KESİŞEN PARALELLER "Eyy Ahmet Bey`in ruhu, geldiysen üç kere
Transkript
KESİŞEN PARALELLER "Eyy Ahmet Bey`in ruhu, geldiysen üç kere
KESİŞEN PARALELLER "Eyy Ahmet Bey'in ruhu, geldiysen üç kere vur!" Tek bir mumun ışığıyla aydınlanan loş mekanda, Salih Bey ve üç kadın müşterisi yuvarlak bir masanın etrafına oturmuş bekliyorlardı. Çıt çıkmıyordu. Birkaç saniye sonra üç güçlü vuruş duyuldu. Sesin nereden geldiği belli değildi ama âdeta zemin sallanmıştı. ********************* Rüya, Ahmet'i dört ay önce kaybetmişti. Bodrum'a gidiyorlardı. Motosiklet, asfaltın üzerine dökülmüş kumda kaymıştı. Arkada oturan Rüya yolun dışına fırlayıp kazayı hafif sıyrıklarla atlatmış olmasına karşın gidona sıkı sıkı tutunmuş olan Ahmet, devrilmiş motosikletle birlikte yolun ortasında kalmış ve arkadan gelen otomobilin çarpması sonucunda ölmüştü. Yol kenarındaki ağaçlar ve viraj, kumu görmelerini engellemişti. Rüya 29, Ahmet 33 yaşındaydı, birliktelikleri üç yıl sürmüştü. Her zaman herkesin gıpta ettiği bir çift olmuşlardı ama işin iç yüzü biraz farklıydı. Rüya, iri renkli gözlü, doğal sarı saçlı, kalın dudaklı egzotik bir güzeldi ve her yaştan erkeğin, bazen kaçamak, bazen doğrudan bakışlarını ister istemez üzerine çekiyordu. Ahmet'in ilk aylarda dizginlemeyi başarabildiği kışkançlığı daha sonra bitmez tükenmez, yıpratıcı tartışmaların baş nedeni olmuştu: "Durmadan sana bakıyor." "Peki ama ben ne yapabilirim?" "Sen de bakıp cesaret vermişsindir, yoksa bu kadar sürekli bakamazdı." "Sana gülümsedi." "Ben görmedim." "Sen de karşılık vermişsindir, yoksa niye gülsün?" "Refik'le iki saat baş başa ne konuştunuz?" "Ne konuşacağız, ondan bundan." "Ondan bundan ne demek? Kaçamak cevap verme." "Havadan sudan demek istiyorum, bütün konuştuklarımızı kelimesi kelimesine anlatacak mıyım?" "Evet, bilmek istiyorum." "Fesuphanallah!" "Kime SMS atıyorsun?" "Leyla'ya, uuuuff yaaa, sıkıldım artık!" Ahmet'in kıskançlığı gitgide daha da boğucu bir hâl almıştı. Rüya başlangıçta bunu ilginin bir tür dışa vurumu gibi algılayıp hoşgörüyle karşılamıştı ama ilerleyen zamanda "ilginin" bu derecesi onu daraltmaya başlamıştı. Yine de Ahmet'i seviyordu, sevişmeleri tutkuluydu ve her ikisi için de doyurucuydu. Ölümüyle çok sarsılmış, günlerce ağlamıştı. O lanetli güne kadar, ileri bir geleceğin konusu gibi gördüğü ölüm kavramına pek fazla kafa yormamıştı Rüya. Zincirlikuyu mezarlığının giriş kapısının üzerinde "Her canlı bir gün ölümü tadacaktır" yazmaktaydı ve George Harrison, "All Things Must Pass" isimli parçasında her şeyin geçiciliğinden bahsetmişti; bunlara hiçbir itirazı yoktu ama Ahmet'in bu kadar erken ölümü haksızlık değil miydi? Ölüm ve sonrasını düşünmeye başladı. Her inancın farklı cennet ve cehennem tasvirleri olduğuna göre, ait olduğumuz dine göre farklı cennetlere mi yönlendirilecektik? Reenkarnasyon ya da dünyaya tekrar tekrar gelmek yalnızca Hinduların ayrıcalığı mıydı? Herkesin tekrar tekrar insan olarak dünyaya gelmesi nüfus patlaması yaratmaz mıydı? Tekrar edecek yaşamlarla ilgili iki çözüm geldi aklına: Böcek veya hayvan olarak da gelebilmek (ki bu Hindu inancında da vardı), veya sonraki hayatları