8 Sayı: 30 Dosya
Transkript
8 Sayı: 30 Dosya
bogaziçi bülteni yıl:7 sayı:30 Dosya: ABD Baskanlık Seçimleri Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu AVRUPA ÇALIŞMALARI MERKEZİ NEDİR? Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Prof. Dr. Süheyla Artemel ve Nedret Kuran Burçoğlu tarafından, Avrupa çalışmalarında disiplinlerarası araştırmalar yapmak ve Türk – Avrupa ilişkilerindeki kültürel boyutu kıyaslamalı bir çerçeve içerisinde vurgulamak amacıyla 1991 yılında kuruldu. Mayıs 2000’de Üniversite Senatosu, Merkez’deki çalışmaların çapını bütün sosyal bilim dallarını kapsayacak şekilde genişletmeye karar verdi. Avrupa Çalışmaları Merkezi (AÇM) Türkiye ve diğer AB’ye aday ülkelerin Avrupa’ya entegrasyon aşamalarında akademik ve entelektüel çok sesli bir düşünce platformu oluşturmayı amaçlamaktadır. AÇM, akademisyenlere proje oluşturma aşamalarında araştırma olanakları sağlar. AÇM, akademisyenlerin, kamu ve özel sektör çalışanlarının düşüncelerini paylaştıkları bir kurum olarak AB – Türkiye ilişkilerinde tartışmaların yoğunlaştığı bir odak noktası görevini üstlenmektedir. AÇM, ulusal ve uluslararası konferansların yanı sıra, halka açık Jean Monnet seminerleri ve uzmanlar için atölye çalışmaları düzenlemektedir. Bu sayede, AÇM, çalışanların ve sivil toplum örgütleri üyelerinin Avrupa’daki eşdeğer kurumlarla etkileşime geçerek iletişim ağı oluşturmaları için büyük fırsatlar sunmaktadır. AVRUPA ÇALIŞMALARI MERKEZİ ÖĞRENCİ FORUMU AÇM projelerine gönüllü olarak öğrencilerin de katılması amacıyla Ekim 2002’de AÇM Öğrenci Forumu (AÇMÖF) kurulmuştur. Bu projelere katılmanın yanı sıra kendi planladığı birçok etkinliği de hayata geçiren AÇMÖF, her yıl düzenli olarak yürüttüğü kendi organizasyonlarında da Türk/yabancı öğrencileri ağırlamakta, bu öğrencilere konusunda uzman kişilerin deneyim ve bilgilerinden faydalanabilecekleri, fikirlerini serbestçe tartışabilecekleri ve üretken olmaları yönünde teşvik edici bir platform sunmaktadır. 2003 yılından bu yana, her yıl Türkiye’deki çeşitli üniversitelerden öğrencileri bir araya getiren Boğaziçi Buluşmaları ile yine her yıl Avrupa’nın çeşitli üniversitelerinden ellinin üzerinde katılımcıyı Avrupa Birliği ülkelerinden uzmanlarla buluşturan European Weekend School ve bunun yanında her dönem düzenlenen çeşitli tematik seminerler, organizasyonların ana çerçevesini oluşturmaktadır. Bunun dışında, AÇMÖF, konusu güncel konular ve dönem içindeki politikalar, tartışmalar düşünülerek belirlenen çeşitli konferanslar düzenlemekte; yine bu konular bağlamında her dönem iki tane olmak üzere AÇMÖF Bülteni yayınlamaktadır. 2 Sahibi Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Adına Hakan Yılmaz Editörden... Editör Ceren Irmak Çelik Editör Yardımcısı Merve Ezgi Ersöyleyen Tasarım Batuhan İpekçi Erdem Selvin Tankut Atuk Yazarlar Ceren Günel Elif Sercen Nurcan Elif Yılmaz Erdem Selvin Merve Ezgi Ersöyleyen Nazlı Korkmaz Özgenur Korlu İçindekiler Sayfa 4 - Çin’in Değiş(e)meyen Politik Oligarşisi Sayfa 6 - 152 Yıllık Derbi: Demokratlar Cumhuriyetçilere Karşı Sayfa 8 - Obamaloney vs Romney Hood Sayfa 10 - Bir Seçim Klişesi: Kritik Eyaletler Sayfa 12 - ABD Seçimlerinde Kilit Nokta: Ekonomi Boğaziçi Bülteni’nin 30. sayısında 6 Kasım’da gerçekleşen ABD Başkanlık Seçimleri’ni inceliyoruz. Okuyacağınız ilk yazı Çin’in yıllardır süregelen rejimi üzerine, aynı zamanda Çin – ABD ilişkileri ve Obama’nın yeniden seçilmesinin bu ilişkileri nasıl şekillendireceği konusu da yazıya dahil. Daha sonrasında ise 2012 seçimlerine girmeden, Demokratlar-Cumhuriyetçiler rekabetinin tarihsel süreciyle devam ediyoruz. 2012’ye geldiğimizde ise bir Obama ve Romney karşılaştırmasını, seçimlerdeki kritik eyaletler meselesi ve seçimlerin ekonomik yönü üzerine incelemeler izleyecek. Son yazımız ise, başka partilerin neden seçimlere dahil olamadığı sorusuna eğiliyor. Son sayfamızda Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu’nun seminer sorumlusu Nazlı Korkmaz’ın, 21 Aralık’ta gerçekleşecek olan seminerimizle ilgili açıklamasını ve seminer programını bulabilirsiniz. Önümüzdeki dönem görüşmek dileğiyle, keyifli okumalar dilerim. Ceren Irmak Çelik irmak.celik@boun.edu.tr Sayfa 14 - Özgürlükler Ülkesinde Aranan Özgürlük Sayfa 15 - Seminer: Ortadoğu Krizinde Yol Ayrımı Kapak Görselleri: 1-) http://www.mrconservative.com/2012/02/2016-18statistics-on-obama/ 2-)http://nymag.com/thecut/2012/09/mitt-romneyand-the-end-of-men.html 3 Çin’in Değiş(e)meyen Politik Oligarşisi Elif Sercen Nurcan elifsercen@yahoo.com Genel bir karşılaştırmalı siyaset analizi için Çin Halk Cumhuriyeti’nin güncel siyaseti incelendiğinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin CHP – devlet bütünleşme süreci sayılabilecek ilk 26 yılıyla birçok benzerliğinin olması şaşırtıcıdır. Zaman ve coğrafyalar ne denli farklı olsa da, hakim siyasi partinin devlet bürokrasisiyle birleşip, partinin yönetim kurulunun devleti de yönetmesi Türkiye’nin yaşamış ve Çin’in yaşamakta olduğu ortak başlıca süreçlerdendir. Anayasası bakımından Çin, tek partili sosyalist bir cumhuriyettir. 80 milyon üyesi bulunan Çin Komünist Partisi’nin devlet ile olan ilişkileri yasalarla belirlenmiştir, her ne kadar CHP 1950’ye değin son derece hakim bir pozisyonda bulunduysa da, Türkiye’de bu denli iç içe geçiş yaşanmamıştır. Ancak, önemli bürokratik pozisyonlarda hakim partinin liderlerinin bir zamanlar bulunmuş olması, Türkiye ile Çin’i bu konuda son derece benzer kılmaktadır. Çin Komünist Partisi devletin askeri gücünü, bürokrasisini ve medyasını muhalefetsiz yönetmektedir, yerel veya genel yönetimde yer alabilmek için parti üyeliği kaçınılmazdır. Partinin siyasi gücü belirtildiği üzere, anayasada yer almaktadır ama Leninist kökenleri sebebiyle parti hukukun üstündedir, partinin sorgulanması ancak ve ancak içinden gerçekleştirilebilir. 1921’de Şangay’daki kuruluşundan 28 yıl sonra, o ana değin siyasi yaşantıya hakim olan Kuomintang Partisi’ni yenip Tayvan’a çekilmeye zorlayan Çin Komünist Partisi’nin iç dinamikleri, zaman zaman ülke için yokedici sonuçlar doğurmuştur. İç dinamiklerinin temelinde aktörler arasındaki ideolojik savaşlar ve güç kavgaları yatmaktadır, ülkenin genelinin olumsuz etkilendiği Kültür Devrimi 4 gibi olayların sonucunda, ölüm ve yıkım yaşanmıştır. Günümüzde partinin en fazla önem verdiği politikalar, parti içi birlik ve halkla beraberliktir. Uygulanan bu politikalar açısından Kültür Devrimi’nden sonra Deng Xiaoping öncülüğünde yeniden yapılanan parti, Mao Zedong’un kurup yönettiği Maoizm bazlı Çin Komünist Partisi’nden son derece farklıdır. Bu farklılıkların neticesinde Çin’in 21. yüzyıldaki kendine münhasır durumu ortaya çıkmış ve modernleşen parti dünyanın en fazla üyesi olan siyasi partisi haline gelmiştir. Parti iç anayasasına göre en yüksek merci 5 yılda bir toplanan Çin Komünist Partisi Milli Kongresi’dir ancak pratikte Genel Kongre yönetimdedir. Devleti yöneten Genel Kongre; ana organlar olarak Genel Sekreterlik, Politbüro, Politbüro Kalıcı Komitesi, Sekreterlik, Merkez Askeri Komisyonu ve Merkezi Disiplin İnceleme Komisyonu’na ayrılmıştır, Parti’nin Genel Sekreteri de-facto Çin’in politik lideridir. En önemli organlardan olan Politbüro Kalıcı Komitesi’ni de kapsayan Politbüro 25 üyeden oluşur, son derece güçlü 25 üye Çin’in genel yönetiminden sorumludurlar, çoğunun kapsamlı yerel yönetim gücü vardır. Siyasi ajanda ve hedefler Genel Sekreter tarafından belirlenir ve bunların kabulü Batı demokrasilerinde alışılageldiği gibi oylamayla olmaz, kabul edilmede görüş birliği önemlidir. Partinin güncel iç dinamiğinde yer alan diğer önemli bir organ da Merkezi Disiplin İnceleme Komisyonu’dur, parti içi yolsuzlukların kontrolü ve disiplininden bu komisyon sorumludur. Kasım 2012 itibarıyla başında Wang Qishan’ın bulunduğu bu komitenin ünü Wang Lijun olayının ardından gelecek vadeden parti üyesi Bo Xilai’nin partiden kovulmasıyla artmıştır. Çin siyasetinde Batı tarafından en fazla eleştirilen ve Parti’nin üstüne gitmeye çalıştığı konulardan biri devlet işlerinde gerekli şeffaflığın olmaması ve neticesinde yolsuzlukların üstünün örtülme ihtimalidir. Daha önce belirtilen Bo Xilai’nin kovulma olayı, partinin bu konulardaki politikalarının yetersizliğini ve kuşkulanılan yolsuzlukların en üst kademelerde bile yaygın olduğu inanışının Çin halkındaki köklerini güçlendirmiştir. 8 Kasım 2012’deki Genel Kongre seçimlerinden hemen önce meydana gelen bu olay, partinin bu önemli geçiş sürecinde prestij kaybı yaşamasına ve iç dinamiklerin kısa bir süre olsa da raydan çıkmasına sebep olmuştur. Her zamankinden daha fazla ama hala yetersiz bir şekilde özgür olan Çin medyası, bu olayın muazzam boyutlara çıkmasına aracılık etmiştir. Partinin ve devletin tarihinde ilk kez siyasi bir şahsın skandalı bu denli yankı uyandırmıştır. Olayın durulmasından sonra yapılan duruşmalar, sorumlulara verilen cezalar ve diğer birçok detay sorgulanmış ancak partinin gizlilik esası bu sorgulamayı kısa kesmiştir. Gelecekte partinin bu denli geniş çaplı, kendi meşrutiyetinin sorgulanmasına kadar giden bir skandala nasıl yaklaşacağı hem Batı’da hem Çin’de merak konusudur. 