Ahmet İlhan - Hayatım Futbol

Transkript

Ahmet İlhan - Hayatım Futbol
8 Şubat 2013 -
Sayı 68
Bakkal değil,
mevsimlik işçi
Futbol Onun Kaderi
Ahmet İlhan
Güney Amerika’nın
parlayan yıldızları
Sombrero’lu
El Turco
Afrika’nın finali
Nijerya - Burkina Faso
M
I
T
A
Y
A
H
#68 F
L
O
B
T
U
Yayın Koordinatörü
İlker Yılmaz
Editör
Uğur Karakullukçu
Yazarlar
Alper Öcal
Emre Çelik
Emre Özcan
Erman Yaşar
Fırat Topal
Güner Çalış
Mustafa Demirtaş
Mesut Bakkal, Ahmet İlhan
Skibbe ile sezona başlayan Karabükspor, erken bir manevrayla
çok acı çekmeden Mesut Bakkal’ı takımın başına getirdi. Nam-ı
diğer Boncuk Mesut, Karabükspor’la harika bir uyum yakaladı, 4
büyük takımla deplasmanlarda oynadığı maçların 3’ünü kazandı
birinde berabere kaldı. İlhan Parlak ve LuaLua da öne çıksa da
Çarşamba akşamı ilk milli maçına çıkan Ahmet İlhan Özek’e de
ayrı bir paragraf açmak gerekirdi. Hayatım Futbol 68. sayısında
Ahmet İlhan Özek ve Mesut Bakkal’ı yakın incelemeye aldı.
Bu sayıda ayrıca; Arjantinli ‘El Turco’ Antonio Mohamed’i,
Roma’dan kovulan Zdenek Zeman’ı, Afrika Uluslar Kupası
finaline ön bakışı, Manisa’da ilk kez maç yapan A Milli Takımı,
İspanya’nın göz yummaya devam ettiği ırkçılığı, ara transferin en
pahalı yıldızlarını ve Arjantin’de sona eren Güney Amerika U-20
turnuvasındaki gelecek vadeden isimleri bulabilirsiniz.
Keyifli okumalar,
İlker Yılmaz
iletisim@hayatimfutbol.com
reklam@hayatimfutbol.com
#68
Bu Sayıda
Bakkal değil,
mevsimlik işçi
Zemanlandia’nın
sonu
Mesut Bakkal’ın tuhaf kariyeri
Roma’da Zeman dönemi bitti
Futbol onun kaderi
Kış ortasında
karpuz
Taze milli Ahmet İlhan Özek
Ocak 2013’ün en pahalı transferleri
Manisa’da ilk
milli maç
Türkiye’yi yerinde izledik
Kara Kıta’da
sürpriz final
Nijerya ile Burkina Faso finalde
Geleceğin
latin yıldızları
Güney Amerika U-20
Şampiyonası izlenimleri
İspanya’nın
kaybettiği savaş
İspanyolların kırık ırkçılık karnesi
Sombrero’lu El Turco
Meksika’da Türk lakaplı bir hoca
Acaip_VF_Smart2_210x297.ai
C
M
Y
CM
MY
CY
CMY
K
1
07.12.2012
20:43
İlker Yılmaz
Bakkal değil, mevsimlik işçi!
Bir zamanların gelecek vadeden teknik direktörü Mesut Bakkal, özellikle
sonradan geldiği kulüplerde fark yarattı, küme düşme endişesi taşıyan
takımların gözdesi olarak bir nevi ‘mevsimlik işçi’ görüldü. Şimdilerde ise
Karabükspor’la formunun zirvesinde.
Profil
Bir filmin mutlu sonla bitmesi veya bitmemesi
onun kalitesini nasıl ortaya koymuyorsa bazen
hayatta da mutlu sonla bitmeyen hikayeler
o bazı güzellikleri iz olarak bırakıyor. Bir
zamanların Denizlispor’unda futbolcu olan
‘Boncuk Mesut’, şimdinin teknik direktörü
Mesut Bakkal, özellikle sonradan gittiği
kulüplerde fark yarattı. ‘Gelecek vadeden’
bir teknik direktörken belki yanlış seçimler,
belki yanlış zaman ve yanlış insan olmanın
getirdikleri Mesut Bakkal’ı arka planda yer alan
sıradan hocalar sınıfına sokmaya doğru yelken
açtırmış olabilir lakin sezon başında gittiği
takımlarda dikiş tutturamayan Mesut Bakkal,
sonradan geldiği kulüpleri düzlüğe çıkarmakta
oldukça usta. Büyük ihtimalle kendisi de
durumun böyle olmasını istemiyordur ama
onun mekanı belli bir ‘bakkal’ değil de daha çok
ihtiyaç anında yardıma gelen ‘mevsimlik işçi’
sıfatına daha çok uyuyor.
