stratejik rekabet – mart 2016 - KASEM – Kadim Stratejiler Encümeni
Transkript
stratejik rekabet – mart 2016 - KASEM – Kadim Stratejiler Encümeni
ISSN: 2458-9713 Stratejik Rekabet Strategic&Rivalry Nisan 2016 Sayı:2 Cilt:1 Ücretsiz Rusların Suriye’den Çekilme Taktiği Halim Taşkaya Kıbrıs Davasında Bitmeyen Müzakere Süreci ve Emperyalist Güçler Büşra Çakmak Silahlanma Yarışında Türkiye’nin Yeri Şerife Kodal Aylık Tefekkür Dergisi Zarrab’ın ABD’de Tutuklanması İran ve Türkiye’de Ne İşe Yarayabilir? Ali Arslan İstihbarat Teşkilatlarının İnfaz Yöntemine Rusların Litvinenko Örneği Kenan Çabuk American 2016 Defence Budget is Ready to Wage New Wars Rahime Edibali STRATEJİK REKABET – MART 2016 Sahibi: Kadim Stratejiler Encümeni Merkezi adına Ali Arslan Editör: Kenan Çabuk Editör Yrd.: Rahime Edibali Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Gökçe Eser Yayın Kurulu Prof.Dr. Ali Arslan Prof.Dr. Halil Bal Prof.Dr. Halil Toker Doç.Dr. Eyüp Sarıtaş Yrd.Doç.Dr. Fatih Öztürk Yönetim Merkezi Kadim Stratejiler Encümeni Merkezi Derneği (KASEM) Sümer Mah. 9. Sok. Özgöller Sitesi, A-1, D:9 Zeytinburnu/İSTANBUL www.kasem.org ISSN: 2458-9713 Sayı 2, Cilt 1, Nisan 2016 Yerel Süreli Yayın Yayın Tarihi : 15 Mart 2016 Grafik Tasarım: DYG Medya KADİM ARAŞTIRMALAR ENCÜMENİ MERKEZİ yayınıdır. Bu dergide yer alan yazılardaki değerlendirmeler, aksi belirtilmedikçe KASEM’in kurumsal görüşünü yansıtmamaktadır. Değerli Okuyucularımız… Tekrar merhaba, Stratejik Rekabet ikinci sayısı ile tekrar karşınızda. İlk sayımız çıktıktan sonra birçok tebrik aldık. Tabi burada dostların bize hem iltifatları hem eleştirileri oldu. Biz Stratejik Rekabet ailesi olarak bunların hepsini kabul ettik. Genç bir dergiyiz. Mutlaka hatalarımız olacaktır. Ama bu hatalarımızla biz daha da güçleniyoruz. Bu sayımızda öncelikle KASEM Başkanı Ali Arslan’ın yazısına dikkat çekmek istiyorum. Yaptığı analiz ve tespitlerle bize Reza Zarrab’ın Amerika’da tutuklanması meselesini bütün açıklığıyla sundular. Zarrab’ın tutuklanmasının İran’dan çok Türkiye’de yankı bulması ise, bize şaşırtmanın bir sonucu muydu yoksa İran’a mesaj bizim üzerimizden mi verildi. Bunları sayın Hocamız bize ayrıntılarıyla anlatıyorlar. Uzmanlarımızdan Rahime Edibali’nin İngilizce makalesini bu sayımıza koyduk. Çünkü www.kasem.org sitesinde İngilizce yayınladığımız makalelerden bazılarını ara ara dergimizde yayınlamaya gayret edeceğiz. Ülke olarak zor günler geçiriyoruz. Önasya’nın başına bela edilen terörden en çok etkilendiğimiz günleri yaşıyoruz. Terörün dini ve ırkı yok. Öncelikle bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz. Şu anda görev yapan güvenlik güçlerimize Allah’tan güç ve kuvvet diliyoruz… Teşekkürler… ©2016 KASEM – Bütün Faaliyetler Gönüllülük Esasına Göredir. Dergideki tüm yazıların telif hakları Kadim Araştırmalar Encümeni Merkezi Derneği KASEM’e ait olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununun uyarınca kaynak gösterilerek kısmen yapılacak makul alıntılar ve yararlanma dışında hiçbir şekilde önceden izin alınmaksızın kullanılamaz, yeniden yayınlanamaz. Yazılara telif ücreti ödenmez. Yayın kurulu yazılarda değişiklik yapabilir. Editör Kenan ÇABUK 1 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Zarrab’ın ABD’de Tutuklanması İran ve Türkiye’de Ne İşe Yarayabilir? Prof.Dr. Ali Arslan 22 İstanbul Üniversitesi Mart 2016’da Rıza Zarrab’ın Maimi’de gözaltına alınarak, mahkemeye sevk edilip tutuklanmasıyla beraber başta BBC olmak üzere birçok yayın kuruluşu iddianameyi 1 İngilizce olarak yayınladı. Bu metin dikkatlice okunduğunda basında ve bilhassa Türkiye’deki yayınlarla ilişkili olmadığı kolaylıkla anlaşılmaktadır. Ancak iddianamenin özü esas alındığında bu savcı ABD’nin stratejik hedeflerine ulaşmada çok önemli bir süreci başlatmış veya başlattırılmış bulunmaktadır. İran’da gerçekleşmesi arzu edilen veya tasarlanan hususları makalemizin ikinci kısmında ele alacağız. Türkiye, Zarrab’ın derdest edilmesi ve tutuklanmasından itibaren iddianame ile ilişkisi olmayan bir tavır ortaya konmuş ve sanki Türkiye’de bir operasyona zemin hazırlanmak veya teşvik etmek, olmazsa stres testi yapılmak istendiği de ortaya çıkmıştır. Bu sürecin Türkiye açısından gelişimini birinci kısımda ele alacağız. İddianamede, 2010-2015 yılları arasında İran’a konulan yaptırımları aşmak veya dolambaçlı yollarla ticaret ile para transferlerinin arka planı ortaya konulmaya çalışılmış, “Türkiye’de ikamet eden Zarrab’ın” İran’ın Mellat Bankası ve Devrim Muhafızları ile ilişkilerine işaret edilmiş ve bilhassa Birleşik Arap Emirliklerindeki faaliyeti ortaya konulmuştur. Zarrab’ın ABD’nin taraf olduğu yaptırımlara aykırı olarak Kanada, Türkiye, Çin, Hong Kong, ABD, Türkmenistan, Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki şirket ve bankalar aracılığıyla gerçekleştirdiği işlemler delil olarak gösterilerek suçlu olduğu ve cezalandırılması gerektiği bir savcı tarafından iddia olarak istenmiştir. Ancak ileride ele alacağımız gibi o dönemde ve bugün İran’da en yetkili şahıs olan İran Dini Lideri Ali Hamaney ve onun güçlü aygıtı olan Devrim Muhafızları ile iktisadi cihad arasında bağlar kurulması iddianameye farklı bir hüviyet kazandırmıştır. İddianamede, sadece Zarrab’ın ikamet yeri olarak atıf yapılmasının dışında; Türkiye’nin, adı geçen diğer ülkelerle aynı nitelikle yer verilmesine rağmen başta savcı Preet Bharara’nın sosyal medya üzerinden başlattığı ve basına yansıyan söylemleri, iddianame içeriğinden çok farklı bir şekilde olmuştur. Önce bu süreci incelemekte yarar vardır. Türkiye’ye Yönelik Operasyon Teşebbüsüne Katkı Sağlama Rıza Zarrab, Savcı Preet Bharara’nın talebi üzerine 22 Mart 2016’da gözaltına alınmıştı. Yukarıda belirttiğimiz gibi iddianamenin içeriği ile ilişkisi olmayan haberin veriliş tarzında gittikçe farklılaşma başlamıştı. Şöyle ki Savcı Preet Bharara’nın iddianamede çifte vatandaş olduğu belirtilmesine rağmen, Rıza Zarrab’ın İran vatandaşı da olduğu atlanarak, sadece Türkiye vatandaşı olarak takdim edilmeye başlanmıştı. Mahkeme süreci başlarken US Attorney STNY @SDNYnews’in “Turkish national arrested for conspiring to evade US sanction against Iran, money laundering&bank fraud (go usa. gov/c77XT)” tweetine Bharara, “Reza Zarrab to soon face American justice in a İddianamenin Dijitali İçin Bakınız, BBC Türkçe, 22 Mart 2016. 1 2 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Manhattan courtroom(Rıza Zarrab çok yakında bir Manhattan mahkemesinde Amerikan adeleti ile yüzleşecek)” diye karşı tweetle karşılık vermişti.2 Mahkemede; “Zarrab ve hakkında tutuklama çıkarılan iki kişinin 20102015 yılları arasında Bank Mellat’ın da bulunduğu İranlı şirketlere finansman sağlandığı” belirtilirken, Savcı Preet Bharara da “Zanlılar ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları aşabilmek için yıllarca çaba sarfetti. Dünyanın farklı bölgelerindeki kurumlarıyla kara para aklamakla suçlanan Rıza Zarrab, Kamelya Camşidi ve Hüseyin Necefzade ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımların etkisini azalttı” diye görüşünü belirtmişti. Tutuklama yapıldıktan sonra bölgenin FBI Direktör yardımcısı Diego Rodriguez tutuklama kararları için “Açıklanan suçlamalar gerçek iş ortaklarını gizlemeye çalışanlara açık bir mesaj” diye bir açıklama yapmıştı.3 İnce ince iddianameden uzaklaşmaya başlasa da buraya kadar pek önemli görünmeyen bu süreç Savcı Preet Bharara’nın Recep Tayyip Erdoğan’ı Twitter üzerinden 14. kişi olarak takibe başlaması bir anda farklı bir havanın oluşmasına neden olmuştu. Zarrab’ı tutuklatan savcının Türkiye’nin Cumhurbaşkanını tutuklatmak üzere “takibat” yaptığı gibi takdim edilmeye başlanmıştı.4 FBI Direktör yardımcısının Zarrab’ın gizli ortaklarından bahsederken Savcı Bharara’nın yaptığı bu hareket tam bir operasyon niteliğindeydi. Savcı iddianameden tamamen ayrı bir tavır ortaya koymuş ve doğrudan R.T. Erdoğan’ı hedef almıştı. Esasında küçük bir bölge savcısının bu hareketi ABD kanunları ile de açıklanması imkansızdı. Zira ABD’de savcılar halkın haklarını(public prosecutor) korumakla yükümlü olup hakikatin ortaya çıkması için mücadele eder, Türkiye’deki gibi Cumhuriyet savcısı niteliğine sahip değillerdir. Bharara bu tavrı ile hukuk ile değil, Neocon ve şürekası belki ABD’nin bazı derin kurumları ile birlikte hareket ettiği veya operasyon yapmak isteyenlere zemin hazırlamaya alet olduğu ortaya çıkmıştı. Bu sırada Türkiye için yapılması gereken anında karşılık verilmesiydi. Buna karşı Ankara’dan hiçbir teşebbüs yapılmazken, Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye aleyhine başlatılan ve operasyona dönüştürülmeye çalışılan bu süreci ABD hukukunu bilen birinin önleyeceği ortaya çıkmış ve tarihimizde bir ilk yaşanmıştı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd.Doç.Dr. Fatih Öztürk, “Savcı Bharara derdin gerçekten adelet ise Rothschild ailesine dokunsana. Sizin derdiniz,Zarrab üzerinden İran ve Türkiye’deki siyaseti dizayn etmek…” ifadesini içeren iki tweetini arka arkaya doğrudan Savcı Bharara’ya göndermişti. ABD’de lisansüstü öğretim yapmış olan Fatih Öztürk, adı geçen savcının kanunsuz işler yaptığını doğrudan kendisine bildiren ve hukuku hatırlatan twitter ikazı ABD saati ile 22 Mart 2016’da gerçekleşirken, Fatih Öztürk’ün tweeti saat farkı dolayısıyla Türkiye’de 23 Mart 2013 tarihli olarak gözükmektedir. Bu tweet aynen şu şekildedir: Tweetler için bakınız; BBC Türkçe, 22 Mart 2016. 