Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği Lizbon Stratejisi ve
Transkript
Avrupa Birliğinin Sosyo-Ekonomik Geleceği Lizbon Stratejisi ve
T.C. MALĐYE BAKANLIĞI AVRUPA BĐRLĐĞĐ VE DIŞ ĐLĐŞKĐLER DAĐRESĐ BAŞKANLIĞI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN SOSYO-EKONOMĐK GELECEĞĐ: LĐZBON STRATEJĐSĐ VE KÜRESELLEŞME Avrupa Birliği Uzmanlık Tezi Latif YILMAZ AB Uzman Yardımcısı Ankara Ekim 2008 YAZARIN ÖZGEÇMĐŞĐ Latif YILMAZ 1979 yılında Gaziantep’te dünyaya geldi. Đlkokul, ortaokul ve lise eğitimini Gaziantep’te tamamladı. 2003 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Đktisat Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl ODTÜ Đktisat Bölümü’nde yüksek lisans çalışmalarına başladı. 2005 yılının Mayıs ayında açılan sınavla Maliye Bakanlığı Avrupa Birliği ve Dış Đlişkiler Dairesi Başkanlığı’nda Avrupa Birliği Uzman Yardımcısı olarak göreve başladı. AB Uzman Yardımcılığı süresince Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri çerçevesinde Sermayenin Serbest Dolaşımı, Yargı ve Temel Haklar ile Adalet, Özgürlük ve Güvenlik konularında çalıştı. Ankara Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Merkezi (ATAUM) tarafından 2007 yılında düzenlenen “Avrupa Birliği Uzmanlık Eğitimi” kursuna katılım sağladı. Đngilizce ve Fransızca bilen yazar, ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde Doktora çalışmasını sürdürmektedir. i KISALTMALAR AB Avrupa Birliği (European Union - EU) ABD Amerika Birleşik Devletleri (United States of America- USA) AGP Avrupa Gençlik Paktı (European Youth Pact - EYP) AĐS Avrupa Đstihdam Stratejisi (European Employment Strategy - EES) AKM Açık Koordinasyon Metodu (Open Coordination Method – OCM) ASF Avrupa Sosyal Fonu (European Social Fund - ESF) AYB Avrupa Yatırım Bankası (European Investment Bank - EIB) AYTE Avrupa Yenilik ve Teknoloji Enstitüsü (The European Institute of Innovation and Technology - EIT) BĐT Bilgi ve Đletişim Teknolojileri DTÖ Dünya Ticaret Örgütü (World Trade Organization - WTO) GSYĐH Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (Gross Domestic Product - GDP) KOBĐ Küçük ve Orta Büyüklükte Đşletme OTP Ortak Tarım Politikası (Common Agricultural Policy - CAP) URP Ulusal Reform Programları (National Reform Programmes - NRPs) ii ĐÇĐNDEKĐLER YAZARIN ÖZGEÇMĐŞĐ.............................................................................................. i KISALTMALAR ......................................................................................................... ii ĐÇĐNDEKĐLER ...........................................................................................................iii TABLOLAR ............................................................................................................... vi GĐRĐŞ ........................................................................................................................... 1 BĐRĐNCĐ BÖLÜM DÜNYA EKONOMĐSĐNDE YAPISAL DÖNÜŞÜM VE KÜRESELLEŞME 1.1 KÜRESELLEŞME NEDĐR?................................................................................ 6 1.2 ĐKĐNCĐ DÜNYA SAVAŞI SONRASI EKONOMĐK DÜZEN VE DÜNYA EKONOMĐSĐNDE KRĐZ .............................................................................................. 13 1.2.1 Yeni Smithçi Kuram: Esnek Uzmanlaşma.............................................. 15 1.2.2 Yeni Schumpeterci Yaklaşım: Tekno-Ekonomik Paradigma.................. 17 1.2.3 Yeni-Marksist Yaklaşım: Düzenleme Okulu........................................... 20 1.3 DÜNYA EKONOMĐSĐNDE DÖNÜŞÜM VE YENĐ EKONOMĐ .............................. 24 1.3.1 Artan Küresel Ticaret ve Üretimin Mekansal Olarak Parçalanması .... 26 1.3.2 Đletişim ve Ulaşım Teknolojilerinde Değişim ve Yeni Bilgi Ekonomisi.. 33 1.3.3 Mali Piyasaların Küreselleşmesi ........................................................... 34 1.3.4 Hizmet Sektörü, Tüketim ve Turizm ....................................................... 35 1.3.5 Üretimin Küresel Ölçekte Parçalanmasının Đstihdam ve Ücretler Üzerindeki Etkisi ................................................................................................ 36 1.3.6 Küreselleşme ve Avrupa Birliği ............................................................. 37 1.3.7 Genel Karakteristikler............................................................................ 39 iii ĐKĐNCĐ BÖLÜM SAVAŞ SONRASI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN SOSYO-EKONOMĐK PERFORMANSI 2.1 AVRUPA EKONOMĐSĐ VE SORUNLARI: ABD ĐLE KARŞILAŞTIRMA ............... 42 2.2 AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE ĐŞSĐZLĐK SORUNU ..................................................... 57 2.3 AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NDE SOSYAL GÜVENLĐK SORUNU .................................... 62 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EKONOMĐK BÜYÜME VE KAYNAKLARI 3.1 SMITH, RICARDO, MALTHUS VE MARX ...................................................... 65 3.2 SOLOW BÜYÜME MODELĐ ........................................................................... 67 3.3 YENĐ BÜYÜME TEORĐLERĐ: ĐÇSEL BÜYÜME TEORĐLERĐ ............................... 68 3.4 KURUMSALCI BÜYÜME TEORĐLERĐ ............................................................. 72 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM LĐZBON STRATEJĐSĐ: DOĞUŞU VE GELĐŞĐMĐ 4.1 LĐZBON STRATEJĐSĐ’NĐN DOĞUŞU ................................................................ 78 4.2 LĐZBON STRATEJĐSĐ’NĐN SORUNLARI VE REVĐZYON .................................... 83 4.3 LĐZBON STRATEJĐSĐ : TEŞHĐSLER, ÇÖZÜM YOLLARI VE HEDEFLER .............. 90 4.3.1 Lizbon Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2000 ........ 91 4.3.2 Stockholm Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2001 103 4.3.3 Barselona Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 15 - 16 Mart 2002. 108 4.3.4 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 20 - 21 Mart 2003..... 112 4.3.5 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 25 - 26 Mart 2004..... 112 4.3.6 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 22 - 23 Mart 2005..... 115 4.3.7 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 – 24 Mart 2006 .... 120 4.3.8 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 8 – 9 Mart 2007 ........ 123 4.3.9 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 13 – 14 Mart 2008 .... 124 4.3.10 2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber............. 133 iv BEŞĐNCĐ BÖLÜM LĐZBON STRATEJĐSĐ’NE ELEŞTĐRĐLER LĐZBON STRATEJĐSĐ’NE ELEŞTĐRĐLER............................................................ 141 SONUÇ .................................................................................................................... 157 KAYNAKÇA........................................................................................................... 161 v TABLOLAR Tablo 1.1 ABD Ekonomisi 1950-1980 Verileri Tablo 2.1 Avrupa’da GSYĐH Büyümesi (%) Tablo 2.2 ABD ve AB’nin Karşılaştırılması (ABD=100) Tablo 2.3 Avrupa’da Đşsizlik Oranları 1950-1998 (Đşgücünün Yüzdesi Olarak) Tablo 2.4 Avrupa’da Đşsizlik ve AĐS Hedefi (Đşgücünün Yüzdesi Olarak) Tablo 2.5 Avrupa’da Đstihdam Oranları Tablo 5.1 Đşgücü Verimliliği Seviyesi 1997-2007 (AB 27=100) Tablo 5.2 Ar&Ge Harcamaları 1997-2007 (% GSYĐH) Tablo 5.3 Avrupa Birliğinde Đşsizlik Oranları 1997-2007 vi GĐRĐŞ Dünya ekonomisi özellikle 1980’lerden bu yana çok önemli yapısal değişiklikler geçirmiştir. Bu dönem içerisinde yenilik üretimi, teknolojik gelişme, rekabetçilik, verimlilik, küreselleşme, ülkelerin karşılaştırmalı rekabet güçleri, bilgisayar, iletişim ve bilgi teknolojileri, genetik araştırmaları, biyo-teknoloji, eko-teknoloji, eko-enerji ve alternatif enerji kaynakları sıkça duyduğumuz kavramlar arasına girmiştir. Ülkeler arası rekabet, artan ticari ve mali ilişkilere bağlı olarak daha da şiddetlenmiş ve sağlıklı bir büyüme sürecinin yakalanması ve sürdürülmesi ekonomilerin sürekli yenilik üretmelerine ve yeni teknolojiler geliştirmelerine bağlı olmuştur. Bugünün dünyasında, herhangi bir ülkenin herhangi bir ticari ürününde rekabet gücünü ilelebet koruyacağını düşünmek zordur. Ülkelerin rekabet güçleri çok daha dinamik bir hal almıştır. Ülkeler izledikleri ekonomi politikalarına ve yapısal reformlara bağlı olarak artık daha dinamik bir yapıya sahip olma şansı edinmişler ve daha önce rekabet gücüne sahip olmadıkları ürünlerde söz sahibi olmaya başlamışlardır. Hindistan ve Çin ekonomileri bunun en iyi örnekleri durumundadırlar. Çin son 30 yılda izlediği politikalar sayesinde, daha önce başka ülkelerce üretilen bir çok üründe rekabet gücünü arttırmış ve dünya piyasalarında söz sahibi olmuştur. Hindistan bu noktada daha önemli bir başarı yakalamış, yeni dünya ekonomisinin üzerine kurulu olduğu bilgisayar teknolojileri ve yazılım alanlarında önemli atılımlar yaparak bu alanlarda dünyanın önemli ülkelerinden biri haline gelmiştir. Ancak bu sürece her ülke aynı şekilde adapte olmayı başaramamıştır. Başarı hikayelerinin yanında çok sayıda başarısızlık hikayesi de mevcuttur. Bir takım ülkeler bu süreçten tamamen koparak bir kısır döngü içerisine girmişken, gelişmekte olan bir çok ülke ise bu yapıya adapte olma çabası içerisindedir. Yeni sisteme adapte olmakta sadece az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler sorun yaşamamışlardır. Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik düzenin en başarılı örneklerini sergileyen Avrupa ülkeleri de son 30 yılda ortaya çıkan ve hızla yayılan yeni ekonomiye ve onun ekonomik ve sosyal sistemine adapte olmakta yeterince başarılı olamamışlardır. Avrupa ülkeleri arasında, özellikle Đrlanda ve Đngiltere gibi ülkeler bu sisteme görece kolay adapte olurken, Fransa ve Almanya gibi Avrupa ekonomisinin ve Avrupa 1 Birliği (AB)’nin motoru olan ülkeler yeni sürece adapte olmakta oldukça zorlanmışlardır. Olaya AB genelinde baktığımızda, AB ülkeleri yeni ekonomik sisteme ve onun unsurlarına adapte olmakta Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nin oldukça gerisinde kalmışlardır. 80’li ve 90’lı yıllara gelindiğinde, Avrupa ekonomileri 1950-1970 yılları arasında yakalamış oldukları ekonomik momentumun çok gerisinde bulunuyorlardı. 1950-70 yılları arasında hem ekonomik büyüme hem de refah devleti bağlamında - sosyal politika alanında - yakalanan başarı yerini düşük büyüme, işsizlik ve enflasyon sarmalına bırakmış durumundaydı. Özellikle işsizlik ve bunun sonucunda yaşanan sosyal güvenlik sorunları Avrupa ekonomilerini uzunca bir süre meşgul etmiştir. Bu dönemde önemli adımlar atılmaya çalışıldıysa da Đngiltere ve Đrlanda dışında pek bir başarı hikayesi ortaya çıkmamıştır. Avrupa’nın iki önemli ekonomisi olan Fransa ve Almanya işsizlik ve sosyal güvenlik sorunlarıyla uzun süre uğraşmak zorunda kalmış ve halen bugün de bu alanda yaşanan sorunlar ekonomi ve sosyal politikanın birinci maddeleri durumundadır. Bu çalışmada, Avrupa Birliği ülkelerinin 1980’lerden sonra belirginleşen bilgi tabanlı yeni ekonomiye ve bunun önemli bir taşıyıcısı olan küreselleşmeye adapte olma çabalarına Lizbon Stratejisi bağlamında değinilmeye çalışılacaktır. Birlik 2000 yılında kabul ettiği Lizbon Stratejisi’nden bu yana büyüme, yenilik yaratma, yeni teknolojiler üretme ve sosyal güvenlik alanlarında önemli çabalar sergileyerek bir çok alanda dikkate değer adımlar atmıştır. Bu çalışmanın konusu bu çaba ve politika önlemlerine yaşanan yeni ekonomik süreç ve büyüme modelleri bağlamında değinilmesidir. Çalışmanın birinci bölümünde, öncelikle Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ve işleyen ekonomik sisteme, sonrasında bu sitemin 1974 petrol krizi ile birlikte krize girmesine ve kriz sonrasında dünya ekonomisindeki yeniden yapılanmaya değinilecektir. Bu dönemlerde öne çıkan ekonomi ve maliye politikaları çerçeveleri, üretim ve tüketimin almış olduğu şekil, teknoloji ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiler, sosyal devlet uygulamaları ve ülkelerin büyüme performansları ele alınan 2 konular arasında olacaktır. Özellikle 1970-80 yılları arasında orta çıkan krizin sebepleri ve sonuçları ile kriz sonrası yeni ekonomik sistemin kurulması üzerinde durulacaktır. Bu bölümün son kısmında ise dünya ekonomisinde yaşanan, ekonomik, sosyal ve teknolojik dönüşümü tasvir etmeye ve bu dönüşümün saydığımız alanlarda ne gibi yenilikler, fırsatlar ve tehditler doğurduğuna değinilmeye çalışılacaktır. Çalışmanın ikinci bölümünde, bir önceki bölümde dünya ekonomisi bağlamında anlatılanlar Avrupa ekonomisi bağlamında değerlendirilecektir. Bu bölümde savaş sonrası dönemden bugüne kadar Avrupa ekonomisinin genel görünümünü ortaya konulacaktır. Üçüncü bölümde, bugünkü ekonomik yapıda ekonomik büyüme ve gelişmenin nasıl sağlandığını anlamak açısından ekonomik büyüme literatürüne göz atılacaktır. Öncelikle Solow büyüme modeline değinildikten sonra, 1980 sonrası ekonomik büyümeyi ve kaynaklarını daha güçlü bir şekilde açıklama kapasitesine sahip olan içsel büyüme teorilerine ve kurumsalcı yaklaşıma değinilecektir. Solow modeli, sermaye birikimi, işgücü miktarı ve verimliliği merkeze oturturken, içsel büyüme teorileri bu modelleri daha da ileri taşımakta ve modellere beşeri sermaye, beşeri altyapı, teknoloji geliştirme, Araştırma ve Geliştirme (Ar&Ge) faaliyetleri gibi unsurları eklemektedir. Kurumsalcı bakış işe ekonomik büyümede kurumların önemine değinmektedir. Bir sonraki bölümde ayrıntılarıyla incelenecek olan Lizbon Stratejisi’nin bileşenleri tam da bu yeni büyüme modellerine ve kurumsalcı analize uygun bir yapıya sahiptir. Strateji’de en fazla vurgulanan unsurlar, içsel büyüme teorilerinde olduğu gibi beşeri sermayenin geliştirilmesi, yenilik üretilmesi ve Ar&Ge faaliyetlerine ağırlık verilmesi iken, kurumcu yaklaşıma uygun olarak da Avrupa Birliği (AB) kurumlarının yeniden yapılandırılmasıdır. Çalışmanın dördüncü bölümünde, Lizbon Stratejisi ortaya çıktığı ilk günden bugüne kadar ayrıntılarıyla değerlendirilecektir. Öncelikle Strateji’nin geçirmiş olduğu süreç hakkında genel ve özet bir bilgi verilip sonrasında ise 2000 yılında kabul edilen ilk Lizbon Stratejisi’ne ve 2005 yılında revize edilen haline değinilecektir. Bu kısımlarda, Lizbon Stratejisi’nde öne çıkan ekonomi ve sosyal politika önlemleri ve 3 araçları üzerinde durulacaktır. Bunlara ek olarak, süreç içerisinde Strateji bağlamında nelerin başarılıp başarılmadığı ve revize ihtiyacının neden ortaya çıktığı ele alınacaktır. Strateji incelenirken faydalanılacak temel kaynaklar Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirileri olacaktır. Bilindiği üzere 2000 yılında Lizbon’da gerçekleştirilen Avrupa Konseyi Toplantısında Strateji kabul edilmiş ve ondan sonra her yıl Mart ayında yapılan Konsey Toplantılarında Strateji gözden geçirilerek hem Strateji’nin kat ettiği yol değerlendirilmiş hem de ilerisi için politika önerilerinde bulunulmuştur. Bu bildiriler Strateji’nin temel politika bileşenlerini anlamak açısından oldukça önemlidir. Beşinci bölümde, Strateji’nin zayıf ve güçlü yanları ekonomi ve sosyal politika bağlamında değerlendirilerek, Strateji’ye yöneltilen eleştiriler tartışılacaktır. Bu bağlamda, Strateji’nin ne kadar etkin politikalar ve araçlar içerdiği, bunların uygulanabilirliği ve gerçekçiliği üzerinde durulacaktır. Çalışmanın son bölümü olan altıncı bölümde ise Lizbon Stratejisi genel bir değerlendirmeye tabi tutulacaktır. Buna ek olarak, bu çalışmada yeterince değinilemeyen fakat başka çalışmalarda daha da geliştirilebilecek olan hususlar ele alınacaktır. 4 BĐRĐNCĐ BÖLÜM DÜNYA EKONOMĐSĐNDE YAPISAL DÖNÜŞÜM VE KÜRESELLEŞME Bu bölümde küreselleşme olarak adlandırılan olgunun veya sürecin üzerinde yoğunlaşarak özellikle ekonomik alanda bunun nasıl bir duruma karşılık geldiğini tasvir etmeye çalışacağız. Öncelikle küreselleşme olgusunun tarifi üzerine hiper küreselleşmeci (The Hyperglobalist Thesis), şüpheci (The Sceptical Thesis) ve transformasyonist (The Transformationalist Thesis) tezler arasında geçen tartışmaya1 değinmeye çalışacağız. Bu üç grup, küreselleşme olgusunun ortaya çıkışı ve gelişimi ile ilgili olarak ayrı pozisyonlara sahiptir. Bu tartışmadan sonraki başlıklarda ise küreselleşme olgusunun veya sürecinin ortaya çıkmasını hazırlayan veya bugün çok tartışılmasına neden olan koşullar üzerine yoğunlaşmaya çalışacağız. Đlk olarak Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik yapıya göz atıp daha sonra dünya ekonomisinde 1970’lerle beraber yaşanan krize değinip buradan da ortaya çıkan ve krizin aşılmasını sağlayan yeni ekonomik düzene göz atacağız. Her ne kadar küreselleşme ile ortaya çıkan değişim toplumsal ve siyasal alan üzerinde etkisini göstermiş olsa da esas olarak yaşanan değişimin ekonomi üzerindeki etkileriyle ilgilenip, çok önemli gördüğümüz durumlarda konunun siyasal ve toplumsal boyutlarını ele alacağız. Bu bölümün son başlığı olan “Dünya Ekonomisinde Dönüşüm ve Yeni Ekonomi” ise tezimizin esas konusu olan Lizbon Stratejisi’ni anlamak açısından oldukça kritik bir öneme sahiptir. Bu dönüşüm ve değişimin temel karakteristiklerini ortaya çıkarmadan Lizbon Stratejisi’nin bileşenlerini anlamak çok da mümkün değildir. Stratejiyi anlamak açısından bir diğer kritik kısım ise içsel büyüme teorilerini ve kurumsalcı analizi tartışacağımız kısımdır. Bu üç kısım bir arada ele alındığında Lizbon Stratejisi’nin hem bileşenlerini anlamak kolaylaşmakta 1 Bu tartışma ve küreselleşmenin bütün boyutları hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. David Held ve diğerleri, Global Transformations: Politics, Economics and Culture, Stanford University Press: Stanford, California, 1999. Yazarlar sürecin sadece ekonomik boyutunu ele almamışlar, ekonominin yanında küreselleşmenin kültür, politika ve sosyal yapı üzerindeki etkilerine de değinmişlerdir. Dahası kitap sadece küreselleşme olgusunun yoğun olarak tartışıldığı 1970 sonrası döneme odaklanmamış, konuları çok daha uzun bir tarihsel perspektif içinden ve karşılaştırmalı olarak ele almıştır. 5 hem de Strateji’nin ekonomik büyümenin sağlanmasına ne kadar yardımcı olup olmayacağı ortaya çıkmaktadır. 1.1 Küreselleşme Nedir? Bugün gerek ekonomi gerekse de ekonomi dışındaki sosyal bilimler alanında en fazla tartışılan kavram ve olgulardan bir tanesi küreselleşmedir. Bu tartışma özellikle 1980 sonrası dönemde alevlenmiş ve bugüne kadar sürmüştür. Küreselleşme olgusu ve kavramı üzerinde tam bir uzlaşma sağlanmamış olsa da genel olarak küreselleşme ile dünyanın ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda teknolojik gelişmelerin de yardımıyla daha fazla entegre olması kastedilmektedir.2 Başka bir tanıma göre ise küreselleşme, ekonomik ve toplumsal yapıları zaman geçtikçe daha fazla entegre eden, daha fazla birbirine bağımlı kılan ve benzer hale getiren dünya genelinde işleyen bir süreçtir.3 Küreselleşme ulaşım ve bilişim teknolojilerindeki gelişme ve maliyetlere bağlı olarak dünyayı gün geçtikçe zamansal ve mekansal anlamda küçülten bir süreç olarak da tanımlanabilir. Bu süreç beraberinde hem homojenleşmeyi hem de heterojenleşmeyi getirmektedir. Küresel ekonomik entegrasyonun bir sonucu olarak dünyada benzer mallar üretilmekte ve tüketilmekte, bu da beraberinde bir homojenleşmeyi getirmektedir. Diğer taraftan da bir heterojenleşme süreci yaşanmaktadır. Heterojenleşmenin ilk ayağı küresel sürece tepkilerle ilgilidir, küresel sistemin beraberinde getirdiği benzeşmeye bir tepki olarak farklılıklar korunmaya ve yeniden üretilmeye çalışılmaktadır. Bir diğer boyutta ise, küreselleşmenin kendisi bu farklılıkları uluslararası sisteme pazarlayarak, farklılıkların uluslararası düzlemde yeniden üretilmesini sağlamaktadır. Yerel giyisilerin ve yiyeceklerin farklı formlarda üretilerek dünya pazarına sunulması bu tür bir sürece işaret etmektedir. Ancak bu farklılıklar daha çok yeniden üretime tabi tutulmakta ve melezleştirilmektedir. 2 Ibid., ss. 1-3. Frederick P. Stutz ve Barney Worf, The World Economy: Resources, Location, Trade and Development, Pearson Prentice Hall: New Jersey, 2007. s. 6. 3 6 Bir başka açıdan, kürselleşmeyi kısaca global iletişim, ulaşım ve etkileşim ağlarının hızlanması, genişlemesi ve derinleşmesi olarak tanımlayabiliriz.4 Küreselleşme konsepti en başta, sınırlar arası ekonomik, politik ve sosyal aktivitelerin yoğunlaşması ve herhangi bir coğrafyada meydana gelen bir olayın başka coğrafyalar ve bu coğrafyalarda yaşayan insanlar ve topluluklar üzerinde hızla etkisini göstermesine gönderme yapmaktadır.5 Giddens, küreselleşmeyi bir yerdeki olayın başka yerler üzerinde etkili olmasını ifade eden “action at distance” kavramıyla açıklamakta ve küreselleşme ile beraber bir mekan-zaman baskılanması (time-space compression) veya daralması yaşandığını ifade etmektedir.6 Bu da kısaca, zamansal ve coğrafi uzaklığın daralması veya azalması anlamına gelmektedir.7 Küreselleşme olgusu düşünülürken lokalizasyon veya yerelleşme, uluslaşma, bölgeselleşme ve uluslararasılaşma kavramlarını da tartışmak gerekmektedir. Lokalizasyon ve bölgeselleşme küreselleşmenin zıddı olarak düşünülmemelidir. Örneğin bir bölgeselleşme eğilimi örneği olarak gösterilebilecek AB küreselleşmeyi engellemek yerine onu daha da hızlandırmakta ve derinleştirmektedir. Hatta birçok yazar bugün, bölgesel işbirliği çabalarının veya bölgesel entegrasyonların küreselleşmeyi daha da beslediğini ileri sürmektedirler. Aslında bu tez doğru gibidir. Ülkelerin entegrasyona gitmeleri ve aralarındaki ticari ve ekonomik engelleri kaldırmaları hem kendi aralarındaki ticareti ve etkileşimi arttırmakta hem de artan ticaretle beraber ölçek ekonomileri kaynaklı verimlilik kazançlarından dolayı kendi dışlarındaki ekonomilerle de olan ilişkilerini derinleştirmektedir. Ayrıca bu tür bölgeselleşme çabaları, küreselleşmenin ortaya çıkardığı belirsizliklere karşı ülkelere daha güvenli alanlar yaratmakta ve onlara bir tür koruma sağlamaktadır. Ancak, bölgesel otarşik ekonomilerin oluşmasının aynı şekilde faydalı olduğunu söylemek zordur. Bölgeselleşme ile beraber dünyaya açılma ekonomik etkinlik açısından daha verimli gözükmektedir. Bunun en güzel örneği, AB entegrasyon sürecidir. Bir yandan AB ülkeleri kendi aralarındaki ekonomik entegrasyonu derinleştirirken diğer yandan ise, AB dışındaki ülkelerle olan ekonomik, toplumsal ve siyasal bağları güçlendirmeye 4 Held ve diğerleri, op. cit., s. 14. Ibid., s. 15. 6 Ibid., s. 15 7 Giddens’ın bu terimlerle esas olarak anlatmak istediği gelişen teknoloji sayesinde mekanlar arası uzaklıkların bu mekanlara ulaşım zamanı açısından daha da azalmasıdır. Bu ulaşım fiziki olabileceği gibi bugün sıkça kullandığımız iletişim teknolojileri sayesinde farklı mekanlarda bulunanlarla daha hızlı bir şekilde iletişime geçmek şeklinde de olabilir. 5 7 çalışmaktadırlar. Buna örnek olarak da son zamanlarda gündeme getirilen “Akdeniz için Birlik” oluşumu örnek verilebilir. Küreselleşmenin nasıl ortaya çıktığına yönelik iki farklı görüş bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kapitalist ekonomik sistemi ve teknolojiyi belirleyici öğe olarak ortaya korken, diğer açıklama bunların yanına siyaseti, ideolojiyi ve piyasa güçlerini de katmaktadır. Bazıları da Giddens gibi bu sürecin modernliğin bir devamı olduğunu ve modernlik sürecinin derinleşmesine denk düştüğünü ifade etmektedir.8 Küreselleşmenin devlet, ekonomi, siyaset ve toplum üzerindeki etkisi oldukça önemlidir. Tartışmaların büyük kısmı da küreselleşmenin bu olgular üzerindeki etkilerine yoğunlaşmaktadır. Küreselleşmenin siyasal yapılar üzerindeki etkisi her ne kadar ekonomik etkilerinden ayrıymış gibi dursa da böyle bir ayrım yapmak zordur. Ekonomi ve siyaset arasındaki ciddi ilişki, siyasal yapılardaki değişikliklerin ekonomik yapıyı da etkilemesini beraberinde getirmektedir. Bunun tersi de doğrudur. Ekonomik değişimler zamanla siyasal yapıların da değişimini beraberinde getirmektedir. Küreselleşme ile ortaya çıkan esnek ekonomik yapılar zamanla devletin de esnekleşmesini kaçınılmaz hale getirmiştir. Bugün her ne kadar devletlerin doğrudan ekonomik üretime müdahil olmaları pek istenmese de, devletin düzenleyicilik ve rehberlik açısından daha aktif bir rol alması savunulmaktadır.9 Bunun yanında, idari yapının değişen yapılara hızlı cevap verecek şekilde esnekleştirilmesi, kamu-özel sektör ortaklığının ortaya çıkması, devletin beşeri ve fiziki sermayeyi daha çok geliştirmeye çalışması, bürokratik hantallığın ortadan kaldırılması, yatırımlar için uygun ortamın ve daha sağlıklı bir iklimin sağlanması hep bu doğrultuda düşünülebilir. 8 Ibid. , s. 15 Devletin küreselleşme ile beraber değişen rolu, kurumların önemi ve bunun kalkınma ile ilgisi hakkında tarışma için 23-24 Mayıs 2002 tarihinde Dani Rodrik tarafından Neoliberizme Alternatifler Konferansında sunulan çalışma için bkz. Dani Rodrik (2002), “After Neoliberalism, What?”, [11.05.2008], <http://www.new-rules.org/Docs/afterneolib/rodrik.pdf>. Devlet’in ekonomideki yeni rolünü tarışan daha ayrıntılı bir çalışma için bkz. Meredith Woo-Cumings, The Developmental State, Cornell University Press:New York, 1999. 9 8 Kimi yazarlar, küreselleşmeyi geçmiş ekonomik, sosyal ve siyasal yapılardan kesin bir kopuş ve yeni bir düzene geçiş olarak değerlendirirken, kimileri ise bu sürecin geçmişteki gelişmelerle olan ilişkisini göz önünde bulundurarak yaşananları geçmişin bir devamı ve ekonomik, sosyal ve siyasal ilişkilerin daha da derinleşmesi olarak ele almaktadır. Paul Hirst ve Grahame Thompson gibileri ise bu sürecin yeni olmadığını, dahası bu sürecin ekonomik anlamda daha yoğununun 19. yüzyılda yaşandığını savunmaktadırlar.10 Küreselleşmenin etkileri ve küreselleşmeye karşı izlenecek politikalar konusu da en az konuyu tanımlamak kadar ateşli tartışmalara sahne olmuştur. Bir yandan, sürecin getireceği önemli faydalara dikkat çeken yazarlar sürecin desteklenmesini ve bu sürecin karşısında durulmamasını ifade ederken, diğer yandan sürecin beraberinde getirdiği ekonomik, siyasal ve sosyal değişimleri farklı açılardan zararlı bulan yazarlar sürece karşı durulmasını veya sürecin daha da derinleşmesinin önlenmesini önermektedirler. Bu iki karşıt grubun tam ortasında ise, küreselleşmeyi bazı açılardan faydalı bazı açılardan ise zararlı bulan ve küreselleşme olgusunun yönetilmesini öne çıkaran yazarlar bulunmaktadır. Özellikle Joseph E. Stiglitz ve Keith Griffin bu yazarların başta gelenleri arasındadır.11 Bu yazarlara göre, küreselleşme ile beraber hem kazananlar hem de kaybedenler oluşmakta ve kaybedenlerin başında ise azgelişmiş ülkeler, fakir ve savunmasız gruplar 10 Daha ayrıntılı bilgi içib bkz., Paul Q. Hirst and Grahame Thompson, Globalization in Question: The International Economy and the Possibilities of Governance, Polity Press: Cambridge, 1999. Bu çalışmada temel olarak küreselleşmenin yeni bir süreç olduğu ve geçmişten bir kopuşu ifade ettiği hakkında üretilen fikirler eleştirilmekte ve ticaret, yabancı yatırımlar gibi veriler ışığında bunun hiç de böyle olmadığı belirtilerek, bugün yaşanan sürecin daha yoğun bir halinin 19.yüzyılda yaşandığı ifade edilmektedir. Bu konudaki farklı bir tartışma için bkz. P.Bairoch and R.Kozul-Wright, “Globalization Myths: Some Historical Reflections on Integration, Industrialization and Growth in the World Economy”, UNCTAD Discussion Papers, No.113, Mart 1996. 11 Küreselleşmenin ancak etkin bir şekilde yönetildiği ve uluslararası sistemin demokratik temellere oturtulduğu durumda faydalı olacağını belirten Keith Griffin, küreselleşmenin yönetilmesi gerektiğini kapsamlı bir şekilde ortaya koyan ilk kişilerden biridir. Küreselleşmenin yönetilmesi konusunda yazdığı ve tartışma yaratan makalesi için bkz. Keith Griffin, “Economic Globalization and Institutions of Global Governance”, Development and Change, 34 (5), 2003, ss. 789-907. Küreselleşmenin yönetilmesi gerektiğini savunan bir diğer kişi ise Joseph E. Stiglitz’dir. Stiglitz kısaca mevcut küreselleşmenin gerisinde politik bir tercihin bulunduğunu söylemekte ve bu haliyle küreselleşmenin savunmasız grupları oldukça kötü etkilediğini ifade etmektedir. Küreselleşmenin bu zararlarının ortadan kaldırılması için savunmasız grupları da dikkate alan bir politik gündemin oluşturulmasından bahsetmektedir. Konu hakkında daha kapsamlı bilgi için bkz. Joseph E. Stiglitz, Globalization and Its Discontents, W. W. Norton & Company, 2003. 9 gelmektedir.12 Küreselleşme ile beraber artan ticari ve mali ilişkiler yeni bir ekonomik yapı oluşturmakta, talep ve arz yapıları değişmekte dolayısıyla işgücüne olan talepte veya işgücünün kazancında ciddi farklılaşmalar meydana gelmektedir. Özellikle vasıfsız işgücü ile vasıflı işgücü arasındaki uçurum gün geçtikçe daha fazla artmakta ve nüfusun önemli bir kısmı ekonomik, sosyal ve siyasal anlamda savunmasız hale gelmektedir. Bu yazarlara göre, her ne kadar küreselleşme inkar edilemeyecek ve karşısında durulamayacak bir olgu ise de, küreselleşmenin nasıl bir yol izleyeceği, onun nasıl yönetilip yönetilmediğine bağlıdır. Sürecin, risklerin göz önünde bulundurularak daha iyi bir şekilde yönetilmeye çalışılması olası zararları en aza indirecektir. Küreselleşmeyi Anlamlandırmak: Şüpheciler, Transformasyonistler ve Hiper Küreselleşmeciler Bu girişten sonra küreselleşme hakkında üretilen yazında öne çıkan temel eğilimlere bakabiliriz. Küreselleşme olgusu hakkında üretilen fikirleri üç önemli bakış açısı altında toplayabiliriz. Bunlar hiper küreselleşmeci, şüpheci ve transformasyonist (dönüşümcü) bakış açılarıdır.13 Hiper küreselleşmecilere göre dünya ekonomik, sosyal, kültürel ve toplumsal açıdan küreselleşme denilen olguyla beraber yeni bir çağa girmiş ve bu çağ geçmiş ekonomik, siyasal ve toplumsal düzenden kesin bir kopuşu, bir sonraki aşamaya geçişi ve bir muhteva değişikliğini ifade etmektedir. Şüphecilere göre ise, sözü edilen bu dönüşüm abartılmaktadır. Bu bakış açısına göre tarihsel anlamda bu dönüşümün üzerine oturduğu gelişmelerin bir çoğu daha derin 12 Fakir ve savunmasız grupların küreselleşmeden ve son yaşanan teknolojik gelişmelerden olumsuz etkilendikleri hakkında bir çok tartışma yapılmıştır. Gerçekten de, teknolojik gelişme ve küreselleşme ile birlikte genel olarak düşük nitelikli işgücüne sahip gruplara yönelik işgücü talebi azalmıştır. Teknolojik gelişme beraberinde, yeni teknolojileri kullanabilecek işgücüne olan talebi arttırmıştır. Bu da daha az yetenekli işgücünün gelir elde etmesini oldukça zorlaştırmıştır. Küreselleşme ile birlikte fakirliğin ve eşitsizliklerin azaldığına dair argümana karşı eleştirilerin yöneltildiği bir tartışma için bkz., Robert Hunter Wade, “Is Globalization Reducing Poverty and Inequality?” World Development, Vol. 32, No. 4, 2004. ss. 567-89. Ayrıca küreselleşme ve teknolojik değişimin işgücü üzerindeki etkileri hakkında ayrıntılı bir çalışma için bkz. Dani Rodrik, Has Globalization Gone Too Far, Institute for International Economics, 1 Mart 1997. Kitaba elektronik ortamda ulaşmak için bkz. [10.04.2008], <http://bookstore.petersoninstitute.org/book-store/57.html>. Bu konu hakkındaki başka bir tartışma için bkz. Robert C. Feenstra, “Integration of Trade and Disintegration of Production in the Global Economy”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 12, No. 4, Fall 1998, ss. 31–50 13 Held ve diğerleri, op. cit., s. 3. 10 bir şekilde geçmişte yaşanmıştır.14 Bugün küreselleşme olgusunun dayandırıldığı artan ekonomik ve mali ilişkilerin daha da yoğun hali 19. yy’da yaşanmıştır. Özellikle ekonomik anlamda 19. yüzyıl dünya genelinde çok daha fazla yabancı yatırımlara, ticarete ve ekonomik entegrasyona sahne olmuştur.15 Transformasyonist teze göre ise küreselleşme olgusu nihayete ermiş bir olgudan çok halen yaşanan ve dönüşüme uğrayan bir süreçtir. Bu süreç aynı zamanda diğer iki tezin aksine ortada bazı belirsizliklerin olduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla, yaşanan sürecin ne şekilde yoluna devam edeceği tam olarak bilinemez. Bu görüşün aksine, ilk iki görüş küreselleşmenin mevcut formu ve gelecekte alacağı hal hakkında daha kesin bir duruşa sahiptir. Şüphecilerin hiper küreselleşmecilerden ayrıldıkları en önemli nokta yaşanan olgunun yeni olup olmadığı hakkındadır.16 Hiper küreselleşmeciler, ekonominin ulusal özelliğini kaybettiğini, üretimde, finansta ve ticarette uluslar aşırı ağların oluşmuş olduğunu ve artık ekonomik hayatın bunlar tarafından belirlenmeye başladığını ifade etmektedirler.17 Bu görüşü savunanlara göre ortaya çıkan sert rekabet koşulları ve yeni ekonomik yapı hiçbir şekilde ekonomik ve toplumsal anlamda sosyal demokratik modellere yer bırakmamaktadır. Tezin takipçileri, sosyal demokratik modellerin ekonomilerin rekabet gücünü ve dinamizmini azalttığını belirtmektedirler. Artan rekabet, ister istemez maliyetlerin aşağıya çekilmesini ve verimlilik artışlarını zorunlu kılmakta, buna karşın sosyal modeller hem maliyetleri arttırmakta hem de ekonomik verimliliği negatif şekilde etkilemektedir.18 Aslında, tam bu nokta Avrupa ekonomilerinin yaşadıkları ikileme dikkatlerimizi çekmektedir. Eğer bu tezi savunanların bakış açısıyla bakarsak, Avrupa ekonomilerinin bugün yaşadıkları sorunların büyük bir kısmı sosyal 14 Bu tez doğrultusunda hazırlanan çalışmalara en iyi örnek için bkz. Hirst ve Thompson, 1999. Held ve diğerleri, op. cit., ss. 5-7. 16 Ibid., ss. 2-3. 17 Ibid., s. 3. 18 AB politika yapıcıları ise bunun tam tersini düşünmektedirler. Her ne kadar Lizbon Stratejisi’nin en önemli ayaklarından bir tanesi Avrupa Sosyal Modelini reforme etmek olsa da, bununla kast edilen şey sosyal modeli tamamen ortadan kaldırmak değildir. Birlik politika metinlerinde ekonomik büyüme ve sosyal koruma arasında pozitif bir ilişki olduğu kabul edilmektedir. Bunun gerisindeki mantık ise, sosyal koruma altında vatandaşların daha kolay risk alabilecekleri ve kendilerine daha fazla güvenerek girişimci hale gelecekleridir. Birliğin amacı, reformla daha aktif bir refah devleti oluşturmaktır. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için dördüncü bölümde ele aldığımız Lizbon Stratejisine bakınız. 15 11 demokratik modelle yeni ekonomik yapı arasındaki çatışmadan ortaya çıkmaktadır. Ancak bu konunun oldukça tartışmalı olduğunu da belirtmeliyiz. Şüphecilere göre bugünkü ekonomik entegrasyonun ve bağımlılığın seviyesi hiç de tarihsel olarak eşsiz bir noktaya tekabül etmemektedir. Şüpheciler ayrıca ulus devletin hala ekonomik kararlar üzerinde ciddi bir ağırlığının olduğundan ve piyasaların tamamen serbestleşmesine dayanan neoliberal ekonomik politikalar için ulus devletin elzem olduğundan bahsetmektedirler.19 Ekonomide yaşanan küreselleşmenin abartılmaması gerektiğini söyleyen şüpheciler, yaşananların dünya genelinde bir entegrasyondan çok bir bölgeselleşme süreci olduğunu ifade etmekte ve Avrupa, Asya-Pasifik ve Kuzey Amerika gibi ayrı üç bölgesel blokun oluştuğunu söylemektedirler. Şüpheciler ayrıca yabancı yatırımlar konusunun da abartılmaması gerektiğini, yabancı yatırım akımlarının büyük kısmının daha çok gelişmiş ülkeler arasında meydana geldiğini ifade etmektedirler.20 Transformasyonistler’e göre ise, bugün yaşanılan hızlı sosyal, politik ve ekonomik değişimlerin gerisinde küreselleşme olgusu bulunmakta ve bu gelişmeler modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendirirken, içerisinde bir takım belirsizlikleri de barındırmaktadır.21 Bu tez etrafında düşünenler, ulusal olanla uluslararası olan arasındaki sınırların zayıflamaya başladığını söylemektelerse de, bu grup küreselleşme hakkında tam ve kesin bir resim vermekten kaçınmaktadır. Başta da belirttiğimiz gibi, bu grup yaşananları bir süreç olarak okumakta ve bu sürecin ne 19 Liberal politikaların da ciddi bir devlet müdahalesi gerektirdiği yönünde ortaya atılan fikirleri ilk dile getiren Karl Polanyi’dir. Polanyi’ye göre etkin bir devlet müdahalesi olmadan piyasa sisteminin oluşturulması imkansızdır. Bu konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Karl Polanyi, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, Beacon Press:Boston, Massachusetts, 2001. 20 Held ve diğerleri, op. cit., s.5-6. Aslında küreselleşme ile beraber yabancı yatırımların ve ticaretin arttığı doğrudur. Ancak ekonomik verilere bakıldığında artan yabancı sermaye akımları ve ticaret hacmi gelişmiş ülkelere doğru sapmıştır. Özellikle endüstri içi ticaret sayesinde gelişmekte olan ülkeler arası ticaret hacmi muazzam derecede artmıştır. Yabancı yatırım verileri de aynı sapmayı doğrulamaktadır. Gelişmiş ülkeler arası yabacı yatırım hareketleri toplam hareketlerin büyük bir kısmını oluşturmaktadır. Bu konu hakkında daha ayrntılı bilgi için bkz. Held ve diğerleri (1999), özellikle Bölüm 3, Global Trade, Global Markets ve Bölüm 4, Shifting Patterns of Global Finance. 21 Anthony Giddens, The consequences of modernity, Polity Press: Cambridge,UK, 1990; Manuel Castells, The rise of the network society, Blackwell Publishers: Cambridge, Mass, 1996; Jan Aart Scholte, International Relations of Social Change, Taylor & Francis Group: London, 1993, aktaran Held ve diğerleri, op. cit., s. 7. bu teze uygun bir tartışma için bkz. Göran Therborn, “Globalizations: Dimensions, Historical Waves, Regional Effects and Normative Governance”, International Sociology, Vol.15(2), 2000. ss. 151-179. 12 tarafa gideceğinin kesin olmadığını, içerisinde bir takım belirsizlikler taşıdığını ifade etmektedir. Transformasyonistler küreselleşmeye daha çok kendi çelişkileri olan bir olgu olarak bakarken, önemsemektedirler. ortaya çıkabilecek Transformasyonistler konjonktürel küreselleşme ile faktörleri beraber de dünya hiyerarşisinin yeniden belirlenmekte olduğunu, bu süreçten bazı ülkelerin kazançlı çıkarken bazı ülkelerinse zararlı çıktığını ve zararlı çıkan ülkelerin sistemden uzaklaşarak daha da marjinalleşmeye başladıklarını ifade etmektedirler. Bu tez etrafında toplananlara göre artık birinci dünya ve üçüncü dünya her yerdedir. Üçüncü dünya ülkelerinde birinci dünya ülkelerinde yaşayanlara benzer grupların, birinci dünya ülkelerinde ise üçüncü dünya ülkelerinde yaşayanlara benzer grupların ve insanların olduğunu ifade etmektedirler. Kısacası küreselleşme beraberinde kazananlar kadar marjinaller de yaratmaktadır. Hem kazananlara hem de kaybendenlere veya marjinallere artık her yerde rastlayabilmekteyiz. Bu grup ulus devletin varlığını korumasına rağmen alınan kararlar üzerinde artık eskisi kadar güçlü bir otoritesinin olmadığını, devletin bitmediğini ancak yeni stratejilerle donatıldığını ifade etmektedir.22 1.2 Đkinci Dünya Savaşı Sonrası Ekonomik Düzen ve Dünya Ekonomisinde Kriz Küreselleşme olgusunun anlamlandırılması tartışmalarına değindikten sonra bu bölümde Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan küresel ekonomik yapının üzerine oturduğu segmentlere üretim, tüketim, yatırım, ticaret ve teknoloji gibi parametreler ışığında değinmeye çalışacağız. Kısacası, küreselleşme olgusunun gündemimizin merkezine oturmasına sebep olan süreçlere ve gelişmelere değineceğiz. Savaş sonrası dönemin temel ekonomik karakteristiklerini ortaya koyup, sistemin nasıl olup da bir krize girdiğini ele almaya çalışacağız. Dünya ekonomisinde 1970’lerle beraber ortaya çıkan ve bugüne kadar süren ekonomik ve sosyal değişimin gerisindeki önemli faktörlerden bir tanesi 1973-74 yılları arasında yaşanan petrol krizidir. Krizle beraber savaş sonrası ekonomideki sorunlar kendisini iyice hissettirmeye başlamış ve dünya ekonomisinde düşük 22 Held ve diğerleri, op. cit., s. 9. 13 büyüme ve enflasyon süreci olarak adlandırılan stagflasyon dönemi yaşanmıştır. Krizi sadece bir petrol krizi olarak görmek yanıltıcı olur. Eğer öyle olsaydı, petrol fiyatlarındaki düzelme krizin ortadan kalkması için yeterli olurdu. Ancak bu dönemde genel olarak üretim, tüketim ve verimlilik krizi gibi daha yapısal krizler ortaya çıkmıştır. Đşgücü maliyetlerindeki artışın verimlilik artışlarının gerisinde kalması ve devlet harcamalarındaki artışlar enflasyonu, tüketim talebinde meydana gelen azalma ise düşük ekonomik büyümeyi beraberinde getirmiştir. Kriz öncesinin kitlesel üretim ve tüketim paradigması bu dönemde bir kriz içerisine girmiştir. Bütün bunlar ışığında, krizin nedenleri ve ekonomik yeniden yapılanma üzerindeki etkileri oldukça önemli görünmektedir. Kriz sürecinde ortaya çıkan en önemli olgu başta ABD olmak üzere, gelişmiş ekonomilerdeki üretkenlik oranlarındaki ve üretimde yaşanan düşüştür.23 Ekonomik durgunluk ve enflasyon sonucu ortaya çıkan stagflasyon süreci ekonomik üretim ve istihdam üzerinde önemli negatif etkileri de ortaya çıkarmıştır. Tablo 1.1’deki üretim, emek üretkenliği ve enflasyon oranlarına bakıldığında ABD ekonomisinin bariz bir şekilde kötüye gittiği, sınai üretim ve emek üretkenliği artış oranlarının azalmakta olduğu, enflasyonun ise artmakta olduğu görülmektedir. 24 Tablo 1.1 ABD Ekonomisi 1950-1980 Verileri Dönem Sinai Üretim Artış Emek Verimliliği Oranı Büyümesi 1950-65 5.4 3.4 1965-73 5.1 2.4 1973-81 2.8 0.8 Đşsizlik Oranı 4.8 4.5 6.7 Enflasyon Oranı 2.3 4.7 8.1 Kaynak: Erol Taymaz, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar, 1993, s.7. Ekonomi literatüründe Đkinci Dünya Savaşı’ndan petrol krizine kadar geçen süreçteki üretim süreçlerini adlandırmak için daha çok kitlesel üretime ve bant üzerinde üretime gönderme yapan Fordizm kavramı kullanılmaktadır.25 Kriz de bir ölçüde 23 Erol Taymaz, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar, 1993, s. 6 Ibid., s. 6. 25 Fordizm kavramı ilk olarak Đtalyan düşünür Antonio Gramsci tarafından Amerika’daki üretim sistemini tanımlamak üzerine kullanmıştır. Kavram daha sonra birçok sosyal bilimci tarafından çok daha geniş bir anlamla, savaş sonrası dönemin ekonomik ve sosyal örgütlenmesini tasvir etmek 24 14 fordizm kavramıyla ifade edilen üretim ve tüketim yapısının ve bunları organize eden kurumsal düzenlemelerin krizi olarak ele alınmaktadır. Her ne kadar krizin sebep ve sonuçları üzerine birçok çalışma yapılmış ve farklı tartışmalar ortaya çıkmış olsa da, dönemin analiz edilmesinde üç önemli ekol veya kuram öne çıkmaktadır. Bunlar, Yeni Smithçi Kuram, Yeni Schumpeterci Yaklaşım ve Yeni Marksist Yaklaşım: Düzenleme Okuludur.26 Şimdi bu ekollerin krizin çıkmasının nedenleri üzerine geliştirdikleri argümanlara bakacağız.27 1.2.1 Yeni Smithçi Kuram: Esnek Uzmanlaşma Bu kuram kriz öncesini kitlesel üretim, kriz sonrası yeniden yapılanmayı ise esnek uzmanlaşma üzerinden ele almaktadır. Kitlesel üretimde, standart ürün, niteliksiz işgücü, özel amaçlı makineler (başka ürünlerin üretimi için kullanılamayan makineler) varken kriz sonrasında ortaya çıkan esnek uzmanlaşma ise daha çok kalifiye işgücüne, esnek üretime, genel amaçlı makinelere ve çeşitli ürünlerin küçük ölçekte üretilmesine bağlıdır. Kitlesel üretimin yaygın olduğu süreçte en önemli şey arz ve talebin kontrol altına alınması ve arz ve talep arasında bir dengenin sağlanmasıdır. Esnek üretimde ise, firmalar arası işbirliğinin sağlanması ve rekabete karşı kaynakların yenilik üretimi için seferber edilerek kullanılması önemlidir.28 Bu okula göre, Đkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Keynesçi refah devleti kitlesel üretim sisteminin arz ve talep dengesinin sağlanması problemini çözmek için ortaya çıkmış ve bir ölçüde de bunda başarılı olmuştur. Ancak, daha sonra ortaya çıkan esnek uzmanlaşma süreci bu okula göre daha az makro düzenlemeye ihtiyaç duymaktadır. Esnek uzmanlaşma sürecinde en fazla ihtiyaç duyulan şey firmalar arası işbirliği ve yenilik üretilmesidir.29 amacıyla kullanılmıştır. Konu hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. David Harvey, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları: Đstanbul, 1997. ss.141-224. 26 Taymaz, op. cit., s. 6 27 Bu kuramların daha ayrıntılı bir tartışması için bkz., Taymaz, Ibid., ss. 8-25. 28 Ibid., ss. 8-14. 29 Esnek uzmanlaşma ile beraber üretim süreçlerinin mekansal olarak parçalandığını düşündüğümüzde, yani bir malın üretiminin çeşitli kısımlarının ülkeler arasında dağıtıldığını düşündüğümüzde, malın farklı parçalarının üretime zamanında yönlendirilmesi önem arz etmekte bu da malın farklı bölümlerini üreten firmalar arası işbirliğini önemli kılmaktadır. 15 Bu okula göre ekonomik üretim süreçlerinin alacağı şekil, egemen teknolojik paradigma tarafından belirlenmektedir.30 Burada öne çıkan konu ise Adam Smith’in işbölümü argümanıdır. 