Slayt 1 - ODTÜ GVO
Transkript
Slayt 1 - ODTÜ GVO
Haziran 2016 SAYI 17 ODTÜ G.V. ÖZEL MERSİN İLKÖĞRETİM OKULU KÜLTÜR YAYINI KÜÇÜK ROBOT GEZİYOR Küçük robot lunaparka gitti. Sonra lunaparktan ayrıldı. Eve döndüğünde bir de ne görsün! Bir hırsız evdeki bütün eşyaları çalıyor. Küçük robot hemen hırsızın üzerine atladı. Hırsız kaçtı. Küçük robot evden yine ayrıldı. Küçük robot oyuncak almak için oyuncakçıya gitti. Bir oyuncak aldı. Ama başka bir oyuncak o kadar güzel görünüyordu ki aldığı oyuncaktan vazgeçti. Parasını geri aldı. iki oyuncak arasında kalmıştı ve karar veremiyordu. Buna karar veremeyeceğini anladı. Oradan çıktı. Bir kedi almaya karar verdi. Sonra bir kedi aldı. Kediye o kadar iyi bakıyordu ki , kedi annesini unutmuştu. Artık kedinin annesi küçük robot oldu. Kedi eski annesini hiç özlemedi ama annesi yavrusunu özlemişti. Yavrusuna bir sürü oyuncak almıştı. Kedi ise küçük robota hediye aldı. Bu bir yavru kediydi.Küçük robot kedisine sıkı sıkı sarıldı ve kedisini geziye çıkardı. Kedisi ilk defa bu kadar renk görmüştü. Küçük robot kedisine yanar dağları gösterdi. Bu yanar dağların patladığını söyledi. Kedi çok şaşırdı. Daha önce hiç patlayan bir şey görmemişti. Gezmeye devam ettiler.Yavru kedinin başka bir kedi dikkatini çekti. Sanki onu tanıyordu. Kedi yavru kedinin yanına yaklaşıyordu. Birden hatırladı. Bu kedi onun annesiydi. Birbirlerini buldukları için çok mutlu oldular. Küçük robot da onları böyle görünce çok mutlu oldu. Hep birlikte evlerine gittiler. Artun BEDEN 1A ECE İLE MİRA Bir zamanlar bir kız varmış. Adı Ece'ymiş. Evde oturuyormuş. İki saat sonra kapı çalmış. Kapıyı çalan arkadaşı Mira’ymış. Ece oyun oynamak istemiş. Mira da kabul etmiş. Ama Ece dışarıda oyun oynamak istiyormuş. Mira da dışarıda oynamak istediğini söylemiş. Evden çıkmaya karar vermişler. Tam çıkarken Ece'nin annesi gelmiş. Ece'nin annesi her zaman sekizde geliyormuş. Ama o gün Ece için erken gelmiş. Annesi yine de Ece'ye bir saat oynaması için izin vermiş. Ece annesine teşekkür etmiş. Ece ve Mira bir çok oyun oynamışlar. Ece oyunlar sırasında zamanın geçtiğini fark etmiş. Mira'ya akşam olduğunu söylemiş. Ece'nin annesi de onları eve çağırmış. Ece ve Mira, Ece'nin annesini dinlemeyerek oyun oynamaya devam etmişler. Hava iyice kararmış ve çok korkuyorlarmış. Fark etmeden evden gittikçe uzaklaşmışlar. Eve dönmek istiyorlarmış ama evin yolunu bulamıyorlarmış. Sokak sokak dolaşmışlar. Birden Ece arkadaşı Nil'i görmüş. Nil onları görünce çok şaşırmış Ece ve Mira, Nil'e kaybolduklarını söylemişler. Nil onları eve götürebileceğini söylemiş. Hep birlikte eve gitmişler. Bu arada Ece ve Mira'nın anneleri onları çok merak etmiş. Mira'nın annesi de Ecelerin evine gelmiş. Ece ve Mira eve dönünce annelerinden özür dilemişler. Bir daha evden uzaklaşmayacaklarına söz vermişler. Ece ÖZDEMİR 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 2 YARAMAZ ÇOCUK OKULDA Bir çocuk varmış. Bu çocuğun adı Can'mış. Can okula gitmiş ve ders başlamış. Can çok yaramazmış. Derste hep yaramazlık yapıp dururmuş. Hiç bir soruyu anlamazmış. Böyle böyle günler geçmiş. Öğretmeninden annesine mesaj gelmiş. Annesi Can'ın derslerden düşük not almasını istemiyormuş. Annesi ve öğretmeni artık Can'a kızıyormuş. Can'ın evde bir sürü test kitabı varmış ama Can hiç test çözmüyormuş. Bir gün Can dersten düşük not almamak için test çözmeye karar vermiş. Annesinin yanında test çözmeye başlamış. Bütün sorularda annesinden yardım istemiş. Sabah olmuş.Can yine okula gitmiş. Can'ın şansına sınavda akşam çözdüğü sorular çıkmış. Can iki dakikada soruların hepsini bitirmiş. Can artık akıllı bir çocuk olmuş. Akıllı olmaya da devam edecekmiş.Artık her gün Can test çözüyormuş. Ödevini ve testlerini kendi başına yapıyormuş. Bundan sonra Can uslu bir çocuk olmayı anlamış. Ceylin GÜNAYDIN 1A ARKADAŞ OLAMAYAN HAYVAN Bir varmış, bir yokmuş. Bir dinozor varmış. Dinozorun gözleri çok büyükmüş. Dinozor çok hızlı koşarmış. Bir gün arkadaş bulmaya karar vermiş. Hiç kimse onu sevmezmiş.Bu yüzden arkadaş bulması çok zormuş. Sonra aramış aramış aramış; hiç arkadaş bulamamış. En sonunda bir dinozor gelmiş. Onunla arkadaş olmuşlar.Sonra akşam olmuş. Dinozorlar uyumuş. Güzel güzel uyumuşlar. Sabah olmuş. Kendilerine ev yapmışlar. Evi kontrol etmişler. Ev çok güzelmiş. Sonra da yemek bulmuşlar. Onu hemen yemişler. Karınları doymuş. Dışarıya çıkmışlar. Dinozorlardan bir tanesi yanlışlıkla ağaca çarparak onu devirmiş. Çok üzülmüş.O ağacın yerine bir ağaç dikmiş. Onu her gün sulamış. Ağaç birden uzamış. Devirdiği ağaçtan daha büyük olmuş. Çok sevinmiş. Arkadaşı da ağacı görmüş. Bu davranışından dolayı arkadaşını kutlamış. İkisi bu ağaca çok iyi bakmışlar. Bu ağaç da onların arkadaşı olmuş. Ekin Beren KARA 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 3 KÜÇÜK KUŞ Bir kuş varmış. Ormanda yaşarmış. İki yaşındaymış. Bir gün annesi ve babası onu ağacın aşağısında unutmuşlar. Ormanlar kralı gelmiş. Bu bir aslanmış. Çok büyük ve korkunçmuş. Aslan tam küçük kuşu yiyecekken bir baykuş gelmiş. Baykuş, küçük kuşu tutup götürmüş. Küçük kuş çok şaşırmış. "Beni neden aldın?" diye sormuş. Baykuş "Aslan az kalsın seni yiyecekti." demiş. Baykuş, küçük kuşa nerede yaşadığını soracakken “Boooooooommmmmm!” diye bir ses gelmiş. Baykuş ağaca çarpmış. Baykuş, küçük kuşa yaralanıp yaralanmadığını sormuş. Küçük kuş yaralanmadığını söylemiş. O da baykuşa sormuş. Neyse ki baykuş da yaralanmamış. Yola devam etmişler. Baykuş "Sen çok küçüksün. Seni annene götürmeliyim." demiş. Ama küçük kuş yuvasının nerede olduğunu bilmiyormuş. Baykuş da onu kendi evine götürmeye karar vermiş. Baykuşun evine doğru uçarlarken tam o sırada küçük kuşun annesi onları görmüş. Yanlarına doğru uçmuş. Küçük kuş annesi ile buluştuğu için çok mutlu olmuş. Mutlu mutlu yaşamışlar. Damla YILMAZ 1A DİNO Tarih öncesi dönemde yaşayan Dino adında bir dinozor varmış. Dino otçulmuş. Kuyruğunda çok sert bir top varmış. Dino'nun sırtında ise sivri dikenler varmış. Dino, treksi bile yenecek kadar güçlüymüş. Dino ile arkadaşları çok sıkılmışlar. Bir şeyler yapmak istemişler. Dino bir çukur açmak istemiş. Arkadaşlarıyla birlikte kazı yapmaya başlamışlar. Çukur derinleşmiş. Bu çukurun altında bir mağara varmış. Bu mağarada tireksler yaşıyormuş. Birden mağaradan on beş tane tireks çıkmış . Dino, ailesi ve arkadaşlarıyla birlikte tirekslerle savaşmış. Tirekslerin hepsi ölmüş. Çünkü Dino ve ailesinin topu varmış. Bu özellik onların tirekslerden daha güçlü olmasını sağlıyormuş. Ormanda gezerken başka tirekslerle karşılaşmışlar. Birbirlerine saldırmışlar. Bu sefer berabere kalmışlar. Çünkü Dino ve ailesi önceki saldırıdan dolayı yorgunmuş. Dino'nun ailesinden ve arkadaşlarından bazıları ölmüş. Hayatta kalanlar oradan uzaklaşmışlar. Onların yavruları olmuş. Yavruları büyümüş. Sayıları çoğalmış. Yine ormanda gezerken vahşi canavarlarla karşılaşmışlar. Onlarla savaşmışlar. Dino'nun arkadaşlarından bazıları bayılmış ama sonra geri uyanmışlar. Hayatlarına yavrularıyla mutlu bir şekilde devam etmişler. Egemen MEYDANER 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 4 DİNOZOR KUŞU VE ARKADAŞLARI Bir gün tarih öncesi dinozor kuşu ormanda dolaşıyormuş. Bu kuş çok büyükmüş. Herkes ondan korkarmış. Ama onun çok yumuşak bir kalbi varmış. Kimseye zarar vermezmiş. Bir anda meteor yağmuru başlamış. Herkes korkup kaçmış. Dumanların arasında biri kalmış . Dinozor kuşu onu görmüş. Bu bir tradonmuş. Büyük ama kısa boyluymuş. Dinozor kuşu onu alıp götürmüş. Meteor yağmuru bitmiş. Tradon, dinozor kuşuna teşekkür etmiş. Arkadaş olmuşlar. Birlikte güzel oyunlar oynamışlar. Mutlu yaşamışlar. Onur GÜNDOĞDU 1A MELİS VE TAVŞANI Benim küçük bir tavşanım var. Ama bu tavşanın boyu çok kısa. Ben onun bu özelliğini hiç beğenmiyorum. Çünkü hiç büyümüyor. Acaba daha büyümesi için ne yapabilirim? Hiç bilmiyorum. Aaaaaaaa, buldum! Onu daha uzatmak için bir iksir hazırlamam gerek. İksir için sıkıntı tozu yapmam gerek. Onun için ekmek lazım. Bir de su lazım. En özel malzemeyi unuttum yani yaprakları. Onu da ekledim. İşte şimdi hazır. Şimdi bunu sütle karıştırmam gerek . Bunu tavşanıma içirebilirim. Tavşanım bunu içti. Ama hiçbir şey olmadı. Bir malzemeyi mi unuttum acaba? Niye olmadı ki? Niye olmadı? Ne yapacağım? Düşün Melis düşün ne unuttun? Aaaaaaaaaaaa, şimdi hatırladım! Tabi ya, deniz suyu olacaktı. Hemen deniz kenarına gittim. Kovanın içini deniz suyu ile doldurdum. Sonra eve gittim ve karışımı tekrar yaptım. Tavşanıma iksiri içirme zamanı geldi. Tavşanım iksiri içti. İşte oldu. Başardım. Tavşanım hemen büyüdü. İksir işe yaradı. Tavşanımın büyüdüğünü görünce çok mutlu oldum. Aysu Melis YALÇIN 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 5 BORA'NIN TAVŞANI Bora tavşanları çok severmiş. Anne ve babasını ikna etmiş. Tavşan almak için hayvan barınağına gitmişler. Barınakta çok fazla tavşan varmış. Ama Bora tek bir tavşanı çok sevmiş. Bu tavşanın bembeyaz tüyleri varmış. Ayrıca tüyleri yumuşacıkmış. Tavşanı alıp eve gitmişler. Bora tavşanına çok iyi bakmış. Bir gün onu gezdirmek için ormana gitmişler. Oyunlar oynamışlar. Sonra Bora tavşanını bulamamış. Bora'nın tavşanı kaybolmuş. Bora eve ağlayarak dönmüş. Annesi Bora'ya tavşanının nerede olduğunu sormuş. Bora tavşanının ormanda kaybolduğunu söylemiş. Annesi Bora'ya merak etmemesini onu bulacağını söylemiş. Birlikte tekrar ormana gitmişler. Aramışlar, aramışlar, aramışlar. Bir ağaç gövdesindeki delikte beyaz bir şey görmüşler. Yaklaşmışlar. Bora'nın tavşanı ordaymış. Bora çok mutlu olmuş. Annesi ile birlikte mutlu mutlu eve dönmüşler. Bora KONUK 1A DOĞAYI KORUYAN DOĞA Doğa bir gün doğaya çıktığında bir kuş yuvası gördü. Bu yuvada kaç kuş olduğunu merak etti. Yakından bakmak için yuvaya yaklaştı. Bu yuvada yavru kuşlar vardı. Doğa, yavru kuşların orda yalnız olmasına çok üzüldü. Annesi ve babasına yavru kuşları gördüğünü anlattı. Annesi ve babası ile birlikte yavru kuşlara yemek götürdüler. Doğa çok mutlu oldu. Mutlu bir şekilde eve döndü. Bir de ne görsün? Annesi ona bir doğa oyunu almıştı. Doğa, doğa oyununu alıp bahçeye çıktı. Ama hiç arkadaşı olmadığı için oyunu oynayamadı. O anda bahçenin etrafında dolaşan bir çocuk gördü. Doğa onu görünce mutlu oldu ve ona gülümsedi. Çocuk içeri girdi. Doğa ile çocuk tanıştılar. Çocuğun adı Ali’ydi. Doğa ve Ali doğa oyununu oynadılar. Çok eğlendiler. Ali’nin artık eve gitmesi gerekiyordu. Ali, Doğa’ya onunla oynadığı için teşekkür etti. Doğa hala oynamak istiyordu. Oyununu toplayıp eve gitti. Doğa evde annesiyle oyunu tekrar oynadı. Doğa bu oyunu çok sevdi. Annesine onunla oynadığı için teşekkür etti. Sonra Doğa bahçeye çıktı. Kuşlara baktı. Onları sevdi. Kuşları eve götürmek istedi. Annesinden izin istedi. Annesi izin verdi. Doğa çok mutlu oldu. Doğa ÖZDEMİR 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 6 MİNİK ROBOT Bir zamanlar küçük bir robot varmış. Bu robot çok iyi kalpliymiş ama biraz yaramazmış. Bunun üzerine parktaki robotlar onunla oynamazmış. Çünkü o her şeyi bozuyormuş . Ama bu olay kim bilir ne kadar sürecekmiş. Bu nedenle günler geçmiş yıllar yılları kovalamış. Robot okula başlamış ama matematik dersinde hiç dersi dinlemezmiş. Bu nedenle hiç öğrenememiş. Bu arada parktaki robotlar onunla oynamamaya devam etmişler. Arkadaşları ona her gün matematik soruları sorarlarmış ve robot hiçbirini bilemezmiş. Bu nedenle arkadaşları hep ona gülüyormuş. Her güldüklerinde robotun kalbi kırılıyormuş. Hep onlara kalbinin kırıldığını söylüyormuş. Onlar ise gülmeye devam ediyorlarmış. Sonra evlerinden taşınmışlar. Yeni evlerinin yanında park varmış. Bu parka gitmiş. Orada başka robotlarla tanışmış. Daha önce yaptığı davranışları yapmamaya dikkat etmiş. Parktaki arkadaşları onu çok sevmiş. Minik robot sonraki yıllarda çok mutlu olmuş. Batu ŞENTUT 1A ÜÇ DİNOZOR Çok eski zamanlarda yaşayan üç dinozor vardı. Birinin adı Trek, diğerinin adı Trekdon, öbürünün adı Trekreks'ti. Arkadaşları olan Dodo'nun başı dertteydi. Çünkü dağlarda dolaşırken lavlara yakalanmıştı. Uçamıyordu. Yanardağ patlamıştı. Dodo'nun kuyruğu yanıyordu. Trekdon hemen su aldı. Dodo'yu söndürdü. Sonra birlikte oradan uzaklaştılar. Ama uzaklaşırken insanları gördüler. İnsanlar yanardağdan kaçıyorlardı. Dinozorlar, insanlarla tanıştılar. Yanardağdan avcılar, askerler ve bir çok insan kaçıyordu. Sonra avcılarla askerler arasında sorun çıktı. Savaşmaya başladılar. Dinozorlar savaşanların arasına girdiler. Barış yaptılar. Yanardağın lav püskürttüğü yerler kapandı. Oralara Jurassic Park ve hayvanat bahçesi kuruldu. Teknolojik aletler yapıldı. Dinozorlara insan evleri yapıldı. Parklar açıldı. Dinozorlar için de parklar yapıldı. Dinozor meclisi kuruldu. Orada güzel kararlar verildi. İnsanlarla dinozorlar güzel ve mutlu yaşadılar. Arda Doruk KAYTANCI 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 7 ÜÇ ARKADAŞ VE DİNOZOR Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar üç arkadaş dinozor aramaya gitmişler. Ama kaybolmuşlar. Sonra evin yolunu aramışlar. Ama bulamamışlar. Sonra bir dinozor görmüşler. Dinozor onlara yadım etmiş. Dinozor onları çok sevmiş ve onlardan ayrılmak istememiş. Sonra üç arkadaş ve dinozor oyun oynamışlar ve çok eğlenmişler. Ama hala evlerini bulamamışlar. Çok üzgünlermiş. Ama farkında değillermiş. Üç arkadaş dinozoru çok sevmişler. Dinozor da onları çok sevmiş. Hava çok kararmış ve aileleri onları çok merak etmiş. Onları aramaya başlamışlar. Hava kararınca üç arkadaş çok korkmuşlar. Fark etmeden birbirlerinden ayrılmışlar. Ayrıldıkları için daha da korkmuşlar. Dinozor, ormanı iyi bildiği için onları teker teker bulmuş ve bir araya getirmiş. Çözüm aramışlar. Dinozordan yardım istemişler ve dinozor onları ormanın çıkışına kadar götürmüş. Onlar tam gideceklermiş ki dinozor onlardan ayrılmak istememiş. Onlar da dinozoru eve götürmüşler. Mutlu bir şekilde hayatlarına devam etmişler. Toros LEVENT 1A PARKTAKİ PARMAKLIK Eda adında bir kız varmış. Eda parmaklık yapmayı çok severmiş. Hep parmaklık yaparmış. Eda çok hareketli bir çocukmuş. Parmaklık yapmadan duramazmış. Parka gittiği zaman parmaklığa atlarmış . Oradaki çocuklar şaşkınlık içinde kalırmış. Eda'nın gözü bir tek parmaklığı görürmüş. Parmaklık yaparken elleri yara oluyormuş. Eda yine de parmaklık yapıyormuş. Babası ona çok kızıyormuş. Eda babasını dinlemiyormuş. Bir gün Eda o kadar uzun süre parmaklık yapmış ki elleri yara içinde kalmış. Keşke parmaklık yapmasaydım diye düşünmüş. Çünkü elleri çok acıyormuş. Elleri ile hiçbir şey tutamıyormuş. Yazı yazamadığı için derste yapamıyormuş. Çok canı yandığı için oyun da oynayamıyormuş. Hayatı birden sıkıcı olmaya başlamış. Babasının haklı olduğunu düşünmüş. Onu sinirlendirdiği için babasından özür dilemiş. Elleri iyi olana kadar parmaklık yapmamış. Daha sonra da parmaklık yaparken çok dikkat etmiş. Eda KEMAL 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 8 CESUR KAPLAN Afrika'da bir kaplan yaşarmış. Bu kaplan çok cesurmuş ve çok hızlıymış. Bir de sivri dişleri vardır. Bir gün ormanda yürürken arkadaşını görmüş. Onunla oyun oynamak istemiş. Arkadaşı kabul etmiş. Saklambaç oynamışlar.Ağaca çıkmışlar. Ağaçta bir maymunla tanışmışlar. Ağaçtan indiklerinde ormanda yürüyüşe çıkmışlar. Orada bir aslan görmüşler. Aslan onları kovalamış ve ısırmaya çalışmış. Kaplan ve arkadaşı kaçmışlar. Aslan onları göremeyince kükremiş. Kaplan ve arkadaşı sese doğru gitmişler. Aslan onları yakalamış. Onları ağaca asmış. Kısa bir süre sonra akşam olmuş. Aslan uyumuş. Maymun ağaca tırmanıp kaplan ve arkadaşını kurtarmış. Sabah olduğunda aslan onları ağaçta görememiş. Ama onlar ağacın üstündeymiş. Aşağıdaki aslana elma atmışlar. Aslan onları görmüş ve ağaca tırmanmış. Kaplan ve arkadaşları ağaçtan atlamışlar. Aslan da atlamış ama kafa üstü yere yapışmış. Bu sırada kaplan ve arkadaşları kaçmışlar. Aslan onları bulamayınca çok sinirlenmiş. Kaplan ve arkadaşları kaçtıkları için çok mutlu olmuşlar. Demiralp DEMİR 1A KUTUP AYISI İLE ÇOCUK Bir zamanlar bir kutup ayısı varmış. Bu ayının çok korkutucu dişleri varmış. Bütün canlılar ondan korkarmış. Ama aslında o ayı çok iyi yürekliymiş. Bir gün bir penguenle konuşmayı denemiş. Ama penguenle hiç konuşamamış. Penguen ondan baya bir korkmuş. Sonra bir balık avlamış. Onu yiyememiş. Sonra Dodo kuşu görmüş . Dodo kuşu tam yere ayağını değdirecekken kutup ayısını görmüş ve yükseklere çıkıp uçmaya devam etmiş. Sonra bir tane araba kuşu gelmiş. o da ondan korkmuş. Aradan bir kaç gün geçmiş. O gün gelince bir okçu adam sürüsü gelmiş. Kutup ayısı çok korkmuş. Ama adamlar çok acımasız oldukları için biri kutup ayısına okunu fırlatmış. Kutup ayısı oktan uyuşmuş. Sonra okçu adamlar gitmişler. Sonra bir çocuk gelmiş. Kutup ayısına saplanmış olan oku oradan çıkarmış. Bir gün sonra uyanacağını söylemiş. Bir gün geçmiş kutup ayısı uyanmış ve çocuğa teşekkür etmiş. Çocuk sonra eve gitmiş. Kutup ayısı da evine gitmiş. Aradan yıllar geçmiş. Kutup ayısı tam evinden çıkarken onu kurtaran çocuğu orada beklediğini görmüş. Kutup ayısı onu kurtaran çocuk olduğunu görmüş ve arkadaş olmuşlar. Doruk GÜRGENER 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 9 23 NİSAN Talat adında bir çocuk varmış.23 Nisan'ı yirmi dört gözle bekliyormuş. Çünkü 23 Nisan'da birbirinden güzel oyunlar oynuyorlarmış. Bir de Talat bu bayramı Atatürk armağan ettiği için çok çok çok seviyormuş.23 Nisan sabahı çok ama çok heyecanlıymış. Kahvaltısını çabucacık yapmış. Üzerine güzel kıyafetler giyinmiş. Annesiyle evden çıkmışlar. Talat'ın okuluna gitmişler. Talat'ın okulunda çok güzel bir şenlik varmış.Önce törende şarkı ve şiirleri dinlemişler. Sonra sıra oyunlara gelmiş. Bidirbir oynamışlar. Annesi ile birlikte yemek yemişler. Balık yemiş. Çünkü o balığı çok severmiş. Talat her şeyle oynamak istiyormuş.Boğaya binip rodeo yapmış. Şişme oyuncaklarda çok eğlenmiş. Tramboline binmiş. Annesiyle çimlerde oynamış. Arkadaşlarını gördüğü için çok mutlu olmuş. Parkta da oynamış. Kaydıraktan kaymış. Salıncağa binmiş.Bugünün bitmesini hiç istemiyormuş. Ama artık eve gitme zamanı gelmiş. Çok güzel zaman geçirmiş. Çok eğlenmiş. Mira KOYUNCU 1A ELSA VE ANNA Bir gün bir Elsa varmış. Elsa'nın buz gücü varmış. Elsa hemen doktora gitmiş. Doktor her yerinin buz olabileceğini ve dokunduğu yeri de buz yapabileceğini söylemiş. Elsa evine dönmüş.Anna, Elsa'nın kapısına gelmiş. Elsa çok üzgünmüş. Anna, ona ne olduğunu merak etmiş. Elsa buz gücünü doğru kullanamadığını söylemiş. Bu sorunu çözememişler. Aslında kimse ondan korkmuyormuş ama Elsa yine de korkuyormuş. Bu yüzden oradan uzaklaşıp yeni bir yere taşınmış. Orada kendine buzdan bir ev yapmış. Buzdan evi çok güzel ve büyükmüş. Sonsuz odası varmış. Elsa evinde çok mutluymuş Ama bir süre sonra yalnızlıktan sıkılmaya başlamış.Anna, Elsa'nın nerede olduğunu merak etmiş. Her yerde Elsa'yı aramış. Sonra Elsa'yı bulmuş. Anna, Elsa'yı görünce çok üzülmüş. Onu dışarı çıkarmak istemiş. Elsa bunu hiç istemiyormuş. Çünkü insanları buz yapmaktan korkuyormuş. Buna bir çözüm bulmayı düşünmüşler. Anna'nın aklına bir fikir gelmiş. Elsa, eldiven takarsa insanlara zarar vermeyebilirmiş. Sonra Elsa eldivenini takmış. Eskiden yaşadığı yere geri dönmek istiyormuş. Çünkü oradaki arkadaşlarını çok özlemiş. Sonra bir araba bulmuş. Elsa, Anna ile birlikte arabaya binmiş. Eskinden yaşadığı yere geri dönmüşler. Artık arkadaşlarıyla zaman geçirirken hiç korkmuyormuş. Elsa daha sonra mutlu bir hayat yaşamış. Eylül ÇEBİ 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 10 SÜPER PANDA VE ARKADAŞLARI Bir panda varmış. Bu pandanın adı Süper Panda’ymış. Çünkü her şeyi çok doğru yaparmış. Süper Panda ve arkadaşları bir gün şehirde bir yangın görmüşler. Hepsi yangına doğru gitmişler. Her birinin elinde bir su hortumu varmış. “Süper panda biraz hızlı olun,” demiş. Sonunda yangın bitmiş. Süper Panda’nın arkadaşlarından biri “Galiba bir sürü sorun çözeceğiz,” demiş. Evlerine dönerken Süper Panda arkadaşlarından birine “En sevdiğin renk ne?” demiş. Arkadaşı ona “Mavi.” demiş. “O zaman sen en çok buzlu dondurmayı seversin.” demiş. Evet, diye cevap vermiş arkadaşı gülerek. Şaka olduğunu söylemiş. En sevdiği dondurmanın ateşli olduğunu söylemiş gülerek. Evlerine geldiklerinde yemeklerini yemişler ve dişlerini fırçalamışlar ve derin bir uykuya dalmışlar. Süper Panda ve arkadaşları o gün çok yorulmuşlar. Süper Panda rüya görüyor olabilirmiş. Çünkü ha bire kıpır kıpır hareket ediyormuş ve sabah kalkınca her şey dönüyormuş. Gökçen DAĞ 1B ÜÇ ARKADAŞ Üç arkadaş bir gün bahçeye çıkmış. Bahçeye çıkınca yürümeye başlamışlar. Yürüdükçe yürümüşler. Yürürken bir mağara görmüşler. Mağaraya girmişler.İçerisi çok karanlıkmış. Üç arkadaştan biri, bir meşale yakmış. Bu mağara çok ilginçmiş. Duvarlarında resimler varmış. Arkadaşlardan bir tanesi yarasa görmüş.Yürümeye devam etmişler. Üç arkadaş birden köşeden bakan iki çift göz görmüşler. Çok korkmuşlar. Hemen oradan kaçmışlar. Evlerine gitmişler.Evlerinde yorganın altına girmişler. Ama bir tanesi hala o mağarayı merak ettiğini söylemiş. Diğerleri de gitmek istemişler.. Mağaraya gitmişler. Mağarada dev gibi iki canavar görmüşler. Canavarlar onlara saldırmış. Canavarlardan kaçmışlar. Evlerine gitmişler. O mağaraya bir daha gitmemeye karar vermişler. Yusuf Renas KURTULUŞ 1A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 11 OYUN BOZAN Bir oyun kutusu varmış. İçinde Oyunbozan diye bir oyun adamı varmış. Evlere çocuklar girmiş. Oyunbozan gelmiş. Camları kırmaya başlamış. Tamirci gelmiş. Camları tamir etmiş. Oyunbozan kendi oyununa girmemiş. Kendi oyunundan çıkmış. Savaş oyununa girmiş. Savaş oyununda kupalara bakmaya gitmiş. Kupaları görünce onların yanına yaklaşmış. Onlardan birini almaya çalışmış ve almış. O sırada bir böceği uyandırmış. Böceğin kendisinden kaçmış sonra kendi oyununa girmiş. Kendi oyununu oynamaya başlamış. O oyun kutusu kaldırılmış. Başka bir markete koyulmuş. O market kapanmış. O oyun kutusunu bir çocuk almış. O çocuk evine koymuş. Her sabah ve akşam oynamış. Okul gününe kadar oynamış hiç bırakmamış. Onun beynindeki hücreler ölmüş ve oyunu dışarı atmışlar. Onu başka birisi almış. Onunla sadece tatillerde oynamış ki iyi olsun diye. Sonra o makine bozulmuş ve dışarı atmışlar. Deniz BÖLLÜ 1B EYVAH YANDIK BİLGİSAYAR MİKROBU Bir zamanlar Saftirik diye bir çocuk varmış. O her zaman hep sıfır alan bir çocuk olduğu için annesi ona her gün kızıyormuş. Bir gün tatile çıkmışlar. Saftirik annesine “Anne kaç dakika kaldı?” demiş. Annesi “ Yarım saat kaldı.” demiş. “Oh ,sonunda geldik!” Bir gün sonra havuza giderlerken babası ona kardeşini tuvalete götürmesini söyledi. Saftirik kardeşini kaybetti. Babasının yanına geldi. Babası yine başaramadığını söyledi. İki ay sonra okul başladı. Saftirik Türkçe dersinden sıfır aldı. Annesi ona bir ceza verdi. Çıkıp çimleri biçmesini istedi. Onun sevdiği bir iş değildi. Onun sevdiği şey bilgisayardı. Sonra onun annesi ve babası neden bizim oğlumuz böyle diye düşündü. Annesi ve babası bir karar alıp Saftirik’i doktora götürdüler. O mikrobun adı bilgisayar mektubuymuş. Doktorlar o mikrobu aldılar. Artık ödevlerinin puanı hep yüz olmuş. Aras Kuzey DOĞAN 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 12 KEDİ İLE PANDA Kedi turuncuymuş. Panda siyahmış. Bir gün kedi ile panda bir ormana gitmişler. Kedi ile panda bir ormana gidince bir maymunla karşılaşmışlar. Maymun, kedi ile pandaya “Muz ister misiniz?” demiş. Kedi ile panda “Yok istemeyiz.” demiş. Kedi ile panda yoluna devam etmişler. Sonra yollarına bir aslan gelmiş. Kedi ile panda aslana “ Biz kaybolduk.” demişler. Evimizin “Nerede olduğunu biliyor musun?” demişler. Aslan “ Evet, biliyorum.” demiş. Aslan, kedi ve panda yola çıkmışlar. Aslan aslında şaka yapmış. Kedi ile panda yolda bir kurbağa ile karşılaşmışlar. “Bize yemek verir misin ?” demişler. Kurbağa, kediye balık vermiş. Pandaya bambu vermiş. Kedi ile panda yemeklerini yemişler. Sonra yine yola çıkmışlar. Birden evlerini görmüşler. Ama hala yol varmış. Yola devam etmişler. Yola düşmüş bir ağaç varmış. Kedi ile panda düşünmüşler düşünmüşler. Kedinin aklına bir fikir gelmiş. Ağacın üstüne çıkmayı düşünmüş. Gitmişler gitmişler ve sonunda evine gelmişler. Kapıyı açmışlar ve yataklarına yatmışlar. Rüyalarında arkadaşlarının parkta oynadıklarını görmüşler. Eylül KURT 1B YAVRU PANDA Bir panda varmış. Ağaca çok iyi tırmanırmış. Yemek yemeyi hiç sevmezmiş. Onun arkadaşı ise ağaca tırmanmayı hiç sevmezmiş. Yemek yemeyi çok severmiş. Panda ormanda giderken boz ayı ile karşılaşmış. Boz ayı onu kovalamış. Panda ağaca tırmanmış. Pandanın arkadaşı, “Neden ağaca tırmandın? Hemen ağaca çık, yoksa seni yiyebilir. Daha yukarıya çıkalım. Yoksa boz ayı tırmanır ve bizi yer ya da ağacı kesebilir” demiş. Ağaçtan inmişler. Boz ayı gitmiş. Panda “Yemek yiyelim mi?” demiş. Yemek yemişler. Panda “Oyun oynayalım mı?” demiş. “Evet ama ne oynayalım, biz hiç oyun oynamayı bilmiyoruz değil mi?” demiş. Arkadaşı “Ama benim canım oyun oynamak istiyor.” demiş. Beraberce bir oyun uydurmaya karar vermişler. Yerden yüksek oynamışlar. Panda arkadaşına oyunu anlatmış. Oyun oynarken deprem olmuş. Arkadaşı “Ne yapalım?” demiş. Panda “Tamam boz ayının ağacına tırmanalım.” demiş. Ateş Ekin DEMİRDELEN 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 13 CİCİ KÖPEK BİBO Günün birinde Bibo adında bir köpek varmış. Bibo çok akıllıymış. Sahibi ona çok kötü davranırmış. O da günün birinde hırslanarak kaçmaya karar vermiş. Gece uyumadan plan yapmış. Arkadaşı Kiko sayesinde evden kaçmayı başarmış. Sokakta kaçtım kaçtım diye sevinirken, ben nerede yatacağım diye düşünmüş. Çabucak yatak aramaya başlamış. Yatak ararken birden arkadaşı Kiko’ yu görmüş. Kiko’ ya “ Burada ne arıyorsun?” demiş. Hep birlikte yatak aramaya başlamışlar. Yatak ararken bir köpek görmüşler. Köpekle arkadaş olmak istemişler ama köpek havlamaya başlamış. Havlaya havlaya yorulmuşlar. Arkadaş olmaya karar vermişler. Barınağa gitmek istemişler ve barınağın yolunu tutmuşlar. Barınağın yolundayken avlanmaya başlamışlar. Koyun avlamışlar. Sonra yürümüşler yürümüşler bir nehir görmüşler. Oradan su içip dinlenmişler. Barınağın nasıl bir yer olduğunu merak etmeye başlamışlar. Bir çocuk görmüşler. O çocuk onları kovalamaya başlamış. Herkes birbirine girmiş ve çok gür bir ses çıkmış. Bu çocuğun sesiymiş. Bibo onu ısırmış. Sonra barınağa gelmişler ve sevinç içinde birbirlerine sarılmışlar. Hepsi testten yüz üzerinden yüz almışlar ve mutlu mesut yaşamışlar… Demir GÖKPINAR 1B TATLI PANDA Bir panda yaşarmış. Çok oburmuş. Herkes onu çok severmiş. Bir gün Leyla ile buluşacaklarmış ki başlamış oburluğa. Ye ye duramamış. Leyla çok sıkılmış. “İçinden nerede kaldı?” demiş. Sonra avcılar onu yakalamışlar. Yemeğini bitirince onun yanına gitmiş. Ama hiç kimseyi görememiş. Teker izleri bulmuş. Teker izlerini takip etmeye başlamış. Bir de ne görsün, ormandan uzaklaşmış. Bir hayvanat bahçesine gelmiş. Orada annesini görmüş. Ona aşı vurulacakmış. İkisini de ayrı kafeslere koymuşlar. Gece olmuş ve bir kaçış planı yapmaya başlamışlar. Sonra kaçmasınlar diye bekçi hayvanların etrafında dolaşmaya başlamış. Birisi onun dikkatini dağıtmış. Birisi de cebindeki anahtarı almaya çalışmış. Diğer hayvanlardan sessizce yardım istemiş. Kurtulmayı başarmışlar. Başka hayvanları yakalamak için gitmişler. Arkalarından atlamışlar ve yola koyulmuşlar. Tam ormana gelmek üzereyken kaza yapmışlar. Arabalarını bırakıp yürümeye başlamışlar. Ormana geldiklerinde ağaçları kesmeye başlamışlar. Hemen saklanıp kulaklarını kapatmışlar. Ağaçlar birer birer yıkılmaya başlamış. Saklandıkları yerden sessizce çıkmışlar. Tüm pandalara anlatmışlar ve ormanın kralını da unutmamışlar. Hemen koşup ona da anlatmışlar. “Hımmm bir çözüm buldum.” Çalı çırpıyla birbirimizin üstüne çıkıp onları korkutabiliriz. Onları ormandan kovmuşlar. Esin Duru AKDOĞAN 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 14 UZAY Eski zamanlarda bir astronot varmış. Çok yetenekliymiş. Bir gün komutanı onu çağırmış. “Hey, gel buraya!” demiş. “Uzaya gideceksin.” demiş. Astronot “Neden?” diye sormuş. Çünkü dünyaya uzaydan seksen sekiz gün sonra meteor taşı düşecekmiş. O meteor taşı düşerse büyük depremler, büyük dalgalar ve beş alışveriş merkezi büyüklüğünde bir çukur oluşacakmış. “Hadi, bir an önce rokete binelim. Hadi,koş.”demiş. Uzaya çıkmışlar. Uzayda karşılarına kötü astronot ve komutanı çıkmış. Astronot “ Peşimizden gelme.” demiş. Ama kötü astronot dinlememiş. Takip etmeye devam etmiş. Meteor taşı düşmek üzereymiş. Gaza basıp gitmişler. Komutan “ Meteor taşı üstümüze düşmeden gidelim. Taş kazıyıcıyı çıkar,” demiş. Astronot “Tamam, komutanım,” demiş. Çaaattt! diye göktaşı patlamış. Komutan “Aferin, astronot hadi eve dönelim.” demiş. Astronot “ Ama biraz manzarayı izleyelim.” demiş. Sörf tahtası alıp Ay’ a gitmişler. Sonra eve gidip, cips yiyip, didi içmişler. Mutlu mutlu yaşamışlar. Yağız Sertaç DURAN 1B YAVRU AT Bir gün kahverengi bir at varmış. Kuyruğu siyahmış. Burnu beyazmış. Yelesi siyahmış. Annesi bir gün Doru’nun yanına gelmiş. Doru “ Ne yapıyorsun?” diye seslenmiş. Anne, “Ben Kara Tay’la oyun oynarken uyuya kaldım.” demiş. Akşamüstü avcılar gelmiş. Doru onların sesini duymuş. Hemen sürünün yanına koşmuş. Sabah olmuş. Kara Tay uyanmış. Şelalenin yanına gitmiş ama şelale yokmuş. Doru uyanmış. Kara Tay, kurt görmüş. Savunmak üzere etrafını kurtlar sarmış ve bütün gücü ile savunmuş. Kurtlar düşmüşler ve sürünün yanına dönmüş. Sürü, Doru’nun cesaretini beğenmiş. Ertesi sabah çiftçiler gelmiş. Tuzakları kontrol etmişler ve Doru kurtulmuş. Sonra arkadaşları taşa takılmış. Kara Tay yardıma koşmuş ve Doru kurtulmuş. Kaan BASKIN 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 15 AJAN YAVRU KÖPEK Bir tane market varmış. O marketin içine gizli gizli bir köpek girmiş. O köpeği biri almış. Evine götürmüş. O evden kaçmış. Sokaklara gelince bazı kişiler onu kovalamış. Çünkü açık renkli ve yavru köpekmiş. Neyse ki kurtulmuş ama büsbüyük kurtlar görmüş. Anlamamaları için onların üstüne çıkmış ve burunlarını sıkmış. Ondan sonra Sibirya kurtları gelmiş. Onları da çok kolay yenmiş. Çünkü başka yavru köpeklerde gelmiş. Ondan dolayı çok rahat yenmiş. Ama sahibi çok üzgünmüş. Ama köpek mutluymuş. İlkbahar mevsimi 30 Mayıs günündeymiş. Köpek alfabe öğreniyormuş. a, b, c, ç, d, e, f, g, ğ, h, i, ı, j, k, l, m, n, o, ö, p, r, s, ş, t, u, ü, v, y, z. Hiçbir şey anlamamış. Bir daha denemiş ve öğrenmiş. Arkadaşlarına anlatmış. Ondan sonra sahibini özlemiş ve evine dönmüş. Birbirlerine sarılmışlar. Kaan TÜRE 1B ÇÖP YİYEN BALIK Bir balık varmış. Bu balığın bütün balıklardan bir farkı varmış. Sizce bu özellik ne? Çöp yemekmiş. Bu yüzden adını Çöp Yiyen Balık koymuş. Bu balığı tanımayan yokmuş. Herkes onunla çöp yiyen balık diye dalga geçermiş. Bu yüzden çok üzülürmüş. Sonra başka bir üzüldüğü gün bir gemi kadar çöp bidonu gelmiş. Nerdeyse tüm balıklar ölecekmiş. Ama çöp balığı bütün balıkları ölmekten kurtarmış Bu yüzden çöp balığı ile hiç kimse dalga geçmemeye başlamış. Kral köpekbalığı onu yardımcısı ilan etmiş. Ama kabul etmemiş. Kral köpekbalığı “ Neden?” demiş. Çöp balığı bunu hak etmediğini söylemiş. Kral köpekbalığı onun ne istediğini sormuş. O da “ Herkesin huzurlu olmasını ve herkesi doyurmak istiyorum.” demiş. Kral köpekbalığı kabul etmiş ve bunun üzerine parti yapmışlar. O kadar güzel bir partiymiş ki kral köpekbalığı, balinaların bütün türleri, akrabaları gelmiş. Yani dünyadaki, şehirlerdeki, ülkelerdeki en nadir balıklar da anneler de, babalar da, oğullar da gelmiş. Doruk