HF
#
68
2005/06 sezonunda ilk dört maçta
sadece 2 puan alan ve gol dahi atamayan
Gençlerbirliği’nde teknik direktör Ziya Doğan
paltosunu alıp giderken, Ersun Yanal’dan
Ankara’ya kalan Mesut Bakkal, kırmızısiyahlıların başına geçiyordu. Başlarda
çekinceler olsa da sezon sonunda Gençlerbirliği
ligi averajla altıncı bitirdi ve Avrupa kupalarına
gitmeyi kıl payı kaçırdı. Sezona çok kötü
başlayan bir takımın, 41 yaşında ilk birinci
adamlığa soyunan teknik direktörüyle bu
başarıyı yakalaması takdir topladı. Ertesi
sezon da başarılı çizgisine rağmen 33. haftada
başkan İlhan Cavcav yardımcılarını göndermek
istedi, O ise kabul etmedi ve sezonun son maçı
olması nedeniyle bazı çevrelerce tartışılacak
istifa kararını verdi. O artık birçoklarına göre
gelecek vadeden bir teknik direktördü ama bu
aynı zamanda Bakkal’ın bir sezonda iki takım
çalıştırma serisinin habercisiydi.
2 takımlı sezonlar
2007/08 sezonuna Gaziantepspor’da giden
Mesut Bakkal, devre arası gelmeden kulüpten
ayrıldı. O sıralar Ankara’da ise düşme korkusu
vardı. 7-8 ay önce ‘Bakkal’ı bir daha takımın
başına getirmem’ diyen İlhan Cavcav, takımı en
iyi tanıyan isme, kendi deyimiyle ‘tükürdüğünü
yalayarak’ teklif götürdü. Kolay değil o sezon üç
hoca; Fuat Çapa, Reinhard Stumpf ve Bülent
Korkmaz gelmiş gitmişti. Bakkal’a gitmekten
başka çare yoktu ve Mesut Hoca tekrar kırmızısiyahlıların yolunu tuttu, Gençlerbirliği kümede
kaldı. Ertesi yıl da takımın başındaydı lakin
Gençler yine kötüydü, Mesut Bakkal istifa etti.
Birkaç ay sonra küme düşme korkusu yaşayan
Denizlispor’du. Mesut Hoca zamanında hem
Ersun Yanal’ın yardımcısı hem de futbolcu
olarak Denizlispor’a hizmette bulunmuş biriydi.
Üstelik bu kulüpte futbolculuk döneminde
‘Boncuk Mesut’ lakabını da almıştı. Horozlar o
sezon ligde kalmayı başardı ama Mesut Hoca
ile yollar ayrıldı. 2009/10 sezonuna Manisa’da
başladı, takım kötüydü, ayrıldı. Aynı sezon
küme korkusu yaşayan Sivasspor’a gitti. Sivas’ı
da ligde tuttu, yeni sezona da Yiğidolar’la
başladı ama takım yine kötüydü, ayrıldı. Aynı
sezon Ankaragücü’ne gitti ve orada da sezonu
bitirip görevi bıraktı.
Peri masalı yarım kaldı
Türk futbol tarihinin en enteresan sezonu
olan 2011/12 sezonunda Samsunspor yıllar
sonra Süper Lig’de mücadele ediyordu ama
şu sıralar Lazio’da fırtınalar estiren Petkovic
önderliğinde küme düşmeye doğru hızla
ilerliyordu. Samsunspor yönetimi Hırvat
hocayla geç de olsa yollarını ayırdı ve daha
önce Gençlerbirliği, Denizlispor ve Sivasspor’da
takımı ligde tutması isten ve bunu da başaran
Mesut Bakkal’ı göreve getirdi. Mesut Hoca çok
zor bir durumda almıştı kırmızı-beyazlıları. 23
maçta 17 puan toplayan ekip, Mesut Bakkal’la
çıktığı 11 maçta 19 puan topladı. Bu süre
zarfında destansı iki galibiyet aldığı Fenerbahçe
ve Beşiktaş maçlarını da unutmamak gerek.
Samsun’da Gekas attığı 3 golle sarı-lacivertlileri
yıkıp Samsunspor taraftarına kalan haftalar
için umut aşılarken, İnönü’de tadı damaklarda
kalan bir maç vardı. Pırıl pırıl güneşin olduğu
bir İstanbul ilkbaharında gündüz oynanan
mücadele kıran kırana geçmiş, her iki takım
inanılmaz goller kaçırmıştı. Son maça oldukça
umutlu girilse de Sivasspor’a kaşlı alınan
mağlubiyet Samsunspor’un düşmesini
resmileşti. Mucizeye 19 puan yetmemişti. Ama
Mesut Bakkal kendini tekrar ispat etmişti.
Profil
Bu sezonunun en iyisi
HF
#
68
Bu sezona ise Kardemir Karabükspor Skibbe
ile başlamıştı. Geçen yıl Eskişehir’deki başarılı
performansıyla kendini Bundesliga’da bulan
Alman hoca, Mavi Ateş’te oldukça kötüydü.
10 maçta sadece 2 galibiyet alan Skibbe
gönderildi. Karabükspor ise erken davranıp
Mesut Bakkal’ı takımın başına getirerek en
doğru işi yaptı.
Karabükspor’la 10 maça çıkan Bakkal,
Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor’u
dış sahada yendi, Beşiktaş’la da İnönü’de
berabere kalarak alkış aldı. Tam 19 puan
topladı. Puan ortalaması 1,90. Yani şu an
ligdeki en iyi ortalamaya sahip teknik direktör.
