seminer kitabı 5. bölüm - İktisadi Araştırmalar Vakfı
Transkript
seminer kitabı 5. bölüm - İktisadi Araştırmalar Vakfı
II. ÇALIŞMA OTURUMU Başkan : Prof. Dr. Erdoğan ALKİN İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret Bölüm Başkanı 3. Tebliğ : Geçmişten Günümüze Türkiye Ekonomisinin Yapısal Dönüşüm Dinamikleri Konuşmacı: Prof. Dr. A. Erinç YELDAN Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı 4. Tebliğ Özel Sektörün Rekabet Yetkinliği ve Gelecek Perspektifi : Konuşmacı: Prof. Dr. Metin TOPRAK İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Rekabet Kurumu 2.Başkanı 165 166 Prof. Dr. Erdoğan ALKİN İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret Bölümü Başkanı Evvela Ahmet kardeşimi, öğrencimi kutluyorum. Rahmetli Prof. Dr. Orhan Dikmen hocamız vefat ettikten sonra Prof. Dr. Ahmet İncekara bu görevi üzerine alıp o karmaşık yapıyı beş senedir başarıyla sürdürmesi ve bu işlerle uğraşmasını kutluyorum. Öncelikle kısa bir şey anlatmak istiyorum. Mücap Ofluoğlu’nun güzel bir hikayesi vardır. İzmir’de bir fuarda, sene 1949 makbet oynanıyor. Dankın’ın uzun bir tiradı vardır, oyunun sonunda. O mevsimde yağmur çiselemeye başlamış. Mücap Ofluoğlu; abi konuşmayı kes yağmur başladı. Tabi gülmekten ne fiyes kalmış ne bir şey. Bir iki şey daha söylemek istiyorum. Algılama yanlışı. Cevdet Beyin söylediği çok doğru. Türkiye’de bir algılama yanlışı var. Bazen insanlar aşırı karamsar bazen aşırı iyimser olabiliyor. Ama beş defa zatürre olmuşsanız her hapşırmanız da acaba dersiniz. Yani ben hatırlıyorum, 58 krizi, 69 krizi, 73 krizi, meşhur transferlerin durduğu 17 Şubat 1977 krizi, arkasından 94 krizi şimdi böyle bir hayatı yaşayan milletin işkilli olmaması mümkün değil. Yabancılar, Türkiye ekonomisine geri dönmediklerinden ve genellikle 2008 krizine hep bir şoklardan değil mesela 73 petrol şokudur. Hep kendi marazımızdan Türkiye ekonomisini krize soktuğumuzu da yani sabıkalı olduğumuzu da çok iyi biliyorlar. Onun için onları da fazla kınamamak lazım. Bir iki sözde Çin, Çin lider olur mu? Benim şöyle bir endişem var. Boğaziçi Üniversitesine bir hoca gelmişti. Dedi ki; şuanda Sovyetler Birliği savunma halinde dedi. Üç taraftan kuşatıldı. Çin eğer belli bir süre aynen Hitler’i iktidara getiren Alman kompleksi gibi bu kadar önemli iktisadi atılımlar yaptığı halde dünya liderliğine geçemediğini görüp, askeri terörle Dünyaya liderlik hissine kapılırsa, Dünya için çok büyük bir tehlikedir. Benim kanaatim budur. Ben demokrasiye çok inanıyorum. Çin’in başındaki dertlerden en büyüğü beklide ekonomik olmaktan çok demokrasiye geçmeye mecbur hisse167 derse kendini, bu ağır yapıyı nasıl dönüştürecek? Popüler kültür. Yani bugün Amerika eğer Dünyada lider bir durumdaysa popüler kültürün etkisini ihmal mi edeceğiz? Bugün Çin dışında Dünyada Çin romanı okuyan kaç kişi var? Acaba İngilizceyi, Fransızcayı, Almancayı kaç tane Çin romanı tercüme ediliyor. Özellikle popüler kültür dediğimiz, bir Çin şarkısı hatırlayan, söyleyen var mı? Benim gençliğimde bir Sayonora diye bir Japon şarkısı vardı. Yani popüler kültürde de eğer bir şey yapamazsanız sadece öyle tarihsel Konfüçyüs’lerle vs. yapılan bu işleri idare etmek mümkün değil gibi görünüyor. Ben eğitimin son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Bana göre gelişmekte olan herhangi bir ülke hala eğitimini belli ideolojik temellere dayandırmak istiyorsa, kesinlikle tuzaktan kurtulamaz. Bir ülkede eğitimin teknolojik atılım yapması için, bilimsel atılım yapması için, felsefede atılım yapması için, sanatta atılım yapması için evvela eğitimi ideolojiden kurtarması gerekir. O yasak bu günah dedikçe, insan serbest düşünmedikçe bu işin gelişmesi mümkün değil. Mesela Sayın Evren demişti ki, üniversiteye YÖK geldi hürriyet gitti. Gitsin labaratuar’a çalışsın. Karışan mı var. Adamın sakalına, giyim kuşamına, yediğine içtiğine karışıyorsun. Adamda huzur mu var gitsin labaratuar da çalışsın. Sözü Sayın Yeldan’a bırakıyorum. 168 GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE EKONOMİSİNİN YAPISAL DÖNÜŞÜM DİNAMİKLERİ Prof. Dr. A. Erinç YELDAN Yaşar Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı 28 Kasım 2012, İSTANBUL 169 170 Değerli katılımcılar, sunumum hem yeni hem farklı olacak. Çok hızlı olarak bir iki noktaya değinmek istiyorum. Türkiye, yapılan sıralamalarda ekonomik rekabetçilikte ve eğitim rekabetçiliğinde çok parlak noktalarda değil. Eğitim rekabetinde göreli konumumuz Dünyada, ekonomideki konumumuzdan daha geri. Bunu önemli bir tespit olarak görüyorum. İlköğretimde, Lisede, Yüksek Öğretimde eğitim reformu yapıyoruz. Dolayısıyla Türkiye hem ekonomideki rekabet hem insan kaynakları bakımından iş yapma kolaylığı bakımından başta olacak ya da bölgesel olarak söz sahibi olacak. Bölgesel deyince sadece Arap ülkeleriyle karşılaştırmıyorum, merkezi Doğu Avrupa ve Avrupa Birliği ile de karşılaştırıyorum. Burada ciddi bir handikabımız var, keza ölçüleri ortada. Rekabetçiliğin dayandığı faktörler var. Bu faktörlerin önündeki engellerden sonra Türk firmaları ne durumda oraya bağlayacağım. Kalkınma Bankası araştırmasını, Merkez Bankasının sektör bilançoları ve TÜİK’in yoğunlaşma çalışmaları var onları aldım ve bunları size sunacağım. 171 172 173 174 175 176 İktisadi Araştırmalar Vakfı: 50 Yılda Türkiye Ekonomisinin Dönüşümü: Özel Teşebbüs Dinamiği ÖZEL SEKTÖRÜN REKABET YETKİNLİĞİ VE GELECEK PERSPEKTİFİ Prof. Dr. Metin TOPRAK İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi ve Rekabet Kurumu 2.Başkanı metin.toprak@istanbul.edu.tr İstanbul Ticaret Üniversitesi, 28 Kasım 2012, İstanbul 177 Giriş 1. Özgürlüklerin Düzeyi ve Türkiye’nin Performansı 2. Rekabet Düzeyinin Belirleyicileri ve Ülkelerin Yenilik Performansı 3. Mülkiyet Hakları ve Patent 4. Türkiye Ekonomisinin Sektörel Bazda Rekabetçilik ve Performans Düzeyi 5. Avrupa Birliği 2020 Vizyonu ve İnovasyon Performansı 6. Dünyada AR-GE Harcamaları ve Türkiye’nin AR-GE Performansı 7. Ticarette, Tasarruflarda ve Yatırımlarda Küreselleşme Düzeyi Sonuç ve Değerlendirme Veri Kaynakları 178 Sayın Başkanım, Sevgili Hocalarım, Değerli Genç Meslektaşlarım, Değerli Konuklar, Giriş Türkiye ekonomisinin gücü, özel sektörün gücü rekabetçi niteliğinde yatar. Özel sektör, rekabette ne kadar yetkin olursa, gücü de o derece pekişmiş olur. Literatürde politik ve sivil özgürlüklerin ekonomiyi geliştirmede hazırlayıcı koşullar olduğu yönünde pek çok çalışma yapılmıştır. Politik ve sivil özgürlüklerin tamamlayıcısı olan diğer bir özgürlük alanı ise ekonomik özgürlüklerdir. Bir ülke politik, sivil ve ekonomik özgürlüklerde ne ölçüde yüksek skorlara sahipse, ekonomik performansı, hem birey başına refahta hem de ulusal düzeyde o denli yüksek olmaktadır. Rekabet düzeyini betimleyen faktörler, kurumlar, altyapı, makroekonomik ortam, sağlık ve temel eğitim, yükseköğretim ve mesleki eğitim, mal piyasası etkinliği, işgücü piyasası etkinliği, finansal piyasaların gelişmişlik düzeyi, teknolojik imkânlar, piyasa büyüklüğü, iş dünyasının gelişmişlik düzeyi ve yenilik olarak kategorize edilmektedir. Bu çalışmanın ilk kısmı uluslararası eğilimler ışığında Türkiye’de politik, sivil ve ekonomik özgürlükler, şeffaflık, insani gelişme, iş yapma kolaylığı, eğitim rekabeti, mülkiyet hakları ile temel eğitimdeki bilimsel yetkinlik düzeyini incelemektedir. Türkiye’nin içinde yer aldığı ülke grubu, faktör verimliliği ile yenilik ekonomisi grubundaki ülkeler arasındaki geçiş grubudur. Mülkiyet hakları, patent başvuruları ve alınan patentler, imalat sanayileri bakımından performans düzeyi bu çalışmada sırasıyla ele alınan konulardır. AB 2020 vizyonu, Türkiye ekonomisi bakımından ufuk açısı ve referans olması bakımından işlenen diğer bir konudur. Tasarruf ve yatırımların ulus179 lararası serüveni son kısımda analiz edilmekte ve Türkiye’nin sahip olduğu görünüm değerlendirilmektedir. 1. Özgürlüklerin Düzeyi ve Türkiye’nin Performansı a. Politik ve Sivil Özgürlükler Türkiye ekonomisinin genel olarak rekabet düzeyine bakmadan önce politik ve sivil özgürlüklerde nerede konuşlandığını resmetmek gerekiyor. Ekonomik gelişmişliğin politik ve sivil özgürlüklerle birlikte gittiği, hatta politik ve sivil özgürlükleri beslediği yönünde kayda değer bir literatür mevcuttur. Freedom House, Fraser Institute, Heritage Foundation, Transparency International, BM Kalkınma Programı, Dünya Ekonomi Forumu, Maastricht Üniversitesi IMD Okulu, Dünya Bankası, Dünya Mülkiyet Hakları Örgütü ve nihayet OECD gibi örgütlerin ölçümleri esas alındığında; Türkiye’nin gelişmiş ülkeler liginin hep son sıralarında yer aldığı dikkat çekiyor. Politik ve sivil özgürlüklerde gelişmiş ülkeler “tam özgür” sınıfında yer alırken, Türkiye “kısmen özgür” kategorisindedir. Türkiye milli gelir büyüklüğü itibariyle sahip olduğu sıralamayla mukayese edilemeyecek kadar düşük bir performans göstermektedir. Türkiye son yıllarda politik ve sivil özgürlükler konusunda “toplumun geneli” bakımından önemli bir adım atmasına rağmen, son birkaç yılda darbe ve etnik vurgulu terör olaylarından ötürü adliye ve asayiş uygulamaları, Türkiye’nin temel hak ve özgürlükler konusunda karnesinde iyileşme olmasına imkân vermemektedir. Uluslararası Şeffaflık kuruluşunun 2012 yılı raporuna göre Türkiye yolsuzluk algısı içinde 182 ülke arasında 61’inci sıradadır. Yoksulluğun hiç olmadığı durum 10 tam puan üzerinden ifade edilirse, Türkiye’nin skoru 4,2’dir, yani 50 puanın da altındadır. b. Ekonomik Özgürlükler, Mülkiyet Hakları, Büyüme ve Eğitimde Rekabet Ekonomik özgürlükler bakımından Türkiye’nin konumu politik ve sivil özgürlüklere oranla daha parlak değildir. Heritage’ın 2012 yılı raporuna göre 184 ülke içinde Türkiye’nin sırası 74’tür. 100 tam puan üzerinden aldığı puan 62,5’tir. İnsani gelişme bakımından Türkiye üst-orta gruptaki ülkeler arasındadır. Ne var ki, yine de insani gelişmişliği oldukça düşük bir ekonomidir. 180 İnsani gelişmişlik bakımından Türkiye 187 ülke içinde 92’nci sıradadır. 1000 tam puan üzerinden Türkiye’nin puanı 699’dur. İş yapma kolaylığı bakımından Türkiye 183 ülke içinde 71’inci sıradadır. Türkiye ekonomisinin büyüklük olarak ilk 20 ekonomi arasında yer aldığı ve Batı blokuyla uzun tarihi ekonomik ilişkileri dikkate alındığında, iş yapmadaki yapısal sorunları halen aşamaması üzerinde düşünülmesi gereken bir handikaptır. Türkiye, mülkiyet haklarının korunması bakımından da görece ciddi zaafiyet içindeki bir ekonomidir. Yasal ve politik çevre, fiziki mülkiyet hakları ile entelektüel mülkiyet haklarını birlikte ifade eden mülkiyet hakları endeksinin değeri 10 tam puan üzerinden Türkiye için 5,3’tür. Türkiye mülkiyet haklarının korunması bakımından 130 ülke arasında 65’inci sıradadır. İnsan kaynağı bakımından ciddi nitelik açığının bulunduğu diğer bir alan temel eğitimdeki kalite düşüklüğüdür. Türkiye PISA skorlarında OECD ülkeleri içinde en alt sırada yer almaktadır. Bütün bu göstergeler birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’nin orta teknoloji tuzağı, orta nitelikli insan kaynağı tuzağı veya daha yaygın kullanımıyla orta gelir tuzağına yakalanmış bir ülke görünümünde olduğu söylenebilir. 181 182 Küresel rekabet Eğitim rekabeti Dünya Rekabet Yıllığı (2012) Institute for Management Development (100: en çok rekabetçi, 0=Rekabetçi değil Dünya Rekabet Yıllığı (2012) Institute for Management Development (100: en çok rekabetçi, 0=Rekabetçi değil 1 100 100 OECD (2010) (Programme for International Sözel-Matematik-FKB 600 Student Assessment) PISA (15 yıl 3 ay-16 Kore-S:539, M:546, FKB:538 OECD ortalaması: yaş 2 ay arası) (OECD 400-600 arasında Finlndy-S:536, M:541, FKB:554 S:493, M:496, FKB:501 değişiyor) Uluslararası Mülkiyet Hakları Endeksi (IPRI, Mülkiyet hakkı (Yasal ve politik 2012) çevre; fiziki mülkiyet hakları, (1: en az korunuyor, 10: en çok korunuyor) entelektüel mülkiyet hakları) Dünya Bankası (Haziran 2011)* İş yapma kolaylığı (1: iş yapma en kolay, 183: iş yapma en zor) Küresel rekabet Dünya Ekonomi Forumu (2012/2013) (7: en çok rekabetçi, 1: en az rekabetçi) 7 1 İnsani gelişme 100 BM Kalkınma Programı (2011) (1: en çok gelişmiş, 0: hiç gelişmemiş) Ekonomik özgürlük Heritage Foundation (2012) (100: en çok özgür, 0: en az özgür) 10 Tam özgür 10 Ekonomik özgürlük Fraser Institute (2010) (10: en çok özgür, 1: en az özgür) S.464, M:445, FKB:454 5,3 (Finlandiya 1’nci: 8,6) 71 45,96 (2010: İzlanda 1’inci: 72,19) 38 (62,24) 4,45 0,699 4,2 62,5 6,92 Kısmen özgür En yüksek değer veya Türkiye’nin referans değer derecesi/sırası Transparency International (2012) Yolsuzluk algısı (10: yolsuzluk hiç yok, 1: yolsuzluk en fazla) Politik haklar ve sivil özgürlükler Freedom House (2012) Araştırma alanı Tablo 1.1. Ekonomik, Politik ve Sivil Özgürlükler 34 OECD üyesi içinde 32’nci (Meksika+Şili) 130 ülke içinde 65’inci 183 ülke içinde 71’inci 59 ülke içinde 51’inci 59 ülke içinde 48’inci 144 ülke içinde 43’üncü 187 ülke içinde 92’nci 182 ülke içinde 61’inci 184 ülke içinde 74’üncü 144 ülke içinde 75’inci 205 ülke içinde Göreli pozisyon c. İş yapmanın Önündeki En Önemli Zorluklar Dünya Ekonomi Forumu (2012), ABD için iş yapmanın önünde en fazla engel oluşturan faktörleri şöyle tespit etmektedir: Vergi oranları (%14,8), yetersiz devlet bürokrasisi (%13,2), finans kaynağına erişim (%12,9), vergi düzenlemeleri (%10,9), enflasyon (%9,8), ulusal işgücünde zayıf iş etiği (%6,7), yetersiz eğitimli işgücü (%5,3), siyasi istikrarsızlık (%5,7), kısıtlayıcı işgücü düzenlemeleri (%5,4), yetersiz altyapı sunumu (%3,2), hükümet istikrarsızlığı/yozlaşma (%2,7), yozlaşma (%2,5), suç ve hırsızlık (%2,1), zayıf halk sağlığı (%2,0) ve yabancı para düzenlemeleri (%1,9). Türkiye’de iş yapmanın önündeki en önemli engeller, cevaplayanlara göre şöyle sıralanmaktadır: Vergi oranları (%15,4), devlet bürokrasisindeki yetersizlikler (%14,0), vergi düzenlemeleri (%10,3), yetersiz eğitimli işgücü (%9,6), döviz rejimi (%8,7), Finansal kaynaklara erişim (%7,9), kısıtlayıcı işgücü düzenlemeleri (%7,8), yetersiz altyapı sunumu (%7,7), siyasi istikrarsızlık (%7,3), işgücü piyasasında zayıf iş etiği (%4,6), yozlaşma (%2,5), zayıf halk sağlığı (%1,5), hükümet istikrarsızlığı/yozlaşma (%1,3), enflasyon (%1,2) ve suç ve hırsızlık (%0,3). Türkiye’de yetersiz iç tasarruflar, vergi bürokrasisi, yetersiz sayıdaki nitelikli işgücü ile maliyetli işgücü düzenlemeleri bu alanda temel darboğazlar olarak dikkat çekmektedir. 2. Rekabet Düzeyinin Belirleyicileri ve Ülkelerin Yenilik Performansı a. Rekabet Düzeyinin Belirleyicileri Dünya Ekonomi Forumu (WEF) rekabetçiliği belirleyen faktörleri oniki kategoride toplamaktadır. Buna göre kurumlar, altyapı, makroekonomik ortam, sağlık ve temel eğitim, yükseköğretim ve mesleki eğitim, mal piyasası etkinliği, işgücü piyasası etkinliği, finansal piyasaların gelişmişlik düzeyi, teknolojik imkânlar, piyasa büyüklüğü, iş dünyasının gelişmişlik düzeyi ve yenilik. Bu oniki faktör ve bileşenlerine bakıldığında, Türkiye’nin konumunun büyük ölçüde makul olduğu ve geliştirilmeye açık alanların da netleştiği değerlendirmesi yapılabilir. Bu faktörler rekabetçiliğin seviyesi ve sürdürülmesi konusunda da belirleyicidir. Buna göre, sürdürülebilir rekabetçilik endeks çerçevesi başlıca beş 183 kategoride konsolide edilen faktörlere dayanmaktadır: insan sermayesi, piyasa koşulları, teknoloji ve yenilik, politik ortam ve belirleyici koşullar ile fiziksel ortam. “Kurumlar” kategorisinin altındaki faktörler: Mülkiyet hakları, entelektüel mülkiyetin korunması, kamu fonlarının çeşitliliği, siyasilere güven, düzenlenmemiş ödemeler ve rüşvet, yargı bağımsızlığı, devlet memurlarının kararlarında kayırmacılık, devlet harcamalarında israf, kamu regülasyon yükü, anlaşmazlıkların çözümünde yasal çerçevenin etkinliği, birbiriyle girift olan regülasyonlarda yasal çerçevenin etkinliği, devletin politika tespitlerinde şeffaflık, iş dünyasının daha iyi performans göstermesinde devlet hizmetleri, terörün iş dünyasına maliyeti, suç ve şiddetin iş dünyasına maliyeti, örgütlü suçlar, polise hizmetlerine güven, şirketlerin etik davranış düzeyi, kamu gözetimi ve raporlama standartlarının gücü, şirket kurullarının etkililiği, azlık şirket hissedarlarının korunması, yatırımcı korunmasının düzeyi. “Altyapı” kategorisinin altındaki faktörler: Bir bütün olarak altyapının kalitesi, karayollarının kalitesi, demiryolu altyapısının kalitesi, liman altyapısının kalitesi, ulaştırma altyapısının kalitesi, nüfus başına düşen havayolu yolcu kapasitesi, elektrik arzının kalitesi, mobil telefon aboneliğinde yaygınlık, sabit telefon hat mevcudu. “Makroekonomik ortam” kategorisinin altındaki faktörler: Milli gelirin oranı olarak devlet bütçesi, tasarruf oranı, enflasyon oranı, milli gelirin oranı olarak kamu borç oranı, ülkenin kredi reytingi. “Sağlık ve ilköğretim” kategorisinin altındaki faktörler: Vebanın iş dünyasına etkisi, veba yaygınlığı, verem yaygınlığı, AIDS yaygınlığı, yetişkin nüfusta AIDS yaygınlığı, erken çocuk ölüm oranı, yaşam beklentisi, ilköğretimin kalitesi, ilköğretime kayıt oranı. “Yükseköğretim ve mesleki eğitim” kategorisinin altındaki faktörler: lise eğitimine kayıt oranı, üniversiteye kayıt oranı, eğitim sisteminin kalitesi, matematik ve fen eğitiminin kalitesi, işletme okullarının