve Onun hayatını inceleyen insaflı bir kişi, bu hakikati açıkça görür. Fen adamlarının bildirdikleri şeylerin bazılarının zamanla yanlış ve zararlı olduğu meydana çıkabilirse de, Kur’an-ı kerimin bildirdiklerinin her zaman doğru olduğu görülür. İbadetlerin kabul olma şartları Sual: Namazın ve diğer ibadetlerin kabul olması için belli bir şart var mıdır? CEVAP Namazın ve bütün ibadetlerin kabul olmaları için, önce insanın düzgün itikada [yani ehl-i sünnet itikadına] sahip olması ve ibadetlerin sahih olmaları, sonra ihlas ile yapılmaları ve helale harama dikkat etmek şarttır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Haram cilbab [gömlek] ile kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar] (Üzerinde haramdan cilbab bulunan kimsenin ibadetlerini Allahü teâlâ kabul etmez.) [Bezzar] (Yalnız bir lirası haramdan olan on lira ile alınmış elbise ile kılınan namaz kabul olmaz.) [İ. Ahmed] 405 www.dinimizislam.com Hazret-i Musa Tur’a giderken, yolda, namaz kılıp ağlayarak dua eden bir zata rastladı, münacâtında mezkur zatın affı için Cenab-ı Hakka niyaz ettiğinde, Cenab-ı Hak, (Ya Musa! Ben o zatın namazını ve duasını kabul etmem. Zira, üstüne giymiş olduğu elbisenin bedelinde haram vardır) buyurdu. (İslam Ahlakı) Bir kimse kazancını kumardan elde etmeye çalışsa, zamanla kumar işinde mahareti artar. Marangoz, terzi gibi helal bir meslek edinmek isteyene de işleri kolaylaştırılır. Onun için daima helal kazanç yollarını aramalıdır. Duanın kabul edilmesi için bazı şartlar vardır. Bunlardan birisi haram lokmadan sakınmaktır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Haramdan sakının! Midesine haram lokma girenin kırk gün duası kabul olmaz.) [Taberani] Sad bin Ebi Vakkas hazretleri dedi ki: - Ya Resulallah, dua buyur da, Allahü teâlâ, benim her duamı kabul etsin! Cevabında buyurdu ki: - Duanızın kabul olması için helal lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp dua ederler. Böyle dua nasıl kabul olunur? [Şir’a] Haramdan sevap beklemek Haramdan sadaka verse, alan fakir de haramdan olduğunu bilerek, verene, Allah razı olsun dese veya Allah kabul etsin dese ve veren de, amin dese, ikisi de imanlarını kaybeder. Başka biri de âmin dese, o da kâfir olur. (Birgivi şerhi) Haram olduğu bilinen belli mal ile cami veya başka hayır yaptırmak ve bunlara karşılık sevap beklemek küfürdür. (Redd-ül-muhtar) Sual: İbadetlerimin kabul olmadığını sanıp gevşek davranmak uygun mudur? CEVAP İbadet yapmak kulluk vazifesidir. Bir kul ibadetlerinin kabul olmayacağını zannetse de ibadet yapmaya mecburdur. İbadet ederek, ibadetteki kusurlarına istiğfar edip ağlamalıdır! Bu istiğfar ve yalvarış belki ibadetlerin kabul olmasına sebep olur. İbadetler düzgün yapılınca, belki kibre, ucba sebep olur ve böylece kişi yine tehlikeye girer. Sonra ibadetlerin hepsi kabul olsa da, sayısız nimetlerin hangisinin şükrünü eda edebilir? İbadetlerine güvenmek de doğru değildir. İbadet kulun vazifesidir. Kul, vazifesinde gevşeklik göstermemelidir! (Hadika) 406 www.dinimizislam.com İsteksiz ibadet Sual: Bazen içimizde ibadet isteği olduğu halde, bazen de farz namazları bile istemeden kıldığımız oluyor. Bu namazlar sahih oluyor mu? CEVAP Evet, namaz sahih olur. Her zaman, özellikle böyle zamanlarda, tevbe ve istiğfar ederek Allahü teâlâya sığınmalı. Sual: İmam-ı Rabbani hazretleri, 105. mektubunda, “(Kalblerinde hastalık vardır) mealindeki âyette bildirilen kalb hastalığına yakalanmış olanların hiçbir ibadeti fayda vermez, belki zarar verir buyuruyor. Hasta iyi olmadıkça, gıda ona fayda vermez” diyor. Kalbdeki hastalık düzelinceye kadar ibadete ara vermek mi gerekiyor? CEVAP Bütün ibadetler, zikirler kalbdeki hastalığı tedavi içindir. Yani hastalığın ilacıdır. Hastalığım geçene kadar ilaç kullanmamalıyım denir mi hiç? (Haram işleyenlerin ibadetleri kabul olmaz) buyuruluyor. Haramları terk edip ibadetlere sarılmak yerine, ibadetleri bırakıp haramlara dalmalı denir mi? Kabul olmaz demek ise, ibadetleri sahih olur, fakat sevapları çok azalır demektir. Bildirilen âyet-i kerimenin mealinin tamamı şöyledir: (Onların kalblerinde maraz [nifak, haset hastalığı] vardır. Allah da, [İslam’ı güçlü kılmasıyla onların kin ve nifak] hastalıklarını artırdı. [İnanmadıkları halde inandık diyerek] yalan söylemeleri sebebiyle onlar için elim [çok şiddetli, ebedi] bir azap vardır.) [Bekara 10] Âyet-i kerime münafıklar, yani kâfirler için inmiştir. Kalbin en ağır hastalığı, Allah’tan başkasına bağlanmasıdır. Neye bağlanıyorsa yani her ne Allahü teâlâya bağlanmasına engel oluyorsa mabudu o olur. Aslında onun mabudu, tapındığı şey, kendi nefsidir. Kalb, bu şekilde değil de, ibadetleri aksatmak, haramlara düşkünlük yüzünden hasta ise, tedavisine çalışmalı. Buna kendi iradesi gücü yetmeyebilir. Bunun en kestirme tedavisi, imam-ı Rabbani hazretleri gibi büyükleri çok sevmek, onların hürmetine yardım istemektir. Kalb, bu bağlılıklardan kurtulmadıkça, insanın kurtulması çok güç olur. Hastalık ne ise tedavi ona göre yapılır. Hastalık inkâr ise tedavisi imandır. Hastalık cimrilik ise tedavisi cömertliktir. Hastalık yalan ise, doğru söyleyerek bu hastalıktan kurtulmaya çalışmalıdır. Sahih olmayan ibadet kabul olmaz Sual: Kitaplarda okuyoruz, bir kişinin yüzünden hacca gidenlerin haccının kabul olduğu yazılıdır. Şimdi daha çok hacca giden var. Birisinin olsun haccı kabul olmaz mı? Kabul olursa, artık bir gün önce haccı 407 www.dinimizislam.com yapmanın ne mahzuru var da, bir gün sonra Arafat'a çıkılması tavsiye ediliyor? CEVAP Sahih olmakla kabul olmak farklıdır. Kabul olmanın birinci şartı, sahih olmaktır. Şartları yerine getirilmemişse, sahih olmaz. Sahih olmayan ibadet de kabul olmaz. Birkaç örnek verelim: 1- Ramazan orucumuzu başka aylarda tutarsak, bu ibadetimiz sahih olmaz. Sahih olmayınca da kabul olmaz. 2- Orucu güneş batmadan açsak, o ibadet sahih olmaz. Sahih olmayınca da kabul olmaz. 3- Namazlar, vakti girmeden kılınsa sahih olmaz. Sahih olmayınca da kabul olmaz. 4- Gusülsüz ve abdestsiz namaz kılınsa, sahih olmaz. Sahih olmayınca da kabul olmaz. 5- Hac, hac günlerinde yapılmasa, başka günde yapılsa sahih olmaz. Hatta Arefe günü, Arafat'a çıkılmasa, yine hac sahih olmaz. Sahih olmayınca da kabul olmaz. Bir ibadet sahih olduğu halde, kabul olmayabilir. Buna da birkaç örnek verelim: 1- Ramazan orucu, şartlarına uygun olarak tutulsa, fakat iftar vakti, oruç şarapla açılsa, bu ibadet sahihtir; ancak kabul olmaz. Yani vaat edilen büyük sevaba kavuşamaz. Ahirette ona niye oruç tutmadın diye sorulmaz, niye içki içtin diye sorulur. 2- Kumar oynayanın, hırsızlık edenin, içki içenin, çıplak gezenin, şartlarına uygun olarak kıldığı namazlar sahihtir. Ancak haram işlediği için kabul olmaz. Yani vaat edilen büyük sevaba kavuşamaz. Ahirette ona niye namaz kılmadın diye sorulmaz, niye kumar oynadın, niye hırsızlık ettin, niye çıplak gezdin, niye içki içtin diye sorulur. Bu günahları işlese de, namazı yine asla terk etmemelidir. 3- Şartlarına uygun haccedilse; fakat hacıların paralarını çalsa, orada daha başka günahlar işlese haccı sahih olur; fakat kabul olmaz. Yani vaat edilen büyük sevaba kavuşamaz. Ahirette ona niye hacca gitmedin diye sorulmaz, niye hırsızlık ettin diye sorulur. Yaşadığını din sanmak Sual: Kırk yıldır ben abdest alırken ayaklarımı tek bir defa yıkarım. Fakat sitenizde üç kere yıkamak gerektiği yazılıdır. Eski köye yeni âdet gibi bu husus bana çok tuhaf geldi. CEVAP 408 www.dinimizislam.com Ayaklar dâhil, her uzvu üç kere yıkamak sünnettir. Bu yeni çıkmış bir şey değildir. 1400 senedir böyledir. Büyüklerimiz, (Dine uygun yaşamazsan, yaşadığını din kabul edersin) buyuruyorlar. Kırk senedir yanlış yaşanınca, elbette yaşanılan yanlışlar din sanılır, doğru olanlar tuhaf gelir, yadırganır, eski köye yeni âdet sayılır. Eğer kendimiz yanlış yapıyorsak, bu yanlışı da aynada görüyorsak, suçu aynaya bulmamak gerekir. Kırk yıldır açık gezen bayan kapansa, kapanmak ona tuhaf gelir, belki de çok sıkılır, kapanmaktan rahatsız olur, örtüsünü yırtmak ister. Eğer dine uygun yaşanırsa doğrular yadırganmaz. Tuhaf veya zor gelse de dinin emrine uymaya çalışmalıdır. Günahkârın ibadeti Sual: (Zani, zina ederken; içki içen, içkiyi içerken; hırsız, hırsızlık yaparken mümin değildir) hadis-i şerifi, günah işleyenlerin kâfir olacaklarını göstermiyor mu? CEVAP Hayır, kâfir olacaklarını göstermiyor. Âlimler, bunların kâmil mümin olmadıklarını gösterdiğini bildirdiler. Bunların imanları zayıftır, küfre düşmeleri kolay olur. (Fuhuş söz söyleyen, komşusu zararından emin olmayan, komşusu aç iken tok olan mümin değildir) hadis-i şerifleri de böyledir. (Şu günahı işleyen Cennete giremez, Cehennemliktir, mümin değildir) demek, (O günahtan tevbe edilmezse, af veya şefaate uğramazsa, günahının cezasını çekmeden Cennete giremez) demektir. Çünkü günah ile, imansızlık ayrı şeylerdir. Günah ne kadar büyük olursa olsun, o günahı işleyen kâfir olmaz. Fakat hangi günah olursa olsun, günaha devam edenin kalbi kararır, küfre sürüklenir. Onun için her günahtan kaçmalıdır. İbadet yapmayan ve günah işleyen müslümana kâfir dememelidir. İman vücuttaki baş gibidir Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamaları olmadan hadis-i şeriflerden, âyet-i kerimelerden hüküm çıkarmak çok yanlış olur. Mesela, (Bir mümini kasten öldüren Cehennemdedir) meâlindeki âyet-i kerimeyi İslam âlimleri, (Bir mümini, mümin olduğu için öldüren Cehennemliktir) şeklinde açıklamışlardır. (İman, kalb ile tasdik, dil ile ikrar ve azalarla ameldir) sözünün manası ise şudur: İnsanda iman, vücuttaki baş gibi; el, kol gibi uzuvlar da ameller gibidir. Elsiz, kolsuz insan olursa da, başsız insan olmaz. Normal bir insan tarif 409 www.dinimizislam.com edilirken, bütün azaları ile tarif edilir. İşte bunun gibi, kâmil mümin tarif edilirken, amel de dahil edilmiştir. Eli, ayağı kesik kimseye, (yaşayan ölü) dedikleri gibi, büyük günah işleyene de, kâmil mümin değil manasına “mümin değildir” buyurulmuştur. [İhya] İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki: İbadetler, imandan parça değildir. Fakat ibadetler, imanın kemalini artırır. İmam-ı a’zam hazretleri, “İman artmaz ve azalmaz” buyurdu. Çünkü iman, kalbin tasdiki, kabul etmesi, inanması demektir. İnanmanın azı, çoğu olmaz. Azalan ve çoğalan inanışa, iman denmez, zan ve vehim denir. Mümin büyük günah işlese de imanı gitmez, kâfir olmaz. (c.2, m.67) İmanla ölen günahkâr müslüman, cezasını çektikten sonra Cennete gider. Ancak, bir kimse, (Cennete gitmek için amel şart değildir) diyerek ibadet etmezse, işlediği günahlar kalbini karartır ve imanı gidebilir. Allahü teâlânın var ve bir olduğunu ve Peygamber efendimiz ile bildirdiği ahkamı tasdik eden bir mümin, bu ahkama uymakta kusur ederek günah işlerse elbette üzülür. Günah işlemekle kâfir olmaz. Allah’ı ve Peygamberi tanımayan ve yaptığı iyi işleri, Allah’ın emri olduğu için değil de, başka sebeple yapan bir kimse, Allah’a kul olmayı bile kabul etmiyor. Bu ikisine karşı Allahü teâlânın muamelesi, elbette bir olmaz. Çünkü birisi suçlu ise de müslümandır. Diğeri iyi iş yapmış olsa da kâfirdir. (Hadika) Sual: İbadeti terk eden imansız mıdır? CEVAP Mutezile ile bazı bid'at fırkaları, (Amel, imandan parçadır) demişlerse de, amel, imanın parçası değildir. Küfrün zıddı iman, günahın zıddı ise ibadettir. İmanı bırakan kâfir olur, ibadeti terk eden günahkâr olur. Amelsiz iman makbuldür, imansız amel ise makbul değildir. Kadınların muayyen hallerinde olduğu gibi, namaz, oruç gibi ibadetleri bırakmak caiz ve gerekirken imanı hiçbir zaman bırakmak caiz olmaz. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: Sapık fırkalar, (Onlar, iman edip salih amel işlediler) mealindeki Rad suresinin 29.âyet-i kerimesini delil gösterip, (Amel imanın parçasıdır) dediler. Halbuki bu ve benzeri âyetler, amelin, imanın içinde değil, dışında olduğunu gösterir. Eğer aksi olsaydı, (ve amilussalihat) sözü lüzumsuz tekrar edilmiş olurdu. Mutezile fırkasının, günah işleyenlerin ebedi Cehennemde kalacağını söylemesi yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte, (İkrar ettiği şeyi, inkâr etmeyen, kâfir olmaz) buyuruldu. Günah işleyen, tasdik ettiği imanın esaslarını inkâr etmiş olmaz. Ahirette yalnız imansızlara şefaat edilmez. Bu da, şefaat edilen günahkârların kâfir olmadığını gösterir. Hadis-i şerifte, (Büyük günah işleyenlere şefaat edeceğim) buyuruldu. 410 www.dinimizislam.com Ebüdderda hazretleri, (Ya Resulallah, zina ve hırsızlık eden de, şefaate kavuşacak mıdır?) diye sual etti. Cevabında, (Evet zina ve hırsızlık edene de şefaat edeceğim) buyurdu. İman ile ölen herkes, er geç Cennete girer. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Günahı çok olan bir mümin, tevbe etmeden ölmüş ise, Allahü teâlâ dilerse, günahlarının hepsini affeder, dilerse günahları kadar azap eder; fakat sonunda yine Cennete koyar. Kurtulmayacak olan yalnız kâfirlerdir. Zerre kadar imanı olan kurtuluşa kavuşur. (Mektubat-ı Rabbani) Sual: Haram yiyenin namazı ve diğer ibadetleri kabul olur mu? İçki içen kırk gün namaz kılmamalı mı? CEVAP Sahih olmakla kabul olmak ayrı şeydir. Her çeşit günahı işleyen kimsenin kıldığı namaz sahih olabilir; fakat kabul olmaz. Yani ahirette ona, “Niçin namaz kılmadın?” diye sual edilmez. Şartlarına uygun kılmışsa, namaz borcundan ve namaz kılmamak gibi büyük günahtan kurtulur. Fakat namazdan hasıl olacak büyük sevaba kavuşamaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Duanın kabul olması için helal ye! Bir lokma haram yiyenin, kırk gün ibadetleri kabul olmaz.) [Taberani] (On dirhemlik elbisenin bir dirhemlik kısmı haram kazançtan gelse, o elbise ile kılınan namaz kabul olmaz.) [İ.Ahmed] (Şarap içenin namazı kırk gün kabul olmaz.) [Hakim] Sarhoş iken kılınan namazlar sahih olsa da, kabul olmaz, yani sevabı olmaz. Yani, işlediği günahlar, kazandığı sevapları alır götürür. Elinde sevabı kalmadığı için, sevap verilmez, sevabı olmaz deniyor. Yoksa sahih ve ihlaslı olan her ibadetin sevabı olur. Tekrar edelim, (Namazı kabul olmaz) demek, namazı boşa gider demek değildir. Namaz borcundan kurtulur, fakat namaza ait büyük sevaptan mahrum kalır. Namaza devam ederse, günahları bırakması kolaylaşır. Şu halde içki içen de namaza devam etmelidir. Kabahat gizli olmalı Sual: (İbadet de gizli, kabahat de gizli) diye söylenen atasözü yanlış değil mi? İbadet gizli olsaydı, Allah camide namaz kılınmasını emreder miydi? Kabahati gizli işlemek caiz mi de böyle söylenmiştir? CEVAP Atasözlerinin hepsi doğrudur. Fakat son asırda çıkarılanlar arasında yanlış olanlar olabilir. Atasözlerinin birçoğu hadis-i şerif mealleridir. Bahsettiğiniz atasözü, Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere aykırı değildir. 411 www.dinimizislam.com İbadetin gizli olması nafile ibadetler içindir. Atalarımız elbette farz ibadetleri kasdetmez. Çünkü atalarımız dine aykırı konuşmazlar. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Farzlar yapılırken araya riya karışmaz. Nafile ibadetlerde ise, gösteriş çok olur. Bunun için, zekâtı, aşikâre vermek gerekir. Bu suretle insan iftiradan kurtulur. Nafile olan sadakayı gizli vermeli ki, kabul olma ihtimali fazla olur. (2/82) Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Gizli sadaka daha iyidir.) [Bekara 271] (Rabbinizi gizli, sessiz çağırın.) [Araf 55] (Rabbini, içinden zikret!) [Araf 205] Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: (Sağ elin verdiğini sol el duymayacak şekilde gizli sadaka veren, Allahü teâlânın himayesine kavuşur.) [Buhari] (Sadakayı gizli vermek iyilik hazinesidir.) [Taberani] (Tenhada kılınan nafile namazın sevabı, insanların yanında kılınandan 25 kat daha fazladır.) [İ. Ahmed] (Hafaza meleklerinin işitmediği zikir, işittikleri zikirden yetmiş kat daha kıymetlidir.) [Beyheki] (Allah’ı gizlice zikredin!) [İbni Mübarek] Demek ki, nafile ibadetleri gizli yapmak daha iyidir. Bunun için, ibadet de gizli olmalı denmiştir. Kabahatin gizli olmasına gelince; kabahat gizli de, açık da işlenmez. Bir âyet-i kerime meali: (Açık da olsa, gizli de olsa günahlardan sakının!) [Enam 120] Fakat gizli işlenmiş bir günahı açığa vurmak ayrıca günahtır. İbni Âbidin hazretleri, (Günahını açığa vurmak ayrıca günah olur. Gizli yapılan günahı başkalarına anlatmak da günahtır) buyuruyor. Günahtan el çekemeyen kimse, kötü örnek olmamak için günahını gizlemelidir. Oruç tutmayan kimse, orucunu gizli yemelidir. Açıktan yemesi ayrıca günah olur. İşte atalarımızın, (Kabahat de gizlidir) demeleri bu sebeptendir. En kıymetli ibadet Sual: En kıymetli ibadet hangisidir? CEVAP Bir şeyin kıymetli olması, hâle, zaman ve kişinin durumuna da bağlıdır. Onun için (En kıymetli amel şudur) diye kesin bir şey söylenemez. 412 www.dinimizislam.com Peygamber efendimiz, En kıymetli ameli, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha üstün olabilir. Aşağıdaki hadis-i şerifler, bu durum göz önüne alınarak değerlendirilmelidir. Cihadın önemi Bir kimseyi ebedi felaketten kurtarıp, sonsuz nimetlere kavuşmasına sebep olmak ise hepsinden daha kıymetlidir. Bu bakımdan İslamiyet’in başlangıcında amellerin en kıymetlisi cihad idi. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Müşriklere karşı, mal, can ve dilinizle cihad ediniz!) [Hakim] (Cihadı terk eden millet, mutlaka genel bir belaya maruz kalır.) [Taberani] (Cihad etmeden veya cihad etmeyi düşünmeden ölen, münafık olarak ölür.) [Müslim] (En faziletli cihad, canı, malı ile müşriklerle mücadeledir.) [Nesai] (Fi-sebilillah cihad edin, böyle cihad, Cennet kapılarını açmaktır. Cihad edenin sıkıntıları gider.) [Hakim] (Allahü teâlâ, [savaş aleti olan] bir ok yüzünden üç kişiyi Cennete koyar. Oku yapanı, atmak için ona vereni ve Allah yolunda o oku atanı.) [Hatib] (En üstün amel, cihaddır. En üstün cihad, farzları ifa etmektir.) [Taberani] (En üstün cihad, nefsle yapılandır.) [İ. Neccar] (En üstün cihad, zalim hükümdara söylenen hak sözdür.) [Beyheki] Emr-i marufun kıymeti Emr-i maruf cihaddan daha önemlidir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa [cihada] verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi] İbni Âbidin hazretleri ise, (Fıkıh âliminin müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyurmaktadır. (Redd-ülmuhtar) 413 www.dinimizislam.com [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere ve akla uygun şeylere "Maruf", bunlara uymayan şeylere de "Münker" denir. Müctehidlerin sözbirliği ile yasak edilen şeylere de "Münker" denir.] Günümüzde en kıymetli amel, yayın yolu ile (Emr-i maruf) ve (Nehy-i münker) yapmaktır. Ehl-i sünnet itikadını yaymalı, gayrı müslimlere ve sapıklara gerekli cevap verilmelidir! Bu yol ile cihad edenler yardımda bulunanlar, cihad sevabına ortak olur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah yolundaki bir mücahidi giydirip kuşatan veya onun çoluk çocuğunun ihtiyaçlarını gören harbe gitmiş gibi sevaba kavuşur.) [Hakim] İlmin kıymeti İslamiyet ilim dinidir. İlmin önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlim, öğrenmek amelden kıymetlidir.) [Hatib] (İlim, İslam’ın hayatı, imanın direğidir.) [Ebuşşeyh] (İlim, benim ve diğer Peygamberlerin mirasıdır. Bana mirasçı olan da, Cennette benimle beraber olur.) [Deylemi] (En üstün ibadet, fıkıh öğrenmektir.) [Ebuşşeyh] İbni Âbidin hazretleri de, (Fıkıh âliminin müslümanlara sağladığı faydanın sevabı, cihad sevabından daha çoktur) buyuruyor. (Redd-ülmuhtar) Peygamber efendimiz, (En üstün amel, Allah’ı tanımaktır) buyurunca, (Ya Resulallah, biz amelden sorduk, siz ilimden bahsettiniz) dediler. Cevaben (İlimle yapılan az amel fayda verir, ilimsiz çok amel faydasızdır) buyurdu. (Deylemi) (En üstün ihsan, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına da öğretmektir.) [İbni Asakir] (En üstün sadaka, ilim öğrenip öğretmektir.) [İbni Mace] Namazın kıymeti Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (En kıymetli amel, vaktinin evvelinde kılınan namazdır.) [İ. Ahmed] (Namaz, imanın direğidir.) [Deylemi] (Allahü teâlâ buyurdu ki: "Namazlarını vaktinde doğru olarak eda eden kulumu, azap etmeden, hesap sormadan Cennete koyacağıma söz verdim") [Hakim] (En üstün amel, vaktinin başında kılınan namazdır.) [İ. Ahmed] (Amellerin en iyisi gece herkes uykuda iken namaz kılmaktır.) [Berika] 414 www.dinimizislam.com (En üstün namaz, Cuma günü cemaatle kılınan sabah namazıdır.) [Beyheki] (En üstün amel, namazdan sonra [mümin] ana babaya iyiliktir.) [Müslim] (En üstün amel, namazdan sonra zekâttır.) [Taberani] (En üstün nafile namaz, teheccüd namazıdır.) [Müslim] Tefekkürün kıymeti Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allah’ın yarattıkları hakkında bir saat tefekkür etmek, bir gece ibadet etmekten daha kıymetlidir.) [Ebuşşeyh] (Allah’ın azameti, Cennet ve Cehennem hakkında bir an tefekkür, bir geceyi ibadetle geçirmekten daha kıymetlidir.) [Ebuşşeyh] (Bir saat tefekkür, bir sene ibadetten kıymetlidir.) [Kimya-i Saadet] İhlasın kıymeti Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, ancak ihlaslı amelleri kabul eder.) [Nesai] (İhlaslı amel, az da olsa kâfi gelir.) [Dare Kutni] (Dünyada yalnız Allah için ihlasla yapılan şeyler kıymetlidir.) [Berika] (İbadetlerin en kıymetlisi, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.) [Ebu Davud] (Yani sevdiklerini yalnız Allah için sevmek, buğzettiklerine de yalnız Allah için buğzetmektir.) Allah’ı anmanın kıymeti Zikrin, yani Allahı anmanın önemi büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Amellerin en kıymetlisi, en temizi, derecenizi en fazla yükselten, altın ve gümüş vermekten daha kıymetlisi Allah’ı anmaktır.) [Beyheki] (Allah’ın azabından kurtulmak için, Allah’ı anmak kadar kıymetli amel yoktur.) [Taberani] (En üstün amel, imandır. En üstün iman, Allah’ı hep yanında bilmektir.) [Taberani] (En üstün amel, zikirdir, en üstün zikir ise La ilahe illallah demektir.) [Taberani] (En üstün tesbih “Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber” dir.) [Müslim] (Altın vermekten de üstün amel, Allah’ı anmaktır.) [Beyheki] (En üstün amel, Allah’a hüsnü zandır.) [Begavi] (Müminin en hayırlı zamanı, Allah’ı andığı zamandır.) [Deylemi] (En hayırlı zikir, gizli yapılandır.) [Ahmed] 415 www.dinimizislam.com İyiliğin kıymeti Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Amellerin kıymetlisi, mümin kardeşini sevindirmek, onun borcunu ödemek veya ona yemek yedirmektir.) [İbni Adiy] (En kıymetli amel, elinden ve dilinden kimsenin incinmemesidir.) [Taberani] (Kim bir mümini ferahlandırır, sevindirirse, Allahü teâlâ onu kıyamette sevindirir.) [İ. Mübarek] (En üstün amel, bir müminin aybını örtmek, borcunu ödemek, yemek yedirmek veya bir sıkıntısını gidermek suretiyle onu sevindirmektir.) [Taberani] (En üstün amel, vermeyene vermek, zulmedeni affetmektir.) [Hakim] (Amellerin en iyisi yemek yedirmektir) [Berika] Diğer kıymetli ameller Kıymetli amel çoktur. Bazılarını bildirelim. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Amellerin en hayırlısı, farzlardır, en kötüsü de bid'atlerdir.) [Beyheki] (İbadetin kıymetlisi, zahmetli olanıdır.) [M. Felah] (Amellerin kıymetlisi az da olsa devamlı yapılandır.) [Müslim] (En üstün amel, helal kazançtır.) [İbni Lâl] (Hac yolunda ölene, kıyamete kadar hac sevabı yazılır.) [Ebu Ya’la] (Amellerin en iyisi selam vermeyi yaymaktır.) [Berika] (En kıymetli amel, vaktinde kılınan namaz, sonra ana-babaya iyilik etmek, sonra da Allah yolunda cihaddır) [Berika] (En üstün dua, af ve afiyet dilemektir.) [Tirmizi] (En faziletli vakit, gecenin ikinci yarısıdır.) [Taberani] (En üstün sadaka, sağlıklı, mala tamahı çok, zenginliği umup fakirlikten korkarken verilen sadakadır.) [Müslim] (En üstün ibadet, duadır.) [Hakim] (En üstün ibadet Kur'an okumaktır.) [İbni Kani] (En üstün amel, sıkıntıya sabretmektir.) [Beyheki] (En üstün amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hakim] (En üstün kazanç, el emeği ile kazanılandır.) [Ahmed] (En iyi isim, Abdullah ve Abdurrahmandır.) [Müslim] (En üstün söz, doğru olan sözdür.) [Buhari] (En üstün yerler, camilerdir. En kötü yerler de, çarşı pazarlardır.) [Taberani] 416 www.dinimizislam.com (En üstün oruç, Davud’un orucudur. Bir gün tutar bir gün yerdi.) [Müslim] (En üstün iman, kadere rızadır.) [Ebu Nuaym] (En üstün huy, kimse zarar görmesin diye susmaktır.) [İbni Mübarek] (En üstün amel, aç olan fakiri doyurmak, borcunu ödemek veya bir sıkıntısını gidermektir.) [Taberani] (En üstün yemek, üstüne çok elin uzandığı yemektir.) [Taberani] (En üstün söz, "Sübhanallahi ve bihamdihi" demektir.) [Müslim] (En üstün ev, içinde yetime ikram edilen evdir.) [Beyheki] (En iyi hazine saliha kadındır.) [Hakim] (İşlerin en iyisi vasat [orta] olanıdır. Din ifrat ve tefrit arasındadır.) [Beyheki] (En iyi tedavilerden biri hacamattır.) [Ebu Davud] En üstün Müslümanlar Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İmanı en üstün olan; sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.) [Deylemi] (En üstün mümin, Allah’ı çok anandır.) [Tirmizi] (En üstün mümin, fakir diye değer verilmeyendir.) [Deylemi] (En üstün mümin, görülünce Allah’ın hatırlandığı kişidir.) [Hakim] (En üstün mümin, orada değilken aranıp sorulmayan, orada iken de, itibar görmeyendir.) [E.Nuaym] (En üstün müminler, dinleri uğruna yurdunu terk eden gariplerdir.) [İ. Mace] (En üstün mümin, az yiyip bedeni hafif olandır.) [Deylemi] (En üstün mümin, çoluk çocuğuna faydalı olandır.) [Taberani] (En üstün mümin, herkesin elinden dilinden selamette olduğu kişidir.) [Müslim] (En iyi mümin, ömrü uzun, ameli güzel olandır.) [Tirmizi] (En iyi mümin, kadın ve kızlarına karşı en iyi davranandır.) [Beyheki] (En iyi mümin, hayrı umulan, şerrinden emin olunandır.) [Tirmizi] (En hayırlınız, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.) [Buhari] (En iyiniz, kendisiyle kolay uyum sağlanandır.) [Beyheki] (En iyiniz, borcunu en güzel şekilde ödeyendir.) [Nesai] (En iyiniz, hanımlara en iyi davranandır.) [Tirmizi] (En iyi arkadaş, Allah’ı andığında yardım eden, unuttuğunda sana hatırlatandır.) [Hakim] 417 www.dinimizislam.com (En iyi arkadaş; sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti hatırlatandır.) [Hakim] (Müminlerin en iyisi, kanaat eden, en kötüsü de aç gözlü olandır.) [Kudai] (Kadınların iyisi namusunu koruyan, şehveti fazla olsa da, gözü dışarıda olmayan, kocasına kanaat edendir.) [Deylemi] (En hayırlınız, çoluk çocuğuna karşı en hayırlı olandır. Ben çoluk çocuğuma en hayırlı olanınızım. Kadınlara ancak şerefli kimseler değer verir, şerefsizler hor görür.) [İ.Asakir] (Kadınların en iyisi, çok doğuran, kendisini kocasına sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içinde olandır, en kötüsü de, açılıp saçılan, böbürlenendir.) [Beyheki] (En hayırlınız, ahlakı en güzel olanlardır.) [Buhari] (En hayırlınız, en cömert olandır.) [Ebu Ya’la] (En hayırlınız yemek yedirendir.) [Hakim] (İnsanların en iyisi, insanlara en çok faydası dokunandır.) [Dare Kutni] (Hırsızların en kötüsü namazından çalandır. Rükudan, secdeden çalar.) [Tadil-i erkana riayet etmez]) [Taberani] (İnsanların en kötüsü, iki yüzlü olandır.) [Buhari] (İnsanların en kötüsü, şerrinden korkulduğu için yanına varılamayan kimsedir.) [Buhari] (İnsanların en iyisi, geç kızan, tez yatışandır. En kötüsü de, tez kızan, geç yatışandır.) [Tirmizi] (Âlimlerin en iyisi merhametli olandır.) [E.Nuaym] (Herkes hata eder. Hata edenlerin en iyisi tevbe edendir.) [Tirmizi] (En hayırlınız, dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir.) [Hatib] Baki kalacak salih ameller Sual: Kehf suresinin 46. âyetinde bildirilen Allah’ın sevdiği ve baki kalacak salih ameller nelerdir? CEVAP Bu âyette bildirilen salih ameller, namaz, hac, oruç ve diğer bütün iyi iş ve hareketlerdir. Bir de (Sübhanallahi velhamdülillahi ve la ilahe illallahü vallahü ekber) tesbihidir. Bu en kıymetli tesbihlerden biridir. Salih amellerden birkaçı: 1- Namaz. Bunun da en kıymetlisi vaktinde kılmaktır. Bunun da daha kıymetlisi vaktinin evvelinde, yani vakti girer girmez geciktirmeden kılmaktır. Herkes uyurken namaz kılmak da çok kıymetlidir. Beş vakit 418 www.dinimizislam.com namaz, en kıymetli ibadettir. Hadis-i şerifte (Namaz dinin direğidir) buyuruldu. Direksiz bina ayakta duramadığı gibi, namazsız insanın İslam binasını ayakta tutması da çok zordur. Namazın terk edilmesi de çok büyük günahtır. 2- Hac. Haccın da kıymetli olanı, hacc-ı mebrurdur. Yani günah işlemeden, şartlarına uygun yapılan, kabul olan hacdır. Hadis-i şerifte (Suyun kirleri temizlediği gibi, hac da günahları temizler) buyuruldu. [Taberani] 3- Ana-babaya iyilik. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah indinde en faziletli amel, vaktinde kılınan namazdan sonra ana-babaya iyiliktir.) [Müslim] 4- Cihad. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (En kıymetli amel cihaddır.) [Taberani] (İnsanların en üstünü, canı ve malı ile Allah yolunda cihad edendir.) [İ. Ahmed] 5- Emr-i maruf. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bütün ibadetlere verilen sevap, Allah yolunda savaşa verilen sevaba göre, deniz yanında bir damla su gibidir. Savaşın sevabı da, emr-i maruf ve nehy-i anilmünker sevabı yanında denize göre, bir damla su gibidir.) [Deylemi] 6- Allahü teâlâyı zikretmek, anmak. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İnsanın derecesini en fazla yükselten, en kıymetli amel, altın ve gümüş vermekten daha kıymetlisi Allah’ı anmaktır.) [Beyheki] 7- Az da olsa, devamlı yapılan amel kıymetlidir. (Müslim) Bütün bu ibadetleri yapabilmek için ilim ve ihlas şarttır. Bunlarsız ibadetlerin hiç kıymeti olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (İlimsiz çok amelin kıymeti olmaz.) [Deylemi] (Allahü teâlâ, ancak ihlas ile yapılan ameli kabul eder.) [Nesai] İlim ve ihlasın gereği olarak da, Allah dostlarını sevmek, Allah düşmanlarını da sevmemek gerekir. Hadis-i şerifte, (İbadetlerin en kıymetlisi, hubb-ı fillah, buğd-i fillahtır) buyuruldu. Yani sevdiklerini yalnız Allah için sevmek, buğzettiklerine yalnız Allah rızası için buğzetmektir. (Ebu Davud) Bütün bu ibadetlerin sahih ve kabul olması için, doğru itikada sahip olmak şarttır. Yani Ehl-i sünnet itikadında olmayanın hiçbir ameli kabul olmaz. Ehl-i sünnetten başkası bid'at ehlidir. Bid'at ehlinin ibadetleri kabul olmaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, bid'at sahibinin namazını, orucunu, zekâtını, haccını, umresini, cihadını, farz ve nafile hiçbir ibadetlerini kabul 419 www.dinimizislam.com etmez. Yağdan kıl çıkar gibi, müslümanlıktan kolayca çıkar.) [İbni Mace] İlim maldan hayırlıdır Sual: En iyi ibadet nedir? CEVAP Her zaman doğru iman sahibi olmaya, farzları yapıp haramlardan kaçmaya, tevbe edip farz borçlarını ödemeye çalışmalıdır! Bunları doğru yapabilmek de, ancak ilimle mümkündür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Gece bir müddet ilim öğrenmek, bütün gece ibadet etmekten sevaptır.) [R. Nasıhin] (Sabah-akşam ilimle meşgul olmak, cihaddan efdaldir.) [Deylemi] (İlmi bir mesele öğrenmek, yüz rekat [nafile] namazdan daha kıymetlidir.) [İbni Abdilber] Hazret-i Ali buyurdu ki: (İlim, maldan hayırlıdır. Çünkü malı sen korursun, fakat ilim seni korur. Mal sarf etmekle azalır, ilim sarf etmekle çoğalır.) Hazret-i İbni Abbas buyurdu ki: (Hazret-i Süleyman; mal, ilim ve hükümdarlık arasında muhayyer bırakıldı. O ilmi tercih etti ve bu sayede diğer ikisine de malik oldu.) İmam-ı Gazali hazretleri buyurdu ki: İnsanın diğer mahlûkattan üstünlüğü ilmi iledir, güç ve kuvvetiyle değildir. Çünkü deve insandan kuvvetlidir. İrilik bakımından da değildir. Çünkü fil insandan çok iridir. Cesaret bakımından da değildir. Çünkü aslan insandan cesurdur. Çok yemesiyle de değildir. Çünkü mandanın karnı, insanın midesinden daha büyüktür. Şu halde ilim çok üstün bir vasıftır. Yemek ve içmekten kesilen hasta, ölmeye mahkum olduğu gibi, ilim ve hikmetten mahrum kalb de ölüme mahkumdur. O halde, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını okuyup, dinimizi doğru olarak öğrenmeliyiz. En büyük ibadet Sual: En büyük ibadet nedir? CEVAP En büyük ibadet, Allahü teâlânın rızasına kavuşturan iştir. Onun için Allah'ın rızası hangi ibadetlerde ise, onu aramalı. Âlimlerimiz, Ankebut suresinin 45. âyetini delil getirerek, (En büyük ibadet namazdır) buyurmuşlardır. Allah'ın kullarına iyilik etmenin de büyük ibadet olduğu bildirilmiştir. Onların hidayetlerine vesile olup, Cehennemden kurtulmalarına sebep olmak elbette büyük ibadettir. Bunlar Allah'ın rızasına kavuşturan amellerdir. O hâlde insanların hidayetine sebep olmak için dinin yayılmasına çalışmak, yani dine hizmet etmek en büyük ibadet oluyor. 420 www.dinimizislam.com Dine hizmet eden, Allah’ın yolunda cihad eden kimsedir, yani Allah'ın askeridir. Önemlinin de önemlisi Sual: Önemli şeylerin daha önemlisi oluyor. Bu konuda bildirilenler nelerdir? CEVAP Peygamber efendimiz, bazı önemli şeyleri bildirip, daha önemlisini açıklamıştır. Bu konuda hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (Her şeyin bir yolu vardır. Cennetin yolu ilimdir.) [Deylemi] (Her şeyin direği vardır. Dinin temel direği fıkıhtır.) [Beyheki] (Her şeyin bir özü vardır. İmanın özü de namazdır.) [Beyheki] (Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtı ise oruçtur.) (İ.Mace) (Her şeyin bir zekâtı vardır. Evin zekâtı ise, misafir odasıdır.) (A.Rifai) (Her şeyin kapısı vardır. İbadetin kapısı da oruçtur.) [İbni Mübarek] (Her şeyin temeli var. Dinin temeli de eshab-ı kiramı ve ehl-i beyti sevmektir.) [İbni Neccar] (Her şeyin kaynağı vardır. Takvanın kaynağı, ariflerin kalbleridir.) [Taberani] (Her şeyin esası vardır. İmanın esası da vera [takva]dır.) [Hatib] (Her şeyin süsü vardır. Kur'an-ı kerimin süsü de güzel sestir.) [Hakim] (Her şeyin dalı budağı vardır. İmanın dalı budağı da sabırdır.) [Hatib] (Her şeyin cilası var. Kalbin cilası da Allah’ı anmaktır.) [Beyheki] (Her şeyin cilası var. kalbin cilası da "Estağfirullah" demektir.) [Deylemi] (Her şeyin kalbi var. Kur'anın kalbi Yasindir.) [Tirmizi] (Her şeyin efendisi vardır. Oturmanın efendisi de kıbleye yönelmektir.) [Taberani] (Her şeyin Allah ile arasında perde vardır. Ana baba duasında perde yoktur.) [Deylemi] (Her şeyin bir afeti vardır. Ümmetimin afeti, paraya gönül vermektir.) [Deylemi] (Her ümmetin fitnesi [imtihanı] vardır. Ümmetimin fitnesi paradır.) [Hakim] (Her ümmetin seyahati vardır. Ümmetimin seyahati de cihaddır.) [Taberani] 421 www.dinimizislam.com (Her dinin özelliği vardır. Ümmetimin özelliği hayadır.) [İ.Mace] (Her ağacın meyvesi vardır. Kalbin meyvesi de çocuktur.) [Bezzar] (Her şeyin anahtarı vardır. Cennetin anahtarı namazdır.) [Deylemi] (Her şeyin anahtarı vardır. Göklerin anahtarı "La ilahe illallah" sözüdür.) [Taberani] (Her derdin şifası vardır. Kalbin şifası, Allahü teâlâyı anmaktır.) [Beyheki] (Her derdin devası vardır. Yalnız ölüme çare yoktur.) [Taberani] (Her şeyin bozucu bir afeti vardır. Bu dinin afeti ise kötü idarecilerdir.) [Haris] (Her şeyin hakikati vardır. Kadere inanmayan imanın hakikatine erişmez.) [Nesai] (Her şeyin direği vardır. Müminin direği de aklıdır, aklı kadar ibadet eder.) [İ.Gazali] (İmanın alameti Ensarı sevmek, münafıklığın alameti Ensara buğz etmektir.) [Buhari] Hikmet ehli de buyuruyor ki: Her şeyin bir kıymeti vardır, insanın kıymeti ise, ilmi, ihsanı ve edebidir. Her şeyin tohumu vardır. Düşmanlığın tohumu da şaka ve alaydır. Her şeyin kestirme yolu vardır. Cennetin kestirme yolu da cihaddır. Her şeyin pası vardır. Kalbin pası da tokluktur. Her şeyin bir zekâtı vardır, aklın zekâtı da hüzün ve tefekkürdür. Ameller yedi türlüdür Sual: Aynı günah veya sevap işlendiği duruma göre azalır veya çoğalır mı? CEVAP Evet. Bazı yer ve durumlarda, bazı gün ve aylarda farklılık gösterir. Mesela Cuma günü yapılan ibadetler de, günahlar da, iki kat yazılır. Hadis-i şerifte, (Sevaplar içinde Cuma günü ve gecesinde yapılandan daha kıymetlisi, günahlar içinde de Cuma günü ve gecesinde işlenilenden kötüsü yoktur) buyuruldu. Ramazan-ı şerif ayında bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan 70 farz gibidir. Bunun gibi farklı durumlar hariç, amellerin durumu aynıdır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Ameller, yedi türlüdür: 1- İkisinin karşılığı vaciptir. 