3 Savcı Preet Bharara ve FBI Direktör yardımcısının ifadeleri için bakınız;BBC Türkçe, 22 Mart 2016. 4 Türkiye Cumhurbaşkanlığı yetkililerinin bu takibi hemen engellemesi gerekirken ya bunun farkına varılmamış veya geç kalınmıştır. Eğer geç de olsa Bharara’nın takibi Cumhurbaşkanlığı yetkilileri tarafından engellenmişse bile bununla yetinilmemesi ve gerekli cevabın doğrudan twitter ve diğer vasıtalarla Türkiye adına verilmesi gerekirdi. Böyle bir teşebbüs yapıldığı hakkında hiç bir bilgiye rastlayamadığımı belirtmek isterim. 2 3 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Bu tweetten kısa üzere Bharara hemen tavır değiştirmiş Recep Tayyip Erdoğan’ı takipten vazgeçmiştir. Bu gelişmeyi de yine Fatih Öztürk aşağıya aynen aldığımız bu tweeti ile duyurmuştur. Basit gibi görünen bu müdahale esasında ABD iç hukuku açısından son derece önemlidir. Çünkü, savcı burada yetkisinin dışına çıkarak bir eylemde bulunduğundan dolayı işini kaybedebilir ve hatta ceza alması bile mümkün olabilir. Savcının buradaki korkusu Türkiye’den birinin onu tweet ile ikaz etmesi değil, görevi olan hakikatin, ortaya çıkarılması ve amacına hizmet etmediği, başka şeylerin peşinde koştuğunun ortaya çıkarılması olmuştur. Bundan dolayı da hemen Recep Tayyip Erdoğan’ı takibi bırakmak zorunda kalmış, bilerek veya bilmeyerek işbirliği yaptığı arkadaşlarını hem yalnız bırakmış hem de onlara temin ettiği önemli bir kozu kaybetmelerine sebep olmuştur.5 Recep Tayyip Erdoğan’ın hedef haline getirilmesi ortadan kalktıktan sonra bile Tabiki böyle bir başarıya ortak olmak isteyenler olacaktır. ABD’de yaşadığını belirten Sabah gazetesi Washington D. C. temsilcisi Ragıp Soylu, kendisinin Öztürk’ten önce Savcı Bharara’nın bürosunu aradığını ve bundan dolayı Bharara’nın R.T. Erdoğan’ı takibi bıraktığını Fatih Öztürk’ten 56 dakika sonra bir tweetle iddia etmiştir. Yalnız 5 Zarrab’ın yargılanma sürecinde bu konu Tayyip Erdoğan ile ilişkilendirilmeye çalışılmaktadır. Bunu da bir şirkete Türkmenistan-İran-Türkiye doğalgaz ihalesinin verilmesi ile rüşvet iddiaları arasında ilişki kurularak o dönemin Başbakanı Recep T. Erdoğan’a ulaşma niyeti görülmektedir. Fakat bundan bir netice çıkmaz; ancak belli ölçüde bir “şantaj” aracı olarak kullanılabilir. Zira bu ihale sadece Türkiye ile değil İran ve Türkmenistan ile de ilgilidir. Bu ilişkilendirmenin adı geçen projenin iptali için bir vesile olarak kullanılmak niyetiyle ortaya atılması bile ihtimal dışı değildir. Savcı bunu bilemez ve belki de onu aşar. Ancak önüne bir belge verildiyse onun üzerinde çalışmış olabilir. Gözden kaçırılmaması gereken husus inanmak isteyenler veya arzu edenler için sonsuz ihtimallerden bir ihtimal bile mümkün gibi görünebilir hatta o umut ile yaşayabilir belki de peşinden bile koşabilirler. Esasında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, tam bu süreçte ABD’ye yaptığı ziyaret ile hiç bir korkusunun olmadığını ortaya koymuştur. Yalnız Savcı Preet Bharara’nın Türkiye’de bir operasyon yapmak isteyenlere katkı sağlamak için pes etmediği 1 Nisan 2016 tarihinde attığı “kirli politikacıların cezaevine atılması bir gereklilik olabilir. Fakat bu yeterli değil””hala doğru” ifadelerini içeren bir tweet ile ortaya koymuştur. Zira referans verdiği yerde(usa.gov/csvhj) iddianame ile bir ilgisi yoktur. Sadece eski yazdıklarına “hala doğru” ifadesi ekleyerek sanki operasyon isteyenlerin bir şekilde parçası olduğunu bizzat ABD’de bir savcının bürosunu arayarak bir cevap almanın mümkün olmayacağını, özellikle benim ülkemin Cumhurbaşkanını tweette nasıl takip edersiniz denilemeyeceğini ABD’de az çok yaşamış olan hukukçular ve hele gazeteciler çok iyi bilir. Zaten Fatih Öztürk’ün, kendisine doğrudan yazdığı “sevgili Ragıp, kamuya karşı dürüst ol” tweetine hiçbir şekilde karşılık vermemiştir. 4 STRATEJİK REKABET – MART 2016 düşünmemize yol açtığının farkında bile değilmiş gibi davranmaktadır. Oluşturulmak istenen hava yerine Zarrab’ın tutuklanmasını sağlayan iddianame üzerinden gidersek acaba Türkiye’de kimler zarar görebilir? Bunu izah etmek için AK Parti’nin yapısından başlamak gerekir. AK Parti’nin özellikle önceki dönemde yeknasak bir fırka değil irili ufaklı bir ekipler koalisyonuydu. Eğer Zarrab’ın doğrudan ilişkisi olduğu düşünülenler dikkate alındığında, siyasi olarak AK Partili ama ekip olarak Erdoğan’dan olamayan, daha ziyade GülArınç ekibinden olanlar zarar göreceklerdir. Bu zarardan bugün AK Parti’de ciddi etkisi olan bu ekibin ikinci nesli de ciddi kayıplara uğrayacaklardır. Reisicumhurluğunun nüfuzu, esas lider etkisi ile Erdoğan ekibi pek zararlı çıkmayacaktır. AK Parti’de bu süreçten en karlı çıkacak, yavaş yavaş ekibini oluşturan Başbakan Ahmet Davutoğlu olacaktır. Zira kısa vadede DavutoğluErdoğan rekabeti olmayacağından diğerlerine karşı belki müttefik değil ama mütelif olarak birlikte haraketle, ikisinin de karşısında olduğu anlaşılan Gül-Arınç ekibi ve ortaklarına fırsat vermeyeceklerdir. Bu operasyon teşebbüsünün neticesi itibariyle Tayyip Erdoğan’ı sınırlamada başarı sağlanırsa Ahmet Davutoğlu’nun önünü açması, sağlanamasa da en güçlü rakip ekibi etkisizleştireceği için Davutoğlu’nun yerini sağlamlaştırması ile sonuçlanır gözükmektedir. İran’a Yönelik Teşebbüsteki Hedef Dini Lider Ali Hamaney ile çok iyi ilişkileri olan İran eski Cuhurbaşkanı Ahmedinejad (3 Ağustos 2005-3 Ağustos 2013)‘dan sonra İran’da ve dünyada reformcu olarak kabul gören Hasan Ruhani 3 Ağustos 2013’te cumhurbaşkanı seçilmişti. Bu yeni 6 AA, 10 Mart 2016. yönetimle İran’ın nükleer çalışmalarını durdurması ve yaptırımların kaldırılması anlaşması 14 Temmuz 2015 tarihinde imzalanmıştı. 2016 yılında İran’da parlamento ve Uzmanlar seçimlerin ilk kısmı yapılmış ve Ruhani’nin başını çektiği “ılımlı ve reformcu”ların etkin olacağı kesinleşmiştir. Sağlık sorunları olduğu bilinen ve büyük ihtimalle Ali Hananey‘in yerine yeni dini lideri gerçekte ise esas devlet başkanını seçecek olan Uzmanlar Meclisi seçimlerinin tamamlanmasından sonra İran’da ciddi değişimlerin ABD veya ABD’nin şahinleri tarafından istendiği Zarrab iddianamesinin ortaya çıkmasından sonra daha iyi anlamaktayım. Zaten ABD’deki seçim sürecinde etkili ve seçilmesi muhtemel adayların İran’a yapılan yaptırımların kaldırılmasına rağmen İran yönetimine karşı hassasiyetlerinin devam ettiğini görmekteyiz. Mesela Hillary Clinton, İran Devrim Muhafızları tarafından gerçekleştirildiği söylenen uzun menzilli füze denemesi üzerine yaptığı yazılı açıklamada, “İran’ın yaptığı bu faaliyetler dolayısıyla yaptırımlarla yüzleşmesi” gerektiğini ifade etmişti.6 Esasında uzun bir süredir İran ile ABD arasında bir stratejik uyumun olduğu dikkatli olan nazarlar için çok açıktır.7 Açıkça ifade edilmek gerekirse, İran Ahmedinejad döneminden itibaren nükleer enerji konusunda ABD’nin istediği kıvama gelmiş olmasına ve ABD bugün İran ile istediği kadar kendi lehine anlaşmalar imzalasa da bununla yetinmesi pek mümkün değildir. Çünkü ABD’liler için İran’ın yönetim yapısının değişmesi gerekmektedir. Her ne kadar İran bugün devletlerarası politikada ve Önasya stratejilerinde ABD’nin istediği çizgide bulunsa da bunu daha sağlama hatta kontrole almak ABD’nin çalışma üslubuna daha Ali Arslan, Doğu Batı Ekseninde Stratejik Rekabet, İdil Yayınları, İstanbul 2015. 7 5 STRATEJİK REKABET – MART 2016 uygundur. Zira İran’daki siyasi, idari ve iktisadi güç esasında tamamen seçilmiş cumhurbaşkanı ve mecliste değildir. Gerçek güç ve son kararı verme Dini Lider’dedir. Bu dini lider Uzmanlar Meclisi tarafından ömür boyu seçilmektedir. ABD’nin bir müttefik olarak beraber hareket ettikleri İran’ın bu yönetim sistemini değiştirmesi kendisince zaruridir. Bunu açıktan yapma yerine zarifane yapması gerekmektedir. Uzmanlar Meclisi Seçimlerinin ilk kısmı yapılması ve “reformcu” Ruhani’nin önde gittiğinin belli olmasının akabinde ABD’de Savcı Bharara, İran ve Türkiye çifte vatandaşı olan Zarrab’ı tutuklatması ABD-İran ilişkilerinde de yeni bir dönemin başlangıcı olacaktır. Bu çok iddialı cümleyi kurmamın nedeni ise Zarrab’ın tutuklanmasını sağlayan iddianamenin ta kendisidir. Zira stratejik bir nazarla okunduğunda bu Zarrab iddianamesinin Zarrab’la pekte ilişkisi yoktur. Türkiye’de ve ABD’de bu iddianameyi okumayan, Bharara’nın “bir kuzudan iki post çıkarmak” isteyerek bazılarının hedeflerine yardım eden tavrına aldananlar veya bununla aldatanlar hariç tutulursa, bu iddianame doğrudan doğruya İran’ın yaptırımları çeşitli yollarla aşması ile ilgilidir. Ancak bu iddianamenin bir de mahfuz edilmiş bir tarafı vardır. Zira Zarrab iddianamesinde ABD’nin İran’da tasarladığı projenin bütün ip uçları bence vardır. Şöyle ki iddianamenin en can alıcı yeri sayfa 10-11’de 14/j bendidir. 