sayi 36 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 36 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Hedef: Sağlık Turizminde Lider Ülke Türkiye... “Sağlık Turizmi” dünyada ve ülkemizde özellikle son yıllarda en çok dikkat çeken hizmet sektörlerinden biri haline geldi. Türkiye, sağlık turizminde sahip olduğu zengin kaynaklar ve potansiyeli açısından bu alanda en önemli destinasyonlardan biri olarak ilk sıralarda yer alıyor. Dünyadan ve Avrupa’dan “sağlık turizmi” alanında her geçen yıl daha fazla ziyaretçi çeken ülkemizi bu konuda daha ileri seviyelere taşımak için yeni projeler üretilmeye ve uygulanmaya devam ediliyor. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun “Sağlık turizmi artık bir devlet politikasıdır” diyerek üzerinde durduğu bu konuyu biz de Aralık sayımızın kapak dosyası olarak belirledik, kapsamlı ve bilgilendirici bir dosya hazırladık. Sayın Bakanın Türkiye’de sağlık turizminin gelişimini ve atılacak adımları aktardığı özel haber çalışmamızı, alanında uzman isimlerin kaleme aldığı Türkiye’de ve dünyada sağlık turizminin durumunu ayrıntılı bir biçimde anlatan yazı ve makaleleri “sağlık turizmi” dosyasında bulabileceksiniz. Kasım ayında “17 Kasım Dünya Diyabet Günü” kapsamında TBMM’de “Diyabetle Mücadelenin Dünü, Bugünü ve Yarını” konulu bir panel düzenlendi. Geniş Katılımla Gerçekleşen panelin ayrıntılarını ve Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan’ın diyabetle mücadeleyi aktaran yazılarını da “diyabet” dosyasında sizlere sunduk. Geçtiğimiz günlerde Ankara “uyuşturucu ile mücadele” konusunda çok önemli bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Başbakan Ahmet Davutoğlu ve çok sayıda bakanın da katılımıyla gerçekleşen “1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası”nı ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar’ın açıkladığı “Uyuşturucu ile Mücadele Sonuç Bildirgesi”ni de bu sayımızda sayfalarımıza taşıdık. Keyifle okuyacağınız bu sayımızla birlikte bir yılı daha geride bırakıyoruz. Bu vesileyle yeni yılınızı şimdiden kutluyor, sağlıklı, huzurlu ve mutlu nice yıllar diliyoruz. Sevgi ve saygılarımızla… AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 3 Sayı: 36 • ARALIK 2014 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg Ayşe Aydın /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi: Aralık 2014, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. Uyuşturucu İle Mücadele Şurası 04 Geniş Katılımla Gerçekleşti 14 34 Sigara Bağımlılığı ve Sigara Bırakma Tedavileri 56 Dizi Setlerinden Organ Bağışına Tam Destek Sağlık Turizmi ve Geleceği 42 Türkiye Diyabet Önleme ve Kontrol Programı 2015-2020 72 Hayatın Yarattığı Boşluklara, “Hayat”ı Koymak 74 Uludağ Üniversitesi gündem UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE ŞURASI GENİŞ KATILIMLA GERÇEKLEŞTİ 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası’na katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, açılış konuşmasında önemli açıklamalarda bulundu. Davutoğlu, “Bugün dünyada, yaklaşık 243 milyon uyuşturucu bağımlısı var ve 2012 yılında 243 bin kişi sadece uyuşturucuyla ilgili sebeplerle hayatını kaybetmiş durumda” dedi. Davutoğlu, ATO Congressium’daki 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası’nda yaptığı konuşmada, bazı sorunların bir mekan, nesil veya alanla sınırlı olduğunu, bir mekanla sınırlı olan sorunların çözümü için oralarda alınacak tedbirlerin yeterli olabileceğini, bir nesille sınırlı olan sorunlar için de o tarihi kesitte üretilecek çözümlerle neticeye ulaşılabileceğini ifade etti. ce ülkemize ait bir sorun değil, sadece ülkemiz içinde alınacak tedbirlerle tek başına çözülebilecek bir sorun da değil. Sınır, mekan aşıyor. Sadece bir nesille ilgili bir sorun değil. Eğer tedbir alınmazsa bir neslin aklını ve sağlığını tehdit etmekle birlikte gelecek nesillerin de akıl ve beden sağlığını tümüyle tahrip edecek özellikler taşıyor. Sadece bir alanla sınırlı değil çünkü bu sorundan beslenen uyuşturucu tacirleri üzerinde ortaya çıkan bir sektör var. O zaman çok kapsamlı bir stratejiye ihtiyaç olduğu çok aşikar. Bugün dünyada, yaklaşık 243 milyon uyuşturucu bağımlısı var ve 2012 yılında 243 bin kişi sadece uyuşturucuyla ilgili sebeplerle hayatını kaybetmiş durumda.” Mekan aşan, belli bir alanla sınırlandırılamayan ve birçok nesli ilgilendiren sorunlarla mücadele içinse çok kapsamlı bir mücadele gerekeceğine, uyuşturucunun da böyle bir sorun olduğuna dikkati çeken Davutoğlu, şu değerlendirmeleri yaptı: “Karşı karşıya kaldığımız sorun sade- Türkiye’de, 15-24 yaş arasında uyuşturucuyu ilk kez deneyen nüfus oranının Avrupa’ya göre düşük olduğunu dile getiren Davutoğlu, tedbir alınmadığı ve bu konuda ciddi bir strateji belirlenmediği takdirde gelecek nesillerde çok daha yoğun problemlerin yaşanabileceğini söyledi. Ankara’da 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası toplandı. Toplantıda, Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu başta olmak üzere, TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç Türkiye’nin uyuşturu ile eylem planına dair bilgileri açıkladı. 4 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 “2014’te Uyuşturucu Suçlarıyla İlgili Cezalar Artırıldı” Bu çerçevede Türkiye’de son 12 yılda yapılan çalışmaları anlatan Davutoğlu, uluslararası sözleşmelerin kabul edildiğini ve onaylandığını, ulusal politika belirlendiğini, il uyuşturucuyla mücadele koordinasyon kurullarının oluşturulduğunu, 2008’de TBMM’de araştırma komisyonu kurulduğunu, 2014’te de uyuşturucu suçlarıyla ilgili cezaların artırıldığını anımsattı. “Uyuşturucu ile Mücadele Danışma Hattı Kuruyoruz” “Uyuşturucu ile mücadele danışma hattı kuruyoruz 24 saat çalışacak” diyen Davutoğlu, “Uyuşturucu sorunu ile karşı karşıya kalan her bir vatandaşımızla ilgilenmeye kararlıyız. Bu çerçevede narkotimler önem taşıyor. Önümüzdeki haftadan itibaren narkotimler devreye girecek, 11 ilde başlamak üzere narkotimler alanda mücadelede önemli bir görev üstlenecekler. Kurumlarımızda kapasiteyi artırıyoruz. 30 Yatak kapasiteli merkezimizde 763 yatak kapasitemiz var, bunları daha da artırmaya kararlıyız. 2017’ye kadar da 20 merkezimiz daha açılacak. Bakanlar Kurulundaki toplantıda ve Sağlık Bakanlığı ile yaptığımız geniş istişarede yeni bir yapıya ihtiyaç olduğu ortaya çıktı. Yapısal bir reforma da ihtiyaç var. Bu çerçevede tam bir organik ilişki içinde altı aşamalı yeni bir çerçeve planlıyoruz” açıklamasında bulundu. Başbakan Ahmet Davutoğlu, “Bütün toplumumuza seslenmek istiyorum; sanmayın ki uyuşturucu meselesi sizden çok uzakta, sizin ailenize, çevrenize yaklaşamayacak bir sorundur. Her an yanı başınızda çıkabilecek bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu bilmek durumundayız” dedi. “Türkiye Haritası Çıkarmak Durumundayız” Uyuşturucunun mekan ve nesil aşan bir sorun olması nedeniyle bir süreç yönetimi gerektirdiğine, noktasal ve mekansal çalışmayla istenilen neticenin elde edilemeyeceğine vurgu yapan Başbakan Davutoğlu, süreç içerisinde tespitin önemine değindi. Sağlık Bakanlığındaki bilim insanları ve sivil toplum kuruluşlarıyla yapılan görüşmelerde Türkiye’de hala sorunun tespiti ve “fotoğraf çekme” anlamında eksiklikler olduğunun görüldüğünü aktaran Davutoğlu, sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye sathında ve küresel alanda bu sorunun kapsamını, istatistiksel verilerinin sıhhatini de ele almak üzere bir değerlendirmeye tabi tutmak durumundayız. Elimizdeki istatistiksel veriler, Türkiye’de oranın yüzde 2,7 olduğunu gösteriyor. Acaba kültürel gerekçelerle bu sorunun varlığını reddeden veya istatistiklere yansımayan bir başka resim var mı? Bu konu önemlidir; eğer yüzde 2,7, Avrupa’daki yüzde 29’lara varan orana göre düşük görülür ve biz rehavete kapılırsak sorunu gerçek kapsamıyla göremezsek tedbir almakta da yetersiz kalabiliriz. Öncelikle çok ciddi bir şekilde sorunu ele alıp, alanda mahallelere kadar inecek şekilde resmini çekecek bir araştırma ve gözleme stratejisine ihtiyaç var. Onun için araştırma merkezlerinin sayısını artıracağız. Sağlık Bakanlığında ele aldığımızda bu konuda çok sınırlı faaliyet olduğunu gördük. İnşallah en kısa sürede bu çerçevedeki bilimsel çalışmaları, üniversitelerimizdeki enstitüleşmiş faaliyetleri Türkiye sathına yayarak ve özel ihtisas araştırma birimleri kurarak, sorunun bütün kapsamıyla anlaşılmasını, ortaya konmasını sağlayacağız. Bir anlamda, hoş bir tabir değil ama, Türkiye’nin uyuşturucu haritasını çıkartacağız. Keşke hiç olmasa ve haritamız hep güzellikler haritası olsa ama bir uyuşturucu haritamız da var. Gerek uyuşturucu trafiği anlamında gerekse uyuşturucunun kullanımı ve kullanım sonrasında alınması gereken rehabilitasyon tedbirleri açısından bir Türkiye haritası çıkarmak durumundayız.” “Bütün Sağlık Hizmetleri Tek Açı Altında Toplandı” Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, uyuşturucu ile mücadele etmenin büyük önem taşıdığını belirterek, illegal yapılar tarafından uyuşturucudan elde edilen gelirle, terörün finanse edildiğini söyledi. Başbakan Yardımcısı Arınç, insanlara daha nitelikli sağlık hizmeti vermek amacıyla sağlıkta dönüşüm programını başarıyla uyguladıklarını belirterek, “Bütün sağlık hizmetleri tek açı altında toplandı. Helikopter, uçak ambulans, hizmetleri devreye sokuldu. Mevcut tesislere ilave olarak 14 ilimizde şehir hastanelerinin inşasına başlandı” diye konuştu. Türkiye’de 1 Milyonun Üzerinde Çocuk ve Genç Var Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, konuşmada, uyuşturucunun hem bireyi, hem aileyi, hem toplumu hem de insanlığı birinci derece ilgilendiren, bireyin hayatını karartan, ailenin huzurunu, mutluluğunu dağıtan, ül- SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 5 kenin ise sosyal dinamiklerini bozan bir konu başlığı olduğunu söyledi. Türkiye’de 1 milyonun üzerinde çocuk ve genç olduğuna işaret eden Müezzinoğlu, gençlerin ülkenin, milletin, ailenin geleceği olduğunu söyledi. Müezzinoğlu, şunları kaydetti: Toplumsal dinamiklerimiz, tarihten getirdiğimiz kültürel miraslarımız, inanç değerlerimizle bu konuda avantajlı yönlerimiz var. Bu avantajlı yönlerimizi çok hızla ve çok güçlü şekilde, daha güçlü hale getirerek biz nesillerimizi, gençlerimizi, ailelerimizi bu beladan koruyabilmek için her türlü tedbiri çok paydaşlı olarak alabilmeliyiz. O nedenle bu Şuranın çok paydaşlılık anlamında ve toplumsal sahiplenme anlamında çok büyük önemi var, çok büyük katkısı da olacağına inanıyorum. Merkeze önce insan, önce sağlık diyen bir anlayışla Sağlık Bakanlığının koordinasyonunda yaklaşık 5 aydır yoğun bir çalışmayı değerli bakanlarımızla; Sayın Başbakanımızın Bakanlar Kurulu’ndaki sunumumuzdan sonra Sayın Başbakan Yardımcımızı görevlendirmesiyle, bu dinamiklerimizi inanıyorum ki dünyaya örnek olacak çalışma boyutuna da taşıyacağız.’’ 4 Başlık: Koruyucu, Önleyici, Tedavi Edici, Rehabilite Edici Uyuşturucuyla mücadele kapsamında “koruyucu, önleyici, tedavi edici, rehabilite edici” olmak üzere 4 başlık olduğunu belirten Müezzinoğlu, “Önce korunmalıyız, sonra önleme- 6 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 liyiz, ikisini birlikte götürmeliyiz, koruma ve önlemedeki kaçakları güçlü tedavi ve güçlü rehabilitasyonla da mutlaka toplumun her kesiminde bu anlamda güven duygusunu güçlü hale getirebilmeliyiz” şeklinde konuştu. meden onları koruyucu ve kurtarıcı tedavileri yapmalarını hedefliyoruz. Bütün hedefimiz AMATEM ve ÇEMATEM sürecine gelmeden kitleleri veya bu anlamdaki insanımızı erken yakalayabilmek ve bu beladan kurtarabilmek.” Her anne, baba, her velinin ve yetişkinin bu anlamda mücadelenin dinamiklerine güvenmesi gerektiğini ifade eden Müezzinoğlu, kendilerinin de bu güvenin gücüyle her yanlış oluşan noktada müdahaleleri güçlü yapmaları gerektiğini söyledi. Müezzinoğu, tüm sivil toplum örgütlerinin, akademisyenlerin destekleri ile bu süreci başarı ile yürüteceklerine inandıklarını belirten Müezzinoğlu, dünyaya örnek bir çalışmayı da el birliğiyle başaracaklarını sözlerine ekledi. Aile hekimlerinin de bu alandaki destek eğitimlerine başlayacaklarını bildiren Müezzinoğlu, aile sağlık merkezlerinde, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının sosyal danışma uzmanlarının da her türlü desteğin verileceğini ifade etti. Bağımlılık Poliklinikleri Sigara poliklinikleri gibi artık bağımlılık polikliniklerinin de kendilerinin güçlü ayakları olacağını ifade eden Müezzinoğlu, şu değerlendirmelerde bulundu: “Çünkü sigaraya bağımlılık, alkol bağımlılığı, uyuşturucu bağımlılığı ve korkarım ki önümüzdeki süreçte hepimize teknoloji bağımlılığı gibi bir problemi de gelmek üzere. Dolayısıyla bağımlılık poliklinikleri güçlü bir hale taşıyabilecek sonra da psikiyatri servisi olan tüm hastanelerimizde diğer hastalıklarımızda nasıl tedaviyi hemen servislerde yapabiliyorsak, buralarda da onları ilk andan itibaren güçlü bağımlılığa dön- Türkiye İki Açıdan Risk Altında TBMM Sağlık, Aile Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar da uyuşturucu madde kullanımının toplumun huzurunu, güvenliğini bozan çok önemli bir sorun olduğunu belirterek, uyuşturucuyla mücadele konusunun çok boyutlu yürütülmesi gerektiğini, hükümetin de uyuşturucuyla mücadeleyi çok önemsediğini söyledi. Türkiye’nin iki açıdan risk altında olduğuna dikkati çeken Ünüvar, uyuşturucu kullanan kişilerin çoğunluğunu 30 yaş altındaki insanların oluştuğunu, ülke nüfusunun da büyük kısmının 30 yaşın altında olduğunu, ülkelerarası geçiş anlamında Balkan rotasının Türkiye üzerinden geçtiğini kaydetti. Ünüvar, 2 bine yakın katılımcının olduğu Şurada, yaklaşık 600 katılımcının yer aldığı 15 ayrı çalıştay yapılacağını sözlerine ekledi. 37,500’ü • Son on yılda yıllık ortalama %5.1’lik nominal GSYİH • Avrupa, Kafkaslar, Orta Asya, Orta Doğu ve artışı ile Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi ve Kuzey Afrika’ya erişim dünyanın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri (2004-2013) • Kamu- özel sektör işbirliğinde 1.1 trilyon $ GSYİH ile dünyanın 16. büyük ekonomisi (IMF 2013) • Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) ülkeleri arasında %5.2 ortalama yıllık büyüme beklentisiyle en hızlı büyüyen ekonomi (OECD 2012-2017) • Yüksek rekabete dayalı yatırım teşvikleri ve özel Ar-Ge desteği • Yarısı 30.4 yaşın altında olan 76.6 miyonluk nüfus • Yılda yaklaşık 610.000 üniversite mezunu gündem 1. UYUŞTURUCU İLE MÜCADELE ŞURASI SONUÇ BİLDİRGESİ AÇIKLANDI TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyon Başkanı Necdet Ünüvar, “Uyuşturucu ile mücadelenin yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlar ile tam bir işbirliği içerisinde yürütülmesi gerekmektedir” dedi. “1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası” kapsamında, ATO Congresium’da yapılan 15 ayrı çalıştay tamamlandı. Uyuşturucu ile mücadele konusundaki yasal mevzuatın, bütünleşik bir anlayışla gözden geçirilerek gerekli düzenlemelerin yapılması ve Ruh Sağlığı Kanunu çalışmalarının hayata geçirilmesi gerektiği bildirildi. TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Necdet Ünüvar, çalıştayların ardından hazırlanan “1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası Sonuç Bildirgesi”ni açıkladı. Çalıştaylarda 625 katılımcının görev aldığını, katılımcılar arasında ailelerin, daha önce madde kullanıp bırakmış olanların, muhtarların, yerel yöneticilerin, medya mensuplarının, 27 ayrı dernek ve sivil toplum kuruluşlarından uzmanların, 11 spor federasyonundan temsilcilerin ve üniversitelerden akademisyenlerin yer aldığını anlatan Ünüvar, katılımcılardan şura ve çalıştaylara ilişkin olumlu geri bildirimler aldıklarını vurguladı. Ünüvar, 8 sorunun sosyal SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 boyutu da dikkate alınarak oluşturulan “Narkotimler”in, yerinde bir uygulama olduğunun belirterek, bu timlerin arka planda psikolog, sosyolog ve diğer meslek mensuplarının katılımıyla desteklenmesi gerektiğini ifade etti. Kurumların ulusal ve uluslararası bilgi ve istihbarat paylaşımlarının önemli olduğuna işaret eden Ünüvar, şunları kaydetti: “Kara, hava, deniz, demiryolları, gümrük kapıları ile genel sınırların güvenliğinin gerekli teknolojilerle desteklenmesi gerektiği belirtildi. Hedef gruplara yönelik eğitimlerde, materyallerinin, yöntemlerini ve uygulama süreçlerinin bütünleşik bir anlayış ile yürütülmesi gerektiği, tanı, tedavi ve rehabilitasyon algoritmalarının genişletilmesi ve bunların aileleri de kapsaması gerektiği, ayrıca acil servislerdeki uygulamalara önem ve öncelik verilmesi gerektiği dile getirildi. Rehabilitasyon aşamasının önemi ve uygulamaya geçirilmesi gerektiği; tıbbi ve rehabilitasyonunun birbiri ile işbirliği içerisinde yürütülmesi ve buna ilişkin mevzuat düzenlemelerinin hazırlanması gerektiği aktarıldı. Rehabilitasyon merkezlerinin, kamu kurumları yanında yerel yönetimler ve kriterlere uygun özel kuruluşlar tarafından da açılabilmesi gerektiği belirtildi.” İletişim Kılavuzları Hazırlanacak Bağımlılık danışmanlığı mesleğinin oluşturulması, bu amaçla meslek kriterlerinin belirlenmesi ve uluslararası örnekler çerçevesinde uygulamaya geçilmesi gerektiğine işaret eden Ünüvar, bildirgede yer alan diğer tavsiye kararlarını şöyle sıraladı: “Riskli bölgelerde gençlik merkezlerinin yaygınlaştırılmasına öncelik verilmeli. İletişim stratejisinde kullanılacak dil, yöntem ve uygulamalara ilişkin bir kılavuz hazırlanmalı, bu kılavuzların hazırlanan eğitimlerde ve toplum ile iletişimde kullanılması sağlanmalı, haberlerde uyuşturucunun isminin kullanılmaması konusunda özen gösterilmeli. Bağımlılıkla mücadelede geçiş süreçleri iyi planlanarak, Bağımlılık Psikiyatrisi yan dal uzmanlığı oluşturulmalı. Hedef kitlelere uygun olarak, iş/okul ve ev dışındaki üçüncü yaşam alanına ilişkin yöntem ve uygulamalar geliştirilmeli. Sanal Mecralarda da Aktivasyonlar Geliştirilecek Sanal mecralarda başta gençler olmak üzere, tüm topluma yönelik olumlu davranış alışkanlıkları kazandıracak aktivasyonlar geliştirilmeli; uygulanacak politikaların etkin bir şekilde yönetilmesi için yapılan çalışmaların toplanacağı ortak veri tabanı kurulmalı. Uyuşturucu maddenin tespitini hızlandırmaya yönelik yapılan ‘jenerik sınıflandırma’ çalışmasının yerinde bir uygulama olacağı ve sorunun çözümüne önemli bir katkı sağlayacağı, uygulamanın başarısı için laboratuvar altyapıları güçlendirilmeli.” Bağımlılık Uygulama ve Araştırma Merkezleri Ünüvar, uyuşturucu tedavisi amacıyla sağlık kurumlarına başvuran kişilerin, sağlık personeli tarafından ihbar yükümlülüğünün gözden geçirilmesi gerektiğinin de tavsiye kararları arasında yer aldığına dikkati çekerek, sonuç bildirgesinde, “Danışma ve Destek Hattı” kurulmasının yerinde bir uygulama olduğu, ayrıca yüz yüze danışma birimlerinin de planlaması gerektiğinin altının çizildiğini kaydetti. Ünüvar’ın verdiği bilgiye göre, sonuç bildirgesinde yer alan diğer maddeler şöyle: “Üniversiteler, Bağımlılık Uygulama ve Araştırma Merkezleri kurması için teşvik edilmeli. Uyuşturucu ile mücadele konusuna yönelik değerler seti oluşturulmalı. Sosyal Sorumluluk Projeleri teşvik edilmeli, bu sorunla mücadeleye yönelik öğrenci kulüpleri yaygınlaştırılmalı, bu faaliyetlerde görev alan öğrencilerin başarılarında kriter olarak ele alınmalı. Uyuşturucudan kazanılan gelirlerin ve mal varlıklarının hukuki süreçle müsadere edilmesi, şüphelilere söz konusu gelir ve mal varlığının kaynağını ispat yükümlülüğü getirilmesi konusunda çalışmalar yapılmalı. Uyuşturucu ile mücadelede kullanılacak kamu kaynakları arttırılmalı, görev alan kişilere ödenen ödül mekanizması gözden geçirilmeli. Denetimli serbestlik kapsamındaki rehabilitasyon uygulamasının bütünleşik bir anlayışla ilgili kamu kurumları ile birlikte yürütülmeli, alternatif olarak sportif faaliyetler de eklenmeli. Ar-Ge amacıyla, 6569 sayılı Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı bünyesinde Türkiye Uyuşturucu ile Mücadele Enstitüsü kurulması için hukuki sürecin başlatılmalı. Uyuşturucu ile Mücadelede tanı koyma ve izleme aşamaları için Laboratuvar süreçleri ve teknolojileri gözden geçirilerek, referans Laboratuvarları yaygınlaştırılmalı. Uyuşturu- cu ile mücadele konusunda var olan yasal mevzuat, bütünleşik bir anlayışla gözden geçirilerek, gerekli düzenlemeler yapılmalı ve Ruh Sağlığı Kanunu çalışmaları hayata geçirilmeli.” Uyuşturucu ile mücadele de metruk binaların yıkılmasının, sorunun çözümünde önemli bir katkı sağlayacağının vurgulandığını belirten Ünüvar, “Bildirgede, uyuşturucu ile mücadelenin yerel yönetimler, sivil toplum kuruluşları ve diğer paydaşlar ile tam bir işbirliği içerisinde yürütülmesi gerektiği ifade edilmiş ve önerilmiştir” dedi. Şura Sonrası Uygulama Süreci Şura sonrasındaki süreç hakkında da bilgi veren Ünüvar, bu önerilerin Uyuşturucu İle Mücadele Kurulu’nda tartışıldıktan sonra, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç başkanlığında oluşturulan, Uyuşturucu İle Mücadele Yüksek Kurulu’na sunulacağını bildirdi. Ünüvar, “Yüksek Kurul’da alınan kararlar, Sayın Başbakanımıza arz edilerek uygun görülmesi halinde, Başbakanlık Genelgesi ile 2015-2023 Strateji Belgesi, her yıl güncellenecek 3’er yıllık 2015-2017 Eylem Planı, 2015 yılı Uyuşturucu İle Mücadele Acil Eylem Planı çerçevesinde Resmi Gazete’de yayımlanması takip edilecek. Uygulama, devletimiz ve tüm toplum kesimlerinin katkı ve sahiplenmesi ile en yakın şekilde takip edilecektir.” SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 9 haber SAĞLIK İÇİN TÜRKİYE T.C. Sağlık Bakanlığı’nın ev sahipliğinde organize edilen HEALTH EXPO - Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı ve Kongresi, 10-13 Aralık 2014 tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleşiyor. Son 10 yılda sağlık alanında ülkemizde yapılan reform niteliğinde uygulamalar, komşu ülkelerin ve Avrupa’nın dikkatini çekiyor. Bu gelişmelerle paralellik gösteren Sağlık Turizminin daha iyi pazarlanabilmesi, sektör hizmetlerinin daha etkin tanıtılması ve Sağlık Turizmi alanında dünyanın önde gelen kişi ve kurumların bir araya gelmesi amacıyla, T.C. Sağlık Bakanlığı’nın ev sahipliğinde organize edilen HEALTH EXPO - Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı ve Kongresi, 10-13 Aralık 2014 tarihleri arasında İstanbul’da CNR EXPO Yeşilköy’de gerçekleşiyor. Sağlık ve Turizm alanında çalışmalarını yürüten bilim dünyası, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları, yatırımcılar, sektör temsilcileri ve iş dünyası temsilcileri HEALTH EXPO Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı ve Kongresi’nde bir araya geliyor. Önde gelen yerli ve yabancı konuşmacıların yanı sıra, uydu sempozyumlar, toplantılar, birebir (B2B) görüşmeleri ve benzeri yeniliklerle zenginleşerek, 3 gün sürecek etkinlik; kurgusu, katılımcıların ve davetlilerin niceliği ve niteliği itibariyle ülkemizde bir ilk olma özelliği taşıyor. 18 ülkeden 80’in üzerinde konuğun yer alacağı etkinlikte, davetli alım heyeti ile sağlık turizmi alanında Ulusal ve Uluslararası tüm paydaşları bir araya getirerek, sektörde yer alan girişimci ve yatırımcılara yeni imkânlar oluşturmak, gelişimini sağlamak, ülkemizdeki tüm sağlık ve termal işletmelerin ulusal ve uluslararası platformda tanıtımını yapmak, ülkemiz sağlık turizmi sektörünün gelişimine katkıda bulunmak ve dünya sağlık turizmi destinasyonları arasına girerek, Dünya sıralamalarında ülkemizi öne çıkararak katılımcıların iş hacmini arttırmak amaçlanmaktadır. Uluslararası Sağlık turizmi paydaşlarının buluşma noktası niteliğindeki HEALTH EXPO - Sağlık Turizmi, Medikal Teknolojiler ve Tıbbi Uzmanlık Fuarı ve Kongresi T.C. Sağlık Bakanlığı’nın ev sahipliğinde ve Bezmiâlem Vakıf Üniversitesi’nin bilimsel katkılarıyla, Sağlık Turizmi Geliştirme Destekleme ve Organizasyon Hizmetleri Derneği ve İstanbul Fuarcılık A.Ş. tarafından gerçekleştiriliyor. 10 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 kapakkonusu Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu: “SAĞLIK TURİZMİ ARTIK BİR DEVLET POLİTİKASIDIR” Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, her geçen gün daha fazla önem kazanan sağlık turizminin ülkemizdeki bugünkü durumunu ve atılması planlanan adımları Sağlık ve İnsan Dergisi’ne anlattı: Türkiye Sağlık Turizminde Lider Konumuna Gelecek Son yıllarda yıldızı parlayan sağlık turizminin aslında binlerce yıllık geçmişe sahip olduğunu bu alanda yapılan bilimsel çalışmalardan biliyoruz. Termal suların iyileştirici etkisinin fark edilmesi ve tropik iklimin kimi hastalıklara iyi geldiğine olan inanç, tedavi amacıyla bu bölgelere sağlık için seyahatlerin yapılmasını beraberinde getirdi. İletişim ve ulaşım araçlarının gelişmesiyle farklı coğrafyaları görme fırsatını yakalayan hastalar, en büyük hazineleri olan sağlıklarına yeniden kavuşmak için şifa aramaya başladı. İnsanların iyileşme umuduyla başka ülkelerde şifa aramaları, bugün “Sağlık Turizmi” olarak tanımlanan bu girişimin modern bir boyut kazanmasını sağladı. Her geçen gün önem kazanan sağlık turizmi, özellikle sağlık alanda gelişmiş ülkeler için önemli bir gelir kaynağı ve büyük sektör halini aldı. Pazar ekonomisinin dikkatini çeken sağlık turizmi, Türkiye’ye de önemli fırsatlar sunuyor. Bu nedenle sağlık turizminin ekonomik ve stratejik kazanımlarını göz önünde bulundurarak etkili politikalar belirliyoruz. Ülkemizin coğrafi konumu, iklimi ve kültürünün yanı sıra siyasi ve ekonomik istikrar sonrasında gelişen sağlık hizmetlerinin kaliteli ve uygun fiyatta olması büyük bir avantaj sağlıyor. Ülkemizin tabii özellikleriyle birlikte bakanlığımız bünyesinde sağlık turizmini düzenleyen ve denetleyen bir birimin bulunması, Türkiye için bir başka artı değerdir. 12 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Bu da hizmet almak ve bu sektörde yatırım yapmak isteyen girişimcilere ciddi bir güven veriyor. Bu yönüyle Türkiye, dünyada bu yapıya sahip ender ülkeler arasında yer aldığımızı özellikle vurgulamak istiyorum. Bakanlığımızın; sağlık turizmini destekleyen ve denetleyen uygulamalarının ülkemizi, dünyada sağlık turizminde lider konuma getireceğinden kimsenin şüphesi olmasın. Bunun için dünyadaki gelişmeleri titizlikle takip edip, sürekli araştırmalar yapıyoruz. Kalite ve uluslararası standartlardan taviz vermeden kendimizi yeniliyoruz. Bu alandaki gelişmelere entegre olarak insan kaynağı efektifini en iyi şekilde kullanacağız. Burada bir parantez açmak istiyorum: Kaliteli hizmet verebilmeniz için öncelikle yetişmiş insan gücüne ihtiyaç duyarsınız. Sağlık alanında birikimi olan, yabancı dil bilen personellerinizin olması sağlık turizminde büyümenize ivme kazandıracaktır. Bu noktada özellikle üniversitelerimizin sağlık turizmiyle ilgili çalışmalar yapmalarını bekliyor ve inovasyona son derece önem veriyoruz. AK Parti hükümetleriyle birlikte sağlık alanında dünyada örneği görülmemiş bir değişime imza attık. Kamu, üniversite ve özel hastaneleri ile çağın koşullarına uygun ve en modern imkânlarla en kaliteli sağlık hizmetini sunuyoruz. Bir zamanlar yurtdışına tedavi için hasta gönderen Türkiye, artık komşuları başta olmak üzere birçok ülkeden yüz binlerce hasta için şifa merkezi haline geldi. İleri uzmanlık gerektiren alanlarda Avrupa ülkelerinden her yıl on binlerce hasta ağırlıyoruz. Burada özellikle bir hususun altını çizmek istiyorum: Geçmiş yıllarda sağlık turizmi kapsamında ülkemize gelenlerin büyük bir kısmı termal tesislere (kaplıca) gidiyordu. Bugün ise ülkelerinde şifa bulamadıkları için modern tıbbın bütün imkânlarından yararlanmak adına insanlar ülkemize misafir oluyor. Avrupa, Ortadoğu, Asya, Afrika, Çin, Rusya ve Hindistan’dan; kalp-damar cerrahi, estetik ve plastik cerrahi, göz cerrahi, fizik tedavi ve rehabilitasyon, nükleer tıp, ortopedi, travmalotoji ve diş-implant cerrahi işlemlerinden yararlanmak üzere ülkemize sağlık turizmi kapsamında hastalar geliyor. Sağlık turizmi alanındaki bu gelişmelere bir bütün olarak bakıldığında kadim Anadolu topraklarının geçmişte olduğu gibi yeniden şifa merkezi haline gelmeye başladığını görüyoruz. Bir başka ifadeyle dünya, şifayı Türkiye’de bulacak. İnşaatları devam eden Şehir Hastaneleri ve Sağlık Serbest Bölgeleri ile sağlık turizminde lider ülke olma yolunda önemli bir adım daha atmış olacağız. Türkiye, Dünya Sağlık Örgütü’nün etkinlikleri başta olmak üzere birçok uluslararası sağlık kongresi, çalıştayı ve toplantısına ev sahipliği yapıyor. Kalite, markalaşma, destinasyon ve pazarlama gibi sağlık turizmini doğrudan etkileyen bu faktörler, söz konusu organizasyonların bütün aşamalarında kendisini gösteriyor. Bunun yanı sıra, alt konularda spesifik çalıştaylar ve panellerin düzenlenmesi uluslararası sağlık alanındaki etkinliğimizi daha da güçlendiriyor. Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu Ülkemiz için bu derece önemli olan sağlık turizmi, hükümetimizin belirlediği 2023 vizyonunda da önemli bir yer tutuyor. Daha etkin bir şekilde hedeflere ulaşmak adına çok yönlü ve sonuç odaklı çalışmalarımız için sağlık turizmi devlet politikası olarak belirlendi. Bu kapsamda Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun yakın bir zaman önce açıkladığı dört yıllık dönemi kapsayan “Öncelikli Dönüşüm Programı” eylem planındaki başlıklardan biri de sağlık turizmidir. Bu nedenle sağlık turizmindeki hedeflere sistemli ve belirlenen zamanda ulaşabilmek için Bakanlığımız koordinasyonunda, “Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu” oluşturulacak. Kurul, yakın bir zaman diliminde Sağlık Bakanlığı öncülüğünde faaliyete geçecek. Kurul, tanıtımdan hangi hastanelerin hangi hizmetleri verebileceğine kadar bütün alt başlıklar üzerinde çalışmalar yapacak. Fiyatlandırmadan, akreditasyona ve bütün sürecin yönetilmesi bu kurulun koordinasyonunda sağlanacak. Ayrıca sağlık turizmiyle ilgili gerek aracı kurumlar gerekse sağlık hizmeti verecek kurumlara dönük eğitim programı da başlatacağız. Kurulun paydaşları Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu ile Türkiye’nin sağlık turizmi faaliyetleri daha kurumsal bir yapıya bürünecek ve böylece çalışmalar daha sistematik bir hal kazanacak. Bu yönüyle kurul, önceki çalışmalarımız gibi dünyaya örnek olabilecek. Böylesi önemli bir projede Bakanlığımızın yanı sıra diğer kurum ve kuruluşlarımızın da deneyimlerinden yararlanacağız. Bu çerçevede; ileri yaş hastaların bakımıyla alakalı süreci yöneten ve bu amaçla açılmış tesisleri ruhsatlandıran Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, paydaşımızdır. Yurtdışından gelen hastaların önemli bir kısmının ödemeleriyle ilgili işlemi yürüten SGK, dolayısıyla Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı da bizimle birlikte olacak. Yine bu konuda ciddi bir deneyimi olan Kültür ve Turizm Bakanlığından da yararlanacağız. Sağlık turizminin teşvik kapsamında yer alması nedeniyle Ekonomi Bakanlığı da paydaşlarımız arasında bulunacak. Bazı ülkelerden Türkiye’ye hasta transferlerinde vizelerle alakalı problemler yaşıyoruz. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı bu yöndeki sorunların giderilmesi için yanımızda olacak. Bütün bu çalışmalar ve işbirliği, sağlık turizminin devlet politikası olmasının yansımasıdır. Bu alanda dünyada saygın bir yer edinmek için çalışmalarımızı kararlılıkla devam ettirerek, sağlık turizmi ile yeni bir sayfa daha açacağız. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 13 kapakkonusu SAĞLIK TURİZMİ VE GELECEĞİ Yrd. Doç. Dr. Ömer TONTUŞ Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü İkamet edilen yerden başka bir ülkeye herhangi bir sebeple sağlık hizmeti almak için yapılan planlı seyahate “Sağlık Turizmi”, seyahat edene de “ Uluslararası Hasta ” denir. 14 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Sağlık turizminin, dünyada hızla gelişen küreselleşme sürecinin sonuçlarından biri olduğu söylenebilir. Artık insanlar, sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki hekimleri ya da fiyatları değil; en iyi çözüm/en iyi fiyat yollarını düşünerek hareket etmektedirler. ABD’deki sağlık turizmi harcamalarının 5,5 milyar dolar, Avrupa’da 3,5 milyar euro civarında olduğu, yakla- şık 120 yıldır sağlık turizmine hizmet veren Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya gibi ülkelerden Çek Cumhuriyetinin bu sektörden kazancının 1 milyar doları aştığı bilinmektedir. Bu durum insan sağlığına verilen önemin dünya çapında arttığını göstermektedir. Ülkeler, gelişmişlik düzeylerine göre farklılık göstermekle birlikte sağlık harcamalarına GSMH’lerinin %2’si ile %16’sı arasında değişen oranların- da pay ayırmaktadırlar. 2012’de AB üye devletleri, 2000’deki %7.3’e göre kayda değer bir artışla GSYH’lerin ortalama %8.7’sini sağlık harcamasına adamışlardır. Birçok ülkede 2008 ortalarında başlayan ekonomik krizi takiben 2009’da %9.0 ile bir zirveye ulaşılmıştır. Sağlık turizmi son 10 yılda hızlı bir gelişme göstermiştir. Medikal turizm bazında dünyadaki en önemli bölge Asya kıtasıdır. Tayland, Singapur, Hindistan, Güney Kore ve Malezya gibi ülkelerle medikal turizmin kapsamı şaşırtıcı boyutlara ulaşmıştır. 2012/2013 ÜLKE HASTA SAYISI 1. TAYLAND 2.5 milyon 2. HİNDİSTAN 900.000 3. SİNGAPUR 850.000 4. USA 800.000 5. MALEZYA 770.134 6. TÜRKİYE 390.000 320.000 9. İRAN 230.000 10. ALMANYA 224.000 11. G.KORE 200.000 Türkiye hizmet sektöründe iyi konumdadır ve hizmet sektörünün sağlık turizmine olumlu etkisi yüksektir. Sağlık turizmi hizmetini sunan ilk ülkeler arasında yer alır ve bu konuda deneyimlidir. Sağlık hizmetleri satan ileri ülkelere göre sağlık fiyatları ucuzdur. Türkiye 52 adet JCI akredite hastanesi ile tüm dünyada en çok akredite hastaneye sahip ülke konumundadır. Sağlık turizmi KHK 663 ile Sağlık Bakanlığı bünyesinde yerini almıştır. İlgili yasal düzenlemeler ve devlet desteği vardır. (Sağlık hizmetleri ihracatına Ekonomi Bakanlığı’nın destek vermesi (araştırma desteği, yurtdışında ofis açma desteği, tanıtım desteği, vb.) Sağlık Turizmi Ekonomisi Sağlık harcaması düzeyinin daha eksiksiz anlaşılması için, sağlık harcamasının GSYH’ye olan oranı, kişi başına sağlık harcamasıyla birlikte değerlendirilmelidir. 7. MACARİSTAN 370.000 8. POLONYA insan gücüne hem de sağlık altyapısı ve teknolojisine sahiptir. Türkiye’de sağlık hizmetleri talebini olumlu yönde etkileyecek çok çeşitli turizm olanakları vardır. (kültür turizmi, inanç turizmi, deniz turizmi, doğa turizmi, sağlık-kaplıca turizmi vs.). Türkiye, Sağlık Turizmi alanında dünyada ilk 10 arasında yer almakta ve hızla gelişmeye devam etmektedir. Türkiye, sağlık alanında hem nitelikli doğal tedavi unsurlarını modern metotlarla sunan ülkelere ve merkezlere doğru artarak devam edecektir. Türkiye’de de dünya da artan bu ihtiyacı göz önünde bulundurularak Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı, T.C. Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesinde, 31 Mart 2010 tarih ve 18529 sayılı Makam oluru ile Sağlık Turizm Birimi kurulmuştur. Birim, 05.05.2011 tarihinde Sağlık Turizmi Koordinatörlüğü adında Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğüne devredilmiştir. 02.11.2011 sayılı Resmi Gazete ile 663 sayılı KHK gereği Bakanlıktaki yeniden yapılandırma kapsamında; Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü bünyesine Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı olarak yapılandırılmıştır. 26.12.2013 tarih ve 43148 sayılı Bakanlık Makam Onayı ile Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü’ne aktarılmıştır. 2002-2012 yılları arasında gerçekleştirilen Sağlıkta Dönüşüm Programı, medikal turizm alanında da etkisini göstermiş, gerçekleştirilen birçok düzenleme ve getirilen yenilikler ile kendi vatandaşına daha kaliteli hizmet 2000-2008 yılları arasında en yüksek kişi başına sağlık harcaması artış ortalamalarına göre Amerika’nın ilk sırayı aldığını görmekteyiz (OECD, 2009). OECD ülkelerinde sağlık harcamalarının ortalama %73’ü kamu tarafından karşılanmaktadır. Türkiye’de ise bu oran 2000 yılında %63 iken 2009’da %71’e ulaşmıştır. Dünya’da sağlık turizmi, kaliteli hizmeti bekletmeden ve ucuza veren, Yrd. Doç. Dr. Ömer TONTUŞ YILLAR İTİBARİYLE TÜRKİYE’DE SAĞLIK HİZMETİ ALAN HASTALARIN DAĞILIMI Kamu 17.817 21.442 32.675 41.847 43.904 119.572 Özel 56.276 70.519 77.003 114.329 218.095 270.772 Toplam 74.093 91.961 109.678 156.176 261.999 390.344 Yıllar 2008 2009 2010 2011 2012 2013 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 15 sunabilen Türkiye, yabancı vatandaşlara da kaliteli hizmet sunmaya başlamasıyla, önemli bir medikal turizm destinasyonu olmuştur. Yaşlı Turizmi, Termal Turizm, Engelli Turizmi gibi medikal turizmin alt dallarında da ön plana çıkan Türkiye, konumunu her geçen yıl güçlendirmektedir. Son yıllarda Türkiye’de devlet destekli yeni yatırımlarla birlikte güncel teknolojilerin gelişimi, özellikle İstanbul, Ankara, Antalya ve Bursa gibi illerde olmak üzere ülkede ulusal sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmıştır. Türkiye’de sağlık turizmi alanında görülen gelişmelerde hastane ve sağlık personeli yatırımlarının payı büyüktür. Ayrıca, İngilizce eğitim veren tıp fakültesi sayısı arttırılmış, hekimlere diğer ülkelerdeki gelişmeleri yakından takip edebilmeleri ve araştırmalarını gelişmiş ülkelerde yapmaları için burs imkânları sağlanmaktadır. Medikal Turizm Destinasyonu Türkiye Önümüzdeki yüzyılın katma değeri yüksek en önemli sektörlerinden olan sağlık turizminde, Türkiye politik ve jeo-stratejik konumu itibariyle en avantajlı ülkelerden biridir. 4 saatlik uçuş mesafesindeki 1,5 milyar insana sağlık hizmeti sunabilme imkânı olan Türkiye, modern teknolojik donanımı ile ileri tetkik, tedavi, yüksek kalitedeki hizmeti hızlı ve uygun fiyata sunan bir ülke konumundadır. Son 10 yılda sağlık sektöründeki gelişmeler ülkemize bu imkânı sunmuştur. Türkiye, ağırladığı yabancı hasta sayısı temelinde dünyada ilk 10’dadır. Destinasyon olarak Türkiye’nin avantajları arasında 52 adet JCI akredite ve diğer uluslararası akreditasyona sahip birçok hastanenin bulunması, özel grup hastanelerin çokluğu ve kalitelerinin yüksek olması, kamu hastanelerinin Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı yüksek standartlara uyması, tedavi ücreti konusunda rakiplerine göre avantajlı olması, iklim şartlarının birçok Avrupa ülkesine göre daha uygun olması ve coğrafi olarak Asya-Avrupa-Afrika üçgeninin 16 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 tam ortasında bulunarak ulaşımın kolay olması sayılabilir. (600.000 tedavi amaçlı) yabancı termal turiste hizmet sunulması, Teknolojinin hastanelerde ve tedavi merkezlerinde daha fazla kullanılmasıyla beraber eskiden zor olarak görülen birçok tedavi artık kolay ve ucuz bir şekilde ulaşılabilir hale gelmiştir. Medikal turizmde dünyanın ilk 5 destinasyonu içerisinde olunması, 750.000 medikal yabancı hastanın tedavi edilmesi, Donanımlı hastaneler ve donanımlı personelin yanı sıra kişi başına düşen sağlık personeli sayısında da Türkiye, dünyada ilk sıralardadır. Özellikle robotik cerrahinin ülke çapında yaygınlaşması tedavi sürelerini kısaltırken hasta memnuniyetini diğer tedavi alanlarında olduğu gibi artırmaktadır. Sağlık Turizminin Geliştirilmesi ve Uygulanacak Politikalar İleri yaş turizminde 10 bin yatak kapasitesi oluşturulması, 150.000 yabancı turistin ülkemizi ziyaret etmesi Sağlık turizminde hızlı gelişimin sağlanması için eylem planında yer alan program bileşenleri aşağıdaki gibidir: 1.Bileşen: Sağlık Turizmine Yönelik Kurumsal ve Hukuki Altyapının Geliştirilmesi 2.Bileşen: Sağlık Turizmi Alanında Fiziki ve Teknik Altyapının İyileştirilmesi Tıbbi tedavinin alınması, termal kaynakların kullanılması, rehabilitasyon hizmetlerinin ve kişilerin kendilerini iyi ve sağlıklı hissetmesini sağlayan hizmetlerin giderek artmasına paralel olarak sağlık turizmi, ülkemizin potansiyeli dikkate alındığında önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu programla, Türkiye’nin dünyada yükselen pazar konumunda olduğu medikal turizm, termal turizm ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesinin yükseltilerek rekabet gücünün artırılması amaçlanmaktadır. 3. Bileşen: Sağlık Turizmi Hizmet Kalitesinin Artırılması “Sağlık Turizminin Geliştirilmesi” programına yönelik eylem planı hazırlanırken ilgili tüm aktörlerin görüşlerinin alınmasına özellikle önem gösterilmiştir. Bu sayede katılımcı paylaşım ile elde edilen plan ile kaynaklarımızın daha hızlı sonuç alacak şekilde yönlendirilmesi sağlanacaktır. Sonuç olarak; Sağlık Turizmi Hizmet Kalitesinin Arttırılması, Bileşen 3 / Politika 1: Sağlık Turizmi alanında çalışan personelin nitelik ve nicelik olarak geliştirilmesi kapsamında 2015 yılı içerisinde kamu kuruluşlarından 500 personele Sağlık Turizmi Eğitimi sonucunda sertifika verilecektir. Bu eğitim tüm özel ve şahıslara açık olacaktır. Aynı zamanda yaklaşık 200 personele de yabancı dil eğitimi verilerek altyapı çalışmaları sağlanacaktır. Türkiye’nin dünyada yükselen pazar konumunda olduğu medikal turizm, termal turizm ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesinin yükseltilerek rekabet gücünün artırılması amaçlanmaktadır. Programın Hedefleri arasında aşağıdakiler yer almaktadır; Termal turizmde 100.000 yatak kapasitesinin oluşturulması, 1.500.000 4.Bileşen: Sağlık Turizmi Alanında Etkin Tanıtım ve Pazarlama Yapılması Tıbbi tedavinin alınması, termal kaynakların kullanılması, rehabilitasyon hizmetlerinin ve kişilerin kendilerini iyi ve sağlıklı hissetmesini sağlayan hizmetlerin giderek artmasına paralel olarak sağlık turizmi, ülkemizin potansiyeli dikkate alındığında önemli bir fırsat sunmaktadır. Bununla birlikte sağlık turizminde Türkiye’nin dünyada yükselen pazarda rekabet gücünü arttırmak için medikal turizm, termal sağlık turizmi ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesinin yükseltilerek, ülkemiz sağlık turizminde söz sahibi ülkeler arasına girecektir. 7.09 .1984 12. 09. 20 14 Geleceği birlikte güvenle büyütüyoruz. kapakkonusu TERMAL SAĞLIK TURİZMİNDE TÜRKİYE VE AFYONKARAHİSAR ÖRNEĞİ Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Türkiye, jeotermal kaynak zenginliği ve potansiyeli açısından Dünyada yedinci, Avrupa’da ise birinci sırada yer almaktadır. Afyonkarahisar ilinin beş bin yıllık tarihinde başta Hititler ve Frigyalılar olmak üzere Selçuklular ve Osmanlılar’a kadar uzanan çok çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması, üç coğrafik bölge ortasında yer alması ve geçit olma özelliği nedeniyle Anadolu’nun kilidi haline gelmiştir. Geçmişten günümüze kadar uzanan bu kültür çeşitliliği, yerel kültürlerle yoğrularak yeni kültürler ortaya çıkarmış, yeni medeniyetlerin gelişmesine de katkıda bulunarak günümüze kadar gelinmiştir. Ayazini, Docimeum Antik Kenti, Glenia, Apameia ve Amorium Antik Kentleri ve İnpazarcık gibi yerleşimler Frig yerleşim örnekleri olarak bilinmektedir. Afyonkarahisar ili Ege’yi İç Anadolu’ya, Antalya Körfezi’ni hem Ege’ye hem İç Anadolu’ya, Marmara Bölgesini de bu üç bölgeye bağlayan kara ve demir yollarının üzerin18 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 de kavşak noktasında yer alır. İl jeotermal kaynak potansiyeli açısından çok önemli bir zenginliğe sahiptir. İl, Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca hazırlanan “Termal Turizm Master Planı”nda yer alan dört termal bölgeden biri olan “Frigya Termal Turizm Bölgesi”nde bulunmaktadır. İlimizde Heybeli-Çobanlar, İhsaniye-Gazlıgöl, Sandıklı-Hüdai ve Ömer-Gecek Termal Turizm Merkezi olmak üzere 4 termal turizm merkezi bulunmaktadır. Bu jeotermal merkezlerde çok değişik sıcaklık (36°-98°) aralığında ve toplam 1940 Lt/sn. debide termal su üretilmektedir. Jeotermal sahalardan elde edilen kaynaklar entegre kullanımlar için uygun niteliktedir. beş yıldızlı oteller zincirine katılmıştır. Gazlıgöl ve Heybeli yöreleri ile Ömer ve Gecek tatil köylerinde bulunan belgeli termal yatak kapasitesi de dikkate alındığında ilin toplam termal nitelikli yatak kapasitesi 20 bine yaklaşmıştır. Afyonkarahisar ili bu yatak kapasitesi ile “Termal Merkez ve Termal Destinasyon” olmayı hak etmektedir. Sağlık Turizmi ve Termal Sağlık Turizmi alanı, sürekli gelişen, yenilenen bilimsel kavramların ve var olan doğal kaynakların en etkili şekilde birleştiği bir alandır. Bu alan Kalkınma Afyonkarahisar bu doğal termal su kaynakları ve zenginliğine rağmen son birkaç yıla kadar il merkezinde yer alan Oruçoğlu ile İkbal Termal Otelleri yıllarca ağırlıklı olarak yerel turizme hizmet etmiştir. Bunları Korel Termal, Anemon Afyon ile Güral Afyon ve Budan Termal Oteli hizmete açılarak beş yıldızlı termal otel yatak kapasitesi 4.000’i geçmiştir. Ayrıca Sandıklı ilçesinde Safran Termal Hoteli ve Sandıklı Termal Park Oteli ile Gazlıgöl beldesinde hizmet veren Palas Premium Termal Oteli Prof. Dr. Mustafa SOLAK Bakanlığı’nca hazırlanan Son 5 Yıllık Kalkınma Planında teşvik edilen öncelikli konular arasında yer almıştır. Termal Sağlık Turizmi alanında çalışanların hizmet kalitesinin arttırılması, hizmet veren kurumların tanıtılması ve en önemlisi Afyonkarahisar ilinin termalin başkenti ve termal destinasyon olarak marka şehir olması, 2012 yılını termal turizme destek ve hizmet yılı ilan eden Üniversitemiz ve ilimiz üst yönetiminin en önemli hedefleri arasında yer almıştır. Nitekim genç ve dinamik bir yükseköğretim kurumu olan Afyon Kocatepe Üniversitesi, bulunduğu bölgeye katkı yapmaya büyük önem vermektedir. Üniversitemiz bu anlayışla uluslararası sağlık ve termal sağlık turizmi ile ilgili toplantı ve fuarlara hem konuşmacı olarak hem de stantlar açarak bilgilendirme ve tanıtma çalışmalarını gerçekleştirmiştir. Bu bağlamda 2011-2014 dönemi içinde Chicago, Berlin, Bakü, Kiev, Dubai, Yemen, Kazablanka, Amman ve İstanbul’da gerçekleşen termal sağlık turizmi ile ilgili açılan fuarlara en üst düzeyde katılmıştır. Üniversitemiz bu faaliyetlerinin yanı sıra üniversite-sanayi, üniversitekent işbirliği anlayışıyla; Afyonkarahisar Valiliği, Belediye Başkanlığı ile Ticaret ve Sanayi Odası Başkanlığı’nın işbirliğiyle 6-9 Haziran 2012 tarihinde sağlık ve termal turizmin bir arada değerlendirildiği “Uluslararası Katılımlı Termal Sağlık Turizmi Kongresi”ni düzenlemiştir. Bu kongreye öncelikle Avrupa, Ortadoğu, Balkanlar, Türk Cumhuriyetleri ve Orta Asya gibi yakın bölgeler olmak üzere birçok ülkeden 150, ülkemizden de 750 termal turizm temsilcisi ile sağlık ve turizmle ilgili profesyoneller, yöneticiler ve akademisyenler katılmıştır. Bu kongrede “Türkiye’de Termal Sağlık Turizmi Potansiyeli ve Dünya Örnekleri, Kaplıcayla Birlikte Uygulanan Fizik Tedavi Destek Yöntemleri, Aquatik Rehabilitasyon, Termal Sağlık Turizmi, Kaplıca Tedavisi ve Balneoterapi, Termal Su Güvenliği ile Termal Sağlık Turizmi Tanıtımı ve Pazarlanması” konulu başlıklar altında birçok önemli konu, uzmanları tarafından etraflıca işlenmiştir. Kongreye katılan tüm konuklara ilimizin termal mer- kezleri detaylı bir şekilde tanıtılarak, tarihi ve turistik yerler gezdirilmiştir. Bu yolla Afyonkarahisar’ın marka şehir ve termal destinasyon olmasına önemli katkı sağlanmıştır. Ayrıca “Termalin Başkenti Afyonkarahisar” adlı Türkçe ve İngilizce dilinde tanıtım ve bilgilendirme kitabı yayınlanmıştır. Ayrıca Uluslararası Zafer Hava Limanının hizmete başlamasıyla, termal sağlık turizmi açısından bölgenin ulusal ve uluslararası düzeyde hava ulaşımı da sağlanmıştır. Üniversitemiz, ilimizde termal sağlık turizmini canlandırmak amacıyla gerçekleştirdiği kongrenin yanı sıra, hem ilimiz ve bölge insanımıza hem de yurtdışından gelecek ve sağlık hizmeti alacak yabancı hastaya katma değeri yüksek sağlık hizmeti sunmak üzere Acil Yardım ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Hastanesi hizmete sunulmuştur. Bu hastanede özellikle Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon alanında ileri teknoloji ile hasta memnuniyetini esas alan bir felsefe ile sağlık hizmeti verilmektedir. Yaklaşık 34.000m2 kapalı alana sahip hastane 7 bloktan oluşmakta, vip odaları, tek ve çift yataklı odalar ile, 10 adet ameliyat salonu, 25 adet cerrahi yoğun bakım yatağı ve aynı anda 30 acil hastaya hizmet verebilecek acil ünitesinin yanı sıra radyoloji, genel cerrahi, kulak burun boğaz, göğüs cerrahisi, ortopedi ve travmatoloji üniteleri ile termal ve egzersiz havuzları, kan merkezi gibi birimler yer almaktadır. En son teknolojiyi, termal suyu ve konforu bir arada sunan ülkemizin en gelişmiş tedavi merkezlerinden biridir. Hastanemiz alanında ilk ve yeni bir örnek olup, alanında uzman hekimler ve fizyoterapistler tarafından; bel, boyun, omuz, diz ağrıları gibi kas-iskelet sistemi hastalıklarının ayaktan tedavilerinin yanı sıra yatarak bakım hizmeti de verilmektedir. Ayrıca acil hastalardan en dike olgulara 10 ameliyathanede cerrahi hizmetler verilmektedir. Fizik Tedavi Hastanesi’nin çevresinde yer alan ve termal özelliği bulunan 5 yıldızlı oteller, Afyonkarahisar’ın fizik tedavi alanında çok özel bir yeri olduğunu bir kez daha gösteriyor. Otel yöneticileri ile üniversite yönetiminin sık sık bir araya geldiği “Termal Sağlık Turizmi” konulu toplantılar, yıllardan beri özlenen üniversite-özel sektör işbirliğinin ilimizde sağlandığını göstermektedir. Bunun en güzel örneği olarak Üniversite Rektörü, Turizm Fakültesi Dekanı ve Termal Otel Yöneticilerinden oluşan bir heyet tarafından Temmuz 2013 tarihinde “Afyon Termal Sağlık Turizmi ve Eğitimi Derneği” kurularak hizmete başlamıştır. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nin Termal Sağlık Turizmine destekleri bunlarla kalmamaktadır. Üniversite kampüsü içinde bulunan “Turizm İşletmeciliği ve Otelcilik Yüksekokulu” “Turizm Fakültesi” haline dönüştürülmüştür. Fakülteye yabancı dil hazırlık sınıfı konularak, alanında dil bilen uzman elemanlar yetiştirilmesi hedeflenmiştir. Buna katkı olarak gerçekleşmesi içinde yabancı diller yüksekokulu bünyesinde 2 adet multimedya yabancı dil laboratuvarı kurularak hizmete açılmıştır. Kısaca ifade etmek gerekirse ilimizde bulunan hem yerel yöneticiler, hem de üniversite yönetimi olarak “Termalin Başkenti Afyonkarahisar” sloganını benimsemiş olup bunun gereğini yapmaktayız. “Acil yardım ve Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon hastanesi ile birlikte termal otel işbirliği” ortamını kurarak bu anlayışla çalışmaktayız. 2012 yılında turizm işletme belgeli tesislerimize gelen 540 bin yerli ve 16 bin yabancı turist sayısında önemli bir artışın gerçekleşmesini beklemekteyiz. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 19 kapakkonusu AVRUPA BİRLİĞİ’NDE HASTALARIN SERBEST DOLAŞIMI: SINIR ÖTESİ SAĞLIK HİZMETLERİNDE HASTA HAKLARININ UYGULANMASINA İLİŞKİN 2011/24/EU SAYILI DİREKTİF VE SAĞLIK TURİZMİ Doç. Dr. Hasan Hüseyin YILDIRIM Hacettepe Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ABSAM Sağlık Araştırmaları Merkezi Genel Müdürü Giriş Günümüzde ulaştığı merhaleye bir genişleme ve derinleşme süreci sonucunda ulaşan Avrupa Birliği (AB), 1950’lerde temellerinin atılmasından bu yana yetkilerinin ve çalışmalarının 20 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 kapsamını, sağlık ve sağlık politikaları dahil sosyal politika alanlarını da kapsayacak biçimde gittikçe artan bir ivmeyle yaygınlaştırmaya ve derinleştirmeye devam etmektedir. Özünde ekonomik entegrasyon merkezli bir bütünleşme süreci yaşayan AB, özellikle “yayılma etkisi” ile sosyal sektörleri de etkiler ve kapsar duruma gelmiştir. Üye ve aday ülkelerin sağlık ve sağlık politikalarını, AB’nin dinamiklerinden muaf tutması mümkün değildir. Sağlık sektörü ve bu bağlamda hastaların serbest dolaşı- mı, ülkelerin gerek adaylık, gerek katılım müzakereleri ve gerekse katılım süreci ile birlikte, doğrudan ve dolaylı olarak etkilendiği ve uyumlaşma ve yakınlaşma göstermesi gereken alanlardan birisidir. AB İç Pazarı, Serbest Dolaşım ve Sağlık: AB’de Hastaların Serbest Dolaşımı Mevcut durumda 28 üye ülkeden oluşan AB; malların, hizmetlerin, kişilerin ve sermayenin serbest dolaşımı olmak üzere dört özgürlük üzerine kurulu olan bir varlıktır. Bu varlık AB İç Pazarı olarak adlandırılmaktadır. AB İç Pazarı (dört özgürlük alanı) sağlık açısından değerlendirildiğinde; kişilerin serbest dolaşımı bağlamında sağlık çalışanları ve hastaları, malların serbest dolaşımı bağlamında farmasötikleri ve tıbbi cihazları, hizmetlerin serbest dolaşımı bağlamında sağlık sigortacılığı ve sağlık hizmetleri ve sermayenin serbest dolaşımı bağlamında ise hastane yatırımlarını belirtmek mümkündür. AB’de hastalar, müktesebatla çerçevesi belirlenmiş kurallar çerçevesinde üye ülke sınırları arasında serbest dolaşabilmektedirler. Bu dolaşım, literatürde sınır ötesi hasta hareketi veya sınır ötesi sağlık hizmetleri olarak da ele alınmaktadır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde, mevcut durumda AB’de vatandaşların sağlık hizmetlerinden yararlanma biçimlerini temelde iki ana grup başlıkta ele almak mümkündür. Birincisi bireysel üye ülke ulusal sınırlar dahilinde, ikincisi ise sınır ötesi sağlık hizmetleri kapsamında. AB vatandaşlarının sınır ötesi kapsamda sağlık hizmetlerinden yararlanma biçimlerini de iki grupta ele almak mümkündür. Birincisi AB sınırları dahilinde, ikincisi ise üçüncü taraf ülke sınırları dahilinde sağlık hizmetlerine erişme. AB sınırları dahilinde ise sağlık hizmetlerine erişme ise temelde iki grupta ele alınabilir. Bunlardan birisi 1408/71 ve 574/74 sayılı Sosyal Güvenlik Sistemlerinin Koordinasyonu Tüzükleri uygulaması, diğeri ise Sınır Ötesi Sağlık Hizmetlerinde Hasta Haklarının Uygulanmasına İlişkin 2011/24/EU Sayılı Direktif uygulamasıdır. Sınır Ötesi Sağlık Hizmetlerinde Hasta Haklarının Uygulanmasına İlişkin 2011/24/EU Sayılı Direktif Avrupa Parlamentosu ve Konseyi tarafından 9 Mart 2011 tarihinde kabul edilen 2011/24/EU sayılı Sınır Ötesi Sağlık Hizmetlerinde Hasta Haklarının Uygulanmasına İlişkin Direktif; sağlık hizmetlerinin sunulmasında ve organizasyonunda ulusal yetkinlikleri gözetmek suretiyle, güvenli ve yük- sek kaliteli sınır ötesi sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaştırılması ve üye devletlerarasında sağlık hizmetleri konusunda işbirliğinin teşvik edilmesini amaçlamaktadır. Üye Devletler bu Direktife uyum sağlamak için; 25 Ekim 2013 itibariyle gerekli kanun, ikincil düzenleme ve idari kuralları yürürlüğe koymuşlardır. Diğer taraftan Komisyon, 25 Ekim 2015 tarihi itibarıyla ve sonrasında her 3 yılda bir, bu Direktifin işleyişi hakkında bir rapor hazırlar ve Avrupa Parlamentosu ve Konsey’e sunar. Rapor özellikle; hasta akışları, hasta hareketliliğinin mali boyutları, geri ödeme, Avrupa referans ağları ve ulusal temas noktalarının işleyişi hakkında bilgi içerir. Komisyon bu amaçla, bu Direktif ve hasta hareketliliğine ilişkin diğer Birlik mevzuatının gerekleri ışığında, üye devletlerin uygulamaya koydukları sistemler ve uygulamaların bir değerlendirmesini yapar. Üye devletler, değerlendirmeyi yapması ve raporları hazırlaması için Komisyon’a yardım eder ve bilgileri sağlarlar. Muhatabı 28 AB üye ülkesi olan bu Direktif; bütün üye ülkeleri, üye ülke bireysel vatandaşlarını, kamu/özel sektör hizmet sunucularını, ilaç ve tıbbi cihaz reçetelerini kapsar; uzun süreli bakımı, başka bir üye ülkede iken alınan sağlık hizmetlerini, organ nakillerini, özel sağlık sigortalarını ve genel aşı programlarını kapsamaz. Bu Direktif, var olan AB müktesebatına (tüzükler ve direktifler) halel getirmeksizin uygulanır. Dolayısıyla 883/2004 sayılı Tüzük ve Avrupa Sağlık Sigortası Kartı kapsamındaki uygulamalar devam eder. Direktif, hem tedavinin yapıldığı üye devletlerin hem de bağlı olunan üye devletlerin sorumluluklarını ayrıntılı olarak ortaya koymaktadır. Üye Devletler, bu Direktifin uygulamaya konması, denetlenmesi, geliştirilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanması için iş birliğini içeren karşılıklı yardımlaşmayı gerçekleştirirler. Bağlı olunan üye devlet, sınır ötesi sağlık hizmetlerinin kullanımı ve geri ödenmesi ile ilgili idari usullerin objektif ve ayırım gözetmeyen kriterlere dayalı olmasını sağlar. Ödemeler hastanın kendi ülkesi tarafından yapılır ve önceden bilinen nesnel ve ayırım gözetmeyen kriterlere dayanır. Her üye ülke, bir veya daha fazla Ulusal Temas Noktası (UTN) belirler. Bu Direktif, başka üye devlette yazılan reçetelerin tanınmasını da gerekli kılmaktadır. Reçeteler, istisnalar hariç her üye ülkede geçerlidir. Nadir görülen hastalıkların teşhisi ve tedavisi gibi yüksek düzeyde uzmanlık gerektiren sağlık bakım hizmetlerinde kaynakların maliyet-etkili kullanımının sağlanması ve bilgi birikiminin sağlanması amacıyla Avrupa Referans Ağları (ARA) oluşturulur. Komisyon, özellikle nadir görülen hastalıklar alanında, sağlık hizmeti sağlayıcıları ve uzmanlık merkezleri arasında ARA’ların geliştirilmesinde üye devletleri destekler. Birlik, üye devletler tarafından belirlenen e-Sağlık’tan sorumlu ulusal birimleri birbirine bağlayan gönüllü bir ağ bünyesinde çalışan üye devletlerarasında iş birliği ve bilgi paylaşımını destekler ve kolaylaştırır. Sağlık teknolojilerinin değerlendirilmesi (STD) alanında işbirliği esastır. Birlik, üye devletler tarafından belirlenen, sağlık teknolojilerinin değerlendirilmesinden sorumlu ulusal makamlar veya kurumları birbirine bağlayan gönüllü bir ağ kurulmasını destekler ve kolaylaştırır. Üye ülkeler arasında STD konusunda karşılıklı yardım, bilgi paylaşımı ve işbirliği teşvik edilir. Son Söz Yerine: AB’de Sınır Ötesi Hasta Hakları, Sağlık Turizmi ve Türkiye Bu Direktif kapsamında hastalar; bütün üye ülkelerde kamu/özel sektör sağlık hizmeti sunucuları arasından bilgilendirilmiş tercih yapma, ka- Doç. Dr. Hasan Hüseyin YILDIRIM SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 21 haber liteli ve güvenli sağlık hizmetlerine erişme, başka bir üye ülkeden sağlık hizmetlerini aldıklarında (kendi ülkelerinde söz konusu sağlık hizmetleri ile ilgili hak sahibi olmaları durumunda) geri ödenme, mahremiyetlerinin ve kişisel verilerinin korunması, ev sahibi ülke vatandaşları ile eşit muamele görme, itiraz etme, şikâyet etme ve tazminat davası açma; kendileri ile ilgili kararları, bilgi ve belgeleri isteme ve tedavi sonrası hasta takibi ile ilgili hizmetleri alma hakkına sahiptir. Bu noktada bir hususun altını çizmekte fayda vardır. Türkiye dahil, sağlık turizmini ciddi bir sektör olarak gören bazı ülkeler ve bu ülkelerde yerleşik aktörler bu Direktifi sağlık turizmi ile ilişkilendirme eğilimindedirler. Ancak şiddetle ifade etmek gerekir ki 2011/24/EU sayılı Direktif sağlık turizmi kapsamında çıkarılmış ve yürürlüğe konulmuş bir Direktif değildir. Direktifin dayandırıldığı temel gerekçe, AB’nin de varlık sebebi olan “serbest dolaşım”ın önündeki engelleri ortadan kaldırmaktır. AB jargonunda sağlık turizmi veya medikal turizm gibi 22 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 kavramlar çok fazla kullanılmamaktadır. Bunun yerine AB’de yerleşik jargon çerçevesinde hastaların serbest dolaşımı, hasta hareketliliği veya sınır ötesi sağlık hizmetleri gibi kavramlar kullanılmaktadır. Bunun birkaç nedeni belirtilebilir: Birincisi, AB kurulduğundan bu yana oluşagelen müktesebatta sağlık turizmi kavramı yer almamıştır. İkincisi ise sağlık turizmi daha ziyade bir ticari faaliyeti çağrıştırdığından, AB’nin sosyal bakış açısına pek uymamaktadır. Dolayısıyla kısa vadede AB jargonunda hastaların serbest dolaşımı kavramının yerini sağlık turizmine bırakması pek olası gözükmemektedir. Ancak, orta ve uzun vadede sağlık turizmi jargonunun AB jargonuna dahil olması olasıdır. Direktif çerçevesinde hastaların serbest dolaşımının Türkiye’nin sağlık turizmi hedef pazarları açısından kısa vadede bir potansiyel teşkil etmediği düşünülmektedir. Hatta kısa vadede negatif etki de yaratabilir. Yukarıda da ifade edildiği üzere Direktif sadece üye ülkelerde geçerlidir ve sadece üye ülkeleri bağlamakta- dır. Ancak Direktif, katılım müzakereleri çerçevesinde aday ülke olan Türkiye’yi ilgilendirmektedir. Bu bağlamda Direktif müzakere sürecinde; işçilerin serbest dolaşımı faslı, iş kurma hakkı ve hizmet sunumu serbestisi faslı ve malların serbest dolaşımı faslı kapsamında değerlendirilebilir. Nihayetinde AB’ye üye olunduğu taktirde, Direktif tümüyle Türkiye’yi bağlayacaktır. Referanslar Official Journal of the European Union. (2011). Directive 2011/24/EU of the European Parliament and of the Council of 9 March 2011 on the Application of Patients’ Rights in CrossBorder Healthcare. Official Journal of the European Union, 4.4.2011, L 88/45-65. Yıldırım HH ve Yıldırım T. (2015). Avrupa Birliği Sağlık Politikaları ve Sağlık Sistemleri. Gözden Geçirilmiş ve Güncellenmiş Üçüncü Baskı, ABSAM Yayınları, Ankara (baskıda). kapakkonusu TÜRKİYE’DE SAĞLIK TURİZMİ Enginer BİRDAL Türkiye Sağlık Turizmi Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Turizm iş kolu, Ülke gelir kalemleri içinde önemli yer tutan ve iktisatçı bakışı ile ekonomiye katkıda bulunan önemli bir iş koludur. Sağlık ise aynen çevre gibi hem en çok tahrip edilen hem de en güzeline sahip olmak için modern insanın tahrik-teşvik edildiği uğruna para ve zamanın kaçınılmaz biçimde pay ayırdığı bir alan. Sağlık turizmi de turizmde olduğu gibi bugün global köyde hızla gelişen hizmet sektörüdür(açık, kapalı tüm kitle iletişim araçları bireyi buna itmektedir… Falcıyı mı yoksa ona bakması için para vereni mi eleştirmeli… Ya da fal da gerçek fala baktıran da biz de ticaretimize bakalım(?)) Sağlık turizmi tedarikçi, tamamlayıcı, diğer sektörlerin doğrudan ya da dolaylı itici gücü olarak kendini göstermektedir. Sağlık turizmi turizmde olduğu gibi ülke ekonomisi açısından, milli gelire olan katkısı şimdiden kendini göstermeye başlamıştır. Döviz geliri ile ödemeler dengesi açığının kapanmasında pay almaktadır. Algı/paradigma değişimi ile medikal sektörü ve hizmet sektöründe yerli üretimde çarpan etkisi ile artış sağlamaktadır. Aynı zaman da ülke gelirlerinin artırılmasına katkıda bulunmaktadır. 