EROL 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 16 YAVRU KEDİ Bir kedi varmış. Bir gün biri gelmiş ve onu kucağına almış. Onu evine götürmüş. Onu evde ısıtmış. Sonra onunla oynamış. Onunla birlikte yemek yemişler. Sonra da uyumuşlar. Sonra kahvaltılarını yapmışlar. Sonra arkadaşı okula gitmiş. Okula varmış. Teneffüs olmuş. Arkadaşı ona vurmuş. Kavga bitmiş. Ders başlamış ve bitmiş. Servise binmişler. Eve gelmiş ve kedisini çok özlemiş. Elini yüzünü yıkamış. Yemeğini yemiş. Ödevini yapmış. Kedisiyle oynamış. Sonra birden kedisi kusmuş. Hemen doktora gitmişler. Doktora varmışlar. Doktor “ Sen çok yemek yemişsin.” demiş. Başka bir şeyinin olmadığını söylemiş. Yola çıkmışlar. Sahibi ona kitap okumuş. Ertesi gün tatilmiş. Annesiyle pikniğe gitmişler. Orada da dondurma yemişler. Ahmet kedisini çok seviyordu. Kedi de onları çok seviyordu. Mutlu mutlu yaşamışlar. Mekselina MEYDANER 1B KEDİCİKLER Bir gün üç yavru kedi varmış. O üç yavru kediyi bir kız sahiplenmiş. O kızın adı Feriha’ ymış. O üç kedi çok açlarmış. Karınlarını doyurduktan sonra parka gitmişler. Bir de ne görsünler, onlar gibi bir kedi görmüşler. Feriha o kediyi de sahiplenmiş. Eve dönmüşler. Televizyon izlemişler ve yemeklerini yiyip yatmışlar. Güneş doğmuş. Feriha uyanmış. Kedicikler daha sonra uyanmış. Sahile gitmişler. Orada yumak oynamışlar. Sonra aniden önlerine bir köpek çıkmış. Sahiplerinin yanına koşmuşlar. Sonra eve gitmişler. Evde mısır yemişler. Sinemaya gitmişler. Sinemadan çıkınca oyuncak almışlar. Kedicikler eve gider gitmez ikinci yumakla oynamışlar. Artık yemek yedikten sonra yavru kediler uyudular. Gün doğmuş ve sabah kahvaltısını yapmışlar. Bir kedicik hasta olmuş. Günler geçmiş. İyileşmiş. Bir gün de tembellik günü yapmışlar. Tembellik gününde yumakla oynamışlar. Yaz olmuş havuza girmişler ve sonra dondurma yemişler. Sahipleri ile şezlongda dinlenmişler. Limonata içmişler. Dergi okumuşlar. Okula gitmişler. Eve dönmüşler. Kedicikler büyümüş. Irmak APAKİ 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 17 KORSANLAR VE VİKİNKLER Bu korsanlar çok iyi insanlarmış. Bir gün korsanlar hazine aramaya karar vermişler. Daha sonra bir grup Vikinkler gelmiş. Kavga etmeye başlamışlar. İçlerinden en büyükleri dedi ki “Siz neden bizim bölgemize girdiniz?” Vikinklerin en büyüğü, “Siz asıl bizim bölgemize girdiniz” demiş.Korsanların bilgesi gelmiş ve “Bence Vikinkler haksız.”demiş. Vikinklerin en bilgesi gelmiş ve “Bence Korsanlar haksız.”demiş. Korsanların en şapşalı geldi ve “Bence hiçbiriniz haklı değilsiniz.” demiş. Sonra birisi “Burası korsanlara ait” demiş. Bir başkası “Vikinklere ait” demiş. Kavga etmeye başladılar. Bağırdılar, bağırdılar. Çok çağırdılar. Baya bir bağırdılar. O kadar çok bağırdılar ki ağaçlar sarsıldı. Ormanlar kralı aslan geldi. Aslan dedi ki ”Burası hiçbirinizin değil, burası hayvanların yani bizim”. Korsanlar ve Vikinkler pişman oldular. Çekip gittiler. Demir AKSU 1B KENDİNE GÜVENMEYEN ASKER Çok eski zamanlarda çok çalışkan, çok zeki ve çevik bir asker varmış. Ama bu asker kendine güvenmiyormuş. Çok çalışkan, çok zeki ve çevik bir asker olduğunu bilmiyormuş. Bir gün beklenmedik bir anda bir savaş çıkmış. Herkes savaşa katılmış. Ama o asker katılmamış. O asker katılmayınca bir kişi eksik kalmış. Bu yüzden savaşa katılmak zorunda kalmış ve katılmış. Savaş yüz gün yüz gece sürmüş. Savaşta savaşmış, savaşmış, savaşmış… Bütün gücünü göstermiş ve savaşa devam etmiş. Savaş onu çok yormuş ama devam etmiş. Savaşın ortasında bir çocuk görülmüş. Kimse onu kurtarmaya cesaret edememiş. Ama o asker cesaret etmiş. O askerin yaptığı şey fark edilmiş. Onun ödüllendirilmesine karar verilmiş. Askeri ödül verecekleri yere çağırmışlar. Asker bunu duyunca kendine güveni tam olmuş ve asker ödülünü almış. Hayatının sonuna kadar mutlu yaşamış. Her zaman kendine güvenmesi gerektiğini anlamış. Eymen SARP 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 18 PANDA VE KAPLUMBAĞA Bir panda varmış. Onun en sevdiği arkadaşı kaplumbağaymış. Pandanın en sevdiği renk siyahmış. Bir gün ormanda gezerken bir aslanla karşılaşmış. Sonra aslan onu yemek istemiş. Onu bir şaka ile yemek istiyormuş. Ama başaramamış. Panda ile kaplumbağa yiyecek aramaya çıkmışlar. Bir kavanoz görmüşler. Onun içine bakmışlar. Bir sürü arı varmış. Arılar onları vızz diye sokmuşlar. Ama panda ve kaplumbağanın elleri acımamış. Sonra bir kelebekle karşılaşmışlar. Kelebeğe nerede yiyecek bulabiliriz diye sormuşlar. Kelebek demiş ki “Diyarların en uzağında bir elma ağacı var.” ve uçup gitmiş. Sonra o uzak diyara gitmişler. Oraya gittiklerinde elma ağacı yokmuş. Ne olduğunu anlamamışlar. Sonra eve dönmüşler. Bakmışlar ki elma ağacı oradaymış. Onu paylaşarak yemişler. Kelebeğe teşekkür etmişler. Sonra eğlenip oynamışlar. Top oynamışlar, çok eğlenmişler, şarkılar söylemişler, resim yapmışlar. İki arkadaş birlikte havuza girmişler. Çok şey yapmışlar. En son tüm arkadaşlarını çağırmışlar. Dondurma yemişler ve mutlu yaşamışlar. Melis Duru KÖLKÖY 1B KRAL VE PRENSES Bir varmış, bir yokmuş. Evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde bir krallık varmış. Bu kral hep muhafızlarına emrediyormuş. Bir gün kralın oğlu kaybolmuş. Prenses ağlamış ve çok üzülmüş. Muhafızlar kralın arabasını getirmişler. Prenses ben de geleceğim diye tutturmuş. Kral “ Sen de gel hadi.” demiş. Öğlen şatoya döndüğünde plan yapmış. Ama oğlu ondan kaçıyormuş. Karşısına aslan çıkmış. İkindin döndüğünde yine plan yapmış. Fakat işe yaramamış. Çocuk göle atlamış. Aslana yakalanmadan şatoya gelmiş. Kral ve prenses çok mutlu olmuş. Çocuk “ Anne baba sizi çok özledim.” demiş. Sonra dedesi ve anneannesi gelmediği için ağlamış. Evlerine arka kapıdan bir hırsız girmiş. Sonunda muhafızlar fark etmiş. Muhafızlar “Dur ,kaçma!” demişler. Peşine takılmışlar. Ama yakalanmışlar. Oğullarına oyuncak almışlar. Oyuncak da bir arabaymış. Yiğit TOK 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 19 ÇINAR VE ARKADAŞI Bir çocuk varmış. Çocuğun adı Çınar’mış. Bir arkadaşı varmış. Onun adı da Demir’miş. Çınar çok akıllı bir çocukmuş. Boyu kısaymış. Saçları siyahmış. Arkadaşı ile parka gitmişler. Çınar’ın kolu ağrıyormuş. Doktora gitmişler ve on mikrop görmüşler. Sonra arabaya binip eve gelmişler. Demir çok üzülmüş. Çünkü en yakın arkadaşının kolunun çok acıdığının farkındaymış. Demir kendini Çınar’ın yerine koymuş ve yarın kampa gitmişler.Tatlı bir tavşan görmüşler. Ona yemek vermişler. Ona bir isim bulmuşlar. Adı Korsan olmuş. O tavşanı eve götürmüşler. Tavşan kızmış. Hamile olmuş. Üç yavrusu olmuş. Tavşanlara yemek vermişler. Akşam olduğunda yavru tavşanları uyutmuşlar. Bir yıl sonra tavşanlar büyümüş. Osman Efe BUCAK 1B PIRILTILI KAHRAMAN Bir sarayda bir prenses varmış. Sihirli güçleri varmış. Ama süper güçlü olduğunu bilmiyormuş. Sarayda kötü biri varmış. Prensesin adı Pırıltılı Kahraman’mış. Hırsızları kovalar, insanları kurtarırmış. Birilerini kurtarırken bir süper kahraman işini almaya çalışmış. Yanan dağdan alev saçılmış. Lav saraya doğru gitmiş. Pırıltılı Kahraman ve Gizemli Kahraman onları kurtarmaya çalışırken kötüler tahtı ele geçirmeye çalışmışlar. Kahramanlar lavın şehre gitmesini engellemeye çalışıyorlarmış. Lavı nehre götürmüşler. Şehir kurtulmuş. Bu yere çok çok çok güzel bir bahçe yapıp bir şeyler yetiştiriyorlarmış. Hem de sağlıkla yiyorlarmış. Pırıltılı Kahraman ve Gizemli Kahraman birlikte bahçede sebze ve meyve yetiştirmişler. Artık kötüler yok, hırsızlar hapiste iyi bir şehir olmuş. Herkes mutlu yaşamış. Pırıltılı Kahraman gücünün farkına vardı, herkesi kurtarmaya başladı. Bebeği uçurumdan kurtarmış. Kırkap diye bir kötü karşılarına çıkmış. Pırıltılı Kahraman ve Gizemli Kahraman onunla savaşmış. Şehri kurtlar basmış. Ama kahramanlara karşı şansları yokmuş. Kötüler iyi olmaya karar verip onlara yardım etmişler. Herkesi kurtarıp iyi olmuşlar. İdil KALYENCİOĞLU 1B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 20 KÜÇÜK KAPLAN İŞ BAŞINDA Bir gün ormanda küçük bir kaplan varmış. Annesi ona ormana gitmesi için izin vermemiş. O da annesinin sözünü dinlememiş. Sonra karşısına kocaman bir aslan çıkmış. Aslan çok açmış. Kaplan aslanın aç olduğunu anlayınca hemen oradan uzaklaşmış. Küçük kaplan kaçarken kendisini denizin kenarında bulmuş. Deniz kenarında demir atmış gemiyi görmüş hemen gemiye koşup atlamış. Gemi şelaleye doğru gidiyormuş. Şelaleye daha da yaklaşmışlardı ki son anda gemiyi küçük kaplanın uyarısıyla döndürmüşler. Küçük kaplan bir sonraki limanda gemiden inmiş. Küçük kaplan evine gitmeye karar vermiş. Yolda giderken arkadaşı tilki ile karşılaşmış. Arkadaşı tilki onu evine kadar götürmüş. Eve geldiğinde annesi ona çok kızmış. Ama küçük kaplan başına gelenleri annesine anlatınca annesi çok üzülmüş. Bundan sonra dışarı çıkarken annesinin sözünü dinleyeceğine söz vermiş. Ertesi gün küçük kaplan annesinden izin alıp dışarıya çıkmış. Kendisini affettirmek için annesine çiçek almış. Çiçeği annesine götürdüğünde annesi çok mutlu olmuş. Birbirlerine sarılmışlar ve oyun oynamaya başlamışlar. Mehmet Berk İLHAN 1C JAGUAR İLE BO Bir zamanlar Afrika’daki bir ormanda bir jaguar yaşarmış. O jaguar hep dışarı çıkmak istermiş ama annesi izin vermezmiş. Jaguar annesinin sözünü dinlememiş evden fırlayıp çıkmış. Bütün gün boyunca arkadaşlarıyla eğlenmiş. Bir anda gökyüzünden yere bir uzay gemisi inmiş. O an ne yapacağını bilememiş. İki tane uzaylı gelip jaguarı almışlar ve gemiye bindirmişler. Annesi onu uyandırdığında anlamış ki gördükleri bir rüyaymış. Ertesi sabah jaguar yine annesinden izinsiz dışarı fırlamış. Bu sefer karşısına bir çita çıkmış. Çok korkmuş. O an ne yapacağını bilememiş. Birden arkadaşı Bo’yu görmüş. Ona seslenmiş Bo da gelip yardım edip jaguarı kurtarmış. Sonra ikisi gezerken bir sirk gördüler. Tam içeri gireceklerdi ki kendilerini kafesin içinde bulmuşlar. Bağırdılar, kafese pençe attılar ama kimse onları duymuyormuş. İkisi de çok korkuyormuş. Annesi onu uyandırdığında anlamış ki gördükleri yine bir rüyaymış. Ama bu rüyadan da bir ders çıkarmış ve asla annesinden izinsiz dışarı çıkmaması gerektiğini anlamış. Çünkü dışarısı bazen tehlikeli olabiliyormuş. Ahmet ERLEBLEBİCİ 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 21 MIRMIR İLE ILGAZ Adaların birinde Mırmır, Susam ve Miyavcık adında üç kedi varmış. En küçükleri Mırmır’mış. Bir gün üçü balık tutmak için sözleşmişler. Pazartesi Mırcık Gölü’nün orada buluştular. Mırmır uzakta bir balık görmüş. Hemen üzerine atlamış ama göle düşmüş. Susam ve Miyavcık onu yakalayamamışlar. Sonunda sürüklenerek nehrin sonundaki mağaraya ulaşmış. Orada uyumaya karar vermiş. Akşamın on ikisinde bir ses duymuş. Etrafına bakınmış ve bir çocuk görmüş. Çocuk kendisini tanıtmış. Adının Ilgaz olduğunu öğrenmiş çocuğun ve ona başına gelenleri anlatmış. Ilgaz ona yardım etmiş. Teknesiyle onu arkadaşlarının yanına götürmüş. Mırmır, Ilgaz’ı arkadaşlarıyla tanıştırmış. Hep birlikte oyun oynamaya karar vermişler. Oyunun adı taş, kağıt makasmış. Birinci oyunu Mırmır, ikinci oyunu Ilgaz kazanmış. Mırmır birden bir ses daha duymuş. Birileri ona uyanmasını söylüyormuş. Mırmır gözlerini açmış. O anda anlamış ki gördükleri bir rüyaymış. Rüyasını arkadaşları Susam ve Miyavcık’a anlatmış. Sonra hep birlikte oyun oynamaya devam etmişler. Hayatları boyunca mutlu bir arkadaşlıkları olmuş. Deniz ERKILIÇ 1C LUNAPARK Ece ile Defne adında iki kız varmış. Uyanmışlar sözleştikleri gibi parkta buluşmuşlar. Çok eğlenmişler ama iki kişilik oyunlarda sıkılmışlar. Tam o sırada diğer arkadaşlarını da görmüşler. Onları da çağırmışlar yanlarına. Kalabalık olmuşlar ve bir çok oyun oynayabilmişler. Ardından lunaparka gitmeye karar vermişler. Hep birlikte lunaparka gidip çarpışan arabalara binmişler. Daha sonra dönme dolaba binmişler. En tepeye geldiklerinde her şeyin ne kadar da küçük gözüktüğünü fark etmişler. Sonra salıncağa binmişler. Çok hızlı dönüyormuş salıncak. Ece biraz korkmuş. Defne is çok eğleniyormuş. İndiklerinde Ece ve Defne birbirlerine sarılmışlar. Bu güzel ve eğlenceli gün artık sona eriyormuş. Hep birlikte evlerinin yolunu tutmuşlar. Arkadaşlık ne güzel şey diye düşünmüşler. Defne SOYLU 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 22 SEBZELER VE MEYVELER Bir gün Nil ve Ece sinemaya gitmişler. Filmin adı “Buzdolabındaki Meyve Sebzeler”miş. Film başlayınca her taraf karanlık olmuş. Sırayla tüm meyveler gelip kendilerini tanıtmışlar. Elma, muz, armut, turunçgiller oldukça heyecanlı gözüküyorlarmış. Daha sonra sebzeler gelmeye başlamış. Patlıcan, domates, marul ve havuç gelmişler meyveler kadar heyecanla kendilerini tanıtmışlar. Ne kadar yararlı olduklarını söylemişler. Sonra Nil ve Ece derin bir uykuya daldılar. Rüyasında elektrikler kesilmişti, yağmur yağıyordu, şimşek çakıyordu. Birden, “Ben buradayım” diye bir ses duydular. Çok korkmuşlardı, bu ses buzdolabından geliyordu. Buzdolabı “Beni açın” dedi. Korkarak açtılar ama içindeki pırıl pırıl meyve ve sebzeleri görünce çok mutlu oldular. Birden birilerinin onlara seslendiğini duydular. Uyandıklarında her taraf karanlıktı. Her yere baktılar ama hiç kimse yoktu. Etraf patlamış mısır ve içecek çöpleriyle doluydu. Kapıyı açmaya çalıştılar ama kapı kilitliydi. Çünkü sinema kapanmıştı. Kapıyı biraz daha kuvvetlice ittiler ve kapı açıldı dışarı çıktıklarında her yer karanlıktı. Hızlıca eve döndüler ve anne babalarına sarılıp onların yanaklarına kocaman bir öpücük kondurdular. Sonra olan biteni anlattılar. Yataklarına yatmadan önce dişlerini fırçalarken ve bu enteresan günü düşündüler. Hızlıca yataklarına koşup mışıl mışıl uykuya daldılar. Ece KÖSE 1C ÖYKÜ VE ÇİÇEĞİ Öykü diye bir kız çocuğu varmış. Bu çocuk kırlarda gezerken güzel bir çiçek görmüş. Bu çiçeği koparmış. Ama çiçeğin canı çok acımış. Öykü çiçeği alıp eve götürmüş. Çiçeği evde bir vazoya koymuş. Sonrada onu sulamış. Annesi vazodaki çiçeği görünce “Öykü, çiçeği bahçeye eksen daha iyi olmaz mı?” demiş. Öykü, “Peki anneciğim.” demiş. Annesiyle birlikte çiçeği bahçedeki diğer çiçeklerin yana ekmişler. Öykü çiçeğe, “Seni hiç ilgisiz bırakmayacağım.” demiş. Çiçeğin mutlu olduğunu gören Öykü ödevini yapmaya başlamış. Kitabını okumuş. Tüm bunları yaparken çiçeğini unutmuş. Annesi biraz dışarı çıkabilirsin deyince arkadaşlarının yanına koşmuş. Arkadaşları Ali ve Ayşe ile oyun oynamışlar. Çok eğlenmişler. Sonra herkes eve gitmiş. Öykü’nün aklına birden çiçeği gelmiş. Hemen yanına koşmuş ama çiçeği solmuş halde bulmuş. Öykü çiçeğinden özür dilemiş ve çiçeği tekrar iyileşmiş. Derin BEDEN 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 23 AKILLI TAVŞAN İLE YARAMAZ KÖPEK Bir gün bir tane yavru tavşan varmış. Arkadaşı köpek çok yaramazmış. Her gün tavşanın yanına geldiğinde tavşanın üstüne çıkarmış. Sahibi onun yanına gelmiş köpekle onu görünce çok korkmuş. Köpek tavşanın sahibini görünce çok korkmuş. Hemen evden kaçmış. Sahibi evden çıkıp köpeğini bulmaya çalışmış. Akşam olmuş eve dönmüş. Köpek ise kaçtığı ormanda kaybolmuş. Köpek çok korkmuş. Sabah olmuş köpek etrafına bakmış ve orada oynayan akıllı tavşanı görmüş. Tavşan ona yolu göstermiş. Köpek evine döndüğü için çok mutlu olmuş ve tavşandan özür dilemiş. Evine döndüğünde sahibine sarılmış ve ondan da özür dilemiş. Evde arkadaşlarıyla bir parti vermeye karar vermişler. Kediyi, kelebeği, kurtçuğu yani tüm arkadaşlarını çağırmışlar. Partide çok eğlenmişler ve arkadaşlığın önemini bir kez daha anlamış yaramaz köpek. Partiden sonra sinemaya gitmişler. Sinemada okul arkadaşları salyangozu görmüşler. Film bitince hayvanat bahçesine gitmişler. Orada diğer tüm hayvanları görmüşler. Daha sonra eve dönüş yolunda anne ve babalarıyla karşılaşmışlar. Hep birlikte pikniğe gitmeye karar vermişler. Yaramaz köpek piknikteyken tavşana yaptığı hatasını düşündü. Piknikte köpek uykuya daldı. Ağzı açık uyumaya başladı. Çok az sonra ağzına tam sinek girecekken uyandı ve evlerini yolunu tuttular. Elif BASKIN 1C KÖTÜ GÜNLER GÜZEL BİTER Bir gün kırda yaşayan bir kedi varmış. Bu kedinin adı Boncuk’muş. Boncuk’un sahibi Ada adında bir kızmış. Ada okula gidiyormuş ki kedisi onu bırakmamış. Ada kedisini okula götürmek zorunda kalmış. Okul bittikten sonra Boncuk bir kelebek görmüş ve kelebeği kovalamaya başlamış ve son anda kaybolmuş. Ada kedisinin kaybolduğunu anlayınca çok üzülmüş. Hemen ablasının yanına gitmiş olan biteni anlatmış. Ablası pati izlerini takip ederek Boncuk’u bulmuş. Boncukla birlikte sinemaya gitmişler. Ardından lunaparka gidip çok eğlenmişler. Çarpışan arabalara binmişler. Atlıkarıncaya binmişler. Eve geldiklerinde ikisi de çok mutluymuş. Birbirlerine sarılıp derin bir uykuya dalmışlar. İkisi de rüyasında lunaparkı görmüşler. Ela Defne BOZAT 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 24 EĞLENCE DOLU BİR GÜN Bir gün Leo diye bir çocuk varmış. Evleri ormanın içindeymiş. Leo her zaman ki gibi sabah kalkmış kahvaltısını yapmış, üzerini giyinmiş ve okula gitmiş. Okuldan çıkıp eve giderken yolda bir kuş görmüş. Kuşu yakalamaya çalışmış. Kuş kaçmış Leo kovalamış. Tam yakalamış ki kuş elinden kaçmış. Leo kuş uçup giderken etrafa bakmış ve yolunu kaybettiğini fark etmiş. Evleri ormana giden yoldaymış. Ormanın içinde ilerlemeye başlamış. Hava kararmış. Bir mağara görmüş, onun içine girmiş. Mağaranın içinde ayı varmış. Ayı dost canlısıymış. Leo’yu evine kadar götürmüş. Eve gittiğinde tüm bu yaşadığı korku dolu günü unutmak için annesinden izin alıp arkadaşları ile sinemaya gitmiş. “Dağınık Kız” filmini izlemişler. Film bitince hep birlikte Migros’a gidip sakız almışlar ve evlerine doğru yola çıkmışlar. Eve girmeden biraz spor yapmak için Leo tenis kursuna gitmiş. Kurs bitince arkadaşlarının yanına parka gitmiş. Parkta oynadıktan sonra eve gelmiş ödevlerini yapmış yatağa yattığında yaşadığı orman macerası gelmiş aklına. Gülmüş ve uykuya dalmış. İbrahim Eren BALIOĞLU 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 25 KAPLANCIK Bir gün çok güçlü bir kaplan varmış. Kaplan arkadaşlarını tehlikelere karşı hep korurmuş. Arkadaşı kedi, köpek, aslan ve jaguar ile birlikte avlanırmış. Kaplancığın doğum günü gelmiş. Arkadaşlarının hepsi kaplanın doğum günü partisine gelmişler ve çok güzel vakit geçiriyorlarmış. Partiye birden çok güçlü bir at ve bir aslan gelmiş. Kaplan ikisini de yenmek için arkadaşlarıyla güçlerini birleştirmiş ve onları öldürmüşler. Sonra bir gün insanlar, kaplan ve arkadaşlarının yaşadığı ormanı keşfetmişler. Ormandaki bütün ağaçları kesmişler ve çok büyük bir şehir oluşturmuşlar. Kaplan ve arkadaşlarını ise kafeslere kapatmışlar. Onları bir kamyonun arkasına koyup başka bir şehre hayvanat bahçesine götürmüşler. Hayvanat bahçesinde kaplan ve arkadaşlarına eziyet etmişler. Sonra bir gün bir polis gelmiş ve onları bu eziyetten kurtarmış. Kaplan ve arkadaşları kendilerine başka bir orman bulmuşlar. Yeni evlerinde o kadar güzel zaman geçiriyorlarmış ki sanki istedikleri zaman istedikleri her şeyi yapabilirlermiş gibi hissediyorlarmış. Artık çok mutlularmış. Güney GÜNDÜZ 1C KÜÇÜK KAPLANIN MACERALARI Bir gün ormanda yaşayan bir kaplan varmış. Küçük kaplan her gün ormana gitmek istermiş. Ama annesi ona “Orman tehlikeli.” dermiş. Küçük kaplan annesini dinlememiş ve ormana gitmiş. Ormanda korkunç uğultular duymuş! Bir de ne görsün! Bir kurt sürüsü! Hemen oradan uzaklaşmış. Ama kaçarken korkudan önündeki dereyi görememiş. Dereye düşmüş. Tam timsaha yem olacakken, “İmdaaaaat!” diye bağırmış. Oradan geçen Mert diye bir çocuk onu kurtarmış. Küçük kaplanda Mert’e teşekkür etmiş ve yoluna devam etmiş. Küçük kaplan evinin yolunu kaybettiğini fark etmiş. Kurtarma ekibi ona “Ne oldu küçük kaplan?” diye sormuş. Küçük kaplanda olanları anlatırken kurtarma ekibi oradan uzaklaşmış. Mert ve küçük kaplan evin yolunu aramaya birlikte devam etmişler. Sonra onları Öykü adında bir kız çocuğu bulmuş ve evlerine götürmüş. İkisi de Öykü’ye teşekkür etmişler.Eve gittiklerinde annelerine başlarına gelenleri anlatmışlar ve annelerinin haklı olduğunu anlamışlar. Ertesi gün küçük kaplan başına gelenleri öğretmenine anlatmış. Öğretmeni de annelerinin haklı olduğunu söylemiş ona. Sonra ormanla ilgili konuşmuşlar. Okul bittiğinde serviste yanında oturan arkadaşına ormanla ilgili bilmeceler sormuş. Eve gittiğinde annesine okulda yaşadıklarını anlatmış. Annesine sarıldı özür dilemiş. Ödevini yapıp bitirmiş. Yemeğini yemiş ve uykuya dalmış. Mert AYTEMİZ 1C ADADAKİ ARKADAŞLIK Bir gün bir adada çok huzurlu bir gün yaşanıyormuş. Bu adada Ada adında bir jaguar yaşarmış. Ada, adadaki huzuru çok severmiş. Nail böyle huzurlu yaşadıklarını merak etmiş. Sebebini araştırmaya başlamış. Sabah olduğunda adanın kurdu aslana sormuş. Aslan da bilmediğini söylemiş. Ada sonra tilkiye sormuş. Tilkinin cevabı da aslanın cevabıyla aynı olmuş. Ada, kargaya ve fareye de sormuş ama cevap yine aynıymış. Jaguar Ada, adasındaki tüm hayvanlara tek tek sormuş ama hepsinin cevabı da aynı olmuş. Herkes merak içince toplanmış. Düşünmüşler “Bu adada ki huzurun sebebi nedir?” diye. Düşünürken de birbirlerinin fikirlerini saygılı bir şekilde dinlemişler. Konuşan arkadaşlarına teşekkür etmişler, alkışlamışlar. Fikir üretemeyen arkadaşlarını da desteklemişler. Derken adanın kuytu köşesinde yaşayan yaşlı kaplumbağa gelmiş ve onlara adalarındaki huzurun sebebinin bu güzel arkadaşlıklarının olduğunu söylemiş. Leon SALİHOĞLU 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 26 UZAY MACERASI Bir gün Mert diye bir çocuk varmış. Uzayla ilgili birçok dergi okumuş. Bir gün uzay aracı yapmış Uzay aracıyla yolculuğa başlamış. Yolculuk sırasında aracında kedisini görmüş. Kedisini yakalamaya çalışırken kedisi düğmelerin üstüne atlamış. Uzay aracının düğmelerini bozmuş. Uzayda araç bir yere düşmüş. Beklemiş beklemiş... Ve aniden bir uzaylı karşısına çıkmış. Uzaylı Mert’ e yardım etmek istemiş ve ona bir çiçek vermiş. Mert o anda anlamış onun aslında dost canlısı bir uzaylı olduğunu. Uzaylıyla birlikte bozulan uzay aracının yanına gitmişler uzaylı babasına haber vermiş. Babası aracı tamir ederken Mert ve uzaylı arkadaşı oyun oynamışlar. Sonra uzaylı arkadaşının okuluna gitmişler. Arkadaşları ve öğretmeni Mert’i görünce çok sevinmişler. Mert’ten dünyadan ve kendisinden bahsetmesini istemişler. Mert de onlara öğrenmek istedikleri her şeyi anlatmış. Öğretmen Mert’ten hikaye yazmasını istemiş Mert yazı yazmayı bilmiyormuş. Uzaylı arkadaşının babası ve ağabeyi ona yazmayı öğretmiş. Mert hemen gidip hikayesini yazmış ve öğretmene vermiş. Sınıftaki arkadaşları ve öğretmeni çok şaşırmış. Mert’i tebrik etmişler. Ozan Deniz POLAT 1C DEFNE VE ÇİÇEĞİ Defne adında bir kız çocuğu varmış. Defne’nin bir çiçeği varmış. Çiçeği pembe renkliymiş. Defne çiçeğine çok iyi davranırmış. Ama Defne çiçeğinin rengarenk olmasını istermiş. Bir gece herkes yatınca çiçeğini boyamış. Sabah olunca çiçeği bahçeye koymuş. O gün yağmur yağmış ve çiçeğindeki tüm boyalar akmış. Çiçeği yine eski haline dönmüş. Defne çok üzülmüş. Ertesi gün Defne çiçeğin tüm yapraklarını sökmüş. Bahçedeki diğer çiçeklerin yapraklarını koparmış. Tüm yaprakları kendi çiçeğine yapıştırmış. Bahçesine koymuş. Ama o gün de fırtına çıkmış, çiçeğin tüm yaprakları dökülmüş. Sonra Defne rengarenk bir çiçek çizip annesine göstermiş. Bu çiçeği kesip pembe çiçeğin üstüne yapıştırmış. Bahçesine koymuş. Ama o günde yıldırım düşmüş çiçeği parçalanmış. Sabah olup Defne çiçeğinin parçalandığını görünce çok üzülmüş. Annesi ona yeni bir çiçek almış ve o çiçeğin bütün yaprakları sarı ve kırmızıymış. Defne yeni çiçeğini çok sevmiş. Annesine sarılıp teşekkür etmiş. Çiçeğine hep çok iyi bakmış. Nil LOKMANOĞLU 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 27 ÖZGÜ KEDİ PEŞİNDE Özgü adında bir kız çocuğu varmış. Özgü odasında oyun oynamayı çok severmiş. Odasında oyun oynarken annesi çağırmış kahvaltı yapmışlar. Özgü tekrar odasına gitmiş. Çantasını hazırlamış ve servisine binmek için aşağı inmiş. Servisine binen Özgü okula gitmiş. Öğretmeni yazı yazdırmış. Sonra resim dersine gitmişler. Okul bittiğinde servise giderken bir kedi görmüş. Kedinin peşine takılıp kediyle oynamaya başlamış. Kedinin peşine takılan Özgü okuldan çok uzaklaştığını fark etmiş. Evinin yolunu nasıl bulacağını düşünüyormuş. Karşısına birden Mert çıktı. Mert onun teyzesinin oğluydu. Mert Özgü’yü evlerine bıraktı. Özgü başına gelenleri annesine anlattı. Annesi ona daha dikkatli olması gerektiğini söyledi. Birlikte yemek yediler ve kitap okumaya başladılar. Öykü ÖMÜRTAŞ 1C MERT’İN TATİL MACERASI Mert adında bir çocuk varmış. Bir gün öğretmeni onları çok çalıştıkları için ödül olarak tatilde bir adaya gemi ile geziye göndermeye karar vermiş. Mert hemen valizine kişisel bakım setini ve kıyafetlerini koymuş. Son olarak kitaplarını koymuş. Gezi zamanı gelmiş. Heyecanla gemiye binmişler. Mert biner binmez kamarasına yerleşmiş ve kitap okumaya başlamış. Aniden gemi sallanmaya başlamış. Mert kitabını bırakıp öğretmenine koşmuş ve öğretmenine ne olduğunu sormuş. Öğretmeninden fırtınaya yakalandıklarını öğrenmiş. Mecburen başka bir adaya demir atmış gemi. Ertesi gün fırtına durulunca tekrar yola çıkmışlar. Gezi yapacakları adaya ulaşmışlar. Kalacakları otele yerleşmişler. İlk önce balık tutmuşlar ve akşam olduğunda tuttukları balıkları yemişler. Ertesi gün denizde yüzmüşler. Artık eve dönüş zamanı geldiği için yola çıkmışlar. Bu sefer fırtınaya yakalanmamışlar. Evlerine dönerken yaşadıklarını düşünmüşler. Okula gittiklerinde öğretmenleri onlardan bu tatili anlatan bir hikaye yazmalarını istemiş. Herkes kafasında ne yazacağını belirlemiş. Yazmaya başlamışlar bitirince resimlemeye geçmişler. Ve bu hikayeyi yıl sonunda anne ve babalarına okumuşlar. Mustafa Ömer ERSOY 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 28 PLANLI HAYAT Bir gün Utku adında bir çocuk varmış. Utku yaramaz mı yaramaz bir çocukmuş. Hiçbir zaman yatağını toplamazmış Ödevini tam yapmazmış. Bir gün okula gitmek için uyanmış. Kahvaltısını yapmış. Üzerini giyinmiş. Servise binmek için aşağıya inmiş. Servise bindiği an aklına yatağını yine toplamadığı gelmiş. Okulda tüm gün bunu düşünmüş. Sonunda eve gitme zamanı gelmiş. Servise binen Utku eve gider gitmez yatağını toplayacakmış. Eve gidince yatağını toplamış. Sonra televizyonda başlayan bir film dikkatini çekmiş. Filmi izlemeye başlamış. Filmi izlerken uyuyakalmış. Sabah uyandığında kendisini yatağında bulmuş. Hemen hazırlanıp okula gitmiş. Serviste ödevini yapmadığını hatırlamış ve çok üzülmüş. Öğretmenine tüm bu olayları anlatmış öğretmeni ona planlı ve düzenli olmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmış. Utku artık düzenli olacağına söz vermiş. Utku ÖZER 1C ULUÇ UZAYDA Uluç adında bir çocuk varmış. Bir gün bahçesindeki işini bırakmış. Yeni bir iş bulmuş. Astronot olacakmış. Ertesi gün babasına bu isteğini söylemiş. Babası da astronotmuş. Birlikte uzay aracına binip yola çıkmışlar. Hangi gezegene gideceklerini düşünürken Mars’a gitmeye karar vermişler. Yola çıkmadan önce yanlarına aldıklara iki şişe su ile babası ve Uluç su savaşı yapmışlar. Yedi gün yirmi dört saat su savaşı yaparak çok eğlenmişler. Farklı gezegenlere de gitmişler. Oralarda da su savaşı oyununu oynamışlar. Mars’a geri dönmüşler. Mars’ta fasulye yetiştirmeye karar vermişler. Yanlarında getirdikleri astronot köpekleri ile birlikte orada bir ev yapmışlar. Ama artık Uluç annesini özlemeye başlamış. Dünyaya dönmeye karar vermişler. Eve döndüklerinde annesine yaptıklarını anlatmış. Getirdiği bir kilo uzay fasulyesinden annesi onlara yemek yapmış ve afiyetle yemişler. Fahri Uluç UZLAR 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 29 YARIŞMA Kırık Bacak en iyi yüzücülerle yarışıyormuş. Kırık Bacak oyuncuları geçmiş yarışı kazanmış ve kupaya adını yazdırmış. Ödülü aldıktan sonra bir takım kaybettiği için tartışma çıkmış. Kırık Bacak da kavganın içinde kalmış. Hakem diğerlerini ayırmış. Demiş ki "Siz böyle yaparsanız bir daha yarıştırırım ya da sizi sonuncu yaparım." Kırık Bacak da "Son yarış yapılmadan kupayı kimseye veremezsiniz." demiş. Tekrar yarış yapılmasına karar vermişler. Kırık Bacak sabah saatlerinde yarışma salonuna gitmiş. Biraz antrenman yaptıktan sonra aynı anda tüm yüzücülerle suya atlamışlar. Kırık Bacak yeniden şampiyon olmuş.Bir başarıya daha imza atmış. Toprak Efe ŞENTÜRK 1C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 30 DAİRE Ben Güneş'e benzerim. Büyük bir top gibiyim. Var mı benle oynamak isteyen? Sanki ben gülen bir yüzüm, Çünkü ben bir daireyim. Hiç köşem yoktur benim, Sanki bir tekerleğim. Dünya gibi kendi etrafımda dönerim, Çünkü ben bir daireyim Perisu KİNEŞÇİ 2A ATATÜRK BİR GÜNEŞTİR.. Bizi ilerilere götürdü. Eski zamanlarda kızlar okula gidemezdi. Ata'mın sayesinde şimdi kızlarda eğitim görebiliyor. Ülkemizi düşmanlardan kurtaran ulu önderim sayesinde ülkemiz aydınlandı. Onun sayesinde özgürüz çünkü cumhuriyet ile yönetiliyoruz. Atatürk Türkiye'nin batmayan güneşidir. O güneş bizim için her zaman ışıl ışıl parlayacaktır. Bizler onun eserini korumak için hiç yılmadan çalışacağız. Onun bize verdiklerini hiç unutmadan ülkemize sahip çıkacağız. O benim canım, o benim vazgeçilmez Güneş'im, Ata'm seni çok seviyorum. Beste BALCI 2A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları HAYALİMDEKİ TATİL Benim hayalimdeki tatil Meksika’nın Meksikocity şehrinde olmaktır. Buradan kocaman bir denizde çok yüksek bir tramplenden atlamak en büyük hayalim. Cömert insanların olduğu, barmenlerin ve aşçıların en iyi ülkelerden seçildiği bir tatil yerinde olmayı hayal ediyorum. Çok sıcak hava jakuzili havuzda olmayı istediğim bir tatil hayalimde. Bu tatilde büyük bir lunaparkta olsun istiyorum. Bu parkın içinde çeşit çeşit oyun yerleri ve oyuncaklar olsun istiyorum. Tatili en çok da tatil için hayal kurmayı çok seviyorum. Denis TAHİNCİ 2A 31 YARAMAZ SİLİNDİR Yuvarlanır tıpır tıpır Sanki yürür pıtır pıtır Bazen kendini durduramaz Sonra yerinden kımıldamaz. Bu silindir pek yaramaz. Gezer kahramanlık yapar. Sonra küser kaçar. Bazen utanır kaçınır, Bazen ise kaşınır. Bu silindir pek yaramaz. Ayda BURUBATUR 2A SİHİRLİ ELMALAR Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber, develer tellal iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Okuyan Gezegeni'nde tatlı mı tatlı bir kız yaşarmış. Bu kızın ismi Eda'ymış. Bir de kardeşi Çınar varmış. İki kardeş kendi gezegenlerinde gezerken bir gün Okuyan Baykuş' u görmüşler. Baykuşun biraz morali bozukmuş. İki kardeş durumu fark edip hemen sormuşlar. Neden üzgün olduğunu öğrenmek istemişler. O da ne? Okuyan Baykuş' un gezegende hiç okuyacağı kitap kalmamış; bunun için de çok ama çok üzgünmüş. İki kardeş hemen sihirli kitap dağının yanına gitmişler baykuşun sorununu çözmek için. Bir de ne görsünler sihirli dağda bir sepet elma. İki kardeş elma sepetini alıp hızla oradan uzaklaşmışlar. Elmalar meğer sihirliymiş. Yemek için ellerine aldıkça kitaba dönüşüyormuş, aldıkça çeşit çeşit yeni kitaplar oluyormuş. Bunu gören baykuş sevinç çığlılıkları atmış. Sidelya ÖZALP 2A KONİ Sanki bir dağ, Bazen de şapka ya da dondurma. Isıtır içini her zaman yanında. Koni adı en farklısı. Dikkat et ona! Hiç zarar verme sana. Aniden önüne çıkar, Hiç beklemeden sen. Çünkü o en farklısı. Ozan PİLANCI 2A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 32 CANIM ÖĞRETMENİM Canım benim, bir tanem. Gece gündüz demen, Çalışırsın bizlere. KÜP Ben bir küpüm Geometrik cisimlerin önüyüm. Şeklim buz gibi, Kalbim sıcacık sevgi. Annemiz, babamız gibi, Tutarsın bizi, Isıtırsın içimizi. Nasıl olur bu ilginç şekil