31 Đşbölümü sayesinde daha az faaliyete yoğunlaşan işçilerin kabiliyetleri gelişir. Bir faaliyetten diğer bir faaliyete geçiş için gereken zaman azalır ve üretimin sadece belli bir sürecine yoğunlaşan işçiler yenilik yaratabilirler.32 Yeni Smithçi kurama göre, kitlesel üretim beraberinde büyük tekelci firmaları ve refah devletini getirmekte ve her iki yapı da temelde arz talep dengesini korumak üzere çalışmaktadır. Devlet refah sistemi yoluyla talebi kontrol etmekte, firmalar ise büyük ölçeklerde faaliyet gösterip, örgütlenerek arzı kontrol etmektedirler. Bu bakış açısına göre kriz kitlesel üretimin çelişkileri sonucu ortaya çıkan bir krizdir. Bunun gerisinde ise şunlar yatmaktadır:33 • Otomobil ve beyaz eşya gibi kitlesel üretim yapan sektörlerde piyasanın doyuma ulaşması; • Geliri ve refahı artan tüketicilerin standart mallardan ziyade daha farklı veya farklılaştırılmış mallara yönelik taleplerinin artması; • Ekonomilerin uluslararasılaşması sebebiyle rekabetin küresel ölçekte artması ve petrol şokuyla beraber piyasalarda istikrarsızlıkların baş göstermesidir. Bütün bu yaşananlar Yeni Smithçi kurama göre kitlesel üretimi bir krize sokmuştur. Gelişmiş ülkelerde krize verilen ilk tepki mevcut kitlesel üretimin ve düzenleme 30 Teknolojik paradigmadan kast edilen ise, genel anlamda üretim süreçlerinde kullanılan genel teknolojik imkanlardır. Sanayileşme ile beraber buhar makinesinin, 20. yüzyılda içten yanmalı motorların ve bugün kullanılan elektronik devreler sözü edilen teknolojik paradigmanın farklı veçhelerine karşılık gelmektedir. 31 Adam Smith ekonomideki işbölümünün sınırının piyasaların büyüklüğü ile belirleneceğini söylemektedir. Dolayısıyla işbölümünden ne kadar verimlilik kazancı elde edileceği, üretimin ne kadar büyük bir piyasa için yapıldığına bağlıdır. Smith’in bu konda yazdıkları için bkz. Adam Smith, Ulusların Zenginliği, Çevirenler: Ayşe Yunus ve Mehmey Bakırcı, Alan Yayıncılık: Đstanbul, 2001. ss. 19-31. 32 1970 sonrası yaşanan dönüşümde ölçek ekonomileri yine önemli bir rol oynamıştır. Bu süreçte verimliliğin arttırılması için üretim, ölçek ekonomilerinden faydalanılmak üzere yeniden örgütlenmiştir diyebiliriz. 33 Taymaz, op. cit., ss. 8-14. 16 mekanizmalarının güçlendirilmesi olmuştur.34 Bunun sonucu olarak, devletler işçi ve işverenlerle beraber fiyat ve ücret düzeyini düzenlemeye, firmalar ise kitlesel üretimi daha da arttırarak maliyetleri düşürmeye çalışmış ve ürünler daha da standartlaştırılmıştır. Ancak bunların yaşanan krizi çözmek yerine daha da derinleştirmesi ister istemez firmaları ve devletleri yeni stratejilere sürüklemiştir. Bunun sonucu olarak ise, üretim yeniden örgütlenmeye çalışılmış ve emek yoğun süreçler genel anlamda faktör maliyetlerinin daha düşük olduğu ülkelere kaydırılmıştır. Üretimin daha fazla beceri isteyen pazarlama, ürün geliştirme ve farklılaştırma gibi kısımları ise yine esas ülkede kalmıştır.35 Firmalar arası rekabet ücretler üzerinden daha çok yenilik üretmeyle yapılmaya başlanmış ve esnek üretimle beraber talep değişimlerine göre yeni ürünler üretmek için kaynakları organize etme, ürün çeşitliliği ve hızlı teknolojik yenilik yaratma kolaylaşmıştır.36 1.2.2 Yeni Schumpeterci Yaklaşım: Tekno-Ekonomik Paradigma Savaş sonrası dönemdeki ekonomik yapıyı ve bu yapının krize girmesini analiz eden bir diğer ekol ise Yeni Schumpeterci Yaklaşımdır. Yeni Smithçi Yaklaşıma benzemekle birlikte ekonomik yapının oluşmasında ve krize girmesinde teknolojiye daha fazla ağırlık vermekte, kriz sürecini ve yeniden yapılanmayı açıklamak için Tekno-Ekonomik Paradigma kavramını kullanmaktadır. Teknolojik yenilikler bu yaklaşım açısından oldukça önemli olup, teknolojik değişim muhtevasına göre dört gruba ayrılmaktadır. Bunlar:37 • Küçük ve sürekli yenilikler: bunlar üretim ve verimlilikte önemli değişiklikler yaratmayan daha çok küçük çaplı olan değişikliklerdir. 34 Sabel, C.F., "Flexible Specialisation and the Re-emergence of Regional Economies", Reversing Industrial Decline? Industrial Structure and Policy in Britain and Her Competitors içinde, (der.) P.Hirst ve J.Zeitlin, Oxford: Berg Publishers, 1989, ss. 17-70, aktaran Taymaz, op. cit., s. 11. 35 Taymaz, op. cit., s. 12. 36 Ibid., s. 11. 37 Ibid., ss. 14-17. 17 • Radikal yenilikler: bu tür yenilikler alanına firmaların Ar&Ge ile geliştirdikleri yenilikler girer. • Teknoloji sisteminde değişiklik yapan yenilikler: bu değişimlerden ekonomi genelinde birçok sektör etkilenir, yeni kar imkanları ortaya çıkar ancak teknolojik değişim bir sıçramayı ifade etmez. • Tekno-ekonomik paradigmanın değişmesi: bütün ekonomik yapı etkilenir, yeni yatırım ve kar olanakları ortaya çıkar. Bu yenilikler aynı zamanda uzun dönemli ekonomik dalgalanmaların da yükselme kısmına denk gelir. Bu süreç içerisinde yeni girişimciler ve yeni zengin sınıflar ortaya çıkar. Bu yeni teknoloji zamanla tüketilir ve ekonomi tekrar bir durgunluk devresine ve sonrasında ise bir gerileme devresine girer.38 Bu analize göre savaş sonrası dönemde ekonomik canlanmayı 1950-70 yılları arasında dayanıklı tüketim mallarına olan talep artışı sağlamaktadır. Savaş sonrası dönemde, Keynesyen refah devleti modelinin yardımıyla ekonomide alım gücü yükselmiş, bu da dayanıklı tüketim mallarına olan talebi arttırmıştır. Ayrıca bu dönem içerisinde, mali kesim de kredi olanaklarını bu talebi canlı tutacak şekilde kullanmış ve dayanıklı tüketim mallarının alınması için kredi sisteminde genişleme yaşanmıştır. Bu dönemde ekonomik canlanmayı sağlayan bir diğer faktör ise, yapılan büyük altyapı yatırımlarıdır. Bu yatırımlar sayesinde, firmaların üretim ve dağıtım 38 Teknolojik değişim, yenilikler, kriz ve ve girişimciler hakkında önemli bir tartışma için bkz. Joseph A. Schumpeter, Capitalism, Socialism, and Democracy, Unwin University Books: London, 1974. Schumpeter bu kitabında kısaca ekonomik büyümenin yeni teknoloji geliştirmeye veya verimlilikte önemli ölçüde artış sağlayacak yenilikler üretmeye bağlı olduğunu söyler. Schumpeter’e göre bu yenilikleri ortaya çıkaranlar girişimcilerdir. Girişimciler bu yenilikler sayesinde önemli verimlilik kazançları sağlarlar veya daha önce piyasada olmayan bir malı piyasaya sunarak önemli miktarda rant elde ederler. Bu süreç içerisinde, çok önemli kârlar elde edilir. Ancak zamanla, yenilik taklit edilir ve kârlar düşmeye başlar. Bu süreç girişimcileri de kapitalistleşmeye doğru sürükler. Girişimciler artık yeniliklerden dolayı değil elde ettikleri kârlardan ve sermayeden dolayı kazanç sağlarlar. Girişimcilerin yenilik üreterek ortaya çıktıkları dönem ekonomik genişlemeye, karların azalmaya başladığı ve yenilikten çok bulunan bir yeniliğin taklit edildiği süreç ise ekonomide daralmaya karşılık gelir. Bu süreç her önemli yenilikte ve teknolojik değişimde kendisini tekrar eder ve ekonomide ardı ardına genişleme ve daralma dönemleri yaşanır. Buradan da anlaşılacağı üzere, Schumpeter için teknoloji ve yenilik üretimi ekonomik büyümenin ve genişlme sürecinin en önemli belirleyicisidir. 18 maliyetleri azalmış ayrıca üretim faktörlerine etkin bir şekilde ulaşmaları kolaylaşmıştır.39 Peki nasıl olmuş da bu süreç bir krizle noktalanmıştır. Bu yaklaşım krizin nedenleri olarak şunları saymaktadır:40 • Teknoloji bir süre sonra kendini tüketir ve doğal sınırlarına varır. Bu süreçten sonra verimlilik artışları yaşanmaz ve büyüme durağanlaşır. • Teknolojinin sınırlarına varmasıyla beraber üretim de sınırlarına varır. • Verimlilik kazançlarının en önemli kaynaklarından biri olan ölçek ekonomileri sona erer. Bunun gerisindeki en önemli neden ise, artık standart mallara olan talebin bir doyuma ulaşması ve talebin azalmasıdır. Bu talep azalması üretimin daha küçük ölçeklerde yapılmasını zorunlu kılar ve bu da ölçek ekonomilerinden elde edilen kazançları azaltır. • Bir diğer neden ise Montaj hattının katılığıdır. Montaj hattı işçinin ürün üzerinde herhangi bir denetiminin olmadığı ve üretime minimum katkı sağladığı bir üretim sitemidir. Bu katılık bir süre sonra işçilerde yabancılaşmaya sebep olmakta ve bu da verimliliği ve üretkenliği düşürmektedir. • Yeni tekno-ekonomik paradigma ile mevcut ulusal ve uluslararası düzenleme rejimi arasında sıkıntı çıkmıştır. Bu süreç yaşanırken aslında aynı zamanda ortaya çıkmakta olan yeni teknolojiler de kendilerini belli etmeye başlarlar. Ancak eski sistem ile yeni sitem arasındaki uyumsuzluklar mevcut düzenleme kurumları tarafından ortadan kaldırılamaz. 39 Dahası bir de bütün bunlara, savaşla gelen yıkım sonrası toparlanmanın ekonomide yarattığı talep canlanması düşünülürse sürecin anlaşılması daha kolay olur. ABD büyük ölçüde bu saikle, Marshall yardımlarını kullanarak Avrupa ekonomilerinin kendilerini toparlamalarına yardımcı olmuştur. 40 Taymaz, op. cit., s. 16. 19 Bu ekole göre, krizden çıkış yeni tekno-ekonomik paradigmanın yaygınlık kazanması ve buna uygun kurumsal yapılanmanın oluşmasıyla olur. 1980 sonrası süreçte kriz ancak enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki radikal değişmelerle ortadan kalkmıştır. Bu süreçte mevcut uyumsuzlukların ortadan kaldırılması ve ekonomik büyümenin yeniden sağlanması için şu adımlar atılmıştır:41 • Esnek çalışma koşulları ve süreleri getirilmiş; • Eğitim sistemi yeni ekonomik gerekliliklere göre düzenlenmeye çalışılmış; • Bilgi ve iletişim teknolojisine uygun koşullar hazırlayan bölgesel politikalar uygulanmış; • Yeni mali araçlar ve kurumlar ortaya çıkmış; • Devlet ve şirket yönetiminde hiyerarşik ve katı yönetim azalmış ve daha esnek bir örgütlenme benimsenmiştir. Bu değişimlerle beraber ekonomik büyüme yeniden yakalanmış ve Schumpeter’in öngörülerine uygun olarak yeni sektörler ve bu sektörleri sürükleyen yeni sınıflar ortaya çıkmıştır. Bilgisiyar, elektronik, yazılım, iletişim araçları imalatı, optik kablo, robot, veri bankaları, ve yongalar (chips) esnek üretim ve yeni teknolojik paradigmanın sürükleyici sektörleri olmuşlardır. 1.2.3 Yeni-Marksist Yaklaşım: Düzenleme Okulu Krizin ortaya çıkması ve dünya ekonomisinde yeniden yapılanma üzerine en etkili açıklamalar Yeni-Marksist Okul olarak adlandırılan Fransız Düzenleme Okulu tarafından ortaya atılmıştır. Okul öncelikle savaş sonrası sistemi üretim, tüketim ve ekonomik ve sosyal kurumlar bağlamında incelemiş ve burada ortaya çıkan 41 Ibid., ss. 14-17. 20 çelişkilerden krizin analizini yapmış, daha sonra ise ortaya çıkmakta olan ekonomik yapının üretim, tüketim ve kurumsal yapısını ortaya çıkarmaya çalışmıştır.42 Bu okul sermaye birikim sürecini merkeze alıp, birikim rejimi ve düzenleme tarzı kavramlarını kullanarak süreci analiz etmeye çalışmaktadır. “Düzenleme kuramına göre, sermaye birikiminin mantığı kapitalist ekonomilerin merkezinde yer alır. Bu nedenle, sermaye birikim sürecinin incelenmesi, kapitalist gelişim dinamiklerinin incelenmesi için başlangıç noktasını teşkil eder.”43 Birikim rejimi sermaye birikim süreçleriyle ilgilili olup, “... sermaye birikim sürecinin oldukça uzun bir dönem boyunca istikrarlı bir şekilde sürmesini sağlayacak şekilde toplumsal ürünün tüketim ve birikim arasında paylaşılması olarak tanımlanmaktadır.”44 Düzenleme tarzı ise birikim rejimini düzenleyen kurumsal yapıyla ilgilidir. Düzenleme okulu, sermaye birikim rejimini analiz ederken şu hususlara bakmaktadır: • Üretimin örgütlenmesi; • Yatırım planları; • Ücret, kar ve vergi arası paylaşım; • Talep yönetimi; • Farklı üretim tarzları arasındaki ilişkiler; Birikim rejimine karşılık gelen düzenleme tarzı analiz edilirken ise; • Para kredi ilişkilerine; • Ücret-emek ilişkilerine; 42 Fransız Düzenleme Okulu olarak bilinen bu ekol, kriz sonrası ekonomik yeniden yapılanma tartışmalarında oldukça önemli bir literatür yaratmış ve bir çok ülkede ekolün temel teorik çerçevesi bağlamında o ülke akademisyenlerince araştırmalar yapılmıştır. Türkiye’de bu ekolü takip ederek akademik araştırma yapanlardan bir tanesi de Ahmet Alpay Dikmen’dir. Dikmen “Global Commodity Production and Ideologies of Work: Cases of Textiles Production in Turkey,” adlı doktora tezinde bu ekolü takip etmiştir. Ayrıca Dikmen bir diğer çalışması için bkz. Ahmet Alpay Dikmen, “Küresel Üretim, Moda Ekonomileri ve Yeni Dünya Hiyerarşisi”, Toplum ve Bilim, Güz, sayı: 86, 2000. ss. 281-302. 43 Taymaz, op. cit., s. 18. 44 Ibid., s. 18. 21 • Rekabet tipine; • ve devletin müdahale biçimlerine bakılır. Başta da belirttiğimiz üzere Okul birikim rejimlerini yaygın ve yoğun birikim rejimleri olarak ikiye ayırır. Yoğun birikim rejiminde genel olarak mevcut teknolojik yapı kullanılıp, işgücü, makine ve ekipman miktarı arttırılarak büyüme sağlanır. Kısacası ekonomik büyüme daha çok mevcut ölçeğin büyütülmesine bağlı olarak sağlanır. Yaygın birikim rejiminde ise ölçek arttırımı yine önemli olmakla beraber, ekonomik büyüme ve sermaye birikimi esas olarak teknolojik gelişmeye ve verimliliğin arttırılmasına bağlıdır. Burada artık ölçek arttırımı temel belirleyen değildir. Firmalar sürekli teknolojik yenilikler üreterek farklı ölçek düzeylerinde daha fazla kar ve birikim yapmaya çalışırlar. Düzenleme okulu Đkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan birikim rejimi ve düzenleme tarzını fordizm olarak adlandırır. Bu ekole göre, fordist birikim rejimi ise şu temel olgulardan oluşur. • Yarı otomatik montaj hattı üretimi; • Yoğun birikim rejimi; • Standart mal üretimi; • Emeğin daha yoğun kullanımı; • Kafa ve kol emeği arası ayrım; • Toplu sözleşmeler; • Sosyal güvenlik; • Đşsizlik sigortası; Düzenleme okuluna göre mevcut birikim rejimi ile düzenleme tarzı arasında ortaya çıkan çelişkiler krizin temel nedenleri arasındadır. “Yeni birikim rejiminin gelişimi eskimiş düzenleme tarzı tarafından engelleniyorsa veya mevcut düzenleme tarzı veri iken mevcut birikim rejiminin potansiyelleri tüketilmişse yapısal, "büyük krizler" 22 oluşur. Bu durumda düzenleme tarzı ve/veya birikim rejimi değişecektir.”45 1950-70 yılları arasında birikim rejimi ile düzenleme tarzı arasında bir uyum varken, birikim rejimin zamanla değişmeye başlaması, fakat düzenleme tarzının hala eski birikim rejimine ait olması krizin gerisindeki temel nedendir. Okul bu dönemde, kar oranlarındaki düşüşü, emeğin üretkenliğinde artışın sağlanamamasını, aşırı işbölümünün bir noktadan sonra üretkenliği azaltmasını, üretim sistemindeki esnekliğini yitirilmesini ve işçilerin üretim sürecine yabacılaşmasını krizin temel nedeni olarak gösterir. Sistem krizden çıkmak için bir takım yeni stratejiler geliştirmiştir. Bunlar, ürün farklılaştırması, taşeronlaşma, sendikal örgütlenmenin azaltılması, üretimde hareket serbestisinin arttırılması, emek esnekliğinin arttırılması ve part-time çalışma süreçlerinin sisteme getirilmesidir.46 Bütün bu sayılan ekoller kriz öncesi ve sonrası analizlerinin güçlülüğüne rağmen kendilerini eleştirilerden de kurtaramamışlardır. Öncelikle kriz öncesi dönemin bütün unsurlarının özünde sadece bant üzerinde kitlesel üretimi anlatan fordizm kavramıyla anlatılması bir talihsizlik olarak görülmektedir. 47 Đkinci eleştiri noktası ise, fordist olarak adlandırılan sürecin gerçekte ne kadar fordist olduğuyla ilgilidir. Kısacası, bu eleştiri savaş sonrası ekonomik düzenin tam olarak fordist üretim süreciyle anlatılan özelliklere uyup uymadığıyla ilgilidir. Bu eleştiriyi yapanlara göre hem kriz öncesi dönemde hem de kriz sonrası dönemde kitlesel tüketim ve üretim coğrafi olarak parçalanmıştır. Bugün sürekli teknolojik gelişmeye ve farklı talep yapılarına rağmen hala kitlesel üretim önemini korumaktadır. Üçüncü bir eleştiri ise, kriz öncesi dönemde büyük ölçekli olup ancak kitlesel üretim yapmayan ve ekonomik büyümede önemli payları olan uçak ve gemi üretim sanayilerinin durumuyla ilgilidir. Dördüncü bir eleştiri ise, ekonomik büyüme açısından oldukça önemli olan teknoloji büyük oranda bugün kitlesel olarak üretilmektedir. Son olarak yapılan eleştiri ise, hem fordizm kavramının hem de postfordizm kavramının ekonomik örgütlenmeyi homojenleştirdiği ve basitleştirdiği 45 Ibid., ss. 19-20. Ibid., s. 32. 47 Ibid., s. 32. 46 23 yönündedir.48 Bütün bu eleştirilerin amacı, bir dönemin salt fordizm veya postfordizmle açıklanamayacağı üzerinedir. 1.3 Dünya Ekonomisinde Dönüşüm ve Yeni Ekonomi Bundan önceki bölümlerde kısaca, Đkinci Dünya Savaşı sonrası ekonomik düzene, bu düzenin krize girmesine ve bu krizi açıklayan yaklaşımlara değinmeye çalıştık. Bu bölümde ise, kriz sonrası dönemde ortaya çıkan ve 1980’lerden bu yana etkisini sürdüren ekonomik değişimlere küreselleşme tartışmaları bağlamında değinmeye çalışacağız. Küreselleşme olgusu özellikle son 30 yılda gittikçe daha fazla önem kazanmaya başlamıştır. Đletişim, ulaşım ve bilgisayar teknolojilerindeki yaşanan hızlı gelişmeler küreselleşmeyi önemli bir olgu olarak gündemimize getirmiştir. Son 30 yılda yaşanan bu değişimin gerisinde nasıl bir sürecin olduğunu ortaya çıkarmak ve dünya ekonomisindeki bu yeniden yapılanmayı kavramak için özellikle Đkinci Dünya Savaşı sonrasındaki ekonomik ve siyasal gelişmeleri anlamak gerekmektedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi yeni ekonomik yapı, 1973-1974 yılları arasında yaşanan petrol kriziyle ortaya çıkan yapısal krizle oldukça ilgilidir. Bu dönemde kar oranları önemli miktarda düşmüş ve ekonomik üretimde önemli daralmalarla beraber yüksek enflasyon oranları yaşanmıştır. Bu kriz ortamından, ancak verimliliğin artmasını sağlayan ve kar oranlarını tekrar yüksek seviyelere çeken teknolojik değişim, rekabet ve iş organizasyonunda yeniden yapılanmayla çıkılmıştır. Bu dönemde hem şirketler hem de devletler etkinliğin ve verimliliğin arttırılması gayesiyle yeniden organize olmaya başlamıştır. Worf ve Stutz’un belirttiği gibi “[D]ünya ekonomisi bugün jeopolitik ve teknolojik güçlerin birleşiminin etkisiyle sürekli kendisini yenilemekte ve yeni bir yapıya kavuşmaktadır. Bu eğilimler, dünyada kültürün, siyasetin, ekonominin ve çevresel sorunların küreselleşmesini de beraberinde getirmektedir.”49 48 49 Ibid., s. 29. Stutz ve Worf, op. cit., s. 6. [Çeviri bana ait]. 24 Her ne kadar, bir önceki bölümde ele aldığımız okullar eleştiriye tabi tutulsa bile, kriz sonrasında yeni bir ekonomik düzenin ortaya çıktığı bir gerçektir. Küreselleşmenin de teknolojik gelişmelere paralel olarak hızlanmasıyla beraber, dünya ekonomisi hem daha fazla entegre olmaya başlamış hem de üretim ve tüketim kalıpları bir değişime uğramıştır. Bu dönemin önemli özelliklerinden bir tanesi de yükselen piyasalar olarak adlandırılan Doğu Asya ekonomilerinin hızla dünya ekonomisine entegre olarak, önemli kalkınma hamleleri gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bu dönemde, Çin ve Hindistan’la beraber dünya ekonomisinde ağırlıklarını hissettirmeye başlayan diğer gelişmekte olan ülkeler bu değişimin ortaya çıkmasına katkıda bulunarak, küresel ekonomik işbölümünü büyük oranda değiştirmişlerdir. Bu değişim daha önce de belirttiğimiz gibi bir takım belirsizlikleri beraberinde getirmiştir. Bazı ülkeler bu değişimden korkarak sisteme adapte olmakta katılık göstermişler, bazı ülkeler ise hızla sisteme adapte olmaya çalışıp yeni sitemin ortaya çıkardığı fırsatlardan faydalanmaya çalışmışlardır. Yaşanan küreselleşme sürecinin bir diğer etkisi de devlet üzerinde olmuştur. Bu süreçte özellikle devlet eski kontrol gücünü kaybederek, bu gücü hem sivil toplum hem de firmalarla paylaşmak zorunda kalmıştır. Özellikle çok uluslu şirketlerin ticari işlemlerinde yaşanan artış bunun en önemli sebeplerinden biridir. Bu artış beraberinde çok uluslu şirketlerin pazarlık gücünü arttırarak, karar alma süreçleri üzerinde etkili olmalarını sağlamıştır. Sivil toplum için de aynı şey söylenebilir. Devletler bu dönemde karar alma süreçlerini hem özel sektörle hem de üçüncü sektör olarak adlandırılan sivil toplumla paylaşmak zorunda kalmışlardır. Kamu özel-sektör ortaklığı ve sivil toplum diyaloğu gibi çabaları bu eksende okumak gerekmektedir.50 50 Her ne kadar bu gelişmeler yaşanan süreçte yer alan aktörlerin pazarlık güçlerinin artmasından kaynaklanmış olsa da, devlet gücünün farklı kesimlerle paylaşılmasının gerisinde bir zihniyet değişimi de vardır. Küresel ekonominin esneklik üzerine yeniden organize olması ve bu yolla ciddi verimlilik artışları yakalaması, siyasal yapıları da esnek olmaya ve elindeki gücü farklı aktörlerle paylaşmaya yöneltmiştir. Özellikle kamu özel sektör ortaklığı ve sivil toplum diyaloğu gibi adımlar bu zihniyet değişiminin bir sonucudur. Marx’tan ödünç alarak ifade edersek, bir nevi “katı olan herşey buharlaşmaya başlamıştır” bu süreçte. 25 Üretim, tüketim, ulaştırma ve dağıtım meseleleri küreselleşme bağlamında önemli konular arasında bulunmaktadır. Küreselleşme ile birlikte bunların nasıl bir hal aldıkları ve ne şekilde bir yapıya kavuştukları konumuz açısından oldukça önemlidir. Bu konularda ortaya çıkan değişim ve onun gelişmekte ve gelişmiş ülkeler üzerindeki etkileri Lizbon Stratejsi’ni de anlamak açısından hayatidir. 1.3.1 Artan Küresel Ticaret ve Üretimin Mekansal Olarak Parçalanması Dünya ekonomisinin kısa bir tarihine baktığımızda, 1913 öncesinde üretim ve yatırımda altın bir çağ yakalanmış, bu dönem Birinci ve Đkinci Dünya Savaşları’yla önemli ölçüde kesintiye uğramış ve bu zaman zarfında ekonomik genişleme önemli ölçüde durmuştur. Ancak Đkinci Dünya Savaşı sonrasında, Amerika öncülüğünde dünya politik ve ekonomik sistemi yeniden düzenlenmeye çalışılmış ve bunda da başarılı olunmuştur. Đkinci Dünya Savaşı’nın sonundan 1970’lere kadar hem gelişmiş ülkelerde hem de gelişmekte olan ülkelerde önemli ekonomik büyüme oranları yakalanmış ve ülkeler arası ticaret artmıştır. Ancak bu tarihten sonra kendisini göstermeye başlayan ekonomik durgunluk, artan enflasyon ve petrol krizi ile birlikte dünya ekonomisi tekrar bir durgunluk dönemine girmiş, bu sefer de teknolojik gelişme sayesinde ekonomik üretimin yeniden örgütlenmesiyle dünya ekonomisi yeni bir büyüme trendi yakalamıştır. Özellikle 1970’lerden bu yana dünya ekonomisinde yaşanan önemli değişimlerden bir tanesi ticaret ve üretim alanlarında yaşanmış ve bu süreçte dünya ekonomisi ticaret yoluyla önemli ölçüde entegre olmuştur. Ancak, bu entegrasyonun derecesi gelişmekte olan ülkelere nazaran gelişmiş ülkeler arasında daha ileri boyutlara ulaşmıştır. Özellikle endüstri içi ticaret yoluyla gelişmiş ülke ekonomileri zaman geçtikçe daha fazla entegre olmuşlar ve büyük ticaret hacimlerine ulaşmışlardır.51 Feenstra’nın emtia ticaretinde üretilen katma değere baktığı verilerde, 1913 yılından bu yana bu verilerde hemen hemen bütün ülkeler için artış kaydedildiği 51 P.Bairoch and R.Kozul-Wright, op. cit., ss. 14-26. 26 gözlenmektedir.52 Bu da ülklerin bu tarihten bu yana sürekli daha fazla ticaret yaptıklarını göstermektedir. Yazara göre bunun gerisinde ticarette meydana gelen liberalleşme ve ulaşım maliyetlerinin azalması gibi faktörler etkili olmuş olsa da, bu faktörler bu artışın sadece 2/5’ini açıklamakta, artışın 3/5’i ise bu faktörlerle açıklanamamaktadır. Bu konudaki diğer bir açıklama ekonomilerin toplam hasıla miktarları birbirine yaklaştıkça ticaret imkanının da artmasıdır. Örneğin A, B ve C ülkelerinin hasılaları sırasıyla 100, 10 ve 10 olsun bu durumda yapılabilecek toplam ticaret hacmi sadece 40 olacaktır. Aynı ekonomilerin hasılalarının 40 olduğu durumda ise yapılabilecek toplam ticaret hacmi 120 olacaktır.53 Görüldüğü üzere ülke hasılaları arasında meydana gelecek olan bir yakınsama teorik olarak beraberinde ticaret hacminin de artmasını getirmektedir. Bu konudaki diğer bir açıklama ise, üretimin parçalanmasına yani coğrafi olarak bölünmesine atıfta bulunmakta ve bu parçalanmanın da ticaret olanağını arttırdığını söylemektedir. Sonuç olarak denilebilir ki, ekonomik liberalleşme, ulaşım ve iletişim maliyetlerin düşmesini sağlayan teknolojik gelişme, ülke ekonomilerinin hasılalarının birbirine yakınsaması ve üretimin parçalanması dünya ticaretinde yaşanan bu muazzam artışın gerisinde yatan faktörler arasındadır. Kriz sonrası dönemde ortaya çıkan belki de en önemli husus, üretim ve tüketimin küresel bir boyut kazanmış olması ve firmaların üretimlerinin değişik aşamalarını maliyet avantajlarına göre dünyanın farklı bölgelerine kaydırmalarıdır. Kısaca üretimin mekansal olarak parçalanması olarak adlandırılan bu süreç bu dönemin en önemli karakteristiği olmuş, beraberinde hem yeni fırsatları hem de yeni tehditleri getirmiştir.54 Firmaların üretiminin yeri konusundaki tek belirleyici husus işgücü 52 Feenstra, op. cit., ss. 33-35. Ibid., s. 34. 54 Bu tehditler ve fırsatlar bu dönemde asimetrik bir hal almıştır. Örneğin, gelişmiş ülkelerdeki üretim süreçlerinin gelişmekte olan ülkelere kayması, gelişmiş ülke işgücü piyasaları için tehditler yaratırken, gelişmekte olan ülke işgücü piyasaları için yeni fırsatlar ortaya çıkarmıştır. Ancak, bununla birlikte, geişmekte olan ülkeler için de yeni tehditler ortaya çıkmıştır. O da, daha önce bu ülkelerde üretilen bazı üretim süreçlerinin, maliyetler açısından daha avantajlı olan bölgelere kaymış olmasıdır. Bugün Çin ve Hindistan gibi ülkeler gelişmiş ekonomilerden çok gelişmekte olan ekonomiler için tehdit üretmektedir. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, bu tehditler beraberinde yeni fırsatları da getirmektedir, Çin’in rekabetçi tehdidi bir çok ülkeyi daha fazla yenilik üretmeye ve üretim süreçlerinde verimliliği arttırmaya, işgücünün niteliklerini geliştirmeye ve daha fazla katma değer yaratan ürünler üretmeye sevk etmiştir. Dolayısıyla bu süreç dünyada sürekli değişime açık ve daha dinamik bir ekonomik iklim yaratmıştır. Ancak bu dinamizm ve değişikliğe açıklık her ülke veya her toplumsal grup için faydalı sonuçlar üretmiştir diyemeyiz. 53 27 maliyetleri olmamıştır. Üretim sürecinin basit kısımları için bu öğe önemli olsa da daha karmaşık üretim süreçleri için işgücü maliyetlerinin yanında, lojistik, işgücünün eğitimi, dışsal ekonomiler, altyapı, firmalar arası işbirliği ve iletişim, idari düzenleyici çerçeve, ekonomik ve politik istikrar ve güçlü kurumsal yapı55 gibi etkenler de önemli olmuştur. Bu sebepledir ki, üretimin basit kısımları gelişmekte olan ülkelere kayarken, daha kompleks kısımlar gelişmiş ülkeler arasında paylaşılmıştır. Dünya piyasalarında entegrasyonun artması ve ticaretin gelişmesi beraberinde üretimin de mekansal olarak parçalanmasını getirmiştir. Bu konuda tersi de doğru olup, üretimin mekansal olarak parçalanması beraberinde ülkeler arası ticaretin de artmasını getirmiştir diyebiliriz. Bugün artık bir malın nihai olarak ortaya çıkmasını sağlayan üretim süreçleri farklı coğrafi bölgeler tarafından paylaşılmış olup, imalat, sanayi ve hizmet sektörlerinde ortaya konan artı değerin bir kısmı ülke dışında, bir kısmı da ülke içinde üretilmekte ve şirketler faaliyet gösterirken büyük oranda outsourcing (dış alım-dış kaynak kullanımı) yöntemini kullanmaktadırlar.56 Bunun gerisinde yatan en önemli faktör ise, şirketlerin üretim maliyetlerini aşağı çekme çabalarıdır. Dünya ekonomisinde yaşanan entegrasyon rekabeti de artırmış bu ise piyasa payı yarışında maliyetleri belirleyen önemli bir etken haline getirmiştir. Daha önce de belirttiğimiz üzere, üretimde yaşanan bu dönüşüm süreci literatürde fordist üretim sürecinden postfordist üretim sürecine geçiş olarak tanımlanmaktadır.57 En iyi örneğini Amerikan otomobil sektöründe bulan fordizm temel olarak, üretimin belli parçalara ayrılarak montaj hattı üzerinde örgütlenmesi 55 Son dönem ekonomik büyüme ve kalkınma literatüründe tartışılan en önemli konulardan bir tanesi de kurumsal yapının büyüme ve kalkınma üzerine etkisiyle ilgilidir. Douglas North’un başını çektiği kurumsal iktisatçılar kurumsal yapının, ki bunun en önemli öğesi hukuk kurumlardır, ekonomik büyümenin ve kalkınmanın temel belirleyicisi olduğunu ifade etmektedirler. Bu konuda özet iki çalışma için bkz. Rodrik (2002) ve Daron Acemoğlu, “Root Causes: A Historical Approach to Assessing the Role Of Institutions in Economic Development”, Finance & Development, Haziran 2003. Daha ayrıntılı bilgi içinse bkz. Douglas North, Institutions, Institutional Change and Economic Performance, Cambridge University Press: Cambridge, 1990. Türkçe çevirisi için bkz. Douglas North, Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Sabancı Üniversitesi Yayınları: Đstanbul (Çeviren: Gül Çağalı Güven), 2002. 55 Feenstra, op. cit., ss. 36-41. 56 Ibid., ss. 33-35. 57 Bu konuda ayrıntılı bir tartışma için bkz. Harvey op. cit. Harvey’in kitabının ikinci kısmı tamamen bu tartışmaya ayrılmıştır. 28 anlamına gelmektedir. Üretimin bütün süreçlerinin az çok bir üretim kompleksinde yapılması, tek tip model üretimi, dizayn ve basit işçilik süreçlerinin birbirinden ayrılması ve yüksek miktarda kitlesel üretim fordist üretimin temel karakteristikleri arasındadır. Fordizmin temel mantığı kitle üretimi yoluyla ölçek ekonomilerinden faydalanarak maliyetlerin aşağıya çekilmesine dayanmaktadır. Postfordizm ise, fordizme göre üretim süreçlerinin daha da esnekleştirilmesine karşılık gelmekte ve bu üretim tipinde kitlesel üretimin yerini küçük miktarlarda farklılaştırılmış üretim almaktadır.58 Ayrıca, üretim fordizm de olduğu gibi büyük bir komplekste baştan sona yapılmak yerine coğrafi olarak dağıtılmaktadır. Üretim süreçlerinin coğrafi anlamda yeniden örgütlenmesinin belirleyeni ise işgücü ve işgücü dışındaki maliyet koşulları olmaktadır. Gelişmiş ülkelerde işçi maliyetlerinin ve hükümet düzenlemelerinin artmasıyla beraber üretimin daha az kompleks olan süreçleri maliyetlerin daha düşük ve düzenlemelerin ise daha az olduğu gelişmekte olan ülkelere kaydırılmıştır. Her ne kadar işgücü maliyetlerinin önemli bir belirleyen olduğu yönünde bir genel kanı varsa da, bu her durumda doğru değildir. Đşgücü maliyetlerinin toplam maliyetler içinde önemli bir paya sahip olduğu ve genelde daha az nitelikli işgücüne ihtiyaç duyan ürünler için doğru olan bu analiz, daha karmaşık işgücü süreçlerini gerektiren ve üretimde işgücü dışındaki faktörlerin daha önemli olduğu ürünler için doğru değildir. Dahası, bugün altyapı hizmetleri, pazara erişim, nitelikli işgücü, kurumsal altyapı, Ar&Ge faaliyetleri ve dışsal ekonomiler üretim maliyetlerinin belirlenmesinde oldukça önemlidir. Bu sebepledir ki, üretimin parçalanmasıyla beraber üretim süreçleri sadece gelişmekte olan ülkelere kaymamış gelişmiş ülkeler arasında da ciddi mekansal hareketlenmeler yaşanmıştır.59 58 Postfordizm ile birlikte kitle üretim ve tüketim süreçlerinin sona erdiğini söylemek çok da doğru olmaz. Kitle üretim ve tüketimi bugün hala önemini korumaktadır. Ancak, bu üretim ve tüketim süreçlerinin artık daha esnek hale geldiğini söylemek daha doğru olur. 59 Bu sürecin gelişmiş ülkelerdeki tezahürü daha çok belli sektörlerin belli coğrafyalarda kümelenmesi şeklinde olmaktadır. “Conglomarates” ve “Clusters” terimleriyle anlatılan bu su süreçte, firmalar altyapı hizmetlerinden daha fazla faydalanmak, nitelikli işgücüne daha kolay ulaşmak ve dışsal ekonomilerden daha fazla faydalanmak için belli bir mekanda yoğunlaşmaktadırlar. Bu yoğunlaşma daha çok yüksek teknoloji kullanan ve önemli katma değer yaratan sektörlerde görülmektedir. Konuyla ilgili bir çalışma için bkz. Piero Morosini, “Industrial Clusters, Knowledge Integration, and Performance”, World Development, Vol. 32, No. 2, 2004. ss. 305–326. 29 Daha öncede belirttiğimiz üzere 1970’li yıllardan bu yana üretim süreçlerinin organizasyonunda önemli değişimler yaşanmış ve üretim süreçleri coğrafi olarak tek merkezlilikten çıkarak dünya ölçeğine dağılmıştır. Bugün özellikle dünyadaki bir çok marka, kaynaklarını farklı ülkelerden temin etmekte, bir malın farklı parçalarını farklı ülkelerde üretmekte, bu üretilen parçaların montajını başka bir ülkede yapmakta, ürün geliştirme ve dizaynı ise daha farklı bir ülkede yapılmaktadır. Üretim sürecinde yaşanan bu parçalanma, beraberinde büyük firmalar için önemli maliyet ve pazar fırsatları doğurmuş ve karlılığı arttırarak bu firmaların daha da büyümelerini sağlamıştır. Bugün bu üretim organizasyonunu en etkin kullanan şirketlerin ülkeleri önemli bir katma değer üretmektedirler. Bu üretim sürecinin tipik örneklerinden iki tanesi Barbie bebek üreten Mattel firması ve spor giyim üreten Nike’tır. Barbie bebeklerin üretiminde, plastik ve saçlar Tayvan ve Japonya’dan sağlanmakta, montaj bu ülkelerin yanında Filipinler, Endenozya, Malezya ve Çin gibi ülkelerde yapılmakta, bebeklerin dekorasyonunda kullanılan boya gibi bir takım maddeler ise ABD’den getirilmektedir.60 Daha sonra üretilen bebekler, 2 dolara ABD’ye gitmekte (bunun 3 senti emek, 65 senti kullanılan girdiler geri kalan ise ulaştırma maliyetleri) ve burada 10 dolara piyasaya sunulmaktadır. Yaratılan katma değerin en az 1 doları üretici şirkete ve geri kalanı ABD’deki pazarlama, satış ve nakliye gibi alanlara gitmekte, dolayısıyla 8 dolarlık katma değer ABD’de kalmaktadır. 61 Diğer bir örnek ise Nike’tır. Asya’da 75 000 kişiye yakın istihdam yaratan bu marka, sadece bu işçilerden birkaç yüzünü kendisi istihdam etmekte, diğerleri ile ise aracı şirketler aracılığıyla çalışmaktadır. Nike ABD’de toplam 2500 çalışana sahiptir ve bu şirketin 1993 yılında 360 milyon ABD doları kar yaptığı raporlanmıştır.62 Hem Barbie bebeklerin üreticisi olan Mattel hem de Nike genel olarak tasarım ve pazarlama işlerini ABD’de yapmaktadırlar.63 Kısacası yüksek nitelik isteyen işler yine bu ülkelerde kalırken görece vasıfsız emek gerektiren üretim süreçleri de 60 Feenstra, op. cit., ss. 35-36. Ibid., ss. 35-36. 62 Ibid., ss. 35-36. 63 Ibid., ss. 35-36. 61 30 maliyetlerin daha düşük ve piyasa düzenlemelerinin daha az olduğu ülkelere kaymaktadır. 64 Feenstra’ya göre üretim süreci tamamlanmış mamüllerin ABD ithalatındaki payı 1970’lerden bugüne artmakta, bu malların bir kısmı doğrudan, bir kısmı ise katma değer katılarak piyasaya sürülmektedir.65 Genel olarak ise ithal edilen ürünlerin çoğu son aşamaya yakın veya son aşamada gelmektedir. Bu da üretimin başka bölgelere dağıtıldığını ifade etmektedir. Feenstra’ya göre, bugün birçok şirket ithalatı, üretimi maliyetlerin düşük olduğu bölgelere kaydırmanın bir aracı olarak görmektedir.66 Üretimin parçalanması olarak adlandırdığımız bu olguya dikey uzmanlaşma da diyebiliriz. Bu uzmanlaşma sürecinde her coğrafi bölge üretimin belli aşamasında veya belli katma değer zincirlerinde uzmanlaşmakta, bu da maliyetlerin daha aşağı çekilmesini sağlamakta ve üretimin verimliliğini arttırmaktadır.67 Aslında tüm ürünün üretilmesi postfordist bir sürece karşılık gelmesine rağmen, üretimin belli süreçlerinin organizasyonu hala fordist bir üretim sürecine tekabül etmektedir.68 Kürselleşme ile beraber iyice belirgin hale gelen üretimin coğrafi olarak parçalanması beraberinde ulus aşırı şirketlerin (çok uluslu şirket - ÇUŞ) önem kazanmasını da getirmiştir. 2000 yılında ulus aşırı şirketler ABD, Kanada, Batı Avrupa ve Japonya’da yaklaşık 100 milyon kişiyi istihdam ederken, 20 milyon işgücünü de diğer ülkelerde istihdam etmekteydiler. “Bugün dünyada yaklaşık olarak 53 000 çok uluslu şirket faaliyet göstermektedir. Bu şirketler dünyadaki tüm özel sektörün sahip olduğu varlıkların %40’ını kontrol etmekte ve dünya piyasaları için üretilen ürünlerin de üçte birini üretmektedir.69” Bugün bazı büyük ÇUŞ’ların yıllık toplam satış hasılatları birçok ülkenin yıllık ekonomik hasılalarından fazladır. Bir bakış açısına göre ÇUŞ’ların aldığı bu hal onları uluslararası ekonominin baş 64 Ibid. ss. 35-36 Ibid., ss. 37-38 66 Ibid., s. 39. 67 David Hummels, Dana Rapoport, and Kei-MuYi, ‘‘Globalization and the Changing Nature of World Trade,’’ University of Chicago, Federal Reserve Bank of New York and Rice University, December 1997, aktaran Feenstra, ibid., s.39. 68 Taymaz, op. cit., s. 29. 69 Stutz ve Worf, op. cit., s. 13. 65 31 aktörleri haline getirmiştir ve bugün uluslararası ticaret devletlerden çok şirketler tarafından yönlendirilmektedir.70 Küreselleşme sürecinin bir diğer önemli tarafı ise, yatırımlarda görülen küreselleşme olgusudur. Merkez ülkelerde maliyetlerin artmasıyla beraber, üretim sürecinin bir kısmı daha az gelişmiş çevre ülkelere kaymıştır. Burada hem faktör fiyatlarının daha ucuz olması hem de işgücü maliyetlerinin düşük olması yatırımların bu ülkelere kaymasında önemli olmuştur. Örneğin birçok Amerikan spor giyim şirketi üretim merkezlerini New York ve Los Angeles gibi merkezlerden Asya ülkelerine taşımışlardır.71 Dünya ekonomisinde meydana gelen bu değişimlerin gerisinde iletişim ve ulaşım teknolojilerindeki devrimsel gelişmeler etkili olmuştur. Đletişim ve ulaşım teknolojilerindeki hızlı değişim, ülkeler arası mesafeleri zamansal ve mekansal anlamda azaltarak, ticaretin önündeki doğal engelleri neredeyse ortadan kaldırmıştır. Bu doğal engellerin etkilerini azaltmasıyla beraber, ticari ilişkiler artmış ve bu da üretimin ve tüketimin yapısında değişimi beraberinde getirmiştir.72 Bu doğal engellerin yanında uluslararası ekonomik ilişkilerden kaynaklanan tarife ve kota gibi diğer engellerin de yavaş yavaş anlaşmalarla ortadan kaldırılması oldukça önemlidir. Özellikle 1980 sonrasında ve bilhassa da Sovyetlerin 1990 sonrasında dağılmasıyla beraber serbest ticareti önceleyen yeni bir ekonomik paradigma ortaya çıkmış ve bu da ekonomik entegrasyonun daha da derinleşmesini beraberinde getirmiştir. Bu paradigmanın bir sonucu olarak, yatırım ve ticaret önündeki ticari ve kurumsal engeller yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştır.73 Üretimin mekansal örgütlenmesinde yaşanan bu değişim işgücünün de mekansal olarak bölünmesini getirmiş ve bu da belli bölgelerin belli ekonomik üretim süreçlerinde uzmanlaşmalarını sağlamıştır. Bugün ÇUŞ’lar üretimin mekanına karar 70 Ibid., s. 13. Ibid., s. 13. 72 Ülkeler arası ticari ilişkilerin gelişmesiyle beraber hem daha büyük piyasalara yönelik üretim yapılmış, ölçek ekonomileri ve yine bununla ilişkili olan endüstri içi ticaret sayesinde çok önemli verimlilik ve maliyet avantajları yakalanmıştır. Verimliliğin artması ve maliyetlerin azalmasıyla beraber tüketicilerin de daha ucuz mallara ulaşmaları kolaylaşmıştır. 73 Ibid., s. 6. 71 32 verirken, yerel işgücünün özelliklerine, yeteneklerine, maliyet koşullarına, ülkedeki ticaret tarifelerine, altyapı ve teknoloji hizmetlerine bakmaktadırlar. 74 1.3.2 Đletişim ve Ulaşım Teknolojilerinde Değişim ve Yeni Bilgi Ekonomisi Dünya ekonomisindeki değişimi anlarken teknolojik gelişmelerden kaynaklanan boyutları da göz önünde bulundurmak gerekmektedir.75 Teknoloji alanında, özellikle mikro elektronik teknolojisinin verimlilik ve rekabet üzerinde yarattığı etkiler önemli gözükmektedir.76 Uydu teknolojisini ve fiber-optik ağları kapsayan telekomünikasyon teknolojisindeki değişim, bilgi alışverişinin miktar, kalite ve kolaylık bakımından hızlı bir şekilde artmasını ve gelişmesini sağlamış, bu da ülkeler arası ekonomik ve ticari ilişkileri kolaylaştırmıştır. Dahası, bu alanların kendileri de bizzat ekonomik büyümenin önemli belirleyenleri arasına girmişleredir. 1970 sonrasında ortaya çıkan küreselleşme sürecinin en temel iticisi bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan dönüşüm olmuştur diyebiliriz. Gerçek zamanlı bilgi sistemleri, yavaş ve hızlı toplumlar, bilgisayar teknolojisi ve bilgisayar aracılığıyla yapılan iletişim devrimi çok fazla tartışılan konular olmuştur. Bu dönemin ekonomisinde bilgi ve teknoloji sadece üretim verimliliğini etkileyen alanlar olarak ortaya çıkmamıştır. Bizzat bilgi ve teknolojinin kendileri ekonomik üretimin konuları olarak önemli bir sektör oluşturmuşlardır.77 74 Ibid., s. 14. Ibid., s. 6. 76 Ibid., s. 2. 77 Çoğu yazar bilginin ekonomide oynadığı rolü tam olarak ortaya koyamamaktadır. Genel eğilim, bilgi sayesinde hızlı teknolojik gelişimin oluştuğu ve bunun da verimlilik kanalıyla üretimi ve büyümeyi arttırdığı yönündedir. Halbuki bu dönemde bizzat bilginin kendisi üretimin ve büyümenin kaynağı olmuştur. Bilginin daha çok ve etkin bir şekilde üretilmesi ve bu bilginin diğer alanlara transfer edilmesi bilgi ekonomisinin temel karakteristiği durumundadır. Bilgi ekonomisinin bugünün dünyasında oynadığı devrimci rol için bkz. Manuel Castells, The Information Age: Economy Society and Cultre Volume 1, The Rise of Network Society, Blackwell Publishing, 2000. Kitabın Türkçe çevirisi için bkz. Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür Cilt 1, Ağ Toplumunun Yükselişi, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: Đstanbul, 2005. Castells’in Bilgi Çağı üçlemesi temel olarak 1970’lerden bugüne yaşanan değişimlerin ekonomik, sosyal ve kültürel alanda yarattığı etkiler ve oluşturduğu yeni yapılar ve formlarla ilgilidir. Üçlemenin ilk kitabı olan ve Ağ Toplumunun Yükselişi olarak çevrilebilecek eser, bilginin ve bilgiye dayalı yeni teknolojilerin ekonomide oynadığı rol üzerinedir. Castells’e göre dünya bugün tarım ve sanayi devriminden sonra bilgi devrimi ile karşı karşıyadır. Nasıl her teknolojik devrim üretimin ve tüketimin şeklini değitirdiyse, bilgi devrimi de bizleri yeni bir üretim ve tüketim sürecine sokmuştur. Bilgi artık bizzat üretimin konusu olmuş ve bu alanda verimliliğin sağlanması birincil öncelik olmuştur. Üçleme oluşmakta olan yeni toplumu her yönüyle incelemesi bakımından önemli bir çalışma olup, yayımlanmasından bugüne bir çok önemli tartışma yaratmıştır. 75 33 Bilgi ve iletişim teknolojilerinde yaşanan bu gelişme bizzat bilginin kendisini bir ekonomik mal haline getirmiş ve bilgi piyasada alınıp satılan ve önemli miktarda katma değer yaratan bir nesne haline gelmiştir. Kablolu televizyon hizmetleri, bilgisayar yazılım ve donanımı, uluslararası ve yerel danışmanlık hizmetleri, dizayn, ürün geliştirme ve pazarlama stratejileri ortaya çıkan yeni ekonomik yapının temel parçalarıdır.78 Özelikle teknolojik gelişmenin bir sonucu olarak ulaşım ve iletişim maliyetlerinde meydana gelen azalma, daha önce yerel ölçekte piyasaya sunulan malların küresel piyasalara sunulmalarını imkanlı kılmıştır. Küresel piyasalara ulaşım, ölçek ekonomileri yardımıyla maliyetlerin daha da azalmasını sağlayarak uluslararası ticaretin daha da canlanmasını beraberinde getirmiştir. Dünyadaki yaygın iletişim ağı, şirketlerin maliyetlerin daha düşük olduğu bölgelerdeki şirketlerle alım anlaşmaları yapmalarını kolaylaştırmış ve bu da beraberinde üretimin dünya ölçeğine yayılmasını getirmiştir.79 1.3.3 Mali Piyasaların Küreselleşmesi 1980 sonrası dönemde sadece, reel sektör önemli değişikler yaşamamıştır. En çarpıcı değişim reel sektörden ziyade mali sektörde yaşanmıştır. “Mali piyasalar hem küreselleşmiş hem de bilgisayar teknolojisine dayanır hale gelmiştir. Bugün mali piyasalarda dolaşan mali araçlar tamamen küresel bir özellik göstermekte olup, bu pazarda baş döndürücü bir işlem hacmi yakalanmıştır.”80 Küresel mali piyasalar 1980 sonrası dönemde hızla değişmiş ve bu piyasalardaki günlük işlem hacmi çok önemli boyutlara varmıştır.81 Mali piyasaların bu kadar gelişmesinin arkasında uygulanan ekonomik politikaların etkisi de oldukça önemlidir. 1980 öncesinde devletler tarafından genel anlamda kontrol altında tutulan bu piyasalar, zamanla deregüle edilmiş ve sermaye hareketlerinin önündeki birçok engel kaldırılmıştır. Faiz 78 Stutz ve Worf, op. cit., s. 6. Ibid., s. 6. 80 Ibid. s. 6, [Çeviri bana ait]. 81 Küresel mali sitemde meydana gelen değişikler için bkz. Held ve diğerleri, op. cit. Bu kitabın “Shifting Patterns of Global Finance” başlıklı dördüncü bölümü tarihsel olarak mali piyasaların gelişimine ayrılmıştır. 79 34 ve döviz kurlarının serbest bırakılması, kısa vadeli ve uzun vadeli yatırımlar önündeki engellerin kaldırılması, ulusal borsaların oluşturulması ve uluslararası mali araçlara erişim kolaylıklarının sağlanması bunlardan sadece bir kaçıdır. 