gökyüzünün efsane gelinleri turnalar altın çıpa ödülü bu yıl gemport
Transkript
gökyüzünün efsane gelinleri turnalar altın çıpa ödülü bu yıl gemport
GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ GÜL KIRMIZISI KENT "PETRA" SAYI 2 AĞUSTOS 2008 GEMPORT BİR TÜRKİYE İŞ BANKASI KURULUŞUDUR Yaşantımızı aydınlatan değerler... Değiştiremeyeceğimiz bir geçmişimiz geride dururken, biçimlendirip sahip olabileceğimiz bir gelecek bizi bekliyor. F.W. Robertson G emport, kurum içi ve kurum dışı eğitime önem vermekte, gelişen dünya koşullarına ayak uydurmanın ancak teknolojinin sunduğu yenilikleri benimsemekle ve eğitimini almakla olabileceğini kabul etmektedir. Öte yandan eğitimsizliğin ve bilgi eksikliğinin, güven duygusunu zayıflattığını ve dolayısıyla motivasyonu yok ettiğini de unutmamak gerekir. Kuşkusuz başarının sırrı sistemli bir biçimde çalışmaktan geçer ancak buradaki en önemli nokta; bir işe harcanan emek ve ulaşılan sonuç ilişkisindeki dengeyi iyi saptamak gerekir. Kuruluşumuz çağdaş liman işletmeciliği anlayışı ve çevre bilinci ile kaliteli hizmeti rekabetçi maliyetlerle sunarak Türk ekonomisine katkı sağlamaktadır. Gemport Limanı'nda, ana ticari etkinlikler içersinde konteynır yükleme ve boşaltma hizmetleri öncelikli ve önemli bir yer tutuyor. Bununla birlikte Gemport, ticari araç ve binek otomobil üreticilerinin önemli bir ihracat limanı özelliğini sürdürüyor. Aynı zamanda her türlü araç ithalatı ile çelik rulo, demir ve saç ürünleri, oto parçaları, kâğıt, selüloz, tekstil hammadde ve ürünleri, makine parçaları, soğutulmuş ya da dondurulmuş gıda ürünleri gibi ithalat ve ihracat yüklerine de hizmet veren Gemport, antrepoculuk etkinliğini de yapmaktadır. Çağdaş limancılıkta yönetim, organizasyon ve işletme politikalarını tamamen müşteri odaklı olarak tasarlayarak ve müşteriyi memnun edecek düzeyde hizmet kalitesi sağlayarak uluslararası standartlarda bir liman durumuna gelmeyi amaçlamaktadır. Gemport Gemlik Limanı ve Depolama İşletmeleri A.Ş. olarak bütün etkinliklerimizde temel ilkemiz, müşteri memnuniyetini göz önünde tutmak ve sürekliliğini sağlamaktır. Bu bağlamda hayata artı değerler katmak adına pek çok kişinin bildiği Denizyıldızı hikâyesini sizlerle paylaşmak istiyorum. Şair ve bilim adamı Lauren Iseley, bir gün sahilde yürüyüş yaparken uzakta dans eder gibi devinen bir adam dikkatini çeker. Yazar merak edip hızlı hızlı ona doğru yürür. Yaklaşınca bir gencin yerden bir şey alıp denize attığını, sonra birkaç adım koşup aynı devinimini sürekli yinelediğini görür. Yazar biraz daha yaklaşıp genci selamlar. - Ne yapıyorsun böyle? - Okyanusa denizyıldızı atıyorum. Güneş yükseldi ve sular çekiliyor. Eğer onları hemen suya atmazsam az sonra ölecekler. - Ama görmüyor musun, kilometrelerce sahil var ve baştan aşağıya denizyıldızıyla dolu, ne fark edecek? Tam da o sırada genç adam eğilerek yerden bir denizyıldızı daha alır, denize fırlatırken, - Bakın. Onun için fark etti! der. Ben de güneş yükselmeden denizyıldızlarını denize atmaktan yanayım… Gemport Genel Müdürü M. Cüneyd ACAR içindekiler 6 12 26 34 42 60 4 BÜLTEN 20 CRUISING (GEMİ TURU) 38 YANGIN KULESİ 54 BAKUT 6 GEMPORT YATIRIM 22 PETRA 42 KURA'NIN ŞARKISI 56 "GÜNEŞTEN KORUNMAK" 8 ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN 26 KÂĞIT PARANIN ÖYKÜSÜ 44 YAŞAMIN ÖZÜ SU 58 İÇİMİZDEN BİRİ 10 SÜHA AKTAŞ İLE SÖYLEŞİ 30 "NİCE 20 YILLARA" 48 KOZA HAN 60 S/S TURAN EMEKSİZ 12 İTÜ (MUAVENET) 32 PROF. DR. TANKUT ÖKTEM 50 TURNALAR 63 ÇALIŞANLARIMIZDAN HABERLER 18 OSMANLI'DAN SONRA GEMLİK TARİHİ 34 AFRİKA'NIN İÇLERİNE YOLCULUK 52 KABLOLU SU KAYAĞI 64 BULMACA Gemport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri A.Ş. Adına Sahibi M. Cüneyd Acar 2008 SAYI 2 AĞUSTOS Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Şemsettin Kök Genel Yayın Yönetmeni Ulviye Alpay Danışma Kurulu M. Cüneyd Acar Şemsettin Kök Ulviye Alpay İsmail Hakkı Tas Avni Çinçin Yıldız Yurtseven Mert Serap Certeler Ebru Çınar Halkla İlişkiler Ebru Çınar Grafik Tasarım Yörünge İletişim Sevil Akkul Baskı Esen Ofset Matb. San. Tic. A.Ş. Tel:0212 549 25 68 GEMPORT Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri A.Ş. Kocaçukur Mevkii P.K. 101 Gemlik/BURSA Tel:+90 224 524 77 20 Fax:+90 224 524 88 30 www.gemport.com.tr Gemport, basın ve meslek ilkelerine uymayı taahhüt eder. GEMPORT BİR KURULUŞUDUR Bülten Şirketimiz Yönetim Kurulunda Görev Değişikliği Yapıldı 2 006 – 2008 yılları arasında şirketimiz Yönetim Kurulu Başkanlığı görevini yürüten Sn. Rıza İhsan KUTLUSOY 18 Mart 2008 tarihli Olağan Genel Kurul toplantısında Yönetim Kurulundan ayrılmış ve bu çerçevede yapılan Yönetim Kurulu Toplantısında, başkanlık görevini Sn. M. Süha AKTAŞ'a devretmiştir. Genel Kurul ve Yönetim Kurulu toplantılarının ardından üyelerimizin de katılımıyla gerçekleştirilen öğle yemeğinde Sn. KUTLUSOY'a şirketimize katkılarından dolayı teşekkür plaketi takdim edildi. 2004 Ağustos ayında şirketimizde Genel Müdür olarak göreve başlayan Sn. AKTAŞ Nisan 2007 tarihinden itibaren Gemport Genel Müdürlüğü görevinin yanı sıra yine T. İş Bankası iştiraki olan Nemtaş Denizciliğin Genel Müdürlüğü'ne vekaleten atanmıştır. Temmuz 2007 tarihinde Gemport A.Ş.'deki Genel Müdürlük görevini Sn. Cüneyd ACAR'a devreden Sn. AKTAŞ halen Gemport A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanlığı, Nemtaş Yönetim Kurulu Üyeliği ve Genel Müdürlüğü görevlerini yürütmektedir. 1 Temmuz Denizcilik Bayramı'nın 82. Yıldönümü Kutlaması 1 Temmuz 1926 günü, Türk denizlerinde 391 yıldan beri yabancılara verilmiş kapitülasyonların sona erdirildiği gündür. Türkiye'nin, kendi karasularında egemenlik ve bağımsızlığını ilan ettiği Kabotaj Yasası, Türk denizciliği açısından büyük önem taşır. Kabotaj hakkının Türk bayrağı ve ulusuna tanındığı 1 Temmuz Denizcilik Bayramı'nın 82. yıldönümü törenle kutlandı. Törene, Kaymakam Mehmet Baygül, Garnizon Komutanı Topçu Kurmay Albay Ömer Cüneyt Akyol, Belediye Başkanı Mehmet Turgut, Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Hakan Tosun, Uludağ Üniversitesi Asım Kocabıyık Meslek Yüksek Okulu Müdürü Prof. Dr. Kemal Sulhi Gündoğdu'nun yanı sıra siyasi partiler, kurum ve kuruluşlar ile daire amirleri katıldı. Ayrıca Gemport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri yöneticileri de römorkör ile törene katıldılar. Atatürk Anıtı'na sunulan çelenklerin ardından saygı duruşuna geçilerek İstiklal Marşı okundu. Törende, Liman Başkanı Dr. Harun Özmaden de konuşma yaptı. Römorkör ile denize açılan protokol sahil turu atarken, Kaymakam Mehmet Baygül, Garnizon Komutanı Topçu Kurmay Albay Ömer Cüneyt Akyol ve Belediye Başkanı Mehmet Turgut şehitlerimiz adına hazırlanan çelengi denize attılar. Jandarma Komutanlığı'na Bina Tahsis Edilmesi G emport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri A.Ş.'ye ait arazi üzerine Gemlik İlçe Jandarma Komutanlığı'nın Limanlar Bölgesi'ndeki Genel Kolluk Kuvveti hizmetlerinde kullanılmak üzere Gemport A.Ş. tarafından yaptırılan prefabrik bina bedelsiz olarak 11.07.2008 tarihinde Jandarma Komutanlığı'nın kullanımına tahsis edilmiştir. 4 Gemport Yatırım BÖLGE OTOMOTİV SANAYİSİNİN DÜNYAYA AÇILAN KAPISI K apasitemizi arttırmak amaçlı 01.01.2007 tarihinde 32.000 m²'lik bir alana 3000 araç kapasiteli ve 8 katlı olarak inşa edilen araç depomuz Nisan 2008'de faaliyete geçti. Ülkemiz limanlarında gümrüklü sahanın ilk katlı otoparkı 1997 yılında 25.000 m²'lik bir alana 2.500 araç kapasiteli ve 3 katlı olan ithal ve ihraç mallarıyla yüklü araç depomuza ek olarak yapılmıştır. Böylece ticari ve binek taşıt elleçleme kapasitemiz 100 bin adetten 250 bin adede çıkmıştır. 2007 yılında ülkemiz binek ve ticari araç dış ticaretinde limanımızın payı Tofaş ve Renault markaları ağırlıklı olmak üzere yüzde 13.6 düzeyindedir. KARA PLATFORMU VE DENİZ PLATFORMU BİRBİRİNE KÖPRÜ İLE BAĞLANDI H alen devam eden kapasite arttırıcı altyapı yatırımlarının bir parçası olan kara platformu, deniz platformu köprü uzantısı ile birbirine bağlandı. Haziran 2008 ortalarında başlayan inşaatın Temmuz ayının sonlarına doğru bitmesi planlanıyor. WEB TABANLI MODERN BİR OTOMASYON SİSTEMİ G emport, müşterilerinin ihtiyaçlarına en kısa sürede cevap vermek, tüm operasyonlarında optimum verimliliği sağlamak üzere halen sürdürdüğü altyapı ve makine/ekipman yatırımları ile eş zamanlı olarak, modern bir konteynır terminalinin vazgeçilmez unsuru olan bilgi-işlem otomasyon yatırımlarını da başlatmış bulunmaktadır. Bu alandaki yatırımların tamamlanmasıyla da Gemport, en yeni teknolojilerin kullanıldığı web tabanlı modern bir bilgi-işlem otomasyon sistemine sahip olacaktır. 6 GEMPORT'UN VİNÇ YATIRIMI G emport, gemilerin limandaki kalış sürelerinin kısaltılması, tüm müşterilerine hızlı ve sağlıklı hizmet vermek üzere Finlandiya'dan, 40 ton kapasiteli 5 adet gezer lastik tekerlekli (RTG) dev konteynır istif vinci ithal etti. Kara platformuna kurulan RTG vinçler faaliyete geçti. Ayrıca deniz platformu için satın alınan 5 adet ilave RTG ise 2009 yılı başında teslim alınacak. 7 ALTIN ÇIPA ÖDÜLÜ BU YIL GEMPORT'UN Gemport, Terminal ve Liman İşletmeciliği kategorisinde Altın Çıpa Ödülü'nü aldı D enizcilik sektörünün Oscarları olarak nitelenen Altın Çıpa ödül töreninde limanımız; Terminal ve Liman İşletmeciliği dalında Altın Çıpa ödülüne layık görülmüştür. Bu ödülün alınmasında 2005 yılında başlattığımız yatırım projesi çerçevesinde modern liman işletmeciliği anlayışı ile düzenlenmiş 116.000 m²'lik kara platformumuzun, tüm emniyet donanımına sahip imco konteynır sahası, 18.000 m²'lik CFS terminali ve soğutmalı konteynırlara hizmet vermek amacıyla bölgemizdeki en büyük kapasiteli reefer konteynır istasyonlarının hizmete açılması etkili olmuştur. Ayrıca Türkiye ekonomisinde önemli yere sahip ve bölgemizde bulunan otomobil üreticilerinin ihtiyaçlarına da limanımız kayıtsız kalmamış ve 2500 araç kapasiteli mevcut otoparka 8 kat ilave ederek kapasitesini 5500 araca çıkarmıştır. Gemport bütün bu başarıları; zorlukların üstesinden gelmeyi bilen yöneticileri ve takım olma bilincindeki çalışanları ile hep beraber imzalamıştır. İşte tüm bu nedenlerle GEMPORT sektörde önemli yere sahip MARPORT, YILPORT gibi güçlü diğer adayların arasından sıyrılarak ALTIN ÇIPA ödülüne layık görülmüştür. Deniz Haber Ajansı ve Dünya Gazetesi Perşembe Rotası tarafından, bu sene üçüncüsü organize edilen ALTIN ÇIPA Türk Denizcilik Başarı Ödülleri Töreni 27 Haziran 2008 Cuma günü Rahmi Koç Müzesi'nde yapıldı. Törene Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım, Birleşmiş Milletler Denizcilik Örgütü (IMO) Genel Sekreteri Efthimios Miropoulos, Başbakanlık Denizcilik Müsteşarı Hasan Naipoğlu, Deniz Ticaret Odası Meclis Başkanı Erol Yücel, Deniz Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı Metin Kalkavan, Avrupa Birliği Ulaşım ve Enerji Direktörü Fotis Karamitsos, Akdeniz Memorandumu Başkanı Lino Vassalo, Paris Memorandumu Genel Sekreteri Richard Schiferli, Uluslararası Uyduyla Deniz Haberleşmesi Örgütü (IMSO) Başkanı Esteban Vincente Pacha, Panama IMO Temsilcisi Büyükelçi Lilliana Fernandez, Uluslararası Deniz Ticaret Odaları Genel Sekreteri ve Uluslararası Denizcilik Federasyonu Genel Sekreteri Simon Bennet, INTERCARGO Genel Sekreteri Roger Hold, INTERTANKO Direktörü Peter Swift,İtalya IMO Temsilcisi Amiral Giancarlo Olimbo, Uluslararası Gemi Mühendisleri Bilim ve Teknoloji Enstitüsü (IMAREST) İcra Kurulu Başkanı Michael Everard, Sierra Leone Registeri Jullian Padilla ve çok sayıda sektör temsilcisi katıldı. Avrupa Birliği Ulaşım ve Enerji Direktörü Fotis Karamitsos tarafından Yük Limanı Ödülü, Gemport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri Genel Müdürü M. Cüneyd ACAR'a takdim edildi. M. Cüneyd Acar ödülde bütün çalışanların emeği olduğunu ifade ederken, Fotis Karamitsos da Türkiye'de denizcilik sektöründeki gelişmelerin kendilerini çok etkilediğini söyledi. 9 Süha Aktaş ile Söyleşi... Dünya genelinde krizden ve resesyondan söz ediliyor. Böyle bir dönemde yeni gemi yatırımı riskli değil mi? D ünyada ve Türkiye'de Liman İşletmeciliği hakkındaki düşüncelerinizi alabilir miyiz? Liman İşletmeciliği, gerek dünyada ve gerekse Türkiye'de modern bir makine – ekipman parkuru gerektiren, özgün yazılım programlarıyla, çağdaş, eğitimli kadroları ile giderek daha bir ekspertiz, tecrübe birikimi gerektiren bir işkolu haline gelmiştir. Dünya ticaretinin yüzde 95'i denizyolu ile yapılırken Liman İşletmeciliği'nin gelişmemesi düşünülemez. Dünyada ve Türkiye'de mevcut limanlar artan rekabet ile baş edebilmek için genişleme ve teknolojik büyüme yaşarken, bu arada sıfırdan yeni liman yatırımları da gündeme gelmektedir. Gemport ile ilgili genişlemeye yönelik yatırım kararını zaten bu düşünceyle aldık. 2005 yılını proje ve altyapı oluşumları ile geçirdik. 2006 yılı ortasında da inşaata tam hız girdik. Şüphesiz herkesin iş hayatında, özellikle yöneticilik sürecinde sevapları olduğu kadar günahları da, hataları da vardır. Benim de olmuştur. Ama insan ne yapıyorsa, açıkçası kendimden bahsediyorsam eğer, şunu söylemeliyim ki ne yaptıysam, ne karar alıp hangi uygulamaya girdiysem o günün şartlarında kendime göre şirketim için en doğrusunu, çalışanlarım için en uygununu buldum, seçtim ve uyguladım. Bu arada, ne yazık ki insanın kontrolü dışına çıkan gelişmeler de olabiliyor. Başarı; bence tüm bu olumsuz gelişmelerden şirkete gelebilecek zararları asgariye indirebilmek, olumlu gelişmeleri, pozitifleri ise şirketin doya doya yaşamasını, sindirmesini ve hatta keyfini çıkarmasını sağlamaktır. Özetle, yatırıma zamanında başladığımızı düşünüyorum. Ancak yine de keşke Gemport'ta bir yıl önce işe başlamış ve ilk kazmayı da bir sene önce vurmuş olabilseydim diye düşünmüyor değilim. Bunun dışında dediğim gibi herşeyi o günün şartlarında en iyisini, en doğrusunu düşünerek yapmaya çalıştığım için bu anlamda fazla özeleştiri yapamıyorum. Gemport'ta çalışmadan önceki iş hayatınızdan bahseder misiniz? Gemport'ta 2004 yılı Ağustos ayında işbaşı yaptım. Öncesinde yaklaşık 3 yıl boyunca yine bir Türkiye İş Bankası iştiraki olan İşDoğan Petrol Yatırımları A.Ş.'nin Genel Müdürlüğünü yaptım ve bir yıl da Petrol Ofisi A.Ş.'nin Genel Koordinatörlüğünde bulundum. 10 Nemtaş'ta da yatırım yapıyorsunuz. 2008 yılı başında bir gemi aldınız. Bu sene başka gemi alımınız olacak mı? “26 Ağustos” adındaki yeni gemimiz (adını İş Bankası'nın kuruluş tarihinden alıyor), 75 milyon dolarlık bir yatırımdı. Kaptanoğlu ailesinden aldık. Şu anda, işletmeciliğini yaptığımız gemiyi de sayarsak filomuzda 7 gemimiz var. Diğer bir ifadeyle 267.000 dwt'luk bir filoya hükmediyoruz. Bu yıl içinde bir veya iki gemi daha almayı planlıyoruz. T. İş Bankası malum, bir finans şirketi. İştirakler ise ticari şirketler olarak o mali dünyanın dışında. Ama bu şirketler o ya da bu şekilde aynı disiplinle aynı çatı altında, görüşünü savunan Yönetim Kurulu Başkanımız ve Nemtaş Genel Müdürü M. Süha AKTAŞ ile Gemport ve Nemtaş’ın faaliyetleri, yatırımları ve deniz ticareti üzerine söyleşi yaptık ve kendisi hakkında bilgi aldık. Gemport yatırımlarına zamanında başladınız mı? Şimdi geriye bakıp keşke şunu şöyle yapsaydım veya bunu yapmasaydım gibi özeleştiriler yaptığınız oluyor mu? gözetiyor... Bizse, yöneticiler olarak şirketlerimizi sürekli daha iyi ve daha farklı bir konumlara getirmek istiyoruz ve bu yönde çabalıyoruz.... Ondan öncesinde ise 4 sene, Rus Lukoil Petrol'ün Türkiye'deki şirketinde Genel Müdürlük, daha da öncesinde 17 sene Koç Grubu ve 2 sene Daimler Benz- Otomarsan. Yaklaşık 30 senelik iş yaşamımın yarısı İran, Irak, Rusya, Romanya gibi dış ticaret/ithalatihracat yaptığımız komşu ülkelerde yaşayarak geçti. Çok güzel anılarım olduğu gibi, asla unutamadığım ve iş olarak, yaşam olarak çok zorlandığım zamanlarım da oldu. Henüz işler daralmadı. Resesyon, navlun ve denizcilik sektörüne keskin bir şekilde girmedi. Biz girmeyeceğini de ümit ediyoruz. Dünyadaki gelişmeleri takip ederek yatırım, plan ve projelerimizi ona göre yapıyoruz. Halen yük ve navlun talebi, inişliçıkışlı bu piyasada armatörlerin lehine devam ediyor. Artan yük, mevcut gemi kapasitesinin halen üstünde. Bu yüzden de yatırım şart. Ama bu arada, yeni sipariş verilen gemiler var. Türk armatörler için de geçerli bu. Şayet 2010 yılından itibaren gemi siparişleri ve gemi girişleri söylendiği kadar devam ederse bu tarihten sonra gemi tonajının talebin üstüne çıkacağı endişeleri var. Ancak biz bunun çok keskin seviyelerde oluşmayacağını düşünüyoruz. Çünkü olası resesyon nedeniyle tersanelere verilen gemi siparişlerinde iptaller söz konusu olabilir. Hatta bunlar başladı. Türk tersaneleri henüz o raddeye gelmedi. Ama Uzakdoğu'da daha arsa halinde, inşası yapılmamış tersaneler gemi satıyor. Yani tersane yok, sipariş var. Diğer taraftan, artan hammadde fiyatlarının yanı sıra kredi maliyetlerinin de giderek artması bekleniyor. Tersaneler de artık belli yatırımlardan vazgeçebilir. Biz bu köpük siparişlerin ortadan kalkmasıyla, gerçek siparişlerin oluşacağını ve gemi arzının gerçekçi rakamlara oturacağını düşünüyoruz. Bu nedenle de 2010'da keskin bir daralma beklemiyoruz. Bu süreçte şüphesiz bir eleme olacak. Daha önce de işaret ettiğim gibi dünya ticaretinin yaklaşık yüzde 95'i deniz ticaretiyle yapılıyor. Bize göre deniz ticareti kaçınılmaz şekilde artacak. Biz de Nemtaş ve Gemport olarak bu ticareti gerçekleştiren oyuncuların içinde yerimizi aldık ve bu oyunu kurallarına göre oynamaya devam edeceğiz. 