3 Aralık 2011’de Zarrab ve Najafzadeh’e ulaşan ve imzalamaları istenen Farsça bir mektuptan yapılan alıntıdır. Bu emektub İran Merkez Bankası müdürüne gönderileceği kaydedilmiş ama gidip gitmediğine yer verilmemiştir. Bu emailde; “ekonomik cihat”tan “yarım yüzyıldır” harici kambiyo işlerinde uzmanlaşmış Zarrab ailesinden ve “İran 8 İslam Devriminin akil liderinin(Ayetullah Hananey) bu yılı Ekonomik Cihat yılı olacağını ilan ettiği”den bahsedilmektedir. Bu e-mektubun BBC tarafından yapılan tercümesi aynen şöyledir: “Büyük Liderimiz Ayetullah Hamaney’in ve Merkez Bankası’nın(İran Merkez Bankası) saygıdeğer yöneticileri ve çalışanlarının yaptırımlar karşısında oynadığı rol, yaptırımları akıllıca bir şekilde etkisiz hale getirmekte ve hatta onları, özel metotların kullanılması sayesinde bir fırsata çevirmektedir. Genel eğilimin yaptırımların yoğunlaştırılmasına ve arttırılmasına yönelik olduğu bir sır değildir ve İran İslam Devrimi’nin akil liderinin bu yıl Ekonomik Cihat yılı olacağını ilan ettiğinden beri, döviz konusunda yarım asırlık deneyime sahip olan Zarrab ailesi Türkiye’de, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Rusya’da ve Azerbaycan’da şubeler açarken, parasal olarak ve dövizde yaptırımlara karşı politikaların uygulanması için her türlü işbirliğine katkıda bulunmak konusunda istekliliğimizi beyan etmenin ulusal ve ahlaki görevimiz olduğunu düşünmektedir….. İran’ın gayretli evlatlarının çabalarının ve işbirliğinin sevgili ulusumuzun tüm uluslararası ve finansal alanlarda yükselişiyle sonuçlanacağını umut ediyoruz.8 Zarrab’ın tutuklanmasını sağlayan iddianamedeki bu faaliyetlerin tamamı İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad döneminde olmasına rağmen onun adı iddianamede hiç geçmemektedir. Zira artık o bir hedef değildir. Adı doğrudan geçen İran Dini Lideri Ali Hamaney ve onun ilan ettiği ekonomik cihattır. Bununla en fazla ilişkili olan kurum ise Dini Lidere bağlı olan askeri alanda olduğu gibi iktisadi ve ticaret alanında etkili olan Devrim Muhafızlarıdır. Merkez Bankası ise sadece çalışma için bir BBC Türkçe, 22 Mart 2016. 6 STRATEJİK REKABET – MART 2016 meydandır. Bu sahnede Zarrab ailesine yer verilmesi ise “iktisadi cihat” ile ilgili yazdıkları mektup ve bu cihadın yapıldığını iddiasını destekler görünen bir ağın varlığıdır. ABD’nin tam uyum içinde çalışacağı bir yönetimin oluşması için İran’da bir yönetim reformu yapılması zarureti vardır. Zira İran’da Dini Lider Ali Hamaney sadece bir dini lider değil iktisadi ve askeri alanda etkili bir şahıstır. Kontrol ettiği paranın miktarı 95 milyar ABD Doları olduğu iddia edilmektedir. Doğrudan doğruya Dini Lidere bağlı olan Devrim Muhafızları ahlak polisliği yanında kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan ikinci bir ordu niteliği bulunan bir paramiliter silahlı güçtür. Bu askeri güç yanında İran’ın üçüncü en zengin kurumu olarak kabul edilmektedir. Havalanına el koyabilen, ihalelere rakipsiz girebilen, doğalgaz tesis anlaşmaları imzalayabilen, Hatimü’l-Enbiya ve Şehit Vakfı gibi yarı resmi kurumlar vasıtası ile ekonomik alanda büyük imtiyazlara sahib olan, yabancı şirketlerle anlaşmalar imzalayabilen Devrim Muhafızlarının statüsü ABD için kabul edilebilir gözükmemektedir. Bunlar dikkate alındığında ABD’nin İran’da tasarladığı reform veya ıslahat nasıl bir yapı ortaya çıkaracaktır. 1. Dini Liderlik ile Cumhurbaşkanlığı Birleşmelidir İran’da iki başlı yapı sona ermelidir. Dini Liderlik ile Cumhurbaşkanlığı tek bir kişinin üzerinde toplanmalıdır. Bu ABD ve batılıların İran devleti ile ilişkilerinde tek muhatapları oluşması açısından önemlidir. Bugün anlaşma Cumhurbaşkanı ve diğer yetkililerle yapılmakta ancak esas karar mercii bunlar olmamaktadır. Bunun çözümü için İran’da bir zemin de oluşmakta veya oluşturulmaktadır. Mesela, Şeyh Ali Tehrani, “ Kahrolsun Dini Liderlik” diyebilmektedir. Bu iki başlılığın çözümü; Dini Lider ile Cumhurbaşkanlığı’nın öncelikli olarak fiilen aynı şahısta birleştirilmesidir. Bunun için en uygun aday ise şimdiki Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’dir. Zira Hasan Ruhani, Ruhullah Humeyni’ye 1977’de “İmam Humeyni” denmesi fikrini ortaya atan, Batılı öğretim yanında Kum’da klasik medrese eğitim alan bir şahıstır. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin iç ve dış destek ile İran Uzmanlar Meclisi tarafından Ali Hameney’in yerine Dini Lider olarak seçilmesi İran’da bu iki başlı yönetimin sona ermesini sağlar. Bu Humeyni’nin kurduğu sisteme ters olsa bile tarihteki Şii dini lider-siyasi liderliğinin birlikteliğinin gerçekleştirildiği örneklerine dayanılarak aşılabilecektir. 2. Devrim Muhafızları Orduya Bağlanmalı ve İktisadi Alandan Çekilmelidir Yukarıda belirtiğimiz gibi paramiliter görünümlü ancak Dini Lidere bağlı İran silahlı kuvvetlerden ayrı paralel bir ordu niteliğinde olan Devrim Muhafızlarına son verilmesi veya İran ordusuna bağlı hale getirilerek etkisiz hele dönüştürülmesi sağlanmalıdır. Bunu da Dini Lider ile Cumhurbaşkanlığının birleştirilmesi ile gerçekleştirmek mümkündür. Belki sadece ahlak polisi niteliğinin korunması diğer aksam ve unsurlarının orduya bağlanması yoluna da gidilebilir. Devrim Muhafızlarının orduya bağlanması ile iktisadi alandan tamamen çekilmesi de sağlanmış olacaktır. Bu da iktisadi birliği sağlama söylemi ile yerine getirilmesi mümkündür. 3. Zarrab Davası ile Birlikte İran’ın Yaptırımları İhlali Davası da Kapatılacaktır Bu kadar gündemde tutulan ve İran’ın masada Batılıların isteklerini kabul etmesi için bir vasıta olarak kullanılan yaptırımların ihlali konusunun da 7 STRATEJİK REKABET – MART 2016 kapatılması gerekmektedir. Bu da Zarrab davası ile kapatılacaktır. Daha önce Zarrab, Zencani vesair zenginlere bağlanırken bugün “Rıza Zerrab’ın arkasında adam” olarak eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın maden danışmanı Hüseyin Zarrab olduğu bahsedilmeye başlandı. Bu tavır daha büyüklere dokunmadan “örtme” veya davanın etsini daraltma operasyonunu ortaya koymaktadır. Türkiye’de Zarrabla beraber herkese ezberletilen Zencani en yetkili şahıs olarak İran’da hapiste olduğuna göre bu operasyonun daha büyük zenginlere gitmesinin önü kapanmıştır. Esasında ortada bir temiz veya kirli bir ticaret varsa buna müdahil birçok şirket ve sahipleri de olması doğaldır. Demek olayın kapanması için sınırlı tutulmasına da karar verilmiş gözükmektedir. İran, Türkiye ve diğer ülkelerle gerçekleştirilen ilişkilerin de sadece bir şahıs üzerine toplanması veya öyle takdim edilmesi gerekmektedir. Bunun için da en önemli çok küçük aktör olan Rıza Zarrab’tır. Zarrab’ın bu ilişkileri deşifre etmesi de kendisini kurtaracak bir usuldür. Buna göre süreç hakkında varılacak hüküm; zaten Rıza Zarrab hiçbir işi Zencani’den habersiz yapmadığına göre zaten esas suçlu değildir. Esas suçlu baş aktör olarak takdim edilen Zencani’den başkası değildir. O da İran’da hapiste bulunmaktadır. Zencani’ye yardımı dolayısıyla azıcık suçlu olduğu ortaya çıkarılacak Zarrab da bu suçundan ya para ya da kısa süreliğine hapis cezasıyla kurtulması için hiç bir neden kalmayacaktır. Bu sürecin tam bir başarı ile yürütüldüğü zaten dikkatli görenlerin gözleri önünde cereyan etmektedir. Zarrab’ın tutuklanacağını bildiği halde ABD’ye gitmesi, kefaletle serbest bırakılmayı bile ret etmesi Zarrab’ın bir anlaşmanın parçası olduğunun önemli göstergelerindendir. Sonuç ABD’de tutuklanan Zarrab üzerinden İran yaptırımlar davasının dar, sınırlı ve örtülerek neticelendirilecektir. Zarrab iddianamesi ile ortaya çıkan, İran’da yapılacak yönetim reformu stratejik olarak ABD kurumlarınca ayrıntılarıyla tasarlanmış olup bunun ip uçları iddianamede mevcuttur. Zarrab iddianamesinde yer almamasını rağmen, Türkiye ile ilgili savcı Bharara ve basında oluşturulan hava ile İran’a yönelik operasyon zemini üzerinden Neocon ve şürekası tarafından yapılmak istenin bir tertibe yol açmak veya operasyona zemin hazırlamak teşebbüsü olduğu anlaşılmaktadır. Rusların Suriye’den Çekilme Taktiği Araş.Gör. Halim Taşkaya İstanbul Üniversitesi 14 Mart 2016 günü V. Putin, Savunma Bakanı Sergey Şorgu ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ile yaptıkları görüşmeler neticesinde Suriye’deki hedeflerine ulaştıklarını ve kuvvetlerinin büyük bir bölümünü azaltarak buradan çekileceklerini açıkladılar. Ruslar, dünya kamuoyunda Suriye’den çekiliyoruz algısı oluşturmak istese de bu karar siyasi manevradan ve aldatmacadan başka bir şey değildir. Çünkü sadece 20 savaş uçağı ve 1 personel nakliye uçağı geri çekilirken, 24 tane kitle imha bombardıman uçağı hala Suriye’de bulunmaktadır. Bunun yanı sıra Tartus Deniz Üssü ve Hmeimim Hava Üssü durumunu muhafaza ederken