kalitesi, okullarda internet erişimi, AR-GE eğitim hizmetlerine erişim, personel eğitim kapsamı. “Mal piyasasının etkinliği” kategorisinin altındaki faktörler: Yerel rekabetin yoğunluğu, piyasaya hâkimiyetin kapsamı, anti-tekel politikasının etkinliği, vergilemenin kapsamı ve etkisi, karlarda toplam vergi oranı, bir işyeri açmadaki prosedür sayısı, bir işyeri açmada harcanan gün sayısı, tarım poli184 tikasının maliyeti, dış ticaret engellerinin yaygınlığı, dış ticaret tarifelerinin oranı, yurtdışı yerleşiklerin mülkiyet yaygınlığı, doğrudan yabancı yatırımlara yönelik düzenlemelerin iş dünyasına etkisi, gümrük prosedürlerinin yükü, ithalatın milli gelire oranı, müşteri oryantasyon derecesi, satınalıcının gelişmişlik düzeyi (sofistikasyon). “İşgücü piyasasının etkinliği” kategorisinin altındaki faktörler: İşçi-işveren ilişkilerinde işbirliği, ücret belirlemede esneklik, işe alma ve işten çıkarma uygulamaları, gereksiz maliyetler ve haftalık ücretler, ödeme ve verimlilik, profesyonel yönetime dayanma, beyin göçü, erkeklerin oranı olarak kadınların işgücüne katılımı. “Finansal piyasanın gelişmişlik düzeyi” kategorisinin altındaki faktörler: Finansal hizmetlere erişim, finansal hizmetlerin maliyetini karşılayabilme düzeyi, yerel hisse senedi piyasası yoluyla finansman sağlama, ödünçlere erişim kolaylığı, girişim sermayesinin varlığı, bankaların sağlamlığı, menkul kıymetlere yönelik düzenlemeler, yasal haklar endeksi. “Teknolojik imkânlar” kategorisinin altındaki faktörler: Son teknolojilerin mevcudiyeti, firma düzeyinde teknoloji hazmetme düzeyi, doğrudan yabancı yatırımlar ve teknoloji transferi, bireysel internet kullanma düzeyi, genişbant internet aboneliği, kullanıcı başına uluslararası internet bant genişliği, mobil genişbant aboneliği. “Piyasa büyüklüğü” kategorisinin altındaki faktörler: yurtiçi piyasa büyüklüğü endeksi, yurtdışı piyasa büyüklüğü endeksi. “İş dünyasının gelişmişlik düzeyi” kategorisinin altındaki faktörler: Yerel sağlayıcı miktarı, yerel sağlayıcı kalitesi, küme gelişiminin durumu, rekabetçi avantajın doğası, değer zinciri genişliği, uluslararası dağıtımın kontrolü, üretim süreci gelişmişliği (sofistikasyon), pazarlamanın kapsamı, yetki devretme istekliliği. “Yenilik” kategorisinin altındaki faktörler: Yenilik kapasitesi, bilimsel araştırma kurumlarının kalitesi, şirketler kesiminin AR-GE harcaması, AR-GE’de üniversite-endüstri işbirliği, devletin ileri teknoloji ürünlerini tedarik düzeyi, bilim adamlarının ve mühendislerin bulunurluğu, Patent İşbirliği Anlaşması çerçevesindeki patentler ve başvurular. Yukarıda sayılan faktörler ve bileşenleri açısından Türkiye’nin en çok ge185 liştirmeye ihtiyaç duyduğu alanların, yenilik, teknolojik imkânlar, işgücü piyasasının etkinliği, yükseköğretim ve mesleki eğitim ile temel eğitim olduğu dikkat çekmektedir. b. Gelişme Düzeyini Betimleyen Fotoğraf: Faktör Yoğunluğu, Faktör verimliliği, Yenilik Dünya Ekonomi Forumunun bir çalışmasına göre, ülkelerin ekonomik kalkınmalarında üç farklı örüntü sözkonusudur: birincisi, üretim faktörlerinin belirleyici olduğu ekonomiler. İkincisi, etkinliğin belirleyici olduğu ekonomiler. Nihayet üçüncüsü, yeniliğin belirleyici olduğu ekonomiler. Bu üç ana kategori arasında geçiş aşamasındaki ekonomiler de sözkonusudur. Üretim faktörlerine dayalı olarak performans sergileyen ekonomi sayısı 38 olup, bunlar ağırlıklı olarak az gelişmiş veya gelişme aşamasının başında olan ülkelerdir. Üretim faktörlerine dayalı ekonomilerle etkinliğe dayalı ekonomiler arasında yer alan geçiş ekonomilerinin sayısı 17’dir. Bunlar birinci kategoriye göre üretim faktörlerinin bulunurluğundan, üretim faktörlerinin kullanıma geçişe doğru hareket eden ekonomilerdir. Etkinliğin belirleyici olduğu ikinci kategoride 33 ekonomi yer almaktadır. Bu ülkeler, gelişmekte olan ülkelerin orta üst sıralarında yer almaktadır. Etkinliğe dayalı ekonomilerle yeniliğe dayalı ekonomiler arasındaki geçiş ekonomileri bir yandan faktör verimliliğinin marjlarına yaklaşmış, diğer yandan yenilik ekonomisi denemelerini başlatmış ve az da olsa mesafe kat etmiş ekonomilerdir. Etkinlik ve yenilik arasındaki geçiş ekonomisi sayısı 21’dir. Türkiye etkinlik ve yenilik aşamalarının arasındaki geçiş ekonomilerinin içinde yer almaktadır. Yeniliğe dayalı ekonomileri betimleyen üçüncü aşamadaki ülke sayısı 35’tir. Gelişmiş ekonomilerin tamamı bu grupta yer almaktadır. Faktör verimliliği grubundaki ülkeler ile yenilik grubundaki ülkeler arasında yer alan geçiş ülkelerinin potansiyeli ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin piyasa büyüklüğü bakımından görece daha avantajlı olduğu, ancak işgücü piyasasının etkinliği ve yükseköğretim ve mesleki eğitimin niteliği bakımından ise dezavantajlı durumda olduğu dikkat çekiyor. 186 187 3. Mülkiyet Hakları ve Patent a. Mülkiyet Hakları Mülkiyet hakları yasal, fiziksel ve entelektüel olarak üç kategoride toplanmaktadır. Mülkiyet hakları endeksi Türkiye’de Çin, Brezilya, Meksika ve Tayland endekslerine yakın düzeyindedir. Endeks en yüksek değerine gelişmiş ülkelerde ulaşmaktadır. Türkiye 5,3 skoruyla parlak bir görünüm vermemektedir. Tablo 3.1. Ülkeler İtibariyle Mülkiyet Hakları Endeksi (2012) Ülke Endeks Ülke Endeks Finland 8,6 Saudi Arabia 6,6 Sweden 8,5 Israel 6,6 Switzerland 8,3 Spain 6,5 Singapore 8,3 Malaysia 6,4 Norway 8,3 Uruguay 6,2 New Zealand 8,2 Poland 6,2 Luxembourg 8,2 Korea South 6,2 Denmark 8,2 Italy 6,1 Netherlands 8,1 Greece 5,7 Canada 8,0 China 5,5 United Kingdom 7,9 India 5,4 Hong Kong 7,8 Brazil 5,4 Austria 7,8 Turkey 5,3 Australia 7,8 Thailand 5,2 Japan 7,7 Egypt 5,1 Germany 7,7 Mexico 5,0 Ireland 7,6 Indonesia 4,8 United States 7,5 Philippines 4,7 Belgium 7,5 Argentina 4,7 France 7,4 Russia 4,5 Taiwan 7,2 Kazakhstan 4,3 Iceland 7,2 Iran 4,3 Portugal 6,8 Pakistan 4,2 Chile 6,7 Ukraine 4,0 South Africa 6,6 Yemen 2,8 188 “Yasal ve politik ortam” yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü, yolsuzluğun kontrolü ve siyasi istikrarı ifade etmektedir. Türkiye’nin skoru 10 üzerinden 4,5’tir. “Fiziki mülkiyet hakları” fiziki mülkiyet haklarının korunması, mülkiyetin kayda alınması ve krediye erişimi kapsamaktadır. Türkiye’nin puanı 6,2’dir. “Entelektüel mülkiyet hakları” entelektüel mülkiyet haklarının korunması, patent koruma ve telif korsanlığını kapsamaktadır. Tablo 3.2. Uluslararası Mülkiyet Hakları Endeksi (2012, WIPO) Dünya Sıralaması Kategori Puan (130 ülke içindeki sırası) Genel Puan 5,3 65 Yasal ve Politik Ortam 4,5 73 Yargı Bağımsızlığı 4,7 80 Hukukun Üstünlüğü 5,2 55 Yolsuzluğun Kontrolü 5,0 57 Siyasi İstikrar 3,0 108 Fiziki Mülkiyet Hakları 6,2 55 Fiziki Mülkiyet Haklarının Korunması 6,0 69 Mülkiyetin Kayda Alınması 8,8 38 Krediye (Ödünç) Erişim 3,9 64 Entelektüel Mülkiyet Hakları 5,2 59 Entelektüel Mülkiyet Haklarının 3,9 99 Korunması Patent Koruma 0,0 Telif Korsanlığı 3,8 54 Mülkiyet hakları endeksi en yüksek ülkeler grubu Kuzey Amerika, Batı Avrupa, Merkezi/Doğu Avrupa ve Merkezi Asya, Asya ve Okyanusya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika, Latin Amerika ve Karayipler ve nihayet Afrika olarak sıralanmaktadır. 189 Tablo 3.3. Bölgeler İtibariyle Mülkiyet hakları Endeksi (2012) Dünya Dünya Dünya Dünya Genel Sıralaması Sıralaması Sıralaması Entelek- Sıralaması Bölge Yasal Fiziksel puan (7 bölge (7 bölge (7 bölge (7 bölge tüel içinde) içinde) içinde) içinde) Kuzey Amerika 5,23 1 4,95 1 5,76 1 4,98 1 Batı Avrupa 5,19 2 4,91 2 5,73 2 4,92 2 Merkezi/Doğu 4,78 3 4,64 3 5,47 3 4,22 6 Avrupa ve Merkezi Asya Asya ve 4,77 4 4,42 5 5,44 4 4,44 3 Okyanusya Orta Doğu ve 4,76 5 4,61 4 5,42 5 4,26 4 Kuzey Afrika Latin Amerika 4,57 6 4,23 7 5,23 6 4,25 5 ve Karayipler Afrika 4,53 7 4,26 6 5,17 7 4,16 7 b. Patent Patent başvuruları ve patent alma bakımından, Türkiye dünya ortalamasının gerisinde bir konumdadır. Dünyada yıllık iki milyona yaklaşan patent başvurusu içinde Türkiye üç bin civarında bir dosyaya sahiptir. Türkiye’nin payı ancak binde üçe yaklaşabilmektedir. Japonya’nın yüzde 27, Çin’in yüzde 17, ABD’nin yüzde 15, G.Kore’nin yüzde 12 civarındaki payına bakıldığında, nispi dezavantajlı konumun Türkiye için hayli manidar olduğu söylenebilir. Milyon kişi başına düşen patent başvurusu bakımından da Türkiye oldukça yetersiz bir performans sergilemektedir. 190 Tablo 3.4. Dünyada Patent Başvurusunda Gelişim (Bin adet) Toplam Patent Yerleşik Yerleşik Olanlar Başvurusu Olmayanlar 1985 921,7 651,1 270,6 1986 947,7 675,0 272,7 1987 995,0 712,5 282,5 1988 1009,7 714,9 294,8 1989 1014,4 705,4 309,0 1990 997,5 687,7 309,8 1991 888,2 601,0 287,2 1992 943,6 635,7 307,9 1993 943,3 649,2 294,2 1994 942,8 637,0 305,8 1995 1047,8 694,4 353,3 1996 1089,1 707,9 381,3 1997 1155,6 736,2 419,4 1998 1207,6 755,7 451,9 1999 1268,8 791,4 477,4 2000 1377,5 874,8 502,6 2001 1456,9 896,0 560,9 2002 1441,0 888,9 552,1 2003 1483,6 924,8 558,8 2004 1569,0 966,9 602,2 2005 1701,3 1039,3 662,1 2006 1792,8 1074,3 718,6 2007 1865,4 1119,7 745,8 2008 1915,1 1152,0 763,1 2009 1846,0 1139,7 706,3 2010 1979,1 1228,7 750,4 Ülkeler itibariyle patent başvuruları ülkeler itibariyle, mükerrerlikleri önleme amacıyla gruplandırıldığında patent ailesi sınıflamasına göre 2008 yılı itibariyle 953 bin civarındadır. 2008 yılında bütün ülkelerdeki başvurular ise brüt olarak 1.915 bin adettir. Patent başvurularının ağırlıklı kısmı gelişmiş ülkelere aittir. Ancak, Çin bir istisna olarak büyük bir paya sahiptir. Buna göre, 2008 yılındaki patent başvurularının yüzde 26,5’i Japon191 ya’ya, yüzde 16,9’u Çin’e, yüzde 15,4’ü ABD’ye, yüzde 11,7’si G.Kore’ye, yüzde 5,9’u Almanya’ya, yüzde 2,1’i Rusya’ya, yüzde 1,7’si Fransa’ya, 1,3’ü İngiltere’ye ve yüzde 0,9’u Kanada’ya aittir. Türkiye, 2008 yılında toplam 2732 patent başvurusuna sahiptir. Bunun dünyadaki ağırlığı ise yüzde 0,29 gibi oldukça düşük bir düzeydedir. Tablo 3.5. Menşe Ülke İtibariyle Patent (Aile) Sayısındaki Paylar Ülke Payı (%) Ülke Payı (%) Japan 26,52 Brazil 0,39 China 16,85 Israel 0,36 United States of America 15,39 Spain 0,31 Republic of Korea 11,69 Austria 0,24 Germany 5,87 Poland 0,23 Russian Federation 2,12 Belgium 0,21 France 1,72 Singapore 0,16 United Kingdom 1,34 Denmark 0,13 Canada 0,92 Norway 0,09 Switzerland 0,67 Ireland 0,08 Italy 0,60 Hungary 0,08 Sweden 0,58 Czech Republic 0,08 Netherlands 0,56 India 0,07 Finland 0,43 Ukraine 0,02 Australia 0,41 Romania 0,01 Others/unknown 11,87 Turkey 0,29 Ülkelerin patent sayılarının nüfuslarıyla karşılaştırılması, ülkenin genel olarak performansını vermesi bakımından daha kullanışlı bir araç sunmaktadır. Buna göre 2009 yılında milyon kişi başına patent başvuru adedi G.Kore’de 2612, Japonya’da 2315, ABD’de 733, Almanya’da 584, Yeni Zelanda’da 360, Finlandiya’da 338, K.Kore’de 328, Danimarka’da 275, Avusturya’da 270, İngiltere’de, 259’dur. Türkiye’de ise milyon kişi başına patent başvuru adedi 36 olup, Ermenistan, Moldova, Slovakya ve Bulgaristan ile aynı düzeydedir. 192 Tablo 3.6. Milyon Kişi Başına Düşen Patent Başvurusu (2009) Rank 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 Country Number Rank Republic of Korea 2611,77 42 Japan 2315,14 43 United States of America 732,60 44 Germany 584,34 45 New Zealand 360,30 46 Finland 338,27 47 D.P.R. of Korea 328,24 48 Denmark 274,85 49 Austria 270,52 50 United Kingdom 258,65 51 Norway 258,04 52 Sweden 235,09 53 France 218,46 54 Switzerland 217,46 55 Ireland 203,64 56 Iceland 200,94 57 Israel 185,29 58 Belarus 184,39 59 Slovenia 182,87 60 Russian Federation 180,46 61 China 172,07 62 Netherlands 155,77 63 Singapore 150,37 64 Canada 150,18 65 Italy 146,43 66 Luxembourg 120,53 67 Australia 113,61 68 Latvia 106,44 69 Monaco 84,75 70 Spain 78,33 71 Poland 75,99 72 Hungary 75,53 73 Czech Republic 75,23 74 Belgium 61,96 75 Greece 61,86 76 Estonia 56,70 77 Georgia 56,68 78 Croatia 56,44 79 Portugal 53,70 80 Ukraine 52,85 81 Romania 49,07 82 Country Number Malaysia 44,15 Serbia 43,57 Armenia 37,60 Republic of Moldova 37,58 Turkey 35,56 Slovakia 32,48 Bulgaria 31,90 Argentina 28,78 Lithuania 27,25 China, Hong Kong SAR 21,27 Brazil 20,29 Chile 20,23 Malta 19,36 South Africa 16,67 Thailand 14,92 Jordan 10,14 Sri Lanka 9,77 Uruguay 8,97 Uzbekistan 8,57 Mexico 7,34 India 6,29 Egypt 6,15 Cyprus 5,50 Cuba 5,24 Viet Nam 4,55 Morocco 4,27 Dominican Republic 3,06 Colombia 2,80 Paraguay 2,37 China, Macao SAR 1,88 Philippines 1,88 Tajikistan 1,62 Mauritius 1,57 Peru 1,29 Kenya 1,22 Yemen 0,94 Guatemala 0,50 Pakistan 0,45 Ecuador 0,42 Bangladesh 0,37 Madagascar 0,05 193 Patent başvurularından sonuçlananlar bakımından ülkelerin performansları başvuru performansına göre bir miktar değişmektedir. Buna göre, 2009 yılında alınan patentlerden Japonya’nın payı 24, ABD’nin payı yüzde 21, Çin’in payı yüzde 16, G.Kore’nin payı yüzde 7, Avrupa Patent Ofisinin payı yüzde 6,5, Rusya’nın payı yüzde 4,4, Kanada’nın payı yüzde 2,4, İtalya’nın payı yüzde 2,3 ve Almanya’nın payı yüzde 1,8’dir. 2009 yılında dünyada toplam patent başvurusu 1.979 bin iken, patent verilen sayı 800 bin kadardır. Dolayısıyla başvuruların yüzde 40 dolayındaki kısmı patent alabilmiştir. Türkiye’de 2009 yılında alınan patent sayısı 648 olup, dünyada alınan patent sayısı içindeki oranı yüzde 0,08 gibi oldukça düşük bir düzeydedir. Türkiye’de yapılan patent başvurularının ancak yüzde 20-25’i patent alma ile sonuçlanabilmektedir. 4.Türkiye Ekonomisinin Sektörel Bazda Rekabetçilik ve Performans Düzeyi Bu kısımda TÜİK’in yoğunlaşma verileri, TCMB’nin sektör bilançoları verisi ile Kalkınma Bankasının “Türkiye İmalat Sanayiinin Analizi” yayınındaki sonuçları değerlendirilmektedir. a. Yoğunlaşma Düzeyi Türkiye ekonomisinde, yoğunlaşmanın veya tekelleşmenin en fazla gözlendiği sektörler, etkinliğin ve katma değerin görece en düşük olduğu, rekabetin en yaygın gözlemlendiği sektörler ise etkinliğin ve katma değerin en yüksek düzeyde seyrettiği sektörlerden oluştuğu dikkat çekmektedir. Yoğunlaşma oranları, 2008 yılı Sanayi ve Hizmet İstatistikleri çalışmasının kapsamına giren girişimlerin faaliyet türü birimlerinin ciro değeri kullanılarak NACE Rev. 1.1. sınıflamasına göre 4 rakamlı (sınıflar) düzeyde hesaplanmıştır. Girişimin faaliyet gösterdiği her farklı ekonomik faaliyet sınıfı, faaliyet türü birimi olarak alınmıştır. Bu çalışmada temel alınan yoğunlaşma oranı (CR4), bir ekonomik sınıftaki en büyük 4 girişimin ciroları toplamının, o ekonomik sınıftaki toplam ciro değerine bölünmesiyle elde edilmiştir. Yıllık Sanayi ve Hizmet İstatistikleri kapsamında girişimler 446 farklı sınıfta faaliyet göstermişlerdir. CR4’e göre 118 sınıfta çok yüksek, 65 sınıfta yüksek, 72 sınıfta orta, 191 sınıfta ise düşük derecede yoğunlaşma vardır. 194 5522 Kamp yerleri (karavan alanları dâhil) Başka yerde sınıflandırılmamış diğer konaklama 5523 yerleri 6411 Ulusal posta faaliyetleri 6030 Boru hattı taşımacılığı Büro makine ve teçhizatının kiralanması (bilgisayarlar 7133 dâhil) 7122 Su taşıtlarının kaptansız kiralanması 8022 Teknik ve mesleki ortaöğretim hizmetleri 5125 İşlenmemiş tütün toptan ticareti Sınıf 1411 1421 1823 2030 4100 4011 En düşük yoğunlaşmanın gözlendiği sınıflar Sınıf açıklama Süsleme ve yapı yaşlarının taş ocakçılığı Kum ve çakıl ocakçılığı İç giyim eşyası imalatı İnşaat kerestesi ve doğrama imalatı Suyun toplanması, arıtılması ve dağıtımı Elektrik üretimi CR4 19,1 15,0 5,4 5,2 52,2 45,7 5,0 6,1 100,0 7411 Hukuki faaliyetler 3,2 100,0 6022 Taksi taşımacılığı 1,8 100,0 6023 Diğer kara taşımacılığı ile yapılan yolcu taşımacılığı 0,7 17,8 5540 Barlar ve kahvehaneler 0,1 0,2 100,0 5231 Eczacılık ürünleri perakende ticareti Pazarlarda, sergilerde veya seyyar olarak yapılan 99,8 5262 perakende ticaret 24,1 5510 Oteller ve moteller 3,7 37,5 4533 Sıhhi tesisat 56,3 4521 Binaların veya bina dışı yapıların genel inşaat işleri 5,0 CR4 96,1 95,3 100,0 100,0 100,0 100,0 100,0 7481 Fotoğrafçılıkla ilgili faaliyetler 2,0 100,0 8041 Sürücü kursu faaliyetleri 6,5 M Yetişkinlerin eğitilmesi ve başka yerde 8030 Yükseköğretim hizmetleri 35,1 8042 6,5 sınıflandırılmamış diğer eğitim faaliyetleri 8511 Hastane hizmetleri 19,7 8513 Dişçilik ile ilgili uygulama faaliyetleri 3,5 N 8531 Barınacak yer sağlanarak yürütülen sosyal hizmetler 12,1 8520 Veterinerlik hizmetleri 3,3 Başka yerde sınıflandırılmamış diğer eğlence Botanik ve hayvanat bahçeleri ile milli parklarla ilgili 4,4 100,0 9234 9253 faaliyetleri faaliyetler O 9252 Tarihi yapı ve alanları koruma ve müzecilik faaliyetleri 98,7 9302 Berber, kuaför ve güzellik salonlarının faaliyetleri 1,7 Yoğunlaşma düzeyleri; düşük derecede yoğunlaşma CR4< 30, orta derecede yoğunlaşma 30≤ CR4 <50, yüksek derecede yoğunlaşma 50≤ CR4 <70, çok yüksek derecede yoğunlaşma CR4≥ 70 şekilde belirlenmiştir. K I H G F Kısım Sınıf 1110 C 1413 2111 D 2232 4012 E 4021 En yüksek yoğunlaşmanın gözlendiği sınıflar Sınıf açıklama Hampetrol ve doğalgaz çıkarımı Kayağantaş ocakçılığı Kâğıt hamuru imalatı Görüntü kaydının çoğaltılması Elektrik iletimi Gaz üretimi İnşaat yapım veya yıkım ekipmanlarının operatörüyle 4550 birlikte kiralanması 4524 Su projeleri inşaatı Ücretli ya da sözleşmeli mobilya, ev eşyası, madeni 5115 eşya ve hırdavat satışı Tablo 4.1. Kısım Bazında En Yüksek ve En Düşük Yoğunlaşma Düzeyine Sahip İki Sınıf, 2008 Yoğunlaşma düzeyleri; düşük derecede yoğunlaşma CR4< 30, orta derecede yoğunlaşma 30≤ CR4 <50, yüksek derecede yoğunlaşma 50≤ CR4 <70, çok yüksek derecede yoğunlaşma CR4≥ 70 şekilde belirlenmiştir. 