1.3.4 Hizmet Sektörü, Tüketim ve Turizm Bu dönemin önemli karakteristiklerinden biri de hizmet sektörünün dünya genelinde öne çıkmaya başlaması ve ekonomik hasılanın önemli bir bileşeni haline gelmesidir.82 Feenstra’ya göre bunun gerisinde gelirin artmasıyla beraber insanların lüks mallara olan talebinin artması bulunmaktadır. Gelirin artması beraberinde görece lüks mal olarak algılanabilecek hizmet sektörüne olan talebi arttırmıştır. Bu konuyla ilgili olarak Feenstra’nın verdiği diğer bir açıklama ise devlet harcamalarında meydana gelen artışın, hizmet sektöründeki büyümeyi teşvik etmiş olmasıdır.83 Sonuç olarak, hizmet sektörü bugünkü ekonomik yapının en önemli bileşenlerinden biri haline gelmiştir.84 Uluslararası turizm, yurtdışı eğitim hizmeti, eğlence, televizyon, müzik prodüksiyonları ve sinema sektörü son dönemlerde özellikle önem kazanan ve gittikçe ekonomide ağırlığı artan hizmet sektörünün temel parçaları arasında yer almaktadır. Bunlara ek olarak ayrıca, danışmanlık ve muhasebe hizmetleri, bilgisayar hizmetleri ve hukuki danışmanlık sayılabilir.85 Turizm küreselleşme ve yeni ekonimiyle beraber oldukça önemli bir sektör haline gelmiştir. Bugün birçok ülke daha fazla turist çekmek için adeta yarış halindedir. Özellikle kültür turizmi açısından, Paris, Londra ve Đstanbul gibi şehirler sürekli yeni turist çekmeye çalışmaktadırlar. 2000 yılında yaklaşık 200 milyon kişinin istihdam edildiği bu sektörde, dünya hasılasının %12’si üretilmektedir.86 82 Bkz. Feenstra, op. cit., ss. 31-31. Ibid., ss. 33-35. 84 Ibid., s. 33-35. 85 Stutz ve Worf, op. cit., s. 14 86 Ibid., s. 14. 83 35 Tüketimin küreselleşmesi olgusuna bakınca, benzer ürünlerin dünya genelinde tüketilmesi önemli bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Bugün dünyanın bir çok yerinde standart ürünler tüketilmektedir. Coca-Cola, Levi’s Jeans, Marlboro sigara, McDonalds vs. gibi ürünler bunların en önde gelenlerindendir. Küreselleşme ile birlikte tüketim olgusu daha dinamik bir hal almış ve bu da ülkeler arası ticaretin daha da artmasına sebep olmuştur. 1.3.5 Üretimin Küresel Ölçekte Parçalanmasının Đstihdam ve Ücretler Üzerindeki Etkisi Bugün bir çok ülkede, özellikle Avrupa’da tartışılan konulardan bir tanesi küresel ekonomik gelişmelerin ve yeni uzmanlaşma süreçlerinin istihdam ve genel ekonomi üzerinde ne gibi etkilerde bulunacağıdır.87 Özellikle gelişmiş ülkelerde bu sürecin istihdam üzerinde zararlı etkiler doğuracağına yönelik bir kaygı bulunmaktadır. Her ne kadar katma değerin çoğu bu ülkelerde üretilse bile, istihdamın büyük kısmının gelişmekte olan ülkelere kayması gelişmiş ülkelerdeki görece daha az vasıflı işgücü istihdamını tehdit etmektedir. Gelişmekte olan ülkelerde yine benzer bir kaygı mevcuttur. Üretimin bu ülkelere kayması, düşük vasıflı işgücünden çok görece vasıflı işgücünü öne çıkarmaktadır. Bunun da gerisinde, gelişmiş ülkelerde görece vasıfsız işgücünün yaptığı işlerin, gelişmekte olan ülkelerde ise görece vasıflı işgücü tarafından yapılmasıdır. Sonuç olarak bu sürecin her iki yakadaki daha az vasıflı işgücünü tehdit ettiğini söylemek doğru olacaktır.88 Üretimin parçalanması veya outsourcing olarak adlandırılan bu sürecin yarattığı etki vasıflı işgücü gerektiren teknolojik gelişmenin istihdam üzerinde yarattığı etkiye benzemektedir. Vasıflı işgücüne ihtiyaç duyan teknolojik gelişme beraberinde daha az vasıflı işgücünün piyasadan çekilmesini getirmekte, dolayısıyla bu işgücünün istihdamı oldukça zorlaşmaktadır.89 Üretimin gelişmekte olan ülkelere kayması, gelişmiş ülkelerde göreceli olarak düşük vasıflı işgücüne olan talebi azaltmaktadır. Aslında bugün bu gelişmeler sonucu ortaya çıkan işsizlik konusu Avrupa açısından hayati bir 87 Avrupa Komisyonu, The EU Economy Review 2005: Rasing International Economic Integration: Opportunities and Challenges, EU Comission: Brüksel, 2005, bkz., ss. 5-11. 88 Feenstra, op. cit., s. 42. 89 Ibid., s. 41 36 konumdadır. Avrupa ekonomileri özellikle 1980’lerden bu yana ciddi anlamda işsizlik sorunuyla karşı karşıyadır. Bu gerçek, Lizbon Stratejisi’nde de karşılığını bulmakta ve istihdam yaratılması Strateji’nin en önemli öncelikleri arasına girmektedir. 1.3.6 Küreselleşme ve Avrupa Birliği Avrupa Birliği ekonomisinin geleceği ve küreselleşme ile olan ilişkisi bugün AB içerisinde en fazla tartışılan konulardan biri durumundadır. Küresel rekabetin artması, Çin’in ve Hindistan’ın dünya ekonomisindeki yükselen konumları, üretimin “gelişmekte olan piyasalara” kayması ve benzeri bir çok olgu AB içerisinde derin tartışmaların yaşanmasına neden olmaktadır. Bu resme bir de AB içerisinde yaşanan işsizlik ve düşük ekonomik büyüme olgularını kattığımızda, AB ekonomisinin geleceği önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. AB ekonomisinde yaşanacak olası bir ciddi sorun, AB projesinin de geleceğini tehlikeye atacaktır. Ekonomik gelişmelerde yaşanacak ciddi aksaklıklar kendisini ilk olarak siyasal entegrasyonda gösterecektir. Siyasal entegrasyon sürecinde yaşanacak sorunlar, zamanla ülkelerin baş etmekte zorlanacakları, aşırı siyasal uçların yükselmesi ve sosyal kargaşa gibi tehlikeleri de beraberinde getirebilecektir. Küreselleşme sürecinde AB açısından önemli olan nokta mevcut ülkeler arası işbölümünün değişip değişmeyeceğidir. Daha açık ifade edersek, ülkeler mukayeseli üstünlüğe sahip oldukları alanlar ile olmadıkları alanlar arasında izledikleri seyre göre küreselleşmeden etkileneceklerdir. Özellikle AB açısından ifade edersek, gelişmekte olan ülkelerin ne tür mallar üreterek yollarına devam edecekleri oldukça önemlidir.90 Buradaki gelişmeler, AB ekonomisinin gelecekte nasıl bir seyir izleyeceğini bize gösterecektir. Şimdi burada farklı alternatifleri göz önüne alarak AB açısından oluşabilecek sonuçlara bakalım. 90 Komisyon Raporu (2005), op. cit., ss. 5-11. 37 Mevcut ülkeler arası işbölümünün değişmeyeceğini varsayarsak, gelişmekte olan ülkelerdeki verimlilik artışları üretimi arttırarak, fiyatları düşürecektir.91 Ayrıca bu ülkelerdeki refah artışları beraberinde AB mallarına olan talebi arttıracaktır. Sonuç olarak ticaret hadleri AB lehine değişecek ve AB’nin refahı artacaktır. Ancak mevcut bir başka görüşe göre, gelişmekte olan ülkelerdeki teknolojik gelişme sadece mevcut malların daha fazla üretilmesine değil, aynı zamanda farklı malların da üretilmesine neden olacaktır.92 Önceden AB’nin elinde bulunan pazarlar gelişmekte olan ülkelere geçecektir. Bu da beraberinde, yatırımların gelişmekte olan ülkelere kaymasına neden olup AB’deki sermaye derinleşmesini olumsuz etkileyecektir. Yatırımların azalması beraberinde işgücüne talebi azaltarak, işgücü gelirinin azalmasına neden olup tüketimin azalmasını beraberinde getirecektir. Ancak küreselleşme sürecini değerlendirirken hesaba katılması gereken bir diğer önemli unsur da, küreselleşmeden beklenen dinamik faydalardır. Bu faydaların başında rekabetin giderek artması ve teknolojinin giderek yayılmasıdır.93 Özellikle rekabetin artması firmaları daha etkin çalışmaya zorlayacaktır. Bunun sonucunda yeni ürün ve üretim metodları gelişecektir. Teknolojik gelişme de hızla yayılarak, üretimin dünya genelinde daha verimli bir şekilde yapılmasını sağlayacaktır. AB açısından en önemli nokta ise genişleme sürecidir. Genişleme sürecinin beraberinde getireceği statik ve dinamik ekonomik faydalar, AB ekonomisinin daha dinamik bir hale gelmesine yardımcı olacaktır.94 Kötümser senaryolarda AB’nin ekonomik gücünün yakında yok olacağı ve yerini Çin ve Hindistan’a bırakacağı söylenmektedir. Bu yorum ABD için de yapılmaktadır. Şüphesiz Çin ve Hindistan geleceğin önemli aktörleri arasında olacaklardır. Bu ülkelerin ekonomi arenasında boy göstermeleri AB açısından bir takım dezavantajlar getirse de, avantajlar da getirecektir. Bu ülkelerin büyümeleri beraberinde dünya talebinde de bir canlanmaya neden olacaktır. Muhtemel talep canlanmasından en karlı çıkanlar gelişmiş ülkeler, dolayısıyla ABD ve AB olacaktır. 91 Ibid., ss. 5-11. Ibid., ss. 5-11. 93 Ibid., ss. 5-11. 94 Ibid., ss. 5-11. 92 38 1.3.7 Genel Karakteristikler Daha önce de belirttiğimiz üzere, 1980 sonrası tartışmaların odağında küreselleşme olgusu bulunmaktadır. Küreselleşme çok yönlü bir olgu olmakla beraber bu kısımda bizim için küreselleşmenin daha çok ekonomik sonuçları önemlidir. Küreselleşmenin ekonomik sonuçlarını kısaca şöyle özetleyebiliriz:95 • Üretimin yapısının değişmesi ve küresel uzmanlaşma: bunu üretim süreçlerinin mekansal parçalanması olarak da adlandırmak mümkündür. • Tüketim yapısının değişmesi; standart ürünler yerine farklılaştırılmış ürünlerin tüketime sunulması; • Telekomünikasyon ve bilgi teknolojileri alanında büyük gelişmeler kaydedilmesi; • Uluslararası şirketlerin öneminin artması; • Uluslararası finans piyasalarının gelişmesi; • Yabancı yatırımların daha da artması; • Yeni işgücü süreçlerinin ortaya çıkması; işgücünün üretim sürecine daha fazla katılmasının sağlanması ve işe yabancılaşmanın azaltılması; • Nitelikli işgücüne olan talebin artması; • Bazı metropol şehirlerin küresel üretim, dağıtım ve tüketimde öne çıkmaları; • Turizmin global bir fenomen haline gelmesi ve önemli bir ekonomik katma değer sağlaması; 95 Stutz ve Worf, op. cit., s. 6. 39 • Hizmet sektörünün ekonomilerde daha öne çıkarak küresel bir boyuta kavuşması olarak sayılabilir. 40 ĐKĐNCĐ BÖLÜM SAVAŞ SONRASI AVRUPA BĐRLĐĞĐ’NĐN SOSYO-EKONOMĐK PERFORMANSI 1945-75 yılları arası savaş sonrası dönem birçok tarihçi ve iktisatçı açısından Avrupa’nın altın çağı olarak gösterilmektedir. Bu pek de nedensiz bir tanımlama değildir. Ekonomik ve sosyal göstergelere bakıldığında, bu dönemde Avrupa daha önce hiç yaşamadığı bir ekonomik ve sosyal refah yaşamıştır. Đşsizlik çok düşük seviyelere gerilemiş, ekonomik büyüme ve toplam faktör verimliliği artışı istikrarlı bir şekilde sürdürülebilmiş ve Avrupa vatandaşları sosyal açıdan birçok kazanımlar elde etmişlerdir. Bu dönemde, Avrupa refah modeliyle dönemin ekonomik politikaları uyumlu bir şekilde yan yana durabilmiştir. Dönemin Keynesyen ekonomi politikaları Avrupa’yı adeta yeniden ayağa kaldırmıştır. Đki büyük Dünya Savaşı sonucunda yerle bir olan, bütün altyapısı ve sosyal sermayesi zarar gören Avrupa, bu dönemde hızla kendini toparlamıştır. Avrupa’daki bu toparlanmayla beraber, dönemin istikrarlı havası hem gelişmiş ülkelerin hem de gelişmekte olan ülkelerin bu süreçten kazançlı çıkmalarını sağlamıştır. Sadece gelişmiş ülkeler değil gelişmekte olan ülkeler açısından da bu dönem altın bir çağ olmuştur. Bugün hiçbir gelişmekte olan ülke, bu dönemdeki büyüme performansını yakalayamamıştır. Bu dönem içerisinde dünya ekonomisinde yıllık kişi başına gelir büyümesi % 2,9 olmuştur. Bu oran 1913-50 arasında kaydedilen yıllık kişi başına gelir büyümesinin neredeyse üç katıdır. Aynı dönemde dünya ekonomik hasılası %5 oranında, dünya ihracatı ise %7 oranında yıllık olarak büyümüştür.96 Bu dönemde Avrupa’daki ekonomik büyüme de aynı trendi izlemiştir.97 96 Angus Maddison, Monitoring The World Economy 1820-1992, OECD: Paris, 1995, ss. 33-57. Derek H. Aldcroft, The European Economy 1914-2000, dördüncü basım, Newyork: Routledge Press, 2001, ss. 128-162. 97 41 2.1 Avrupa Ekonomisi ve Sorunları: ABD ile Karşılaştırma 1945 ile 1970’lerin ortasına kadar AB ekonomisi büyüme, istikrar ve sosyal uyum üzerine kurulu bir yapıya sahip olmuştur. Savaş sonrası Keynesyen uzlaşma doğrultusunda sosyal koruma için evrensel standartlar getirilmiş, eğitim ve istihdam için eşit fırsatlar yaratılmaya çalışılmıştır. Böylece, 1950-73 yılları arasında AB-15 %4,6’lık büyüme oranı yakalamış ve bunun sonucunda kişi başına Gayri Safi Yurt Đçi Hasıla (GSYĐH) yıllık ortalama %3,6 oranında büyümüştür. ABD’yi 100 olarak kabul ettiğimizde kişi başına gelir seviyesinde AB 1950 yılında 40 seviyesinde iken, 1973 yılında 70 seviyesine varmıştır. Bu dönemde enflasyon oranı %4’ler seviyesinde, işsizlik ise %2’ler seviyesinde olmuştur.98 Ancak 1970’lerden sonra AB ekonomisinde sorunlar belirmeye başlamış, petrol şoku, demografik değişim, küreselleşme ve ABD ile AB arasında ortaya çıkan teknolojik açık bu sorunların gerisinde yatan faktörler arasında olmuştur.99 Bu sorunların sonucu olarak, AB-15 ülkeleri 1974-85 yılları arasında yıllık ortalama %2’lik GSYĐH ve %1,7’lik kişi başına GSYĐH büyümesi kaydetmişlerdir. 100 Bu dönemde enflasyon %11’ler seviyesine yükselmiş, işsizlik ise 1974 yılında %3 civarındayken 1985 yılında %10’lar seviyesine varmıştır.101 Bugün, AB ve ABD’nin gelecekteki potansiyel büyüme oranlarına baktığımızda ise, AB için %2’lik ve ABD için %3,5’lik potansiyel büyüme oranlarından söz edilmektedir.102 AB’nin düşük potansiyel büyüme oranına sahip olmasının gerisinde, Birlik seviyesinde verimlilik büyümesinin düşmesi, işgücünden daha az faydalanılması ve tek pazarın hala birçok soruna sahip olması gibi faktörler bulunmaktadır. Bugün tek pazar sadece malların 98 The Sapir Group, “An Agenda for a Growing Europe, The Sapir Report”, Regional Studies, Kasım 2005, Volume 39, 2005. ss. 958-965. 99 AB ekonomisinin bu dönemdeki performansı 1950-1970 yılları arasında gerçekleştirilen performansın gerisinde kalmıştır. AB-15’te GSYĐH 1971-1980 yılları arasında yıllık %3, 1981-1990 arasında ise yıllık %2,4 oranında büyümüştür. Bu düşük büyüme performansını sadece AB ekonomi yönetimine bağlamak yanlış olur. Bu dönemde dünya ekonomisi de bir önceki döneme göre daha yavaş büyümüştür. ABD ile bir karşılaştırma yaptığımızda, ABD’de GSYĐH aynı dönemlerde sırasıyla %3,2 ve %2,9 oranında büyümüştür. Burada ilginç olan nokta ise şudur: 1950-1970 arasında AB’deki ekonomik büyüme oranları daima ABD’nin ilerisinde olmuştu. Ancak 1970 sonrasında ve özellikle de 1980’den sonra ABD ekonomik büyümede AB ile arasındaki farkı açmıştır. Daha fazla bilgi için bkz. Aldcroft, op. cit., s. 211-244 ve ss. 269-294. 100 The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965. 101 Ibid., ss. 958-965. 102 Ibid. ss. 958-965. 42 serbest dolaşımı için tamamlanmışken, hizmet sektöründeki entegrasyon düşük seviyelerde kalmış ve işgücünün hareketliliği konusunda ise ciddi bir liberalleştirme sağlanamamıştır.103 1990 sonrası dönemde de, 1980’lerde başlayan süreç devam etmiştir. AB bu süreçte bir takım atılımlar yapsa da genel olarak rakiplerinin gerisinde kalmıştır. 1990 sonrası verilerine bakıldığında, AB’nin 1980’lerle beraber ivme kazanan küreselleşme sürecinden yeterince faydalanamadığını görmekteyiz. AB özellikle savaş sonrasında yakaladığı ekonomik büyüme trendini 1990 sonrası dönemde yakalayamamıştır. 1990-2003 yılları arasında kişi başına gelir ABD’de % 1.8, AB’de % 1.6 ve dünyanın geri kalanında ise % 2.2 oranında artmıştır.104 Avrupa ekonomisinin kısa bir tarihine bakıldığında, 1870 yılında ABD’nin %70’i olan Avrupa’nın verimlilik seviyesi, 1950 yılında daha öncesinde yaşanan dünya savaşlarından dolayı %44 seviyesine, savaş sonrası genişleme sayesinde ise 1995 yılında %95 seviyesine varmıştır. Ancak 1995 yılından sonra tekrar bir gerileme trendi yaşanmış ve bu oran 2003 yılında %85’e düşmüştür.105 Avrupa özellikle 1945’lerden 1970’lerin ortalarına kadar dünya ekonomisindeki uygun konjonktürün etkisiyle birlikte önemli sayılacak bir ekonomik performans yakalamış ve ABD ekonomisi ile arasında olan verimlilik ve büyüme açığını zamanla azaltmıştır. Özellikle verimlilik seviyesindeki yakınsama 1995 yılına kadar devam etmiş ancak bu tarihten sonra AB, ABD’nin verimlilik seviyesinden uzaklaşmaya başlamıştır. 1995-2003 yılları göz önüne alındığında bu dönemde sadece verimlilik oranlarında bir kötüleşme olmamış aynı zamanda kişi başına gelir büyümesinde de Avrupa ekonomisi zayıf bir performans sergilemiştir. Bu dönemde, Avrupa’daki kişi başına GSYĐH büyümesi sadece ABD’nin yarısı kadar olabilmiştir. 103 Ibid., ss. 958-965. Komisyon Raporu (2005), op. cit. s. 5-11. 105 Robert J. Gordon (2004a) “Why Was Europe Left at the Station When America’s Productivity Locomotive Departed?”, NBER Working Paper, 2004, s. 2. 104 43 Tablo 2.1 Avrupa’da GSYĐH Büyümesi (%) ABD Avrupa 1870-1913 1.92 1.55 1913-1950 2.48 1.56 1950-1973 2.77 4.77 1973-1995 1.48 2.25 1995-2003 2.33 1.15 ABD-Avrupa 0.37 0.92 -2 -0.77 1.18 Kaynak: Robert J. Gordon, “Why Was Europe Left at the Station When America’s Productivity Locomotive Departed?”, NBER Working Paper, 2004, s.39. AB’nin kişi başına GSYĐH’sı birkaç on yıldır ABD’nin kişi başına GSYĐH’nın %73’ü seviyesinde seyretmekte olup, son verilere göre ise bu oran AB-25/ABD için %65 civarındadır.106 Grilo ve Koopman’a göre AB’deki düşük verimlilik seviyesi AB ile ABD arasındaki arasındaki kişi başına gelir farkının en büyük sebebi durumundadır.107 Şüphesiz AB’nin son birkaç on yılda yaşadığı ve bugün de karşı karşıya kaldığı problemlerin kökü geçmişe ve demografi gibi yapısal değişimlere de bağlıdır. Kişi başına çalışma saati son 40 yılda Avrupa’da önemli ölçüde düşmüş ve Avrupalılar Amerikalılara göre daha çok boş zamana sahip olmuşlardır. Uzun tatiller, yüksek işsizlik ve düşük işgücü katılımı bu sürecin sonuçları arasında olmuştur. Olivier Balanchard’a göre Avrupa son 30 yılda verimlilik artışında ABD’den daha iyi bir performans sergilemiş ancak AB bu verimlilik artışını gelir yaratmak yerine boş zamanın arttırılması için kullanmıştır.108 Tablo 2.2 kısaca ABD karşısında Avrupa’daki verimlilik gelişmelerini göstermektedir. Dikkat edilirse saat başına GSYĐH AB’de, ABD 100 kabul edildiğinde, 1970 yılında 65 iken, 2000 yılında 91 olmuştur. Bu da AB’deki saat başına verimlilik büyümesinin ABD’nin ilerisinde olduğunu göstermektedir. Ancak tablodaki son sütuna baktığımızda, kişi başına çalışma saatinde farklı bir trend gözükmektedir. 1970 yılında 101 olan endeks, 2000 yılına gelindiğinde 77 olmuştur. 1970 yılında AB’de kişi başına çalışma saati ile ABD’deki aynı iken, 2000 yılında AB’de kişi başına çalışma saati ABD’nin 106 Isabel Grilo and Gert Jan Kopman, “Productivity and Microeconomic Reforms: Strengthening EU Competitiveness” Journal of Industry, Competition and Trade, 2006, ss. 67-84. 107 Ibid. ss. 67-84. 108 Olivier Balanchard, “The Economic Future Of Europe”, NBER Working Paper, 2004, s. 1. [10.04.2007], <http://www.nber.org/papers/w10310> . 44 gerisinde kalmaktadır. Dolayısıyla AB verimlilik artışlarını gelire çevirmek yerine, daha fazla boş zaman yaratmaya harcamıştır diyebiliriz.109 Bu analiz AB’de yaşanan düşük GSYĐH büyümesini daha az çalışma sorunuyla açıklamakta ve ekonomik büyümenin daha da arttırılması için daha fazla çalışmayı bir çözüm olarak sunmaktadır. Tablo 2.2 ABD ve AB’nin Karşılaştırılması (ABD=100) Kişi Başına GSYĐH Saat Başına GSYĐH Kişi Başına Çalışma Saati 1970 2000 1970 2000 1970 2000 ABD 100 100 100 100 100 100 AB-15 69 70 65 91 101 77 Kaynak: Olivier Balanchard, “The Economic Future Of Europe”, NBER Working Paper, 2004. Uzun dönemli büyüme oranlarına bakılırsa, 1870-2000 yılları arasında Avrupa’da ortalama %1,67’lik bir büyüme oranı yakalanmış, ABD’de ise bu oran %1,81 olmuştur.110 Avrupa 1870 yılından bugüne kadar iki dönemde önemli sıkıntılar yaşamıştır. Bunlardan birincisi Birinci ve Đkinci Dünya savaşları dönemi, ikincisi ise 1970’lerde ortaya çıkan petrol krizinden sonraki dönemdir. Daha öncede belirttiğimiz üzere, Avrupa özellikle 1973 yılından sonra ABD ile arasındaki refah açığını kapatmakta zorlanmıştır.111 Avrupa hem 1950-73 arasında hem de 1973-1995 yılları arasında ABD’den daha iyi bir verimlilik büyümesi yakalasa da, ABD ile arasındaki refah açığını kapatamamıştır. Saat başına çıktı oranlarına bakıldığında Avrupa/ABD saat başına çıktı oranı 1950 yılında 105 iken 2000 yılında 83 olmuştur.112 Her ne kadar son 40 yılda çalışma saatlerinde bir azalma olsa da, Avrupalılar 1945-73 yılları arasında ABD’lilerden daha fazla çalışmışlardır. Ancak bu dönemde elde edilen kazanımların bir çoğu, savaş döneminde oluşan açığın kapatılmasına harcanmıştır. 109 Ibid., ss. 7-10. Robert J. Gordon (2004b) “Two Centuries of Economic Growth: Europe Chasing the American Frontier”, NBER Working Paper, No. 10662, 2004. 111 Ibid., ss. 3-9. 112 Ibid., ss. 3-9. 110 45 Bugün, AB’nin temel sorunları arasında en önemlileri yüksek işsizlik ve düşük işgücü katılımıdır. Gordon’a göre işsizliğin bir kısmı işçilerin çalışmasını pahalı hale getiren boş zaman veya tatil süresinin uzamasına sebep olan yasalardan kaynaklanmaktadır.113 Avrupa’daki bu yasal düzenlemeler yatırımlar üzerinde de olumsuz etkiler göstermekte ve bugün birçok Alman firması Almanya’da yatırım yapmak yerine eski Doğu Blok’u ülkelerinde hatta deniz aşırı bölgelerde yatırım yapmayı tercih etmektedir. Ancak firmaların, üretimin mekanını değiştirme teşebbüslerini sadece AB’deki yasal düzenlemelere bağlamak yetersizdir. 1980’lerden sonra AB’ye göre daha esnek yasal düzenlemelere sahip olan ABD’deki birçok firma da aynı seçimde bulunmuş ve üretim süreçlerinin bir kısmını gelişmekte olan ülkelere kaydırmışlardır. Şüphesiz AB ve ABD arasındaki ekonomik performans farkı bir çok iktisatçıyı bu konu üzerinde çalışmaya sevk etmiş ve bu alanda önemli bir literatür oluşmuştur. Gordon’a göre ABD ile Avrupa arasındaki temel fark Bilgi ve Đletişim Teknolojileri (BĐT) kullanan sektörlerden kaynaklanmakta olup, söylendiğinin aksine BĐT alanına yapılan yatırımlardan ve burada geliştirilen teknolojilerden kaynaklanmamaktadır. Daha doğrusu bunun etkisi olsa bile, esas etki BĐT kullanan sektörlerden kaynaklanmaktadır. ABD’de yoğun bir şekilde BĐT kullanan toptan ve perakende satış sektörü ile mali varlık ticareti (securities trade) ile uğraşan mali sektör iki ekonomi arasındaki performans farkının temel kaynakları arasındadır. Gordon ABD’de yaşanan 1995 sonrası ekonomik canlanmanın gerisinde çoğunlukla ticari canlanmanın olduğunu ifade etmekte ve bunun BĐT alanına yapılan yatırımları aşan bir husus olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla denilebilir ki, BĐT alanında yaşanan gelişmeler kendi başına büyümede yaşanan bu performansı açıklamamakta, BĐT kullanımı ve yatırımı büyümeye ve ticari canlanmaya yardımcı olarak ekonomik büyümeyi tetiklemektedir. Şunu da unutmamak gerekir ki, 1995 yılı sonrasında ABD sadece yazılım ve donanım alanlarında değil, ilaç ve biyo-teknoloji gibi alanlarda da önemli atılımlar gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla belki de ABD açısından BĐT’leri aşan daha geniş bir teknolojik üstünlükten bahsetmek daha doğru olacaktır. 113 Ibid., ss. 9-13. 46 Gordon’un bu fikri bazı ekonomistler tarafından kabul görmekle birlikte, ABD’de 1995 yılı sonrasında meydana gelen canlanmayı teknoloji ve yenilik alanlarına yatırım yapılmasına bağlayan ekonomistler de bulunmaktadır. Örneğin, Jorgenson ve diğerlerine göre ABD’de 1995’den sonra yaşanan ekonomik büyümenin gerisinde BĐT alanında yapılan yatırımlar etkili olmuş ve bunun sonucunda 1995-2000 yılları arasında ABD’de düşük enflasyon ve yüksek büyüme süreci yaşanmıştır.114 Özellikle donanım, yazılım ve telekomünikasyon alanlarına yapılan yatırımlarla sermaye yoğunluğunun arttırılması ekonomik büyümeye diğer birçok sektörden daha fazla katkı sağlamış ve büyüme ile beraber artan istihdam olanakları çalışma saatleri ve işgücüne katılımı artmıştır.115 Jorgenson ve diğerleri AB ile ABD arasında ortaya çıkan ekonomik performans arasındaki farkın gerisinde BĐT yatırımlarını ve AB ile ABD arasındaki farklı uzmanlaşma eğilimlerini görmektedirler. Barrios ve Burgelman116’a göre ise AB bir bütün olarak ele alındığında AB ile ABD arasındaki büyüme farkının üçte biri BĐT yatırımları tarafından açıklanmaktadır.117 Buna karşın, Van Ark ve diğerleri118 Gordon gibi ABD’de yaşanan ekonomik büyümenin sürükleyicilerinin toptan ve parekende satış ile mali varlık ticareti olduğunu ifade etmektedirler. Van Ark ve diğerlerine göre bu sektörler sayesinde, verimlilik artışı ABD’de 1990-95 yıllarında %1,1 iken 1995-2000 yılları arasında %2,5 olmuştur.119 Aynı dönemde AB ülkelerinde ise verimlilik yavaşlamış ve ortalama işgücü verimliliği artışı %1,9’dan %1,4’e düşmüştür.120 Yazarlara göre AB ile ABD arasındaki fark BĐT alanına yapılan yatırımlardan ve BĐT’lerin ekonomi genelinde farklı sektörlerde kullanımından kaynaklanmaktadır. Bu analize göre, ABD ile AB arasındaki verimlilik büyümesi farkının büyük kısmı BĐT kullanan sektörlerden kaynaklanmakta olup, perakende ve toptan satış ile mali varlık ticareti %1,1’lik büyüme farkının %0,9’unu oluşturmaktadır.121 Grilo ve Koopman’da benzer şekilde 114 Dale W. Jorgenson, Mun S. Ho ve Kevin J. Stiroh, “Lessons for Europe from the US Growth Resurgence”, CESifo Economic Studies, 49(1), 2003, ss. 27-47. 115 Ibid., ss. 27-47 116 Salvador Barrios and Jean-Claude Burgelman, “Europe Needs More Lisbon to Make the ICT Investments Effective”, Intereconomics, Mayıs/Haziran 2008, ss. 124-134. 117 Ibid., ss. 124-134. 118 Bart van Ark, Robert Inklaar and Robert H. McGuckin, “ICT and Productivity in Europe and the United States. Where Do the Differences Come From?”, CESifo Economic Studies, Vol. 49, 3/2003, ss. 295–318. 119 Ibid., ss. 295–318. 120 Ibid. , ss. 295–318. 121 Ibid. , ss. 295–318. 47 bir sonuca vararak, ABD’deki verimlilik büyümesinin ofis makineleri üretimine, toptan ve perakende satışa ve bankacılık ve finans hizmetlerine bağlı olduğunu, bütün bunların ise ABD’deki verimlilik büyümesinin %78’ine karşılık geldiğini belirtmektedirler.122 Bize göre de esas sürükleyici teknoloji alanında yapılan yatırımlardan çok, burada yapılan yatırımlar sonucu yaratılan yeniliklerin başarıyla ekonomideki birçok sektöre uygulanmasındadır. BĐT yatırımları konusunda AB-15’nin son yıllarda önemli ilerlemeler kaydettiğini kabul etmek gerekir. 2004 yılı Dünya Bankası verilerine göre, GSYĐH’ya oran olarak yapılan BĐT yatırımları ABD’de %7,2, Japonya’da %7,5 AB-15’de %6,5 AB-25’de ise %4,1’dir.123 Bu ilerlemeye rağmen AB’nin ekonomik büyüme için BĐT’lerden yeterince faydalanamadığı bir gerçektir. Bu teknolojilerin birçok sektöre yayılıp buralarda etkin bir şekilde kullanılmasını küçümsememek gerekmektedir. Tek bir sektörün ekonomik büyüme üzerinde uzun vadeli ve kalıcı pozitif bir etki yaratması zorken, bütün sektörleri etkileme kapasitesine sahip BĐT’lerin başarıyla bütün sektörlere yayılması beraberinde önemli bir ekonomik canlanma getirme kapasitesine sahiptir. Aksi durumda BĐT alanında sağlanan gelişmeler büyümeye sadece sınırlı bir katkı yapacaktır. Ancak, yine de ABD’de BĐT alanında yapılan yatırımların etkisini de azımsamamak gerekir. Aslında bugünün küreselleşmiş dünyasında, birçok ülke kolayca teknolojiye ve yeniliklere ulaşabilse de bu yenilikleri ve teknolojileri aynı kolaylıkla ekonomide verimli bir şekilde kullanamamaktadır. Olaya AB açısından bakıldığında, AB yeni teknolojilere ulaşım konusunda refah seviyesinden dolayı pek zorluk yaşamamaktadır. Fakat yeni teknolojilere ulaşımın neden ABD’de olduğu gibi canlı bir ekonomik büyüme süreci yaratmadığı önemli bir konudur. Bu konuda öne çıkan görüş, AB’deki bazı yapısal ve kurumsal unsurların yeni teknolojilerden gerektiği kadar yararlanmayı engellemiş olması ve BĐT’lerin başarıyla bütün sektörlere yaygınlaştırılamamasıdır.124 Barrios ve Burgelman’a göre bunun temel sebebi, daha az esnek piyasalara sahip ülkelerin hem daha az BĐT yatırımı yapmaları hem de buralarda BĐT’lerin GSYĐH büyümesine 122 Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84. Daniele Archbugi ve Alberto Coco (2005), “Is Europe Becoming the Most Dynamic Knowledge Economy in the World?”, JCMS 2005, Vol.43, No.3, ss. 433-459. 124 Grilo ve Kopman, op. cit. , ss. 67-84. 123 48 sınırlı bir katkısının olmasıdır. Sonuç olarak, piyasa düzenlemeleri hem BĐT yatırımlarını hem de bunların büyümeye katkısını kötü etkilemektedir.125 Dolayısıyla, eski kıtada büyüme ve istihdamın yaratılması AB’nin bilgi yaratmasına, bunu başarıyla yaymasına ve kullanmasına bağlıdır denilebilir. Barrios ve Burgelman’a göre Avrupa’daki yüksek piyasa katılıklarından kaynaklanan kurumsal sorunlar BĐT yatırımlarını ve BĐT’in ekonomik büyümeye katkısını zayıflatmıştır.126 Avrupa’daki BĐT yayılması ancak yapısal reformlar hızlandırıldığı ve piyasalarda esneklik sağlandığı takdirde Avrupa’daki büyümeye katkıda bulunacaktır.127 Bu yapıldığı takdirde, BĐT’lerin özel sektörde kullanılması da yaygınlaşmış olacak ve piyasanın esnek olması yeni ürün süreçlerini, yeni ekonomik aktiviteleri ve yeni istihdamları teşvik edecektir.128 Daha önce de belirttiğimiz üzere, bilgi iletişim teknolojileri yatırımı ve bunların sektörlere yayılmasına bakıldığında AB ile ABD arasında önemli açıklar bulunmaktadır. Bunun gerisinde yatan faktörler ise temel olarak, AB’deki işgücü piyasaları ile birlikte mali sektör ve ürün piyasalarındaki katılıklar ve AB’deki kurumsal yapının yaratıcı yıkımı teşvik etmemesi olarak belirtilmektedir. Şüphesiz ABD’nin üstünlüğü sadece ekonomik dinamizminden kaynaklanmamakta olup, ABD’nin ekonomik anlamda tarihsel olarak yakaladığı başarılar sadece BĐT alanında yaşanan gelişmelere de bağlanamaz. ABD’nin Avrupa’ya göre siyasi ve ekonomik birliğini çok uzun süre önce tamamlamış olması, ABD’de daha fazla doğal kaynak ve tarım arazisi olması, tarım arazilerinin AB’ye göre daha büyük ölçekte ve yoğun sermaye kullanımı ile verimli şekilde değerlendirilmesi ABD ekonomisinin daha güçlü olmasının diğer nedenleri arasındadır. ABD’nin tek pazardan ve tam entegrasyondan yüzyıllardır faydalanıyor olması ve AB’de ise bu olgunun son 50 yıl içerisinde ortaya çıkması ve bu alanda yavaş ilerleme kaydedilmesi oldukça önemlidir. Ancak zamanla, AB’de ekonomik ve siyasi entegrasyonun derinleşmesi 125 Barrios ve Burgelman, op.cit. , ss. 67-84. Ibid., ss. 67-84. 127 Ibid., ss. 67-84. 128 Ibid., ss. 67-84. 126 49 olumlu sonuçlarını verecektir.129 Bu konularda AB ile ABD arasında bir karşılaştırma yapıldığında, AB siyasal anlamda parçalı bir yapıya sahipken ekonomik entegrasyon da hala tam anlamıyla tamamlanamamıştır. Tarım arazileri konusunda ise, AB’de daha küçük ölçekli tarım arazileri bulunmakta ve bu da arazilerden daha verimli şekilde faydalanılmasını ve daha yoğun sermaye kullanımını engellemektedir. Bunlara son olarak, ABD’de Đngilizce’nin ortak bir dil olarak kullanılması, buna karşın AB’nin çok dilli yapısıyla beraber ortak bir dil geliştirmemiş olması da eklenebilir.130 Açıkçası, ABD hem coğrafi anlamda hem de demografik anlamda Avrupa’ya göre bir çok üstünlüğe sahip durumdadır. Gordon’a göre BĐT’ler dışında ABD’deki canlanmada sanayi kümelerinin (Clusters) oluşturulması, buralara altyapı hizmetlerinin sağlanması, genel olarak ABD’de daha fazla altyapıya yatırım yapılması ve az gelişmiş bölgelerin desteklenmesi önemli rol oynamıştır. Gordon ayrıca ABD’nin yenilik ve teknoloji gelişimi için daha uygun bir iklim sağladığını belirtmekte ve genel olarak ABD üstünlüğünü şu hususlara bağlamaktadır.131 • Rekabetçi kamu ve özel üniversite sistemi; • Üniversitelere devletin destek sağlaması; • ABD işletme ve iş okullarının dünya genelinde yakalamış oldukları prestij; • Danışman firmaların yaygınlığı; • Güçlü patent koruma sistemi; • Esnek mali yapı, bunun sonucu olarak risk sermayesinin gelişmesi ve yatırımların daha kolay finanse edilmesi; 129 Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84. Gordon (2004b), op. cit., s. 20. 131 Ibid., ss. 14-41. 130 50 • Serbest iç göç ve nüfus hareketleri; • Ortak bir dil kullanılması; • Yüksek nitelikli göçmenlere uygun iş ve yaşam ortamı sağlanması; • Amerika’daki şehir yapılanmasının ve planlamasının ekonomik büyümeyi teşvik edici yönde olması; • Arazi kullanımında AB’ye göre daha etkin olunması; • ABD’nin uzun süreden bu yana ekonomik ve politik bir birlik olması; • ABD’de güçlü devlet, üniversite ve sanayi işbirliğinin olmasıdır.132 AB’nin daha dinamik bir ekonomiye sahip olması firmalarının daha fazla yenilik üretmesine ve yenilikleri piyasaya sunmasına bağlıdır. Bu anlamda, ABD ve AB firmaları arasında yapılacak teknolojik işbirlikleri AB firmalarına dinamizm kazandırabilir.133 Bunun dışında AB içindeki bölgesel farklılıkların azaltılması kısa zamanda zor olsa bile üye ülkeler arası ekonomik yakınsamanın temin edilmesi, ulusal politikalar arasında güçlü koordinasyon ve entegrasyonun sağlanması ve akademik dünya ile özel sektör arasında işbirliği imkanlarının arttırılması AB’yi daha dinamik bir ekonomi haline getirebilir. 134 Bu anlamda, Đskandinav ülkelerinin ve Đrlanda’nın nitelikli işgücü, akademi iş alemi ilişkisi, eğitim, mesleki eğitim, yüksek teknolojiye dayalı endüstriler, Ar&Ge’de uzmanlaşma, biyoteknoloji ve elektronik gibi alanlarda AB ortalamasına göre daha iyi durumda olduklarından135 bu ülkelerin tecrübelerinden çok şey öğrenilebilir. 132 Ibid., s. 36. Archbugi ve Coco, op. cit., ss.433-459. 134 Ibid. , ss. 433-459. 135 Ibid. , ss. 433-459. 133 51 ABD ile AB ekonomisi arasında bulunan ekonomik performans farkının nedenleri konusunda birçok farklı görüş bulumaktadır. Ancak, genel olarak AB’nin kurumsal yapısından kaynaklanan sorunlar en önemli neden olarak gösterilmektedir. McGuckin ve Van Ark (2001) AB’deki ürün ve emek piyasalarında yapısal sorunlar bulunduğunu ifade etmekte ve bu sorunların BĐT alanına yatırım yapılmasını ve BĐT’lerin ekonominin geneline yayılmasını engellediğini ve AB’nin daha iyi bir büyüme performansı yakalamasını önlediğini söylemektedirler.136 Gordon ise bu konuda farklı düşünmekte ve Avrupa’daki reform çalışmalarının veya bu yönde atılan adımların dar bir şekilde ürün ve emek piyasalarının deregüle edilmesine yoğunlaştığını ifade etmektedir. Gordon’a göre burada atılacak adımlar beklenen sonuçları tek başına vermeyebilirler. Dolayısıyla, AB’nin ekonomik sorunlarına çare bulunmak isteniyorsa kurumsal düzeyde de önemli atılımlar yapılmalıdır. En azından, yukarıda ABD için sayılan başarı faktörleri doğrultusunda bazı değişimler yapılmalıdır. Gordon’a göre vahşi kapitalizmi düzenlemek üzere işletilen kurumlar bir noktadan sonra sermaye piyasalarının gelişmesini engellemekte ve Avrupa’daki sosyal tercihler verimliliği negatif yönde etkilemektedir.137 Kurumsal yapının önemli olduğunu düşünen bir diğer kişi ise Edmund Phelps’tir. Phelps’e göre AB’nin yaşadığı ekonomik sorunların gerisinde temel olarak Avrupa’daki korporatist yapı bulunmaktadır.138 Avrupa’nın temel sorunu Avrupa’da hala geçmişten gelen bazı korporatist139 kurumların bulunması ve buna karşın modern kapitalist kurumların tam olarak gelişmemesidir. AB’deki korporatist kurumlar, ABD ile AB arasındaki kültürel farklılık ve AB’deki refah devleti uygulaması AB’nin başarısızlıklarının kaynağı durumundadır.140 AB’deki korporatist yapı verimsiz çalışan üreticileri korurken, piyasaya yeni girişleri engellemekte ve ekonomiye dinamizm kazandıran yaratıcı yıkım sürecini sekteye uğratmaktadır. Korporatist sistemde amaç piyasada 136 Ark, Inklaar ve McGuckin, op. cit., ss. 295–318. Gordon (2004a), op. cit., ss. 26-34. 138 Edmund S. Phelps, “The Economic Prosperity of Nations: Prosperity Depends on Dynamism, Dynamism on Institutions”, CCS Working Paper, No. 2. Ocak 2005. 139 Korporatism, esas olarak farklı toplumsal veya ekonomik gruplardan oluştuğu varsayılan toplumda, bu gruplar arasında dayanışma ve işbirliğini öne çıkaran sisteme veya analayışa verilen isimdir. Bu sistemde, sürekli olarak gruplar arasında denge sağlamaya çalışmak, aralarındaki muhtemel çatışma noktalarını, bazen yok sayarak, asgari seviyelere indirmek hedeflenir. 140 Phelps, op. cit., ss. 7-12. 137 52 yaratıcı yıkım sürecinin çalışmasına izin vermekten çok, ekonomik aktörleri belli bir konsensüs etrafında korumaktır. Phelps’e göre Avrupa’nın zayıf ekonomik performansı genel olarak risk sermayesi gibi kapitalist kurumların tam olarak gelişmemesi ve korporatist yapıların fazla gelişerek rekabetçilik ve yenilik üzerinde baskı oluşturmasından kaynaklanmaktadır.141 Bu da yaratıcı yıkımı (creative destruction) engelleyerek, iş kurmayı zorlaştırmaktadır. Phelps ekonomik büyüme için ekonomide dinamizm sağlanmasını anahtar faktör olarak görmekte ve dinamizden yoksun ve uzlaşma üzerine kurulu ekonomilerin yeterince güçlü büyüyemeyeceklerini düşünmektedir. Bu dinamizmin sağlanması da kurumlar yardımıyla olmakta, iyi işleyen kurumlar ve yasalar sayesinde bir ekonomi dinamizm kazanmaktadır. Dolayısıyla etkin çalışan kurumların oluşturulması, ekonomide girişimciliğin gelişmesi ve financiership olarak tarif ettiği etkin mali mekanizmaların oluşması ekonomide dinamizmin yakalanması açısından önemlidir. Gordon da Phelps’in belirttiği financiership kavramını önemsemekte ve etkin mali piyasaların ekonomik büyüme açısından oldukça önemli olduğunu belirtmektedir.142 Buna göre, ekonomik büyüme için sadece girişimcilik değil aynı zamanda girişimcileri destekleyecek, yatırımlara fon bulunmasını kolaylaştıracak mali yapı ve kurumların gelişmesi de önemlidir.143 Bu anlamda ABD’nin temel başarısı etkin bir risk sermayesi piyasası geliştirmiş olmasıdır. Phelps, Schumpeter’in girişimciliğe verdiği önemi kabul ederken, bunun etkin mali yapılarla desteklenmesi gerektiğini belirtir.144 Dolayısyla Phelps’e göre mali sektör etkin olarak çalıştırılmadan ve girişimcilik kültürü geliştirilmeden AB’nin sorunlarını çözmesi oldukça zor gözükmektedir.145 AB ekonomisine yapılan eleştirilerden bir tanesi de Avrupa’daki mağazaların kapanma saatleriyle ilgilidir. Aslında bu bir şekilde AB ile ABD arasında olan çalışma saati farkının da bir kısmını açıklamaktadır. Alışveriş saatleri üzerindeki 141 Ibid., ss. 7-12. Gordon (2004a), op. cit., ss. 26-34. 143 Bu anlamda ABD’nin AB’ye göre daha etkin bir sermaye piyasasına sahip olduğu söylenebilse de, ABD’de yaşanan son mali kriz bu konuyu sorgulanabilir kılmıştır. Ancak yaşanan son krize rağmen, ABD’de fonlara erişimin AB’ye göre daha kolay olduğu söylenebilir. 144 Phelps, op. cit., ss. 6-12. 145 Ibid., ss. 6-12. 142 53 limitler, ulaşım düzenlemeleri ve işe alma ve işten çıkarmayla ilgili engeller üreticilerin üretim süreçlerini yeniden organize etmelerini zorlaştırmaktadır.146 AB ile ABD arasındaki ekonomik performansın farkından sorumlu tutulan bir diğer öğe ise her iki yakada bulunan farklı yüksek öğretim rejimleridir. Bu farklı rejimler analizlere göre beraberinde ekonomik büyüme ve istihdam üzerinde farklı etkiler doğurmaktadır. ABD’de devlet ve özel üniversiteler arasında sağlanan rekabetçi ortam ve her iki üniversite sistemine devlet tarafından maddi destek sağlanması bazı ekonomistlere göre ABD’deki üniversite sistemini daha etkin ve dinamik kılmaktadır.147 Bugün dünyanın en iyi 100 üniversitesinin yaklaşık 60 tanesi Amerika’da bulunmaktadır.148 Đlk 10 üniversitenin ise 8 tanesi Amerikada’dır. Đlk 100’de 30 Avrupa üniversitesi bulunurken, ilk 10 üniversiteye baktığımızda sadece 2 tane Avrupa üniversitesi göze çarpmaktadır.149 ABD üniversite sisteminde rekabetçilik ve meritrokrasi öne çıkarken, AB’de elitizm ve akademik starların ödüllendirilmemesi öne çıkmaktadır.150 Bir diğer husus ise ABD’deki üniversiteli gençlerin Avrupalılardan daha önce çalışmaya başlamasıdır. ABD’de gençler daha erken yaşlarda çalışma hayatına atılarak girişimci olabilmekte ve daha kolay risk alabilmekteyken, buna karşın Avrupa’daki sistem gençleri daha çok bağımlılığa alıştırmaktadır.151 Avrupa’daki eğitim sistemi ABD ile karşılaştırıldığında oldukça sıkıntılı durumda gözükmektedir. Avrupa’daki birçok öğrenci yükseköğretim yaşamları boyunca devletin cömert katkılarından dolayı çalışmayı pek tercih etmemektedirler. ABD’nin üstünlüğünün gerisindeki en önemli faktörlerden biri de devletin özel ve kamu araştırmalarına verdiği destektir. Özellikle devlet Ar&Ge, yüksek öğrenim ve askeri harcamalar yoluyla teknolojik gelişmeleri muazzam şekilde desteklemektedir. Buradaki önemli husus ise, bu araştırmalar sonucu geliştirilen teknolojilerin başarıyla piyasaya adapte edilmesi ve yeni pazarların oluşmasıdır. 146 Ark, Inklaar ve McGuckin, op. cit., ss. 295–318. Gordon (2004a), op. cit., ss. 21-24. 148 Academic Ranking of World Universities, [16.08.2008], <http://www.arwu.org/>. 149 Ibid. 150 Gordon (2004a), op. cit., s. 24. 151 Ibid., s. 33. 147 54 Dunford’a göre ise AB’deki sorunların kaynağı, Avrupa Merkez Bankasının (AMB) katı para politikası uygulaması, Maastricht Kriterleri’nden dolayı uygulanan katı maliye politikası ve Alman birleşmesi’nin AB üzerinde yarattığı mali baskılardır.152 AB açısından bir diğer önemli konu ise demografik değişimlerdir. Belki de AB’nin yaşadığı birçok sorunun gerisinde demografik değişimler vardır denilebilir. Nüfusun yaşlanması beraberinde ekonomik ve sosyal dinamizmin azalmasını da getirmektedir. ABD yaşlanma sorununu aşmak için etkili bir göç yasası uygulamaktadır. Oysa AB bu konuda henüz etkili adımlar atmış değildir. Dunford da birçok analist gibi nüfusun yaşlanmasını önemsemekte ve bunun beraberinde hem işgücüne katılım oranını hem de hane halkının tasarruflarını düşürdüğünü belirtmektedir. Dunford’a göre bunun sonucunda kuşaklar arası mali bir tansiyon oluşmaktadır.153 AB’de nüfus yaklaşık olarak 1960’dan bu yana yaşlanmakta ve her geçen gün bağımlılık oranı daha da artmaktadır.154 1960’dan 2000 yılına kadar ortalama bağımlılık oranı (15-59 yaş arasındaki 100 kişiye düşen 60 yaş ve üstü nüfus olarak tanımlanmakta) %26’dan %35’e yükselmiştir. Aynı dönemde ABD’deki bağımlılık oranı %25 civarında kalmıştır.155 BM hesaplamalarına göre, AB-15’de bağımlılık oranının 2020 yılında %47 ve 2050 yılında ise %70 olacağı tahmin edilmektedir.156 Bu orandaki artış beraberinde kamu maliyesi için ciddi bir yük getirecektir. AB ve ABD’nin ortalama nüfus büyüme oranlarına 1950-1973 ve 1976-2000 dönemleri için baktığımızda, AB nüfusunun 1950-1973 yılları arasında yıllık ortalama %0,8, ABD nüfusunun ise yıllık ortalama %1,3 oranında büyüdüğü görülmektedir. 1976-2000 yılları arasında bu rakamlar AB nüfusu için %0,3 ve ABD nüfusu için %1 olarak gerçekleşmiştir. 157 AB’deki önemli sorunlardan bir tanesi de hizmetler sektörü ile ilgilidir. Hizmetler sektörü AB’de etkin olarak çalışmamakta ve bunun sonucu olarak verimlilik açısından zayıf performans sergilemektedir.158 Günümüzde hala AB içerisinde 152 Michael Dunford, “Growth, inequality and cohesion: a comment on the Sapir Report”, Regional Studies, Kasım 2005, Vol. 39, ss. 972-978. 153 Ibid. , ss. 972-978. 154 The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965. 155 Ibid. , ss. 958-965. 156 Ibid. , ss. 958-965. 157 Ibid. , ss. 958-965. 158 Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84. 55 hizmet sektöründeki entegrasyon tam olarak sağlanamamış ve dolayısyla buradan elde edilecek kazançlar realize olamamıştır. Solbes ve daha bir çok iktisatçıya göre AB’nin ekonomik sorunlarını aşması hizmetler sektörünün liberalleştirilmesine ve mali sektörde daha fazla entegrasyon sağlanmasına bağlıdır.159 Bu görüş Komisyon tarafından da sıklıkla dile getirilmekte ve mali sektör ve hizmetler sektöründe önemli adımların atılmasına ihtiyaç duyulduğu belirtilmektedir. Komisyon’un, 2002 yılında yaptığı bir araştırmaya göre eğer varlık piyasaları tam olarak entegre edilirse, AB şirketleri için sermaye maliyeti %0.5 düşecek ve bu da orta vadede büyümeyi yaklaşık olarak %1 civarında artıracaktır.160 Başka bir çalışmaya göre ise, ABD’deki mali piyasa koşulları AB’de sağlandığı takdirde imalat sanayindeki katma değer üretimi yıllık %0.8 artacaktır. 161 Sapir’e göre Avrupa’nın başarısızlığının gerisinde kurumsal yapıdaki sorunlar bulunmakta olup, AB kurumsal yapısı küreselleşme ve teknolojik değişmenin hız ve yoğunluğuna yeterince ayak uyduramamaktadır.162 Yine Sapir’e göre AB’nin bir diğer sorunu ise ekonomik alandaki koordinasyonun sorunlu ve yetersiz olmasıdır. Mikroekonomi alanına giren işgücü piyasaları düzenlemeleri ulusal düzeyde yapılırken, ürün ve sermaye piyasaları düzenlemeleri AB düzeyinde yapılmakta, makroekonomik alanda ise, maliye politikası üye ülkeler seviyesinde yürütülürken para politikası AB seviyesinde uygulanmaktadır. Sapir’e göre bu iki husus koordinasyon sorunu yaratmaktadır.163 Sapir özellikle bu sorunu aşmanın bir yolu olarak bütün politikaların AB seviyesinde yürütülmesi fikrine karşı çıkmakta ve önemli olanın uygulanan politikalar arasında etkin koordinasyon yaratmak olduğunu belirtmektedir. Sapir’in belirttiği bir diğer nokta ise, makroekonmik politikalarla yapısal politikalar arasında da koordinasyon sağlanmasıdır. 164 159 Pedro Solbes, “The Eropean Union: Economic Prospects, Structural Reforms and Enlargement”, International Economics and Economic Policy (IEEP), (2004) 1, ss. 105-110. 160 Ibid., ss. 105-110. 161 Ibid., ss. 105-110. 162 André Sapir, “Globalization and The Reform of European Social Models”, JCMS 2006, Vol. 44, No. 2, 2006, ss. 369-90. 163 Ibid., ss. 369-90. 164 Ibid., ss. 369-90. 