9 Eylül Üniversitesi Deniz İşletmeciliği Yönetimi Yüksek Okulu'nda mezuniyet günlerinde ananevi olarak yapılan “Son Gün, Son Ders” onur konuğu bu sene şirketimiz Yönetim Kurulu Başkanı ve Nemtaş Genel Müdürü Süha Aktaş idi. 2008 yılı mezunu 98 öğrenciye sektörün bugünü ve yarını hakkında bilgi veren Başkanımız, konuşmasında özellikle mezunları yeni yaşamlarında kendilerini bekleyen ekonomik ve ticari konularla ilgili bir ufuk turu yaptırdı. Denizcilik İşletmeleri Yönetimi Mezunu 50 öğrenciden 1., 2., ve 3. olanlara ödüllerini Nemtaş Genel Müdürü verdi. 2008-2009 döneminde fakülte olması beklenen Deniz İşletmeciliği Yüksek Okulu ile çok yakın ilişkiler içinde olan Nemtaş Denizcilik A.Ş., sektörün iyi eğitimli çalışan ihtiyacının giderilmesi için her türlü katkıyı yapmaktadır. Nemtaş ile nasıl ve nerede buluştunuz? 2007 yılı başında Nemtaş Genel Müdürü Teoman Rua Bey'in emekli olması üzerine bu görev bana tevdi edildi. İş-Doğan'daki görevim boyunca bazı projeler nedeniyle Nemtaş ekibi ile çok sık birlikte olduğum için şirketi ve yapısını tanıyordum. Bu nedenle uyum sıkıntısı asla çekmedim. Zaten biz profesyonel yöneticilerin vazifesi, şartlar ne olursa olsun, nerede olursanız olun, verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmek ve şirketin kısa, orta ve uzun vadeli hedefleri doğrultusunda hareket etmektir. İş Bankası bünyesinde Nemtaş ve Gemport'un nasıl bir yeri var? Konumlandırılmanız nasıl? İş Bankası malum, bir finans şirketi. İştirakler ise ticari şirketler olarak o mali dünyanın dışında. Ama bu şirketler o ya da bu şekilde aynı disiplinle aynı çatı altında. İş Bankası'nın geçmişinde de hep var olmuş bu yaklaşım. Kültüründe banka dışı aktiviteler hep olmuş. Gemport ve Nemtaş, banka yönetimi tarafından her şeyden önce başarılı, uyumlu şirketler olarak görülüyor. Kârlı, hareketli, dinamik, yatırım yapan, sürekli büyüyen ve profesyonelce idare edilen şirketler. İnanıyorum ki bankamız, bu iki şirketimize iyi gözle bakıyor, 48 Mezun veren Güverte bölümünün başarılı öğrencileri ödüllerini Gemport Yönetim Kurulu Başkanı'ndan aldılar. Güverte adamlarının sektörde çok kritik pozisyonlar ve yetkilerle çalıştıklarını ve bu nedenle kendilerini daima yenilemelerini tavsiye eden Başkanımız, Türk Denizcilik Sektörünün ancak eğitimli kadrolarla ilerleyebileceğini ifade etti. 11 Gururluyuz... Güneş enerjisi ile çalışan “Muavenet” dünya ikincisi oldu. stanbul Teknik Üniversitesi'nin ışıklı çiçekleri ABD'nin Arkansas eyaletinde düzenlenen Solar Splash 2008 Dünya Güneş Tekneleri Şampiyonası'nda ikinciliği elde etti. “Muavenet” isimli tekneleriyle yarışan Türk takımı 10 farklı kategoride ödül aldı. Ben bu söyleşiyi pırıl pırıl bir üniversite öğrencisi ayrıca Nusrat ve Muavenet teknesinin takım kaptanı Münir Cansın Özden'le yaptım. O güler yüzüyle, gözlerindeki cevherin çakımlarıyla sorularımı içtenlikle yanıtladı. İ Güneş enerjisiyle çalışan bir tekne üretme fikri ne zaman ve nasıl ortaya çıktı? Deniz benim için hep çok önemli olmuştur. Anneannem, dört beş yaşlarımdayken çizdiğim balık ve gemi resimlerini hala saklar. Çocukluğumun en heyecanlı zamanları, dedemin dürbünü ile İzmit Körfezi'ne giren gemileri izlemek ve onların resimlerini yapmaya çalışmaktı. Ortaokul yıllarımda arkadaşlarımla evdeki sandalyeleri kırıp onların ahşap parçalarıyla küçük tekneler yapmış ve bunlara oyuncak arabalarımızdan söktüğümüz motorlar takıp havuzda yüzdürmüştük. Birkaç sene sonra, üniversite sınavı açıklandıktan sonra gireceğim bölüm kesinlikle Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi'ne bağlı Gemi İnşaatı ve Gemi Makinaları Mühendisliği olacaktı. 12 Üniversite birinci sınıfta Gemi Mühendisliğine Giriş dersinde, ülkemizdeki gemi inşa sektöründeki kuşkusuz en önemli isimlerden Prof. Dr. Yücel Odabaşı şöyle demişti; “Gemi, İngilizce'de “she”dir. Bir kadın olarak bahsedilir ondan.. Ve bir baba kızını yetiştirirken ne kadar zorlanırsa mühendisi de gemisini tasarlar ve inşa ederken o denli zorlanır.. Gemi inşa edildikten sonra gelinlik bir kız gibi süslenir ve kızağa konulur. Gemi sahibi inancına göre ya şampanya patlatır ya da kurban keser. Sonrasında halatlar kesilir ve gemi suya iner. Hem ağlayıp hem giderim diyen bir gelin gibi de suya inince başını bir defa suya daldırıp babasına, mühendisine bir selam verir.. Çocuklar ben 40 yıldır kaç geminin suya inişini, mühendisi olarak izledim bilemiyorum.. Ama hâlâ çok büyük bir keyif alırım bu törenden. Dilerim siz de bu duyguyu yaşarsınız…” O derste söylenenlerin, bana neler hissettirdiğini arkadaşlarımla paylaştım ve o anda düşünebildiğimiz tek şey bir an önce kendi tasarımımız olan bir gemi yapmak ve onun suya inişine tanık çalışan teknelerle ilgili bir veritabanı oluşturduk. Bu araştırma girdiğimiz işin zorluğunu anlamamız ve bu işi planlayabilmemizde bize çok yararlı oldu. Güneş enerjisiyle çalışan tekneler üzerilerindeki güneş panellerinin ürettiği elektrikle sahip oldukları elektrik motorlarını besleyen ve bu sayede hiç bir yakıt kullanmadan ve hiç bir atık üretmeden hareket eden araçlardır. Tabi iş sadece güneş panellerini motora bağlamak değil. Bunu biraz açıklamak isterim. Güneş panelleri ışığın gücü ve açısına göre çok değişken voltaj ve akımlar üretirler, bu elektriği regule etmeden akülerinize veya motorunuza doğrudan veremezsiniz. Bu yüzden bazı devrelere sahip olmanız gerekir. Bu devrelerin de dünyada birkaç üreticisi vardır ve genelde bu tarz araçlar yapmak isteyenler bu devreleri kullanıma hazır şekilde satın alırlar. Bu regulasyon dışında güneş panellerinden en yüksek gücü çekmek için MPPT – Maximum Power Point Tracker (En Yüksek Gücü Takip Devresi) devresine ihtiyacınız vardır. Bunun olabilmekti. 2004 yılı Mayıs ayında, hem öğrenmekte olduğumuz teorik bilgileri pratiğe geçirebileceğimiz, hem de başka öğrencileri peşimizden sürükleyebileceğimiz bir fikir geldi aklımıza. İTÜ Ayazağa Kampüsü içerisindeki gölette güneş enerjisiyle çalışan uzaktan kumandalı küçük teknelerle bir yarışma düzenlemeye karar verdik. Öncesinde biz birkaç araç yapacak ve bu işi öğrenecek, sonrasında bunları da sergileyerek yarışma çağrısında bulunacaktık. Bu küçük tekneleri nasıl yapabileceğimizle ilgili araştırma yaparken, Amerika Birleşik Devletleri'nde üniversitede okuyan akranlarımızın bizden daha büyük düşündüklerini ve uzaktan kumandalı araçlar değil kendilerinin binip sürdükleri tekneler tasarlayıp Solar Splash isimli bir yarışmada başka teknelere karşı yarıştıklarını gördük. Uzaktan kumandalı tekneler yapmak öğrenci harçlıklarımızdan arttırarak altından kalkabileceğimiz bir fikirken biz de büyük düşünmeye ve ülkemizi bu yarışmada temsil etmeye karar verdik. sonrasında elde ettiğiniz elektrikle akülerinizi şarj etmek için bir akü sarj devresine ve akülerdeki elektrikle motorunuzu istediğiniz hızlarda sürebilmek için de bir motor sürücü devresine ihtiyaç duyarsınız. Bunun dışında bu elektrik motorunun çalışma rejimlerine uyum sağlayan bir dümen sistemine ve yapmak istediğiniz hıza uygun bir de pervaneye ihtiyacınız vardır. Bir güneş teknesi nasıl çalışır? The World Championship of Intercollegiate Solar Boating (Dünya Güneş Enerjisiyle Çalışan Tekneler Şampiyonası)'na katılmaya karar verdikten sonra yaptığımız ilk iş, yarışma organizatörlerinden yarışmanın kurallarını öğrenmemiz ve yapılmış olan diğer teknelere ait raporlara ulaşmamız oldu. Kısa bir süre içinde sadece bu yarışmanın katılımcıları değil dünyada yapılmış olan, ulaşabildiğimiz tüm güneş enerjisiyle Sizler önce Nusrat ile dünya üçüncülüğü ve ardından da Muavenet ile dünya ikinciliğini kazandınız. Bu projeler nasıl hayata geçirildi? Bu projelere başladığımızda her birimiz yeni üniversite öğrencisi olmuş gençlerdik. Öğrenim görmeye henüz başladığımız alanlarımızda çok da bilgi sahibi değildik ama düşününce şöyle diyorum; dünyadaki en güzel şey bir konuyu biliyor olmak. Eğer bir konuyu bilmiyorsak bu durumda atılacak en doğru adım, bilgi eksikliğimizi giderecek doğru insanları bulmak, onlardan yardım almak ve ilerlemek istediğimiz yolda rotamızı değiştirmemek olmalıydı. Bizim en büyük başarımız ülkemizde ve dünyada bilgiyi elinde bulunduran insanları çabamızın ciddi olduğuna ikna etmemiz ve bilgilerini bizlerle paylaşmalarını sağlamamızdı. Bu hususta özellikle Yonca-Onuk Tersanesi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Dr. Ekber ONUK, tersanenin eski Mühendislik Müdürü Barış Gümüşlüoğlu ve 13 tersanenin Endüstriyel Tasarım Şefi Dr. Eralp Noyan'a çok şey borçluyuz. Bizlere verdikleri zorlu ödevler sayesinde hayal ettiğimiz bu tekneyi tasarlayıp inşa edecek mühendisler haline geldik diyebilirim. Çalışmalara ilk başladığımız günden bu yana yaptığımız hiç bir çalışmada “biz öğrenciyiz, profesyonel değiliz teknenin burası da böyle oluversin” demedik. İçimize sinmeyen her parçayı oturup yeniden tasarladık ve imal ettik. Mükemmelliyetçi olmadan başarılı olmak mümkün değil bize göre... 3 yıl süren çok zorlu bir çalışma döneminden sonra teknemizin tasarımını bitirdik, direnç analizlerini, motor ve akü testlerini tamamladık dümen sistemleri ve elektrik devrelerini tasarlayıp imal ettik ve teknemizi suya indirdik. En az bunun kadar zahmetli ve masraflı olan başka bir konu da teknemizin ABD'ye nakliyesi, takımın ABD seyahati, oradaki konaklaması ve ihtiyaçlarıydı. Amerika'daki şebeke elektriğinin frekans ve voltajının Türkiye'dekine uymuyor olması, bizim metrik onların ise Amerikan ölçü sistemini kullanıyor olmaları da göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir sorundu. Teknenin bırakın ana sistemleri her civatasını her somununu bile hesaplayıp yedeklerini yanına almamız gerekiyordu. Sonunda Nusrat'ı Amerikan sularında kullandık. 5 gün süren yarışma sonrasında yarışmayı izleyenler, Türk gencinin mühendislik kabiliyetlerini gözleriyle görmüş hatta pervanemizden sıçrayan suyla ıslanmışlardı... Tecrübe eksikliğimiz nedeniyle 1000 puan üzerinden 791 puan alarak dünya üçüncüsü olduk. Bunun yanında “Manevra Etabı Üçüncülüğü”, “En İyi Görsel Sunum”, “En İyi Elektrik Sistemi Tasarımı”, “En İyi Güneş Enerjisi Sistemi Tasarımı” ve “En Yüksek Puanlı Çaylak Takım” ödüllerini aldık. Amerika'dan döner dönmez yarışma esnasında kazandığımız tecrübeler doğrultusunda yeni bir teknenin tasarımına başladık. Nusrat'ın en önemli sorunu, içindeki her sistemin bizlerin ilk mekanik tasarımlarımızı oluşturuyor olmasıydı. Bu prototip sistemler toplamda çok ciddi bir ağırlığa ulaşıyorlardı. Teknemizi daha süratli yapabilecek en önemli değişikliklerden biri toplam 14 ağırlığı (deplasman) azaltmamızdı ve biz yeni bir teknenin imalatı, 3 yeni dümen sistemi, yeni bir kokpit tasarımı, yeni direksiyon sistemi tasarımları yaparak toplam ağrılığı yaklaşık % 40 azalttık. Tabii sistemler de artık bizim çıraklık dönemi eserlerimiz yerine kalfalık dönemi eserlerimiz haline gelmişlerdi ve çok daha verimli ve estetik olmuşlardı. Nusrat'ın 21 knot olan azami süratini yeni teknemizde 26 knota çıkardık ve Nusrat'ın 5 knot olan ekonomik süratini ise 8 knota çıkardık. Yeni tasarımımız olan bu teknede sadece verimi ve sürati yükseltmekle kalmamış aynı zamanda estetiği de uç bir noktaya taşımıştık. Bu teknemizin ekonomik süratini arttıran çok önemli bir başka gelişme ise Türkiye'de bir ilke beraber imza attığımız Calibre CNC Pervaneleri firmasıyla tanışmamız oldu. Firmanın ortaklarından Tezcan Doğangönül ve Bora Belgü ile İTÜ öğretmenlerinden Doç. Dr. Ali Can Takinacı'nın danışmanlığında ülkemizde bir ilki gerçekleştirdik ve CNC freze kullanarak pervane imalatı gerçekleştirdik. Nusrat'ta kullandığımız döküm pervanelere kıyasla çok yüksek bir verim elde ettik. Teknemizin rekabet edebilirliğinin yükseltilmesinde bu çok önemliydi. Yine, Arma Diş Deposu firmasının desteğiyle firma Genel Müdürü Mekki Kutlu'nun yakın ilgisiyle kendi tasarımımız çok yüksek verimli bir şanzımanın CNC freze ile imalatını gerçekleştirdik. Teknemizdeki her parçanın tekneye özel olarak ve mühendisliğin sınırlarında tasarımlanması sayesinde hayal ettiğimiz gibi bir tekneye ulaşabildik. Bir başka çok önemli konu ise bu yeni teknemize verilecek isimdi. Yonca-Onuk A.O. Tersanesi Müdürü Emekli Albay Sayın Orhan Gencer ile bir sohbetimiz sırasında bahsettiği Muavenet Muhribimizin vurulması ile ilgili hadiseden çok etkilenmiştim daha sonra bunu takım arkadaşlarımla da paylaştım ve Amerika tarafından vurulmuş bir gemimizin ismiyle Amerika'da bir yarışmaya katılmak bize çok anlamlı geldi. Bunun yanında artık geri dönüşü olmayan bir seçim yapmış olduk. Teknemize bu ismi verdikten sonra artık başarılı olmaya mecburduk... Şanssızlıklarımız da olmadı değil. Örneğin Mart ve Nisan aylarında bitmek bilmeyen yağmurlar bizim göl kenarındaki çalışma alanımızı hiç de konforlu olmayan bir hale soktu. Tasarımladığımız parçaların imalatını ve ardından montajını ve son olarak da testlerini yapabilmek için aylar boyunca çamurun içinde çalışmamız gerekti. Ama inanın bunları söylerken gözlerim doluyor... Ne vakit yüzümden akan terleri silmek için şöyle bir doğrulsam takım arkadaşlarımın tek bir amaç uğruna nasıl da birleştiklerini onların yüzlerindeki kararlı ifade ve derin konsantrasyonlarından anlayabiliyordum. Bu inanç, bu azim ve bu inat sayesinde Muavenet adına yakışır bir tekneyi ortaya çıkarabildik. Bu proje size ve ekip üyelerine nasıl bir deneyim kazandırdı? Bu sene takımımıza çok sayıda yeni arkadaş aldık. Geçtiğimiz yıl Nusrat ile yarışan altı kişilik ekipten dört kişi devam ederken gemi inşaatı mühendisliği, elektrik ve kontrol mühendisliği, makina mühendisliği ve endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinde okuyan yeni üyeleri bazı mülakat ve elemelerin ardından takıma kattık. İTÜ Güneş Teknesi Takımı'nın en eski üyeleri olan Ersin Demir, Enishan Özcan, Berkin Kılıç ve beni en çok mutlu eden şey de yaptığımız her aşının tutmuş olması. Takımımızı ve teknelerimizi hatta daha da önemlisi bizim bu projeye başladığımızdan bu yana öğrendiklerimizi bizden sonra projeyi üstlenebilecek yeni arkadaşlara devrediyoruz. Takımımızın Gemi Mühendisleri Metin Aksu, Efe Koçtürk ve İbrahim Albayrak; Makina Mühendisliği ekibinden İrfan Kaya; Elektrik takımından Tuğrul Yıldırım ve Emrah Adamey; Endüstriyel Tasarımcımız Hüseyin Turhan çok kısa sürede takıma uyum sağladılar ve Muavenet'in inşaasıyla ilgili üstlerine düşenin de fazlasında bir emek harcadılar. Yarışmanın bizim için önemli bir dezavantajı da yarışa dünyanın diğer tarafından katılıyor olmamız. Amerika ve yakın ülkelerden katılan takımlar yarışa birkaç gün kalana kadar tekneleri üzerine çalışmaya devam edebiliyorlar ve yarıştan hemen sonra da teknelerini geliştirmeye devam edebiliyorlar. Bizimse yarıştan yaklaşık 1,5 ay önce teknemizin her şeyini tamamlamış ve testlerini bitirmiş olarak konteynıra yükleyip Amerika'ya yolcu etmemiz gerekiyor ve ardından da ancak 1,5 ay sonra teknemize ve ekipmanlarımıza kavuşup yeniden çalışmaya başlayabiliyoruz. Bu yüzden bu sene bir yandan Muavenet'i imal ederken diğer yandan 2009 yılında yarış için tasarlayacağımız yeni teknenin tasarımı ile ilgili çalışmalar yaptık. Şimdilik gizli tuttuğumuz bu tasarımımız dünyada henüz gelişmekte olan bir hidrodinamik forma dair olacağı için birçok direnç deneyinden sonra istediğimiz performansı elde edeceğimizi sanıyoruz. Sistemli bir şekilde yapacağımız bu testlerin ardından yayınlayacağımız makalelerin de bu tarz teknelerle ilgili olan ciddi bilimsel boşluğu dolduracağını umuyoruz. Bunun yanında, bir güneş enerjisiyle çalışan tekne yapmak sadece bir gemi inşaatı mühendisi veya sadece bir elektrik mühendisinin altından başarıyla kalkabileceği bir konu değil. Bu yüzden çalışmamızı disiplinlerarası bir yapıda yürütmemiz gerekti. Bu da başka mühendislik dallarıyla yakın temas kurmamızı ve onların meslekleri hakkında bilgi sahibi olmamızı sağladı. Projenin bize en büyük getirilerinden biri bu oldu diyebilirim. Bir