File
Transkript
File
ULUSAL SOSYAL BİLİMLER OLİMPİYATI (USOBO) METİN ANALİZİ PSİKOLOJİ DÂHİLİK VE DELİLİĞE DAİR BARKOD OKUMALARI SEVDE ÇOBANOĞLU DANIŞMAN: BAYCAN AYBEK 2013 DÂHİLİK VE DELİLİĞE DAİR BARKOD OKUMALARI “Deli olmak büyük bilgelik, hekimlik cahillik ve normallik deliliktir.” Hippokrates Nermi Uygur, Dilin Gücü adlı kitabında “İnsan dil ile düşünür ve ancak dil içinde düşünür.” der. İnsan dilinin olanakları ölçüsünde düşünür ve düşüncelerini ancak dil ile aktarabilir. Dil ise kültürün şekillendirmesi ve belirleyiciliği altındadır. İnsanın en yalın gündelik eylemlerinden (örneğin su içmek…) en soyut ve karmaşık eylemlerine (örneğin sanat ve felsefe…) kadar her derecedeki yapıp etmeleri düşünmenin ve dolayısıyla kültürün tesiri altındadır. Yani insanın temel ayırt edici özelliklerinden biri olan düşünme yeteneği sadece dille ve bireyin düşünme gücüyle değil bireyin içinde yaşadığı toplum ve toplumun üzerinde yaşadığı nesnel dünya ile de bağlantılıdır. Bu bakış açısına göre düşünme edimi ile kültür birbirinden ayrı ele alınamayacak kavramlardır. İnsan düşüncesinin ve ürünlerinin en üst basamağında yer alan sanat, bilim felsefe gibi etkinlikler bir yandan kültür dünyasının izlerini taşırken bir yandan da zeka ve yaratıcılık gibi bireysel yeteneklerin olanakları ölçüsünde varlık kazanır. Sanatsal, felsefi veya bilimsel diye adlandırılan üst düzey zihinsel faaliyetler büyük bir yaratıcı zekayı ve dehayı gerektirir. Bu yazının konusu olan deha ve yaratıcılık ile delilik, günlük yaşamın içinde karşılaşılabilinen ve bazen sanki iç içe geçmişlermiş illüzyonunu yaratan dolayısıyla da geniş toplum kitlelerince zaman zaman aynı anlamda kullanılan kavramdır. Bu yazı, hem psikiyatrik hem de gündelik dildeki anlamıyla delilik ile dehanın yakın ve çoğu zaman aynı akılda aynı anda yaşayabilen kavramlar olduğu tezi üstüne inşa edilmiştir. Sanat; bir duygunun, tasarının ya da güzelliğin anlatımında kullanılan yöntemlerin tümü ya da bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılıktır. (http://sanat.nedir.com) Sanatın ortaya çıkması için yaratıcılık kaçınılmaz bir gerçektir. Yaratıcı, olay ve durumlara farklı perspektiflerden bakabilme yetisine sahiptir. Dolayısıyla yaratıcılık, sanatın yapıtaşlarından biridir. Aynı zamanda dâhiliğin özünde bulunan bu kabiliyet neticesinde, sanatçıların çoğu birer dâhidir. Dâhilik basitçe; yaratıcı yeteneğin, insan zekâsı ve kişiliğinin yeni olanaklara yol açan en yüksek derecesi demektir.(TDK). Delilik ise aklını yitirmek, akli dengesini bozmak anlamındadır. (TDK)... Günlük yaşamda ise alışılmış kalıpların dışında davranan, toplumsal beklenti ve normların dışına çıkan kişiler “deli” olarak nitelenir. Oysa bu tarzda gelişen her davranış patolojik bir vaka değildir. Uyumsuz bir davranış istençli bir tercihin, basit bir ilgi çekme arzusunun, bir protestonun, marjinal bir kişiliğin veya deliliğin dışında başkaca bir çok şeyin göstergesi olabilir. Tanımı yapılan bu iki kavram –dahilik ve delilik- birbirine oldukça uzak görünse de kavramlar analitik bir bakışla ele alındığında aralarında ince bir çizginin olduğu anlaşılacaktır. Bu konudaki çalışmalarıyla bilinen Morie Lacan deliliği aşağılık, mantık yoksunluğu olarak algılayan psikiyatrik teorilere karşıdır. Lacan, insanın, varlığını deliliğe gönderme yapmaksızın anlayamayacağını, özgürlüğünün sınırı olarak deliliği içinde taşımaksızın insan olamayacağını belirtmiş, sosyal problemlerin psikiyatrik problemler gibi maskelenmesine itiraz etmiş ve 'tedavi', 'iyileşme' gibi kavramlara karşı çıkmıştır.