O-KİNA gibi farklı gezegenlerde sürdürmek… Bir arkadaşı: "Doğmadan önce neredeysen ölünce de oraya gideceksin" demişti. Doğumundan öncesine ait hiçbir anısı yoktu, bunun anlamı bir hiçlik ya da bir tür karanlıktı. Bilinç olmadığı sürece aydınlık ve karanlık gibi kavramlara da yer yoktu tabii; arkadaşının görüşü doğruysa, salt "hiçlik" demek daha isabetli olacaktı (ki bu yaklaşım hiç hoşuna gitmemişti). Ateistlerin akıbeti ve inancı bu tür bir hiçlik miydi? Yoksa cezalandırılmak üzere doğrudan cehennemin yolunu mu tutacaklardı? Ruh ve beden ayrımı var mıydı? Öldükten sonra ruhun bedenden ayrıldığı ve varlığını sürdürdüğü doğru muydu? Ahmet'in ruhu Rüya'yı izlemeye devam ediyor muydu? Ahmet'le anıları hâlâ tazeliğini koruyordu, ölmüş olabileceğine inanmak zordu. Üçüncü aydan sonra arkadaşları onu davetlerine çağırmaya başlamışlardı. Önceleri bir iki daveti geri çevirmişti ama bu yas daha ne kadar sürecekti? Hayat akışını sürdürüyordu ve artık anılarından sıyrılıp önüne bakmalıydı. Sonradan gittiği partilerde onunla ilgilenen erkekler olmuştu ama Ahmet'in bir çift gözünün sürekli onu izlediğini hissediyordu. Sanki birden belirip: "Sana ne dedi? Niye güldün? Niye baktın?" diye hesap soracaktı. Yeni tanıştığı biriyle konuşurken arada bir arkasına kaçamak bakışlar atıp izlenip izlenmediğini kontrol ediyordu. Belki de gerçekten gözetliyordu onu. Hayatı ne zaman normale dönecekti? Bu paranoyadan, Ahmet fobisinden kurtulamayacak mıydı? Kimseyle yakınlaşmaya cesaret edemiyordu. Konuyu yakın arkadaşlarına açtığında aralarından biri ruh çağırma konusunda uzmanlaşmış Parapsikolog Salih Beyden bahsetmişti. İlk anda fikir ona ürkütücü geldi: Ahmet'in ruhunun etrafında dolaştığı kanıtlanırsa, bunu öğrenmek onu tümüyle kısıtlamayacak mıydı? Yine de, ne olursa olsun gerçeği öğrenip kuşkularından sıyrılmak istiyordu. Onunla yüzleşmeliydi. Salih Bey, duasını edip Ahmet'in ruhuna seslendikten sonra, odada duyulan üç güçlü vuruş ziyaretçilerini fazlasıyla heyecanlandırmıştı ve hatta biraz da korkutmuştu. Bir ruhun, ortalığı sallayacak kadar büyük bir enerjiyle vurmasını beklemiyorlardı. Salih Bey memnun gözüküyordu, "Lütfen sorularınızı 'evet' veya 'hayır' ile cevaplanabilecek şekilde sorun" dedi. Rüya çekinerek: "Ahmet, beni düşünüyor musun?" diye sordu. Salih Bey: "Ahmey Bey'in ruhu: eğer cevabınız 'evet' ise bir kere, 'hayır' ise iki kere vurun lütfen" dedi. Birkaç saniye sonra bir öncekiler kadar güçlü tek bir vuruş duyuldu. "Ahmet, iyi misin?" diye sordu Rüya. Bu kez cevap iki güçlü vuruştu. Ahmet'in ruhu iyi değildi. Rüya ağlamaya başladı. Arkadaşları ona sarılıp teskin etmeye çalıştılar. Biraz sonra göz yaşlarını silip "Beni izliyor musun?" diye sordu Rüya. Cevabı uzun süre beklediler ama dakikalar geçmesine rağmen çıt çıkmıyordu. Salih Bey yerinden kalktı ve içerideki odalardan birine girip üzerinde ibreleri olan garip bir ölçü aletiyle geri döndü. Aleti çalıştırıp ibrelerin hareketlerini izledi. Ufak birkaç hareketlenmeden sonra hepsi yerli yerinde kalmıştı. Salih Bey: "Gitmiş" dedi ve ekledi: "Ağlamamalıydınız, herhâlde dayanamadı ve uzaklaştı. Arzu ederseniz haftaya tekrar