KARMAŞIKLIK KURAMI, KALKINMA KONUSUNDA GÖRÜŞLER
Transkript
KARMAŞIKLIK KURAMI, KALKINMA KONUSUNDA GÖRÜŞLER
KARMAŞIKLIK KURAMI, KALKINMA KONUSUNDA GÖRÜŞLER Değerli Prof. Dr. Rona Aybay birlikte çalışmaktan mutluluk duyduğum, çok şey öğrendiğim sevgili bir arkadaşımdır. Onun için hazırlanan bu armağana benden de yazı istenmesi beni çok sevindirdi. Bu yazıyı yazmaktan da mutluluk duydum. Tuncer Bulutay GİRİŞ Akademik yaşamımda iki temel eğilim, gelişme egemen oldu. Bunları iki başlık altında özetleyebilirim. i) Doğal olarak akademik yaşamım öğrenme ve öğretmekle geçti, öğrenme yoğunluğu bugün de sürüyor. Öğrenme sürecinde önemli değişmeler yaşadım ve yaşıyorum. ii) Akademik düşüncelerimde iki temel eğilim daima ağırlıklı yer tuttu. İlk noktada, öğrenme sürecinde şu temel aşamalardan geçtim. Üniversitedeki öğrencilik dönemimde, asistanlığımın ilk yıllarında bilgim, bilgimiz betimleyici nitelikte ve yetersizdi. Oysa o zamanlar Batı iktisat düşüncesinde matematik, istatistik, ekonometri, oyun kuramı, genel denge kuramı gibi eğilimler moda oluyor, öne çıkıyordu. Hocalarım, özellikle Sadun Aren ve Nejat Bengül beni bu gelişmeleri öğrenmeye yönelttiler. Böylece, asistanlığımın başlangıç yıllarında bu yeni yaklaşımları öğrenmede yoğunlaştım. Başlarda temel kaygım bu teknikleri öğrenemeyeceğim korkusuydu. Ama zamanla bu korku gitti ve bu konuları öğrenmeyi başardım. Önemli olarak, bu aşamadan sonra bu öğrendiklerimi değerlendirmek, eleştirmek, daha yeni gelişmeler peşinde koşmak temel çalışma alanım oldu. Yeni gelişmeler davranışçı ekonomi, karmaşıklık kuramı, deneyci ekonomi, nöroekonomi, ekonofizik, 1 yeni kurumcu ekonomi gibi yeni iktisat dalları oldu. Bunların bir kısmını konferans ve yazılarımda açıkladım, ençok da davranışçı ekonomi üzerinde durdum. Son zamanlarda da karmaşıklık kuramı üzerinde yoğunlaştım. Bu konuda Eskişehir’de bir konferans verdim. Değerli Ağabeyim Sencer Divitçioğlu için hazırlanan ikinci armağan kitabına bu konuda bir yazı yazdım. Bu yazımın ilk konusu yine karmaşıklık kuramı olacak. 1 T. Lux’a (2009: 213) göre, büyük topluluklar içinde birbirleriyle etkileşen nitelikte olan karmaşık bir sistem araştırıldığında akla kolay gelen bir örnek ekonomidir. Ekonofizik, ekonomik modellerde türdeş olmayan (heterojen) biçimde etkileşen ajanlara yer verilmesi çabalarına yakından ilgiyle bakar. 1 Yazımın ikinci konusu, araştırmalarımda, akademik düşüncelerimde daima ön planda yer alan kalkınma konusu ve Türkiye ekonomisidir. Bu yukarda ikinci başlıkta sözünü ettiğim ilk eğilimdir. İkinci temel eğilimim ise olaylara solcu bakış açısıyla bakmak, kapitalizmi eleştirmek, gelir dağılımında eşitliğe önem vermek, makroekonomik alanındaki Batı iktisat tartışmalarında Keynesçi türleri ve karşıtları arasındaki farklılıklarda gerçek Keynesçi görüşleri (örneğin post-Keynesçileri) benimsemek ve savunmaktır. (Not 12’ye bakılabilir.) Bu çerçevede görüşlerimi iki bölümde sunacağım. İlk bölümde karmaşıklık kuramını inceleyecek, ikinci bölümde kendi kalkınma görüşümün ana öğe ve hatlarını ileri sürecek, Türkiye’nin son yıllardaki gelişmesini kısaca değerlendireceğim. I KARMAŞIKLIK KURAMI Buradaki açıklamalarımı dört başlık altında sunacağım. İlk başlıkta yaşamın, bilimin temel ilkeleri konusundaki görüşlerimi sunacağım, ikincide neoklasik iktisat kuramının temel ilkeleri hakkında bilgi vereceğim. Üçüncü başlıkta alıntılara dayanarak karmaşıklık kuramının temel ilke ve öğelerini açıklayacağım. Bölümü karmaşıklık kuramını değerlendiren açıklamalarımla tamamlayacağım. 1) Temel ilkeler Yaşamda gözlediğim temel ilkelerden biri değişmenin, farklılığın, çeşitliliğin her şeye hakim olmasıdır. Yaşam, ortam, koşullar, zaman ve mekan içinde sürekli değişmektedir. Bu değişikliklere koşut olarak kişi ve tür olarak insan da ve toplumlar da değişikliklere uğramaktadır. Bu görüşlere koşut olarak evrim yaşamı belirleyen temel bir süreçtir. Bu süreçte değişmeler, mutasyonlar yaşanır, bunlar içinde çevreye uyum sağlamada başarı sağlayan nitelikler korunur, bu nitelikler kişilerde ve toplum içinde genişletilir. Böylece toplumlar da köklü değişimlere uğramıştır. A. Viskovatoff’a (2000: 137-139) göre, sosyolog N. Luhmann’ın toplumsal sistemler kuramı neoklasik iktisat kuramının temel özelliklerine kökünden karşıdır. Luhman, nedensel çözümlemeden ziyade işlevsel (fonksiyonel) yöntemi izlemektedir. (s. 137) Yine N. Luhmann’a göre toplumlar da tarih boyunca değişmişlerdir. Bu toplumsal değişmenin, farklılaşmanın (differentiation) dört temel şekli vardır: i) Parçalara bölünme şeklinde (segmentary) farklılaşma. Bu farklılaşmada, bölünmede 2 alt sistemler, birbirlerine benzer ya da eşittir. Bu alt sistemler arasındaki ayırım ya babadan oğula geçme (klan şeklinde) ya da yerleşime dayanma (kabile şeklinde) türlerinde yaşanır. ii) Merkez ve çevre şeklinde farklılaşma. Burada iki temel kesim arasında eşitsizlik vardır. Ama iki kesim de eşit parçalara (hanehalkları) bölünmüştür. (s. 139) iii) Katmanlaşma şeklinde (stratificational) şeklinde ayırım. Bu ayırımda altsistemler toplum içinde işgal edilen düzeye, sıraya (rank) ve statüye göre (örneğin, asıl gruba karşı köylüler) birbirlerinden ayrılırlar. iv) İşlevsel farklılaşma. Burada alt sistemler toplum yaşamındaki farklı işlevleri nedeniyle eşitsiz durumdadırlar ama hiçbir gruba yüksek rütbe (rank) tanınmaz. (s. 139) Toplumlar evrilip geliştikçe parçalara bölünme şeklindeki (birinci tür) farklılaşmadan işlevsel farklılaşmaya (dördüncü tür) geçilir. Diğer 2. ve 3. farklılaşma bunlar arasında yer alır. Çağdaş toplumlar işlevsel olarak farklılaşmış toplumlardır.2 Çağdaş topluma geçiş sürecinde karmaşıklık artar. (s. 139) Bence, başka sözcüklerle, ulaşılan çağdaş toplumlar ulusallaşmış, yurttaş kavramının, kişi ve insan haklarının öne çıktığı, gerçek demokrasinin yaşandığı toplumlar olarak alınabilir. Bu toplumda insanlar yaşam güvencesine, farklı olabilme haklarına, bunları kullanıp ifade etme özgürlüğüne sahiptir. Siyasal alanda güçler ayırımı olmalı, herkes adalete güvenmelidir. Toplum içinde, bölgeler, hanehalkları arasında, hatta hanehalkları içinde büyük eşitsizlikler giderilmelidir. Kadınlar ile erkekler arası eşitlik sağlanmalıdır. Eğitime erişim, kişisel yetenekleri geliştirme her kesime, her kişiye açık olmalıdır. Ben bu hak ve olanakların ancak bir ideal olduklarını, bunlara Türkiye’de hatta dünyada pek ulaşılamadığını biliyorum. Aile içinde yaşam insanlığın en temel yaşam biçimidir. Ama aile de zaman, tarih içinde çok değişmiştir. Özellikle sanayileşme ve kentleşme aile yapısını çok değiştirmiş, geniş ailelerden çekirdek ailelerine geçilmiştir. Türkiye gibi çağdaş, ulusal düzeye, istenilir düzeyde olmasa da erişmiş toplumlarda, yukarda belirtilen karmaşıklığın artışına karşıt olarak, istikrar, düzen sağlama yönünde etkin olan etkenler de vardır. Bunlar arasında tarihsel ve kültürel olgular, aynı yer ve bölgelerde birlikte, dayanışma, özveriler içinde yaşamış olma olguları başta yer alır. Bu etkenlerle ilgili olarak başlangıç koşullarına bağlılık, geçmişte izlenen yola bağımlılık (path-dependence) bugün de etkinliğini sürdürmektedir. Diğer bir etken insan ve toplum yaşamında olumlu geri beslenmenin (positive feedback) taşıdığı büyük önemdir. Aynı yönlerde etkin olan diğer önemli faktörler kuram ve kurallardır. Bu karşı yönde etkenler de birey ve toplum yaşamında düzeni, istikrarı sağlar. 2 Son zamanlarda okuduğum bir kitapta (Phelps, 2013: 237) Margaret Thatcher’ın şu sözlerine rastladım: “(Yaşam) bir şeyler yapma şeklinde anlaşılmıştır. Şimdilerde ise, yaşam bir kimse olmaya çalışma şeklini almıştır.” Ben, Viskovatoff’un görüşünden farklı olan bu ifadede gerçek payı olduğunu düşünüyorum. Bu olma fikrinde de kaliteli öğrenimin büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. 3 Böylece dünyada, toplumda, ekonomide düzen de vardır, düzensizlik ve karmaşa, karmaşıklık da vardır. Sürekli savaşların yaşandığı eski Avrupa ve Asya’da olanların tersine bugünlerde insanlık daha çok düzen içinde yaşamaktadır. Aynı şekilde iktisatta bunalım dönemleri hem sayıca hem uzunluk açısından düzenli gelişme dönemlerine göre daha az ve kısa sürelidir. Birçok durumda düzenle düzensizlik iç içedir. Bir yerde düzen varken diğer bir yerde düzensizlik hüküm sürebilir. Aşağıda inceleyeceğim gibi bütün ile onu oluşturan parçalar arasındaki ilişki tek boyutlu değildir, bütün parçaların toplamından farklı, genelde fazla bir şeydir. Bunun güzel bir örneği insan vücududur. Bu vücut bağımsız parçalardan oluşur, ama onların toplamından farklı bir şeydir. Esasında insan vücudu aşağıda açıklayacağım kendi kendini örgütleyen bir varlıktır. Vücut bu özellikleriyle düzenin niteliğini gösteren en önemli örneklerden biridir. Düzen, düzen arayışı bilimin temel özelliğidir. İnsanoğlu olayları, süreçleri anlayabilmek, öngörebilmek için gözlemlerini kalıplar, düzenlilikler içine sokmaya çalışmış, yaşayarak, deneyim kazanarak, öğrenerek yaşamını anlamaya, onu düzene sokmaya uğraşmıştır. Bu çerçevede insanlar, ilkçağlardan beri olaylardan elde ettikleri sezgilerle, enformel bilgilerle sağduyu niteliğinde düzenliliklere ulaşırlar. Birçokları yaşamları boyunca bu sağduyulara sadık kalır, azınlıkta kalan kişi ve gruplar farklı, değişik sağduyulara, ilkelere, öngörülere ulaşmaya çalışırlar. Bilim bir insan etkinliğidir. Diğer bir deyişle, genel olarak insanlığın, birey olarak insanın bir bakış açısıdır bilim. Herşeyde olduğu gibi bilimde de gerçek insanın, insanlığın gözündedir, insanın dışında, toplumda, doğada değildir. Bilimde aslolan bulmak değil, yaratmaktır. Olaylara bakış açısı (perspektif) önemlidir, bakış açısı değişirse düşünceler tarihi, iktisat tarihi, hatta olaylar da değişir. (Bu konulara ilerde döneceğim.) Zaman içinde insanlık bilimsel alanlarda büyük kazanımlar elde etmiştir. Bu konuda Newton fiziği büyük bir aşamadır. Ama quantum fiziği bilim anlayışını kökünden değiştirmiştir.3 Sonraları kaos ve fractal kuramları bilime yeni ufuklar açmıştır.4 Karmaşıklık kuramı da bu yönde önemli bir gelişmedir. Benimsediğim bilim anlayışında şu noktalar önemlidir ve vurgulanmalıdır. Bilimde olaylarla kuram, tümevarım ile tümdengelim yöntemleri, içsel ve dışsal, bağımlı ve bağımsız değişkenler iç içe geçmiş durumdadır. Bunları birbirinden ayırmak yararlı, bazen de mümkündür ama genellikle zordur. Diğer her şeyi sabit, veri alan CeterisParibus ilkesi birçok yarar yanında birçok tehlike de yaratır. Çünkü her şeyin sürekli değiştiği dünyamızda her şey nadiren aynı kalır. Bu söylediklerim 3 4 Bu konuda benim bir kitabıma (Bulutay, 1986) bakılabilir. Bu alanda da, benim eskiden yararlandığım, (Peitgen, H-O, H. Jürgens, D. Saupe (1992)) kitabına bakılabilir. 4 fizik bilimi için de geçerlidir, toplumsal bilimlerde, iktisatta çok daha baskındır. (Bu konulara aşağıda döneceğim.) Bu konuları eski yazılarımda geniş biçimde inceledim, burada iki önemli noktaya daha değinmekle yetiniyorum. Bence bilimler arasında “köklü öze” sahip olanlarla, olmayanlar arasında bir ayırım yapılmalıdır. Bence iktisatta böyle bir öz varır, ama bunun yararlı mı, yararsız mı olduğu tartışmalar açıktır. Bence bilimde en önemli etkinlik sürekli sorgulamaktır, öyle olmalıdır. Günümüzde özellikle teknoloji alanında hızlı yenilikler yaşanmaktadır. Sorgulama ile yenilikler arasında da karşılıklı etkileşim bulunur. Sorgulama yenilik, yenilik sorgulama yaratır. Karmaşıklık kuramı, aşağıda anlatacağım yinelenen süreçlerin sürekli örüntüler ve yenilikler yaratır şeklindeki ilkeleriyle sorgulama yöntemlerini geliştirici rol oynar. 2. NİK’in Temel İlkeleri i) NİK dünyayı, ekonomiyi, toplumu sabit, düzenli, değişmez varlıklar olarak alır. Bu dünya fizik alanındaki Newton kuramının dünyasını, kuramın kesin yasalarını esas almıştır. Bu bakış açısıyla NİK’te çözümleme, içsel tutarlılık, matematiksel yaklaşım ön plandadır. Gerçekle, gerçek yaşam verileriyle ilişki önemli değildir. Benimsenen temel yöntem tümdengelimdir, tümevarım o denli önemli değildir. ii) NİK’in bir temel özelliği çok dar, soyut, az sayıda temel varsayımlara sahip olmasıdır. Bu varsayımlarıyla NİK, bir karmaşık sistem olan ekonominin birçok temel niteliğini göz ardı etmektedir. Bir örnek olarak, akılcı beklentiler yaklaşımı iktisadi yaşamda birçok önemli konuyu, sorunu incelememekte, sorgulama dışında bırakmaktadır. iii) NİK hukuksal yasalar çerçevesini, cari düzeni, uygun davranış kuralları, piyasalar gibi kurum ve kuralları da veri olarak almaktadır. iv) Bu kuramda insan tercihleri çok önemli bir yer tutar. Bu konuda da NİK kişilerin hiçbir belirsizlikle karşılaşmadıklarını varsayar. Bence daha önemli olarak NİK insan tercihlerini de veri alır.5 v) NİK her ülkeyi kabaca aynı ilkeler çerçevesinde değerlendirir. Toplumların içindeki çeşitli öğeleri, farklı bölgeleri, gelir ve servet dağılımlarını, sınıfları göz önüne almaz. Herkesin herkesle özgürce, eşitçe ilişkiye girdiğini varsayar, toplumlardaki hiyerarşik yapıların insan ilişkilerini geniş ölçüde sınırlayıp değiştirebildiğini göz önüne almaz. 5 İktisadi açıklamaların neredeyse tümünde insanların yaptığı tercihler, seçimler üzerinde yoğunlaşılır; burada da, iktisatçılar en kolay yoldan hareket ederler, ya kesin belirlilik vardır ya da tüm ilgili koşullar ve olasılıklar bilinir. (Viskovatoff, 2000: 137). 5 vi) Çeşitli, farklı olma insanlara, insanlığa ait çok önemli bir özelliktir. NİK temsili ajan varsayımına sıkça başvurarak bu temel özelliği dışlar. Bu varsayım, iktisadın en basit ilişkisi olan alışverişi de, bir ölçüde dışlamak anlamına gelir. vii) Bu yazının çeşitli yerlerinde belirttiğim gibi, NİK’in bir özelliği de belirsizliği dışlamasıdır. Varsayımlarıyla yaptığı gibi, bazı olasılık kurallarıyla belirsizlikleri dışlar. viii) NİK’in diğer bir temel niteliği denge kavramının bu iktisat anlayışında temel rollerden birine sahip olmasıdır. Bu kavram, gerçek iktisadı yaşam için, kalkınma için çok önemli olan artan getirileri, dışsallıkları, yaparak öğrenmeyi dışlama anlamına gelir ve büyük sakınca yaratır. ix) NİK’teki bu denge kavramının başka sonuçları da vardır. Denge kavramı egemen olunca, piyasa süreçleri iktisadi çözümlemelerde pek yer almaz. Çünkü sürecin sonucunun tek olduğu, önceden bilindiği varsayılmıştır. (Bkz.,Prash, 218) x) NİK, genil (makro) ilişkilerin biril (mikro) temellere indirgenmesini yoğun biçimde savunur. Ayrıca biril iktisat her bireyin en iyi duruma (optimuma) ulaştığını söyler. Sonuç, J. Wible’nin (2000: 24) sözcükleriyle, “… NİK tüm ekonomik olayları ençoklaştırıcı birey düzeyine indirger.” xi) Son zamanlarda dünya ekonomilerine hakim olan neoliberal anlayışta reformlar, ancak “piyasaya dost” olduklarında benimsenir. (Prash, 2000: 222) Bilindiği gibi, bu tür iktisatçıların önerileri genellikle piyasaları esnekleştirmek şeklinde olur. xii) NİK’in, dengeyle ilgili bir kavramı da iktisatta ilişkilerin doğrusal varsayılmasıdır. Bu varsayım bireysel hareket ve davranışların toplamının da benzer nitelikler taşıyacağı anlamına da gelir. Xiii) Bilimde, esasında tüm görüşlerde basitliğe başvurmak zorunlu bir gereksinimdir. Çünkü herşeyden önce önemsiz olan, daima etkin bulunmayan değişkenlerle önemli, belirleyici değişkenleri birbirinden ayırmak gerekir. Karmaşık nedenlerin içiçe geçmiş etkilerini birbirinden ayırmak zorunluluğu vardır. G. Marshall’a göre, her yıl iktisadi sorunlar birçok değişik bakış açısıyla incelendikleri için karmaşık nitelik kazanırlar. (Comim, 2000: 165) Ayrıca her şey, her olay zaman içinde değişir. Olanaklarımız, araçlarımız, bilgimiz kısıtlı olduğu için değişkenlerimiz az, nedenlerimiz tek yönlü olabilir. İçsel ve dışsal değişken ayırımına başvurabilirsiniz. (Benzer görüşler için (Day, 2009: 195-201)e bakılabilir.) Ama incelediğimiz sistemin, ekonominin temel niteliklerini gözardı edemezsiniz. Yukarda anlatılan nitelikler gözönüne alındığında NİK, özünde karmaşık bir sistem olan ekonominin birçok temel niteliği dışlamaktadır. (Colander, 2000a: 4) Dolayısıyla sorun basitleştirme değildir, basitleştirmenin nasıl yapıldığıdır. (Aşağıda bu konuya dönüyorum.) 6 xiv) NİK’te geçmişe-bağımlılık, geribeslenme, tıkanma (lock-in), özörgütlenme gibi iktisat yaşamında önemli rol oynayan olay ve süreçler de yer almaz. xv) Çok daha önemli bir olgu NİK’in geniş ölçüde ideolojik bir yapıya sahip olmasıdır. Bilindiği gibi NİK özel kesimci, liberal ekonomi anlayışını savunmaktadır. Bunlara son dönemlerde matematik, estetik güzelliklere ulaşma amaçları da eklenebilmektedir. 