aracı başından sonuna tasarlamış ve uluslararası bir yarışmaya katılmış olmamızın, başta CAD-CAM, tasarım, imalat gibi mühendislik yeteneklerimizin gelişmesine çok büyük faydası oldu. Tabi uluslararası ticaret, proje yönetimi, halkla ilişkiler gibi konularda da çok tecrübe kazandık. Bunları birebir yaşayarak öğrenmiş olmamız okulda kazanamayacağımız bazı özelliklerdi. Farklı dallarda ödül kazandınız. Sizi, yarışan diğer ekiplerden farklı kılan neydi? Hangi özelliklerden ve farklılıklardan dolayı kazandınız bu ödülleri? Solar Splash 2008 yarışmasında kazandığımız ödülleri iki gruba ayırmak mümkün. İlk grup teknemizin yarıştığı etaplarda en iyi zamanları yapmış olması sayesinde kazandığımız, diğer grup ise teknenin tasarımı, inşaası, maliyeti, takımın iş planlaması vs. gibi dallarda yarışma organizasyonu içindeki her biri konusunda uzman jüri üyelerinin oylamaları sonucunda verilen ödüllerdir. Bu sene İTÜ Güneş Teknesi Takımı olarak Muavenet'le aldığımız ödülleri şöyle sıralayabiliriz; Second Place Overall (Genel Toplamda Dünya İkinciliği); Yarışmanın her etabında yarışıp her etapta iyi puanlar toplayıp 1000 puan üzerinde 963 puan aldık. Teknemiz hem iyi bir ekonomik sürate hem iyi bir azami sürate sahipti hem de çok iyi manevra yapabiliyordu. Yani tasarımda bir tür optimizasyona ulaşmıştık. First Place Slalom (Manevra Etabı Birinciliği); Teknelerin oldukça dolambaçlı bir parkuru tamamlamalarının istendiği bu etapta Muavenet hem kendi form ve dümenleme özellikleri hem de sürücüsü Ersin Demir'in pilotaj kabiliyeti sayesinde en iyi zamanlamayı yaptı. Second Place Sprint (Sürat Etabı İkinciliği); Yarışdaki en heyecanlı etaplardan biri olan sprint etabında teknelerin düz bir parkuru en kısa zamanda bitirmeleri isteniyordu. Muavenet 300m'lik bu parkuru 26.50 saniyede tamamladı. Second Place Endurance (Dayanıklılık Etabı Üçüncülüğü); Yarışmanın en uzun süren etabı olan Endurance etabında tekneler 2 saatlik bir zaman dilimi içinde bir parkurun çevresinde olabildiğince fazla tur atmaya çalışıyorlar. Second Place Qualifying (Qualify Etabı İkinciliği); Bu etapta asıl yarışlar başlamadan önce teknelerin yarışlar için uygun olup olmadığına ve sürücülerin tekneye olan hâkimiyetlerine bakılıyor. Daha sonraki yarıştaki kulvar sıralamaları da bu etapta alınan sonuçlara göre yapılıyor. Second Place Visual Display (En İyi İkinci Görsel Sunum); Yarışma sırasında her takım kendine ayrılan çadırda ülkesi, okulu ve teknesi ile ilgili tanıtımlar yapıyor. Biz bu sene koca bir ekranda teknemizin inşaası sürecinde çekilmiş fotoğraf ve videolardan oluşan filmimizin yanı sıra Türkiye'nin tarihi ve doğal güzellikleriyle de ilgili filmler gösterdik ve Türkçe şarkılar dinlettik. Çadırımızı 15 ziyaret eden konuklara Türk lokumu ikram ettik ve ülkemiz hakkında bilgiler verdik. Most Improved Team (Kendini En Çok Geliştirmiş Takım Ödülü); Nusrat'taki sistemlerimizi çok geliştirerek Muavenet'e uyguladık ve yapılan tüm değişiklikleri hem üç boyutlu olarak bilgisayarda hem de hazırladığımız posterler aracılığıyla tanıttık. Bu geliştirme çalışmalarımız jüri üyeleri tarafından övgüyle karşılandı. Hottest Looking Boat (En Güzel Görünümlü Tekne Ödülü); Bazı kimseler tarafından “En Seksi Tekne Ödülü” olarak da dilimize çevrilen bu ödül ise teknenin dış görünüşüne dair bir ödül. Bu sene bu ödülü bize vermeselerdi darılırdık doğrusu… Çünkü Nusrat'ın gerek görüntüsü ve gerekse inşaasında kullanılan malzeme çok özeldi. Most Commercially Viable Hull (Ticari Uygulumaya En Uyumlu Tekne Ödülü); Belki de ödüller arasında bizi en çok gururlandıran ödül buydu. Bu ödüle layık görülmemiz, insanımızın Türk gencine ve Türk mühendisine güvenmesi gerektiğinin bir ispatıydı bizce... Projeyi gerçekleştirirken maddi olarak kimlerden destek aldınız? Sponsor bulabildiniz mi? Projeyi gerçekleştirmek ne kadara mal oldu? Muavenet'in yüksek teknoloji kompozit imalatı ile ilgili yine Ana Sponsorumuz Yonca-Onuk A.O. Tersanesi'nden ciddi bir yardım aldık. Onların sağladığı malzemeleri ve sistemleri kullanarak ve yol göstermeleri ile teknemizi karbon elyaftan imal edebildik. Karbon elyaf çok yüksek dayanıma sahip ve çok hafif bir malzeme. Tersanede üretilen Sahil Güvenlik teknelerinin aramid elyaf ile beraber ana malzemesini oluşturan bu elyaf türünün dünyada asıl kullanım alanı uzay araçları. Bu malzemenin Türkiye'de işlenebiliyor olması bile büyük bir gelişme iken bizim teknemizi bu malzemeden imal edebilmiş olmamız çok büyük bir şans. Bu sayede Muavenet çok çok hafif bir kabuk ağırlığına sahip olarak imal edilebildi. Muavenet'in imalatını ve testlerini okulda tamamladığımızda takımımızın ABD'ye ulaşımı, ABD'deki masraflar için bir bütçemiz bulunmuyordu. İşte bu anda sadece bir öğrenci sıfatıyla yazdığım bir mektup Savunma Sanayii Müsteşarımız Sayın Murad Bayar tarafından okundu ve müsteşarlığımız aracılığıyla bütçemizin bu kalemleri için finansman bulmamız mümkün oldu. Muavenet ile Savunma Sanayii Müsteşarlığımız'ın desteğiyle yarışacak olmamız da bizim için ayrı bir gurur oldu. RMK Marine ve Dearsan Tersaneleri'nin bizi finansman olarak desteklemeleri, Marintek Deniz ve Yat firmasının teknemizin denizcilik ekipmanları, aküleri ve çok önemli elektronik devrelerimizle ilgili yaptıkları yardımları oldu. Teknemizin ve ekipmanlarımızın ABD'ye nakliyesini geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Turkon Holding üstlendi. Türk Hava Yolları, resmi ulaşım sponsorumuz olarak bize indirimli biletler sağladı. Türk Loydu Vakfı'nın takımımıza vermiş olduğu destek sayesinde İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi'nde bizim için ayrılan odamızda, teknemizde kullanmış olduğumuz yüksek teknolojik devreleri imal edebileceğimiz ve bunların testlerini yapabileceğimiz bir elektrik motoru deney labortuarı kurduk. Calibre CNC Pervaneleri, Arma Diş, Gümüşel Rulman ve Merve Makina'nın 16 Tanrı yüz çevirmemişse bizden Kısa bir ömürdür dilediğim Akdeniz'de bir fırtınada Birbirimize sarılmış Tadı damağımızda bir ölüm... MERCAN BALIĞI Keşke bir balık olsaydın... Pembe bir mercan balığı... Seni görebilmeme tek engel; ciğerlerimdeki nefes. Hemingway'in ihtiyar balıkçısı gibi takılsaydım peşine! Ya da; ben de bir balık olsaydım. M.C.ÖZDEN katkılarıyla teknemiz için tasarlamış olduğumuz dümen sistemlerini ve pervaneleri imal etmemiz mümkün oldu. Bunlar dışında hocalarımız Prof. Dr. Ömer Gören, Yard. Doç. Dr. Osman Kaan Erol, Doç. Dr. Ali Can Takinacı, Prof. Dr. Yücel Odabaşı, Doç. Dr. Haydar Livatyalı, Doç. Dr. Vedat Temiz bizlere akademik anlamda çok önemli desteklerde bulundular. Bunun yanında tekrar altını çizmem gerekirse Dr. Ekber Onuk, Barış Gümüşlüoğlu, Dr. Eralp Noyan, Tuğgeneral Ali Akdoğan ve Mekki Kutlu Muavenet projemizde çok önemli profesyonel yardımlar ve yönlendirmelerde bulundular. Sizler aracılığıyla bu isimlere tekrar tekrar teşekkür etmek istiyoruz. Bu arada sizin fotoğrafçılık sanatına ilgi duyduğunuzu, gerçekten çok hoş fotoğraflar çektiğinizi bunun yanı sıra şiir yazdığınızı da öğrenmiş oldum. Kısaca özetleyecek olursam eğer bir yanınız bilime gönül vermişken öteki yanınız buram buram sanat kokuyor. Bizler, sizlerle gurur duyduk Münir Cansın Özden. Bilim adamı olma yolunda kararlı ve azimli bir biçimde ilerliyorsunuz. Sanat zaten sizin yüreğinizde filizlenmiş. Yolunuz her zaman açık olsun… Açıkçası kendi adıma sizlerle onurlandığımı bir kez daha söylemek istiyorum. Sizler bu ülkenin ışıklı çiçeklerisiniz. Bu söyleşi için çok teşekkür ederim. Yusuf TOPAL Osmanlı'dan sonra Gemlik Tarihi A nadolu Selçuklu Devleti'nin son zamanlarında Bizanslılar karşısında, bir hudut muhafızı olarak atanan Ertuğrul Bey'le birlikte yeni bir Türk devleti daha tarihte parlamaya başlamıştır. Selçuk hükümdarı, Ertuğrul Bey'e fethedeceği yerlerin mülkiyetini vermişti. Ertuğrul Gazi, fetihlerdeki başarıları ve iç idaredeki düzeni sayesinde kısa zamanda beyliğinin nüfus ve kudretini çevresine tanıtmıştır. Ertuğrul Bey'in ölümünden sonra yerine geçen küçük oğlu Osman Bey'le birlikte devletin tarihe mal olan hakiki adı ortaya çıkmıştır. 1257 yılında, Eskişehir'den İnegöl'e kadar bütün şehirleri Osman Bey hâkimiyeti altına almış ve Bizans tekfurlarını birer birer kendine bağlamıştı. Bursa'nın arazisinin verimliliği ve ihtişamı Osman Bey'in de dikkatini çekmişti ancak Bizans İmparatoru ne pahasına olursa olsun bu şehri yeni kurulan Türk devletine kaptırmak istemiyordu. Ordusunu yeni silahlarla donatan Osman Bey, askerini ilk başta İznik üzerine göndermişti. Yapılan çetin savaş sonucunda İznik'i alamayan Osman Bey geri dönmek zorunda kalmış ancak yolları üzerinde bulunan bazı kaleleri almayı başarmıştı. Her yıl biraz daha güçlenen ve hudutlarını İstanbul ve Bursa'ya doğru genişleten Osmanoğulları artık Bursa'yı almaya kesin karar vermişlerdi. Selçukluların çökmesinden sonra ordunun bir kısmı Osmanlı Devleti ordusuna katılmış ve Osman Bey yeni gelen ordusuyla birlikte İznik üzerine yeniden yürüyerek İznik'i fethetmeyi başarmıştır. Bu arada çok yaşlanan Osman Bey, şiddetli bacak ağrıları savaşmasına engel olduğundan yerine oğlu Orhan Bey'i bırakarak Yenişehir bölgesinde istirahata çekilmiştir. (1320) Orhan Bey tahta geçer geçmez babasının son arzusunu gerçekleştirmek için Bursa'yı kuşattı. Ancak Bizans'tan çok rahat destek alan Bursa aylarca süren kuşatmaya rağmen teslim olmadı. Kale; Bizans'tan yardım gördüğü için kuşatmaya karşı durabilmiştir. Osman Bey İstanbul'dan gelen yardımları engellemek üzere, oğlu Orhan Bey'e kıyı taraflarının alınmasını emretmişti. Bunun üzerine Orhan Bey en güvendiği komutanlarını yanına alarak (Akçakoca ve Kara Timurtaş) Mudanya ve Gemlik'i kuşattı. Mudanya fazla dayanamayarak Miladi 1321'de teslim oldu. Ancak zamanın Kios şehri yani Gemlik güçlü savunma olanakları nedeniyle 1334 yılında alınabildi. Orhan Bey Bursa'nın boş olan semtlerine Türk ailelerini yerleştirdi. Umurbey kasabası bir köy olarak o zamanlar kurulmuştur. Orhan Bey zamanında Bursa ve çevresindeki şehirler her alanda büyük gelişme göstermiş; ticaret, ziraat ve sanayi bakımından Bursa, Bilecik, Yenişehir, İznik ve Gemlik şehirleri için altın çağlar yaşanmaya başlamıştır. Ayrıca deniz kuvvetlerini güçlendirmek amacıyla İzmit, Gemlik ve Gelibolu'da tersaneler kurulmuştur. Osmanlı Devleti'nin denizciliğinde büyük hizmetleri görülen Gemlik, yükselme devrinde gemi yapım şehri olarak önem kazanmıştır. Daha sonraki yüzyıllarda zeytinciliği, kozacılığı ve kıymetli mermerleriyle Osmanlı Devleti'nin çok ilgi gören bir şehri olmuştur. Duraklama ve gerileme dönemlerinde memleketin her yerinde olduğu gibi Gemlik de ihmal edilmiş; tersanenin yeri bataklığa dönmüş, sarayları ve abideleri süsleyen mermerleri yok olmuştur. 1789'da III. Selim devriyle Türk yurdu her alanda olduğu gibi denizcilik alanında da yeni düzeltmelere kavuşmuştur. III. Selim, Fransa'dan getirttiği mühendislere Gemlik tersanesinin inşasını yeniletmiş ve kısa zamanda körfezde yeniden gemiler yüzmeye başlamıştır. 19. yüzyılın ünlü bilim adamlarından dil bilimci Sami Bey, Kamusül Alam adlı eserinde Gemlik ile ilgili şu bilgilere yer vermektedir: “Hüdavendigâr (Bursa) vilayetine bağlı Gemlik; 5147 nüfuslu bir ilçedir. Nüfusunun çoğunluğu Rum'dur. Güzel ve sağlam bir limanı, tersaneye ait havuz ve el tezgâhları, bir camisi, bir medresesi, bir rüştiyesi (ortaokulu), Rumların özel kız ve erkek okulları, üç kilisesi, iki manastırı ve pamuktan mamul bir cins döşemeliğe özgü el tezgâhları vardır. İlçenin başlıca ihracatı krom külçesi ile krom tozudur. En önemli ithalatı da petroldür. Tarihi pek eski olan ilçe, tarihte Argonot adıyla anılır.” Memalik-i Osmaniye adlı eserinde Gemlik'ten bahseden Ali Cevat Bey de ilçenin adıyla ilgili şu bilgilere yer verir: “Yörenin eski adı Kios'tur. Kasabanın eski tarihine ait bilgi yok denecek kadar azdır. Şimdiki Gemlik adının Bursa'da yapılan ve çoğu bu kasabada satılan ipek gömlekler dolayısıyla 'gömlek' sözünden geldiği sanılmaktadır.” Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı'nda yenilince ilçemiz de Anadolu'daki bir çok yer gibi itilaf devletlerince işgale uğramıştır. İlk işgal girişimi 30 Haziran 1920'de İngiliz birliklerinin Gemlik Limanı'na yanaşmalarıyla başlamıştır. İngilizlerin şehre inmesini engellemek isteyen Dr. Ziya Kaya, Kaymakam Mehmet Cemil Bey ve Yüzbaşı İbrahim Bey'in İngiliz komutana, “Kasabanın büyük çoğunluğu Rum, her yere benzin tenekeleri yerleştirdik. Eğer ısrar ederseniz ateşleyeceğiz,” demeleri üzerine İngilizler çıkarma yapmaktan vazgeçmişlerdir. Ancak bu girişimden bir hafta sonra 6 Temmuz 1920'de İngilizler tekrar körfeze gelerek karadan ve denizden yaptıkları saldırı sırasında şehrin kritik yerlerini bombalamışlardı. Her ne kadar karşılarına Şube Reisi ve Jandarma Komutanı Yüzbaşı İbrahim komutasındaki Kuvayı Milliye diye adlandırabileceğimiz silahlı siviller çıktıysa da şehrin üzerinde uçan İngiliz uçakları Kuvayı Milliye mensubu halkın korkup Katırlı köyüne doğru çekilmelerine neden oldu. Şehir savunmasız kalınca da İngilizler önce Hükümet Konağı'nı ardından Askerlik Şubesi'ni işgal edip şehre yerleşmişlerdir. Umurbey önlerine kadar ilerleyen İngiliz askerleri şehre içeriden ve dışarıdan giriş çıkışı yasaklamışlardı. Ne var ki İngilizler kenti işgal ettikten kısa süre sonra şehri, 8 Temmuz'da Bursa'yı işgal eden Yunanlılara bırakarak çekildiler. İngilizlerin işgal ettikleri bütün bölgeleri Yunanlılar devraldılar. Köyler ve Umurbey kasabası dahil Müslüman halkın elindeki silahları, av tüfeklerini, büyük çaptaki bıçakları, ziynet eşyalarına varıncaya kadar toplayan Yunanlılar; ilçedeki Ermeni ve Rumlara karışmamış hatta onlara her çapta tüfek, tabanca vermişlerdir. Foti, Yorgi ve Simon adlı çete liderlerinin komutasında ve Yunan korumasında silahlanan Ermeni ve Rum çeteleri Osmanlı jandarmasının silahsızlanmasından yararlanarak çevre köyleri basmışlardır. Halkın eşyalarını almışlar, köyleri yakmışlar, yollarda para ve mallarını gasp ettikleri insanlara her türlü işkenceyi yaparak öldürmüşlerdir. Bu çeteler, 1920 yılında önce Umurbey ve çevre köylerinde, 1921 baharında ise özellikle Küçük Kumla, Karacaali, Narlı, Kapaklı, Fıstıklı, Sultaniye, İhsaniye, Mecidiye, Hamidiye, Muratoba köyleriyle Armutlu kasabasında önemli ölçüde can ve mal kaybına sebep olmuşlardır. Baskına uğrayan köylerin halkı ile Orhangazi yöresinden gelerek Gemlik'e sığınan Müslüman Türk halkı, itilaf devletleri tarafından oluşturulan uluslararası bir kurulun raporu üzerine İstanbul'a nakledildi. Bunlar, ancak Kurtuluş Savaşı'ndan sonra köylerine dönebilmişlerdir. 1920'de Gemlik şehir nüfusunun büyük çoğunluğu Hıristiyan Osmanlı vatandaşlarından oluşmaktaydı. Bu yüzden Yunanlıların korumasındaki çeteler daha çok köy ve kasabalarda faaliyet göstermişlerdir. İzmir'in işgalinden sonra oluşan Reddi İlhak hareketine Gemlik'te yaşayan Müslüman halk yeterince katkı sağlayamasa da Dr. Ziya Kaya ve Mustafa Necati gibi bazı aydınların bireysel çabalar gösterdikleri görülmektedir. Hatta Dr. Ziya Kaya, dahiliye nazırını eleştirip düelloya davet ettiği gerekçesi ile tutuklanarak Bekirağa bölüğüne kapatılmıştır. Sivas Kongresi'nden sonra Müdafaa-i Hukuk örgütlenmesi tüm olumsuzluklara rağmen gecikerek de olsa gerçekleştirilmiştir. Bu çalışmaların daha çok Umurbey'de olduğu belirtilmektedir. 1920 başlarında İstanbul'da toplanan Osmanlı Mebusan Meclisi'ne çekilen bir telgrafın altında Müdafaa-i Hukuk şubesi başkanı Rüstem Bey'le beraber üyeler Cavit ve Mehmet Beyler'in de adları bulunmaktadır. Bunların dışında Bekirağa bölüğünde tutuklu bulunan Dr. Ziya Kaya ve Hasan Rıza'nın adları da muhtelif yerlerde Müdafaa-i Hukuk cemiyeti şubesi üyesi olarak geçmektedir. Gemlik; 10/11 Eylül 1922 gece yarısı kanlı çatışmalardan sonra Halit Paşa (Karsıalan) komutasındaki Kocaeli Grubu tarafından işgalden kurtarılmıştır. Yunan askerlerinin Mudanya taraflarına doğu çekilmesiyle 6 Temmuz 1920'den beri işgal altında bulunan Gemlik 12 Eylül 1922 sabahına şanlı ordumuzun zafer şarkıları eşliğinde girmiştir. Bu çatışmalarda şehit düşen Mehmetçiklerimizden Yüzbaşı Cemal Bey'in mezarı Gemlik'tedir. Ayrıca adı bir ilköğretim okuluna verilmiştir. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Gemlik'te yaşayan bütün Hıristiyanlar, Lozan Antlaşması sonucunda uygulanan nüfus mübadelesi ile şehri terk etmişler. Bunların yerini Yunanistan'dan gelen göçmenler almıştır. Kurtuluş Savaşımızın önderi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Türk İnkılabının mimarı Ulu Önder Atatürk; Yalova'dan Bursa'ya her gelişinde Gemlik yakınından geçmişse de ilki 4 Temmuz 1934 ve ikincisi 1 Şubat 1938 olmak üzere iki kez Gemlik'i ziyaret etmiştir. İkinci ziyaretinde adını bizzat kendi verdiği Sunğipek Fabrikası'nın açılışını da yapmıştır. Fabrika bu gün üniversite binası olarak kullanılmaktadır. 