422 www.dinimizislam.com 2- İkisi misli misline karşılık görür. 3- Birisi on misli sevaba kavuşturur. 4- Biri yedi yüz misli sevaba ulaştırır. 5- Birinin sevabını ise ancak Allahü teâlâ bilir. Bunların izahı şöyledir: 1- İtikadı ve amelleri düzgün olana Cennet vacip olur. Müşrik olana Cehennem vacip olur. 2- Bir günah işleyene bir günah yazılır. 3- Bir iyilik işleyen on misli sevaba kavuşur. 4- Malını Allah yolunda harcayana yedi yüz misli sevap verilir. 5- Oruç tutanın sevabını ise Allah’tan başkası bilmez.) [Hakim] İlim, amel, ihlas Sual: Daha çok hangi ibadetleri yapmayı tavsiye edersiniz? CEVAP Bir kimse, Peygamber efendimiz aleyhisselama en hayırlı amelin ne olduğunu sual edip, (İlim) cevabını alınca tekrar sordu: - Ya Resulallah, ben amelden sual ediyorum. Siz ilimden bahsediyorsunuz. - Allahü teâlâ, hiç ilimsiz ameli kabul eder mi? (B. Arifin) Yine Peygamber efendimiz buyurdu ki: (Bir müddet ilim mütalaa etmek, bütün geceyi ibadet ve namazlı geçirmekten efdaldir.) [Beyheki] Şeytan, ihlas ve ibadeti çok olan bir âbidi kandırmak için insan kılığında, Âbidin evine gelerek dedi ki: - Senin Cennetlik olduğunu öğrendim. İbadet ve ihlasın yedi bucağa yayılmıştır. Senden istifade edebilmek için bir müddet misafirin olmak istiyorum. Âbid, [çok ibadet eden], şeytana bir oda verdi. Şeytan bir odaya çekilip yiyip içmeden ve uyumadan beş-on gün ibadet eder göründü. Âbid, hayret içinde dedi ki: - Ey yabancı, aç, susuz ve uykusuz uzun müddet böyle nasıl ibadet edebiliyorsun? - Çok günahkârdım. Tevbe ettim. İbadet kuvvetini tevbemden alıyorum. - Aynı şeye kavuşabilmek için tevbe etmek şartı ile, hangi günahı tavsiye edersin? Şeytanın tuzakları 423 www.dinimizislam.com Şeytan, bir adam öldürmesini söyledi. Âbid kabul etmedi. Zina teklifine de razı olmadı. Şarabı diğerlerine göre hafif gördüğü için, içip, sarhoş oldu. Şeytan, hemen âbidi kötü bir kadınla tanıştırdı. Âbid kadınla beraberken, kadının kardeşine haber verdi. Kardeşi sarhoşu döverken, âbid, kadının kardeşini bıçaklayıp öldürdü. Şeytan, hemen zaptiyeye haber verdi. Sarhoş suçüstü yakalanıp adalete teslim edildi. Neticede idama mahkum oldu. Asılacağı sırada şeytan, kendisine secde ederse kurtaracağını söyledi. Âbid, elleri bağlı şekilde nasıl secde edeceğini sordu. Şeytan, (Gözlerinle olsa da yetişir) dedi. Âbid gözleriyle secde ederken idam edildi. Menkıbedeki âbid, ilmi az olduğu için, günahı küçük görüp felakete maruz kalmış ve Allahü teâlâdan yardım isteyeceği yerde, şeytandan, medet bekleyerek imansız gitmiştir. *** Bir kere Abdülkadir Geylani hazretleri çölde giderken, gaipten şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkadir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım.” Bunun üzerine Abdülkadir Geylani Euzü çekti. "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım. Sus ey melun!" diye bağırdı. Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkadir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun. Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım" dedi. Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helal ettim, sözünden anladım. Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez" buyurdu. *** İlimsiz amel sapıklıktır, amelsiz ilmin de vebali büyüktür. Hadis-i şerifde buyuruldu ki: (İlmi ile amel etmeyen âlim, kıyamette en şiddetli azaba düçar olur.) [Beyheki] Âlimler hariç, insanlar helak olmuştur. İlmiyle amel edenler hariç, âlimler de helak olmuştur. İhlas sahipleri hariç, ilmiyle amel eden âlimler de aldanmıştır. (Sehl bin Abdullah) İhlas, her işte Allahü teâlânın rızasını gözetmek, kötülükleri gizlediği gibi, iyilikleri de gizlemek, övülünce sevinmemek, kötülenince üzülmemek, riyadan uzak olmaktır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İhlas ile amel etmek, az da olsa yetişir.) [Hakim] İmam-ı Rabbani hazretleri, (Ebedi saadete kavuşabilmek için ilim, amel ve ihlas muhakkak gerekir) buyurmaktadır. Sual: Çok ibadet etmek için ne yapmak gerekir? CEVAP 424 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, muhakkak çok ibadeti değil, ihlaslı ve az da olsa devamlı olan ibadetleri makbul saymaktadır. Kur'an-ı kerimde Cenab-ı Hak, (Salih amel) işleyenleri övüyor. Salih, yani ihlaslı ameli tavsiye ediyor. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Amelin halis ise, azı da sana yeter.) [Deylemi] (Allahü teâlâ, ancak ihlaslı olan ameli kabul eder.) [Nesai] Demek ki ilim sahibi kimsenin, az da olsa ihlaslı amel etmesi kâfidir. Ancak devamlı olması da gerekir. Çünkü hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Allah indinde amellerin en kıymetlisi, az da olsa, devamlı olanıdır.) [Buhari] İhlâs ne demektir? Sual: İslam Ahlakı kitabında, (İhlâs, ibadetleri, Allah emrettiği için yapmaktır) deniyor. Zaten herkes, Allah emrettiği için yapmıyor mu? CEVAP O cümlenin devamında açıklanıyor. İhlâs, ibadetleri, sırf Allah rızası için, başka hiçbir menfaat düşünmeden, onun emri olduğu için yapmaktır. Başka bir menfaat düşünülünce ihlâsı zedeler. Mal, mevki, hürmet, şöhret kazanmak için yapılan ibadete riya karışmış olur. Böyle ibadete sevab verilmez. Günah olur, azap yapılır. Demek oluyor ki: 1- İbadetler, Allahü teâlâ emrettiği için yapılmalı, 2- Onun rızasından başka, maddi, manevi hiçbir menfaat gözetilmemeli, 3- Her ibadet severek, beğenerek yapılmalıdır. Biri noksan olursa Sual: (İslamiyet’e tam uyabilmek, ilim, amel ve ihlâsla olur) deniyor. Bunlardan biri noksan olursa İslamiyet olmaz mı? CEVAP Üçünü ayrı ayrı açıklayalım: İlim, dinimizin emirlerini ve yasaklarını öğrenmektir. Amel, öğrendiklerini tatbik etmektir İhlâs, bunları yalnız Allah rızası için yapmaktır. Bu üçünü yapan İslamiyet’e uymuş olur. İlim ve ihlâs var; fakat o ilimle amel etmiyorsa ne kıymeti olur? Mesela ilacın hastalığına şifa verdiğini biliyor; ama ilacı kullanmıyor. O ilacın ne faydası olur? Amel yoksa, ilmin o kimseye faydası olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Amelsiz âlim, mum gibidir, kendini yakar, insanları aydınlatır.) [Bezzar] 425 www.dinimizislam.com İlim ve amel var; fakat ihlâs yoksa yani Allah rızası için değilse, gösteriş içinse yine kıymeti olmaz. İhlâslı olması şarttır. İhlâssız amel sahte para gibidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâ, ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.) [Dâre Kutni] İhlâs ve amel var; fakat ilim yoksa bid’at işler, hurafelere dalar, yaptığı amel işe yaramaz. Onun için, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurulmuştur. İki hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlâ, ilimsiz ameli kabul etmez.) [B. Arifin] (İlimle az amel faydalı olur, ilimsiz çok amelin kıymeti olmaz.) [Deylemi] Şair de diyor ki: İlimsiz ve ihlâssız Cennet bulunur mu hiç? Amelsiz ilim ile âlim olunur mu hiç? Dinimize uymak için Sual: Dinimize severek uymak için ne lazımdır? CEVAP İslamiyet’e severek uymak için, ilmin yanında, bir de ihlâs lazımdır. İhlâs, işleri, ibadetleri, Allahü teâlâ emrettiği için yapmak, başka hiçbir menfaat düşünmemektir. Kalbde ihlâs hâsıl olması, kalbin zikretmesiyle, yani Allah ismini çok söylemesiyle olur. Dünya düşüncesi hiç kalmazsa, kalb kendiliğinden zikretmeye başlar. Şişedeki su boşalınca, havanın şişeye kendiliğinden, hemen girmesi gibidir. İslamiyet’e uymak, kalbi kuvvetlendirdiği gibi, nefsi zayıflatır. Bu sebeple nefs, kalbin İslamiyet’e uymasını, Mürşid-i kâmilin sohbetinde bulunmayı, kitaplarını okumayı istemez. Dinsiz, imansız olmasını ister. Akıllarına uymayıp, nefslerine uyan kimseler, bunun için, dinsiz olmaktadır. Nefs ölmez; fakat gücü kuvveti kalmayınca, kalbi aldatamaz. Nefs, bedene tatlı gelen şeylere düşkündür. Bunların iyi, kötü, faydalı, zararlı olduklarını düşünmez. İstekleri, İslamiyet’in emirlerine uygun olmaz. İslamiyet’in yasak ettiği şeyleri yapmak, nefsi kuvvetlendirir. Daha kötüsünü yaptırmak ister. Kötü, zararlı şeyleri, iyi gösterip, kalbi aldatır. Kalbe bunları yaptırarak, zevklerine kavuşmak için çalışır. Kalbin nefse aldanarak, kötü huylu olmaması için, dinimizin emir ve yasaklarına uyarak kalbi kuvvetlendirmek ve nefsi zayıflatmak lazımdır. Aklı kuvvetlendirmek, İslam bilgilerini okuyup, öğrenmekle olduğu gibi, kalbin kuvvetlenmesi, yani temizlenmesi de, dinimizin emir ve yasaklarına uymakla olur. (İslam Ahlakı) Amelsiz ilim - ilimsiz amel 426 www.dinimizislam.com Sual: Bir arkadaşa kitap verdim. (Bilerek yapmamak daha büyük günah olur, ben dinimi öğrenmek istemiyorum) dedi. (Amel edilmeyen ilim vebaldir. Bilerek yapmamak daha büyük günah olur) buyuruluyor. Bundan dolayı dinimizi öğrenmemek mi gerekiyor? CEVAP Dinini öğrenmemek daha büyük günah olur. Çünkü (Dinini bilmeyenin dini yoktur) buyuruluyor. Amel edilmeyen ilim vebaldir, fakat ilim öğrenmemek bundan daha büyük vebaldir. Onun için, (Amelsiz ilim vebal, ilimsiz amel sapıklıktır) buyurulmuştur. Bunun için, amel edemem diye düşünerek kitap okumamak, ilim öğrenmemek, asla uygun değildir. Öğrenmesi farz olan şeyi öğrenmemek, ayrı bir günah olur. Bir hadis-i şerif meali: (Aynı günahı işleyen âlime bir, cahile iki günah yazılır. Âlim, yalnız günahının cezasını; cahilse, hem günahının, hem de o meseleyi öğrenmemenin cezasını çeker.) [Deylemi] O hâlde kitap okumayı, ilim öğrenmeyi ihmal etmemeli. Dinini bilmeyen, nasıl doğru Müslüman olur ki? İlimden kaçmanın hiçbir mazereti olmaz. Neşe ile ibadet yapmak için Sual: Bedeni ve zihni yorgunluğu gidererek, daha rahat ibadet yapmak maksadıyla, mubah şeylerle uğraşmak caiz midir? CEVAP Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İbadetleri takat getireceğiniz kadar yapınız. Neşe ile yapılan ibadetin kıymeti çok olur.) [Nesai] Beden istirahat edince, ibadetler zevk ile yapılır. Beden ve zihin yorgun iken yapılan işten usanç hasıl olur. Yorgunluğu gidermek için, ara sıra mubah olan şeylerle, bedene neşe getirmelidir! Bu neşeyi hasıl etmek için, nefsin mubahlardaki arzularını, ihtiyaç olduğu kadar yerine getirmek gerekir. Böyle yapmak, İslamiyet’e uymak olur. İmam-ı Gazali hazretleri buyuruyor ki: (Çok ibadet yapınca, beden yorulur. Hareket etmek istemez. Bu zaman uyumakla veya salihlerin hayat hikayelerini okumakla yahut mubah olan eğlencelerle bedeni neşelendirmeli! Böyle yapmak, usanarak ibadet yapmaktan efdaldir.) 427 www.dinimizislam.com İki kat sevap alanlar Sual: Bir ibadeti yapınca herkes bir sevap alırken iki sevap alan kimseler de olur mu? CEVAP Evet vardır. Aynı ameli işleyen kimseden Eshab-ı kiram daha çok sevap alır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Yemin ederim ki, bir kimse, Uhud dağı kadar altın sadaka verse, eshabımdan birinin bir avuç kadar arpa sadakasının sevabına kavuşamaz.) [Buhari] İhlası çok olanın aldığı sevap da çok olur. İki kat sevap alanlar çoktur. Bu konudaki hadis-i şeriflerden bazıları şöyledir: (Şunlar amellerine karşılık iki sevap alırlar: 1- Resulullahın ezvâc-ı tahiratı [müslümanların anneleri olan temiz hanımları], 2- Ehl-i kitap [kitaplı kâfir] iken tevbe edip müslüman olanlar, 3- Köle olan, hem Allahü teâlânın hem de efendisinin hakkını ödediği için.) [Buhari] (Akrabaya verilen sadakanın sevabı iki kat olarak verilir. Yani hem sadaka ve hem da sıla-i rahim sevabı kazandırır.) [Taberani] (İkindi namazı, sizden önceki ümmetlere de farz idi, fakat onlar bunu terk ettiler. Bu namaza devam edene iki kat ecir vardır.) [Müslim, Nesai] Cuma günü yapılan ibadetlere en az, iki kat sevap verilir. Cuma günü işlenen günahlar da, iki kat yazılır. (Riyad-ün-nasihın) Her günahtan sonra, hemen tevbe etmek farzdır. Tevbeyi bir saat kadar geciktirince, günah iki kat olur. (Hak Sözün Vesikaları) Resulullah efendimize verilecek sevaplar, diğer Peygamberlere verilecek sevaplardan kat kat fazladır. Makbul bir ibadet ve hayırlı bir iş işleyene verilen sevap kadar bunun hocasına da verilir. Hocasının hocasına dört misli, onun hocasına sekiz misli, onun da hocasına onaltı misli olmak üzere, Resulullaha kadar her hocaya talebesinin iki misli sevap verilir. Mesela, yirminci hocasına 524288 sevap verilir. Resulullaha, ümmetinin her iyi işi için sevap verilir. Muhammed aleyhisselama verilecek olan sevapların sayısı, bu hesaba göre düşünülürse, hepsinin miktarını Allahü teâlâdan başka kimse bilmez. Selefi salihinin, sonra gelenlerden daha efdal, daha üstün oldukları bildirildi. Sevap sayısı bakımından bu üstünlük meydandadır. (Herkese Lazım Olan İman) 428 www.dinimizislam.com (Bir hayrın yapılmasına yol gösteren onu yapan gibidir) mealindeki hadis-i şerife göre, sadakayı açıktan vermek, iyiliği açıkça yapmak iki kat sevap olur. Birisi, sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevabıdır. Bir hadis-i şerif meali: (Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir. Ancak, örnek olmak için, teşvik etmek için açıktan verilen sadaka gizli sadakadan efdaldir.) [Deylemi] Riya korkusu olursa sadakayı gizli vermek daha sevaptır. (Ya Resulallah, hangi sadaka daha faziletlidir?) diye sorulunca, (Az maldan gizli verilen sadaka) buyurup, (Eğer sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz, sizin için daha hayırlıdır) mealindeki âyet-i kerimeyi okudu. (Taberani) Bir iyiliğe çok sevab Sual: S. Ebediyye’de, (Cuma günü yapılan ibadetlere, en az iki kat sevab verilir. Cuma günü işlenen günahlar da, iki kat yazılır) diyor. Günahlar niye iki kat yazılıyor? CEVAP Bu, cuma gününün faziletindendir. Bir şeyin kıymeti ne kadar çoksa, ona saygısızlık yapmanın günahı o kadar büyük olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Allah’a cuma günü işlenen iyilikten daha kıymetli hiçbir iyilik yoktur. Allah’ın cuma günü işlenen kötülükten daha çok kızdığı hiçbir kötülük yoktur.) [Ebu Muzaffer] Sokakta günah işlemek günahtır, camide işlenirse daha çirkin olur. Hele Kâbe’de işlenirse daha büyük olur. İşlenen aynı günah, işleyene ve işlenen yere göre de değişir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Komşu kadına, arkadaş hanımına şehvetle bakmak, yabancı kadına bakmaktan on kat daha günahtır. Evli kadınlara bakmak, kızlara bakmaktan bin kat daha günahtır. Zina günahları da böyledir.) [Taberani] Demek ki, aynı günah yapılan yere ve şahıslara göre değişiyor. Bunun dışında ise, Cenab-ı Hak iyiliklere kat kat sevab verirken günahlara kat kat vermiyor, bir günahı bir günah olarak yazıyor. Bu konudaki hadis-i şeriflerden birkaçının meali şöyledir: (Müslümanın her iyiliği için, on katından yedi yüz katına kadar sevab yazılır. Her günahı için ise bir misli yazılır.) [Müslim] (Her iyilik için on mislinden yedi yüze kadar sevab yazılır. Her kötülük ise, bir misli yazılır. Allah onu affederse hiç yazılmaz.) [Buhari, Müslim] 429 www.dinimizislam.com (Rabbiniz, rahimdir. Bir iyilik yapmak isteyip de yapamayana, bir sevab yazar. Yapana on mislinden yedi yüz misli veya daha fazla sevab yazar. Kötülüğü isteyip de yapmayana bir sevab, yapana ise bir günah yazar, dilerse onu affeder.) [Taberani] (Allahü teâlâ buyuruyor ki: Bir iyilik yapmak isteyip de, yapamayan kuluma, bir sevab yazarım. Yaparsa on mislinden yedi yüz misline kadar sevab yazarım. Bir kötülük düşünüp de yapmayana bir şey yazmam. Yaparsa sadece bir günah yazarım.) [Buhârî] Dört âyet-i kerime meali de şöyledir: (Hasene ile [salih amelle] gelene, [en az] on kat sevab verilir. Seyyie ile [günahla] gelen de, misliyle yani günahı kadar cezalanır. Hiçbiri haksızlığa uğratılmaz.) [Enam 160] (Hasene ile [salih amelle] gelene, ondan daha iyi bir mükâfat verilir. Seyyie ile [günahla] gelen de, sadece yaptığı kadar ceza görür.) [Kasas 84] (Malını Allah yolunda harcayanın hâli, her başağında yüz tane bulunan yedi başaklı bir tohuma benzer. Allah dilediğine daha fazla da verir.) [Bekara 261] (Allah, [kötülüğün cezasını adaletle verir] zerre kadar haksızlık etmez, zerre kadar iyiliğin sevabını da kat kat artırır ve ayrıca büyük mükâfat verir.) [Nisa 40] Allahü teâlâ, sevabı kat kat vermekle ve günahları affetmekle kalmıyor. Günahlarını sevaba çevirdikleri de vardır. Bir âyet-i kerime meali de şöyledir: (Tevbe edip iman eden ve salih amel işleyenlerin günahlarını sevaplara çeviririm. Allah gafur-ür-rahimdir, çok affedici ve çok merhametlidir.) [Furkan 70] İbadetlerin hikmetleri Sual: Musa Carullah (Fıkıh kitapları yazılırken ibadetlerde, azabı ve sevabı esas tutarak İslamiyet'i sosyal bir din olmaktan mahrum bırakmışlar. Şu çok günah diyecek yerde, ibadetlerin faydalarını, hikmetlerini anlatsalardı, sevap ve azap yerine, akıl ve zekâyı koysalardı, İslamiyet sosyal bir din olmaktan mahrum olmazdı) diyor. Bu sözde doğruluk payı yok mu? CEVAP Musa Carullah reformcudur, dini değiştirmek istiyor. Onun sözünün hiç önemi olmaz. 430 www.dinimizislam.com İbadetlerin dünyevi faydalarını, hikmetlerini, Allahü teâlâ kasten bildirmedi. O zaman faydasını anlayıp emri yapınca, Allah'ın emri için değil, o ibadetin faydası için yapılmış olur. Bu da ibadet olmaz. Sadece ibadet değil, iman bile böyledir. İslam âlimleri imanı şöyle tarif ediyorlar: İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği dini, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan tasdik etmek yani kabul edip, beğenip, inanmaktır. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. Tam olmayınca, iman olmaz. Allahü teâlâ mealen buyuruyor ki: (O muttakiler gayba [görmeden Resulümün bildirdiği her şeye] iman ederler.) [Bekara 3] Allahü teâlânın Resulü de buyuruyor ki: (Dini [dinin emir ve yasaklarını] aklı ile ölçenden daha zararlısı yoktur.) [Taberani] Nazara yani göz değmesine inanmayan bir kimse, (Bugün fen, gözle görülemeyen şuaların iş yaptığını açıklıyor. Mesela bir kumanda ile TV’yi, radyoyu veya arabamızı açıp kapatabiliyoruz. Bunun için gözlerden çıkan şuanın zarar verebileceğine artık inanıyorum) dese bunun kıymeti olmaz. Çünkü bu insan dine değil, kumandadan çıkan şuaya inanıyor. Yahut şua ile birlikte Peygambere inanıyor. Yani fen kabul ettiği için, şuaların etkisini gözü ile gördüğü için inanıyor ki bu iman olmaz. Dinde bildirilen her şeyi, fen ispat edemese de, fayda veya zararını gözü ile görmese de, yine inanmak lazımdır. Hakiki iman gayba inanmaktır yani görmeden inanmaktır. Gördükten sonra artık o iman olmaz. Gördüğünü itiraf etmek olur. İslamiyet'e uymaya, ibadet etmek denir. Müslümanlar, Allahü teâlâ emrettiği için, vazifeleri olduğu için ibadet eder. İslamiyet'in emirlerinde ve yasaklarında, kulların dünyaları ve ahiretleri için nice faydalar bulunmakla beraber, ibadet ederken, Allahü teâlânın emri olduğunu, kulluk vazifesi olduğunu niyet etmek, düşünmek lazımdır. Böyle düşünmeden yapılan iş, ibadet olmaz. Din ile ilişiği olmayan basit bir iş olur. Mesela, namaz kılan kimse, Allahü teâlânın emrini yerine getirmeyi ve kulluk vazifesini yapmayı niyet etmeyip, namazın bir jimnastik, beden terbiyesi olduğunu düşünerek kılarsa, namazı sahih olmaz. İbadet yapmış olmaz. Spor yapmış olur. Oruç tutanın da, yalnız mideyi dinlendirmeyi, perhiz yapmayı düşünmesi, orucun sahih ve makbul olmamasına sebep olur. Muharebe eden, canını tehlikeye koyan bir Müslüman da, Allah’ın dinini 431 www.dinimizislam.com kuvvetlendirmek, İslamiyet'i yeryüzüne yaymak ve İslam düşmanlarını kırmak için değil de, şan ve şeref, mal ve rütbe için dövüşürse, ibadet yapmış olmaz. Cihad sevabı kazanmaz. Ölürse şehit olmaz. Haram olduğu için değil de, bedenine zarar verdiği için alkollü içkileri bırakan adam sarhoşluk günahından kurtulamaz. Frengi, belsoğukluğu ve AIDS gibi hastalıklara yakalanmamak için, zinadan sakınan kimse de, İslamiyet'te, afif, temiz sayılmaz. Çünkü bunlar haram için tevbe etmemişlerdir. İbadetleri âdetten ayırmak için, dünya menfaatlerini yani ibadetlerin ne gibi bize dünya faydası getireceğini düşünmemek şarttır. Allah için ve ahiret menfaati için yapılan şeyler, ibadet olur. Dünya menfaati için yapılan şeyler, âdet sayılır. İbadet etmek, dünya menfaatleri üzerine kurulmaz. Üç ayet-i kerime meali: (Ahiret için çalışanların kazançlarını arttırırız. Dünya menfaati için çalışanlara da, [sağlık, para,şöhret gibi] dünya nimetlerini veririz. Ama, ahirette bunların eline bir şey geçmez.) [Şura 20] (Menfaatleri ve lezzetleri çabuk geçen, tükenen dünyayı isteyenlerden, dilediğimize, istediğimizi veririz. Ahiret menfaatleri için çalışan müminlerin mükafatları boldur.) [İsra 18,19] (Yalnız dünya için yaşamak, eğlenmek isteyenlerin çalışmalarının karşılığını, hiçbir şey esirgemeden [sağlık, para, makam, şöhret gibi] bol bol veririz. Bunlara ahirette yalnız Cehennem ateşi vardır. Emekleri hep boşa gider. Yalnız dünya için yaptıkları işlerine, ahirette bir karşılık verilmez.) [Hud15, 16] Üç hadis-i şerif meali de şöyledir: (Her iyilik, niyetine göre değerlendirilir.) [Buhari] (Allah’tan başkası için kim ne işledi ise, karşılığını git ondan iste denilecektir.) [İbni Mace] (Allahü teâlâ, ahiret için yapılan iyiliklere dünyada da mükafat verir. Fakat, yalnız dünya için yapılan işlere ahirette hiç mükafat vermez.) [Faideli Bilgiler] Dinin emir ve yasaklarının ahiretteki faydalarıyla birlikte dünyadaki faydalarını, sosyal iyiliklerini de düşünmek yasak değildir. Hatta, bu faydaları, zamanın yeni bilgileri ile açıklayarak anlatmak, din adamlarının vazifesidir. Fakat, bu işin yeri, fıkıh kitapları değildir. Çünkü fıkıh ilmi, Müslümanlara dini vazifelerini öğretir. Usul-i fıkıh da, bu vazifelerin dört ana kaynaktan nasıl çıkarıldığını gösterir. İslamiyet üzerine yürütülecek sosyal düşüncelerin ise Müslümanlardan ziyade, din düşmanlarına karşı bir savunma silahı ve yarış aracı olarak hazırlanması gerekir. İslamiyet’in emir 432 www.dinimizislam.com ve yasaklarının, dünyada olan faydalarını ve iyiliklerini Müslümanların da bilmesi elbette faydalıdır. Ancak, Müslümanların yalnız bilmekte kalması lazım olup, ibadetleri dünya faydaları üzerine bina etmek derecesine gelmemelidir. Böyle olursa, ibadetler bozulur. İslamiyet'in istediği vazifelerde dünya için ne kadar fayda bulunursa bulunsun, bunları yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için ve ahirette, azaptan kurtulmak için yapmak lazımdır. Böyle niyet olunca, dünya faydalarının ayrıca düşünülmesi de, zarar vermez. Dinin emir ve yasaklarının dünyadaki faydaları, iyilikleri pek açık olmasına rağmen, Cennet ve Cehenneme inanan, dünya menfaatlerini hatırına bile getirmez. Ahiretteki sonsuz saadetler ve sonsuz felaketler karşısında dünyanın gelip geçici zevk ve acılarının zaten hiç değeri yoktur. İnsanların, sağlam ve rahat, neşeli yaşamaları ve ahirette sonsuz mutluluğa kavuşmaları için Allahü teâlâ, insanlara gerekli bütün nimetleri yarattı. Bunlardan nasıl yararlanacağımızı, nasıl kullanacağımızı, Peygamberleri aracılığı ile gönderdiği kitaplarında bildirdi. Bu bilgilere Din denir. İslamiyet’in koyduğu kurallar, sadece ahirette değil, dünyada da rahat içinde yaşamaya sebep olur. Bir ateist bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat ve huzur içinde olur. Mesela, bir eczanede yüzlerce ilaç vardır. Her ilacın kutusunda tarifesi vardır. İlacı, tarifeye uygun kullanan, yararını, tarifeye uymayan zararını görür. Yeni bir makine, cihaz imal edilince, içine prospektüsü [tanıtım yazısı, tarifesi] konur. O cihazı yapan, aletin sağlıklı çalışabilmesi için nelere dikkat edilmesi gerektiğini bilir. İnsanları yoktan yaratan da, onun sağlıklı çalışabilmesi için ne yapması gerektiğini elbette bilir. Kur’an-ı kerimde, (Yaratan hiç bilmez mi?) buyuruluyor. (Mülk 14) İşte İslam ahlakına uygun yaşayan insan, inanmasa bile Allah’ın yarattığı nimetlerden fayda görür. Branşında uzman olan bilim adamı, incelediği zaman İslamiyet’in o hususta bildirdiği kuralın faydalarını bulur. Yabancı bir bilim adamı diyor ki: (Namazdaki hareketler beden için çok faydalı jimnastik hareketleridir. Gün gelecek, doktorlar bunu reçetelerine yazacaklardır.) Oruç, zekât, sadaka [yardımlaşma], sünnet olmak, temizlik, az yiyip az içmek, az uyumak, istişare, kanaat, tevekkül, sabır, kul hakkı, adalet için yazılıp çizilenleri çok kişi biliyor. Bunların tam ve en iyi şekli İslam ahlakında vardır. Bir ateist bile bunları uygulasa dünyada faydasını görür. Müslüman olarak uygularsa, o zaman kalbinde sevgiden hasıl olan Allah korkusu da olacağı için, hiç kimse olmasa bile, hiç kimse anlamasa bile, hiç 433 www.dinimizislam.com kimse yakalayamasa bile, bu kurallar dışına çıkmaz, başkasına zarar vermez. Veriyorsa, sevgisinde, kusur var demektir. Bunun suçu da kurallarda değil, kendisindedir. İbadet kul için dünyada ve ahirette fayda, haram da zarar demektir. Buna rağmen emir ve yasakları fayda ve zarar üzerine bina etmeye çalışmak, Allah’a ve Resulüne yani dine inanmamak hastalığından ileri gelmektedir. Zaten imtihan buradadır. Kim Allah için yapacak, kim nefsi için yapacak? En faziletli şeyler Sual: En faziletli şeyler nelerdir? Bu konuda hadis var mıdır? CEVAP Evet, çok hadis-i şerif vardır. Ancak, hadis-i şeriflerle amel etmek bizlere caiz değildir. Yanlış anlamaya sebep olabilir. Lüzumlu dini bilgiler, fıkıh kitaplarından öğrenilir. Bir şeyin kıymetli olması, hâle, zamana ve kişinin durumuna da bağlıdır. Onun için, (En faziletli şey şudur) diye kesin bir şey söylenemez. Peygamber efendimiz, en faziletli şeyi, soranların hallerine ve içinde bulunulan şartlara göre bildirmiştir. Mesela yiyeceklerin bol bulunduğu; fakat suyun bulunmadığı yerde, susuzluktan yanan kimseye bir bardak su vermek, fırın dolusu ekmek vermekten daha makbul olur. Vahşi hayvanların veya düşmanların saldırısına veya tehlikeli bir hastalığa maruz kalan kimsenin, ölümden kurtulmasına sebep olmak, ona yapılacak diğer iyiliklerden daha kıymetlidir. Faziletli şeylerin bazıları, hadis-i şeriflerde şöyle bildiriliyor: (En faziletli amel, imandır. En faziletli iman, Allah’ı hatırından çıkarmamaktır.) [Taberani] (En faziletli amel, Allah için sevmek, Allah için buğz etmektir.) [İ. Ahmed] (En faziletli amel, namazdan sonra, ana babaya iyilik etmektir.) [Müslim] (En faziletli amel, namazdan sonra, zekâttır.) [Taberani] (En faziletli amel, zikirdir. En faziletli zikir ise, La ilahe illallah demektir.) [Taberani] (En faziletli amel, Allah’a hüsnü zandır.) [Begavi] (En faziletli amel, helal kazançtır.) [İbni Lâl] (En faziletli amel, selamlaşmayı yaymaktır.) [Berika] (En faziletli amel, Kur’an okumaktır.) [İbni Kani] (En faziletli amel, sıkıntıya sabretmektir.) [Tirmizi] 434 www.dinimizislam.com (En faziletli amel, iyi niyetli olmaktır.) [Hâkim] (En faziletli amel, nefse zor gelendir.) [İ. Gazali] (En faziletli amel, herkes uykudayken, gece namaz kılmaktır.) [C. Yolu] (En faziletli amel, vaktinde kılınan namazdır.) [Ebu Davud] (En faziletli amel, bir müminin ayıbını örtmek, karnını doyurmak veya bir ihtiyacını karşılamak suretiyle onu sevindirmektir.) [İsfehani] (En faziletli amel, seni yoklamayanı yoklamak, seni mahrum edene vermek, sana kötü muamele edene af ile muamele etmektir.) [İ. Ahmed] (En faziletli amel, aç olan fakiri doyurmak, borcunu ödemek veya bir sıkıntısını gidermektir.) [Taberani] (En faziletli mümin, Allah’ı çok anandır.) [Tirmizi] (En faziletli mümin, fakir diye değer verilmeyendir.) [Deylemi] (En faziletli mümin, görülünce Allah’ın hatırlandığı kişidir.) [Hâkim] (En faziletli mümin, yokken aranıp sorulmayan, hazırken itibar görmeyendir.) [Ebu Nuaym] (En faziletli mümin, dini uğruna yurdunu terk eden garip kimsedir.) [İbni Mace] (En faziletli mümin, az yiyip, bedeni hafif olandır.) [Deylemi] (En faziletli mümin, çoluk çocuğuna faydalı olandır.) [Taberani] (En faziletli mümin, herkesin, elinden, dilinden selamette olduğu kişidir.) [Müslim] (En faziletli mümin, ömrü uzun, ameli güzel olandır.) [Tirmizi] (En faziletli mümin, hanımına, en iyi, en lütufkâr davranandır.) [Tirmizi] (En faziletli mümin, hayrı umulan, şerrinden emin olunandır.) [Tirmizi] (En faziletli mümin, kanaat eden, en kötüsü de aç gözlü olandır.) [Kudai] (En faziletli mümin, kendisiyle kolay uyum sağlanandır.) [Beyheki] (En faziletli mümin, Kur’anı öğrenen ve öğretendir.) [Buhari] (En faziletli mümin, borcunu en güzel şekilde ödeyendir.) [Nesai] (En faziletli mümin, ahlakı en güzel olandır.) [Buhari] (En faziletli mümin, yemek yedirendir.) [Hâkim] (En faziletli mümin, geç kızıp, tez yatışandır. En kötüsü de, tez kızıp, geç yatışandır.) [Tirmizi] (En faziletli mümin, dünyası için ahiretini, ahireti için dünyasını terk etmeyendir.) [Hatib] 435 www.dinimizislam.com (En faziletli mümin, sabırlı, cömert ve hoşgörülü olandır.) [Deylemi] (En faziletli mümin, en akıllı olandır.) [İ. Gazali] (En faziletli mümin, malıyla, canıyla Allah yolunda cihad edendir.) [Buhari] (En faziletli mümin, hikmetli bir sözü öğrenip başkasına öğretendir.) [İbni Asakir] (En faziletli sadaka, ilim öğrenip, başkasına da öğretmektir.) [İbni Mace] (En faziletli sadaka, su vermektir.) [Nesai] (En faziletli sadaka, aç bir canlıyı doyurmaktır.) [Beyheki] (En faziletli sadaka, iki kişinin arasını bulmaktır.) [Taberani] (En faziletli sadaka, dilini tutmaktır.) [Deylemi] (En faziletli sadaka, gizli verilendir.) [Taberani] (En faziletli sadaka, kin güden yakınına verilendir.) [Taberani] (En faziletli cihad, Allah yolunda, nefsle yapılandır.) [Ebu Davud] (En faziletli cihad, farzları ifa etmektir.) [İ. Ahmed] (En faziletli cihad, canıyla, malıyla müşriklerle mücadeledir.) [Nesai] (En faziletli kazanç, el emeğiyle kazanılandır.) [Ahmed] (En faziletli sure, Fatiha’dır.) [Hâkim] (En faziletli namaz, farzlardan sonra, teheccüd namazıdır.) [Müslim] (En faziletli namaz, Cuma günü, cemaatle kılınan sabah namazıdır.) [Beyheki] (En faziletli tesbih, “Sübhanallahi velhamdülillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber”dir.) [Müslim] (En faziletli ibadet, fıkıh öğrenmektir.) [Taberani, Ebu-ş-şeyh] (En faziletli ibadet, duadır.) [Hâkim] (En faziletli dua, Arefe günü yapılanıdır.) [Beyheki] (En faziletli dua, af ve afiyet dilemektir.) [Tirmizi] (En faziletli vakit, gecenin ikinci yarısıdır.) [Taberani] (En faziletli isim, Abdullah ve Abdurrahman’dır.) [Müslim] (En faziletli söz, doğru olan sözdür.) [Buhari] (En faziletli yerler, camilerdir. En kötü yerler de, çarşı pazarlardır.) [Taberani] (En faziletli oruç, Davud aleyhisselamın orucudur. O, bir gün tutar bir gün yerdi.) [Müslim] (En faziletli iman, kadere rızadır.) [Ebu Nuaym] 436 www.dinimizislam.com (En faziletli huy, kimse zarar görmesin diye susmaktır.) [İbni Mübarek] (En faziletli yemek, üstüne çok elin uzandığı yemektir.) [Taberani] (En faziletli söz, “Sübhanallahi ve bihamdihi” demektir.) [Müslim] (En faziletli ev, içinde yetime ikram edilen evdir.) [Beyheki] (En faziletli hazine, saliha kadındır.) [Hâkim] (En faziletli iş, vasat [orta] olanıdır.) [Beyheki] (En faziletli arkadaş, Allah’ı anınca yardım eden, unutunca sana hatırlatandır.) [Hâkim] (En faziletli arkadaş, sözleri ilminizi artıran, ameli de ahireti hatırlatandır.) [Hâkim] (En faziletli kadın, namusunu koruyan, gözü dışarıda olmayandır.) [Deylemi] (En faziletli kadın, kendisini kocasına sevdiren, onunla hoş geçinen ve uyum içinde olandır. En kötüsü de, açılıp saçılan, böbürlenendir.) [Beyheki] Yedi sınıf insan Sual: Kıyamette, Allah’ın himaye edeceği yedi sınıf insan kimlerdir? CEVAP Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kendisinden başka himaye edenin bulunmadığı kıyamet günü, Allahü teâlâ, şu yedi sınıf insanı himaye eder: 1- Âdil idareci. 2- Allah’a ibadetle yetişen genç. 3- Namaz için gönlü camiye bağlı olan. 4- Arkadaşını Allah rızası için seven. 5- Güzel, zengin ve mevki sahibi bir kadın, kendisini davet edince, Allah’tan korkarak onu reddeden. 6- Sadakayı gizli [riyasız] veren. 7- Yalnızken Allah’ı anıp ağlayan.) [Buhari] Dinde zorluk yoktur Sual: Dinde zorluk yokken, Peygamber de, (Kolaylaştırın, güçleştirmeyin, müjdeleyin, nefret ettirmeyin) derken, ne diye, hep zorluk çıkarılıyor ki? Örneğin, güneş doğunca da namaz kılınabildiği halde, ne diye sabahın köründe namaz kılmaya zorlanır? Gündüz iş arasında namaz kılmaya zorlamak doğru mudur? Akşam eve gelince veya işe gitmeden önce hepsi kılınsa ne zararı olur ki? “96 gramdan fazla altının varsa zekât vermen, her yıl bir ay aç durman, diş dolgun varsa izin veren mezhebi taklit etmen gerekir” gibi sözler, zorluk çıkarmaktan başka nedir 437 www.dinimizislam.com ki? Zorla güzellik olur mu? Herkes kolayına geleni yapması daha uygun değil mi? CEVAP (Kolaylaştırın) sözü, dini kurallara aykırı olmadan, ruhsatlardan, izinlerden faydalanın demektir. Yoksa dini kural tanımayın demek değildir. (Dinde zorluk yok, kolaylık var) gibi sözleri art niyetli kimseler, silah olarak kullanıyorlar. Bu sözün doğrusu, (Allahü teâlânın bütün emirlerini yapmak kolaydır, zor bir şey emretmedi. Dini kuralların dışına çıkmadan, bazı emirlerde ruhsatlardan istifade edilir) demektir. Yoksa, (Kendimize güç gelen şeyleri, Allah affeder. Herkes kolayına geleni yapmalıdır. O, hepsini kabul eder) demek değildir. Sizin dedikleriniz kolaylık değil, bir kısmı dini hükümleri kabul etmemek, bir kısmı da dini değiştirmek olur. Her ibadetin vaktinde yapılması gerekir. İbadet yani kulluk, emredileni, emredildiği şekilde, emredildiği yer ve zamanda ve emredildiği kadar yapmaktır. Aklımıza uygun geleni veya bize kolay geleni yapmak yahut emirleri değiştirmek, kulluk değil; sahibine isyan etmek, Onun emirlerini beğenmemek olur. Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken, zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir. Zekat, oruç da dinin bildirdiği gibi yapılır. Kolaylık olsun diye kaldırılmaz. Dinimizin emirlerine uymak Sual: Dinin emrine uyularak yapılan bir iş, yanlış da olsa affoluyor mu? Mesela kıbleyi bilmesek, dinin emrine uyup araştırsak, sonra yanlış bir yöne dursak namaz sahih olur mu? CEVAP Evet, sahih olur. Dinin emrine uyularak yapılan iş, yanlış kabul edilmez, dinin emrine uyulduğu için doğru olur. Mesela kıbleyi bilmeyen, araştırmadan kılarsa, kıbleye rastlamış olsa bile, namazı kabul olmaz. Araştırıp kıbleden başka istikamete doğru kılsa da, namazı sahih olur, çünkü dinin emrine uyarak gerekli araştırmasını yapmıştır. Demek ki önemli olan, isabet ettirmek değil, dinin emrine uygun şekilde hareket etmektir. Birkaç örnek daha verelim: 1- Yiyecek ve içeceklerde şüphe edip yememek, vesvese olur. Haram veya necis olduğu kesin bilinmedikçe, temiz kabul edilir. Dinimizin emri, mutlaka helal veya temiz olanı bulmak değildir. Haram veya necis olduğu bilinmiyorsa yemek caiz olur. Bu kural bilinirse, dinin emrine uyulmuş ve 438 www.dinimizislam.com rahat edilmiş olunur. Yiyip içtiğimiz gıdalar şüpheli olsa da, dinin emrine uyulduğu için temiz kabul edilir. 2- Elbiseye necaset bulaşsa, bu yer unutulsa veya bulunamasa, tahmin edilen yer yıkansa temiz olur. Namazdan sonra meydana çıksa, namazı iade etmek gerekmez. (S. Ebediyye) Burada da emredilen, mutlaka necis olan yeri temizlemek değil, emre uyarak tahmin ettiği yeri yıkamaktır. 3- Ramazan ayının bitip Şevval'in başlaması, yeni hilalin doğmasıyla değil, görülmesiyle anlaşılır. Mesela, Ramazan 29 çekse ve 29. günü hilal, gerçekte doğduğu halde, hava bulutlu olduğu için görülemese, Ramazanın 30. günü gerçekte bayram olsa da, o gün oruç tutulur. Hâlbuki bayram günü oruç tutmak haramdır, ama dinin emrine uyulunca, o gün oruç tutmak haram olmuyor, aksine farz oluyor. Farzdan daha sevab olan nafile Sual: Farzın yanında, sünnet veya nafile ibadet denizde damla bile değilken, sünnet olan selam vermek, neden farz olan selam almaktan daha çok sevab oluyor? CEVAP İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Bu, istisna olan birkaç husustan biridir. İstisnalar şöyledir: 1- Selam vermek sünnet, almak ise farzdır. Selam almak terk edilirse, düşmanlığa ve dargınlığa sebep olacağı için vacibdir. Vacib burada farz anlamındadır. Selam vermek, sevgiyi ilk göstermiş olması yönüyle daha faziletlidir. [Selam vermekle, selam alanın farz işlemesine de sebep olunuyor.] 2- Bir fakire sadaka vermek veya ondaki alacağını ona bağışlamak, nafile bir ibadettir; fakat borcunu ödeyemeyen fakire, ödemesi için mühlet vermek, alacağını isteyip onu zor duruma sokup üzeceği için vacibdir. [Vacib burada da, farz anlamındadır.] Buna rağmen, fakirdeki alacağını bağışlamak, mühlet verme farzından daha sevabdır. 