195 Türkiye’de girişimlerin ciro itibariyle sektörler bazında dağılımı incelendiğinde, ticaret, imalat, ulaştırma-haberleşme ve inşaat kollarının en fazla ciro yaptığı sektörler olduğu görülmektedir. Ciro bazında en büyük paya %47,68 ile “Toptan ve perakende ticaret; motorlu taşıt, motosiklet, kişisel ve ev eşyalarının onarımı” sektörü sahiptir. İkinci sırada %28,25’lük pay ile imalat sanayi sektörü gelmektedir. b.Çalışan Sayısı ve Ciroya Göre Firma Ölçeği Merkez Bankasına yapılan şirket raporlamalarına dayalı analizlerden firma sayısı bakımından küçük ölçekli firmalar ağırlıklı durumdadır. Dolayısıyla, zaman içinde konsolidasyonlar yaşanmakla birlikte, Türkiye ekonomisinde halen küçük ölçeğin ağırlıklı bir sayısal paya sahip olduğu gözlenmektedir. Küçük ölçekli firmaların sayısal oranı yüzde 43, çalışan sayısı bakımından payı yüzde 4 ve net satışlar bakımından payı ise yüzde 13’tür. Büyük ölçekli firmaların ise sayısal bakımından oranı yüzde 9 iken, çalışan sayısı bakımından payı yüzde 61, ciro bakımından ağırlığı ise yüzde 55 düzeyindedir. Firmalar bakımından dikkat çeken bir husus yabancı para kredilerinin yüksek oranıdır. Özellikle 2001 krizi sonrası uygulanan IMF destekli istikrar programı ile dövizden TL’ye doğru ters para ikamesi meydana gelmiş olmasına ve TL’nin ağırlıklı bir değer ölçüsü olarak kabul edilmesine rağmen, hâlihazırda firmaların kullandıkları kredilerin yüzde 68,2’si yabancı para cinsindendir. Bu196 nu olası iki başlıca nedenle açıklamak mümkündür. İlk olarak, firmalar yetersiz yurtiçi tasarruflar nedeniyle yurtdışı kaynakları yoğun olarak kullanmaktadırlar. İkinci olarak, bankalar da firmalara dış kaynak kullandırmaktadırlar. Yetersiz yurtiçi tasarruf argümanı, kısmen yabancı para cinsinden kredi kullanımını makul hale getirmektedir. Üçüncü bir neden olarak, kısmen Türkiye ekonomisindeki potansiyel istikrarsızlığın etkisinin sonucu bir argüman geliştirilebilir. O da, Türkiye’deki yurtiçi faizlerdeki gerileme ve ayrıca yüksek cari işlemler açığı nedeniyle, ödünç verenlerin dövizde kalmayı tercih etmeleridir. Tablo 4.3. Sektör Bilançoları (TCMB) İSTİHDAMA GÖRE KÜÇÜK (Çalışan Sayısı <50) ORTA (50<=Çalışan Sayısı <=500) BÜYÜK (Çalışan Sayısı >500) TOPLAM BÜTÜN FİRMALAR Net Firma Çalışan satışlar sayısı % % 3870 3,9 13,0 (%43,4) 4257 35,5 32,2 (%47,7) 798 60,6 54,8 (%8,9) 8925 100,0 100,0 Firma sayısı 996 (%29,1) 2018 (%59,0) 407 (%11,9) 3421 İMALAT Net Çalışan satışlar % % 2,7 5,2 37,8 30,3 59,5 64,5 100,0 100,0 Türk firmalar sektörünün kullandığı yabancı kaynak tutarının toplam aktiflere oranı 2000 yılında yüzde 67 düzeyindeyken, 2002 yılında yüzde 64 ve 2005 yılında yüzde 49 olmuştur. Firmalar sektörünün yabancı kaynak kullanımında oldukça temkinli davrandığı ve ayrıca kolaylıkla kredi bulamadığı söylenebilir. Kaldıraç oranı son birkaç yıldan bu yana ılımlı artış trendini sürdürmektedir. Özkaynakların yabancı kaynaklara oranı yabancı kaynakların düşük olduğu yıllarda doğal olarak yüksek seyrederken, son birkaç yıldan bu yana yabancı kaynak kullanımındaki yükselme nedeniyle oran düşüşler yaşamaktadır. Nitekim BDDK verilerine göre, finansal kesim dışındaki Türk firmalar sektörünün yabancı para net yükümlülükleri 2004 yılında 19 milyar dolar iken, sürekli yükselme kaydederek 2011 sonun da 125 milyar dolara yükselmiştir. Mevduat, krediler ve menkul değerler cüzdanı değişkenleri bakımından yabancı para eğilimine bakıldığında, en yüksek oranda dövizde kalan 197 kesim mudiler iken, ikinci sırada kredi kullananlar, üçüncü sırada ise devlet gelmektedir. Buna göre mevduatta yabancı para payı 2002 yılında yüzde 59 iken, 2011 yılında yüzde 35 olmuştur. Kredilerde yabancı para oranı 2002 yılında yüzde 58 iken, 2011 yılında yüzde 26 düzeyinde gerçekleşmiştir. Nihayet, bankaların menkul değerler cüzdanında yabancı paranın payı 2002 yılında yüzde 39 iken, 2011 yılı sonunda yüzde 18 olarak gerçekleşmiştir. Dolayısıyla Merkez Bankasının uyguladığı para politikasına ve genel ekonomik politikaya en fazla itibar eden kesimler sırasıyla bankalar ve ikinci sırada mudilerdir. 2001 krizinde bankaların yabancı para pozisyonlarındaki açık hem krizi başlatmada ve derinleştirmede hem de krizden çıkışın gecikmesinde etkili olmuştur. 2002 yılında bankacılık kesiminin yabancı bankalara net borçları 2,3 milyar dolarken, 2011 sonunda bu rakam 57 milyar dolar civarındadır. Türk firmalar sektörünün yabancı para kredi eğilimi yukarıda sayılan nedenlerle sistemik bir işleyişin ürünüdür. Firmaların kullandıkları toplam yabancı kaynaklar içinde kısa vadeli kaynakların oranı 2000 yılında yüzde 71, 2002 yılında yüzde 63, 2005 yılında yüzde 74 ve 2011 yılında yüzde 66 düzeyindedir. Kısa vadeli yabancı kaynakların toplam yabancı kaynaklardaki payı gerileme yaşamasına rağmen hala oldukça yüksek düzeydedir. Türk firmalar sektörünün kullandığı yabancı kaynakların üçte ikisinin kısa vadeli oluşu yüksek bir kırılganlık potansiyeli taşımaktadır. Tablo 4.4. Firmaların Banka Kredisi ve Diğer Yabancı Kaynakları Kullanma Eğilimi (TCMB) Tüm Firmalar 7-Kısa Vadeli Alacaklar / Dönen Varlıklar Oranı (%) 1-Yabancı Kaynaklar Toplamı / Aktif Toplamı Oranı (Kaldıraç Oranı) (%) 3-Öz Kaynaklar / Yabancı Kaynaklar Toplamı Oranı (%) 12-Kısa Vadeli Yabancı Kaynaklar / Yabancı Kaynaklar Toplamı Oranı (%) 15-Banka Kredileri / Yabancı Kaynaklar Toplamı Oranı (%) 198 2000 2002 2005 2009 2010 2011 40,6 44,5 42,2 48,1 46,0 43,3 66,5 63,9 49,0 55,4 55,9 57,2 50,4 56,5 104,1 80,5 78,9 74,8 71,4 62,8 73,8 70,5 69,2 66,2 38,1 41,2 31,9 34,9 37,4 41,7 c. Türk İmalat Alt Sanayiilerinde Performans Karşılaştırması Kalkınma Bankasının Türk imalat sanayii üzerine yaptığı analizde üretim, kapasite kullanım oranı, ihracat, açıklanmış karşılaştırmalı avantaj, istihdam, verimlilik ve fiyat performansları bakımından 22 alt sanayii sıralamaya tabi tutulmuştur. Buna göre, performansı yüksek görünen sektörler dikkate alındığında en dikkat çeken hususun Türkiye imalat sanayiinin “orta teknoloji tuzağı” ile yüzyüze olduğudur. Türk ihracat talebinin fiyat esnekliğinin yüksek olması, inovasyona dayalı ihracatın belirgin olmaması ve hali hazırda geleneksel sanayilerin yüksek performans göstermesi yenilik ekonomileri ile karşılaştırıldığında pek parlak bir tablo vermemektedir. Üretim, kapasite kullanım oranı, rekabet, istihdam ve verimlilik bakımından imalat alt sanayiilerinin performanslarına bakıldığında, öne çıkan alanlar tütün, konfeksiyon ve deri işleme, ağaç ve mantar ürünleri, kâğıt ve kâğıt ürünleri ile elektrikli makine ve cihazlardır. Gerek dünyadaki bilgi iletişim teknolojilerinin gelişmekte olan ülkelere doğru kayma trendi, gerekse rekabet avantajı olan sektörlerin orta teknoloji kullanım düzeylerine bakıldığında, geliştirilecek alanlar da ortaya çıkmaktadır. Türk imalat sanayii alt kolları itibariyle Kalkınma Bankası tarafından bir zaman periyodu dâhilinde analiz edilmiş ve aşağıdaki bulgulara ulaşılmıştır (Türkiye İmalat Sanayiinin Analizi, Kalkınma Bankası, 2012: 5-6): • Ücretli çalışan kişi sayısı 2003-2008 döneminde yüzde 34’lük bir artış göstermişken, üretim değeri aynı dönemde (2008 sabit fiyatları ile) yüzde 57 artmış, katma değer tutarındaki artış ise yüzde 23 olmuştur. Katma değer oranı, 2003 yılında yüzde 25,1 iken, 2008 yılında yüzde 19,7’dir. • 2003-2008 döneminde ücretli çalışan başına üretim değeri yüzde 18’lik artış gösterirken, çalışan başına katma değer yüzde 8 azalmıştır. Katma değer oranındaki düşüşle birlikte düşünüldüğünde, imalat sanayi dönem içinde daha düşük katma değerli üretim gerçekleştirmiştir. • 2005-2010 döneminde üretim endeksi yüzde 14’lük bir artış gösterirken bu artış önemli ölçüde çalışan başına verimlilik artışından kaynaklanmıştır. Zira aynı dönemde istihdam endeksi yaklaşık aynı kalırken, çalışan başına üretim endeksi yüzde 15 artmıştır. 199 • Cari USD değerleriyle 2005-2010 döneminde ihracat yüzde 54, ithalat ise yüzde 57 artış göstererek, imalat sanayinin ihracatının ithalatı karşılama oranı 2 puan gerileme göstermiştir ve imalat sanayi dış ticaret açığı 28,5 milyar USD’den, 46,7 milyar USD’ye yükselmiştir. • 2005-2010 dönemi için yapılan performans değerlendirmesine göre; en yüksek performansı gösteren sektör elektrik motorları, jeneratörler, elektrik dağıtım ve kontrol cihazları, tel ve kablolar ile elektrik ampulleri ve aydınlatma cihazları alt sektörlerinden oluşan Elektrikli Makine ve Cihazlar sektörü olmuştur. Bu sektörü Ağaç ve Mantar Ürünleri sektörü izlemiştir. • 2005-2010 döneminde en düşük performansı gösteren sektörler ise son sırada yer alan Radyo, TV vb. Cihazlar sektörü ile sondan ikinci sırada yer alan Büro, Muhasebe ve Bilgi İşlem Makineleri sektörleri olmuştur. Bu iki sektör 22 sektör içinde en yüksek teknoloji düzeyine sahip olanlardır. • Sektörlerin 2005-2010 dönemindeki performansları kriterler bazında değerlendirildiğinde; Üretim Endeksi artışında Ağaç ve Mantar Ürünleri, Kapasite Kullanım Oranı artışında Tütün, İhracat artışında Kâğıt ve Kâğıt Ürünleri, Dış Ticarette Rekabet Gücü’nde Konfeksiyon, İstihdam artışında Elektrikli Makine ve Cihazlar, Verimlilik artışında Ağaç ve Mantar Ürünleri, Fiyat artışında Petrol Ürünleri sektörleri ilk sırayı almışlardır. • Aynı dönemde kriterler bazında son sırayı alan sektörler ise; Üretim Endeksi artışında Radyo, TV vb. Cihazlar, Kapasite Kullanım Oranı artışında Mobilya vb. Ürünler, İhracat artışında Radyo, TV vb. Cihazlar, Dış Ticarette Rekabet Gücü’nde Büro, Muhasebe ve Bilgi İşlem Makineleri, İstihdam artışında Konfeksiyon, Verimlilik artışında Radyo, TV vb. Cihazlar, Fiyat artışında Diğer Ulaşım Araçları Sektörü olmuştur. • Kümelenme yaklaşımı çerçevesinde İmalat Sanayi alt sektörlerinin Düzey 2 (NUTS 2) bölgeleri bazında mekânsal dağılımına bakıldığında; en fazla sayıda “olgun küme”ye sahip olan bölge TR42 (Kocaeli, Sakarya, Düzce, Bolu, Yalova) alt bölgesidir. Bu bölgeyi TR31 (İzmir) bölgesi izlemektedir. 200 • Gelişmiş bölgeler, çok sayıda sektörde olgun kümeye sahip olmanın yanı sıra, önemli sayıda sektörde de Türkiye ortalamasının üzerinde bir uzmanlaşmaya ve sektörel ağırlığa sahiptir. • Görece daha az gelişmiş bölgelerde, hemen hiç bir sektörün Türkiye çapında önemli bir büyüklüğe ulaşamadığı, genellikle bölgesel düzeyde ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. • Türkiye’de en fazla olgun küme özelliği gösteren sektör, Gıda ve İçecek Sektörüdür. Bu sektör, 7 bölgede olgun küme özelliği gösterirken, onu, 5 bölgede olgun küme niteliği gösteren Tekstil Sektörü izlemektedir. • Görece daha az gelişmiş yörelerde potansiyel küme olarak yoğunlaşma özelliği gösteren sektörler; Gıda ve İçecek, Plastik ve Kauçuk Ürünler, Mineral Ürünler ve Metal Eşya sektörleridir. 201 202 KKO İhracat RCA İstihdam Verimlilik ÜFE Toplam 5 14 5 3 21 4 5 1 4 3 19 3 18 3 12 19 4 18 11 2 15 17 21 1 22 16 14 20 5 17 16 7 9 7 13 4 7 10 11 1 19 2 19 1 19 14 7 7 16 15 20 18 12 14 4 19 20 3 17 12 20 1 18 2 6 20 17 4 12 14 16 9 8 2 19 7 6 18 16 2 16 13 10 10 10 11 13 9 18 3 8 12 10 6 4 17 6 4 11 12 14 5 11 12 12 21 4 22 21 10 20 21 2 2 12 1 4 10 1 12 22 15 19 22 21 22 8 8 21 6 6 15 11 8 15 9 8 14 16 7 5 18 11 10 8 22 17 22 13 7 15 2 16 8 Not: Tablodaki değerler, sektörlerin ilgili kritere göre kaçıncı sırada yer aldığını göstermektedir. Dönem genelinde ilk sırada yer alan sektörler kare içine alınmıştır. RCA: Revealed Comparative Advantage Üretim Endeksi Gıda ve içecek 13 Tütün 14 Tekstil 19 Konfeksiyon ve kürk işleme 20 Deri mamulleri 12 Ağaç ve mantar ürünleri 1 Kâğıt ve kâğıt ürünleri 10 Basım ve yayım 14 Petrol ürünleri 21 Kimyasal madde ve ürünleri 5 Plastik ve kauçuk ürünler 16 Mineral ürünler 16 Ana metal 7 Metal eşya 10 Makine ve teçhizat 9 Büro, muhasebe ve bilgi işlem makineleri 18 Elektrikli makine ve cihazlar 2 Radyo, TV vb. cihazlar 22 Tıbbi, hassas ve optik aletler ve saat 3 Motorlu kara taşıtı, römork vb. 7 Diğer ulaşım araçları 6 Mobilya ve diğer ürünler 4 Sektör adı Tablo 4.5. 2006-2010 Dönemi İçin Kriterler Bazında ve Genel Olarak Sektörlerin Performansı NACE Kod 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 5. Avrupa Birliği 2020 Vizyonu ve İnovasyon Performansı a. AB 2020 Vizyonu Avrupa 2020 vizyonu birbirini karşılıklı olarak güçlendiren üç önceliğe sahiptir: (i) Akıllı büyüme: bilgi ve yeniliğe dayalı bir ekonomi geliştirme; (ii) Sürdürülebilir büyüme: daha kaynak etkin, daha yeşil ve daha rekabetçi bir ekonomiyi özendirme; (iii) İçermeci büyüme: toplumsal ve bölgesel uyumu sağlayan yüksek istihdamı hızlandırma. AB 2020’ye kadar nerede olmak istediğini belirlemiş; bu doğrultuda hedefler koymuş ve politikalar geliştirmiştir. Aşağıdaki hedefler bu doğrultuda tespit edilmiştir: a. 20-64 yaş grubunun yüzde 75’inin istihdamı; b. AB GSYH’sının yüzde 3’ünün AR-GE’ye yatırılması; c. ”20/20/20” iklim/enerji hedeflerinin sağlanması (sera gazi emisyonunun yüzde 20 azaltılması, enerji etkinliğinde yüzde 20 iyileşme, AB enerji bileşiminde yenilenebilirlik payının yüzde 20 olması); d. Erken okul terk oranının yüzde 10’un altında olması ve genç neslin en az yüzde 40’ının üniversite derecesine sahip olması; e. Yoksulluk riskine maruz kişi sayısının 20 milyondan az olması. Bu amaçlar için aşağıdaki inisiyatifler ve öncelikler belirlenmiştir: 1. Yenilik (inovasyon) birliği, 2. Gençlik hamlesi, 3. Avrupa için dijital (BİT) gündem, 4. Kaynak-etkin Avrupa, 5. Küreselleşen çağda endüstri politikası, 6. Yeni işler ve yeni beceriler gündemi, 7. Yoksulluğa karşı Avrupa platformu. Bu yedi ana inisiyatif hem AB hem de üye ülkeler bakımından taahhüt anlamına gelmektedir. 203 204 b.İnovasyon performansı Avrupa 2020 İnovasyon Birliği vizyonuna dayalı İnovasyon Birliği Sıralaması aracı geliştirilmiştir. 25 göstergeye dayalıdır (girdiler: İnsan kaynakları-AR-GE sistemleri-Firma faaliyetleri; çıktılar: yenilikler; ekonomik çıktılar). Avrupa Birliğinin inovasyon performansının değerlendirilmesi ve araştırma ve inovasyon sistemlerinin zayıf ve güçlü yanlarını değerlendirmeyi amaçlamaktadır. 1. İnovasyon liderleri: Denmark, Finland, Germany, Sweden (performance well above that of the EU27). 2. İnovasyon takipçileri: Austria, Belgium, Cyprus, Estonia, France, Ireland, Luxembourg, Netherlands, Slovenia and the UK (performance close to that of the EU27). 3. Ilımlı düzeyde inovasyon yapanlar: Czech Republic, Greece, Hungary, Italy, Malta, Poland, Portugal, Slovakia and Spain is (performance below that of the EU27). 4. Zayıf düzeyde inovasyon yapanlar: Bulgaria, Latvia, Lithuania and Romania (performance well below that of the EU27). AB’nin bilgi, AR-GE ve endüstri-sanayi işbirliğine yaklaşımı şu şekilde formüle edilebilir: Projeye / Araştırmaya / AR-GE’ye dayalı bilgi üretimi ve üretilen bilginin uygulamaya imkân vermesi. 1000 tam puan üzerinden ülkelerin inovasyon performansına bakıldığında İsviçre, İsveç, Danimarka, Almanya ve Finlandiya gibi ülkeler en yüksek yenilik kategorisinde yer almaktadırlar. AB ülkeleri inovasyon liderleri, inovasyon takipçileri, inovasyonda orta halli olanlar ve inovasyonda zayıf olanlar olarak gruplandırıldığında, Türkiye en son grup içinde yer almaktadır. 