Tasarım Gazetesi Mart sayısı için
Transkript
Tasarım Gazetesi Mart sayısı için
TASARIMA İLHAM VEREN KADIN ECO-COUTURE ESİNTİSİ LOKALİTE MODERNİTEYE KARŞI AMBIENTE NE ANLATTI? BİSİKLETİN İKİLETİMİ “OSMANLI MİLLETLERİ, ÖZELLİKLE DE TÜRKLER, HER NE KADAR YARATILIŞTAN BİR SANAT HİSSİNE SAHİPSELER DE, BU HİS RESİM VE HEYKEL ŞEKLİNDE YAPILMIŞ ESERLERDE DEĞİL, BÜYÜK BİNALARDA VE KULLANIMDAKİ BİNLERCE EŞYADA GÖRÜNÜR”. BU SÖZLER, TÜRKİYE’DE İLK ÜRÜN TASARIMI BÖLÜMÜNÜN EV SAHİBİ MİMAR SİNAN ÜNİVERSİTESİ’NİN (O ZAMANKİ SANAY-İ NEFİSE) KURUCUSU OSMAN HAMDİ’YE AİT. ÜNLÜ RESSAMIN 1882’DE, AKADEMİ’NİN KURULUŞU ÜZERİNE YAZDIĞI METİNDEN, EMRE CANER’İN KİTABINDAN BİR ALINTI. ÜZERİNDEN 131 SENE GEÇTİKTEN SONRA TÜRKİYE’DE “KULLANIMDAKİ BİNLERCE EŞYA”YA GÖZ ATMAK İÇİN BİR MAZERET! TASARIM GAZETESİ’NİN RADİKAL İLE YENİDEN BULUŞMASI ŞEREFİNE, O GÜNDEN BUGÜNE TÜRKİYE’DE TASARIMIN YERİNİ, KUŞ BAKIŞI SÜZÜYORUM. BUNDAN 20 SENE ÖNCESİNE KADAR KAÇ “EŞYA”NIN TÜRK TASARIMCILARIN ELİNDEN ÇIKTIĞINI HESAP EDERKEN BULUYORUM KENDİMİ. OSMAN HAMDİ’NİN KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ RESMİ BELİRİYOR GÖZÜMÜN ÖNÜNDE, “GÜNCEL” KAPLUMBAĞALAR İSE ADETA YANIMDA. BAŞLIYORUM BU COĞRAFYADA YAŞAYAN BİR TASARIMCININ ORTALAMA KAÇ KAPLUMBAĞAYLA YAŞAMAK, ÇALIŞMAK, ANLAŞMAK ZORUNDA KALDIĞINI SAYMAYA. SIRTLARINA ALDIKLARI MUMLARLA YARIŞAN ONLARCA, YÜZLERCE, BİNLERCE KAPLUMBAĞA GÖRÜYORUM; KABUĞUNDAN ÇIKMAYA CESARET EDEMEYEN, EVİNİ, İŞİNİ BÜYÜTMEYİ BİLEMEYEN, BİR TUTAM AYDINLIĞIYLA YETİNEBİLEN… SONRA KIRPIYORUM KİRPİKLERİMİ, GEÇİYORUM 20 SENEYİ BİR KALEMDE; BUGÜNE DÖNÜYORUM YÜZÜMÜ. TASARIMCILARIN BİLGİSİ, DENEYİMİ, AZMİ HATTA İNADIYLA, KAÇ KABUĞUN KALDIRILIP ATILDIĞINI GÖRÜYORUM; KAÇ ÜRETİCİNİN ULUSLARARASI KİMLİK KAZANDIĞINI, KAÇ ‘EŞYA’NIN GÜNÜME KATILDIĞINI… İŞTE ELİNİZDE TUTTUĞUNUZ GAZETE, TÜRKİYE’DE YAŞAYAN YÜZLERCE KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ’NİN SABRININ SONUCU ASLINDA. TASARIMIN ULUSAL BİR GAZETENİN SAYFALARINDA YERİNİ BULDUĞU GÜN’ÜN HABERCİSİ. HER DİSİPLİNDEN TASARIMCININ BIKMADAN, 4 SENEDİR, SAYFA SAYFA, GÜN GÜN TUTTUKLARI İMECE BİR GÜNLÜK. GÜNCEL GELİŞMELERE YARATICI DİSİPLİNLERİN GÖZÜNDEN BİR BAKIŞ… HAYATA BİR DE BU PENCEREDEN BAKMAK İÇİN BİR DAVET… BUYURMAZ MISINIZ? Umut Kart umut@kaletasarimmerkezi.com MART 2013 %55 Su Tasarrufu %100 Temizlik DÜNYADA BİR İLK! Dünyanın en tasarruflu klozetleriyle bir ilki gerçekleştirdik. Aquasmart Klozetler, 6 litre yerine sadece 2,7 litre suyla tam fonksiyon çalışarak %55 su tasarrufu sağlıyor. Çevremiz için. Geleceğimiz için. Kale’nin doğayla dost klozetleri, Alman Standart Test Metotları olarak bilinen kale.com.tr 240x325 Aquasmart Fee.indd 1 “DIN test belgesine” sahiptir. 22.02.2013 22:09 MART/2013 03 Sanem Odabaşı sanemodabasi@gmail.com ‘SAĞDUYULU’ TELEFONLAR Telefonlar, eksik kalan duyularımızı tamamlamak konusunda çok azimli! Göremediklerimizi görmek, duyamadıklarımızı duymak an meselesi... Yaşadığımız çağ büyük bir değişime uğradı. Teknoloji çağına hangi yılda girdik, nasıl bu kadar imkana bir anda sahip olduk bunları düşünemedik bile. Değişen zamana ayak uydurmak çok güç ve teknolojinin getirdiği bu gelişimin çaresi yine kendisi olacak. göre hiç uyandırmayarak- görevini yerine getiriyor. Tasarımcılar günlük telaşların ve günlük ihtiyaçların da dışına çıkarak aplikasyonları biraz daha eğlenceli ve yaratıcı hale getiriyor. Bu noktada akla, kullanıcıların renk ve çizgilerden oluşan görseller yaratmaya olanak tanıyan, web-bazlı Weavesilk adlı bir program yaratan Yuri Vishnevsky geliyor. Bir aplikasyon olan Weavesilk, akıllı telefonlar ve tabletler için bir uygulama. Yuri Vishnevsky ayrıca sanat eserinin yanında dinamik olarak müzik ve ses üretmek için programa bir kod eklemeyi de düşünüyor. Bu sayede eserler sanal ortamda diğer sanatçı ve tasarımcılarla paylaşıma açık olabilecek. Hız, paylaşım, açık ve net olma, yarar sağlamak, fayda vermek teknoloji devrinin anahtar kelimelerinden. İnsanlar akıllı telefonları kullanarak kimi zaman diğer insanlarla paylaşımda bulunuyor, kimi zaman başkasına yarar sağlıyor, bazen de sadece hayatta kalıyor. Sonuç; avcumuzun içindeki küçük alet bizi artık yalnız bırakmıyor. Akıllı telefonların ve mobil cihazların kullanımı gün geçtikçe artıyor. Bir ya da birden fazla mobil cihaza sahip tüketicilerin sayısı bilgisayar kullanıcılarına göre sayıca daha fazla. Üstelik mobil cihazların avantajı 7/24 bağlantı sağlayabilmesi; hem tüketiciyle hem de sanal dünya ile. Bu iki farklı dünyanın birleşimi aslında mükemmel bir örnek. Bir yandan kullanıcılar kendi hayatını yaşarken, öbür yandan sanal dünya ile her an iletişime geçebilecek ortam da elinin altında olmuş oluyor. ABD’de yapılan bir araştırmaya göre akıllı telefon kullanıcılarından kadın olanların 63%’ü ve erkek kullanıcıların 73%’ü telefonlarına bakmadan bir saatten fazla vakit geçirmiyorlar. Bu yüzden de grafik tasarımcılar, interaktif tasarımcılar, yazılım mühendisleri gibi birçok profesyonel bu alanda yenilikler yapıyor. Mobil cihazlar için geliştirilen aplikasyonlar, mesajlaşma sistemleri, reklam kampanyaları daha farklı, daha orijinal ve daha yenilikçi olmak zorunda kalıyor. Bu zorunluluk yaratıcılığı da beraberinde getirerek standartların Drift, insanların bildikleri yerlerde kaybolmalarına yardım eden bir uygulama. Bir dizi talimat sunularak, kullanıcının belirli bir yöne doğru ilerlemesi ya da normal zamanda fark etmeyeceği bir şeyi araması isteniyor. Yol boyunca yaşanan tüm süreci de kaydeden Drift, kullanıcıların yolculuklarını internet sitesinde paylaşıyor. Bir adım ötesi üzerine çıkarıyor. Örneğin Winter WakeUp aplikasyonu aslında standart bir alarm olarak görünürken, kullanıcılarına büyük bir imkan sağlıyor. Online olarak hava durumu ile etkileşime geçerek, beklenmeyen bir kar yağışı, buzlanma gibi bir durum varsa aplikasyon sahiplerini erkenden uyandırarak -ya da kullanıcının tercihine Beş duyunun ve yetilerin ötesinde bir yerde durmamızı sağlayan bu cihazlar sayesinde artık her şey mümkün. Sebastian Sadowski radyo dalgalarını görselleştirmeyi amaçlayan web bazlı bir uygulama olarak hayata geçti. İnsan gözünün göremediği bu soyut kaynak görsel bir alana dönüşüyor. Tasarımcı bu fikrini bir aplikasyona dönüştürmek için çalışacağını da bildirdi. Belki bir radyo yayını yapan siteyle bir araya gelir ve ortaya müthiş bir sonuç çıkar, kim bilir… 04 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com ÖDÜL BOL, YATIRIM AZ Avrupa´nın en büyük fuarlarından biri olan Ambiente, 15-19 Şubat tarihleri arasında Frankfurt´ta gerçekleşti. Türkiye, büyük ilgi ile takip ettiği fuarda, üretim üssü olarak gündemdeydi. Tasarım ile gündeme gelme hayalleri kurduğumuz şu dönemlerde global ölçekte yaşanan ekonomik krizler ülkemizi “ucuz” üretim üssü olmaya zorluyor. Endüstriye hizmet etmek adına hazır bekleyen tasarımcılar için bu bir fırsat gibi görülebilirken, Ambiente hem üretime, hem tasarıma yatırım yapan firmalar için buluşma noktası özelliğini koruyor. Küçük ev aletleri kategorisinde karşımıza çıkan bir çok marka beklentinin altında bir yenilenme yaşıyor. Kenwood, parlak renk denemelerinin yanında indigo rengi ürün koleksiyonunu odağı seçiyor. Diğer yandan Braun, tanımlı geometrik ürün gruplarının yanında, tanımsız geometrisi ile ayrışan yeni koleksiyonlarını tüketiciye sunuyor. Arzum IF ödülünün ardından Fırrın’a odaklanmaya devam ederken, Korkmaz, Adlıhan Tartan ile çalıştıkları yepyeni koleksiyonları ile tasarım ve üretimi harmanlamayı seçiyor. Bugatti kahve makinelerinin deri ve farklı baskılar ile kaplanan versiyonlarının yanında Swarovski kristalleri ile bezenmiş alternatifleri markayı yeni tüketici gruplarına yaklaştırıyor. Ayrıca marka, ev dekorasyonuna yönelik yeni aksesuarları ile dikkatleri üstüne çekiyor. Doğadan ilham alınarak seçilen yeni renkleri ile Silit tencereler, Teams Design imzalı inovatif servis seti ve rende sayesinde kullanıcı bir kez daha markaya hayran kalıyor. Ekonomik kriz dört bir yanımızı sarmış olsa da niş pazarları hedef alan ve sektörünün en iyisi olduğunu her fırsatta imzası ile gözler önüne seren Fürstenberg, Doğu’dan izler taşıyan Oryantal serisi ile liderliğini sürdürüyor. Rosenthal Versace ortaklığındaki yeni koleksiyonu, Asa incecik serileri ve sır konusundaki yenilikleri ile fuarda kendini gösteriyor. Ödüllerin ödülü Ambiente, German Design Award başta olmak üzere yılın taklit ürünlerine, inovatif mutfak ve plastik ürünlerine verilen ödüllerin açıklandığı bir kesişim noktası olmayı sürdürüyor. Ödüller arasında en merak edileni ise «ödüllerin ödülü» olarak bilinen German Design Award. Adayları, Red-Dot, IF gibi ödül sistemlerinden ödül ile dönen ürünler arasından Alman Tasarım Konseyi tarafından seçiliyor. İki ana kategoride görmeye alıştığımız kazananlar, bu sene 9 ana başlıkta toplanıyordu. Bu da ödül adetinin arttığının habercisiydi. 60 yılını dolduran ödül sistemindeki ödül sayısının 50´den 80`e çıkışı uluslararası tasarım yarışmalarında kazananların çoğalması ile beraber, bu konunun bir pazarlama aracından çok daha öteye gittiğini gösteriyor. Kategorilerin kazananları arasından belirlenen Gold ödüllü ürünlerden biri Volkswagen´in şehir içi kullanıma uygun UP´ı. Marc Newson tasarımı Pentax K-01 sualtı kamerası, Kilian Schindler`in Naber için tasarladığı konsept mutfak diğer kazananlardan bir kaçı. Trend: Yeni yatırıma gerek yok Ambiente’de her sene merakla beklenen ’bora.herke.palmisano’ araştırma firmasının hazırladığı trend sergisi kalabalıklaşan ödüllere rağmen oldukça sadeydi. Bu sadeliğin 2013 yılı için belirlenen ana trend başlıklarından kaynaklanmadığı aşikar. Başlıklar; Bahar Alanı, Klasik Yerler, Tuhaf Etki ve Zıtlık Dünyası olarak belirlenirken, sergi ağırlıklı olarak Alessi, Diamantini&Domeniconi, Royal VKB, Welter ve Asa markalarının ürünleri ile doluydu. Markaların sadece en yeni ürünleri değil, klasikleşen ve görmeye çok alıştığımız ürünleri serginin içindeydi. Bu durum, ziyaretçileri çok memnun etmese de fuar katılımcısı firmalar için trend yeni bir yatırıma gerek olmadığı olarak yorumlanabilir. Nicolette Naumann’ın Next’i Nicolette Naumann’in yıl içinde farklı ülkelerde gerçekleşen tasarım etkinlikleri aracılığıyla belirlediği Ambiente için vazgeçilmez Next bölümü fuarın en yeni salonundaydı. 