Friedrich Hölderlin: Alman dilinin (en) lirik ve (en) “şizofren” şairi
Transkript
Friedrich Hölderlin: Alman dilinin (en) lirik ve (en) “şizofren” şairi
Friedrich Hölderlin: Alman dilinin (en) lirik ve (en) “izofren” airi Haldun Soygür, Bahar Subaı I. Yaamı: “Gençlik günlerimde en olurdum sabahları, Akamları alardım; imdi, büyüdüm ya, Kukuyla balıyorum günüme, fakat Kutsal ve dingindir benim için sonu.” (O zaman ve imdi, F.Hölderlin, iirler, Çev. T.Oflazolu) Johann Christian Friedrich Hölderlin 20.03.1770 de Laufen, Almanya’da soylu bir protestan ailenin çocuu olarak dodu. Ailesinde büyük toprak sahipleri, üst düzey bürokratlar ve din adamları vardı. Üst düzey bir bürokrat olan babası air iki yaındayken; yine bürokrat olan annesinin ikinci ei (üvey babası); air dokuz yaındayken öldüler. Hölderlin anne ve anneannesinin yanında büyüdü ve annesiyle; yaamında belirleyici rol oynayan; oldukça simbiyotik ve zorluklarla dolu bir ilikisi oldu. Annesi din adamı olmasını istiyordu. Hölderlin altı yaından itibaren bir Latince okuluna devam etti ve ek olarak özel ders aldı. Piyano ve flüt çalmayı örendi. Ondört yaında, annesinin istei dorultusunda, bir manastır okuluna baladı ve ilk iirlerini yazdı. Onsekiz yaında Tübingen Manastırına kabul edildi ve burada dönemin en önemli filozofları olarak yetiecek Hegel ve Schelling ile birlikte teoloji okudu. Okuldaki en yakın arkadaı Hegel’di; Hölderlin onunla ilgili olarak “Ben sakin akıl insanlarını severim. Hangi durumlarda kendimizle ve dünyayla baımızın dertte olduunu tam olarak bilemediimizde onlara danıarak çıkar yolu bulabiliriz” demitir (Aytaç 1983). Dönemin büyük hareketi Fransız Devrimi’nden her üç genç de çok etkilendiler. Hölderlin’in oda arkadaı Hegel eitlik ve özgürlüün ateli bir savunucusu olmu; Fransız devriminin felsefesini yazmaya balamıtı. Schelling ise Marseillaise’i Almanca’ya çevirmiti. Tübingen’de insanı, doayı ve Tanrı’yı yeniden bir araya getirecek, bütünlemeyi salayacak bir felsefe ve sanatın yollarını tartımaya, aramaya balayan gençler Alman idealist felsefesini filizlendirdiler. Hölderlin etkileyici havası arkadaları tarafından hayranlıkla karılanan, uzun boylu, yakııklı, salam vücut yapılı, sportmen bir genç adamdı. Genç yata olaanüstü iir yeteneinin farkına varmı ve air olmak için yaratıldıını düünmeye balamıtı. Din adamı olması konusunda iddetli baskı yapan annesiyle bu yüzden yıllar süren çatımalar yaadı (Navratil 1994). “Kendime Yaamdan sanatı ören, sanat yapıtından yaamı; Birini doru görürsen, görürsün ötekini de.” (Be Nükte, iirler, F.H.) 1793 de eitimini tamamladıında arkadaı Hegel gibi Hölderlin de manastır yüksek okulundan mezun ve rahiplik yapmak istemeyen biri için tercih edilen bir i olan özel öretmenlii seçti. Schiller’in aracılııyla zengin bir ailenin yanında ie girdi. Çok küçük bir maa ve barınma karılıı çalııyordu ancak vaktinin geri kalan kısmını iir yazmaya ayırabileceini düünüyordu. Bir süre sonra ilk iirleri yayımlandı. 1794 de Schiller’e; okuyup fikrini bildirmesi ricası ile tek romanı; “Alman idealizminin romanı” da denilen; Hyperion’un bir bölümünü yolladı; Schiller de bunu yayımladı. Hölderlin Hyperion üzerinde çalımaları esnasında doa-insan bütünlemesinde sevginin bir ütopya üretecek durumda olup olmadıını ilerken giderek bunun olanaksızlıını daha çok sezinliyordu. Bu düünceleri mektup tarzında yazılmı eseri Hyperion’a yansımıtır. Romanın kahramanı Hyperion ülkesini baımsızlıına kavuturmak için Türklere karı savaan genç bir Yunanlı idealisttir. Roman bir ideale kapılma, idealinde hayal kırıklıına urama ve bunun verdii üzüntüyü iler. Hölderlin 1794 de Jena’ya gitti, burada pek çok aydınla tanıtı ve Alman idealizmi/ romantizminin bir baka önemli filozofu olan Fichte’nin çok ilgi duyduu felsefe seminerlerini izledi. Bunlardan çok etkilendi. Ancak 1794 de balamı olan “kafa karııklıı” Jena’da iddetlendi; Schiller’e yazdıı bir mektupta çok kötü durumda olduunu, içinin titrediini, kafasının durduunu belirtti ve sonra Jena’dan kaçarcasına ayrıldı (Wackwitz 1985). Hölderlin’i Goethe ile tanıtırmak isteyen Schiller onun bazı iirlerini Goethe’ye yollayarak fikrini istemi; Hölderlin daha sonra Goethe’yi ziyaret etmiti. Goethe; Schiller’e yazdıı bir mektupta bu ziyaretten söz edip Hölderlin’in mütevazı, ürkek ve açıkyürekli; aynı zamanda da hüzünlü ve kırılgan bir izlenim bıraktıını yazmıtı. Çadaı romantik airlerin iirini “hastane iiri” olarak isimlendiren; bu airlerin “bütün dünya bir hastaneymi ve kendileri de hastaymılar gibi” yazdıklarını söyleyen Goethe olasılıkla daha o zaman Hölderlin’de “hasta” bir air görmütü (Navratil 1994). "Pek isiz, pek korkulu çevrem, her ey Parçalanıp daılmakta, nereye baksam.” (Çaın Ruhu, F.H.iirler) 1795 de Hölderlin Frankfurt’ta Gontard ailesinin yanında öretmen olarak çalımaya baladı. Tübingen ve Jena’daki entellektüel ortamlardan sonra modern ticaret ve bankacılıın büyük merkezlerinden olan Frankfurt’taki yaam ve atmosfer Hölderlin’i oldukça sarstı. Burada kapitalist ilkeler, liberal ekonomi günlük yaamın koullarını acımasızca belirliyordu; kültür sılamı, insanlar arası ilikiler sahte ve ikiyüzlü olmutu. Fransız devrimi ideallerinin günlük yaama yansıyan yüzü çirkindi. Hölderlin modern burjuva toplumunun yeni seçkinleri arasında aırmı, artık bu dünyada yerinin olmadıını düünmeye balamıtı. Duyarlı bir insanın; bir ozanın bu dünyada sıınabilecei tek yer kendi iç dünyası idi. Güzellik ve harmoni günlük yaamda deil ancak ozanın bilincinde gerçekleebilirdi. Artık sıınabilecei tek liman iiriydi. Bu dünyanın bir mitolojiye ve saflıı, inancı yaatan iire gereksinimi vardı; ancak iir insanların