24 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Sağlık iş gücü yetiştirmenin uzun ve maliyetli külfetine girmeden yeni istihdam alanları açmaktadır. Diğer yandan turizm sektörüyle beraber, geniş kitlelere iş imkanı sağlamasının bir sonucu olarak, istihdamın en yoğun olduğu sektörlerden biri olma avantajına sahiptir. Ülke insanının refahının yükseltilmesi, mücavir alanda çalışanların göreceli daha yüksek gelirle istihdamında ve ülke kalkınmasında rol almaktadır. Turist sayısı ile gelir sıralamasında dengesiz olan konumumuzu Dünyanın en önemli hizmet sektörlerinden olan turizm sektöründe gelir/kişi oranını düzeltici bir etki ile ülkelerin paylarını artırma uğraşları içinde lehimize dönüşüme aracılık etmesi beklenebilir. Turizm sektörünün iştahını kabartan rakamlar hizmet arz eden tarafların rekabetini doğurmakta ve yeni destinasyonlar ile ürün farklılaştırma ya da yeni ürünlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Son yıllara kadar ülkemizde ağırlık kitle turizmine verilmiştir. Sağlık turizminin aksine Kitle turizmi, yaz sezonu ile sınırlı, rekabetin yüksek olduğu ve kişi başı harcama düzeyi düşük olan bir turizm çeşididir. Ülke ekonomisine sağladığı katkı açısından önem arz eder. Kitle turizmine odaklı çeşitlendirilmemiş bir turizm sektörünün uzun vadede sürdürülebilir gelişimi ve bölgelerin ekonomik kalkınmasına etkisi beklenenin altında kalacağı bir gerçektir. Dünyada turizm eğilimleri ve tüketici profili değişmekte, deniz, kum ve güneş odaklı tatil anlayışı yerini farklı ihtiyaçların karşılanmasına yönelik turizm anlayışına bırakmaktadır. Bu durum Türkiye’yi alternatif turizm kaynaklarını etkinleştirme yolunda zorlamaktadır. Türkiye alternatif turizm olanakları açısından oldukça zengin kaynaklara sahip bir ülkedir. Birçok sektörü aynı anda etkileyen ve kişi başı ortalama harcama düzeyinin kitle turizmine göre oldukça yüksek olduğu sağlık turizmi de, Türkiye açısından mutlak değerlendirilmesi gereken alternatif turizm kaynaklarından birisi olarak… Beş Yıllık Kalkınma Planları ve bu planlar kapsamında hazırlanmış olan Türkiye Turizm Stratejisi 2023 itibari ile de gösterilmektedir. Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu Güçlü ve Dengeli Büyüme İçin Yapısal Dönüşüm Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018) Öncelikli Dönüşüm Programları Eylem Planları toplantısında “Sağlık turizmi koordinasyon kurulu oluşturulacağını, sağlık turizminde teşvik sistemlerinin sadeleştirileceğini, sağlık personelinin donanımı artırılacağını, sağlık turizmi alanında Türkiye’nin gelirinin 2018 sonuna kadar 9 milyar doların üzerine çıkarılacağını, yabancı öğrenci kontenjanını artırarak sağlık sektöründe yeni bir insan kaynağı oluşturulacağını” belirtmişlerdir. Ayrıca yine bu kapsamda “Türkiye’nin dünyada yükselen pazar konumunda olduğu medikal turizm, termal turizm ve ileri yaş-engelli turizmi alanlarındaki hizmet kalitesini yükselterek rekabet gücümüzü artırmayı amaçlandığı, termal turizmde 100 bin yatak kapasitesiyle, 1.500.000 (600.000 tedavi amaçlı) yabancı turiste hizmet sunmayı hedeflemekte olup, bu hizmet karşılığında 3 milyar dolar gelir elde etmeyi hedeflendiği, Medikal turizm alanında, 750.000 yabancı hasta tedavi edileceği, böylece 5,6 milyar dolar gelir sağlanacağı, ülkemizin bu hizmetler sayesinde dünyanın ilk 5 destinasyonu içerisinde yer almasının hedeflendiği, İleri yaş turizminde ise hedefimizin 150.000 yabancı turiste hizmet vermek ve yaklaşık 750 milyon dolar gelir sağlamak olduğunu” açıklamışlardır. Sağlık turizmi hastanın sağlık amacı ile kendi yaşadığı yerden başka bir yere seyahat etmesi sonucu oluşan bir turizm türünü ifade etmek için kullanılan geniş bir kavram olmakla beraber pek çok kaynakta medikal turizm, termal turizm spa&wellness turizmi, yaşlı ve engelli turizmi gibi türlere ayrılarak değerlendirilmektedir. Medikal turizm genel olarak modern tıbbın konusu içinde yer alan, hekimler tarafından sağlık kurum ve kuruluşlarında gerçekleştirilen ve sağlığın yeniden kazandırılması amacı ile yapılan planlı sınır ötesi seyahatler olarak tanımlanmaktadır. Toplumların gelişen refah seviyelerine, bilgi ve iletişim araçlarının kullanımının yaygınlaşması sonucu bireylerin yaşam kalitesini artırmaya yönelik talepleri çoğalmaktadır. Aynı zamanda da gelişmiş batı ülkelerinde genel yaşlanma eğilimi nedeniyle sağlık harcamaları artmaktadır. Artan sağlık talebi ve harcamalarına gelişmiş batı ülkelerinde sosyal güvenlik sistemlerinden kaynaklı sorunlar eklenince hastalar kamu sektöründe kaliteli sağlık hizmetlerine ulaşım problemleri, uzun bekleme listeleri, artan maliyetler gibi problemlerle karşılaşmaya başlamışlardır. Sağlık hizmetleri ile turizm sektöründe oluşan yeni kombinasyonlar ve fırsatlar ise medikal turizm açısından sınır ötesi hasta hareketliliğinin oluşmasına yol açmıştır. Sağlık turizmi sanılanın aksine Dünya ile eşzamanlı Ülkemizde de varlığını ortaya koymuş; Sağlık turizminin bir alt başlığı olarak değerlendirdiğim Medikal turizmde yüksek sesle ben de varım demesi “Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın bir sonucu olarak içerde ve dışardaki paradigma değişimi ile ilgilidir. Devletimiz sınır ötesi sağlık hizmetlerinde gösterdiği başarılı uygulamalar ve sağlık diplomasisinin lafından önce icrasını ortaya koymak suretiyle kamunun sağlık turizmine girişini kademeli olarak (2004, 2009, 2011/14 no’lu genelge) gerçekleştirmiştir. Sağlık turizmi/medikal turizm özel sektör, kamu, STK, üniversite iç ve dış müşterilerin katılımı ile planlanmakta ve kendi vatandaşına verdiği hizmeti kalitesinde olduğu gibi sürekli geliştirilmektedir En son örneklerinden Şehir Hastaneleri(KÖO yöntemi ile), Sağlık Turizmi Üst Kurulu, Yüzer Hastane vb. Türkiye’de sürekli gelişmekte olan bir alandır. Sağlık tu- rizmi konusunda ilerlemiş olduğu söylenen Hindistan, Singapur, Tayland, Ürdün gibi birçok ülke uzun zamandır sağlık turizmi ve özellikle medikal turizm konusunda aktif politikalar geliştirip uygulamakla beraber Türkiye ile karşılaştırmaktan ziyade anlaşılıp istifade edilecek taraflar varsa ona bakılmalıdır. Türkiye için daha önemli rakipleri belki de eski Sovyet ülkelerinden İsrail’i, orta doğudan da Almanya’yı tercih eden hastalardır. Çünkü adı geçen ülkelerle Türkiye ciddi farklılıklar arz etmektedir. Türkiye önce kendi vatandaşına ulaştırdığı sağlık hizmetindeki yaygınlık ve memnuniyeti ile sonra da tarihi(Hindistan-İngiltere ilişkisi), coğrafi(Hindistan, Singapur, Tayland) ya da yatak sayısı(Ürdün, BAE/Dubai) gibi. Türkiye’de sağlık turizmi sürekli gelişmekte olan bir turizm türü olması, sektörde yer alan aktörler arasında sürekli bir devinimin bulunması, sektöre yön verecek stratejik planlama çalışması diğer endüstrilere nispetle hızlı davranması (ağırlayamayacağın misafiri davet etme) nedeni ile sahip olduğu potansiyeli belirli bir plan ve program doğrultusunda yürütme çalışmaları beklentileri daha da artırarak konu ile ilgilenenleri acele yargılamaya itmektedir. Sağlık turizmi türleri olan medikal turizm, termal turizm, spa&wellness turizmi, yaşlı ve engelli turizmi farklı hedef kitlelere hitap etmekte olup örgütlenmesinde farklı aktörler rol almaktadır. Bu nedenle her bir turizm türüne ilişkin farklı stratejiler geliştirilmesi gerekmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 25 TÜRKİYE SAĞLIK ENSTİTÜLERİ BAŞKANLIĞI BÜNYESİNDE ULUSAL KANSER ENSTİTÜSÜ VE DÜNYA ÖRNEKLERİ KIYASLAMASI Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Kanser Daire Başkanı temlerin geliştirilmesinde öncülük yapmak, sağlık hizmetlerinde Sağlık Bakanlığı adına akreditasyon faaliyetlerini yürütmek ve Türkiye Sağlık Bilimleri Yüksek Teknoloji Kurumu’nun teşkilat ve görevleriyle ilgili esasları düzenlemek üzere kurgulanmıştır. GİRİŞ Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kararlılık düzeyi yüksek bir yönetim ile ülkenin politikaları doğrultusunda çalışacak bilimsel yapının harmonizasyonudur. Bilimsel yaklaşım, üretim ve ülke ihtiyaçlarının saç ayağı şeklinde yerleştirilmesiyle ortaya çıkacak olan sinerjinin ülkemizi “Orta Gelir Tuzağından” çıkarması beklenmektedir. Kişi başına düşen GSYH bakımından orta gelir düzeyine ulaşmış ülkelerin ve/veya bölgelerin belirli bir gelir bandında sıkışıp kalma, yani “üst gelir” düzeyine geçememe durumu “Orta Gelir Tuzağı” olarak tanımlanmaktadır. Dünya Bankası’nın 2012 yılı Dünya Kalkınma Raporu’ndaki sınıflandırmaya göre, kişi başına yıllık geliri 1.006 – 12.275 dolar arasında bulunan ekonomiler orta gelirli olarak sınıflandırılmaktadır. Türkiye’de 2008 sonunda 10.444 dolar olan kişi başına gelirimiz, 5 yılda ancak Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı ülkemizde sağlık alanında var olan araştırma eksikliklerinin tamamlanması amacıyla kurgulanmıştır. Sağlık bilimleri ve teknolojileri alanında ülkeye ve insanlığa hizmet etmek amacıyla; Türkiye’nin rekabet gücünü arttırmak ve sürekli kılmak, kalkınma planı hedefleri ile Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun belirlediği öncelikleri de dikkate alarak, ülkemizin ileri teknoloji, know-how ve inovasyon ihtiyacını karşılamak, yeni ürünleri üretimini, var olanların geliştirilmesini sağlamak, araştırmacılara bilimsel ortamı sağlamak, kamu ve özel hukuk tüzel kişileri ile işbirliği yaparak bilimsel araştırmalar yapmak, yaptırmak, koordine etmek, teşvik etmek, araştırmalara katkı sağlamak, sağlık bilim ve teknoloji kültürü ile eko sis26 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 338 dolar artabilmiştir. Yani 5 yılda %3.2’lik bir artış söz konusudur. Bu ise, Türkiye’nin daha uzunca bir süre orta gelir kategorisinde kalması anlamına gelmektedir. Düşük büyüme hızları Türkiye’nin orta gelir tuzağından kurtulmasına izin vermeyecektir. Bu tuzaktan ancak dünyada gelişen trendleri gözeten, mukayeseli üstünlüğümüz olan katma değeri yüksek ürünlerin önünü açan reformları ve teşvik sistemlerini içeren özellikler taşıyan yeni bir kalkınma stratejisi ile çıkılabilir. Yerli üretimin, çalışmaların ve araştırmaların önünü açacak enstitülerle Dünya’da sağlık alanında liderlik iddiasının güçlendirilmesi sağlanacaktır. Enstitü, Sağlık Bakanlığı ile işbirliği içerisinde çalışacak, kamu önceliklerini ön plana çıkaran, endüstriyel bağlantıları ile arz talep ilişkisini ön planda tutan, bilim insanı, hasta ve sanayi ve ilaç sektörünü bir araya getiren örnek bir model olabilecektir. Benzer şekilde, pek çok hastane, laboratuvar ve araştırma merkezleri ile hedefe yönelik ve pratik olarak afiliye sistemler ile çalışmasına olanak tanımaktadır. Neden Kanser Enstitüsü? Günümüzde kanser ve bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mücadeleye yönelik politikalar, uluslararası nitelikli çalışmalarda ve ulusal sağlık politikaları içinde önemli bir başlık haline gelmiştir. Başta kanser olmak üzere bulaşıcı olmayan hastalıkların sıklığı ve ölüm sebepleri arasındaki artışı gelecek 10 yıllık dönemde de toplumların ve hükümetlerin sağlık politikası ve öncelikleri içinde önemli bir konu olmaya devam edeceğini göstermektedir. Nitekim 2011 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan bir toplantı ile tüm dünya ülkeleri bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mücadele edilmesi için ulusal eylem planları ve strateji dokümanları hazırlayıp uygulaması kararlaştırılmıştır. Türkiye, dünya genelinde pek çok ülkeden çok daha önce; 2007’li yıllarda itibaren ulusal kanser, tütün ve obezite ile mücadele programlarını başlatmış sınırlı ülkeler arasındadır. Son yıllarda tütün ve kanser kontrol programlarında elde edilen başarılar da uluslararası bilim literatüründe saygınlıkla anılmaktadır. 2002 yılında başlatılan Sağlıkta Dönüşüm programı ile ülkemizde sağlık alanında pek çok önemli başarıya imza atılmıştır. Özellikle anne çocuk sağlığı ve bulaşıcı hastalıklar ile mücadele pek çok önlenebilir ölümün önüne geçilmiş, ortalama yaşam süresi 70’den 75’lere yükselmiştir. Ülkemizde öncelikler ve değişen yaşam tarzları nedeniyle sağlık politikaları tüm dünyada olduğu gibi bulaşıcı olmayan hastalıklara yönlenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından 2014 yılı Şubat Ayında yayınlanan kanser istatistiklerine göre, tüm dünya da kanser ne yazık ki birinci sırada ölüm nedeni olmuştur. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2000-2007 arasında kanserden ölen kişi sayısı yaklaşık % 32 oranında artarak 2007 yılında 7.9 milyon kişiye çıkmıştır. Yine aynı rapora göre, 2007 yılında dünyada bütün ölümlerin yaklaşık %13’ü kanserden kaynaklanmıştır. Kanser ölümleri en sık gelişmekte olan ülkelerde görülmektedir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanan raporda, 2007 yılında yaşanan 7,9 milyon ölümün % 70’i dünya nüfusunun % 80’nin yaşadığı gelişmekte olan ülkelerde olduğu tahmin edilmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2012 yılında yayınlanan tahminlerine göre ise Dünya’da toplam 14,1 milyon yeni kanser vakası gelişmiş, bu şekilde kanser artış hızının devam etmesi durumunda, Dünya nüfusunun artışına ve nüfustaki yaşlanmaya bağlı olarak 2025 yılında toplam 19,3 milyon yeni kanser vakası olacağı belirtilmiştir. Kanserle yaşayan ve kansere yeni yakalanan hasta sayısındaki bu belirgin artış gelecek dönemde tedavi ve bakım maliyetlerinin artmasını da kaçınılmaz olarak beraberinde getirecektir. Ülkemizde ise halen hem erkeklerde hem de kadınlarda kanserden ölümler 2. sıradadır. Ancak, 2002 yılında kansere bağlı ölümlerin %12’lerden, 2013 yılına doğru %20’lere yükselmesi göz önüne alındığında ülkemizin de gelişmiş diğer dünya ülkeleri gibi önümüzdeki yıllar içerisinde birinci sıraya yükseleceği açıktır. En güncel verilerimiz ile ülkemizde her yıl yaklaşık 160 bin kişiye kanser teşhisi konulmaktadır. Eğer aldığımız önlemlerde başarılı olamazsak, bu rakam 2023’lü yıllarda yılda 400 binlere kadar çıkabilir. Hiç şüphesiz ki, sosyal, ekonomik ve insan gücü üzerindeki kanserin etkileri düşünüldüğünde bu hastalıkla etkin bir mücadele edilmesi gerekliliği geleceğimiz açısından ne kadar stratejik öneme haiz olduğu bu veriler ile apaçık ortadadır. Türkiye, AB Ülkeleri içinde 3 milyar avro ile mutlak düzey olarak kansere toplamda en fazla harcama yapan ilk altı ülke arasında yer almaktadır. Türkiye’den daha fazla harcama yapan ülkeler sırasıyla Almanya, Fransa, İtalya, İngiltere ve İspanyadır. Uzun dönemde gerekli önlemler alınmadığı takdirde, kanser Türkiye sağlık sistemi için ciddi bir risk oluşturma potansiyeline sahiptir. Türkiye nüfusu her geçen gün yaşlanmaktadır Türkiye’de 2007 yılında toplam nüfus içindeki payı % 25 olan 45+ yaş grubunun, 2020 yılında % 30’a, 2030 yılında ise yaklaşık % 35’e çıkması beklenmektedir. Sağlığa erişimin ve bireysel ve çevresel risk faktörlerinin her geçen gün artmakta olduğu düşünüldüğünde nominal olarak yaklaşık 2.5 milyar ABD doları düzeyinde olan doğrudan kanser tedavi harcamalarının 2030 yılında en uz 3 katına çıkması beklenmektedir. Türkiye’de uygulanan sağlık politikaları ve bu politikaların sonucu olan harcamaların sunum düzeyi ve kalitesi, insan yaşamının süresini uzatmanın yanı sıra, özellikle önleyici ve erken teşhise yönelik sağlık hizmetleri yoluyla, negatif dışsallıktan azaltmakta ve ekonomik büyümeyi pozitif etkilemektedir. Bununla birlikte, kanser hastalığının yaygınlık göstermesi, hastalığın daha çok ilerlemiş evrelerde fark edilmesi, önlemeye yönelik kamusal politikaların ve hizmetlerin yetersizliği, sağlık politikası sonuçlarını, yaşam kaybı, kaliteli yaşam yıllarında azalma gibi konularda, olumsuz etkilemektedir. Ayrıca hastalığın önemli bir ilaç ve tedavi maliyeti gerektirmesi, sağlık sisteminin finansman yapısını uzun dönemde olumsuz yönde etkileyebilecek, ciddi bir risk unsuru haline gelmesine yol açmaktadır. Kanserle etkin mücadele yoluyla bu olumsuzlukların ve risklerin kısa zamanda, en aza indirgenmesi için birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi Türkiye’de, bu mücadeleyi yönlendirebilecek etkin bir kurumsal yapıya ihtiyaç duyulmuştur. Tüm bu gerekçeler çerçevesinde kanserle etkin mücadeleye yönelik olarak kurulacak yeni kurumun ayrı bir tüzel kişiliğe; bilimsel, idari ve malî özerkliğe sahip olması ve kuruluş kanunu hükümleri dışında özel hukuk hükümlerine tabi kurulması öngörülmektedir. Böylece kuruma bürokratik işlemlerin azaltılabilmesi, ulusal ve uluslararası imkânların daha hızlı bir şekilde yönlendirilebilmesi, kurumun merkezi yönetim bütçe gelirleri dışında, kendi gelir kaynaklarına sahip olması, diğer kamu ve özel kurumlar ile daha etkin proje yürütülebilmesi, esnek istihdam olanaklarının sonucu kanser konusunda daha nitelikli elaman istihdamı, gelirlerinin daha etkin değerlendirilmesi imkanları sağlanabilecektir. Diğer bir deyişle öngörülen kurum kanserle mücadelenin daha etkin yapılması için gerekli olan tüm imkânlara sahip olacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 27 Dünya Örnekleri Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Kanser Enstitüsü (NCI) ABD Ulusal Kanser Enstitüsü 1937 yılında yayınlanan yasa ile kurulmuş, 1971 yılındaki yasa ile de görev ve yetki alanları genişletilmiştir. NIH’in yıllık bütçesi 30 milyar dolar olup, bunun 5 milyar doları NCI’ya ayrılmıştır. NIH ve bağlı enstitüler, doğrudan hükümete bağlı çalışmakta olup, ana gelir kaynaklarını hükümet tarafından sağlanan ödenek oluşturmaktadır. Bütçesinin yaklaşık %80-90’ı rekabete dayalı hibe programları ile 300.000 araştırmacıya, 2500 üniversiteye destek sağlamaktadır. Yasal olarak bağış almaları yasaktır. Yabancı kurumlar ve uluslararası örgütler (kamuya ait veya özel kâr amacı gütmeyen veya güden kuruluşlar da dahil) araştırma hibelerinin büyük bölümüne başvurabilir. Ulusal Kanser Enstitüsünün yönetim denetimi President’s Cancer Panel (Başkanın kanser paneli), Office of the Director (Direktörün Ofisi) ve National Cancer Advisory Board (Ulusal Kanser Danışma Kurulu) oluşmaktadır ve • Üniversiteler, hastaneler, araştırma kuruluşları ve iş dünyası tarafından gerçekleştirilen araştırmaların araştırma projeleri ve ortaklık antlaşmaları ile desteklenmesi ve koordinasyonu, • Enstitüdeki klinik ve laboratuarlarda araştırma yapılması, • Temel bilimler ve klinik disiplini konularında eğitimin desteklenmesi, • Kanser kontrolü konusunda araş- tırma projelerinin desteklenmesi Kanser merkezleri arasındaki ulusal ağların desteklenmesi, • Diğer organizasyon ve yerli ve yabancı kurumlar ile araştırma ve eğitim konusunda işbirliği, • Sanayiye yönelik program tabanlı araştırmaların desteklenmesi ve koordinasyonu, • Kansere ilişkin bilginin toplanması ve dağıtılması Kanser araştırmaları için gerekli kliniklerin, laboratu- 28 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 arların ve diğer birimlerin yapımı için fon sağlanmasından sorumludur. ABD örneğinde Amerikan Ulusal Kanser Enstitüsü araştırma odaklı enstitüleri bilimsel mükemmellik ve farklı araştırma programlarının entegrasyonu için desteklemektedir. Bu kurum, kanser merkezlerini Klinik Kanser Merkezi, Kanser Merkezi, Tam Kapsamlı Kanser Merkezi olarak farklı gruplarda onaylamaktadır. ABD’de hastalar ve yakınları gittikleri merkezlerin ABD Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından onaylanıp onaylanmadığına dikkat etmektedirler. Bakanlığı’ndan aktarılan kaynaklar, döner sermaye ve sosyal güvenlik sisteminden aktarılan kaynaklardan oluşmaktadır. Kore Kanser Enstitüsü Ulusal kanser enstitüsü Sağlık Bakanlığı ve Kanser Derneği girişimi ile kanser araştırmaları yapmak amacıyla 1947 yılında kurulmuş 1988 yılında ise amaçları tanımlanarak günümüzdeki halini almıştır. İlerleyen dönemlerde ise Terry Fox Vakfı da kurum yönetiminde rol almaya başlamıştır. 2000 yılında ise Kanserle birlikte 13 farklı enstitü içeren Kanada Ulusal Sağlık Araştırma Enstitüleri yasa ile kurulmuştur. 2009-2010 yılları için yıllık geliri 1 milyar doların üstünde olup doğrudan hükümete bağlı görev yürütmektedir. 2001’de devletçe finanse edilen bir kurum olarak kurulan Kore Ulusal Kanser Merkezi (NCC) araştırma, hasta bakımı, ulusal kanserle savaş programlarına destek ve kanser uzmanlarının eğitimi yoluyla Kore’de kanser insidansını ve ölüm oranlarını azaltmayı hedeflemektedir. NCC üç ana bileşenden oluşmaktadır: Araştırma Enstitüsü (RI), Bağlı Hastane (Hastane) ve Ulusal Kanserle Savaş Araştırma Enstitüsü (NCCRI). RI kendi araştırmalarını gerçekleştirmekte ve Kore kanser camiasının araştırma faaliyetlerini kendi bünyesindeki ya da dışarıdaki dönüşümsel araştırmalara odaklanan programlar yoluyla desteklemektedir. Hastane’de 6 organ için özelleşmiş merkezler mevcuttur. Tıbbi, cerrahi ve radyasyon onkologları ile onkoloji hemşirelerinin bulunduğu bu her bir merkez hastalara kaliteli kanser tedavi hizmetleri sunmaktadır. NCCRI bir düşünce kuruluşu rolü oynamakta ve devlete kanserle savaş programlarının oluşturulması, uygulanması ve desteklenmesinde destek olmaktadır. Fransa Ulusal Kanser Enstitüsü (INCa) Japonya Ulusal Kanser Merkezi (NCC) Fransa Ulusal Kanser Enstitüsü 9 Ağustos 2004 tarihinde kansere karşı mücadelede eşgüdümlü bir ulusal politikanın sürdürülebilirliğinin sağlanması amacıyla, kamu sağlığı yasası dahilinde Kanser Planı çerçevesinde Araştırma ve Sağlık Bakanlıklarına bağlı olarak kurulmuştur. Bu kurum kanser üzerine bilimsel ve tıbbi çalışmalar yapan ulusal bir ajanstır. Paydaşları ve kaynakları ortak projeler dahilinde bir araya getirmek ve harekete geçirmek üzere disiplinler arası bir mantıkla çalışmaktadır. Aynı zamanda halka, hastalara ve profesyonellere uyarlanmış bilgi ulaştırmayı hedeflemektedir. Kurum, Sağlık ve Araştırma Bakanlıklarının vesayeti altında, Fransa’da kansere karşı mücadele paydaşlarını bir araya getirmektedir. Kurumun finans kaynaklarını, Sağlık Bakanlığı ve Araştırma Ulusal Kanser Merkezi (NCC), Tokyo’da 1962’de, kansere karşı ulusal politikanın gerçekleştirilmesi için kurulmuştur. Bu merkezin aktivitelerinin yayılması ve gelişmesi ile birlikte Ulusal Kanser Merkezi Hastanesi Kashiwa’da açılmıştır. 1994’te hastaneye araştırma kolu olarak Ulusal Kanser Merkezi Araştırma Enstitüsü kurulmuştur. 2005’te, hastanenin ve araştırma enstitüsünün bir kısmı birleştirilerek Klinik Araştırmalar Merkezi açılmıştır. Ulusal Kanser Hastanesi’ne ek olarak bir hastane binasının da yapımına başlanmıştır. Genel olarak politika oluşturma ve strateji belirleme dışında kanser tanı, tarama, tedavi ve araştırma faaliyetlerini yürütmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın önerisiyle oluşturulan Kanser Bilgi Sistemi’nde merkez kurum rolündedir. Kanada Ulusal Kanser Enstitüsü (NCIC) Macaristan Ulusal Onkoloji Enstitüsü Sağlık Bakanlığı 1952’de bir yönetmelik ile Ulusal Onkoloji Enstitüsünü kurmuş, böylece Macaristan’daki tüm kanserle savaş faaliyetlerini yürütmüştür. Macar Ulusal Onkoloji Enstitüsü epidemiyoloji, metodoloji, tedavi, araştırma ve eğitim merkezi olarak çalışmaktadır. Enstitünün idaresi 1987’ye kadar Sağlık Bakanlığına bağlı bir müdür tarafından yürütülmekteyken, daha sonra bir Yönetim Kurulu’na devredilmiştir. İdari, maddi ve entelektüel açılardan sahip olunan nispi hürriyet araştırmaların önünü açmıştır. 1992’de Enstitü faaliyet alanına yönelik olarak kurulmuş olan Klinik Onkoloji Merkezi, Patoloji Merkezi ve Araştırma Merkezi olmak üzere üç merkezle yeniden yapılandırılmıştır. Onkoloji Enstitüsünün en önemli özelliği hastalara karmaşık klinik onko-terapötik tedaviler sağlayabilme yetisidir (cerrahi, kemoterapi ve ışın tedavisi). Kişisel koşulların yanı sıra en gelişmiş tümör teşhis (CT, MRI, görüntüleme, laboratuar, patolojik) teçhizatı yüksek kaliteli teşhis ve izleme kabiliyetlerini görüntüleme, laboratuar ve patolojik teşhis konularında bilgili ve son derece iyi eğitimli uzman bir ekibin yardımlarıyla sunar. Macaristan’da Birinci Ulusal Kanserle Savaş Programı (NCPP) 1993’te oluşturulmuştur ve Macaristan’da değişen kanser örüntüsü kanserle savaşın önceliklerini değerlendirmede bir temel oluşturmaktadır. TÜRKİYE’DEKİ ÇALIŞMALAR Bakanlığımız Kanser Daire Başkanlığı’nın Ulusal Kanser Enstitüsü kurulması yönündeki çalışmaları 10 yıldır devam etmektedir. 2008’li yıllarda Avrupa Birliği ile birlikte ve TEPAV ile birlikte özel çalıştaylar yapılmış, maliyet etkinlik analizleri ve ülkemizin geleceği için etkinlik analizleri tamamlanmıştır. 2009’da ülkemizin en önde gelen bilim insanları ve üst düzey sağlık yöneticilerinin katılımı ile Ulusal Kanser Enstitüsü yasa tasarısı hazırlanmış, takip eden dönemde de yasanın düzenleyici etki analizi ve maliyet etkinlik analizleri yapılmıştır. Benzer şekilde 2010 yılında da TBMM Kanser Hastalığı Konusunun Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla araştırma komisyonu kurulmuştur. Komisyon üyeleri araştırma sürecinde tüm partilerimizin temsilcilerinin katılımı ile ABD Ulusal Kanser Enstitüsünü de ziyaret etmişler ve 648 sayfalık raporun nihai sonuç kısmında ülkemize ulusal kanser enstitüsü kurulması yönünde acil önlemler alınması yönünde öneride bulunmuşlardır. Ülkemizin kanser kontrolü ve tedavi icrasında uluslararası standartların üzerinde olduğu ancak AR-GE ve inovasyon, ilaç ve tıbbi cihaz inovasyonunda mutlaka ulusal bir kanser enstitüsü ihtiyacı oybirliği ile kabul edilmiştir. 2012 ve 2013 yıllarında da, Kanser Daire Başkanlığı Dünya Kanser Enstitüleri Başkanlarının ve Asya Kanser Enstitüleri Alliansının (ANCCA) toplantılarına katılmış, her ülke modelini detayları enstitü başkanları ile değerlendirmiş, görülen AR-GE problemlerine karşı önerilen çözümleri ele alarak, TÜSEB yasası içerisine entegre etmiştir. TÜSEB ile Türkiye Kanser Enstitüsü mevcut uluslararası örnekler arasında en gelişmiş ve AR-GE açısından eli en güçlü yetkilere sahip enstitülerden biri olacaktır. titülerin yürütmekte oldukları ana fonksiyonlar; ülke kanser politika ve stratejilerini belirleyecek araştırmalar yürütmek, standartlar belirlemek ve medikal ruhsatlama ve planlama işlemlerine katkılarda bulunmaktır. Esas sunulan hizmet kansere dair araştırmaların yürütülmesi olmakla birlikte eğitim verilmesi ana fonksiyonlar arasında bulunmamaktadır. Ülkemizde kurulacak olan enstitünün de benzer fonksiyonlarda olması planlanmaktadır. Birçok gelişmiş ülkede kanser enstitüleri çok daha önceden kurulmuş ve gerek kendi ülkelerindeki kanser kontrol programlarına katkı gerekse de kanser araştırmalarına katkı bakımından yararları kanıtlanmış organizasyonlar olduğu görülmüştür. • Türkiye’de Kanserle Mücadele Konusunda Rol Alan Kurumsal Yapıların ve Dünyadaki İyi Ülke Uygulamalarının İncelenmesi T.C. Sağlık Bakanlığı, TEPAV -Kanserle Savaş Dairesi Başkanlığı, 2008. Yönetimsel özelliklerine bakıldığında ABD Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH)’nün doğrudan hükümete bağlı, Fransa Ulusal Kanser Enstitüsü (INCa) Sağlık ve Araştırma Bakanlığı’na bağlı, Kore Ulusal Sağlık Enstitüsü ise Sağlık Bakanlığına bağlı faaliyet göstermektedirler. Kanada Sağlık Enstitüsü ise kuruluşunda bağımsız olmasına rağmen sonrasında Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu altında görevini yürütmeye devam etmektedir. Ülkemiz Kanser Enstitüsü de en üst düzeyde Sağlık Bakanlığı’na bağlı çalışması kurgulanmıştır. KAYNAKLAR • Eğilmez M. Orta Gelir Tuzağı ve Türkiye. Erişim Adresi: http://www.mahfiegilmez. com/2012/12/orta-gelir-tuzag-ve-turkiye. html Erişim Tarihi:24.07.2014 • Hatipoğlu A.Kanserde Erken Tanı ve Tarama Problemleri. Edt: Tuncer M, Özgül N, Olcayto E, Gültekin M. Türkiye’de Kanser Kontrolü, Ankara, 2009. • IARC. Globocan 2012 press release. Erişim Adresi: http://www.iarc.fr/en/media-centre/pr/2013/pdfs/pr223_E.pdf Erişim tarihi: 25.07.2014. • Tuncer M. Ulusal Kanser Kontrol Programı Global Çerçeveden Ülkemizdeki Kısa, Orta ve Uzun Vadeli Aksiyon Planı. Edt: Tuncer M, Özgül N, Olcayto E, Gültekin M. Türkiye’de Kanser Kontrolü, Ankara, 2009. • Türkiye Kanser İstatistikleri 2009. Erişim Adresi: http://kanser.gov.tr/daire-faaliyetleri/kanser-kayitciligi/920-2009y% C 4 % B 1 l % C 4 % B 1 -t% C 3 % B Cr k i ye kanser-istatistikleri.html Erişim Tarihi: 25.07.2014. • Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı • Yeldan E, Taşcı K, Voyvoda E, Özsan ME. Orta Gelir Tuzağından Çıkış: Hangi Türkiye?. Sis Matbaa, İstanbul, 2013. • Yılmaz HH, Yazıhan N, Tunca D, ve ark. Türkiye’de Kanser Harcamaları ve Maliyet Etkinlik Çalışmaları. Edt: Tuncer M, Özgül N, Olcayto E, Gültekin M. Türkiye’de Kanser Kontrolü, Ankara, 2009. Enstitülerin alt birimi olarak veya bağımsız tek birim olarak yer alan Kanser enstitüsü örneklerine de Kore, Japonya, Amerika, Fransa gibi birçok ülkede rastlanılmaktadır. Bu ens- SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 29 haber 2.Uluslararası Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayı İstanbul’da gerçekleşti. SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU: “BİZ İLK EMRİ ‘OKU’ DİYEN BİR İNANCIN MENSUPLARIYIZ” Türkiye’de sağlık eğitimi almış, 350 yabancı uyruklu sağlık yöneticisi, doktor, diş hekimi, eczacıdan oluşan alım heyeti Türkiye sağlık sektörü ile işbirliği yapmak üzere 3-7 Aralık 2014 tarihleri arasında İstanbul’da bir araya geldi. Resmi olmayan verilere göre bugüne kadar Türkiye’de sağlık eğitimi almış 10 bin civarında yabancı insan olduğu ifade edilmekte. TÜMSİAD (Tüm Sanayici ve İşadamları Derneği), sağlık sektörü için büyük bir potansiyel olan bu kitleyi harekete geçirmek için 2013 yılında birincisi olmak üzere bu yıl 2.Uluslararası Türkiye Sağlık Mezunları Kurultayı’nı gerçekleştirdi. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ve yurtdışından da birçok bakanın katılımıyla gerçekleşen kurultayda Bakan Müezzinoğlu önemli açıklamalarda bulundu. Bakan Müezzinoğlu, Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda sağlık tüketicisi olmanın ötesinde sağlık üreticisi bir ülke konumunda olacağını belirterek “Türkiye ilaç sanayinde dünyaya hizmet sunabilmeyi, yalnız tüketen değil üretebilen, bu alanlarda da hem kendi insanına hem de insanlığa hizmet etmeyi ve gönül coğrafyasında ki insanları sömüren anlayışlara da dur diyebilmeyi merkezine almış durumdayız. O nedenle Türkiye sağlık bilimleri enstitüsü başkanlığını kurduk ve yasalaştırdık” dedi. 30 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 “Biz ilk emri ‘oku’ diyen bir inancın mensuplarıyız” Bakan Mehmet Müezzinoğlu, “ Biz ilk emri ‘oku’ diyen bir inancın mensuplarıyız. Dolayısıyla ilim Çin’de de olsa onu bulun diyen bir medeniyet anlayışının mensuplarıyız. O nedenle Tanzanya da ki Albinolu çocukların istismar ediliyor olması onların belirli amaçlarla organlarının nedeniyle öldürülüyor olması Müslüman’ı ve hayat felsefesi insanı merkeze alan bir anlayışı mutlaka zorunlu kılar. O zorunluluğu yerine getirebilmek gayreti içerisinde olmak zorundayız. İnanıyorum ki önümüzdeki süreçte gerek TİKA gerekse Yurtdışı Türkler Başkanlığımız o anlamdaki sorumluklarını nasıl geçtiğimiz yıllarda devam ettirdiyse önümüzdeki süreçte de artırarak devam edecektir” dedi. “400 Yabancı Ülke Vatandaşını Ücretsiz Tedavi Edeceğiz” 400 yabancı ülke vatandaşını ücretsiz tedavi edeceklerini kaydeden Bakan Müezzinoğlu, “Pek çok gönül dostu ülkemizle ve Türkiye’nin sağlık alanında geldiği noktalarda anlaşmalar yaparak bazı ülkelerle 100, bazı ülkelerle 150 hastanın Türkiye’deki tedavilerini iki ülke arasındaki anlaşmalar çerçevesinde yapıyoruz. Gönül dostu ülkelerimizde zaman zaman anlaşma olmadığı için bizi üzüyordu. Bizim manen sorumluluğumuzu arttırıyordu. Bu yılbaşında yaptığımız bir yasal düzenlemeyle her yıl 400 yabancı ülke vatandaşı olan kardeşlerimizin Türkiye’de ücretsiz tedavi yapılabil- mesi için yasal düzenleme yaptık. Bu yıl 300 civarında değişik ülkelerden gelen kardeşlerimizin tedavilerini yaptık. Buna iki tane refakatçinin de mali sorumluluklarını üstlendik. Biz diyoruz ki bu gönül coğrafyasında ki insanlar asla mağdur olmasın asla çaresiz kalmasın. Onlara uzanan ellerin olmadığı gibi bir algı da olmasınlar” şeklinde konuştu. “Biz rahmet ve bereket medeniyetinin mensuplarıyız” diyen Müezzinoğlu, “Birlikte zenginliklerimizin çok olduğuna inanıyorum aynı zamanda yalnız matematik medeniyetinin mensupları değiliz. Biz rahmet ve bereket medeniyetinin mensuplarıyız dolayısıyla harcadığımız paradan hayıflanacak değiliz bu kadar parayla ne kadar hayırlı ve bereketli bir iş yaptık diyerek bunun onurunu yaşamak istiyoruz” şeklinde konuştu. Kurultay Amacına Ulaştı Türkçe bilen, Türkiye’yi yakından tanıyan, Türkiye ile gönül bağı olan ve Türkiye ile sağlık bilgi paylaşımı, sağlık turizmi, tıbbi cihaz ve medikal, ilaç-eczacılık ve sağlık eğitimi alanlarında işbirliği yapmak isteyen kitlenin her yıl Türk sağlık sektörü ile buluşması her iki taraf için de önemli bir fırsat oluşturmakta. Önceden planlanmış ve eşleştirmeleri yapılmış 50 ülkeden 250 sağlık yöneticisi ve temsilcisinin Türk sağlık sektörü temsilcisi ve yöneticisi ile yüz yüze işbirliği fırsatlarını konuşma ve anlaşmalara imza atma imkânı da buldu. HAVADAN SUDAN Prof. Dr. Recep AKDUR Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Toplumumuzdaki bazı yanlış bilgi ve algılardan herkes bu arada da sağlık çalışanları da nasibini alıyor. Bunlardan biri soluduğumuz hava diğeri de içme kullanma suyu ile ilgili. Yılın soğuk günleri gelince, polikliniklere başvuranlar arasında üşüttüm diyenlerin payı artar, günlük yaşamımızda da yanımız yöremiz öksüren hapşıran insanlarla dolar. En çok duyduğumuz sözlerden biri üşüttüm ya da üşütmüşüm olur. Özetle kış aylarında herkes üşütür.! Hastalıkları üşütme ile ilişkilendirmek yalnızca nezle ve gribe özgü de değil. Hemen tüm hastalıkların ya da organların üşütme ile ilişkisi kurulur. Bunlardan bazıları şöyle; ayağını üşütmek, idrar yollarını üşütmek, böbreğini üşütmek, belini üşütmek, midesini üşütmek, ciğerlerini üşütmek… Bu ilişkilendirmelerden en kötüsü de kafayı üşütmek. Hadi diyelim ki, diğer organları üşütüyoruz. Ya da diğer hastalıkların üşütme ile ilişkisi var. Akıl nasıl üşür? Bırakın enfeksiyonları ruh sağlığı sorunlarının önemlice bir kısmının bile organik Prof. Dr. Recep AKDUR 32 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 nedenli olduğunun anlaşılmasına karşın, biz böbreğimizi ya da aklımızı üşütmeye devam ediyoruz. İnsan bedeninde sıcaklık kontrol düzenekleri var. Donma durumu hariç hiçbir zaman insan bedenin sıcaklığı 36,5 derecenin altına düşmez. Bu nedenle de hava sıcaklığı eksi kaç derece olur ise olsun mide, böbrek, akciğer gibi organlarımız hiçbir halde üşümez. Bunu bilmesine rağmen hastasına böbreğini üşütmüşsün diyen sağlık çalışanına ne demeli? Kış aylarında nezle ve gribin artmasının sebebi ne soğuk ne de üşütmedir. Başka bir söylemle nezle ve gribin üşütme ile bir ilişkisi yok. Hava ne kadar soğuk olursa olsun, insanlar diğer bir insandan virüs almadıkça nezle ve gribe yakalanmazlar. Bu tür algı yanılmalarının sebebi birlikte ve yan yana bulunan olaylar arasında neden sonuç ilişkisi olduğunun sanılması. Soğuk havalar ile nezle ve grip aynı zamanda görülüyorlar. Öyleyse bunlar arasında neden sonuç ilişkisi var.! Kış aylarında da tıpkı yaz mevsimindeki gibi yaşansa, kış gelince nezle ve grip artmaz aksine azalır. Çünkü havaların soğuması, çevre sıcaklığının düşmesi virüslerin üremesini yavaşlatır, ömrünü ve çevrede kalma süresini kısaltır. Bu nedenle de kış aylarında virüslerin hastalık oluşturması yaz aylarına göre daha zordur. Bundan ötürü bu tür hastalıkların kış aylarında daha az görülmesi gerekir. Oysa böyle olmuyor. Nezle ve grip soğuk aylarda daha çok görülüyor. Çocuklar, okulların açılması nedeniyle kalabalık sınıflara giriyor. Soğuk ve yağışlı havalar nedeniyle insanlar zamanlarının hemen tamamını kapalı mekanlarda geçiriyor. Toplu taşıma araçların daha sık kullanılıyor. Özetle soğuk aylarda her yaştan insan zamanının büyük kısmını okul, kafe, otobüs ve minibüs gibi kapalı mekanlarda geçiriyor. Daha da kötüsü, buraların kapı ve pencereleri soğuk gelmesin diye sıkı sıkıya kapatılıyor. Kapalı alanların havasındaki bakteri ve virüslerin yoğunluğu en üst düzeye çıkıyor. Buralar tanıdık tanımadık insanların bir birine çok yakın olduğu ve birbiriyle en yoğun virüs alışverişinde bulunduğu yerler haline geliyor. Tekrarlamak gerekir ise; nezle ve gribin kış aylarında artmasının nedeni, soğuk havada insanların üşütmesi değil, vakitlerini kalabalık yerlerde geçirerek bol bol virüs alışverişinde bulunmalarıdır. Nezle ve grip üşütme olarak değil de virüs alışverişi olarak algılansa, öksüren hapşıran ve ateşi olan insanlar (nezle veya grip geçirenlere) okula, işe, kalabalık yerlere gitmese, otobüs ve metroya binmese özetle sokağa çıkmasa kış aylarında da nezle grip salgın yapmaz. Hastalıklar ya da bedeni hakkında herkes istediği gibi düşünmekte özgürdür diye düşünülebilir. İsteyen cin çarptı der, isteyen de üşütür. Bunda ne var ya da size ne denilebilir? Ancak insanların hastalıklar ya da nedenleri hakkındaki düşüncesi/ algısı o hastalılardan korunma ve tedavi davranışlarını da belirliyor. Hastalığını cinle ilişkilendiriyor ise besmeleye sığınıyor, üşütme ile ilişkilendiriyor ise kırk kat giyiniyor. Ama yine de nezle ve grip oluyor. Yalnızca kendisi nezle ve grip olsa sorun yok. Ailesinden başlayarak tüm yakınlarına, sonrada gittiği dolaştığı her yerdeki insanlara grip ve nezle bulaştırıyor. Yani bu algı ve düşünce tarzından herkes giderekten tüm toplum zarar görüyor. Özetle insanların hastalıklar hakkındaki algısı halk sağlığı açısından çok önemli sakıncaları doğuruyor. Bu nedenle de sağlık çalışanları kullandığı kavramlara büyük bir özen göstermelidir. Ne kendisi için üşütmüşüm demeli ne de başkasına üşütmüşsün dememeli. Su konusunda da benzeri yanlış bir algı söz konusu. Suyu önce içme ve kullanma suyu olarak iki sınıfa ayırıyor, sonra da bunlar birbirinden farklı sularmış gibi algılıyoruz. İçmekullanma suyunun ikiye ayırılarak, içme suyu ve kullanma suyu şeklinde tanımlanmak kesinlikle yanlış. Kavram olarak yanlıştır, halk sağlığı açısından yanlıştır. yalnızca paketlenmiş sular olduğu yönünde bir algı oluşmuştur. Bu nedenle de evine bir damacana su alabilenler kendini güvende hissediyor. Oysaki musluk suyunun temiz/iyi olmadığı gerekçesiyle eve damacana ile su alıp onu içmek; öte yandan da musluktan akan suyla da dişlerimizi fırçalamak, meyvelerimizi yıkamak, banyo yapmak, biz evimizde temiz su kullanıyoruz anlamına gelmez. Doğrusu musluklarımızdan hijyenik/ temiz içme kullanma suyu akması ve bu konuda bizi ihmal etmeyen onun da ötesinde kandırmayan güvenilir yönetimlerdir. Bu yanlış algının bir uzantısı olarak; eve bir damacana su alarak sağlıklı suya sahip olduğumuz duygusuna kapılıyoruz. Oysaki gerek bireysel ve gerekse toplumsal sağlık açısından içme ve kullanma suyu diye iki ayrı su yoktur. Yalnızca içme-kullanma suyu vardır. İkisinin beraber söylenmesi ve de algılanması gerekir. Çünkü, halk sağlığı açısından kullanma suyunun da içme suyu niteliğinde olması gerekir. Meyvelerimizi, bulaşıklarımızı yıkadığımız, dişimizi fırçaladığımız suyun içme suyundan farklı olması düşünülebilir mi? Banyo yapılan suyun gözümüze ve ağzımıza kaçmaması veya cildimizdeki bir yara ile temas etmemesi olası mıdır? Bu nedenle tüm amaçlarla kullanılan suların en az içme suyu kadar temiz olması bir zorunluluktur. Toplumumuzda, son yıllarda içme sularının SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 33 haber SİGARA BAĞIMLILIĞI VE SİGARA BIRAKMA TEDAVİLERİ Prof. Dr. Füsun YILDIZ Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Anabilim Dalı Kocaeli ele alıp mücadele etmek gerekir. Bu yazıda bu yöntemlerden ayrıntılı olarak bahsedilecektir. Tütün Bağımlılığı Nedir? Tütün dumanının aktif veya pasif olarak solunması başta solunum sistemi olmak üzere birçok sistemi etkilemekte ve hastalıklara neden olmaktadır. Sigaranın bırakılması tütün ile oluşan hastalıkları önlemede ilk adımdır. Sigara bırakma tedavisi bireyler için olduğu kadar toplum için de son derece önemlidir. Sigara içenlerin %70’i sigarayı bırakmayı istemekte, ancak %40’ı bırakma girişiminde bulunmaktadır. Tütün bağımlılığının psikolojik, fiziksel ve davranışsal yönleri vardır. Bu yüzden sigarayı bırakırken bütün bu yönleri 34 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Tütün kullanımı Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Uluslar arası Hastalık Sınıflaması (International Classification of Diseases-ICD 10) ve Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Tanı ve İstatistik El Kitapçığı (American Psychiatric Association Diagnostic and Statistical Manual (DSM-IV) sınıflandırılmalarında hastalık olarak tanımlanmış ve kodlandırılmıştır. DSÖ’ nün sigara bağımlılığı tanımı, “her gün, günde en az bir sigara tüketimi” olarak belirtilmektedir. Türkiye’de toplam olarak 14,8 milyon kişi (%27,1) tütün ürünü kullanmaktadır. Tütün kullanım sıklığı erkeklerde (%41,5) kadınlara göre (%13,1) daha yüksektir. Tütün ürünü kullananlar içinde %23,8’lik bölüm hergün tütün kullanmaktadır (erkeklerin %37,3’ü, kadınların %10,7’si). Tütün ürünü kullananların en büyük bölümü (%94,8) mamul sigara içmekte olup sadece %0,8 kadarı nargile kullanmaktadır. (1). Sigara, hem sağlığa birçok zararlar vermekte hem de topluma çok önemli ekonomik yük getirmektedir. Her iki çok önemli zararı ortadan kaldırmak ve kişilerin tütüne bağlı hastalıklardan ölümlerini önleyebilmek amacıyla tütün kontrol stratejileri geliştirilmiştir. Tütün kontrolü, bir toplumun tütün kullanımını azaltmak (olanaklı ise yok etmek), tütün kullanmayanların başlamasını engellemek ve ikinci el (pasif ) tütün dumanından, zarar görmesini önlemek, özetle tütünden doğacak zararlara karşı toplum sağlığını korumak ama- cıyla geliştirilen stratejileri kapsar. Tütün kontrolünü sağlamaya yönelik ve yine tütüne bağlı gelişen hastalıkları önlemede ilk adım sigara içenlerin bu bağımlılıktan kurtulmasıdır (2). Sigara içenlerin %70’i sigarayı bırakmayı istemekte, ancak %40’ı bırakma girişiminde bulunmaktadır. Destek almadan yapılan bırakma girişimlerinin nerdeyse tamamı sigaraya tekrar başlamakla sonlanırken, desteksiz sigarayı altı ay bırakmış kalabilme şansının %3–5 arasında olduğu bildirilmektedir(3). Sigara bırakmaya istekli olgular Tütün bağımlılığının psikolojik, fiziksel ve davranışsal yönleri vardır. Bu yüzden sigara bırakılırken bütün bu yönlerle toplu olarak mücadele etmek gerekir. Sigara bırakırken yaşanan; depresyona eğilim ve kilo alımı gibi nikotin yoksunluk semptomları davranış desteği ve tıbbi yöntemler ile aşılabilmektedir. Sigaranın bırakılmasının sağlık kazanımları, çözülebilecek bu problemlerin çok önündedir. Sigara bırakma tedavisi ulusal ve uluslar arası birçok rehberde tanımlanmıştır (2,4,5). Dünya Bankası raporlarına göre sigara bırakmaya yönelik verilen sağlık hizmeti, maliyet etkin bir hizmettir. Bununla birlikte ülkemizde ve dünyada birçok hekim sigara bırakmak isteyen hastasına yaklaşımda bulunurken güçlükler çekmektedir. Bunun nedeni olarak sağlık eğitimi sistemlerinde sigara bırakmaya yönelik eğitimlerin yetersizlikleri vurgulanmaktadır. Oysa sigara bırakma hizmeti bu konuda deneyimli bir uzman tarafından verildiğinde her sağ kalınan yaşam yılı başına elde edilen kazanım, hipertansiyon, hiperlipidemi, kanser gibi diğer hastalıklara yönelik koruyucu hekimlik hizmetleri ile elde edilen kazanımlardan 4 kat fazla olarak bildirilmektedir. Örgütle (Arrange) Sigara bırakma önerisini her branştan hekim yapmalıdır. Polikliniklere hangi nedenle olursa olsun başvuran hastanın sigara öyküsünü almak ve bırakma önerisinde bulunmak ‘kısa klinik görüşme’ olarak adlandırılmaktadır. Hekimin bir kez bile olsa ‘sigarayı bırakın’ mesajını alan içicilerin %5’i sigarayı bırakmaktadır. Kısa klinik görüşmeler aşağıda sıralanan üç farklı gruba önerilmektedir ( 6). Sigara bırakma konusunda isteksiz olgular Sigarayı yeni bırakmış olgular Sigara bırakmaya istekli hastaya yaklaşım 5A (5Ö) ile özetlenebilir: Öğren (Ask) Öner (Advice) Ölç (Assess) Önderlik et (Assist) 2- Kısa klinik görüşme sırasında hastanın sigara bırakma konusunda isteksiz olduğu fark edilirse, 5R yaklaşımı ile hasta ikna edilmeye çalışılmalıdır: Kişiye özel hastalık durumunu veya risklerini, ailesel ve sosyal durumunu ele alarak bırakmaya cesaretlendirmek (Relevance) Sigara içmeye bağlı gelişebilecek olumsuz sonuçları vurgulamak (Risks) Sigarayı bırakmanın erken ve geç dönemdeki yararları konusunda bilgilendirmek (Rewards) Olgunun sigarayı bırakmasını engelleyen faktörleri belirlemek ve çözüm yolları geliştirmek (Roadblocks) Motivasyonel desteği, olgunun her poliklinik başvurusunda tekrarlamak (Repetition) 3- Sigarayı yeni bırakmış olguda ise, hedef, nüksü önlemek olmalıdır. Sigara bırakmaya bağlı ortaya çıkabilecek sorunlar ve nükse neden olabilecek faktörlerin belirlenmesi ve bunlara yönelik çözüm önerilerinin sunulması bu gruptaki olgularda uygulanacak kısa klinik görüşmelerin amacıdır. Sigara bırakma tedavileri ve yöntemleri sabır ve deneyim gerektiren yoğun çalışmalardır. Bu konuda uzmanlaşmış hekim, kitapçıklar gibi bir takım görsel materyallerin desteği ile sigaranın zararları ve hastalık riskleri konusunda bilgi vermeli, davranışçı ve bilişsel yöntemlerin yanında gereken vakalarda farmakoterapi uygulamalıdır. Sigara bırakma izlemi en az 4 görüşme ile gerçekleştirilmelidir ve her görüşme en az 10 dakika sürmelidir. Sigarayı bırakmış bir kişinin 1 yıl süre ile bunu devam ettirmesi yani sigara kullanmaması bırakma sürecinin başarıyla tamamlandığı anlamına gelir. Nüks genellikle sigarayı bırakmanın birinci yılında gerçekleşmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere psikolojik, fiziksel ve davranışsal yönleri olan tütün bağımlılığının her yönüyle mücadele etmek ve her bir yöne ayrı tedavi uygulamak gerekir. Psikolojik olarak duygulanım durumu ile nikotine bağımlı olan kişide sigarayı bırakırken oluşan olumsuz duygulanım, relapsı çağrıştırır. Davranışsal olarak günlük yaşamda tekrarlayan birliktelikler, örneğin; sigara içenleri görmek, kahve içmek, alkol almak, gibi sigara ile birleşmiş eylemler yapılırken, sigara bırakma mücadelesi veren kişi sigara alışkanlığı ile mücadele eder. Fizik bağımlılık nedeni ise yarı ömrü 2 saatten kısa olan nikotindir. Nikotinin reseptörlere bağlanması dopamin salınmasında artışa neden olur. Bu salınan dopamin haz ve duygulanım kontrolü yaratır. İki sigara arasında nikotin alınmayınca nucleus accumbensten dopamin salınımı azalır, nikotin düzeyleri düşerken reseptörler açık duruma geçerek, hipereksitabilite ve aşırı istek, sonuçta da nikotin yoksunluk belirtileri ortaya çıkar (Tablo 1). Yoksunluk belirtileri özellikle ilk 7 gün en yoğun hissedilir, ancak haftalar aylar da sürebilir. Sigara bırakma tedavilerinde değişik bağımlılık yönlerinden dolayı motivasyon ve destek tedavisine, kontrendikasyon yoksa farmakoterapi de eklenmelidir Prof. Dr. Füsun YILDIZ SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 35 Tablo 1: eri k belirtil oksunlu Nikotin y umu dur duygu if s e r p a de ya d • Disforikni nme m a öfkele o d s a İn y e m • sinirlen abilite, it r İr • ması e • Anksiyetelerin yoğunlaştırılama • Düşüncsuzluk • Huzur ızında azalma • Kalp h rtması ya da kilo alımı • İştah a Sigara bırakma tedavisinde farmakoterapi kimlere uygulanır? Sigarayı bırakmaya çalışan tüm bağımlılarda hekim gözetiminde uygulanabilir. Günde 10 adet ve daha fazla sigara içen ve/veya günün ilk 30 dakikası içinde sigara içmeye başlayan olgularda standart dozda farmakoterapi başlanır. Kişinin günde içtiği sigara sayısı 10 adetten az ise bu olguda bağımlılık boyutu değerlendirilir. Sigara içmediği zaman yoksunluk belirtileri nedeniyle zorlanıyorsa bu olgularda da tedavi başlanabilir. Günümüzde tedavi rehberlerinde, birinci grup farmakoterapi ajanları olarak, nikotin replasman tedavileri (NRT) ve nikotin içermeyen farmakoterapi (bupropion ve vareniklin) yer almaktadır. NRT, bupropion ve vareniklin kullanılamadığı zaman ise, ikincil seçenek ilaçlar (nortriptilin ve klonidin) kullanılabilir (2,4,7,8). Alternatif yöntemlerin tümünde (akupunktur, elektro stimülasyon, hipnoz, lazer) ise kötüye kullanım söz konusudur. Bu yöntemlerin tanıtımlarında başarı oranlarının yüksek olduğunun iddia edilmesine karşın, bu konu ile ilgili yeterli bilimsel klinik kanıt bulunmamaktadır. Şimdi, sigara bırakma tedavisinde kullanılan ilaçları, kullanım şekillerini ve etkileri kısaca gözden geçirelim. I. Nikotin İçeren Farmakoterapi Nikotin Replasman Tedavisi (NRT), sigaranın bırakılmasını izleyen dönemde ortaya çıkabilecek nikotin yoksunluk semptomlarını ortadan 36 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 kaldırmayı amaçlar. Sigarayı bırakmak isteyen kişi yoksunluk semptomlarını daha az hissederse, psikolojik ve davranış ile ilgili komponentler ile daha kolay mücadele edebilir (9). Nikotin yoksunluk belirtileri Tablo 1’de gösterilmiştir. NRT’nin, nikotin bağımlılığı saptanmış kişilerde, hekim önerisi ile başlanması ve hekim kontrolünde devam etmesi gereklidir. Bu tedavi başlanmadan önce kişideki nikotin bağımlılık düzeyinin saptanması için en sık Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi kullanılır (Tablo 2). Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testine günlük pratiğimizde ve akademik çalışmalarda kullanımı önerilen testtir. Nikotin bağımlılık testi olarak EMASH’ın önerdiği tek soruluk basit Tablo 2: Fagerstrom Nikotin Bağımlılık Testi 1-İlk sigaranızı sabah uyandıktan ne kadar sonra içersiniz? a-Uyandıktan sonra ilk defa 5 dakika içinde 3 puan b-6-30 dakika içinde 2 puan c-31-60 dakika 1 puan d-1 saatten fazla 0 puan 2-Sigara içilmenin yasak olan yerlerde, örneğin otobüs, hastane, sinema gibi yerlerde bu yasağa uymakta zorlanıyor musunuz? a-Evet 1 puan b-Hayır 0 puan 3-İçmeden duramayacağınız, başka bir deyişle Vazgeçemeyeceğiniz sigara hangisidir? a-Sabah içtiğim ilk sigara 1 puan b-Diğer herhangi biri 0 Puan 4-Günde kaç adet sigara içiyorsunuz? a-10 adet veya daha az 0 puan b-11-20 1 puan c-21-30 2 puan d-31 veya daha fazla 3 puan 5-Sabah uyanmayı izleyen ilk saatlerde günün diğer saatlerine göre daha sık sigara içer misiniz? a- Evet 1 puan b-Hayır 0 puan 6-Günün büyük bölümünde yatakta geçirmenize neden olacak kadar hasta olsanız bile sigar içer misiniz? a-Evet 1 puan b-Hayır 0 puan Toplam skor: 0-2 Çok az bağımlılık 3-4:Az bağımlılık 5: Orta derecede bağımlılık 6-7: Yüksek bağımlılık 8-10 Çok yüksek bağımlılık Tablo 3: Sigara bırakma tedavisinde kullanılan NRT formları Sigara bağımlılığı TanıTedavi Hafif Fagerstrom 1-2 Sigara içme isteği olursa bir tane sakız çiğnenmesi Günde 10 sigaradan az CO:10-15 ppm Orta Fagerström 3 ve üstü Nikotin transdermal bant veya 1-2 kez sakız Günde 15 sigara ve az CO:10-20 ppm Ağır Fagerström 5 ve üstü Nikotin transdermal bant ve gerekirse nikotin sakızı Günde 15-25 sigara veya nikotin nazal sprey (sigara içme isteği olursa) CO:15-35 ppm Çok ağır Fagerström 7 ve üstü Nikotin transdermal bant ve gerekirse nikotin sakızı Günde 25-40 sigara ve gereğinde nikotin nazal sprey CO> 30-45 ppm test de olgulara sabah ilk sigarayı ne zaman içtikleri sorulmakta, İlk yarım saat ve daha kısa sürede içenler orta ve yüksek derece de bağımlı olarak değerlendirilmektedir (6). Yukardaki testlerle bağımlılık düzeyi tespit edilen hastalardan bağımlılık düzeyine göre NRT’den biri başlanır. NRT ile vücuda verilen nikotin dozu sigara içimiyle alınan dozdan çok daha düşüktür. Bir sigara içiminden 10 dakika sonra ulaşılan plazma nikotin düzeyi 20–50 µg/L arasında, ortalama 35 µg/L’dır. Oysa NRT için kullanılan nikotin sakızları ve nazal spreylerde nikotin plazma seviyesi 6-8 µg/L, transdermal formlarda ise 12 µg/L düzeylerinde pik yapmaktadır. NRT amacıyla kullanılan ilaçlar genellikle, iki-sekiz haftalık aralıklarla azaltılarak kesilir. Bu doz düşürme sırasında nikotin yoksunluk semptomlarının da azalıyor olması önemlidir. NRT için kullanılan değişik formlar piyasada bulunmaktadır. Bunlar: Nikotin bandı, nazal sprey, nikotin sakızı, nikotin pastil ve nikotin inhalerdir. NRT tedavisinin süresi, kullanılan forma göre üç ile on iki ay arasında değişebilir. Tedavi sırasında sigara içiminin tamamen bırakılması gerekir. Eğer sigara içimine devam edilecek olursa; solgunluk, terleme, bulantı, tükürük artışı, sersemlik, kusma, karın ağrısı diyare, baş ağrısı, işitme ve görme bozukluğu, tremor ve konvüzyonlar görülebilir. Tablo 3 NRT için kullanılan formları göstermektedir. Şimdi bu formları kısaca gözden geçirecek olursak; 1. Nikotin bandı: Transdermal olarak kullanılan bu bantların 16 ve 24 saatlik iki formu bulunmakta, bu şekilde saatte 1 mg nikotinin kontrollü olarak vücuda verilmesi sağlanmaktadır. 24 saatlik formu ile 21 mg, 16 saatlik formu ile 15 mg nikotin alınmaktadır. Ülkemizde 24 saatlik formu bulunan nikotin bantları 3 farklı boyuttadır 30 cm2’lik bantlarla 21 mg, 20 cm2’lik bantlarla 14 mg ve 10 cm2’lik bantlarla 7 mg nikotin vücuda alınmaktadır. Günde 20’nin üzerinde sigara kullananlarda, 24 saatlik yama 4–6 hafta süreyle önerilmekte, daha sonra 14mg/ güne düşürülerek bu dozda 2–4 hafta kullanımı, daha sonra da 7 mg/gün dozda 2–4 hafta kullanımı önerilmektedir. Eğer kişinin kardiyovasküler bir hastalığı varsa, ağırlığı 45 kilonun altında ise ve yarım paket/gün’den az sigara kullanıyorsa, 14mg/ 24 saat doz, 6 hafta süre ile önerilir. Bu doz daha sonra 7mg/24 saate azaltılır ve bu dozda da 2 hafta kullanılır (10). Kullanım bölgesinin tercihan vücudun kuru, temiz ve kılsız bir yeri olması (gövdenin üst kısmı, omuz etrafı, üst kol bölgesi) önerilir. Her gün bu farklı bölgelerden birine yapıştırılması önerilir. Ancak 4 gün sonra tekrar aynı yere yapıştırılabilir. Deride oluşabilecek hassasiyet ve irritasyon, anormal rüyalar, insomniya ve dispne en sık karşılaşabilecek yan etkilerdir. Ayrıca gebelerde ve emziren kadınlarda, aktif ya da son bir ay içinde miyokard infarktüsü geçirenlerde, anstabil anjina pektorisi ve aritmileri bulunanlarda transder- mal bant ve diğer NRT’leri uygulanmamalıdır. 2. Nikotin Sakızı: Nikotin sakızının 2 ve 4 mg’lık formları vardır. 2mg’lık nikotin sakızı ile 0.8–1 mg nikotin, 4 mg’lık sakızla 1.2–1.4 mg nikotin emilir. Günde 20 sigara ve üzerinde içenlerde 4 mg’lık, 20 sigaranın altında içenlerde ise 2 mg’lık formlar önerilir. Alkali ortamda nikotin absorbsiyonu daha iyidir. Sakızın yavaş çiğnenmesi önerilir, hızlı çiğnenince aşırı tükürük salgısı ve gastrointestinal yan etkiler oluşmaktadır. Bu form tek başına kullanılabileceği gibi diğer formlarla da, özellikle transdermal bantlarla kombine edilebilir. Kişide sigara içme isteği ortaya çıktığında, nikotin tadını hissedene kadar sakızı 5- 10 kez çiğnemeli, sonra birkaç dakika yanak mukozasında bekletmeli ve en fazla 30 dakika içinde de sakızı atmalıdır. Fagerstrom testine göre orta ve düşük bağımlılığı olanlarda, 2 mg’lık sakızlarla, yüksek bağımlılığı olanlarda, 4 mg’lık sakızlarla tedavinin başlanması önerilir. Bu sakızlardan başlangıçta 10-12 adet/gün kullanılabilir. Maksimum 20 adete çıkılabilir. Toplam kullanım süresi 12 haftayı geçmemelidir. (10).Yan etki olarak hafif bulantı, hazımsızlık, hıçkırık ve çene ağrısı oluşabilir. Gebelik için C kategorisinde bir ilaçtır. 3. Nikotin inhaler: İnhaler içinde bulunan ve her biri 10 mg nikotin içeren nikotin kartuşlarından oluşur. Her inhalayonla 13 µg nikotin alınmaktadır. Etkin kullanım dozu için 6 inhalatör SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 37 38 kartuşu/gün tüketilmesi önerilir (410 kartuş/gün). İlaç esas olarak oral mukozada depolanarak emilmektedir. Yeterli doz için ilacın her 20 dakikada kullanılması önerilir. İnhalatör üç kez kullanıldıktan sonra kartuşu değiştirilmelidir (3). Bu tedaviye üç ay devam edilmesi ve bunu takiben 3 ayda dozun azaltılması önerilmektedir. Bu formun yan etkileri; ağız ve boğaz irritasyonu ve öksürüktür. zada konjesyon, gözlerde sulanma, öksürük ve aksırma gibi yan etkilere neden olmaktadır. 4. Nikotin nazal sprey: Her seferinde 1 mg nikotin alınmasını sağlayan ve her burun deliğine 0.5 mg dozda nikotin veren formdur. Vücuda en hızlı alım şekli olduğundan farmakokinetiği sigaraya en çok benzeyen formdur. Bu yüzden yüksek nikotin bağımlılığı olan kişilerde kullanımı önerilmekte ve tedavi süresi 3–12 ay arasında değişmektedir (3). Önerilen doz 10–40 puff/gündür. Nikotin nazal sprey lokal irritasyon sonucu, nazal sekresyonlarda artış, muko- 6. Nikotin pastil: Bu formun 1,2 ve 4 mg’lık dozları vardır. Ağza alınan pastil 30 dakikalık kullanımdan sonra atılır. Her saat başı 1 pastil ve günde 15 pastil ve üzeri kullanım önerilmektedir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 5. Nikotin sublingual tablet: Bu formda 2 mg’lık tabletler dilaltında çözülür. Oral mukozanın her tarafından emilim olabilir. Etkinliğinin iyi olabilmesi için her saat bir tablet kullanılması önerilir. Tabletler 20 dakika kullanıldıktan sonra atılmalıdır. II. Nikotin İçermeyen Farmakoterapi Bupropion: Nikotin içermeyen, tedavi rehberlerine girmiş ilk ilaçtır. Zayıf etkili bir nontrisiklik, aminoketon antidepresandır. Noradrenerjik ve dopaminerjik sinir uçlarından geri alımı zayıf olarak etkileyerek iş görür. Böylece nikotin yoksunluk belirtilerinin azalmasına neden olur. Sigara bıraktırmadaki etkinliği, antidepresan etkisinden bağımsızdır. Depresyon hikayesi olan ve olmayan olgularda eşit etki gösteriyor olması bu etkinin antidepresan etkisinden kaynaklanmadığı savını desteklemektedir. 150 mg’lık tablet formunda 300 mg/gün dozunda 8 hafta kullanımı önerilmektedir. Tedavinin 6 ay kadar sürdürülebileceği de bildirilmektedir. Tedaviye, sigara bırakılmadan önce başlanır. İlk 3 gün 150 mg/gün, 4. günden sonra 300 mg/gün olarak devam edilir. 7–14 gün içinde hedef bırakma günü belirlenir. Olgu tedaviyi alırken sigarayı bırakır ve tedaviye aynı dozda devam edilir. En sık rastlanan yan etkileri; ağız kuruluğu, uykusuzluk, baş ağrısıdır. Teofilin kullanan olgularda teofilinin kesilmesi ya da kesilemiyorsa bupropion dozunun 150 mg/gün sürdürülmesi önerilir. 18 yaş altında konvülziyon, konvülziyon eşiğini düşüren ilaç (alkol, MAO inhibitörü gibi nöroleptikler) kullanım öyküsü, Merkezi Sinir Sistemi travması, anoreksiya veya bulumia gibi yeme bozukluğu bulunan olgularda kullanılmaması gerekir. Hamilelerde, B grubu ilaç kategorisindedir.İlaca rağmen, ciddi yoksunluk belirtileri olan, ya da başarısızlık yaşanan hastalarda NRT ile kombine kullanılabilir. Vareniklin: α4β2 subunitleri içeren nöronal nikotinik reseptörlerin parsiyel agonistidir.Vareniklin bu reseptörleri uyararak nikotinik agonist etki gösterir ve nucleus accumbensden dopamin salınımını sağlar. Takip eden dönemlerde vareniklin kullanırken eğer kişi nikotin alırsa bu sefer dopamin salınımında artış olmaz ve antagonist etki gösterir. Bu şekilde göstermiş olduğu hem agonist hem de antagonist etki ile nikotin bağımlılığını azaltırken yoksunluk semptomlarının ortaya çıkışını engeller. Kullanım dozu ilk üç gün 0.5 mg, 4–7 gün arası 2 kere 0.5 mg’dır. Takip eden hafta 8–14 gün arasında bu doz günde 2 kere 1 mg’a çıkarılır ve bu dozda devam edilirken bu günler arasında bir gün sigara içilmesi sonlandırılır. Toplam tedavi süresinin 12 haftaya kadar sürdürülmesi önerilmektedir. Vareniklin kullanan kişilerde 12 ay sigara içmeden kalma başarısı plasebo alan olgulara göre 3.22 kat (CI:%95 2.43-4.27), bupropion alan olgulara göre 1.66 kat (CI:%95 1.28-2.16) artmış olarak bulunmuştur. (11). İlacın en önemli yan etkisi bulantıdır. Bu yan etkinin azaltılması için ilacın tok karnına ve bol su ile alınması önerilmektedir. Bunun dışında baş ağrısı, uykusuzluk ve anormal rüyalar görme, diğer yan etkilerdir. Vareniklin kullanımı sırasında kişinin duygulanım durumunda değişiklikler ve olumsuz duygulanım ortaya çıkabilir. Bu nedenle olgunun psikolojik durumu, endişe ve depresyon yatkınlığı ilaç kullanılmadan önce değerlendirilmelidir. İlaç gebelik için C kategorisindedir. Günümüzde NRT, bupropion ve vareniklin sigara bırakma tedavisinde kullanılan birinci basamak ilaçlardır. Bunların dışında ikinci seçenek ilaçlar da vardır. İkinci seçenek ilaçlar sigara bırakma tedavisinde etkinliği kanıtlanmış ancak ABD Gıda ve İlaç İdaresi tarafından bu tedavide kullanılmak üzere onay almamış ve birinci seçenek ilaçlara göre daha yüksek yan etki potansiyeline sahip ilaçlardır (12). Bu ilaçların ancak ilk seçenek ilaçlar kullanıldıktan sonra vaka bazında değerlendirmeye alınabileceği öngörülmektedir. III. İkinci seçenek ilaçlar 1. Klonidin: Klinkte antihipertansif olarak kullanılan klonidinin, nikotin yoksunluk belirtilerini belirgin azalttığı kanıtlanmıştır. Çalışmalarda transdermal ya da oral olarak kullanılmış, ancak günlük dozu, 0.1 ile 0.75 mg arasında değişmekte olup etkili doz rejimi belirlenmemiştir. Ayrıca klonidinin ani kesilmesi; sinirlilik, ajitasyon, başağrısı, titreme, eş zamanlı ya da takip eden dönemde kan basıncında ve katekolamin düzeylerinde yükselmeye neden olabilir. Yan etkileri; ağız kuruluğu, uykululuk, baş dönmesi, sedasyon ve konstipasyondur. Çalışmalarda 3–10 haftalık kullanım söz konusudur. 2. Nortriptilin: Klinikte antidepresan olarak kullanılmaktadır. Etkin doza ulaşılabilmesi için planlanmış sigara bırakma tarihinden 10–28 gün önce tedaviye başlanmalıdır. 25 mg/gün olarak başlanır ve tedrici olarak 75– 100 mg/gün dozuna ulaşılır. Sigara bırakmada önerilen kullanma süresi 12 haftadır. Sedasyon, ağız kuruması, bulanık görme, idrar retansiyonu, baş dönmesi, ellerde titreme, en sık görülen yan etkilerdir. Aritmi yapabilmesi, kan akımı ve kalp kasılabilirliğinde oluşturduğu değişiklikler nedeniyle kardiyovasküler hastalığı olan vakalarda çok dikkatli kullanılmalıdır. Yüksek dozlarda kardiyotoksiktir. Sonuç olarak; sigaranın bırakılması ile birlikte kişinin sağlık kazanımları başlamaktadır. Kişiler sigarayı kendi kendine bırakabilirler, ancak bırakma denemeleri oldukça güçtür ve uzun dönem sigarasız kalım oranı tıbbi destek alanlarda yükselmektedir. Si- garanın bırakılmasına yönelik tedavi ve destek programları geliştirmek, ulusal tütün kontrol programlarının önemli parçasıdır. Sigara bırakılırken yaşanan nikotin yoksunluk belirtileri, davranış desteği ve tıbbi yöntemler ile aşılabilmektedir. NRT, bupropion ve vareniklin sigara bırakma tedavisinde günümüzde birinci basamakta tercih edilen ilaçlardır. Ancak bireyler için en uygun farmakolojik tedavi, kişinin bireysel özelikleri ve bağımlılık düzeyi değerlendirilerek uygun uzman hekim tarafından seçilecektir. KAYNAKLAR 1. ‘Küresel yetişkin tütün araştırması Türkiye 2012’ TC Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu 2014. 2. Türk Torak Derneği Sigara bırakma tanı ve tedavi uzlaşı raporu. 2014 3. Uzaslan E. Sigara Bırakmada Farmakolojik Tedavi. Güncel Göğüs Hastalıkları Dergisi 2008;3:77-85, 4. A US Public Health Service Report. Aclinical practice guideline for treating tobacco use and dependence. JAMA 2000;283:3244-54. 