LuaLua, Ahmet İlhan ve İlhan Parlak’la korkunç
bir hücum gücü oluşmuş durumda. Sezon
başındaki pısırık Karabükspor’dan önene geleni
yıkan bir dozer ortaya çıktı.
Bir dönemin gelecek vadeden teknik adamı
Türk futbolunun çarpık yapısında kısa süre
içerisinde tabiri caizse ‘rotasyon’ sınıfına girdi.
Futbolu yönetenlerin icraatları pek tabi ki her
zaman sürprizlere gebe fakat Karabükspor ile
Mesut Bakkal oldukça uyuşmuş gözüküyor. İlk
Gençlerbirliği dönemi dışında başarılı bir sezon
başlangıcı olmayan Mesut Hoca, gelecek ne
gösterir bilinmez ama 2013/14 sezonuna bir
takımın başında başlamasında ve kendisini
artık bir kademe daha atmasında yarar var.
SezonTakımMaçPuanOrt.
2005/06Gençlerbirliği3049 (sonradan geldi)1,63
2006/07Gençlerbirliği3345 (başladı)1,36
2007/08Gaziantepspor1515 (başladı)1
2007/08Gençlerbirliği1417 (sonradan geldi)1,21
2008/09Gençlerbirliği99 (başladı)1
2008/09Denizlispor1623 (sonradan geldi)1,43
2009/10Manisaspor1818 (başladı)1
Profil
2009/10Sivasspor810 (sonradan geldi)1,25
HF
#
68
2010/11Sivasspor97 (başladı)0,77
2010/11Ankaragücü1116 (sonradan geldi)1,45
2011/12Samsunspor1119 (sonradan geldi)1,72
2012/13Karabükspor10*19* (sonradan geldi)1,90*
Tüm sezonlar
Toplam maç1842481.34
Son 3 takım32541,68
*: Sezon devam ediyor.
Mustafa Demirtaş
Futbol Onun Kaderi
Ahmet İlhan Özek
Uğruna büyük futbolcu olma
hayalinden vazgeçtiği o üniversitenin
sahalarında başlıyordu onun hikâyesi.
Ama sahip olduğu yetenek, bir gün
o vazgeçilen hayalleri tekrar geri
getirecekti!
Profil
Hem basketbolda hem de futbolda çok
başarılı olan Ahmet İlhan, beden eğitimi
öğretmenlerinin kolayca gözdesi olabilen
bir çocuktu. Ayrıca lise yıllarında oldukça
popülerdi büyük ihtimalle, zira o yaşlarda okul
turnuvalarında gol atmak, matematikten 100
almaktan çok daha dikkat çekici bir olaydı.
Ancak Ahmet İlhan sadece beden eğitiminden
5 getirebilen, tipik “maçlarda kösele
ayakkabıyla bile Neymar’a bağlayan ancak en
kıytırık sınavda dahi kopya için etrafını dürten”
öğrencilerden değildi. Başarılı bir çocuktu, bu
yüzden annesi onun futbol sahalarında heba
olmasına izin vermiyordu.
HF
#
68
Buraya kadar her şey “zamanında bıraksalar
beni, şimdi Alex’i keserdim ama işte…”
sözleriyle başlanan, kendilerince ‘kaybolmuş
yetenekler’in klasik hikâyesine oldukça
benziyor. Ama Ahmet İlhan’ın yolu daha farklı
çizilecekti. O futbolu bırakacak, ama futbol
onu bırakmayacaktı. Anadolu Üniversitesi
takımında golleriyle göz doldurunca birçok
kulübün dikkatini çekecek ve Bozüyükspor’la
profesyonel sözleşme imzalayacaktı.
Üçüncü kümeden, A Milli Takıma
20 yaş, futbol için çok geç bir profesyonel olma
dönemidir. Ahmet İlhan da bilhassa fizik olarak
bunun sıkıntısını çekecekti. Zira buradaki
hocaları ona “sen üç ay hiç topa dokunma,
fitness çalış” diyecek ve onu profesyonel
futbolcu seviyesine çekmeye çalışacaklardı.
Öyle de olacaktı zira; Ahmet İlhan annesine
verdiği “okuma” sözünü tutmuş olmanın
rahatlığıyla artık kendi hayallerinin peşine
düşecek ve bu uğurda basamakları yedişer,
sekizer atlayacaktı!
Öyle bir azimdi ki bu, sadece dört buçuk yıl
gerekiyordu Ahmet İlhan’a, sadece dört buçuk
yıl… Henüz profesyonel futbola yeni adım
atmış ve üçüncü küme için bile fizik olarak
yetersiz bir oyuncu olarak bakılırken, dört
buçuk yıl sonra Türkiye A Milli Takımından
davet alacaktı! Önce Bozüyükspor, sonra
küme düşen Manisaspor dar geldi onun
potansiyeline. Mesut Bakkal’ın Karabükspor’u
ile zirveye çok yaklaşan Ahmet İlhan’ın bu
“rüyası” yolu, artık büyük takımlardan birine
uzanacağa benzer. Hatta belki de Avrupa! Kim
bilir…
Yerli malı Suarez
Aslında onun yeteneklerine bakacak olursak,
bu hızlı çıkışın sebebini çok fazla ‘şans
faktörü’nde aramayız. Zira oldukça farklı
ve iyi bir oyuncudur Ahmet İlhan, özellikle
de top taşıma konusunda. Öyle ki “benim”
diyen herhangi bir kanat oyuncusunu, onunla
50 metrelik bir depar yarışına sokalım. Ama
Ahmet İlhan’ın bir handikabı olsun, onun
ayağına bir de top verelim… Yine de birçok
rakibini geride bırakabilir!