yeni yol göstericisi olabilirdi. Bu bunalımlı günlerde Hölderlin hayatını aydınlatan, ona tekrar inanç, güç ve sevgi veren bir insana; çalıtıı evin hanımı, 26 yaındaki dört çocuk annesi, güzel ve duyarlı Susette Gontard’a aık oldu. “Dünyada bir varlık var, ruhumun bin yıllar boyu balanabilecegi bir varlık” (Hölderlin’in arkadaı Neuffer’e mektubunda aık olduu Susette Gontard’a ilikin yazdıklarından, Navratil 1994) "Sen ey göün habercisi! Nasıl dinlerdim seni! Seni, Diotima! Sevgili! Senden sonra Nasıl bakardı altın güne bu gözler Parıldayıp ükrederek yukarılara. Daha canlı” (Bat Ey Güzel Güne, iirler, F.H.) Her ikisi de baından itibaren bu akın trajik bir sona ulaacaını bilmekteydiler. Hölderlin iirlerinde Susette’i Diotima diye isimlendirmitir. Diotima; Susette’le karılamadan önce baladıı Hyperion romanındaki ideal sevgili; ideal kadın figürü; Hyperion’un aık olduu kadındır. Diotima güzellik, bilgelik ve sevgiyi simgeler ve Hyperion’u hayalperest olmaktan kurtarmak; akıl ve ciddiyetle ülküsünü gerçekletirebileceine onu inandırmak ister (Hölderlin 1987) Hyperion’la Diotima’nin akı Hölderlin’le Susette Gontard’ın akına paralellik gösterir. Yaadıı büyük ak Hölderlin’e idealizmin, romantizmin ütopisinin hiç olmazsa bir bölümünün bu dünyada gerçekten var olabileceini göstermiti. Hölderlin Susette’e olan akında eitici, olgunlatırıcı, kutsallatırıcı bir güç bulmutu. Susette ona salt olaanüstü bir sevgi yaatmakla kalmamı; bunun ötesinde onun özellikle annesine karı kiiliinin gelimesini, özgürlemesini, ozanlıının güçlenmesini, gelimesini desteklemiti (Teber, 1997). Ak içinde olduu yıllar olasılıkla Hölderlin’in yaamının en mutlu yılları olmutu. “Göksel perinin sevinci, eskiden unsurları uzlatıran, Gel de dindir benim için bu çaın kargaasını; Kuduran kavgayı göklerin ezgisiyle yatıtır Ölümlü gönülde ayrılanlar birleinceye dek, Eski, sakin, büyük doası insanın Tedirgin çadan aıncaya dek, güçlü ve duru. (Diatoma, iirler, F.H.) 1797 de iki ciltlik bir roman olan Hyperion’un birinci cildi çıktı. 1798 den itibaren Hölderlin kardeine ve arkadalarına yazdıı mektuplarda sık sık zorlandıını, ortamın airlere uygun olmadıını, kendisi için gündelik yaam gereklilikleri ile iir yazmayı bir arada yürütmenin zor olduunu belirtmeye baladı. Arkadaı Neuffer’e yazdıı mektuplarda yıkıcı eylere karı bakalarından daha fazla duyarlılık gösterdiini, bunun da yapısının yeterince salam olmayıından ileri geldiini, üzerinde yıkıcı etkisi olabilecek eylerle ba edebilmek için çok fazla çaba sarfetmesi gerektiini anlatıyordu. nsanların kendisine yönelik sertlii, pein hükümleri ve yanlı deerlendirmelerine dayanamıyordu, bir gün bu yüzden Almanya’yı terk edeceini düünüyordu. 1798 de olasılıkla Bayan Gontard’la aralarındaki akın Banker Gontard tarafından fark edilmesi ve hakarete maruz kalması sonucu Hölderlin çalıtıı evi terketti. Bu hem ona hem de Susette Gontard’a çok aır bir darbe oldu. “Ayrılmak mı istedik biz? yi, akıllıca olur mu sandık? Öyleyse, ayrılınca, neden cinayet gibi sarstı bizi bu i? Ah! Biz kendimizi az tanırız, Çünkü bir Tanrı buyurur içimizde.” (Ayrılık, iirler, F.H.) 1798 den 1800 e dek aralarındaki balantı tüm güçlüklere, yasaklara ramen sürdü. Hölderlin acı içinde olduu bu yıllarda tek tragedyası “Empedokles’in Ölümü” üzerinde çalımaya baladı ve bu tragedyayı yaamının farklı dönemlerinde üç farklı ekilde ele aldı ve iledi. 1799 da Hyperion’un ikinci cildi yayınlandı. Bu dönemde geçimini salamak için önce bir edebiyat dergisi çıkarmak; sonra Jena üniversitesinde özel doçent olarak çalımak, Yunan iiri dersleri vermek isteyen Hölderlin arkadaları tarafından hayal kırıklıına uratıldı. Tanıdıı airler; bunlar arasında oldukça ünlenmi olanlar da vardı; ona bu çabasında destek olmadılar. Schiller doçentlie kabulünde kendisine yardımcı olmasını rica eden Hölderlin’e yanıt dahi vermedi. Hölderlin’in tiyatro oyunu yazma denemesi de baarısızlıkla sonuçlandı; baladıı tek tiyatro eseri yarım kaldı. 1800 de Susette Gontard’la olan gizli ilikisi Diotima’nın kararıyla kesin bir ekilde bitti. “Çünkü onlar, bize göklü atei ödünç veren Tanrılar, kutsal acıyı da baıladılar bize; Varsın öyle olsun. Ben de topraın bir oluyum Galiba: sevmek için yaratılmı, acı çekmek için.” (Yuva, iirler, F.H.) Hölderlin yalnız ve isizdi. Kilise hizmetine girmeyi kesinlikle istemediinden yine özel öretmen olarak çalımayı denedi ve 1801 baında sviçre’de bir ailenin yanında göreve baladı. Üç ay sonra aile kendisine kibarca yol verdi. 1802 baında baladıı yeni bir ite de aynı ey oldu. Hölderlin bu dönemde ruhsal huzursuzluk içinde pek çok kez yer deitirdi. Haziran’da memleketi olan Stuttgart’a döndüünde akrabaları ve tanıdıkları onda belirgin bir deime, tuhaflık farkettiler. Çok gergin, ürkek ve bitkindi. Yakınlarınca “iddetli heyecan, garip davranılar” olarak tanımlanan belirtiler gösteriyordu. Bir kaç hafta sonra uzun süredir akcierlerinden hasta olan, vücut direnci azalmı Susette çocuklarının atlattıı bir suçiçei salgınından öldü. Birlikte oldukları günlerde Hyperion’da Diotima’nın ölmesi üzerine uzun uzun tartımılardı; daha sonra Hölderlin Susette’e sürdürdüü evlilii ve yaadıkları aka ilikin “çindeki bu sonsuz çeliki ve mücadele seni yava yava öldürüyor” diye yazmıtı (Navratil 1994). Hölderlin’in ruhsal durumu dünyadaki varlıının tek nedeni olarak gördüü Susette’in ölümünden sonra daha da kötületi. Bu kayıp yaamında belki de dönüm noktası oldu. Susette’le yaadıı aktan haberdar olan annesi buna çok sert tepki gösterdi. Annesiyle ilikileri koptu; Hölderlin Susette’den sonra annesini de bir anlamda kaybetti. Toplumsal ilikilerden çekildi, insanlardan uzaklatı, giderek kendi içine kapandı. “Güzel varlık! Hasta yatıyorsun, yüreimse Yorgun alamaktan ve imdiden bir korku Douyor içime; fakat, fakat inanamıyorum Öleceine senin, sevdiin sürece.” (yi nanç, iirler, F.H.) Sonbahara doru durumu biraz düzelen Hölderlin bir dostunun daveti üzerine Homburg’a gitti ve orada üç ay içinde dinsel bir iir üçlemesi olan Patmos’u yazdı. 