205 EU27 BE BG CZ DK DE EE IE GR ES FR IT CY LV LT LU HU MT NL AT PL PT RO SI SK FL SE UK HR TR IS NO CH RS MK 206 Tablo 5.1.Dünyada İnovasyon Performansı 2007 2008 2009 2010 0.517 0.526 0.526 0.533 0.606 0.617 0.604 0,625 0.173 0.192 0.205 0.216 0.397 0.404 0.386 0.400 0.727 0.718 0.688 0.704 0.660 0.666 0.693 0.711 0.395 0.410 0.476 0.492 0.576 0.597 0.574 0.571 0.329 0.355 0.343 0.339 0.397 0.404 0.403 0.410 0.505 0.515 0.531 0.540 0.413 0.423 0.424 0.429 0.418 0.474 0.474 0.483 0.191 0.205 0.215 0,213 0.265 0.272 0.242 0.258 0.610 0.622 0.624 0.651 0.314 0.316 0.320 0.333 0.292 0,312 0.345 0,333 0.570 0.575 0.590 0,595 0.576 0.593 0.613 0,626 0.284 0.293 0.292 0.304 0.340 0.372 0.412 0.420 0.226 0.242 0.265 0.259 0.431 0.454 0.435 0.499 0.295 0.309 0.307 0.322 0.643 0.642 0.637 0,708 0.746 0.767 0.753 0.766 0.620 0.625 0.600 0.599 0.260 0.269 0.283 0.281 0.181 0.191 0.200 0.208 0.543 0.573 0.586 0.616 0.456 0.471 0.472 0.485 0.779 0.805 0.821 0.818 0.252 0.259 0.257 0.284 0.225 0.224 0.237 0.252 2011 0.539 0.621 0.239 0.436 0.724 0.700 0.496 0.582 0.343 0,406 0.558 0.441 0.509 0.230 0.255 0,595 0,352 0.340 0.S96 0.595 0.296 0,438 0.263 0.521 0.305 0.691 0.755 0.620 0.310 0.213 0.603 0.478 0.833 0.282 0.252 Tablo 5.2.Alanlar İtibariyle İnovasyon Performansı Human Research resources systems EU27 BE BG CZ DK DE EE IE GR ES FR IT CY LV LT LU HU MT MI AT PL PT RO SI SK FI 0.563 0.672 0.455 0.534 0.620 0.613 0.575 0.772 0.475 0.436 0.677 0.433 0.578 0.451 0.646 0.702 0.467 0.110 0.642 0.589 0.593 0.451 0.400 0.649 0.634 0.858 0.530 0.788 0.187 0.279 0.829 0.550 0.370 0.677 0.328 0.537 0.663 0.427 0.440 0.053 0.168 0.655 0.242 0.228 0.869 0.647 0.151 0.481 0.153 0.458 0.173 0.630 Finance Firm Linkages & Intellectual Economic and Innovators investments entrepreneurship assets effects support 0.584 0.578 0.156 0.290 0.719 0.584 0.677 0.343 0.188 0.466 0.643 0.349 0.219 0.250 0.438 0.528 0.251 0.115 0.696 0.506 0.341 0.522 0.235 0.552 0.229 0.833 0.440 0.417 0.312 0.482 0.564 0.635 0.668 0.528 0.220 0.255 0402 0.290 0.501 0.369 0.240 0.288 0.333 0.359 0.305 0.508 0.380 0,321 0.409 0.508 0.236 0.639 0.487 0.822 0.092 0.448 0.932 0.627 0.651 0.511 0.464 0.248 0.511 0.387 0.657 0.061 0.195 0.538 0.206 0.148 0.592 0.631 0.112 0.458 0.100 0.601 0.165 0.768 0.551 0.522 0.201 0.257 0.845 0.790 0.403 0.476 0.135 0.407 0490 0.520 0.356 0.309 0.133 0.589 0.261 0.413 0.680 0.773 0.256 0.345 0.067 0.447 0.145 0.662 0.506 0.680 0.114 0.584 0.558 0.991 0.576 0.445 0.670 0.332 0.473 0.555 0.691 0.035 0.170 0.740 0.098 0.264 0.366 0.611 0.087 0.724 0.167 0.469 0.206 0.523 0.585 0.523 0.314 0.586 0.635 0.741 0.366 0.727 0.348 0.472 0.567 0.477 0.530 0.262 0.209 0.659 0.657 0.671 0.565 0.468 0.377 0.366 0.490 0.528 0.482 0.638 207 Tablo 5.2 Devamı FI ŞE UK HR TR IS NO CH MK RS 0.858 0.893 0.730 0.525 0.066 0.348 0.644 0.852 0.329 0.390 0.630 0.820 0.792 0.176 0.208 0.861 0.840 0.997 0.114 0.345 0.833 0.89S 0.697 0.281 0.385 1.000 0.608 0.592 0.000 0.667 0.639 0.691 0.453 0.291 0.084 0.694 0.183 0.785 0.241 0.230 0.768 0.793 0.836 0.397 0.216 0.79S 0.620 0.607 0.184 0.207 0.662 0.799 0.469 0.085 0.099 0.391 0.298 0.948 0.018 0.019 0.523 0.562 0.309 0.404 0.562 0.354 1.000 0.483 0.091 0.638 0,622 0.613 0.367 0.273 0.597 0.337 0.847 0.391 0.376 İnovasyon parametreleri genele olarak şu başlıklar altında derlenmektedir: İnsan kaynakları, araştırma sistemleri, finans ve destek, firma faaliyetleri, ileri/geri bağlantılar ve girişimcilik, entelektüel varlıklar. Bu etken faktörlerin çıktıları da yenilik yapanlar ve ekonomik etkiler olmaktadır. Tablo 5.3. İnovasyon Parametreleri ETKEN FAKTÖRLER İnsan kaynakları (yeni doktora mezunları, üniversite bitirmiş nüfus, lise öğrencisi veya meslek yüksekokulu öğrenci düzeyi) Açık, mükemmel ve cazibeli araştırma sistemleri (uluslararası yayınlar, en çok atıf yapılan yüzde 10 arasındaki bilimsel yayınlar, AB dışındaki doktora öğrencileri, Finans ve destek (kamu AR-GE harcaması, girişim sermayesi) Firma faaliyetleri (firmaların AR-GE harcamaları, AR-GE dışı yenilik harcamaları) Bağlantılar ve girişimcilik (KOBİ’lerin yaptıkları yenilikler, diğerleriyle işbirliği yaparak yenilik yapan KOBİ’ler, yayında kamu özel işbirliği) Entelektüel varlıklar (Patent İşbirliği Anlaşması çerçevesinde patent başvuruları, toplumsal ihtiyaçlara paralel patent başvuruları, topluluk markaları, topluluk tasarımları) Çıktılar Yenilik yapanlar (KOBİ’lerin ürün veya süreç yeniliklerini uygulaması, KOBİ’lerin pazarlama / organizasyonel yenilikleri uygulaması, Ekonomik etkiler (bilgi yoğun faaliyetlerde istihdam, orta ve ileri teknolojili ürünlerin ihracatı, bilgi yoğun hizmetlerin ihracatı, piyasaya ve firma yeniliklerine yeni olanların satışı, yurtdışından sağlanan lisans ve patent gelirleri) Avrupa Birliğinin her yıl yayınladığı Yenilik Puantaj Cetveline göre Türkiye AB üyeleri ve aday ülkeleri arasında Bulgaristan ve Latvia ile birlikte en son sırada yer almaktadır. 208 209 Şekil 5.2. İnovasyon Birliği Puantaj Cetveli 6. Dünyada AR-GE Harcamaları ve Türkiye’nin AR-GE Performansı a. Dünyada AR-GE Yatırımları UNESCO 2007 verilerine göre dünyadaki ARGE harcamalarının yüzde 33’ünü tek başına ABD, yüzde 23’ünü Avrupa Birliği, yüzde 13’ünü Japonya, yüzde 9’unu Çin, yüzde 6,3’ünü Almanya, yüzde 3,7’sini Fransa, yüzde 3,4’ünü İngiltere, yüzde 2,2’sini Hindistan, yüzde 2’sini Rusya ve yüzde 1,8’ini Brezilya gerçekleştirmektedir. Milli gelirin oranı olarak AR-GE’ye en yüksek oranda pay ayıran ülkeler ise sırasıyla yüzde 4,8 ile İsrail, yüzde 3,4 ile Japonya, yüzde 2,7 ile ABD, yüzde 2,5 ile Almanya, yüzde 2,0 ile Fransa, yüzde 1,8 ile İngiltere, yüzde 1,8 ile Avrupa Birliği, yüzde 1,4 ile Çin, yüzde 1,1 ile Rusya, yüzde 1,1 ile Brezilya, yüzde 0,8 ile Hindistan’dır. Dünya hasılası içinde AR-GE’ye ayrılan ortalama düzey ise yüzde 1,7’dir. Şekil 6.1. Dünyada AR-GE Yoğunluğu: Milli Gelirin Oranı Olarak Brüt AR-GE Harcamaları (2009) b.Türkiye’de AR-GE Harcamaları Türkiye’de AR-GE harcamalarının milli gelire oranı gelişmiş ülkelere ait düzeylerle karşılaştırıldığında oldukça düşük kaldığı söylenebilir. 2002 yılı sonunda bu oran yüzde 0,53 iken, 2011 sonunda ancak yüzde 0,86 olarak gerçekleşmiştir. 210 Tablo 6.1. Türkiye’de AR-GE Harcamaları GSYH (Cari Fiyatlar, AR-GE Harcamaları Bin TL) (Cari Fiyatlar, Bin TL) 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 70.203.147 104.595.916 166.658.021 240.224.082 350.476.090 454.780.659 559.033.025 648.931.712 758.390.785 843.178.421 950.534.250 952.558.579 1.098.799.348 1.298.062.004 Kaynak: TÜİK. 260.422 489.163 798.438 1.291.891 1.843.288 2.197.090 2.897.516 3.835.441 4.399.881 6.091.178 6.893.048 8.087.453 9.267.590 11.154.150 AR-GE Harcamalarının GSYH’ya Oranı (%) 0,37 0,47 0,48 0,54 0,53 0,48 0,52 0,59 0,58 0,72 0,73 0,85 0,84 0,86 AR-Ge harcamalarını yapan ticari kesim, kamu kesimi ve yükseköğretim kurumlarının paylarındaki gelişim AR-GE’nin niteliği hakkında ipuçları vermektedir. Ticari kuruşların AR-GE içindeki payları özellikle 2005 yılından itibaren oransal olarak da hızlı artmaya başlamıştır. 2004 yılına kadar toplam AR-GE içinde yüzde 20-25 düzeyinde payı olan ticari kesimin payı 2005 yılından itibaren sürekli artış göstererek 2011 yılı sonunda yüzde 43,2 olarak gerçekleşmiştir. Yükseköğretim kurumlarının AR-GE içindeki payında ticari kesimdeki gelişmeye paralel bir düşüş gözlenmiştir. 2004 yılında toplam AR-GE içindeki payı yüzde 68 dolayında olan yükseköğretim kesiminin 2011 sonunda sahip olduğu oran yüzde 45,5’tir. Kamu kesiminin payı ise görece küçük çaplı dalgalanmalar yaşamakla birlikte yüzde 9-11 arasında değişmektedir. 211 1990-2011 döneminde, AR-GE insan kaynağı bakımından sayısal artış çarpıcıdır. AR-GE’de çalışan toplam kişi sayısı bu dönemde yükseköğretimde 3,4, kamu kesiminde 2,9, ticari kesimde ise 17,1, toplamda ise 4,5 katı212 na yükselmiştir. Özel sektöre getirilen teşvik ve vergi bağışıklıklarının sözkonusu artışta belirleyici olduğu not edilmelidir. 213 2002-2010 döneminde, sektörler itibariyle teknolojik yenilik yapma düzeyi bakımından gibi imalat sanayii ilk sırada gelmektedir. İkinci sırada en fazla teknolojik yenilik yapan sektör hizmet sektörüyken, madencilikte teknik 214 yenilik yapma oranı dönem içinde gerileme göstermiştir. Toplam çalışan sayısı 10 kişiden fazla olan işletmelerde teknik yenilik yapma düzeyi göreli olarak en yüksek orandadır. Firma ölçeğindeki büyümenin teknik yeniliği özendirdiği söylenebilir. 215 2009 yılı itibariyle, doktora derecesine sahip kişilerin bilim alanları itibariyle dağılımında en yüksek pay sosyal ve beşeri bilimlerdedir. Buna göre, doktora derecelilerin bilim alanları itibariyle dağılımında sosyal ve beşeri bilimler birlikte yüzde 34, tıp ve sağlık bilimleri yüzde 27, doğa bilimleri yüzde 19, mühendislik ve teknoloji alanı yüzde 15 ve nihayet ziraat alanı yüzde 5 düzeyinde paylara sahiptir. Tablo 6.2. Doktora Dereceli Bireylerin Bilim ve Teknoloji Alanlarına Göre Dağılımı, 2009 Bilim ve teknoloji alanları Toplam Doğa Bilimleri Mühendislik ve Teknoloji Tıp ve Sağlık Bilimleri Zirai (Tarımsal) Bilimler Sosyal Bilimler Beşeri Bilimler Toplam Yeni doktora dereceliler(*) Sayı/Number (%) Sayı/Number (%) 77 424 100,0 7 436 100,0 11 333 14,6 1 425 19,2 10 224 13,2 1 118 15,0 28 950 37,4 1 993 26,8 5 776 7,5 380 5,1 12 578 16,2 1 869 25,1 8 563 11,1 651 8,8 (*) Yeni doktora dereceli birey, 2008 yılı Ocak ayı ile 2009 yılı Aralık ayı arasında doktora derecesini almış bireydir. Kaynak: TÜİK Doktoralı kişilerin yüzde 91’e yakını derecesini Türkiye’den almıştır. Yurtdışında en fazla tercih edilen doktora programları ise AB ülkeleri ve Kuzey Amerika olmaktadır. Tablo 6.3. Doktora Dereceli Bireylerin Doktora Derecesini Aldıkları Bölgelere Göre Dağılımı, 2009 Toplam Doktora derecesini Türkiye'de alanlar Doktora derecesini yurtdışında alanlar Doktora derecesinin alındığı bölgeler (*) Afrika Asya Avrupa Avrupa Birliği ülkeleri Okyanusya Amerika Kuzey Amerika (Kanada, ABD, Meksika) Orta ve Güney Amerika OECD ülkeleri OECD'ye üye olmayan ülkeler (*) Türkiye OECD ülkeleri ve Asya'ya dâhildir. Kaynak: TÜİK Sayı 77.424 70.123 7.301 (%) 100,0 90,6 9,4 13 70.279 3.575 3.312 17 3.540 3.523 17 77.107 317 0,02 90,77 4,62 4,28 0,02 4,57 4,55 0,02 99,59 0,41 Kişilerin doktora harcamalarını finanse eden kaynaklar bakımından yük216 seköğretim kurumları beklendiği gibi yüzde 62 düzeyindeki payla ilk sırada gelmektedir. Kişisel tasarruf veya yakın çevre finansmanının payı ise yüzde 16 dolayındadır. Yükseköğretim dışında çalışılan işyerlerinin desteği ise toplam içinde yüzde 12,5 düzeyinde bir paya sahiptir. Tablo 6.4. Bilim Dallarına ve Doktora Programı Süresince Yapılan Harcamaların Birincil(*) Finans Kaynağına Göre Yeni Doktora Dereceli Bireylerin Oranı, 2009, % Birincil finans kaynağı % Türkiye’deki bir kurum/kuruluştan alınan burs 7,2 Yurtdışından alınan burs 1,4 Öğretim ve/veya araştırma görevlisi olarak çalışmak 62,2 Üniversite dışında başka bir işte çalışmak 12,5 İşveren tarafından harcamaların karşılanması veya yardımı 0,7 Kişisel tasarruflar veya eş, aile desteği, borçlanma 15,8 Diğer 0,2 Toplam 100,0 * Doktora programı süresince birden fazla finans kaynağı kullanılmış olabilir. Kullanılan en önemli kaynak birincil finans kaynağı olarak tanımlanmıştır. Kaynak: TÜİK 2000-2009 döneminde doktora derecelilerin yurtdışında üç aydan fazla bulunma oranı yüzde 14 düzeyindedir. Bu oranın oldukça düşük olduğu söylenebilir. Toplam doktoralıların yüzde 9’unun yurtdışı doktoralı olduğu dikkate alındığında, arada sadece 5 puanlık bir fark ortaya çıkmaktadır. Eğitim-öğretimde uluslararası gelişmeleri yerinde gözlemlemek, ortak çalışmalarda bulunmak ve tecrübe geçişlerine imkân verme bakımından yurtdışı tecrübesinin kritik önemde olduğu, ancak doktora derecesine sahip kişiler bakımından bu deneyimin yeterli düzeyde olmadığı söylenebilir. Tablo 6.5. Doktora Dereceli Bireylerin Yurtdışında Bulunma Düzeyi (%) Sayı (%) Toplam 77 424 100 Uluslararası hareketli doktora dereceliler 10 801 14 Uluslararası hareketli olmayan doktora dereceliler 66 623 86 (*) Eğitim, araştırma ve çalışma amacıyla. 217 7. Ticarette, Tasarruflarda ve Yatırımlarda Küreselleşme Düzeyi a. Ticarette Küreselleşme Düzeyi Bugün dünya üretiminin üçte biri dış ticarete konu olmaktadır. 2011 yılı dünya gayri safi üretimi 70 trilyon dolara yaklaşırken, dünya ihracat hacmi 21 trilyon doların biraz üzerindedir. Küreselleşmenin ilk dalgasının yaşandığı 19.yüzyılda küreselleşmenin üzerinden gerçekleştiği mecra dış ticaretti. Oysa yabancı sermaye hareketleri ve daha sonra finansal akımlar küreselleşmenin hiç olmadığı kadar derinleşmesini ve yaygınlaşmasını beraberinde getirmiştir. Geleneksel olarak, dış ticareti açıklamaya yönelik girişimlerde, dışa açıklık derecesinin bir ülkenin gelişmişliği konusunda önemli ipuçları vereceği ve dışa açıklığın bir yerde rekabetin de göstergesi olacağı kabul edilir. Bir ülkenin ihracat ve ithalat toplamını ifade eden dış ticaret hacminin dünya hasılasına oranı dışa açıklık derecesini verir. Buna göre, gelişmekte olan ülkelerin dışa açıklık derecesi gelişmiş ülkelere göre daha yüksektir. Gelişmekte olan ülkelerin dışa açıklık derecesi yüzde 38 iken, gelişmiş ülkelerde bu oran yüzde 28’dir. Avrupa Birliğinde dışa açıklık derecesi yüzde 43 iken, NAFTA’da bu oran yüzde 17’ye yaklaşmaktadır. Görüldüğü gibi, Batı blokundaki iki grup ülkede dışa açıklık derecesi oldukça farklı örüntüye sahiptir. Bu gösterge, dışa açıklığın kendi başına ne bir ekonominin rekabetçilik düzeyini ne de refah düzeyini gösterme bakımından yeterli olmadığını gösterir. b. Ülkelerin Döviz ve Altın Rezervleri Dünyada ülkelerin ellerinde tuttukları yabancı para ve altın rezervi 11 trilyon ABD doları civarındadır. Özel çekme hakları ve IMF nezdindeki fonlar da dikkate alındığında birlikte rezerv düzeyi 12,5 trilyon dolara ulaşmaktadır. Bu rezervin üçte birinden fazlasını Çin (ve Hong Kong ve Tayvan) tutmaktadır. Rusya ve Suudi Arabistan gibi doğal kaynak ihracatçısı ülkelerin yanısıra Japonya, Avrupa Birliği, Kore gibi mamul mal ihracatçısı ülkeler de yüksek düzeyde yabancı para rezervi tutmaktadır. 218 Tablo 7.1. Ülkeler İtibariyle Döviz-Altın ve SDR Rezervi (2011: 12,4 trilyon USD, %, CIA, Factbook) Ülke % Ülke China 26,2 Thailand Japan 10,2 Italy European Union 6,6 France Saudi Arabia 4,4 Mexico Russia 4,0 United States Taiwan 3,2 Malaysia Brazil 2,8 Indonesia Switzerland 2,7 Iran Korea. South 2,5 Libya India 2,4 Poland Hong Kong 2,3 United Kingdom Germany 1,9 Turkey Singapore 1,9 Denmark Algeria 1,5 Turkey Ara toplam (%) 72,6 Genel toplam (%) % 1,4 1,4 1,4 1,2 1,2 1,1 0,9 0,9 0,8 0,8 0,8 0,7 0,7 0,4 13,7 86,3 c. Uluslararası Tasarrufların Kullanımında Gelişmiş Ülkelerin Hakimiyeti 2011 yılsonu itibariyle, dünyada dış borç stoku 69 trilyon doların biraz üzerindedir. Bu kaynağın yüzde 90’ından fazlasını gelişmiş ülkeler kullanmaktadır. Dolayısıyla tasarruf fazlası olan Çin, Kore ve Japonya gibi mamul mal ihracatçıları ile S.Arabistan ve Rusya gibi doğal kaynak ihracatçılarının tasarruf fazlaları gelişmiş ülke ekonomilerinde kullanılmaktadır. Nitekim uluslararası mali piyasalarda dönen borçlanma araçlarının yüzde 90’a yakını gelişmiş ülkelere aittir. Gelişmekte olan ülkelerin borçlanma kâğıtlarıyla uluslararası mali piyasalardan borçlanma düzeyi yüzde 7 civarındadır. 219 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 Tablo 7.2. Ülkelerin Dış Borç Düzeyleri 2011 (%) Kümülatif (%) United States 21,3 21,3 United Kingdom 14,2 35,5 France 8,2 43,7 Germany 8,1 51,8 Japan 3,9 55,8 Italy 3,9 59,7 Netherlands 3,8 63,5 Spain 3,7 67,2 Ireland 3,4 70,6 Luxembourg 3,1 73,7 Belgium 2,0 75,8 Australia 2,0 77,8 Switzerland 1,9 79,7 Canada 1,7 81,4 Sweden 1,5 82,9 Hong Kong 1,3 84,2 Austria 1,3 85,5 China 1,0 86,5 Norway 0,9 87,4 Denmark 0,9 88,3 Greece 0,8 89,2 Finland 0,8 90,0 Uluslararası finansal piyasalardan borçlanmada küreselleşme ile birlikte hükümetlerin payı giderek düşerken, finansal kurumlar ile şirketlerin borçlanmadaki payları büyük artış kaydetmiştir. Nitekim gelişmekte olan ülkelerin hükümetleri, kendi özel kesim finansal kurumlarından ve şirketlerinden daha yüksek oranda borçlanabilmektedir. Tablo 7.3. Uluslararası Borçlanma Menkul Kıymetleri - Bütün İhraççılar (BIS) Finansal Şirketler Hükümetler Toplam 2011 Kesimi Kurumlar Bütün ülkeler 76,0 14,7 9,2 100,0 Gelişmiş ülkeler 78,3 14,3 7,4 100,0 Gelişmekte olan ülkeler 44,6 21,0 34,5 100,0 Offshore merkezleri 68,4 15,6 15,9 100,0 220 Küreselleşme ile birlikte ülkeler arası finansal akımlarda özel kesimin payındaki artışa paralel olarak devletlerin payları, gelişmiş ve gelişmekte olanlarda farklı oranlarda da olsa görece gerilemiştir. Tablo 7.4. Uluslararası Borçlanma Menkul Kıymetleri - Bütün İhraççılar (BIS) 2011 Finansal Şirketler Hükümetler Toplam Kurumlar Kesimi Bütün ülkeler 100,0 100,0 100,0 100,0 Gelişmiş ülkeler 95,3 89,7 74,1 92,5 Gelişmekte olan ülkeler 3,8 9,2 24,0 6,5 Offshore merkezleri 0,9 1,1 1,8 1,1 d. Doğrudan Yabancı Sermaye Stoku, İşçi Dövizleri ve Telif-Lisans Bedelleri Dünyadaki doğrudan yabancı sermaye stoku 20,4 trilyon dolar düzeyindedir. Bunun üçte ikisi gelişmiş ülkelerdedir. Üretim faktörlerinin maliyetleri tek başına yabancı yatırımları çekmede belirleyici olmayabilmektedir. Mülkiyet hakları, yatırımların karşılıklı korunması, hukuki ve fiziki altyapı ile insan kaynağı gibi faktörler yabancı yatırımları çekmede önemli bir rol oynamaktadır. İşgücünün uluslararası hareketi yıllık hacmi 500 milyar dolara ulaşan bir para transferine yol açmaktadır. Bunun üçte ikisi gelişmekte olan ülkelere yönelmektedir. Başka ülkede çalışmak için gidenlerin ağırlıklı kısmının gelişmekte olan ülke vatandaşları oldukları görülmektedir. Ülkeler arasındaki telif ve lisans bedeli tutarı 2011 yılında 268 milyar ABD dolarıdır. Bunun yüzde 39’unu ABD alırken, yüzde 11’ini Hollanda, yüzde 11’ini Japonya, yüzde 7’sini İsviçre, yüzde 5’ini Almanya, yüzde 5’ini İngiltere ve yüzde 4,5’ini Fransa almaktadır. Telif ve lisans bedelinin neredeyse tamamı gelişmiş ülkelere gitmektedir. 