8 Kasım’daki Genel Kongre seçimleri sonucunda Xi Jinping önderliğindeki yeni bir kabine eskisinin yerini almıştır, Mart 2013’te görev değişimi tamamlanacaktır. Ancak, seçimlerden kast edilen, Parti’nin içinden, eski Politbüro’nun ve Genel Sekreter’in kararlaştırdığı adayların Kongre’de demokrasi görünümü altında kabul edilmesidir. Batı tarzı seçme-seçilme sistemi henüz Çin’in ufkunda gözükmeyen bir fikirdir. Üstün kontrol ve baskı mekanizmaları, 1920’lerden itibaren Çin halkını pasifleştirmiş, Tiananmen Katliamı gibi olayların dışında aktif politik eylemciliği birkaç kişiyle sınırlandırmıştır. Aynı şekilde, partinin müdahil olduğu emir-komuta ekonomisi geride bırakılmış ve market ekonomisine geçiş sürecinde Deng Xiaoping’in ekonomiyi serbestleştirme politikaları Çin ile günümüzde özdeşleştirdiğimiz büyüme oranlarını getirmiştir. Büyüme oranlarını 1990’larda ve erken 2000’lerde fazlaca beslenen nüfus faktörünün kullanımı ekonomik fayda getirse de, çocukların işçi olarak kullanımı, çalışanların hayat şartları vs. Çin’in uluslararası statüsünü olumsuz etkilemiştir. Siyasi yönetimin tek partili baskıcı doğasına karşın ekonomik sistemin bu denli özgürleşmesi kaçınılmaz olarak sorunları beraberinde getirmiştir. Artan refah çoğunlukla parti üyesi yönetici kadrolara yansıdığından ve çalışanların durumu ihracat kazancının devasa boyutlarına rağmen iyileşmediğinden, 21. yüzyılın ilk on yılı biterken Liu Xiaobo ve Ai Weiwei gibi düşünürlerin sayesinde halkın yeniden siyasileşmesi ve durumuna razı olmaması başlamıştır. Ancak, yıllarca sindirici baskı gören Çin halkından ihtilal beklemek doğru değildir, altyapının üstyapıyı belirleme esasında gelecekte Çinliler’in tüketim, harcama ve biriktirme şekillerinin değişmesi sonucunda bir politik değişim beklenebilir, bu değişim aslında günümüzde başlamış ve devam etmektedir. Çin’in ABD devlet tahvil bonolarına bilinen bağımlılığı ve ABD’nin de en fazla Çin’e borçlu olması, bu iki ülke arasındaki ilişkilerin olumlu ve karşılıklı yönde gelişimini zorunlu kılmıştır. Fakat belirtildiği üzere, Çin’in siyasi yapılanması baskı, ortak görüş, itaat ve gizlilik ilkeleri üzerine kuruluyken, ABD ise tam tersine özgürlük, oylama, bireysellik ve şeffaflık gibi liberal ilkelere bağlıdır. İki ülke arasındaki ilişkilerin devamının zorunlu olması ve liberalliğin daha fazla kabul görmesi sonucunda Çin’in siyasi kültürünün değişmemesi mümkün değildir. Bu durumun farkında olan en yeni parti liderleri, değişim sürecinin yapıcı bir şekilde ilerlemesi için birlik ve beraberlik ilkesine ilave olarak politik sistemin eleştirisi ve reformların yaptırımını eklemek istemektedirler. Ancak liderlerin medyaya yansıyan görüşleri, bu sürecin Batı’nın - özellikle de ABD’nin - gerekli gördüğü düzeyde olmayacağı mesajını içermektedir. Liderlerin yüzleşeceği bir diğer yabancı baskı unsuru insan hakları olacaktır. Şu ana değin süregelmiş idam cezası, tutukluluk süre- leri ve tek çocuk politikasıyla ilgili problemler görev değişiminin tamamlanacağı 2013’te de uluslararası platformlarda Çin’in karşısına çıkacaktır. 2012 ABD seçimlerinde hakkında tartışmaların döndüğü en önemli konulardan biri ABD-Çin ilişkileri olmuştur. Başkan adayı Romney, seçildiği taktirde Çin ile ikili ilişkilerde Amerikan çıkarlarının daha fazla korunacağını ve ithalat-ihracat dengesinin yakalanması için yaptırımların uygulanacağını savunsa da, Parti’nin iki numaralı lideri Li Keqiang’ın ABD’de katıldığı bir toplantıda da belirttiği gibi Çin liderleri seçim boyunca söylenenleri ciddiye alıp karşılık vermemişlerdir. Sonuçta, menfaatleri ileri derecede birbirine bağlı iki ülkenin arasındaki ilişkilerin, sadece seçimde oy alabilmek için verilen sözlerin sonucunda bozulması mümkün gözükmemektedir. Makroekonomik ilişkiler açısından, ABD’nin Çin sanayisinin üretimine, Çin’in de ABD’nin tüketimine ihtiyacı vardır, Barack Obama’nın tekrar seçilmesi bu karşılıklı ilişkinin devamı için faydalı olacaktır. Çin Komünist Partisi’nin yeni liderleri konusunda Uzakdoğu Asya ülkeleri, Çin ile daha önceki ilişkilerine bağlı olarak farklı beklentiler içindedirler. Tibet ve Doğu Türkistan gibi yerel halkın işgal niteliğinde gördüğü Çin yönetiminin altındaki bölgeler yeni liderlerin kayda değer bir değişiklik yoluna gitmeyeceklerini düşünmektedir ama Çin’in en gelişmiş komşusu olan Japonya, başa gelen liderlerin Çin’in rekor kıran büyüme politikalarına devam etmeleri halinde kendisini tehdit altında hissedeceği ve belki de yakın gelecekte liderlik pozisyonunu Çin’e devretmek zorunda kalabileceği sanısındadır. Japonya ile Çin’in 2012’de arasını açan Senkaku Adaları meselesi, bu ikili ilişkinin ne denli gergin olduğunu göstermiştir. Mart 2003’te göreve başlayacak olan Genel Sekreter Xi Jinping ve ekibinin, 5. nesil yöneticiler olarak kendilerinden önce gelen yöneticilerin aksine, medyanın ve internet üzerinden sosyal medyanın “hafif gücünü” kullanmaya daha yakın durmaları gerekmektedir. Çünkü 2002’de 50 milyon civarında olan internet kullanıcıları 2012’de Çin’in en popüler sosyal medya kanalı Sina Weibo üzerinden 500 milyona ulaşmış ve en küçük politik olayda veya skandalda karşılık vermeye, soru sormaya ve sorumluları eleştirmeye başlamışlardır. Her ne kadar gerçek bir seçim ile başa gelmeseler de, Çin’in yakın gelecekteki liderlerinin topluma cevap vermeleri ve toplumun tepkisinden çekinmeleri Çin’in demokrasiye giden yolunun başlangıcı olarak gözükmektedir. Baskıcı siyasi geleneğinden belki de hiç bir zaman tam olarak kopamayacak olan Çin Komünist Partisi’nin politik açıdan daha özgürlükçü, çoğulcu ve yeniliklere açık hale gelmesi kuşkusuz, Çin’in 21. yüzyılda dünyanın gelişiminde önemli bir aktör olmasında yardımı olacaktır. Fakat, bu süreç zorlamayla ya da keyfi uygulamalarla değil, Çin halkının da katılımıyla toplumsal birlik içinde ilerlemelidir. Kaynakça: 1)http://www.economist.com/news/china/215 67401-chinas-new-leaders-cheer-some-hintsreform-countrys-neighbours-see-less-encouraging 2)http://www.china.org.cn/english/chuangye/55414.htm 3)http://www.economist.com/news/briefing/21565132-china%E2%80%99s-communist-party-preparing-its-ten-yearly-change-lea dership-new-team 4)http://www.china.org.cn/china/node_7075 080.htm 5)http://www.economist.com/news/china/215 66684-chinas-leaders-try-steer-online-discussions-using-clever-propaganda-naked-emperor 6)http://blogs.wsj.com/chinarealtime/2012/11 /29/chinas-future-premier-shrugs-off-u-selections-china-bashing-says-trust-us/ Görseller: 1)http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/asia/china/9521741/Chinas-Xi-Jinpingcancels-Hillary-Clinton-meeting-amid-tension s.html 2) http://techfreep.com/images/chinaparliament.jpg 3)http://i.telegraph.co.uk/multimedia/archive/02111/china-internet_2111309b.jpg 5 152 Yıllık Derbi: Demokratlar Cumhuriyetçilere Karşı Özgenur Korlu ozgenur.korlu@boun.edu.tr “Çubuklu” formaları içinde, yenmeye ve kazanmaya inanmış iki büyük takım, iki ezeli rakip, büyük bir statta heyecandan ve tezahürat etmekten yüzleri kıpkırmızı olmuş bir taraftar ordusuyla birlikte. Eminim derbi deyince pek çoğunuzun gözünde canlanan görüntü bu. Ama bu yazıya mahsus, heyecanlı taraftarları ve azimli futbolcuları sahada bırakalım ve sahalarda değil, sandıklarda olan bir ezeli mücadeleye göz atalım: ABD başkanlık seçimlerine. Parlamenter demokrasinin çok sesli, çok partili ve partilerin aldıkları oy oranına göre mecliste koltuk kazandığı ve –henüz tecrübe etmediğimiz son değişikliğe kadar – bu koltukları kazananların bağımsız bir cumhurbaşkanını seçtiği bizim sistemimizle karşılaştırınca ABD’deki başkanlık seçimleri bende hep bir derbi heyecanı yaratmıştır. Bu sebeple bu yazı, son seçimlerde olanlar ve bunun nelere etki edeceği ile ilgili değil. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki 152 yıllık ezeli rekabet ile ilgili. Çünkü futbolseverler bilirler, son derbiden sonra kim kazanırsa kazansın geçmişteki mücadelelerden bahsetmek adettendir. Ezeli Mücadelenin Başlangıcı Batı’da, özellikle Avrupa’da partiler demokratik hayatın vazgeçilmezlerinden biri olarak gösterilse de, ABD’nin kurucuları özellikle Avrupa tarzı disiplinli parti sistemine olumlu bakmıyorlardı. Bunun en büyük sebebi bu tarz bir siyasi yaşamın kutuplaşmayı tetikleyeceğine inanmalarıydı. Eyaletler tek devlet çatısı altında bir araya gelmeyi, sadece tek başlarına İngiltere baskısına karşı koyamayacaklarından kabul ettiler. Yani bu gönüllü değil, zorunlu birliktelikti. Zaten böylesi hassas bir denge üzerine kurulmuş bir ülkeyi, bir de ideolojik ayrılıklarla karşı karşıya getirmek ül6 kenin kurucularının en son isteyeceği şeydi. İlk başkanlık seçimleri bu görüş çerçevesinde şekillendi ve ülkenin ilk ve partisiz tek başkanı George Washington seçildi. Ama George Washington’ın ilk döneminin sonunda ülke, kurucularının korktuğu gibi Avrupa’daki ideolojik tartışmalarla değil, Federalistler ve Anti-Federalistler olmak üzere ayrılmışlardı. Demokrat Parti daha sonra Democratic-Republican Party ismini alacak Anti-Federalist hareket içerisinden çıktı ve 1828 yılında resmen kuruldu. Ezeli mücadelenin başlayacağı 1860 yılına kadar, Demokratların rakibi Whig Partisi’ydi. Bu noktada başkanlık seçimlerinin neden hep iki parti arasında geçtiğini anlamak için başkanlık seçim sistemine bakmak gerek: ABD başkanları 4 yıllığına iki dereceli bir seçimle seçiliyorlar. Genel oylama ile ülkedeki seçmenler ikinci seçmenleri belirliyorlar. İkinci seçmenler de başkanı belirliyor. Seçim sistemi çoğunluk sistemi; yani oyların çoğunluğunu alan oylamayı kazanıyor. Dolayısıyla seçmen, çoğunluğu oluşturan partilerden birine oy vermediği zaman oyunun bir etkisinin olmadığını biliyor. Bu yüzden seçimler iki parti arasında geçiyor. 1850’lerde ABD yeni bir tartışmaya sürüklenir. Bu sefer konu köleliktir. Ülkede yapılan oldukça yoğun tartışmalar sonucu köleliğin kaldırılmasını destekleyen üçüncü bir parti kurulur. Bu parti Whig Partisi’ni tahtından edecek ve Demokratların ezeli rakibi olacak Cumhuriyetçi Parti’dir. Başa dönüp Amerikan partilerinin ana hatlarını çizmemiz gerekirse; bu partilerin Avrupa’daki ya da Türkiye’deki gibi örgütlenmeleri, üyelik sistemleri yok . Sadece seçim dönemlerinde adayların seçilmesi ve desteklenmesi konularında bir araya geliyorlar. Elbette uygulamada Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında farklar mevcut, ama bu farklar Avrupa’daki sağ ve sol partiler arasındaki farklar ve ayrılıklar kadar derin değil. Demokratlarla Cumhuriyetçileri birbirinden ayırma yollarına yazının ilerleyen bölümlerinde değineceğim. 1860 yılından itibaren ABD’de De- mokratlar veya Cumhuriyetçiler tarafından desteklenmemiş herhangi bir başkan adayı başkan seçilmemiştir. Birazdan değineceğim 1912 seçimlerinden sonra ise iki parti dışından herhangi bir aday ikinci olacak oy çoğunluğuna bile ulaşamamıştır. Unutulmaz Seçimler ve Efsane Başkanlar Eğer unutulmaz gollerden ve efsane isimlerden bahsedilmezse derbiden konuşmuş sayılmazsınız. Madem Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaki ezeli mücadeleye “derbi” dedim o zaman unutulmaz seçimler ve efsane başkanlardan da söz etmek gerekli. Şu ana kadar ABD’de 57 adet başkanlık seçimi gerçekleşti ve bunların 38 tanesi ise Demokratlar – Cumhuriyetçiler rekabetinin yükselişe geçtiği 1860’tan sonra yapıldı. Amerikalıların önemli buldukları seçimler kişiden kişiye değişiyor ama herkes tarafından önemli bulunan bazı ortak seçimler de mevcut. Ben bunların arasından beş tanesini seçtim: 1. 1876 seçimleri Bu seçim şüphesiz ki, ABD tarihin en tartışmalı seçimlerinden biri. Seçimi önemli yapan şey ise, Demokrat Parti adayı Samuel J. Tilden’in genel oyun yüzde ellisinden fazlasını almasına rağmen başkan olamaması. ABD tarihinde bunun başka bir örneği yok. Başkan olan Rutherford B. Hayes, Tilden’den sadece 1 oy fazla alarak başkan oldu. Bu seçim Amerikan tarihinin en büyük skandallarından da biridir. Seçimin sonuçlarının belli olmasına çok kısa bir zamanda oyunu Tilden’e veren bir ikinci seçmenin seçmenliği iptal edilmiş yerine bir başkası geçmiştir. Bu oyu almasıyla Hayes, bir sayı farkla başkan olmuştur. Demokratlar, hile yapıldığı açıkça belli olan bu seçimin peşini bırakmadılar ve sonunda Cumhuriyetçilerle tarihte 1877 Uzlaşması olarak geçen anlaşmayı yaptılar ve Hayes’in başkanlığı Demokratlar tarafından kabul edildi. Buna rağmen bugün hala tarihçiler gerçek 19. başkanın Tilden olduğunu söylüyorlar. 2. 1912 seçimleri ABD’de seçimlerin 1860’tan itibaren Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında geçtiğini söylemiştik. Bunun tek istisnası 1912 seçimleri. Daha önce Cumhuriyetçilerin desteğiyle 1904 yılında başkan olan Theodor Roosevelt, 1912’de tekrar başkanlığa aday oldu, ama Cumhuriyetçi Parti Kongresi onu Cumhuriyetçilerin adayı olarak göstermedi. Onun yerine Cumhuriyetçiler önceki başkan William Howard Taft’ı aday gösterdi. Roosevelt, Taft’ı desteklemek yerine Progressive Party’i kurdu ve onun adayı olarak 1912 seçimlerine girdi. Her ikisi de Cumhuriyetçi eski başkanlar olan bu iki aday karşısında Cumhuriyetçilerin oyları ciddi şekilde bölündü. Öyle ki Roosevelt genel oyların %27.4’ünü alırken, Taft %23.2sini aldı. Bu Demokratların adayı Woodrow Wilson’a yaradı. 1912 seçimleri, Demokrat veya Cumhuriyetçi olmayan bir adayın en fazla ikinci oyu aldığı son seçim. Bundan sonra hiçbir üçüncü parti seçimi bu kadar ciddi bir şekilde etkileyemedi. Böylesi bir seçimden galip çıkan Woodrow Wilson’ın başkanlığı döneminde Birinci Dünya Savaşı’nın etkili figürlerinden biri olması ise bu seçimin dünya tarihi açısından sonucu oldu. 3. 1960 Seçimleri 1960 seçimleri ile ilk kez başkan adaylarının münazaraları televizyonda yayınlandı. Televizyondaki münazaraların, Richard Nixon’ın seçimi kaybetmesinin sebeplerinden biri olduğu iddia edilir. Dış görünüş açısından rakibi John F. Kennedy ile yarışamamasının yanında münazara boyunca çok terlemesinin Nixon’a televizyon izleyicilerin oyunu kaybettirdiği söylenir. Öte yandan televizyon izleyicilerine oranla daha az kişiden oluşan radyo dinleyicileri, münazaralarda Nixon’ın daha başarılı olduğunu düşünmüşler. Bu seçimlerde John F. Kennedy, genel oyun sadece %0.2 daha fazlasını alarak başkan seçildi. Başkanlığı sırasında Dallas’ta suikasta uğradı ve hayatını kaybetti. Suikastının, Amerikan tarihinin en çok tartışılan ve hala karanlıkta kalan yanlarının olmasının yanında, John F. Kennedy yaşasaydı tarihin başka yönde akacağını iddia edenlerde mevcut. 4. 2000 Seçimleri Al Gore ve George W. Bush arasındaki seçimler son eyalet olan Florida’ya kadar başa başa gidiyordu. Sı- ra Florida’ya geldiğinde seçim sonuçlarında bir kesinlik sağlanamadı. Televizyon kanalları önce Al Gore’u başkan ilan ederken, ilerleyen saatlerde bazıları Bush’u başkan ilan etmeye başladı. Yaklaşık 2 aylık bir tartışma ve oyların yeniden sayımı sonucu ABD Yüksek Mahkemesi George W. Bush’u başkan ilan etti. Seçim, ABD seçim tarihi içinse ilklere sahne oldu. George W. Bush, Vermont ya da Illinois’i kazanamadan başkan olan ilk Cumhuriyetçi. Bunun dışında Kaliforniya’dan tek bir oy bile alamamasına rağmen başkan olabilen başka bir Cumhuriyetçi yok. Ayrıca birinci seçmen oylarının daha azını alarak ABD başkanı olan dört kişiden biri ve şimdilik en sonuncusu. 5. 2008 Seçimleri 1863’te köleliğin kaldırılması ve bu yüzden çıkan İç Savaş’tan sonra 2008 yılında bir Afro-Amerikalı’nın başkanlık koltuğuna oturması şüphesiz ki ABD tarihinin en önemli olaylarından biri. Barack Obama, iki ana partiden birinden aday gösterilen ilk Afro-Amerikalı. Söz iki tarafın da tarihindeki ünlü başkanlara geldiğinde Demokratların cephesinden, Woodrow Wilson, Franklin Roosevelt, Harry S. Truman, John F. Kennedy, Jimmy Carter, Bill Clinton ve Barack Obama; Cumhuriyetçilerden ise Abraham Lincoln, Theodore Roosevelt, Dwight D. Eisenhower, Richard Nixon, Ronald Reagan, George Bush ve George W. Bush sayılabilir. Başkanlık seçimlerine rakam bazında bakarsak; şu ana kadar 44 farklı isim ABD başkanı oldu. Bunlardan 13’ü Demokrat, 18’i Cumhuriyetçi. Başkanlık yarışında Cumhuriyetçiler önde olsalar da Demokrat Partili Franklin D. Roosevelt’in 4 dönem üst üste seçildiğini de unutmamak gerek. Eşek ve Fil Futbol takımlarının maskotlarının derbilerde önemli bir yeri vardır. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki ezeli rekabette de siyasi maskotlar var. Her iki hayvan da Thomas Nast’in Harper’s Weekly’de yayınladığı karikatürlerden sonra, önce diğer karikatüristler, sonra da partiler tarafından benimsenmiş. Fil, Cumhuriyetçilerin resmi sembolü. Amblemlerinde fil bulunuyor. Eşek her ne kadar sıkça Demokratlarla özdeşleşmiş olsa da Demokratların resmi sembolü değil. Onlar simgelerinde büyük mavi ‘D’ harfini kullanıyorlar. Cumhuriyetçi Parti’nin bir diğer ismi de GOP yani Grand Old Party. GOP, esas açılımının dışında, seçimlerde değişik formlara sokularak slogan olarak kullanılmış: Generation of Peace, Grand Open Party, Get Outand Push, Gods Own Party bunlardan bazıları. İşin ilginç tarafı, Cumhuriyetçiler kendilerine “Eski Büyük Parti” deseler de, eski kısmı pek doğru değil. Çünkü Demokrat Parti, Cumhuriyetçi Parti’den 26 yıl önce kurulmuş. Elbette seçimlerde maskotlar ve sloganlar oldukça önemli. 152 yıllık tarihte birbirinden ilginç sloganlar olsa da, ben sadece bir tanesini hikayesi ile paylaşmak istiyorum. 