Ahmet İlhan bir dönem santrfor oynamışlığının
da avantajıyla, gol sezgileri yüksek bir oyuncu...
Bu durum onu kanatlarda oynadığı zaman bile
gole yakın tutan bir etken olabiliyor. Dripling
halindeyken de şık plaseler çıkarabilen Ahmet
İlhan, tipik her işi gören “komple hücumcular”
gibidir. Bir nevi Luis Suarez’dir mesela.
Kenardaki golcü
Dünya futbolunda bu tip oyuncular artık,
kullandıkları ayağın ters kanadında oynatılıyor.
Sadece “çizgiye insin, içeriye muz orta yapsın”
diye bir oyuncuya forma verme devri yavaş
yavaş ortadan kalkıyor. Kötü takımların bile
sert bir alan savunmasıyla, çok iyi santrforları
olan takımları çözümsüz bırakabildiği bugünün
futbolunda, kanatlarda oynayan oyuncuların
skora verdikleri katkı hayati önem taşıyor.
Profil
Daha önceleri santrfor ve daha çok sağ kanat
bölgesinde görev yapan Ahmet İlhan da “sol
forvet” rolünü üstlendikten sonra rakip kale
için çok daha tehditkar bir oyuncuya dönüştü.
Çünkü o bahsi geçen top sürme yeteneğiyle içe
kat edip, kaleyi çok iyi kullandığı sağ ayağıyla
görebilecek ve şut imkanları yakalayabilecekti.
Öyle de oldu. Ahmet İlhan ligimizde “kenardaki
golcü” modeline en yakın oyuncuların başını
çekiyor.
HF
#
68
Milli takımda neyi değiştirir?
Bir Tuncay Şanlı vardı, hatırlarsınız…
Hatırlamalısınız çünkü çok zaman geçmedi
üstünden. Üstelik o hala milli takımın en
golcü ikinci oyuncusu, hatta faaller arasındaki
en golcüsü. Oysa hiç santrfor olmadı milli
takımda Tuncay, ya da çok az oldu. Daha
çok 4-2-3-1’in kanatlarında bilirdik onu ama
bir şekilde tabelaya adını yazdırırdı, çoğu
da kritik gollerden oluşurdu. Çünkü rakip
savunmanın dikkati onun üzerinde değilken,
onun dikkati tam o sırada top ve kalede
olurdu; o zamanlamayı çok iyi bilirdi… Milli
takımın düşüş nedenlerinden biri de işte o
Tuncaysızlık… “Bir Hakan Şükür gelmedi”
hayıflanması sürerken aslında bir Tuncay’ın da
gelmediğini unutuyoruz.
Orta sahada kuru ve meraklı bir kalabalık,
taç çizgilerine dağılan iki kanat ve şeytan
taşlanırcasına top şişirilen, stoperlerin
kucağında kalmış bir santrfor… Bu haldeki
bir milli takıma karşı rakip savunmalar
sadece “sağlık sporu” yaparak bile pozisyon
vermeyebiliyor. Çünkü onları meşgul edecek
bir sürpriz isim daha çıkarılamıyor. İşte Ahmet
İlhan, o sürpriz çıkışları yapabilecek bir nevi
Tuncay etkisi yaratabilecek bir isimdir!
Profil
Belki Tuncay kadar fizik gücüne sahip değil,
hava hakimiyetinde de biraz geri kalabilir. Ama
top yetenekleri konusunda artıları çok fazladır
Ahmet İlhan’ın… Burak Yılmaz’ın çapraz
koşularını fırsata çevirip, o boşlukta direkt
kaleye akabilecek bir oyuncudur. Keza ters
taraftan gelecek bir ortada yine Burak Yılmaz’ı
paralel geçen top, onu es geçmeyebilir... Bu
bağlamda Ahmet İlhan, milli takım için her
şeyiyle “tamamlayıcıdır” aslında. O nedenle
HF
#
68
“farklı isimler de deniyoruz” kisvesi altında
sadece “özel maçların milli oyuncusu” gözüyle
bakmayıp, daha uzun vadeli düşünülesi bir
fırsattır.
Güner Çalış
Manisa’da ilk milli maç
Gittim, Gördüm, Yazdım
A Milli Takım Manisa’da ilk kez sahne aldı. Hayatım Futbol gitti, gördü, yazdı…
HF
#
68
Son 1 senede gittiğim tüm maçlarda tuttuğum
takımın yenildiğini hesaba katarak suçu biraz
da kendimde arıyorum. Ama elbet hepsi bana
ait değil. Fazla bir beklentiyle gitmediğimiz
maç hemen hemen beklenen şekilde, keyifsiz
bir şekilde sonuçlandı aslında.