3. Karmaşıklık Kuramı Buradaki açıklamalarımı dört başlık altında sunacağım. İlk başlıkta karmaşıklık kuramının gelişmesini kısaca açıklayacağım. İkinci başlıkta çeşitli türleri olabilen karmaşıklık kuramı alanında benim benimsediğim Santa Fe yaklaşımını özetleyeceğim. Üçüncü başlıkta karmaşıklık kuramının ilkelerini anlatacağım. Dördüncü başlıkta bu alanda bazı önemli gördüğüm görüşleri özetleyeceğim. a) Karmaşıklık Kuramının Gelişmesi Karmaşıklık Kuramı (KK) ne zaman, kim tarafından ileri sürülmüştür? Bu soruyu yanıtlarken önce A. North Whitehead’in şu sözünü anımsatmak isterim: “Her önemli şey daha önce söylenmiştir, ama onu keşfetmemiş olan bir kişi tarafından.” (Rosenberg, 2000: 47) Mevlana’nın da benzer bir sözü vardır: “Şu gördüğün yazı onu yazan elden ibaret değildir.” (Ergun, 2014: 164) Yine Rosenberg (2000: 56) yazısını şu tümceyle tamamlıyor: (Ondokuzuncu yüzyılda yazmış olan) C. Babbage yalnızca bilgisayarın dedesi değildi, o aynı zamanda sanayileşmiş ekonomilerde karmaşıklığın incelenmesinin de büyük babasıydı. Böylece karmaşıklık araştırmaları enazından 19. Yüzyıla kadar indirilebilir. KK konusunda önemli bir çalışma, “G. Nicolis, İ. Prigogine (1989): Exploring Complexity” kitabıdır. Kitap genellikle doğal bilimler (fizik, kimya, biyoloji, materyaller bilimi, iklim değişikliği, kozmoloji, enformasyon kuramı ve böcek toplumları) kuramlarını içermektedir. Yazarlar kitaplarında insan sistemlerinde enformasyon kuramını ve öz-örgütlenmeyi de ele almaktadır. Karmaşıklık kuramı iktisat dışı alanlarda gelişmiştir. Fizik alanındaki gelişmeler önemli olmuş, eskiden de olduğu gibi, gelişmeler iktisat bilimini de etkilemiştir. Esasında ekonomi karmaşık sistemlerin iyi bir örneğiydi. (Bkz. Not 1) Çünkü ekonomide birbirleriyle etkileşen birimler egemendi. Finans kesimi balonlar ve çöküşler içindeydi. Buna rağmen iktisatçılar fizikteki bu gelişmelere geç tepki gösterdiler, bugün de pek göstermiyorlar (Lux, 2009: 213, 249). Aynı yazıya (s. 213) göre, fizikçiler bu alanlara ekonofizik başlığı altında 1995’lerde girdiler. Ama bu fizikçilerin görgül yöntemleri ve kuramsal modelleme ilkeleri ana akım iktisadının (NİK’in) yaklaşımına çok ters düşüyordu. Dolayısıyla, 7 akademik iktisatçıların geniş grupları bu yeni akıma takdirle bakmadılar. Buna karşılık, fizikçilerin bu görüşleri popüler bilim ve basın alanlarında ilgiyle karşılanıyordu. Ayrıca standart iktisadın bazı yanlarına eleştiriyle bakan iktisatçılar bu görüşlere sevinçle, sıcak bir ilgiyle baktılar. Ekonofizik, ekonomik modellerde birbirleriyle etkileşen, türdeş olmayan (heterojen) oyunculara yer veren girişimlere çok yakın bir tutum içindeydi. Karmaşıklık kuramı ve ekonofizik en büyük etkiyi bu güçlü biçimde artan akademik iktisatçı gruplar üzerinde yaptı. (s. 213, 214) b) Santa Fe Kurumu Yaklaşımı Ben bu yazıda yalnızca iktisat alanındaki karmaşıklık kuramları, onlardan da Santa Fe Kurumunun (SFI) yaklaşımı üzerinde duracağım. F. Comin’in (2000: 155) yazdığı gibi karmaşıklık alanında, aşağıda açıklayacağım autopoiesis, doğrusal olmama, geçmiş yola bağımlılık ve tıkanıp, kilitlenip kalma türü konular, gerçek yaşam ekonomisinin karmaşıklıklarıyla ilgilenen iktisatçılarca, farklı bağlamlarda incelenmiştir. Örneğin P. Sraffa ve N. Kaldor, iktisadi süreçlerde artan getiriler ve doğrusal olmayan ilişkilerin varlıkları nedeniyle kısmi denge yöntemini eleştirmişlerdir. A. Marshall, J.M. Keynes, Joan Robinson, J. Schumpeter, G. Shackle, F. Hayek ve R. Goodwin de konuya katkı getirmişlerdir. Karmaşıklık kuramı alanında çeşitli, farklı görüşler ileri sürülmüş ve sürülmektedir. Belirttiğim gibi ben bu yazıda SFI görüşünü esas alacağım. Bu tutumumla bu alandaki diğer görüşlerin değerli olmadıklarını söylemiyorum. SFI yaklaşımı 1987 (1988) yılında, ABD’de, Santa Fe’de ikisi de Nobel ödüllü olan iktisatçı K.J. Arrow, fizikçi P. Anderson önderliğinde iktisatçı ve fizikçilerin bir toplantısı ile başladı. (Bkz., Bulutay, 2014) Sonra iki yeni toplantı daha yapıldı. Bu üç toplantı konuşmaları, yazıları 9 yıl arayla yayınlanan üç kitapta yer aldı. İlk toplantı hakkında, SFI yaklaşımında merkezi rolü, önemli katkısı olan W.B. Arthur’un aşağıdaki görüşleri, toplantının ve karmaşıklık kuramının öz konularını şöyle açıklamaktadır. (Bkz., Wible, 2000: 25): SFI yaklaşımı, NİK’in vurguladığı azalan getiriye, durağan dengeye, yetkin akılcılığa (perfect rasyonaliteye) önem vermek yerine, artan getiriyi, sınırlı akılcılığı, evrim ve öğrenmenin devingen niteliklerini vurgulamaktadır. KK, matematik açıdan uygun varsayımlara dayanan kuramlar yerine, psikolojik açıdan gerçekçi olacak modeller oluşturmaya çalışır. Ekonomiyi bir tür Newton’cu makine olarak görmekten ziyade, örgütsel, uyumlu (adaptif), şaşırtıcı, canlı bir şey olarak görür. Aynı alıntıda W.B. Arthur şöyle devam ediyor: 1988 sonbaharında SFI’nın yaklaşımının iktisadı kökten değiştireceğini anlamaya başladım. Ben dahil birçok kişi, saf bir şekilde, fizikçilerden, Holland gibi uzmanlardan yeni algoritmalar, yeni sorun-çözücü teknikler, yeni teknik çerçeveler alacağımızı varsayıyorduk. Ama elde ettiklerimiz çok farklı oldu. Büyük ölçüde yeni bir tutum, yeni bir yaklaşım ve yeni 8 bir dünyaya bakış açısı sağladık. (Waldrop, 1992’ten (252, 255) alıntı (Wimble, 2000: 25)) W.B. Arthur (1996: 3) diğer bir yazısında şunları yazıyor: J. Hicks, 1939 yılında, artan getirilerin varlığını kabul etmek iktisat kuramının büyük kısmının yıkımına yol açacağını yazmış, uyarmıştı. Hicks yanılmıştır, çünkü artan getiriler standart kuramı (NİK’i) yıkmaz, onu tamamlar. Hicks’ın bu görüşünün, davranışının temelinde o zamanlarda (1930’larda) artan getirilerin geçerli olduğu piyasaları çözümlemede kullanılabilecek matematik araçların bulunmayışı olgusu yatar. Bugün durum değişmiştir. Niteliksel devingenlik ve olasılık kuramından aldığımız sofistike teknikleri kullanarak, ben ve başkaları artan getiri piyasalarını çözümleyebilen yöntemler geliştirdik. Artan getiriler kuramı yeni olsa da artık yerleşmiştir. Bu kuram, artan getiri piyasalarını iktisaden anlaşılabilir hale getirmiştir. Ben W.B. Arthur’u eskiden artan getiri hakkındaki yazısıyla tanımıştım. Bu konuda Arthur (1996: 3) şunları yazıyor: Mesleğimin başlarında bana artan getirinin önemsiz, geçici, anomali olduğunu söylemişlerdi. Ama 1980’lerin ortalarına geldiğimde artan getirinin ender ve gelip geçici olmadığını anladım. Gerçekte, ekonominin büyük bir kısmı artan getirilere (yüksek teknolojiye) tabidir. c. Karmaşıklık Kuramının İlkeleri NİK’in yukarda verdiğim ilke sıralamasını kabaca izlediğimizde Karmaşıklık Kuramının (KK) aşağıdaki farklı, NİK ilkelerine bazan ters ilkelerini ileri sürebiliriz: i)KK’nın dünyası düzenli, değişmez değildir. Kuramda mantıksal çözümlemeler değil, dış dünyaya, ekonomik gerçeklere uygunluk ön plandadır, temel yöntem tümevarımdır. KK’nın önemli bir niteliği ekonomi gibi karmaşık bir sistemde, sistemi oluşturan elemanların, birey ve oyuncuların bireysel hareket ve davranışlarının yaratacağı toplu sonuçların her durum ve olayda farklı bir olgu olarak ortaya çıkabilmesidir. Bu olgu, aşağıda anlatacağım gibi, bilimin nedensellik ilişkisine büyük bir darbe indirmiştir. Ayrıca olgu, bilimlerde temel yasalar bulunduğu anlayışını sarsmış, yasa denilenlerin geniş ölçüde örüntü ve tahminlerden ibaret olduğunu göstermiştir.6 ii) KK birçok önemli olay ve değişkenleri dışlayan az sayıda varsayımla hareket etmemeye dikkat eder. NİK’ın akılcılık, akılcı beklentiler ilkesi yerine bilişsel işlevi (cognitive function) koyar. Bu yaklaşım çevreyi, ortamı yorumlama ilkesine öncelik tanır. İnsanların etkileşim ağörgüleri içinde ortaya çıkan rolleri, kurum ve kuralları vardır. Sürekli yenilik içinde olan dünyada, dünyamızda kararlı (steady-state) bir dengeye yer yoktur. 6 Bu nitelikte görüşler için, (Colander, 2009: 412, 414, 415)e bakılabilir Burada şu görüş de yer almaktadır: “Standart iktisatta en son kuram geçmişin en iyisini içerirken, karmaşıklık iktisadında örüntüler dalgalanabilir ve çeşitli kuramlar sürekli sınanabilir. Karmaşıklık iktisadında kişi gerçeği aramamakta, sadece bir istatistiksel uyumu aramaktadır. Bu uyum, ekonomiyi anlamamızda geçici olarak yararlı olabilir. 9 iii) Böyle olduğu için yasal çerçeveler, uygun davranış kuralları, piyasa ve kurumlar KK’da veri olarak alınmaz. Bunların da sürekli yenilik ve değişme içinde bulunduğu kabul edilir. iv) Aynı şekilde insanların tercihlerinin de sürekli değiştiği, veri olarak alınamayacağı KK da benimsenen bir yaklaşımdır. v) İzleyebildiğim, anlayabildiğim kadarıyla, KK’da toplumların çeşitli boyut ve ilişkileri üzerinde pek durmaz, toplumların hiyerarşik yapılarını pek sorgulamaz. Ama kuram insanlar arası etkileşimlerin ağörgüleri içinde oluştuğunu söyler. Diğer bir deyişle etkileşimler geniş ölçüde ağörgüleri içinde gerçekleşir. İktisadi davranış biçimleri; bu ağörgülerince yaratılan, ortaya çıkan toplumsal roller tarafından yapılaştırılır ve toplumsal usuller ve ahlak ilkelerince desteklenir. vi) NİK’in en anlamsız ilkelerinden biri temsili ajan varsayımıdır. Bunu çeşitli yazı ve konuşmalarımda açıkladım. Bu varsayım insanlığın en temel zenginliklerinden biri olan çeşitliliği dışlar. Ayrıca, aşağıda anlatacağım gibi, aynı varsayım bireylerle grupları özdeşleştirir. KK’ya göre ise grup bireyselden farklıdır, daha fazladır. Bundan sonra gelen NİK’ın vii-ix ilkelerini birlikte ele alarak devam ediyorum. KK kuramında yinelenen (iterative) hareketler temel role sahiptir. Bu hareketler sürekli yeni örüntüler yaratır. Ekonomi, piyasalar sürekli değişen, yenilenen süreçler içindedir; sürekli şekilde kendilerini yaratır, yeniden yaratırlar. Böyle yenilikler ortamında, ekonomiler denge değil dengesizlik içindedir. Ekonomide dengesizlik içsel bir olaydır. Bu dengesizliğin iki temel nedeni vardır: i) Ekonomilerde belirsizliğin daima varoluşu, ii) teknolojik yeniliklerin önemi. Schumpeter 1912’e şöyle demiştir: Ekonomik sistem içinde bir enerji kaynağı vardır. Bu kaynak ekonomide ulaşılabilecek herhangi bir dengeyi bozar, parçalar (Arthur, 2013: 3, 4, 5) Günümüz ortamında, bilgisayar çağında birçok yeni teknoloji sürekli olarak böyle denge bozucu rol oynamaktadır. Dolayısıyla günümüz karmaşıklık dünyasıdır, bu dünyada karmaşıklık dengesizlikle içiçedir. Tabii bu durum bazı basit alanlarda dengenin oluşmasını dışlamaz. Bir evrimci (ekonomik) sistem evrimleşmeyi durdurmadıkça bir durgunluğa ulaşamaz. Bu durgunluk ise sistem ölmüş demektir. KK’yi savunanlara, (örneğin Arthur, 2013’e) göre, denge ekonomisi (NİK), dengesizlik ekonomisinin (KK’nın) bir özel halidir. Dolayısıyla daha genel olan KK’dır, NİK değildir. Çünkü NİK denge ekonomisidir, özle bir durum olan dengeye dayanmıştır. Yukarda NİK’in ilkelerinden biri olan ix. ilkede, denge durumunun egemen olması halinde piyasa süreçleri üzerinde pek durulmadığını söylemiştim. KK’da esas olan denge değil, dengesizlik olduğu için, bu kuramda diğer süreçler gibi, piyasa 10 süreçleri üzerinde de durulmaktadır. Bunalımların yaratıcısı da olabilen piyasa süreçlerini incelemek KK’nın, NİK üzerindeki diğer bir üstünlüğüdür. Onuncu (x) ilkeyle harekete başlayınca şunu söyleyebiliriz: KK’de genil sonuçları biril temellere indirgeme sorunu yoktur. Çünkü yukarda açıkladığım gibi grup hareketleri bireysel temellere indirgenemez. Toplulukların davranışlarının fizikte de bireysel hareket ve davranışların toplamından farklı olduğu bilindiğine göre, KK, NİK’in diğer bilimler karşısındaki eksikliğini de gidermektedir. Reformlar tabii çok önemlidir. Ama KK konusundaki çalışmalarımda reform kavramlarının öne çıktığını görmedim. Bu bence bu kuramın önemli, düzeltilmesi gereken bir temel eksikliğidir. NİK ile KK arasındaki önemli bir farklılık da insanlar arası ilişkilerin doğrusal olup olmadığıdır. NİK ilişkileri doğrusal varsayar, KK doğrusal olmayan ilişkileri esas alır. Çokça yinelediğim gibi, doğrusal olmayan ilişkilerin kabaca anlamı, topluluğun davranışının bireysel davranışların toplamı olarak alınamamasıdır. Bunun da nedeni bireyler, elemanlar arasında etkileşimin varlığı, bu etkileşimlerin basit toplamları değiştirebilmesidir. İlişkilerin doğrusal olmayışı sonucunu yaratan başlıca etkenler de aşağıda açıklayacağım olgulardır: Geçmişe, geçmişte izlenen yola bağımlılık (pathdependence), süreçlerde tıkanma (lock-in), öz-örgütlenme (self-organization). Doğrusal olmama olgusu, karmaşık bir sistemin alt parçalarının bir tür bağımsız, otonom varlıklar olduğunun, sistemin (parçalar toplamının) bu alt parçalardan oluştuğunu, ama bu parçaların basit bir toplamı olmadığını göstermektedir. “Karmaşık bir sistemin bireysel parçacıkları kaotik ve belirlenmemiş nitelikte olsa da ve elemanların, bireylerin topluluk ve vücut içindeki hareketleri rastgele görünebilse de, parçaların toplamı (bütün) belirlenmiş olabilir.” (Colander, 2009: 412) Bunlara koşut olarak, tek bir insan vücudunda çeşitli alt-sistemler ve organlar vardır. Bunlar yeterli ölçüde otonomdurlar, ayrı birimler sayılabilirler. Bu organ ve alt sistemler bir organik birim içinde yanyana işlev görürler. Sonuçta karmaşık bir varlık olan insan vücudu ortaya çıkar (Wible, 2000: 17). Yukarda, ilgili konuda açıkladığım gibi bilimde basitleştirmelere başvurmak bir zorunluluktur. KK’nun basitleştirmeye bir itirazı yoktur. Ama NİK ile KK arasında bu konuda da şu önemli farklılıklar vardır: a) Neyi, nasıl basitleştireceksin? KK’ya göre, NİK basitleştirmesinde birçok temel soru ve konuyu dışladığı için sakıncalıdır. b) Nasıl bir yol ve yöntem izleyeceksin? NİK yalnızca matematikle, denklemlerle hareket etmeyi esas almıştır. KK’nın matematik kullanmaya itirazı yoktur, ama diğer bilimler de kullanılabilir. KK’de her şey evrime dayandığı, biyolojinin temelini evrim oluşturduğu, biyoloji miktarlara değil süreçlere dayandığı için iktisadi araştırmalarda biyolojiden de yararlanılmalıdır. (Arthur, 2013: 16) c) Ayrıca, basitleştirmeyle çözülemeyecek önemli karmaşıklık soruları vardır. Bu konularda, 11 NİK’in uyguladığı yapısal basitleştirme geçerli değildir, KK’nın benimsediği yineleme süreçlerine ağırlık tanıyan basitleştirme çok daha uygundur. KK’de NİK’te de yer almayan ya da önemli sayılmayan aşağıdaki olgular da önemli rol oynar. Geçmişte izlenen yola bağımlılık (path-dependence), geri beslenme (feedback), tıkanma (lock-in), öz-örgütlenme. Geçmişte izlenen yola bağımlılık kavramı önceleri elde edilmiş sonuçların sistemdeki sonraki yolu etkilediğini söyler. Diğer bir deyişle, geçmişteki hareketlerimiz bugünkü seçim kümemizi belirler. Bir büyük kentin yıllar boyu kendi kendini besleyen nitelikleri bu geçmişe bağımlılık kuramı gözönüne alınmadan açıklanamaz. (Comim, 2000: 185; Prasch, 2000: 221) Burada KK’da yer alan “spontan düzen” kavramının “geçmişe bağımlılık ilkesinin” yerine geçtiği savına (Matthews, 2000: 58) dikkat çekmek isterim. Geri beslenme, bilinen önemli bir kavramıdır. Bu iki şekilde ortaya çıkar: Olumlu ve olumsuz geri beslenme. İktisatta olumlu geri beslenmenin en önemli örneklerinden biri artan getiriler olgusu, olumsuz geribeslenme örneği de azalan getiriler olaylarıdır. Dünya ekonomisinin Sanayi Devrimi öncesi çağlarında, genellikle azalan getiri, sonrası dönemlerinde artan getiri önemli rol oynamıştır. Tıkanma ise; insanlar belirli bir stratejiyi benimsediklerinde, o stratejiye terketmelerinin önünde engeller oluşacağını ifade eder. Örneğin kişinin seçtiği yaşam biçimi seçimini terketmesi zordur. (Comin, 2000: 185) Öz-örgütlenmenin temelinde, bu niteliğe sahip sistem ya da organlarda, düzensizliklerden düzen üretilebilme olgusu yatar. Diğer bir deyişle öz-örgütlenme, sistem içindeki varlıkların yeni etkinlik örüntüleri yaratabilme gücünü gösterir. Özörgütlenme sistemleri doğaları gereği devingen niteliktedir. Bir devingen sistem ise zaman içinde varlığını sürdürür ve evrime uğrar. Ekonominin kendisi de zuhur eden, öz-örgütlenen bir evrimci süreçtir ve büyük olasılıkla sürekli dengesizlik içindedir. (Wible, 2000: 18, 23) Anlayabildiğim kadarıyla KK, NİK ölçüsünde bir özel kesimci yaklaşıma sahip değildir. M. Montgomery’e (2000: 230, 231) göre KK müdahaleci politikayı benimseyen, devletin müdahalelerini yararlı sayan bir anlayışa sahiptir. (Aşağıda bu konuya dönüyorum.) W.B. Arthur’a (2013: 1) göre, bu yeni yaklaşım (KK) standart iktisadın uzantısından ibaret olmadığı gibi, standart modellere, ajanlara-dayalı davranışı eklemekten öteye geçmeyen bir darlıkta da değildir, ekonomiyi farklı bir şekilde görme yoludur. Diğer bir deyişle, bu görüşün bize sunduğu dünya neoklasik kuramdan ziyade siyasal ekonomiye yakındır. Bu dünya organiktir, evrimcidir ve tarihsel koşullara bağlıdır. KK, iktisadı matematik kullanmaktan uzaklaştırmamakta, matematiği kullanmayan çözümlemeleri desteklememektedir. Gerçekte KK, (kaos kuramını izleyerek), ilhamlarını günümüz fiziğinin doğrusal-olmayan yöntemlerinden 12 almaktadır. (Montgomery, 2000: 231). Birçok KK iktisatçısı yoğun matematik kullanmakta, hesaplamayı (computation) ve matematiği yararlı bulmaktadır. Burada son olarak, öğrenme konusunda KK’nın bir üstünlüğü olduğu savına da dikkat çekmek istiyorum. Bu konuda (Montgomery, 2000: 229) şunları yazıyor: Günümüzde oyuncuların öğrenmesi ve bilgiyi süreçten geçirmesi konularıyla yakından ilgilenme açısından KK’dan daha önde bulunan bir düşünce okulu bulunmadığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Öğrenme konusunda çevrenin, ortamın belirleyici etkisi diğer bir yazıda (Lucas Jr., B. Moli (2014)) aşağıdaki görüşlerle açıklanıyor: “Bir kişinin herhangi bir işteki öğrenme oranı iki farklı güce dayanır: i) Kişinin sarfettiği çaba, ii) öğrenmenin gerçekleştiği alandaki ortam, çevre (environment). Mevcut içsel ya da dışsal büyüme kuramlarının çoğu bu iki etken arasındaki ayırımı gözardı ederler. Dolayısıyla bu kuramlar toplumsal karşılıklı ilişkilerin, uzun-süreli büyüme ve gelir dağılımını nasıl biçimlendirebilecekleri konusunda da suskun kalırlar. (s. 1, 2) Yazarlar, bu yazılarında inceledikleri dışsal etkilerin iktisadi büyümeyi anlamada merkezi öneme sahip olduklarına inandıklarını söylüyorlar. (s. 38) Herhangi bir oyuncu tarafından erişilmiş yeni bilgi başkalarına da yarar sağlar. Çünkü başkalarının entelektüel ortamını zenginleştirir ve onların araştırma etkinliklerinin getirisini artırır. (s. 37, 38) Akılcı beklentiler görüşünü ileri süren R. Lucas Jr.’un bu görüşlerini okumak beni biraz şaşırtsa da sevindirdi. d) Karmaşıklık Kuramı Alanında Bazı Görüşler Yukarda da yararlandığım F. Comim’e (2000: 157, 158) göre Santa Fe’nin ekonomide karmaşıklık konusundaki yaklaşımının temel amacı karmaşık uyumlu (adaptif) sistemleri ya da adaptif doğrusal olmayan ağları (net, şebeke) incelemektir. Bu sistemler (Arthur et al. 1997) de aşağıdaki altı özelliğe sahiptir: i) Etkileşimler birçok değişik ve dağınık oyuncular arasında yaşanır. ii) Bir genel (global) kontrolör yoktur. iii) Örgüt çapraz-kesimli bir hiyerarşi içindedir. iv) Oyuncuların içsel durumları ortamdaki değişmelere yanıt olarak değişir, bireyler biriken deneyimlerine göre sürekli olarak çevreye uyarlar. v) Yeni davranış ve yapılar yeni davranış ve yapıları teşvik edebileceği için, sürekli yenilik içinde yaşanılır. vi) Sürekli yenilik durumu sözkonusu olduğu için, ekonomi herhangi bir optimum dengeye yakın bulunmaz, ekonomide denge-dışı devingenliği vardır. A.Viskovatoff (2000: 131, 132)da bu konularda görüşünü şöyle açıklıyor. Açıklamaya önce geleneksel (ortodoks) iktisat kuramının (NİK’ın) şu noktalardan hareket ettiğini belirterek başlıyor: i) Akılcılık kavramını evrenselleştirme, ii) ekonomide bir yapının var olmaması, bütün ekonomi oyuncularının farklılık göstermeden başka tüm oyuncularla etkileşime girmesi, iii) değişmeyen durumlarda tek sonuçları bulmayı vurgulayan bir açıklama kavramı. 