5. Rigotti NA. Treatment of tobacco use and dependence. N Engl J Med 2002;346(7):506-12. 6.European Medical Association Smoking or Health. Guidelines on smoking cessation for general practitioners and other health professionals. Monaldi Arch Chest Dis 1997;52:282-4 7. Talwar A, Jain M, Vijayan VK. Pharmacotherapy of tobacco dependence. Med Clin N Am 2004; 88:1517-34. 8. West R, McNeil A, Raw M. Smoking cessation guidelines for health professionals: an update. Thorax 2000;55:987-99. 9. Stead LF, Perera R, Bullen C, Mant D, Fowler G. Nicotine replacement therapy for smoking cessation . Cochrane Database Syst Rev.2008;1:CD000146. 10.Bader P, Mc Donald P, Selby P. An algorithm for tailoring pharmacotherapy for smoking cessation: results from Delphi panel of international experts. Tobacco Control 2009;18:34-42. 11.Gonzales D, Rennard SI, Nides M et al. Varenicline Phase 3 Study Group. Varenicline an alpha4beta2 nicotinic acetylcholine receptor partial agonist vs sustained-release bupropion and placebo for smoking cessation: A randomized controlled trial. JAMA 2006;296:47-55. 12.Koplan KE, David SP, Rigotti NA. Smoking cessation. BMJ 2008;6:336:217. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 39 1 Aralık Dünya AİDS Günü ERKEN TEŞHİSLE AIDS’DEN KORUNMAK MÜMKÜN Hızlı kilo kaybı, öksürük, tekrarlayan yüksek ateş, aşırı yorgunluk, uzun süren ishal, hafıza kaybı, depresyon ve başka nörolojik rahatsızlıklarla kendini belli eden HIV enfeksiyonun görülme sıklığı gün geçtikçe artıyor. Bağışıklık sisteminin zayıflamasına sebep olan bu virüs, erken evrede tespit edilip uygun tedaviye başlanırsa, AIDS’e dönüşmesi engellenebiliyor. Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü’nden Uz. Dr. Çiğdem Erol, “1 Aralık Dünya AIDS Günü” öncesinde HIV virüsünden korunma ve tanı yöntemleri hakkında bilgi verdi. Sinsice ilerliyor HIV, kişilerin bağışıklık sistemlerini zayıflatarak fırsatçı enfeksiyonlara açık hale getirir. AIDS, HIV tarafından oluşturulan bir hastalıklar bütünüdür. Günümüzde tedavi olanaklarına ulaşamayan kişilerde AIDS’e gidiş daha sık görülürken, HIV taşıdığı erken dönemde tespit edilen ve uygun zamanda tedavi başlanan kişilerde bu durum çok nadir görülmektedir. HIV, bulaştığı kişinin vücudunda yıllarca belirti vermeden kalabilir. Kişi eğer virüsü cinsel yolla almışsa, ortalama 8-10 yıl boyunca hiçbir belirti ortaya çıkmayabilir. Virüs kan yoluyla alınmışsa, alınan virüs miktarı daha fazla olduğundan, bu süre kısalarak 5 ay ile 2 yıl arasında değişebilir. Kişi virüsü aldığı andan itibaren başkalarına bulaştırabilmektedir. Sonuçta, birden fazla hastalık ve kanserin ortaya çıkması ile AIDS oluşur ve eğer tedaviye başlanmazsa hastalık ölümle sonuçlanır. 40 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Korunmasız cinsel ilişkiden uzak durulmalı HIV’in en yaygın bulaşma şekli, korunmasız cinsel ilişkidir. Her şekilde korunmasız cinsel ilişki ile HIV ve diğer cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar, kişiden kişiye geçebilmektedir. Ayrıca, HIV bulunan kan veya kan ürünlerinin nakli ya da doku ve organ nakilleriyle de bulaşma olabilmektedir. Ortak enjektör kullanımı ve HIV pozitif kan ile kirlenmiş aletlerle kesici delici yaralanmalar da diğer bir bulaş yoludur. Bunların yanı sıra, HIV gebelik süresince, doğum sırasında ve emzirme ile bebeğe geçebilir. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde bulaşma oranı %20-30 arasındadır. Ancak HIV pozitif anne gebeliği süresince de tedavi görmeye devam eder ve gerekli önlemler alınırsa virüsün bebeğe geçiş riski %0,5’in altına kadar düşürülebilir. Sosyal ilişkiler ise HIV’in kişiden kişiye bulaşmasına sebep olmaz. Dokunma, sarılma, el sıkışma ve HIV taşıyıcısıyla aynı ortamda bulunma virüsün bulaşma nedeni değildir. Ayrıca bu kişilerle aynı bardağı kullanmanın ya da ter ve tükürük gibi vücut salgılarıyla temas etmenin herhangi bir riski yoktur. Korunmak için dikkat edilmesi gerekenler • Her cinsel ilişkide kondom (prezervatif ) kullanılmalı • Kan ürünlerinin kontrol edilmiş ve güvenli olanları transfer edilmeli • Ortak enjektör (şırınga) kullanımından kaçınmalı • Bebeğe geçişi önlemek için gebelik öncesi ve sırasında HIV testi yaptırılmalı • HIV pozitif annenin doğumunda gerekli önlemler alınmalı. • HIV pozitif anne bebeğini emzirmemeli. Tanı için doğru zamanda doğru test HIV pozitif olup olmadığının anlaşılması için doğru zamanda doğru HIV testinin yaptırılması gerekmektedir. Antikor testlerinin doğru sonuç vermesi için şüpheli temastan sonra 10-12 hafta süre geçmesi gerekmektedir. Ancak yüksek riskli temaslarda daha erken tanı için 2-3 hafta içerisinde antijen ve PCR yöntemleriyle tanı mümkün olabilmektedir. Korunmasız her türlü cinsel ilişki, güvenli olmayan kan alışverişi sonrası ve hamilelik öncesi HIV testi yaptırılması tavsiye edilir. Testler öncesinde, sırasında ve sonrasında mutlaka danışman hekim yardımı alınmalıdır. İlaç tedavisi hastanın yaşam kalitesini ve süresini artırıyor HIV’i vücuttan tamamen atacak bir tedavi henüz bulunmamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) kronik hastalıklar listesinde olan HIV, 1996’dan bu yana mevcut gelişmiş ilaç seçenekleriyle kontrol altında tutulabilmektedir. Doğru zamanda ilaç tedavisine başlayan HIV pozitif kişiler, kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sürdürebilir. Geç HIV tanısı alan ve AIDS evresinde olan kişiler dahi ilaç tedavisine yanıt verebilmektedir. Tedavideki amaç; virüs sayısını azaltarak bağışıklık sistemine verilen hasarı en aza indirmek, CD4 hücrelerinin sayısını artırarak bağışıklık istemini güçlendirmek, yaşam süresini uzatmak ve yaşam kalitesini artırmaktır. dosya TÜRKİYE DİYABET ÖNLEME VE KONTROL PROGRAMI 2015-2020 Prof. Dr. Seçil ÖZKAN Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Dünyada ve ülkemizde sosyal değişim, nüfus artışı, kentleşme, çevre değişikliği ticaretin ve iletişimin küreselleşmesi ile pek çok alanda değişim olmuştur. Dünyada tüm ölümlerin %67,8’ine bulaşıcı olmayan hastalıklar neden olmaktadır. Bulaşıcı olmayan hastalıklar; kalp-damar hastalıkları, diyabet, kanser ve solunum yolu hastalıklarıdır. Bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı ölümlerin %48’i düşük ve orta gelirli ülkelerde 70 yaşın altındaki kişilerde gerçekleşmektedir. Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde ölümlerin ve engelliğin %77’ sinden, erken ölümlerin de neredeyse % 86’sından bulaşıcı olmayan hastalıklar sorumludur. Yoksul ülkelerde ölümlerin % 80’i bulaşıcı olmayan 42 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 hastalıklara bağlıdır. Erken tanı ve zamanında müdahale ile kalp hastalıkları, inme ve tip 2 diyabetin %80’den fazlası önlenebilmektedir. Bulaşıcı olmayan hastalıklardan ölümlerde davranışsal risk faktörleri ortak olup bunlar tütün kullanımı, sağlıksız beslenme, alkol kullanımı ve yetersiz fiziksel aktivitedir. Dünyada diyabet sıklığı Küresel Durum Raporu (2010)’a göre, 25 yaş ve üzeri erişkinlerde %10 olarak hesaplanmıştır. Doğu Akdeniz Bölgesi ve Amerika Kıtası Bölgesi’nde en yüksek düzeyde (her iki cinsiyet için %11), Dünya Sağlık Örgütü Avrupa ve Batı Pasifik Bölgeleri’nde ise en düşük düzeydedir (her iki cinsiyet için %9). Düşük gelirli ülkeler, en düşük prevalansa (her iki cinsiyet için %8) sahip olurken en yüksek prevalans üst-orta gelirli ülkelerde görülmüştür. Bozulmuş glikoz toleransı ve bozulmuş açlık glikozu, diyabet ve kalpdamar hastalıklarının gelecekte artmasına yol açabilecek riskli diyabet öncesi kategorilerdir. Diyabetli insanların bazı yaş gruplarında felç riski iki kat daha fazladır. Diyabet, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde böbrek yetmezliğinin başlıca sebebidir. Gelişmiş ülkelerde diyabetli insanlarda alt uzuv ampütasyonları, diyabetik olmayanlardan en az 10 kat daha yaygındır. Travmatik olmayan bütün alt uzuv ampütasyonlarının yarısından fazlasının nedeni diyabet- Prof. Dr. Seçil ÖZKAN Diyabette etkili olduğu kanıtlanan münferit müdahaleler Faydaları Yüksek risk taşıyan kişilerde tip 2 diyabeti önleme amacıyla yaşam tarına yönelik müdahaleler İnsidansta %35-58 kadar azalma Yüksek risk taşıyan kişilerde tip 2 diyabeti önlemeye yönelik metformin İnsidansta %25-31 kadar azalma HbA1c’si %9’un üzerinde olan kişilerde glisemik kontrol HbA1c’deki her %1’lik düşüş için mikrovasküler hastalıklarda %30 kadar azalma Tansiyonu 130/80 mmHg’nın üzerinde olan kişilerde tansiyon kontrolü Tansiyondaki her 10mmHg’lık düşüş için mikrovasküler ve makrovasküler hastalıklarda %35 kadar azalma Yıllık göz muayenesi Ciddi görme kaybında %60-70 azalma Yüksek ülser riski taşıyan kişilerde ayak bakımı Ciddi ayak hastalıklarında %50-60 azalma Tüm diyabetli kişilerde anjiyotensin dönüştürücü enzim inhibitörleri kullanımı Nefropatide %42, kalp-damar hastalıklarında %22 azalma Tablo 1. Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen ve diyabette etkili olduğu kanıtlanan müdahaleler ise tir. Diyabet gelişmiş ülkelerde görme bozukluğu ve körlüğün başlıca sebeplerinden biridir. Diyabetli insanlar, diyabeti olmayan insanlara göre sağlık bakımı kaynaklarına en az iki ya da üç kat daha fazla ihtiyaç duyar. Diyabet tedavisi, ulusal sağlık bütçelerinin neredeyse %15’ini kapsayabilir. Tüberküloz riski diyabetli insanlar arasında üç kat daha yüksektir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen pek çok müdahale maliyet etkin olmasına karşın bazıları “en karlı uygulamalar” olarak değerlendirilir. Bunlar; kurtarılan yaşamlar, önlenen hastalıklar ve kaçınılan ağır maliyetler bakımından hızlı sonuçlar almak için hemen atılması gereken adımlar olarak şöyle sıralanabilir: • İnsanların tütün dumanından ko- runması ve kamuya açık alanlarda sigara kullanımının yasaklanması • Tütün kullanımının tehlikeleri hakkında uyarı yapılması • Tütün reklamı, teşviki ve sponsorlukları üzerinde yasaklar uygulanması • Tütün üzerindeki vergilerin arttı- • Sağlıklı beslenmeyi teşvik için gıda vergileri ve yardımlarıdır. rılması • Alkol reklamları üzerinde yasaklar uygulanması • Tuz alımının ve gıdaların tuz miktarının azaltılması • Gıdalardaki trans yağların çoklu doymamış yağ ile değiştirilmesi Ayrıca şu anda maliyet etkinlik araştırmaları yetersiz olmakla birlikte aşağıdaki müdahaleleri destekleyen güçlü kanıtlar vardır: • Okullarda sağlıklı beslenme ortamları yaratılması bakımında beslenmeyle il• Beslenme ve fiziksel aktivite hak- • Sağlık gili bilgi ve danışmanlık verilmesi kındaki kamu farkındalığının gör• Ulusal fiziksel aktivite rehberleri sel basın yoluyla artırılması. Bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mü- • Çocuklar için okul temelli fiziksel cadelede en karlı uygulamalara ek olarak bulaşıcı olmayan hastalıklara yönelik risk faktörlerini azaltabilecek, toplumun geneline yönelik pek çok maliyet etkin ve düşük maliyetli müdahale vardır: aktivite programları • Fiziksel aktivite ve sağlıklı beslenme için iş yeri programları • Fiziksel aktivite ve sağlıklı beslenme için toplum programları • Yapılandırılmış çevrenin fiziksel • Tütün bağımlılığı tedavisi aktiviteyi teşvik edecek şekilde ta• Yeterli emzirme ve tamamlayıcı gı- sarlanması. danın teşvik edilmesi • Tuz, yağ ve şeker miktarı yüksek yiyecek ve içeceklerin özellikle çocuklara yönelik pazarlanması üzerinde sınırlamalar Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde diyabeti önleme ve tedavi konularında sağlığı iyileştirirken maliyetleri de azaltan öncelikli müdahaleler şunlardır: Yetişkin obezite sıklığı %30 (Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması, 2010) Kişi başı tüketilen tuz miktarı 18g/gün (2008) Kişi başı tüketilen tuz miktarı 15g/gün (2012) Tablo 2. Türkiye’ de Obezite, Sıklığı ve Tuz Kullanım Durumu SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 43 • Tansiyon kontrolü • Glisemik kontrol • Ayak bakımı Geçtiğimiz yıl Cenevre’de yapılan ve bulaşıcı olmayan hastalıkların da ele alındığı 66. Dünya Sağlık Asamblesi’nde kabul edilen küresel gönüllü hedefler arasında 2025 yılına kadar bulaşıcı olmayan hastalıklardan kaynaklanan erken ölümleri %25 kadar azaltmak vardır. Bulaşıcı olmayan hastalıklar ile mücadele için ulusal düzeyde yürütülen kapsamlı ve entegre programlar gereklidir. Kronik hastalıklar tehdidinin üstesinden, var olan bilgi kullanılarak gelinebilir. Bugün için bilinen çözümler etkindir ve yüksek oranda maliyet-etkilidir. Türkiye’de Obezite ve Diyabetin Durumu Grafik 3. Türkiye’de 2008-2012 Yılları Arasında Diyabetli Birey Sayısındaki Değişim %58’inin düzenli egzersiz yapmadığı görülmektedir. 12 yaş ve üzerindeki bireylerin % 72’si son 7 gün içinde 30 dakika veya daha fazla egzersiz yapmamaktadır. Türkiye Çocukluk Çağı Obezite Araştırması (2013) sonuçlarına göre, 7-8 yaş çocuklarda şişmanlık ve fazla kiloluluk sıklığı 7 yaşta %23,1; 8 yaşta %21,9; 7-8 yaşta %22,5’tir. Yine Dünya Sağlık Örgütü adolesan çalışması verilerine göre,11 yaş kız çocuklarda %11, aynı yaş erkeklerde %16; 13 yaş kız çocuklarda %10, aynı yaş erkeklerde %18 ve 15 yaş kız çocuklarda %6, aynı yaş erkeklerde %17 obezite görüldüğü saptanmıştır. 15 yaşındaki kız çocuklarının %8’i, erkek çocukların ise %3’ü kilo kaybetmeyi denemektedirler. Grafik 1. Türkiye’de Erişkinlerde Yıllara Göre Obezitenin Değişimi (%) Tip 2 diyabetin diğer risk faktörü yetersiz fiziksel aktivite durumuna bakıldığında 6-11 yaş grubu çocukların Ülkemizde 2013 yılında yapılan Hastalık Yükü Çalışması ön sonuçlarına göre: 2002 yılına göre 2012 yılında toplam hastalık yükünde bir azalma sağlanmış olmakla birlikte, bulaşıcı olmayan hastalıklara bağlı hastalık yükünde % 4’lük bir artış saptanmıştır. Hastalık yükünü oluşturan ilk 5 nedene bakıldığında bu nedenlerin tamamının bulaşıcı olmayan hastalıklar olduğu görülmektedir. İlk sırada % 7,4 ile iskemik kalp hastalığı, 2. sırada % 6,1 ile bel ağrısı, 3. sırada % 4,1 ile serebrovasküler hastalıklar yer almaktadır. Bunu sırasıyla diyabet ve kronik obstrüktif akciğer hastalığı (% 3,8, % 3,6) takip etmektedir. Obezitenin önlenmesi ile ilgili çalışmalar 29.09.2010 tarihli ve 27714 sayılı Resmi Gazetede Başbakanlık Genelgesi olarak yayımlanan “Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı” kapsamında yürütülmektedir. TÜRKİYE DİYABET PROGRAMI 2011 yılından itibaren uygulanmakta olup 2015-2020 olarak güncellenmiştir. Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak “Türkiye Diyabet Programı” kapsamında yapılan çalışmalarımızdan başlıklarımız aşağıdadır: • Farkındalık çalışmaları (Dünya di- yabet günü etkinlikleri, broşürler, milli piyango biletinde diyabet yılı sloganı yer alması, ilk-orta ve lise öğrencileri diyabet konulu resim yarışması vb.) • www.diyabet.gov.tr ” web sitesinin hazırlanması Grafik 2. Türkiye’de 20 Yaş ve Üzeri Nüfusta Diyabet Sıklığı, (%) 44 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 • Okulda Diyabet Programımız de- vam etmektedir. Bu kapsamda fark yaratan öğretmen ödülleri verilmiştir Yine bu kapsamda pek çok materyal hazırlanarak MEB web sitesinde ve bizim web sitemizde yer alması sağlanmıştır. • Diyabetli Öğrenciler Genelgesi revizyonu yapılarak diyabetli çocuklarımızın daha sağlıklı takiplerinin yapılmasına çalışılmaktadır. • Diyabetli Bireyler İçin Eğitimci Rehberleri hazırlanmış ve eğitici eğitimleri yapılmıştır. Bu kapsamda Mayıs ve Kasım aylarında Kamu Hastaneleri Kurumuna bağlı hastanelerimizden hemşire ve diyetisyenlere eğitimler düzenlenmiştir. Aile hekimlerimizin uzaktan eğitim ve hizmet için eğitim programlarında diyabet yer almaktadır. Birinci basamakta Aile Sağlığı Merkezi ve Toplum Sağlığı Merkezlerinde halk ve hasta eğitimlerinin yapılabilmesi için çalışmalarımız devam etmektedir. Toplum Sağlığı Merkezlerimizde Obezite Danışma Birimlerimiz aktif olarak çalışmaktadırlar Bu merkezlerimizde ve sağlıklı yaşam merkezlerimizde diyabetin en önemli risk faktörü olan obezite ile mücadele çalışmalarımız yoğun şekilde sürdürülmektedir. Diyabetin en önemli izlem parametresi olan HbA1c tayin yöntemleri ve kendi kendine izlemde önemli bir yere sahip olan glukometrelerin standardizasyonu çalışmaları kapsamında “Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi” ve “Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü Eczacılık Fakültesi Dekanlığı” ile protokol imzalanmış analiz için başvuran 21 şeker ölçüm cihazından 13 adet şeker ölçüm cihazının analizleri tamamlanmıştır. Tıbbi Cihaz Piyasa Gözetim ve Denetimi kapsamında piyasadan numune toplanarak cihazların analitik performanslarının değerlendirilmesine yönelik çalışmalar devam etmektedir. Denetim çalışmalarımızla piyasada satılan bütün cihazlar denetlenip bütün cihazlar güvenli hale gelecektir. HbA1c Yeni Dış Kalite Değerlendirme yazılımına eklenmiştir. Diyetisyen ve diyabet hemşirelerinin verdiği hizmetlerin Sağlık Uygulama Tebliği’nde tanımlanması için gerekli ön çalışmalar tamamlanmıştır. Diyabetli bireylere yönelik verilen eğitim hizmetlerine karşılık ek ödemelerde iyileştirme hususunda çalışmaktayız. Aile hekimlerimizin riskli bireylerde tarama kriterlerini, tanı alanlarda ise yıllık yapılması gerekli hususları belirlemiş durumdayız. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 45 dosya DİYABET KONTROLÜ İLE 24 MİLYAR EURO TASARRUF SAĞLANABİLİR Önümüzdeki yirmi yıl içerisinde diyabetin kontrol edilmesiyle birlikte sağlık bütçesinde 24 milyar Euro tasarruf sağlanabilir. Dünya Diyabet Günü kapsamında 17 Kasım 2014, Pazartesi günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ev sahipliğinde TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in de katılımlarıyla “Türkiye’de Diyabetle Mücadele’nin Dünü, Bugünü ve Geleceği” konulu bir panel düzenlendi. Diyabetle mücadelede ülke olarak kararlığımızı göstermek, diyabetin önlenmesi ve erken teşhisine dikkat çekmek, diyabetin komplikasyonlarının artan mali ve sosyal yükünü tartışmak ve politika yapıcılardan sağlık profesyonellerine, sivil toplum kuruluşlarından bürokratlara, tüm paydaşları diyabet ile mücadelede birlikte hareket etmek üzere bir araya getirmeyi hedefleyen panele TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman, T.C. Sosyal Güvenlik Kurumu Genel Sağlık Sigortası Genel Müdürü Uzm. Dr. İsmet Köksal, Novo Nordisk Uluslararası Operasyonlardan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Mike Doustdar ve diyabet camiasının duayenlerinden Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık katıldı. 46 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 “Hükümetlerin sağlık politikalarının önemli bir kısmı tedavi hekimlikle ilgilidir. Esas olan koruyucu hekimliktir. Önemli olan hasta olmamak için çareler aramaktır.” Her 10 kişi’den 1’nin diyabetli olduğu Türkiye’de koruyucu hekimliğin önemine vurgu yapan TBMM Meclis Başkanı Cemil Çiçek hukuk fakültesinde kriminoloji okuduğunu ve önemli olanın suç işlenmesinin önüne geçilmesi olduğunu vurguladı. “Suç işlendikten, adam öldükten sonra faili iki saatte yakalanmış, iki günde yakalanmış. O da başarıdır ama önemli olan insanların ölmemesidir” diyerek sözlerine devam eden TBMM Başkanı Çiçek herkesi kan şekerini kontrol ettirmeye davet etti. Diyabet hastalarının tedavi protokollerine uydukları takdirde sağlıklı ve uzun yaşadıklarına, diyabetin geç teşhis edilmesi ve etkin kontrol edilmemesi durumunda ülkeye getirdiği mali ve sosyal yüke dikkat çeken Çiçek, “diyabet ile ilgili farkındalığın” öneminin altını çizdi. Diyabette değişim başlamazsa 2035 yılında hasta sayısı 12 milyona ulaşacak Panelin moderatörü, TBMM Sağlık, Çalışma, Aile ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof Dr. Necdet Ünüvar, Türkiye’nin Avrupa’da diyabetin en yüksek oranda yayıldığı ülke ko- numunda olduğuna ve diyabetin önlenememesi ve etkin kontrol edilmemesi durumunda 2035 yılında Türkiye’de yaşayan diyabetlilerin sayısının tüm Avrupa’da ilk sıraya yükseleceğinin beklendiğini söyledi. Diyabetlilerin %45’i hasta olduklarını bilmiyor Diyabetlilerin %45’inin hastalıklarının farkında olmadan yaşamlarına devam ettiklerine dikkat çeken Prof. Dr. Ünüvar; mevcut 7,2 milyon hastanın sadece 3,96 milyonunun teşhis edildiğine, teşhis edilen hastaların 3,5 milyonunun tedavi gördüğüne ve bunlardan ise sadece 1,75 milyonunun tedavi hedeflerine ulaşabildiğini belirtti. Diyabetin geç teşhis edildiği ve etkin bir şekilde kontrol edilemediği durumların böbrek yetmezliği, ampütasyon, inme ve körlük gibi kişini yaşam kalitesini önemli ölçüde etkileyen hem trajik hem de maliyetli sonuçları olabildiğini vurguladı. Diyabet Önleme ve Kontrol Programı ile diyabetle mücadeleye devam Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. Seçil Özkan, panelde “Türkiye’de Diyabet Önleme Kontrol ve Kontrol Programı ve Diyabetle Mücadelede Atılacak Adımlar” konulu sunumunda Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak diyabetin önlenmesi, hastalarda diyabet bakım kalitesinin yükseltilmesi, komplikasyon oranlarının ve diyabete bağlı ölümlerin azaltılması için yürüttükleri eğitim, farkındalık çalışmalarından ve önümüzdeki beş sene içerisinde atacakları adımlardan bahsetti. Türkiye’nin AR-GE çalışmalarından hak ettiği payı almalı Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu Başkanı Dr. Saim Kerman, hastaların güvenli ve etkili tedavilere ulaşabilmeleri için bilimselliği esas alan düzenleyici, denetleyici ve yönlendirici politikalar geliştirdiklerini ve uyguladıklarını söyledi. AR-GE ve klinik çalışmaların önemli olduğuna dikkat çeken Dr. Saim Kerman, Türkiye’nin bu konuda Avrupa Birliği’ne paralel bir mevzuatı olduğuna değindi. Yenilikçi Tedavilere İhtiyaç Var Diyabetin duayen hekimlerinden Prof. Dr. Nazif Bağrıaçık ise ülkemizde hızla artan diyabet tehdidine dikkat çekerek diyabetli hasta sayısının ve komplikasyonların görülme sıklığının ve diyabetin en büyük nedenlerinden biri olan obezitenin hızlı artışının, diyabetli kişilerin daha sağlıklı bir yaşam sürmelerini sağlamak için yenilikçi tedavilere ve yeni yaklaşımlara duyulan ihtiyacı ortaya koyduğunu ifade etti. Diyabet Tedavisi ile İlgili İlaç Bütçesi Toplam Sağlık Bütçesinin %1’ini oluştururken, diyabetin tedavi edilmemesinin bütçeye yükü %17 Novo Nordisk Uluslararası Operasyonlardan Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Mike Doustdar, Tip 2 diyabetin çözümü olduğunu ve insanların sağlıklı beslenerek ve hareket ederek bu hastalıktan korunabileceklerini ve yavaş yavaş büyüyen bir tsunami olan bu salgının önüne geçilebileceğini ifade etti. Türkiye’de 2013 yılında diyabet ve diyabete bağlı komplikasyonlar nedeniyle 60,000 kişinin hayatını kaybettiğine atıfta bulunan Doustdar, diyabet için yapılan sağlık harcamalarının toplam sağlık harcamalarının %23’ünü oluşturduğunu ancak diyabete ayrılan bütçenin %75’inin diyabetin neden olduğu komplikasyonların tedavisine harcandığını altını çizdi. Türkiye’de diyabetin görülme sıklığını alarm verici olduğunu belirten Doustdar, kurumsal çabaların yeterli olmayacağını ve bütünsel bir yaklaşımla tüm paydaşların bir arada ortak bir amaç için hareket etmesinin ve diyabetin önlenmesinin, erken teşhisinin ve etkin kontrolünün önemine tekrar tekrar değindi. Diyabetle Mücadelede Değişim ve Yeni Bir Yaklaşım Şart Mike Doustdar, Novo Nordisk’in tüm çalışmalarının merkezine hastayı koyduğunu ve hastaların daha iyi tedavilere ulaşabilmeleri için bütçelerinin yüzde 14’ünü inovasyona ve ARGE’ye harcadıklarını ifade etti. ABD, Endonezya, Hindistan, Çin ve Bangladeş’te yürüttükleri Diyabette Değişim Programı’nın Türkiye ayağında, diyabetin ulusal bir sağlık önceliği olarak kabul edilmesi, kaliteli ve yenilikçi ilaçların hastalara sunulması için çalışmalar yapılması, hastaların daha iyi tedavilere erişimin sağlanabilmesi için inovasyonun sürdürülebilirliğine odaklanılması gerektiğini ve diyabetin etkin tedavi edilmesinin Türkiye için yirmi sene zarfında 24 milyar Euro gibi ciddi bir tasarruf sağlayacağını vurguladı. Bu süreçte Novo Nordisk’in her zaman olduğu gibi Türkiye’de bir çözüm ortağı olma konusundaki istekliliğini ve kararlılığını koruduğunu vurguladı. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 47 dosya SAĞLIKLI YAŞAM VE OBEZİTE İLE MÜCADELE Prof. Dr. Seçil ÖZKAN Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Sağlık ve refah, tüm insanların yaşamlarının merkezindedir ve toplumsal kalkınmada kilit role sahiptir. Genellikle keyif aldıkları işte çalışan, destekledikleri ve onları destekleyen toplumlarda yaşayan ve çocukları sağlıklı olan kişiler daha sağlıklı olma eğilimindedir. Aynı zamanda kişilerin yaşamları üzerinde kontrol sahibi olmalarına izin vermenin, sosyal dayanışma yaratmada ve onların sağlıkları için hareket etmelerini mümkün kılmada çok önemli bir faktör olduğu da bilinmektedir. Toplumsal ve teknolojik ilerlemeler sağlığın iyileştirilmesi ile ilgili fırsatlar yaratmıştır ancak aynı zamanda toplumların sağlığını ve refahını etkileyebilecek önemli küresel, bölgesel ve ulusal zorluklar ortaya çıkmıştır. Bu zorluklar arasında, çevresel tehditler ve artan eşitsizlikler ile hastalıkların yaygınlıklarında, göçte ve bunların sonucunda da demografideki önemli değişimler bulunmaktadır. Sağlıkla ilgili iyi sonuçlara ulaşılması, sağlığın nesiller arası aktarımı dâhil olmak üzere yaşam boyu süren bir yaklaşımı gerektirmektedir. Obezite, aşırı alkol kullanımı, artan sağlık eşitsizlikleri, demografik değişiklikler, çevresel tehditler, önemli hastalık salgınları, sağlık ve refah sistemlerindeki mali baskılar ile toplumsal ve teknolojik dönüşüm gibi sorunların hepsi politikaların yenilenme ihtiyacını arttırmaktadır. Sebep ve sonucu bağlayan birçok adım vardır, bu nedenle kestirme veya basit çözümler yoktur. Bireyler, kendi sağlıklarını geliştirmek, sağlık hizmetleriyle etkin şekilde etkileşim içinde olmak ve hastalık yönetiminde aktif ortaklar olmak için güçlendirilmelidir. Sağlığın geliştirilmesi 48 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 çalışmalarının başarılı olabilmesinde sosyal belirleyicilerin (cinsiyet eşitsizliği, toplumun eğitim düzeyi, gelir ve istihdam durumu vb.) düzeltilmesinin yanı sıra bireylerden beklenen sağlıklı davranışların kazandırılmasında iletişim ve eğitim (sağlık okuryazarlığı) önemli rol oynamaktadır. Yaşam boyu sağlıklı olma, toplumun ekonomik ve toplumsal kalkınmasına birçok yönden katkıda bulunur: sağlıklı çocuklar daha iyi öğrenir; sağlıklı yetişkinler daha üretkendir; sağlıklı yaşlı kişiler topluma aktif olarak katkıda bulunmaya devam eder. Sağlıklı toplumlar inşa edilmesi, sağlığın ve refahın teşvik edilmesi ve korunmasında uygulanabilir ve sürdürülebilir bir strateji olarak kabul edilmelidir. Sağlıklı şehirler ve toplumlar oluşturmak için yapılan müdahalelerin ve programların başarısı vatandaşların dâhil edilmesi ve toplumun sahiplenmesi gerçekleştirildiği oranda artmaktadır. Bireylerin sağlıklı olma imkânları, onların doğduğu, büyüdüğü, çalıştığı ve yaşlandığı koşullar ile yakından bağlantılıdır. Bu nedenle ülkelerin sağlık politikası koruyucu, destekleyici ve geliştirici fiziksel, ekonomik ve sosyal ortamlar yaratmalıdır. Doğal kaynakların (su, toprak, gıda, enerji, biyosfer) korunması, sürdürülebilir kullanımı, yönetimi ve çevresel açıdan sürdürülebilir olması için tüm sektörlerde çevre ve sağlık politikaları ve teknolojileri uygulanmalıdır. “Tüm politikalarda sağlık”, sağlık ve refah için yönetişimi sağlık sektörünün ötesinde bir öncelik olarak belirlemek için tasarlanan bir “tüm devlet” yaklaşımıdır. Tüm sektörlerin sağlık için sorumluluklarını anlamalarını ve buna göre hareket etmelerini temin ederken sağlığın diğer paydaşlar üzerindeki etkisini tanıyarak iki yönde çalışmaktadır. Sağlıklı bireylerin ve toplumların önündeki en büyük engellerden biri bulaşıcı olmayan hastalıklardır. Bulaşıcı olmayan hastalıkları ortaya çıkaran 4 önemli risk faktörü vardır. Bunlar: sağlıksız beslenme, hareketsiz yaşam tarzı, tütün ve alkol kullanımıdır. Küresel Durum Raporu’na (2010) göre Dünya Kanser Araştırma Fonu başlıca kanserlerin %27-39’luk kısmının beslenmeyi, fiziksel aktiviteyi ve vücut kompozisyonunu geliştirerek önlenebileceğini belirtmektedir. Dünyada yaklaşık 1.7 milyon (%2,8) ölüm, yetersiz meyve ve sebze tüketiminden kaynaklanmaktadır. Yeterli meyve ve sebze tüketimi; kalp ve damar hastalıkları, mide ve kolorektal kanser riskini azalttığı da bu raporda belirtilmiştir. hem aynı temel risk faktörlerinin bir sonucu hem de diğer bulaşıcı olmayan hastalıkların bir nedenidir. Bulaşıcı olmayan hastalıkların hepsine ilgi gösterilmesi gerekse de dört hastalıktan oluşan bir grup (kalp ve damar hastalıkları, kanser, diyabet ve kronik solunum yolu hastalıkları) ve bunların ortak risk faktörleri (tütün ve alkol kullanımı, fiziksel hareketsizlik ve sağlıksız beslenme) Dünya Sağlık Örgütü Avrupa Bölgesi’nde önlenebilir hastalık ve ölümlerin çoğunluğunun nedenini oluşturmaktadır. Aynı zamanda bu dört bulaşıcı olmayan hastalık, tarım ve gıda sanayisinden, eğitim, çevre ve şehir planlamasına kadar birçok sektördeki politikalardan etkilenen ortak belirleyicileri paylaşmaktadır. Bu hastalıklar, kamu politikası yoluyla müdahalelere yönelik ortak yolları da paylaşmaktadır. Buna ek olarak obeziteye özel bir ilgi gerekmektedir, çünkü obezite İnsanın sağlıklı, üretken ve uzun yaşaması için beslenmeye ihtiyacı vardır ancak besin öğelerinin yetersiz veya gereğinden fazla alınmasında da sağlık sorunları ortaya çıkmaktadır. Yaşamın en temel gereksinimlerinden olan beslenme, anne karnındaki bebeğin sağlığından yaşlılık dönemindeki bireyin sağlığına kadar tüm yaş gruplarını ve yaşam kalitelerini etkileyen en önemli faktörlerden birisidir. Beslenme; sağlığı korumak, geliştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmek için vücudun gereksinimi olan besin ögelerini yeterli miktarda ve uygun zamanda almak için bilinçli yapılması gereken bir eylemdir. Bu nedenle sağlıklı beslenme hakkında toplumdaki farkındalığın arttırılması, günlük yeme alışkanlıklarının sağlıklı yöne kaydırılması, fiziksel aktivite düzeyinin yükseltilmesi ve diğer sağlıklı yaşam alışkanlıklarının kazandırılması gerek önleme gerekse tedavide önem taşımaktadır. Obezite ve obezite ile ilişkili hastalıkların oluşumunda, davranışsal risk faktörlerinden olan sağlıksız beslenmenin yanı sıra çevresel şartlar ve çalışma şartları da sorumludur. Bireylerin yaşadığı kentsel çevreler ve o toplumdaki taşımacılık politikaları güvenli altyapılar geliştirmeli, boş zamanlarda yapılacak fiziksel aktiviteler için erişilebilir yeşil alanların oluşturulmasını desteklemelidir. Olumlu çevre ortamının bir yararı da bireylerde davranış değişikliğini teşvik ederek bisiklete binme ve yürümeyi gibi fiziksel aktiviteleri arttırabilmesidir. Bu kapsamda, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu olarak toplumun sağlığını ve kalkınmasını tehdit eden risk faktörlerini (sağlıksız beslenme, fiziksel hareketsizlik, tütün ve alkol kullanımı) kontrol altına almak ve bulaşıcı olmayan hastalıkları önlemek için Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uluslararası kuruluşlar, kamu kurum ve kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteler ile birlikte geliştirdiğimiz kontrol programlarını çok bileşenli ve entegre biçimde işbirliği ile yürütüyoruz. Bu programlardan biri de obezitenin önlenmesine yönelik faaliyetlere hız vermek, belirlenen hedeflere ulaşmak, ihtiyaçlar doğrultusunda yeni hedef ve stratejiler belirlemek ve faaliyetlerin belirli bir çerçevede yürütülmesini sağlamak amacıyla Başbakanlık Genelgesi olarak da yayımlanan “Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Programı “ dır. Sonuç olarak yukarıda sözü edilen sağlıklı yaşam ve obezite ile mücadelede olması gereken temel ilke ve politikalar kapsamında yürütmüş olduğumuz program: ulusal ve yerel düzeyde politik istek ve kararlılığın sağlanması, koruyucu sağlık hizmetleri kapsamında toplumun, obezite, yeterli ve dengeli beslenme ve fiziksel aktivite konularında bilinçlendirilmesi, obezitenin teşhis ve tedavisine yönelik önlemlerin alınması ve izleme ve değerlendirme çalışmalarını içermektedir. Ayrıca halk sağlığı hizmetlerine sarf edilen emek, ekonomik verimlilik ve refahın elde edilmesi için toplumun uzun vadeli sağlığı ve refahına yapılan bir yatırımdır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 49 sektörden DÜNYAGÖZ’E YENİ GENEL MÜDÜR YARDIMCISI: OĞUZHAN SÜRAL Uzun yıllardır sağlık sektöründe yöneticilik yapan Oğuzhan Süral, Dünyagöz Hastaneler Grubu İcra Kurulu Üyeliği’ne atandı. Süral, Dünyagöz’de İş Geliştirme ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcılığı görevini de üstlenecek Branş hastaneciliğinde kaydettiği başarıyla Türk tıbbının çok uluslu markası olan Dünyagöz Hastaneler Grubu’nun üst düzey yönetimine sağlık sektörünün yakından tanıdığı deneyimli bir isim getirildi. Oğuzhan Süral, Dünyagöz Hastaneler Grubu’nun İş Geliştirme ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı oldu. Süral, aynı zamanda Dünyagöz Hastaneler Grubu’nun İcra Kurulu Üyesi olarak da görev yapacak. 