dersen? Dönüp baksın etrafına herkes. Oyun zarı, silgi, kalemtıraş... Daha pek şeye bakınca görürsün beni! Çınar BABAT 2A Hep elimizden tutarsın, Ata' mızı anlatırsın, Sen bizim canımızsın, Can öğretmenim bir tanem. Nuh Eren TAŞKIRAN 2A SÜNGER BOB İLE BİR MACERA Sünger Bob ile bir maceraya çıksam denize giderdim. Orada tüm arkadaşlarını yakından tanır ve Bay yengeç' in lokantasında çalışırdım. Sonra Sünger Bob' un evine gidip salyangozu ile oynardım. Salyangoz ile parka giderdim . Böyle bir denizde olmanın heyecanını içimde hissetmek bile çok ama çok eğlenceli. Eminim orada çok güzel vakit geçirirdim. Keşke böyle bir macera yaşayabilsem. Denizin içindeki yaşamak düşüncesi ne kadar da ilginç ve eğlenceli.... Duru YURDAKUL 2A MİT Ben Mit ile bir maceraya çıksaydım, onula beraber kırmızı çimlerin olduğu bir futbol sahasına giderdim. Orada birinci devrede sakatlık yaşar, ikinci devre oyuna girerdim. Maçın ilk skoru 3 - 0 iken ben skoru 4 -3 yapardım. Gittiğimiz bütün maçları kazanırdım. Çok eğlenceli, bol kırmızılı, mutlu, neşeli bir macera yaşamak isterdim. Çünkü MİT çok eğlenceli bir kahraman. Ali Deniz ADALIOĞLU 2A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 33 MACERA DEMEK ELİS DEMEK Eğlenceli, güzel ve harika. Macera demek ben demek; çünkü içinde eğlence, coşku var. Macera kelimesini duyduğumda adeta kalbimde kelebekler uçuşuyor. Macerayı çok seviyorum. Hele ki bir de Karlar Ülkesi’nde Elsa, Anna ve Olaf ile maceraya çıkmak beni daha da çok heyecanlandırıyor. Çünkü onların çok şirin, cana yakın, arkadaş canlısı ve maceraperest olduklarını düşünüyorum. Elsa,doğa üstü güçleri olan bir kahramanken, Anna ise onun küçük, yaratıcı ve şirin kardeşidir. Olaf, Elsa'nın sihirli güçleri ile yarattığı bir kardan adamdır. Onlarla Karlar Ülkesi’nde maceraya çıkmak için çok ama çok sabırsızlanıyorum. Elis EKMEN 2A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları RALLİ MACERASI Maceram çok güzel bir ralli şampiyonası pistindedir. Önce Raoul Çaroule piste geldiğinde yarış start alır. O anda Raoul Çaroule araba olduğu için o arabalarla yarışacak. Ben ise koşarak yarışacağım. Yarış yaparken arabalara dikkat etmeyi unutmayacağım. Çünkü arabaların ezme tehlikesi ile karşılaşabilirim. Böyle bir macerada Raoul Çaroule ile birlikte olmanın vereceği keyif inanılmaz güzelliktedir. Macera dolu bir yarış için kolları sıvama zamanı... Haydi herkes bu ralli yarışına katılmaya... Erkin YENER 2A HAYALİMDEKİ TATİL Benim tatilimde gökten su kaydırağı gelir. Uçsuz bucaksız denizin içinde bir tane su koltuğu üstünde de bir tane su koltuğu vardır. Denizin üstündeki su koltuğunun üstünde bir deve vardır. Hayalimdeki tatilimi yaşayacağım yerde bazı düğmeler vardır. Bu düğmelerden birine basınca matematik problemleri, diğerine basınca Türkçe soruları, bir başkasına ise bastığınızda matematik soruları karşınıza çıkacaktır. Hayalimdeki tatil yeri çok özeldir. Bu yer herkes gelemez çünkü özel bir bilekliğinin olması gerekir. Berk OBAY 2A 34 SÜNGER BOB' UN MACERASI Bu macerada Sünger Bob' u yakından tanımayı ve arkadaşları bir arada olmayı isterdim. İlk olarak Sünger Bob' un yakın arkadaşı Petric ile vakit geçirmek isterdim. Bence Petric arkadaş canlısı olan bir kahraman. Sünger Bob' un yanında bir macera yolculuğuna çıkmak çok güzel hem de çok eğlenceli. Ben macerada çok arkadaş edineceğim için çok heyecanlıyım. Bu macerada Sünger Bob ile beraber bir mağaraya giderek orada kaybolmayı çıkmak için türlü türlü yollar keşfetmeyi isterdim. Bu keşif sırasında ise yaşayacağım eğlenceli anlar ise bana çok güzel birer hatıra olacaktır. Nisa ERKOL 2A BÜYÜLÜ ORMAN Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde pireler berber, develer tellal iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, annem düştü eşikten babam düştü beşikten. Zamanların birinde iki kardeş büyülü bir ormanda yaşarmış. Bu ormanda ne dilek tutulursa gerçek olurmuş. İki kardeş bir gün ormanda gezmek istemişler. Bu gezi sırasında bir dilek tutmuşlar. Dilekleri ise lezzetli elmaların olduğu bir sepetmiş.Dilekleri olmuş, fakat tam sepetten bir elma yiyeceklermiş ki baykuş gelip sepeti büyük dağın üzerine bırakmış. İki kardeş düşünmüş düşünmüş. Hemen bir dilek daha tutmaya karar vermişler ve dilekleri gerçekleşmiş sepet uçarak geri gelmiş. Gökten üç elma düşmüş; biri masalı okuyana, biri sihirli ormanı görene diğeri ise bu masalı sevene... Defne ÖZCAN 2A SPOR MACERAM Ben bu macerada Spiderman ile bir tatile çıkardım. Orada renkli arkadaşlarını çok yakından tanıma fırsatı bulurdum. Sarı spiderman ile futbol, kahverengi spiderman ile tenis oynardım. Sonra gümüş renkli spiderman ile araba yarışı yapardım. Siyah beyaz spiderman ile zıplama yarışı yapardım. Bu kadar etkinlikten sonra ise derin bir uyku çekerdik. Yeni, heyecan dolu, eğlenceli bir macera için enerji toplardık. Ama bu sefer tüm renkli spidermanler bir araya gelerek hep birlikte heyecanlı bir etkinlik yapardık. Bu etkinlikte en çok kazanan ise spidermanler değil ben olurdum. En sonunda ise mutlu sonla maceramız biterdi. Demir DEĞİRMENCİ 2A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 35 HAYALİMDEKİ TATİL... Benim hayalimdeki tatilde su kaydırakları, bir çok havuzun olduğu lüks bir otel vardır. Bu otelin havuzlarında ise birçok can simidi vardır. Bu simitlerin ise bir özelliği acıkınca yenile bilmesidir. Ayrıca çok büyük basketbol sahaları, voleybol ve futbol sahaları vardır. Çeşit çeşit tramplenler ve dev satranç yerlerini de unutmamak gerekir. Tabi bir de bu otelin en büyük özelliği ise Satranç Turnuvaları için seçilen en lüks otel olmasıdır. İşte hayalimdeki tatil yeri ve orada etkinlik yapabileceğim yerler işte böyledir. İlkin Murat SEYHAN 2A MACERAYI SEVİYORUM Ben Iron Man ile büyük maceraya kucak açmak isterdim. Kötülere karşı savaşıp iyiliğin kazanması için mücadele ederdim. Bu macerada birçok kötüye karşı iyiliğin kazanmasını sağlardım. Thor ve Kaptan Amerika'nın da bu macerada olmasını isterdim. Onlara iyi olmanın ne kadar doğru bir davranış olduğunu öğretmek isterdim. Çünkü insanların en önemlisi de çocukların mutlu ve huzur içinde olması için kötü düşünceli insanların bu düşüncelerden kurtulması gerekir. Bu macerada tüm dünyaya iyiliğin ve barışın gelmesi için Iron Man ile çabalardım. Asrın ÇAPAROĞLU 2A BENİM CANIM KAHRAMANIM Ben kahramanımla kitap okumayı ve bu kitaplarda yeni yerler keşfetmeyi istiyorum. Kahramanımla göklere uçmak istiyorum. Bulutların üstünde zıplamak istiyorum. Özellikle de birlikte maceradan maceraya koşmak istiyorum. Onunla beraber çok neşeli yaşamak istiyorum. Aslında bu kahraman gerçek hayat olsa onu mutlaka arar bulur ve bu söylediklerimin hepsini yaparım. Bu arada kahramanımın yaşadığı yer esrarengiz kasabada olmak için de can atıyorum. Çünkü bu kasabada korkunç ve gizemli olaylar yaşanıyor Asya KARİP 2A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 36 DAİRE Vııın vııın gider, Her yeri gezer. Görmediği yerleri, Merak edip sorar. Ben olmadan bir yere gitmez. HAYALİMDEKİ TATİL Benim hayalimdeki tatilde çok uzun bir kaydırak var. Dağlara kadar havuzu olan bir otel var. Bu otelin sayısı sayılamayacak kadar çok olan odaları var. Çeşit çeşit hamamı olan bir tatil yeri. Havuzların bazılarının içinde alışveriş yapılacak mağazalar var. Bu mağazalara girebilmek için özel bir kıyafet giymek gerekir. Çünkü mağazaya başka türlü giremezsiniz. Böyle bir tatil yerinin olmasını hayallerde değil gerçekte de çok isterim. Çünkü böyle bir yerde hem mutlu oluruz hem de dinlenerek eğlenmiş oluruz. Bu tatil herkesin hayali olmalı; çünkü insan hayal kurdukça eğlenir ve neşe dolar. Alya BAYDAR 2A En iyi arkadaşım, Can yoldaşım. Tekerlekleri çok kaygandır Bu yüzden hızlıdır. Benim canım arabam. Demir EROL 2B UÇARAK YENİ YERLERİ GEZİYORUM Merhaba, ben Irmak. Tatile çıktım. Uçarak yeni yerler keşfediyorum. Bugün İstanbul’un Kız Kulesi’ndeyim. Şu an çok eğleniyorum. Babam bana geceleri “Hebilüp Tatide” diye bir masal anlatıyor. Bu masal beni çok mutlu ediyor. Şimdi bir hotele gitmek istiyorum. Orada tramplenden atlayacağım. Hatta yakalarsam babamı itmeyi planlıyorum. Birlikte aquaya gidip en korkutucu kaydıraktan kaymayı istiyorum. Tatilimin bitmesini hiç istemiyorum! Irmak SEYHAN 2B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 37 SİLİNDİR KEDİ Benim şeklim silindir, Silindir gövdeli bir kedi. Çok tatlıdır, her şeye karışır. Ne yaparsam yapayım, Peşimi bırakmaz, vazgeçmez. Çok güzel ve tatlı, Çok sevimli ve güzel. Kanatları da mavi... Mavi ona ne de yakışır! Kendisi sarıdır, güneş gibi parlar. Parla ŞENEL 2B MİNİK KUŞ Minik, yaramaz, sarı bir kuş, Gövdesi turuncu silindir. Uçar havada, en tepeye çıkar. Alt ve üst tabanı daire, bir de yan yüz. Pamuk gibi tüyleri, Masmavi gözleri, Tatlı mı tatlı gagası. En sonuna da kalıyor, Şeker gibi sesi! Nehir Laçin GEZEK 2B KARE PRİZMA Benim bir köpeğim var, Adı da Pati. Gövdesi kare prizma, Eğlenir topla. Gövdesinde on iki ayrıt, Sekiz köşe ve altı yüzey. Severim ben köpeğimi Eğlenir her zaman benle, Yaramaz Pati. Efe Can ÖZCAN 2B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 38 RENKLİ DONDURMAM Benim bir dondurmam var, Külahı koni. Tepe noktası, bir yamuk yüzey. Çocuklar görünce, Almak için sabırsızlanır. Alınca çok beğenirler, Sonra her gün buraya gelirler. Eğlencedir onlara, Dondurmam müthiştir Herkes gelsin buraya! Sera GEDİK 2B ÜÇGEN PRİZMA ROKETİM Benim bir roketim var, Aynı üçgen prizmaya benzer. Dokuz ayrıtlı roket. Uzayda uçuşuyor, minik roket. Yıldızları seyrediyor, binen kişiler. Binenler korkuyorlar, Uzayın koyu mavi renginden. Roketimi çok severim. Kimseye vermem roketimi, Beş köşeli, neşeli roketi. Ekin DEĞİRMENCİ 2B KÜP Benim oyuncak ayımın adı Jack. Jack’ in gövdesi küp, Gövdesi çok yumuşak. Ayımın gövdesinin on iki ayrıtı var. Sekiz köşe, altı yüzey. Jack’in elleri çok güçlü, Her yere tırmanır. Tırnakları uzar, Keserim yine uzar. Ben bu ayıcığı çok severim. Melodi TÜRKARSLAN 2B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 39 AQUAPARK Ben hayalimdeki tatilde penguenlerle birlikte aquaparka gitmek istiyorum. Aquaparktaki havuz çok derin ve sıcak. Tünelleri çok korkunç ve uzun hatta mide bulandırıcı! Penguenlerle birlikte tramplenden koşarak atlıyorum. Aquaparkın en üst bölümünde tam on dört tane eğri dönme yeri var. Buradan kaymak çok eğlenceli ve heyecanlı. Umarım istediğim bu tatili yapabilirim! Çağlar Efe KÖKÇÜ 2B PARAŞÜTLE ATLAMA Ben bu yaz tatilimde paraşütle atlamak istiyorum çünkü çok eğlenceli. Aslında paraşütle atlamak korkunç da olabilir ama yine de denemek istiyorum. Paraşütle atlamak tehlikeli olabilir ama gerekli önlemleri alırsam bunu başarabileceğime inanıyorum. Gökyüzünde özgürce uçmak ve yıldızları izlemek şimdiden beni çok heyecanlandırıyor. Defne EFE 2B UZAYA GİDİYORUM Benim en büyük hayalim uzayı gezmek bunun içinde bu yaz bunu gerçekleştirmek istiyorum. Uzayla başlayacak olan yolculuğuma tüm dünyayı gezerek devam etmek istiyorum. Hatta ailem ve arkadaşlarımla birlikte uzay aracımda parti yapmak ve eğlenmek çok heyecanlı olurdu! Bir yandan en sıcak gezegene yaklaşmak bir yandan da uzaylılarla tanışmak güzel bir macera olabilirdi! Andaç YURDAGÜL 2B HAYALİ ORDUM Yaz tatilinde bir ordumun olmasını ve bu orduyla şakacıktan dünyayı yok etmek istiyorum. Ordumun içinde özel güçleri olan üç tane arı canavarı var. İki tane uçan örümcek canavarı ve iki tane de dev var. Hepsi onuncu seviyedeler. Ben de bu ordunun kralıyım. Benim söylediğim her şeyi yapıyorlar bu yüzden ben onları çok seviyorum. Arda YENİGÜN 2B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 40 AQUAPARK Su kaydıraklarına bayılırım! Bu yaz tatilinde aquaparka gidip arkadaşlarımla sırılsıklam olsam ne güzel olur değil mi? Birlikte su savaşı yapıp deliler gibi eğleniriz. Kaydıraklardan hızlıca kayarız ve birbirimize şakalar yaparız. Sabahtan akşama kadar yüzüp yorulunca eve gideriz. Heyecanlı bir tatil olmaz mı sizce? İbrahim ARAS 2B SPIDERMAN VE BEN Günlerden bir gün Spiderman’le buluşmaya karar verdik. Buluştuğumuzda ilk önce binadan binaya atladık. Yorulmuştuk, onun evine gidip playstation oynamaya karar verdik. Birkaç saat oyun oynadıktan sonra tekrar dışarı çıktık ve Joker ile karşılaştık. Bu karşılaşma biraz kötü oldu, savaştık. Karşılıklı savaşımız çok zor oldu ama sonunda kazandık. Bu sayede herkes bizi tanımaya başladı. İkimizin de birçok arkadaşı oldu. Birlikte çok mutlu bir hayat sürdük. Mert AYDIN 2B DENİZALTI GEZİNTİSİ Denizaltı her zaman bana çok ilginç gelmiştir. Düşlerimde denizaltına indim ve oraları keşfetmeye başladım. Birçok canlı gördüm hepsi birbirinden tatlıydı. Yosunlar, balıklar, denizatları, kayalar, deniz anaları, ahtapotlar vardı. Yüzerken ayaklarım hep kayalara takılıyordu. Onlarla arkadaş olup oyunlar oynadım, baloncuklar patlattım. Kostümüm parıl parıl parlıyordu. Yosunlar çok yapışkandı. Rengarenk balıklar beni çok heyecanlandırıyordu. İyi ki bu düşe dalmışım! Ceren GÜR 2B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları OLAF’LA MACERA Olaf ve ben çok iyi iki arkadaşız. Birlikte zaman buldukça maceradan maceraya koşarız. Bir gün Olaf’la birlikte dağa çıkarken benim ayağıma diken battı. Canım çok acıyordu. Olaf bana yardım etti ve ayağımdaki dikeni çıkardık. Yolumuza devam ettik. Tam zirveye ulaşmıştık ki birden bir patlama oldu. Bu bir volkan patlamasıydı. Oradakilerle birlikte kaçmaya başladık. Sonunda kurtulmayı başardık. Ela AKSOY 2B 41 İBİ İLE TOSİ İbi çok güzel bir kızdır ve her zaman çok mutludur. Kaplumbağa Tosi ise patlak yemişleri yer. Tosi, Tidebo’nun en sevdiği torunudur. Hep birlikte önce Zaman Adası’na, oradan da Üçgen Adası’na giderler. Adalarda çok güzel zaman geçirirler. Her yerde mis kokulu rengarenk çiçekler vardır. O kadar güzel oyunlar oynarlar ki gökyüzünde kalp balonları dolaşır. Deniz SÜMER 2B SİRK EĞLENCESİ Ben sirkleri çok severim çünkü sirkler çok eğlencelidir. Sirklerde çeşit çeşit hayvanlar ve bizleri eğlendirmek için de palyaçolar var. Annem ve babam eğer izin verirse yaz tatilimi sirkte geçirmek isterim. Oradaki hayvanlarla arkadaş olmak ve gösterilere katılmak çok heyecanlı olabilir. Ayrıca çadırdaki koltuklarda bizi izleyen çok fazla izleyici olur. Umarım bu hayalimi gerçekleştirebilirim! Ata YILDIR 2B SÜPER KAHRAMAN En sevdiğim süper kahraman bana bir gün sürpriz yaptı. Bunu hiç beklemiyordum. Onunla tanışmak ve oyun oynamak benim en büyük hayalimdi. Birlikte dışarıya çıktık ve parklarda dolaştık. Ellerim heyecandan terlemişti. Beni diğer süper kahramanlarla tanıştırdı. Çok eğlenceli oyunlar oynadık ve gökyüzünde uçtuk. Akşam olunca beni eve bıraktılar. Bu günü hiç unutmayacağım! Umut Melih MUNGAN 2B MASTERHINE İLE BEN Masterhine çok öfkeliydi ve benimle kavga etmeye başladı. Ben ona göre güçsüzdüm ve kavgayı kaybettim. Masterhine benim üzüldüğümü görünce yanıma geldi ve beni de Masterhine yaptı. Arkadaş olduk ve çok güzel vakit geçirmeye başladık. Masterhine beni diğer arkadaşlarıyla da tanıştırdı. Birlikte büyük bir parti yaptık, havai fişek patlattık. Şarkılar söyledik ve çok eğlendik. Hiç kavga etmeden çok ama çok mutlu yaşadık. Defne AYDOĞMUŞ 2B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 42 KÜRE VE KÜP Merhaba ben küre, Geometrik bir cisimim. Tek düşmanım küptür. Çünkü nereye gitsem yolumu durduruyor. Nedeni ise ne köşem var, ne de ayrıtım. Adım küptür benim, Hep kürenin yolunu durdururum. Küre de buna çok kızar, Altı yüzüm, On iki ayrıtım ve sekiz köşem var benim Ilgaz GÖKTEN 2C KÜRE Ben küreyim en büyük benim, Atarsan yuvarlanır giderim. Herkesi ezip geçerim. Köşem yok, ayrıtım yok. Topların lideriyim. Yok, benim gibisi, Gezegenlerin efendisiyim, En güzel küre benim! Burak OBAY 2C KÜP Ben bir küpüm. Beni atsanız hep dururum. Televizyona benzerim. Karton kutuya benzerim. Ben bir küpüm. Sekiz köşem, altı yüzüm, On iki ayrıtım var. Bir de arkadaşım var! Birbirimize çok benzeriz. Doya doya güleriz… Ben bir küpüm. ARTİST KÜP Kutu gibiyim, Zarı severim. Hava atmakla meşhurum. Küreyi durdururum. Bitiririm işi. Efe DİNÇ 2C Altı eşit köşeli, On iki ayrıtlı, Sekiz köşeli Küçük bir buzum. Ali Alp AKDENİZ 2C KÜP Küptür benim adım, Herkese hava atarım. Her bir karem birbirine eşit, Oyun oynarken ve zar atarken beni kullanırsın. Ben bir zekâ küpüyüm, Bu yüzden çok akıllıyım. Her yerde kullanılırım, Her yüzüm aynı şekil. Altı yüzüm, sekiz köşem ve On iki ayrıtım var. Bu yüzden çok kullanışlıyım. Beril ŞEN 2C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları KONİ Sadece tepe noktam var. Dondurma, topuklu ayakkabı, Şapkaya benzerim. Herkes beni ayakta alkışlar. İşte ben buyum, havalıyım. Herkes tarafından tanınırım. Çünkü ben çok havalıyım. Ceylin Alpin KAYA 2C 43 ATAM SİZ BİR GÜNEŞSİNİZ, ÇÜNKÜ... Siz yurdumuzu aydınlatıp, herkesi aydınlığın yanına çektiniz. Size ne kadar teşekkür etsem yanınızda hiç kalır. Ben de büyüyünce yurdumdaki herkesi iyiliğe çekeceğim ve hep kendime inanacağım. Siz o kadar iyi kalpli,cesur, yardımsever, akıllı birisiniz ki bir liderin olamayacağı kadar özelliklere sahipsiniz. Çiziyor, planlar kurup yurdumuz için savaşıyorsunuz. Ah Ata'm siz çocukların iyiliğini düşünüp neler yaptınız onlara... Siz olmasanız dünya bizim için bir hiç olurdu.Çok teşekkür ederiz size Atam! Irmak ÇAĞLAYAN 2C Bizi kurtardınız. Türk Dil Kurumu'nu getiriniz. Seyahat etmemizi sağladınız. Siz bize eğitim verdiniz. Hak ve hürriyet verdiniz. Şu anda yaşayabiliyorsak sizin ve askerlerinizin sayesinde. Size çok borcumuz var. Büyüyünce sizin güneş ışığınızı söndürmeyeceğim. Altuğ Berat İPLİK 2C Bir dal gibi sardın bizi. Gücünle kurtardın. Biz de senin sayende aydınlık sevginle yaşadık. Sen varken biz hiç üşümedik Ata’m. Biz de seni bir Güneş gibi saracağız! Süleyman YILMAZ 2C Çünkü çocukları seven, aç susuz savaşan, neredeyse ölmek üzere olduğu halde pes etmeyen bir lidersin! Vatanını ve cumhuriyeti sevdin. Onu korudun. Askerlerin ve sen bir adım bile geri çekilmeyerek cesurca savaştınız. Askerlerinizin ne kadar az olduğunu düşünmeyerek İngiliz ve Fransızlarla bir sürü savaş yaptınız. Hiçbirinde de yenilmediniz. Atam sen bizi ısıttın ve biz de seni ısıtacağız. Cumhuriyeti kurup ölsen de biz seni hiç unutmayacağız. Bayramların en önemlisini; yani 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını bize verdin. Teşekkürler Ata'm! Mert Efe GÖKDAYI 2C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Sen tepede bir Güneş gibi parladın. Sen bize bayramlar verdin. Biz sana inandık. Gece gündüz bizim özgürlüğümüz için savaştın. Sen Güneş’sin. Bizi ısıtıp neşe verdin. Sizi çok seviyorum Ata’m! Sevgiyle sardın bizi. Senin sayende aydınlandık. Acaba her şey çok kitap okuduğun için mi oluyor? Sen varken biz hiç üşümedik Atam! Melis AYDIN 2C 44 Çünkü cumhuriyeti kurarak bizi ısıttın. Işığınla bize doğru yolu gösterdin. Bize hak ve hürriyetleri verdin. Sen olmasaydın biz şu anda köle, esir ve mutsuz olurduk. Ben de senin gibi çalışkan, akıllı ve cumhuriyetçi olacağım. Senin izinden gidip dünyayı daha da güzelleştireceğim. Sana hep saygı duyacağım. Ece AKDOĞAN 2C Çünkü sen bizi aydınlatansın Ata’m! Senden başka aydınlatan yoktur bizi.çünkü sen çok özelsin. Sen dünyanın liderisin. Seni çok seviyorum Ata’m! Senin için çok kitap okuyacağım. Ödevlerimi yapıp çok bilgili olacağım. Rüzgar ER 2C Çünkü bizi kurtardın. Teşekkürler Ata’m. Ben de senin gibi kitap okuyacağım. Planlı olacağım. Sen bize eğitim hakkı verdin. Çocukları çok sevdiğin için 23 Nisan’ı verdin. Ben de herkesi kurtaracağım ve herkes beni örnek alacak. Onat OĞUR 2C Çünkü bize hak ve hürriyetleri öğrettin. Yolumuzu bir güneş gibi aydınlattın. Teşekkürler Ata’m! Doruk Ekin ASLAN 2C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 45 KÜÇÜK DİNAZOR MASALI Bir varmış bin yokmuş. Dondurma seven, kedi kılıklı, küçük ve tembel bir dinozor varmış. Her akşam yıldızları seyredermiş. Bir kulübede yaşarmış. Papatyaları hiç sevmezmiş. Bir gün dinozor Corc tarafından bir tuzağa düşmüş. O tuzakta bir sürü papatya varmış. Çünkü Corc onunda bütün sürü gibi papatya sevmesini istiyormuş. Artık o da papatya seviyormuş. Ata Ege ERSOY 2C DÜNYAMIZI KORUYALIM Dünyamızı koruyalım. Korumayanlar kendinden utansın! Dünya çevre gününde Hep birlikte ağaç dikelim. Bora ATEŞ 2C DÜNYA ÇEVRE GÜNÜ Dünyaya iyilik yaptık, Dünya bizi yaşattı. Hatta bize arkadaş verdi. Her şeye rağmen bize su ve yiyecek verdi. Bizim en güzel şekilde yaşamamızı sağladı. Çevreyi korumayana yazıklar olsun! Hepimiz çevreyi koruyalım! Mehmet ÖZCAN 2C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 46 KALP DÜNYAM TEMİZ Mİ? Ey temiz dünyam top gibisin, El ele verelim Dünya’yı koruyalım. Sen bizim kalbimiz gibisin. Sen bizi hep izliyorsun, Acaba beni de görüyor musun? Hep seni görmek isterim. Kaç il, şehir, ülke var merak ederim. Uzaydaki gezegenleri tanımak isterim. Kalp dünyam senin izindeyim! Betül SAPAN 2C DÜNYA’YI KORU Dün ya dünya söyle bana, Senden güzel kim var bu uzayda? Sen olmasaydın Mars’ta yaşardık, Sen sevilmeseydin çöl olurdun, Bu dünya olmazdın. Sen yoksan biz de olmazdık. Biz seni çok güzel koruyacağız. Doğayı, Dünya’yı her yeri seveceğiz. Senin denizlerine artık çöp atmayacağız. Seni artık çok koruyacağız. Meryem Melis ÇINAR 2C YUMURTA Ben bir yumurtayım. Uyandığımda bir gıdak! İki gıdak, Annemindi o gıdak, Bir insan geldi. Beni almak istedi. İzin vermedi annem, Gıt gıt gıdak! Aldı altına annem beni, Ama sıvıyken hayat, Hiç de eğlenceli değildi. Böylece günler geçti. Birinci gün, İkinci gün, Üçüncü gün. Çok sıkıcıydı sıvıyken hayat. Biraz katılaştım. Biraz daha, biraz daha… Korktum, kaçmak istedim Sonra kabuğumu kırdım. Artık görmüştüm, Dünyayı, annemi. Sonra bana benzeyen şeyler geldi. Oyun oynayalım dediler. Çok iyi arkadaşlarım oldu, Bu tavuk ailesinde. Sonra tavuğa benzeye şeyler geldi. Annem bu senin baban dedi. Sonra kardeşlerim geldi. Çok büyük bir aileydik artık. Yaptılar bize ayrı bir kümes, Çok mutluydu herkes. Babam bana hikayeler anlattı. Çok sevdim ben bu hayatı. O yumurtadan iyi ki çıkmışım. Ben de bir baba olacakmışım. Efe SELÇUK 3A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları LİMON Sevgili arkadaşlar ben limon. Benim size söylemek istediklerim var. Ben, sizin beni dalımdan koparmanızdan şikayetçiyim. Eğer siz beni koparmasaydınız büyük hayallerimi gerçekleştirecektim. Büyüyüp sapsarı bir limon olacaktım ama siz hayallerimi yok ettiniz. Şu an kendimi çok mutsuz hissediyorum ve kalbim acıyor. Ailemi, arkadaşlarımı ve ağacımı özlüyorum. Onlar olmayınca bir boşluk hissediyorum. Beni tam olgunlaşmadan kopardığınız için rengim çok soluk. Dalında olgunlaşmayı bekleyen diğer limonlar ne kadar da şanslılar. Onlar adına seviniyorum. Umarım bu söylediklerimi önemsersiniz ve beni anlamaya çalışırsınız. Benim yaşadıklarımı başka limonlara yaşatmazsınız. Mina Su ÖZ 3A OYUN VE ŞEYTAN Umut, oyun oynamayı çok seven, aynı zamanda da çok aceleci bir çocukmuş. Oyun oynamak için ödevlerini hızlıca yaparmış. Annesi ona bunun yanlış olduğunu söylermiş ama Umut annesini hiç dinlemezmiş. Bir gün yine aynı şekilde ödevini hızlıca yapmaya başlamış. O sırada elinde mızrağı ile şeytan gelmiş. Umut’u dürtmeye başlamış. Şeytan Umut’a “Hadi acele et, acele et!” diyormuş. Umut’un eli ayağına dolanmış, kafası karışmış ve çok korkmuş. O günden sonra acele etmemeye karar vermiş ve anlamış ki “Acele işe şeytan karışır.” Umut Osman BAYRAKTAR 3A 47 UÇMAK ÇOK GÜZEL Sevgili İnsanlar, Beni gökyüzüne kadar uçurduğunuz için size çok teşekkür ederim. Ben gökyüzünde çok mutluyum ve çok eğleniyorum. Kırtasiyede iken çok sıkılıyordum ve en büyük hayalim gökyüzünde süzülmekti. Gökyüzünde süzülürken aşağıda sevinçle oynayan çocukları görmek, uçurtma arkadaşlarımla sohbet etmek bana büyük keyif veriyor. Tabi bu arada sizden bir şey isteyeceğim. Fırtınalı havalarda beni gökyüzüne salmasanız çok iyi olacak. Fırtına benim kuyruğuma, çıtalarıma zarar veriyor. Fırtınalı havalarda uçarken simsiyah bulutların içinden geçmek beni çok ürkütüyor. İpimin, kuyruğumun kopacağından korkuyorum. Bu durum beni çok üzer, eminim sizi de üzer. Bu arada beni oluşturan kırtasiyeci amcayı da çok özlüyorum. O olmasaydı ben bu duyguları asla yaşamayacaktım. Ona sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Gökyüzünde bir çok arkadaş edindim. Uçurtma arkadaşlarım, bulut arkadaşlarım, arkadaşım güneş, kuşlar ve tabi ki de en sevdiğim arkadaşım rüzgar. Rüzgar en sevdiğim arkadaşım. O olmasaydı ben gökyüzünde böyle güzel süzülemezdim. Bana bu mutluluğu yaşattığınız için hepinize çok teşekkür ederim. Ada YILDIRIMEL 3A KIRIK UÇURTMA Merhaba, ben bir uçurtmayım. Güzel bir mahallede, küçük bir kırtasiyede satılmayı bekliyordum ama kimsecikler beni almıyordu. Neden mi? Sağım solum biraz kırıktı da ondan. Ben de her gün pencereden, gökyüzüne doğru süzülen diğer uçurtmaları izliyordum. Günlerden bir gün Kerem adında bir çocuk girdi kırtasiyeye. Babasına beni gösterdi ve beni almak istediğini söyledi. Çok mutlu olmuştum. Babası sağıma soluma şöyle bir baktı ve Kerem’e olmaz anlamında kafa salladı. O an bütün hayallerim suya düşmüştü. Kerem ısrar etti. Babası ısrarlara dayanamadı ve beni alıp evlerine götürdüler. Kerem babasından beni tamir etmesini istedi ama babası Kerem’e kızgın olduğu için ona yardımcı olmadı. Kerem beni uçurmayı denedi ama hasarlı olduğum için bir türlü uçamadım. Kerem sonunda pes etti. Beni bir çöp bidonunun yanına bıraktı. Kendimi çaresiz ve mutsuz hissettim. Sonra şiddetli bir rüzgar esti. Beni çöp bidonunun yanından aldı ve oraya buraya fırlattı. Rüzgar dindiğinde kendimi bir kapının önünde buldum. Kapıyı sevimli bir çocuk açtı. Beni görünce çok mutlu oldu ve hemen içeri aldı. Babasıyla birlikte beni tamir ettiler. Ertesi gün mahallede çocuk, benim sahibimi aradı ama kimsecikleri bulamadı. O günden sonra bu sevimli çocuğun uçurtması olmuştum ve bu beni çok mutlu etmişti. Arda KAYA 3A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 48 ATATÜRK’Ü ANLAYIP, ANLATMAK Atatürk’ü anlamak onun gibi cesur olmaktır, vatanını korumaktır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bizler için açtığı aydınlık yolda pes etmeden ilerlemektir. Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni bizim için kurdu ve onu korudu. Bir karış toprağını bile vermedi. Biz de onun yolundan giderek topraklarımıza sahip çıkacağız. Bağımsızlığımızı koruyacağız, cesur olacağız, ilke ve inkılaplarına sahip çıkacağız. Unutmayalım ki o bize özgürlük getirdi. Birlik ve beraberliğin önemini öğretti. Biz Türk gençleri de onun bizlere emanet ettiği bunca güzel koruyacağız. Onun ilke ve inkılaplarını takip ederek Atatürk’ü yaşatacağız,anlayıp anlatacağız. Toprak YETİM 3A İZEBELLA Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar çok güzel bir krallık varmış. Bu krallığın kralının adı Yüce, kötü kalpli kraliçenin adı Liza ve dünyalar kadar güzel prensesin adı ise İzebella’ymış. Kraliçe Liza İzebella’nın üvey annesiymiş. Kraliçe kötü kalpli olduğu için İzebella’yı hiç sevmezmiş ve çok kıskanırmış. Günlerden bir gün kraliçe Liza neden İzebella kadar güzel olmadığını düşünürken çok öfkelenmiş ve kötü bir büyü yapmaya karar vermiş. Önce dünyanın en kötü büyüsünü yaparak karalı öldürmüş. Sonra güzelliğini almak için gece yarısı İzebella’nın odasına girmiş. İzebella ne olduğunu anlamadan kötü kraliçe bir çırpıda İzebella’nın güzelliğini çalmış. Sabah olduğunda İzebella aynaya bakmış ve kendini çok kötü bir halde bulmuş. Durumuna çok üzülmüş ve ağlamaya başlamış. İzebella o kadar iyi kalpliymiş ki göz yaşlarına dayanamayan periler yanına gelmişler ve üzülmemesini söylemişler. İzebella’ya olanları anlatmışlar. Bir sihir yaparak İzebella’ya güzelliğini geri vermişler. İzebella muhafızları çağırmış. Kraliçenin yaptıklarını anlatmış. Muhafızlar kraliçeyi zindana atmışlar. Kraliçe sonsuza kadar zindanda yaşamış. Ceren GÜVEN 3A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları ATATÜRK Atatürk’ü anlamak onun devrimlerini korumak, herkese saygı duymak, kısacası Atatürk gibi olmaktır. Atatürk’ün sözlerini anlamak, hoşgörülü olmak, saygıyı unutmamak, Atatürk olmaktır. Atatürk, bizim gelecek olduğumuza inanırdı. Biz çocuklara güvenirdi. Onun güvenini boşa çıkarmamalı, çok çalışıp başarılı olmalıyız. Atatürk’ün izinden korkmadan gitmeliyiz. Cumhuriyeti korumalıyız. Yağız KÖSE 3A 49 DAĞINIK NİLSU Melike ve Nilsu iyi arkadaşlardı. Melike çok düzenli, Nilsu ise tam tersi çok dağınıktı. Melike arkadaşını dağınık olmaması konusunda sürekli, uyarırdı. Nilsu, Melikelere geldiğinde her yeri karıştırırdı. Melike ve annesinin yürüyüşe çıktığı bir gün Nilsu Melikelere gitti. Eline ne geçtiyse fırlattı. Ortalığı dağıttı. Dolapları boşalttı. Melike döndüğünde odasını bu şekilde bulunca gözleri fal taşı gibi açıldı. Nilsu ellerini arkasında kavuşturdu ve yüzüne sahte bir gülücük kondurdu. Melike, Nilsu’ya çok kızdı. O günden sonra Nilsu’yu odasına almadı. Nilsu hatasını anladı ama iş işten geçmişti. Sema ATLAR 3A ZİZİ’NİN DAĞINIKLIĞI Zizi çok dağınık bir kızdı. Bu yüzden aradığı hiçbir şeyi bulamazdı. Bir sabah Zizi okul formasını aramaya başladı. Her yeri aradı. Çekmecedeki her şeyi yere attı ama formasını bulamadı. Arkasına dönüp baktığında her yerin dağıldığını gördü. Odayı nasıl toplayacağını düşünmeye başladı. İş gözünde büyüdü. Annesi odayı görünce Zizi’ye kızdı ve onu uyardı. Zizi okula da geç kaldı. Okula gittiğinde öğretmeni de geç kaldığı için Zizi’ye kızdı. Dağınıklığı, Zizi’nin başına çok işler açmıştı. Eve gidince önce annesinden özür dinledi sonra odasını topladı. Bundan sonra çok düzenliği olacağına dair hem kendine hem de annesine söz verdi. Duru Servet ÇINKI 3A ALİ’NİN DAĞINIK ODASI Ali, bir sabah uyandığında çok sevdiği, zıplayan topunun ortalıkta görünmediğini fark etmiş. Odası o kadar dağınıkmış ki topunu bir türlü bulamamış. Odasına giren kişiler, mutlaka bir şeylere takılır ve düşerlermiş. Annesi, her gün Ali’ye odasını toparlamasını söylermiş. Ali topunu ararken annesinin söyledikleri aklına gelmiş. Odasını bu kadar dağıttığı için çok pişman olmuş ve üzülmüş. En sevdiği topunu bulamamak onun canını çok sıkmış. Sonra ne yapabileceğini düşünmüş. Annesinden yardım istemiş, birlikte odasını toplamaya başlamışlar. Odasını toplarken topunu bulmuş ve sevinçten havalara uçmuş. Annesine çok teşekkür etmiş. Annesine, odasını bir daha dağıtmayacağına ve çok düzenli bir çocuk olacağına söz vermiş. Yusuf Toprak DEMİRDELEN 3A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 50 CANIM ARKADAŞIM Arkadaşlık kardeşlik demektir. İyi bir arkadaş size karşı her zaman dürüsttür. İyi bir arkadaşla mutluluğunuzu, üzüntünüzü, daha doğrusu tüm duygularınızı paylaşırsınız. Arkadaşınız olmadan kendinizi yalnız hissedersiniz. İyi bir arkadaş sizi korur kollar ve koşulsuz sizi sever. Sınıfta yalnız kaldığınızda o bir anda yanınızda belirir ve sizi neşelendirir. Bizi önemsediğini gösterir. Sıkıldığımızda tıpkı bir kurtarma ekibi gibi bizi sıkıntılarımızdan kurtarır. Birlikte güler birlikte ağlarız. Arkadaş candır. Arkadaş, yalnızlık giderici bir makinedir. Güneş ALTUNEL 3A SONKIŞ Yeni mevsim geldi köyümüze. Herkes sevdi bu mevsimi. Adı sonkış bu mevsimin, Sonkış hoşuna gider herkesin. Bu mevsimde hem kar yağar, Hem de hava seni birden yakar. Arada bir gelir, herkesi sevindirir. Sonkış harika bir mevsimdir. Ekrem BİRİN 3A DOSTUM Hey, dostum! Gel bisiklet sürelim, Hep birlikte eğlenelim. Yeni oyunlar üretelim. Gel dostum. Oyunları birleştirelim. Yeni oyunlar üretip Arkadaşları sevindirelim. Alp AKINAN 3A ARKADAŞLIK En değerli şeydir. Bu dünyada arkadaşlık Zor zamanlarda