13 farklı ülkeden 30 tasarımcı deneysel projeleri ile girişimcilikleri ve motivasyonları ile göz önündeydi. Sergide, Toni Baumann, keten minderler üstüne yerleştirdiği döküm tabakaları ile yeni bir kullanım önerisi sunarken eski sandıklara gönderme yapan De Lata ve flok ile ampulü bir araya getiren Lina Patsiou ilgi çekiciydi. De-sign’in limitli sayıda ürettiği kadeh ve kaseleri, kültürlerine ait zanaati yeniden keşfeden Çin merkezli Goodesign Lab ve soyut kavramları canlandıran çalışmaları ile Shapes in Play takip edilmesi gerekenler listesinde. MART/2013 05 Beste Sabır bestesabir@gmail.com KENTİN ONLINE DENEYİMİ: KATILIMCI AĞ TASARIMLARI İletişim teknolojisindeki hızlı gelişim, günlük yaşantımızın her alanında olduğu gibi, mekan kavramının da değişmesine neden oldu. Dijital araçların yükselişi, katılımcı ağ tasarım sistemlerini de beraberinde getiriyor. Kente dair simülasyon oyunları, bina planlama sistemleri, ürün tasarım uygulamaları ve giyilebilen tasarımlar gibi teknoloji-tasarım arakesitinde duran alanlarda üreten Hybrid Space Lab, dijital ve analog ortamları birbirine kaynaştırırken medya ağları, mimarlık, şehircilikle birlikte sosyal ve kültürel mekanların bilgisini de kullanıyor. Mekanın geleneksel şekillendiricileri işveren ve mimar arasında kendini konumlandırarak katılımcı ağ tasarım sistemlerini, tasarladıkları projeler paralelinde kentin online bilgisiyle birlikte ortaya koyan ofisin Şehir Kiti (City Kit) çalışması, aslında bir kent planlama programı, aynı zamanda bir bilgisayar oyunu ve halkın yaşam çevrelerinin geliştirilmesinde katılımcı bir aktör haline geçmesine elveriyor. Hong Kong sosyal konut uzmanlarının isteğiyle geliştirilen oyun, bilgisayar başında zamanının çoğunu geçiren gençlerin dışarıdaki hayatı keşfetmesine olanak sağlıyor. Onları kentin “karar verenleri” haline getirirken kullanıcıkentsel çevre-mimar ve şehirciler arasında kayıt altına alınan ve kontrol edilebilen online bir köprü kuruyor. Oyunla birlikte, kendi fiziksel çevrelerinin dijital versiyonlarını modüler bina malzemeleri kullanarak tamir edebiliyor, belli yerlere bilgilendirme bankoları, müze, havuz gibi sosyal-kültürel alanlar ekleyebiliyorlar. Online bir platform ve açık bir kaynak olan Şehir Kiti, yaşayanların aktif olarak oyuna katılmasına izin veriyor, katılımcılar aynı zamanda tasarımlarını diğerleriyle paylaşabiliyor. Vatandaşların çevrelerine değer katma ve geliştirme sürecine katılımını sağlayan uygulamanın yanı sıra, ofisin geliştirdiği diğer çalışma Basit Şehir ise, kentsel projelerin katılımcı gelişimi üzerine kurgulanan bir arayüz. Simüle edilen kentsel çevrenin temel elemanları, katılımcı tarafından değiştirilmeye imkan sağlıyor, bu modüler düzenlemeler paralelinde Basit Şehir, seri üretilen doğan bu kavram paralelinde, online data ve katılımcı ağ sistemleri kurgusuyla yeni tip bir kentli doğuyor olabilir: Tasarım ve üretimin süreçlerinin bütününde yayılan ve söz hakkı ve katılımı olan bir tüketici: Kendi kişisel özellikleri doğrultusunda üretip tüketen! Kent plancıları ve mimarinin ilgisi giderek obje-mekan tasarımından programlama süreçleri ve kullanıcı etkileşimi-deneyimi tasarımına doğru gidecek gibi görünüyor. Bu paralelde online toplulukların, mahallelerin yaşantısını güçlendirme ihtimali çok olası. Verimlilik kavramının geleceğin yeni matrası olacağıysa şimdiden belli. Teknoloji ve dijital medyanın, kentsel planlama ve mimarlığın içine sızması, “verimlilik” paralelinde (enerji, zaman, malzeme..vb) insanların zamanlarını, becerilerini ve bilgilerini paylaştığı bir ortamda katılımcı bir anlayışla online sistemlerle tasarlanabilmesi, belediyelerin inzivaya çekildiği, özel sektörün neredeyse tekelden geliştirdiği günümüz kent planlama ve mimari sistemi için çığır açıcı bir alternatif yol gibi duruyor! küresel kentlere ve kitlesel üretim yoluyla üretilen jenerik kent elemanlarına, vatandaşların katılımıyla üretilen, yaratıcı bir alternatif sistem oluşturuyor. Bununla birlikte, ortaya çıkan modüler yapı elemanları Danimarkalı firma LEGO tarafından üretilerek kente yerleştiriliyor. İnteraktif bir işbirliğinin ve iletişim sisteminin paralelinde mimari ve kentsel projelerin ortaya konmasını sağlayan katılımcı ağ tasarım sistemleri, kentleri şekillendirirken bu sürecin içine kamusalın sesini de katıyor. Gelişen yeni teknolojiler ve dijital medyanın da sürece katılmasıyla üretim ve sosyal iletişim, kentsel ve mimari tasarım anlamında yeniden tanımlanırken kentin bilgisi de dönüşüm geçiriyor ve belki bu uygulamalar, kente “direk bir demokrasi” oluşumunu beraberinde getirmenin bir yolu olabilir. Bahsedilen bu süreç ve sistemler, bir diğer yandan üretken bir tüketici tipinin oluşumunu sağlıyor. İlk kez 1980’de futurist Alvin Toffler’in “üçüncü dalga” kitabıyla Superpool’un Audi Urban Future ödülleri için İstanbul özelinde tasarladığı PARK ise, online bir veri sistemi üzerine kurgulanan bir proje, paylaşımlı dolmuşlarla İstanbul’daki araçları seyrelterek kalan alanları kullanıma açmayı hedefliyor. Mahalle ölçeğinde dolmuşla yapılan her seyahatinden puan kazanan mahalle sakinleri evlerinin yakınındaki otopark alanlarına artık ihtiyaç kalmamasıyla bu alanları kullanabilir hale geliyor. Online katılımcı ağ sistemlerini kullanan programda bir diğer örnek; Taksim Meydanı’nda geçirilmek istenen bir pazar günü için öneriler uygulama üzerinden online olarak oylanıyor. En çok oyu alan öneriler gerçeğe dönüştürülüyor, aynı zamanda en az oyu alanlar da. Böylelikle fikirlerini kamusal bir platformda ifade eden kullanıcılar, fikirlerinin gerçekleşmesini deneyimleyebiliyor. Halkın katılımı ince ve akışkan bir şekilde temellenmeye başlayacak gibi görünüyor. 06 Müge Yorgancı mugeyorganci@gmail.com TASARIM KRİTERİO 19. yüzyılın kadınlık ve güzellik idealleri yeşerdikleri toplumsal yapıyı yansıtır. Sosyokültürel ve ekonomik değişimler, kadının rolünün ve ihtiyaçlarının da değişmesine neden olur. İdealize ve kapitalist “doğru kadınlık” formülleri sanattan günlük gazetelere pek çok alanda izlenir. Kadınlar için tasarlanan objeler de kah cinsiyetçi mesajlar taşır, kah erkek egemen dünya düzenine aykırı bir duruş yansıtır. Özgürlük makinası Rahatlık için... Erkekler için bisiklet yeni bir oyuncak, çalışma ve oyun hayatlarında var olan şeylerin listesine eklenmiş diğer bir makine. Kadın için, yeni bir dünyaya dört nala sürecekleri bir savaş atı oldu. Bisikletin şeytan icadı olarak görüldüğü günden bugüne ciddi bir evrim geçirdiğini biliyoruz. Peki ya kadın bisikleti? Kadınların sürmesi için en uygun bisiklet modelinin Pennyfarthing (çeyrek peni anlamına gelen bu isim bisikletin ön tekeri ve arka tekerinin çapı arasındaki orandan ötürü verilmiş) olduğu söylenir. Kullandığına ilişkin bir kanıt olmasa da Britanya Kraliçe Victoria’nın üç tekerlekli bir penny-farthing edindiğine ilişkin bilgiler mevcut. 1890’larda bisikletin herkes için güvenli tasarımına ulaşması ve kadınlar tarafında kullanılmasına olanak tanıyan tasarımlar ile bisiklet kadınlar için “özgürlük makinası” sıfatını taşımaya başlamış. Alman jinekolog Dr. Judith Esser-Mittag tarafından kadın anatomisi üzerine çalışmaları sırasında geliştirilmiş. 1940’ların sonunda Dr. Carl Hahn ve Mittag’ın eşi Heinz tarafından seri üretimine geçilmiş. Bugünün bilinen kişisel bakım ürünleri üreticisi Johnson and Johnson sonraki yıllarda tasarım ve malzeme kullanımına yenilik getirmiş. Kadın sağlığı açısından taşıdığı risklere karşın, kadını hareket kabiliyetini arttırdığı ve günlük hayatı kolaylaştırdığı için hayat kurtaran tasarımlar arasında yerini alır. Öncelikle etek ile bisiklet sürmekte zorlanıldığı için çeşitli etekler tasarlanmış. 1890’ların kıyafetlerinin yerini bugünün özel kumaşlardan üretilmiş bisiklet şortlarının alması kadar bisiklet tasarımının etekle kullanılabilir hale gelmesi de kadınların bisiklet kullanmasını kolaylaştırmış. Bugün sadece spor kıyafetlerle değil, etek ile de kullanılabilen modeller mevcut. Hatta kadın bisiklet modellerinin çoğu oldukça göz alıcı. Korse almayın! Sütyen değişen güzellik standartlarına göre biçim değiştiren bir kadın giysisi. Tarihin pek çok döneminde kullanılmış olsa da yaygın üretime geçmesi 1930’ları buluyor. 1917 yılında Amerikan savaş endüstrisi kadınlara “korse almayın” demeye başlar çünkü korsenin yapımında çok miktarda metal tüketilmektedir. Korse kullanmak yerine sütyen almaya başlarlar ve sütyen bu noktada moda olur. Türkiye’ye ise 1964 yılında Avrupa’da çalışanlar tarafından getirilmiştir. İthalatı yasak olduğundan kaçak getirip satılmıştır. 1968’de Gossard’ın ‘Wonderbra’ kampanyasıyla sunduğu yeni sütyenler bugünkü sütyen formlarını yaratır. 90’lardan sonra silikon destekli yeni tasarımlar kadınların aradıkları dolgun görünümü rahatça sağladıkları için çok tercih edilir olur. Değişen güzellik standartlarına göre evrilen sütyen tasarımı bugün moda tasarımı içinde önemli bir alan oluşturur. Yüksek topuk kölelik mi ? Kadın ayakkabısı denilince akla hemen yüksek topuklar gelir. Tarihsel olarak bakıldığında topuklu ayakkabı bugün taşıdığı anlamdan biraz uzakta. Uzak doğu ve Mısır kültüründe topuklu ayakkabı kadınların hareket kabiliyetinin kısıtlanması anlamına gelir. Örneğin Çin’de ayak bağlama adı verilen bir çeşit gelişimi engelleyici müdahale ile kadınların başkalarının yardımı olmadan yürüyememesine neden olan uygulamaların yapıldığı bir gelenek yüz yıllarca devam etmiştir. Bazı kaynaklarda ise kadın kölelerin kaçmasına engel olacak topuklu ayakkabılar kullanıldığı anlatılır. Bugün ise topuklu ayakkabı kadının moda havuzundan özgürce seçebildiği parçalardan biridir. Topuklu ayakkabılar Viktoryen dönemde tıpkı korse gibi popülerliği artmış ve idealize edilmiş güzelliği pekiştiren bir aksesuara dönüşmüştür. 1850’lerden 1950’lere kadar, topuklar 5 santimetrenin altında ve civarında ölçülendirilirken; 1950’lerde kadınlar, Marilyn Monroe ve onun son derece seksi tarzını destekleyen stiletto(iğne topuklar)la tanışır. Kadın için özel otomobil Bazen bu tür tasarımların cinsiyetçi mi yoksa sadece iyi niyetli mi olduğunu anlamak güç oluyor. Japon otomobil MART/2013 07 İOLARAK CİNSİYET üreticisi Honda yalnızca kadınlar için tasarladığı yeni modelini 2012 sonunda tanıttı. Şimdilik sadece Japonya’da satışa sürülen aracın UV korumalı camları, aracı kullanan kişinin cildinin kırışmasını engelleyen havalandırma sistemi ile kadınların aklını çelebilmesi mümkün. ‘Honda Fit She’ olarak adlandırılan aracın kahverengi ve beyaz olarak da üretilmesi planlanmış. Şehir için kadın rehberi Bundan birkaç yıl önce Superpool mimarlık ofisi Diyarbakır şehri için bir rehber hazırladı. Rehberin diğer kent rehberlerinden farkı kadının kente adapte olmasının sağlanması üzerine odaklanmasıydı. Kronik yoksulluk, aile içi şiddet gibi sorunlar nedeni ile kentleşme deneyimi özellikle kadınlar için, travmatik bir şekilde sonuçlanmıştı. Kadın rehberi ile bu travma sonucu oluşan kadınların kamusal alandan kopması durumuna başka bir bakış getirmiş yerel yönetim tarafından desteklenmesi ile bu etki bir adım ileri taşınmış. Şeytanın cisimlenmiş hali Kadınlar için tasarlanan pek çok ürün gibi daha güzel olmanın, daha doğrusu belirlenen standartlar çerçevesinde daha güzel olmanın bir aracı. Tarihsel süreçte yine pek çok dönemde çeşitli doğal malzemeler kullanılarak daha canlı dudaklar, daha gizemli gözler ve daha sağlıklı al yanaklara ulaşılmaya çalışılmışsa da bugün kozmetiğin geldiği nokta sadece çekici olmak değil farklı olmak üzerine kurgulanmış vaziyette. İslam’ın Altın Çağı’nda Arap Endülüs kozmetikçisi Abu al-Qasim al-Zahrawi, katı rujları buldu. Ortaçağ Avrupası’nda ise, ruj kilise tarafından yasaklandı ve “şeytanın cisimlenmiş hali” olarak düşünüldü, pek çok kaynağa göre bu dönemde makyaj malzemelerini fahişelerin kullanması uygundu. 18. yüzyılda ruj erkekler arasında da yaygınlaştı ve Fransız mahkemelerinde yüzlerini öne çıkarmak isteyen görevliler dudaklarını boyar hale geldi. Bugün medikal cilt bakım ürünlerinin uzantısı olarak özellikle kadınlar makyaj malzemesi kullansa da kozmetik tutkusu erkeklere de sıçramış durumda. Feministlere rağmen... İlk olarak 1986 yılında İsrail ‘de Hagoshrim adlı kibutzda tasarlanan, Mepro tarafından üretilen özgün Epilady idi. Temel çalışma prensibi birçok cımbızın elektrikli makine haline getirilmesi olarak tarif edilebilir. Sürekli olarak yenilenen tasarımlar kolay taşınabilirlik, acının azaltılması ve kalıcılığın arttırılmasına yönelik değişiklikler taşıyor. Feminist hareketin şiddetle karşı çıktığı vücut kıllarına müdahale işlemi tıpkı diğer güzelleşme müdahaleleri gibi tüm dünyada yaygın olarak yapılmakta. Kadın gibi hissetmek için 7 ihtiyaç Amsterdam temelli Atölye Ted Noten, Dior 001 adlı silah tasarladı. Bu silah “kadının erkeğin gözünde kadın gibi hissetmesi için 7 ihtiyaç” başlıklı bir serinin parçası. Güzellik silahı, antik saç tokası, dudak parlatıcı, ilaç, gizli bilgileri içeren bir taşınabilir bellek (usb) ve 100 gr’lık gümüş tabletini içeriyor. Serinin diğer ürünleri güneş gözlüğü, şal ve daha pek çok günlük eşyayı taşıyor. 