sayi 48 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 48 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Gelişim Yolunda Bir Adım Daha İleri Avrupa Patentli Pronutra Anne sütü bebeğiniz için en iyisidir. Anne sütü ile beslenmenin mümkün olmadığı durumlarda doktorunuza danışınız. Pronutra, Avrupa patentli bir bileşendir. *Nielsen Türkiye 2012-2014 devam sütü pazar payı araştırma sonuçlarına göre. YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ Prof. Dr. Ahmet Oğul ARAMAN İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi ve Çocuk Ürolojisi Klinik Başkanı Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Bülent ZÜLFIKAR İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Pediatrik HematolojiOnkoloji Bilim Dalı Başkanı / Türkiye Hemofili Derneği Başkanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Haydar SUR Biruni Üniversitesi Rektör Yardımcısı ve Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Medeniyet Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mücahit Öztürk Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR Adana Milletvekili Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Prof. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Yunus SÖYLET Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı EDİTÖRDEN Sağlıkta Yeni Dönem Yeni Dönemde Sağlık Turizmi 64. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin açıklanması ile sağlık alanında da yeni bir dönem başlamış oldu. 24 Ocak 2013 tarihinde 61. Hükümette Sağlık Bakanlığı görevine getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu 64. Hükümette de yeniden Sağlık Bakanı olarak görev aldı. AK Parti’nin güçlenerek çıktığı 1 Kasım 2015 seçimleri sonrası daha da önemli hale gelen ve 2023 vizyonu hedeflerinin gerçekleştirileceği bu yeni dönemde Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nu da oldukça yoğun bir program bekliyor. Biz de buradan yola çıkarak dergimizin Aralık 2015 sayısının ilk haberini bu konuya ayırdık. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu döneminde neler yapıldığını, hangi projelere başlanıldığını ve önümüzdeki yeni dönemde neler yapılacağını detaylı bir analiz-haber olarak dikkatinize sunuyoruz. Sağlık Turizmi, bu yeni dönemin de en önemli konularından birisi olacak gibi görünüyor. Kapak dosyamızı da bu sebeple Sağlık Turizmi’ne ayırdık. Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Yrd. Doç. Dr. H. Ömer Tontuş, “Dünyada Sağlık Turizmi ve Ekonomik Etkileri” başlıklı analizi ile bizlere bu konuda yeni ufuklar açıyor. Sağlık Turizmi Kapak Dosyamızda Sağlık Bakanlığının 2015 yılında bu alanla ilgili olarak yaptığı çalışmaların bir özetini de bulabileceksiniz. Sağlık Turizmi dosyamızda konu ile alakalı önemli yazıları da değerlendirme imkânı bulabileceksiniz. Sağlık Turizmi kapak dosyamız dışında bu sayımızda yine özgün ve çok değerli çalışmalar var. Aralık sayımız da yine dopdolu ve dikkate değer. Sağlık ve İnsan Dergisi olarak Aralık sayımızla birlikte 4. yılımızı da tamamlamış oluyoruz. Ocak 2012’de “İnsanın Sağlığı ve Sağlığın İnsanı” için diyerek çıktığımız bu yolda hep daha iyisini yapmak çabasında olduğumuzu takdir edeceğinizi umuyoruz. Sizlerden aldığımız geri dönüşlerin yolumuzu hep aydınlatacağına ve bizi bu yolda yalnız bırakmayacağınıza inanıyoruz. Bütün paydaşların görüşlerine, yazılarına, faaliyetlerine dergimizde yer vererek sağlık alanının “en prestijli dergisi” olduk. Bu gerçeğin bize yüklediği sorumlulukları bilerek yolumuza sizlerle birlikte devam edeceğiz. Sağlıklı, huzurlu, mutlu ve başarılı nice seneleri, bu alanın bütün paydaşları ile birlikte tamamlamayı ümit ediyor, sevgi ve saygılar sunuyoruz. Ayşe Aydın AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Yıl: 4 Sayı: 48 • ARALIK 2015 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. EsasMedya Ltd. Şti. adına /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü: M. Suat GÜZELGÖZ Genel Yayın Koordinatörü: Ayşe AYDIN Yayın Editörü: Esra ÖZ Hukuk Danışmanı: Av. Bekir EREN Kurumsal İletişim ve Reklam: Ensar ÜSTÜN Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım: EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi: Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 Yayın Türü: Yaygın Süreli Basım Yeri: Şen Matbaa Özveren Sok. 25/B Demirtepe/ANKARA Tel : 0312 229 64 54 Basım Tarihi: Aralık 2015, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. 04 28 Dr. Mehmet Müezzinoğlu Yeniden Sağlık Bakanı 16 Dünyada Sağlık Turizmi ve Ekonomik Etkileri Türkiye’de Sağlık Turizmi: Hem Tedavi Hem Tatil 46 Grip ve Soğuk Algınlığından Korunma Rehberi 70 Katarakt Nasıl tedavi Edilir? 66 Akupunktur 74 Tıpla İlişkili En İyi 10 Film haber DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU YENİDEN SAĞLIK BAKANI NELER YAPILDI NELER YAPILACAK Sağlık Bakanlığı görevine yeniden getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun önünde, sağlık personelinin şartlarının iyileştirilmesi, koruyucu aile hekimliğinin yaygınlaştırılması, kişiye özel kanser tedavisi “ONCOGEN” projesinin hayata geçirilmesi gibi birçok konu bulunuyor. 64. Hükümette yeniden Sağlık Bakanlığı görevine getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nu oldukça yoğun bir gündem bekliyor. AK Parti Hükümetlerinin Türkiye’nin 2023 Vizyonu olarak belirleyip ortaya koyduğu hedeflerin sağlıkla ilgili olan çok önemli başlıkları var. Bu hedefleri gerçekleştirmek üzere çalışmaya devam edeceklerini ifade eden Bakan Müezzinoğlu’nun yeniden bakan olarak göreve getirilmesi ile ilgili ilk açıklaması da bunu açıkça ortaya koyuyor: “Aziz milletimize hizmet yolunda üç yıldır onurla sürdürdüğümüz görevimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Türkiye’yi sağlıkta lider ülke yapma hedefiyle milletimizin ve demokrasimizin sağlığını daha ileriye taşımanın çabası içerisinde olacağız.” Sağlık Bakanlığı görevine yeniden getirilen Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun önünde, sağlık personelinin şartlarının iyileştirilmesi, koruyucu aile hekimliğinin yaygınlaştırılması, kişiye özel kanser tedavisi “ONCOGEN” projesinin hayata geçirilmesi gibi birçok konu bulunuyor. Edinilen bilgiye göre yeni dönemde Türkiye’nin “Sağlıkta tüketen değil, üreten ülke” olmasını hedefleyen Sağlık Bakanlığı, biyoteknolojik ürünlerde yerli üretimi artıracak. Bu kapsamda plazma fraksinasyonu ile yerli plazma ürünleri üretimine de ağırlık verilecek. Hastanelerdeki nitelikli yatak oranını yüzde 90’ın üzerine çıkarmayı planlayan Bakanlık, aile hekimi başına düşen nüfusu 3 binin altına düşürmeyi planlanıyor. Sağlık Bakanlığı, sağlık personelinin şartlarını iyileştirmeye dönük çalışmalara devam edecek. 4 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 EVDE BAKIM HİZMETLERİNİN KAPSAMI GENİŞLEYECEK Uzaktan sağlık ve bakım uygulamaları da yaygınlaştırılacak. Evde sağlık hizmetleri, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı ve belediyeler ile entegre edilerek evde özel bakım hizmetleri geliştirilecek. ONKOGEN PROJESİ ÇOK ÖNEMLİ Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, biyoteknolojik ürünlerde yerli üretimi artırarak, sağlıkta üreten ülke olma çalışmalarına ağırlık verecek. Bu çerçevede, plazma fraksinasyonu ile yerli plazma ürünleri üretilecek. Kişiye özel kanser tedavisini öngören “ONCOGEN” projesi hayata geçirilecek. ŞEHİR HASTANELERİ TAMAMLANACAK Kamu-Özel Ortaklığı modeli ile inşa edilen şehir hastaneleri tamamlanacak. Türkiye genelinde oluşturulacak 56 bin yatak kapasiteli hastaneler hizmete girecek. Sağlık Bakanlığı Sağlık Yatırımları Genel Müdürlüğü bünyesinde konuyla ilgili daire başkanlığı kurularak, projelerin kurumsal temelleri atıldı. Kullanılan altyapı ve inşaat teknolojileri, mimari tasarımları ve kampüs yerleşimiyle ilklere imza atılan bu projeler sadece “Türkiye’nin değil, bölgenin en büyük sağlık eserleri” olarak tarihe geçmeye hazırlanıyor. Bugüne kadar toplam 24 bin 477 yataklı 15 şehir hastanesi projesinin temeli atılırken, başta Ankara ve Mersin olmak üzere birçok bölgede inşaat teslimi noktasında geri sayım başladı. Temeli atılan şehir hastaneleri arasında Kayseri, Yozgat, Mersin, Ankara Bilkent, Adana, Isparta, Elazığ, Ankara Etlik, İstanbul Başakşehir, İzmir Bayraklı, Gaziantep, Bursa, Kocaeli, Konya Karatay, Manisa illeri yer aldı. OBEZİTE, DİYABET VE BAĞIMLILIKLARLA MÜCADELEYE DEVAM Diyabetin erken dönemde teşhis edilme çalışmalarına ağırlık verilecek. Böylece diyabetli bireylere yönelik bakım hizmetleri gelişecek. Obezite ile mücadele kapsamında diyabetle mücadele de devam edecek. Tütün ve alkol bağımlılığından kurtulmak isteyen vatandaşların hizmete erişimleri kolaylaşacak. Uyuşturucu madde bağımlılarına yönelik tedavi ve rehabilitasyon hizmetleri güçlendirilecek. Uyuşturucu Eylem Planı uygulamasına devam edilecek. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 5 KANSER HARİTASI ÇIKARILACAK Bazı kanser türleri başta olmak üzere erken teşhise yönelik taramalar yaygınlaştırılacak. Asbest ve radon gibi kanser hastalığının önemli risk faktörlerine yönelik haritalandırma yapılması planlanıyor. Bütün illeri kapsayan aktif bir kanser kayıt sistemi oluşturulacak. Türkiye genelindeki Toplum Ruh Sağlığı Merkezi sayılarının ve kapasitelerinin artırılması planlanan çalışmalar arasında yer alıyor. “1 Milyon Bisiklet Kampanyası” çalışmalarına da devam edilecek. Yerel yönetimlerin yürüyüş ve koşu yolu gibi alanlara ilişkin faaliyetleri konusunda farkındalık artırılacak. Üç yıllık bakanlığı döneminde çok sayıda projeye imza atan Bakan Müezzinoğlu’nun yaptığı çalışmalar arasında, Türkiye Sağlık Entitüsü Başkanlığının kurulması, “TÜRKÖK” projesi de bulunuyor. TÜRKİYE SAĞLIK ENSTİTÜLERİ BAŞKANLIĞI KURULDU Ar-Ge alanındaki boşluğu dolduracak olan ve sağlığın TÜBİTAKI olarak adlandırılan “Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB)’da yakın zamanda atılan adımlar arasında yer alıyor. Laboratuvar, teknik inceleme ve çalışma altyapısı oluşturulması ve projelere finansman desteği sağlamada önemli rol oynayacak olan TÜSEB ile ilgili ilk çalıştay 26 Aralık’ta İstanbul’da gerçekleşti. TUSEB Başkanlığına Prof. Dr. Fahrettin Keleştemur atandı. Başkanlık çatısı altında 6 enstitünün kurulması planlandı. İlk 6 ayda hedeflendiği gibi Türkiye Kanser Enstitüsü ve Türkiye Sağlık Hizmetleri Kalite ve Akreditasyon Enstitüsü kuruldu. Üç yıl içinde, Türkiye Biyoteknoloji Enstitüsü, Türkiye Anne, Çocuk ve Ergen Sağlığı Enstitüsü, Türkiye Halk Sağlığı ve Kronik Hastalıklar Enstitüsü ve Türkiye Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Enstitüsünün de hizmete girmesi için çalışmalar devam ediyor. İstanbul›da Sağlık Bilimleri Üniversitesi adıyla da yeni bir üniversite kuruldu. Rektörlüğüne Prof. Dr. Cevdet Erdöl atandı. Üniversitenin içinde tıp fakültesi dâhil dört fakülte, bir yüksekokul ile Sağlık Bilimleri Enstitüsü kurulması planladı. Eğitim ve Araştırma Hastanelerindeki doçent ve profesörlerin kadro anlamındaki boşluklarının giderilmesi de hedefler arasında yer alıyor. Yurt dışında da eğitim ve araştırma hastaneleri gibi hastaneler açarak o ülkelerde sağlık eğitimine katkı sağlama hakkı tanınan üniversite, ilk olarak Türkiye’deki 55 Eğitim ve Araştırma Hastanesiyle afiliasyon anlaşması yaptı. TÜRKÖK’TE NAKİL SAYISI 16’YA ULAŞTI Hematopoetik kök hücre nakli tedavisi olması gereken hastalar için oluşturulan Türkiye Kök Hücre Koordinasyon Merkezi kuruldu. Bu merkez tarafından yürütülen TÜRKÖK projesi Sağlık Bakanlığı ve Türk Kızılayı işbirliğinde gerçekleştiriliyor. 24 Kasım 2015 itibarıyla bağışçı sayısı 97 bin 398›e, nakil sayısı 16›ya ulaştı. 11 hasta için eşleşme sağlanarak ameliyatları planlandı. İLK YERLİ MORFİN ÜRETİLDİ Yerli İlaç üretimi destekleri sonuç verdi ve ilk yerli morfin üretimine başlandı. Milli Aşı Projesi ile difteri, tetanos aşısı üretiminin önü açıldı. İlaç Takip Sistemi karekodlarla izlenebilirliği sağlanmış ilaçların üretim veya ithalattan başlayarak geçtikleri her noktadan alınacak bildirimlerle takibini sağlamak üzere kurulmuş bilgisayarlar, veritabanı, bu veritabanını işletmeye yarayan bilgisayar yazılımları ve iletişim altyapılarını içeren İlaç Takip Sistemi, ilaçların sahteciliğe karşı korunması ve güvenlik amacıyla takip edilmesini sağlıyor. İlaç Takip Sistemi, üretici, ithalatçı, ecza deposu ve eczanelerden alınan bildirimler, geri ödeme kurumlarından alınan satış onayları ile bir ilacın birden fazla satılamamasını denetliyor. 6 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 SAĞLIK TURİZMİ İLE İLGİLİ ÖNEMLİ ADIMLAR 7 Şubat 2015 tarihli Başbakanlık Genelgesi ile Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu oluşturuldu. Kurul, ilk toplantısını Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu başkanlığında 23 Mart’ta yaptı. 1 milyon sağlık turistine hizmet verilmenin hedeflendiği proje çerçevesinde Almanya, İsveç, ABD ve Türkiye’de sağlık turizmi konferansları ve çalıştayları düzenlenerek sağlık turizmi planlamaları yapıldı. Bu planlama için ülkeler raporu ve kamu hastaneleri raporu hazırlandı. 2.6 MİLYON KİŞİ E-NABIZ KULLANIYOR Kişisel Sağlık Sistemi’nin (e-Nabız) kullanımına geçildi. Kişinin sağlık bilgileri, kişinin süresi ve sınırı belirlenmiş yetki çerçevesinde sağlık kayıtlarının hekimlerce değerlendirilebildiği, böylelikle teşhis ve tedavi sürecinin kalitesini ve hızını artıran, hasta ile hekim arasında güçlü bir iletişim ağının kurulmasını sağlayan, internet üzerinden güvenli bir şekilde erişebilen e-Nabız dünyanın en geniş ve en kapsamlı sağlık bilişim alt yapısı olarak gösteriliyor. Devreye girdiği günden bu yana e-Nabız’da, 2,6 milyondan fazla kişi profil oluşturdu. 10 milyondan fazla giriş yapılan sistem, 40 milyonu aşkın sayfa görüntüleme sayısına erişti. e-Nabız üzerinden 27 bin kişi organ bağışı bildirimi yaparken, bu bildirimlerde 380 bin organ bağışlanmak istendi. TEDAVİ GÖREN BEBEKLER İÇİN “ANNE OTELİ” Çeşitli hastalıklar nedeniyle yenidoğan yoğun bakım ünitelerinde tedavi gören bebekler ile anneler arasındaki duygusal bağın koparılmaması ve bebeklerin anne sütü alabilmeleri için “Anne Oteli” geliştirildi. Anneler, taburcu olana dek bebekleri ile aynı çatı altında misafir ediliyor. Anne otellerinin sonuncusu Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi’nde 13 yataklı olarak hizmet vermeye başladı. İŞİTME ENGELLİLER İÇİN 112 UYGULAMASI BAŞLADI “Engelsiz Sağlık Projesi” kapsamında görme ve işitme engelli vatandaşların sağlık hizmetlerine ulaşımını kolaylaştırmak için ESİM (Engelsiz Sağlık İletişim Merkezi) kuruldu. İşitme engelliler için görüntülü 112 uygulaması başladı. Akıllı cep telefonlarında kullanılmak üzere, kişinin bulunduğu koordinatları 112 istasyonlarına ileten “Acil 112 butonu” uygulaması geliştirildi. Görme engelli vatandaşlarımız için Braille Alfabesi ile kitap hazırlanıp ülke genelinde dağıtımı sağlandı. Aralarında, Sağlıklı Kentler, 10 milyon çocuğa diş fırçası ve diş macunu dağıtılması, Üniversitelere tıbbi malzeme desteği, Okullarda obezite ile mücadele, Kan Tedarik Sistemi ve Plazma Temini, Uyuşturucu ile Mücadele, Ambulanslara kamera uygulaması, Evde Sağlık Hizmeti çalışmalarının da aralarında bulunduğu yaklaşık 60 proje daha Müezzinoğlu döneminde hayata geçti. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 7 haber İslam İşbirliği Teşkilatı V. Sağlık Bakanları Konferansı’nın Kapanışı Oturumunda Konuşan CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN: HER YIL YURTDIŞINDAN GELEN 400 BİN KİŞİYE SAĞLIK HİZMETİ VEREBİLİR HALE GELDİK Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Çırağan Sarayı’nda düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) 5. Sağlık Bakanları Konferansı’na kapanış oturumuna katıldı. Konferansa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanı sıra, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, İİT Genel Sekreteri İyad Medeni, İİT Genel Sekreter Yardımcısı Muhammed Naim Han, Suudi Arabistan Sağlık Bakanı Halid bin Abdulaziz el Faleh, Endonezya Sağlık Bakanı Nila Farid Moeloek, KKTC Sağlık Bakanı Salih İzbul, Sudan Sağlık Bakanı İdris Abu Garda ve Senegal Sağlık Bakanı Awa Marie Coll Seck, Yemen Sağlık Bakanı Nasser Mohsen Nasser Baoom, Somali Sağlık Bakanı Hawa Hassan Mohamed olmak üzere 43 ülkenin Sağlık Bakan, Bakan Yardımcısı ve Müşteşarı katıldı. Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başlayan konferansta konuşma yapan Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, “Bundan önce olduğu gibi ülkenin dönem başkanlığı süresinde ve sonrasında da İslam aleminin ve insanlığın sağlığına, refahına her türlü 8 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 katkıyı yapmaya hazır olduğumuzu buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum. Yiyecek bulamadığı için hayatını kaybeden bir çocuğun, aşısı yapılmadığı için ömrünün geri kalan kısmını bir başkasının desteği ile yürüten bir çocuğun acısını yine bizler hissedecek, yine bizler paylaşarak azaltacağız” dedi. “G-20’de Aşırıcılığa karşı alınan ortak kararlarla, ortak mücadele konusunda görüş birliği içerisinde olduk” Konferansın kapanış oturumunda konuşma yapan Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan, “İslam ülkeleri arasındaki en kapsamlı ve etkin işbirliği olan İslam İşbirliği Teşkilatının sorumlulukları her geçen gün artıyor. Dünyada giderek derinleşen terörizm ve mülteci sorunlarının merkezinde Müslüman toplumlar ve İslam dünyası yer alıyor. Diğer ülkelerde terörizm ve mülteci krizinin yol açtığı sorunlara karşı artan tepkiler, topyekün İslam dünyasına yönelmeye başladı. Suriye başta olmak üzere bölgemizde yaşanan insani dramlar devam ederken birde Müslümanlara yönelik nefret saldırıları ve ırkçı tutumların yükselişiyle karşı karşıyayız. Geçtiğimiz Pazar ve Pazartesi günü Antalya’da yapılan G-20 Liderler Zirvesi’nde bu konuyu ayrıntılı olarak ele alma imkanı bulduk. Zirvede temsil edilen Müslüman nüfusun liderlerinin aşırıcılığa karşı aldığı ortak karalarlar, ortak mücadele konusunda görüş birliği içerisinde olduk. İslam İşbirliği Teşkilatı içinde temsil edilen tüm ülkelere bu noktada çok önemli görevler düşüyor” dedi. “Terör örgütlerinin oyunlarını birlikte bozmalıyız” “Müslümanlar olarak sorumluluk çok büyük İslam adını kullanarak Müslümanlara en büyük zararı veren DAİŞ, El-Kaide, Boko Haram gibi örgütler karşısında hep birlikte el ele vererek, net ve ilkeli tutum ortaya koymalıyız” diyen Erdoğan, “İslam, müslüman, cihat, mücahit, şeriat, gibi kavramların bu teröristlerin aracı olmaktan istismar aracı olmaktan kurtarmalıyız. Bu örgütler, bu kavramlar üzerinden Müslümanların kanlarını döken, onurlarını kıran, geleceklerini karartan güçlerini, oyunlarını hep birlikte bozmalıyız. Bu aziz dinin sahibi ve koruyucusu elbette Allah’tır. Allah ama bizimde kendi haysiyet ve istikbalimize daha sıkı bir şekilde sahip çıkma sorumluluğumuz elbette vardır. Kendi coğrafyamızda ortaya çıkan ve bir proje ürünün olduğu her hainden belli olan bu örgütlerin önünün biz kesmezsek neler olduğunu görüyoruz. Birileri hemen uçaklarıyla, tank, top, füzeleriyle, gerektiğinde askerleriyle gelip bu işe soyunuyor. Biz kendimiz çözemediğimiz de birileri hemen alıp olayı çok daha derinleştiriyor ve yaygınlaştırıyor. Özellikle mezhep sorunu İslam dünyasının yumuşak karnı olmaya devam ediyor. Bu mesela kimi yerde etkin ayrımlarla tahkim ediliyor, kanatılıyor. Bugün bölgemiz herkesin birbiriyle kavgalı olduğu, oluk oluk Müslüman kanının akıtıldığı bir hale geldi. Artık bu gidişe hep birlikte dur demeliyiz” ifadelerini kullandı. “Teröre karşı bugün mücadele vermezsek yarın daha karanlık olacaktır” “Peygamberimiz merhamet peygamberidir, barışın timsalidir. Merhamet dini olan, sevgi dini olan vicdan dini olan, ilim dini olan İslamın terörle zulümle ölümle cehaletle anılmasının önüne geçmek hepimizin boynunun borcudur” ifadelerini kullanan Erdoğan, “Şimdi mücadele zamanıdır. Teröre, zulme, adaletsizliğe, kine, öfkeye, israfa, aşırıcılığa, dinimizin yasakladığı her türlü kötülüğe karşı mücadele zamanıdır. Eğer bu mücadeleyi hemen vermeye başlamazsak, yarın hepimizin için daha karanlık olacaktır. Gündüzü geceye çevirende geceyi gündüze döndüren de Allah’tır. Mücadelemizde başarılı olabilmek için Rabbimize güvenmemiz, onun emrettiği şekilde dosdoğru olmamız kafidir. Müslümanlar olarak birlik ve beraberliğimizi tesis ettiğimiz an bu kardeşinizin üstesinden gelemeyeceği hiçbir şey yoktur. Bakınız burada 43 İslam ülkesinin bakanları, bakan yardımcıları ve kıymetli temsilcileri var. Her birimiz bu meseleyi kendi ülkelerimiz nezdinde gündeme getirdiğimizde mutlaka bir farkındalığın oluşmasına katkı sağlarız. Aynı anlayışı her platformda ortaya koyduğumuzda çok muazzam bir sinerjinin ortaya çıkacağına inanıyorum. Bu birlik ve beraberliğe, kardeşlik ve uyanışa gerçekten çok ihtiyacımız var. Ancak inananlar kardeştir. Kardeşliğimizin gereği yerine geliyor mu? Burada soru işareti, maalesef. O günlerin çok yakın olduğunu ümit ediyorum” şeklinde konuştu. “BM ve diğer insan örgütleri mültecilere iyi hizmet veremedi” Cumhurbaşkanı Erdoğan konuşmasını şöyle sürdürdü: “Son 12-13 yıl içerisinde sağlıkta ciddi adımlar attık ve sıçramalar gerçekleştirdik. Devlet yönetiminde temel ilke olan insanı yaşat ki, devlet yaşasın sözünü sağlık alanında görmek mümkündür. Hem insan hem alt yapı hem de insan kaynağı bakımından, sağlık bakımından kat ettiğimiz mesafe devrimdir. Her yıl yurtdışından gelen 400 bin kişiye sağlık hizmeti verebilir hale geldik. İlaveten Suriye ve Irak’tan ülkemize gelen kardeşimizin sağlık hizmeti ihtiyaçlarını da aynı sistem içerisinde ciddi bir aksaklığa mahal vermeden karşıladık. Şu hususu sizinle paylaşmak istiyorum. Suriye’de istikrarsızlığın başladığı 2011’den bu yana yaklaşık 5 milyon insan ülke dışına gitmek zorunda kaldı. Bunların 2 milyon 200 bini Türkiye’de, 1 milyonu Lübnan ‘da, 650 bini Ürdün’de, 250 bini Irak’ta hayatlarını sürdürmeye çalışıyor. Kalanı da çeşitli ülkelere dağılmış durumdadır. Suriye’de yaşanan her şey yeni göç dalgalarını ortaya çıkarıyor. BM ve diğer örgütler iyi bir hizmet veremedi. İslam dünyası bu konuda bir dayanışma ortaya koymadı. Biz Türkiye olarak mülteciler için ne yaptık? Sadece kamplarda kalanlar için harcanan para 8 buçuk milyon dolardır. 280 bin kişi kamplarda kalıyor. 2 milyon 200 bin Suriyeli ve 300 bin Iraklı, Türkiye’nin değişik vilayetlerinde. Bunlara STK ve belediyeler bakıyor. Burada meydana gelecek sosyolojik ve psikolojik tramvayı düşünebiliyor musunuz? İşte bütün bunlarla mücadele edeceğiz. Biz bu meseleye insani, ahlaki ve İslami bir vazife olarak bakıyor ve çalışmalarımızı hızlı şekilde yürütüyoruz. Halkıma diyorum ki onlar Muhacir’dir, siz Ensar olmaya devam edeceksiniz. Bu varil bombalarından kaçan Suriyeli muhacirlere Ensar gerekiyordu. Bu görev de bize düştü. Batı destek verse de vermese de, biz bunu sonuna kadar yürütmeye devam edeceğiz. Gönül tüm İslam ülkelerini yanımızda görebilmeyi isterdi, olanlar da var onlara şükran ediyorum.” SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 9 Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun Konferans Kapanış Konuşmasından Satır Başları Bakan Müezzinoğlu, İstanbul’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Yönlendirme Komitesi Toplantısı’nın kapanış oturumundaki konuşmasında, teşkilatın zaman içerisinde İslam ülkeleri arasında ekonomik, sosyal ve kültürel işbirliğinin geliştirilmesi görevlerini üstlendiğini ifade etti. İslam dünyasındaki işbirliği, dayanışma ve kardeşliğin güçlendirilmesi bakımından büyük bir öneme sahip olan teşkilatın, son yıllardaki derinleşen çalışmalarını memnuniyetle karşıladıklarını aktaran Müezzinoğlu, özellikle sağlık alanındaki çalışmaların da artarak devam etmesinden mutluluk duyduklarını dile getirdi. Müezzinoğlu, bu toplantı vesilesiyle 4 günlük yoğun bir çalışma programının ardından ortaya çıkan rapor ve belgelerin gelecek yıllardaki faaliyetlerine ışık tutacağına inandığını vurgulayarak, şöyle devam etti: “Lider Ülkelerin ve Yönlendirme Komitesi’nin çalışmalarını daha da ileri taşıma adına, ilgili tüm uluslararası paydaşlarla işbirliğinin artırılmasının yerinde bir adım olacağını düşünüyorum. Böylece, hem birbirimizin tecrübelerinden daha etkin bir şekilde istifade edebileceğimizi hem de İslam dünyasına ortak hizmet sunma imkanına kavuşmuş olacağımızı ümit ediyorum.” 10 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 “Örgütümüzün sağlık çalışmalarına hız kazandırması önemlidir” Bakan Müezzinoğlu, ülkelerin yeterince güçlü olmayan sağlık sistemlerine bağlı kısıtlı kapasitelerinin birçok yaşam kaybına neden olduğunu dile getirerek, bu durumu üzülerek müşahede ettiklerini anlattı. Son Ebola salgını başta olmak üzere herhangi bir salgının kontrolden çıkmasının ardından, önlem amaçlı yapılan büyük ölçekli harcamalar ve salgının ekonomi üzerindeki olumsuz etkilerinin, gelecek adına farklı bir sorunu da ortaya koyduğuna dikkati çeken Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Bu alandaki çabalarda İslam İşbirliği Teşkilatı’nın da sorumluluk üstlenerek duyarsız kalmamasından duyduğumuz memnuniyeti belirtmek isterim. Ancak uluslararası yardım çağrılarıyla harekete geçen değil, uluslararası kamuoyunu harekete geçirmek konusunda aktif rol alan bir İslam İşbirliği Teşkilatı’na ümmetin ihtiyacı olduğunu düşünmekteyim. Bu kapsamda, inançlarımız, İslam anlayışı ve ümmet bilinciyle hareket etme anlamında özgün bir rolü olan örgütümüzün son dönemde sağlık alanındaki çalışmalarına hız kazandırması büyük önem taşımaktadır. Çok önemli bir başlangıç olarak gördüğüm İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Sağlık Stratejik Eylem Planı’nın hazırlanmasına ve yürütülmesine öncülük etmesinden dolayı Sekreterya’ ya teşekkürlerimi sunmak istiyorum.” “Ülkemiz, en çok dış yardımda bulunan üçüncü ülke konumundadır” Bakan Müezzinoğlu, burada yapılan özverili çalışmaların, İslam dünyasının sağlık alanında ihtiyacı olan dayanışmaya katkı sağlayacağından şüphe duymadıklarını işaret ederek, “Ülkemiz, bugüne kadar insan sağlığını tehdit eden tüm olaylara ve yardıma muhtaç olan insanlara, imkanları doğrultusunda din, dil, ırk, coğrafya farkı gözetmeksizin, tamamen insani refleksle, her türlü yardımı yapma gayreti içerisinde olmuştur” dedi. Son dönemde yapılan dış yardımların ülkeyi, Amerika ve İngiltere’den sonra en çok dış yardımda bulunan üçüncü ülke konumuna getirdiğini anımsatan Müezzinoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Başta Suriyeli misafirlerimiz olmak üzere eğitimden sağlığa her türlü alanda imkanlarımızın da ötesinde, şartlarımızı zorlayarak verdiğimiz hizmetlerin bedeli 5 milyar doları bulmuştur. Afganistan’da şehit olan askerimize Allah’tan rahmet diliyorum, milletimizin başı sağ olsun diyorum. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın çatısı altında daha güçlü bir birliktelik duygusunun bu toplantılar vesilesiyle sağlanmasını temenni ediyorum. haber BAKAN MÜEZZİNOĞLU: HEKİMLERİN ANTİBİYOTİK YAZMA KONUSUNDA DUYARLI OLMALARI GEREKİYOR Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, Akılcı Antibiyotik Kullanımı ve Farkındalık Sempozyumu’nda yaptığı konuşmada, çok önemli bir konu başlığını konuştuklarını söyledi. Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Bugün burada bir ayıbımızı, eksiğimizi, kusurumuzu konuşuyoruz. Gerçekten burada ülkenin en iyi eğitimi görmüş, tıp eğitimi alanında da dünya ile yarışacak bir mesleğin mensupları olarak, ülkemizdeki akılcı ilaç kullanımı veya akılcı antibiyotik başlığında olduğumuz noktayı tartışıyor olmak, bir taraftan mutluluk vesilesi konuyu gündeme almamız ama bulunduğumuz noktaya baktığımızda da ciddi bir eksiğimiz, kusurumuz, kelime belki medyaya da yansıyacak ama ciddi bir ayıbımız. Dünya Sağlık Örgütü’nün değişik parametrelerle antibiyotik kullanımıyla ilgili 42 ülke arasında yaptığı değerlendirmede Türkiye, gelişigüzel antibiyotik kullanımında birinci sırada çıktıysa, sağlıkta yakaladığımız başarılar tabii ki önemli ama buradaki eksiğimizi de çok net ve acımasız şekilde görmeliyiz.” Müezzinoğlu, Türkiye’nin antibiyotiğe dirençte en ön sıralarda olmasının hep birlikte ciddi bir eksikliğin olduğunu gösterdiğini ifade ederek, “Arabanın camını açıp eczacıya ‘Şu antibiyotiği verir misin?’ onun da arabadan inmeden antibiyotiği alıp direksiyon başında bize verdiği bir sistem, oturulup konuşulması, acı acı tartışılması gereken bir konu var” değerlendirmesinde bulundu. Konuyu daha önceki yıllarda da tartıştıklarını anlatan Müezzinoğlu, “Farklı boyutlarıyla hep beraber iğneyi kendimize batırarak çuvaldız vatandaşımıza batıyor. Çuvaldız, bebeklerimize, çocuklarımıza, insanımıza batıyor. Batan çuvaldızı görmemezlikten gelemeyiz” ifadelerini kullandı. Tüm hekimlerin antibiyotik yazma 12 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 konusunda daha duyarlı olmaları gerektiğini belirten Müezzinoğlu, “Manavdan bir kilo muz veya bakkaldan bir şişe süt yazmıyoruz ya da ‘iki yumurta yesin’ yazmıyoruz. Bir kimyasalı yazıyoruz ve bu kimyasalın da karaciğere, böbreğe, kan yapısına öyle ya da böyle yan etkileri var. Bunun ana sorumluları arasında biz varız. Birçok etkeni sayabiliriz kendimize gerekçe olarak. ‘Anne baskı yaptı, yazmadığım zaman eleştirildim veya şiddete uğradım.’ Gerekçelerimizin arkasına sığındığımız sürece burada övünebileceğimiz bir sağlık başarısını elde edemeyiz. Kendimize yapılmasını istemediğimiz hiçbir yanlışı, bir başkasına yapmamak veya mesleki bir prensiptir, faydamız olmasa bile zararımızın olmamasını merkeze almamız lazım” diye konuştu. Müezzinoğlu, hekimlik yaptığı dönemde yaşadığı bazı örnekleri anlatarak, “Hasta eczaneden geri geliyor. ‘Antibiyotik yazmış ama vitamin yazmamış, ateş düşürücü yazmış ama antibiyotik yazmamış. Halbuki sizin ve çocuğunuzun ateşi var. Hasta eczacıdan aldığı bilgiyle ‘Doktor bey, tamam antibiyotik yazmamışsın ama’ diyor. Doktor ‘Nereden çıktı bu?’ diye sorunca, hasta ‘Eczacı öyle dedi’ diyor. Aileyi mi ikna edersin, eczacıyla mı kavga edersin, yoksa işi rutine mi sokarsın? Burada işi rutine sokma kolaylığına girmememiz lazım. Bu meslektaşlar olarak durmamız gereken nokta” değerlendirmesini yaptı. Antibiyotiklerin “en güçlüsü, en yenisi, en iyisi” şeklinde yapılan uygulamaların da yanlış olduğunu kaydeden Müezzinoğlu, “Bakteriye etki eden antibiyotiği mi? Yoksa en güçlü antibiyotiği mi seçeceğiz kendimiz analiz etmemiz ve öz eleştirimizi en güçlü yapmamız gereken bir noktadayız” dedi. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, bu konuda vicdanla hareket edilmesi gerektiğini dile getirerek, bu ürünleri üretenlerle pazarlayanların, ilaçların iyi, çok iyi olduğu yönünde baskı oluşturarak, kamuoyu algısını farklı boyutlara taşıdığını söyledi. Sağlık sektörünün çok paydaşlı olduğunun altını çizen Müezzinoğlu, “Antibiyotik yazmasını bekleyen değil, yazdığı zaman şart mı?” diye sorabilen bir anne bilinci oluşturulabilmesi gerektiğini kaydetti. “Leblebi yutar gibi hapları yutarsak...” Sağlık okur yazarlığının çok daha farklı noktalara taşınması ve insanlara sağlıklı yaşam kültürünün yerleştirilmesi gerektiğini belirten Müezzinoğlu, “Bir bardak sütü içmekle diğer bir bardaktaki gazlı içecekleri içme arasındaki farkı, duyarlılığımız varsa, çocuğa hissettirebiliriz. Yoksa dolapta onları bulundurursak veya leblebi yutar gibi hapları yutarsak, çocuğa da ‘yanlış, kullanma’ demenin etkisi olmaz” dedi. Sempozyuma katılanlara “Meslektaşlarım duyarlılık bizde olacak” diye seslenen Müezzinoğlu, Türkiye’deki fotoğrafın ideal noktaya gelmesiyle ilgili duyarlı çalışmaların içinde olmaları gerektiğini anlattı. Annelerin ve hastaların bilinçlendirilmesi, eczacılarla bilgilerin paylaşılmasının önemli olduğunu vurgulayan Müezzinoğlu, “En pahalı antibiyotiği verdiğimizde kazanacağımız para değil, insana olumlu veya olumsuz yapacağımız etkiyi merkeze alan bir duruşla önümüzdeki süreci planlamamız lazım” diye konuştu. Kolaycı bir şekilde talep edilen, o anlık rahatlatıcı kalemlerin yazılmasının yarın tedavisi mümkün olmayacak ağır sorunların alt yapısına damla damla katkı vereceğine dikkati çeken Müezzinoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Türkiye antibiyotiğe direncin en yüksek olduğu bir ülke. Bizlerin hep birlikte koyduğu damlalar dolayısıyla oluştu. Kimse ben de dahil kendimizi bu sorundan ayrı tutamayız. Burada ciddi bir sorun var ve buna biz duyarlılık göstermek zorundayız. Dünya Sağlık Örgütü, 18 Kasım’ı bu anlamda akılcı antibiyotik kullanımıyla ilgili hafta olarak ilan etmiştir. Bunu hafta olarak değil, yıl olarak hep gündemimizde, mesleğin mensupları olarak da meslek hayatımızın tamamında merkeze almamız lazım. Bu yalnız antibiyotikle de sınırlı değil. Antibiyotik bugün için önceliğimiz ve topluma ciddi bedeller ödetiyor. Bu ekonomik bedel değil. Ekonomik bedelin her halükarda telafisi bulunur ama sağlıkla ilgili ödettiği bedellerin telafisi çok zor, hatta bazen imkansız. O nedenle biz duyarlılığımızı merkeze alarak, toplumda farkındalık oluşturabiliriz.” SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 13 haber SAĞLIK BAKANI MÜEZZİNOĞLU: GÜNDE YARIM SAATİNİZİ HAREKETE AYIRIN Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, İstanbul’da düzenlenen Diyabete Destek Programı Tanıtım Toplantısı’na katıldı. Burada bir konuşma yapan Bakan Müezzinoğlu, Bakanlığın gündeminde hep diyabet konusunun olduğunu belirterek, “Kötü alışkanlıklardan uzak durabilme kültürünü ve sivil toplum dinamikleriyle bunu besleyen bir algı yönetimini güçlendirmemiz lazım. Gündemimizde hep bu konular var. En temel sorun veya etken tütün ve tütün ürünleri, kötü alışkanlıklar, alkol kullanımı. Tütün, tütün ürünleriyle, alkol ve kötü alışkanlıklarla olan mücadelemizi dünya gündeminden çıkarmamalıyız. İkinci temel etken sağlıklı beslenme. Ailede bir bilinci oluşturamazsak, toplum olarak bunu sahiplenemezsek sağlıklı beslenme konusundaki zaafiyetler diyabetin de, kanserinde alt yapısını oluşturuyor. Üçüncüsü de hareketli yaşam. Hareketli yaşamı da her bireyin, her ailenin gündemine yerleştirmemiz lazım” dedi. “Günde yarım saatinizi harekete ayırın” Günde yarım saat spor yapılması gerektiğini kaydeden Bakan Müezzinoğlu, “24 saatin yarım saati, yani 14 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 50’de birini kendi sağlıklı yaşamı için harekete ayırmayan bir bireyin kendisine saygı duymadığını kabullendirmemiz, onu o kültürle yetiştirmemiz lazım. Zamanının günde 50’de biri, yarım saatini harekete ayırmayan bir birey kendisine, sevdiklerine değer vermiyor demektir. Hayata, sağlıklı yaşama değer vermiyor demektir. Bunu da bulaşıcı bir hastalık değil, bulaşıcı bir sağlık konusu olarak topluma bulaştırmamız lazım. Kötü bir yaşam tarzı nasıl bulaşıcı olarak yayılıyorsa, bizim de doğruları bulaşıcı bir şekilde topluma mal etmemiz lazım” diye konuştu. “Kilodaki yüzde 10’luk azalma diyabet riskini yüzde 56 azaltır” Kilonun yüzde 10 düşürülmesinin diyabet riskini yüzde 56 oranında azalttığına vurgu yapan Müezzinoğlu, “Sağlıklı beslenmesi, aktif bir yaşamı olması, kötü alışkanlıklardan uzak durması ve obezite. Obeziteyi yüzde 10 azalttığımızda bireyde diyabet olma riski yüzde 56 azalır. Yani yüzde 10 kiloyu azaltmak yarıdan çok daha fazla diyabetle olan riskini azaltır. Gelecek yıllarda özellikle sağlıklı yaşam kültüründeki tütünle mücadelede yakaladığımız başarıyı artırarak devam etmek, kötü alışkanlıklardan çocuk ve gençlerimizi koruyabilmek, aileyi sağlıklı yaşam kültürü anlamında bilinçlendirebilmek, obeziteyi yüzde 10 gibi azaltabilme başarılarına imza atabilecek bir ülke olabilmeyi temelli ediyorum” şeklinde konuştu. Sanofi Türkiye’nin koşulsuz katkılarıyla “Diyabete Destek Programı” 19 Kasım 2015 tarihinde programın kamuoyuna tanıtımı için İstanbul’da gerçekleştirilen toplantıya; T.C. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun yanı sıra, Sağlık Bilimleri Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cevdet Erdöl, T.C. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü Ömer Tontuş, Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü Doğan Ünal, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Prof. Dr. İrfan Şencan, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkan Yardımcısı Dr. Bekir Keskinkılıç, Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Obezite, Diyabet, Metabolik Hastalıklar Daire Başkanı Dr. Nazan Yardım ve Sanofi Türkiye Genel Müdürü Fabrizio Guidi katıldı. Toplantıya diyabet konusunda uzman hekim ve hemşireler, diyabet hastaları, ilgili dernek temsilcileri ve basın yoğun ilgi gösterdi. Sanofi Türkiye Genel Müdürü Fabrizio Guidi, toplantıda yaptığı konuşmada %5.6 pazar payı ve 1600’den fazla çalışanıyla Türkiye’nin ikinci büyük ilaç şirketi konumunda olan Sanofi’nin, 365 milyon kutu/yıl kapasitesi ile Türkiye’de sektörün en büyük üretim merkezinin sahibi olduğunu belirtti. Sanofi Türkiye’nin üretiminin yaklaşık %12’sini 46 ülkeye ihraç ettiğini, ihracat yapılan ülkelerin başında Almanya, İngiltere, İspanya, İtalya, Portekiz ve Japonya’nın yer aldığını belirten Guidi; Sanofi Türkiye’nin 2014 yılında 40 araştırma programına toplamda 5.6 milyon TL Ar-Ge yatırımı yaptığını ve T.C. Sanayi ve Ticaret Bakanlığı tarafından Ar-Ge merkezi sertifikası olan ilk çok uluslu firma olduğunu belirtti. Guidi, Sanofi Grubu’nun diyabet, aşılar, nadir hastalıklar başta olmak üzere yenilikçi ilaçlar geliştirip dünya nüfusunun potansiyel sağlık ihtiyaçlarına çözüm bulmak için çalışmakta olduğunu, sadece en iyi tedavi seçenekleri ile değil aynı zamanda oluşturduğu hasta destek programları ile dünyada bulaşıcı olmayan ölümcül hastalıklar arasında ilk 10’da yer alan ve 382 milyon bireyi doğrudan etkileyen diyabet hastalığı ile ilgili önemli bir sorumluluk üstlendiğini dile getirdi. Genel Müdür Guidi sözlerini şöyle sürdürdü: “Global vizyonumuz, Kurumsal Sosyal Sorumluluk (KSS) bilincini iş stratejilerimize dahil etmek ve paydaş beklentilerine yanıt vermektir. Bu doğrultuda, Türkiye’nin şart ve ihtiyaçlarına göre geliştirdiğimiz Kamu-Özel Sektör İşbirliği ve Hasta Destek programlarımızın yanı sıra global arenada yürütülen çalışmaları da Türkiye’ye getiriyoruz. KSS projelerimizi tasarlarken, paydaşlarımızla işbirliğine çok önem veriyor, konu bazında kamu, öncü dernekler ve fikir liderleriyle birlikte çalışıyoruz. Sağlık Bakanlığı’nın önemli bir halk sağlığı sorunu olarak gördüğü diyabetle mücadele etmek amacıyla geliştirdiği ve uyguladığı sağlık politikalarını yakından takip ediyoruz. Bu nedenle, 1994 yılında Bakanlık önderliğinde hazırlanan “Ulusal Diyabet Programı”ndan itibaren oluşturulan strateji belgeleri ve programlarını ve son olarak da “20152020 Türkiye Diyabet Programı”nı titizlikle inceliyor ve belirlenmiş program hedeflerine katkı sağlayabileceğimiz konu ve alanları ilgili paydaşlarla belirlemeye büyük önem veriyoruz. Böylelikle, ciddi emek ve kaynak ayırdığımız Sanofi KSS programlarımızın önemli bir ihtiyaca cevap veren ve somut fayda sağlayan nitelikte olmasını temin ediyoruz. Sanofi’nin global olarak geliştirdiği “Hasta Destek Programı” çerçevesinde tüm dünyada diyabetin önlenmesi ve diyabet komplikasyonlarına dikkat çekerek sağlıklı insanlarda diyabet hakkındaki farkındalığı artırmayı hedefleyen bir çok projeye imza atmış bulunuyoruz. Türkiye’de Sağlık Bakanlığı’nın hastalıkları önleyici programlara verdiği önemi biliyor ve yaptığımız çalışmalarla bunu destekliyoruz. Kamu-özel sektör işbirliğinin güzel bir örneği olan “Diyabete Destek Programı” ile diyabet gibi toplumsal ve ekonomik maliyeti yüksek olan bir konuda güçlerimizi birleştirmiş olmaktan büyük memnuniyet duyuyoruz. Bu program ile toplumda diyabet hakkındaki farkındalığı artırarak daha sağlıklı bir neslin yetiştirilmesi yönünde önemli bir adım attığımıza inanıyorum. Diyabete ‘dur’ diyebilmek mümkün, bunu da ancak halkla ele ele vererek, onları bu konuda bilinçlendirerek başarabiliriz.” Dünyada 382 milyon diyabetli birey olduğu tahmin ediliyor ve Uluslararası Diyabet Federasyonu tahminlerine göre bu sayının 2030 yılında 500 milyonu aşması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün “Diabetes Action Now” adlı araştırmasında; 2013 yılında tüm dünyada 20-79 yaş grubunda diyabete bağlı olarak hayatını kaybeden insan sayısının 5.1 milyona ulaştığı tespit edilmiştir. Bir başka ifade ile her 6 saniyede bir insanlar diyabet ve komplikasyonları nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre; diyabet en çok rastlanan 10 ölüm sebebi arasında 8’nci sırada yer almaktadır. Alınan tüm tedbirler ve bilinçlendirme ça- lışmalarına rağmen diyabet dünya genelinde yaygınlaşmaya devam etmektedir. Başkent Üniversitesi’nden Prof. Dr. Simten Malhan’ın öncüğünde bir grup yerli ve yabancı bilim insanı tarafından yapılan “Türkiye’de Tip 2 Diabetes Mellitus ve Komplikasyonlarının Doğrudan Tıbbi Maliyetine İlişkin Değerlendirme” diyabetin ekonomik maliyeti konusunda önemli sonuçlara ulaşmaktadır. Buna göre; tanı konulan hastalarda Tip 2 diyabet maliyetinin Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın %1’i, bir başka ifade ile 11,4 ile 12,9 milyar TL arasında değiştiği öngörülmektedir. Toplam maliyetin en büyük kısmını kalp-damar komplikasyonları oluştururken (%24,3 ila %32,6 aralığında), onu böbreklerle ilgili komplikasyon maliyeti (%25,0 ila %28,3 aralığında) ve eş zamanlı kalpdamar ve antihipertansif ilaç maliyeti (%14,2 ila %16,0 aralığında) izlemektedir. Antihiperglisemik ilaç maliyeti toplam maliyetin %10,9 ila %12,3’ü aralığında gerçekleşirken, Antihiperglisemik tarama maliyeti, %4,4 ila %5,0 aralığında oluşmaktadır. Bu veriler dikkate alındığında, sağlıklı bireylerin diyabetten korunması, toplumda diyabet hakkındaki farkındalığın artırılması, diyabetli bireylerin ve yakınlarının hastalık hakkında daha fazla bilinçlendirilmesi ve sağlıklı bireylerin diyabetten korunması hedefleriye başlatılan ‘‘Diyabete Destek Programı’’nın önemi daha iyi anlaşılmaktadır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 15 kapakkonusu DÜNYADA SAĞLIK TURİZMİ VE EKONOMİK ETKİLERİ Yrd. Doç. Dr. H. Ömer TONTUŞ Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürü İnsanların seyahat etmek sureti ile ikamet ettiği yerin dışında konaklayarak tedavi olmayı amaçlamaları özel bir turizm çeşidi olan sağlık turizmini ortaya çıkarmıştır. İnsanlar artık sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki hekimleri ya da fiyatları değil; en iyi çözüm ve en iyi fiyat seçeneklerini değerlendirerek hareket etmektedirler. Bundan yola çıkarak; tedavi ve tatil amaçlı, şehirlerarası ya da ülkelerarası yapılan seyahatlerden doğan tüm etkinliklere “Sağlık Turizmi” denilmektedir. Ekonomik hareketlilik açısından profesyonel olarak eğitilmiş bireylerin sağlanmış özel koşullar altında kat16 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 ma değer sağlamak adına emek, tecrübe ve bilgi birikimlerini ihraç etme işidir sağlık turizmi. Ancak ekonomik çevrelerde kullanılan anlamı ile sağlık turizmi sınır aşan hasat hareketliliğini kastetmektedir. Sağlık turizmi; sadece tıbbi tedavi almak adına yapılan planlı bir hareketlilik değil aynı zamanda termal sağlık tesislerinde rehabilitasyon ve yaşlı bakım merkezlerinde kronik hastalık takibini de kapsamaktadır. Önceleri alternatif bir turizm olarak değerlendirilen sağlık turizmi bir sektör olarak gelişmiş ve değişmiştir. Nitekim yasal çerçevesinin “hizmet ihracatçıları” başlığı altına alınmasının gündeme gelmesi her ne kadar isimlendirmede turizm kelimesi olsa dahi sektörün bir turizm faaliyetinin parçasından daha öte pozisyonda olduğu açıktır. Ama sağlık amaçlı turizm hareketi, son on yılda aktif olarak hastane hizmetlerinden faydalanmak için düzenlenen yurt dışı seyahatleri, rehabilitasyon hizmetlerini ve yaşlı-engelli bakımını kapsar hale gelmiştir. Bu değişim sağlık turizminden doğan ekonomik gücün hızla artmasına ve cazip hale gelmesine neden olmuştur. Türkiye’de de sağlık turizminin ana ekseni şu anda basitçe tıp turizmi olarak adlandırılabilecek sağlık tesislerinden tedavi amaçlı yararlanım üzerine odaklıdır. Ancak dünyada toplam ekonomik büyüklüğe bakıldığında rehabilitasyon amaçlı termal sağlık turizmi ve yaşlı sağlık bakımı odaklı turizm çok daha güçlüdür. Sağlık turizmi dünyada 100 milyar dolarlık bir hacme ulaşarak, tüm ülkelerin iştahını kabartan bir konuma ulaşmış ve hatta aşmıştır. Sağlık hizmetlerinin çeşitlenmesi, yaşlanan dünya nüfusu, rehabilitasyon imkan- ları ile artan özellikle cerrahi işlemler, ülke sağlık sistemlerinin yaşadığı sorunlar, insanların kaliteli ve düşük maliyetli hizmet beklentisi tedavi ve/ veya bakım amaçlı seyahatleri gündeme getirmiştir. Dünyada sağlık ve termal turizmdeki gelişmelere paralel olarak çok sayıda tesis açılmakta, mevcut tesislerde köklü değişikliklere gidilmekte ve bu düzenlemeler sadece hızla artan yaşlı nüfus için değil, aynı zamanda tedavi olmak ya da tıp teknolojisinin getirdiği yeniliklerden faydalanmak isteyen genel nüfusa da hitap etmektedir. Dünyanın farklı bölgelerinin ön plana çıkarabileceği ve farklı coğrafyalarda yaşayan insanlar için cazip gelecek değişik coğrafi özellikleri ve kültürel farklıları vardır. Bu farklılıklar dikkate alınarak her ülke hatta ülke içindeki farklı bölgeler mevcut şartlarına göre sağlık turizmi çeşitlerinden birini veya birkaçını ön plana çıkartabilir. Örneğin ülkemiz için Afyon, Denizli bölgesi termal sağlık için doğal güzellikleri il birlikte pazarlanabilirken, İstanbul tarihi kültürel dokusu ve modern sağlık tesisleri ile öne çıkabilir. Önemli olan o ülkenin veya ilin sağlık turizminin hangi çeşidine uygun olduğu ve bununla markalaşmaya yönelmesidir. Buna göre Afyon, Yalova, Bursa termal turizmde, Antalya ileri yaş turizminde, İzmir ve bölgesi SPA ve Wellness de marka olabilir. İstanbul ise medikal turizmde ülkemizin en çok potansiyele sahip ilidir. Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar; sigorta firmalarının, devlet kuruluşlarının, internetin, kitle iletişim araçlarının etkisi ve yönlendirmesi sonucu diğer ülkelerdeki kaliteli ve ekonomik sağlık hizmetleri konusunda daha fazla bilgiye ulaşabilmektedirler. Bilinçlenen hastalar ve bilinçlenen geri ödeme kuruluşları hükümetleri sağlık turizmi konusunda yeni arayışlara itmektedirler. Sosyal güvenlik maliyetlerinin artan giderleri, kurumları zorlamaktadır. Bu sıkıntıları aşmak için, gelişmiş ülkelerde bulunan sosyal güvenlik kurumları ve özel sigorta kurumlarının kaliteli tıbbi hizmet sunan ve uygun uçuş mesafesi içerisinde yer alan ülkelerle paket anlaşmalar yaparak sağlık hizmetlerini düşük maliyetli alma çabaları görülmektedir. ABD’de Yrd. Doç. Dr. H. Ömer TONTUŞ bazı eyaletlerde sağlık sigortası sağlayıcılar ve emeklilik fonları Hindistan yada Tayland’da yerleşik sağlık kuruluşları ile anlaşmalar imzalamışlardır. Aynı zamanda Avrupa Birliği ise yeni sektörün çerçevesini belirlemek adına 2011 yılında direktif yayınlamıştır. Bununla paralel olarak sağlık hizmeti sunumuna talip olan ülkeler sağlık sektöründe kalite ve güven sorununun çözülmesine odaklanmış, uygun mevzuatı geliştirmişlerdir. Günümüzde dünya sağlık turizminden en büyük payı alan ülkelerin başında ABD, Hindistan, Tayland gelmektedir. Sonuçta her geçen gün, sağlık turizmi pazarı genişlemekte ve yatırımcılar tarafından ilgi görmektedir. Gelişmiş tıbbi teknolojinin yaygınlaşması, sağlık eğitiminde denklik sağlanması, kendi ülkesinde yasal olmayan ancak başka ülkede yasal olan bazı medikal uygulamalar, düşük maliyet, kısa bekleme süreleri, ulaşım kolaylığı, iletişimde globalizasyon ve sağlık hizmetlerinde uluslararası akreditasyon standartlarının geliştirilmesi sağlık turizminin dünyanın çok geniş bir bölgesine yayılmasını sağlamıştır. Bu bölgeler arasında Güney Avrupa, Güney Asya ve Güney Amerika en dikkat çekici bölgelerdir. Sağlık hizmeti almak amacıyla ülke dışına çıkışın sebepleri ülkeden ülkeye farklılık göstermektedir. Örneğin, İngiltere için çok uzun bekleme süreleri hastaları başka çözümlere itmekte iken ABD için ana yönlendirme faktörü fiyatlardır. Sağlık turizmi, dünyanın en hızlı gelişen ve büyüyen sektörlerinden biridir. Sağlıklı yaşam talebine bağlı sınır aşan hareketlilik, dünya ekonomisinde başlı başına bir endüstri haline gelmiştir. Sağlık turizmi, hastaların ve hasta ailelerinin rahatlığını sağlamak için tıbbi seçenekleri sunmayı hedeflemektedir. Gelişmiş ülkelerdeki bireysel yaşam maliyetinin yüksek olmasına paralel olarak sağlık hizmetleri sunumu da yüksek maliyetli olmaktadır. Ayrıca gelişmiş ülkelerde yaşlanan nüfusun sağlık ihtiyaçları ve yaşlı sağlık bakım hizmetleri için ayrılan mali kaynaklarının payı her geçen gün artmaktadır. Yaşamının en kritik döneminde başka ülkelerde daha az riskli ve daha gelişmiş tedavi metotlarının olduğunu ve bunun beklenmeden yapılabildiğini bilen kişilere, uzun randevu sürelerine veya ilkel tedavi metotlarına ikna etmek mümkün değildir. Günümüzde, yükselen sosyo-ekonomik düzey ve artan bilinç sayesinde ağır bir hastalığı olmasa da, insanlar yaşlanmayı geciktirmek, kendilerini daha iyi ve zinde hissetmek için kimyasallardan uzaklaşıp, doğal tedavi metotlarına yönelmişlerdir. Bu kaynakların yeryüzünde heterojen bir şekilde dağılmış olması sağlık turizminin gelişmesinde önemli bir etkendir. 20 yıl öncesine kadar sağlık turizmi tıbbi teknoloji ve tıbbi insan gücü açısından az gelişmiş ülkelerden daha gelişmiş ülkelere doğru özelliklede ABD’ye doğru olmakta idi ancak artık çoğu vakada sağlık turizminde hizmet almak üzere yolculuk yapılan ülke yola çıkılan ülkeden daha az gelişmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 17 Sağlık hizmeti için yolculuk klasik olarak özellikli cerrahi işlemler için olabileceği gibi, basit diş tedavileri, IVF hatta gene sağlık kontrolü (check-up) için de olabilmektedir. Genel olarak şu kabul edilebilir ki; psikiyatrik değerlendirmeden akupunktura kadar her türlü tedavi için uluslararası yolculuk yapılabilir. Dünya sağlık turizm sektörünün talep edenleri açısından riskleri uzun yolculuklardan sonra gelişen derin ven trombozları yanında tüberküloz, sıtma, dizanteri, tifo gibi genel hijyen kusurlarından doğan bulaşıcı hastalıklardır. Fiyat farklılıkları özellikle ABD vatandaşlarını tercihler yönünde kışkırtmaktadır. Örneğin karaciğer transplantasyonu iyi bir ABD merkezinde 300.000 Amerikan dolarına mal olurken aynı işlem JCI akredite kalite güvencesi altında Türkiye’deki bir hastanede 80.000 Amerikan dolarına yapılabilmektedir. Halk sağlığı ve koruyucu sağlık hizmetlerinin aşırı bir şekilde öncelendiği ülkelerde tedavi edici tıbbi işlemler gecikmektedir. Örneğin 2007 yılında Kanada’da tedavi için oluşturulan bekleme listelerinde 800.000 civarında hasta ortalama 2,5 ay beklemek zorunda idiler. İngiltere için ise bekleme süreleri artık formal bir hal almış aile hekimi tarafından uzman doktora sevk edilen bir hastanın NHS yasasında belirtildiği üzere 18 hafta yani 4.5 ay içerisinde tedavi görmeye başlama 18 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 hakkı vardır. Bu süre aşılır ise şikayet hakkı doğmaktadır. Gelişmiş koruyucu hekimlik uygulamalarına ve modern sağlık tesislerine rağmen ülke dışına hasta çıkışı en çok İngiltere’yi etkileyecek gibi görünmektedir. Bu durum kişilerin sağlıklı yaşama doğrultusunda beklentilerinin geciktirilmeden sağlanmasına yönelik talepleri işlemin fiyat baskısından daha ön planda geldiğini göstermektedir. Yani başka bir deyişle uzun bekleme süresinin hastanın yurtdışına çıkış kararına etkisi en önemli yönlendirici güçtür. Nitekim İngiltere’nin saygın DailyMail gazetesinin haberinde belirtildiği üzere bekleme listesinde 1.050.400 hasta vardır. Yani başka bir deyişle nüfusun %1.65’lik kısmı tedavi için çağrı beklemektedir. Sağlık turizmine karşı duran görüş gelişmekte olan ülkelere doğru sağlık hizmeti alma amaçlı yolculuklarda varış noktasındaki sağlık hizmetlerinin kalite güvencesinin hiç bir şekilde gelişmiş ülkeler gibi garanti edilemeyeceği görüşündedirler. Ayrıca tedavi sonrası ve sırasında ki komplikasyon riskinin fazlalığı yanında anavatanlarına dönüşlerinde yaşadıkları takip sorunu önemli bir tehdittir. Sağlık turizminde iki önemli başlık her zaman güncelliğini koruyacaktır. Bunlardan biri diaspora sağlık turizmi ve öteki ise aşma-atlatma sağlık turizmidir. Diaspora sağlık turizmi; hastaların kendilerine anavatan olarak gördükleri ülkelere tedavi için gitmeleridir. Almanya’da Alman vatandaşı olarak ikinci ve üçüncü nesil Türk kökenlilerin sağlık hizmeti almak amacıyla ülkemize ziyaretleri diaspora turizminin en net örneğidir. Bu şekil tedavi amaçlı hareketlilik Türkiye’ye yapılan ziyaretler haricinde Hindistan kökenlilerin İngiltere’den Hindistan’a, Meksika kökenlilerin ABD’den Meksika’ya gitmeleri gibi birçok farklı ülkede görülmektedir. Diaspora sağlık turizminin yıllık 1.000.000 kişiden daha fazla sınır aşan yolculuğa neden olduğu tahmin edilmektedir. Yasa-aşan sağlık turizmi (Circumvention Health Tourism) ise kendi yaşadığı ülkelerde yasal olmayan ancak hedef ülkede yasal olan işlemler için yapılan sağlık hizmeti alma amaçlı yolculuklardır. Bu grup hastalara verilebilecek en kolay örnekler ise cinsiyet değişimi ameliyatları, kürtajlar ve kendi ülkesinde uygulama limiti ötesinde olan IVF denemeleri gösterilebilir. En uç örnek ise İsviçre’de bazı kantonlarda verilen ötenazi izni nedeniyle İsviçre’ye yapılan hasta hareketliliğidir. İrlanda ve Polonya kürtaj ile düşük konularında mevcut olan yasaları nedeniyle ülke dışına kürtaj amaçlı hasta çıkışının en fazla olduğu iki ülkedir. İngiltere’ye en fazla hasta gelmesini sağlayan unsurlarda birisi kürtaj konusundaki esnekliktir ve yaklaşık 7500 Polonyalı kadın bu amaçla İngiltere’ye gitmektedir. Has- talar kendi ülkelerinde yasal olmayan bir işlemi, işlemin yasal olduğu ülkeye giderek yaptırmakta ve hiç bir suç unsuru doğmamakta ve böylece “yasa-aşan sağlık turizmi” faaliyeti gerçekleşmektedir. Dünyada Sağlık Turizmi Faaliyetinin Genel İşleyişi: Tipik bir süreç aşağıdaki gibi işler: Sağlık Turizmi Ekonomisi Dünya’da 2008 yılında toplam 4,1 trilyon, 2009 yılında ise 5,4 trilyon dolar tutarında sağlık harcaması yapılmıştır. ABD’deki sağlık turizmi harcamalarının 5,5 milyar dolar, Avrupa’da 3,5 milyar Euro civarında olduğu, yaklaşık 120 yıldır sağlık turizmine hizmet veren Macaristan, Çek Cumhuriyeti ve Romanya gibi ülkelerden Çek Cumhuriyetinin bu sektörden kazancının 1 milyar doları aştığı bilinmektedir. Bu durum insan sağlığına verilen önemin dünya çapında arttığını göstermektedir. Ülkeler, gelişmişlik düzeylerine göre farklılık göstermekle birlikte sağlık harcamalarına GSMH’lerinin % 2’si ile % 16’sı arasında değişen oranlarında pay ayırmaktadırlar. 2012’de AB üye devletleri, 2000’deki % 7,3’e göre kayda değer bir artışla GSYH’lerin ortalama % 8,7’sini sağlık harcamasına adamışlardır. Birçok ülkede 2008 ortalarında başlayan ekonomik krizi takiben 2009’da % 9 ile bir zirveye ulaşılmıştır. Sağlık harcaması düzeyinin daha eksiksiz anlaşılması için, sağlık harcamasının GSYH’ye olan oranı, kişi başına sağlık harcamasıyla birlikte değerlendirilmelidir. 2008’de Türkiye GSMH’den % 6 oranında pay ayırmış olmasına rağmen, % 9 olan OECD ortalamasının altında kalmıştır. Bu durum 2009 yılı için değerlendirildiğinde, Türkiye’de sağlık harcamaları tutarı 2009 yılında 38 milyar USD’ye ulaşmıştır ve GSMH içinde % 6,2’lik bir paya sahiptir. vatistan, Lüksemburg, Fransa ve Almanya’da sosyal sağlık sigortası sağlık giderlerinin % 70 veya daha fazlasına kaynak yaratarak baskın bir finans şeması çizmektedir. Sağlık turizminin, dünyada hızla gelişen küreselleşme sürecinin sonuçlarından biri olduğu söylenebilir. Artık insanlar, sağlık sorunlarını çözerken, yalnızca kendi ülkelerindeki hekimleri ya da fiyatları değil; en iyi çözüm/ en iyi fiyat imkanlarını düşünerek hareket etmektedirler. OECD ülkelerinde sağlık harcamalarının ortalama % 73’ü kamu tarafından karşılanmaktadır. Türkiye’de ise bu oran 2000 yılında % 63 iken 2009’da % 71’e ulaşarak OECD ortalamasına oldukça yaklaşmıştır. 2012 yılında, AB ülkelerinin genelinde tüm sağlık harcamalarının ortalama dörtte üçü kamu tarafından finanse edildi. Danimarka, İngiltere ve İsveç’te merkezi, bölgesel veya yerel yönetimler tüm sağlık harcamalarının % 80’inden fazlasını finanse etmektedir. Çek Cumhuriyeti, Hollanda, Hır- SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 19 kapakkonusu TERMAL TURİZM MERKEZLERİ* Prof. Dr. Mustafa ALTINDİŞ Bir Sağlık Turizm Çeşitliliği; Termal Turizm Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi Temel Tıp Bilimleri Bölümü Sağlıklı yaşamın önemsendiği ve özendirildiği toplumlarda insanlar, korunmuş doğal çevre, uygun iklim, güneş, yeterli alt ve üst yapı varlığında, etkin sosyal ve kültürel çevre imkân/aktiviteleri ile termal suların yararlı kullanım özelliklerinden hekim kontrolünde, diğer tamamlayıcı tedaviler de katılarak dinlenme, yenilenme, zindeleşme, eğlence-eksersiz gibi insan sağlığını koruyan aktiviteler içinde bulunma, yıpranmayı dengeleme, hastalıkları tedavi ve rehabilite etmek amacıyla bulundukları yerlerden termal tesislere (kaplıcalara) giderek yarar aramaktadırlar. Arz ve talep dengesi içinde görece hızla gelişen bu turizm hareketliliğine “termal turizm”, diğer tedavilerle birlikte uygulanması durumuna ise “sağlık ve termal turizmi” denmektedir. Termal turizm, diğer turizm çeşitleri ile beraber ya da ayrıca tüm yıl boyunca değerlendirilebilmektedir. Günümüzde sağlıklı yaşamın temel unsurları; sağlığın korunmasını öğrenmek ve uygulamaya çalışmak, zinde kalmak, hastalıklardan korunmada zararlı alışkanlıktan uzaklaşma ve sağlıklı beslenme kurallarını öğrenmek, gerektiğinde hızlı ve mümkünse kaliteli konforlu hijyenik ortamlarda tedavi olmak ve rehabilitasyon hizmetleri almaktır. Özellikle doktor kontrolünde insanların tahrip olmamış doğal bir çevrede güneş, etkin sosyokültürel zenginlikler ve sıcak mineralli suların sağlık verici özellikleri ve diğer destek tedavilerden yararlanmak üzere yaşadıkları yerlerden termal tesislere (kaplıcalara) yapılan seyahatler, termal turizm olarak adlandırılmaktadır. 20 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Sağlıklı yaşamın bir değer olduğunun farkında olan gelişmiş ve sosyal refaha erişmiş toplumlardaki insanlar, sağlığın korunması içinde gerekirse farklı destinasyonlara seyahat etmektedirler. “Sağlık turizmi” olarak isimlendirilen bu kavram; a) Termal (kaplıca) turizmb) Medikal (tıbbi) turizm c) SPA / wellness turizmi d) Yaşlı ve engelli turizmi gibi farklı uygulamalardan oluşmaktadır. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na göre termal turizm, “termal suların, çamurların, kaynağın çevresindeki iklim ve doğa şartlarının beraberinde getirdiği faktörlerin uzman hekimler eşliğinde, fizik tedavi, rehabilitasyon ve egzersiz, diyet gibi tedavilerle beraber gerçekleşen kür uygulamalarını kapsayan turizm hareketidir”. Bu tanımda da termal turizm için bazı gereklilikler yerini bulmuştur. Bunlar; 1. Termal turizm için bölgede kesinlikle termomineralli doğal bir su kaynağının var olması (sıcak su, mineralli su, gaz, özel doğal çamur-peliod) 2. Bu doğal kaynağın içeriğinin zenginliği (örneğin ısısı) ve sürekliliği3. Bunun için gereken çevre iklime de sahip olma önemlidir. Bölgenin hava sıcaklığı, nem, rüzgâr şiddeti ve hızı, güneş ışınımı ve benzeri iklimsel faktörlerinin termal turizme çok faklı katkı ya da olumsuzlukları olabilmektedir. Termal turizmde kaplıca tedavileri, belli kürler halinde uygulanmaktadır. Kür kavramı; tedavi etkeninin belli dozda, seri halde, düzenli aralıklarla, belli sürelerle tekrarlanarak verilmesi ile uygulanan tedavi yöntemini ifade eder. Kaplıca tedavileri kapsamında fizyoterapi, talassoterapiler (deniz suyunda tedavi), hidroterapi ve egzersizler, balneoterapi (kaplıca suyu ile tedavi) ve peloidoterapi (tıbbi çamur tedavisi), klimaterapi gibi uygulamalar bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından kaplıcalar yönetmeliğinde bu kavramlar şu şekilde tanımlanmaktadır:- Balneoterapi: Termal mineralli sular, peloidler ve gazların kaplıca, içmeler ve buhar soluma yöntemleri ile tedavi kürü şeklinde sağaltım amacı ile kullanımını, - Klimaterapi (iklim tedavisi): Isı değişimi, nem, rüzgâr hızı, şiddeti ve yönü, güneş ışıması ve benzeri mevsim/iklim faktörlerinin sistemli, dozu ayarlanmış, kürler şeklinde yapılmasını,- Talassoterapi (deniz suyunda tedavi): Denizlerin klimatolojisi ve içeriğinin kürler şeklinde yapılmasını,- Peloidoterapi (tıbbi çamur tedavisi): Doğal jeolojik ve/veya biyolojik aktiviteler sonrası gerçekleşen organik-inorganik maddelerden peloidlerin bir balneoterapi biçimi kürler şeklinde yapılmasını, - Mineralli sular: Kaynak veya sondaj-galeri yoluyla yeryüzüne çıkan, litresinde en az 1 gram iyonize mineral bulunduran, kontamine olmamış ve kimyasallarca da kirlenmemiş, fizyolojik ve tedavi edici yönü ispatlanmış suları, - Termal Su: Suyun çıkma kaynağındaki ısının 20°C ve üzerinde olan suları,- Kaplıca suları ise sıcak ve mineral içeren suları kapsar. Bu tedavileri turizm ile ilişkilendiren husus, insanların bu hizmetleri almak için yaşadıkları yerden bu hizmetlerin sunulduğu yere doğru yurtiçi ve yurtdışı seyahat etmeleridir. Ayrıca belirli bir konaklama ihtiyacını ortaya çıkarması bu hizmetlerin sunulduğu yerlerde otel ya da benzeri konaklama işletmelerinin oluşumunu da zorunlu kılar. Dünyada ve Türkiye’de Kaplıcaların Gelişimi Termal mineralli sulardan faydalanılmasının öyküsü 5 bin yıl öncelerine dayanır. Astek ve Kızılderili toplumlarda termal suların dini gücü ile mucizevi şifa vericiliğine bağlanılmıştır. Çağlar boyu insanoğlu termal suları teolojik ritüeller, hijyen, zindeleşme/ dinlenme ve rehabilite olma amaçları ile tedavi edici temel bir unsur olarak kullanmışlardır. Bu inanışlar ve uygulamalar termal hatların yer aldığı kıtalarda daha belirgindir (Amerika kıtası, Avrupa, Çin, Japonya). Ancak termal uygulamaların en gelişkin olduğu ve modern boyuta taşındığı kıta Avrupa’dır (Fransa, İtalya, Almanya, Avusturya, Macaristan). Avrupa’da kaplıcalar yıllarca korunmuş, restore edilmiş dahası geliştirilmiş böylece modern kaplıcalar ve sağlıklı yaşam siteleri oluşturulmuş olup termal tesisler vazgeçilmez bir sağlık kaynağı, alışkanlıklar, kültürel refleks ve yaşam biçimi oluşmuştur. Özellikle Almanya’da kaplıcalar son yirmi yılda çok gelişerek ülke ekonomisine önemli katkılar sağlamıştır. Almanya’da 300 binden fazla insan 500’e yakın resmi belgeli kaplıca, deniz (talassoterapi), iklim kür (tedavi) merkezlerinde çalışmakta olup bu tesislerin mevcut yatak kapasitesi bir milyonu bulmuştur. Bu tesislere yılda ortalama 15 milyon turist gelmekte, 26 adet tıp fakültesinde bir uzmanlık dalı olarak balneolojiyle ilgili eğitimler verilmekte olup ilgili sektörlerin uzman hekim, terapist ve destekleyici açıdan gereksinim duyduğu elemanlar burada yetiştirilmektedir. Bu eğitimli personelle yoğun miktarda tıbbi araştırmada yapılmakta, tedavi yöntem ve çeşitlilikleri arttırılmaktadır. BadFussing, BadGriesbah, Münih Erding, BadenBaden Almanya’nın önemli kaplıca şehirleridir. Bunlardan BadFussing Avrupa’nın en büyük kaplıca şehri olup beş adet kür merkezi ile birlikte onlarca otel, kür alanları, binicilik alanları, konser salonları, hastaneler, klinikler, sanatoryumlar bulunmaktadır. 