yanımda, Arkadaşım hep kolumda. Yardımı çok sever. Bazen yolumu gözler İyi bir arkadaş Seni her zaman önemser. Beren Ege BAYRAM 3A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 51 AY ve GÜNEŞ Ay ile güneş , İki sevecen kardeş, Biri gelir biri gider, İkisi birbirini çok sever. İkisi de tam tepede, Hayat verir bizlere, Biri günü aydınlatır, Diğeri ışık verir gecelere. Aleyna ÖZEN 3A KIŞBAHAR Ben mevsimlerin kralıyım. Ne kış, ne de baharım. Biraz sarı bira mor, Beni bir bilene sor. Kışla sonbahar bir araya gelir, Benim adımı verir. Canı sıkılan çocuklara biraz kar, Dinlenmek isteyen anne babalara, Biraz huzur veririm. Alper DEMİR 3A KELEBEK Uçar her zaman gökte, Kanatları bin bir renkte. Görürüz onu, Mis kokulu içeklerin üstünde. GÜNEŞ Güneş ısıtır bizi, Sımsıcaktır her yeri. Severim onu, Dünyanın şöminesi o. Kelebekler göklerde, Neşe verir bizlere. Görünce çok sevinirim. Bütün kelebekler benim olsun isterim. Derin ASLAN 3A Yoktur eşi benzeri, O sever hepimizi. Can verdiği için doğaya Biz de severiz güneşi © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Güneşin sıcağında yüzerim. Aynı anda güneşlenirim. Kışın yüzünü göstermesini beklerim. Güneş her şeyim benim. Nisan KAPLAN 3A 52 FIRILDAK Kış geldi havalar değişti. Kıştan sonra hangi mevsim gelir ki. Yeşil ilkbahar, aslan sonbahar. Bu gelen ne ilkbahar ne de sonbahar ! Bir kar yağar bir güneş açar Bu mevsim nedir ki? Bu mevsimin adı FIRILDAK Terlemezsin , üşümezsin Baharmış gibi de çok esmezsin. Bu mevsimi bilemezsin. Deren DAĞLI 3B ANNEM Canım annem, Çok severim seni, Sen de beni. Ben ve sen aynıyız. Tıpkı güneşle ayız. Sevdiklerim içinde en değerlisi. Kardeşimin de annesi. Hiçbir şeye değişmen Annemin sevgisini. Umut GİZDAŞ 3A YAZ Ne güzeldir o kumların sıcaklığı, Ne güzeldir denizin mavi rengi, Severim ben yazı, Severim o sıcaklığı. Kim sevmez ki dondurma. Herkes bayılır ona. Dondurmadan sonra Buz gibi limonata. Herkes ister Hemencecik suya girmek. Herkes ister Arkadaşlarıyla yarışa girmek. Yazdır bu Isınır buhar olursun Yazdır bu hep beraber olursun Dila BOZKURT 3B SON MEVSİM Mevsimim benim. En sevdiğim… Ne çok sıcak, Ne çok soğuk; Ilıktır benim mevsimim. Orada tüm kötülükleri Yok ederim. Canım mevsimim gelince Herkes eğlenir. İyilik ararsanız Mevsimim size açık. Kötüyseniz eğer, Girmeyin içeri… Ege SELÇUK 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 53 ACELE ETME Adı Tavch olan bir çocuk varmış. Bu çocuk sarı saçlı, mavi gözlü ve uzun boylu bir çocukmuş. En büyük hobisi basketbol oynamakmış. Bir gün Tavch okula gitmek için evden ayrılmış. Öğretmeni derslerinin matematik olduğunu söylemiş ve bir çalışma dağıtmış ve bitirenlerin basketbol oynamaya gidebileceğini söylemiş. Tavch bir an önce basketbol oynamak için çalışmasını aceleyle yapmış. Öğretmen Tavch’in çalışmasını kontrol etmek istemiş. Tavch çalışmayı vermiş ve hep dışarı bir an önce çıkmak için uğraşmış. Öğretmen çalışmada çok hatası olduğunu görünce çalışmayı tekrar yaptırmış. Tavch, acele etmeyip anlayarak yapsaydı daha kısa sürede çıkabileceğini en sonunda anlamış ve bir daha acele etmemiş. Ömer Sarp ÇETİNKAYA 3B İLKBAHAR Çiçekler açar. Anneler, babalar , Çocuklar oynar. Bazıları çimde yatar. Mutluluk verir herkese İlkbahar. Mehmet Efe ŞENAYAR 3B İŞİ HIZLI YAPMA Onur diye bir çocuk vardı. Her işini çok hızlı ve aceleyle yapardı. Bir gün Onur’un öğretmeni tüm sınıfa uzun bir ödev verdi. Onur, ödevini yapmak için arkadaşı Ali’ ye gitti. Onur , Ali’yle oynayabilmek için ödevini aceleyle yaptı. Ali de Onur çabuk bitirdiği için aceleyle yaptı. Çok eğlendiler ve güzel zaman geçirdiler. Sabah oldu ve okula gittiler. Öğretmen, ödevleri kontrol ederken ikisinin de ödevini özensiz yaptığını gördü. O gün öğlen arası çıkmayıp ödevleri tekrardan yaptılar. Öğretmen “ Acele işe şeytan karışır.” dedi. Onur ve Ali bir daha aceleyle iş yapmadılar. İbrahim Efe DEMİR 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 54 ACELE İŞE ŞEYTAN KARIŞIR Günlerden salıydı. Her zamanki gibi yorucu, eğlenceli, öğretici ve güzel bir okul gününden sonra piyano kursuna gitmiştim. Piyano kursuna çalışkan annem benden önce gelmişti. Ama bu sefer bir tuhaflık vardı annem yoktu. Bekledim bekledim gelmiyordu. Sekretere gittim ve annemin nerede olduğunu sordum. O “ Sen otur ben ararım. “ dedi. Annem kardeşimi alıp parka gitmiş. Saatin farkına varmamış. Saatin çok geç olduğunu görünce çok acele etmesi gerektiğini düşünmüş. Arabayı park ettiği yerden çok acele davrandığı için çıkamamış. Annem beni almaya geldiğinde çok mahcup ve üzgündü. Benden sürekli özür diledi. Okuldan aceleyle çıktık ve eve geldik. Yemek yemeye başlıyorduk ki kapı çaldı. Okuldan aceleyle çıktığımız için çantalarımız okulda kalmış. Annem Bu günün özeti olarak “ Acele işe şeytan karışır.” dedi. Hepimiz çok güldük. Duru ÜNLÜ 3B ACELECİ KORASTO Korasto, sabah erkenden kalkıp aceleyle üstünü giydi. Hemen kahvaltısını yapıp aşağıya indi. Maket uçağını yapmaya başladı. Uçağı yaparken kafası çok karışıyordu. Aceleyle maket uçağını yaptı. Hemen atölyeye doğru bisikletiyle gitti. Atölye, evlerinden biraz uzaktaydı ve Karasto burada zaman geçirmeyi çok seviyordu. Atölyeye vardığında, ustasının çalıştığını gördü. Ustasına uçağını gösterdi ve ustası çok güzel olduğunu söyledi. Uçağı birlikte uçurmaya çalıştılar ama uçak bir türlü uçmuyordu. Ustası, uçağı açtı ve nerede sorun olduğunu bulmak için bakmaya başladı. Korasto iki kabloyu zıt şekilde takmıştı. Bu yüzden uçak uçmuyordu. Ustası, “ Acele işe şeytan karışır. Demek ki bu uçağı aceleyle yapmışsın.” dedi. Korasto bir daha aceleyle iş yapmayacağı için söz verdi. Soydan ACAT 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları ÇİVİ ‘ DEN MEKTUP VAR Sevgili İnsanlar, Ben çivi. Beni ürettiğinizden beri canım çok yanıyor. O çekici bana gösterdiğinizde yüreğim ağzıma geliyor. Ben bu durumdan çok sıkıldım artık! Bana daha nazik davranmazsanız ben de çalışmam artık ve sizler de evsiz kalırsınız. Eğer istediğiniz buysa siz bilirsiniz, memnuniyetle yerine getirir, hiçbir şey yapmam. Bana ve aileme daha kibar davranırsanız bunu bir özür olarak kabul eder ve işimi yaparım. Canımızı yakmayın ve bizi düzgün kullanın olur mu? Çivi Ata ARSLAN 3B 55 BUZ KÜPÜ Kışın kar yağdı. Karlar suları dondurdu ve ortaya bir buz küpü çıktı. Buz küpü heyecanlandı ve zıplayarak bir cama yapıştı. Yapıştığı cam, bir araba camıydı. Arabanın sahibi, buz küpünü fark etmedi ve camı açtı. Buz küpü yere düştü. Buz küpü öyle sinirlendi ki hızla zıpladı .Karların üzerine düştü. Burası çok yumuşaktı, rahat hareket edemiyordu. Bu yüzden buradan ayrıldı. Kendisi gibi buzlarla karşılaştı. Yolda giderken kafasını gökyüzüne çevirdi ve güneşi gördü. Güneş onu ısıtıyordu fakat buz küpü bunun farkına geç vardı. Eridi eridi ve su oldu. Nehirlere, nehirlerden denizlere gitti ve sürekli buz, buhar ve su olarak değişti. Vedat Ali SARIDİLEK 3B BAŞARILI CORE Bir zamanlar küçük bir bahçede Core adlı bir köpek yaşarmış. Core’nin sahibi Bay Krop’muş. Bay Krop köpeğini köpeklerin yarıştığı bir yarışmaya götürecekmiş. Core katılmak istemiyormuş ama bunu sahibine söyleyemiyormuş. Bay Krop köpek eğitimi veren bir yere gitmiş. Core burada çok çalışmış. Ama bir sorun varmış. O da kendine halen güvenmemesiymiş. Core planlı bir şekilde çalıştıkça özgüveni artmış. Ve yarışma günü gelmiş. Core, yarışmadaki bütün engelleri tek tek aşmış. Son parkura geldiğinde engelin çok uzun olduğunu görmüş ve yapamayacağım diye düşünmüş. Sonra kendisine güvenmiş ve hızlıca koşarak engeli aşmış. O günden sonra her zaman kendisine güvenmiş. Onur DEVRİLEN 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları BENİM ADIM SANDALYE Benim adım sandalye. Dört ayaklıyım. Benim bir sahibim var; adı Özlem. İnsanlar yorulduklarında hemen üstüme otururlar. Bazen kilolu insanlar oturur üstüme ve canımı acıtırlar. Onlar üstüme oturduklarında çok korkarım kırılacağım diye. Bir gün Özlem’in arkadaşı Sevda kahve içmeye geldi. Çok heyecanlıydı. Bana doğru yürüyerek yaşadığı olayı anlatıyordu. Üstüme doğru geldikçe korkmaya başladım. Koşarak uzaklaşmak istedim ama olmadı. Üstüme oturdu ve zıplamaya başladı. Her ayağımdan sesler geliyordu ve en sonunda ayaklarım bu acıya dayanamadı kırıldı. İnsanların sadece kendilerini düşünüp bizi düşünmemeleri çok üzücü. Perinaz SAYHAN 3B 56 MERHABA İNSANLAR, Ben Fırıldak. Sizden çok uzaklarda yaşıyorum. Annemin adı Mırıldak, babamın adı Tırıldak ve erkek kardeşimin adı Şirindak. Kardeşim adı gibi çok şirindir. Ben çok uzaklarda yaşıyorum demiştim size ama sizi görebiliyorum. Benim ne olduğumu tahmin ettiniz mi? Ben bir uçurtmayım. Genelde tek başına uçan bir uçurtma; çünkü hiç arkadaşım yok. Arkadaşım yok, kendi kendime uçmayı seviyorum. Yukarıdan aşağıyı izlemek çok keyifli. Yerde kuğu gölü balesi yapan kuğular, berrak sular, ağaçlar… Bir gün anneme biraz dolaşmak istediğimi söyledim ve evden çıktım. Annem çok uzaklaşmamam gerektiğini söyledi ve beni öptü. Gökyüzünde dolaşırken o kadar çok eğleniyordum ki çok uzaklaştığımı fark etmedim. Birden hortum çıktı ve uçmamı engelledi. Hortumun içinde dönüp duruyordum. Sonra kendimi yerde buldum. Tahtalarım kırılmıştı ve çok üzgündüm. Sanırım annemi dinlemeliydim. Ağrıdan uyuyakalmıştım. Uyandığımda yanımda bir tavşan, bir karınca, bir de şahin vardı. Benim nerede yaşadığımı biliyorlardı. Beni ağaçların dallarını kullanarak tamir ettiler. Onlara teşekkür ettim ve evime doğru uçmaya başladım. Beril EKER 3B TOMBUL PATATES Benim adım Tombul. Çok tombul olduğum için annem ve babam bana bu adı verdiler. Ben bir gün annemden izinsiz dışarı çıkmıştım ki bir şey unuttuğumu fark ettim. Bizi bu gün toplamaya geleceklerdi ve toprağın altında olmalıydım. Koşarak annemlerin yanına gidiyordum ki bir el bana doğru uzandı ve beni bir çuvala koydu. Çok korkmuştum. Benim gibi birçok patatesi daha yanıma, üstüme koydular. Gidene kadar canım çok acıdı bu yüzden. Gözlerimi açtığımda çok kalabalık bir yerdeydim. Uyuyakalmışım sanırım. Bu kalabalık yer sanırım annemin bana anlattığı pazardı. Patateslerle bakışıyor ve korkuyorduk. Sonra bir el uzandı beni ve arkadaşlarımdan bazılarını poşete koydu. Bizi eve götürdü ve güzelce yıkadı. Sonra kabuklarımızı soymaya başladı. Sanırım kurutacak bizi diye düşünürken ateşe attı ve kızartmaya başladı. Arkadaşlarımla çok üzüldük ve çok ağladık. Şimdi hiç bilmediğimiz bir yerde yaşıyoruz. Annemin sözünden çıkmamam gerektiğini çok üzücü bir şekilde öğrenmiş oldum. Özge Berçin İDİŞ 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 57 BATE VE ARKADAŞLARI Bir varmış, bir yokmuş. Dağınık Bate adında bir çocuk varmış. Bate’nin odası çok dağınıkmış ve bu odada Bate’nin hayali arkadaşları varmış. Çekmece Kurbağası Peto, Duvar Resmi Reşko, oyuncak çetesi ve giysi çetesi. Okulundan gelen Bate hayali arkadaşlarının çok hasta olduğunu gördü. “ Ne oldu size ?” diye bağırdı. Arkadaşları hep bir ağızdan “ Sorunu sen bul ve aklına bu sorunu yaz ki bir daha yaşanmasın.” demişler. Bate sorunun ne olabileceğini bulmak için iyice düşünmüş. Düşünürken de odasını toplamış. Çok uykusu geldiği için yatmış. Ertesi sabah uyanmış. Odada “ Günaydın, Bate.” diye bir ses duymuş. Bati sese doğru bakmış ve arkadaşlarının iyileştiğini görmüş. Odasını düzenlediği için arkadaşları eski sağlığına kavuşmuş. Bate, sonsuza dek odasını düzenli tutacağına yemin etmiş. Mehmet Yiğit SERT 3B SİNİRLENMEK NELERE YOL AÇAR? Bir sabah Mina, arkadaşı Tina ile odasında oyun oynuyordu. Mina ve Tina oynadıkları oyundan sıkıldılar ve yeni bir oyun oynamak istediler. En sevdikleri oyun olan “ Mankenciliği” oynamaya karar verdiler. Mina en sevdiği kıyafeti dolaptan alırken birden Tina’nın saçı dolaba sıkıştı. Mina yardım etmeye çalıştı fakat Tina çok sinirlendiği için bütün eşyaları bir sağa bir sola fırlatmaya başladı. Sakinleşince odanın çok dağıldığını fark etti ve toplamak için çok uğraştı. Tina bir daha odayı dağıtmaması gerektiğini anladı ve ikisi de birbirinden özür diledi. Deniz ARSLAN 3B OKUL MACERASI Bir gün Taha kitap okurken arkadaşları onu çağırmışlar. Okul gezisi olacakmış ve okul gezisi için bir hazırlık yapacaklarmış. Okul gezilerinin keyifli olması için gittikleri yere fidan dikmeye karar vermişler. Gezi günü geldiğinde hepsi çok heyecanlıymış ve fidanlarını da alıp arabaya binmişler. Gittikleri yerde hiç ağaç yokmuş ; bu yüzden yanlarındaki fidanları dikmişler ve okula dönmüşler. İki yıl sonra arkadaşlarıyla fidanlarına bakmak için bir gezi daha yapmışlar. Gittiklerinde kurak olan yerin ormana dönüştüğünü görmüşler ve çok mutlu olmuşlar. Uğur ÇELİKCAN 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 58 ALİ’NİN DAĞINIKLIĞI Ali evde sıkıldığı için arkadaşlarını evine çağırmak istemiş. Arkadaşı Jeko’yu aramış ve Jeko gelmiş. Birlikte odada oyun oynamaya başlamışlar. Ali tüm oyuncaklarını yere dökmüş. En sevdiği oyuncağını da getirmiş. Bütün oyuncaklarla oynamışlar ve her yeri dağıtmışlar. Ali’nin annesi onları yemeğe çağırmış ve yemek yemek için mutfağa gitmişler. Hava kararınca Jeko gitmiş. Ali odasına gitmiş ve en sevdiği oyuncağı göremeyince aramaya başlamış; fakat bulamamış. Ali annesine seslenmiş ve birlikte aramaya başlamışlar. Ali çok üzülmüş ve dersini almış. Bir daha dağınık olmamaya karar vermiş. Kerem ÜNAL 3B YAZIK KIZA Bir yaz sabahı Gizem çok neşeliydi; çünkü arkadaşı Aslı o gün onlara gelmişti. Oyun oynayacaklardı; fakat Gizem çok dağınık olduğundan oynayacakları oyuncağın parçasını bulamadı. Aradılar, aradılar ve aradılar ama bulamadılar. Zaten parça çok küçüktü ve bu dağınıklıkta bulmak çok zordu. Öğlen olmuştu. Gizem’in annesi, yemek yemeleri için onları mutfağa çağırdı. Gizem ve Aslı hemen yemeklerini yiyip odaya gittiler ve parçayı aramaya devam ettiler. “ Aaaa ! “ dedi Aslı. Gizem ne olduğunu anlayamamıştı. Aradıkları parça Aslı’nın ayağına batmıştı. Çok sevindiler parçayı bulunca. Gizem “ Hadi, oynayalım!” dese bile , Aslı çok geç olduğu için eve dönecekti. O gün Gizem dağınık olmaması gerektiğini anlamıştı. Mina DAYE 3B KÜÇÜK EJDERHA Bir varmış, bir yokmuş. Ormanın birinde küçük bir ejderha varmış. Bu ejderha çok küçük olduğu için güçlü ateşler püskürtemiyormuş. Bu yüzden diğer ejderhalar onunla dalga geçiyorlarmış. Küçük ejderha bu duruma bir türlü çözüm bulamamış ve bu olayı annesine anlatmaya karar vermiş. Annesi “ Kendi sorununuzu kendiniz çözün.” demiş. Küçük ejderha birkaç gün sonra ormanda büyük bir yarışma yapmaya karar vermiş. Eğer bu yarışmada birinci olursam ormandakiler benimle dalga geçmez diye düşünmüş. Yarışma haberini herkesin görmesi için ağaçlara asmış. Yarışma gününe kadar çok çalışmış, çok yorulmuş. Asla pes etmeyi düşünmemiş. Yarışma günü bütün ejderhalar hazırlanıp gelmişler. Hepsi o kadar güçlü ateş çıkarıyormuş ki hangisinin birinci olacağı bilinmiyormuş. En hızlı parkuru tamamlayan ve en iyi ateş püsküren küçük ejderha olmuş ve bir daha kimse onunla dalga geçmemiş. Nehir ANTMEN 3B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 59 EY SPOR AYAKKABISI Ey, spor ayakkabısı Ben Derya’nın babası. Beni hatırladın mı? Seni sevinçle aldık ama. Sevinçle de bırakacağız seni. ŞEKER KIŞ Severim şekeri, kış mevsimini, Bayılırım ikisini yemeyi. Kışta üşürüm şeker yerim, Keyfimi yerine getiririm. Diğer mevsimler ne ki, Beni sevmiyorlar sanki. Tamam dedim, sabrettim. Sonunda kendime engel olabildim. Sevmiyorlar çünkü beni, Ya terletiyorlar ya üşütüyorlar. Bende kalın, ince giyinirim. İşte o an dengeyi bulabilirim. Eylül KİREMİTÇİ 3C Ben düşündüm senin dediklerini, Emekli olmak istediğini. Tamam, peki. Gidebilirsin, benden izinli Zeynep EKMEN 3C BENİ CİLALA Derya’nın babası Aferin çok iyi bir kız yetiştirdin. Başardı beni kazandı. Çok çalışkan Ve çok iyi yüzüyor. Kendine güveniyor, Bu beni sevindiriyor. Bu arada, Artık beni cilala! Alya ARSLAN 3C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları MEVSİMLER Yaz bir aydır, Sıcak basar tüm dünyayı, İlkbahar sanki çiçek cenneti, Her dal tomurcuk. Sonbaharda ağaçlar üşür, Hiç yaprakları kalmaz. Kış olunca uyanır kardan adamlar Macera başlar... Her yer bembeyaz olur Sanki bir halı kaplar. Çocuklar kartopu oynar. Yapılır kardan adamlar, Burna havuç, ağza kömür. Elleri unutma süpürgeyi de ekle! Arda ELKOCA 3C 60 YAZ MEVSİMİ Yaz geldi çattı. Havuzlar açıldı. Herkes dışarı çıktı, Çok güzel bir yaz bu yaz. Haydi, çocuklar dışarıya, Eller havaya, Hep birlikte ama Başkaları kalmasın ev ve sokakta. Haydi çocuklar parka. Kalan arkadaşınız varsa Getirin buraya Haydi çocuklar Alkım Yalçın DAĞTEKİN 3C DOMATESİN SİTEMİ Aldılar beni tarladan, soyacaklardı. Beni ezdiler sonra günah ettiler bana Ziyan oldum şimdi Çöpte yıllar geçti Bir çöpçü aldı, Doğaya götürüp bıraktı beni. Mutluluk içindeyim şimdi toprakla Domatesler şarkısı söyledim. Ezilmiş halimle ailemi özledim. Pars Pieter OOSTERHUİS 3C PATATES ÇETESİ Ben bir patatesmişim, ilk kez tavaya girmişim. Çok heyecanlandım. Bana annem pişmeyle ilgili şeyler anlatmıştı “Tık” diye bir ses geldi bir anda tavaya yapışmışım. Patates görevlileri alarm verdi. Ben çok korktum, görevliler beni kurtarmaya çalıştı. Ama pek de işe yaramadı. Çok sonra pişmişim. Çocuğun annesi beni yedirmek istedi ben saklandım diğerlerin arkasına ama patates seven çocuk çoktan yemişti artık beni... Kemal Efe ARTAR 3C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları DOMATES Ben domatestim, kırmızı ve büyük. Beni ezdiler. Üzüldüm çünkü beni düşünmemişlerdi. Beni ezmeyin demiştim. Ezdiler, dinlemediler. Kokum kaldı geriye. Her yer mis gibi domates... Kokum onlarla konuştu. Hemen ailemi sordu. Ailemi ezmemişler, işte buna çok sevindim. Ege GÜNGÖR 3C 61 SANDALYE Ben bir sandalyeyim, Benimle şaka yaparlar. Arkadaşı tam otururken çeker, Otururlar üstüme Yemek yerler. Dört ayağım var Kaçamam ama, Keşke insan olsam Onların üstüne otursam. Cansu Beren AKÇA 3C BEN BİR UÇURTMAYIM Uçuruyordu beni Ali, Uçurtma uçurmayı seviyorum, dedi. Birden bir rüzgar geldi, Aldı götürdü beni. İçimden diledim dilek, Korku duygum gitsin diyerek Ali bana korkma, dedi. Ben Ali’ye güvendim Kendimi koyuverdim. Mehmet Niyazi KOLUKIRIKOĞLU 3C UÇURTMA OLSAM Uçurtma oldum, Rüzgarda uçtum. Fırtınalarla savaştım. Ağaca takıldım, Bir macera yaşadım. Annemi bulamadım “Yardım edin” diye bağırdım. Duyan olmadı Çok üzgündüm ağlıyordum. Fırtına durdu. Güneş yine açıldı. Annemi gördüm. Çok mutlu oldum. İpek ERDEVİREN 3C SANDALYE Off! Ben bu mutfaktan çok sıkıldım. Birileri gelse de oyun oynasak. O zaman çok sıkılmazdım İşte biri geldi. Benimle oynar mı ki? Tamam oynarım dedi.. Oleeey! Arkadaş buldum çok mutluyum. Dört ayaküstünde döner dururum. Leyla ARIKAN 3C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 62 UÇURTMA Ben bir uçurtmayım, Hayatın eğlencesini yaşarım. Göklerde süzülerek uçarım. Bir gün fırtına çıktı, Gökyüzünde şimşekler çaktı. Bir yanım yaralı çünkü şimşek bana çaktı. Fırtına dindi. Gökyüzü temizlendi. Aman ben nerdeyim? Evimde değilim. Bir çocuk beni aldı, yaralarımı sardı. Tekrar uçurdu beni, Ona borçluydum ama çok mutlu oldum. Duru DOĞAN 3C BEN BİR UÇURTMAYIM Ben bir uçurtmayım, Bir çocuk beni uçururken çok mutluydum. Her şey karınca gibi gözüküyordu. Bir fırtına çıkıyor, Çocuk beni hemen elinden kaçırıyor, Ben fırtınadan zor kurtuldum. Bir gökkuşağı gelir; Hemen ben onu üstünden kaydım. Gökkuşağı sonuna geldim, Ve şeker şehrine geldim. Gökkuşağı çok güzeldi. Elif BAĞIŞ 3C UÇURTMA Ben uçurtma olsam, Göklerde uçsam, Bulutlara dokunsam, Gökkuşağından kaysam. Bir fırtına olur, Kuyruğum kopar. Çok uzağa uçarım, Başka ülkelere yol açarım. Mine AYGAR 3C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 63 GÜZEL KUŞUM Can adlı bir çocuk varmış. Bu çocuk çok sevgi doluymuş. Annesi ve babası bir gün Can ‘ a kuş almışlar. O, kuşunu her gün besliyormuş. Bir gün kötü kartal onu yemek istemiş. Tam o sıra da Can gelip kuşu kurtarmış. O hızla birlikte kaykaya binip kaymışlar. Sonra kaykay taşa takılıp düşmüşler. Kuş o anda yaralanmış. İlerleyen günlerde kuş yavru doğurmuş ve kuş ölmüş. Bu duruma Can çok üzülmüş ama onun yavruları tesellisiymiş. Alp UYSAL 3C MERHABA FARE Merhaba fare, senin çok iyiliğini gördüm ve sözünde duran iyi biri olduğunu anladım. İyi ki seninle karşılaşmışım. Sen bana kimseyi küçümsememeyi ve iyi olmayı öğrettin. Sana çok çok teşekkür ederim. Bundan sonra benim en iyi dostumsun. Sevgiler Bayan Aslan Zehra Naz ÇOBAN 3C AĞDAN ASLAN’A Ey fare, Sana diyorum. Niye beni kemirdin, Delik deşik ettin. Aslan orada bağlıydı. Benim canım yanmazdı. Aslında aslan seni yakalamıştı. Niye sırtını kaşındırdın? Dolaşmasaydı, Böyle bir şey olmazdı! Melek İdil EVİNTAN 3C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları UZMAN KELEPÇE Ben suçluları yakalarım, Herkes korkar benden Kaçın, kaçın, kaçın! Uzman kelepçe geliyor, derler. Suçlular hapse, iyiler cennete, Yükseliyor iyiler, alçalıyor kötüler. Ben bu işi iyi yaparım... Uzman kelepçe koşuyor izin peşinden Ahmet Can YETER 3C 64 DOĞAL AFETLER Doğadan gelir doğal afetler Kasırga, deprem, sel Doğa hiç acımaz. Önlemler almalısın. Öldüm deme sonra Bu doğal afet Sana hiç acımaz. Doğal afetler durmaz, Durdurulamaz! Doğa Ana yaptı mı yapar. Bu doğal afet arkadaş! Berkay ATASOY 4A SAĞLIĞIMIZIN YEDEĞİ YOKTUR Sağlık…Sağlık denilince aklınıza ne geliyor? Bu sorunun cevabı size göre basit gelebilir ama hiç de göründüğü gibi değil. Sağlık sizin için doktor, hemşire, hastane ve benzeri şeyler olabilir. Oysa yanlış kullanılan ilaçlar insanların sağlığını tehdit eder. Maalesef bu yanlış kullanım insanların %75’ini ölüme sürükler. Bazen hasta oluruz ve internetten araştırırız öyle değil mi? BU ÇOK YANLIŞ ! Mutlaka doktora gitmeliyiz. Çünkü internette yazılan çoğu şey doğru değildir. Ayrıca doktora danışmadan alınan ilaçlar çok büyük rahatsızlıklara yol açabilir.İlaç kullanımı önemli bir konudur,ilaç almak yerine mutlaka doktora danışılmalıdır. Artık sanıyorum ki sağlığın çok çok önemli olduğunu anladınız. Kim ne derse desin size anlattığım bu doğru yoldan çıkmayınız ki sağlıklı bir hayatın anahtarına ulaşın. Sağlıkta doktordan daha doğru söyleyen yoktur İnsu SAĞLAM 4A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları SAĞLIKLA YAŞAYALIM Sağlıklı yaşamak özgürlüğe açılan bir pencere Sağlıklı yaşa sende Keyif alırsın mutlu olursun Hayata kollarınla sarılırsın. Spor yap iyi beslen Dik dur gülümse Deniz GÖKAYAZ 4A SAĞLILI YAŞAM Sağlıklı yaşam çok önemlidir. Sağlıklı birey kendini mutlu ve huzurlu hisseder . Doğru beslenmek sağlıklı olmanın başlangıcıdır . Bu yüzden abur cubur yerine sağlıklı yemekler yemek gerekir ve her yemekten sonra, ellerimizi yıkamayı ihmal etmemeliyiz ve haftada üç gün duş almalıyız. Nilsu GIRAN 4A 65 19 MAYIS 19 Mayıs 1919, Yeni bir gün doğdu, Samsun’da bir Ata, İnsanlara yol oldu. Savaşlar oldu o günlerde, O da Kurtuluş Savaşı, Hep barış oldu cepheler temizlendi, Hep özgürlük oldu Ata rahat uyudu. YELİZ LİSA BÖLLÜ 4A 23 NİSAN 23 Nisan dünyada kutlanan ilk çocuk bayramıdır. Atatürk'ün Türk çocuklarına armağan ettiği bu bayram şenliklerine, son yıllarda yabancı ulusların çocukları da katılmaya başlamıştır. Atatürk çocuklara çok değer verir, gezilerinde okullara uğrar, ders dinler, sorular sorardı. «Bugünün küçükleri yarının büyükleridir.» diyen Atatürk, yönetimin bayram süresince öğrencilere bırakılması geleneğini başlattı. 23 Nisan'da yönetim birimleri seçimle gelen kurullar bir süre çocuklara bırakılırdı. Bu güzel gelenek her yıl yinelenir. Her 23 Nisan'da yurdumuz bir bayram alanı olur. Çocuklar törenlerde konuşmalar yaparlar, şiirler okurlar. Gece fener alayları düzenlenir. Deniz Çınar TEMEL 4A 19 MAYIS Atatürk, 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’nı gençlere armağan etmiştir. Ayrıca Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkmıştır. Oraya gittiğinde, önemli kongreler ve toplantılar yaparak, bu toplantılar ve kongreler sayesinde halkı bilinçlendirmiştir. Bu sayede halk bütün gücüyle ülkesini kurtarmak için Kurtuluş Savaşında savaşmıştır. Beril TOKER 4A 19 MAYIS Her yerde şenlik var. Şenlikte eğlence var. Eğlencede gençler var. Bu gün 19 Mayıs. ÖYLE DURUR MU MUSTAFA KEMAL İşgal edildi yurdumuz. Mustafa Kemal durur mu? Vatana açıklar her şeyi, Anlar herkes durumu. Öyle durur mu Mustafa Kemal, Büyüksün, yücesin. Bunu düşmana kanıtla. Bu vatanı, Bu milleti kurtardı düşmanlardan Şimdi sana borçluyuz Büyük Mustafa Kemal. Bora DAĞLI 4A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Atatürk liderimiz. O varken yenilmeziz. Eğer Samsun’a gidiyorsak, Aklımızla gideriz. Umut KAVRAR 4A 66 23 NİSAN Sevinçliyiz hepimiz, Taştı bütün neşemiz, Eğleniriz, güleriz Geldi 23 Nisan Süsleriz biz her yanı Geldi çocuk bayramı Atatürk armağanı Yaşa 23 Nisan Gülsu ŞAHİN 4A 10 KASIM 10 Kasım geldi hüzün geldi. Keşke ölmese ama bilirim ki hep kalbimizde. Feryatlar atılsa da 10 Kasımda, Biliriz yaşıyor o hep aramızda. GÜZEL ATAM Atam güzel Atam! Senin sayende Türkiye’yi kazandık. Atam güzel Atam! Sen olmasaydık ne okur ne de yazardık. Atam güzel Atam! Yurdun için, halkın için ömrünü verdin. Atam güzel Atam! Sen dünyadaki en cesur ve vatan sever kişisin. Benim güzel Atam! Eren Dora CEREBOĞLU 4A 10 Kasım geldi hüzün geldi . Herkes Anıtkabir’de ses yok kimsede, Atamı anıyoruz bugün de. Unutmayacağız, sonsuza dek içimizde. Cenk BÜYÜKBAŞ 4A 10 KASIM Güzel ülkem canım Türkiye'm. Deniziyle doğasıyla, Sıra sıra dağlarıyla, Geniş dümdüz ovasıyla, Şanslıyım yaşıyorum bu vatanda. Saat dokuzu beş geçe, Görev verildi biz gençlere, Eğitimde, teknolojide, Ülkenin ilerlemesinde , Hiç durmadan yürüyeceğime, Ant içerim Atam sen üzülme. ERBAY KUNTBAY 4A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 67 TEKNOLOJİ Eskiden yoktu teknoloji, Hayaller olamazdı yani. İnsanlar zeka ile doldu, Ummadık hayaller oldu. TEKNOLOJİ Teknoloji hoştur, Koşuşturmalar boştur. Varken uçak tren araba, Bisikletler boştur. Eskiden yürürdü insanlar, Zorluk çekerlerdi yürürken. İnsanlar teknolojiyi geliştirdi, Her yer araba ile doldu. Yapamaz dediler yaptık, Uçamaz dediler uçtuk. Yüzemez dediler yüzdük. Biz her şeyi yaptık. Eskiden mum vardı, Güçlükle görürdü insanlar. Sonra ampul oldu, İnsanlar mutluluk ile doldu. Ne var ki teknoloji doğayı yok etmese, Ağaçları kesmese, Suları kirletmese, Ne var ki doğayı yok etmese. Eskiden kuş ve mektup vardı, Yani haberleşme zordu. Sonra telefon çıktı, Herkesin elinde bir telefon oldu. Umut Ali ÜNAL 4A Bitmez bu koşuşturmaca, Gider bütün meslekler. Gelir yeni işler, Yok olur eski dünya. Umut BAKIR 4A DÜNDEN BUGÜNE Teknoloji gün geçtikçe değişiyor ve gelişiyor. Mesela eskiden büyük olan araçlar, teknoloji geliştikçe küçülüyor, cebe sığar hale geliyor ve daha kullanışlı oluyor. Eskiden ulaşımda at arabası kullanılıyordu ya da bir yerden bir yere yürüyerek gidiyorduk ama şimdi araba ile kolay, hızlı ve konforlu bir yolculuk yapabiliyoruz. Önceden haberleşme aracı olarak mektuplar kullanılıyordu ve mektubun gönderdiğimiz kişiye ulaşması uzun zaman alıyordu ama şimdi telefonlar ile kolayca haberleşebiliyoruz. Kısaca teknoloji geliştikçe bizim hayatımız kolaylaşıyor. Defne TUNCER 4A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 68 MESLEK SEÇİMİNİN ÖNEMİ Her mesleğin yaşamımızda büyük önemi vardır. Meslekler, ilk insanlar zamanından beri ihtiyaçlardan dolayı ortaya çıkmıştır. Birlikte yaşayabilmek ve birbirimizin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için herkesin bir mesleği olması gerekir. Mesleği olan herkesin bir görevi ve sorumluluğu vardır. İnsanlar meslek sahibi olarak kendisini daha rahat ifade edebilir ve bu sayede yaratıcılığımız da artar. Sahip olduğumuz meslek sayesinde para kazanırız ve ekonomik özgürlüğümüz de olur. Mesleğin iyisi kötüsü olmaz çünkü her mesleğe bizim ihtiyacımız vardır. Yaşamımızı sürdürmek için veya hastalanmadan yaşamak için doktora, okumak öğrenmek için öğretmene, çöplerin toplanması hatta atık maddelerin geri dönüşüm olarak kullanılabilmesi için çöp toplayan insanlara ihtiyacımız vardır. Ben de büyüdüğüm zaman, çok sevdiğim için ve insanları sevdiklerine kavuşturmak için pilot olmayı düşünüyorum bunun için derslerime çalışıyorum. Ada Elif TÜRKCAN 4A MESLEKLER Mühendis Doktor Veteriner Çeşit çeşittir meslekler Kimisi evimizi aydınlatır Kimisi zihnimizi Hepsi etkiler geleceğimizi Zorluklardan kurtarır bizi Hemşire, Aşçı, fırıncı, Hepsi bir derdimizin ilacı, Başımızın tacı Efe YORULMAZ 4A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 69 23 NİSAN Amerika, Fransa, Almanya, Dosttur bütün dünya. Hepimiz yan yana dursak, Yenilmeyiz biz asla. SEVGİLİ ATATÜRK Güneş gibi parladın bu ülkede, Aydınlattın bizi ışığınla. Armağan ettin bize bu güzel vatanı. TBMM açıldı. Çocuk şenliği başladı. Atatürk'e teşekkür ederiz, Sayende kardeşiz biz. Önderliğin ile, İleri gider bu ülke. Rahat yaşarız seninle, Biz bu güzel ülkede. Çocuklar mutlu olsun, 23 Nisanımız kutlu olsun. Atatürk olmasaydı, Bu bayramlar olmazdı. Korkma sen rahat uyu, Emanetin biz çocukların elinde. Yolcusuyuz hürriyetin, Bekçisiyiz cumhuriyetin. Kerem Akın MUNGAN 4B Atatürk çocukları severdi, Çocukları gözünde, Geleceğin lideri bilirdi. Bu bayram onun anısına, Kutlarız her yılda. Beril DOĞAN 4B 23 NİSAN Atatürk'ten gelen bir armağan, Çocuk bayramıdır inan 23 Nisan. Atatürk çok severdi çocukları, 23 Nisan'ı yarattı. Özgürlük çerçevesidir, 23 Nisan işte bu gün O bayram, Neşe doluyor insan. Yaşasın, 23 Nisan!!! Elif Duru ÖZER 4B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 70 23 NİSAN TRENİ 23 Nisan geliyor. Sanki bir mutluluk treni ile, Bize neşe katıyor, Kalbimiz huzurla doluyor. 