Uğur Can - İstanbul Ticaret Üniversitesi
Transkript
Uğur Can - İstanbul Ticaret Üniversitesi
Interstellar Film, 2014’ün Kasım ayında çıkmasına rağmen; şimdiden yılın en çok ilgi çeken konusu oldu. Filmin kurgulanmış bir hikâye olmasına rağmen bilime katkılarda bulunduğu iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi çekici hale getiren? SAYFA9’da Geleceğin Gelenekseli: “İnternet Gazeteciliği” Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor? İnternet ortamının gazeteciliğe farklı bir boyut kazandırdığını belirten Serkut Bozkurt, buna rağmen; geleneksel yayıncılığın hala önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. SAYFA5’de Taşların, insanlar üzerinde bazı pozitif etkilerinin olduğuna inanılıyor. Biz de bu konuyu merak ettik; işin uzmanına sorduk. Bülent Kandemir, merak ettiğimiz soruları bakın nasıl cevapladı! 10’da SAYFA T.C. İstanbul Ticaret Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi Veliler Dikkat! Yıl: 1 / Sayı: 1 / Ocak 2015 Herkesin Kaçtığı Yere Koşarak Giden Bir Fotoğrafçı: Uğur Can Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken velileri öğrencilerin eğitim ve öğretim hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda uyardı. Palandöken, öğrencilerin servis yetkisi bulunmayan ve içinde servis personeli olmayan araçlara binmemesi gerektiğini vurguladı. 11’de SAYFA League of Legends Dünya Şampiyonası Yapıldı Tüm dünyada 67 milyon kullanıcı tarafından oynanan League of Legendsin Kore’de düzenlenen ve 30 gün boyunca çekişmeli maçlara sahne olan Dünya şampiyonasını Samsung Galaxy White kazandı! SAYFA 12’de 2-4’de SAYFA “Süleymaniye Sokaklarında Bir Gün” Sülaymaniye Camii’nin kurufasülyecilerinden başlayıp, deynekçi teyzeye, Suriyeli çocuklardan, Cemal amcaya oradan da kafamdaki bitlere... SAYFA6-7’de Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor “Senelerdir aynı, bu dram bitmiyor, bitmeyecek. Çözüm diyorsan bunun çözümü Türkiye koşullarında çok zor. Biz veterinerler olarak kısırlaştırma yaparak çözüm bulmaya çalışıyoruz ama sonra bu hayvanlar tekrar sokağa bırakılıyor. Sahiplendirme çok zayıf, bu işin çözümü sahiplendirme aslında. Ev ortamında yaşayacaklar ki sokaktaki bu olaylar bitecek. Belediyeler, bakanlıklar bununla ilgili hiçbir şey yapmıyor, sadece toplama merkezleri var, sadece köpekler için yapılmış, kediler için hiçbir şey yok. Köpekler o toplama merkezlerinde sürekli yaşayamıyorlar, operasyon görüp bırakılıyorlar. Bu belediyelerin açtığı barınaklarda sadece köpekler var. “ 8’de SAYFA İstanbul Ticaret Üniversitesi gazetesi “Gazetem”e 31. sayısıyla veda ettik. Yeni yılda içerik, isim ve tasarımıyla yeni gazetemiz NegaTif ’in ilk sayısı okuyucularıyla buluşuyor! Teknoloji-Toplum İlişkisi Üzerine 12 SAYFA En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm 11 SAYFA 2 17 senedir sektörün içinde olan, Filistin, Irak, Güney Sudan gibi çatışmaların yoğun olduğu kriz bölgelerinde foto muhabirliği yapan, Türkiye Gazeteciler Derneği tarafından onur belgesine lâyık görülen, hayatını mesleğine adamış bir savaş fotoğrafçısı: UĞUR CAN Elif ARSLAN Uğur CAN “Amacım, insanlara olanları gösterebilmek” “17 senedir objektifin arkasındayım. 1995 senesinde Show TV’de kamera asistanı olarak başladım. Sonra kameramanlığa geçiş yaptım. Show TV’den transfer olup Kanal E’ye Kanal E’den Kanal 9’a oradan da BRT kanalına geçtim, bütün şirketlerde kameraman olarak görev yaptım. BRT’den Sabah Gazetesine geçtiğimde ise 20 yaşındaydım. İlk savaş tecrübemi Sabah Gazetesi’nin beni gönderdiği Filistin’de yaşadım. Daha sonra Habertürk’e oradan da; Doğan Haber Ajansı’na geçtim. Şu an Doğan Haber Ajansı’nda çalışıyorum. Benim işim insanlara olanları göstermek, ben foto muhabiriyim.” “Aile Boyu Gazeteciyiz” “Ailemiz gazeteci kökeni olan bir aile. Babam fotomuhabir, kardeşim ise kameraman. Babanız bu mesleği yapınca siz de olayların içinde büyüyorsunuz. Babam tüm yaşadıklarına rağmen fotoğrafa olan tutkumu her zaman destekledi. Filistin’e gittiğimde çektiğim görüntülerin o kadar etkili olmadığını fark ettim. Sanki fotoğraf makinem olsa gördüklerimi insanlara gösterebileceğim gibi hissettim, sonrasında ise bu tutkumun peşinden gittim. Bir süre sonra baktım ki kamera görüntüleri ekrandan akıp gidiyor, insanların aklında kalmıyor. Fotoğraf ise insanları etkileyebiliyor. Ben fotoğrafın özgürlüğünü, yaratıcılığını seçtim. Fotoğraf tarihte her zaman önemli olmuştur. Vietnam Savaşı’nı, bir fotoğrafın Amerikan kamuoyunu etkilemesiyle bitirdiği söylenir.” 3 “Fotoğrafın peşinden giderken gözünüz hiç bir şeyi görmüyor. Eğer fotoğrafçılığa başladıysanız başka bir meslek sizi asla mutlu edemez. Fotoğraf, sizi alır peşinden götürür, takip edersiniz. Filistin’de iki İsrail askerinin Filistinli bir gruba saldırmasını çektim ve o an bu kareyi fotoğraf olarak çeksem daha fazla etki bırakabileceğimi hissettim. Hislerimin peşinden gidip fotoğrafçılığa geçtim. Yurtdışında ise kameramanlık, belirli eğitimlerden geçmeniz gereken bir meslek. İnsanlar yurtdışında önce foto muhabirliği yapıp sonrasında kamera- manlığa geçiş yapabiliyor. Fotoğrafçılık, beni tatmin eden bir meslek. Sevdiğim, istediğim işi yapıyorum.” “Freelance Türkiye’de oturmadı” “Avrupa’daki foto muhabirler artık freelance (serbest) çalışıyor. Ben de freelance çalışmayı, fotoğrafın peşinden sürüklenmeyi düşündüm. Türkiye’ de serbest çalışma kavramı oturmamış, yeni ortaya çıkan bir kavram. Bu yüzden riskli bir iş olduğunu fark ettiğim için vazgeçtim.” “İnsanlar Filistin’de Ölümle Yaşıyor” “Filistin’de ya da Güney Sudan’da insanlar yoksulluk içinde yaşıyor. Özellikle Güney Sudan’da insanların içecek suları bile yok. Birleşmiş Milletler’in verdiği suları insanlar almak için birbirini eziyor. Küçük çocukların gözlerindeki kini canlı canlı görebileceğiniz bir yer. Herkes hasta, her yer hastalık. Güney Sudan’a girerken belirli aşıları olmanız gerekiyor yoksa geçişinize izin verilmiyor. Kadınlar Sudan’da çocukları