1804 de Sophokles’ den çevirdii “Sophokles’in Trajedileri”; Kral Oidipus ve Antigone yayınlandı. Çeviriler bazı eletirmenlerce çok çarpıcı ve hatta “çılgınca” bulundu; bir eletirmen “yalnızca edebi anlamda çılgınca; bu alanda deli olmadan ve deli yerine konmadan oldukça ileri gidilebilir” diye yazdı (Bertaux 1981). Aynı yıl arkadaı Sinclair Hölderlin’e Homburg’da bir kütüphanecilik ii ayarladı. Hölderlin bir yandan da “Empedokles’in Ölümü”nün yeni biçimi üzerinde çalııyordu. Bu tragedyada antik ça filozoflarından olan hekim ve büyücü Empedokles’in insanları kendisine inandırmak ve ilahiliini kanıtlamak için kendini Etna yanardaına atması ilenmektedir. Hölderlin’in Empedokles üzerinde çalıtıı yıllarda Fransız Devrimi’nin etkileri tüm Avrupa’da sürüyor, Almanya’da da devrim yanlısı çabalar görülüyor, hükümet bunlara çok sert tepki gösteriyordu. Hölderlin de çaın pek çok aydını gibi devrim ve deiiklikten yanaydı; ancak Jakoben’lerin “erdemin terörü”, “terörsüz erdemin güçsüz kalacaı” eklindeki bir takım savlarını benimsemiyordu. O devrimin ancak tinsel bir devrim; insanın kendi kafasında gerçekleen bir devrim olabilecei düüncesine inanmıtı. Devrim bakalarını kurban ederek deil; ancak insanın kendisini kurban ettii bir yaam tarzı ile gerçekleebilirdi. te Hölderlin Empedokles’i böyle bir dönemde evrendeki tanrısal uyumu simgeleyen bir air ve kahin olarak ele aldı (Aytaç 1983). Empedokles bireyin mükemmel olmayıının ızdırabını çekiyordu. nsanlar onun topluma kazandırmak istedii fikir dinine deil ahsına tapmaya balamılardı; Empedokles bu yüzden kendini feda etti. “Elbet daha inançlıdır insan öbür canlılardan; Fakat dıarıda kıyamet koptuunda Daha bir kendisi olur, düünür ve dinlenir Salam kulübesinde o, özgür doan. (Vulkanus, iirler, F.H.) 1805 de Sinclair devrim tasarlamak suçuyla tutuklanınca aralarında Hölderlin’in de bulunduu yakın çevresi sorgulandı. Ancak sorgulamalar esnasında sık sık “Ben artık Jakoben deilim!” diye baıran Hölderlin hakkında; kendisini muayene eden hükümet tabibinin raporu sayesinde; cezai ilem yapılmadı. Raporda Hölderlin’in eyleminin hezeyanından ötürü takınlık göstermekten ibaret olduu yazılıydı. Homburg’da ruhsal durumu giderek bozulup artık arkadaının yanında barınamaz olan Hölderlin’i Sinclair annesine götürmeye kalkıtı. Ancak annesi Hölderlin’i ne görmek ne de evine almak istedi. Hölderlin babasından kalan mirastan parasal sıkıntılarının en youn olduu dönemlerde bile mahrum edilmi; yoksulluk sınırında yaamı; ancak annesi ve üvey kardei onun bu paradan yararlanmasına izin vermemilerdi. Ailesi Hölderlin’e sahip çıkmadıı gibi muhtemelen söz konusu paranın kullanımının Hölderlin’in psikiyatri kliniine yatırılıp vesayet altına alınmasından sonra daha da kolay olacaı düüncesi ile onu derhal hastaneye yatırdı. 1806 da 36 yaındaki Hölderlin takınlık, öfke ve saldırganlık nöbetleri yüzünden Tübingen’deki klinikte yedi ay tedavi gördü. “Öfkeli Ozan Ozandan korkma soylu öfkeye büründüünde, Harfleri öldürür, ama ruhu yaatır ruhları.” (Be Nükte, iirler, F.H.) Hölderlin hastaneden çıktıktan sonra para karılıı ona bakmayı üstlenen bir bakıcı ailenin yanına; evi ve atölyesi Tübingen surlarındaki eski bir kule içinde yer alan marangoz Zimmer’in evinde manzaralı bir odaya yerletirildi. Hölderlin 36 yıl boyunca orada yaadı ve marangoz ve kızları tarafından kendisine bakıldı. Aralarında otuz kilometrelik mesafe olmasına ramen annesi Hölderlin’i ne klinikte yattıı dönemde ne de daha sonra marangoz Zimmer’in yanında yaarken ziyaret etti. Hölderlin kulede yaadıı yıllar içinde; çou kez kendisini ziyarete gelenlerin istei üzerine; elliye yakın iir yazdı. Bu iirler üzerinde pek çok yorum, aratırma yapıldı (Bader 1976). Gramer olarak kusursuz olan bu iirlerde eskinin coku ve heyecanı artık yoktu; bunlar daha ziyade yaanan trajediyi somutlatıran iirlerdi. Friedrich Hölderlin 1843 de öldü. Deyin bana, insan hayatı baka nerede yaanmakta Kaygı her eyi tutsak aldıına göre? Bundan ite, balarımızın üstünden Umursamadan geçmesi Tanrı’nın.” (Sevgi, iirler, F.H.) II. Hastalıı: Hölderlin’in hastalık öyküsü pek çok kez psikiyatristler ve edebiyat tarihçileri tarafından incelenmi; ruhsal hastalıının olup olmadıı ve bu hastalıın ne olduu konuları tekrar tekrar tartıılmıtır. Hölderlin’i muayene etmi olan hekimlerden bugüne ulaan belgelere göre Homburg’da hükümet tabiplii yapan Dr. Karl Müller 1805 de Hölderlin de “hezeyanlı melankoli, hipokondri” tespit etmitir. Hölderlin onun düzenledii rapor nedeniyle yönetim aleyhtarı, devrim yanlısı etkinlikte bulunmak suçundan yargılanmamıtır. Hölderlin yedi ay tedavi gördüü Tübingen’deki Autenriethe kliniine zorla yatırılmıtır. Klinikte tek kiilik bir hücreye kapatılan Hölderlin’e “deli gömlei” giydirilmi; yüzüne kliniin buluu olan “deri maske” takılmıtır. Reçete defterlerinden Hölderlin’e klinikte Belladona, Digital gibi ilaçlar verilmi olduu izlenebilmektedir. Yatırıldıı günden be hafta sonra ilk kez bahçeye çıkarılan Hölderlin daha sonraki günlerde öfke nöbetleri göstermemitir. Autenriethe kliniinin efi Dr.Wilhelm Lange Hölderlin’e “Dementia praecox, katatoni” tanısını koymutur (Navratil, 1994). Lange’ye göre Hölderlin’in hastalıı 1801 den itibaren ortaya çıkan formal düünce bozuklukları ile balamıtır. Bu görüü