23 Nisan treni, Dünyadaki bütün çocukları topluyor. Ayrı ayrı seviyor hepsini 23 Nisan’ın coşkusuyla 23 Nisan’ı armağan etti Atam, Çocuklar dünyaya iyi bakacak diye. Çocuklar bu dünyayı Özgürlüğe kavuşturacak diye. Biz de bu dünyaya sahip çıkalım, 23 Nisan’ı Hep birlikte coşku ile kutlayalım. Ada AYDENİZ 4B CUMHURİYET ÖZGÜRLÜKTÜR Cumhuriyet, vatandaşların eşit olduğu ve bireylerin yöneticilerini oylarıyla seçtiği yönetim biçimidir. Benim ülkemde cumhuriyet 29 Ekim 1923’te Mustafa Kemal Atatürk tarafından ilan edildi. Biz cumhuriyet sayesinde eşit ve özgürüz. Cumhuriyetle birlikte kazandığımız haklarımız sayılamayacak kadar çoktur. Bunların en önemlisi kadınlara verilen haklar ve seçme seçilme hakkımızdır. Cumhuriyetle birlikte gelen yenilikler sayesinde ülkemiz modern ve çağdaş bir ülke olma yolunda çok büyük adımlar atmıştır. Bizim en önemli görevimiz bu haklarımızı ve yenilikleri sonsuza kadar savunmaktır. Bağımsızlık yolundan asla dönmemektir. Alp ALPAR 4B BAŞARACAĞIM BİLİYORUM Sevgili Atam, Senin sayende bu günlere geldik. Senin izinden yürüyerek, Uygarlığa ulaştık. Senden aldığımız güçle, Ben kendimi korudum. Şimdi senin yolundan, İleriye bakıyoruz. Senden aldığımız güvenle, Karanlıkları deliyoruz. Mehmet Ali MUTLU 4B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 71 SENİ HEP ANACAĞIZ Seni andık, anacağız, Unutmayız seni, unutturmayız. Senin yolunda kaldık, kalacağız, Asla vazgeçmeyeceğiz, Senden ve devrimlerinden! Koruyacağız cumhuriyeti! Başka ülkelere bağlanmayacağız. Başka ülkelerin sömürgesi olmayacağız. Savaşacağız sonuna kadar eserlerin için, Sen yanımızda değilsin belki, Ama yaptıkların hep bizimle… Naz İZOL 4B FARKLIYIZ AMA YAN YANA MUTLUYUZ Büyük bir dünyada farklı insanlar, Adımlar konuşuyor tıkır tıkır Kimileri hızlı ve çabuk, Kimileri ise sakin bu dünyada Beraber olmak güzel, Konuşmayı bilince. Dünyada sevgi ve saygı var, Hep birlikte el ele. Murat KAPLAN 4B SOĞUK KIŞ Hayvanlar kış uykusuna yatıyor, Kış soğuk geçiyor. Kalın giysiler giymezsek Üşütüp hasta oluyoruz. Korunmalıyız her zaman soğuktan, Tadını da çıkarmalıyız bu güzelliklerin. Bembeyaz bir örtü altında dünya, Bütün çirkinlikleri örtüyor. Eren Alkım İDUĞ 4B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 72 BİR BULUT OLSAM Ben bir bulut olsam, Uçarak dünyayı dolaşsam. Ağaçları büyütsem, Su kaynağı olsam canlılara. DOĞA Doğayı çok seviyorum onu hep korumak istiyorum. Şırıl şırıl akan sulara, cik cik diye öten kuşlara, o yemyeşil çimenlerin üzerinde yuvarlanmaya ve o güzel çiçekleriyle ağaçların gölgesinde dinlenmeye bayılıyorum. Doğanın kendi sesinde resim çizmenin mutluluğu ne kadar güzel. O sesin içinde kaybolmak istiyorum. Fakat ne oluyor bu dünyaya? Hep birlikte yok ediyoruz bu güzellikleri. Hepimiz birlikte kirletiyoruz bu güzellikleri. Ben geri istiyorum bu huzur veren ortamı. Benim yeşil dünyamı geri getirin. Dilara DİNAR 4B Ben bir orman olsam, Hayvanları korusam, kollasam. Yaşam kaynağı olsam, Ağaçlarımla dünyayı yaşatsam. Ben bir fotoğraf olsam, Geçmişi hatırlatsam. İnsan bana bakınca, Geçmiş güzellikleri anlasa. Mehmet Can SAÇAR 4B KIŞ MEVSİMİNDE SABAH VE ZAMAN Kış mevsiminde Sabah zamandan daha hızlı Herkeste atkı, kazak, hırka… Bütün çiçekler karlar altında Tek çiçek hariç, Kardelen. Kumdan kale yerine kartopu oynar, Kardan adam yapar çocuklar. Bazı hayvanlar kış uykusundadır, Ta, ilkbahara kadar. Aslı BAYRAM 4B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları GÜZEL DOĞA Bir göz atın bu görsele. yemyeşil büyük ağaçlara, şırıl şırıl akan bu masmavi dereye, gökyüzüne bir göz atın. Ne kadar güzel değil mi? O gri dumanlarla boğulan ülkemizi bu resimdeki manzaraya dönüştürebiliriz. Ağaçsız yerlere fidanlar dikebilir, fabrika bacalarına filtre takabiliriz. Trafiğe çıkan araç sayısını azaltıp, atıkların çevreye zarar vermesini engelleyebiliriz. Şimdi iyice bir daha düşünün, böyle bir ortam mı, yoksa gri bir dünya mı? Bu dünya bizim onu korumak için elimizden geleni yapmalıyız. Sara MAKKİ 4B 73 RÜYA Her akşam kafamı yastığa koyduğumda, Rüyalar görmeye başlarım. Kimi güzel, kimi kötü. Benim için en önemlisi, Rüyamın güzel olması. Beni güzel diyarlara uçurması, Mutlulukla uyandırması. Diyar MEŞE 4B FARKLILIKLAR Farklılıklarımız var, Bin bir çeşit farklılıklar. Hiç kimse birbirinin aynısı olamaz. Bu hiçbir zaman değişmez. Birinin saçı sarı, Diğerinin kahverengi. Birinin gözleri mavi, Diğerinin yemyeşil. Biri zenci olur, Diğeri beyaz tenli. Farklılar renk katar dünyaya, Biz yan yana mutluyuz, bir arada. Ayşe İlim ÖZSAVRAN 4B İHTİYAÇLAR Herkesin ihtiyaçları vardır, Bu dünyada, Kiminin spora, Kiminin ağaçlara, Kimininse uykuya.. Biri der ki oynayacak bir çocuk olsa yanımda, Diğeri der ki bir evcil hayvanım olsa. Herkesin ihtiyaçları vardır, Bu dünyada…. Selin GÜZEL 4B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 74 IŞIK KİRLİLİĞİ Yıllar önce bir deprem olmuş. Evlerinde kalmaya korkan insanlar dışarıda kalmaya başlamışlar. Bu sürede şaşırtıcı bir olaya tanık olmuşlar. Yıldızlar pırıl pırıl parlıyormuş. Neden sadece bu süre içinde görmüşler yıldızları? Yoksa her gün bulutlu muymuş hava? Tabi ki hayır. Bu yıldızların görülmemesinin nedeni ışık kirliliğiymiş. Işık kirliliği mi? O da ne? Evlerde, sokaklarda yani ışık kullandığımız her yerde ışıkların yanlış kullanılması sonucu ortaya çıkar. Günümüzde de bu kirlilik daha da artmış bir şekilde devam etmektedir. Özellikle hayvanlar (göçmen kuşlar, karetta karettalar) bu kirlilikten olumsuz etkilenmektedir. İnsan sağlığındaki olumsuz etkileri sayılamayacak kadar çoktur. Bu kirlilikle boşuna enerji kaybı da olmaktadır. Dünyayı azıcık seviyorsak, bu kirlilikten korunmak için çevremizi ve dünyayı bilinçlendirelim. Çevremizi ve hayvanları yok olmaktan kurtaralım. Defne ÇOLAK 4B İNSANLAR BİRBİRLERİNİN AKLINI OKUSAYDI İnsanlar birbirlerinin aklını okuyabilselerdi, bence hayat çok sıkıcı olurdu. Bir sürpriz hazırlıyorsan sürprizi anlarlardı. Sürprizin hiçbir anlamı kalmazdı. Sırrı olanların sırrı herkes tarafından bilinirdi. Annemize bir şey söylemek istemiyorsak bizim aklımızı okuyup bize kızardı. Aslında herkes akıl okumayı çok ister. Özellikle öğrenciler “Öğretmenimizin aklını okusak ne güzel olur.” der. Bu durumun kötü yanları da var. Özel bir şeyin ortaya çıkması sizi de utandırmaz mı? Bir sürprizi yapmak isterken sürpriz sürprizlikten çıkardı. Ben böyle bir dünyada yaşamak istemezdim. Söyleyeceklerimin hemen bilinmesi, izlenilecek bir filmin sonunun izlemeden anlaşılması çok rahatsız edici olurdu. Kimsenin içinde merak oluşmaz ve yeni şeyler öğrenemezdik. Ben böyle bir dünyada yaşamak istemem. Herkes eskisi gibi kalsın. Irmak AYTUN 4B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları HUZUR VERİCİ ORMAN İşte bu orman, huzur veriyor, rahatlatıyor insanı. Yaşlı ağaçların kuru yaprakları hışırdıyor. Binlerce kuş hep bir ağızdan güzel şarkılar söylüyor. Sarı kıvırcık saçlı adamın çaldığı keman, parlak güneş ışığını yansıtıyor. Masmavi dere, şırıl şırıl akıyor. O büyük ülkede yaşayan insanlar, huzur verici yemyeşil doğayı koruyor, zarar vermiyorlar. Dağ kulübesinde yaşayan sevgi dolu insanlar; ağaçları seviyor, köpekleri ile oynuyor, masmavi derede yüzüyorlar. Ama bir gün eli testereli adamlar buraya gelip, burayı da yok edecekler. Düşünsün herkes “Bir fidan dikersek bu dünyada ne değişir?” diye. Ben diyorum ki küçük fidanlar BÜYÜK UMUTLAR…. Boran AKDOĞAN 4B 75 ÖRÜMCEK Sen bir örümceksin, Sekiz ayaklı. Uçarsın evimin köşesine, Ağdan yuva yaparsın. Narin ve biraz da yaramaz. Gezersin odamı gizli gizli. Beni görünce kaçarsın. Sen gerçekten, Çok yaramazsın. Aras AVCI 4C SAAT ON İKİ Saat on ikiydi, Dalıma akarsuda doğan bir martı kondu. Kanatları bir rüzgar, Kafası melek gibiydi. Gagasıyla, esen rüzgardan bir gül getirmişti. Bir mektup gibiydi. Mektubu okuduğumda saat on ikiydi. Yapraklarımın arasına, Rüzgar sesleri gibi bir bülbül çıktı karşıma. Boğazında en güzel ezgiler Sesini dinlediğimde, Saat on ikiydi. Atasagun ÇELİK 4C ÇOCUKLAR GİTTİ Çocuklar gitti, Oyunlar yalnız kaldı. Sokaklarda yaprak sesleri vardı. Topum zıplayamadı, Arabalarım yarışamadı. BİR SABAH Merminin tüfekten çıkışı, Beni yatağımdan kaldırdı. Bakışlarım pencereye yöneldi, Bir şey göremedim, her yer dumandı. Kağıtlar bomboş kaldı. Kalemler dans edemedi, Pastalar tabaklarda kaldı. Herkes beklemeye başladı. Çocuklar gitti. Güneş doğmadı. Peki ama ne zaman gelecekler? Bircan CANÇELİK 4C Hemen odama gittim. Savaşsız bir dünya çizdim. İçine hemen girdim. Etrafa baktım bir süre. Hiç büyük yoktu orada. Nedenini hemen buldum. Savaşın nedeni büyükler, Büyükler varsa, savaş var. Arın Taylan KARA 4C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 76 KORKUYORUM Üst sınıfa geçmekten korkuyorum Arkadaşlarımı kaybetmekten, Öğretmenime veda etmekten Korkuyorum! Üzmekten, üzülmekten korkuyorum. Zebralar gibi pijamamı kaybetmekten, Penguen gibi smokinimi unutmaktan, Serçe kuşu gibi yavrumu bulamamaktan Korkuyorum! İşte o anda yalnızlaşıyorum, Her şeyimi, kalbimi bile kaybediyorum. Bundan daha çok korkuyorum. O sırada hırçın bir poyraz geçiyor. Hem de üstümden, Eziyor, acıtıyor canımı Toprağa gömülüyorum, Bir de bakmışım ki kurtarmış biri beni, Ama bulamıyorum onu, Utangaç yüzüyle bana bakıyor. Karşımda yıllar sonra. Yıllar önceki masum koku onu andırıyor. En iyi arkadaşımı bulmuşum yıllar sonra. Bir bakmışım ki, Korkularım hiç açılmamak üzere kilitli deftere kapatılmış. Bir hayal gibi kalmış onlar Arkadaşlık sihri sayesinde. Bengisu ERGENE 4C SAYIN SOKAK SAKİNLERİ! Bu gördüğünüz alet parayla satılmaz. Bütün halka açık bir alettir. Bu alet elektrik direğinde elektrik kaçağı varsa size haber verir ya da elektrik direği sağlam değilse size haber verir. Gördüğünüz gibi aletin yukarısında lamba ve iki tane mikrofon vardır. Lamba geceleri elektrik direğinde bir sorun varsa yanar. İki mikrofon ise bunu anons eder. Biliyoruz ki bazı insanlar sokakta dolaşmayı sever. Biz de bu insanlar için küçük bir alet tasarladık. Bu aleti her yere koyabilirler. Ceplerine, çantalarına ve buna benzer yerlere koyabilirler. Bir de ellerinde taşıyabilirler. Bu aleti sadece evinizde elektrik kaçağı olursa kullanabilirsiniz. Evinizde öyle bir durum olursa hemen yardım düğmesine basın çünkü yardım operasyonu hemen gelecektir. Gördüğünüz üzere aletimizin küçük bir maketi var. Bu maket aletimiz gibi çalışmaktadır. Sizin hayatınız ne kadar önemliyse doğanın temizliği de o kadar önemlidir. İnsanlar çöpleri hep yere atıyor bunun yerine geri dönüşüm kutularına atabilirler. Bizim aletimizde de bu saydığımız şeylerden ziyade yuvarlak bir şey var buraya atık malzemeleri atıyorsunuz ve aletimiz onu işlemlerden geçirerek kullanışlı bir cisim haline getiriyor. Bu konulara özen gösterirseniz bizi çok mutlu etmiş olursunuz. Elektrik ve çevre konusunda bizi dinlediğiniz için TEŞEKKÜRLER! Azra SARI 4C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları YILDIZLAR Gece olunca yukarı bakın. Işıl ışıl gökyüzü. Minik olsalar da, İşleri büyük. Gökyüzünün fenerleri onlar. Eğlenceli ve yaramaz. Yıldızlar benim parlak arkadaşlarım. Efe Emre ERAY 4C 77 KARAHİNDİBA‘YA NE OLDU? Yeşil örtülerle kaplanmış bir ormanda küçük bir Karahindiba yaşarmış. Bir gün bu yeşil örtülü orman, fabrikaların olduğu bir alana dönüştürülmüş. Artık yeşilden eser kalmayan ormanda bir tek Karahindiba bitkisi kalmış. Çevreci insanlar Karahindiba’nın ve ormanın bu duruma gelmesini önlemek için çok düşünmüşler ancak bir çözüm yolu bir türlü bulamıyorlarmış ki tam bu sırada çevreci insanlardan bir tanesi “ -Buldum buldum, bir fikrim var!” diye bağırmış. Herkes onun bulduğu bu fikri çok merak etmiş. Çevreci insan: -Karahindiba‘ı korumak için cam bir kafes yapabiliriz, demiş. Bu fikri herkes çok beğenmiş ve çalışmalara başlamışlar. Ancak bencil, görgüsüz ve hayatta hiç mutlu olamayan bir adam gelip Karahindiba’yı dalından koparmış. Sonra da bu yetmezmiş gibi Karahindiba’nın bütün tüylerini kopartıp atmış. Neye uğradığını anlayamayan Karahindiba uzun bir süre rüzgârda oradan oraya savrulup durmuş. Artık gözlerini kapatmış öylece oradan oraya umutsuzca savruluyormuş. İşte tam da bu sırada birden gözlerini açmış ve yaşadığı şehirden bambaşka bir yerde bulmuş kendisini. Gözlerine inanamamış. Çünkü burası yemyeşil ağaçlar, çiçekler ve böceklerle doluymuş. Karahindiba uzun zamandır bu kadar güzel bir doğayı görmediği için bütün bitkilere, böceklere sevgi ile sarılmış. O kadar mutluymuş ki kopmuş olan bütün tüylerini bile unutmuş. Birden çok yoksul, engelli olmasına rağmen çok mutlu bir insan gelmiş. Başlamış Karahindiba’yı incelemeye. Bu insan Karahindiba’yı kendisine çok yakın hissetmiş. Çünkü her ikisinin de hayatında engeller varmış. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Bu duyarlı insan Karahindiba’yı almış ona bakmış, onunla ilgilenmiş, en önemlisi de ona sevgisini vermiş. Çevresindeki bütün tanıdıkları “Bu bitki artık ölmüş, baksana bütün tüyleri de dökülmüş, bu artık yaşamaz.” demesine rağmen o kimseye aldırış etmemiş. Karahindiba yapılan bunca iyilik karşısında duyarsız kalmamış, bir gün gelmiş ve Karahindiba’yı iyileşmeye başlamış. Çevreci insan bu durumu görünce mutluluktan havalara uçmuş ve Karahindiba’yı toprağa ekmiş. Fakat engelli adam güneşli bir günde can vermiş. Ama Karahindiba engelli adamın ruhuyla toprakta uzun yıllar yeşermeye ve yaşamayı çoğaltmaya devam etmiş. Çınar CAN 4C 78 BEYAZA SAKLANMIŞ SEVİNÇ Güvercinler zeytin dallarının altında, Bulutlar kömürle oynamış, kapkara. Sevinç güvercine saklanmış. Kara bulutlar beyazı aramış. Ama bulamamış. Çünkü iyilik beyazı saklamış. Bu oyunda beyazlar kazanmış. Destan ÇAKAR 4C SONBAHARIN NİNNİSİ Sonbaharın son gecesinin ninnisi Yapraklar yerde turuncu bir örtü, Rüzgarın sesi annemin ninnisi, Yağan yağmurun habercisi, Kara bulutların hışırtısı. Geç kalan ağustos böceklerinin yemek arayışı, Şehir sokaklarında yalın ayak kibritçi kızların ağlaması, Sonbaharın son gecesinin ninnisi, Genç müzisyenin yağmurda çalması. Saat 12’de son nefesini veren Bay Nincıl. Ay, yıldızlar bu havada o gülümsemeleri ile Belli etmeseler de bizi, herkesi izliyorlar. Sonbaharın son gecesinin ninnisi çok karmaşık. Ece AYTAN 4C HAYAL DÜNYASI Dünyadan farklı bir yer orası, Her düşündüğün gerçek. Üzüntü ölmüş burada, Mutluluk çoğalmış. Dünyada çölü yaşıyorsun, Burada her yer yağmur ormanı. İki gezegen arası, Burası Hayal Dünyası. Dilem UÇAR 4C KAPI Her evin anahtarı, Demirden bazısı, Bazısı tahtadan. Kapılar bizim sırlarımız. KOLTUK Evimizin başköşesinde, Yumuşak, renkli, Biraz da gösterişli. Dinlendirir bizi. Kalabalık gösterir evimizi. Efe Mert YÜREKLİ 4C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 79 FISILTI KUTUM Bir kutum var, İçinde mutluluk Açıyorum, bakıyorum Yüzüme atlıyor mutluluk. Bir kurbağa gibi zıplıyor, Gözlerinden alevler fışkırıyor. O beni kovalıyor ben onu, Dönüp duruyoruz mutluluğun içinde. Olsun sonuçta birlikteyiz. Arkadaşız, yan yanayız. İşte gerisi boş bir kutu, Sadece atların çayırlarda koşuşu, Birlikte olmamız, Benim için yeter, Fısıltı kutum, arkadaşım. Yasmin OSMANAĞAOĞLU 4C ÇOCUKLAR Anne çantam nerede? Anne acıktım. Anne anne anne ! Gereksiz yere yorarlar anneleri. Her şeyi bilirler Yine de üzerler anneleri. Dağıtırlar bütün evi. Sonra da kaçar giderler dürbünleriyle. Ama eve dönünce offf pofff olur işleri. Yemeğe gelince sıra ıyy mıyyy ! Elif KİSİN 4C BARIŞ DÜŞÜ Dostlukla doludizgin, Barışa gideriz biz, Gücümüz sevgimizdir, Silah yüreklerimiz, BARIŞ O eski günlerdeki, Çocuklar oyun oynasın. Artık bitsin bu savaşlar. Çocuklar gezegenlerle yaşasın. Oğulcan APAKİ 4C Sevgi sınır taşımaz, Dostluk dağları aşar, Barışa engel olmaz, Enlemler ve boylamlar, Hep bir olsun sesimiz, Amacımız sevgi oluşturmak, Dünya bilmeli barış, Barışla gerçekleşir… Melis Nehir TİTİZ 4C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 80 GİTARIM BENİM Gitarım benim Tellerin çiçek açar. Çalarım seninle, Tüm ezgilerimi. Tellerin sarmaşıktan, Göbeğin delikli notalardan, Altında iki denizyıldızı var. Birinin dikeni mavi birinin kırmızı Tanıdım seni artık Benim güzel gitarım. Mert KAYA 4C ŞAKACI MUTLULUK Kelebek gibi uçmak istiyorum. Kaybolmak istiyorum mutluluk tarlasında. Mutluluğu büyütmek istiyorum, Bir bebek gibi. Haber geldi. Dediler ki mutluluk hasta, İnsanlar yasta. Meğer bizim şakacı mutluluk, Güneşe saklanmış. Çocukları kandırmış. Nisanur KARATAŞ 4C KORKMA KÜÇÜK Korkma küçük çocuk! Ağlama lütfen, Annen gitmez, Seni terk etmez. Güneş gider dağların ardına. Ay Dede gider sabah olunca. Ama annen gitmez. Mikail İNANGİL 4C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 81 BİR GÖÇMENİN KALEMİNDEN Hatırlıyorum. Silah seslerini hatırlıyorum. Ben daha sadece 7 yaşında bir çocuk iken gözümün önünde ölen insanları. Onları tanımasam bile içimden uçup giden o parçayı. Sevenlerinin gözyaşlarını. Kendi gözyaşlarımı hatırlıyorum. Bunun için yaşıyorum. Dünya'ya adaleti getirmek için. Doğduktan sonraki 7 yılımı Suriye de geçirdim. Ta-ki iç savaş başlayana kadar. Annem babam ve ben kaçma kararı aldık ama ağabeyim kalmak istedi, savaşta, ülkesi için çabalamak istedi. Zaten bunu gerçekleştirmek için evimizin kapısından çıkıp o sonsuz boşluğa ilerledikten sonra ondan haber alamadık. Yaklaşık 1 hafta sonra sabah saat 5 gibi alacakaranlıkta evden çıktık ve sanki hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken bir yolculuğa koyulduk. Her silah sesi ile içimdeki korku ve endişe daha da büyüyordu. Hatay'dan Türkiye sınırları içerisine girdiğimiz zaman içimi bir rahatlık kaplamış fakat ağabeyimden haber alamadığımız için bir süre o hüznün biteceğini düşünmüyordum. Hatay'dan Mersin'e geçtik ve ortama alışmaya çalıştık. Yollarda, kaldırımlar da geçiniyorduk ama en azından silah sesleri yoktu ya o bize yeterdi. Sokakta yürüyen insanlardan dilenerek geçiniyorduk. Tam 4 yılımız sokaklarda dilenerek geçti. Sonunda Avrupa'ya temelli göç etmeye karar verdik. Bot ile denizden gidecektik. Her şeyimiz hazırdı. Bir gece, saat 12 gibi botu şişirdik ve bot ile denize atladık. Almanya'ya yerleşecek ve güzel bir hayat geçirecektik. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Ege'den Avrupa'ya geçerken büyük dalgalar çıktı. Botumuz devrildi. En az yarım saat kadar bot ve dalgalar ile cebelleştik ama o ana dair en net hatırladığım şey gecenin karanlığında, denizin içinde kaybolan nur yüzlü annemdi, bana hayat veren kadındı. Babamla benim gözyaşlarımız ve hıçkırıklarımız bir türlü bitmek bilmemişti. Avrupa sınırları içerisine girdiğimiz zaman, ağlamaktan şişmiş gözler ve sinir bozucu bir sessizlik vardı... Almanya'ya yerleşeli tam bir yıl olmuştu. Zamanın kısaldığı gibi babamın da ömrü kısalıyordu. Çok hastaydı. Nefes alış verişleri gün geçtikçe kısalıyor, benim kalbimdeki çatlak daha da büyüyordu. Doktorlar en fazla 1 yılı olduğunu söylediğinden beri kalbim buruktu. Babam ile çok küçük bir evde yaşıyorduk. Buradaki, bizler gibi, tanıdığımız insanlar bizleri çok seviyor, biz de onları çok seviyorduk. Onlar babam için ellerinden gelen her şeyi yaparak bizleri çok mutlu ediyorlardı. Fakat bu, babamın ömrünü uzatmıyordu. Çok korkuyordum. Babamın da gitmesinden, tek başıma kalmaktan çok korkuyor, kendimi yiyip bitiriyordum. Ama o da gidecekti bunu biliyordum. Günler, haftalar, aylar geçmiş, doktorların belirledikleri tarihe sadece bir ay kalmıştı. Gözümden bir damla yaş düştü, sonra aklıma ağabeyim geldi. Neredeydi acaba? Yaşıyor muydu? Mutlu muydu? Bizi merak etmiyor muydu? "Baba, sence ağabeyim yaşıyor mudur?" "O gerçekten güçlü bir çocuktu. İnan bana hala capcanlı duruyordur o." "Nasıl bu kadar eminsin?" "Ben onun babasıyım, onu çok iyi tanıyorum" Bir ayı kalmıştı ve ben onu Allah'a teslim ederken mutlu olmasını istiyordum, bu yüzden hemen konuyu değiştirdim. 82 "Eee, büyük kaptan sana ne yapayım? Yumurta olur mu?" "Olur kızım" "O zaman bir haşlanmış yumurta geliyor" Bir ay sonra... Güneş gözüme vurarak kaldırdı beni o sabah. Hemen babamın odasına geçtim. "Hadi kalk büyük kaptan yeni bir güne daha hazır mısın?" Ama o bana cevap vermemişti. Gözümden bir damla yaş düştü. Ben yalnız mı bırakacaktı? "Kaptan şakanın sırası değil. Kalk lütfen. Yalnız bırakma beni, tek mi kalacağım ben. Böyle mi gidecektin? Senin hikayen böyle mi bitecekti? Benim hikayem sensiz mi kalacaktı?" Hayır! Hayır! O da gitmişti. Ve ben artık tek başıma kalmıştım. Hiç kimsem kalmamıştı. Beni koruyacak kimse yoktu. Sadece 14 yaşında bir kızdım, savunmasız ve çok küçüktüm. Kendimi koruyamazdım. Beni sarıp, kollayıp, kendimi güvende hissedeceğim kimse kalmamıştı. En azından gülümsememi sağlayacak kimse kalmamıştı... Hemen komşularımın yanına gittim ve yardım istedim. Babamı dışarı çıkardık. Üç gün sonra küçük bir cenaze eşliğinde babamı defnettik. Evde tek başıma kalmam güvenli olmadığı için komşularım bana evlerini açtılar. Günler sessiz geçiyordu, kuru bir kahvaltı için ekmek almaya giderken takım elbiseli bir adam ile tanıştım. Bana okula gidip gitmediğimi sordu. Okula gitmediğimi öğrenince beni okula gönderebileceğini söyledi ben de kabul ettim. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Hayatımı eğitimime adamaya karar verdim. Avukat olup Dünya'ya adaleti getirmek istemiştim hep çünkü benim başıma gelen her şey dünya'da adaletin olmamasından kaynaklanmıştı. Senelerce çalıştım, yüksek öğrenimimi Almanya'nın en iyi üniversitesi olan Münih Üniversitesi'nde okudum ve bir avukat oldum. Avukatı olduğum arkadaşımın duruşmasında haklı tarafın kazanmasını sağladım. Ben Raika, hayatımın son anına kadar adaletin yerini bulması için çabalayacağıma yemin ediyorum. Albina ERKUT 5C 83 HAYALLERİMDİR ÖYKÜM Ocak ayı için sıcak sayılabilecek güneşli bir gündü. Burak odasının penceresinden dışarı bakıyor ve her zamanki gibi hayaller kuruyordu. Oysa yapılması gereken tonlarca ödevi, çözülmeyi bekleyen test soruları ve bir de haftaya yapılacak yarışma için yazılması gereken şu öykü vardı. Bunların hepsini oturduğu yerden hiç kalkmadan sadece hayal kurarak yapıp bitirebilseydi ne güzel olurdu. Düşünmek hem çok kolay hem de zevkliydi. Kağıtların arasında saatlerce mecbur olduğunu bildiği ve aslında hiç ilgisini çekmeyen konularda ödev yapmakta neyin nesiydi? Burak yaşıtlarına göre oldukça uzun boylu ve iri yapılı, on yaşında bir çocuktu. Vücut yapısının tersine duygusal olarak sanki beş yaşında bir çocuk gibiydi. Oynamayı sevdiği oyuncaklar, kurduğu hayaller anasınıfından beri hiç değişmemişti. Yaşıtları gibi bilgisayar oyunları, oyun konsolları hiç ilgisini çekmezdi. En kıymetli şey Legolarıydı onun için. Çünkü kurduğu hayalleri Legolarıyla hayata geçirir, onlara yaşatırdı. Yüzlerce değişik Legosu vardı. Kimiyle çiftlik evleri kurar ve hayvanları birbiriyle konuşturur kimiyle de modern şehirler kurar uçan arabalar, yemek ve ev işleri yapan robotlar tasarlardı. Kendisini bazen bir çiftçi bazen de uzay çağında yaşayan bir mucit bilim adamı olarak hayal eder ve o oyuncaklardan birinin yerine geçen saatlerce fısıltıyla konuşur dururdu. Elbette oyuncaklarına olan bu bağımlılığı evde bazen sorun çıkarıyordu çünkü oyuncaklara ayırdığı zamanın çok daha azını bile ders çalışmaya ayırmıyordu. Annesi onu her hafta uyarır hatta oyuncakların hepsini çöpe atmakla tehdit ederdi. Buna karşılık Burak bir süre planlı ve düzenli çalışır ya da çalışır gibi görünür sonra her şey eski haline © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları dönerdi. Burak günün büyük bölümünü zaten okulda geçirip eve geldikten sonra da neden ders çalışması gerektiğini bir türlü anlamaz, bu kadar çok çalışırsa oyuncakları ile oynayacak yeni hikayeler bulmamaktan korkardı çünkü bu hikayeler bir senaryo gibi oluşturup sonra film çeker gibi oyuncaklara uyarlamak sanıldığı kadar kolay değildi. Bazen o oyuncaklar yıllar süren savaşlar yapar ve barışa ulaşmak için yen bir ülke kurarlardı. Bazen Burak’ın hayallerindeki gibi bir okul olur çılgın mucitler yetiştirir ve mezun ederdi. Pencerenin kenarından halıya oyuncaklarının yanına geçti Burak onlara bugün neden fazla zaman ayıramayacağını anlattı ve ödevlerini yapmak üzere çalışma masasına geçti. Annesi birkaç kez yanına uğradı. Burak’ın bir dilim kek ve bir bardak süt getirdiğinde ve yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormak için… Sabırla ödevlerini bitiren Burak heyecanla oyuncakların yanına geçti. Öykü yazmadan önce prova edecekti nasılsa kısa bir sürede bu oyunlardan birine bir kağıda geçiriverirdi. Oyunlar yine birbirini kovaladı. Kızılderililer kovboylarla savaştı, uçan arabalar gökyüzündeki istasyonlardan yakıt aldılar ve hayal bu ya yalnızca çöp ile çalışıyor bu arabalar. Bunlardan hangisini öyküsüne konu yapacağını düşünüp oynarken halını üzerinde uyuyup kalmıştı. Annesi onu yatağına taşıdığında anlaşılmaz bir şeyler mırıldandı… Sabah bir heyecanla uyandı. Oyuncakları bıraktığı yerde değil çalışma masanın üzerindeydi, kağıda yazılmış öykünün tam yanında. Nasıl yani uyumadan bu öyküyü yazmış mıydım ben, diye düşünse de fazla zamanı yoktu çantasını topladı ve bir şeyler yiyip okula gitti. Birkaç hafta sonra müdür yardımcısı Burak’ı yanına çağırdığında öğrendiği öyküsünü yarışmada üçüncü olduğunu. İyi de bu öykü kimindi sahiden! Oyuncakların ona yardım ettiğine kim inanırdı ki? Selina ALPAR 6B 84 İKİ KAHRAMAN BİR HAYAT Ela gözlü, turuncu saçlı, çilli bir çocuğun hikâyesi bu. Anne ve babası yaşlı oldukları için o ve ağabeyleri çalışıyor. Bu çocuk araba tamircisinde çalışıyor. Her gün tüm vaktini o asık suratlı ustasıyla geçirdiği için de okuyamıyor. Çocuk da anne ve babasının ölüm döşeğinde olduklarına ve okuyamadığına çok üzülüyor. Bir de onun paragöz ustası çocuğu her gün azarlıyor ve şiddet uyguluyor bu nedenle kusursuz davranmaya çalışsa da ustası her şeye bir bahane buluyor. Bir gün çöp konteynırından çıkan bir gözü olmayan, muz kabuklarıyla kaplı bir ayı onun o asık suratını değiştiriyor. Onu görünce muz kabuklarını silkeleyip hemen tek odalı evine doğru koşup annesine: “Anne, anne bak ne buldum bunu temizler misin?” diye sordu. Annesi titrek sesiyle “Tamam oğlum” der çocuğun gözündeki heyecana bakarak. Annesi ayının gözü için düğme arar ama bulamaz sonra da ceketinden bir düğme koparır ve onu diker. Çocuk işten dönünce annesi ayıyı temiz bir şekilde verir. Çocuğun gözleri dolar ve annesine sarılır. Akşam onunla birlikte yatağa girer. Ayıcığına sımsıkı sarılır ve ardından uykuya dalar. Rüyasında okumayı ve yazmayı öğrendiğini ve kütüphanede kitap okuduğunu görür. Sabah kalkar ve ağabeylerine “ Okuma yazma biliyor musunuz?” diye sordu cevabını biliyor olsa bile. Her zamanki gibi” Hayır” yanıtını alır. Hemen ardından işine gider. Yolda ayakkabısını sürterek gittiği için hem ayakkabısının önleri yırtılıyor hem de işine geç kalıyordu. O çocukluğunu bitiren yere varmıştı. Ustasının bakışları hiç iyi değildi ve anlaşıldı. İşte o kulakları rahatsız eden sesiyle “Niye geç kaldın!” diye bağırır ve ardından “ÇAT” sesini duyar duymaz yanağına yanağına vurduğunu anladı. Suratında siyah © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları parmak izleri oluştu. Gözleri doldu. Ardından bir müşteri gelir. Çocuk dikkatini çeker ve sorar: -Ne oldu sana böyle? Çocuk cevap veremez. -Okula gidiyor musun? Çocuk başını öne eğer. Müşteri anlar ki okula gitmiyor. Bu müşteri bir öğretmendir. Çocuğa okuma yazma öğretmeye kara verir. O öğretmen tekrar gelir ve bu sefer elinde defter, kalem ve tahta. Ustasından izin alır zor olsa da. Çocuk çekinse de okuma-yazma öğrenmeyi çok ister. Gün geçtikçe daha iyiye gider. Ardından okuma yazmayı okuma- yazmayı çözdükten sonra okula gönderir ve tüm okuma masraflarını karşılar. Öğretmen evladı gibi bakıyordu ona. Bir kütüphane önerdi ve artık vaktini ustasının yanında değil kitapların yanında geçiriyordu. Sonrasında sadece iyi bir okur değil iyi bir yazar da oldu. Kitaplar sayesinde hayata daha farklı bakıyordu. Tabi bir de ona ilham veren ayısını da asla yanından ayırmadı. Bu çocuğun hayatı sadece o adam sayesinde değil, kitaplar sayesinde de iyi bir yazar oldu. Hala da kitapların kahramanı olduğunu düşünmekte… Şevval Deniz AKDENİZ 6B 85 KAMPÇILAR Şırıl şırıl akan şelalenin sesi, gökkuşağının renkleri bile onları mutlu etmiyordu, artık kaybolduklarına eminlerdi. Sema: -Her hafta gittiğimiz ormana gitmeliydik. Fatih: -Ama her hafta aynı yere gitmek sıkıcı oluyor. Sema: -Sıkıcı olabilir ama o ormandaki yolları biliyorduk. Mert: -Nasıl kaybolduk anlamadım. Bir de baktım ki aynı yerleri dolanıp duruyoruz. Sema: -Evet, kaybolmuş olabiliriz ama hayatımızda ilk kez şelale gördük. Yağan yağmurun altında hiç birimiz mutlu değildik. Hemen ardından çıkan güneş hepimizin yüzünü aydınlattı. Fatih: -Şelaleyi boş ver de nasıl yolumuzu bulabiliriz onu düşünün. Derin bir sessizlik oldu herkes düşünüyordu ama neyi? Sana iki aydır görmediği engelli kardeşini düşünürken gözleri doldu engelli kardeşi bir gün evden çıkmış ve geri gelmemişti, kim bilir başına neler gelmişti. O an Mert’in aklına bir fikir geldi ve Mert: -Kaybolunca kuzeye gidin derler. Çantamda pusula var onu kullanabiliriz. Mert, çantasından pusulayı çıkartır, yürümeye başlarlar ve çok garip bir ses duyarlar. Sema sessiz olun anlamına gelen bir işaret yapar. Sesin geldiği yere doğru gider ve kardeşini görür. Kardeşini görünce sevinç dolu bir çığlık atar. Sema kardeşini kucaklar ve arkadaşlarının yanına döner “Buraya nasıl geldin?” der. Bunu der demez kardeşi Sema’nın kucağından atlar ve koşmaya başlar ve koşarken de “Bu yoldan” der. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Sema kardeşinin konuştuğunu duyunca bir çığlık daha atar ve kardeşinin peşinden koşmaya başlar. Mert ve Fatih de Sema’nın peşinden giderler bir iki saat koştuktan sonra Semaların evine ulaşırlar. Fatih ve Mert Sema’nın evine çok yakın olan evlerine mutlu bir şekilde giderler. Soner AKÇIL 5C 86 da bana kalmıştı. Babaannem çok yaşlıydı. Okulda ne şartla olursa olsun erkeklere bakmamız yasaktı. Bir gün okula gidemedim ve öğretmenimiz de o gün sınav konularını vermişti. Okula gidememe sebebim bizim köyümüzde yılda bir bütün yaşını almış kadınlar toplanır ekmek yaparlardı ve biz gençler onlara odun getirir ayak işlerine bakardık. Ertesi gün okula geldiğimde notları arkadaşlarımdan alacaktım fakat şu aklıma geldi; sınıfımızda benim dışımda sadece iki kız vardı. Onlar da benim gibi okula gidememişti. Bu notları çok isteme sebebim önceki iki sınava katılamamamdı. Okula zaten geç başlamıştım ve şunu biliyordum ki babam beni okula göndermemekte karalıydı ve bir hata okuluma devam edememe sebebim olurdu. Tek çarem komşumuzun oğlu Ahmet’den notları almaktı. Kendisi bedenen çalışmayı sevmeyen tembel bir insandı ama ders notlarını çok düzenli tutardı. Bunun nedeni ise sanayide işçi olmak yerine işveren olmak ve çok para kazanmak için iyi bir okula gitmek istiyordu. Ondan notları gizlice alacaktım ve öyle yaptım. Ben böyle diye düşünürken bizim sınıftaki bir kız beni Ahmet ile gürmüş ve babama yetiştirmişti. Hayatımın bittiği an babam akşam eve geldiğinde başladı. Çok sarhoştu ve bana bağırmaya başladı. Sopayı aldı ve ayaklarıma vurarak “Bu ayaklarla mı gittin?” diye kendini koruyordu. Ayşe içeriden koşarak geldi. Sanki bile küçük bedeniyle hissetmişti ama babam gözü dönmüş bir halde Ayşe’ye de vurdu. Ayşe hızlı adımlarla babaannemin yanına koştu. Bana yaşattığı eziyet ne kadar sürdü bilmiyorum. O gece o kadar uzundu ki, hiç uyumamıştım. Aklımda tek düşünce vardı “Acaba yarın okula gidebilecek miyim?” Tabi okula da gidemedim. ŞİDDETİN ESİRİ Merhaba, ben Selma. Şiddetin bir kurbanıyım netice itibari ile; o cansız bedenimden yazıyorum. Bu şiddet kurbanı insan, hiç kimsenin bilmediği bilip de olağan geldiği, açmadığı sırrını size anlatacak. Benim iç acıtan hikayem böyle başlıyor: Annemin adı Kamuran babamın adı Nusret. Biz dört kardeşiz; iki kız, iki oğlan. Abilerim o zamanlar 18-19 yaşında, minik kardeşim Ayşe’de yeni doğmuştu, ben ise 5 yaşındaydım. Hayatımda derinden hatırladığım ilk acıyı o zaman yaşadım. Biz Şanlıurfadaki Akbilek köyünde yaşıyorduk. Babam alkole ve kumara bağımlı bir insandı, annem ise ben doğduğumdan beş yıl sonra Ayşe’nin doğumunda ölmüştü. Bizi babaannem büyütmüştü. Babam hiç eve gelmiyordu. Kısaca zorunluluktan babaannemle kalıyorduk. Ben ve Ayşe çok küçüktük. Ben annemi görmüştüm ama hatırlamıyordum ama Ayşe annemi hiç görmemişti. Ben dokuz yaşında, dördüncü sınıf öğrencisiydim, o zamanlar kardeşim Ayşe de dört yaşına yeni basmıştı. Abilerim ise hiç okumadı. Yedi yaşından itibaren sanayide çalışmaya başlamışlardı. Biz okula Ayşe ile beraber giderdik. Eğer kardeşimi de yanımda götürmezsem okula gidemezdim. O yaşta hem anne hem de öğrenci olmak zorunda kaldım. Şartlar sadece bu değildi. Okuldan sonra ev işleri ve yemek yapımı © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 87 Babam beni bir gün karşısına aldı ve dedi ki “Yarın Ahmet ile evleniyorsun.”