1885 seçimlerinde Demokratların adayı Grover Cleveland’ın gayrimeşru bir çocuğu olduğu dedikoduları üzerine, Cumhuriyetçiler “Ma, ma, where is my Pa?” yazılı bir pankart hazırlarlar. Bu pankart çok kısa zamanda karikatür dergileri tarafından da kullanılır. Buna karşılık Cleveland çocuğun varlığını kabul eder ve himayesine alır. Tüm bu kampanyalara rağmen başkan seçilince Demokratlar, Cumhuriyetçilere cevaben sloganı değiştirir. “Ma, ma where is my Pa? / Gone to the White House. Ha! Ha! Ha!” Sonuç Cumhuriyetçilerin köleliğe hayır demeleriyle başlayan 152 yıllık tarihleri, Demokratların eşcinsel evliliğe evet demeleri ile sürüyor. İki parti hala kürtaj, vergilendirme, askeri harcamalar, sağlık reformu gibi konularda bir uzlaşmaya varamadılar. Varamadıkları sürece de iki ayrı parti olmayı sürdürecekler. 57. başkanlık seçimleri biterken ezeli bir mücadelenin insanın damağında bıraktığı tat yenisini hevesle beklemesine sebep oluyor. 58. başkanlık seçimlerinde kadrolar elbette ki henüz hazır değil ama Demokratların cephesinde bazı muhtemel adaylar belli gibi. Özellikle Demokrat taban bir sonraki başkan olarak Hillary Clinton’ı istediğini dillendirmeye başladı bile. Barack Obama’nın başarılı bir ikinci dönem geçirmesi halinde Joe Biden da güçlü başkan adaylarından biri olabilir. Kaynaklar: 1) www.whitehouse.gov 2) www.democrats.org 3)www.gop.org www.fec.govhurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=21878379 Schlesinger, Arthur Meier, Jr. ed. History of American Presidential Elections, 1789-2008 http://clerk.house.gov/member_info/electioninfo/index.aspx Görsellerin kaynakları: 1) http://timeswampland.files.wordpress.com/2012/11/155651372.jpg?w=720 2) http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/thumb/a/ab/GOP_Logo1.svg/220pxGOP_Logo1.svg.png 3) http://upload.wikimedia.org/wikipedia/en/thumb/9/9b/Republicanlogo.svg/600px-Republicanlogo.svg.png 4) http://media.salon.com/2011/08/the_best_way_to_fight_the_two_party_monopoly460x307.jpg 5)http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/7/73/US_Democratic_Party_Lo go.svg/200px-US_Democratic_Party_Logo.svg.png 6) http://thebrandbuilder.files.wordpress.com/2012/09/donkey-democratlogo.jpg 7 Obamaloney vs. Romney Hood* *Obama ve Romney’nin birbirlerine taktıkları lakaplar. Obamaloney “Palavracı Obama” demek, Romney Hood ise fakirden vergi alıp zenzengine vermek isteyen ters Robin Hood’u simgeliyor. kültürlü bir ülkede insanlara farklılıklarını yaşayabilecekleri ve saygı görecekleri mesajını vermek çok önemliydi. Yalnızca etnik ayrımcılıkların karşısında durmadı; cinsiyet eşitliğini, kadın haklarını, eşcinsel haklarını, alt ve orta sınıfların güvencelerini savundu. Zenginlerden alınan verginin arttırılması gerektiğini düşünen Obama, alt ve orta gelir grubunu hedef alan bir profil çizdi. Komünist Obama yakıştırması almasını sağlayan sağlık reformunu yaptı ve 30 milyondan fazla insan bundan yararlanmaya başladı. Ekonomik kriz sonrası çıkmaza giren otomotiv sanayisini kur- sını savunuyordu. İllegal göçmenlerin yasal statüye kavuşturulabileceğini dile getiriyordu. Çocuk göçmenler sıCeren Günel nır dışı edilemezdi. İllegal göçmenler, ceren.gunel@boun.edu.tr okuyorlarsa veya orduda hizmet veri“Geleceğimiz için hiç bu kadar uyorlarsa vatandaşlık kazanabilirlerdi. mutlu olmamıştım” dedi Obama, seİngilizce öğrenimi teşvik edilmeliydi. çim sonrası yaptığı zafer konuşmaBireysel silahlanma da askeri harsında. Obama umudun, değişimin camalar da kısıtlandı. Irak’tan askersimgesi olmuştu; onu ikinci kez başler çekildi. İsrail-Filistin çözümsüzkanlığa taşıyan da buydu. lüğünde iki devletli seçenek savunulABD halkı Obama’ya ikinci şansı du. İran’a askeri değil ekonomik yapverdi; ama son ana kadar kimin alatırımlar masada tutuldu, diplomasi cağı belli olmayan yarış, 2008 seçimkanalları kullanıldı. Usame bin Ladin lerine kıyasla daha başa baş sonuçöldürüldü. Afganistan’daki ABD varlandı. Bu yazıda bahsedeceklerim de lığının 2014’te çekileceği duyuruldu. bunun nedenini anlayabilmek için asRusya ile nükleer silah stoklarını lında. azaltacak bir antlaşma imzalandı. Fikrimi soracak olursanız, ki Obama 2009 Nobel Barış Ödüyazıya da yansıyacaktır, Romney lü’ne layık görüldü. karşısında Obama destekçisi olAma yapmadık… duğumu söylemeliyim. Bağımsız Kendinin de itiraf ettiği en büadaylara bu yazıda değinilmeyeyük başarısızlığı; 2008 seçimlecek, onunla ilgili değerlendirmerinde sözünü verdiği kapsamlı ye başka bir yazıda ulaşacaksınız. göçmen reformunu yapamamaAyrıca Obama’yı destekliyor olsıydı. Onun yönetiminde yasadışı mam onu sonuna kadar onaylıgöçmenlerin sınır dışı edilmesi yorum anlamına gelmiyor. Ama hızla devam etti. Terör suçlamaObama’yı eleştirdiğimiz konuları Obama Sivil Haklar Hareketi'ni tetikleyen siyahî Rosa sıyla “şüpheli” görülen insanları Romney’nin daha iyiye götürece- Parks'ın otobüs boykotunu yaptığı otobüste otururken yasal belirsizlik ve işkence altınğine dair bir inancım kesinlikle da tutan askeri hapishane Guanyoktu. Ki Romney’nin Obama’nın ba- tardı ve milyonlarca insanın iş kaybı tanamo’yu kapatma sözü de vermişti. şarılı politikalarını da eleştirmesi, Tutulmayan sözler yeni bir seçimle yaşamasını önledi. Sandy kasırgasıhatta sona erdireceğini beyan etmesi, nın felaketlerini silmek için Cumhuri- tazelendi, değişim sadece sözde kalseçim vaatleri kesinlikle umut aşılamış oldu. Dile getirdiklerinin pratiğe yetçi valilerin övgüsünü alacak kadar yan cinsten değildi. “Ne de olsa bir çalıştı. İhtiyaç sahibi öğrencilere des- dökülemediği olaylar daha çok dış Cumhuriyetçi” demek istemezdim; politikada yaşandı. Aslında klasik tek sağlayan fonun kaynaklarını artama ne ekonomik yönden, ne sosyal tırdı. “Gay misiniz, heteroseksüel mi- ABD dış politikasından çok da sapılyönden, ne de dış politika açısından mamış oldu. Irak’tan 2009 yılında çısiniz, zengin misiniz, yoksul musukılacaktı güya! Askeri varlık geri çekabul edebileceğim değerlerin vücut nuz, yaşlı mısınız, genç misiniz, ABD kilmektense Afganistan’a kaydırıldı, bulmuş haliydi Romney ve partisi için hiç farkı yok” demişti. Kürtaj kabenim için. rarını kadının vermesi gerektiğini dü- hava saldırılarıyla sivil ölümlere sebep olundu. İran cumhurbaşkanıyla Evet, yapabiliriz! şünüyordu. Kadın ve erkek arasında önkoşul olmaksızın görüşme sözü tuABD’nin ilk siyahi başkanı olma maaş farkı olmaması gerektiğini saunvanını taşıyan Obama, Amerikan vunuyordu. Cinsel tercihlerini açıkla- tulmadı. İsrail ile işbirliği arttı, Filishalkına “Kim olursanız olun Amerimadıkları sürece orduya alınan eşcin- tinin devlet statüsüne barışa zarar getireceği dile getirilerek hayır dekan rüyasının bir parçası olabileceksellerin önündeki bu engel kalktı. İlk siniz” mesajını verdiği için kazandı. defa bir ABD başkanı eşcinsel evlilik- nildi. Romney bütün bu konularda ObaKendisi bunun en büyük örneğiydi. leri desteklediğini açıkladı. ma’dan çok daha kırmızı çizgilere saHenüz yarım asır öncesine kadar siGöçmenlere karşı tutumu özellikle hipti. Yani bu hayal kırıklıklarının yahların ikinci sınıf vatandaş muaHispaniklerin gönlünde taht kurmaObama seçmenini Romney’ye oy vermelesi gördüğü bir ülkenin başkanı sını sağladı. Yasadışı göçmen çalıştımeye ittiği söylenemez. olmuştu. ABD gibi çok uluslu, çok ranlara verilen cezaların daraltılma8 Ama Obama’ya olan desteği azalttığı söylenebilir. Belki Romney daha merkezde, daha kapsayıcı bir duruş sergilese bugünkü tablo bambaşka olacaktı. Ya Romney? Romney’ye destek sağlayan hayal kırıklığı olsa olsa ekonomik krizin yarattığı bunalımdır. Ekonomi küçüldü, işsizlik arttı. Kamu borçları 16 trilyon doları buldu, son yılın bütçe açığı 1 trilyonun üzerinde, işsizlik ancak %7.8’e düşürülebildi. Obama krizin faturasını bankalara kesti. Böyle olunca 2008 seçimlerinde Obama’yı destekleyen sermayeler, dört yıllık hezimetin ardından Romney’yi desteklediler. Romney’nin ekonomi anlayışını şöyle özetleyelim: “Regülasyon tabii ki olacak. Ama az olacak; piyasayı sağlam ve sürdürülebilir kılmak, yatırımları ve rekabeti arttırmak için olacak. Vergiler azaltılacak, ekonomi canlanacak ve böylelikle istihdam artacak. Yani zenginlerin vergi oranını düşürsek bile, istihdamın artmasıyla daha çok insandan vergi toplanmış olacak.” Romney savunma dışı federal harcamaları kısacağını söyledi, 2010 bankacılık sektörü düzenlemesini kaldırmak istiyordu. Sağlık reformunu da iptal edeceğini söyledi. Kendi valiliğinde Massachusetts’te aynısını uygulamıştı, ama ona göre karar eyaletlere bırakılmalıydı. Obama’yı eleştirdiği bir nokta da onun sağlık reformu sürecinde Demokratların da onayını almış olması; ama Obamanın Cumhuriyetçilerin onayını almamış olmasıydı. Emeklilik yaşını yükseltmek istiyordu. Öğrenciye devlet yardımının artmasıyla harçların da artacağını söylüyordu. Krizden, işsizlikten gerçekten bunalmış olan, büyük