1976 Denizli doğumlu olan Oğuzhan Süral, ilk ve orta öğrenimini Londra’da tamamladıktan sonra, İzmir 60. Yıl Anadolu Lisesi’ni bitirdi. Hacettepe Üniversitesi’nde İngilizce İşletme okuyan Süral, profesyonel hayatına Philip Morris Sabancı A.Ş. Pazarlama Departmanı’nda başladı. Kariyerine Sevilen Şarapları’nda devam eden Süral, 2005 – 2007 yılları arasında Esas Holding’e bağlı Medline’da Özel Projeler Koordinatörü olarak görev aldı. Süral, Aon Risk Services’da Uygulama Lideri pozisyonunda çalıştıktan sonra 2008 2014 döneminde, Acıbadem Sağlık Grubu’nda İş Geliştirme Direktörü olarak yöneticilik yaptı. Oğuzhan Süral, Kasım 2014’te Dünyagöz Hasta- 50 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 neler Grubu’na İcra Kurulu Üyesi ve İş Geliştirme ve Pazarlamadan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak getirildi. Acıbadem Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak Sağlık Yönetimi konusunda sektöre yeni yetenekler kazandırmış olan Oğuzhan Süral, yurt içi ve yurt dışı birçok üniversitede deneyimlerini paylaşmak üzere eğitmenlik yapıyor. Sivil toplum kuruluşlarında aktif rol alan Süral, diyabetli çocuklara yaşam koçluğu yapıyor. Türkİngiliz Sanayi ve Ticaret Odası Yönetim Kurulu Üyesi olan Süral, çok iyi derecede İngilizce ve Almanca biliyor. Oğuzhan Süral, oyuncu ve blog yazarı Gül Süral ile evli. haber UNUTULMUŞ ORGAN Prof. Dr. Tarkan KARAKAN Gazi Üniversitesi Tıp Faküktesi Gastroenteroloji Bilim Dalı öğretim üyesi 1900’lü yılların başında Metchnikoff isimli Rus bilim adamı Kafkaslardaki insanların neden uzun yaşadığını araştırırken, bu insanların mayalanmış süt ürünleri çok tükettikleri ve bu nedenle barsaklarında yaşayan yararlı bakterilerin arttığını göstermiştir. Bilim Dünyası ilk kez barsak bakterileri kavramıyla burada tanışmıştır. Ancak Metchnikoff daha sonra fagositoz alanındaki çalışmalarıyla, Paris’teki ünlü Pasteur Enstitüsü’nde çalışmalarıyla Nobel ödülü almıştır. Tam bu dönemde penisilin’in keşfi ve antibiyotik kavramının tanınmasıyla, yararlı bakteri fikrinden uzaklaşılmış, 52 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 tüm bakteriler DÜŞMAN olarak görülmeye başlanmıştır. Ancak 2000’li yılların başında teknolojik gelişmeler genetik bilimi yardımıyla barsaklardaki bakterilerin haritasını çıkarmaya imkan verdi. İşte bu noktadan itibaren inanılmaz bir gelişme başladı. Bu serüveni (Türkiye’de pek bilinmeyen ama Dünya’da en popüler bilimsel araştırma konusu olan) sizlerle paylaşmak istedim. barsaklara geçtikçe bakteri sayısı giderek artar. Özellikle kalın barsaklarımızda sayı oldukça yüksek rakamlara ulaşır. Hatta kalın barsağın sonuna doğru 1012 koloni oluşturan üniteye ulaşır (yani 1000000000000 tane bakteri!). Bakterilerin toplam yüzey alanı tenis kortu büyüklüğündedir. İnsandaki gen sayısı 35.000 iken barsak İnsanın Onda Dokuzu Bakteri Önce barsaklarımızdaki bakterileri tanıyalım. Midemizde asit ve daha sonra safra çok fazla olduğundan, midede Helicobacter pylori (meşhur bakteri, ülsere neden olan, Türkiye’de her 4 kişiden 2-3 ünün midesinde var) dışında eser miktarda birkaç bakteri yaşar. Ancak mideden aşağıya doğru yani ince barsaklar sonra kalın Prof. Dr. Tarkan KARAKAN bakteri gen sayısı 2 milyonun üzerindedir. Toplam barsaklarımızdaki bakteri sayısı ise 1015 dir. Vücudumuzdaki toplam hücre sayısı ise 1014 yani onda biridir. Bu durumda çok ilginç bir sonuç ortaya çıkıyor. Bir insana baktığımız zaman o kişinin sadece onda biri insan, onda dokuzu ise bakteridir. Bu kadar büyük bir canlı varlığının vücudumuzda sağlık ve hastalığa etkileri ihmal edilmiş, daha doğrusu son on yıla kadar teknik yetersizlik nedeniyle çalışılamamıştır. Bazı bilim adamları barsak mikrobiyotasını “sanal organ” veya “unutulmuş organ” olarak isimlendiriyor. Bu durumun farkına varan ABD, Avrupa Birliği ve Çin, 5 yıl önce insan mikrobiyom (bakteri geni) projesi başlattılar. ABD’deki “Human Microbiome Project” için 115 milyon dolar ayrıldı. Avrupa Birliği 7. Çerçeve kapsamında “MetaHIT Project” başlattı. Bütçesi 21 milyon Euro. Çin ise “Earth Microbiome Project” başlattı, bütçesini bilmiyorum. Peki neden bu büyük devletler bu işe soyundular. İşte yanıtı: Hipokrat binlerce yıl önce şöyle demiş “Barsaklarınız sağlıklı ise siz de sağlıklısınız”. Bu durumu modern tıp son yıllarda tekrar keşfediyor. Doğumdan itibaren barsaklarımıza ilk yerleşen bakteriler Lactobacillus ve Bifidobacteri denilen yararlı bakterilerdir. Burada doğum şeklinin önemi var, sezeryenle doğan bebeklerin barsaklarına hastane ortamının, doktorun hemşirenin elindeki bakteriler bile yerleşebilir. Normal doğumda ise annenin doğum kanalında laktobasiller olduğundan bu bakteriler yerleşir. Anne sütü ikinci mucize, çünkü anne sütü (son bulgular annenin barsağındaki yararlı bakterilerin anne sütü ile çocuğa geçtiğini gösteriyor) bifidobakteri ve laktobasilleri hızla arttıracak prebiyotik dediğimiz maddeler içeriyor. Dolayısıyla normal doğum ve sonrasında vakit kaybetmeden anne sütü (özellikle kolostrum denilen ilk süt) barsak bakteri yapımızın temelini atıyor ve temel sağlamsa hayat boyu büyük bir avantaj elde ediyoruz. İlk 2 yaş barsak bakterileri tam şeklini bulamıyor ama ek gıdaya geçilince hayat boyu oluşacak şekil tamamlanıyor. Yani hayatın kabaca ilk 5 yılı barsak bakteri yapımızın şekillendiği, olgunlaştığı dönem. Antibiyotikler –Sadece Düşmanları Öldürmüyor Bu dönemde antibiyotik kullanımı barsak mikrobiyotamızda kalıcı hasar bırakabiliyor. İskandinav Ülkelerinden yapılan bu yıl yayınlanan bir çalışmada 5 yaş civarında iki kez antibiyotik tedavisi almak, erişkin yaşta obeziteyi ve inflamatuvar barsak hastalığını 2-3 kat artırıyor. Çocuklarda barsak mikrobiyotasında bozukluk otizm, alerjik hastalıklar, obezite, inflamatuvar barsak hastalığı, spastik kolon, öğrenme ile ilgili bozukluklara neden oluyor. Erişkinlerde de durum farklı değil. Barsak mikrobiyotası bozukluğunun görüldüğü başlıcac hastalıklar şunlar: Romatoid artrit, çölyak hastalığı, kolon kanseri, inflamatuvar barsak hastalığı, irritabl barsak sendromu (toplumda çok yaygın görülen karın ağrısı, kabızlık ve ishal gibi dışkılama değişiklikleri, gaz ile seyreden hayat kalitesi bozan kronik bir hastalık), Diyabet (Tip 1 ve tip 2), Metabolik sendrom, insülin direnci, gibi. Her yıl bu listeye bir yenisi ekleniyor. saktaki bakteri yapısını değiştiriyor. Ayrıca aşırı hijyende kötü. Yoğun antibiyotik kullanımı ile bakteri yapısındaki değişim erişkinlerde de obeziteye yol açıyor. Amerika’da antibiyotik kullanım haritası ile obezite haritası birbiri ile örtüşüyor. Tabi bu Ülkemiz için daha büyük bir sorun. Antibiyotiklerin bilinçsiz ve eczaneden reçetesiz serbest alınabildiği sayılı ülkelerden biri olduğumuz için, 20 yıl önce başlayan yaygın antibiyotik kullanımının faturasını ödemeye başladık. Türkiye’de obezite, alerjik hastalıklar ve inflamatuvar barsak hastalıkları hızla artıyor. Özellikle 20 yıl önce 5 yaş civarında olan erişkinlerde günümüzde bu hastalıklarda patlama var. Tabi bu durum antibiyotiklerin yaygın kullanıldığı zaman dilimine denk geliyor. Barsak bakterilerinin vücut ağırlığımızı nasıl etkilediğini gösteren en güzel çalışma Nature dergisinde yayınlanan bir fare çalışması. Biri obez diğeri zayıf olan iki tane tek yumurta ikizi fareye zayıf bir insandan alınan bakteriler nakledildiği zaman, obez farenin aynı gıdaları yemesine rağmen zayıfladığı gösterildi. Bu çarpıcı çalışma “su içsem bile yarıyor” diyenleri haklı çıkarıyor. Ruh Sağlığı ve Barsak Bakterileri Kolon Kanseri ve Barsak Bakterileri Ruh sağlımız da barsaklarımızla yakından ilişkili. Ne alakası var diyeceksiniz. Aslında çok var, çünkü barsak beyin ekseni denilen bir yolla, barsak bakterilerinin ürettiği seratonin ve benzeri maddeler depresyon, panik atak, endişe, hatta şizofreni ile ilişkili olduğunu gösteren çalışmalar var. Bu yıl yapılan bir çalışmada, depresyon hastalarının barsaklarında sağlıklı insanlardan farklı olarak bir bakteri (Oscillobacteria) olduğu gösterildi. Hayvan çalışmalarında barsak mikrobiyotası bozulan hayvanların öğrenme ve hafıza yeteneklerinin azaldığı gösterildi. Barsaklarımızda yediğimiz besinler sadece bizim tarafımızdan değil, bakteriler tarafından da sindiriliyor. Bunun sonucunda bazen toksik maddeler oluşabiliyor. Kolon kanseri hastalarında sağlıklı insanlardan farklı bakterilerin olduğu ve bu bakterilerin kanserojen üretebildiği, bunun da polip ve kansere yol açtığı birçok hayvan ve insan çalışmasında gösterildi. Gelecekte bu bakterilerin daha iyi tanımlanmasıyla tedavi edilerek kolon kanseri önlenebilir. Obezite ve Barsak Bakterileri Obezite toplum sağlığı sorunu. Birçok nedeni var ama en başta Batı tipi yaşam tarzı. Batı tipi yaşam barsak mikrobiyotasını bozuyor, fast-food ve dondurulmuş, hazır gıdalar bar- Diyet ve Mikrobiyota Barsak bakterilerinden söz ediyorsak diyetin bunu etkilememesi mümkün değil. Günümüz beslenme tedavileri kaloriler, yağlar, proteinler, karbonhidratlar ve bunların dengelenmesi ile yapılıyor. Ama unutulan bir faktör var, barsak bakteri yapısını olumlu yönde değiştiremezseniz, kilo vermek pek mümkün değil. Ekim 2014 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 53 Avrupa Gastroenteroloji kongresinden sunulan Fransa’da yapılan bir çalışmada, diyet verilen obezlerden sadece barsak bakteri yapısı belirli şekilde olanlar kilo veriyor. Yani bazı insanlar az kalori alsalar bile barsak bakterileri kalori üreterek zayıflamalarını zorlaştırıyor. Sanırım gelecekte çok farklı zayıflama diyetleri (örneğin mikrobiyota değiştirici diyetler) gündeme gelecek. Hangi yiyecekler mikrobiyotamızı olumlu yönde etkiler? Bu kritik soruya bazı örneklerle yanıt verelim: Kırmızıbeyaz et farketmez hepsi mikrobiyotayı bozuyor, ama yapılan çalışmalarda yanında yeterince sebze yerseniz bu zararı dengeliyor. Yararlı bakterileri arttırdığı bilinen lifli gıdalara prebiyotik deniyor. Bunlardan en güçlüsü soğan, özellikle soğanın dış kabukları. Bunun dışında yer elması, hindiba kökü, arap sakızı (arabic gum), inülin sayılabilir. Yulaf kepeği ve ezmesi de fena değil. Ama buğday kepeği suda çözünmediği için bu amaçla kullanılmıyor. Son yılların moda gıdası mısır şurubu kökenli früktoz ise tam bir felaket. Barsak bakterilerini hızla olumsuz yönde değiştiriyor ve beyine açlık sinyali gönderiyor. Doymuş yağ asitleri barsakta inflamasyonu başlatarak barsak bakterilerini bozuyor. Yoğurt bizim geleneksel gıdamız. Evde yapılan taze yoğurt yararlı bakteriler içeriyor ama barsaklara ulaşması biraz zor. Mide asiti bunların çoğunu parçalıyor, kurtulanlar kalın barsağa ulaşarak etkili olabiliyor. Bir tablet probiyotik (yararlı bakteri içeren ilaçlar) etkisi elde etmek için her öğünde 1-2 kg yoğurt yemek gerekir. Kefir ise yararlı olabilir ama içinde 10 çeşit bakteri 10 çeşit mantar içeriyor ve bunlarla ilgili bilimsel çalışma az. Bazen zararlı da olabileceğinden kullanırken dikkatli olmak gerekiyor. yağlanması ve iltihaplı yağlanmanın barsak bakterileri ile bağlantılı olduğu anlaşıldı. Barsaklarla karaciğer aslında farklı organlar değil. Barsaklardan emilen ve süzülen tüm kan karaciğere tek bir ana damarla geliyor (portal ven) ve burada karaciğer içinde işleniyor. Eğer barsaklarınızda zararlı bakteri fazlaysa, onların oluşturduğu toksinler ve zararlı maddeler karaciğeri bombardımana tutarak hasar veriyor. Bu hasarın göstergesi ilk başta yağlanma daha sonra yağlı bir karaciğerde iltihaplanma oluşuyor. Bu yıl yapılan bir çalışmada obez ve yağlı karaciğeri olan çocuklara 6 hafta probiyotik (yararlı bakteriler) verilmesi ile kilo azalması, karaciğer yağ miktarında %30 a yakın azalma ve kan testlerinde düzelme görüldü. Bu da bize karaciğer sağlığımız için barsak bakterilerimizin ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Aynı şey alkole bağlı karaciğer hastalığı için de geçerli. Kahve, Tatlandırıcılar ve Barsak Bakterileri Kahve çoğu doktorun eskiden beri yasakladığı içeceklerdendir. Aslında günde 3 kupa filtre kahve içilmesinin kiloyu azalttığı, karaciğer yağlanmasını azalttığı ve siroz hastalarında hastalığın ilerlemesini yavaşlattığı gösterildi. Kahve ve çay (hem de siyah çay) ile ilgili yapılan çalışmalarda, içerdikleri flavonoidlerin yanı sıra barsak bakteri yapısını olumlu yönde değiştirdikleri bulundu. Tatlandırıcılarla ilgili sürpriz bir çalışma ise 3 ay önce saygın dergi Nature’da yayınlandı. Tatlandırıcıların barsak bakteri yapısını bozarak insülin direncini arttırdığı bulundu. Fekal Mikrobiyota Nakli Karaciğer Yağlanması Son yılların en moda hastalıklarından biri. Bazı hastaları siroza hatta karaciğer kanserine kadar götürebiliyor. Toplumda sıklığı oldukça fazla. Karaciğerimizin neden yağlandığını tam olarak bilmiyoruz, genellikle obezite, diyabet tetikliyor. Ama bazen zayıf ve hiçbir hastalığı olmayanlarda da görülüyor. Son yıllarda karaciğer 54 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Fekal mikrobiyota nakli kısaca dışkı transferi. Her ne kadar itici olsa da Dünyada giderek artan bir tedavi yöntemi. İlk kez ABD’de antibiyotiğe bağlı geçmeyen ishal (Clostridium difficile) için kullanılmaya başlandı. Tüm antibiyotiklere dirençli olan bu hastalarda %96 başarı sağlandı. İşlem kısaca şöyle, bir yakınından alınan dışkı örneği tüm hastalıklar tarandıktan sonra sulandırılarak bir şekilde hasta kişinin barsağına veriliyor. İşlemden sonra sağlıklı kişinin bakterileri hasta kişinin barsağına yerleşerek çoğalmaya başlıyor ve hasta iyileşiyor. Bu başarıdan sonra diğer hastalıklarda da denenmeye başladı. İlk başlarda inflamatuvar barsak hastalığı denendi, şu ana kadar sonuçlar değişken, yani bazı hastalarda çok iyi sonuç alınırken bazılarında işe yaramıyor. Ayrıca birkaç defa tekrar etmek gerekiyor. İrritabl barsak hastalığında yine birkaç hastada başarılı sonuçlar var. Amsterdam’da diyabet ve insülin direnci olan hastalara nakil yapılıyor. İlk sonuçlar oldukça başarılı, şeker hastalığını tamamen tedavi etmese de insülin direncini oldukça azaltıyor. Gelecekte obezite, kolon kanseri, alerjik hastalıklar, Romatoid Artrit, ve birçok hastalıkta uygulanması mümkün. Bu alana ilgi o kadar yoğun ki yurtdışında hastalar doktorlarına bu tedaviyi almak için baskı uyguluyor. Ancak henüz bilimsel çalışma aşamasında olduğu için çalışma dışında bu tedaviye uygulamak zaman alacaktır. Fransa’da, Amerika’da ve bazı ülkelerde bakteri bankası oluşturulmaya başlandı. Fransa’daki Enterome şirketi birçok hastalıkla tanısal kit üretmek için harekete geçti, Amerika’da da büyük şirketler bu alan girmeye başladı. Henüz Daha Emekleme Aşamasında Olan Bir Alan Barsak mikrobiyotası henüz emekleme aşamasında, ama ilk bulgular tıpta birçok hastalığın içine gireceği, tanı ve tedavide yer alacağı şeklinde. Gelişmiş ülkeler bu potansiyelin farkına varalı 5 yıl oldu. Geçmiş 20 yıl genetik çağı iken gelecek 20 yılın mikrobiyota çalışmaları olması muhtemel gözüküyor. Türkiye bu konuda henüz start almadı ama Türkiye için bu alanın farklı bir önemi var. Bizim beslenme alışkanlığımız (hızla değişmekle birlikte) Batı ülkelerinden farklı. Bu nedenle kendimize özgü bir barsak bakteri yapımız olması muhtemel. Bunun çalışılmasıyla, bize özel tanı ve tedavi yöntemleri geliştirilebilir. Umarım gelecekte daha fazla bilim insanı ülkemizde bu konuya eğilir ve böylece bu yarışta geri kalmayız. haber DİZİ SETLERİNDEN ORGAN BAĞIŞINA TAM DESTEK Sağlık Bakanlığı ve AB’nin ortaklaşa yürüttüğü “Organ Bağışında Uyum İçin Teknik Yardım Projesi” kapsamında, “Ulan İstanbul”, “Arka Sokaklar”, “Kaçak”, “Hayat Yolunda” ve “Kocamın Ailesi” setlerinde Türkiye’deki organ bağışı ve nakillere ilişkin bilgi verilerek ziyaret edildi. Sağlık Bakanlığı ve Avrupa Birliği (AB) tarafından ortaklaşa yürütülen “Organ Bağışında Uyum için Teknik Yardım Projesi” kapsamında dizi setlerine yapılan ziyaretlerde, yapımcı, yönetmen ve oyuncularla bir araya gelindi. Avrupa Birliği (AB) Organ Bağışında Uyum İçin Teknik Yardım Projesi Takım Lideri Dr. Lajos Kovacs, Türkiye›de organ bağışının artırılmasını amaçladıklarını vurgulayarak, «Sağlık personelinin dışında bağış ve nakil konusunda toplumda da bilgi ve farkındalığın artırılması gerekiyor. Bu konuda sizlerden de destek bekliyoruz» diye konuştu. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, yapımcı, yönetmen, oyuncu ve diğer teknik ekibe yaptığı açıklamada, Türkiye’de yaklaşık 25 bin kişinin organ nakli beklediğini, yeterli bağış olmadığı için yaklaşık her yıl 2 bin kişinin hayatını kaybettiğini söyledi. Organ bağışı konusundaki farkındalığın artırılmasının önemini vurgulayan Kapuağası, bu konuda kanaat önderlerine sorumluluk düştüğünü dile getirdi. Kapuağası, sanatçıların da bu konuda yol gösterici olabileceğine dikkati çekerek, “Bakanlık yetkilileri olarak farkındalığın artırılması için çalışmalar yürütüyoruz ancak 56 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 ne yaparsak yapalım biz her haneye giremiyoruz. Oysa, sizler, değerli sanatçılarımız, oyuncularımız, diziler ve filmler aracılığıyla bir anda milyonların evine girebiliyorsunuz. Bu nedenle sizlerin vereceği bir mesaj organ bağışında farkındalığın artırılabilmesi için çok çok önemli” dedi. Dizi ve filmlerde organ bağışının işlenmesinin, bir kişinin bağışlanan organla tekrar yaşama döndüğünün gösterilmesinin önemli olduğunu belirten Kapuağası, bu konuda katkı sağlayan senarist, yapımcı ve oyunculara teşekkür etti. Proje Koordinatörü ve Organ Nakli Birim Sorumlusu Mehmet Ali Aydın, duygusal bir yanı olan bu konuyu en iyi oyuncuların hissettirebileceğini vurguladı. Aydın, şöyle konuştu: “Organ bağışı hayattır. Ölümün ardından organların bir başka bedene can vermesine fırsat tanımaktır. Bu, kimi zaman bir anne, kimi zaman bir çocuk, kimi zaman genç bir delikanlı olabilir. Yaşama şansı isteyen bir kişinin duygularını en iyi sizler anlatabilirsiniz. Bu yüzden sizlere ihtiyacımız var.» Arka Sokaklar Dizisinden Şevket Çoruh Tam Destek Verdi Kimi bölümlerinde senaryo gereği organ mafyasını da işleyen diziler arasında yer alan Arka Sokaklar dizisinin başrol oyuncularından Şevket Çoruh, dikkatli bakıldığında herkesin çevresinde organ bağışına ihtiyacı olan kişilerin olduğunu görebileceğini söyledi. Türkiye’de mutlaka bağışların artırılması gerektiğine inandığını söyleyen Çoruh, «Organlarımızı başkasına vermemiz, bir başkasına da yaşama şansı sağlayacak. O yüzden Türkiye›deki tüm insanları organ bağışına davet ediyoruz. Organ bağışı güzel bir şeydir” dedi. Dizinin sevilen kahramanı Hüsnü komiser Özgür Ozan da herkesin bir gün organa ihtiyaç duyabileceğini vurgulayarak, şunları söyledi: “Kimilerinde ‘acaba organlarımı bağışlamış olursam ölmeden alırlar mı’ şüphesi var. Öncelikle bu yanlış algının düzeltilmesi, insanların aydınlatılması gerekiyor. İnsanlar, böylesi bir cehalet içerisindeler. İnsanların kendilerine emanet edilen organlarına iyi bakarak, kendilerinden sonra da fayda sağlamaları gerekir.” Kendisinin de 9 yaşında bir çocuğu olduğunu anlatan Ozan, organ bağışının konu alındığı bir rolün zor olabileceğini belirtti. Ozan, “Bir baba düşünün ki evladını kaybetmiş; bir baba düşünün ki oğlunun yaşaması yazıları ve program aracılığıyla aydınlatılması gerektiğini dile getirerek, “Organ bağışının sanatçılar, yazarlar gibi kanaat önderleri aracılığıyla halkın hücrelerine kadar yayılması çok önemli» dedi. Kendisinin de organ bağışçısı olmayı istediğinin altını çizen Bozoklu, “Bunu en kısa zamanda yapacağım” diye konuştu. için organa ihtiyacı var. Bir taraf acı içinde, diğer taraf evladına organ bulmanın sevinci içerisinde. İki zıt duygu. Ben ikisini de istemezdim ama organa ihtiyacı olan bir babayı sadece ve sadece oynamak isterdim” diye konuştu. Ulan İstanbul Dizisinin Senaryosuna Bilinçlendirme Bölümleri Eklenecek En sevilen aksiyon dizileri arasında yer alan Ulan İstanbul dizisinin yönetmeni Murat Onbul, dizilerde konunun genellikle organ mafyası şeklinde işlendiğini belirterek, bunun korkuya yol açabildiğine dikkati çekti. Onbul, “Suç gerektiğinde bunları kullanmak zorunda kalabiliyoruz. Oysa bunları yaparken de bu işin olması gereken tarafını da anlatabilirsek, eminim çok faydalı olacağız. Dizilerde organ bağışının işlenmesi için senaristlerimizle konuşarak, suç unsurunun yanı sıra aynı zamanda bilinçlendirme için de kısımlar bulmalıyız. Ulan İstanbul ekibi olarak, bu konuyla ilgili ciddi bir şeyler yapmaya çalışacağız, senaristimizle görüşeceğim. Ben de organlarımı bağışlamayı düşünüyorum, gerekli müracaatları yapacağım” dedi. Başrol oyuncu Uğur Polat da organ bağışının çok fazla dizide işlendiğine şahit olmadığını belirterek, «Bunun bir kültür haline gelmesi, bunun için de konunun mutlaka dizilerde işlenmesi gerektiğini, herkesi bu konuda sorumluluğa davet ettiğini” bildirdi. Kendisinin bugüne kadar organ bağışını içeren bir rol oynamadığını ifade eden Polat, “Organ bağışında bulunan ya da bağışlanan organla hayata dönen bir kişiyi seve seve oynardım” diye konuştu. Başrol oyuncularından Şebnem Bozoklu da konunun, sevilen dizi, köşe Kaçak Dizisinden Haluk Bilginer: Ben, Bir Organ Bağışçısıyım Kaçak dizisinin yönetmeni Serkan Birinci, kendisinin de organ bağışında bulunmayı düşündüğünü belirterek, bunun ne şekilde yapılacağının da tam olarak bilinmediği eleştirisinde bulundu. Konunun, dizilerde işlenebilmesi için bir hikayeye dayandırılması gerektiğini, bu konuda da senaristlere görev düştüğünü ifade eden Birinci, “Eşim de senarist. O’na yazdığı senaryolarda bunu işlemesini rica edeceğim. Ayrıca kendim ve yapımcım adına, senaristimizle konuşma sözünü verebilirim” diye konuştu. Usta oyuncu Haluk Bilginer, herkesin organlarını bağışlaması gerektiğini düşündüğünü ifade ederek, “Öleceğini bilen tek yaratık insan. Bir gün nasıl olsa öleceğiz. Öldükten sonra başkasının yaşamasına katkıda bulunmak için mutlaka organlarımızı bağışlamamız gerekiyor. Ben, bir organ bağışçısıyım mesela” diye konuştu. Bilginer, bu konuyu işleyen iyi yazılmış bir senaryoda her rolü oynayacağını söyledi. Memati olarak ünlenen dizinin oyuncularından Gürkan Uygun da dizilerde bu tür bir yönlendirmenin yapılabileceğini ifade ederek, “Her şeyden önce bu bir oyuncunun değil vatandaşlık görevidir. Ancak popüler insanlar olan sanatçıların bağışçı olması olumlu etkiyi artıracaktır. Ancak, dizilerin içerisinde rol modellere bunu yaptırmak daha faydalı olacaktır” diye konuştu. halkın üzerinde çok daha etkili olur” dedi. Uygun, kendisinin de organ bağışında bulunacağını dile getirdi. Dizi oyuncularından Burak Deniz, herkesin organlarını bağışlaması gerektiğini, kendisinin de bağışçı olacağını belirtti. Özellikle aksiyon dizilerinde sadece organ mafyalarının işlenmemesi gerektiğini ifade eden Deniz, «Bağışlanan organla bir kişinin hayatını kurtarması de konu içinde yer almalı. Bu senaristlerle alakalı bir durum. Örneğin, dizinin iyi kahramanlarından biri, bağışlanan bir organla hayata dönerse çok etkili olacaktır» dedi. Hayat Yolunda Dizisinden Burak Yamantürk: Ölümünün Ardından Başka Birine Can Verebilmenin Çok Değerli Hayat Yolunda dizisinin başrol oyuncularından İlker İnanoğlu, kendisinin daha önce “Hayat Ver” projesine katıldığını anımsatarak, her zaman organ bağışına ilişkin projelerde yer almayı arzu ettiğini söyledi. Kendisinin de organlarını bağışladığını ve bunun en önemli vasiyeti olduğunu vurgulayan İnanoğlu, “Yurt dışında ehliyetimde de yazıyor. Bence dünyanın en güzel şeyi, ölürken, kim bilir kaç kişiye can vereceksiniz. Organ bağışı, bir kişinin yapabileceği en büyük sevaptır bence” dedi. Hayat Yolunda dizisinin ünlü beyin cerrahı Selim Savaş karakterini canlandıran Burak Yamantürk de herkesin bir gün öleceğini, ancak ölümünün ardından başka birine can verebilmenin çok değerli olduğunu söyledi. Yamantürk, “Organ bağışı sayesinde bir hayat biterken, yeni bir Uygun, dizilerdeki ana karakterlerin hikayelerinin bir köşesine bu konunun yerleştirilmesinin çok katkı sağlayacağını belirterek, “Bir ana karakter organlarını bağışlayabilir ya da organ bağışıyla hayatı kurtulabilir. Bu SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 57 hayat başlıyor. Bir insana hayat vermekten daha güzel bir şey olamaz” dedi. Bu konuda olumlu mesaj verebilmenin kendisi için önemli olduğunu ifade eden Yamantürk, “Organlarınızı bağışlarsanız değil, bağışlamazsanız eksilirsiniz” diye konuştu. cularından Ayşenil Şamlıoğlu, organ bağışında farkındalığın artırılabilmesi için oyuncuların her birinin katkı sağlaması gerektiğini ifade etti. Yıllar önce kendisinin tüm organlarını bağışladığını dile getirdiğini anlatan Şamlıoğlu, “İnsan canı o kadar değerli ki ben gittikten sonra geride organımla bir can bırakabileceksem, bundan daha değerli bir şey düşünemiyorum” diye konuştu. Şamlıoğlu, bu konuda insanların bir kısmında «günah» ya da «bağışladığında kendisinin erken öleceği» gibi endişelere kapıldığını öne sürerek, «Bu yanılgının giderilebilmesi için her alandan destek gerekiyor. Televizyon, herkesin evine girdiği için etkisi çok yüksek» dedi. Muhteşem Yüzyıl dizisinden Sarı Selim olarak tanınan ve bugünlerde başarılı doktor Cem Korcan karakterini canlandıran Engin Öztürk de organ bağışında üstünde durulması gereken tek konunun “insanı yaşatmak” olduğunu belirterek, “İnsanın yaşaması için varsa böyle bir imkanımız, neden kullanmayalım?” dedi. Bu konuda bilgili ve bilinçli kişilere sorumluluk düştüğü değerlendirmesinde bulunan Öztürk, “Özellikle bilinçli kişilerin, diğer kişileri organ bağışı için ikna etmesi gerekiyor” açıklamasında bulundu. “Organ bağışı hayat kurtarır” diyen başrol oyuncularından İpek Karapınar da Hayat Yolunda dizinin bir bölümünde bu konuyu işlediklerini anımsatarak, bu şekilde vatandaşların bilinçlenmesi için mesaj vermeye çalıştıklarını dile getirdi. Halkın gönlünde Mahidevran karakteri ile taht kuran Nur Fettahoğlu ise organ bağışının öneminin çok iyi kavranamadığını düşündüğünü aktararak, “Organ bağışının hayat kurtardığının artık farkına varmak lazım. Bu nedenle lütfen organlarımızı bağışlayalım” diye konuştu. Kocamın Ailesi Dizisi Ekibi: “Lütfen Organlarınızı Bağışlayın” Kocamın Ailesi dizisinin usta oyun58 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Ayşenil Şamlıoğlu, organ bağışının işlendiği bir senaryoda, organ nakli beklerken çektiği acıyı anlatan birini oynamayı istediğini anlattı. Oyuncularından Füsun Kostak, organ bağışının artırılabilmesi için dizilerde bu konunun işlenmesi gerektiğine inandığını belirterek, kendi dizilerinde de böbrek naklinin ele alındığı hatırlattı. Konunun, dizilerde de yeteri kadar yer aldığını düşünmediğini, ancak mutlaka konunun altının çizilmesi gerektiğini vurgulayan Kostak, “Özellikle çocukların önlerinde uzun yıllar var ve onların mutlaka nakile ihtiyacı bulunuyor. Bu nedenle organ bağışına katkıda bulunalım” çağrısında bulundu. Genç oyunculardan Murat Okay, kendisinin organ bağışçısı olduğunu belirterek, geçmişte organ mafyasını işleyen bir rolü canlandırdığını söyledi. “Yapılan şeyin yanlış olduğunu görüp bunu içselleştirdiğinde insan kendini çok kötü hissediyor. Güzel mesaj veren doğru bir projenin her yerinde olmak isterim. Lütfen organlarınızı bağışlayın” dedi. Usta oyunculardan Zuhal Yalçın da sanatçıların bu konuda önderlik yapması, ancak bu konuda sosyal medyanın da iyi kullanılması gerektiğini dile getirdi. Twitter’dan her duyarlı vatandaşın organ bağışı çağrısında bulunarak, duyurulmasını sağlayabileceğini ifa- de eden Yalçın, “Sadece 140 karakterle sosyal medyadan organ bağışının duyulması sağlanabilir. Herkesi bunu yapmaya çağırıyorum” dedi. Sanatçıların bu konuda öncü olabilmesi için Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere yetkililerin bilinçlendirme çalışmalarına ağırlık vermesi gerektiğini ifade eden Yalçın, “Ancak, bizler bilinçlendikten sonra elbette dizilerde ve tiyatrolarda bunu dile getiririz” diye konuştu. Yalçın, yıllar önce babasının böbrek yetmezliğinden kaybettiğini anlatarak, duygularını şöyle ifade etti: “Ben zaten organ bekleyen evlattım zamanında. Çünkü, babam böbrek hastasıydı, diyalize bağlıydı. Biz, çok uzun süre böbrek bekledik ama gelmedi o böbrek. Beklemek zor, bekleyene de bekletene de çok zor... Oyuncu olarak bir senaryo da bekleyen ya da bağışlayan kişiyi de oynamak isterdim. Biri yaşadığım, biri düşündüğüm bir şey. Babacığım, aramızda yok... Ben en çok çocuklar için üzülüyorum. Çocuklar için organlarınızı lütfen bağışlayın.” Oyunculardan Şehsuvar Akbaş da organ bağışı ile ilgili önyargıların artık son bulması gerektiğini belirterek, “Bizde geçmişten bu yana bu bir sorun, gelişmiş ülkelerde böyle bir şey söz konusu değil” dedi. Kendisinin de organlarını bağışlayacağını dile getiren Akbaş, herkesi bağış yapmaya davet etti. Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... hayatıniçinden HAYATIN YARATTIĞI BOŞLUKLARA, “Hayat” ı KOYMAK Canan PERDAHLI Eğer bir fırsatım daha olsaydı, geçtiğim tüm yollardan bir daha geçer; yaptığım hataları yeniden yapar; aynı hayatı yeniden yaşardım. Bugün beni ben yapan ne varsa tüm acılara, tüm sevinçlere, haksızlıklara, mutluluklara ve umutlara selam olsun… Ben bir ileri evre meme kanseri mücadelecisiyim. Aslında kanser benim hayatımda hep vardı. Hele de meme kanseri… Anneannem, babaannem ve halam… Verdikleri onurlu mücadeleye tüm ailemiz şahitlik etti. Bir gün benim de başıma geleceğini hissediyordum. Sadece bu kadar genç yaşta karşılaşacağımı tahmin etmemiştim. “İnsan gençken hastalanmaz” gibi bir inanış oluyor nedense. Benim yapılacak onca işim, gidilecek onca yolum vardı. Hastalık da neydi? Daha önem60 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 li şeyler varken, bitirilmesi gereken işler, yetiştirilmesi gereken evraklar, görüşülmesi gereken “önemli” insanlar, çıkılması gereken tepeler… Bir tek izlenmesi gereken gün batımı ya da gün doğumu yoktu o karmaşada. Oysa doğa tüm cömertliğiyle kendini sunarken, ben geçtiğim yollarda kafamı bile kaldırmamıştım, bir yerlere “yetişmek” uğruna… Ay’a Ayak Basacağımın Hayaliyle Büyüdüm Çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerim hayaller kurmak, onlara inanmak ve onları gerçekleştirmek için bu hayallerin ardından koşmakla geçti. Ay’a ayak basacağımın hayaliyle büyüdüm, mesela. Ay’a gidemedim ama kendime, içime doğru büyük ve gerçek yolculuklar yaptım. Aslında ben hep “yolda olmayı” seçtim hayatımda. Hayatı da algılayışım bu şekildeydi. “Doğru” ya da “yanlış” yoktu. Tüm deneyimlerimizin toplamına “hayat” deniyordu. Gazi Üniversitesi Maliye Bölümü’nden mezun olduktan sonra mali mevzuat içerikli bir yayınevinde editör olarak çalıştım. Daha sonra 2005 yılında yaşam yolumda bambaşka ve yepyeni bir kapı açmayı hedefleyerek Yeni Zelanda’ya gittim. Sınırlarımı görmek, yeniden başlamak, yeni hayatlara karışmak, korkularımla yüzleşmek, kendim olmak için… Yeni Zelanda süreci, doğumumdan sonraki ilk büyük bir yolculuğumdur. Bu benim kişisel gelişimimdeki en önemli süreçlerden biriydi. Yeni Zelanda’da bir otelin restoranında bulaşıkçılık yapmaya ve yeni bir kültüre alışmakla başladım her şeye. Kalıplarımı kırmaya ve iç dünyamı genişletmeye başladım. Dünya sandığımızdan küçüktü ve imkansız diye bir şey yoktu. İlk öğreti buydu. Geçimimi sağlamak için çalıştığım otelin diğer birimlerinde de fazla mesai yapmaya başladım. Çalıştığım sektörü çok sevmeye başladım bu süreçte, benim için geçim sağlamaktan çıkıp yeni bir meslek edinmeye doğru bir yolculuk başladı. Orada Otelcilik eğitimimi tamamladım ve bulaşıkçılık yaparak başladığım sürecin sonunda çalıştığım otelin yöneticilerinden biri oldum. Gece mesaileri yapıyor, yeni insanlar tanıyor, onlarla iletişim kuruyor, çok çalışıyor, her şeyin mükemmelini arıyor, zevkle koşuyordum her işe… O kadar çok koşuyordum ki, yaklaşık 7 yıldır mememde büyüyen kitleden habersiz yaşıyordum… Evet, 32 yaşında ben yokuşları tırmanırken, hiç de kendisiyle uğraşacak zamanım yokken çıkıverdi karşıma “kanser”… Hoşgeldin Hayat… İlk duyduğumda “sonunda...” dedim. Kanser tanısı aldığına benden başka sevinen var mıdır bilemiyorum ama bu haberle artık korkacağım bir şey kalmamıştı. Hayatta en korktuğum şey başıma gelmişti ve üstelik iyi tarafı da erken evrede yakalamamızdı. Yeni Zelanda’da yapılan tetkikler sonunda EVRE-1 olduğu tespit edilmişti. Bu çok sevindirici bir haberdi. Ailem Türkiye’ye gelmemi istedi. Gerek olmadığını düşündüysem de Türkiye’ye döndüm. Planlarıma göre; kısa süreli tedavimi olacak hatta bir de tatilimi yapacak ve sonra Yeni Zelanda’ya işimin başına geri dönecektim. Bu benim planımdı. Bir de hayatın bana hazırladıkları vardı ki her şey tahmin ve beklenenin ötesindeydi. Hiç Farketmediğim Papatyalar Onkoloğumun verdiği haberin ardından, düşüyordum sanki. Yüksek çok yüksek bir yerden düşüyordum. Kulaklarım uğulduyor. Dışarıyla tüm bağım kesilmişçesine tek düşündüğüm: “Bunca yıl boyunca neler yapmadım ben?” “Neleri eksik yaşadım?” oldu, hızlıca. Doktorumun muayenehanesindeydim bunları öğrendiğimde. Oturduğum koltuğun karşısında duvarda bir sulu boya papatya resmi duruyordu. Gözyaşları içinde, “Papatyaların bu kadar güzel olduğunu nasıl da fark etmemişim bu güne kadar” diye düşündüm. “Daha fark etmediğim neler vardı acaba bu hayatta, her gün baktığım ama göremediğim?” Sonra içimden “Bu tabloyu buraya umut olsun diye mi koymuşlar?” diye geçirdim. Evet evet… Umut olsun diye… “Eğer biraz daha yaşama fırsatım olursa, yapmak isteyip de ertelediğim her şeyi yapacağım” diye küçük pazarlıklara başladım. Onkoloğumun kararıyla, 1-2 gün içinde tedavi sürecim başlamış oldu. Kemoterapiler sırasında saçlarım döküldü. İlk dökülmeye başladığını anlar anlamaz, koşa koşa bir erkek berberine saçlarımı kazıtmaya gittim. Bir kadın kuaföründe kadınların bu konuda daha duygusal davranıp, çok soru sorma ihtimallerinden kaçtım açıkçası. Erkek berberine girdiğimde sadece saçlarımı ka- zıtmak istiyorum dedim. Aralıklı olarak dökülen saçlarımı gören berber sadece “geçmiş olsun.” dedi ve saçlarımı kazıdı. Saçlarımı kazıtmak değişik bir deneyimdi. Gözlerimin ışıltısını ilk kez gördüm. Bu muhteşem bir şeydi. Yaklaşık 5 ay süren 6 kür kemoterapi tedavisinin ardından yapılan tetkiklerle mememdeki, akciğerimdeki ve kemiğimdeki tümörlerin küçülmeye başladığını öğrendik. Evet gerçekten zorlu bir süreçti. Ancak bu yolda tüm zorlukları ve heyecanları ailemle ve sevdiklerimle paylaşmış olmak dünyanın en güzel şeyiydi. Yeni deneyimlere ve farkındalıklara kucak açmış olmak en büyük kazanımımdı. Genel Cerrahımın ve Onkoloğumun kararıyla ameliyat olmama ve sol mememin tamamının alınmasına (mastektomi ameliyatı) karar verildi. Bu süreci aslında büyük bir sevinçle karşıladığımı söylemeliyim. Çünkü şunu çok net biliyordum ki, benim durumumdaki bir hasta için ameliyat kararının verilmiş olması onun yaşama dönüyor olduğunun kanıtıydı. İleri evre meme kanseri hastaları için ameliyat edilmek büyük bir şanstır. Dolayısıyla meme kaybı beni “o dönem” hiç etkilemedi diyebilirim. Hayatta kalmak için bir organımı verdim g ö z ü y l e bakıyordum. Kazanmak Türkiye’de yapılan rutin tetkikler neticesinde Evre-4 (metastazik) meme kanseri tanısı aldım. Yeni Zelanda’da yapılan tetkik sonuçları yanlıştı. Kanser hücreleri sol mememden akciğerime ve kemiğime sıçramıştı. Kendimi cidden hasta gibi hissediyordum artık. İşte o haberle ben, o gün “öldüm”. Ve bana geriye “hayat” kaldı. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 61 için kaybetmeyi bilmek gerekiyordu. Bugüne kadar yaşadığım tüm kazanışlar ve kaybedişler gibi… Ameliyata girişim bir şölen gibiydi. Ameliyathaneye gitmeden önce giydirilen tüm giysiler, Ay’a gidilirken giydirilen kostüm gibiydi benim için. Astronotlar gibi birileri tarafından giydiriliyor, başınıza kask yerine ameliyat bonesi takılıyordu. Bir sedye üzerinde sanki gerçekten Ay’a gidiyormuş gibi uğurlanıyordunuz. Ameliyathane ortamı ise tamamen bir uzay mekiğini andırıyordu. Tüm bu benzerlikleriyle ameliyat benim için hiç de korkunç bir deneyim değildi. Etrafımdakiler kaygılı gözlerle yanımda dururlarken benim aklımdan bunlar geçiyordu. Ben gülümsüyordum, onlar gözyaşlarını zor tutuyorlardı. Ameliyata girerken, sol mememin üzerine “güle güle kanser” diye yazdım. Böylelikle sol mememle vedalaşmış da oldum. Ameliyattan sonra kanserin sol yanımda yarattığı boşluk elbette biraz can acıtıcıydı. Beden bütünlüğü açısından bir memenizin olmayışıyla baş etmek zor bir süreçti. Ama ben o boşluğa “hayatı” koydum. Tüm tedavim 9 ay sürmüş ve ben bu 9 ayın sonunda yeniden doğmuş gibiydim. Yeni öğrenmeler, yeni deneyimler, yeni mutluluklar, yeni acılar… Hayatta olmak, hayata dahil olmak böyle bir şeydi. Tüm tedavilerin ardından yapılan tetkikler neticesinde, vücudumun hiçbir yerinde kanser hücresine rastlanmadığını öğrendik. Vücudumdan giden kanserle birlikte tüm olumsuz deneyimlerde gitmiş oldu. Onunla birlikte daha önceleri yaptığım hatalar ve kendimden hoşnut olmadığım duygular da gitti. Kanserden geriye bana “hayat” kaldı. Ve ben ona öylesine minnettarım ki, müthiş kazanımlarla hayata geri döndüm. Yaşam hiç birimize adil değil biliyorum. Herkesin bu hayatta bir hikayesi var. Hiçbir şey ne eksik ne fazla yaşanıyor bu hayatta… Hep olması gerektiği kadar. Yaşama Dahil Olmaya Başlamak Tedavi sonrası her şey bittiğinde siz hayata kaldığınız yerden devam et62 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 meye çalışırsınız. Aslında hayat aynıdır ama siz artık eski siz değilsinizdir. Algınız, bakış açınız, duruşunuz değişmiştir. Fiziksel, ruhsal ve bedensel büyük bir değişimin içinden çıkıp, kaldığınız yerden başlamanız gerekir. Benim için bu geçiş oldukça sakin ve uyumlu oldu diyebilirim. Tedavilerim sırasında bir meme kanseri hastasının nelere ihtiyacı olduğunu, Türkiye’deki eksiklikleri daha iyi gözleme fırsatı buldum. Bu süreçte kendime bir söz verdim: “En az bir kadının hayatına dokunacağım ve meme sağlığı farkındalığı için topluma çalışacağım…” Bu sırada Genel Cerrahım Prof. Dr. Ercüment Tekin ile birlikte, onun kurmuş olduğu Sentez Meme Sağlığı ve Hastalıkları Enstitüsü’nde Hasta Programları Direktörü olarak çalışmaya başladım. Hastalarımızın sosyal ihtiyaçlarına yönelik faaliyetler düzenlemeye onları bir araya getirmeye başladık. Hastalığın her evresiyle yakından ilgilenerek, tüm tıbbi çalışmaları takip etmeye konuyu daha iyi algılamak üzere çalışmaya başladım. Avrupa’da kurulan ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu EUROPA DONNA (Avrupa Meme Hastalıkları Koalisyonu) ile 2011 yılında tanıştım. Spesifik olarak sadece meme sağlığı ve hastalıkları üzerine çalışmalar yapan Europa Donna Türkiye’de (Meme Hastalıkları Koalisyonu Derneği) gönüllü olarak çalışmaya başladım. Bu gönüllülük faaliyetleri bir süre sonra, bakış açımı genişletmeye başladı. Gördüm ki, bu yolda tahminimden çok daha büyük eksiklikler vardı. Bu eksikliklerin tamamlanmasını görmeye belki bizim ömrümüzün süresi yetmeyecekti ama bizler birer tuğla koyarak, bizden sonra gelen insanların yaşamlarını kolaylaştıracak belki de bir başkasının bir tuğla daha koymasına vesile olacaktık. Tekrar yola çıktım. Daha önce söylediğim gibi ben hep “yolda olmayı” tercih ettim… Europa Donna Türkiye’de bir süre sonra Yönetim Kurulu Üyesi oldum. Yurtiçinde ve yurtdışında konuyla ilgili eğitimler aldım, hala da almaktayım. Dernek olarak, yaptıklarımızdan kısaca bahsetmek isterim. Topluma genel meme sağlığı eğitimleri, 1318 yaş aralığındaki lise öğrencilerine meme kanseri farkındalığı eğitimleri, meme hemşireliği eğitimleri, akran eğitimi gibi etkinlik ve projeler, STK’ların kapasite geliştirme, proje yönetimi, kaynak ve gönüllü yaratma gibi konularında özel araştırmalar ve çalışmalar yapıyoruz. Hepimiz birer damla olarak sadece toprağı ıslatmaktan başka ne yapabiliriz ki? Eğer tüm minik damlalar beraber düzenli ve sistemli akarsak, toprağın yatağını değiştirebilir, sistemdeki tüm aksaklıkları da düzeltebiliriz. Doğru örgütlenme modelini kurup, el ele kol kola yol almak gerekir diye düşünüyorum. Ve Yeniden Kanser… Bu sırada tedavimin bitmesinin üzerinden 2 yıl geçmişti ki diğer mememde bir kalsifikasyon görülerek o mememin de tamamının alınmasına karar verildi. Aynı anda meme onarımı (rekonstrüksiyon) ameliyatıyla karından doku çevrilerek yeni meme görüntüsüne kavuştum. Patoloji sonucumun temiz çıkmış olması da hediyelerin en büyüğüydü. Vücut bütünlüğünün sağlanması açısından meme onarımı (rekonstrüksiyon) ameliyatının bir lüks değil meme kanseri tedavisinin bir parçası olduğunu vurgulamak isterim. Diğer kadın kanserlerinden çok daha farklı deneyimler yaşıyorsunuz meme kanseri tedavisinde. Yaşam dengeniz bazı kalıcı yan etkilerle beraber bozulmaya başlıyor. Sadece meme kaybı olarak düşünmemek gerek bunu, koltukaltı lenf nodlarının alınmasıyla birlikte kolda oluşabilecek bir lenfödem tehlikesiyle de karşılaşıyorsunuz. Bedeninize karşı olan algınız ne yazık ki “hasta bir beden ” olarak değişim gösteriyor. Meme onarımı ameliyatım da tamamlandıktan 1 yıl sonra ve rutin tetkiklerime devam ettiğim bir sırada, sağ akciğerimde minik bir kötü huylu tümör varlığı tespit edildi. Sağ akciğerimin üçte birinin alınmasının ardından 4 aylık bir kemoterapi tedavisi gördüm. Daha önce yaşamış olduğum tecrübeyle, bilinçli bir süreç geçirdim. Gördüm ki, bilgilenme ve ya tecrübe sizi yaşadığınız her türlü zorluğa karşı güçlü kılıyor. Zorluklarla mücadele etmek daha kolaylaşıyor. Sosyal hayatın içinde olmaya çalıştım hep. Ne yazık ki kanser günümüzde önlenebilir bir hastalık değil. Ancak erken tanı ile yaşam kalitesinin artırılması mümkün. Erken tanı ile yaşam dengesi korunabilir, emek, maliyet, iş gücü ve umut kaybını en aza indirgenebilir. Dolayısıyla tedavinin getireceği tüm geçici ve kalıcı yan etkiler yaşanmadan ya da az yaşanarak, sosyal hayatta kalınabileceğini gözlemledim. Erken evre meme kanseri hastası ile ileri evre meme kanseri hastasının yaşama karşı duruşları inanılmaz farklılık gösteriyor. İleri evre meme kanseri mücadelecilerinin özel bir ilgiyle, ihtiyaçlarının farklı şekilde karşılanması gerekiyor. Bu konu üzerinde özel çalışmalar yapmak istiyoruz. Türkiye’de Kanser Olmak Bütün bunların yanında, Türkiye’de meme kanseri tanısı alan hanımların yaş ortalamalarının gittikçe düşmesi ve hatta birçoğunun ileri evrede teşhis edilmesi de meme sağlığı ile ilgili olarak toplumda gerçekten bir meme sağlığı farkındalığının oluşmamış olduğunun göstergesidir. Yurtdışında katıldığımız kongre, panel ve toplantılarda gençlere yönelik özel sosyal destek çalışmalarının yapıldığını öğrendim. Biz de Türkiye’de bunu başlatabiliriz fikrinden yola çıkarak Genç Amazonlar adıyla Europa Donna Türkiye çatısı altında bir çalışma grubunu 2013 yılında Ankara’da kurdum. Gençlerin meme sağlığı farkındalığına dikkat çekmek ve hareketli yaşamı desteklemek üzere kurulan bu grup şuan kendi misyonunu gerçekleştirmek üzere çalışmalar yapıyor. Meme kanseri tecrübesi yaşamış hanımlar ve onların yakınlarından oluşan, benim de takım kaptanı olduğum “Genç Amazonlar Dragon Boat Kürek Takımı” da bu grubun en önemli aktivite grubudur. Takımdaki 20 hanım, yurtdışında ve yurt içinde yapılan Dragon Boat Festivallerinde meme sağlığı ve meme kanseri farkındalığı için kürek çekiyor, egzersiz ve hareketin önemini vurguluyorlar. Dışardan bakıldığında bile takım ruhunu hissedebilirsiniz. Atlamadan geçmek istemediğim diğer bir önemli konu da, Türkiye›de çoğu kadının beden sağlığı ve yaşamı üzerinde ne yazık ki hala erkeklerin söz sahibi olmaları. Hatta çeşitli sebeplerle eşlerini ya da kızlarını meme muayenesine göndermeyen erkekler olduğuna, bunun yanında meme kanserine yakalanmış olan kadınların kanser tedavisi sürecinde aile düzenlerinin bozulduğuna da zaman zaman şahitlik yapıyoruz. Bu konuda da başlattığımız çeşitli etkinliklerle erkekleri de bu sürecin bir parçası haline getirmeye çalışıyoruz. Onlara meme kanserinde erken tanının önemi vurgulanırken, erkeklerin bu konuya daha duyarlı olması gerektiği ve eşlerinin, kız kardeşlerinin, annelerinin beden sağlığına özen göstermelerinin teşvik etmeleri gerekliliğini anlatıyoruz. Elimizden geldiğince tüm farkındalığımızı ve mücadelemizden kalan tecrübelerimizi paylaşmaya, yeni insanlar, yeni tecrübeler edinmeye ve onlarla birlikte çoğalmaya çalışıyoruz. Yaşam hep bir alma verme dengesi içinde… Doğarken aldığımız ilk nefesi, ölürken vereceğimiz son nefesle dengelemek gibi örneğin. Ben bu hayattan aldığım, öğrendiğim ne varsa yeniden hayata geri döndürmek üzere yol alıyorum. Ve hayatın yarattığı boşluklara tekrar “Hayat”ı koyuyorum… Yollarımız hep aydınlık olsun… SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 63 gezelimgörelim SaklıBirHazine BAYBURT Uzm. Dr. Tuba HANCI Biyokimya Uzmanı Bayburt… Türkiye’nin en az nüfuslu ili. Marco Polo’nun da geçtiği, Çin’den başlayarak Akdeniz’e kadar uzanan tarihi İpek Yolu’nun Trabzon - Erzurum hattı üzerinde yer alıyor. Bayburt ili; Türklerin Anadolu’da yerleştikleri en eski yerleşim yerlerinden biri. Tarihi saat kulesi ve Bayburt kalesi görülmeye değer. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Bayburt adından bahsedilmiş. Bütün Türk kavimlerinin atası Dede Korkut’un da, Bayburt ve çevresinde bir dönem yaşadığına inanılıyor. Burada her yıl uluslararası bir şenlikle anılıyor Bayburt’tan Artvin’e dek uzanan, dünyanın en hızlı nehirlerinden Çoruh Nehri de şehrin simgelerinden. Bir Hayalin Peşinde… O rüzgarlı tepede bu yüzyıla ait çok nadir gördüğümüz eşşiz bir mimari ile karşılaştık. Baksı Müzesi; Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi tarafından verilen 2014 yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü’nü kazandı. Bu ödül dünyada çok saygı gören, Avrupa çapındaki müze ödüllerin en önemlilerinden biridir. Müze binası devletten hiçbir yardım almadan, 10 yıl süren bir emeğin sonunda, kendi çabaları ve ülke çapında birçok gönüllü ve sanatçının katkılarıyla 2010 yılında tamamlanmış. Çok geniş bir araziye kurulu müzede, hem yönetimde hem de atölyelerde kadınlar var. 80 haneli 480 nüfuslu minik bir köy. Bayraktar Köyü’nün eski adı Baksı, Kırgız dilinde “şaman” anlamına geliyor. Müzenin içinin görkemini tarif etmek güç. Miro’ya Açılan Heykelli Yol sonunda “Le femme aux beaux seins” ‘Güzel göğüslü kadın’ adlı bronz heykel bulunuyor. Ödül kazanan müzenin bir yıl boyunca sergilemeye hak kazandığı, Joan Miro’nun 1969’da yaptığı bir heykel. Baksı Müzesine giderken yol boyunca dağları aşan dar ve keskin virajlar eşliğinde, “Neden Bayburt’ta kurulmamış Çok zengin bir kütüphane, konferans ve sergi salonları, modern sanatın en güzel örnekleri ile birlikte; halk resim- Prof. Dr. Hüsamettin Koçan, doğduğu köy olan Bayburt merkeze 45 kilometre uzaklıktaki Bayraktar köyüne bir müze kurdu. 64 ki”, “Ne kadar da uzakmış, kuş uçmaz, kervan geçmez” yakınmaları sürmüştü. Ama ıssız dağların arasında, aşağıda muhteşem Çoruh nehri manzarasına tepeden bakan bu gizemli yere vardığımızda bir sessizlik olmuş ve yoldaki tüm soruların cevabını daha içerisini görmeden almıştık. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 leri koleksiyonu, çömlek ve seramikler var. Ve hatta bir de konukevi. Şahmaran’ın aileyi kötülükten koruyan tılsım olduğunu biliyor muydunuz? Uçsuz bucaksız bir vadi manzarası, unutamayacağımız zenginlikte eserler, Avrupa’nın en prestijli ödülü. Ve gerçek bir adanmışlık öyküsü öğrendik. Müzenin yaptığı *Bilbao etkisinden de fazlası. Baksı Kültür Sanat Vakfı’nın projeleriyle Türkiye’nin en fazla göç veren ilinde köye dönüş heyecanı ve umudu yaratması, ekonomik anlamda köye ciddi bir katkı, yöredeki kadınların üretime katılması, yetenekli çocuklara sonuna dek burs verilmesi. Siz de herkese açık kütüphanesine sanat veya çocuk kitapları bağışında bulunabilirsiniz. İsteyen herkes bu projeye “Baksı Dostu” olarak destek sağlayabiliyor. Orada bir köy var uzakta… Ve bu köyü görme şansına eriştik. “Hayatın Kaynağı”nda kendi doğrusu için savaşan mimarı hatırladık. Nihayet bu inanılmaz geziyi bitirdiğimizde, o müzenin neden orada kurulduğunu, başka hiçbir yere böylesine yakışmayacağını ve tüm dünyanın buraya geldiğini anlamıştık. Baksı Müzesi; Sayın Hüseyin Koçan’ın dediği gibi: “Bulunduğu tepede sonsuz bir boşluğa karşı umut ve enerjisi ile sizleri bekliyor” * Bir bina ile şehrin imajının değişmesi. haber SAĞLIK HABERCİLİĞİNDE UZMANLAŞMA VE BRANŞLAŞMAYA GİDİLMELİ Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı tarafından düzenlenen “Sağlıkta Sektörlerarası İşbirliği Sempozyumu” bildirisinde, “Habercilikte uzmanlaşma ve branşlaşmaya gidilmeli, sağlık haberciliği de bir uzmanlaşma dalı olarak ele alınmalı” görüşünde birleşildi Sağlıkta doğru bilginin halka ulaşması ve kalitenin artırılması amacıyla, Sağlık Bakanlığı bürokratları ile alanda çalışan sektör temsilcileri bir araya geldi. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı tarafından düzenlenen “Sağlıkta Sektörlerarası İşbirliği Sempozyumu”, Crown Plaza Otel’de gerçekleştirildi. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı Başkanı Zafer Öztek, “Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde Medyanın Rolü” temasının ele alındığı sempozyumun açılışında yaptığı konuşmasında, sağlık alanında yapılan her çalışmanın hayati önem taşıdığını belirtti. Sağlık alanında medyanın üstlendiği rolün çok önemli olduğuna dikkat çeken Öztek, bu kapsamda iki yılda bir yapılacak sempozyumda bu yıl sağlık ve medya ilişkisini ele almak istediklerini söyledi. Öztek, sağlık ve medya ilişkisinin tüm paydaşlarla ele alınacağı sempozyumun sonunda bir bildiri açıklanacağını ve buna göre bir yol haritasının belirleneceğini bildirdi. Vakfın kuruluşundan bu yana yaptığı faaliyetler hakkında da bilgi veren 66 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Öztek, vakfın aşılama programlarından, tıbbi cihaz sağlanması, farkındalık artırıcı organizasyonlardan, evde bakım gibi birçok alanda kaynak sağladığını ve eğitim faaliyetlerinde yer aldığını ifade etti. Sağlık Bakanlığını ve sağlık hizmetlerini desteklemek amacıyla çalıştıklarını dile getiren Öztek, yeni vizyon olarak bu yıldan itibaren farklı aktivitelerde de yer alacaklarını anlattı. Çalışmaların ilkinin bu programla başladığını vurgulayan Öztek, sağlık hizmetinde kalitenin artırılabilmesi için alandaki sektörlerin de işbirliği içinde çalışması gerektiğini belirtti. Sağlık Projesi” kapsamında birçok çalışma grubunun yer aldığını, koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili 46 başlıkta ayrı ayrı gruplar oluşturulduğunu söyledi. Bu alana ilişkin planlamaların yapıldığını anlatan Özkan, tedaviye ilişkin de çalışmaların devam ettiğini belirtti. Çok Sektörlü Sağlık Sorumluluğu Projesi hazırlandığını, bunun için bir genelge yayımlanacağını dile getiren Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Seçil Özkan, “Bundan sonra önceliklediğimiz konuları ele alarak çalışmalara başlayacağız” dedi. Özkan, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na yapılan brifingde Çok Sektörlü Sağlık Projesi’nin sunumunun yapıldığını dile getirerek, şunları söyledi: “Başbakanımız, bu projeyi çok beğendi. Sağlığın çok sektörlü olarak yürümesi gerekiyor. Bundan sonraki süreçte de sektörle kol kola ilerlememiz gerekiyor. Şimdi, buna ilişkin bir Başbakanlık genelgesi yayımlayacağız. Genelge ile tamamen bir yapılanma planlandı. Üst bir yürütücü kurul olacak. Bunun içinde kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve üniversiteleri temsilen üst yöneticiler bulunacak. Kurumumuz da bunun temel sorumlusu olacak.” Sağlık alanında sektörlerle birlikte yürümek gerektiğini vurgulayan Özkan, Bakanlık olarak “Çok Sektörlü Sağlık alanında basının güvendiğine sorumluluğunun çok yüksek olduğunu dile getiren Özkan, toplumun Çok Sektörlü Sağlık Projesi medyada sağlıkla ilgili çıkan haberlere dikkati çekerek, bu nedenle halka doğru bilginin ulaşması için sağlık okuryazarlığına ağırlık verilmesi, basınla birlikte yürünmesi gerektiğini bildirdi. Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde Medyanın Rolü “Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde Medyanın Rolü” temalı sempozyumda, sağlık ve medya ilişkisini ele alan panel düzenlendi. Prof. Dr. İskender Sayek’in başkanlığını yaptığı panelde konuşan Sağlık İletişimi Derneği (SİLDER) Başkanı Dr. İbrahim Ersoy, “Hekim Hasta İlişkisinde Medyanın Rolü” başlıklı yaptığı konuşmada, yayımlanan haberlerin doğrudan bu ilişkiye olumlu ya da olumsuz etki ettiğini vurguladı. Medyada sıkça yer bulan sağlıkta şiddet olayların işleniş biçimini de eleştiren Ersoy, “Sağlıkta şiddet, hekim hasta ilişkisini bitirme noktasına getirmiştir. Basın yayın organları, şiddet haberlerini verirken, hekimleri ve diğer sağlık çalışanlarını hedef göstermemelidir. Bu nedenle haber dili doğru seçilmeli ve kurgu hasta-hekim ilişkisine olumsuz etki yapmayacak şekilde planlanmalı” dedi. “Çelişkili Bilgiler Nedeniyle Birçok Hasta İlacını Bile Bırakabiliyor” Bunun yanı sıra özellikle obezite, tuz kontrolü, fiziksel aktivite, ilacın doğru kullanımı gibi konularda basında halkın kafasını karıştıran çelişkili bilgilerin verildiğini ifade eden Ersoy, “Çelişkili bilgiler nedeniyle birçok hasta ilacını bile bırakabiliyor ve bunu hekimine bildirmiyor. Bu da hastaların sağlığı açısından ölümcül tehlikeye yol açabiliyor” diye konuştu. için ilk basamak olarak yaptırılmaması gerekir. Bu nedenle, yöneticilere görevler düşmektedir” değerlendirmesinde bulundu. Sosyal Medya Sağlık Alanında da Etkili Olmaya Başladı Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği (ESAM) Başkanı Ziyneti Kocabıyık da medya kavramının genişlemesi, sosyal medyanın sağlık alanında da etkili olmaya başlamasıyla birlikte, uzman sağlık habercisine düşen sorumluluğun daha da arttığını bildirdi. Yayın kuruluşlarında sağlık haberlerini yapan habercilere uzmanlaşma fırsatı verilmesi gerektiğinin altını çizen Kocabıyık, “Sağlık bilgilerinin medyada haber olabilmesi için korkutucu, ürkütücü ya da mucize nitelikleri taşıması gerekiyor. İnsanlar genellikle bilgiyi kaynağından okuyarak elde etmeyi tercih ediyor. Okumayan bir toplumuz. Bu nedenle üç satırlık hap bilgilerle sağlık haberleri verilmeye çalışılıyor. Özellikle yazılı basında ve görüntülü medyada zaman ve yer darlığı da bunu gerektiriyor. Çarpıcı başlıklar ve kısaltılarak verilen bilgiler bazen gerçekten uzaklaşabiliyor. En çok kullanılan haberler kanser, obezite ve bitkisel tedaviler. Bu da toplumun kendisine fazla dikkat etmeden, bir hap ya da bir avuç bitki ile sağlığına kavuşma isteğinden kaynaklanıyor” dedi. Toplum Basın Yayın Organlarında Yer Alan Sağlık Haberlerine Güveniyor Maltepe Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Şahin Karasar, Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erkan Yüksel’in “Türkiye’de Sağlık Konulu Yayıncılık İlkelerinin Belirlenmesi” başlıklı yaptığı araştırmaya ilişkin verileri ele aldı. Araştırmaya göre, toplumun basın yayın organlarında yer alan sağlık haberlerine güwvendiğini, ancak sağlık çalışanlarının medyada çıkan haberlere güvenmediğini ifade eden Karasar, sağlık haberlerindeki kalitenin artırılabilmesi için gazetecilere düşen rolün önemli olduğunu bildirdi. Haberler “Mucize” Şeklinde Verilmemeli Prof. Dr. Nükhet Örnek Büken de etik kavramı üzerinde durarak, bunun tıp alanında olduğu gibi medya alanında çok önemli olduğunu söyledi. Sağlık Habercileri Mutlaka Alanında Uzmanlaşmalı “Bilginin doğru aktarılabilmesi için sağlık habercilerinin mutlaka alanında uzmanlaşmış kişiler olması gerektiğini” de vurgulayan Ersoy, “Özellikle yurt dışında sağlık muhabirleri, en az 10 yıldır alanda çalışan kişilerdir. Bu uygulamanın Türkiye’de böyle olması, sağlık haberciliğinin gazetecilik SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 67 ”Sağlık Okuryazarlığı Eğitimi Her Öğretim Kademesinde Yer Almalı” Gazetecinin, özel yaşamın, kişisel verilerin gizliliğine dikkat etmesi gerektiğini belirten Büken, haberlerin “mucize” şeklinde verilmemesi gerektiğini vurguladı. Büken, profesyonel gazetecinin çocuk, kadına yönelik şiddet ve istismar haberleri verirken duyarlı olması, yol ya da hedef gösterici olmaması, kişisel haklara uygun bir haber içeriği kullanması gerektiğini kaydetti. Büken, medyada etik değerlerin sadece kişisel çaba ile mümkün olmadığını ifade ederek, bunun için sistemin ve yönetimlerin de sorgulanması gerektiği değerlendirmesinde bulundu. Nitelikli Bilgi İçin Sağlık Haberciliğinde Uzmanlaşılması Gerekli Toplumda sağlık okuryazarlığı düzeyinin artırılmasında medyanın önemli rol üstlendiği ancak tek başına itici güç olamayacağı; nitelikli bilgi için sağlık haberciliğinde uzmanlaşılması gerektiği belirtildi. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı tarafından düzenlenen “Toplumda Sağlık Okuryazarlığı Düzeyinin Yükseltilmesinde Medyanın Rolü” temalı “Sağlıkta Sektörler Arası İşbirliği Sempozyumu” sonuç bildirisi açıklandı. Alanda söz sahibi gazeteci, akademisyen ve Sağlık İletişimi Derneği (SİLDER) ile Eğitim ve Sağlık Muhabirleri Derneği’nin (ESAM) de bulunduğu sempozyumun sonuç bildirisinde, toplumda sağlık okuryazarlığı düzeyinin yükseltilmesinde medyanın daha etkili ve yararlı olabilmesi için önerilerde bulunuldu. 68 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Toplum sağlığının geliştirilmesinde bütün sektörlerin doğrudan ya da dolaylı rolleri ve sorumlulukları olduğu vurgulanan bildiride, sağlık okuryazarlığının sağlığın geliştirilmesinde vazgeçilmez bir unsur olduğuna dikkat çekildi. Bu konudaki çalışmalarda medya ile birlikte tüm sektörlerin işbirliği içinde ele alınması gerektiği ifade edildi. Sağlık okuryazarlığında medyanın çok etkili olduğuna işaret edilen bildiride, şunlar kaydedildi: “Buna karşın, sağlık okuryazarlığının geliştirilmesinde medyaya gereğinden fazla sorumluluk yüklenmemeli ve bu konuda tek başına bir itici güç olamayacağının farkında olunmalı. Sağlık okuryazarlığı ile ilgili eğitim, okul öncesi dönemden başlayarak her öğretim kademesinde yer almalı. Halkın sağlık okuryazarlığı konusunda talepte bulunmasını sağlayıcı politika ve stratejiler geliştirilmeli. Eğitim durumu, cinsiyet, sosyo-ekonomik durum, yaşanılan yer gibi etmenler dikkate alınarak değişik gereksinimleri olan kişi ve gruplara ulaşmak üzere o gruplara uygun farklı yaklaşımlar geliştirilmeli.” Bildiride, sosyal, ekonomik, politik, teknolojik ve kültürel bağlamda disiplinler arası işbirliği sağlanması gerektiği de belirtilerek, “Sağlık okuryazarlığı konusunda ortak bir yaklaşım oluşturmak, politikalar geliştirmek, çalışmaları izlemek, değerlendirmek ve denetlemek üzere bütün paydaşların (sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, medya kuruluşları, meslek örgütleri, TÜBİTAK, RTÜK gibi) aktif olarak katılacağı bir platform oluşturulmalı” ifadesine yer verildi. Yeni Medya Teknolojilerinin Sağlık Okuryazarlığının Arttırılmasında Stratejiler Geliştirilmeli Sağlık Bakanlığının, sağlık okuryazar- lığı geliştirmek, izlemek ve paydaşlar arasındaki işbirliğini sağlamak üzere koordinatör görevi görmesi gerektiği vurgulanan bildiride, şu önerilerde bulunuldu: “Medya kuruluşları, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi ile Halkın Yararı İçin Sağlık Haberciliği Bildirgesi’nde yer aldığı gibi sorumluluk ve etik ilkeler çerçevesinde kişi ve hasta haklarını gözeten, politize edilmemiş, yalın, abartısız, kanıta dayalı, sansasyondan kaçınan, insanlara umutsuzluk ya da sahte umut vermeyen, toplumu bilim dışı uygulamalara özendirmeyen haber ve bilgi aktarımı yapmalı. Yeni medya teknolojilerinin sağlık okuryazarlığının arttırılmasında aktif kullanımına dair stratejiler geliştirilmeli. Medyanın sağlık okuryazarlığına dair hizmet kapasitesi ve kalitesi geliştirilmesi için Akademi medya ilişkisi arttırılmalı, bu amaçla lisans ve yüksek lisans eğitimleri yanı sıra bu kurumların işbirliği içinde çalışmalarını geliştirici mekanizmalar kurulmalı.” Sağlık Haberciliğinde Uzmanlaşma Ve Branşlaşmaya Gidilmeli Bildiride, akademi ile işbirliği içerisinde sağlık habercisi olarak görev yapanların kısa süreli hizmet içi eğitimleri ile niteliklerinin artırılması gerektiği vurgulanarak, “Habercilikte uzmanlaşma ve branşlaşmaya gidilmeli, sağlık haberciliği de bir uzmanlaşma dalı olarak ele alınmalı” görüşünde birleşildi. Sağlık hizmeti sunucularının mezuniyet öncesi eğitim programlarına sağlık okuryazarlığının eklenmesi gerektiği aktarılan bildiride, sağlık eğitimcisi olarak öğrenimlerine katkı sağlayacak uygulamaların yapılması önerisinde bulunuldu. Bildiride, her sektörde sağlık politikası yaklaşımı çerçevesinde, medya sektörü dahil, sağlık hizmetlerinde rolü olan bütün sektörlerin sağlık konusundaki girişim ve uygulamalarının periyodik olarak değerlendirilmesi ve hazırlanacak yıllık sağlık karnesinin kamuoyuna açıklayan bir mekanizmanın oluşturulması gerektiği kaydedildi. 