^îêìé~=_áêäáğá pΩêÉÅáåÇÉ= qΩêâ=cìíÄçäìK
Transkript
^îêìé~=_áêäáğá pΩêÉÅáåÇÉ= qΩêâ=cìíÄçäìK
Spor Serisi ^îêìé~=_áêäáğá pΩêÉÅáåÇÉ= qΩêâ=cìíÄçäìK K K K K aÉåÉíáã sÉêÖá a~å¼şã~åä¼â hìêìãë~ä=cáå~åëã~å ´áåÇÉâáäÉê Yönetici Özeti 1 I. Avrupa’da Futbolun Ekonomik ve Yasal Çerçevesi 2 II. Avrupa Futbolunda Yeni Eğilimler 7 III. AB Sürecinde Türk Futbolu: Ne Değişecek ? 10 IV. Sonuç 14 Ek 15 v∏åÉíáÅá=£òÉíá Spor bütün dünyada boyutları gittikçe büyüyen bir ekonomik faaliyet haline gelmektedir. Birleşmiş Milletler sporun küresel ekonomi içindeki payının % 3’e ulaştığını ifade etmektedir. Avrupa Komisyonu’na göre ise spor, AB ülkelerinin milli gelirlerinin %1'ini oluşturmaktadır. Futbolu kaydadeğer bir ekonomik sektör haline getiren bu para girişinin, bu alandaki paydaşlar üzerinde ciddi etkileri olmuştur. Futbola akan bu para, öncelikle yayın haklarını topluca satan federasyonların gelirini çok artırmıştır. Bu gelirin bir kısmı, futbolun altyapısına harcanmış, böylelikle statlar iyileştirilmiş, genç futbolcuların yetiştirilmesi için ilave imkanlar oluşturulmuştur. Futbol kulüplerinin maçlarının naklen yayınlanması sayesinde kazandıkları paralar, bu takımların toplam gelirlerinde çok önemli bir yere sahiptir. Futbol maçlarının naklen yayın haklarıyla ilgili olarak gerek Avrupa’da gerek Türkiye’de düzenleyici otoriteler, hak sahibi federasyon veya kulüpler ile yayın kuruluşları arasında oluşmuş olan uzlaşma, günümüzde teknolojinin de etkisiyle değişmektedir. Lakin Avrupa Futbolu’ndaki yeni eğilimler bununla sınırlı kalmamaktadır, yabancı oyuncu kısıtlaması, transfer bonservisleri, futbolcu, kulüp, menejer ilişkilerini yönlendiren yönetişim alanlarında da önemli değişimler başlamıştır. AB sürecinde Türk Futbolu da pek çok değişikliğe gebedir. Avrupa liglerine göre rekabet indeksi nispeten düşük olan Türkiye’nin futbol ekonomisinin, önümüzdeki günlerde AB süreci ile önemli şekilde yeniden yapılanacağı kanısındayız. Umarım bu çalışmayı da diğer çalışmalarımız gibi aydınlatıcı ve yararlı bulursunuz. Saygılarımla, Ömer Tanrıöver Denetim Ortağı 1 fK=^îêìé~ÛÇ~=cìíÄçäìå=bâçåçãáâ= îÉ=v~ë~ä=†Éê´ÉîÉëá Sporun ekonomik boyutu ile ilgili bazı rakamlar, bu saptamayı kanıtlamaktadır. Örneğin aşağıdaki şekilde FIFA’nın Dünya Kupası TV yayınlarından elde ettiği gelirlerin gelişimi görülmektedir. Şekil 1: Dünya Kupası TV yayın gelirleri (Milyon Euro) Kaynak: Tuğrul Akşar, 2006 1990 senesinde 8.2 milyon Euro olan gelir 2006 yılına gelindiğinde 1 milyar 300 milyon Euro’ya yükselmiştir. 2010 yılında düzenlenecek Dünya Kupasından ise FIFA’nın naklen yayın gelirlerinin 2.5 milyar Euro olacağı tahmin edilmektedir. Şampiyonlar Ligi’nin 2006-2007 sezonunun pazarlama bütçesi 750 milyon Euro’ya ulaşmıştır. Bu paranın yaklaşık % 95’i Ligde oynayan 32 kulübe dağıtılmaktadır. Dünyanın en yüksek bütçeli futbol kulübü olan Real Madrid'in 2005 / 2006 cirosu 292.2 milyon Euro’dur. Avrupa’nın en büyük beş liginin elde ettiği toplam gelir daha 2003–2004 sezonunda 10 milyar doları geçmişti. Sonuçta spor ve de özellikle futbol, geçmişe oranla çok daha yüksek rakamların konuşulduğu bir ekonomik faaliyet haline gelmiştir. Uluslararası düzeydeki turnuvalara en büyük firmalar sponsor olmaktadır. Örneğin 2006-2007 Şampiyonlar Ligi’nin sponsorları arasında Sony, Vodafone, Ford, Heineken, Playstation ve Mastercard yer almıştır. Bu gelişimi tetikleyen en büyük etken ise medyadır. Kamu tekelinde bulunan televizyon 2 sektörünün rekabete açılması, bu sektörün spor ile ilintili içeriğe olan talebini körüklemiştir. Bu bağlamda futbol en ön planda gelmektedir. Futbol, televizyon seyircileri bakımından en cazip içeriklerden biridir. Nitekim yayınlarda en fazla rating alan programların başında spor karşılaşmaları gelmektedir. Örneğin ABD televizyonlarının en pahalı reklam kuşağı Amerikan futbol liginin finali olan Super Bowl yayını için satılmaktadır. Futbolun televizyonlar bakımından tüketici sadakatine, yüksek ratinge ve de dolayısıyla daha fazla reklam gelirine dönüşen cazibesi, futbol maçlarının yayın hakkı için her ülkede televizyon kanalları arasında kıyasıya bir rekabet oluşturmuştur. Bu rekabet sayesinde futbol maçlarının yayın hakları için gözden çıkarılan paralar önemli boyutlara ulaşmıştır. Bu para da futbol ekonomisindeki hızlı büyümeyi sağlamaktadır. Bu gelirin diğer bir kısmı ise spor kulüpleri arasında paylaştırılmıştır. Böylelikle futbol kulüpleri daha yüksek bütçelere kavuşmuşlardır. Ancak diğer taraftan, futbolun bu şekilde bir eğlence sanayi haline gelmesi, futbolcuların değerini de yükseltmiştir. En iyi futbolcular gelirlerini artıran kulüplerden daha fazla para talep etmeye başlamışlardır. Transfer ücretleri de aynı şekilde artmıştır. Avrupa Toplulukları Adalet Divanı'nın Bosman kararıyla beraber, futbolcu transferlerinin de kolaylaşması sonucunda, büyük bütçeli kulüpler ile daha düşük bütçeli kulüpler arasındaki denge iyiden iyiye büyük bütçeli kulüpler lehine dönmüştür. Böylelikle hem ulusal liglerde hem de Avrupa çapındaki şampiyonalarda büyük kulüplerin egemenliği artmıştır. Futbola para girişinin önümüzdeki dönemde de artarak devam edeceği değerlendirilmektedir. Futbol maçlarının televizyondan naklen yayın hakları için ödenen miktarlar arttığı gibi, teknolojik gelişme ile yaygınlık kazanan Internet ve mobil telefon gibi yeni medyalar da bu sürece yeni yeni dahil olmaya başlamaktadır. Bu gelişme de futbol sektörünün oyuncuları için ilave bir gelir kaynağı anlamına gelmektedir. v~ó¼å=Ü~âä~ê¼ Deloitte’nin 2006 senesinde yaptığı bir çalışmada Dünyanın en zengin 20 takımının gelirleri ve gelir kaynakları verilmektedir. Maç hasılatları bu takımların toplam gelirlerinin %28’ini oluştururken yayınlardan elde edilen gelir toplam gelirlerin %42’sine ulaşmaktadır. Futbol maçlarının yayın hakları konusu futbol alanında yaşanan ekonomik değişimlerin temelinde yeralmaktadır. Teknolojik gelişme ve görsel işitsel sektördeki serbestleşmeyle beraber bu alandaki kamu tekeli sona ermiştir. Piyasanın rekabete açılması, görsel işitsel içeriğin elde edilmesi bakımından da rekabet doğurmuştur. Bu nitelikteki içerik arasında da futbol maçları özel bir önem taşımaktadır. Zira futbolun popülaritesi futbol maçlarının yayın haklarını elinde tutan televizyon kanalının hem izlenirliğini hem de reklam gelirlerini artırmaktadır. Şekil 2: Kulüp gelirlerinin bileşimi Ancak bütün bu gelişmeler, futbolun iyi yönetişimi konusunu ön plana çıkarmaktadır. Gerçekten de gerek futbol kulüplerinin gerek ulusal federasyonların iyi yönetilmeleri ve iyi yönetişim kurallarını benimsemeleri futbolun bir ekonomik sektör olarak geleceğini belirleyecek temel koşullardan biri haline gelmiştir. Bu nedenle son zamanlarda futbol içi adil rekabetin sağlanması, futbol içi dayanışmanın korunması, futbolcu menajerlerinin denetiminin sağlanması, futbol ile ilgili bahis oyunlarına dair yeni düzenlemelere gidilmesi ve futbol ligleri ile futbol kulüplerinin daha sağlam bir mali yapıya kavuşmalarını hedefleyen tedbirlerin alınması gündeme gelmektedir. Bütün bu unsurlar, futbolu değiştirmektedir. Bu incelemede futbol ekonomisini yakından ilgilendiren bu gelişmeler kısaca ele alınmakta ve önümüzdeki yıllarda futbol sektörünün ve futbol takımlarının tabi olacağı yeni düzen hakkında bilgi verilmektedir. Kaynak: Football Money League 2006. 3 Futbol maçlarının yayın hakkı için oluşan rekabet, bu hakkın elde edilmesi için ödenen paraları da kaydadeğer biçimde arttırmıştır. 