sermaye sahibi olmayan bazı insanlar da, iş adamı olan, ekonomiden anlayan Romney’nin krizin etkilerini Obama’dan daha iyi sileceğine ve “uzun vadede her şey sizin de yararınıza olacak” anlayışına tav olmuştur muhakkak. Ama Romney %47 gafını yaptı ve “kendilerini mağdur olarak tanımlayan, hükümetin onlarla ilgilenme sorumluluğu olduğuna inanan %47 oranındaki Amerikalının ne olursa olsun Obama'ya oy vereceğini ve bu nedenle kendi görevinin, bu insanlar için endişelenmek olmadığını” belirtti. Bunun üzerine Romney’nin “herkes”in başkanı olacağına inanan kaldıysa yazık. Tabii Romney’nin bu sözlerine, bu vaatlerine, alt ve orta gelir grubunu kapsayamamasına rağ- men, büyük sermaye sahibi olup olmamasından bağımsız olarak ona oy veren büyük bir kitle de var. Bu kitle daha muhafazakâr/dindar, farklılıklardan hoşlanmayan Cumhuriyetçi seçmen. Obama’nın farklı alt kültürlerinin kalbini kazanmasına sebep olan “değişim rüzgârı”, bu kitlede elbette hoş karşılanmamıştır. Eşcinsellerin evlenmesini hala kabul etmeyen büyük bir kitle var ABD’de. Romney de tam onlara göre bir başkandı. Eşcinsel evlilikleri kabul etmiyor, evliliğin bir kadın ve bir erkek arasında kutsallaştığını iddia ediyordu. Ama ordudaki düzenlemenin o da destekçisiydi. Tecavüz ve sağlık gibi istisnalar hariç kürtaja karşıydı. Aile planlamasına federal desteği de kesmek istiyordu. Partisinden bazı isimlerin yaptığı korkunç açıklamalar ise onu çok zor durumda bıraktı. Richard Mourdock yaşamın tanrının takdiri olduğunu, tecavüz ile de başlasa sonlandırılmaması gerektiğini söylemişti. Todd Akin ise, kadının “meşru tecavüz”e uğradığında hamile kalmayı önleyecek doğal bir savunma mekanizmasına sahip olduğunu, yani hamile kalıyorsa aslında tecavüze uğramış sayılmayacağını, söylemişti! Romney bunlara karşı çıktı, ama kampanyasına gölge de düştü. Farklılıkları benimsemeyen, “beyaz” ABD’linin görmek istediği en önemli hususlardan biri de göçmenlere duruş. Romney illegal göçmenlere tanınan fırsatların karşısındaydı. İllegal göçmenlerin okuyorlarsa yasal statü almasına karşıydı, ancak ordudalarsa onay veriyordu. Bu göçmenleri çalıştıranlara da ağız cezalar verilmesinden yanaydı. Dış politikada da sert duruş arzulanıyor Cumhuriyetçi cephede. Obama’nın diplomatik yolları tercih eden dış politikasına karşılık; Romney için askeri seçenek hep masadaydı. Zaten bireysel silahlanmayı da destekleyen Romney, İran’a askeri müdahaleyi benimsiyordu. Suriyeli muhaliflerin bir çatıda buluşturulup silahlandırılmasını destekliyordu. Irak’ta askeri varlığın Irak’ın demokrasisi için devamını savunuyordu. Pentagon’a 100 milyar dolar ek bütçe ayrılacağını dile getirmişti. Vergileri azaltacağını söyleyen birinin savunmaya böyle bir bütçe ayırması Obama tarafından da hayretle karşılandı. Afganistan’da askeri varlığın devam edebileceğini söyleyen Romney, orduda asker ve gemi sayısını arttırmak istiyordu. Romney ABD’nin baş düşmanı olarak gördüğü Romney New Hampshire’daki seçim kampanyası sırasında, Vietnam gazisi olan Bob Garon’la konuşurken. Garon’un eşcinsel olduğunu bilmeyen Romney, eşcinsel evliliğe karşı olduğunu belirtiyor . Videosunu izlemek isteyenler için: http://www.youtube.com/watch?v=GRN9Y5 Nvdqk Rusya’ya ve Çin’e sert çıkılması gerektiğini savunuyordu. Bu hususta Hindistan’la ve Endonezya’yla işbirliği yapılmasını ve Rusya ve Çin’deki muhaliflerin desteklenmesini istiyordu. Obama’nın buna eleştirisi ise Romney’nin istihdamı Çin’e taşıyan şirketlere yardım ettiği ve Çin’in kendi halkını gözetlemesi için izleme cihazı üreten şirketlere yatırım yaptığıydı. Obama bunu yapan kişinin Çin’e sert çıkmasını bekleyemeyeceğimizi söylemişti. Obama’nın İsrailFilistin duruşunu da eleştirmiştik; fakat Romney’nin ondan daha şahin olduğu ortada. İsrail seçimlerde zaten Romney’yi desteklemişti, Obama özellikle İran’a karşı tutumuyla İsrail’in istediği boyutta değildi. İsrail’in güvenliğini önemseyen Romney, İsrail’e daha çok askeri destek verilmesi gerektiğini dile getirmişti. Değişimden bahsedip durma, yap işte! Kim seçilirse seçilsin ABD dış politikası dünya barışına katkıda bulunmayacaktı; ama yine de Cumhuriyetçilere göre daha ılımlı dış politika güden Obama, sosyal haklara, eşitliğe, özgürlüğe, adalete, değişime inancıyla umut vaat ediyordu. Şimdi Obama’dan umulan tek şey, değişim vurgusunu sözde bırakmaması… Her şeyi 3,5 dakikada özetleyen ve bana ilham veren “Barack Obama vs MittRomney. Epic Rap Battles Of History Season 2.” videosu: http://www.youtube.com/watch?v=dX_1B0w7 Hzc Temel konularda Obama ve Romney karşılaştırması imkânı veren, bolca yararlandığım link: http://online.wsj.com/article/SB100008723963 90444464304577537342693367910.html Görseller: 1)http://a.abcnews.com/images/ABC_Univision/ap_obama_romney_cross_wb.jpg 2)http://i.i.com.com/cnwk.1d/i/tim/2012/04/19 /obama-rosa-parks-bus_620x350.jpg 3)http://abcnews.go.com/images/Politics/ap_ mitt_romney_nh_dm_111212_wblog.jpg 9 Bir Seçim Klişesi: Kritik Eyaletler Erdem Selvin erdem.selvin@yahoo.com 1940’lı yıllarda yapılan araştırmalar gösteriyor ki, Amerikan seçmenlerinin eğilimleri üzerinde ailelerinden gelen alışkanlıkları önemli bir rol oynuyor. Ama tüm seçim alışkanlığı bu yönde ilerleseydi seçim sonuçları daha istikrarlı şekillenir ve seçmenlerin parti bağlılıkları daha güçlü olurdu. Bu yüzden şunu söylemek mümkün: uzun süreli seçim sonuçlarına baktığımızda, seçmen davranışları üzerinde parti sadakati, Amerika örneğinde, daha az bir güce sahip. Seçmenlerin ikna edilmesinde, başkan adaylarının partileri önemli bir sorumluluğa sahiptir. Bu partiler ancak seçmen hareketlenmelerini yönetebilme, siyasal reklam ve kampanya çalışmalarına verdikleri önem derecesinde bir ikna kapasitesine sahip oluyorlar. Uzun yıllar öncesinde yapılan çalışmalar, Amerikan başkanlık seçimlerinde alışkanlık bazında oy kullanmanın önemli bir etmen olduğunu gösteriyordu, fakat zamanla sivil haklar için artan sosyal hareketlilik ve 1960’larda patlak veren Vietnam Savaşı, Amerikalı seçmenin tercihlerinde de önemli değişikliklerin gözlemlenmesine neden oldu. Sosyal hayatta yaşanan gerginliklerin seçim davranışlarını büyük ölçüde değiştirmesi elbette çok doğal bir sonuçtur. Bu ve bunun gibi birçok nedenden dolayı aileden gelen ve bir tür alışkanlığa dönüşen seçmenlerin parti sadakati zamanla parçalandı. 1970’li yıllara geldiğimizde Amerikalı seçmenler, parti propagandalarına ve seçim vaatlerine daha bir özenle dikkat etmeye başladılar. Ve 1980’li yıllar ile beraber, parti sadakati Amerikan başkanlık seçimlerinde gözle görülür bir şekilde azaldı. Günümüze dek yaşanan tüm olayları (Irak işgali, Körfez Savaşları, 12 Eylül saldırıları gibi) aklımıza getirdiğimizde Amerikalı seçmenin niçin bu kadar sık bir şekilde 10 oy tercihlerini değiştirdiğini anlayabiliriz. Ve tüm bu bilgiler ışığında huzurlu, sakin ve refah içinde bir hayatın, istikrarlı seçim sonuçlarını doğuracağını söyleyebiliriz. Bunun yanında, vatandaşların siyasal beklentilerinin hüsranla sonuçlanması ise günümüzde seçimlere katılan insan sayısının zamanla azalmasına neden oluyor. Diğer yandan etnik meseleler, lobi faaliyetleri, ekonomik çıkarların çeşitliliği gibi meseleler de hala canlı bir şekilde varlığını sürdürüyor. Durum böyle olunca seçim sonuçlarının her dönem farklı şekillenmesi, bu farklılıklardan doğan bir takım sorunlar ve en önemlisi halkın istikrarlı kararlar verememesi gibi sonuçlar ortaya çıkıyor. Şimdi Amerikan başkanlık seçim sistemini daha yakından tanıyalım. ABD başkanlık seçimleri, Amerika Birleşik Devletleri’nin başkan ve başkan yardımcısını seçmek amacıyla her 4 yılda bir (1972 yılından başlayarak) Kasım ayının ilk pazartesi gününü izleyen Salı günü yapılır. Electoral College System adı verilen bu seçim sistemi iki dereceli olarak gerçekleşir. Önce her eyalette, o eyaletin Kongre’deki (yani hem Senato’da hem de Temsilciler Meclisi’ndeki) temsilci sayısı kadar “ikinci seçmen” seçilir. (Bunlara bir de federal başkentin bulunduğu Washington DC’ den üç adet ikinci seçmen katılır.) Daha sonra bu ikinci seçmenler başkanı seçerler. Önceleri yasama organı tarafından seçilen bu ikinci seçmenlerin, 1860’da yürürlüğe giren bir anayasa değişikliği ile üye ülkelerin halkları tarafından seçilmesi kuralı getirildi. Günümüzde bu iki dereceli seçim sisteminin bir önemi kalmadı. Çünkü ikinci seçmenler, seçilirlerse hangi başkan adayına oy vereceklerini açıkça bildiriyorlar. Üstelik bu sistem bazı çarpık sonuçlara da yol açabiliyor. Örneğin; 2000 yılında George W. Bush genel oy oranında az paya sahip olmuş ancak ikinci seçmen oranında sahip olunca azınlık 0yuyla başkan seçilmiştir. 