3 Aralık Dünya Engelliler haber Günü ENGELLİLERİN SAĞLIK HİZMETİNE ERİŞİMİNİN KOLAYLAŞTIRILMASI 1992 yılından bu yana Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası bir gün olarak kabul edilen 3 Aralık Dünya Engelliler Gününde dünyada ve ülkemizde organizasyonlar düzenlenmekte. Bu yıl da yine Sağlık Bakanlığı ve ilgili kuruluşlarca 3 Aralık Dünya Engelliler Günü dolayısıyla çeşitli etkinlikler yapıldı ve Bakanlık konuyla ilgili bir açıklama yayınladı. 3 Aralık Dünya Engelliler Günü Basın Açıklaması “Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 15’i yani 1 milyardan fazla kişi çeşitli yeti yitimi (Engellilik) durumuna sahiptir. Engellilik oldukça çeşitlilik göstermekte, nüfusun yaşlanması ve kronik hastalıklardaki artış nedeni ile engelli sayısı da artmaktadır. Halkımızın sağlık düzeyini yükseltmek ve geliştirmek için bedensel, zihinsel, sosyal ya da ekonomik koşulları nedeniyle özel ihtiyacı olan insanların (yaşlı, engelli, aile içi şiddete maruz kalan kişiler, sokak çocukları vb.) korunması ve kendi ihtiyaçlarına uygun sağlık hizmetlerine kolay erişilebilirliğin artırılmasına yönelik faaliyetlerimiz yer almaktadır. Engelliliğin önlenmesi: Her bebeğimize; - Yeni doğan işitme taraması - Fenilketonüri, Biyotidinaz ve Hipotiroidi Taraması, - Gelişimsel Kalça Çıkığı erken tanı ve tedavisi - Hemoglobinopati taramaları yapılmakta, - Erken yaş taramalarının yaygınlaştırılması hazırlıkları yapılmaktadır. Engelli Bireylerin Sağlık Hizmetine Erişiminin Kolaylaştırılması: 70 - Sağlık kuruluşlarında engelli ve yaşlı hastalara hizmet alımlarını kolaylaştıracak, işlemlerinde yardımcı olacak refakatçi personel (hostes hizmeti) temin edilmesi, - Engelli vatandaşlarımızın sağlık kuruluşlarına kayıt ve kabul işlemleri yapılırken özel durumuna uygun şekilde gerekiyorsa oturması sağlanarak işlemleri yapılmakta, - İşitme engelli hastalarla iletişimi sağlamak üzere hastanelerimizde sağlık personeline işaret dili eğitimleri verilmekte, - Engelli ve kimsesiz hastaların başvurdukları sağlık kuruluşundan başka bir sağlık kuruluşuna nakli gerektiğinde, imkanlar ölçüsünde transferi sağlanmakta, - Poliklinik hizmetlerinde öncelik sırasına uygun hareket edilmekte, - Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu tarafından Hasta hakları uygulamalarının engellilere tarafın- SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Engelli Sağlık Kurulu Raporları Düzenlemeleri - Engelli sağlık kurulu raporları ile ilgili erişkin yönetmelik çalışmaları tamamlanmış ve çocuklar için ayrı yönetmelik hazırlanmıştır. Erişkin ve çocuklarla ilgili yönetmelikler bakanlıkların görüşünün alınması için resmi yazı ile ASPB, MEB, ÇSGB ve Maliye Bakanlıklarına iletilmiştir. Evde Sağlık Hizmetleri; - Sağlık Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, STK’lar ve belediyelerle ortak olarak yürütülmektedir. Evde sağlık hizmeti kapsamında KOAH vb. solunum sistemi hastalıkları olanlara; yatağa bağımlı hastalara, terminal dönem palyatif bakım hastalarına, ileri derecedeki kas hastalığı olanlara hizmet sunulmaktadır. - Evinde sağlık hizmetine ihtiyacı olan bireylere muayene, tetkik ve tahlil, tedavi, tıbbi bakım, takip ve rehabilitasyon hizmetleri sunulmaktadır. Aile hekimleri, mobil ekipler, evde sağlık hizmet hastane birimleri, evde sağlık ağız ve diş sağlığı birimleri evde sağlık hizmetlerinde görev almaktadırlar. - Temmuz 2014 itibariyle 460.000 hastaya, evde sağlık hizmeti birimlerimizin ev ziyaretleri ile hizmet sunulmuştur. Engelliliğin önlenmesinde, engellilere karşı gerekli tedavi ve rehabilitasyon hizmetlerinin sunulmasında, bireylerin engellilikle ilgili farkındalığının dan da anlaşılmasına yönelik artırılmasında ve engellilerin kendi haklarının bilincine varmasında, olarak sesli ve braille alfabesi sağlık sektöründen, eğitim sektörüne kadar pek çok sektörün işbirliile hazırlanmış hasta hakları doği içinde olması çok önemlidir. kümanları tüm hastanelerin hasta hakları birimlerinde halkımızın kullanımına sunulmuştur. - Engelli bireylere sağlık hizmet sunum konusunda ilgili personel hizmet içi eğitim programlarına alınması ve eğitimlerinin sürekliliği sağlanmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 71 haber ORGAN BAĞIŞI Dr. Levent YÜCETİN Transplantasyon Koordinatörü Canınızdan çok sevdiğiniz birisine böbrek yetmezliği tanısı konulduğunda önünüzdeki seçenekler nelerdir diye düşündünüz mü? Bu tanının konduğu hasta ve yakınları bilgi almak için odama geldiğinde en sık sorulan sorular; Böbrek yetmezliğinde hangi tedavi seçenekleri var? Önünüzde iki olasılık var ve her iki yolunda kendine özel dikenli telleri çünkü bir grip değil organ yetmezliği tedavi etmeye çalışıyoruz. Olasılıklarımız ya diyalize girecek ya da nakil olacak. Elbette ilk aklınıza gelen ve tıbbın da önerdiği seçenek böbrek nakli olmaktır. Peki organ nereden bulunabilir? Yine iki olasılık var; ya vefat edenlerden bekleme listesine kayıt olabilir yada aileden birisi bağışlayabilir. Vefat edenlerden bekleme listesinde organ bulunma olasılığı nedir ? Sorunun cevabı çok basit, kafanızı kaldırıp etrafınıza baktığınızda kaç kişinin cebinde organ bağış kartı varsa olasılık o kadardır. Çünkü bu organların gökten yağma veya yurtdışından gelme olasılığı yok. Ne zaman insanımız organları toprağa bağışlamak yerine insanlara bağışlarsa bu oran artacak. Türkiye’de 60.000 diyaliz hastasından sadece 21.000’i bekleme listesine kayıt yaptırıyor, diğerleri ise hiç böyle bir umudu olmadığı için gidip listeye bile girmiyor. Çünkü bugün ulaşabildiğimiz en yüksek ra72 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 kam yılda bu hastalardan topu topu 575’ine vefat edenlerden böbrek nakli yapabiliyoruz. Diyalizde yaşam süresi nedir? Türkiye’nin her noktasında çok çok kaliteli diyaliz hizmeti verilmektedir. Öğrencilik yıllarımda hastaların diyalize girebilmesi için çok nüfuslu kişilerin hastalarına öncelik verilmesi için aradığını hatırladığımda geldiğimiz noktanın ne kadar ilerde olduğunu çok net görmek mümkün. Ancak bilimsel gerçekler bize gösteriyor ki bugün 100 yeni diyalize başlayan hastanın sadece 13 veya 14 tanesi 10 yıl sonra hala sevdikleriyle akşamları yemek sofrasına oturabilecek. Hele hasta aynı zaman da şeker hastası ise sadece 4’ü sevdikleriyle sohbet etmeyi sürdürebilecek. Nakil olan hastalarda ise yaşam süresi tam 3 kat uzuyor, özetle amaç hastayı diyaliz makinasından kurtarmak değil yaşamını uzatmak. Bana “diyalizde yaşam nasıldır?” diye soranlara sadece “zor” diyebiliyorum. Onlara başımdan geçen bir olayı anlatamıyorum ama yaptığım tüm eğitimlerde organ yetmezliğinin ne olduğunu anlamaları için anlatıyorum. İlk göreve başladığımda odama gelen gözü yaşlı bir anne bana şunları anlatmıştı; “Hocam benim kızım 5 yaşında ve diyalize giriyor, bizim evde sofra kurulurken masaya bardak konmaz, su şişesi gelmez. 11 yaşındaki oğlum, eşim ve ben hep kapıların arkasında gizli gizli su içeriz. Evdeki tüm musluklara eşim kilit yaptı ki kızımız bizden gizli fazla sıvı almasın diye.” Evet, bir tarafta bir vefat, eş, anne-baba hayatını kaybediyor maalesef onun için yapabileceğimiz bir şey yok ama bağışlanan organla sadece bu kızın su içmesini sağlamayı bıra- kın, 11 yaşındaki abisinin de rahatça su içmesini sağlama şansımız var. Hep organ yetmezliğinin en konforlu hastaları olan böbrek hastalarından bahsettim. Zor bir yaşam da olsa diyalizle uzun süre yaşama şanları var. Ya akciğer, karaciğer, kalp bekleyen hastalar. Maalesef bu listeler ülkemizde bekleme listesi değil organ azlığı nedeni ile ölüm listesi. Örneğin 2014 yılında Sağlık Bakanlığı kalp bekleme listesindeki hasta sayısı 237’dir. Bu hastaların 61’ine nakil ile yeni bir hayat şansı verirken, beklerken organ bulunamadığı için 150’si hayatını kaybetmiştir. Türkiye’de hep organ azlığından bahsediyoruz. Diyoruz ki insanımız organlarını bağışlamıyor. Evet, bu bilgi çok doğru ölümden sonra organ bağışında çok gerilerdeyiz ama bu işin bir de öbür yüzü var. Canlı vericili organ bağışında da dünya birincisiyiz. Buradan çıkan sonuç şu hayattayken organlarımızı bağışlıyoruz, ölünce bağışlamıyoruz. Demek ki komşusu açken, kendisi tok uyumayan, elindekini paylaşan halkımıza biz bir şeyleri doğru anlatamıyoruz. Türkiye genelinde yıllık 3.000 böbrek nakli yapılmaktadır. Bunların 2.400’ü canlı vericiliyken sadece 600’ü vefat eden kişilerden yapılabilmektedir. Bu yıl organ beklerken ölen böbrek hastası sayısı 1.116’dır. Biz organ nakil koordinatörleri olarak sizin mirasınıza talibiz. Miras olarak ne evinize, arabanıza, paranıza ne de yakınlarınıza bırakabileceğiniz yaşanmış güzel anılarınıza. Sadece sevdiklerinize bırakamayacağınız, yanınızda götüremeyeceğiniz organlarınızı bize miras olarak bırakmanızı istiyoruz ki binlerce organ bekleyen hasta ve yakınının yüzlerini güldürebilelim. Karar sizin organlarınızı ya toprağa ya da bize miras bırakabilirsiniz. kampus ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ Bursa’nın ilk üniversitesi olan Uludağ Üniversitesi, 39 yıl içinde bir yandan büyüyüp gelişirken bir yandan da 4 üniversitenin hamiliğini yaptı. 1975 yılında iki fakülte ile kurulan Uludağ Üniversitesi, o günden beri giderek büyüdü ve bugün 12 fakülte, 3 yüksekokul, 15 meslek yüksekokulu, 1 konservatuvar, 4 enstitü, 18 araştırma ve uygulama merkezi ve Rektörlüğe bağlı olarak kurulan 5 bölüm olarak hizmet veriyor. Atatürk İlke ve Devrimlerini benimseyen, çağdaş bilgilerle donatılmış, yeni bilgilere açık, araştırıcı, yaratıcı, kendini geliştirebilen, sorgulayan bireyler yetiştirmeyi temel hedef olarak belirlemiş olan Uludağ Üniversitesi’nde, tüm eğitim birimlerinin ulusal ve uluslararası akreditasyon kuruluşları tarafından akredite edilme süreci başarıyla sürerken, başka üniversitelerin kuruluşuna da destek veriyor. Kuruluşundan bu yana Balıkesir ile Yalova üniversitelerinin kuruluşunu gerçekleştirerek onların gelişmesine yardımcı oldu. Son olarak da Bursa Teknik Üniversitesi ile özel Orhangazi Üniversitesi’nin hamiliğini yaparak kurulmalarında rol üstlendi. Uludağ Üniversitesi kuruluşundan 2013 yılına kadar yaklaşık 50 74 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 bin öğrenciyi mezun etti. Üniversitede önlisans, lisans, yükseklisans ve doktora öğrencisi olmak üzere yaklaşık 50 bin öğrenci öğrenim görüyor. Üniversitede, 5 bin 500 akademik ve idari personel görev yapıyor. Eğitim Birimleri • Tıp Fakültesi • İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi • Mühendislik Fakültesi • Veteriner Fakültesi • Ziraat Fakültesi • Eğitim Fakültesi • İlahiyat Fakültesi • Fen-Edebiyat Fakültesi • Hukuk Fakültesi • Güzel Sanatlar Fakültesi • İnegöl İşletme Fakültesi • Mimarlık Fakültesi • Spor Bilimleri Fakültesi Enstitüler • Sosyal Bilimler Enstitüsü • Fen Bilimleri Enstitüsü • Sağlık Bilimleri Enstitüsü • Eğitim Bilimleri Enstitüsü Yüksekokullar • Sağlık Yüksekokulu, • Gemlik Necati Kurtuluş Denizcilik Yüksekokulu. • Devlet Konservatuvarı Meslek Yüksekokulları • Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, • Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu • Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu • Mustafakemalpaşa Meslek Yüksekokulu, • Karacabey Meslek Yüksekokulu, • İnegöl Meslek Yüksekokulu, • İznik Meslek Yüksekokulu, • Yenişehir İbrahim Orhan Meslek Yüksekokulu, • Orhangazi Meslek Yüksekokulu, • Mennan Pasinli Meslek Yüksekokulu, • Gemlik Asım Kocabıyık Meslek Yüksekokulu, • Orhaneli Meslek Yüksekokulu, • Keles Meslek Yüksekokulu, • Harmancık Meslek Yüksekokulu • Büyükorhan Meslek Yüksekokulu Yerleşke Şehir merkezine 18 km mesafede bulunan ana yerleşke olan Görükle Yerleşkesi’ne ulaşım Bursa-Ray, belediye, özel ve halk otobüsleri ile sağlanıyor. Üniversitede, öğrencilerinin boş zamanlarını daha verimli bir şekilde değerlendirmelerini sağlamak amacıyla sosyal, kültürel ve sportif alanlar yer alıyor. Eğitim Çift Anadal / Yan Dal Uygulaması ile; lisans düzeyindeki başarılı öğrencilere programlar arasında çift anadal ve yan alan yapma olanağı sunulmaktadır. Uludağ Üniversitesi’nde Bologna süreci hedefleri doğrultusunda yük- seköğretim sistemi yeniden yapılanmakta, uygulamalara ağırlık verilerek edinilen teorik bilgilerin pekiştirilmesi, seçmeli derslerin artırılarak öğrencinin isteği ve eğilimi doğrultusunda eğitimini yönlendirmesine olanak tanıması, araştırma olanaklarının artırılarak ilgi duyulan alanlarda ayrıntılı araştırma yapılmasının sağlanması gibi özellikleri olan Kredili sitemle eğitim modeli ve ölçme değerlendirmede Bağıl Değerlendirme Sistemi uygulanmaktadır Eğitim ve araştırma reformları açısından; Uludağ Üniversitesi, Avrupa Üniversiteler Birliğinin yürüttüğü “Kalite Kültürü Projesi”nde Avrupa’daki tüm genç üniversitelere başarılı örnek olarak gösterildi. Gösterdiği gelişme düzeyi bakımından; Üniversite Avrupa Üniversiteler Birliğinin Kurumsal değerlendirme ekibi tarafından bugüne kadar değerlendirilen Avrupa Üniversiteleri arasında değişim kapasitesi açısından “mükemmel” konumda bulundu. Uludağ Üniversitesi’nde Türkçe eğitim yapılıyor ancak kaliteli eğitimin önemli bir öğesi olan yabancı dilde eğitimin aşamalı olarak gerçekleştirilmesi ve öğrencilerin en az bir yabancı dili iyi bilerek mezun edilmesi amacıyla bazı bölüm/programlarda zorunlu veya isteğe bağlı yabancı dil hazırlık sınıfı uygulanıyor. Erasmus ve Farabi Değişim Programı kapsamında Üniversitemiz öğrencileri yurtdışı ve yurtiçi üniversitelerine 1 yarıyıl veya 1 yıl olarak öğrenim görmek üzere giderek orda aldıkları dersler kredi transfer sistemi ile Üniversitemize aktarılarak dönem ve yıl kaybı olmadan eğitimlerine devam ediyorlar. Yurtdışından ve yurtiçinden gelen öğrenciler de aynı şekilde yarıyıl ve yıl kaybı olmadan kendi üniversitelerinde öğrenimlerine devam ediyorlar. Yaşam Uludağ Üniversitesi şehir merkezine 18 km uzaklıkta, büyük bir bölümü orman ve doğal bitki örtüsü ile kaplı 14.500.000 m2 ana yerleşke alanında kurulmuş bulunuyor. “Görükle Yerleşkesi” olarak adlandırılan bu alan içerisine yayılmış, çağdaş eğitimin gereği olan eğitim siteleri, kültür merkezleri, sağlık ve spor tesisleri, sosyal aktivite alanları, kafeteryalar ile Uludağ Üniversitesi, ülkemizin en önde gelen eğitim kurumlarından birisidir. Eğitim yapan fakültelerin çoğu, enstitüler, bölüm başkanlıkları ve Rektörlük Merkezi ile bazı meslek yüksekokulları Görükle Yerleşkesinde yer alıyor. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 75 Girişimci Üniversite Uludağ Üniversitesi, son dönemde klasik üniversite anlayışının dışına çıkarak, girişimci üniversite anlayışını benimsedi. Bu doğrultuda, topluma hizmet ilkesi çerçevesinde, ürettiği bilgiyi teknolojiye ve yenilikçi üretime dönüştürme yaklaşımını odağına alarak, paydaşlarının sosyo-ekonomik kalkınmasını desteklemeyi bu anlayışla bütünleştirdi. Üniversitenin gelecek hedefleri arasında, makale ve patent sayısını arttırmak, üniversite-sanayi, üniversite-kamu işbirliğine yönelik projelere ağırlık vermek ve kentin sorunlarına çözüm ortağı olmak var. Teknoloji Geliştirme Bölgesi Üniversite-sanayi işbirliğinin en somut göstergesi olarak 2005 yılında hizmete açılan Uludağ Üniversitesi Teknoloji Geliştirme Bölgesi (ULUTEK), kuruluşunun üzerinden dokuz yıl gibi kısa bir süre sonra Türkiye’nin en çok ar-ge yapılan teknoloji bölgeleri arasında yerini aldı. Teknoloji Transfer Ofisi 76 sunulması, üniversitelerin ulusal ve uluslararası destek mekanizmalarından yararlanması ve akademik girişimciliğin teşvik edilmesi amaçlarına yönelik bir arayüz olarak, tamamen özel sektör mantığıyla hizmet veriyor. UÜ TTO, Üniversite ile teknoloji kullanıcısı sanayi şirketleri veya diğer teknoloji ya da AR-GE kurum ve kuruluşları arasında bilgilendirme, koordinasyon, araştırmayı yönlendirme, yeni AR-GE şirketlerinin oluşturulmasını teşvik etme, işbirliği geliştirme, fikri mülkiyet haklarının korunması, pazarlanması, satılması, fikri mülkiyetin satışından elde edilen gelirlerin yönetilmesi konularında da faaliyet gösteriyor. Tıp Fakültesi’nin Başarısı Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde verilen tıp eğitimi, YÖK tarafından ulusal bir kalite güvence kuruluşu olarak tanınmış olan Ulusal Tıp Eğitimi Akreditasyon Kurulu’nca (UTEAK) akredite edildi. Tıp Fakültesi’nde ayrıca, birçok dalda uzmanlık eğitimleri akredite edildi, bir kısmında da çalışmalar son aşamaya geldi. Uludağ Üniversitesi Güçlendirme Vakfı ve ULUTEK Teknoloji Geliştirme Bölgesi Yönetici Anonim Şirketi ortaklığında kurulan UÜ-TTO AŞ, Uludağ Üniversitesi kampüsü içerisinde 4691 sayılı Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu kapsamında faaliyet gösteren ULUTEK Teknoloji Geliştirme Bölgesinde bulunuyor. Tıp Fakültesi Hastanesi sağlık hizmetinde “yalın” sistemi başlatmak için de bilimsel çalışma başlattı. Üniversitenin Kükürtlü’deki Atatürk Rehabilitasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi’ndeki (ARUAM) pilot uygulamadan başarılı sonuçlar alındı. “Yalın sağlık” uygulamasının tüm birimlerde başarıyla uygulanması için de çalışmalar sürüyor. Temel olarak üniversite- sanayi işbirliğinin sağlanması, üniversitelerde üretilen bilgiye dayalı geliştirilen yeni teknolojilerin sanayinin kullanımına Tüm Güney Marmara’ya yılda bir milyondan fazla poliklinik, 43 binden fazla yataklı hastaya sağlık hizmeti veren Uludağ Üniversitesi Tıp Fakül- SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 tesi Hastanesi, sağlık alanında dünyanın saygın bağımsız akreditasyon kuruluşu Joint Commission International (JCI) tarafından denetlenerek akredite edildi. İlk kez 2007 yılında üç yıllığına akredite edilen Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, 2013 yılında da kuruluşun belirlediği standartların kat be kat üstüne çıkarak 2016’ya kadar yeniden akredite olmaya hak kazandı. JCI, denetimin ardından Uludağ Üniversitesi’ne bir mektup yazarak, sağlık kuruluşlarının akredite edildiğini bildirdi. JCI denetçisi Andrew Fallat, Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nin tüm birimlerinin standartları kat be kat aşarak akeditasyonu fazlasıyla hak ettiğini açıkladı. Denetçilerden Claudia Jorgenson “Bizi yeniden davet ederek cesaret örneği gösterdiniz” derken, Stewart Hamilton ise “Hastalandığımda burada tedavi olmak isterim” diyerek Tıp Fakültesi’nin hizmet kalitesini övdü. Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kamil Dilek, kalite konusunda bir dünya standardı olan JCI tarafından tüm hizmet alanlarıyla akredite edilen iki üniversite hastanesinden biri olduklarının altını çizerek, “Hastalara doğru ve güvenilir hizmet sunduğumuz bir kez daha kanıtlanmış oldu” diyerek duyduğu gururu dile getirdi. Çocuk Onkoloji Hastanesi Yapılıyor Uludağ Üniversitesi, kansere yakalanan çocukların tedavisi için Tıp Fakültesi’nin bitişiğine yeni bir hastane daha yapıyor. Yaklaşık 10 bin metrekarelik alana inşaa edilen Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Hastanesi’nde 100 yatak bulunacak. ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ REKTÖRÜ Prof. Dr. Kamil DİLEK Uludağ Üniversitesi 2015 yılında 40. yılını kutlamaya hazırlanan bir eğitim ve araştırma kurumu olarak, yakın geleceğini planlamak üzere yaklaşık bir yıllık bir çalışma ile 2014-2018 yıllarını kapsayacak ikinci dönem stratejik planını hazırlamıştır. Çalışma, konusunda uzman yüze yakın akademisyen ve idari personelin katıldığı 5 farklı tema grubunda katılımcı bir anlayışla yürütülmüştür. Tema grupları tarafından sunulan öneriler üst yönetim tarafından tüm boyutları ile değerlendirilerek ve paydaşlarımızın da görüşleri alınarak üniversitemizin senatosuna arz edilmiş ve senatomuzda da kabul görerek yürürlüğe girmiştir. Üniversitelerde stratejik plan hazırlama çalışmaları 5018 sayılı yasanın yürürlüğe girmesi ile başlamış ve bu kanun ile kamu kuruluşlarında performans esaslı bütçe sistemine geçilmiştir. Bu kanun çerçevesinde üniversitemizde ikinci dört yıllık stratejik plan hazırlanmıştır. Her ne kadar stratejik plan hazırlığı bir kanun hükmü olarak bizim için zorunluluk ifade etse de, üniversitemizin hazırladığı ikinci stratejik plan, üniversitemizin geleceğini planlamak adına izlenebilir ve ölçülebilir bir performans sistemi yaratmak üzere mutlak faydasına inanarak gönüllü olarak hazırlanmıştır. Uludağ Üniversitesi 2014-2018 Stratejik Planını oluşturan performans göstergeleri incelendiğinde, son yıllarda dünyada kabul gören ve bizim yönetişim sistemimizin de temel felsefesini oluşturan girişimci ve yenilikçi paradigmanın temel ekseni oluşturduğu rahatça görülecektir. Bu paradigma esas alınırken, üniversitemizin finans ve insan kaynaklarında yaşadığı kısıtların yanı sıra geçmişte elde ettiği tecrübe ve bilgi birikimi de dikkate alınmış ve ayakları yere basan uygulanabilir bir plan hazırlanmıştır. Uludağ Üniversitesi Stratejik Planını hazırlarken, bazı üniversitelerin yaptığı gibi eğitim ve araştırma konusunda bir tercih yapma zorunluluğunu hissederek kendisini tek bir alan ile sınırlandırmamıştır. Plan hazırlığı sırasında yapılan tartışmalarda ortak akıl ile karar verilen stratejinin temelini eğitim ve araştırma konusunda eş güdüm halinde bir gelişmenin mümkün olduğu ve her iki alanda yaşanacak gelişme ve ilerlemenin birbirleri üzerinde sinerji yaratacağı düşüncesi oluşturmuştur. Eğitim konusunda son teknolojik gelişmeleri öğretim mekânlarında kullanmaktan, eğitim programlarımıza dış paydaşlarımızı da ortak ederek uygulamalı eğitimi geliştirmeyi amaç edinen özgün ders programları oluşturmaya kadar geniş bir yelpazede performans göstergelerine yer verilmiştir. Araştırma alanında da özellikle lisansüstü eğitim gören öğrencilerimizi daha etkili kulla- narak ve öncelikli alanlarımızı belirleyerek bir atılım yapmak istiyoruz. İçinde bulunduğumuz kentin Türkiye’nin en büyük sanayi ve tarım kentlerinden biri olduğu gerçeğini ön planda tutarak, dış paydaşlarımızdan Araştırma ve Geliştirme (AR-GE) alanında gelen talepleri karşılayacak öğelerin çok büyük bir kısmı planda yer almıştır. AR-GE konusunda üniversite sıralamalarında kullanılan yenilikçilik ve girişimcilik öğeleri de bu planda yer almaktadır. Stratejik planımızda yer alan eğitim ve araştırma ile ilgili hedeflerin başarılmasında insan faktörünün önemini de unutmadan, ortak kurum kültürü oluşturmak ve merkezine insanı alan bir yönetim modeli oluşturmak üzere gerekli planlamalara da yer verilmiştir. Benzer şekilde dış paydaşlarımıza yönelik hizmetlerin kalitesinin artırılması ve çeşitlendirilmesine yönelik çalışmalar da planda yer almıştır. Ülkemiz gerçekleri de göz önüne alınarak titiz bir çalışma sonucu hazırlanan bu planın başarılı olması ve üniversitemizi planlanan hedeflere ulaştırması, her kademedeki üniversitemiz personelinin olayın bilincinde olması ve üzerine düşen görevi aynı titizlikle yerine getirmesi ile mümkün olacaktır. Bu bakımdan planın hazırlanmasında katkı sağlayanlar kadar planın başarıyla uygulanmasında da emek verecek tüm çalışanlarımıza teşekkür ederim. Sizleri, geniş bir katılımla hazırlanan ve üniversitemizin geleceği için önemli olan birçok unsuru içinde barındıran Uludağ Üniversitesi 2014-2018 Stratejik Planını izlemeye, uygulamasında destek olmaya davet ediyorum. Hazırlanan bu stratejik planın, üniversitemizin, ülkemizin ve milletimizin gelişimine aktif katkı sağlayacağı bir dönemin başlangıcını oluşturması dileğim ile sevgi ve saygılarımı sunarım. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 77 film SON DÖNEM FİLMLERİ ÜZERİNE Prof. Dr. Nesrin ÇOBANOĞLU The Wolf of Wall Street Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Etiği ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı Başkanı İyi bir pazarlama yöntemi ile paradan para kazanarak işleyen kumarhane kapitalizminde, birden çılgınca para kazanmaya başlayan Leonardo DiCaprio’nun canlandırdığı borsacı, bu kadar parayı harcamak için bedensel zevk almanın tüm yollarını da dener. Geçtiğimiz yılın önemli filmlerden birisi, Jordan Belfort isimli bir Amerikalının gerçek yasam öyküsünden yola çıkılarak çekilen “The Wolf of Wall Street”di 78 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 The Wolf of Wall Street filminde (yaşamının ikinci yarısında birden deli para kazanan) borsacı kahramanımız; kokain türevleri, eş değiştirme, çok kadınla yatma süreçlerinden sonra bıkkınlıkla “en fazla haz” deneyimleri için sırtına sıcak mum damlatma... gibi zevk vereceğini umduğu deneyimlere ulaşıyor . Kurtlar sofrasında yer almak ise her tur değerinden vazgeçsen de kolay değil ! Ve bu piyasanın da acımasız çıkar çatışmaları var. Etikçi gözüyle ilginç bir film! Günümüz dünyasında hayattaki amacını paraya ve parayla satın alacağı hazza indirgeyen, erdem, onur, aile, çocuk gibi bu uğurda kaybedilen insani değerler için gülerek “hazzın bedeli olmaz” diyen, para için her tür satışı yapan ve kazandığı parayla her tür hazzın kölesi olan ve kokainden duygulanımını yitirmiş insanların dünyası hakkında ilginç bir deneme! Kapitalist dünyanın gerçekleri üzerine, güldürürken ağlatan, kara komedi türünde sürükleyici bir Martin Scorsese filmi. Altın ayı ödülü aldı. karışmasıyla beynini daha aktif kullanıyor. Beynini kullanma kapasitesi giderek artan bicimde en sonunda %100’e ulaşıyor. Bu noktada zaman ve mekan üzerine felsefi yaklaşımlar içeren filmde en sonunda Benson Tasavvuf felsefesine varıyor. Çok hareketli, sürükleyici, dünyanın farklı kentlerinde geçen ve başrolde güzel bir kadın olan iyi bir aksiyon filmi. Kış Uykusu Lucy Bu yıl Luc Benson tarafından çekilen Lucy; Scarlet Johanson’un canlandırdığı karakter; sıradan eğlenmeyi seven bir kadın, beklenmedik biçimde acımasız uyuşturucu tacirlerinin eline düşüyor ve onların kurye olarak midesinin içine yerleştirdikleri maddenin kılıfının patlaması sonucu kanına aşırı miktarda sentetik kimyasal Ve “Kış Uykusu” mutlaka seyredilmeli. Bu yıl izlediğim en iyi filmdi! Mecburi hizmet yerim olan Kapadokya’da çekilmiş olması nedeniyle benim için özel olmasından öte, görsellik üst düzeydeydi. Konu, diyaloglar ve senaryonun akısı çok iyiydi. Haluk Bilginer kendini ve birçok oyuncuyu çok asmıştı. Melis Sözen, Tamer Levent, Nejat isler gibi isimlerin yanı sıra imam, öğretmen rolündeki yeni oyuncular da mükemmeldi. Sanırım 4 saat sürdüğünü anımsatmalıyım. Maymunlar Cehennemi Bu arada gecen hafta izlediğim Maymunlar Cehennemi de önceki versiyonlarına göre çok daha iyi çekilmiş ve mümkün olabilecek bir senaryo yazmışlar. Görsellik yine müthiş! Sezar, maymunlar cehenneminin güçlü ve iyi lideri -ama her zaman olduğu gibi bir de kötüler var. Evrensel değer sisteminin, iyi / kötü olmanın önemi üzerine vurgular var. Side Effects Side Effects, İlaç yan etkisinin cinayet aracı olarak kullanıldığı, hekimliğin oldukça tehlikeli bir meslek olabileceği durumlar yaşatan ilginç bir film. (2013) Mesleğimiz başrolde ! SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 79 MİSKİN İLE DERVİŞ kitap Tumturaklı tanımlamalar coşku dolu betimlemeler kimilerini ürkütür. Aslında taşıdığı duygusal aşırılıklar söyleneni anlamayı da zorlaştırır. Oysa anlaşılmayı bekleyen yaşamsal önem taşıyabilir. Örnek mi? Yunus Emre ve hakkında söylenenler, yazılanlar .. Dünyanın hamuruna haram karışmış bir kere. Kötülerin saygın olması bundandır. desem ülkemizdeki güncel durumdan değersizleştirilen yaşama halinden dem vurduğumu düşünürsünüz. Haksız sayılmazsınız. Ancak bunu söyleyen Yunus Emredir: “Haram ile hamir tuttu cihanı/fesat işler eden hürmetlü oldu” diyendir. Devlet katında haramın hamura karıştığı, Selçuklu İmparatorluğunun çöküşünün hemen öncesinde söylemiştir. Moğol işgalinin tarumar ettiği topraklarda insanlarını kıtlığa ermemek için yollara düşen kişidir Yunus. Emeği, adaleti, ahlakı bilen bir ademdir. Öyle öğrenmiştir. Yazar: Prof. Dr. Yıldırım B. Doğan Yayınevi: Kurgu Kültür Sayfa Sayısı: 176 Baskı Yılı: 2014 Dili: Türkçe Kitap bir ben-i âdemin kendini yola vuruşunu anlatır. Yola vurdu mu insan tüm duygu ve düşünceleriyle yoldadır. Düşünceye duyguya yolda olup bitenler karar verir artık. Yunus Emre olağanüstü bir yol öyküsünün kişisidir aslında. Tüm yaşamı yollarda geçmiştir. Tapduk Emrenin göklere fırlattığı ve düştüğünde mezarını işaret edecek olan çomağın yere değdiği ana dek hep yürüyecektir. Yürür. Kimi zaman ayaklarının, kimi zaman atının üzerinde. Yunus şimdi mezarında durmakta. Şiirleri yürüyor. Aynı dil kılığı içinde, Türkçede, yürümeyi sürdüren şiirleri yalın olduklarından tumturaklı ifadelere, yapay coşku sellerine ihtiyaç duymuyorlar... Önemliyse eğer, okur da şiirlerle birlikte yürür. Kitap, bu yürüyüşte kısacık bir rehber olsun diye yazıldı zaten. Yolunuz açık olsun. NARSİSTLE ATEŞKES Yazar: Wendy Behary Çevirmen: Nihan Azizlerli Melis Caner Yayınevi : Psikonet Sayfa Sayısı: 176 Baskı Yılı: 2014 Dili: Türkçe Hayatınızdaki narsist kişilerle nasıl başa çıkarsınız? Sizi yıldırabilir ve gözünüzü korkutabilirler! Sosyal ya da profesyonel ortamlarda böyle bir kişi ile etkileşim halinde olmak zorunda kalabilir ve hatta onu seviyor olabilirsiniz - bu nedenle onu görmezden gelmek işe yaramaz. İşe yaramayan güç savaşlarını ve anlamsız tartışmaları bir kenara bırakıp; hayatınızdaki narsistle işlevsel bir şekilde iletişim kurmanın, ona kendinizi anlatmanın ve ihtiyaçlarınızı karşılamanın bir yolunu bulmalısınız. Bu kitap, dünyanın merkezinde yer aldığını düşünen bu kişilerle başa çıkmak için size etkili stratejiler sunuyor. Wendy Behary, hayatınızdaki narsistlerle başa çıkmanız ve ilişki içinde ihtiyaçlarınızı karşılamanız için size içi alternatif bakış açıları ve davranışlarla dolu bir alet çantası sunuyor. DUA - KUTSAL MI, BİLİMSEL Mİ? “Ona göre dua, adeta bir ‘patlama’ yaratarak kanser, verem, ülser ya da böbrek hastalıklarını oldukça hızlı bir şekilde iyileştiriyordu. Bu iyileşme sürecinde ise hemen her birey aynı deneyimi yaşamaktaydı; önce büyük bir acı ve bu acının ardından gelen bir iyileşme… En fazla birkaç saat sonra hastalık ortadan kaybolmakta ve anatomik yaralar kapanmaktaydı. Hiçbir tıp hekimi, hiçbir tedavide böylesi hızlı bir iyileşmeye tanık olmamıştı.” Yazar: M. Evren Hoşrik Yayınevi: Okuyan Us Yayınları Sayfa Sayısı: 143 Baskı Yılı: 2014 Dili: Türkçe 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2014 Mucize içerikli iyileşme hikâyeleri yıllar boyunca kulaktan kulağa hızlıca yayılırken, olağanüstü beklentileri gerçekleşmeyen, dolayısıyla hastalığına şifa bulamayan ve hatta ölen yüzlerce insanın hikâyesi ise hiç hatırlanmamıştır. Araştırmalara göre pek çok insan, gelişmiş bir toplumda yaşıyor olsa bile, dua ile gelen şifaya güçlü bir şekilde inanmaktadır. Peki, elimizde duanın hastalıkları iyileştirebileceğine dair bilimsel bir kanıt var mı? Duanın hastalıkları iyileştirip iyileştiremeyeceğine dair kutsal metinler bize ne söylüyor? Bu tip inançlar batıl mıdır, yoksa gerçek mi?
Benzer belgeler
sayi 48 k - Sağlik Ve insan Dergisi
www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com
Detaylı