destekleyen baka psikiyatristler de vardır. Hölderlin’in 1802 de geçirdii; tuhaf davranılar, gerginlik, korku, kendine özen göstermeme, kendini toplumdan çekme gibi belirtilerle karakterize dönemde büyük olasılıkla akut psikotik belirtiler manifest hal almılardır. Sonraki yıllarda Hölderlin’in ruhsal bozukluuna ilikin görülerini yazan psikiyatrinin pek çok önemli isminden Karl Jaspers 1921 de izofreni tanısını tekrarlamı; onu 1948 de Adolf Beck ve 1958 de Ernst Kretschmer izlemilerdir. Venzmer 1964 de Hölderlin’den “dahi bir izofren” diye söz etmi; Hans Schadewaldt 1971 de Hölderlin’de katatonik izofreni olduunu yazmıtır. Karl Leonhardt 1964 ve 1988 de “izofreni, kataphasie” tanısını tekrarlamıtır. Fransız kökenli bir Alman Dili ve Edebiyatı aratırmacısı olan ve elli yıldır Hölderlin’i inceleyen Pierre Bertaux ilk olarak 1978 de Hölderlin’in izofren olmadıını; onun çevresindeki entrikalara karı susarak tepki gösterdiini ve psikozu kendisini korumak için bir maske olarak kullandıını öne sürmütür. Bertaux Hölderlin’in yaamının üç döneme ayrılarak incelenmesi gerektii görüündedir; ilk dönem 1802 yılına dek süren çocukluk ve gençlik yıllarıdır. Bu dönemde ona göre Hölderlin’in ne davranılarında ne de yazı ve konumalarında ruhsal bozukluu gösterecek bir ey vardır. kinci dönem 1802 ile zorla psikiyatri kliniine yatırıldıı Eylül 1806 arası dönemdir. Bu evrede Susette’in ölümünden çok etkilenen Hölderlin Bertaux’ya göre aır bir depresyon geçirmitir. Buna ramen durumu biraz düzelince hızlı bir tempoyla çalımaya devam etmitir. Üçüncü dönem psikiyatri kliniine yatırılmasından ölümüne dek olan evredir. Bu son 36 yıllık dönemde ruh hali hiç deimeyen Hölderlin Bertaux’ya göre kendisini korumak için “akıl hastası”nı oynamıtır. Bertaux’nun iddialarını dayandırdıı kapsamlı çalıması Hölderlin’in tanısı konusunu psikiyatri camiasında yeniden gündeme getirmitir. Uwe Henrik Peters 1982 de; izofreni tanısını kullanmadan; Hölderlin’in yaamının son yıllarında ortaya çıkan bazı konuma bozukluklarına dikkat çekerek “izofazi”den söz etmitir. Aynı yazar iir ve yazılarının analizinden hareketle Hölderlin’in ruhsal hastalıını üç bölümde incelemitir: 1801-1806 yılları arasında Hölderlin aır bir depresyon, melankoli geçirmitir; 1804 den sonra bu depresyon giderek izo-depresyona dönümü; 1805 den sonra izofazi, izofreniye balı düünme, yazma, konuma bozuklukları ortaya çıkmıtır (Peters 1982). Jean Laplanche analitik yönelimli aratırmasında Hölderlin’in yaamının en kritik dönemi olan 1794-1800 yılları arasında sıradan yaamın düzgün çizgisinden ayrılıp “ayrıksı yörünge” üzerinde; hem sanatının hem de psikozunun doruklarına doru ilerlemeye baladıını yazmıtır. Hölderlin ona göre 1794 den önce melankolik bir durumdaydı; yorgunluk, mutizm, otizm, ambivalans içindeydi. “Jena depresyonu” döneminde Hölderlin’in ruhsal durumu giderek daha da bozulmutu. Beck’e göre de Hölderlin Jena’da bir depresyon geçirmi ancak daha sonra Susette’in akıyla kendini toplamı; hayatının en mutlu ve üretken dönemini yaamıtır. Hölderlin yaarken yapılmı gözlemleri ayrıntılı olarak aktarması açısından ilginç bir çalıma Wilhelm Waiblinger’in çalımasıdır. Tübingen’de teoloji okumak isteyen edebiyat meraklısı 18 yaında bir genç olan Waiblinger 1822 de bu ehre geldiinde ilk i olarak Hölderlin’i ziyaret etmiti. Bir süre sonra hasta airle genç örenci arasında bir iliki olutu. Waiblinger Tübingen’de kaldıı sürece Hölderlin’e ziyaretlerini sürdürdü, yürüyülerinde ona elik etti, Hölderlin’in piyano çalıını ve kendisine Hyperion’dan yüksek sesle okuduklarını dinledi. Waiblinger 26 yaında romantik dönemin hastalıı tüberkülozdan ölene kadar bazı eserler yazdı, bunlardan biri de “Friedrich Hölderlin’in Yaamı, iiri ve Delilii” isimli kitabıdır. 18 yaındaki Waiblinger ve 52 yaındaki, yıllardır tüm dünyadan uzakta yaamakta olan Hölderlin arasındaki görümelerin ayrıntılı anlatıldıı kitap özenle tutulmu bir hasta dosyası gibidir: Hölderlin sabah erken kalkmakta ve hemen yürüyüe çıkmaktaydı. Bu yürüyü dört-be saat sürmekte; Hölderlin yürüyü esnasında bir mendille çitlere, parmaklıklara, duvarlara vurmakta, çimleri yolmakta ve bulduu her eyi ceplerine doldurmaktaydı. Bu esnada sürekli kendi kendine konumakta, kendi sorularını bazen “evet” bazen “hayır” bazen her ikisi ile yanıtlamaktaydı. Marangoz Zimmer ve ailesi onu bahçelere ve üzüm balarına götürdüklerinde bir taın üzerine oturarak eve gidene kadar yerinden kalkmamakta; kızdırmamak için kendisine bir çocua davranır gibi davranmak gerekmekteydi. Hölderlin odasında yalnız baına yemek yemekte, öleden sonrayı odasında yukarı aaı dolaarak ve kendi kendine konuarak geçirmekteydi. O sokaklarda dolaırken insanlar “Bu bey ne kadar akıllı ve okumu biriydi, imdi böyle deli oldu!” diyorlardı. Hölderlin misafiri pek sevmiyor, ama odasına girenleri yerlere kadar eilerek selamlıyor, onlara durmadan övgüler yadırıyor, büyük bir kısmı anlaılmayan çok kibar ve abartılı sözcükleri pepee sıralıyordu. Misafir bir eyler söylemeye çalıtıında gerginleiyor, konuması daha da karıık ve anlaılmaz hal alıyordu. Misafirlere “majesteleri, sayın bay rahip” gibi hitaplar kullanıyordu. Giderek daha da huzursuzlaıp ziyaret icin defalarca ardarda teekkür edip eilmeye baladıında misafir artık gitmesi gerektiini anlıyordu. Arkadaları bu tarz bir iletiimi moral bozucu ve anlamsız buldukları için onu ziyaret etmiyorlardı. Onlara defalarca uyarıldıı halde “kral hazretleri, sayın baron” diye hitap ediyordu. Waiblinger Hölderlin’in zaman zaman kendisine odada kalmasının emredildiini söylediini ve yeni sözcükler uydurduunu yazmakta ve bunlara örnekler vermektedir. Hölderlin’in