halen daha aktif olarak kullanılmaktadır. Ayrıca 8 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Putin açıklamasının devamında; “Şayet Suriye’de bize ihtiyaç duyulursa birkaç saat içinde orada oluruz” diyerek Suriye üzerindeki etkinliğinin devam ettiğini beyan etmiştir. Yani her an yeniden dönüş yapabileceklerinin mesajını vermiştir. Savaşın ortasında Rusların savaştan çekiliyorum demesi dünya kamuoyunda da çeşitli yorumlara neden olmuştur. Rusya’nın çekilme nedenleri arasında; “Rusya’nın Suriye’deki hedeflerine ulaşması, Esed’in neredeyse kaybedeceği savaşı kazanıyor olması, Tartus Deniz Üssü ve Hmeimim Hava Üssünün konumlarının çok daha sağlamlaştırılması, savaşı terk ediyoruz aldatmacası ile Cenevre’de devam eden müzakerelerde muhaliflere savaşın bitirilmesi konusunda batılı güçlerce baskı yapılması amacına ulaşılması, ABD ile Suriye üzerinde çıkarları doğrultusunda anlaşılması, Suriye’de pozisyonu çok güçlüyken kazançlı olarak çıkmak istemesi, bazı silahlarının savaş şartlarında denenmesi ve bu amaca ulaşması, ekonomik sıkıntı çekmesi ve bozulan ekonomisinde daha fazla savaşı finanse edememesi, Türkiye ile sıcak savaş ihtimali ve Türkiye ile Suudi Arabistan’ın Suriye’ye girmelerinin önlenmesi” gibi dünya kamuoyunda pek çok sebep ortaya atılmıştır. Bu konuda en önemli iddia ABD’li muhalif senatör McCain’in; “Rusya’nın enerjisini ve dikkatini Ukrayna’ya yönlendirerek burada kanlı bir bahar yaşatmak istemesi, Suriye’den geri çekilişin asıl sebebidir” açıklamasıdır. Bazı stratejistler de bu geri çekilmeyi, Rusların Suriye stratejisinde askeri güç yerine yumuşak güç olan masayı(siyaseti) tercih etmesi olarak değerlendirmektedirler. Tüm yorumlara ve iddialara rağmen Rusların geri çekilme kararının siyasi bir manevradan ibaret olduğu yakın tarihe bakacak olursak apaçık ortaya çıkacaktır. Çünkü Rusya yakın dönemde silahla hem Rusya Federasyonu hem de yakın bölgelerde girdiği hiçbir coğrafyadan tamamen geri çekilmemiştir. Kronolojik sırayla gidecek olursak, ilk örnek olarak karşımıza Çeçenistan çıkmaktadır. Rusya 1994-1996 yılları arasında Çeçenistan ile savaştı ve savaşta istediği neticeyi elde edemeyince 1996 ve 1997 yıllarında yaptığı iki ayrı barış anlaşması ile Çeçenistan’ın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı ve askerlerini bu topraklardan çekti. Ancak Rusya, savaşı kaybetmesine rağmen Çeçenistan’dan büyük askeri birliklerini çekilirken başkent Grozni’de bir üs bırakmıştır. Çeçenistan’ın bağımsızlığını fiilen kabul etmeyen Rusya, 1999 yılında 1997 de yapılan barış anlaşmasını ve Cenevre Sözleşmelerinin maddelerini de ihlal ederek Çeçenistan’da katliam yaptı ve kısa süre sonra Çeçenistan’ı işgal etti. Bugün halen daha Rusya Federasyonu’na dahil olan Kuzey Kafkasya’da Rusların önemli bir askeri gücü bulunmaktadır. İkinci örnek olarak Gürcistan’ı gösterebiliriz. 2008’den önce Gürcistan Cumhurbaşkanı M. Saakaşvili’nin isteği ile Gürcistan’dan çekilen Ruslar, 2008’de Gürcistan’ı işgal ettiler. Burada barışı sağladığını ifade eden Ruslar, Gürcistan’da askeri varlığının bulunmadığını iddia etmektedirler. Devletlerarası hukuka göre Gürcistan toprağı olan bağımsız Güney Osetya Cumhuriyeti ve Abhazya topraklarında güvenlik bahanesi ile asker bulundurmaktadır. Hatta Ruslar buraları De Facto olarak yönetmektedirler. Bir diğer örnek ise Kırım hadisesidir. Yaşanan isyanlar sonucunda duruma müdahale eden Ruslar, gerçekleştirilen referandumdan hemen sonra Ukrayna’ya bağlı Kırım Özerk Cumhuriyeti’ni 17 Nisan 2014’te resmen ilhak etmişlerdir. Rusya Federasyonu ile Ukrayna arasında Kırım hadisesiyle başlayan savaş durumu yerini Donestk Krizine bırakmıştır. Donetsk Krizi dahilinde halen sınır çatışmaları devam etmektedir. 9 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Sonuç olarak görüldüğü gibi Ruslar, yakın dönemde biraz da BM’deki imtiyazlı statüsünü ABD’nin gizli açık göz yummasını da kullanarak girdiği hiçbir coğrafyadan tamamıyla geri çekilmemiş hatta ele geçirdiği bazı coğrafyada hak iddia ederek buraları topraklarına katmak istemişlerdir. Bu sebeple Geleneksel Çarlık Rusya’sı hakimiyet anlayışını sürdürmeye çalışan Putin yönetiminin Suriye’den çekiliyoruz demesi inandırıcı bulunmamakla birlikte apaçık siyasi bir manevra olduğu Rusların tarihsel taktikleri ile de uygunluk göstermektedir. İstihbarat Teşkilatlarının İnfaz Yöntemine Rusların Litvinenko Örneği Kenan Çabuk KASEM Uzmanı İ stihbarat, günümüzün hem popüler hem de çok değerli bir kavramıdır. İstihbaratın insan hayatında iki yönü bulunur. Bir, sosyolojik anlamda iki, devletler anlamındadır. Sosyolojik olarak istihbaratı bireysel olarak düşünebiliriz. Çünkü insan bireyi sosyal hayatta bilgiye her zaman ihtiyaç ve gereksinim duymaktadır. İhtiyacın ana kaynağı ikili ilişkiler veya ticari hatta servet için olanıdır. İkili ilişkilerde insanlar birbirlerini tanırken veya tanımak isterken birbirlerinden bilgi alış verişinde bulunurlar. Bilgiyi fiziki özelliklerinden veya karakterinden örneklerle edinip, kendi içindeki analiz mekanizmasını yürüterek bir sonuca varır. Bu sonuç ile de kendi stratejisini kurarak karşısındaki insan ile nasıl bir ilişki istediğini ve isteyebileceğini hesaplamış olur. Burada karmaşık anlattığımız ikili ilişkideki istihbarat oyununu her gün kendimiz yapmaktayız. Burada ortaya koyduğumuz istihbarat(bilgi) meselesinin en küçük, en hücre konumunu sizlere sundum. İkinci olarak da devletlerin oyunudur. Ama buradaki oyun bizim kendi içimizde oynadığımız oyunun kat be kat daha fazlası ve oyuncuların neredeyse hayatlarını etkileyebilecek seviyede bir masadan bahsedebiliriz. Devletler de tıpkı bizlerdeki gibi organik bir yapılanma ile hareket ederek bilgi alış verişini analize çevirir. Ama burada bahsettiğimiz analiz kısa ve tek sonuca varmaz. İhtimallerin her geçen gün daha da arttığı dünyamızda bunları göz ardı etmeden farklı analizler ortaya koymak zorundadır. Çünkü en ufak bir ihtimalin gözden kaçırılması sonuçta uygulanacak stratejinin tamamen kaybı ile sonuçlanmasına sebebiyet verebilir. Devletlerin istihbarat çalışmaları komplikedir, karmaşıktır ve detayın sonuna kadar gitmektedir. Ama bu çalışmalar sonunda ortaya konan analizler ciddi bir stratejinin ön adımıdır. Bu sebeple devletler istihbarat oyununa ciddi kaynak ayırmakta ve bu kaynakları da her geçen gün artan ihtimallere dayanarak arttırmaktadır. İstihbaratın ilk adımı olan bilgi toplamanın önemini görüyoruz. Devletlerin de istihbarat çalışmalarındaki çekirdek elemanı yine insandır. Bilgi toplama işini profesyonel anlamda gerçekleştiren istihbarat ajanları her zaman çalışmalarında titiz ve dikkatlidirler. Her ülkenin kendi istihbarat teşkilatlarına ait binler hatta milyonlarca ajanı bulunmaktadır. Fakat ajanların insan olması, hata yapma veya farklı bir yola girmelerine neden olabilir. Bu anlamda tarihte birçok örneği bulunan ihanet veya çift taraflı ajan örneği görülmüştür. İstihbarat teşkilatlarının tek ve en önemli kuralı da bu şekilde davranan ajanlarına verdiği 10 STRATEJİK REKABET – MART 2016 cezanın ölüm olmasıdır. Bu infaz kendi topraklarında idam ile olurken yabancı topraklarda da bunu suikast ile gerçekleştirirler. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Günümüzde ve en yakın tarihimizde gerçekleşen bir olay buna en iyi örnek olabilir kanaatindeyim. Rusya istihbarat teşkilatı FSB9 İngiltere’nin başkenti Londra’da eski KGB10 ve FSB ajanı Aleksandr Litvinenko’yu infaz etmiştir. Bu infazın ilginç olan yanı öldürülürken kullanılan zehir maddesinin sadece devlet tarafından üretilebilen “polonyum-210” maddesidir. Sadece nükleer güce sahip ülkelerin üretebileceği, etki ve hızı çok yüksek olan bu maddeye maruz kaldığınızda ölüm kesin olmaktadır. Aleksandr Litvinenko eski bir Rus KGB ve FSB ajanıdır. Rus istihbaratının etkin ve güçlü isimlerinden olan Litvinenko, Rusya Federasyonu’ndaki bir çok terörist olayın arkasında Rus istihbaratının olduğunu söylemiştir. Özellikle 1999 yılında Moskova’daki patlamanın ve daha sonra da Rusya ve Çeçenistan arasındaki savaş durumunu kullanarak devlet eliyle terörist faaliyetlerde bulunduğunu söylemiştir.11 Rusya Federasyonu’nda da 1999 ve 2000 yıllarında görevi kötüye kullanmak suçlamasıyla iki kez tutuklanıp serbest bırakılan Litvinenko,12 2000 yılında sahte pasaport ile Ukrayna, Türkiye ve İngiltere yolunu izleyerek ailesiyle İngiltere’den siyasi sığınma istemiştir. Londra’da ailesi ile birlikte yaşamaya başlayan Litvinenko’nun İngiliz İstihbarat Ajansı SIS13 ile yakın ilişki içinde olduğu ve birçok konuda İngilizlere yardım ettiği söylenmektedir. Ayrıca Rus istihbarat teşkilatı ile alakalı iki de kitap yayınlamıştır. Litvinenko 2006 yılına kadar Londra’da yaşamına devam etti. 1 Kasım 2006 yılında FSB ajanları Andrei Lugovoi ve Dimitri Kovtun ile Millenium Otel’de çay içmişler ve bu görüşme sonrası 23 Kasım 2006’da Litvinenko hayatını kaybetmiştir. Hayatını kaybettikten sonra yapılan otopsi raporunda