PDF SAYI 63 - Hayat Online
Transkript
PDF SAYI 63 - Hayat Online
“UNIDAY ‘11” Bielefeld’de Gerçekleştirildi Hasene-IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V. Başkanı Zeki Toprak HASENE Kurban Kampanyası 2011 ISLAMRAT Başkanı Ali KIZILKAYA Dualar Aldığımız En İslam’ın Tanınması İçin 10 Yasal Bir Engel Yok 21 Güzel Hediyeler Oldu 06 Hayat OKUSAN Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Avrupa’daki Kitapçýnýz Binlerce Kitap, CD, VCD, DVD ve Hediyelik Eþyalar Tel: 06142-793 0770-71 . Fax: 06142-793 0772 Mobil: 0157-83555560-61 . mail@okusan.eu www.okusan.eu Aylk Ücretsiz Gazete / Kostenlose Monatliche Zeitung · Say/Nr.: 63 · Yl/Jahre: 8 · Aralk / Dezember 2011 / Muharrem 1433 Huzur Bozucular Yine Devrede 08 ENERGY Enerji İçeceği 1433 Damaklara Serin Bir Tat Sipariş İçin: 0179-9705472 E-Mail: kar-pa@hotmail.de IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, İsminin Irkçı Teröristlerin Ölüm Listesinde Bulunduğunu Basından Öğrenmesine Tepkili Küresel Bunalmn Kirli ve Karanlk Aleti: ÝSLAMOPHOBIA Dr. Yusuf IŞIK Niçin Öldürü- 5 Mahmut AŞKAR yorlar Ana Dili`nin Yeri Hacarabn Serüvenleri 50 11 Gülseren SARIKAYA 13 M. Salih AYDIN Erkeğin Eli Ağr Olur... 29 Selma ÖZTÜRK Evlilik; Cennette de Devam Edecek Bir Akid 27 M.Hulusi ÜNYE 19 Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir editörden hasbihal hasbihal hasbihal hasbihal hasbihal hasbihal Sinan AKTÜRK Huzur Bozucular Yine Devrede Sevgili dostlar! Bundan önceki birkaç yazımızda dünyada yaşanan ekonomik krizin Almanya`ya da yansımalarının olabileceğini bunun maddi yansımasının yanında toplumu rahatsız edici boyutlarının da olabileceğini belirtmiştik. İşte bu son yaşanan Neo-Nazi cinayetleri maalesef bizi haklı çıkarttı. Çünkü özellikle son iki yüzyıldır yaşanan olayların arka planını incelediğinizde hep böyle gelişmelerin olduğunu görürsünüz. Ne zaman bir ekonomik kriz üretilip insanlar bundan etkilenirse muhakkak onun arkasından derin yapılanmaların toplumlar üzerindeki baskıları artmıştır. Tabi baskıları masum isteklerin ortaya konması şeklinde sunarak yapmaya çalışmaktadırlar. Özellikle Almanya`da son yüz yıl içerisinde yaşanan gelişmeler bu tür olayların öncesi ve sonrasının sanki aynı lambadan çıkan ışık gibi olduklarını görüyoruz. Birinci Dünya Savaşı, İkinci Dünya Savaşı buna en bariz örnekleri teşkil etmektedir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı öncesi Almanya`nın durumuna baktığınızda; yine Almanya iktisadi kalkınmasını en üst seviyeye getirmiş ve dünyanın sayılı büyük ülkelerinden biri olmaya namzet bir vaziyette idi. Tam bu dönemde yine Almanya`da Yahudiler tabiri caiz ise günah keçisi olarak görülüp bu toplum üzerinde baskılar artırılmaya başlanmıştı. Aynen günümüzde yabancılar ve özellikle de Türkler üzerinde son 15 senedir uygulanan gayri resmi baskı gibi. Yani o dönemde baskıların odağında Yahudiler vardı, bu dönemde ise yabancilar ve özellikle de Türkler. Son 20 yıl içerisinde işlenen Neo-Nazi kökenli cinayetlerin hedefinde yabancıların ve özellikle Türklerin olması hiç de yadırganmamalıdır. Çünkü bu tür cinayetlerin işlenme sebebi bir yerlere korku verilmek istenmesidir. Çok fazla de- taya girmeye gerek yok. Son olarak Ludwigshafen`da yaşanan yangında ölen vatandaşlarımızın acısı daha tazedir. Bizler gazeteci olarak olay mahallini inceleme fırsatı bulduk. Binanın olduğu meydanda onlarca kamera mevcut ama ne hikmetse olayın olduğu anda bu kameraların hiçbiri çalışmıyor. Binada çıkan yangına teknik hiç bir açıklama getirilmiyor. Allahtan T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan olayın arkasını bırakmıyor ve buralara kadar gelerek olayın takipçisi oluyor. Ama yine bakıyorsunuz olay belli bir süre sonra failleri bulunamadan kapatılıyor. Tam bunlar unutulurken bir de bakıyorsunuz birileri tarafından organize edilen bir derin yapı tarafından bu tür cinayetleri işleyen bir şebeke oluşturulmuş. Ne hikmetse bu şebeke içerisinde devletin bilgisi dahilinde ve elemanı olanlar da mevcut. Ama maalesef işlenen cinayetler öncesi ve sonrasında hiç bir bilgi mevcut değil. Bu bilgilerden sonra şunu söylemek istiyoruz. Özellikle Sayın Başbakan Angela Merkel bu işin peşini bırakmamalıdır. Failleri ve bu faillerin akıl babalarını mutlaka ortaya çıkarma noktasında devletin tüm imkanlarını seferber etmelidir. Tamam Sayın Merkel`in açıklamaları ve Alman Meclisinin olayları telin etmesi ve son olarak da Sayın Cumhurbaşkanı Wulff`un öldürülen kişilerin ailelerini konutunda kabul ederek üzüntülerini bildirmesi güzel bir gelişme olarak kabul edilebilir. Ama basında çıkan bilgiler doğrultusunda yaklaşık 9000 tabiri caiz ise serseri mayının toplum içerisinde kontrolsüzce dolaşmasına müsaade edilmemelidir. Belki zamanla daha da dehşet verici bilgilere ulaşılabilinecektir. Ne olursa olsun bu olayın arkası bırakılmamalıdır. Aynen Türkiye`de Ergenekon yapılanmasına karşı yapılan hukuki mücadele burada da ivedilikle yapılmalıdır. Yoksa iş işten geçmiş olur. Bu işin sorumluları kim olursa olsun adalet karşısına çıkartılmalı ve hesap sorulmalıdır. Almanya`nın huzur ortamının devam etmesi ve insanların birbirlerine olan saygılarının ve sevgilerinin devam etmesi için buna çok ihtiyaç vardır. Sevgili dostlar! Bizler 2 haftalık bir süre ile Hac vazifemizi yerine getirmek için Kutsal Topraklarda idik. Eşim ve ben bu vazifemizi yerine getirdik. Bu vazifemizi yerine getirilmesi noktasındaki katkılarından dolayı başta IGMG Hadsch Umra Reisen GmbH Genel Müdürü Hakkı Çiftçi Bey, yine IGMG Hadsch Umra Reisen GmbH Genel Müdür Yardımcısı Tahir Köksoy Bey ve IGMG Hessen Bölge Başkanı Mehmet Ateş Bey`e teşekkürlerimizi sunuyoruz. Kutsal Topraklar ve burada bulunan Kutsal Mekanlarla alakalı çok şeyler söylenebilir. Çoğumuzun bildiği şeyler. Belki bizim buradan söyleyebileceğimiz; “bu vazifenizi genç yaşlarda yerine getirmenizdir. Malumunuz Hac meşakkatli bir ibadet. Bu ibadeti de genç insanların yapması daha kolay olmaktadır. Çünkü bizim gördüğümüz yaşlı insanlarımız oldukça zorlanmaktadırlar. Ve tabi imkanlarınız mevcutsa muhakkak aile fertlerinizle birlikte gitmenizdir.” Burada yine Merkez İki Hafta Kafilesinde görevli Kafile Başkanı Abdülkadir Namlı ve Grup Başkanı Abdülaziz Durmaz Hocaefendilere teşekkürlerimi ve sevgilerimi sunuyorum. İbadetimizi eksiksiz ve sorunsuz yapmamız noktasındaki katkıları büyüktür. Sevgili dostlar! Malumunuz yeni bir Hicri Yıla girmiş bulunuyoruz. 1433. Hicri yıl. Yani biz müslümanların takvimleri olarak kabul edilen Hicri Takvimin 1433. yılına girmiş bulunuyoruz. Bu vesile ile Hicri 1433. yılınızı en içten dileklerimizle tebrik ediyo- info@hayatonline.eu ruz. Tüm İslam Alemi, bulunduğumuz ülke ve tüm insanlık için güzelliklere vesile olsun diye dua ediyoruz. Not: Sevgili dostlarım Aydın Ersoy ve Aydın Erbaş kardeşlerimin kıymetli Babalarının vefatlarını teessürle öğrenmiş bulunuyorum. Merhumlara Cenab-ı Allah`tan rahmet ve sevdiklerine başsağlığı diliyorum. Sizlerden de birer Fatiha rica ediyorum. Cenab-ı Allah çalışmalarımızı bereketlendirsin, þuurlandırsın. Çalýþmak bizden baþarý Allah`tandýr. Allah`a emanet olun. Impressum / Künye hayat Aylýk Ücretsiz Gazete Aralık - Dezember 2011 Muharrem 1433 Sahibi ve Genel Yayýn Yönetmeni Sinan AKTÜRK Yayýn Kurulu Dr. Yusuf Iþýk, Mehmet Ateþ, Bilal Demiroðlu, Fikret Ekin, Selma Öztürk, Mahmut Aþkar, Cengiz Þahbaz, M. Salih Aydýn, Ayþe Akgün, Sinan Aktürk, İskender Güngör, Aydın Ersoy Merkez Königsbergerstr. 16 61169 Friedberg Tel: 06031-162411 Fax: 06031-738644 E-Mail: info@hayatonline.eu Web: www.hayatonline.eu Baský: Sunprint GmbH Offenbach Gazetemizde Yayýnlanan Yazýlarýn ve Reklamlarýn Ýçeriðinden Sorumlu Deðiliz. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 3 haber Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir “Sağcı Terör ve Sebeplerinin Eksiksiz Bir Şekilde Aydınlatılması Gerekiyor” slam Toplumu Milli Görüş (IGMG) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, 2000-2006 yılları arasında sekiz Türk, bir Yunan ve bir de polis memuru olmak üzere on kişinin katledildiği ırkçı cinayet serisi ile ilgili olarak yaptığı açıklamada şu ifadelerde bulundu: “Alman güvenlik birimlerinin yabancı düşmanlığı içeren olaylara karşı yaklaşımı sorumsuz ve aynı zamanda endişe vericidir. Almanya’daki ırkçı ve terörist eylem ve olayların olası tüm sonuçları göze alınarak doğru, dürüst ve eksiksiz bir şekilde aydınlatılmasını talep ediyoruz.” Yeneroğlu konuyla ilgili ayrıca şunları söyledi: Teröristlerin on kişiyi öldürmeleri, banka soymaları ve bunun üzerine on üç yıldan uzun bir süre boyunca yakalanamamaları Almanya’da olması ihtimal dışı olaylardan addedilirdi. Özellikle de uluslararası terörizme karşı gösterilen yoğun ve şiddetli mücadele bu düşünceyi pekiştiren bir unsurdu. Ancak söz konusu olan, evinizde yetişen terörizm olduğunda, maalesef başka kıstasların geçerli olduğu gözleniyor. Sadece Thüringen Anayasayı Koruma Dairesi’nde, sözkonusu terör grubu ve ilişkili oldukları çevreler ile ilgili bilgiler, 24 dosya doldurmuş olmasına karşın, şimdiye kadar bilinen suçlu ve şüphelilerin ancak 13 yıl sonra ortaya çıkarılması, durumu özetleyerek daha fazla söze gerek bırakmıyor. Yine, Anayasayı Koruma Dairesi’nin ırkçı organizasyonlara ajanları aracılığıyla maddi ve kişisel destek sağlaması da aynı şekilde konu hakkında daha fazla yoruma gereksiz kılıyor. Paralel şekilde, katledilenlerin kriminalleştirilmeye çalışılması ise işin endişe verici diğer bir boyutunu oluşturuyor. Hatırlanacağı üzere, öldürülen kişilerin arkasından, mafyaya karışmalarından kumar borcuna kadar birçok suçlamalarda bulunulmuştu. Geçen tüm yıllar boyunca, benzeri olayların ırkçı bir arka plana sahip olması ihtimali üzerine hiçbir şekilde durulmamış olması durumu bütünüyle özetler niteliktedir. İ sayfa 4 Gelinen durumda, elden sadece geride kalanlara başsağlığı ve sabır dilemek geliyor. Esas itibariyle, NPD’nin yasaklanma sürecinde aşırı sağ kesim içine birçok ajanın sızdırılmış olduğunu tüm kamuoyu öğrenmişti. NPD’li her 7 yöneticiden birinin, iç istihbaratın ajanlarından biri olduğu ortaya çıkmıştı. Üstelik bazıları söylem ve eylemleri dolayısıyla yasaklama kararına gerekçe teşkil eden kişilerdi. Bu bağlamda doğrudan şu sorular akla geliyor; acaba Anayasayı Koruma Dairesi’ne bağlı bu ajanların söz konusu terör olaylarında ne gibi rolleri vardı? Bu olaylara bizzat katıldılar mı, destek oldular mı ya da Neo-nazilari gizlediler mi? Veyahut olayları hafife mi aldılar, görmezden mi geldiler? Bu olayların ve bu olayların her türlü arka planının, olaylara yardımcı olmuş kurum ve kişilerin eksiksiz bir şekilde aydınlatılmasının zamanı gelmiştir. Akabinde, yaşananlardan gerekli sonuçlar çıkarılmalıdır. Ancak bu şekilde, hali hazırda derinden sarsılmış olan güven ilişkisinin daha fazla zedelenmesinin önüne geçilebilir. Aksi halde bu olaylar, arkasında tedavisi mümkün olmayan izler bırakacaktır. Bununla birlikte sadece kamuoyuna yansıyan suçlara odaklanılmaması ve NPD içerisinde ve çevresindeki fikrî tahrikçilerin üzerine gidilmesiyle olayın kapatılmaması gerekmektedir. Salt aksiyonizmi hedefleyen bir tartışma, kendisini NPD’nin yasaklanması yönündeki taleplere odaklamakta, ancak ortalığı kasıp kavuran sağ popülizm tehlikesinin ırkçılığın asıl kaynağı olduğu gerçeğinin tartışma platformlarına taşınmasını engellemektedir. Yapılan çok sayıda araştırma senelerdir, ırkçı stereotiplerin giderek toplum içine yayıldığına ve daha normal karşılandığına yönelik uyarılarda bulunurken, diğer taraftan bu söylemler İslam’a yönelik doğal eleştiriler olarak görülüp, cesaretlendirilmektedir. Böylece giderek daha fazla nefret ve dışlama zemini oluşturulmaktadır. Sayısız gencin bu atmosferde kolayca radikalleşebilmesi ise, sağ popülizm bağlamında hiçbir şekilde dikkate alınıp tartışılmamaktadır. Bütün bu olumsuzluklara rağmen, en azından politikacı ve gazetecilerden entegrasyon tartışmalarıyla ilgili yaptıkları açıklamalarda objektif kalmaları ve her şeyden önce tonlarını iyi ayarlamalarını ümit etmek zorundayız. Zira, genelleştirici dışlamalar, gruplara yönelik suçlamalar veya azınlıklarla ilgili tehlike çığırtkanlığı Almanya’da ırkçı terörizme zemin hazırlayan unsurlardır ve çoğulcu toplumda bunların yeri yoktur.” Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Hayat “Zorla Evlilik Araştırması, Bu Konudaki Tartışmaların Doğru Çerçevede Yapılması ve İslam’la İlişkilendirilmemesine Bir Katkıdır” slam Toplumu Milli Görüş (IGMG) Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu; Federal Aile, Çocuk ve Kadın Bakanlığı’nın yaptırdığı “zorla evlilik” araştırması ile ilgili, “Almanya’da zorla evlilik hakkındaki aktüel araştırma, tartışmanın doğru çerçevede yapılması adına doğru bir adımdır. Esasen bu araştırma, çözüme hiçbir katkısı olmayan siyasi tartışmalardan ve hatta kanunlar çıkarılmadan önce yapılmalıydı” ifadesinde bulundu. Ye- İ neroğlu sözlerine şöyle devam etti: “Araştırma, – yeterli düzeyde olmasa da - konunun doğru çerçevede tartışılmasının temelini atmak adına faydalı olmuştur. Araştırma sayesinde ilk defa, siyasi tartışmalarda işaret edilebilecek, Federal Almanya çapında yapılan zorla evlilikler ile alakalı rakamlar önümüzde bulunuyor. Şimdiye kadar, zorla evliliklere karşı alınan tedbirler özellikle, ‘esasen belli şehirleri, daha doğrusu belli eyaletleri baz alan nitel araştırmaları’ (s. 13) temel alıyorlardı. Araştırmanın dikkatli fakat esasa ilişkin temel eleştirisi de bu ifadelerde yer alıyor. Zorla evlilik etrafında yapılan tartışmaların, İslam’la ilişkilendirilmemesine katkı mahiyetinde olması, araştırmanın bir diğer önemli noktasıdır ki, bu husus şu şekilde ifade edilmektedir: ‘Araştırmalarda zorla evliliklerin belli dini geleneklere irca edilemeyeceği, zira bu tür evliliklerin, farklı sosyal, etnik ve kültürel bağlamlarda, dünyanın her tarafında -Avrupa’da da- olduğu konusunda bir fikir birliği vardır.’ (s.36) Ancak, Federal Aile, Çocuk ve Kadın Bakanı Kristina Schröder ise araştırmanın sonucunu dikkate almamaktadır. 8 Kasım 2011 tarihinde, FAZ gazetesindeki yazısında Schröder, ‘Birçok bilim adamı yerinde bir şekilde konunun kısa ve basit sebepler zincirine dayandırılmaması konusunda uyarılarda bulunuyor. Buna rağmen konunun dini boyutunu göz ardı edemeyiz. Kültürel arka plan ve insanın eylemleri arasındaki irtibat sosyolojik bir gerçekliktir. Buna rağmen söz konusu irtibat, konu İslam olduğunda çoğunlukla geçiştiriliyor ya da tanımlamalar farklılaşıyor.’ ifadelerini kullandı. Mevcut aktüel araştırmanın bu anlamda geç kalınmış ama gerekli bir adım olduğu bir gerçektir. Dolayısıyla araştırmanın siyasiler için, varolan bir sorun olarak zorla evliliğin yeniden ve doğru bir şekilde konumlandırılması, entegrasyon ve din politikaları bağlamında kötüye kullanılmaması için bir başlangıç noktası olmasını ümit ediyoruz. Ancak gerekli ciddiyet olduğu takdirde, İslamî cemaatlerin katkılarının değeri daha iyi anlaşılacaktır. Aksi takdirde sözkonusu cemaatler de suça katkı sağlayanlar olarak muamele görecek ve sorunun bir parçası olarak gösterileceklerdir. Bu ise zararlı sonuçlar doğuracak ve mağdur olanlara da herhangi bir fayda sağlamayacaktır. IGMG, – şimdiye dek olduğu gibi – zorla evlilik sorunu ile ilgilenecek ve toplumun bu konuya hassasiyet göstermesi adına katkılarını sürdürecektir. İdeolojik arka planı olan açıklama denemelerine karşı devamlı olarak tekrar edilmesi gereken husus, zorla evliliklerin Müslümanların insan tasavvuruna hiçbir şekilde uymadığı gerçeğidir. Her ikisi (İslam ile zorla evlilik) arasında irtibat kurma gayretleri tartışmanın ciddi düzeyde ele alınmasına katkı sağlamamakta, aksine tartışma zemininin oluşmasına zarar vermektedir.” Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya Küresel Bunalımın Kirli ve Karanlık Aleti: ÝSLAMOPHOBIA slâmophobia kelimesi anlam olarak “Ýslâm korkusu” demektir. Terim olarak, Ýslâm’dan ve Müslümanlardan korkma ve çekinme ruh halini ifade eder. Bu kelime ilk kez 1991 yýlýnda kullanýlmýþ olup 11 Eylül saldýrýlarýyla gündeme getirilmiþtir. Tarihî kökleri Ýspanya’da Endülüs`ün Müslümanlar tarafýndan fethedilmesine kadar iner. Haçlý seferlerine asker toplamak isteyen kilise mensuplarýnýn yaptýðý propagandalar ile fikir zemini Hrýstýyanlýða karþý tehditler ve tehlikeler üzerinde oluþturulmuþ olan “Ýslâmofobya”, Müslümanlarla Hrýstiyanlar arasýndaki olumlu iliþkilerin ve diyaloðun yaygýnlýk kazanmasýyla yüz yýllar içerisinde azalmýþ iken yaklaþýk on yýldýr yeniden popülarite kazanmýþtýr. Bu popülaritesinde Huntington’un ünlü “Medeniyetler Çatýþmasý” isimli makalesinde Ýslâm Dînini Batý için bir potansiyel düþmanlýk odaðý olarak lânse etmesinin önemli bir etkisi olmuþtur. Avrupa Ülkelerinde iþsizlik ve nüfusun yaþlanmasý gibi yeni durumlarýn beslediði yabancý düþmanlýklarýnýn en önemli öznesi olarak Müslümanlarda korku giderek bir paranoyaya dönüþmüþtür. Bu paranoyanýn bazý güç odaklarý tarafýndan manüple edidiði de düþünülmektedir. Ýslâm’ý ve Müslümanlarý Avrupa kültürü ve materyalist hayat tarzý Ý için “potansiyel düşman” olarak gören batý intelijansiyasý içindeki ýrkçý eðilimler politika belirleyici odaklarý etkilemektedirler. Ýslâmofobya, bir taraftan dindar insanlarýn dinlerini özgürce yaþamalarýný engellerken, diðer taraftan da gayr-i müslimler ile Ýslâm arasýnda bir duvar örüyor. Her ne kadar bu duvar, Ýslâm’a karþý merak ve ilgiyi artýrsa da, geniþ kesimlerin ön yargýlarýna da zemin hazýrlýyor. “Ýnsan bilmediðinin düþmanýdýr” sözü de bize Ýslâm korkusunun kaynaðýnda da bilgisizliðin yattýðýný gösteriyor. Ýslâmofobya konusundaki tehlikeyi Ýslâm Dünyasý iyi okumak ve bunu fýrsata dönüþtürecek yapýcý ve kalýcý çözümler üretmek zorundadýr. Öncelikli çözüm iki maddeyle özetlenebilir; - Doðru teblið, - Doðru temsil. Týrmanma þeridindeki Ýslamofobya, peþin hükmün ve psikolojik savaþýn kendisine göre ürettikleri kavram ve malzemedir. Ýrtica, kökten dincilik, fundamantalizm, Ýslâmistlik ve Ýslâmofobya gibi kavramlar asla mahallî deðil, küresel bir kavganýn ifade biçimidir. Ne var ki, bazý aþýrý giden baðnaz dindarlarýn ve kesimlerin bu kavramlarýn üretilmesine sebep olduklarý da muhakkaktýr. Fakat bu gidiþ, adeta “çýkmaz yol” olup, durumu daha da vahim hale getirebilir. Müslüman entellektüeller baþta olmak üzere diðer dinlere mensup saðduyu sahibi entellektüeller, yazar ve çizerler; Ýslâmofobyanýn süratle tehlikeli boyutlarý olan bir hastalýk þekline geldiðini belirterek, karþý çýkýlýp durulmadýðý takdirde, dünya barýþý ve istikrarý için ciddi bir tehdit teþkil edeceðini ve bütün inanç ve kültürlerden toplumlar için tehlikeler oluþturacaðýný söylüyorlar. Diðer taraftan kýsa adý ÝDSB olan “Ýslâm Dünyasý Sivil toplum Kuruluþlarý Birliði” yayýnladýðý Uluslararasý Ýslâmofobya Konferansý sonuç bildirgesinde bu konuyu þöyle dile getirmektedirler; Dünyamýz, bilinçli ve maksatlý olarak, korkularýn hakim olduðu, güvenlik bunalýmýnýn yaþandýðý, bir arada yaþama kültürünün törpülendiði bir dünya haline getirilmek istenmektedir. Hegemonik güçlerin, çýkar odaklý, hukuk ve insan haklarýný hiçe sayan politikalarý insanlýðýn huzur ve barýþýný tehdit etmektedir. Afganistan, Irak ve Filistindeki kaos ortamý, Irak’ta yüzbinlerce insanýn katledilmesi, milyonlarca Filistinlinin mültecî durumuna düþürülmesi, Balkanlar, Keþmir ve Kafkasya halklarýnýn on yýllarca dehþetli zulümlere maruz býrakýlmasý ve uluslararasý hukuktan kaynaklanan haklarýndan mahrum edilmesi ve benzeri hadiseler hep ayný anlayýþýn ürünüdür. Bu politikalar ve uygulamalar özellikle Doðu Bloku’nun çöküþünden sonra Ýslâm karþýtlýðýndan ve Ýslâmofobya’dan beslenmektedir. Korku temelli politikalar ve uygulamalar tarihte pek çok insanlýk dramýna sebebiyet vermiþtir. Þayet geçmiþten ders alýnmazsa ve bugünden gerekli tedbirler alýnmazsa gelecekte de Ýslâmofobya`nýn benzer sonuçlarý olabilir. Müslümanlarýn maruz kaldýklarý ayýrýmcý uygulamalar, dindar kiþi ve gruplara, ibadet mekânlarýna yönelik sözlü ve fiilî saldýrýlar; Müslümanlarýn temel haklarýndan mahrum býrakýlmalarý; Ýslâmî deðerler ve mukaddesler hakkýnda aþaðýlayýcý, incitici, rencîde edici yayýnlar ve ifadeler; Dînî deðerlerin yaþanmamasý için yapýlan siyasî, sosyolojik ve psikolojik baský ve uygulamalar; siyaset, eðitim, saðlýk, iþ sektörlerinde hizmet alýrken ve hizmet verirken, Müslümanlarýn dîninden dolayý maruz kaldýðý her türlü kötü muamele Ýslâmofobya’nýn kapsamý içerisinde deðerlendirilmelidir. Ýslâmofobya, küresel bir Dr. Yusuf IŞIK bunalýmýn karanlýk ve kirli bir aletidir. Ýslamofobya, çok kültürlülüðe, çoðulculuða, bir arada yaþama anlayýþýna ve pozitif entegrasyona en çok ihtiyacýmýz olduðu günümüzde, dünya barýþýna yapýlabilecek en büyük ihanettir. Bunun için Ýslâmofobya, açýk bir ayýrýmcýlýk ve insan haklarý ihlâlidir. Ýslâmofobyaya karþý ulusal ve uluslararasý hukuk mekanizmalarýnda yasalar çýkartýlmalý ve yaptýrýmgücü yüksek kararlar alýnmalýdýr. Son yüzyýlda tüm dünyada dine ve maneviyata karþý büyük bir yöneliþ olmuþtur. Ýnsanlýk artýk dünyevîleþmeyi, laikliði ve sekülerleþmeyi sorgulamaya baþlamýþtýr. Özellikle Ýslâm Ülkelerinin Batýlý Ülkelere nisbeten ekonomik olarak geliþmemiþ olmasýna raðmen, Batý’da Ýslâm’a karþý ilginin yüksek olmasý, Ýslâm’ýn en hýzlý yayýlan din olmasý ve Ýslâm Ülkelerinde de dindarlaþmanýn artmasý, bazý çevreleri ürkütmüþtür. Ýslâmofobya, maneviyata ve dînî her türlü deðere karþý Ýslâm üzerinden açýlan globâl/küresel bir savaþýn adýdýr. Basýn-Yayýn kuruluþlarý Ýslâmofobya`nýn oluþmasýnda ve yayýlmasýnda en etkili araç olarak kullanýlmaktadýr. Ýslâm ve Müslümanlar hakkýnda bigisizlik sebebiyle veya kasýtlý olarak yapýlan þiddetli ve sürekli yayýnlar, toplumlarda yanlýþ anlama ve algýlamalara sebep olmakta, bu yanlýþ anlama ve algýlamalar tüm toplumlarda Ýslâmofobyanýn kökleþmesine sebep olmaktadýr. Ýslâmofobya’ya karþý mücadeleler siyasî, hukukî ve ekonomik olarak, uluslar ve uluslararasý zeminlerde, medya ve eðitim temelli olarak, profesyönel araçlarla siste- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 5 dosya Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir matik ve stratejik olarak sürdürülmelidir. Sistematik dezenformasyon ve manipülâsyon faaliyetlerine karþý, sistematik enformasyon çalýþmalarý kuvvetlendirilmelidir. Ýslâm Dünyasý, birlik ve dayanýþma þuurunu artýrmalý “Doðru teblið/söylem ve iletiþim” ve de “Doðru ve etkili temsil” prensiplerini hayata geçirmelidir. Gerektiðinde özeleþtiri yapabilmeli; inandýðý ve güvendiði deðerleri uygulamadaki ve kendi insanýna ve baþkalarýna anlatmadaki baþarýsýzlýðýný cesaretle masaya yatýrmalýdýr. Müslüman milletler, ne zaman Ýslâm’ýn deðerlerine uygun yaþamýþlarsa ekonomik, siyasî ve sosyolojik olarak ilerlemiþler; Ýslâm’ýn deðerle- GMG Sosyal Yardım Derneği Başkanı Zeki Toprak, bu seneki Kurban Kampanyası ile ilgili olarak yaptığı açıklamada, kampanya ile amaçlananın “Allah rızasını kazanmak” olduğunu söyledi. Toprak ayrıca, “Kurban kampanyamız ile, Allah’a şükürler olsun ki, milyonlarca insana ulaştık” ifadesinde bulundu. Toprak sözlerine şöyle devam etti: “Bu kampanyamızda, toplam 53 ülkede, 127.952 kurban kesilip dağıtıldı. Kesim ve dağıtımın büyük çoğunluğu Afrika ülkelerinde gerçekleştirildi (76.786). Somali’de 12.258 kurban dağıtılırken, Etiyopya, Kenya ve Nijerya’da 6.000, 6.820 ve 8.932 kurban dağıttık. Afrika ülkelerinde, toplamda ise 28 ülkede dağıtım gerçekleştirdik. Asya ülkelerinde, 16.975’i Pakistan’da olmak üzere, 31.962 kurban kesim ve dağıtımı yapıldı. Avru- I sayfa 6 rinden uzaklaþtýklarýnda ise gerilemiþlerdir. Ýslâm Ülkelerinin dünya standartlarýnýn altýnda hayat standartlarýna sahip olmasýnýn en büyük sebebi, Ýslâm’ýn gerçeklerinden uzak oluþlarý ve Ýslâm’ýn ruhunu, özünü ve gerçek yüzünü hayatlarýna aksettirememeleridir. Ýslâm Ülkelerinin özellikle sosyo-ekonomik az geliþmiþliði Ýslam’ýn ve Müslümanlarýn yanlýþ anlaþýlmasýna ve algýlanmasýna zemin hazýrlamaktadýr. Bu durum ise Ýslâmofobik politika, yayýn ve yaklaþýmlara fýrsat vermektedir. Bu sebepledir ki, halkýnýn çoðunluðu Müslüman olan ülkelerin sosyoekonomik geliþme süreçleri ve kalkýnma plânlarý hayatî öneme sahiptir. Ýslâmofobyanýn önüne geçmek için neler yapýlmalýdýr ? Ýslâmofobya ile mücadele etmek, dünya barýþý için herkesin, her kurumun/kuruluþun ve her hükûmetin esas görevlerinden birisi olmalýdýr. Ýslâmofobik basýn-yayýn kuruluþlarý, Müslümanlara karþý ayýrýmcýlýk uygulayan veya Ýslâm karþýtý davranýþlar sergileyen kurum ve kuruluþlar desteklenmemelidir. Ýslâmofobya’yý körükleyen, yayýlmasýna sebep olan multimedya ürünleri ýsrarla boykot edilmelidir. Tam aksine, Ýslâmofobya ile mücadele eden müsbet multimedya ürünleri olabildiðince desteklenmeli ve daha etkin hale getirilmelidir. Reaksiyoner deðil aksiyoner, Hayat pasif deðil proaktif eylem ve ifadelerle, Ýslâm ve Müslümanlarla ilgili yanlýþ anlama ve algýlarýn giderilmesi, içe ve dýþa dönük olmak üzere çift taraflý eðitim faaliyetleri plânlanmalý ve faaliyete geçirilmelidir. Bunun için siyasî, entellektüel ve dîni önderlik çok önemlidir. Ýslâmofobya’nýn Müslümanlara karþý zulmün yeni bir aleti, karanlýk kapýlarý açan yeni ve kirli bir anahtar olmasýna müsade etmemek için konu hakkýnda uzmanlaþmýþ kadrolar yetiþtirecek kurslar, okullar ve enstitüler kurulmalý ve desteklenmelidir. Sonuç olarak; Ýslâm Dünyasýnýn önde gelen, özellikle bölgesel lider ve mihver ülkeleri, tarihî sorumluluklarýnýn bilinciyle hareket etmelidirler. HASENE Kurban Kampanyası 2011 Dualar Aldığımız En Güzel Hediyeler Oldu pa’da ise 15.239’u Türkiye’de olmak üzere, toplam 18.922 kurban dağıtımı yaptık. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Kampanyamızın gerekli hassasiyet ve sorumluluk içinde yürütülebilmesi için 282 gözlemci ve gö- nüllü kardeşimiz dağıtımların organizasyonuna katıldı. Bu kampanyamızda samimiyetle görev yapan gönüllü kardeşlerimize bir kez daha teşekkür ediyoruz. Bu vesile ile, kampanyamıza 118.557 kurban bağışı ile katılan kardeşlerimize de özellikle teşekkür ediyoruz. Bu kardeşlerimizin bağışları sayesinde bir kez daha milyonlarca insana ulaşmış olduk. Bizim için en büyük takdir ve hediye ise kuşkusuz, ulaştığımız milyonlarca insanın duası oldu.” haber Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Hayat IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, İsminin Irkçı Teröristlerin Ölüm Listesinde Bulunduğunu Basından Öğrenmesine Tepkili slam Toplumu Milli Görüş (IGMG) Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, basına yansıyan ve ırkçı teröristlerin ölüm listesinde kendi isminin de yer aldığına dair haberler konusunda, “İsmimin ırkçı teröristlerin 88 kişilik ölüm listesinde yer aldığını basından öğrenmek kaygı verici. Milletvekilleri Hans Peter İ Uhl ve Jerzey Montag’ın bu konuda bilgilendirilmelerinin üzerinden bir haftadan fazla geçti. Güvenlik birimlerinin benim gibi bu konuyla doğrudan ilgili kişileri hangi sebeple bilgilendirmeyerek olayı basına aktardıkları anlaşılamaz ve sorumsuz bir tavırdır” açıklamasında bulundu. Üçüncü ayrıca şunları söyledi: “IGMG’nin konuyla ilgili bilgi istediği Federal Kriminal Dairesi ve Eyalet Kriminal Dairesi şimdiye kadar medya haberlerini ne doğruladı ne de yalanladılar. Ancak yerel bir polis müdürlüğü IGMG’nin belirtilen terör listesinde kurum olarak bulunduğunu doğruladı. Basında terör grubu ile bağlantılı, onun üzerinde destekçi ve bilgi sahibi kişinin serbestçe dolaştığından bahsedilmesi ve resmi rakamlara göre dokuz bi- nin üzerinde şiddete hazır ırkçının kontrolsüz bir şekilde rahatça hareket ettiği haberlerinin yer alması durumu gözönünde bulundurulduğunda güvenlik birimlerinin bu tavrı ve seçmeci bilgilendirme politikası endişe vericidir. Ayrıca, ırkçı teröristlerin işledikleri cinayetler ve diğer suçlar konusunda hergün ortaya çıkan yeni bilgilerin, güvenlik birimlerinin varolan görmezlikten gelme zihniyetini değiştirip değiştirmeyeceği sorusu haklı olarak akla geliyor. Tıpkı, Zwickau ırkçı terörünün kurbanlarında olduğu gibi Türk kökenlilere ya da Müslümanların kurumlarına ve camilere yönelik sürekli artan saldırılarda, ırkçılık ya da İslam düşmanlığı motiflerinin kategorik olarak en baştan yadsınması ise kabul edilemez. NPD’nin yönetici kadrosunun neredeyse üçte biri casuslardan ve dolayısıyla Anayasa Koruma Örgütleri’nden geçimlerini temin eden insanlardan oluşurken, sözkonusu partinin kapatılmasına dair yüzeysel bir tartışmanın yeniden başlatılması anlamsızdır. Kanaatimizce, daha çok ırkçı populizm ve ırkçı terör arasındaki geçişkenlik üzerinde durulmalıdır. Bu olaylar yaşanırken sadece NPD’ye odaklanmak hazırlıksızlık ve ne yapacağını bilememe durumundan kaynaklanmaktadır. Çünkü, İslam ve yabancı düşmanlığı düşüncesinin yaygınlaşması ve giderek toplumda yayılmasının sorumlusu sadece NPD değil, aksine ilk planda çokkültürlülük eleştirisi perdesi altında İslam ve yabancı düşmanlığına götüren zihni karmaşayı besleyen siyaset anlayışıdır”. Auf der Bleiche 29 . 42289 Wuppertal . Tel.: 0202 747 659 70 . Fax.: 0202 747 659 71 www.casado.eu . info@tec-tec.de sayfa 8 Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Aytaç Avrupa Großmarkt Marktstr. 10 . 50968 Köln Tel.: 0221-3797985 Fax: 0221-3797986 Mobil: 0177-6529370 Depo Market Et Reyonu Vogesenstr. 1 . 50739 Köln Depo Market Et Reyonu Markenstr. 7 . 40227 Düsseldorf Depo Market Et Reyonu Marktstr. 247 . 47798 Krefeld Depo Market Et Reyonu Münsterstr. 154 . 44145 Dortmund Mobil: 0177-6529370 YENi YENi YENi YENi Depo Market Et Reyonu Friedrich-Ebertstr. 79 . 47119 Duisburg (LAAR) Mobil: 0177-6529370 IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanlığı 3. Üniversiteliler Günü UNIDAY ’11 Bielefeld Statdhalle’de Yapıldı Düşlerimiz Maziye Dayanır Düşlerimiz Maziye Dayanır.” İslam Toplumu Millî Görüş (IGMG) Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanlığı’nın düzenlediği Üniversiteliler Günü’nün sloganı idi. İlk bakışta çelişkili gibi görünse de bu şiar, Avrupa’daki Müslüman öğrencilerin yol haritasının çizgilerinin belirlenmesinde yol gösterici bir özelliğe sahip. Zaten, IGMG Gençlik Teşkilatı Başkanı Mesut Gülbahar da, Üniversiteliler Günü öncesinde yaptığı açıklamada buna işaret ediyordu. “Bu yaklaşım, bilim tarihinde Müslümanların yeri ve İslam sanatının asırlara uzanan gelişimi ve kemâli gibi konular söz konusu olduğunda özellikle geçerlidir,” diyerek, Müslüman üniversitelilere de yol gösteriyordu. Gülbahar bunun için, Avrupa’nın mevcut kültürüne Müslümanların katkıları üzerine düşünülüp ve bu kültüre bugün de Müslümanlar olarak nasıl katkı sağlayabileceğimiz üzerinde yoğunlaşılması gerekteğine işaret ediyordu. Üniversiteliler Günü bu anlamda “Avrupa’daki Müslüman gençlerin, içinde yaşadıkları topluma nasıl ve ne tür bir katkıda bulunabilecekleri ya da bulunmak zorunda oldukları, tarihimizdeki örneklerden yola çıkarak, nasıl örnek şahsiyetler olabilecekleri,” sorularına giriş mahiyetinde bir cevap verme adımı olarak değerlendirilebilir. IGMG Gençlik teşkilatı bu yıl üçüncüsü düzenlenen Üniversiteliler Günü UNIDAY ’11 ile Avrupa’daki tüm genç Müslümanlara bu konularda fikrî bir “ sayfa 10 zemin oluşturmak ve ihtiyaç duyacakları desteği sağlamak istediğini göstermek istiyor. Üniday ‘11’in üç önemli misafiri vardı. Bu misafirlerin ikisi konuşmacı olarak programda yer alırken, üçüncü misafir özellikle İslamî düşünme ve İslamî kimlik üzerine vurgu yapan aynı zamanda İslamî kesimin önemli medyacılık uzmanlarından birisi olan Dr. Yusuf Kaplan idi. Konuşmacı olarak katılan misafirlerin birincisi bilim ve sanat alanında Müslümanların dünya kültürüne katkılarını inceleyen araştırmaları ile ünlü Prof. Dr. Salim el Hassani, ikincisi de İslam Ülkeleri Parlamenterler Birliği Genel Sekreterliği de yapan, ama sadece tasavvuf ve tasavvufun önde gelen isimlerinden Şeyh-i Ekber Muhyiddin’i Arabî uzmanı olmayıp, tasavvufu İslamî hayatın bir özelliği olarak kabul eden Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç idi. Misafirler arasında T.C. Başbakanlık Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Daire Başkanı Kemal Yurtnaç da yer aldı. T.C. Münster Başkonsolosu Nafi Cemal Tosyalı da misafirler arasında yer aldı. Fatih Çiçek’in okuduğu Kur’an-ı Programı ünlü sunucu Serdar Tuncer takdim etti. Sanatsal etkinlik olarak ise Peygamber Efendimizi anlatan, O’nun isimleri ile O’na medhiyeler sunan çeşitli hilyei şeriflerin yer aldığı hat sanatı sergisi yer aldı. Üniversiteli gençlerin merakla izledikleri bu sergi ile de sanata vurgu yapılıyordu. Musiki alanında ise Göksel Baktagir ve ekibi “Doğu Rüzgarı” başlığı altında tasavvuf ve Türk Sanat Musikisi’nden nefis parçalarla genç Müslüman üniversitelileri coşturdu. Kur’an-ı Kerim okunmasını müteakiben IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Teşkilatlanma Başkanı Taner Doğan programa katılan bölgeleri yok- lama yaprak takdim etti. IGMG Gençlik Teşkilatı Üniversiteliler Başkanı Celal Tüter, İslam’ın Avrupa medeniyetine yaptığı katkıları kısaca değerlendirdiği konuşmasında şunları söyledi: İslam, Avrupa medeniyetine Yunan ve Roma medeniyeti ile birlikte katkı yapmıştır. Endülüs, İslam medeniyetine yeni bir hamle ve yenibir dinamizm getirmiş, Avrupa’ya da etki etmiştir. Endülüs bu açıdan önemli olduğu gibi, diğer yandan da Sicilya vardır. Bu dönemde dünyanın günümüzde kullandığı rakamlar dünyaya yayılır. Üniversiteler burada Yunanca’dan Arapça’ya tercümeler yaparlardı. Daha sonra bu bilgiler Avrupa’ya yayılırdı. Aydınlanma sürecinin önce İtalya’dan başlaması, takdir edersiniz ki o kadar tesâdüf değildi. Balkanlardaki tarihimiz de unutamayız. Bu tarihimizin canlı hatıralarını hâlâ Saraybosna’da, Mostar’da görürsünüz. Devamı Sayfa: 12`de Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya Mahmut AŞKAR Niçin Öldürüyorlar... Bu ülkede Türk olmak, sabır ve tahammül işidir. Yakın çevremde işçi statüsünde çalışanlardan zaman zaman işyerinde uğradıkları haksızlıkları, hatta