18 ayar altın detaylar içeren ve plastikten yapılmış bu silah kadın olmak ile ilgili söyledikleri ile dikkat çeken bir sergide yer alıyor. Koleksiyon cinsiyetçi öğeleri bir araya getiren ve cinsiyetçi yaklaşımlara bu yol baş kaldıran bir yaklaşımı benimsemiş. 08 Gözde Severoğlu gozdeseveroglu@gmail.com EDIDA’NIN EN İYİLERİ 13 kategoride verilen EDIDA Tasarım Ödülleri sahiplerini buldu. Defne Koz yılın tasarımcısı, Sami Savatlı ise yılın genç tasarımcısı seçildi. Geriye kalan ödül sahipleri arasında ise adını yeni duymaya başladığımız isimler ile beraber ödül almaktan yorulmuş tasarımcılar var. Elle Decoration dergisinin yayınlandığı 26 ülkedeki editörlerinin seçimleri ile her sene 13 farklı kategoride verilen Uluslararası EDIDA Tasarım Ödülleri’nin Türkiye ayağında ödüller sahiplerini buldu. kavramını ‘Piculet’ markası ile yastıklara ve çantalara yansıttı. Marka, ipekten kadifeye, satenden goblene uzanan yastık koleksiyonundan ‘Britpop’, ‘Grafitti’, ‘Nar’, ‘Venice’ ve ‘Blue Print’ serileriyle Kumaş Kategorisi›nde yılın en iyisi olmayı hak ediyor. Koleksiyon Mobilya için tasarladığı ‘Partita’ yatak tasarımı ile Faruk Malhan, Yatak Odası Kategorisi’nin kazananı oldu. Hafiflik teması üzerine hazırlanan Partita yatak, geniş sırt modülü ve çarpraz ayakları ile markanın modernist çizgisine başarılı bir örnek olduğunu gösteriyor. aydınlatma kategorisinin kazananı oldu. Birbirinden farklı ölçülerdeki küplerin rastgele birleştirilmesi gibi algılansa da oran, orantı ve kompozisyonun kaotik biçimde vücuda gelişine önemli bir örnek olmayı sürdürüyor. Banyo kategorisi ödül sahibi ise Bien Seramik adına hazırladığı ‘Lotus’ vitrifiye koleksiyonu ile tasarımcı Tolga Berkay. Tasarımcı koleksiyonunda Lotus çiçeğinden ilham aldığını ifade ediyor. Atilla Kuzu’nun Intema ile kurduğu işbirliğinin meyveleri yeni bir ödül olarak karşımıza çıkıyor. Günümüz trendlerinin nabzını tutarak, farklı mekanlara rahatlıkla uyum sağlayacak bu mutfak tasarımı, diğer serilerden farklı olarak, yumuşak formu ve üç boyutta belirginleşen dönüşleri ile geçmişi ve geleceği harmanlıyor. Oturma grubunda ödül Sezgin Aksu ve Silvia Suardi›nin. De Padova markası için tasarladıkları ‘Yuva’, çelik konstrüksiyon üzerine oturma, sırt ve kol minderlerinden oluşuyor. Görüntüsüyle bile insana rahatlık, konfor ve keyif duygusunu aktarmayı başarıyor. Derin Sarıyer imzası taşıyan ‘Nas’ sehpa, tek bir formda ama farklı boyutlarda üç ünitenin mimari bir bakış açısıyla birleşiminden oluşuyor. Evin farklı Doğal taş fırsatı köşelerine yerleştirilebildiği gibi bir arada kullanılabiliyor. Farklı malzemelerle kaplanabilmesi setin kolaylıkla yeni bir biçime dönüşmesine fırsat veriyor. Melodi Bozkurt ve Erin Türkoğlu tasarladıkları ‘Lumi’ masa ve sehpa takımı ile dış mekan mobilyası kategorisinde ödülün sahibi oldu. Demir ile çimentonun bir arada kullanıldığı, aydınlatma sistemi sayesinde etkileyici bir görüntü elde edilen bu mobilya, bulunduğu mekana formu ile uyum sağlamayı başarıyor. Cüneyt Ara, Ender Yolcu ve Erdem Keskin yani Paratoner Tasarım, ‘Rubic’ ile Dizilişleri, dokuları, formları ile birbirini tamamlayan iki ayrı seriden oluşan ‘Stone and More’ koleksiyonu ile Şule Koç, doğal taşı günümüz kullanıcısıyla yeniden buluşturuyor. Doğal taşın doku çeşitliliğinden yararlanan Kaleseramik’in bu koleksiyonu, yeni form ve kullanım senaryoları ortaya koyuyor. Koray Özgen, İstanbul Tasarım Bienali kapsamında sergilenen, Dhoku markası için tasarladığı ‘Tuluat’ el halısı, Zemin Kaplama kategorisinde tasarımcıya ödül kazandırdı. Tasarımcı-dokumacı arasındaki iletişim sürecini değiştirmenin amaçlandığı bu çalışmada, sonuç kadar süreç de ilham verici. Döşemelik ve perdelik kumaş sektöründe vizyoner bir marka olan Persan, Desenmania Yılın Genç Tasarımcısı ise Sami Savatlı. ‘Missori’ puf, ‘Klaus’ kitaplık, ‘Aris’ sandalye, ‘Deco’ sehpa, ‘Zero’ ve ‘Avalon’ aydınlatma tasarımları, gelecek vaat eden tasarımcı olarak seçilmesinde etkili olmuşa benziyor. 2009 yılından bu yana tasarımlarında moda, mimari ve endüstriyel tasarımı harmanlamayı seçiyor. Üretken yılın ardından... Yılın tasarımcısı uluslararası arenada bilinirliği yüksek, bu sene de farklı kategorilerde yepyeni ürünlere imza atmış Defne Koz oldu. 1400 Mitterteich için tasarladığı ‘Ala, Onda ve Plano Gourme Collection’, ‘Delta Gonna’ kanepe ve ‘Aura’ sistemi, Derin›in koleksiyonları içinde yer alan ‘Ini’ sehpa ve ‘Spessore’ yemek masası ve bunlarla beraber ‘Megaron Little Red Riding Hood’ sehpa tasarımları ile tasarımcının 2012 yılını oldukça üretken geçirdiğini gösteriyor. Bu üretkenlikle de yılın tasarımcısı seçilmemesi için bir engel kalmıyor. Ek olarak Gaia&Gino için tasarladığı ‘Cut’ vazolar ile Koz, bu yıl masaüstü aksesuarı kategorisinde de ödülün sahibi oluyor. Tasarımcı, 26 editörün de bulunduğu bir jüri karşısına çıkarak büyük oylamaya katılacak. Sonuç ise Nisan ayında Milano Tasarım Haftası’nda duyurulacak. Sonuç merak konusu. MART/2013 09 Dilek Himam dilek.himam@ieu.edu.tr MODA ENDÜSTRİSİNDE KOZMETİK ALANLAR “Süslenme, bedenin güzelleştirilerek temizlenmesi” anlamına gelen kozmetik, bugün dev moda markalarının sermayelerinin çok önemli bir bölümünü sağladığı alan. Ve bu alanının içinde her disiplinden tasarımcı için büyük bir potansiyel var! 19. Yüzyıldan itibaren tasarımcıların çoğu kozmetik ürünlerini kendi elbise koleksiyonlarının birer parçası olarak düşünmüş, parfüm ve birçok makyaj malzemesi tasarımları da üretmişlerdi. Paul Poiret’in Les Parfums de Rosine’i bilinen ilk tasarımcı parfümlerinden biriyken Mademoiselle Chanel, Christian Dior, Jean Lanvin, Madeleine Vionnet, Charles Frederick Worth, Jean Patou, Elsa Schiaparelli’nin tasarladığı parfüm ve kozmetik ürünleri hem şişe tasarımları hem de kokuları ile iz bırakmış isimlerden oldular. Köken olarak “cosmos” sözcüğünden türeyerek “süslenme, bedenin güzelleştirilerek temizlenmesi” gibi anlamlara da gelen kozmetik, bugün dev moda markalarının sermayelerinin çok önemli bir bölümünü sağladığı alan. Bu alanının ardında ürün tasarımcıları, moda fotoğrafçıları, grafik tasarımcıları, modellik ajansları ve prodüksiyon şirketlerinden oluşan kocaman bir dünya var. Kozmetik malzemeleri kolay saklanma, taşıma gerekliliği ve sürekli kullanılabilir olma özelliklerinden dolayı zarif tasarım detaylarından ziyade ciddi bir teknik bilgi ve donanım gerektiriyor. Bu anlamda kozmetik kutu ve kapaklarında yeni malzeme ve teknik arayışları söz konusu oluyor. Tasarımcılar bunun için farklı sektörlerden de ilham alıyorlar. Örneğin otomotiv... Otomotiv sektöründe kullanılan bazı malzemelerin, kozmetik paketlerinde ve şişelerinde metal kullanımının sakıncalarını ortadan kaldırdığı ve kazandırdıkları metalik görüntülerin tasarımcılara önemli bir özgürlük sağladığı bilinenler arasında. Özellikle moda sektörü için pek değerli olan kozmetik ürünleri, küçük ama izleri detaylarda saklı bir tasarım değerine sahipler. Bu küçük ama nadide nesneleri tasarlayan ürün tasarımcıları da aslında birer gizli kahraman. Bu kahramanlardan bazıları Thierry de Baschmakoff, Serge Manseau, Rene Lalique için 1911 yılında çalışmış Art Nouveau tasarımları ile bilinen Edouard Fornells gibi önemli isimler. Fornells’in 1925 yılında Dekoratif Sanatlar Sergisi’nde sergilenmiş eserleri bugün koleksiyoncuların göz bebeği ve müzayedelerde yüksek fiyatlara satılıyor. Özellikle parfüm sektörünün son yıllarda yetiştirdiği en önemli isimlerinden biri ise Pierre Dinand. Moda tasarımı tarihinin en ikonik şişeleri onun elinden çıkmış ve hala da üretmeye devam ediyor. Aslında mimarlık eğitimi alan tasarımcıyı diğerlerinden ayıran özelliği kullandığı yenilikçi malzemeler, küçük ölçekli tasarımlarındaki mimari kusursuzluk ve ürünlerindeki ince tasarım detayları. Tasarımcının kozmetik sektöründeki kutu ve şişe tasarımları için bulduğu veya deneysel olarak ortaya çıkarttığı malzemeler de olmuş. Bunlardan birisi 1980’lerde golf oynarken kırılan golf topunun içinden çıkan bir malzeme. Dolgu malzemesi olarak kullanılan bu madde Dinand’ın birçok tasarımında kullanılmış. Bir tür buzlu cam efekti veren malzemenin bıraktığı etki tasarımcının birçok şişesinde var. Calvin Klein için yaptığı minimalist şişe tasarımı ile Obsession, bu malzemeden üretilmiş. İlk parfüm şişesi tasarımını 1956 yılında Madame Rochas için yapan tasarımcının mimari geçmişi, grafik tasarımı gücü ile de birleşince moda tasarımı sektörü için mucizeler yaratmış. Bugün Pierre Balmain, Pierre Cardin, Christian Dior, Yves Saint Laurent onun müşterileri arasında ve beklemediği biçimde kozmetik malzemesi tasarımı talebi aldığını söylüyor. Dinand’ın tasarım tarihindeki en önemli tasarımları arasında bilinen örnekler Dior için yaptığı Eau Sauvage, Yves Saint Laurent’in Opium’u, Moschino’nun Cheap and Chic parfümü. Dinand, Türkiye bağlantılı pek çok projede de çalışmış. Kozmetik ürün tasarımını özgün kılan şey, küçük tasarım objeleri olmalarına rağmen ticari başarısının ve beğenilerin diğer ürünlere oranla daha fazla olması olarak özetlenebilir. Son yıllarda bu ürünlerin endüstriyel olarak üretimini zorlayan konu, orijinal olarak elde yapılan kutu, kapak ve şişe tasarımlarını seri olarak üretmek oluyor. Bu yüzden bazı kozmetik ürünlerinin kutuları da elde tasarlanarak sınırlı sayıda üretiliyor. Karim Rashid’in tasarımı olan Hugo markasının erkek parfüm şişesi gibi tamamen el yapımı olan parfümler de sınırlı sayıda üretilerek bir arzu nesnesine dönüşüyor. Artık bedenin güzelleştirilmesi ve adeta ölümsüzleştirilmesinin amaçlandığı bir dünyada yaşamak tasarımcıların daha kalıcı sonuçlar almayı istediği ürünleri tasarlamasını da zorunlu kılıyor. Burada dikkat edilmesi gereken, bu ideale ulaşmak için insan sağlığına ve çevreye zarar vermeyen ürünler kullanmaya ve tasarlamaya özen göstermek. Pierre Dinand bugün kozmetik sektöründe yaratıcılığın öldüğüne işaret ederken “c’est la mort” dese de, kozmetik sektörü sürekli birbirine benzer ya da taklit tasarımlarla dolup taşsa da, kusursuz bir fiziğe ulaşma arzusu feministleri kızdırsa da güzellik endüstrisinin duracağı yok. 10 Barış Gün Şahin barisgunsahin@gmail.com BİSİKLETİN İKİLEMİ Bazı kültürlerde bir yaşam biçimi, kimindeyse yalnızca trafikten kurtulmak için bir araç: Bisiklet. Son dönemde Türkiye de bisikletlenme hareketinde... Kalabalık caddelerde bisiklet yolları ayrılıyor, Akıllı Bisiklet uygulamaları ortaya çıkıyor. “Mesela bisikletinize binmiş gidiyorsunuz. Karşıdan tanımadığınız birisi de aracı ile geliyor. Bir boru sesi ya da çıngırağın uzun bir ahengi ile onu selamlamak mecburiyetini hissedersiniz. Bazen selam ile kalmayıp çark ederek ya da manevra yaparak, beraberce yola devam edersiniz. Bu suretle sohbet edip ahbap olursunuz. Yahut her ikiniz de inerek ‘nereden teşrif?’, ‘Siz ne cihete yahu?’ gibi kelimelerle konuştuktan sonra, makinelerinize binersiniz.” Ahmed Tevfik tarafından, 1900’lü yıllarda yazılan ilk bisiklet seyahatnamesinde de bahsedildiği üzere bisiklet bir “sosyalleşme aracı” olarak görülmeli ve keyfini çıkarmalı. Amsterdam’da günlük rutin; sabah bisiklet, akşam bisiklet, karda bisiklet, yağmurda bisiklet, iki kişilik bisiklet, üç çocuklu bisiklet, pazarda bisiklet, parkta bisiklet olarak sıralanabilir. Bir yerden bire yere gitmenin en hızlı, pratik ve ucuz yolu olması ve şehrin neredeyse düz olması nedeniyle, Amsterdam’da bisiklete binmek oldukça mantıklı. Şehir içinde kesin kurallarla ayrılmış yaya-bisiklet-araba-toplu taşıma sisteminin işleyişi de oldukça basit; şeritleri takip et, yön değiştirirken işaret ver, ışıklarda dur. Burada, topuklu ayakkabı, mini etekle ya da takım elbiseli olup da bisikletle binmemek ya da işten çıkıp sergi açılışına ya da partiye gitmemek garip kaçıyor. Türk girişimcinin başarısı: De Fietsfabriek İlk kez, 1999 yılında tır şoförü olarak 1924 Olimpiyatları’na katılmak üzere Paris’e giden takımın, olimpiyatlara katılacak bisiklet bulamadıkları belirtiyor. Hollanda’ya giden Yalçın Cihangir, 28 yaşında üçüncü kez gittiği Hollanda‘yı çok beğenip Amsterdam’a yerleşme kararı almış. Bir süre bulaşıkçılık yaparak geçimini sağlamaya çalışmış, bir gün iş yerindeki aşçının bozulan bisikletini onarmasıyla hayatı değişmiş. O günden sonar bisiklet tamiri işine başlayan Cihangir, zaman içinde bisiklet üretmeye başlamış ve 2002 yılında De Fietsfabriek (Bisiklet Fabrikası) markasını çıkarmış. Özellikle, taşıma aracı olarak kullanılan tipik Hollanda bisikleti ‘bakfiets’ tasarımıyla popüleritesi artmış ve neredeyse şehrin yarısından fazlası bu marka bisikleti kullanmaya başlamış. yönelik farklı pek çok konuyu ele alır. Sergide, Amsterdam’ın alt yapısı, mimarisi, kölelik, uyuşturucu gibi konuların yanı sıra bisikletin tarihçesi de karşımıza gelir ve müzede artık bisiklet şehir tarihinin bir parçası olarak sunulur. Kent kimliğinin parçası Bisiklet, Osmanlı İmparatorluğu’na 19. yüzyılda levantenler tarafından getirilmiş. Başlarda sadece posta teşkilatı, polis teşkilatı ve orduda kullanılmış. 