13 Karmaşıklık kuramının temeli olan adaptif doğrusal-olmayan ağörgüleri bakış açısı ise bu üç ilkeyi de terkediyor, onların yerine aşağıdakileri koyuyor: i) İktisatda bilişsel temeller yerleştirilmelidir. Buna göre oyuncuların önemli sorunu çevresini nasıl yorumlayacağı, bu amaçla hangi geniş stratejiler oluşturacağıdır. ii) Yapısal temeller ileri sürülmelidir. Çünkü her oyuncu diğer bütün oyuncularla etkileşime girmemekte, ancak büyük ölçüde tüm ajanların küçük bir alt kümesiyle ağörgüleri etkileşimleri içinde bulunmaktadır. Burada şu da önemlidir: “Ekonomik hareket ortaya çıkan toplumsal roller ve toplumca desteklenen süreçler tarafından (yani, kurum ve kurallarca) belirlenmekte, yapılanmaktadır. iii) Olaylar sürekli-durum dengeleriyle (steady-state equilibria) sonuçlanmaz. Diğer bir deyişle,sürekli yenilik içindeki bir dünyada, Walrascı, Nashcı ya da kuramsal devingen sistemler türünden bir dengeye yer yoktur. İncelenmesi gereken “süreç ve ortaya çıkıştır (emergence)”. (Viskovatoff, 2000: 132) Yeni bir yazısında (Arthur, 2013), W. B. Arthur Karmaşıklık İktisadının (Kİ) gelişmesinin başlarında olduğunu, birçok iktisatçının konuya ek, yeni boyutlar getirdiğini, alanın sınırlarının yükseltildiğini belirtiyor. (s. 19) Arthur’un kendisi de bu iktisatçılar arasında yer almaktadır. Aşağıda bu yazıyı kullanarak karmaşıklık kuramının ilkelerini anlatacağım. Bu açıklamalarında Arthur eski görüşlerini yinelediği gibi, bunlara yenilerini de eklemekte, eskilerini değiştirip farklılaştırmakta, zenginleştirmektedir. Yazara göre karmaşıklık kuramı ya da Karmaşıklık İktisadı (Kİ) bize şöyle bir ekonomi sunmaktadır: Bu ekonomi, i) sürekli şekilde kendini icat etmektedir, ii) kullanılabilecek sürekli yeni olanaklar yaratmaktadır, iiii) sürekli yeni cevaplara yol açmaktadır. Bu iktisat bir ölü, durağan, içinde zamana yer vermeyen, mükemmel bir ekonomi değildir; sürekli değişen, organik, düzensiz, dağınık ama canlılık içinde bir ekonomidir. (s. 19) Yazının baştaki özetinde (Abstract) şöyle bir görüş yer alıyor: Kİ, ekonominin zorunlu olarak dengede bulunmadığı önerisinden hareketle inşa edilmiştir. İktisadi oyuncular (firmalar, tüketiciler, yatırımcılar gibi ajanlar) kendilerinin birlikte yarattıkları sonuca yanıt olarak sürekli biçimde hareket ve stratejilerini değiştirirler… Biz karmaşıklık kuramcıları ekonomiyi veri ve var olan bir şey olarak görmeyiz; ekonomiyi sürekli gelişen teknolojik yenilikler, kurumlar, kurallar ve düzenlemeler (arrangements) kümesinden kaynaklanan ve oluşan bir varlık olarak görürüz. Bu küme daima yeni yenilikleri, kurumları ve düzenlemeleri harekete geçirir. Kİ şunu sorar: Bireysel davranışlar, kendilerinin yarattıkları örüntüye nasıl tepki gösterebilirler ve bu örüntü, bu tepkiler sonucunda kendini nasıl değiştirir… Standart iktisat bu toplu örüntülere oyuncuların davranışlarının nasıl tepki verecekleri sorusunu sormadı, şu soruyu sordu: Hangi davranışlar (hareketler, stratejiler, beklentiler), bunların kendilerinin neden oldukları toplu örüntülerle tutarlılık içinde bulunacaktır? (s. 2) 14 Denge iktisadi düzeni, belirliliği, tümdengelimi, akım durgunluğunu (statis) vurguladığı halde, (Kİ’nin) yeni çerçevesi, olasılığı, beklenmedik olayları (contingency), belirli olmayanı, anlam ifade etmeyi (sense-making), değişikliğe açık olmayı vurgular. Diğer bir deyişle, “bugüne dek iktisat eyleme (fiile, “verbe”) dayalı bir bilim olmaktan ziyade, (isme “noun) dayalı bir bilim olmuştur. Bu geleneksel iktisat bilimi, istihdamı, üretimi, tüketimi, fiyatları, bunlardaki zaman içindeki değişmeleri inceledi.” Şimdi (karmaşıklık kuramı ile) iktisat bu değişmeleri bir seri eylem hareketleri (öngörme, yanıt, yenilik yapma, yerine koyma (replace)) gibi yeni hareketlere neden olan etkinlikler olarak görmeye yöneliyor. (s. 19) Yazıda şu görüşler de savunuluyor: Bu yazıda ekonomiyi düşünmek hakkında farklı bir çerçeveye sahip olduğumuz gösterilmektedir. Bu çerçevede mal ve hizmetlerin fiziksel özellikleri vurgulanmamakta, değişim ve yaratma süreçleri üzerinde yoğunlaşılmaktadır. (s. 17) Yazıda, biyoloji biliminin iktisat için bir örnek oluşturabileceği aşağıdaki sözlerle ifade edilmektedir: Biyoloji kuramsaldır ama matematiksel değildir, miktarlara değil, süreçlere dayanır. Tek bir sözcükle yöntemsel (procedural) niteliktedir. Bu bakımdan, oluşma (formasyon) ve değişmeyi esas alan bir ayrıntılı iktisat kuramı da yöntemsel olabilecektir. Bu yeni niteliğiyle iktisat, ekonomideki sözkonusu oluşumu harekete geçiren mekanizmayı derinden anlamayı araştıracaktır, bütün bunları denklemlere indirgemeyi değil. (s. 16) Aynı konuda M.R. Montgomery’nin (2000: 227, 228) yedi madde içinde açıkladığı görüşlerinden yalnızca üçünü, yinelemeleri azaltmak amacıyla sunuyorum: i) NİK’e göre, toplu davranış, yalnızlık içindeki “temsili ajanın” davranışını anlamak yoluyla tamamiyle anlaşılabilir. Buna karşılık karmaşıklık kuramcıları bileşim yanıltmacasını (fallacy of composition) ileri sürmektedirler. Buna göre, toplu davranış, topluluk içindeki aktörler arası derin karşılıklı ilişkiler (“ağörgüleri” ya da “netler”) göz önüne alınmadan anlaşılamaz. ii) NİK akılcı beklentileri içerdiği halde, karmaşıklık kuramcıları, oyuncuların gerçek ekonomi içinde izledikleri fiilen öğrenme yöntemi olan, adaptif, evrimci, tümevarımcı, el yordamıyla arama (groping) süreçlerine dayanan beklentileroluşturma kuramlarını vurgulamaktadırlar. iii) NİK’ciler, sıklıkla, zaten kendi kuramlarının varsayımları içinde bulunan basit serbest-piyasacı reçetelere ulaşırken, karmaşıklık kuramcılarının politika önerileri sayı olarak daha çok (more), iyi ve karmaşık olmaktadır. Karmaşıklık kuramcıları, özellikle, yeni sınıf “piyasa tökezlemeleri” senaryoları belirlediklerini savunuyorlar. Bu tökezlemeler, eskiden beri benimsenen, serbest ticareti, teknolojide serbest piyasa tercihlerini destekleyen serbest-piyasa politikalarını geçersiz kılmaktadır. KK’nın bu tutumu, tabii, müdahale taraftarı iktisatçıları sevindirmekte, serbest piyasacı iktisatçıları üzmektedir. 15 Bu konularda ilgili bir görüş A. Kırman (2009) tarafından ileri sürülmüştür. Kırman’a göre iktisat kuramı iki cephede saldırıya açıktır. i) Toplulaştırma (aggregation) sorunu. Bu sorunda, ekonomik sistemin davranışıyla onu oluşturan bireylerin davranışları arasında nasıl bir ilişki bulunduğu konusu üzerinde durulur. Toplu davranışın belirli, arzulanan niteliklere sahip olduğu gösterilebilir mi? ii) Neden bireyler davrandıkları şekilde hareket ederler? (s. 171) Kırman’ın birinci konuda söylediklerini aşağıdaki şekilde özetleyebilirim: NİK bu sorun ya da konuda genel denge kuramını temel olarak alıyor, genil (makro) ekonomi ilkelerinin genel denge çözümlemesine dayandırılmasını öneriyor. Ama genel dengenin kendisi bir varsayım. Bu kuramda Pareto ve Koopmans gibi kurucular bulgularını içsel sezgilerine dayandırdıklarını, gözlemlerden elde etmediklerini söylüyorlar. Bir de, bilindiği gibi, NİK’te çok sakıncalı temsili ajan kavramı kullanılıyor (s. 171, 172) A.Kırman (2009: 191, 192) şu sonuçlara ulaşıyor: Ekonomiler ve piyasalar diğer karmaşık sistemlerle bir temel niteliği paylaşır. Bu nitelik şudur: Toplu düzeydeki davranış ile, o topluluğu oluşturan bireylerin davranışı arasında önemli, esaslı farklar vardır. Sistemi oluşturan parçalara daha az akılcılık, daha çok etkileşim tanıyan karmaşıklık yaklaşımını kullanmak iktisat bilimini uzun zamandır meşgul eden toplulaştırma sorununa çare sağlar. Bilindiği gibi, yukardaki ikinci konuda H. Simon’un sınırlı akılcılık görüşü vardır. Yakın zamanlardaki çalışmalarda NİK’in, kesin, yetkin akılcılık yaklaşımına karşı çıkılmıştır. Bu çalışmalara göre, bireylerin ekonomi hakkında yetkin kusursuz bilgi sahibi oldukları, sonsuz hesaplama kapasitelerinin bulunduğu varsayımı gerçeklere büyük ölçülerde terstir ve insanları kullanan labaratuar deneylerinde gözlenen davranışlarla kesin biçimde uyuşmazlık içindedir (Hommes, 2009: 87). Aynı yazıya (s. 88) göre, karmaşıklık kuramı sözkonusu olduğunda, ekonomi bir karmaşık sistem olarak görüldüğünde ekonomi hakkında mükemmel yapısal bilgi ve tam akılcı bekleyişler varsayımlarını haklı görmek çok daha zorlaşmaktadır. Çünkü bu durumda, ekonomide birçok etkileşen oyuncu vardır, dolayısıyla bütün diğer ajanların inançlarını bilmek gerekmektedir. Alıntılarımı R. Day’ın (2009: 197, 203, 204) özet açıklamalarıyla sürdürmek istiyorum. Karmaşıklık yaratan etkenler şunlardır: i) Çok sayıda etkileşen varlıklar (entities) vardır. ii) Nedensel etkinin tersine dönüşü ya da doğrusal-olmayışı, iii) nedensel ilişkilerin çoklu-aşama doğası karmaşıklık yaratır. (s. 197) Yine, R.H. Day’a (2009: 203, 204) göre, çağdaş genil ekonomi, genel makroekonomik düzeydeki olayları açıklama ve yorumlamada iki karşıt görüşe ayrılabilir. Bunlardan ilki iktisadi değişmenin denge görüşünden kaynaklanır. İkincisi ise iktisadi değişmenin denge-dışı kavramından elde edilir. Dengeye dayanan ilk görüş ve modellerin şu önemli meziyetleri vardır: Bu yaklaşımla, piyasa 16 ekonomilerinde uzun süredeki ortalama davranışlara oldukça iyi bir şekilde yaklaşılır. Bu modeller toplam verimliliği nitelemekte, ortalama büyüme oranlarını kabaca açıklamada, tüm toplumun “tercihleri” hakkında bir şeyler göstermede yararlı olurlar. Denge-dışı yaklaşımı ise, keza iktisadi büyümeyi açıklar ve istihdamdaki, sermaye kullanımındaki, büyüme oranındaki dalgalanmaları anlayabilmek için zorunludur. Ayrıca, bu ikinci görüş, devletin rolünü ve para sisteminin değişkenlerini içerdiği için, mali ve parasal politikaların özel girişim ve hanehalkı kesimleri üzerindeki etkilerini betimlemede yarar sağlar. Bu kısmı, Avusturya okulu ile karmaşıklık kuramı ilişkisini inceleyen bir yazıda (Koppl, 2009) yer alan F.A. Hayek’in görüşlerinden özet vererek tamamlamak istiyorum. Hayek kendiliğinden oluşan (spontan) düzen hakkında şu görüşleri ileri sürüyor: Kendiliğinden oluşan düzen bir karmaşık adaptif sistemdir. Bu düzen Adam Smith’in “görünmeyen el” fikridir. Kendiliğinden oluşan düzen modellerine bazan “görünmeyen-el açıklamaları” denir. Hayek bu terimi, “gelişen düzen”, “kendi kendini yaratan ya da içsel düzen” durumlarını betimlemek, anlatmak için ileri sürmüştür. Ona göre, toplumdaki spontan düzenler “insan hareketinin sonuçlarıdır, ama insan tasarımının sonuçları değildir.” (s. 396) R. Koppl’e (2000: 396, 397) göre, bu kendiliğinden oluşan düzen kavramı, karmaşıklık kuramcılarının, karmaşık adaptif sistem terimine, en azından benzer niteliktedir. Hayek bu düzenlerin, “düzenin elemanlarının bazı hareket kurallarına uymaları sonucunda ortaya çıktığı” iddiasındadır. Her oyuncu (her eleman) belirli kuralları uygular ve yerel enformasyona yanıt verir. Birçok ajanın etkileşimi genel bir düzen üretir, ama düzen onu üreten oyuncularının hiçbiri tarafından planlanmamıştır. Ajanların sayısı yeterli ölçüde büyük ise, her bireyi yöneten kurallar çok basit olduklarında bile, ortaya çıkan düzen çok karmaşık olabilir. Hayek’i izleyen Avusturyalı karmaşıklık kuramcıları, iktisat kuramı çözümlemelerinin sınırlılıklarının farkındadırlar. Karmaşıklık, kısmen, bilgimize sınır koyduğu için önemlidir. Hayek şöyle demiştir: “Cehaletimizi daha çok ciddiye almamızın tam zamanıdır.” İktisatçılar karmaşıklığı ciddiye aldıkları için iktisat mesleği değişmiştir. İktisatçılar cehaletimizi de ciddiye alırlarsa iktisat kuramında, modelleme tekniklerinde ve politika tavsiyelerimizde de sağlıklı değişmeler olabilecektir. (Koppl, 2000: 401) Aynı yazı (s. 397-401), karmaşıklık ekonomisiyle çağdaş Avusturya ekonomisinin beş niteliği paylaştıklarını söylüyor .Bu nitelikler, sınırlı akılcılık, kural izleme, kurumlar, bilişim (cognition) ve evrimdir. Ben aynı yazıya dayanarak bunlardan biri ve diğer bir sav hakkında özet vereceğim: Kural izleme konusunda F.A. Hayek’ın şu görüşü vardır: “İnsan amaç peşinde koşan bir yaratık olduğu kadar kural izleyen bir canlıdır da.” (s. 398) Bilindiği, bu yazıda sıkça belirtildiği gibi, NİK makroekonomiye biril (mikro) temelleri zorunlu görür. Oysa bir karmaşıklık 17 iktisatçısı olan D. Colander, 1996 tarihli bir yazısında “mikroekonominin makroekonomik temellerinin önemini” vurgulamıştır. Colander bu görüşüyle, kurumların mikroekonomik davranışı biçimlendirmedeki önemine dikkat çekmiştir.” (s. 399) 4. Karmaşıklık Kuramının Özet Değerlendirmesi Buradaki açıklamalarımı da dört başlık altında sunacağım: Genel açıklama ve ilkeler, iktisat dünyasına ilişkin konular, ortaya çıkış ve nedensellik, ek bilgiler. a) Genel Açıklama ve İlkeler Karmaşıklık Kuramı (KK) insan, vücut, toplum, ağörgüsü, ekonomi varlıklarını birer karmaşık adaptif sistem olarak ele aldığı için önemli bir gelişmedir. Özellikle iktisatta toplum, piyasa, ekonomi böyle bir sistem olarak ele alınmalı ve incelenmelidir. KK’nın önemli bir katkısı da yaşamda, toplumsal, siyasal, iktisadi alanlarda dalgalanmaları, bunalımları normal, doğal olaylar olarak almasıdır. Öte yandan NİK, iktisadi yaşamda düzeni vurguladığı, temel saydığı, düzeni sağlayan öğeleri öne çıkaran basitleştirmelere başvurduğu için yararlı olmuştur. Ama basitleştirmelerinde aşırıya kaçtığı, gerçek yaşama hiç uymayan varsayımlar yaptığı, güçlü bir ideolojik bakış açısıyla saf şekliyle özel kesimci yaklaşımı tek temel sayıp savunduğu için bence, enazından eksik ve yetersiz düzeyde kalmıştır. KK ile NİK arasındaki tartışmalarda KK’nın yanında yer alıyorum. Bu tutumumun temel nedenlerini, özet şeklinde aşağıda anlatıyorum. Varsayımlarında NİK tek boyutlu yaklaşımı benimsemiştir. Bu davranış biçimi NİK’in bencillik ve akılcılık gibi iki en temel varsayımda açıklıkla ortadadır. Bu varsayımlar bence insanı, insan eğilim ve yeteneklerini açıklayan temel nitelikler arasındadır. Ama her alanda olduğu gibi, bu konularda da gerçek çok boyutludur. Özçıkar peşinde koşmak insanlar, hatta genellikle tüm canlılar için temel bir olgudur. Ama bu konuda da etkileşim, işbirliği, karşılıklılık ilkesi (reciprocity) çok önemli rol oynar. Özçıkar ile bencillik aynı şey değildir. İnsanlar, çokça gözlendiği gibi, diğergam şekilde davrandığında da, özçıkarı peşinde koşuyor olabilir. Başkalarına yardım eden kişi, enazından başkalarının da gerekli durumlarda kendisine yardım edeceğini düşünebilir. İnsanlar arası işbirliği bir tür özel-çıkar ilişkisi olarak alınabilir. Özçıkar, bencillik konusunda iktisat bilimi ile biyolojinin yaklaşımları arasında önemli farklılık olduğunu söyleyen bir yazıdan (Picton, 2000: 193) alıntı yapmak istiyorum. Yazıya göre, iktisatta rekabet bencil oldukları varsayılan bireysel ajanların nitelikleri sonucudur. Biyolojide ise ajanların “bencilliği” rekabetin bir sonucudur. (Biyolojide) bireysel organizma ile çevresi arasındaki karmaşık ilişki, 18 bireysel düzeyde diğergamlıkla, genetik düzeydeki bencilliğin birbiriyle tutarsızlık içinde olmadığını düşündürmektedir. D. Colander (2000a: 10) bu yazıyı şöyle değerlendiriyor: Bu yazıda Picton, en iyi uyumu sağlayanın yaşamını sürdürebileceği şeklindeki Darwinci kavramın, iktisatta “rasyonel insan” varsayımı şeklinde yanlış anlaşıldığını söylemektedir. Bu iktisat varsayımı, iktisadi insanın, öz-çıkarıyla, bencil şekilde davrandığını ifade eder. Yazıda “öz-çıkar” teriminin açık olmayan şekilde kullanılması tartışılmakta ve evrimci biyolojinin diğergamlık/özçıkar karşıtlığı sorununu çözdüğü söylenmektedir. Bu çözüm şu görüşe dayanmaktadır: Saf bencillik gen düzeyinde ele alınmalıdır, zorunlu olarak birey düzeyinde görülmemelidir. Çünkü (biyolojide) önemli olan genin tekrarlanması, sürmesidir (replication), bireylerinki değil. (Colander, 2000a: 10) İkinci varsayım, akılcı beklentiler konusunda da şunlar söylenebilir: Bütün piyasa oyuncularının tümüyle rasyonel olduğunu söyleyen bu varsayım J.P. Muth ya da R.E. Lucas’tan önce de ünlü sağcı iktisatçı M. Friedman tarafından, 1953 tarihli ünlü kitabında ileri sürülmüştür. Bu görüşe göre, akılcı ajanlar daha yüksek kâr ya da yarar sağlayacakları için, akıllı olmayan oyuncuları piyasa dışına iterler. Başka bir deyişle, aynı görüş, evrimci seçiminin irrasyonel davranışa engel olacağını ve ekonominin içindeki tüm ajanların “sanki” mükemmel rasyonel oyuncu sayılabilirmiş gibi tasvir edilebileceğini söyler. (Bkz. Hommes, 2009: 87) Tabii bu görüş, R. Koppl’un (2009: 400, 401) söylediği gibi, iktisadi yaşamdaki evrimci mekanizmaları inceleme dışında bırakmakta ve şu olguyu göz ardı etmektedir: Her ne kadar evrim bazen bir optimal çözüme yaklaşırsa da, her zaman bunu başaramaz. KK’nın bir önemli başarısı ekonomiyi sürekli yenilikler içinde saymasıdır. Bu kurama göre yaşamda, ekonomide her an yeni davranışlar, kurum ve kurallar, piyasalar, teknolojiler ortaya çıkar. Oyuncular, ajanlar, insanlar, deneyimleri arttıkça sürekli olarak davranış ve stratejilerini değiştirebilirler. KK’da yineleyici süreçler belirleyicidir, bunlar her an yeni örüntüler yaratırlar. KK temel yasalardan ziyade yineleyici süreçlerin peşindedir. Yöntem olarak tümevarıma ağırlık tanır, gerçek yaşama uygunluğu esas alır. KK içinde, 1990’larda iktisada giren ağörgülerinin önemli bir ağırlığı vardır. Ağörgüleri tüm oyuncuları kapsamaz, ancak ajanların küçük bir alt kümesi içindeki ajanları içerir. Bu oyuncular sürekli ve kalıcı şekilde birbirleriyle mübadele (Exchange) ilişkisine girerler. Bu ilişkilerde aracılık edecek, mübadele sürecinde ortaya çıkabilecek anlaşmazlıkları çözebilecek örgütsel bir otorite yoktur. Otorite yokluğu ağörgüsünü hiyerarşiden ayıran temel özelliktir. (Viskovatoff, 2000: 132; Rauch, Hamilton, 20001: 1, 3) 19 Burada iktisatçıların ağörgülerine bakışı ile sosyologların bakışı arasındaki önemli bir farka dikkat çekmek istiyorum. İktisatçılar genellikle ağörgülerini içsel bir sonuç olarak ele alırlar, ama zaman zaman ağörgülerinin üyeliklerini, özellikle ırksal, dolayısıyla dışsal nitelikte sayarlar. Buna karşılık, sosyologlar ağörgülerini veri (dışsal) saymayı tercih ederler. (Rauch, Hamilton, 2001: 19) İlgili bir nokta, iktisatçıların tipik bir şekilde piyasa rekabetinin, özellikle özel kesimdeki kurum ve kuralların şekillenmesinde güçlü bir rol oynadığına inanıyor olmasıdır. Bu görüşte, işlemlerin Darwinci doğal seçilim sürecindeki gibi işlediği düşünülür. Buna karşılık sosyologlar, kurum ve kuralların, kurumsal yapıların daha çok tarih tarafından sınırlandığına, siyasal ve kültürel etkenlerin güçlü etkisi altında kaldığına inanırlar. Piyasa rekabetinin etkin ağörgülerinin yaratılmasına, etkin olmayan ağörgülerinin yok olmasına, silinmesine neden olabileceği şeklinde bir uç (ekstrem) iktisatçı tutumu da sözkonusu olabilir. (Aynı yazı, s. 20) Burada A. Kırman’ın (2001: 156, 191), Marsilya Kenti balık pazarı çözümlemesine dayanarak ulaştığı bir sonuca da dikkat çekmek istiyorum. Kırman’a göre, bu pazarda olduğu gibi, bir piyasada toplu davranış açık düzenlilikler gösterebilir ve bu düzenliliklerin bir tür topluluk rasyonalitesi ifade ettiği düşünülebilir. Ama bu akılcılığın bireysel rasyonelliğe uyduğu düşünülmemelidir. Diğer bir deyişle Marsilya balık pazarında toplu düzeyde bir sürü düzenlilikler yaratılmaktadır. Ama bu düzen, standart rekabetçi modelde olduğu gibi bireylerin kendi başlarına düzenli biçimde davranışı sonucunda ortaya çıkmamaktadır. Bu tür bir karmaşık örgütleşme modeli bireysel ve toplu davranış arasındaki herhangi bir basit bağı koparmaktadır. Ağörgüleriyle ilgili şöyle bir görüş vardır: Başarılı piyasalar başarılı kurum ve kuralları, başarılı kurum ve kurallar da başarılı ağörgüleri gerektirir. Böyle olunca, piyasalar ile ağörgüleri arasındaki karşılıklı ilişki politika tartışmalarını gündeme getirir. Bu görüşün açıklandığı yazıda (Casella, 2001: 333-336) bu durumun üç soru yarattığı söyleniyor. i) Etkin piyasalara bir atlama tahtası olarak görülen ağörgülerine güven haklı mıdır? Yoksa, tam tersine, başarılı ağörgüleri kişisel olmayan alışverişler oluşturmanın önünde bir engel midir? ii) Ağörgülerinin dışında bırakılan bireylerin durumu ne olacaktır? iii) Ağörgüleri değerli ise ve oluşturulabiliyorsa, bir “ağörgüsü girişimcisi” bir grup örgütleyerek “ağörgüsü hizmetleri” sağlayabilir, bu hizmetlerin üreteceği artığın bir kısmını alır ve kâr elde eder. Böyle olunca piyasalar ağörgüleri üretebilir ve sunabilir mi? Yazı aynı yerde (s. 333-336) bu soruları tartışmaktadır. Buradaki açıklamalarımı, yukarda incelediğim birey, grup ilişkisine dikkat çekerek tamamlamak istiyorum. Bu konuda söylenecek en temel ilke grubun bireyden, grubu oluşturan bireylerin toplamından farklı, bazen az, genelde daha çok olduğudur. Bu toplum yaşamının en temel olgularından biridir. 