(http://www.lavinyaoz.com) Yine Jamison KR da deliliğin günümüzden iki bin yıl önce ilahi bir esin olarak kabul edildiğini ve seçilmiş kişilerde hayat bulduğunu söyler. (Jamison KR, Psikiyatri, 1989. Aktaran; Aksoy, 2011) Bu savlardan yola çıkılarak, delilik ile dâhiliğin birbirine yakın olduğu sonucuna ulaşılabilir. Bu farklı yorumlamanın pek çok nedeni olmakla birlikte sayılabilecek sebeplerden biri de kavramın günlük dilde de kullanılması ve akademik tanımlanmasıyla gündelik dilde yüklenen anlamın birbirinden haylice uzak olmasıdır. Toplumsal yaklaşımın dışına çıkılıp sanatçıların perspektifiyle bakılırsa delilik diye addedilen bazı hallerin dâhiliğe yakınlığını daha kolay anlaşılacaktır. Dâhi ile dehaya sahip olmayan insan arasındaki ayrım pratikte izlenebilen ancak tarifi pek zor olan bir durumdur. Rönesans sonrası XIX yy. araştırmacıları, psikopatolojinin izlerini araştırmaya çalışırken XX yy. araştırmacıları yaratıcılık ve akıl hastalıkları (dâhilik olduğunu varsaydığımız) arasındaki bağı araştırmaya ağırlık vermişlerdir. Konuyu bilimsel bir metodolojiyle ele almaya çalışan Ludwig, yaptığı araştırmasında bin beş kişiyi denek olarak kullanmıştır. Seçien denekler, iki grupta incelemiştir. Birinci gruptakiler, 'yaratıcı mesleklere sahip olan (şair, ressam, heykeltıraş, müzisyen) kişiler, ikinci gruptakiler de pek yaratıcı olarak kabul görülmeyen (politikacı, asker, siyasetçi, fen bilimci) mesleklere sahip olan kişilerdir. Araştırma sonuçlarına göre, ilk grubun depresyona girme oranı %57-66 arasında değişirken ikinci grubun oranı ise %5 civarındadır. (Ludwig (1989). (Bu çalışma NewYork Times Book Review 'ın 1960-1990 yılları arasında yayınlanan sayılarına konu olmuş bazı kişilerin biyografilerinden yararlanılarak yapılmıştır. Ayrıca üçüncü şahısların yorumları ile biyografi yazarının gözlemleri de ele alınmıştır. Bu nedenle pek güvenilir bir araştırma olarak kabul görmez.) Konuyu ele alan bir diğer araştırmacı Andreasen'dır. Andreasen, 1972 yılında başlayıp ve 1987 yılında yayınlanan araştırmasında Iowa Yazarlar Kulübüne katılan otuz seçkin yazar üzerinden bir çalışma yürütmüştür. Bu kişilerde %80 oranında affektif bozukluk ( kaba ve basit tabiriyle dengesizlik ) ve %30 oranında alkolizmin olduğu bulgusuna ulaşılmıştır. Değerlendirmelerinde WAIS IO ve Roven Progresif matrislerini kullanmıştır. Fakat bu da bize tam olarak bir sonuç vermez. Çünkü vaka ile kişi sayısı az ve çalışma evreni sadece edebiyat alanıyla sınırlıdır. Ayrıca görüşme formları kendi yapılandırma sürecinden geçtiği için evrensel olarak kabul görülen bir çalışma olmamıştır. Bahsedeceğimiz son çalışma konu hakkında bilimsellik niteliği taşıyan bir çalışma ve değerlendirme olarak kabul