1923’te Bisiklet Federasyonu ve hemen ardından Milli Takım kurulmuş. Kaynaklar, ilk defa Amsterdam Müzesi (eski adıyla Amsterdam Tarih Müzesi), büyük bir sergi tasarımı hazırlığı sonrası açtığı Amsterdam DNA isimli müze bölümüyle, şehrin tarihine Ayrıca, De Fietsfabriek, Amsterdam Müzesi’nin Hollanda-Türkiye 400. yıl etkinlikleri dahilinde düzenlediği etkinlikte, Türk dükkanlarında sergilenecek posterlerin dağıtımı aşamasında ulaşımda müzeye destek verir. Türkiye’de bisiklet Eski zaman bir yana, günümüzde artık çeşitli şehirlerde bisiklet kullanımını destekleyici ve modern uygulamalar başladı. Seferihisar’da ‘Slow City’ çalışmaları dahilinde bisiklet yolları oluşturulması ve bisiklet kullanımının arttırılmasına yönelik çalışmalar buna bir örnek. Ayrıca, Kütahya’nın Simav ilçesine bağlı Çitgöl beldesinde de bisiklet kullanımı oldukça yüksek. İzmir’li bisiklet firması Bisan’ın beldeye bisiklet park yerleri yaptırmak ve başarılı öğrencilere bisiklet hediye ederek destek vermek istediği kulaktan kulağa dolaşıyor. Kasım 2012’de, ‘Kadıköy-Kartal’ sahil yolunda başlatılan “Akıllı Bisiklet” uygulaması da İstanbul’un bir kısım şanslıları için güzel bir haber oldu. Yetkililer, güzergah üzerindeki istasyonlardan kiralanan bisikletlerin yine güzergah üzerindeki istasyonlara teslim edilmesi sistemiyle, bisiklet taşıma zorunluluğunu ortadan kaldırdığının dikkatini çekiyor. Güzel tasarımlı işlevsel bisikletler ya da binilmek üzere alınan, elden geçirilen, süslenen bisikletler bir yana dursun, insan kalabalığından algılanamayan bisiklet yollarının önünü nasıl açacağız dersiniz? MART/2013 11 Bike İbrahimoğlu ibbikem@yahoo.fr Önümüzdeki 1,5 yıl boyunca moda ve tasarıma yön verecek Première Vision’ın fısıldadığı kumaş trendleri, geçtiğimiz ay gerçekleşen Maison&Objet fuarının ana teması ‘doğa, doğa, doğa’yı destekler nitelikte. Première Vision 2014 yazı için öngördüğü trendleri üç ana grupta topluyor. Malzemede yoğunluk Sezon yaz olsa da, artık kumaşlar hafiflik ve dökümlülüklerini korumak koşuluyla daha yoğun, dokuması sık ve zengin. Kuproya eklenen keten doğallık ve kumaş yoğunluğunu arttırıyor. Süper yoğun ve hafif streç poplin, astarsız ceketler, mükemmel kalıplı pantalonlar, ultra yapılandırılmış etekler için ideal. PREMİÈRE VİSİON NOTLARI Moda dünyasının göz bebeği Première Vision 2014 yazı için öngörülen kumaş trendlerini 3 ana başlık altında topladı. Tonlama ise tamamen mineral. İlham kaynakları bitki çiçek dışı doğa yani toprak, taş, toz, mermer, çamurlu bataklık ve hatta bildiğimiz kuru asfalt. Mermer görünümlü kumaşlarda, doğal damar havasını verebilmek için pigmentler ipek üzerine elle uygulanıyor. Gerçek taş ve çakıllar öğütülüp, karışımından oluşan plastikle doğal görünümlü düğme, kolye, fermuar gibi detaylar üretiliyor. Şehvetli dönüşüm Bu trend ilhamını mutasyonlardan ve Première Vision’un uzun zamandır taşıdığı bu trend dikkatimizi, giysileri hafif bir mimari yapı gibi algılamaya yönlendiriyor. Kumaşlardaki boşluk, örneğin havayla dolu jakarlar, gofre,pike ya da petekli 3D kabartmalarda kendini gösteriyor. Yarı saydam etaminler, pürüzsüz bir uygulama için çok uygun. Kuru ama dökümlü polyester krepler, akışkan viskozlar, yıkandıkça yıkanmış ipek ve kuprolar, stretch ve bistreç kumaşlar , hiç bu kadar şık görülmemiş sentetikler, hep kumaşlardaki strüktür ve yapı arayışının uygulamaları. Première Vision’da ön plana çıkan diğer konular ise, pamuk, pamuk/viskoz, ya da pamuk ipek kaşmir (kışın soğuğa karşı koruduğu gibi, yazın sıcağa karşı kalkan görevi yapan) karışımı yaz örmelerinin standard tişörtlere daha bireysel ve daha şık bir alternatif oluşturması. Yoğun, örgü,doku, gren ve düzensizliklerin görünür olması, dev ölçekli trikoların, sepet örgülerin de ön plana çıkması anlamına geliyor. Klişelerden arınmış, biraz primitif, biraz modern-etnik tasarımlar, rafya, tüvit, keten gibi kumaşların kullanımıyla kaba bir lüks yakalıyor. Okyanusun derinlikleri ise ipekliler, işleme ve dantelli fantezi kumaşları etkiliyor. Satenler yağlı havasında, gipürler yosunları ve deniz yıldızlarını çağrıştırıyor, danteller ise denizkızı elbiseleri yaratmak üzere ince ve akışkan. Enerjik inşa hibrit yapılardan alıyor. Spor ve şaşalı, sentetik ve naturel, birbirine zıt ve çift taraflı kumaşlar, dokununca garip bir etki yaratan yüzeyler, jel doku , sıvı, kauçuk gibi değişik kıvamlar bu gruptaki kumaşların özellikleri. Taze ve modern havayı, (örneğin ultra uzun pamuk liflerinden yapılsa da ipek dokunuşundaki örme ve dokumalar) spor ve seksi elastik kumaşlar yakalıyor. Elastan karışımı ise keten ve viskoza plastik/kauçukvari bir etki ekliyor. Lake finisajlı kumaşlar, payetli baskılar, metalplastik baskılı koton jarseler, metalize jakarlar ise diğer örnekler. Ayrıca, mayoların artık sahille sınırlı kalmadığı şehir plajları da ön plana çıkanlar arasında. Yemek arası denize gidip tekrar işe dönebilme lüksüne sahip Brezilya ya da Kaliforniya gibi yerlerden etkilenen bu trende göre, plaj giysileri artık şehirlere giriyor ve çok yönlülük kazanıyor. İç çamaşırı tasarımlarını da ilham kaynaklarına katınca dantel esinlemeli mayolar, yalancı tığ işi ama gerçek gibi gözüken stretch kumaşlar, poliamid örmeler sezonun yeni malzemelerini oluşturuyor . Poliamid- likra kumaşlara biçilen her bikini deseni, görevine uygun malzeme seçilerek polyester -viskoz elastan karışımlarında elbise ve eteklere dönüşebiliyor. Burada da kalmayıp bodysuit’ten kokteyl ceketine kadar birçok giyeceğe uyarlanabiliyor. Erkek mayo şortlar ise Oxford, kareli ya da çizgili gömlekleri kopyalıyor. Son olarak sezon iki, üç ya da çok renkli çizgilerin yazı. En çok göze çarpan kombinasyonlar, mor -beyaz, cam yeşilitransparant sarı, pembe-çim yeşili, sardunyagri, şarap kırmızı- kil , mermer- tebeşir mavisi oluyor. 12 MART/2013 13 Emine Merdim Yılmaz eminemerdim@arkitera.com ARKİV SEÇKİLERİ 2012, YILIN NİTELİKLİ YAPILARINI BELİRLEDİ Arkitera Mimarlık Merkezi’nin, Kalebodur sponsorluğunda Türkiye’deki mimarlık üretimini belgelemek amacıyla gerçekleştirdiği 6. ARKİV Seçkileri’nin sonuçları belli oldu. Değerlendirmeyi, Çağla Akyürek Elmas, Ekin Çoban Turhan, Tufan Arkayın, İpek Yada Akpınar ve Ömer Yılmaz’ın oluşturduğu seçici kurul yaptı. Ağırlıklı olarak konut binalarının bulunduğu seçkide ofis binaları, oteller, eğitim, kültür yapıları, iç mekan düzenlemeleri yer alıyor. İpera 25 İstanbul’un koruma altındaki Galata semtinde on daireli bir apartman. Ahmet Alataş’ın yaklaşık 1.000 m2 büyüklüğündeki yapı için hazırladığı proje mevcut mimari dokuya saygılı, altyapıyı, çevre şartlarını iklimi ve güneş hareketlerini, bölgenin gelişen yeni sosyo-ekonomik yapısını dikkate alarak mimarinin bilinen problemlerine günümüzün teknolojik imkanlarını kullanarak yeni yanıtlar arama çabasını sürdüren bir tasarım anlayışına sahip. Asma Bahçeler Konut Sitesi Tanıtım ve Satış Ofisi, M artı D Mimarlık İzmir, Narlıdere’de, arazi eğimin %50 seviyelerine çıktığı bir alanda, alışılmış çözümlerin dışında farklı bir yaklaşımla hayata geçirilen bir projenin tanıtım ofisi olarak planlanan yapı, bulunduğu çevre ile yarattığı gerilim ile dikkat çekmek üzere kurgulanmış. Gecekondu bölgesinin dönüşümü ile karakter kazanan bölgede konumlanan yapının inşaatı 20 gün gibi kısa bir sürede tamamlanmış. Özyeğin Üniversitesi Spor Merkezi, Adana Semih Rüstem İş Merkezi, Mimarlık Araştırmaları Stüdyosu (MarS – Mimarlar) Proje, kültür varlığı olarak tescilli iki villayı restore etmeyi ve gerideki geniş parselde yeni bir kompleks inşa ederek tümünü tek bir kompozisyon çerçevesinde bütünleştirmeyi hedeflemiş. Arkada, saydamlığı vurgulanan çok katlı iki yeni büro bloğu, öndeki küçük ölçekli villalara fon teşkil ediyor. Camlı yüzeyler, birbirine eklemlenen yüksek blokların birisinde düşey kafesler, diğerinde yatay güneş kırıcılar ile korunmuş. Dört yapının arasında gölgeli bir avlu mekanı yer alıyor. Kış bahçesi türü küçük saydam pavyonlar, yüksek blokların eteğinde bu avluya açılıyor, alçak ve yüksek kütleler arasında ölçek geçişleri kuruyor. Radisson Blu Asia, B-Design Spor merkezi Özyeğin Üniversitesi Kampüsü içinde oldukça eğimli bir arazi üzerinde konumlanıyor. Arazi verileri kullanılarak kütle tasarımı eğime uygun bir biçimde kademeli olarak yapılmış. Yapı programı içinde bir adet çok amaçlı spor salonu, yarı olimpik havuz ve fitness ile squash, pilates gibi stüdyolar yer alıyor. Daha sonradan bu programa öğretim görevlilerinin çocukları için bir de kreş ilave edilmiş. Tekfen Bomonti Apartmanları, DB Mimarlık Metex Design Projenin oluşumunda, “iş oteli” işlevi olduğu kadar, yapının çevresiyle olan ilişkisi de büyük ölçüde önemli bir etken olmuş. Zemin seviyesi ve altında kalan katlarda genel mekanlar, zeminin üzerindekilerde ise otel odaları yer alıyor. Bodrum katlardan 15. kata kadar işlevler, otopark ve depolarla başlayıp, sırasıyla, sağlık kulübü, balo salonu, lobi-resepsiyon katı, toplantı odaları ve otel odaları olarak yerleştirilmiş. Bomonti Apartmanları’nın mimari felsefesi, uyumlu bir değişim üzerine kurulmuş. Sokak yaşantısıyla bütünleşmiş olan az katlı binalar, semtin varolan dokusuna ve geçmişten gelen komşuluk yapısına saygılı. Projenin mimarisini Bomonti’nin yıllar içinde şekillenmiş kent hizaları, avluları, sokakları ve yaşam alanları şekillendirdi. Az katlı ve bir yapı olarak tasarlanan projede ortak bir kullanım alanı olarak avlu öne çıkıyor. Kağıthane Ticaret Odası İlköğretim Okulu, Uygur Mimarlık İstanbul’u muhtemel bir depreme hazırlayabilmek amacıyla oluşturulan İstanbul Sismik Riskin Azaltılması ve Acil Durum Hazırlık Projesi (İSMEP) projesi kapsamında yıkılıp yeniden yapılacak okullardan 40 adedi Uygur Mimarlık tarafından projelendirildi. Kâğıthane Ticaret Odası İlköğretim Okulu, kırk okul içinden imalatı ilk tamamlanmış olan. Buyaka AVM, Uras Dilekçi Mimarlık Buyaka, içinde konut, alışveriş merkezi ve ofis blokları ile birlikte tam bir yaşam kompleksi. Buyaka, diğer karma projelerde görülen tek yapı tasarımlarından farklılık arz ediyor. Bünyesinde yer alan ofis, rezidans ve alışveriş merkezi sinerjileri, tek fonksiyonlu mimari yapıdan uzaklaştırılarak, farklı bir fonksiyon kurgusu üzerinde şekillendiriliyor. Yalıkavak Palmarina, Emre Arolat Architects Sahibinden.com, Erginoğlu Çalışlar Mimarlık sahibinden.com projesi Bostancı’daki bir binanın 2 ayrı katında toplam 5.000 metrekarede gerçekleştirilmiş bir ofis düzenlemesi. Teknoloji şirketinin ruhuna ve kurumsal duruşuna uygun olarak tasarlanan sahibinden.com ofisi, çalışan verimliliğini ve bütünsel konforunu arttıracak çözümler düşünülerek ele alınmış. Projede sadece çalışılan değil sosyal aktivitesi de olan bir çalışma alanı yaratmak öncelikli olmuş. Bu doğrultuda çalışanların iş dışında da vakit geçirebilecekleri farklı işlevler için mekanlar ayrılmış ve ayrıca şirketin uzun vadedeki büyüme öngörüsü incelenerek gerekli ofis kapasitesi sağlanmış. Bodrum’da bulunan Yalıkavak Palmarina, geniş ve huzurlu yeşil alanları, iklime özgü mimarisiyle marina hizmeti sunuyor. Ender Mavi Bayraklı marinalardan birisi olan Yalıkavak Palmarina, aynı zamanda Bodrum Yarımadası’nın en donanımlı teknik olanaklarına sahip bir çekek alanı. Dağ ve deniz manzaralı amfi tiyatrosu ise sıcak yaz günlerinde, müzik, dans, sergi ve konser mekanı olarak kullanılıyor. Projelerin tamamını www.arkiv.com.tr/secki adresinden inceleyebilirsiniz. Arkiv Seçkileri 2012’de yer alan bu projeler ayrıca, Kalebodur sponsorluğunda düzenlenecek bir sergiyle 10-11 Nisan 2013’te gerçekleştirilecek olan ArkiPARC 2013 kapsamında yer alacak. 