221 222 (%) 38,745 11,038 10,831 6,896 5,164 5,040 4,627 2,246 1,613 1,473 1,358 1,137 0,998 0,964 0,863 0,832 0,398 0,394 0,384 0,344 0,324 0,313 0,310 0,292 0,253 0,221 0,209 0,170 0,168 0,136 0,111 0,110 0,101 0,095 Ülke New Zealand Iceland '(2010) Nigeria (M) Macao, China (M) '(2010) Thailand Argentina India '(2010) Czech Republic Ukraine Kazakhstan (M) Indonesia Chile Dominican Republic (M) '(2010) Greece Ecuador (M) South Africa Portugal Kenya '(2010) Colombia Serbia Guyana '(2010) Slovenia El Salvador (M) Panama (M) Honduras (M) Malta Uganda Tunisia '(2010) Croatia Uruguay (M) Estonia Belarus Swaziland (M) '(2010) Azerbaijan (M) (%) 0,089 0,084 0,080 0,077 0,066 0,063 0,054 0,040 0,040 0,035 0,029 0,028 0,026 0,026 0,025 0,025 0,023 0,023 0,022 0,021 0,020 0,019 0,015 0,014 0,012 0,012 0,011 0,011 0,009 0,008 0,008 0,007 0,007 0,007 Ülke Bulgaria Zimbabwe '(2010) Bahamas (M) Guatemala Cameroon (M) '(2010) Albania Bosnia and Herzegovina Botswana (M) '(2010) Bermuda (M) '(2010) Iran '(2010) Aruba (M) FYR Macedonia Faeroe Islands (M) '(2010) Maldives '(2010) Latvia Costa Rica Lebanon '(2010) Bolivia, Plurinational State of Namibia (M) Pakistan Peru Angola (M) '(2010) Grenada (M) Morocco Jamaica '(2010) Georgia Moldova Mozambique (M) Philippines Yemen (M) Zambia (M) Curaçao Saint Lucia (M) Slovak Republic (%) 0,006 0,006 0,006 0,006 0,005 0,005 0,005 0,005 0,004 0,004 0,004 0,004 0,003 0,003 0,003 0,003 0,003 0,003 0,003 0,003 0,003 0,003 0,002 0,002 0,002 0,002 0,002 0,002 0,002 0,002 0,002 0,001 0,001 0,001 Ülke Algeria '(2010) Barbados '(2010) Benin (M) '(2010) French Polynesia (M) '(2010) Lesotho (M) '(2010) Belize Saint Vincent and the Grenadines (M) Mali (M) '(2010) Seychelles '(2010) Togo (M) '(2010) Mongolia Saint Kitts and Nevis (M) Sudan Ethiopia (M) '(2010) Faeroe Islands '(2010) Fiji '(2010) Lithuania '(2010) Mauritius '(2010) New Caledonia '(2010) Senegal '(2010) Sierra Leone '(2010) Suriname '(2010) Syrian Arab Republic '(2010) Tajikistan '(2010) Antigua and Barbuda (M) Bangladesh Cambodia Cyprus Dominica (M) Guinea (M) Kyrgyz Republic Montenegro Nicaragua (M) Sint Maarten ≈ Tablo 7.5. Ülkelerin Dünya Telif ve Lisans Gelirleri İhracatındaki Payları / (2011, 267,9 Billion $) Ülke United States Netherlands Japan Switzerland '(2010) Germany United Kingdom France Sweden Korea, Republic of Canada Italy Finland Denmark Ireland Belgium Singapore Israel Hungary Spain Australia Russian Federation Taipei, Chinese China Austria Turkey (M) Brazil Norway '(2010) Luxembourg Hong Kong, China '(2010) Venezuela Paraguay Romania Poland Egypt (M) '(2010) Total (%) (%) 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,001 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 0,000 100,0 Telif ve lisans İhracat ve ithalat bedelini raporlayan ülkelerde, ihracat bedelinin ithalat bedeline oranı 1’in üzerinde olan ülkeler göreli üstünlüğe sahip ülkelerdir. Buna göre, Finlandiya, İsveç, ABD, Fransa, Danimarka, Japonya, Hollanda, İngiltere, İsviçre, Lüksemburg ve Almanya 1’in üzerinde orana sahip ülkelerdir. Tablo 7.6. Telif ve Lisans İhracat Bedelinin İthalat Bedeline Oranı (X/M) Finland Sweden United States France Denmark Japan Netherlands United Kingdom Switzerland (2010) Luxembourg Germany Israel Belgium Norway (2010) Korea, Republic of Kat 3,45 3,37 2,98 2,15 1,69 1,51 1,43 1,32 1,10 1,10 1,08 1,00 0,98 0,93 0,59 e. Bilişim ve İletişim Teknolojileri (ICT) Ticaretinde Küreselleşme Düzeyi Küreselleşmede bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişim kuşkusuz büyük bir ivme kazandırmaktadır. UNCTAD verilerine göre, 2010 yılında dünyada BİT ürünlerinin ihracat hacmi 1,7 trilyon ABD dolarıdır. BİT ürünlerinin ihracatı toplam dünya ihracatında yüzde 12 dolayında bir paya sahiptir. Gelişmiş ülkelerin toplam ihracatının yüzde 7’si BİT ürünleri ihracatından oluşurken, gelişmekte olan ülkelerin ihracatı içinde BİT ürünleri ihracatının payı yüzde 20 düzeyindedir. 223 Tablo 7.7. Bilişim ve İletişim Teknolojileri (BİT) Ürünleri İhracatının Bileşimi, % (Cari Fiyatlarla, 2010: 1.721,6 Milyar Dolar, Kaynak: UNCTAD) Gelişmiş Gelişmekte Dünya ülkeler olan ülkeler Bilgisayar ve çevre ekipmanı 29,2 27,0 30,2 İletişim ekipmanı 19,3 20,7 18,6 Tüketici elektronik ekipmanı 13,3 16,2 11,8 Elektronik parçalar 33,3 30,7 34,7 Çeşitli 5,0 5,5 4,7 Toplam 100,0 100,0 100,0 BİT ürünlerinin ihracatında 2000 yılında gelişmiş ülkelerin payı yüzde 57 iken, zamanla düşüş yaşamış ve 2010 yılında yüzde 33’ün altına düşmüştür. Gelişmekte olan ülkelerin bu piyasada artan rekabetçi güçleri oldukça çarpıcıdır. Bilgisayar ve elektronik ürünlerin genelde çevre kirliliğinin yanısıra ucuz üretim faktörleri nedenleriyle de gelişmekte olan ülkelerde üretilmelerinin tercih edilmesi de önemli bir faktördür. Tablo 7.8. Bilgi ve İletişim Teknolojileri İhracatında Ülke Grupları İtibariyle Paylar Gelişmekte olan Gelişmiş ekonomiler ekonomiler 2000 43,0 56,9 2001 44,1 55,8 2002 48,6 51,4 2003 51,6 48,3 2004 53,8 46,1 2005 55,8 44,1 2006 57,1 42,8 2007 61,2 38,7 2008 61,9 38,0 2009 64,9 35,0 2010 67,3 32,6 224 Sonuç ve Değerlendirme Türkiye politik, sivil ve ekonomik özgürlükler bakımından gelişmekte olan ülkeler grubundadır ve AB üyeliğine yarım yüzyılı aşkın bir süredir aday olmasına rağmen, uygarlığın bu alanlarında henüz kabuğunu kırabilmiş değildir. Nitekim insani gelişmişlik düzeyi, iş yapma kolaylığı, eğitim rekabeti ve ekonomik büyüme performansı da genel olarak yeterli düzeyde değildir. Yolsuzluk algısı bakımından sahip olduğu algı yine parlak sayılmayacak bir görünümdedir. Bugün ülkelerin faktör donatımı, faktör etkinliği ve yeniliğe dayalı ekonomiler olarak sınıflandırıldıkları dikkat çekmektedir. Buna göre, geleceği parlak ülkeler yeniliğe dayalı ekonomilerken, görece en dezavantajlı ülkeler faktör donanımına bağımlı ülkelerdir. Türkiye, faktör verimliliğinde marjlarına yakınlaşmış bir ülke olarak, yer yer yenilik ekonomisi özelliği göstermeye başlayan geçiş dönemindeki bir ülkedir. Türkiye içinde bulunduğu gruptaki diğer ülkelere göre piyasa büyüklüğü bakımından daha avantajlı iken, işgücü piyasası etkinliği ve yüksek ve mesleki eğitim alanları bakımından dezavantajlı durumdadır. AB üyesi ülkeler bakımından görece avantajlı olduğu tek alan yine piyasa hacminin büyüklüğüdür. Türkiye’nin mülkiyet hakları endeksi, uluslararası skalada parlak bir yerde değildir. Yine patent başvuruları ve alınan patentler bakımından da Türkiye oldukça yetersiz bir performansa sahiptir. Türkiye ekonomisinin sektörler itibariyle orta teknoloji tuzağına yakalanma ihtimali yüksek bir ekonomi olduğu gözlenmektedir. Türkiye orta teknoloji tuzağı, orta gelir tuzağı veya orta insani gelişmişlik tuzağı olarak nitelenebilecek ve sürekli olarak gelişmekte olan ülke statüsünde kalmak zorunda olacak bir görünümdedir. Üretim, dış ticaret, firmaların borçlanma ve yenilik örüntüleri karşılıklı olarak bu görünümü pekiştirmektedir. Türk firmalar sektörünün finansal kaynaklara erişiminde ciddi bir handikap içinde olduğu dikkat çekmektedir. Gerek bankalarının gerekse firmalar sektörünün yoğun olarak kullanmaya başladığı yabancı kaynağın önemli bir kaldıraç görevi ifa edeceği söylenebilir. Yabancı yatırımların özendirilmesi, portföy yatırımlarının kalıcı hale gelmesi yönünde makroekonomik istikrarın 225 kurumsallaştırılması en öncelikli politika alanları olarak belirmektedir. Bugün dünyadaki doğrudan yabancı yatırımların üçte ikisi gelişmiş ülkelerdedir. Yine uluslararası tasarrufların yüzde 90’ından fazlasını gelişmiş ülkeler kullanmaktadır. Dolayısıyla, hem doğal kaynak zengini ülkeler hem de Çin ve Hindistan gibi mamul mal ihracatında şampiyon olan ülkeler tasarruf fazlalarını gelişmiş ülkelere yönlendirmektedirler. Uluslararası finans hareketlerinden görece uzun vadeli ve yüksek pay alan ülkelerin iç tasarruf yetersizliklerini aşmada önemli bir fırsat yakalayacağı öngörülmektedir. Türkiye’nin üyeliğine aday olduğu Avrupa Birliğinin 2020 vizyonunun dayandığı birbiriyle bağlantılı akıllı, sürdürülebilir ve İçermeci büyüme yaklaşımının içerimleri bakımından Türkiye’nin de benimsemesi ve somut projelerle uygulaması gerekli bütüncül bir perspektif olduğu söylenebilir. Birbiriyle ilişkisiz, bütüncül bir yaklaşımdan yoksun, kısa vadeli konjonktürün hatırına söylenen, yazılan veya ilan edilen ve güçlü bir temeli olmayan hedeflerin kullanışlı ve yarayışlı olmayacağı açıktır. Türk firmalar sektörünün başka ülkelerin tasarruflarını kullanarak ekonomize etme eğilimine bakıldığında, girişimcilik yeteneği bakımından önemli bir potansiyele sahip olduğu söylenebilir. Türk eğitim sisteminin, diğer alanlara nazaran görece yetersiz kalitesini yükseltmesi ve ekonominin sürükleyici gücü olması gerekiyor. Kuşkusuz temel eğitim, yüksek eğitim ve mesleki eğitimin reforme edilmesinde, yine AB gündeminin önemli bir referans olma potansiyeli vardır. 226 Veri Kaynakları BDDK, www.bddk.org.tr BIS, www.bis.org Cato Institute, www.cato.org CIA, www.cia.gov. European Commission, http://ec.europa.eu/europe2020/index_en.htm Fraser Institute, www.fraserinstitute.org Freedom House, www.freedomhouse.org Heritage Foundation, www.heritage.org IMF, www.imf.org İMKB, www.imkb.gov.tr Kalkınma Bankası, www.kalkinma.com.tr Maastricht University Institute for Management Development, www.imd.org MKK, www.mkk.com.tr OECD, www.oecd.org Transparency International, www.transparency.org Türk Patent Enstitüsü, www.tpe.gov.tr Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, www.tcmb.gov.tr Türkiye İstatistik Kurumu, www.tuik.gov.tr UNCTAD, www.unctad.org UNESCO, www.unesco.org World Bank, www.worldbank.org World Economic Forum, www.weforum.org World Gold Council, www.gold.org. World Intellectual Property Organization, www.wipo.int WTO, www.wto.org 227 Prof. Dr. Erdoğan ALKİN İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi Uluslararası Ticaret Bölümü Başkanı Efendim, fevkalade güzel bir eğitim seminerinden geçtik. Yapılan sunumlar çok öğretici oldu. Ben kendi şahsıma bu yaşımda doğrusu yeni ve güzel şeyler öğrendim. Burada Türkiye’nin esas derdinin ne olduğunu anlamaya başladık. Ama ne yapılır? Nasıl yapılır? Bunun kritik bir konu olduğu da açık. Bu yapılmazsa, orta gelir tuzağına takılıp kalacağız. Birçok gelişmekte olan ülke bugün hala bu tuzak içerisinde kaldı. Sizlere çok teşekkür ediyorum. SUNUCU Değerli konuklar, programın bu bölümünde "Sürdürülebilir Kalkınmada Türkiye Ekonomisinin Dünü ve Yarını" konulu panel oturumuna geçiyoruz. Oturum başkanlığını, İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Nazım Ekren beyefendi yapacaktır. Panele Oturumu'nun Konuşmacıları; • T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşar Yardımcısı Cavit DAĞDAŞ • T.C. Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Kemal MADENOĞLU • İstanbul Sanayi Odası Meclis Üyesi Hüsamettin KAVİ • Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkan Vekili Mustafa ÇIKRIKÇIOĞLU Konuşmalarını yapacaklardır. 228 PANEL OTURUMU Konu : Sürdürülebilir Kalkınmada Türkiye Ekonomisinin Dünü ve Yarını Başkan : Prof. Dr. Nazım EKREN İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Katılımcılar: Cavit DAĞDAŞ T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşar Yardımcısı Kemal MADENOĞLU T.C. Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Hüsamettin KAVİ İstanbul Sanayi Odası Meclis Üyesi Mustafa ÇIKRIKÇIOĞLU Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkan Vekili 229 230 Prof. Dr. Nazım EKREN İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Değerli katılımcılar, başlangıçta Türkiye ekonomisin 50 yıllık bir dönüşüm sürecini eski tabirle özel teşebbüs, yeni tabirle de özel sektörün dinamiği açısından nasıl bir trend izlediğini tartıştık, değerlendirdik. Bu oturumda ise farklı bir kavram ve farklı bir konseptle sürdürülebilir büyüme mantığıyla baktığımızda Türkiye ekonomisinin geçmiş dönemin performansını, mevcut durumunu ve muhtemel geleceği tartışacağımız değerli dostlarla birlikteyiz. 231 232 Cavit DAĞDAŞ T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşar Yardımcısı Öncelikle bu semineri düzenleyen İktisadi Araştırmalar Vakfı'na teşekkür ediyorum. Panelin konusu "Sürdürülebilir Kalkınmada Türkiye Ekonomisinin Dünü ve Yarını" Son 50 yılın kritik noktalarına baktığımız zaman Türkiye'nin temel ekonomi politikalarının radikal olarak değiştiği bazı unsurlar var. 80 öncesinde ithal ikameci kapalı bir ekonomide üretim yapan, büyüyen bir Türkiye. Başarılı. Dünyada uygulanan ekonomi politikalarına benzer ithal ikameci politikalar orada bir sorun yok, fakat tıkandığı bir nokta var. Çok kapalı, rekabetten uzak bir ekonomi, üretimin nasıl sorusu, nasıl üretirim de odaklandığı, nasıl satarımda odaklanmadığı bir ekonomik yapı. Özellikle iki petrol krizinden sonra dünyada ekonomi politikaları da hızlı değişiyor ve radikal değişiklik. Türkiye'ye de yansıyor. 80'den önce ticaretin liberalleştirilmesi hızlı bir şekilde ilerliyor. Özel kesim öncülüğünde bir büyüme modeli, ihracata dayalı bir büyüme, dünyaya açılma stratejileri tespit ediliyor. Ekonomi buna oldukça cevap veriyor. Özellikle özel kesim bu ticaretin liberalleşmesinden bayağı bir dinamizm kazanıp bu atılımları gerçekleştirebildi. İkinci kırılma noktası, 89 yılında sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi, önemli bir nokta. Sermaye hareketlerini serbestleştirdiğiniz zaman uluslararası sermayenin de dolayısıyla piyasanın ve çok sıkı gözetim altına giriyorsunuz. Dolayısıyla buradaki makro politikalar oyunun kuralları tamamen değişiyor. 90'lı yıllarında kayıp şehirlerinden kayıp yıllar olması esas itibariyle bu oyunun kurallarını tam kavrayamamamızdandır. Gerek bürokrasi, gerek siyaset. Yine eski oyunla yeni kuralları birleştirme çabaları ve ardı arkasına gelen krizler. 94 krizine baktığımız zaman bizim borcumuz falan yok. Cari işlemler açığı %3'ler 4'ler civarında, fakat hem kura hem dövize her şeye müdahale etmek isteyen bir anlayış var. Piyasa gözetimi ona izin vermiyor. Ticaret kısmının çok hızlı bir şekilde cevap vermesine rağmen özellikle makro politikalar açısından buna uyum sağlayamamamız bizim 90'lı yılları kayıp yılları olarak önümüze getirip koydu. Ne var 90'lı yıllara baktığımızda, 233 hatta 89 yılında tamam biz 86 yılında buna geçiş için gerektiği piyasaları kurduk. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası kuruldu, para piyasaları kuruldu, borçlanma piyasaları kuruldu bütün alt yapı hazır, eksik olan kamu mali disiplindeki eksiklik. İkinci eksiklik çok yüksek derecede bir enflasyon. Bu ikisini halletmeden sermaye hareketlerini açtığınız zaman çok farklı bir yapı ortaya çıkıyor. Uluslararası sermayenin çok hızlı giriş çıkışlarına tabi kalıyorsunuz. 90'lı yıllar boyunca biz enflasyonu indiremedik. Enflasyonu indiremediğiniz zamanda politikalara, özellikle para politikalarına cevap alamıyorsunuz. Olsa da bir fiyat kavramı olmuyor. Hangisi pahalı hangisi ucuz belli olmuyor. Araba alıyorlar geçen sene 3 bin liraya aldığım araba bu sene 5 bin lira oldu, kaç para kazandım gibi algılar var. Yani fiyatın kaybolduğu bir ortam var. İkincisi marjinalite ortadan kayboluyor, rekabet unsuru kayboluyor. Dolayısıyla yüksek enflasyon makro ekonomik politikaları da son derece zora sokan bir durum haline geliyor. 90'lı yıllar hakikaten zor yıllar. Ama son olan 2001 krizi de son derece önemli bir kriz. Yeni oyun kurallarına adapte olamayışımızın bir nedeni. 2001 krizinde milli gelirimizin maliyeti herhalde %25'ine varan ağır bir kriz. O krizden sonraki çıkışımızı hem yapısal anlamda hem ekonomi anlamında hızlı. Birçok yapısal değişim. Bankacılık düzenleme denetleme kurulundan sosyal güvenlik sektör kesiminin açıklarını kontrol etmek için yapılan reformlara kadar birçok yapısal dönüşüm sağlandı. Bu dönüşüm çerçevesinde ve sağlanan mali disiplin çerçevesinde enflasyonumuz hiç kimsenin beklemediği çok hızlı bir şekilde düştü. 80'li yılların ortası 90'lı yıllarda herhalde ekonomi bürokraside konuşulanlar enflasyon %30'lar seviyesinde 1-2 sene kalsa sonra %10 %20 gibi seyir düşünülürken, enflasyon çok hızlı bir şekilde %10'ların altına indi. Bu son derece önemli bir kazanımdı. Ondan sonra da makro ekonomik politikaları ekonomi cevap vermeye başladı. Bu enflasyonun düşmesiyle beraber en büyük kazanım bu oldu. Burada kamu oldukça özelleştirmenin de çok hızlı bir şekilde yapılması, özellikle doğal tekerlerde yanına kurulan denetleyici otoritelerle buradaki doğal monopollerin özelleştirilmesi ayrı bir rekabet görüyor. Her ne kadar 2008-2009 krizlerinde daha önceki o zayıf ekonomik yapı olsaydı Türkiye son derece ağır bir krizle karşılaşabilirdi. Fakat Türkiye ekonomisinde şöyle bir şey oldu. Tanımlı, hedef odaklı mali bir tedbirlerle esas olarak üretim tabanını ve istihdam tabanını korumak amaçlı. Zamanlı, ölçülü bir tedbirler paketiyle 2009 krizi sonrasında Türkiye büyük şirketlerin batışına şahit ol234 madı. Bankacılık sistemi son derece sağlam durdu ve Türkiye ekonomisinin güçlülüğü bir şekilde test edildi. Sürdürülebilir büyüme kavramı; bu yapısal reformlardan sonra Türkiye'nin toplam faktör verimliliğini arttırmak. Nasıl ölçeceğiz? Nasıl ölçülür? Ayrı bir konu. Ama üretim fonksiyonu da değişti. Emek, sermaye üzerinde bir teknoloji kavramı girdi. Şimdi bu teknolojik kavramı girdiği zaman kategorizeler başladı ki, bir teknoloji üreten ülkeler var, üretilmiş teknolojiyi geliştiren ülkeler var, üretilen teknolojiyi iyi kullanan ülkeler var, teknolojiye erişemeyen ülkeler var. Orta gelir tuzağı dediğimiz şey kategorilerden eğer teknolojiyi üretmiyorsanız, bu teknolojiyi iyi kullanıyorsanız, bir aşama sonrasına geçip teknolojiyi geliştiren ülke kapsamında. Bu neyi getiriyor? Esas itibariyle dış ticaret haddi dediğimiz ihracat fiyatlarının ithalat fiyatlarından daha yüksek olmasını getiren biri oldu. Bunun için ne lazım? Sürdürülebilir olması için ekonomik ve sosyal alt yapının güçlendirilmesi lazım. Bunu parayla çözemezsiniz. Bizim mevcut durumda genel eğitim düzeyimiz orta ikiden terk. Bunu yükseltmek lazım. Özellikle bütçede birinci verilebilecek kaynak eğitim olarak tespit edilmiştir. Bu tespit edilen bir problem. Dolayısıyla eğitim seviyesini hızla yükseltmek lazım. Daha yüksek, daha katma değerli ürün üretebilmek için. İkincisi sosyal at yapı dediğimiz; sağlık. Sağlık önemli bir kavram ve kamu alt yapı projeleri. Ulaşım alt yapısı, teknoloji alt yapısı vs. oldukça hızlı gelişiyor. Bunların sonuçları alınır mı? Alınır ama hemen alınmaz. Bir nesil'in geçmesi lazım. 