genellikle Hyperion’dan yüksek sesle bir pasaj okuduunu; ancak okuduklarındaki düünce akıını izleyemedii izlenimini verdiini yazmaktadır. Hölderlin bazen “Bakınız majesteleri bir virgül” gibi ifadelerle okuduunu kesmekteydi. Waiblinger onu bahçeli yazlık evine götürdüünde çok sevinen air kendisini açık havada daha iyi hissettiini söylemekte, saatlerce pencereden bakmakta, çok zevkle tütün içmekte ve bu anlarda daha sakin; daha anlaılır konumaktaydı. Hölderlin’in hafızası ile ilgili sorunu yoktu, hereyi anımsıyordu. Ancak kırgın olduu Goethe’yi anımsamadıını söylüyor ve airlii ile ilgili sorular sorulduunda “Benim adım baka; adım Killalusimeno; öyle diyorlar; bana bir ey olmayacak” eklinde yanıtlar vermekteydi. Çok ürkekti ve en küçük bir sesten bile irkiliyordu. Waiblinger sık tekrarladıı “bana bir ey olmayacak” sözünü kendini sakinletirmek için söyledii izlenimine kapılmıtı (Navratil 1994). Hölderlin geceleri huzursuz olarak bir aaı bir yukarı dolaıyordu. Waiblinger Hölderlin’in daha önce kendisine çok ey ifade etmi olan konularla ilgili konumadıını ve konumak istemediini fark etmiti. Waiblinger Hölderlin’in düüncelerinin berrak ve düzenli olmadıını, onun için somut bir takım eyleri anlamanın mümkün olmadıını; çünkü kendisini belli bir düünceye konsantre edemediini yazmıtır. Olumlu bir cevap vermek; olumlu bir cümle söylemek isteyen Hölderlin bir dakika sonra hemen bunu olumsuzlatırıyor, reddediyor, tersini söylüyordu. Dünyanın onun için karııklık içinde olduu, içinde sürekli, hiç bitmeyen bir çelikinin olduu, düüncelerinin daha oluurken bu çeliki içinde ufalandıı izlenimini veriyordu. Bir düünceyi toparlamaya çalıırken büyük bir çaba harcıyor ve hiç bir anlamı olmayan bir sözcük yıını söylemeye balıyordu. Baladıı düünceleri bitiremiyor, baladıı yerden bambaka eylere geliyor ve bunlar onu çok yoruyordu. Ancak tekrarlayan anlamsız eyler söylediinde ruhu dinleniyor gibi görünüyordu. stemedii konularda konumaya zorlandıında huzursuzluu giderek artıyor sonunda baırmaya, geceler boyu gelip gitmeye, daha da anlamsız davranmaya balıyordu. Waiblinger Hölderlin’in tuhaflıklarının yalnız yaamasının bir sonucu; düünce bozukluklarının ise yorgunluk sonucu olduunu düünmü; onun bakalarını gerçekten kral, majeste, vs. sandıına ihtimal vermemiti. Hölderlin’in sürekli kendisi ile ilgili olduunu ve baka insanlara ve eylere ilgi duymadıını, öteki insanlardan uzak durmaya çalıtıını gözlemlemiti. Gerek Waiblinger gerekse onu ziyaret eden baka arkadaları Hölderlin’in yeni sözcükler uydurduunu belirtmilerdir. Waiblinger Hölderlin’in kendisine Scardanelli, Scarivari gibi farklı bir takım isimler verdiini de yazmaktadır. Theodor Schwab kendisine iirlerinin yeni baskısını getirdiinde Hölderlin “Evet iirler gerçek ve bana aitler; ancak isim yanlı; takma bir isim; benim ismim hiç bir zaman Hölderlin olmadı; ismim Scardanelli, Scarivari, Salvator Rosa ya da onun gibi bir ey” demiti. Kendisine Diotima sorulduunda “Bana ondan bahsetmeyiniz, o müthi bir varlıktı ve bana onüç oul dourmutu; biri Rusya’nın imparatoru, öbürü spanya’nın kralı, dieri Sultan, öteki Papa vs.; ve sonra ne oldu biliyor musunuz?” Cümlenin bundan sonrasını büyük bir heyecan içinde memleketi olan Stuttgart çevresinin kendine has lehçesinde tamamlamıtı: “deli oldu, delirdi, çıldırdı!” (Navratil 1994). Gerek onu muayene etmi olan doktorlar gerekse Waiblinger Hölderlin’de yüz ve aız bölgesinde belirgin çarpılmalar, kasılmalar ve seyirmeler olduundan sık sık söz etmilerdir. Bunlar katatonik bozukluklara uymaktadır. Hölderlin’in yaamını ve hastalıını onun ölümünden sonra belgelere dayanarak incelemi olan patograflar Hölderlin’in organik olarak hasta olduunu yazmılardır; Waiblinger ise bunun “ruh”sal bir olay olduunu düünmekteydi. Bu konuda “Hölderlin’in durumunun nedenleri ve sonuçlarını incelemek ve tanımlamak istiyorsak ona bilgelikle yaklamak, bilgece hareket zorundayız” yazmıtır. Psikiyatrist Leo Navratil’e (1994) göre Wilhelm Waiblinger’in biyografisinden belirgin bir ekilde Hölderlin’in kronik bir izofrenisinin olduu anlaılmaktadır. Hölderlin biyografisi yazanlar arasında en tanınmıı olan Bertaux Waiblinger’in “deli” bir Hölderlin istemi olduunu; onun çılgınlıını anlatarak eserine ilgi çekmek peinde olduunu yazmıtır. Navratil’e göre Waiblinger çok iyi bir dokümentasyon olan çalımasında Hölderlin’in davranıında; bir bütün olarak ele alındıklarında izofreni tablosu için karakteristik olan özellikleri gözlemlemi, farketmi ve yazmıtır. Waiblinger’in bu özelliklerin izofreni için karakteristik olduklarını bilme olanaı yoktur. Bertaux’nun kapsamlı biyografisinde aktardıkları da Hölderlin’in izofren olduunu destekleyen örneklerle doludur. Aslında yazılanlar Hölderlin’in normal bir ruhsal dengeye sahip büyük bir airin yaadıı hayalkırıklıkları ve acı yaam olaylarından etkilenmesi eklinde açıklanamayacak boyutta deimi olduunu belgelemektedir. Bertaux’nun kitabı bu anlamda olaanüstü bir hasta dosyası tekil etmektedir. Eldeki belgeler Hölderlin’in en azından 1802 den beri bir izofren psikotik süreç içinde olduu ve 1807 civarında hastalıının artık kronik hal almı olduu yolundadır. Burada tanıya ilikin daha derin ve kapsamlı bir tartımaya girilmeyecektir. Burada amaçlanan ey daha farklıdır. Günümüz psikiyatrisi insanlar arasında; ister hasta olsunlar ister salıklı; farklılıklardan çok benzerlikler olduu düüncesinden yola çıkmaktadır. Bugün izofren olanla “normal” olan arasındaki ayrımı deil; ortak paydayı saptamak önemlidir. izofren kiiler ve “izofren olmayanlar” arasında olumlu bir iliki ancak böyle salanabilir. izofren bir insanı daha iyi anlamak kendimizi