Litvinenko’nun vücudunda “polonyum210” radyoaktif maddesine rastlanmış ve İngiliz adalet yetkilileri polonyum-210 maddesi avına başlamıştır. Madde ağır bir radyoaktif olduğu için iz bırakma özelliğine sahiptir. Yapılan incelemede, görüşmenin yapıldığı Millenium Otel’de, bir gece kulübünde ve Rus ajan Lugovoi’nin izlediği Arsenal-CSKA Moskova maçının oynandığı Emirates Stadı’ndan Heathrow Havalimanı’na ve oradan ajanların kaldığı Almanya’nın Hamburg kentindeki otellere kadar izlerin bulunduğu saptanmıştır. Dava ile ilgili soruşturma sürerken Rusya Federasyonu’nun yaptığı açıklama sıradan adli bir vakanın Rusya Federasyonu-İngiltere ikili ilişkilerine zarar verdiği yönündedir. Rusların bu yaklaşımının aksine İngiliz Soruşturma Komitesi Başkanı Robert Owen, infaz emrinin FSB Başkanı Nikolai Patrushev ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin tarafından verildiğini, muhtemelen 14 onayladı. Dava ile ilgili kronoloji ise şöyle gerçekleşmiştir: 23 Kasım 2006 – Litvinenko, eski ajanlar Andrei Lugovoi ve Dmitri Kovtun’la çay içtikten 3 hafta sonra Londra’da öldü. FSB: Federal Güvenlik Servisi, Rusça: Federalnaya Slujba Bezopasnosti 10 KGB: Devlet Güvenlik Komitesi, Rusça: Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti 11 http://news.bbc.co.uk/hi/russian/news/newsi d_1331000/1331949.stm 12 9 http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/0 1/160121_litvinenko_sorusturma 13 SIS: Gizli Haberalma Servisi, Secret Intelligence Service, eski adıyla MI6. 14 http://www.trthaber.com/haber/dunya/putineski-kgb-ajaninin-londrada-olduruldugunuonayladi-231131.html 11 STRATEJİK REKABET – MART 2016 24 Kasım 2006 – Ölüm sebebi polonyum-210 zehirlenmesi olarak açıklandı. 30 Kasın 2006 – İçişleri Bakanı John Reid milletvekillerine radyoaktif maddenin izine ikisi İngiliz Havayolları’nda olmak üzere Londra’nın 12 farklı noktasında rastlandığını söyledi. 22 Mayıs 2007 – Birleşik KrallıkBaşsavcısı, Lugovoi’nin Litvinenko’yu öldürmekten yargılanmasına karar verdi. 5 Temmuz2007 – Rusya Federasyonu Lugovoi’nin suçlu iadesini gerçekleştirmeyi reddetti. Mayıs-Temmuz 2013 – Sorgu hakiminin, yeni sırların ortaya çıkma ihtimali için soruşturmayı kamu soruşturmasına çevirmeye karar vermesiyle Litvinenko’nun ölümüne dair yapılan inceleme ertelendi. 16 Temmuz 2013 – Birleşik Krallık dört Rus diplomatı sınır dışı etti. Rusya Federasyonu da dört İngiliz diplomatı sınır dışı ederek karşılık verdi. Temmuz 2013 – İngiliz Bakanlar, kamu soruşturması talebini reddetti. Ocak 2014 – Eşi Marina Litvinenko Yüce Divan’a başvurdu. 11 Şubat 2014 – Yüce Divan ölüme dair inceleme raporu gelmeden soruşturmanın bitirilmesi kararını yanlış buldu. Temmuz 2014 – İçişleri Bakanlığı kamu soruşturması başlatılacağını duyurdu. 21 Ocak 2016 – Soruşturma Komisyonu Başkanı Robert Owen, Litvinenko’nun muhtemelen Viladimir Putin’in verdiği emir ile öldürüldüğünü açıkladı.15 http://www.milliyet.com.tr/suikast-emrinibuyuk-ihtimalle/dunya/detay/2182511/default.htm 15 Sonuç olarak, polonyum-210 gibi radyoaktif maddesi ancak nükleer güce sahip ülkeler tarafından üretilebilen ve silah olarak kullanılabilen çok rafine bir maddedir. Polonyum-210 maddesini inceleyecek olursak; ilk olarak uranyum filizlerinden izole edilmesine rağmen, bugünlerde bizmut atomlarını nötron bombardımanına tutarak yapay olarak elde edilebiliyor. Litvinenko davasında ifade vermiş bir uzmana göre, dünyada polonyum üretimi yapan tek yer, Moskova’nın yaklaşık 800 km güneydoğusundaki Sarov şehrinde bulunan kapalı bir nükleer tesistir. Suikastte kullanılan polonyum maddesi ise büyük ihtimalle buradan 16 gelmiştir. Polonyum-210 maddesinin insanı nasıl öldürdüğüne gelirsek; madde vücuda girdiğinde ilk olarak midede ağır metal zehirlenmesi meydana getirerek sindirim sistemine ulaşır. Bu radyasyon sindirim sistemine ağır hasar vererek birkaç gün içinde kemik iliği yetmezliğine yol açar ve giderek ölüme yaklaştırır. Polonyum 210 başka suikastlarda da kullanılmıştır. Mesela Polonyum-210 maddesinden zehirlenen diğer kişilerin başında Yasser Arafat gelmektedir. Son günlerde Rusların Türkiye Cumhuriyeti’ne ithamlara karşılık Rusya Federasyonu’nun, çalışma metodunu dikkate alanlar, Rusların Çeçenler’in üzerine attığı Moskova bombalamalarını Putin’in devlet başkanı seçilebilmek için yaptığını iddia etmektedirler. İstihbarat teşkilatlarının çalışma ve infaz sistemleri değişiklik gösterebilmektedir. Ama her infaz bir iz bıraktığı gibi Rusya’nın burada hatası çok ender bulunabilen bir maddeyi kullanarak Litvinenko davasında bıraktığı izlerdir. Diğer yönden bakacak olursak Rusya Federasyonu burada belki bilinçli olarak iz bırakmış ve yapanın kim olduğunu bütün dünyaya göstererek http://www.bilimkurgukulubu.com/genel/incel eme/litvinenkoyu-olduren-gizemli-maddepolonyum/ 16 12 STRATEJİK REKABET – MART 2016 belirli yerlere mesaj göndermiş de olabilir. Bu infazı iki şekilde değerlendirerek buna göre düşünmek ve Rusya Federasyonu’nun İngiltere ve müttefikleri ile ilişkilerine çok boyutlu bakarak bir neticeye varmak belki de kesin sonuca varmak için yapılacak en doğru harekettir.1718 Kıbrıs Davasında Bitmeyen Müzakere Süreci ve Emperyalist Güçler Büşra Çakma KASEM Uzmanı 19. yüzyılın başlarında filizlenip 20. yüzyılın son çeyreğinde patlak veren ve 21. yüzyıla sarkan Kıbrıs sorununun çözülmesine yönelik devletlerarası girişimler ve toplumlararası görüşmeler aradan geçen bunca zamanda başarıya ulaşamadı. Müzakerelerin tek çıkmaz noktası Rumlar, Kıbrıslı Türkleri çözüme mahkûm, kendilerini ise çözüme ihtiyaçları yok şeklinde görmeleridir. Bugün Ada’da yıllardan beri BM gözetiminde sürdürülen toplumlararası görüşmelerin bir yenisi yapılmaktadır. Çeşitli etkin dış güçler görüşmelerin önümüzdeki birkaç yıl içinde sonuç vermesi umudunu dile getirmektedirler. Kıbrıslı Türklerin yeni girişimler karşısında nasıl bir tutum sergileyebilecekleri oldukça önemlidir. Mustafa Akıncı ve Dimitris Hristofyas, bir yol haritası üzerinde anlaşarak, ortak http://www.milliyet.com.tr/-suikast-emriniputin-verdi-/dunya/detay/2182210/default.htm 17 amaçlarının iki bölgeli, iki toplumlu ve tek devletlerarası temsiliyeti bulunan ikili statüye dayalı bir çözüm arayışı olduğunu Kıbrıs Türk ve Rum kamuoyuna ve devletlerarası güç merkezlerine açıklamışlardır. Birleşme, taşınmaz mallar ve güç paylaşımı konusundaki mevcut anlaşmazlıklar her müzakere sürecinde çözümlenememektedir. Anastasiadis asıl amacın adanın bütünlüğünün federal, iki toplumlu ve iki bölgeli bir cumhuriyet sistemiyle yeniden sağlanması ve adanın askerden arındırılması olduğunu ifade ederken, diğer yandan Akıncı ortak amacın “iki halk arasında politik eşitliğe ve iki kurucu devletin eşit statüsüne dayalı yeni bir ortaklık devleti inşa etmek” yani konfederal bir çözümün taraftarı olduğunu savunmaktadır. Kıbrıs müzakerelerinin başlamasındaki en önemli dinamiğin, Doğu Akdeniz’de ortaya çıkartılan doğalgaz ve petrol kaynakları olduğu konusu aşikardır. Kuzey’le Güney arasındaki ihtilafa ve adanın bölünmüşlüğüne son verilmesi gerekiyor. Bununla beraber, çıkarılan doğalgazı Avrupa’ya ihraç etmenin en ekonomik yolu Türkiye üzerinden inşa edilecek bir boru hattından geçiyor ve dış güçler açısından sorunun çözülmesi bu bakımdan da iki taraf üzerinde baskı oluşturuyor. Müzakere de ele alınan başlıklar şunlardır; yeni devlet siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu iki bölgeli yapıya dayalı olmak, BM ve AB’nin üyesi olarak tek vatandaşlık, tek temsiliyet, hiçbir taraf diğer taraf üzerinde otorite ve idari yetkiye sahip olmayacak, Birleşik Kıbrıs, her iki tarafta eş zamanlı ve ayrı ayrı düzenlenecek referandumdan sonra ortaya çıkacak, başka bir ülke ile herhangi bir şekilde kısmi veya bütün http://tr.euronews.com/2016/01/21/eski-kgbajaninin-zehirlenmesine-putin-onay-vermis/ 18 13 STRATEJİK REKABET – MART 2016 olarak bölünme birleşme ya da ayrılma hakkı yasaklanacaktır. Türkiye’den sürekli tavizler koparmaya alışmış olan Yunanistan, Kıbrıs konusunda Türkiye’nin tavrından bir değişiklik olmadığını iddia ederek, ABD ve AB’nin baskı yapmasını ve Kıbrıs’ta federasyon şeklinde çözüm arzulamaktadır. Kıbrıs’ta tek siyasi egemenliğin güvence altına alınmasını istemekteler. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) Meclis Başkanı Yannakis Omiru de bu durumu şu şekilde dile getirmektedir; “Her halükarda Kıbrıs’ta tek siyasi egemenliğin güvence altına alınmasını istiyoruz”. Bu açıdan sil baştan yakınlaşmanın her iki kesime de zarar vereceği kanısındayım. 