edilir. Juda, XIX yy’da Alman sanatçı ve bilim insanları arasında bir araştırma sürdürmüştür. Bunların yüz on üç tanesi sanatçı (on iki mimar, on sekiz heykeltraş, otuz yedi şair, yirmi ressam, yirmi altı besteci ) ve yüz seksen bir tanesi bilim insanı ( yüz on iki doğa bilimci, dokuz teknik , elli bir teorik bilimler, dokuz idari bilimler). Bu deney, sözel yerine tarihsel süreçte ele alınmış ve daha sağlıklı bilgiler elde edinilmiştir. Sanatçılardan oluşan grubun, kişilik bozukluğu ve eksitasyona eğilimli olduğu saptanmış ve bunların %50sinin psikopatolojik değerinin diğerlerine göre çok daha yüksek olduğu anlaşılmıştır. Araştırma, dâhilerin yaratıcıklarının normal insanlara göre daha geniş düzeyde olduğunu göz önüne sermektedir. Bu verilere dayanarak, ruhsal bozuklukla birlikte gelen delilik bizi dâhiliğin kapısına çıkarıyor, denebilir. Bu noktada rastlanan ilginç bir olgu, sanatla uğraşan ve deha diye nitelenen pek çok kişinin, benzer davranışlar sergilediği ve bunları klinik psikolojinin iki başlık altında topluyor olmasıdır: Disleksi ve Asperger Sendromu. Asperger Sendromu ilk olarak İrlanda’da yapılan bir araştırma sonucu keşfedildi. Prof. Michael Fitzgerald, asperger Sendromuna neden olan genin zekânın normal işleyişini etkilediğini ve sendrom ile yaratıcılığın bir madalyonun iki yüzü gibi olduğunu, biri olmadan diğerinin olamayacağını söylemiştir. İngiliz Otizm Birliği üyesi Dr. Judith Gould, Fitzgerald'ın 'Sanatsal Yaratıcılığın Genetik Kökü' adlı kitabı için '' Aslında anlamlı bir teori. Çünkü asperger sendromu taşıyan bireylerin kimi yetenekleri diğer özelliklerine göre daha çok gelişmiştir. Bu ise delilik dediğimiz vakada sıkça görülen bir unsurdur.'' demiştir. Disleksi Hastalığı ile ilgili ilk çalışmayı da nörolog Samuel T. Orton üstlenmiştir. Hastalığın belirtileri; okuma, yazma, akıl yürütme, dinleme, konuşma gibi becerilerin kazanılmasında güçlük çekilmesidir. Yunan kökenli olan bu sözcük (dyslexia) 'kelime kullanımında yaşanan güçlük' olarak çevrilebilir. Disleksi hastaları okuyamaz, okuyanlar harfleri karıştırır, okuduğunu unutur ve zekâ düzeyleri ya normal ya da normalin üstündedir. İzafiyet Teorisi bulan Alber Einstein, kalipso müziğinin duayeni Herry Belafonte, büyük mimar, heykeltıraş, ressam Leonardo Da Vinci, sinema oyuncusu Tom Cruise, İrlandalı yazar Yeats, başta 'Düşünen Adam' olmak üzere birçok değerli eserin altına imzasını atmış olan heykeltıraş Rodin, sağırken bestelediği dünyaca ünlü 9.senfonisi ile tanınan Beethoven ve ondan eksik yanı kalmayan Mozart gibi ünlüler disleksi hastalığına sahip kişilerden bazılarıdır. Ayrıca çalışmalar sonucu 'Hayvanlar Çiftliği' kitabının yazarı George Orwell’ın da bir disleksi hastası olduğu anlaşılmıştır. Orwell, zayıf sosyal ilişkiler, tek bir alana odaklanma, tekrar yapmaktan hoşlanma gibi tipik disleksi özellikleri sergiliyordu. Bu insanlar aynı zamanda asperger sendromuna da sahiptirler. Dâhi diye nitelendirdiğimiz kişilerin sanatsal yönleri de kişiliklerinde ön plana çıkmıştır. Yaptıkları olağanüstü işlerle farklılıklarını kanıtlamış ve dâhi sıfatını kazanmışlardır. Fakat aynı zamanda hepsi halk dilinde