hıristiyan yabancılar içinden müslüman yabancıları daha fazla ezmelerini dinledikçe, oturduğumyerde ben isyan edecek noktaya geliyorum. Bu kadar ayırımcılık reva mı, bu insanlara? Eşit muamele görmemekten, dışlanmaktan dolayı gururuna düşkün Türk, derdini içine ata ata artık psikolojik hastalıklara düçar oldu. apalı toplumların düşmanları, kendi içlerinde ve kendilerinden olurlar. Aşiret, kabile veya sülalelerarası rekabet, husumet veya kıskançlıklar yüzünden çıkan kavgalarda insan hayatının kaybolması, işin tabiatındandır. Taşrada; küçük kasabalar veya köylerde yaşamış olanlara bu durum pek yabancı gelmez. Yerine göre kabilenin yerine göre de ailenin reisi, yeni yetmelere dostlarını ve düşmanlarını işaret eder; onlar hakkında telkinde K bulunur. Böylece daha çocuk yaşından itibaren kişi, dostları ve düşmanları hakkında hem bilgilendirilmiş, hem de yönlendirilmiş olur: Felancılar bizden, filancılar bizden değil! Elli sene evvelindeki köy çocukluk hayatımdan dönüyorum 21. yüzyılın dünyaya açık ülkesi Almanya’ya... Türk azınlık olarak elli yıldan beri bu ülkenin neredeyse her köyü ve kasabasında varsınız. Sömüren, ezen; siyasi, iktisadi, hukuki ve insani hakları gasp eden, kötüye kullanan kesimden değilsiniz. Göçmen olarak yerleştiğiniz ülke topraklarının birliği ve bütünlüğüne karşı hain emeller peşinde değilsiniz. İçiçe, birlikte yaşadığınız toplumun kamu düzenini değiştirmeğe yönelik ideolojileriniz yok... Mensubu olduğunuz azınlığın siyasi/iktisadi/hukuki menfaatlerini gerçekleştirmek için baskı gruplarınız, lobicileriniz yok! Tam tersine; siyasî/hukukî/iktisadî haklarını yerine göre istediği hâlde alamayan, yerine göre de istemesini bilmeyen, verilenle yetinen bir azınlık olarak toplumun en alt tabakasına aitsiniz. Dün, geldiğiniz anavatanda nasıl ki maddî-manevî varlığınızla devlete “baba” diyerek teslim oluyor, güveniyorduysanız; bugün de yenivatanınızda aynı ihlas ve samimiyetle başınızdaki devlete bağlısınız. Dua ederken, kendinizin olmasa bile, zürriyetinizin yenivatanı ve vatandaşlarının huzur ve selameti için de dilekte bulunuyorsunuz. Bütün bunlara rağmen, siz şimdiye kadar hep “öteki” olarak görülmekle kalmadınız; üstüne üstlük, bir de ötekilerin ötekisi, “kötü öteki” olarak zihinlere, körpe dimağlara ilmik ilmik işlendiniz. Dün, Hz. İsa’yı çarmıha geren bizim atalarımız değildi. Bugün, imrenilecek, kıskanılacak kadar en üstlere turmanmış bir Türk azınlıktan da söz edilemeyeceğine göre, bu düşmanlık niye?... Dün, Yahudileri hedef gösterenler, “Alman, işte düşmanın!” diyenler gibi, bugün de Almanya’daki Türk azınlığı hedef gösteren, düşman ilan edenler var. Yapılan birçok kamuoyu araştırmasında, Antisemitizm’in yerini İslamafobi’nin aldığı herkes tarafından biliniyordu. Zaten öteden beri var olan ve ideolojik varlığını düşman gördüğü, kendi ırkından olmayan “öteki”ne borçlu olan ırkçı Neo-Nazizmin yeniden palazlanmasına, zararsız gibi görünen Türk/Müslüman aleyhtarlığı ortam hazırlamıştır. Okula giden çocuktan tutun da, günlük hayatın her safhasında özellikle Türk/Müslüman kökenliler az veya çok ayırımcılığa maruz kalmışlar ve elli yıllık geçmişe rağmen maalesef bu süreç artarak devam ediyor. Türk görünümlü bir erkeğin ve başörtülü bir kadının özellikle akşamın geç saatlerinde, genç Almanların kalabalık oldukları semtlerde elini kolunu sallayarak dolaşması artık son derece riskli ve cesaret isteyen bir davranıştır. Almanya’da yaygın ve olağanlaşmış bir ayırımcılık sözkonusu iken, bunu örtbas etmenin, görmemezlikten gelmenin ve hele sadece NeoNazilerle yabancı düşmanlığını sınırlamaya kalkışmanın kendisi, Almanya’ya yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir. Bu ülkede Türk olmak, sabır ve tahammül işidir. Yakın çevremde işçi statüsünde çalışanlardan zaman zaman işyerinde uğradıkları haksızlıkları, hatta hıristiyan yabancılar içinden müslüman yabancıları daha fazla ezmelerini dinledikçe, oturduğumyerde ben isyan edecek noktaya geliyorum. Bu kadar ayırımcılık reva mı, bu insanlara? Eşit muamele mahmut.askar@t-online.de görmemekten, dışlanmaktan dolayı gururuna düşkün Türk, derdini içine ata ata artık psikolojik hastalıklara düçar oldu. Üçüncü nesil Türklerle konuşun, onları size ötelenmenin ve ötekileştirilmenin ne ve nasıl olduğunu anlatsınlar... Bira masalarında, evlerde, işyerlerinde, tv ekranları, gazete sütunları, kitap sayfalarında dillere pelesenk olmuş bir tukaka azınlık hâline getirilmişsiniz. Sizi aşağılayan, karalayan, düşman gösteren her kitap “bestseller” listesine giriyor. Sadece Türk/Müslüman azınlık üzerinden meşhur olan Thilo Sarrazin’in kitabının satış sayısının iki milyona doğru turmandığını duymuş olmak bile tedirginliğimizin artmasına ve uykularımızın kaçmasına yeterli sebeptir. “Müslümanı Avrupalılaştırmak” adlı kitabımızın takdiminden bir bölümü sizlerle paylaşmak istiyorum: “Kendisinden sonra gelen nesillerine bile sahip çıkamayan Göçmen Türk’ü işaret ederek; “Bunlar bizi İslâmlaştıracaklar!” türünden yapılan yaygara, zamanla kitleleri harekete geçirecek derecede Anti-Müslüman bir ideolojik mahiyet kazandı. Halbuki o, yeni vatanında kültürel kimliğini yitirmeden, birlikte yaşadığı toplumla kucaklaşmayı, ona intibak etmeyi ve çokkültürlü istikbâli beraberce inşa etmeyi hedefliyordu. Fakat bu niyetini kamuoyu vicdanına bir türlü seslenemeyen Müslüman/ Türk Göçmen, ani tepkilerle değil; bundan sonra seviyeli ilmî araştırmalar, kitaplar, konferanslarla ve film, tiyatro, resim, müzik gibi sanat etkinlikleriyle kendisini yerliçoğulcu topluma anlatmalıdır. Henüz daha çok geç kalınmış değil; hiç olmazsa Batı Avrupa’ya Türk İşgücü Göçümüzün 50. Yılında biraz gayrete ve insafa gelip buna bismillah diyebiliriz.” Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 11 haber Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Sayfa 10`un Devamı Şimdi kendimize bakıyoruz. Avrupaya yeni gelen nesil ya aynîleşti ya da kendi kendilerine yaşadı. Kendileri gibi düşünen insanları bir araya gelenleri getirip ibadethaneler açtılar. “Bizlerin kaybolması” ndan korkmuşlardı. Peki niye korkmuşlardı? Çünkü etrafını tanımıyor ve etrafına yabancıydılar. Ve korumaya önem verdikleri değerleri vardı. O zaman biz ne yapacağız? İnsan, inançlarını savunması gerektiği yerde savunamazsa, korunma ihtiyacı duyar. Ama bizler, “biz varız, buradayız” diyerek bu korkuya kapılmıyor, geçmişimize de bakarak, var olduğumuzu, bu toplumlara katkı yapmak istediğimizi söylemek istiyoruz. Bizim geleneklerimize bağlı kalmamız, bizim samimiyetimizi ve kendimize güvenimizi temsil ediyor. Şu anda 260 ayrı alanda okuyan bu kadar üniversitelimiz burada. Mevlana’nın pergel örneğindeki gibi pergelin sabit ayağı bizim geçmişimiz, hareketli ayağı da bugünümüz Avrupa’dır. Avrupa’nın dilini, kültürünü, toplumunu bilen insanlar olarak, üzerinizdeki görev çok büyük.” IGMG Genel Sekreteri Oğuz Üçüncü, programa katılan üniversiteleri selamlayıp katılımları için teşekkür ettikten sonra dünyadaki son gelişmelerin kısa bir tahlilini yaptı. Üçüncü özetle şöyle konuştu: Şu anda, ABD’de, Türkiye’de Avrupa’da, Kuzey Afrika’da, Arab yarımadasında her nesle nasib olmayan tarihî olaylara tanıklık ediyoruz. Daha bir kaç ay önceleri “bunlar mümkün değil” diyebileceğimiz olaylar gerçekleşiyor. Reytingleri sarsılmaz olan gelişmiş ülkeler faiz batağında boğulurken, bir yandan da daha düne kadar dost ve makbul lider sayılan, adeta koruma altında tutulan Arap despotlar tek tek devriliyor. Muhammed Buazizi adındaki bir genç akademisyenin nelere vesile olduğunu, nefeslerimiz tutularak birlikte izliyoruz. Rivayet edilir ki despotlar, Facebook, El Cezire ve Cuma namazlarını yasaklamayı bile düşünmüşlerdir. Sosyal medyanın zaten farkındayız. Ama çoğu zaman bir ritüel sorumluluk olarak algıladığımız Cuma namazının asıl fonksiyonunu, toplu ibadetin, cemaat bilincinin, şuurlu bir idrakinin bilincine tekrar farkına vardık. Bugün programımızın sloganı olan “Düşlerimiz Maziye Dayanır” da bir türlü irtibat kuramadığım gibi anlaşılabilir. Takdir edersiniz ki, bütün bu anlattıklarımın bir irtibat noktası vardır. Zira bundan tam 20 yıl önce Doğu Bloku denilen Demir Perde ülkeleri tek tek yıkılırken Müslümanlar olarak yine tarihe tanıklık etmiştik. Hatırlayın, dünya iki kutuplu bir dünya idi. Kapitalizm yeryüzünde herkese daha güzel bir hayat vaad ediyordu. Artık savaşlar bitecek, küresel tüketim pastasından pay alarak herkes mutlu olacaktı. Bunun sömürü- sayfa 12 yü esas alan bir sistemle olamayacağını her ne kadar söylemiş olsak da, kimse bizi dinlemedi. Bizler, oyunun dışında kalanlar olarak sadece seyrettik, müşahede ettik. Faizle, sömürü ile olmaz dedik. İşgalle, savaşla olmaz, adaletsizlikle, çifte standartla olmaz dedik, kimse dinlemedi. Keşke dinlemiş olsalardı. Demek ki sesimiz cılız çıktı. Donanınımız azdı. Bunun için bir çok gelişmeye seyirci kaldık, hatta bazen gelişmelerin objeleri haline geldik. Ama şimdi açık söylüyorum. Artık aynı lüksümüz yok. Aktör ve öncü olmak durumundayız. Bu ise donanımı tam, toplumsal etkinliği yüksek bir kitle ile, yani sizlerle mümkün olacaktır. Zira faiz batağından daha fazla faizle kurtulmaya çalışanlara, Arap bankalarını güdümlü demokrasilerle yeni despotlarla formatlamaya çalışanlara, 11 Eylül terör saldırılarının 10. Yılında Müslümanalrı adeta bir cadı avına tâbi tutanlara, Almanya’ya göçümüzün 50. Yılında, bu ülkenin geçmişine ve geleceğine katkı sağlayan ve sağlayacak olanlara ikinci sınıf insan muamelelesi yapanlara, Üstad Necip Fazıl’ın ‘Durun kabalalıklar, bu cadde çıkmaz sokak haykırsam kollarımı makas gibi açacak’ diyorum. Müslümanların gelişmelere seyirci kalmalarının bedeli çok ağır oldu. Dünyanın hali ortada. Silahlanma almış başını gidiyor. Somali başta olmak üzere ülkeler açlıktan kırılıyor. Şimdi yeni bir sese ve toptan çözümlere ihtiyaç var. Çözümler taptaze çözümler aslında. Kökleri mazide, yani, dinimizin kültürümüzün, medeniyetimizin derinliklerinde. Bundan dolayı, geçmişimizle de yüzleşerek, yeni reçeteler ortaya koymak durumundayız. İslam Toplumu Millî Görüş çatısı altında, hayatlarımızı Kur’an ve Sünnet’le barıştırarak, kişisel gelişimimizi önemseyerek, toplumsal sorumluluklar üstlenerek bir iyilik ve adalet dalgası başlatarak, tarihin bu dönüm noktasında, tarihin seyrine müsbet bir etki yapma imkanına sahip olduğumuzu hatırlatmak istiyorum. T.C. Başbakanlık Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Daire Başkanı Kemal Yurtnaç da UNIDAY ‘11’de bir konuşma yaptı. Kemal Yurtnaç Başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Radımcısı Bekir Bozdağ’ın da selamlarını iletti. Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Daire Başkanlığını’nın faaliyetlerini anlatan Yurtnaç bu programa katılan üniversitelileri tebrik etti ve eğitimin çok önemli olduğuna işaret etti. İslam Ülkeleri Parlamenterler Birliği Genel Sekreteri ve Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mahmut Erol Kılıç da konuşmacılar arasında idi. Kılıç tam da bir “tasavvuf ehli” gibi bir konuşma yaptı. Kılıç şöyle konuştu: Bizim için burada “Hangi İslam” Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sorusu önemlidir. Zira günümüzde İslam, İslam diyen çok kimse var. Fakat, İslam adına işlenen cinayetleri de maalesef görüyorsunuz. Kim İslam diyorsa, hemen ardından bir araştırma yapın. İslam’ın emrine uyarak bunu diyenin İslam’ı anlayışının köküne bakın, o zaman hangi İslam’dan bahsettiğini anlarsınız. Burada sakın ha milliyetçi bir söylemle konuştuğumu düşünmeyin. Ama, Anadolu İslam’ını bu yüzden önemsiyorum. Ben bunu Anadolu derken bir mekan olarak kasdediyorum. Demek istediğim, Anadolu İslam’ının dokusunda yer alan İslam analayışını, o hamuru karan, o hamuru yoğuran büyüklerin düşünce sistemlerini analiz etmeniz gerektiğine işaret içindir. İslam anlayışında bazı kırılmalar yaşadık. Bu kırılmaları sizler düzelteceksiniz. Babalarınızdan, dedelerinizden bunu beklemeyin, Onların derdi, sizlerin maddî sıkıntıya düşmeden okumanızdı. Ama onlar sizlerden bir şeyler bekliyor. Çünkü bizim geleneğimiz, hem Batı’yı hem de doğuyu bilen, ama bunları analiz ve sentez eden bir gelenekti. Daha son bir iki gün içinde bir diktatörün sonunu gördük. Biz bir hukuka tâbi, yasaları olan bir topluluğuz. Çapulcu değiliz. Bir suçlu yakalandıktan sonra önce mahkemeye çıkarılır cezasını mahkeme verir. İşte bu bir kırılmadır. Anadolu İslam anlayışı, Yunus Emre’nin inandığı İslam böyle değildi. Şunu unuymayın ki, Batı da Doğu da birer izafîdir, görecelidir, relatiftir. Batı’lı da insandır, doğulu da. Hatta ağaçlarla da ortak özelliklerimiz vardır. Anadolu İslam anlayışı ile yoğrulmuş olanlar, bir ormandan ağaç keserken bile diğer ağaçların rahatsız olmaması için baltasını vururken dikkat ederdi. Ben Müslümanım diyorsanız, Anadolunun büyük İslam ustalarını tanımak zorundasınız. Bunu samimî bir izdırap, bir içten gelen duygu olarak paylaşmak istiyorum. Maalesef İslamî hasssasiyete sahip bizler, İslam anlayışındaki kırılmalardan dolayı başka bazı İslam anlayışlarını okuduğumuz kadar, Millî Görüş İslam’ının Pîrlerini de okumalı ve tanımalıyız. Anadolu’nun İslam ustalarının anlayışına göre İslam dört derecelidir. Bunun ilk ikisi izafîdir. Daha sonra gelecek olan o iki dereceye varmak için gerekli derecelerdir. Birincisi normatiftir, hukuktur. Bu, Bab-i Şeriat’tır. Bazı pratikler, şekle ihtiyaç duyduğu için, bu şekli düzenler. O şeriattır. Ama, neden, niçin sorusunun arayışına başlamak için uzun yolculuğa çıkılır. Buna yol denir: Tarikat. Bu yolların ikisi de beraber ve ciddî olarak izlenirse merkeze varır. Buna bilgi kapısı; marifet denir. Bilgi’ye eren, hâlâ da bilen ve bilinenin bir olduğu hakikat kapısına giderdi. Bu dört dereceli din anlayışı başka dinlerde çok görülmeyen bir husustur. Yukarıya doğru ayrı- Hayat lıkların birleştiğini görürsünüz. Sizler dünyaya ışık tutucu kişiler olmalısınız. Görüyorsunuz, hangi İslam formatı Herat şehrini güller şehri yaptı da, hangi İslam formatı kan şehri yaptı sorusuna cevap bulmalısınız. Dikkat edin: Osmanlı parçalanınca, sadece coğrafya parçalanmadı, zihniyetler parçalandı, İslam anlayışı parçalandı. Bu anlayışı sizler yeniden inşa etmelisiniz. Sırf muhalif söylemleriniz bir anlam ifade etmez. İktisat ve felsefe projen var mı? Sadece muhalif söylemle, sadece Batı’yı tenkid ederek, bir yere varamazsın. Projeniz nerde? Unutmayın, insanlığın ortak değerleri vardır. Alman felesefe geleneğini öğrenin, ama Davudî Kayserî’yi ve Niyazî Misrî’yi, Muhyiddin-i Arabî’yi de öğrenin ve kendinizi bir kaynakla sınırlamayın. Gaye, Hakk’ın rızasını kazanmaktır. Bilin ki, bütün ilimler tek bir hedefte toplanmalıdır. Ve, bütün ilimler Allah’a giden yolu açmıyorsa, o zaman sizin ilimler hiyerarşinizde bir problem var demektir. Bu problemi çözecek de sizlersiniz.” Prof. Dr. Salim el Hassani İngilizce, Türkçe ve Almanca olarak gençleri selamladı. Konuşmasından önce sunduğu İslam bilim tarihi ile ilgili bir filmle gençlerin coşkulu tezahüratlarına mazhar oldu. Hassani konuşmasında, İslam ülkelerinin bir kısmı dahil Avrupa ülkelerinin özellikle “Karanlık Çağ” dediği dönemde İslam dünyasında bilim ve sanatın zirveye ulaştığını ve Müslümanlar olarak bu geçmişin iyi bilinmesini ve geleceğe bu geçmişten hareketle yön verilmesi gerektiğini söyledi. İlmin ve sanatın bütün insanlığın ortak ürünü olduğunu ve gelecekte de İslam kültür ve medeniyetinin insanlığa kazandıracak çok şeyi olduğunu bildiren Hassani, bunun için Avrupa’da yaşayan ve üniversitelerde okuyan Müslüman ögrencilere büyük görevler düştüğünü söyledi. “Geçmişimiz, farklı kültürlerle ortak yaşam için bir örnektir” diyen Hassani, Avrupa’daki Müslümanların toplumsal barış için de görevleri olduğunu, Müslüman gençlerin sahih bir imanın yanı sıra ‘amel-i salih’e de sahip olmalarının şart olduğunu söyledi. Daha sonra IGMG Gençlik Teşkilatı Bölge Üniversiteliler Başkanlıkları arasında en başarılı çalışmaları yapan bölgelere başarı ödülleri takdim edildi. Başarı ödülünü erkeklerde birinci sırada Hamburg, ikinci sırada Güney Hollanda ve üçüncü sırada da Hannover Bölgeleri aldı. Başarı ödülünü genç kızlarda birinci sırada Köln, ikinci sırada Paris ve üçüncü sırada da Hessen Bölgeleri aldı. Başarı ödüllerinin takdiminden sonra da tasavvuf ve Türk Sanat Musikisi’nden örneklerin sunulduğu “Doğu Rüzgarı” programına geçildi. Göksel Baştagir’in yönettiği sanat bölümü büyük bir coşku ile izlendi. Uniday ’11 programı, tekrar Kur’an-ı Kerim’den bazı ayetlerin okunması ile sona erdi. Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya Gülseren SARIKAYA Ana Dili’nin Yeri İlk ve İkinci Dil Arasındaki İlişki Üzerine Çocuklar ikinci dil öğrenirlerken yeni algılama/tanımlama taslakları geliştirebilir veya mevcut algılama/tanımlama yeteneklerini değiştirebilirler. Çocuklar ilk dillerini öğrenirlerken meselâ (burda, şurada, orada) gibi vurgulamaların kullanımlarını öğrenirler ki, bu sistemi ikinci dili öğrenirlerken de kullanabilirler. Zira ikinci dilin öğrenilmesi, ilk dilin öğrenilmesi üzerine kurulur ki, o zaman da ikinci dilin öğrenilmesinin özellikleri kuvvetli bir şekilde birinci dilden etkilenir. lmanya’daki göçmen çocuklarının desteklenmesi konusunda yapılan tartışmalarının bir yönünü, bu çocukların dile hakimiyetleri konusu oluşturuyor. Bu konudaki temel iddia ise şu: Almanca dilbilgisi ne kadar erken öğrenilirse, çocukların okul ve meslek hayatına uyumu o kadar başarılı olur. Böylece, ilk dilin önemi sıklıkla ihmal ediliyor. Buradan hareketle bu yazımızda ilk ve ikin- A ci dil arasındaki ilişkileri değerlendireceğiz. İlk veya birinci dil, resmî bir ders olmadan, yani doğumdan itibaren çoğunlukla ailevî ortamda öğrenilen ve ana dili olarak isimlendirilen dil şeklinde tanımlanır. Bir süt çocuğunun konuşmaya başlamasının ilk dönemi err, gurr seslerini (Alm. Gurrlaute) çıkarttı ve gımıldama denilen seslerle başlar. Buna agulama dönemi de denir. Daha sonra ise çeşitli seslerle özellikle b, p seslerinin çıkarıldığı ve bapılama dönemi (Alm. Lallperiode) ile konuşma gelişir. 10 ila 12. aylarla 18. ay arasında ise kesin anlamlar ifade eden tek kelimelik cümlelerle ilk konuşma birimleri ortaya çıkar. İki kelimelik dönem diye tanımlanan konuşma dönemi ise hemen hemen 18. ayda başlar. Bu dönemdeki konuşmalar telgraf diline benzer. Çocuğun kelime hazinesi işte bu dönemde çok önemli bir gelişme kaydeder. Çocuklar iki buçuk ya da 3 yaşlarında üç ya da daha fazla kelimeden oluşan cümleler kurmaya başlar. Böylece yetişkinlerin kullandığı, giderek karmaşıklaşan gramatik yapılı dil modeline doğru yaklaşmaya başlarlar. Anlaşılır bir ses gelişimi de 3-4 yaşları arasında hızlı bir ilerleme kaydeder. Bu ilerleme 8 yaşında bütünüyle tamamlanır. Çocuğun gramatiğe hakimiyeti, kelime ya da cümlelerin gerçek anlamlarına olan hakimiyetine göre biraz daha uzun sürer. Kelimelerin çift anlamlarıyla, fizikî özellikleri ve bunun aktardığı anlamlar birbiri ardına elde edilir. İkinci dile gelince. İkinci dil, (ana dilinden sonra) ikinci olarak öğrenilen dile denilir. Küçük çocuklarda, yönlendirme ve zorlama olmadan sürekli bir dil öğrenme merakından bahsedilir. Bunun örneklerini misafir işçiler denilen ilk göçmenlerde de görmek mümkümdür. Ki bunlar, dil bilgilerini karşılıklı iletişim ve sosyal ilişkiler sayesinde herhangi bir yapılandırmaya oturtmadan elde ederler. Buna karşın, yönlendirmeli bir dil öğreniminden daha bahsedilir ki, yurt dışında okuyan öğrencilerin yapılandırılmış derslerde öğrendiği ve dil bilgisini yerleştirmek veya klasik şekilde olduğu gibi, okulda yabancı dil derslerinde öğrenilen dil bahsedilen yönlendirmeli dil öğrenimi tanımına girer. Buradaki dil öğrenim sürecinin hem yapısı hem de süreci kişiden kişiye oldukça farklılık arzeder. Çünkü, örneğin yaş ve motivasyon gibi belirli faktörler burada önemli bir rol oynar. İkinci bir dilin öğrenilmesinde, ilk dilin (ana dili) oynadığı rolle ilgili çeşitli varsayımlar bulunur. Bu varsayımlardan ikisini inceleyelim. Varsayımın birincisi şöyle der: İkinci dilin başarılı bir gelişme göstermesi için belirli bir seviyeye çıkmaması gerekir. Ama bir başka varsayıma göre de, ikinci dilin öğrenilmesinin çocuğun zihinsel gelişimi üzerinde pozitif bir etki yapabilmesi için, ilk dile yeteri kadar hakim olunması gerekir. (Edina Caprez- Krompàk, Entwicklung der Erst-und Zweitsprache im interkulturellen Kontext, 2010:49, guelserens@gmx.de 66) İkinci dilin öğrenilmesi için, birinci dilde okuma-yazma bir ön şart değildir. Çünkü çocuklar dili yalnızca sesli bir bilgi edinimi ile, başkaları ile iletişim kurarken öğrenirler. Başlangıçta yazılı bir edinim yoktur. Daha küçük yaşlarda bir ikinci dil (meselâ Almanca) öğrenme durumunda olan göçmen çocukları gibi hususî durumlarda, birinci dilin gelişmiş olmasının ikinci dilin öğrenilmesine olumlu etki yaptığı da tesbit edilmiş durumdadır. Tecrübî araştırmalar da, ikinci dilin öğrenilmesinde birinci dile olan hakimiyetin olumlu etkilerinden bahsetmektedir. İki dilli bir çocuğun her iki dile hakimiyeti de eksik ise, o çocuğun, genelde çevresi ile alıcı ve üretici münasebetleri zayıflar. Zira çocuk, her iki dilde de yeteri kadar kendisini ifade edemez. Çocuklar ikinci dil öğrenirlerken yeni algılama/tanımlama taslakları geliştirebilir veya mevcut algılama/tanımlama yeteneklerini değiştirebilirler. Çocuklar ilk dillerini öğrenirlerken meselâ (burda, şurada, orada) gibi vurgulamaların kullanımlarını öğrenirler ki, bu sistemi ikinci dili öğrenirlerken de kullanabilirler. Zira ikinci dilin öğrenilmesi, ilk dilin öğrenilmesi üzerine kurulur ki, o zaman da ikinci dilin öğrenilmesinin özellikleri kuvvetli bir şekilde birinci dilden etkilenir. Demek oluyor ki, her iki dil arasında bir bağlantı söz konusudur. Edina Caprez-Krompàk’ın araştırmasında, birinci dilin ikinci dil üzerinde olumlu bir etkisi bulunduğu ortaya konulmuştur. Araştırmaya göre, geldiği ülkenin dil ve kültür derslerine katılan öğrenciler, ikinci dildeki bilgilerini ölçen test- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 13 dosya Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir lerde, bu derslere katılmayan öğrencilere göre daha iyi sonuçlar elde ediyorlar. Buradan hareketle, yukarıda da belirtilen derslere katılım gibi ilk dilin öğrenilmesi konusunda verilecek olan desteklerin, ikinci dilin öğrenilmesine olumlu bir etki yapacağı sonucuna varılıyor. İlk dilde bir dil yapısı edinilip, ikinci dilin de bu dil yapısı üzerine kurulması halinde, desteklenmiş bir ilk dil öğreniminin, ikinci dilin öğrenilmesine olumlu bir etki yaptığı görülüyor. Frankfurter Allgemeinen Zeitung gazetesindeki bir makalede iki dil öğrenimi ve bunun teşvik edilmesine yönelik yapılan araştırma değerlendiriliyor. Bu dil öğrenimi araştırması gösteriyor ki, 3-4 yaşlarında ikinci bir dilin öğrenilmeye başlanılması, temel gramatiğin önemli ölçüde gelişmesi için bir fırsat oluyor. Hatta ilgili Hayat Deutschunterricht in Theorie und Prakişilerde ikinci dil, bir buçuk ya da xis(DTP). Deutsch als Zweitsprache. iki yılda oldukça iyi gelişiyor. ÇoBaltmannsweiler: Schneider. cuklar eğer bu dönemde dili öğre- • Caprez- Krompàk E. (2010). Entwicknemezlerse, genellikle bir iletişim lung der Erst-und Zweitsprache im interkulturellen Kontext. Münster: Waximkanından da mahrum kalıyorlar. mann. Bu araştırma da gösteriyor ki, ana • Heuchert L.(1989). Materialien zur indilinin iyi bir şekilde ögrenilmesi terkulturellen Erziehung im Kindergarkaçınılmazdır. Ve böylece ikinci ten. (Hrsg.): Robert Bosch Stiftung. Zweisprachigkeit. Berlin: VWB-Verl. bir dilin öğrenilmesi de garanti alfür Wiss. u. Bildung. tına alınmış olur. • Klein, W. (1992). Zweitspracherwerb. Kaynaklar: • Ahrenholz B.; Oomen-Welke (2010). Eine Einführung (3. Auflage). Frankfurt am Main: Athenäum. Aşırı Sağ Terör Hücrelerin İşlediği Seri Cinayetlere İlişkin Açıklama lmanya’da geçtiğimiz günlerde Jena’da ortaya çıkan aşırı sağ terör hücreleri, neofaşist “Nasyonalsosyalist Yeraltı Grubu” ve onun arkasındaki adamlar, göçmenleri ve özelde Müslümanları derinden endişelendirmiştir. Yaşanan bu durum ve olayların günden güne daha fazla meydana çıkan detayları ve arka planı karşısında yaşanan çaresizlik ve belirsizlik, göçmenlerin ve Müslümanların devlete karşı olan güvenlerini oldukça sarsmaktadır. İnsanların planlı ve kasıtlı bir şelilde katledilmiş olması, birey ve devletin, temel demokrasi anlayışına o denli muhalif bir durum ki, böyle birşeyin yaşanmış olması bu anlayışı da derinden etkilemektedir. Farklı ırk ve dine mensup insanlara özelde de mabedlerine Almanya’da geçtiğimiz günlerde sıkça saldırılarda bulunulmuştur. Bu saldırılar ya başka ülkelere işaret ederek geçiştirilmiş ya da önemli sayılmamıştır. DİTİB bu saldırılar karşısında her seferinde ve genel çerçevede tepkisini ortaya koyarken, bazı olayların altında toplum ve bunun idari birimlerine kadar varan yapısal bağlantıların ve uzantıların olduğunu tahmin edemezdi. DİTİB Genel Başkanı Prof. Dr. Ali Dere bu durum karşısındaki duygularını; “Olaylarda öldürülenlerin bizlerde, çoğunun da Türk kökenli olmaları hasebiyle yarattığı acı, bu durum karşısında katlanarak tazelendiği gibi bir de olayların bu tür bir arka planının olmasını öğrenmiş olmamız, bizim için ağır bir durumdur. Derin bir üzüntü ve şok içerisindeyiz. Bu durum karşısında bir an önce mağdurlarla dayanışma sağlayacak ve göçmenlerin ihtiyaçlarına cevap verecek kalıcı çözüm, yapıcı öneriler ve gerekli tedbir mekanizmaların devreye sokulmasını ümit ediyoruz. Bu tüyler ürpertici cinayet serisinin karşısında duyduğumuz şoku atlatabilmek için günümüzdeki gelişmelere bakmak gerekmektedir.” şeklinde ifade etti. Demokrasinin özünde, özellikle Batılı demokrasi uygulamalarında ve söylemlerinde sadece demokratik prensipler ve onların uygulamalarının öngördüğü siyasi katılım hakkı ve siyasi örgütlenme A sayfa 14 değil, bilakis demokrasinin bu temel yaklaşımı ile insanları eşit bireyler yapması, onları eşitlik ve özgürlük zemininde temel insan haklarına sahip, yaşadıkları toplumların bir parçası olarak katılım sağlayabilmeleri ve onunla etkileşim içerisinde olabilmeleri amaçlanır. Bu cümleden demokratik devlet, her bir bireyini koruma, onu hukuk ihlalinden ve şahısların saldırılarından koruma, ayrıca bunun için gerekli tedbirleri alma durumundadır. Ne yazık ki, pek çok Avrupa ülkesinde insanların doğuştan eşitliğini ve eşdeğer bir onura sahip olduğu temel ilkesini hiçe sayan, ayrıştırıcı, saldırgan ve şiddetten çekinmeyen, insanların arasına korku salan aşırı sağ akımların siyasi arenada yer bulup gelişebilmeleri, bir müddettir kaygı ile izlenilmekteydi. Son olarak tüm Avrupa, Oslo’da gerçekleştirilen saldırı ile sarsılmıştı. Burada da yine tüyler ürpertici olan, çok sayıda insanın hayatını kaybetmesinin yanı sıra saldırının uzun zamandır planlanmış ve büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirilmiş olmasıydı. Oslo saldırısından sonra başka olaylardan alışkın olduğumuz gibi karşı önlemler alınmadı. Başka olaylarda hemen uygulanan anti-terör paketlerini burada göremedik. Almanya’daki olayların karşısında da devlet kurumlarının umursamaz tutumu ağır sonuçlar doğurarak cinayet serisine ön ayak olmuştur. Aşırı sağ grupların kendi aralarındaki bağlarını da güçlendirerek artık Avrupa çapında organize olmuş olmaları, buna karşı koyabilmek için yine Avrupa çapında bir işbirliği gerektiğinin işaretidir. Aşırı sağın özellikle de şiddet yanlısı aktörleri ve faaliyetleri artık mahalli boyutları aşarak ulusal ve uluslararası platformlardaki parti kurma ve teşkilatlanmalarıyla boy göstermektedir. Avrupa Birliği’nin, politikaları çerçevesinde ve ilgili komisyonlarında bu konuyu ele almasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Aşırı sağ ideolojilerin bu olayla tekrar gözler önüne serilen şiddet yanlılığı karşısında duyulan derin kaygı ve şok, bazen insanlarda kalıcı bir travmaya da dönüşebilmektedir. Her seferinde ve her biri için ayrı ay- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 rı üzüldüğümüz Almanya’nın farklı şehirlerinde planlanarak göçmenlere yönelik hunharca işlenen cinayetlerin, uzun bir süre faili meçhul kaldıktan sonra tesadüfen aydınlatılmış olduğunu, bunların arkasında aşırı sağcı yapılanmaların sistematik eylemlerinin yer aldığını, bu konularda yetkili birimlerin mazur görülemez ihmallerinin bulunduğunu eş zamanlı öğrenmek insanı üzüntünün ötesinde gerçek anlamda şaşkına çevirmektedir. Almanya’nın kendi ifadesiyle bir göç ülkesi olduğu ve burada halen on milyon civarında göçmenin yaşadığı dikkate alınacak olursa, yaşanan gelişmeler ve hergün bir başkasının ortaya çıktığı ihmaller bu göçmenlerin sadece nasıl bir yaşam mücadelesi verdiklerini değil, aynı zamanda nasıl bir yaşam tehdidi altında olduklarını gözler önüne seriyor. Son gelişmeler karşında bazı duyarlı kesim, siyasetçi ve dini kurum yetkililerinin yaptıkları itiraf ve eleştiriler anlamlı bir dönüm noktasının başlangıcı olabilir. Bunu kısa vadede alınacak önlemler gösterecektir. Ayrıca başta hükümet olmak üzere kişi ve kurumların ve diğer sosyopolitik ve dini kurum ve kuruluşların, medya, toplum ve aydınların bundan sonra ne tür kalıcı önlem ve düzenlemeler yapacakları Almanya’da yaşayan göçmenlerce yakından takip edilecektir. Yapılması beklenilen düzenlemeler ve özellikle 21.11.2011 Pazartesi günü Berlin’de toplanacak zirve bağlamında entegrasyon kavramının ve özelde toplumun algısındaki içeriğinin ve ele alınış tarzının, göçmen kesimi sürekli yetersizlikler ve sorunlarla tanımlar halinden kurtulup bu kesimin sorunlarını ve yaşadıkları realiteyi tanıyan ve bunlara eğilerek bir çözüm arayışı içerisine giren bir konsepte dönüştürülmesi beklenilmektedir. Bununla da kalmayıp uyum politikaları insanların sorun, ihtiyaç ve sıkıntılarını görüp, göçmen kesimin günlük hayatında yaşadığı haksızlık ve saldırılar karşısında göz yummamalıdır. Göçmen kesimin ayrıca sürekli yetersizlikler ve sorunlarla, hatta sorunların kaynağı ve sorun yaratan olarak tanımlanır olması, bu kitle hakkında son derece dışlayıcı ve ayrıştırıcı bir genel algıyı beslemektedir. Uyum tartışmalarının göçmen kesimden çok Müslümanlara odaklı olup, onları dini uygulamaları ve anlayışlarında gayri reşit telakki etmesi ve bunlara kendi düşünce ve hedeflerini gerçekleştirmeye çalışılması da bu olumsuz algıyı ayrıca besleyip bu haliyle din hürriyeti kavramının yaklaşım, tanımlama ve konumlandırma açısından sitematik bir şekilde içini boşaltmaktadır. Böyle bir tutum sadece din hürriyeti kavramının içini boşaltmak ve tarafsızlık ilkesini ihlal etmekle kalmayıp, aynı zamanda Müslümanları yetersiz ve sorunlarla tanımlamaktadır. Bunu da toplumun hayat realitesini oluşturmaya katkı sağlayan birçok alanda müşahede etmekteyiz. Örneğin Eyaletler düzeyinde İslam Din Dersi uygulamasının başlatılması, Üniversite’lerde İslam İlahiyatı Kürsülerinin kurulması ya da camii inşaatı bağlamında yapılan tartışmalarda olduğu gibi. Müslümanların eşit seviyede algılanıp, onlarla yine eşit seviyede biraraya gelmeyi sağlayabilecek din hürriyetinin sınırları, bu örneklerde zorlanmakta hatta ihlal edilmektedir. Topluca ele aldığımızda da bu durum, bireyin eğitim, meslek, sosyal hayat gibi alanlarda katılımını zorlaştırıp, topluma katılmasına, onun bir parçası olmasına engel olmaktadır. Buradan nemalanan bir “üstü kapalı” ırkçılık ise genellemelerin ve önyargıların zeminini oluşturup kendisi de bu zemine takılı kalmaktadır. Her ülkenin geleceği ve huzuru, tesis edilecek olan toplumsal birlikteliğe bağlıdır. Özellikle de yoğun göç alan ülkelerde göçmenlerin eşit haklara sahip olmaları ve kendilerinin birey olarak saygı görmeleri, ayrıca bu konuda genel bir “toplumsal duyarlılığın” ve diğergamlığın var olması bu bağlamda büyük önem arzetmektedir. Bizleri derinden üzen bu tür olayları bir kez daha yaşamamayı ve her gün biraz daha aydınlanan olayların kalıcı önlemlerin alınmasına vesile olmasını ümit ederken, söz konusu cinayetlerde hayatlarını kaybedenleri bir kez daha rahmetle anıyor, kederli ailelerine başsağlığı ve metanet diliyoruz. DİTİB Yönetim Kurulu Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya “İslam düşmanlığı ve medyada İslam algısı” konulu 7. Dış İlişkiler Kursu gerçekleştirildi İslam düşmanlığı ve medya- ması üzerine çalışıldı. Bu yapılırda İslam algısı” konulu 7. Dış ken içerik, redaksiyon çalışmaları, İlişkiler Kursu gerçekleştiril- fotoğraf ve video gibi hususlar üzerinde duruldu. di Dış İlişkiler Kursu’nun yedinci Ayrıca “kaliteli medya”nın buluşmasında İslam düşmanlığı ve özellikleri üzerinde ağırlıklı olarak medya konusu ele alındı. İslam duruldu. “Dışilişkiler çalışmalaToplumu Milli Görüş Genel Sekre- rında metinler” adlı çalışma gruter Yardımcısı Engin Karahan’ın bunda ise “newsletter” oluşturulurİslam düşmanlığının tarihi ve se- ken dikkat edilecek en önemli nokbepleri üzerine yaptığı sunumun talar üzerinde duruldu ve farklı ardından Alman medyasında İs- “newsletter” örnekleri üzerine kolam algısı üzerine konuşuldu. nuşuldu. “Camide Dışilişkiler Ça3 Ekim’deki Açık Cami Günü lışmaları” adlı çalışma grubu ise (TOM) değerlendirilmesi ile baş- Kerpen Camii’nde çalışmasını layan kursta, katılımcılar yaptıkla- gerçekleştirdi. Bu Açık Cami Gürı çalışmalar, hazırlıklar ve günün nü’nün detaylı olarak değerlendirnasıl geçtiği ile ilgili tecrübelerini, diği bir çalışma oldu. tekliflerini aktardılar. Ardından Akşam devam eden programda katılımcı Nursen Elemenler idare- Almanya İslam Konseyi Başkanı sinde Tarık Ramazan’ın “Avru- Ali Kızılkaya ile biraraya gelindi. pa’da Müslüman Olmak” başlıklı Katılımcılar İslam Konseyi, Alkitabı üzerine konuşuldu. Müzake- manya Müslümanları Koordinasrede öncelikle İslam’ın Avrupa yon Konseyi, diğer İslami cemaatbağlamında yeniden tanımlanması ler ve Almanya İslam Konferansı tartışmaları konu edildi. hakkında sorularını yöneltme imArdından çalışma grupları bö- kanı buldular. Dış İlişkiler Kursu lümüne geçildi. Medya