3- Vakit girmeden abdest almak mendub, vakit girdikten sonra abdest almak farzdır. Buna rağmen, vakit girmeden abdest almak, vakit girdikten sonra abdest almaktan daha çok sevabdır. Vakit girmeden abdest almak, namazı beklemek içindir. Namazı beklemekse, namaz içinde olmak gibi sevabdır. 4- Seferde Ramazan orucunu tutmak, farz değil, sünnettir; fakat seferde oruç tutmak sünneti, mukimken oruç tutmak farzından daha sevabdır. Yolcunun Ramazanda oruç tutması, evinde oturandan daha 439 www.dinimizislam.com meşakkatlidir. O halde onun orucu, sünnet olmakla beraber daha faziletlidir. 5- Cuma namazı için ezan okunduktan sonra, camiye gitmek farzdır. Ezandan önce gitmekse sünnettir. Bununla beraber, Cuma namazına erken gitmek, ezan okunduktan sonra gitmekten daha sevabdır. 6- Çok susamış veya çok acıkmış birisine, gücü yetenin, ihtiyacı kadar su veya ekmek vermesi vacib yani farzdır; ama buna daha çok su veya daha çok ekmek vermek mendubdur. Bu mendubu işlemek, farzı işlemekten daha çok sevabdır; çünkü fazla vermenin faydası daha çoktur. 7- Bir kimseye bir kurban vacib olduğu halde, iki kurban kesmesi daha sevabdır. Demek ki, bu istisna durumlarda nafilenin daha sevab olması, daha fazla faydası olması yönüyledir. (Redd-ül muhtar) Zayıf kavle uymak Sual: Ruhsatla ve zaruret halinde zayıf kaville amel etmek günah mıdır? CEVAP Günah değil caizdir. Bazen lazım da olabilir. Din kitaplarımızda şöyle bildiriliyor: 1- Kolaylıkları yapmak istemeyenin, nefsine muhalefet için, azimetleri bırakıp, ruhsatla amel etmesi iyi olur; ama bu, ruhsatları araştırmaya yol açmamalıdır. (Hadika) 2- Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, emirleri yaparken, sıkıntıya düşenler için bildirilmiş olan kolaylıkları yapmaktır. (F. Bilgiler) 3- Şeytan ruhsatları yaptırmak istemez. Mesela, mest üzerine mesh ettirmez. Ruhsatla amel etmelidir. (Hüsn-üt-tenebbüh) 4- Gerektiğinde en kolay fetvaya uymalıdır. Allahü teâlâ, kolay olanların yapılmasını istiyor; çünkü insanın zayıf yaratıldığını bildiriyor ve (Allah, size kolaylık ister, zorluk, güçlük istemez) buyuruyor. (Mektubat-ı Rabbani 3/22) 5- Din adamlarının, cemaatin anlayamayacakları şeyleri söylemeleri, fitne olur. Herkese, anlayabileceği kadar söylemeli. Yapamayacakları ibadetleri emretmemeli. Zayıf kavil olsa bile, yapabileceklerini söylemelidir. (Berika) 6- İbni Abidin hazretleri, (Suyla toprak karıştırılınca, bu ikisinden biri temizse, meydana gelen çamur temiz olur. Fetva da böyledir. Bu fetvaya zayıf diyenler varsa da, harac olduğu zaman, zayıf kaville amel edilir) buyurdu. Bir ihtiyacı karşılamak için hazırlanan kolonya, ispirtolu ilaçlar ve 440 www.dinimizislam.com boyalar, alkolle karıştırılan maddeleri temizse, karışımları da temiz olur. Bunun için, tentürdiyot ve kolonya, Hanefi’de temizdir. (İslam Ahlakı) 7- Başka mezhepteki bir imama uymanın sahih olması için, uyanın mezhebine göre, namazı bozan bir şeyin imamda bulunmaması gerekir. Esas kavil budur. İkinci kavle göre, imamın kendi mezhebine göre, namazı sahih olursa, uyanın mezhebine göre sahih olmasa da, buna uyması sahih olur. Bu ikinci kavil, her ne kadar zayıfsa da, harac olunca zayıf kavle uymak gerekir. (Hadika) Bu hükümlere rağmen, ruhsata veya zayıf kavle uymayı, günah veya tembellik gibi göstermemeli. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (Allahü teâlânın verdiği kolaylık ve ruhsatlardan faydalanın!) [Buhari] (Ruhsatlardan faydalanmayan, Arafat dağı kadar günah işlemiş olur.) [Taberani] (Allahü teâlâ, ruhsatla da amel edilmesini sever.) [Beyheki] Sahih olması için Sual: Yapılan bir ibadet sahih olmadığı halde, sonradan sahih olduğu veya sahih hale getirilebildiği durumlar olur mu? CEVAP Evet, bazı durumlarda olur. Birkaç örnek verelim: 1- Yaptığı bir ibadetin kendi mezhebine göre sahih olmadığını anlayan bir kimse, dört mezhepten birine göre şartlarını yerine getirdiğini anlarsa, ibadeti yaptıktan sonra da olsa, o mezhebi taklit ederse, yani bu ibadetimi şu mezhebe göre yaptım derse, geriye dönük olarak ibadeti sahih olur. Tekrar yapması gerekmez. Bu, Müslümanlar için bir rahmettir. 2- Başkasının hayvanını çalan veya gasp eden kimse, bunu kurban edemez; fakat gasp ettikten sonra da olsa, kıymetini öderse, yine geriye dönük olarak, kurban etmesi caiz olur. 3- Şarta bağlı bir adak adarken, o adağı yerine getirecek imkânı yoksa adak sahih olmaz; fakat şart yerine geldikten sonra imkânı olursa, geriye dönük olarak adak sahih olup, adağını yerine getirir. Kurtuluş için yedi geçit Sual: Salih Müslüman olarak yaşayıp, imanla ölmek için, neler yapmalı? CEVAP 441 www.dinimizislam.com Dinimizin emir ve yasaklarına riayet etmek gerekir. Şu yedi geçidi geçen, muradına kavuşur. Bu geçitler: 1- İlim, 2- Pişmanlık, 3- Eşkıya, 4Bela, 5- Sebep, 6- İhlâs, 7- Şükür. 1- İlim geçidi: İlimsiz bir şey olmaz. İlim öğrenmek herkese farzdır. İlim, gerçek bir rehberdir. İlim başlara taçtır, herkes ona muhtaçtır. Doğru ibadet yapabilmek, hakkı bâtıldan ayırmak için, ilim öğrenmek şarttır. İlmi bugün bir kişiden öğrenemeyeceğine göre, gerçek İslâm âlimlerinin yazdıkları muteber eserleri okuyup öğrenmek gerekir. İlim ve âlimler çok kıymetlidir. Birkaç hadis-i şerif meali: (Âlimle oturmak, yüzüne bakmak ibadettir.) [Hakim] (Âlimin nefesi zikir ve tesbihtir.) [Deylemi] (Allahü teâlâ cahilin bir günâhını affetmeden önce, âlimin kırk günâhını affeder.) [Ebu Nuaym, Hatib] (Âlimin iki rekât namazı, cahilin bin rekâtından daha hayırlıdır.) [Şirazi] (Âlimlerin uykusu ibadettir.) [İ. Gazali, İ. Rabbani, T. Kurtubi muhtasarı] Âlim, yatarken sabah namazına kalkacağım, yarın şu faydalı işleri yapacağım diye niyet ederek uyur ve uykusu ibadet olur. Âlimin uykusu, cahilin ibadetinden hayırlıdır. Cahil, ibadet ediyorum diye bid’at işleyebilir, günaha ve küfre düşebilir. Hakkı söyleyeceğim diye fitneye sebep olabilir. Onun için (Cahille bal yeme, âlimle taş taşı) demişlerdir. İlmi ağaca benzetirsek, ibadet bu ağacın meyvesi gibidir. Ağaç olmadan meyve olmaz. Fakat meyvesiz ağacın az da olsa kıymeti vardır. Odun olarak istifade edilebilir. Bunun için ilmiyle âmil olmayan âlim, muma benzetilir. Başkalarını aydınlattığı halde, kendisini yakıp bitirir. Herkesin, tevhid ilminden doğru itikadı bilecek kadar öğrenmesi ve namaz oruç gibi ibadetler için lüzumlu ilimleri bilmesi farzdır. İlim geçidi, meşakkatlıysa da, hedefe ulaşabilmek için geçilmesi şarttır. İhlâssız ve ibadetsiz, bu geçit geçilemez. Bir hadis-i şerif meali: (Âlimlere övünmek, cahillerle tartışıp onları susturmak, insanların takdirini kazanmak için ilim öğrenen, Cehenneme gider.) [Tirmizi] Peygamber efendimiz, miraç gecesi Cehennemdekilerin çoğunun fakirler olduğunu görmüştü. Bu fakirlerin, mal para fakiri değil, ilim fakirleri [cahiller] oldukları bildirilmiştir. O halde, Allahü teâlânın emir ve yasakları öğrenilip, ilmiyle âmil olmaya çalışılırsa, Allah’ın izniyle, bu engel geçilmiş olur. 2- Pişmanlık geçidi 442 www.dinimizislam.com İlim geçidini geçenin, günahları için tevbe etmesi gerekir. Tevbe etmeyen, ibadetlerinde başarılı olamaz; çünkü günahların yükü, ağırlığı perişanlığa sebep olur. Her günah bir bağ, bir engeldir. Bu bağları koparıp, engelleri aşarak iyilik yapmak zordur. Günahlar kalbi karartarak, her türlü hayra mani olur. Hayra koşma arzusu olmayan, günahlarla bağlanmış demektir. Günahlara pişman olmak ve kendinde hakkı olanların rızalarını almak farzdır. Tevbe, gazab-ı ilahiden korkup, rıza-i ilahiye kavuşmak için, günah işlememeye azmetmektir. Tevbenin doğru olabilmesi için gerekli dört şart şudur: 1- Bir daha günah işlemeyeceğine, kesin karar vermek, 2- İşlediği günahlara tevbe etmek, 3- Tevbe ettiği günahı tekrar yapacak güçte olmak. Mesela, eşkıyalık yapıp da, felçli olanın, (Artık eşkıyalık yapmayacağım) demesi abes olur. İstese de yapamaz. 4- Tevbe, sırf Allah’ın rızasına kavuşmak ve gazabından kurtulmak için yapılmalı. Dünyevi gayelerle yapılan tevbe, makbul değildir. Mesela, insanların korkusundan dolayı tevbe etmiş olmamalı. Midesi ağrıdığı için içkiyi bırakan, içkiyi bırakmış sayılmaz. Tevbe, pişmanlıktır. Bir hadis-i şerifte, (Günahlara pişmanlık, tevbedir) buyuruldu. (Hâkim) Tekrar günah işleme korkusu, tevbeye mani değildir. Günahlar üç kısımdır: 1- Kazası farz olan günahlar. Bunlar için tevbe edip, kaza etmeye çalışmalı. 2- İçki ve kumar gibi günahlar için, tevbe edip bir daha yapmamalı. 3- Kul haklarıyla ilgili günahlar. Bunlar; mal, can, namus ve gıybetle ilgili olabilir. Bu pişmanlık geçidinin, aşılması güçtür, bir an önce geçilmezse daha büyük zararlara sebep olur. Gecikmesi çok tehlikelidir. Günahla kalb kararır, pişman olup tevbe etmedikçe kalb temizlenmez. Eğer günahlarımız bizi korkutmuyor, ibadet etmeye zaman ve zemin bulamayıp doğru yola gelemiyorsak, kalbimiz kararmış demektir. Hiçbir günahı küçük görmemeli. Her gün tevbe ve istiğfar etmeli. Bir hadis-i şerifte, (Günahına tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir) buyuruldu. (Taberani) Günahlarımızı teker teker düşünerek ağlamalıyız. Kırık kalble Allahü teâlâya dua etmeliyiz! Mesela, (Ey Rabbim, kaçak kulun, âciz kulun, günahkâr kulun, kapına geldi. Senden af ve mağfiret diliyor. Günahlarımı affet, ömrümün kalan kısmında sana isyan etmekten beni koru! Çünkü her şey senin kudretindedir) diye dua ve tevbe etmeli. Bu engeli de geçmek için, (Günah işlerken acizlik göstermediğin gibi, tevbede de acizlik gösterme!) kuralını unutmamalı. 443 www.dinimizislam.com 3- Eşkıya geçidi Bu geçitte, insanı soyup soğana çevirecek dört eşkıya bulunur. Bunlar; dünya [faydasız iş], kötü arkadaş, şeytan ve nefstir. Birinci eşkıya dünyadır; yani faydasız şeyler ve haramlardır. Dünya geçicidir. Dünyada yapılan iyilikler, ahiret içindir. Sonsuz olanı, geçici olana tercih etmeli. Dünyanın faydasız şeylerinden yüz çevirip, Allah için olan işlerle meşgul olmalı, salihlerle beraber olmaya çalışmalı. Bir hadis-i şerif meali: (Âlimin sohbetinde bulunmak, bin rekât nafile namazdan üstündür.) [İ. Gazali] Allah’a bağlanmak için, uzun emelden, imkânsız olan muratlardan, hayal peşine düşmekten, insanı meşgul edecek faydasız düşüncelerden de, uzak durmalı. Allah sevgisinden başka, her sevgiyi kalbden çıkarmalı. Allah sevgisine götürecek şeyleri sevmek, Allah sevgisindendir. Allahü teâlâ, dünyanın Allah için olmayan her şeyine düşmandır. Allah’ı seven, O’nun sevmediklerine düşman olur, haramlardan zevk almaz; çünkü haram, ateş gibidir, hatta ateşten daha yakıcıdır. Ahiret ateşinin şiddetini düşünen, haram ateşine elini uzatmaktan son derece kaçar. Zehirli necaset, süslü bir pasta haline getirilse, altın tabak içine konsa, bilen biri onun süsüne, cilasına aldanmaz; ama pastanın içinde ne olduğunu bilmeyen, onu yiyebilir. Hatta bu çok hoş görünen pastayı yemediği için arkadaşını ayıplar, onu aptallıkla suçlar. Alkolik olan da, içki içmeyeni böyle ayıplar. İkinci eşkıya kötü arkadaştır ki, şeytandan ve nefisten daha zararlıdır. Bir hadis-i şerif meali: (Kişinin dini, arkadaşının dini gibidir. Kiminle dostluk ettiğinize dikkat edin!) [Hâkim] Kötü arkadaşı düzeltmek için, onunla düşüp kalkmaya çalışırsan, sen onun bir eğrisini düzeltmeye çalışırken, o senin on doğrunu bozar. Bir hadis-i şerifte, (Akıllı, diline sahip olur, zamanını iyi kullanır, işine yönelir ve en sağlam dostuna karşı da ihtiyatlı olur) buyuruldu. (Deylemi) Tanımadıklardan zarar görmeyiz. Ne zarar görmüşsek, tanıdığımız kötülerden görmüşüzdür. Bunun için, kötü arkadaştan uzak durmalıdır. Üçüncü eşkıya şeytandır. Şeytanın şerrinden kurtulabilmek için onun hilelerini bilmek gerekir. Nasıl ev sahibi uyanıkken eve hırsız giremezse, şeytan da uyanık olana hile yapamaz. İlim geçidini geçen, şeytanın yaptığı hileleri bilir, ona göre tedbirini alır. Dördüncü eşkıya nefsimizdir. Nefis, o kadar ahmaktır ki, her istediği kendi zararınadır. Çok zararlı bir iç düşmandır. İçteki yaranın tedavisi 444 www.dinimizislam.com zordur. Nefis, aynı zamanda, binek atımızdır. Nefis çok beslenirse azar, ele avuca sığmaz, azgın atın sürücüsünü yere attığı gibi yere vurur. Çok zayıflatmak da kötüdür. Onunla hayırlı işler yapılmaz. Gemle idare edecek kadar beslemeli. 4- Bela geçidi İbadet ederken, gelecek şu belalara sabretmeli: 1- Rızık ve geçim derdi, gafilleri doğru ibadet etmekten alıkoyar. Her canlının rızkını, Allahü teâlâ verir. Sebeplere yapışarak, rızık için çalışmalı. Hem çalışmalı, hem de Allahü teâlâya tevekkül etmeli. Tevekkül, gerekli tedbirleri aldıktan sonra, neticeyi Allah’tan beklemektir. Rızık için tevekkül edenin, imanı kuvvetlidir. Bir hadis-i şerifte, (Eğer Allahü teâlâya hakkıyla tevekkül etseydiniz, sabah aç kalkıp, akşam tok dönen kuşlar gibi, sizin de rızkınızı verirdi) buyuruldu. (Tirmizi) 2- Kuruntu, huzurlu ibadet etmeyi önler. Bundan kurtulmanın çaresi, gerekli tedbirleri aldıktan sonra işin sonucunu Allah’a bırakmaktır; çünkü biz, bir şeyin sonucunun iyi mi, kötü mü olacağını bilemeyiz. Hayır sandığımız çok şey şerle sonuçlanabilir, şer sandığımız çok şey de hayırla sonuçlanabilir. Bir âbidin, şeytanı görmek için yaptığı dua, kabul olur. Şeytan buna, (Eğer 40 yıllık ömrün olmasaydı, şimdi seni öldürürdüm) der, gözden kaybolur. Âbid de, (Önce dünyadan murat alayım, 20 yıl hayatımı yaşarım, sonra tevbe ederim, nasıl olsa Allah tevbeleri kabul eder. Kalan 20 yılı da ibadetle geçiririm) diyerek ibadeti bırakır, sefahate dalıp felakete düşer. 20 yılı doldurmadan ölür. Tevbe etmeye fırsat kalmaz. 3- Belalar ibadet etmeyi engelleyebilir. Bir hastalık, bir bela gelince bağırıp çağırmak faydasızdır. Aksine zararlı olur. Bunun çaresi, Allah’ın takdirine razı olmaktır. 4- Belaların ve çekilen zahmetlerin getireceği perişanlıktan kurtulmanın çaresi sabretmektir. Sabırlı olmayan, başarılı olamaz. Dünya ve ahiret hayatını kazanmak isteyenin, açlığa, insanların kötülemesine ve çeşitli musibetlere sabretmesi gerekir. Allah’tan korkarak sabreden, sıkıntılardan kurtulur, muradına erer. Allahü teâlâ, Eyüp aleyhisselamı sabrından dolayı övmüştür. Bir anlık sabır, büyük hayırlara kavuşturur. Sabır, erişmek istenilen şeylerin anahtarıdır. Her hayra sabırla ulaşılır. Mukadder olan şey başa gelir, eğer sabredilirse ecri görülür. Sabredilmez, bağırılır, çağırılırsa, günaha girilir ve huzursuz olunur. Bir hadis-i kudside, (Kaza ve kaderime razı olmayan, belalara sabretmeyen, verdiğim nimetlere şükretmeyen, benden başka rab arasın!) buyuruldu. (Taberani) 445 www.dinimizislam.com Allahü teâlâ, sevdiklerini sıkıntılara maruz bırakır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (En şiddetli bela, Enbiya, evliya ve benzerlerine gelir.) [Tirmizi] Allahü teâlânın gönderdiği bela ve sıkıntılara sabrederek göğüs germek, büyük nimettir. Sabredemeyen, felakete maruz kalır ve bu engelden geçemez. 5- Sebepler geçidi Bu geçit, havf ve reca engelidir. Havf yani Allah korkusu, günah işlemeye engel olur. Nefsimiz, günah işlemeye meyyaldir. Korkmazsa, nefsi gemlemek mümkün olmaz. Salih bir zat, günah işlemek ister. Özel bir banyoya gider. Çok sıcak olan su, bu zatın elini yakar. Sıcakta fazla duramaz, bayılırken, kendini dışarı atar. Kendine gelince nefsine, (Şu sıcaklığa dayanamadın, Cehennem ateşine nasıl dayanırsın? Bunu bilerek Cehennemlik iş yapmak ahmaklıktır) der. Allah korkusu olmazsa nefis, ibadetlerindeki kusurları göremez, hatta ibadetiyle övünür. Bir zat, nefsine, (Salih gibi konuşur, münafık gibi iş yaparsın. Bu hâlinle, Cenneti nasıl istersin?) der. Reca yani ümit, Allah’a ibadet etmeye sebep olur. İbadet nefse ağır gelir. Nefs, bu çektiklerinin karşılığının bire 10, bire 700, hatta daha fazla verileceğini bilirse, o zaman hayırlı işler pek ağır gelmez. Nimete kavuşmak için, sıkıntılara katlanır. İşin sonunda para alacağını ümit eden hamal, ağır yükleri yazın terleyerek, kışın üşüyerek seve seve götürür. Hasat zamanı ürün alacağını ümit eden çiftçi, bütün yıl, soğuk sıcak demeden çalışır. İşte nefse, Cennette hayal edilemeyen nimetlere kavuşmak için salih amel gerektiği anlatılırsa, ibadetler kolay gelir. Bu geçidin, iki yanında tehlikeli iki yol vardır. Birisi yeis [Allahü teâlânın rahmetinden ümidini kesme] yolu, diğeri de, güven [Allahü teâlânın azabından emin olma, korkmama] yoludur. Bu iki yol çok tehlikelidir. Bu yolda yürüyenler, uçuruma yuvarlanırlar. Orta yol ise havf ve reca [Allah’tan korkup, rahmetinden de ümidini kesmeme] yoludur. Bu yol, korkuyla karışık, sevgi ve ümit yoludur. İnsan, acizliğini düşünmeli, Allahü teâlânın azabının çok şiddetli olduğunu iyi bilmeli. Dünyada ilmine, ibadetine, soyuna ve hiç bir faziletine güvenmemeli. Allahü teâlâ, 80 bin yıl ibadet edip dünyada secde etmediği yer bırakmayan İblis’i, bir emrini yerine getirmediği için ebedi olarak kovdu. 80 bin yıllık ibadetini yüzüne çarptı. O halde, Allah’ın azabından emin olmayıp Ondan çok korkmalı. Çok günahkâr da, Allah’tan ümit kesmemeli; çünkü Allah’ın rahmeti boldur. Eshab-ı kehfin köpeği bile, Cennete girecektir. Zâlimlerin şerrinden kaçıp, mağaraya giden müminlerin peşine düşen bir köpeğe, Rabbimiz 446 www.dinimizislam.com böyle muamele ederse, ömrünü dine hizmet etmekle geçiren müminlere neler vermez? O halde günahım çok diye Allah’ın rahmetinden ümit kesmemeli, ibadetim çok diye de, kendini garanti Cennetlik bilmemeli. 