daha iyi anlamamızı salar. Eer söz konusu bu izofren insan kendisini ifade etmek için çeitli yolları; bunlar arasında sanatı; iiri kullanıyorsa ve bunu Hölderlin gibi kusursuz ve etkisi yüzyıllar ötesine ulaacak ekilde yapıyorsa çok anslıyızdır: O bize kendisini anlatır; biz onun yazdıklarında kendimizi buluruz. Zaman, mekan, koullar ve dil farklılıkları engelleyemeden; hatta çok vurgulanan “normal” ve “hasta” farkı araya giremeden insandan insana; insanlıın ortak, evrensel duygularını, konularını, sorunlarını ileyen ve insanlıın ortak dilinde verilen bu mesaj hepimize ulaır. Baka bir çadan, baka bir ülkeden gelir ve yüreimize dokunur. Bu evrensel mesajı bize yollayanın izofren bir insan olması hepimize ümit veren bir güzellik olur: insanların çalar boyu en çok dıladıkları; kendilerinden saymadıkları kardeleri; “akıl hastalıı olan”lar; evrensel ve insani olanda “akıl hastalıı olmayan”larla benzer, onlarla ortak, onlarla aynıdırlar. Hölderlin kukusuz Alman dilinin en büyük ve deerli airlerinden biri; ve belki de en lirik olanıdır. Onun izofren olması bize insanın ve duygularının evrenselliini farkettirir. Bize bunları hissettirdii ve düündürdüü için belki de Hölderlin’i daha sık okumalıyız. III- iiri bir kırık lir ik Stefan Zweig, "Kendileri ile Savaanlar" adıyla dilimize de çevrilen "Baumeister der Welt" isimli yapıtında Hölderlin'i, "Avrupa'nın kutsal kümesi" diye adlandırdıı ondokuzuncu yüzyıl aydınları içinde anar ve onu Andre Chénér, Lord Byron, Novalis, Kleist, Wilhelm Hauff, Schubert, Leopardi, Pukin ve Gribojedof ile bititirir. Zweig, yapıtında, çou kırkına varmadan yaamını yitiren bu aydınlar arasında yalnızca Hölderlin'in kırk yaını görebildiini, ama onun yaamının da sözlerini ve ruhunu karartan bir örtüyle kaplandıını ve sonsuz rüyanın sisleri içinde "kaybolduunu" vurgular. unları yazmıtır Zweig, Hölderlin'in yıllar sonra yeniden "bulunmasına" dair: "Ve günün birinde sessiz sedasız nasıl yataa düüp öldüüne gelince, bu ıssız düü, Alman dünyasında bir hazan yapraının sallanarak yere dümesinden daha çok ses çıkarmaz. Eski püskü elbiseleriyle zanaatkarlar onu mezarına taırlar, yazılı yapraklarının binlercesi kaybolur ya da öylece saklanır ve onlarca yıl kütüphanelerde tozlanır. Okunmadan, algılanmadan kalır bütün bir insanlık için, bu son, kutsal kümenin bu en saf adamının destansı haberi. Topraın barındaki bir Grek heykeli gibi gizli kalır Hölderlin'in düünsel imajı, unutmanın molozu içinde, yıllarca, onlarca yıl. Ama sevgi dolu çabanın nihayet Torso'yu karanlıklardan kazıp çıkarmasıyla, yeni bir kuak bu mermerden olan figürünün bozulmaz saflıını akınlık içinde algılar"(Zweig 1991). Yaadıı dönemde deeri bilinmeyen hatta küçümsenen Hölderlin, yirminci yüzyıl baında yeniden kefedilmi ve Stefan George, Rilke, Herman Hesse, Josef Weinheber, Martin Heidegger tarafından yüceltilmitir. Heidegger, "Hölderlin ve iirin Özü" yazısında, Hölderlin'den alıntıladıı be kılavuz cümlenin ııında Hölderlin'in iirini incelemi ve ona "iirin özünü yazmak görevinin ozanlık yazgısınca verilen ozanın ozanı" atıfında bulunmutur (Heidegger 1979) Biz de Heidegger'in ve seçtii kılavuz sözlerin izleini sürerek, biraz ruh hekimi, biraz sanat dostu ama en çok insan olarak, Hölderlin'in yaamı, yaratıcılıı ve "hastalıı" ile harmanlanmı iirine bakmak istiyoruz: "iir yazmak bütün uraların en masumudur" Masumiyet sözcüü, çocukları çarıtırıyor. Oyun oynayan çocukları. "iir yazma, gösterisiz oyun kılıında çıkar ortaya, kendi görüntüler dünyasını baımsız kurar ve imgelenmiin ülkesinde kök salarak kalır" diyor Heidegger. Gerçekten de sanatsal etkinliin ilk dıavurumlarını çocuklarda aramamız gerekmez mi? Freud'un yazdıı gibi, oyun oynayan tüm çocuklar kendilerine özgü bir dünya yaratır. Sanatçı da tıpkı oyun oynayan bir çocuk gibi davranır; o da kendine bir hayal dünyası yaratarak, bu dünyayı ciddiye alır, yani zengin bir duygu hazinesiyle donatarak , gerçeklikten kesin sınırlarla ayırır onu (Soygür 1999).Hölderlin'in tüm ömrü yitik cenneti saydıı çocukluunu özlemekle geçmitir. Çocukluk, salık ve mutluluk; iiri ise çocukluun yumuaklıklarla dolu çocukluk yurduna duyduu hüzünlü özlemdir. "Mülklerin en tehlikelisi dil bunun için verildi insana… Kendisinin ne olduuna tanıklık edebilsin diye…” Biyolojik, psikolojik ve sosyal bir olgu olan dil; insanların hissettiklerini ve düündüklerini anlatmak için kullandıkları sözcükler sistemidir. Dil, konuma, iletiim düünme/düünce ve biliim kavramları ile içiçedir. Biliim (cognition) yukarıdaki sözcüklerin en kapsamlısıdır ve algılama, tanıma, dikkat, bellek, kavram oluturma, problem çözme, yaratıcılık, inanç sistemi, imgeleme ve dil gibi bir çok süreci içerir. Biliim; bilgi ileme, sembollerin zihinde kullanımı, problem çözme yetisi ve bunların entegrasyonundan oluur (Westen 1996). Jaspers'in (1986) yazdıı gibi, dil, ilkin, her zaman konumaktır. Dil'in aracı "anlam"dır. Dil, insanlara karmaık ve çok güçlü bir sembolik iletiim aracı salamıtır. Düünce ve dil arasında ayrılmaz bir ba vardır, bununla birlikte bu iliki bazı ön kabullenimleri içermektedir. Maher (1972), dil-düünce ilikisini, verilen hazır bir metni daktilo eden sekreter örnei üzerinden açıklar. Birinci konumda, verilen metin bozuk olduu için, sekreterin dakilo ettiklerinin de bozuk olduu, ancak sekreterin hatasız bir biçimde verilen metni aynıyla yansıttıı varsayılır. kinci konumda, özgün metin hatasız olmasına karın, sekreter hatalı bir biçimde daktilo ettii için sonuç olarak ortaya bozuk bir metin çıkmaktadır. Üçüncü konumda, özgün metin de, sekreterin yazımı da hatalarla doludur. Biz ancak daktilo edilmi kopya metine ulaabildiimiz