deneriz." Rüya, Salih Bey'in ücretini ödeyip "Sizi randevu için arayacağım" dedi ve arkadaşlarıyla birlikte çıktı. Kafası büsbütün karışmıştı. *************** Parapsikolog Salih Bey'in alt komşusu Ziya Bey, tıbbi araç gereç ithalatı yapan bir firmanın muhasebe müdürlüğünden üç yıl önce emekli olmuştu. Otuz iki yıl evli kaldığı sevgili eşi bir yıl önce kalp krizi geçirip ölmüş ve onu bu dünyada yapayalnız bırakmıştı. Bir oğlu vardı ama dört yıldır konuşmuyorlardı. Ziya Bey ve eşi, zeka seviyesi normalin bir hayli üzerinde olan oğulları Fuat'ın üzerine titremişlerdi. Üstün zekalılar için tasarlanmış özel okullarda okutmuşlardı. Boğaziçi Üniversitesi'nin Bilgisayar Mühendisliği bölümüne birincilikle girmişti. Fuat, eğitiminin üçüncü yılında, Ziya Beyin hâlâ hiç anlam veremediği bir kararla Üniversiteden ayrılmış ve merkezi Yeni Zelanda'da olan bir Astroloji okuluna yazılmıştı. Bu kararından babasına bahsettiğinde Ziya Bey şiddetle karşı çıkmıştı. Astroloji gibi bilimsellikten son derece uzak, saçma bir konu uğruna güzelim tahsilini mezuniyete bir yıl kala bırakmak tam bir çılgınlıktı. "Böyle bir karar verirsen bir daha yüzüme bakma" demişti. Fuat, bu tehdite rağmen kararını değiştirmedi ve bir daha konuşmadılar. Ziya Bey'in fazla arkadaşı yoktu; evde oturup bilmece çözer, gazete, kitap okur ve televizyon seyrederdi. Bir de akşam saatlerinde "bip" sesini duyduğunda süpürgenin sopasını tavanın belli bir bölgesine bip sayısı kadar vururdu. Tavanın boyaları dökülmesin diye vurduğu noktaya yuvarlak bir ahşap parça dübellemişlerdi. Bu hizmeti için her ay 500,- TL alıyordu. Evinden nadiren çıkan bir emekli için fena sayılmazdı. ********************** Fuat, Boğaziçi'ndeki ikinci senesinde Ayşe'yle çıkmaya başlamıştı. Ayşe burçlara çok meraklıydı ve bu yöntemle arkadaşlarının karakter analizlerini yapardı. Fuat ise burçları yalnızca kızların ilgi duyduğu bir fal oyunu gibi görür ve küçümserdi. Bir gün Ayşe, Koç burcu Fuat'ı Fuat'a öyle bir anlattı ki… Kendisi bile Fuat'ı bu derece iyi aktaramazdı. Tüm söyledikleri doğruydu ve abartmasızdı. O gün astrolojiye bakışı değişti. Boş zamanlarında astroloji kitapları okumaya başladı ve konu kısa zamanda bir tutkuya dönüştü. Daha fazlasını öğrenmek, astroloji haritaları çizebilmek, geleceği tahmin edebilmek istiyordu ama elindeki kitaplar bu işler için yeterli değildi. Yeni Zelanda'da bir okul buldu, yazışıp şartlarını öğrendi ve kararını verdi: Astrolog olacaktı. Konuyu babasına açtığında başına gelecekleri tahmin edebiliyordu ama kararlıydı, bu onun kendi hayatıydı, babasının istediği gibi değil, kendi dilediği gibi yaşayacaktı. Nazım Hikmet "Yaşamaya Dair" şiirinde: "Yaşamak şakaya gelmez, büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın bir sincap gibi mesela, yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, yani bütün işin gücün yaşamak olacak…" diye yazmıştı. Aynen öyle yapacaktı, tutkuları için tutkuyla yaşayacaktı, geçmişin klişeleşmiş kavramları için değil. Evet, babasıyla arası bozulmuştu ama bu kendi suçu değildi, bir yetişkini dilediği gibi yönetme hakkı yoktu, oğlu bile olsa. Yeni Zelanda'da iki sene okudu, astroloji