70 km2’lik bir alana yerleşen BadFussing’de 23 bin yatak bulunmaktadır. Termal havuzların toplam alanı 10 bin metrekaredir ve yerel yönetimlerce yapılmıştır. 57 ºC sıcaklığındaki jeotermal kaynak suyu, kamusal kurumların kurduğu bir platformca dağıtılmaktadır. Otellerin pek çoğu da şahıs işletmeleri şeklinde tasarlanmıştır. Tesislerden yıl boyunca hizmet alabilmek söz konusu olup misafirlerin 2/3’ü kaplıca kürü/ tedavisi için geliştir. Tedavi giderleri yüksek olup paket tur ücretleri süre ve dönemlere göre 500-2000 Avro civarında olmaktadır (8). Avusturya 80 adet wellness, 750 adet Spa ile 550 adet konaklama tesisi ve 81 adet kaplıca tesisi bulunmakta olup Avrupa’nın en hızlı gelişen ülkesidir. Fransa’da 104 kaplıca, İtalya’da 300 kaplıca, İspanya’da 128 kaplıca Japonya’da 3000 adet, ABD’de 210 adet kaplıca bulunmaktadır (3-5). Termal tesislerde, sürdürülebilir ve yeterince mineralli sıcak suyun varlığı, binalar ile ilgili gerekli alt/üst sistemlerin uygulama ve standartlara göre şekillenmesi, gereksinimi oluşturacak pazarın var olması, erişim kolaylığı(termal otelin havaalanına vs. en fazla 100 km uzaklıkta olmalı), latif iklim, korunmuş-doğal çevre, pırıl pırıl güneş, mis gibi hava, sessizlik, huzurlu sosyal ilişkiler, egzersiz alışveriş / eğlence çeşitliliği sunabilme, kaplıca ve termal turizmin iyi parametreleri olarak sıralanabilir. Termal tesisler bu özelliklere göre uzman mimar, şehir plancısı, jeolog ve harita planlamacısı ile oluşturulmalıdır. Değerlendirilen termal su kaynağı itibari ile çıktığı yere tesis yapılamayacak ise sıcak mineralli su özelliğini kaybetmeden 1-5 km kadar tesis yapılacak bölgeye taşınabilir. Türkiye’de Termal Turizm Ülkemiz, jeotermal kuşak üzerinde yer almakta olup çeşitli zenginlikte jeotermal kaynaklara ve kaplıcalara sahiptir. Ülkemizde 350’e yakın jeotermal saha ve binin üzerinde doğal çıkışlı değişik sıcaklık ve debide kaynak bulunmaktadır. Bu anlamda ülkemiz dünyada 4. ülke ve değişik şifalı jeotermal su çeşitliliği ve kaplıca/termal tesis yönünden de Avrupa’da ilk sıralardaki ülkelerindendir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 21 Ülkemiz için jeotermal kaynakların % 10’u elektrik üretimine (90-287 ºC), geri kalanı da diğer uygulamalara uygundur. Konut, sera, termal tesis ısıtmacılığı ile kurutmaya uygun (50-110 ºC) ısıya sahip alanlar % 38, termal turizm, balneolojik uygulamalarda yararlanabilecek alanların oranı da % 52’dir. Halen Balçova, Afyon, Afyon Sandıklı, Afyon Gazlıgöl başta olmak üzere 20’ye yakın beldede 150 binin üzerinde konut ve 350’ye yakın kaplıca tesisin de ısıtılması termal kaynaklar ile olmaktadır (1-5). Termal turizm sayesinde bölgelerarası gelişim, istihdam, 12 ay süren turizm, karlılık, katma değer ile ülke ekonomisine önemli katkı sağlanmaktadır. Ülkemizde son yirmi yılda sağlık turizmi kapsamında termal turizm yatırımları ve kaplıcaların bilinirliğinde hatırı sayılır gelişmeler olmuştur. Turizm türlerinin artması ve 12 ay turizm aktivitesi yapabilmeyi olanak sağlaması açısından termal turizm tüm turizm yatırımları içerisindeki payını hızla artırmaktadır. Termal turizmin etki/kullanım alanı çeşitliliği ve ekonomik getirisi ile büyük bir pazarın görülmesi ile İzmir’de (Balçova), Afyon’da Merkez, Sandıklı, Gazlıgöl ve Bolvadin termal tesis bölgeleri, Ankara’da Kızılcahamam bölgesi, Ayaş; Karahayıt’da-Colosea, Aksaray, Denizli, Aydın, Balıkesir, Hatay ve daha pek çok şehrimizde yeni modern kaplıcalar yapılarak işletmeye açılmıştır. Son on yılda termal tesis yatırımlarında önemli artış olmuş, termal kompleksler ve kaplıca ortamı, kuruluş mantığı açısından altyapı hizmetleri, çevre düzenlemeleri, tedavi sistemleri ve ilgili yatırımlar, personel istihdamı, diğer ekipmalar, teknoloji kullanımları, işletme, organizasyon ve tanıtım pazarlama çalışmaları diğer turizm çeşitleri ile birlikte ekonomide hızla görünür hale gelmiştir (3, 4). Yeni yatırımlarla sadece Afyon ve civarı termal yatak sayısı yirmi bin rakamlarına yaklaşmıştır. Ülkemizde toplam termal yatak sayısı yaklaşık 60 bini geçmiştir. İlk çıkan Kaplıcalar Yönetmeliğine (24.07.2001) sonraki yıllarda (20032004) yapılan ilave/değişikliklerin tümü ile kaplıcalara birçok açıdan (tesislerin kapasite ve özelliklerinin saptanması, rehabilitasyon ve tedavi yöntemleri, tesislerin standartlarının 22 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 sorgulanması, ruhsatlandırılması…) standartlar getirilmiştir. Halen ülke genelinde 155 ruhsatlı kaplıca tesisi vardır, ancak yaklaşık 400’e yakın tesiste -kaplıca suyu kullanmasına rağmen- ruhsat işlemlerini tamamlama aşamasındadır. 2007 yılında uygulamaya konulan 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu kapsamında termal turizm yatırımlar takibi ve izinleri ile özel idareler ve valilikler yetkili kılınmıştır. Söz konusu kaynaklar devlete aittir. Aranması ve işletilmesi ruhsata bağlı olup devletin iznine ve kanunda belirlenmiş olan esaslara tabidir (3-7). Tıbbi Tanım ve Kimyasal Sınıflamalar Jeotermal kaynak: Ortalama sıcaklığın üzerinde olup fazla miktarda erimiş madde ve gaz içerebilen su, buhar ve gazların elde edildiği yerler. Doğal Mineralli Su: İçeriğinde(1 g/L) zengin mineral/tuz içeriği ve diğer bileşenleri ile tedavi, şifa amaçlarıyla da kullanılan içmece suyu.Jeotermal (Sıcak-Termal) Su: Isısı 20°C’nin üzerinde olanlar, Termomineralli Su = Jeotermal Su Özel Balneolojik Sular: Normal değerler üzerinde özel mineral İçeriği olan sıvılardır. Bunlar; Karbondioksitli(>1 g/L üzerinde çözünmüş serbest CO2 içeren sular), kükürtlü, florürlü, iyotlu, akratotermal (mineral değeri az ama ısısı çok yüksek olan), akratopegal sular(mineral değeri az ama ısısı 20 ºC altında olan), radonlu su(666 Bq/L üzerinde radon ışını içerir) ve tuzlalar(14 mg/L üzerinde NaCl içeren sular) şeklindedir. Kaplıca tedavi yöntemleri doğal termal kaynak üstüne yada belli bir mesafeye taşınması ile termal sudan yararlanma amacıyla oluşturulan tesise kaplıca, kaplıcaya otel, kür merkezi, spor kompleksleri, rekreatif alanlar vb. ilaveler ile oluşan yapıya da termal kompleks denmektedir. Bu kompleksler; termal tedavi, konaklama, dinlenme, eğlence, spor ile 10-24 gün sürdürülebilen kür uygulamalarının tüm yıl boyunca yapılabileceği ve ihtiyaçlar ile isteklerin en iyi şekilde karşılanmasını sağlayan uygun alt ve üst yapıya sahip tesislerdir. Bu nedenle diğer turizm otellerinden farklı yapıda ve büyüklüktedir. Termal oteller; termal havuzlar, kaplıcalar, hamamlar, kür merkezleri-tedavi klinikleri, rekreatif alanlar ve diğer otel konaklama ve yaşam alanları ile sağlıklı zinde yaşam beldelerini oluşturmaktadır. Termal Tesislerin Günümüzde Sağlık Amaçlı Kullanım Şekilleri • Korunma (sağlıklı yaşlanma, yaşlanmanın geciktirilmesi, genç ve zinde olma, bağışıklığı güçlendirme) -Tedavi (kür amaçlı, destekleyici bakım, semptom giderici tedavi, bedensel sorunlara odaklanma ve yaşamı kalite kılma) • Rehabilitasyon (medikal, travma sonrası, ameliyat sonrası, sinir/ kas/iskelet sistem hastalıkları sonrası düzenleyici tedavi, kalp damar hastalıkları sonrası iyileşmeye katkı, solunum yetmezliği ve benzeri sorunlardan sonra destek) • Dinlenme, rekreasyon, eğlence • Sağlık ve sosyokültürel (wellness, fitness, gevşeme-esneme, stresle başa çıkma, yaşlanmayı geciktirme, aşırı şişmanlık ile mücadele, diğer tamamlayıcı ve bireysel destekleyici tıp metotları) kullanım olarak değerlendirilebilir (2). Termal kür tedavisine entegre edilebilecek diğer tamamlayıcı yöntemler ise: 1. Konvansiyonel yöntemler: Fizyoterapi, tıbbi ve aroma terapi; tamamlayıcı ve bireysel koruyucu uygulamalar, diğer alternatif tıp metotları, masaj, egzersiz, bitkilerle tedavi kürleri, akupunktur ve benzerleridir. 2. Destek sistemleri; sağlıklı yaşam koçluğu, psikoloji iyileştirme seansları, diyet ve irade eğitimi, bir günlük yaşam ve hayatı programlama seminerleri vb. şeklindedir. Termal Suların Tedavi Edici Özellikleri, Kullanımı ve Uygulanan Yöntemler Mineral, tuz, gaz, yararlı radyoaktivite içeren bu sıcak sular (jeotermal sular); sıcaklık ve kimyasal özelliklerine göre; banyo, içme, soluma (inhalasyon), balneoterapi uygulamaları şeklinde doktor denetiminde ve diğer destek tedavilerle birlikte (fizik tedavi uygulamaları) kullanıldıklarında insan sağlığına olumlu etkiler yaptığı tıbben belirlenmiştir. Ayrıca bu sula- rın çamurlarından da faydalanılmaktadır. Suyun fiziksel kimyasal özelliklerine göre değişebilen şifa özelliğini sağlayan etkenler ise; anyon, katyon, gazlar, eser elementler, mineral ve tuzlar (Na, K, Mg, Ca, SO4, HCO3, Cl2, CO2, Radon, Br, B, As, I, Fe, S) ile diğer etkenlerden(hidrostatik basınç, kaldırma kuvveti, sıcaklık, kimyasal içerik, absorbsiyon-deposizyon-elüsyon, iletgenlik) kaynaklanmaktadır (2, 4, 5). Doktor Denetiminde Yapılan Balneoloji Tedavi Yöntemleri 1)Banyolar: Sıcak mineralli su (3550°C), peloid (çamur) ve gaz banyo kürleri ile bunların lokal uygulamalarıdır(10-30 dakika). 2)İçme kürleri: İçmeye uygun şifalı doğal mineralli sular ile kaplıca- larda veya yaşanan yerde yapılan içme kürüdür. 3) İnhalasyon (soluma) uygulamaları: Sıcak mineralli su aeroselleri ile yapılan soluma uygulamalarıdır. 4) Çamur tedavisi (peloidoterapi): Şifalı çamurların (peloidlerin) çeşitli sıcaklıkta banyo-paket-tampon şeklindeki uygulamalarıdır. 5)SPA uygulamaları; hidroterapi (su terapisi), talassoterapi, balneoterapi (kaplıca suyu ile yapılan terapiler), bitki, deniz-termal çamur banyoları ve diğerleri şeklinde yapılmaktadır. 5.1) Hidroterapi uygulamaları: Sıcak ve soğuk mineralli sular ile su içi çalkalanma, köpürtme, lavaj, tazyikli su, duş ve şelale su dökünmesi vb. şeklinde uygulamalardır. Ağrıları hafifletmek ve fiziksel rahatlama için suyun (sıcak, soğuk, buhar veya buz halinde) kullanılmasına hidroterapi denir. Suyun fiziksel özellikleri ile dolaşım sisteminin rahatlatılması ve dolaşımın hızlanması ile birçok hastalığın belirtilerinin giderilmesi amaçlanmaktadır. Vücuda masaj için, girdaplı su, jakuziler, sıcak su havuzları ve püskürtmeli sular kullanır. Bu havuzlar sakatlanmalarda bireyin kas gücünü yerine koyma ve ağrıların azaltılmasına yarar sağlamak için kullanılır. Doğum ağrılarının azaltılmasında da benzer havuz ve su özelliklerinden yararlanılmaktadır. Ayrıca havuza daldırılma yöntemi ile de suyun kaldıran gücü artrit ağrılarının dinmesine katkı sağlar. Aromaterapistler ise rahatlama ve stresle baş etme için, ılık su banyolarına lavanta (lavandulaangustifolia) gibi esansiyel yağlar eklenmesini salık vermektedirler. Rahatlama ve romatizmal SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 23 eklem sızıları için Ölü Deniz tuzu da banyo suyuna eklenebilir. Sıcak su içeren kompreslerle kaslarda kasılma ve ağrılarla baş edilebilir. Sauna ve buharlı odalar ise ciltteki gözenekleri açar ve vücut toksinlerini atar. Hijyenik ortamlarda sıcak su buharı solunması, üst/alt solunum sistemi enfeksiyonlarında önerilen bir diğer destekleyici yöntemdir. Buhar banyolarına bitkiler de eklenecek olursa tedavi edici etki değeri artacaktır. 5.2) Talassoterapi: Deniz iklimi, güneş, deniz suyu (mineral, tuz, etkin elementler), deniz çamur ve yosunları, deniz ve denizden çıkan diğer maddeler ile ortamın insan sağlığına olumlu etkileşiminin doktor denetiminde tedavi amaçlı olarak kullanımı şeklindedir. Deniz suyu ısıtılarak balneolojik yöntemlerle değerlendirildiğinde “deniz kaplıcası” uygulaması oluşmaktadır. 5.3) Balneoterapi: Termomineral sular, peleoidler ve gazlar gibi doğal tedavi unsurlarının banyo, içme ve inhalasyon (soluma) yöntemleri ile kür tarzında tedavi amaçlı olarak kaplıcalarda kullanılmasıdır. SPA; “salus per aquam”, “suyla gelen sağlık” veya “sudan gelen sağlık-iyilik” anlamını ifade eder. SPA hizmet- 24 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 leri olarak; cilt, yüz bakımı ve tedavisi, manikür, pedikür, hidroterapi, çamur, parafin banyosu, güzelleşme, kozmetik uygulama, sağlık ve iyi yaşamın devamını sağlamak için çeşitli uygulamalar ile birlikte Wellness (rahatlama) uygulamaları yapılmaktadır. SPA çeşitleri: Uygulamalara göre kulüp, günlük, medikal, tatil, yolcu gemisi, ziyaret, termal (kaplıca-jeotermal) SPA’ları şeklinde isimlendirilmektedir. ABD’de önemli bir sektör olup toplam SPA sayısı 14.600 geçmiştir. Yıllık gelir 12 milyar doların üzerindedir. Türkiye’de iki yüzün üstünde SPA merkezi bulunmaktadır. İşletmelere uluslararası SPA birliğince (ISPA) akredite olma zorunluluğu getirilmiştir (5,7). Wellness: Sağlık ve zindelik kazanma, rahatlama ve sağlıklı yaşamı sürdürebilme amacı ile başvurulan çeşitli aktivitelerdir. Bunlar: Doğal yaşam, ayurveda, aroma terapisi, beslenme, diyet, yoga, reiki, taichi, egzersiz uygulamaları, spor gibi ülkelere ve talebe göre değişen uygulamalardır. Açıklanan uygulamalar tek tek veyahut birbirleri ile entegre olarak yapılabilmektedir. Son yıllarda SPA’lar hızla gelişmekte otellerin önemli vazgeçilmez birimlerini oluşturmaktadır. • Balneoterapi; termal havuzda, 38±1°C de 30-dakika banyo; günde iki kez (biri öğleden önce diğeri öğleden sonra) • Masaj (klasik); 30-dakika, gün aşırı• Hamam, sauna, yürüyüş, dinlenme • Kaplıca tedavisi hemen sonrasında ve 24 haftaya kadar süren iyileşme (ağrı, fonksiyon, yaşam kalitesi) • Banyolar: Tam, yarım, oturma, el- ayak banyoları şeklinde oluşturulmuştur. Banyolar: Soğuk (34 ºC altında), Ilık (34-35 ºC), sıcak termal (36-38 ºC ) ve (38-40 ºC) sıcaklıklarda uygulanır. Aşırı sıcak ise 40-42 ºC’dir. Banyo süresi genellikle 20 dakika olup sıcaklığa göre azalıp-artar. Banyo uygulamaları: tam, yarım, oturma banyoları, el-ayak banyoları şeklinde uygulanabilirler. Banyo sıklığı uzman doktorun değerlendirmesine göre değişir. Banyo ve havuzlar ile kür merkezi nitelikleri kaplıca yönetmeliğinde belirlenmiştir. Hasta karbondioksitli banyoların dışındakilerde özellikle tam banyolarda rahatlıkla hareket edebilmelidir. Banyodan sonra hasta dinlendirilir, diğer tedavi uygulamalarına geçilir, gaz içeren sularda banyolar iyi havalandırılmalıdır (2). Jeotermal Sulardan Yarar Umulan Hastalıklar 1. Solunumsal hastalıkları, 2. Derinin döküntülü hastalıkları, (egzama, akne, psöriasis vb.), 3. Kas-iskelet sistemi hastalıkları (romatizmal hastalıklar, eklem hastalıkları,), 4.Protez-ortez ameliyatı sonrası rehabilitasyon, 5.Kalp damar hastalıkları (kalp yetmezliği, dolaşım bozukluğu, hipertansiyon, arter hastalıkları), 6.Sindirim sistemi hastalıkları (balneoterapi, içme, peloidoterapi ağırlıklı; karaciğer safra kesesi fonksiyonel yetmezliği, hepatit, obezite, gut vb.), 7.Boşaltım sistemi hastalıkları (böbrek-mesane-prostat enfeksiyonları, sistit, prostatit, ürolitiasiz), (balneoloji- içme). 8. Genital hastalıklar, 9.Sinir sistemi hastalıkları (omurga hastalıkları, inme, travmatik lezyonlar vb.) Herhangi bir enfeksiyonun akut fazındaki hastalar, kalp, böbrek, karaciğer ve diğer organ yetmezliği olanlar, kanserli olgular, ülser ve kanama bozukluğu olanlar ve diğer kronik rahatsızlıklarda hekim onayı ve sağlık elemanı gözetimi ile termal rehabilitasyon uygulamalarına izin verilebilir (2). Termal Kür Düzenlemesi Hastanın uzman doktor tarafından konulan tanı sonrası tedavi için düzenlenen rapor ile hastalığına uygun bir kaplıcaya hasta yönlendirilir. Termal kür merkezi uzman hekimi yeniden hastayı görmek ve değerlendirmek isteyebilir. Tekrar muayenesi sonrası kesin tanı alan hastaya kür(tedavi) programı uygulanmaktadır. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun bu tedavilerin pek çoğunu ödüyor olması toplum sağlığı ve rehabilitasyonu için çok değerlidir. İstenirse Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsatlı kaplıcalara(kür merkezlerine) direkt müracaat edilerek te muayene ve tedavi olunabilmektedir. İlave destekleyici uygulamalar hasta tedavi reaksiyonlarına göre düşünülebilir. Ruhsatlı birimlerde, etik ve bilgiye dayanan tedavi metotlarına izin verilmelidir. Termal Su Güvenliği: Bilinçli Kullanım ile Gelen Sağlık Termal suyun ısısı, hidrostatik basıncı, yoğunluğu, suyun kaldırma yetisi, elektron yükleri veya negatiflikleri, suyun içeriğinde olan değişik mineralli maddeler ve oranları, vücut tarafından bunların absorbe edilmesi, dengeli radyasyon oranları ve benzeri katkılar; vücudun otonom sinir sistemini, hormon-enzim dengesini ve aktivitelerini, damar basıncı ile beraber dolaşımı etkiler. Sonuçta vücudun bağışıklığı, anabolizma-katabolizma ve organizma dengesi düzelir. Şifalı termal suların pozitif yansıması sayesinde temiz hava, güneş ışığı, ferahlatıcı yeryüzü şekilleri ve görüntüsü, sessiz mekânlar ile uygun tesisler ve olumlu çevre, ruhsal olarak rahatlamayı, yenilenmeyi, iyileşmeyi sağlar. Uzmanlar tarafından uygun görüldüğü takdirde medikal tedavi, sağlıklı beslenme programı ve diyet, fizik tedavi, rehabilitasyon, spor faaliyetleri, psikolojik tedavi gibi diğer destek yöntemler ile de kişinin sağlık durumu iyileşir. Kür olarak yapılan ve devamlı tekrar eden bu uygulamalar, bitkin ve fiziksel olarak yıpranmış insanların dinç olmasını ve yenilenmesini, tedaviler sonunda kişinin sağlık durumunun iyileşmesini, daha sağlıklı bir yaşam şekli kazanmasını ve sağlıklı toplumların oluşmasını sağlar. Ayrıca sağlıklı insanların eğlence, spor, dinlenme, SPA–wellness aktivitelerinden yararlanması ile sağlıklı bir vücuda kavuşmaları sağlanabilir. Psikolojik açıdan rehabilite eden ve zindelik veren termal turizm ise ülke verimine ve geleceğinize olumlu katkılar sağlayacaktır. Ancak Termal kaynaklar bilinçsiz ellerde ve kontrolsüz kullanımda zararlı da olabilmektedir. Kalp, tansiyon ve şeker hastası bireyin termalden kontrolsüz yararlanmaya çalışması istenmedik sonuçlara yol açabilecektir. Ayrıca termal su kaynaklarında suyun içindeki maddelere ve sıcaklığına göre farklılık gösteren mikroorganizmaların geliştiği belirlenmiştir. Sıcaklığa karşı toleranslı, 44-45 ºC’de fermantasyon yapabilen bazı patojen bakteriler ve dışkı kaynaklı koliformlar bakteriler yaşamlarını sürdürebilirler. Termal suların kullanıldığı SPA, kaplıca ve termal banyolar; foliküler dermatit, deri iltihabı gibi cilt enfeksiyonları, kulak ve göz enfeksiyonları, cilt tahrişi, solunum yolu, genitoüriner sistem ve gastrointestinal sistem enfeksiyonları gibi hastalıkların oluşmalarına neden de olabilmektedir. Kaynaklar 1) Dağıstan, H. 2013 Türkiye Jeotermal Kaynak Aramaları, Kullanımı ve Sürdürülebilirliğin Sağlanması, MTA doğal Kaynaklar ve Ekonomi Bülteni 2013 Sayı:15: 1-9 Ankara. 2) Karagülle, Z. Doğan, M., 2002, Kaplıca Tıbbı Ve Türkiye Kaplıcaları Rehberi. Nobel, İstanbul. 3) Özbek T. 1991. Dünyada ve Türkiye’de Termal turizmin önemi. h t t p : / / w w w. a n a t o l i a j o u r n a l . c o m / atad/depo/dergiler/Cilt2_Sayi3_ Yil1991_1304685947.pdf 4) Özbek, T. 2008, Türkiye’nin Termal Turizm Potansiyeli Ve Dünyadaki Konumu, Uluslararası Medikal Turizm Zirvesi, 2008, Antalya. 5) Özbek, T. 2008. Jeotermal Kaynakların Entegre Olarak Sağlık ve Termal Turizmde Değerlendirilmesi, TMMOB Jeotermal Bildiriler Kitabı, Ankara. 6) Özbek, T. 2013. Jeotermal Kaynakların Değerlendirilmesi, JMO Jeotermal Semineri. Ankara. 7) Özbek, T. 2014. Jeotermal Kaynakların Doğrudan Kullanımı, TJKBB Semineri, Kırşehir. 8)http://www.saglik.gov.tr/TR/belge/1-520/ kaplicalar-yonetmeligi.html (Erişim tarihi: 09.05.2015) 9) Özbek, T. 2012, Çevre Dostu Yerli Enerji Kaynağımız: Jeotermal, TJD, Ankara. 10)Altındiş M. Sağlık Turizminde Termal Su Güvenliği. Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi, 2012; (24) s: 84-87. * SD (Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü) Dergisi, Eylül-Ekim-Kasım 2015 tarihli sayısında yayımlanmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 25 kapakkonusu SAĞLIK TURİZMİ 2015 NELER YAPTIK Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı Sağlık Bakanlığı Sağlığın Geliştirilmesi Genel Müdürlüğü Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı olarak önceki yıllarda olduğu gibi 2015 yılında da önemli etkinlikler gerçekleştirdik. Bunları başlıklar halinde şöyle özetleyebiliriz: 26 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 International Health Tourism Convention: Sağlık Turizmi Daire Başkanlığı olarak 11-14 Mart 2015 tarihleri arasında Yunanistan’ın Atina şehrinde gerçekleştirilen “International Health Tourism Convention” etkinliğinde ülkemizi temsil ettik. Tüm Yönleriyle Sağlık Turizmi 1-23: Ülkemizin dünya sağlık turizminde öne çıkan yönlerini tüm detayları ile ele alan Tüm Yönleriyle Sağlık Turizmi 1-2-3 kitaplarını yayımladık. Londra Sağlık Turizmi Zirvesi: 2527 Haziran 2015 tarihleri arasında Bakanlığımızın desteği, Sağlık Turizmi Geliştirme Destekleme ve Organizasyon Hizmetleri Derneği ve Türkİngiliz Ticaret ve Sanayi Odası (TBCCI) işbirliği ile 116 Pall Mall’daki Yöneticiler Enstitüsünde “Londra Sağlık Turizm Zirvesi”ni gerçekleştirdik. İngiltere ve Türkiye’den birçok firmayı bir araya getirdiğimiz, iki ülke arasında sağlık turizm sektörünün gelişimine katkıda bulunmayı hedefleyen bir araya geldi. Buluşmada, Sağlık Turizminin Geliştirilmesi Eylem Planını katılımcılara aktaran Genel Müdürümüz Tontuş, programın hedeflerini örnekler vererek açıkladı. Soru-Cevap kısmında katılımcıların sektörde yaşadığı sorunları dinleyen Tontuş, yapılan bu çalışmalarla sorunların azalacağını ifade etti. Önerilere ve bu konuda her fikre açık olduklarını belirten Tontuş, hep birlikte ülkemizi sağlık turizmi merkezi haline g e t i re c e k l e r i n i belirtti. sağlık zirvesinde, ulusal ve uluslararası alanda işbirliği çalışmalarının önemine dikkat çekildi. Sağlık Turizmi Sektör Buluşmaları Ankara- İstanbul 20-21 Mayıs 2015: Genel Müdürümüz Yrd. Doç. Dr. H. Ömer Tontuş, “Sağlık Turizmi Sektör Buluşması” adı altında hastanelerin üst düzey yöneticileriyle SATURK Değerlendirme Toplantısı 3 Haziran 2015: Müsteşarımız Prof. Dr. Eyüp Gümüş başkanlığında Sağlık Turizmi Koordinasyon Kurulu bilgilendirme toplantısını gerçekleştirdik. Bakanlıkların Genel Müdürlükleri, Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu ve iki üniversitenin temsilciler inin katıldığı toplantıda SATURK’un üyeleri ve yapısı konuşuldu. Genel Müdürümüz H. Ömer Tontuş bu toplantıda SATURK’ün içyapısıyla ilgili bir sunum gerçekleştirdi. Kurulda; Mevzuat ve Akreditasyon Komisyonu, Tanıtım, Pazarlama ve Fiyatlandırma Komisyonu ve Eğitim ve Planlama Komisyonu olmak üzere 3 komisyon oluşturuldu. Uluslararası Hasta Destek Birimi (UHDB): Türkiye’deki tüm kamu ve özel sağlık kuruluşları, Acil Servis Hizmetleri Komuta Merkezleri (112) ve Sağlık Bakanlığı İletişim Merkezi’ne (184) başvuran yabancı hastalara sağlık çalışanlarıyla yapacakları görüşmelerde yardımcı olmak amacıyla Sağlık Bakanlığı bünyesi altında 2011 yılı Temmuz ayında hizmete başlayan birimimiz 2015 yılının Kasım ayı itibariyle 86.554 çağrıya ulaştı. Almanca, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Rusça olmak üzere 6 dilde hizmet sunan birimimiz, 26 yeminli tercüman ile 444 47 28 numaralı telefon hattından 7 gün 24 saat boyunca kesintisiz olarak faaliyetlerini sürdürmektedir. Birimimiz; gerektiğinde doğum odasında doğum yapan yabancı hastaya ebenin talimatlarını ve doğumda gelinen aşamayı ileterek bir yandan da hastanın sakin kalmasını sağlarken, gerektiğinde ise Aydın, Denizli, Muğla, İzmir ya da Çanakkale gibi kıyı bölgelerin Acil Servis Hizmetleri Komuta Merkezleri ve Sahil Güvenlik Ekipleri’ne gelen yabancı dildeki aramalarda denizde boğulmak üzere olan göçmenlerin yerlerinin saptanmasına ve ekiplerce kurtarılmalarına yardımcı olmaktadır. Bu özelliği ile birim sunduğu tercüme hizmeti ile her iki tarafa da sağladığı iletişimin ötesinde hayat kayıplarının önlenmesinde ve yeni hayatlara can vermede de etkin bir rol oynamaktadır. 2012-13-14 Yılları Türkiye Termal Turizm Değerlendirme Raporu: Ülkemizde termal sağlık hizmeti alan uluslararası hastalar hakkında ve termal sağlık hizmetlerimiz ve tesislerimiz ile ilgili bilgiler içeren raporlarımız yayımlandı. 2014 Türkiye Medikal Turizm Değerlendirme Raporu: Ülkemizde medikal sağlık hizmeti alan uluslararası hastalar hakkında ve medikal alanda ülkemizi farklılaştıran sağlık hizmetlerimiz ve tesislerimiz ile ilgili bilgiler içeren raporumuz yayımlandı. “Türkiye Health Guide 2015” Sağlık Turizmi Rehberi ve Health&Happy Sağlık Turizmi Dergisi: Türkiye’nin sağlık turizmi alanında farklı kılan ve öne çıkaran tanıtıcı yönlerin ele alındığı ve bilgilerin verildiği Health Guide 2016 rehberimiz ve Health&Happy dergimizi yayınladık. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 27 kapakkonusu TÜRKİYE’DE SAĞLIK TURİZMİ: HEM TEDAVİ HEM TATİL Enginer BİRDAL Türkiye Sağlık Turizmi Dernek Başkanı Sağlık turizmi, dünyada ve ülkemizde son yıllarda hızla yükselen bir trend olup çok önemli bir alternatif turizm çeşididir. Sağlık turizmi sağlığına kavuşmak için ikamet ettiği ülkeden başka bir ülkeye herhangi bir sebeple tedavi amaçla gidilmesidir. Tedavi amaçlı gidene de sağlık turisti denir. Sağlık turizmi sadece hastanelerde tedavi için gidilen bir turizm çeşidi olarak değerlendirilmemesi gerekir. Sağlıklı yaşam sunan her türlü turizm sağlık turizmi kabul etmek gerekmekle birlikte sağlık turizmi 3 ana başlıkta değerlendirilmektedir. 6.Ülkesinde iklim ve coğrafi olarak tatil için kısıtlı imkan olduğu durumlarda yapılan turizm hareketliliği (ormanlık, yaylalar, tarihi ve kültürel zenginliği olan ülkelere gidiş),çoğunlukla termal tesisin ve Termal Turizm imkanlarının çok olduğu bir ülkede tatil yapma talebi. 7. Kronik hastaların, yaşlıların ve engellilerin başka ortamlara gitme ve tedavi olma isteklerinin oluşması, 8. Uyuşturucu ve farklı bağımlılıkları olan kişilerin farklı veya daha uygun ortamlarda olma istekleri, 1. Tıp Turizmi (Hastanelerde tedavi ve ameliyat vb. işlemler) 9.Kişinin hayata tutunma ve yaşam isteği. 2.Termal Turizm (Termal Tesislerde rehabilitasyon ve dinlenme vb. hizmetler) Sonuç olarak sağlık turizmi çok çeşitli olup birçok sebebi de içinde barındırmaktadır. Temel sebep daha iyi imkanlar da farklı bir ülkede sağlığını tekrar elde etmek için yapılan turizm çeşidi olup hızla yükselen bir sektördür. 