20 b) İktisat Dünyasına İlişkin Konular Toplum bilimlerinde, hatta doğa bilimlerinde tek nedenli açıklamalara pek yer yoktur, ancak istisnai durumlarda tek nedenli ilişkiler ağırlık taşıyabilir. Olayların çeşitli nedenleri vardır ve her olayda bir neden alt kümesi belirleyici rol oynar. Bu alt küme zamana, mekana, ortama, bağlama (konteks) göre değişir. Aynı şekilde iktisadi olaylar ajanlara, beklentilere indirgenemez. Evrensel bir akılcılığın varlığı, rasyonel beklentiler temelinde sağlıklı bir iktisat kuramı oluşturulamaz. Sırf akıllı davranmayla birçok durumda olumlu, anlamlı sonuçlara varılamaz. Bazı durumlarda irrasyonel sayılabilen duygusal tutum ve davranışlar daha olumlu sonuçlar yaratır. Yine yukarda açıklandığı gibi, iktisatta dengeden çok dengesizlik durumları geçerlidir. Dengeye, veri duruma saplanıp kalmak, yaşamın temelini oluşturan değişme ilkelerine ters düşer. Bu statükoyu veri alan yaklaşımlarla kalkınma sorununun doyurucu şekilde çözülmesi de olanaklı değildir. NİK çerçevesinde yapılan çalışmalarda dengenin tek oluşu da vurgulanır. Oysa sürekli değişim ve yenilikler içinde olan bir ekonomide herhangi bir optimum dengeye ulaşılamaz. Dengenin varlığı kabul edildiğinde bile tek değil çok denge vardır. İktisat araştırmalarının bazı modelleri çoklu denge durumu yaratır. Gerçek yaşam da bu durumu gösterir. Gelişmiş Batı dünyası ülkelerinin hemen hepsi farklı bir ekonomi, birçok dengeli yapı, gelişim, süreç içindedir. Geçmişteki ülkeler de bugünkünden çok farklı bir ekonomiye sahiptir. Bilindiği gibi NİK’te genil ekonominin sağlam biril ilkelere dayanması gerektiği görüşü vardır. Bu görüşü, hemen yukarda açıkladığım bir bütünün, grubun onu oluşturan elemanların toplamından genelde fazla olması olgusu yanlışlamaktadır. Karmaşıklık kuramında kullanılan “autopoiesis” kavramı da aynı sonucu doğurur.7 7 N. Luhmann’a göre, sosyoloji aktör olarak insanları ve bunların arasındaki karşılıklı ilişkileri değil, toplumsal sistemleri inceler. Toplumsal sistemler de insanlardan ya da hatta hareketlerden değil, iletişimlerden oluşur. H. R. Maturana ve F.J Varela’nın 1980’de ileri sürdüğü bir kavram, “autopoiesis” vardır. Bu kavramı kullanırsak, toplumsal sistemler “autopoietic” sistemlerdir. Kendi kendilerini yaratan diye tercüme ettiğim bu sistemler şöyle tanımlanabilir: Bu sistemler, kendilerini oluşturan elemanları üreterek kendilerini üreten sistemlerdir. (Son iki paragraftaki görüşleri, Viskovatoff, 2000: 137’den aldım.) Aynı “kendi kendini yaratan (autopoietic)” sistem (Comim, 2000: 187 (not 1)de şöyle tanımlanıyor: Bu sistemlerde sistemin her bir elemanı, ancak karmaşık ilişkiler ve ağörgüleri içinde olan bir ortamda zuhur edebilir, süreklilik kazanabilir ve yeniden üretebilir. Bu tanımlamalardan anlayabildiğim kadar, karmaşık nitelikte olan toplumsal bir sistem elemanlardan oluşur. Bu elemanlar karmaşık ilişkiler ve ağörgüleri içinde birbirleriyle etkileşirler. Bu etkileşimlerden sistemin her elemanı zuhur eder, süreklilik kazanabilir ve yeniden üretilir ve üretir. Karmaşık sistemler hem bu elemanları üretir, hem de üretilen elemanlar sistemi oluşturur. Sistem elemanların basit toplamından ibaret değildir, ondan, toplamdan farklıdır. Bu açıdan bakıldığında, iktisat ayrılmış, isole edilmiş, yalnız bırakılmış bir disiplin değildir, daha kapsamlı kültürel sisteme oturan bütünleşmiş bir varlıktır. İktisadı “kendi kendini yaratan” bir sistem olarak algılamak, cezp ediciler peşinde koşma şeklindeki bilimsel stratejiyi anlamsız kılar. Uyumlu (adaptif), doğrusal-olmayan ağörgüleri incelendiğinde, dikkat yoğunluğu denge noktalarını araştırmaktan, 21 Yinelemekte sakınca yoksa, sürekli yenilikler, değişmeler içinde bulunan ekonomi, bir karmaşık uyumlu (adaptif) sistemdir, bir evrim süreci içinde gelişir. Böyle olunca, iktisadın yalnızca fiziği, matematiği örnek almak yerine biyolojiye de yer vermesi anlamlı ve uygun görünmektedir. Bence KK, en azından çeşitli türlerinde, hem yoğun formel matematik, hem de evrimci biyolojinin açıklamalarını kullanmaktadır.8 Burada, son elli yılda ABD iktisat kuramında matematik modellerin egemen oluşumun, Batı dünyasında yaşanan iktisadi bunalımın öngörülememesinde oynadığı role de değinmek istiyorum. Bir görüşe göre (Bkz., Backhouse, 2010: 7) ABD yüksek lisans, doktora öğrencileri iktisadi kurumlar, iktisadi, istatistikler, iktisadi politika sorunları hakkında bir şey öğrenmeden yetiştirmekte, gerçek dünya ekonomisi hakkında bir şey bilmemektedirler.9 c) Ortaya Çıkış ve Nedensellik sürekli-değişen yörüngeler (trajectories) üzerine kaydırılmalıdır (Comim, 2000: 159). Aynı yerde W.B. Arthur’un bu konulardaki görüşlerine yer verilmektedir: Son elli, hatta yüz yılda iktisadın yaptığı çok güçlü cazibecilere (attractors) sahip sistemlere bakmak olmuştur. Denge noktasına nasıl ulaşılacağı sorunu bile ele alınmamıştır; yalnızca bir denge olduğuna dikkat çekilmiş, eğer o noktada isek, orada, dengede kalma eğiliminin yaşanacağı söylenmiştir. Buna karşılık Santa Fe Yaklaşımı, gerçekçi olan ve değişmenin gerçek sürelerini yansıtan bir yolu savundu. Bu yolda belki hiçbir cazibe gücü yoktu, ya da cazibeciler değişebilirdi. Bunun da anlamı süreçlerin tanımlanabilen (denge gibi) son durumlarının bulunmayışıydı. Böylece SFA’nın (Santa Fe Yaklaşımının) özünde değişme kavramının yansıtılması bulunur. 8 Bkz. (Colander, 2009: 419; Viskovatoff, 2000: 151). F. Comin’e (2000: 183) göre yazısının temel savı (argümanı), Santa Fe yaklaşımını benimsemenin temel tehlikesinin biyolojik mecaz (metafor) yerine fiziksel metaforu koyması olasılığıdır. Aynı yazıda (s. 163) A. Marshall’ın 1898’de şu sözleri söylediği yazılmaktadır: “Ekonomik uslamlama (reasoning) fiziksel istatistiğin yöntemlerine benzeyen yöntemlerle başlamalı ve zaman içinde tedrici olarak biyolojik tona sahip olmalıdır.” 9 Bu nitelikte görüşleri savunan bir yazı (Bigo, Negro, 2014): 329, 330, 339) bu bunalım sonrasında ABD iktisatçılarının durumunda bir değişim olup olmadığını araştırmakta ve şu sonuca ulaşmaktadır: Yaptığımız alan incelemesi sonuçları birçok iktisatçının eski durumlarını korumaya meylettiklerini ve iktisatta daha yeni ve daha iyi matematik modeller kullanmayı önerdiklerini göstermektedir. Bugün bile bu iktisatçılar bunalımdan çıkış yolları önermekten uzak görünmektedir. Yazıda düşünür ve bilim adamlarının görüşleri de yer almaktadır. Ben bunlardan üçünü belirteceğim: Bilimadamı olmayan G. Soros şunları söylüyor: İktisatta, ekonomik olaylar evrensel geçerliliği olan yasalarla öngörülemez. Çünkü iktisadın incelediği olayların, doğal olaylardan temel ölçülerde farklı bir yapısı vardır. Bu fark düşünmenin oynadığı roldedir. Ekonomik olayların düşünen katılımcıları vardır, doğal olaylarda bunlar yoktur. (s. 340) T. Lawson, son zamanlarda Batı dünyasında yaşanan bunalımı göremeyen iktisatçıların bu başarısızlığı ile iktisat kuramına egemen olan yöntem arasında açık bir bağ kuruyor. Bu konuda özellikle matematik modelleştirme üzerinde aşırı yoğunlaşmaya dikkat çekiyor s. 341). T. Lawson şunları da ekliyor: Öngörü iyi bir ekonomi için merkezi önem taşımaz ya da öngörü iyi bir ekonominin ölçütü değildir. Herhangi bir şekilde toplumsal alanda öngörünün başarılı olması pek olası değildir (s. 342). Aynı yazıda (s. 341) dipnot) P. Krugman’ın şu görüşü de yer alıyor: Makroekonomide, “o konuya özgü (ad hoc)” modeller, matematik dolu, güçlü (hard) modellerden daha iyi açıklama yeteneğine sahiptir. İlgili şu görüşleri de alıntılamak istiyorum: P. Anderson’un tartıştığı gibi, matematik kuramı karmaşık sistemleri anlamının en iyi yolu değildir. Çünkü bu yol tek çözümler peşindedir, bu da gerçek dünya karmaşıklıklarını çözümlemede iyi tahmine, çözüme yakınlık sağlamaz. J. Holland da şunları söylemiştir: “Bizim geleneksel matematiksel araçlarımız-sabit noktalar, cazibe temelleri gibi- doğrusallığa ve dengelere dayanır. Bu özellikler ise karmaşık uyumlu sistemlerde pek yoktur.” (Comim, 2000: 158, 159) 22 Ekonomi gibi karmaşık adaptif sistemlerde ya da uyumlu doğrusal-olmayan ağörgülerinde, belirli bir mekan, zaman, bağlam ve ortamda olaylar, sistemi oluşturan elemanların (oyuncuların) karşılıklı etkileşimi ve karşılıklı bağlantıları sonucunda ortaya çıkar. Bu oluşumda, olaylarda, ortaya çıkışta genellikle tek yönlü nedensellik sözkonusu olmaz. Gerçekle, gerçeği algılama arasında önemli farklılıklar olabildiğini belirterek başlamalıyım. İnsanlar olayları yetenekleri, bilgi düzeyleri, kişisel ve toplumsal değer yargıları, çıkarları, gelenek, adet, kültürleri, yaşam deneyimleri, inançları, ideolojileriyle algılarlar. Bu etkenlere bağlı olarak gerçeğin algılanması, gerçekten az ya da çok ölçülerde sapabilir. Karmaşıklık kuramı konusundaki yazımda (Bulutay, 2014a) bu konular üzerinde yoğun bir şekilde durduğum için burada birkaç noktaya dikkat çekmekle yetineceğim. İlk olarak her şeyin iç içe geçtiğini söylemek istiyorum. Kuramla olaylar iç içe geçmiştir. Düzen, düzensizlikle, geçmiş, bugün ve gelecekle iç içedir. Geçmiş bugünü belirlediği gibi, gelecek hakkındaki beklentiler de bugünü belirler. Basit dediğimiz normal bir yaşam bir tür (organize edilmemiş) karmaşıklık içindedir. Bilimsel yöntem alanında tümevarım, tümdengelim de iç içedir. Herşeyden önemli olarak gerçek kavramıyla çelişki içiçedir. Yukarıda söylediğim, aşağıda yineleyeceğim gibi, doğru ile yanlış da iç içe geçmiştir. Birçok doğru bazen içinde önemli yanlışları içerir, yanlışlarda da doğrular vardır. Ayrıca bu iç içe geçmişlik zaman içinde de değişir, eski doğrular yanlışa, eski yanlışlar doğruya dönüşür. Daha önemlisi, doğrulara ulaşmanın, öğrenmenin en önemli yollarından biri, yanılgılara düşmektir. Ben yaşamımda yanlışlarımdan çok öğrendim. Anlatılanlarına koşut olarak gerçek kavramıyla çelişki iç içedir. 10 Esasında çelişki, karşıtlık insanlar arası ilişkilerin temel öğelerinden biridir. Buna tutarlılık ve tutarsızlık arasındaki iç içe geçmişlik de eklenebilir. Siyasal alanda da karşıtlıklar, çelişkiler vardır. Örneğin 1970’lerde Türkiye’de 1960 Anayasasının sağladığı insan hakları, özgürlükler, demokrasi süreçleri ile iktisadi büyüme arasında çelişki bulunduğu, 1970’li yılların iktidar güçleri ve politikacılarınca sıkça ifade edilmiştir. 12 Mart 1971 darbesi ya da muhtırasının bir temel nedeni de bu çelişkidir (Bkz. Y. Kepenek, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Haziran 2014, pazartesi, s. 13). Son zamanlarda dünyada özellikle ABD’de gelir ve servet eşitsizliğinin artması ile demokrasi yönetimi arasında da böyle bir çelişki olduğundan sözedilmektedir. 10 Diğer bir yazımda bir düşünürün, “çelişki bazılarının gerçeğe verdikleri addır” şeklindeki bir görüşünü aktarmıştım. Burada karmaşıklık kuramı konusunda Fritz Machup’un bir karşı görüşünü vermek istiyorum: “Karmaşıklık… “kesin ve açık bir düşünceye bağlanmaktan kaçınmak için kullanılan bir sinsi, çakalca sözcüktür (weaselword)” (Velupillai, 2009: 48) 23 Diğer bir temel olgu yaşamda değiş-tokuşun büyük önemidir. Davranışlarda uzun ve kısa vadeler arasında sürekli bir değiş-tokuş yaşanır. Kısa vadeli bir özverinin uzun sürede ödüllendirileceği düşünülür. Esasında tasarruf eğiliminin altında bu olgu yatar. Belirli bir zamanda bir şeyi yapmanın, örneğin sinemaya gitmenin maça gidememek gibi bir bedeli vardır. KK’da ortaya çıkışın önemi, tek yönlü nedenselliğin çok güçlü ve geçerli olmaması bilimlerde, özellikle de toplumsal bilimlerde her koşulda geçerli yasaların varlığı ilkesini çok sarsmıştır. Bu yasaların yerini yüksek olasılıklı tahminler, örüntüler almıştır. Böylece KK’da insanlar, bilim adamları kesin gerçekler peşinde koşmamakta, geçici nitelik taşıyan istatistik uygunluğu aramaktadırlar. Bu geçici uygunluklar ekonomiyi ancak geçici ve koşullu biçimlerde anlamamıza yol açmakta, bir ekonomi bir dönem öncekinden, bir ülke ekonomisi diğerinden çok farklı olabilmektedir. (Benzer görüşler için, bkz. (Colander, 2009: 414, 415) d) Ek Bilgiler Bilindiği gibi, her bilim dalında olduğu gibi iktisatta da farklı türlerde iktisatçı vardır, örneğin bazıları kuramsal çalışmalara, diğerleri uygulamalı araştırmalara önem verirler. Aynı şekilde bazı iktisatçılar temel ağırlığı iktisat politikasına verirler; bazıları yenilikler peşinde koşar, bazıları günlük durumları ya da tarihsel gelişmeleri esas alır. Ben burada bu konulara girmeyeceğim. Bilimin niteliği hakkında birkaç noktaya, kısa özetler şeklinde dikkat çekeceğim. Zaman içinde daima aynı konular ön planda olmamaktadır. Ülkelere, ülke gruplarına, iktisat bilimine egemen olan (ABD’de Cowles Komisyonu gibi) grupların bakış açılarına, teknolojik gelişmelere, hatta geçici modalara bağlı olarak bazı konu ve disiplinler öne çıkmaktadır. Ben akademik yaşamım boyunca, egemen konu ve kuramların çok değiştiğini gördüm. 1980 öncesinde kuramsal iktisadi etkinliklerime sırasıyla, büyüme kuramları, ekonometri, genel denge kuramı çalışmaları egemen oldu. Sonra, çalışmalarım çeşitlilik kazandı. KK üzerindeki son çalışmalarımda ekonometri ve genel denge kuramı hakkındaki düşüncelerim, bilgilerim çok değişti. Burada bu konulara, ancak bazı noktalarda değinmekle yetineceğim. Bilindiği gibi, ekonometri konusunu geliştirenlerin başında J. Tinbergen ve R. Frish gelir. Bu değerli insanlar hak ettikleri ilk İktisat Nobelini paylaşan bilim adamlarıdır. Bunlar ekonometriyi doğrusal ilişki çerçevesinde geliştirdiler. Ama iktisat yaşamındaki karmaşıklıkların, kaosların da farkındaydılar. Bu konuları yazılarında ele alabiliyorlar, ama konuları iyi bilmediklerini söylüyor, bunların incelenmesini gelecek kuşaklara bırakıyorlardı. (Bkz. (Louça, 2000: 120, 123, 124; 24 Colander, 2000a: 9).11 Bildiğim kadarıyla ekonometri günümüzde bu doğrusallık çerçevesini aşmıştır, bunda da bilgisayar tekniklerinin büyük katkısı olmuştur. Genel Denge Kuramı (1979) adlı kitabımda ele aldığım teori bugün bile NİK’te geleneksel (Ortodoks) iktisat anlayışında büyük ağırlık taşımaktadır. O kitabımda, sonraki çalışmalarımda ve bu yazımda bu kuramı aşırı varsayımlarıyla, özellikle denge, rasyonalite, kavramları nedeniyle çok eleştirdim ve eleştiriyorum. Çünkü denge kavramı, onun gerektirdiği artan getirileri varsayımlarla yok etme yaklaşımı nedeniyle Genel Denge Kuramı hem gerçek ekonomilerin verilerine, hem de kalkınma politikalarına ters bir yapı sergilemektedir. Rasyonalite konusunu yukarda ele aldım. Bilindiği gibi, bu kuramlar dışında, iktisatta çeşitli yaklaşımlar vardır. Makro ekonomi alanında Keynesçi ve Yeni Klasik Ekonomi ayırımı vardır. Keynesçilik alt dallara bölünmüştür. Bu dallar içinde bence en önemlisi post_Keynesci yaklaşımdır.12 Son zamanlarda ABD’de kendisine Neo-Keynesçi diyen grup, Yeni Klasik ekonomi taraftarı olan iktisatçılarla bir senteze varmış, ortaya DSGE adında bir ortak model çıkmıştır (Bkz., (Bulutay, 2010)). Bunların dışında Batı iktisadında önemli yeni kuram ve görüşler ileri sürülmüştür. Bunlar arasında feminist, davranışçı, deneyci, evrimci, yeni kurumsal ekonomiler, nöroekonomi, ekonofizik gibi yaklaşımlar vardır. KK da bunlardan biridir. Burada bu konular üzerinde durmayacağım, yalnızca gelenekçi olmayan (heterodoks) iktisatçılar ve bunlarla KK iktisatçıları ve geleneksel (Ortodoks) iktisatçılar arasındaki ilişkiler hakkında özet bilgi vereceğim. Ortodoks iktisatçı NİK iktisatçısıdır.13 KK iktisatçısını da yukarda açıkladım. Heterodoks iktisatçılar ise 11 Aynı yazıda (Louça, 2000: 120) Frisch’ın bir yazısından alıntı şu sözlerle son buluyor: “Doğa yasalarını bulmak, keşfetmek yerine biz mi yarattık?” Ben, Mülkiye Dergisinde, “Bilimde bulmak değil yaratmak” başlığı ile sekiz makale yazmıştım. Bkz., (Bulutay, T. (1988, 1989, 1990: 69)) 12 Backhouse’un (2010: 8) yazdığı gibi, post-Keynesçilere göre, NİK (geleneksel iktisat) Keynes’ten çok şey öğrendiği halde, temel belirsizlik alanında ondan hiçbir şey öğrenmemiştir. Bu çok önemli bir eksikliktir. 13 Burada A. Smith gibi klasik iktisatçılarla NİK arasındaki önemli bir farklılığa dikkat çekmekte yarar vardır. D.M. Levy (2000: 104, 105) yazısına A. Smith’ın “Theory of Moral Sentiments” adlı kitabından bir alıntıyla başlıyor: Smith burada, şeylerin, objelerin vücut gözüne gerçek boyutlarıyla değil, içinde bulunulan durumun uzaklığına göre görüldüğünü söylüyor. Bu olgu aklın doğal gözü için de geçerlidir. Levy sonra aynı yerde D. Hilbert'in temel aldığı geometri ve aritmetik anlayışı konusunda bir alıntı veriyor (s. 104). Bu alıntılardan sonra Levy bu iki görüşün aynı gerçeği ifade etmediğinin açık olduğunu belirtiyor. Çünkü Smith’in savı, mesafe algısının içinde bulunulan “Status quo”ya dayandığını söylemekte; Hilbert’in iddiası ise gerçek sayılara dayanmaktadır (s. 105). Böylece, Hilbert’in görüşünü benimseyen matematikleşmiş iktisat, NİK, klasik ortak görüşün tersine, “status quo”nun önemli olmadığı iddiasıyla başlıyor (s. 109) Diğer bir deyişle, içinde bulunulan durum, geçmişe bağımlılık, matematik soyut yapısıyla NİK’te önemini yitiriyor. Aynı yazıyı kitabın giriş kısmında kısaca değerlendiren D. Colander (2000a: 8), aynı savları şu sözlerle takdim ediyor: Bu yazı, A. Smith ile S. Mill’in keşfetmeye, öğrenmeye (heuristic) dayanan yaklaşımı ile NİK’in geometriye, aritmetiğe (cebire) dayanan anlayışını karşılaştırmaktadır. Levy, iktisatta geçmişe-bağlılık tarihinin bizzat kendisinin geçmişe-dayalı bir anlatım olduğu görüşündedir. Smith’te geçmişe bağlı özellikler vardır, iktisadın matematikleşmesiyle bu özelliklere pek yer kalmamıştır. İyi anlamışsam bu aktardıklarım tek bir cümle içinde şöyle ifade edilebilir: Geleneksel iktisat (NİK), matematikleşerek soyutluk kazanmış, bu kuramda geçmiş alışkanlıklar ve deneyim etkenlerine yer vermeye 25 NİK’i çeşitli yönlerinden eleştiren ama kendine özgü bir kuramı paylaşmayan, her önemli iktisadi olayı, olayın koşulları içinde farklı biçimlerde değerlendirebilen iktisatçılar olarak anılmaktadır. Bunlar arasındaki ilişkileri incelediğimizde ilk gözleyeceğimiz olgu, bunların her birinin çeşitli türleri bulunduğunu da göz önüne alınca, bu üç iktisatçıyı birbirinden ayırmanın kolay olmadığıdır. Her üç kuram da birbirlerinden bir şeyler almış ve almaktadır. Burada da iç içe geçmişlik sözkonusudur. Örneğin, tarihi, psikolojiyi, sosyolojiyi bolca kullanan geleneksel iktisatçılar var olduğu gibi, yoğun, yeni matematik teknikleri kullanan heterodoks iktisatçılar da vardır (Backhouse, 2010: 14). Yukarda bu üçlü ilişkiler konusunda bilgi verdim. Burada yalnızca iki ilişki konusunda kısa açıklamalar vereceğim. İlk konu, NİK’in neden gözleri önündeki ekonomik karmaşıklıkları görmemiş, inceleme alanına sokmamış olmasıdır? Bence bu sorunun üç yanıtı vardır: i) NİK giderek artan ölçülerde matematik kullanmada yoğunlaşmıştır. ii) NİK daima kapitalist sistemi destekleyen bir özel kesimci yaklaşımı benimsemiştir. iii) NİK bugün de geniş ölçüde koruduğu öz yapısını, bilgisayar ve ilgili alanlardaki büyük teknolojik olanakların ortaya çıktığı yeni dönemler öncesinde oluşturmuştur. Böylece, NİK devingen, çok boyutlu çözümlemelerden uzun süre uzakta kalmıştır. İkinci ilişki konusu KK ile gelenekçi olmayan iktisatçılar arasındaki benzerlik ve farklılıklardır. Temel benzerlik, birçok heterodoks iktisatçının KK türü bir vizyona sahip olması, ekonomiyi karmaşık bir sistem olarak görmesidir. Esas farklılık ise, KK’nın köklü öze sahip kendine özgü bir kuramsal çerçeve yaratma amaç ve gücüne sahip olmasına karşın, heteredoks iktisatçıların hem NİK’ten, hem KK’dan, hem her türlü eski, yeni iktisadi akımlardan bir şeyler alması, bunlardan kozmopolit bir yapı oluşturması, sözkonusu alıntı öğelerini zaman içinde sürekli değiştirebilmesidir. Ayrıca tabii heterodoks iktisatçıların, gelir dağılımının bozukluğu gibi bazı konular dışında paylaştıkları bir ortak öz de yoktur. 