56 Şüphesiz, ABD AB’ye göre yeni teknolojilerden ve küreselleşmeden daha fazla faydalanmıştır. Ancak bunun ABD için eşitsizlik faturası olmuştur. Herşeye rağmen bugün AB ABD’ye göre daha eşitlikçi bir yapıya sahip olup, bu da AB’nin ABD karşısındaki en güçlü yanı olarak algılanmaktadır.165 2.2 Avrupa Birliği’nde Đşsizlik Sorunu AB ekonomik performansı söz konusu olduğunda AB’nin uzun süredir yaşamakta olduğu yüksek orandaki yapısal işsizlik sorunu gündemin ön sıralarına oturmaktadır. AB’nin neden böyle yüksek oranlarda uzun dönemli yapısal işsizlik yaşadığı tartışma konusudur. 1980’lerin ortasından itibaren işsizlik Avrupa’da yükselmeye başlamış, OECD Avrupa ülkelerinde 1970 yılında %2,6 olan işsizlik oranı, 1996 yılına gelindiğinde %11 olmuştur.166 1970-1996 yılları arasında ABD’de istihdam oranı %58 artırılarak 47 milyon yeni istihdam yaratılmışken, buna karşılık aynı dönemde Avrupa’da istihdam sadece %12 artmış ve 18 milyon yeni istihdam yaratılabilmiştir. Đstihdamın nüfusa oranı aynı dönemde AB’de %65’den %60’a düşerken, ABD’de ise bu oran %75’e yükselmiştir. AB’de işgücü verimliliğindeki büyümeye baktığımızda ise, 1960-70 yılları arasında %5’ler civarında olan oran, 1980’ler ve 1990’larda %2’nin altına düştüğünü görebiliriz.167 Tablo 2.3’den de görüleceği üzere 1970’lerden sonra işsizlik oranları bütün Batı Avrupa ülkelerinde artmıştır. 1950-73 yılları arasında ortalama %2,6 olan işsizlik oranı, 1974-83 arasında %7,4’e yükselmiş ve bu oran 1994-98 yılları arasında ise %10,7 olmuştur. Aynı dönem içerisinde ABD ve Japonya’da da işsizliğin artmasına rağmen, bu artış Avrupa’nın çok gerisinde kalmıştır. 165 Ibid., ss. 369-90. Horst Siebert, “Labor Market Rigidities: At the Root of Unemployment in Europe”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 37- 54 167 Ibid., ss. 37- 54. 166 57 Tablo 2.3 Avrupa’da Đşsizlik Oranları 1950-1998 (Đşgücünün Yüzdesi Olarak) 1950-73 1974-83 1984-93 1994-98 Belçika 3 8.2 8.8 9.7 Finlandiya 1.7 4.7 6.9 4.2 Fransa 2 5.7 10 12.1 Almanya 2.5 4.1 6.2 9 Đtalya 5.5 7.2 9.3 11.9 Hollanda 2.2 7.3 7.3 5.9 Norveç 1.9 2.1 4.1 4.6 Đsveç 1.8 2.3 3.4 9.2 Birleşik Krallık 2.8 7 9.7 8 Đrlanda n.a. 8.8 15.6 11.2 Đspanya 2.9 9.1 19.4 21.8 Batı Avrupa Ortalaması 2.6 6 9.2 10.7 ABD 4.6 7.4 6.7 5.3 Japonya 1.6 2.1 2.3 3.4 Kaynak: Angus Maddison, The World Economy: A Millennial Perspective, OECD: Paris, 2006. Kimi iktisatçılar bu sonucu AB’nin yeni ekonomiye adapte olamamasına bağlarken, diğerleri ise bu sonuçtan Avrupa refah sistemini, istihdama yönelik düzenlemeleri ve AB’nin işgücü piyasalarındaki sorunlarını sorumlu tutmaktadırlar. Balcerowicz AB’deki sosyal güvenlik sisteminin bütçe üzerinde yarattığı baskılar sonucu hem büyümeyi hem de istihdamı kötü etkilediğini düşünmektedir. Balcerowicz’e göre kötü hedeflenmiş sosyal katkılar yapısal işsizliğe neden olabilmekte ve bütçe harcamalarının etkinliğini de azaltmaktadır.168 Bu anlamda, yazar bütçe disiplinini çok önemsemekte ve AB’de göreli olarak düşük bütçe açığına sahip olanların GSYĐH’sinin ortalama %3,2 büyüdüğünü, yüksek bütçe açığına sahip olanların ise ortalama %2,2 büyüdüğünü belirtmektedir.169 Dolayısıyla Balcerowicz cömert sosyal güvenlik sistemlerinin bütçe üzerinde baskı yarattığını düşünmekte ve bunun da ekonomilerin büyüme performansını kötü etkilediğini ifade etmektedir. Bu doğal olarak istihdamı etkilemektedir. Genel olarak AB işgücü piyasalarının çok katı olduğu bunun da işgücünü ve firmaları yeni şartlara adapte olmakta zorladığı belirtilmektedir. Çözüm olarak ise bu katılıkların ve düzenlemelerin ortadan kaldırılması önerilmektedir. Örneğin Siebert’e göre Avrupa işgücü piyasalarının zayıf performansının gerisinde 1970 sonrası işgücü 168 Leszek Balcerowicz (2006), “Enlargement, the Lisbon Agenda and Economic Developments of Member States”, Atlantic Economic Journal, 2006, 34, ss. 261-273. 169 Ibid., ss. 261-273. 58 piyasasını etkileyen kurumsal değişimler etkili olmuştur. Birçok Avrupa ülkesinde istihdam üzerinde olumsuz etkide bulunan vergiler bu dönemde artmıştır.170 Dolayısıyla istihdam koruma kanunları Avrupa’daki işsizliği çözmek için ilk ele alınması gereken alanlardır. Siebert kısaca, Avrupa’nın yaşadığı sorunların kaynağı olarak işgücü piyasalarındaki düzenlemeleri görmektedir. Nickell’e göre ise Avrupa’da farklı emek piyasaları bulunduğundan tek bir sistemden bahsetmek zordur. AB emek piyasaları ile ilgili bazı sorunlar bulunsa bile, bütün sorunların kaynağı olarak düzenlemeleri görmek yanlıştır. AB emek piyasalarına bakıldığında, evli kadınların işgücüne katılım oranları genel olarak AB’de özel olarak ise Akdeniz ülkelerinde oldukça düşük durumdadır. Haftalık çalışma saatleri ABD ile karşılaştırıldığında AB’de daha düşük seviyelerde olup, ABD’ye göre AB’de daha uzun tatiller bulunmaktadır. Đşgücü hareketliliği konusuna gelince ise AB’deki hareketlilik ABD’den daha düşük seviyelerdedir.171 Ancak AB’deki bütün ülkelerin emek piyasaları aynı değildir. Kuzey ülkelerine doğru gidildikçe daha sağlıklı ve iyi çalışan emek piyasaları ile karşılaşılmaktadır. Üstelik bu ülkelerde de oldukça önemli miktarda düzenlemenin yanında güçlü bir sosyal model bulunmaktadır. Dolayısıyla Nickell’in belirttiği üzere, bütün sorunlardan sosyal devlet uygulamasını ve düzenlemeleri sorumlu tutmak doğru değildir. Nickell’e göre, önemli olan Avrupa’daki işgücü piyasalarındaki düzenlemelerin hangilerinin işsizlik yarattığını ve hangilerinin yaratmadığını ortaya çıkarmaktır. Nickell her türlü düzenlemenin işsizlik ve düşük büyüme yarattığını söylemenin yanlış olduğunu düşünmektedir.172 Nickell’e göre, cömert işsizlik ödemeleriyle birlikte işgücüne iş bulması için baskı olmaması, tek taraflı güçlü sendikacılık, işgücü üzerindeki yüksek vergiler ve işgücünün düşük eğitimi işgücü piyasalarında etkinsizliğe ve işsizliğe neden olurken, istihdam koruma kanunları, genel işgücü piyasası düzenlemeleri ve cömert işsizlik ödemeleri ile birlikte iş bulma yönünde 170 Siebert, op. cit., ss. 37- 54. Stephen Nickell, “Unemployment and Labor Market Rigidities: Europe versus North America”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 55- 74. 172 Ibid., ss. 55- 74. 171 59 teşviklerin ve baskıların bulunması ve iki taraflı sendikacılık gibi olgular ve yapılar işsizlik yaratmamaktadır.173 AB istihdam ve işsizlikle ilgili sorunlarına çare bulmak için 1997 yılında Avrupa Đstihdam Stratejisini (AĐS) - European Employment Strategy (EES) - ortaya atmıştır.174 1997’de ortaya konan strateji %7 işsizlik hedefi koymuş ancak ulusal düzeyde beklenen etkiyi gösterememiştir. AĐS 2010 yılı için %70’lik bir istihdam hedeflemektedir. Bu oran AB-15’de 2005 yılında %65,2 idi. AĐS’de 55-64 yaş arası için ise %50’lik istihdam hedeflenmekteydi fakat bu oran 2005 yılında %44,1 olarak gerçekleşti. Kadınlar içinse %60’lık hedef belirlenmiş durumdadır, bu oran ise 2005 yılında % 57,4 olarak hesaplanmıştır.175 Tablo 2.4 Avrupa’da Đşsizlik ve AĐS Hedefi(Đşgücünün Yüzdesi Olarak) 2000 2004 2005 AĐS Hedefi Toplam Đstihdam Oranı 62 63 65.2 70 Kadınlarda Đstihdam Oranı 54 55 57.4 60 Yaşlılarda Đstihdam Oranı 36 41 44.1 50 Kaynak: Marcel Canoy ve Peter M. Smith, “A Social and Economic Model for Europe”, Intereconomics, Kasım/Aralık 2006, s. 318 ve Gilles Raveaud,, “The European Employment Strategy: Towards More and Beter Jobs?”, JCMS 2007, Vol.45, No.2, ss.411-434. AĐS temel olarak AB emek piyasalarının daha esnek hale getirilmesini ve böylece daha fazla istihdam yaratılmasını hedeflemektedir. Raveaud’a göre Lizbon Stratejisi’nin bir parçası olarak da görülebilecek Avrupa Đstihdam Stratejisi Avrupa sosyal modelinin karşısında durmaktadır.176 Jessop da Raveaud’a benzer düşünmekte ve AB’de ortaya çıkmakta olan yeni sosyal politika’nın Keynesyen refah devleti (welfare state) anlayışından çok Schumpeteryen çalışma devleti (workfare state) anlayışına dayalı olduğunu söylemektedir.177 Bu anlamda Lizbon ve AĐS esnekliği 173 Nickell, op. cit., ss. 55- 74. Sapir’e göre Avrupa ulusal emek piyasalarını reforme etmek için bir stratejiye hem sahip olamaz hem de olmamalıdır. Bu konular üye ülkeler tarafından kendi koşullarına uygun olarak çözümlenmelidir. Bkz. Sapir, op. cit. 175 Gilles Raveaud, “The European Employment Strategy: Towards More and Beter Jobs?”, JCMS 2007, Vol.45, No.2, ss. 411-434. 176 Ibid., s. 413. 177 Bob Jessop, “State-and Regulation-Theoretical Perspectives on the European Union and the Failure of the Lisbon Agenda”, Competition and Change, Vol.10 No.2, Haziran 2006, ss. 141-161. 174 60 arttırmayı ve sosyal koruma sisteminin reforme edilmesini amaçlayarak işgücünü daha az maliyetli ve piyasa dostu yapmak istemektedir.178 Reveaud’a göre AĐS zamanla daha iyi işlerden ziyade daha fazla iş yaratılmasına vurgu yapmış ve bu anlamda, geçici işleri, part-time çalışmayı teşvik etmiş ve bununla beraber iş kalitesi için anlamlı göstergeler belirlememiştir. Ancak bu tür politikaların işsizliğe ne kadar çare olacağı tartışmalıdır. Raveaud uzun dönemli istihdam konusunda istenen hedeflere ulaşılması için iş istikrarının önemli olduğunu ifade etmekte ve istihdamda istikrar sağlanması ile işsizliğin azaltılması arasında ilişki olduğunu düşünmektedir.179 Raveaud’a göre istihdamın istikrarsız bir yapıya sahip olması ve istikrarsız istihdamın ekonomide yaygın hale gelmesi, işgücünün emek piyasalarına entegre olmasını zorlaştırmakta ve uzun vadede işgücünün bu piyasadan çekilmesine sebep olabilmektedir. Dolayısıyla esneklik ile daha fazla iş arasında kesin bir bağ kurmak öyle kolay değildir.180 Raveaud’a göre geçici ve kalitesiz işler insanların işgücü piyasalarına entegrasyonunu güçleştirebilmekte ve işsizlik yaşayan veya sabit süreli kontratlarla çalışan işgücü ilerde daha fazla işsizlikle karşılaşabilmektedir. Hatta bu koşullarda çalışan işgücü bir süre sonra işgücü piyasasından tamamen çekilmek zorunda kalabilmektedir. Buna karşın istikrarlı işler ilerde daha az işsizlik tehlikesi yaratmaktadır.181 Çoğu ekonomist emek piyasalarının daha da esnekleştirilmesini ve işgücü maliyetlerinin bu vesileyle aşağıya çekilmesini yaşanan istihdam ve büyüme sorunlarına bir çözüm yolu olarak görse de, Raveaud bu konuda farklı düşünmektedir. Aslında, Komisyon’un da buna benzer görüşleri bulunmaktadır. 2002 yılında hazırlanan bir raporda Komisyon iş kalitesi ile iş miktarı arasında açık bir dışlama olmadığını belirtmekte ve iş kalitesinin öneminden bahsetmektedir.182 Dahası, Komisyon ve Konsey her ne kadar sıklıkla emek piyasalarının esnekliğinden bahsetse de, sosyal güvenliği hiçbir zaman dışlamamaktadırlar. Bunlara ek olarak, Lizbon Stratejisi’nde sadece daha fazla iş yaratılmasından değil, bunun yanında daha 178 Ibid., ss. 141-161. Raveaud, op. cit., ss.411-434. 180 Ibid., ss. 411-434. 181 Ibid., ss. 411-434. 182 Ibid., ss. 411-434. 179 61 iyi işler yaratılmasından da bahsedildiğini unutmamak gerekir. Ancak, işsizlik konusunun kronikleştiği bir Avrupa’da daha fazla iş yaratılması hususunun daha iyi işler yaratılması hususunun önüne geçebilme ihtimali fazladır. Bu durumda da Raveaud’un belirttiği iş istikrarı ile uzun dönemli istihdam arasındaki ilişkiye daha fazla dikkat kesilmek önemlidir. Tablo 2.5 Avrupa’da Đstihdam Oranları Avrupa’da Đstihdam Oranları 2005 (15-64 Yaş Arası Nüfusa Oranı, %) Danimarka 75.9 Hollanda 73.2 Đsveç 72.5 Birleşik Krallık 71.7 Lizbon Hedefi 70 Avusturya 68.6 Finlandiya 68.4 Đrlanda 67.6 Portekiz 67.5 Almanya 65.4 Lüksemburg 63.6 Đspanya 63.3 Fransa 63.1 Belçika 61.1 Yunanistan 60.1 Đtalya 57.6 AB-15 65.2 Kaynak: Avrupa Komisyonu, “Employment in Europe”, Brüksel, 2006, s.5. 2.3 Avrupa Birliği’nde Sosyal Güvenlik Sorunu AB’deki sosyal güvenlik amaçlı harcamalara baktığımızda, AB-25’de GSYĐH’nın %28’inin sosyal koruma ile ilgili kamu harcamalarına ayrılmakta olduğu gözlenmektedir. Bu oran ABD’de %15 ve Japonya’da %17’dir. Yapılan çalışmalara göre, yaşanan sorunlardan dolayı, Avrupa sosyal modeli gelecekte sağlık hizmetleri ve emeklilik alanında ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kalabilecektir. Bugün bir şekilde sürdürülen sistemin önümüzdeki yıllarda ne kadar sürdürülebileceği tartışma konusudur. Bu harcamalara rağmen, AB’de hala ciddi sosyal güvenlik problemleri olduğunu da kabul etmek gerekir. Yoksulluk ve sosyal dışlama bugün AB için en büyük tehdit durumundadır. Bugün 65 milyon insandan fazlası, ki bu AB nüfusunun %15’i kadardır, yoksulluk riski altında yaşamaktadır. Aslında bunun da gerisindeki 62 sorun işsizlik ve buna bağlı oluşan sosyal dışlamadır. Đşsizlik verileri sosyal dışlamanın en önemli göstergeleri durumundadır.183 Şüphesiz AB’deki sosyal güvenlik sistemi veya refah devleti uygulaması hem işsizlik konusuyla hem de ekonomik performansla ilgilidir. Đkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Keynesyen uzlaşma doğrultusunda kurulan bu sistem hem Avrupa’daki ekonomik büyümeye katkıda bulunmuş hem de Avrupalıları ekonomik belirsizliklerin karşısında koruyan bir kalkan olmuştur. Ancak sistem bir süre sonra ekonomik performansın kötüleşmesi ve AB’deki demografik değişimlerin sonucu olarak sürdürülmesi zor bir hale gelmiştir. Daha önce de belirttiğimiz üzere AB’nin ABD karşısındaki kötü ekonomik performansını bu sosyal güvenlik sistemine bağlayan ekonomistler de bulunmaktadır. AB’deki refah devleti uygulamalarıyla ilgili en önemli araştırmaları Danimarkalı sosyolog Gøsta Esping-Andersen yapmış ve Avrupa’daki refah devleti uygulamalarını veya modellerini üç grup altında toplamıştır. Bunlardan birincisi, genel olarak Kuzey ülkelerinde bulunan ve evrensel erişime ve eşit fırsatlar yaratılmasına dayanan eşitlikçi sosyal demokrat model, ikincisi daha çok güney Avrupa ve kıta Avrupası ülkelerinde görülen ve cömert devlet yardımlarına dayanan ve yeterince etkin olmayan korporatist ve muhafazakar model, üçüncüsü ise Đngiltere ve Đrlanda’da görülen ve piyasanın öncelik kazandığı ve mütevazı sosyal güvenlik ödemelerinin olduğu liberal modeldir. Sapir’e göre sosyal modeller içerisinde kıta Avrupası ve Akdeniz modelleri sürdürülebilir gözükmemekte ve daha fazla etkinlik doğrultusunda geliştirilmeleri gerekmektedir. Sapir’e göre bu modelde katı istihdam koruma yasaları bulunmakta ve bu da ekonomik değişime ayak uydurmayı zorlaştırmaktadır.184 Liberal modele baktığımızda ise, burada temel amaç eşitlik yaratmaktan çok sistemin etkin olarak çalışmasını sağlamaktır. Bu anlamda sistemin etkin olduğunu ancak eşitlikçi olmadığını söyleyebiliriz.185 Sosyal modeller içerisinde en başarılı olan kuzey ülkelerinde bulunan eşitlikçi sosyal demokrat modeldir. Bu model hem etkin çalışmakta hem de sürdürülebilir bir yapıya sahip bulunmaktadır.186 Bunun dışında, 183 Marcel Canoy ve Peter M. Smith, “A Social and Economic Model for Europe”, Intereconomics, Kasım/Aralık 2006, ss. 314-327. 184 Sapir, op. cit., ss. 369-390. 185 Ibid., ss. 369-390. 186 Ibid., ss. 369-390. 63 diğer modellere göre eşitliği ve eşit fırsat yaratılmasını öne çıkarmaktadır. Buradaki ilginç nokta, bu ülkelerin aynı zamanda Avrupa geneline göre daha da iyi bir ekonomik performans sağlamış olmalarıdır. Bu ekonomiler, hem yeni ekonomiye adapte olmakta zorlanmamışlar hem de bu alanda önemli başarılar yakalamışlardır. Avrupa’daki ülkelere bakıldığında hem ekonomik performans hem de yenilik üretme ve Ar&Ge yatırımlarında Đsviçre, Đsveç, Norveç, Finlandiya ve Hollanda gibi kuzey ülkeleri oldukça iyi durumda gözükmektedirler. Canoy ve Smith’e göre AB’de çok farklı sosyal sistemler varsa da, ortak yönleri evrensel erişim, dayanışma ve eşitlik prensipleridir. Şartlara bağlı olmak üzere sosyal koruma sistemi, işgücü piyasası kurumları ve ekonomik performans arasındaki ilişki negatif de olabilir pozitif de.187 Canoy ve Smith’e göre AB’deki sosyal modele bakıldığında, bugünkü sosyal model ve işgücü piyasaları kurumları modern ekonomik ve sosyal ihtiyaçları karşılamaktan uzaktır. Bu anlamda sistemin tamamen deregüle edilmesi değilse de, modernize edilmesi gerekmektedir.188 Sistemin modernize edilmesi tek pazar sisteminden de daha fazla fayda elde edilmesini beraberinde getirecektir. Bu yazarlara göre, ekonomik ve sosyal politikalar konusunda bir çelişki bulunmamaktadır. Yani güçlü sosyal politikaların ekonomik büyümeyi engellediğini söylemek zordur. Önemli olan modeli ekonominin ve dönemin ihtiyaçları doğrultusunda modernize etmektir. Sistemi modernize ederken tek bir model almayıp, her ülkenin koşulları farklı olduğundan ülkelerin koşullarına uygun modeller geliştirilmelidir. AB seviyesinde bu konuda daha aktif rol oynanması önemlidir.189 Avrupa seviyesindeki ekonomik politika ile ulus devletler seviyesindeki sosyal politika gün geçtikçe daha da iç içe geçmekte, bu da Avrupa çapında geleneksel olandan farklı bir rol oynanması gerektiğini göstermektedir.190 187 Canoy ve Smith, op. cit., ss. 314-327. Ibid., ss. 314-327. 189 Ibid., ss. 314-327. 190 Ibid., ss. 314-327. 188 64 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM EKONOMĐK BÜYÜME VE KAYNAKLARI Bu bölümde, hem Lizbon Stratejisinin üzerine oturduğu mantığı anlayabilmek hem de Stratejiyi ekonomik büyüme meselesi hakkında üretilen literatür ışığında değerlendirebilmek için ekonomik büyüme ve büyümenin kaynakları konusuna değinmeye çalışacağız. Bu bölümde, kısaca neoklasik Solow büyüme teorisini ele aldıktan sonra, konumuz açısından daha önemli olan içsel büyüme teorisine ve büyüme konusundaki kurumsalcı yaklaşıma değinmeye çalışacağız. Đçsel büyüme teorisine teknolojiye, yaratıcı fikirlere, yenilik üretimine ve Ar&Ge yatırımlarına verilen önem dolayısıyla, kurumsalcı bakış açısına ise ekonomik büyüme, teknolojik gelişim ve kalkınma konularında kurumların oynadığı role dikkat çekmesi sebebiyle değineceğiz. 3.1 Smith, Ricardo, Malthus ve Marx Ekonomik büyüme ve refahın arttırılması konusu hakkında üretilen düşünceler çok eskilere uzansa da, esas olarak Adam Smith’in çabaları sonucu iktisadın bir bilim olarak ortaya çıkmasıyla beraber daha sistematik bir hal almıştır. Smith Ulusların Zenginliği adlı kitabında sermaye birikimini ve teknik ilerlemeyi ekonomik büyümenin temel sürükleyicileri olarak görmüş ve bu iki hususu da işbölümü ve piyasaların büyüklüğü ile ilişkilendirmiştir. Smith’in deyimiyle “...işbölümü, her zenaate ne ölçüde uygulanabilirse, emeğin üretim gücünün o oranda artmasına yol açmaktadır.”191 Smith’e göre verimlilik büyümesi işgücünün belli bir konuda uzmanlaşmasına yani işbölümüne, işbölümünün sınırları ve varacağı boyutlar ise piyasanın büyüklüğüne bağlıdır.192 Đşbölümü sayesinde işgücünün belli bir alandaki yetenekleri ve ustalığı artarken, işgücünün bir görevden bir diğer göreve geçmesi için gereken zamandan da tasarruf edilmiş olunmaktadır. Bu anlamda kritik öneme sahip 191 Adam Smith, op. cit., s. 20. Pavitt, K. L. R, “Malthus and other economists: some doomsdays revisited”, Models of Doom: A Critique of the Limits to Growth içinde, (der.) H.S.D. Cole, Christoper Freeman, Marie Jahoda ve K.L.R. Pavitt, Universe Publishing, 1973, ss. 137-158. 192 65 olan şey ise piyasaların büyüklüğüdür.193 Đletişim ve ulaşım teknolojilerinin yardımı sonucu ticaretin artmasıyla beraber açılacak yeni piyasalar büyümeyi ve daha yüksek bir hayat standardını sağlayacaktır. Piyasaların büyümesi beraberinde üretimin daha büyük piyasalar için yapılmasını, dolayısıyla üretim ölçeğinin büyümesini ve bunun bir sonucu olarak uzmanlaşmanın daha da derinleşmesini beraberinde getirmektedir. Uzmanlaşmanın artması ise üretimin bütün süreçlerinin tek bir kişi tarafından değil de, üretim sürecinin belli parçalara bölünerek her parçanın belli bir kişi tarafından yapılması sonucunu doğurmaktadır. Smith’in Ulusların Zenginliği adlı kitabında verdiği toplu iğne üretimi örneği oldukça açıklayıcıdır. Smith bu konuda şunları ifade etmektedir: “Böyle ufak manüfaktürlerden olan ve sık sık işbölümünün dikkat çektiği toplu iğne yapımı işini örnek olarak alalım. Ne bu işte (işbölümünün bağımsız bir işkoluna dönüştürdüğü bu işte) bir eğitimi olan ne de iğne yapımında kullanılan aletlerle (ki bu aletlerin bulunması da büyük olasılıkla aynı işbölümü sonucunda gerçekleşmiştir.) daha önce karşılaşmış olan bir işçi tüm gücüyle çalışarak belki ancak günde bir iğne yapabilir; kesinlikle yirmi iğne yapamaz. Ancak bu işin şimdiki yürütülüş biçimi sadece ayrı bir iş-kolu yaratmakla kalmamış, toplu iğne yapımının, her biri bağımsız bir iş-kolu olan çok sayıda alt parçaya ayrılmasını sağlamıştır. Bir işçi teli gerer, bir başkası düzeltir, bir üçüncüsü keser, dördüncüsü ucunu sivriltir, beşincisi toplu ucun takılabilmesi için tepesini ezer; toplu iğne başının yapımı iki veya üç ayrı işlem gerektirir; bunu iğneye takmak da ayrı bir işlemdir, toplu iğneleri beyazlatmak yine ayrı bir iştir; iğneleri paketlemek bile ayrı bir iştir; böylece belli bir öneme sahip toplu iğne yapımı işi, bazı imalathanelerde her birinin ayrı bir işçi tarafından yapıldığı, bazılarında ise, bir işçinin iki-üç işlemi birden yaptığı, yaklaşık on sekiz ayrı işleme bölünmüştür. Sadece on işçinin çalıştığı, dolayısıyla da bazı işçilerin bu işlemlerden ikisini üçünü birden yaptığı bu tip küçük bir imalathane gördüm. Yoksul bir yer olduğu için gerekli aletleri yetersizdi, ama sıkı çalıştıklarında günde on iki pound toplu iğne yapabiliyorlardı. Bir pound’da dört bini aşkın orta boy toplu iğne bulunur. Böylece, o on kişi, birlikte bir günde kırk sekiz bini aşkın toplu iğne yapabiliyorlardı. Demek ki, bir adam, günde kırk sekiz binin onda biri dört bin sekiz yüz iğne yapıyor sayılabilir. Oysa ayrı ayrı ve birbirlerinden bağımsız çalışsalar ve özel olarak bu iş için yetişmemiş olsalar, her biri tek başına günde kuşkusuz yirmi iğne hatta belki de tek bir iğne bile yapamayacaktı; yani uygun bir işbölümü ve değişik işlemlerin elverişli birleşimi sonucunda, şu an başarabildiklerinin iki yüz kırkta biri, belki de dört bin sekiz yüz de birini bile yapamayacaklardı.”194 Görüldüğü üzere Smith işbölümünün üretimin artması açısından ne kadar kritik olduğuna değinmekte 193 194 ve dolaylı olarak Ibid., s. 138. Smith, op. cit., s. 19-20. 66 ekonomik büyümeyi işbölümüne bağlamaktadır. Başta da belirttiğimiz üzere işbölümünün sınırları ise, piyasanın büyüklüğü tarafından belirlenmektedir. Piyasalar büyüdükçe, daha fazla üretim yapılabilmekte ve bu da işbölümünün sınırlarını genişletmektedir. Piyasaların büyüklüğü Smith açısından oldukça önemli bir konudur. Smith, bu analizinin doğal bir sonucu olarak uluslararası ticareti, dolayısıyla ithalat ve ihracatta açık bir rejimi, dönemin merkantalist anlayışına muhalif olarak savunmaktadır. Bu anlamda ekonomik büyümenin bir diğer sürükleyicisi ise uluslararası ticaret olmaktadır. Son olarak Smith’in nüfus artışını büyüme için faydalı gördüğünü belirtmek gerekir. Tam da bu nokta Smith ve Thomas Malthus’un ayrıldıkları noktadır. Malthus Smith’e göre daha karamsar olup, nüfus artışının büyüme üzerinde olumsuz etkiler yaratacağını belirtmektedir. Bunun gerisinde ise bulunan mantık ise, gıda üretiminin uzun vadede nüfus artışından doğacak ihtiyaçları karşılayamayacak olmasıdır.195 Malthus’a göre gıda üretimi aritmetik hızla artarken, nüfus geometrik hızla artmakta bu da beraberinde kıtlık sorununu getirmektedir. Ekonomik büyümenin kaynakları meselesinde Ricardo ile beraber Malthus ve Smith teknolojiyi, nüfusu, tarımsal kaynakları ve sermaye birikimini uzun vadeli ekonomik büyümenin belirleyenleri olarak farklı açılardan ele almaktadırlar. Marx’a gelince Marx gıda kıtlığı konusunda Malthus’la aynı düşünmez. Marx’ göre kapitalist sistemin sahip olduğu teknolojik dinamizm azalan verimler kanunundan dolayı ortaya çıkabilecek kıtlıkları önleyebilir. Bu anlamda teknolojinin, ekonomik büyüme üzerinde oynadığı rolü derli toplu olarak ilk fark eden Marx olmuştur. Marx’tan sonra bu konudaki en önemli tartışmaları Schumpeter yapacak ve teknolojik gelişmeyi ve bunun sürükleyicisi olan girişimcileri büyümenin temel kaynakları olarak gösterecektir. 3.2 Solow Büyüme Modeli Robert Solow 1956 yılında kaleme aldığı “Đktisadi Büyüme Teorisine Bir Katkı”196 adlı makalesiyle ekonomik büyüme alanında önemli bir canlılık yaratmış ve bu alana yaptığı katkılardan dolayı Nobel iktisat ödülü almıştır.197 Solow büyüme teorisine 195 Yahya Sezai Tezel, Đktisadi Büyüme, Ankyra Yayıncılık: Ankara, 1997, ss. 146-150. Bkz. Robert M. Solow, “A Contribution to the Theory of Economic Growth”, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 70, No. 1, Feb., 1956, ss. 65-94. 197 Charles I. Jones, Đktisadi Büyümeye Giriş, çevirenler: Sanlı Ateş ve Đsmail Tuncer, Literatür Yayıncılık :Đstanbul, 2001, s. 18. 196 67 göre büyüme, sermaye birikiminin, işgücünün ve verimlilik artışlarının bir fonksiyonudur. Solow teorisi ekonomik büyümenin merkezine teknolojiyi yerleştirmekte, ancak bunu dışsal bir değişken olarak kabul edip teknolojiyi açıklamamaktadır.198 Modelde, teknoloji adeta “cennetten gelen bir meyve” gibidir. Modele göre, uzun dönemli kalıcı ekonomik büyüme oranı teknolojideki büyüme oranı tarafından belirlenmektedir.199 Teoriye göre ekonomik büyüme tamamen dışsal bir faktör olan teknoloji tarafından belirlenmekte ve tasarrufun, dışa açıklığın, ölçek ekonomilerinin ve bu değişkenler üzerinde etkili olabilecek politikaların uzun dönemli büyüme üzerinde herhangi bir etkisi bulunmamaktadır. Solow modelinde uzun dönemli ekonomik büyümenin teknolojiye bağlanması ancak bunun modelde açıklanmaması bir eksiklik doğurmuş ve bu eksiklik de yeni büyüme teorisi olarak da adlandırılabilecek içsel büyüme teorisinde (endogenous growth theory) aşılmaya çalışılmıştır. Solow modeline göre ülkelerin daha yüksek gelir seviyesine sahip olmalarının gerisinde yatan neden, daha fazla yatırım yapmaları, daha az nüfus artış hızına sahip olmaları, bunun sonucu olarak bu ekonomilerde daha fazla kişi başına sermaye birikimi yapılması, daha fazla kişi başına sermaye birikiminin ise daha fazla verimlilik yaratarak ekonomideki refah seviyesini artırmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz üzere uzun dönemli ekonomik büyümenin gerisinde ise teknolojik gelişme bulunmaktadır. Modele göre, “...teknolojik gelişme olmaksızın, kişi başına büyüme, sermayeye göre azalan getiri durumuna girildiğinden en sonunda durmaktadır. Teknolojik gelişme, sermayenin marjinal ürünündeki azalmayı ortadan kaldırabilir ve uzun dönemde ülkeler, teknolojik gelişme oranında büyüme gösterirler.” 200 3.3 Yeni Büyüme Teorileri: Đçsel Büyüme Teorileri Esas olarak içsel büyüme teorileri olarak adlandırılan yeni büyüme teorisinde teknoloji dışsal bir değişken olarak değil içsel bir değişken olarak ele alınmış, hem teknolojik gelişme hem de bunun büyüme üzerinde ne şekillerde etkili olduğu 198 Dünya Bankası, Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of Reform, The World Bank: Washington, 2005, s. 1-3. 199 Xavier Sala-i-Martin, “15 Years of New Growth Economıcs: What Have We Learnt?”, Central Bank of Chile, Working Papers, No.172, 2002, ss. 2-6. 200 Jones, op. cit., s. 40. 68 açıklanmaya çalışılmıştır. Paul Romer’in “Increasing Returns and Long Run Growth”201 (Artan Getiriler ve Uzun Dönemli Büyüme) adlı makalesinden sonra büyüme literatürü oldukça gelişerek, içsel büyüme teorileri alanında önemli bir yazın oluşmuştur. Bu tartışmalarla ortaya çıkan yeni teorilerde, beşeri sermaye, ülkelerin sosyal ve siyasal yapılarına yönelik olarak elde edilen değişkenler ve kurumlar gibi yeni faktörler uzun dönemli büyümenin açıklanmasında kullanılmaya başlanmıştır.202 Özellikle Romer’in makalesi ve bunun etrafında dönen tartışmalarla birlikte Solow’dan sonra pek itibar görmeyen büyüme teorisi önemli bir prestij kazanmış ve birçok önemli iktisatçı bu alanda çalışmaya başlamıştır. Bunun bir sonucu olarak, büyüme ile ilgili yeni veri tabanları oluşturulmuş, teori ve ampirik veriler arasındaki ilişkiler daha da güçlendirilmiş ve yeni veri tabanları sayesinde büyümenin kaynaklarına ve büyüme performanslarına yönelik önemli araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar sonucunda, büyümenin tek belirleyeninin olmadığı, başlangıç gelir seviyesinin oldukça önemli olduğu, yani geliri daha düşük ülkelerin daha hızlı büyüdükleri203, devletin ekonomideki hacminin çok fazla bir şeyi değiştirmediği, önemli olanın devletin etkinliği olduğu, kurumların büyüme için oldukça önemli olduğu ve açık ekonomilerin daha fazla büyüdüğü gibi sonuçlar çıkmıştır.204 Yeni büyüme teorilerinin en büyük katkısı teknolojik gelişmenin açıklanması ve Ar&Ge ve yenilik yaratımı konularında olmuştur. Eski neo-klasik Solow büyüme modelinde, daha önce de belirttiğimiz üzere teknolojik gelişme büyümenin en önemli açıklayıcısı olmuş, ancak teknoloji modele dışsal olarak yerleştirilmiş ve 201 Makale için bkz. Paul M. Romer, “Increasing Returns and Long Run Growth”, The Journal of Political Economy, Vol. 94, No. 5, Oct., 1986, ss. 1002-1037. 202 Sala-i-Martin, op. cit., ss. 2-19. 203 Büyüme teorisi alanındaki önemli tartışmalardan biri de yakınsama (convergence) konusu ile ilgilidir. Neoklasik büyüme modelin ortaya çıkardığı sonuçlardan bir tanesi de zengin ve fakir ülkeler arasında kişi başına gelirde zamanla bir yakınsama olacağı yönündedir. Bu tartışmaya göre, gelir seviyesi düşük olan ülkeler gelir seviyesi yüksek olan ülkelere göre daha yüksek oranlarda büyüyeceklerdir. Bunun gerisindeki temel mantık ise, sermayenin marjinal verimliliği ile ilgilidir. Gelir seviyesi düşük olan ülkelerde sermayenin marjinal verimliliği daha fazla olduğundan bu ülkelerde büyüme oranları da daha fazla olacaktır. Aslında, neoklasik büyüme modelinin vardığı bu sonucun gerisinde yatan temel nokta, zengin ve fakir ülkeler arsındaki tek farkın bu ülkelerin başlangıç gelir düzeyleri olduğudur. Bu anlamda, model ekonomik büyümenin dinamizmini yakalamamakta ve olaya sadece mekanik bir bakış açısıyla yaklaşmaktadır. Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Huw David Nixon (der.) Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy, Blackwell Publishing: Oxford, 2000. (Bölüm 1: On The Convergence and Divergence of Growth Rates). 204 Sala-i-Martin, op. cit. ss. 2-19. 69 açıklanmadan bırakılmıştır. Bunun gerisinde yatan en büyük neden ise, eski modelin tam rekabetçilik ve azalan getiriler (diminishing returns) varsayımlarına dayanıyor olmasıdır. Bu varsayımlar beraberinde, modelde firmalar için Ar&Ge harcamalarını anlamsız kılmakta, dolayısıyla teknolojik gelişme yönünde bir itki oluşturmamaktadır. Bilindiği üzere tam rekabet koşullarında etkinliğin sağlanması fiyatın marjinal maliyete eşitlenmesiyle olur. Marjinal maliyetin üzerinde bir fiyatlama yapılması durumunda aşırı kar ortaya çıkar, aşırı kar ise piyasaya yeni firmaların girmesine sebep olur. Yeni firmaların girmesiyle arz artar ve fiyatlar düşer ve bu süreç marjinal maliyet fiyatlara eşit oluncaya kadar devam eder. Tam rekabet koşullarında Ar&Ge ve yenilik yoluyla yaratıcı fikirlerin ortaya çıkması için herhangi bir itki bulunmamaktadır. Yaratıcı fikirler veya teknolojik buluşlar sadece bir defa üretilirler ve üretildikten sonra ise doğaları gereği neredeyse serbest mallar haline gelirler. Teknolojik üretiminin tam rekabet koşularında serbest bir mal haline gelmesi, bu alana yatırım yapmayan firmaların da kolayca bu gelişmelerden faydalanmalarını sağlar ve bu durumda Ar&Ge yatırımı yapan bir firma maliyetlerini arttırarak fiyatını yükseltmek zorunda kaldığından piyasadan çekilmek zorunda kalır. Örneğin, yeni bir yazılımın üretilmesi en başta oldukça fazla bir maliyet gerektirirken, üretildikten sonra çok düşük bir maliyete kopyalanarak kullanılabilir. Dolayısıyla bir yeniliğin tekrar üretilmesi sırasında katlanılan maliyet neredeyse sıfıra yakındır. Ancak ilk sabit maliyet göz önüne alındığında yeniliğin üretilmesi oldukça maliyetlidir. Marjinal maliyetin çok düşük seviyelerde olması ve sabit maliyetin yüksek olması beraberinde ortalama maliyetin daima marjinal maliyetten yüksek olmasını getirmektedir. Bu durumda tam rekabet ortamında marjinal maliyete göre fiyatlandırma yapan bir firma, fiyat ortalama maliyetin altında olacağından, daima zarar eder. Bu sonuç ise, yenilik ve Ar&Ge yatırımlarını anlamsız kılar. Dahası bu tür yeniliklerin yapıları gereği başka firmalar tarafından tam rekabet ortamında kolayca elde edilmesi, firmanın yenilikten rant elde etmesini de engeller. Dolayısıyla, bu yatırımların yapılabilmesi beraberinde eksik rekabeti, fikri mülkiyet hakları ve patent hakları gibi olguları da getirmektedir. Bu olguların bir arada olmasıyla ancak yenilik üretimi ve Ar&Ge yatırımları anlamlı olabilmektedir. Bu sebepledir ki, teknolojik gelişme tam rekabet varsayımına dayanan Solow modeline dışarıdan yerleştirilmiştir. Yeni büyüme teorisinde ise, bunun tam tersi şekilde 70 teknolojik model içsel bir değişken olarak kabul edilmekte ve modelin içinde çözülmektedir. Ancak bu yapılırken, tam rekabetçi piyasalar ve azalan getiri varsayımları bırakılarak bunların yerine artan getiri ve eksik rekabetçi piyasalar varsayımları kabul edilmektedir. Ar&Ge alanında yapılan yatırımlar artan getiriler varsayımına bağlı olarak daha fazla verimlilik sağlamaktadır. Eksik rekabet koşulları ise firmanın Ar&Ge harcamalarına para ayırmasının mantıksal koşulunu sağlamaktadır. Esasen, Ar&Ge ve yenilik konusundaki en önemli nokta fikri mülkiyet haklarının korunmasıdır. Bu hakların korunması, yenilik ve Ar&Ge faaliyetleri sonucu ortaya konan teknolojik ürünlerin serbest mallar olmalarını önlemekte ve firmaların burada oluşan ranttan faydalanarak Ar&Ge’ye yatırım yapmalarını teşvik etmektedir. “Patent ve fikri haklar sistemi, yatırımcılara keşiflerinin semeresini toplamaları için, keşifleri üzerinde belli bir süre tekel gücü kurmalarına olanak veren yasal bir mekanizmadır. Fikri hakların sahipleri yasal sistemi, yaratıcı fikirlerin dışlanabilirlik derecesini etkilemek için kullanırlar. Patent ve fikri haklar sistemi olmadığı zaman bir ürünün, “tersine mühendislik” yoluyla kopyalanması kolaydır ve bu taklitten kaynaklanan rekabet, kâşifin yaratıcı fikirleri üretmesi için gerekli teşvikleri ortadan kaldırabilir.”205 Nobel ödülü sahibi Douglass North da fikri mülkiyet haklarının korunmasını ekonomik büyüme için oldukça hayati olarak görür. North’a göre, Sanayi Devriminin yaklaşık olarak 1760’larda Đngiltere’de ortaya çıkmasının gerisinde yatan en büyük neden, ancak bu tarihten sonra Đngiltere’de fikri mülkiyet hakları kurumsallaşabilmiş olmasıdır.206 North fikri mülkiyet hakları konusunda şunları ifade eder: “Đnsanoğlu geçmişi boyunca sürekli olarak yeni teknikler geliştirmesine karşın, bu süreç yavaş ve kesikli olmuştur. Bunun en başta gelen nedeni, yeni tekniklerin geliştirilmesi için gerekli teşviklerin nadiren yerine gelmesidir. Keşifler genellikle, keşif sahiplerine ya da yenilik üretenlere hiçbir ödül sağlamadan, başkaları tarafından hiçbir maliyete katlanılmaksızın kopyalanabiliyordu. Modern dönemlere kadar, keşif ve yeniliklerde sistematik mülkiyet haklarının geliştirilmesindeki başarısızlıklar, yavaş teknolojik ilerlemenin temel kaynağı olmuştur.”207 205 Jones, op. cit., s. 81. Sala-i-Martin, op. cit., ss. 2-19. 207 Douglass C. North, Structure and Change in Economic History, New York: Norton, 1981, aktaran Jones, op. cit., s. 83. 206 71 Đçsel büyüme teorilerinin teknoloji meselesine önem vermelerine rağmen, Bernard ve Jones’a göre bu modeller de henüz yeteri derecede teknolojik ilerlemeyi açıklamamakta olup, teknolojik gelişmenin ekonomik büyümede oynadığı rolü de tam olarak ortaya çıkaramamışlardır.208 Aslında şu ana kadar, teknolojik gelişim ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiye en fazla vurgu yapanlar ekonomi tarihçileri olmuştur.209 Ancak bu konu ekonomik büyüme teorilerine ancak son 30 yılda girebilmiştir. Teknolojinin ekonomik büyümede oynadığı katkı üzerine en önemli analizleri yapanlardan biri ekonomi tarihi ile de ilgelenen Schumpeter olmuştur. Yeni büyüme modeli sonucunda ortaya çıkan sonuçlardan bir tanesi de, Ar&Ge’ye yönelik yapılacak devlet desteklerinin ekonominin büyüme oranını, ekonomi yeni bir gelir seviyesinde dengeye varana kadar, arttıracak olmasıdır. Şüphesiz, yenilik üretiminin yarattığı toplumsal fayda göz önüne alındığında, yenilikler bu yenilikleri yaratanlara sağladığı faydanın çok ötesinde toplumsal faydalar yaratmaktadır. Her yenilik hem yeniliğin bulunduğu alanda bir ekonomik dinamizm yaratmakta hem de başka sektörlere de yayılarak genel olarak ekonomik büyümeyi pozitif etkilemektedir. Esas olarak, en önemli konu da yeniliklerin başarıyla farklı sektörlere adapte edilmesidir. 3.4 Kurumsalcı Büyüme Teorileri Ekonomik büyüme konusunda kurumsalcı görüş son dönemde oldukça ağırlık kazanmıştır. Kurumların önemli olduğu ve ekonomik büyüme performansı üzerinde etkili olduğu içsel büyüme modellerinin de vardıkları sonuçlardan bir tanesidir. Douglas North, Dani Rodrik ve Daron Acemoğlu gibi önemli iktisatçılarca temsil edilen kurumsalcı ekole göre kurumsal kalite ve bu kurumların çalışma performansları ekonomik büyümenin temel sürükleyicisi durumundadır.210 Dolayısıyla iyi kurumlar iyi politikalardan daha önemli olup, iyi politikaların etkin sonuçlar vermesi kurumsal sisteme bağlanmaktadır. Kurumsal sistemin, ekonomik 208 Andrew B. Bernard ve Charles I. Jones, “Technology and Convergence”, Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy içinde, (der.) Huw David Nixon, Blackwell Publishing: Oxford, 2000, ss. 36-43. 209 Đbid., ss. 36-43. 210 Dünya Bankası, op. cit., ss. 5-7. 72 büyüme ve kalkınmayı sağlayamayacağı durumlarda iyi politikaların izlenmesi beklenen sonuçları vermeyecektir. Aslında, bu bakış açısı bir çok ülkenin “doğru” ekonomik politikalar izlemelerine rağmen neden yeterince büyüyemediklerini açıklamaktadır. Bu model her ülke için geçerli olacak bir kurumsal yapı kılavuzu vermemekte, aksine her ülkenin kendi koşullarına göre iyi çalışan kurumlarını yaratması gerektiğini belirtmektedir.211 Ancak kurumsal performans konusu veya kurumların bizzat kendileri öyle kolayca açıklanacak konular da değildir. Kurumsalcılar, sadece ekonomiyle doğrudan ilgili olan kurumlardan değil, bir toplumda mevcut olan bütün sosyal, siyasal, hukuki kurumlardan ve bunların yanında geleneğe bağlı olarak oluşmuş olan enformel kurumlardan ve bunların performanslarından bahsetmektedirler.212 Mülkiyet hakkını, hukukun üstünlüğünü, hukuki sistemi, sosyal barışı barındıran yasa uygulayıcı kurumlar, rekabet politikasını, piyasa yapılarını, yabancı piyasalara açıklığı barındıran ve temel olarak piyasaların çalışmasını sağlayan ekonomik kurumlar, sosyal çatışma ve eşitsizliği azaltmaya çalışan kurumlar, siyasal istikrarı, siyasal özgürlükleri ve demokrasiyi sağlamaya yönelik siyasal kurumlar, sağlık sistemi kurumları, mali kurumlar ve devlet kurumları bu bağlamda sayılabilecek temel kurumlar arasındadır.213 Bu bakış açısına göre iyi politikalardan önce lazım gelen şey iyi kurumların oluşturulması ve bunların etkin şekilde çalıştırılmalarıdır. Kısaca North’a göre, insan davranışını yönlendiren temelde normlar ve kurallardır.214 Bu anlamda, kurumlar öncelikle enformel normları ve kuralları içermekte olup norm ve kurallar kişisel ve toplumsal davranışları yönetirler. Formel kural ve normlar ise, ekonomik, sosyal ve politik hayatımızı yönetir. Bu anlamda norm ve kurallardan oluşan kurumlar, toplumun kendisini organize etmesini ve toplumun hayatının merkezinde olan problemlerin çözülmesini sağlayarak toplumsal yapının performansını belirler. 211 Đbid., ss. 5-7. Douglass C. North, “Institutions”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 5, No. 1, Kış, 1991, ss. 97-112. 213 Sala-i-Martin, op. cit., ss. 2-19. 214 Douglass C. North, “Economic Performance Through Time”, The American Economic Review, Vol. 84, No. 3, Haziran 1994, ss. 359-368. 212 73 Kısacası, bir toplumun ekonomik, politik ve toplumsal performansı, kurumlarının ortaya çıkan problemleri ne kadar etkin çözebildiğine bağlıdır.215 North’a göre kurumlar bir toplumun temel itki yapılarını oluşturmakta ve politik ve ekonomik kurumlar ekonomik performansın temel belirleyenleri durumundadırlar.216 Ekonomi tarihine bakıldığında, ülkeler ekonomik büyümeyi ancak ekonomi alanında başarılı kuralları ortaya çıkardıkları zaman, dolayısıyla bu kuralların hem taşıyıcısı hem de uygulayıcısı kurumları yarattıkları zaman yakalamışlardır.217 Şu ana kadar neoklasik iktisatçılar ekonomik büyümeyi açıklarken genelde teknolojik gelişmeye ve son zamanlarda ise beşeri sermaye yatırımlarına dikkati çekmişler ancak kurumların oynadığı rolü göz ardı etmişlerdir. Bu anlamda, bu analizlerde kurumlar ve kurumların oluşmasında ve değişmesinde rol oynayan zaman faktörü önemsenmeyerek iki büyük hata yapılmıştır. 218 Esasen bugün kurumlar olmadan ekonomik mekanizmayı tahayyül etmek neredeyse imkansızdır. Bunun sebebi ise, piyasaların düzgün bir şekilde çalışmasını sağlayanın kurumlar vasıtasıyla hayatiyet kazandırılan kurallar olmasıdır. Kurumlar hem insanlar arasındaki ekonomik mübadele sürecinde var olan belirsizlikleri azaltmakta hem de bu alandaki oyunun kurallarını belirleyerek219, adeta kaosu bir düzen haline getirmektedir. North’un ifadesiyle kurumlar bir toplumdaki oyunun kurallarını belirleyen, toplumsal ilişkiler üzerinde insan yapımı olarak kurulmuş olan sınırlamalardır.220 Kurumlar ve organizasyonlar arasındaki ilişki ekonomilerin evrimini belirlemektedir. Eğer kurumlar oyunun kurallarıysa, organizasyonlar ve onun taşıyıcıları olan girişimciler ise bu oyunun oyuncularıdır.221 Organizasyonlar benzer hedefleri paylaşan birey gruplarından oluşmakta, bu anlamda siyasal partiler, firmalar, klüpler, ve okullar gibi somut politik, ekonomik, sosyal ve eğitimsel 215 Đbid., ss. 359-368. Đbid., ss. 359-368. 217 Douglass C. North, “Institutional Change and Economic Growth” The Journal of Economic History, Vol. 31, No. 1, Mart 1971, ss. 118-125. 218 North (1994), op. cit., ss. 359-368. 219 Douglass C. North, The New Institutional Economics and Development, 1993, ss. 3-6. [09.07.2008], <http://www.econ.iastate.edu/tesfatsi/NewInstE.North.pdf> , ayrıca bkz. North (1991), op.cit. 220 Đbid., ss. 3-5. 221 North (1994), op. cit., ss. 359-368. 216 74 organları içermektedirler.222 Bu haliyle, kurumlar bireylerin önüne tercih sepetleri koyarken, üretim ve mübadele maliyetlerini ve ekonomik aktivitenin kârlılığını ve olabilirliğini belirlemektedirler.223 North’un kurumlar yanında önem verdiği bir diğer konu ise bir toplumda var olan zihniyet kodlarıdır. Zihniyet kodlarının yeni kurumlarla uyumlu olmaması halinde de, kurumlardan beklenen performans ortaya çıkmayacaktır. Bu anlamda, gelişmiş Batı ülkelerinin başarılı formel ekonomik ve politik kurallarının veya kurumlarının azgelişmiş ülkelere kopyalanması bu ülkelerde iyi bir ekonomik performansın yaratılması için yeterli olmayacaktır. Kurumların yanında var olan zihniyet kodlarının da değişmesi oldukça önemlidir. North’un kurumlarla bağlantılı olarak ekonomik büyüme konusunda en fazla önem verdiği diğer konular ise hukukun üstünlüğü, mülkiyet haklarının garantiye alınması ve sivil ve politik özgürlüklerin garanti altına alınmasıdır. Kurumcu iktisatçılar arasındaki bir diğer önemli isim ise Dani Rodrik’tir. Rodrik ekonomideki kurumları piyasa yaratıcı, piyasa düzenleyici, piyasa istikrarlandırıcı ve piyasayı meşrulaştırıcı kurumlar olmak üzere dört gruba ayırmaktadır. Bütün bu kurumlar, mülkiyet haklarının korunması, rekabetin düzenlenmesi, makroekonomik istikrarın sağlanması, gelir dağılımında adaletin sağlanması, ve yoksulluğun azaltılmasına yardımcı olmaktadırlar.224 Bu dört kurum grubunun etkin olarak çalışmasıyla ekonomik büyüme gerçekleşmektedir. Rodrik ekonomik büyümede kurumlara çok önem vermesine rağmen bu kurumların nasıl olmaları gerektiği konusunda pek bir bilgi vermemektedir. Bunun temel sebebi ise, kurumcu bakış açısına uygun olarak, bu konuda evrensel ve herkese uyacak bir kurumlar dizgesi reçetesi vermek istememesidir. Önemli olan her ülkenin kendi koşullarına uygun olan etkin kurumsal dizgeleri yaratmasıdır. Bir yerde başarılı olan bir kurumlar dizgesinin başka bir yerde de başarılı olacağını garantileyen herhangi 222 Đbid., ss. 359-368 North (1991), op.cit., ss. 97-112 224 Bkz. Dani Rodrik, “Development Strategies for the 21st Century”, Annual World Bank Conference on Development Economics içinde der., B.Pleskovic ve Nicholas Stern, World Bank: Washington D.C., 2000, ss. 85-108 ve Dani Rodrik ve A. Subramanian, “The Primacy of Institutions”, Finance and Development, Haziran 2003, ss. 31-34. 