19 CRUISING (Gemi Turu) D aha önce hiç cruise yolculuğu yapmadıysanız neden Avrupa, Karayipler, Bahamalar ve Meksika'daki bölgelere heyecan dolu gemi turuyla başlamıyorsunuz? İlk kez cruise gezisi yapmanın heyecanını, muhteşem limanları ziyaret ederek tadın. Gemide size sunulan bitmek bilmeyen aktivite, eğlence ve yemek seçenekleriyle birkaç güne ne kadar çok şey sığdırabildiğinize siz de şaşıracaksınız... Gözlerinizi birkaç saniyeliğine kapatın. Yüzer lüks bir otele hatta küçük bir şehir içinde, dünyanın en güzel denizlerine, en güzel kentlerine yolculuk ettiğinizi hayal edin. İşte cruising en kısa bu şekilde özetlenebilir. Cruise yolculuğuna katılanlar, tatillerine koca bir dünyayı sığdırır, unutulmaz anlar yaşar. Her gün başka bir limanda, yeni bir kentte uyanırlar. Üstelik büyüleyici bir atmosferde, her türlü konfor ve eğlence içinde dinlenirken yol alarak, eşsiz manzaraların tadını çıkartırlar. Gemilerde yolculuğunuz boyunca, güvenliğiniz için her türlü donanım mevcuttur. En son teknolojiye sahip günümüz gemileri "Cruise Lines International Association" tarafından belirlenen uluslararası standartlarda inşa edilmiştir. Bu kurallar çerçevesinde, periyodik olarak tüm gemilere bakım yapılmaktadır. Ayrıca gemiler, hidrolik stabilazor adı verilen ve geminin dalgalardan sallanmasını minimuma indiren bir sisteme sahiptir. Son teknolojiye sahip yön bulma techizatıyla donatılmış olan gemiler, A.B.D.'de bulunan dünyanın en büyük Hava Durumu Bilgisayar Sistemine bağlıdır. Böylece kötü 20 hava şartlarında, gemiler o bölgeye girmeyecek şekilde başka bir rota izlerler. Kabinler; süit, balkonlu veya verandalı, deniz manzaralı ya da iç kabin gibi çok farklı seçeneklere ayrılmıştır. Günümüz gemilerindeki kabinler en az 4 - 5 yıldızlı lüks otel odalarındaki konfora sahiptir. Çocuğunuz hangi yaşta olursa olsun, yüzmekten, spor yapmaktan, oyun oynamaktan hoşlanıyor ise eminiz gemi seyahatinde çok güzel vakit geçireceklerdir. Siz de gönül rahatlığı ile kendi tatilinizin tadını çıkartabilirsiniz. Gemi seyahatleri tek başına seyahat eden kimseler için de ideal bir tatil biçimidir. Çünkü yeni insanlarla tanışmak son derece kolaydır. Hatta çoğu gemide yalnız seyahat edenler için bazı özel partiler düzenlenir. Gemi seyahatleri, balayına çıkmak isteyen çiftler için de eşi olmayan bir alternatiftir. Baş başa yemekler, güvertede gün batımında dolaşmak ve yıldızların altında dans etmek, çiftler için gemi seyahatini romantik ve unutulmaz bir tatile dönüştürmektedir. 21 ZAMANIN YARISI YAŞINDAKİ GÜL KIRMIZISI KENT “PETRA” Kraliyet ailesinin kullanmış olduğu otomobil ve motosikletlerin sergilendiği Kraliyet Otomobil Müzesi gezilebilir. Bir başka günü Vadi Rum'a ayırmak gerek. Genelde “Jeep Safari” ile gezilen vadi bir taraftan çölün tüm karakteristiğini yansıtırken, diğer taraftan binlerce yıldan bu yana çöl rüzgârlarının oluşturduğu kum kayalarının rengârenk görüntülerini izlemek ve fotoğraf çekmek mümkündür. Göz alabildiğince uzanan çölde zaman zaman önünüze çıkan ve bazen de sıradağlar biçiminde uzanan kum kayaları güneş ışığında çok ilginç görüntüler oluşturmaktadır. Arap kültüründe eğlence denilince ilk akla gelen şey müzik ve danstır. Tur şirketleri genelde akşam yemeklerinde ülkenin kültürünü tanıtmaya yönelik olarak çoğu zaman bu tür eğlenceler düzenlemektedir. Bu programlarda ses ve saz sanatçıları kendi öz müziklerinin tüm güzelliklerini sergilerken yerel folkloru da tanıma fırsatı bulursunuz. PETRA 2 bin yıllık bir sırrı saklıyor Ürdün çölleri. Sapasağlam ama insansız evler, gülkurusu rengindeki kayalara oyulmuş dev binalar, hiç ummadıkları anda şiddetli bir sesle helak olan Semud kavminin feci akıbetini fısıldıyor ziyaretçilerine. Hakkında çok şey yazılan, kutsal kitaplarda yer alan ve arkeologların ciltler dolusu eserler yazdığı antik kentin cazibesi merakla birleşerek sizi çöle çekiyor. Kelime anlamı Yunanca “taş”, Lazca “uzak ülke” olan Petra; Ürdün'ün Lut Gölü ile Akabe Körfezi arasındaki toprakları üzerinde yer alır. M.Ö. 400 ile M.S. 106 yılları arasında Nebatilere başkentlik yapan Petra, Roma İmparatorluğu tarafından işgal edilene kadar başkent olarak varlığını sürdürmüş, M.S. 400 yıllarından sonra deprem ve ekonomik sıkıntılardan dolayı gözden düşmüş ve zaman içinde unutulmuş antik bir kent niteliğindedir. R esmi adı “Ürdün Haşimi Krallığı” olan Ürdün, kuzeyde Suriye, doğuda Irak, güneyde Suudi Arabistan, güneybatıda Kızıldeniz, batıda da Filistin ve Lut Gölü ile çevrili bir Ortadoğu ülkesidir. Resmi dini İslam, dili Arapça'dır. Nüfusu yaklaşık 6 milyon kişidir. Halkın % 95'i Sünni Müslüman, % 5'i Hıristiyan'dır. Ürdün parlamenter sisteme dayalı krallık rejimiyle yönetilmektedir. 1992'de çıkarılan bir kanunla siyasi partilerin kurulmasına izin verildi. Üyeleri dört yılda bir yapılan seçimlerle belirlenen 80 üyeli bir parlamentosu, 40 kişilik de bir senatosu vardır. Hıristiyanlara parlamentoda % 10 oranında kontenjan tanınmaktadır. Ülkenin tarihi geçmişi, Vadi Rum, Petra ve Lut gölü gibi merak edilen tarihi değerler ile çöl, turistleri bölgeye çekmektedir. Gemport ekibi olarak biz de geçtiğimiz aylarda bu değerli tarih hazinesini görüntülemek üzere Ürdün'e gittik. Ürdün'ün başkenti Amman'da Kral Abdullah Camii, Bizans döneminden kalma kilise, tarihi kalıntılar, Emeviler döneminden kalma saray ve Doğu Roma İmparatorluğu döneminden kalma amfiteatr görülmeye değer yapıtlardır. Ayrıca, 22 Bu görkemli antik kenti, Şam üzerinden Mısır'a giden İsviçreli seyyah Johann Burckhardt keşfederek yüzlerce yıl süren uykusundan uyandırmıştır. Haçlı Seferleri'nin ardından tarihin derinliklerine gömülen ve unutulan Petra, Burckhardt tarafından yeniden keşfinden sonra arkeologların başlıca çalışma alanları içerisinde yer aldı. Kayıtlara göre M.Ö. 4. yüzyılda bütün Mezopotamya'yı tehdit eden Perslerden kaçan Nebatiler, ulaşılması çok zor olan Musa Vadisi'ne sığınırlar. Petra ve Nebati halkı zeki ve pratik; kendi ulusuyla sınırlı kalmayan, yabancı kültür etkilerine açık insanlardır ve bu özellikleriyle ortaya yeni bir kültür çıkarırlar. Oyma anıtlara bakıldığında, klasik (GrekRomen), Mısır, Mezopotamya ve yerel stillerin etkilerinin hepsi bir arada fark edilebilir. Kısacası Petra yerli ve yabancı etkilerin bir buğusudur. Zikzak şeklindeki kaldırım yolları, zirai terasları, su toplama sistemleri, resim ve tapınaklarıyla Nebatiler, çöl düzlüğünün ve uçsuz bucaksızlığının içinde yer yer kayalarla oyulmuş, aralarına dolanmış, üzerlerine çıkmış taştan bir şehir inşa ederler. Ölü Deniz'in 80 km güneyinde, Arap çölünün kenarındaki bu şehrin dört bin kişilik amfiteatrı, tapınakları, sarayları ve mezarları vardır 23 ki bunların tamamı kaya bloklarının oyulması suretiyle inşa edilmiştir. Putperestlikleri ile bilinen Nebatiler, tanrıları Duşara için dev tapınaklar inşa etmişlerdir. Yaklaşık 100 kilometre kare alana yayılan Petra'yı hakkıyla gezmek, tüm tepelerine tırmanıp, tüm vadilerinde yürümek istiyorsanız dört beş günü gözden çıkarmak gerekiyor. Şehri şöyle bir gezmek bile birkaç güne ancak sığabilir. Antik Yunan ve Roma uygarlıklarıyla çağdaş olan Petra her iki kültürün mimarisinden ve sanatından fazlasıyla etkilenmiştir. Petra kentini gezmeye başlamadan önce sizi küçük bir köy karşılar. Tüm geliri Petra üzerine kurulu Wadi Musa Köyü küçük pansiyonlarla doludur. Hatırı sayılır bir parayı ödeyerek antik kente girdiğinizde etrafınızı saracak at kiralayan kişilerle sıkı bir pazarlık yapmakta yarar var. Antik kentin ilk göze çarpan unsuru obelisk mezarlar olacaktır. Yaklaşık 40 adet bu tip mezar bulunmaktadır. Ardından Al Madras adı verilen kutsal alana ulaşılıyor. Nebati tanrılarından Duşara'ya kadar adakların adandığı bu alan sunaklar ve yazıtlarla doludur. Buradan sonra kendinizi dar bir geçitte buluyorsunuz. Yaklaşık üç kilometrelik bu kanyon, kaya masifinin tektonik hareketler sonucu yarılmasıyla oluşmuş bir koridordur. Kayaların yüksekliği zaman zaman 300 metreyi buluyor. Grilerin ve sarıların birbirine karıştığı karanlık geçit bitmeye hazırlanırken kayalara dantel gibi oyulmuş sütunlu dev bir yapı çıkar karşınıza. Bu Petra'nın en büyük süprizlerindendir. Adını korsanların buraya define sakladığını anlatan 19. yüzyıl hikâyelerinden alan Hazine aslında bir anıt mezardır. Yüksekliği 40 metreyi bulan iki katlı yapı define avcılarının da gazabına uğramıştır. Petra'nın merkezine yaklaşırken mezarların, anıtların sayısı artıyor. Antik tiyatroya gelmeden başlayan ve arkasına doğru devam eden mezarlık, Tiyatro Nekropolü diye biliniyor. Doğal bir yamaca yaslanmış 8 bin kişilik antik tiyatro tipik bir Yunan eseri. Antik tiyatrodan sonra ise şehrin merkezi sayılan sütunlu yol geliyor. Bölgede yaşayan bedeviler buraya Firavunun Kızının Sarayı adını takmışlar. Ama ne tarihi ne de arkeolojik olarak bu adın bir karşılığı yok. Burada Petra'nın en görkemli bölümlerinden birisi olan Nebati krallarının kaya mezarları yer alıyor. Siz kırmızı kayalardaki görkemli mezarları incelemek isterken bir şeyler satmaya çalışan bedevi çocuklardan yakanızı kurtarabilirseniz taş merdivenlerden zirveye kadar çıkıp etkileyici manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Biraz tırmanmayı ve terlemeyi gerektiren yolun sonunda ise Al Deir yani manastır var. Bu dev yapı, Bizans devrinde kilise olarak da kullanılmış. Yapının batısında Wadi Araba'yı, güneydoğusunda Musa Vadisi'ni ve Hazreti Harun'un mezarının bulunduğu Harun Dağı'nı göreceksiniz. Bir diğer tırmanış ise Madbah Dağı'nın üzerine yapılacak. Kutsal yoldan bir buçuk saatlik çıkış sizi Petra'nın en kutsal alanına, hayvanların kurban edildiği Adak Meydanı'na getirecek. Daha ileride ise diğer tarihi kalıntılar var. Eğer Petra'ya uçaktan bakarmış gibi bakmak istiyorsanız Umm Al Biraya tepesine tırmanmak gerekiyor. Ama hemen söylemek gerek bu tırmanış dar ve antik bir yoldan yaklaşık 3 saatte yapılıyor. 24 Petra'da döneceğiniz her köşe, izleyeceğiniz her patika sizi yeni bir kaya mezarına ya da kült merkezine götürecektir. Her yer süprizlerle dolu; zaman zaman mimariye hayran kalıcak, zaman zaman böyle bir medeniyetin nasıl olup da ansızın, geride hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolduğunu anlamaya çalışarak derin düşüncelere dalacaksınız. Ama her şeye rağmen çöl sıcağının bunaltan havasına inat serin koridorlarda yürürken Petra'yı görmüş olmaktan memnun ayrılacaksınız. rdün'de dikkat çeken diğer nokta; bir Ortadoğu Ülkesi için beklenilmeyecek kadar çok batılı turistin olmasıdır. Üstelik hemen hepsi sualtı turizmi için çok cazip mercan denizlerini değil de kayıp şehir Petra Harabeleri'ni görmek için buradalar. Çarşı ve pazarlarda, üzerinde kayalara oyulmuş şehrin görüntüleri yer alan tişörtler ve benzeri hediyelik eşyalara rastlayabilirsiniz. Şişelerin içine renkli kumlardan türlü desenler yapılarak satılan biblolardaki renklerin hepsi gerçektir ve bu bölgeden çıkmaktadır. Dünyaca ünlü sinema ve dizi filmlerine de ev sahipliği yapan gizemli şehir 6 Aralık 1985'te UNESCO tarafından Dünya Kültürel Mirası listesine dahil edilmiş, 7 Temmuz 2007'de Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olarak seçilmiştir. Bu görkemli kanyon, kayaların rengi nedeniyle Rose City olarak da bilinir. Son yıllarda buraya araçla giriş yasaklaklandığından develerin sırtında ya da tercihen fayton veya bisiklet kiralayarak yapacağınız Petra sokaklarındaki yolculuğunuz sizi bir film setinde gibi hissettirir. En büyük kusuru; kusursuz olmak olan Petra'ya ziyaretçi sayısı da sınırlı tutulmaktadır. ü Güçlü KAYRAL İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, dünyanın ilk Frig sergisinden sonra bu kez de kâğıt paralar üzerine kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. “İmparatorluktan Cumhuriyete Kâğıt Paranın Öyküsü” adlı sergi, 29 Mayıs – 31 Ağustos 2008 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek. Y apı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi, Yapı Kredi'nin 1944 yılında kuruluşundan bu yana kültür sanat alanlarında yaptığı çalışmalar ve kültür varlıklarımızı koleksiyonlar halinde toplayarak bilim yararına sunma amacının sonucunda kurulmuş bir müzedir. 01 1992 yılında müze kurulduğundan bu yana gelişen para koleksiyonunda kâğıt altına alınmış, tescillenmiş eser sayısı 55.000 adettir ve yayınlanmış katalogları tüm dünyada nümismatik literatürde referans gösterilmektedir. Müze zamanla bu koleksiyonları sergileyerek ve katalog halinde yayımlayarak bilim dünyasına hizmet ederken bir yandan da koleksiyonculuğu teşvik etmiştir. Kendi koleksiyonlarının dışında arkeoloji, etnografya ve teknoloji tarihi konularında sergiler açarak bilim adamlarının danışmanlığında tarihin bir alanına dikkat çekmektedir. Dünyada tek örneği bulunan el yazması ve faizli kaimeler, ordu kaimeleri, belediye paraları, çok dilli paralar, kilise paraları, Atatürk ve İnönü resimli paralar, sergide anlatılan öykülerin kahramanları olarak karşımıza çıkmaktadır. Sergide, kâğıt paralar ve karşılığı değerler, zamanın uluslararası ekonomik olayları Prof. Dr. Ali Akyıldız'ın ve Güçlü Kayral'ın metinleri eşliğinde sunuluyor. Kâğıt paranın nesnel varlığının yanında, günlük ve ekonomik yaşamdan fotoğraflar, kartpostallar, hisse senetleri, antetli şirket faturaları ve tanıtım kartları gibi arşiv belgeleri de sergiye renk katmaktadır. Aynı zamanda sergilenen paraların fotoğraf ve öyküleri Osmanlı para politikaları tarihine ışık tutacak niteliktedir. Tedavül Edemeyen Banknotlar Türkiye'de ilk kağıt para 1840 yılında Osmanlı Padişahı Abdülmecid döneminde tedavüle çıkarılmıştır. Kaime adı verilen ilk kâğıt paralar, gayet ilkel yöntemlerle; elde yazılarak üretilmişlerdir. Ancak bu el yazması 02 27 03 SAHTE GERÇEK 05 06 04 Bu sahtekârlıklar zincirinin bizi ilgilendiren halkası ise Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı ekonomisini çökertmek amacı ile İngilizler tarafından bastırıldığı çeşitli araştırmacılarla kanıtlanmış bulunan Vahdeddin dönemi, 10 liralıklarıdır. 28 Mart 1334 tarihli, arka yüzünde “İKİNCİ EMİSYON” kaşeli Osmanlı 10 lirasının da İngiliz Savaş Konseyi'nce bastırıldığı çeşitli yayınlarda yer almıştır. Ufak Değerli Gayrı Resmi Kâğıt Paralar ve Pul Paralar kaimeler kolaylıkla taklit edilmelerinden dolayı çok kısa ömürlü olmuşlardır. Devlet derhal matbaada bastığı kâğıt paraları devreye almıştır. Ancak Osmanlı mali yönetiminin sahip olduğu çağın gerisindeki matbaa teknikleri bir yere kadar yeterli olabilmiştir. Kâğıt paralar, Tanzimat reformlarının finansmanını sağlamaya yönelik bir iç borçlanma aracı olarak düşünülmüştü. Piyasada tedavülde bulunan ve dahilî borçlanma aracı olan eshamlardan daha cazip olabilmeleri için %12,5 faizli ve sekiz sene süreli olarak çıkarıldılar. Faizli kaimeler, ilk başta hazineye gelir sağlayan başarılı bir araç gibi görünse de iş faizlerin ödenmesine geldiğinde, hükümet sıkıntıya düşmeye başladı. Kalpazanları yarattığı sorunlar ve altın lira karşısındaki değer kaybı üst üste geldiğinde hazine bu kâğıt paralardan kurtulma çarelerini aramaya başlamıştır. Günümüz banknotlarına benzeyen ilk kâğıt para ise Birinci Dünya Savaşı sırasında kullanıma alınmıştır. “Evrakı Nakdiye” olarak isimlendirilen bu paraların basımı, Osmanlı'nın o zamanki müttefikleri olan Almanya ve Avusturya'nın matbaalarına devredilmiştir. Evrakı Nakdiyeler Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar kullanımda kalmıştır. 1923'te kurulan Cumhuriyet yönetiminin ilk kâğıt parası, İngiltere'de bastırılarak, Aralık 1927 yılında tedavüle çıkarılmıştır. Harf devriminden önce olduğundan, bu paralar eski Türkçe ve Fransızca olarak basılmışlardır. Banknot basımı, kullanılan kâğıt teknolojisi ve taklidi önleyici özel güvenlik tedbirleri nedeniyle, bir ihtisas işi olarak değerlendirilmektedir. Türkiye bu ihtisası uzunca bir süre edinememiş, yüksek maliyetlere katlanarak paralarını İngiltere, Amerika ve Almanya gibi ülkelerden ithal etmek durumunda kalmıştır. Devlet banknot matbaasının kurulması ve ilk yerli banknot basımı 1958 yılında gerçekleştirilebilmiştir. İngiliz Kalpazanlığı Sahte paralar yalnızca kalpazanlar tarafından basılmış değildir. Devletler de gerek Birinci, gerek İkinci Dünya Savaşlarında karşı ülke ekonomilerini felce uğratmak için sahte paralar basmışlar; bunları çeşitli yollarla düşman saydıkları ülkelere sürmüşlerdir. 