14 Bilginin, bilimsel gelişmenin, kanıtlamanın niteliklerini açıklayan bazı özel görüşlerle açıklamalarımı tamamlıyorum. Bilime, bilgiye ulaşma süreçler içinde oluşur. İşe kaba gözlemlere, eski görüşlere, düşüncelere, mantığa dayanan, enformel diyebileceğimiz bilgi kümeleri oluşturularak başlanır. Sonra yaşam deneyimleri ya da bilimsel deney, sınama arayışlarıyla bu kümeler planlanmış ya da planlanmamış yöntemlerle sınanır. Sonra ulaşılan sonuçlar yönetilebilir, kontrol edilebilir basit bir düzene sokulur. Bu düzen ya kafalarda sağduyu ilkelerine ya da bilimde olduğu gibi, formel modellere dönüştürülür. Bunlar da yeni edinilen bilgilerle, deneyim ve bilimsel sınamalarla sürekli gözden geçirilir, sorgulanır, gerekli görüldüğünde değiştirilir.15 gerek kalmamıştır. 14 Son iki paragraftaki bu tür karşılaştırmalar için (Colander, 2009: 417, 418, 424, 425)e bakılabilir. 26 Bilimde, yaşamda birçok açıklamada kesin kanıtlara ulaşıldığı savı ileri sürülür. Oysa, kanıtların en sağlam olduğu düşünülen matematik alanında bile kanıtlar sanıldığı kadar güçlü değildir. Bu yönde bir görüş Fred Richman tarafından, aşağıdaki tümcelerde ifade edilmiştir: Bir matematik teoremin yapıcı olmayan, olumsuz savlara dayandığını anlamak insanın düşünebileceğinden daha zordur. Bunun bir nedeni şudur: Kanıtlar nadiren her şeyini, her öğesini içerir (selfcontained), ispat diğer teoremlere, onların kanıtları da diğer teoremlere dayanır. Bu diğer teoremler çoğu zaman o derece içselleştirilmiştir ki, bu kanıtlamalarda yapıcı ve müspet olmayan savların (argümanların) kullanılıp kullanılmadığından ya da kullanılması gerektiğinden haberdar olmayız. (Velupillai, 2009: 56). Bu olgu yalnızca matematik alanıyla sınırlı değildir, yaşamın, bilimin her alanı için de geçerlidir. Her düşünce, model ve kuramının, bir kısmının farkında bile olmadığımız, apaçık saydığımız temelleri vardır. Bunlar bakış açılarımızın, kuramlarımızın belirlenmesinde büyük rol oynarlar. Yaşamımızda ve bilimde önemli değişmeler de, apaçık göründükleri için sorgulamadığımız bu konularda olur. İnsan yaşamının temel özelliği olan değişim süreçlerinin etkisiyle bildiklerimizin, kabul ettiklerimizin yanlışlığı ortaya çıkar. Sonra bu yanılgıları araştırmaya, irdelemeye, yeni bilgi ve ufuklara ulaşmaya çalışırız. Böylece, özellikle bilim alanında bu yanılgılarla savaş zamanımızın önemli bir kısmını kapsar. Bilimi, enazından benim için en ilginç kılan da bu sürekli sorgulama ve arayıştır. Sonuçta, bilim alanında, özellikle toplum bilimleri ve iktisat alanlarında bazı konularda yanılgılar ve cehalet içinde bulunuruz. Yukarda belirttiğim Hayek’ın söylediklerinin ifade ettiği gibi birçok konuyu bilemez, öngöremeyiz, yanılgılara düşeriz. İster çelişki, ister gerçek deyin her bilme çabamızda birtakım kalıcı inançlara, ilkelere, değer yargılarına, kuramlara, bakış açılarına dayanırız. Sağlıklı bir bilim ortamında gelecekteki yeni kuşaklar bu kalıcı öğeleri değiştirir, yenileştirir, geliştirirler. Bu gelişme süreci de her zaman gerçekleşmez, izlenen süreç dalgalı, inişli çıkışlı olur, bazen da gerileme çok uzun sürebilir. Ama uzun dönemde gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’de ilerleme, iyi yönde gelişme ağır basar. e) İlk Bölüm İçin Sonuç Karmaşıklık Kuramı konusunda yukarda açıkladığım görüşlerimde bana önemli görünen temel noktaları belirterek bu bölümü tamamlıyorum. Ekonomi, toplumsal yapılar birer uyumlu karmaşık sistemlerdir. Doğa bilimlerinden farklı olarak 15 Bu konularda A. Marshall’ın görüşleri için (Comim, 2000: 170-173)e bakılabilir. Aynı yerde (s. 172), Marshall’ın sağduyunun rolünü aşağıdaki tümcede içerilen ilkeye tercüme ettiği söyleniyor: Birçokta bir, birde birçok ilkesi. Bunu Marshall şöyle ifade ediyor: Tekmiş gibi görülebilen olay, gerçekte birçok etkilerin bir birleşimidir (birçokta bir); çeşitli faktörlerin ürünü sayılan da gerçekte çok az sayıda ilkeye dayanır (birde birçok). 27 toplumsal bilimler ve iktisatta duyan, düşünen, kendine özgü istencesi, tercihleri, seçimleri olan insan, bu insanlar arasında ilişki ve etkileşimler çok önemli ve belirleyici değişkenlerdir. Geniş ölçüde bu nedenle toplumsal bilimlerde, iktisatta kesin, her koşulda geçerli, evrensel yasalara ulaşmak olanaklı değildir. Aynı şekilde, toplumsal bilimlerde kesin öngörü olanağı yoktur; olayları öngörmek çok zordur, bir süre etkinliğini koruyan örüntülere ulaşabilmek biraz daha kolaydır. Dolayısıyla bu örüntülere ulaşmaya çalışılmalıdır. İktisada matematik yoğun biçimde girmiştir. Matematiği kullanmak iktisada önemli olanak ve gelişmeler sağlamış ve sağlamaktadır. Ama yalnızca matematikle iktisat yaşamı anlaşılamaz, iktisadın sorunları çözülemez. Psikoloji, sosyoloji, biyolojiden, evrimci yaklaşımdan da geniş ölçülerde yararlanılmalıdır. Bence, yukarda da belirttiğim yeni gelişmeler içinde iktisat bilimine en önemli katkılardan birini getiren psikolojinin iktisada girmesi, “davranışçı ekonominin” oluşmasıdır. Bildiğim kadarıyla, 1980 başlarına, hatta 1960 sonlarına kadar indirilebilen A. Tversky ve D. Kahneman’ın çalışmaları bu yaklaşımı başlatmıştır.16 Aynı şekilde, iktisatta uygulanan yeni bir yöntem olan “deneyci ekonomi” de iktisada önemli açılımlar sağlamıştır. Ama bence bu yaklaşımlar NİK’e yardımcı gelişmelerdir. Karmaşıklık kuramı ise NİK’in yerine geçebilecek, en azından NİK’i temel dayanakları yönünde geliştirebilecek bir yaklaşımdır. Karmaşıklık kuramı bu etkinliğini, kısmen bilgisayar alanındaki gelişmelere borçludur. Sonuçta bu kuram iktisat bilimini karmaşık bir sistem olan ekonomiye daha çok yaklaştırmıştır. NİK’in denge üzerinde yoğunlaştığı, durağan, statükocu bir yaklaşım olduğu, piyasa devingenliğini pek incelemediği bilinir. Karmaşıklık kuramının sağladığı önemli bir katkı dengesizlik, piyasa devingenliği konularını inceleme alanı yapmasıdır. Çünkü günümüzde ekonomilere yeni ve güçlü teknolojiler, yoğun küresel ilişkiler, finansal spekülasyonlar, balon ve çöküşler, artan gelir ve servet eşitsizlikleri egemen olmuştur.17 Bunlar da dengesizlik, piyasalarda devingenlik yaratan etkenlerdir. Ayrıca, bu günümüz ortamında, özel kesimi esas alan, reformları “fiyatları doğru kılmaktan” ibaret sayan NİK’in yetersiz yaklaşımı yerine devlete de rol tanıyan karmaşıklık kuramına ihtiyaç vardır. 16 Bu konularda, (Kahneman, 2011: 1-15)e bakılabilir. Ben bu konuları (Bulutay, 1983: Özellikle 293-295)te incelemiştim. 17 T. Piketly (2014: 23, 24) verdiği bir grafikte, ABD’de gelir dağılımında en yüksek % 10luk gelir payının 1910’lar1920’lerde yüzde 45, 50 düzeyinde olduğunu, payın 1940’ların sonuna kadar %30-35 düzeyine düştüğünü, eşitsizliğin 1950-1970 döneminde son yüzdelerde (30-35) kararlı bir seyir izlediğini yazıyor. Daha sonra 1980’lerde eşitsizlikte artışa geçildiğini, 2000’e gelindiğinde ise yüzde 45-50’ye dönüldüğünü gösteriyor. Yazar son gelişmeyi çarpıcı buluyor ve şu soruyu soruyor: Bu eğilim ne kadar sürebilir? Bu eşitsizlik artışı İngiltere’de de vardır. Diğer zengin ülkelerde (Japonya, Almanya, Fransa gibi) son yıllardaki eğilim de aynı yöndedir, ama daha yavaş düzeylerdedir. 28 Bence karmaşıklık kuramının dengesizliği inceleme alanı içine sokmasının en büyük yararlarından biri, kalkınma konusunda yaşanmıştır. Eskiden beri savunduğum gibi kalkınma bir dengesizlikleri giderme, bunu yaparken de dengesizlikler yaratma sürecidir. Bu süreçte en temel olgular daima ileriye, geleceğe bakmak; mevcut durumları veri saymamak; deneyerek, okuyarak, yaratıcı nitelikte öğrenmek, deneyimlerden, dışsallıklardan, artan getiri olanaklarından yararlanmaktır. Bu olgular karışsında karmaşıklık kuramının NİK’e belirgin bir üstünlüğü vardır. Bu sözlerimle NİK’i dışlamıyorum. Tersine NİK’ten çok öğrendim, öğreniyorum. Bu öğrenmeye devam etmeliyiz. Diğer görüşlerden, Marx’cı, 18 solcu, radikal görüşlerden, gelenekçi olmayan (heterodoks) düşüncelerden, karmaşıklık kuramının çeşitli türlerinden yararlanmalıyız. Ama temel amaç, bilimsel yöntemler kullanarak, görüşlerimizi istatistik verilerle sürekli sınayarak, Türkiye’nin temel iktisadi sorunlarını ve bunları çözebilecek önerileri tartışarak Türkiye için özgün bir iktisat okulu oluşturmak olmalıdır. Karmaşıklık konusuyla ilişkimin çok eskilere dayandığını belirterek tamamlamak istiyorum. Çok eskiden beri bir noktaya odaklanınca herşeyin belirsizleştiğini, karmaşıklaştığını gördüm. Bu görüşüm zaman içinde daha da güçlendi. Karmaşıklık kuramı da aynı yönde etkin oldu. II KALKINMA KONUSUNDA GÖRÜŞLER Bugünden baktığımızda, Batı iktisadının kalkınma konusuna bakışındaki en sağlıklı dönem 1940’lar, 1950’lerde yaşanmıştır. Bu bakış açılarında RosensteinRodan, A. Hirschman gibi iktisatçıların görüşleri egemendi. Sonraları bu özgün bakış açıları unutulmuş, neoliberal anlayış, ona bağlı olarak NİK kalkınma alanını da işgal etmişti. Bu durum kanımca bugün de sürmektedir. 18 D. Colander (2000b: 36-41), geçmişteki ünlü iktisat düşünürlerinin, karmaşıklık çerçevesinde yukarı ve aşağı yönde sıralanma değişmelerini değerlendiriyor: Değerlendirmede bazı eski ünlü iktisatçılar yukarı düzeye çıkıyor, bazıları nötr kalıyor ya da aşağı düzeye iniyor. Yukarı düzeye çıkanlar, A. Smith, J.S. Mill, K. Marx, A. Marshall, F. Von Hayek; nötr kalanlar, T. Malthus, J.M. Keynes; aşağı düzeye inenler D. Ricardo ve L. Walras oluyor. Colander, bu yerde A. Smith’i, özetle, aşağıdaki görüşleri nedeniyle karmaşıklık bakış açısıyla tutarlı buluyor: Karmaşıklık problemlerini tanıması, artan getirileri vurgulaması. K. Marx için ise Colander özetle şunları yazıyor: Marx, artan getiriler, ekonomilerin büyüme eğilimleri, dağılımın büyüme sürecine bağlılığı konuları üzerinde yoğunlaşıyor. Marx’ın, bireylerin rasyonalitesinin içinde bulundukları durum tarafından belirlendiği görüşünü de vurguluyor. Ama Marx, toplumsal ilişkilerin ekonomide istikrarı sürdürmek için evrimleştiğini görmeyi başarmıyor. Bu son niteliği Marx’ın karmaşıklık iktisadının olası bir öngörücüsü, habercisi olarak alınmasını zorlaştırıyor. D. Colander sonraki bir yazısında (Colander, 2009: 419-424) bu düşünürlere, iktisatçılara iki yeni düşünürü ekliyor: N. Rosenberg’un (2000) belirttiği C. Babbage ve ünlü John von Neumann. C. Babbage’a yukarda dikkat çektim. Neumann ise birçok alana büyük katkılar getirmiş çok ünlü bir beyindir. Colander’e (2009: 424) göre, Neumann’ın karmaşıklık kuramına katkısı, onun kendini-yineleyen sistemler üzerindeki çalışmasıdır, büyük ürünü olan oyun kuramı değildir. 29 Bence, birçok alanda olduğu gibi, ülkelerin gelişme sürecinde her ülke için geçerli evrensel ilkeler vardır. Ama her bir ülkenin ekonomisinde, kalkınma politikalarında ülkeye özgü koşulların, etkenlerin de büyük katkısı vardır. Diğer bir deyişle, bir ülke ekonomisini, kalkınma olanaklarını yalnızca genel ilkelerle açıklayabilme olanağı yoktur. Sürekli değişen zamanı, uluslararası toplumsal, iktisadi koşulları da gözönüne almak gerekir. Yukarda, Bölüm I’de evrensel konularda da çeşitli seçeneklerin var olduğunu belirttim. Dolayısıyla evrensel ilkeler nereden alınacaktır, örneğin NİK’e mi, KK’ya mı dayanılacaktır? Piyasaya mı, devletçiliğe mi ağırlık verilecektir? Temel bir ayırıma mı ağırlık verilecek, yoksa bir ya da birkaç noktada heterodoks bir iktisatçı yaklaşımıyla mı hareket edilecektir? (Burada tabii çeşitli seçeneklerin içiçe geçtiği, bunları birbirinden ayırmanın kolay olmadığı da anımsanmalıdır.) Ben zaman içinde NİK’ten giderek uzaklaştım. Yeni bakış açıları peşinde koşarak, eski görüşleri (örneğin genel denge kuramını) terketme yoluna gittim. Yukarda anlattığım davranışçı ekonomi gibi yaklaşımlara yöneldim. Bugünlerde de bu yazının konusunu oluşturan karmaşıklık kuramı (KK) üzerinde yoğunlaştım. Bu çerçevede, eskiden beri incelediğim, yukarda da ele aldığım bazı konular üzerinde duracağım. Konuları Türkiye’nin kalkınması açısından ele alacağım, sonra da Türkiye’nin, 2000 yılı sonrasındaki, özellikle AKP dönemindeki gelişmesi hakkında genel bazı görüşlerimi anlatacağım. 1. Artan Getiriler, Karşılaştırmalı Devletçilik ve Piyasa Üstünlükler, Kesimlerin önemi, Yukarda anlattığım gibi, denge kavramını esas alan NİK, varsayımları yoluyla dışsallıkları, artan getiriyi dışlar. NİK’te, Genel Denge Kuramında azalan fayda kavramına koşut olarak azalan getiriler (olumsuz geri beslenme) ya da sabit getiri durumları geçerlidir. Çünkü artan getirinin varlığında ekonomi dengeye ulaşamaz. 19 D. Colander’e (2009: 418) göre, eski iktisatçıların birçoğu karmaşıklığın sonuçlarını anlamışlardı. Artan getiri ve çoklu denge bu sonuçlar arasında önemli 19 Oysa dengesizliğin yaşamın her alanında büyük ağırlığı vardır. J. Wible (2000: 18, 19) bu önemi aşağıdaki sözlerle ifade etmektedir. G. Nicolis ve I. Prigogine, yaratılışı anından beri evrenin, sürekli bir dengedışı evrimsel örüntü içinde kendi kendini örgütleyen bir yapıya sahip olduğu görüşündedirler. Kendi kendini örgütleyen diğer denge-dışı süreçler şunlardır: Biyolojik organizmalar, yaşamın kendisi, iklim ve hava durumu, toplumsal süreçlerin çoğunluğu ve evrenin kozmik ölçekte orijini ve sürekli evrimi. Böylece denge dışılık çok yaygındır ve mekanik dengeden çok daha genel bir durum olarak görünmektedir. Mekanik denge oldukça sınırlı ve çok katı bağlamlarda ortaya çıkar. H. Gintis’e (2014) göre iktisatçılar, piyasa ekonomisinin denge dışında nasıl hareket ettiğini açıklayan anlamlı bir model oluşturmada çok başarısız olmuşlardır. Dolayısıyla iktisatçılar piyasa ekonomisinin (özel kurumsal düzenlemeler altında) yeni teknolojiler, finansal spekülasyon ve toplumsal-siyasal karışıklık, karmaşa (turmoil) gibi dışsal şoklara kırılgan mı yoksa güçlü mü tepki göstereceğini söyleyemezler. Genil (makro) iktisatçılar bu olguları kabul etmeyi istemezler, ama gerçekte piyasa devingenlikleri hakkında sistematik bir şey bilmeyiz. 30 bir yer tutardı. Ama bu konuları inceleyebilecek araç ve aletlere sahip olmadıklarının da bilincindeydiler. Aynı yazıda Colander (2009: 421), yukarda da belirttiğim gibi; Marx’ın bu konudaki tutumu için şunları söylüyor: Marx, artan getiriler ve ekonomilerin büyüme eğilimi ve (gelir) dağılımının bu büyüme sürecine nasıl bağlandığı konuları üzerinde yoğunlaşmıştı. N. Rosenberg (2000: 49, 56) de aynı konuda şunları yazıyor: Yukarıda da bahsettiğimiz C. Babbage bir kitabında ölçek getirileriyle ilgili ekonomilerin ilk sistematik çözümlemesini yapmıştır. Rosenberge’e göre, gelişmiş sanayi ekonomilerinin artan karmaşıklıklarının temeli de bu ölçek ekonomileridir. Aynı şekilde artan getiri piyasa hareketlerinin çözümlemesine karmaşıklığı ya da belirlenmemişliği sokar. Sabit getiriler kavramı iktisat alanında basitlik sağladığı için popüler olmuştur. Açıklamalarıma, artan getiri konusuyla eskiden beri uğraşmasıyla tanıdığım, sonraları KK’nın yaratıcılarından biri haline gelen, bugün de bu niteliğini koruyan W.B. Arthur’un artan getiri hakkındaki görüşlerini özetleyerek devam ediyorum. Yazar (1996: 3) şunları yazıyor: Artan getiriler üzerindeki çalışmalarımın ilk günlerinde, bunların tökezleme, aksaklık (anomali) olduğunu söylediler. Anlatılanlara göre, bunlar fizikteki yabancıl (eksotik) bazı parçacıklar gibi, kuramda var olabilirler, ama pratikte nadirdirler, var olduklarında da ancak birkaç saniye sürerler. Ama 1980’lerin ortalarına geldiğimde artan getirilerin nadir ve geçici olmadıklarını anladım. Gerçekten ekonominin büyük bir kısmı (ileri teknoloji alanları) artan getirilere göre işlemekteydi: (Bu konuya yukarda da değinmiştim.) Aynı yazıya (s. 1) göre, Batı dünyası ekonomileri 20. Yüzyılda hacimli-maddi imalattan (bulk-material manufacturing) tasarıma dayanan ve teknoloji kullanan; kaynakları işleyenden, enformasyonu işleyen; kaba enerji uygulayandan fikirleri uygulayan bir dönüşüm yaşamıştır. Bu dönüşüm yaşanırken iktisadi davranışı belirleyen temel mekanizmalar azalan getirilerden artan getirilere kaymıştır. Bu konularda M. Montgomery (2000: 234), Arthur’un bu yazısına dayanarak şunları yazıyor: Arthur’a göre toplumlardaki sanayi bugünlerde birbirlerinden çok farklı iki dünyaya ayrılabilir: i) “İşleyici (processing) sanayiler.” Bunlarda kaba terimlerle azalan getiriler egemendir. ii) Artan getirilerin egemen olduğu daha yeni “bilgiye dayalı sanayiler”. Arthur, her ne kadar yazısının ileri kısımlarında bu görüşünü, bu ayırımını biraz yumuşatıyorsa da bu iki farklı dünyanın farklı ekonomilere sahip olduğunu söylüyor. Yinelemekten sakınca yoksa, bu görüşleri Arthur’un (1996: 1) şu destekliyor: Her endüstride artan getiriler yanında azalan getiriler de Kabaca söylenirse, azalan getiriler ekonominin geleneksel kısımlarında, sanayilerde; artan getiriler ekonominin yeni kısımlarında, bilgiye endüstrilerde egemendir. 