çalışma katılımcılarını topluma aktif katıgrubunda internet sitesi kurulması lım ve toplumsal aktörler olarak ile ilgili öğrenilenlerin uygulan- yer edinmeleri konusunda motive “ eden Kızılkaya, bu yönde gösterilen gayretlerle ilgili de, “Başarı bizim elimizde değil, fakat onun için gayret etme tamamen bizim elimizde” dedi. Bu ayki kursun sunumları toplantının ikinci gün olan Pazar günü gerçekleşti. IGMG Genel Sekreter Yardımcısı Engin Karahan, İslam düşmanlığının sebepleri ve tarihi kökenleri üzerine bir sunum yaptı. Sözlerine birlikte yaşadığımız Almanların korkularını anlama çağrısı ile başlayan Karahan, “İslam hakkında basmakalıp yargıların çoğu yüzyıllardır mevcut. Birçok politikacı ders kitaplarındaki belli bazı imajlar ile yetiştiler. Bu sayede sabit fikirlere sahip oldular” derken,“Entellektüel olanlarının birçoğunun dahi İslam hakkındaki bilgileri çok aşağı seviyelerde” değerlendirmesinde bulundu. Tarihte İslam’ın yayılma sürecinin şiddet ile bağdaştırılması ile ilgili “zorla din değiştirme, zorla vaftiz ve göç ya da ölüm arasında tercihte bulunmaya zorlanma gibi unsurlar içeren Hristiyan yayılma- sının bir nevi bugüne yansıtılmasıdır” değerlendirmesinde bulundu. Hristiyanlar açısından bakıldığında İspanya’nın geri alınmasının yüzyıldan fazla sürdüğü, Müslümanların anlaşmalar sebebiyle 1492’ye kadar dinlerini büyük ölçüde özgür yaşayabildikleri, fakat aynı özgürlüklerin Yahudi azınlık için olmadığını, zorla vaftiz edildikleri ve farklı muamelelere tabi tutulduklarını anlattı ve ekledi “Aslında daha sonra Endülüs’teki Müslümanların aynı kaderi paylaşacakları belliydi”. Daha sonra Avrupa’da İslam’ın imajı konusuna değinen ve bunun geçmişteki peygamberlik anlayışının güçlü izlerini taşıdığını belirten Karahan, “İslam putataparlık olarak görülmedi, aksine hristiyani bir yanlış öğreti, yani dinde bir sapkınlık olarak görüldü” dedi. Karahan İslam’ın “öteki” olarak yansıtıldığını, bunun siyasi güç çatışmalarının faydasına olduğunu ifade etti. “İslamlaşma” söylemi ile sorunları başka mecralara çekerek, ilgililerin meseleyi kendilerinden uzaklaştırmaya yönelik entegrasyon politikalarını eleştiren Karahan, esasen yapısal nitelikte olan sorunların, bu yolla yatırım meselesi olduğu, dini sebeplere dayandığı, dolayısıyla Müslüman ailelerden ve camilerden kaynaklı sorunlar olduğu iddia edilerek bunlara indirgendiğini ifade etti. Soru faslında ise gidişat üzerinde konuşulurken, Necla Kelek ve Thilo Sarrazin gibi esasen temelden yoksun yaklaşımların toplumda niçin karşılık bulduğu üzerine görüş alışverişinde bulunuldu. Ardından İslam’ın Almanya’da nasıl algılandığı üzerine tartışıldı. Yapılan ilk tespit İslam’ın bu algıda hiçbir rolü olmadığı, aksine başka bazı önemli konuların gündeme gelmemesini sağlamak için kullanıldığı idi. Katılımcılar FOCUS, STERN ve SPİEGEL dergilerinin İslam hakkındaki sayılarını kapaklarını incelediler. Sonuç olarak bu hususlarda tartışmaların Orta Doğu ve diğer meselelerde olduğu gibi dinileştirildiği ifade edilirken, klişelerin kullanılmamasına dikkat edilmesi, karalamalarda bunun başka şeyler için kullanıldığının gözden kaçırmamak gerektiği şeklinde değerlendirmelerde bulunuldu. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 15 haber Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir GMG Kuzey Bavyera Bölgesine bağlı olarak faaliyet gösteren Hof Ayasofya Camii Genişletilmiş İdareciler Toplantısı ve TİES Proğramı (Teşkilat idarecileri Eğitim Semineri) yaptı. Cemiyet Başkanı A.Can Yazgaç’ın Başkanlığında Ana teşkilat yöneticileri, Şube Gençlik Teşkilatı Başkanı Tahir Şerbet Başkanlığında Şube Gençlik Teşkilatı idarecileri, Şube Kadınlar Teşkilatı Başkanı ve Çalışma arkadaşları, Şube Kadınlar I sayfa 16 Hayat IGMG Hof Ayasofya Cemiyetinde TiES Programı Gençlik Teşkilatı Başkanı ve genç idarecilerin hazır bulunduğu TİES çok verimli geçti. IGMG Kuzey Bavyera Bölge Teşkilatlanma Başkanı Ahmet Turan Bilir ile IGMG Kuzey Bavyera Bölge Eğitim Başkanı Ali Sait Küçük`ün organize ettiği proğram açılış Kur’an-ı Keriminin okunmasıyla başladı. Ahmet Turan Bilir`in proğram hakkında bilgilendirmesinin ardın- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 dan Cemiyet Başkanı Ahmet Can Yazgaç bir selamlama konuşması yaparak katılımcılara hoş geldiniz dedi ve proğramı düzenleyen IGMG Kuzey Bavyera Eğitim Başkanlığına teşekkürün ardından, proğramın hayırlı olması dileklerini bildirdi. Proğramda IGMG Kuzey Bavyera Bölge Başkanı Bilal Demiroğlu ‘Temel Esaslar ve Teşkilat Modelimiz” isimli iki seminerin birbirine bağlı olarak sunumunu gerçekleştirdi. Daha sonra IGMG Kuzey Bavyera Bölge Eğitim Başkanı Ali Sait Küçük, “Teşkilatçılıkta ve idarecilikte karşılaşılan hastalıklar ve tedavi yolları” başlıklı bir sunumunun ardından soru ve cevaplarla devam edildi. Soru ve cevaplardan da anlaşıldıki, proğram çok verimli geçti. Kapanış Kur’an-ı Kerim ve dualarla son buldu. haber Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir GMG Rhein Neckar Saar Bölgesinin her yıl düzenlemiş olduğu gibi bu sene de Toplu Sabah Namazları programlarına Müslümanlar yoğun ilgi gösterdi. Walldorf Şubesinin ev sahipliğinde yapılan Sabah Namazları programı bir sezon boyunca değişik Camilerde Pazar günleri yapılmaya devam edilecek. Program ile ilgili IGMG Rhein Neckar Saar Bölge Başkanı Yaşar Cimşit yapmış olduğu açıklamada; “müslümanların her yıl olduğu gibi bu sene de hazırlamış olduğumuz programla Bölgemizde bulunan camilerimizde Pazar günleri Toplu Sabah Namazları kılınacaktır. Yoğun bir katılımın olduğunu müşahade ederek topluca Namaz ve Duadan sonra Ev sahibi Cemiyetimizin ikram etmiş olduğu kahvaltı ile çok bereketli bir hafta sonu geçirmiş oluyoruz. Aynı zamanda Gençlerimizin katılımı bizleri daha fazla memnun etmektedir. Bu faaliyetle hem Camilerimizin hafta sonu yoğun bir katılım ile şenlenmesini ve aynı zamanda Müslümanların birbirini görerek kardeşlik bağının güçlenmesine vesile olmaktadır. Toplu olan ibadetlerin bereketi ve feyzi daha fazla sevaba nail olacaktır. Bundan dolayı Müslüman kardeşlerimizi Sabah Namazları programlarımızı takip etmelerini öneririz” dedi. Eller Sabah Namazında I Toplu Olarak Dua’ya Açıldı IGMG Eğitim Başkanlığı’ndan Dört Yeni Kitap 7 ve 8 yaş grubuna yönelik Temel Bilgiler Hazırlık Serisi 1 ve 2 kitapları çıktı. Kitaplar Avrupa’daki çocuklarımızın Türkçeleri gözönünde bulundurularak; kolay anlayabilecekleri bir dil, üslup ve metod uygulanarak, didaktik ve pedagojik bir yapıda hazırlandı. Türkçe dersinin önemine binaen Türkçe dersine daha fazla ağırlık verilmiştir. Türkçe dersinin yanısıra seviyeye uygun, temel olarak İtikat, İbadet, Siyer ve Ahlak konuları işlendi. IGMG Eğitim Başkanlığı tarafından gerçekleştirilen ‘Hikayeler Yarışıyor’ yarışmasında dereceye giren hikayelerden birisi olarak yayınlanan ‘Karlı Bir Park Macerası’ hikaye kitabı çıktı. Hikayelerde Avrupa’da yaşayan çocuklarımız kendi çevrelerinden inanç ve kültürlerini yansıtan değişik motifler bulacaklardır. Gençlik Eğitim Serisinin 2. Kitabı olan ‘Güzel Konuşma ve Yazma’ kitabı çıktı. İslam Toplumu Milli Görüş Eğitim Başkanlığı Eğitim Müfredatları dahilinde belirli bir eğitim seviyesi kazandırılmış gençlerin ana dillerini destekleyici ve güzel konuşma, güzel hitap etme becerilerini geliştirebilecekleri bu çalışmanın ana hatları Gençlik Teşkilatı Eğitim Birimi ile birlikte hazırlanılmış olan faydalanabilecek önemli bir çalışma olmuştur. Sipariş İçin Bu kitap sayesinde Avrupa’da yetişmiş gençlerimiz Türkçe dilini daha iyi konuşabilme, yazabilme becerisi kazanacak ve kendisinden sonraki nesillere sağlıklı bir dil aktarımında etkin olacaklardır. sayfa 18 Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Hayat Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya M. Hulusi ÜNYE Evlilik; Cennette de Devam Edecek Bir Akid Evliliğin diğer bir önemli yararı da sahih nesebin korunmasıdır. Meşrû evliliğin bir an için kalktığını düşünecek olursak toplumda ebeveyni belirsiz, edep ve erkandan yoksun, hiçbir fazilete sahip olmayan neslin ortaya saçılmasını görürüz. Ayrıca toplumun ahlâk açısından çözülmemesine ve bozulmamasına yardımcı olan tedbirlerden en önemlisi meşru evliliklerdir. vlilik, bir erkekle bir kadın arasında dinimizin kabul ettiği prensipler dahilinde yapılan akid (anlaşma) olarak tarif edilir. Evlilik, dinimiz nazarında ibadet olarak da kabul edilir. Bu akid, öyle bir akiddir ki, Fıkıh kitaplarımızın bazılarında; “Bizim için Hz. Adem’den bu güne kadar, meşrû olarak devam edegelen ve Cennette de devam edecek olan iki şey vardır; bunlardan birincisi, evlenme; diğeri imandır” diye yazıl- E mıştır.1 Evlilik, dinimizde meşru yani helal bir anlaşmadır ve birçok sebeble bu akde ihtiyaç vardır. Kur’an-ı Kerim’de Yaratıcımız olan Allah Celle; “Kaynaşmanız için size kendi (cinsi)nizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet peyda etmesi de O’nun (varlığının) delillerindendir. Doğrusu bunda, iyi düşünen bir kavim için ibretler vardır.”2 buyurarak evlilik müessesesinin kurulmasının Kendisinin varlığının işareti saymıştır. “Aranızdaki bekarları, kölelerinizden ve cariyelerinizden elverişli olanları evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi lütfu ile onları zenginleştirir. Allah, (lütfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir.”3 ayetinde ise durumu müsait olanların evlenmesini emretmiştir. Buna karşılık olarak kurulmuş olan aile müessesesinin yıkılması Allah’ın sevmediği helallerden sayılmıştır. Evlilik müessesesinin kurulması konusunda Peygamber Efendimiz (s.a.v) ise daha kati ifadeler kullanarak şöyle buyurmuştur: “Evlenmeye gücü yetip de evlenmeyen benden (benim ümmetimden) değildir.”4 Çünkü evlilik, İslam’ın vadettiği dünyada ve ahirette saadete bizi ulaştıracak vesilelerden biridir. Bu nedenledir ki, “Evlilikle meşgul ol- mak kendini nâfile ibadetlere vermekten daha faziletlidir. Çünkü evlilikte nefsi haramdan koruma ve çocuk yetiştirme gibi önemli hususlar vardır” denilmektedir.5 İslâm’ın temel esaslarından biri de evliliğin fıtri bir olgu olarak kabul edilmesidir. Bundan dolayı, dünyadan elini eteğini çekerek yalnız başına yaşama ve evlenmeme; insanın yaratılışı ile çatıştığı, onun nefsi isteklerine ve karakterine ters düştüğü için İslam, bütün bunları hoş görmemiştir. Konu ile alakalı olarak bir başka hadis-i şerifte “Allah’a yemin olsun ki ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve O’ndan en fazla sakınanızım; fakat ben zaman zaman oruç tutar ve iftar ederim; namaz kılar ve uzanıp yatarak istirahatte bulunurum; kadınlarla da evlenirim. Benim sünnetimden yüz çeviren benden (benim ümmetimden) değildir”6 buyurulmuştur. Gerçekten de Allah Resulu’nün hayatına baktığımızda onun, toplumu aşırıya kaçacağı konularda kontrol altında tutmak ve insan nefsini düzeltmek gibi hususlarda ne denli titizlik gösterdiğine şahit oluruz. Onun bu konuda titizlik göstermesinin temelinde, insanın fıtri gerçeğinin anlaşılması ve beşeri arzu ve isteklerine cevap verme duygusunun yattığını görürüz. Böyle olunca evlilik ve benzeri İslâmi akidler sayesinde hiçbir ferd yaratılışının ötesine geçemez, gücü ve imkanının dışında gayret sarf edemez; tam aksine orta yolda, sağa sola sapmadan yürür. Evlilikte ayrıca sosyal maslahat ve yararlar söz konusudur. Bu maslahat ve yararların başı insan neslinin korunmasıdır. Zira evlilik sayesinde, insan nesli çoğalarak devam eder ve nesiller birbirini izler. Bu suretle de insanın yeryüzü halifeliği devam eder. “Allah size kendi nefislerinizden eşler yarattı, eşleri- mhulusiunye@hotmail.com nizden de sizin için oğullar ve torunlar yarattı...”7 ayeti bunu gayet güzel bir şekilde izah buyurmaktadır. Evliliğin diğer bir önemli yararı da sahih nesebin korunmasıdır. Meşrû evliliğin bir an için kalktığını düşünecek olursak toplumda ebeveyni belirsiz, edep ve erkandan yoksun, hiçbir fazilete sahip olmayan neslin ortaya saçılmasını görürüz. Ayrıca toplumun ahlâk açısından çözülmemesine ve bozulmamasına yardımcı olan tedbirlerden en önemlisi meşru evliliklerdir. Evlilik kurumunun sağlıklı bir şekilde devam etmesi de önemlidir. Onun için de daha evliliğe ilk adım atılırken Peygamberi uyarılara kulak vermek gerekir. Buhâri ve Müslim’in beraberce nakletmiş oldukları bir hadis-i şerifte, evlenilecek bir insanda dört meziyet arandığını ve en önemli meziyetin de “dindarlık ve güzel ahlaka sahip olmak” olduğunu öğreniyoruz.8 Dindarlık ve güzel ahlaka sahip olması gereken sadece kadın veya sadece erkek olmayıp, hem kadının hem de erkeğin her ikisinin de bu özelliklere sahip olması arzulanır. Hatta bu vasıfların damat adayında öncelikle bulunmasının lüzumu da ifade edilmiştir ki bu hususta İmam Gazzali (rhm) şöyle der: “Kadına eş seçiminde daha duyarlıklı davranmak gerekir. Çünkü kadın nikah sebebiyle bir yerde hürriyetinin bir kısmını kocasına devretmiştir. Bir insan kızını fasık, facir ve alkolik birisiyle evlendirirse dinde cinayet işlemiş, kızına ait sıla-i rahmi kesmiş olmakla Allah’ın gazabına ulaşır”.9 Kızını nasıl bir erkekle evlendirmesinin uygun olduğunu soran bir kişiye Hz. Hasan (ra) Efendimiz, “Onu takva ehli birisi evlendir. Severse ikram eder, sevmez- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 19 dosya Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir se ona zulmetmez” buyurmuştur. Evlilik kurumu oluşturulurken, yukardaki hususlar göz önünde bulundurulmakla birlikte, “Allah’ın emri, Peygamberin sünneti” dile getirilerek başlayan kız isteme adeti, İslami kurallara dikkat ederek nişan ve düğün yapmak suretiyle hayırlı işi neticelendirmek de gerekir. Nişan ve düğünler konusunda aslında çok uzun bir örf ve adet oluşmasına rağmen, her alanda olduğu gibi, bu konuda da başka kültürlerin etkisi altında kaldığımız bir gerçektir. Anadolu’da “Ölüye giden ağlar, düğüne giden oynar” diye bir atasözümüz var. Meşru çerçevede nişan ve düğünlerde eğlenmenin cevazına imkan sağlayan sünnetten işaretler de söz konusudur. Bir bayKamuoyuna Duyurulur Büyük ve haklı bir ilgiyle izlenilen Köln Merkez Camii’nin inşaatı son aşamasına doğru giderken DİTİB, projenin mimarı Paul Böhm ile anlaşmasını “önemli nedenlerden dolayı” derhal feshetme yoluna gitmiştir. Alman basınında anlaşmayı feshetmesiyle ilgili türlü spekülasyonların yürütüldüğünü gören DİTİB, bu spekülasyonların önüne geçmek amacıyla 27.10.2011 tarihinde bir basın toplantısı düzenleyerek anlaşmanın feshini gerektiren nedenleri açıklamıştır: “Senenin başında mimar Paul Böhm ile anlaşılan hedeflere ulaşılamayacağı kanaatine varan, zira inşaat aşamalarında gecikmelerin yaşanıp terminlerin sürekli ileriye atıldığını, inşaat maliyetinin katlandığını, ayrıca inşaatta kubbe yüzey beton dilimlerindeki renk uyumsuzluğu, yine beton dilimlerin simetrisinde sapmalar, cam cepheleri taşıyacak olan çelik konstrüksüyonun yanlış monte edilmiş olması, caminin özellikle ana giriş cephesindeki beton dilimlerde simetri hataları gibi önemli derecede hata ve eksikliklerin yapılmış olduğunu gören DİTİB, bunun üzerine, gerekli incelemeleri yapması üzere önce Arndt Plus Bilir Kişi Bürosu’nu, ardından Buse Heberer Fromm Avukatlık Bürosu’nu görevlendirmiş, bu uzmanlar neticede gecikme, maliyet artışı ve inşaat hataları gibi şikayet konularının çoğunun Paul Böhm Mimarlık Bürosayfa 20 ram gününde bizzat Efendimiz (as)’ın bulunduğu ortamda Medineli genç kızların destan şiirlerini musiki ile terennüm etmeleri, yine Mescid-i Nebevi’de kılıç kalkan ekibinin gösteri yapması bunlardan bir kısmıdır. Ayrıca Hz. Aişe (ra)’dan gelen “Nikahı ilan ediniz ve bu ilan işini camide yapınız, düğünde def çalarak bu ilanı her tarafa yayınız” hadisi ile “Haram ve helal olan kadın erkek birleşmesini def sesi ayırır” hadisinden nişan ve düğünlerde bir nevi musiki aleti olan “def”in kullanılabileceğini öğreniyoruz. Yine Hz. Aişe (ra) validemizin aktardığı bir hadis-i şerifte, içinde gayr-i meşru sözlerin yer almadığı şiirlerin de musiki ile okunabileceğini görüyoruz. Hz. Aişe (ra) validemiz şöyle anlatıyor: “Bir gün bir Ensar kardeşimizin düğününden gelmiştim. Peygamberimiz (as), “Ey Aişe, düğünde “lehv” (şarkı, türkü) yok mu idi? Çünkü Ensar “lehv”i (şarkı ve türküyü) sever” diye sordu. Ben “Ya Rasulallah neler söyleyebilirdik?” diye sordum. Şöyle şöyle söyleyebilirdiniz dedi ve şunları ifade buyurdu: “Biz size geldik, size geldik, bize selam verin biz de size selam verelim. Kırmızı altınlar olmasaydı, sahralar boşalmazdı; esmer buğday olmasaydı, kızlarımız serpilmezdi.” Bütün bunlardan anlıyoruz ki, nişan ve düğünlerimizde hikmetli ve güzel nasihatlerde bulunan şiirleri, def ve benzeri çalgı aletleri eşliğinde icra etmenin herhangi bir sakıncası yoktur. Hayat Müslümanlar biraz daha hassas davranmak suretiyle, İslam’ın çizdiği helal dairesi içinde kalarak eğlenebilir, geçmişte olduğu gibi bugün de kendilerine yakışan nişan ya da düğün merasimleri düzenleyebilirler. Ve böylece temelleri sağlam bir aile binası kurmuş oluruz. Kaynaklar: 1 