14 Beste Sabır bestesabir@gmail.com YEREL DÖNÜŞÜM ZAMANI Küresel kentler ağına her geçen gün bir yenisi -diğerlerine benzer hale gelerekeklemlenirken, düşünmeden edemiyoruz: Bunun kırıldığı bir nokta ve bu kırılımı yaratacak bir güç olmalı! Yıldız mimarların, yerden kopuk ama parlak yapıları her büyük kentin olmazsa olmazı haline gelirken umut verici örnekler, kırılma noktasının aslında çoktan, ta derinden yerleşmeye başladığının işaretini veriyor. Mass Design Group’un Ruanda’da yerel işgücü ve malzemelerle gerçekleştirdiği hastane ve sosyal konut projesi, mimari vizyonun aslında yaşamlarımızı ne kadar da kökten değiştirebileceğini kanıtlıyor. Proje sağlık sistemine yeni bir öneri getirirken, yaşayan halkın katılımıyla mimari üretime dair bir bilinç yaratıyor. Bu deneyim halkın aynı zamanda yarattıkları ürünü ve bir diğer yandan çevreyi sahiplenmelerini de sağlıyor. Yerellik, ekonomi ve yaratıcılık kelimelerinin bir araya gelmesiyle ortaya yeni bir vizyon koyan projenin uygulayıcıları, aynı zamanda karar vericileri. Bu tamamıyla bir dönüşüm metodu olabilir mi, tartışılıp üzerine inşa edilmesi gereken birçok konu var ama ivedilik isteyen durumlar ya da sosyal konutlar için sıkı bir çözüme götüren yolun başlangıcı olabilir! Eğitimleri boyunca mimarlar, tasarımcılar mimarinin insan yaşamını değiştirebildiği fikriyle yoğruluyorlar. İnsan ölçeği geçiyor her tartışmanın içinde. Ve iyi tasarlanmış binaların büyük deneyimler yaşatan binalar olduğu düşünülüyor her daim. Fakat estetik yargıları bir kenara bıraktığımızda elimizde kalan şey insanlara nasıl ve ne katıyor? Yıldız mimarlar tarafından parlak malzemelerle, iyi(!) tasarlanmış binalar, bir bölgeye saygınlık katabiliyor pek tabi. Ama inşa etmenin kendisi, süreci, içine yaşayanları dahil etmesi, karar sürecinde onların da olması dönüşüm için çok önemli bir etki. Bir diğer önemli örnek ise, lokal malzeme ve işgücüne bağlılıklarıyla bilinen Kéré Mimarlığın Gando, Burkina Faso’da devam eden kütüphane projesi. Yerel işgücünün, gelişmemiş ülkelerde yok-sun-luktan dolayı ortaya çıkan, ihtiyaçtan doğan sosyal tasarım ve paralelindeki yerelliğin doğal bir ihtiyaç olarak kullanımı, gelişmekte olan ve gelişmiş ülkelerde karşılığını nasıl bulabilir? Geçtiğimiz günlerde ilk toplu konut projelerinden Ankara Kızılay’daki Saraçoğlu Mahallesi için kentsel dönüşüm kararı alındı. En önemli SİT alanlarından biri olan mahallenin afet riski taşıyan bölge ilan edilmesi ise tabii ki SİT korumasını kaldırarak “yaratıcı!” kentsel dönüşüm modellerine kapılarını aralıyor. Bu bir gerçek: Her yer kentsel dönüşümle turizme kazandırılamaz! Ya da bölgenin ve yaşayanların ihtiyaçlarından soyutlanarak beton yığınlarıyla donatılırken bunun adı ‘dönüşüm’ olamaz. Dönüşüm küçük kararların, küçük vizyonların, ihale odaklı adımların sonucu olamaz. Kentsel dönüşüm odağına insanı ve refahı [sosyal refahı] alır. Kentsel dönüşümün kalıp bir kutu şeklinde, eritilmeden, farklı stratejilerle seyreltilip deriştirilmeden, hap şeklinde yutulduğu, tek bir kalıptan çıkmışçasına ortamdan, yerden uzak olan üretim biçimleri aslında doğru amaçlar için kullanıldığında bir çözüm sunabiliyor. Kentsel dönüşüm içinde birçok metot ve model barındırıyor. Katılıma açık bir süreç. Tek elden yapılmak zorunda değil. Yaşayanların katılımı, itirazı, tüm bu sürecin içinde halkın hayal kurması, tartışması ve üretmesi mümkün. Şimdilik sadece belli gruplar tarafından denenen yerel üretim ve yaşam biçimleri, belki de kentsel dönüşümün başka aktör ve amaçlarla kavrandığı durumlarda (modern bir dönüşüm modeli olarak benimsediğimiz tek tip konut üretim biçiminin ve sistematiğinin karşısında duran bir alternatif olarak) yaratıcı bir süreç olabilir? Evet bu mümkün. Kendi yaşamlarını yerel halkın örmesi (bir gün) mümkün. Kentsel nüfusun artışıyla yakın zamanda birçok yeni kente ihtiyaç olacak. Belediyeler yaratıcı modeller oluşturma konusunda inzivaya çekilmiş bir tutum sergilerken özel sektör de bu boşluğu doldurma amacıyla bir adım öne çıkıyor. Özel sektörün gelişimi yeni bir durum değil ama ölçek ve hırs gittikçe artıyor -tek bir firmanın neredeyse tüm uydu kenti inşa edişine şahit oluyoruz günümüzde. Belirli mimari tipler de replika şekilde her yere taşınıyor tabii –en ucuzu ve kolayından. Bu problemin üstesinden gelmek için yeni organizasyonel modellere, ekonomik araçların icadına acilen-ivedilikle ihtiyaç olduğu gibi, müşteri-yatırımcıgeliştirici-mimar-müteahhit-kullanıcı-inşa edenin yerellik ve yerel işgücü paralelinde temelden değişim geçirmesi, içindeki akışların yönlerinin yeniden organize olması gerekiyor. Belki bu şekilde dayanışmacı ve demokratik bir kültürün gelişimi de olası kılınabilir? Bu anlamda, bir katılım ve sosyal dönüşüm modeli yaratması açısından Metin Yeğin’in 2011 yılında Viranşehir’de halkla birlikte kurgulayıp uyguladığı proje, heyecan verici bir örnek olarak (olası) dönüşüm modellerinin önünde duruyor. Yeğin’in açıkladığı üzere, yaşayanlar kendi evlerini yaparlarken aralarındaki ilişki de başka yerde göremeyeceğiniz kadar demokratik biçimde gelişiyor. Türkiye›de de 1970›li yıllarda gecekondu mahalleleri benzer biçimde yapılıyordu ama orada sonuç olarak sadece barınma hakkı değil, rant değeri de kazanıldı. Yereli sonuna kadar kullanan bu tip projelerin, üst üste katlanan ve birçok katmandan oluşan vizyonunu teker teker açmaya başladığımızda, belki bizim de dönüşüm sürecinde kendimize pay çıkarabileceğimiz başlıklar, konular, deneyimler ortaya serilebilir. MART/2013 15 Eray Çaylı eraycayli@gmail.com HASTANE VE OKULLAR KENTLEŞİYOR! Hastane ve okullar sadece bireyin kendini gerçekleştirmesini ya da daha kaliteli ve uzun yaşamasını sağlamayı amaçlayan kurumlar değil, belli bir kâr marjını da hedefleyen işletmeler haline geldikçe, tasarım kriterleri değişiyor. 2012 yılı boyunca, Türkiye’yi yönetenlerin memleketin başlıca önem ve büyüklükteki kentleriyle ilgili sahip olduğu türlü vizyona ‘çılgın proje’ başlığı altında tanıklık ettik. Bu vizyonlardan birine ilişkin somut bir gelişmeyse geçtiğimiz günlerde yaşandı ve İstanbul’un kuzey kısmına kurulacak yeni şehrin detayları Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekânsal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman tarafından açıklandı. Kahraman’ın açıklamasına bakılırsa söz konusu yeni şehrin içinde yer alacak en önemli bileşenlerden biri ‘Bio İstanbul’ adıyla anılan ve 2016’de hizmete başlaması planlanan bir sağlık kenti. İki yüz hektarlık bir alanda yer alacak onu aşkın hastaneyle tıp fakültesi, spor merkezi ve otelleri içermesi planlanan bu sağlık kentindeki tesislerin “uzay mimarisini aratmayacak şekilde” tasarlanacağı da gelen haberler arasında. “Uzay mimarisi” ifadesiyle ne gibi bir tasarım yaklaşımı kastediliyor; bu ifade kent çeperinde yer alacak Bio İstanbul benzeri yerleşimlerin ‘uydu’ niteliğini ele veren bir dil sürçmesi mi, bilinmez. Ama son yıllarda toplumsal yaşama temel teşkil eden hizmet alanlarında yaşanan büyük değişimlerde tasarım ve mimarlık dünyasının katalizör rolünü üstlendiği açık. Söz konusu değişimler eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin büyük oranda devlet tarafından ve düşük maliyetlerle vatandaşlara sunulageldiği ülkelerde son birkaç onyılda neoliberal politikaların hüküm sürmeye başlamış olmasıyla yaşanıyor. Bu politikalar doğrultusunda, hastane ve okullar sadece bireyin kendini gerçekleştirmesini ya da daha kaliteli ve uzun yaşamasını sağlamayı amaçlayan kurumlar değil, aynı zamanda belli bir kâr marjını da hedefleyen işletmeler haline geliyor. Hal böyle olunca, artık bu mekânların sadece eğitim ve sağlık hizmetlerinin sağlandığı yerler olmaları ticari amaçları karşılamaya yetmiyor. Hedef kitlenin yapacağı tüm tüketim faaliyetlerini örnek Londra’daki Pimlico Okulu’nun Pimlico Akademisi’ne dönüştürüldüğü proje. Proje, Londra İl Yerel İdaresi mimarlarından John Bancroft tarafından tasarlanan ve 1969’da yapımı tamamlanan Pimlico Okulu’nun, Brutalizm akımının başkentteki önde gelen örneklerinden sayılmasına rağmen, yeni politikalar dâhilinde yetersiz görülmesi sonucu 2009’da yıkılmasıyla başlıyor. Eski okulu ‘atıl’, ‘soğuk’ ve ‘içe kapalı’ gibi sıfatlarla değerlendiren otoriteler, yıktıkları binanın yerine dışarıya da hizmet veren bir kafeyle saat başı ücretlerle kiralanabilen etkinlik salonlarını da içinde barındıran ve özel sektörden bir girişimcinin himayesinde yaptırılan Pimlico Akademisi’ni koyuyorlar. fire vermeksizin kapsayan, şehir dışına kurulacak bir ‘sağlık kenti’ fikri de böylece gündeme geliyor. Elbette, kârlılık ön planda olunca, bu mekânların kullanıcı—ya da bu durumda müşteri—kitlesini genişletmek farz oluyor. Zira bu yeni modelin örneğin sadece ders saatleri içinde işleyecek ve geri kalan zamanda kapalı kalacak okullara tahammülü yok. Geçtiğimiz yıl imzalanan protokollerle temelleri atılan ve Ankara’daki orta dereceli okulların şehir dışına taşınmasını öngören ‘eğitim kent’ projesi de böyle bir modelin ürün olması açısından İstanbul’daki ‘sağlık kent’ ile benzerlikler taşıyor. Proje, dönemin Ankara valisinin açıkladığı üzere, “yüzme havuzları, alışveriş merkezleri, sağlık üniteleri”ni de içeriyor. ‘Okul’ ve ‘hastane’ denildiğinde önceleri akla dahi gelmeyen, ancak, benzer tesislerin hitap edeceği kitlenin genişletilmesiyle gündeme gelen yeni tasarım problemleri de işte böylece ortaya çıkıyor. Sağlık ve eğitim gibi temel hizmet alanlarındaki değişikliklerin ve bu değişikliklerden kaynaklanan yeni tasarım problemlerinin ortaya çıktığı süreçlerin gözlemlenebileceği bir diğer ülke de İngiltere. Ülkede benzer bir sürecin somut etkileri, okul binalarının iyileştirilmesini öngören Building Schools for the Future (BSF—Gelecek için Okullar İnşa Etmek) adıyla bir programın 2004’te yürürlüğe girmesiyle görülmeye başlanıyor. Elbette çok geçmeden, söz konusu ‘iyileştirme’nin sadece fiziksel bir olguya değil, aslında ülkeyi yönetenlerin eğitim alanında gerçekleştirmek istedikleri kökten dönüşümlere işaret ettiği gerçeği fark ediliyor. Bu gerçeğe en somut mimari kanıtı teşkil eden Elbette BSF kapsamında gerçekleştirilen her projede, mimarlığın Pimlico’daki gibi siyasi ve ekonomik amaçların aracı haline geldiği söylenemez. Örneğin, Birmingham’da elden geçirilerek geçenlerde tekrar hizmete giren Four Dwellings İlkokulu’nun dRMM firması tarafından yapılan yeni tasarımı, okulun esas kullanıcı kitlesi olan öğrencilerin sorunlarının çözümünü ön plana alan yaklaşımıyla dikkat çekiyor. Bu yaklaşımın en iyi örneğiyse genelde tasarımcıların göz ardı ettiği ancak öğrencilerin gündelik deneyimlerinin belki de en önemli parçası olan tuvaletlerin iyileştirilmesi. Kabinleri ayıran paravanların yükseltilmesi ve lavabolarda karma cinsiyet uygulamasına geçilmesiyle çocuklar arasında yaşanan sataşmaların önüne geçilmesi hedeflenirken, tuvaletlerin hem bina içinden hem de dışarıdaki oyun alanından erişime olanak tanıyacak şekilde tasarlanması da yapılan kayda değer iyileştirmelerin arasında yer alıyor. Kırılan lavabo parçaları yüzünden yaşamını yitiren Efe Boz’u kaybettiğimiz Mayıs 2010’dan bu yana okullarında yirmi altı çocuğun öldüğü Türkiye’deyse okulların kapsamlı bir proje dâhilinde topyekûn yeniden yapımı hamlesinin benzer gerçek tasarım sorunlarına mı yoksa ticari amaçlara mı öncelik vereceğini hep birlikte göreceğiz. 