1974 harekâtından önce de Rumların kontrol ettiği tek devlet vardı. Bu devlet de Rumlara az geldi ve Türkleri katliamlara tekrar başladılar. Daha sonra Türk askerini adadan çıkarma politikası, sürecin devamı oldu. Kıbrıslı Türkler saldırıya, asimilasyona-soykırıma uğrarken de tek devlet vardı ve başında Rum yönetici bulunmaktaydı. Yardımcısı Türk’tü ama önce etkisiz bırakılmış sonra da makamından uzaklaştırılmıştı. Yakın dönemde 2015’de Limasol’daki Kıbrıs Türk Semtindeki bir ev yakıldı. Bu örnek geçmiş yıllarda da yapılan katliam ve saldırıların başlangıcını göstermez mi? Rum tarafının gözünden Türkiye’ye bakarsak: Müzakerelerde sadece Türkiye’nin yarar sağlayacağı ve Türk şirketlerinin istilasına uğrayacağı gibi bir izlenim oluşmuş durumdadır. Türkiye’nin, Kıbrıs’ta maden zenginliğinin yöneticisi olacağı ve yalnızca askerî değil ekonomik hâkimiyetinin esiri olacağı kanısındalar. Her müzakerede olduğu gibi Türk tarafının kazanç sağlayacağı bir müzakere maddeleri var gibi görünür ama sonun da yine Rum tarafı istediğini alır. Olaya bir de bizim tarafımızdan bakalım, son görüşmelerde, kapalı Maraş şehrinin aşamalı iade sürecinin, tüm Ada’nın mayınsızlaştırılmasının devam etmesi gibi anlaşma maddeleri ele alınmaktadır. İflas etmiş ve ekonomik yapısı çökmüş bir ülkenin masaya oturmamakta ısrar etmesini anlamak oldukça zor bir haldir. Buna rağmen Anastasiadis, “Maraş’ın iade edilmesi” konusunu ortaya atmıştır. Oysa adada çözüme sadece Kıbrıslı Türk ve Rumların değil, diğer dış dinamiklerin de ihtiyacı vardır. Çözüm artık her zamankinden daha gereklidir. Ancak, amaç ve gaye çok açıktır. Maraş konusundaki taleplerinin Türkler tarafından geri çevrilmesi sonrasında “Türkler müzakereleri sonuçsuz bıraktı, masadan kaçtı” algısını oluşturmaktır. Esasında kaçan tek bir taraf var o da Rum yönetimidir. Amaçları, müzakereleri çıkmaza sokmak ve bundan da kazanç sağlamaktır. Buna en iyi örneği; 2004 yılında Annan Planı’ndan sonra Avrupa Birliği üyesi olmalarıdır. Şunu da net belirtmek gerekir; bu saatten sonra kalkıp hangi yapıcı ve güçlü müzakereden bahsedebiliriz ki. Görüşülen son müzakere sürecinde plan, tıpkı bundan öncekiler gibi sermayenin çıkarlarına dayanmaktadır. Görüşmelerin burjuva güçlerce ve kapı arkasında yürütüldüğü bu süreçte, halkın istekleri hiçbir şekilde sürece dahil edilmemektedir. Ayrıca genel çerçevenin Annan Planının ötesine geçmediği de görülüyor. Eğer o planın koşulları kabul edilirse, bu, ada halkının bölünmüşlüğünün tümüyle ortadan kalkmayacağına, dolaşım hakkına sınırlar getirileceğine, yönetim ve yetki paylaşımı konusunda sürekli sorunlar çıkacağına işaret edecektir. Bunların yanı sıra, garantörlük sisteminin devam etmesi nedeniyle İngiltere, Türkiye ve Yunanistan’ın adaya müdahaleleri son bulmayacaktır. Kıbrıslı Türklerin adada kalabilmeleri ve güvenliği için bir garantiye kesin ihtiyacı vardır. Bu arada bölgede bir toprağı olmayan İngiltere’nin askeri üslerine dokunulmaması ise, 14 STRATEJİK REKABET – MART 2016 adanın emperyalist güçler tarafından bir askeri üs olarak kullanılmaya devam etmesi anlamına gelmektedir. Sonuç olarak, KKTC’nin 3 yıldır halledilmeyen sorunlarının halledilmesi, devletlerarası kuruluşların insafına bırakılmaması gereklidir. Türkiye’nin batı ve güneyinin kontrol altına alınabilmesi için, askeri, siyasi, ekonomik, dış politika ve güvenlik konularında Türkiye’nin elinin güçlü olabilmesi adına Kıbrıs meselesi asla başkalarının inisiyatif ve iradesine terk edilemeyecek kadar ciddi bir meseledir. Kıbrıs sorunu egemenliğimizi tehdit eden, Türkiye’nin birinci derecede acil ve kalıcı çözüm bekleyen hayati meselelerinden birisidir. American 2016 Defence Budget is Ready to Wage New Wars Rahime Edibali KASEM Uzmanı Y et Will This Strategy Avoid the Demise of America? The Pentagon released its new strategy last summer. Whatever Pentagon’s new strategy instructor, American Senato admitted for the new defence budget. Although Obama declared with full of tears that he tries to resist the army industry. The new defence budget remained nearly the same. The lion share belongs to aviation, especially for cyber security and terrorism. As usual the the budget is not detailed. How the black operation will use the allocated money is secret. However American public opinion is asking: “If all the operations are fulfilled by the special operation army, then why we are funding this giant army?” How Deep DAİŞ US Defence Budget? The $53.3 billion request is $400 million less than the Obama administration requested last year, but a full $3 billion more than it was given in fiscal 2015. Details about how the government breaks down money between agencies in the so-called “black budget” are kept secret. However, the intelligence office claimed that it was dedicated to saving money by focusing on programs “that have the most impact and highest priority.” Classified documents leaked by Edward Snowden have shown that, in 2013, the largest share of the “black budget” went to the CIA, followed by the National Security Agency and the National Reconnaissance Office.19 For Homeland Security President Barack Obama’s $4.15 trillion budget request includes $50.4 billion for civilian agencies engaged in homeland security activities, most notably the Department of Homeland Security. Funding for homeland security is up 11.5 percent over 2016, an increase of $5.2 billion. That funding is spread out among 29 agencies, though the bulk is allocated for DHS, Health and Human Services, Justice Department, State Department and Energy Department. As the agency with “homeland security” right in the name, DHS obviously gets the largest portion of funding: just over $36.8 billion. Overall (civilian and defense), the president’s budget includes a total $70.5 http://thehill.com/policy/nationalsecurity/268834-spies-ask-for-increase-in-blackbudget, Son Erişim: 11.02.2016. 19 15 STRATEJİK REKABET – MART 2016 billion for homeland security, a 1.7 percent decrease over 2016. The Categories of Homeland Security Funding The majority of homeland security funding (civilian and defense) will target three broad categories, according to budget documents: Preventing and disrupting terrorist attacks ($36.6 billion); Protecting the American people, critical infrastructure and key resources ($27.7 billion); and Responding to and recovering from incidents, including natural disasters ($6.2 billion).20 Base Budgets are Shrinking Overall spending for the Army in the proposed Defense Department budget would be $148 billion, the same as 2016. But its base budget for 2017 would be $2 billion less than in 2016, while its Overseas Contingency Operations, or OCO, fund would gain $2 billion, increasing it to $23 billion. The Army builds readiness primarily through the operations and maintenance portion of its base budget, Maj. Gen. Thomas Horlander, said. That $45.2 billion portion is the only part of the base budget that grew from the 2016 budget, he added. Among other operations, the budget proposes funding 19 combat training center rotations for brigade combat teams. The service now has about 190,000 soldiers deployed – about 50,000 more than in February 2015 from the regular Army, the Army National Guard and the Army Reserves to 140 countries in each of the regional combatant commands. Soldiers are deployed in eastern Europe to reassure NATO allies and deter Russian aggression. Soldiers also continue their 20http://www.federaltimes.com/story/governmen t/management/budget/2016/02/09/2017- advise and assist missions in Iraq and Afghanistan and remain increasingly committed to working hand-in-hand with partner nations throughout Asia to promote regional stability there. Which Departments of US Will Feel the Fund Increase The Army plans to use much of its increase in OCO spending in Europe, where it allocated $2.8 billion toward providing an increased presence and more equipment for its European Reassurance Initiative. That plan calls for an armored brigade combat team to be deployed onto the continent at all times. The Army proposes to spend $15.1 billion largely on several updated helicopters and upgrades to several of its ground vehicle systems. It represents a $1.3 billion cut from 2016. It also intends to purchase 2,020 Joint Light Tactical Vehicles, intended to replace the Army and Marine Corps workhorse Humvee, and 48 Paladin Integrated Management self-propelled howitzers. It also proposes spending $480 million to upgrade 60 M1 Abrams tanks with new armor packages and $590 million to upgrade 123 Stryker armored vehicles. The budget proposes spending $2.1 billion less on aviation improvements than in its 2016 spending plan. The Army proposed purchasing 52 remanufactured AH-64E Apache attack helicopters, down from 64 last year. It proposes purchasing 36 UH-60M Black Hawks, down from 107 the prior year. It also proposes buying 22 remanufactured CH-47F Chinooks, down from 39 in 2016. Meanwhile, the Army will continue to drawdown its force size. The proposed 2017 budget would cut 10,000 troops from the active-duty force, leaving it with 460,000 soldiers. The Army National homeland-security-budget/80065084/, Son Erişim: 11.02.2016. 