diplomasını alıp İstanbul'a döndü. Artık harita çiziminde uzmanlaşmıştı, konusuna hâkimdi. Klasik astrolojinin yanında, modern astrolojiyi, Hint, Çin, Kızılderili, Maya astrolojilerini de derinlemesine etüd etmişti ve tümünü ustaca harmanlayabiliyordu. Yine de tatmin olmuş değildi, sistemde açıklar vardı. Geniş bir zaman dilimini kapsayan kaba tahminler yapmak istemiyordu, geleceği saniye hassasiyetinde görebilmeliydi. Burçlar, yükselen burçlar, evler, gezegenler ve açılarından oluşan sistem yetersiz kalıyordu. Aradaki boşlukları tamamlayacak ek veriler lazımdı. Uzun araştırmalar sonucunda iki yeni kavram geliştirdi: 1- Teğet Burçlar: Doğum anında annenin burç haritasının durumunun doğacak çocuğun burcuna etkisini belirledi ve bunu "teğet burç" olarak tanımladı. 2- Kesişen Paraleller: Jüpiter ve Satürn astrolojinin muhtemelen en etkin gezegenleriydi ve bunların her ikisinin de Mars'tan büyük iki uydusu vardı: Ganymede, Jüpiter'in uydularının en büyüğüydü; Titan ise Satürn'ün en büyük uydusuydu. Ganymede ve Titan'ın, belli bir zaman kesitinde, Jüpiter'e, Satürn'e ve de en önemlisi dünyaya göre konumu ve açıları bugüne kadar hiç hesaba katılmamıştı ve klasik astrolojinin muhtemelen en önemli açığı buydu. Bu yöntemin adını "Kesişen Paraleller" koydu çünkü paraleller yalnızca sonsuzda kesişirdi ve bu buluş ona sonsuz kapı açmıştı. Mevcut hâliyle bile son derece kompleks bir yapı oluşturan astrolojik haritalar, "teğet burçlar" ve "kesişen paraleller" kavramlarının da dâhil edilmesiyle daha da karmaşık bir hâl almıştı. Bilgisayar Mühendisliğinde üç yıl okumuş olması, programlamayı iyi bilmesi ve üstün zekası sayesinde Fuat, kendisinden başka hiç kimsenin kolay kolay altından kalkamayacağı devasa bir yazılım geliştirdi. Araştırılan kişinin ve annesinin doğum günü, yeri ve saati bilindiği zaman Ganymede ve Titan'ın pozisyonlarının da yardımıyla inanılmayacak hassasiyette tahminler yapmak mümkün olabiliyordu. Kısa sürede büyük bir ün kazandı, gazetelerde yazıları çıktı, konferanslar, dersler verdi. Burç haritasını çizdirmek isteyen müşterilerine en erken altı ay sonrasına gün verebiliyordu. Fuat'ın çok önemsediği bir tespiti vardı ve bunu her dersin sonunda öğrencileriyle paylaşırdı: "Doğru bir gelecek tahmini yaptığımız zaman aslında geleceğin kendisini de değiştiririz. Örneğin, belli bir tarih ve saatte kaza yapacağını öngördüğümüz bir müşterimiz, bu kazayı önleyebilmek için hayat akışını değiştirecektir ve büyük bir ihtimalle kaza gerçekleşmeyecektir. Bu durumda tekrar başa dönüp, tahminimizin etkisiyle değişecek geleceği de hesaba katarak düzeltilmiş yeni bir tahmin oluşturmamız gerekir. Yani zaman içinde ileri geri yolculuklar yapmalıyız. İşimizin en zor kısmı da budur." ************************ Rüya henüz kendisini Salih Bey'in evinde yaşamış olduğu ruh çağırma deneyiminin etkisinden kurtaramamıştı. Ahmet'in ruhunun kinetik gücü inanılır gibi değildi, âdeta ev sallanmıştı. "İyi misin" diye sorduğunda da "hayır" cevabını vermişti. Bu cevap ona çok dokunmuştu. Nasıl iyi olsundu ki, ne bekliyordu, burası çok eğlenceli mi diyecekti? Kafasından hiç çıkmayan bu düşüncelerle