için, özgün metni yani düünceyi gözleme olanaından yoksunuz (Maher 1974). Heraklit'in yüzyıllar önce söyledii gibi, "Hangi yoldan gidersen git, zihnin sınırlarını kefedemezsin, öylesine derin anlamı vardır onun" (Wellek ve Warren 1983) iir dilin alanında varolur. Uraların en masumunun alanı dil, nasıl mülklerin en tehlikelisi olabiliyor, bu ikisi nasıl badaıyor diye soruyor Heidegger. Ve yanıtlıyor: "nsan, ne olduuna tanıklık etmesi gerekendir. Kendisinin yeryüzüne ait olduuna tanıklık etmesi gereken. Bu aitlii oluturan, insanın mirasçı ve bütün nesnelerin örencisi olmasıdır. Bütün bu nesnelerse çatıma durumundadır. Hölderlin, nesneleri ayırıp birbirine karı getiren ve böylece onları aynı zamanda bir arada tutanı içtenlik olarak adlandırıyor. Bu aitlie tanıklık etme, bir dünyanın yaratılması ve yükselmesiyle ve yine bir dünyanın yıkılması ve batmasıyla olur. Dil tehlikelidir, çünkü, hereyden önce tehlike olanaını yaratır. Tehlike varolanın, varoluu tehtididir. Ama insan ancak dil yoluyladır ki, açık olana açılır ve ve bu açık olan, varolan olarak, insanı varoluunda sıkıntıya sokar. Varolua yönelik tehdit ile kargaanın (kargaa ile kastedilen kaos ise doru iz üzerindeyiz demektir) açık koullarını yaratan ve böylece varoluun yitmesi olanaına, yani tehlikeye yol açan dildir" (Heidegger 1979). Dilin masumiyeti de tehlikesi de yukarıdaki alıntıda saklı. Bu noktada, yaratıcılık sürecini aydınlatabilme çabalarına önemli katkılarda bulunan Arieti'ye bavurmamız gerekiyor. Arieti'ye göre yaratıcılık insanın akınlatıı bir süreçtir ve bu, insanın ikincil (sekonder) düünme süreci kalıplarının oluturduu engelleri aarak özerklik ve özgürlük kazanabildii özgül bir süreçtir. Yaratcılık, ikincil süreç dıı özelliklere bavurmakla birlikte ondan tamamen baımsız deildir. Bir amaç taımalıdır. Arieti, Freud'un birincil (primer) ve ikincil düünce süreçlerine bir yenisini üçüncül (tersiyer) düünce sürecini ekliyerek yaratıcılık ve ruhsal bozukluk ilikisini tartımıtır. Birincil düünce süreci, dülerde, çocukların ve ilkel toplulukların düünsel etkinliklerinde ve psikotik bozukluklarda egemen olan düünce sürecidir. Aritei bu süreci aynı zamanda "paleolojik düünce" olarak da adlandırmıtır. Birincil düünce sürecinde dı gerçeklikte olanla zihinde olan birbirinden ayırdedilemez. Salıklı bir geliimde çocukluun ilk dönemlerindeki ilkel ve gerçei deerlendiremeyen düünce süreci, olgunlama ve örenme ile ayrıarak gelien bilinçli mantıksal düünceye yani ikincil düünce sürecine yerini bırakır. Gerçei deerlendirme yetisinin bozulduu izofreni ve dier psikotik bozukluklarda düünce sistemine birincil süreç egemen olur. Psikotik hasta tam anlamıyla karmaa içinde olup, iç dünyasında dı gerçeklikten kopmanın telaıyla, yıkılan bir dünyayı yeniden oluturabilmenin sıkıntısı içindedir. Yeni bir organizasyon ve yeni bir düzen oluturabilmek için özdeliklere/benzerliklere ihtiyacı vardır. kincil düünce sürecinin egemen olduu bir insan için iki nesnenin özde olabilmesi, ancak bunların tam olarak aynılııyla mümkündür. Oysa psikotik hastanın düünce sisteminde, ortak özelliklerin varlıı, özdelik için yeterlidir (Arieti 1974, Arieti 1977, Doan 1996). Öteden beri, karılatıkları dünyadan doyum salayamayan ve bu dünyayı daha güzel, daha rahat, daha güvenli ve daha doyum verici hale getirebilmek için bunu yapıtlarında yansıtan yaratıcı kiiler ile izofreni hastalarının pek çok ortak bilisel özellii paylatıkları öne sürülmütür. Her iki gruptaki kiilerin de dili ve sözcükleri olaandıı yollarla kullandıkları ve gerçei alıılagelenin dıında algıladıkları belirtilmitir. Ancak belirli bir noktada yaratıcı insanla izofreni hastası kesin bir sınırla ayrılmaktadır. Yaratıcı insan, "ilkel" ve "sapkın" zihinsel süreçlerini normal olanlarla uyumlandırmayı baarabilir, sonuç bir yaratıcılık ürünü olarak ortaya çıkar. izofreni hastasının sanrılarında görülen metamorfoz, iirsel yaratıcılıkta metafor haline gelir. Nesne geçici olarak ortak bir hüküm veya ayırdedici nitelii yüzünden baka bir nesneyle özdeletirilir. air metaforlarını üretirken tahmin edilemez görüntüleri kullanır. Bunlar izofreni hastasının özdeimler cümbüünü hatırlatıyorsa da aslında çok farklıdır. Yaratıcı kii, olaandıı düünce süreçlerini kontrol altında tutar ve bunları bir ürün oluturmada ie yarar hale getirir (Mete 1996, Doan 1996). Arieti'ye göre, yaratıcı süreç, ikincil düüncenin mantıklı kalıplarının oluturduu engelleri aarak özerk ve özgür bir süreç haline gelirken, bu özgürlük/özerklii hiç bir zaman savruk bir yayılma, kaotik bir varolu boyutuna taımaz. Yaratıcı eylem, bir özlemi gidermek, yeni bir nesneyi, ilikiyi aratırmak ve yaamı, yaantıyı, varoluu kefetmek iddiası ile elde edilemiyeni gerçekletirmek peindedir. Arieti'nin yaratıcılıı açıklamak üzere önerdii üçüncül düünce süreci, birincil düünce süreci düzenekleri ile ikincil düünce süreci düzeneklerinin uyuması ve bütünlemesinden oluur (Arieti 1977, Doan 1977). S.Zweig'ın "her hakiki iir aslında eit olarak; bilinçdıı ve bilinçli sanat anlayıından bir doku sunar, kah bir atkı, kah öbür atkı daha youn dokunmutur" (Zweig 1991) sözleriyle tam bir uyum içindedir bu saptama. Aslında bu saptama, iirin "tarihsel bir halkın ilkel dili" mi yoksa dilin en ilenmi hali mi olduu sorularının ikisine de evet dememize olanak tanıyacak açıklamayı da salamıyor mu? "Biz bir söylei olalı Ve birbirimizi iitebileli" (2) Söylei, bir ey üstüne bakalarıyla konuma eylemidir. Bunun için konuabilmek ve iitebilmek gereklidir. Peki biz "bir söylei olmayı" ne ölçüde baarabiliyoruz? Hölderlin bunu sorgulamıtır anlıyabildiimizi ya da anlıyamadıımızı: "Esir'in* sözlerini anlardım da ite, birbirimizi ne kadar insanların sözlerini anlamazdım hiç". (11) *esir: Almanca'da aethers.Yunancadan arapçaya geçmi bir sözcüktür. 