sağlıklı diye mutlu olabiliyorlar. Bölgede yaşayan tek şey renkler. Sudan’da insanlar rengârenk giyiniyor. Bence renkler Sudan’da umudu simgeliyor. Türkiye’den gelen birkaç doktor arkadaşımla Güney Sudan’da Kızılay çadırı açmıştık. İnsanlar çadırın önünde sıra oluşturup orada yaşamaya başladılar. Baraka bile denemeyecek yerlerde yaşıyorlar. Ateş yakıp etrafını sazlıklarla kaplayıp “ev” diyorlar. Ben Sudan’ı, Filistin’i insanlara göstermeyi tercih ettim, bu yüzden bu mesleği yapıyorum.” Örneğin, Filistin’de çok fazla çatışmada kaldım ama savaş foto muhabiriyseniz bu göze almanız gereken bir risk. Hayatınız her zaman için tehlikede. Ülkeye giriş yaparken içeride olan veya olabilecek olaylardan sizin sorumlu olduğunuzu beyan ettiğiniz bir belge imzalıyorsunuz. Bu bile hiç bir şekilde güvende olmadığınızın sinyallerini veren bir husus. Ben 20 yaşındayken oraya gittiğimde ikinci intifada(ikinci ayaklanma) başlamıştı. Filistin’e 8 yıl boyunca sürekli gidip gelmem sonucu El-Kassam tugaylarıyla görüşüp fotoğraflarını çekmem için izin alabildim. Gizli bir örgütün içine girebilmem ve medyaya bu fotoğrafları servis edebilmem benim kariyerimi olumlu yönde etkileyen bir gelişme oldu. Filistin’de çocuklar acı içinde büyümeyi öğrenmiş, bir sokağın başında cenaze kalkarken, aynı sokağın sonunda düğün oluyor. İnsanlar Filistin’de ölümle yaşıyor. Hastanelerde aileler, çocuklarının ölmemesi için dualar ediyor. Siz kriz bölgesinde insanların acılarını, sorunlarını kamuoyuna duyurmak için oradasınız. 4 “Bir gazetecinin en büyük silahı tarafsız olmaktır” “Siz taraflı olursanız, işinizi yapamazsınız. Biz, objektifin arkasındaki insanlar, kelimelerle değil fotoğraflarla anlatmayı tercih ederiz. Bazen bir fotoğraf, bir sayfa yazıdan veya bir gün boyunca konuşmaktan daha etkilidir. Biz fotoğrafı çekeriz kararını bakan göze bırakırız. Benim işim orada yaşananı objektif bir şekilde insanlara göstermek.” “Flash kullanılmaması konusunda uyardım” “Filistin savaşı döneminde Türk gazetelerinin yapmadığı bir iş yapmak, El-Kassam tugayları adlı gizli örgütün içine girebilmek ve operasyonlarına dâhil olmak. Gizli bir örgütten bu izni alabilmek “Düşünmeye başlarsanız, iyi fotoğraf çekemezsiniz” “Savaşta foto muhabirliği yapmak isteyen insanların en büyük engelleri aileleri… Yani geride bıraktıklarını düşünmek oluyor. görüyor, yarın unutuyor. Güzel işler yapmalısınız ki yarına da tutunabilesiniz.” Orada kendi canınızı değil eşinizin, çocuklarınızın canını düşünüyorsunuz. Bir çatışma bölgesine gittiğiniz zaman, ciddi risk altındasınız. Ve geride kalanları düşünmek, çekeceğiniz fotoğrafı bile etkiliyor. Ne kadar risk alırsanız o kadar iyi fotoğraf çekersiniz. Eğer siz foto muhabiri olmak istiyorsanız, her zaman ayakta durmak zorundasınız. “İnsanların çektiği fotoğraflar, beni engellemediği sürece rahatsız değilim. İnsanlar artık yaşadığı olayları bile fotoğraflayıp sosyal medyaya yüklüyor. Eskiden polis telsizi dinleyen muhabirler, artık sosyal medyayı takip ediyor. Vatandaşın çektiği fotoğraflar, artık foto muhabirleri de etkilemeye başladı.” Sadece olaya odaklanıp hiçbir şeyi düşünmemek zorundasınız, düşünmeye başlarsanız iyi fotoğraf çekemezsiniz.” “Foto muhabirlerinin sayısı azalacak” “Her gün farklı bir iş ...” Bir foto muhabir her gün farklı bir iş yapmak zorundadır. Bugün güzel bir iş yaptığınızda ertesi gün insanlar ‘bugün ne yaptın’ diye soruyorlar. Sürekli kendinizi yenilemek, sürekli iyi fotoğraf çekmek zorundasınızdır. Devamlı iyi şeyler üretmeniz gerekiyor ki akılda kalasınız. Fotoğrafçılık nankör bir meslektir, arkanızda sürekli işler bırakırsınız. Zaman hızlı akıyor. İnsanlar fotoğraflarınızı bugün “Ve sosyal medya…” “Foto muhabirlerin yavaş yavaş sayısının azalacağını düşünüyorum. Gazeteler bile modern hayata yetişemezken, foto muhabirlerinin zaman içerisinde gazetelerden ayrılıp haber ajanslarında toplanmaya başlayacağını düşünüyorum. Daha sonra ise büyük fotoğraf ajanslarının yanında artık küçük fotoğraf ajanslarının da kuralabileceğini düşünüyorum.” Uğur Can, yandaki fotoğraf ile Vakıfbank – TFMD Yılın Basın Fotoğrafları 2014 Yarışmasında, özel ödüle layık görüldü. için öncelikle güvenlerini kazanmanız gerekiyor. O dönemler Sabah Gazetesi’nde çalışıyordum. Türk kamuoyunu etkileyen fotoğraflar çektim. Fotoğrafları çekmek için izin aldığımda operasyonun gece olacağını ve katılmak istediğimi belirttim. Gece operasyon yerinde fotoğraflarını çekmeye çalıştığımda, karanlık çıktığını farkedip çekemeyeceğimi söyledim. Flaş kullanmama izin verildi. Onlara flash kullanırsam bunun tehlikeli olacağını söyledim. Önemli olmayacağını söyleyip, çekmem için ısrar ettiler. Fakat flaşlı çekimden sonra İsrail uçaklarının seslerini duyduk. Çatışmanın ortasında kaldım.” 5 Geleceğin Gelenekseli: “İnternet Gazeteciliği” Serkut Bozkurt, internet ortamının gazeteciliğe farklı bir boyut kazandırdığını, buna rağmen; geleneksel yayıncılığın hâlâ önde olduğunu ve uzun yıllar devam edeceğini belirtti. R. Mina AYDIN - Beyza AKTAŞ Serkut Bozkut, Posta Gazetesi İnternet Haber Müdürü… Gazeteciliğe uzun yıllar önce, artık adına geleneksel dediğimiz ve medyanın ‘basın’ olarak adlandırıldığı dönemlerde başlamış. Çeşitli gazeteler ve televizyon kanallarında muhabirlik, prodüktörlük, arşivcilik, montajcılık ve editörlük yapmış. Yani mesleğe en alttan, ilk basamağından başlayarak yavaş yavaş yükselmiş. Bu kadar çok birimde tecrübe sahibi olunca da adına internet denilen uçsuz bucaksız ağa haber hazırlamak konusuna kolayca uyum sağlamış. Ona göre yeni medya olarak adlandırılan süreç, kısa zamanda ve çok büyük bir hızla yaygınlaştı. Bireysel kullanı- ma evlerde başlayıp mobil teknolojilerin artmasıyla kısa sürede insanların yaşamında vazgeçilmez hâle gelen uygulamalar, haberciliği ve haber okuyucularını “tam olarak olmasa da” az çok dönüştürmüş durumda. “Sosyal medyanın günümüzde çok büyük bir yeri var. Twitter, Instagram vb.. Ama özellikle