4+4+4'ün sonuçlarını on yıl sonra görürsünüz. Çözülebilirliği sağlayacak olay, teknolojiyi iyi kullanandan teknolojiyi ilerleten kategoriye geçmek gerekir. Dünya bankasının sıralamasına göre orta vadeli planda Türkiye şuanda orta gelir grubunun üstüne yaklaşmış bir grupta. Dünyada üst gelir grubundaki ülkeler sınıfına çıkmamız önemli. Dediğim gibi sürdürülebilir olması için sosyal alt yapısının da güçlendirilmesi gerekir. İkinci önemli nokta; yeşil ekonomi son derece önemli. Çevre dünyanın gündeminde olan konular. Çevreye duyarlılık, yeşil ekonomiye duyarlılık, enerji verimliliği, bizim zaten ister istemez özellikle enerji bölümünde uygulamak zorunda olduğumuz cari işlem açığımız bakımından politikalar. Politikalar doğru, ama verim alınması oldukça zor ve uzun bir süreci gerektirebilir. Sabırlı olmak lazım. 235 Son olarak; Türkiye'de döviz kuru, provokasyon olduğu için söylüyorum, döviz kuru bir fiyattır. Bu fiyatın nasıl tespit edildiği de zaten piyasa tarafından belirleniyor. Ama Türkiye, verimliliği ve büyümesi ve bu istikrarı olduğu müddetçe Türk Lirası değer kazanır. Dolayısıyla sermaye Türkiye'ye gelir. Bu sadece portföy sermayesi şeklinde olmaz eşdeğer şeklinde de olur. .............bakın 1 milyar doların altındaydı, şimdi 10 milyar dolar olduğu zaman üzülüyoruz. Neyi getiriyor bu? Bir teknoloji transferi getiriyor. İkincisi; verimliliği getiriyor, kendi içinde verimliliği getiriyor. Dolayısıyla potansiyel büyümenizi yukarıya çekiyor. Döviz kuruyla ithalat ihracat arasında bir sürü ekonometrik çalışma vardır ama ihracatla döviz kuru arasında pek fazla anlamlı bir ekonomik çalışma yok. İhracatımız 30 milyardı 2007'ye geldiğimiz zaman döviz kuru 1.10'lara düştü. İhracatımız 130 milyar dolar. Mutlaka bir faktörü vardır. Ama buradaki önemli olan zaten oradaki hızlı devalüasyonlara baktıktan sonra hızlı devalüasyonlarda bizim ihracat fiyatlarımız dışarı ithalat fiyatlarımız artar. Yani oradaki kazancı özel kesim paylaşır, bir gerçeği var. İthalat sayısı iç talebe bağlıdır. İç talebi kontrol ettiğiniz zaman ithalatı kontrol edebilirsiniz. Teşekkür ederim. Prof. Dr. Nazım EKREN İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Sayın Dağdaş'a teşekkür ederiz. Sürdürülebilirlikten ne anladığınız önemli. Her ekonomiyi aşan her akademisyen her iş adamı kendi açısından baktığında farklı bir konsept geliştirir. Ama akademisyenler için tanım yapmak çok kolay herhangi bir kırılganlık ve şoklara karşı yörünge değişimine neden olmayacak yapısal özelliği sahipse bir devlet, bir firma, bir şirket o sürdürebilirliği varsayıyoruz. Birkaç tane daha önemli nokta var. Sürdürebilirlik denince, önce çevre, insan ve ekonomiyi mi anlamalıyız? Yoksa mukayese rekabet avantajının devamını mı anlamalıyız? Yoksa diğer ülkelere mukayese ettiğimiz örneğin; Kore'yle nerede olduğumuza mı bakmalıyız? ya da Sayın Dağdaş'ın vurguladığı gibi son derece önemli olan yeni nesil kamu özel sektör işbirliği de bu çerçevede önemli midir? Sayın müsteşarımız bunlara ne diyecek. Buyurun müsteşarım. 236 Kemal MADENOĞLU T.C. Kalkınma Bakanlığı Müsteşarı Böyle güzel bir toplantının İktisadi Araştırmalar Vakfı ve İstanbul Ticaret Üniversitesinin ev sahipliği ile yapılıyor olmasından büyük bir mutluluk duyuyorum. Özellikle üniversitemizin, sivil toplumun ve özel kesimin ortak bir alanı olarak böyle bir faaliyet bizim için çok anlamlı ve değerli, o açıdan emeği geçenlere teşekkür ediyoruz. Aslında bizim çok sık klasik olarak ekonomik parametrelerinin dışına taşan ve oralara kayan ve oralardaki belirsizliğin aslında ne kadarda bizim alanımızı etkilediği ve bizim hareketle o alanları etkilememiz gerektiğine değiniliyor. Oturumun başlığında ifade edilen "Sürdürülebilir Kalkınma Türkiye Ekonomisinin Dünü ve Yarını" diye ifade edilmiş. Burada bir sürdürülebilir büyüme ile aslında tam sürdürülebilir büyümemidir onun klasik kullanımı sisteng croft tabirinden hareketle kullanılan bir tabir, birde sürdürülebilir kalkınma denen bir terminoloji var. Aslında bu sürdürülebilir kalkınma terminolojisi sık sık sürdürülebilir büyüme ile birbiriyle dönüşümlü olarak kullanılabiliyor. Aslında bu doğru değil zaman zaman dışsallıklar mı yoksa diğer parametrelere olan ilişkisi mi dersiniz oralarda aslında sürdürülebilir kalkınma ile olan ilişkisine girildiği noktalar oluyor. Ülkemiz açısından özellikle bu sürdürülebilir kalkınma olayı nedir? çünkü burada 50 yıl gibi bir perspektifi ortaya koyduğunuz zaman belki geçmiş 50, belki gelecek 50, yoksa buradaki -25, +25 midir onu da bilemiyorum ama buradaki 50 yılın anlamı uzun bir perspektifte olayı değerlendirmelerin içersinde zaman dilimini biraz daha uzattığınız zaman hakikaten orada sürdürülebilir kalkınma dediğimiz alan biraz daha ön plana çıkmaya başlıyor. Nihayetinde biz bu disiplinleri iktisadını, sosyal bilimlerini, sosyolojisini, fiziğini, kimyasını aslında biz bölümlüyoruz. Biz kendimiz insanoğlu olarak parçalıyoruz. Aslında hayat realite bir bütün ve nihayetinde insanın birey olarak toplum olarak ya da örgütlenmiş bir yapı olarak, devlet diyebilirsiniz bunun adına, bunların bütün nihai amacında insanın mutluluğu refahı söz konusu. Bazen 237 sık sık bunu unutup, kendi dar alanımıza sıkışıp o dar alanda gerçekte biz neyi amaçlıyorduk kavramı unutulduğu için bu bölümlemeyi gerçekmiş gibi algılayıp, kendimizi oralara sıkıştırıyoruz ve bu bizi bence doğru yaklaşımlar doğru politikalar üretmemizi engelliyor. Bu sürdürülebilir kalkınma bu anlamıyla güzel bir araç diye düşünüyorum. Bu 70'li yıllarda gündeme getirilmiş bir kavram ve özünde şu; bizim bugünkü kalkınma çabalarımız. Kalkınmayı da ben şöyle anlıyorum; insanın refahı, mutluluğu ve bunu sürdürmesi, birde güç kavramı, tabi burada çok önemlidir. Bunun içine rekabette koyabilirsiniz. Bugünkü insanlığın bu çabasının gelecek nesillerin aynı bu çabasının zafiyete uğratmayacak şekilde yapılması, özü budur. Yani biz bugün daha iyi yaşayalım, daha mutlu olalım, daha güçlü olalım diye gösterdiğimiz çabaların, çalışmaların hiçbir şekilde daha sonraki nesillerin, çocuklarımızın, torunlarının, onların torunlarının yani 50 yıl 100 yıl sonraki insanların aynı güdülerle davranmasını engelleyecek tarzda bizim gelişme yolu izlemememiz, bunun doğal kaynaklar, çevre boyutu hemen akla gelir ama bundan ibaret değil. Bunun sosyal boyutu var. Özellikle bunun içerisinde insana nasıl baktığınız boyutu var. Bunun dışında aslında bu literatürde çok dile getirilmeyen ama benim çok sıkça vurguladığım sürdürülebilirliğin bir politik boyutu var. Dolayısıyla bu alanları çok önemsiyorum. Burada ana hatlarıyla iki boyutuna bakıyorum sürdürülebilirliğin. Sürdürülebilir ekonomiye de kesen önemli bir boyutu var. Sürdürülebilir kalkınma bir yönüyle yatay(zaman) hakkaniyeti sağlayan, yani aynı zaman dilimi içerisinde yaşayan insanların arasındaki yatay hakkaniyeti sağlama, siz buna yaşam kalitesi odaklı bir hakkaniyet diyebilirsiniz. Birde dikey hakkaniyet dediğimiz yine zaman boyutu itibariyle bugünkü nesillerle gelecek nesiller arasındaki hakkaniyetin oluşturulması. Aslında bu yaklaşım bizim değerlerimizle, bizim Türkiye'de, bizim coğrafyamızda, hakim olan ve bizim geleneklerimize de hakim olan bir evren anlayışı bir kozmoloji anlayışıyla da çok uyumlu bir bakış açısıdır. O açıdan ben bunun önemli olduğunu ve bizim ekonomi politikalarında ve genel kalkınma politikalarında da bunu ciddi şekilde önemsememiz gerektiğini düşünüyorum. Vurguladığım politik boyutunu biraz öne çıkarmak istiyorum. Ülkelerin sahip oldukları politik yapılar, yani en dar şehir yapılarından en üst ölçekteki ülke yapılarını ve ülkelerarası yapılara kadar uzanan sırada, politik yapının sürdürülebilirliği, yani politik yapının o insanların refahını, mutluluğunu sürdürme açısından ne derece buna izin veriyor vermiyor anlamında çok önemli bir faktör olduğunu düşünüyorum. Bu açıdan demokrasilerin, dikta238 törlüklerin ya da demokrasinin nasıl olduğunun da bununla çok yakından ilgili olduğunu düşüyorum. Bir diğer boyut, sosyal alan dediğimiz ve burada da fırsat eşitliği kavramını ön plana çıkarıyorum. Özellikle bunun hem yatay hem dikey hakkaniyetle ilgisi açısından fırsat eşitliği, yani her insanın eşit haklara sahip olduğunu ama bir şekilde doğduğu ortamlar ve büyüdüğü ortamlarda farklı bir şekilde konumlanmasının aslında genel insan hakları çerçevesinde onun hak etmediği bir durum olduğunu ve her türlü fırsat verilerek, onun gelişme imkanının tanınmasını önemsiyorum. Çevre'yi herkes biliyor. Özellikle artık daha kısa vadeli hale geldi bu alanlar. Enerji, su, gıda gibi alanlar doğal kaynaklar itibariyle. Bunlarda bu açıdan önem kazanmaya başladı. Bütün bunları yaparken belli tradesoft söz konusu. Yani bugünkü nesille gelecek nesiller arasındaki dengeyi kurarken tradesoftlar söz konusu. Ne kadar kapsayıcı olacağınız ile ne kadar belki hızlı büyüyeceğiniz arasında bir tradesoft söz konusu. Ne kadar siz Dünyayı, evreni düşüneceksiniz ne kadar kendi ülkenizi düşüneceksiniz bu anlamda sizin güçlü olmanız, rekabet edebilir olmanızın dengesini nasıl kuracaksınız? Burada tradesoftlar söz konusu. Bütün bunlar nasıl mümkün olabilir? Bu geniş bir soru. Burada kavramsal bir çerçeve ortaya koymaya çalışıyorum. Türkiye özeline yaklaşmaya çalıştığımız zamanda bunun ekonomiyle bağı açısından baktığımız zaman firmaların hane halklarının ve devletin bu süreç içerisinde refahı sağlar iken yaşam kalitesini arttırır iken ve bunu sürdürmek içinde güç gerektiği için rekabet gücü itibariyle olsun diğer güç unsurları itibariyle olsun bunu sürdürmeniz gerektiği için bütün bunların devlet boyutu itibariyle firma, hane halkı, birey veya devlet boyutuyla bunların rolleri ve ilişkileri bu çerçevede yeniden bir tanımlama ihtiyacı var diye düşünüyorum. Bizim klasik tanımlamalarımızın dışında yeni bir tanımlamaya yeni bir tartışmaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. İşi biraz daha ekonomi alanına çekmek istediğimiz zaman, Türkiye burada nereye oturuyor? Bir yandan bugünkü refahımızı, önümüzdeki yılların refahını daha yaşanabilir ülkeyi oluşturacağız. Bir yanan gelecek nesilleri düşüneceğiz bir yandan Dünyayı düşüneceğiz bir yandan daha kapsamlı bir şekilde bütün ülke saksına bunu yayacağız. Bu nasıl mümkün olacak? Burada birkaç parametrenin önemli olduğunu düşünüyorum. Burada çokça tartışılan genel ekonomimizin yapısı, kurumları ve bunun dengeleri itibariyle neredeyiz? Tasarruf oranlarımızdan, kurumlarımızın ne kadar kamu ma239 liyemizin ne kadar sürdürülebilir bir büyümeye ve refah artışına müsaade ettiği boyutu. Bütün bunlara burada kabaca değinildi. İş ortamının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu işin, devlet tarafından çok esas itibariyle hanelerin ve firmaların tarafından bu işin götürülmesinin Dünya tarihinin bunu ispatladığını düşünüyorum. Yani doğal hukuk denilen literatürde ya da insanın aslında tabiatı diye nitelendireceğimiz temel motiflerin bu süreçte belirleyici olması gerektiğini düşünüyorum. Aksi halde özellikle iktisat alanında, bir şekilde dış müdahalelerin fiyat mekanizmaları yoluyla olsun değişik mekanizmalarla devletin yaptığı her müdahalenin aslında o doğal hukuk ve insan tabiatı boyutunu bozduğunu ve doğal insanı harekete geçiren motifleri de zedelediğini düşünüyorum. İş ortamının doğal bir düzen içerisinde bunu liberal ekonomi diye de niteleyebilirsiniz, ama ondan ibaret olmadığını düşünüyorum. Bunun sürdürülebilirliği çok önemli. Yani iş ortamının, insanların üretme, tüketme, finansmanın sağlanması vs. gibi boyutlarının çok önemli olduğunu düşünüyorum. Üçüncüsü; yaşam kalitesinin sürdürülebilirliğini çok önemsiyorum. Burada bireyin ve toplumun hayal ettiğiniz zaman tüm yaşam alanları itibariyle, buradan şehirleşmeye, evlere, rekrasyon alanlarına, insanların hayatını teneffüs ettikleri tüm alanlara, yaşamını, mutluluğunu etkileyen tüm faktörleri ele aldığımız zaman buradaki sürdürülebilirlik çok önemli. Dolayısıyla bizim ne kadar şehirleşeceğimiz mekanı nasıl kullanacağımız sanayiyle, tarımıyla, hizmetleriyle, ekonomik faaliyetleri yürütürken bu yaşam alanlarını nasıl kullanacağımız ve bunun sürdürülebilirliği örneğin İstanbul'a dair biliyorsunuz hükümetimizin ilan ettiği bir takım özel projeler var. Yeni büyük şehir kanunu vs. bütün bunlar aslında bu boyutlarıyla yeniden ele alınmak durumunda. Biz bunları yaparken gerçekten ekonomimizin daha sağlıklı bir şekilde orta uzun vadede büyümesini, bu refahı sağlayacak aynı zamanda kapsayıcı olacağını, yeni gelecek nesillere doğru bir miras mı bırakıyoruz onu düşünerek bütün bunları boyutlu düşündüğümüz zaman bu boyut çok önemli diye düşünüyorum. Bir diğer boyut; dış alem diye kabaca nitelendirdiğim bir alan, bu ise iktisadi anlamda ticaret diye daraltılabilecek ama çok daha genel anlamıyla en başta söylediğim sürdürülebilir kalkınmanın evren boyutunda düşüneceğiniz bir yaklaşımla baktığınız zaman orada tüm insanların hak adalet ölçüleri içerisinde başkalarının yaşam kalitesi içersisinde yaşayacağı bir ortamı düşünmek ve bunu arzu etmeninde çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bunu Sa240 yın Başbakanımız Rio'da beraber katıldığımız toplantıda, bugünkü insanlığın bencilliğinden bahsetmişti ve sürdürülebilir kalkınmayı biz Türkçeye çevirmeye çalışırken yani mahiyetini bazı özlü sözlerle anlatmaya çok uğraşırız ama artık nasıl dile geldi bilmiyorum, Sayın Başbakan bencillik olarak niteledi. Yani sürdürülebilir kalkınmanın karşıtlığı olarak bencillik, yani bunu bireysel bazdan ülke bazına kadar çıkartabilirsiniz. Dolayısıyla bizim bu alanı nasıl tahayyül ettiğimiz çok önemli. Türkiye'nin şuanda özetle son 10 yıldır bu dış politikaya yaklaşımları bence bu açıdan manidar. Yaklaşımın tezahürleri anlamında. Çünkü sizin manuplatif olarak bu türden yaptığınız davranışlar ile yani kendinize pazar bulmak için politik hamleleriniz ile bunu gerçekten samimi bir şekilde yaptığınız çok net bir şekilde fark ediliyor. Dolayısıyla bir ekonomi camiasının bu manadaki beklentileriyle, bunun doğal ve bir genel geleneğimizin bize verdiği bir medeniyet perspektifiyle bakmanın aslında ikisini bir arada sağladığını görmek gerekiyor. Bu ülkenin ekonomisinin orta uzun vadede büyümesi refahın yaygınlaşması açısından biz bu ülke sınırları içerisinde düşünmemiz mümkün değil. Bunu zaten yaptığımız ihracatla göstermiş durumdayız. Ama bunu çok daha geniş perspektifle ve dış politikayla iç içe beraber düşünmek zorundayız. Bunlardan hareketle bir kaç kritik alanı vurgulamak istiyorum. Bunlar vurgulandı aslında ama bunlardan birincisi; üretim, tüketim, yaşam alanları açısından kaldıraç oluşturan ve temel bir paradigma oluşturan bir bilgi kavramını çok önemsiyorum. Dünyanın şuanda yaşadığı ve gelecekte de muhtemelen çok yoğun bir şekilde yaşayacağı bilgi tabanlı bir yaşam çok önem kazanıyor. Diğer taraftan bu insanın klasik anlamıyla bir üretim faktörü olmaktan öte kendi başına aslında toplam faktör verimliliğini tartışırken, Ar-Ge'yi tartışırken, orta gelir tuzağını ve orta teknoloji tuzağını, orta üretim tuzağını tartışırken aslında insan faktörünü biz dile getirdiğimiz zaman orada şunu net bir şekilde görüyoruz. İnsanı bir araç olarak göremezsiniz. İnsanı ekonomik anlamda da bizatihi üreten, yeniliği yapan her şeyi yapan bir cevher olarak algılamanın çok daha fazla artık belirgin hale geldiğini camia içerisinde görüyorum. Bu çok önemli bir faktör. İki örnek vermek istiyorum. Bir bilgi üreten aktörlerin ülke içerisindeki yeri ve nasıl işlediği çok önemli. Bizim bundan sonraki hem insan unsurunu hem de ekonomimizi sağlıklı bir şekilde ve rekabet edecek şekilde büyütmemiz için bunların başında da üniversiteler geliyor. Biz maalesef üniversitelerimizi size arada değindiğim doğal hukuk ve insan tabiatı çerçevesinde bir yapıyla bunu ekonomi terminolojisiyle, piyasa mekanizmaları içerisinde 241 işletemiyoruz. Biz bunları piyasa mekanizmaları içerisinde işletemediğimiz sürece ne o bilgiyi üretecek insanı ne kurumsal yapıları oluşturup ne de burada verilen o patent sayılarını arttırıp bunların ticarileşmesini, ülkenin daha katma değerli ürünler üretmesini ve rekabet etmesini sağlayamayız. Bu mümkün değil. Dolayısıyla bizim bir kere üniversite sistemini kesinlikle piyasa mekanizmalarıyla çalışan bir yapı içerisinde tasarlayıp götürmemiz gerekiyor. Şuanda YÖK bir taslak hazırladı. Ona da çok geniş bir görüş verdik. Boyutlarını değişik ortamlarda dile getiriyoruz. Bunlar bir bütünün küçük parçaları ama çok önemli gördüğüm için örnek veriyorum. Cavit Bey vurguladı, yeşil ekonomi boyutu; ekonomiyle sürülebilir kalkınmanın merch edilebileceği, bir arada ikisinin de mümkün olabileceğine dair bir alan söz konusu. Bunları biz tartışıyoruz, konuşuyoruz özel sivil toplum kuruluşlarıyla beraber bunları çalışıyoruz. Rio'ya giderken bu adı altında bir rapor hazırladık. Yeşil ekonomi anlamındaki fırsatlarını özellikle dile getiren alanlar, bunu da çok önemsiyorum. Bu süreçte unutmamamız gereken 3 kavram; kimlik, milliyet ve medeniyet. Bütün bu süreçler içerisinde de insanı insan yapan ya da bizi biz yapan, hangi sınırlar içersinde niteliyorsak, bizi biz yapan unsurlarında bu süreçlere feda edilmeden ve insan olarak hayata devam edebilmek için temel bir unsur olduğunu göz önünde bulundurmak gerekir diye düşünüyorum. Teşekkür ediyorum. Prof. Dr. Nazım EKREN İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Sayın Müsteşarımız son derece kapsamlı geniş bir çerçeve içinde görüşlerini aktarmış oldu. Aslında sürdürülebilirlik bir tasarım meselesidir. Özel sektör ve kamu sektörünün kalkınma ve büyümede neyi hayal ettiğini birlikte tasarladığı bir süreç. Kamu ve özel sektörün bir sürdürülebilirlik mimarisi ya da tasarımını yaparken üniversitelerde bunun her ikisi arasında bir ara yüz oluşturuyor. Her sahip olduğu bilgi birikimi, tecrübeyi özel sektörle paylaşması hem de kamuya yine sahip olduğu imkan ve kaynaklar ölçüsünde birlikte iş yapmaları gibi. Şirketler kesimi olmazsa olmaz bir faktör, bir mekanizma. Toplumdaki refah ve mutluluğu arttırmadaki en önemli unsur dinamizmdir. İmalat sanayi bunların içerisinde en önemlisidir. İçimizde de İstanbul sanayi odasının değerli temsilcisi var. Sayın Hüsamettin Kavi, bu çerçevedeki tercihlerini, önceliklerini, beklentilerini, değerlendirmelerini almak isteriz. Buyurun Sayın Kavi. 242 Hüsamettin KAVİ İstanbul Sanayi Odası Meclis Üyesi İktisadi Araştırmalar Vakfının Başkanı ve Değerli Üyeleri, İstanbul Ticaret Üniversitesi, Değerli Konuklar, İstanbul Sanayi Odasında benim üstlendiğim fiili görev kalmamış olsa da biz bir kurum kültüründen geliyoruz. Ben burada odamı temsil ediyorum. İstanbul Sanayi Odası adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Çok saygıdeğer konuşmacılardan çok önemli notlar aldım. Burada bu fikirleri ve çalışmaları bizlerle paylaşan tüm dostlara, tüm katılımcılara gönülden teşekkür ediyorum. Ben inşaat mühendisiyim, daha sonra sanayicilik beni yakaladı. Ama işimin dışında da benim yirmi dokuz senem gönüllü kurumlarda geçti. 