Benim evin üniversiteye yakın olması
vesilesiyle şehrin girişinde, stadyumunsa şehrin
sonuna doğru olmasına rağmen 19.30 gibi yola
koyulduk -başlama saati 20.15’ti-. Otobüsle
gitgeli anca o kadar işte. İlgiyse beklenildiği
gibi yoğundu, A Milli Takımın burada oynadığı
ilk maç oluyor. Bunu maçı beraber izlediğim
Akhisarlı arkadaşıma sorduğumda, bana
İstanbul takımları geldiğinde bile stadın tam
dolmadığını söyledi. Dünkü maça gelirsek
tamamen dolu olmasının yanında koltuksuz,
ayakta duranlar, tek tük merdiven civarında
olanlar vardı. Demiryolunu geçip stada gelirken
yanımdan ‘maça girsek mi acaba’ muhabbeti
yapan ufaklar, bazı biletlilerin yerini alanlar da
sanırım onlardı. Bir klasik olduğu üzere saat 8
civarında hâlâ dışarıda 100’e yakın kişi gişeyi
beklediğinden, arka kapı açıldı ve bileti olan
olmayan oradan girmiş oldu. Bunlar arasında
ben de varım, yani parayı boşuna vermiş olduk
biraz.
Yoğun ilgi olacağı belli olan böyle maçlarda
bizim buralar sınıfta kalıyor; bu yazki
Galatasaray – Lazio maçında internetten
aldığımız bileti teslim almak için 5 saat
bekleyip en sonunda yerde bulduğumuz biletle
maça girmiştik. Biletlerin bittiği söylenen o
maçta karşı tribünün üçte biri falan boştu. Tabi
oradaki skandal, bir iki gişe açılmasında ve
elle yapılan işlemlerdeydi. Burada biraz stadın
koşulları gereği mecburiyet var; yani ancak bu
hızla geçiş yapabiliyor. Yine de böyle bir durum
var, belirtmeden geçemedim.
Çeklerin milli marşından hemen önce
Tarzan kapalı tribünde yerimizi almış olduk.
Maçın başlamasıyla eş zamanlı da oturma/
oturmama merasimi başladı. Başta söylediğim
gibi önümüzde ayakta duran abilere çözüm
bulunamayınca düzenli olarak önden arkaya
koltukların üzerine çıkmaya başladık. Neyse
ki ön koltuktaki ağabeyle biraz muhabbeti
kurduk da yalnızca ayağa kalkmakla -koltuğun
üzerine çıkmadan yani- yetindi. İkinci golün
öncesindeydi sanırım, “Bütün stat ayağa”
tezahüratı epey güldürdü.
Biraz kara tahta muhabbeti
Gittim, Gördüm, Yazdım
Felaket sezonlarda bir iki genç oyuncunun
parlaması gibi, konuşacak olumlu konular her
zaman çıkar. Hâlâ pek bir şeyin değişmemiş
olduğunu ve kötü giden süreçteki kazanımların
da fazla olmadığını görmek bu yüzden üzücü.
HF
#
68
Ortada zaten üstüne koyulabilecek sağlam bir
temel yokken üst üste gelen mağlubiyetler ile
takımın yolunda kötümser bir belirsizlik ortaya
çıkıyor. Abdullah Avcı’nın ilk zamanlarında
gözüken belli noktalardaki pres, topu kötü
de olsa savunmadan düzenli çıkarma isteği
gibi belli desenler sanki artık pek görülmüyor.
Selçuk’un bu maçtaki sorumluluk alışı bir
yana, Arda bağımlılığı ve eski tip alışkanlıkların
üzerine koyamamış bir takım tablosu var.
Bu yolun kaybedilme durumu bana Aston
Villa’nın bu seneki hikayesini hatırlattı, takip
edilen takım olunca, haliyle. Liverpool’da 3-1
kazanıp ardından 3 maç içinde gol atamadan
15 yiyen bir takım nasıl oluşabilir? Bir anda çok
fazla şey yapmak isteyen hoca, ama bu arada
hazır olmayan çok fazla şey ve ani güven kaybı
sonucu büyük bir dalgalanma; sonrasında oyun
kurgusunda doğan belirsizlik. Türkiye milli
takımı Portekiz’i 3-1 yenerken de Hollanda’ya
2-0 yenilirken de yetersizlikleri ve hoca
eleştirileriyle beraber bir şeyler ortaya koyabilen
bir takımdı. Söylemeye çalıştığım o ki, son
zamanlarda ileri gidilen konularda da artık bir
şeyler göremediğimiz. Bu durumda, basite geri
dönmek lazım.