Instagram, Twitter’dan daha çok takip ediliyor. Okuyucular bir başlık görüyorlar; ‘şurada katliam oldu’ diye ve hemen merak edip ayrıntısına bakıyorlar. Haber kanallarında bulamazlarsa akşam ana haberlerini mutlaka izliyorlar. Dünyanın her yerinde en çok ana haber programları izlenir. Ama ‘entertainment’ haberler; yani genelde popüler televizyon kanallarında yer alan haber bültenleridir. Mesela Star, Fox, Kanal D, Show TV gibi. Bu kanalların haberleri izlenir. İnter- netin, televizyonun önüne geçeceğini sanmıyorum. Televizyon alışkanlığından insanlar hayatta vazgeçmez. Birinci televizyon olur, çünkü en rahattır ve görseldir. Bu sıralamanın kendini muhafaza edeceğini düşünüyorum.” Bozkurt’a göre geleneksel medya hala en önde. Ona göre insanlar alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyor. “Tabii ki (gelenekseli) tercih edecekler, o ayrı bir lezzet. Elinde tutman gerekiyor, görmen gerekiyor. Yani yazılı basının çok daha büyük bir farkı var. İnternet haberciliğinde, haber çok daha uzun, çok daha zordur. Gazete gibi haber veren internet siteleri daha çok okunurlar. Çünkü gazetenin okunuşu daha rahattır, içinde ekleri vardır. Elinin altında oluşu da sindire sindire okumayı sağlar. Sıcak gelişmeleri takip etmeyenler için daha iyidir. Haber izlemeye dayanamayan insanlar var. Bunu tercih ederler. Ekleri, bulmacası bu bakımdan daha doyurucudur. Geleneksel medyanın bu anlamda bir erozyona uğramayacağını düşünüyorum. Geleneksel medya ile yeni medyanın uyumunun daha güçlü olacağına inanıyorum. Gazetede gördüğümüz haberin aynısı tablette de var. Nasıl okunacağı tercih- tir. Bu bağlamda geleneksel medyanın bir kaybının olacağını düşünmüyorum.” Serkut Bozkurt’a göre 2000 yılı ve sonrasında doğan çocuklar, internetin içine doğdular. 8-9 yaşına geldiklerinde hepsinin Facebook, Twitter ve Instagram gibi sosyal mecralarda birer hesabı oluyor. Bu, onlar için büyük bir iletişim ağı. Bozkurt’a “İnternet ortamında yapılan haberler için muhabir bulunduruyor musunuz?” diye soruyoruz. Bozkurt, haberin daha çok ajanslardan alındığına değiniyor ve ekliyor: “Ağırlıklı olarak haber ajanslarından haber alınıyor. Çok az yerde muhabir arkadaşlar var. Bizim muhabirlik yapan arkadaşlarımız var. Sağlık sayfası, magazin sayfası olsun arkadaşlarımız gidip röportajlar yapıyorlar. Şehir dışına, yurt dışına gidiliyor. Kendi muhabiriniz olması için bütçeniz olması gerekiyor ve kurumsal bir yerinizin olması gerekiyor.” Bozkurt’un geleceğin gazeteci adaylarına bazı önerileri var. Ona göre meslek hayatına en kısa sürede, yani daha öğrenciyken atılmak gerekiyor. “Gazeteci olmak isteyen öğrencilerin staj yaparak çalışma hayatını görmesi gerekiyor. İnternet, televiz- yon, yazılı basın haberciliği filan çok önemli değil. Öğrencilerin haberi öğrenecekleri yerler olması gerekiyor. İletişim öğrencileri çok tembeller. Çok çalışmaları, çok okumaları gerekiyor. ‘Ben spiker olacağım’ diyerek, direkt işe başlayan olmaz zaten. Genelde yaz döneminde staj yapmak için başvururlar; ama yaz dönemi yıllık izinlere denk geldiği için, buradan pek verim alamaz- lar. O yüzden, yaz dönemi stajları ‘kelebek’ gibidir. Öğrenciler hem okuyup hem çalışmalıdır.” 6 Süleymaniye Camii’nin kurufasulyecilerinden başlayıp; deynekçi teyzeye, Suriyeli çocuklardan Cemal Amca’ya oradan da kafamdaki bitlere: “Süleymaniye Sokaklarında Bir Gün” Asiye Ceren DURAN Sabahın on buçuğunda rica minnet kurufasülye pilav yememi sağlayan bir amca vardı meselâ camiinin karşısında. Meğer, saat on ikiden önce pilavına fasülyesine dokundurtmuyormuş garsonları. Beni zayıf gördü de verdi bir tabak. Bütün dükkânları geçtikten sonra, uzunca merdivenler çıkıyor karşınıza. Tabii merdivenlerden gelen koku, sizi yol başında karşılıyor. İndikten sonra görüyorsunuz ki pek de tekin bir yerde değilsiniz. Ama ayakları çıplak koşuşturan çocuklar var etrafınızda. Sonra bir tanesi fotoğrafını çekmenizi istiyor sizden, belki yıkılmak üzere olan bir evin merdivenlerine oturuyorlar ve poz veriyorlar. Bu sırada evin kapısı aralanıyor ve yaşlı bir teyze hışımla çocukları kovalamaya başlıyor. Daha sonra öğreniyorsunuz ki oraya park eden araçlardan o teyze sorumlu, bildiğin deynekçi yani. Sokakta yaşıyor, ev senin mi diye sorduğumda “beleşçiyim ben” diyor. Suriyelileri hiç sevmiyor. Ne kadar yardım ettiysek de boşa, bunlar yardımları bizden alıp başka yerlerde satıyor, nakite çeviriyor kızım Geceleri bunların babaları arka evde ot partisi veriyor, inanmıyorsan gel bir gece” diyor. Vedalaşıp oradan uzaklaşıyorum. Suriyeli Çocuklar Sokakların arasında dolaşırken gördüğün şeyler, bir süre sonra şaşırtmıyor. Aldığın kokulara burnun o kadar alışıyor ki bir süre sonra farketmiyorsun o sokak sidik mi yoksa kurum mu kokuyor. Bir sokak görüyorsun, hep yaşadığım bir şeydir bu “Gireyim mi, girmeyeyim mi?” genelde girerim. Kendi içimde oynadığım minik bir oyun bu ama tabii bazı durumlarda girmemek en iyisi, kaşınmamak lazım, demişliğim çoktur. Nitekim giriyorsun sokaktan, diyorum ki işte burası. İlk başta kimseyi göremiyorsun harabe bir evin penceresinden kafasını gördüğüm bir kız çocuğu var. Yaklaşıyorsun biraz daha bir kaç çocuk aşağıya iniyor. Gelmeleri için bekliyorsun fakat gelmeleri hiç bitmiyor. Sonradan fotoğraflara bakınca farkettim ki belki üç yaşında bile olmayan çocuğun elinde ekmek bıçağı varmış. Çektiğim fotoğraftan kendim etkilendim. 