1996-1997 sezonunda İngiltere Premier Liginde maçları yayınlayabilmek için senede yaklaşık 57 milyon Euro ödeyen BSkyB, 2007 yılı ile başlayıp 3 sezon sürecek yayın dönemini satın almak için Setanta ile beraber yaklaşık 2,5 milyar Euro’yu, yani sezon başına yaklaşık 850 milyon Euro’yu, gözden çıkarmıştır. Futbol ekonomisine bu şekilde bir para girişinin yaşanması, futbolu derinden etkilemiştir. Futbol maçlarının yayın hakkı konusu Avrupa’da yürürlükte olan rekabet kuralları ışığında değerlendirilmektedir. Münhasır olarak tek bir yayın kuruluşuna satılan bu haklar ile, sözkonusu yayın kuruluşu sözleşme dönemi süresince futbol maçlarının naklen yayını alanında bir tekel oluşturmaktadır. Bu uygulama prensip olarak rekabet kurallarına aykırıdır. Ancak futbolun gelişmesi, ligdeki takımlar arasında rekabet dengesinin sağlanması gibi gerekçelerle Avrupa ve Türkiye’deki rekabet otoriteleri bu uygulamaya izin vermişlerdir. O aşamada rekabet otoritelerinin dikkat ettiği temel husus münhasırlık içeren bu nitelikteki sözleşmelerin süresi olmuş ve üç yıldan uzun sözleşmelere genel olarak izin verilmemiştir. Zira bu sorun ortaya çıktığı zaman temel mesele televizyondan yayın haklarıydı. Oysa ki günümüzde Internet ve mobil telefon gibi benzer nitelikteki yayınları futbol seyircisine ulaştıracak başkaca ortamlar da mevcuttur. Bu nedenle yayın hakları meselesi AB’de yeniden bir değerlendirmeye tabi tutulmuş ve bundan böyle her bir medya için yayın haklarının ayrı ayrı satılması ve de televizyonla ilgili yayın haklarının da tek bir yayıncı kuruluşa verilmemesi yönünde bir tutum oluşmuştur. Bu yeni anlayışın pratikteki ilk örneği Almanya’da yaşanmıştır. Bundesliga ile Avrupa Komisyonu arasında 2003 yılında varılan mutabakat uyarınca bu alanda birçok yeniliğe imza atılmıştır. Eskiden tek bir paket halinde tek bir yayın kuruluşuna satılan futbol maçlarının naklen yayın hakları bundan böyle farklı paketlere bölünerek satılacaktır. Paketlerden ilki Cumartesi günkü 1. lig maçları ile Pazar günkü 2. lig maçlarını içermekte; ikincisi Cumartesi günkü 2. lig maçları ile Pazar günkü 1. lig maçlarını kapsamaktadır. Üçüncü paket maçlar bittikten sonra maçlardaki önemli anların ilk yayın hakkını vermektedir. Televizyonun yanısıra Internet ve mobil telefon üzerinden yayınların haklarının satışı ayrı paketler halinde düzenlenmiştir. Öte yandan ilk defa olarak spor kulüplerine de önemli haklar tanınmıştır. Buna göre kulüpler kendi sahalarındaki maçların 4 Tablo 1: Fransa, Almanya ve İngiltere’de futbol Fransa Sezon / Yıl Yayıncı kuruluş Sezonluk (Milyon) 1999 / 2000 Canal Plus / TPS FF1,030 2000 / 2001 Canal Plus / TPS FF1,090 2001 / 2004 Canal Plus / TPS Euro 125 2004 / 2007 Canal Plus Euro 600 Almanya Sezon / Yıl Yayıncı kuruluş Sezonluk DM (Milyon) 1990 / 1991 UFA / RTL 50 1991 / 1992 UFA / RTL 55 1992 / 1997 ISPR / SAT1 / Premiere 145 1997 / 2000 ISPR / SAT1 / Premiere 255 2000 / 2001 Kirch Group 355 (Milyon Euro) 2001 / 2004 Kirch Group 290 (Milyon Euro) 2006 / 2009 Kabel D. / Unity Media 420 (Milyon Euro) Sezon / Yıl Yayıncı kuruluş Sezonluk £ (Milyon) 1992 / 1997 Sky 38,2 1997 / 2001 Sky 167,5 2001 / 2004 Sky 341 2004 / 2007 Sky 370 2007 / 2010 Sky / Setanta 568 İngiltere yayın hakkını, maç bitiminden 24 saat sonra satma yetkisine sahip olmuşlardır. Ayrıca maçların belirli bölümlerini mobil telefon ve Internet üzerinden yayınlama hakkını da elde etmişlerdir. Rekabet politikası alanında futbol maçlarının yayın haklarıyla ilgili olarak geliştirilen içtihada son örnek olarak İngiltere’de Premier League’in yayın haklarının satışı verilebilir. Premier League, lig maçlarının yayın haklarını 2007-2008 sezonundan başlamak üzere üç yıllığına satışa çıkardı. Ancak eskiden tek bir paket halinde ve bütün dönemi kapsayan yayın haklarının satışı, Avrupa Komisyonu ile önceden varılan mutabakat uyarınca altı ayrı pakete ayrıldı. Paketlerden her biri belirli sayıda maç içeriyordu ve tek bir yayın kuruluşuna en fazla beş paketi satın alma hakkı tanınmıştı. Sonuçta BSkyB beş farklı paketi 1.9 milyar Euro karşılığında satın aldı. BSkyB böylelikle her sezon 92 maçı canlı olarak yayınlama hakkını elde etti. BSkyB bir önceki üç yılın bütün maçlarının yayın hakkı için ise 1.5 milyar Euro ödemişti. Üç sezonda 46 maçın yayın hakkını içeren altıncı paketi ise İrlanda menşeli yayıncı Setanta elde etti. Setanta böylelikle İngiltere’de 1992 yılından bu yana süregelen BSkyB’nin maç yayınları alanında tekeline de son vermiş oldu. Avrupa Komisyonu’nun önceden müdahalesi sonucunda, İngiltere’de futbol maçlarının yayın haklarının bir seneden daha uzun bir süre için ve de münhasır olacak şekilde tek bir yayın kuruluşuna devredilmesi dönemi de kapanmış oldu. İngiltere için oluşturulan bu içtihadın diğer AB ülkeleri bakımından da bir emsal teşkil edeceği söylenebilir. _çëã~å=â~ê~ê¼ Avrupa futbolunun çehresini değiştiren bir karara imza atan Jean Marc Bosman Belçikalı bir futbolcudur. Belçika’nın Royal Football Club Liege takımında oynarken, Fransız ikinci lig takımlarından US Dunkerque-Littoral takımından bir transfer teklifi alır. Kendi kulübüyle de sözleşmesi zaten sona ermiştir. Sözleşmesinin uzatılması için Liege kulübünün önerdiği ve bir önceki dönemdeki ücretinin dörtte birine tekabül eden teklifi de Bosman kabul etmemiştir. Ancak transfer olabilmesi için kulübünden bonservisini alması gerekmektedir. Liege kulübü Fransız takımının üzerinde anlaşılan bonservis ücretini ödeyip ödeyemeyeceği hususunda kuşkusu bulunduğundan, Belçika futbol federasyonuna Bosman’ın bonservisinin verilmesi için gerekli başvuruyu yapmaz. Bonservisini zamanında elde edemeyen Bosman’ın da Fransız kulübüne transferi bu nedenle gerçekleşmez. Bosman bunun üzerine kulübünü Belçika’da mahkemeye verir. Yerel mahkeme de konuyu Avrupa Toplulukları Adalet Divanı (ATAD)’a intikal ettirir. ATAD’ın 15 Aralık 1995’de açıklanan kararı, Avrupa futbolunda bir dönüm noktasıdır. ATAD bu kararı ile o zamana kadar futbol alanında benimsenmiş olan iki farklı uygulamaya son vermiştir. Bunlardan birincisi, AB ülkelerindeki yabancı futbolcu kısıtlamasıdır. Bosman kararına kadar, ulusal federasyonlar ulusal liglerde mücadele eden takımlarda yabancı futbolcuların sayısına bir sınırlama getirebilmekteydi. ATAD, diğer AB vatandaşı futbolcuları da içeren bu kısıtlamanın AB hukukuna aykırı olduğuna karar vermiştir. Bundan böyle, yabancı futbolcu kısıtlaması yalnızca AB dışı ülkelerden gelen futbolculara uygulanabilecektir. Dolayısıyla AB ülkelerindeki futbol takımları artık istedikleri sayıda AB vatandaşı futbolcu oynatabileceklerdir. Aradan geçen süre zarfında, bu kategorinin sınırları da genişlemiştir. Türkiye ile AB arasında işgücü piyasasında ayrımcılığı yasaklayan Ortaklık Konseyi kararları uyarınca, Türk futbolcuların da AB ülkelerinde AB statüsünde oynamaları ve böylelikle yabancı futbolcu kotasına takılmamaları sağlanmıştır. Benzer bir kolaylık, AB’nin Rusya ile mevcut anlaşmaları temelinde Rus futbolculara da tanınmıştır. Kısacası, AB’nin ortaklık ve işbirliği anlaşmaları bulunan ülkelerin futbolcuları da bundan böyle AB ülkelerinde AB statüsünde oynayabileceklerdir. Bosman kararı ile son verilen ikinci uygulama ise bonservis sistemi ile ilgilidir. Kulübüyle sözleşmesi sona ermiş olmasına rağmen bonservisini kulübünden alamayan futbolcuların başka kulüplere ve başka ülkelere gidip çalışmalarının engellendiği gerekçesiyle, bonservis sistemi de AB hukukuna aykırı bulunmuştur. Kulübüyle sözleşmesi biten futbolcular artık bonservisleri için kulüplerine ilave bir para ödenmesine gerek kalmadan istedikleri kulübe transfer olabileceklerdir. Bu değişiklik kulüplerin transfer ücretlerine dayalı gelir modellerini de tehlikeye atmıştır. Zira bir oyuncu ne kadar yetenekli olursa olsun, kulübe maliyeti ne olursa olsun, sözleşmesi sona erdiğinde kulübüne hiç bir para kazandırmadan istediği takıma transfer olabilecektir. ATAD kararı ile AB çapında geçerlilik kazanan bu değişiklikler, FIFA’nın 2001 yılında genel kurulunda alınan karar uyarınca bütün dünyada geçerlilik kazanmıştır. Ancak Bosman kararı esasen kulübüyle sözleşmesi sona ermiş olan futbolcularla ilgilidir. Kulübüyle sözleşmesi devam eden futbolcuların bonservis sorunu ve bunlarla ilgili transfer ücretleri, Bosman kararı kapsamında değildir. Nitekim 2000 yılında Avrupa Komisyonu, bonservis sisteminin futbolcuların serbest dolaşımına engel olmaya devam ettiği gerekçesiyle AB hukukuna aykırı olduğunu ilan etmiş ve anılan sistemin AB hukuku ile bağdaşır hale gelmesi amacıyla kulüplerle bir dizi görüşme başlatmıştır. Komisyona göre sözleşmeleri devam eden oyuncular için kulüpler tarafından istenen astronomik sayılabilecek transfer ücretleri, serbest dolaşım ilkesini ihlal etmektedir. Komisyon, sözleşmesi devam ederken kulübünden ayrılmak isteyen oyuncuların kulüplerine doğuracağı gerçek maddi zararı esas alan bir tazminat ödemek suretiyle serbest kalmalarını önermektedir. Bu çerçevede Fenerbahçe’nin eski