1 -Atomlar arasındaki boluu ve bütün evreni doldurduu varsayılan, aırlıı olmayan ısı ve ııı ileten töz. 2-Hava. Türkçe sözlük, Türk Dil Kurumu, 1983, Ankara. iir varlıın sözle kurulmasıdır. çinde kendimizi evimizde sandıımız o elle tutulur ve amatacı gerçee karı, gerçek olmayanın ve dü'ün görünüünü çıkarır iir. Bir tür sıınak olur. Böylece uzaklaır Hölderlin gerçek olandan. O "ara ülke"ye doru yolculua çıkar. Bu "yolculuk" için unları yazmıtır S.Zweig: "Hölderlin'in patolojisinde açıkca belirli bir çökü, ruh salıı iyi ruh salıı kötü arasında keskin bir sınır yoktur. Hölderlin çok yava yava içten içe yanıp biter, daymonik güç onun uyanık aklını bir orman yangını gibi aniden sarmaz, boucu, kömür edici bir ate gibi eritir. Yalnızca bir bölüm, ite varlıının airlie en balı yanı asbest gibi karı koyar: airlik sezgisi delilie üstün gelir, melodi mantıa, ritm söze: böylece Hölderlin belki de, iirin akıldan daha uzun ömürlü olduu ve yıkım halinde mutlak kusursuzun ortaya çıktıı tek klinik vakadır- adeta çok ender olarak imek dümü ve köklerine kadar kömürlemi bir aacın en yüksekte zarar görmemi bir dalindan uzun süre çiçek vermesi gibi."(Zweig 1991). Birincil, ikincil, üçüncül düünce süreçlerinin akıında Hölderlin, giderek birincil sürece teslim olur. Yine Zweig'ın (1991) yazdıı gibi, "güçsüz adam gün geçtikçe iirinin dümenini kaybetmektedir”. Artık içindeki o acımasız çatlak, dünya ile kendisi arasındaki o acımasız bölünme" egemen olmutur ruh haline: "O ama uzaktadır, burada yok artık Delice gitti, çünkü pek fazla iyidir Dehalar: tanrısal sohbet imdi onundur" Eer Porzig'in (1985) söyledii gibi "dil mülkiyetinin tümü bellein bir baarısı" ise, yalı "Scardanelli"nin çocuk/genç Hölderlin gibi yazmasına amamak gerek. IV: Son Söz: Günümüz psikiyatrisi insanlar arasında; ister hasta olsunlar ister salıklı; farklılıklardan çok benzerlikler olduu düüncesinden yola çıkmaktadır. Bugün izofren olanla “normal” olan arasındaki ayrımı deil; ortak paydayı saptamak önemlidir. izofren kiiler ve “izofren olmayanlar” arasında olumlu bir iliki ancak böyle salanabilir. izofren bir insanı daha iyi anlamak kendimizi daha iyi anlamamızı salar. Eer söz konusu bu izofren insan kendisini ifade etmek için çeitli yolları; bunlar arasında sanatı; iiri kullanıyorsa ve bunu Hölderlin gibi kusursuz ve etkisi yüzyıllar ötesine ulaacak ekilde yapıyorsa çok anslıyızdır: O bize kendisini anlatır; biz onun yazdıklarında kendimizi buluruz. Zaman, mekan, koullar ve dil farklılıkları engelleyemeden; hatta çok vurgulanan “normal” ve “hasta” farkı araya giremeden insandan insana; insanlıın ortak, evrensel duygularını, konularını, sorunlarını ileyen ve insanlıın ortak dilinde verilen bu mesaj hepimize ulaır. Baka bir çadan, baka bir ülkeden gelir ve yüreimize dokunur. Bu evrensel mesajı bize yollayanın izofren bir insan olması hepimize ümit veren bir güzellik olur: insanların çalar boyu en çok dıladıkları; kendilerinden saymadıkları kardeleri; “akıl hastalıı olan”lar; evrensel ve insani olanda “akıl hastalıı olmayan”larla benzer, onlarla ortak, onlarla aynıdırlar. Hölderlin kukusuz Alman dilinin en büyük ve deerli airlerinden biri; ve belki de en lirik olanıdır. Onun izofren olması bize insanın ve duygularının evrenselliini farkettirir. Bize bunları hissettirdii ve düündürdüü için belki de Hölderlin’i daha sık okumalıyız. Kaynaklar: Arieti S (1974) Interpretation of schizophrenia. Basic Book Publishers, New York. Arieti S (1977) From primary process to creavity. The journal of creative Behavior, 12(4):225-246. Aytaç G (1983) Yeni Alman Edebiyatı Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlıı Yayınları, Ankara. Bader A, Navratil L: Zwischen Wahn und Wirklichkeit. Kunst-Psychose-Kreativitaet. Luzern, Frankfurt, 1976 Beck A (1975) Hölderlin, Chronic seines Lebens, Frankfurt. Bertaux P (1981) Friedrich Hölderlin, Frankfurt, 1981. Doan Y (1996) Arieti ve Tersiyer düünce süreci: Yaratıcılık-psikopatoloji ilikisi, yayımlanmamı seminer, Ankara üniveristesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı. Heidegger M (1979) Hölderlin ve iirin özü, çeviri: A.turan oflazolu Kültür bakanlıı Çeviri Dergisi, 1:1-13. Hölderlin F (1997) seçme iirler, çeviri: A.turan oflazolu, zyayıncılık, stanbul Hölderlin F (1987 ) Hyperion, Çeviri: Melahat Toygar, Adam yayınevi, stanbul. Jaspers K (1986) felsefe nedir?, Çeviri: smet Zeki Eyübolu, Say yayınları, stanbul Jaspers K ( 1949) Strinberg und van Gogh, arbeiten zur angewandten psychiatrie. Maher B (1974) The language of schizophrenia: a review and interpretation. Br J Psychiatry, 120:3-17. Mete l (1996) izofreni ve düüncebozukluu, izofreni: yeni gelimelerege psikiyatri sürekli, yayınları, 1(4): 499-506. Navratil L (1994) Schizophrene Dichter. Fischer Taschenbuch Verlag, Frankfurt, Peters UH (1982) Hölderlin Wieder die These von vom edlen Simulanten Reinbek Porzig W (1985) Dil denen mucize, çeviri: V.Ülkü, Kültür ve Turizm bakanlıı yayınları, Ankara. Soygür H (1999) Sanat ve "Delilik", Klinik Psikiyatri, 2:124-133. Teber S (1997) Mealankoli, normal bir anomali, say yayınları, istanbul Wellek R, Warren A (1983) Edebiyat biliminin temelleri, çeviri: A.Edip Uysal, Kültür ve Turizm baknlıı yayınları, Ankara. Westen D (1996) Thought and language, Psychology: mind, brain& cultur, John Wiley&Sons,Inc, New York, 255-293. Zweig S (1991) Dünya Fikir Mimarları, kendileri ile savaanlar: Kleist, Nietzsche, Hölderlin, Çeviri: Gürsel Aytaç, Türkiye i Bankası Kültür yayınalrı, Ankara.