boğuşurken bir de akşam davetli olduğu Çırağan Sarayı'ndaki düğüne ne giyeceğinin kararını vermesi gerekiyordu. Hayat gerçekten çok zordu! Kız arkadaşlarından biri evleniyordu. Çok yakın değildiler ama nedense - muhtemelen acıdıkları için onu da çağırmışlardı. Düğün çok kalabalıktı ve büyük bir şıklık vardı. Bir aşamada damadın arkadaşlarından biriyle Rüya arasında bir yakınlaşma oldu ve gecenin sonuna kadar sohbet ettiler. Onur, uzun boylu, yakışıklı ve oldukça da kibar bir gençti. Rüya çok etkilenmişti. Ayrılırken hafta sonunda birlikte yemeğe çıkmayı teklif edince Rüya bir an duraksadı, Ahmet'in ruhunu hesaba katmamıştı, nasıl bir tepki gösterecekti? Salih Bey'i bir kez daha ziyaret edip emin olmalıydı. Onur'u da kaçırmak istemiyordu: "Hafta sonu bir iş yemeğim olabilir ama kesin değil, bir iki gün içinde netleşir sana haber veririm" dedi. Birbirlerine telefon numaralarını verip vedalaştılar. Parapsikolog Salih Bey, bir gün önce telefonda Rüya Hanımın sesini duyunca çok heyecanlanmıştı. Hayatında bu derece güzel ve etkileyici bir kadın görmemişti. Evet kendisine göre biraz gençti ama neden olmasındı, ruhlarla iletişim kurabilen etkili bir kişilikti. İlk görüşmelerinden beri yüzünün görüntüsü aklından çıkmıyordu. Acaba âşık mı olmuştu? Bu seansları uzatabilmek ve tekrar tekrar gelmelerini sağlayabilmek için elinden geleni yapacaktı. Düşüncelere dalmıştı ki kapı çaldı. Rüya Hanım'la iki kız arkadaşı içeri girip masadaki yerlerini aldılar. Loş ortam, mum kokusu ve Salih Bey'in tuhaf görünümü ürkütücüydü. "Umarım bugün son olur ve bir daha buraya adımımı atmam" diye düşündü Rüya. Salih Bey yine duasını okuyup Ahmet'in ruhuna seslendi, geldiyse üç kere vurmalıydı. Arkasından, masanın altına gizlenmiş küçük düğmeye aralıklı olarak üç kere bastı. Yaklaşık on saniye sonra üç güçlü vuruş duyuldu. "Hoşgeldiniz Ahmet Bey, Rüya Hanım'ın size soruları olacak" dedi Salih Bey. "Aslında tek bir soru soracağım" dedi Rüya ve devam etti. Bu kez Ahmet'in ruhuna hitap ediyordu: "Ahmet, biliyorsun seni sevdim; tahammül edemediğim kıskançlıklarına rağmen sevdim ve son gününe kadar yanında oldum ama sen ölmemiş olsaydın bile bu ilişki bitecekti, artık tahammülüm kalmamıştı…" "Rüya Hanım sorularınızın kısa olmasında yarar var" diye araya girdi Salih Bey. "Kusura bakmayın kısa kesemeyeceğim, hayattayken söyleyemediğim içimde kalmış ne var ne yoksa söylemek istiyorum." "Peki, buyrun o zaman." "Evet Ahmet, kim çekebilirdi sanıyorsun o baskıları, o sorgulamaları? Kim dayanabilirdi bunlara? Bıktım, tek kelimeyle BIKTIM! Bırak artık peşimi, genç bir kadınım, hayatımı yaşmak istiyorum. Kendin yaşamadın, bare yaşat!" Sonra biraz sakinleşmeye, sesini biraz alçaltmaya çalıştı ve devam etti: "Yeni bir çocukla tanıştım. Daha aramızda bir şey yok ama hafta sonu beni yemeğe davet etti. Seninle bir kez daha temas kurup iznini almak istedim. Bunu sana ve bu kadar yıllık ilişkimize saygımdan yapıyorum. Lütfen izin ver. Zaten biliyorsun sonsuza kadar manastır hayatı yaşayamam, bugün değilse yarın olacak. Lütfen izin ver bu yemeğe gideyim." Sözlerini bitirirken birer damla yaş iki gözünden aşağı doğru