futbolcusu Nicolas Anelka örneği de verilmektedir. Anelka, Arsenal’den Real Madrid’e transfer olurken, Arsenal 23 milyon İngiliz sterlini tutarında bir bonservis ücreti talep etmişti. Oysa ki, Anelka’nın avukatları Anelka’nın Real Madrid’e transfer olmasının Arsenal’e vereceği maddi zararın 900 bin İngiliz sterlini olduğunu hesaplayıp, bonservis ücretinin de bu rakama yakın olması gerektiğini iddia etmişlerdir. FIFA tarafından 2001 yılında yürürlüğe konulan uluslararası transfer yönetmeliği ile Avrupa Komisyonu’nun talepleri ile kulüp temsilcilerinin beklentileri arasında bir ara yol bulunmuştur. Buna göre sözleşmesi sona ermeden kulübünden ayrılmak isteyen oyuncular için bonservis ücretlerinin oyuncunun sözleşmesinde kalan dönemde alacağı ücreti yansıtan bir şekilde hesaplanması, futbolcu transferleriyle ilgili sorunların ele alınacağı bir Uluslararası Futbol Tahkim Kurulunun oluşturulması, transferlerin yalnızca önceden ilan edilen transfer dönemlerinde gerçekleştirilmesi ve 23 yaş altı futbolcuların transferlerinde kulüplerine bir yetiştirme ücreti ödenmesi kararlaştırılmıştır. Ancak hernekadar bu sistem şimdilik Avrupa Komisyonu’nu tatmin etmiş gözükse de, bu sistemin de bonservis ücreti prensibini koruduğu gerekçesiyle AB hukuku ile çeliştiği ileri sürülmektedir. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde, bu sistemin de AB hukukuna aykırılık taşıdığı gerekçesiyle ATAD’a şikayet edilmesi sözkonusu olabilecektir. O durumda da bonservis sisteminin tamamen ortadan kaldırılacağı bir döneme adım atılacaktır. Aslında 2001 yılında Tibor Balog adındaki bir Macar futbolcunun bağlı olduğu Charleroi futbol kulübünü bonservisi için aşırı yüksek bir ücret talep ettiği gerekçesiyle ATAD’a şikayet etmiştir. Futbol çevrelerinde, bonservis sisteminin AB hukuku ile uyumlu olmadığına dair bir kararın çıkacağı endişe edilirken, Balog’un Charleroi ile mahkeme dışında anlaşması neticesinde dava düşmüştür. Ancak bu gelişmenin Avrupa kulüplerinden futbolcu transfer eden Türk takımları bakımından da hatırda tutulmasında fayda görülmektedir. Yürütülen müzakereler neticesinde bonservis ücretinin hala aşırı olduğu durumlarda, meseleyi mahkemeye götürebilme veya en azından bu seçeneğin kullanılabileceğini ihsas etme imkanı bulunmaktadır. Bu suretle futbolcuyu satan kulübün daha gerçekçi bir bonservis ücreti talep etmesi sağlanabilecektir. 5 Bosman kararının Avrupa futbolu üzerinde başka etkileri de olmuştur. Bunların başında AB içi transferlerin hız kazanması gelmektedir. Takımlarda yerli oyuncu sayısı azalmıştır. Bazı ülkeler diğer AB ülkelerinden futbolcu “ithal” etmiş, bazıları ise futbolcu “ihraç” etmişlerdir. Örneğin İngiliz Premier Liginde, Bosman kararı öncesinde takımlardaki İngiliz olmayan futbolcu oranı % 27 iken, Bosman kararından 5 yıl sonra bu oran iki misli artarak % 54’e ulaşmıştır. Takımların 2006-2007 sezonu için verdikleri listelere göre ise İngiliz olmayan futbolcuların oranı %62’ye yükselmiştir. İngiltere bu haliyle AB vatandaşı futbolcuların top koşturduğu bir ülke haline gelmiştir. Fransa ise tam tersine AB ülkelerine futbolcu ihraç eden bir konumdadır. Bosman kararı öncesinde Avrupa’nın en büyük dört liginde (İngiltere, İspanya, İtalya, Almanya) oynayan Fransız oyuncuların sayısı yirmiyi bulmazken, Bosman kararı sonrasında bu sayı hızla artarak yüzü bulmuştur. Bosman kararı kulüpler ile futbolcular arasındaki dengeyi de futbolcular lehine değiştirmiştir. Anılan karar öncesinde, kulüplerin futbolcular üzerinde çok geniş yetkileri bulunmaktaydı. Kulüp, sözleşmesi biten futbolcusunun dahi bonservisini verip vermemekte serbestti. Oysa ki Bosman sonrasında, bonservis ücreti alınması dahi en azından sözleşmesi biten oyuncu bakımından sözkonusu olmamaktadır. Bu durum aynı zamanda transfer ücretlerinde oyuncuların payını kulüplerin aleyhine olarak artırmıştır. Bosman kararının bir diğer etkisi ise gerek ulusal düzeyde gerek uluslararası düzeyde kulüpler arasındaki rekabetçi dengeyi bozmuştur. Mali imkanı daha iyi olan kulüpler serbestleşen transfer şartlarından istifade ederek daha yetenekli ve iddialı kadrolar kurmuşlar ve bu sayede gerek ulusal düzeyde gerek uluslararası alanda sportif başarıyı tekelleri altına almışlardır. Bu saptamaya örnek olarak UEFA Şampiyon kulüpler Kupasındaki neticeler ele alınabilir. Bosman kararı öncesindeki altı sezonda (1990-1996) , bu Kupada 17 farklı ülkenin takımı çeyrek finale çıkma başarısını göstermişti. Bu dönemde Kupayı 5 farklı ülkenin 6 farklı takımı kazanmıştı. Bosman kararı sonrasındaki altı yılda ise yalnızca 11 ülkenin takımları çeyrek finale kadar yükselebilme başarısını yakaladılar. Bu dönemde çeyrek final kalan takımların üçte ikisi ise yalnızca üç ülkeden geldi (İspanya, İngiltere, Almanya). 1997-2002 döneminde Şampiyonlar Liginin final turlarına kalan takımlar % 80 oranında aynı ekiplerdir. 6 ffK=^îêìé~=cìíÄçäìåÇ~=vÉåá=bğáäáãäÉê "Top yuvarlaktır" deyimi, futbol oyununda bilinmezliğin cazibesine işaret etmektedir. Sahaya çıkan iki takım arasında güç farkı ne olursa olsun, nihayetinde futbol sahada oynanmaktadır. Futbol tarihi bu nedenle birçok sürprizle doludur. Bu belirsizlik futbolun seyir zevkini artıran en önemli unsurlardan biridir. Büyük bütçeli kulüpler ile diğer kulüpler arasındaki farkın açılması liglerde yaşanan rekabetin azalmasının en önemli nedenlerinden biridir. Bu gelişme hem ulusal düzeyde hem de uluslararası düzeyde yaşanmaktadır. Bosman kararı sonrasında birçok Avrupa ülkesinde ligi üst sırada bitiren kulüpler hep aynı takımlar olmaktadır. Aşağıdaki tablo belirtilen dönemlerde kaç farklı takımın şampiyon olduğunu vermektedir . Bu saptama günümüz futbolu için de geçerliliğini korumakla birlikte, futbola yaşanan para girişi, buna paralel olarak oyuncu ücretlerinin artması ve bunun yanısıra transfer sisteminin serbestleşmesi, futbol kulüpleri arasındaki rekabetin belirsizliğini ortadan kaldırmaya aday gözükmektedir. Büyük bütçeli ve büyük kadrolu kulüpler ile diğerleri arasındaki fark açılmaktadır. Kulüpler arasında ortaya çıkan bu farkın liglerde yaşanan rekabeti olumsuz etkilemesi ise kaçınılmazdır. Avrupa Rekabet açısından diğer liglerden üstün bir konuma sahip olan Fransa ligi hariç diğer liglerde gelir seviyeleri nedeniyle büyük olarak atfedilen kulüplerin dışındaki kulüplerin şampiyon olmaları zaman içinde zorlaşmıştır. Keza Şampiyonlar Ligi veya UEFA kupasında en son turlarda mücadele eden takımlar da hep aynı ülkelerin takımları arasından çıkmaktadır. Avrupa futbolunda mali güç ve sportif başarı arasındaki bağlantı Tablo 2: Avrupa liglerinde yaşanan rekabet Türkiye Hollanda Almanya İngiltere İtalya İspanya Fransa 1999-2000 58,55 71,2 42,41 44,64 55,98 18,46 15,87 2000-2001 66,83 69,77 24,78 34,36 50,19 27,40 30,36 2001-2002 40,40 52,86 53,41 49,01 54,95 19,89 26,94 2002-2003 64,81 80,95 29,73 40,46 50,21 28,84 25,80 2003-2004 49,30 61,30 47,43 41,10 74,07 27,43 32,73 2004-2005 73,72 74,42 45,22 52,27 35,70 36,22 19,83 2005-2006 50,53 73,08 50,79 58,24 66,17 38,18 33,72 Ortalama 57,74 69,09 41,97 45,72 55,32 28,06 26,46 ligleri ve Turkcell Super Ligi’ni yaşanan rekabet açısından karşılaştırdığımız bir çalışmaya göre bahsedilen liglerde rekabet seviyesi genellikle azalma eğilimindedir. Özellikle İspanya, İngiltere ve Almanya gibi futbol kulüplerinin transfere harcadıkları miktarların arasında büyük farkların bulunduğu liglerde azalan rekabet daha da belirgindir. Aşağıdaki tabloda Herfindahl-Hirschman endeksinden1 (HHI) faydalanarak yaptığımız çalışmanın sonuçları verilmektedir. Tabloda yer alan rakamlar, teorik olarak tüm takımların güçlerinin eşit olduğu durumda ortaya çıkması gereken HHI puanı ile gerçek durum arasındaki farkı vermektedir. İncelenen ligde bu fark ne kadar azsa, ligde yaşanan rekabet o kadar yoğundur. Analizde kullanılan yedi senelik dönemde ortaya çıkan sonuçların ortalamasına bakıldığında Fransa liginde yaşanan rekabetin diğer liglerden daha fazla olduğu görülmektedir. Türkiye liginde yaşanan rekabet Hollanda liginden yoğun olmakla beraber diğer liglerden daha düşüktür. Dikkat çeken diğer bir nokta ise özellikle son senelerde HHI puanları giderek artmaktadır, yani liglerde yaşanan rekabet giderek azalmaktadır. gittikçe