28 Kâğıt paralar, dolaşıma çıktığı ilk andan itibaren bir takım problemleri de beraberinde getirmişlerdir. Yanlış finansal uygulamalardan biri de kâğıt paraların çoğunlukla yüksek küpürlerde basılması, halkın ihtiyacı olan ve günlük alışverişlerde kullandığı küçük küpürlerin ihmal edilmesidir. Zaten az sayıda basılan gümüş ve bakır sikkeler, karşılığı eriyen kâğıt paraların yanında bir tasarruf aracı olarak kullanılmış ve tedavülden kaldırılmıştır. Bu konuda devletin yeteri kadar duyarlı davranmaması ya da başka bir değişle geçerli ve kalıcı bir çözüm üretememesi sonucunda, alışverişlerde kilitlenme noktasına varan büyük sıkıntılar oluşmuştur. Çözümü ise mağdur olanlardan gelmiştir. Esnaf, fırıncılar, pazarcılar ve yapılan bağışlarla ayakta duran ibadet yerleri ve dernekler gibi bazı kurumlar yaşamlarını devam ettirebilmek için kendi çarelerini geliştirmek durumunda kalmışlar ve ufak değerli kâğıt paraları (kâğıt jetonlar, para biletler diye de adlandırılmaktadırlar) tedavüle sürmüşlerdir. Zaman olarak; söz konusu paraların tedavül etmeye başlaması 1876-1880 dönemlerine rastlamaktadır. Takip edilen süreler içinde hükümet zaman zaman çeşitli uyarılar ve ceza yaptırımları ile bu tedavülleri önlemeye çalıştıysa da ciddi bir çözüm geliştirmediğinden buna engel olamamış ve özellikle yüzyılın ilk yıllarında uygulamalar yoğunlukla devam etmiştir. Bu küçük para sıkışıklıklarına yönelik son uygulamalar damga ve posta pullarının arkalarına karton yapıştırılarak bozuk para haline getirilmesi ve tedavüle çıkarılması olmuştur. 'Para pul oldu' deyiminin konuşma dağarcığımıza girişinin kaynağı budur. Bu pulların basımından sonra yerel yönetimlere şirketlerin ve Belediyelerin bastırmış olduğu kağıt paraların toplatılması ve bunların yerine pul paraların kullanılması talimatı verilmiş ve gayrı resmi paraların kullanılmaması sağlanmaya çalışılmıştır. TEDAVÜL EDEMEYEN BANKNOTLAR Resim 01: İkinci emisyon %12 faizli 100 kuruş. Maliye Nazırı Musa Saffeti mühürlü. (Yapı Kredi Koleksiyonu) Resim 02: Sultan II. Abdülhamid döneminden sahte para. (Yapı Kredi Koleksiyonu) Resim 03: 1928 yılında tedavüle verilen1 lira, Cumhuriyet Dönemi. Resim 04: İnönü döneminde basılan paraların içinde ilk ve tek 50 kuruşluk kupür bulunaktaydı. İNGİLİZ KALPAZANLIĞI Resim 05-06: 28 Mart 1918 tarihli kanunla tedavüle verilen 10 liralık banknotun gerçeği (resim 05) ve sahtesi (resim 06). (Mehmet Gacıroğlu Koleksiyonu) PUL PARALAR Resim 07-08-09: Pul paralar. 07 08 09 29 Abdülhak Şinasi Hisar'ın Boğaziçi Yalıları kitabı “Nice 20 Yıllara”... Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi 20. Yılını Kutluyor… İstanbul Boğazı'nı kimi sanat tarihçileri, inci bir gerdanlığa benzetirler. İDO'nun Eminönü-Rumeli Kavağı vapuruna binip özel Boğaziçi turuma başlarken ne kadar haklı olduklarını gördüm. Birkaç kez davet aldığım Prof. Dr. Gül İrepoğlu'nun rehberliğinde Taç Vakfı (Türkiye Anıt Turizm Değerlerini Koruma Vakfı) ve Trans Orient Turizm işbirliğiyle düzenlenen, Erguvan Zamanı Boğaziçi Yalıları ve Boğaziçi Balıkları gezilerine keşke katılsaydım diye de düşünmeden edemedim. Tarabya kıyılarına gelince Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi Bölümü'nü görüp uzaktan selamladım. Aslında amacım Boğaziçi'nden çok boğazı süsleyen bu kurumdan söz etmek. Belki bir başka yazıda bir başka 'inci'yi ve balıkları anlatmak… Hikmet ALTINKAYNAK Marmara Üniversitesi Fransızca Kamu Yönetimi 20. Yılını Kutluyor… M armara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'ne bağlı olan bu bölüm, tam 20 yıldır burada öğretim yapıyor. Fakültenin öğretim yapan 11 bölümünden biri. Adresi çok kısa: Kefeliköy Caddesi 8, Tarabya. TAÇ'ın turları ya da başka turlar boğazdan geçerken burayı görürler mi, buraya uğrarlar mı bilmem, ama benim yolum on yılda iki kez buraya, İpsilanti Yalısı'na düştü. İpsilanti Yalısı diyorum, çünkü yalılar tarihindeki adı bu. 30 Fransızca Kamu Yönetimi'ni iki ziyaretimde çok şey öğrendim, çok olumlu anılarla ayrıldım. İki önemli paneli yönettim. Önce bunlara değineyim istiyorum. Dedim ya buranın tarihteki adı İpsilanti Yalısı. 19. yüzyılda Yeniköy ve Tarabya zengin Rum armatörlerin yalılarıyla doluymuş, yerli Yeniköy ve Tarabya halkı da balıkçılık yapan yoksullarmış. İpsilanti ailesi ise, birkaç gemisi olan armatörlerdenmiş. Tuna-Karadeniz-Kırım arasında narenciye, odun, tahıl taşımacılığı yapıyorlarmış. Yalı, el değiştire değiştire sonunda Fransa'nın Yazlık Büyükelçiliği olmuş. Gel zaman git zaman, yıkık dökük bir durumdayken bundan 20 yıl öncesi, 1988'de Fransa-Marmara Üniversitesi işbirliğiyle üniversitenin Fransızca Kamu Yönetimi binası olarak kullanılması protokole bağlanmış. İşte bu süre galiba bu yıl ya da gelecek yıl doluyor. Üniversite öğrencileri kültürel etkinliklerini genellikle Nisan-Mayıs aylarında yoğun olarak ortaya koyarlar. Akademik yılın sonudur. Dersler, sınavlar ya bitmiş ya bitmek üzeredir. Mezuniyet günlerinin sevinci son sınıflar için başlamıştır. Tatil ayrılığı hüznü kimi öğrencileri üzse de büyük çoğunluk ders yükünden kurtulmanın rahatlığını yaşar. İşte böyle bir ortamda Fransızca Kamu Yönetimi de 1998 Bahar Şenlikleri kapsamında 29 Mayıs 1998'de “Gençlik ve Edebiyat” konulu bir panel düzenlemişti. Ben de yazar arkadaşlarımla ilk kez o gün gelmiştim. O sıralar Milliyet Yayınları'nın çıkardığı “Yaşasın Edebiyat” adlı aylık bir dergi yönetiyordum. Dergi olarak da amacımız edebiyatı sevdirmek, yaygınlaştırmaktı. Panelde gençlik ve edebiyat ilişkisini tartıştık. Vardığımız sonuç, gençliğin edebiyatla ilişkisi sorunlu olsa da durum umutsuz değildi, biçiminde ortaya çıktı. Benim yönettiğim bu panelde Erdal Öz, Demirtaş Ceyhun, Feyza Hepçilingirler ve Esra Zeynep konuşmacı olarak yer almışlardı. Aradan 10 yıl geçtikten sonra 30 Nisan 2008'de yine yazar sanatçı arkadaşlarım Egemen Berköz, Enver Aysever, Nuray Çiftçi ve Raşit Yakalı'yla birlikte bu kez “Sanat-Siyaset” ilişkisini masaya yatırdık. Önce son sınıf öğrencilerinden Pelin Boga'nın fotoğraf sergisinin açılışı yapıldı. Sonra da öğretim üyelerinin, öğrencilerin soru ve açıklamalarıyla da katkıda bulunduğu panel konusunu ele aldık, çok yararlı sonuçlar ortaya koyan biçimde düzeyli bir tartışma programı gerçekleştirdik. Siyasal iktidarların sanata neden karşı olduklarını çözümlemeye çalıştık. Bu panelde de sonuç şuydu, siyasetçi yönetmek ister, ama sanatçı başkaldırır, karşı çıkar! Konuyu güncel sanat olaylarıyla örneklemeye çalıştık. Sanatın dili Sanatın nasıl doğduğunu araştıranlar, öncelikle sanatın prehistorik çağlardan kalan eserlerini 'ilkel sanat' olarak tanımlarlar. Öte yandan bu tanım günümüzde çağdaş düzeye ulaşamamış, gerikalmış, gelişmemiş, tıpkı prehistorik koşulları yaşayan toplulukların ortaya koyduğu sanat için de kullanılmaktadır. 'İlkel sanat', zamanın doğa koşullarına uyum sağlarken ortaya koyduğu aletlerdi, araçlardı, bunlar işlevseldi, ondan yarar umuluyordu. Yaptığı balta, onun savunması ve avlanması için bir yarar sağlıyordu. Zamanla sanata dönüştü. Örneğin eline taşı alan ilk insan, onu yontarak hem ateşi buldu, hem de çakmaktaşı haline getirdi. Buna uyguladığı teknikle balta yaptı, cilalayıp keskin aletler haline getirdi ve çok uzun zaman sonra da piramitleri dikerek dâhi sanatçılığını ortaya koydu. Bu zaman dilimi sanatın dilini ortaya koyan süreçtir. Sanatın değişik dalları olduğuna göre, her dalın ortaya çıkış öyküsü de farklıdır. Onun için de sanatın dili, öncelikle o sanatın kullandığı malzemeyle ilgilidir. Burada sanatın dilini belirleyen malzeme olmaktadır. İşte İpsilanti Yalısı bir sanat ve tarih eseri olmanın yanında yükseköğretime yaptığı evsahipliğiyle bambaşka bir işlevi yüklenmiştir. 28 Haziran 2008'de Kamu Yönetimi Kulübü “Nice 20. Yıllara” dileğiyle Kamu Yönetimi öğrencisi olma sevincini tüm mezunlarıyla paylaşıyor. altüst ederek, herkesin duygularını okşayarak yapar. Ama aslolan, kalıcı olan sanattır, sanatın da siyasetin de bıraktığı kalıcı izdir. Her iki panel sonrası da kendi kendime siyasetçiyle sanatçının el ele vermesiyle ne güzel şeyler yapılabileceğini düşündüm. Ya da siyasetçinin sanatçılar içinden çıkmasını… Yıllardır öğrenci yetiştiren bu bölümün bu mekândaki son akademik yılı mı?… Son dersler mi veriliyor?… Belki de bu yüzden binanın dıştan harap, yıkılacakmış, içi boşmuş gibi görünen silueti insanı kederlendiriyor, tüm neşesini kaçırmaya yetiyor. Bir tatil günü, çöl sıcaklarıyla kavrulan İstanbul'da kendimi bir vapura atmış, biraz serinlemek, biraz düşünmek, biraz boğazın eşsiz güzelliğini seyretmek istiyordum. Ne zaman ki bu yalnız kalmış, terk edilmiş binayla göz göze geldim, canım sıkıldı. Tüm sevincim kayboldu. Yüzüm asıldı. Galiba bu seferden pek tat alamayacaktım. Öyle oldu. Durdurun vapuru inecek var, diyemedim. Desem de zaten komik olurdu. Mecburen bu Boğaziçi turumu tamamladım. Belki başka bir turda daha az hüzün veren bir yalıyı anlatmayı denerim. Üstat Abdülhak Şinasi Hisar'dan yardım alarak. Şöyle diyor üstat “Bütün bu yalılar eski Boğaziçi hâtıralarını sayıklarlar; içlerinde, çok ihtiyarlamış bazıları sanki masal veya ninni söylerler; bazıları da, geçmiş bütün bir ömrün destanını anlatır gibi mahzur görünürlerdi.”(*) Bana kalırsa, Fransızca Kamu Yönetimi cıvıl cıvıl, ama İpsilanti Yalısı “mahzun”… Boğazın mavi köpüklü sularına bakarken boğaz güzelliğini yansıtan şarkılardan şiirlerden başka bunları da düşündüm… Fotoğraflar © Hikmet Altınkaynak (*) Abdülhak Şinasi Hisar, Boğaziçi Yalıları/Geçmiş Zaman Köşkleri, Bağlam yayınları, Birinci basım: Ekim 1997, 144 sayfa Siyasetin dili Mademki sanatın dilinden söz ettim, siyasetin dilinden de söz etmesem olmaz. Siyasetin dili siyasetçinin kimliğine kişiliğine ve gününe göre değişir. Bu dil her ne kadar seslendiği kitlenin geleceğine yönelik 'vaad edici','umut verici' ise de bunu gerçekleri 31 Cumhuriyet tarihinde doğmuş, yaşamış, ölmüş, yaşayan ne kadar heykeltıraş varsa tek başına onların yaptıkları eserlerin iki katını yaptığı söylenen sanatçı Prof. Dr. Tankut Öktem P rof. Dr. Tankut Öktem 1940 yılında Konya'da doğdu. 1962 yılında Almanya'da Shone Wald Porselen Fabrik'de stajlarını tamamladı. 1965 yılında bitirdiği İ.D.T.G.S.Y.O (İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu) Seramik Bölümüne bir yıl sonra asistan seçildi ve 1970 yılında öğretim üyeliğine geçti. 1974-1975 yılları arasında Seramik Bölüm Başkanlığı, 1980-1982 yılları arasında İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu Müdürlüğü yaptı. 1983-1985 yılları arasında Tatbiki Güzel Sanatlar'ın Marmara Üniversitesi oluşundan sonra Heykel Bölümünü kurdu ve ilk Başkanı oldu. 1986'dan bu yana Profesör olarak öğretim üyeliğini sürdüren Prof. Dr. Tankut Öktem, 19931996 yılları arasında Seramik-Cam Bölümü Başkanlığını, 1999'a kadar Fakülte Senatörlüğünü ve YÖK Sanat Milli Komitesi Marmara Üniversitesi Temsilciliğini yapmıştır. Çok sayıda eseri ve ödülü bulunan Prof. Dr. Tankut Öktem 1999 yılında “Devlet Sanatçısı” seçilmiştir. 1973 yılına kadar modern heykeller yapan, 1970'li yıllarda figüratif çalışmalara başlayan ünlü heykeltıraş Öktem, daha sonra çok figürlü anıtlar yapmaya yöneldi. Anıtlarında Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Milli Mücadele yıllarını konu edinen sanatçının eserleri arasında, dünyanın en yüksek üçüncü anıtı olan Kuvayi Milliye ve Atatürk Anıtı (Manisa), Atatürk ve Harbiyeli Anıtı (Ankara), Çanakkale Şehitliği'nde yer alan Yaralı Asker Anıtı, Amasya Tamimi Anıtı, Zonguldak Maden İşçileri Anıtı, Kastamonu Türk Kadınları Anıtı, Balkan Savaşı Anıtı (Tekirdağ Çorlu), Magosa Büyük Özgürlük Anıtı, Atatürk-İnönü-Fevzi Çakmak Anıtı (Dumlupınar), Nazım Hikmet Heykeli (İzmir), Uğur Mumcu Anıtı (İstanbul), Denizkızı Heykeli (Muğla), Piyade Atatürk Anıtı (İstanbul) ve Seul'deki Sevgi Anıtı bulunuyor. Prof. Dr. Tankut Öktem son olarak kendisi gibi bir trafik kazasında hayatını kaybeden Barış Akarsu'nun heykelini yapıyordu. 6 Aralık 2007 tarihinde Üsküdar'da geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetmiştir. Türkiye'nin ilk kadın veterineri olan annesinin desteğiyle küçük yaşlarda heykeller yapmaya başlayan Tankut Öktem, heykele olan yeteneğini hocası Hakkı Karayişitoğlu'nun sayesinde geliştirmiş ve 3. sınıfta Dünya Genç Heykeltıraşlar yarışmasında birinci olmuştur. “1973'ten sonra kendime yeni hedefler seçtim. Hiçbir yerde çalışılmamış eserler yapmak ve çok büyük zorluklar, kahramanlıklar sonucunda kurulan Cumhuriyet'in öykülerini gelecek nesillere aktarmak istedim. Bu görevi bana kimse vermedi, kendi kendime böyle bir görev üstlendim. Yaptığım her heykeli, bir tanrı buyruğu gibi yapmaya başlarım. Heykeldeki kahramanımı yaparken adeta onu yaşarım. Onların duygularını yaşamaya çalışırım. İfadeye çok önem veren bir sanatçıyım, ama çağdaşım. Modern heykeller yapma mecburiyetinde de hissediyorum kendimi, ama halkımın heykeli daha iyi anlayabilmesi amacıyla hem çağdaş yorumlar ortaya koyuyorum hem de ifadeye güç katarak, kuvvetlendirerek, Cumhuriyet anıtlarını yapıyorum.” Prof. Dr. Tankut Öktem'in bazı ödülleri: 3. Uluslararası 1990 Böblingen Belediye Meydanı Heykel Yarışması Birincilik Ödülü, 1988 Seul Kültür Merkezi Sevgi Anıtı Güney Kore Başarı Ödülü, 1983 Erdek Atatürk Anıtı ile İkincilik Ödülü, 1974 Gazi Magosa Özgürlük Anıtı ile Birincilik Ödülü, 1973 Kırkpınar Anıtı Edirne ile Birincilik Ödülü. 32 Afrika'nın İçlerine Yolculuk “Zambezi'nin Kuzey Kıyısından Tete Kasabasının Görünümü”, Thomas Baines. Bu ressam ve Kâşif, 1858-59 Zambezi seferinde Livingstone'a eşlik etmişti. Livingstone 1853'te kıyıdan kıyıya seferine girişmeden önce, bir aslan tarafından yaralanmış (1844) Kalahari'yi aşarak Ngama Gölü'nü bulmuş (1849) ve Aşağı Zambezi'yi dolaşmıştı (1851). Zambezi Irmağı civarında karısıyla ve ailesiyle birlikte yerleşebileceği hastalıksız yerlerin sayısı çok azdı. Ana hedefi “iç kesimlere varacak bir yol açmak”tı. Cape Town'dan yola çıktıktan sonra, bir misyoner merkezi için uygun bir yer bulmak üzere kuzeye doğru yürüdü. Ayrıca Afrika'nın batı kıyısında denize ulaşan bir geçit bulunup bulunmadığını öğrenmek gibi bir hevesi vardı. Dostu olan Sekeletu adlı bir kabile şefinin yanına verdiği 27 Makololo erkeğiyle birlikte, batıya yönelerek bataklıklardan ve sık ormanlardan geçti. Kafile cengel ortamı, hastalık, açlık ve düşman kabileler gibi engellerle dolu 2.415 km'lik yolu altı ayda aşarak, Atlas Okyanusu kıyısındaki Luanda'ya vardı. Sağlığı bozulmuş olan Livingstone, bir İngiliz donanma yüzbaşısından kendisini İngiltere'ye götürme davetini aldı. Ancak o, geçmişte köle ticaretine karşı mücadele etmiş bir kişi olarak, yanındaki Siyah adamları öyle bir yerde terk edemeyeceğini kavradı. 