16 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr E YARATICI ENDÜSTRİLER VE TASARIM KENTİ Sık duyar olduk: “İzmir tasarım kenti olacak!” Dört bir yanda afişler, düzenlenen tasarım forumları, kültür çalıştayları... Neden tasarım kenti olması çabasındayız dersiniz? Küreselleşmenin etkisi ile, günümüz kent yaşamının tüm pratiklerinde hızlı bir değişim, ülkeler hatta şehirlerarasında tasarım ve tasarımın pazarlanması üzerinden bir rekabet görülüyor. Çünkü artık ekonomi, yaratıcı ekonomi olarak anılıyor. Bu aslında yeni bir şey de değil. Hiç duymaz mıydık “Paris, modanın başkenti”, “Bologna, ayakkabıda bir numara”, “Berlin çok cool”, “Barcelona çok gelişmiş” sözlerini? Bu kentler, yaratıcı endüstrileri, küresel yarışta avantaj sağlamak için, tasarım alanlarını, ünlü tasarımcıları ve bunların oluşturdukları endüstrileri çekmeye çalışan ve bunu da hakkıyla başaran önemli örnekler. Ancak, yaratıcı endüstriler bunlarla sınır değil. 1990’lı yılların sonunda, İngiltere Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı’nın sınıflandırmasına göre bu endüstriler, reklamcılık, mimarlık, sanat ve antika pazarları, el sanatları, tasarım, moda, film ve video, etkileşimli boş zaman yazılımı (oyun sektörü), müzik, gösteri sanatları, yayıncılık, yazılım ve bilgisayar hizmetleri, televizyon ve radyodan oluşuyor. Burada adı geçen endüstriler bireysel yaratıcılığın, yeteneğin ve tasarımın üzerine temelleniyor. Biz tüm yaratıcı endüstriler yerine, bunlardan içeriğinde tasarım oranı en fazla olanlarla neler yapılıyor, tasarım kenti olmak adına onlara bakalım. Tasarım kenti olmanın yolu, tüm tasarımcıların ve tasarım mecralarının etkin kullanımı, şehirde yer seçmesi, mekandan ilham alması, sosyal açıdan kabul görmesi, desteklenmesi ve kimi zaman hoşgörülmesinden geçiyor. Tasarım kenti olmak, hem kentsel yönetişim ve kentsel tasarımı kullanarak, yaratıcı endüstrilerden ve tasarımcılardan maksimum ekonomik çıktı ve gelişme elde etmek, ve güçlü bir şekilde rekabet edebilmek demek aslında. Daha çok tasarım üretmek, tasarımcı barındırmak. Bu rekabetçi küresel platformda kendini Akdeniz kültürü ve coğrafyası içinde konumlandırmayı hedefleyen İzmir kenti, son yıllarda yaratıcı endüstrilerin gelişimi açısından tasarım sektörü olarak meşrulaşan gelinlik, moda ve hazır giyim, mobilya ve tekstil tasarımı, kuyumculuk ve takı, deri ve ayakkabı, mimarlık ve kentsel tasarım ile rekabetçi bir konuma gelmeye çalışıyor. Düzenlenen forum ve çalıştaylarda davetli birçok tasarımcı İzmir için roller biçiyor bu tasarım alanları üzerinden. Daha geçtiğimiz günlerde gelinlik tasarımları ile başkent olup olamayacağı tartışılıyordu. Bunun yanı sıra bir süredir devam eden kıyı şeridi tasarımı ve kent terasları gibi İzmir için en önemli ve ilk tasarım vizyonu projeleri de var. Türkiye’nin önde gelen tasarımcıları, şehirci ve mimarları da bu işe dahil olmuş durumda. İzmir’in bu yolculukta dünya tasarım şehirlerini örnek aldığı da söyleniyor. UNESCO’nun “Yaratıcı Kentler” ağında farklı gruplar altında şu an kayıtlı 34 tane yaratıcı şehir var. Resmi olarak özellikle “Tasarım Kenti” olarak geçenler ise Buenos Aires, Berlin, Montréal, Nagoya, Kobe, Şenzen, Şangay, Seoul, Saint-Étienne, Graz and Pekin. Ancak bunlar yalnızca kayıtlı olanlar. Tasarım ve mekanı dediğimizde daha nice örnek vermek mümkün. Ron Arad, Zaha Hadid, Ross Lovegrove, Jasper Morrison’ın yaşadığı Londra, Amsterdam, Haussman ve Le Corbusier’li Paris, Milano, Bolonya, Barselona, Karim Rasih’li New York, San Francisco, Frank Gehry’li Los Angeles, Seattle, Tokyo, Sydney derken kocaman bir liste çıkıyor karşımıza. Peki neler yapılmış? Farklı tasarım mecraları, farklı coğrafyaları, kültürleri ve sosyal yapılarına rağmen, dünyadaki tasarım kentlerinin ortak özellikleri aslında şöyle; tasarım şirketleri ve tasarımcılarının hem üretip, hem dağıtabilecekleri, tüketebilecekleri ve kendilerini yeniden yapılandırabilecekleri en uygun kentsel ortamı sağlamak. Bu kentsel mekanı, yine kentsel tasarım ile daha çekici hale getirken bunu ancak fiziksel yolla yapabiliyoruz. Sokakta tasarım öğeleri, 24 saat yaşayan bi kent, ünlü mimarların projeleri, ilgi çekici binalar ve sokaklar tamam da ya peki sosyal boyut? Tam bu noktada tasarımı icra edecek kesime olan tolerans devreye giriyor. Onların farklılıklarını, seçimlerini kabullenip, ifade, hareket ve ilham alanlarını açmak ve gerekli sosyal ağları yaratabilmek gerekiyor. Bu iki temel adımdan hareketle, yaratıcılıklarını sergileyip paylaşabilecekleri, galeriler, tasarım haftaları, atölye çalışmalarının desteklenmesi, onların da kendi ağlarını kurabilmelerini sağlayacak organizayonlar ve bol reklam.. Bitti mi? Hayır. Bu işin eğitimini de verebilecekleri, tasarım okulları ve kursları da böyle bir sistem için gerekli. Tasarım kenti olmak için evet bu tasarım ile ilgili yaratıcı endüstrileri desteklemek, çekmek ve bu endüstrilerde çalışacak kesime hitap edebilmek gerekiyor. Ancak bunun tam tersi olur muydu? Önce yaratıcı endüstriler gelse ne olurdu? Bu soru aslında o coğrafyanın karakterine, kültürüne bağlı. Tarihler boyunca yolu hep tasarımdan geçmiş bu anlamda yıllardır süregelen Paris, Milano ve Berlin gibi üne sahip kentlerde “tasarım kenti olmak” gibi bir kaygı yok, zaten öyleler. Fakat üretim potansiyelleri olup, buna rağmen göreceli olarak zorlama ile bu işi yapmak o kenti ne kadar tasarım kenti yapabilir, o kentin kültürü tasarımcıları eğilimlerine, isteklerine, günlük hayatlarına ne kadar hoşgörülü olabileceklerdir o da başka bir soru... Konumuz İzmir olunca ve yapılan küçük dokunuşları, projeleri, arkalarındaki senaryoyu okuyunca ve İzmir halkının hoşgörüsünü düşününce bu tür çekinceler bizi pek de korkutmuyor. MART/2013 17 Dilek Öztürk dilekozturk2@gmail.com ECO-COUTURE E * İ Sentetik biyoloji ve tekstil tasarımının ara kesitinde, spekülatif şekilde gelişen bir tasarım projesi, geleceğe yeni üretim teknikleri ve fabrikasyon süreçleri önerebilir mi? program geliştirilmesi için çalışıyor. Genetik morfogenez için geliştirilecek biyolojik bir kontrol sistemi, bitkileri, gelecekte bizim için belirli fonksiyonları yerine getirmeleri için tasarlayabileceğimizin ipuçlarını veriyor. Kısaca 2050 senaryoları arasında yiyecek üretimini, tekstil üretimi ile birlikte geliştirerek, hem besin üretecek, hem de tekstil makineleri yerine geçebilecek bitkiler tasarlamak da geliyor. Ekolojik anlamda ütopya sayılabilecek bu senaryo, ekolojik krizin yaşandığı ve dünya nüfusunun sınırları aşması riskiyle karşı karşıya kalacağımız geleceğimizde, sürdürülebilir tasarım metotlarını değerlendirmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Geçtiğimiz son çeyrek yüzyılda, ekoloji odaklı sosyo-ekonomik trendlere talebin arttığını gördük. İklim değişikliği, enerji ve su tasarrufu konularında farkındalığın arttığı bir çağdayız. Ama konu tasarım ve üretime gelince, sürdürülebilir disiplinler, endüstri devriminin azizliğine uğradı. Durum böyle olunca, sürdürülebilir tasarım metodolojilerinin çoğu “yeniden kullanım”, “geri dönüşüm” gibi prensiplere odaklandı. *ekolojik bir yaklaşımla gelişebilecek moda tasarımı. Siyah Çilek (Fragaria Fusca Tenebris) C Vitamini ve antioksidantlar içeren siyah çilek tohumu, siyah dantel kumaş üretiyor. Domates Faktörü 60 (Solanum Lycopene Fabricae) UV ışınlarından korunmak için yüksek derecede Lypcopene ve protein içeriyor. Bu durum üstün nitelikli yiyecekler üretilmesi için olanak sağlıyor. Bu kavramlar, ekbette kısa ve orta vadedeki bir gelecek için çözüm arıyor. Hala ekonomi ve endüstri devrimi arasında sıkışıp kaldığımız bir döngüden çıkmamıza tam anlamıyla yardımcı olamıyorlar. Doğal kaynak kullanımı ile, tasarım ve teknolojinin kitle tüketimine katkıda bulanacağı sistem teorileri gün geçtikçe gelişiyor. Tasarım, teknoloji ve hatta sanatı birleştiren bir proje olan Biolace, nanoteknoloji ile işleyen biyolojik bir sistem ile tekstil malzemeleri üretimine odaklanıyor. “Biolace” Carolle Collet’in Central Saint Martins College of Art and Design’daki araştırma projesi. Gelecekteki fabrikasyon süreçlerine bir öneri sunan Collet, “yaşayan teknoloji”yi savunuyor. Bu araştırmanın arkasındaki motivasyon, 21. yüzyılın Basil n˚ 5 (Ocimum Basilicum Rosa) Lüks moda tüketimi için parüm içeren dantel üreten bu bitki, aynı zamanda bir anti-viral olarak da kullanılabilir. bazı kilit sürdürülebilir zorluklarına karşı yenilikçi bir yaklaşım sunmak hiç kuşkusuz. Peki nedir “yaşayan teknoloji”? Proje, bitki sistemlerindeki morfogenezin hücresel olarak programlanması ile biyolojik üretimin geleceğini inceliyor. Aslında bu inceleme için geliştirilen bir tasarımdan söz ediyoruz. Collet, bu sistem için hibrit çilek tohumlarının aynı anda hem çilek meyveleri, hem de köklerinden dantel örnekleri büyütmesi gibi, bitkiler için bir Altın Ispanak (Spinacia Aurea Electrica) Altın ıspanak, hem elektronik sensörler için mikro biyolojik iletkenler üretiyor, hem de besinler için multi mineral takviyesi sağlıyor. 18 Dr. Banu Pekol bpekol@gmail.com KONSER SALONLARI VEA Yaz konserlerinin biletleri şimdiden satışta. Ancak satın almadan salonların tasarımlarına göz atmakta yarar var. Malum, aslen kongre merkezi olarak inşa edilen bazı yapılar, hak ettiğimiz deneyimi yaşatmaktan uzak kalabiliyorlar! Yaz aylarında gerçekleşecek konserler ve Haziran’da yapılacak olan 41. İstanbul Müzik Festivali’nin biletleri satışa çıkmışken, bilet fiyatı kategorilerinin yanı sıra bu kategorilerin salon içinde nasıl dağıldığına ve konserlerin nerelerde yapıldığına da bakmak lazım. Zira hevesle beklediğiniz konser, uygunsuz bir binada olduğu veya yanlış bir noktadan bilet aldığınız için hayal kırıklığı ile sonuçlanabilir. Türkiye’de çokça bulunan, öncelikli işlevi konser salonu olmayan mekânlarda bu durumla karşılaşmak oldukça mümkün. Ticari amaçla inşa edilen 3000 kişi kapasiteli kongre merkezinde dinlemeye gittiğiniz senfonide ince ve zarif keman sesi bütçenizin ancak yettiği koltuktan işitilemezse, orada geçirilen zaman ve alınan bilet heba olur. Notadan mekana Bir senfoni partisyonunun veya herhangi bir müzik parçasının ölçü yapısının tasarımla ilgisi ne olabilir? Bunu anlamak için müziğin olmazsa olmaz bileşenlerine bakmalı: biri, tahmin edileceği gibi notaların ve boşlukların düzenini sağlayan zaman. Bir diğeri ise notasyondan hiçbir şekilde tüyosunu almadığımız mekân. Armoni, melodi, ritim ve hatta enstrümanların hepsi müziğin icra edildiği (veya edilmesi amaçlanan) mekândan etkilenir. Mesela, eserlerinin çoğunun prömiyeri Viyana’daki Theater an der Wien’de yapılan Beethoven, Eroica’sını bestelerken bu mekânı mutlaka hayalinde canlandırıyordu. Günümüzde konser salonlarındaki estetik tasarımda, görsellik kadar mekânın akustik özelliği de öncelikli olmakla beraber, bu denge tarihte aynı şekilde değildi. Wagner’in mimari hayal gücü Geçmişte akustik, fizikçilerin ilgi alanıydı. Konser salonlarının akustiği genellikle şansa kalmış bir durumdu ve mimarlar konuya görsel açıdan mekânsal ölçütlerle yaklaşıyor, yankılanma, ses şiddeti veya berraklık gibi zamansal kriterleri ikinci plana koyuyordu. 