Abdullah Avcı’nın artık karikatürize edilen
gurbetçi oyuncu tercihleri, hocanın sistem
takımı yaratma isteği ve eğitimini yurt
dışında almış oyuncuların bu iş için daha iyi
tercih olmalarıyla basit ve olağan şekliyle
açıklanabilir. Lakin milli takımlar düzeyinde
teknik direktör üzerinden yeni anlayışlar
getirmek, gerek çalışma süresi kısıtlılığı gerek
oyuncu havuzu darlığı sebebiyle kısa süreli
bir iş değil. Üstüne, bu gurbetçi oyuncuların
yerine geçtikleri oyunculardan bariz bir şekilde
daha iyi olmadıkları söylenebilir. Pek çok milli
takım başarıyı kendi liginde başarıyı yakalayan
sistem ve aynı takımda oynayan bir oyuncu
grubu üzerinden yürütüyorken bizim için
de başka çıkar yol görmüyorum. Bu pratik
olduğu kadar kendi başına da doğru. İspanyaBarcelona, Rusya-Zenit, 2002 Dünya KupasıTürkiye bir çırpıda sayılan örnekler. Bu kısa
vadeli bir çözüm planı olarak anlaşılmamalı.
Başarılı futbol yalnızca 4-2-3-1, 4-3-3 gibi favori
dizilimler üzerinden gelmiyor; ayrıca, sistem
getirme planı bunu doğrudan milli takım ilk 11’i
düzeyine yansıtma zorunluluğu içermemeli. En
azından şu an, ilk aşamada.
Gittim, Gördüm, Yazdım
4-4-2?
HF
#
68
Takımın 4-4-2 şablonu üzerinden oynaması
bence takımın mevcut sorunlarının pek
çoğunu törpüleyebilir. İki forvet oynayınca
gol makinesi olacağımız yok, lakin bu şekilde
takımın bütün olarak ileri çıkışları, geri gelişleri
ve oyunu hızlandırmasının iyiye gideceğini
düşünüyorum. Yeri bu yazı olmadığından
fazla uzatmayacağım fakat kısaca anlatmak
gerekirse aşağı yukarı şöyle. Çek Cumhuriyeti
ilk yarısında bir kez daha gözlendiği gibi, bu
şekilde 3 orta sahanın dizilmesi takımı ne
ileriye taşıyabiliyor, ne kanatlardan kontra
atak yapılabiliyor ve ayrıca çok önemli olarak
takım savunması daha geride başlıyor. Bunda
oyunu öne taşıyabilen unsurların azlığı kadar
belli oyuncuların yanlış şekilde kullanılması
da etkili. Klopp’un Nuri Şahin’in Liverpool’da
ofansif orta saha olarak oynamasına şaşırması
bir şeyleri açıklamalı. Nuri’nin ilk zamanlar
milli takımda da bu rolde denenmesi beni
fazlasıyla şaşırtmıştı. Halbuki takımın en
net sorunlarından biri geriden oyun kurma ve
oyun dengesini sağlamak iken Nuri’nin oyunu
geriden kurabileceği bir platform yaratmak
hem oyuncu hem takımın gelişimi için çok
önemli olacaktı. Bu şekilde Arda’nın üzerine
binen yük, yani oyun kurma rolü de asıl olarak
Nuri ve Selçuk/Emre’ye binebilir. Nuri’nin
yanında biraz daha öne oynayacak ve agresif bir
partnerle sağlıklı bir çift pivot oluşturulabilir ki,
Mehmet Topal’a biçilecek rol olarak savunmayı
üçlemekten başka bir şey göremiyorum.
Bahsettiğim, oyun kurulurken savunmayı
üçlemesi ve bekleri öne atması. Aksi takdirde
statik orta ikililer oluşturabiliyoruz.
İkinci bahsedilecekse yakalanacak uyum
ve aidiyet. Gerek sisteme gerekse takımın
kendisine aidiyet. Hamit, Selçuk, Arda,
Burak gibi takımın kilit isimleri kulüplerinde
bu şablon üzerinden oynuyorlar ve hatta
savunma hattını oluşturan Fenerbahçe’nin
Mönchengladbach karşısındaki oyununu dahi
hatırlatabiliriz. Arda’nın forvet arkasındaki
oyuncuyu oynayacağı zamanlar da olacaktır
ama esasında iki dörtlü blok olarak dizilmenin
ve bunu belli doğrularla yapabilmenin pek çok
kurgusal bozukluğu çözebildiği açık. Hodgson’a
veya Simeone’ye sorun.
Çek Cumhuriyeti’nin en iyi oyununu baskı
altında oynayabilen bizim hesap garip bir takım
olduğunu düşünürsek, eleme maçları öncesi
sanırım kazananı olmayan bir karşılaşma oldu.
Erman Yaşar
Kara Kıta’da Sürpriz Final
Afrika Uluslar Kupası
Fildişi Sahili, Gana gibi ekiplerin favori gösterildiği turnuvada Nijerya ile
Burkina Faso final oynayacak. Finalistlerin son durumlarına ve bugüne kadar
gösterdikleri performanslara göz attık.
HF
#
68
29. Afrika Uluslar Kupası’nda final zamanı
geldi çattı. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde
düzenlenen organizasyonda sürpriz bir final
var diyebiliriz, Nijerya- Burkina Faso. Grup
aşamasında aynı grupta yer alan iki takımdan
Burkina Faso grubu lider, Nijerya ise ikinci
kapatmıştı. Grupta oynanan mücadelede
iki takım 1-1 berabere kalırken Burkina
Faso beraberliği 90+4’te Alain Traore ile
kurtarabilmişti.