İbn Âbidin, III, 3 2 Rum, 30:21 3 Nûr, 24:32 4 Beyhaki ve Taberani 5 İbn-i Âbidin, III, 3 6 Buhâri, Nikâh, 1; Müslim, Sıyâm 74, 79 7 Nahl, 16:72 8 Buhâri, Sahih, VI, 123; Müslim, Sahih, II. 1086 9 İhya-u Ulumiddin, Nikah ve Adabları Bölümü DiTiB’den Önemli Duyuru su’ndan kaynaklandığını tespit etmiştir.” DİTİB bunun üzerine bilir kişi bürosu tarafından hazırlanan ve çok sayıda hata ve eksiklikleri sıralayan raporu geçtiğimiz Temmuz ayında Paul Böhm’e tebliğ ederek kendisini bu raporda zikredilen hataları düzeltmesi, aksi takdirde anlaşmanın feshedileceği konusunda uyarmıştı. Kendisine verilen mühleti boşa geçirip hataları düzeltmeyen mimarla DİTİB sonunda yollarını ayırma durumunda kalmıştır. Alman basınında, bu haklı gerekçeleri açıklamamıza ve inşaat sahibi olarak ancak mimarın zik- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 redilen teknik hatalarını düzeltmeme konusundaki ısrarından dolayı ve bizlere bundan doğacak zararlardan kaçınmak adına böyle bir yola başvurma durumunda kaldığımızı izah etmemize rağmen, spekülasyonlar ve çarpıtılan haberler halen devam etmektedir. Bu haberlerin asılsız olduğunu, inşaatın durmadığını ve durmayacağını, hatta çalışmaların halihazırda DİTİB’in mimar ve mühendisler ekibinin koordinesinde ve ihalesi verilen tüm inşaat şirketleriyle devam ettiğini, iddia edilenin aksine şantiyede görevli mimar, mühendis ve teknik ekip dahil hiç bir inşaat şirketine borcu- muzun olmadığını, taraflara paralarının hakedişe göre ödenmiş olduğunu, kimsenin haklı bir talebinin kalmadığını, ayrıca teknik sorunların inşaatın durdurulmasını gerektirmediğini, zira bunun ancak statikle ilgili bir sorunun yaşanması durumunda söz konusu olabileceğini, inşaatta ise geçtiğimiz Ramazan ayında camimizin bir kısmını ibadete açtığımız/açabildiğimizden de anlaşılacağı üzere statik sorununun olmadığını, bunun Belediye İnşaat Dairesi (Bauaufsichtsamt) tarafından aldığımız inşaatın bir kısmını hizmete açma izniyle de onaylanmış olmasını bu vesileyle hatırlatmak isteriz. Diyanet İşleri Türk İslam Birliği, değerli vatandaş ve cemaatimizin hayırlarıyla yapılan bu projemizde meydana çıkan hataların bizlere fatura edilmemesi adına böyle bir adıma başvurma durumunda kalmıştır, bu konuyla ilgili haklarını ve haklarımızı sonuna kadar da arayacaktır. Sizlerle ve sizler için yola çıktığımız bu hizmet yarışında, sizlere karşı olan sorumluluk bilincimizin bir gereği olarak attığımız bu adımda projemizi öngörülen tarihe yetiştirecek şekilde hareket ettiğimizi bilmeniz de bu durumda bizleri mutmain edecektir. Kamuoyuna saygıyla duyurulur DİTİB Yönetim Kurulu Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya İslam’ın Tanınması İçin Yasal Bir Engel Yok lmanya’daki müslümanların üçte birinden fazlasının yaşadığı ve 320 bin müslüman öğrencinin bulunduğu Kuzey Ren Vesfalya (KRV) eyaletinde İslam din dersleri yasa tasarısı meclisteki son virajlarını alıyor. Tasarının sahibi SPD-Yeşiller hükümeti ve destek veren anamuhalefet CDU, yıl sonuna kadar tasarıyı yasalaştırıp, 2012 başından itibaren uygulamaya koymayı planlıyor. Ancak, anayasanın 7. maddesi 3. bendinin öngördüğü, resmen tanınmış inanç grubu, dini cemaatin din dersinin içeriğini belirleme yetkisini oluşturulacak danışma kuruluna (Beirat) devreden tasarıya müslümanlar kuşkuyla bakıyor. Hükümet tarafından, “geçiş çözümü” olarak nitelendirilen tasarının uygulamasının bitmesi konusunda her hangi bir tarih zikredilmemesi ise, formülün kalıcı olabileceği şüphelerini akla getiriyor. Tasarıyı, konuyla ilgili ilk sesini yükselten isim olan Almanya İslam Konseyi (Islamrat) Başkanı Ali Kızılkaya ile konuştuk. Arkadaşımız Ziver Ermiş`in Zaman Gazetesinde de çıkan röportajını sunuyoruz. Ali Bey, öncelikle sizi ve Almanya İslam Konseyi’ni daha yakından tanıyabilir miyiz? 1963’te Kayseri’de doğdum. 37 senedir Almanya’dayım. Eğitimimi A Almanya’da aldım. Bremen Üniversitesi’nde okudum. Islamrat, yani İslam Konseyi 1985 yılında Almanya’daki Müslümanları tek çatı altında toplamak ve dini ihtiyaçlarını daha iyi bir şekilde gidermek, Alman devletine karşı Müslümanlar adına muhatap olmak için kuruldu. Tabi bizden sonra başka kuruluşlar da kuruldu. Kardeş kuruluşlar oldu, onlarla da beraber çalışıyoruz. Kuzey Ren Vestfalya’da eyalet Okul-Eğitim Bakanlığı ile İslami çatı kuruluşu Almanya Müslümanlar Koordinasyon Konseyi (KRM) arasında İslam din derslerinin verilmesi konusunda anlaşma sağlandı. Fakat hükümetin bunu uygulamak için ayrı yasal düzenleme talebine siz diğer tüm inanç gruplarına uygulanan yasa bize de uygulansın diyerek karşı çıktınız. Bu noktaya nasıl gelindi? Orada İslami kuruluşlara yasa tasarısı için adeta boş kağıda mı imza attırıldı? Tabi boş kağıda imza atmamız mümkün değil. Göçün 50. yılında Almanya’da Müslümanların konumuyla ilgili geçmişten bugüne baktığımızda şunu görüyoruz; Öncelikle yasadaki “cemaat” tabiri Türkiye’deki anlamda değil, inanç grubunu kurumsal temsil anlamında kullanılıyor. Almanya’da İslami kuruluşlar, Almanya tarafından hukuk tabiriyle cemaat olarak algılanmak istenmiyor. Oysa yasal olarak buna engel bir şey yok. İslami kuruluşlar olarak temel uğraşı alanımız İslam din dersi değil. İslam din dersi çok önemli olmakla beraber, Müslümanların Alman toplumunda hem birey olarak, hem de din olarak İslam dininin eşit muamele görmesi. Burada öne çıkan konu ise İslam din dersi. Almanya’da din dersi bir haktır. Anayasa’nın 7. maddesi 3. fırkasına göre dini cemaatle devlet mutabakat içinde, içeriğini dini cemaat belirleyerek, devlet de alt yapısını sağlayarak, din dersi verir. Bu haktan şu anda, resmi istatistiklere göre 800 bine yakın Müslüman öğrenci bu hakka teorik olarak sahip. Ama pratikte mahrum. 20-30 senedir bunun mücadelesi veriliyor. Ama hiç bir sonuç alınamamıştı. Sonunda KRV’de somut bir şey çıkınca herkesi heyecanlandırdı. Alman İslam Konferansı’nda, İslam din dersi, İslami cemaat hukuki anlamda dini cemaat kabul edilmeden kuruluşlarla yapılmasını tavsiye eden bir fikir ortaya atıldı. O gün, konferansa katılan bütün İslami kuruluşlar bunu reddetmesine rağmen, konferansın sonuç bildirgesine alındı. CDU hükümetinin bu projesi KRV hükümeti tarafından önümüze getirildi. Bütün İslami kuruluşlar buna mesafeli yaklaştık. Mesafeli yaklaştık diyorsunuz ama imza attınız. Neden imzaladınız? Şubat ayında bakanlıkla anlaşma üzerine yapılan ortak açıklamayı iyi okumak lazım. Hükümet, biz KRV’de yaşayan öğrencilere din dersi vereceğiz, dini cemaat sorunu çözülmedi diyordu. Dini kuruluşlara mesafeli, tereddütlü bir yaklaşım var. Ortak bildiride bizim dini cemaat olduğumuzu, bunun böyle bilinmesi gerektiğini ifade ettik. Orda alınan karar şu; biz bu süreç içinde müzakereler yoluyla, ümit ediyoruz ki; dini cemaat artık kabul ederler. Hükümet tarafının savunduğu şey, müslümanların cemaat olarak kabul edilmesi zaman alacak. Ama İslam din dersleri acil, bunu çözelim. Bunu çözmek ötekine engel değil. Hazırlanan tasarıda nasıl bir mahsur, bir engel görüyorsunuz ki, karşı çıkıyorsunuz? Müslümanların cemaat olarak tanınmasını engelleyecek mi? Birincisi, bir hakkın teslim edilmemesi. Yani siz dini cemaat olduğunuz halde bunu zamana bırakmak. İkincisi; bunu bir kanun şeklinde hazırlamak sizi, dolaylı olarak dini cemaat olmadığını hükümet nazarında tescil edilmiş bir görüntü veriyor. Tabi karşı taraf bunun öyle okunmamasını söylüyor ama, bu iş yürürlüğe girdiği zaman muğlak ifadeler çeşitli yorumlara sebep vererek müslümanların konumunu zayıflatabilir. Üçüncüsü de; özel bir kanuna gerek yok. Böyle bir kanun yapmadan müslüman kuruluşlarla bir anlaşma yoluyla yapılması mümkün. Kısmen Aşağı Saksonya Eyaleti’nde ilerleme var. Bu yasa müslümanları temsil, resmi muhatap konusunda, geleceğimizi adeta ipotek altına alır mı, almaz mı? Bunu da iyi düşünmek lazım. Biz iyi niyetle, yasada hakkımızı fazla kısıtlamayan bir yöntem bulmalarını ümit ediyoruz. Meclisteki uzmanları dinleme toplantısında (Anhörung) pozisyonumuzu söyledik. Dikkat ederseniz dini cemaat olarak okullarda din dersi tecrübesi olan Hıristiyan kiliseler bu yasaya eleştirel yaklaşıyorlar. Daha önce başka farklı inanç gruplarına din dersi hakkı verilirken ayrı bir yasal düzenlemeye gerek görülmedi. Kaldı ki tasarıyla, dini cemaatin yetkileri oluşturulacak danışma kuruluna (Beirat) devredilmiş olmuyor mu? Zaten yetki o kurula devrediliyor. Bu din devlet ilişkilerini düzenleyen yasa ile çelişiyor. Hatta anayasa ile de çelişiyor. Çünkü, dini cemaatin, temsil ettiği müslüman kitle adına kullandığı yetkiyi başkalarıyla paylaşmaya zorlanıyor. Beirat formülü, hükümet açısından da uygulaması zor bir formül değil mi? Dört bağımsız üye konusunda önerilecek her ismi İslami kuruluşların kabul etmesi mümkün olmayacak. Sizin istediğinizi de hükümet istemeyebilir. Onu uygulama gösterecek. Çok sıhhatli bir çözüm olmadığını zaten söylüyoruz. O zaman bu yasa tasarısı, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliğine karşı çıkanların önerdiği “İmtiyazlı ortaklığa” benziyor diyebilir miyiz? Şöyle diyelim, imtiyazlı ortaklık görüntüsünde bir şey. Tam üyelik değil. Çünkü siz dini cemaat olduğunuz halde dini cemaat olarak muamele görmüyorsunuz. Ama dini cemaate yakın yetkileri kullanacaksınız. İyi niyet var, bir şeyler yapılmak isteniyor. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 21 dosya Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Bazı haklar teslim edilmek isteniyor, ama neden hak edilen şekilde verilmiyor. Bunu sormak lazım. Elbette İslami kuruluşların ufak tefek eksikleri var. Ancak bunların özel yasayı gerektirecek boyutta olduğunu düşünmüyorum. Tasarı konusunda uzman dinlemesi Anhörung’da uzmanların tutumunu nasıl buldunuz? Uzmanlar, özellikle hukukçular bu işe çok mesafeli yaklaşıyorlar. Hatta bizim tezlerimizi tamamen desteklediğini söyleyebiliriz. Sadece hukukçular değil, kilise hukukçuları, kilise yetkilileri de, bu durumun olsa olsa geçici olarak katlanılabilir bir eksik uygulama, bir farklı uygulama görüyorlar. Geliştirilen formül “geçiş çözümü, geçici çözüm” olarak nitelendiriliyor. Fakat, “Yasa şu tarihe kadar geçerlidir, o tarihten sonra İslami kuruluşlar şu şartları yerine getirmişse cemaat olarak tanınır ve o uygulamaya geçilir” gibi bir tabir yok. 2018’de uygulamaya bakılacak deniliyor sadece. Dolayısıyla kalıcı olabileceği endişesi mi var? Zaten endişelerimizin başında bu geliyor. Şu ana kadar gördüğümüz, müslüman kuruluşların dini cemaat olup olmadığı yaklaşımı genelde hukukiden çok siyasi duruştan bakıldığındandır. Almanya müslümanları gerçek anlamda entegre etmek istiyorsa, o zaman gerçekten eşit muamele yapmak zorunda. Anayasa nasıl öngörüyor, başka dini cemaatler nasıl yapıyorsa o yetki bize de verilsin. Daha fazla yetki istemiyoruz. Bütün bu eksik taraflarına rağmen İslam din derslerinin verilmeye başlanması pozitif -bir gelişme değil midir? Yoksa 30 yıl daha mı bekleyeceksiniz dedi hükümet size? Bu çok zor bir karar. Siyah beyaz değil. Ne kadarına katlanırsınız, ne kadar süre katlanırsınız? Çocuklarımız gerçekten bu din dersinden artık mahrum kalmasın. Nesiller okulları bitirdi hala din dersi görmeden. Biz istiyoruz ki; bu haktan hiç bir çocuk mahrum kalmasın. Ama kendimizi dara sokup, baskı altında hissedip de artık bir şeyler olsun, ne olursa olsun mantığı çok mesuliyetli bir yaklaşım olmaz. Ali Bey, hem Milli Görüş, hem de Islamrat olarak söylemlerinizin çok sert olduğuyla, olaylara çok kötümser veya negatif bakmakla eleştiriliyorsunuz. Maksadımız bağcıyı dövmek değil. İslam konferansı eleştirimizde haklı olduğumuzu görüyorum. İslam konferansı şu anda önemini kaybettiği gibi, kalan kısmıyla sadece güvenlik zirvesine dönüştü. Bu ne müslümanla- sayfa 22 rın istediği, ne de adil düşünen insanların kabul edebileceği birşey. Tasarı yasalaşacak, İslam din dersleri önümüzdeki yıl başlayacak gibi görünüyor. Yasada son tarih olmasa da, 2018 yılından sonra da bu şekilde devam eder ve geçici olmazsa, bizzat hükümet anayasayı çiğnemiş olmayacak mı? Bu süreç başladığı zaman ister istemez yoluna girmeyecek mi? Bu süreçte önemli olan müslüman kuruluşların birlik ve beraberliği. Dini cemaati dahil etmeden anayasaya uygun şekilde din dersi verilmesi mümkün değil. Müslümanların ortak tavır sergilemesi önemli. Buradan şunu mu çıkarmalıyız; oluşturulacak Beirat’a, müslümanların aleyhinde birileri önerilirse, resti çekeriz mi diyorsunuz? Müslümanların yüzde 100 aleyhine olan bir şeyi hiç birimiz kabul etmeyiz. Onun şansı olmaz. İslami kuruluşlar, yani dini cemaat olmadan din dersi mümkün değil, anayasa da bunu öngörüyor çünkü. Dini cemaat olarak tanınmak da, televizyon denetleme kurullarında yer almak, vergi toplamak gibi hakları hemen beraberinde getirmiyor. Sonuçta bütün bunlar bir süreç meselesi değil midir? Önemli olan size bir hakkın verilmesi. Bu hakkı kullanıp kullanamayacağınız ayrı bir konu. Mesela size din dersi hakkı verildi, yeterince öğretmeniniz yok. O zaman öğretmen yetiştirmeye başlarsınız. Ama dini cemaat statünüz kabul görmeden ve gereği yapılmadan diğer hazırlıkları yapamıyorsunuz. İslami kuruluşların dini cemaat özelliğini taşımadığı bildiriliyor. Ama Almanya Alevi Birlikleri (AABF), dini cemaat olarak tanınabiliyor. DİTİB, Milli Görüş gibi İslami kuruluşlar AABF kadar dini hizmet vermiyor mu, üyesi mi yok? Siyasette maalesef bu örnekte olduğu gibi çok açık çifte standart uygulanabiliyor. Farklı titizlik gösterilebiliyor. Biz bunu hükümet partileri mensuplarına sorduğumuz zaman onlar, “İslami kuruluşların teolojik olarak bir birinden pek bir farkları yok. O zaman niye ayrı ayrı teşkilatlanmışlar. Alman kamuoyu farklı teşkilat olmalarının nedeninin politik olduğunu düşünüyor” diyerek tanımanın önündeki engeller arasında gösterdiler. Siz ne diyeceksiniz? Buradaki dini kuruluşların hepsi dini faaliyet yapıyor, cami faaliyeti yapıyor. İyi niyetle yaklaşması lazım siyasetin. Bu kuruluşlar dün kurulmuş kuruluşlar değil. Hepsi cami bazında Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 dini faaliyet yapıyor. Müslüman kuruluşlar tek tek, biri, ikisi, dördü tanınsa mı daha iyi, KRM çatısı altında mı tanınsalar daha iyi? Çünkü bazı politikacılar KRM’nin bir tüzüğünün bile olmadığını, tanınmasının mümkün olmadığını söylüyorlar. KRM’nin neden dört yıldır bir tüzüğü yok? Biz birlik ve beraberlik içinde ancak sorunları çözebileceğimize inanıyoruz. KRM’nin kuruluş felsefesi eyaletlerde ortak dini cemaat oluşturmaktı. Bu konuda maalesef hedefimizi yakalayamadık. Ama başarılı olmak istiyorsak, ki herkes istiyordur, bunu gerçekleştirmemiz ve eyaletlerde ortak dini cemaat yapısını oluşturmamız lazım. Hem tartışmaların önünü keseriz. Şu anda alternatifler çok olduğu iddiasıyla bazı çözümler tıkanabiliyor. Soruma tam cevap vermediniz; neden dört yıldır bir KRM tüzüğü oluşturamadınız? KRM’nin maksadı, kendisinden ziyade eyaletlerde cemaat oluşturmaktı. Örneğin KRV’de ortak bir dini cemaat oluşturmak. Tüzüğümüz yok ama iç tüzüğümüzde diyor ki; KRM’nin gayesi eyaletlerde dini cemaat oluşturmak, mevcut dini cemaat varsa bunları takviye ederek ortak tüzükte birleştirerek, mevcut dini cemaat yapısını desteklemek. Çok gayret ettik ama, bu hedefimizi çeşitli sebeplerden dolayı yakalayamadı. Engel nedir? Biraz daha zaman istiyor anlaşılan. Bazı kuruluşlarımız bu konuda biraz daha zamana ihtiyaç duyuyor. İslam din dersleri ve İslam ilahiyat kürsülerinde Alman tarafının asıl istediğinin Alman veya Avrupa İslam’ı, “Euro İslam” söylemiştiniz. Alman basınında da benzer içerikli yazılar yayınlandı. KRV’deki tasarı için Alman basını, “Müslümanlardan çok Hıristiyanlar istiyor” şeklinde haber yayınladı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Elbette Almanya bunu resmen söylemese de, Euro İslam veya Alman İslam’ı istediği gözleniyor. Geneldeki uygulamaya bakarsanız, entegrasyondan çok ıslah politikası bunlar. İslam Konferansı yapıyorsunuz, İslam eleştirmeni olarak bilinen, kısmen İslam’a düşmanca tavır takınan insanlarla oturup cami hayatını tartışıyorsunuz. Camiye gidip gitmediği meçhul insanlar, sizin camilerinizin, vaazların nasıl olması gerektiğini tartışıyor. Bunlar güven arttırıcı girişim ve politikalar değil. Bilim adamlarının da dillendirdiği şekilde; ıslah etmek için uğraşıyorlar. İslah etme iddiası bile rencide edici bir şey. Neyi, kimi ıslah ediyorsunuz? İncitici bir tu- Hayat tum. Euro İslam’la nasıl bir İslam arzu ediliyor? Almanya’nın “değerleriyle” çelişmeyen, yani basit ifadeyle suya sabuna dokunmayan bir şeyin arzu edildiğini görüyoruz, hissediyoruz. Sadece Euro İslam değil, bir nevi kontrollü yani. Peki, Islamrat’ın İslam Konferansı ve ilahiyat danışma kurulundan dışlanmasıyla, “Biz ne dersek dinleyin, yoksa sonunuz bu olur” mesajı mı veriliyor? Yani burada dolaylı bir müdahale var. Yönlendiriyorsunuz. Kendinize daha yakın diye düşündüğünüz, beklentilerinize daha yakın gördüğünüz bir dizayn yaparsanız, bu uzun vadede çok kabul göreceğini düşünmüyorum. Müslüman teşkilatların eksiklerinden bahsetmiştiniz. Size göre en büyük eksikler nelerdir? Bir çok sorunlar var. Öncelikli olarak birlik ve beraberlik. Haksız uygulamalara karşı beraber tavır alırsanız, kamuoyunda daha çok ciddiye alınırsınız. Sadece söylem yetmiyor, bir duruş, bir tavır gerekiyor. Bensiz yapılmayacak bir işe katılıp da, o haksızlığın benim bulunduğum ortamda karara bağlanmasına fırsat ve adeta meşruiyet vermemem lazım. İslami kuruluşların katılmadığı bir konferansa, İslam Konferansı ismini bile kullanmakta zorlanırlar. Islamrat ve ZMD 90’lı yıllarda tanınma konusunda bir dava açmış ve kazanmış. Onu anlatabilir misiniz? ZMD ile beraber din dersi için KRV Eğitim Bakanlığı’na dava açtık. 