16 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Guard would shrink from 342,000 soldiers to 335,000, and the Army Reserve would be cut from 198,000 to 195,000. The proposed budget also includes a 1.6 percent increase to military basic pay and civilian pay in fiscal year 2017.21 Under the proposals, the Army would again bear the brunt of the military downsizing, with 460,000 active duty troops in fiscal 2017, reducing further to 450,000 in the following year. It would have 335,000 in the Army National Guard and 195,000 soldiers in the Army Reserve. The troops would support a total of 56 Army Brigade Combat Teams. The Marine Corps would be sized at 182,000 troops in fiscal 2017 and 38,500 Marine reservists. The Navy, which would be projected to grow to 308 ships from 280 over the next five years, would have a total of 380,900 active duty and reserve sailors.22 The US Missile Defense Agency (MDA) continues four main priorities in its fiscal year 2017 (FY 2017) budget: 1. increasing capability of the Groundbased Midcourse Defense (GMD), 2. preserving the homeland, 3. regional missile defence priorities, and 4. investing in technology development and capabilities. MDA is requesting about USD1 billion to achieve an inventory of 44 ground-based interceptors (GBI) by 2017, Vice Admiral James Syring, director of MDA, said on 9 February during the agency’s budget briefing at the Pentagon in Washington, DC. The agency budget also includes USD630 million for the European Phased Adaptive Approach (EPAA) Phase 3, which includes deployment of the second Aegis Ashore site in Poland, upgrade of the Aegis Ballistic Missile Defense (BMD) weapon system, and delivery of the Standard Missile (SM)-3 Block IIA. Phase 3 will also enable Aegis Ashore and Aegis BMD ships to launch SM-3 Block IA, IB, and IIA variants.23 http://www.stripes.com/news/us/armybudget-chooses-combat-readiness-overmodernization-1.393232, Son Erişim: 11.02.2016. 22 http://www.military.com/dailynews/2016/02/09/obamas-last-defense-budgetadds-funds-europe-counterterrorism.html, Son Erişim: 11.02.2016. 23http://www.janes.com/article/57902/pentagon 21 Struggle With “DAİŞ” NATO will likely support a U.S. request for alliance surveillance aircraft in the fight against the DAİŞ, NATO’s top official said Tuesday ahead of two days of ministerial talks in Brussels. The alliance also will consider a possible role in monitoring the flow of refugees pouring out of the region. The U.S. has asked that NATO Airborne Warning and Control System aircraft join the fight against the DAİŞ, which would serve as the first formal involvement of the 28-nation alliance in the U.S.-led campaign. there has been discussion of NATO vessels patrolling the eastern Mediterranean, a route used by some Syrian migrants fleeing for Europe. NATO surveillance aircraft, both manned and unmanned, could have a role as well. In recent days, thousands of Syrians fleeing fighting have been massing near Turkey’s border as Russian-backed Syrian government forces push toward Aleppo, a rebel stronghold.24 How the Money Would be Spent? There were no details on how the money would be spent. The $200 million is an overall increase the department’s war funding, including the ongoing effort in Afghanistan, and the airstrikes and -budget-2017-mda-funding-request-seeks-tobegin-epaa-phase-3, Son Erişim: 11.02.2016. 24http://www.stripes.com/news/nato-maycontribute-awacs-to-fight-against-islamic-state1.393112, Son Erişim: 11.02.2016. 17 STRATEJİK REKABET – MART 2016 training in Iraq and Syria against the DAİŞ. The war funding request is $58.8 billion for 2017, compared to $58.6 billion this year. The $200 million is likely to cover increased drone operations over Africa, as the military struggles to provide realtime intelligence through 24-hour unmanned aircraft patrols in the coming years. And that budget increase will build on discussions U.S. officials are having now on plans to beef up counterterrorism operations in Libya in the coming weeks and months. The Pentagon is seeking $200 million in the 2017 budget for counterterrorism operations in Libya and other portions of North and West Africa, as the DAİŞ threat in that region continues to grow. The new funding provides the first concrete indication of what the U.S. military may do to battle the threat, including expanded drone and surveillance flights, strikes and other operations. And it is the first time that the Pentagon has included a separate increase for operations against the DAİŞ in Africa.25 In fact, special operations are funded by numerous different authorities, with budgets that expire each year. Much of the funding — for example, money that comes from defense-authorization bills — is restricted to certain purposes or types of forces, which makes it difficult to plan and conduct comprehensive campaigns. For broader stabilization missions, other funding sources can be tapped, but they often require State Department approval, which can take up to two years to obtain. Special operations forces need a faster and more straightforward budgetary process. State Department oversight is crucial, but it currently moves far too slowly, owing to the U.S. government’s complex procedures for assistance.26 http://www.foxnews.com/politics/2016/02/09 /pentagon-seeks-funding-for-libya-africamilitary-operations.html, Son Erişim: 12.02.2016. 26 25 approving foreign Awaked For The Cyber Attacks Pentagon officials are routing $12.5 billion to science and technology investments, part of a broader $72 billion research, development, test and evaluation (RDT&E) portfolio; the RDT&E request is nearly $3 billion more than the amount enacted in fiscal 2016. According to the budget documents released Feb. 9, key RDT&E initiatives center on space and space-based systems, missile defense programs, cyber operations, and science and technology. Command, control, communications, computers and intelligence systems are set for a $7.4 billion investment, an uptick from last year’s $7.1 billion. Missile defense programs slipped by some $600 million to $8.5 billion, and despite Pentagon officials’ verbal emphasis on science and technology, those accounts across the board went down, from $13 billion to $12.5 billion. Space programs would receive about $7 billion to fund a range of platforms and systems, including the GPS III satellite and research into an alternative architecture for satellite communications (SATCOM) and Overhead Persistent Infrared (OPIR). C4ISR & Networks President’s budget proposes $3.1B cybersecurity revolving fund, National Action Plan “The 2017 budget request also sustains the existing SATCOM and OPIR systems through the transition,” the documents state. “The budget allows the United States to maintain supremacy in space and provides communications, navigation, missile warning, space Linda Robinson, The Future of Special Operations, Beyond Kill and Capture, Foreign Affairs, November/December 2012 18 STRATEJİK REKABET – MART 2016 situational awareness and environmental monitoring capabilities.” The Missile Defense Agency receives the lion’s share of missile-related funding with a $7.5 billion budget, in which key programs include increasing to 44 the number of ground-based interceptors, funding for Terminal High Altitude Area Defense (THAAD) concept development and U.S. contributions to the Iron Dome.27 The Air Force Got The Biggest Boost The Air Force would have 491,700 active duty, Reserve and National Guard airmen and would include 55 tactical fighter squadrons the budget proposal included $6.7 billion for cybersecurity for a range of offensive and defensive capabilities to protect the Pentagon’s vast cyber systems; a $1.3 billion decrease in planned buys for Army aviation; $1.4 billion for engineering and development on the new Long Range Strike Bomber to be known as the B-3; and delays in the purchase for the Marine Corps of the Joint Light Tactical Vehicle, the planned replacement for the Humvee.28 The Air Force got the biggest boost in the proposed budget, and will be able to not only modernize aging aircraft like the F15C Eagle and F-15D, but seek the development of the Ground Based Strategic Deterrent, nuclear missiles that would replace the aging Minuteman III missiles that are based in silos across the American heartland. The Army got an overall funding bump of about $1 billion in the new budget, but is still in the midst of a decline in which the service will be reduced from 490,000 http://www.c4isrnet.com/story/militarytech/budget/2016/02/09/pentagon-budgettargets-futuristic-capabilities/80082812/, Son Erişim: 11.02.2016. 28 http://www.military.com/dailynews/2016/02/09/obamas-last-defense-budgetadds-funds-europe-counterterrorism.html, Son Erişim: 11.02.2016. 