. Tabi yıkıldım ama çaresiz ağlıya ağlıya evlendim. Zamanla Ahmet babam gibi alkole bağımlı oldu ve şiddete başladı. Her akşam artık eve elinde bir şişe ile mayışmış bir halde geliyordu. Bir süre sonra beni dövmeye başladı. Nedenini anlamaya çalışıyordum. Her şeyi eksiksiz yapıyordum ama bir türlü yüzü gülmüyordu, memnun olmuyordu. Bir gün içeride bulaşıkları yıkıyordum. Yine alkol içmişti. Mutfağa girdi ve bütün tabakları üstümde kırmaya başladı. Kırılan camlar kollarıma her yerime battı. Bağırıyordu “Senin yüzünden okula gidemedim ve evlenmek zorunda kaldım” diye. O son tabak kafanda kırıldı ve şu anda yerde kanlar içinde yatıyorum. Ahmet kaçtı ben ise soğuk zeminde her geçen dakika ölüyorum. Benim hayatım böyle bitti. Yeter diyemedim ve buna katlandım. Tek tesellim çilemin sonlanması ve bu acılara katlanacak çocuğumun olmamasıydı. Ülker Şeher EPSİLELİ 5C © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları KEDİM BONCUK Ben hayatımda en çok kedileri sevdim, çünkü onlar çok sevimli, uysal ve yumuşaklar. Kedilere baktığım zaman içimi sıcaklık ve mutluluk kaplıyor. Bir kediye sarıldığım zaman o sıcak duygu ile kendimi evimde hissediyorum. O kadar savunmasızlar ki elimi her kaldırdığımda ürkmeleri ve onlara zarar vereceğimizi sanmaları beni üzüyor. Kısacası ben merhamet duygusunu, insan olmanın önemini bir kediye baktığımda çok daha fazla hissediyorum. Kediler bana yuva olmayı ifade ediyor. Bu duyguyu Boncuk ile tanışınca daha sık hissetmeye başladım. Boncuk sokakta bulduğumuzda yaralı bir kediydi. İlk elimize aldığımızda bizden çok korkuyordu fakat zamanla bana ve aileme alıştı. Evde miskin miskin dolaşmaya başladı. Tüyleri sarı ve beyaz karışımı olan Boncuk’un en sevdiği şey yumakla oynamak ve pembe minderinde bana şımarıklık yapmak olmaya başladı. Eskiden onun eksikliğini bilmezken şimdi o olmadan hayatımızın çok tatsız olacağını düşünüyoruz. Çünkü yaramazlıklarla ve oyunlarla kendini herkese sevdirmeyi başarıyor. Bir insanın bir kedi ile olan bu yakınlığının diğer insanlarla da olamaması ne kadar üzücü bir durum. Oysa bana göre herkes birbirini çok sevmeli ve bir kedi kadar birbirine dost olabilmeli. Benim canım acıdığında Boncuk yüzünü asıyor ve ağlamaklı sesler çıkarıyor. Keşke tüm insanlar da hayvanlar kadar duyarlı ve sevecen olabilse. O zaman dünya daha yaşanılacak bir yer olabilir ve hepimiz çok mutlu yaşabiliriz. Yağmur TAYAR 5B 88 BENİM GÖZÜMDEN GÖKKUŞAĞI Benim için gökkuşağı Tabiat ananın bizi hatırlamasıdır. Tabiat Ana bizlerin yağmurdan sıkıldığını düşünerek gökkuşağını oluşturur. Yağmur damlaları bildiğiniz gibi önceden deniz suyudur. O denize giren çocukların girdiği sulardan yükselir gökkuşağı. Gökkuşağı yay biçimindedir çünkü zeki çocuklar gökkuşağına salıncak kurabilirler. Her yedi renk bir şeyi temsil eder. Altı ya da sekiz renk yok çünkü yedi sayısı çocukların hayal güçlerinin biteceği yaştır. Yedi yaşını bitiren çocukların hayal güçleri zedelenir. Herkesin bakış açısı farklıdır bu yüzden aynı gökkuşağını göremezler. Kimisi onu düş havuzu olarak görür kimisi de köprü… Gökkuşağının altından geçen şimdilik yok ama tek bildiğim şey hikayenin birinde adam gökkuşağını geçmiştir ve Tabiat Ana’yı görmüştür. Tabiat Ana ise zamanını böyle gereksiz harcayacağına yani gökkuşağını geçmek yerine ağaç dikseydin, diyerek adamı toprak parçasına dönüştürmüştür. Benim gözümde gökkuşağı böyle, sizin gözünüzde nasıl? Polen DOĞAN 5C GÖKYÜZÜNÜN ASKERLERİ Kafanı kaldırıp bakınca göklere Aklına gelir bin bir hikâye. Bulutlardır hayallerin askerleri Gökyüzünün tatlı süsleri. Küçücük bir çocuğun aklında Bulutlar bir dondurma. Yetişkinler çok yorgun Yastık da olur onlara. Emine TAŞKIRAN Bade KOLUKIRKOĞLU 6A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 89 MUCİZE Esin adında bir çocuk vardı. Deniz mavisi gözleri, kahverengi saçları vardı. Hayatı bir kutuda geçerdi. Yaşadığı kutuda... Ailesi onu küçük yaşlarda küçük bir mahalleye bırakmıştı. Eskiden küçük evleri olan minicik bir sokaktayken, başkaları yemek verirdi. Mahallenin muhtarı onu çok severdi. Kısacası mutluydu. Orada mutlu bir şekilde hayatını sürdürürdü. Fakat şubat ayının başlarında muhtar araba kazası geçirdi ve o günden sonra Esin onu bir daha görmedi. Esin adını ona mahalledeki çocuklar vermişti. Bu adı seviyordu. Kendisini daha güçlü hissederdi. Yeni gelen muhtar acımasızdı. ‘Esin gibi biri mahallemizde olamaz!’ dediği gibi onu oradan atması bir olmuştu. Başta mahalledekilerin bundan haberi yoktu. Haberi öğrendiklerindeyse artık çok geç olmuştu. Yeni hayatına Esin alışmıştı. Nefret ettiği hayatına. Beton yerde,yırtık şorttan ve ona bol gelen çöpte bulduğu lekeli gömlekten başka hiçbir şeyi yoktu. Her sabah kedilerle aynı yerden beslenirdi. Yani çöpten. Sabah erken saatlerde uyanır, çöpü karıştırır daha sonra büyük bir hamburger lokantasının arkasındaki çöplüğü karıştırırdı. Genellikle gazeteye sarılmış birkaç et parçası olurdu. Bunu kedilere koyarlardı. Yaşadığı mahalledeki insanlar onu hiç sevmezdi. O da insanları sevmezdi. Hayatının her saniyesi mutsuz geçerdi. Hayal kurmazdı, kuramazdı. Kendisine kızardı. İnsanlar onun farklı olmasından hoşlanmadığı için onu sevmezdi. Yanından geçtiklerinde ona garip garip bakışlar atarlardı. Pazar sabaları insanlar etrafta pek fazla olmazdı. Esin rastgele bulduğu çöpün içine tırmandı ve çöpü karıştırdı. Eline muz kabuğu atığı, pembe bir renkte sakız, kalpli bir tokadan başka bir şey gelmedi. Tam çöpten çıkacakken ayağına , tahta bir zemin değdi. Elini uzattı ve © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları tahta şeyi aldı. Üstünde büyük harfler vardı. Eski mahallesindeki çocuklar ve emekli teyzeler ona okumayı öğretmişti. Fakat bu yazıyı okuyamadı. Dokunduğu tahta ona tanıdık gelmişti. Sanki önceden buna benzer bir cisim ellemişti. Tam o sırada hatırladı. Kitaptı bu! Dokunduğu ellediği şey kitaptı! Hızlı adımlarla kutusuna geri döndü. Kitabı eline aldı. Başladı ilk sayfasını okumaya. Üstünde ‘Bulutlardaki Hayat’ yazılıydı. Başladı okumaya. Kitap hoşuna gitmeye başladı. Daha önceden hiç böyle şeylerle ilgilenmezdi. Her gün biraz okumaya başladı. Kitap hayallerinin peşinden koştuğu için başarıya kavuşan bir çocuk ile ilgiliydi. Esin hayal kurmaya başladı. Her gün kendisini biraz biraz sevmeye, mutlu olmaya başladı. Çevresindekilerle kendisini eşit gördü. Bu nedenle daha cesaretli ve merhametliydi. Çevresindekilerde onu sevmeye başladı. Hayal kurudukça hayata karşı, daha da barışçıl oluyordu. Kitabı bitirdiğinde artık mutluydu. Bu değişimini gören mahalleliler onu her gün daha çok sevmeye başladı. Bunların aralarında bir karı koca da vardı. Onu çok sevmişlerdi. Onu evlat edinmeye karar verdiler. Esin bir odaya, oyuncaklara, yeni kıyafetlere ve bir aileye sahip oldu. Hayalleri gerçekleşmişti. Günden güne daha da mutlu olmaya başlamışlardı. Esin okula gidebildi, eski mahalledeki arkadaşlarını ziyaret edebildi. Ersin başarılı olmuştu ve arkadaş çevresi çoktu. Kitap okumaya ve hayal kurmaya devam etti. Her gün kitap okudu, derslerine çalıştı ve mutlu oldu... Rebeka KIDEYŞ 5B 90 VER ELİNİ GÜNEŞE Aylar öncesinden hazırlandığımız gün sonunda gelmişti. Bu gece diğer gecelerden çok daha farklıydı benim için. Daha önceden de birçok heyecanın ele geçirdiği uykusuz gecelerim olmuştu. Kiminde sabah olmasın, kiminde de bir sabah daha olsun dediğim anlar yaşamıştım. Ama bu gecenin sabahı, eski düşüncelerim için de bir başlangıçtı, bunun farkındaydım. Bütün gece karanlığı ve yıldızları izledim. Yıldızlar bana sabah buluşacağım çocukları hatırlattı. Çünkü o çocuklar karanlığın yıldızlarıydı. Dünyanın ışığı olan o çocuklarımızın tutsak ve dört duvar arasında, birçok suçluyla yaşamasının acizliği içerisinde, dakikaların geçmesini bekliyordum. Güneşin ilk ışıklarıyla birlikte, belki de aklımdan hiç çıkmayacak o olayın ilk adımları için hazırlıklarıma başladım. Arkadaşlarımla toplandık ve aracımıza binerek cezaevine doğru yola koyulduk. Uzun ve yıpratıcı birkaç ay geçirmiştik. Bugüne gelmemiz çok kolay olmamıştı. İzinler, annelerle görüşmeler onların güvenini kazanmak hiç de kolay bir süreç değildi. Amacımız cezaevinde doğup büyümüş 3-6 yaş arası çocukları özgür dünyayla tanıştırmaktı. Onlara bir ışık yakmak, içinde bulundukları hayal kırıklığını, korkularını bir an için unutturmaktı. Bu düşünceler, bütün zorlukların üstesinden gelmemizi sağlıyordu. Yol boyunca bugünün nasıl geçeceğini ve bende nasıl izler bırakacağını düşündüm. Bu karşılaşmanın bir tarafının beni mutlu edeceğini düşünürken, bir yandan da ayrılma anının yaratacağı hüzünle kendimi çaresiz hissedeceğimi biliyordum. Nihayet cezaevinin önüne gelmiştik. Detaylı bir aramadan sonra çocuklarla buluşmuştuk. Çocukları teslim aldıktan sonra; onların gözlerindeki merak, coşku © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları ve heyecan çocukluğumdaki anlara götürmüştü beni. Onların bu mutluluğu, yaptığımız işin güzelliğinin habercisiydi. Hepsine tek tek bakıyordum; ellerine, yüzlerine ve gözlerine… Gözlerimi kapattım hissettirmeden birer öpücük kondurdum yanaklarına ve sıkı sıkı sarıldım minicik bedenlerine ve bir an hayal ettim.’’ Anne ve babalarının günahını yaşamayan, acı çekmeyen, açlıktan ölmeyen, savaşlarda katledilmeyen çocukların gülüştüğü özgür dünyayı… Yolculuğumuzun ilk durağı büyük bir alışveriş merkeziydi. Birçoğu ilk defa geliyordu. Burası yılbaşı konseptiyle süslenmişti. Yıldızlar, karlar; kırmızılar, beyazlar ve Noel Babalar… Çocuklardan Hünkar, hareketli Noel Baba oyuncağını gerçek zannetmiş ve yanına gitmişti. Elini sıkabilir miyim amca? Noel Baba cevap vermeden dans etmeye devam etmişti. Hünkar, cevap alamadığı için çok üzülmüştü ve bana dönerek: Çok saygılı sordum, neden elimi sıkmadı ki? Usulca saçını okşadım ve yanağına bir öpücük kondurdum. Elini tutarak yürümeye devam etim. Bugün yaşayacaklarımın derin izlerinden biri yüreğime ince bir sızı ile yerleşmişti. Anladım ki bugün birçok soruya cevap veremeyecektim. Gözlerimi aşağı yukarı hareket ettirerek, gözlerimdeki nemi dağıtmaya çalışıyordum. Burada yaptığımız alışverişten sonra ,ikinci durağımıza doğru arabaya binme vakti gelmişti. Aracımıza doğru ilerlerken, çocuklar bir taraftan üzülüyor, bir taraftan da yeni bir yere gitmenin heyecanı ve mutluluğunu yaşıyorlardı. İkinci durağımız akvaryumdu. Çocuklar ilgi ve merakla balıkları seyrediyor, bir balıklara bir de bize bakıyorlardı. Biz de birbirimize bakarak gözlerimizle anlaşmaya çalışıyorduk. İçlerinden Güneş: 91 Ben ilk defa bu balıktan gördüm. Çocukların söyledikleri sözlere verecek cevabımız olmamasının çaresizliği içerisindeydim. Saçlarını okşayıp bir öpücük kondurmaktan başka bir şey gelmiyordu elimden. Çocuklar her araca bindiklerinde yeni sürprizlerle karşılaşmanın heyecanı içindelerdi. Derken lunaparka gelmiştik. Hep beraber arabadan indik. Gökçe ile göz göze geldik. Önce bana sonra bu ışıltılı oyuncak dünyasına baktı. Ben de gözlerimi kırparak içinden nasıl geliyorsa öyle davran demeye çalıştım. Sanki benden onay bekler gibi bir hali vardı. Belli ki izinsiz hareket etmemenin tutsaklığı içindeydiler. Hayat hiç onlara sormadan almıştı çocuk olmanın şımarıklığını… Hepsini istedikleri oyuncaklara teker teker bindirmiştim. Onlar o ışıltılı diyarda koşturup, dururken ben de onların gözlerindeki gerçek mutluluğu içime kadar solumaya çalışıyordum. Öyle ki mutluluk bütün hücrelerime kadar sinmeliydi. Ne zaman değersiz, anlamsız, küçük şeylerden mutsuz olma gafletine düşersem, beni bu gaflet uykusundan uyandırsın diye… Her ayrılık, onların gözlerini arkada bırakıyordu. Yaşayamadıkları çocukluklarını bir güne sığdırmaya çalışıyorduk. Onlar da bunun farkındalardı ve bu yüzden gözleri çocukluklarında kalıyordu. Çünkü hep onlara sorulmadan oluşan zamanların başlangıç ve bitişini yaşamışlardı. Artık son kez, aracımıza binmenin zamanı gelmişti. Barış: şimdi nereye gidiyoruz, yeni bir sürpriz mi? diye sordu bana. ‘Hayır’ artık geri dönüyoruz, demem gerekiyordu ama diyemiyordum. Zor olsa da başımı öne eğerek ‘geri dönüyoruz’ dedim. Barışın gözlerindeki yaş bütün vücudumu ıslatmıştı, birden üşüdüğümü hissettim. ‘Hayır, beni oraya götürmeyin’ cevabıyla etrafı derin bir sessizlik © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları kaplamıştı… bu sözler ruhumda derin bir deprem yaratmış, sarsmıştı. Başladığımız noktaya gelmiştik. Hepsini teker teker öperek içimde tarif edilemez bir hüzün yaşadım. Onlar da bize el sallarken ‘bir daha gelin’ diyen gözleri beni bir ateş çemberine almıştı. Attığım her adım bu çocukların çaresizliğini bir kez daha hatırlatmıştı bana. Onlar için özgürlük neydi? Anneleriyle birlikte tutsak yaşamak mı yoksa dışarıda annesiz bir dünya mı? Anladım ki bu çocukların dışarısı da içerisi de esaretti. Benim için de çocukların tutsak olduğu bir dünya artık özgür değildi. Yiğit Kaan KAHRAMAN 7B 92 BABAMIN HİKAYELERİ Küçüklüğümden beri hayvanlarla ilgilenmekten çok hoşlanırım. Bebekken, daha yeni yürümeye başladığımda yavru köpeklerin peşinden koşarak onlarla oynamak isterdim. Kreş ve anaokulu zamanında okulda çeşitli hayvanların bulunduğu küçük bir hayvanat bahçesi vardı. Sık sık hayvanat bahçesine giderdik, hayvanları beslerdik. Geceleri uyumadan önce babama içinde hayvanlar olan hikayeler anlattırırdım. Babam anlatırken tüm hayvanlar sıralanmaya başlardı yatağımın başucunda. Sonra Karakulak’ın “hav hav” sesi gelirdi ve hepsi kaybolur giderdi. Babam Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra genç bir pratisyen hekim olarak Tokat ilinin bir köyünde çalışmaya başlamış. Köy bir dağın eteğinde bulunuyormuş. Dağda çok çeşitli ağaçlardan oluşan bir orman varmış. Köye gittiğinde Sağlık Ocağı’nın bahçesindeki lojmana yerleşmiş. Lojmanın bahçesinde meyve ağaçları ve çam ağaçları bulunuyormuş. Ayrıca bahçede küçük bir süs havuzu da varmış. Sağlık Ocağı’nın hemen yanında koyun ağılları bulunuyormuş.. Buradaki koyunları korumak için Sivas Kangal Çoban köpekleri varmış. Bu köpekler daha önce Sağlık Ocağı çalışanları tarafından beslendiğinden sık sık bahçeye gelip giderlermiş. Babam ilk olarak bu köpeklerden bir tanesini görünce çok korkmuş. Köpek çok iri yarı olup ve boynunda çengelli kocaman bir tasması varmış. Sağlık Ocağı’nın hizmetlisi “Doktor bey köpeklerden korkma! Hayvanları beslersen onlar da sana sahip çıkar.”demiş. Bunun üzerine babam 4 tane olan çoban köpeklerini beslemeye karar vermiş. Hayvanlara kulak şekli ve rengine göre kafadan isimler vermiş. En korkunç görünümlü olana “Karakulak” adını vermiş. Her gün köpekler aynı saatte lojmanın önüne gelirlermiş. Babam akşamları köpeklere ekmek ve diğer yemeklerden verirmiş. Bir süre sonra köpekler babama çok alışmışlar. Karakulak her gece saat 21.00’de babamın kaldığı yere gelip iki kere © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları havlarmış. Işık açık olup pencereden bakınca evde olduğu anlayıp ayrılırmış. Babam evde yoksa gelene kadar Karakulak kapıda beklermiş. Bazı geceler acil hastalar için çağırıldığında bu köpekler uzaktan babamı takip edip tekrar eve getirirlermiş. Bir gün köydeki lojmanda babamın yattığı yere hırsız girmeye çalışmış. Karakulak hırsızın peşinden koşarak korkutup kaçmasını sağlamış. Yine bir gün kışın karlı bir havada babam sabah uyandığında lojmanın önünde kan izleri görmüş. “Acaba gece kanamalı bir hasta geldi de ben mi duymadım” diyerek düşünmüş. Sonra Sağlık Ocağı personelinden geceleri birbiriyle ve av köpekleriyle boğuşan çoban köpeklerinin uğraması sonucunda o kan izlerinin olduğunu öğrenmiş. Kış mevsimi geçtikten sonra bir gün koyun ağıllarının sahibi Sağlık Ocağı’na, doktor olan babama ziyarete gitmiş. Çok üzgün olan köylü avcıların kendi köpeklerini zehirlediğini söylemiş. Karakulak hayatını kaybetmiş. Diğer bir köpeğin can çekiştiğini ve onun da ölmek üzere olduğunu söylemiş. Bunun üzerine babam birlikte çalıştığı Sağlık Memuru’na “Gidip şu hayvana bir de biz bakalım.” demiş. Tarım ilacı ya da zehir olarak kullanılan bir başka ilaçla köpeklerin zehirlenmiş olduğunu düşünmüşler. Babam, sağlık memuru ve köpeğin sahibi köpeğin yanın gittiğinde köpek sadece gözleriyle izliyor ve hareketsiz yatıyormuş. Yanlarında götürdükleri ilaçları hayvana uygulamak gerektiğinde babam “Ben daha önce hiç köpeğe iğne yapmadım.”diyerek sahibine iğneyi yaptırmış. İğne yapar yapmaz köpek canlanarak hareket etmiş ve ormana kaçmış. Üç gün sonra sağlam bir şekilde geri dönmüş. Böylece babam çok sevdiği bir köpeği kaybederken diğer bir köpeğin hayatını kurtarmış. Büyüdüğüm için babam artık geceleri hikayeler anlatmıyor bana. Ama bazı geceler yatağımın etrafında dolaşan bir “Karakulak” hayali beni hala mutlu ediyor. Yaşar DELİBAŞ 5A 93 oraya gitmemi sağlamıştı. Yemeklerimizi afiyetle yedik. Yemekten sonra da beni evime bırakmayı teklif etti. Arabam olmadığı ve evime kadar yürümek istemediğimden kabul ettim teklifini. Yolda çok hızlı sürüyordu. Ancak rahattı. Sanırım kırmızı ışığı görmedi. Ben de görmemiştim. Gördüğüm tek şey bir çocuğa çarpmasıyla çocuğun yere devrilmesinin bir olduğuydu. Görebildiğim kadarıyla çok fazla kan yoktu. Fakat çocuk kendinde değildi. Arkadaşım panik içinde gaza basıp hızla kaçmaya başladı. Ona bir şey söyleyemedim. Nasıl söyleyebilirdim ki? O anın şokuyla donakalmıştım. Arkadaşım bir arkasına bakıyor, bir gaza basıyor; hızlandıkça hızlanıyordu. Benim evimin önüne gelince hemen inmemi söyledi. Ayrıca bir şey görmediğimi, kimseye bir şeyden bahsetmemem gerektiği konusunda da uyardı beni. Şoktaydım. Çocuğa çarpması yüzünden değil, soğukkanlılığından... Kaçıp hiçbir şey olmamış gibi davranması beni çok şaşırttı. Onun böyle bir insan olduğunu bilmiyordum. Evimin merdivenlerini çıkarken dizlerim titriyordu. Evin perdeleri kapalı olduğundan ev karanlıktı. Ancak bu karanlık her zamankinden daha yoğundu. Bu yoğun karanlığı ışığa dokunup deldim. Tüm o gri binalar üstüme geliyordu sanki, tüm ağaçlar bir bir devriliyordu. Düşünceler kafamda dolanıp durdu tüm gün. Neden böyle yapmıştı? E tabi, o kadar panik olmuştu, korkmuştu. Ne yapabilirdi ki? Peki ben ne yapmalıydım? Aklımı kullanıp arkadaşımı ihbar mı etmeliydim, yoksa kalbimi dinleyip hiçbir şey olmamış gibi mi davranmalıydım? Peki hangisi daha doğru olacaktı? Aklım arkadaşlığından, kalbim vicdanından “vazgeç” diyordu. Doğru olanı yapmak için aklımı kullanmalıydım belki de. Belki de çocuğun durumu o kadar da önemli değildir… DALGA Rüzgara kapılmış kavak ağacı gibiydi şehir. Sürekli sendeliyor, sallanıyordu. Bir bina sağa, bir bina sola gidiyordu ve tek ortak yönleri hepsinin gri olmasıydı. Şehir dar yollardan oluşmuştu. Bazıları yeni asfaltlanmış, bazılarının asfaltı parçalanmış, bazıları ise küçük taşlardan oluşmuş yollardı. İşte böyle bir şehirde küçük bir apartman dairesinde yaşıyordum. Evim çok büyük değildi ama ben yine de memnundum bu durumdan. İşim de fena değildi. En azından kendimi geçindirebiliyordum. Günlerim sıkıcı ve olaysız, durgun akan bir nehir gibiydi. Fakat ilk defa o gün sıkıcı ve olaysız hayatımı özlemiştim. Bir gün önce arkadaşım arayıp: "Yarın işim yok. Seninle bir yerlere gideriz diye düşünmüştüm. Yemek yeriz belki." demişti. Kabul etmiştim. Sonuçta benim de eğlenmeye, gezmeye hakkım vardı. O gün, o sabah her gün olduğu gibi normal bir güne açtığımı sanıyordum gözlerimi: hani şu kuşların şarkılar söylediği, gökyüzünün dünyaya gülümsediği, güneşin insanların başlarını ağrıtacak kadar sıcak olduğu bir günün sabahıydı. Sokaktaki insanlar yoğun çalışma saatlerine başlamıştı. Dükkanlar açılıyor, insanlar yüzlerindeki yastık izlerini de yanlarına almış işlerine yetişmeye çalışıyorlardı. Rüzgar tatlı tatlı esiyordu. Güzel bir sabahtı. Arkadaşım aramış, lokantanın yerini söylemişti. Açlığım benim hızlı bir şekilde hazırlanıp hemen © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 94 "Akıl, yürekten daha mantıklı kararlar verebilir. Adalet için de mantık gerekir" diye düşündüm. “Ama öyle zamanlar vardır ki, vicdan ve merhamet duygusu adaleti sağlayacak temel unsurlar haline gelir. Bu iki temel unsurun kaynağı ise her zaman yürektir. Bu da adaletin yüreğe her zaman ihtiyaç duyduğunu gösterir.”. O zaman merhametli mi olmalıydım arkadaşıma karşı? Bilemiyordum. Ne yapmalıyım, bilemiyordum. Gece kabuslar rahat bırakmadı beni. Nefes nefese uyandım. Ne yapmam gerektiğine karar verebilmek için çocuğun durumunu görmeye karar verdim. Hastanede annesi başında ağlıyor, babası sürekli eli çenesinde volta atıyordu. Çocuk ise kapalı gözlerle yatakta yatıyordu. Bu durum aklımı tetiklemişti. Ama karar vermeden önce bir de arkadaşımı görmeye karar verdim. Evine gittiğimde onun hali çok kötüydü. Sanki o da arada kalmış gibiydi. Kara gözlerinde şimşekler çakıyordu. Pişmanlık duygusunun kalbini, korkunun ise aklını kemirdiğini söylemişti. O da aklı ve kalbi arasında kalmıştı. Onun bu halini görmek yeniden aklım ile kalbimin eşitlenmesine yol açtı. Onun yanına oturup ne düşündüğünü sordum. "Hapse girmek benim en büyük korkum, ama biliyorum ki teslim olmazsam uykularım bana küsecek. Sence ne yapmalıyım?" dedi. Uykularını kurtarmak ağır basmıştı. Doğru bir karar vereceğine güvenerek ayrıldım yanından. Ertesi gün ilk iş karakola gitti. Dediğine göre yaptıklarını tek tek anlatmış. Kaçtıktan sonra ne kadar pişman olduğunu, hiç kaçmaması gerektiğini ve kazadan dolayı çok üzgün olduğunu söylemiş. Polis çocuğun ölmediğini, bu yüzden çok bir ceza almayacağını, endişelenmemesi gerektiğini belirtmiş. Oradan da çocuğu © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları ziyaret edip durumunu görmek ve kendisinden özür dilemek için hastaneye gitmiş. Ailesin durumu anlatıp özür dilemiş. "Çocuğumuz senin yüzünden yaralandı. Fakat o, dikkatsizce yoldan geçtiğini söyledi. Yani bizim gözümüzde tamamen senin hatan değil. Senin sadece daha yavaş sürmen ve kaçıp gitmemen gerekirdi." demiş annesi. Fakat onu suçlu bulup bulmayacaklarını daha bilmediklerini de eklemişler. Bunun üzerine arkadaşım, "Cezamın ne olacağı önemli değil. Önemli olan çocuğunuzun beni affetmesi." demiş. Ertesi gün de mahkemeye birlikte gittik. Yaptıklarını çarptırmadan, eksiltmeden ve arttırmadan anlattı. Başta biraz korktuğunu fakat zamanla rahatladığını fark ettim. Mahkeme çok uzun sürmedi. Hiçte korktuğu gibi de olmadı. Çocuğun ailesi onu affetmiş. Hakim de onaylayınca hapis cezası yerine sadece para cezası aldı. Mahkemeden çıkınca bana teşekkür etti. "Önemli değil. Asıl ben sana beni bu yükten kurtardığın için teşekkür ederim. Sen doğru olanı yaptın ve bak, sadece para cezası aldın." dedim. Gülümsedi. O doğru olanı yaptı: Adalet sağlamak için ne akıl, ne de yürek tek başına yeterli... Akıl tek başına çok katı, yürek ise çok yumuşak kalıyor. Onları öyle bir karıştırmalıyız ki kıvamı tutturabilelim. Rüzgara kapılmış kavak ağacı gibiydi şehir. Sürekli sendeliyor, sallanıyordu. Eve doğru yürüyordum… Adı yaşam olan durgun nehrimdeki bu küçük çalkantı hep hatırlayacağım bir dalgaya dönüşmüştü. Selin Deniz AKDOĞAN 7B 95 İNSANLIĞIN BİTMEDİĞİ YER Hızlı hızlı koşuyor, topu kaleye sokmak için adeta ecel terleri döküyordu. Bedeni terden sırılsıklam olmuş, çakır gözleri büyümüş, yanakları al al olmuştu. Küçük, tombul bedeni kendini daha ileriye atmaya çalışıyordu. Top kaleye girdi ve yine, küçükler takımının oyuncuları bu minik dostlarını ellerinin üstünde taşıdılar, elden ele atlattılar, kucaklarında hoplatıp zıplatmaya başladılar. Karşı takım yine mağlup olmanın verdiği utançla başları önde evlerine giderken her zamanki gibi kısa yolu değil de uzun yoldan gitmenin faydalarını kendilerince sayıyorlardı. Her gelen geçen Mustafa’nın becerilerini , ayak hareketlerini sorup duracaktı çünkü. Az yaramaz değildi Mustafa. Çakır gözleri etrafa dolu dolu bakar, bir elinde taş bir elinde sapan gezer dururdu her gün. Bazen cam indirir bazen de sadece etraftaki komşuların ağaçlarından meyve aşırırdı. Her şeyin güzel göründüğü bir günde köylü her zamanki gibi huzurla, horoz sesleriyle uyandığında günün getireceklerini bilmiyorlardı. Köye henüz girmiş, yırtık pantolonu ve griye çalan üstüyle apaçık aykırı gözüken Murat, eskilikten çatısı çökmüş, etrafta saman yığınları olan karanlık bir ahır bulmuştu. İçeriye girdi ve çaldıklarına baktı. Ganimet fena değildi fakat yetmezdi. Birkaç parça temiz eşya ve onu köyden biri gibi gösterecek kıyafetler de vardı. Gözlerini yavaş yavaş kapatmaya başladı, gözkapakları uykusuzluktan ağırlaşmıştı ve gözlerinin içi alev gibi yanıyordu. Sırtının altına toplanan saman yığınının yumuşaklığıyla uykuya daldı. Uyandığında telaşa kapıldı. Rüyasında o kadar şey olup bitmiş, ona muhtaç olan ailesini hatırlamıştı ki, hüzünlendi. Alnında boncuk boncuk terler birikmişti, gözbebekleri büyümüştü. Açlığı da başını döndürüyordu. Uyumadan önce yaptığı © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları planları zihninden sildi. Saçını düzeltti ve şişesinde kalan birkaç yudum suyu da kuru dudaklarına değdirdi. Çantasını samanların arasına sakladı, hazırdı. Ahırın kapısını aralayarak, dışarıyı kontrol etti. Gelen geçenlere baktı. Birkaç dakika böyle sürüp gitti. Murat sabırsızlanıyordu. Cesaretini topladı ve ahırın kapısını açarak dışarıya çıktı, arkasından sıkıca kapatmayı da ihmal etmedi. Emin ama boş ve yavaş adımlarla nerede olduğunu bilmediği bakkala doğru yürümeye çoktan başlamıştı. Yürürken ele geçirdiği paraların cebinde yarattığı hissi sevmişti ve istemeden olsa da gülümsemesini saklayamadı. İçinden bu işi de başaracağını sadece biraz daha paraya ihtiyacı olduğunu geçiriyordu. Dudağı hafifçe yukarıya kıvrılmıştı ki kendisini süzen bir çift iri çakır gözle karşılaştı. Kendisine nasıl da bakıyordu! Gözlerini çocuktan hemen kaçırarak yoluna devam etti. Üzerinde renkli posterler, reklamlar ve fiyatlar yazan renkli camın bakkala ait olduğunu düşünerek içeriye adeta şükrederek girdi. Yüzünde katı bir ifade vardı. İçeriye girdiğinde konuşan iki arkadaş bir anda bu tanımadıkları adamın adeta rüzgarla içeriye zorla soktuğu ciddiyetle, konuşmalarını bitirip müşteriyle ilgilenmeye başladılar. Seçtikleri ürünleri torbalara yerleştirip ona uzattılar ve neredeyse her müşteriyle yaptıkları o anlamlı ve uzun konuşmalardan birini yapamadan arkasından bakakaldılar. Mustafa çakır gözlerini dikip nereden geldiğini bilmediği yabancıyı hiç hoş karşılamamıştı. Üstü başı buralardan 96 olmadığının bir kanıtıydı. Televizyonda arada sırada ablasının izlediği dizilere falan bakardı Mustafa. Oradan kaçıp gelmiş gibiydi. Saçları, yırtık pırtık pantolonu ve gri üstüyle hiç de sevecen ve köyden gözükmüyordu. Ah, şu annesi eve çağırmasaydı, bu gizemi de çözüverirdi işte! Fakat hiçbir çaresi yoktu. Yavaş ve düşünceli adımlarla eve yürürken arkadaşı Feryal’i gördü bir anda. Elindeki pembe ipi sallıyordu. Saçlarının arasından hafifçe akan ter damlacıkları yüzünün kenarlarından boynuna kadar bir yol oluşturmuştu, teni güneşten yanmış, dudakları da kenarlarını ısırmaktan tahriş olmuştu fakat mavi gözleri hala aynıydı. Gözleri, masmavi denizin ve sapsarı kumun havada oluşturduğu o güzel yaz günlerini geri getiriyor, etrafı saran güzel kokuları Mustafa’nın burnunun dibine kadar sokuyordu. Saçlarının uçları hafifçe açılmış, yüzünde küçük çiller belirmeye başlamıştı. Mustafa Feryal’i her gördüğünde bunu düşünmekten kendini alamıyordu. Hem onunla konuşmak hem de bu yeni oluşan gizemi çözmek için köydeki yabancıyı anlattı. Eve doğru yürürken akşamüstü buluşmak ve yabancıyı aramak için sözleştiler. Akşamüstü göl kenarında oturup etrafta gezen ördeklere ekmek atmaya başladılar. Suyun değdiği taşları toplayıp ceplerini doldurdular. Daha sonra eski oyun yerleri olan, yardımlaşarak içine bir de salıncak yaptıkları ahıra gittiler. Ahırın kapısına vardıklarında içeriden öksürük sesleri, hırıltılar ve sigaranın yoğun kokusunu hissettiler. İkisinin de gözleri büyümüş, tüyleri diken diken olmuş ve kaşları çatılmıştı. Hiç kimsenin kullanmadığı, köyden kente giden bir komşularının boş bıraktığı bir ahırdı bu. Mustafa, sağ gözünü kocaman açıp aralığa dayadı ve ahırdaki adamın sabah gördüğü adama benzediğini düşündü. Feryal’e işaret edip ahırı gösterdi ve Feryal de ahırın içine bakmaya başladı. Çocuklar © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları düşünürken hava karadığı için evlerinin yolunu tuttular. Koşarak evine giren Mustafa, kendisini kapı eşiğinde dili dışarda bekleyen köpeği Çinko’nun başını okşadı ve içeri gidi. Yatağına uzandı ve dün bitiremediği çizgi romanını okumaya başladı. Kısa bir süre sonra gözleri hafifçe bir örtü gibi bakışlarını örttü ve uykuya daldı. Gece, üstündeki battaniyeyi atmasından dolayı ürpermişti ve saçları kaşınıyordu. Uyuyamıyordu. Gün boyu orada burada gezerken sıcak hava onu bir hayli terletmiş fakat akşam eve döndüğünde de banyo yapmayı ihmal etmişti. Odasının ışığını açmak için düğmeye bastı fakat ışık açılmadı. Demek yine elektrik kesilmişti. Aniden karşıdaki odada hızla hareket eden bir karartı gördü. Gördüklerinin gerçek olduğunu anlayıncaya kadar sessizce izledi. Yastığının altındaki sapanı, masa üstündeki kutudan göl kenarından topladığı seçilmiş taşları aldı. En irilerini alarak bir bir sapana yerleştirdi. Dur durak bilmeden karartıya taşları yağdırdı. Taşlardan bazıları hedefi şaşırmadı. Karartı, kapıdan kaçmaya yeltenince Çinko adamın paçasından tuttu ve dişlerini sanki birbirine kenetlenmiş birer beton misali kapadı. Babası ve annesi aceleyle odalarından fırladılar. Yan evlerden sesi duyanlar da aceleyle evlerinden bir ok misali fırlayıp geldiler. Adam neye uğradığını şaşırmış ve daha o hareket edemeden etrafının meraklı ve sinirli gözlerle çevrili olduğunu fark etmişti. Bazıları ellerindeki fenerleri doğrudan ona doğru tutuyor ve kim olduğunu görmeye çalışıyorlardı. Tatlı uykularından uyandırılmış, saçları başları dağınık köy halkı adamı yakaladılar. Murat, çaresizliğin ve yaptığı şeyin yanlış olduğunu bile bile yapmasının tek bir nedeni olduğunu hatırlattı kendisine. 97 -Sizden çok özür dilerim fakat…Cümlesini tamamlamasına gerek yoktu çünkü çaresizliği her halinden belli oluyordu. -Henüz iki ay öncesine kadar doğru düzgün bir işim vardı fakat artık yok. İşten çıkarıldım, tazminatımı alamadım gibi hakkımı da arayamadım. Ne eve götürebileceğim bir somon ekmek ne de bir tas yemeğim var. Yeni doğmuş bir kızım ve okula yeni başlayan bir oğlum var. Banka kredisinin son taksitlerini ödeyemediğim için evime el konuldu, çaresiz durumdayım. Lütfen bana iş verin, yanınızda çalışayım ama polise söylemeyin. Tarlada, bağda, bahçede nerede isterseniz orada. Bunları söylerken gözlerinden çektiği acılar birer şimşek oluyor, çaresizlikle yoğrulup çakıyordu. Köylü el birliğiyle onun ve ailesinin yaralarını sardı ve şefkat ellerini uzattılar. Murat bankadan kurtardığı evini sattı, herkese verdiği zararı ödedi ve eskiden çalıştığı şirkete dava açarak hakkı olan ve alın teriyle çalıştığı parasını aldı. Bu günü soracak olursanız, Murat köyde sonradan edindiği gerçek dostlarıyla el ele verip organik tarım çalışmalarına başladılar. Ezgi Zeynep HÜSEYİNOĞLU 7B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 98 çocuk geldi, bu Mert’ti. Öğretmenimiz Mert’e hoş geldin, dedi ardından Mert sınıfa kendini tanıttı. Teneffüs vakti gelmişti. İkimiz de şaşkındık. Yanıma gelip “Kantine çıkalım mı?’’ dedi. Olur, dedim. Aldığımız krakerleri yerken bana “Hafta sonu bana biraz etrafı gezdirir misin? Hem sohbet de ederiz. Olur mu?” dedi. Havalar soğuk ama o gün kar yağmazsa neden olmasın, dedim. O hafta sonu buluştuk. O siyah paltosu, mağara gibi gözaltları ile çok yorgun görünüyordu. “Bir şey mi oldu?” diye sordum. Yüzüme baktı. Kaçamak cevapların ilki geliyordu. “Hayır.” Dedi sadece. “Emin misin?” dedim. Kaçamak cevapların ikincisi geliyordu. “Evet…” dedi. Mahallenin aşağısındaki düzlükteki elma bahçesine doğru yürürken o sessizce etrafa bakıyordu. Merak ediyordum aslında ama o kadar yakın değiliz belki de anlatmak istemiyordur ısrar etme deyip durduruyordum kendimi… . Elma ağaçlarının yanına geldiğimizde cebinden peçeteye sarılı yeşil bir elma çıkardı. Bir daldan kopardığımız kırmızı elmaya bakarak bana: “Hasta insanlar neden bu dallardaki kırmızı elmalar gibi canlı ve neşeli görünmüyorlar?” dedi. Bir şey olmuş, dedim. “Evet,” dedi. “Çok yakın bir arkadaşım hasta. Oksijen tüpü olmadan hiçbir yere gidemiyor. Yarın onu ziyarete gideceğim sen de gelmek ister misin?” diye sordu. Evet, isterim dedim. Ertesi sabah hastanede Mert’le buluştuk. Odaya girmeden önce Mert’e “Adı ne?” diye sordum. “Peker” dedi. Odaya girdik. Soluk vücudu, kar beyazı yüzü ile zar zor kafasını kaldırdı. Duyulması güç bir sesle “Hoş geldiniz.” dedi. Mert, kendini yorma deyip omzuna dokundu. Eğilip çekmeceden bir kâğıt ON BASAMAKTA GÖKYÜZÜ Sabah uyandığımda her yer güneşliydi, gökyüzünde mavinin o huzur verici açık tonu vardı. Şubat ayında olmamıza rağmen hava bugün diğer günlere kıyasla daha iyiydi. Dışarıdan köpeğim Piko’nun sesi geliyordu. Kesin yine o derme çatma ağaç evin yanına gitti, diye düşündüm. Hemen okul formalarımı giydim. Ben adımlarımı hızlandırarak aşağıya inerken sesler yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyordu. Bahçeye indiğimde gözlerim Piko’yu buldu, bir kediyi kovalıyordu. Benim yaşlarımda sarışın, mavi gözlü bir çocuk da peşlerindeydi. Kediyi yakaladığı gibi kucağına aldı. Hızlı adımlarla Piko’yu almak için yanlarına gittim. Gülümseyerek “Merhaba” dedi. “Merhaba’’ dedim. Annem içeriden seslendi: “Yasemin içeri gel hemen kahvaltı edeceğiz, yoksa okula aç gideceksin...”