1853–56, 1871–72, 1874–77 Bir sırta vardık. Arkaya bakıp onun uzakta gittikçe silikleşen gri karaltısını seyrettim, çünkü zihnimde çakan bir önsezi ya da uyarı yüzünden ona son defa bakıyormuşum izlenimine vardım. Yutkunarak büyük kederimi içime gömdüm ve başımı çevirip önümde ilerleyen kervanın peşine takıldım. H. M. STANLEY,14 MART 1872 A frika'nın en büyük kâşiflerinden ikisi 10 Kasım 1871 günü öğleden hemen sonra, Tanganika Gölü'nün kıyısındaki Ujiji'de ilk kez bir araya geldi. Bu buluşma tarihe, çok az tanınan Galli Henry Morton Stanley'nin saygın İskoç misyoneri “Dr. Livingstone, sanırım sizsiniz” sözleriyle selamladığı an olarak geçmişti. David Livingstone'un Afrika seyahatlerinde kullandığı sekstantlardan biri. Bu alet daha sonra Stanley tarafından Livingstone'un kızına verildi. “Dr Livingstone sanırım sizsiniz.” Stanley 10 Kasım 1871'de Tanganika Gölü kıyısındaki Ujiji'de karşılaştığı Livingstone'u bu ünlü sözlerle selamlamıştı. O buluşmaya kadar, Livingstone'un kaybolduğu sanılıyordu. Afrika'yı 1841'den beri dolaşan David Livingstone 1871'de artık kâşiflik ömrünün sonuna yaklaşıyordu. Stanley'nin muhabirlik ve kâşiflik kariyeri ise henüz yeni başlıyordu. Livingstone'u bulduktan sonra Britanya'ya dönen Stanley, zamanla tanınan bir kişi haline gelecekti. Afrika'nın göbeğinde, bir mango ağacının gölgesinde gerçekleşen bu ünlü buluşma, Afrika'yı keşif pelerininin bir kuşaktan sonraki kuşağa devredilişi olarak görülebilir. Livingstone ve Stanley, Britanya'nın hâlâ Afrika'nın süregelen coğrafi esrarlarından birçoğunu çözmekle yoğun olarak uğraştığı bir dönemde bir araya geldiler. Üç ayı birlikte geçiren iki adam, Tanganika Gölü'nün kuzey yarısını dolaştılar; amaçları gölden Nil 34 Irmağı'nın kolu olabilecek bir ırmağın çıkıp çıkmadığını anlamaktı. Günlüklerindeki anlatımlar, birbirleri üzerinde bıraktıkları derin ve kalıcı izlenimleri yansıtır. Her ikisi de Kelt kökenli mütevazı bir ailedendi ve zorlu bir çocukluk dönemi yaşamıştı. Her ikisi de kıtanın bir kenarından diğer kenarına bakir Afrika'nın içlerinde yürüyerek olağanüstü yolculukları gerçekleştirdi. LIVINGSTONE'UN KIYIDAN KIYIYA KEŞİF SEFERİ Glasgow dışındaki Blantyre kasabasında bir Presbiteryen olarak yetiştirilen Livingstone'un çocukluğuna damgasını vuran şey azim ve inatçılıktı. Ailenin yedi çocuğundan biri olarak, hayatta başarılı olmak için çabuk öğrenmesi ve sıkı çalışması gerektiğini kavradı. Daha on yaşındayken pamuk fabrikalarında haftanın altı günü sabah altıdan akşam sekize kadar çalışmaya başladı. Her akşam küçük aile evine döndükten sonra da gece yarısına kadar kitap okuyup eğitimini geliştirdi. Bu kararlılığın karşılığını doktorluk diploması alarak ve Londra Misyoner Derneği'ne kabul edilerek gördü. Afrika'ya ilk kez gittiği 1840'ta, Robert Moffat'ın Güney Afrika'daki Kuruman misyonuna katıldı. Adını 1855'te Livingstone'un koyduğu Victoria Çağlayanı. Yerel halk burayı “Gürleyen Duman” olarak anmaktaydı. Livingstone kıyıdan kıyıya seferiyle Afrika'yı batıdan doğuya aşan ilk kişiydi. Artık kaybolduğunun sanıldığı bir sırada onu arayıp bulan Stanley, daha sonra kıtayı başka bir güzergâhtan aştı. 35 Henry Morton Stanley'nin E. M. Merrick tarafından yapılmış portresi. Kongo'nun Fang savaşçıları; Kingsley'nin çektiği bir fotoğraf. Fangların ürkütücü bir şöhreti vardı. Geri dönen Livingstone, tekrar iç kesime yöneldi ve bataklıklar üzerinden Sesheke'ye doğru ilerledi. Sürekli ıslak havayla boğuşurken, uyumak için çok az kuru yer bulabildi. Yakalandığı ateşli romatizmadan dolayı sağırlaşmanın eşiğinden döndü. Timsahlar, suaygırları ve düşman kabileler karşısına çıkan diğer tehlikelerdi. Sonunda Şef Sekeletu imdadına yetişti, ona erzak ve ayrıca Zambezi Irmağı boyunca aşağıya inerken eşlik edecek 120 adam verdi. Livingstone Kasım 1855'te doğuya doğru yola çıktı ve 80 km kadar sonra yerel halkın “Gürleyen Duman” anlamında “Mosi Oa Tunya” olarak andığı muhteşem bir çağlayana rastladı. Ona Victoria adını verdi. Zambezi boyunca yolculuğunu sürdürdü ve Mayıs 1856'da Hint Okyanusu kıyısındaki Quilimane'ye vardı. Makololo kabilesine mensup yol arkadaşlarını Tete'de emin ellere bıraktıktan sonra, deniz yoluyla Britanya'ya gitti. Londra'ya varışında, Kraliyet Coğrafya Derneği bütün Afrika kıtasını batıdan doğuya doğru aşmasından dolayı onu altın madalyayla onurlandırdı. Yaptıkları, daha önce başka hiç kimsenin başaramadığı bir işti. sahibi James Gordon Bennett, ona bir muhabir olarak adını duyurmasını sağlayacak büyük bir fırsat tanıdı. Afrika'ya giderek David Livingstone'u bulmasını istedi. Stanley bu işi başardı ve yaygın kanının tersine kâşifin hâlâ hayatta olduğu haberiyle Britanya'ya döndü. Artık başarının tadına varmış ve Afrika'yı keşif merakıyla tutuşmuş biriydi. Livingstone'un 1873'teki ölümünden bir yıl sonra, Stanley onun bitmemiş keşif çalışmasını sürdürmeye karar verdi. Livingstone öldüğünde, Kongo Irmağı'nın aslında Nil'in bir kolu olduğu görüşünü taşıyordu. Stanley de Victoria Gölü'nün tek bir su kütlesi olup olmadığı sorununu çözmek ve esrarengiz “Ay Dağları”nı bulmak istiyordu. Stanley tasarladığı Afrika seferi için 17 Kasım 1874'te Zengibar'dan yola çıktı. Afrika kıyılarından iç kesimlere yönelik en pahalı seferdi bu. Yanına Avrupalı üç subay, 300 hamalca taşınan sekiz ton donanım ve STANLEY'NIN AFRİKA SEFERİ Stanley'nin hayatı zorlu koşullarda başladı. Kuzey Galler'deki Denbigh'de 28 Ocak 1841'de doğdu. Asıl adı John Rowlands'tı. Annesi daha doğduğunda onu terk etti ve babasının kim olduğunu asla öğrenemedi. Beş yaşına kadar kendisine bakan dedesinin ölümünden sonra, sert yaşam koşullarının hüküm sürdüğü tipik bir Victoria dönemi kurumu olan St. Asaph Düşkünler Yurdu'nda 11 yıl kaldı. Livingstone'a benzer bir biçimde, o da yoksul geçmişini ancak sıkı çalışarak geride bırakabileceğini kavradı. Daha 16 yaşındayken Atlas Okyanusu'nu aşarak gittiği ABD'de yeni bir kişiliğe kavuştu. Henry Stanley adlı bir pamuk tüccarının yanında çalıştı ve daha sonraları onun ismini aldı. Çeşitli işlerle geçen birkaç yılın ardından, New York Herald gazetesinin Mary Kingsley'in fotoğrafı. 36 altı bölüm halinde kesilmiş Lady Alice adlı 12 metrelik bir ahşap tekne alan Stanley, batıya yönelerek Victoria Gölü'ne doğru ilerledi. Kuru savan ovalarındaki 100 günlük yürüyüşün sonunda bu gölün kıyılarına ulaştı, Lady Alice'i monte ettirdi ve dünyanın ikinci büyük tatlı su gölünü çepeçevre dolaşan ilk kişi oldu. Yaya bir yolculukla vardığı Tanganika Gölü'nün batı yakasını izleyerek en güney noktasına gitti ve yine batı kıyısındaki dönüş yolculuğu Livingstone'u en son gördüğü Ujiji'de noktalandı. Kongo uğraştığı sonraki sınavdı. Kıyısına varır varmaz, hamalları ve donanımı için birkaç kano edindi ve ırmağa açıldı. Yerel kabilelerle sürekli çarpışmalara rağmen, Stanley sebatla ilerledi. Ne var ki, Livingstone'un yanıldığını fark etmeye başladı; ırmak batıya yöneldiğine göre, Nil'in bir kolu olamazdı. Irmağın güneybatıya dönerek tekrar güney yarıküreye geçmesi bu görüşünü doğruladı. Stanley ve ekibi 999 günde 11.265 km yol aldıktan sonra Atlas Okyanusu kıyısındaki Banana'ya vardı. Avrupalı subayların her üçü de yolda can vermiş ve Zengibar'dan onunla birlikte yola çıkan hamallardan sadece birkaçı sağ kalmıştı. Bununla birlikte, o da Livingstone gibi önce yanındaki Siyah adamları tekneyle tekrar Zengibar'a götürdükten sonra Britanya'ya dönüş için denize açıldı. İKİ OLAĞANÜSTÜ ADAM Livingstone ve Stanley 19. yüzyılda Afrika kıtasını başarıyla aşan, ayrıca yolculukları sırasında önemli coğrafi yerleri bulan yegâne kâşiflerdi. Birlikte geçirdikleri sürenin çok kısa olmasına karşın, bu iki olağanüstü adam arasında ender bir ilişki kuruldu. Livingstone için Stanley daha önce tanımış olmayı dilediği “oğul”, Stanley için ise Livingstone asla sahip olamadığı “baba”ydı. MARY KINGSLEY Mary Henrietta Kingsley Batı ve Orta Afrika'ya iki öncü seyahat yapan bir İngiliz kadın kâşifti. İngiltere'nin Cambridge kentinde 13 Ekim 1862'de doğdu, hiç resmi eğitim görmedi ve okuma yazmayı evde öğrenerek kendisini yetiştirdi. Uzun bir dönem yatalak annesine baktı. Her iki ebeveyninin öldüğü 1892'ye kadar evde kaldı. O sırada artık 30 yaşındaydı. Kingsley din üzerine araştırmalar yapmak üzere 1893'te Batı Afrika'ya gitti. Niyeti serüvenlerini kaleme almak ve babası George Henry Kingsley'nin dinsel fetişleri konu alan çalışmasını tamamlamaktı. O dönemde bir kadının tek başına seyahate çıkmasının neredeyse hiç duyulmamış olması onu caydırmadı. Britanya'dan bir yük gemisiyle yola çıkarak, Batı Afrika kıyı şeridini Sierra Leone'nin başkenti Freetown'dan Angola'daki Luanda'ya kadar dolaştı. Ardından Gine'den Nijerya'ya kadar yaptığı kara yolculuğunda, British Museum için böcekler ve tatlı su balıkları da dahil olmak üzere birçok bilimsel örnek topladı. Aşağı Kongo Irmağı'nın flora ve faunasını inceleyen ilk kişilerden biri oldu. Kingsley ikinci yolculuğuna Aralık 1894'te Liverpool'dan Batanga gemisiyle başladı. Sierra Leone'den sonra Gabon'a geçti. Ogooué Irmağı'nın yukarı çığırına önce vapurla, ardından kanoyla seyahat etti. Gabon'un ve Fransız Kongosu'nun ücra yörelerine uğrayan ilk Avrupalı oldu. Azgınlığıyla ve yamyamlığıyla nam salmış Fang kabilesinin arasında dolaştı. Batı Afrika'nın en yüksek zirvesi olan Kamerun Dağı'nın (4.500 m) güneydoğu yüzüne tırmandı. Bu gezisi sırasında, İngiliz kumaşı karşılığında fildişi ve kauçuk alarak, seferinin masraflarını çıkardı. İngiltere'ye 1895'te döndükten sonra, Travels in West Africa kitabını yazdı. Tartışma uyandıran bu kitapta Afrika'daki yaygın Avrupa uygulamalarının birçoğuna karşı çıktı ve Afrikalı yerli insanlara sempatisini dile getirdi. Kingsley son gezisini 1899'da, Boer Savaşı sırasında Güney Afrika'ya yaptı. Cape Town'da hem muhabir, hem de hemşire olarak çalıştı. Boer savaş tutsaklarına baktı. Ardından West African Studies kitabını yazdı. Tifo hummasından öldüğü 3 Haziran 1900'de henüz 38 yaşındaydı. Stanley'nin Afrika seferinde kullandığı pirinç kılıflı bir pusula. KAYNAKÇA: Stephens, Simon Wilson, “Afrika'nın İçlerine Yolculuk”, TARİHTEKİ YETMİŞ BÜYÜK YOLCULUK, Haz.: Hanbury-Tenison,R., Çev.: Nurettin Elhüseyni, S.: 203-207, Oğlak Yayınları, Güzel Kitaplar, 2007. Kingsley nkisi denen bu iktidar figürünü Kongo'dan almıştı. 37 kuruluşlarında hammadde olarak kullanılmaktadır. Türkiye'deki ormanlardan sağlanan tali ürünlerin başında reçine, sığla yağı, palamut, mazı, deme yaprağı, çamfıstığı, sumak, kestane, ıhlamur çiçeği, mahlep, meyan kökü, keçiboynuzu gibi ürünleri sayabiliriz. Tabii dinlenme konusuna tekrar dönecek olursak, ilk aklımıza gelen kış sporları için düzenlenmiş alanlarımız ile bu alanlardaki konaklama olanaklarıdır. Ancak, asıl üzerinde durmamız gereken konunun bu alanların piknik yapmak amacıyla günübirlik olarak kullanılmasıdır ki ormanlarımızın OSMANLILAR DÖNEMİNDE DE YANGINI UZAKLARDAN GÖRÜP HABER VERMEK AMACIYLA KULELER KULLANILMIŞ. Yangın Kulesi ÜLKEMİZ TOPRAKLARININ %27'Sİ ORMANLARLA KAPLI. BUNUN SADECE %2'Sİ MİLLİ PARK. BAKANLAR KURULU KARARI İLE BELİRLENEN BU ALANLARIN ARTTIRILMASI MİLLİ DEĞERLERİMİZİN SİSTEMLİ BİR ŞEKİLDE KORUNMASI BAKIMINDAN ÖNEMLİ. O rman dediğimizde çoğumuzun aklına ilk ve belki de sadece ağaçlar gelecektir. Hâlbuki belirli büyüklükteki bu alanların başta ağaçlar olmak üzere bitkiler ve hayvanlardan oluştuğunu, toprakla birlikte çeşitli doğa olaylarını içinde barındıran bir ekosistem hatta büyük bir canlı organizma olduğunu düşünmeyiz bile. Bir bütün halinde orman dediğimiz bu alanlardaki tüm canlı varlıkların birbirlerini etkilediği, birinin yok olmasının başka canlıların oluşması ve yaşaması için bir başlangıç olduğu, özellikle birtakım kuş ve böcek türlerinin yerine getirdiği fonksiyonlar gerçekten üzerinde düşünülmesi gereken bir olgudur. Ülkemiz, üç kıtanın kesişme noktasında biyolojik çeşitlilik bakımından son derece önemli bir konumdadır. Ülkemizde ormanlar; doğal yaşlı ormanlarla birlikte özellikle son yıllarda gerek Orman Bakanlığı, gerekse vakıf, dernek ve/veya özel kuruluşlar tarafından, orman niteliğini yitirmiş veya boş alanlara yapılan ağaç dikimleriyle elde edilen ormanlık alanlardan oluşmaktadır. Ormanların, yakacak sağlamanın yanında, ürünlerinin çeşitli iş ve sanayi kollarında hammadde olarak kullanılması, canlı türlerine besin ve ilaçlar için hammadde sağlaması ve dinlenme amacıyla kullanılması gibi sayısız yararları vardır. Başta inşaat ve kimya olmak üzere diğer sanayi kuruluşlarında, madencilik, ulaştırma, bayındırlık gibi ekonomik faaliyetlerde odun hammaddesinin kullanış yerleri gün geçtikçe artmaktadır. Ormandan elde edilen diğer ikincil ürünler, parfümeri, boya, ilaç, dericilik, tecrit malzemesi gibi endüstri 38 korunması ve çevre kirliliği bakımından büyük önem taşımaktadır. Ormanlar için en büyük tehlike yangınlardır. Özellikle yaz aylarında ormanlarımız için büyük tehdit oluşturan yangınlar, yüzlerce yılda yetişen ağaçların bir anda yok olmasına, doğal dengenin bozulmasına, ormanlarda yaşayan canlı türlerinin ve doğal yaşam ortamlarının etkilenmesine, topraktaki organik maddelerin yitirilmesine neden olmaktadır. Orman yangınları genel olarak doğal (yıldırım) veya insan kaynaklıdır. Gelişmiş ülkelerdeki yangınlarda insan unsuru görece daha düşük oranda iken, ülkemizde çıkan orman yangınlarının tamamına yakın kısmı insanların kasıt, ihmal ve dikkatsizliğinden kaynaklanmaktadır. Çoğumuz bilmeyiz yangın kulelerini. Bilenlerimizin çoğu ise görmemiştir. Bölgenin en yüksek noktasına konuşlandırılmış olan bu kulelerde görev yapan elemanın görevi duman gözlemek. YALNIZLIK TANRIYA MAHSUS DERLER. DARI TEPESİ'NDE KENDİSİYLE, İŞİYLE VE ÇEVRESİYLE BARIŞIK YALNIZ BİR ADAM. VELİ KABAK. E vet, yanlış değil sadece duman gözlemek. Darı Tepesi Yangın Gözetleme Kulesi ülkemizin ormanlık bölgelerinde hizmet veren yangın kulelerinden sadece birisi. Görüşlerine başvurduğumuz bir yetkili ülkemizdeki yangın kulelerinin önemli bir işlev gördüğünü, Alo 177 yangın telefonu ile birlikte bu kuledeki görevli elemanların yaptıkları ihbarların çoğu zaman erken müdahale olanağı verdiğini ve bu sayede önemli kayıplara neden olabilecek orman yangınlarına başlangıçta müdahale edilebildiğini ifade etmiştir. Gemport olarak, siz okuyucularımız için Çevre ve Orman Bakanlığı Domaniç Orman İşletme Müdürlüğü'ne bağlı yangın kulesini ve çevresini görüntülemek ve burada görev yapan eleman ile konumuz hakkında görüşmek üzere Darı Tepesi'ne gittik. 20 yılı aşkın süredir Orman İşletmesi'nin değişik bölümlerinde kuruma hizmet verdiğini belirten Veli Kabak, son 5 yıldan bu yana kulede görev yaptığını belirtiyor. Kuruma, amirlerine saygı ve sevgisini her fırsatta dile getiren ve özellikle ülkemizin içinde bulunduğu işsizlik ortamında bir işinin olmasından duyduğu mutluluğu ifade ederken gözlerinin içi gülen Veli Kabak buradaki çalışma düzenini ve üstlendiği görevi şöyle anlattı. “Burası 1 Haziran'da açılıp 31 Ekim'de kapatılıyor. Bir arkadaşımla birlikte birer haftalık vardiya sistemi ile burada çalışıyoruz. Tüm ihtiyaçlarımızı kendi olanaklarımızla karşılamak durumundayız. İşimiz temelde çevreyi gözetlemek. Bu nedenle, televizyon yasak, sadece radyo dinleyebiliyoruz. Bir duman gördüğümüzde bunu mevkii ile birlikte işletmeye bildiriyoruz. Orman yangınında erken tespit yangının büyümesini önlüyor.” Bir kız babası olduğunu belirten Veli Kabak'a kızını ve aile ortamını sorduğumuzda; “Tabii ki onlardan uzak olmak, bir hafta da olsa ayrı kalmak dezavantaj, ancak telefon ve bir haftanın sonundaki vardiya değişimi umudu bu özlemi belirli ölçüde hafifletiyor. Ayrıca, seyrek de olsa burayı bilen sizler gibi fotoğrafçılar ve motor krosçular ziyaret ederler. Bu da gün içindeki yalnızlığımızı bir ölçüde gideriyor.” Bir yandan çayımızı yudumlarken, bir yandan da elektrik enerjisinin gündüz güneş kolektöründen, gece ise kolektörün şarj ettiği akülerden sağlandığını öğreniyoruz. Bulunduğumuz tepe deniz seviyesinden 1.851 metre yükseklikte. Bursa'da sıcaklık 35 C derece iken tepedeki sıcaklık 15-16 civarında. Veli Kabak gecelerin daha serin geçtiğini, hatta zaman zaman soğuk olduğunu ve soba yakmak zorunda kaldığını belirtiyor. 40 Birgül GÜNÖZGEN Efsaneleri Kendi Yaşam Öykülerine Dönüştüren Kadınların Hikâyesi Kura'nın Şarkısı etkileyicisidir gökten aklın ışığını çalan “Amirani”nin hikâyesi… Akıl öylesine değerlidir ki sabırla, iyilikle, umutla beslenmelidir. Örneğin: Amirani aklın ışığını indirip insanlara sundu diye cezalandırıldığında, onu kayalara zincirleyen kral acımasızca kartala emreder: “Onun ciğerini yiyeceksin!” Kartal gider ciğeri yer, ama ertesi gün ciğer tekrar oluşur. Kartal her gün yapar işini ve ciğer oluşmaya devam eder. Amirani'nin her gün umutla yaşamdan vazgeçmeyişidir ciğerini onarıp tekrar yaşama sunuşu. Çünkü bilir, yaşam her zaman bir şans daha vermektedir. Yaşama inanmak yeni olasılıklara yelken açmaktır. Yaşam, göğüs germeyi bilmektir. Asuman Tümer bir öykü yazarı. 1999 yılında Oktay Akbal öykü ödülünü almış ve öyküleri Cumhuriyet Yayınları tarafından AYARI BOZUK ÇAY EVİ adlı kitabıyla yayımlanmıştı. DÜNYA AĞACI YAYINLARI'ndan çıkan KURA'NIN ŞARKISI ise Tümer'in ilk romanı. Roman, okuyucuyu ilginç kadın portreleriyle birlikte dört kuşak boyunca yaşanan tarihi dokunun da içine alıyor. On dokuzuncu yüzyıldan başlayarak 2000'li yıllara geldiğinizde değişen dünyada yaşananlarla roman kahramanlarının kesişmelerini, etkileşimlerini de görüyorsunuz. Romanın adından başlayarak merak ettiklerimizi Asuman Tümer'e sorduk. Birgül Günözgen: Tarih, kimlik arayışı, köklere iniş, onurlu kadın portrelerinden etkilendiğimi söyleyebilirim. Sizin de yazdığınız gibi, köklerimiz belki de geleceğimizi anlatıyor bize… Hepimizin içinde keşfedilmeyi bekleyen kim bilir ne şarkılar var. Kura'nın şarkısını keşfedişi gibi… Herkes köklerine doğru uzanan böyle bir serüven yaşayabilir mi sizce? Birgül Günözgen: Kura'nın Şarkısı yüz elli yıllık bir hikâyede ilginç kadınlarla tanıştırıyor okuyucuyu. Bence romanın adı da ilginç. Çünkü Kura pek alışık olmadığımız bir isim ve doğal olarak akıl karıştırıyor. Neden roman kahramanının ismini Kura koymayı düşündünüz? Asuman Tümer: Kura, Doğu Anadolu'nun kuzeyinde, bizim topraklarımızda doğan ve 150 km sonra Kafkasya'da sürdürdüğü uzun, efsanevi yolculuğundan etkilendiğim bir nehirdi. Bu nedenle roman kahramanımın adının “Kura” olması kaçınılmazdı. Kura'nın bu coşkulu nehirle özdeşleşmesi, onun yolculuğunu içselleştirmesi, geriye dönüşlerde karşılaştığı güçlü kadınlarla aynı kandan geldiğini öğrendiğinde duyduğu şaşkınlık, içinde taşıdığı ve bilemediği bir güçle buluşturuyordu onu. Birgül Günözgen: Romanda yaşama karşı boyun eğmeyen çok güçlü kadınlar var. Zayıflığı neredeyse affetmeyen kişilikler… Bu denli güçlü kadınlar Kura'yı zaman zaman kızdırıyor. Belki de siz, 21. yüzyılda bile kadınların güçsüzlüğüne karşı, “içinizdeki gücü keşfedin,” çağrısı yapıyorsunuz. Asuman Tümer: Çağrıda bulunmuyorum. Yalnızca gücün önemini vurgulamaya çalışıyorum. Amacım yol göstermek de 42 Asuman Tümer: Varoluşumuzun başlıca değil. Yüz elli yıl önce bile gücünü gösterebilen, ayakta kalabilmek için ödün vermeyen sahici kadınları anlatmak istedim. Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra göç yollarına düşmüş, erkeksiz kalmış, çocuklarını büyütmeyi başarmış ve kendi geleneksel tarzlarını, ahlaki prensiplerini, yaşama karşı duruşlarını hiç bozmamış, gerçek kahramanlar. Kura ise onlara ulaşmaya çalışan, kimlik arayışı içinde, iyi eğitim görmesine, dünyayı iyi koşullarda tanımasına karşın güçsüz bir genç kız. Zamanımızda yaşanan sahte aşkların, sahte sevgilerin, sahte yaşam biçimlerinin içinden sıyrılarak kendini keşfetmeye çalışması kolay değil. Duygu mu, akıl mı? Sorusunu kendisine sorarken, sanatçı ruhunda esen duygusal fırtınalardan da kaçamıyor. Tarih boyunca bu sorunun hep sorulduğunu ve atalarının aklı yeğlediklerini görürken Mehtap karakteriyle irkiliyor. Çünkü Mehtap duyguyla aklı dengelemeye çalışırken hüznü benliğine geçirmiş, ancak hep umut dolu olmayı da başarmış bir kadın. Birgül Günözgen: Kahramanların ilginç öyküleriyle yol alırken ciddi bir tarihi araştırma görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü, dünyada krallıkların yıkılışı, Cumhuriyet Devri, demokrasi denemeleri ve günümüze kadar süren bir tarihi süreç. Ayrıca mitolojiden tanıdığımız kahramanları Kafkas söylencelerinde farklı isimlerle anıyorsunuz. Örneğin: Prometeus, sizin romanınızda “Amirani” olmuş. Asuman Tümer: Gerçekten bu kitap uzun sürede ve büyük bir emekle yazıldı. Tarihi belgeler ve mitoloji kaynaklarını çok ciddi bir biçimde araştırdım. Kafkas söylencelerindeki kahramanlardan en nedenlerinden biridir serüven. Hep bir yola bağlıdır yaşamlarımız. Hedefler koyarsak, bir amacımız varsa yollara düşeriz. Kendimizi bulmak, içsel aynamızda kendimizi onarmak için de derin bir yolculuğa ihtiyaç duyarız aslında… Onur, insanın tek başınalığının, yüce yalnızlığının adıdır bana göre… Aynı romandaki yalnız yıldız gibi… Korkusuzca güneşi tek başına karşılayıp uğurlayacak kadar rotasına güvenen, aşk için lanetlenmeyi göze alan yıldız gibi… Güçlü insanların tuhaf bir şekilde yaşama güvendikleri, gelecekten ve olacaklardan korkmadıkları için serüvenlere atılmaları kaçınılmazdır. Güç; maddi koşullar, asalet, güzellik gibi kavramlarla oluşmaz üstelik. İçimizde taşıdığımız çok asil ve ilahi bir şeydir o. Özellikle kadınlarla özdeşleşmesini dilediğim güç, bu kitabın yazılmasında etkili olmuştur diyebilirim. Kadınların, geleceği ve insanı şekillendireceği gerçeğini göz ardı edemeyeceğimize göre, sezgilerine ve aklına güvenen güçlü kadınlar dilemeliyiz dünya için. 43 YAŞAMIN ÖZÜ Hava gibi su da hayat için vazgeçilmez bir yer ve öneme sahiptir. SU Tatlı suların büyük bir kısmı da dağ doruklarında kar ya da kutuplarda buz halindedir. Dünyanın yaklaşık olarak, dörtte üçü sularla kaplıdır. Vücut suyunun % 10'unu kaybedersek yaşamımız tehlikeye girer. Günde 1 litre su içmek yeterli değildir. Çünkü günlük su gereksinimimiz yaklaşık 1,5 - 2 litre kadardır. Bu gereksinim bazı durumlarda artabilmektedir. Dünyadaki su kaynaklarının yalnızca % 3'ü tatlı su iken geri kalan sular tuzludur. Bu tuzlu su oranı Türkiye'de % 95.1'dir. Fotoğraflar: Avni Çinçin Susama hissi geliştiğinde vücudunuzda % 1'lik su kaybı olmuştur ve bu durum beyne iletilmiştir. Suların kullanılmaz hale gelmesi, hayatın kaynağının kuruması, canlı hayatının yok olmasıdır. 45 46 47 Koza Han O smanlı'nın sosyal ve ekonomik hayatının vazgeçilmez kurumları arasında yer alan hanların kuruluş amaçları arasında; ülke ekonomisini canlandırmak, güvenliğini sağlamak ve dolayısıyla sosyal hayatı geliştirmek gibi düşünceler yer almaktadır. Daha çok şehir merkezlerinde yer alan hanlarda insanlarla birlikte hayvanlar da barınmaktaydı. Anadolu'nun en güzel illerinden Bursa hanlarla doludur. Koza Han, Fidan (Mahmut Paşa) Hanı, Geyve (Lonca) Hanı, Pirinç Hanı, İpek Hanı (Arabacılar Hanı), Emir (Bey) Hanı, Çukur (Kütahya) Han, Eski Yeni Han (Tahıl Hanı), Kapan Hanı restore olup günümüze kadar gelen hanlardır. Hakkındaki bilgilere eski kaynaklardan ulaştığımız günümüze gelemeyen hanların başında; Bali Bey Hanı, Bezir Hanı, Doğan Gözü Hanı, İvaz Paşa Hanı, Hacı İvaz Paşa Çarşısı, Kamberler Hanı, Karacabey Hanı, Katır Hanı, Molla Hüsrev Hanı, Nalbur Hanı, Yeşil Hanı ve Yoğurt Hanı gelmektedir. Günümüzün önemli hanlarından Koza Han, Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk başkenti Bursa'da yer alan 512 yıllık bir yapıdır. Avlusunda ipekböceği kozalarının alınıp satıldığı yıllar geride kalsa da adı ve ipekten yapılmış bin bir çeşit ürün satan dükkânlarıyla hayatın coşkusundan kopmadan, kentin karmaşasına kapılmadan tüm heybeti ve heyecanıyla yaşamaya devam ediyor. Bursa'da Ulu Cami ile Orhan Cami arasında yer alan Koza Han, 1491'de II. Bayezid tarafından dönemin mimarlarından Abdül ula bin Pulat Şah'a yaptırılmıştır. Çoğunlukla kesme taş, yer yer tuğlanın da kullanıldığı dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki katlı ve 95 odalı olup odalarının önü revaklıdır. 48 (*) Revak kısmı 40 beton kubbeden oluşmaktadır. Tam ortasında küçük bir mescidin altında şadırvanı bulunur. Odalar günümüzde mağaza halini almıştır. Hanın doğusunda, eskiden konaklamaya gelenlerin atlarını bağladıkları ahır ve depoların bulunduğu Dış Koza Han denilen ikinci bir avlulu bölüm yer alır. Koza Han mavi çinilerle süslü bir taç kapıyla Uzunçarşı'ya açılır. Türkler ipekböceği üreticiliği yüzyıllardır yapmaktadır. Orta Asya'dan gelen bu gelenek burada da sürdürülmüştür. Son yıllarda sentetik (petrol ürünlerinden elde edilen) iplik ve kumaşlar yüzünden ipekböceği üreticiliği çok azalmıştır. Ancak atalarımızdan gelen bu önemli meslek ile üretilen ipek kumaşlar marka olmak isteyen moda sanayinin vazgeçilmezi olmuştur. Koza Han'ın Bursa ekonomisine ipekçilik alanında katkıları büyüktür. Üst katında ipek mamülleri satan kaliteli dükkânlar ve alt katında kafeteryaları mevcuttur. Koza Han Bursa'nın vazgeçilmez hanlarından biri olmuştur. İpek Şehri Bursa Bursa'da ipekçilik sanatı çok eskilere dayansa da bunun bir sanayi olarak sürdürülmesi ancak 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Bursa önceleri İpek Yolu üzerinde, ipeğin tüm dünyaya dağıldığı merkez olarak öne çıkarken, daha sonra ipekböcekçiliği ve nihayet ipekli kumaş üretimine kadar giden bir süreç yaşamıştır. Bursa'da 1587 yılında en büyüğü 46 tezgah, en küçüğü 5 çıkrıklı olmak üzere 25 ayrı üretici vardı. 1750'li yıllarda 58 bin, 1808 yılında 60 bin, 1811-1833 yılları arasında ise 76 bin kuruşluk Bursa'dan ipek iltizamı toplanmıştı. 1810-1820'li yıllarda Bursa ipekli dokuma üretimi rekor seviyedeydi. 1750-1850 döneminde karışık ipekli üretimi 100 bin topa çıkmıştı. 1855 yıllarında 20 milyon frank tutarında dışarıya ipek satılmıştı. 1877 yılında ise yalnız Bursa'da 3.133.843 kg yaş koza elde edilmiş, bunlardan sağlanan 634.000 kg ipek Avrupa'ya gönderilmişti. Sadece yaş koza değil, iplik ve daha sonra ipek dokuma üretimi de yapılmaya başlanmıştı. 1877 yılında yaş kozanın kıyyesi 50-80 kuruş arasında satılmakta olup 300 bin kıyyeden fazla Bursa'da üretim yapılmaktaydı. Koza alımlarında da bir standardın olduğu görülür. (*) Bursa'da Koza Bayramı Böcekler koza örmesini tamamlayınca evde düğün bayram yapılır, bu düğüne “Koza Yolma Düğünü” denirdi. Bir yandan yenip içilir, diğer yandan da koza çalılardan çıkarılıp yolunur, “Koza Helvası” yapılırdı... Böcekler askıdan çıkar çıkmaz hemen satılır, ayıklanan kozalar bir telaş içinde Bursa'daki Koza Hanı'na götürülürdü. Çünkü yüzyıllardır sadece bu handa koza alımı yapılmaktaydı. Koza Hanı'na ilk ipekböceği getirene de törenle ödül ve armağanlar verilirdi. İpek gibi ince ve zarif, ipekböceği kadar vefalı Koza Hanı'nda, tellalların bağrışları arasında satılan kozaların paraları daha cebe girmeden, hemen yanında bulunan Bursa çarşısında harcanırdı. İpekçilik tarihini yazan Fahri Dalsar'a göre; her yıl düzenli olarak yapılan 'Koza Bayramı' önemli bir anlam taşımaktaydı. (Dalsar 1960: 258) 1960 yılında Türkiye'de 40 bin koza üreticisi vardı ve bunu 400 bine çıkarma çalışmaları yapılmaktaydı. Çünkü 1914 yılında bugünkü sınırlarımız içinde 9 milyon kg'dan fazla koza üretilirken 1943 yılında bu üretim 3 milyon 500 bin kg'a düşmüştü. Her yıl elde edilen kozalar için bayramlar yapılması eski bir âdetti. Bu eski âdeti tekrar yaşatmak için 1950'li yıllardan sonra Bursa'da, Temmuz ayının ilk haftasında yeniden törenler yapılmaya başlandı. İlk koza yetiştirenlere takdirnameler verilmekte ve kozalar tören sırasında mezat edilerek, çok yüksek fiyatla satılmaktaydı. 1958 yılında yapılan istatistiklere göre, Türkiye'de 198 firma ipekçilik ve ipekçilik sanatıyla meşgul olmaktaydı. Bu firmalardan 132'si Bursa'da, 31'i İstanbul'da, 1'i Denizli'de, 1'i de Diyarbakır'daydı. Bütün bu firmalarda çalışan insanların toplamı 5.000'di. Bursa'nın bir yılda dokuduğu saf ipekli kumaşların tutarı metre olarak 1 milyonun üstündeydi. Suni ipekten yapılanlar 3-6 milyon metre, karışık dokumalar ise 2-3 milyon metreydi. (*) Kaynak ve Fotoğraflar: Bursa Çarşısının İncisi Koza Han Osmangazi Belediyesi GÖKYÜZÜNÜN EFSANE GELİNLERİ TURNALAR… Sarı turnam sen turnalar şahısın / Gökyüzünün Küllenmişse içindeki aşk ateşi / Onu benim en gizemli kuşusun / sevdam ile yak turnam Şans ve görkem simgesi turnalar öteden beri “yabanlığın simgesi” olarak belirtilir. Ancak yabanlığın yok olmaya ve onlara yakıştırılan şansın tükenmeye yüz tutmasıyla birlikte, bu iri kuşlar artık bilimcilerin ve kendilerine taktıkları adla “turna tutkunları”nın yardımına muhtaç. T urnalar; güzellikleri, etkileyici büyüklükleri ve uzun mesafeli uçuşlarından ötürü binlerce yıldır baş tacı ediliyor. Türk kültüründe kutsal sayılan birçok kuş türü içerisinde turnanın ayrı ve özel bir yeri bulunmaktadır. Göklerin özgürlük sevdalıları olarak da bilinen turna kuşlarının, Gök Tanrı'yı temsil ettiği varsayılmış ve ona kutsal bir kimlik yüklenmiştir. Aynı kutsal kimliğin İslam tasavvuf geleneği içerisinde de sürdüğünü görmekteyiz. Gururlarına düşkün, son derece yalın, arı bir hayat biçimini benimseyen turna kuşları, gökyüzünün engin maviliklerinde uçarken, her bir kanat vuruşları müziğin notaları gibi uyumlu, şiirin dizeleri gibi ezgiseldir. Onların simgesel görüntüleri içerisinde, birçok imgesel anlam da ortaya çıkmaktadır. Bu imgelerin her birinin ayrı ayrı çözümlenmesiyle turnaların Türk kültürü içerisindeki somut değerleri anlaşılmış olur. Turnalar kimi zaman coşkunun, kimi zaman hüznün, bazen de mutluluğun habercisi olmuşlardır. Birçok halk şiirinde, özellikle halk türkülerinde duyguların anlatımında turnayı aracı olarak görürüz. Turna Kuşu, Orta Asya'dan Japonya'ya oradan da Kore'ye kadar geniş bir kuşakta kutsal olarak kabul edilmektedir. Mısır mezarlarında, Rus şarkılarında, Amerikan yerlilerinin totemlerinde, Avustralya yerli danslarında, Yunan ve Roma mitlerinde karşımıza çıkarlar. Asya'nın pek çok bölgesinde turnalar mutluluğun, şansın, uzun yaşamın ve barışın simgesi olarak kabul ediliyor. 50 Bin güneşten daha parlak olduğu söylenen atom bombasının atılmasının ardından ışınım etkisinde kalan küçük bir kız da, iyileşme umuduyla kâğıttan 1000 turna yapmaya girişmişti. Ne yazık ki hedeflediği sayıya ulaşamadan öldü ama diğer çocuklar onun çabasını sürdürdüler. Günümüzde Hiroşima'daki Barış Parkı'nın anıtları kâğıttan yapılmış milyonlarca minik turnayla süslü. Allı turnam bizim ele varırsan, şeker söyle, kaymak söyle, bal söyle… Japonya'ya atom bombası atıldığında iki yaşında olan bir kız çocuğu 12 yaşına geldiğinde maruz kaldığı radyasyon nedeniyle kansere yakalanmış. Savaşta öksüz ve yetim kalan zavallıcık hastaneye yatırılmış. Ama durumu ümitsizmiş. Hastanedeki tüm doktorlar, küçük kızın ölümü için gün sayarken, küçük Japon kızı hayat doluymuş. Koridorlarda koşuyor, oynuyor ve diğer hastalara yardım ediyormuş. Hastaların arasında en sevdiği kişi ise 80 yaşlarındaki, Sadako Sasaki kendisi gibi kanser olan yaşlı bir kadınmış. Küçük Japon kızı, ölüm döşeğindeki bu yaşlı kadını hiç yalnız bırakmamış. Kadın ölmeden hemen önce “Benim için çok geç ama, bizim inanışımıza göre; eğer bir kişi kâğıttan 1000 turna kuşu yaparsa, her istediği kabul oluyor. Ben yapamadım, sen yap ve kurtul küçük kız,” demiş ve son nefesini vermiş. Küçük Japon kızı çok üzülmüş ancak hayatta kalma arzusuyla geleneksel Japon sanatı olan origamiyle kâğıttan turna kuşları yapmaya başlamış. Neşe içinde çalıştığından ilk başlarda çok hızlı yapıyormuş. 1000 turna kuşu yapması işten bile değilmiş. Ama sağlığı da hızla bozuluyormuş. Bu hazin öykü önce yerel, sonra da uluslararası basında yer almış. Dünyanın dört bir yanından insanlar bu küçük kıza, binlerce turna kuşu göndermeye başlamışlar. Japon kızı, haberler basında çıktığında elini kıpırdatamaz hale gelmiş. Hayattaki son saatlerini 637. kuşu yaparak geçirmiş. Kuşu bitirmiş, gözleri kapanırken hemşireler ve hastabakıcılar, postadan çıkan yüzlerce origami kuşuyla odasına girmişler. Ama küçük Japon kızı yüzündeki tebessümle yatağında cansız yatıyormuş. Postacılar, hastaneye aylarca kâğıttan turna kuşu taşımışlar. Sayısı milyonlara ulaşan turna kuşları Japonya'da bir müzede sergileniyor... Telli turnaların Türkiye'de üreyen son 11 bireyi, Muş'un Bulanık ilçesinin kuzeyinde Bulanık Ovası'nda yaşam mücadelesi veriyor. Murat Nehri çevresindeki adacıklar ve insan eli değmeyen alanlar telli turnaların en önemli üreme ve beslenme alanlarıdır. Kuşlar daha önce, İç Anadolu Bölgesi'ndeki geniş alanlarında da üremekteydiler. Telli turnaların Bulanık Ovası'ndan çekilmesi durumunda bu türü sonsuza değin yitirebiliriz. İstanbul, göç yollarının kesişmesi noktasında şanslı bir konumda bulunuyor. Pek çok göçmen kuş, ilkyazda ve güzün İstanbul üzerinden geçiyor. Sarıyer; göçmen kuşları izlemek için doğru seçilmiş bir alan. Kablolu Su Kayağı Nedir? Ekonomik olarak kıyaslandığında ise kablolu su kayağının çok büyük avantajı vardır. Ayrıca kablolu su kayağı çevre dostu bir spordur. Elektrikle çalıştığı için çevreyi egzoz, yağ ve türevi atıklarla kirletmediği gibi her kayak operasyonu suya yılda 9 ton oksijen kazandırıyor. Ülkemizde kirlilik yüzünden birçok gölde yaşamın azaldığı, bu göllerin ekonomik açıdan çalışamaz duruma geldiği düşünülürse bu sporun yaygınlaşmasının önemi ortaya çıkacaktır. Kablolu su kayağı hem ekonomik hem de ekolojik açıdan çevreye canlılık getiren bir projedir. Ayrıca kablolu su kayağı tesislerinin içinde tenis kortundan yüzme havuzuna, basket sahasından skate parkına kadar her türlü sosyal ve sportif ihtiyaç düşünülmüştür. Bu projeyle tesisin çevreye ekonomik, sportif ve sosyal bir canlılık kazandırması sağlanmaktadır. K ablolu su kayağı her yaştan insanın rahatlıkla yapacağı, vücudun tüm kaslarını çalıştıran bir spordur. Temel prensibi su kayağı ile aynıdır. Su kayağından farkı sporcuları çekmekte kullanılan mekanizmadır. Su kayağında sürat motorları kullanılırken, kablolu su kayağında ise elektrikli bir motorla çalışan telesiyej kullanılmaktadır. İki disiplini karşılaştıracak olursak; su kayağında başlangıçtaki çekiş ivmesi fazla olmadığından dengede kalınması, dolayısıyla öğrenilmesi daha güçtür. Kablolu su kayağında ise sporcu eşit hızla çekildiğinden kolaylıkla dengede kalıp öğrenebilir. Bunun yanında kablolu su kayağında elektrik motoruyla aynı anda 6 kişi kayabilir. Fakat bu, sürat motoruyla yapılan su kayağında 1 veya 2 kişi ile sınırlıdır. WAKEACADEMYTR Bir zamanlar sadece bir hayaldi, şimdi bu hayal gerçek oldu... hem de kış board sporlarının merkezi Bursa'da… Muhteşem bir açılışla Sukay Park hizmete girdi. Büyük bir vizyona sahip Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe Türkiye'de bir ilki gerçekleştirdi ve ülkemizin ilk hatta Avrupa'nın sayılı cableparklarından birini Osmangazi'de hizmete soktu. Bugün ülkemizde bir cablepark var; hem de Avrupa'nın en iyilerinin sahne alacağı 17-19 Ekim'deki Europe Cablepark Championship 2008'e ev sahipliği yapacak bir cablepark. Danimarka'dan arkadaşım, büyük şampiyon Troelse Engholm'dan Bursa'da Avrupa Cablepark Şampiyonası'nın yapılacağını öğrendiğimde soluğumu Sayın Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe'nin yayınında aldım. Bendeki heyecana inandı ve bana bu hayali yaşatma fırsatı verdi. Türkiye'de bir ilk olan bu park ve spor dalında mükemmel progress bir açılış yaptık. Daha ilk günden dünyanın en iyi riderlarıyla kayma fırsatı yakaladık. Bunlardan ilki Robot lakaplı Emil Tzolov'du. Bir sürü derecesi ve sayısız kupası olmasına rağmen en iyi dereceleri Avrupa ikinciliği ve Dünya üçüncülüğüdür. Bu bizim için büyük şanstı ve bu sporun nerelere kadar taşınabileceğini gösteriyordu. Ardından Avrupa Gençler Şampiyonu Alman Morris geliyordu. İnanılmaz tekniği ve yine Avrupa Genç Bayanlar Şampiyonu Anna-Laura'nın üzerinden double kayarken yaptığı raileysiyle büyük alkış topladı. Ve Danimarka'dan Troelse… Onun hakkında söylenecek çok şey var; okulumuzun kurulmasından tutun da verdiği waterstart derslerine ve freestyle tutkunu arkadaşlarımıza yaptığı hareketlerin tekniğini anlatmasına kadar. Troelse son dört senedir Danimarka Kiteboard Şampiyonu ve KPWT'de söz sahibi bir arkadaşımız. Geçen sene kurulan Cophenhagen Cablepark'ının işletmecisi ve Danimarka şampiyonu. Daha bir senedir bu sporu yapmasına rağmen ülkesinde iki sporda da söz sahibi. 