1951 yılında yürürlüğe giren bir diğer anayasa değişikliği ile aynı kişinin ancak iki kez başkan olabileceği karara bağlanmıştır. Gelelim 2012 başkanlık seçimine… Bilindiği üzere Barack Obama Amerika tarihinde bir ilke imza atarak ilk siyahî başkan olma şerefine, 2008’de yapılan seçimlerde rakibi John McCain karşısında toplamda 10 milyon daha fazla oy olarak ve 365 temsilci oyu elde ederek ulaşmıştı. Fakat ABD siyasi düzeni gereğince yapmak istediği radikal değişiklikleri (sağlık reformu gibi) gerçekleştirememişti. Obama’nın başkanlık döneminin en göze çarpan gelişmesi, geçtiğimiz yıl Pakistan’da düzenlenen bir operasyon ile 12 Eylül saldırılarının tek suçlusu olarak bilinen Usame Bin Ladin’in yakalanıp infaz edilmesiydi. Yapılan birçok kamuoyu yoklamasında, bu gelişmenin Obama’ya puan kazandırdığı söylendi. Ve seçimin arifesinde Birleşik Devletler’in kıyı kesimlerini vuran ve birçok vatandaşın ölümüne, maddi açıdan da büyük hasarlara yol açan Sandy kasırgası karşısında alınan önlemler, mağdur halkın sıkıntılarının giderilmesi yönünde alınan inisiyatifler seçim sonuçlarını etkileyebilecek nitelikteydi. Tüm bunlar bir yana, yapılan anketlerde Obama’nın rakibi Mitt Romney’i geride bıraktığı vurgulanıyordu. Fakat bilinen şu ki, ABD seçimlerinde en büyük rol kararsız (kritik) olarak adı çıkmış olan eyaletlerindi. Bu alışılagelmiş bir durum, çünkü yukarıda da belirttiğim gibi seçmen davranışları zamanla değişmiş ve son güne dek yapılan tüm anketlerin sonuçlarını alt üst edebilecek boyutlara ulaşmıştı. Şimdi biraz bu adı kararsıza çıkmış olan eyaletleri tanıyalım… Florida, Ohio, Virginia, Wisconsin, Colorado, Nevada, Iowa, New Hampshire eyaletleri kararsız seçmenlerin çokluğu nedeniyle parti propagandalarının en hareketli geçtiği bölgeler arasındadır. USA Sabah’da yayınlanan habere göre; “Kararsız eyaletlerden çıkacak sonuçların bu kadar önemli olmasının nedeni ise ABD seçim sisteminin matematiği ile ilgili. Adayların ülke genelinde seçmen çoğunluğunun oyunu alması yeterli olmuyor. Ayrıca eyaletlerin nüfus yoğunluğuna göre belirlenen seçici delegelerin çoğunluğuna sahip olunması gerekiyor. Bu kapsamda aday, 538 seçici delegeden en az 270'ini elde etmek zorunda. Son tahminlere göre bazı eyaletler renklerini şimdiden belli ettiğinden, Obama toplam 237 delegeyi, Romney de 206 delegeyi elde etmiş gibi. En az 270'e ulaşabilmeleri için Obama'nın 33, Romney'nin de 64 delegeye ihtiyacı var. İşte bu delegeler de toplamda 95 delegeye sahip kararsız eyaletlerden gelecek. Bu eyaletlerin delege oranları ise şöyle: Florida 29, Ohio 18, Virginia 13, Wisconsin 10, Colorado 9, Nevada 6, Iowa 6, New Hampshire 4.” İşte tam bu nedenlerden dolayı Obama ve Romney geçtiğimiz yazı seçim kampanyalarıyla dolu geçirdiler; özellikle Florida’nın desteğini kazanabilmek için son güne dek çalıştılar ve bu destek aslında düşünüldüğü kadar ucuza elde edilmedi. The National Journal’da çıkan bir habere göre Romney’in kampanya harcamaları yalnızca Florida’da 40 milyon Amerikan dolarına ulaştı. Obama ise Florida’da düzenlediği reklam kampanyalarında 60 milyon Amerikan dolarından fazlasını harcadı. Florida, 1964’ten beri desteklediği adayları Beyaz Saray’a göndermeyi başardı. (1992 tek istisna) Bu zamanla vatandaşların kafasında bir tür geleneğe ve kendini gerçekleştiren kehanete dönüştü. Bunun dışında, genç nüfusun hızla artması ülke genelinde muhafazakâr fikirlerin (ekonomik nedenli) canlanmasına neden olmaktaydı ve Obama’nın gençleri desteklemesi başkanlık yarışında bu yüzden öne geçmesini sağlıyordu. Florida’nın yanında bir diğer belirleyici ve bir o kadar da kararsız bölge ise Ohio idi. Karışık kırsal, tarla arazilerinin, küçük kasabaların yer aldığı ve endüstrileşme hızının yavaş olduğu bu eyalet, başkanlık yarışında tıpkı Florida gibi gelenekselleşmiş bir role sahip. Virginia’nın önemi ise 2008 başkanlık seçimlerine dayanıyor. Bu eyalet bir önceki başkanlık seçiminde Obama’yı desteklemiş ve cumhuriyetçileri hayal kırıklığına uğratmıştı. Bu yüzden Romney’nin bu eyaleti bir kez daha kaybetmek gibi bir lüksü yoktu. “Kritikler” arasında ismini sıkça duymamızın sebebi de buydu. Colorado’da ise İspanyol kökenli seçmenlerin hızla artması ve bunun yanında göçmenler hakkında Cumhuriyetçi söylemlerin sıkıntı yaratması gibi bir durum söz konusu. Wisconsin’in önemi ise Ohio eyaletini kaybeden adayın bu eyaleti bir tür telafi niteliğinde görmesinden kaynaklanıyor. Seçim sonuçlarına gelirsek; 2012 başkanlık seçimlerinde iki büyük parti Amerika tarihinde ilk kez 60 milyon genel oyun üzerinde bir rakama ulaştı. Obama rakibi Romney’i 5 milyon genel oy farklı ile 332 ikinci seçmen elde ederek yenmeyi başardı. Demokratlar Cumhuriyetçilerden 2 eyalet fazla destek bularak 26 eyaletin ve Washington DC’nin de desteğini elde ettiler. Yukarıda sayılan kararsız eyaletlerin yanında diğer kritik olarak gösterilen Pennsylvania, Illinois ve Michigan'ı da Başkan Barack Obama kazandı. Bunun dışında Romney, Kuzey Carolina ve Indiana’da kazanarak anketlerde çıkan sonuçları şaşırtmış oldu. Beklenildiği üzere kritik eyaletlerde iki büyük partinin liderleri de başa baş bir sonuç çıkarmış oldularsa da Obama az farkla rakibi Romney’i geçmeyi başardı. Obama’nın 2008 seçimlerinde kazanıp da 2012’de kaybettiği bölgeler Indiana, Kuzey Carolina ve Nebraska oldu. Yani bu da demek oluyor ki bir dahaki başkanlık seçim yarışında her zaman kararsız olan eyaletlerin yanında bu eyaletlerin de ismini sık sık duyacağız. Ve bu seçimlerde üçüncü partiler olarak adlandırılan Özgürlükçüler, Yeşiller, Anayasa Partisi, Adalet Partisi arasından Özgürlükçüler (Libertarian Party) genel oy bazında bir milyondan fazla oy alarak büyük bir gelişme gösterdi. Kaynakça; 1)Beckman, Arthur (2009) “The Volatile American Voter: Inconsistent Voting Behavior in the United States, 1948-2004;” APSA 2009 Toronto Meeting Paper. 2)Prof. Cem Eroğlu (1996) “Çağdaş Devlet Düzenleri” Ankara: Kırlangıç Yayınevi 3)http://tr.wikipedia.org/wiki/ABD_ba%C5%9Fkanl%C4%B 1k_se%C3%A7imleri 4)http://www.usasabah.com/Guncel/2012/11/3/gozleri-kararsizlarda 5)http://www.wcjb.com/local-news/2012/11/why-floridasuch-critical-state-every-election 6)http://www.prafulla.net/interesting-contents/world-interesting-contents/us-presidential-election-2012-ohio-as-critical-state-spending-tv-adsinfographics/ 7)http://en.wikipedia.org/wiki/United_States_presidential_election,_2012 Görseller; 1) http://www.prafulla.net/interesting-contents/world-interesting-contents/us-presidential-election-2012-ohio-as-critical-state-spending-tv-adsinfographics/ 2)http://nation.foxnews.com/sites/nation.foxnews.com/files /styles/dv1/public/815_US.gif 3)http://en.wikipedia.org/wiki/File:Cartogram%E2%80%94 2012_Electoral_Vote.svg 11 ABD Seçimlerinde Kilit Nokta: Ekonomi Merve Ezgi Ersöyleyen ezgiersoyleyen@gmail.com Ekonomi odaklı tartışmaların seçim dönemi tartışmalarının merkezini oluşturduğu söylenebilir. 2008 finansal krizinin de etkisiyle kötü durumda olan ekonomi, başta Cumhuriyetçiler olmak üzere, Obama’yı eleştirenlerin en çok odaklandığı konu oldu. Öyle ki, tüm bu ekonomik eleştirilerden sonra başkan Obama seçimi kaybetmiş olsaydı, bu durum ekonomiye bağlanacaktı. Bunca tartışmaya rağmen konu her seferinde “Büyük devlet mi küçük devlet mi?” sorusunun cevabını bulma çabasına dönüştü. Cumhuriyetçilerin ve Demokratların en derin ayrımlarından birinin bu soruya verdikleri yanıt olduğu göz önünde bulundurulursa, konunun dönüp dolaşıp buraya gelmesi şaşırtıcı değil. Cumhuriyetçiler devletin piyasalara karışmasının piyasa dengelerini bozacağını savunurken, Demokratlar devletin bozulan piyasaları toparlayabileceği görüşüne sahip. Dolayısıyla Cumhuriyetçiler piyasalar üzerinde etkili olan büyük devlet yerine piyasalara karışmayan küçük devletin daha iyi bir çözüm olduğunu söylerken, Demokratlar tam tersini söylüyor. Adayların görüşleri de partilerin görüşlerine göre şekillendiğinden, Obama büyük devlet politikasından yanayken, Mitt Romney küçük devlet politikasından yana olduğunu belirtiyor. 