çok kaba tabiriyle deli diye nitelendirilen disleksi ve asperger rahatsızlıklarına sahiptiler. Belki de dehalarını bu hastalıklara borçludurlar diyebiliriz. Bu ünlü insanlar yaşamlarının ilk döneminde aileleri ve çevreleri tarafında deli olarak nitelendirilmiş ve sonradan dâhi oldukları anlaşılmıştır. Dâhi oldukları ise yaptıkları işlerle ortaya çıkmıştır. Buda demek oluyor ki eğer bu insanların icraatları olmasa veya halka arz edilmese toplum yine onlara deli gözüyle bakacaktır. Onların gerçekten deli ya da delilik ile aralarında ufak bir çizgi olan dâhi sıfatını taşıdıklarını bilimin getirdiği yeniliklerle anlıyoruz. Görünen o ki tarih boyunca hemen tüm toplumlar bu çelişkiyi yaşamışlar, dehayı deli diye nitelendirmişlerdir. Alman yazar Christoph Martin Wieland'ın kaleme aldığı Corpus Hippocratium (Eşeğin Gölgesi Davası) adlı kitapta Trakya’nın Ege kıyısında kurulmuş bir yunan kenti olan Abdera’nın halkı Abderalılar aptallıkları ile ünlü bir topluluktur. Abderalılar hakkında aldığımız bilgiler dönemin hekimi Hippokrates'in mektuplarına dayanmaktadır. Hippokrates'in mektuplarında anlatılan olay kitapta üç bölümden oluşmaktadır. Birinci ve ikinci bölümde; dâhi ve dar kafalı insanları anlatır. Abderalılar kitapta o bölgede yaşayan tek olağanüstü adam diye tanımlanan filozof ve doğa bilgini Demokritos'u hiç sevmezler. Araştırmaları, çalışmaları, düşünceleri, felsefi çıkarımları ve kurduğu cümlelerle toplumun tepkisini kazanmıştır Demokritos. Abderalılar dönemin hekimi Hippokrates'e danışıp Demokritos’a deli teşhisi koyması umuduyla onu şehirlerine davet etmişlerdir. Ama dâhi diyebileceğimiz Hippokrates, 'deli olmak büyük bilgelik, hekimlik cahillik ve normallik deliliktir ' şeklinde bir kanıya varır. Ona göre gerçek hastalık ( dâhiliğin özündeki delilikten bahsetmiyor) büyük bir adamı (dâhi) iyileştirme kaygısına girilmesidir. Abdera halkında olduğu gibi. Var olan delilik bizim yüklediğimiz anlam dışında bir anlam barındırıyor. Bilindiği gibi dâhilerin dünyasında asıl hastalıklı biziz. Bunu destekler nitelikte Hippokrates'in 'cahillik ve normallik deliliktir' sözünü kanıt olarak kullanabiliriz. Bugün, dahi olarak nitelenen Efesli büyük filozof Herakleitos da yaşadığı dönemde “Deli Heraklit” diye anılıyordu. Mensup olduğu aile Efes’te Kral-Rahip olan bir aileydi. Krallık sırası kendisine geldiğinde tapınağa çekilip çocuklarla aşık oynayan ve sırasını kardeşine devreden Heraklit, kendisine hayretle bakan halka, "Ne şaşıyorsunuz reziller? Yoksa böyle yapmak sizinle birlikte devlet yönetmekten daha iyi değil mi?" diye seslenmişti. Deha ve erdemi algılayamayan kitle bu aykırı davranışı da delilik olarak görüyor. Sinop’ta doğup İyonya’ya göç eden ve Büyük İskender’e “gölge etme başka ihsan istemem” deyişiyle bilinen büyük düşünür Sinoplu Diogenes, panteist stoa felsefesinin temsilcilerinden biriydi. Doğayla uyum içinde yaşamayı, mülkten kaçınıp sadelikte huzuru bulmayı öğütleyen bu anlayışa göre yaşayan Diogenes’in evi bir fıçı idi. Aynı zamanda çok büyük bir optik bilimci olan Diogenes de deli damgası yemiş dâhilerdendir. Deha ile deliliğin sınırlarının birbirine geçtiği