2005 yılına kadar sürdü. Federal İdare Mahkemesi’ne kadar gitti kademe kademe. KRV hükümeti, çatı kuruluşları dini cemaat olamaz diye bizim müracaatımızı reddetmişti. Federal İdare Mahkemesi; “çatı kuruluşlar da dini cemaat olabilir, sen tekrar incele” dedi. KRM oluşmaya başlayınca biz, daha geniş kitleyle müracaat ederek, bu işi mahkeme yoluyla değil de, siyaset yoluyla çözelim diye, iyi niyet göstererek davayı dondurduk. Hükümet din dersi vereceğiz diye koalisyon anlaşmasına koyunca biz de ümitlendik. O yolla da bu hak alınabilir o zaman? Anayasa çerçevesinde bütün yollar açık. KRV’de bundan sonraki duruşunuz ne olacak? Yasayı beklemek lazım. Yasadan ümidimiz, öne sürdüğümüz eksikliklerin giderilmesi ve müslümanları tatmin edici bir noktaya gelmesini ümit ediyoruz. Bizim taleplerimiz hep anayasa çerçevesinde. Fazla şey, ayrıcalık istemiyoruz, eşitlik istiyoruz. haber Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir asene – IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V. 2011 Kurban Kampanyası bağlamında Somali’de 12.258 adet kurban kesildi. 15 kişilik ekibin kesim gönüllüsü olarak bulunduğu Somali - Mogadişu’da, Avrupa’lı Müslümanlar’ın kurban bağışları açlık ve kıtlıktan ölümlerin yaşandığı bölgenin insanlarıyla, Somali’li kardeşleriyle paylaştırıldı. Hamza Ocakdan’ın ülke sorumlusu olarak görev yaptığı Hasene 2011 Kurban Kampanyası’nda gönüllü olarak Somali’de bulunan Dursun Kaya kendi yaşadığı bayramlarla, Somali’deki bayramı kıyaslıyor. Kaya’nın Somali’de yaşadığı bayram izlenimlerini aktarıyoruz: “Bugün Bayram. Türkiye‘de, Pakistan‘da, Endonezya ve Somali‘de; Dünyanın dört bir yanında. Küçükken bayramları ayrı hissederdim içimde ve ayrı teneffüs ederdim bayram havasını. Yatmadan önce bayram için alınan elbiseleri önceden hazırlardım çocuk heyecanı ile, yatağımın baş ucuna; bu hep böyle oldu benim hayatımda. Değişen sadece yıllar ve giydiklerimin yaşıma uygun olması idi. Ancak bayram sabahı hissettiğim o içimi ısıtan hava hep aynı kaldı. Çünkü bugün Bayramdı. Çocuklarım olduğunda baba ve annemin H Somali’de Güzel Bayramların Hayalini Kurmak bana yaşatmaya çalıştığı güzel bayram havalarını ben de çocuklarıma yaşatmak için gayret ettim; çünkü bugün Bayramdı. Bayram namazından sonra eve geldiğimde çocuklarımın gözleri önünde eşimle bayramlaşır, ardından da çocuklarımız ellerimizi öperdi. Ellerimizi öpen bayram harçlığını alır ve mutlu olurdu. Çünkü bugün Bayramdı. Bayram hep böyle geçti hayatımda ve aynı böyle geçtiğini zannederdim tüm İslam dünyasında. Ta ki Hasene – IGMG Hilfs- und Sozialverein e.V.‘ın 2011 Kurban Kampanyası Gönüllüsü olarak Mogadişu’ya gidene kadar. Somali’nin başkenti Mogadişu’da kamplarda yaşayan, yüzbinlerin yaşadığı çadırlardaki bayrama şahit olunca halin hiç de böyle olmadığını anladım. Bir düşünün; Üzerinde yırtık, pırtık ve devamlı giyilmekten kararmış elbiselerden başka giyecekleri bir şeyleri olmayan, bizlerden bir şeyler alabilmek için koşarak yanımıza gelen şu çocuklar hangi bayramlık elbiselerini akşamdan hazırlasınlardı ki! Hangi bayramlık elbisenin hayalini kursun; daha küçük yaşta yokla tanışan, ailesinin hayatta kalma mücadelesini kavrayacak yaşa geldiğinde ise anne ve babasıyla aynı kaderi paylaşan bu çocuklar, ki anne babaları da hayatta kalmışlarsa tabii. Ama bugün Bayramdı. Küçücük ve üstü eski püskü parça bezlerle örtülü bir çadır ortamında sıkışarak yatmak zorunda kalan bir ailenin annesi hangi bayram temizliğinin hayalini kursundu ki! Ama bugün Bayramdı. Kendilerine yardım için giden bizlerin vereceği küçücük bir şekeri alabilmek için gözünü bizlerin el hareketlerine odaklamış bir baba, evladına vereceği bayram harçlığının hayalini nasıl kursundu ki! Ama bugün Bayramdı. İnanın; burada Somali’de özellikle yüzbinlerin yaşamaya çalıştığı bu kamplarda hayal kurmak o kadar uzak, o kadar lüks, o kadar ulaşılmaz ki! Yaklaşık biner ailenin yaşadığı, içinde dört tarafı kapalı bir tuvaletin dahi olmadığı kamplarda yaşayan iffetli ve vakur hanım, erkek kardeşlerimiz hangi düzgün yuvanın hayalini kursun ki! Kurban etlerini dağıttığımız kamplarda, dağıtılacak kurban etlerini, bayram şekerlerini alabilmek için sıraya girmiş ve sırasını halsizliğinden toprak üzerinde uzanarak bekleyen biçare ninem nasıl diğerlerine umut olsun ki! Ümitli olmak insanı canlı ve hareketli kılar; hayata bağlar. Buralarda hayata tutunabilmek için mücadele veren kardeşlerimize Avrupa’lı Müslümanlar’ın emanetlerini paylaştığımızda bizlere ilgileri, çocukların etrafımızı sarıp bir şeyler istemeleri içlerindeki ümidin bir işareti olsa gerek. Peygamber Efendimiz’in (s.a.v) “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” ve “Mü’minler birbirini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücut gibidirler. Vücudun herhangi bir azası rahatsız olursa, diğer azaları da bu yüzden ateşlenir ve uykusuz kalır“ hadisi şerifleri gönlümüzün ve zihnimizin en müstesna yerine gelip oturuyor. Somali’li kardeşlerimizin dini hassasiyetleri yüksek. Sıkça Kur’an okuyorlar. Oldukça çok hafız olduğu bilgisini aldım. İyiki bu bayramda onların yanında olmuşuz. Dualarına şahit oldum.” Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 23 haber Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Hayat ATİB; Deprem Bölgesi Van ve Erciş’e Yardım Götürdü illet olarak bizi derin acılara boğan Van ve Erciş depreminin yaralarını sarmak ve depremzede vatandaşlarımızı yalnız bırakmamak için başlatılan yardım kervanına ATİB camiası da anında dahil oldu. Teşkilat bünyesindeki üye derneklerin camilerinde başlatılan depremzedelere yardım kampanyası, kısa M zamanda beklentilerin üzerinde bir ilgi gördü. Yardımsever insanlar birbiriyle yarışırcasına imânlarını zorlayarak, Van ve Erciş civarındaki depremzedelere nakdi yardım topladılar. ATİB Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Çubukçu ve ATİB Kuzey Ren Vestfalya Bölge Başkanı Tibyan Taşkın, toplanan yardımları bizzat birinci elden ve ye- rinde ihtiyaç sahiplerine dağıtmak üzere Kurban Bayramı’ndan önce yola koyuldular. Resimlerde de görüleceği gibi, enkaz yığınları arasında ve kış şartlarına rağmen çadırlarda yaşama mücadelesi veren vatandaşlarımızı ziyaret ettiler, yemek kuyruğunda bekleyenleri görüntülediler. Bölgeyi halkını çok iyi tanıyan ve kendileri de bölgeden ATİB dostlarıyla birlikte Mehmet Çubukçu ve Tibyan Taşkın, çadır çadır dolaşarak depremzedeler için toplanan para yardımlarını ihtiyaç sahiplerine bizzat elden teslim ettiler. Bazen gereğinden fazla bağış olarak gelen giyim ve ev eşyasının yanında ATİB’in nakit yardımı yapmış olmasına deprem mağdurları, daha çok makbule geçti, dediler. Göçün 50. Yılında Tedirginliğimiz Devam Ediyor zellikle Türklere yönelik seri cinayetlerin arkasından Neo-Nazilerin çıkmasıyla, yeniden gündeme gelen ırkçı saldırılarla ilgili, ATİB Genel Başkanı Selahattin Saygın'ın aşağıdaki basın açıklamasını dikkatinize sunuyoruz: Bugün (16 Kasım 2011), 16 Kasım 1995 yılında BM/UNESCO üyesi 185 ülkenin imzasıyla ilan edilen "Uluslararası Hoşgörü Günü"nün kuruluş yıldönümür. Farklı etnik kökenden, kültürden veya renkten olan insanların birbirini olduğu gibi kabullenmesi, farklılıkları hoşgörmesi ve barış içinde yaşamasına atfedilen bir günde, sekiz Türk ve bir Yunanlının daha ırkçı saldırılara kurban gittiklerini öğrenmiş olmak bizi dehşete düşürdü. Almanya'ya Türk İşgücü Göçünün 50. Yılını çeşitli etkinliklerle kutlarken, Solingen ve Mölln'lerin acı bir hatıra olarak mazide kalmasını temenni etmiştik. "Döner Cinayeti" olarak kamuoyuna lanse edilen seri cinayetlerin, farklılıklara tahammülü olmayan ve kanlı geçmişinden ibret alamamış Irkçı-Faşistler tarafından işlenmiş olması, bu ülkenin Türk kökenli azınlığını daha da tedirgin etmektedir. Her ırkçı, yabancı düşmanı saldırı ve cinayetin ardından yaptığımız açıklamada, "rüzgar eken, fırtına biçer" atasözüne dikkat çekmiş ve; bir taraftan Türk/Müslüman düşmanlığı farklı kesimlerde ve değişik bahanelerle körüklenirken, diğer taraftan polisiye tedbirlerle ırkçılığın önüne geçemezsiniz, demiştik. Geldiğimiz nokta ATİB olarak bizi maalesef haklı çıkarmıştır. Yetkili ve sorumlu kişi ve kuruluşlardan beklentimiz; sivrisinekle uğraşmaktan ziyade, nihayet bataklığı kurutmanın çaresine bakılmasıdır. Kendimize yeni vatan edindiğimiz bu ülkede artık ötekilenmeyen, dışlanmayan vatandaş muamelesi görmek istiyoruz. Selahattin Saygın ATİB Genel Başkanı Ö sayfa 24 Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 haber Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir İnternet bankacılığında m-TAN ve TAN-Generator devri başlıyor lmanya'da internet bankacılığı işlemlerini yapmak için kullanılan ve postayla gönderilen “TAN Listesi” uygulaması yeni yılla birlikte birçok banka tarafından kaldırılacak. Ancak pek çok müşteri henüz bunun yerine hangi yöntemin kullanılacağını henüz bilmiyor. TAN numaraları internet bankacılığında havale, otomatik ödeme ve bilgi değişikliği gibi birçok işlem için kullanılabiliyor. Şu ana kadar ge- A çerli en güvenli yöntem olan TAN listeleri bilgisayar korsanları tarafından kırılabildiği için pek çok banka kısa mesaj (SMS) ile “m-TAN” numarası gönderilmesi ya da TAN üretici cihaz (TAN-Generator) kullanılmasını benimsemeye hazırlanıyor. Başta Sparkasse, Volksbank ve Rautsche Bank gibi bazı bankalarda ise hem TAN iffeisenbank olmak üzere birçok banka 1 Ocak listesi hem de yeni yöntemlerin birlikte uygula2012'den itibaren postayla TAN listesi göndernacağı belirtildi. meyi kaldıracak. Tasarruf Kasaları ve Ciro Hesaİnternet bankacılığında kullanılmaya başlanabı Birliği'nden (DSGV) yapılan açıklamada, Decak uygulamalardan biri olan m-TAN şu şekilde işliyor: Müşterinin daha önce bankasına bildirdiği cep telefonu numarasına her sanal bankacılık işlemi için kısa mesaj yoluyla bir numara gönderilecek. Müşteri güvenliği açısından çekilecek tutar ve banka hesap bilgileri bir kez daha bu mesajda yer alacak. m-TAN uygulamasının olumlu tarafı dünyanın her yerinde kullanılabiliyor olması ve ek bir cihazı yanında taşımayı gerektirmemesi. Olumsuz tarafı ise bankaların SMS yoluyla gönderdikleri her TAN numarası başına 7 ila 10 Cent arasında ücret alması. TAN numarası üreten TAN-Generator adı verilen cihazın olumlu tarafı ise müşterinin bu cihaza sadece bir kez 15 Euro ödemek zorunda olması ve cihazın pilini değiştirmek ya da bozulma ihtimali dışında başka bir masrafının olmaması. Bu arada aynı cihazı başka bankaların kartlarıyla kullanmak da mümkün oluyor. Yani birden çok bankada hesabı olanların birkaç tane cihaz alması gerekmeyecek. Bu cihazla bilgisayar başında işlem yaparken ekSayın Müşterilerimiz; randa çıkan bir matriks sembolü taranarak yeni bir TAN kodu üretmek mümkün olu20.08.2009 tarihinden itibaren hizmet veren AMC-Rüsselsheim büromuzda sizin de ilginizi çekebilecek yeniliklerimizden bir tanesini daha sizlere duyurmak yor. istiyoruz. Uzmanlar m-TAN yönteminde bilgisayar korsanlarının aynı anda hem cep telefoBundan böyle her ayın ilk Perşembe günü saat 14:30`dan 18:00`a nunu hem de bilgisayarı kırmasının çok zor kadar ücretsiz yemek kursları yapılacaktır. olduğunu belirterek bu yöntemin oldukça güvenli olduğunu ifade ediyor. Ancak yeni AMC ürünlerimizin sayısız avantajlarından sadece bir kaç tanesi: akıllı telefonlarda aynı anda bankacılık iş Su ve yağ ilave etmeden pişirme lemi yapıp hem de TAN numarasının bura Daha sağlıklı beslenme ve pratik pişirme ya gelmesi sağlanabildiği için bazı banka Zaman ve enerji tasarrufları lar bu yönteme izin vermiyor. Diğer yan Dünyanın en tasarruflu AMC Navigenio fırın ve ocağı ile pişirme olanakları dan kod üreten TAN-Generator cihazı m Ve AMC Secuquick ile üç kat daha hızlı ve hafif pişirme imkanları TAN'a kıyasla daha da güvenli kabul ediliBu ve birçok AMC avantajlarını tanımak, hoş bir ortamda yemek pişirmek ve yor. Çünkü bu durumda korsanın müşteriyeni insanlarla tanışmak istiyorsanız, o zaman Rüsselsheim Mainzerstraße nin kartını ve cihazını internet bankacılı18`deki büromuza sizleri de bekleriz. ğında kullanılan giriş kodlarıyla birlikte ele geçirmesi gerekiyor. Vaktinin çoğunu Saygılarımla. yollarda geçirenler için m-TAN'ı tavsiye eden uzmanlar, güvenliği daha çok önemseyenler için de TAN-Generator'u öneriyor. Bu arada tüketiciyi koruma uzmanları ise bankaların daha güvenli olan bu yöntemlerin maliyetini müşteriden çıkarmasını eleştiriyor. Çünkü şu ana kadar birçok bankada geçerli olan ücretsiz hesap sahibi olma devri böylece kapanmış oluyor. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 25 sayfa 26 Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Özel Köșe Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Selma ÖZTÜRK Erkeğin Eli Ağır Olur... ile içinde şiddet, kadına karşı yapılan zulüm, işkence ve baskı toplumsal bir problem olmaktan ziyade aynı zamanda siyaseti ve hukuk dünyasını da meşgul eden ciddi bir problemdir. Kocaları tarafından dövülen ve böylece şiddete maruz kalan kadınlar kendilerine yapılan haksızlıklara, başka çareleri olmadığı için, boyun eğmek mecburiyetinde kalıyorlar. Sayısı hiç de az olmayan bu kadınlar anca kaderlerine küsme lüksüne sahiptirler, kocalarına değil. Karısına karşı olsun, çocuğuna karşı olsun şiddet uygulayan erkeklerin sayısı Türkiye’de ve başka ülkelerde maalesef oldukça yüksektir. Bu erkeklerin ille de cahil veya bilinçsiz kişiler olmaları gerekmiyor. Oldukça medeni ve görgülü görünen, yüksek tahsile sahip olan erkekler bile karılarına veya evlatlarına karşı korkunç bir derecede şiddet uyguluyabiliyorlar. Yani “karısını döven erkek öyküsü” eskilere dayanan, mazide kalmış veya sadece kırsal kesimin bir problemi değildir. Pekiyi aile içinde şiddet nelere yol açabiliyor ve ne tür tehlikeli sonuçlar doğurabiliyor? Aile içinde şiddet hiç kuşkusuz bir hanenin huzursuzluğuna ve gerginliğine sebep oluyor. İsterseniz senaryoyu bir göz önüne getirelim: Bir kadın (genç de olsa, yaşlı da olsa, taze evli de olsa, yıllardır kocasıyla evli de olsa) kocası tarafından sürekli dövülüyor. Yüzüne olsun, sırtına ve omuzlarına A olsun, bütün vücut bölgelerine dayaklar atılıyor. Dayaktan yerlere yatıyor ve bu müdafaasız durumunu kullanan koca onu o halinde rahat bırakacağına, daha da karısının üstüne yükleniyor ve onu ölürcesine ayaklarıyla bile tekmeleyebiliyor. O an öfke ve hırs kendisini öyle bir sarmış ki, hakimiyetini kaybetmiş ve uyguladığı şiddetin nasıl bir sonuç getirdiğini bile hesaba alamıyor. Gözünü kan bürümüşcesine... İç organlarını mı zedeler, onu hayati tehlikeye mi atar. Bunları o an idrak etmiyor bile. Bu dayak yiyen zavallı kadın ise kocasına karşı buruk, kırık ve kindar oluyor. Zamanla gördüğü şiddeti, o tamamen darmadağın olmuş bir psikoloji içinde, belki unutuyor veya unutur gibi oluyor.. Derken... Gelen yeni bir dayak zinciri bütün öfkeyi yeniden alevlendiriyor ve kadın yaşadığı zulmü bir türlü unutamıyor. Kocası ona bunu unutturmuyor çünkü. Elini açıp, öyle bir indiriyor ki suratına, beş parmağının da izi kalıyor kadının suratında. Ve bütün bu karı koca arasında yaşananlar maalesef karı koca arasında kalmakla bitmiyor. Bu gerginlik evdeki çocuklara da sirayet ediyor ve onlar da ister istemez bu şiddet sahnelerine şahid oluyorlar. O körpecik ruhlarına bu sahneleri unutulmama şartıyla kaydediyorlar. Kendim de şahid olduğum bir öykü: Altı yaşında bir erkek çocuğu babasının annesini dövdüğüne sürekli şahid olduğu için, babasına karşı kin besliyor, onu hiç sevmediğini, ondan nefret ettiğini söylüyor ve büyüdüğünde kendisi de babasını döveceğini yemin ediyor. Çocuk babasının bu tatsız ve vahşi eylemlerine canlı tanık. “Babam annemin gözüne bir çakıyor...Yere yapıştırıyor.” diye anlatıyor olup bitenleri. Annesini sevdiği için, babasının bu hareketini kınıyor. Bücürüğün elinden şu an fazla bir şey gelmediği için kinini, nefretini ve annesinin intikamını sonrasına bırakıyor ve büyüyene kadar da içindeki baba nefretini taşımaya devam ediyor. “Büyüyünce ben de babamı döveceğim” demekle yetiniyor yavrum şimdilik. Yıllardır kocası tarafından dövülen bir kadın anlatıyor: “30 yıllık evliyiz. Beni o günden bu güne her fırsatta dövüyor. Benimle alakalı olmayan konularda bile öfkesini benden çıkartıyor. Borçlusundan parasını alamadı diye, yolda arabasının tekeri patladı