80’li yıllardan 2008 finansal krizine kadar serbest piyasa fikri daha revaçtayken, krizle birlikte piyasaların serbest bırakıldığında da bozulabileceği ve devletin buna müdahale etmesi gerektiği fikri popülerleşmeye başladı. Kaldı ki diğer yandan krizin uzun sürmesi nedeniyle, devletin müdahalesinin yanlış olduğunu söyleyenler artmaya başladı; ancak bunu söyleyenler devletin piyasalara müdahalesini değil, müdahale şeklini eleştirmeye başladılar. Diğer yandan 12 eleştiriler, devletin ekonomik politikalarını doğru bulmasalar da neden doğru bulmadıklarını konusunda birbirlerinden ayrılıyorlardı. Bir kesim Obama’nın krizden etkilenen şirketlere yaptığı yardımın az olduğunu savunurken, başka bir kesim miktarın fazla olduğunu savundu. Johns Hopkins Üniversitesi’nden Laurence Ball, Obama yönetiminin Wall Street lobisine karşı direnmediğini düşünürken, “batmak için çok büyük” sorununun üstesinden gelecek bir finansal reformun yapılmaması da eleştirilerin arasındaydı. Ekonomik politikalar, çoğunlukla Cumhuriyetçiler tarafından, bu denli eleştirilse de Obama’nın ekonomi hususundaki notu çok da kötü görünmüyor. Öncelikle, Obama Beyaz Saray’a geldiğinde finans sistemi çökmüştü, GM ve Chrysler gibi şirketler ise iflasın eşiğindeydi. Obama’nın aldığı önlemler ikinci bir 29 krizini engelledi; ancak bu yine de, Amerikalıların ülkelerinin ekonomik durumundan memnun olması için yeterli değildi. Krizin etkilerinin uzun sürmesi ve dış borcun erimemesi, ekonominin Obama’nın tekrar seçilmesi için en büyük engel olarak görülmesine neden oldu. Başka bir açıdan bakıldığında, Obama’nın eylemleri olmasa kriz çok daha kötüye gidebilirdi; ancak bu ekonominin gidişatından memnun olmayanları ikna etmeye yeterli değil. Finansal kriz yönetiminin yanı sıra Obama vergi ve sağlık sigortası reformu konusundaki politikalarıyla da Mitt Romney’nin eleştirilerinin hedefi oldu. Obama’nın önerdiği sağlık reformunu, hem devlet bütçesine hem de vatandaşların bütçesine getireceği yük dolayısıyla eleştiren Cumhuriyetçiler, sağlık sigortasını zorunlu kılmanın vatandaşların özgürlüklerini kısıtlamak olduğunu dile getirdiler. Obama’nın sosyal devlet anlayışı ile çakışan görüşleri dolayısıyla, Cumhuriyetçilerin eleştirilerinin kaynağı en başta bahsedilen küçük devlet kavramına dayanıyor. Vatandaşlarına sağlık sigortasını zorunlu kılan büyük devlet anlayışı, Cumhuriyetçilerin ekonomi konusundaki görüşleriyle başından beri çelişiyor. Seçim döneminde Obama’nın eleştirildiği, Cumhuriyetçilerin ve Demokratların birbirinden ayrıldığı diğer bir konu ise, vergi reformu oldu. Serbest piyasa ekonomisine inanan Cumhuriyetçiler için zengin kesimin gelirine yüksek vergi oranları koymak, normalde yatırıma gidecek paranın vergi yüzünden verimli bir biçimde kullanılamaması anlamına gelirken; sosyal devlet kavramına yakın duran Demokratlar için ise zengin kesime yüksek vergi oranları uygulamak, gelir dağılımları arasındaki farkı azaltmak demek. Bir Demokrat olan ve sosyal adaleti benimseyen Obama, yüksek gelire sahip kesimin daha yüksek vergi ödemesi gerektiğini savunuyor ve bu noktada Cumhuriyetçilerin eleştirileri başlıyor. Obama’nın ilk döneminde ekonomik gidişat iyi olmasa da 4 yılın sonundaki duruma bakıldığında, Amerikan bankaları Avrupa bankalarından daha iyi durumda ve seçimlere yaklaşıldığı dönemde borsa, en son Obama döneminden önce ulaştığı seviyeye ulaşmış ve işsizlik de %8 oranına kadar düşmüştü. En son yapılan anketlerde de kötü ekonomik durum yüzünden Obama’yı değil, George Bush’ u sorumlu tutanlar çoğunluktaydı. Mitt Romney’nin, bir iş adamı olması ve üst düzey yöneticilik yapmış olmasından dolayı, özel sektörün nasıl işlediğiyle ilgili Obama’dan daha bilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Ancak Romney seçim döneminde, partisinin de etkisiyle, ekonomiye bir iş adamı gibi yaklaşmaktan çok, en çok oyu nasıl alabileceğini düşünerek yaklaştı. Romney, ekonomik durumun sorumlusu olarak Obama’nın piyasalara müdahale etmesini göstererek, seçmenin kötü ekonomi için Obama’yı sorumlu tutmasını sağlamaya çalıştı. Bütçe açığını kapatmak Romney’nin ekonomik anlamda en çok dile getirdiği hedeflerden biriydi ancak Romney diğer yandan daha düşük vergi oranlarından bahsetmeye başladı. İki hedef de çok cazip olsa da birbirleriyle çelişiyorlar. Romney’nin başkan yardımcısı adayı Paul Ryan, verdiği bütçe teklifinde, vergi oranları düşürülse dahi yasal boşluklar doldurulduğu takdirde devletin vergi gelirlerinin azalmayacağını belirtse de bu yasal boşlukların hangileri olduğu konusu net olarak açıklanmadı. Sağlık reformu konusunda ise, Cumhuriyetçi adayın herkesin sağlık sigortası yaptırmasını zorunlu kılmak yerine isteyenlerin sağlık sigortası almasını sağlayan bir önerisi vardı. Bu öneriye göre herkese belli bir miktar sağlık sigortası için yardım yapılacaktı ve eğer kişi isterse sağlık sigortası yaptıracaktı. Eğer daha pahalı bir sigorta seçerse de aradaki farkı kendisi ödeyecekti. Ancak sağlık reformu konusu Romney için biraz sıkıntılı bir alan. Obama’nın sağlık reformunu eleştirdiği halde, Romney Massachusetts valisi iken sağlık sigortaları hakkında daha farklı görüşlere sahipti. Sonrasında Obama’nın sağlık reformunun beğendiği yönlerinin de olduğu söyleyen Romney, bu tutarsızlıkları yüzünden birtakım eleştirilere maruz kaldı. Tutarsızlık konusundaki eleştirilerin dışında, Romney’nin 59 sayfalık ekonomik planının önemli soruların cevabını vermediği eleştirileri de yer aldı. Romney’ nin yapmak istedikleri açık olsa da bunları nasıl yapacağı çok açık değildi ve bu durum, özellikle Demokratlarda, şüphe uyandırdı. Özellikle vergi oranlarını düşürme hususunda, Demokratlar ve Obama, Romney’i zenginleri kayırmakla suçladı. Vergi oranlarını düşürmenin düşük değil yüksek gelirli kesimin işine yarayacağını söyleyen Obama, Romney’nin yüksek gelirli kesimi daha çok önemsediğini iddia etti. Bir diğer sorun ise Romney’nin savunma harcamalarını artıracağını söylemesi oldu. Savunma harcamalarını artırmak demek bütçeye 7 trilyon dolarlık bir yük demekti ve bütçe açığını azaltmayı hedeflediğini söyleyen biri için mantıklı bir söylem değildi. Demokratlar her ne kadar ikna olmasalar da, ılımlı olan Cumhuriyetçilere göre savunma harcamalarını artırma söylemleri radikal Cumhuriyetçileri memnun etmek için yapılıyordu ve eyleme geçirilmeyecekti. Ilımlı Cumhuriyetçilerin bu yaklaşımı ise konuyu yeniden Romney’nin oy için kendisinin olmayan düşünceleri söylemesine getirdi. Özet olarak, Romney partisinin ekonomik düşüncelerini benimseyerek küçük devlet kavramına yakın durdu ve ekonomik politikalarını da buna uygun olarak açıkladı. Fakat Romney’nin seçimlere aday olduğundaki görüşleri, daha önceki tecrübelerindeki ekonomik görüşlerinden farklı olduğu için eleştirildi. Her ne kadar tutarsızlıkları bulunsa ve hedeflerini nasıl gerçekleştireceği belirsiz olsa da Romney’nin ekonomik anlamda yapmayı hedeflediği şeyler oldukça mantıklı şeylerdi fakat Romney seçilemediğine göre birbiriyle negatif ilişki içinde olan şeyleri - bütçe açığı ve vergi oranlarını düşürmek gibi - aynı anda nasıl çözümleyeceğini belirlemesine ihtiyaç kalmadı. 6 Kasım tarihindeki seçimlerde Obama yeniden seçildi. Yazının başındaki “Büyük devlet mi küçük devlet mi?” sorusuna yeniden dönecek olursak, Obama’nın zaferi halkın da bu soruya yanıt olarak büyük devlet yanıtını benimsediğine işaret ediyor. Tabii ki bir genelleme yapmak doğru olmaz ancak Obama’nın yeniden seçilmesi seçmenin ekonomik gidişattan çok da memnuniyetsiz olmadığını gösteriyor. Obama’nın piyasalara müdahalesinin krizi daha da kötü etkilediğini savunan Cumhuriyetçilerin aksine, seçmenler Obama’nın politikalarını desteklediğini gösterdi. Yine de seçmenlerin hepsinin Cumhuriyetçilerin politikalarına karşı olduğunu söylenemez. Romney’nin kendisine Paul Ryan’ı başkan yardımcısı olarak seçmesi sonucu, Romney seçildiğinde değişecek olan sağlık refor- mundan olumsuz etkilenecekleri için, emeklilerin Romney’i tercih etmeyeceği düşünülürken, emekli nüfusunun çok olduğu Florida’da yapılan anketlerde hangi adayın sağlık reformu konusunda daha başarılı olacağı sorusuna seçmenlerin yarısı Romney derken diğer yarısı da Obama cevabını verdi. Bu sonuç da Romney’nin ekonomik politikalarının seçmenlere tamamen ters düşmediğini gösteriyor. Obama ise Oval Ofisteki ikinci 4 yılını garantilediğine göre, şimdi ekonomik açıdan kendi politikalarını önceki dönemine göre daha özgür olarak yürütebilecek. Ancak ekonomik politikalarda daha özgür olarak hareket edebilmenin getirdiği bir yük var. Ekonominin durumu Obama’nın ilk döneminde, Bush dönemindeki politikalara ve çöken finansal sisteme bağlanıyordu fakat şimdi ekonomi kötü gittiğinde sorumlu Obama yönetiminden başkası olmayacak. Eğer Obama’nın ikinci dönemi ekonomik açıdan başarılı olmazsa, bir sonraki seçimlerde Cumhuriyetçilerin ekonomik görüşlerinin daha doğru olduğunu düşünen seçmenler çoğunlukta olabilir. Kaynakça 1)http://www.economist.com/node/215 64175 2)http://www.economist.com/node/215 61890 3)http://www.economist.com/blogs/freeexchange/2012/11/economy-and-election Görseller 1)https://twitter.com/i/#!