7 Bir gün önce oradaydım ve o velet karşımdaydı. Ben ise kız kardeşlerine bileklik vermekle meşguldüm ve fotoğraf çekip aklım sıra an’ı belgeliyordum. Sonra bir adam geldi. Karşıki evin sahibi, bütün çocukları kovdu. Meğerse mahallenin berberiymiş. Deynekçi teyzenin dediklerini benzerini söylüyor “acıma kızım bunları onca yardım ettik sattılar, bunların babasının üç karısı nerden baksan otuz tane çocuğu var, kapıdaki BMW’de bunların” diyor. Hâliyle şok geçirdim. Bir hafta önce İncirli Köprüsü’nde Suriyelileri almasınlar diye zabıtalarla kavga eden bendim. Sabahleyin kurufasülye yemeden önce, Suriyeli bir aileyle konuşup “abla iş verseler biz çalışırız, iş yok ki bu kimlikleri yeni verdiler bize ama kimse iş vermiyor, zabıta bizi topluyor paramızı alıyor, başka bir yere bırakıyor” kelimelerini birinci ağızdan duyup kahrolan da bendim. Peki şimdi neden kin doldu içim? Berber gayet emin bir şekilde “sakın bunlara yardım etme, git kızım işin mi yok” diyor. İçimden diyorum ki, evet abi işim yok, bugün “burdayım” diyebileceğim hiç bir yer yok. Süleymaniye’nin Cemal Amcası Şehzade Camii’ne doğru yürüyorsun, aslında o sokağın oraya çıktığını bilmiyorsun tabii. Şehzade Camii’ni sana Cemal Amca söylüyor. Yürüdüğün yolda bir kemer çıkıyor karşına, kemeri geçtikten sonra iki yaşlı adam görüyorsun. Laf atıyorlar “fotoğraf mı çekiyon?” diye, muhabbet başlıyor. Cemal Amca biraz konuştuktan sonra minik tabureleri göstererek oturmamı istiyor ve “çay koyayım sana” diyor. İlk başta nazikçe teşekkür edip reddediyorum ama yanındaki yaşlı amca da buyur edince ayıp olacağını düşünerek oturuyorum. Cemal Amca çay koyarken onu da çekiyorum. Bir yandan da vizörden bakmayan gözümle çaya bir şey sallıyor mu bakmaya çalışıyorum. Çaylarımızı içip muhabbet ederken, birden yanındaki amcanın telefonuna bir mesaj geliyor. Okuma yazması olmadığından Cemal Amca’ya veriyor. Banka yollamış mesajı, meğerse adamın doğum günüymüş. O da şaşırıyor, kaç yaşında kendi de bilmiyor. Nice yıllara amca sağlıkla diyorum, duruma inanamayıp gülüyorum. Onlar bana kötü ornek olmamak için yakmamışlar; ben de onlara ayıp olmasın diye içememiştim. En sonunda Cemal Amca söyleyip, yaktı bir tane de birlikte sigara içebildik. O sırada kemerin fotoğrafını çekmek istedim. Ama hiç insan geçmiyordu, bekledim. Sırtında koli taşıyan pala pıyıklı bir amca gelmekteydi. Aradığm bu deyip basıyorsun. Bazı tipler vardır boynunda makinayı görünce bütün hayat hikâyesini anlatır sana. Bu da onlardan. Diyarbakırlı. Düşünce suçundan Diyarbakır Cezaevi’nde yattığını söylüyor. “Çok dövdüler bizi. Ama ne dayak yedik, böyle yarıya kadar su doldururlardı elektrik verirlerdi, sonra da döverlerdi” diyor. Sigara elimde sönmüş ben hala dinliyorum. Cemal Amca itelemese anlatacak daha. Sonra adam oradan uzaklaşıyor. Çayı bitirir bitirmez ben de müsade istiyorum. İçinde birşey olup olmadığından şüpheliyim. Bayılacaksam da gidip belediyenin oralarda bir yerde düşeyim diyorum. Teşekkür ediyorum, vedalaşıp uzaklaşıyorum... Bir anne atasözü: “Temiz saça gelir” Yağmur başlıyor, Vezneciler’deki yeni metroya kadar yürüyorsun. Tabii hangi duraklara gidiyor bilmeden binip indiğinde Haliç’e yapılan saçma köprüde buluyorsun kendini. Oradan Eminönü tramvaya gidiyorsun ve Cevizlibağ’dan Bakırköy’e... Bir yandan da hatır hatır kaşınıyorum, psikoloji mi acaba diye düşünürken deynekçi teyzenin dediği geliyor aklıma “defolun gidin lan buradan, kızım bakma öyle, acımican bunlara bitlerini döküyorlar heryere”... Allah be diyorsun içinden. Normalde böyle yerlere giderken, toplarım saçımı ama bileklikler kız çocuklarına yetmediğinden lastik tokamı da vermiştim ve saçlarım açıktı. Sarılıp, oynayıp dip dibe fotoğraf bakınca olacağı buydu. Yalnızca kafam değil, tüm vücudum kaşınıyordu. Eve gelirsin kendin dahil herşeyini yıkarsın, bit şampuanıyla bir buçuk saat dostluk yaşadıktan sonra kafa derini kanatır, bitlerden veya pirelerden arındığını anlarsın. Çıktıktan sonra benim kuşlara aldığım pire engelleyici spreyi deodorant gibi sıktığımı bilirim. Neyse geçer gider, değerdi... 8 Her Saniye Sokaklarda Bir Hayvan Can Veriyor Büyükşehirde yaşamanın binlerce zorlukları var elbet. Ama bu zorluklarla uğraşırken, yaşam alanlarımızı bizlerle paylaşan sokak hayvanlarını çoğu zaman görmezden geliriz. Hatice Çıtak’ın anlattıklarına göre neredeyse günde 150 hayvan araçların altında kalarak can veriyor. Peki, hayvanseverler bu canlılar için neler yapabilir? Beyza AKTAŞ Sokak hayvanları soğukta nerede kalır, nasıl mücadele ederler? Köpekler koloni halinde yaşarlar, tek başına yaşamazlar. Baraka oluyor, yıkık dökük evler oluyor, oralarda barınıyorlar. Kediler genelde kendilerine buluyor yer, bir ağacın dibinde bile kalabilirler. Onlar tektir, özgür yaşarlar; köpekler gibi grup değillerdir. Bir apartman bahçesinde veya İnternet Arşiv balkonun altında olabilir, kapalı yağmur almayan bir yerde, yıkık dökük evlerin içinde o şekilde hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar soğuklarda. Bizler, en azından apartmanlarımızın önüne bir kutu yapılabilir, içine çorap içinde sıcak su koyup sokak hayvanları için sıcak bir yuva oluşturabiliriz. Ama bunlar arasında hasta olan veya güçsüz olanlar ne yazık ki soğuklara dayanamıyorlar. Günde 150 hayvan can veriyor Sokak hayvanlarının çoğunun kaderinde araç altında can vermek var ne yazık ki. Özellikle yeni doğmuş bebeklerde bu durum çok fazla gerçekleşiyor. Günde 150’ye yakını trafik kazasında ölüyor. Özellikle kediler iki aylık olduktan sonra, anneleri yavruları dışarıya alıştırırken ortam hep düzgün zannedip arabaların altına ya da motorların içine giriyorlar ısınmak için. Araç sahibi de eğer farketmemişse motor çalıştığı anda, kötü bir ölüm küçücük yavruları bekliyor. Veteriner hekimler sokak hayvanları için üstüne düşeni yapabiliyorlar mı? Hepimiz kendi çapımızda bir gün belirliyoruz, o günde işte sokakta yaşayan hayvanları, diyelim siz bahçenizde bakıyorsunuz, onları alıp kısırlaştırıyoruz ya da tedavi için bize getirdiklerinde muayene ücreti almıyoruz. Sadece kullandığımız ilaçları alıyoruz ya da hiç ilaç parası veremeyecek olan(özellikle çocuklara uyguluyoruz bunu) kişiden ücret almıyoruz. Bizim en çok istediğimiz veteriner bakımından ziyade sonrası… Burada bizler gereken tedaviyi uyguluyoruz ama sonra hayvanların bakımı çok önemli. Kliniklerimizde sürekli barındırabileceğimiz sürekli bir yer yok, mutlaka getiren kişinin bakmasını istiyoruz. Yani sahiplendirmeye çalışıyoruz. Bir kısmı gerçekten sahipleniyor ama