diye beni dövdüğünü bilirim.” Ve neler neler... Akıl almaz gerçekler. Şu sebeplere bakın, Allah aşkına! Bu anlattıklarım hangi vicdana sığar? Bir hukukçu olarak ceza hukukunda şiddet konusunda çok kafa yordum. Kendi bedenimin üzerinde böyle bir şiddeti hiç yaşamadığım için, kendimi o kadınların yerine koyuyorum ve o onların acılarını hissetmeye çalışıyorum. Yüzümde bir tokat acısı. Suratımda bir yumruk ve ardından mor bir göz ve onun sızısı. Saçımdan tutup da beni sürükleyen ardında da kafamı bütün gücüyle duvara defalarca vuran, acıma duygusuna sahip olmayan vahşi bir insan... Ne müdaafasız bir durum. Hiç bir basit suç kadına el kaldırmaya sebep değildir. Öyle sudan bahanelerle, gerekçelerle kendilerini müdafaa etmeye kalkmasınlar bu öfkesini karısından çıkartan erkekler: “Yahu, kendime hakim olamadım. Ben aslında karımı çok severim. İşte bir anlık (bir anlık mı, bir kaç anlık mı belli değil) boşlukta bulundum. Çok pişmanın. Ahmet’e, Mehmet’e oeztuerk.s@gmx.de kızdım, avrada giriştim.” gibi müdaafalar sunuyorlar. Karısını hastanelik döven, onun ruh dünyasını alt üst eden, dengesini bozan ve kapanılmaz yaralara sebep olan bu erkekler kendilerine “emanet edilen” bu kadınların hakkını nasıl ödeyecekler? Kendilerinin o anda zalim, hanımlarının da mazlum durumuna düştüklerinin farkında değiller mi? Rasulullah`ın da hadisinde gördüğümüz gibi asıl pehlivanlık güreşte yenmek değildir. Asıl pehlivanlık öfkesine sahip olmaktır. Olaya bir de dini açıdan bakalım. Allah Rasulu veda hutbesinde kadınları erkeklere emanet ediyor ve onların kocaların üstünde haklarının olduğunu söylüyor. Kendi sünnetine (uygulamasına) gelince: Zevcelerinin (hanımlarının) hiç birine karşı bir gün olsun, elini kaldırmamıştır, onları dövmemiştir. Bilakis onlara oldukça şefkatli ve duygusal yaklaşmıştır. Hatta aralarındaki rekabeti ve kıskançlığı (bilhassa Hz. Aişe ve Hz. Hafsa arasındaki rekabet) hafifleştirmeye çalışmıştır. Mekke müşriklerine kızdı ve hiddetlendi diye, içindeki sinirini eşlerinden mi çıkarsaydı? Bir gün beklenen vahi gelmedi ve gecikti diye, gelip de bunu hanımlarından mi bileydi? Savaşta sorunlar çıktı diye, karılarına mı çatsaydı? HAYIR, Rasulullah herşeye rağmen hiç bir zaman bu şiddet yöntemini tercih etmemiştir ve şiddeti kesinlikle red etmiştir. “Erkeğin eli ağır olur.” der anneannem. Tecrübe konuşuyor olması gerek. Lakin bir insanın elinin ağırlığı hiç bir zaman onun üstünlüğü anlamına gelmez. Bilakis! Anadolumuzda bir tabir vardır: “Erkeğin kötüsü karısını, kadının kötüsü de çocuğunu döver” diye. Karısını sebepsizce döven erkeklerin kulağına küpe olacak bir tabirdir bu. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 27 dosya Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Hayat Ahmet Faruk ÇAĞLAR Krizdeki Ekonomik Sistem Kapitalizm Süreçten Bir Kez Daha Kendini Onararak Çıkabilecek mi? a_faruk@hotmail.fr ünya bir kez daha ekonomik kriz söylentileri ile çalkalanıyor. Gündemin, dolayısıyla gündemimizin en önemli konusu, bu kez Avrupa menşeli olması beklenen ekonomik kriz. Peki bu kriz de başarıyla atlatılabilinecek mi? Muhtemelen evet! Daha önceki (1929’daki, 1974’deki ya da 2008’deki) krizler gibi, mevcut sistem (sadece ekonomik olmayan) krizinden yine kendini yenileyerek/onararak çıkacak. Krizin sebepleri ve olası çözüm yollarına dair “ekonomik” bir tahlile girişecek değiliz. Ancak, kriz devam ederken, dünya nüfusunun ihtiyacı olan üretimin 7 katı üretim yapıldığını, buna rağmen dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun fakirlik içerisinde yaşadığını hatırlatmaktan da imtina etmeyeceğiz. Ve bütün bu tüketim çılgınlığına ve bu çılgınlığın başına açtığı işlere rağmen, tüketebileceklerinin birkaç mislini üretmeye kriz esnasında da, krizden sonra da devam edecek insanoğlu, tıpkı krizden önce olduğu gibi (krizden önceki birkaç asır boyunca olduğu gibi). Kriz korkusu, malum, bir kısım Avrupa ülkelerinin borçlarını ödeyemeyecek olması endişesinden kaynaklanıyor. Durum, hemen bu devasa borçların hangi insafsız “tefecilere” olduğu sorusunu akla getiriyor. Cevap ise kolayca bulanabilir cinsten; çoğu yine Avrupalı sermaye sahiplerine. Ee öyle ise çözüm de kolay olsa gerek diye düşünecek oluyoruz. Ancak çözümün bu denli kolay olabileceğini düşünecek kadar naif oluşumuz, bir kez daha yanılmamıza yol açıyor. Zira, her zamanki gibi (bu kez Avrupalı) sermaye sahipleri, verdikleri borçlardan asla feragat etmeyecek, paralarıyla daha çok para kazanmaktan asla vazgeçmeyecekler. Kriz sonucu yüz binlerce insanın “ekmeğinden’’ olup işsiz kalacak olması, yüz binlercesinin ise dolaylı olarak etkilenecek olması kimsenin fikrini değiştirmeyecek, kendilerinden önce, aynı durumla defalarca kar- D sayfa 28 şı karşıya kalmış olan sermaye sahibi “dedeleri’’nin fikrini değiştirmediği gibi. Nitekim aynı hırs, sanayileşme dönemi boyunca, 19. yy’ın ortalarına kadar ortalama insan ömrünün 37’ye kadar düşmesine yol açmış, çocukların çalıştırılmasını sınırlayan (8 yaşından küçük çocukların çalıştırılmasını yasaklayan) ilk yasa 1841 yılında, Fransa’da kabul edilmişti. Asırlar boyunca insanlar günde 18 saat çalışmak zorunda bırakılmış, 3-5 yaşındaki çocuklar vücutlarının küçük olması nedeniyle, ebeveynlerinin giremediği maden ocaklarında kullanılmıştı, bütün bu trajedi ise dönemin sermaye sahiplerine, kendilerini biraz daha az kâr etmek zorunda olduklarını hissettirmedi. Bu bağlamda, Bertrand Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi adlı eserinde, Romantik Döneme giriş için aktardığı cümleler tam da söylemek istediklerimizi özetler nitelikte: “Duyarlığa sahip kişi, yoksunluk çeken tek bir köylü ailesi de görse gözyaşlarına boğulacak; fakat köylülerin bir sınıf olarak payına düşeni artırma yolundaki iyi düşünülmüş tasarılara soğuk davranacaktı…’’ İnsan tabiatı itibariyle aç gözlüdür, ya da İbn-i Atâ’nın tabiriyle, cibilliyeti icabı edepsizdir. Aç gözlülüğünü dizginlemesi, nefsini terbiye etmesi gerekir. Bunu yapmadığında, yapamadığında ise başına geleceklerden yine, bizzat kendisi sorumlu olacaktır, bu ilk insandan beri böyledir (ve son insana kadar da böyle olacaktır). Dolayısıyla, kriz sebebiyle meydanlara dökülen, işlerini kaybetme korkusuyla (yani, her geçen gün artan “refah’’ seviyelerinin düşmesi korkusuyla) kendini yönetenlere kin kusan insanlar, en az kendilerini yönetenler kadar suçlu olduklarını hatırlamalı. Kimsenin açgözlülüklerini doyurduğu için, onlara bu imkanları sağlayanlara kızma hakkı yok. Varsa da bu hak, kendilerine kızabilecekleri ölçüde var. Anlaşıldığı üzere, beklenen bu krizin sebebinin, herhangi bir afet ya da olağanüstü bir durum değil. Krizin temel sebebi, çok kabaca, birilerinin ödeyebileceklerinden fazla borç almış olmasından ya da birilerinin birilerine öde- Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 yebileceklerinden fazla borç vermiş olmasından kaynaklanıyor. Öyleyse, bir krizin eşiğine gelinceye kadar kimse farketmedi mi, göremedi mi bu “işin” sonunun buraya varacağını? Muhtemelen gördü, ama “çaktırmadı” ve dahi görmek istemedi. Her geçen gün, daha “zengin” bir hayat sürülüyorken, değirmenin suyunun nereden geldiğinin ne önemi olabilirdi? Esasen sistem de, değirmenin suyunun nereden geldiğini kimsenin bilmesini istemiyordu (ve istemez). Önemli olan değirmenin dönmeye devam etmesidir. Kapitalizm için, bisikletin tekerleklerinin (değirmen gibi) sürekli dönmesi gereklidir, ancak neden döndüğü, bu dönüşün bisiklet sahibini nereye çıkaracağı sorusu asla akla getirilmemelidir. Akla böyle bir sorunun gelmesi, pedalı çevirmek hususunda bir tereddüte yol açabilir ve bu tereddüt ise tekerleri artık dönmeyen bisikletin düşmesi demektir. Pedal sürekli çevrilmelidir, üretim sürekli devam etmelidir. Peki ya neden? Nedeni insanları ilgilendirmemelidir. Sorulabilecek tek soru nasıl sorusudur, pedalın nasıl daha hızlı çevrilebileceği sorusu… Bu artık bizim için de böyle değil mi? Son yıllarda, övündüğümüz yegane başarımız hangisi? Konuştuğumuz tek konu, konuşmamızı süsleyen rakamlar neye, hangi alana dair? Bildiniz, ekonomiye… On yıl öncesine kadar kendimizden, durumumuzdan utanırdık (!), son yıllarda ise artık kim olduğumuzu gururla söyleyebiliyoruz, her yerde bizim başarılarımız konuşuluyor, ne de olsa artık ekonomimiz daha güçlü, artık daha çok paramız var. Artık hem onlar bizi, hem biz kendimizi daha çok “adam” hissedip, “adam” yerine koyabiliriz. Eskiden değerimizi ne kadar az şeye sahip olduğumuz, ne kadar az şeye ihtiyaç duyduğumuz belirlerdi. Bir lokma ile bir hırkanın aynı cümlede bir araya gelmesi bu dünya tasavvurunun neticesiydi. Sadece bizim için değil, Eflatun için de önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktı. Artık insanlar ne kadar çok şeye sahip olurlarsa o kadar değerli hissediyorlar kendilerini, ve ta- bii güçlü. Hangimizin en büyük amacı, çoluğuna çocuğuna daha “zengin’’ bir gelecek hazırlamak değil? Ne de olsa biz çok büyük ekonomik sıkıntılar çekmiştik, en azından çocuklarımız ekonomik olarak güçlü olmalı, “ele güne” karşı yoksunluklarından, yoksulluklarından dolayı mahçup olmalılar. Onlar da, diğerleri kadar güçlü (zengin) olmalı, onlar kadar “iyi” yaşamalılar. Böylesine masum düşünüyor olmanın nesi yanlış olabilir ki? Ne acı değil mi? Bizden sonraki nesillere bırakacağımız en değerli şeyin maddi imkanlar olduğuna her geçen gün daha çok ikna oluyoruz. Kapitalizm yarasına, yani kendine pansuman yapmayı bu kez de becerecek muhtemelen. Yüzyıllardır karşılaştığı her sıkıntıyı avantaja çevirmeyi bildiği gibi, bu sıkıntı da aşılacak. Zira dünyanın en zeki, en yetkin isimleri (aralarındaki bizim zeki çocuklarla birlikte) krizden çıkış yollarına dair çözümler üretmeye çalışıyor. Tökezleyen ekonomiler bu krizden ders çıkarıp (tıpkı bizim ekonomimiz gibi), ileride daha çok üretmeye, tüketmeye, borçlanmaya, dolayısıyla zenginleşmeye devam ederken, insanlar bu zenginliğin aslında onları mutlu etmediğini, edemediğini akıllarının ucuna dahi getirmiyor. Bu “zenginlik”ten her geçen gün daha çok pay alan, kendilerini, alamayanlara nasıl alabileceklerini öğretmekle görevli addeden bizler gibi ve bizlerin yardımıyla… Hayat Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir dosya M. Salih AYDIN Hacarabın Serüvenleri 50 Hacarap Hacda Tam da hac dönemi şimdi Hacarap`tan ufak bir olay anlatayım. Belki de daha önce yazmış olabilirim ama yeri gelmişken tekrar yazayım istedim. Hacarap küçük oğlu ile hacca gitmişti. Bütün görevlerini yerine getirdikten sonra sıra şeytan taşlamaya gelir. Küçük oğlu ile şeytan taşlamaya giderler. Şimdi Hacarap bütün heyecanı ile bir dalar. Bu anamın hakkı bu babamın hakkı bu hak da benim hakkım. Taşlama bittikten sonra küçük oğlu bir bakar ve babasına: -Baba bu da ne ihramın üstü başka altı başka. Hacarap üstüne bir bakarki o zaman anlar heyecandan ihramları başka bir hacıyla değiştiğini. Hayata Tutunmak Hayatın duvarlarından sımsıkı sarılmak varken niçin hayata küsüyoruz. Bu yaşamdan alacağımız hasatı toplamak uzun yolculuğumuza hazırlamak onun için de hayata sımsıkı sarılmak zor ve güçsüz halimizde bile zorluklara gülerek hayata devam diyebilmektir. Güneş hava bulutlu da olsa her sabah doğar. Öyle ise hayatın duvarlarından tutunmaya var mısınız? Müslüman ibadetlerinden taviz vermemeli. Müslüman ibadetlerinden taviz vermemeli derken, Müslüman’ın RAB’bini sevdiğini ispat etmek için büyük bir armağanı olmalıdır. Hiçbir zaman of bile çekmeden bütün lmanya’da 1 Ocak 2002’den bu yana yürürlükte bulunan ve başta çok çocuklu aileler olmak üzere çalışanlara yaşlılık dönemine kadar tasarruf etme imkânı sağlayan Riester Emeklilik Sigortası (Riester-Rente) yapılan araştırmalarda iyi not alamadı. Sosyal Demokrat Parti’ye (SPD) yakınlığı ile bi- A inancı ve bağlılığı ile teslim olduğunun bir işaretini vermeli. Hediyesini öyle bir paketlemeli ki onunla sevdiğinin hoşuna gitmeli. Bu saf güzelliği ile sevdiğini inandırmalı. Bağlantı olmaz hatlarda parazit olursa irtibat kesilir. İşte bu berraklıkla bütün şüphelerden bertaraf olarak namazını RAB’bine tertemiz lekesiz teslim etmeli. Bütün ruhunu nefis putundan temizleyip kendini secdede affettirmeli. Bütün benliğini yok edip kendini RAB’bine adayarak onun huzurunda mutluluk ve huzur duymalı. Kendini ve dünyalık bütün problemlerini bir kenara koyorak, O’na tevekkül etmeli. Bütün huzuru orada secdede duymak o manevi duygu ile bütünleşerek ruh aleminde verdiği sözü tutmak. Hasretini özlemini secdede bütünlemek. Bütün arzularını o an Yüceler yücelerine sunmak. O kapının kulu olduğunu bütün azalarınla hissederek bildirmek. Yaratıcının yüceliğine sığınarak günahlarından arınmak. Ey RAB’bim Sana ne söyleyeyim Sen bütün varlığımın sahibisin günahlarım da sevablarım da senin ilminde, şu gecenin vaktinde herkes sevdiğine gitti ben de sana geldim ya RAB’bim; çünkü benim sevdiğim Sensin. Derken O’nun herşeyi bildiğini ve herşeyimize vakıf olduğunu itiraf edebilmek. Gözlerimden akan kanlı yaşlarla, sana kul olduğumun nişanı diyerek teslimiyetini ilan etmek ve öyle de olmak. Ey namaz sen benim şahidim ol diyerek namazı şahid olarak gösterebilmek eğer hak etmişsek. Tabii ahiret hesabımızında doğru olması eksi olmaması gerek. Teslim olduğumuzun ifadesi olması gereken Kelime-i Tevhid baş şiarımız olarak her an dilimizde zikr olması gerek. Zekatlarımızı ve fitrelerimizi vererek malın dünyada kalacağını beynimize yazarak hacca giderek mahşeri prova etmemiz gerek. İslam tarihini de okuyarak olaylardan ibret almamız gerek, geleceğimizi ona göre ayarlamamız açısından. Fakat bütün bunları yapıyormuyuz? İslam`a ne kadar yakınız? Ne kadar İslam hakkında bilgiliyiz? Kaynakları ne kadar araştırdık? Evet biz İslam adına ne yaptık! Atalarımızdan miras aldığımız kadar mı Müslümanız? Bütün bu gerçeklere bir set çektik herşeyi kendi istek ve arzularımıza göre ayarladık. Hatta cenneti bile kendi isteklerimize göre ayarladık. Sanki bazı guruplara İslam`ı parselledik. Bir yerlerden kendimize kurtarıcılar peydah ettik. Şeksiz şüphesiz dedik ama acabaları biryerlere yapıştırıp şirke girdik. Rızkı veren ALLAH’tır derken başımızdaki para babalarından rızık bekler bir hal aldık. Zekatı verirken verebildikse ellerimiz titredi, kurbanın en kötü yerini fakire en iyi yerlerini zenginlere ve dost zannettiğimiz kişilere yedirdik. Dünyalık işlerimizi yatırlardan istedik hatta ısmarladık. Şeyhlere el pençe divan durup onlardan medet umduk. Vahdet nerede, Vahiy bunu mu emrediyor? Bu durumda imanımızda haşa bir arıza olmuyor mu? Eğer biz ibadetlerimizi katıksız yapmaz isek dualarımız kabul olur mu? (Yani şüpheli, samimiyetsiz, alışkanlık ne “Riester Emekliğinin Getirisi Yastık Altından Fazla Değil” linen Friedrich Ebert Vakfı (FES) ve Alman İktisadi Araştırmalar Enstitüsü (DIW) tarafından ortaklaşa gerçekleştirilen araştırmada devletin cazip koşullarla tasarruf etme vaadiyle başlattığı uygulamanın son on yıl- da beklenen maddi getiriyi sağlamadığı ortaya çıktı. Haftalık haber dergisi Spiegel’e açıklamada bulunan DIW uzmanlarından Kornelia Hagen, “Riester tasarrufu yapanların birçok durumda elde edeceği kazanç, pa- ralarını yastık altında saklamış olmalarıyla neredeyse aynı görünüyor” diye konuştu. FES ile DIW’in gerçekleştirdiği ortak araştırmanın çarpıcı sonuçları yarın kamuoyuna duyurulacak. m.s.a.58@hotmail.com derseniz) Elbet olmaz. Acaba helali haramı gözettik mi? Hayır! Öyle ise ALLAH’ın rızası herşeyin helalinden ve hakiki iman samimiyet ve ihlastan geçtiğini bilerek katıksız imanımızla tescil etmeliyiz. Geleceğimiz olan gençleri geleceğe göre donanımlı ve İslam kardeşliğinde yoğurmak bizim yatırımımız olması gerek. Ve bütün bu güzellikleri bizleri örnek alacak olan evlatlarımıza yaşayarak bizzat öğretmeliyiz. Hayat zor ve kısa bu kısa hayatta gerçeklerin yaşanması seni ebedi alemde huzura kavuşturacaktır. Öyle ise dertlerimizle dertlenelim yoksa bizi ebedi dertler bekliyor.! Açık hesaba çekileceğimiz o günde hesabın çetin olacağı o günde nasıl hesap vereceğimizi vakit varken bin sefer düşünelim. Bin sefer tartalım ve kararımızı verelim. Çünkü hala zamanın var geç kalmadın. Vesselam…… Benim ayağım senin yüzünden temiz Yeri gelmişken tam üsteki konu hakkında sevdiğimiz abilerimizden biri başından geçen gerçek bir hikayesini anlatmıştı burada paylaşalım. Şimdi abi anlatıyor: -İzin bitti geri dönüyorum. Gümrükteyim abdest ihtiyacımı gidermek için lavobaya gittim. Abdestimi alıyorum sıra ayaklarımı yıkamaya geldi. Arkamdan abdestsiz namazsızın biri: -Bre adam pis ayaklarını lavobada mı yıkıyorsun indir ayağını. Adama şöyle bir baktım Ve: - Be adam benim ayaklarım günde 5 defa yıkanıyor benim ayaklarım senin yüzünden daha temiz diye cevap verince adam soluksuz orayı terkeder gider. Tabii anlayana. Nasip olursa gelecek sayıda buluşmak üzere ALLAH’a emanet olun. Selam ve dua ile. Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 sayfa 29 bulmaca sayfa 30 Aralık · Dezember 2011 · Muharrem 1433 Gerçekler “Hayat”ın İçinde Gizlidir Hayat