223 75 bir veri elimizde bulunmamaktadır. Kurumsal yapılanma bir ölçüde o ülkenin sosyokültürel yapısıyla ilişkili olduğu için, farklılaşmaların olması kaçınılmazdır. Rodrik’e göre bugün her ne kadar kurumların oynadıkları önemli roller kabul edilse bile, piyasa meşrulaştırıcı kurumların önemi yeterince kavranmamaktadır. Sosyal yardımlar, sosyal güvenlik sistemi, işsizlik ödenekleri, yoksullukla mücadele, sağlık hizmetleri, eğitim fırsatlarının sağlanması, gelir dağılımının düzeltilmesi gibi hususlar piyasa meşrulaştırıcı kurumların görevleri arasındadır. Sosyal güvenliği olduğu bir ortamda, sosyal barış sağlanacak ve bireyler kapasitelerini geliştirmek için daha fazla şansa sahip olacaklar ve dolayısıyla da ekonomik dinamizm artacaktır.225 Dünya Bankası, World Development Report 2005: A Better Investment Climate for Everyone, Ekonomik büyümeyle ilgili olarak kurumsalcı görüşle ilişkilendirilebilecek bir diğer görüş ise sosyal ve fiziki sermayeye vurgu yapan analizdir. Bu analize göre, ülkeler arasında uzun dönemde kişi başına üretimde ortaya çıkan farkların ve uzun dönemli ekonomik performans farklarının gerisinde ülkelerin farklı sosyal sermayeye ve sosyal altyapıya sahip olmaları yatmaktadır. Sosyal altyapıyla kastedilen ise, ekonomideki bireyler ve firmalar için gerekli ortamı yaratan kurumlar ve politikalardır. Yaratılan bu ortam, yeni tekniklerin ve ürünlerin geliştirilmesini ve işgücünün daha yetenekli hale gelmesini sağlayarak ekonomik anlamda verimli aktiviteleri teşvik edebileceği gibi, tam tersi olan yolsuzluk, rant kovalama, ve etkinsizlik gibi sonuçları da verebilir. Hangi sonucun ortaya çıkacağı, kurumların ve politikaların kalitesine bağlıdır. Bu anlamda iyi bir sosyal altyapıda, beşeri ve fiziksel sermayeye yatırım, yeni fikirlerin yaratılmasının teşviki, dışardan teknoloji transferinin kolayca yapılabilmesi, ve yolsuzluğun asgari seviyelerde bulunması gerekmektedir.226 Sosyal altyapı meselesiyle ilişkilendirilebilecek hususlardan bir tanesi de yatırım ortamının iyileştirilmesiyle ilgilidir. Bu anlamda, yatırımcılara ve diğer ekonomik aktörlere öngörülebilir bir ortam sağlamak ekonomik büyüme 225 Rodrik (2002), op. cit., ss. 5-7. Sosyal altyapının ekonomik büyüme açısından önemi üzerinde duran önemli bir makale için bkz. Robert E. Hall ve Charles I. Jones, “Why Do Some Countries Produce So Much More Output per Worker than Others?”, Quarterly Journal of Economics, Şubat 1999, No. 114, s. 83-116. 226 76 açısından oldukça önemlidir.227 Ekonomik büyümenin gerçekleştirilmesi sadece kaynakların etkin kullanımına değil, bunun yanında yapısal dönüşüme, üretimin farklılaştırılmasına, değişime ve yeni süreçlere adapte olmaya, üreticilerin risk alma kapasitelerine, piyasa ve kamu aksaklıklarının giderilmesine, kurumlarda ve politikalarda yapılacak değişikliklere de bağlıdır. Büyüme alanında başarı kaydeden ülkelere baktığımızda, hızlı sermaye birikimi, kaynakların etkin dağılımı, teknolojik ilerleme ve büyümenin faydalarının paylaşılması ortak gözükmektedir. Son olarak, mali kırılganlıkların azaltılması, etkin bir sermaye piyasasının oluşturulması ve mali piyasaların daha güçlü hale gelmesi ekonomik büyüme açısından oldukça önemsenmektedir.228 Sonuç olarak diyebiliriz ki, teknolojik gelişim, yeni fikirlerin yaratılması, yenilik üretilmesi, Ar&Ge yatırımları, sağlıklı mali piyasalar, dışa açık ekonomi politikaları, teknoloji transferi ve bütün bunları teşvik edecek kurumsal yapıların oluşturulması ekonomik büyümenin temel kaynaklarını oluşturmaktadır. Dolayısıyla AB’de yaşanan ekonomik ve sosyal sorunların gerisinde, bu saydıklarımızda yaşanan sorunların etkisi bulunmaktadır. 227 Dünya Bankası, World Development Report 2005: A Better Investment Climate for Everyone, World Bank:Washington DC, 2004, ss. 1-15. 228 Đbid., ss. 1-15. 77 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM LĐZBON STRATEJĐSĐ: DOĞUŞU VE GELĐŞĐMĐ 4.1 Lizbon Stratejisi’nin Doğuşu 1945-1975 yılları arasında önemli bir ekonomik performans gösteren Avrupa ekonomileri, aynı performansı 1980 sonrası dönemde gösterememişlerdir. Dahası zamanla, özellikle 1995 sonrasında, ABD ve Japon ekonomilerinin daha da gerisine düşmüşlerdir. Bunun bir sonucu olarak da Avrupa ekonomileri ekonomik büyüme ve refah artışını daha iyi seviyelere getirmek için çözüm arayışına girmişlerdir. Avrupa’nın ekonomik ve sosyal performansını iyileştirmek amacıyla hedeflenen dönüşümün ilk işareti 1993 yılında Komisyon tarafından hazırlanan White Paper on Growth, Competitiveness, Employment (1993) - Büyüme, Rekabetçilik ve Đstihdam Üzerine Beyaz Kitap - metni olmuştur. Bu metin Avrupa’da sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlamayı, daha fazla ve daha iyi istihdam yaratmayı ve AB rekabetçiliğini etkileyen faktörleri ortaya çıkarmayı amaçlamakta ve makroekonomi, çevre, altyapı, eğitim, iş ve sosyal politika alanlarında ABD ve Japonya merkezli, önerilerde bulunmaktadır.229 Önerilerin temel kaynağı olarak ABD ekonomisi örnek alınmıştır. Ancak zaman geçtikçe AB ekonomileri ile ABD ve Japonya ekonomileri arasında bulunan ekonomik açık kapanmamış, hatta artmaya başlamıştır. Küreselleşmenin getirdiği fırsatlar ve tehditler, iklim değişikliği, çevresel sorunlar, Avrupa Birliği’nde yaşanan işsizlik, nüfusun yaşlanması, artan sosyal güvenlik harcamaları, ekonomik büyümenin durağan bir seyir izlemesi, teknolojide ABD ve Japonya’nın gerisinde kalınması, AB ülkeleri için geleceğe yönelik bir stratejik politika yapılmasını kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu ise, AB politika yapıcılarını AB ekonomisini yeniden yapılandıracak bir strateji oluşturulmasına yönlendirmiş ve bu anlamda AB çapında atılan ilk kapsamlı adım Lizbon Stratejisi olmuştur. AB ekonomisi savaş sonrası dönemden bugüne kötü performans göstermese bile gelir seviyesi açısından rakiplerinin gerisinde kalmıştır. ABD 1980’lerden sonra bilgi 229 Jessop, op. cit., ss. 141-161. 78 ve iletişim teknolojilerine dayanarak ve üretim ve işgücü süreçlerini yeniden organize ederek AB ile arasındaki mesafeyi açmaya başlamış ve bu açık özellikle 1995’den sonra daha da belirgin hale gelmiştir. AB’de gençler arasındaki işsizlik ürkütücü noktalara varmış, bu da beraberinde sosyal dışlanma ve yabancılaşmayı getirmiştir. Birçok ülkede işsizlik oranları iki haneli seviyeleri bulmuş hatta bu seviyeleri aşmaya başlamıştır. 2007 yılı Eurostat verilerine göre AB’nin işgücünün yaklaşık %7’si işsiz durumdadır. Bu oran aynı yıl için ABD’de %4.5, Japonya’da ise %4 civarındadır. Yine Eurostat tahminlerine göre AB-27 içinde yaklaşık 17.2 milyon kişi, ki bunun 11 milyonu Avro bölgesinde bulumakta, işsiz durumundadır.230 AB’de nüfusun yaşlanması hem sosyal güvenlik sistemi üzerinde yük oluşturmuş hem de ekonominin dinamizmini kaybetmesine sebep olmuştur. Bütün bunlara küresel işbölümünde meydana gelen gelişmeleri ve üretim süreçlerinin bir kısmının gelişmekte olan ülkelere kaymasını eklediğimizde, AB açısından durum daha da sorunlu hale gelmiştir. Sapir’in de belirttiği üzere, bütün bu sorunlar en başta AB’nin derinleşme ve genişleme dinamiğini tehdit etmektedir.231 Dolayısıyla mevcut sorunların üstesinden gelinmesi ve AB içindeki refahın arttırılması en çok da entegrasyon sürecinin daha sorunsuz ilerlemesine ve genişleme ile derinleşme politikalarının hayata geçirilmesine yarayacaktır. Bunun bilincinde olan AB politika yapıcıları, 23-24 Mart 2000 tarihinde Portekiz’in dönem başkanlığında Lizbon’da bir araya gelerek, geleceğin Avrupa’sını nasıl daha iyi yönetecekleri üzerine politika oluşturmaya çalışmışlardır. Lizbon süreci olarak bilinen adım temel olarak AB’nin karşı karşıya olduğu ekonomik, sosyal ve çevresel olumsuzluklara karşı nasıl etkili önlemler alınabileceği üzerine kurulmuştur.232 Temel hedef, 2010 yılında AB’nin sürdürülebilir bir ekonomik büyüme ortamında, dünyanın 230 Euro-indicators, news relaese, 47/2007 - 30 Mart 2007, Eurostat. Sapir, op. cit., ss.369-90. 232 Aslında çevre konusu ilk strateji metninde değinilen bir konu olsada esas ağırlığını, 2005 yılından sonra kabul edilen Yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nde ortaya koyacaktır. Bu tarihten sonra politika yapıcılar hem çevre konusuna, hem enerji arzı konusuna hem de dünya ekonomisindeki konjonktörel değişimlere karşı daha duyarlı olacaklardır. Şüphesiz bu konular oldukça önemlidir. Lizbon Stratejisi ne kadar etkin araçlar ve politikalar ortaya koyarsa koysun, ekonomik alanda yakalanacak başarı büyük ölçüde dünya ekonomisindeki konjonktüre de bağlıdır. Bu anlamda, küresel ekonomideki sorunlara yönelik uluslararası adımların atılması ve bu sorunların çözülmesi AB’nin kendi ekonomik ve sosyal hedeflerine ulaşması için de hayatidir. 231 79 en rekabetçi ekonomik bloğu haline getirilmesidir.233 Amaç sadece ekonomik büyümeyi hızlandırmak değil aynı zamanda AB’nin karşı karşıya olduğu sosyal ve çevresel sorunlara da faydalı reçeteler üretebilmektir. Sürdürülebilir ekonomik büyüme, tam istihdam ve sosyal uyum ilk stratejinin üç temel hedefidir.234 Stratejide 2010 yılı için hedeflenen amaçlara ulaşabilmek için, özellikle bazı alanlarda ekonomik ve sosyal gelişmeyi engelleyen sorunların acil bir şekilde çözülmesi istenmiştir. Bu sorunlar; ekonomik alandaki cinsiyet ayrımcılığı, hizmetler sektöründeki yetersiz entegrasyon, bölgeler arası ekonomik ve sosyal farklılıklar, işgücünün niteliklerindeki açıklar, bilgi ve iletişim teknolojilerinden yeterince faydalanılmaması, yetersiz Ar&Ge yatırımları, uzun süredir var olan yapısal işsizlik, nüfusun yaşlanması ve ABD ve Japonya ile AB arasında bulunan teknolojik açıktır. Strateji’ye bakıldığında, AB vatandaşlarının daha güvenli bir sosyal ortamda yaşamaları, sosyal dışlanma ve yabancılaşmanın asgari seviyelere indirilmesi, gençlerin çağın gerekleri doğrultusunda becerilerle donatılması suretiyle işgücü piyasasının daha etkin hale getirilmesi ve işsizliğin azaltılması, ekonomik ve sosyal amaçlı politikaların en başında gelmektedir. Bunlara ek olarak, kadınların iş yaşamına daha fazla katılımlarının sağlanması üstesinden gelinmesi gereken diğer önemli bir sorun olarak belirtilmiştir. ABD’de kadın işgücünün %65’i çalışırken bu oran AB gibi kadın-erkek eşitliğinin oldukça önemli görüldüğü bir bölgede %50’ler civarında bulunmaktadır. Strateji’de, çevre ile uyumlu bir ekonomik yapının oluşturulması ve çevresel felaketlerin önlenmesi çevre ile ilgili politikaların temel çerçevesini oluşturmaktadır. Şüphesiz politikacılar açısından en önemli konu ekonomik büyüme ve istihdam olmuştur. Bunun gerisinde yatan mantık ise, ekonomik büyüme ile beraber AB’nin 233 Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Lisbon Avrupa Konseyi, 23 ve 24 Mart 2000, ss. 1-2. Lizbon Stratejisi Avrupa’daki ekonomik ve sosyal sorunların üstesinden gelmek için gösterilen çabaların en yenisi ve sonuncusudur. 234 80 diğer problemlerinin çözülmesinin daha kolay hale geleceğinin düşünülmesidir.235 Bu anlamda özellikle ekonomik büyümenin hızlandırılması ve AB’nin rekabetçi gücünün dünya ölçeğinde arttırılması amacıyla birtakım tavsiyeler ön plana çıkarılmıştır. Bunlar; • AB genelinde girişimciliğin ve girişim kültürünün arttırılması; • Đş kurma süreçlerinin basitleştirilmesi; • Rekabetçiliğin arttırılması ve bu anlamda rekabeti bozan devlet yardımlarının azaltılması; • Ekonomik entegrasyonun, özellikle mali kesim ve hizmet sektörü entegrasyonun, daha da derinleştirilmesi; • Bilim ve Teknoloji üretimi alanlarında Birlik seviyesinde bazı adımların atılması; • Devletin Ar&Ge faaliyetlerine daha fazla destek vermesi; • Özel sektör Ar&Ge faaliyetlerinin ve yenilik üretiminin teşvik edilmesi; • Küçük ve Orta Büyüklükte Đşletme (KOBĐ)’lerin teknolojik altyapılarının güçlendirilmesi; • Bilgi ve iletişim teknolojilerinin AB genelinde daha da yaygınlaştırılması; • AB genelinde ucuz internet erişiminin sağlanması; 235 Ancak Strateji’nin ilk halinde büyüme ve istihdam yanında bir çok başka hedef de belirlenmiştir. Đlerde de göreceğimiz gibi, yeni strateji yapılırken çok hedeflilik konusu eleştirilecek ve sadece Strateji’nin büyüme ve istihdam konusuna yoğunlaşması istenecektir. 81 • Gençlerin eğitimine özel ilgi gösterilmesi ve ekonominin gerekleri doğrultusunda gençlere yetenek kazandırılması; • Đşgücüne katılımın arttırılması gibi hususlardır. Đlk Strateji’de rekabetçilik ve ekonomik büyüme ile bağlantılı olarak ekonomik reçetelerin öne çıkan unsurlarından iki tanesi hizmet sektöründe entegrasyonun hızlandırılması ile Bilgi ve Đletişim Teknolojileri’nin AB genelinde daha yaygın bir şekilde kullanılmasıdır. Aslında hizmetler sektörü söylendiği gibi sorunlu bir alan durumundaydı, ki hizmet sektöründeki entegrasyon sorunlarının hala devam ettiği söylenebilir. Hizmet sektöründeki entegrasyon özellikle sermaye ve mal piyasalarında sağlanmış olan entegrasyonun oldukça gerisinde kalıyordu. Bu da bu sektörden sağlanacak ekonomik büyüme ve istihdam artışı gibi faydaların gerçekleşmesini önlüyordu. Bu sektörün daha dinamik hale gelmesi yaşlı ve genç nüfus için önemli iş olanakları da sağlayabilirdi. Strateji açısından ekonomik sorunların önemli bir kaynağı AB’de üretilen teknolojinin diğer rakip ülkelerin gerisinde kalması ve bilgi ağırlıklı sanayinin ekonomik büyümeye ve istihdama olan katkısının yeterli derecede olmamasıydı. Örneğin, BĐT’lerin ekonomik büyümeye ve istihdama katkısı ABD ve Japonya’da AB ülkelerinden çok daha fazla olmuştu. Özellikle işgücünün daha nitelikli hale getirilmesi ve ileri teknolojiye dayalı sanayiye verilecek destek beraberinde ciddi ekonomik faydalar getirebilirdi. Uzun yıllar boyunca varlığını sürdüren yapısal işsizlikle mücadele açısından ileri teknoloji ve bilgi ağırlıklı sanayinin desteklenmesi son derece önemli gözüküyordu. Bu anlamda Strateji’de, önceki politikalara ek olarak şu politikalar öne çıkmıştır. • Rekabetçilik ile bağlantılı olarak bilgi ekonomisinin oluşturulması için risk sermayesi gibi yeni mali araçların oluşturulması ve geliştirilmesi; 82 • Topluluk genelinde patent uygulanması ve fikri mülkiyet haklarının hukuki altyapısının daha da güçlendirilmesi; • Finansal sistemin güçlendirilmesi, mali araçların çeşitlendirilmesi; • Đç pazar entegrasyonunun daha da derinleştirilmesi; • Avrupa Araştırma Alanı’nın oluşturulması; • ve insan kaynaklarına daha fazla yatırım yapılması belirlenen politikalar arasında bulunmaktadır. 4.2 Lizbon Stratejisi’nin Sorunları ve Revizyon Lizbon Stratejisi’nin ilk halinin beklenen sonuçları vermemesi üzerine Strateji yeni araçlarla donatılarak yenilenmek zorunda kalınmıştır. Lizbon Stratejisi’nin 2000 yılında çıkarılan ilk halinde çok fazla amacın bir arada bulunması bir yandan olumlu diğer yandan ise olumsuz olarak değerlendirilmiştir.236 Olumlu yanı, Strateji’nin sadece ekonomik konuları değil çevre ve sosyal politika gibi alanları da içeren kapsamlı bir paket sunuyor ve dahası AB çapında küreselleşme ile değişen sosyal ve ekonomik yapıya uygun olacak yeni bir AB’nin yaratılmasını hedefliyor olmasıdır. AB’nin küreselleşme ile yaşanan sürece adapte olmasına sadece klasik ekonomik bakış açısıyla yaklaşılmamış olması Strateji’nin en güçlü noktası durumundaydı. Olumsuz olan yanı ise, bu kadar çok hedefin bir arada gerçekleştirilmesinin zorluğuydu. Öyle ki, bu kadar çok hedefin konulması konulan hedeflere nasıl ulaşılacağı ile ilgili olarak daha uygulanabilir bir stratejinin oluşturulmasını engellemiştir. Bir an için engellemediğini varsaysak bile, her hedef için Birlik düzeyinde ayrıntılı strateji metinlerinin oluşturulması ve politikaların uygulamaya konulması gerekliliğinin beraberinde ciddi bir bürokratik yığılma tehlikesi getireceği ve bizzat bu bürokratik yapının söz konusu stratejilerin hayata geçirilmesi yönünde 236 Lizbon Stratejisi’nin değerlendirilmesi ve Stratejiye yöneltilen eleştiriler daha geniş olarak beşinci bölümde ele alınacaktır. 83 önemli bir engel teşkil edebileceği ihtimali dikkat çekmektedir. Hem eski hem de yeni Strateji’ye yönelik eleştirilere ayrı bir bölümde değineceğimiz için, bu kısımda ilk Strateji’nin hem etkin bir şekilde işleyememesi hem de bir takım çelişki ve sorunları içerisinde barındırıyor olmasını belirtip Stratejinin yenilenmesini kaçınılmaz kılan bazı temel sorunlara değinmekle yetineceğiz. Bahis konusu olan çelişki ve çok hedeflilik gibi sorunlar Lizbon Stratejisi’nin 20002005 yılları arasında işlevselleşememesini beraberinde getirmiştir. Öyle ki 2005 yılına gelindiğinde 2010 yılı için konulan hedefler hala çok uzaktaydı. Söz konusu hedeflere 2010 yılında ulaşmak pek olası görünmüyordu. Bu nedenlerden dolayı Komisyon 2005 yılında Lizbon Stratejisi’ni gözden geçirmiştir. Gözden geçirmede, üzerinde durulan en önemli konu bu kadar çok hedef belirlemenin aslında hedefsizlik olacağı, dolayısıyla Strateji’nin sadece işsizlik ve ekonomik büyümeye odaklanması gerektiği ve etkin bir koordinasyon mekanizmasına ihtiyaç duyulduğudur. Yeni Lizbon Stratejisi’nde, Lizbon hedefleri konusunda koordinasyon ve daha iyi bir yönetişim mekanizması oluşturmak ve hedeflere yönelik politika araçlarını açıklığa kavuşturmak için Entegre Edilmiş Rehberler (Integrated Guidelines) ve Ulusal Reform Programları (URP) - (National Reform Programs) - gibi yeni araçlar ortaya konmuştur.237 Đlk Strateji hedef ve araçlardan değil daha çok karmaşıklıktan dolayı başarısız olmuş ve politik sahiplenme ve katılım yeteri derecede sağlanamamıştır.238 Bu anlamda, yeni Strateji’de ulusal sahiplenmeye vurgu yapılmakta ve yukarıdan aşağıya değil de aşağıdan yukarıya bir bakış açısı ortaya konmaktadır. Yeni Strateji’de üzerinde en fazla durulan husus koordinasyon meselesidir. Đki Strateji ile arasında amaçlar açısından ciddi farklar bulunmamaktadır.239 Strateji yenilenirken temel olarak iki raporun önerileri doğrultusunda hareket edilmiştir. Bunlar Sapir ve Kok Raporları’dır. 237 Jean Pisani-Ferry ve André Sapir, “Last exit to Lisbon, Bruquel Policy Contribution”, Mart 2006, ss. 1-5, [10.08.2008], <http://www.bruegel.org/Files/media/PDF/Publications/Papers/EN_LastExitToLisbon_Paper_Electro nicDistribution.pdf>. 238 Ibid., ss. 1-5. 239 Ibid., ss. 1-5. 84 2000 yılında yürürlüğe konan Lizbon Stratejisi’nin beklenen sonuçları vermemesi üzerine hem Strateji’yi daha etkin hale getirmek hem de AB çapında ekonomik büyümeyi sağlayacak faktörleri ortaya çıkarmak için André Sapir’in başkanlık ettiği bir grup tarafından Sapir Raporu (2003) olarak bilinen bir rapor hazırlanmıştır. Sapir Raporu genel olarak Avrupa’nın bilgi tabanlı bir ekonomi yaratması, Ar&Ge, teknoloji ve beşeri sermaye alanlarında atılım yapılması için bir dizi kurumsal reform uygulaması lazım geldiğini belirtmektedir. Rapor’a göre reformların yapılmaması ve AB’de büyümenin sağlanmaması durumunda hem genişleme hem de derinleşme tehlikeye düşecektir.240 Rapor temel olarak üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde, büyüme, istikrar ve uyum (cohesion) konularında ekonomik performansın değerlendirilmesi, ikinci bölümde Birliğin karşı karşıya olduğu sorunlar ve bunların tarifi ve son bölümde ise AB’nin sosyal ve ekonomik sorunlarına yönelik çözüm önerileri yer almaktadır. Rapora göre AB büyüme performansında hayal kırıklığı yaratmış ve bilgi tabanlı bir ekonomi kurma konusunda başarısız olmuştur.241 Bugün artık mevcut teknolojilerin kullanımına, bu teknolojilerin yeni malların üretimi için asimile edilmesine, ölçek ekonomileri yaratan kitle üretimine, uzun dönemli istihdama, istikrarlı piyasalara ve büyük firmalara dayanan ekonomik yapı yeterince büyüme sağlamamaktadır. Rapora göre günümüzde ekonomilerinin büyümesini sağlıklı bir şekilde sağlamak ve vatandaşlarının refahını arttırmak isteyen devletler küreselleşme ve güçlü rekabet ortamını göz önünde bulundurmak zorundadırlar.242 Rapora göre bugün Avrupa çapında ihtiyaç duyulan şey daha az dikey olarak entegre olmuş firmalar, firmalar içinde ve arasında daha fazla hareketlilik243, işgücünün ve genel olarak vatandaşların daha fazla eğitimi, daha fazla işgücü piyasaları esnekliği, daha fazla dış mali kaynak yaratılması, daha fazla Ar&Ge yatırımıdır. 240 Sapir, op. cit. ss. 369-90. Dunford, op. cit., ss. 972-978 242 André Sapir et al., “An Agenda For A Growing Europe: Making the EU Economic System Deliver”, 2003, (Sapir Report), ss. 1-6. 243 Bu konu oldukça önemlidir. Hem eski Strateji hem de yeni Strateji bugünkü ekonomide firmaların bireysel olarak oynadıkları rolü göz ardı etmektedir. Halbuki küreselleşme ve yeni ekonomi bölümünde anlattığımız gibi, bugünkü dinamik yapının gerisinde firmaların yarattıkları yeni varoluş stratejileri etkili olmuştur. Üretimin farklı bölgelere kaydırılması, yenilik yaratılması, firmalar arası güçlü arz bağlarının kurulması bu dönemin temel karakteristikleri arasındadır. 241 85 Sapir grubuna göre AB’nin temel problemini büyük bir iç pazar oluşturarak ölçek ekonomilerinden faydalanmak olarak gören Tek Pazar Programı’nın dayandığı mantık artık günümüz koşullarında demode olmuştur. Halbuki bugün AB’nin temel sorunu AB firmalarının yeni pazarlar yaratabilmeleri ve bu pazarlara giriş yapabilmeleri, işgücünün daha fazla eğitilmesi, etkin bir mali sisteme sahip olunması ve Ar&Ge alanında daha fazla yatırım yapılmasıdır.244 Bu anlamda, rapor özellikle AB çapında yatırımlar için uygun ortamın yaratılmasına ve beşeri sermayenin daha da geliştirilmesine vurgu yapmaktadır. Daha öncede belirttiğimiz üzere Sapir Raporu’nun ikinci bölümü AB’nin karşı karşıya olduğu problemlere ayrılmış ve bu bölümde sürdürülebilir bir ekonomik ve sosyal sistemin oluşturulmasına ve genişleme sürecinden kaynaklanan hususlara dikkat çekilmiştir.245 Sürdürebilirlik konusunda raporda, AB genelindeki yaşlanma sorununa, düşük büyüme ve yüksek kamu harcamalarından kaynaklanan sorunlara değinilmiş ve bu sorunların mevcut ekonomik ve sosyal sistemin sürdürülebilirliğini tehlikeye soktuğu belirtilmiştir. Bunlara ek olarak, meydana gelen hızlı teknolojik gelişmenin düşük nitelikli işgücüne olan talebi azalttığına değinilmiş ve bu grubun tehlike altında olduğu belirtilmiştir. Genişleme konusuyla ilgili olarak ise, genişleme ile birlikte AB içerisinde zamanla daha fazla heterojenlik oluşmakta olduğu belirtilmiş ve bunun da Birlik çapında politika uygulamayı zorlaştırdığı ifade edilmiştir. Rapor bu sorunlara değindikten sonra AB için şu önerilerde bulunmaktadır:246 • AB genelinde mikro reformlara öncelik verilmesi, bu anlamda uygun piyasa düzenlemelerinin geliştirilmesi ve AB uyum politikasının yeniden düzenlenmesi; • Etkin çalışan ve rekabetçi bir yapıya sahip olan işgücü, ürün ve sermaye piyasalarının oluşturulması; 244 The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965. Sapir et al. (2003), ss. 1-6. 246 Ibid., ss. 1-6. 245 86 • Her politika aracına sadece bir politik amacın tahsis edilmesi;247 • Üye ülkeler arasında ve üye ülkelerle Birlik arasında daha fazla koordinasyon sağlanması; • Etkin politika uygulaması; • Tek pazarın daha dinamik hale getirilmesi; • Bilgi alanına daha fazla ve etkin yatırımların yapılması; • Avro’ya geçilmesinden daha fazla fayda edinmek için makroekonomik politika ikliminin daha da iyileştirilmesi; • Ekonomik yakınsama ve yeniden yapılandırma için politikaların yeniden dizayn edilmesi; • Düzenleme ve karar alma süreçlerinde daha fazla etkinliğin sağlanması; • AB bütçesi üzerine yeniden eğilinmesi ve bütçenin Lizbon Stratejisi’yle uyumlu hale getirilmesi; Bütçeyle ilişkili olarak, harcama noktasında, Sapir Raporu Ortak Tarım Politikası’nın (OTP) bırakılmasını ve fonlar için yeni üç araç yaratılmasını istemektedir. Bunlar:248 1. Büyüme Fonu (Growth Fund) (GSYĐH’nın %0,45’i kadar), bu fon Ar&Ge alanında teşvikler verilmesi, yenilik, eğitim, mesleki eğitim ve ulusal piyasaları birleştirecek altyapı yatırımları için önerilmektedir. 247 Bu konu Lizbon Stratejisi açısından oldukça önemlidir. Strateji’de çok fazla hedefe yer verilirken, bu hedeflere nasıl ulaşılacağına dair yeterli bilgi verilmemekte ve bu hedefler için yeterince politika aracı ortaya konmamaktadır. Bazen bir politika aracıyla bir çok hedefe ulaşılmak istenmektedir. 248 Dunford, op. cit., ss. 972-978. 87 2. Yakınsama Fonu (Convergence Fund) (GSYĐH’nın %0,35’i kadar), fonun özellikle yeni üye ülkeler için kurumsal yapılanmanın finansmanı ve fiziki ve beşeri sermaye arttırımı için kullanılması önerilmektedir. 3. Yeniden Yapılandırma Fonu (Restructuring Fund) (GSYĐH’nın %0,20’si kadar), fonun işgücünün yeniden eğitimi, yeni firmaların kurulması veya bazı firmaların kapanması sırasında oluşan ve kaynak dağılımında meydana gelen değişikliklerden kaynaklanan maliyetlerin karşılanması için kullanılması önerilmektedir. Sapir Raporu’nun güçlü yanları yanında bazı zayıf ve eleştiriye açık yanları da bulunmaktadır. Dunford’a göre Sapir Raporu uygulanacak politikalar sonucu ortaya çıkacak eşitsizliklere ve maliyetlere çok değinmemektedir.249 Dahası, Rapor AB’de şu ana kadar uygulanan eşitsizlikleri azaltıcı politikaların büyümeyi azaltabileceğini ifade etmektedir. Ancak Dunford’a göre böyle bir ilişki kurmak kolay olmayıp, son yapılan çalışmalarda büyüme ile eşitsizliğin azalması arasında pozitif ilişkiler ortaya çıkmaktadır. Dunford’a göre eşitsizlik hem önemli bir sosyal problemdir hem de ülke refahını da kötü şekilde etkilemektedir. Dolayısıyla eşitsizliğin azaltılması da politika yapıcıları tarafından bir hedef olarak seçilmelidir. Bu sebeple Dunford Raporun büyümeden çok refaha odaklanmasının ve sosyal ve coğrafik gelir dağılımına vurgu yapmasının gerektiğini ifade etmektedir.250 Şüphesiz Rapor sonrasında Lizbon Stratejisinde bir takım değişiklikler yapılmıştır. Ancak bu değişikliklere rağmen yeni Strateji de 2010 yılı için konulan hedeflere ulaşılmasını garanti altına almamıştır. Strateji’nin yenilenmesinde etkili olan bir diğer rapor ise 2004 yılında hazırlanan Kok Raporu’dur.251 Aslında bu rapor, Sapir Raporundan farklı olarak, doğrudan Lizbon Stratejisi’nin yenilenmesine yönelik hazırlanmıştır.252 Bilgi toplumunun kurulması, iç pazarın özellikle mali sektör ve hizmetler sektörü açısından daha 249 Ibid., ss. 972-978. Ibid., ss. 972-978. 251 Report from the High Level Group chaired by Wim Kok (2004), Facing the Challenge: The Lisbon Strategy for Growth and Employment, [23.08.2008], <http://www.grad.ac.uk/downloads/documents/Reports/European%20reports/Wim%20Kok.pdf>. 252 Sapir Raporu da bu doğrultuda ve dahası Lizbon Stratejisi’ni de aşan daha genel bir çerçevede hazırlanmış ve temel olarak AB ekonomisinin sorunlarına ve atılması gereken adımlara değinmiştir. 250 88 etkinleştirilmesi, yatırım ve iş ortamının iyileştirilmesi, işgücü piyasalarında reformlar yapılması ve çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması Raporun ele aldığı temel konulardır. Raporda AB’nin ve üye ülkelerin Lizbon Stratejisi’ni uygulayamadıklarına, bu konuda yönetişim eksikliği olduğuna ve fazla yüklenmiş bir gündem yaratıldığına değinilerek istihdam ve büyümeye öncelik tanınması istenmiş ve bu doğrultuda üç tane öneri dile getirilmiştir.253 1. Üye ülkelerin Strateji’ye daha fazla sahip çıkmalarının sağlanması ve bu anlamda Ulusal reform programlarının hazırlanması; 2. Açık Koordinasyon Metodunun254 Komisyon tarafından daha da geliştirilmesi; 3. AB ortak politikaları, bütçe ve Lizbon Stratejisi arasında uyum sağlanması. Kok raporu Ulusal Reform Programlarının etkin işlemesinin, hükümetler tarafından gösterilen ilgiye ve ulusal parlamentoların, diğer paydaşların ve medyanın katkısına bağlı olduğunu belirtmiştir.255 Bunlar dışında raporda öne çıkan bir diğer husus ise, Lizbon Stratejisi’ne her seviyede sahip çıkılması gerektiği yönündeki görüştür. Buna göre, Avrupa Konseyi Strateji’yi daha ileriye götürme konusunda liderlik yapmalı, üye ülkeler Ulusal Reform Programları hazırlamalı ve vatandaşların ve kurumların sürece katılması sağlanmalı, Komisyon raporlar hazırlayarak ilerlemeler konusunda bilgi vermeli, Parlemento Strateji’ye yönelik uygulama performansını daha proaktif bir şekilde izlemeli ve AB’deki diğer sosyal aktörler ise Strateji’ye aktif şekilde katılmalı ve uygulanmasına yardımcı olmalıdır. Strateji’nin yeni biçimi eskiye benzemekle beraber, yeni halinde ekonomi ve istihdam önemli bir ağırlık kazanmış durumdadır. Artık karşımızda çok boyutlu bir stratejiden ziyade, ekonomik büyüme ve işsizliği önceleyen bir strateji metni bulunmaktadır. Yeni metinde eskisinde olduğu gibi rekabetçilik ve teknolojik 253 Ferry ve Sapir, op. cit., ss. 13-14. Açık Koordinasyon Metodunun amacı üye ülkelerin politikalarını Birlik politikaları ekseninde mobilize etmek ve iki ayrı politika seviyesinde koordinasyon sağlamaktır. Açık Moordinasyon Metodu (AKM) hakkında daha fazla bilgi için bkz., s. 104, dipnot 269. 255 Ferry ve Sapir, op. cit., ss. 13-14. 254 89 gelişme öne çıkarken, eskisinden farklı olarak sosyal güvenlik ve işgücü piyasalarının yeniden yapılandırılması ve modernizasyonu öne çıkmaktadır. Ancak, yeni Stratejinin Büyüme ve Đstihdamı öncelemesi, diğer konuların Stratejiden çıkarılmasına neden olmamış, esas olarak büyüme ve istihdam üzerindeki vurgu artmıştır. Strateji, Sapir ve Kok Raporları doğrultusunda 2005 yılında yenilenmiş ve daha çok kurumsal önlemler öne çıkarılmıştır. Özellikle Streteji’nin etkin olarak işlemesinin sağlanması için başta belirttiğimiz yeni bir takım araçlar yaratılmıştır. 4.3 Lizbon Stratejisi : Teşhisler, Çözüm Yolları ve Hedefler Bu bölümde Lizbon Stratejisi’nin ortaya çıktığı günden bugüne kadar olan seyrini Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirileri (Presidency Conclusions) bağlamında ele alacağız. Bilindiği üzere Lizbon Stratejisi ilk olarak 2000 yılında Lizbon’da yapılan Avrupa Konseyi toplantısı Başkanlık bildirgesinde ortaya koyulmuş ve o tarihten bu yana Strateji her yıl bahar döneminde yapılan Konsey toplantılarında yeniden ele alınmıştır. Bu toplantılarda Strateji bağlamında atılan adımlara ve eksikliklere değilinilerek bir takım yeni öneriler ortaya atılmıştır. 2005 yılına gelindiğinde Strateji’nin hedeflerinden çok azının gerçekleştirildiği fark edilmiş ve bu sebeple Strateji’de bir takım revizyonlar yapılmıştır. Genel olarak, bu revizyonda öncelikle bazı hedeflerden vazgeçilerek daha spesifik hedeflere yoğunlaşılmış ve süreçteki bir takım karmaşıklıklar azaltılmaya çalışılmıştır. Bu bölümde ilk olarak Strateji’nin ortaya konduğu ilk metin olan 23-24 Mart 2000 tarihli Avrupa Konseyi başkanlık bildirisinin geniş bir özetini verip daha sonra 2005 yılına kadarki başkanlık bildirilerine değineceğiz. Đkinci bölümde ise, 2005 yılındaki revizyon çabalarına değinip 2005-2008 yılı dönemine ait Başkanlık bildirilerini ele alacağız. Özellikle 2008 yılı başkanlık bildirisi diğer bildirilerden farklı olarak, daha geniş bir çerçeve sunmakta ve 2008-2010 dönemi için bir plan ortaya koymaktadır. Bu sebeple 2008 başkanlık bildirisine oldukça geniş bir yer ayırmaya çalışacağız. Son olarak, “2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber” olarak 90 çevirebileceğimiz Integrated Guidelines For Growth And Jobs (2008-2010)256 adlı metinde önemli gördüğümüz bazı konulara değinmeye ve önerilen politikaları sunmaya çalışacağız. Metin temel olarak, 2008-2010 döneminde izlenecek politikaların çerçevesini vermektedir. 4.3.1 Lizbon Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2000 Lizbon Stratejisi ilk olarak Avrupa Konseyi’nin 23-24 Mart 2000 tarihlerinde Lizbon’da düzenlediği Konsey toplantısında ele alınmış ve temel olarak bilgi tabanlı bir ekonomiye geçiş için uygulanacak, istihdamı güçlendirecek, ekonomik reform ve sosyal uyumu (social cohesion) sağlayacak hedefler ortaya konmuştur.257 23-24 Mart 2000 tarihinde Avrupa Birliği’nin ekonomik ve sosyal geleceğine yön vermek için düzenlenen Avrupa Konseyi toplantısı ardından ortaya konulan metinde genel olarak AB’nin yaşanan küreselleşme olgusundan ve bu olgunun yarattığı ekonomik ve sosyal değişimlerden dolayı hem yeni fırsatlarla hem de yeni tehditlerle karşı karşıya olduğu belirtilmekte ve bu fırsatlardan faydalanmak tehditlerden ise korunmak amacıyla bir yol haritası mahiyetinde olan Lizbon Stratejisi kabul edilmektedir. Metinde temel olarak AB ekonomisinin rekabet gücünün arttırılması, AB’de yaşanan işsizlik sorununa çözüm bulunması ve bilgiye dayalı yeni bir ekonomik yapıya geçilmesi için atılması gerekli adımlara değinilmektedir. Metnin temel mantığı, küreselleşme ve BĐT’lerde yaşanan gelişmelere AB ekonomisini adapte etmek258 ve AB’nin güçlü bir ekonomik büyüme patikası yakalamasını sağlayacak politika 256 Avrupa Komisyonu, Communication From The Commission To The Spring European Council, Integrated Guidelines For Growth And Jobs (2008-2010), Brüksel, 11.12.2007 Com(2007) 803 Final, Part V, [19.08.2008], <http://ec.europa.eu/growthandjobs/pdf/european-dimension-200712-annualprogress-report/200712-annual-report-integrated-guidelines_en.pdf.>. 257 Avrupa Konseyi (2000), op.cit., ss. 1-3. 258 Đleride de göreceğimiz üzere bütün Başkanlık bildirilerinde bilgi ve iletişim teknolojilerinin yaygın bir şekilde kullanılmasına bolca atıf yapılmaktadır. Bunun temel nedeni ise, AB’nin yaşadığı ekonomik sorunların kaynağı olarak kendisini bilgi ekonomisine tam olarak adapte etmemesi olarak görülmesidir. Aslında bu yanlış bir tespit değildir, bilgi ve iletişim teknolojileri 1980 sonrasında hem kendi başına önemli bir sektör olmuş ve büyümeye önemli katkılarda bulunmuştur, hem de diğer sektörlerin büyümesine, ticaretin gelişmesine ve mali hizmetler sektörünün çok hızlı büyümesine katkıda bulunmuştur. Bilgi ekonomisinin daha ayrıntılı bir analizi için bkz. Castells, op. cit., ss. 1-27. 91 araçlarını ortaya koymaktır. Özellikle işgücünün bu yeni ekonomik koşullara hazırlanması metnin ana unsurlarından biridir. Diğer bir temel unsur ise, AB genelinde bilgi ve iletişim teknolojilerinden mümkün olduğunca daha fazla fayda sağlamak için bu yönde bir altyapının oluşturulmasıdır. Aslında bu iki konu da AB’nin uzun süredir yaşadığı sorunlardır. AB, 1980 sonrası dönemde önem kazanan bilgi ve iletişim teknolojilerine dayanan bilgi ekonomisine kendisini adapte etmek konusunda ABD ve Japonya kadar başarılı olamamış ve bunun sonucunda ortaya çıkan yapısal nedenlerden dolayı istihdam yaratılması meselesinde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. Çok önemli oranlarda istihdam yaratabilecek bilgi ve iletişim teknolojileri sektörünün AB’de yeterince gelişmemiş olmasının sonucunda hem büyümeye yeterince destek olunamamış hem de yeterince istihdam yaratılamamıştır. Yaşanan sorunlardan dolayı, metinde sık sık bilgi ekonomisine atıf yapılmakta, bu ekonominin yeni istihdam olanakları yaratacağından bahsedilmekte ve işgücünün bu yeni ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda eğitilmesi gerekliliğine değinilmektedir. Đlk metinde ilginç olan nokta, ileride üzerinde oldukça sık durulacak iklim değişikliği ve çevre konularına girilmemesidir. Daha sonrada göreceğimiz gibi, Lizbon Stratejisi temel olarak üç hususu öne çıkarmaktadır. Bunlar, ekonomik büyüme, istihdam yaratma ve çevreyle uyumlu bir ekonomik yapı oluşturmaktır. Metnin anlaşılması açısından metinde yer alan başlıklar oldukça fikir vericidir. Metinde yer alan temel başlıklar ve metnin çerçevesi şu şekildedir. Önümüzdeki Onyıl Đçin Stratejik Hedefler • Yeni tehditler; • Birliğin güçlü ve zayıf yanları; • Đzlenecek yol; Rekabetçi, Dinamik ve Bilgi Tabanlı Bir Ekonomiye Geçiş Hazırlıkları • Herkes için bilgi toplumu yaratılması; • Avrupa Araştırma ve Yenilik Alanının kurulması; 92 • Đş kurma ve işe başlama için olumlu ortamın hazırlanması ve özellikle KOBĐ’ler için yenilik üreten alanların geliştirilmesi; • Tam olarak işleyen bir iç piyasanın kurulması için yapılacak ekonomik reformlar; • Etkin ve entegre olmuş mali piyasalar; • Makroekonomik politikaların koordinasyonu: mali konsolidasyon, kamu finansmanının kalitesinin arttırılması ve sürdürülebilir bir çerçeveye oturtulması Đnsanlara Yatırım Yaparak ve Aktif Bir Refah Devleti Kurarak Avrupa Sosyal Modelinin Modernleştirilmesi • Bilgi toplumunda çalışmak ve yaşamak için genel eğitim ve mesleki eğitimin kalitesinin arttırılması; • Daha fazla ve daha iyi işlerin sağlanması: aktif bir istihdam politikasının geliştirilmesi; • Sosyal koruma sisteminin modernleştirilmesi; • Sosyal içermenin (social inclusion) teşvik edilmesi; Kararların Hayata Geçirilmesi: Daha Tutarlı ve Sistematik Bir Yaklaşım Yaratılması • Mevcut sürecin iyileştirilmesi; • Yeni bir açık koordinasyon metodunun (open method of coordination) uygulanması; • Gerekli araçların harekete geçirilmesi; Metnin genel çerçevesini verdikten sonra metinde yer alan başlıklarla tam olarak ne ifade edilmek istendiğine bakabiliriz. i. Önümüzdeki Onyıl Đçin Stratejik Hedefler AB’nin önündeki tehdit ve fırsatların değerlendirildiği ilk kısımda, Avrupa Birliği’nin küreselleşmeden ve dünyada bilgi tabanlı bir ekonomiye geçişten 93 kaynaklanan yeni şartlarla karşı karşıya bulunduğu belirtilmekte, bu değişimin bütün insanların ve toplumların hayatlarını önemli ölçüde değiştirmekte olduğu ifade edilmekte ve Avrupa Birliği üye ülkeleri için ekonomik ve sosyal alanda radikal bir dönüşümün gerekli olduğuna işaret edilmektedir. Bildiride, bu radikal dönüşüm yapılırken, AB’nin hem kendi değerlerini korumasının önemine hem de genişleme sürecinin dinamiklerinin dikkate alınmasına dikkat çekilmektedir. Yaşanan değişimin hızı ve kapsamından dolayı AB’nin bu yaşanan değişimlerden fayda sağlaması için hızla hareket etmesi gerektiği belirtilmektedir. Amaç, kısaca bilgi altyapısının oluşturulması, yenilik ve ekonomik reformun genişletilmesi ve sosyal koruma sistemiyle eğitimin modernleştirilmesidir. Birliğin güçlü ve zayıf yanlarının ele alındığı kısımda ise AB’nin yaşanan gelişmeler karşısında ona yeni fırsatlar sağlayan güçlü yanlarıyla, gelişmelere adapte olmasını sorunlu hale getiren zayıf yanlarına değinilmektedir. AB ekonomisinin güçlü bir konumda olması, enflasyonun ve faiz oranlarının düşük seviyelerde tutulması, ciddi kamu açıklarının bulunmaması, ücretlerdeki artışların verimlilik kazançlarından fazla olmaması, AB’nin ödemeler dengesinin sağlıklı bir durumda olması, Avro para birimine geçilmesi ve bunun başarıyla tamamlanması, Avro’nun önemli kazançlar getireceğinin tahmin edilmesi, iç pazarın büyük oranda tamamlanmış olması ve tüketiciler ve iş alemi için faydalarının belirmeye başlamış olması, gelecekte yaşanacak genişleme dalgasının yeni büyüme ve istihdam olanakları yaratacak olması ve son olarak Birliğin genel olarak iyi eğitilmiş bir işgücü kapasitesine sahip olması Birliğin güçlü yönleri arasında dile getirilmektedir. Ancak, bunlara karşın Birliğin bazı alanlarda önemli eksikliklerinin ve zayıflılıklarının da olduğuna değinilmektedir. 15 milyondan fazla kişinin işsiz olması, istihdam oranlarının düşük seyretmesi, kadınlar ve yaşlıların işgücüne katılımlarının düşük seviyelerde olması, yaşanan uzun dönemli yapısal işsizlik sorunu ve bu konuda bölgeler arası farklılıklar, hizmetler sektörünün özellikle telekomünikasyon ve internet alanlarında yeterince gelişmemiş olması ve hala ciddi istihdam açığının olduğu bilgi teknolojileri alanında işgücü nitelikleri arasında yaşanan sorunlar zayıf unsurlar olarak sayılmaktadır. 94 Bildiri AB’nin zayıf ve güçlü yönlerine değindikten sonra sorunların aşılması için izlenecek yol hakkında bilgiler vermektedir. Bildiride yeni stratejik hedef şöyle ifade edilmiştir: “dünyada sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlayan, daha fazla ve daha iyi istihdam yaratan ve aynı zamanda sosyal yakınlaşmayı sağlamış olan en dinamik ve rekabetçi bilgiye dayalı ekonomi haline gelmek.”259 Bu yeni stratejik hedefe ulaşmak içinse bütüncül bir strateji çizilmeye çalışılmış ve bu stratejinin temel ayakları olarak şunlar sayılmıştır: • Bilgi toplumuna ve Ar&Ge’ye yönelik daha iyi ve etkili politikalar aracılığıyla bilgiye dayalı bir ekonomiye ve topluma geçişin sağlanması, yenilik ve rekabet gücünün arttırılması için yapısal reformların uygulanması; • Beşeri sermayeye yatırım yaparak ve sosyal dışlama ile mücadele ederek Avrupa sosyal modelinin modernize edilmesi; • Makroekonomik çerçevenin güçlü bir ekonomik büyümeyi sağlayacak doğrultuda şekillendirilmesidir. Bildiride bu politikalar uygulandığı vakit, %3’lük bir ekonomik büyümenin gerçekçi olacağı ifade edilmektedir. Amaç, AB’de tam istihdamın tekrar yakalanarak bölgesel ve sosyal uyumun güçlendirilmesidir. Söz konusu hedeflere ulaşılabilmesi içinse yeni bir Açık Koordinasyon Metodu önerilmektedir. ii. Rekabetçi, Dinamik ve Bilgi Tabanlı Bir Ekonomiye Geçiş Hazırlıkları Bu kısmın herkes için bilgi toplumu adlı başlığında dijital ve bilgiye dayalı bir ekonomiye geçişin yeni istihdam olanakları yaratacağı, büyüme ve rekabetçiliği arttıracağı ifade edilmekte ve bu yeni ekonominin büyümenin motoru olacağından bahsedilmektedir. Kapsamlı bir eEurope eylem planının hayata geçirilmesi, vatandaşların ve iş aleminin ucuz, hızlı ve etkin çalışan dünya standartlarında bir 259 Avrupa Konseyi (2000), op.cit., s. 2. [Çeviri bana ait]. 95 iletişim ağına ulaşması hedef olarak ortaya konmaktadır. Avrupa’nın epotansiyelinden tam olarak yararlanmasının sağlanması, elektronik ticaret ve internetin hızla yayılması ve gelişmesi bu potansiyelin ortaya çıkması için önemli unsurlar olarak ele alınmaktadır. E-ticaret, elektronik ve bilgiye dayalı hizmetler için yasal altyapının hazırlanması, internete ulaşımda maliyetlerin mümkün olduğunca aşağıya çekilmesi, bütün okulların etkin ve hızlı bir internet ağına kavuşturulması ve öğretmenlerin bu yeni teknolojiye uygun olarak eğitilmesi başlıca Konsey önerileri arasındadır.260 Avrupa araştırma ve yenilik alanının kurulması adlı alt başlıkta ekonomik büyüme, istihdam ve sosyal uyum yaratılmasında oynadığı önemli rol göz önüne alındığında, Ar&Ge konusunda “Avrupa Araştırma Alanına Doğru”261 Komisyon tebliğinde belirtilen amaçlara yönelik olarak çalışılmasına değinilmekte ve Avrupa Konseyi bu konuyla ilgili olarak şu önerilerde bulunmaktadır: • Ulusal ve ortak araştırma programları için uygun mekanizmaların yaratılması; • Özel araştırma ve geliştirme faaliyetleri için uygun ortamın hazırlanması, bu çerçevede vergi politikasının, risk sermayesi araçlarının geliştirilmesi ve Avrupa Yatırım Bankası (AYB)’nın bu noktada daha etkin bir şekilde kullanılması; • Ülkeler arası koordinasyonun geliştirilmesi, farklı alanlardaki performans değerlemesi için göstergelerin ortaya konması; • 2001 yılı sonuna kadar Trans-Avrupa Elektronik Bilimsel Đletişim Ağının hızlandırılması ve güçlendirilmesi; 260 261 Ibid., s.4. Avrupa Komisyonu, Towards a European Research Area, Brüksel, 18 Ocak 2000, COM(2000)6. 