/BarackObama/media/slideshow?url=pic.twitter.com%2FbAJE6Vom 2)http://constitutionclub.org/2012/08/1 1/one-conservatives-view-on-the-ryanvp-pick/ 3)http://www.urban.ro/muzica/cucine-au-votat-artistii-la-alegerile-dinsua/ 13 Özgürlükler Ülkesinde Aranan Özgürlük ABD Seçim Sistemi ve “Diğer” Partiler Elif Yılmaz elif.yilmaz1@boun.edu.tr Tarih açısından bakıldığında 2012 yılının katkıları azımsanamayacak kadar fazladır diye düşünüyorum. Orta Doğu’da esen rüzgarların fırtınaya dönüşmesiyle geldi ve yılın sonlarında ise konu tamamen farklı bir noktaya kaydı, ABD’ye geçiş yaptı. Aslında sadece bir başkan seçimiydi ama herhangi bir ülkenin seçimlerinden bahsetmiyoruz. ABD 2012 Başkanlık Seçimleri’ne 6 Kasım’da tüm dünya şahit oldu ve sonuçlarının sürpriz olduğunu da söyleyemeyiz. Her ne kadar Demokratlar 126 sayı farkla zaferi almış olsalar da; bu seçimlerde 2008’deki kadar etkili bir ortam oluşturduklarını söylemek güç olur. Obama’nın değişikliği savunma politikaları, ABD’yi daha iyi bir hale getireceğine dair vaat ettiği sözler insanları bu sefer o kadar da büyülemedi diyebiliriz. Amerika toplumu artık o değişikliği görmek ve yaşamak istiyor. Tam da seçim dönemlerinde dünyada yaşanan krizler – politik, ekonomik ve sosyal - ABD’yi ve Obama politikalarını büyük çapta etkiledi ve toplumun gözünde Obama belki de başarısız gözükmeye başladı. ABD gibi kapitalizmin öncü olduğu bir ülkede en önemli konu ekonomidir - ki politik partiler dahi ekonominin desteklediği derecede varlar. Bu da bize gösterir ki, ABD’de ekonominin bozulması toplum tarafından büyük tepkilere yol açacaktır. Bu sene, ABD ekonomisinin dahi gerilediği ve işsizlik oranının arttığı bir seneydi ve 2012 seçimi, Obama’nın başkan olmama ihtimalinin söz konusu olduğu bir seçimdi. Ancak muhalif tarafın politikaya yeterince hakim olmaması Obama’nın zaferine büyük oranda yardımcı olmuştur. Romney önderliğindeki Cumhuriyetçi Parti, kendi getirilerinden çok Demokratların götürüleriyle ilgilenmişler ve kamuoyuna karşı negatif bir siyaset politikası uygulamaya kalkmışlardır. 14 Bunun sonucu olaraksa, ABD halkı tarafından başkanlık makamına uygun görülmemişlerdir. Seçimden aylar önce başlamıştı propagandalar, reklamlar vs. Politik düşüncelerin konuştuğu bir ortam değildi söz konusu olan; paranın konuştuğu bir sergiydi belki de. İş adamları, uluslararası şirketler kendi çıkarlarını hangi parti gözetecekse onu güçlendirdiler, onu teşvik ettiler ve kanallarda onu tanıttılar. Liderler kendi parti düşüncelerinin, kendi değişimlerinin değil de arkalarındaki gücün bir simgesiydiler aslında. İki parti, iki lider ve iki taraf... ABD seçimleri denildiği zaman yalnızca iki parti üzerinden yola çıkıyoruz, sadece onlardan bahsediyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’nin görüşleri yalnızca iki taraftan mı ibaret diye düşünesi geliyor insanın haliyle. O kadar insanın düşüncesi nasıl oluyor da iki çatı altına sığabiliyor? Ya da asıl sorun onların yalnızca o iki seçeneğe sahip olmak zorunda oluşu mu? Düşünüyoruz ki insanlar hangi partiye oy vereceklerini özgür iradeleriyle belirliyorlar, fakat Timothy Mitchell’in üzerine basa basa, tekrar tekrar söylediği disiplin gücü bizi belki de bu konuyu daha iyi anlamaya yönlendiriyor. Amerikan seçimlerinde gördüğümüz durum, aslında insanları oluşturulan sistemin içinde iki farklı yöne yönlendiriyor ve insanlar bu iki partiden birini seçerek hür bir iradeye sahip olduklarını düşünebiliyorlar. Bu aslında sınırları başkaları tarafından belirlenmiş bir sistemin tam da istediği şey: sınırlı özgürlük sağlamak ve bunun sayesinde insanların dikkatini fazla çekmeden sistemi bazılarının çıkarları doğrultusunda yönetmek. Amerikan seçimlerinin ve özgürlükler ülkesi Amerika’ nın politikasından bahsediyoruz, evet... Bu sistemin parçası olmak istemeyen, kısacası bu sınırların farkında olan ve bunları aşmak isteyen insanlar için hayat pek kolay olmasa gerek. İşte Amerika’da üçüncü partiler ya da minör partiler olarak adlandırılan, Demokratlardan ve Cumhuriyetçilerden ayrılan “diğer” partiler bu seçim yarışlarında söz sahibi olmak, haklarını kazanmak ve iki parti despotizmine karşı çıkmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Ancak bu durum baştaki iki büyük partinin pek işine gelmediği için küçük partilerin sesleri de genellikle kesiliyor ve halk tarafından gerekli görülmüyor. Hatta halk bu partileri diğer büyük partilerin seviyesinde dahi görmüyor. Aslında ABD’ deki seçim sistemi; partileri, halka daha iyi hizmet vermeye değil, daha fazla güç toplamaya yönlendiriyor. Peki bu küçük diye adlandırdığımız partilerin ya da bağımsız adayların istediği reformlar yok mu sayılıyor? Bu sorunun cevabını ise yine hegemonyanın başında yer alan iki büyük parti belirliyor. Eğer diğer partilerin istekleri kendi çıkarlarına uyarsa ve kendilerine oy kazandıracak bir potansiyele sahipse, elbette Demokratlar ya da Cumhuriyetçiler bunu savunacaktır ve kullanacaktır. Özetle, Amerikan seçim sistemini anlamak için Marx’ın önerdiği vizyonlara başvurmamak mümkün değil. Politik sistemin temelleri özgür düşünce ortamına, demokrasiyi geliştirmeye, yeni aktörlere ve koalisyonlara dayanmaktansa, kapitalizmin baş aktörlerine sığınmayı tercih ediyor. Politika gücünü hizmet etmesi gereken halktan değil, hizmet etmek zorunda kaldığı para babalarından alıyor desek pek de yanlış söylemiş olmayız diye düşünüyorum. Kaynakça: 1)http://www.tumkoseyazilari.com/yazar/burakkuntay/22-06-2012-abdde-secime-dogru.html 2)http://www.oup.com/us/catalog/general/subject/Politics/AmericanPolitics/PoliticalPartiesOrganizations/?view=usa&ci=9780195301229 3)http://www.gallup.com/poll/155537/little-support-third-party-candidates-2012-election.aspx 4)http://2012election.procon.org/view.resource.php ?resourceID=004483 5)http://www.huffingtonpost.com/harry-kresky/independent-voters-and-minorparties_b_1399592.html Görsel kaynakçası: 1)http://www.usmlo.org/arch2012/201209/VR120905.html 2)http://blog.spccard.ca/tag/american-election2012/ 3)http://www.thekooza.com/contest-betweenobama-and-romney-will-be-very-close-newton-nminnow/ Seminer: Orta Doğu Krizinde Yol Ayrımı Türkiye ve AB’nin Bölgeye Yönelik Politikalarındaki Kesişimler ve Farklılıklar Nazlı Korkmaz nazlikorkmaz9@gmail.com Orta Doğu sorununu son zamanlardaki isyanlarla daha sık duymaya başladığımız doğru olsa da aslında Orta Doğu, tarih boyunca önemini hiç yitirmemiş bir konudur. Sümerlilerin kullanmaya başladığı, Babil’de Hammurabi’nin ilk anayasayı oluşturduğu, Müslümanlığın, Hristiyanlığın ve Yahudiliğin doğduğu Mezopotamya diye adlandırılan bölge her zaman ticaret ve medeniyetin beşiği olmuştur. Jeopolitik konumu ise gelişen tenolojiyle önemini daha da arttırmıştır. Ticaret yollarının kesişiminde olması ve doğal limanlarının kritik konumları, dünya haritasına baktığımızda net bir şekilde anlaşılıyor. Belki de en çarpıcı özelliği ise sahip olduğu doğal kaynaklar. Sanayi devrimi sonrasında başlayan petrol çağı bütün gözleri zaten karışık olan bu bölgeye çekiyor. 2010 yılında Arap coğrafyasında başlayan ve hala süren halk hareketleri, ülkelerin Ortadoğu’nun saydığımız özelliklerini de göz önünde bulundurarak eskisinden daha farklı dış politika stratejileriyle bölgeye yaklaşma ihtiyaçlarını doğurdu. Türkiye, hukukun üstünlüğü, liberal ekonomi, bölgesel işbirliği alanlarında farklı bir vizyona sahiptir ve bu farklılığıyla Arap dünyasındaki reform hareketlerini desteklemektedir. Barış ortamını ve istikrarını sağlamak için çalışmak istediğini yinelemektedir. Türkiye pasif değil aktif bir yol seçmiştir. Avrupa Birliği ise ‘ortak dış politika’ oluşturma çabalarıyla yolunu belirlemiş gözüküyor. ‘Ortak’ belirlenen ‘ortak’ politikanın ‘ortak’ uygulanması bu yolun temelini oluşturuyor. Tepkisizlik ve ‘ortak’ politikada tutarsızlıklarla eleştirilen bu strateji AB’ nin aynı zamanda soğukkanlı olmasıyla ve ayakları daha yere basan bir tavır takınmasıyla da başarılı bulunuyor. Bu iki strateji Arap Baharı ve sonrasında test edilmiş ve eleştirilmiş oldu, değişimlere uğradı. Seminerimiz kapsamında bu iki farklı yolun amacını ve mantığını kavramak, artıları ve eksileriyle birbirlerinden alacakları dersleri görmek istiyoruz. Bunlarla bağlantılı olarak da, Türkiye’nin uyguladığı son dönem politikalarının Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde nasıl bir etki yarattığı cevabını aradığımız bir diğer soru. 21 Aralık Cuma günü 13.30’da, okulumuzun Demir Demirgil salonunda düzenleyeceğimiz seminerimize düşüncelerini, sorularını bizlerle paylaşmak isteyen herkesi bekliyoruz. Program 21 ARALIK 2012, CUMA Yer: Boğaziçi Üniversitesi, Güney Kampüs, Demir Demirgil Salonu 13.30 - 13.40: Kayıt 13.40 - 13.50: Açılış Dilşad Alkan Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Öğrenci Forumu Adına 13.50 - 14.00: Açılış Konuşması Hakan Yılmaz Boğaziçi Üniversitesi Avrupa Çalışmaları Merkezi Başkanı Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi 14.00 - 15.15: Panel Oturum Başkanı: Gün Kut Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi ve Bölüm Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu AKP Milletvekili ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanı Osman Faruk Loğoğlu CHP Milletvekili ve Emekli Büyükelçi 15.15 - 15.30: Ara 15.30 - 16.00: Soru - Cevap 16.00 - 16.15: Kapanış Kaynakça: 1)http://www.diplomatikgozlem.com/TR/belge/1-8782/avrupaninortak-dis-politikasi-nedir.html 2)http://akademikperspektif.com/2012/01/27/turkiyenin-orta-dogupolitikasinin-genel-cizgisi-ve-bu-politikada-etkili-olan-faktorler/ 15