. Aceleyle adını sordum. Mert’miş. Görüşürüz, deyip eve geri döndüm. Hemen kahvaltımı yaptım. Dün çamurdan kahverengiye dönen botumu giyip dışarı çıktım. Piko’nun kulübesinin önüne yiyecek koydum. Hızlı adımlarla okula doğru yürümeye başladım. Sınıfa girdiğimde herkesin gözleri meraklıydı. Arkadaşım Sinem masada duran sınıf defterine gözleriyle işaret etti. Tam açacakken sınıfa öğretmen girdi. Ardından sarışın, mavi gözlü bir © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 99 kalem çıkardı. Peker kâğıdı aldı. “Adın ne?” yazdı kâğıdın üstüne. Bana doğrulttu kâğıdı. Yasemin, dedim. Kâğıda benim adım Peker, yazdı. Peker ne demek ki, dedim. Güçlü erkek demek, yazdı. Sonra da adımın anlamıyla ben pek örtüşmüyoruz, diye yazdı. Mert gülümseyerek araya girdi: “Doğum günün iki ay sonra heyecanlı mısın?” dedi. “Pek sayılmaz.” dedi Peker. Doğum gününe ne istersin, diye sordu Mert. “Gökyüzüne yakın olmak, özgür olmak… Ben hapsolduğum bu yerde boğulmak üzereyim, keşke yerden uzak, gökyüzüne yakın olsam... Yapabilir misin?” diye yazdı ve kalemi bıraktı başucundaki komodine. Mert ile birbirimize baktık. O sırada içeri giren hemşire ziyaretçi saati bitti çocuklar, dedi. Çıktık, eve doğru yürümeye başladık. “Ne yapacağız?” dedim. “Peker’i gökyüzüne çıkartacağız.” dedi. “Nasıl, uçağa falan mı bindireceksin?” dedim. Güldü, “Ne kadar da kolaycısın.” dedi. Eve gelmemize az kalmıştı ki evimizin biraz aşağısındaki ağaç evin önünde durdu. “ Bana yardım eder misin?” dedi. Anlamıştım. Ağaç evi onaracaktık. “Karşılaştığımız gün, buraya bu ağaç ev için gelmiştim, eksik ihtiyaç ne varsa not almak için. Ağaç evi iki aya kadar onarmamız lazım. Peker, doğum gününde iki saatliğine dışarı çıkabilecek.” Dedi. Kendi başımıza burayı onaramazdık. Mert babasının yardım edeceğini söyledi. Ben de babamla konuştum. O da yardım edeceğini söyledi. Fakat en büyük problemimiz merdivenlerdi. Eğer merdivenleri Peker’in çıkabileceği şekilde yerleştiremezsek çıkamayacaktı. Mert’in babasıyla babam 10 basamaklı bir merdiven yaptılar. Mert’le ben tahtadan duvarları maviye boyadık. Kuruyunca üstüne beyaz boyalarla bulutlar çizdik. Doğum gününe bir gün kala ev bitmişti. Ertesi sabah Peker gelmeden Mert elinde, içinde ne olduğunu bilmediğim, küçük bir kutuyla geldi. Ne olduğunu © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 100 sordum. Hediyesi, dedi. Ağaç eve çıktık son hazırlıklara başladık. Mert mumları sonsuzluk işareti şeklinde dizmişti, istediği bütün dilekleri dilesin diye. Beyaz bir araba geldi. Mert ve ben aşağıya indik. Hoş geldin, deyip annesinin yardımıyla Peker’i yukarı çıkardık. Pastanın mumlarını üfledi. Dileğini bize söylemese de biliyorduk: istediği şey gökyüzüne yakın, yerden uzaktı. Pastamızı yedikten sonra Mert hediyesini uzattı, Peker kutuyu açtı. İçinde bir sürü kitap vardı. “Eğer yerdeyken özgür olmak istersen, bir süreliğine dünyadan uzaklaşmak istersen ağaç ev burada. Kitaplar da yanında olacak.” dedi. Peker kitapları incelemeye başladı, seçtiği bir kitabı bana uzattı. Kitabın adı “Göğe Yazılan Masallar”dı. “Benim için okur musun?” dedi. Tabii ki, dedim ve okumaya başladım: “Sabahın ilk saatleriydi. Çocuklar yokuş aşağı koşarken geceden biriktirdikleri masalların iplerini yavaş yavaş salıyorlardı gökyüzüne. Gökyüzü peşine takmıştı tüm çocukları… Bu mavilik ne çok sıkılıyordu da durmadan çağırıyordu yanına çocukları…” Elif BÜYÜKBAŞ 8B TERAZİNİN KEFESİ “Mehmet Yıldırımoğlu...” diye mırıldandı hakim. “Hırsızlıktan ve cinayete teşebbüsten dolayı yargılanıyorsun. Salı günü saat... ” kağıtlarına baktı. “Saat 17:50’de Osmancık mahallesindeki Deniz Market’e silahlı soygun yapma teşebbüsünde bulunmuşsun. O sırada oradan geçen...” bir an durdu ve tanıklardan en ön sırada oturan kel bir adamı işaret etti “... bir sivil tarafından olay görülünce polislere haber verilmiş ve...” Mehmet duymuyordu artık. O yapmamıştı. Yalandı hepsi. Koca bir yalan, o kadar. Sadece kendi halinde yaşayan bir karikatüristti. “Ben yapmadım...” diye sessizce yakardı. “Bir şey mi dedin?” diye sordu bir anda hakim. “Hayır efendim..” dedi Mehmet. “Öyleyse devam edeyim.” dedi hakim. “Daha sonra ise gözaltına alındın, senin de bildiğin gibi...” O gün, Mehmet evinde oturmuş, bir gazete için biraz siyasi bir karikatür çiziyordu. Milletvekili adayının, gelecek seçimler için usulsüz yollardan elde ettiği kaçak kömürü vatandaşa dağıtması gündemdeydi ve bu da Mehmet’e ilginç bir fikir daha vermişti. Son zamanlarda üzerinde çalıştığı tek konu bu olmuştu ki, bu da milletvekilinin Mehmet’ten nefret eder hale gelmesine sebep olmuştu, ne de olsa kendisiyle ve “oy toplama kampanyalarıyla” dalga geçiyordu bu © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 101 karikatürler. Üstüne bir de, seçmen bu karikatürleri görünce bir an için oyunu onun için kullanıp kullanmamak arasında kalabilir, oy için rüşvet almış gibi hissedebilirdi. Mehmet’in bunlara devam etmesi, milletvekilinin tahtına tekrar kurulmasına engel olabilirdi. Bir an evvel bu kapının önüne bir takoz koymalıydı. Bir süre çalıştıktan sonra fark etmişti ki, karısı hastane nöbetindeydi. Üstelik evinde yemek yapmak için malzeme yoktu ve annesi ile babası İstanbul’dan gelecekti. Saatine baktı ve panik içinde sandalyesinden kalkıp kapıdan dışarı koşarak çıktı. Evine en yakın market dört ya da beş kilometre uzakta olduğundan, olabildiğince hızlı bir şekilde koşmaya başladı. Tabelalar yanından hızla geçiyordu: Sultan Mahallesi, Ahmet Paşa Mahallesi, Namasaki Mahallesi (şehirdeki küçük bir Japon mahallesiydi), Osmancık Mahallesi… Tam yolda koşarken yakında bir market gördü: Deniz Market. Durdu. “Yeni bir market herhalde..” diye mırıldanıp içeri girdi ve yerde yatan Deniz Bey’i -tabii ki o zaman adını bilmiyordu- gördü. Panik içinde yanına koştu ve eğilip elini boynundaki damarların üstüne koydu. Tam o sırada arkasından bir bağırış duydu: “YAT YERE!” Ne olduğunu anlamak için arkasını döndüğünde bir polis memuru gördü. “Memur bey! Lütfen yardım...” diye başlamıştı ki polis ağzına yumruğu patlatıp yere yıktı onu. Mehmet, elindeki Deniz Bey’in kanını gördü yere düşerken. Sonra bilincini kaybederken bileğini saran soğuk metali ve zincirlerin şıngırtısını duydu. Uyandığında kendini bir hapishane koğuşunda, yatakta yatarken buldu. Dudağı acıyordu. Sonra kapıdan gelen anahtar sesini duydu. İçeri kirli sakallı bir adam girdi. Saçları siyah ve yağlı, gözlerinin altı mosmordu. Sanki haftalardır sakalını kesmiyordu. Mehmet’i kolundan yakalarken pis bir koku yayıldı etrafa. “Haydi, haydi! Hızlı yürü be adam!” dedi ve Mehmet’i ileri doğru ittirdi. Çıkış kapısına doğru yürüyorlardı. Bir araba bekliyordu bahçede. Siyah ve büyük. Adam, Mehmet’i arabanın içine ittirdi. “Haydi! Binsene artık!” dedi ve bir küfür savurdu. Yere tükürüp arabanın ön koltuğuna bindi. Arkasına doğru dönüp “Sakın olay çıkarmaya çalışma!” dedi. Sonra, parmağını Mehmet’e doğrultup “Eğer ki olay çıkarmaya çalışırsan, seni vururum” dedi ve sanki bir silah tutuyormuş gibi yaptı ve kendi yaptığı espriye -espri olduğunu sandığı şeye- kahkahalarla güldü. “Demek bir polis bile bu kadar insanlık dışı olabiliyormuş..” diye düşündü Mehmet. Sonra ise mahkemeye doğru yola çıkmıştı. “Kendini savunmak için bir şey söyleyecek misin?” dedi hakim. Avukatına baktı Mehmet. Avukatı -siyah, kısa saçlı, hafif kilolu, otuz beş ya da kırk yaşlarında bir adamdı.- elindeki kağıtlara baktı ve ayağa kalkıp uzun uzun konuşmaya başladı. Konuşurken ağzı sanki açılmıyormuş gibiydi fakat nasılsa sesi bütün salonda rahatlıkla duyuluyordu. “İtiraz ediyorum!” diye bir ses duyuldu karşı taraftan. Konuşan, tanıktı. “Ben kimi gördüğümü gayet iyi biliyorum ve bu kişi kesinlikle bu adamdı. Maske taktığını biliyorum fakat boy ve kilosu soygunu yapan kişiyle aynı. Hatta sesi bile benziyor.” dedi adam. “Ne de olsa maske vardı yüzünde, sesinin boğuk çıkması normal herhalde, değil mi?” diye devam etti. Sonra hakim yine başladı, sonra avukat, sonra yine tanık. Saatler böyle geçti; tıpkı bir voleybol maçı gibiydi, top bir oraya bir oraya. Fakat kazanan taraf diye bir şey olmadı saatler boyu. En sonunda hakim topu tuttu havada. Saat geç olmuştu ve dava yarın devam edecekti; sanki sokakta oynanan bir futbol maçında annenin topun sahibi olan çocuğu çağırması, oyuna yarın devam edilecek olması gibi… © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 102 Etrafa baktım bir an. Salondan en son çıkanların arasında sarı saçlı, yeşil gözlü bir adam vardı. Şok içinde fark etti Mehmet onun kim olduğunu: milletvekili adayı. Bir an durdu ve onu süzdü Mehmet. Ama neden orada olduğunu düşünmedi pek. Bir an gözünün önüne çizmiş olduğu karikatür geldi: Emin Kömür’ü karikatürde yerde duran kömür çuvalının üzerine çizmiş, baba kömürü sobaya atarken karısına “Sonunda bir işe yaradı!” diyordu. Bir memur -sabah onu oraya getiren polis memuru- geldi ve onu kolundan tutup ittirdi. “Haydi!” diye bağırdı. “Bu adamın tek bildiği de ‘haydi’ diye bağırmak..” diye düşündü Mehmet. Salondan çıkarken arkasına baktı ve milletvekilini -Emin Kömür- gördü. Kömür, bir an etrafa baktı ve kürsüye doğru yaklaştı. Daha sonra ise cebinden bir banknot çıkarıp tanık kürsüsünün salondaki pek çok kürsüde olduğu gibiüzerindeki gümüş terazinin kefelerinden birine koydu. “Artık anlamışsındır benim gibi biriyle uğraşmanın nelere mâl olduğunu...” diye mırıldandı ve kürsüden uzaklaştı. Mehmet, memura belli etmeden bir ayağıyla diğerinin bağcığını çözdü. “Memur bey.. Bağcığım çözülmüş de.. Bağlayabilir miyim?” dedi. “Tamam be! Ama çabuk ol!” Mehmet ayakkabılarını bağlarken etrafa baktı ve sinsice kürsüye yanaşan “tanığı” gördü. Tanık, gümüş terazinin kefesinden banknotu alıp cebine koydu. Ne olduğunu anlayan Mehmet’in kara gözlerinde şimşekler çaktı o an, aklından karısı ve daha beş yaşındaki oğlu geçti, kendine yapılan bu adaletsizlik yüzünden oğlu ve karısı da en az Mehmet kadar acı çekecekti. Öfkeli gözleri kefeye kilitlenmişti adeta, sanki bakışlarıyla onu parçalayabilecekmiş gibi… Donan bakışları ile kefe de donmuş, kaskatı kesilmişti adeta. O an kefenin üzerinden parlayan ışığı gözyaşına benzetmişti Mehmet: Adaletin Göz Yaşları. “Planın da çok iyiydi aslında.” dedi Emin Kömür. “Bir haftadır peşindeydik onun.. En küçük fırsatı bekliyorduk ve sonunda gerçekleşti…” dedi tanık. Sonra odanın köşesindeki birine doğru işaret edip “Zaten ‘Memur Bey’ de yanımızdaydı” derken memur, cebinden bir sigara çıkarıp ağzına aldı. “Nişancımız da pek fena değildi… Sokağın öbür ucundan Mehmet’in bakkala girdiğini görüp Deniz Bey’i vurabildi ne de olsa. Hem de tam boynundan” deyip işaret ve orta parmağını birleştirip boynunun yanına koydu ve ateş eder gibi yaparken diğer eliyle de Kömür’ün ona doğru attığı para destesini havada yakaladı. Sırıttı bir an. Ne de olsa bir haftada iki kez ödeme almıştı. Diğer sabah, Mehmet’in oğlu gözlerini ovuşturarak yatağından kalktı ve mutfakta yalnız oturan, gözlerinde yaş ile bekleyen, bekleyen ve bekleyen annesinin yanına oturdu ve televizyonda babasını görünce bir an “Anne bak! Babam televizyona çıkmış!” diye mutlu bir çığlık attı. Okumayı bilmiyordu ne de olsa… Ekin İNAN 7B © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 103 BEYAZ YOLCULUK Günün ilk ışıklarıyla birlikte bahçemizden gelen sesle uyandım. En yakın arkadaşım Elis’in sesiydi bu: “Ceylin uyan, bahçedeki havuza gel çabuk!” Pencereyi açtığımda dışarıdan gelen soğukla ürperdim. Tamam Elis, geliyorum, deyip hızlıca kapattım pencereyi. Hemen üzerimi giyinip kendimi bahçeye attım. Havuza yaklaşınca karşımda gördüğüm kocaman kutulara şaşırdım. Elis havuzun başında bir ileri bir geri gidip geliyordu. Neden bu kadar telaşlısın, hem bu kutularda ne, diye sordum. Elis, üzgün bir ses tonuyla karşılık verdi. “ Dün izlediğim bir televizyon programında gördüm. Her yeri sararmış otlarla dolu bir yer vardı. Üzerlerindeki giysileri eskimiş, incecik ama o kadar ince ki kemikleri belli oluyor, siyah tenli çocuklar ve insanlar gördüm. Burada kuraklıkla birlikte açlık, susuzluk ve yokluk vardı. İnsanlar burada bir arada çadırların içinde yaşıyordu. Çocukların ellerinde kuru ekmekler vardı. O kadar iştahla yiyorlardı ki sanki kek yer gibi... Susadıklarında çadırların olduğu alanın ortasında bulunan az miktardaki suyu yudum yudum içiyorlardı…” Elis’i uzun zamandır bu kadar üzgün görmemiştim. Bana anlattıklarına ben de çok üzülmüştüm. Elis, anlatmaya devam ediyordu. “Birden upuzun bir aracın geldiğini gördüm. Çadırların olduğu alanın ortasında durdu. Aniden insanlar aracın etrafında kalabalıklaştı. Herkesin gözlerinde sevinç vardı. Derken aracın arka kapağı açıldı ve kutular inmeye başladı. Her açılan kutudan kıyafet, yiyecek, giyecek, ilaç ve su çıkıyordu. Kutularını alan insanlar mutlulukla çadırlarına dönüyordu. Ve bunları izlerken birden ekranın altında bir numara belirdi. Hemen altta yazan numarayı arayıp çadırlarda yaşayan insanlara kutular göndermek istediğimi söyledim. Onlar da buna çok mutlu olacaklarını belirttiler.” dedi. Elis’in boynuna atladım. Biz herkesten daha çok yardımda bulunmak © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 104 istiyorduk. Kafamızda soru işaretleri vardı. O gün tüm gece oturup nasıl daha çok kutu hazırlayabiliriz diye düşündük. Ve sonunda okulda bir kampanya başlatmaya karar verdik. Ertesi gün okula gittiğimizde Elis’in televizyonda gördüklerini öğretmenlerimize anlattık ve bununla ilgili bir kampanya yapmak istediğimizi söyledik. Öğretmenlerimiz buna çok sevindi. Elis’in getirdiği büyük kutuları okulun girişine koyduk. Kutuları içlerine ayrı ayrı ilaç, kıyafet, yiyecek ve su koyulabilecek şekilde isimlendirdik. Başladık kimi gördüysek anlatmaya… Arkadaşlarımızın da içine dokunmuş olacak ki bir iki günde çok sayıda kutuyu doldurmayı başardık. Elis’le böyle bir yardıma katıldığımız için çok mutluyduk ve aynı zamanda çok heyecanlıydık. Birbirimize bakıyor ve gülümsüyorduk. Birkaç gün sonra yardım kuruluşunun kamyonu okulumuzun önündeydi. Kamyon mavi renkteydi ve üzerinde uçan iki büyük, beyaz kuşun resmi vardı. Kamyondan inen iki abi hazırladığımız kolileri özenle kamyona taşıdılar, bize teşekkür ettiler ve okul yolunda kaybolup gittiler. Bitmişti. Başladığımız işi güzelce tamamlamış olmaktan doğan bir huzurla içeri girdik... Hayatımın en güzel günlerinden biriydi. Okul çıkışı ayrılırken bir an durduk, birbirimizin gözlerine baktık ve aynı anda belki yapabileceğimiz başka şeyler de vardır, deyip kalplerimizle sarıldık birbirimize. Işıklarını saçan güneş tükenmiş, batmıştı. Yatağımda, huzurlu olmak için biraz iyilik yapmak yeterliymiş, diye düşünürken uykuya daldım. Rüyamda Elis yine bana sesleniyordu. Bahçeye indiğimde havuzumuzda yüzen iki kuğu bizi sırtına alıp uzak diyarlara doğru yolculuğa çıkardı. Alçalıp indiğimiz yerde çadırlar vardı. Çocuklar neşeli çığlıklarla önlerinde duran kocaman kutuları açmaya çalışıyorlardı… Ceylin CANATAR 7B BİSİKLETİMDEN KALANLAR Dar, evlerin pencerelerinden rahatça sohbet edebileceğimiz bir sokaktı yaşadığımız yer. Gencinden yaşlısına herkesin birbirini tanıdığı, sohbetlerin eksik olmadığı, cumbalı eski ve yorgun evlerden akşamüstü yükselen yemek kokularının birbirine karıştığı bir sokak: Kuyulu Bakkal Sokağı. Buraya taşındığımızda ben daha birinci sınıfa yeni başlamıştım. Annemin beni ilkokula yazdırmasını ve o yaz tatilinde alınan mavi kırmızı renkli güzel bisikletimi hiç unutmam. Tek eğlencemiz akşam okuldan geldikten sonra simsiyah asfaltın üzerinde bisikletlerimizle yarış yapmaktı. Bisikletimizin lastiği patladığında ya da herhangi bir arızasında, sokağımız köşesindeki kahverengi kapılı bisikletçi Ahmet Amcaya götürür onun tamir etmesini izlerdik. Ahmet Amca öğretmen emeklisi olduktan sonra babasından kalan bu apartmana yerleşmiş, çocukları çok sevdiğinden onlarla en iyi sohbet edeceği bisikletçiyi açmış, bu işi öğrenmek için çok çalışmıştı. Bir gün, yazın en kavurucu günlerinden birinde, bisiklet sürmeye çıkmıştık. Birbirimizle yarışıyor doyasıya eğleniyorduk. Gün bitiminde birbirimizle saat konusunda anlaşıp akşam yemeklerimizi yemek üzere evlerimize dağılmıştık. Çok vakit kaybetmemek için bisikletimi kapının önüne koyup hızla merdivenlerden yukarı çıktım. Karnım o © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 105 kadar açtı ki. Annemin hazırladığı ve benim en sevdiğim kaşarlı patatesi bir solukta yedim. Yemeğimi yerken bisiklet yarışında ne kadar eğlendiğimizi anneme anlattım. Yemek sonrası masayı toplamak benim işim olduğundan aceleyle sofradaki tabakları mutfağa götürüp, merdivenlerden aşağı hızlıca indim. Ancak son merdivene geldiğimde duvara çarpmışçasına durdum. Bisikletim bıraktım yerde değildi. Acaba yanlış mı hatırlıyorum buraya koymadın mı diye hızlıca bir saat öncesine dönüp hafızamı tazeledim. Hayır, emindim buraya dayamıştım. Acaba arkadaşlarım olduğu yerden onu alıp akşam süreceğimiz yere götürüp bana sürpriz yapmış olabilirler mi diye buluşacağımız yere koştum. Herkes oradaydı ancak benim kırmızı mavi çizgili bisikletim yoktu. Alındığı gün daha dün gibi aklımda olan çok sevdiğim bisikletim çalınmıştı. Yaşadığım hayal kırıklığı ve üzüntüyle eve doğru yürümeye başladım. Karanlık sokaktaki beyaz ışıklar sayesinde oluşan gölgemi izlerken gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu. Ne kadar zorlukla almıştık o bisikleti. Aylarca annemlerin bisiklet için ayıracakları bütçeyi beklemiş, en sevdiğim çikolataları yememiş, harçlığımı biriktirip destek olmuştum bu bisikletin alınmasına. Nasıl yapabilirdi insan kendisinin olmayan bir şeyi almayı. Ona binerken pedallarını çevirirken hiç mi eski sahibini düşünmeyecekti. Vicdanı rahat mıydı? Hiç anlamıyordum. Ahmet Amcanın okumuş olduğu bir kitaptan bizlere sürekli olarak söylediği o söz kulaklarımda yankılandı. “En mükemmel adalet vicdan değil miydi?“ Merdivenlerden yukarı çıktım. Ağlamaktan şişmiş burnum, kıpkırmızı yüzümü gören annem, heyecanla bana: -Neyin var? İyi misin? diye sordu. Annem gözyaşlarıma hiçbir zaman dayanamazdı. Bana öyle şefkatli bakıyordu ki, dayanamayıp kucağına atıldım ve hüngür hüngür ağlamaya başladım. Bisikletim, bisikletim çalınmış. Birileri bisikletimi çalmış. Annemde çok üzülmüştü ama benim daha fazla üzülmemi istemiyordu. Sadece sıkıca sarılıp kaldı. O gece bisikletimin ilk alındığı günü, kullanmayı öğrenirken bacağıma aldığım ve hala izleri duran çiziklerimi, annemin heyecanla arkamdan bırakıp gidişimi nasıl izlediğini konuşup durduk. İçime atmak yerine konuşmak çok iyi gelmişti. Annem, daha fazla üzülmememi, insanların yaşadığı her kötü olayın onlara yeni bir şeyler öğrettiğini,. çevrendeki insanların yaşadığın zor durumda sana nasıl davrandıklarını görerek gerçek dostluğu bulduğunu anlattı. Bütün gün yaşadığım bu olay yüzünden erkenden yatıp uyumak üzere yatağımın yolunu tuttum. Günler sonra dışarı çıktığımda herkes bisikletleri ile yarış yapmaya hazırlanıyordu. Arkadaşlarımdan biri istersem onun bisikletini kullanabileceğimi ve yarışa katılabileceğimi söyledi. Çok sevinmiştim. Bir an için bisikletimi bile unutmuştum. Arkadaşımla neşe içinde sohbet ederken karşıdan kırmızı mavilimi ve yanında onunla birlikte yürüyen kıvırcık sarı saçlı, cam gibi mavi gözlü, bisikletimle neredeyse aynı boylarda bir kızın bize doğru yaklaştığını gördüm. Yanında ise yüzü bembeyaz, belli ki yeni yataktan kalkmış, solgun görünümlü fakat çok güzel gözlere sahip bir kadın vardı. Gözlerimi ovuşturdum. Sanırım hayal görüyordum. Ama Ayberk de, adını söylemeyi size söylemeyi unutmuş olduğumu fark ettiğim arkadaşım, kırmızılı mavili diye bağırınca gerçek olduğunu anlayıp onunla bende bağırdım. KIRMIZI MAAAVİLİ! Sarışın kız ve annesi yanımıza geldiklerinde bisikletimin © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 106 çalınmış olduğunu, yaşadıklarımı, üzüntülerimi hepsini ama hepsini unutmuştum. Kız geçen gün annesinin çok rahatsızlandığını öğrenince o heyecanla orada gördüğü bisikleti alıp hızlıca gittiğini, ama gecelerce uyuyamadığını, annesinin iyileşmesinin ardından yaptığı yanlışlığı hemen düzeltmesi gerektiğini, bisikleti aldığı yere getirdiğini ve annemin onları buraya gönderdiğini, gerçekten çok üzgün olduğunu gözleri dolarak anlattı. Aynı zamanda büyük pembe kurdeleye sarılmış rengarenk kutuyu bana doğru uzatmıştı. İçini açıp baktığımda en sevdiğim çikolataları görünce zaten çoktan affetmiş olduğum sarışın kıza sarıldım. Kız ve annesiyle vedalaşıp bisikletime bindiğimde galiba ben bir yaş daha büyümüştüm. Cemre Deniz KURU 7B AYNA Bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha… Boğazından kayıp gidiyordu onca sıkıntılı güne kafa tutan minik lokmaları. Kendinden geçmemesi mümkün değildi. Her biri diline değdiğinde farklı bir sıkıntıyı çıkarıyordu içinden. Yapılması gereken işler şuanda umurunda değildi, kim onun arkasından konuşmuş, kim ona laf etmiş de ayıplamış gerçekten kafasına takmıyordu. Elindeki kırmızı naylon torbanın içindeki simit parçaları bugün her şeyin ilacı olmaya gönüllüydü. Kocasından azar yiyeceğini bile bile bir tane daha atıyordu ağzına, böylelikle devamı geliyordu her birinin sırayla. Kavşağı döndü. Elindeki torba bacakları üzerinde yaptığı manevrayla çıtırdadı, kalınca ve kaba olan bacakları her yürüdüğünde etraftan ilgi topluyordu. Şişmandı, bu da olağan bir durumdu, insan şişman diye hamur işi yememenin tadına varmamalı diye bir şey yazmıyordu onun kitabında. Yazarı da, okuyanı da, önereni de oydu bu kitabın. Az daha ilerledi, ağzı her adımla beraber yeni bir lokmanın açlığıyla sulanıyordu. Dili vahşi bir etobura dönüşmüş, yeni kurbanlarını ağzında çevirmeyi bekliyordu. Görünüşünde bile vahşilik olan kadının kıvırcık saçları, koca koca iki düğmeye benzeyen gözleri vardı. Görenin onu hatırlaması için bir bakması yeterli oluyordu: ‘Aaa… Şişman Betül mü? Tamam, tamam hatırladım!” naralarının ardı arkası kesilmiyordu sonra. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 107 Kocasından azar yemesinin nedeni de belliydi. İçeri girdiği zaman elindeki naylon pastane poşetini görecek ve burnundan soluyarak ellerini beline koyacaktı. Sonra binbir türlü hakaretler, suçlamalar, ‘senden zayıfları da var!’ gibi soğuma hamlelerini takip edecekti. İstese gidebilirdi o çırpı gibi adam, ona ihtiyacı yoktu. Kendisi şişmanlıktan kaynaklanan çatlaklarıyla, diyabet ilaçlarıyla, kocaman gövdesiyle mutlu olacak bir kadındı. Güçlüydü güçlü olmasına, acınacak bir durumu yoktu. Arada bir içinden iyi ki bir çocuğunun olmadığını geçirir dururdu. (‘Daha büyüyecek de, okula gidecek de… Ohooo!’) Kavşaktan döndüğü zaman gözüne ilk görünen kişiye kahkahalar atarak gülmek istedi ama ağzı bugünün zorluklarını ona unutturacak minik ve susamlı köleleriyle doluydu. Ağzındaki sulanma önündeki zavallıcığın mırıltılarına karışmıştı: “-Abla… İki gündür bir şey yemedim… Gönlünden ne koparsa ver be abla… N’olursun, ha? Lütfen…” Aynı kendi yaşlarında bir kadın duruyordu önünde. Gözlerinin rengi aynen kendisine benzi yordu, saçlarının şekli de öyle. Günlerdir yıkamadığı çok belli olan ellerini açmıştı, zımpara kâğıdına benzeyen dili ağzının içinde çok net görülebiliyordu. Midesi bulandı, kadının görünüşüne aldırmadan şuan üzerine midesinde ne varsa kusabilirdi. Kendini varoş bir semtte bulmak için kafasını kaldırdı, ama hayır, burası şehrin en büyük alışveriş merkezinin tam önüydü. “Polis!” diye bağırmamak için kendini zor tutuyordu. İnce elleri olan kadını şöyle bir süzdü, sonra kendine baktı. Ellerini inceledi. Bilekleri kocaman birer halkanın içine sıkıştırılmış gibiydi, iri vücutluydu. Elindeki simit bunu sinsice onaylar gibi göz kırpıyordu. “-Abla…”dedi çelimsiz kadın, gözleri çakmak çakmak. Önünde kapı gibi duran kadına bakıyordu. Kadının elindeki simide ağız sulandırılmamalıydı, hayır! O onun malı değildi, kendine bir değişik bakan önündeki kişiye aitti. Hani, biraz para verse o da alabilirdi belki ama… Şişman kadın zorlukla yutkundu. Kara gözlerinde şimşekler çakıyordu: “Yok, canım para mara! Aaa, ne bu böyle! Allah versin!”dedi kalınca sesiyle, gerdanı büklüm büklüm kıvrılarak. “-Allah versin…”diye söylendi ve simit parçalarından bir tane daha ağzına attı. Sonra bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha… Uzaklaşmaya çalıştı, arkasından çelimsiz kadının sesi geliyordu. Direk onu muhatap alan bir iması yoktu bu seslerin, ondan ümidi çoktan kesmişti ve başkalarından bambaşka şeyler dileniyordu. Şişman kadının ayakları ise sanki onun başında nöbet tutan bir kişiymiş gibi asfalt yola yapışıp kalmıştı. Yüzüne şatafatlı mağaza ışıkları vuruyordu –kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor… İçini karartan bu pis kadının yanında yüzüne gökkuşağı yansısa ne fayda! Elini simit poşetine soktu, yumuşacık simit parçalarından bulamıyordu. Daha doymamıştı ki, yemeye devam etmeliydi. Yoksa tüm akşamı burnunda aynı koku, genzinde aynı tatla zehir olurdu. Gidip bir daha alabilirdi ama bacakları yapışıp kalmıştı. Elleri yağ içindeydi. Birden poşeti kadının yanına bıraktı ve uzaklaşmaya başladı. Boş olan şey atılmalıydı ona göre, buna kendi kocası ve bazı insanlar da dâhil olabilirdi eğer şöyle bir düşünürse! Çelimsiz kadın poşete uzandı ve ellerini kocaman açarak onu kavradı. Ambalajındaki kırmızılık çatlamış ellerine yansıyordu, ne güzel bir renkti. Poşetin tortop edilmiş ağzını çevirdi ve hevesle içine baktı. Gözleri heyecandan yuvalarından fırlayacak gibiydi. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 108 Bir avuç susam… Ellerinin üzerinde döktü, hâlâ sıcacıklardı. Susuzluktan kavrulmuş dilini susamların üzerine değdirdi, midesinden müthiş bir açlık gurultusu yükselince vücudunu sıkı sıkıya örttü. Ayıp! Dilinin ucundaki minik susamların tadını yutmadan hissedebiliyorsa, kim bilir midesinde ne tür bir etki yapacaklardı! Belki birkaç gün acıkmayacaktı, kim bilir. Bu zevke hayatında hiç varmadığı su götürmez bir doğruydu. Elini ağzına doğru eğdi, gözleri mutlulukla kapanıp açılıyordu. Susamları ağzına yavaş döktü. Elinin titremesiyle susamlardan üstünde oturduğu, yıllarca evi olarak bildiği taş kaldırım da nasibini almıştı. Ağzındakileri sızlayan dişleriyle çiğneyerek başparmağını ıslattı ve kaldırımın üstündeki susamlara bastırdı. Parmağının altında yaptıkları küçük potluklar bile onu mutlu ediyordu. Yemeğinin, karnını çok az da olsa doyurabileceği bir şeyin olmasını bilmek çok güzeldi. Parmağını kaldırımdan çektiğinde eline yapışmış olan susamları teker teker yaladı. Ağzında hemen çiğnemiyordu, ilk ıslatıyor, sonra dilinin altına alıyordu. Parmağındaki susamlar azalıyordu. Bir tane daha, bir tane daha ve bir tane daha… Aysu ÇAM 8B SOKAKLARIN KÜÇÜK ADAMI Mavi gökyüzünün altında, kızgın dalgaların üstünde, ince ve neredeyse görünmeyen ipe asılmış olan balonları bana verdikleri o kocaman tüfekle patlatmaya çalışıyordum. Sonuç ise pek iç açıcı değildi. Tek bir balon bile vuramamıştım! Oysaki benden önce gelen genç abi tam tamına beş balon patlatmıştı! Sabırsız bir şekilde sıranın ona gelmesini bekleyen çocuğa döndüm ve sinirli yüzüne baktım. “Daha boncuklarım bitmedi!” Sinirli yüz hatları yerini alaycı bir sırıtışa bıraktı. “Yüz tane boncuk verseler yine de bir tane balon bile patlatamayacağına eminim! Beceriksiz!” Gözlerim yavaşça dolarken iki elimle tuttuğum koca tüfeği ona bıraktım. Yaşlı gözlerle ona baktım. Yeşil, kocaman ama kararlı bakan gözleri, çatık kaşları ve yaşı küçük olmasına rağmen iki kaşının ortasında belirgin bir çizgi vardı. Annemde de vardı bu çizgiden. Sorduğumda ise “Hayata dair çok kırgınlığı olanların izleri bedeninde herhangi bir yere yansır. Bazılarının gözlerinden belli olur, bazılarının nefeslerinden. Bazılarının ise kaşlarının ortasında toplanmıştır kırgınlıklar. Her çatıldığında daha da çöker oraya.” demişti bana. Benden en fazla bir yaş büyük çocuğun hayata dair ne gibi kırgınlıkları olabilirdi? Üstündekilere baktım. Turuncu; kirlenmiş ve yırtık bir tişört, gri; ona küçük gelen bir eşofman ve kendi ayaklarından çok daha büyük ayakların kullanabileceği türden bir çift terlik giymişti. Arkamı dönüp hızlı adımlarla kaldırımda ilerlemeye başladım. O, ağır şartlarda yaşayan, annemin yolda rastladığımızda “Çalışmazsan onun gibi olursun!” dediği insanlardan biriydi. Annemin bu görüşünü hep yanlış bulurdum. Neden çalışıp onlar için daha iyi bir dünya yaratmak yerine çalışıp onlardan üstün olma çabasındaydık? Kendileri seçmemişlerdi bu hayatları ve bizim bunu onların tercihleriymiş gibi © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 109 göstermeye hakkımız yoktu. Karşı kaldırıma geçerken bir balonun patlama sesi gelmişti. Bana beceriksiz diyen çocuk çoktan ilk boncuğu tutturmuştu balona. Gülümsedim. Az önceki yaşlı gözlerimin yerini neşeyle bakan gözlere bıraktı. Sevinmem tuhaf bir durumdu ama onun bir şeyde başarılı olması beni mutlu etmişti. Gülerek ilerlerken gözlerim kolumda annemle pazardan aldığımız pembe saate takıldı. Geç kalmıştım! Hem annemin ekmek almam için verdiği parayı boşuna kullanmıştım ama dayanamamıştım işte! Balkonumdan görünen o balonlar ve onları tek denemede patlatan benden yaşça ve endamca büyük insanların yaşadığı duyguyu hep merak etmiştim. Anneme gitmek istediğimi söylediğimde ise elindeki örgü şişini sallayıp gözlüklerinin üstünden bir bakış atmıştı. Yetmişti susmam için. Eve gitmeden önce annemin verdiği paradan arta kalanla iki ekmek aldım. Beyaz renkteki ekmek poşetini savurarak yolda ilerliyordum. Çoktan unutmuştum balonları, aklımdaki tek şey annemin geç kaldığım için bana kızacağıydı. Korkarak eve ilerledim. Yerdeki biçimsiz taşları sıkıntılı bir şekilde ayağımla ittiriyordum. Gözlerim, büyük terlikleri görünce bacaklarım sustular. Kapımızın önünde oturmuş, elinde tek kalan mendile bakıyordu. Sıkıntılıydı ve gözleri doluydu. Ama akmıyordu yaşları. Sanki kendini yönetiyor gibiydi. Bakışlarını aniden bana çevirince onu incelediğimi fark etti ve kaşları yine çatıldı. İlk duyduğumda minik kalbimi ezen sesi şimdi ise meraklandırmıştı. “Ne bakıyorsun?” Açıkçası bu kadar kaba olmasını beklemiyordum. Ben onun gözlerindeki sıkıntının sebebini öğrenmek istiyordum. Korkarak yanına oturdum. Korkmamın sebebi kesinlikle annemin onlara yaptığı kötü yakıştırmalar değildi. Ben, beni tersleyecek diye korkmuştum. “Neden üzgünsün?” diye sordum kısık