sahalardan biri de edebiyatta, şiir alanında, kendini gösterir. Şathiye diye adlandırılan şiir türünde alaycı ve şakacı bir tavırla yazılan tasavvufi düşünceler, normal - anormal, dâhi-deli sınırının flulaştığı bir mecradır. Genelde tanrıya sesleniş veya ondan bahsetme vardır. Kaygusuz Abdal, Hâlükârda ve Mevlana bu manzum şiirin önde gelen isimlerindendir. Alevi-Bektaşi tarikatlarında yaygın olan bir türdür. Halk tarafından çok fazla tepki çeken bu şiirlerin tepki çekmesinin nedeni halk tarafından yanlış anlaşılmasıdır. Halk şathiye şiirini tanrı ile dalga geçme babında bir tür sanır ve bu yüzden yazanların birer sapkın ve yazılanların saçmalık olduklarını düşünürler. Sadece tanrıya yapılan atıflardan dolayı değil, dışarıdan bakınca bütünlük sağlayamayan kelime dizilerinin bulunduğu, anlam ilişkileri kuramadıkları cümleleri de birer saçmalık olarak adlandırırlar. Yine o ince çizgiyi ayırt edemeyen bir toplumdan örnek verelim; Yunus Emre’nin 'Çıktım Erik Dalına' adlı şiirinin ilk beyti ; 'çıktım erik dalına anda yedim üzümü/ bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu' şeklindedir. Is sahip demek ve kakımak da çok kızmak, azarlamak anlamındadır. Koz ise ceviz anlamındadır. şair erik ağacına çıkıyor ve üzüm yiyor. Bostan sahibi ise neden ceviz yedin diye kızıyor. Niyazi Mısri şiiri şöyle yorumlar: Bu beyitten murat oldur ki; her amel ağacının bir türlü meyvesi ve yemişi olur. Ve zahirde her meyvenin bir mahsus ağacı olduğu gibi, her ilmin bir mahsus aleti vardır. Anın ile hâsıl olur. Mesela ilm-i zahirin hulusüne alet; lügat ve sarf ve nahiv ve âdab ve mantık ve meani ve hikmet ve hey’et ve kelam ve hadis ve usül ve fıkıh ve tefsirdir. Ve ilm-i batının hulusüne alet; evvela hulus-ü daim ve olgun Mürşid nefesi ile fasılasız zikir ve az yemek ve az konuşmak ve az uyumak ve yalnız kalmaktır. Ve ilm-i hakikatin hulusüne alet; terk-i dünya ve terk-i ukba ve terki terk etmektir. Buradan da anlaşılacağı üzere yazılanlar dışarıdan deli saçması gibi görünse de aslında her biri aklın ürünü ve içlerinde felsefi, edebi düşünceler bulunduran şiirlerdir. Yine bir önyargı ile toplumdan farklı olanı, farklı türde alışagelmişin dışında bir şiir kaleme alanları ötekileştirmiş ve 'deli' olarak adlandırmışlardır. Oysa o şiirler ve onların sahibi şairler birer dâhilerdir. Yakın tarihimizde de bunun örneklerini bulmak mümkün. Demokritos'un yaşadıklarının bir benzeri de Einstein'ın başına gelmiştir. Dört işlemi yapmakta güçlük çektiği söylenen Einstein, geri zekalı diye okuldan atılma raddesine kadar gelmiştir. Hem de bunu isteyen okulun fizik öğretmeniydi. Belki de gelmiş geçmiş en büyük fizikçiyi bir fizik öğretmeninin aptallıkla ve delilikle itham etmesi son derece ironik bir durumdur. Tüm bunlara bakarak toplumun kabul ettiği “normal” ve “anormal” kavramlarının tekrar gözden geçirilmesi gerektiği söylenebilir. Norme kelimesi Fransızca bir sözcüktür ve kural, standart, ölçü anlamlarına gelir. Normal kelimesi de Fransızcadır ve norme kelimesinden türetilmiştir. Kurallara uyan, ölçüyü aşmayan anlamındadır. Anormal ise kurallara uymayan anlamına gelir. Psikolojide normal