büyük bir kısmı ise tedaviden sonra yaşadığı yere bırakılmak durumunda kalıyor. Kampanyalar önemli, herkes üstüne düşeni yapmalı? “Özellikle sokak hayvanları için başlatılan ‘Bir kap su’ artık insanlık görevimiz olmalı. Bunu herkes yapmalı artık. Yaşadığımız yere mama koyuyorsak yanına mutlaka su koymalıyız özelllikle yazın su çok önemli. Tabi çevreyi de kirletmemek gerekiyor çünkü herkes sevmiyor hayvanları, onlara da saygı göstererek temiz bir şekilde mamasını suyunu takip ederek koymakta fayda var. Sokak hayvanlarının yaşamlarını devam ettirebilmeleri için hiç değilse, yiyecek kısmını çözmek biz hayvanseverlerin elinde…” 9 Interstellar (Yıldızlararası) 2014 yılında bilimkurgu dalında en çok beklenen film olan Interstellar (Yıldızlararası) filmi, Türkiye’de 7 Kasım 2014 tarihinde vizyona girdi. Film, beklenildiği şekilde tüm dünyada yankı uyandırdı. Günümüzde bir bilimkurgu filminin bu kadar beklenmesi, elbette ki herkesi şaşırtacak bir gelişmeydi. Film, 2014’ün Kasım ayında çıkmasına rağmen şimdiden yılın en çok konuşulan filmi oldu. Kurgulanmış bir hikâye olmasına rağmen; filmin bilime katkılarda bulunduğu iddia edildi. Peki, neydi bu filmi bu kadar ilgi çekici hâle getiren? Elif ARSLAN Bilimkurgu; hayal gücünü zorlayarak gelişecek olaylarla ilgili kişinin ufkunu açmaya çalışır. Tabii ki biz filmin yalnızca bilimkurgu türünde başarılı bir yapıt olduğu için değil, aynı zamanda filmin en önemli yapımcılarından biri olan Kip Thorne’un ilgi çekmesiyle doğru orantılı olduğunu düşünüyoruz. Kip Thorne’den ufak ufak bahsetmek gerekirse; yapımcımız “solucan deliği” teorisinin en önemli araştırmacılarından biri. Thorne, 2009 yılına kadar Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nde Feynman Teorik Fizik Profesörlüğü ünvanını taşımış ve aynı yıl içerisinde Albert Einstein Madalyası almıştır. Karadelikler ve Zaman Bükümleri: Einstein’ın Muhteşem Efsanesi isimli kitabıyla bilim alanında büyük bir başarı yakalamıştır. Thorne sadece bu film için Yıldızlararasının Bilimi (The science of Interstellar) isimli bir kitap yazmış ve bu kitabı okuyucularına sunmuştur. Filmin konusuna genel anlamda değinecek olursak; Dünya’da salgın bir bitki hastalığı nedeniyle, tarım ürünleri yok oluyor ve bu nedenle atmosferde azot birikiyor. Biriken azot atmosferdeki oksijen seviye- İnternet Arşiv sini hızla düşürüyor. İnsan ırkı, soyunun tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. NASA’ da kalan bir grup bilim insanı, yeni ve yaşanabilir bir gezegen bulma projesi üretiyorlar. Film de, birçok gezegene öncül astronot gönderip gelen verilerden en iyi koşullara sahip olan gezegende bir koloni kurma projesi kapsamında gönderilen 4 astronotun hikâyesi anlatılıyor. Bilimkurgu filmlerinin en büyük sıkıntısı olan mesafe sorunu, şimdiye kadar yapılan en iyi şekilde Yıldızlararası filminde aktarılıyor. masıdır. Film Einstein’ın Görelilik Teorisi üzerine kurulduğu için solucan delikleri Einstein’ın çıkarımlarından birisidir. Einstein’ın karadelik ve bu gök cisimlerinin yakın çevresindeki tuhaf fizik yasaları hakkındaki çıkarımlarına da filmde değiniliyor. Filmin baş yapımcısı Kip ları dışında görünmezdirler. X-Işığı teleskopları da onların saçtığı enerjiyi yakalayabilmektedir. Ancak Thorne ve özel efekt takımı, gerçekçi bir sonuca ulaştı. Thorne ile ekibi düz ve çok renkli bir halka yaratıp, onu tasarladıkları ışık hızında dönen karadeliğin etrafına yerleştirdiler ve gerçeği yansıtan bir karadelik görüntüsü elde ettiler. Yıldızlararası filmi diğer bilim kurgu filmlerinin aksine, amaç en yakınımızdaki yıldızlara ve çevresindeki gezegenlere ulaşmaktır. Film zaman sorununu aşırı hızlı seyehat için tek anahtar olarak görülen solucan delikleriyle çözüyor. Solucan deliğini temel olarak açıklamak gerekirse, uzay-zaman düzlemindeki iki uzak farklı noktayı birbirine bağlayan kanallar olduğu düşünülüyor. Düşünülmesinin sebebi, varlıklarının henüz doğrudan gözlenememiş olması ve ispatlanana kadar bir teori olarak kal- Film tabi ki bazı hatalarda bulunduruyor. Bunlardan bizce en önemlisi başrolümüzün rahatça girdiği karadelik. Karadelik yoğun kütleçekiminden ibaret olmadığı için olay ufkuna giren bir cisim milisaniyelerde uzayarak atomlarına ayrılacaktır. Karadeliğin içine giren başrolümüz, bunun hâlâ farkında olabilecek şekilde bilincini ve vücut bütünlüğünü koruması filmde dikkat çeken en büyük hataydı. Thorne, aynı zamanda bir karadeliği yaratmaktan sorumluydu. Kip Thorne, görsel efekt ekibinin kullandığı veri işleme yazılımının hesaplamak için kullanacağı yepyeni bir set denklem kurdu. Karadelikler etrafındaki tüm ışıkları emip, uzay-zamanı bükeceklerinden dolayı X-ışını teleskop- Karadelikler, uzay-zaman kavramını büktüğü için, karadeliklerin etrafında görülen “zaman süzülmesi” olayından dolayı yüksek kütleli cisimlerin etrafındaki bir gezegendeki 1 saat, Dünya’daki 7 yıla eşit olması bilimin işin içinden çıkıp filmin yönetmeni Christopher Nolan’ın hayal gücünün devreye girdiği yer. Imperial College London’da astrofizikçi olan Prof. Dr. Roberto Trotta bu konudan şöyle bahsediyor: “Böylesine büyük bir zaman farkının oluşabilmesi için, Schwarzschild yarıçapı denen bir mesafede olmanız gerekir. Bu, filmde gösterilenden çok daha yakın bir mesafedir. Böylesi bir kütleçekimine dayanabilecek hiçbir gezegen bulunmamaktadır. Karadeliğin yaratacağı gel-git kuvvetleri, gezegeni paramparça ederdi. Eğer ki bu kütleçekimi altında bir kütlenin üzerine iniş yapmaya çalışacak olsaydınız, o kadar hızlı çakılırdınız ki, hayatta kalmanız mümkün olmazdı. Basitçe, sayılar hatalı!” Filmdeki hayal gücünün fazla çalışması sonucu ortaya çıkan sahnelerden biri de başka bir gezegendeki iki erkeğin yumruk yumruğa kavgasıydı. Tabii ki geçmişte insani dürtülerimizi yitirmemiz bu film için söz konusu edilmediğinden sahne kabul edilebilirdi. İşin ilginç yanı ise maskesinde ki camı kırılan baş astronotumuzun dakikalar boyunca kavgaya devam etmesiydi. Gezegendeki havanın yüksek oranda amonyak içerdiği düşünülürse, kavga sahnesi haâlâ aklımızı kurcalayan bir soru olarak kaldı. 