daha da güçlenmektedir. Oysaki bu durum futbolun o topun yuvarlaklığından kaynaklanan belirsizliğini ortadan kaldırma riski taşımaktadır. Artık daha sınırlı imkanlarla mücadele eden takımların sportif başarı ş ansı yok denecek kadar azalmıştır. Bu dengesizlik futbolun hem spor boyutunu hem de iş boyutunu olumsuz etkileyecek niteliktedir. Takımların sportif başarıları arasında gittikçe büyüyen fark, futbol maçlarını sonucu önceden belirli bir oyuna Tablo 3: Avrupa ligleri ve şampiyon sayıları Ligler Yıllar 1965-1985 1986-2006 1996-2006 Almanya 9 6 4 İngiltere 9 7 3 Fransa 6 8 6 İtalya 10 7 4 İspanya 6 5 5 Türkiye 4 3 3 7 1 Herfindahl-Hirschman endeksi (HHI) mal ve hizmet piyasalarında yoğunlaşma oranının ölçülmesinde kullanılan bir endekstir. Sıfıra yakın bir HHI değeri, rekabetin yoğun yaşandığı bir sektörü işaret etmektedir. HHI kullanılarak liglerde rekabeti ölçmeye yönelik yapılan analizin detaylarını ve yorumlarını EK’te bulabilirsiniz. çevirmektedir. Böylesi bir durum ise, futbola duyulan ilgiyi azaltacağı için futboldan elde edilen geliri de azaltma potansiyeli taşımakta ve futbolun iş modeli bakımından bir risk oluşturmaktadır. Nitekim 2006 yılında İngiltere’de yapılan bir kamuoyu yoklamasına göre, liglerinin Arsenal, Manchester United ve Chelsea arasındaki rekabet ile sınırlandığını düşünen İngiliz futbol seyircilerinin % 82’sinin, rekabetin daha dengeli olabilmesi için futbol maçlarının naklen yayınından elde edilen gelirlerin daha dengeli dağıtılmasını istedikleri ortaya çıkmıştır. Futbolun son dönemdeki dinamikleri nedeniyle ortaya çıkan bu tehlikenin giderilebilmesi için çeşitli öneriler tartışmaya açılmıştır. Kulüpler arasındaki rekabetçi dengenin yeniden tesis edilebilmesi için öncelikle kulüplerin kadrolarında kendi yetiştirdikleri belirli sayıda oyuncuya yer vermeleri zorunluluğu getirilmiştir. UEFA tarafından kararlaştırılan ve aşamalı olarak uygulanacak bu sistemde UEFA tarafından düzenlenen şampiyonalara katılacak takımların kadrolarında en az kendi yetiştirdikleri 4 oyuncuya yer vermeleri şarttır. Bu sayı 2007– 2008 sezonunda 6'ya; 2008–2009 sezonunda ise 8'e çıkacaktır. Ayrıca UEFA bu kuralın etkinliğini artırabilmek amacıyla kulüplere bir kadro sınırlaması da getirmiştir. Buna göre kulüpler her bir turnuva öncesinde UEFA'ya 25 kişilik futbolcu kadrolarını bildirecekler ve bütün sezon boyunca da bu kadroda yar alan isimler haricinde hiçbir futbolcuyu uluslararası maçlarda oynatamayacaklardır. Böylelikle büyük bütçeli kulüplerin transfer potansiyeli bir ölçüde kısıtlanmaktadır. Bu çerçevede gündeme gelen bir diğer öneri ise, futbol maçlarının naklen yayın haklarının satışıyla ilgilidir. Futbol takımları arasındaki sportif başarı farkının temelinde parasal farklılıklar yatmaktadır. Parasal farklılıkların temelinde ise maçların naklen yayın haklarının satışından elde edilen gelirler yeralmaktadır. Türkiye’nin de dahil olduğu Avrupa’nın birçok ülkesinde, futbol maçlarının yayın hakları bir havuz sistemi uyarınca satılmaktadır. Buna göre tek elden satılan yayın haklarından elde edilen gelir, şampiyonaya katılan bütün takımlar arasında bölüştürülmektedir. Bunun sonucunda, daha fazla seyircisi olan daha popüler takımlar diğerlerine oranla daha fazla gelir etmekle beraber, maçlarının yayın haklarını kendileri satmaları durumunda elde edecekleri gelirden daha azını elde etmektedirler. Oysaki İtalya ve İspanya gibi ülkelerde kulüpler kendi maçlarının yayın hakkını kendileri satabilmektedir. Bu ülkelerdeki Real Madrid, Barcelona ve Inter Milan gibi kulüpler havuz sisteminin sınırlamalarına, kulüpler arası dayanışma ve gelir paylaşımı kısıtlamalarına tabi olmadıkları için, gelirlerini maksimize edebilmektedirler. Örneğin Juventus’un televizyon yayın haklarından elde ettiği gelir, aynı ligde rekabet ettiği daha küçük takımların gelirinin 15 katını bulabilmektedir (Gouguet 2004). Bu takımların diğer kulüplere oranla yükselen gelirleri de onlara hem ulusal düzeyde hem uluslararası düzeyde daha başarılı olma imkanı vermektedir. Kısacası futbol maçlarının yayın hakları konusunda UEFA içinde tek bir sistemin olmaması, bazı ülke kulüpleri lehine avantaj yaratmaktadır. 8 Nihayet kulüpler arasındaki dengesizliği giderebilmek için önerilen bir diğer sistem ise ücret tavanı sistemi olmuştur. Bu sistemde takımda yeralacak futbolcuların herhangi birine ödenecek olan ücrete bir tavan getirilmektedir. Böylelikle en zengin kulüplerin maddi güçlerine dayanarak en fazla parayı vermek suretiyle en iyi oyuncuları kadrolarına katmaları bir ölçüde önlenebilmektedir. Zira bu sistemde oyuncular ne kadar iyi olursa olsunlar hiçbir kulüpten belirlenen tavan ücretin üstünde bir para alamamaktadırlar. Bu sistemi uygulayan liglere örnek olarak Amerikan Profesyonel Basketbol ligi NBA gösterilebilir. NBA’deki basketbolcuların tecrübelerine göre değişen bir ücret tavanları bulunmaktadır. óá=ó∏åÉíáşáã Futbol kulüplerinde iyi yönetişimin sağlanması amacıyla uluslararası düzeyde getirilen yeni önlemlerin başında 20062007 sezonunda yürürlüğe giren UEFA’nın yeni lisans sistemi gelmektedir. Buna göre, UEFA’nın düzenlediği şampiyonalara katılacak kulüplerin bazı finansal kriterleri tutturmaları beklenmektedir. Gelecekte kulüplerin diğer kulüplere veya oyunculara veya üçüncü taraflara aşırı borçlanmasının önlenmesi hedeflenmektedir. Borçlu kulüplerin UEFA turnuvalarından dışlanması söz konusu olacaktır. Kulüpler bundan böyle bilançolarını bağımsız bir denetim kuruluşunca onaylatmak durumundadırlar. Ayrıca UEFA’nın altyapı, idari konular ve genel yönetim ile ilgili kalite standartlarına da uymaları gerekecektir. UEFA’nın kulüplerin mali sıhhatini dikkate alan bu sistemi bazı ülkelerdeki futbol federasyonları tarafından da tatbik edilmektedir. Örneğin Fransız Futbol Federasyonu 2001 yılında Toulouse takımının birinci lige çıkışını, kulübün mali durumunu gerekçe göstererek engellemiştir. Kulüplerin finansal yapılarının iyileştirilmesi amacıyla gündeme getirilen bir diğer öneri ise futbolculara ödenecek olan paranın kulüplerin gelir veya giderlerinin belirli bir yüzdesini aşmaması şartıdır. Bu kural günümüzde ABD’deki profesyonel spor liglerinde uygulanmaktadır. Örneğin Amerikan Profesyonel Futbol Ligi NFL’de her takımın oyuncu kadrosunun tamamına ödeyebileceği para 2006 yılında 102 milyon dolar ile sınırlanmıştır. Bu miktar NFL tarafından elde edilen gelirlerin toplamının Ligde yeralan takımlara eşit olarak bölünmesi sonucunda bulunmaktadır. Bu eşitlik ilkesi sportif rekabetin de daha dengeli olmasına yardımcı olmaktadır. Bu sayede NFL takımları ne kadar zengin olursa olsunlar sporcularına birbirlerinden çok farklı ücretler verememekte ve dolayısıyla birbirlerinden çok farklı yetenekte kadrolar oluşturamamaktadırlar. Buna karşılık kulüplerin belirli bir sportif seviyeyi tutturmaları için de sporcular için bir asgari ücret tayin edilmektedir. Bütün bu sistem NFL tarafından denetlenmektedir. Sporcular ile yapılan sözleşmeler NFL’e bildirilmekte ve sözleşme NFL’in onayından sonra geçerlilik kazanmaktadır. NFL bu sayede kulüplerin asgari ücret ve toplu ücret tavanı gibi kurallara uyup uymadıklarını kontrol edebilmektedir. Bu sistem sonucunda NFL, ABD’deki profesyonel spor ligleri arasında rekabetin en yüksek düzeyde olduğu, takımlar arasındaki yetenek farkının en düşük olduğu lig konumuna gelmiştir. Kulüplerde iyi yönetişim bakımından kulüp yöneticilerinin nitelikleri de önem taşımaktadır. Bugün AB ülkelerinden yalnızca İngiltere’de kulüp yöneticilerinin özelliklerine dair kurallar bulunmaktadır. Buna göre kulüp yöneticilerinin, temiz bir geçmişe sahip olmaları istenmektedir. Buna karşılık futbolda rekabetin korunması amacıyla kulüp sahipliğine dair kurallar daha geniş bir platformda tatbik edilmektedir. Futbolun ekonomik olarak gelişmesi neticesinde, futbol kulüpleri de bir yatırım alternatifi haline gelmişlerdir. Futbol kulüpleri bu nedenle daha sık el değiştirmeye başlamıştır. Aynı ligde aynı kişiye ait iki farklı takımın bulunma riski ortaya çıkmıştır. Bu tehlikeyi bertaraf etmek üzere UEFA tarafından bir karar alınarak, kontrolü aynı gerçek veya tüzel kişide olan kulüplerin UEFA tarafından düzenlenen şampiyona ve turnuvalara