insan; ruh sağlığı yerinde olan kişi anlamındadır. (Aşan (2011). Normal insan için; sosyal, sevgi ve saygı ilişkisi içinde büyümüş, özgüven ve sorumluluk sahibi, bir amaca yönelik yaşayan, yaşamında belirli unsurlara bağlı olmayan, değerleri ve amaçları yaşadığı toplumla çelişmeyen, ailesi, arkadaşları, sevdikleri ve çevresi tarafından sevilme, sayılma, korunma gibi değerlere sahip olan, günlük stresler dışında yaşamında zorluk ve güçlük çekmeyen kişi şeklinde bahsedilmiştir. Normatif ölçüye göre yargılamayı yapan kişiye ters düşen, onun görüşlerine aykırı olan, anormaldir. İnsan davranışlarının anormalliği denilince akla gelen ilk kavramlardan biri akıl hastalığıdır. Bir insan böbrek, mide hastası olabilir yani bedenin belirli bir bölgesinde biyolojik bir kusur meydana gelebilir. Ama akıl bedenin bir kısmı olmadığından onun biyolojik anlamda hasta olduğunu söyleyemeyiz. Akıl hastalığının ölçütü olarak böbrek hastalığındaki gibi net tıbbi veriler sunulamaz. Bu noktada karşımıza akıl hastalığının tanımında kesin tıbbi veriler kullanamayacağımız sonucuna ulaşılmaktadır. Bu yüzden bilim dallarının (mesela psikoloji) normal ve anormal davranışlar hakkında birincil dereceden söz sahibi olmaları da üzerinde durulacak bir konudur. Antipsikiyatr adı verilen akımın ünlü isimlerinden Thomas Szasz'a göre psikolojik teşhisler; lekeleyici, insanları damgalayıcı etiketlerdir. Bu etiketler tıbbi teşhisi temsil ederek bir şekilde klişeleştirilmiş ve başkalarının canlarını sıkan, onları kızdıran davranışlarda bulunan kişilere yakıştırılarak kullanılmıştır.(Miller 1991) ve güvenilir bir normallik ölçütünden bahsetmenin çok güç olmasıyla birlikte, "insan davranışlarında normalliğin" tanımı ile ilgili olarak iki yaygın görüşün var olduğu söylenebilir. Bunlardan birincisi; söz ettiğimiz gibi sağlıklı olmak yani klinik semptomlara sahip olmamak olduğu görüşüdür. Nasıl ki akıl hastalığı için ölçü koyamayız dediysek normalliğin ölçüsü açısından da belirli bir sınır koyamayız. Çünkü bu kişisel değer, yargı ve görüşlerden arındırılmış bir şekilde önümüze gelmez, güvenilir olmaz. İkinci yargı ise; normalliğin matematiksel bir olgu olmasıdır. Çan eğrisi şeklinde bir dağılımın uç noktalarında kalanlar azınlıklar yani anormaller, alt tarafta kalanlar ise çoğunluk yani normallerdir. (Geçtan 1994) Bu yargıdan çoğunluğun davranışı normalliğin ölçütünü oluşturduğunu anlamaktayız. Fakat çeşitli toplumlarda farklı şekilde zuhur edeceğini ve normalliğin ölçütünün değişeceğini bilmemiz gerek. Örneğin çoğunluğun okul forması giydiği okul ortamında serbest kıyafet giyerseniz bu anormal karşılanır. Fakat serbest kıyafet çoğunluğun giydiği bir kıyafet olduğunda okul forması giyen kişi anormaldir. Bunun için Türk ve Amerikan okullarını örnek gösterebiliriz. Çoğunluğun yaptığı normaldir anlayışı diğerine göre daha kabul görülebilir bir seçenektir. Bir ülkedeki yaygın davranışın o ülkenin değerleri ile iç içe olduğu aşikardır. Bu yüzden bu yargı değerler arası farklılık gösterir diyebiliriz veya Zihni hastalık anlamında anormallik, "gerçeklikle" bağlantının kopması veya zayıflaması olarak tanımlanabilir. Sözü