10 Şifalı Taşlara Neden İlgi Gösteriliyor? Milyonlarca yıl boyunca çeşitli minerallerin birleşmesiyle oluşan taşların, onları oluşturan minerallerin enerjisini barındırdığına ve bu enerjinin de insanlar üzerinde bazı pozitif etkilerinin olduğuna inanılıyor. Bu nedenle evlerde, ofislerde ya da aklımıza gelebilecek pek çok yerde bu taşların bulundurulması gerektiği kimileri için hayati bir önem taşıyor. Biz de merak ettik, işin uzmanına sorduk. Bülent Kandemir, merak ettiğimiz soruları bakın nasıl cevapladı! R. Mina AYDIN Doğal taşlar ticari amaçlı mı satılıyor, yoksa şifalı taşlar olduğuna inanıldığı için mi? Bunun birkaç kolu var. Birincisi, mineral koleksiyoncuları yönü var. Bunlar tamamen jeoloji ve mineroloji bölümünü ilgilendiren kısmı oluşturuyor. Diğer taraftan ise; süs taşı kısmı var. Bazen insanlar evlerine bu taşlardan alıp koyma ihtiyacı hissediyor, sonuçta bu taşlar oldukça güzel oluyor. Ama bir de işin şifalı olduğuna inanılan bir tarafı daha var. Birçok yerde şifalı taşların insan sağlığına iyi geldiği konuşuluyor. Peki, şifalı taşların insanlar üzerindeki etkisi tam olarak nedir? Taşların yine birkaç şekilde insanlar üzerinde etkisi vardır. Birincisi fiziksel etkileri, içerdikleri maden ve mineraller dolayısıyla. Örneğin; florit dediğimiz bir taş var, diş macunu içinde kullanılmaktadır. Diş macunu içinde kullanılan florit minerali; yani kalsiyum florür cilde temas ettiği zaman asitik etkiye girer erir. Vücudun kalsiyum ihtiyacını bir miktar karşılar, kalsiyum vücudu güçlendirir. Yani bunun inanıp inanmamakla bir alakası yok. İkincisi renklerin vücudumuza etkileri var. Bunu Rusya’ya gittiğinizde Tıp Fakülte- İnternet Arşiv lerinde ders olarak kabul edildiğini görebilirsiniz. Ama İngiltere’ye gittiğinizde Tıp Fakültesinde taş enerjisinden bahse dersen seni kovalarlar. Yani üniversitelerin hangisi doğrusunu yapıyor bilmiyorum; bu biraz havada bir kısım. İnanca göre de felsefeyle çok uyuşur taşlar. Japon Felsefesi çok yer veriyor; kristal yapıları, evren enerjileri, enerji dengeleri... Akapunktur ne kadar gerçekse, taşların gerçekliği de o kadar diyebiliriz. Peki, televizyondan internet sitelerine kadar pek çok yerde bu taşların tanıtımı yapılıyor. Bunlar pazarlama taktiği mi? Bu ne yazıkki kırk yaşında işi gücü olmayan teyzenin iki tane ders görüp “ben şifa hocası” oldum diye ortaya çıkıp kendini tatmin etmesi durumudur. Evet, gerçekten bu işi yapanlar bu konuda senelerdir uğraşıp emek verenler de var; ama yine de birçoğu işi ticari amaçla kullanmaktadır. Taşların yararını duyup buraya gelip kullandıktan sonra size geri dönüşler nasıl oluyor? Değişiyor. Bazı şeylerde yüksek başarı yüzdesi var. Örneğin, tiroid hastaları için kehribar veriyorum. Heralde aspirinden yüksek başarı yüzdesi var. Hemen hemen yüzde yüze yakın başarı yüzdesi, bunu görebiliyorum. Ama kısmet açar diye de taş verebiliyorum ve bunu ölçemiyorum. Bunların içinde teşekkür eden de oluyor hiç etmeyen de. Bazı şeylerde net kanıtlanabiliyor; kristal kuvars denen bir taş vardır. Kuvars kristalleri radyasyon içindir. Bu zaten ölçülebilen birşeydir. Kemoterapi ya da radyoterapi gören hastalar için sonrasında kullanılmasında, odalarında bulundurmalarında yarar vardır. Aynı zamanda cep telefonlarının arka kapaklarında da bulunmaktadır, radyasyonu azaltmak için kullanılır. Yani bu dediğim gibi pozitif bilimin kabul ettiği birşey. Örneğin; kuvars kristalini sıkıştırırsan elektirik üretir. Benim müşterilerimin bir kısmıda üniversite öğrencileridir. Ben onlara istedikleri kesimde kristal veririm. İçinden lazer geçirirler, elektronik deney yaparlar. Tabii bunlar hem optikte hem de elektronikte kullanılan şeylerdir. Hepsi doğada binlerce yıldır kullandığımız maddelerdir. Misal biz süs taşı olarak bir firuze taşından, turkuaz taşından bahsediyoruz. Biz ona firuze, turkuaz olarak bakıyoruz. Ama ben bir metalurji mühendisi olsaydım, bakır tel diye bakardım. Çünkü bakır madenidir; doğada böyle çıkar. Aslında doğadaki minerallere taş demek yanlış olur. İnsanlara biraz garip geliyor. Ametist aldım iyi geliyor, bunun faydasını nasıl anlarız? Amestist negatif enerjiyi toplar bulunduğu ortamda negatif enerjiyi temizleyici özelliği vardır. Meselâ; bunların içinde kültürel kodlar çok etkilidir. Ametise biz negatif enerjiyi toplar deriz. Bu evrensel kabul edilen birşeydir. Ama aynı zamanda bir Japona sorarsan, ametisti bereket taşı olarak kullanır. Çünkü işin içinde ‘’feng shui’’ yani dört bin yıllık dekarasyon sanatı, din ve evren enerjisine dengeleme girer devreye. Doğanın bizlere sunduğu bu mineraller kültürlere göre değişmekte o zaman... Tabii. Tarih boyunca ilk insanlara bakın taşla birşeyler yapmışlardır. Meselâ biz akik taşını çok kullanırız, Türk Kültüründe çok yaygındır. İslâm aleminde Peygamber Efendimiz Hz.Muhammed’in kullandığı bir taştır. Peygamber Efendimiz kullandığı için 1500 yıldır biz ona her anlamı yüklemişizdir. “Akik taşı bak iyidir” ama neye iyidir doldurmuşuz hep altını. Yeri gelmiş bir dönem yeniçeriler sağ ellerine akik yüzük takmışlardır. Cevşen gibi yorumlanmış. Kimi almış kasasına, cebine koymuş “bolluk bereket taşı” demiş. Anadolu’daki köylü almış tarlasına serpmiş. Biraz inanmakla da ilgili birşey. İstanbul Ticaret Üniversitesi, İletişim Fakültesi öğrencileri tarafından hazırlanan haber ve kültür-sanat gazetesidir. Yıl: 1 / Sayı: 1 / 2015 5187 sayılı kanunla sahibi ve sorumlu müdürü Prof. Dr. Mete ÇAMDERELİ (Dekan) Genel Yayın Yönetmeni Elif ARSLAN Haber Müdürü Mert Celal ÖZKAN Editörler Asiye Ceren DURAN Ömer Selim ŞADOĞLU Sayfa Tasarımı Ayça KALE Muhabirler Beyza AKTAŞ Bayram DURSUN Emre TOPÇU Halil İbrahim AKGÜN Mert KAPLAN M. Tarık KOCABIYIK R. Mina AYDIN Redaksiyon Arş. Gör. Ayşegül KARAGÜLLE Arş. Gör. Berk ÇAYCI Arş. Gör. Mehmet GÜLNAR Danışmanlar Öğr. Gör. Nurullah KADİRİOĞLU Öğr. Gör. Dr. Burak YENİTUNA Uzm. İhsan EKEN Adres: Sütlüce Mahallesi, İmrahor Caddesi No: 90, Beyoğlu 34445, İstanbul Tel: 444 0 413 iletisim.ticaret.edu.tr tif@ticaret.edu.tr Negatif, İstanbul Ticaret Üniversitesi öğrencileri tarafından TifMedya’da hazırlanmıştır. Yazı ve fotoğrafların tüm hakları Negatif ’e aittir. Kaynak gösterilmek suretiyle alıntı yapılabilir. 