aynı zamanda katılamaması ilkesi getirilmiştir. cìíÄçäÅì=ãÉå~àÉêäÉêáåÉ ó∏åÉäáâ=óÉåá=ÇΩòÉåäÉãÉäÉê Futbol ekonomisinin gelişmesiyle birlikte, futbolcu menajerlerinin aldıkları paralar ve yerine getirdikleri işlevleri daha fazla göze çarpmaya başlamıştır. Menajerler prensip olarak futbolcular ile kulüpler arasında bilgi köprüsü oluşturarak transfer piyasasının daha etkin çalışmasını sağlarlar. İlke olarak menajerlerin futbolcunun veya kulübün temsilcisi olarak pazarlık masasına oturmaları gerekmektedir. Oysa ki bazı durumlarda, menajerlerin kulüplerden transfer yetkisi alıp onlar adına hareket ederken aynı zamanda daha önce temsili için anlaşmış olduğu futbolcuları bu kulüplere pazarlama gayreti içinde oldukları görülmüştür. Transfer piyasasının sağlıklı çalışmasını etkileyebilecek nitelikteki bu menfaat çatışmasının önlenmesi için futbolcu menajerlerinin faaliyetlerinin ulusal ve uluslararası platformlarda düzenlenmesi önerilmektedir. Bu düzenlemeler ile menajerlerin sahip olması gereken özellikler belirlenecek, menajerler ile oyuncular arasında akdedilecek sözleşmelere dair temel kurallar (süre,komisyon,fesih şartları vs.) ortaya konacaktır. Ancak bu kuralların uygulama aşamasındaki denetimi de önem taşımaktadır. Bugün birçok AB ülkesinde menajer lisansına sahip olmadan menajerlik işi yapan kişiler bulunmaktadır. Örneğin Belçika’da futbolcu menajeri olarak faaliyet gösteren 200 kişiden yalnızca 25’inin lisanslı olduğu ifade edilmektedir. Bu nedenle ulusal federasyonların menajerlik müessesesini daha yakından takip etmeleri gerekmektedir. 9 fffK=^_=pΩêÉÅáåÇÉ=qΩêâ=cìíÄçäìW= kÉ=aÉğáşÉÅÉâ=\ v~Ä~åż=ÑìíÄçäÅì=â¼ë¼íä~ã~ë¼å¼å=ÖÉäÉÅÉğá= Ülkemizde halihazırda yabancı futbolculara uygulanan bir kısıtlama bulunmaktadır. Buna göre Türkiye futbol liglerindeki takımlar sahada en fazla 6 yabancı futbolcuya yer verebilmektedirler. Oysa ki aslında bu düzenleme, Türkiye’nin AB’ye karşı üstlenmiş olduğu yükümlülüklerle çelişmektedir. Daha 1980 yılında Türkiye ile AB arasında imzalanan 3/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararı uyarınca, tarafların emek piyasasında kendi vatandaşları ile diğer ülke vatandaşları arasında ayrımcılık yapmaları yasaklanmıştı. Bu düzenleme, emek piyasalarına girişi serbestleştirmemektedir. Dolayısıyla Türk vatandaşlarının AB ülkelerinde serbestçe çalışabilmelerine veya AB vatandaşlarının Türkiye’de istedikleri işe girebilmelerini temin etmemektedir. Buna karşılık eğer bir kez emek piyasasına yasal yollardan giriş yapıldıysa yani örneğin bir Türk vatandaşı yasal yollardan bir AB ülkesinde çalışmaya başladıysa, artık o noktadan sonra Türk vatandaşı ile AB vatandaşı arasında çalışma hayatına dair kurallarla ilgili olarak ayrımcılık yapılamamaktadır. Bu yükümlülük karşılıklı ve dolayısıyla Türkiye açısından da geçerlidir. Oysa ki Türkiye Futbol Federasyonu tarafından uygulanan yabancı futbolcu kotası ülkemizin bu yükümlülüğüne aykırılık taşımaktadır. Zira bu durumda Türkiye’de yasal olarak çalışan bir AB vatandaşı futbolcu ile Türk futbolcu arasında bir farklılık gözetilmiş oluyor. AB vatandaşı futbolcu, Türk futbolcunun aksine istediği kulübe transfer olamıyor; kendisini transfer edecek olan kulübün yabancı futbolcu kotasını doldurmamış olması gerekiyor. Aslında Türkiye’deki yabancı futbolcu kontenjanına benzer düzenlemeler AB ülkelerinde de vardır. Ancak orada AB vatandaşları ile diğer ülke vatandaşları arasında ayırım yapılıyor ve Türk futbolcular AB vatandaşı statüsünde oynayabiliyorlar. Bunu sağlayan da 3/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararı. Örneğin Fenerbahçe kalecisi Rüştü Rençber Barcelona’ya transfer olduğunda, yerel mahkemeye başvurarak İspanya liginde AB statüsünde oynama hakkını elde etti. Böylelikle yabancı futbolcu kontenjanına takılmadan futbol oynayabildi. Yerel mahkeme de 1/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararını gözönüne alarak, Rüştü lehine karar verdi. AB’nin hukuk düzeninde, kişiler AB’nin imzalamış olduğu anlaşmalardan kaynaklanan haklarını koruyabilmek için doğrudan mahkemeye gidebiliyorlar. Mahkemeler de bu hükümleri yorumlayabiliyorlar veya ihtiyaç halinde meseleyi Avrupa Toplulukları Adalet Divanına havale edebiliyorlar. Ancak Türkiye’de benzer bir mekanizma sözkonusu değil. Türkiye’nin AB ile yapmış olduğu anlaşmalardan kaynaklanan hakların korunabilmesi için doğrudan mahkemeye gidilemiyor. Bu nedenle de Türkiye’deki yabancı futbolculara yönelik kota 10 uygulamasının mahkeme yoluyla değiştirilmesi mümkün değil. Olması gereken, AB vatandaşı futbolcuların da Türk statüsünde oynamaları ve yabancı futbolcu kotasına takılmamaları. Ancak bunu elde edebilmek için görünür tek yol, Türkiye’nin 3/80 sayılı Ortaklık Konseyi kararına uymayı siyaseten kabul etmesi ve bu uyumun gerektirdiği iş piyasasında AB vatandaşları ile Türk vatandaşları arasındaki ayrımcı uygulamaları yürürlükten kaldırması. AB ile başlanan tam üyelik müzakereleri bu konunun yeniden masaya yatırılması için bir zemin oluşturacak. Müzakere başlıklarından kişilerin serbest dolaşımı başlığında, AB tarafı Türkiye’den bu yükümlülüğüne biran önce uymasını isteyebilir. O durumda da Türkiye liglerinde uygulanan yabancı futbolcu kotasının değiştirilmesi gündeme gelecek. Böylesine bir değişikliğin Türkiye futbolu, spor kulüpleri ve oyuncular bakımından önemli sonuçları olacağı açık. Öncelikle AB vatandaşı futbolcular da bundan böyle Türk takımlarında Türk statüsü ile oynayabilecekler. Takımlar AB vatandaşlarına ilave olarak 6 yabancı oyuncuya da sahada yer verebilecekler. Böylelikle kulüpler seviyesindeki Avrupa şampiyonalarında (Şampiyonlar Ligi, UEFA kupası ve Inter-Toto) Türk takımlarının sınırlı sayıda yabancı oyuncu oynatabilmelerinden kaynaklanan rekabet dezavantajı ortadan kaldırılabilecek. Türkiye içindeki futbolcu transferi piyasası da bu kural değişikliğinden etkilenecek. Türk futbolcuların transfer paralarının bu değişiklikten olumsuz etkilenmesini beklemek gerekir. Zira yabancı oyuncu kotasını doldurmuş bir takımda, transfer yapılmasına ihtiyaç duyulan belirli bir pozisyon için zorunlu olarak Türk futbolcu transfer edilmesi gerekmeyecek. Kulüpler Türkiye içi gibi nispeten küçük bir futbolcu havuzundan seçmek yerine Türkiye + 25 AB üyesinden oluşan çok daha büyük bir futbolcu havuzundan transfer yapabilecekler. Bu durum en basit ekonomik kurallardan arz/talep dengesi çerçevesinde değerlendirilecek olursa, piyasada arz artacağı için futbolcuların fiyatı da düşecek. Futbolcuların fiyatının düşmesi, bir açıdan kulüplerin giderlerini azaltmalarına yardımcı olacak. Ancak bu durum, Türkiye’deki dört büyüklere futbolcu satarak gelir elde eden bazı Anadolu kulüpleri için bir dezavantaj teşkil edebilir. Zira bu durumda bu kulüplerin de transfer gelirleri azalacak. Dolayısıyla genç oyuncuları yetiştirip büyük kulüplere büyük paralar karşılığı satarak gelir elde eden kulüplerin bu modellerini yeniden kurgulamaları gerekebilecek. Türkiye’de futbolun naklen yayının ilk defa ihaleye çıktığı 1994-1995 sezonundan 2004-2005 sezonuna kadar yapılan ihalelerin sonuçları ve elde edilen naklen yayın gelirlerinin dağılımı verilmektedir. Transfer piyasasındaki bu değişiklikler, kulüpler arasındaki hassas dengeyi de bozabilecek nitelikte olabilir. Bugün mali durumu iyi olan kulüpler bile, yabancı oyuncu sınırlaması nedeniyle, Avrupa’dan istedikleri sayıda futbolcuyu getirip oynatamıyorlar. AB ile Türk futbolcular arasındaki ayrıma son verilmesi durumunda ise AB futbolcuları bakımından bu sınırlama kalkacağı için kulüpler istedikleri sayıda Avrupalı oyuncuyu transfer edip, sahaya isterlerse 11 tane AB vatandaşı futbolcu ile çıkabilecekler. Dolayısıyla kulüplere maddi imkanlarını kullanmaları için yeni bir alan daha açılmış olacak. Finansman sorunu bulunmayan kulüpler bu imkanı kullanarak daha fazla sayıda yabancı oyuncuyu kadrolarına dahil edebilecekler. Maddi zorluk içinde olanlar ise, ancak kendi imkanlarının elverdiği ölçüde bu imkandan yararlanabilecekler. Sonuçta sahaya çıkan takımlar arasında güç farkının daha da artması beklenebilir. Tablo 4’te görüleceği üzere, medya sektöründe artan rekabet ve de özellikle 1996-1997 senesinde yapılan ihaleyi 3 seneliğine kazanan Cine5 ve daha sonrasında Teleon ve Digitürk gibi şifreli kanalların devreye girmesi ile birlikte, yayın haklarına ödenen para, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, önemli ölçüde artmıştır. Futbol maçlarının yayını şifreli kanalların hayatta kalabilmelerini sağlayan en önemli unsurlardan biridir. Maç yayın haklarının Türkiye’de gelecekte nasıl şekil alacağıyla ilgili yorumlara geçmeden önce, yayın gelirlerinin dağılımı ile ilgili bilgi vermekte fayda vardır. 