20.yy öncesinde, doğrudan fiziksel ihtiyaçlara cevap veren mekân tasarımları ağırlıktaydı. Wagner, operaları, normalden daha büyük ve yeni enstrümanlar içeren orkestralar için bestelendiğinden, bu operalara ev sahipliği yapacak bir bina inşa ettirmişti. Bayeruth şehrindeki Festspielhaus’un tasarımı ile şahsen ilgilenen Wagner, koroyu müzisyenlerle bir arada düşünerek orkestrayı gizlemiş, böylece hem seyircinin dikkatini koroya çekmiş hem de koronun uzun temsillerde doğal seslerini yükseltmeden ve dolayısıyla yorulmadan sahne almasını sağlamıştı. İdeal akustik mekanlar Bir konserde sonik titreşimlerle sarmalanmanın fiziksel deneyimi, başarılı orkestral müzik gibi özgün ama geçmişteki gelişimlerin temelleri üzerine kurulmuş olmalı. 1963’te tamamlanan Hans Scharoun’un Berliner Philharmoniker yapısı hem mekânsal hem de akustik tasarımıyla örnek binalardan. Seyircileri merkezi bir platformun etrafında teraslara yerleştirme şekli, Jorn Utzon’un Sydney Operası’ndan, Frank Gehry’nin Walt Disney Konser salonuna kadar pek çok tanınmış yapıya ilham verdi. Gehry’nin 2011’de açılan, Miami sahilindeki New World Center’ının popülerliği yalnızca mimarının şöhretinden değil, Walt Disney projesinde birlikte çalıştığı akustikçi Yasuhisa Toyota’nın varlığından da geçiyor. Ne de olsa günümüzde konser salonu tasarımı estetiğin ötesi ve öncesinde bilimsel bir süreç olarak görülmekte. Kusursuz ses deneyimleri Akustik mükemmeliyeti ile tanınan New York’taki Le Poisson Rouge kulübü, Walters-Storyk Design Group’un kurucusu mimar/tasarımcı (ve zamanında Jimi Hendrix için de stüdyo tasarlamış) John Storyk’in eseri. Mimari, akustik, finansal, politik ve sosyal amaçları çok farklı da olsa, Pekin’deki Ulusal Sanat Merkezi de, beyaz renkteki, üzerinde organik dalga motifleri olan akustik panelli tavanı ile kusursuz bir akustik deneyim sunuyor. Türkiye’de Durum Türkiye’de yakın zamanda inşa edilen, asıl amacı konser salonundan ziyade kongre merkezleri olan yapılar, içerisine ne kadar muhteşem orkestralar getirilse ve ne derece pahalı biletler satılsa da müziksevere ve orkestraya hak ettiği deneyimi yaşatmaktan uzak kalabiliyor. Bu tür yapılar aslında güncel erkin kültürel amaçlarını yansıtıyor. İnşaatına dudak MART/2013 19 EAKUSTİK DENEYİMLER uçuklatıcı meblağlar harcanan bu ‘tesis’ler vatandaşa yönelik hizmetler olarak lanse edilmekte. Oysa açılıştan birkaç sezon sonra dinleyicilere sundukları olumsuz deneyimin sorumluluğunu almadan, özellikle klasik müziğin dinleyici kitlesi, finansmanı ve itibarının giderek azaldığından söz ediyorlar. Kimi konser salonları, bir nevi ‘kurtarıcı’ rolünü kendilerine mal ederek şehirlerin sapa, ihmal edilmiş noktalarına inşa ediliyor. Ardından ilgisizlikten yakınılıp, işlev değişikliği ile tüketim odaklı mekânlara dönüştürülüyorlar. Bu duruma Avrupa’dan potansiyel bir örnek vermek mümkün: Kuzeybatı İspanya’da 9.yy’dan beri popüler bir hac mevkisi olan Santiago de Compostela’da uluslararası bir yarışma sonucunda seçilen Peter Eisenman’ın tasarladığı kültür merkezinin 6 binasından 4’ü açıldı. Merkezin 2000 kişilik konser salonu halen inşaatı beklerken, buraya ne sebeple seyirci/dinleyicilerin geleceği üzerine tartışmalar sürmekte. Tesadüf ve strateji Tarihi yapı stokunun zengin olduğu Türkiye gibi ülkelerde konser salonu olarak inşa edilmemiş yapıların bu amaçla kullanılması sıkça karşılaşılan bir durum. Başarılı bir akustik deneyim için mekânın şekli, büyüklüğü ve malzemesi arasındaki ince ayar bu yapılarda kimi zaman şanslı bir tesadüf eseri uyum sağlıyor. Örneğin, fazladan bir ses sistemi düzenlenmesi ihtiyacını ortadan kaldıran doğal bir akustiğe sahip İstanbul’daki Aya İrini kilisesinin balkonu, sahneye en yakın koltukları sunmasa da, mekânın en mükemmel akustiğine sahip. Dolayısıyla, mekânla aşina dinleyiciler en yüksek fiyatı ödeyip satın aldıkları biletin balkonda olduğunu gördüklerinde bunu organizasyonel bir hata olarak düşünmezler. Benzer bir şekilde, deneyimli konser müdavimlerinin piyanonun başrolde olduğu resitallerdeki bilet stratejisi, salonun sahneye bakarken sol yarısından koltuk seçmeleridir; piyanistin ellerinin en iyi görüldüğü koltuklar bunlardır. İzmir gerçeği, İstanbul masalı 2011 yılında 9.su düzenlenen Ulusal Akustik Kongresi, Türkiye’de bilinçli ve nitelikli uygulamaların yapılabileceğine işaret ediyor; 2008’de açılan ve İngiliz mimarlık/ mühendislik ofisi ARUP tarafından tasarlanan İzmir’deki Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi bunlardan biri. Diğer yandan, 1990 yılında bir “kültür ve kongre merkezi” yapılması amacı ile Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından İstanbul Kültür Sanat Vakfı’na tahsis edilen Ayazağı’ndaki arazi üzerinde 1995 yılında başlayan inşaat durdurulmuş, arazi 2006’da tekrar Kültür ve Turizm Bakanlığı’na geçmişti. İçerisinde senfoni ve oda müziği salonları olması da planlanan yapının yakın gelecekte tamamlanması pek mümkün görünmüyor. Ayazağı projesinin çapı düşünülürse, yatırımcıların Wagner’in Der Ring des Nibelungen operasındaki hikâyeyi yaşamamasını dilemeliyiz. Zira tanrıların başı Wotan, muhteşem kalesi Valhalla’yı parası yetmediği için gençlik, güzellik ve aşk tanrıçası karşılığında devlere yaptırmıştır. Kısa vadede devler alt edilse dahi, operanın sonunda Valhalla ile birlikte tanrılar da yok olur. 20 Dilek Öztürk dilekozturk2@gmail.com TEK LOKMADA HIZLI-MODAÖ Yenilebilen ve giyilebilen biyolojik formlar oluşturduğunuzu düşünün. Bir giydiğinizi, işinizi gördükten sonra yediğinizi, bir daha giymediğinizi... Hibrit malzemeleri hızlı-moda adına şekillendirdiğinizi... Moda tasarımının son noktası nedir? Kişiye özel tasarım (couture) kavramı moda tasarımını nişleştirirken, bir giydiğini bir daha giymeme, daha doğrusu “giyememe” durumu, birtakım limitleri zorladığımızı gösterir mi? Üzerimize giyindiğimiz “şey”, aynı zamanda yenilebilen bir materyal ise ve bu materyal gerçekten de mutfakta pişirilip, şekilleniyorsa, yeni bir tasarım kavramıyla tanışıyoruz demektir. Moda sadece basit bir güzellik olmaktan öte, aynı zamanda beslenmektir. Yiyilebilen malzemeleri pişirerek, yüksek teknolojili bir mutfak modası yaratmak, moda tasarımına yenilikçi ve fütursuz bir yaklaşım sunuyor. Dünyada mevcut moda üretim tekniklerine ve hızlı-tüketime karşı alternatif arayışlar son dönemde dikkati çekiyor. Londralı tasarımcı Emily Crane’in “MicroNutrient Couture” projesi “tasarlanabilen gastronomi” kavramını jargonumuza sokacak kadar moda, gıda ve bilim dünyasının limitlerini zorlayacak. Çok değil, önümüzdeki birkaç sene içerisinde, gerçekleştirilecek olan tasarım etkinliklerinde, bu konseptin bir trend haline geldiğini göreceğiz. Fikrin orijinallğini, estetik ve inceliğini takdir etmek gerek. Proje, sıfır kaynak kullanımıyla modanın geleceğine öncülük etmek üzerine odaklanıyor. Tasarımcı ise bunu yeni ve aynı zamanda gündelik teknikler kullanarak oluşturulan bir moda deneyimi olarak yorumluyor. Bu yeni tasarım metodu, yemek pişirme, blendırdan geçirme, şekil verme, dondurma gibi, laboratuar görünümlü bir mutfakta gerçekleştirilen süreçlerden oluşuyor. Süreç, giyilebilecek bir materyal olarak da kullanılabilecek yiyecek silüetleri oluşturma deneyimi ile sonlanıyor. Kumaş yenilebilen bir şeyken, aynı zamanda deriye yiyecek olarak ekleniyor. Bizim bildiğimiz geleneksel yiyeceklere form ve görünüş olarak da benzemiyor. Daha çok buna, “high-end fashion”, yani ileri düzeyde teknoloji içeren moda” da diyebiliriz. Hibrit malzemeleri, yeni bir moda anlayışı tanımlayabilmek için şekillendirmek... Moleküler pişirme yöntemleri ile Crane, “hızlı moda”nın daha sürdürülebilir bir gelecek için karşılık vermesini öngörüyor. Bir laboratuvar atmosferindeki mutfağında hem yenilebilen, hem giyilebilen biyolojik formlar oluşturuyor. Kimsenin aynı giysiyi bir daha giyemeyeceği geçici bir moda anlayışı çıkıyor karşımıza. Her şeyden önce, Crane’in bu yeni metodu nasıl geliştirdiğini gösterdiği videosunda (vimeo.com/15801130) bir laboratuar ortamında kendine özgü bir mutfak yarattığını görüyoruz. Her şeyin steril gözükmesinde blendırdan, tepsiye kadar kullanılan araç ve gereçlerin beyaz ve metalik renklerde olması da yatıyor elbet. için de bir yol bulmuş. Moda çekimi tadında çektiği fotoğrafların altına, bir kıyafetin malzeme listesini yazıyor. 2 çay kaşığı jelatin, bir tutam deniz tuzu… Mutfakta ne pişiyor? Jelatin, karajenan (yosundan elde edilen lifli kıvam arttırıcı katkı maddesi) deniz otları, su, gliserin, renklendirici maddeler, doğal bitki özleri… Kulağa biraz karışık gelse de sonuç oldukça etkileyici. Crane, laboratuarında gliserinle, doğal renk verici maddeleri mikserde karıştırarak köpürtüyor. Ortaya çıkan şeker pembesi köpükleri ise buzluğa yerleştiriyor. Buzluk tabii ki mutfaklarımızda alışkın olduğumuzdakiler gibi değil, laboratuar ortamında kullanılan bir soğutucu. Buzlukta şekillenen malzemeler, daha sonra insan derisine eklenmiş bir uzantı gibi “giyilebiliyor”. Emily Crane, master derecesini aldığı projesini, Londra’daki Kingston Üniversitesi’nin laboratuarında gerçekleştirdi. Laboratuar tüplerine yerleştirdiği malzemeleri geniş bir kaba alıyor ve süreç başlıyor. Sonuçta ortaya çıkan kıyafetlerine, yiyecek havası vermek Bir moda tasarımcısının aksine, mevcut kitlelere üretimi destekleyen bir anlayışla değil, daha özel bir çerçevede gelişen proje, tasarım ve teknoloji arasında sınırların ve tanımların kalktığı bir noktada duruyor. Sınıflandırmaya ne gerek var, öğle değil mi? MART/2013 21 Turgut Çırpanlı turgut.cirpanli@gmail.com AÖZGÜR KANATLARA YER AÇIN! Angry Birds kuşları neden bu kadar sinirli sorusunun cevabı, belki sokak kedilerini bunca şımartırken “sokak kuşlarını” umursamıyor olmamızdadır. Neyseki aklını şehir kuşlarının varlıklarını sürdürmesine adamış bir kaç “iyi tasarımcı” konuyla yakından ilgileniyor! Mr and Ms Birdee isimli tasarımlar ise, kuş yuvalarının kutu kutu olma hallerini dert edinip daha yuvarlak formlar yaratma peşinde geliştirilmiş ürünler. Tamamen yassı halde kargolanan, evde bir süre suda bekletildikten sonra yumuşayınca montajı yapılabilen, lazer kesim kavak kontradan mamul. Dünyanın en önemli kuş göç yollarından biri olan İstanbul, aynı zamanda yerleşik kuş türleri bakımından da zengin bir çeşitliliğe sahip. Sürü halinde havadaki danslarını hayranlıkla seyrettiğimiz sığırcık gibi bazı türler, dönemsel olarak gelip, iki üç hafta konaklayıp gidiyor. İstanbul’un kibar, kiremit renkli narin kumruları kuş evlerinin en iyi tasarlanmışını, en güzelini hak ediyor hiç şüphesiz. Sirkeci’deki Büyük Yeni Han’ın Batıya bakan cephesindeki kuş yuvası, geçmişte kumruların, güvercinlerin yaşam hakkına ne kadar önem verildiğinin bariz bir göstergesi. Bugünün mimarlarına, müteahitlerine selam olsun. Son olarak, “kuş gözlem” merakını biraz da yanlış anlamış olabilecek bir tasarım da Japonya’dan. Nendo tasarımı bu kuş yuvasının bir tarafında 78 farklı yuva girişi varken, diğer tarafı gözlemci için bir ağaç ev olacak şekilde bir büyük ve tek girişe sahip. Tasarımın amacı gözlemciyi kuş gibi hissettirmekten ziyade, her bir yuvaya açılan dikiz delikleri ile kuşları yuvalarında da rahat bırakmamak. Şehirde nasıl bir yer bulur sorusunun cevabını size bırakıyoruz. Claudia Wegworth ve Kalaman’ın yolu da Sirkeci’den geçmiş midir acaba diye insanı düşündüren ‘Spatzenfavela’, ki serçekondu mahallesi diye tercüme edilebilir, geçtiğimiz Eylül ayında Köln’deki Mimarlık Bienali’nde yer aldı. Kentsel dönüşüm yüzünden yerinden edilen insanlarla birlikte, eskilerin yerine gelen “çevreci” cam binalarda kendilerine yer bulamayan kuş türlerinin yok oluşuna dikkat çekiyorlar. Genç İspanyol tasarımcı Andreu Carulla’nın ‘NeighBirdHood’ isimli tasarımı ise, yukarıdaki sanat nesnesinden farklı olarak gerçekten kullanıma yönelik düşünülmüş bir tasarım. Benzer şekilde bir kaç kuş ailesini birlikte barındırıp sosyal bir ortam yaratma olanağına da sahip. Yuvanın kapı girişindeki küçük dal, kuşlar yabancılık çekmesin diye düşünülmüş güzel bir detay. Kumrular için etrafı daha açık versiyonu da mevcut. Desinature’dan Etienne Esmenjaud’a ait Olur da bir kuş yuvası tasarlamaya ve yapmaya niyetlenirseniz, yuvaların giriş deliklerinin boyutları ile birlikte giriş yönü, rengi, temizlenir olması gibi bazı kriterlere dikkat etmekte fayda var. Türkiye’de kutu tipi kuş yuvasında yaşayabilecek yaklaşık 60’a yakın kuş türü olduğu söyleniyor. Bunlar arasında serçeler, sığırcıklar, baştankaralar, kerkenezler, kızılgerdanlar, kırlangıçlar da var. Kuş yuvası yapımı konusunda www.dogaderneği.org sitesinden gerekli detaylı bilgiyi bulabilirsiniz. 