22 yaşında olmasına rağmen ondan çok şey öğrendim ve öğrenmeye de devam ediyorum. Parkımızın sezon sonunda Ekim ayında Avrupa Şampiyonası'na ev sahipliği yapacağından söz etmiştim ve bunun önemini eminim herkes anlıyordur. Böyle büyük bir organizasyonda biz de WakeacademyTr olarak ne yapabiliriz diye yola çıktık. Buradan hareketle, Bursa ve Türkiye Şampiyonası'nı düzenleyerek aramızdaki gençlere yarışma deneyimi vermeyi amaçlıyoruz. Yarışmaların sonuçlarına göre oluşturulacak bir ekip sezon sonunda ülkemizi bu organizasyonda temsil edecek. Şimdiden daha çok yeni olan bu spor dalında büyük bir gelişme izlemeye başladık. Burada bulunma amacımız sırf Freestyle Progression değil tabi ki. Esas amacımız bu parkın board sporlarında son nokta olduğunu göstermek. Bu sporu daha fazla nasıl çekici hale getirebileceğimizi ortaya koymak istiyoruz. Bu da şimdiden meyvelerini vermeye başladı. Parkımız hafta içi bile Bursalı gençler tarafından yoğun bir biçimde kullanılıyor. Okul olarak verdiğimiz hizmetler ise Wakeboard kiralama+başlangıç ve ileri düzey eğitimi+Wakeboard malzeme satışından oluşuyor. Bu sporu herkese tavsiye ediyoruz ve herkesi parkımıza bekliyoruz. Sedat ÇELENK Kıvanç GEDİKALİ 53 BAKUT M armara depreminde sarsıntıyla uyanıp ilk geceyi sokaklarda geçirdikten sonra asıl yıkım olan bölgelere erzak yardımı yapmak için herkes seferber olmuştu. Ancak iş enkaz altından yaralı çıkarmaya gelince bir avuç insan dışında herkes uzaktan izlemekle yetindi. İnsanlar ellerinden bir şey gelmemesinin çaresizliğini yaşadı. Aslında biraz eğitim ve organizasyonla çok daha fazla insan bu kurtarma çalışmalarına yardım edebilirdi. BAKUT 1999 yılındaki Yalova depreminden sonra Bursa Dağcılık Kulübü üyeleri tarafından 30 kişilik bir grupla kuruldu. Dernek o günden bu yana değişik konularda faaliyetlerde bulunuyor. Asıl amaç; öncelikle deprem anında enkaza ulaşmak ve enkaz altından canlı çıkarabilmek. Bunu yapabilecek eğitimli gönüllüler yetiştiriyorlar. Yine dağda yapılan arama kurtarma çalışmalarında kaybolan kişilere en kısa sürede ulaşıp, onların can güvenliğini sağlıyorlar. Konu ile ilgili görüştüğümüz BAKUT Başkanı, aynı zamanda Kurucu Üye Eray Türemen ve Sayman Üye Attila Ülgen çalışmaları ile ilgili olarak şu bilgileri aktardılar. Gidebileceğimiz ya da destek için çağrıldığımız her yer bizim çalışma alanımızdır. 1999 depreminden sonra birçok dernek kurulmuştu ve her türlü aramaya katılabiliyorduk. Şimdi eskisi gibi her isteyen, her istediği yere çalışma yapmak için gidemiyor. Öncelikli olarak o bölgenin Sivil Savunma ekibi müdahale ediyor. Sonra gerekli olursa sivil kuruluşlardan yardım isteniyor. Ancak Sivil Savunma ekipleri ne kadar deneyimli, eğitimli ve donanımlı olursa olsun depremin yaratacağı yıkım karşısında sayıca yetersiz kalacaktır. Bu açıdan bakıldığında sivil kuruluşlara ihtiyaç duyulacağı anlaşılmaktadır. Kurulduğumuz dönemde çok sayıda dernek oluşumu vardı. Ama 1999 depreminin acıları hafifledikçe ve tarih uzaklaştıkça bu dernekler kapandı. Dağcılıkta, temel kampçılık eğitimi veriyoruz. Bu eğitim arama kurtarma için en önemli basamaklardan birisi. Çünkü kişi arama kurtarma yaparken önce kendi güvenliğini sağlamalı ve aranan durumuna düşmemelidir. Ayrıca ilkyardım eğitimi veriyoruz ve alıyoruz. Kendi bünyemizde verdiğimiz eğitimleri Tabipler Odası veya Kızılay'dan gelen desteklerle yapıyoruz. Dışarıdan aldığımız ilkyardım eğitimleri de aynı şekilde Sivil Savunma aracılığı ile gerçekleşiyor. Ayrıca rafting ve mağaracılık eğitimi veriyoruz. Bunun dışında kaya iniş-tırmanış eğitimlerimiz de var. Bunlar için dışarıdan destek almıyoruz. Eğitmenlerimiz aynı zamanda üyelerimiz. Sivil Savunma'dan deprem arama kurtarma eğitimi alıyoruz. Bu eğitimlerde yaralının bulunduğu yer tespitinden çıkarılmasına, çevre güvenliği sağlanmasına, ambulansa yerleştirilmesine ve hastaneye nakline kadar tüm aşamalardan geçiyoruz. Doğa yürüyüşleri düzenliyoruz, özellikle üyelerimizin kondisyonu için bu çok önemli. Bu yürüyüşlere halktan da katılım oluyor. Yaş ortalamamız yok. Derneğimizde 20 yaşında üniversite öğrencisi veya çalışan da var, 60 yaşında emekli de. Üye sayımız halen 50 kişi. Bunun 3 kişisi onursal üye. Onlar bize maddi ve manevi her konuda yardımcı oluyorlar. Üyelerimizden 25 kişi kadarı özel sektör çalışanı. Hemşire ve fizyoterapist arkadaşlarımız var. Kamu sektöründen ve serbest meslek sahibi olanlar da var. Bize ulaşmak ve derneğimizin faaliyetlerine katılmak isteyenler için iletişim adresimiz: www.bakut.org.tr posta@bakut.org.tr Tel: (0224) 224 97 98 “Güneşten Korunmak” Alışkanlık Haline Gelmeli Y az aylarında güneşin olumsuz etkilerinden korunmak sağlık açısından büyük önem taşıyor. Bu doğrultuda; en sık kullanılan ürün güneş koruyucular. Acıbadem Bursa Hastanesi Deri Hastalıkları Uzmanı Dr. Tuğba Türker, güneşten korunma ve güneş koruyucular hakkında en çok merak edilen soruları yanıtladı. Güneş koruyucular neye karşı korur? Yeryüzüne ulaşan güneş ışınları temelde ikiye ayrılır. UVA, 320-400 nm dalga boyundaki ışınlardır ve dünyamıza ulaşan ışınların yüzde 90-95'inden sorumludur. UVB ise 290-320 nm dalga boyunda olup güneş yanığından asıl sorumlu olan ultraviyole tipidir. Güneş koruyucular en çok bu ışınlara maruz kalan deride oluşan güneş yanığı ve bronzlaşmaya karşı korunmada kullanılmaktadır. Bununla beraber; koruyucular uzun süreli güneş ışınlarına maruz kalma sonucunda deride kırışıklıkların ve lekelerin belirmesini ve derinin esnekliğinin azalmasını önlerler. Ayrıca çocuklarda benlerin gelişimini azaltırlar. Deri kanserlerinin oluşumunu, ben kanseri (melanom) sıklığını ve uçuk (herpes) aktivasyonunu azaltmada da etkilidirler. Güneş koruyucuların üzerinde yazan SPF nedir? SPF (Sun Protection Factor), esas olarak UVB ışınlarına karşı korunmanın ölçüsüdür. Örneğin, kişi güneş koruyucu sürmeden güneşte kaldığında 10 dakika sonra kızarıklık başlıyor ve güneş yanığı gelişiyor ise güneş koruma faktörü 8 olan bir ürün ile ortalama 80 dakika süresince kızarıklık gelişmeden güneşten korunabilir demektir. Yüksek koruma ile SPF 30+ kastedilmektedir. İdeal bir güneş koruyucunun özellikleri nelerdir? Geniş spektrumlu olmalı, yani UVA ve UVB'ye karşı koruma sağlamalıdır. Deriye kolay sürülebilmeli ve eşit olarak tüm yüzeylerde 56 dağılabilmelidir. Kozmetik olarak kabul edilebilir olmalıdır; boyayıcı, parlayıcı görünmemelidir. Ayrıca tahrişe veya allerjiye yol açmamalıdır. Güneş koruyucular nasıl kullanılmalı, ne kadar sürülmelidir? Güneşle temastan 15-20 dakika önce güneşe açık olacak tüm bölgelere uygulanmalıdır. İlk uygulamadan 20-30 dakika sonra tekrar edilirse hem ek koruma sağlanmış olur, hem de iyi sürülemeyen bölgeler korunma altına alınır. Daha sonra 2-3 saat arayla tekrarlamak gerekir. Terleme, yüzme, havlu ile sert bir şekilde ovalayarak kurulanma gibi faktörler güneş koruyucunun etkisi azalır ve tekrar sürmek gerekir. Tüm vücuda 30-35 ml yani, 2-3 çorba kaşığı kadar güneş koruyucu tatbik edilmelidir. Pratikte bu miktarın altında kalındığı görülmektedir. Çocuklarda güneş koruyucu kullanırken nelere dikkat edilmeli? Altı aydan küçük çocuklarda, hem allerjik reaksiyon riski, hem de deriden emilen güneş koruyucunun değişkenlik göstermesi yönünden, FDA (Food Drug Administration) tarafından yanaklar ve eller hariç güneş koruyucu kullanımı önerilmemektedir. Bu yaş grubundaki çocuklar güneşe mümkün olduğunca giysileriyle çıkarılmalı ya da gölgeden yararlandırılmalıdır. Altı aylıktan itibaren, güneşe açık olan tüm bölgeler korunma altına alınmalıdır. Özellikle hayatın ilk 20 yılında güneş koruyucu düzenli kullanıldığında, ben sayısını, ben kanseri (melanom) ve diğer deri kanseri riskini azalttığı gözlemlenmiştir. Bu yüzden, çocuklarımıza güneşten korunmayı da diş fırçalama gibi alışkanlık şeklinde kazandırmamız gerekir. Ayrıca çocuklar için güneş koruyucu şeçimi yaparken, parfümsüz, çinko oksit ve titanyum dioksit gibi fiziksel filtreli olmalarına dikkat edilmeli. Bu konuda hekimlerden ve eczacılardan yardım alınabilinir. Sürekli güneş koruyucu kullanmak vücutta D vitamini eksikliğine yol açar mı? D vitaminin en çok yapıldığı organ deridir. Güneş koruyucu sürülmüş deriden süzülen ışınlar bile, derideki D vitamini üretimine yeterli olmaktadır. Bronzlaştırıcı ürünlerin zararı var mıdır? Bronzlaştırıcı ürünlerin bilinen herhangi bir yan etkisi yoktur. Düşük düzeyli UVA ve SPF2 düzeyinde bir UVB koruması sağlamaktadırlar. Bazı makyaj ürünleri de (renkli nemlendiriciler, fondötenler, pudralar) içerdikleri pigment maddeleri ile kısmi bir UV koruması sağlarlar. Çinko oksit, titanyum dioksit gibi fiziksel filtreleri içeren makyaj ürünleri SPF 15 düzeyinde koruma sağlamaktadırlar. Güneşin olumsuz etkilerinden korunmak için farklı önerileriniz var mıdır? Mümkün olduğunca saat 11.00-16.00 arasında güneşte kalınmamalıdır. Güneş koruyucu, evden çıkmadan 15-20 dakika önce sürülmelidir. Sadece gölgede durmak veya gezinmek bile UV'yi %50'den fazla azaltır, bu detay unutulmamalıdır. Yazın koyu renk t-shirtler yerine, beyaz pamuklu, sık dokunmuş t-shirtler tercih edilmelidir. Penceri camı UVB'den korur ama UVA'dan korunmaz. Şapka genişliğinin en az 7.5 cm olması uygun bir koruma sağlar. Güneş gözlükleri UVB ve UVA korumalı olmalıdır. Yazın bol bol yeşil çay tüketilmelidir. Gölgesi kişiden uzun ise, kişi daha güvende demektir. Gün boyu dışarıda kalmaktan kaçınılmalıdır. 57 Hasan Semiz: Aslında Hasan çalışmaya başladığı 1992 yılından bu yana ülkemizdeki değişimin doğal sonucu limanlarda yaşanan hızlı ve olağanüstü değişikliklerin de bir açıdan canlı tanığıdır. Gemport Limanı'nda diğer tüm operatör arkadaşları ile birlikte yaptıkları işin doğasından dolayı mevcut risklerin farkında olarak işlerini yürütürken ne insana ne de çevreye zarar gelmemesi için gerekli dikkat, özen ve tecrübeyle çalışıyor. İş dışında Gemlik'in simgesi zeytincilikle uğraşan Hasan, eşi ve çocukları için iyi bir baba olduğu kadar, halen ilgilendiği anne ve babası için de iyi bir evlat. İçimizden Biri İnsanoğlunun fiziksel gücünün üzerindeki ağırlıkları kaldırılması binlerce yıldır hep problem olmuştur. Mevcut ilk yazılı dokümanlarda, ağırlıkların bir donanım ve düzenek yardımı ile kaldırılmasının, İ.Ö. 530 yıllarında Efes Artemis Tapınağı'nda gerçekleştiği şeklinde bir bilgi olsa da Mısır gibi dünyanın birçok yerinde farklı uygarlıkların bu tarz düzenekleri çok daha önce kullandığı düşünülmektedir. Ç ağlar boyu ticaretin gelişimiyle birlikte dünya ticaretinin büyük bir kısmının denizyolu ile yapıldığını biliyoruz. Gemilerin limanlarda yüklenmesi ve boşlatılması amacıyla gerek gemi üzerinde gerekse karada ağır yüklerin kaldırılması için sürekli gelişen çok çeşitli vinçler, donanımlar kullanılmıştır. 1950'li yıllardan sonra konteynır taşımacılığının gelişimi ile bu alanda gerek yapısal gerekse teknolojik anlamda çok hızlı gelişmeler yaşandı. Bu gelişmeler sonucunda, günümüzde konteynır terminallerinde mobil vinç ve SSG (ship to shore gantry) olmak üzere çok hızlı ve tonlarca ağırlıktaki konteynırları elleçleyen vinçler kullanılmaktadır. Çoğumuzun bir şekilde, ya televizyon ekranlarından ya da İstanbulluların Kadıköy-Eminönü vapur geçişlerinde Haydarpaşa Limanı'ndan aşina olduğu bu konteynır vinçlerini kullanmak için belirli bir süre eğitim ve eskilerin tabiri ile biraz da meleke gerekiyor. Hasan Semiz, 1992 yılında Türkiye'nin ilk özel sektör Limanı Gemport'ta işçi olarak çalışmaya başlayan ve son sekiz yıldır da 100 ton ağırlık kaldırma kapasitesine sahip konteynır vinçlerini başarıyla kullanan 19 kişilik vinç operatör gurubunun bir mensubudur. Hasan, 1969 yılında Umurbey/Gemlik'te doğmuş ve askerlik dışında hayatının büyük bir bölümünü bu bölgede geçirmiş. Maddi yetersizlikler nedeniyle eğitimini tamamlamadan çalışma hayatına atılarak mermer fabrikasında çalışmaya başlamış. 1992 yılında yolu Gemport ile kesişen Hasan, bir süre düz işçi olarak çalıştığı Gemport'ta daha sonra sunulan fırsatı değerlendirip, aldığı eğitimleri sonunda 2000 yılında vinç operatörlüğüne başlamış ve o günden bu yana farklı tip ve modelde vinçler kullanarak çok çeşitli yükler elleçlemiştir. Bugün ise sadece konteynır yükleri için operatörlük yapıyor. 59 S/S Turan Emeksiz Otantik Otel Güzelyalı Ş irket-i Hayriye vapurlarından Kanlıca, Ali İhsan Kalmaz, İnkılap ve Turan Emeksiz gemileri ekonomik ömürlerini doldurdukları için tersaneye çekilip emekli oldular. İçlerinde en şanslısı Turan Emeksiz Yolcu Gemisi'dir. 1961 yılında İngiltere-Glaskov'da İstanbul Şehir Hatları için üretilen yolcu gemisi, 27 Mayıs 1960 devriminde şehit olan Turan Emeksiz'in adını almıştır. Turan Emeksiz Yolcu Gemisi yaklaşık 44 yıl KadıköyKaraköy-Haydarpaşa arasında yolcu taşımıştır. Türkiye Denizcilik İşletmeleri'nden Güzelyalı Belediyesi'nce satın alınan Turan Emeksiz Yolcu Gemisi restoran ve otel olarak restore edilip işletilmek üzere ihaleye çıkarıldı. 15 yıllığına ihaleyi alan BCR Turizm Tekstil İnşaat ve Sanayi A.Ş. tarafından aslına sadık kalınarak iki milyon dolara restore edildi. Hulki Türe'nin mimari projesini üstlendiği yüzer otelin restorasyonu sırasında motor ve kazan dairesi de söküldü. Yüzer otelin düğün, şirket toplantıları, kokteyl, balo gibi özel günlere ayrılan 200 kişilik çok amaçlı salonu ile balık restoranı bulunmaktadır. Ayrıca 2 suit odası ve 18 standart odası bulunan gemide, 35 kişilik bir toplantı salonu ve kafeterya da yer alıyor. Kaptan Köşkü'ndeki Müze-Cafe'de VIP müşterilerinin ağırlanacağı özel bölüm bulunmaktadır. Turan Emeksiz Gemisi'nin bellboyundan garsonuna kadar toplam 40 kişiden oluşan personeli gemici kıyafetleriyle hizmet veriyor. Bursa Güzelyalı'da 2007 Nisan ayından itibaren hizmet vermeye başlayan Otantik Gemi Otel ve Balık Restoran, balık ve balık mutfağının çok çeşitli mezelerinin yer aldığı zengin bir menüye sahiptir. Kapalı ve açık olmak üzere iki ayrı bölümü bulunan restoranda greek müzik eşliğinde dostlarınızı ve arkadaşlarınızı ağırlayabilirsiniz. 60 Çalışanlarımızdan haberler EVLİLİK 11.01.2008'de evlenen Osman ve Esin Mete çiftine; 04.05.2008'de evlenen Ebru ve Ercan Çalar çiftine; 20.05.2008'de evlenen Veysel Emre ve Meral Zerrin çiftine; 22.05.2008'de evlenen Okan ve Irma Bayramoğlu çiftine; Mutluluklar dileriz. DOĞUM 20.05.2008'de Miray adlı bir kız çocuğu olan Mevlüt Boylu ve ailesini; 08.05.2008'de Hüseyin adlı bir erkek çocuğu olan Birol Elgün ve ailesini; 25.06.2008'de Hüseyin adlı bir erkek çocuğu olan Alpay Erhan ve ailesini; 02.07.2008'de Ahmet Emin adlı bir erkek çocuğu olan Zeki Pekmez ve ailesini; 09.07.2008'de Tarık adlı bir erkek çocuğu olan Yasin Atmaca ve ailesini; 11.07.2008'de İrem Rana adlı bir kız çocuğu olan İsmail Özaktan ve ailesini; 14.07.2008'de Esra adlı bir kız çocuğu olan Coşkun Aydın ve ailesini; Kutlar, çocuklara uzun ömürler dileriz. VEFAT 29.05.2008'de operasyon bölümü çalışanlarından Necmettin Çevik geçirdiği trafik kazası sonucu vefat etmiştir. Çevik ailesinin acısını paylaşır, Necmettin Çevik'in nur içinde yatmasını dileriz. 63 Çengel Bulmaca M U S A R L K S A A Z İ B E L A M E H B A R Y İ A Yukarıda verilmiş olan ipuçlarından yararlanmak suretiyle aşağıdaki parçaları uygun bölümlere yerleştirdiğinizde bulmacayı tamamlayacaksınız. H B A R Y İ A A Y 64 I L E K M A B E Y H E B B E E N S O R T M U S M B R S E İ F T İ E O S M L O R E İ A R L İ R T E A A N A R Z K S A N O O Y A İ M E P E A N G A Z İ S İ L D U T İ R T T İ B E L A S E E N L E A M E N S A K A N G O N A L T E T İ M A L O E B K A T A A Y I R M E O K N Ç M D A İ A M T C E U N K A U İ K T U N A K O A K I C A R H U A R T K U A A Geçen Sayıdaki Bulmacanın Çözümü gemport@gemport.com.tr www.gemport.com.tr GEMPORT BİR TÜRKİYE İŞ BANKASI KURULUŞUDUR İHRACATA GİDEN YOL Gemport Gemlik Liman ve Depolama İşletmeleri A.Ş. Kocaçukur Mevkii. Tel: +90 224. 524 77 20 (Pbx) Fax: +90 224. 524 88 30 P.K. 101 16600 Gemlik / BURSA