bir sesle. Başımı öne eğmiştim ve parmaklarımla oynuyordum yavaşça. Sıkıntıyla iç çekti. “Babam, mendilleri satıp parasını getirmemi söylemişti. Ama ben mendilleri satıp parasıyla oyun oynadım! Herkes oynuyordu. Kimi çocuklar babalarıyla geliyorlardı ve babaları onlara tüfek tutmasını öğretiyordu. Benim babam ise hasta. Sırtından rahatsız. Fıtıkmış. Öyle der doktorlar.” Bu bana benim problemimden kat ve kat kötü gelmişti. Cebimdeki parayı tarttım. Bir oyun parasından daha çok kalmıştı. Oyunun parasını ona verirsem gurur yapacağını düşünüyordum. “Peki, bir mendil ne kadar?” diye sordum gülümseyerek sevecen sesimle, çocuk bana bakmadan yanıtladı sorumu. Düşünüyormuş gibi yaptım. “Mendile ihtiyacım var ama cebimde bozuk param yok. Tüm versem?” ilk önce kaşları çatıldı. Sonra yeşil gözlerini bana çevirdi. Suratımda en ufak bir samimiyetsizlik bırakmadan gülümsedim ona. Yavaşça o da gülümsedi. “Adım Furkan.” O gün annem iyice azarlamıştı beni ama gülümsemeyi bırakmamıştım. Ertesi gün kumbaramdan para alıp balonlara gittim. Furkan da oradaydı ve mendil satıyordu. İki atışta yapamayınca ben yanıma gelip düzgün tutmayı öğretmişti ve onun sayesinde ilk balonumu vurmuştum! Hava kararana kadar Furkan’la mendil satıp sohbet etmiştik. Bir yaş vardı aramızda. Ben büyüktüm ondan. Tüm yazım Furkan’la mendil satıp balon vurmakla geçmişti. Okulun ilk günü ise sabah Furkan’ı gördüm. Aynı yerde, baloncunun yanında bekliyordu beni. Yanına oturduğumda başını kaldırdı. İlk gülümsedi gözleri. Sonra sırtımdaki çantayı ve mavi önlüğümü görünce çatıldı yine kaşları. “Bugün müydü okul?” başımı aşağı yukarı salladım. “Sen gelmiyor musun?” kaşları daha da çatıldı ve yine doldu yeşil © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 110 gözleri. Tavırlı bir şekilde “Yok!” dedi ve sırtını döndü. Üzülmüştüm o gün. İsteksizce okula gidip isteksizce derslere girmiştim. Sonra kızmıştım bu halime. O giremiyordu ve buna üzülüyordu. Oysa ben girmek istemiyordum derslere. Bencildim! Kendime çok kızmıştım. Çıkışta yine onu balonların yanında görüp yanına oturdum. Sırtı dönüktü ama geldiğimi anlayınca sanki mümkünmüş gibi biraz daha döndü. Aklıma gelen fikirle ders kitabımı çıkarıp ona hiç düşünmeden bugün öğrendiklerimi anlatmaya başladım. “Bak bu A harfi…” ben anlattıkça yaklaşıyordu bana ve sonunda döndüğünde barışmıştık bile. Uzunca sarıldım ona ve her hafta içi ne öğreniyorsam çıkışta ona anlatmaya başladım. Hafta sonları da mendil satıyorduk ve hava kararınca eve gidiyordum. Birkaç uzun yılın ardından bir hafta sonu Furkan’ı elinde sazla gördüm. Saz çalabildiğini bilmiyordum. O sevdiğim bir şarkıyı çalarken yanına oturdum ve söylemeye başladım. Gülümsedi. Balonların yerinde –ki son yıllarda balonlar yoktu- o çalıyordu, ben söylüyordum. Beremin uçmasıyla başımı yere çevirdim ve geri almak için bir hamle yaptım fakat atılan bir bozuk para buna engel oldu. Furkan’la birbirimize bakıp gülümsedik ve devam ettik. Etrafımızda onlarca kişi vardı ve alkışlayıp eşlik ediyorlardı. Berem parayla dolmuştu. Artık hafta sonları müzik yapıp para kazanıyorduk ve parayı yarı yarıya bölüşüyorduk. Ben benimkine dokunmamıştım ve yeteri kadar biriktirdiğimde Furkan’a ders çalışmayı sevdiğinden test kitabı aldım. Benden çok daha başarılı biriydi ve konuyu ona anlatınca hemen kapıyor, notları üşenmeden kendi defterine küçücük yazarak geçiriyordu. Sınava çalışmam gerektiğinde beni çalıştırıyordu ve sınavdan yüksek alıyordum. Yıllar yılları kovalarken Furkan, bir liseden burs kazanıp oraya gitmişti ve lise diploması için çok çalışıyordu. Görüşemiyorduk. Aramızdaki bağ tamamen kopunca ben üniversiteye başladım. Dereceyle bitirip iyi bir iş buldum ve yuva kurdum. Bir gün, bacağım ileri derecede ağrımaya başladı. Kendimi en iyi hastanelerden birine attım ve hastanenin en iyi ortopedistinden randevu aldım. Sırada beklerken adımı anons ettiler ve yavaşça beyaz kapıdan girdim. Doktor Furkan Sayın. Daha soyadını bile bilmediğim bu küçük kırık çocuk hayatın tüm zorluklarına rağmen doktor olmuştu. Onlar sadece bir sokak çocuğu değildiler. Onlar kalitesiz insan değildiler. Onlar ellerinde şans bulunmadığından dolayı güçlü ruhlarının hayat tarafından ezilmesine göz yummak zorunda kalan insanlardı. Furkan, Sokakların Küçük Adamı, tırnaklarıyla kendine ufacık bir şans yaratıp çalışarak onu büyütmüştü. Özenilesi bir insandı. Cemre ONBAŞLI 8A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 111 GÜNÜMÜZ İNSANI İnsanların her geçen gün daha fazla şeye sahip olmak istemeleri Dünya’nın çok değişmesine neden oldu. Eskiden çocuklar bilye, uzun eşek oynarlardı. Kendi yaptıkları sapanlarla bazı şeyleri vurmaya çalışırlardı. Aileleri onlara bir iki tane sakız alabilecek kadar harçlık verirdi. Gün boyu mahallelerinde koşuşturur, akşam geç saatte evlerinde olurlardı. Herkes hayatından memnundu. Kimse sahip olduğundan fazlasını istemezdi. Fakat artık insanlar daha fazlasına sahip olabileceklerini biliyorlar. Bunun için neden daha azıyla yetinsinler? Çok küçük çocuklardan tutun yaşlılar dahi teknolojiye uyum sağlıyorlar. Herkes dokunmatik telefonlarla başa çıkabiliyor. Herkesin büyük ekran ipince televizyonları, bilgisayarları var. Çok küçük çocukların konsol oyunları var. Çocuklar mis gibi havada dışarıya çıkıp dolaşmak, koşturmak, oyun oynamak yerine evlerine kapanıp daha dün çıkıp bugün herkesin gözdesi olan tabletleri oynuyorlar. Bilmiyorlar ki ileride başlarına büyük sorunlar açılacak. Sırf bu yüzden çocuklar okuldan geldiklerinde yemek yemiyor, ödevlerini yapmıyor, ders çalışmıyor, yaşıtlarıyla zaman geçirmiyor ve çok geç yatıyorlar. Yemek yemedikleri ve geç yattıkları için bünyeleri zayıf düşüyor ve hasta oluyorlar. Ders çalışmadıkları için derslerinden geri kalıyorlar. Uzun süre ekrana baktıkları için gözleri bozuluyor. Ve en önemlisi ruhları da teknolojinin büyüsüne kapılıyor. İnsanların hayal güçleri, yaratıcılıkları ve düşünebilme kapasiteleri yavaşlıyor. Gerçek olamayacak şeylere inanıyorlar. Gerçek Dünya’dan çıkıp başka Dünya’ya giriyorlar. Sağlıklı düşünemiyorlar. Aslında teknoloji doğru kullanıldığında süper bir şey. İyi ki hayatımızda var. Bence teknoloji olmasaydı hayatımız daha zor olurdu. Sonuçta ne olursa olsun insanlar Dünya’yı © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 112 geliştirecekti. Bunu yapmak zorundaydık. Çünkü ihtiyacımız vardı. Ama insanların bu kadar bağımlı olması çok yanlış. Teknoloji hayatımızı kolaylaştırmak ve eğlenmemiz içindir. Biz bağımlı olursak teknoloji bizim hayatımız olur. Çoğu insan için öyle. İnsanlar önemli ve güzel bir an yaşadıklarında onu beyinlerine kaydetmeliler. Ama o olayı ölümsüzleştirmek için özçekim yapıyorlar. Sanal alem de onları paylaşıp bütün gün insanların o resimleri beğenmesini bekliyorlar. Teknoloji bize maddi anlamda da zararlar veriyor. İlk dokunmatik ekran telefonlar çıktığı zaman maddi durumu yetenler telefonun parası ne olursa olsun satın almıştı. Bunun normal bir şey olduğunu savunabiliriz çünkü o zaman ilkti. İnsanlar daha önce hiç görmemişti. Fakat artık aynı telefonun farklı çeşitleri çıkıyor. Aslında bakarsanız özelliklerinde bizi daha çok şaşırtacak şeyler yok. Sadece ekranı daha büyük veya daha ince diye ilk çıkanın parasının çok çok üstünde bir para veriyorlar. Bu kadar parayı gereksiz ve ihtiyacımız olmayan şeylere vermemeliyiz. Bunlara gelene kadar önceliklerimize para harcamalıyız. Aynı şekilde bir evde her aile bireyinin farklı tabletleri veya bilgisayarları olmamalı. Evde bir tane olması herkesin kullanamayacağı anlamına gelmiyor. Fark ettiyseniz şu zamanlarda yazılan yazıların çoğu bu konuyla ilgili. Uzmanların dikkatini çeken bir konu, hatta hastalık. Bazı insanlar farkındalık yaratmak için yazılar yazsa da çok etkili olduğu söylenemez. Dilerim ki insanlar hayatlarına geri döner. Gamze BAYAR 7A İNSANLAR -İnsan mı?! İnsan olmaz! -Sakin ol. Sadece bir aylığına. Hem bence bu senin için iyi olacak. -Nasıl iyi olabilir?! İnsanlar tehlikeli yaşam formları. Onlar galaksinin en barbarları! Onların gezegenine bir aylığına da olsa gitmem! Orada sağ kalmam bir mucize olur! -Abartma lütfen. Bütün insanlar kötü değildir. -Evet öyleler. Her biri acımasız birer organizma! -Bu konuda seninle tartışmayacağım. Gitmem gerek. Sen de hazırlanmalısın. Birazdan yola çıkıyorsun. Homurdandım. Dünya’ya gitmek istemiyordum. Ancak ben bir araştırmacıyım ve patron nereye derse oraya gidip dominant türün yaşamını araştırmak zorundayım. Eşyalarıma küçültücü sprey sıkıp cebime koydum. Rokete bindim ve Dünya’ya doğru yola çıktım. Haritama göre Asya Kıtası’ndaki Türkiye adlı ülkenin Mersin iline inmiştim. Burada bir okula girmem gerekiyordu. En yakındaki okula girdim. Müdürün odasını buldum ve “taşınabilir ikna edici” ile beni sekizinci sınıfa almasını sağladım. “Şimdiye kadar hiç hasar almadım.” dedim kendi kendime. -Ne? Ses arkamdan gelmişti. Yavaşça arkama döndüm ve bir kız gördüm. -Hasar alman mı gerekiyordu? -Ne? Hayır. Hasır almam gerekiyordu. Evet, hasır. -Peeeki. Galiba garip davranmıştım. -Ben yeni öğrenciyim. Ege. -Nil. Hangi sınıftasın? -8-A -Ben de! Gel seni sınıfa götüreyim. Bu sefer hata yapmamıştım. Sınıfa kadar Nil’i takip ettim. Sınıf boştu. -Birazdan gelirler. Hepsi çok iyi insanlardır. “Tabi. Sanki mümkünmüş gibi.” diyordum içimden. “Sen de diğer insanlar gibi kötüsün. Beni böyle iyi davranarak © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 113 kandıramazsın.” O sırada on beş kadar insan içeri girdi. -Geldiler. Arkadaşlar! Bu Ege. Yeni öğrenciymiş. Hepsi bağrışmaya başladı. Kimisi kendini tanıtıyor, kimisi hoşgeldin diyor, kimisi bana sorular soruyordu. Açıkçası biraz korkmuştum. -Tamam! Sakin olun! Rahat bırakın çocuğu! Nil’in sesiydi bu. Yine nazik davranmıştı. -Öğretmen geldi! Adını duyamadığım bir insandı bunu söyleyen. Herkes yerine geçti ve içeri diğer insanlardan daha yaşlı görünen bir insan girdi. -Günaydın, oturun. Herkes oturdu. Ben de oturdum. -Gelmeyen var mı? -Doruk ve Melisa. Bir deftere iki tane sayı yazdı. Bunu kayıt etmeliydim. Daha önce böyle bir şey görmemiştim. Elimi kayıt cihazıma uzatırken büyük insan: -Yeni bir arkadaş mı geldi? dedi. Hep bir ağızdan: -Evet! diye bağırdılar. -Adın ne? -Ege. Bu büyük insandan korkmuştum. -Nereden geldin? Bu sorunun cevabını bilmiyordum. Onlara başka bir gezegenden geldiğimi söyleyemezdim. -Dünya’nın başka bir yerinden. dedim. Herkes gülmeye başladı. Yanlış bir şey mi söylemiştim? -Peki. Madem öyle defterini aç bakalım. -Defter? -Defterin yok mu? -Hayır. -Kağıt çıkar yaz o zaman. Kağıdım da yoktu. Yanımda oturan Nil’e baktım. Gülümsedi ve defterinden bir sayfa koparıp bana verdi. Kırk dakika boyunca yine Nil’den aldığım bir kalemle o sayfaya yazı yazdım. Neyse ki gelmeden beynime alfabeyi ve yazım kurallarını yüklemişlerdi. Ama bir sorun vardı. Daha önce hiç yazı yazmamış olan ellerim çok acıyordu. Kalem çok acımasız bir şeydi. İnsanları anlamaya başlıyordum galiba. Derste yanımdaki diğer çocuğa bunu her gün yapıp yapmadıklarını soruyordum ki büyük insan: -Susun bakayım! Dersimde ses istemiyorum! diye bağırdı. Bu büyük insan gerçekten kötüydü ve bunu saklama gereği de duymuyordu. Her an bana daha çok acı veren bir kalem verebilirdi. Ondan korkuyordum ama korkum dersi dinlememi sağlamıyordu. Aksine, tüm dikkatimi kırk dakika boyunca ses çıkarmadan oturmaya verdim. İnsan yavrularının büyük insanlardan daha çok enerjisi olduğunu biliyordum. Nasıl oluyordu da büyük insan bile ayakta dolaşırken, çocukların kırk dakika boyunca hareketsiz oturmasını bekliyorlardı? Belki de insanlar bu yüzden kötüydü. Eğer benim ırkım da çocukları tüm gün yazı yazmaya, bu kadar uzun süre hiçbir şey yapmadan oturmaya zorlasaydı ben de acımasız olurdum. Sonunda büyük insan: -Bunlar yarına kadar beş kere yazılıp ezberlenecek. Sınavda var. Çıkabilirsiniz. dedi. “Neler? Yazdıklarımızın hepsi mi? Nasıl mümkün olabilir ki böyle bir şey?” diye düşünüyordum. “Bu resmen zihinsel işkence! Ama kimse şikayet etmedi. Demek ki bu normal. Ama aldığım bilgiye göre insanların beyni bu kadar bilgiyi bu kadar çabuk öğrenemez. Nasıl oluyor da bunu yapabiliyorlar? Hem sınav da ne?” Ben bunları düşünürken sınıftaki son öğrenci de çıkmıştı. Onları takip ettim. Nil dersteki rahatsızlığımı fark etmiş olmalı ki “teneffüs” dendiğini sonradan öğrendiğim o zaman aralığında yanıma geldi ve: -Sen gerçekten nereden geldin? dedi. Benden şüphelenmişti. Bu soruyu cevaplamam gerekiyordu ama ne diyebileceğimi bilmiyordum. -Boş ver, önemli değil. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 114 dedim. İşe yaramış gibiydi. Sonra başka soru sormadı. Neyse ki okulun bitişine denk gelmiştim. Bütün insanlar kendi servislerine binip evlerine gittiler. Ben de roketime gittim ve bir sonraki gün çok fazla soruyla karşılaşmamayı umarak uykuya daldım. Her gün benzerdi. Sorulardan kurtulmayı öğrendim ve günler düşündüğümden daha hızlı geçti. İnsanlar bana hiç zarar vermemişti. Hatta iyi bile davranmışlardı. Beni hiç yalnız bırakmadılar. İnsanlar gerçekten eğlenceli olabiliyordu. Dönüş zamanı geldiğinde beklentimin aksine üzülmüştüm. Son bir ay içinde gerçekten eğlenmiştim. Ama gezegenime geri dönmeliydim. Son gün insanlar gitmeden hemen önce hafızalarını sildim. Kurallardan biri de buydu. Beni hatırlayamazlardı. Hepsi bittiğinde roketime yeniden bindim ve geri döndüm. Üzüntümü çok belli etmemeye çalışarak masama oturdum ve araştırma raporumu yazmaya başladım. “Dünya’daki bir aylık araştırmama göre bütün insanlar sanıldığı gibi kötü değildir… İdil YAZICI 8A ALTI YÜZ DOKSAN SEKİZ Yorgunluktan morarmış olan gözleri daha fazla uykunun ağırlığına dayanamayıp, kapandı. Bir çığlık duydu. Bir an için kabus gördüğünü zannetti ama o çığlığın hayal olamayacak kadar gerçek olduğunu fark ettiği an yataktan fırladı. Üstüne ilk bulduğu ceketi alıp, odasından çıktı. Koridorda hemşireler koşuşturuyordu. Bir anda bütün koridorda ürkünç bir çığlık yankılandı. Korku içinde deneklerin bulunduğu tarafa doğru hızla ilerledi. Belli aralıklarla çığlıklar geliyordu, belli aralıklarla gelmesi durumu daha da ilginç kılıyordu. Deneklerin bulunduğu koridor çok kalabalıktı. Yürürken insanın zorlanacağı türden bir kalabalık. Sonunda kendi biriminden birini gördü, yirmili yaşlarındaki kadın ona “ Denek 698’de ilaç ters tepki yaratı. ” dedi. Denek 698 ismini duyduğu anda buz kesildi, o denek onunla bir kaç kez iletişime girmeye çalışmıştı. Ama bu kesinlikle yasaktı, anlamadığı bir nedenden dolayı üst düzey yöneticiler deneklerden çok korkarlardı. Birkaç kez bir deneğin doktorlardan birini öldürdüğünü duymuştu ama bunun şehir efsanesi olduğuna inandırılmıştı. Ki zaten böyle yerlerde çalıştırılıyorsanız kendinize ait fikirlerinizin olması istenmezdi. Zaten çoğu kişi kendine ait fikirleri olamayacak kadar kendilerini tanımıyorlardı. Kendilerini tanımamalarının asıl nedeni böyle yerlerde çalışmaya başlamadan önce gerekli şeyler dışında bütün hafızanızın silinmesiydi. “ Denek 698 mi dedin?” diye sordu “ Evet, efendim.” dedi kadın ve hızlıca koridorun öbür tarafına doğru ilerledi. Denek 698in odasına doğru ilerledi. Kapıdan içeri girdiği an Denek 698’in ona bakarak çığlıkla karışık kahkahalar attığını fark etti. Tepkisiz bir şekilde değerlerin olduğu tarafa ilerleyip 698’in değerlerini inceledi, bu sırada Denek 698 de korkutucu sessizliğini bozarak “ Nasılım doktor, ölecek miyim?” © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 115 diye kahkaha atarak sordu. Bir yandan da Denek 698’in dosyalarını okumaya başladı. Daha önce hiç görmediği bir dosyayı dolapların altında buldu. Üstünde sanki olacak kötü şeylerin habercisi gibi büyük puntolarla “ Çok Gizli ” yazıyordu. Dosyayı açtı. Sayfanın sol üst köşesinde Denek 698’in fotoğrafı vardı. Alt kısımlarda ise bir sürü prosedür. Tam ikinci sayfaya geçecekti ki Denek 698 “ Neden burada çalışıyorsun? Ne yaptığınızın farkında mısın? Sen kimsin?” diye sordu. Tam cevap vermek için ağzını açmıştı ki, cevaplarını kendisinin de bilmediğini fark etti. Bu sorular aslında küçük bir çocuğun bile sorabileceği basit sorulardı ama bunların cevapları hakkında hiç kafa yormamıştı. Oysaki bu sorular yerine bir fizik sorusu sorsaydı hemen cevaplardı. Bu sorular ona tokat gibi gelmişti, o kimdi. Bu sorular beyninde dönerken, dosyayı aldı ve kendini odadan dışarı attı. Arkasından Denek 698 sinsice gülüp “ Gene beklerim.” dedi. Beynin en derin köşelerini bile delik deşik etmişti ama Denek 698’in sorularına hala yanıt bulamıyordu. Özellikle de kim olduğuna dair olana, o kimdi, neredeydi, neden buradaydı, ismi neydi, ne zamandır buradaydı, kaç yaşındaydı? Bu sorulara cevap aramak için aynanın karşısına oturdu. Yüzüne baktığında hiçbir şey görmüyordu. Gördüğü şey sadece duygulardan yoksun beyni aynı bir makine gibi işleyen yirmili yaşlarının sonunda bir kadındı. Bunları düşündükçe içi içini yiyordu. Sonunda bu sorulara dayanamayıp, uyumaya karar verdi. Yatağa girdi. Yumuşak yorgan biraz olsun onu rahatlatmıştı, uyumak için gözlerini sımsıkı kapattı. Ama ihtiyacı olan uyku ona hiç uğramadı. Uyumaya çalışırken de bu sorular beynini o kadar meşgul ediyordu ki sonunda yataktan çıkıp o dosyayı okumaya karar verdi. Önce kapısının kitli olduğuna emin oldu daha sonar da soğuk mermer zemine oturdu. Mermer zemin bütün vücudunu titretti. Yaklaşık iki dakika kadar dosyaya boş boş baktı. Dosyayı açtığı anda ilk kez bir insan olarak bir şey hissettiğini fark etti, merak. Merak insanı insan yapan şeydi. Merak olmasaydı insan gelişemezdi, Ay’da ne olduğunu merak ettiğimiz için Ay’a gittik, suyun altında neler olduğunu merak ettiğimiz için suyla tanıştık, şimdi de o kim olduğunu merak ediyordu ve öğrenecekti de. Çok korktuğu Denek 698’e şimdi teşekkür ediyordu, bunu onun o basit soruları sağlamıştı. Dosyada her sayfa çevirdiğinde içindeki umut git gide yok oluyordu. Her sayfa çevirişinde aynı maddelerin farklı kelimelerle yazılmış versiyonuyla karşılaşıyordu. Tam bundan sıkılıp dosyayı kapatacakken ilgisini çeken bir sayfaya geldi. Her cümleyi okurken gözleri daha da büyüyordu. Sonunda kim olduğunu, ne yaptığını, niye burada olduğunu anlamıştı. O ve onun gibi diğerleri genetiği değiştirilmiş insan silahlar üretiyordu. Deneklerin hepsi aslında birer silahtı. Odadan çıkarken arkasına baktı, gerçekten bunu yapmalı mıyım diye düşündü. Ama artık her şeyi biliyordu bunları bilirken burada çalışmaya ve bu enstitünün çalışmaya devam etmesine asla göz yumamazdı. Kapıyı yavaşça açtı ve etrafın güvenli olduğuna inandıktan sonra, koridorun sonundaki yangın merdivenine doğru koşmaya başladı. Hızla aşağı inmeye başladı. Sonunda alarmın bulunduğu kata vardı. Bu alarm binanın imhasını başlatacaktı. Bu alarmla beraber binadan çıkmak için sadece beş dakikası olacaktı ama imhayı başlatması gerekiyordu. Bütün bu araştırmaların kül olması gerekiyordu, bu birçok insanın hayatına sebep olacak olsa bile bu araştırmayı durdurmanın tek yolu buydu. © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 116 Bütün cesaretini toplayıp alarma bastı, tam o sırada geri sayım başladı. Bu sonun başlangıcıydı. Yangın merdivenlerine geri yöneldi ve aşağı doğru inmeye başladı. Bir dakika bile geçmeden insanlar çığlıklar ve korku içinde merdivende kendilerine yer buldular. Herkes olabildiğince hızlı bir şekilde binayı terk etmeye çalışıyordu. Zemin kata vardığında bir çok insanın çıkışa koştuğunu gördü, o da diğer insanlar gibi çıkışa koştu. Yirmi saniye kala kendini dışarıda buldu. İlk defa hiç arkasına bakmadan, hiçbir şey düşünmeden kendini rüzgara bırakıp koşmaya başladı. Duru Okuyaz 8A EVRENİN RİTİMLERİ Hepimiz dünyaya bir hiç için geliyoruz. Zamanı gelince ise bizim için ayrılmış vaktin sonuna gelip, ölüyoruz. Hayatı yeni yeni keşfetmeye başladığımız, olan bitene pozitif baktığımız, hayatı tozpembeden ibaret gördüğümüz evreyle, çocukluk dönemiyle başlıyor evrenin bize oynadığı oyunlar. Çocukluk… Kimi için doğumdan ölüme kadar geçirdiğimiz evrelerden sadece biri. Kimi için ise insanın doğumundan ölümüne kadar geçirdiği en masum süreç. Çocuklar saf ve temizdir. Belki de ömrü hayatımızın en güzel yıllarını çocukluk döneminde yaşarız. Geçmişe dönüp baktığımızda, yüzümüzde sıcak bir tebessüm oluşturacak bütün anıları çocukken topladığımıza inanıyoruz hatta. Çünkü doğruyu ve yanlışı, iyiyi ve kötüyü ayıracak kadar olgun değiliz çocukken. Ama en önemlisi, hayatın bize atacağı tekmelerden haberdar değiliz. İlerleyen çağlarda çocukluğumuzu ne zaman hatırlasak, o büyük özlemin kıvılcımları bizi kavurmaya başlıyor. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmadığını kavramış olmanın hüznüyle beraber, o günlerin neden daha güzel olduğu hakkında sorguluyoruz kendimizi. Mesela hatırladığınız en eski doğum gününüzü düşünün. Gelen her hediyeyi beğenir, hatta bazen şaşkınlıktan ne yapacağınızı şaşırırdınız o zamanlar. Fakat şimdi, kimisi doğum gününü sadece hediyeler için yapıyor. Formaliteden pasta üflüyor vesaire. Gelen hediyeleri çoğu zaman uygun bulmuyor üstüne üstlük burun bile kıvırıyor. Bunu yalanlayamazsınız, çünkü doğru. Anasınıfında veya kreşte âşık olmuşuzdur çoğumuz. Birlikte sürekli vakit geçirdiğimiz kıza veya erkeğe tutulmuşuzdur nedensizce. Başka birinin oyuncağıyla oynadığında sitem eder, onu diğerlerinden uzak tutmak için nelerimizi vermezdik. Masum ve temiz kalbimizle, ilk heyecanı tatmış olurduk böylece. Bu aşkın en can alıcı noktası ise, kıskançlık dışında hiçbir kötü duyguya yer olmamasıdır bence. Çocuklar kin, öfke, nefret nedir bilmezler. Her şeye gülüp geçerler. Ve insanların en çok kıskandıkları, çocukluğa dair en çok özlediği şey bence budur. Etrafımızdaki olumsuz düşüncelere, olaylara, sadece gülüp geçmek… © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 117 Çocuklar için hayat eğlenceden ibarettir. Evde, okulda, sokakta… Her yerde oyun oynamak isterler. Aileleri ise bu isteklerini yerine getirmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar çocuklarının mutluluğu için. Ailelerin klasik bir lafı vardır ve çoğumuz herhangi bir aile bireyinden duymuştur bu sözü; “Keşke hiç büyümesen.” Her zaman bunu neden söylediklerini sorgulamışımdır kendimce. Acaba sadece bizi sevip, yanaklarımızı sıkıştırmak için mi söylerlerdi bu sözü, yoksa büyüyüp kendi ayaklarımızın üzerinde durabilecek vakit geldiğinde evden ayrılacağımız için mi? Ben şahsen söylenenlerden etkilenip hemen büyümek isterdim. Şimdi büyüdüm. Ve tekrar çocuk olmak istiyorum. Her şey biraz daha net kafamda mesela. Yap-boz parçaları yerine tam oturmasa da, her şeyi biraz daha iyi kavrayabiliyorum en azından. Ama çocukken olduğu gibi her şeye masumane bakamıyorum. Hayat artık tozpembe değil de, sadece siyah ve beyazdan oluşuyor. Ya çok iyi, ya çok kötü. Ya çok normal, ya hiç normal değil. Bir de asla unutulmayan meslek tartışmaları var. Doğduğumuzdan itibaren, anne- babalarımız herkese “Benim çocuğum doktor olacak, benim çocuğum mühendis olacak, seçimi oğlum/kızım değil okullar yapacak…” ve daha sürüyle olan övgüler yağdırıyor herkese. Ama sadece kendilerince övünüyorlar. Büyüyünce onların yoğun baskısıyla istemediğimiz bir meslek seçip, hayatımızı karartıyoruz. Şimdiki çocuklar eskisi gibi yaşayamıyor çocukluklarını. Çünkü saçma sınav sistemleri, zorunlu kılınan kurallar… Çocukları her geçen gün biraz daha bıktırıyor. Şimdiki sistem hep ders hep sınav. Bazı minikler yaşının kaldıramayacağı şeyler de yaşıyor çok küçükken. Aile içi şiddet, aile tarafından yeteri kadar ilgi görmeme, ebeveynlerin ayrı olması… Kaldırılamayacak şeyler yaşayan çocuklar genelde erken olgunlaşır çünkü hayatın kimi zaman yüksek, kimi zaman düşük ritimlerini erkenden kavrarlar. Peki şimdi bir de siz düşünün, bazıları çocukluklarını özlememekte haklı değil mi sizce? Eliz ŞAHİN 8A ÇOCUKLUĞUM ÇALINIYOR Hani insanın içinde ne olduğunu bilmediği bir sıkıntı ile güne gözlerini açtığı sabahlar olur ya işte o sabahlardan birine uyandım.Gözlerimi açtığımda göğsümdeki karabasanı kovalamak için ıslıkla şarkılar tutturdum, olmadı; su damlalarını başımdan aşağı kristal tanecikleri gibi indirdim, fayda etmedi.Her zamankinden koyu bir kahve yapıp camın önünde içimden farksız sisli İstanbul sabahını seyre daldım, nafile! Oysa diğer sabahlar, İstanbul hangi mevsimde hangi hava şartında olursa olsun yüreğimde kelebekler uçurturdu.Sanki bu sabah göğsümdeki karabasan İstanbul’u da kaplamıştı.Anlaşılan o ki bugün uykuma eşlik eden karabasan günüme de eşlik edecekti. Trençkotumu giyip içimdeki sıkıntıyı arkamda bırakacağımı umarak evin kapısını çektim. Karabasanı da eve kitlercesine kapıyı her zamankinden de fazla ve sert kilitledim.İşe gitmek üzere yola koyuldum. Hani derler ya: "Sevdiğim bir işim var…" Oysa benim sevmeye çalıştığım bir işim var.Üniversiteyi bitirir bitirmez işsizler ordusuna katılmamak için bulduğum ilk işe sevebileceğimi umarak derhal başladım, hani yine derler ya : "Sevgi emek ister…" Ben de işimi sevebilmek için çok emek harcadım.Bazen kimse işe gelmeden ben ofiste oluyorum bazen de gece güvenliğinin " Daha burada mısınız?"sorusuna "Az sonra çıkacağım." cevabını verip gün ışırken bir duş ve kahve molası için eve gidiyor sonra yeniden ofise dönüyorum. İşim bir avukatlık bürosunda, önceleri üniversiteden yeni mezun bir avukat olarak adliye koridorlarında ofisteki kıdemli avukatların mahkeme öncesi getir götür işlerini yapmakla piştim daha sonraları küçük davalara girmeye başladım. Azmim üstlerimi etkiledikçe ofiste ki büyüyen masamda © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 118 dava dosyaları yükselmeye başladı.Genç bir avukat olmama rağmen tecrübem her geçen gün artıyordu.Küçük davalardan önemli ve zor davaların aranılan avukatı olamaya başlamıştım. Yol boyunca bana eşlik eden karabasan ofise de benimle geldi ve her sabah yapılan ofis toplantısına da benimle girmeye kararlıydı.Masama geldim, çantamı bıraktım,trençkotumu askıya asıp bir kahve almak üzere makinelerin durduğu köşeye doğru ilerledim. Odamın kapısına yönelmişken masamın üzerinde “TOPLANTIYA KADAR İNCELE!” yazısı yapıştırılmış dosyaya gözlerim ilişti.İçimde uyanan merak dosyanın kapağını açmam için adeta beni kışkırtmış ve heyecanlandırmıştı. Dosya içerisindeki sayfaları çevirdikçe bu sabah bana eşlik eden karabasanın yeni davamın habercisi olduğunu düşünmekten kendimi alamadım.Dosya dipsiz bir kuyu gibi beni içine çekmişti. Toplantı saati gelmişti ve ben ilk kez bir toplantıya geç kalıyordum. Koşarak kendime bir kahve almaya gittim ve kahvemi dökmemek için büyük adımlarla telaşla toplantı odasına girdim. "Özür dilerim…"dediğimde odadakiler benim geç kalmama hiç ama hiç alışık olmadıkları gibi dingin halimin yerine heyecanlı ve telaşlı görünümüme de bir anlam verememişlerdi.Toplantı her zamanki işleyişiyle başladı ve bitti, bu sürede ben üzerindeki notu delercesine gözlerimi diktiğim dosyayı kahvemle birlikte yudum yudum içiyordum..Toplantı odası boşalmaya başladı ve sonunda hukuk büromuzun en büyük ortağı ile baş başa kaldık. "Ne diyorsun?Davayı alalım mı?" cümlesi daha bitmeden "Ne zaman onunla konuşabilirim?"diye sordum. -Emin misin? dedi "Evet…"İlk kez bir dava için bu kadar heyecanlanmıştım."Eminim…" dedim. "Mahkemelerimizin hiç alışık olmadığı bir dava bu…" dedi. "Bu gün tanışabilir miyim?"diye sordum. "Sekreterim senin için arayacak, saat 14.00 iyi mi?" dedi. Odamda tekrar tekrar dosyayı incelerken gözümü saatten alamıyordum. Artık yerimde oturamaz olmuştum, ofiste bilmem kaçıncı adımımı atarken kapı açıldı ve içeriye saçları neredeyse boyuna yakın, kara gözlerinde şimşekler çakan, dudağında alaycı bir gülümseme ile küçük bir kız girdi. Dünyanın devi oymuşçasına emin adımlarla ilerlerken yanındaki sarışın kadına sanki o eşlik ediyormuş gibiydi.Sekreter odamın kapısına yaklaştığında ben çoktan kapıyı açmış elimi uzatmıştım. "Merhaba, hoş geldiniz."dediğimde uzanmış elimi aynı kendinden emin tavırla sıktı. "Davamı aldığınız için teşekkür ederim."derken gözleri gibi sesi de kendinden çok emin ve kendinden çok büyüktü. Oturmaları için yer gösterdim. "Bir şey içer misiniz?" dememe fırsat kalmadan konuya girmek istediğini söyledi. Neydi onu bu kadar sabırsız kılan?İyice merak etmiştim. "Neden ailene karşı dava açmak istiyorsun? Büromuz senin yaşında birinin-çocuğun demeye dilim varmamıştıanne ve babasına-göğsümdeki karabasan demek ki bu iki kelimeymiş-dava açması ile ilk kez karşı karşıya" dedim. Anne ve babalarımız için biz ne kadar değerliysek onlar da bizim için o kadar değerlidirler ve şimdi bir çocuk anne ve babasına dava açmak istiyor.Bu inanılmaz bir şeydi,gazete başlıklarını görür gibiydim.Dokuz yaşında bir kız çocuğu anne ve babasına açıyor ve cezalandırılmalarını istiyordu. "Evet,"diye cümleye başladı,başını yanında oturan sarışın kadına doğru çevirerek. "Gözümü açtığım ilk günden beri annem olduğunu sanarak baktım ona. 119 © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları Çünkü sadece onu görüyordum. Bebek de olsak bizlerin de duyguları olduğunu unutuyorsunuz.Bu hanım dışında kimseyle karşılaşmadığım için babasız olduğuma inanmaya başlamıştım.Bu nedenle bir gün odamda beni kucağına alan uzun boylu bir adamla karşılaşınca ağlamaya başladım.Onu tanımıyordum.Derken içeriye kızıl saçlı bir kadın girdi-gerçek annemmiş- telaşla "Neden ağlatıyorsun şimdi çocuğu,gürültü yapmayın, okumam gereken kağıtlar var…" dedi. Zaman içerisinde bu iki insanın “anne ve baba” olduğunu öğrendim. Artık yürümeye ve konuşmaya başlamıştım.Bu arada dişlerim çıkmış, saçlarım uzamış kendi başıma yemek yemeyi,giyinmeyi öğrenmiştim.” Yine başını sarışın kadına doğru çevirmişti. “Hep yanımdaydı.Evimiz çok büyüktü ve her şey vardı, oyun bahçesi bile.Bazen sokağımızın arkasındaki parka giderdik, orada anne ve babalarıyla oynayan çocukları görürdüm. Hayatımda bazı şeylerin doğru işlemediğini yavaş yavaş anlamaya başlamıştım.Benim de bir ailem olmalıydı,annem ve babam...Eve gelince kucağında beni havalara uçuran,bana akşamları masal okuyan,üzerimi örten bir babam, benimle yalancıktan evcilik oynayıp oyuncak kahve takımlarımla kahve içen bir annem. Okula başladığım yıl okuma bayramıma gelmediler,veli toplantısı, karne günü hiç yanımda olmadılar.” Bir kez daha bakışları sarışın kadının üzerine yoğunlaşmıştı. “Anne ve babasına söyleyin çok akıllı,terbiyeli ve başarılı bir kızları var…notu ile eve dönerdik ancak ben yatana kadar kimse evde olmadığı için bu not iletildiğinde verilen cevabı hiç duyamazdım. Okuldaki arkadaşlarım çoğaldıkça iki kişilik dünyamda her ne kadar sevgiyi ve sıcaklığı yaşasam da, ailem tarafından bana yapılanların hiç de adil olmadığını gördüm. Ben bir çocuktum, annem ve babam ile büyümek onlara sarılarak uyumak,yemek masasının etrafında günümüzün nasıl geçtiğini konuşarak yemek yemek ,annemle havalara bulutlar uçurarak kek pişirmek, babamla bisiklet sürmeyi öğrenmek benim çocukluk haklarımdı ve bunlardan yoksun bırakılmak hiç de adaletli değildi. Bu yüzden anne ve babama yapmadıkları görevlerinden dolayı dava açmak istiyorum.Şimdiye kadar beni onlardan mahrum bıraktıklar, mahkemenin adil bir kararla üzerine düşeni yapmasını istiyorum. O anda gözümün önünde binlerce masum çocuk yüzü belirdi.Anne babalarını pencere camlarına yapışarak bekleyen ya da kreşlerde büyüyen çocuklar.Ne çok hakları vardı çocukların bizde.Çocuklara karşı yeterince adil miydik.Çocuklardan çocukluklarını çalarken en büyük hırsızlığı yapmıyor muyduk.Hangi mahkeme bu adaleti sağlayabilirdi.Belki de sadece içimizdeki mahkeme, vicdanımız bu adaleti sağlayabilirdi. Aksel KONAR 8A © ODTÜ G.V. Özel Mersin Okulları 120