11 Veliler Dikkat! Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Genel Başkanı Bendevi Palandöken velileri, öğrencilerin eğitim ve öğretim hayatında dikkat etmesi gerekenler konusunda uyardı. Palandöken, öğrencilerin servis yetkisi bulunmayan ve içinde servis personeli olmayan araçlara binmemesi gerektiğini vurguladı. Elif ARSLAN Servis şöförlerinin trafik kurallarına dikkat etmesi gerektiğini belirten Bendevi Palandöken, velileri kantinlerin hijyenik olması ve onlara hijyenik gıda ürünleri satan esnafları tercih etmeleri konusunda da uyardı. Okul yönetimlerini okulların önlerinde ki seyyar ve açık satıcılara dikkat etmesi gerektiğinin altını çizdi. 2014-2015 eğitim-öğretim yılında ortaya çıkan korsan servislerin, öğrencilerin hayatını tehlikeye soktuğunu belirten Palandöken, “Okul sezonunun yaklaşmasıyla birlikte okul çevresinde korsan servis araç işletme- cileri oldukça fazla çoğalmaya başladı. Geleceğimizin teminatı çocuklarımızın daha güvenli bir eğitim ve öğretim yılı geçirmeleri için mutlaka yardımcı personeli ve ilgili mesleki odaya kayıtlı olan servis araçlarının tercih edilmesi daha güvenli olmaktadır. Tüm öğrenci velilerimiz bu konuda duyarlı olmalı ve çevrelerindeki korsan servis araçlarını barındırmamalıdırlar. Korsan servis araçlarından öğrencilerimizi korumak için okul yönetimlerinin ve emniyet yetkililerinin de denetimlerini arttırmaları gerekmektedir. Okul yönetimleri de servis araçlarını, düzenli servis bakımları, hijyen ve yardımcı personel konularında da uyarılarda bulunmayı ihmal etmemeliler. Ayrıca servislerde rehber personel bulundurmayan servis araç ve şirketlerini mutlaka Servis Araçları Odasına bildirmelidirler” dedi. giren kurumların sıkı bir denetimden geçmesi gerektiğini düşünüyorum.” TESK Başkanı açıklamasında velilere okul kantinlerinin hijyenine dikkat etmesi konusunda uyarılarda bulundu. Siz kantinleri hijyenik buluyor musunuz? “Benim şansım evimizin kızımın okuluna yakın olması, her gün ben götürüp getiriyorum ama ortaokul ve lise seviyesinde ki öğrenciler evlerinden uzak okullara yönlendirelibiliyor. Çocuklarımızı tek başına okula gönderemezken servisler bizim için kurtarıcı oluyor, fakat servis personeli bile bulundurmayan, trafik kurallarına uymayan servis şöförleri varken ne kadar güvenli olduğu tartışmaya açık bir konu. Geçen sene bir servis kazasında 13-14 çocuk hayatını kaybetmişti, ister istemez bu kazalar her veli gibi benimde gözümü korkutuyor.” “Benim 9 yaşında bir kızım var, her çocuk gibi kızım bağışıklık sistemini koruması gereken bir dönemde. Okul kantinleri ne kadar hijyenik olduğunu söylese de son 1 yıldır okul kantinlerinde ki besinlerden zehirlenen çocuklar ortada. Ben olabildiğince sabahtan hazırlayıp, yanında gönderiyorum. Okul kantini bir yana, okul tuvaletlerinde bile hijyen yokken bu konuda ki denetimlerin sıkılaştırılması gerektiğini ve okul kantini için ihâleye En Gelişkin Parçacık Hızlandırıcısı 30 cm Mert KAPLAN Yeni geliştirilen bir parçacık hızlandırıcı herhangi bir masaya sığabilecek boyutta, üstelik geleneksel yöntemlerde yüzlerce kat daha yüksek hızlara ulaştırabiliyor. Yeni geliştirilen bir parçacık hızlandırıcı, parçacıkların hızlandırılırken kullanacağı mesafeyi kilometreler mertebesinden santimetre mesafesine indirdi. Elektronları, cm’lerle İnternet Arşiv ölçülen bir mesafede ışık hızına çok yakın hızlara kadar yaklaştıran bu yeni parçacık hızlandırıcı Nature’da yayınlanan bir makaleye göre de geleneksel metotlardan 500 defa daha yüksek bir hıza ulaştırabilmiş. Geleneksel parçacık hızlandırıcılardan en ünlüsü, CERN parçacık hızlandırıcısı, 30 kilometreden biraz daha az bir mesafeyi parçacıkların hızlandırılması için kullanıyor. Gereksinim duyulan bu mesafe, benzeri bir parçacık hızlandırıcı kurmak istiyorsanız ku- İnternet Arşiv rulum masraflarının en önemli kalemlerinden birini oluşturuyor. Yeni geliştirilen parçacık hızlandırıcısının ne görüntüsü ne de kullanışlı olabilmesi bakımından CERN’deki kardeşini aşan bir yanı yok. CERN hâlâ en kullanışlı parçacık hızlandırıcısına sahip. Fakat; gelecek nesil parçacık hızlandırıcılar için inanılmaz yer altı tünellerine gereksinim duyulmamasını sağlayan bu yeni parçacık hızlandırıcı, çok büyük bir adım. TESK Başkanı 2014-2015 yılında çoğalan korsan servisler konusunda velileri uyardı. Korsan servisler veya servisler hakkında ne düşünüyorsunuz? Okul çevresinde satış yapan seyyar ve açık satıcılar hakkında neler düşünüyorsunuz? “Biz çocuklarımızı sağlıklı ve düzenli beslemeye dikkat ederken, sokak satışı yapan insanlar içine ne koyduğunu bilmediğimiz malzemeleri okul çıkışlarında satıyor. Ben bu konuda okul kapılarında ki güvenlik veya polisin daha dikkatli olması gerektiğini, okul çevresinde seyyar satışa izin vermemeleri gerektiğine inanıyorum. Ben okula gidip çocuğumu alabiliyorum; ama çalışan veliler dikkat edemeyebilir. Bu yüzden polis ve güvenlik görevlilerine çok iş düşüyor.” Gelecek Artık Eskisi Gibi Değil Bu sene 2.si düzenlenen İstanbul Tasarım Bieaneli kapılarını bizlere “Gelecek artık eskisi gibi değil” başlığıyla açtı. Bienalde yer alan birbirinden farklı projelerle tasarımcılar gelecek hakkında fikirlerini yansıtma imkanına sahip oldular. Sergide Dikkat Çeken Projeler Sergide yer alan eserlerden Ay Yürüyüşü Makinası “Luna Girl” adındaki proje, kadının ay üzerinde topuklu ayakkabı ile yürümesi fikriyle karşımıza çıkmakta. Bu proje daha önce Ay’a gidilmesine rağmen bugüne kadar herhangi bir kadının Ay’a ayak basmaması eleştirisini yansıtmaktadır. Dijital araçların üretimini anlamak için kağıttan yapılan devreler(maketler) sizin dijital bir aleti yakından tanımanız için bir fırsat. Aynı zamanda bianelde sergilenen Twitrate adlı bir çalışma, telgrafın mucidi Samuel Morse’un telgraf için söylediği “Tanrı nelere kadir” cümlesinden yola çıkarak; twitter için “140 karakter nelere kadir” başlığıyla karşımıza çıkıyor. 