Çeyrek final aşamasında Nijerya, Fildişi Sahili’ni
kupanın dışına iterek büyük bir sürprize imza
atarken Burkina Faso da Togo’yu uzatmalarda
geçiyordu. Ancak o an için kupanın gol kralı
olan Burkina Faso hücumunun her şeyi Alain
Traore’nin sakatlanması ve turnuvayı kapattığı
haberi büyük bir şok yaratıyordu. Artık Burkina
Faso’nun hücumda kozları çok da fazla
olmayacaktı. Gözler Dagano ve Pitroipa’ya
çevrilmişti ki bu ikili hiç de yabana atılacak
oyuncular olmadıklarını Gana karşısında
gösterdiler. Birlikte taktik disiplin içinde iyi
bir takım kimliğine sahip olduğunu bir kez
daha gösteren Burkina Faso, turnuvanın
favorilerinden Gana’yı hem de geriye düştüğü
maçta penaltılarla eleyerek finale gidiyordu.
Diğer tarafta ise Nijerya beklenenden de rahat
bir biçimde Mali’yi teslim alıyordu. Hücumdaki
Victor Moses, Emmanuel Emenike ve Ideye
Brown üçgeni ile coşan Nijerya ilk yarıyı 3-0
önde kapayarak finale göz kırptıktan sonra
ikinci yarı da karşılıklı gollerle geçiliyor ve maç
4-1 sona eriyordu. Artık 29. Afrika Uluslar
Kupası şampiyonluğu için geriye iki takım
kalmıştı. C Grubu’ndan gelen iki underdog,
Nijerya ve daha da underdog olan Burkina Faso.
NİJERYA
Afrika Uluslar Kupası
GÜÇLÜ YÖNLERİ: Hücum hattı turnuvanın en
güçlü ekiplerinden biri. Emmanuel Emenike,
turnuvadaki durdurulması en zor forvet
oyuncularından. Sürati, bitiriciliği ve dağıtıcılığı
çok etkileyici… Keza Victor Moses için de aynı
sözleri söylemek mümkün. Chelsea’nin yıldız
oyuncusu şu ana kadar turnuvanın en değerli
oyuncularından biri. Rakip savunmaların
dengesini bozması, oyun zekası ve hücumdaki
sürükleyiciliği Nijerya adına çok değerli. Diğer
tarafta Ideye Brown belki Emenike ve Moses
kadar çok yönlü ve savunulması zor bir oyuncu
değil ama bu üçlünün uçta golle en rahat
buluşabilen ismi. Sezon boyunca Avrupa’da
kulüp performansı olarak da bitiriciliği ile dikkat
çeken Brown, Nijerya’nın hücum gücünü iyice
öldürücü kılıyor.
HF
#
68
Nijerya’nın bir diğer güçlü yönü ise oyunun
merkezindeki değerli silahları… John Obi
Mikel, Ogenyi Onazi ve Fildişi Sahili’nin fişini
çeken Sunday Mba gibi dinamik ve etkili orta
saha oyuncularına sahip Nijerya, günümüz
futbolunun en önemli noktası orta sahada da
gayet güçlü ve dengeli bir takım olarak ortaya
çıkıyor. Biraz yaratıcılık sıkıntısı çeken bir orta
saha yapısı olsa da dinamizmi ile bu açığı
giderebilen bir takım görüntüsündeler. Keza
Braga’lı sol bek Elderson Echiejile de takımın bir
diğer güç unsuru. Savunmadaki yeteneklerinin
yanı sıra kulvarını son derece etkili kullanabilen
ideal bir modern sol bek. Hücuma katkısı hem
oyun içinde hem de duran toplarda çok yüksek.
ZAYIF YÖNLERİ: Nijerya’nın savunması,
özellikle de savunmasının ortası yani
tandemi finale gelen bir takım için hayli zayıf.
Yobo’nun bir kısım söylentilere göre teknik
direktör Stephen Keshi ile bozuk olan arası ve
bizim bildiğimiz kadarıyla da hafif sakatlığı
nedeniyle ilk 11’de yer almadığı takımın
savunma göbeğinde Den Haaglı Kenneth
Omeruo ve Sunshine Starslı Godfrey Oboabona
forma giyiyor. İkisi de savunmayı gözünüzü
kapalı emanet edebileceğiniz güveni size
verebilen oyuncular değil ve Nijerya zaman
zaman savunma göbeğinden çok rahatlıkla
delinebiliyor.
KİM YILDIZLAŞIR? Victor Moses ve Emmanue
Emenike’den birini ayırıp buraya yazmak her
ne kadar diğerine haksızlık olacaksa da turnuva
dışından beri Nijerya’nın skor yükünü istikrarlı
olarak çekişi, rakip yarı alanda ele avuca
sığmayışı ve bazuka gibi şutlarıyla şu anda
turnuvanın gol kralı olan bir dönem ligimizden
de tanıdığımız Emmanuel Emenike finalin de
Nijerya açısından en büyük yıldız adayı.