süzülüyordu. Salih Bey: "Ahmet Bey'in ruhu, eğer izin vermek istiyorsanız bir kere, istemiyorsanız iki kere vurun" dedi. Salih Beyin eli usulca masanın altına gitti ve düğmeye iki kere bastı. Ziya Bey rahat koltuğunda oturmuş gazete okuyordu. Oğluyla ilgili methiye dolu bir yazıydı, astroloji konusundaki yeni buluşlarından ve başarılarından söz ediliyordu. Ona karşı büyük haksızlık etmişti, dik başlılığı, dediğim dedikçiliği yüzünden biricik oğlunu yitirmişti. Acaba onu tekrar görebilecek miydi? Görür görmez ilk işi özür dilemek olacaktı. Biraz önce kısık sesli üç bip sesi duyup, okumasına ara vermiş ve süpürgesinin sapıyla tavana üç kere kuvvetlice vurmuştu. Şimdi ise iki bip sesi daha duyuldu. Ağır ağır yerinden kalkıp süpürgeye doğru yürüdü. Salih Bey'in verdiği talimatlara göre yaklaşık on saniye bekleyecek ve üç saniye aralıklı vuruşlar yapacaktı. Fuat, babasını düşündü. Herşeye rağmen özlemişti ihtiyarı. Eski kafalı, dik başlı bir adamdı ama onu büyütmüş olan babasıydı. Annesini de kaybettiği için tek başına kalmıştı adamcağız. Babasının haritasına bakmaya karar verdi. Belki böylece tekrar görüşmek için uygun bir zaman saptayabilirdi. Gerekli bilgileri girer girmez harita karşısında belirdi, tasarladığı yazılım oldukça hızlı çalışıyordu. Bakar bakmaz yüzü bembeyaz kesildi ve büyük bir telaşla telefonunu cebinden çıkardı…" Ziya Bey on saniye bekledi ve ilk vuruşu yaptı. İkinci vuruşu yapmadan bir, iki, üç diye sayıyordu ki telefonu çaldı. Oğlu arıyordu. "OĞLUM!" dedi yüksek sesle ve elinden süpürgeyi atıp telefona sarıldı. Açar açmaz: "Oğlum senden çok özür dilerim, bin kere özür dilerim" dedi titreyen bir sesle. "Baba, lütfen bırak özür dilemeyi ve derhal apartmanı terk et, orada çok kötü bir şey olacak. Çok çabuk, ACELE ET!" diye seslendi ve kapadı telefonu. Ziya Bey çok korkmuştu. Hızla kapıdan çıktı ve koşar adımlarla basamaklardan inmeye başladı. Salih Bey'in katında tek bir vuruş duyulmuştu ama aradan saniyeler geçmiş olmasına rağmen ikinci bir ses gelmiyordu. Rüya: "Galiba evet diyor" dedi. Salih Bey hareketsizdi: "Biraz daha beklememiz lazım" dedi. Birkaç dakika daha beklediler ama çıt çıkmadı. Sonunda Salih Bey de yelkenlerini suya indirdi: "Size hayırlı olsun, Ahmet Bey yemeğe çıkmanızı onayladı" dedi. Üç kız sevinçle birbirlerine sarıldılar, Salih Bey'in ücretini verip, koşa koşa indiler merdivenlerden. Salih Bey deliye dönmüştü. O da koşarak bir kat aşağı indi ve Ziya Bey'in kapısını yumruklamaya başladı. Bir yandan da: "Sayı saymayı bilmeyen alçak ihtiyar! Uğursuz adam! Çabuk aç kapıyı! Sana buraları zindan edeceğim, yaşatmayacağım seni burada" diye avaz avaz bağırıyordu. ************************ Fuat, tahminiyle kriz yaratmış ve yaratılmış olan krizi de tahmin edebilmişti. Krizi tahmin etmiş olmak krizin kaynağını oluşturmuştu ve oluşmuş olan krizi tahmin edebilmişti. Kriz tahmini yaratmış, tahmin de krizi yaratmıştı. Hayır, tam öyle değildi: Tahmin krizi önce yaratmıştı… ama kriz olmadan neyi tahmin edebilirdi ki… Krizin tahmini mi, tahminin krizi miydi… Yoksa… Ziya Bey cep telefonundan oğlu Fuat'ı aradı: "Oğlum sokaktayım, şimdi nereye gideyim?"