2005-2006 sezonuna kadar olan dönemde ,yayın gelirlerinden kulüplere ödenen miktarın yarısı daha önce şampiyon olmuş 4 büyüklere (Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray %13.25, Trabzonspor %10.25) verilmekteydi. Kalan %50 ise 14 diğer kulübe dağıtılmaktaydı (%35 puan esasına göre, %15 lige katılım oranına göre, %50 ise eşit). Başarıyı ödüllendirmeyen bu paylaşım sistemi nedeniyle Türkiye liginde naklen yayın gelirlerinden az pay alan Anadolu takımlarının çok pay alan takımlarla mücadele edebilmesi ve ligde belirli bir rekabet seviyesinin korunabilmesi pek de gerçekçi gözükmemektedir. 2005-2006 sezonu ile yürürlüğe giren yeni dağıtım sistemi ise daha önceki havuz sistemine göre başarıyı ödüllendiren ve toplam yayın gelirlerinin %51’inin performansa göre dağıtıldığı bir yapıya sahiptir. Yeni sistemde naklen yayın gelirlerinin %35’i 18 takıma eşit olarak dağıtılmakta, %44’ü takımların aldığı puana göre dağıtılmakta, %14’ü takımların şampiyonluk sayılarına göre dağıtılmakta ve kalan %7 ise ilk 6 takıma katsayı hesabına göre dağıtılmaktadır. Takımların başarılı oldukça daha fazla gelir ettiği yeni dağıtım sistemi, futbol kulüpleri arasında gelir bakımından uçurumlar yaratan eski sisteme göre daha Öte yandan hernekadar bu yeni kuralların ışığında sahaya 11 yabancı futbolcu ile çıkmak mümkün hale gelecekse de, ülkemizdeki futbol kulüplerinin milli unsura sahip çıkacaklarını ve mevzuat neye izin verirse versin, takımdaki yerli yabancı dengesini koruyacaklarını tahmin ediyoruz. Bu nedenle de bazen sahada oynayan onbir içinde İngiliz oyuncusu bulunmayan İngiliz takımı Chelsea gibi örneklere Türkiye’de çok sık rastlanılmayacağını düşünüyoruz. qΩêâáóÉÛÇÉ=ó~ó¼å=Ü~âä~ê¼ Ülkemizde de futbol maçlarının naklen yayın hakları meselesi zaman zaman gündeme gelmektedir. Türkiye’de halihazırda uygulanan sistemde, Futbol Federasyonu maçların televizyondan yayın haklarını üç senelik dönemler itibariyle ihaleye çıkarmakta ve ihaleyi kazanan yayıncı kuruluş münhasıran bu haklara sahip olmaktadır. Aşağıdaki tabloda Tablo 4: Yıllar itibariyle net naklen yayın gelirlerinin dağılımı (Bin $) İhale Bedeli Toplam Net Dağ.Gelir Dört Büyükler Diğer Ondört Kulüp Dört Büyük Büyük Başına Düşen Ort. Pay Ondört Kulüp Başına Düşen Ort. Pay 1994 - 1995 7.200 6.336 3.168 3.168 792 226 1995 - 1996 23.000 20.240 10.120 10.120 2.530 723 1996 - 1997 40.000 35.200 17.600 17.600 4.400 1.257 1997 - 1998 45.000 39.600 19.800 19.800 4.950 1.414 1998 - 1999 55.000 48.400 24.200 24.200 6.050 1.729 1999 - 2000 60.000 52.800 26.400 26.400 6.600 1.886 2000 - 2001 60.000 52.800 26.400 26.400 6.600 1.886 2001 - 2002 155.000 136.333 68.333 68.000 17.083 4.857 2002 - 2003 155.000 136.333 68.333 68.000 17.083 4.857 2003 - 2004 155.000 136.333 68.333 68.000 17.083 4.857 94.400 83.072 41.536 41.536 10.384 2.967 1 2 3 2004 - 2005 1. 1999-01 Sezonu için 120 milyon Dolar olan İhale Bedeli 2 seneye eşit bölünmüştür 2. 2001-2004 Sezonu için 465 milyon Dolar olan ihale bedeli 3 seneye eşit bölünmüştür 3. İhaleyi kazanan Digitürk, 2008 senesine kadar her sene ortalama 94.4 milyon Dolar ödeyecektir Kaynak: Tuğrul Akşar, 2005 11 Şekil 3: Kulüplere dağıtılan naklen yayın gelirlerinin bileşimi Kulüplerin bu imkandan tam anlamıyla yararlanabilmeleri için televizyon dışındaki medyalarla ilgili belirsizliklerin de aşılması gerekmektedir. Futbol seyirciye televizyon dışında da ulaşabilmelidir. Açıkçası Türkiye bu alanda AB ülkelerine oranla oldukça geride kalmıştır. Genişbant Internet kullanıcısı bakımından Türkiye geri plandadır, zira uzun süre boyunca telekomünikasyon mevzuatı bu hizmetin özelleştirme öncesinde kamu operatörü dışındaki operatörler tarafından da rahatça sağlanmasını teminat altına alacak şekilde gelişmemiştir. Keza DSL dışında örneğin telsiz genişbant erişimi konusunda da düzenleyici mevzuat gecikmektedir. Benzer bir durum bugün için mobil telefonlara yapılacak yayınlar bakımından da sözkonusudur. Bütün bu alanlardaki düzenleyici çerçevenin biran önce açıklığa kavuşması, futbol maçlarının daha fazla seyirciye daha farklı ortamlarda ulaşmasını mümkün kılacaktır. Toplumdaki futbol sevgisi gözönüne alındığında bu teknolojik gelişmelerden tam manasıyla faydalanabilmenin önemi ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki bu sayede kulüplerin de daha sağlıklı bir mali yapıya kavuşmalarına katkıda bulunacak yeni gelir kaynakları yaratılmış olmaktadır. Türkiye’de futbol böylelikle daha kaliteli, daha sağlam ve daha rekabetçi bir yapıya kavuşabilecektir. _~Üáë=çóìåä~ê¼ adil gözükmektedir. Futbolu çekici kılan unsurların başında rekabet gelmektedir. Unutulmamalıdır ki liglerde rekabet seviyesini yükseltmenin ve kaliteli futbol izlemenin şartı, bu zenginliğin takımlar arasında mümkün olduğu kadar eşit dağıtılmasıdır. Maç yayınlarının hakkı ile ilgili bundan sonraki ihale 2007 yılında olacaktır. Ancak bu ihalede Avrupa’da yaşanan değişikliklerin gözönünde bulundurulacağını tahmin ediyoruz. En azından Futbol Federasyonu ile yayıncı kuruluş arasında yapılacak olan sözleşmeye onay vermesi gerekecek olan Rekabet Kurumu’nun bu gelişmeleri hesaba katacağını beklemek gerekir. Buna göre Türkiye’de AB ülkelerinde olduğu gibi yayın haklarının tek bir paket yerine bölünerek farklı sayıda maçların naklen yayınını içeren ayrı ayrı paketlerde satışa çıkarılması sözkonusu olabilecektir. Böylelikle bugüne kadar yayıncı kuruluşlara sağlanan münhasırlık avantajı da ortadan kalkacaktır. Ayrıca televizyondan yayın haklarının yanısıra, Internet ve mobil telefondan yayın haklarının da ihale edilmesi mümkündür. Son olarak kulüpler de bu alanda bugüne kadar olduğundan daha geniş bir yetkiye sahip olmaya çalışabilirler. Böylelikle bazı maçların televizyondan naklen yayın hakları olmasa bile, maç bittikten sonraki yayın hakları veya televizyon dışındaki medyalardaki yayın haklarını elde ederek, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi yeni gelir getirici imkanlara kavuşmaları önerilebilir. Kaldı ki benzer faaliyetlere AB ülkelerinde müsaade edilmesi, oradaki kulüplerin mali durumlarını iyileştirmelerine katkıda bulunacaktır. Eğer Türk spor kulüplerine aynı olanaklar tanınmaz ise, Avrupa arenasında rekabet içinde oldukları diğer takımlara karşı dezavantajlı duruma düşecekleri vurgulanmalıdır. 12 Futbol ile bahis oyunları arasında her zaman sorunlu bir ilişki varolmuştur. Bahis oyunları bir taraftan futbolun finansmanı bakımından önemli bir kaynaktır. Türkiye’de Spor Toto örneğinde olduğu gibi birçok ülkede futbol maçlarına ilişkin bahis oyunlarından elde edilen gelir futbolun gelişmesi için bir kaynak olarak kullanılmıştır. Buna karşılık futbol maçlarının sonuçlarıyla ilgili bahis oynanabilmesi, futbolda şike iddialarını da gündeme getirmektedir. Öte yandan teknolojik gelişme ve de özellikle Internet’in yaygınlaşmasıyla, bahis oyunları Internet’e kaymış ve ulusal otoritelerin denetiminden çıkmıştır. TBMM Sporda Şiddet, Şike ve Haksız Rekabet İddialarını Araştırma Komisyonu’nun 2005 yılında yayınladığı rapora göre internet üzerinden düzenlenen yasadışı organizasyonlar aracılığıyla yıllık 600-750 milyon Dolar tutarında kaynak, vergilendirilmeden ülkemizden yurtdışına akmaktadır. İddia oyununun 2005 yılı genel hasılatının 340 milyon Dolar civarında olduğu göz önüne alınacak olursa, İnternetten oynanan bahis oyunlarının ne kadar büyük bir boyuta ulaştığı daha rahat anlaşılabilir. Bugüne kadar Türkiye de dahil birçok Avrupa ülkesinde, bahis oyunları kamunun tekelinde kalmıştır. Ancak AB içinde gelişen içtihat artık bu tekelin kırılmakta olduğuna işaret etmektedir. Gerçekten de yalnızca kamunun bahis oyunlarını oynatabilmesi, AB içinde sermayenin serbest dolaşımı prensibine aykırı bulunmaktadır. Kamunun