6- İhlâs geçidi İbadet çok olsa da, ihlâs yoksa boştur. İhlâs, yalnız Allah rızası için yapmaktır. Kabul olmayan çok amel kıymetsizdir. Az da olsa, ihlâslı ve devamlı amel makbuldür. Bir hadis-i şerif meali: (Allahü teâlâ, ancak ihlâsla yapılan ameli kabul eder.) [Nesai] Altın bir vazoyu bir liraya satmak ahmaklıktır. Bir hayra karşılık Rabbimizin vereceği sevablar karşısında, kulların onu övmesinin, milyarların yanında bir kuruş kadar değeri yoktur. Böyle bir kula, Allahü teâlâ, (Ey kulum, mutlak kudret sahibini bilirken, ibadetlerine karşılık, benim bilmem ve seni ödüllendirmem yetmezmiş gibi, başkalarının bilmesini ve seni övmelerini istemen vefasızlık değil mi? Kimin rızasını kazanmak için yapmışsan git, karşılıklarını onlardan al) derse halimiz nice olur? Bütün insanlar bizi beğense, el üstünde tutsa; fakat Allahü teâlâ beğenmese ne kıymeti vardır? Tersine, bütün insanlar bizden nefret etse, Allahü teâlâ razı olsa ne zararı olur? Bununla beraber, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği kimseleri, diğer insanlar da sever. Hedefi yalnız Allah rızası olanlar, dünya ve ahirette rahat ederler. Riya gibi, ucub da ibadetleri yok eder. Ucba düşen, Allah’ın lütfunu düşünemez. (Bunu ben yaptım, ben olmasaydım bu olmazdı. Ben müdür olsam, bakan olsam, şöyle yapardım) demek ucub olur. Riya ile ucub, farkına varılmadan amellere girer, onları bozar. Süfyan-ı Sevri hazretleri, bir hacıya misafir olur. Hacı, (Oğlum ikinci hacdan getirdiğim tabağı ver) der. Üstad, (Bu sözünle, yaptığın her iki haccı da ifsat ettin) diye buyurur. Ne kadar kabul olmuş çok ibadet yapılsa da, yine kul kendi ibadetiyle Cennete giremez. Bir hadis-i şerifte, (Hiç kimse, kendi ameline karşılık, Cennete girmeye hak kazanamaz) buyuruldu. Kulun kıymetli bir amelini götüren melekler, birinci göğe gelince, oradaki vazifeli melek, (Götürün bu ameli, sahibinin yüzüne çarpın. O gıybet ederdi, gıybet edenlerin ameli buradan geçmez) der. 2. gökteki melek, ihlâssız amelleri geçirmez. 3. kattaki melek, kibirlilerin amellerini geçirmez. 4. kattaki ucub edenlerinkini geçirmez. 5. kattaki hasetçilerinkini geçirmez. 6. kattaki merhametsizlerinkini geçirmez. 7. kattaki melek, riyakârların amelini geçirmez. Yedi kat göğü geçen amel bile, rıza-ı ilâhi 447 www.dinimizislam.com kastedilmezse geri çevrilir. O halde her işte, ihlâsa çok önem vermeli! (Yarın: Şükür geçidi) 7- Şükür geçidi Çok önemli altı engeli geçtik. Şimdi bu büyük nimetlere karşılık, Allahü teâlâya şükretmeli, Ona olan minnet borcumuzu ödemeye çalışmalıyız! Nimetler, şükredilirse devamlı olur. Şükredilmezse yok olur. Bir hadis-i şerifte, (Nimet, yabani bir kuştur. Uçup gitmemesi için, ayağını şükürle bağlayın) buyuruldu. Nimet iki kısımdır: 1- Dünyevi nimetler: Faydalı şeylere kavuşmak ve zararlı şeylerden korunmak. 2- Dînî nimetler: Hidayete ermek, küfür ve bid’atten korunmak. Şükür, Allah’ın verdiği nimetleri yerinde sarf etmek, gizli açık Allah’a itaat edip günahlardan kaçınmaktır. Kişi, Rabbinin verdiği nimetleri günaha vasıta kılarsa, şükretmiş olmaz. Bir hükümdar, bir hizmetçisine, çok değer verse, ona saray yaptırıp, emrine de hizmetçiler tahsis etse, (Bu nimetlere karşılık günde sadece bir saat hükümdara hizmet edeceksin, diğer saatlerde serbestsin) dese, hizmetçi bu bir saati, diğer hizmetçilerin elindeki, birkaç kuruşu almak için, yalvarmakla geçirse, hükümdar buna ne der? (Bu hizmetçi, yapılan ikramın değerini takdir edemeyecek kadar aşağı biri. Bunu kapımdan kovun) demez mi? İşte insanlar, nefislerine uydukları zaman, bu hizmetçinin durumuna düşerler. En büyük nimet, salih Müslüman olmaktır. Verilen bu nimetler elden çıkarsa, büyük felâket olur. Çünkü en acı ve en güç şey, sevildikten sonra itibardan düşmektir. Allahü teâlâ sana Müslümanlığı nasip ettiğine göre, Onun yanında itibar sahibisin. Bu nimetlerine şükretmezsen, itibardan düşer, kapısından kovulabilirsin. Bu nimetleri saymak mümkün mü? Nimet bollaştıkça şükrü zorlaşır. Bir defa nefes alıp vermesek ölürüz. Bu hava nimetine günde kaç kere şükrediyoruz? Bedavadan elde ettiğimiz için, şükrü hatırlamayız bile. Rahat nefes alabilmenin kıymetini bilebilmek için astımlı mı olmak gerekir? Bir astımlı rahat nefes alabilmek için, görürken kör olan bir âmâ görebilmek için, konuşurken lal olan konuşabilmek için, kolları varken kopan, ayakları sağlamken felçli olan, duyarken sağır olan, tekrar eski nimetlerine kavuşabilmek için, bütün varlıklarını vermeye hazırdır. Bu nimetlere sahip olan insanların şükredebilmeleri için, bu nimetlerden yoksun olmaları mı gerekir? Akıl nimetini düşünelim, akılsızın hâlinden ibret almak ve Rabbimizin verdiği sayısız nimetlere, her an şükretmek gerekir. Bir kişi, akıllı ama âlim değilse, âlim ama ilmiyle amel etmezse, ilmiyle amel eder; ama ihlâslı değilse, ihlâslı; ama akıbetini düşünmezse, bunlara çok şaşılır. 448 www.dinimizislam.com Onda birini yapan kurtulur Sual: (Dinin onda birini yapan kurtulur) anlamında bir hadis varmış. Yani on farzdan birini yapan ve on haramdan birinden kaçan kurtulacak mıdır? CEVAP O hadis-i şerifin meali şöyledir: (Ey eshabım, siz öyle bir zamandasınız ki, dinin emir ve yasaklarının onda birine uymazsanız helak olur, Cehenneme gidersiniz. Öyle bir zaman gelecek ki, emir ve yasaklarının onda birine uyabilen, Cehennemden kurtulur.) [Tirmizi, Taberani] Bir başka hadis-i şerif meali de şöyledir: (Siz öyle bir zamandasınız ki, âlimleri çok, hatipleri azdır. Bugün bildiğinin onda birini terk eden helak olur. Bir zaman gelecek ki, bilenler az konuşanlar çok olacaktır. O zamanda, dinin emir ve yasaklarının onda birine uyan kurtulacaktır.) [İ. Ahmed] İmam-ı Türpüşti diyor ki: Bu hadis-i şerif, emir olunanların hepsi için değildir; çünkü dinin aslında bildirildiği gibi öyle emirler vardır ki, müminlerden hiçbir fert onu terk edemez. Onu ihmal etmek için özür makbul olmaz. O farzlar muaf olamaz. Bu hadis-i şerif emr-i maruf ve nehy-i münker içindir. Yani, siz öyle bir zamandasınız ki, emr-i maruf ve nehy-i münkerden birini terk etseniz helak olursunuz; çünkü din kuvvetlenmiş, hak meydana çıkmıştır. Dinin yardımcıları çoktur. Hiçbiriniz mazur olmaz. Gevşeklik özür olmaz. Fakat, fitne fesat zamanında, hak gizli olur. O zaman böyle değildir. Müslümanların kimsesiz kaldığı bir zamanda İslamiyet için, azıcık yardım etmek, binlerce altın vermiş gibi sevap olur. Hele dinsizlerin, Müslümanlarla alay edenlerin çoğaldığı, Müslüman evlatlarını dinden çıkaran propagandaların yayıldığı zamanda yapılan az bir ibadete, kat kat çok sevap verilir. Büyük bir âlimin açıklaması da şöyledir: Bu hadis-i şeriften maksat, imanı kurtarabilmektir. İmanı kurtarabilmek yani imanla ölmek için de iki şey lazımdır: 1- Doğru imana yani Ehl-i sünnet itikadına sahip olmak. 2- Salih amellere sarılmak. İman, muma benzer, ibadetler mum etrafındaki fener gibidir. Mum ile birlikte fener de, İslamiyet’tir. Olmazsa fener, mum çabuk söner. İmansız İslam olmaz, İslam olmayınca, iman da yoktur. Bunun için Kur’an-ı kerimde, (İman edip salih amel işleyenler) ifadesi geçmektedir. Demek ki imanı muhafaza edebilmek için, salih 449 www.dinimizislam.com ibadetlere sarılmak şarttır. Salih ibadetlere sarılabilmek için de fıkhı iyi bilmek şarttır. Çünkü bilmeden yapılan ibadet boşa gider. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.) [Beyheki] (Allah, iyilik etmek istediği kulunu fakih yapar.) [Buhari] (Allah indinde en üstün kimse fakihtir.) [M.Zühdiyye] (Fakih = fıkhı bilen) (İbadetlerin en kıymetlisi fıkhı öğrenmek ve öğretmektir.) [İbni Abdilberr] (Âlimlerin en hayırlısı fıkıh âlimleridir.) [İ.Maverdi] (Fıkhı bilmeden ibadet etmek, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkmak gibidir.) [Deylemi] (Az fıkıh bilmek çok ibadetten iyidir. İhlâsla ibadet edene fıkhı öğrenmek nasip olur.) [Taberani] Fıkıh bilmeden Allah’ın varlığını ispata çalışmakla iman kurtarılmaz. Küfre düşürücü söz ve hareketleri bilmeyen her zaman küfre düşer. Mesela Allah düşünür demek veya İslamiyet bir düşünce sistemidir demek, ilahi şuur demek küfürdür. Allahü teâlâ, (İman edip salih amel işleyenler hariç herkes zarardadır) buyurdu. (Asr suresi) Kâmil iman sahibi olmak için İmanın yenilenmesi, parlaması, yani kâmil imana sahip olmak için yapılacak işler vardır. Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle: (Kimde şu 3 şey bulunursa, imanı kâmil hâle gelir: Allah rızası için yaptığı işlerde kınanmaktan korkmaz, riyadan kaçınır, biri dünyaya, diğeri ahirete ait iki işle karşılaştığı zaman, ahiret için olan işi, dünyalığa tercih eder.) [Deylemi] (İmanın efdali Allah için sevmek, Allah için buğzetmek, diliyle de Allah’ı anmak, kendisine hoş geleni, başkasına da hoş görmek, istemediği bir şeyi başkası için de istememek, hayır konuşmak veya susmaktır.) [Taberani] (Şartlarına riayet ederek namaz kılan imanlıdır.) [İ.Neccar] (İmanın tadını bulmak isteyen, sevdiği kişiyi yalnız Allah için sevsin!) [Beyheki] Beş katlı İslam binası Sual: Bir sünneti işlerken mekruh işlemek zorunda kalan veya bir farzı işlerken haram işlemek zorunda kalan ne yapar? CEVAP 450 www.dinimizislam.com Mekruh işlememek için sünnet, haram işlememek için farz tehir veya terk edilir. Çünkü günahtan kaçınmak, ibadet yapmaktan önce gelir. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin) İbadetleri dinimizin bildirdiği şekilde yapmak, mesela beş katlı bir İslam binasına sahip olmak için, önce bir iman arsası gerekir. Sonra, sıra ile katları çıkmak gerekir. Bu katlar; Haramlardan kaçma katı, Farzları ifa katı, Vacipleri ifa katı, Mekruhlardan kaçma katı, Sünnetleri [ve nafileleri] ifa katıdır. Arsa: Arsa yoksa bina kurulmaz. Bu arsa, doğru imandır. İman olmadan Müslümanlık olmaz. İslam binasının kurulacağı arsa, bataklıkta, oynak yerlerde olursa, üzerine emniyetli bina kurulamaz, yıkılır. Onun için imanın doğru olması şarttır. Yani küfür pisliklerinden temiz olması gerekir. Ehl-i sünnet olmayanın [bid'at ehli sapıkların] ibadetleri sahih olmaz. İman arsası olmayanın, haramlardan kaçması veya ibadet yapması bir şey ifade etmez. Kâfir içki içmese, kumar oynamasa, cami, çeşme yaptırsa, her ibadeti yapsa bir sevap kazanamaz. Bir bina yaparken ikinci katı yapmak için önce birinci katın yapılması şart olduğu gibi, İslam binasını kurarken de aynı sistem geçerlidir: 1- Haramlardan kaçma katı: Avret yerini açmadan necaseti temizlemek mümkün değilse namazı öyle kılar. Çünkü necaseti temizlemek emir, avret yerini açmak yasaktır. 2- Farzları ifa katı: Haramlardan kaçmadan farz katı inşa edilemez. Haram işleyerek, farz yapılmaz. Yani farzları sahih olsa da kabul olmaz. Cünüp kimse tenha yer bulamazsa, teyemmüm eder. Çünkü farz olan bir emri yapmak, bir haram işlemesine sebep olursa, haram işlememek için, o emir yapılmaz, tehir edilir. Zengin olan Hanefi bir kadının yanında mahremi olmadan hacca gitmesi haramdır. Farz olan tavafı da, erkeklere sürtünerek, yani haram işleyerek yapamaz. (Redd-ül-muhtar) 3- Vacipleri ifa katı:Vacipleri de yapabilmek için haramlardan kaçmak gerekir. 4- Mekruhlardan kaçma katı:Mekruh işleyerek sünnet yapılmaz. Cemaat ile namaz kılınırken, sünnete başlamak mekruhtur. Mekruh işlememek için, sabahın sünneti bile terk edilir. 451 www.dinimizislam.com 5- Sünnet ve nafileyi ifa katı: Camiye girince tehıyyet-ül-mescid namazı kılmak sünnettir. Eğer kerahet vakti ise bu sünnet olan namaz kılınmaz, mekruh olur. Vakit daralınca, ilk sünneti kılmak, farzın kazaya kalmasına sebep olursa, bu sünneti kılmak haram olur. Sabah camiye gelen, imam teşehhüdde ise, sünneti kılmadan imama uyar. Daha sonra da sünneti kılmaz. Sünneti kılınca, ikinci rekatın teşehhüdüne yetişme ihtimali varsa, dışarıda kılacak bir yer de yoksa direk arkasında sünneti kılar. Kamet okunduktan sonra, sabahın sünnetini kılacak cemaatten ayrı bir yer yoksa, cemaat içinde sünnete durulmaz. Binanın taşıyıcı kolonları, zemin betonları, duvarları eksikken, beşinci katı yapmaya kalkmak mümkün olmaz. İkinci katı eksik veya yıkık olanın, beşinci katı yapmaya kalkması mümkün olmaz. İman arsası bataklıkta olan veya farzları ifa katı olmayan kimseye, (beşinci katın yıkıktır, sünnet ve nafile ile uğraş) demek, ne kadar çok yanlış olur. Duvar olmadan üstüne sıva yapılmaz. Sıva olmadan süsler yapılmaz. Duvar farzları yapmaktır. Sıva sünnetlerdir. Süsler ise nafile ve müstehap olanlardır. İşte bu sebeplerden dolayı hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Farz borcu varken, nafile kılan, boş yere zahmet çekmiş olur, kazasını ödemedikçe, nafile namazları kabul olmaz.) [Fütuhul gayb] İhlas yoksa hepsi boştur Her katı inşa için mutlaka İhlas lazımdır. Riyadan uzak, yapılan her iş, Allahü teâlânın rızasına uygun olmalıdır. Rızasına uygun olmayan bütün işler, iyi gibi görünse de makbul değildir. Başkalarının takdirlerini almak için veya dünya menfaati için, makam ve mevki için namaz kılan kimsenin ibadeti makbul olmaz. Mideme zarar veriyor diye içkiden kaçmak sevap olmaz. İhlassız amel içi boş çekirdeğe benzer. Ahirette herkese, bunu niçin yaptın diye sorulacak. Cevabı Allah için olanlar kabul edilecek, diğerleri atılacaktır. Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, ancak ihlasla yapılan ameli kabul eder.) [Dâre Kutni] (İhlasla namazını kılıp, zekâtını verenden Allah razı olur.) [İbni Mace] (Kırk gün ihlasla ibadet edenin, kalbinden diline hikmet pınarı akar.) [Ebuşşeyh] (Haramlardan kaçıp, ihlasla, La ilahe illallah diyen Cennete girer.) [Hatib, Bezzar] (İhlas ile amel etmek, az da olsa yetişir.) [Hakim] (İhlaslılara müjdeler olsun. Onlar fitne karanlıkları içinde, parlayan ışıklardır.) [E. Nuaym] 452 www.dinimizislam.com (İbadetine riya karıştırana [ihlası noksan olana] ahirette “git sevabını ondan iste” denir.) [İ. Mace] Özgürlük ve istediğini yapmak Sual: Allah ne diye namaz kıl, oruç tut, içki içme, zina etme gibi kurallar koymuş? Bu özgürlüğe, doğallığa aykırı değil mi? CEVAP Allahü teâlânın kural koymadığı mahlûkları da var. Mesela aslan, geyik dağda özgürce gezip dolaşırlar. Özgürlük ve doğallıktan kasıt, hayvan gibi başı boş, serbest yaşamak olmasa gerek. Önce sizi düşünelim. Küçük çocuğunuz, pis ve zararlı şeyleri yese, yeme o pistir, zararlıdır der misiniz? Ateşe uzansa, cızzz yakar o der misiniz? Yılana elini uzatsa, sakın dokunma sokar der misiniz? Kışın sokağa çıplak çıksa, üşürsün hırkanı giy de çık der misiniz? Derseniz, çocuk size baba benim özgürlüğüme karışma dese ne dersiniz? En azından ben babayım, çocuğumun iyiliğini düşünmem gerekir, onun için böyle söyledim dersiniz. Evinizdeki eşyaları, rastgele hepsini üst üste bir odaya mı koydunuz, yoksa buzdolabını ve bulaşık makinesini mutfağa, çamaşır makinesini banyoya, karyolayı yatak odasına mı koydunuz? Hangi halde koyarsanız koyun, eşya sizindir kimse karışamaz. Bu kâinat ve içindekiler de başı boş değildir. Hepsinin bir sahibi vardır. Siz nasıl çocuğunuza zarar gelmesini istemiyorsanız, her şeyin sahibi olan Allahü teâlâ da, kendi mülkü olan insana, o kişinin faydası için bazı emir ve yasaklar bildirmiştir. Evinizdeki eşyalar nasıl sahipsiz değilse, bu kâinat da sahipsiz değildir. Arapça’da Abd, kul, köle demektir. Orta çağda bütün dünyada kölelik sistemi vardı. Köleler eşya gibi, hayvan gibi alınıp satılırdı. Sahibi de, köleye istediği işleri yaptırma yetkisine sahipti. Köle, şunu yaparım, şunu yapmam diyemezdi. Çünkü onun sahibi ne isterse öyle yapmak zorunda idi. Köle tam bir esir idi. İslamiyet köleliği kaldırmak için epey çareler koymuştur. Bütün insanları da Allah yoktan yarattı. Yani bütün insanlar, Allah’ın kulu, kölesidir. Efendimiz Allah’tır. Hepimiz köleyiz. Köle köleliğini bilmeli, efendisi ne emrediyorsa onu yapmalıdır. Bu efendi, kölelik sistemindeki efendiden çok farklıdır. Bizi dünyaya getiren akıl veren; can veren, el kol, bacak, göz gibi organlar veren, rızık veren bir efendidir. Üstelik diğer köleler gibi kaçıp kurtulma imkanımız da yok. (Sözümü dinlersen ebedi olarak Cennet denilen bir yerde seni ağırlarım, sözümü dinlemezsen, 453 www.dinimizislam.com ebedi olarak Cehennem denilen yerde sana azap ederim) diyor. Bunları da yapabilecek kuvvettedir. Gerekirse dünyadaki efendileri dövebiliriz, öldürebiliriz, ama, bu efendiye hiç kimsenin gücü yetmez. Dünyadaki efendiler, bizim iyiliğimizi, kötülüğümüzü tam bilemezler, başımıza gelecek işleri, düşüncelerimizi, arzularımızı bilemezler. Ama bu efendi, her şeyi bilir, her şeye gücü yeter. Üstelik çok merhametlidir. Her istediği şey bizim iyiliğimiz içindir. Bütün doktorlardan daha iyi sağlığımız için reçeteler verir. (İçki içme, uyuşturucu kullanma, zina ve hırsızlık etme, temiz ol, namaz kıl, oruç tut, zekât ver) diyorsa bizim bunda mutlaka bir faydamız vardır. İyilik edene teşekkür etmek insanlık icabıdır. Beden ve ruhumuzun, dünyada ve ahirette saadet ve felaketine sebep olacak şeyleri bildiren Efendiler efendisine teşekkür etmek insanlık vazifesi değil mi? İnkâr etmek nankörlük olmaz mı? Bir doktor, hastasına ilaç verse, o da (İlacı kullanmazsam doktora hiç zararı olmaz) diyerek, ilaç kullanmasa, doktora zararı olmaz. Fakat kendine zararı olur. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, hastalıktan kurtulması için, hastasına ilaç verdi. Doktorun tavsiyesine uyarsa, şifa bulur, uymazsa ölür gider. Bu işte doktorun hiç zararı olmaz. Bunun gibi, (Allah’ın benim ibadetime ihtiyacı yok) diyerek ibadetten kaçan da, Cehenneme gider. Özgürce yaşamak hakkı Sual: Bir arkadaş, (Tabiat ana, insanı özgür olarak doğurmuştur. “Şunu yapmak, şundan sakınmak gerekir” gibi, dini baskıların hepsi özgürlüğe zıt, tabiat kanunlarına aykırıdır. İnsan, tam özgür ve hoş görülü yaşamalı) diyor. İnsan özgür olarak mı doğmuştur, tam özgür olarak yaşaması mümkün müdür? CEVAP Arkadaşınız ya ateist veya onların etkisinde kalmış birisidir. Önce tabiat ana dediği şey nedir? Tabiat ana ne özgür, ne de esir bir şey doğuramaz. İnsanları yaratan Allahü teâlâdır. Allah’ın emirlerine de dini baskı denmez. O zaman yaratanı beğenmemek olur. Tabiat kanunu da ne? Orman kanunu gibi bir şey mi? Tabiat bir kanun mu koymuş? Şimdi sorulan suale onun anlayacağı şekilde cevap verelim: İnsan, birçok yönden özgür değil, kadere mahkum olarak doğmuştur. Ne cinsiyetini [erkek-kız oluşunu], ne boyunu [uzun-kısa oluşunu], ne de 454 www.dinimizislam.com akıllı-deli oluşunu kendisi tayin edemez. Kör, sağır, dilsiz, felçli, çolak, sakat olarak doğmasına engel olamaz. Demek ki, insanın doğuşunda özgürlük yoktur. Doğuşunda yok da, hayatı boyunca özgürlük elinde midir? Kız ise, kendisini erkek yapabilir mi? Cüce ise boyunu uzatabilir mi? Hiç uyumadan ömür boyu uykusuz kalabilir mi, aç, susuz durabilir mi? Ehliyetsiz şoförlük, diplomasız hakimlik, doktorluk yapabilir mi? Kendi kendine vali, bakan olabilir mi? Şu halde tam özgür yaşamak mümkün olmadığı gibi, başkasının hürriyetini engelleyen sınırsız özgürlük de zararlıdır. Özgürlük, her istediğini yapabilmek değildir. Suç işleyeni mahkum etmek, hürriyetlere engel olan birkaç anarşisti hapsetmek esaret değildir. Sadece başkasına değil, kendine de zararlı olmak özgürlük değildir. Mesela uyuşturucu maddeleri, vücuda zararlı olan şeyleri yasaklamak, özgürlüğe zıt olarak vasıflandırılamaz. Trafiğin düzgün olması için, kurallar koyarak, soldan gitmeyi yasaklamak özgürlüğe vurulan bir darbe değildir. Aslında özgürlüğü kolaylaştırıcı tedbirlerdir. Suçluyu affetmeyip cezasını vermek, hürriyete aykırı değildir. Kafesteki yılanı, halkın içine salmak, yılan için bir özgürlük sanılsa da, insanlık için bir felakettir. Bir caninin serbest bırakılması da, onun için özgürlük ise de, millet için hürriyet düşmanlığıdır. Netice olarak, her işte eşitlik ve tarafsızlık gibi, sınırsız özgürlük de hürriyet düşmanlığıdır. Hoşgörü ne? TDK’nın sözlüğünde, (Her şeyi anlayışla karşılayarak, olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat edin, her şey deniyor. Her şeyi hoş görmek ne kadar yanlıştır. Her şeyi hoş gören insan olur mu? TDK’nın sözlüğünü yazanlar da, her şeyi hoş asla görmez. Sınırsız hoşgörü olmaz. TDK, özgürlüğü de şöyle tarif etmiş: (Herhangi bir kısıtlamaya, zorlamaya, bağlı olmaksızın düşünme veya davranma, herhangi bir şarta bağlı olmama durumu.) Özgürlük, şöyle tarif edilse belki biraz daha az zararlı olurdu: Özgürlük, kendine ve başkalarına zarar vermemek şartı ile, dilediğini yapma hürriyeti. Hayvan gibi başı boş olmayı istemek yanlıştır. Dinimiz, hürriyete de, hoşgörüye de, bir sınır koymuştur. Dünyada ve ahirette rahat yaşayabilmemiz için, “şunu yapmak, şundan sakınmak gerekir” gibi altın hükümleri vardır. Bunlara dini baskı demek çok yanlıştır. Mesela dinimiz, uyuşturucuları, alkollü içkileri, başkalarına zarar vermeyi yasaklamış, temiz olmayı, herkese iyilik etmeyi ve iyi insan olmayı 455 www.dinimizislam.com emretmiştir. Bunları ihsan edip bildiren Allahü teâlâyı inkâr etmek nankörlük olmaz mı? İstediğini yapmak Sual: Dinimizde insan her istediğini yapma özgürlüğüne sahip değil midir? CEVAP Yapılabilenler ve yapılamayanlar var. Birkaç örnek verelim: 1– Her devletin kanunları, tüzükleri vardır. O ülkenin vatandaşları bunlara uymak zorundadır. Uymayan cezalara çarptırılır. 2– Her şirketin prensipleri farklıdır. O şirkette çalışan, peşinen bunları kabul etmiş demektir. Orada çalışmak istiyorsa, bunlara uymaktan başka çaresi yoktur. Ya uyacak, ya da istediği yere gidecek... 3– Trafiğin düzeni için trafik kuralları konulmuştur. Herkes istediği gibi gidemez, istediği gibi araç sollayamaz, kırmızı ışıkta geçip gidemez. Bu kurallara uymayan, ceza ödemek zorunda kalır. Bir kaza sonucu hayatından da olabilir. 4– İnsan istediğini yapabilseydi, dinlerin, peygamberlerin ve kitapların gönderilmesine lüzum olmazdı. Bu yüzden, insan, kul olarak yaratıcısının emir ve yasaklarına muhataptır. Bunu kabul etmeyen, istediğini yapabilen, sorumsuz mahlûkların yani hayvanların seviyesini tercih etmiş olur. 5– Eskiden tasavvufun da, prensipleri vardı. Bir mürşide tâbi olup olmamak serbestti; ama tâbi olduktan sonra her istediğini yapamazdı, o yolun edebine, prensiplerine, şartlarına uygun hareket ederdi. Mürşide talebe olan, o yolu veya o zatı temsil ediyor demekti. Her işiyle, kılık kıyafetiyle, oturup kalkmasıyla, konuşmasıyla, kısaca her şeyiyle buna dikkat etmek zorundaydı. Ya uyardı veya uymak istemezse çekip giderdi. Demek ki, her istediğini yapmak doğru bir şey değildir. Herkes istediğini yaparsa, ne düzen, ne hak hukuk, ne de huzur kalır. İslam âlimleri, (Edep, haddini bilmektir) buyuruyorlar. Yani, kendi konumunu, yetkisini bilmektir; ben ne yapabilirim, ne konuşabilirim, ne yiyebilirim gibi, her hususta hakkını bilmektir. Bunun sınırını da, dinimiz bildirmektedir. İbadet nedir? Sual: İbadet ne demektir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İbadet, kulluk etmek, tapınmak, yani kendini aşağılamak, alçaltmak demektir. Bütün yükseklikler, iyilikler kendisinde bulunan, hiç bir noksanlığı olmayan ve her şey, var olmak için ve varlıkta kalabilmek için, Ona muhtaç 456 www.dinimizislam.com olan ve kendisi hiçbir şey için, hiçbir şeye muhtaç olmayan ve herkese fayda ve zarar yalnız Ondan gelen ve Onun izni ve emri olmadıkça, hiçbir şeyin, hiçbir şeye zarar ve iyilik yapamayacağı, Ondan başka her şeyin önü ve sonu yokluk olup, hep var olana ancak ibadet olunur. İbadet, yalnız böyle birinin hakkıdır. Allahü teâlâdan başka, böyle birisi yoktur ve olamaz. Bu yüksek sıfatlar başkasında da var denirse, Ona, başkası denilemez. Başka olmak için, farklı olmak lazımdır. Böyle bir başkasını, Ondan farklı, ayrı düşünmek, ilahlık ve mabudluk şartları, bu ikincisinde noksan olur. İlahlık ve mabudluk hakkı olamaz. Çünkü, bunun, birinciden ayrı olması için, mabudluk sıfatlarından birinin, bunda bulunmaması lazımdır. Bunun için de, noksan olmuş olur. Bu ikincisinin, kemal sıfatlarını tamam kabul edip de, ayrılık olmak için, noksan sıfatlardan bir tanesini kendisinde bırakırsak, yine kendisi kusurlu olmuş olur. Mesela, her şey Ona muhtaç olmasa, muhtaç olmayanların ibadet etmesi niçin lazım olur? Eğer, bir işte, bir şeye muhtaç olursa, yine noksanlık olur. Eğer her şeye iyilik ve zarar Ondan olmasa, Ona ne lüzum olur. İbadete neden layık olur? Eğer, Onun izni, haberi olmadan, bir kimse, bir şeye iyilik ve zarar yapabilirse, Ona yine lüzum kalmaz. İbadet olunmaya hakkı olmaz. Bütün kâmil sıfatları kendinde toplayan, ancak bir olmak, ortağı bulunmamak lazımdır. İbadete hakkı olan, yalnız bir olmak lazımdır. O da bir olan, Allahü teâlâdır. (3/3) Şartlarına uygun ibadet Sual: Namazın, abdestin şartlarına uymayan bazıları, (Ben yapayım da, Allah kabul eder. Başkaları hiç kılmıyor ya...) diyor. Bu doğru mu, böyle ibadeti Allah kabul eder mi? CEVAP Hayır, doğru değildir. Çok yanlıştır. Gelişigüzel ibadet olmaz. Keyfimize, aklımıza göre yahut kolayımıza geldiği gibi ibadet yapamayız. Dinimizin bildirdiği şekilde ibadet etmelidir. Kulun vazifesi, kendi aklına değil, dinin emrine uymaktır. İbadet yani kulluk da, bu demektir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İnsanlar, yokken sonradan yaratılmış, zayıf, muhtaç, ayıplı ve kusurludur. Allahü teâlâ ise, sonsuz olarak vardır. Ayıplardan, kusurlardan, uzaktır. Bütün üstünlüklerin sahibidir. İnsanların Allahü teâlâya, hiçbir bakımdan benzerlikleri, yakınlıkları yoktur. Böyle aşağı kullar, öyle bir yüce Allah’ın şanına yakışacak bir şükür yapabilir mi? Çünkü çok şey vardır ki, insanlar onları güzel ve kıymetli sanır. Fakat Allahü teâlâ, bunları kötülük bilir ve beğenmez. Saygı ve şükür sandığımız şeyler, beğenilmeyen, bayağı şeyler olabilir. Bunun içindir ki insanlar, kendi kusurlu akılları, kısa 457 www.dinimizislam.com görüşleriyle, Allahü teâlâya karşı şükür, saygı olabilecek şeyleri bulamaz. Şükretmeye, saygı göstermeye yarayan vazifeler Allahü teâlâ tarafından bildirilmedikçe, övmek sanılan şeyler kötülemek olabilir. İşte, insanların Allahü teâlâya karşı kalb, dil ve bedenle yapmaları ve inanmaları lazım olan şükür borcu, kulluk vazifeleri, Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş ve Onun sevgili Peygamberi tarafından ortaya konmuştur. Allahü teâlânın gösterdiği ve emrettiği kulluk vazifelerine (İslamiyet) denir. Allahü teâlâya şükür, Onun Peygamberinin getirdiği yola uymakla olur. Bu yola uymayan, bunun dışında kalan hiçbir şükrü, hiçbir ibadeti, Allahü teâlâ kabul etmez, beğenmez. Çünkü insanların iyi, güzel sandıkları çok şey vardır ki, İslamiyet, bunları beğenmemekte, çirkin olduklarını bildirmektedir. (3/17) Her Müslümanın kendisine lazım olan ilmihal bilgilerini, doğru yazılmış, nakli esas alan bir ilmihal kitabından öğrenmesi gerekir. Üç hadis-i şerif meali şöyledir: (İlimden bir mesele öğrenmek, dünyadaki her şeyden kıymetlidir.) [Taberani] (Bir kimse amel etmese de, ilimden bir mesele öğrenirse, bin rekât [nafile] namazdan efdal olur. Eğer öğrendiği ilimle amel eder veya bunu başkasına öğretirse hem bunun sevabını alır, hem de kıyamete kadar onunla amel edenlerin sevabını alır.) [Hatib] (Bilerek yapılan az bir ibadet, bilmeyerek yapılan çok ibadetten daha iyidir.) [Şir’a] Allah’a kulluk nedir? Sual: Kâfirler ibadetle mükellef değildir. Ahirette onlara niye namaz kılmadınız, niye oruç tutmadınız diye sorulmayacaktır. Onlara niye inanmadınız diye sorulacaktır. Durum böyle iken ne diye Bekara suresinin 21. âyetinde (Ey insanlar Allah’a ibadet ediniz) buyuruluyor da, ey müminler denmiyor? CEVAP O âyetin meali şöyledir: (Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin ki, Allah’ın azabından korunmuş olabilesiniz.) [Bekara 21] Tibyan'da (Allah’ın varlığına, birliğine, inanmak suretiyle kulluk edin) diye açıklanıyor. Deliler ve çocuklar hariç, mükellef olan herkes bu emre muhatap deniyor. Âyetin sonundaki tettekun = Şirkten, küfürden ve günahlardan korunasınız diye açıklanıyor. Bu açıklamalar kâfirleri de, müminleri de kapsamaktadır. Yani (Allah’a kulluk ederseniz 458 www.dinimizislam.com kurtulursunuz) buyuruluyor. Elbette buna kâfirler de müminler de dahildir. Kulluk için önce iman, sonra da ibadet gelir. Kur’an-ı kerimdeki (Ey iman edenler iman edin) demek, (Beni tanıyın) demektir. (Beni tanıyın) demek ise, (Emir ve yasaklarıma uyun) demektir. Cahillerin imanına İman-ı mecazi denir. Bu iman, bozulabilir ve yok olabilir. Hakikat ehlinin imanları bozulmaktan mahfuzdur. (Ey iman edenler iman edin) demek, (Ey, imanın suretini edinenler, ibadet ederek, hakiki imana kavuşun) demektir. Demek ki haramlardan kaçmayan, ibadetlerini yapmayan kimse Allah’ı tanımış olamaz ve hakiki imana kavuşamaz. Başka bir âyet-i kerimede de mealen buyuruluyor ki: (Ben cin ve insanları, ancak bana kulluk etmeleri [beni tanımaları] için yarattım.) [Zariyat 56] Bu âyet-i kerimedeki (Kulluk etmeleri, ibadet etmeleri için) ifadesi, âlimler tarafından (beni tanımaları için) diye açıklanmıştır. Yani, Allahü teâlâyı tanımak, için yaratıldık. Allah’ı tanımak ise, emir ve yasaklarına uymak demektir. Hadis-i kudside, (Tanınmak için her şeyi yarattım) buyuruyor. Yani (Onların beni tanımakla şereflenmesi için yarattım) buyuruyor. Yoksa, (Tanınayım da meşhur olayım) demek değildir. Peygamber efendimiz, ilmin inceliklerini soran bedeviye buyurdu ki: - Sen ilmin başını öğrendin mi? - İlmin başı nedir ya Resulallah? - İlmin başı, Allah’ı tanımaktır. Bu da Onun; misli, benzeri, zıddı, dengi, eşi olmadığını, vâhid, evvel, ahir, zâhir ve bâtın olduğunu bilmektir. Tapmak ne demek? Sual: Tapmak, tapınmak ne demektir? Allah’a tapmak ifadesi yanlış mıdır? CEVAP Yanlış değildir. Tapmak, tapınmak; ibadet etmek demektir. Tapmak ifadesi, Allaha da, putlara da, ibadet etmek anlamında da kullanılır. Mesela kimi puta tapar, kimi Allaha dendiği gibi, kimi Allaha ibadet eder kimi de puta denebilir. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: İster elimizle yapmış olalım, ister aklımız ve hayalimizle meydana getirelim, yaptığımız şeylerin hepsi, yaratıktır, yani Allahü teâlânın 459 www.dinimizislam.com mahlûklarıdır. Hiçbirinin tapınmak için değerleri yoktur. Tapılmaya hakkı olan, yalnız Allahü teâlâdır. (2/9) Üçüncü cild, 44. mektuptaki beyit ise şöyledir: Allaha kulluk ederim, taptığım dergah bir, Bir lahza ayrılmadım tevhidden, Allah bir! Yaratana karşı vazifemiz Sual: Yaratana karşı vazifemiz nedir? CEVAP Allahü teâlâya karşı vazifelerimiz şunlardır: 1- Bedenle yapacağımız işler: Namaz, oruç gibi ibadetleri yapmaktır 2- Ruhla yapacağımız vazife: Doğru itikad etmek etmektir. 3- Adaletle iş yapmak: Bu da, emaneti muhafaza, insanlara nasihat etmek ve İslâmiyet’i öğretmekle olur. Salih ameller Sual: Salih amelden kasıt nedir? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Salih amel, İslam’ın beş şartıdır. Bir kimse bunları hakkıyla, kusursuz yaparsa Cehennemden kurtulur. Çünkü bunlar insanı günahlardan korur. Nitekim Ankebut suresi, 45. âyetinde mealen, (Kusursuz kılınan bir namaz, insanı kötü işlerden korur) buyuruldu. Bir insana, İslam’ın beş şartını yerine getirmek nasip olursa, nimetlerin şükrünü yapmış olur. Şükrünü yapınca, Cehennem azabından kurtulmuş olur, çünkü Nisa suresi, 147. âyetinde mealen, (İman eder ve şükrederseniz, azap etmem) buyuruldu. (1/304) İbadetten sevap beklenir Sual: S. Ebediyye’de orucun Allah’ın emri olduğuna inanmak ve sevab bekleyerek tutmak lazım olduğu bildiriliyor. Oruç gibi, namaz için de, aynı şekilde sevab beklemek lazım mıdır? CEVAP Elbette sevab beklemek lazımdır. Zekât da öyle, hac da öyledir. İbadet kim için yapılır? Sual: Hanıma (Namaz kıl) diyorum, (Kılarsam senin için kılmış olurum, onun da kıymeti olmaz) diyor. (Açık gezme) diyorum, (Kapanırsam senin için olmuş olur) diyor. (Oruç tut) diyorum, (Senin için tutamam) diyor. Bunları, ben dediğim için yapsa bir mahzuru olur mu? CEVAP Hanımın sözleri çok yanlıştır. Ona su iç deseniz, (Senin emrinle içmenin kıymeti olmaz) denir mi? Neticede ihtiyacımız olan su içilmiş 460 www.dinimizislam.com oluyor. Peygamber efendimiz, (Namaz kılın, oruç tutun, açık gezmeyin, haram işlemeyin) diyor. Biz o bildirdi diye yapınca, Allah rızası için olmaz mı? Hoca vaaz etse, (Namaz kılmamak çok büyük günahtır) dese, biz de hocanın etkisinde kalıp, namaz kılmaya başlasak, hoca için mi kılmış oluruz? Hoca, (Oruç tutmak çok sevab) dese, biz de tutsak, hoca için mi olur? Çünkü oruç tutarken, hiç kimse olmasa da, yiyip içmeyeceğiz. Bu, Allah rızası için tutuyoruz demektir. Kimsenin olmadığı yerde yiyip içiyorsak, zaten oruç tutmamış oluruz. Namaz kılarken, vaktine, farzına, vacibine, sünnetine dikkat edeceğiz. Bunların hepsi Allah içindir. Bizim namaz kılmamıza vesile olana da elbette sevab olur. Koca karısına, (İçki içme, açık gezme) dese, kadın da içki içmese, açık gezmese, günahtan korunmuş olur. Günahtan korunmaya kim sebep olursa olsun, bir mahzuru olmaz. Zamanla alışır, artık kendi arzusuyla yapmaya başlar. İbadet yerine hayır yapmak Sual: Bazı kimseler, (Namaz kılmak yerine, birkaç yetimi doyurmak yeter. Hacca gidene kadar bir talebe okutmak, daha çok sevabdır. Oruç tutmak yerine, birkaç fakiri doyurmak kâfi gelir) diyorlar. O zaman zenginler bu işi parayla yaparsa, fakirler ne yapsın? CEVAP Böyle söylemek dini değiştirmek ve dini yıkmak olur, yani büyük sapıklıktır. Dinin kanunlarını şahıslar mı belirliyor? Dinin sahibi ne bildirmişse, o emre ve yasağa riayet etmek gerekir. Bir kimse dünyadaki bütün yetimleri, fakirleri doyursa, hepsine birer ev verse, bir vakit kazaya bıraktığı namazının günahını ödeyemez, tutmayıp bir gün kazaya bıraktığı orucun günahını karşılamaz. Dünyanın bütün talebelerini okutsa, bir vakit farz namazın veya bir gün farz orucun yahut haccın sevabına kavuşamaz. Nafile ibadetlerin farzların yanında denizde damla bile olmadığını İslam âlimleri bildirmektedir. Bir vakit namaz kılmamak veya bir gün Ramazan orucunu tutmamak haramdır. Bir haramdan kaçmanın sevabı, bütün insanların ibadetlerinin toplamından üstündür. Bir hadis-i şerifte, (Çok az bir günahtan kaçınmak, bütün cin ve insanların ibadetleri toplamından daha iyidir) buyuruluyor. Her günah, Allahü teâlâya isyan olduğundan, büyüktür; fakat bazısı, bazısına göre küçük görünür. Bir küçük günahı yapmamak bütün cihanın nafile ibadetlerinden daha sevabdır, çünkü nafile ibadet yapmak farz değildir. Günahlardan kaçınmaksa farzdır. (Rıyad-un-nasıhin) 461 www.dinimizislam.com Dinde temel sayılan 8 madde Sual: Hâtim-i Esam hazretlerinin açıkladığı, dinde temel sayılan 8 madde nelerdir? CEVAP Şakîk-i Belhî hazretleri, talebesi Hâtim-i Esam hazretlerine sordu: — Ne kadar zamandır benden ders alıyorsun? — 33 senedir. — Bu kadar zaman içinde benden neler öğrendin? — Sekiz şey öğrendim. — Çok üzüldüm, emeklerim boşa mı gitti? — Hocam, siz sordunuz, ben de doğrusunu söyledim. Sekiz şey öğrendim. — Peki, nedir bu sekiz şey? — Birincisi: İnsanlara baktım. Sevdiği şeyler, onlarla mezara kadar arkadaşlık ediyor ve sonra onu yalnız bırakıp ayrılıyorlar. Onlarla beraber mezara girip, dert ortağı olmuyorlar. Bu hâli görünce, (Dünyada öyle bir dost seçmeliyim ki, mezara benimle gelsin, bana orada arkadaşlık etsin) diye düşündüm. Aradım, taradım, Allahü teâlâya yapılan ibadetlerden başka, böyle sadık bir sevgili bulamadım. Ben de ibadetlere sarıldım. Ne dersiniz? — Çok doğru, çok güzel düşünmüşsün. Peki, ikincisi nedir? — İkincisi: İnsanlara baktım, çok kimse, arzuları, nefsleri peşinde koşuyor. O zaman, (Allahü teâlâdan korkarak nefslerine uymayanlar, elbette Cennete gideceklerdir) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Nefsimi düşman bilerek, ona aldanmamaya karar verdim ve arzularıma uymadım. — Allah sana iyilikler versin, ne güzel yapmışsın. Üçüncüsü nedir? — Üçüncüsü: İnsanlara baktım, herkes dünyalık toplama sıkıntısı içine girmiş. Sonra, (Dünya malından sarıldığınız, sakladığınız her şey, yanınızda kalmayacak, sizden ayrılacaktır! Ancak Allah rızası için yaptığınız iyilikler ve ibadetler sizinle beraber kalacaktır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Dünya için topladıklarımı Allah yolunda harcadım. Yani Allahü teâlâya ödünç verdim! Nasıl yapmışım? — Ne güzel yapmışsın. Peki, dördüncüsü nedir? — Dördüncüsü: İnsanlara baktım, başkalarını beğenmiyorlar, birbirlerine haset ediyorlar, birbirlerinin mevki, mal ve ilimlerine göz dikiyorlar. Bunu görünce, (Dünyadaki maddî manevî bütün rızıklarını 462 www.dinimizislam.com aralarında taksim ettik) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Herkesin ilim, mal, rütbe, evlat gibi rızıklarının dünya yaratılmadan önce ezelde taksim edildiğini, kimsenin elinde bir şey olmadığını ve çalışmayı, sebeplere yapışmayı emrettiğinden, Ona itaat etmiş olmak için çalışmak gerektiğini, hasedin zararlarını ve lüzumsuz olduğunu anladım. Allahü teâlânın ezelde yaptığı taksime razı oldum. Bütün Müslümanlarla iyi geçindim, herkesi sevdim ve herkes tarafından da sevildim. — Ne iyi, ne güzel yapmışsın. Benden öğrendiklerinin beşincisi nedir? — Beşincisi: İnsanlara baktım, çok kimse, insanlık şerefini, bir makam sahibi olmakta zannediyor ve makamıyla iftihar ediyor. Kimi, kıymet ve şerefi, çok mal ve evlatta görüp, bunlarla iftihar ediyor. Kimi de, malı, parayı Allahü teâlânın emrettiği yerlere değil de, insanların hoşuna gidecek, herkesi eğlendirecek yerlere sarf ediyor, insanlık şerefini bunda sanıyor. Bunu görünce, (En şerefliniz, en kıymetliniz, Allahü teâlâdan en çok korkandır) mealindeki âyet-i kerimeyi düşündüm. Bunların yanıldıklarını anladım ve takvaya sarıldım. Rabbimin af ve ihsanlarına kavuşmak için, Ondan korkarak, İslamiyet’in dışına çıkmadım. — Ne güzel yapmışsın. Altıncısı nedir? — Altıncısı: İnsanlar, birbirlerinin mallarına, mevkilerine ve ilimlerine göz dikiyor, parça parça ayrılıyorlar, birbirlerine düşmanlık ediyorlar. Bunları görünce, (Sizin düşmanınız şeytandır. Onu düşman bilin) mealindeki âyet-i kerimeyi hatırladım. Şeytanı ve onun yoldaşları olan sapıkları düşman bilip, sözlerine aldanmadım. Allahü teâlânın emirlerine itaat ettim. Kurtuluş yolunun, yalnız Ehl-i sünnet yolu olduğuna inandım. Müslümanları aldatmaya uğraşanları dinlemedim. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından ayrılmadım. — Ne güzel, ne iyi yapmışsın. Yedincisi nedir? — Yedincisi: Kimi insanlar, para kazanmak için haram ve şüpheli şeylere dalıyorlar ve zillete, hakaretlere katlanıyorlar. Bunları görünce, (Allahü teâlâ tarafından rızkı gönderilmeyen yeryüzünde bir canlı yoktur) mealindeki âyet-i kerime hatırıma geldi. O canlılardan birinin kendim olduğumu bildim. Rızkımı göndereceğine söz verdiğine, elbette göndereceğine güvenerek, Onun emrettiği gibi çalıştım. — Ne iyi yapmışsın. Sekizincisi nedir? — Sekizincisi: Baktım, herkes bir şeye güveniyor. Kimi altına, mal ve mülküne, kimi sanatına ve kazancına, kimi makam ve rütbesine, kimi de kendi gibi bir insana güveniyor. Bunları görünce, (Allahü teâlâ, yalnız kendisine güvenenlerin her zaman imdadına yetişir) mealindeki âyet-i 463 www.dinimizislam.com kerimeyi düşündüm. Her zaman ve her işimde yalnız Allahü teâlâya güvendim. O emrettiği için çalıştım, sebeplere yapıştım; fakat yalnız Ondan istedim. Yaptıklarımda bir eksiklik var mı? — Yâ Hâtim, dini tam ve doğru anlamışsın. Senin gibi bu sekiz temel kaideye uyanlar, dinimize tam uymuş olurlar. Şartsız söylenenler Sual: Bazı hadislerde, (Şunu yapan cennete veya cehenneme gider) deniyor. Mesela, (Cömert cennete gider) veya (Savaşta ölen şehiddir) denince, bunun bazı şartları yok mudur? Her cömert, cennete gider mi, savaşta ölen herkes şehid mi olur? CEVAP İmam-ı Rabbani hazretleri, (Şartsız bildirilen bir hüküm, şartlı olarak anlaşılır) buyuruyor. Şartsız söylenen şeylerin mutlaka bazı şartı bulunur. Birkaç örnek verelim: 1- Cömertlikle ilgili: Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Cömertler cennete girer.) [Ebu-ş-şeyh] Bu hadis-i şerif, şartsız bildirilmiştir. Her cömert cennete girmez. (Şunu yapan cennete girer) denince bunun da bazı şartları olduğu anlaşılır. Birkaçı şöyledir: a) Birinci şart, o kimsenin imanlı yani Müslüman olmasıdır. İmansızsa, o kimse cömert de olsa, savaşta da ölse, insanlığa, bütün dünyaya büyük hizmetleri dokunsa da cennete giremez. b) İmanı var; fakat sevapları günahlarından çoksa, ancak o zaman cennete girer demektir. c) İmanlı cömerdin cömertliği, birçok günahları affettirir, şefaate sebep olur. Bu bakımdan imanlı cömerdin günahları çeşitli sebeplerle affedilir, cennete layık olur demektir. ç) Cömerdin ve her Müslümanın cennete girebilmesi için, Ehl-i sünnet itikadında olması yani bid’at ehli olmaması, farzları yapıp haramlardan sakınması gerekir. Birkaç hadis-i şerif meali şöyledir: (Bid’at ehlinin hiçbir ibadeti kabul olmaz, yağdan kıl çıkar gibi, dinden çıkar.) [İbni Mace, Deylemi] (Bid’at ehli, bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [Deylemi, İbni Neccar, Ebu Nasr, İbni Ebi Asım] (Elbisesi haram olanın ibadetleri kabul olmaz.) [İ. Ahmed, Bezzar] (Haram gömlekle kılınan namaz kabul olmaz.) [Bezzar] 464 www.dinimizislam.com (Bir lokma haram yiyenin, kırk günlük ibadeti kabul olmaz.) [Taberani, Deylemi] Demek ki, bir kimse çok cömert olsa da, ibadetleri yapmıyor ve haramlardan kaçmıyorsa yahut bid’at ehliyse cennete girmesi kolay olmaz. Bu günahlar, zamanla insanı küfre sürükleyerek cehenneme sokar. 2- Cimrilikle ilgili: Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Cimri, cennete girmez.) [Taberani] Bu da şartsız bildirildiği için, bazı şartları vardır: a) İmanı yoksa cennete girmez demektir. b) İmanı var; fakat günahları sevablarından çoksa, günahlarının cezasını çekmeden cennete girmez demektir. Sevabları günahlarından çoksa, cennete girer. c) İmanı var, günahı sevabından çoktur; fakat affa veya şefaate kavuşmazsa cehennemde cezasını çekecek demektir. Affa veya şefaate kavuşursa, hiç cehenneme girmeden cennete gider. 3- Şehidlikle ilgili: Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Deniz savaşında şehid olanların, bütün günahları, hatta [gıybet, hakaret, gibi bütün] kul hakları da affolur.) [İbni Mace] Ama her deniz savaşında ölen kimse şehid olmaz ve günahları da affolmaz. Affolmanın da şartları vardır. Birinci şart, o kimsenin imanlı yani Müslüman olmasıdır. İmansızsa, o kimse denizde boğulsa da, savaşta da ölse, insanlığa, bütün dünyaya büyük hizmetleri dokunsa da cennete giremez. Hadis-i şeriflerin bir kısmı, diğerini açıklar. Bunu açıklayan bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Nice kendisine silah isabet edip ölen kimse vardır ki, şehid değildir. Nice döşeğinde yatarken ölen kimse de vardır ki, Allah katında sıddık ve şehiddir.) [Ebu Nuaym, Ebu-ş-şeyh] 4- Ziynet takmakla ilgili: Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Kadınlara altın takı helaldir.) [Taberani] Bunun da bazı şartları vardır: a) Yabancı erkeklere göstermeden takabilir demektir. Mesela burna hızma olarak takamaz. b) Altın, gasp edilmiş veya çalınmış olmazsa takabilir demektir. c) Âcil vermesi gereken borç varsa, önce borcunu ödemesi gerekir. 465 www.dinimizislam.com ç) Altın yüzük çok sıkı olup altına su geçirmezse, guslederken yüzüğü çıkarmak veya oynatmak gerekir. Böyle yapmazsa guslü sahih olmaz. 5- Tavşan eti yemekle ilgili: Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Tavşan eti yenir.) [Buhari] Tavşan eti yenir; fakat bunun da bazı şartları vardır: a) Ada tavşanı besleyen kimse, bunu kesmeden, bir bacağını koparıp yiyemez. b) Kesenin Müslüman veya Ehl-i kitap olması şarttır. Bunlardan başkası keserse yenmez. Mesela Budistin ve ateistin kestiği yenmez. c) Kesenin Müslüman olması da yetmez. Besmeleyle kesmesi gerekir. Kasten Besmele terk edilirse, o et leş olur. ç) Tavşan hastalıklıysa veya zehirliyse yine yenmez. d) Çalınmış veya gasp edilmişse yenmez. 6- Gümüş yüzük takmakla ilgili: Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Gümüş yüzük erkeklere de caizdir.) [Mevahib] Şartsız söylendiğine göre, bunun da bazı şartları vardır: a) Ağırlığı bir miskali [4,8 gramı] geçmemelidir. Demek ki, 10 gram ağırlığında bir şövalye yüzük takmak caiz olmaz. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Gümüş yüzük takabilirsin; fakat ağırlığı bir miskali geçmesin!) [Tirmizî] b) Yüzük darsa, abdestte, gusülde çıkarmak veya oynatarak suyun altına girmesini sağlamak gerekir. Böyle yapılmazsa, dar yüzüğü takmak caiz olmaz. Şartsız söylenen haberlerin şartlarının da olabileceğini bilmeyen cahiller, (Altından, gümüşten diş yaptırmak caiz dendiğine göre, kaplama diş gusle mani olmaz) diyerek, milleti cünüp gezdiriyorlar. Yüzüğün de, takma dişin de altını ıslatma şartı vardır. Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Abdest alırken, [altının ıslanması için] yüzüğü hareket ettirin!) [İbni Mace] Altın kaplama protez dişin altına su geçmezse ve çıkarma imkânı varsa, çıkarıp altını ıslatmak gerekir. Buna imkân yoksa, (Gusülde ağzın içini yıkamak farz değildir) diyen Maliki veya Şafii mezhebini taklit etmek gerekir. Taklit ederken, o mezhebin farzlarına uymak ve müfsidlerinden [o ibadeti bozacak şeylerden] sakınmak gerekir. 7- Allah var demekle ilgili: 466 www.dinimizislam.com Bir hadis-i şerif meali şöyledir: (Lâ ilâhe illallah diyen cennete girer.) [Bezzar] Cennete girmenin birçok şartları vardır: a) Birincisi, Amentü’de bildirilen, imanın altı şartına inanmaktır. Bunların birine bile inanmayan cennete giremez. Mesela bütün peygamberlere inansa, sadece âhir zaman peygamberi Muhammed aleyhisselama inanmasa, iman etmiş olmaz. İki hadis-i şerif meali de şöyledir: (Allah'tan başka ilah olmadığına Allah’ın bir olduğuna ve ortağı olmadığına, Muhammed’in Onun kulu ve Resulü olduğuna, keza cennet ve cehennemin hak olduğuna şehadet ederse, Allahü teâlâ onu cennetine koyar.) [Buhari, Müslim, Tirmizi] (İman; Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe, [yani kıyamete, cennete, cehenneme, hesaba, mizana], kadere, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölüme, öldükten sonra dirilmeye, inanmaktır. Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim Onun kulu ve resulü olduğuma şehadet etmektir.) [Buhari, Müslim, Nesai] b) İmanın altı şartını dille söylemek yetmez; kalble de tasdik etmek ve ihlâsla söylemek gerekir. Birkaç hadis-i şerif meali: (İhlâsla, Lâ ilâhe illallah diyen Cennete girer. İhlâs, haramlardan sizi men etmesidir.) [Bezzar, Hatib] (Kalble tasdik edip, ihlâsla kelime-i şehadeti söyleyen cennete girer.) [Taberani] (İnanarak, beğenerek ihlâsla Lâ ilâhe illallah diyene Cennet vardır.) [İbni Hibban] (İhlâsla, “Rabbimin Allah, dinimin İslam ve Peygamberimin Muhammed aleyhisselam olduğuna razıyım” diyen cennete girer.) [İ. Ahmed] c) Bid’at ehli olmaması gerekir. Yukarıdaki bütün şartlar olsa da, Ehl-i sünnet olmayan cennete giremez. İtikadında küfür yoksa, ancak o zaman cehennemde cezasını çektikten sonra cennete girer. ç) Hubb-i fillah, buğd-i fillah üzere olmak gerekir. Allahın sevdiklerini sevmek, düşmanlarını sevmemek şarttır. Mesela Hazret-i Ömer’e düşmanlık etse, onun dayısı olan kâfir Ebu Cehili sevse, lâ ilahe illallah demesi onu cehennemden kurtaramaz. d) Lâ ilahe illallah diyen kimse, namaz, oruç, zekât, hac gibi ibadetleri yapmıyor ve içki, faiz, kumar, hırsızlık, zina, katillik gibi günahlar içindeyse, böyle kimsenin de imanını muhafaza etmesi, dolayısıyla cennete girmesi çok zordur. 467 www.dinimizislam.com Demek ki sadece La ilahe illallah diyen Cennete girer diyerek, gayrimüslimleri de Cennete sokmaya çalışmak çok yanlış olur. Sevgi varsa kural işlemezmiş Sual: (Günah denilen şeyler, bizi Tanrı’dan uzaklaştıran hareketlerdir. Sevgi ve aşkın olduğu yerde kurallar biter; çünkü gerçek sevgi, Tanrı demektir. Cennet ve Cehennem bu dünyadadır. Yunus Emre, “Yaratılanı hoş gördük Yaratandan ötürü. Ben dost cemalin görmüşem, huri cinanı neylerim” diyor. Cennet olsaydı, böyle der miydi? Mevlana da, “Helal haram ölene kadardır. İlahi aşkın sonu yoktur” diyor. Önemli olan, haram helal değil, ilahi aşktır. Sevgi olunca namaza, oruca ve diğer ibadetlere gerek yoktur) diyenler oluyor. Bu sözler küfür değil mi? CEVAP Evet, açıkça küfürdür. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (Kâfirler, “Peygamber size, ölüp kemikleriniz çürüyüp toz toprak olduktan sonra, tekrar dirilerek kabirden kalkacaksınız diyor. Hiç böyle şey olur mu? Ne varsa, ancak bu dünyadadır. Cennet, Cehennem, hep buradadır. Bu dünya böyle gelmiş böyle gider. Öldükten sonra, bir daha dirilmek yoktur” dediler.) [Müminun 35–37] (O azgınlar ve İblisin adamları, tepetaklak Cehenneme atılırlar.) [Şuara 94, 95] Sevginin olduğu yerde, kurallar bitmez, aksine kurallara tam uyulur; çünkü sevmenin şartı, sevdiğine itaat etmek, Onun emir ve yasaklarına riayet etmektir. İtaat olmayınca, sevgiden söz edilemez. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruldu ki: (Resulüm de ki: Allah’ı seviyorsanız, bana uyun.) [Âl-i İmran 31] (Allah’a ve Resulüne itaat edin. İtaat etmezseniz [kâfir olursunuz], kâfirleri de elbette Allah sevmez.) [Âl-i İmran 32] Yunus Emre, o sözüyle Cenneti inkâr etmiyor. Cenneti inkâr eden veya Cennetin lüzumsuzluğunu söyleyen kâfir olur. Yunus Emre, (Cennet sevgisi, huri sevgisi veya Cehennem korkusuyla değil, yalnız Allah rızası için ibadet etmeli, böyle olan, o nimetlere zaten kavuşur) demek istiyor. Hazret-i Mevlana da, ölene kadar helal ve harama riayet etmek gerekir, dünya imtihanından başarıyla çıkmak yani imanla yaşayıp, imanla ölmek gerekir diyor. İlahi aşkın ise, sonsuz olduğunu söylüyor. Harama helale riayet etmeyin mi diyor? İlahi aşkın sonsuzluğunu bildiren zat, bu aşkın sahibinin, üç günlük dünyadaki emir ve yasaklarına uymayın der mi? 468 www.dinimizislam.com Peygamber efendimiz, Allahü teâlâyı sevmiyor muydu? O namaz kılmıyor muydu, oruç tutmuyor muydu? Helale, harama riayet etmiyor muydu? Bir başkası da, (Yunus Emre, bir taraftan “Yaratılmışı hoş gördük yaratandan ötürü” diyerek hoşgörülüğünü sergilerken, bir taraftan da, “Beş vakit namaz kılmayan, bilin Müslüman olmadı, ol Cehenneme girse gerek” diyerek müsamahasızlık çukuruna düşmüştür. Sevgi ve hoşgörünün zirvesine çıkmak, kâfir Müslüman diye ayırmadan herkesi sevmek gerekir) diyor. TDK’nin sözlüğünde hoşgörü kelimesi için, (Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) deniyor. Dikkat edin, her şey deniyor. Her şeyi anlayışla karşılamak deniyor. Yine TDK sözlüğü, mezhebi geniş ifadesini tarif ederken, (Namus konusunda aşırı hoşgörülü davranan) diyor. Yani mezhebi genişlik, hoşgörülü olarak tasvip ediliyor. Yunus Emre’yi kötüleyen kimseye göre, hoşgörü denilen şeyin bir sınırı yoktur. Ne kadar hoş görülürse, o kadar iyidir. Hâlbuki, sınırsız hürriyet gibi, sınırsız hoşgörü de, çok yanlıştır. Kötüler, katiller hoş görülür mü? Caniler ve suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı nasıl sağlanır? Müslüman, dinimizin izin verdiği ölçüde hoşgörülü olur. Bunun azı da, çoğu da zararlıdır. Yunus Emre’nin, (Yaratılmışı hoş gördük yaratandan ötürü) diyerek yetmiş iki millete, bir insan olarak aynı gözle bakması, dinimize aykırı değildir; çünkü dinimizde ırk üstünlüğü yoktur. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İnsanlar [insan olarak] bir tarağın dişleri gibi eşittir.) [İbni Lal] Bunun için kâfir de olsa, bir kimseden kendini üstün görmek caiz değildir; çünkü kâfir, Müslüman olup ebedi saadete kavuşabilir, Müslüman da, maazallah küfre düşüp Cehennemlik olabilir. Dinimizde, hubb-i fillah, buğd-i fillah var. Bir Müslümana kâfir diyenin kendisi kâfir olduğu gibi, kâfire de Müslüman diyerek onu seven kâfir olur. Hazret-i Mevlana, (Gel, gel, her kim olursan ol gel, müşrik, Mecusi olsan veya puta tapsan da gel! Bizim dergâhımız ümitsizlik dergâhı değildir. Tevbeni yüz defa bozmuş olsan da gel) diyor. Bu söz, (Gel sana Müslümanlığı öğreteyim de, gerçeği gör. Kâfirsen iman et, günahkârsan tevbe et!) demektir. Yoksa, Allah için olmayan sevgi ve düşmanlığın hiç önemi yoktur. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (İmanın en sağlam temeli ve en kuvvetli alâmeti, hubb-i fillah, buğd-i fillahtır.) [Ebu Davud] (Hubb-i fillah Allah için sevmek, Buğd-i fillah Allah için düşmanlık etmek demektir.) 469 www.dinimizislam.com Hubb-i fillah, Allah için sevmek, Allah için dostluktur. Müslümanları sevip, onlara yardım ve hayır dua etmektir. Buğd-i fillah, Allah için sevmemek, Allah için düşmanlık etmek demektir. Dinimizi beğenmeyenleri, İslamiyet’e ve Müslümanlara düşmanlık edenleri sevmemek ve imana, hidayete kavuşmaları için dua etmektir. Resulullah efendimiz buyurdu ki: (Cebrail aleyhisselam gibi ibadet etseniz, müminleri, Allah için sevmedikçe ve kâfirleri Allah için kötü bilmedikçe, hiç bir ibadetiniz, hayrat ve hasenatınız kabul olmaz!) [Ey Oğul İlmihali] Allahü teâlâ, Musa aleyhisselama sordu: — Ya Musa, benim için ne işledin? — Ya Rabbi, senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim, zikrettim. — Ya Musa, kıldığın namazlar, seni Cennete kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların, seni Cehennemden korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamette, sana gölgelik olur. Zikirlerin de, o günün karanlığında, sana ışıktır. Bunların faydası sanadır. Benim için ne yaptın? — Ya Rabbi, senin için ne yapmak gerekirdi? — Sırf benim için dostlarımı sevip, düşmanlarıma düşmanlık ettin mi? Musa aleyhisselam, Allahü teâlâyı sevmenin, Onun için olan en kıymetli amelin, Hubb-i fillah ve Buğd-i fillah olduğunu anladı. (Mektubat-ı Masumiyye) Cenab-ı Hak, İsa aleyhisselama da vahyetti ki: (Eğer yerlerde ve göklerde bulunan bütün mahlûkların ibadetlerini yapsan, dostlarımı sevmedikçe ve düşmanlarıma düşmanlık etmedikçe, hiç faydası olmaz.) [K.Saadet] Emir ve yasak Müslüman içindir Sual: Dinin emir ve yasaklarına dinsizler de, uymazlarsa günah olur mu? CEVAP Hayır, onlara günah olmaz. Günah, Allahü teâlânın emirlerini yapmamak, yasak ettiklerinden sakınmamaktır. Emir ve yasaklar, Müslümanlara, yani imanı olanlaradır. İmanı olmayanlara, yani kâfirlere, emir ve yasaklara muhatap olmak, ibadet etmek şerefi verilmedi. Kâfirlere, yalnız bir emir verilmiş, onlardan yalnız bir şey istenilmiştir. Bu bir emir, iman etmeleri, yani Müslüman olmalarıdır. Kâfirler, bu emri dinlemedikleri için, bir tek suç işlemiş oluyorlar. Fakat bu suç, en büyük 470 www.dinimizislam.com suçtur. Bu suçun cezası, pek büyük, çok acı ve sonsuzdur. Dünyada böyle ceza olamaz. Bu sonsuz ceza, bunlara, ahirette, Cehennemde verilecektir. İbadeti gizlemek Sual: Nafile ibadetleri teşvik için, farz ibadetler gibi açıktan yapmak gerekmez mi? CEVAP Riya yani gösteriş korkusu yoksa, teşvik maksadıyla nafile ibadetleri açıktan yapmak caiz olur. Riya tehlikesi varsa yahut riyaya yol açabilecekse, nafile ibadetleri gizli yapmalıdır. (Bir hayrın yapılmasına yol gösteren onu yapan gibidir) mealindeki hadis-i şerife göre, sadakayı açıktan vermek, iyiliği açıkça yapmak iki kat sevab olur. Birisi, sadaka sevabı, ikincisi ise, başkalarını teşvik etmek sevabıdır. Bir hadis-i şerif meali: (Sadakayı gizli vermek, açıktan vermekten efdaldir. Ancak, örnek olmak, teşvik etmek için açıktan verilen sadaka, gizli sadakadan efdaldir.) [Deylemi] Riya korkusu olursa sadakayı gizli vermek daha sevabdır. (Ya Resulallah, hangi sadaka daha faziletlidir?) diye sorulunca, (Az maldan gizli verilen sadaka) buyurup, (Eğer sadakayı açık verirseniz güzel olur, gizli verirseniz sizin için daha hayırlıdır) mealindeki âyeti okudu. (Taberani) İmam-ı Ra