31 sözleri vardır. işleyici dayalı Azalan getirilerde, bilindiği gibi, üretim zaman içinde aynen yinelenmektedir. Tarımda üretim gelişmesi genellikle daha az verimli topraklara gitmeyi gerektirmekte, bu da verim azalışına yol açmaktadır. Küçük esnaf işlerinde de daha çok ya sabit ya da azalan getiriler egemen olmaktadır. Sözkonusu iki üretim biçimi arasında yine Arthur’a (1996) göre, bu yazıda incelediğimiz özellikler açısından başka farklılıklar da vardır: Hacimli-maddi imalatta, yapım süreçleri yineleyici nitelikte olduğu için, sürekli iyileştirme, sürekli ençoklaştırma olanakları vardır. Diğer bir deyişle bu dünya ençoklaştırıcı dünyadır. Bu piyasalarda ürünün kalitesini yükseltmek, masrafı azaltmak amaçları güdülür. (s. 4) Buna karşılık artan getiri ortamında rekabet etmek kumar oynamaya benzer. “Artan-getiriler oyunları gazinosunda ençoklaştıramazsın.” Bu dünyada ancak uyuma olanak vardır. Artan getirili işlerde, işleri yöneten ençoklaştırma değil, uyum, adaptasyondur. (s. 5) Aynı yazıya (s. 7) göre, hizmet endüstrileri melez (hybrid) niteliktedir. Günlük işlemlerde, hacimli işleyen endüstriler gibi hareket ederler. Uzun dönemde ise artan getiriler egemen olacaktır. Ama artan getirilerin istikrar bozucu etkileri ileri teknoloji alanında olduğu kadar güçlü değildir. Artan getiriler dünyasının şu nitelikleri vardır: i) Piyasa istikrarsızlığı (piyasa öne geçen ürünü daha ileri iter). ii) Çoklu potansiyel sonuçlar vardır (farklı tarihsel olaylarda farklı işleyiş sistemleri kazançlı çıkabilir). iii) Öngörülemezlik, iv) bir piyasada tıkanıp kalma yeteneği, v) daha düşük kalitede bir ürünün egemen olabilme olanağı, vi) kazançlı çıkanın büyük kâr sağlaması. Arthur 1970’lerin sonlarında bunların bilincine vardığında şaşırdığını söylüyor. Bunlar, ekonomi dünyasına düzenin, öngörülebilirliğin ve optimalitenin egemen olduğu görüşleriyle yetişmiş iktisatçılara da tiksinti verici (repulsive) nitelikteydi. (s. 3) W.B. Arthur (1996)’dan alıntılarımı, yazının son paragrafından yapacağım aktarmayla tamamlamak istiyorum: Bir teknoloji düşünürü olan G. Gilder şöyle demiştir: “Yirminci yüzyılın merkezi olayı maddenin (matter) devrilmesi, yıkılmasıdır. Teknolojide, iktisatta, ulusların politikasında, fizik kaynaklar şeklindeki servet değer ve önemini sürekli olarak yitirmektedir. Beyin güçleri, her yerde şeylerin kaba gücüne üstünlük kazanmaktadır.” Arthur şöyle devam ediyor: Ekonomi, şeylerin kaba gücünden beynin güçlerine; kaynağa-dayalı hacimli süreçlerden, bilgiye dayalı tasarım ve yeniden üretime sürekli biçimde yönelirken, azalan getirili temellerden artan getirili temellere de kaymaktadır. Bugünlerde, ders kitaplarındaki iktisattan çok farklı yeni bir iktisat geçerli. Bu durum da en çok ileri teknoloji için geçerli: Bu yeni düşünme yolunu anlayanlar başarılı olacaktır. (s. 10) 32 W.B. Arthur’un, yukarda da yararlandığım yeni bir yazısından (Arthur, 2013) da bazı alıntılar vererek devam ediyorum. Yazara göre, iktisatta iki büyük sorun vardır: i) Ekonomi içinde kaynak dağıtımı (tahsisi) konusu: Mallar ve hizmetler ve bunların fiyatları piyasalar içinde ve piyasalar arasında nasıl belirlenir? Bu konular genel denge, uluslararası ticaret, oyun kuramı çözümlerinde ele alınır. ii) Ekonomi içinde oluşma (formation) sorunu. İlk önce bir ekonomi nasıl ortaya çıkar ve zaman içinde yapısal olarak büyür ve değişir? Bu nokta, yenilikler, iktisadi gelişme, yapısal değişme hakkındaki fikirlerde ve ekonomide tarihin, kurumların, yönetişimin rollerinde gözlenebilir. Dağıtım sorunu çok iyi anlaşılmış ve yüksek ölçülerde matematikleşmiştir, oluşma konusu ise az anlaşılabilmiş ve hiç matematikleşmemiştir. (Arthur, 2013: 17) Karmaşıklık oluşma, yapıların oluşumları ve bu oluşmanın onu yaratan nedenleri nasıl etkilediği hakkındadır. (s. 2) Ekonominin oluşması yeni bir teknolojidir. Yeni teknolojiler mevcut teknolojiler tarafından oluşturulur. Dolayısıyla tekonolojiler topluluğu ve ekonomi kendi kendisini yaratan (autopoietic) bir niteliğe sahiptir (s. 14, 15) (not 7’ye bakınız.) Yazar bu yazıda ulaştığı, benimsediği görüşün yaratıcı oluşma olduğunu söylüyor. Bu süreçte mevcut elemanlardan yeni elemanlar, mevcut yapılardan yeni yapılar oluşturma sözkonusudur. Oluşmanın kendisi de önceki oluşumların bir sonucudur. (s. 17) Karmaşıklık bize kendi haline bırakılmış piyasaların şu eğilimlere sahip olduğunu öğretiyor: Balonlar ve çöküşler oluşturma eğilimi; çok sayıda yerel/cezbedici (attractor) durumlara neden olma gücü; finansal ağörgüleri yoluyla olayları yayma ve birbirini izleyen teknolojik çözümler ve meydan okuyuşlar (challenges) yaratma yeteneği. Bunlar da, politikaların önüne şu yolları koyar: Aşırılıkları düzenleme rolü, olayları istenen sonuçlara itmek, yenilik koşullarını geliştirmek. (s. 18) Ben pek açık bulmadığım Arthur’un bu son görüşlerinin özetle şunları söylediğini düşünüyorum: i) Ekonomi, toplum sürekli yenilikler, yeni girişimler, yeni yapılar, politikalar, kurumlar, teknolojiler oluşturma peşinde koşmalıdır; statükocu, durum ve koşulları veri alıcı tutumlardan kaçınılmalıdır. ii) Ekonomilerin özel kesimci, içlerinde finansal etkinliklerin ağırlık taşıyan yapıları karşısında devlet bazı görevler üstlenmelidir. Böyle ise ben bu görüşlere katılıyorum, kalkınma sözkonusu olduğunda da veri almaktan kaçınılacak en önemli (sözde) yasanın karşılaştırmalı üstünlükler olduğunu düşünüyorum. Bilindiği gibi Batı iktisadında, NİK’te bu yasaya çok önem verilir. Ben eskiden beri bu yasaya, kurama karşı çıktım, şimdi de çıkıyorum. Burada birkaç noktaya değinmekle yetineceğim. 33 D. Colander’in (2000b: 37, 38) söylediği gibi standart düşünce tarihi Ricardo’nun karşılaştırmalı üstünlükler kuramının iktisat tarihinin en büyük buluşlarından biri olduğunu yazar. Ricardo, A. Smith’deki artan getiriler görüşünü bir tarafa iter ve bu yaklaşımıyla, basitlik sağlayabilmek için, tek bir dengeye ulaşma hedefi güder. (Yukarda (not 18) Colander’in aynı yazısında yaptığı sıralamada Ricardo’nun Walras’la birlikte itibarı düşen ikinci iktisatçı olduğunu kaydettiğini belirtmiştim.) Bence karşılaştırmalı üstünlüklerin köklü, değişmez bir yasa olmadığını, ortama, zamana bağlı, batılı iktisatçıların çıkarlarına uygun düşen bir sözde yasa olduğunu Japonya ve Güney Kore ekonomileri göstermiştir. Günümüzde başta Çin olmak üzere doğu Asya ülkeleri bu yasaya ters gelişmeler içindedir. Aynı yönde, belki daha önemli bir kanıt, eskiden sanayi alanında birçok dalda karşılaştırmalı üstünlüğü olduğu kabul edilen İngiltere’nin bu üstünlükleri kısa süreler içinde yitirmiş olmasıdır. Bu üstünlüklerin kalıcı nitelikte olmadığı, geçmiş birikimlerden kaynaklandığı görülmüş, anlaşılmıştır. Bu birikimleri sağlayan da İngiltere’nin ilk sanayileşen ülke olması, yaparak öğrenme, artan getiri ve dışsallıklardan yararlanmasıdır. Birikimler de İngiltere’ye aksak rekabetten kaynaklanan avantajlar sağlamıştır. Bu bazı yazarlarca savunulan bir görüştür. Buna göre, uluslararası rekabetçi uzmanlaşma, karşılaştırmalı üstünlüklerden çok birikmiş avantajlara bağlıdır. Bu avantajları sağlayan da devingen aksak rekabet süreçlerinden kaynaklanan geçmişe bağımlılıktır. (Bkz., Elbaum, 1990: 1255) Ben de bu görüşe katılıyorum. Gelişmiş ülkelerin bu birikmiş avantajlarını aşması, özellikle kısa sürede çok zordur. Ama hedef bu olmalıdır. Dış ticaret alanında NİK’le, karmaşıklık kuramı arasındaki bir temel fark da buradadır. NİK, varsayımları çerçevesinde uluslar arası ticareti, ulusların gelişmişlikleri, teknolojik düzeyleri, ülkelerin zevk ve tercihleri, faktör donanımları arasındaki farklılıklara bağlar. Oysa karmaşıklık kuramında başlangıç koşulları, geçmişe bağımlılık da çok önemlidir. Birikmiş avantajlar görüşü de bunların önemini vurgular. Yeni bir yazıda (Bagchi, 2014: 552-554) serbest ticaretin emperyalizm niteliği ve karşılaştırmalı üstünlükler konuları inceleniyor. Ben burada, aynı yazıya (s. 554) dayanarak bu konularda İngiltere’nin (Britanya’nın) ayrıcalıklı siyasal durumunu gösteren iki noktayı göstermekle yetineceğim. Bilindiği gibi, Ricardo’nun sözkonusu kuramında İngiltere’nin tekstilde, Portekiz’in şarap üretiminde uzmanlaşması örnek olarak kullanılmıştı. Bagchi’ye göre bu örnekte bu iki ülke arasındaki uzmanlaşmanın gerçek tarihi gözardı edilmiştir. Çünkü burada yaşanmış olan tarihsel olay şudur: İngiltere ile Portekiz arasında 1703 tarihinde bir anlaşma yapılmış, anlaşmaya göre, İngiliz mallarının 34 Portekiz’e girmesine tercihli statü tanınmıştır. Portekiz’de imalat üretiminin azalması bu anlaşmanın sonucudur. Öte yandan, Hindistan ve Mısır gibi kolonilerin, devlet koruması ve tarif himayesinden yararlanması, karşılaştırmalı üstünlükler doktrini kullanılarak reddedilmiştir. İkinci nokta, aynı konuda daha önemli bir yanıltmaca, safsata (fallacy) hakkındadır. İngiltere, iklim koşulları nedeniyle pamuk, şeker kamışı ya da çayı üretemez. İngiliz imalat ürünlerinin kolonilerde üretilmesinin önünde böyle iklimsel engeller yoktu. Böyle olduğunu, Çin, Güney Kore ve Hindistan imalat kesimlerinin günümüzdeki yükselişleri göstermektedir. Karmaşıklık kuramında önemli yeri olan üç kavrama değinerek devam etmek istiyorum. Kültür alanında geçmişe bağımlılığın önemli sakıncaları olabilir. Geçmişte büyük başarılara ulaşmış bir yapıdan, gelenekten (Osmanlı İmparatorluğu gibi) geliniyorsa, geçmişe dönük bir bağımlılık toplumları yenilikleri izlemede güçsüz kılabilir. Türkiye’de olduğu gibi, eski kültürde “biat etme” anlayışı önemli bir yer tutuyorsa bu güçsüzlük daha da artar. Çünkü biat kültürü yaşamı bir yazgı, kader olarak alır. Bu da bugünkü ortamda yenilikler, büyüme ve gelişme önünde büyük engel oluşturur. İlgili ikinci önemli kavram olan “eşitlerin (akranın) etkileri” terimi de belirtilmelidir. Bu etkiler evrensel olmaktan ziyade yereldir. Buna göre bir bölgede bazı hareket biçimleri ağırlık kazanır. Örneğin o bölgelerde külhanbeylik, suçluluk gelenekleri oluşur. Diğer bölgelerde eğitim görme eğilimleri, sanat ya da zanaat etkinlikleri öne çıkar. (Benzer görüşler için (Arrow (2013: 295, 296)a bakılabilir.) Tabii bu eğilimler bölgelerle sınırlı kalmayabilir, özellikle küçük ülkelerde bütün halkları kapsayabilir. İktisadi çözümlemelerde üzerinde pek durulmayan bu hareket biçimleri “toplu hareketler” diye isimlendirilebilir. Bu hareketlerin ülkelerin toplumsal ve ekonomik yapısı üzerinde önemli etkisi olabilir. Ülkeleri birbirinden ayıran farklılıklardan biri de budur. Tıkanıp kalmayı (lock-in) da Osmanlı İmparatorluğu deneyimi çerçevesinde ele alıyorum. Bence Osmanlı İmparatorluğu, İkinci Viyana Kuşatması, özellikle 1800 sonrasında giderek artan bir hızla tıkanıp kalmıştır. Çünkü İmparatorluğun iktisadi dayanağı olan yeni toprak işgalleri giderek zorlaşmış, temel sorun eldeki toprakları korumak olmuştur. Öte yandan Batı dünyası Sanayi Devrimi sonrasında sürekli biçimde güçleniyordu. İmparatorluğu, toprakları korumak giderek daha zorlaşıyor, savaşlar genellikle yenilgiyle sonuçlanıyordu. 20 Sonuçta İmparatorluk çökmüş, Atatürk’ün önderliğinde yeni Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştu. 20 A.K. Bagchi’ye (2014: 547) göre, özel girişimcilerden borç alarak, finansman sağlayarak, aynı zamanda vergilerin ulusal gelire oranını görülmedik düzeylere yükselterek başarı sağlamak, İngiltere’nin Avrupa’da ve dünyada üstünlük kazanma uzun savaşında (1670-1815) Fransa’yı yenmesi sonucunu vermiştir. Avrupalı güçlü ülkelerin Osmanlı İmparatorluğunu yenmelerinin arkasındaki bir etken, Osmanlı yönetiminin altında yaşayan tüccar ve finansçıların desteklerine dayanan bir kamusal kredi sistemini oluşturma yeteneğinden yoksun bulunmasıydı. (Ben Osmanlı hakkındaki bu görüşe katılmıyorum.) 35 Yine karmaşıklık kuramıyla ilgili bir noktaya dikkat çekmekte de yarar görüyorum. D. Colander’e (2009: 414, 415) göre, standart iktisatta(NİK’te) en son kuram geçmişin eniyisini içerir, karmaşıklık iktisadında ise örüntüler dalgalanabilir ve çeşitli kuramlar sürekli sınanabilir… Bir dönem bir öncekinden çok farklı olabilir ve daha önceki dönemlerle ilişkilendirilebilir. Bu konular eskiden beri tartışılmıştır. Örneğin Marx, düşünürleri daima tarihsel konum ve durumları içinde ele almış, düşünürlerin çalıştığı, yaşadığı toplumsal ve iktisadi koşulların önemini vurgulamıştır. Bugünlerde de bu konular Whig ekonomisi, Whig tarihi başlıkları altında tartışılmaktadır. (Bkz. Bagchi, 2014: 545-548)21 Bence bu konuda da karmaşıklık kuramı NİK’e üstündür. Bu konuları ilerde ele almayı, tartışmayı umuyorum. Burada yalnızca önemli bir nokta üzerinde durmakla yetineceğim. İktisatta günümüzde en iyi kuram hangisidir? Bugün iktisat alanında yukarda da anlattığım çeşitli kuramlar vardır, bunlardan hangisi en iyi olarak alınacaktır? Ayrıca kuramın statüsü zaman içinde değişebilir ve değişmiştir. Eski görüşler öne çıkabilir. Hatta zaman içinde iktisatçıların kuram tercihleri değişebilir. Örneğin, K.J. Arrow hem genel denge kuramının kanıtlayıcısıdır, hem de karmaşıklık kuramının önderidir. NİK’in bu soru ve konulara saplantısız bir doyurucu yanıt verebileceğini sanmıyorum. Burada K.J. Arrow’un (2013: 302) bir görüşmesinde söylediği şu sözleri de aktarmak istiyorum. Hem McCloskey (1997), hem Blaug (2003), yakın zamanlarda Arrow Debreu’nun iktisat için bir felaket olduğunu söylediler. Ama birkaç yıl içinde Arraw Debreu katkısı genel denge sorunlarını çözmek amacıyla algoritma yolunu açmıştır. Bu da çok yararlı bir şey olmuştur. Ben (iktisat) mesleğinin kaynaklarının büyük kısmının saf matematiğe gitmesini istemem. Ama bu kaynakların bir kısmının matematiğe ayrılması değiyor, uygun oluyor. Matematik berrak tarzda düşünmeye büyük yarar sağlamıştır. Öyle sorunlar vardır ki, ancak matematikle tutarlı biçimde ifade edilebilir. Önceki verimlilik konusuna dönersek ortaya çıkan bir sorun, ülkelerin verimlilik artışında hangi kesimlere ağırlık vereceğidir. Ben bu konuda özetle şöyle düşünüyorum: Ülkenin kalkınmasında bütün kesimlerin (tarım, sanayi, hizmetler) birlikte varlığı, dayanışması çok önemlidir. Ama bu dayanışma ortamında egemen, belirleyici rol imalat sanayiine, yüksek katma değer yaratan yeni bilişim ve teknoloji kesimlerine verilmelidir. Kesimlerin dayanışması alanında tarımın rolü özellikle sanayie istem (talep) sağlanması açısından çok önemlidir. Oysa Türkiye’nin gelişmesinde tarımın katkısı önemli olmamıştır. Geçmişte, 1950 öncesinde tarımsal alanlarda gerekli reformlar, toprak ağası siyasi kesimlerin karşı çıkışlarıyla engellenmiştir. Tarım yeterli 21 Bu konu Cambridge Journal of Economics, May 2014’te ele alınmaktadır. Bu sayıda özellikle aşağıdaki iki yazıyı tavsiye ediyorum: Freeman, Chick, Kayatekin (2014) ve Freeman (2014). 36 gelişmeyi sağlayamamış,22 1970’ler sonrasında insanlar köylerden kentlere akmış, köyler bir bakıma terkedilmiştir.23 Hizmetler konusuna yeni bir yazıdan (Roncolato, Kucera, 2014) alıntı yaparak başlamak istiyorum. Yazının temel (anahtar) bir bulgusu, gelişmekte olan ülkeler birlikte ele alındığında toplam işgücü verimliliği artışı sanayi kesimi kadar hizmetler yoluyla da sağlanmıştır. Ama ülkeler arasında güçlü farklılıklar da vardır. (Abstract: 399) Hindistan’da işgücü verimlilik artışı daha çok hizmetler tarafından, Çin’de imalat sanayii tarafından gerçekleştirilmiştir. (s. 419) Hizmetler kesimi, Türkiye dahil hem gelişmiş hem de gelişmemiş ülkelerin büyük çoğunluğunda hızla büyüyen ve ekonomi içinde en büyük paya sahip olan bir kesimdir. Ama bu kesim çok kapsamlı ve çeşitlidir. Son zamanlarda büyük ivme kazanan bilgi ve iletişim alanları da bu kesimde yer almaktadır. Yine bu kesimlerde bulunan inşaat ve konut kesimlerinin Türk ekonomisinde, özellikle son yıllarda büyük ağırlık kazandığı da bilinmektedir.24 Ayrıca, yukarda söylendiği gibi, hizmetler kesiminin katkısı ülkeye göre değişmektedir. Bu nitelikleriyle hizmet kesimi geniş bir araştırmayı gerektirmektedir. Bu araştırma bu yazının dışındadır. Diğer ilgili bir konu, kalkınma sürecinde bir ülkenin verimlilik artışının önemli kısmını nerelerde sağlayacağı, kesimlerin içinde mi, kesimlerin ağırlıkları değiştirilerek mi gerçekleştireceğidir? Bence kesimler içinde kalınarak, kesimler içi verimlilik artışlarıyla yetinerek kalkınma mümkün değildir. Kalkınma sürecinde sürekli olarak yüksek katma değerli kesim ve alt kesimlere sıçramak gerekir. Kalkınmanın yolu, kesimler içinde kalınarak dengeli bir yol izlemek değil, yüksek katma değerli kesimlere geçilerek sürekli dengesizlik içinde bir politika izlemektir. L. Roncolato, D. Kucera (2014: Abstract) ters görüşü savunuyorlar. Buna göre, toplam işgücü verimlilik artışı üzerindeki kesimler içi etkiler, istihdamın yeniden dağıtımının etkilerinden daha önemlidir. Bu örüntü bütün bölgeler için 22 Soma kömür felaketinin gösterdiği acılardan biri, insanların, tarımdan yaşamlarını sağlayacak üretim elde edememeleridir. Bu nedenle, yaşadıkları büyük felakete rağmen halk hâlâ büyük sayılarla ocaklarda çalışmayı istemekte, ilan edilen işçi ihtiyacının çok üstünde (115’e karşı 3900) başvuruda bulunmaktadır. Oysa eskiden (1940’larda) insanlar, Milli Koruma Kanunu zorlamasıyla madenlerde çalıştırılıyorlardı. Burada insanların tarımı terketmelerinin de bu kesimde verimliliği yeterince artıramadığı anımsanmalıdır. L. Roncolato, D. Kucera’ya (2014: 419, 420) göre N. Kaldor şöyle bir görüş savunmuştur: Sanayileşmeyi başaramamış ülkelerin genel ortak bir sorunu tarımlarının geri kalmışlığı ve durgunluk içinde bulunuşudur. Başka yazarlar da tarımda verimliliği artırmadan yoksulluğu sürekli biçimde yok etmenin mümkün olmadığını yazmışlardır. 23 Çeşitli yazı ve konferanslarımda belirttiğim gibi, kısa sürede Türkiye’de kırsal ve kentsel nüfus dağılımı tersine dönmüş, başlangıç yıllarında kırsal nüfusun payı % 75 iken dönem sonunda % 25’e düşmüş, tam bir tersine dönüş yaşanmıştır. Bu büyük dönüşümün toplumsal ve siyasal, bugün de sürmekte olan etkileri olmuştur. (Bu konuyu, Mülkiyeliler Birliği’nde, “2014 yerel seçimler bağlamında seçim çözümlemesi” başlığı altında, Mayıs (Haziran) 2014 ayında verdiğim bir konferansta ele almıştım.) 24 Bu konuda güzel bir yazı için (Gülay Günlük-Şenesen, T. Kaya, Ü. Şenesen 2013)’e bakılabilir. İki gazetemizde şu bilgileri gördüm: “Avrupa ülkeleri arasında en çok sayıda yüksek bina Türkiye’de (Hürriyet Gazetesi, 9 Temmuz 2014, s. 11)”. Buna karşılık, “Türkiye’de en büyük 500 sanayi kuruluşu listesinde yer alan imalat sanayii kuruluşlarında yaratılan katma değerin sadece % 2.6’sı ileri teknoloji üretimine dayalı (Özlem Yüzak, Cumhuriyet Gazetesi, 9 Temmuz 2014, s. 11). 