edilen "gerçekliğin", farklı kavrayışlara göre farklı mahiyete sahip olabileceğini hatırlatmakta fayda görüyoruz. Örneğin çok sayıda peygamberin toplum tarafından "anormal", "akli dengesi bozuk kişiler" olarak kabul edildiğini bilmekteyiz. Lût peygamber, eşcinselliğin "istatistiksel olarak normal" kabul edilebilecek düzeyde yaygın olduğu bir toplumda, bu tür ilişkilerin sapıklığını vurguladığı için o toplum içinde "anormal" durumuna düşmüştür. Aynı şekilde bu ifadeyi şuan Japonya’da kullansak aynı tepkiyi alırız. Fakat Arabistan’da böyle bir cümle kurulsa kimse bunun yanlış tarafının olduğunu düşünmez. Sonuç; Tüm söylenenlerden çıkacak sonuç önermesi şudur: bilimsel yaklaşımların hiçbiri insan davranışları için tutarlı ve geçerli bir normallik ölçütüne ulaşamamaktadır. Totalde çıkaracağımız sonuç ise; bizim anormal olarak bahsettiğimiz disleksi hastalıklı veya asperger sendromlu insanlar azınlık grubunu oluşturduğu için anormaldir diye düşünülüyor. Ama çoğunluğa bakılamayacağını anladığımız üzere onlara anormal demenin ne kadar etik olduğu tartışılması gereken bir durumdur. (Ural 1995) Günümüzde dahi olarak gösterilen pek çok kişi yaşadıkları dönemde delilikle itham edilmişlerdir. Tarih boyunca dünyanın farklı yerlerindeki çok farklı toplumlar deha ile deliliği aynı kefeye koymuşlardır. Yetiştirdikleri dâhileri deli diye adlandırmışlardır. Bu aksak adlandırma da toplumların cehaletinden ya da evrensel bir yorumlama hastalığından değil deha ile deliliğin yakın olgular olmasından kaynaklanmaktadır. KAYNAKÇA Kitap Aşan,E,10.sınıf Psikoloji Ders Kitabı,Ekoyay Yayınları,(2011). Geçtan,E,Psiko-Dinamik Psikiyatri ve Normal Dışı Davranışlar,Remzi Kitabevi,(1994). Miller,J,Thomas Szasz'la Bir Konuşma,İz Yayıncılık,(1991). Wieland,CM,Eşeğin Gölgesi Davası,İnkılap Yayınları(1999). Yakıt ,İ,Çıktım Erik Dalına,T.C Kültür Bakanlığı Yayınları,(2002). Makale Andreasen,NC,Creativity and mental illness; prevalence in writers and their first degree relatives, Am J Psychiatry,(1987). Andreasen,NC,Glick I Bipolar affective disorder and creativity: implication and clinical management. Comprehensive Psychiatry,(1988). Hegel,G.F.W.:Hegel Sämtliche Werke, Band XX, Jenenser Realphilosophie II Vorlesungen von 1805/1806, hrsg. von G. Lasson, Leipzig,(1931). Jamison,KR,Manic depressive Illness and Creativity. Sci Am,(1995). Jamison,KR,Mood disorders and patterns of creativity in British writers and artists. Psychiatry,(1989). Jamison,KR,Manic Depressive Illness. Oxford University Press Second, edition Part III Psychological Studies,(2007). Juda,A,The Relationship Between Highest Mental Capacity And Psychic Abnormalities. Am J Psychiatry,(1949). Ludwig,A,Creative Achievement And Psychopathology: Comparison Among Professions. Am J Psychother,(1992). Ludwig,A,Mental İllness And Creative Activity İn Female Writers. Am J Psychiatry,(1994). Ludwig,A,Reflections on Creativity and Madness. Am J Psychother,(1989). Ural,M, Normalliğin Anlamı Üzerine,Haksöz Dergisi,sayı 56,(1995). İnternet Sitesi http://sanat.nedir.com/#ixzz2MwEfSqc3 http://www.lavinyaoz.com/lavinya-oz/delilik-ve-dahilik-arasindaki-siluetler