3.Yaşlı ve Engelli Turizmi (Geriatrik tedavi merkezi veya yaylalar da sosyal aktivitelerle birlikte uzun süreli konaklamalar) Sağlık turizminde temel faktörler: 1. Ülkesinde yüksek teknolojili sağlık hizmetleri ve profesyonel insan kaynaklarının azlığı veya yokluğu, 2. Tedaviyle birlikte tatil yapma arzusu, 3. Sağılık hizmetlerinin kendi ülkelerinde pahalı olması, 4. Çok daha kaliteli sağlık hizmeti almak istenmesi, 28 5.Kendi ülkesinde herhangi bir sebepten dolayı ameliyatının bilinmesini, istenmemesi (Estetik Cerrahisi, İnfertilite tedavisi vb.) SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Türkiye’de Sağlık Turizmi Ülkemizde 43 adet JCI ile akredite olmuş uluslararası standartlarda akredite olmuş sağlık kuruluşu mevcuttur. Başta İstanbul ve Ankara olmak üzere özel, kamu ve üniversite hastaneleri dünyadaki en yüksek teknoloji ile donatılmıştır. Türkiye de birçok hastane de onkolojik tedaviler, kardiyovoskiler cerrahi, ortopedi, be- yin cerrahisi, çocuk cerrahisi, estetik cerrahisi, göz ve dişte ileri teknolojili sağlık hizmetleri verilmektedir. Yine bu hastanelerde Cyberknife, robotik cerrahi, MR, hizmetleri, kemik iliği, organ transplantasyon. yapılabilmektedir. Sağlık bakanlığı sağlık turizmi dairesi başkanlığı bünyesinde 7/24 saat Arapça, İngilizce, Almanca ve Rusça dilinde Acil durumlarda 112, şikayet durumlarında 184 nolu hatlardan ve hastanelerde uluslararası hastalara tercümanlık hizmetleri mevcuttur. Tüm doktorlar mesleki zorunluluk sigortası yaptırmak zorunda olup herhangi bir tıbbi hata veya malpraktis durumunda hastaya sigorta tarfından anında tazminat ödenmektedir. Tüm hastanelerimiz ulusal akreditasyon kriterlerine göre hizmet vermekte olup yılda 2 kez denetlenmektedir. Sağlık turizmi ile ilgili tüm işlemler ve koordinasyon kanun gereği Sağlık Bakanlığı sorumluluğundadır. Ülkemizde yaşayan 74 milyon insanın tamamı zorunlu sağlık sigortası olup hem özel hastaneden hem de kamu ve üniversite hastanelerinizden sağlık hizmeti alabilmektedir. Hastanelerde yapılan ameliyat sayıları, donanımlar ve kaliteli insan kaynağı ile ilgili veriler. Özellikle bazı hastaneler(örneğin Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Türkiye Yüksek İhtisas Hastanesi, Siyami Ersek Kardiyovasküler, Cerrahisi Eğitim Araştırma Hastanesi, Hacettepe Tıp Fakültesi gibi) uzun yıllardır hizmet veren hastaneler olup binlerce ameliyat yapmış çok birikimli ve tecrübeli sağlık kuruluşlardır. Bunun yanı sıra son 10 yılda yapılan özel ve kamu hastaneleri teknolojik donanım ve fiziki şartlarıyla batı ülkelerini aratmayacak bir yapıdadır. Ayrıca termal turizm olarak kaynak açısından dünyada yedinci Avrupa da birinci sıradayız. Bu alanda çok donanımlı ve köklü termal oteller hızla yapılmaya başlanmıştır. Yatırımcılar için birçok teşvik mevcuttur. Sonuç olarak ülkenin iklimini, tabi güzelliklerini, tarihi ve kültürel bölgelerini hastanelerimizdeki batı standartlarındaki sağlık hizmetlerini ve termallerini kendi insanımıza sunduğumuz gibi çevremizde yaşayan tüm insanlara sunuyoruz. Sizlere sağlıklı bir yaşam için şifa kapısı olarak ülkemize davet ediyoruz. Sağlık Turizminde Yeni Dönem Türkiye’de sağlık sektöründe, 2002 yılından sonra büyük atılımlar gerçekleştirilmiştir. Yapılan bir dizi reform sayesinde sağlık sisteminin kalitesi ve verimliliği yükseltilmiştir. Kamu sağlık hizmetlerinin yanı sıra son yıllarda özel sağlık hizmetleri de hızla gelişmeye başlamıştır. Türkiye; modern hastaneleri, yetişmiş insan gücü, alanında uzman doktorları, teknolojik altyapı ve tecrübe birikimi ile Avrupa standartlarında hizmet vermektedir. Türkiye’deki birçok özel hastanenin hizmet kalitesi dünyaca ünlü akreditasyon kuruluşlarınca onaylanmıştır. JCI (Joint Comissions International/ Uluslararası Birleşik Komisyonu) ile akredite edilmiş 37 hastane, 3 laboratuvar, 1 nakil aracı ve 1 ayakta tedavi merkezi olmak üzere toplam 42 sağlık kuruluşuyla Türkiye, dünyada ikinci sıradadır. Türkiye coğrafi konumu, sahip olduğu sağlık kuruluşları, sektördeki yetişmiş ve eğitimli insan gücü, kaplıcaları ve doğal güzellikleri ile Sağlık Turizmi açısından bir çekim merkezidir. Hem tarihi ve kültürel zenginliği, hem de sağlık alanındaki gelişmişlik seviyesi ile Türkiye, dünyanın on gözde ülkesinin içinde yer almaktadır. Sağlık Turizminde Son Söz Türkiye, sağlık sektöründe çok iyi yetişmiş ve eğitimli insan gücüne sahiptir. Sağlık turisti, kafasında oluşan her türlü soruya kolaylıkla cevap alabilir. Ayrıca ameliyat öncesi ve sonrasında gerek doktorlar gerekse hemşireler tedavi olan sağlık turistini yeterli düzeyde bilgilendirerek moral olarak iyi olmasını sağlamaktadırlar. İklim dezavantajları nedeniyle özellikle romatizmal hastalıkların yoğun olarak görüldüğü Kuzey Avrupa ve İskandinav ülkelerinde termal turizme olan talep daha fazladır. İklim, fiyat, güvenlik ve ulaşım açısından göreceli avantajlara sahip ülkemiz tıp turizmi, spa&wellness ve kaplıca turizmi, ileri yaş ve spor turizmi açılarından olağanüstü avantajlı bir konumda olup her kesime hitap edebilecek niteliklere haizdir. Ayrıca, coğrafi yakınlık, ülkelerinde bulunmayan doğa ve iklim şartları nedeniyle ve kültürel benzerlik faktörleri de göz önünde bulundurulduğunda Türkiye Ortadoğu ülkeleri içinde önemli bir sağlık ve termal turizm destinasyon ülkesi olabilecek konumdadır. Orta Doğu ülkeleri ile son zamanlarda sağlanan vize muafiyetleri, sınırlarda sağlanan kolaylıklar ve diğer siyasi ve kültürel ilişkiler marifeti ile bu bölgelerden yapılan seyahatlerde önemli artışlar kaydedilmektedir. Gelişmiş ülkelerde sağlık giderlerinin fazla olması nedeniyle hastaların tedavi hizmetlerini azaltmaya yönelik olarak sağlık hizmetlerinin daha düşük maliyetli ülkelerden temin edilmesi eğilimi artmaktadır. İsveç, Norveç ve Danimarka’dan sonra Almanya ve Hollanda’daki bazı özel sigorta şirketlerinin de termal tedavileri için Türkiye’ye göndereceği hastalarının masraflarını karşılama kararı almaları ülkemizde termal turizm açısından önemli bir pazar payı oluşturmaktadır. Sağlık turizmi, insanların sağlıklarına gösterdikleri özen arttığı, sağlık hizmetleri rekabetçi duruma geldiği ve maliyet farkları ana unsur olarak kaldığı takdirde ülkemizde gelecekte daha da hızlı bir artış gösterecektir. Özellikle plastik cerrahiye olan talep artışının devam edeceği, böylece denizaşırı hizmetler için de önemli bir talep oluşacağı ve sağlık turizmin temel öğesi olan kalp ameliyatları ile yer değiştireceği uzmanlarca tahmin edilmektedir. Türkiye verdiği kaliteli ve ekonomik sağlık hizmetleriyle öncelikli olarak komşu ülkelerdeki yaklaşık 1milyar nüfusa sağlık turizmi Enginer BİRDAL kapsamında hizmet vermeye hazırdır. Pek yakında ülkemiz Sağlık turizmi konusunda dünyada bir numara olacaktır. 7. Uluslararası Sağlık Turizmi Kongresi Türkiye Sağlık Turizmi Derneği olarak Türkiye’nin sağlık turizmindeki hedeflerine ulaşması için 10 yıldan bu yana yürüttüğümüz çalışmalardan biri olan Uluslararası Sağlık Turizmi Kongresi’nin 7.sini 18-21 Kasım 2015 tarihleri arasında düzenledik. Türkiye’nin hizmet kalitesinin dünyaya tanıtıldığı Kongrenin Ana teması “Sağlık Turizminde Destinasyon Oluşturulması ve Yönetimi” olarak belirlendi. Temel konular ise Türkiye’nin altyapısı, markalaşma hedefleri ve yatırım fırsatları oluşturdu. Kongrede ayrıca “Türkiye’de Sağlık Turizminin Altyapısı, Kalite, Akreditasyon ve Ekonomik Potansiyeli”, “Sağlık Turizminde Markalaşma ve Örnek Destinasyonlar”, “Sağlık Turizminde Hedef Pazarlar, Yeni Pazarlar ve Pazarlama Stratejileri” ve “Sağlık Turizminde Sürdürülebilirlik, Çarpan Etkileri ve Yatırım Fırsatları” konuları ele alındı. Kongreye, Türkiye ve komşu ülkeler ile Avrupa, Balkanlar, Kuzey Afrika, Ortadoğu, Orta Asya ve Rusya’dan doktorlar, aracı kuruluş temsilcileri, sağlık turizmi yatırımcıları, hastane temsilcileri, üniversite temsilcileri, termal tesis yöneticileri, yaşlı bakım merkezi yöneticileri, acenteler, sigorta firmaları, STK başkanları, yatırımcılar ile ilgili bakanlar ve üst düzey bürokratlar katıldı. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 29 kapakkonusu SAĞLIK TURİZMİNDE LİDER OLMAK İÇİN ANKARA’NIN TEK EKSİĞİ TANITIM VE MARKALAŞMADIR Uzm. Dr. M. Fatih SOMUNCU Ankara Sağlık Turizmi Derneği YK Başkanı Bilindiği gibi Sağlık Turizmi son yıllarda hem tüm dünyada hem de ülkemizde oldukça popüler bir konu. Ülkemizde özellikle Ekonomi Bakanlığı tarafından sağlık turizmi faaliyetlerinin döviz kazandırıcı hizmetlere dâhil edilmesi ve bu konuda vermiş olduğu destekler nedeni ile sağlık turizmi genel anlamda birden herkesin ilgisini çeken bir konu haline geldi. Ülkede adeta bir sağlık turizmi bilincinin uyanışına hep birlikte şahit olduk. Sektörün içerisinde veya dışında herkesin bu alanda bir şeyler yapmak üzere girişimlerde bulunduğunu gözlemliyoruz. Hastaneler ve oteller de büyük bir haklı beklenti içerisine girdiler. Hastaneler teker teker uluslararası ilişkiler departmanlarını oluşturmaya başladılar. Uluslararası Sağlık Turizmi fuarlarında sektör temsilcileri daha fazla yer almaya başladılar. Bütün bunlar elbette sevindiricidir. Zira herkesin bildiği gibi bir sağlık turizmi hastası normal bir tatil ve 30 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 kültür turistine göre kat be kat fazla döviz ülkemize bırakmaktadır. Elbette bu konuda daha alacağımız çok mesafe var. Mevzuat düzenlemeleri ve ülkemizin bu alanda tanıtımı yetersizdir. Tesis ve personel eksiklikleri de göze çarpmaktadır. Ancak tıbbi hizmet kalitemiz ve rekabetçi fiyatlarımızın olduğu ise aşikardır. Tıbbi hizmet ve hekim kalitemiz Amerika standartlarındadır. Fiyatlarımız ise hem Amerika’ya göre hem de Avrupa ülkelerine göre kıyaslanamayacak kadar ucuzdur. Dünyada Amerika’dan sonra en fazla JCI akredite hastane sayısı ülkemizde bulunmaktadır. Diğer yandan termal tesislerimiz ve kapasitemiz yeterlidir. Bu alandaki yatak kapasitemiz her yıl daha da artmaktadır. Sağlık Turizmi ülkemize döviz kazandırılmasına olanak sağlayan ve cari açığın giderilmesinde kullanılabilecek en elverişli alandır. Mevzuattaki engellerin bir an evvel kaldırılması bu alanda özel sektörün önünün açılması ve devlet tarafından verilen teşviklerin denetlenebilir ancak daha rahat ulaşılabilir hale getirilmesi halinde Türkiye bu alanda şaha kalkacak ve dünya pazarından hak ettiği payı hızla alacaktır. Dünyada sağlık turizmi pazarı her yıl artmaktadır. Dünyada önde gelen sağlık turizmi destinasyonları arasında Hindistan, Tayland, USA, İran önde gelen ülkelerdir. Türkiye’de kaliteli sağlık hizmeti uygun fiyatlara verilebilmektedir. Ancak henüz sağlık turizminde istediğimiz noktada değiliz. Hak ettiğimiz payı alamıyoruz. Türkiye’nin özellikle medikal hizmet konusunda kalite ve standartları tartışılmazdır. Ancak birçok Avrupa ülkesi ve Amerika da bizim sahip olduğumuz bu kaliteli tıp hizmetleri konusunda maalesef bir algı yok. Genelde Türkiye tatil yöreleri ile bilinmektedir. Her şeye rağmen son yıllarda ortaya çıkan sağlık turizmi bilinci sayesinde ileriki yıllarda Türkiye bu alanda daha çok tanınacak ve hak ettiği yeri alacaktır. Ülkemizde bu alanda özellikle de medikal alanda tartışmasız kaliteli hizmet olduğu herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Kalite fiyat dengesi gözetildiğinde ise birkaç ülke haricinde ön sıralarda yer almaktadır. Hindistan, Tayland ve İran haricinde fiyat üstünlüğü mevcuttur. Aslında kalite ve fiyat birlikte değerlendirildiğinde, bu ülkelerin de önünde olduğumuzu düşünüyorum. Tek eksiğimiz tanıtım ve algı oluşturma konusundadır. Ancak ileriki yıllarda hızla bu konuda eksikliklerimizi gidererek, dünyada sağlık turizminde en çok bilinen ve tercih edilen ülke olacağımıza inanıyorum. Türkiye bu konuda, kesinlikle bir iddia ortaya koyabilir. Çünkü bunun için gerekli olan her şey var. Sadece tıp kalitesi konusunda güçlü bir algı yaratmamız gerekiyor. Dünyada gelişmiş ülkelerdeki insanların, Türkiye’de çok kaliteli sağlık hizmeti verildiği konusunda bilgi eksikliği var. Türkiye denilince, herkesin aklına Antalya geliyor. Kaliteli tıp algısı maalesef oluşturamamışız. Bunu başardığımızda her şeyi çözmüş olacağız. Yurtdışında bu alandaki faaliyetlerimiz son yıllarda Ekonomi Bakanlığımızın teşvikleri sayesinde artmış olmakla beraber, kesinlikle yeterli değildir. Bu konuda yapılması gereken çok iş vardır. Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçe ayırarak, Türkiye’nin dünya pazarından hak ettiği payı alabilmesi için gerekli tanıtım faaliyetlerini sürdürmeli. Ülkemizdeki kaliteli tıp hizmetleri ve termal tesisler anlatılmalı ve tanıtılmalıdır. Maalesef sadece tatil yörelerinin tanıtımı yapılmaktadır. Oysaki bir sağlık turisti normal turiste göre kat be kat fazla döviz bırakmaktadır. Türkiye’yi Antalya’dan ibaret zanneden ülkelerde kaliteli sağlık hizmeti konusunda algı oluşturulma- lıdır. Bu konuda analizler yaparak hedef ülkeler belirlenmeli ve bu ülkelere yönelik devlet kanalı ile doğrudan tanıtımlar yapılmalıdır. Sağlık turisti mutlaka bir aracı kurum vasıtası ile termal otellere ve hastanelere ulaşmalıdır. Bu iş kayıt dışılıktan ve denetlenemez durumdan kurtulmalıdır. Aracı kurumların verecekleri hizmetler de standardize edilmelidir. Hastanelerimizde ve otellerimizde yönlendirme tabelaları şuan sadece Türkçe’dir. İngilizce yazılar yok ve personeller İngilizce konuşamıyor. Havaalanında sağlık turistlerini karşılayacak bir oda dahi bulunmamaktadır. Bu nedenle hızlıca tesislerin ve personellerin uyumunun sağlanması gerekir. Bu alanda verilen her hizmet denetlenebilir olmalıdır. Tercümanlık hizmetleri de standartlara kavuşturulmalıdır. Özetle bizim bu alanda yapacağımız daha çok iş var. Ancak şunu belirtmekte de fayda görüyorum; eskiye göre de çok farklı bir noktadayız. Ankara Sağlık Turizmi Derneği olarak bizler de içinde yaşadığımız şehrimizi, Türkiye’nin başkentini, Ankara’yı sağlık turizmi alanında bilinen ve tanınan bir şehir haline getirmeyi görev edindik. Ankara’da her şey var. Altyapı özellikle de medikal turizm anlamında çok sağlam. Tek eksiğimiz direkt uçuşların az oluşu ve Ankara’nın bilinirliğinin zayıf olması. Ankara’nın denizi yok. O halde Ankara’nın turizm potansiyeli kongre turizmi ve sağlık turizmi konularında harekete geçirilebilir. En önemlisi de medikal turizm. Hastane ve doktor var, fiyatlar iyi, her şey kaliteli. O halde eksik olan nedir? Eksik olan tanıtımdır, markalaşmadır. Ankara’da sağlık turizmi bilincinin oluşması için dernek olarak etkinlikler düzenliyoruz. Her etkinliğimizi Ankara’da bir sektör temsilcisi ile beraber yapıyoruz. Katılımı yüksek organizasyonlar gerçekleştiriyoruz. STK’ların amacı sektörde ve toplumda bilinç oluşturmak ve oluşan bilinci canlı tutmaktır. Bu sayede sektör temsilcileri bir araya geliyor, tanışıyor ve rakipleri ile görüşüyorlar. Bu anlamda son zamanlarda Ankara Sağlık Turizmi Çalıştayı’nı gerçekleştirdik. Yol haritamız elimizde mevcut. Bu yol haritasını hayata geçirmeliyiz. Madde madde uygulamaya koymalıyız. Bu konuda elbette Ankara Valiliğine önderlik etmek anlamında çok fazla görev düşüyor. Valilik başkanlığında bir komisyon kurularak konunun tüm tarafları komisyona dahil edilerek, bu eylem planı hayata geçirilmelidir. Ankara’da “Sağlık Turizminin Hukuki Boyutları” konulu bir panel de gerçekleştirdik. Konunun uzmanları hukuki açıdan bu konuyu masaya yatırdılar. Diğer bir etkinliğimizde ise Sağlık Turizminde Stratejik Pazarlama Planlaması ve Bilişim Uygulamalarını irdeledik. Ankara’daki akademisyenler, özel hastane genel müdürleri, kamu yetkilileri bir araya gelip bu konuyu panelde tartıştılar. Ankara Sağlık Turizmi Derneği olarak Ankara’nın sağlık turizminde bir marka şehir olması adına gayretlerimize ve çalışmalarımıza devam edeceğiz. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 31 haber MÜSTEŞAR EYÜP GÜMÜŞ VE TÜSEB BİLİM HEYETİ ABD’DE Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Prof. Dr. Eyüp Gümüş, TÜSEB Başkanı Prof. Dr. H. Fahrettin Keleştemur ve beraberindeki heyet, 30 Kasım-4 Aralık tarihleri arasında Amerika Birleşik Devletleri Sağlık Hizmetleri ve Bilimsel Araştırma Kurumları Arasında bir dizi işbirliği için ABD’ ye ziyaret gerçekleştirdiler. Sağlık Bakanlığı ve Bilim Heyeti, Harvard Üniversitesi Hastaneleri, İleri Teknoloji Laboratuvarları, Yale Üniversitesi gibi bazı ziyaretlerde bulundular. İşbirlik görüşmeleri, NIH’ de işbirliği toplantıları, Amerikan Sağlık Bakanlığı ile görüşme ve Türk Bilim Adamları ile beyin fırtınası sonrasında Washington Türk Amerikan İslam Merkezi Külliyesi’nde ilk Türk Amerikan Sağlık Bilimi Toplantısı John Hopkins Üniversitesi ve TÜSEB’ in katılımı ile gerçekleşti. Bu programlara ABD’ de yaşayan Türk Bilim Adamları ve Sivil Toplum Kuruluşları da katılarak destek sağladılar. Müsteşar Gümüş’ün ABD’ de gerçekleştirdiği temasların sonucunda yapmış olduğu basın açıklaması şu şekildedir; “21. yüzyılın eşiğinde, hastalıkların, bilimin, teknolojinin ve toplumların büyük bir hızla geliştiği bugünlerde Türkiye olarak, geleceğe doğru sağlıklı adımlar atmaya devam ediyoruz. Çalışan, teknoloji üreten, çare arayan, birikimli bir ülke olarak Türkiye, bilimini, kaynaklarını, enerjisini ve gücünü sağlık alanında da göstermek için bir süredir dünyadaki bilim merkezlerini yakından takip etmektedir. 32 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Türkiye’de sağlık alanındaki Araştırma ve İnovasyonu destekleyerek geliştirecek ve bu projelere finansal kaynak sağlayacak olan Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı-TÜSEB, Sağlık Bakanlığımız bünyesinde 2015 yılında kurulmuştur. Sağlık Bilimi Araştırmaları ve ileri teknoloji kullanımında ABD’nin öncü konumunu dolayısıyla, biz de Sağlık Bakanlığı olarak TUSEB Yönetim kuruluyla birlikte, 30 Kasımda başlayan 5 günlük karşılıklı işbirliğini amaçladığımız Amerika ziyaretimize başladık. Washington-Boston hattında bizim 600’ü Biyoteknoloji uzmanı olmak üzere, toplam 1000 civarında Türk Sağlık Bilim İnsanımız çalışmaktadır. Her geçen gün yeni yeni buluşlara imza atan Sağlık Bilimleri son zamanlarda, Genetik temelli Kişiselleştirilmiş Tıp tedavilerine yönelmiştir. Biz de, bu alanda Hükümetimizin 2023 Hedefleri kapsamında, bilimsel çalışmalarımızı güçlendirerek Sağlıkta Ar-Ge ve yenilikçi ürün geliştirmeye yönelik adımlar atmaya başlıyoruz. Washington Büyükelçiliğimiz ve Boston Başkonsolosumuzun büyük gayretleriyle Bütün dünyanın yakından tanıdığı, çok değerli Türk Bilim İnsanlarımızın Yöneticiliğini yaptığı; Boston’da: Gökhan Hotamışlıgil Araştırma Merkezi, Alpdoğan Kantarcı’nın Forsyth Araştırma Merkezi, Harvard Üniversitesinde Rıfat Atun’un direktörlüğünü yaptığı Global Sağlık Bölümü, New Haven Yale Üniversitesinde; Amerikan Tıp Akademisi Üyesi Murat Günel’in Genom Laboratuvarı’nı ziyaret edip incelemelerde bulunduk. Yale Tıp Fakültesi Dekanı ve Yale-New Haven Hastanesi Başkanıyla bir araya gelip Bakanlığımız, Yale Tıp Fakültesi ve Yale New Haven Hastanesi arasında Sağlık Alanında İşbirliği Mutabakat Zaptı imzaladık. Ziyaretlerimiz sırasında, Yale Tıp Fakültesi, Harvard Üniversitesi, Massachuset General Hospital- MGH ile Türkiye’de başlatmayı düşündüğümüz Onkogen ve Genom Projesiyle ilgili yararlı görüşmeler gerçekleştirdik. Bu gün de NIH Başkanı Francis Collin’le gorüştük, bilimsel araştımalarda işbirliği imkanlarını konuştuk.” analiz BİLGİ TOPLUMU MUYUZ, Bilgi Sahibi miyiz? Prof. Dr. Alper CİHAN İstanbul Üniversitesi Genel Cerrahi Uzmanı Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi Dekanı Sosyal varlıklar olarak bir arada yaşayan insanoğlu hayat serüveninde toplumsal evrimlerden geçmektedir. İlk olarak hayata “Göçebe Toplum” olarak başlayan insanoğlu, o zamanki temel hedefini “hayatta kalma” olarak belirlemiştir. Topraktan ürün elde etmeyi öğrendikten sonra “Tarım Toplumu” dönemi başlamış ve üretimi öğrenmiştir. Gelişen üretim bilinci makineleşmeyi de öğrenerek Sanayi Toplumuna evrilmiş daha çok üretip daha fazla kazanmak amaçlı olarak rekabet anlayışı gelişmiştir. Artan bilgi ve tecrübenin gelişime hız vermesi ile bilginin kıymeti anlaşılmış ve “Bilgi Toplumu” gelişmiştir. Bilgi toplumu esasen bir “performans toplumu” yaratmış, verimlilik ve sürdürülebilirlik ön plana geçmiştir. Bilgi toplumunun temel özellikleri aşağıdaki gibi sıralanmaktadır. Bilgi ve bilgili birey ekonomiden diğer sosyal konulara kadar her alanda en temel girdileri oluşturmaktadır. Bilginin hâkim olduğu toplumsal yaşam, çok hızlı bilgi artışı ve aktarımı, hızlı iletişim, yeni teknolojiler, hızlı değişim ve gelişimin yer aldığı bir tarz olarak yaşamın tüm yönlerini etkiler. Bilgi toplumu ile birlikte ge34 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 leneksel üretim kaynaklarının getirisi bilginin getirilerine oranla giderek azalma eğilimindedir. Küreselleşme; özelleşme, liberalleşme, uluslararası ulaşım imkânlarındaki artış, iletişimdeki hız, ekonomik bloklar gibi çeşitli gelişme ve oluşumların doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Bilgi teknolojilerinin yaygın kullanımıyla bilgi, yaygınlaşarak herkesin sahip olabileceği bir nitelik kazanmıştır. Organizasyonların biçimlendirdiği ekonomik yaşamda, bu niteliksel değişim “küreselleşme” olarak algılanmaktadır. Bilgi çağında ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel yaşam küreselleşmekte ve uluslararası rekabet etkili olmaktadır. Küreselleşme dünyayı daha çok gezme değil, dünyadaki farklı konum ve koşulların ekonomik, siyası ve teknik bilgisine hakim olmak anlamındadır. işlevsel alanları kapsamaktadır. Bilgi toplumunda bilgi sektörü ve hizmetler sektörünün ekonomik büyümeye kaynaklık ettikleri gözlemlenmektedir. Bütün dünyada bilişim teknolojilerine ve bilgi alt altyapısına yapılan yatırımlar hızlı artarken, bilgi sektörü de ekonomi içerisinde bütün sektörleri geride bırakmaya başlamıştır. 1,5 trilyon dolar tahmini global değeri olan bilgi sektörü, bilginin sunulması, organizasyonu ve değiştirilmesi işlevleri ile, dünyanın en büyük endüstrisi olma yolunda ilerlemektedir. ABD gayri safi milli hasılasının %55’nin bilgi üretimi, işlemi ve dağıtımı faaliyetlerinden elde etmekte ve bu doğrultuda, ABD işgücünün %80’nin bilgi çalışanlarından oluşmaktadır. İletişim ve ulaşım sistemlerinin ülke, bölge ve kıta sınırlarını ortadan kaldırması ya da küçültmesi küreselleşmeyi hızlandırmıştır. Küreselleşme ve teknoloji arasında karşılıklı bir etkileşim söz konusudur. Bu etkileşimlerin artması sayesinde bilgi ile uğraşan insanların ve organzizasyonların kümelendiği sektörel güçler oluşmaktadır. Bilgi çağında üst yapı olarak bilgi sektörü; bilgiişlem ve iletişim hizmetlerine bağlı olarak bilginin üretimi, tüketimi, dağıtımı, pazarlanması gibi tüm Prof. Dr. Alper CİHAN Sanayi toplumunda mekanik teknolojinin fiziksel emeği kullandığı, buna karşılık, bilgi toplumunda bilgisayar teknolojilerinin zihinsel emeği kullandığı görülmektedir. Bilgisayar teknolojileri zihinsel emeği kullanmanın yanında bunları geliştirdiği de kabul edilmektedir. Bilgi toplumu, genel anlamda, yoğun ve yaygın olarak kullanılan bilgisayar teknolojileri tarafından biçimlendirilmektedir. Bilgi toplumunda bilgisayarlar; bireylerin bilgi üretim gücünü olağanüstü artırarak, bilginin kitlesel biçimde üretilmesini, işlenmesini, saklanmasını, dağıtılmasını ve tüketilmesini sağlamaktadırlar. Bilgisayar çöplüğü veya kalabalıklar haline getirme ihtimalleri olsa da bulunduğu her ortamda farklılık yarattığı kesindir. Bilgi ekonomisini sanayi ekonomisinden ve diğer ekonomilerden ayıran fark, bilginin ekonomik üretim faktörleri içinde birinci önceliğe sahip olması ve bilgi teknolojileri yardımıyla bilginin üretiminde ve kullanımındaki artışlardır. Bilgi ekonomisinde bilgi, katma değer yaratmada ve rekabette en önemli “güç” olarak görülmektedir. Bu ekonomide organizasyonlar, başarılı olmak için daha çok veriye ve teknik bilgiye ihtiyaç duymaktadırlar. Günümüzde artan rekabet yoğunluğundan dolayı bilgi çağında, ölçek ekonomilerinin yerini, hız ekonomileri almaktadır. “bilgiyi” genel olarak ele alır, bilgiyle ilgili problemleri araştırır. Bilginin kaynağını, doğasını, doğruluğunu, sınırlarını inceler. Kısaca epistemoloji, bilginin bilimini yapar. Bilginin bizatihi kendisiyle ilgilenir. Türkçe de bilgi kavramı Türk Dil Kurumu sözlüğünde de tanımlandığı gibi güncel felsefe ile uyumlu depğildir. Bu sebeple de kavramsal kargaşalarımız çok fazladır. Dünyada toplumların ve imkânların evrimi ile kavramlar da evrim geçirmektedir. Bundan 100 yıl önce POSTA kelimesi bizler için tekil bir anlam taşırken günümüzde e-posta, kâğıt posta, faks, telgraf, mobil mesaj, kargu, kurye gibi birçok kavrama ve objeye bölünmüştür. İşte bilgi kelimesi de bilgi toplumu felsefesi ile evrim geçirmiş ve kavramsal bölünmelere uğramıştır. Bilgi kelimesi ile Bilmek fiili arasındaki bağlantıyı koparmadan kavramın uluslararası literatürdeki anlamına göre düşünmemiz oldukça zordur. Bu sebeple Türk Dil Kurumu sözlüğü de dâhil olmak üzere zihnimizdeki ve kitaplarımızdaki kavramları aşağıdaki gibi değiştirmek zorundayız. 1) Data: Veri: KAYIT: Olaylardan ve nesnelerden elde edilen kayıtlardır. 2) Information: Malumat: YORUM: Bu kayıtların mantıksal matematiksel yorumlanması ile elde edilen düşünce veya değerdir. 3) Knowledge: Bilgi: ÜRÜN: Bu kayıtlardan, mantıksal ve matematiksel yorumlardan geleceğe veya mevcut sorunlara ilişkin değerlerle çözüm getiren ürünlere verilen addır. 4) Wisdom: Bilge: ÜRETİCİ: Bilgi olacak ürünü üreten kişilere verilen addır. Burada hareketle ülkemizi ve kendimizi değerlendirmeliyiz. Bizler ortamlarımızda olan verileri kayıt ediyor ve onlar üzerinden mantııksal veya matematiksel yorumlarla yaqzılı veya sözlü iletişim ve bildirim çokça yapıyormuyuz. Eğer böyle ise veri veya yorum katmanında yaşam sürdürüyoruz demektir. Bunu yapmıyor ise veri altı katmanda yaşam sürdürüyoruzdur. Esas olan malumat ve yorumlarımızdan kendimizin veya başkalarının sorunlarına veya geleceklerine olumlu çözüğmler getirecek değerler üretmektir. Akademisyenlerin yaptıukları yayınların atıf değeri ile ölçülmesinin temel anlamıda buradan gelmektedir. Ürettiğiniz mantıksal bir nesneyi bir başkası kullanmıyor ise ona değer vermemiş demektir. Bu da mantıksal olarak bir “değer” üretilmediği anlamındadır. Eğer ürettiğimiz mantıksal nesneye değer biçilebiliyorsa “BİLGİ” sahibiyiz ve ürün gerçekleştirmişiz anlamındadır, değer biçilmiyorsa bilgimiz yoktur diyebiliriz. DIKW Piramidi Türk Dil Kurumu sözlüğünde insan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malumat ya da öğrenme, araştırma veya gözlem yoluyla elde edilen gerçek, malumat, insan zekâsının çalışması sonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malumat” olarak tanımlanmakta basit tanımıyla bilgi “ bir iş veya konu hakkında bilinen şey; malumat” olarak yazılmaktadır. Bilgi felsefesi anlamına gelen epistemoloji, felsefenin ilk ortaya çıktığı zamandan beri tartışılan konulardan biri olmuştur. Epistemoloji, bilginin doğasını, sınırlarını, doğruluğunu, güvenilirliğini, elde edilme aktarımlarını ve sorgulamayı inceleyen bilim dalıdır. Yani epistomoloji, felsefenin bilişsel süreçlerinden daha çok, Şekil 1- DIKW Piramidi SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 35 analiz GÖĞÜS CERRAHİSİNDE 20 YILDA “BACK TO THE FUTURE” Prof. Dr. Hasan BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Cerrahi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Geçen günlerde “Back to the Future” filminde gelecekte gidilen tarihi de geçirmiş olduk. Neredeyse tüm haber kanalları ve medyada filmde gelecekte olması öngörülen fantezilerin hangilerinin gerçekleştiği tartışıldı. Sonuçta öngörülenlerin çoğunun gerçekleştiği görüldü. Tabii ki göğüs cerrahisi ve akciğer kanseri cerrahisi ile ilgili 30 yıl önce böyle bir gelecek öngörüsü yapılmadı. Göğüs cerrahisi ihtisasına başlama zamanım Eylül 1994’tü. 20 yılı geçmiş. Marmara Göğüs Cerrahisi olarak ne yapıyorduk, ne yapıyoruz gelin şöyle bir üzerinden geçelim ve ülkemiz için geçerli bir örnek miyiz diye düşünelim… 20 Yıl Öncesinde Ameliyat ettiğimiz hastaların yaş ortalaması 55-60’tı. Marmara Üniversitesi’nin Altunizade’deki küçücük hastanesinde yılda 150-200 ameliyat (30-40’ı kanser için) yapıyorduk. Ameliyat yükümüzün %30-40’ını enfeksiyöz hastalıklar oluşturuyordu. Bronşektazi (enfeksiyona bağlı olarak küçük hava yollarında olan genişleme ve sık iltihap), kist hidatik (köpeklerden bulaşan parazitik hastalık) gibi hastalıkları oldukça sık görüyorduk. Ameliyat36 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 larımızın %95’i açık ameliyatlardı. Resimde gördüğünüz kocaman kesileri her hastaya yapıyorduk (Resim 1). Yine de akciğer zarı biyopsilerini kapalı yöntemle çok büyük kesiler yapmadan halledebiliyorduk. Ameliyat ettiğimiz akciğer kanserlerinin yarısından çoğu ilerlemiş vakalardı ve sıklıkla tüm akciğeri almak gerekiyordu. Bilgisayarlı tomografi çektirmek 1 saat sürüyordu ve çıkan görüntüler kahve falı gibiydi. Akciğer ameliyatları sonrası ölüm oranları %5-10 arasındaydı. Göğüs cerrahisi kitaplarında yer alan ameliyat çeşitlerinin ancak %50’sini yapıyorduk. Yurtdışı ile irtibatımız çok sınırlıydı ve batılıların yazdığı her şeye itibar ediyor, denemeye çalışıyorduk. 20 Yıl Sonrasında Ameliyat ettiğimiz hastaların yaş ortalaması 70-75’e çıktı. Demek ki daha uzun yaşamaya başladık! 5 yıl önce Pendik’teki büyük hastaneye taşındık. Marmara Üniversitesi EAH olarak. Göğüs cerrahisi anabilim dalımızda 2015’teki ameliyat sayımız 1200 olacak (150-200’ü akciğer kanseri için). Bu yoğun tempo kliniğimizin görünür olmasını sağladı. Demek ki artık daha çok insanın hayatına dokunuyoruz, yardım ediyoruz. Enfeksiyöz hastalıkların oranı %10’un altına indi. Demek ki şehirlerimiz daha temiz, enfeksiyonları daha etkili tedavi ediyoruz. Ameli- yatlarımızın %60-70’i kamera ile yapılan kapalı ameliyatlar haline geldi. 30-40 cm’lik kesiler önce 20 cm’ye indi. Sonra 3 adet 2-3 cm’lik, bir adet 7-8 cm’lik dört kesiden yapabilir hale geldk. Daha sonra kesi sayısı 3, derken ikiye indi. Son bir yıldır resimde gördüğünüz 5 cm’lik kesilerden akciğerin en büyük ameliyatlarını yapabilir hale geldik (Resim 2). Demek ki biz Türk doktorları olarak yeniliğe adapte olabilecek ve başarıyla uygulayabilecek yetenekteyiz. Akciğer kanseri vakalarının yarısından çoğu erken aşama vakalar haline geldi. Tek akciğeri almak zorunda kaldığımız durumlar, bir yılda iki elin parmaklarını geçmiyor. Demek ki insanların sağlığa ulaşımı daha iyi hale geldi, kanserler eskiye göre daha erken teşhis edilebiliyor. Tüm vücuda tomografi çekmek 2 saniyelik bir zamana sığmaya başladı, hem de insanın içini cam gibi gösterecek netlikte. Türkiye, Avrupa’da en çok tomografi cihazı olan ülkelerden biri haline geldi. O teknolojiyi biz geliştiremedikten sonra çok önemi yok, ama yine de son model cihazları biraz müsrifçe de olsa insanlarımızın sağlığı için kullanabilir hale geldik. Demek ki bu cihazları alacak kadar paramız olmaya başladı. Akciğer ameliyatları sonrası ölüm oranımız %1-2’lere düştü. Demek ki tüm sağlık ekibimizin dikkat, bilgi, eğitim ve altyapısı gelişiyor. Göğüs cerrahisi alanının içinde de özelleştik. Birimiz göğüs duvarı hastalıkları, diğeri akciğerin damar problemleri, soluk borusu ameliyatları, bir diğerimiz yemek borusu, akciğer zarı, kapalı ameliyatlar, bir diğerimiz amfizem cerrahisi, birimiz diyafram ameliyatları konusunda uzmanlaştık. Kitaplarda yer alan ameliyatların %90’ını yapar hale geldik. Demek ki batılılar gibi 10 yıllık hedefler belirlediğimizde, sabırla, azimle çalıştığımızda, ilahi mesajın “Sabredenlere müjdele” karşılığını alıyoruz. Bölümümüzdeki her öğretim üyesi en az 1-2 yılını yurt dışında geçirdi. Şimdilerde öğretim üyelerimiz yılda en az 5-10 kez yurt dışından davet alıyor, konuştukları zaman acaba ne diyorlar diye herkes kulak kabartıyor, Avrupa ülkelerinden doktorlar eğitim için bizim birimimize geliyorlar. Demek ki yabancılar nezdinde itibar görmek için uzmanlaşmak, keyfiyete yani kaliteye önem vermek, bilimden taviz vermemek gerekiyor. Eminim bizim örneğimize benzeyen o kadar çok örnek var ki bu ülkede. İçinde yaşadığımız için tüm bu gelişme ve ilerlemeyi hissetmiyor olabiliriz ama Çetin Altan’ın deyimiyle “Enseyi karartmayalım”. Bence yıllarca batmamak, boğulmamak için mücadele ettiğimiz sonsuz zaman denizinde kara görünüyor, biraz daha gayret… SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 37 1-7 Aralık Acil Sağlık Hizmetleri Haftası 112 ACİL SAĞLIK HİZMETLERİ Ülkemiz başta depremler olmak üzere sel, toprak kayması, çığ düşmesi gibi doğal afetlere sıkça maruz kalmaktadır. Doğal afetlerin yanı sıra endüstriyel kazalar ve kitlesel olaylar ile acil hastalık ve yaralanma hallerinde hızlı ve etkin müdahale ile ölümlerin önlenmesi ve sakatlıkların azaltılması öncelikli hedeflerimizdendir. Acil sağlık hizmetleri, vatandaşlarımıza herhangi bir acil hastalık veya yaralanma halinde, günün 24 saati ücretsiz olarak verilmektedir. Acil sağlık sisteminin güçlendirilmesi amacıyla 112 acil sağlık hizmetleri ülke geneline tüm kırsal bölgeleri kapsayacak şekilde yaygınlaştırılmıştır. 2002 yılında 481 olan 112 istasyon sayısı 2 bin 253 ‘e çıkarılmıştır. Yaygın istasyon ağı ve profesyonel ekiplerle vakalara; kentlerde 10, kırsalda 30 dakikada ulaşma oranları yüzde 90’ın üzerine çıkarılarak gelişmiş ülkelerdeki ulaşma süreleri yakalanmıştır. 