12 League of Legends Dünya Şampiyonası Yapıldı Tüm Dünyada 67 milyon kullanıcı tarafından oynanan League of Legends’ın, Kore’de düzenlenen ve 30 gün boyunca çekişmeli maçlara sahne olan dünya şampyionasını Samsung Galaxy White kazandı! Ömer Selim ŞADOĞLU İnternet Arşiv tan yaklaşık 2 yıl sonra Türkiyeye özel (server) kanal açılması, Türkiye’ deki deki oyuncuların kendilerine değer verildiğini düşünmeleri sağlandığı için bu kadar çok sevildiğini düşünüyorum. Samsung Galaxy White Bu Yılın En İyisi League Of Legends, çevrimiçi çok oyunculu bir savaş oyunu. Bu yıl beşincisi düzenlenen Dünya Şampiyonası Karşılaşmaları, tüm dünyada büyük bir heyecan yarattı. Riot Games tarafından yaratılan ve baş tasarımcısı Steve Feak olan oyunun piyasaya çıkış tarihi 27 Ekim 2009’dir. Çıktığı günden bugüne kadar her ay 67 milyon kişi tarafından oynanan ve her gün 27 milyon farklı kullanıcının aktif olarak katıldığı oyun, Türkiye’de de yoğun ilgi görüyor. Türkiye’den 2012 yılından bugüne 3 milyonun üzerinde kayıt yaptırıldığı belirtirliyor. Tüm dünyada hızla yayılmaya başlayan League Of Legends oyununun bu sezonki dünya şampiyonasına katılma hakkı kazanan tüm dünyadan takımlar, grup aşamasında eşleşti. Bu yılki turnuva, Kore’nin Busan şehrinde yapıldı. Turnuvada Türkiye’yi Dark Passage takımı temsil etti; ancak takım, gruplardan bir üst tura çıkamadı. Grup aşamasından sonra kıyasıya bir mücadele başladı, mücadele sonunda, Kore’yi temsil eden Samsung Galaxy White takımı şampiyon oldu. League of Legends’in Türkiye de hızla yaygınlaşmasının ve sevilmesinin sebebi nedir? Öncelikle ücretsiz olması, daha sonrasında bile para harcamaya zorunlu bırakmaması. Diğer oyunlara kıyasla kendini sürekli yenilemesi ve geliştirmesi. Sadece en iyilere değil tüm oyunculara hitaben sürekli ödüllü turnuvalar düzenlemesi. Oyunu bence uzun bir araştırma sonucu her yaşın her kitlenin oynayabileceği bir sistemde kurmuşlar ve sürekli yenilikler getirmesine rağmen; sistemi değiştirmemiş, bu da oyunu her oynayanın oyun hakkında kendine has bir tarz oluşturmasına imkân sunuyor. Oyun kurulduk- Türkiyedeki takımlar neden dünya çapında başarı elde edemiyor ? Oyunlar da ki dengesizlik ve sürekli kavgaların olması bunu aslında çok iyi açıklıyor nedeni ise; bence oyuncuların profesyonel olarak çalışmaması, saatlerini ayırmalarına rağmen sadece vakit geçirmek için oynadıkları sebep sunulabilir. Dünya şampiyonasını izlediniz mi ? İzlenimleriniz ne oldu ? Evet, yani tabii ki çok heyecan vericiydi ve hakedenin kazandığını düşünüyorum. Ayrıca uzun bir süreç olduğu için, beni bir çok dizi gibi sürükleyen ve kendimi takımımla birlikte geliştirmemi sağlayacak izlenimler elde ettim. En çok üzüldüğüm ise; Türkiyeden sadece bir takımın katılıp malesef ilk turda elenmesi oldu. Yani zaten dünyanın en çok oynan oyunlarından bir tanesi; ama Uzak Doğu Ülkelerinin Kore ve Çin gibi ülkelerin kendi arasındaki yarışa dönüşmesi Türkiyenin çok fazla etkili olamaması ben- Teknoloji-Toplum İlişkisi Üzerine Mert Celal ÖZKAN İnsanın kendini tanımaya çalışan ve varoluşunu sorgulayan bir canlı olarak tanımladığımızda, teknolojinin toplum yaşamını dönüştürme konusunda etkisini incelemenin gerekliliğinden yola çıkarak bir tanım ile bu yazıya başlamanın doğru olacağını düşündüm. Nedir teknoloji? Nasıl bir anlamı vardır? Gündelik hayatta farkında olmasanız bile, yazılı, sözlü, görsel, işitsel yöntemler kullanılarak; her an aslında mesajlarla, sembollerle dolu bir etkileşim dünyasının içindeyiz. Bu semboller ve mesajlar insanın varlık sürdürme biçiminin bir ürünü, aynı zamanda varlık sürdürme biçimindeki gelişmelere göre değişimlere uğrayan olgulardır. Yakın tarihten gelişimi inceleyecek olursak; 1967 yılında dünyamızı “global köye” benzeten Marshall Mcluhan’a günümüz koşulları incelendiğinde hak vermemek mümkün değil. Mcluhan, Gutenberg Galaksisi adlı kitabında, insanlık tarihini kabile, matbaa ve elektronik çağ olmak üzere üç sınıfa bölmüş ve matbaa çağının gerçek bir devrim olmasına vurgu yaparak “matbaanın bireyi kabile insanından çıkarıp kişileri karşılıklı bağımlıklarından kurtarmıştır” demiştir. Elektronik çağ ile birlikte modernleşme fikirleri tüm dünyaya hızlı bir şekilde yayılmış ve moderleşmenin insan yaşamı için gerekliliği savunulmuştur. İnsanoğlu, kendini bir anda yeni teknolojik gelişmelerin etkisiyle karmaşık bir sistemin içinde bulmuştur. Fakat; bu gelişimin içerisinde, ona yön veren bazı etkenler ya da güçler olduğunu unutmamak gerekir. Özellikle az gelişmiş sayılan toplumlarında teknoloji, kültürel miras kayıplarına ve kimlik sorununa yol açmıştır. Bugün İnternet teknolojisinin gelişimiyle Dünya, McLuhan’ın yıllar önce öngördüğü gibi küresel bir köy haline dönüşse de, bu teknolojiler insanlığın sorunlarını azaltmak yerine sorunlarla insan hayatı daha sıkıntılı bir duruma getirmiştir. Çünkü bilginin çok hızlı ve kolay yayılabildiği günümüzde, toplum yaşamı, değerleri, alışkanlıkları sembolleri yeni gelişmelerle eskimiş, bilinçsiz bir tüketici toplumu yaratılmıştır. Teknolojik gelişim kaçınılmazdır; ama doğanın da “atalarımızdan bize miras değil torunlarımızın bize emaneti” olduğu unutulmamalıdır. im gözümde Dünya Şampiyonasının heyecanının artık azalmasına sebep oluyor. Ancak oyunda Türkiyeye özel bir kanal açılması, her gün oyunda daha da gelişmemizde etkili olacaktır. Benimde en sevdiğim oyunlardan biridir, lol neredeyse günde 6-7 saat oynadığım oluyor. Dünya şampiyonasında da hiç bir maçı kaçırmadım; ama önceki seneler kadar heyecan verici değildi ve Uzak Doğu takımlarının gitgide üstünlüğünü arttırması heyecanı azaltıyor.