37 geçerlidir. Ama yazar, sonuç kısmında (s. 240) bu görüşe şunları da ekliyor: Bu olguya rağmen, Asya’daki güçlü yeniden dağıtım etkisi de ek açıklamalar gerektirir. Bu Asya ülkeleri nasıl, teknolojilerinin ve yeteneklerinin kalitesini yükseltme başarısı göstererek dünya piyasalarına dünya fiyatlarından üretim yapabilmişlerdir? Bu tür sorular, kalkınma ekonomisinde devletin rolü, ticari ve sınai politikalar alanındaki temel tartışma konularıdır. Bilindiği gibi, son zamanlarda dünyaya neoliberalizm eğilimi egemendir. Buna rağmen ekonomilerde devletin rolü pek azalmamıştır. Birçok ülkede devlet, çoğunluk ya da azınlık paylarıyla şirketlerde etin olmaktadır. (Bkz., The Economist, June 21st, 2014: 64) Türkiye’de, AKP iktidarı döneminde bir yandan büyük özelleştirmeler yapılırken, öte yandan büyük borçlanmalar yoluna gidilmiştir. Dolayısıyla devlet ağırlığı bu yolla gerçekleşmiştir. Örneğin bunun sonuçlarından biri de Türk ekonomisinde 2007 sonrasında en büyük hızla gelişen kesim faiz gelirleri olmuştur.25 Bilindiği gibi ekonomilerde piyasa tökezlemeleri (anomalies) yanında devlet tökezlemeleri de vardır. Örneğin bazı ürünlerde, optimum şirket hacmi çok büyük olduğu için rekabet olanağı ortadan kalkar; (yukarda verilen N. Rosenberg’in görüşlerine de bakılabilir) kamu malları, dışsallıklar piyasa tökezlemeleri yaratır. Buna karşılık yolsuzlukların; kulis etkinlikleri, lobi faaliyetleri, bunların yarattığı yakınlara, dostlara büyük çıkarlar sağlayan, “crony kapitalizmi” denen yönetimin ağır bastığı devlet tökezlemeleri sözkonusudur.26 Önemli bir nokta ağörgülerinin önem kazanması, bununla birlikte çıkar gruplarının, cemaatlerin öneminin artmasıdır. Sıradanlaşma son zamanlara egemen olan diğer bir gelişmedir. Ters yönde bir eğilim işçi sendikalarının ağırlığının azalmasıdır. Buna koşut olarak örneğin ABD’de işgücünün gelir payı azalmıştır. 27 25 TÜSİAD’ın yeni bir gelir dağılımı raporuna göre, 2002-2011 döneminde reel ortalama geliri en hızlı artan gelir türü “faiz gelirleri” olmuştur. Bu oran 2002-2007’de – 13.4, 2007-2011’de 45.6, 2002-2011’de 9.1 değerlerinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, reel faiz gelirleri, 2002-2007 döneminde önemli oranda azalmış, 2007-2011’de ise büyük hızla artmıştır. (Başak Kaya, Cumhuriyet Gazetesi, 6 Temmuz 2014: 7) 26 Bu konuda Gintis(2014)’e de bakılabilir. W.B. Arthur (2014: 1, 2) yeni bir yazısında oyun oynama diye andığı bir hareketi, kavramı incelemektedir. Zararlı (pernicious) anlamına gelen bu oyun oynama kavramına göre, insanlar bir sistemi kendi çıkarları için kullanırlar, kullanırken de genellikle kendilerine tanınan güvene ihanet eder ve diğer insanları zarara sokarlar. Toplumsal ve iktisadi yaşamda genel bir kural vardır: İnsanlar verilen bir sistemi istismar etme yolunu bulacaklardır. Özetle her sistem oyun oynama konusu yapılabilecektir. Bu evrensel bir kural değildir, fizik yasası hiç değildir, yalnızca gözlemlere dayalı bilinen bir gerçektir (bir truizm’dir). Yazıda Arthur bu kavram konusunda örnekler de veriyor. Bunlardan biri Rusya’da komünizm çöktüğünde, bazı eski kurumsal yöneticilerin kendilerine eski sistemin verdiği makam ve görevleri kullanarak büyük kârlar sağlaması olayıdır. 27 Bir yazıda (Elsby, Hobijn, Şahin, 2013: Abstract) ABD’de işgücünün gelir payının çok düştüğü belirtiliyor. Çalışma beş sonuca ulaşıyor. Bunlardan dördüncüsü, bu gelir azalmasında sendikalaşmanın yavaşlaması etkisinin belirlenemediğini söylüyor. Son sonuç ise şu: ABD sunum zincirinin işgücü yoğun parçasının dış dünyaya aktarılması sözkonusu düşüşün en önemli potansiyel açıklamasıdır. 38 Tabii burada yine ABD’de büyük şirket başkanlarının (CEO’ların) gelirlerinin çok arttığı da belirtilmelidir.28 2. Türkiye’nin Son Yıllardaki Büyümesi Açıklamalarıma bir genel açıklamayla başlıyorum. Bir ülkenin büyümesini yalnızca büyüme oranlarıyla açıklamak sakıncalıdır. Herşeyden önce bir temel, büyüme oranını gösteren hesapların sağlığı sorunu vardır. Ayrıca, sürekli vurguladığım gibi, gelirin dağılımı, yoksullukla savaş, işgücüne özellikle kadınların katılımı, işsizlik, genç işsizliği gibi temel sorunlar vardır. Ben burada, büyümeyle ilgili diğer önemli bazı konular hakkında özet bilgi sunacağım. İlk dikkat çekeceğim nokta büyümenin yıllar içinde değil, dönemler içinde değerlendirilmesinin daha uygun olacağıdır. Çünkü bir yılın büyümesi ya önceki yılların büyümesinden yararlanmakta ya da zarar görmektedir. Önceki dönemlerdeki başarı sonraki yılların başarısızlığına neden olabilmektedir. Tersine, önceki yılların, dönemlerin uzun vadeli sağlıklı önlemleri (tüketimi kısıp, tasarrufu, yatırımı artırmak gibi), alındıkları zamanlarda güçlükler yaratsa da sonraki yılların, dönemlerin başarı şansını artırmaktadır. (Tabii yıllar için sözkonusu olan sakıncalar daha az ölçülerde dönemler için de sözkonusudur.) Koşut bir olgu, gerçekleşen büyüme ile potansiyel büyüme arasındaki ilişkidir. Bazı büyümeler ekonominin potansiyel gücünü artırdıkları halde, diğerleri tersine bu gücü azaltabilmektedir. İç yatırıma dayanan bir büyüme, ülkenin gelecekteki üretim ve işlendirme gücünü artırdığı halde, yabancı para akımlarıyla sağlanan ama yatırım ve kapasite yaratmayan büyüme böyle olumlu sonuçlar oluşturmamaktadır. Örneğin, sürdürülemez nitelikteki bir borç artışıyla sağlanan büyüme ülkenin potansiyel gücünü aşan bir gelişme, ülke ekonomisinin geleceğinden çalınmış bir büyümedir.29 Para akımlarının, yabancı sermayenin hangi kesimlere geldiği de önemlidir. İmalat sanayii kesimlerine gelen doğrudan yabancı sermaye en yararlı türdür. 28 Bu konuda (Piketty, 2014: 24)’e bakılabilir. Piketty’ye göre bu olayın bir olanaklı yorumu bu CEO’ların beceri ve verimliliklerinin diğer işçilerininkilere göre aniden çok hızlı ölçülerde arttığıdır. Ama Piketty olayı CEO’ların kendi kazançlarının düzeyini belirlemedeki büyük gücüne bağlamaktadır. Ona göre bu son görüş kanıtlara da uygun düşer. 29 Yeni bir yazıda (Von Hagen, Zhang, 2014: 66) söylendiği gibi, standart uluslararası makroekonomi sermaye akımlarının sermayece-zengin ülkelerden sermayesi-kıt ülkelere aktığını öngörür. Çünkü sermayenin marjinal ürünü (hasılası) zengin ülkelerde düşük, az gelirli ülkelerde yüksektir. Oysa son yirmi yılda uluslararası sermaye akımlarının örüntüleri bu öngörülere tamamen zıttır. Çünkü 1998 sonrasında cari fazla sağlayan ülkelerin ortalama birey başı gelirleri, cari açık veren ülkelerin birey başı gelirlerinden düşüktür. Böylece net sermaye akımları yokuş yukarı, yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru akmıştır. Bence bu durum, Asya ülkeleri için geçerli olduğu halde, Türkiye için geçerli değildir. Çünkü Türkiye, büyük sermaye akımı çekerek çok büyük cari açık vermiş, standart uluslar arası makroekonominin görüşlerini doğrulayıcı bir yol izlemiştir. 39 Geleneksel, eski hizmet kesimlerinde yoğunlaşan aynı tür sermaye o kadar yararlı değildir. Hizmet kesimi içindeki finansal alanlarda ağırlık kazanan türde bir yabancı sermaye ise, spekülatif niteliğiyle gelecek için çok zararlı olabilir. Bunalımların da potansiyel büyümeye olumsuz etkisi olur. Çünkü kârların azalması özel yatırımları azaltır, vergi gelirlerinde düşme kamu yatırımları üzerinde benzer olumsuzluklar yaratabilir. İşsizlik artabilir, işsizlikte süre uzayabilir. Bu sürede işçilerin beceri düzeylerinde, güdülenmelerinde, iş ilişkilerinde kayıplar yaşanabilir. Burada geleneksel iktisat kuramının bunalımları, daha genel olarak denge dışı durumları incelemekte çok yetersiz kaldığını bir kez daha belirtmek isterim. Oysa ekonomilerde balonlar oluşur, sonra bunlar patlar; aşırı finansal spekülasyonlar daima vardır; siyasal-toplumsal nitelikte olanlar dahil şoklar yaşanır. Bu gibi olaylar piyasaların devingen işleyişlerinin normal sonuçlarından biridir. NİK bu konuları doyurucu biçimde ele almaz, konulara yaklaşımında şöyle bir tutum benimser gibidir: Bu istisnai durumları inceleyip anlamak, öngörebilmek çok zordur. Dolayısıyla, her bir durumda kendilerine özgü niteliklerle ortaya çıkan bu bunalım durumlarını gerçekleştikten sonra ele almak çok daha sağlıklı bir yoldur. Bu durumun çarpıcı bir örneği, gelişmiş ülkelerin yaşadığı, yaşamakta olduğu son bunalımdır. Yazı ve konferanslarımda vurguladığım, herkesin de bildiği gibi Batılı iktisatçılar bu bunalımı öngörememiştir. Ayrıca bu bunalım kısa süreli, geçici de değildir. Bunalım ya da duraksama (resesyon) uzunca süredir devam etmektedir. Bu sürüş, yeni bir The Economist sayısında (June 14th, 2014: 69) şu sözlerle ifade edilmektedir: “Bu yıl, 2007 yılından beri büyük gelişmiş ülkelerin büyümeyi yönetebildikleri ilk yıl olabilir.” Bir ülkenin büyümesinde dış dünya koşullarının da önemli katkısı olur. Herşeyden önce dışsatım ve dışalım büyüme etkenleridir. Bu katkı günümüzün küreselleşme ortamında daha da artmıştır. Ayrıca gelişmiş ülkelerin yaşadığı bunalım faizlerin çok düşük düzeylere, hatta eksi değerle inmesine, ABD’nin, FED’in piyasaları dolara boğmasına neden olmuştur. Bunlar sayesinde, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke görece düşük masraflı, faizli kaynak ve borç bulabilmiştir ve bulmaktadır. Bu açıklamalardan sonra Türkiye’nin son yıllardaki büyümesi konusuna geçeceğim. Buna geçmeden, önemli bir gruplaşmaya dikkat çekmek istiyorum: Bazı gelişmekte olan ülkeler, incelemekte olduğum konular açısından, kabaca iki gruba ayrılabilir. İlk grup Doğu Asya ülkelerini içerir, ikinci grupta Türkiye’nin yanında bazı Afrika ve Latin Amerika ülkeleri yer alır. Bu iki grup küreselleşmeden ters yönlerde etkilenmişlerdir. Asya grubu cari fazla sağlamış, ikinci grup cari açık vermiştir. İlk grup gelişmiş ülkelere para akıtmış, ikinci grup dışardan büyük para 40 akımları sağlamıştır. (Not 29’a bakınız) Bilindiği gibi, Türkiye dünyada cari açığın ulusal gelire oranında birincilik koltuğuna oturabilmektedir. Bu düşünce ve olguların ışığı altında Türkiye’nin AKP dönemindeki büyümesi konusundaki görüşlerimi üç başlık altında özetleyeceğim: i) Büyümenin niteliği ve kaynakları, ii) büyümenin yarattığı sonuçlar ve temel etkenler, iii) Türkiye’de bu dönemde borsanın, döviz piyasasının ve borçların kazandığı önem. İlk başlıkta aşağıdaki sıralamayı vermekle yetiniyorum. Çünkü bu konuları önceki yazılarımda ve burada inceledim. a)Türkiye’de ve dünyada bu döneme neoliberal dünya görüşü egemendir. Uluslararasında her tür sermayenin serbestçe dolaştığı bu çerçevede Türkiye’nin bu dönemdeki büyümesini belirleyen temel etken Türkiye’ye akan sermaye ve para akımlarıdır. b) Türkiye bu dönemin tümünde (2003-2014), 1950 sonrasında 10 yıllık dönemler boyunca genellikle elde ettiği yüzde 5 civarında büyümüştür. c) Yalnız bu sürede iki farklı alt dönem yaşanmış, 2003-2007 döneminde büyüme oranı % 7,2 olurken, 2008 sonrasında aynı oran % 3,5 civarlarına inmiş, yani hız yarıya düşmüştür. d) Bu büyüme düşüşüne koşut olarak, yurda akan para ve sermaye akımlarının kalitesi azalmıştır. Kalite düşüşü sıcak paranın (portföy yatırımlarının) payının artışında ve doğrudan yabancı sermayenin miktarı ve dağıtımında görülmektedir. Örneğin, Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırım değeri, 2008-2013 döneminde 19.762 milyon dolardan 12.866 milyon dolara gerilemiştir. (Eşiyok, 2014: 3) e) Doğrudan yabancı sermaye yatırımları, imalat sanayiinden ziyade hizmetler kesiminde, hizmetler sektörü içinde de “finans ve sigortacılık faaliyetleri” alt kesiminde yoğunlaşmıştır. (Eşiyok, 2014: 3) İkinci başlığa geçtiğimizde, para akımlarının yarattığı sonuçları ve temel etkenleri ele aldığımızda şu kaçınılmaz olguları görüyoruz: a) Günümüzde Türkiye’nin dolar cinsinden ulusal gelirinin yarısına yaklaşan cari açığı var. Azalacağı söylenen 2014 yılı cari açığının bile 50 milyar dolar civarında olması bekleniyor. Ben bu korkunç açığa 2005, 2007 tarihlerinden beri dikkat çekiyorum. b) Cari açık tabii borçları artırmıştır. Özel kesim borçları daha çok artmıştır. 41 Borçlar içinde kısa vadelilerin payı artmıştır. 30 Çok önemli bir nokta da hane halklarının ve memurların borçlarının kolayca ve hızla artması olmuştur. 31 c)Önemli ilgili bir olay TL’nin aşırı değerlenmesidir. 32 Bunun etkisi doğal olarak dışalımın artması, dışsatımın zorlaşmasıdır. En büyük etki sanayi ara malları ithalatında görülmüştür. Bu gelişme imalat sanayini olumsuz yönde etkilemiştir. TL’nin aşırı değerlenmesinin borçlanma yoluyla tüketimi artırma şeklinde olumsuz etkisi yanında, yabancı yatırım mallarını ucuzlatıcı, enflasyonu kısıtlayıcı olumlu etkileri de olmuştur. Şöyle bir görüş var: Cari açık finanse edilebildikçe sorun yoktur. Bu görüş para akımlarının yukarda belirttiğim dış borç yüklerini, bunların zorunlu bir devalüasyon yaşanması halinde ulaşabileceği büyük, altından kalkılamayacak hacimleri gözardı eder. Daha önemlisi cari açığın uzun süre sürdürülebilmesinin çok zor olduğunu dikkate almaz. Para akımları kesildiğinde, ekonomide yaşanacak, geçmişte yaşanmış (örneğin Ağustos 1958 bunalımı) bunalımları yok sayar. Türkiye, geçmişte bu tür döviz bunalımlarını çok yaşamıştır. Ama bugün cari açığın boyutları öncekilere kıyaslanamayacak kadar büyük olduğu için bunalım da o kadar yıkıcı olabilecektir.33 Üçüncü başlığa, borsa ve döviz piyasalarına, kredilere geçerek spekülatif hareketlerin, bu hareketlerde yaşanan sanal değerlerin, Türkiye’nin son yıllardaki büyümesindeki katkısına dikkat çekeceğim. Bence Türkiye’nin bu dönemdeki 30 C. Reinhart ve K. Rogoff’un (2010) şöyle bir bulgusu, savı var: Kamu borçlarının ulusal gelire (GDP’ye) oranının % 90’ı aşması ülkelerin büyüme oranını tutarlı biçimde azaltır. Yeni bir yazıda (Herndon, Ash, Pollin, 2014) bu sava karşı çıkılıyor. Çünkü yazıya göre Reinhart ve Rogoff verileri sağlıklı biçimde kullanmamışlar. Yazı, verileri düzelttiğini söyledikten ve bu yeni verileri kullandıktan sonra şu sonuca varıyor: Kamu borçları ile ulusla gelir büyümesi arasındaki ilişki dönemlere ve ülkelere göre önemli ölçülerde değişmektedir. Ben bu değişmeyi normal buluyorum. Ama bu tür çalışmalarda yalnızca kamusal borçlarla yetinilmemesini öneriyorum. Metinde belirttiğim diğer borçlar, özellikle hanehalkı borçlanmaları da önemle dikkate alınmalıdır. 31 P-O, Gousinchas, M. Obstfeld (2012) araştırmalarına dayanarak şu sonuçlara ulaşıyor: Ülke gelişmekte olsun ya da gelişmiş olsun, yurtiçi kredi, borç genişlemesi ve gerçek döviz değerlenmesi finansal bunalımların en güçlü ve önemli öngörücüleri olmuştur (s. 226) Öte yandan, gelişmekte olan ülkeler için daha yüksek döviz rezervlerinin sonraki bir bunalım olasılığını kesin biçimde düşürdüğü görülüyor (Abstract, 251, 258). Gelişmekte olan ülkeler, eski Sovyetler Birliği ülkeleri hariç, 2007-2009’daki bunalıma gelişmiş ülkelerden daha iyi tepki göstermiştir. (s. 227) Önceki (prior) finansal liberalleşme, önceki cari açık,kısa süreli dış borç, önceki yurtiçi kredi artışı bunalım nedeni olurlar. (s. 256) Düzenlemeler bunalıma engel olur. (s. 257) Burada yukarda da yararlandığım H. Gintis’ten (2014) bir alıntı daha yapmak istiyorum: Finansal istikrarsızlık gelişmiş ülkelerin karşılaştıkları devingen istikrarsızlıkların en önemli (anahtar) sorunudur. Standart ekonomik modeller (Keynes’çi ve akılcı beklenti türü modeller) de bu sorunun hakkından gelemezler. Çünkü finansal kesim standart makroekonomik modellerde yer almazlar. 32 Bkz. (Bulutay, 2011: Bulutay, 2014). 33 W.B. Arthur’a (2014: 12, 13) göre, geçmişteki 100 yılı aşan sürede iktisat makroekonomik sonuçları istikrarlı kılma, uluslar arası ticaret politikaları tasarımlama, döviz sistemlerini düzenleme, merkez bankasını işe sokma ve “antitrust” politika oluşturma alanlarındaki yeteneğini çok geliştirmiş, iyileştirmiştir. İktisadın yapmayı beceremediği şey, çoğunlukla istismarcı davranışın neden olduğu finansal ve ekonomik bunalımlara engel olmaktır. Bu zamanımız için bir aksaklıktır. Havayolları güvenliği, inşa güvenliği, deprem güvenliği, yiyecek ve ilaç güvenliği, hastalık güvenliği, ameliyat güvenliği alanlarının hepsinde son elli yılda onyıllar boyunca sürekli iyileşmeler gerçekleşmiştir. “Buna ters olarak, “iktisadi güvenlik” son beş onyılda iyileşmemiştir; (bu alanda) bir şey olmuşsa bu güvenlik daha da kötüleşmiştir.” 42 gelişmesinde en önemli katkı getiren kurumlardan biri hisse senedi piyasası olan İstanbul Borsası’dır. Bu konuyu başka yazılarımda ele aldığım için burada bazı noktaları vurgulamakla yetineceğim. İstanbul borsası gibi hisse senedi piyasalarında oluşan değerlenme ve hareketlerle, ekonominin sağlığını gösteren temel güçler arasında kararlı, sağlıklı bir ilişki yoktur. Bu piyasalar Keynes’in söylediği gibi, geniş ölçüde sanal değerler yaratan kumar piyasalarıdır. Bu piyasalardaki endeks değerleri, getirilerin yüksek düzeylere çıkması, daima var olan oynaklıkların düşük oranlarda kalması ekonomilerde finansal bunalımların yaşanmayacağını göstermez. (Bkz., örneğin, The Economist, June 28th, 2014: 62) Günümüzde (Temmuz 2014 ortası) gelişmiş ülkelerde ve Türkiye’de hisse senedi piyasalarında bir yukarı gidiş hareketi yaşanmaktadır. Bu hareketlerde faizlerin düşük oluşunun önemli ölçülerde katkısı vardır. Bazı yabancı finansal fonlar faizlerin düşüklüğü nedeniyle tahvillerden ziyade borsalar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu fonlar, örneğin Türk borsasına para akıtarak hisse senetlerini değerlendirmekte, günlük, haftalık satış ve alışlarla spekülatif kârlar sağlamaktadırlar. Aşağıda kısaca döneceğim borsalar hakkındaki bu açıklamalardan sonra, F.H. Westerhoff’un (2009) yazısına dayanarak ve karmaşıklık kuramına ağırlık vererek döviz piyasası hakkında özet bazı bilgiler vereceğim. Yazı, bu spekülatif alanda egemen olan köktenci (fundamentalist) ve teknik (chartist) stratejiler arasındaki etkileşimi ve heterojen piyasa oyuncularının (ajanların) bu iki strateji arasındaki gidiş gelişlerini incelemektedir. (Rosser, 2009a: 8) Aşağıdaki dört paragrafta Westerhoff’un (2009: 288) sözkonusu stratejiler hakkındaki görüşlerini özetleyerek devam ediyorum. Bu iki tür stratejide de görgül yaklaşım egemendir. Çünkü döviz piyasasındaki uzmanlar, spekülatif yatırımları belirleyebilmek için hem teknik hem de temel, köktenci stratejilerde bulunurlar. “Teknik çözümleme, geçmişteki fiyat hareketlerini gözlemleyerek, inceleyerek alışveriş stratejileri saptamayı amaçlıyor.” Böylece, teknik çözümleme cari fiyat hareketleriyle birlikte hareket etmeyi amaçladığı için, bu ticaret kuralları, devingenlik üzerinde, genellikle olumlu bir ek geribeslenme (feedback) etkisi yaratmaktadır. Temel çözümleme ise piyasadaki yanlış fiyatlanmaların azaltılması üzerinde oynuyor. Örneğin, temel çözümleme, piyasa döviz kuru temel değerinin altında olduğunda, bu gereğinden az değerlendirilmiş parayı almayı öneriyor. Temel ticaret kuralları, genellikle, bu alandaki devingenliğe olumsuz bir geribeslenme eklemektedir. Bu yaklaşımın yarattığı önemli içgörü (insight) şöyle oluşmaktadır: Olumlu ve olumsuz geribeslenme kuralları arasındaki doğrusal olmayan belirleyici etkileşimler karmaşık içsel devingenlikler yaratabilir ve böylece döviz piyasalarının çok çalkantılı (turbulent) davranışına katkı getirebilirler. 