112 acil sağlık hizmetlerinde kullanılan ambulans sayısı 2002 yılında 618 iken 4 bin 227’ye çıkarılmıştır. Her türlü coğrafi ve iklim şartlarında hastalara ulaşabilmek amacıyla o şartlara uygun ambulanslar temin edilmiştir. Bu gün itibariyle 266 palet takılabilen ambulans ile 20 adet önünde kar bıçağı bulunan kombi paletli ambulans, 64 adet 4 yaralı taşıyan ambulans, 91 adet Yoğun Bakım ve Obez Ambulans ile 60 adet motosiklet ambulans hizmet vermektedir. 38 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Adalardan ve sahil bölgelerimizden hasta naklini sağlamak amacıyla deniz ambulansları temin edilerek İstanbul, Balıkesir Marmara Adası, Çanakkale ve Gökçeada’da vatandaşlarımızın hizmetine sunulmuştur. Bunlara 2 deniz nakil aracı daha eklenmiştir. Deniz ambulanslarımızla hizmete girdiği 2007 yılından 2015 yılı sonuna kadar 6 bin 957 hasta taşınmıştır. Tüm illerimizde 112 komuta kontrol merkezlerinin dijital sistem altyapısı tamamlanmıştır. Bakanlık bünyesinde kurulan Kriz Merkezinde 24 saat on-line takip yapılmaktadır. Dijital sistem altyapısı ile illerden gelen çağrıların dijital haritalar üzerinden yer tespiti, ses kayıtları, ambulans ve helikopterlerin takibi ile hastanelerdeki kritik yatak durumları izlenebilmektedir. 112 Acil Sağlık Hizmetleri; 2002 yılında 350 bin 769, 2013 yılında 3 milyon 665 bin 407, 2014 yılında 4 milyon 27 bin 215, 2015 yılı Ekim ayı itibariyle de 3 milyon 601 bin776 hastaya tahliye ve sağlık hizmeti sunmuştur. Ülkemizi, dünyaya örnek gösterilen bir düzeye ulaştıran hava ambulans hizmetleri ile uzak mesafeler kısalmış, organ nakli ve hızlı müdahale ile can kayıpları ve sakatlıkların önlenmesinde büyük aşama kaydedilmiştir. röportaj Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hüseyin ÇELİK: “BAĞIMLI HALE GELMEMİŞ BİREYLERİN KORUNMASI ÖNCELİKLİ HEDEFİMİZDİR” Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı çerçevesinde yürütülen çalışmaları dergimize değerlendiren Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Hüseyin Çelik konuyla ilgili sorularımızı cevaplandırdı Uyuşturucu ile Mücadele Acil Eylem Planı hakkında bilgi verir misiniz? Neden böyle bir kılavuz hazırlama ihtiyacı oldu? Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında ülkemizdeki uyuşturucu kullanım oranı oldukça düşüktür. Ancak toplumun huzur ve güvenliğini derinden sarsan ve özellikle son dönemlerde gençler arasında yayılma eğilimi gösteren uyuşturucu maddeler, tüm dünyayı tehdit ettiği gibi ülkemiz için de bir tehdit unsuru olarak gündeme gelmiştir. Bu tehdide yönelik mücadelede pek çok kurumun görev alanına giren önemli konular bulunmaktadır. Bu nedenle, bu önemli soruna hızla müdahale edilebilmesi amacıyla, üst düzeyde multidisipliner 40 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 bir yaklaşım gereksinim duyulmuştur. Bu durum dikkate alınarak 14 Temmuz 2014 tarihinde konuyla ilgili 8 bakan (Aile ve Sosyal Politikalar, Adalet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik, Gençlik ve Spor, İçişleri, Milli Eğitim, Gümrük ve Ticaret ve Sağlık Bakanları) ve TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı ile birlikte Uyuşturucu ile Mücadelede Acil Eylem Planı hazırlık çalışmalarına başlamıştır. Akabinde 22 Eylül 2014 tarihli Bakanlar Kurulunda Taslak Acil Eylem Planı Bakanlar Kuruluna sunulmuştur. Bu sunumun ardından acil eylem planı kapsamında kısa, orta ve uzun vadeli hedefler belirlenmiştir. 28-29 Kasım 2014 tarihlerinde Başbakanımız Sayın Ahmet DAVUTOĞLU’nun teşrif ettiği ve açılış konuşmasını yaptığı uyuşturucu arzının ve uyuşturucuya olan talebin önlenmesine yönelik yapılması gerekenler doğrultusunda, ilgili kamu kurum ve kuruluşları, akademisyenler, sivil toplum örgütü temsilcileri, sanatçılar, sporcular medya temsilcileri başta olmak üzere toplumun her kesiminden yaklaşık 2 bin kişinin katıldığı ve katılımcıların fikir ve katkılarının alındığı 1. Uyuşturucu ile Mücadele Şurası yapılmıştır. Şura sonrasında yapılan değerlendirmeler neticesinde acil eylem planımızı da kapsayacak şekilde Uyuşturucuyla Mücadele Strateji Belgesi ve Eylem Planını hazırlık çalışmalarına yön verilmiştir. Hazırlanan Uyuştu- rucu ile Mücadelede Acil Eylem Planı, Ulusal Uyuşturucu ile Mücadele Strateji Belgesi ve İl Uyuşturucu Koordinasyon Kurulları Çalışma Usul ve Esasları Yüksek Kurul Başkanı Sayın Bülent Arınç’ın imzasıyla 09.03.2015 tarihinde ilgili Bakanlıklara göndermiştir. Neden böyle bir kılavuz hazırlama ihtiyacı oldu? Bu çalışma ile vatandaşların standardize edilmiş çalışma prensipleriyle tedavi öncesini, sürecini ve sonrasını profesyonel bir yardımla atlatması hedeflenmiştir. Vatandaşların hizmete ulaşabilmesi ve profesyonellerce multidisipliner çalışma ortamında tedavi olması oldukça önemlidir. Bu mesleki tanım ile tedavi suiistimallerinin önüne geçilecektir. Oluşacak olan mesleki standart yürütülecek çalışmalara katkı sağlayacaktır ve bu konuda çalışmalarımız devam etmektedir. Bağımlılık danışmanlığı mesleği nedir? Kimler bu işi yapabilecek? İletişim stratejisinde kullanılacak dil, yöntem ve uygulamalara ilişkin bir kılavuz hazırlandı mı? İletişim stratejisinde kullanılacak dil, yöntem ve uygulamalara ilişkin kılavuz Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanmış olup, tüm kurumlara ve il valiliklerine gönderilmiştir. Kamuoyunun yanlış bilgilendirilmesinin önüne geçilmesi ve uyuşturucuyu cazip gösteren herhangi bir yayının olmaması amaçlanmıştır. Yapılan haberlerde başarı hikayelerinin de yer alması, tedavi sürecindeki ve umutsuzluk yaşayan vatandaşlar için oldukça önemlidir. Haberlerde uyuşturucunun isminin kullanılmaması konusunda özen gösterilecek. Peki bu konuda başka neler yapılacak? Bağımlılık Psikiyatrisi yan dal uzmanlığının bugün için erken bir öneri olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Aksi taktirde sorunla mücadelede psikiyatri hekimlerimizin birikim ve katkılarından mahrum kalma riskimiz söz konusudur. Ancak Geliştirilmesi ve uygulamaya geçebilmesi yönünde çalışmalarımız devam etmektedir. Bağımlılık Psikiyatrisi yan dal uzmanlığı oluşturulacak mı? “Danışma ve Destek Hattı”nın faaliyetleri hakkında bilgi verir misiniz? Üçüncül yaşam alanları koruma ve önleme kapsamında oldukça önemlidir. Gençlik Spor Bakanlığı ve Aile Sosyal Politikalar Bakanlığı ile çalışmalar yürütülmekte, spor alanlarının artması gençleri ve çocukları sağlıklı bir hayat sürdürme konusunda destekleyeceği düşünülmektedir. Kişinin sistemde kalması hassas bir noktadır ve bu hassasiyet önce aile, sonra okulda devam etmektedir. Çocukların ve gençlerin okul dışındaki zamanlarını kaliteli geçirmesini gösterme konusunda kendi değerlerimizi SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 41 kullanmamız gerekmektedir. Popüler kültür uygulamalarını kendimize göre uygulamamız gerekmektedir. Türkiye kültürel zenginlikler bakımından çok şanslı bir ülke. Bunu fırsata çevirmeliyiz. Kültürümüzü ve değerlerimizi yaşattıkça birçok vatandaşımıza temiz bir yol yaratmış oluruz. Televizyon aracılığıyla kültürümüze giren ve kendi değerlerimizden uzaklaştıran birçok etmen var. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile proje çalışmaları, bunların önüne geçilmesi noktasında faydalı olacaktır. Hedef kitlelere uygun olarak, iş/okul ve ev dışındaki üçüncü yaşam alanına ilişkin yöntem ve uygulamalar içerisinde neler geliştirilecek? Bu konuda eğitim çok önemlidir. Örneğin uyuşturucu konusunda verilen eğitimler üzerine yoğunlaşıldı. Yeşilay ile Milli Eğitim Bakanlığı protokol imzaladı ve 29 bin rehber öğretmen eğitildi. İllerde artık eğitimler MEB tarafından yürütülmekte. Ayrıca madde bağımlılığı danışmanlığı meslek tanımı oluştuktan sonra yanlış bilgilendirme yapanlar ve bu anlamda çıkar sağlamaya çalışanlarında tamamen önüne geçmiş olacağız.. Uyuşturucu kullanımı bir hastalıktır ve profesyonelce müdahale edilmesi gereken bir durumdur. Bir o kadarda suistimale açık bir konudur. Bu sebeple uyuşturucu kullanıcılarına standart bir yaklaşım ortaya koyarak öneri veya danışmanlık adı altında insanları yanlış yönlendiren veya dolandıranlardan da kurtulacağız. Sanal mecralarda başta gençler olmak üzere, tüm topluma yönelik olumlu davranış alışkanlıkları kazandıracak aktivasyonlar geliştirilecek. Peki bu süreçte neler yapılacak. Sosyal medyada sözde uzmanlar gün geçtikçe artıyor. Sadece uyuşturucu da değil tüm sağlık alanında herkes uzman gibi konuşuyor. Bu konuda ne gibi önlemler alacaksınız? Bağımlılık Uygulama ve Araştırma Merkezleri kuruluyor mu? Ne zaman faaliyete geçecekler? İnsanlar bu durumu saklayabiliyor. Bu durumda nasıl bir yol izleniyor? Bağımlılık Uygulama ve Araştırma 42 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Merkezleri bazı üniversitelerde hali hazırda bulunmakta ve hizmet vermektedir. Yeni merkezler açılması ve güçlendirilmesini de destekliyoruz. Süreç hakkında yardım almaktan çekinen kişiler Alo 191 hattımızı gönül rahatlığıyla arayabilirler. Çünkü hiçbir şekilde haklarında işlem yapılmamaktadır. Tedavi için randevu talep etmediyse kişi bilgilerini vermek zorunda değil. Biz bu vatandaşlarımıza tedavi hizmetini sağlıklı bir şekilde ulaştırmak için çalışıyoruz. Danışma hattı önleme, tedavi ve rehabilitasyon mekanizmalarını destekleyerek güçlendirecek şekilde organize edilmiş olmakla birlikte temelde hem henüz maddeyle tanışmamış kitlelerin (özellikle gençler), hem de madde kullanımı olan ancak bağımlı hale gelmemiş bireylerin korunması birincil hedefidir. Danışma hattında çalışan personelimiz hedef kitleye ve karşılaşılması muhtemel her türlü duruma yönelik bilgi sahibi olabilmeleri ve doğru müdahale edebilmeleri amacıyla profesyonel bir eğitimden geçmiştir. Eğitim programı teorik ve pratik olmak üzere iki kısımdan oluşmuştur. Teorik kısmıyla yeterli teknik bilgi kazanılarak, pratik uygulamalar sayesinde de etkili danışmanlık hizmetinin nasıl verileceği uygulamalı olarak öğretilmiştir. Danışma hattımızda 30 çözümleyici ile 100 çağrı personeli olmak üzere toplamda 130 kişi görev yapmaktadır. Hattımız 7/24 hizmete açıktır. Görev yapan personeller psikolog, çocuk gelişim uzmanı, sosyal çalışmacı, sosyolog, hemşire gibi sağlık profesyonelleri ile diğer fakülte mezunlarından oluşmaktadır. Alo 191 Uyuşturucu ile Mücadele Danışma ve Destek Hattına 01.07.2015 31.10.2015 tarihleri arasında 27.912 çağrı gelmiştir. Arama nedenleri şu başlıklarla incelenebilir, 1. Genel bilgi alma 2. Tedavi talebi 3. Tedavi hakkında bilgi alma 4. Aşerme/yoksunluk hakkında bilgi alma 5. Denetimli serbestlikle hakkında bilgi alma 6. Madde hakkında bilgi alma 7. Madde bağımlılığı nedeniyle araç kullanımı 8. AMATEM/ÇEMATEM hakkında bilgi alma 9. Ebeveynlerin (18 yaş altı çocukları için) madde kullanımıyla ilgili şüphe ya da tedavi talebi ile ilgili başvurular 10.İhbarlar (madde kaçakçılığı satışı veya kullanımı) 11.Madde bağımlılığı tedavisi sonrası talep (iş vs.) 12.Öğretmenler veya diğer vatandaşların gruplara öğrencilere vs. gibi eğitim talebi 13.Sağlıkla ilgili acil durum varlığı nedeniyle arama 14.Sosyal güvence/SGK/maddi durum yetersizliği 15.Şiddet durumu 16.Şikayet 17.Teşekkür 18.Zorunlu tedavi Uyuşturucu ile mücadele konusuna yönelik değerler seti nedir? Bilgi verir misiniz? Üniversitelerimizin bünyesinde Uygulama ve Araştırma Merkezi statüsünde üniversitenin birimi olarak kurulan Merkez ve Enstitüler bulunmaktadır. Bu Merkez ve Enstitüler ile Bakanlığımız ve ilgili bakanlıkların bir çok projede işbirliği ve bilimsel destek alma süreçleri yürütülmektedir. Türkiye Uyuşturucu ile Mücadele Enstitüsü kurulması için hukuki süreç başladı mı? Bu konuda mevzuat çalışmalarımızla belirli bir standarda oturtmuş durumdayız. Laboratuvar hizmetleri çalıştayı düzenlenmiş olup, ihtiyaçlar tespit edilmiş, hali hazırda olan laboratuvarların belli bir standartta olma zorunluluğu getirilerek şartları taşıyanlar mevzuata uygun hale gelenler bakanlığımızca yetkilendirilmiştir. 1 Aralık DÜNYA AIDS GÜNÜ TEST YAPTIRMAK İÇİN EN YAKIN SAĞLIK KURULUŞUNA BAŞVURUN İlk kez 1980’li yıllarda tanımlanan HIV Enfeksiyonu yayılmaya devam etmektedir. Hastalık; korunmasız cinsel temas, ortak paylaşılan enjektörler, damar içi madde kullanımı, gebelik ve doğum sırasında anneden bebeğe ve kan transfüzyonu gibi nedenlerle bulaşabilmektedir. Bu geçiş yolları nedeni ile HIV enfeksiyonu, erişkinlerin yanı sıra, tüm yaş gruplarında görülebilmektedir. Hastalığın tam anlamıyla tedavisi bulunmamakla birlikte uygulanan ilaç tedavileri ile HIV/AIDS hastalığından ölümler azalmakta ve kişiler yaşantılarına devam edebilmektedir. Bununla birlikte uygulanan ilaç tedavisi ile bulaşıcılık azalmakta, gebelik sırasında uygulanan tedaviyle HIV virüsü taşıyan anneden bebeğe hastalık bulaşması engellenebilmektedir. Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Ortak Programı UNAIDS 2014 yılı raporuna göre; dünyada 2014 yılı içinde yaklaşık 2 milyon kişinin HIV enfeksiyonuna yakalandığı, 36,9 milyon HIV taşıyıcısının bulunduğu ve 1,2 milyon kişinin AIDS nedeni ile öldüğü belirtilmektedir. Türkiye, dünyada HIV/AIDS açısından hastalığın az sıklıkta görüldüğü ülkeler arasında değerlendirilmektedir. Ülkemizde,1985 Yılından günümüze kadar bildirimi yapılan HIV/AIDS vaka sayımız toplam 11.109’dur. Vakaların yüzde 75’i erkek, yüzde 25’i kadın olup, yüzde 16,2’si yabancı uyruklu kişilerden oluşmaktadır. Vakaların en fazla görüldüğü yaş grubu 25-29 ve 30-34 yaş grubudur. Bulaşma yoluna göre dağılımına bakıldığında vakaların yüzde 52’si cinsel yolla bulaşmaktadır. Yüzde 1,9’u bulaşma yolu damar içi madde bağımlılığı olarak bildirilirken yüzde 44’ünün bulaşma yolu bilinmemektedir. 2015 yılı 30 Kasıma kadar 1.445 HIV, 80 AIDS vakası bildirilmiştir. Bu va- 44 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 kaların yüzde 14,7’si yabancı uyruklu olup, yüzde 83’3 erkektir. 2015 yılında bildirimi yapılan vakalarda; 25-29 ve 30-34 yaş grubunda olanlar diğer yaş gruplarına göre daha fazla sayıdadır. HIV enfeksiyonu önlenebilir bir hastalıktır ve korunma önlemleri tedaviden çok daha etkili ve ucuzdur. En sık görülen bulaşma yolunun cinsel temas ve bunların çoğunun da heteroseksüel ilişki olması nedeni ile korunma büyük önem taşımaktadır. Tek eşliliğin yanı sıra, riskli cinsel temasta doğru kondom kullanımı, hastalığın cinsel yolla bulaşmasına karşı en güvenli ve basit korunma yollarıdır. Diğer bir bulaşma yolu olan kan ve kan ürünleri ile olan bulaşmaya karşı korunma amacı ile 1987 yılından beri de ülkemizde kan ve kan ürünleri HIV yönünden test edilmektedir. Organ ve doku nakilleri öncesinde gerekli testlerin yapılması HIV geçiş riskini en aza indirmektedir. Ayrıca, dövme ve piercing gibi uygulamaların temiz ve steril koşullarda yaptırılması, vücuda takılan delici, kesici özellikli takılar ortak kullanılmaması, tek kullanımlık steril enjektör kullanılması HIV bulaşma riskini azaltmaktadır. Hastalık, virüsü taşıyan kişilerle birlikte oturmak, yemek ye- mek, aynı iş yerinde çalışmak, aynı okulda okumak, el sıkışmak, tokalaşmak, telefon, kitap, defter gibi araçları, ortak duş-banyo alanlarını ve tuvaletleri kullanmakla bulaşmaz. Ülkemizde; HIV/AIDS hastalığının yayılımının önlenmesi hedefiyle toplumda ve yüksek riskli davranışta bulunan gruplarda korunma ve önleme çalışmalarına öncelik verilmesi, HIV ile yaşayan kişilere yönelik ayrımcılık ve damgalanmanın önlenmesi, şüpheli teması olan kişilerin HIV/AIDS hastalığı, bulaşma, korunma yolları konusunda bilgilendirilmesi ve doğru yönlendirilmeleri, HIV ile yaşayan kişilerin tedaviye kolay ve kesintisiz biçimde ulaşmasının sağlanması, sosyal destek, bakım olanaklarının iyileştirilmesi ve yaşam kalitelerinin arttırılması için çalışmalar yürütülmektedir. Bakanlığımız, etik kurallar ve insan haklarını gözeten yaklaşımlar doğrultusunda ve DSÖ öneri ve uygulamaları takip edilerek, konunun tüm taraflarını kapsayacak bir bakış açısı ile çalışmalarını işbirliği ve dayanışma içinde sürdürmeye devam etmektedir. “Virüsle savaşmanın en etkili yolu, ondan korunmaktır.” Sağlığımıziçin ÇOCUKLARDA YÜKSEK ATEŞ NASIL DÜŞÜRÜLÜR? Bebeklerde ve çocuklarda görülen ateş, anne-babaların en tedirgin olduğu konuların başında geliyor. Bu duruma soğuk algınlığı ya da grip gibi hastalıklar zemin hazırlayabildiği gibi genetik geçişli de olabiliyor. Ateş, bilinenin aksine çocuk için zararlı bir faktör olmasa da, ailelerin bu konuda çok dikkatli olması gerekiyor. Yüksek ateşin zamanında düşürülmediği takdirde beyinde hasara yol açabileceğini söyleyen Çocuk Nörolojisi Uzmanı Uzm. Dr. Aydan Angay, “Ateşli havale en sık tüm vücutta gevşeme ve gözleri bir noktaya dikme şeklinde kendini belli eder. Bazen nöbetler tüm vücutta veya tek tarafta kol ve bacakta kasılma veya titreme şeklinde de olabilir.” dedi. 6 ay ile 6 yaş arası riskli Ateşli havale (febril konvülsiyon) 6 ay ile 6 yaş arasındaki çocuklarda, ateşe bağlı ortaya çıkan nöbetlerdir. Bu nöbetler belli bir yaş aralığında görülmekte olup, 5 yaşın altındaki 100 çocuğun 2 ila 5’inde görülen bir problemdir. Ateşin nedeni çocukluk çağında görülen herhangi bir viral enfeksiyon (soğuk algınlığı, grip) olabildiği gibi ailede ateşli havale geçiren bir ebeveyn öyküsünün olması da bu duruma zemin hazırlayabilir. Çocuğunuz gözlerini bir noktaya dikiyorsa dikkat! Ateşli havale en sık tüm vücutta gevşeme ve gözleri bir noktaya dikme şeklinde kendini belli eder. Bazen nöbetler tüm vücutta veya tek tarafta kol ve bacakta kasılma veya titreme şeklinde de olabilir. Hastaların yüzde 70’i ömründe bir kez ateşli nöbet geçirir. Ancak yalnızca 100 hastanın 10 kadarı 2 veya daha fazla nöbet geçirir. Bu yüzden bu nöbetler ailenin çok telaşlanmaması gereken bir durumdur. Aile tedbirli olmalı Anne-babanın ateşli havale durumuna karşı bilgili ve tedbirli olması şarttır. Öncelikle evde rakam gösteren bir dijital derece bulundurulmalıdır. Çocukta meydana gelebilecek ani ateş yükselmesine karşı kulaktan ölçüm en idealidir. Derece ile ısı ölçümü koltuk altından, küçük çocuklarda ise makattan yapılabilir. Koltuk altı, ateş ölçümünden önce çok iyi kurulanmalıdır. Çünkü bölgenin ıslak ya da terli olması derecenin yanlış çıkmasına neden olabilir. Ayrıca ideal bir ısı ölçümü için en az 3 dakika beklenmelidir. Giysilerini çıkarın ve ılık duş yaptırın Koltuk altından ölçülen ısı 37, makattan ölçülen ısı 38 derecenin üstündeyse çocuğun ateşi var demektir. Bu durumda; önce çocuğun üzerindeki giysiler çıkarılmalıdır. Ateş düşürücü şurup ise çocuğun kilosuna uygun olarak verilmelidir. Eğer ateş hala devam ediyorsa ateş düşürücü fitil kullanılabilir. Bu uygulamadan 30 dakika sonra çocuğun ateşi tekrar ölçülmelidir. Ateş hala yüksekse çocuğa ılık suyla duş yaptırılmalıdır. Ardından vakit kaybetmeden uzman bir hekime başvurulmalıdır. Çocuğu yan yatırmayın Ateşli havale esnasında çocuk yan yatırılmalıdır. Böylece ağız salgılarının akciğerlerine kaçması önlenebilir. Ayrıca çocuğun başının altına eliniz veya bir yastık koyulmalıdır. Kesinlikle çocuğun ağzını açmaya; kaşık ya da parmak sokmaya çalışılmamalıdır. Nöbet geçene kadar beklenmeli, bu esnada çocuk dikkatlice gözlemlenmelidir. Eğer hekim nöbeti durdurmak için bir fitil önerdiyse kullanılabilir. Nöbet durduktan sonra ise en yakın sağlık kuruluşuna gidilmelidir. Nöbet uzun sürüyorsa beyin etkilenebilir Ateşli havaleler çok kısa sürdüğü için beyne zarar vermez. Ancak 30 dakikayı aşan bir nöbet beyinde hasara yol açabilir. Bu nedenle hekim gerekli görmediği sürece EEG çekimine gerek yoktur. Beyin görüntüleme tetkikleri de normalde gerekli değildir. Ancak hastanın özellikleri tipik bir ateşli havale durumuna uymuyorsa hekiminiz bu çekimi isteyebilir. Nöbet tekrarlama riski yüksek ve EEG bulgusu olan hastalarda nadiren ilaç tedavisi gerekebilir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 45 sağlığımıziçin GRİP VE SOĞUK ALGINLIĞINDAN KORUNMA REHBERİ Tülay Karabağ / ntv.com.tr Sonbahardaki ani ısı değişiklikleri vücudun bağışıklık sistemini olumsuz etkiliyor. Düşen bağışıklığın, fırsatçı hastalıklara kapı aralamaması için basit ama etkili önlemler almak gerekiyor. Diyetisyen Çağatay Demir’in önerisi; “Günde 2 litre su için, yarım saat yürüyün, lahana, brokoli, maydanoz, 1. UZUN SÜRE AÇ KALMAYIN ıspanak, tere tüketimini arttırın ve Vücut direncini artırmada mevsim meyvelerini şekerden uzak durun” şeklinde. Hava sıcaklıklarındaki iniş çıkışlar nedeniyle artan grip, soğuk algınlığı gibi hastalıklardan korunmanın yolu bağışıklık sistemini güçlendirmekten geçiyor. Güçlü bağışıklık için de sonbahar beslenmesinde çeşitliliği sağlamak ve mevsim meyvelerini tüketmek, ayrıca bazı besinlere de sofrada daha fazla yer açmak önem taşıyor. Bu noktada düzenli beslenmenin önemine dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir, vücudun hem günlük enerji hem de vitamin ve mineral ihtiyacının dengeli şekilde karşılanmasının önemine vurgu yaptı. 46 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 tüketmenin önemli rol oynadığını belirten Demir, porsiyon ve öğün sayısına işaret etti: “Özellikle mevsim geçişlerinde sebze ve meyve porsiyonunu arttırmak, vücudun ihtiyaç duyduğu vitamin ve mineralleri sağlamak gerekir. Bir diğer önemli nokta da öğün sayısıdır. Alınması gereken günlük enerji 5-6 öğüne dağıtılarak uzun süreli açlıkların önüne geçilebilir, bu da gün içerisinde daha dinç kalmayı sağlar.” Demir’in verdiği bilgiye göre, uzun süren açlık halsizliğe yol açtığı gibi bağışıklık sisteminin de zayıflamasına neden oluyor. Bu da hastalanma riskini artırıyor. 2. GÜNDE İKİ LİTRE SU İÇİN Su tüketiminin bağışıklık sistemi açısından bir hayli önemli olduğunu aktaran Demir’in hastalıklardan korunmada yeterli su tüketmenin sağlayacağı yararlara ilişkin görüşleri şöyle: “Vücudun genel taşıyıcısı olan su günde en az 2 litre kadar tüketilmelidir. Uzun süreli susuzluk sonucu oluşan elektrolit kaybı vücut direncinin düşmesine neden olur. Sadece su içme ihtiyacı duyulduğu zaman değil, gün içerisinde düzenli olarak 8-15 bardak su içilmelidir.” 3. HER GÜN YARIM SAAT YÜRÜYÜN Sonbahar yorgunluğu, fiziksel aktivite seviyesini olumsuz etkileyebiliyor, bu da metabolizma hızının azalmasına yol açıyor. Demir, günde yarım saat tempolu yürüyüşü tavsiye ediyor. Böylece metabolizmanın düzenli çalışması sağlanıyor. Ayrıca yürüyüş, kişiyi psikolojik olarak da rahatlatıyor, stres kontrolünü kolaylaştırıyor. 4. DEMİR, BAĞIŞIKLIK SİSTEMİNİ DOĞRUDAN ETKİLER Grip ve soğuk algınlığı gibi hastalıklardan korunmak için C vitamininin ön plana çıkarılması gerektiğini kaydeden Diyetisyen Demir, C vitamininin demir emilimine olumlu etkide bulunur. 6. ŞEKER VÜCUT DİRENCİNİZİ DÜŞÜRÜR İç Hastalıkları ve Kardiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Canan Karatay başta olma üzere birçok uzman, şekerin vücut direncini olumsuz etkilediğini sık sık dile getiriyor. Her fırsatta zararlarına vurgu yapan Prof. Karatay şekeri, “En tatlı zehir” olarak nitelendiriyor. 8. KIZARTMALARDAN UZAK DURUN Lif oranı yüksek olan taze mevsim sebze ve meyvelerinin tercih edilmesi gerektiğini aktaran Demir’in kızartmalar konusunda da uyardı, “Özellikle derin yağda kızarmış ürünler oksidatif stresi arttıracağı için bağışıklık sistemini olumsuz etkileyecektir, bu gıdalardan da uzak durmak gerekir” dedi. 5. LAHANA, BROKOLİ, MAYDANOZ, ISPANAK, HAVUÇ TÜKETİN “C vitamininin bağışıklık sistemini güçlendirdiği bilinen bir gerçektir. İyi C vitamini kaynakları olan taze salata ve turunçgillerin muhakkak yeterli miktarda diyette yer alması gerekir. Yanı sıra A, E vitaminleri, selenyum ve çinko bakımından zengin olan, lahana, brokoli, maydanoz, ıspanak, havoc ve tere tüketimi bu dönemde arttırılmalıdır. Omega 3 yağ asidi gereksinimini karşılamak için haftada en az 2 kez balık, günlük protein ihtiyacını karşılamak içinde kaliteli protein kaynakları olan yumurta, süt, kırmızı et ve kuru baklagiller tüketilmelidir.” 7. BASİT ŞEKER GEREKSİZ KALORİ YÜKÜDÜR Vücut direnci üzerinde negatif etkiye sahip olan gıdaları sorduğumuz Beslenme ve Diyet Uzmanı Çağatay Demir’in şekerli gıdalare ilgili görüşleri de aynı yönde: “Basit şeker içeren, yağ oranı yüksek ve işlenmiş ürünlerden uzak durulmalıdır. Bu ürünler hem vitamin ve mineral açısından fakir hem de gereksiz kalori yüklüdür.” SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 47 analiz BEYİN ÖLÜMÜ Arif KAPUAĞASI Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Beyin ölümü kavramı tüm beyin fonksiyonlarının tam ve geri dönüşümsüz olarak kaybı ile karakterize bir klinik tablodur. Klinik olarak uyarılara tam cevapsızlık hali, solunum ve motor cevabın olmaması, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve geri dönüşümsüz koma tablosunun mevcudiyeti ile beyin ölümü klinik olarak tanımlanmıştır. Klinik olarak, beyin ölümünün başlıca sebepleri travmatik beyin hasarı ve subaraknoid kanamadır . Dünyada beyin ölümü kavramı 1968 yılından günümüze kadar legal ve gerçek ölüm olarak kabul edilmektedir. Mollaret ve Goulon isimli araştırmacılar, 1959 yılında, bilinç kaybı olan 23 koma hastasında “coma de passe” olarak ifade edilen koma tablosunun ötesinde bir tabloyu tanımlamışlardır. Böylece, beyin sapı refleksleri, solunum ve beynin elektriksel aktivitesinin olmadığı geri dönüşümü olmayan koma tablosu “respitör beyni” olarak ifade edilmiştir. Bu yıllardan sonra 1968 yılında, Harvard Tıp Okulu Etik Komitesi tarafından 48 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 geri dönüşümü olmayan koma tanımını yeniden incelenmiştir. Klinik olarak uyarılara tam cevapsızlık hali, solunum ve hareketin olmaması, beyin sapı reflekslerinin yokluğu ve koma tablosunu ilk defa “beyin ölümü” ifadesi kullanılarak tanımlanmıştır. Aynı yıllarda Mohandas ve Chou isimli araştırmacılar da, ciddi beyin hasarının kritik komponenti olarak beyin sapı hasarını vurgulamışlardır. 1976 yılında Royal Tıp Okulu tarafından beyin sapı fonksiyonlarının tam ve geri dönüşsüz kaybı olarak tanımlanan beyin ölümünün tanımı yapılmıştır. Bu durum, beyin fonksiyonlarının merkezi olarak beyin sapını işaret eden ve apne testini içeren rehberlerin hazırlanmasına yol açmıştır. Amerikan Nöroloji Akademisi, klinik incelemenin ve doğrulayıcı testlerin geçerliliği ve apne testinin tanımlamasını kanıta dayalı incelemeler ve ölçümler yaparak önermiştir. Aynı raporda, anoksik hasarlı hastalar için önerilen süre 24 saattir ve beyin ölümünün belirlenmesi için şok tablosunun ekarte edilmesi gerekli olduğu bildirilmiştir. Dünya ve ülkemizdeki uygulamada, klinik nörolojik inceleme ile beyin ölümünün belirlenmesi standarttır ve pek çok ülke tarafından benimsenmiştir. Beyin ölümünün açıklanması, sadece nörolojik testler ile değil aynı zamanda doğrulayıcı testlerin performansı, nöroradyolojik bulguların yorumlanması, karışıklığa yol açan potansiyel faktörlerin tanımlanması ve klinik nörolojik belirtileri gözden kaçırmadan koma nedenlerinin ortaya konması ile kesinleştirilir. Beyin ölümü klinik tanısı için beyin sapı reflekslerinin incelenmesi amacıyla mezensefalon, pons ve medulla oblangata gibi beyin sapına ait anatomik yapıların refleks yolunun değerlendirilmesi gerekir. Beyin ölümünde görüldüğü gibi rostral alandan kaudale yönlenen reflekslerin kaybı ve beynin son parçası olan medulla oblangata fonksiyonunun durması gereklidir . Medulla oblongata fonksiyonunun tam ve geri dönüşümsüz kaybı da apne testinin yapılarak pozitif olarak tespit edilmesi ile mümkündür. Sonuç olarak beyin ölümü kavramı klinik ve kanıta dayalı bulgular eşliğinde tartışmasız olarak tüm dünya tarafından kabul edilen bir durumdur. Dolayısı ile tüm tıp dünyasının fikir birliği içinde olduğu bir konuda herhangi bir tıbbi dayanağı olmayan tıp dışındaki bireylerin böyle hasas bir konuda görüş beyan etmeleri ve bu konunun medyada yer alması son derece sakıncalı ve ülkemizdeki sağlık sistemine zarar verici bir durumdur. analiz BİR BAKIŞTA MEME KANSERİ Tüm dünyada “meme kanseri için farkındalık ayı” olması nedeniyle ekim ayı içerisinde çeşitli etkinlikler düzenlenerek meme kanserine karşı bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları yapılmaktadır. la beslenmek ve aşırı kilolu olmak ta riski arttırır. Meme kanserlerinin çok az bir kısmında ailesel geçiş gösteren genetik bozukluklar rol oynar. Başlıca genler BRCA1 ve BRCA2 genleridir. Bu gen hasarlı olan bireylerin %4080’inde daha erken yaşlarda meme kanseri gelişmektedir. Ayrıca yumurtalık ve pankreas kanserlerinin görülme sıklığı artar. detaylı bir incelemedir. Mamografi meme radyolojisi konusunda tecrübeli bir radyoloji uzmanı tarafından incelenmeli ve yorumlanmalıdır. Bunun yanı sıra meme ultrasonografisi ve meme MR incelemesi de tanıda yardımcı yöntemlerdir. Kesin tanı için ise kitleden görüntüleme yöntemleri eşliğinde veya yardımıyla örnek alınarak patolojik inceleme gerekir. Meme Kanserinin Belirtileri Meme Kanserinde Tedavi Meme Kanseri Meme kanserinde şu belirtiler ve şikayetler olabilir: Cerrahi Tedavi: Prof. Dr. Ekmel TEZEL Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Meme kanseri meme dokusunu oluşturan hücrelerden gelişen bir kanserdir. Çok çeşitli kanser tipleri tanımlanmıştır. En sık süt kanallarını döşeyen hücrelerden köken alan kanser görülür. Kadınlarda en sık görülen kanserlerin başında gelir. Erkeklerde de görülebilmesine karşın kadınlarda 100 kat daha sıktır. Meme Kanserinin Nedenleri ve Risk Faktörleri Kanser genetik bir hasar sonrası ortaya çıkan atipik hücrelerin kontrolsüz ve aşırı çoğalmasıdır. Meme kanserinin ortaya çıkmasında hormonların ve büyüme faktörlerinin aşırı uyarı yapması sonucu genetik hasarın belirgin hale gelmesi önemli rol oynar. Hormonlara (özellikle de kadınlık hormonu olan östrojene) uzun süre ve aşırı maruz kalmak en önemli risk faktörüdür. Nitekim meme kanseri sıklığı yaş ilerledikçe artar. İlk adeti 12 yaşından önce görmek veya 50 yaşından sonra menapoza girmek, uzun süre doğum kontrol hapı veya hormon (östrojen) kullanmak, hiç doğum yapmamış olmak veya 30 yaş sonrası doğum yapmış olmak ve daha önceden diğer memede kanser tanısı almış olmak en önemli risk faktörleridir. Göğüs bölgesine radyoterapi (ışın) tedavisi almış olmak veya tiroid kanseri için radyoaktif iyot tedavisi görmüş olmak ta meme kanseri riskini artırmaktadır. Sigara ve alkol kullanımı, yağlı ve hayvansal gıdalar50 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 • Çevre dokudan farklı bir kitle ya da kalınlaşma • Meme başından kendi kendine gelişen kanlı akıntı • Memenin şeklinde ve boyutunda değişiklikler • Meme derisinde çukurlaşma ya da çekinti gibi değişiklikler • Meme başının içeri çekilmesi • Meme başında kaşıntı, döküntü ve kızarıklık gibi allerji benzeri durumların görülmesi • Meme derisinde kızarıklık ve portakal kabuğundaki gibi küçük çukurcuklar oluşması Doktora ne zaman başvurmalıdır? Ana ilke tümörlü dokuların sağlam ve güvenli bir sınırla birlikte çıkarılmasıdır. Geride tümör bırakılmamalıdır. Bu amaçla memenin bir kısmı ya da tamamı ve koltukaltı lenf bezlerine yayılım varsa buradaki lenf bezlerinin tamamı çıkarılır. Memenin tamamının çıkarılmasına total mastektomi denir. Eğer tümörle birlikte çevresindeki sağlam bir miktar meem dokusu üzerindeki deriyle birlikte çıkarılıyorsa buna segmental mastektomi denir. Meme koruyucu cerrahinin en sık uygulanan yöntemidir. Meme koruyucu cerrahi sonrası mutlaka radyoterapi gerekir. Koltukaltı (aksilla) lenf bezlerine yayılım olup olmadığını anlamak için ameliyat öncesi özel boyalar ve/veya maddeler meme başı çevresinde derisine verilir ve bu boyaların belirdiği koltukaltındaki Memedeki bir çok değişiklik çoğu kez kansere bağlı olmasa da yukarıdaki belirtilerden herhangi biri varsa ve özellikle ele bir kitle geliyorsa doktora başvurmak gerekir. Mamografi ve ultrason sonucunuz normal dahi olsa bir uzmanın muayene etmesi önemlidir. Meme Kanseri Tanısı Meme kanseri tanısında en önemli yöntem mamografidir. Mamografi iki amaçla yapılır. Tarama mamografisi riskli gruplarda herhangi bir şikayet yokken yıllık olarak çekilir. Tanısal mamografi ise herhangi bir belirti veya bulgu var ise yapılan daha Prof. Dr. Ekmel TEZEL memeye en yakın ilk lenf bezleri çıkarılarak o sırada hızla incelenir. Bu yönteme sentinel lenf biyopsisi denir. (Sentinel=nöbetçi). Koltuklatındaki tüm lenfatiklerin çıkarılmasına aksiller lenf nodu diseksiyonu denir. Günümüzde artık sentinel lenf nodu pozitifse ya da koltukaltı bezleri muayenede saptanmış veya biyopsi ile tümör olduğu gösterilmişse uygulanmaktadır. Kemoterapi ve Radyoterapi: Tümörün yayılması ve nüksetmesini önlemek amacıyla yapılır. Bazı durumlarda tümörü küçültmek amacıyla ameliyat öncesi uygulanır. Hormonoterapi ise kemoterapi ve radyoterapiye ek olarak ameliyattan sonra 5-10 yıl gibi sürelerde aynı amaçlarla uygulanır. Günümüzde modern tedavi seçenekleri sayesinde her hastaya tümöre özgü bireyselleştirilmiş tedaviler sunulabilmektedir. Bu durum meme kanserinden kurtulma şansını ve hayatta kalma sürelerini diğer kanser türleriyle kıyaslanmayacak ölçüde arttırmıştır. Tarama Programları: Ülkemizde yapılan çalışmaların sonuçları meme kanserinin Batılı ülkelere göre 10 yaş daha erken görüldüğünü ortaya koymuştur. Batılı ülkelerde ortalama yaş 61 iken ülkemizde bu 51’dir. Bu nedenle meme kanseri taramalarına 40 yaşından itibaren başlanması kararı alınmıştır. Riskli bireyler (örneğin ailede meme kanseri öyküsü olması ya da ışın tedavisi görmüş olanlar) bir uzmana danışmalı ve tarama programına daha erken yaşlarda başlamalıdır. Tarama mamografisi 40 yaşından itibaren yıllık olarak yapılır. Çünkü meme kanserlerinin klinik olarak belirgin hale gelmesi için geçen süre yaklaşık 18 aydır. Günümüzde dijital mamografi sayesinde kanserler çok küçük boyutlardayken hatta süt kanalı içerisindeyken bile saptanabilmektedir. Unutmayalım ki kanser boyutu ne kadar küçükse yayılma riski de o kadar düşük dolayısıyla hayatta kalma şansı da o kadar yüksektir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 51 analiz YÜZ KEMİK KIRIKLARI (MAKSİLLO-FASİYAL TRAVMA) Prof. Dr. Eksal KARGI Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Tıp Fakültesi Plastik, Rekonstrüktif ve Estetik Cerrahi Ana Bilim Öğretim Üyesi Yüzde alın, burun, gözü çevreleyen kemikler, elmacık kemiği, alt ve üst çene kemiklerinin travmatik kırıkları plastik cerrahinin ilgi alanıdır. Yüz kemikleri, birbirleri ve kafatası kemikleri ile birleşik birçok kemiği tanımlar. 