özelleştirme suretiyle bahis oyunları sektöründen çekilmesi istenmemekle beraber, en azından bu sektörü rekabete açması talep edilmektedir. Nitekim bu doğrultudaki AB kurallarına uymakta geciken Danimarka, Finlandiya, Almanya, Macaristan, İtalya, Hollanda ve İsveç’e karşı Avrupa Komisyonu bir soruşturma başlatmıştır. Bu ülkeler ise şans oyunlarının kamu bütçesine sağlamış olduğu desteği kaybetmemek için, sözkonusu sektörü serbestleştirmekte acele etmemektedirler. Hatta İtalya, Internet üzerinden bahis oynanmasını dahi engellemeye çalışmaktadır. İtalya içinde Internet üzerinden İtalyan hükümetine ait olmayan bir sitede futbol maçlarıyla ilgili bir bahis oyunu oynanması durumunda, bu bağlantıyı sağlayan Internet Servis Sağlayıcı şirketi cezalandırılmaktadır. İtalya’daki bu uygulama de mahkemelik olmuştur. Sermayenin serbest dolaşımı ilkesi, Türkiye ile AB arasında yürütülmekte olan tam üyelik müzakerelerinde ele alınan başlıklardan biridir. Dolayısıyla bu başlık ile ilgili AB içindeki gelişmelerden Türkiye de etkilenecektir. Sözkonusu müzakere başlığının kapatılabilmesi için Türkiye’nin bahis oyunlarını kamunun tekelinden çıkarması talep edilecektir. Bunun sonucunda Türkiye’de futbol maçları başta olmak üzere, spor müsabakalarıyla ilgili bahis oyunlarının düzenleyecek yeni oyuncular faaliyete geçebilecek ve bu alanda yeni iş modelleri yaratılması mümkün olacaktır. Bu sayede ülke çapında bahis oyunları oynatacak bayiliklerin kurulması mümkün olacağı gibi, Internet, mobil telefon ve dijital televizyon gibi ortamları kullanarak da bu sektöre giriş yapılabilecektir. Sektörde faal olabilmek kamu otoritesinden alınacak olan lisansa bağlı kalacaktır. Ancak lisans prosedürünün açık, şeffaf ve herhangi bir ayrımcılığa sebebiyet vermeden uygulanması gerekecektir. Bu durumda kamu aslında bu alandaki lisans koşullarını objektif kriterlere dayalı olarak belirleyecek ve bu koşullara uyan bütün işletmelere lisans verecektir. Başka bir deyişle bu alanda faal olacak firma sayısına sınırlama getirilemeyecektir. Bahis oyunları sektörünün bu şekilde rekabete açılması durumunda futbol federasyonlarının bu alana girmeleri dahi önerilmektedir. Böylelikle bahis oyunlarından elde edilecek gelirin en azından bir kısmının dün olduğu gibi gelecekte de futbolun gelişmesi için kullanılması mümkün olabilecektir. Bu doğrultuda gündeme getirilen bir diğer öneri ise futbol maçlarına dair fikstürlerin fikri mülkiyet hakları kapsamına alınmasıdır. Halihazırda bahis şirketleri bu fikstürleri herhangi bir ücret ödemeden kullanabilmektedir. Bu durum bahis oyunlarıyla ilgili fikstürlere sayfalarında yer veren basın yayın kuruluşları bakımından da geçerlidir. Oysa ki sözkonusu öneri, bu fikstürlerin asıl sahibi konumundaki futbol federasyonlarının bundan böyle fikstürlerin kullanımı için para talep etmelerini içermektedir. Böylelikle serbestleşen pazarda bahis oyunlarından elde edeceği geliri azalan kamunun farklı bir kaynak yaratması sözkonusu olacaktır. 13 fsK=pçåì´ Türk futbolu önümüzdeki dönemde önemli değişikliklere sahne olacaktır. Bunların başında yabancı oyuncu kısıtlamasındaki değişiklikler gelmektedir. AB ile yürütülen müzakerelerdeki ilerlemeye paralel olarak, AB’nin Türkiye’nin bu alanda AB vatandaşı futbolcular için de geçerli olan kısıtlamalarını kaldırması yönündeki baskısı artacaktır. Neticede birkaç yıl içinde bu kısıtlamanın kalkması gerekecektir. Bunun sonucunda Türk takımlarındaki AB vatandaşı futbolcular da Türk statüsünde oynayabileceklerdir. Zaten mütekabiliyet ilkesi de bunu gerektirmektedir. Nasıl ki bugün için Türk futbolcularına Avrupa takımlarında oynamaları için bir engel bulunmamaktaysa, yarın da Avrupalı futbolcuların Türk takımlarında oynamaları için engel bulunmayacaktır. Bu değişiklik Türk futbolundaki dengeleri değiştirebilecek niteliktedir. Bütçesi yeterli olan takımlar transfer haklarını AB vatandaşı futbolcular lehine kullanarak takımdaki yabancı sayısını yasal olarak artırabileceklerdir. Bu onlara hem Türkiye liginde hem de Avrupa şampiyonalarında bir avantaj sağlayacaktır. Buna karşılık gelir modellerini yetiştirdikleri Türk futbolcuları büyük kulüplere satmak üzerine kuran Anadolu kulüpleri üzerinde bu değişikliğin olumsuz bir etkisi olacağı söylenebilir. Zira bir anlamda bu kulüplerin pazara sundukları futbolcular, AB vatandaşı futbolcular ile birlikte aynı havuzda değerlendirilecektir. Arzın arttığı durumda fiyatın da düşmesi beklenir. Neticede büyük kulüplerin Türk futbolcular için gözden çıkaracağı transfer ücretleri ve dolayısıyla Anadolu kulüplerinin yetiştirdikleri futbolcuların başka takımlara transferinden elde edecekleri gelir azalacaktır. Kaldı ki bonservis sistemindeki olası değişiklikler de futbolcu transferini ana gelir modeli olarak benimsemiş kulüpler bakımından güçlük yaratacaktır. Halihazırda FIFA kuralları çerçevesinde ülkemizde de yürürlükte olan bonservis sisteminin, önümüzdeki dönemde aynen Bosman örneğinde olduğu gibi, Avrupa Toplulukları Adalet Divanına yapılacak ve anılan sistemin AB’nin serbest dolaşım ilkesini ihlal ettiğini ileri süren bir şikayet neticesinde yürürlükten kaldırılması ihtimal dahilindedir. Bu nedenle Türk kulüplerinin önümüzdeki dönemde gelirlerini artıracak başka formüller bulmaları gerekmektedir. 2006 yılından itibaren yürürlüğe konan UEFA lisans kuralları kulüplerin daha disiplin altına alınmış bir bütçeye sahip olmalarını öngörmektedir. Meseleye bu açıdan bakıldığında, yayın haklarıyla ilgili olarak bazı değişikliklerin yapılması gündeme gelebilir. Ülkemizde bugüne kadar tek paket halinde satılan futbol maçlarının televizyondan naklen yayın haklarının Almanya’da olduğu gibi birden çok pakete bölünmesi değerlendirilmelidir. Kaldı ki, naklen yayın ihalesi sonuçlarını onaylayacak olan Rekabet Kurumu’nun da bu sistemin değiştirilmesi yönünde bir iradesi oluşabilir. Benzer şekilde, televizyonun yanısıra gelişmekte olan Internet ve mobil telefon gibi medyalar için de yayın haklarının satılmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalıdır. Ülkemizde genişbant Internet erişimi 1 milyon kullanıcıyı aşmıştır. Dolayısıyla Internet üzerinden yayın konusu artık gerçek bir pazar niteliğine kavuşabilir. Mobil telefon üzerinden yayınlar konusunda ise Telekomünikasyon Kurumu’nun gerekli düzenlemeleri yapmasına ihtiyaç vardır. Kulüplerin, örneğin kendi sahalarında yaptıkları maçların yayın haklarını maç bittikten belirli bir süre sonra kendilerinin satabilmesinin sağlanması da bu meyanda dikkate alınması gereken bir değişiklik olarak görülmelidir. Kulüplerin, yayın hakları konusunda gelirlerini artıracak bu değişikliklerin biran önce yapılmasını sağlamak üzere harekete geçmeleri faydalı olacaktır. Futbol kulüpleri, gelirlerinin çeşitlendirilmesi amacıyla futbolcu bonservis ücretleri ve yayın hakkı gelirlerinin yanısıra, başka kaynaklara da yönelmeleri gerekmektedir. Borç finansmanına getirilen kısıtlamalar, uzun vadeli düzenli gelir ihtiyacını her kulüp için daha kritik hale getirmiştir. Bu çerçevede futbol takımlarının stat sahipliği, statların yenilenerek bir eğlence merkezi haline dönüştürülmesi, kulüp markasının farklı ürünlerle birleştirilerek daha değişik ortamlarda kullanılması, forma satışlarının artırılması ve de özellikle Türkiye’de kulüplerin fikri mülkiyet haklarının bir ihlali olarak görülmesi gereken ve kulüpler bakımından ciddi bir gelir kaybına sebebiyet veren sahte ve taklit formalarla daha etkin mücadele edilmesi akla gelen seçenekler arasında yeralmaktadır. Sonuçta birçok sektörde olduğu gibi Türkiye’de futbol da AB sürecinden çok doğrudan etkilenecektir. Bu değişimin önceden bilincine varıp, gerekli ön hazırlığı yapan ve doğru rekabet stratejilerini oluşturan kulüpler bu süreçten kazançlı çıkacaktır. Bu süreçten kazançlı çıkacak bir diğer paydaş da futbol seyircisidir. Türkiye’de futbol bu sayede daha zengin, daha zevkli ve daha renkli bir nitelik kazanacaktır. 