43 Aynı sayfada (s. 288) bu çalkantılı davranışlar için şu durum örnek gösteriliyor: Sözkonusu piyasaların istikrarsızlık yaratan teknik alışverişçilerin egemenliği altında olduğunu düşünelim. Bu durumda döviz kurunun uzun süreli dengesinden uzaklaşması çok olasıdır. Bu teknik çözümlemenin kâr sağlaması olası olduğu için bu süreç uzun da sürebilir. Ama döviz kuru temel değerinden sapmayı sürdürdükçe daha çok sayıda döviz taciri sonuçta temel fiyata uyan düzelmeyi bekler hale gelir. Dolayısıyla, en azından bazı döviz tacirleri, teknik çözümlemeyi terkedebilir ve temel çözümlemeyi benimser hale gelebilir. Benimseyen sayıyı yeterli düzeye gelince de, döviz kuru temel değerine yönelecektir. Ama iş burada kalmayabilecektir. Düzeltme sona erince, bu temel yaklaşım kârsız hale gelecektir. Spekülatörler ortaya çıkabilecek, teknik yolu seçecek, sonraki geçici balonun oluşmasına yol açabileceklerdir. Bu örüntüler (patterns) sürekli biçimde kendilerini yineleyebilecektir. Bu görüşler, döviz piyasaları daha çok özel kesimci eğilimler çerçevesinde işlediğinde geçerli olabilirler. Ama işin içine başka etkenler de girer. Herşeyden önce dış ticaret ilişkileri önemlidir. Bu ilişkilerde devletin belirleyici katkısı vardır. Merkez Bankası ve devlet bu alanlara müdahale eder.34 Müdahale Türkiye ekonomisinde döviz kurlarının belirlenmesinde büyük rol oynamış ve oynamaktadır. Geçmişte sıklıkla devalüasyonlara başvurulmuş, bunların sonucunda bazen çok büyük ölçülerde (1 doların 2.80 TL’den 9’TL’ye çıkışı gibi) kur sıçramaları yaşanmıştır. Günümüzde bazı ülkeler (örneğin Çin) parasının değerini düşük tutmakta, resmi olmasa da sürekli devalüasyona başvurmaktadır. Ele aldığım bu spekülatif piyasalar hakkında ek özet açıklamalar vererek görüşlerimi tamamlayacağım. Keynes’in söylediği gibi, hisse senedi piyasaları söylentilerden, dedikodulardan, sürü hareketlerinden, çeşitli uydurma haberlerden etkilenirler. Bu piyasalar, önceki bir yazımda söylediğim gibi, sağlıklı nedenlere dayanmazlar, uydurulan, yayılan gerekçelere göre hareket ederler, bir anlamda gerekçe piyasasıdırlar. Borsa kendi kendini üretir, borsanın temel değerlere, ekonominin gücüne dayanması gerekli değildir. Rekabetin pek geçerli olmadığı bu piyasalarda uluslararası güçlü spekülatörler, büyük finansal fonlar, istedikleri sonuçları yaratabilmek için kolayca gerekçe üretirler. Bu nitelikte piyasaları düzgün sayan kuramlar da oluşturulmuştur. Örneğin, E.F. Fama’nın bir “etkin sermaye piyasaları” görüşü vardır. Bu kuram ya da hipoteze göre, hisse senedi piyasaları, aşağıdaki anlamda etkin hareket ederler. Bu piyasalarda arbitraj olanaklarının ve rekabetin varlığı aşırı kârları yok edeceği için hiç kimse olağanüstü kâr elde edemez. Bu görüşü aktardığı sayfada (s. 557), A.K. 34 W.B. Arthur’a (2014: 2) göre, (NİK’teki) iktisadi çözümleme sistemin dengede olduğunu varsayar. Tanım gereği dengede ise, hiçbir piyasa oyuncusu (ajan) mevcut davranışından saptırıcı bir özendiriciye sahip değildir. Bunun sonucu da şudur: Hiçbir sistemde saldırı şeklinde (invasive), istismar edici davranış sözkonusu olamaz. 44 Bagchi (2014), bu Fama kuramını tümüyle bir safsata (fallacy) saymaktadır. Ben de, önceden beri Fama’nın bu görüşünü anlamsız, saçma bir hipotez olarak görüyorum. Yukarda yararlandığım yazısında da F.H. Westerhoff (2009: 287) da bu etkin piyasa hipotezini geçerli bulmuyor, şu görüşleri de ileri sürüyor: Borsa ve döviz piyasaları gibi spekülatif piyasalarda belirli evrensel özellikler vardır, bu özelliklerden beşi kalıcı (stilize) olay olarak özetlenebilir. (s 289-293): i)Döviz piyasaları sürekli şekilde önemli balonlar ve çöküşler yaratır. Görgül araştırmalara göre, birçok çöküş piyasa istikrarsızlıklarının varlığı nedeniyle içsel bir süreç sonucunda oluşmaktadır. ii) Döviz kuru oynaklığı temel şoklarla açıklanamayacak kadar yüksek değerler ve düzeylerdedir. iii)Bu piyasalarda yaratılan getirilerin dağılımı normal dağılımdan önemli ölçülerde sapar ve büyük kuyruklara (tails) sahiptir. iv) Döviz kurlarının gelişme süreci rastgele yürümeye benzer. v) Düşük oynaklık dönemlerini yüksek oynaklık dönemleri izler, böylece düşük ve yüksek oynaklık dönemleri birbirleriyle nöbetleşir. Burada, yine (Westerhoff’a (2009: 287) dayanarak döviz piyasalarının büyük hacimlerini ve önemli özelliklerini, özetleyerek sıralıyorum: Döviz piyasası dünyada en geniş ve en çok aktif finansal piyasadır. Döviz piyasalarının doğasının yüksek ölçülerde spekülatif olduğu görülmektedir. Ulusların ticaret işlemleri (trade transactions) toplam işlem hacminin küçük bir kısmını oluşturur. Spekülatif işlemler, dünya ticareti ve uluslar arası portföy yatırımı toplamının kabaca 20 katıdır. Döviz piyasalarında oynaklık çok yüksektir. Daha önemlisi, bu piyasalarda getirilerin dağılımı şişman kuyruklar içerir. Yaklaşık yüzde 3 büyüklükteki aşırı fiyat değişmeleri, normal dağılımının öngördüğünden çok daha sık ortaya çıkar. Borçlar konusunu eski yazılarımda ve bu yazımda inceledim. Burada yalnızca R. Duncan’dan (2012) yapacağım özet alıntılarla yetineceğim. Duncan’a göre, kapitalizm, özel kesimin iktisadi süreci tasarruf, sermaye birikimi ve yatırımlar yoluyla yönettiği bir ekonomik sistemdi. Bu sistemde devletin rolü çok sınırlıydı. Oysa bugün devlet ABD’de her yerdedir. İktisadi süreç de bugün artık tasarruf ve yatırımla değil, borçlanma ve tüketimle yönetilmektedir. (s. 133) Bu sistem kapitalizm değildir, ekonomiyi artık piyasa güçleri yönetmemektedir. Bugünkü sistem planlanmış değildir, ama devlet tarafından yönetilmektedir. Devlet politikası rakip güç bloklarının uzlaşması ile belirlenmektedir. Bu güçler şunlardır: Büyük iş hayatı, bankacılık endüstrisi, askerler, yaşlılar ve genel halk kütlesi. Bunlar son zamanlara gelinceye kadar yaşam standartlarının sürekli yükselmesini ummaya alışmışlardı. (s. 133) Bu dönemde devlet politikalarının bir anahtar öğesi, giderek artan miktarlarda krediyi hanehalkı kesimine aktarmak olmuştur. Bu dönemde, toplam kredi 50 yıldan az bir sürede 50 kat artmıştır. Bu olağanüstü borç genişlemesi 45 ekonomik sistemin doğasını değiştirmiştir: Kapitalizm Kreditizm olmuştur. (s. 133) Ekonomi ve ekonomik sistemin kapitalizmden kreditizme evrilmesi, devlet tarafından planlanmadan ama devletçe yönetilmiştir. Böylece ekonomi “bırakınız yapsınlar kapitalizminden” çok sapmıştır. (s. 138) Aynı yazıda (s. 133) J.K. Galbraith’in aşağıdaki sözleri başlıkta verilmektedir: “Ekonomik toplumun şeklini belirleyen ideoloji hayalleri değil, teknoloji ve örgütlenmenin gerekleridir.” Yazının diğer bir kısmı (s. 121) şu sözlerle başlamaktadır: “Yeni Depresyon ve Büyük Depresyonun her ikisinin de nedeni kredinin-ateşlediği ekonomik şişmelerdir (boom’lardır).” ÖZET Yazıda da açıkladığım gibi optimum nitelikteki denge fikri NİK’in temel yasalarından biridir. Böyle olduğu için iktisadi çözümlemelerde insanların mevcut göreli durumlarından uzaklaşma hedefleri gözardı edilir. Aynı durum uluslar için de sözkonusudur. Diğer bir deyişle, NİK’e göre, gelişmemiş ülkeler veri durumlarını, göreli statülerini korumalıdır. Gelişmemiş ülkelerin kalkınması da bu çerçevede değerlendirilmelidir. Böylece NİK’in kalkınma yaklaşımında dengesizlik dışlanır. Oysa NİK’te dışlanan dengesizlik kavramı kalkınmada çok önemlidir. 35 Durağan karşılaştırmalı üstünlükler kuramı kalkınmanın önünde önemli engeller oluşturabilir. İmalat sanayii, yurtiçi kaynaklar, tasarruf ve yatırımlar kalkınmanın temel etkenleridir. Sanal değerler, bölüşüm değerleri üreten finansal kesimlerle, yabancıların paralarıyla kalkınma sağlanamaz. Son zamanlarda, AKP iktidarı döneminde Türkiye ekonomisi, geniş ölçüde yabancı para akımlarıyla büyümektedir. Büyüme oranı 2007 sonrasında, 2007 öncesi oranının yarısına düşmüştür. Para akımlarının kalitesi de 2007 sonrasında düşmüş, sıcak paranın ağırlığı artmış, doğrudan yabancı sermaye payı azalmıştır. Sanal değerlerin öne çıktığı finansal kesim, borsalar ve döviz piyasaları gibi spekülatif piyasalar öne çıkmıştır. Borsalarda, bankalarda yabancıların payı yüzde 60’lar düzeyindedir. Aynı dönemde, ekonominin potansiyel büyüme gücü pek artmamış, işlendirmede, işsizlikte kalıcı, sağlıklı gelişmeler sağlanamamıştır. Çok büyük cari 35 Burada NİK’in bu tür toptancı, sakıncalı tutumuna da dikkat çekmek istiyorum. Bu kuramda fayda fonksiyonu bazan ya da bazılarınca mutlulukla özdeş sayılır. Bu yanlış bir yaklaşımdır. Tabii mutluluk kişinin yarar işlevinde yer alır. Ama bu işlevde, iş olanakları; ev, barınma koşulları; kişinin kendisinin ya da çocuklarının eğitim şansları; akrabalık durumları gibi öğeler, hedefler de yer alır. Birey, mutluluğu ile bu hedefler arasında değiş-tokuş yapma zorunda kalır. NİK tek boyutlu çözümlemelere ağırlık verdiği için bu hususları gözardı edebilir. Bu konuyla ilgili, ABD’de bazı kentlerde yaşamından mutlu olmayan yüksek oranda kişilerin varlığını inceleyen bir yazı için (Glaser, etal., 2014)e bakılabilir. 46 açık, dış yükümlülükler, borçlarla sağlanan bu büyümeyi sürdürebilme zordur, Türkiye ekonomisinin geleceği parlak görünmemektedir. Tuncer Bulutay 21 Temmuz 2014, Ankara 47 KAYNAKÇA ARROW, K. (2013): D. COLANDER, R.P.F. HOLT, J. BARKLEY ROSSER Jr. (2013): The Changing Face of Economics, Conversations with Cutting Edge Economists, University of Michigan Press, Ann Arbor, 2010, 2011, 2012, 2013, içinde, pp. 291-307. ARTHUR, W.B. (1996): Increasing Returns and the New World of business, Harvard Business Review, July-August 1996, April 27, 1996, 10 sayfa. ARTHUR, W. BRIAN (2013): Complexity Economics: A Different Framework For Economic Thought, Santa Fe Institute (SFI) Working Paper, March 12, 2013. ARTHUR, W.B. (2014): All Systems Will be Gamed: Explotive Behavior in Economic and Social Systems, Santa Fe Institute (SFI) Working Paper: 2014-06-016, June 5, 2014. ARTHUR, W.B., S. DURLAUF, D.A. LANE (Eds.) (1997): The Economy as an Evolving Complex System II, Reading, MA: Addison-Wesley. BACKHOUSE, R.E. (2010): The Puzzle of Modern Economics, Science or İdeoloji?, Cambridge University Press, 2010. BAGCHI,A.M. (2014). Contextual Political Economy, Not Whig Cambridge Journal of Economics, May 2014, pp. 545-562. Economics, BİGO, V., I. NEGRO (2014): Mathematical Modelling in the Wake of the Crisis: A blessing or a curse? What Does the Economic Profession Say? Cambridge Journal of Economics, March 2014, pp. 329-347. BULUTAY, T. (1979): Genel denge Kuramı, SBF yayınları, No. 434, Ankara 1979. BULUTAY, T. (1983): İktisat Kuramı ve Belirsizlik, Prof. Fehmi Yavuz’a Armağan, A.Ü., SBF ve Basın-Yayın Yüksek Okulu Basımevi, Ankara, 1983, içinde, s. 273-313. BULUTAY, T. (1986). Bilimin Niteliği Üzerine denemeler, Evrim ve Quantum Kuramları, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları 3, ankara, 1986. BULUTAY, T. (1988, 1989, 1990): Hazırlayan Hasan Tahsin Benli, Mülkiyeliler Birliği dergisi, Makaleler Bibliyografyası (1966-1992), Mülkiyeliler Birilği Vakfı Yayınları: 13, içinde, s. 69 BULUTAY, T. (2010): Geleneksel İktisat Bilimi, Sağcı İktisat Kuramları, Yeni Bir Sentez, Prof. Dr. N. Coşar, Prof. Dr. M. Bildirici (Eds): Tarihi, Siyasi, Sosyal 48 Gelişmelerin Işığında, Türkiye Ekonomisi, 1908-2008, Ekim Basım Yayım Dağıtım 2010, içinde, s. 3-18. BULUTAY, T. (2011): Türkiye’nin Son Yıllardaki Sağlıksız, Yetersiz, Oynak Gelişmesi Hakkında Düşünceler, S. ŞAHİNKAYA, N. İ. ERTUĞRUL (Editörler) (2011), Bilsay Kuruç’a Armağan, Kasım 2011, Ankara, içinde, s. 437-500. BULUTAY, T. (2012): Sencer Divitçioğlu’na Saygı ve Övgü, Hazırlayanlar İbrahim Ekinci-Hakan Güldağ, Sencer Divitçioğlu Anlatıyor, YKY, Yapı Kredi Yayınları, 2012, içinde s. 232-252. BULUTAY, t. (2014): Büyüme Üzerine Düşünceler, Türkiye Ekonomi Kurumu, Web Sitesi, 2014. CASELLA, A. (2001): Concluding Remarks: Questions for Policy, RAUCH, J.E., A. CASELLA (eds) (2001): Networks and Markets, Russell Sage foundation, New York, 2001 içinde, Chapter 7, pp. 328-337. COLANDER, D. (2000a): Introduction, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 1-11. COLANDER, D. (2000b): A Thumbnail Sketch of the History of Thought From a Complexity Perspective, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 31-43. COLANDER, D. (2009): Complexity and the History of Economic Thought, ROSSER, J.B. Jr.(Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 409-426. COMİM, F. (2000): Marshall and the Role of Common Sense in Complex Systems, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 155-192. DAY, R.H.(2009): On Simplicity and Macroeconomic Complexity, ROSSER, J.B. Jr. (Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 195-210. DUNCAN, R. (2012): The New Depression, The Breakdown of the Paper Money Economy, Wiley, John Wiley&Sons Singapore Pte. Ltd. ELBAUM, B. (1990). Cumulative or Comparative Advantage? British Competitiveness in the Early 20th Century, World Development, Vol. 18, No. 9, pp. 12551272, 1990. 49 ELSBY, M.W.L., HOBIJN, B., ŞAHİN, A., (2013): The Decline of the U.S. Labor Share, D.H. ROMER, J. WOLFERS (Editors): Brookings Papers on Economic Actvity, Fall 2013, içinde, pp. 1-52. ERGUN, D. (2014): Yöntemi Geliştirmek, Türkiye’de Toplumsal Bilimlerde Yeniden Üretim Üzerine, İmge Kitabevi, Mayıs 2014, Ankara. EŞİYOK, B. Ali (2014): Türkiye Ekonomisinde Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları, Çok Çok Az, Cumhuriyet, Bilim Teknoloji, 11 Temmuz 2014, s. 3. FREEMAN, A. (2014): Schumpeter’s Theory of Selfrestoration: A Casualty of Samuelson’s Whig Historiography of Science, Cambridge Journal of Economics, May 2014, pp. 663-679. FREEMAN, A., V. CHICK, S. KAYATEKİN (2014): Samuelson’s Ghosts: Whig History and The Reinterpretation of Economic Theory, Cambridge Journal of Economics, May 2014, pp. 519-529. GİNTİS, H. (2014): Best Book on Public Policy in Years, May 24, 2014, D. COLANDER, R. KUPERS (2014), Complexity and the Art of Public Policy: Solving Society’s Problems From the Bottom Up (hard cover), adlı kitap üzerine değerlendirme (review) yazısı. GLAESER, E.L., J.D. GOTLİEB, O. ZIV (2014): Unhappy Cities, NBER Working Paper no. 20291, July 2014. GOURINCHAS, P-O., M. OBSTFELD (2012): Stories of the Twentieth Century for the Twenty-first, American Economic Journal, Macroeconomics, January, 2012, pp. 226-265. GÜLAY GÜNLÜK-ŞENESEN, TOLGA KAYA, ÜMİT ŞENESEN (2013): İnşaat kesimi İstihdam mı Yaratıyor, Dışalımı mı Uyarıyor? Türkiye Ekonomi Kurumu, Ekonomi-tek, Eylül 2013, s. 23-46. HERNDON, T., M. ASH, R. POLLIN (2014), Does High Public Debt Consistently Stifle Economic Growth? A Critique of Reinhart and Rogoff, Cambridge Journal of Economics, March 2014, pp. 257-279. HOMMES, C.H. (2000): Bounded Rationality and Learning in Complex Markets, ROSSER, J.B. Jr. (Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 87-123. KAHNEMAN, D. (2011): Thinking, Fast and Slow, Farrar, Straus and Giroux/New York 2011. KİRMAN, A. (2001): Market Organization and Individual Behavior: Evidence From Fish Markets, RAUCH, J.E., A. CASELLA (eds) (2001): Networks and Markets, Russell Sage foundation, New York, 2001 içinde, Chapter 4, pp. 155-195. 50 KİRMAN, A. (2009): Complexity and Aggregation, ROSSER, J.B. Jr. (Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 171-194. KOPPL, R. (2009): Complexity and Austrian Economics, ROSSER, J.B. Jr. (Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009, içinde, pp. 393-408. LEVY, D.M. (2000): The Premature death of Path Dependence, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 104-115. LOUÇA, F. (2000): Complexity, Chaos, or Randomness: Ragnar Frisch and the Enigma of the lost Manuscript, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 116-125. LUCAS, R.E.Jr., B. Moli (2014): Knowledge Growth and the Allocation of Time, Journal of Political Economy, February 2014, pp. 1-51. LUX, T. (2009): Applications of Statistical Physics in Finance and Economics, ROSSER, J.B. Jr.(ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009, içinde, pp. 213-258. MATTHEWS, P.H. (2000): Did Marx Know the Way to Santa Fe, Reflections on Evolution, Functionalism, and Class Consciousness, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 58-73. MONTGOMERY, M.R. (2000): Complexity Theory, An Austrian Perspective, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 227-240. PEITGEN, H-O., H. Jürgens, D.Saupe (1992): Chaos and Fractals, New Frontiers of Science, Springer-Verlag, New York, 1992. PHELPS, E. (2013): Mass Flourishing, How Grassroots Innovation Created Jobs, Challenge, and Change, Princeton University Press, Princeton and Oxford, 2013. PİCTON, M. (2000): Competition, Rationality, and Complexity in Economics and Biology, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 193-211. 51 PİKETTY, T. (2014): Capital in the Twenty-First Century (Trausladed by A. Goldhammer), The Belknap Press of Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts, London, England, 2014. PRASCH, R.E. (2000): Complexity and Economic Method, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 215-226. RAUCH, J.E., G.G. Hamilton (2001): Networks and Markets: Concepts for Bridging Disciplines, RAUCH, J.E., A. CASELLA (eds) (2001): Networks and Markets, Russell Sage foundation, New York, 2001 içinde, Chapter 1, pp. 1-29. REINHART, C., ROGOFF, K. (2010): Growth in a Time of Debt, NBER Working Paper, No. 15639. (Aynı yazarlar, aynı başlık AER Vol. 100, no. 2 (2010), pp. 573578)de yayınlanmış). RONCOLATO, L., D. KUCERA (2014): Structural Drivers of Productivity and Employment Growth: A decomposition analysis for 81 countries, Cambridge Journal of Economics, March 2014, pp. 399-424. ROSENBERG, N. (2000): Charles Babbage in A Complex World, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 47-57. ROSSER, J.B. Jr. (2009a): Introduction, ROSSER, J.B. Jr.(Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 3-11. VELUPILLAI, K.V. (2009): A Computable Economist’s Perspective on Computational Complexity, ROSSER, J.B. Jr.(Ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 36-83. VISKOVATOFF, A. (2000): Will Complexity Turn Economics Into Sociology? D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 126-154. VON HAGEN, J., H. ZHANG (2014): Financial Development, International Capital Flows, and Aggregate Output, Journal of Development Economics 106(2014), pp. 66-77. WESTERHOFF, F.H. (2009): Exchange Rate Dynamics. A Nonlinear Survey, ROSSER, J.B. Jr.(ed.), (2009): Handbook of Research on Complexity, Edward Elgar, Cheltenham, UK, Northampton, MA, USA, 2009 içinde, pp. 287-325. 52 WIBLE, J. (2000). What is Complexity, D. COLANDER (Ed.) (2000): Complexity and the History of Economic Thought, Perspectives on the History of Economic Thought, Routledge, London and New York, 2000 içinde, pp. 15-30. 53