22 Onur Mengi onur.mengi@ieu.edu.tr AZTEKLER GERİ DÖNDÜ 70’lerde, Hippi ve Indie alt kültürlerinin, kitlesel ve küresel tüketime karşı bir reaksiyon olarak tutunduğu Aztek motif ve desenleri, bağlamından kopup, tam da o eleştirilerin odağında üretilen her bir tüketim ürününün bel kemiğini oluşturuyor. Aztekler, Mezoamerika olarak adlandırılan, bugünkü orta Meksika bölgesinde, 14. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar yaşamış bir Orta Amerika halkı. Kendilerine özgü zengin bir mitoloji ve kültürel mirasa sahipler ve o dönemlerde ürettikleri motif ve desenlerle bugün sıkça rastladığımız “Aztec Design” konseptinin de dayandığı noktada duruyorlar. Kıyafet ve ürün tasarımlarında geniş bir varyasyonda uygulanan, bugün tüm moda piyasasını elinde tutan Aztek desen ve motifler, biraz vintage ve retro tasarımlarının trend olmasının etkisiyle de büyük ses getiriyor. Aztek terimi, ilk kez 1810’da Alexander von Humboldt tarafından, Meksika bölgesine bir şekilde, dil, din, gümrük ve ticaret gibi yollarla bağlı olan insanlar için kullanıldığı iddia ediliyor. 19. yüzyıl boyunca birçok araştırmacı, bu terimi günümüz modern ve keşfedilmemiş Meksika bölgesi ve insanları kapsamındaki farklılıklar üzerinden tekrar ele alıp değiştirseler de Aztek terimi terkedilmemiş. Konsept olarak bakıldığında, aslında Hippi ve Indie alt kültürlerinin, kitlesel ve küresel tüketime karşı, çevresel ve ekolojik kaygılardan dolayı geçmişe öykünerek 1970’lerde bir reaksiyon olarak geri çağırdığı bu desen ve motifler, ne ilginçtir ki bağlamından koparak tam o eleştirilerin odağında üretilen her bir tüketim ürününün bel kemiğini oluşturuyor artık. Etrafımıza baktığımızda bir çok tasarım ürününde, ayakkabı ve çantalarda, elektronik ürünler ve bunlara ait yan sanayilerde, aksesuar ve kıyafetlerde, mobilya, sahne tasarımı ve iç dekorasyonda, hatta gıda ve tırnak tasarımlarında Aztek esintilerini görmek mümkün. Azteklerin inanışlarına ve gündelik hayatlarına baktığımzda kıyafetler önemli bir yer tutuyor. Dokuma kıyafetler kadınlar tarafından genellikle pamuk ve Agave’den (Sabıt Otu) yapılıyor. Tropik hayvan figürleri, canlı ve parlak renkler bu ürünleri daha pazarlanabilir ve değiş tokuş edilebilir hale getiriyor. Günümüzdeki, baskın ve büyük desenler, kendine has renk kombinasyonları bu Aztek konseptinin başlıca özellikleri. Azteklere ait ünlü takvim üzerindeki işleme, renk ve süslemelerden esinlenen bu tasarımlar, bunların değiştirilmesi, modernize edilmesi, ve bazen de bozulmasıyla üretiliyor. Bu tasarımların en ilginç yanı da “anything goes” mottosuyla pazarlanıyor olması. Bu da aslında eleştirel çıkışındaki temel nokta; bu kadar tüketmeye gerek yok. Bu kendine has naif mottosu da günümüz modasıyla tüketimi destekleyen bir söyleme dönüştürülmüş durumda malasef. Tasarımlara ve tasarımcılara gelince, belki de bu kadar iyi olduğundandır bilinmez Jean Paul Gaultier 2010 Bahar sezonu podyumunda, Aztek temasını bugün bahsettiğimiz bağlamında ele alan ilk tasarım işlerinden. Son dönemde, Mara Hoffman, Anna Sui, Dianne Von Furstenberg, Ann Demeulemeester, Dries Van Noten gibi isimler ise Aztek desenlerini tasarımlarının tüm detaylarında kullanan, bu alanda başı çeken moda tasarımcılar. Bunları takip eden, Badgley Mischka, David Koma, Isabel Marant, Jonathan Saunders, Paul Smith ve Prada var. Moda’dan biraz uzaklaşıp, mobilya sektörüne kaydığımızda Facundo Poj dikkatimizi çekiyor. Facundo Poj, kültürel mitolojiyi, organik figürler ile modernize ederek bazı mobilyalarını Azteklerden esinlenerek tasarlıyor. Aynı kulvarda daha modern haliye Kare Design duruyor. Daha canlı ve daha parlak... Gıda sektöründeki tasarım işlerine baktığımızda ise, Mama Jamma Cake, farklı pasta tasarımlarında Azteklere de yer vermeyi unutmamış. Türkiye’ye gelince, bu tasarımları kıyafetler üzerinden daha çok Levi’s, River Island, Bershka, Pull and Bear, Collezione ve Zara, Topman ve H&M gibi yalnızca zincir mağazalarda görüyoruz. Uluslararası ölçekte marka zincirlerinde ise bu konseptin öncüleri, Urban Outfitters ve American Apparel olarak anılıyor. Tasarımdaki Aztek konseptinin Mayalar’ın takvimlerinin iddialarıyla gündeme geldiği 2012 senesinde de çıkmış olmaları bir tesadüf değil elbet... Yalnızca moda tasarımı değil, özellikle ürün odaklı her tasarım alanına yayılan Azteklere, 2012 yılının büyük konusu olan Maya Takvimi ve dünyanın sonu ile başlayan spekülasyon serüveninde sıkça rastladık. Ancak dünyanın sonunu ıskalamış olsak da 2013 senesi tasarımları Aztekleri bırakacağa benzemiyor. MART/2013 23 Aklın gözüyle görmek Ü alldesign 2013, 22-23 Şubat tarihlerinde, Hilton İstanbul Convention& Exhibition Center’da 2000 metrekarelik bir alanda gerçekleştirildi. Yine “aklın gözüyle görmek” sloganıyla hayat bulan alldesign’ın yoğun konferans programında Ron Arad, Stefan Sagmeister gibi dünyaca ünlü isimlerin yanı sıra Ceren Bağatar, Aydın Mert, İsmail Ovacık gibi uluslararası tasarım arenasında önemli başarılara imza atmış Türk tasarımcılar da vardı. Sarma saklama satma 9. Ambalaj Tasarımı Öğrenci Yarışması ile tüketim biçimlerinde farklılık ve kolaylık yaratan, çevre etkisi gözetilmiş yeni ambalaj tasarım önerileri geliştirilmesi hedefleniyor. Yarışma katılımcılarından, ambalajın 3 temel görevi olan Sarma, Saklama ve Satma (3S) işlevlerini göz önünde bulundurarak tasarım yapmaları bekleniyor. Yarışmanın son başvuru tarihi 3 Temmuz 2013. UniStar workshop’u POPAI’nin 28-30 Mart 2013 tarihinde, CNR Expo’da düzenlenecek olan Eurasia Shop Fuarı’nda gerçekleştirilecek olan workshop, üniversitelerin tüm tasarım disiplinleri ve iletişim, dijital, pazarlama ve reklamcılık gibi yaratıcı endüstri öğrencilerine açık olarak gerçekleştirilecek. Üç gün boyunca, Türkiye’nin önde gelen markaları ile birlikte çalışıp satış noktasında fark yaratan tasarımların ortaya konacağı atölye çalışmasında yer almak ve atölye boyunca gruplar arası düzenlenecek olan yarışmaya katılmak isteyenlerin 10 Mart tarihine kadar info@popaitr. com adresine başvuruda bulunmaları gerekiyor. Park Bravo’ya bravo Park’s by Park Bravo, ESMOD ile yaptığı işbirliği ile birlikte yetenekli tasarımcı adaylarının tasarladığı kıyafetleri satışa sunma imkanı tanıyor. ESMOD İstanbul’un 2. sınıf öğrencilerinden Elif Sülün’ün hazırlamış olduğu etek ve ceket tasarımı 25 Park Bravo mağazasında yerini aldı. Elif Sülün’ün Jackie Kennedy’nin rafine ve zamansız stilinden esinlenerek tasarladığı ürünler, Park’s by Park Bravo kadınının kendine güvenen, enerjik yapısıyla birleşerek güçlü bir kadın portresi ortaya çıkarıyor. Londra’da Türk modacılar Temperley London, Tom Ford, Mulberry, Vivienne Westwood, Paul Smith gibi dev isimlerin birbirinden seçkin kreasyonlarının sergileneceği Londra Moda Haftası’nda İFW’de birçok defile sunan Jale Hürdoğan, “Janucha” markasının 2013 Sonbahar-Kış koleksiyonunu sergiledi. Son olarak Ekim ayında İFW’de ilk solo defilesini gerçekleştiren Nihan Buruk da, 2013-2014 sonbahar kış koleksiyonunu ‘Departman İnsanları’nı Londra Moda Haftası’nda görücüye çıkardı. Serap Alp serapalpdemirel@gmail.com Sığınmacı hayatları Ateş Aile Fonu’nun düzenlediği 2013 Mevhibe Ateş Afiş Tasarım Yarışması’nın teması “sığınmacı hayatları. Yarışmanın amacı şöyle açıklanıyor: “Neden insan, doğup büyüdüğü, suyunu içtiği, havasını soluduğu toprakları bırakır? Neden milyonlarca yetişkin ve çocuk sığınmacı yerkürenin bir köşesinde, tanımadıkları bir şehrin eteklerinde sığınacak bir yuva, insan olduklarını hatırlatacak bir sıcaklık, aş ve huzur arar? Onlara toplum olarak pek de uygarca davranmıyor, hatta belki farkında olmadan bir nefret söylemi geliştiriyor, ya da gözlerimizi kapayıp geçiyoruz. Özenle tasarlanmış olması gereken kurumlarımız ve yasalarımız da öyle.” 2013 Mevhibe Ateş Afiş Tasarım Yarışması’na son başvuru tarihi; 26 Nisan 2013. Karton ambalajlar yarışıyor “Karton Ambalaj ve Stant Tasarım Yarışması”, İstanbul Ağaç Mamulleri ve Orman Ürünleri İhracatçıları Birliği tarafından değişen teknolojiye ayak uyduran ve çevre dostu karton ambalaj ve karton stantların tasarlanması ve bu alanlardaki genç tasarımcıların ülkemize kazandırılması amacıyla düzenleniyor. Çevreye duyarlı, fonksiyonel, estetik, dayanıklı, ergonomik, çağdaş çizginin gereklerine uygun, ihraç potansiyeline sahip, katma değer yaratan, sektöre ışık tutabilecek nitelikte ürünler; optimum taşıma kapasiteli, çevreye duyarlı, fonksiyonel, dayanıklı, estetik, çağdaş çizginin gereklerine ve teknolojik değişime ayak uydurabilecek, ihraç edilebilecek ve sektöre katma değer sağlayacak birim veya sistemler bekleniyor. Son başvuru tarihi 30 Nisan 2013. Bir de sen tasarla Teması gençlik olan 11. Taç “Bir De Sen Tasarla” Yarışması’nın amacı ev tekstilinde moda yaratabilecek tasarım ve tasarımcıların ortaya çıkmasını sağlamak. Teması “gençlik” olan yarışmada, gençlerin düşledikleri dünyayı, özgürlük, gelecek ve/veya dönüşüm kavramlarıyla anlattıkları tasarımlar yarışacak. Son başvuru tarihi 22 Mart 2013 olan yarışmanın birincilik ödülü ise 10.000 TL. İFW şimdi FWİ Fashion Week Istanbul, 12-16 Mart 2013 tarihleri arasında, Antrepo 3›te yapılacak. IMG Fashion›un uluslararası alanda sahip olduğu güç ve bağlantıları da arkasına alan Fashion Week İstanbul, sektör odaklı defileleri, özel davetleri ve müşteri odaklı farklı etkinlikleri İstanbul›un stil sahibi ruhu ve cazibesiyle bir araya getiren, çok katmanlı bir organizasyon sunacak. Fashion Week İstanbul’a katılacak tasarımcılar, gerçekleşecek organizasyon ve tanıtımlar ve defilelerin ön takvimi, önümüzdeki haftalarda açıklanacak. Yayın Türü: Aylık Sahibi: Kaleseramik Çanakkale Kalebodur Seramik A.Ş. Koordinasyon: Kale Tasarım Merkezi Editör: Umut Kart (sorumlu) Katkıda Bulunanlar: Gözde Tüfekçi Sayfa Tasarımı: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık; Emre Senan, Özge Güven, Nurhan Seyrekbasan Danışma Kurulu: Serhan Ada, Erdem Akan, İhsan Bilgin, Asiye Bodur, Füsun Curaoğlu, Yeşim Demir, Ömer Durmaz, Alpay Er, Cem Erciyes, Sertaç Ersayın, Hakan Ertem, Güran Gökyay, Korhan Gümüş, Gamze Güven, Gülay Hasdoğan, Tansel Korkmaz, Zeynep Bodur Okyay, Suha Özkan, Kuyaş Örs, Nevzat Sayın, Emre Senan Baskı: Veritas Baskı, Yeşilce Mahallesi Diken Sokak No: 34. Levent-İstanbul Tel: 0212 294 50 20 İletişim: Kale Tasarım Merkezi-Silahtarağa Mah. Kazım Karabekir Cad. No: 2/6 34060 Eyüp/İstanbul, Tel: 0212 311 75 68, 0212 371 53 95 iletisim@kaletasarimmerkezi.com, umut@kaletasarimmerkezi.com Kale Tasarım Merkezi’nin ücretsiz tasarım gazetesidir. www.kaletasarimmerkezi.com