52 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Bunlar arasında en sık kırık oluşanlar şunlardır: Burun kemiği (nazal), Elmacık kemiği (zigoma), Üst çene kemiği (maksilla), Alt çene kemiği (mandibula), Alın kemiği (frontal). Yüz kemik kırıkları ev, iş ve trafik kazaları nedeniyle oluşabilen ve yüzün bütününü oluşturan kemiklerden biri veya birkaçının birlikte kırılarak yer değiştirdiği durumlardır. Bazen deride herhangi bir sorun olmamasına rağmen yüz kırıkları oluşabilir. Ancak kırıklar genellikle yüz derisini zedele- yen patolojilerle birlikte görülür. Kırılan kemiğin özelliğine göre ciddi estetik ve fonksiyonel sorunlara neden olur. Yüz kırıkları oluştuğu zaman problemin olduğu bölgede kanama, şişlik, duyu kaybı, hassasiyet ve ağrı ortaya çıkar. Genellikle ilk günlerdeki ödem ve şişlik, deri altındaki patolojiyi gizleyeceği için tam olarak değerlendirmek zor olur. Bu durumda aradan geçen günler içinde, ödemlerin azalmasıyla alttaki deformite ve şekil bozukluğu ön plana çıkar. Bu bölge kırıkları yüzde şekil bozukluklarına sebep olabilir. Bunun yanı sıra; göz çevresi kemiklerde kırıklar gözde hareket kısıtlılığı, çift görme hatta görme kaybına sebep olabilirler. Alt ve üst çene kemiklerinin kırıkları ısırma ve konuşma fonksiyonlarında bozukluklara neden olabilirler. Elmacık kemiği kırıkları çenenin hareketini engelleyebilir. Burun kırıkları kalıcı hava yolu tıkanıklığı yapabilir. Tüm bu sebeplerden ötürü yüz bölgesi kırıkları oldukça önemlidir. Yüz kırıklarında radyolojik görüntüleme ya da tomografi yöntemleriyle ayrıntılı bir inceleme yapılarak kırık bölgeler tespit edilir. Kırıkların tedavi zamanlaması hastanın genel durumuna göre değişir. Öncelikle yaşamsal öneme sahip kafatası, göğüs kafesi, batın yaralanması gibi yaralanmalar tedavi edilir. Genel durum düzeldiğinde vakit kaybetmeksizin yüz kemiklerinin kırıkları onarılır. En ideal zamanı kırık oluştuğunda acil olarak tedavi edilmesidir. Bazen, başka bölgeleri de içeren şiddetli yaralanmalarda ameliyat geciktirilebilir. Bu durumda da ilk 7–10 gün içinde, kırık henüz kaynamadan ameliyat etmek en iyi sonucu verir. Kırık kaynadıktan sonra ise cerrahi oldukça zorlaşır ve elde edilecek başarı şansı da azalır. Cerrahi tedavi, kırık hatlarının tamamen ortaya konması, kırıkların doğru şekilde yerine oturtulması ve titanyum plak ve vida sistemleri ile kırıkların tespit edilmesi esasına dayanır. Kırık hatlarını ortaya koymak için yapılan kesiler ağız içerisinden veya kolay gizlenebilecek alanlardan yapılır. plaklardan kullanmaktır. Travma sonucu kemik kayıpları oluşmuş ise bu alanlara vücudun diğer bölgelerinden alınan kemikler konulabilir. İlk tedavisi yetersiz yapılan olgularda ikincil girişimler gerekebilir. Kırığa ve kırığı oluşturan travmaya bağlı yüzde belli bir şişme ve morarma olması doğaldır. Bazen bu şişlikler o kadar fazladır ki başarılı bir şekilde ameliyat olmanız için birkaç gün şişliklerin azalması beklenebilir. Eğer ameliyat olmanız gerekiyorsa ameliyata bağlı olarak da şişlikleriniz artacaktır. Tam olarak şişlerin inmesi için 3–4 hafta gerekebilir. Ameliyatla konacak olan plaklar, ya ağız içinden, ya kirpiklerin hemen altından veya saçlı deriden yapılacağı için iz genelde sorun değildir. Yüz bölgesi kemikleri oldukça hızlı kaynar. 10–15 gün içinde belirgin bir kaynama olur ve buna bağlı olarak ağrılar da belirgin olarak azalır. Burun kırıkları Kırık, burnun içindeki yapıları etkilemişse hava yolunda tıkanıklığa se- bep olabilir. Bunun dışında, belirgin şekil bozukluğuna da sebep olabilir. Genelde hasta uyutularak veya uyuşturularak burun eski şekline getirilir. Kırıklar kaynadıktan sonra eğri kaynayan kemikleri tekrar kırmak ve düzeltmek gerekir ki daha uzun ve zor bir işlemdir. Çene kırıkları Kırığın şekline ve yerine göre çeşitli alternatifler olabilir. Ameliyatla kırık kemiklerin birbirine plak ve vidalarla tespit edilmesi gerekebilir veya ameliyatsız olarak dişlere tel takılarak tedavi edilebilir. Hangi yöntemin daha uygun olacağına doktorunuz karar verecektir. Elmacık kemiği ve göz çevresi kırıkları Bu bölgeler için de çeşitli tedavi alternatifleri vardır. Ana prensip ameliyatla kırık kemikleri tespit etmektir. Ancak her kırık ameliyat olmayı gerektirmez. Bazen kırklar hiç müdahale etmeden de kendiliğinden iyileşirler. Bu plak-vida sistemleri günümüzde çoğunlukla titanyum maddesinden yapılmaktadır. Ancak başka maddelerden de yapılmış olabilir. Tüm bu maddeler vücutta az reaksiyon oluşturacak türdendir, fakat yine de vücut için yabancı madde oldukları unutulmamalıdır. Bu nedenle enfeksiyon riski taşırlar. Bazen ameliyattan yıllar sonra bile çıkarılmaları gerekebilir. Ancak böyle bir şikâyet olmadığı müddetçe çıkarılmaları gerekmez ve ömür boyu kalabilirler. Bunun tek istisnası çocuk hastalardır. Çocuklarda kemik büyümesini etkilememesi için plak vidaların tekrar çıkarılması uygundur. Bir başka alternatif de çocuklarda kendiliğinden eriyebilen SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 53 haber 54 EXELTIS TÜRKİYE 1 YAŞINDA 18 Kasım 2014 tarihinde Türkiye ilaç pazarına hızlı bir giriş yapan Exeltis Türkiye, faaliyete geçmesinin 1. Yıldönümünde, tüm çalışanların katılımı ile büyük ve coşkulu bir kutlama yaptı. Mizrahi, başarılar ile geçen 1 yılın değerlendirmesini çalışanlar ile paylaştı ve Exeltis İlaç Türkiye’ nin hızla büyüdüğünü ifade ederek bundan sonrası için yapılacak olan projeleri paylaştı. Exeltis CEO’ su Sayın Leandro Sigman ve Exeltis EMEA Direktörü Sayın Christian Wirth’ ünde katılım yaptığı bu anlamlı günde, Türkiye Genel Müdürü Dr. Elçin Yıldıran Kutlamalar Video konferans aracılığı ile 5 ayrı lokasyonda bir araya gelen tüm çalışanların eş zamanlı pasta kesimi ile son buldu. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Hastanelerinizin daha etkin yönetimi ve verimliliği için... SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 55 haber SAĞLIK BİLİŞİMİNİN GELECEĞİ BU TOPLANTIDA ELE ALINACAK Sağlık ve bilişim profesyonellerinin bir araya geldiği Digital Health Summit Turkey’de bu yıl hasta odaklı, yenilikçi ve ilham verici oturumlar yer alacak. Sağlık alanında dijital uygulamaların etkili ve yaygın kullanımını geliştirmeyi ve bilgi paylaşımını artırmayı amaçlayan Digital Health Summit Turkey ‘in dördüncüsü 17-18 Aralık tarihleri arasında Vodafone Altın Sponsorluğu’nda İstanbul’da Park Bosphorus Hotel’de gerçekleşecek. Türkiye’nin ilk ve tek dijital sağlık zirvesi olma özelliğini taşıyan bu etkinlikte sağlık sektörünün tüm paydaşları sağlığın geleceğine ait çözümleri konuşacak, yeni dijital ve mobil çözüm önerilerini paylaşacak. Zirvenin hemen ardından 19 Aralık’ta 3G DOCTOR kurucusu David Doherty “Mobil Sağlık Kursu” için sağlık profesyonelleri ile bir araya gelecek. 56 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Dijital Devrim ile Daha İyi Sağlık Hizmeti PTMS Kurucusu Dr. Kıvılcım Kayabalı, toplantı ile ilgili şu bilgileri verdi: “Dijital sağlık uygulamalarının yaygınlaşması ile beraber tüm dünyada, sağlık hizmetlerinde kalitenin, tedaviye ulaşım hızının artması, tedavi masraflarının azalması ve sağlığın giderek kişiselleşmesi bekleniyor. Genetik teknolojilerindeki büyük gelişmeler ve dijital kanalların kullanımı ile toplumlarda sağlık konusundaki farkındalık düzeyi ve yaşam kalitesi artarken tıp alanında da önemli gelişmeler yaşanıyor.” Dijital Sağlığın Türkiye İçin Önemi Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de yaşlanan nüfusla birlikte artan kronik hasta sayısının ülke ekonomisi açısından büyük bir yük yarattığına değinen Kayabalı, “Sağlık birimlerindeki yığılmanın ve hasta yükünün azaltılması, gerekli durumlarda hastalara hızlı bir şekilde erişim imkanı olması çözülmesi gereken önemli konular. Dijital sağlık uygulamaları, sağlıkla ilgili büyük verinin etkili kullanımı, kronik hastalıkların uzaktan yönetimi, hastaneler ve sağlık çalışanları üzerindeki iş yükünü azaltırken, aynı zamanda koruyucu hekimlik, kişisel iyilik durumunun sürdürülmesi ve sağlığın kişiselleşmesi konularında da büyük katkı sağlayabilir. Bu nedenle son yıllarda Türkiye’nin hükümet politikalarında dijital sağlık teknolojilerinin yaygınlaştırılması önemli bir yer tutuyor” dedi. Sağlık Teknolojileri ile İlgili Algıları”, “Çoklu Kanalda Kapalı Döngü Pazarlama” gibi başlıklar ele alınacak. Özellikle ‘hasta odaklı’ yaklaşımlar üzerinde durulacak. Zirvede her yıl olduğu gibi hasta dernekleri, hastalar da yer alacak. Dünyanın önde gelen dijital sağlık danışmanlarından Len Starnes sağlık çalışanları için geliştirilen sosyal ağların günümüzdeki önemli etkisi ile ilgili çarpıcı örnekler sunacak. Ayrıca birçok akademisyen de dijital sağlık ile ilgili önemli konuları, bilimsel açıdan ele alacak. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İşletme Bölümü Üretim Yönetimi ve Pazarlama ABD Başkanı Prof. Dr. Süphan Nasır , “Son Kullanıcılarının ve Hekimlerin Giyilebilir Sağlık Teknolojileri ile İlgili Algıları” ile ilgili gerçekleştirdikleri bir çalışmanın sonuçlarını aktaracak. Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Bilişim ABD Başkanı Doç. Dr. Kerem Rızvanoğlu da “Engelliler için Kullanıcı Dostu Dijital Platformlar Tasarlamak” konusunda katılımcılar ile önemli ipuçları paylaşacak. e-Nabız Ele Alınacak Yeni Medyada Bilinçli Olmak Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci, e-nabız ile ilgili detaylı bilgi verecek. “e-Nabız” uygulamasında kullanıcı sayısının giderek arttığını belirten Birinci, “2 milyon 700 bin kişi hesabını aktif hale getirdi. Türkiye’deki bütün insanların verileri buraya geliyor. İlgi giderek artıyor çünkü e-nabız’dan çok fazla şeye ulaşabiliyorlar, randevu alabiliyorlar. Türkiye’de ne kadar hastalık olduğunu biliyoruz, hangi bölgede daha yaygın geliştiğini görebiliyoruz. Ancak bu hastalıkların kimlere ait olduğunu bilmiyoruz” şeklinde konuştu. “Geleneksel ve Dijital Medyada “Sağ- Dr. Kıvılcım Kayabalı lıklı” Habercilik” oturumu Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Kişilerarası İletişim Anabilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Elgiz Yılmaz’ın moderatörlüğünde gerçekleştirecek. Sağlık habercisi Esra Öz ve Show TV spikeri Pınar Erbaş ile “Yeni medya okuryazarlığında neler yapılmalı?”, “ Bilgi kirliliğinden korunmak için ne yapmak gerekiyor?”, “Sosyal medya nasıl doğru kullanılmalı?” gibi sorularını ele alacaklar. Sağlıklı Bir Geleceğe Adım Atın 17-18 Aralık 2015 Park Bosphorus Hotel İstanbul Son Kullanıcılarının ve Hekimlerin Giyilebilir Sağlık Teknolojileri ile İlgili Algıları Türkiye ve dünyadan sağlık ve bilişim sektörünün önde gelen üst düzey yetkililerin katılacakları zirvede bu yıl, alanında uzman birçok konuşmacı yer alacak. Konular arasında ise; “Kişiselleştirilmiş Tıp ve Sağlıkta Genom Dönemi, “Erişilebilirlik: Engelliler için Kullanıcı Dostu Dijital Platformlar Tasarlamak”, “Son Kullanıcılarının ve Hekimlerin Giyilebilir Altın Sponsor Destekleyenler SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 57 röportaj Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu: HASTANIN HEKİMİNE İNANMASI İYİLEŞME YOLUNDA EN BÜYÜK ADIMDIR Göğüs Hastalıkları alanında da umut verici gelişmeler olduğunu belirten Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, “Bu gelişmelerin çoğu tanı ve tedavi yöntemleri hakkındadır ama akciğer kanseri, KOAH, tüberküloz, astım gibi sık görülen göğüs hastalıklarının ana nedenleri olan sağlıkta eşitsizlik, sağlığın sosyal bileşenleri konusunda da çalışmalar devam etmektedir” dedi. Kronik hastalıklar öncelikle iyi bir hekim-hasta ilişkisi gerektirir Bu da karşılıklı güven ve işbirliği ile mümkündür. Genelde hekimliğin, özelde göğüs hastalıkları uzmanlığının uzun bir eğitimden sonra yapılan mesleklerden olduğunu söyleyen Türk Toraks Derneği Başkanı Prof. Dr. Arzu Yorgancıoğlu, “Öznesi insan olan bu meslekte hastalarımızın bizleri sağlıklarını koruyan ve sağlıklarının güvende olması için fedakarlıkla çalışan kişiler olarak görmeleri bizlerin mesleğimizi gönül rahatlığıyla yapmamıza katkı sağlayacaktır” diye konuştu. Yorgancıoğlu, Göğüs hastalıkları uzmanlarının yaşadığı sorunlar, eğitim süreci ve dernek çalışmaları hakkında sorularımızı yanıtladı. Branşınızın oluşum tarihi ile ilgili bilgi verir misiniz? Tıp tarihi açısından ele alır mısınız? Göğüs Hastalıkları branşının 19 Ocak 1949 yılında İç Hastalıkları Anabilim 58 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Dalından ayrılması ile ilgili görüşme Veremle Savaş İstişare Komisyonu Toplantısında başlamış, 12 Şubat 1949 da tüzük değişikliği ile veremle ilgilenen Ftizyoloji Bölümü 3 yıllık eğitimi ile ayrı bir Anabilim dalı olmuştur. 28 Aralık 1955 “Tababet İhtisas Nizamnamesi’nde” göğüs hastalıkları uzmanlığı yalnız tüberkülozu değil bütün akciğer hastalıklarını kapsayacak şekilde “Göğüs Hastalıkları” adı ile ayrı bir dal olarak tanımlanmış ve eğitim süresi 4 yıla çıkarılmıştır. 17 Ağustos 1962’de yeni Tababet Uzmanlık Tüzüğünde adı “Göğüs Hastalıkları ve Tüberküloz (Ftizyoloji)” olarak tanımlanmıştır. 5 Nisan 1973 de “Ftizyoloji” ibaresi isimden çıkarılmıştır. 31 Aralık 2009 da “Göğüs Hastalıkları” adını almış ve uzmanlık eğitim süresi olarak belirlenen 5 yıl değiştirilerek 4 yıl olarak belirlenmiştir. Ülkemizde 64 Üniversite ve 4 Göğüs Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanelerinde uzman hekim yetiştirilmektedir. Derneğin kuruluş hikâyesi ile üye sayınız ve faaliyetleriniz hakkında bilgi verir misiniz? Türk Toraks Derneği üç yıllık çalışma sonunda Aralık-1992 de kurulmuştur. Ülkemizin dünya standartlarında bir göğüs hastalıkları derneğine ihtiyacı olduğunu düşünen başta Prof. Dr. Y. İzzettin Barış ve Doç. Dr. Ali Kocabaş olmak üzere, o dönemde ülkenin birçok genç uzman ve kıdemli hocaları, çeşitli vesilelerle bir araya gelerek dernekleşme toplantıları düzenlemişlerdir. Bu süreçte daha sonra Adana’da düzenlenen bir Tüberküloz çalıştayı ile tüm kurucu ekip bir araya gelerek, kuruluş son aşamasına gelmiştir. Derneğimizin 4467 üyesi olup Türkiye’nin en büyük göğüs hastalıkları uzmanlık derneğidir. Derneğimiz Şubelere (15 Şube) ve il temsilciliklerine (81 İl temsilcisi) bölünerek Türkiye’deki tüm üyelerine ulaşmayı hedeflemiştir. Bilimsel faaliyetlerini göğüs hastalıkları ile ilgili 18 çalışma grubu oluşturarak devam etmekte- dir. Yılda bir Kongre, bir sempozyum, onlarca eğitim kursu, dünya günleri, halk bilinçlendirme çalışmaları ve şubelerin aylık bilimsel ve sosyal etkinlikleri ile faaliyetlerini sürdürmektedir. Uluslararası platformda, dalı ile ilgili ülkemizi en iyi şekilde temsil etmekte, birçok konuda liderlik etmektedir. Basılı eğitim materyalleri arasında dergiler, kitaplar, rehberler, cep rehberleri, hasta eğitim serileri bulunmakta ve üyelerine ücretsiz ulaştırmaktadır. Sizce Türkiye’de tıpta uzmanlık dernekleri misyonlarını yeterince yerine getirebiliyor mu? Pek çok derneğin bu misyonu yeterince yerine getiremediğini düşünüyoruz. Bunun için çok iyi bir örgüt yapısı, demokratik ve şeffaf bir yönetim gerekmektedir. Sadece hastalık alanında değil koruyucu hekimlik, üyelerin özlük haklarını savunma, kamu sağlığı politikalarına katkıda bulunma ve uluslararası arenada var olma bunlar için gereklidir. Türkiye’de Göğüs Hastalıkları için değerlendirecek olursak derneğimizin misyonlarını yerine getirme açısından aynı kulvardaki derneklerden bir adım önde olduğunu söyleyebiliriz. Yeterlilik sınavlarını nasıl yapıyorsunuz? Türkiye’de Göğüs Hastalıkları Uzmanlık Dernekleri bir araya gelerek “Board” sınav yönetmeliği ile her yıl göğüs hastalıkları kongrelerinde yazılı ve pratik uygulama ile sınav yapmakta, eğitim veren hastanelerin akreditasyonunu sağlamaktadır. Türk Toraks Derneği (TTD) ve Türkiye Solunum Araştırmaları Derneği (TUSAD) tarafından ortaklaşa olarak 2000 yılında kurulan Türk Göğüs Hastalıkları Yeterlik Kurulu (TGHYK), Türkiye’de göğüs hastalıkları uzmanlık eğitimini iyileştirmek, düzeyini yükseltmek, uluslararası ve ulusal standartlara uygun hale getirmek amacıyla Türkiye’de kurulan üçüncü yeterlik kuruludur. Yeterlilik sınavları da TGHYK tarafından yürütülmektedir. 2002 yılından beri her yıl yapılmaktadır. Türk Göğüs hastalıkları Yeterlik sınavı, yazılı ( test ) ve uygulamalı sınav olarak iki bölüm- den oluşmaktadır. OSKE sitem bazlıdır. Ayrıntılı bilgi http://www.tghyk. org/?p=hakkinda web sayfasından edinilebilir. Yeterlilik sınavı ile ilgili aktif bir uygulamanız var mı? Bu zamana kadar kaç kişi yeterlilik sınavını başarıyla tamamladı? Yeterlilik sınavları ile ilgili ayrıntılı bilgiye http://www.tghyk. org/?p=hakkinda web sayfasından ulaşılabilir. TGHYK Yeterlik (BOARD) belgeli uzmanların listesine http:// www.tghyk.org/?p=uzmanlar linkinden web sayfasına gidilerek ulaşılıp yıllara göre ulaşılabilir. Bugüne kadar toplam 202 kişi sınava girerek yeterlik belgesi almıştır. Ulusal müfredatınız hakkında düşünceniz nedir? Müfredatınızı yeterli buluyor musunuz? TGHYK tarafından 2003 yılında ilk ulusal çekirdek müfredat hazırlanmış ve Bakanlığa sunulmuştur. Temmuz 2005’de ülkemizde uzmanlık eğitiminin durumu ve mevcut sorunları belirlemek amacıyla, göğüs hastalıkları uzmanlık eğitimi veren kurumlara yönelik bir anket çalışması yapılmış ve bu çalışma eğitim görmekte olan uzmanlık öğrencilerini de kapsayacak şekilde Şubat 2009’da tekrarlanmıştır. Bu anket çalışmaları, eğitim ortamı, eğitici sayısı ve nitelikleri, eğitim programı ve değerlendirme yöntemleri açısından uzmanlık eğitimi veren kurumlar arasında büyük farklılıklar bulunduğunu göstermiştir. Gerek ulusal gereksinimler, gerekse HERMES ve diğer uluslararası standartlar dikkate alınarak Nisan 2007’de, Göğüs hastalıkları uzmanlarının hakkında bilgi sahibi olmaları gereken tüm konu başlıklarının listesi ve uzmanlık eğitiminin tamamlanmasıyla elde edilmiş olması gereken yetkinlik listesi ve düzeyleri tanımlanmıştır. Nisan 2009’da da bu konu başlıklarının ve günlük klinik pratik için gereken diğer niteliklerin nasıl öğrenilmesi, öğretilmesi ve değerlendirmesini de kapsayan “Uzmanlık Eğitim Programı” oluşturulmuştur. Ulusal müfredatımız uluslararası müfredatı da gözetecek ve ülkede göğüs hastalıkları alanında sorunları kapsayacak şekilde güncellenmiştir şu anda ki kapsamı yeterlidir. Müfredat yeterli olmakla birlikte bu eğitimi verecek öğretim üyesi dağılımından bağımsız üniversitelerin ve göğüs hastalıkları anabilim dallarının açılması söz konusudur. TTD, çeşitli kurs ve okul etkinlikleri ile bu eksiklikleri tamamlamaya çalışmaktadır. Eğitim veren kurumların müfredatınızı tam olarak uyguladığını düşünüyor musunuz? Giderek azalan asistan sayısı, artan iş yükü eğitimin kalitesini bozduğunu düşünüyoruz. Eğitim kurumları, sağlık hizmetini vermek için eğitimden ödün vermek zorunda kalabiliyor. Uzmanlık eğitimi verilen her kurumda bu müfredatın uygulandığının garantisi yoktur. Ancak 2015 yılından bu yana TGHYK eğitim kurumlarına eğitim akreditasyonu vermektedir. Bugün alanımızda 7 kurum bu akreditasyon belgesini almaya hak kazanmıştır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 59 haber Uzmanlık eğitiminin sonunda tüm yeni mezunlar aynı standartta mezun olabiliyor mu? Her asistan aynı eğitimi alamıyor, her kurumda göğüs hastalıkları ile ilgili bütün üniteler olmayabilmektedir. (Tüberküloz servisi, uyku laboratuvarı, yoğun bakım, bronkoskopi-EBUS üniteleri, onkoloji, allerji bölümleri gibi). Yeni bölümler açılmasında bu konulara dikkat edilmesini öneriyoruz. Tıbbiyelilerin ve doktorların bu branşı tercih etmeleri için neler önerirsiniz? Solunum hastalıkları tedavi edici olduğu kadar koruyucu hekimliğinde uygulanacağı, ufak cerrahi girişimlerin olduğu, invaziv tanı ve tedavi metotlarının uygulandığı gelişime ve yeniliğe çok açık bir branştır. Görülme sıklığı nedeniyle de Dünya Sağlık Örgütünün öncelik verdiği 4 hastalık grubundan birine odaklanmıştır. Gelecek 20-30 yılda ortalama ömür uzamakta ve sigara içme oranları yüksek, ayrıca iç ve dış ortam hava kirliliğini artıracak şekilde termik santraller vb. kurulması solunum sistemi hastalıklarının artmasına neden olacak. Bu hastalıklar sakatlık ve ölüme neden olma özelliğine sahiptir o nedenle göğüs hastalıkları uzmanlarına gereksinim artacak genç meslektaşlarımızın bu alanı seçmelerini öneririz. Bu branşın hekimleri, hasta ve hasta yakınlarından neler bekliyor? Göğüs hastaları, yaşam kaliteleri için uygulanan tedavi yöntemlerine ve hayat boyu takip gerecek hastalıklarında göğüs hastalıkları hekimlerine çok ihtiyaç duyacaklardır. Hekimlere, mesleğe saygı öncelikle beklenen bir davranış olmakla birlikte uzun ve zor bir eğitimin ardından hastanın hekimine inanması da iyileşme yolunda en büyük adımdır. Kronik hastalıklar öncelikle iyi bir hekim-hasta ilişkisi gerektirir Bu da karşılıklı güven ve işbirliği ile mümkündür. Genelde hekimlik, özelde göğüs hastalıkları uzmanlığı uzun bir eğitimden sonra icra edilen meslekler, öznesi insan olan bu meslekte hastalarımızın bizleri sağlıklarını 60 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 koruyan ve sağlıklarının güvende olması için fedakârlıkla çalışan kişiler olarak görmeleri bizlerin mesleğimizi gönül rahatlığıyla yapmamıza katkı sağlayacaktır. Bu branşın hekimlerinin yaşadığı en büyük sorunlar nelerdir? Tüm branşlarda olduğu gibi ülkemizdeki sağlık sisteminden kaynaklanan sorunları biz de alanımızda yaşıyoruz. Aşırı iş yükü, performans sisteminin öncelenmesi, araştırma görevlisi eksikliği gibi. Diğer branşlar arasında hekimlerin özlük haklarında (performans, işlem puan sistemi) yeterince yer bulamadığımızı düşünüyoruz. Göğüs Hastalıkları alanında yaşanan sağlık çalışanı sorunları ülkemizde sağlık ortamında yaşanan sorunlardan azade değildir. Sağlıkta şiddet sonucu birçok meslektaşımız katledildi. Özlük haklarımız erozyona uğradı, çalışma koşullarımızın kötü olması nedeniyle birçok meslektaşımız mesleği bırakma noktasına geldi. Branşınızın günümüzdeki çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Son gelişmeler nelerdir? Göğüs Hastalıkları alanında tüm tıp alanında olduğu gibi umut verici gelişmeler olmaktadır. Bu gelişmelerin çoğu tanı ve tedavi yöntemleri hakkındadır ama akciğer kanseri, KOAH, tüberküloz, astım gibi sık görülen göğüs hastalıklarının ana nedenleri olan sağlıkta eşitsizlik, sağlığın sosyal bileşenleri konusunda da çalışmalar devam etmektedir. Branşımız gelişime çok açık, pek çok alanda yeni tanı ve tedavi yöntemlerinin uygulandığı bir branştır. Göğüs Hastalıkları ile ilgili umut verici çalışmalar özellikle akciğer kanserinde erken tanı, kronik havayolları hastalıklarında yeni ilaçlar, Tüberkülozda erken tanı testleri, yeni ilaçlar sayılabilir. Branşınızın geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Branşımızı önemsiyoruz, çünkü akciğer sağlığını tehdit eden sosyoekonomik problemler, endüstrileş- meden kaynaklı olumsuz iklim ve çevre değişiklikleri gelecekte akciğer hastalıklarının çeşitlenmesine ve sık görülmesine neden olacaktır. Bu nedenle göğüs hastalıkları alanının önemini artıracağını düşünüyoruz. Yurt dışındaki derneklerle ortak çalışmalar yapıyor musunuz? Dünya Sağlık Örgütü (WHO), Dünya Kronik Havayolu Hastalıkları Kontrol ve Önleme Programı (GARD), Avrupa Solunum Derneği (ERS), Amerikan Toraks Derneği, Avrupa Allerji Derneği ve orta doğu bölgesi dernekleri gibi birçok sağlık örgütü ve dernekle çalışıyoruz. Yurt dışındaki çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce örnek alınacak çalışmalar var mı? Varsa nelerdir? Misyon ve vizyonumuza uygun çalışan derneklerin alanımızla ilgili çalışmalarını izliyor ufuk açıcı olanlarını ülkemiz koşullarına adapte ederek uygulamaya çalışıyoruz. Derneğiniz genç hekimleri nasıl destekliyor? Bu arkadaşlarımız bizim geleceğimizdir. Kongre ve toplantılarımıza pek çok tıp fakültesi öğrencisi bildiri sunarak katılmakta, öğrenci kongrelerine biz de aktif olarak katılmaktayız. Derneğimizin genç hekimlere yönelik mezuniyet sonrası eğitim amacıyla uzmanlık öğrencilerine yönelik “kış okulu”, uzmanlarımız için sürekli mesleki gelişim kapsamında “mesleki gelişim kursu, “yaz kampı” uygulamaları düzenli olarak yapılmaktadır. Genç araştırmacılar için araştırma alt yapısını destekleyen eğitimler, “yurtdışı eğitim bursu desteği”, kongre katılım destekleri bulunmaktadır. Bu alanda yapılan yeni bilimsel çalışmalardan çarpıcı örnekler nelerdir? Yaşam süresi çok kısıtlı, yaklaşık 2,5-3 yıl arasında olan iki hastalıkta, İdiopatik Pulmoner fibroz (akciğer katılaşması) ve pulmoner arteryel hipertansiyonda (akciğer yüksek tansi- yonu) son 10 yılda hastalığın oluşma mekanizmaları ve tedavileri konusunda önemli gelişmeler meydana geldi. Zor astım olgularında da tedaviye giren ve girmek üzere olan pek çok yeni ilaç mevcuttur. Yine akciğer kanserinde hedefe yönelik tedaviler gelişti. Tüberkülozda tanıyı hızlandıran yeni yöntemleri takip ediyor ve uyguluyoruz. Kongreleri düzenlerken özellikle nelere dikkat ediyorsunuz? Kongrelerimizde dalımızla ilgili yeni bilgilerle birlikte sahada çalışan uzman hekimlerin bilgilerini güncellemelerini, sosyalleşmelerini hedefliyor, asistanlarımızın bilimsel etkinliklerde bildiri hazırlayarak sunmalarına ortam hazırlıyoruz. Yurtdışından konusu ile ilgili önemli konuşmacıları da davet ediyoruz. Kongremizin ana oturumlarında akciğer sağlığını olumsuz etkileyen kitlesel etki yaratan risk faktörlerine ( Hava kirliliği, iklim değişiklikleri, biber gazı, maden kazaları vb) dikkat çekici oturumlar gerçekleştiriyoruz. Yurtdışından konusu ile ilgili önemli konuşmacıları da davet ediyoruz. Asistan ve bildirisi olan uzman hekimlerimize burs sağlıyoruz. Sağlık haberleri hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Sağlık haberlerinin her zaman doğru kaynaktan aktarılması gerektiği düşüncesindeyiz. Ne yazık ki yazılı ve görsel basında özellikle de sosyal medyada zaman zaman bilgi kirliliği, yanlış yönlendirmeler mevcut olabilmektedir. Bu bilgilerin alanına sahip çıkan uzmanlık derneklerinden ya da onların belirteceği yetkin hekimlerden alınması çok önemlidir. Biz de TTD olarak hastalara akciğer hastalıkları ve sağlığı konusunda anlaşılır ve doğru bilgiyi düzenli bir şekilde ulaştırabilmek için bir halk sayfası kurduk. Bu siteyi kurduğumuz 19 Aralık 2014’den beri 120 bin 472 farklı kişi sitemizi ziyaret etti. Kurumsal web sayfamızın da ayrıca yurt dışından takibi için İngilizce versiyonu da mevcuttur. Gazetecilerden branşınızla ilgili ne gibi konulara dikkat etmelerini bekliyorsunuz? Alanımızla ilgili konularda haber yapmadan önce mutlaka bize danışmalarını arzu ediyoruz. Bizim hastalıklarımız toplumsal farkındalığı mutlaka gerektiren hastalıklar bu alanda birlikte yürümeyi ve halk sağlığı için birlikte çalışmayı arzu ederiz. Sağlık iletişimi alanında çalışmalarınız var mı? Varsa detaylandırabilir misiniz? Derneğimiz bir basın danışmanı ile çalışmaktadır. Yöneticilerimiz ise sağlık iletişimi konusunda eğitim almışlar ve almaya devam etmektedirler. Bu konuda sağlık iletişimi profesyonelleriyle proje hazırlıklarımız devam ediyor bizi izlemeye devam edin. Sosyal sorumluluk projeleri hazırlıyor musunuz? Evet. Sosyal sorumluluk projesi olarak yılbaşında ve 23 Nisanda ilk ve orta öğretim okullarına kitap bağış kampanyaları düzenledik. Ayrıca halkımızda KOAH farkındalığını artırmak adına bir KOAH farkındalık kampanyasın düzenledik. Temiz hava hakkı platformunun üyesiyiz. Ayrıca çok yakın zaman Akciğer sağlığı ve hastalıkları hasta derneği kurulmasını sağlamak için destek veriyoruz. Ülkemizde bu konuda çok ciddi bir eksiklik mevcut. Mevcut hasta dernekleri de idealden uzak. Kurulmasını desteklediğimiz derneğin yönetiminde biz yer almayacağız. Her aşamada destek vereceğiz. Sosyal medyada ne gibi etkileşimde bulunuluyor? Bu alanda ne gibi planlarınız var? Halka bu bilgileri ulaştırabilmek için kurduğumuz “Hayat Nefesle Başlar” Facebook sayfamızın da 22bin 275 beğenisi mevcut. Ayrıca kendi üyelerimizle iletişimimizi artırmak için de üyelerimize kapalı bir Facebook sayfamız var. Aynı şekilde Hayat Nefesle Başlar isimli Twitter hesabımız da var. Twitter’da takipçi sayımız bin 769. ERS’de tüm kongre boyunca atılan tweetlerde dernek hesabımız 6. oldu, ERS kendisi de 5. oldu. En aktif 2. dernek olduk. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 61 hayatıniçinden YAŞLI HAKLARI VE AB STANDARTLARINDA YAŞLI BAKIM HİZMETLERİ H. Mustafa TOMBULOĞLU YÖRTÜRK Vakfı Genel Başkanı Kısa ismi YÖRTÜRK olan Yörük Türkmen Vakfımız 2014 yılı içerisinde yaşlı bakım hizmetleri konusunda önemli bir projeye imza attı. Avrupa Birliği Bakanlığı tarafından yürütülen Sivil Toplum Diyaloğu Programı kapsamında “Yaşlı Hakları ve AB Standartlarında Yaşlı Bakım Hizmetleri” adıyla geliştirdiğimiz projeye hibe desteği almaya hak kazandı. Derneğimiz ile İtalya’da faaliyet gösteren CESIE ve İspanyol Campus Arnau d’Escala vakfı ortak çalışmalarıyla geçtiğimiz 13 ay boyunca yaşlı bakım hizmetleri alanında bir çok faaliyeti hayata geçirdik. Ayrıca ortaklarımız aracılığıyla yaşlı bakımıyla ilgili alanlarda faaliyet gösteren başta Almanya olmak üzere en iyi uygulamaların bulunduğu ülkelerden STK’lar ile de işbirlikleri geliştirdik ve proje sonrasında da bu işbirliklerini sürdürmeyi hedefliyoruz. Projenin uygulanması süresince ülkemizde yaşlılarla ilgili çalışan en üst düzeydeki kamu kurumu Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü ile iletişim ve işbirliği de sağlamış bulunuyoruz. 62 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Sivil Toplum Diyalogu Programı, Türkiye ve Avrupa Birliği üyesi ülkelerden sivil toplum kuruluşlarının, ortak bir konu etrafında bir araya gelerek, toplumların birbirini tanımaları, karşılıklı bilgi alışverişinde bulunmaları ve kalıcı diyalog kurmalarını sağlayan bir platform olarak geliştirilmiştir. Program, Avrupa Birliği’nin katılım öncesi mali yardım aracı (IPA) kapsamında, Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Birliği tarafından ortak finanse edilmektedir. Sivil Toplum Diyalogu Programı, 2008 yılından bugüne, Türkiye ve AB toplumlarını birbirine yakınlaştıracak, karşılıklı anlayışı güçlendirecek ve bilgi ve deneyim aktarımına imkân sağlayacak birçok farklı alanda, 200’ün üzerinde diyalog temelli ortaklığa; Türkiye ve AB üye ülkelerinde geniş bir coğrafyada gerçekleştirilen yüzlerce ortak çalışma ve etkinliğe sahne oldu. Programın bugüne kadar gerçeklesen ilk üç ayağında diyalog projelerine 31.6 milyon Avro destek sağlanmıştır. İki yıllık dönemler halinde uygulanan Program kapsamında, AB ve Türkiye sivil toplumları arasındaki diyalogun güçlendirilmesi için öncelikli alanlar belirlenmektedir. Hem Türkiye hem de Avrupa Birliği üye ülkelerine açık hibe programı, belirlenen alanlarda faal sivil toplum kuruluşlarına AB üyesi bir ülkeden, aynı alanda faaliyet gösteren bir ortakla bir araya gelmeleri ve birlikte proje geliştirip uygulamalarına zemin oluşturmaktadır. Projemiz Sivil Toplum Diyalogunun 3. döneminde (2014 - 2015) Siyasi Kriterler başlığı altında yer almıştır. Sivil Toplum Diyaloğu Programı, AB mali yardımları kapsamında, Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyet tarafından ortaklaşa finanse edilmektedir. Programın yürütülmesinden Avrupa Birliği Bakanlığı sorumlu olup, sözleşme makamı Merkezi Finans ve İhale Birimidir. Projemiz ile yenilikçi metotlar geliştirilerek (gündüz bakımı, süreli bakım, sosyal faaliyetler, gençlerle enteg- rasyon vb), yaşlılara yönelik nitelikli alternatif bakım ve destek hizmetleri oluşturulması için zemin hazırlanması planlanmıştır. Buna bağlı olarak, proje amaçlarımıza uygun olarak AB standartlarında hizmet verebilmek adına AB’deki iyi uygulamaların incelenerek bu uygulamaların ülkemizde ve bölgede yaygınlaştırılması hedeflenmiştir. Günümüzde yaşlı nüfus oranı, ülkemiz tarihinin en yüksek noktasına ulaşmış durumdadır. Türkiye’de; yaşlı olarak nitelendirilen 65 yaş üstü kişilerin genel nüfusa oranı 1935 yılında yüzde 3,9, 1990 yılında yüzde 4,3 iken 2011 yılında yüzde 7,34’ e yükselmiştir. 2050 yılında ise bu oranın yüzde 17,5’i bulması beklenmektedir. Projenin gerçekleşeceği Ankara’da ise TÜİK 2012 verilerine göre 4 milyon 965 bin kişilik nüfusun yüzde 7’si yaşlılardan oluşmaktadır. Proje Faaliyetlerimizin ana hedefi; teklif çağrısı rehberinde belirtilen alt konulardan sosyal olarak korunmaya muhtaç kişiler arasında gösterilen “yaşlıları” ele almaktır. Türkiye’de bakıma ve korunmaya muhtaç yaşlılar ile sosyal desteğe ihtiyacı olan yaşlılara yönelik hizmetlerin ve tüm yaşlıların haklarının geliştirilerek, bu alanların siyasi düzeyde AB politikaları ile uyumlaştırılması, AB ülkelerindeki iyi uygulamaların ülkemize getirilmesi ve ilgili STK’lar arasındaki uzun dönemli işbirliklerinin geliştirilmesi projemizin amaçlarından biridir. Projemizin faaliyetleri toplam 13 ay sürmüştür. Projemizin faaliyetleri süresince Avrupa’da alanında yetkin olan Almanya, İtalya ve İspanyada bulunan Sivil Toplum kuruluşları ile yaşlı bakımı ve hakları ile ilgili çalışmalar yapan kuruluşlar ile işbirliği yapılmıştır. Projemizin Ana Faaliyetleri ise şöyledir; Projemiz kapsamında amaçlarımıza uygun olarak; İtalya, İspanya, Almanya ve Türkiye’de yaşlı hakları ve bakım servisleri ile ilgili kurumlara gözlem ve araştırma ziyaretleri düzenlenmiştir. Bu ziyaretler sayesinde Yaşlı hakları ve yaşlı bakım servisleri ile ilgili uygulamalar yerlerinde görülmüş ve pek çok ilham verici sosyal sorumluluk projelerine, yaşlı hakları ve bakımı ile ilgili yenilikçi uygulamalara şahit olunmuştur. Yine aynı amaçla İtalya, İspanya ve Türkiye’de bu ülkelerdeki yaşlı hakları ve yaşlı bakım servislerinin daha ayrıntılı incelenmesi için, bu üç farklı ülkede araştırma çalışmaları yapılmıştır. Araştırma sonucunda İtalya ve İspanya gibi AB ülkelerinde uygulamada olan yaşlı hakları ile yaşlı bakım servisleri hakkında bilgi toplanmış ve aynı kapsamda Türkiye’de de yapılmış olan araştırma ile pro- jenin sonunda farklı ülkeler ve farklı uygulamalar arasında karşılaştırmalı bir analiz çalışması yapılmıştır ve elde edilen bulgular bir kitap olarak toplanmıştır. Araştırma çalışmaları ve gözlem ziyaretleri sonucunda elde edilen bilgi ve deneyimler, seminer ve çalıştay faaliyetleri ile Türkiye’de yaşlı hakları ve bakımı ile çalışan kurumlar ile paylaşılmıştır. Projemizin, gelecekte, yaşlı hakları ve yaşlı bakımı konusunda başka projelere ilham ve bilgi kaynağı olmasını dileriz. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 63 röportaj Prof. Dr. Ayla Okay: “KONUŞMA YETENEĞİ OLAN HERKES, KENDİNİ İLETİŞİMCİ ZANNEDİYOR” İletişim alanında özellikle, herkesin kendisini iletişimci zannettiğini söyleyen İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayla Okay, “Ülkemizde konuşma yeteneği olan herkes, kendisini bir şekilde iletişimci zannediyor ve bu nedenle de bu kadar fazla iletişim kazası yaşanıyor” dedi. İletişim alanında ya da konuştuğu konuda hakkında herhangi bir eğitim almadan açıklamalarda bulunanlarla sık sık karşılaşılıyor. “Televizyonda söylendiyse doğrudur”, “gazetede yazdıysa kesinlikle yapılmalıdır” anlayışının hala yaygın olduğunu belirten İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayla Okay, “Hâlbuki biraz daha dikkat edilse, her söylenenin çok da doğru olmadığı görülebilir. Sonuç olarak yanlış bilgiler, yanlış kararlara neden olabilir” dedi. Prof. Dr. Ayla Okay, sözde uzmanlara karşı dikkat edilmesi gerekenlerle ilgili sorularımızı cevapladı. Sözde uzman kimdir? Bana göre sözde uzman elbette ki, kendi uzmanlık alanı dışında konuşan kişidir. Maalesef bu tür insanların sayısı oldukça fazla A konusunda uzmanlığını almıştır ama B, C, X’e kadar her türlü konuda uzmandırlar. Bu hem sağlık alanı için geçerli, hem de iletişim alanı için geçerlidir. İletişim alanında özellikle, herkes kendisini zaten iletişimci zannettiği için, kütüphanecisi de konuşuyor, kimyageri de, yani durum hiç fark etmiyor. Ülkemizde konuşma yeteneği olan 64 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 herkes, kendisini bir şekilde iletişimci zannediyor ve bu nedenle de bu kadar fazla iletişim kazası yaşanıyor. Nasıl anlaşılır? Bazıları fazlasıyla profesyonel, anlaşılması zor olabiliyor. Sıradan vatandaş çoğu zaman anlayamayabiliyor ama bu alandaki diğer “gerçek” uzmanlar hemen kimin ne olduğunu zaten kestirebiliyorlar. Özellikle akademik camiada, herkes kendi alanındaki çalışanı zaten bilir, bu kişilerin dışında birisi devreye girip “ahkâm” kesmeye başladığında da çok kolay fark ederiz. Sözde uzmanların ne gibi zararları olabilir? Medya okur yazarlık seviyemizin, sağlık okur yazarlık seviyemizin düşük olduğu bir toplumda, insanlar birçok şeyi sorgulamadan buna inanabiliyorlar, bu durum da olumsuz kararların alınmasına neden olabilmektedir. “Televizyonda söylendiyse doğrudur”, “gazetede yazdıysa kesinlikle yapılmalıdır” anlayışı hala yaygın, hâlbuki biraz daha dikkat edilse, her söylenenin çok da doğru olmadığı görülebilir. Sonuç olarak yanlış bilgiler, yanlış kararlara neden olabilir. Korunma yolları nelerdir? Daha önce de belirttiğim gibi, sıradan vatandaşın korunması çok zor. Bu durumda bu tür “uzmanları” ortaya çıkaran kurumların sorumluluğu olmaktadır. Burada bahsettiğim medyadır. Medya kimi, hangi uzmanı yayına çıkaracağına dikkat etmelidir, bir bakıma bir otokontrol sergileyerek, bu alanda vatandaşın gerçekten de ihtiyaç duyduğu bilgiyi almasını sağlamak için konusunda yetkin kişileri yayına çıkarmalı veya gazetesinde demecini ona göre yayınlamalıdır. Prof. Dr. Ayla Okay gündem DOKTOR-MEDYA İLİŞKİSİ Esra ÖZ Biyolog, Sağlık Habercisi ve Sosyal Medya Uzmanı Hastane koridorlarında dolaşırken, adından söz ederken bile saygı duyulan bir hocanın odasını sordum. Görevli, ileride sağdaki ikinci oda olduğunu söyledi. Adımlarımı sıklaştırarak yürüdüm ve kapıyı tıklayıp araladım. Elindeki işlere odaklanmış şekilde çalışan Hoca, başını kaldırıp bana baktı. Kendimi tanıtınca da, “Hoşgeldiniz” dedi. Nezaket ve içtenlikle karşıladı ve hemen çikolata ikram etti. Ardından da ne içeceğimi sordu. “Kahve” dedim, sohbet koyu olacaktı ve en yakışan içecek kahve olmalıydı. Güler yüzle konuşmaya başlamadan, “Eğer senin güvenilir olduğunu refere etmeselerdi kesinlikle konuşmazdım. Gazetecileri pek sevmem, medyada olmak benim için önemli değil” dedi. Kahvelerimiz geldiğinde çalışmalarını hayranlıkla dinlemeye başlamıştım bile… Bilim camiası medya denildiğinde üçe ayrılıyor. Bir kısmı tamamen medyada görünmeye karşı olurken, diğer kısmı ise medyada olunca ken- dini yeterli hissediyor. Bunların ortasında olup, bilinçli şekilde medyada olmayı dengeleyenler de diğer bir grubu oluşturuyor. ramlarına çıkanlara para ödenmiyor, genellikle doktor ya da bilim insanı programı hazırlayanlara ya da aracılara para ödüyor genellikle. İlk bölümdekiler gazeteci kelimesini duyar duymaz arkasına bakmadan kaçıyor. Sadece çok zorlayınca konuşuyorlar. Bilimsel kimliklerine medyada olmayı eklemek istemiyorlar. Onlara göre medyada olmak bilimsel yetersizliğin kapatılması için bir araç. Üçüncü aşamadakiler ise işi dengede tutanlardır. Böyle davranan bilim insanları, gazeteci seçmesini bilirler. İşin uzmanı olması gerektiği, söylediği cümlelerin yanlış aktarılmasının önüne geçen isimlerdir. Haberin yayınlanacağı yeri ve özelliklerini öğrenir. Konuşacağı konuya hâkimdir ve uzmanlık alanı dışında ise konuşmayı kabul etmez. Böylece çizgisini ve sınırlarını belirlemiş olur. Saygınlığı hem bilim camiası hem de medya tarafından kabul edilir. İkinci bölümdeki ise, “herkese konuşmam” deyip, gördüğü her gazetecinin peşine düşüp onunla haber yapmak için yanıp tutuşanlar. Onlar için bilimsel kimlik önemli olmayıp, amaçları meşhur olmak. Nerede ya da kimle konuştuğu da önemli değil. Hatta bazıları kendi alanı dışında da konuşup, gündeme gelmekten mutlu oluyor. Bilim camiası bu tipleri dışlarken, gazetecilerde böylelerine boşta kalınca “nasıl olsa boşlukları doldurur” diye bakıyorlar. Böyleleri, saygınlıktan değil, parasını verdiği için televizyondaki yerini alıyor. Unutmadan TV’de sağlık prog- Her şeyde olduğu gibi haber olma konusunda da dengeyi tutturmak çok önemlidir. Eğer dengeyi tutturamazlarsa vezir olacaklarına rezil olup, medya meraklısı konumuna düşerler. Bu durumda sahip olunan unvanın da bir önemi kalmaz. Sonuç olarak saygınlığınızı, sınırlarınızı ve çizginizi koruyarak medyada yer almayı sağlamak en güzelidir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 65 sağlığımıziçin 66 AKUPUNKTUR Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Akupunktur Kliniği Dünya Sağlık Örgüt (DSÖ) ve Ulusal Sağlık Enstitüleri (NIH) akupunkturun etkili olduğu ya da olabileceği 100’ün üzerinde endikasyon yayınladı. Akupunkturun Tarihçesi Peki akupunktur nedir? Akupunkturun kökeninin Çin olduğu kabul edilir. Yaklaşık M.Ö. 6000 yıllarına ait olduğu düşünülen keskinleştirilmiş taş ve kemiklerin akupunktur tedavisinde kullanıldığı düşünülmüştür. Alp dağlarındaki buzullarda bulunan ve M.Ö. 3300 yıllarında öldüğü düşünülen Buz Adam Ötzi üzerinde bulunan dövmeler akupunktur noktaları ile örtüşmektedir. Bu dövmelerin amacının akupunktura benzer bir tedavi amacıyla yapıldığı tartışmaları başlamıştır. Akupunktur ile ilgili ilk yazılı kaynak M.Ö. 100 yılında yazılan “Sarı İmparatorun Dâhili Tıp Kitabı”dır. Bu kitapda Qi (vital enerji, hayat enerjisi) ve qi’nin aktığı kanallar (meridyenler) ve akupunktur noktalarının tam yerleri tanımlandı. Bundan sonra akupunktur gelişmeye ve gezginler tarafından dünyaya yayılmaya başladı.20. yüzyılın başlarında batı tıbbının Çin’de yayılmaya başlamasıyla akupunktur geri plana düştü ve hatta yasaklandı.1949 yılında kominist hükümetin kurulmasıyla akupunktur tekrar desteklenmeye başlandı, bütün Çin ‘de akupunktur araştırma ve uygulama enstitüleri kuruldu.1971’de Nixon’ un Çin’i ziyareti sırasında apandisit krizi geçiren bir gazeteciye akupunkturla müdahale edilmesi dönüm noktası oldu. Gazeteci bu tecribesini New York Times’da yayınlayınca batı dünyasında akupunkturun yaygınlaşmasının yolu açıldı. Son olarak 1997 yılında Akupunktur çok ince iğnelerin vücut üzerindeki belirli akupunktur noktalarına batırılarak terapötik etkinin elde edilmesi yöntemidir. Tarihçe de anlatıldığı gibi dünyadaki en eski ve en yaygın kullanılan tıp yöntemidir ve halen de gelişmeye devam etmektedir. Geleneksel Çin tıbbına göre vücutta etkili olan iki kuvvet vardır; yin ve yang.Bu iki kuvvetin etkileşimi qi’yi oluşturur. Yang gündüzü, güneşi, sıcaklığı, uyanık ve aktıf olma niteliklerini yansıtır. Yin ise geceyi, ayı, soğuğu, uykuyu ve pasif olmanın niteliklerini simgelemektedir. Sabaha karşı vücudun güne hazırlanması için yang yükselmeye başlar. Akşama doğru dinlenmeye geçileceği zaman yang azalıp yin artmaya başlar. Yin ve yangı vücudun sempatik ve parasempatik fonksiyonları ile eşleştirebiliriz. Sempatik sistem (yang) kalp atışlarını hızlandırırken parasempatik sistem (yin) kalp atış hızını düşürür. Sonuçta bu iki kuvvet dengede olduğu zaman vücut dengede ve iyidir. Ama qi akışı bozulduğunda hastalıklar ortaya çıkar. Akupunkturun amacı kanallar üzerindeki noktalara iğne batırılarak qi akışını tekrar düzene sokmaktır. Batı tıbbı yönünden değerlendirildiğinde ise akupunkturun etkisi endorfin- enkefalin sistemi ve kapı kontrol teorileri ile açıklanmaktadır. Son yıllarda yapılan fonksiyonel MR çalışmaları akupunkturun etki mekanizması konusunda çok yardımcı olmaktadır. Örneğin Duisburg Essen Tıp Fakültesi Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Departmanında yapılan bir araştırmada akupunktur yapıldığında beyinde ağrı duyusunu Dr. Setenay MİT SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 algılayan alanlarda aktivite azalması gözlenmiştir. Yapılan çalışmalara rağmen akupunkturun bazı etki mekanizmaları halen tam olarak gösterilememiştir. Teknolojinin gelişmesi ve araştırmaların artması ile önümüzdeki yıllarda akupunktur ile ilgili mekanizmalar ve etkinliği daha da belirginleşecektir. Akupunkturun etkileri 1.Analjezik Etki 2.Homeostatik Etki: Otonom sinir sistemi iç organların çalışmalarını sürekli ve otomatik olarak kontrol eder. Homeostasi iç şartların sabit şekilde muhafazası demektir. Homeostazis vücudun sempatik ve parasempatik sisteminin dengeli çalışması ile olmaktadır. Çinde bu etkiden yaralanmak için hiçbir hastalığı olmaksızın insanlar senede birkaç kez akupunktur yaptırırlar. 3.İmmüniteyi Artırıcı Etki: Akupunktur hastalıklara karşı vücudun direncini artırır. Lökositlerin sayılarında, opsoninlerin, kininlerin ve antikorların ise seviyelerinde değişiklik yapar. Yılda 2-5 seans uygulanması grip aşısı olmuş gibi bir etki yaratır. 4.Sedatif Etki: EEG ‘de delta ve teta dalgaları azalır. Bu yüzden uyku bozukluklarının tedavisinde kullanılır. Seans sırasında uykuya sıklıkla rastlanır. Tedavi sonucu kişiler kendilerini dinlenmiş ve stresten arınmış hissederler. Bu özelliğinden dolayı akupunktur epilepsi, ilaç bağımlılığı, fobiler, davranış bozuklukları, anksiyete tedavilerinde kullanılır. Akupunkturun sakinleştirici ve yatıştırıcı etkisi vardır. Bu etki dopamin, gibi beyindeki bazı kimyasalların değişmesi sonucudur. Sempatoadrenal sistemin hiperaktivasyonu ile oluştuğuna inanılan anksiyete, endorfinler ile giderilebilir. Dopamin salgılatılarak da birçok psikolojik rahatsızlık tedavi edilebilmektedir. Akupunktur tedavisinin eklenmesi ile sağlık durumunda genel iyileşmeler gözlenmiştir. Örneğin, 762 hastanın olduğu bir çalışmada akupunktur uygulanması ile 8 değerlendirme ölçütünden 7 sinde iyileşme gözlenmiştir. (Genel sağlık, Vücut ağrısı, Canlılık, Sosyal işlevsellik, Zihinsel sağlık, Fiziksel ve Ruhsal yeterlilik) Akupunktur Acıtır mı? Akupunktur anındaki etkiler objektif ve sübjektiftir. Sübjektif etkilerin başında iğneleme anında duyulan hafif acı gelir. Diğer sübjektif his Çinlilerin DE-Qİ dedikleri uyuşukluk, ağırlık, ağrı ve gerilim tarzı tuhaf bir histir. Başarılı bir analjezi elde etmek için DE-Qİ denilen bu hissi hastanın algılaması gerekir. Yan etkileri nelerdir? Akupunktur eğitimli hekimler tarafından yapıldığında yan etkisi son derece az bir tedavi yöntemidir. Es- kiden karşılaşılan enfeksiyon riski tek kullanımlık iğnelerin kullanıma girmesiyle ortadan kalkmıştır. Bir diğer sık karşılaşılabilecek komplikasyon hipotansiyondur. Bu risk de hasta tedavi sırasında yatırılarak elimine edilir. Bizim klinikte en fazla karşılaştığımız komplikasyon iğne yerinde kanama ve morarma olmasıdır. Ancak bu durumda nokta uyarılmaya devam ettiği için bizim hoşumuza giden bir komplikasyondur ve hasta açısından herhangi bir riski yoktur. Kimler uygulayabilir? Akupunktur uygulama yetkisi Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından hekimlere verilmiştir. 2002 yılından beri Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde düzenli olarak Sağlık Bakanlığı’nın verdiği yetkiyle Akupunktur Sertifika Eğitim Programları düzenlenmektedir. Son Söz Akupunktur bilimsel, ilaçlarla görülen yan etkilere sahip olmayan, basit, emniyetli ve ekonomik bir yöntemdir. Akupunktur noktasının varlığı somuttur. Bu noktaların uyarılması sonucu ortaya çıkan sonuçlar tekrar- Dr. Setenay Mit lanabilir, ölçülebilir ve sorgulanabilir. Akupunktur, bütüncül bir yaklaşımla modern tıbba, insanın parçaların tek tek toplamından oluşmadığını, her parçasının bütün içerisinde birbiri ile ilişkili olduklarını ve tedavide mühim olanın bütünlüğün muhafaza edilmesi olduğunu hatırlatmaktadır. Akupunktur yanlış bir anlayışla mevcut tıbbın rakibi, alternatifi olarak görülmüştür. Oysa akupunktur mevcut tıbbın rakibi değil onun tamamlayıcısıdır. Akupunkturda hedef hastada bozulan dengeyi tekrar kurmaktır. Bu yüzden hastanın geliş şikâyetini takip eden hekimle işbirliği yaparak medikal tedaviyi düzenlemek, gerekirse ilaçlarını azaltmak veya değiştirmek en doğrusu olacaktır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 67 analiz HER KANAMA HEMOROİD MİDİR? Prof. Dr. Ayhan KUZU Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Makattan kan gelmesi birçok nedenle olabilir. Bunun en sık görülen nedeni basur hastalığı veya makatta çatlak hastalığıdır (anal fissür). Bundan başka kalın bağırsak içinde bulunan bazı hastalıklar, polip, divertiküller hastalık, iltihabi bağırsak hastalığı, kabızlık sonucu tahriş, kötü tuvalet alışkanlığı, bağırsak kanseri vs makattan kan gelmesine neden olabilir. Hemoroid nedir? Normalde doğan her canlıda kalın bağırsağın dışarı açılan en son kısmında damar ağları mevcuttur. Makat bölgesinde (anüs) ve kalın bağırsağın en son bölümünde bulunan ve hemoroidal damarlar denilen bu damar ağlarının vücudumuzda çok önemli görevleri vardır. Normalde bu damar ağlarında biriken kan makatın (anüsün) tam kapanmasını sağlar. Böylelikle hemoroidal damarlar, kişi makatını kapatmak için istemli olarak makatını kapatan kasları sıkmadığı halde dışkılama kontrolünün sağlanmasına yardımcı olur. Yine aynı etkiyle bu damar ağı, dinlenme ve uyku halinde makatı (anüsü) tam kapatarak dışkının iç çamaşırımızı kirletmesine engel olur. Bazı kişilerde makat (anüs) ve kalın bağırsağın son bölümü (rektum) çevresinde bulunan hemoroidal damarlar aşırı derecede genişler ve makattan dışarıya taşarlar. Örneğin kabızlık şikayeti olan bireylerde dışkı sertleşir ve dışkılama işlevi zorlaşır. Birey bu 68 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 sert dışkıyı boşaltmak için aşırı ıkınma gereği duyar ve zorlanır. Bu sırada makat (Anüs) kanalını örten tabaka ve damarlar zedelenir. Bu da damarlarda genişleme ve şişmeye neden olur. Damarlardaki bu genişleme ve şişmeye hemoroidal hastalık - basur hastalığı ya da kısaca hemoroid (mayasıl hastalığı) denir. Her doğan canlıda makat bölgesinin iç ve dış kısmında bulunan hemoroidal damarlardan hangisinin hastalandığı önemlidir. Eğer sadece makatın iç kısmındakiler hastalandı ise buna iç (internal) hemoroidal hastalık (iç basür hastalığı) denir. Sadece makatın dış tarafındaki hemoroidal damarlarda hastalık oldu ise buna dış (eksternal) hemoroidal hastalık denir. Kimlerde ve neden görülür? Genellikle toplumdaki 30 yaş üstü bireylerin yarısından fazlasında hayatlarının herhangi bir döneminde basur (Hemoroidal Hastalık) ile ilgili yakınmalar görülür. Kesin neden-sonuç ilişkisi tam olarak bilinmemekle birlikte insanın, diğer canlılardan farklı olarak ayakta dik durmasının, makattaki toplardamarlara (Anüsteki Venlere) büyük bir basınç ve hacimde kan dolmasına neden olduğu düşünülmektedir. Bu da hastalığın gelişmesini kolaylaştıran bir etkendir. Hemoroidal hastalığın önemli diğer bir nedeni, beslenme alışkanlığıdır. Batı toplumunda 20. yüzyıldan itibaren endüstrinin gelişmesiyle beslenme alışkanlığı da değişmiştir. Sonuçta diyetteki lifli (Posalı) yiyecekler azalmıştır. Oysa vücutta sindirilemeyen lifler, 30 katı kadar su çekmekte ve dışkının yu- muşak, şekilli olmasını sağlamaktadırlar. Böylece, kolay, zorlamadan ve ıkınmadan dışkılama yapılabilir. Aksi takdirde ıkınma ve zorlama bu bölgedeki basıncı daha da artırır. Bunun sonucunda hemoroidal hastalık gelişebilir. Çoğu insan, hemoroidi olmasına rağmen dışkılama alışkanlıklarını değiştirmemektedir. Dışkılama alışkanlığının düzenli olmaması veya dışkılamanın istemli olarak ertelenmesi gibi yanlış alışkanlıklar, dışkının sertleşmesine neden olur. Dışkılama sırasında ıkınma ve tuvalette uzun zaman beklenmesi, hemoroidal damarlarındaki genişlemeyi arttırır. Katı ve sert olan dışkının makattan geçmesi sırasında bu damarlarda hasar oluşur. Bu nedenle de ağrı ve bazen de kanama meydana gelir. Dışkılama alışkanlığını düzenlemede diğer önemli bir etken de içilen su miktarıdır. Su alımını kısıtlayan herhangi bir hastalık olmadığı müddetçe normalde günde en az 8-10 bardak su içilmesi gereklidir. Az miktarda su içmek kabızlığa neden olabilir. Kabızlık da ıkınmaya neden olacağı için hemoroide ait şikâyetler artabilir. • Yaş • Kronik (Uzun Süreli) Kabızlık veya ishal • Hamilelik • Genetik nedenler (Kalıtsal) • Dışkılamayı kolaylaştıran ilaçların (Laksatiflerin ve Lavmanların) sık kullanımı • Dışkılamak için zorlu ve uzun süreli ıkınmalar • Tuvalette uzun zaman oturulması (Gazete, Kitap Okunması, vb) lişi güzel tedavi yöntemleri ile zaman kaydedilmeden ayırıcı tanı ve tedavi için bir uzman görüşü almak gerekir. Gereken her vakada; • Ağır yük kaldırılması • Hastalığın şiddetlenmesine neden • Kolonoskopi /sigmoidoskopi olan besin maddelerinin tüketilmesi (Alkol, Baharatlı Yiyecekler) • Kalın bağırsak filmi Nedeni ne olursa olsun bu damar ağlarını (Makat Kanalındaki Toplardamarları) destekleyen dokular gerilir ve sonuçta bu damarlar genişler, çevre destek dokusu ve duvarları incelir ve kanama meydana gelir. Eğer gerginlik artar, basınç devam ederse incelmiş olan bu damarlar makattan dışarı çıkarlar. Her kanama hemoroid midir? Farkı nasıl anlaşılır? Makattan kan gelmesi (dışkıda kan) birçok nedenle olabilir. Bunun en sık görülen nedeni basür hastalığı veya makatta çatlak hastalığıdır (anal fissür) Bundan başka kalın bağırsak içinde bulunan bazı hastalıklar (polip, divertiküller hastalık, iltihabi bağırsak hastalığı, kabızlık sonucu tahriş, kötü tuvalet alışkanlığı, bağırsak kanseri vs vs) makattan kan gelmesine neden olabilir. Hastalar sıklıkla dışkıda kan gelmesi (makattan kan gelmesi) şikâyetini ihmal ederler. Ge- Görüntüleme yöntemleri ve diğer teşhis yöntemleri uygulanabilir. Hemoroid’den korunmak için neler yapmak gerekir? • Kabızlığın önlenmesi için gerekli tedbirleri almak • Bol miktarda posalı gıda tüketmek • Bol su içmek (Günde 8 -10 Bardak) • Dışkılama ihtiyacı hissedildiğinde, ertelemeden dışkılamak (Ertelenmesi dışkının daha da sertleşmesine ve dolayısı ile daha çok ıkınmaya neden olabilir.) • Tuvalette çok zaman harcamamak (Uzun süre oturma ve ıkınma, şikâyetleri arttırır.) • Düzenli fiziksel aktivite yapmak • Tuvalet sonrası anal bölge (Makat) temizliğine ve nemli ıslak kalmamasına dikkat etmek (Aşırı temizleme bu bölgedeki deriyi tahriş eder.) Tedavi yöntemleri nelerdir? Öncelikle hangi hemoroidal hastalığın olduğunun belirlenmesi gerekir. İç ve dış hemoroidal hastalığın tedavi yaklaşımları farklıdır. Bu nedenle ayırıcı tanı önemlidir. İç ve dış hemoroidal hastalıkta en önemli tedavi basamağı koruyucu tedbirlerin alınmasıdır. Bol su içilmesi, dışkılama alışkanlığının düzenlenmesi, hijyenik tedbirler, sağlıklı gıda tüketilmesi önemlidir. İç hemoroidal hastalıkta hastalığın şiddetine göre tedavi planlanmalıdır. Hafif şiddete hastalıkta günübirlik poliklinik şartlarında lastik band ligasyon, infrared fotokoagulasyon veya skleroterapi kullanılabilir. İleri şiddete tedavi için ameliyat gerekebilir. Buna ek olarak teknolojik imkanların gelişmesi ile özel cihazlar kullanılarak daha konforlu tedavi yöntemleri de mevcuttur. Bunlardan bazıları stapler hemoroidektomi, laser hemoroidektomi, HAL – Doppler yaklaşımlı hemoroid cerrahisi sayılabilir. Dış hemoroid hastalığın en önemli sorunu hemoroid damarları içinde pıhtı gelişmesidir. Tromboze hemoroid denilen bu hastalıkta içinde pıhtı gelişen hemoroid pakesi ameliyat ile alınabilir. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 69 sağlığımıziçin KATARAKT NASIL TEDAVİ EDİLİR? Yrd. Doç. Dr. Murat MORAY Katarakt, göz içindeki lensin saydamlığını kaybederek opak bir görünüm alması, göz merceğinin yoğunlaşmasıdır. Göz, kameraya benzeyen optik bir sistemdir. Dışarıdan gelen ışık ve görüntülerin görme merkezine net olarak ulaşabilmesi için, önce gözün en dış saydam tabakası olan korneada, sonra gözün içindeki lens tabakasında kırılması gerekir. Normal şartlarda bu iki tabaka da saydam yapıdadır. Göz merceğinin yoğunlaşması görüntüyü bulanıklaştırır. Türleri Birçok tipi olmakla birlikte, kataraktlar genel olarak 3 ana grup altında incelenebilirler: • Yaşa bağlı kataraktlar • Doğumsal kataraktlar • İkincil kataraktlar: Bazı ilaçların uzun süreli kullanımı (kortizon gibi), darbeler, metobolik hastalıklar (diyabet gibi) sonucunda oluşanlardır. Ortaya çıkışı Katarakt en sık yaşa bağlı olarak ortaya çıkar. Bilinen bir sebebi olmamakla birlikte beslenme, ultraviyole 70 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 ışınları gibi birçok risk faktörü bulunmaktadır. Lensin opaklaşmasının durumuna göre hastalar önceleri uzak ya da yakın görme bozukluğundan şikâyet ederler. Opaklaşma arttıkça hem uzak hem de yakın görmeler hastanın sosyal yaşantısını rahatsız edecek şekilde azalır. Tedavisi Kataraktın ilaçla veya gözlükle tedavisi mümkün değildir. İlerlemesini de durdurabilecek etkili bir yöntem bulunabilmiş değildir. Tek tedavisi ameliyattır. Ameliyat, şeffaflığını kaybetmiş olan göz merceğinin alınıp yerine yeni bir göz merceğinin yerleştirilmesi sistemine dayanmaktadır. Katarakt tedavisinin en güncel olan ameliyat sistemi FAKO (Fakoemülsifikasyon) cerrahisi ve Femto saniye ile yapılan bıçaksız tabir edilen cerrahidir. FEMTO saniye yöntemi son yıllarda popülerlik kazanmış ve uygulama yönünden gittikçe gelişen ve de gelişime açık bir yöntemdir. Adı üzerinde FEMTOsecond katarakt cerrahisinde bıçak kullanmadan laser ışınları sayesinde gözde belli giriş yerleri açılır, kapsül kesisi ve lens fragmantasyonu tamamlanır, ardından tüm parçalar emilerek lens göz içine yerleştirilir. Fako cihazı, saniyede 40.000 defa titreşen ses dalgaları yardımıyla kataraktı göz içerisinde eritir. Böylece katarakt temizlendikten sonra, katlanabilir ve akrilik maddeden üretilmiş mercek göz içerisine yerleştirilir. Femto saniye ile yapılan ameliyatta ise Fako cihazı sayesinde göz içerisine çok küçük bir bölgeden girilerek ameliyat tamamlanmaktadır. Her türlü katarakta uygulanabilmektedir. İşlem süresini kısalmakta ve ameliyatın emniyeti artmaktadır. Gözümüzün içinde saydam bir lens vardır. Bu lensin saydamlığını kaybedip, bir perde gibi görmeyi engellemesine katarakt diyoruz. Katarakt, 65-74 yaşlar arası kişilerin %50’sinde, 75 yaştan sonra %70’inde görülür. Katarakt, sadece yaşlılarda görülmez. Bebeklerde de doğuştan katarakt izlenebilir. Kortizon kullanımı, şeker hastalığı ve kazalar yüzünden daha genç yaşlarda da katarakt gelişebilir. Yrd. Doç. Dr. Murat MORAY Kataraktın Nedeni Yaşa bağlı katarakt gelişiminde pek çok etkenin rolü olduğu düşünülmektedir. Lens yaşlandıkça, ağırlığı ve kalınlığı artar; lens çekirdeği sıkışır ve sertleşir. “Kristalin” ismi verilen lens proteinleri kimyasal bir değişim geçirir, bunun sonucunda lensin saydamlığı azalır. Kataraktın Belirtileri • Görmede azalma • Işıklarda dağılma-saçılma • Miyopi (belli tip kataraktlarda ya- kın gözlüğüne ihtiyaç duymadan okuma) malzemelerden yapılır. Bu malzemelerin hepsinin ortak özelliği vücut dokularıyla uyumlu olmalarıdır. Göz içi lenslerin ultraviyoleyi süzen ve çok odaklı olanları vardır. Standart lenslerle yakını görmek için yakın gözlüğü gereklidir, çok odaklı lenslerle ise 100 kişiden 70’inde yakın gözlüğü takmaya gerek kalmamaktadır. Göz içi lenslerinin çeşitli tipleri vardır: Göz bebeğinin önüne konan lensler (ön kamara lensleri) Göz bebeğinin arkasına konan lensler: • Dikişsiz lensler (kapsül içi lensler, sulkus lensleri) • Renk tonlarını ayırdetmede zorluk • Dikişle tutturulan lensler (skleral fiksasyonlu lensler) • Çift görme Kataraktın Tanısı Tanı için öncelikle görme keskinliği tespit edilir, daha sonra riyomikroskop denen muayene aleti ile kataraktın tipi tespit edilir ve göz bebekleri genişletilerek gözün sinir tabakası olan retina incelenir. Katarakt çok yoğun ise retina izlenemez, bu takdirde B-scan denen ultrason incelemesi ile gözün arka kısımlarında ek bir problem olup olmadığı belirlenir. Korneanın (gözün en öndeki saydam tabakası) hücre sayımı yapılır. Bu sayıma “speküler mikroskopi” denir. Katarakt ameliyatı sonrasında kalıcı kornea ödemi riski olup olmadığı bu hücre sayımı neticesinde önceden belirlenir. Kataraktın Tedavisi Kataraktın ilaçla veya göz damlası ile tedavisi yoktur. Tek tedavi şekli cerrahidir. Günümüzde katarakt ameliyatı, “fakoemülsifikasyon” denen teknikle yapılmaktadır. Fakoemülsifikasyon; ultrason enerjisi ile kataraktlı lensin parçalanıp, emildiği bir tekniktir. Katarakt Ameliyatında Göze Konan Yapay Lenslerin Çeşitleri Göz içi lensler polimetil metakrilat, akrilik, silikon, kolamer gibi çeşitli Göz içi lensleri çeşitli çap ve numaradadır. Çaplar lensin gözün hangi bölümüne konacağına göre değişir. Gözün içine konan lensin hangi numarada olması gerektiği ise ameliyat öncesi yapılan ölçümlerle tespit edilir. Ameliyat sonrasında uzak gözlüğü takılıp takılmayacağını belirleyen en önemli faktör budur. Göz içi lensler ömür boyu gözde kalırlar. Lenslerin kalitesi, tasarımı ve yapıldığı malzeme; görme kalitesini etkiler. Lenslerin kenarlarının tasarım özellikleri, ameliyattan sonra gelişen, “arka kapsül kesafeti” (lens kapsülünün saydamlığını yitirmesi) ile de ilişkilidir. Kimi lenslerle bu saydamlık kaybı daha az olmaktadır. Üretim parametreleri Avrupa’da CE, Amerika Birleşik Devletleri’nde FDA onayı ile kontrol edilir. Göz içine konan merceklerin bu onay belgelerinden en az birini taşımaları gerekir. Ameliyat Sonrası Bakım Ameliyat sonrası hastanede kalınmaz. Ameliyatın ertesi günü göz kontrolü yapılır. Reçete edilen göz damlalarının düzenli kullanılması gerekir. Göz damlaları uyanık olunan süre içerisinde ve alt göz kapağı aşağı çekilerek uygulanır. İlk 1 hafta gözün üstüne yatılmamalı ve göze su ve sabun kaçırmamalıdır. Saçlar, kuafördeki gibi baş geriye eği- lerek yıkanmalı. Göz çevresinde krem, makyaj malzemesi kullanılmamalı. Dışarıda güneş gözlüğü veya varsa numaralı gözlükler takılmalı (ameliyat olunan tarafta gözlük camını numarasız camla değiştirerek). Yürüyüş yapılabilir. Yüzmek, ağırlık kaldırmak, secdeye varmak sakıncalıdır. 2. haftadan itibaren günlük yaşantıya geri dönülür. Ancak hiç bir zaman gözler şiddetli ovalanmamalı. Katarakt Cerrahisi Sonrası Gözlük Kullanımı Operasyondan 1 ay sonra gözlük muayenesi yapılır. Uzak görüş için ince bir gözlük gerekebilir. Yakın görüş (okuma, vb) içinse gözlük şarttır. Göz içine multifokal (çok odaklı) yapay lenslerin konması halinde ise, yakın ve uzak mesafeleri gözlüksüz görmek, ameliyat olanların %70’inde mümkün olabilmektedir. Katarakt Cerrahisi Sonrası Göz Kontrolleri Ameliyatın ertesi günü, 1 ay sonra ve 6 ay sonra rutin göz kontrolleri yapılır. Altıncı ay muayenesinde, yapay lensin içine konduğu kapsülün saydamlığını yitirip yitirmediğine, yani “arka kapsül kesafeti” olup olmadığına bakılır. Bu kesafet, operasyondan sonraki 3 ay ile 4 yıllık süre arasında gelişebilir. Arka kapsül kesafeti olduğunda, yag-lazerle saydamlığını yitirmiş kesenin merkezi delinerek, merkezi alandaki perde etkisi ortadan kaldırılır. Arka kapsül kesafeti yüzünden yag-lazer uygulaması katarakt cerrahisi geçirenlerin % 10-15’inde gerekli olmaktadır. Katarakt ameliyatı olmuş kişilerin ömür boyu yılda 1 kez göz muayenesi olması önemlidir. KAYNAKLAR • Eye Vis (Lond). 2015 Jun 30;2:11.Femtosecond laser cataract surgery. Nagy ZZ1, McAlinden C2. • J Cataract Refract Surg. 2015 Sep; 41(9):18338. doi: 10.1016/j.jcrs.2015.10.040. Femtosecond laser-assisted compared with standard cataract surgery for removal of advanced cataracts. Hatch KM1, Schultz T2, Talamo JH2, Dick HB2. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 71 gezelimgörelim AHISKA’YI DÜŞÜNÜYORUM GÖZLERİM KAPALI Doç. Dr. Seyhan AHISKA Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Çocukluğumda ‘Ahıska Türkleriyiz, Ahıska’dan gelmiş dedelerimiz’ dendiğinde hemen ağabeylerimin ortaokulda edindiği bizim isim, şehir, nehir, bitki, hayvan, eşya adlı çocuk oyunu oynarken hızlıca şehir ve nehir aradığımız resimli Dünya Atlasını alır bakardım Ahıska’ya. Ne kadar uzaktaydı taa Rusya’nın orada… Bırakın gitmeyi düşünmesi bile uzak bir yerdi… Üniversite yıllarımda öğrendim ki; Ahıska, Güneybatı Kafkasya’da, Gürcistan sınırları içinde yer alan, Türkiye’nin kuzeydoğusunda, Ardahan ilimizle sınır teşkil eden bir bölgenin merkezinde bir şehir. Bu şehrin çevresinde Abastuban, Adigön, Aspinza, Ahılkelek, Azgur ve Hırtız gibi 72 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 önemli kaza ve kasabalar bulunmakta. Bir zamanlar bu kasabalara bağlı iki yüzden fazla köyde Müslüman Türk ahali yaşamaktaydı. Ve bir gün evet bir gün, hatta bir gece bu halk, Sovyet diktatörü Stalin tarafından 15 Kasım 1944 de kara trenlerin hayvan vagonlarında insanlıktan uzak topyekûn sürgüne tabi tutularak Orta Asya ülkelerine gönderildi. Ahıska Türkleri o gün bu gündür sürgünde. Yüreğime bir ateş düşmüştü sanki sürgüne ben uğramıştım… Gün gelirde gidebilir miyim ki oralara… Ata topraklarına… Ve gün geldi, gittim oralara… Ata topraklarına… Ahıska; etrafı dağlar ve tepelerle çevrili, şehrin doğusundan kuzeye doğru uzanan ormanlık Suram Dağları, Azgur kasabası doğusunda, Kür ırmağı ve demiryolunun geçtiği Taşkapı Geçidi ile tarihî ve tabiî güzellikleri olan şirin tertemiz bir şehir. (Eskiden bu geçidin doğusu Gürcistan, batısı Türkiye sayılırmış). Ahıska bölgesinin en önemli akarsuyu ise Ardahan Suyu (Kür Nehri). Bu ırmak, Posof, Koblıyan, Paravan ve Uravel çayları gibi irili ufaklı dereleri de alarak Hazar Denizi’ne dökülüyor. Türkiye sınırına 15 km mesafede olan Ahıska’ya giderken asla başka bir ülkeye geçtiğinizi düşünmüyorsunuz. Tertemiz dağ havasıyla sanki Akdeniz iklimindesiniz. Havasını içinize çektiğinizde yıkanmış tertemiz bir fanilayı üzerinize giymiş gibi hissediyorsunuz. Ahıska’nın ilçelerine giderken karayolu boyunca bizimle beraber giden sarı borular dikkatimi çekti. Sorduğumda doğalgaz boruları dediler… Anladım temiz fanilanın sırrını.. Geçtiğimiz yol boyu Karadeniz’in yeşillerinden yeşillenmiş nefis çam ormanları… Bu güzellikleri seyrederken Posoflu Âşık Fakirî’nin şu dörtlüğü hep aklımda tekrarlandı; Ahıska gül idi gitti Bir ehli dil idi gitti Söyleyin Sultan Mahmud’a İstanbul kilidi gitti. Ahıska, Kafkasya’dan Anadolu ve Akdeniz’e giden yolun geçtiği çok önemli bir stratejik nokta olmanın yanında tarihî eserleri ve kaplıcalarıyla da ünlü bir şehir. Ahıska’da Kıpçak Atabekleri ailesine mensup Osmanlı paşaları tarafından yaptırılan ve bu- gün de ayakta duran Türk mimarlığının şaheseri sayılan Ahmediye Camii, bilhassa görülmesi gereken yerlerin başındadır. Ahıska’yı bir dağ yoluyla kuzeydeki tarihî Kutayıs şehrine bağlayan yolun geçtiği ormanlık boğazlarda yer alan Abastuban kasabası, Rus çarlarının da gelip kaldığı sayfiye yeridir. Buradaki kaplıcalarda çar tarafından yaptırılan saray bugün de ayaktadır. Ahıska’nın bir zamanlar şenlikli olan yaylaları ve mümbit toprakları var. İklimin de yumuşak olmasından dolayı her türlü tahıl, meyve ve sebze yetişmektedir. Ne var ki 1944 sürgünü buranın tarihî halkını çok uzaklara atmış, bölge canlılığını kaybetmiştir. Umulur ki vatana dönüş mücadelesi veren Türk halkı buraya gelsin ve eskiden olduğu gibi canlı ve güzel bir hayat yeniden başlasın. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 73 film TIPLA İLİŞKİLİ EN İYİ 10 FİLM Yrd. Doç. Dr. Mahir GÜLCAN 1. One Flew Over the Cuckoo’s Nest (Guguk kuşu) 1975 ABD yapımı dramatik bir film olan Guguk Kuşu’nun yönetmen koltuğunda Milos Forman oturuyor. 1962’de Ken Kesey tarafından yazılan aynı isimli romandan sinemaya uyarlanan film, 1993 yılında Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi tarafından “kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli” filmler arasına seçilerek ABD Ulusal Film Arşivi’nde muhafaza edilmesine karar verilmiştir. Film, tüm zamanların en iyi filmlerinden biri olarak gösteriliyor. Jack Nickolson’ın adeta oyunculukta destan yazdığı, muhteşem bir senaryoya sahip bir sinema klasiği Guguk Kuşu’nda, tutuklu olduğu cezaevinden kurtulmak için deli taklidi yapan Randle P. McMurphy adlı kişinin dramını başarıyla beyazperde’ye aktaran aktör, gerçekten üstün bir performans sergiliyor. Film, aykırı bir mahkûmun garip tavırlarının cezaevi otoritesinin gözüne batmaya başlayınca bir süre sonra teşhis için akıl hastanesine gönderilmesi ve ruh sağlığının bozuk olduğuna kanaat getirlmesi ile başlıyor. Artık yeni meskeni akıl khastanesi olan Randle, hastanede de kurumun kurallarına uymaması ve arkadaşları ile olan ilişkileri ile dikkatleri üzerine çeker. Kısa süre içinde soğuk tavırlı, suratsız, otoriter bir görevli olan hemşire Ratched, Randle’ı yakın takibe alır ve her hareketini izlemeye başlar. Rathced ve Randle gibi birbirlerine son derece zıt iki karakterin arasındaki gerilim Randle’ın yakın arkadaşları için planladığı çeşitli faaliyetlerle onların iyileşmesine yardımcı olmaya başlamasıyla daha da artacaktır. 1976 yılında 9 dalda Oscar’a aday gösterilen film, En iyi erkek oyuncu Jack Nicholson, en iyi kadın oyuncu Louise Fletcher, en iyi yönetmen Milos Forman, en iyi film ve en iyi uyarlama dallarında Oscar almış, en iyi müzik, en iyi yardımcı erkek oyuncu Brad Dourif, en iyi görüntü, en iyi kurgu dallarında ise Oscar’a aday olmuştur. 2. Something the lord made (Tanrıyı oynayanlar) Gerçek bir hikâyeden beyazperdeye aktarılan Tanrıyı Oynayanlar’da, Dr. Alfred Blalock (Alan Rickman) ve asistanı Vivien Thomas (Mos Def ) arasında geçen bir ilişki anlatılıyor. Vivien Thomas, üstün bir yeteneğe sahip olmasına rağmen, ırk ayrımından dolayı kaybolup gitmemek için büyük çaba harcayan zenci bir doktor adayıdır. Ancak üniversite için biriktirdiği parayı yatırdığı banka iflas edince işi iyice zorlaşır. Büyük Buhran sırasında başlayan, cerrah Alfred Blalock ile siyahi asistanı Vivien Thomas’ın 34 yıllık ortaklıklarının hikayesi. İlk başta hademe olarak işe alınan Thomas, el becerisi ve kardiyolojiye duyduğu ilgi sayesinde Cerrah Blaloc’un araştırmalarının önemli bir parçası haline geliyor. Ancak dönemin ırkçı yaklaşımı Thomas’ı oldukça zorluyor. Kapalı kapılar ardında sorunsuz yürüyen bu ortaklık ilişkisi, beyazların hüküm sürdüğü kapıların ardında tam bir mücadeleye dönüşüyor. Yönetmenliğini Joseph Sargent’in yaptığı 20014 yılı ABD yapımı filmin başrollerini Alan Rickman ve Mos Def paylaşıyor. 74 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 3. Akahige (Kızıl sakal) Efsane Japon yönetmen Akira Kurosawa’nın 1965 yapımı olan ve Toshirô Mifune, Yûzô Kayama ve Tsutomu Yamazak’nin boşrollerde yeraldığı Kızıl Sakal, 19. yüzyilda Tokyo’da genç doktor Noboru Yasumoto’nun yaz için lisansüstü tıp eğitimi yapmak üzere bir kırsal kliniğe gelmesi ve Akahige’nin rehberliği altinda eğitemine başlaması ile başlıyor ve Dr. Niide bir zalim gibi görünse de gerçekte şefkatli bir insan olduğu zamanla anlaşılıyor. Filmin hikâyesi, Yasumoto adlı genç bir doktorun halk kliniğine gönderilmesiyle başlıyor. Yasumoto bu kliniğe gönderiliş amacının farklı olduğunu kliniğe gittikten sonra anlayacaktır. Yasalar artık onu bu kliniğe bağlamıştır. Hastaları iyileştirme çabasına düşen Yasumoto, kliniğin başhekiminin disiplini, sert tutumu ve eğitmenliğinde zaman içinde hayata bakışı değişecek, olgun ve idealist bir doktor olacaktır. İnsanlara yardım etmek için işletilen bir hastahanede çalışan Dr. Niide sert ama şerefli bir doktordur. Okuldan yeni mezun olan Yasumoto çalışmak için yanına gönderildiği bu adamın hiç de göründüğü gibi bir olmadığını keşfedecektir. ‘Kızıl Sakal’ Kurosawa’nın hem son siyah beyaz filmi, hem de Toshirô Mifune ile çalıştığı son filmi. 4. Sicko (Hasta) ABD’deki sağlık sistemini eleştiren (İngilizcede sick (hasta) sözcüğünden türetilmiş argo bir sözcük olan “Sicko”, “tehlikeli akıl hastası”, “sapık” anlamında kullanılmaktadır), 2007 ABD yapımı belgesel bir film olan Hasta, Michael Moore’un yazıp yönettiği, aynı zamanda oynayıp yapımcılığını da üstlendiği bağımsız bir filmdir. Daha önce de Bowling for Columbine belgeseli ile şiddetin Amerikan kültüründeki etkilerine, Fahrenheit 9/11 belgeseli ile de İkiz Kuleler’e yapılan terörist saldırılara farklı bir bakış açısı getiren Oscar ödüllü yönetmen, eylem adamı Michael Moore bu belgesel filminde de dikkatleri ABD’deki sağlık sisteminin olumsuz yönlerine çekmektedir. ABD’deki sağlık sigorta şirketlerinin acımasızca sigortalıları istismar etmeleri, sadece kâr peşinde koşan ilaç şirketleri, şirketlerden para alan siyasetçilerin şirketlerin çıkarları doğrultusunda kararlar almaları gibi konulara değinen ve bunu yaparken sıklıkla belgeleri ve rakamları ortaya döken Moore ayrıca ABD’deki sağlık sistemini İngiltere, Kanada, Fransa ve Küba’da uygulanan kâr amacına dayanmayan sosyal sağlık sistemleri ile kıyaslar. Dünyada sağlığa en fazla bütçeyi ayırmış bir ülke olan ABD’de ortalama yaşam süresinin bile bu ülkelerden çok daha düşük olduğunu da belgeler. Sigortalı oldukları halde aldıkları (veya alamadıkları) sağlık hizmetlerinden dolayı yüksek ve ödenemez faturalarla yüz yüze gelen ABD vatandaşlarından bazılarını Küba’ya götürerek bedava sağlık hizmeti almalarını sağlar. Sağlık sistemlerini kıyaslarken yine her zamanki hınzırlıklarını yaparak seyirciyi güldürmeyi de ihmal etmez. Zaten filmin tanıtım sloganı da doktorların hastalarına ara sıra sarf ettikleri bir sözden alınmıştır; “Biraz canınız yanabilir!”. Film ilk gösteriminin yapıldığı Cannes Film Festivali’nde çok büyük ilgi gördü ve dakikalarca ayakta alkışlandı. Film “En iyi belgesel film” dalında Akademi Ödülü’ne aday gösterildi. Çeşitli yarışmalarda tam 7 ödül kazandı. 9 milyon dolara mal olan Sicko, belgesel bir film olmasına rağmen 6 ay içinde 35 milyon dolar hasılat yaptı. Film ilk gösteriminin yapıldığı Cannes Film Festivali’nde çok büyük ilgi gördü ve dakikalarca ayakta alkışlandı. Film “En iyi belgesel film” dalında Akademi Ödülü’ne aday gösterildi. Çeşitli yarışmalarda tam 7 ödül kazandı. 9 milyon dolara mal olan Sicko, belgesel bir film olmasına rağmen 6 ay içinde 35 milyon dolar hasılat yaptı. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 75 5. Doctor Zhivago (Doktor Jivago ) Doktor Jivago, Sovyet yazar Boris Pasternak’ın (1890-1960) Rus Devrimi sırasında geçen ünlü romanından aynı isimle 1965 yılında ünlü yönetmen David Lean tarafından filme alındı. 3,5 saat uzunluğundaki bu kapsamlı epik filmde Ömer Şerif, Julie Christie, Geraldine Chaplin, Rod Steiger, Alec Guinness ve Tom Courtenay başrolleri paylaşmışlardı. Robert Bolt’un senaryosunu yazdığı, yapımcılığını Carlo Ponti’nin üstlendiği filmin Oscar, Altın Küre ve Grammy ödüllü özgün müziklerini Maurice Jarre bestelemişti. Film 10 dalda birden aday gösterildiği Oscar ödüllerinden “en iyi uyarlama senaryo”, “en iyi görüntü yönetimi”, “en iyi sanat yönetimi”, “en iyi kostüm” ve “en iyi orijinal şarkı” dallarında olmak üzere beşini kazandı. Sovyet yazarı Boris Pasternak’ın kendi ülkesinde yayımlatamadığı için kaçak olarak yurt dışına çıkartıp ilk kez 1957 yılında İtalya’da bastırttığı romanı Doktor Jivago, David Lean’in epik sinema uyarlaması dışında üç kez daha filme çekilmiştir. “Doktor Jivago”, Rusya’da 1917 Bolşevik ihtilali ve hemen sonrasında patlak veren Rus İç Savaşı (1917-1922) sırasında, aynı zamanda bir şair de olan Doktor Yuri Jivago (Ömer Şerif )›nun devrimin liderlerinden birinin karısına aşık olması ile yaşadığı zorlukları anlatan çok kapsamlı, romantik ve destansı bir filmdir. Olaylar ihtilalin hemen öncesinde başlar ve filmin arka fonunda tüm ihtilal süreci gözler önüne serilir. Ön planda ise kendisi de üst tabakadan ve kendisine tapan bir kadınla evli olduğu halde, şiirlerine ilham veren başka bir talihsiz kadını, Lara (Julie Christie)’yı seven, böylelikle sadakat ve ihtiras arasında bocalayan, hayatının kontrolü kendi elinden alınmış ve savaşın parçaladığı yokluklarla dolu bir ülkede oradan oraya sürüklenen aynı zamanda şair bir tıp doktorunun, Doktor Jivago’nun dramını izleriz. 6. Gifted hands: the Ban Carson story (Yetenekli eller: Ben Carson Hikayesi) Thomas Carter’in yönettiği 2011 ABD yapımı Yetenekli Eller: Ben Carson Hikayesi ), Amerikalı fakir bir ailenin çocuğu olan Ben Carson’un, annesinin desteği, özverisi ve kendi çalışma azmiyle alanında isim yapmış önemli bir cerrah oluşunu konu alıyor. Genç Ben Carson, şanslı bir çocukluk geçirmemiştir. Yoksulluk ve önyargı arasında, eski bir evde geçirilen çocukluk, beraberinde kötü ders notları ve öfke getirmiştir. Tüm bunlara rağmen yine de, annesi ona inancını hiç kaybetmemiş, hayal gücünü ve inancını asla yitirmemesi için ona sürekli destek olmuştur. Artık O dünyanın en iyi beyin cerrahlarından biridir. Karşılaştığı son vaka, tıp alanındaki yeteneğini bir kez daha ortaya koymasını sağlayacaktır. Bir annenin oğlunu teşvik etmesiyle başlayan film, kendisinin bile hayallerini zorlayan bir sonla bitiyor. Doktor Benjamin Solomon Carson’ın gerçek hayat hikâyesinden beyazperdeye uyarlanan film, bir çocuğun hayatını kurtarmaya çalışan yetenekli bir cerrahın bu süreçte “başarı” ve “kayıp” kavramlarını yeniden sorgulamasını ve tüm zorluklara rağmen sevgi ve ilgi gösterildiğinde insanların neler başarabileceğini anlatıyor. Film, tüm zorluklara rağmen kendisine sevgi ve ilgi gösterildiğinde insanların neler başarabileceğinin güzel bir örneğini sunuyor bizlere. Azim ve özverinin insanı nasıl başarıya ulaştırabileceğini anlatan çok güzel bir yapıt. 76 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 7. Avekenings (Uyanış) Uyanış (Awakenings) 1990 yapımlı En iyi Film, En iyi Erkek Oyuncu ve En iyi Uyarlama Senaryo dallarında Akademi Ödülü adayı gösterilmiş, Oliver Sacks’ın daha çok kendi hayatından kesitler sunan aynı isimli kitabından yola çıkarak çekilmiş yönetmenliğini Penny Marshall’ın yaptığı, başrollerini iki Akademi Ödüllü oyuncu Robert De Niro ve Robin Williams’ın olduğu dram filmidir. Malcolm Sayer (Robin Williams), iş başvurusu için bir hastaneye gelir ve burada personel yetersizliğinden işe kabul edilir. Hastanede birçok hasta vardır. Ancak sıradan hastalar değil, bu insanlar yatağa bağlı olmasalarda bir nevi bitkisel hayat yaşayan koma gibi bir hastlalığa tutulmuş, surat ifadeleri hiç değişmeyen, çoğu gezip-konuşmayan hastalardır. Bu durumun çocukluklarında yayılan bir virüsden olduğu düşünülmektedir. İçine kapanık bir insan olan Malcolm Sayer, bazıları 30 yılı aşkın süredir bu hastalığa mahkûm olan ve hastanedekiler sayesinde yaşayan bu insanları hayata döndürmek ister. İlk başlarda onlarla ilgilenmeye başlar. Örneğin onlar televizyona dikkat etmekte ve top gibi şeyler kendilerine atıldıkta onu yakalayabilmektedir. Ancak bunu diğer doktorlar sadece refleks olarak düşünmüşlerdir. En sonunda Sayer, bir kimyasal ilaç ile hastaları hayatı döndürmenin yolunu bulur. L-Dopa adlı ilaç için şansını denemek ister ancak ilaç çok pahalı ve tehlikelidir. Bu yüzden sadece bir kişi için izin alır. Bu kişinin ailesinden izin alan Malcolm, aynı hastayı yani Leonard Lowe’yi (Robert De Niro) iyileştirmeye çalışır. Leonard bir gece ayağa kalkıp konuşmaya ve hasta gibi de olsa insan gibi davranmaya başlayınca Malcolm tüm hastaları hayata döndürmek için uğraşır. Ancak ilacın yan etkileri de mevcuttur. Film, daha çok Leonardın dramatik hayatını, yaşadıklarını, âşık olmasını, özgürlük için hastaneden çıkmayı istemesini ve Malcolm ile arasındakı dostluğu konu almaktadır. Film, Japonya Film Akademisinde en iyi yabancı film dalında aday olmuşdu, Altın Küre ödüllerinde En iyi Erkek Oyuncu Dalında aday gösterilmişdi. Müzikleri bakımından Grammye aday olan film, Robert De Niro ve Robin Williams’a NBR ödülü kazandırmışdır. Film, En İyi Film, En İyi Erkek Oyuncu (Robert De Niro) ve En iyi Uyarlama Senaryo dalında Akademi Ödülüne (Oscar) aday gösterilmişdir. New York’lu Film Eleştirmenleri Birliği de Robert De Niroyu En İyi Oyuncu ödülüne layik görmüşdüler. Bunun dışında film birkaç ödüle daha aday gösterilmişdir. 8. And the band played on (Ve orkestra çalmaya devam ediyor) Ve Orkestra Çalmaya Devam Ediyor (And The Band Played On), yönetmen Roger Spottiswoode’un 1993 ABD yapımı bir dram filmidir. Başrolde Matthew Modine’in oynadığı filmin yardımcı rollerin birinde Steve Martin’in gözüktüğü filmde kısa bir rolde Richard Gere de görülüyor. Film beyaz perdeye gelmemiş, sadece televizyonda gösterilmiştir. 1981 yılında bilinmeyen, erkek eşcinselleri etkileyen öldürücü bir virüs hakkında bilgiler gelmeye başlar. Bir birinden bağımsız çalışan Fransız ve Amerikan araştırma ekipleri bu virüsü tanımlayarak HIV adını koyar. Zamanla virüsün neden olduğu AIDS hastalığının cinsel tercih ayırt etmeksizin herkese bulaşabildiği ve mutlak şekilde ölümle sonuçlandığı anlaşılır. Randy Shilts’in aynı isimli çok satan kitabından uyarlanan And the Band Played On (Ve Orkestra Çalmaya Devam Eder) hastalığın ortaya çıkışını ve ilk kurbanlarının deneyimlerini etkileyici bir dille anlatmayı başarıyor. Belgesel tadındaki bu yapımda iki şey bulacaksınız. Birincisi sevseniz de sevmeseniz de “ayrımcılık” denilen silahın bir gün dönerek dolaşıp sizi de vurabileceğini görmüş olacaksınız. İkincisi “bilim ve insan hayatının” ne kadar iç içe olduğunu, ilim ile ortaya konmuş olacak değerlerin insanoğlunun hayatındaki etkilerini, bu etkinin yaratımında bir parça olmanın ne kadar güzel olabileceğini hissetmiş olacaksınız. Gerçek yaşama dair bu filmde, ilim aşkı taşıyanlar ve adı ayrımcılık olan olgunun insanlık ile bağdaşmazlığına inanlar için önemli bir yapıttır. SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 77 9. Re-animator (Diriltici) Re-Animator, H. P. Lovecraft tarafından kaleme alınmış aynı adlı hikâyeden yola çıkan ve senaryosu Dennis Paoli tarafından yazılıp 1985 yılında Stuart Gordon tarafından yönetilmiş bir korku - güldürü - bilim kurgu filmidir. Bir tıp okulunda başarılı bir öğrenci olan Dan Cain (Bruce Abbott) dekan Dean Halsey’in kızı Megan’la (Barbara Crampton) aşk yaşamaktadır. Her şey güzel giderken, Herbert West (Jeffrey Combs) adında bir öğrencinin gelişi her şeyi değiştirecektir. Dan’in okul panosuna astığı ev arkadaşı ilanıyla ilgilenen Herbert, Dan’in evine taşınır. Herbert, ölüleri tekrar hayata döndürmek üzerine tehlikeli deneyler yapmaktadır. Öncelikle evin kedisiyle başlayan bu deneyler Dan’i de ikna etmesiyle okulun morgunda devam edecektir. Fakat işler sandıkları gibi gitmeyecektir. Üniversitenin hocalarından Dr. Carl Hill’in (David Gale) deneyleri öğrenmesiyle araştırma tamamen kontrolden çıkacaktır. Re-Animator, korku edebiyatının ilahlarından H.P.Lovercraft’ın 1922 yılında yazdığı “Herbert West - Reanimator” hikâyesinin Dennis Paoli tarafından senaryolaştırılarak sinemaya uyarlanmış hali. Diğer H.P.Lovercraft uyarlamalarında olduğu gibi Reanimator’da bilim-kurgu yönü ağır basan bir yapım. Çekildiği dönemde büyük sansasyon yaratan film, bir çok ödüle aday gösterilmiş ve 1985 Sitges - Katalan Uluslararası Film Festivali’nde Katalan Senarist ve Eleştirmen Derneği Ödülü, 1986 Avoria Film Festivalinden - Özel Mansiyon Ödülü, 1986 Fantafestival - En İyi Film ve En İyi Özel Efekt Ödüllerini kazanarak ne denli dikkat çekici bir film olduğunu göstermiştir. Yönetmen Stuard Gordon’un ilk sinema filmi olan Re-Animator, bir edebiyat uyarlaması olmasıyla ilk sinema filmini çeken bir yönetmen için oldukça zorlu bir seçim gibi görünse de özellikle bazı can alıcı sahnelerdeki başarılı çekim teknikleriyle yönetmenin başarılı bir biçimde altından kalktığı bir yapımdır. 1985 yapımı bilim-kurgu ögeleri taşıyan bir film için son derece başarılı bir makyaj kalitesi olduğunu söylemek gerekir. Dönemin koşullarını göz önüne alındığında, dikkat çeken bir bilim-kurgu olması, oyunculuk ve makyaj kalitesi ve başarılı çekim teknikleri ile Re-Animator başarılı bir yapım. 10. Lorenzo’s oil (Lorenzo’nun yağı) Yaşanmış bir öyküden alınan Lorenzo’nun Yağı, yönetmen George Miller tarafında 1992 yılında beyaz perdeye uyarlanan, Augusto Odone ve Michaela Odone adlı anne babanın, amansız bir hastalığa yakalanan oğulları Lorenzo Odone’yi ölümden kurtarma çabalarını anlatır. Nolte, filmde gerçekten ustalıklı bir performans sergilerken, Susan Sarandon da bu filmle Oskar’a aday olmuştur. Gerçek bir hikayeden esinlenen Lorenzo’nun Yağı, 7 yaşına kadar herhangi bir rahatsızlık belirtisi göstermeyen normal bir çocuk olan Lorenzo Odone’nin bir gün aniden tuhaf bir hastalığın pençesine düşmesiyle gelişen olaylar ve ailenin mücadele azmi konu eediliyor. Küçük çocuk, bir süre sonra ani bayılmalar ve hafıza kayıplarıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu hastalık ADL (adrenolökodistrofi) adı verilen tedavisi olmayan bir hastalıktır. Lorenzo için doktorlar da en fazla birkaç yıl ömür biçerler. Herhangi bir tıp bilgisi olmayan Augosto ve Michaela çifti çocuklarını kurtarmak için tüm zamanlarını tedavi konusunda bir umut bulmak için harcarlar. Yaptıkları araştırmalar sonucu hastalığın kandaki zararlı yağ asitlerinden olduğunu öğrenen çift, bir tedavi geliştirebilmek için her yolu denemeye başlar. Lorenzo’s Oil, oğullarını kurtarmak için her türlü yolu deneyen ve buldukları tedavi tıp literatürüne giren Lorenzo Odone ve ailesinin gerçek yaşam hikâyesini anlatıyor. En fazla 2 yıl yaşayabileceği söylenen Lorenzo’nun hastalığı, bu tedavi sayesinde daha fazla ilerlemedi ve Odone, 2008 Mayıs ayında 30 yaşında hayatını kaybetti. Film, dramatik konusunu oyuncuların üst düzey performansları sayesinde heyecanlı bir sinema filmine dönüştürmeyi başarırken, verdiği mesajla da sosyal bir sorumluluk görevini layığıyla yerine getiriyor. Nick Nolte ve Susan Sarandon’un güçlü oyunculuklarına, Peter Ustinov gibi usta bir isim eşlik ediyor. 78 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 kitap KUSURSUZ KİTAPLAR Op. Dr. Gökçen Erdoğan Okumanın insan ruhunu hem dinginleştirdiğini hem de hayal gücünü geliştirmesi hasebiyle tatlı bir yorgunluğa sürüklediğini düşünmüşümdür hep. Anlatılan mekânları, insanları, olayları canlandırayım derken içine girdiğimiz suni dünya, kısa bir süreliğine dahi olsa gerçek dünyamızdan daha çekici gelmez mi? Hatta kitap bittikten sonra etkisinden çıkmakta güçlük çekenler için uzunca bir süreliğine. Kitapçılarda rafların arasında kaybolmaya bayılırım. En çok satanlara karşı biraz mesafeliyimdir, bazılarını edinirim elbette ama okumak için acele etmem. Moda oldu diye okumak bir parça eğreti geliyor belki. Kitap eleştirilerini ciddiye alırım elbet. Ancak beğenilmedi diye haksızlık etmem bir kitaba da. Satın alır ve beğenmeyeceksem bile kendim beğenmemeyi seçerim. Gönlünü kitaplara verenlere dokunmasam bile kitaplarını satın alarak selam yollayabildiğimi düşünürüm belki biraz safça. Sevdiğim bir tür var mıdır? Diğerlerine nazaran daha fazla sevdiğim bir tür vardır elbet. Ama içinde gerçeklik bulduğum, bir tarafından tutabildiğim her şeyi severim. Okumayı denerim. Size birkaç öneride bulunmak istiyorum. Bu önerileri sıralarken hemen her kitapçının göbeğinde günün trendlerine bağlı olarak karşınıza zaten çıkacak kitaplar olmamasına dikkat edeceğim. Nedense kendimi buna bir parça da mecbur hissediyorum. Her türden kitaplar önereceğim, bugünden ve geçmişten. Bazı kitaplar kusursuzdur ve belki tam da istediğiniz gibidirler. Ama başladığınızda gitmediğini görürsünüz. Doğru zaman değildir çoğu zaman. Rafa kaldırmalı ve zamanı geldiğinde bir solukta okumalısınız. Halet-i ruhiyemizin önemi bana en çok kitap okurken görünür desem inanır mısınız? 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 SAĞLIK ve İNSAN / ARALIK 2015 Entelektüel birikim zorunluluğu, akademik derinlik şartı, çerez vakit öldürücü… Herhangi bir ayrım yapmaksızın size köşedeki kitaplarımdan önereceğim. Belki denemek istersiniz, ha ne dersiniz? Bu listede hayatımı sürdürdüğüm Ankara’dan çok İstanbul’a dair ya da İstanbul’a değen kitaplar bulmanız tesadüf mü? Belki öyle, belki değil. Belki dünyanın tartışmasız en güzel şehirlerinden birine benden bir övgü, belki beni her defasında bağırlarına basan İstanbullulara bir ince, bir sıcak selam. Sıralama beğeni sırama göre yapılmadı, tamamen rastgele. Zaten öyle olsa Yaşar Kemal, Salah Birsel ve Sebahattin Ali’nin aralarda, sonlarda ne işi var, öyle değil mi? Sonsuz saygı ve dualarımla. Keyifli okumalar… 1) İrfan Orga - Bir Türk Ailesinin Öyküsü 2) Ariane Bois - Hannah’ın Dünyası 3) Sabahattin Ali – Canım Aliye Ruhum Filiz 4) Zülfü Livaneli – Son Ada 5) Mario Levi - İçimdeki İstanbul Fotoğraflar 6) Amin Maalouf – Semerkand 7) Fethiye Çetin - Anneannem 8) Amin Maalouf- Doğunun Limanları 9) Leon Sciaky - Elveda Selanik 10) Giovanni Scognamillo- Bir Levantenin Beyoğlu Anıları 11) Marc Levy- Bay Daldry’nin Tuhaf İstanbul Yolculuğu 12) Jamal Mahjoub - Raşid’in Dürbünü 13) Zülfü Livaneli – Serenad 14) Harper Lee - Bülbülü Öldürmek 15) Ahmet Ümit – İstanbul Hatırası 16) Elif Şafak - Bit Palas 17) Yaşar Kemal – Bir Ada Hikayesi Seti (4 kitap) 18) Nazan Bekiroğlu – LA Bir Sonsuzluk Hecesi 19) Salah Birsel – Kahveler Kitabı 20) Murat Yalçın – Hafif Metro Günleri