96 • Okulların, araştırma kurumlarının ve kütüphanelerin elektronik ağla birbirlerine bağlanmaları; • 2002 itibariyle araştırmacıların ülkeler arasındaki hareketlerini kısıtlayan engellerin ortadan kaldırılması; • Ve son olarak Birlik patentinin 2001 yılına kadar sağlanması. Đş kurma için olumlu ortamın hazırlanması ve özellikle KOBĐ’ler için yenilik üreten işlerin geliştirilmesi konusunda, işe başlama maliyetlerinin düşürülmesine değinilmekte, ekonomide düzenleyici kurumların rollerine atıfta bulunulmakta ve bu kurumların etkin çalışmalarının sağlanması gerektiği ifade edilmektedir. Dahası bu organların iş aleminin çalışmalarını destekleyici bir konumda olması gerektiği belirtilmekte ve işe başlama maliyetlerinin, kırtasiyeciliğin ve bürokratik işlemlerin azaltılmasına dikkat çekilmektedir. Bu konuyla ilgili ise şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: • Bir işyerinin kurulması sırasında harcanan süre ve katlanılan maliyetlere yönelik kriterler konması ve mümkün olduğunca bu tür maliyetlerin azaltılması; • KOBĐ’lerin iş yapma ortamlarının daha da geliştirilmesi. Tam ve doludizgin işleyen bir iç piyasasının sağlanması için yapılacak ekonomik reformlar kısmında ise, Konsey iç pazarın tamamlanmak üzere olduğuna ve bu sayede önemli ekonomik faydaların ortaya çıktığına değinmekte ancak yapılması gereken bazı şeyler olduğunu ifade ederek şu tavsiyelerde bulunmaktadır: • 2000 yılının sonuna doğru hizmetler sektörü kaldırılmasına yönelik bir stratejinin benimsenmesi; 97 önündeki engellerin • Gaz, elektrik, posta servisi ve ulaştırma alanlarında ekonomik liberalleştirmenin hızlandırılması; • Kamu alımları kurallarının yenilenmesi, özellikle KOBĐ’lerin kamu alımlarına katılmalarının kolaylaştırılması; • 2001 yılı itibariyle, ulusal düzeydeki ve Birlik düzeyindeki kamu idaresi prosedürlerinin sadeleştirilmesine ve basitleştirilmesine yönelik bir stratejinin hazırlanması; • Rekabetçiliğin arttırılarak, devlet yardımları kapsamının daraltılması. Etkin ve entegre olmuş mali piyasalar bölümünde etkin mali piyasaların büyüme açısından önemine değinilmekte ve etkin mali piyasaların hem yatırımlar için gerekli olan fonlara ulaşımı kolaylaştırmakta olduğu hem de bu fonların maliyetini düşürdüğü dile getirilmektedir. Şüphesiz, bu da yatırımların artmasını ve ekonominin canlanmasını beraberinde getirmektedir. Bunlarla beraber, yeni teknolojilerin yaratılmasında, yenilik üretiminde, yeni fikirlerin ortaya çıkmasında ve girişimcilik kültürünün yaygınlaşmasında mali piyasalar oldukça önemli roller oynamaktadırlar.262 Bu alanda atılması gereken adımlar için şunlar ifade edilmektedir: • 2005 yılı itibariyle uygulamaya sokulacak bir mali eylem planının hazırlanması; 262 • 2003 itibariyle risk sermayesi eylem planının uygulamaya konulması; • Mali kurumların yeniden yapılandırılması. Avrupa Konseyi (2000), op. cit., s. 6 98 Makroekonomik politikaların koordinasyonu: mali konsolidasyon, kamu finansmanının kalitesi ve sürdürülebilirliği başlıklı bölümde makroekonomik politikaların istikrara, istihdam yaratımına ve büyümeye odaklandığı kadar bu yeni bilgiye dayalı ekonomiye geçiş sürecine de odaklanması gerektiği ifade edilmekte ve adaptasyon sürecinde uygun makroekonomik politikaların adaptasyonu kolaylaştırıcı bir rol oynayabileceğine değinilerek bu alanda şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: • Đşgücü ve özellikle düşük nitelikli işgücü üzerindeki vergi yükünün azaltılması; • Kamu harcamalarının daha çok Ar&Ge, yenilik ve bilgi teknolojileri alanlarına doğru kaydırılması; • Kamu finansmanının uzun dönemli sürdürülebilirliğinin sağlanması. iii. Đnsanlara Yatırım Yaparak ve Aktif Bir Refah Devleti Kurarak Avrupa Sosyal Modelinin Modernleştirilmesi Bilgi toplumunda çalışmak ve yaşamak için genel eğitim ve mesleki eğitim kısmında, Konsey özellikle işgücünün hem genel eğitimine hem de mesleki eğitimine dikkat çekmekte ve yeni ekonomik yapıya uygun eğitim programlarının hazırlanmasına değinmektedir. Bu anlamda, aktif refah devleti uygulamalarını önermektedir.263 Aktif refah devletinden kastedilen şey ise, kişilerin mesleki eğitim gibi araçlar yoluyla işgücü piyasasına dahil olmalarını sağlamaya çalışmaktır. Konsey bu alanla ilgili olarak özellikle şu tavsiyelerde bulunmaktadır: • Đnsan kaynaklarına harcanan kişi başı yatırımın arttırılması264; 263 Aktif refah devleti uygulaması bildirilerde oldukça önemli yer tutmaktadır. Aktif refah devletinden kasıt devletin işsizlere ve çalışamayacak durumda olanlara maddi destek sağlaması değil, onların işgücü piyasalarına katılımlarının kolaylaştırılması, ekonominin ihtiyaçlarına göre bu kişilere yetenekler kazandırılması ve çalışmayı cazip hale getirecek politikalar uygulanmasıdır. 264 Küreselleşme ile beraber ortaya çıkan bilgi tabanlı ekonomi aynı zamanda bilgiyi üreteni de oldukça önemli hale getirmiştir. Hem bilginin üretilmesi hem de kullanılması açısından beşeri 99 • 18-24 yaş arası gençlerden sadece ortaokul mezunu olanların sayılarının 2010 yılında yarı yarıya düşürülmesi; • Bütün okul ve mesleki eğitim kurumlarının internet ağıyla birbirlerine bağlanmaları ve bu kurumlar arası ilişkilerin ve ortak çalışmaların teşvik edilmesi; • Yaşam boyu öğrenmenin teşvik edilmesi; • Girişimcilik kültürünün kazandırılması, yabancı dil öğrenilmesinin teşvik edilmesi ve bilgi iletişim teknolojileri alanında kabiliyet kazandırılması; • Öğrenci ve öğretmenlerin mekansal hareketlerinin hızlandırılması, farklı programlarla farklı ülkelere gitmelerinin teşvik edilmesi; • Eğitim kurumlarının ders programlarına yönelik ortak standartların hazırlanması. Daha fazla ve daha nitelikli işlerin yaratılması: aktif bir istihdam politikasının geliştirilmesi adlı kısımda ise Lüksemburg sürecine265 ve bu süreçte alınan kararların ulusal koşullara adapte edilmesinin işsizliği azalttığına atıf yapılarak, Ulusal Đstihdam Eylem Planlarının (National Employment Action Plans) hazırlanmasının önemine değinilmektedir. Bu alanda Konsey şu önerilerde bulunmaktadır: sermayenin geliştirilmesi oldukça önemlidir. Dahası, yeni içsel büyüme teorilerinde bilgi ve buna bağlı beşeri sermaye büyümenin itici güçlerinden biri sayılmaktadır. Charles I. Jones bunu genel olarak beşeri altyapı kavramıyla özetlemekte ve ülkeler arası büyüme farklılıklarını bununla açıklamaktadır. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Charles I. Jones (1997), op. cit., ve Charles I. Jones (1999), op. cit., ss. 83-116. 265 Avrupa Birliği Antlaşması’na (Treaty on European Union) “Đstihdam” başlığının eklenmesinden sonra AB üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları Lüksemburg Çalışma Zirvesi’nde (Luxembourg Jobs Summit) Avrupa Birliği Đstihdam Stratejisi oluşturmuşlar ve bu Strateji’yle ulusal istihdam politikalarının koordine edilmesini hedeflemişlerdir. Strateji temel olarak, istihdamın arttırılmasını, girişimciliğin teşvik edilmesini, işgücünün yeni koşullara adapte edilmesini ve işgücüne eşit fırsatlar yaratılmasını hedeflemektedir. Konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. The Birth of the European Employment Strategy: the Luxembourg Process (Kasım 1997), [17.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11318.htm> 100 • Đstihdam edilebilirliğin arttırılması; • Đşgücü niteliğindeki açıkların kapatılması ve özellikle işsizlere nitelik kazandıracak ve onları işgücüne dahil edecek eğitim programlarının hazırlanması; • Yaşam boyu öğrenmeye vurgu yapılması; • Hizmet sektöründe istihdamın arttırılmaya çalışılması; • Özellikle mesleki katmanlaşmanın azaltılması, iş yaşamı ile aile yaşamı arasında uçurumlar yaratılmaması. 266 Sosyal koruma sisteminin modernleştirilmesi ve sosyal içermenin (social inclusion) teşvik edilmesi adlı kısımda öncelikle bu alanlardaki teknik altyapı ve işbirliği koşullarının geliştirilmesine değinilmektedir. Özellikle yoksulluk ve sosyal dışlamayla sonuna kadar mücadele edilmesi ve buna asla tölerans gösterilmemesi sıkça tekrarlanan hususlardan bir tanesidir. Çalışamayacak durumda olanlara, yaşlılara ve azınlıklara yönelik sosyal içerme yollarının bulunması önerilmektedir. Bu bağlamda Konsey’e göre yeni bilgi ekonomisi sosyal dışlamayla mücadele alanında önemli fırsatlar sunmaktadır. Bunun da gerisinde, bu alanda yaratılacak istihdam fırsatlarının dışlanan kesimleri tekrar topluma bağlayacağı yönündeki fikir yatmaktadır. Bu alanla ilgili olarak Konsey şu tavsiyelerde bulunmaktadır: • Sosyal dışlamayı ortaya çıkaran hususların daha iyi anlaşılması ve analiz edilmesi; 266 Başkanlık bildirilerinin hemen tümünde aile konusuna özel bir önem verilmektedir. Özellikle aile ve iş hayatı arasında bir dengenin tutturulması Konsey açısından oldukça önemli görülmektedir. Bunun da gerisinde, AB’nin nüfusun yaşlanması problemiyle mücadele için aile kurumunu güçlendirmeyi bir yol olarak görmesi yatmaktadır. Modern toplumların yaşadıkları sorunlar karşısında aile kurumunun önemine sosyolog Manuel Castells de değinmekte ve bu kurumun korunması gerektiğini belirtmektedir. Bkz. Castells, op. cit. 101 • Hedef gruplara yönelik önceliklerin belirlenmesi; • Ülkelerin sosyal içerme için kullandıkları araçların standartlaştırılması; iv. Kararların Hayata Geçirilmesi: Daha Tutarlı ve Sistematik Bir Yaklaşım Yaratılması Mevcut sürecin iyileştirilmesi adlı kısımda mevcut süreçlerin korunarak daha etkin hale getirilmeleri önerilmekte ve önemli olanın bu süreçlerin basitleştirilmesi ve iyi koordine edilmesi olduğu ifade edilmektedir. Bu anlamda, Lüksemburg, Cardiff267 ve Cologne268 gibi süreçlere atıf yapılmakta ve Konsey her baharda ekonomik ve sosyal sorunlarla ilgili toplantı yapacağını açıklamaktadır. 267 Đngiltere Dönem Başkanlığı sırasında 1998 yılında Cardiff’te toplanan AB üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanları daha fazla istihdamın yaratılması için sürdürülebilir ekonomik büyüme konusuna dikkat çekmişler ve ekonomik reformlarla ilgili makroekonomik diyaloğun geliştirilmesi ve dinamik bir AB ekonomisi yaratılması konusunda Cardiff sürecini başlatmışlardır. Sürecin temel amacı, çevresel sorunlarla ekonomik sorunlar konularında izlenen politikalar arasında uyum sağlamaktır. Şu ana kadar bu süreçle ilgili olarak iki rapor hazırlanmıştır. Cardiff I raporunda genel olarak, ürün ve sermaye piyasalarının etkin ve verimli şekilde çalışması, Cardiff II raporunda ise üye ülkelerin Ulusal Eylem Planları üzerinde durulmuştur. Cardiff II raporu büyümenin ve istihdamın arttırılması için yapısal reformlar uygulanmasına dikkat çekmiş ve üye ülkelerin farklı piysalarda izledikleri reformlar arasında uyum yaratmaları gerektiği belirtilmiştir. Daha ayrıntılı ve kapsamlı bilgi için bkz. A strategy for integrating the environment into EU policies, [14.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l28075.htm>, ayrıca bkz. Avrupa Komisyonu, Integrating environmental considerations into other policy areas- a stocktaking of the Cardiff process, Commission Working Document, COM(2004) 394 final, Brüksel, 01.06.2004. <http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2004:0394:FIN:EN:PDF>. 268 1999 yılının Haziran ayında Cologne’de yapılan Avrupa Konseyi Toplantısında üye ülke hükümet ve devlet başkanları Avrupa Đstihdam Stratejisi(AĐS)’ni konsolide etmişler ve Birlik Đstihdam Politikası’nın temelini atmışlardır. Avrupa Đstihdam Paktı olarak da bilinen Cologne süreci, istihdam üzerinde etkili olan tüm faktörleri göz önüne almakta ve ekonomi politika yapıcıları arasında diyaloğu güçlendirerek istihdam ve büyümeyi arttırmayı hedeflemektedir. Süreç temel olarak, makroekonomik politika yapımında Avrupa Merkez Bankası, Konsey, Komisyon ve diğer ortaklar arasındaki diyaloğu güçlendirmeyi hedeflemektedir. Amaç ise, sürdürülebilir ve enflasyonist olmayan bir büyüme ve yüksek istihdam sağlamaktır. Söz konusu pakt genel olarak şunları önermektedir: - Kamu fonlarının yatırımlara ve rekabetçi işlere yönlendirilmesi; - Ücretlerin verimlilik kazançlarına paralel olarak yükseltilmesi; - Para politikasının fiyat istikrarını hedeflemesi. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Avrupa Komisyonu, “Co-Ordination of Economic Policies in the EU: A Presentation of Key Features of the Main Procedures”, European Commission Directorate-General for Economic and Financial Affairs, Euro Paper 45. <http://ec.europa.eu/economy_finance/publications/publication1022_en.pdf> 102 Yeni bir Açık Koordinasyon Metodunun269 (Open Method of Coordination) uygulanması adlı bölümde kısa, orta ve uzun vade için zaman kıstaslarının ve takvimlerinin belirlenmesine, gerekli olduğu yerlerde niteliksel (kaltitatif) ve niceliksel (kantitatif) göstergelerin belirlenmesine, Birlik çapındaki politikaların ulusal ve bölgesel düzeyde tercüme edilmesine ve belli periyodlar dahilinde sürece yönelik değerlendirme ve izlemelerin yapılmasına değinilmektedir. Gerekli araçların harekete geçirilmesi adlı kısımda ise kamu-özel sektör ortaklığına ve özel sektörün sürece etkin bir şekilde dahil edilmesine yer verilmektedir. 4.3.2 Stockholm Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 - 24 Mart 2001270 Lizbon Stratejisi’nin kabul edilmesinden sonra ilk Avrupa Konseyi toplantısı 23 - 24 Mart 2001 tarihlerinde Stockholm’de yapılmıştır. Konsey’in sonuç bildirisinde öncelikle dikkat çekilen husus AB’nin demografik yapısındaki değişim olmuştur. AB’nin karşı karşıya bulunduğu demografik sorunlara, özellikle nüfusun yaşlanması meselesine ve çalışma yaşındaki nüfusun oranında meydana gelen azalmaya dikkat çekilmiştir. Đkinci olarak ise, sürdürülebilir büyümenin sağlanması ve makroekonomik şartların düzeltilmesine değinilmiş, ekonomik büyümenin nasıl 269 Açık Koordinasyon Metodu(AKM) Lüxembourg sürecinin ve AB Đstihdam Politikasının bir parçası olarak ortaya konmuş olup, Lizbon Stratejisi’nin de önemli bir bileşeni durumundadır. Hükümetler arası işleyen bu metodun amacı üye ülkelerin politikalarını Birlik politikaları ekseninde mobilize etmek ve iki ayrı politika seviyesinde koordinasyon sağlamaktır. Metod bağlamında, üye ülkeler birbirlerinin politikalarını değerlendirmekte, Komisyon ise sadece gözetim fonksiyonu ifaa etmektedir. Temel koordinasyon alanları, istihdam, sosyal koruma, sosyal içerme, gençlik ve mesleki eğitimdir. Metod temel olarak: - Ulaşılacak amaçların ortak bir şekilde belirlenmesi; - Amaçlara yönelik araçların (istatistiki, göstergesel veya ilkesel olanların) ortak bir şekilde belirlenmesi; - Üye ülkelerin performanslarını karşılaştırmayı, kriterler koymayı ve en iyi uygulamaların değişimini hedeflemektedir. Daha fazla bilgi için bkz. Open method of coordination, [14.07.2008], <http://ec.europa.eu/invest-in-research/coordination/coordination01_en.htm> ve <http://europa.eu/scadplus/glossary/open_method_coordination_en.htm> 270 Bu bölümde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23 ve 24 Mart 2001 adlı metinden faydalanılmıştır. Elektronik erişim için bkz. [19.06.2008], <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/00100-r1.%20annr1.en1.html> 103 hızlandırılacağı, nasıl daha fazla ve daha iyi istihdam olanaklarının yaratılacağı ile Avrupa sosyal modelinin modernleştirilmesi ve yeni teknolojilerden faydalanılması konuları ele alınmıştır. Değinilen bir diğer konu ise, üye ülkelerin Lizbon hedeflerini uygulamaları için aktif yol ve araçların geliştirilmesi olmuş ve Konsey’in bu konu hakkındaki çalışma prosedürlerinin iyileştirilmesine değinilmiştir. Son olarak, bu bildiride genişleme süreci ile beraber ekonomik büyüme ve istihdamla ilgili olarak yeni fırsatların ortaya çıkacağı belirtilmiştir. Bildiride özellikle yaşlanma sorununa dikkat çekilmiş, emekli kadın ve erkeklerin hızla artmakta olduğuna, buna karşın çalışma yaşında olanların oranının 2010 yılından sonra azalmaya başlayacağına ve bunun da sosyal güvenlik sisteminde ciddi sorunlar oluşturacağına değinilmiştir. Özellikle bu sorunlarla baş edilmesi, yeni istihdam olanaklarının yaratılmasına, kamu borcunun düşürülmesine ve sosyal güvenlik sisteminin revize edilmesine bağlanmıştır. Bildiride ağır basan hususlar Avrupa Birliği’nde tam istihdamın sağlanmasına yönelik adımların atılması ve bu hedefe uygun olarak eğitim konusunun gözden geçirilmesi olmuştur. Birlik genelinde tam istihdamın sağlanması ile ilgili olarak bir takım öneriler ortaya atılmış ve bu alanda sağlanacak gelişmelerin yaşlanma ve buna bağlı olarak yaşanan mali sıkıntıların aşılmasına yardım edeceği belirtilmiştir. Konsey bu alanda bir takım kararlar almıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir: • Konsey, öncelikle istihdam oranının arttırılmasına yönelik ara hedefler belirlemiş ve bu hedeflere göre istihdam oranının AB genelinde 2005 yılında %67’ye çıkarılmasına karar vermiştir. Kadınlar içinse %57’lik bir hedef belirlenmiştir. Konsey bu hedeflere ulaşılması için, ilgili ülkelerden ulusal istihdam planları hazırlamalarını ve bunu hazırlarken de kendi ulusal ve bölgesel farklılıklarını göz önünde bulundurmalarını talep etmiştir. 104 • 2010 yılı için yaşlı kadın ve erkekler, (55-64) yaş arası nüfus arasındaki ortalama istihdam oranı için %50’lik bir hedef belirlenmiştir. • Đşgücüne katılım oranının nasıl arttırılabileceği üzerine stratejiler geliştirilmesi tavsiye edilmiştir. • Đşgücü piyasalarındaki katılıkların azaltılması ve bu alandaki sorunların giderilmesi ile kayıt dışı ekonomiyle mücadeleye önem verilmesi istenmiştir. • Đnsanların işgücüne katılımının önündeki vergi ve yardım benzeri faktörlerin azaltılması gereğine dikkat çekilmiştir. Eğitim konusuyla ilgili olarak bildiride genel eğitim ve mesleki eğitim alanlarında gelişme sağlanarak, insanlara, yeni ekonomiye uygun vasıfları kazandıracak ve hayat boyu eğitimi teşvik edecek bir eğitim yapısının oluşturulması ve bunun için de eğiticilerin bu yönde hazırlanılmasına değinilmiştir. Son olarak, işgücünün hareketliliği önündeki engellerin kaldırılması ve öğrencilerin daha hareketli hale getirilmeleri gerektiğine değinilmiştir. Bildiride yukarıda değindiğimiz konular dışında bazı konulara geniş yer ayrılmıştır. Şimdi üzerinde önemle durulan konulara daha ayrıntılı bir şekilde değineceğiz. i. Ekonomik Reformun Hızlandırılması Bu kısımda özellikle hizmetler sektöründe entegrasyonun derinleştirilmesine ve girişimcilik kültürünün arttırılmasına değinilmiş ve hizmetler sektörü önündeki engellerin kaldırılarak, hizmetler alanındaki entegrasyonun tamamlanması konusu öne çıkarılmıştır. Hizmetler sektöründe entegrasyon ve engellerin kaldırılması, hizmet sektörü için etkin işleyen bir iç piyasanın sağlanması, gaz ve elektrik 105 sektörlerinde entegrasyon arttırılması ve Tek Avrupa Hava Alanı (Single European Sky)271 yaratılması konuları öne çıkmıştır.272 Bildiride dikkat çeken bir diğer önemli konu ise mali hizmetler sektörü ve risk sermayesi ile ilgilidir. Bu sektörün daha etkin hale getirilmesinin hem girişimciliğin hem de yenilik üretiminin desteklenmesi açısından önemli olduğu belirtilmiştir. Sonuç bildirisinde ekonomik reformlarla ilgili olarak öne çıkan bir diğer konu ise rekabetçiliğin arttırılmasıyla ilgili olup, devlet yardımlarının azaltılması ve kamu alımları prosedürünün reforme edilmesidir. Bilindiği üzere Lizbon Stratejisi’nin temel ayaklarından bir tanesi de Birlik genelinde girişimcilik kültürünün arttırılmasıyla ilgilidir. Bu alanda küçük işletmelere yönelik reformlar yapılması, mikro-kredi ağlarının geliştirilmesi ve iş yapma için daha uygun bir ortam yaratılmasına önemle değinilmiştir. Bu noktada önem kazanan bir diğer husus ise, kamu sektöründe etkinliğin arttırılmasıdır. Özellikle kırtasiyeciliğin azaltılması ile kamu idaresinde etkinliğin arttırılması hedeflenmekte ve bunun da genel olarak ekonomik etkinliği arttıracağı düşünülmektedir. Daha da önemlisi kamu idaresinin daha etkin hale getirilmesi yatırım ortamının iyileşmesini273 sağlayacak ve böylece yeni işlerin kurulmasını teşvik edecektir. Özellikle yeni bir şirketin kurulması için harcanan zamanın azaltılması çabaları bu anlayışla uyumludur. 271 Tek Avrupa Hava Alanı ile Avrupa Birliği içerisinde hava sınırlarını ortadan kaldırmak ve hava trafiğinin maliyetini aşağıya çekmek hedeflenmektedir. AB Komisyonu tarafından havacılık hizmetleri Lizbon Stratejisi hedeflerine ulaşmakta anahtar bir sektör olarak görülmektedir. Bu anlamda, hem AB içi hem de AB dışı havacılık hizmetlerinin arttırılması oldukça önemsenmektedir. Bu sektörün hem istihdam yaratılmasına, hem yeni teknolojiler yaratılmasına hem de ekonomik büyümeye yapacağı katkılar oldukça önemli bulunmaktadır. Lizbon Strateji kapsamında 2001 yılında gündeme gelen Tek Avrupa Hava Alanı ile ilgili ilk düzenleme 2004 yılında çıkarılabilmiştir. Bu konuyla ilgili bu kadar geç bir düzenlemenin yapılmasının gerisinde, havacılık hizmetlerinin uzun bir süre Birlik politikaları dışında tutulmuş olması yatmaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Report of The High Level Group For The Future European Aviation Regulatory Framework, July 2007, [20.08.2008], <http://ec.europa.eu/transport/air_portal/hlg/doc/2007_07_03_hlg_final_report_en.pdf> 272 Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001, s.4. 273 Avrupa Birliği bir çok metinde yatırım ortamının iyileştirilmesinin önemine değinmektedir. Ekonomik büyüme ve kalkınma üzerine yapılan son çalışmalar yatırım ortamının iyileştirilmesinin büyümeyi pozitif yönde etkilediğini göstermektedir. Özellikle yasal çerçevenin ve kamu algısının yatırımları destekleyecek şekilde olması yeni iş yerlerinin kurulmasını arttırdığı gibi mevcut yatırımcıları da yeni yatırımlar hususunda teşvik etmektedir. Yatırım ortamının iyileştirilmesi hem vergi konularını da kapsayan yasal ve idari çerçevenin hem de fiziki ve beşeri altyapının güçlendirilmesini gerektirmektedir. Bu konuda hazırlanmış ayrıntılı bir çalışma için bkz. Dünya Bankası (2004), op. cit., ss. 1-15. 106 ii. Avrupa Sosyal Modelinin Yenileştirilmesi (Modernleştirilmesi) Daha önce de belirttiğimiz üzere Avrupa sosyal güvenlik sistemindeki bazı unsurlar AB’nin ekonomik başarısızlığının gerisindeki önemli nedenlerden bir tanesi olarak görülmektedir. Özellikle sistemin aşırı mali yük oluşturması, bağımlılık oranının artması, nüfusun yaşlanması, sistemin bazı işler için çalışmaktan çok çalışmamayı teşvik etmesi önemli sorun alanları arasında sayılmaktadır. Birlik özet olarak bu sistemi mali açıdan daha sürdürülebilir yapmaya ve çalışmayı teşvik edecek hale getirmeye çalışmaktadır. Bu başlık altında öncelikle aktif refah devleti uygulamasının öneminden bahsedilmekte ve dinamik bir Birlik için bunun elzem olduğuna değinilmektedir. Bunun gerisinde yatan temel mantık ise, aktif refah sisteminin vatandaşlara bir çeşit güvenlik ağı sağlayacağı bunun da onları daha verimli yapacağı şeklindedir.274 Yeni istihdam olanakları yaratılmasına ve iş kalitesinin arttırılmasına değinilen bildiride, amacın sadece çok iş yaratmak olmadığı aynı zamanda kaliteli ve iyi işler yaratmak da olduğu önemle vurgulanmaktadır. Đş ortamında güvenlik ve sağlığın sağlanması, istihdam süreçlerinde cinsiyet ayrımcılığının önlenmesi, engellilerin de istihdamdan azami derecede faydalanmaları öne çıkan konular arasında bulunmaktadır. Bu anlamda üye ülkelerden iş süreçlerindeki kaliteyi arttırmaları beklenmekte ve özellikle kadın ve erkek işgücünün aldığı ücretler arasındaki farkların azaltılması ve dolayısıyla ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına atıfta bulunulmaktadır. Bu alanda anılan bir diğer konu ise, sosyal içermenin teşvik edilmesi, sosyal dışlama ile mücadele, aktif işgücü piyasaları, kuşaklar arası dayanışmanın güçlendirilmesi ve emeklilik sisteminin mali açıdan güçlendirilmesidir. Son olarak yeni teknolojilerden daha fazla faydalanılması meselesine değinilmekte ve eEurope275 uygulamasının bilgi merkezli bir ekonomiye geçilmesi ve 274 Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001, s. 6. Avrupa Komisyonu Avrupa’nın bilgi temelli bir ekonomik yapıya geçiş sağlaması için 2000 yılında eEurope girişimini başlatmıştır. Amaç bilgi ekonomisine geçilerek hem vatandaşlara bilgi iletişim hizmetlerinin en etkin şekilde ulaştırılmasını hem de bu girişimle büyüme ve istihdamın arttırılmasını sağlamaktır. Bu girişimin ilk evresi, internetin sunduğu imkanlardan faydalanmayı ve Avrupa genelinde hızlı etkin bağlantılar kurmayı hedefleyen eEurope 2002 Eylem Planı olmuştur. Eylem planında, 2002 yılı sonu için toplam 64 tane hedef belirlenmiş ve bu hedeflerin büyük kısmı gerçekleştirilmiştir. Bu eylem planından sonra ise, 2005 yılından itibaren yeni bir eylem planı hayata 275 107 rekabetçiliğin ve büyümenin arttırılması açısından önemli olduğu kaydedilmektedir. Bildiride yapılan eleştirilerden bir tanesi, Avrupalıların bu alandaki imkanlardan yeterince faydalanmadıkları, e-hükümet, e-ticaret gibi uygulamalarda geri kaldıkları yönündedir. Özellikle kablosuz internet ve üçüncü kuşak mobil iletişim alanındaki fırsatlardan bahsedilmekte ve bu yeni bilgi tabanlı ekonomide başarılı olmak aynı zamanda dijital okur yazarlığın arttırılmasına, veri ve mahremiyetin korunmasına bağlanmaktadır.276 4.3.3 Barselona Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 15 - 16 Mart 2002277 Barselona Başkanlık bildirisinde öne çıkan ilk husus Lizbon Stratejisi yardımıyla Birliğin önemli gelişmeler kaydettiği ancak bazı alanlarda ilerlemelerin yavaş kaldığıdır. Bu sebeple, bildiride yavaş ilerlemenin kaydedildiği alanlara ilişkin olarak Strateji’nin basitleştirilmesine ve uygulanabilir politika araçlarıyla desteklenmesine değinilmiştir.278 Bildiride öne çıkan önemli bir husus Birliğin sürdürülebilir büyüme üzerine yoğunlaşmasıyla ilgilidir. Ekonomik, sosyal ve çevresel mülahazaların eşit şekilde dikkate alınması ve bu alanlarda izlenecek politikaların Birliğin uzun dönemli politikalarıyla uyumlu olması gerektiğine vurgu yapılmıştır.279 Aslında dikkat edilirse, Lizbon Stratejisi’nin ilk halinde pek vurgulanmayan çevre, iklim değişikliği ve sürdürülebilir büyüme gibi konuların zamanla daha fazla vurgulanmaya başlandığı görülmektedir. Özellikle çevre ile ilgili mülahazaların ekonomik ve sosyal mülahazalarla eşit tutulması, çevre meselesine oldukça önem verildiğini göstermektedir. Dahası bildiride, her türlü politikaya yönelik yapılan etki değerlendirme analizlerine sürdürülebilir büyümenin de katılması, dolayısıyla geçirilmiştir. Bu yeni eylem planıyla da genişband teknolojisinin hem kamuya hem de özel sektöre ulaştırılması amaçlanmıştır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Before i2010: eEurope initiative, [23.08.2008], <http://ec.europa.eu/information_society/eeurope/2002/index_en.htm>. 276 Presidency Conclusions, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001, s. 8. 277 Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Barcelona Avrupa Konseyi, 15-16 Mart 2002 adlı metinden faydalanılmıştır. Metin için bkz., [20.06.2008], <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/71025.pdf>. 278 Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Barselona Avrupa Konseyi, 15-16 Mart 2002, s. 2. 279 Ibid., s. 4. 108 uygulanacak politikaların ekonomik ve sosyal konular yanında çevre üzerindeki etkilerinin de ortaya çıkarılması istenmektedir. i. Girişimcilik ve Rekabetçilik için Daha Elverişli Bir Ortamın Yaratılması Lizbon Stratejisi’nin ilk halinde üzerinde önemle durulan bu konular her yıl yapılan değerlendirme toplantılarında tekrar gündeme gelmektedir. Düzenleyici yasal çerçevenin güçlendirilmesi için, hem üye ülkelerde hem de Birlik düzeyinde idari yapının daha etkin ve basit hale getirilmesi tavsiye edilmekte ve diğer bildirilerde olduğu gibi, bu bildiride de, düzenleyici çerçevenin girişimciliği ve yeni iş kurmayı desteklemesi gerektiği belirtilerek, özellikle internetin tam ve etkin olarak kullanılmasına atıf yapılmaktadır. Devlet yardımlarının azaltılması ve buradaki kaynakların herkesin çıkarına olacak şekilde ekonomik ve sosyal uyum gibi daha yatay konulara yönlendirilmesi ise ele alınan başka bir husustur. 280 Bildiride ek olarak, aktif refah devleti uygulamasına, işgücünün yaşanan ekonomik ve teknolojik değişiklere karşı daha güçlü hale getirilmesine, iş kalitesinin, iş sağlığının ve güvenliğinin arttırılmasına, daha çok ve daha iyi işler prensibine uygun olarak tam istihdamın sağlanmasına, emeklilik sisteminin reforme edilmesine, düşükücret alanlar üzerindeki vergi yüklerinin kaldırılmasına, vergi politikasının istihdamı teşvik edecek şekilde uygulanmasına, kadınlara yönelik ayrımcılığın kaldırılmasına ve erken emeklilik uygulamasının azaltılmasına değinilmektedir. Bildiride ayrıca Lizbon Stratejisi bağlamında, mali piyasalarda entegrasyonun derinleştirilmesine, Avrupa enerji, ulaştırma ve iletişim ağlarının entegre edilmesine281 ve kamu hizmetinde kalitenin arttırılmasına değinilmektedir.282 Bu bildiride öne çıkan en önemli başlık bilgiye dayalı rekabetçi bir ekonomi283 kısmıdır. Bu kısımda, daha önceki hususlar tekrarlanmış olsa da bilgiye dayalı daha 280 Ibid., s. 7. Ibid., s. 13. 282 Ibid., s. 18. 283 Ibid., s. 18. 281 109 rekabetçi bir ekonominin nasıl yaratılacağıyla ilgili önemli ipuçları bulunmaktadır. Bilgiye dayalı bir ekonominin yaratılması için özellikle eğitim ve Ar&Ge konuları öne çıkarılmaktadır. Eğitimle ilgili olarak, genel eğitim ve mesleki eğitim sisteminin daha da güçlendirilmesi, diplomalarda şeffaflığın sağlanması, öğrencilerin temel yeteneklerinin geliştirilmesi, erken yaşlarda en az iki yabancı dil öğretilmesi ve bilgisayar kullanma kabiliyetinin geliştirilmesi konuları üzerinde önemle durulan hususlardır. AB’nin rakipleri ile rekabet edebilmek için daha fazla Ar&Ge harcaması yapması gerektiği vurgulanan metinde, Ar&Ge konusuyla ilgili olarak bir takım hedefler saptanmıştır. Bunlar:284 • 2010 yılında Birlik Ar&Ge harcamasının toplam GSYĐH’nın %3’üne varması ve bu alandaki harcamaların üçte ikisinin özel sektör tarafından yapılmasının sağlanması; • Đş alemi ile bilimsel kurumlar arası ilişkilerin güçlendirilmesi; • Risk sermayesinin daha fazla kullanılması; • Fikri mülkiyet hakları konusunda ilerleme kaydedilmesidir. Bildiride istihdam konusu hakkında öne çıkan husus daha önceki bildirilerde de vurgulanmış olan yaşlanma meselesidir. Avrupa Đstihdam Stratejisi’nin yaşlanma konusunu dikkate alması gerektiği belirtilen bildiride, bütün vatandaşlara kaliteli işler sağlanmasına ve işgücü piyasalarında arz ve talebin dengede tutulması gereğine dikkat çekilmektedir.285 Avrupa Đstihdam Stratejisi’nin hem emek arzını hem de emek talebini iyileştirecek politikalar geliştirmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Đşgücü 284 285 Ibid., s. 20. Ibid., s. 45. 110 arz ve talebi arasında bir dengenin sağlanması amacıyla, işgücü piyasalarının reforma tabi tutulmasının ve modernize edilmesinin önemli olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, bu reformun sosyal güvenlik sistemini daha da güçlendireceği belirtilmektedir. Hayat boyu öğrenmenin teşvik edilmesi, ki bilgi toplumuna geçiş için oldukça önemli bir konu olarak ele alınmaktadır, ve bilgiye erişimin kolaylaştırılması öne çıkan diğer hususlardır. Sonuç olarak bütün bu yapılacaklar hem yeni istihdam olanakları yaratılmasına katkıda bulunacak, hem sosyal dışlama ve yoksullukla mücadeleye katkı sağlayacak hem de sosyal güvenlik sistemini güçlendirecektir.286 Başta da belirttiğimiz üzere sürdürülebilir kalkınma veya büyüme konusu bu bildiride üzerinde önemle durulan konulardan bir tanesi durumundadır. Konunun Birlikle ilgili yönü önemli olmakla birlikte, bildiride dikkat çekilen bir diğer husus konunun uluslararası yönüdür. Bu bağlamda, bildiride sürdürülebilir kalkınma ve küreselleşme konusu beraber ele alınmış, bir takım küresel tehditlere değinilerek önerilerde bulunulmuştur. 287 Bunlar: • Küresel yoksulluğun azaltılması, sosyal gelişmenin ve sağlığın teşvik edilmesi; • Küreselleşmenin sürdürülebilir kalkınmayla uyumlu hale getirilmesi; • Üretim ve tüketim de sürdürülebilir bir patika yakalanması; • Doğal kaynakların korunması ve sürdürülebilir bir şekilde yönetilmesi; • Uluslararası sürdürülebilir kalkınma için adımlar atılması bu alanda yönetime katılımın sağlanması; • Bütün bu alanlarda kapasite geliştirilmesi ve teknoloji paylaşımının sağlanmasıdır. 286 287 Ibid., s. 46. Ibid., s. 49. 111 4.3.4 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 20 - 21 Mart 2003288 Bu bildiride Lizbon’un temel hedefleri olan dünyanın en rekabetçi ve dinamik bilgi tabanlı ekonomisi olmak, sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlamak, daha fazla ve daha iyi iş olanakları yaratmak ve daha fazla sosyal uyum sağlamak konularına vurgu yapılmaktadır. Çevresel sorunlar dikkate alınmadıkça ve doğal kaynaklar korumadıkça sürdürülebilir kalkınmanın uzun vadede sağlanmasının imkansız olarak gösterildiği bildiride Göteborg’de kabul edilen Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ne289 atıf yapılmaktadır. 4.3.5 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 25 - 26 Mart 2004290 Bildiride öncelikle, 2000 yılında uygulamaya konulan Lizbon Stratejisi’nin sonuçlarının biraz karışık olduğu ve önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen, halen ciddi eksikliklerin bulunduğu belirtilerek eğer 2010 yılı için belirlenen hedeflere ulaşılmak isteniyorsa reformların daha da hızlandırılması gerektiği belirtilmektedir. Reformların üye ülkeler seviyesinde hızlandırılması, ulusal performansların daha dikkatlice izlenmesi ve en iyi uygulamalar ve örnekler konusunda bilgi paylaşımı yapılması vurgulanan noktalar arasındadır. En aciliyetle vurgulanan konu ise, karar verilen politika önlemlerinin Birlik seviyesinde uygulanabilmesi için bu kararların kesin hedefler ya da araçlarla desteklenmesi gerektiğidir. Bildiride Lizbon Stratejisi’nde alınan kararlarla ulusal mevzuatlar arasında hala ciddi açıkların olduğu 288 Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 20-21 Mart 2003 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., [21.06.2008], <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/75136.pdf>. 289 Haziran 2001 tarihinde, Göteborg’da toplanan Avrupa Konseyi’nde Komisyon tarafından sunulan Daha Đyi Bir Dünya Đçin Sürdürülebilir Avrupa: Sürdürülebilir Kalkınma Đçin Avrupa Stratejisi belgesi tartışılmış ve kabul edilmiştir. Temel amaç, Avrupa vatandaşlarının hayat kalitesini arttırmak, iklim değişikliği, yoksulluk ve yükselen piyasalardan kaynaklanan tehditlerin ortadan kaldırılması olmuştur. Bkz., Avrupa Komisyonu, A Sustainable Europe for a Better World: A European Union Strategy for Sustainable Development (Commission proposal to the Gothenburg European Council) [COM(2001) 264 final. 290 Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 25-26 Mart 2004 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., [21.06.2008], <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/79696.pdf>. 112 belirtilmekte ve üye ülkeler bu açığın kapatılmasına davet edilmektedir.291 Bununla ilişkili olarak, hem Birlik hem de üye ülkeler bazında yapısal reformlara ihtiyaç olduğu, bu reformlarla kaynak dağılımının daha etkin yapılarak ekonomik aktörlere pozitif işaretler ve güven verilmesi gereğine işaret edilmektedir. 292 Bildiride, iç pazardan elde edilecek faydaların hala tam anlamıyla realize olmadığından bahsedilmekte ve işgücü, sermaye, hizmetler ve ürün piyaslarının daha da işlevsel hale gelebilmeleri için çaba sarfedilmesi gerektiği belirtilmektedir. Özellikle, entegrasyonun tam olarak sağlanmadığı hizmetler sektöründe etkinliğin ve entegrasyonun arttırılması, bu alanlarda daha fazla istihdam yaratılmasına çalışılması ve hasılanın arttırılması için daha fazla rekabet ortamı yaratılmasına değinilmektedir.293 Bu bildiride de yine diğer bildirilerde olduğu gibi; • Mali piyasalar için etkin bir tek Avrupa piyasasasının kurulması ve daha fazla miktarda ama daha az maliyetli mali kaynakların oluşturulması; • Mali Hizmetler Eylem Planının294 eksik kalan yönlerinin tamamlanması; • Kurumsal yönetişim ve mali şeffaflık alanlarında ilerleme sağlanması; • Avrupa Bilgi Alanının yaratılmasına yönelik çabaların hızlandırılması; • Ar&Ge haramalarında özel sektörün veya iş aleminin teşvik edilmesi; 291 Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 25-26 Mart 2004, s.3. Ibid., s. 4. 293 Ibid., s. 5. 294 Mali Hizmetler Eylem Planının amacı AB çapında mali hizmetler alanında mevcut engelleri kaldırarak tek bir piyasa oluşturmaktır. Planın genel amacına paralel olarak, menkul değerler ve türev varlıklar için ortak bir yasal yapının oluşturulması, AB çapında sermaye arttırımı önündeki engellerin kaldırılması, sınırlar arası varlık ticaretine yönelik yasal güvencenin sağlanması gibi yan amaçları bulunmaktadır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Financial Services Action Plan (FSAP), [15.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l24210.htm>. 292 113 • Sürdürülebilir büyümenin sağlanması; tüketim ve üretimin çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması; • Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanılması ve enerjide etkinliğin sağlanması;295 • Genel istihdam stratejisi bağlamında daha fazla insanın işgücü piyasalarına çekilmesi; • Beşeri sermayeye yatırım yapılarak işgücünün kalitesinin arttırılması; • Ücret dışı işgücü maliyetlerinin azaltılması ve ücretlerle verimlilik arasında bağ kurulması; • Đş güvenliği ve sağlığından taviz verilmeden esnek çalışma formlarına olanak sağlanması; • Đşgücüne daha fazla insanın çekilmesinin sağlanması ve işgücüne dahil olanların piyasalardan çekilmemesinin sağlanması için vergi ve diğer mali unsurların çalışmayı teşvik edici hale getirilmesi konularına değinilmektedir. Bunların dışında raporda; AB’nin ticaret ortaklarıyla arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi, kamu maliyesinde uzun dönemli sürdürülebilirliğin sağlanması, AB sanayinin rekabet gücünün arttırılması ve sanayisizleşmeyle mücadele (deindustrialization) edilmesi hususlarına değinilmektedir. 295 Bu hususun çevre ve rekabet için oldukça önemli olduğu da belirtiliyor ve bu konuda AB çapında enerji etkinliği hedef göstergelerinin oluşturulması isteniyor. 114 Gözden Geçirilmiş Yeni Lizbon Stratejisi: Başarısızlıklar ve Revizyon 4.3.6 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 22 - 23 Mart 2005296 Lizbon Stratejisi’nin kabul edilmesinin üzerinden 5 yıl geçmiş olmasına rağmen, AB genelinde istenilen hedeflere ulaşılamamış, dahası 2010 yılı için belirlenen hedefler ulaşılması çok zor hale gelmişti. Dolayısıyla, 2005 yılına gelindiğinde Lizbon Stratejisi ile hedeflenen bir çok amacın gerçekleşmediği görülmüş ve bunun üzerine Lizbon Stratejisi yenilenerek özellikle büyüme ve istihdam üzerine yoğunlaşılmıştır. Bildiriye göre, Strateji’den beş yıl sonra ortaya çıkan sonuçlar biraz karışık gözükmektedir. Bazı alanlarda önemli ilerlemeler sağlanmasına rağmen hala bazı sıkıntılar, gecikmeler ve eksiklikler bulunmaktadır. Bu sebeple Lizbon Stratejisi’nin tekrar ele alınarak bazı değişikliklerin yapılması gerekmektedir. Bilindiği üzere Strateji’nin temel olarak ekonomik, sosyal ve çevresel olmak üzere üç temel ayağı bulunmaktadır. Yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nin ilk defa ortaya konduğu bu bildiride Lizbon Stratejisi ile ilgili olarak şu konular tartışılmıştır: • Lizbon Stratejisi’nin gözden geçirilmesi; • Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması; • Đklim değişikliği; Bildiride Strateji’nin bundan sonraki aşamasında poltika koordinasyonunun önemli olduğu belirtilmekte ve parlemento, bölgesel ve yerel idareler ile sivil toplumun sürece daha aktif olarak dahil edilmeleri tavsiye edilmektedir. 296 Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart 2005 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz., <http://ue.eu.int/ueDocs/cms_Data/docs/pressdata/en/ec/84335.pdf >. 115 Yeni Strateji’de %3’lük Ar&Ge hedefi yine korunmakta ve bu hedefin gerçekleşmesi için çeşitli vergi teşviklerinin sağlanması, araştırma kurumlarının ve üniversitelerin modernize edilmesi ve kamu yatırımlarının daha çok Ar&Ge alanına kaydırılması önerilmektedir. Ar&Ge alanında bildiride geçen bir diğer yenilik ise, Avrupa Araştırma Konseyi’nin297 (European Research Council) kurulması ile ilgilidir. Üye ülkelere kendi karakteristiklerine göre yenilik politikaları geliştirmeleri tavsiye edilmektedir.298 Bu alanda Konsey şunları önermektedir: • Yenilik üreten KOBĐ’ler için destek mekanizmasının geliştirilmesi; • Yüksek teknoloji ile işe başlamaların teşvik edilmesi; • Üniversite ve iş alemi arasında güçlü ortaklıkların kurulması; • Risk sermayesine ulaşımın kolaylaştırılması; • Yenilik üreten merkezler arasında işbirliğinin arttırılması; • Avrupa Teknoloji Enstitüsü’nün299 kurulması; • Avrupa Yatırım Bankası’nın Ar&Ge faaliyetlerine destek sağlaması; 297 Avrupa Araştırma Konseyi’nin temel amacı bilimsel mükemmeliğin teşvik edilmesi ve bu bağlamda yaratıcı bilim adamlarının, öğretim görevlilerinin, mühendislerin desteklenmesi ve risk almalarının sağlanmasıdır. Avrupa Araştırma Konseyi temel olarak ulusal araştırma destek fonlarını tamamlamak üzere oluşturulmuştur. Avrupa Birliği Yedinci Araştırma Çerçeve Programına dahildir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. [11.08.2008], <http://erc.europa.eu/index.cfm>. 298 Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart 2005, s. 5. 299 Đlk defa 2005 yılında ortaya atılan Avrupa Teknoloji Enstitüsü kurulma fikri ancak 2008 yılında hayata geçirilebilmiştir. Tam adı Avrupa Yenilik ve Teknoloji Enstitüsü (AYTE) - (The European Institute of Innovation and Technology - EIT) küreselleşme ile ortaya çıkan tehditlerle mücadele edebilmek için her türlü yeniliği ve teknolojik gelişimi desteklemeyi amaçlamaktadır. Avrupa Yenilik ve Teknoloji Enstitüsü Yüksek Öğrenim, Araştırma ve Yenilik Geliştirme’den oluşan ve “Bilgi Üçgeni” olarak tanımlanan bu üç alan arasında entegre bir yapı oluşturmaya çalışmaktadır. Bunun dışında iş aleminde yeniliğin teşvik edilmesi, yüksek öğrenimde kalitenin arttırılması, bilgi ve teknoloji alanında AB için stratejik hedeflerin belirlenmesi gibi yan amaçlara da sahiptir. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. [19.08.2008], <http://ec.europa.eu/eit/backg_en.htm>. 116 • Teknolojinin mümkün olduğunca her yerde daha fazla kullanılmasının sağlanması; Bütün bunların yanında Konsey üretilen yenilik ve teknolojinin çevreyle de uyumlu olması gerektiğini belirtmekte, eko-yenilik (Eco-innovation) ve eko-teknoloji (Ecotechnology) gibi kavramlardan bahsetmektedir.300 Dahası Konsey eko-yenilik ve eko-teknoloji gibi alanlarda önemli ihracat pazarlarının bulunduğuna dikkat çekmekte ve bu pazarın gelişmesinin büyüme ve istihdam üzerinde önemli pozitif etkilerde bulunacağını belirterek, üye ülkeler ile Komisyon’u bu alanda bir eylem planı hazırlamaya davet etmektedir. i. Çalışma ve Yatırım için Cazip Bir Alan Oluşturulması Yenilenmiş bildiride öne çıkan hususlardan bir tanesi de çalışma hayatının ve yatırım ortamının reforma tabi tutulmasıyla ilgilidir. Bu anlamda Đç Pazarın tamamlanmasının hızlandırılması, hizmetler alanında tam entegrasyon için adımlar atılması, aktif bir rekabet politikası oluşturulması, devlet yardımlarının azaltılması, buradan elde edilecek fonların daha çok yenilik alanlarına ve beşeri sermayenin geliştirilmesine harcanması gibi konular öne çıkmıştır. Bilindiği üzere Lizbon Stratejisi’nde en fazla önem verilen konulardan bir tanesi de KOBĐ’lerin teşvik edilmesi ve bunların daha fazla yenilik üretmelerinin sağlanmasıdır. Yenilenmiş Strateji’de de bu konu yine aynı önemini korumakta ve KOBĐ’lerin teşvik edilmesi, bunların mikro kredilere ulaşımlarının kolaylaştırılması ve bürokraside KOBĐ’lere yönelik kırtasiyeciliğin azaltılması ele alınan konular arasındadır. ii. Sosyal Uyum için Büyüme ve Đstihdamın Sağlanması Yenilenmiş Stratejide sosyal uyum ve içermenin sağlanması aktif refah devleti uygulamasına uygun olarak büyüme ve istihdam yaratılmasına bağlanmaktadır. Bilindiği üzere, aktif refah devleti uygulamasında Birlik işsizlere ve ihtiyacı olanlara karşılıksız yardım yapmaktan ziyade bu gruplara meslek edindirmeyi, ekonomik 300 Avrupa Konseyi (2005), op. cit., s. 6. 117 gerekliliklere göre bu grupları yetenek sahibi yaparak onlara istihdam sağlamayı tercih etmektedir. Bu bağlamda Konsey, istihdamın arttırılmasını, çalışma yaşam süresinin uzatılmasını301, sosyal güvenlik sisteminde reform yapılmasını, herkese iş sağlanmasını, daha fazla kişinin işgücü piyasalarına çekilmesini, işgücünün değişen şartlara adapte olmasının kolaylaştırılmasını, AB’nin en önemli serveti olan beşeri sermayeye yatırım yapılmasını, kadın ve erkek işgücü için eşit fırsat ortamının yaratılmasını, hem işgücü hem de iş alemi için daha fazla sözleşme çeşitliliğinin sağlanmasını ve hayat boyu öğrenmenin teşvik edilmesini tavsiye etmektedir. Bu bildiride öne çıkan önemli hususlardan bir tanesi AB’de yaşanan demografik değişim ve gençlerin topluma daha fazla entegre edilmesiyle ilgilidir. Bildirinin eklerinden olan Avrupa Gençlik Paktı (AGP) (European Youth Pact)302 kısmında AB’de yaşanan yaşlanma sorununun çözümü ve Lizbon Stratejisi’nin daha da etkinleştirilmesi için gençlere yönelik genel eğitimin ve mesleki eğitimin kalitesinin arttırılması, gençlerin harketliliklerinin teşviki ve sosyal içermenin daha da etkinleştirilmesi konularına değinilmektedir.303 Gençler için istihdam, entegrasyon ve sosyal içerme ile ilgili olarak şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: • Gençlerin işgücüne entegrasyonunu sağlayacak politikaların geliştirilmesi; • Gençlere yönelik istihdam fırsatlarının arttırılması; 301 Çalışma yaşam süresinin uzatılmasından kast edilen şey, işgücü hayatının daha uzun bir kısmının çalışılarak geçirilmesidir. Burada günlük çalışma süresinin uzatılması kastedilmemektedir. 