1983 yılında İstanbul Ticaret Odasında 42. meslek komitesinde göreve başladım. Hakikaten Türkiye'de bugün artık çok ciddi bilgi birikimi var, çok ciddi çalışmalar var, çok ciddi tespitler var. Dünkü ülke değiliz, 89 yıllık Cumhuriyetin birikimini taşıyan bir ülkeyiz ve insanlarımızda öyle. Dolayısıyla bu 89 yılına şöyle bir bakmak lazım. Görebildiğimiz veya daha ötesi hayallerimizi paylaşmak lazım. Çok uzun yıllar önce Armstrong bir İngilizce yazarı Bozkurt diye bir kitap yazdı. Atatürk'ü anlatır bu kitapta, çok hırçın, sert, acımasız bir adamdır. Atatürk'ü çok eleştirmiş. Ama bir yerinde de güzel bir atıfta bulunmuş; ben Osmanlı Anadolu'sunda dolaşırken sorardım köylüye; Nasılsınız? bana Kader derlerdi. Cumhuriyetten sonra Atatürk Türkiye'sinde tekrar o Anadolu'yu uzun yıllar sonra dolaştım ve aynı köylüye Nasılsınız? diye sorduğumda bana çalışıyoruz dediler. Bugün biz çalışıyoruz. Genciyle, orta yaşlısıyla, akademisyeniyle hepimiz çalışıyoruz. Akıl koyarak, yeni fikirler, yeni projeler üreterek hedeflerimize ulaşma şansımız var. Peki, nereden 243 geldik? Tabiî ki kolay bir yerden gelmedik. 1923'de neyimiz vardı. Tek devletimiz vardı sağ olsun, Cumhuriyetimizi kurmuştuk. Devlet önce kendi ekonomisini kurdu. Sonrada yavaş yavaş ekonomi 30'lu 40'lı yıllardan sonra düzene girdi. Özel sektörün Türk ekonomisine gerçekten devralma kararlılığını ortaya koyduğu tarih olarak 1980 sonrasını görürüm. 80'den sonra Türk özel sektörü dedi ki, arkadaş ben artık bu işi taşımaya varım. Ondan önce koruma var, iç pazar var. Türkiye, Dünyayı nerede tanıdı ki, Dünyanın satılabilir malı olduğunun farkında mıydı? ama fark etti. Niye çünkü içerde bu işin yürümeyeceği artık ortaya çıkmıştı. Bende 81 yılında ihracatı tanıdım. Ambalaj yapmayı bilmiyorduk ama çok süratle öğrendik. Arkasından 90'lı yıllar ve peşinden kriz geldi. 94'ün 17 Ocağını çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar İSO'nun Yönetim Kurulu Başkanıydım. Kriz kucağımızda... Faiz çıkmış 175'lere 200'lere Dünya ekonomisinden küreselleşmeye geçerken pek çok şeyi yeniden yaşıyorsunuz ve yaşlarken bunun bir bedeli var. Krizin bedelini ödüyorsunuz. Bütün bunların arasında bir gümrük birliği var. Koruma duvarları 80'den sonra göreceli olarak düştü. 1/95 sayılı karar gümrük oranlarını sıfır etti. Hodri meydan. Avrupa Birliği ile beraber yaşayacaksın. Tracker'ın bir kitabında; Hep destekle, yardımla, birilerinin çabasıyla ayakta duran birinin yaşamı sürdürme şansı yoktur. Kendin duracaksın ayakta, kendin durabiliyorsan mesele yok. Dolayısıyla biz buralardan geçtik. Bir önemli problemimiz vardı. Özel sektör 80'den sonra sazı eline aldı ama Devlet var karşısında, Devlet hem rakip parantez içinde de hakem. Hem rekabet ediyor bizimle hem de hakem ondan yana... Özelleştirme dediğimiz süreçte inanılmaz mücadeleler oldu. Özelleştirme doğru iştir. Bende o özelleştirmenin içerisinde üç yıl Türk Telekom'da görev yaptım. Ortaya konulan gerçek şu; sizin açığınız var. Açığınız varken özelleştirme tabiî ki özelleştirme yıllar içersinde ekonomik rekabet gücünü kaybetmiş bir işletmeyi tekrar rekabet gücü kazanır hale getirmektir ya da ekonomiye geri kazandırmaktır. Ama her zaman bu mümkün olmadı. Paraya ihtiyacınız var öncelik satmak oldu. Sattık, parayı aldık ve bütçenin açığına koyduk, çıkmak zorundasınız bu sürecin içinden. Dolayısıyla doğrular ve yanlışlar yaptık. Ama bu süreçte çok önemli bir yol kat ettik. Dürüstçe bir şey paylaşmak istiyorum. Yol boyu gördüğüm şey bürokrasi aslında özelleştirmeye direndi. Belki kendine göre haklıydı elinde bir güç 244 vardı. Gücü elinden çıkartmak istemedi. Yani inanılmaz bir dirençle özelleştirme süresinde yol kat edildi. Hala yapacağımız işler var. Ümit ediyorum artık yanlış yapmayız ve doğru işler yaparız. Bizim özümüzde özelleştirme bürokrasinin çıkardığı güçlükler ki, bugün hala olduğunu bizzat ben biliyorum. Halbuki bizim hayatımızda rekabet var, maliyet var, fizibilite var. Para istiyorsun, ne kadar zamanda geri dönecek sana, kanıtla. Bunlar bizim özel sektörümüzün yaşamsal gerçekleri. Bunlarla bir yere gelmeden beraber çalıştığımız hem takımımızı, paydaşlarımızı ikna etmeden bir yere varamayız. 89 yılda 4.7 büyüdük. Bazıları daha hızlı büyüdü. Örneğin; Kore, Avrupa birliğindeki bazı ülkeler, ne yaptı? bana göre başta Kore olmak üzere kamu özel sektörü ortaklığını başardı iş birliği yaptılar, güvene dayalı hiç biri birbirini kandırmadı. Ortaya koydukları paralar, yatırım bedelleri dahil hepsini paylaştılar. Nereye gittiği nasıl harcandığı bugün Koreli bazı firmaların nereye geldiğini ve başarılarının ne olduğunu söylemeye gerek yok. Burada karşılıklı güven var. Yaşamın beklide en kritik sözcüklerinden birisi güven. Talep ne kadar çok önemli bir kavramsa takım ve güvende en az onlar kadar değerlidir. Ne yapmalıyız ki, bu sürdürülebilir kalkınma veya sürdürülebilir büyümede yol alabiliriz? Cari işlem açığı olmadan Türkiye büyüyemez mi? İlla yürürken cari işlem açığı mı vereceğiz. Neden böyle demek ki bir yerde yanlış yapıyoruz. Ekonominin bağlı olduğu unsurlarda koordinasyonda bir problem var. Bunu aşmak lazım. Nasıl aşmak lazım? Türkiye'nin insanlarıyla aşmak lazım. 1994'ün krizini yenmişiz 95 Türkiye IMF ile konuşuyor. Belçika'nın Avrupa temsilcileri biri başkan diğeri başkan yardımcısı, Çırağan otelinde kahvaltı yapıyoruz. Dedim ki, nasıl aşacağız? Tek yol parayı da keseceğiz, talebi de keseceğiz enflasyonun yok etmenin tek yolu bu. Geçici süreyle haklı olabilirsiniz ama kesinlikle size inanmıyorum. Enflasyon arz ve talep arasındaki farktan kaynaklanır. Bizde yeteri kadar ürün yok, yeteri kadar üretim yok. Bunun sonucu olarak arz ve talep dengesi enflasyona neden oluyor. Geçici sürelerle belki parayı kontrol etmekle yeni düzen kurmak adına haklı olabilirsiniz ama bu süreli bir işlem olabilir dedim. Ondan sonra ekonomiyi kendi kulvarında üretenlerle talep edenler arasındaki dengeyi kurmaktan geçtiğine inandım ifade ettim, ama anlaştığımızı söyleyemem. Ben bugün hala aynı yerdeyim. Bugün Türkiye'de hala üretim yetersiz, katma değer yetersiz, ölçek ekonomisi yetersiz, rekabet yetersiz. Bunları başardığımız zaman hedeflerimizi çok daha farklı bir ivme ile gitmemiz mümkün olacak. O 245 farklı ivmede de, olmayacak rakamları hayal etmek bizi sıkıntıya sokar. 1989 yılında Türkiye %11 büyümüş. Ama planda büyüme %5.5'a %11 büyümüşüz. Mecliste konuşma yaptığımda bu çok kötü bir şey. Aldığınız hedefin iki katı sapma sonucuyla karşılaşıyorsunuz. %11'in büyüme olmasından hiç mutlu olmayın. Bunun faturası çıkacak ve çıktı. Eğer siz tesadüflere dayalı bir model kurduysanız sonuçta tesadüf olur faturası da bilahare bize yansır. Bizim dünümüzde aynı şirketlerimiz vardı. Dünde aynı bugünde aynı yarında olacak. Ancak değişen bazı şeyler var. Kurumlaşma var, şeffaflaşma var, ölçek ekonomisi var. Birleşmeler satın almalar gibi kavramlar konuşuluyor. Kim kimi alıyor kim kimle birleşiyor nasıl oluyor bu işler, ölçek ekonomisi dediğin zaman aile şirketleri bizim ekonomimizin, özel sektörümüzün kurucusu olduğunun farkındayım ama bir yerde de kurumlaşmanın da gerçeğini görmek ve de SPK'yı, İMKB'yi halkın tasarruflarını da göz ardı etmemek zorundayız. Ölçek ekonomisi dediğimiz şey; küresel rekabette çok daha farklı bir boyuta gelmemizi sağlayacak ve de büyümemizi, rekabet gücümüzü, maliyet avantajlarımızı çok daha farklı bir ölçeğe taşıyacak. İnanıyorum ki, bizi çok daha başarılı bir yerlere doğru götürecek. Mayıs 2004 yılı İzmir iktisat kongresine İSO temsilcisi olarak gittim. Bir tebliğ sunduk anlattığım şey, 2003'ün yazında Türkiye 2 bin dolara indeksli bir teşvik programı açıklamıştık. 2 bin doların altındaki iller 2 bin doların üstündeki illerle ilgili idi. Ben bunun doğru olmadığını, hükümetimize, bakanlarımıza o tarihte anlattım. Ne yapalım, gelin bir defa il yerine il grupları yapalım. Birbirine benzer alt yapısı, insan kaynağı, malzemesi, yaşam koşulları, coğrafyası benzer illerden il grupları yapalım ve de buradaki özel sektörle yerel yöneticiyle oturalım onların rekabetçi üstünlüklerini alalım sonra da bilgiye dayalı olarak bunları teşvik uygulamalarına sınırlar koyalım. Herkese istediği kadar teşvik vermeyelim. Türkiye'nin modelini oluşturalım. Biz nerede? hangi sektörde geleceğe bakmak istiyoruz? 2023'te Dünyanın ilk 10'un içinde yer almak istiyoruz. 500 milyar dolarlık 2023'e ihracat hedefimiz var. Hangi sektörlerde? Dünyada ilk üçe, beşe, ona gireceğimiz sektörler hangileri? Bunu nasıl tespit edeceğiz? Sadece insanlar elindeki göz kararı bilgilerle mi yatırım kararları verecekler. Bugün yanlış yapmak çok pahalı, çok ciddi maliyeti var. Bilgiye dayalı ve katma değer. TÜBİTAK'ta da görev yaptım. Tek amacım Avrupa birliği çerçeve programlarında Türki246 ye'nin yer almasını sağlamak. Yaptık. Ama yeterli değil uzun bir zaman Türkiye'nin her köşesindeki üniversitelerini, akademisyenlerini bu sürece ortak etmemiz lazım. Teknoloji ve katma değer seferberliği ilan edebilmemiz lazım ve herkesi bu sürece ortak edebilmemiz lazım. Sonuç; bugün iç tasarrufumuz yetmiyor. %20'lerdeymiş şimdi inmiş %12, %13'e niye? tasarrufumuz azaldı. Niye tasarruf edemiyoruz. Küresel rekabet felaket. Önünde ki ekmeği alması gibi bir an gözünüzü kapatsanız gidiyor. Uzak doğusu alıyor, Amerikalısı alıyor, Gözünüz üstünden ayrılmayacak, koruyacaksınız, müşterinizi elinizde tutacaksınız. Bizim devletimizde artık 89 yıllık bir Cumhuriyet var. Dolayısıyla bizim geldiğimiz noktada iki tane önemli konu var. Tasarrufun eksik olmasının nedeni; rekabet, katma değerin yetersizliği vs. hepsinin etkisi var. Devletimizin bu ekonomi üzerindeki yükü doğru bir yük mü? Devletinde bir maliyeti var, bu maliyete bakmak gerekmez mi? Şirketlerimizle başımız belaya girdiği zaman nereye bakıyoruz? Rekabet piyasası fiyatımı belirliyor o zaman ben maliyetlerime bakıyorum. Organizasyon yapıma bakıyorum, kadroma bakıyorum, pazara nasıl ulaşıyor nakliye avantajları dezavantajları vs. Devletimizin organizasyon yapısına bakmamız lazım. İşin bütününe bakmamız gerektiğinin farkındayım ki, bu tasarruf %12'lerden tekrar 20'lere çıkabilme ümidini gerçekleştirebilelim. Birde ekonomik sosyal konsey var. DPT'de inanılmaz dosyalar var. Ekonomik sosyal konseyi tek bir şey söylüyor. Karar sürecini sivil toplumda da paylaş, çağır. Dışlayacağına onlarında fikirlerini al. Türkiye ekonomik sosyal konseyi referandumdan da geçirdi. Sayın Müsteşar Yardımcımız diyor ki, plana toplumun sahip çıkması lazım. Sivil toplum planının ortağı ise çaresiz sahip çıkacak. Türkiye'nin kendi içinde büyük bir meselesi var. Çok uzun yıllardır maddi manevi maliyetine katlandığı bir problemi var. Bu da ekonomik sosyal bana göre o problemin çözümüne de ciddi katkıda bulunur ve bu meseleyi kendi içimizde tartışarak, bu ülkenin insanları olarak tartışarak, ne aradığımızı doğru bir zeminde ve içten güvene dayalı, birbirimize inanarak konuştuğumuz taktirde bunu da çözebiliriz. Teşekkür ediyorum. 247 Prof. Dr. Nazım EKREN İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Küreselleşme herhangi bir ülkenin dünya ekonomisi ile nasıl eklemleneceğini ya da eklemlenmesinin yön ve şeklini gösteriyor. Dolayısıyla sürdürülebilir ekonomik küresel ortamın önemi de bu açıdan bize olumlu ya da olumsuz yansıyor. Sizden beklentimiz, önceliğimiz, Türkiye'nin sürdürülebilir kalkınma ya da büyüme sürecinde ihracat ne kadar destek verebilir? Dünya koşullarında ya da önümüzdeki dönemde bu sürdürülebilirliği kırılganlık haline getirecek herhangi riskler görüyor musunuz? Sözü Sayın Çıkrıkçıoğlu'na bırakıyorum. Buyurun efendim. 248 Mustafa ÇIKRIKÇIOĞLU Türkiye İhracatçılar Meclisi Başkan Vekili Öncelikle kurumum adına hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum. İktisadi Araştırmalar Vakfı'nı ve İstanbul Ticaret Üniversitesi'ni kutluyorum. Böylesine güzel konular çerçevesinde düzenlendiği için teşekkür ediyorum. Bu konuşmalardan sonra aklıma 1972 yılı geldi. İstanbul Ticaret Üniversitesinde hem öğrencisiydim hem de 39. Meslek grubunda, meslek komitesi üyesiydim. Yaşım 20 idi. Hatta bir gün Sayın Hisarcıklıoğlu'na dedim ki; yaşayan en genç meslek komitesi üyesi benim. Bir konunun bugününe ve yarınına bakılması için dününün daha iyi masaya getirilip, incelenmesi gerekliliğine inanıyorum. Çünkü dündeki geçirdiklerimizi iyi kavrayamazsak, tecrübeleri yeteri kadar alamazsak önümüzdeki günlerde bu yapacağımız çalışmaların maliyetini daha fazlalaştırırız diye düşünüyorum. 50 yılda Türkiye ekonomisi denince bu 50 yılın geriye dönük 42 yılının ekonomisi içindeydim. Benim gördüklerime teoriden ziyade tatbikatı yapılmış olan olayları kısaca anlatmak istiyorum. 50 yıl geriye gittiğimizde öncelikle 1962 yılı geliyor. Ekonominin sürdürülebilmesi için objektif olarak bakarsak olaya, sürdürüle bilmez ne demek? yani sağlam zeminde gidebilme, önüne engel çıkmaması lazım veya yolda ayağı takılıp düşmemesi lazım diye basit anlamda değerlendirebiliriz diye düşünüyorum. Türkiye 1962 yılında sendikalar kanununun bir parçası ile tanıştı. O günkü sendikalar kanunu veya toplu sözleşme yasası ilk o zaman grev, lokal konularını biz o yıllardan sonra tanıdık. O yıllarda bu kanun batının aşağı-yukarı birebir yazılı metnini biz monte ettik. Yıllarca o kanunun ceremesini çektik. 1962 yılında toplu sözleşme sendikalar kanunu çıkınca bizim bünyemize göre yapacaktık. Bire bir monte edilince çok sıkıntı yaşadık. Batının refah seviyesine biran ulaşmak için doğru yapılmış olur yanlış yapılmış olur bütün gelen yöneticiler herkes bir şey yapmak istedi. Bizim bünyemize göre olmayan bir kanun geldi. Ne oldu? o yıllarda kanun çıktığında işçiler, de249 mir parçalarını attılar, tabi bu bilinçsizce oldu. Arkasından öğrenci provoke edildi. 1960 yıllarında öğrenci sokağa döküldü proleter kardeşimi destekliyorum diye provokatif bir hareket sonucu bunlar oldu. Yani bir kalkınmanın da sürdürülebilir olması için temel alt yapıyı çok düşünerek çok titiz yapılması gerekliliğini vurgulamak istiyorum. Tekrar 60'lı 70'li yıllarda mesela sanayileşme hamlesi ciddi bir başlangıç oldu. Türkiye'nin sanayileşmesinde çok önemli yıllar... Sayın Dağdaş, çevre konusuna değindi. Çevre düzeltilmeden, çevre belki yoktu o gün, bugün kyoto sözleşmesinde de hep batıya diyoruz ki, uzun yıllar kalkınma dönemi içerisinde göz yumulduğunu biz ifade ediyoruz. Çevrede alt yapı yapılmadı. O günkü viraneye dönmüş memleketimizin parçalarını yeni yeni düzeltiyoruz. Örneğin Haliç, Haliç kenarında sanayiye izin verildi ve direk gider sularının Haliç'e akıtılmasına izin verildi. Bugün Marmara da İzmit körfezi alt yapı olmayan, çevre düşünülmeyen sanayileşmenin sonucu yeni yeni düzeltiyor. Bir binanın temeli sağlam yapılmadan, o bina yapıldığında bir depremde nasıl yıkılırsa öyle olur düşüncesindeyim. Türkiye bu geçmiş 50 yılda ekonominin hep bu zorluklarını yaşadı. Bugün bile yasalar dört dörtlük değil, hangi yasaya elinizi attığınızda o konuyu ilgilendiren bütün maddeleri aynı yerde bulmak mümkün değil. Daha önceki yıllarda yaşadık. Ticaret kanunu, borçlar kanunu yeniden yazıldı. Yasalarında alt yapısı daha düzenli olarak yapılması gerektiğine inanıyorum. 