27 soldiers to 450,000 by the end of 2018. Service leaders have warned repeatedly that the Pentagon should rethink that plan, in light of Russia’s aggressive actions and continued operations against the DAİŞ, but the Defense Department shows no signs of reversing next year. The new proposed Army budget includes about $125.1 billion in the base budget, down from the $126.5 billion that was approved last year. But it calls for the service to receive $23 billion in overseas contingency operations funds, up from the $21.1 billion it will receive in 2016.29 The Army and Air Force faced similar cuts to major acquisition programs. The Army lost 24 UH-60 Blackhawks and nine AH-64 Apaches in last-minute budget talks within the Pentagon, and the Air Force lost five F-35A Joint Strike Fighters and three C-130J airplanes. Overall, aircraft procurement was cut $4.4 billion across the services, shipbuilding was cut $1.75 billion, military construction was cut $1.1 billion and other procurement was cut $2.6 billion to adhere to the congressional budget agreement.30 Downsizing The president’s spending plan also calls for continued effort to cut the staffs of headquarters, like CENTCOM and SOCOM, by 25 percent. Since the cuts were first called for by then-Defense Secretary Chuck Hagel in 2013, Centcom has cut its staff from 4,690 to 4,450, according to Air Force Capt. Bryant Davis, a Centcom spokesman. Centcom had already planned to trim about 1,200 jobs by 2014, when the bulk of U.S. forces https://www.washingtonpost.com/news/checkp oint/wp/2016/02/09/winners-and-losers-in-thepentagons-new-budget/, Son Erişim: 11.02.2016. 30 http://news.usni.org/2016/02/10/pentagon11b-in-modernization-cut-from-fy2017-requestto-comply-with-budget-agreement, Son Erişim: 11.02. 2016. 29 19 STRATEJİK REKABET – MART 2016 withdrew from Afghanistan. The cuts were planned largely through attrition. U.S. Rep. Richard Nugent, R-Spring Hill, told that he will introduce language into the new budget legislation that asks the services to detail the support they provide to Special Operations Forces. As part of its “Imperatives for 2016,” the Global SOF Foundation, which advocates for special operations forces, is calling for the services to provide an annual report of their support for special operations forces to Congress. Two major military construction plans already have been approved for the base — $55 million for a new center to house 23 Army Reserve Black Hawk helicopters moving over from Clearwater and $39 million for a Socom Special Operational Support Facility. U.S. Rep. Kathy Castor, D-Tampa, sees positives for MacDill because the president’s request calls for a total of 15 new KC-46As for a total of $3.3 billion. While those planes aren’t coming to MacDill, it means the program remains a top Air Force priority. Next Decades Full of War America is preparing herself to wage new wars. We can understand this thought from Ashton Carter’s speech: “This budget marks an inflection point” for the military, Defense Secretary Ashton Carter said in a statement. “Even as we fight today’s fights, we must also be prepared for the fights that might come in 10, 20 or 30 years.” Besides, the Pentagon said that Russian aggression in Crimea, Ukraine and the Mideast, and China’s spate of island building and provocations in the South China Sea, “all necessitate changes in our http://www.military.com/dailynews/2016/02/09/obamas-last-defense-budgetadds-funds-europe-counterterrorism.html, Son Erişim: 11.02.2016. 31 strategic outlook and in our operational commitments.31 On the other hand, hawks want more… Defense hawks on both sides of Capitol Hill on Tuesday called for billions of dollars in new military spending, putting themselves on a collision course with fiscal conservatives. “I want the $17 billion that we’re short right now restored, at least,” said Sen. John McCain (Ariz.), the Republican chairman of the Senate Armed Services Committee.32 Conclusion According to the Baker’s Plan, released in 2006, the the situation of US in the middle east was depicted with these words: “stacked in a quagmire in the Iraq” Infact the big picture in Afganistan is not entirely diffent. Although the U.S. spend billions of dollars in the Middleeast the result is desester, not freedom, not freedom of education, not full enjoyment of human rights. The U.S. think-thanks and Pentagon are trying to be ready for the next decades full of war. But they are blinking the fact that unless they choose to allocate their billions of dollars for the sake of humanity they wont be safe and sound even at their homes. If only if they choose this way, they might expect the duration33 for the end of pax Americana. http://thehill.com/policy/defense/268860hawks-want-more-defense-spending, Son Erişim: 11.02.2016. 33 See Also: The End Of Pax Americana, Foreign Affairs, January-February,2016 32 20 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Silahlanma Yarışında Türkiye’nin Yeri Şerife Kodal KASEM Uzmanı S ilahlanma, bir devletin gerek içte ve gerek dışta giderek artan terör tehdidine karşı kendi güvenliğini sağlamak veya diğer devletlerle arasındaki silah dengesini kendisi için iyi bir hale getirmek amacıyla askerî teknolojisini ve sahip olduğu silah teçhizatını artırmasıdır. Diğer devletler de aynı stratejiyi izlediklerinde ortaya bir silahlanma yarışı çıkmaktadır. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ABD kazanan taraf olma arzusuyla küresel silahlanma yarışında hız kesmeden yol almaya devam etmekte ve silah endüstrisinde de başı çekmektedir. Sadece 2000-2006 yılları arasında, ABD Savunma Bakanlığı’nın bütçesi 300 milyar dolardan 530 milyar doların üstüne çıktı. ABD’nin askeri harcamaları, 2014 yılı itibariyle 610 milyar doları ve küresel askeri harcamaların yaklaşık olarak yüzde 35’ini buldu.34 Ancak ABD ordusu, başta Afganistan ve Irak olmak üzere çeşitli bölgelerdeki öngörülemeyen durumlara karşı ayırdığı fonlarla askeri harcamalar için yaklaşık 1 trilyon dolar gibi bir miktar kullanmaktadır. Ayrıca Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) elde ettiği bulgulardan hareketle, küresel ölçekli askeri harcamalar, 2014’te tahminen 1,8 trilyon dolara ulaşmak suretiyle, küresel üretimin yaklaşık yüzde 2,5’ini tüketiyordu. Ancak diğer ülkelerin de bundan geri kalmadığını söyleyebiliriz. Doğu Asya’da Çin’in komşularına karşı olan genel tavrı huzursuzluk kaynağı olmuş durumdadır. Güney Asya’da ise, Hindistan ile Pakistan arasındaki husumet devam etmektedir. Buna istinaden dünya çapında bir terör tehdidine bağlı olarak tedirginlik ve teyakkuz hali söz konusudur. Tüm bu olup bitenlerden dolayı silah satışları da artmış durumdadır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) açıkladığı son veriler de bunu tasdikler nitelikte. SIPRI tüm dünyadaki silah satışlarını 5 yıllık periyotlar halinde inceleyerek, son 5 yıl içinde silah ihracatında yüzde 14’lük bir artış meydana geldiğini kaydetmiştir. En çok silah satın alan ülkeler ise şu şekilde sıralanabilir: Hindistan, Suudi Arabistan, Çin, Birleşik Arap Emirlikleri, Avustralya, Türkiye, Pakistan, Vietnam, ABD, Güney Kore, Cezayir, Mısır, Singapur, Irak, Endonezya, Tayvan, Fas, Venezuela, Azerbaycan, Bangladeş. En çok silah satan ülkelerin sıralaması ise şu şekilde: ABD, Rusya, Çin, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık(İngiltere), İspanya, İtalya, Ukrayna, Hollanda, İsrail, İsveç, Kanada, İsviçre, Güney Kore, Türkiye, Norveç, Belarus, Güney Afrika, Avustralya. Asya silah alımının en çok gerçekleştirildiği bölgeler arasındadır. Türkiye ile İran dahil olduğu ön asyada ise ağır silah satışı yüzde 61 oranında arttı. Yalnızca Hindistan 2011 – 2015 yılları arasındaki dönemde 30 milyon nüfuslu Suudi Arabistan’dan daha fazla silah satın aldı. Hindistan’a en çok silah satan ülkeler ise Birleşik Krallık ve Rusya. Suudi Arabistan ise 2006 – 2010 yılları arasındaki dönemde göre 3 kat fazla silah aldı. Bu oranın yüzde 275 arttığı tahmin ediliyor. Söz konusu silahlar Suudilere Birleşik Krallık tarafından satıldı. Silah ithal eden ülkeler arasında 5 milyon nüfuslu Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) 4. sırada bulunmakta. BAE’yi 6’ncı sırada Türkiye izliyor. https://www.wsws.org/tr/2015/mai2015/arms -m07.shtml#top 07.05.2015 34 21 STRATEJİK REKABET – MART 2016 Türkiye’nin 2006 – 2010 yılları arasındaki payı yüzde 2,5 iken, son 5 yılda bu oran yüzde 3,3’e yükseldi. Bu oranların yüksek olmasının bir sebebi de silah satın alan ülkelerin çoğunun petrol gelirlerinden ötürü satın alma güçlerinin yüksek olmasıdır. Ancak bu durum da petrol fiyatlarına bağlı olarak değişkenlik göstermekte. Kendi milli silah sanayisini kuramamış ülkeler ise dışa bağımlı haldeler.35 Silah tedarikçileri arasında ABD başı çekiyor, kendisinin Pazar payı yüzde 27 civarında. Bu silah ticareti payının üçte biri anlamına gelirken, ABD’den en fazla silah alan üçüncü ülke ise Türkiye. Bunda gerek içte gerek dışta güvenlik unsurlarının tehdit altında olması büyük bir etkendir. http://www.cnnturk.com/dunya/dw/dunyadason-5-yilda-silahlanma-yuzde-14-artti-turkiye-6sirada22.02.2016 35 22