302 Avrupa Gençlik Paktı (European Youth Pact) 2005 yılında Konsey tarafından ortaya atılmıştır ve temel olarak gençlerin temel eğitimini ve mesleki eğitimini iyileştirmeyi, hareketliliklerinin arttırılmasını ve sosyal içermenin sağlanmasını hedeflemektedir. Komisyon tarafından bu konuyla ilgili olarak 30 Mayıs 2005 tarhinde COM(2005) 206 nolu bir tebliğ çıkarılmış ve tebliğde genel olarak gençler arasında istihdamın arttırılması, sosyal içermenin sağlanması, gençlerin sosyal gelişimlerinin arttırılması, genel eğitim ve mesleki eğitim konularında geliştirmeler yapılması, gençlerin hareketliliklerinin arttırılması ve aile hayatı ile iş hayatı arasında dengenin sağlanması gibi konular öne çıkarılmıştır. Bu konuda daha arıntılı bilgi için bkz. European Youth Pact, [22.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11081.htm>. ve Avrupa Komisyonu, Communication from the Commission to the Council on European Policies Concerning Youth Addressing the Concerns of Young People in Europe – Implementing the European Youth Pact and Promoting Active Citizenship COM(2005) 206 final Brüksel, 30.05.2005, <http://eur-lex.europa.eu/LexUriServ/LexUriServ.do?uri=COM:2005:0206:FIN:EN:PDF>. 303 Avrupa Konseyi (2005), op. cit., s. 16. 118 • Özellikle yoksulluk içinde olan ve savunmasız olan gençlerin sosyal içerme programları ile entegrasyonlarının teşvik edilmesi; • Đş veren ve iş çevrelerinin gençlere yönelik konularda sosyal sorumluluk almalarının sağlanması ve teşvik edilmesi; • Gençlerin girişimci özelliklerinin desteklenmesi ve yeni girişimci gençlerin ortaya çıkmasının teşvik edilmesi; Genel eğitim, mesleki eğitim ve mobilite ile ilgili olarak ise şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: • Okuldan erken ayrılmaların azaltılması; • Gençlerin yeteneklerinin bilgi ekonomisine yönelik olarak geliştirmesi; • Gençlerin farklı ülkelerde çalışmalarının desteklenmesi ve teşvik edilmesi; • Gençlerin mekansal hareketliliklerinin desteklenmesi; • Araştırmacılar için Marie Curie Programının304 hızlandırılması; • Gençlere yönelik politikalarda üye ülkeler arası işbirliğinin daha da geliştirilmesi. Đş hayatı ve aile hayatı arasında uyum sağlanması konusuyla ilgili olarak ise305 • Çoçuk bakım ağlarının genişletilmesi; 304 Marie Cure Programı (Marie Curie Actions) bireysel araştırmacılara başka ülkelerdeki bilimsel araştırma gruplarında yer alma imkanı vermektedir. Programın esas amacı bilimle uğraşan insanların ülkeler arasında daha mobil hale getirilmeleridir. Program hakkında daha detaylı bilgi ve programın bileşenleri için bkz., [15.08.2008], <http://ec.europa.eu/research/fp6/mariecurieactions/indexhtm_en.html> 305 Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart 2005, ss. 16-17. 119 • Çalışma hayatı ile aile hayatı arasında bir dengenin sağlanması ve bu konuyla ilgili tarafların sorumluluk almalarının sağlanması; • 4.3.7 Çocuk yapmaya ve yetiştirmeye uygun politikaların oluşturulması; Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 23 – 24 Mart 2006306 Özellikle Ortadoğu’da yaşanan istikrarsızlıklar sonucu enerji arz güvenliğinin tehlikeye girmesi AB’yi uluslararası ekonomik konjoktüre daha duyarlı hale getirmiştir. Her ne kadar Lizbon Stratejesi daha çok AB içinde yapılacak ekonomik ve sosyal reformlara yoğunlaşmış olsa da küresel koşullar Stratejinin başarıya ulaşıp ulaşmaması açısından oldukça önemlidir. Bu sebeple, 2006 yılı bildirisinin giriş kısmında Avrupa Birliği’nin dış kaynaklı yoğunlaşmış rekabet, yaşlanan bir nüfus yanında bölgesel istikrarsızlıklardan kaynaklanan yüksek enerji fiyatlarıyla karşı karşıya bulunduğu belirtilmektedir.307 Bildiride, 2005-2007 yıllarını kapsayan dönemde AB’nin 6 milyonluk yeni istihdam yaratmayı planladığı belirtilmekte, ancak bundan sonra yaratılacak istihdamın daha çok potansiyel büyümeyi ve verimliliği arttırmaya bağlı olduğuna dikkat çekilmektedir.308 Bildiride nüfusun yaşlanması, istihdamın ve rekabet gücünün arttırılması gibi konulara dikkat çekilmekte ve bu alanlarda ilerleme kaydedilmesi için uygun makroekonomik politikaların ve üretici ve tüketici güveninin arttırılması konularının önemine değinilmekte ve bu alanda üye ülkelerin hazırladıkları Ulusal Reform Programlarına (URP)- (National Reform Programmes - NRPs) - dikkat çekilmektedir. Aslında bu bildiride en fazla öne çıkan husus politika koordinasyonu ve üye ülkelerin Stratejinin hedeflerine yönelik URP’lere daha fazla önem vermelerinin sağlanmasıdır. Bu programların, daha ayrıntılı olmaları, belli hedeflere yoğunlaşmaları ve bir takvim ortaya koymaları gerektiği ifade edilmektedir.309 306 Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2006 metninden faydalanılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. [22.06.2008], <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/89013.pdf >. 307 Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2006, s. 2. 308 Ibid., s. 2. 309 Ibid., s. 3. 120 Avrupa vatandaşlarının Lizbon Stratejisi sürecine daha aktif şekilde katılmalarının sağlanması amaçlanan bir diğer hedeftir. Bildiride de, üye ülkelerin kamu harcamalarını daha çok Ar&Ge ve yenilik üretimine ayırmaları, Avrupa Yatırım Bankası’nın Ar&Ge’yi teşvik etmesi ve bu konuda fon sağlaması ve özel sektör Ar&Ge harcamalarının üye ülkeler tarafından teşvik edilmesi üzerinde önemle durulan hususlar arasındadır. Bu bildiride, Yenilenmiş Lizbon Stratejisinin hedeflenen amaçlara ulaşması için bir takım öncelikli eylem alanları belirlenmiş ve öncelikle bu alanlarda ilerlemeler sağlanması istenmiştir. Bunlar: i. Bilgi ve Yeniliğe Daha Fazla Yatırım Yapılması Bu başlık altında, cazip endüstri ve iş alanları oluşturulmasına310, araştırmacılar için tek, açık ve rakabetçi bir işgücü piyasası yaratılmasına, araştırmacıların iş koşullarının iyileştirilmesine, Ar&Ge, yenilik sistemleri ve iş ortamı arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesine, genel eğitim ve mesleki eğitimin daha da geliştirilmesine ve buralara yatırım yapılmasına, üniversitelerin özel fonlara ulaşımlarının kolaylaştırılmasına ve son olarak kamu özel sektör ortaklığının önündeki engellerin kaldırılmasına değinilmiştir. ii. KOBĐ’ler de Dahil Olmak Üzere Đş Aleminin Potansiyelinin Arttırılması Bu kısımda ise, özellikle KOBĐ’ler için yatırımlara uygun bir ortamın yaratılmasına, KOBĐ’ler için kapsamlı bir destek politikasının oluşturulmasına, önce küçük düşün 310 Cazip iş ve endüstri alanlarının oluşturulması ekonomik büyüme açısından oldukça önemlidir. Bunun gerisinde ise, bu iş alanları sayesinde yatırımcılara daha iyi alt yapı imkanlarının sunulabilmesi, iş gücü gibi üretim faktörlerine daha kolay ulaşılabilmesi, yetenekli işgücüne erişimin kolaylaşması, firmalar arası ilişkilerin gelişmesi, dışsal ekonomilerin ortaya çıkması gibi bir çok unsur sayılabilir. Yapılan araştırmalarda, belli sektördeki firmaların belli bölgelerde kümelenmelerinin hem o sektörü büyüttüğü hem de ekonomik büyümeye önemli katkılar sağladığı ortaya konmuştur. Bu konu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Piero Morosini (2004), Industrial Clusters, Knowledge Integration, and Performance, World Development, Vol. 32, No. 2, ss. 305–326. 121 ("think small first") ilkesinin bir rehber haline getirilmesine, özellikle KOBĐ’lere yönelik olarak, iş kurma süresinin azaltılmaya çalışılmasına, işe başlama maliyetlerinin mümkün olduğunca aşağıya çekilmesine, tam olarak entegre olmuş bir mali sistemin kurularak yatırımlar için fonlara ulaşımın kolaylaştırılmasına ve son olarak özellikle KOBĐ’lerin kredi ağlarına kolayca ulaşmalarının sağlanmasına değinilmiştir. iii. Öncelikli Alanlarda Đstihdamın Arttırılması Đstihdamla ilgili olarak, daha fazla kişinin işgücü piyasalarına çekilmesine, işgücü arzının arttırılarak arz ve talep arasında bir denge sağlanmasına, sosyal güvenlik sisteminin modernize edilmesine, şirketlerin ve işgücünün yeni şartlara kolay adapte olmalarının sağlanmasına, beşeri sermayeye yatırım yapılmasına, işgücünün yeteneklerinin geliştirilmesine, iş süreçlerinin daha iyi organize edilmesine ve çalışma hayatında kalitenin arttırılmasına değinilmektedir. Bildiride ayrıca gençler ile ilgili konular ele alınmış ve gençler arasında işsizliğin azaltılmasına yönelik olarak 2010 yılı için şu hedefler ortaya konmuştur: • Gençler arasında okuldan erken ayrılmaların %10 seviyesine çekilmesi; • 22 yaşında olanların %85’inin yüksek tahsil (upper secondary education) yapmalarının sağlanması; • 2007’nin sonunda okulu erken yaşta bırakanlara istihdam olanaklarının sağlanması. Bildiride bunlara ek olarak, yaşlı işgücünün istihdam edilmesinin teşvik edilmesi, istihdam süreçlerinde kadın erkek eşitliğinin sağlanması ve rekabetçilik, istihdam ve sosyal güvenlik arasındaki pozitif bağların iyi değerlendirilmesi gerektiği konularına değinilmiştir. 122 Bildiride özgün olan husus, Komisyon tarafından önerilen Küreselleşmeye Uyum Fonu’nun (The European Globalisation Adjustment Fund)311 1 Ocak 2007 tarihinden itibaren uygulamaya geçirilmesine karar verilmiş olmasıdır. Fon’un amacı küreselleşme ile ortaya çıkan yapısal dönüşümlere işgücünü ve iş alemini adapte etmeye çalışmaktır. Bildiride son olarak enerji tasarrufu, enerji arz güvenliği ve enerji çevre ilişkileri bağlamında enerji konusuna yer ayrılmış ve enerji arz güvenliğinin sağlanmasına, enerji piyasasında rekabetçiliğin arttırılmasına ve sürdürülebilir çevre konularına değinilmiştir. 4.3.8 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 8 – 9 Mart 2007312 Lizbon Stratejisi’nin ele alındığı bu bildiride, Konsey tarafından şu öneriler yapılmaktadır: • Đç pazarın ve rekabetçiliğin güçlendirilmesi; • AR&GE ve yatırım ve yenilik için daha uygun bir ortamın sağlanması; • Nitelikli işgücü yetiştirilmesi ve nitelikli istihdam olanaklarının sağlanması; • Sosyal uyum konusuna daha fazla önem verilmesi; • Sürdürülebilir bir enerji ve iklim politikasının geliştirilmesi; 311 2007’de işlevselleşen bu fon temel olarak küreselleşme kaynaklı dönüşümlerden olumsuz olarak etkilenen işgücüne yardım etmek için kurulmuştur. Đş bulma yardımları, mesleki rehberlik, işgücünün bilgi ve iletişim teknolojileri konusunda eğitilmesi, girişimciliğin teşvik edilmesi, kendi işini kurmanın özendirilmesi, hayat boyu öğrenmenin teşviki, işgücüne iş arama sürecinde yardımlar yapılması, dezavantajlı veya yaşlı işgücüne destek sağlanması, bu insanların tekrar işgücü piyasalarına dönüşlerinin sağlanması fonun temel amaçlarıdır. Fon esas olarak ulusal otoriteler tarafından sağlanan desteğin tamamlayıcısı durumundadır. Fon pasif refah devleti uygulaması içine giren destek çeşitlerini kullanmamaktadır. Daha ayrıntılı bilgi için bkz., The European Globalisation Adjustment Fund (EGF), [18.08.2008], <http://ec.europa.eu/employment_social/egf/index_en.html>. 312 Bu bölüm hazırlanırken büyük ölçüde Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 8- 9 Mart 2007 metninden faydalınılmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. [21.06.2008], <http://www.consilium.europa.eu/ueDocs/cms_Data/docs/pressData/en/ec/93135.pdf>. 123 Bildiride son bildirilerde olduğu gibi enerji konusu öne çıkmakta ve entegre edilmiş bir iklim ve enerji politikasının geliştirilmesi istenerek şu öneriler yapılmaktadır: • Enerji arz güvenliğinin sağlanması; • Avrupa ekonomilerinde özellikle enerji sektörüne yönelik olarak rekabet ortamının korunması ve geliştirilmesi; • Çevresel sürdürülebilirliğin sağlanması ve iklim değişikliği ile mücadele edilmesi; Diğer bildirilerde olduğu gibi bu bildiride de emeklilik ve sağlık sistemi açısından kamu maliyesinin sürdürülebilir bir çerçeveye kavuşturulması, kamu açıklarının azaltılarak verimlik ve istihdamın arttırılmaya çalışılması, iç pazarın dört özgürlüğünün güvence altına alınması ve daha da geliştirilmesi, iç pazarın tam ve etkin çalışması için açık ve uyumlu AB düzenleme kurallarının geliştirilmesi, çok taraflı ticari ilişkilerin geliştirilmesi, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) – (WTO - World Trade Organization) sisteminin güçlendirilmesi, hızlı büyüyen yükselen piyasalara AB firmalarının ulaşımının kolaylaştırılması ve bu piysalardaki ürün sahteciliğiyle mücadele edilmesi konularına değinilmiştir. 4.3.9 Brüksel Avrupa Konseyi Başkanlık Bildirgesi / 13 – 14 Mart 2008 2005 yılında ortaya konan Yenilenmiş Lizbon Stratejisi’nden sonraki en önemli Konsey toplantısı 13-14 Mart 2008 tarihinde Brüksel’de gerçekleştirilen toplantıdır. Bu toplantıda hem Lizbon Stratejisi’nde gelinen son noktaya değinilmiş hem de bundan sonrası için önemli yeni önerilerde bulunulmuştur. Dahası, 2008-2010 yıllarını kapsayan bir program kabul edilmiştir. 2008-2010 dönemini kapsayan programda öne çıkan en önemli husus üye ülkeler arasında bilgi alışverişinin ve politika koordinasyonun güçlendirilmesidir. 124 2008-2010 dönemini kapsayan yeni hedeflerin temel önceliğinin uygulamayla ilgili olacağı belitilmekte ve bu çerçevede Avrupa Konseyi şu önerilerde bulunmaktadır: • Üye ülkeler arasında en iyi uygulamalar konusunda bilgi alışverişinde bulunulması; • Avro bölgesinde etkili bir koordinasyonun sağlanması ve Açık Koordinasyon Metodundan mümkün olduğunca faydalanılması; • Sorumlu ortakların Lizbon Strateji’sine katılımının daha da güçlendirilmesi; • Yerel ve bölgesel birimlerin sürece daha etkin katılımlarının sağlanması büyüme ve istihdam yaratılması açısından önemli olup; Lizbon Stratejisi’ne her seviyede sahip çıkılmasının sağlanması; • Ekonomik, sosyal ve bölgesel uyumun daha da güçlendirilmesi; • Uzun dönemli kazançların ortaya çıkması için makroekonomik istikrarın sağlanmasına önem verilmesi; • Kamu maliyesinin kalitesinin arttırılması ve bu anlamda kamu gelir ve harcamalarının etkinlik ve etkililiğinin arttırılması, kamu idaresinin modernize edilmesi ve kamu harcamalarının verimlilik, yenilik ve istihdamı teşvik edecek şekilde kullanılması; • Avrupa’nın sosyal yönünün ihmal edilmemesi; Konsey yukarıda sayılan prensipler ışığında, rekabetçilik, çevre, ekonomik ve sosyal politika ve eğitim konuları ile ilgili olarak ise şu ek tavsiyelerde bulunmaktadır: 125 i. • Yenilik ve Bilgiye Yatırım Yapılması Öncelikle üye ülkeler, AR&GE konusundaki hedeflere nasıl ulaşılacağıyla ilgili olarak Ulusal Reform Programı hazırlamaya çağrılmaktalar; • GALILEO, AYTE (EIT), Avrupa Araştırma Konseyi, Risk Paylaşımlı Finansal Hizmetler, Ortak Teknoloji Girişimi gibi anahtar projelerin geliştirilerek etkin bir şekilde uygulanması; • Bilimsel elektronik altyapının ve hızlı internete erişimin güçlendirilmesi ve kullanılması; • 2010 yılına kadar bütün okullara hızlı internet erişiminin götürülmesi; • AB çapında bir risk sermayesi pazarının oluşturulması ve yenilikçi firmaların mali olarak desteklenmesi; (Avrupa Yatırım Bankası bu noktada anahtar rol oynayabilir denilmektedir.) • Bilim-endüstri arası ilişkilerin güçlendirilmesi, dünya çapında yenilik bölgelerinin oluşturulması ve bölgesel endüstri alanlarının ve ağlarının geliştirilmesi (development of regional clusters and networks); • Araştırma ve geliştirme alanlarında ortak projelerin desteklenmesi; • Üniversitelerin iş alemiyle ortaklıklar geliştirmelerinin sağlanması, bu yönde atılan adımların kolaylaştırılması ve ayrıca üniversitelerin özel fonlardan da yararlanmalarının sağlanması; Modern ve rekabetçi br ekonomi olabilmek için üye ülkelerin, beşinci özgürlük (fifth freedom) olarak tarif edilen bilginin serbest dolaşımı önündeki engelleri kaldırmaları gerektiği ifade edilerek, şu hususlara dikkat çekilmektedir: 126 • Araştırmacıların, bilim insanlarının, eğitim ve öğretim görevlilerinin ve öğrencilerin sınırlar arası hareketliliklerinin kolaylaştırılması; • Avrupa araştırmacıları işgücü piyasasının daha açık ve rekabetçi hale getirilmesi, araştırmacılara daha iyi kariyer olanaklarının sağlanması; • Yüksek öğrenim reformuna devam edilmesi; • Kamu araştırma kurumlarında fikri mülkiyet haklarının garantiye alınarak, mümkün olduğunca sanayiye bilgi akışının kolaylaştırılması; • Bilgiye ve yeniliklere ulaşımın kolaylaştırılması; • Bilimsel mükemmeliğin teşvik edilmesi; • Dünya çapında yeni kuşak araştırma birimlerinin kurulması; • Đşgücü niteliklerinin karşılıklı olarak tanınmasının teşvik edimesi; ii. Đş Aleminin ve Özellikle KOBĐ’lerin Potansiyellerinin Açığa Çıkartılması Bildiride, Tek Pazarın küreselleşen bir dünya ekonomisinde rekabetçiliğin arttırılması ve AB vatandaşlarının daha iyi hayat koşullarına sahip olması bakımınından sürükleyci bir güce sahip olduğu belirtilmekte ve Tek Pazarın daha da geliştirilmesi için şu önerilerde bulunulmaktadır: • Sermayenin, işçilerin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı önündeki engellerin kaldırılmaya devam edilmesi; • Enerji ve elektronik iletişim gibi alanlarda rekabetin arttırılması, uygun ve yeterli bir düzenleyici çerçevenin oluşturulması; 127 • Hizmetler alanında Tek Pazarın yaratılması için hizmetler sektörü ile ilgili direktifin uygulamaya sokulması, bu alanda daha da ileri gidilmesi için elektronik hizmetlerden daha fazla faydalınılması. Bildiride hem iş ortamının iyileştirilmesi hem de KOBĐ’ler için daha uygun gelişme koşullarının yaratılması için tavsiyeler yapılmıştır. KOBĐ’lerin AB ekonomisinin temel unsurlarından birini oluşturduğu söylenen bildiride bu işletmelerin büyüme ve istihdama daha fazla kakı yapmalarının sağlanması için şunlar önerilmektedir:313 • AB mevzuatından kaynaklanan idari maliyetlerin 2012 yılına kadar %25 azaltılması ve daha iyi bir düzenleyici çerçevenin geliştirilmesi; • Düzenleyici etki analizi konusunda AB kurumlarının kapasitelerinin geliştirilmesi; • KOBĐ’ler için daha iyi bir düzenleyici çerçevenin sağlanması, önce küçük düşün mantığının geliştirilmesi ve KOBĐ’lerin rekabetçiliklerinin ve büyümelerinin teşvik edilmesi; • Araştırma yapan, yenilikçi ve özellikle yüksek büyüme potansiyeline sahip KOBĐ’lerin desteklenmesi; • KOBĐ’lerin AB mali araçlarını da içeren, mali kaynaklara ulaşımlarının daha da kolaylaştırılması; 313 • KOBĐ’lerin kamu alımlarına katılımlarının desteklenmesi; • Yenilikçi KOBĐ’lerin belli bölgelerde kümelenmelerinin teşvik edilmesi. Avrupa Konseyi, Presidency Conclusions, Brüksel Avrupa Konseyi, 8- 9 Mart 2007, ss. 7-8. 128 Bu bildiride dikkat çeken hususlardan birisi de uluslararası ekonomik ortama ve bu ortamda istikrarın sağlanmasına atıfta bulunuyor olunmasıdır. Aslında, özellikle 2007 yılından bu yana yaşanan küresel mali istikrarsızlık ve bunun dünya ekonomisi üzerindeki etkisi göz önüne alındığında bu konunun gündeme getirilmesi oldukça önemlidir. Lizbon Stratejisi’nin hedeflerine ulaşması AB içinde atılan adımlara bağlı olduğu kadar dünya ekonomisindeki gelişmelere de bağlıdır. Dünya ekonomisinde yaşanacak uzun süreli bir istikrarsızlık Lizbon hedeflerinin gerçekleştirilmesini de zorlaştıracaktır şüphesiz. Bu anlamda açık piyasaların ve sağlıklı bir ortamın büyüme ve istihdama yardımcı olacağının belirtildiği raporda, uluslararası sistemin daha etkin çalışması için bir takım önerilerde bulunulmaktadır. Bunlar:314 • AB’nin hem kendisi hem de ticari ortakları için büyüme ve istihdam yaratacak serbest ticaretin ve açık ekonominin teşvik edilmesi; • Çok taraflı ticari sistemin iyileştirilmesi; • Önemli ticari ortaklarla ikili ticari anlaşmaların tamamlanması ve özellikle komşu ve üye ülkelerle olan ekonomik enregrasyonun daha da güçlendirilmesi; • Enerji ve stratejik ham maddelerin arz güvenliğinin sağlanması; • Özellikle yükselen ekonomilerle ticari ve ekonomik ortaklıkların geliştirilerek, karşılıklı faydaya dayanan stratejik ortaklıklar kurulması; • Ticari ortaklarla beraber işbirliğinin geliştirilerek hem AB’nin hem de ortak ülkelerin çıkarına olacak şekilde ortak standartların geliştirilmesi. 314 Ibid., s. 8. 129 iii. Đşgücü Piysalarının Modernleştirilmesi ve Đnsanlara Yatırım Yapılması Bildiride özellikle bilgi tabanlı ekonomiye geçiş tekrar vurgulanmakta ve buna bağlı olarak araştırma-eğitim-yenilik arasındaki ilişkiye, bunun ekonomik büyüme ve istihdam üzerindeki etkisine ve bütün bunlarla ilişkili olarak Avrupa sosyal sisteminin güçlendirilmesine dikkat çekilmekte ve yenilenmiş strateji için bazı önerilerde bulunulmaktadır. Bu önerilere geçmeden önce raporun bu kısmında dikkat çekilen hususlara değinmekte fayda bulunmaktadır. Raporda, diğer raporlarda olduğu gibi fakirlik ve sosyal dışlama ile mücadeleden bahsedilmekte ve bu gibi sorunlarla mücadelede en iyi yolun da yine diğer raporlarda olduğu gibi istihdam sağlanması olduğu dile getirilmektedir. Ayrıca, özellikle teknolojik değişim ve küreselleşme sonucu meydana gelen yapısal değişimlere karşı işgücünü hazırlamak ve nitelik açıklarını kapatmak önem verilen diğer konular arasındadır. Bu rapordaki esas farklılık ise göç ve göçmenlerin entegrasyonuna önem verilmesi konusudur. Bu kısımda, yenilenmiş strateji için şu öneriler sıralanmaktadır: • Yeterince okuma yazma bilmeyen ve okulu erken yaşta terk eden gençlerin sayılarının azaltılması; • Göçmen kökenli olan veya en savunmasız kesimden gelen gençlerin öğrenme kapasitelerinin geliştirilmesi; • Özellikle az yetenekli yetişkinlerin ve yaşlı kişilerin genel eğitim ve mesleki eğitime teşvik edilmesi ve mekansal ve iş hareketliliklerinin önündeki engellerin kaldırılması; • Đşgücüne katılımın arttırılması ve aktif sosyal içerme politikalarının uygulanması; 130 • Ekonomik, sosyal ve istihdam politikaları arasında uyumluluğun sağlanarak sosyal uyumun geliştirilmesi; Lizbon Stratejisi’nde genel olarak sosyal politika, sosyal içerme, sosyal dışlama ile mücadele ve sosyal uyum sıkça değinilen kavramlar arasındadır. Bilindiği gibi Strateji bir yandan işgücü piyasalarında reformlar yapılmasından, sosyal güvenlik sisteminin reforme edilmesinden ve esnek çalışma koşullarının getirilmesinden bahsetmektedir. Bir yandan esnek çalışma koşullarına değinilmesi, diğer yandan ise iş güvenliğinin sağlanması bir bakıma çelişkili gözükse de, Strateji’de bu ikisi arasında bir denge tutturulması daima önemli bir öncelik olmuştur. Bu bildiride de tam bu dengeyi tamımlayan “Flexicurity” yanı hem esnekliğin hem de güvenliğin sağlanmasını ifade eden bir kavram kullanılmaktadır. Bildiriye göre, bu kavram işgücü piyasalarında güvenlik ve esneklik arasındaki dengeyi ifade etmektedir. Güvenlik ve esnekliğin bir arada sağlanması hem işgücünün hem de işverenlerin küreselleşmeyle beraber değişen ekonomik koşullardan maksimum faydayı elde edebilmelerini sağlayacaktır. Ancak, Konsey bu konuda tek bir modelin olamayacağını ülkelerin kendilerine uyan modeller geliştirmeleri gerektiğini ifade etmektedir.315 Bu bildiride öne çıkan bir diğer husus ise temiz ve sürdürülebilir bir ekonominin oluşturulmasıdır. Bunun yolu da uygun çevre ve enerji politikaları izlemekten geçmektedir.316 Bu amaçla şunlar tavsiye edilmektedir: • AB ve üye ülkeler çapında uygun AR&GE ve yenilik politikalarının izlenmesi; 315 316 Ibid., s. 10. Ibid., s. 10. 131 • Eko-sanayinin potansiyelinin ortaya çıkmasına yardımcı olma, sürdürülebilir bir sanayi politikasının benimsenmesi ve enerji ve iklim değişikliği gibi konuların rekabetçilik üzerindeki etkilerinin göz önünde bulundurulması; • Sürdürülebilir bir ulaştırma sisteminin kurulması; • AB enerji direktifinin AB’nin enerji ve iklim değişikliği politikalarıyla uyumlu hale getirilmesi; • Enerji ve kaynak kullanımı etkinliğinin arttırılması; • Tüketicilerin enerjinin daha etkin kullanılması hakkında bilgilendirilmesi; • KDV gibi enstrümanların enerji etkinliğini arttıracak şekilde kullanılması için yollar aranması. Bildirinin son kısmında küresel mali istikrarsızlğın yol açtığı sorunlara değinilmekte ve bir takım adımların atılması önerilmektedir:317 • Piyasaların, yatırımcıların ve düzenleyici kurumların daha şeffaf olmalarının sağlanması; • Özellikle likid olmayan varklıkların değerleme süreçlerinin geliştirilmesi; • Sermaye Yeterliliği Direktifinin yeniden gözden geçirilerek, risk yönetimi ve mali denetim alanlarında ilerleme kaydedilmesi; • Kredi derecelendirme kuruluşlarının rollerinin arttırılması ve piyasaların etkin çalışmasının sağlanması. 317 Ibid., s. 16. 132 4.3.10 2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber Bu bölümde özellikle 2008-2010 dönemi Lizbon Stratejisi’ni ve politika araçlarını daha iyi anlamak için bu dönem için hazırlanmış “2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber” olarak çevirebileceğimiz Integrated Guidelines For Growth And Jobs (2008-2010)318 adlı metinde önemli gördüğümüz bazı konulara ve önerilen politikaları değinmeye çalışacağız. Metin temel olarak, 2008-2010 döneminde izlenecek politikaların çerçevesini vermektedir. Bilindiği üzere, Lizbon Stratejisi çerçevesinde konulan hedeflerin ve önerilen politikaların nihai amacı 2010 yılına gelindiğinde AB’yi dünyanın en rekabetçi ekonomik bloğu haline getirmektir. Metin Stratejinin son üç yılına yönelik hedefler ve politika önerileri ortaya koyduğundan oldukça önemlidir. Bu politika önerilerinin başarılı olması Lizbon Stratejisi’nin de başarıyla nihayete ermesini sağlayacaktır. Komisyon tebliğinde 2008-2010 dönemi için toplam 24 rehber ilkeye yer verilmiş olup biz sadece metinde önemli gördüğümüz rehber ilkelere değineceğiz. 2008-2010 Büyüme ve Đstihdam Đçin Bütünleştirilmiş Rehber Tebliğ farklı konular hakkında rehber ilkelere geçmeden önce ekonomik konular ile ilgili olarak şu tavsiyelerde bulunmaktadır: i. Makroekonomik Rehber319 (1) Sürüdürülebilir büyüme için ekonomik istikrarın sağlanması; (2) Đstihdamın daha fazla arttırılmasının temeli olarak ekonomik ve mali sürdürülebilirliğin korunması; (3) Büyüme ve istihdamı arttıracak etkin kaynak kullanımının sağlanması; 318 Avrupa Komisyonu, Communication from the Commission to the Spring European Council, Integrated Guidelines for Growth and Jobs (2008-2010), Brüksel, 11.12.2007 Com(2007) 803 Final, Part V, <http://ec.europa.eu/growthandjobs/pdf/european-dimension-200712-annual-progressreport/200712-annual-report-integrated-guidelines_en.pdf>. Bu kısım hazırlanırken büyük ölçüde bu tebliğden faydalanılmıştır. 319 Ibid., s. 5-6. 133 (4) Ücretlerdeki gelişmelerin makroekonomik istikrara ve ekonomik büyümeye katkı yapacak yönde olması; (5) Makroekonomik politikalar, yapısal politikalar ve istihdam politikaları arasında uyumun sağlanması; (6) Avrupa Para Birliği’nin daha dinamik olmasının ve iyi çalışmasının sağlanması. ii. Mikroekonomik Rehber (7) Başta özel sektör olmak üzere, Ar&Ge alanında yatırımların arttırılması ve geliştirilmesi; (8) Hertürlü yeniliğin teşviki ve kolaylaştırılması; (9) Bilgi Đletişim Teknolojilerinin kullanımının yaygınlaştırılması ve tam teşekküllü bir bilgi toplumunun kurulması; (10) Sanayinin rekabet gücünün arttırılması; (11) Büyüme ve çevre arasında olumlu bir sinerjinin yaratılması ve kaynakların etkin ve sürdürülebilir bir şekilde kullanımının teşvik edilmesi; (12) Đç pazarın genişletilip daha da derinleştirilmesi; (13) Küreselleşmenin faydalarından yararlanmak üzere açık ve rekabetçi piyasaların hem AB içinde hem de AB dışında sağlanması; (14) Özel girişimciliğin daha da teşvik edilmesi için rekabetçi bir ortamın yaratılması; 134 (15) Girişimcilik kültürünün desteklenerek KOBĐ’ler için destekleyici bir ortamın sağlanması; (16) Avrupa fiziki altyapısının geliştirilmesi ve birbirine bağlanması. iii. Đstihdam rehberi (17) Tam istihdamı gerçekleştirecek, istihdam kalitesini ve verimliliği arttıracak ve sosyal uyumu güçlendirecek istihdam politikalarının izlenmesi; (18) Yaşam boyu öğrenmenin teşvik edilmesi; (19) Çalışmanın daha cazip hale getirilmesi ve işgücü piyasalarına girişin teşvik edilmesi; (20) Đşgücü piyasalarının ihtiyaçlarına göre işgücü sağlanması; (21) Esneklikle beraber istihdam güvenliğinin sağlanması; (22) Đstihdamı teşvik eden ücret politikaları uygulanması; (23) Beşeri sermayeye daha fazla yatırım yapılması; (24) Yeni ihtiyaçlara göre genel eğitim ve mesleki eğitimin yeniden organize edilmesi. iv. Rehber Đlkeler a) Rehber 7320 Tebliğde yer alan rehberlerden yedincisinde Ar&Ge yatırımlarının arttırılması ve iyileştirilmesi için bir takım önerilerde bulunulmaktadır. Öncelikle, 2010 yılı için %3 320 Ibid., s. 14. 135 olan hedef korunmakta ve üye ülkelerin bu hedefe uygun olarak kendi politika karmalarını geliştirmeleri istenmektedir. 1. Şirketler için yeterince rekabetçi ve cazip bir iş ortamının sağlanması; 2. Kamu özel sektör ortaklığının geliştirilmesi ve Ar&Ge üzerine daha etkin ve etkili kamu harcamalarının yapılması; 3. Üye ülkelerde eğitim ve araştırma kurumlarının geliştirilerek güçlendirilmesi ve bu kurumlarla özel sektör arasındaki işbirliğinin güçlendirilip, bilgi ve teknoloji alışverişinin sağlanması; 4. Özel Ar&Ge yatırımlarını teşvik edecek araçların kullanılması; 5. Araştırma kurumlarının ve üniversite idarelerinin modernleştirilmesi; 6. Daha fazla öğrencinin bilimsel alanlara çekilerek araştırma kurumları için kalifiye araştırmacı sağlanması ve bu kişilerin kariyer fırsatlarının geliştirilmesinin sağlanması. b) Rehber 8321 Sekizinci maddede ise her türlü yenilik yaratımının teşvik edilmesine değinilerek şu önerilerde bulunulmaktadır: 1. Özellikle yenilik ve teknoloji taransferini sağlayacak yenilik destek hizmetlerinin geliştirilmesi; 2. Bölgeler arası gelişmişlik farklarını kapatacak yenilik alanları yaratılması ve geliştirilmesi; üniversiteler, araştırma kurumları ve işletmeler arası ağlar kurulması; 321 Ibid., s. 15. 136 3. Yabancı doğrudan sermaye yatırımlarını da kapsayan sınırlar arası bilgi transferinin kolaylaştırılması ve cesaretlendirilmesi; 4. Yenilikle ilgili ürün ve hizmetlerin kamuya temin edilmesi; 5. Yerel ve uluslararası mali hizmetlere kolay erişimin sağlanması; 6. Fikri Mülkiyet Haklarının korunması. c) Rehber 9322 Rehber 9’da bilgi iletişim teknolojilerinden daha fazla faydalanılması ve bir bilgi toplumunun oluşturulması için şu önerilerde bulunulmaktadır: 1. KOBĐ’lerde, evlerde ve kamu hizmetlerinde mümkün olduğunca geniş şekilde BĐT’lerin kullanılmasının teşvik edilmesi; 2. BĐT’lerin kritik alanlarında güçlü bir Avrupa sanayinin kurulması; 3. BĐT sanayinin gelişiminin teşvik edilmesi ve buna uygun etkin çalışan bir piyasanın kurulması; 4. Bilgide ve bilgi ağlarında güvenliğin sağlanması; 4. Özellikle BĐT alanında yeterli hizmetlerin ulaşmadığı bölgelerde güçlü BĐT ağlarının kurulması. d) Rehber 10323 Rehber 10’da ise sanayinin rekabet gücünün geliştirilmesine değinilmekte, modern ve aktif bir sanayi sektörü oluşturulması için şu önerilerde bulunulmaktadır: 322 323 Ibid., ss. 15-16. Ibid., s. 16. 137 1. Küreselleşmeden doğan tehditlerin tespit edilerek, katma değer yaratan ve rekabetçiliği arttıran faktörlerin analiz edilmesi; 2. Yeni teknolojilerin ve piyasaların yaratılması konusuna odaklanılarak; (a) Piyasa aksaklıklarının önüne geçecek şekilde, üye ülkeler arasında ve kamu-özel sektör arasında işbirliği olanaklarının arttırılarak yeni teknolojik inisiyatifler oluşturulması; (b) AB çapında ve özellikle de KOBĐ’lerin katılımı sağlanarak bölgesel ve yerel sanayi bölgeleri arasında ağların yaratılması ve geliştirilmesi. e) Rehber 12324 Rehber 12 iç pazarın genişletilmesi ve derinleştirilmesi için şunları önermektedir: 1. Đç pazarla ilgili direktiflerin uygulanmasının hızlandırılması; 2. Đç pazar mevzuatının daha etkin şekilde uygulanması; 3. Sınırlararası aktivitelerin önündeki engellerin ortadan kaldırılması; 4. AB Kamu alımları kurallarının etkin bir şekilde uygulanması; 5. Avrupa sosyal modelinin korunarak, hizmetler alanındaki iç pazarın tam olarak çalışmasının teşvik edilmesi; 6. Mali Hizmetler Eylem Planının uygulanması ile mali piyasalardaki entegrasyonun hızlandırılması. 324 Ibid., s. 18. 138 f) Rehber 13325 Rehber 13’de ise küreseleşmenin faydalarından yararlanmak üzere hem AB içinde hem de AB dışında açık ve rekabetçi piyasaların sağlanmasına yönelik bir takım tavsiyeler sıralanmaktadır. Bunlar: 1. Rekabeti bozan düzenlemelerin yanında ticari ve diğer engellerin ortadan kaldırılması; 2. Rekabet politikasının daha etkin bir şekilde uygulanması; 3. Piyasaya girişlerin kolaylaştırılması ve rekabet önündeki engellerin düzenleyici otoriteler yardımıyla ortadan kaldırılması; 4. Rekabeti bozan devlet yardımlarının azaltılması; 5. Birlik çerçevesi içinde, bu yardımların araştırma-geliştirme, yenilik, piyasa aksaklıklarıyla mücadele ve beşeri sermaye geliştirimi gibi alanlara yönlendirilmesi; 6. Dış ticarete açılmanın çok taraflı ticari sistemde teşvik edilmesi; g) Rehber 14326 Rehber 14’de daha iyi bir düzenleme çerçevesi oluşturmak, rekabetçi bir iş ortamı yaratmak ve özel sektör girişimciliğini arttırmak için şu tavsiyeler sıralanmıştır: 1. Özellikle KOBĐ’lerin ve genel olarak bütün iş çevreleri üzerinde baskı yapan idari yüklerin azaltılması; 325 326 Ibid., s.19. Ibid., s.21. 139 2. Mevcut ve yeni düzenlemelerin kalitesinin arttırılması ve bu düzenlemelerin ekonomik, sosyal ve çevresel etkilerinin yanında rekabet üzerindeki etkilerinin de analize tabi tutulması; 3. Đşletmelerin sosyal sorumluluk almaları yönünde teşvik edilmeleri. h) Rehber 15327 Rehber 15’de girişimcilik kültürünün teşvik edilmesi ve özellikle KOBĐ’ler için uygun bir yatırım ortamının oluşturulması için şu tavsiyelerde bulunulmaktadır: 1. Başta mikro krediler ve risk sermayesi olmak üzere, mali kaynaklara ulaşımın kolaylaştırılması; 2. Vergi sisteminin basitleştirilmesi ve istihdam üzerindeki ücret dışı yüklerin azaltılırak ekonomik saiklerin güçlendirilmesi; 3. KOBĐ’lerin yenilikçi kapasitelerinin arttırılması; 4. KOBĐ’ler için mesleki eğitim yanında girişimcilik eğitiminin de verilmesi ve ayrıca belli başlı yerlerde işletmelere yardımcı olacak iletişim noktalarının kurulması. 327 Ibid., s. 21. 140 BEŞĐNCĐ BÖLÜM LĐZBON STRATEJĐSĐ’NE ELEŞTĐRĐLER Birinci, bölümde ele aldığımız küreselleşme ve yeni bilgi ekonomisi ve üçüncü bölümde ele aldığımız ekonomik büyüme ve büyümenin kaynakları tartışmalarını dikkate aldığımızda Lizbon Stratejisi’nde ortaya konan amaçlar ve politikalar oldukça etkili gözükmektedir. Denilebilir ki, teorik anlamda ve tavsiye edilen politikalar anlamında Lizbon Stratejisi AB için az çok doğru teşhisler ortaya koymaktadır. Küreselleşme ve yeni ekonomiyle ortaya çıkan bilgi ekonomisinin önemi, büyüme yazınında sıkça vurgulanan yenilik üretimi, Ar&Ge yatırımları, beşeri sermaye, güçlü mali piyasalar gibi unsurlarla birlikte kurumsalcı bakışın üzerinde önemle durduğu etkin kurumsal yapılanma Lizbon Stratejisi’nin sıkça değindiği konular arasındadır. En azından, metinsel seviyede ve ekonomi teorisi açısından Strateji oldukça güçlü gözükmektedir. Stratejinin üzerinde yeterince durmadığı konu AB’nin küresel işbölümünde nerede duracağı ve firmalarının küreselleşme ortamına ve yeni üretim süreçlerine nasıl adapte edileceğidir. Ancak, daha önce de belirttiğimiz güçlü yanlarıyla birlikte Strateji hem AB seviyesinde hem de üye ülkeler için beklenen sonuçları tam anlamıyla realize edememiştir. Dolayısıyla Strateji’nin neden yeterince etkin olamadığı konusu açıklanmaya muhtaçtır. Bunu ortaya çıkarmak içinse Strateji’nin zayıf yanlarına ve eleştiri aldığı noktalara değinmek gerekmektedir. Avrupa ekonomisini daha dinamik hale getirmek ve AB sosyal sistemini daha sürdürülebilir kılmak için uygulamaya konan Lizbon Stratejisi hem içerik hem de metodolojik olarak bir çok eleştiri almıştır. Strateji çok geniş kapsamlı olmasına ve yeni ekonomi ve büyüme teorilerine uygun öneriler sunmasına rağmen beklenen başarıyı yakalayamamıştır. Özellikle 2000-2005 yılları arasında Strateji bağlamında ortaya konan hedeflerde tatmin edici bir ilerleme sağlanamamış ve bunun üzerine 2005 yılında Strateji’de bir revizyon yapılmıştır. Bu revizyonla hem daha önce konan hedef sayısı azaltılmış hem de Strateji yeni araçlarla desteklenerek metodolojik açıdan güçlendirilmeye çalışılmıştır. Ancak bu sefer de, 2000-2005 yılları arasında 141 Dünya ekonomisindeki olumlu koşullar ve beklentiler yerini mali piyasalardan kaynaklanan sorunlara ve olumsuz beklentilere bırakmıştır.328 Şüphesiz, Lizbon Stratejisi’nde ortaya konan hedeflerin gerçekleştirilmesi açısından küresel ekonomik ve mali koşullar oldukça önemlidir. Özellikle küresel ekonomide yaşanan dalgalanmaların hem ekonomik büyüme hem de yatırımlar üzerinde yaratacağı olumsuzluklar, AB’nin genel olarak hedeflerine varmasını zorlaştıracak hatta ciddi bir küresel kriz durumunda şu ana kadar elde edilmiş kazanımlar da tehlikeye düşecektir. Dolayısıyla, yeni Lizbon Stratejisi’nin etkinliği ve güçlülüğü küresel ortamda yaşanan istikrarsızlıktan olumsuz etkilenecektir. Bu da yeni Strateji hakkında daha sağlıklı bir değerlendirme yapılmasını engelleyecektir. Ancak yine de hem eski Strateji hem de yeni Strateji ekonomi teorisi, içsel tutarlılık ve metodoloji açısından bir değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bu bölümde hem ilk stratejiye hem yeni stratejiye hem de genel olarak iki stratejiye yöneltilen eleştirilere değinmeye çalışacağız. Ancak bu eleştirilere değinmeden önce, bazı veriler ışığında AB’nin 2000 yılı sonrası performansına değinmek faydalı olacaktır. Özellikle Ar&Ge, işgücü verimliliği ve işsizlik açısından Lizbon Strateji’sinden sonra gösterilen performans işaret verici olacaktır. Tablo 5.1 1997 yılından 2007 yılına kadar olan işgücü verimlilik oranlarını AB-27’nin performansına göre vermektedir. AB-27’nin 100 kabul edilmesiyle yaratılan endekse göre, 2000 yılında 113.1 olan AB-15 işgücü verimlilik seviyesi, 2007 yılında 110.2 seviyesine düşmüştür. Şüphesiz bunu mutlak anlamda bir düşüş olarak görmemek gerekir, hareket noktası olarak AB-27 alındığından ve buradaki işgücü verimliliği yeni üyelerin katkısıyla daha hızlı arttığından, AB-15 gerilemiş gözükmektedir. Ancak AB-15 ile ABD karşılaştırması daha anlamlıdır. 2000 yılında 140.2 olan ABD işgücü verimlilik seviyesi, 2007 yılında 142.7 olmuştur. ABD bu 328 Küresel piyasalarda son yıllarda yaşanan dalgalanmalar dünya ekonomisi üzerinde oldukça önemli etkiler yaratmıştır. ABD emlak piyasalarında ortaya çıkan kriz sonrasında ABD mali sistemine yansımış ve burada oluşan etkiler kısa zamanda küresel mali sistemde önemli sarsıntılara yol açmıştır. Mali sistem ve reel sektör arasındaki ilişkiyi düşündüğümüzde, önümüzdeki dönemde reel sektörün ve dolayısyla istahdamın önemli oranda daralacağını söyleyebiliriz. Özellikle 2009 yılı içerisinde reel sektörde çok önemli daralmaların yaşanacağı ve küresel ekonominin sıkıntıya gireceği tahmin edilmektedir. Böyle bir durumda, en azından kısa vade için AB açısından Lizbon Stratejisinin önceliğini kaybedeceğini söylemek mümkündür. Mali krizin küresel ekonomi üzerindeki etkileri için bkz. IMF, World Economic Outlook 2008, International Monetary Fund: Washington DC, Nisan 2008 ve IMF, Global Financial Stability Report 2008, International Monetary Fund: Washington DC, Nisan 2008. 142 dönemde işgücü verimliliğini AB-27’den daha hızlı arttırmıştır. Bu husus da oldukça önemlidir. Dolayısıyla, AB-15 bu dönemde ABD ile arasındaki açığı kapatma şansını yakalayamamıştır. Olaya sadece mutlak seviyeler üzerinden baktığımızda durum daha da dramatik olmaktadır. ABD ile AB arasındaki işgücü verimliliği farkı 2000 yılında yaklaşık olarak 27 iken, 2007 yılında bu fark 32.5 olmuştur. AB ülkelerinin performansına baktığımızda da pek bir farklılık ortaya çıkmamaktadır. Lüksemburg dışında diğer bütün üye devletlerle ABD arasında önemli verimlilik farkları bulunmaktadır. Đrlanda ve Lüksemburg dışında hiçbir ülke 2000 yılından 2007 yılına kadar verimlilik seviyesi açısından önemli bir ilerleme kaydetmemiştir. Đrlanda ekonomisine baktığımızda, her ne kadar 2007 yılında hala ABD’nin gerisinde olsa da, son on yıl içerisinde ABD’ye göre çok daha hızlı bir işgücü verimliliği büyümesi yakalamıştır. 1997 yılında 125.4 olan işgücü verimliliği seviyesi, 2007 yılına gelindiğinde 135.6 olmuştur. Đrlanda işgücü verimliliği seviyesini bu dönemde 10.6 puan artırmıştır. ABD ise aynı dönem içerisinde işgücü verimliliği seviyesini sadece 3.7 puan arttırmıştır. GSYĐH’ya yüzde olarak Ar&Ge harcamalarıyla ilgili olan Tablo 5.2’ye baktığımızda ise, AB-15’de 2000 yılından 2007 yılına kadarki Ar&Ge GSYĐH oranı aynı kalmış, dolayısıyla ABD ve Japonya ile aradaki açık kapatılmamıştır. Ar&Ge konusunda en iyi performansı Finlandiya ve Đsveç göstermiş, bu ülkelerin Ar&Ge GSYĐH oranı ABD ve Japonya’nın da üzerinde olmuştur. Bu ülkeler dışında Almanya, Danimarka ve Finlandiya’nın da performanslarının iyi olduğu söylenebilir. Đşsizlik oranlarını veren Tablo 5.3’e baktığımızda, işsizlik oranının azaltılmasında AB-15’in önemli ilerlemeler kaydettiği görülmektedir. 1997 yılında %10.1 olan işsizlik oranı, 2007 yılında %7’e düşmüştür. Bu iyileşmeye rağmen, AB’nin işsizlik oranı bu dönemde ABD ve Japonya’nın oldukça üzerinde kalmıştır. Đşsizlik konusunda en iyi performansa sahip ülkeler Danimarka, Avusturya, Hollanda ve Lüksemburg’dur. Bu dört ülkenin de işsizlik oranları 2007 yılında ABD’nin altında kalmıştır. En sorunlu ülkeler ise Almanya, Đspanya, Portekiz, Fransa ve Yunanistan’dır. Bu ülkelerde işsizlik %8’ler civarında olmakla beraber, bu ülkeler de 2000 yılından bu yana işsizlik oranlarında önemli düşüşler kaydetmişlerdir. En ilgi 143 çekici performansı Đspanya göstermiştir, 1997 yılında %17,8 olan işsizlik oranı 2007 yılında %8,3’e gerilemiştir. Sonuç olarak diyebilirizki AB işsizlik konusu dışında, Ar&Ge ve Đşgücü verimliliği konularında önemli başarılar elde edememiştir. Đşsizlik konusunda önemli ilerlemeler kaydedilse bile, bu konudaki performans da tatmin edici değildir. Şüphesiz bu veriler AB performansını yeterince ele vermese de, önemli göstergelerdir. 