14 bâ Farklı ligleri rekabet yoğunluğu açısından karşılaştırırken kullandığımız Herfindahl-Hirschman endeksi (HHI), mal ve hizmet piyasalarında yoğunlaşma oranının ölçülmesinde yaygın olarak kullanılan bir göstergedir. HHI, bir pazarda bulunan tüm firmaların pazar paylarının karelerinin toplanmasıyla elde edilir. Mesela, bir pazarda bulunan 3 firmanın herbiri sırasıyla bu pazarın yüzde 50, 30 ve 20’sine sahipse bu pazarda HHI=50²+30²+20²=3800 bulunur. incelenen birçok pazarda, liglerde bulunan 18 yada 20 takım kadar firma bulunmaz. HHI sıfıra yakın (hiçbir zaman sıfıra ulaşmaz) bir puan ile 10.000 puan arasında bir değer alabilen bir endekstir. Sıfıra yakın bir HHI değeri, birbirine yakın pazar paylarına sahip yüzlerce firmanın rekabet ettiği bir sektörü gösterirken 10.000 puanlık bir HHI endeksi tek bir firmanın faaliyette bulunduğu tekel durumunu göstermektedir. Genellikle satınalmalarda yada birleşmelerde pazarda hakim durum ortaya çıkabilir mi sorusuna cevap ararken kullanılan HHI’nin 1000’in altındaki değerleri yoğunlaşmamış, 1000–1800 arası değerleri orta yoğunlukta, 1800’ün üstündeki değerleri ise oldukça yoğunlaşmış bir pazarı göstermektedir. Teorik olarak tüm takımların güçlerinin eşit olduğu bir ligde bir takımın oynadığı maçı kazanma olasılığı 0,5’tir. Dolayısıyla 18 takımın yer aldığı bir ligde toplam 34 maç yapan bir takım oynadığı maçların yarısını kazanacak, yarısını ise kaybedecektir. Sonuç olarak bu ligde ortaya çıkan tüm puanlar tüm takımlar tarafından eşit olarak paylaşılacaktır ve dolayısıyla her bir takım bu pazarın 1/18’ine (20 takımlı bir ligde ise 1/20’sine) sahip olacaktır. Teorik olarak rekabetin en üst seviyede olduğu böyle bir ligde HHI puanı, Çalışmamızda Herfindahl-Hirschman endeksini kullanabilmek için ise şöyle bir yol takip ettik. Belirli bir ligde belirli bir senede tüm takımların topladıkları puanları o pazarın büyüklüğü kabul edecek olursak, bu takımlardan birinin topladığı puanın ligde toplanan toplam puana bölünmesi ile elde edilen rakam, o takımın pazar payı olmaktadır. Ligde yer alan tüm takımların pazar paylarının karelerini toplayarak o sezon için ligin HHI endeks puanını bulmuş oluruz. Farklı ligleri karşılaştırmak için yaptığımız ise, teorik olarak tüm takımların güçlerinin birbirine eşit olduğu, yani herhangi bir takımın rekabet gücünün diğerlerinden fazla olmadığı farazi bir durumda HHI’ın kaç puan çıkacağını hesaplayarak, gerçek durumda ortaya çıkan puanla bu farazi puanı karşılaştırmaktır. olacaktır (yirmi takımlı bir ligde ise değeri 500 olacaktır). Farklı ligleri rekabet açısından karşılaştırırken yapılan, o lige ait HHI puanının ’dan ne kadar farklı olduğuna bakmaktır. sHHI olarak adlandırılan bu sapma büyüdükçe, incelenen ligde rekabetin azaldığı yorumu yapılabilir. Aynı şekilde iki lig karşılaştırılırken sHHI değeri küçük olan ligde daha yoğun bir rekabetin yaşandığı söylenebilir. Burada N, ligde mücadele eden takım sayısı, i ise takımının sezon sonunda sahip olduğu pazar payıdır. Bulunan bu endeks puanı, rekabet ekonomisinde genellikle ortaya çıkan 10001800 arası puandan daha küçük olacaktır zira HHI tarafından 15 Tablo 6’da Avrupa ligleri ve Turkcell Süper Ligi’nin karşılaştırması yer almaktadır. Analiz edilen 7 yılın ortalamalarına bakıldığında Fransa ve İspanya liglerinde rekabetin daha yüksek olduğu görülmektedir. Türkiye ise rekabet açısından sadece Hollanda liginden daha iyi bir durumda. Şekil 4’teki grafikler, çeşitli liglerde zaman içinde rekabetin ne şekilde geliştiğini göstermektedir. Özellikle son yıllarda liglerde yaşanan rekabette azalma dikkat çekicidir. Tablo 6: Avrupa liglerinde rekabet (HHI Sapmaları) Türkiye Hollanda Almanya İngiltere İtalya İspanya Fransa 1999-2000 58,55 71,2 42,41 44,64 55,98 18,46 15,87 2000-2001 66,83 69,77 24,78 34,36 50,19 27,40 30,36 2001-2002 40,40 52,86 53,41 49,01 54,95 19,89 26,94 2002-2003 64,81 80,95 29,73 40,46 50,21 28,84 25,80 2003-2004 49,30 61,30 47,43 41,10 74,07 27,43 32,73 2004-2005 73,72 74,42 45,22 52,27 35,70 36,22 19,83 2005-2006 50,53 73,08 50,79 58,24 66,17 38,18 33,72 Ortalama 57,74 69,09 41,97 45,72 55,32 28,06 26,46 Şekil 4: Avrupa Liglerinde Rekabet (HHI Sapmaları) 16 h~óå~âä~ê Akşar, Tuğrul. “2006 Dünya Kupasının Sosyo-Ekonomik Analizi”, Temmuz 2006. (http://www.verkac.org/?p=1583) Akşar, Tuğrul. “I. Ülkemizde Naklen Yayın Gelirlerinin Dağıtım Modeli”, Anadolu Üniversitesi Yunus Emre Kampüsü Spor Pazarlaması ve Sponsorluk Paneli için hazırlanan sunumdan alınmıştır, Nisan 2005. (http://www.fesam.org/uzman/ta013.php) Gouget, Jean Jacques.”Le Sport Professionnel apres l’arret Bosman : une analyse économique internationale”. Presse Universitaire de Limoges, Kasım 2004. Parkers, Rich; Austin Houlihan. “Football Money League: Changing of the Guard”, Deloitte, Şubat 2006. TBMM Sporda Şiddet, Şike ve Haksız Rekabet İddialarını Araştırma Komisyonu Raporu. “Üçüncü Bölüm: Türk Sporunun Genel Problemleri”, 2005. Söz konusu materyaller ile içeriğindeki bilgiler, Deloitte Türkiye tarafından sağlanmaktadır ve belirli bir konunun veya konuların çok geniş kapsamlı bir şekilde ele alınmasından ziyade genel çerçevede bilgi vermek amacını taşımaktadır. Buna uygun şekilde, bu materyallerdeki bilgilerin amacı, muhasebe, vergi, yatırım, danışmanlık alanlarında veya diğer türlü profesyonel bağlamda tavsiye veya hizmet sunmak değildir. Bilgileri kişisel finansal veya ticari kararlarınızda yegane temel olarak kullanmaktan ziyade, konusuna hakim profesyonel bir danışmana başvurmanız tavsiye edilir. Bu materyaller ile içeriğindeki bilgiler, oldukları şekliyle sunulmaktadır ve Deloitte Türkiye, bunlarla ilgili sarih veya zımni bir beyan ve garantide bulunmamaktadır. Yukarıdakileri sınırlamaksızın, Deloitte Türkiye, söz konusu materyal ve içeriğindeki bilgilerin hata içermediğine veya belirli performans ve kalite kriterlerini karşıladığına dair bir güvence vermemektedir. Deloitte Türkiye, satılabilirlik, mülkiyet, belirli bir amaca uygunluk, ihlale sebebiyet vermeme, uyumluluk, güvenlik ve doğruluk konularındaki garantiler de dahil olmak üzere her türlü zımni garantiden burada feragat etmektedir. Materyalleri ve içeriğindeki bilgileri kullanımınız sonucunda ortaya çıkabilecek her türlü risk tarafınıza aittir ve bu kullanımdan kaynaklanan her türlü zarara dair risk ve sorumluluğu tamamen tarafınızca üstlenilmektedir. Deloitte Türkiye, söz konusu kullanımdan dolayı, (ihmalkarlık kaynaklı olanlar da dahil olmak üzere) sözleşmeyle ilgili bir dava, kanunlar veya haksız fiilden doğan her türlü özel, dolaylı veya arızi zararlardan ve cezai tazminattan dolayı sorumlu tutulamaz. DRT Bağımsız Denetim ve Serbest Muhasebeci Mali Müşavirlik A.Ş. Sun Plaza Dereboyu Sok. No:24 34398 Maslak, İstanbul Tel : 90 (212) 366 60 00 Fax : 90 (212) 366 60 10 Armada İş Merkezi A Blok Kat:7 No:8 06510, Söğütözü Tel : 90 (312) 295 47 00 Fax : 90 (312) 295 47 47 www.deloitte.com.tr www.verginet.net www.denetimnet.net Deloitte, İsviçre mevzuatına göre kurulmuş olan Deloitte Touche Tohmatsu, üye firmaları ve bunların bağlı ortaklık ve iştiraklerini tek tek veya topluca tanımlar. Deloitte Touche Tohmatsu mükemmelliğe adanmış profesyonel hizmetler sunmayı hedefleyen üye firmalardan oluşan bir organizasyondur. Müşteri memnuniyetine odaklı profesyonel hizmetler yaklaşık 140 ülkede global bir strateji ile yerel olarak sunulmaktadır. Üye firmalarımız ve iştirakleri, denetim, vergi, danışmanlık ve kurumsal finansman alanlarında, 135,000 çalışanın oluşturduğu büyük bilgi birikimi ve tecrübeye sürekli erişim olanağı içerisinde, ilgili profesyonel hizmetleri sunmaktadırlar. Müşterilerimiz arasında dünyanın en büyük şirketlerinin yüzde 80'inden fazlası, bir çok büyük ulusal kuruluş, devlet kuruluşları, yerel şirketler ve hızlı büyüyen global firmalar yer almaktadır. Sunduğumuz hizmetler, İsviçre'de kurulu Deloitte Touche Tohmatsu tarafından değil, üye firmalar, bağlı ortaklıklar ve iştirakleri tarafından sunulmaktadır. Yasal veya diğer nedenlerle, bazı üye firmalar, söz konusu profesyonel hizmetlerin tamamını aynı anda sunamayabilirler. Deloitte Touche Tohmatsu, İsviçre mevzuatına göre kurulmuş bir firma olup, Deloitte Touche Tohmatsu ya da üye firmalar diğer üye firmaların eylem ve yükümlülüklerinden sorumlu tutulamaz. Her bir üye firma, “Deloitte”, "Deloitte & Touche", "Deloitte Touche Tohmatsu" ve benzeri isimler altında faaliyet gösteren ayrı ve bağımsız birer tüzel kişiliktir. ©2007 Deloitte Türkiye. Her hakkı saklıdır.