60'lı 70'li 80'li yıllara geliyoruz, 80'li yıllarda tamamen devletçiliğin hakimi oldu. 80'li yılların başlangıcında aslında devletçilik yavaş yavaş nasıl çıkarız diye düşüncelerin başladığı yıllar diye düşünüyorum. 70'li yılların son yıllarını o devletçiliğin eskiden bankalar biraz ikinci bölümde zemini konusunu dile getiriceğiz. Gerçekten iftihar ediyoruz. Kamu bankalarının bilançosunda kar zarar diye yazar tabi ama kar zarar bir düşünce içerisinde olduğu bilinmezdi. Devlet devamlı görev zararları... Görev zararı nedir? Bunu düşünürdük görev zararı diye. Sonradan bunu anladık ki, devlet her konuda sübvanse eder. Yani maalesef bizde de çok yanlış atasözleri var. Devletin malı deniz gibi çirkin bir atasözü var. Yıllarca bunlar atasözü olarak yerleşmiş. İnşallah artık bunların atasözü literatürümüzden çıkması lazım. Gerçekten düşünülünce bugün üzüntü verecek utanılacak atasözleri diye ben kendi adıma değerlendiriyorum. 80'den sonra bu ilk sübvanseyle yürümüş ekonomiden reel duruma geçiş dönemidir. 1980 24 Ocak kararlarını gerçekten ben bugünkü gibi hatırlarım, bugünkü ekonomiye bir ivme kazandırdı. Ogün büyük bir devrim oldu. 250 Artık devletçilik zihniyetinin kafadan sökülüp atılacağı herkesin kafasında filizlenmeye başladı. Çünkü o yıllardan sonra biz ihracatın ne olduğunu öğrenmeye başladık. Yanılmıyorsam 76-77 yıllarında ihracat yapmaya başladım. O zamanda ihracat yaptığım ülke Kıbrıs, mal göndermeye başladık. Bir gün piyasa sektöründen yaşlı birisi geldi paketlemeler yapılıyor vs. yeğenim hayrola dedi. Ne yapıyorsun dedi. Dedim amca bunları ihraç ediyoruz. Allah Allah işler kötümü ki dedi. Yani ihracat diye bir şey bilinmezdi. Bizi ihracat yapmaya çalışıyoruz o işler kötümü diyor. İş iyiyse dışarı mal gönderilmez ki. Emtia konusu farklıydı. Emtiası olan her zaman karlıydı. Madende işler şöyle oldu, Avrupa'da petrol fiyatları indi, şu yükseldi vs. bugün uzak doğuda limon yeseler akşama buradakilerin dişi kamaşır hale geldi. Eskiden haber yok, iletişim yok, bilgi yok, emtiadan zarar diye bir şey söz konusu değil. Bugün elindeki stoklarla insanlar batabiliyor. O zaman tekrar enflasyon dönemlerine geleceğiz. Türkiye'de korkunç diyeceğimiz bir enflasyon rakamlarını yaşadı. Ben ekonomi tahsili yaptım. İnanın biz ekonomi enflasyonunu, kitaplarda okuduk. Ama sonrada o 70'li yılların hemen akabinde enflasyonla tanıştık. Böyle korkunç canavar olduğunu daha eskiden belki 29 krizleri ikinci dünya harbinden sonra Almanya'da yaşanmıştır ama hocalarımızda bize o günkü tecrübelere dayanarak biraz tarih olarak anlattılar. Bugün değerli hocalarım çok geniş global bir perspektifi görerek öğrencilere anlatıyorlar. Türkiye ihracata 1980 yılından sonra başladı. Bazı politik dönemler geçti. O yıllardan sonra her gelen üzerine bir şey daha katmaya uğraştı. 2000'li yılda bir lastik patladı. İnşallah her şeyde de bir hayır vardır belki o gün için %25 milli gelirimizi kaybettik. Çok fatura ağır oldu ama neyin hayır, neyin şer olacağı da tabi bilinmiyor. Yani düşüncemiz, o günlerde fatura öyle ödenmeseydi birikmiş olarak gelseydi, bugün daha ağır bir fatura öderdik. 1980'li yıllardan sonra ihracatla biz tanıştık. Ben Türkiye ihracatının 500 milyon dolar olduğunu hatırlıyorum. Bütün değerler şimdi gözümüzün önüne geldiğinde çok gülünç hale geliyor. Türkiye'nin yaptığı ihracatı o geçmişte bugün bir tek firma yapıyor. Bugün 2.5, 3 milyar dolar yapan firmalarımız var. Bugünlere bakıp çok ederken gözümüzün önüne getirmemiz lazım diye düşünüyorum. 70'li yıllar çok acıydı. Mal alıyorsunuz, elinizde emtia var daha iki adım atmadan emtianıza %20 fark veren vardı. Böyle günler geçti. Hüsamettin Bey vurguladı, beklenen büyümenin iki katı büyüme gerçekle251 şince bunun faturası acı olacak dedim dedi. O yıllarda bir sanayici arkadaşım dedi ki, ben dedemizin dedesinin kazanmadığı paraları kazandık dedi. İşte o kelimeler sonun bir başlangıcı oldu. Enflasyon canavarını yaşayarak bütün milletçe de öğrendik. Temennimiz o günlere dönmememiz. Son 10 yılda Türkiye'nin ihracatı tam 4.5 kat arttı 31 milyar liradan geçtiğimiz dönem 136 milyar dolar, bu yılın sonunda 148 diye hedef konuldu ama bizim telaffuzumuz inşallah 150 milyar doları TİM olarak koyduğumuz hedef 150 milyar dolar. Başladığımız noktalardan bugünkü 150 milyar diye telaffuz edildiğimizde rüyamızda dahi görsek acaba kabus mu gördük diye uyanacağımız günlerdi. Evveli 31 milyar, bugün 150 milyar dolar telaffuz ediliyor. Bu ne oluyor? Durduğu yerde mi oluyor. Hayır! Durduğu yerde olmuyor. Bugün küçük bir iş yapan insan bile, turiste bir şey satmak istiyor. Satıcının bile aklında bu turist Türkiye'ye gelir getiriyor diye düşünüyor. Gelir getiriyor ne demek? İhracat getiriyor demek. Artık halkta bunun bilincine vardı. Esnafıyla, sanayicisiyle, tüccarıyla ile ihracat bilinci herkesin kafasına yerleşti. Biz 150 milyar dolar, bugün ihracatla büyümenin doğru olduğunu geçen yıl gördük. Biz Türkiye İhracatçılar Meclisi olarak büyümenin ihracatla olacağını, hatta biz %8.5 rakamını tahmin etmiştik. %8'lerde kaldı. Türkiye'nin geleceğini biz ihracatta olduğunu biliyoruz. İhracat ne demek? İhracat her şeyden önce yatırım demek. Yatırım ne demek? Üretim, büyüme demek. Üretim olmadan, sanal büyümeleri Dünyada gördük. Sermaye piyasaları dedik. Nedir? sanal büyüme, sanal gelişme. Sanal gelişmede aynı balon gibi iğne değdi patladı. Dünyaya tarihinin belki en büyük önemli ciddi krizlerinden birini yaşattı. Her şeyden önce üretim diyoruz. Bugün 150 milyar dolar ihracatı yakaladık. 2023, 500 milyar dolar hedefini de Türkiye'de ilk defa sivil toplum örgütü bir çalışma yaptı ve bu da devlet politikası oldu. Bu hedefi 3 bin kişinin üzerinde çeşitli toplantılar yaparak bu rakama vardık. Oturup da ne olur, 500 milyar dolar diye bu tesadüf söylenmedi. Bunların hepsi hesaba dayalı olarak oldu. Ortalama yıllık %12 ihracatta artışı ifade ediyor. Biz 500 milyar doları da aşacağına inanıyoruz. 2023 yılında biz daha da aşacağımızı ümit ediyoruz. Bugün bu çalışmaları yaptık devletimizin her biriminden de bu konuda destek aldık. Özellikle Sayın Müsteşarlarımızla ve ekibiyle, Sayın Bakanlarla, Sayın Başbakanımızla çok zaman bir araya geldik. Bu konuda ki çalışmamızı da herkes destekledi. Dinamik bir çalışma yaptık fakat rafta durmuyor, devamlı geliştirilecek, zamana göre ayarlanabilecek bir proje oldu. Bugün devlet politikası olduğu içinde biz 252 gerçekten TİM ailesi olarak da hepimiz çok mutluyuz. Bu 500 milyar dolar hedefine ulaşmak için neler yapacağız? Her şeyden önce alt yapıyı tamamlamamız lazım. Türk insanı, bugün ihracatta karlılık olmamasına rağmen elinde çanta, Dünyanın dört bir tarafında gecesini gündüzüne katarak ve bu çalışmanın neticesinde "yarın" kelimesine ulaşmak için çalışıyor. Teşekkür ediyorum. 253 254 SORU-CEVAP Ebru Sakine ŞEVLİ İstanbul Üniversitesi Ekonometri Bölümü Sorum Sayın Dağdaş'a olacak. Yeşil ekonomi çerçevesinde nükleer enerjinin sürdürülebilir ekonomimize etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Cavit DAĞDAŞ Bunun iki boyutu var. Bir tanesi cari açık. Türkiye'de petrol fiyatları 20 dolardan 100 dolara çıktı. Beş kat arttı, hiçbir ihraç malımızın fiyatı beş kat artmadı. Zorunluluk olarak alternatif enerji kaynaklarına dönüşmemiz lazım. Yani enerji ithal eden ülkeden en azından bu enerji bağımlılığını azaltacak politikaları göz önünde bulundurmak lazım. Yenilenebilir enerji kaynakları, bunun içinde rüzgar, güneş, hidrolik bütün bunların payları var. Bir diğeri de Nükleer. Nükleerden bir tanesinin anlaşması yapıldı diğeri de yapılmak üzere. Bunlara baktığınız zaman Enerji Bakanlığı'nın önümüzdeki on yıl içindeki payı %5 civarında. Talep esnekliği de düşüktür. Yani mecburen enerjiyi ithal edeceksiniz. Sürdürülebilir bir büyüme ortamının gerçekleşmesi için enerji arz güvenliği son derece önemlidir. Bu şekilde değerlendirdiğimiz zaman yine hükümetinde politikası, özellikle yurt içi kaynaklara ve nükleer enerjiye de bu bağımlılığı bir miktar azaltmak ve Türkiye'nin enerji güvenliğini, cari işlemler açığındaki enerji baskısını da azaltma şeklinde değerlendirilebilir. Oğuz YILMAZ İstanbul Üniversitesi İktisat Politikası Sayın Çıkrıkçıoğlu, 500 milyar ihracata yönelik çalışmalardan bahsetti. Bu konuda ne gibi çalışmalar yapılacak? 255 Mustafa ÇIKRIKÇIOĞLU 500 milyar hedefe ulaşmak için ne yapacağız? Her şeyden önce bugün Türkiye için inovasyon ve Ar-Ge en önemli konularımızdan. İnovasyon, son yıllarda literatürümüze girdi, herkes öğrenmeye başladı. Bugün gerçekten ihracattaki en büyük eksikliğimiz katma değeri yüksek mal ihracatımızın maalesef yeteri seviyeye gelmemesidir. Şunu belirteyim ki, bugün Almanya'nın bütün sattığı, ihraç ettiği malları miktara bölündüğünde bir kilo malı 4.5 dolara ihraç ediyor. Japonya 3.75 dolara, Güney Kore 3.25 dolara, Türkiye 1.40 dolara ihraç ediyor. Bugün biz inovasyona Ar-Ge'ye çok önem veriyoruz. Bizim 500 milyar dolara ulaşmamız gereken Ar-Ge'ye, önem vereceğiz, inovatif mal üretimine önem vereceğiz, katma değeri yüksek mal üreteceğiz. Dünya pazarlarında da bugün Türkiye'nin ihracat yapmadığı bir ülke kalmadı. İnsan unsurumuz ihracatçımız dünyanın her yerine gitti, mal gönderdi. Bu arada altyapı eksikliklerimiz var önümüzdeki yapılan planlar neticesinde bu altyapının da tamamlanıp hedefe ulaşacağımızı ümit ediyoruz. Prof. Dr. Vildan SERİN Fatih Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Bakanlık temsilcilerine sorum olacak. Sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması, bizim enerji sorunumuzun çözülmesine bağlı. Bunun çözümü de yenilenebilir enerji ve nükleer enerji konusunda olduğu. Bugün izlediğim bir videoda, Fransa'da Korsika adasında yenilenebilir enerji kaynakları konusunda yapılan bir video var. Sardunya'da Korsika adasında hem su kaynakları, hem rüzgar, hem de güneş enerjisiyle ilgili o kadar harika yatırımlar var ki, içim gitti. Dedim ki, Türkiye olarak büyüyoruz, Dünyanın 16. büyük ekonomisiyiz, sayısal gelişmelerle kendimizi çok iyi hissettiğimizi söylüyoruz ama bu yenilenebilir enerji kaynakları baştan beri çok yüksek ama refahın arttırılmasında sürdürülebilirlikte çok önemli. Özellikle bilim ve kalkınmada sanıyorum yeni yapılanmalar var. Bu konularda daha somut neler düşünürsünüz? Kemal MADENOĞLU Şunu net bir şekilde söyleyebiliriz ki, biz eski adımızla DPT, yeni adımızla Kalkınma Bakanlığı olarak, bütün bu orta uzun vadeli hedeflerle, bunların gerçekleşme mekanizmalarını sürekli izleyen takip eden bir kurumuz. Bir256 çok alanda değişik düzeylerde mesafeler alıyoruz. Devletin düzenlediği, öncülüğünü ettiği ya da piyasasını oluşturduğu teşvik ettiği değişik yöntemlerle bir sürü alan var. Genel olarak enerji konusuna gelecek olursak, özellikle geçtiğimiz 5-6 yılda çok önemli mesafeler kat ettik. Bunların birincisi; yenilenebilir enerji kanunu çıkarıldı. Orada özel sektörün yaptığı yatırımlara bir destek söz konusu. Şuanda zaten belli mekansal bazda bunların alanları belirlendi. Ne kadar alanda nasıl lisans verileceği gibi şeyler yapıldı ve şuanda inanılmaz düzeyde yatırımlar yapılıyor. Diğer taraftan da bunlara yönelik Ar-Ge, bunlara ilişkin hem özel sektörü hem bunu yapan üniversitelere ciddi destekler veriliyor. Diğer taraftan enerji tasarrufuyla ilgili çok ciddi tedbirler alınmış durumda şuanda. Yeni yapılan bina boyutundan, üretim süreçlerindeki enerji tasarruflarına kadar çok değişik kamu organlarıyla bunlar destekleniyor, teşvik ediliyor. Yeni teşvik içerisinde bizim stratejik alanlar içerisinde bu yenilenebilir enerji çok önemli kalem olarak yer alıyor. Cavit DAĞDAŞ Müsteşarlığımızın somut olarak yaptığı çalışmalar var. Birinci boyut; Yenilenebilir Enerji. Bütün bunlar Dünyanın gündeminde olan şeyler. İlkim değişikliğinin önemli bir şartı dolayısıyla fosil kaynakları yakıtlardan vazgeçip yenilenebilir enerjiyle zaten uluslararası gidişatta onu gösteriyor. Bizde bu konuda adım atıyoruz. İkinci boyut ise; bunun bir teknoloji transferi, yani güneş enerjisinde, rüzgar enerjisinde bu teknolojileri üretenleri bugün finansmanında nasıl katkı sağlayacaktır problemi var. Bu teknolojiyi üretmeyenlere daha ucuz bir şey transfer edebilirler mi? bizim direk olarak özellikle KOBİ'lere kullandırdığımız, hazine garantili bankalar aracılığıyla kullandırdığımız enerji verimliliğine yönelik anlaşmalarımız var. Özellikle Dünya Bankasında, Avrupa Yatırım Bankasında, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasında hazine kaynaklı oldukça önemli bir miktarda enerji verimliliğinde sanayi kesimlerinde kullanılmak üzere uzun vadeli kredileri hazine garantisiyle destek oluyoruz. Ertan YÜLEK Ben 1964 yılından itibaren Türkiye'nin, bugünkü anlatılanların bizzat içinde yaşayan, zaman zaman icracı, zaman zaman özel sektörde çalışan biriyim. Birkaç dikkat çekecek hususlara değinmek istiyorum. Türkiye'nin planları büyüme planı değildir. Kalkınma planlarıdır. Bunlar; 257 1. Ekonomik Kalkınma 2. Sosyal Kalkınma 1970'li yılların sonunda dördüncü planda bir üçüncü boyut eklendi. O da; Manevi Kalkınmadır. Türkiye çok başarılı olmasa da bir takım ekonomik politikalarla ihracat edecek seviyeye gelmiştir. Yerli malı haftası kullanıyor. Bu ne idi? İthala karşı bir manevi silahtır tabiri caizse. Dolayısıyla Dünyada hiçbir ülke, hele ki Kore modelini alırsanız, ben Kore Merkez Bankası Başkanından dinlediğimi anlatıyorum. Mutlak suretle kalkınmaları ithal ikamesiyle ihracata dönüştürür. Türkiye bunu üretimde yaptı mı? Evet. 1970'lerde ben işin içinde olarak biliyorum, biz dışarıdan yatırımcı çağırıyorduk. Yatırımla alakalı olarak rahmetli Erbakan, "500 bin motor, tank vs. üretin" dediği zaman Türkiye'de özel sektör ayağa kalktı. Hayır, tank ihraç edeceksiniz diye. Kaldı ki Türkiye bugün 1 milyona varan motor üretir hale geldi. Çok iyi hatırlıyorum 35 sene evvel ihracat seferberliği ile yine rahmetli Erbakan, bütün bürokratlara ve sanayiye bir mesaj verdi. Biz üretim teknolojisinde ham maddeden üretime nasıl geçeceğiz? diye kademe kademe bunu planları yapılmıştır. Yani ham madde pamuk, pamuktan iplik, iplikten dokuma, dokumadan .........64-65 yılında özel ihtisas komisyon başkanlığı yaptım oradan biliyorum. Bir diğer önemli husus, sosyal ekonomik konsey devlet tek taraflı yapıyor. Bizim kalkınma programlarımız, her zaman özel sektörle planla beraber hazırlanmıştır. Bizimle beraber yola çıkan aynı kulvarda koşmaya başlayan Kore nerede? Kore bugün 550 milyar doları geçmiştir. 1962 160'şar milyon dolar takriben ihracatı var, Kore bugün 550 milyar dolar şimdi biz 150 milyar dolarda seyrediyoruz. Prof. Dr. Haluk ÖRS Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü Bu zamana kadar gözlemlediğim şey, neden biz geri kaldık? diye sorgulayan biriyim. Bununla ilgili bir takım cevaplarda buldum. Bulduğum cevapla Türkiye'nin durumu çakışıyor. Şuanda Türkiye büyüyor. Dendi ki 500 milyar doları bulacağız. Burada söylenmeyen bir rakam var, ithalatımız ne olacak? Erinç bey, alıyoruz satıyoruz dedi. 1 milyar mal alırsınız 500'e satarsı258 nız. Ne ihracat ne ithalat sıfır. Kore'yle aramızda bir başka fark daha var. Bizim sattığımız ucuz ürünler. Kore teknoloji satıyor. Cep telefonu almak için insanlar kuyruğa giriyor. Bizim böyle bir ürünümüz yok. Almış olduğum eğitimden dolayı hep karşılaştırıyorum. Fransa'daki eğitim sistemiyle Amerika'daki eğitim sistemiyle karşılaştırıyorum. Bizim öğrencimizde şöyle bir şey fark ettim. Hiç kimse bir şey öğrenmek istemiyor. Okula girdim diplomayı alıp çıkayım gözüyle bakıyorlar. Kemal MADENOĞLU Böyle anlaşıldığı için çok kaygılandım. Kesinlikle piyasa mekanizmalarıyla çalışması gerekir. Ama ülkenin geleceğini düşünecek olan üniversite değil, devlettir. Devlet temel birimlere, fiziğinden matematiğine hatta om yıl içinde para etmeyen işlere para yatıracak olan onu destekleyecek olan devlettir. Eğer üniversiteler, devletin kamusal alanına ilişkin bir takım sorumluluklar üstlenmesini beklerseniz, rasyonel kararlar vermelerini bekleyemezsiniz. Zaten Türkiye'deki devlet üniversitelerinin hatta Avrupa'daki üniversitelerin düştüğü durumda budur. Avrupa'da neden beceremiyorlar bu işi? çünkü herkes ülke kaygısına düşmüş, devlet kaygısına düşmüş. Kimse kendi işini rasyonel ekonomik biçimde piyasaya duyarlı bir şekilde geliştiremiyorlar. Temel birimlerde Ar-Ge'de ihtiyaç varsa, bizim orta uzun vadeli ihtiyaçlarımız varsa devlet olarak bunun parasını veririm, kim bunu en iyi yapıyorsa o yapar. Devlet üniversitelere ülkenin geleceğini düşünmek gibi bu manada bir sorumluluk yüklemek ekonomik rasyonel terimiyle bağdaşmaz diye düşünüyorum. Hüsamettin KAVİ Üniversite, piyasa mekanizmalarına paralel çalışmak zorundadır. 2000 yılından beri uğraşıyorum. Nedeni; Üniversitelerin aslında akademisyenlerin akademik gelişmelerinin sadece yazdıkları tebliğlerle, yer aldığı atıflarla değil piyasada reel olarak ekonomik anlamda değer yaratan projeleriyle de yer alması gerektiğini söyleyen ve savunan kişiyim. Döner sermayelerden Ar-Ge projeleri yapan insanlara yeteri kadar da pay ayrılmadığını iddia ediyorum. Onun dağılımının da yanlış olduğunu söylüyorum. Öğretim üyelerinin o projenin çıktılarından daha fazla pay almaları lazım. Dolayısıyla üniversitelerimiz daha fazla rekabete açılmak zorunda. 259