144 145 114.0 112.4 140.1 122.3 113.1 139.0 120.1 110.8 142.2 1999 100.0 104.8 113.7 116.1 108.7 111.9 125.3 91.1 105.6 125.3 127.5 176.1 111.7 120.7 69.3 113.4 113.4 107.1 138.8 110.6 140.2 2000 100.0 104.8 113.1 114.8 110.6 108.1 127.2 93.8 103.8 125.2 126.1 176.1 114.5 121.5 68.9 114.9 113.6 108.9 136.7 107.0 138.2 2001 100.0 104.6 112.5 113.3 107.7 106.9 128.1 97.2 103.3 125.1 125.6 162.5 113.4 116.2 68.0 112.8 107.7 109.8 131.7 107.5 138.0 2002 100.0 104.5 111.8 112.3 108.6 106.5 133.4 100.4 104.9 125.6 117.8 163.5 113.4 118.0 67.9 111.6 107.8 110.2 135.1 105.7 139.7 2003 100.0 104.4 111.4 111.7 106.4 108.8 135.4 100.3 103.9 121.8 115.7 166.8 111.0 118.8 68.5 109.6 110.2 110.6 142.6 105.2 140.8 2004 100.0 104.2 110.9 110.6 108.8 108.3 134.8 101.8 102.2 120.8 112.2 169.8 112.4 119.0 67.2 112.8 113.5 112.2 145 Kaynak: Eurostat, Structural Indicators, Generel Economic Background, Labour Productivity per Person Employed. AB-27 AB-25 AB-15 Avro Bölgesi Danimarka Almanya Đrlanda Yunanistan Đspanya Fransa Đtalya Lüksemburg Hollanda Avusturya Portekiz Finlandiya Đsveç Birleşik Krallık Norveç Đsviçre ABD 1998 100.0 104.8 114.5 117.2 109.1 112.5 125.3 90.8 107.7 126.3 130.1 165.5 110.9 121.5 67.8 114.2 112.0 107.4 1997 100.0 104.8 114.7 117.4 109.9 114.1 125.4 93.2 108.3 125.7 128.8 166.2 110.2 120.6 68.1 110.9 113.2 107.1 Tablo 5.1 Đşgücü Verimliliği Seviyesi 1997-2007 (AB 27=100) 155.3 105.2 143.2 2005 100.0 104.0 110.7 110.8 109.2 107.4 133.8 103.5 101.9 123.6 111.0 175.6 114.2 119.9 68.6 110.7 112.9 109.7 158.8 105.8 142.7 2006 100.0 103.8 110.4 110.5 108.3 106.9 134.7 103.8 102.9 124.0 108.8 183.9 113.2 119.8 68.5 112.2 113.8 109.4 154.7 108.2 142.7 2007 100.0 103.8 110.2 110.3 106.0 105.8 135.6 104.9 105.0 124.3 107.9 180.3 112.7 119.9 69.9 111.9 115.3 108.8 146 2000 1.86 1.92 1.84 1.97 2.24 2.45 1.12 : 0.91 2.15 1.05 1.82 1.91 0.76 0.37 3.34 : 1.85 2.67 : 2.73 3.04 2001 1.87 1.93 1.86 2.08 2.39 2.46 1.1 0.58 0.91 2.2 1.09 1.8 2.04 0.8 0.39 3.3 4.18 1.82 2.95 1.59 2.74 3.12 146 Kaynak: Eurostat, Structural Indicators, Science and Technology, Research and Development Data. Tablo 5.2 Ar&Ge Harcamaları 1997-2007(% GSYĐH) 1996 1997 1998 1999 AB-27 1.76 1.78 1.79 1.84 AB-15 1.8 1.83 1.84 1.9 Avro Bölgesi : : : : Belçika 1.77 1.83 1.86 1.94 Danimarka 1.84 1.92 2.04 2.18 Almanya 2.19 2.24 2.27 2.4 Đrlanda 1.3 1.27 1.24 1.18 Yunanistan : 0.45 : 0.6 Đspanya 0.81 0.8 0.87 0.86 Fransa 2.27 2.19 2.14 2.16 Đtalya 0.99 1.03 1.05 1.02 Hollanda 1.98 1.99 1.9 1.96 Avusturya 1.59 1.69 1.77 1.88 Portekiz 0.57 0.59 0.65 0.71 Romanya : : 0.49 0.4 Finlandiya 2.52 2.7 2.86 3.16 Đsveç : 3.47 3.55 3.57 Birleşik Krallık 1.86 1.8 1.79 1.86 Đzlanda : 1.83 2 2.3 Norveç : 1.63 : 1.64 ABD 2.53 2.56 2.61 2.65 Japonya 2.81 2.87 3 3.02 2002 1.88 1.94 1.87 1.94 2.51 2.49 1.1 : 0.99 2.23 1.13 1.72 2.12 0.76 0.38 3.36 : 1.82 2.95 1.66 2.64 3.17 2003 1.87 1.93 1.87 1.88 2.58 2.52 1.17 0.57 1.05 2.17 1.11 1.76 2.23 0.74 0.39 3.43 3.86 1.78 2.82 1.71 2.67 3.2 2004 1.83 1.89 1.85 1.87 2.48 2.49 1.24 0.55 1.06 2.15 1.1 1.78 2.22 0.77 0.39 3.45 3.62 1.71 : 1.59 2.58 3.17 2005 1.84 1.9 1.85 1.84 2.45 2.48 1.26 0.58 1.12 2.12 1.09 1.74 2.43 0.81 0.41 3.48 3.8 1.76 2.77 1.52 2.61 3.32 2006 1.84 1.91 1.86 1.83 2.43 2.53 1.32 0.57 1.2 2.09 : 1.67 2.49 0.83 0.45 3.45 3.73 1.78 : 1.52 2.61 : 147 2001 8.5 8.4 7.2 7.8 6.6 4.5 7.6 4.0 10.7 10.3 8.3 9.1 1.9 2.2 3.6 4.1 9.1 4.9 5.0 3.6 : 4.8 5.0 147 Kaynak: Eurostat, Structural Indicators, Population and Social Conditions, Labour Market Data. Tablo 5.3 Avrupa Birliğinde Đşsizlik Oranları 1997-2007 (%) 1996 1997 1998 1999 2000 AB-27 : : : : 8.7 AB-25 : : 9.4 9.1 8.6 AB-15 10.1 9.8 9.3 8.5 7.7 Avro Bölgesi 10.7 10.6 10.0 9.1 8.2 Belçika 9.5 9.2 9.3 8.5 6.9 Danimarka 6.3 5.2 4.9 5.2 4.3 Almanya 8.7 9.4 9.1 8.2 7.5 Đrlanda 11.7 9.9 7.5 5.7 4.3 Yunanistan : : 10.8 12.0 11.2 Đspanya 17.8 16.7 15.0 12.5 11.1 Fransa 11.5 11.5 11.0 10.4 9.0 Đtalya 11.2 11.3 11.4 11.0 10.1 Lüksemburg 2.9 2.7 2.7 2.4 2.2 Hollanda 6.0 4.9 3.8 3.2 2.8 Avusturya 4.3 4.4 4.5 3.9 3.6 Portekiz 7.2 6.7 5.0 4.5 4.0 Finlandiya 14.6 12.7 11.4 10.2 9.8 Đsveç 9.6 9.9 8.2 6.7 5.6 Birleşik Krallık 7.9 6.8 6.1 5.9 5.4 Norveç 4.7 4.0 3.2 3.2 3.4 Đsviçre : : : : : ABD 5.4 4.9 4.5 4.2 4.0 Japonya 3.4 3.4 4.1 4.7 4.7 2002 8.9 8.8 7.6 8.3 7.5 4.6 8.4 4.5 10.3 11.1 8.6 8.6 2.6 2.8 4.2 5.1 9.1 4.9 5.1 3.9 : 5.8 5.4 2003 9.0 9.0 7.9 8.7 8.2 5.4 9.3 4.7 9.7 11.1 9.0 8.5 3.8 3.7 4.3 6.4 9.0 5.6 5.0 4.5 : 6.0 5.3 2004 9.0 9.0 8.1 8.8 8.4 5.5 9.8 4.5 10.5 10.6 9.3 8.1 5.0 4.6 4.9 6.7 8.8 6.3 4.7 4.4 : 5.5 4.7 2005 8.9 8.9 8.1 8.9 8.5 4.8 10.7 4.4 9.9 9.2 9.2 7.7 4.6 4.7 5.2 7.7 8.4 7.4 (b) 4.8 4.6 : 5.1 4.4 2006 8.2 8.2 7.7 8.3 8.3 3.9 9.8 4.5 8.9 8.5 9.2 6.8 4.6 3.9 4.8 7.8 7.7 7.0 5.4 3.5 : 4.6 4.1 2007 7.1 7.2 7.0 7.4 7.5 3.8 8.4 4.6 8.3 8.3 8.3 6.1 4.1 3.2 4.4 8.1 6.9 6.1 5.3 2.6 : 4.6 3.9 AB ekonomik ve sosyal performansını ortaya koyan göstergelerden sonra Lizbon Stratejisi’nin değerlendirilmesine geçebiliriz. Đlk Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen eleştirilerden bir tanesi Strateji’nin ülkeleri homojenmiş gibi varsayarak, etkin politikaların belirlenmesini ihmal etmiş olmasıdır.329 Bu eleştirye göre, AB Lizbon amaçlarını her ülke için geçerli saymakta ve ülkeler arası bir ayrıma gitmemektedir. Aslında bu eleştiri yeni Strateji için de yapılabilir. Yeni Stratejide her ne kadar ülkelerin farklı koşullarına atıf yapılsa da Ar&Ge gibi alanlarda ortaya konan hedef ve politikalar farklılıkları pek göz önünde bulundurmamaktadır. AB’nin birçok açıdan heterojen yapısı göz önüne alındığında, Birlik çapında yukarıdan aşağıya doğru tek tip politikaların dikte edilmesinin verimli bir sonuç yaratmayacağı aşikardır. Genişlemeden sonra bugün AB daha da heterojen bir yapıya sahip olmuştur. Dolayısıyla politikalar yapılırken bu heterojen yapı göz önüne alınarak seçimler yapılmalıdır. Örneğin her ülke için Ar&Ge alanında aynı hedefler mi belirlenmeli yoksa farklı hedefler mi ya da işgücü piyasaları ve refah rejimleri ülkeden ülkeye değişmekte olduğundan burada nasıl politikalar uygulanmalı gibi sorular oldukça anlamlıdır.330 Đlk Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen bir diğer eleştiri ise çok fazla hedefe karşılık bu hedeflere yönelik yeterli araçların tanımlanmamış olmasıdır. Lizbon Stratejisi’ne en fazla yöneltilen eleştiri de bu olmuştur. Komisyon ve Konsey de bu eleştiriyi haklı bulup, yeni Lizbon Stratejisi’nde sadece büyüme ve istihdam yaratılmasını hedef olarak seçmiştir. Bu konudaki etkili eleştirilerden bir tanesi de Sapir grubundan gelmektedir. Sapir grubuna göre Lizbon’a baktığımızda çok fazla hedef bulunmasına rağmen bu hedeflerin gerçekleşmesini sağlayacak yeterince araç bulunmamaktadır.331 Bu anlamda AB’nin çok fazla hedefi bırakıp daha çok büyüme üzerine odaklanması ve AB ile üye ülkeler arasında yeni koordinasyon yapıları ve ortaklıklar kurması gerekmektedir.332 Büyümenin arttırılması içinse, piyasaya giriş maliyetleri azaltılmalı, bağımsız bir Bilim ve Araştırma Ajansı kurularak yüksek eğitim ve Ar&Ge’ye daha fazla yatırım yapılmalıdır. Bunların dışında, maliye ve 329 Ferry ve Sapir, op. cit., s. 4. Ibid., ss. 3-5. 331 The Sapir Group, op. cit., ss. 958-965. 332 Ibid., ss. 958-965. 330 148 para politikaları arasında daha fazla koordinasyonun sağlanması ve AB bütçesinin reforma tabi tutulması gerekmektedir. Gruba göre, bugün bütçenin yarısı önemi azalmakta olan sektörlere gitmekte ve bu sektörlerin ekonomik büyümeye katkısı beklendiği kadar olmamaktadır. Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen diğer bir eleştiri Strateji’de AB’nin rekabetçiliğinin arttırılmasına vurgu yapılması ile ilgilidir. Özellikle ilk Stratejide vurgulanan bu hedef, ağırlığını yeni stratejide de sürdürmektedir. Dahası, genel olarak stratejide ortaya konan politikalar bu amaca yönelik olarak hazırlanmaktadır. Temel amaç AB’nin blok olarak dünyanın en rekabetçi bölgesi haline getirilmesidir. Bu konuda yapılan eleştirinin nedeni ise, rekabetçilik kavramının firma dışı alanlarda kullanımı konusunda iktisatçılar arasında yoğun bir tartışmanın var olması ve bir uzlaşmanın sağlanmamış olmasıdır. Özellikle Krugman, rekabetçilik kavramının ulusal, bölgesel veya ulus üstü düzeyde kullanılmasının pek doğru olmadığını belirtmekte ve ancak bir firmanın rekabetçiliğinden veya rekabet gücünden bahsedebileceğimizi söylemektedir.333 Bu konuda farklı düşünenler de bulunmaktadır. Örneğin Fagerberg uluslararası rekabetçilik kavramına çok da olumsuz bakmamakta ve bazı ülkelerin çeşitli avantajlardan dolayı diğer ülkelere göre rekabetçi bir üstünlüğe sahip olabileceklerini belirtmektedir.334 Grilo ve Koopman’da bir ülkenin rekabetçiliğinden vatandaşların refahının arttırılmasını anlamakta ve başka ülkelerle bu anlamda bir karşılaştırma yapmayı anlamlı bulmaktadırlar.335 Aslında Avrupa Komisyonu da AB’nin rekabetçiliğini bu doğrultuda anlamakta olup, Komisyon’a göre rekabetçilik bir ülkede veya ülkeler grubunda yaşayanların yaşam standartlarının yükseltilmesi, ve mümkün olduğunca gönülsüz işsizliğin sürdürülebilir en düşük seviyelere çekilmesi olarak anlaşılmaktadır.336 Komisyon AB’nin rekabetçiliğini arttırmakla, AB’yi yatırımlar için daha elverişli bir ortam haline getirmek, katma değeri daha yüksek ürünler üretilmesini sağlamak ve beşeri ve fiziki sermayeyi arttırmak gibi konuları hedeflemektedir. 333 Paul Krugman, “Competitiveness: A Dangerous Obsession”, Foreign Affairs, Mart/Nisan 1994. Jan Fagerberg, "Technology and Competitiveness," Oxford Review of Economic Policy, Oxford University Press, vol. 12(3), 1996, ss. 39-51. 335 Grilo ve Kopman, op. cit., ss. 67-84. 336 Ibid., ss. 67-84. 334 149 Lizbon Stratejisi’nin tartışmalı yanları bir tarafa bırakılsa bile, Stratejiye üye devletlerce yeterince sahip çıkılmadığı ve Lizbon hedefleri doğrultusunda üye devletlerden beklenen adımların tam anlamıyla atılmadığı da ayrı bir gerçektir. Bu sorun özellikle yeni stratejide üzerinde en fazla durulan konulardan biri olmuştur. Dahası birçok konu düşünüldüğünde ortada etkili bir koordinasyon da bulunmamaktadır. Şüphesiz, yeterli sahiplenmenin olmadığı bir durumda etkili bir koordinasyon olmasını da beklemek doğru değildir. Yeni Stratejinin hazırlanmasında faydalanılan ve daha önce değindiğimiz Kok ve Sapir raporları da bu sahiplenme sorunu üzerinde önemle durmuşlardır. Bu konuya örnek olarak Ar&Ge meselesi, Ulusal Reform Programları, ve bay veya bayan Lizbonların üye devletlerce atan(ma)ması konuları verilebilir. Komisyon Lizbon Stratejisi’nin daha etkin olarak işlemesi için hükümet seviyesinde bay veya bayan Lizbonların belirlenmesini ve yüksek seviyede Ulusal Reform Programlarının hazırlanmasını istemişse de, çok az ülkede Ulusal Reform Programları hükümetler düzeyinde hazırlanmış ve henüz tam olarak bay veya bayan Lizbonlar atanmamıştır. Ulusal Reform Programları hazırlansa bile bu programlarda genel olarak ya Lizbon hedeflerine yönelik bazı hedefler bulunmamakta ya da programdaki hedef Lizbon hedefinin altında olmaktadır. Mesela Lizbon Stratejisi’nde belirlenen %3’lük Ar&Ge hedefi çoğu programda bulunmamakta, bulunduğu durumda ise genelde bu hedeften daha düşük hedefler konulmaktadır.337 Hem eski hem de yeni stratejide üzerinde en fazla durulan konulardan bir tanesi de BĐT’lerden daha fazla faydalanılmasının sağlanmasıdır. Yeni Lizbon Stratejisi’ne baktığımızda BĐT’lerin yapısal reform programını nasıl tamamlayacağı konusunda sarih bir fikir bulunmadığı göze çarpmaktadır. Her ne kadar BĐT’lerin kullanımının teşvikine yoğun bir şekilde vurgu yapılsa da bu konuda ayrıntılı bir çerçeve çizilmemektedir. Dahası, BĐT’lerin çok geniş bir şekilde teşvik edilmesi ve bazı alanlar ve sektörlere ekonomik analizler doğrultusunda öncelik verilmemesi sorunludur. Çünkü, her sektörde BĐT kullanımının büyümeye aynı derecede katkı yapacağını beklemek doğru değildir. Bazı sektörler yapıları itibariyle BĐT kullanımı sonucu ekonomik büyümeye çok daha fazla katkı yapabilirler. Bu sektörlerin 337 Ferry ve Sapir, op. cit., s. 10. 150 bulunması da yapılacak ekonomik analizlere bağlıdır. Dahası, böyle bir yolun seçilmesi ekonomik kaynakların verimli kullanılması açısından önemlidir. Buna benzer bir durum, Strateji’de geçen eğitimin desteklenmesi konusu ile ilgilidir. Hem eski Strateji hem de yeni Strateji eğitime oldukça fazla yer ayırmaktadır. Ancak burada da tam olarak hangi eğitim seviyesine nasıl ve ne kadar destek verilmesi gerektiği açıklanmamakta ve genel olarak eğitimin desteklenmesi prensibine sığınılmaktadır. Şüphesiz, bugünün yeni ekonomisinde beşeri sermaye oldukça önemli bir büyüme faktörüdür. Ancak kaynakların sınırlı olduğu hatırlandığında, bu alanda daha gerçekçi ve etkin hedeflerin belirlenmesi önemlidir. Lizbon Stratejisi’ne yöneltilen eleştirilerden bir kısmı da Strateji’deki bazı tutarsızlıklarla ilgilidir. Örneğin Strateji bir yandan yenilik üretimini ve Ar&Ge’yi hedeflemekte diğer yandan ise rekabetçiliğin artmasını teşvik etmek istemektedir. Özellikle yenilik ve Ar&Ge konusuyla ilgili olarak yapılan analizlerde bazı durumlarda aşırı rekabetin yenilik yaratılmasını ve Ar&Ge faaliyetlerini engellediğini ortaya koymaktadır. Bilindiği üzere, Ar&Ge faaliyetleri oldukça maliyetli faaliyetlerdir. Dahası bazı durumlarda çok uzun dönemli araştırmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Büyüme modellerini anlattığımız bölümden de anlaşılacağı üzere, aşırı rekabet firmaları Ar&Ge yatırımlarına yönelmekten doğal olarak alıkoyabilir. Aşırı rekabetin büyük ve güçlü firmaların gelişmesini önlediğini düşündüğümüzde, rekabet ve yenilik geliştirme arasında bir çelişki ortaya çıkabilmektedir. Ancak böyle bir analizin kesinkes doğru olduğunu söylemek de güçtür. Bazı ekonomistlere göre, rekabetçilik ile yenilik arasındaki ilişki kesin değildir. 338 Yeni Strateji’de sosyal güvenlik sisteminin modernizasyonu (nasıl olacağı konusu yeterince açık olmamakla beraber) ve işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi AB’nin yaşadığı sorunlara çözüm olarak sunulmaktadır. Her ne kadar işgücü piyasalarının esnekleştirilmesinden kastın sosyal güvenliğin azaltılması olmadığı ve daha aktif işgücü politikalarının (iş gücünün eğitimi, iş arama ve bulma süreçlerinin 338 Barrios ve Burgelman, op. cit., ss. 124-134. 151 etkinleştirilmesi vs.) kastedildiği söylense de sosyal korumanın azaltılmadan işgücü piyasalarının esnekleştirilmesi pek olası gözükmemektedir. Strateji’de sosyal güvenlik ve rekabetçilik konusu yeteri derecede sağlıklı bir şekilde ele alınmamıştır. Bilindiği gibi 1980’lerden sonra başlayan ekonomik süreç beraberinde işgücü piyasalarının esnekleştirilmesini ve daha az sosyal korumayı getirmiştir. Birçok ülke sanayisi rekabetçiliğini arttırmak için ücret dışı maliyetlerin azaltılması, daha esnek iş sözleşmeleri yapılması, işe alım ve işten çıkarılmaların kolaylaştırılması gibi adımlar atmıştır. Bu anlamda başı çeken ABD firmaları rekabetçi güçlerinin bir kısmını bu gelişmelere borçludur. Bundan dolayı, birçok insan AB’de yaşanan ekonomik durağanlık ve işsizlikten mevcut sosyal koruma sistemini sorumlu tutmaktadır. Lizbon Stratejisi’nin ilk hali her ne kadar sosyal koruma sisteminin gevşetilmesini dile getirmese de, örtük olarak sistemin modernizasyonu ile az çok bunu kastetmektedir. Ancak daha yumuşak bir söylem kullanıldığını söylemek doğru olacaktır. Çünkü hem Strateji’nin ilk halinde hem de özellikle yenilenmiş halinde esneklik ve sosyal güvenlik arasında daima bir denge tutturulmasının önemine değinilmektedir. Şunu hemen belirtmek gerekir ki, Strateji sosyal güvenlik sistemine zarar verilmeden ve esneklikle güvenlik arasında bir denge tutturarak (Flexicurity) rekabetçiliğin nasıl arttırılacağı konusunda doyurucu bir yaklaşıma sahip değildir. Metin bu anlamda çelişkiler içermektedir. Avrupa’daki refah modeline zarar vermeden rekabetçiliğin arttırılması çok ciddi ve titiz bir yaklaşımı gerektirmektedir. Dahası, uygulanabilir projelerle desteklenmelidir. Daha önce belirttiğimiz yenilik yaratılması ve aşırı rekabetçilik arasındaki sorunlar hatırlandığında durum daha da karışık bir hal almaktadır. Dolayısyla, sosyal güvenlik, yenilik yaratımı ve rekabetçilik arasındaki konu daha fazla analiz gerektirmektedir. Lizbon’a yöneltilecek bir diğer eleştiri ise hem Konsey Zirveleri sonucu ortaya konan Başkanlık bildirgelerinin hem de Komisyon belgelerinin yeterince doyurucu olmamaları ve aynı şeyi çok fazla tekrarlamalarıdır. 2000 yılından bu yana yapılan zirvelerde genelde aynı hususlar tekrar edilmekte, iddialı hedefler konulmakta ancak bu hedeflere nasıl ve ne şekilde ulaşılacağı konusunda yeterli bilgi verilmemektedir. Dahası zirvelerde alınan kararların ardında güçlü bir ekonomik aklın olduğunu söylemek de zordur. Daha çok, genel hedefler ortaya konmakta ancak bu hedeflerin 152 ekonomik büyümeye ne şekilde ve ne kadar katkıda bulunacağına dair bir fikir verilmemektedir. 2000 yılından bu yana kamuoyuna sunulan Konsey Başkanlık bildirgeleri arasında çok az farklar bulunmakta ve bu bildirilerde yeterince net amaç ve araçlar ortaya konmamaktadır. Aynı konu, Komisyon’un belgeleri için de geçerlidir. Bu belgeler derin ekonomik analizlerden, gerçekçi amaç ve etkin araçlardan çok temel etik ilkeler ortaya koyuyor gibidirler. Şüphesiz ekonomik ve sosyal konulara yönelik temel ilkelerin benimsenmesi önemlidir. Ancak, ihtiyaç duyulan şey Komisyon ve Konsey’in bunları sürekli tekrarlaması değil, bu ilkelerin nasıl ve ne türlü araçlarla gerçekleştirileceğinin ortaya konmasıdır. Daha önce de belirttiğimiz üzere Strateji metinsel düzeyde ve ekonomi teorisi açısından güçlü gözükmektedir. Ancak hedefler çok sık tekrarlanmakta, bu hedeflere yönelik araçlara ise yeterince değinilmemektedir. Örneğin Archbugi ve Coco’ya göre AB zirveleri ekonomik ve sosyal hedeflere ulaşılmasına yardımcı olacak araçlar konusunda yeterince açık olamamıştır.339 Örneğin, özel sektörde Ar&Ge yatırımlarının nasıl arttırılacağı, Ar&Ge alanında üye ülkeler arasında yapılacak yatırımların nasıl dağıtılacağı, üye ülkeler ve AB kurumlarının hangi rolleri oynamaları gerektiği, hangi alanlarda ortak politikalar, hangi alanlarda ulusal politikalar veya bölgesel ve yerel politikalar izlenmesi gerektiği, Avrupa’nın farklı yenilik ve Ar&Ge sistemlerini içerdiği için sahip olduğu heterojenliğin nasıl yönetileceği, lokal ve ulusal parçaların tek bir yenilik sistemi içinde nasıl birleştirileceği hakkında doyurucu politika hedefleri ve bunlara ulaşılmasını sağlayacak etkili araçlar ortaya konamamaktadır.340 Lizbon Stratejisi ile ilgili diğer bir sorun da uygulanacak politikaların hangi seviyede ele alınacağıyla ilgilidir. Bu konuda da diğer AB konularında olduğu gibi subsidiarity ilkesinin, yani bir politika en etkin olarak hangi seviyede uygulanabiliyorsa o seviyede uygulanmalıdır, kullanılması savunulmaktadır. Bu anlamda, Lizbon Stratejisi ile ilgili olarak hem Birlik seviyesinde hem de üye ülkeler seviyesinde adımların atılması, hatta yeri geldiğinde bölgesel ve lokal seviyede bazı 339 340 Archbugi ve Coco, op. cit., ss. 433-459. Ibid., ss. 433-459. 153 adımların atılması gerekmektedir.341 Üye devletler seviyesinde, mali konsolidasyonun tamamlanması ve deregülasyon konuları öne çıkarken,342 Birlik seviyesinde ise, Büyüme ve Đstikrar Paktı’nın korunması, özellikle hizmetler sektöründe tek pazarın tamamlanması ve kamu yardımlarına sınır konulması öne çıkmaktadır. 343 Büyüme ve Đstikrar Paktı’nın korunması ile kast edilen temel öğe, kamu finansman dengelerinin korunması ve aşırı bütçe açıklarının önlenmesidir. Balcerowicz’e göre kamu maliyesinde istikrar sağlanması ile ekonomik büyüme ve istihdam arasında pozitif ilişki bulunmaktadır.344 Mali konsolidasyonun uzun dönemde büyümeyi pozitif etkilese de kısa dönemde negatif etkileyeceğini ifade eden Keynesyen etki genel olarak kabul görse de, Balcerowicz bu görüşe katılmamaktadır.345 Yazara göre, kamu harcamalarında azalma olduğu zaman özel harcamalardaki artışla bu telafi edilecek dolayısıyla kısa vadede Keynesyen etki ortaya çıkmayacaktır. 346 Yeni Lizbon Stratejisi eskisine göre bir çok alanda önemli yenilikler getirmiş ve süreci daha da etkinleştirmeye çalışmıştır. Ancak, 2005-2008’den bu yana yaşanan gelişmelere baktığımızda AB’nin hala 2010 yılı için koyduğu hedeflerin gerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Şüphesiz, bunun gerisinde son iki yılda dünya ekonomisinde ve küresel mali piyasalarda yaşanan sıkıntıların da etkisi vardır. Ancak dünya ekonomisinde yaşanan bu olumsuz havanın Lizbon Stratejisi’nin seyrini ne kadar etkilediği konusunda kesin bir şey söylemek kolay değildir. Öyle gözüküyor ki, Strateji 2010 yılından sonra tekrar gözden geçirilip ileri bir tarih için yeni hedefler ve araçlar belirlenecektir. Pisani-Ferry ve Sapir yeni Lizbon Stratejisi’nin daha da güçlendirilmesi ve daha etkin bir program oluşturulması için Komisyon’un da ifade ettiği hususlara yakın bazı önerilerde bulunmaktadırlar. Bu önerileri kısaca şöyle ifade edebiliriz. 347 341 Leszek Balcerowicz (2006), op. cit., ss. 261-273. Ibid., ss. 261-273 343 Ibid., ss. 261-273 344 Ibid., ss. 261-273 345 Ibid., ss. 261-273 346 Ibid., ss. 261-273 347 Ferry ve Sapir, op. cit., ss. 12-15. 342 154 • Lizbon mantığının güçlendirilmesi, daha fazla koordinasyon sağlanması ve ortak hareket edilmesi; • Araçların etkin kullanımının sağlanması ve bu bağlamda; o AB bütçesinin Lizbon hedefleri doğrultusunda yeniden ele alınması; o Ar&Ge konusunun yarattığı dışsallıklar göz önünde bulundurularak konunun AB çapında ele alınması; o Üye ülkeler arasındaki farklı Ar&Ge rejimlerinden kaynaklanan etkinliğin azalmasının önlenmesi için bu alanda uyum sağlanması; • Lizbon Sürecinin daha da iyileştirilmesi; o Üye ülkelerin parlamento düzeyinde katkı sağlaması ve bunun için standartların oluşturularak, uygulanan politikaların etkin bir şekilde takip edilmesi; o Ulusal reform programları şu halleriyle yetersiz olduğundan, Lizbon’un metodolojik parçalarının daha da güçlendirilmesi;348 • Avro meselesinin göz önünde bulundurulması ve Avro bölgesindeki karşılıklı bağımlılıkların dikkate alınmasıdır. Lizbon Stratejisi’ne yönelitilebilecek son bir eleştiri ise, küresel üretim ve tüketim kalıplarına yeterice vurgu yapılmamasıdır. Daha önce de belirttiğimiz üzere, 1980 sonrası ekonomik dönüşümün temel aktörleri yeni üretim organizasyonuna giden ulusal ve uluslararası firmalar olmuştur. Bugün uluslararası firmalar ekonomik hayatın en güçlü aktörleri konumunda olup, ekonomik stratejileri dünya 348 Metodolojik konular göz önüne alındığında AB için örnek gösterilen kurum OECD’dir. PisaniFerry ve Sapir bu konuda OECD’nin metodolojik parçalarından faydalanılması gerektiğini düşünmektedirler. 155 ekonomisindeki büyüme süreçleri üzerinde etkili olmaktadır. Bu anlamda, Strateji’de Avrupa firmalarının küresel işbölümünün neresinde olacakları, bu yeni yapıya nasıl daha etkin şekilde adapte olacakları, küresel ağlara nasıl eklemlenebilecekleri ve yenilik üretimini nasıl arttıracakları bulunmamaktadır. 156 konusunda doyurucu bir malzeme SONUÇ 1970’li yıllara gelindiğinde dünya ekonomisi artık eski dinamizmini kaybetmiş, birçok gelişmiş ülkede büyüme oranları gerilemiş ve enflasyon oranları artma eğilimine girmiştir. Kısa bir zaman sonra, 1974 petrol kriziyle beraber dünya ekonomisi büyük buhrandan sonraki en büyük krizini yaşamış, petrol krizi bir yandan gelişmiş Batı ekonomilerini zora sokarken, gelişmekte olan ülkeler içinde ilerde borç krizi olarak adlandırılacak bir sürecin başlangıcı olmuştur. Küreselleşme süreci ile beraber 1974 petrol krizinden sonra dünya ekonomisi ciddi bir değişim ile karşı karşıya kalmıştır. 1980’lerle beraber daha önce kitlesel üretime, emek ve sermayenin arttırılmasına ve refah devleti uygulamalarına bağlı olarak yaşanan ekonomik büyüme yerini üretimin ülkeler arasında parçalanmasına, beşeri sermayeye, sosyal altyapıya, güçlü kurumsal yapılanmaya, yenilik ve teknoloji geliştirmeye, BĐT’lerden azami dereceden faydalanmaya, kitle tüketimi yerine bireysel ihtiyaçların öne çıkmasına dayanan yeni bir ekonomik büyüme sürecine bırakmıştır. Bu dönemde, özellikle Amerika ve Japonya öne çıkarak, küreselleşme sürecinden en fazla yararlanan ülkeler olmuşlardır. Çin, Hindistan ve bazı Güneydoğu Asya ülkeleri ise bu süreçte öne çıkan gelişmekte olan ülkelerdir. Gelişmiş ülkelerdeki üretim maliyetlerinin artması beraberinde üretimin kimi süreçlerinin, özellikle emek yoğun süreçlerin, gelişmekte olan ülkelere kaymasını beraberinde getirmiştir. Bu dönem aynı zamanda teknolojik gelişmelerin de ivme kazandığı, iletişim ve ulaşım sektörlerinde ciddi ilerlemelerin olduğu bir zaman dilimi olmuştur. Ekonomik anlamda ulusal sınırlar yavaş yavaş aşınmış, uluslararası yatırımlar çığ gibi büyümüş, sermaye hareketleri artmış ve finansal ekonominin hacmi inanılmaz şekilde genişlemiştir. Bu gelişmeler dünya ülkelerine hem yeni fırsatlar sunmuş hem de yeni tehditler ortaya çıkarmıştır. Sosyal politika alanında da benzer bir süreç yaşanmıştır, 1980’lere kadar süren ekonomik büyüme sürecinin destekleyicisi ve taşıyıcısı olan refah devleti uygulamaları artan küresel rekabet ve deregülasyonla beraber büyüme üzerinde baskılar oluşturmuş ve bir çok ülke sosyal güvenlik sistemini farklı ölçülerde revize etmeye çalışmıştır. 157 Bu sorunu en ağır şekilde yaşayan ülkeler doğal olarak AB ülkeleri olmuştur. Sosyal demokrat uzlaşı sonucunda güçlü bir refah devleti kuran bu ülkeler dıştan gelen rekabet ve teknoloji baskıları sonucu büyüme ve refah devleti politikaları arasında bir ikileme düşmüşlerdir. Buna ilaveten, Avrupa ülkelerinde nüfusun yaşlanması da refah devleti uygulamalarında sorun yaratan bir diğer unsur olmuştur. Yaşlanmaya paralel olarak çalışan nüfus oranı azalırken bağımlı nüfus oranı artmış bu da mali dengeler üzerinde önemli baskılar oluşturmuştur. Ekonomik büyümeyi teşvik edecek alanlara aktarılabilecek fonlar bu yaşanan sorunlar sonucu sosyal güvenlik sistemine aktarılmıştır. Hem işsizliğin hem de sosyal güvenlik harcamalarının artması Birlik ülkelerini önemli bir kısır döngüye sokmuştur.349 Ekonomik ve sosyal değişim beraberinde fırsatlar yarattığı gibi tehditler de yaratmıştır. Süreci yönetmeyi bilen ve bu sürece adapte olabilen ülkeler kazançlı çıkarken, adapte olmakta zorlanan ve yapısal sorunlara sahip ülkeler süreçten bekledikleri kadar faydalanamamışlardır. Konuya Avrupa açısından baktığımızda, bugünün AB ülkelerinin bir kısmı 1945-75 yılları arasında yakalamış oldukları ekonomik performansı bu dönemde gösterememişler, ABD ve Japonya’nın büyüme ve verimlilik açısından gerisinde kalmışlardır. Her ne kadar AB’nin şu anki ekonomik performansı eleştiri konusu olsa da Đkinci Dünya Savaşı sonrasında en hızlı büyüyen, verimlilik artışının en fazla olduğu ve istihdamın en fazla arttığı yer Avrupa olmuştur. Ekonomik göstergelere ek olarak sosyal göstergelerde de en fazla iyileşmenin kaydedildiği yer yine Avrupa olmuştur. Bununla birlikte, bu performansa rağmen AB gelir seviyesi olarak ABD’nin gerisinde kalmıştır. Bu dönemdeki kazanımlar daha çok iki dünya savaşı arasında kaybedilenleri telafi etmeye gitmiştir. Ancak Bretton Woods sisteminin çökmesi ve 1974’de yaşanan ekonomik kriz sonrasında Avrupa ekonomileri bir türlü eski performanslarını yakalayamamışlardır. Kişi başına GSYĐH açısından bakıldığında ise AB-15’in kat etmesi gereken çok yol 349 Bugün Birlik bunun bilincinde olarak sosyal politika alanında, en önemli politika önceliği olarak istihdam yaratılmasını öne çıkarmaktadır. Đstihdam hem Birlik için en iyi sosyal dışlanmayla mücadele yolu olarak algılanmakta hem de Birliğin ve Birlik ülkelerinin mali kaynakları üzerindeki baskıyı rahatlatacak bir unsur olarak görülmektedir. Birlik sadece genç nüfusun istihdamına değil, yaşlı ve kadınların istihdamına da önem vermektedir. Bunun gerisinde ekonomik kaygılar kadar toplumsal kaygılar da yer almaktadır. Özellikle vatandaşların her alanda eşit hale gelmelerinin desteklenmesi Birliğin savunduğu evrensel değerlerle de uyumludur. 158 vardır. Hele yeni katılan 12 üyeyi de eklediğimizde, kişi başına GSYĐH açısından AB’nin durumu ABD’nin çok gerisinde kalmaktadır. Bütün bunlara karşın, genişleme içerisinde önemli bir ekonomik dinamizm potansiyelini taşımaktadır. Özellikle ekonomik büyüme açısından AB’nin önünde büyük fırsatlar vardır. Bugün birçok iktisatçıya göre, AB’nin durgun performansının arkasında AB refah rejiminin hala korunuyor olması ve katı işgücü yasaları yer almaktadır. Şüphesiz bu konu daha önce de belirttiğimiz üzere, çok açık değildir ve tartışmalıdır. Ancak AB ekonomisinin yeterince dinamik olmadığı açıktır ve dinamizm eksikliğinin sebeplerinin araştırılması ve çözüm yollarının bulunması gerekmektedir. Bugün birçok AB yetkilisi ve üye ülke politika yapıcısı için Lizbon Stratejisi AB’nin sorunlarının çözülmesi noktasında önemli bir belge durumundadır. Her yıl düzenli toplantılarla strateji yeniden ele alınmakta ve üye ülkelerin bu alanda kaydettikleri gelişmeler takip edilmektedir. AB’nin küresel ve Birlik genelinde oluşan sorunları çözmesi açısından stratejinin önemli bir adım olduğunu kabul etmek gerekir. Strateji hem yeni ekonomiye uyum açısından hem de ekonomik büyüme teorisi açısından oldukça zengin bir metin durumundadır. Đçsel büyüme teorilerinin üzerinde önemle durdukları yenilik, teknolojik gelişim ve Ar&Ge konularına Strateji’de oldukça vurgu yapılmaktadır. Kurumsalcı bakış açısına uygun olarak da, Strateji’de AB kurumlarının revize edilmesine değinilmektedir. Dolayısıyla strateji bazı, tutarsızlıkları dışarıda tutulursa, teorik anlamda oldukça doyurucu ve geniş kapsamlıdır. Ancak esas sorunda bu geniş kapsamlılıktan ve genel teorik bakıştan daha spesifik alanlara inilememesinden kaynaklanmaktadır. Genel konularda doyurucu olan Strateji genel konulardan spesifik alanlara ve uygulamara inildiğinde güçlülüğünü ve üzerine oturduğu ekonomik rasyoneliteyi kaybetmektedir. Bu sebepledir ki, AB’nin sorunlarını çözmek üzere uygulamaya konulan en önemli adım olan Lizbon Stratejisi 2005 yılında yenilenmesine rağmen geçen zaman zarfında beklenen sonuçları vermemiştir. Bunun da gerisinde temel olarak, daha çok uygulama sorunları bulunmaktadır. Dahası, kurumların önemi düşünüldüğünde kurumsal değişimin yapılması oldukça zaman almaktadır. Stratejinin biraz daha somutlaştırılması kaçınılmaz gözükmektedir. Amaçlar kadar araçların da önem 159 kazandığı, Strateji’nin ekonomik rasyonelitesinin daha da güçlendirildiği ve sosyal koruma sistemine zarar verilmeden ekonomik dinamizmin sağlanmasını sağlayacak daha zengin bir politika metnine ihtiyaç duyulmaktadır. Eleştiri bölümünde belirttiğimiz, sahiplenme ve koordinasyon eksikliği, Strateji’nin bazı alanlarda arkasında güçlü bir ekonomik aklın olmayışı, bazı hedefler arasında tutarsızlıkların olması ve metodolojik araçların yetersiz olması gibi konular oldukça önem arz etmektedir. Strateji en azından bundan sonra daha etkin kılınmak isteniyorsa bu alanlarda ciddi şekilde düşünmek gerekmektedir. Bugün, 2010 yılı için konulan hedeflerin oldukça gerisinde bulunan AB için iki yol bulunmaktadır. Ya Strateji bırakılıp söz konusu konular piyasaya bırakılacaktır ya da Strateji tekrar revize edilip daha da güçlendirilecektir. Đlk seçeneğin bir çözüm yolu olması AB’nin ekonomik ve siyasal anlamda eksiksiz bir şekilde entegre olmasına ve piyasa aksaklıklarının tamamen ortadan kalkmasına bağlıdır. Entegrasyon zamanla tamamlansa bile, piyasa aksaklıklarının ortadan kalkması mümkün değildir. Bu da ister istemez bir programı ve düzenleme rejimini gerektirmektedir. Dahası, ABD yakaladığı başarıların bir kısmını eşitlik konusunu gözardı ederek elde etmiştir. AB’de ise eşitlik ve sosyal güvenlik sorunları öyle kolay bırakılacak gibi değildir. Bu sebeple AB’nin bir stratejiye her daim ihtiyacı olacaktır. Dahası üye ülkeler arasında uyum sağlanması hedefi de bizzat farklı stratejileri gerektirmektedir. Bu durumda yapılması gereken Strateji’nin daha da spesifikleştirilerek etkili araçlar ve metodolojik unsurlarla güçlendirilmesi ve zenginleştirilmesidir. Bunun kadar önemli bir diğer konu ise, Strateji’nin üye ülkelerle ilgili ayaklarının üzerinde daha fazla durulması ve URP’lere daha fazla önem verilmesidir. Bu anlamda, Birlik seviyesinde olduğu kadar üye ülkeler seviyesinde atılacak adımlar da önemlidir. Bu çalışmamızda Lizbon Stratejisi’ni çok genel hatlarıyla ele almaya çalıştık. Üye ülkelerin attıkları adımlara, URP’lere ve sektörel bazdaki gelişmelere değinemedik. Strateji’nin daha iyi anlaşılması ve sonuçlarının değerlendirilmesi açısından bu konularda üretilecek çalışmalar 160 oldukça faydalı olabilecektir. KAYNAKÇA Kitaplar, Makaleler ve Raporlar Acemoğlu, Daron, “Root Causes: A Historical Approach to Assessing the Role Of Institutions in Economic Development”, Finance & Development, Haziran 2003. Aldcroft, Derek H., The European Economy 1914-2000, Newyork: Routledge Press, 2001. Archbugi, Daniele ve Alberto Coco, “Is Europe Becoming the Most Dynamic Knowledge Economy in the World?”, JCMS 2005, Vol.43, No.3, s.433-59. Ark, Bart van, Robert Inklaar ve Robert H. McGuckin, “ICT and Productivity in Europe and the United States. Where Do the Differences Come From?”, CESifo Economic Studies, Vol. 49, 3/2003, ss. 295–318. Avrupa Komisyonu, “Towards a European Research Area”, COM(2000)6, 18 Ocak 2000, Brüksel. Avrupa Komisyonu, “A Sustainable Europe for a Better World: A European Union Strategy for Sustainable Development (Commission proposal to the Gothenburg European Council)” COM(2001) 264 final, 15.5.2001, Brüksel. Avrupa Komisyonu, “Co-Ordination Of Economic Policies in the EU: A Presentation of Key Features of the Main Procedures”, European Commission DirectorateGeneral for Economic and Financial Affairs, Euro Paper 45, Temmuz 2002. Avrupa Komisyonu, “Integrating Environmental Considerations into Other Policy Areas- A Stocktaking of the Cardiff Process, Commission Working Document, COM(2004) 394 final, 01.06.2004, Brüksel. Avrupa Komisyonu, “Addressing The Concerns of Young People in Europe – Implementing the European Youth Pact and Promoting Active Citizenship”, Communication from the Commission to the Council on European Policies Concerning Youth, COM(2005) 206 final Brüksel, 30.05.2005. 161 Avrupa Komisyonu, The EU Economy Review 2005: Rasing International Economic Integration: Opportunities and Challenges, EU Comission: Brüksel, 2005. Avrupa Komisyonu, “Employment in Europe”, Brüksel, 2006. Avrupa Komisyonu, “Integrated Guidelines for Growth and Jobs (2008-2010)”, Communication from the Commission to the Spring European Council, Com(2007) 803 Final, Bölüm V, Brüksel, 11.12.2007. Avrupa Komisyonu, “Integrated Guidelines for Growth and Jobs (2008-2010)”, Communication from the Commission to the Spring European Council, Com(2007) 803 Final, Bölüm V, Brüksel, 11.12.2007. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Lisbon Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2000. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Stockholm Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2001. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Barselona Avrupa Konseyi, 15-16 Mart 2002. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 20-21 Mart 2003. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 25-26 Mart 2004. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 22-23 Mart 2005. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 23-24 Mart 2006. Avrupa Konseyi, “Presidency Conclusions”, Brüksel Avrupa Konseyi, 8-9 Mart 2007. 162 Bairoch, P. ve R.Kozul-Wright, “Globalization Myths: Some Historical Reflections on Integration, Industrialization and Growth in the World Economy”, UNCTAD Discussion Papers, No.113, Mart 1996. Balanchard, Olivier, “The Economic Future Of Europe”, NBER Working Paper, 2004. Balcerowicz, Leszek (2006), “Enlargement, the Lisbon Agenda and Economic Developments of Member States”, Atlantic Economic Journal, 2006, 34, ss. 261273. Barrios, Salvador ve Jean-Claude Burgelman, “Europe Needs More Lisbon to Make the ICT Investments Effective”, Intereconomics, Mayıs/Haziran 2008. Bernard, Andrew B. ve Charles I. Jones, “Technology and Convergence”, Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy içinde, (der.) Huw David Nixon, Blackwell Publishing: Oxford, 2000. Canoy, Marcel ve Peter M. Smith, “A Social and Economic Model for Europe”, Intereconomics, Kasım/Aralık 2006. Castells, Manuel, The rise of the network society, Blackwell Publishers: Cambridge, Mass, 1996. Castells, Manuel, The Information Age: Economy Society and Cultre Volume 1, The Rise of Network Society, Blackwell Publishing, 2000. Kitabın Türkçe çevirisi için bkz. Manuel Castells, Enformasyon Çağı: Ekonomi, Toplum ve Kültür, Cilt 1, Ağ Toplumunun Yükselişi, Đstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları: Đstanbul, 2005. Dikmen, Ahmet Alpay, “Küresel Üretim, Moda Ekonomileri ve Yeni Dünya Hiyerarşisi”, Toplum ve Bilim, Güz, sayı: 86, 2000. ss.281-302. Dunford, Michael, “Growth, Inequality and Cohesion: a Comment on the Sapir Report”, Regional Studies, Kasım 2005, Vol. 39, ss. 972-978. Dünya Bankası, Economic Growth in the 1990s: Learning from a Decade of Reform, The World Bank: Washington, 2005. Dünya Bankası, World Development Report 2005: A Better Investment Climate for Everyone, World Bank: Washington DC, 2004. 163 Eurostat, Euro-indicators, News Relaese, 47/2007, 30 Mart 2007. Fagerberg, Jan, "Technology and Competitiveness," Oxford Review of Economic Policy, Oxford University Press, vol. 12(3), 1996, ss. 39-51. Feenstra, Robert C., “Integration of Trade and Disintegration of Production in the Global Economy”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 12, No. 4, Fall 1998, ss. 31–50 Giddens, Anthony, The Consequences of Modernity, Polity Press: Cambridge,UK, 1990. Gordon, Robert J. (2004a) “Why Was Europe Left at the Station When America’s Productivity Locomotive Departed?”, NBER Working Paper, 2004. Gordon, Robert J. (2004b) “Two Centuries of Economic Growth: Europe Chasing the American Frontier”, NBER Working Paper, 10662, 2004. Griffin, Keith, “Economic Globalization and Institutions of Global Governance”, Development and Change, 34 (5), 2003, ss. 789-907. Grilo, Isabel ve Gert Jan Kopman, “Productivity and Microeconomic Reforms: Strengthening EU Competitiveness” Journal of Industry, Competition and Trade, 2006. ss. 67-84. Hall, Robert E. ve Charles I. Jones, “Why Do Some Countries Produce So Much More Output per Worker than Others?”, The Quarterly Journal of Economics, Şubat 1999, No. 114, s. 83-116. Harvey, David, Postmodernliğin Durumu, Metis Yayınları: Đstanbul, 1997. Held, David ve diğerleri, Global Transformations: Politics, Economics and Culture, Stanford University Press: Stanford, California, 1999. Hirst, Paul Q. Ve Grahame Thompson, Globalization in Question: The International Economy and the Possibilities of Governance, Polity Press: Cambridge, 1999. 164 Hummels, David, Dana Rapoport, and Kei-MuYi ‘‘Globalization and the Changing Nature of World Trade,’’ University of Chicago, Federal Reserve Bank of New York and Rice University, December 1997. Huw David Nixon (der.), Controversies in Macroeconomics: Growth, Trade, and Policy, Blackwell Publishing: Oxford, 2000. IMF (2008a), World Economic Outlook 2008, International Monetary Fund: Washington DC, Nisan 2008. IMF (2008b), Global Financial Stability Report 2008, International Monetary Fund: Washington DC, Nisan 2008. Jessop, Bob, “State-and Regulation-Theoretical Perspectives on the European Union and the Failure of the Lisbon Agenda”, Competition and Change, Vol.10 No.2, Haziran 2006, ss. 141-161. Jones, Charles I., Đktisadi Büyümeye Giriş, çevirenler: Sanlı Ateş ve Đsmail Tuncer, Literatür Yayıncılık :Đstanbul, 2001. Jones, Charles I., Introduction to Economic Growth, W. W. Norton & Company, Inc.:New York, 1997. Jones, Charles I., “Why Do Some Countries Produce So Much More Output per Worker than Others?" ( Robert E. Hall ile), The Quarterly Journal of Economics, Şubat 1999, Vol. 114, ss. 83-116. Jorgenson, Dale W., Mun S. Ho ve Kevin J. Stiroh, “Lessons for Europe from the US Growth Resurgence”, CESifo Economic Studies, 49(1), 2003, ss. 27-47. Kok, Wim, “Facing the Challenge: The Lisbon Strategy for Growth and Employment”, Report from the High Level Group chaired by Wim Kok, European Communities: Belçika, 2004. Krugman, Paul, “Competitiveness: A Dangerous Obsession”, Foreign Affairs, Mart/Nisan 1994. Maddison, Angus, Monitoring The World Economy 1820-1992, OECD: Paris, 1995. 165 Maddison, Angus, The World Economy: A Millennial Perspective, OECD: Paris, 2006. Morosini, Piero, “Industrial Clusters, Knowledge Integration, and Performance”, World Development, Vol. 32, No. 2, 2004. ss. 305–326. Nickell, Stephen, “Unemployment and Labor Market Rigidities: Europe versus North America”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 55- 74 North, Douglass C., “Institutional Change and Economic Growth”, The Journal of Economic History, Vol. 31, No. 1, Mart 1971, ss. 118-125. North, Douglass C., Structure and Change in Economic History, New York: Norton, 1981. North, Douglas, Institutions, Institutional Change and Economic Performance, Cambridge University Press: Cambridge, 1990. (Türkçe çevirisi Douglas North, Kurumlar, Kurumsal Değişim ve Ekonomik Performans, Sabancı Üniversitesi Yayınları: Đstanbul (Çeviren: Gül Çağalı Güven), 2002.) North, Douglass C., “Institutions”, The Journal of Economic Perspectives, Vol. 5, No. 1, Kış, 1991, ss. 97-112. North, Douglass C., “Economic Performance Through Time”, The American Economic Review, Vol. 84, No. 3, Haziran 1994, ss. 359-368. North, Douglass C., The New Institutional Economics and Development, 1993, [09.07.2008],<http://www.econ.iastate.edu/tesfatsi/NewInstE.North.pdf>. Pavitt, K. L. R, “Malthus and other economists: some doomsdays revisited”, Models of Doom: A Critique of the Limits to Growth içinde, (der.) H.S.D. Cole, Christoper Freeman, Marie Jahoda ve K.L.R. Pavitt, Universe Publishing, 1973. ss.137-158. Phelps, Edmund S., “The Economic Prosperity of Nations: Prosperity Depends on Dynamism, Dynamism on Institutions”, CCS Working Paper, No. 2. Ocak 2005. Pisani-Ferry, Jean ve André Sapir, “Last exit to Lisbon”, Bruquel Policy Contribution, Mart 2006. 166 Polanyi, Karl, The Great Transformation: The Political and Economic Origins of Our Time, Beacon Press: Boston, Massachusetts, 2001. Raveaud, Gilles, “The European Employment Strategy: Towards More and Beter Jobs?”, JCMS 2007, Vol.45, No.2, ss.411-434. Rodrik, Dani, “Development Strategies for the 21st Century”, Annual World Bank Conference on Development Economics içinde der., B.Pleskovic ve Nicholas Stern, World Bank: Washington D.C., 2000. Rodrik, Dani, “After Neoliberalism, What?”, 2002, [11.05.2008], <http://www.newrules.org/Docs/afterneolib/rodrik.pdf>. Rodrik, Dani ve A. Subramanian, “The Primacy of Institutions”, Finance and Development, Haziran 2003. Rodrik, Dani, Has Globalization Gone Too Far, Institute for International Economics, 1 Mart 1997. Romer, Paul M., “Increasing Returns and Long Run Growth”, The Journal of Political Economy, Vol. 94, No. 5, Oct., 1986, ss. 1002-1037. Sabel, C.F., "Flexible Specialisation and the Re-emergence of Regional Economies", Reversing Industrial Decline? Industrial Structure and Policy in Britain and Her Competitors içinde, (der.) P.Hirst ve J.Zeitlin, Oxford: Berg Publishers, 1989. Sala-i-Martin, Xavier, “15 Years of New Growth Economics: What Have We Learnt?”, Central Bank of Chile,Working Papers, No.172, 2002. Sapir, André et al., “An Agenda For A Growing Europe: Making the EU Economic System Deliver”, 2003, (Sapir Report). Sapir, André, “Globalization and The Reform of European Social Models”, JCMS 2006, Vol. 44, No. 2, 2006, ss.369-90. Scholte, Jan Aart, International Relations of Social Change, Taylor & Francis Group: London, 1993. 167 Schumpeter, Joseph A., Capitalism, Socialism, and Democracy, Unwin University Books: London, 1974. Siebert, Horst, “Labor Market Rigidities: At the Root of Unemployment in Europe”, Journal of Economic Perspectives, Vol. 11, No. 3, Yaz 1997, ss. 37- 54. Smith, Adam, Ulusların Zenginliği, Çevirenler: Ayşe Yunus ve Mehmey Bakırcı, Alan Yayıncılık: Đstanbul, 2001. ss.19-31. Solbes, Pedro, “The Eropean Union: Economic Prospects, Structural Reforms and Enlargement”, International Economics and Economic Policy (IEEP) (2004) 1, ss. 105-110. Solow, Robert M., “A Contribution to the Theory of Economic Growth”, The Quarterly Journal of Economics, Vol. 70, No. 1, Feb., 1956, ss. 65-94. Stiglitz, Joseph E., Globalization and Its Discontents, W. W. Norton & Company, 2003. Stutz, Frederick P. ve Barney Worf, The World Economy: Resources, Location, Trade and Development, Pearson Prentice Hall:New Jersey, 2007. Taymaz, Erol, “Kriz ve Teknoloji”, Toplum ve Bilim, Bahar, 1993. Tezel, Yahya Sezai, Đktisadi Büyüme, Ankyra Yayıncılık: Ankara, 1997. The Sapir Group, “An agenda for a Growing Europe, The Sapir report”, Regional Studies, Kasım 2005, Volume 39, 2005. ss. 958-965. Therborn, Göran “Globalizations: Dimensions, Historical Wawes, Regional Effects and Normative Governance”, International Sociology, Vol.15(2), 2000. ss. 151-179. Wade, Robert Hunter, “Is Globalization Reducing Poverty and Inequality?”, World Development, Vol. 32, No. 4, 2004. ss. 567-89. 168 Woo-Cumings, Meredith , The Developmental State, Cornell University Press:New York, 1999. Elektronik Kaynakça A Strategy for Integrating the Environment into EU Policies, [14.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l28075.htm>. Academic Ranking of World Universities, [16.08.2008], <http://www.arwu.org/>. Avrupa Birliği Yedinci Araştırma Çerçeve Programı, [11.08.2008], <http://erc.europa.eu/index.cfm>. Avrupa Gençlik Paktı (European Youth Pact), [22.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11081.htm>. Eurostat Đstatistikleri, [14.08.2008], <http://epp.eurostat.ec.europa.eu/portal/page?_pageid=1090,1&_dad=portal&_sche ma=PORTAL>. Before i2010: eEurope Initiative, [23.08.2008], <http://ec.europa.eu/information_society/eeurope/2002/index_en.htm>. Financial Services Action Plan (FSAP), [15.08.2008], <http://europa.eu/scadplus/leg/en/lvb/l24210.htm>. Marie Cure Programı (Marie Curie Actions), [15.08.2008], <http://ec.europa.eu/research/fp6/mariecurie-actions/indexhtm_en.html>. Open Method of Coordination, [14.07.2008], <http://ec.europa.eu/invest-in-research/coordination/coordination01_en.htm> ve <http://europa.eu/scadplus/glossary/open_method_coordination_en.htm>. Report of The High Level Group For The Future European Aviation Regulatory Framework, July 2007, [20.08.2008], 169 <http://ec.europa.eu/transport/air_portal/hlg/doc/2007_07_03_hlg_final_report_en.pd f>. The Birth of the European Employment Strategy: the Luxembourg Process, [17.08.2008],<http://europa.eu/scadplus/leg/en/cha/c11318.htm>. The European Institute of Innovation and Technology – EIT, [19.08.2008], <http://ec.europa.eu/eit/backg_en.htm>. The European Globalisation Adjustment Fund, [18.08.2008], <(EGF), http://ec.europa.eu/employment_social/egf/index_en.html>. 170