BURKİNA FASO
Afrika Uluslar Kupası
GÜÇLÜ YÖNLERİ: Burkina Faso turnuvadaki
birçok takımın aksine bu hattı güçlü, burası
zayıf diyebileceğiniz bir takım değil. Tıpkı bir
önceki Afrika Uluslar Kupası’nın şampiyonu
Zambiya gibi en büyük yıldızları takım oyunu
ve taktik disiplin. Elbette takımın uluslarararası
anlamda diğerlerine oranla daha kariyerli ve
tecrübeli oyuncuları var ama takımın ana
karakteri Belçikalı teknik adam Paul Put
önderliğinde ortaya çıkan takımdaşlık ve
saha içi birliktelik. Finale kadar bunu ortaya
koyarken Alain Traore ve Jonathan Pitroipa
gibi klas ayaklardan da büyük katkı almışlardı.
Ama finalde biri sakat, biri cezalıyken hücum
opsiyonları çok kısıtlanacak.
HF
#
68
ZAYIF YÖNLERİ: Aslında Burkina Faso’nun
ideal kadrosu ile çıkabileceği bir finalde tıpkı
çok keskin bir güçlü yönü olmadığı gibi çok
keskin bir zayıf yönü de olmazdı. Gelgelelim
grup aşamasında takımın en etkili hücumcusu
Alain Traore’nin turnuvayı kapatmasının
ardından yarı finalde haksız bir sarı kart
sonucu hücumda takımın tüm hareketliliğinin
kaynağı olan Jonathan Pitroipa’nın da cezalı
duruma düşmesi, final öncesinde Burkina
Faso hücumu için ciddi soru işaretleri yaratıyor.
Gerçi Pitroipa’nın haksız sarı kartı için iptal
başvurusu yaptılar ama böyle bir karar çıkma
ihtimali yine de düşük görünüyor. Takımın
hücumunun yüzde 90’ını teşkil eden bu iki
klas adam yokken Burkina Faso hücumu final
seviyesinde zayıf kalıyor.
KİM YILDIZLAŞIR? Burkina Faso için kim
yıldızlaşırdan ziyade kim yıldızlaşmak zorunda
diye sorabiliriz bu soruyu. Hücumda bu kritik
eksikler varken takımın ileri uçtaki en önemli
ve en tecrübeli golcüsü olan 32 yaşındaki
Mamouni Dagano’nun performansı çok
belirleyici olacak. Daha once 60 milli maçta 24
gole imza atan forvet hem tecrübesi hem de
soğukkanlılığıyla sürpriz finalistin şampiyonluk
hayalleri için müthiş kilit bir noktada duruyor.
Uğur Karakullukçu
Kış Ortasında Karpuz
Yazın nimetlerinden kış döneminde faydalanmak isteyenler karpuz bile yiyebilir,
ama fiyatı da ona göre elbette… İşte kış transfer döneminde canı ‘karpuz’
çekenler ve ödedikleri bonservis bedelleri.
Transfer
Lucas (Sao Paulo > Paris SG):
HF
#
68
Transferi önceden kesinleşmiş olabilir ancak Lucas Moura, astronomik bonservis bedeliyle Ocak 2013’te
Fransa devinin yolunu yeni tuttu. Brezilya’nın en parlak yetenekleri arasında gösterilen 20 yaşındaki
Moura için Sao Paulo’ya 40 milyon avro ödeyen PSG, ondan çok şey bekliyor. Santos’un süper yıldız
adayı Neymar’la sık sık karşılaştırılan Lucas için Paris de yeni bir sınav niteliğinde. Manchester United’ı
reddettiğini defalarca vurgulaması ilerleyen yıllarda ona hatırlatılacak mı, yoksa potansiyeline ulaşıp bir
süper yıldız mı olacak, göreceğiz.
Willian (Shakhtar > Anzhi):
Brezilya’nın önde gelen yeteneklerinin önce Avrupa’nın doğusuna transfer olmasına alışmıştık.
Başarılı olduktan sonra Avrupa’nın üst düzey ekipleri yerine daha doğuya gidene ise pek
rastlamamıştık. Chelsea’nin ısrarla isteyip alamadığı Willian, Lucescu’nun tüm ısrarlarına karşın
kariyeri yerine parayı seçti ve Anzhi saflarına katıldı. Bonservis bedeli 35 milyon avro. Avrupa’nın
en iyi ofansif orta sahalarından biri olarak gösterilen 24’lük Brezilyalının tercihi Avrupa dengelerinin
değiştiğinin yeni göstergesi.
Mario Balotelli (Man City > Milan):
Inter’de Milan formasını sırtına geçirecek
kadar cesur ve deli oluşundan medyanın ona
olan ilgisinin kariyeri boyunca bir an olsun
eksik olmayacağı belliydi. Çok değil, mavisiyahlılardan ayrılışından sadece iki yıl sonra
arzuladığı kırmızı-siyahlı formayı giydi. Milan’ın
da onun gibi bir yeteneğe ihtiyacı vardı. İlk
maçında da biri penaltıdan iki gol kaydetmeyi
başaran Mario için mali sıkıntılara karşın Mario
için 20 milyon avroyu gözden çıkaran Milan’ın
ondan çok şeyler beklediği ortada…
Taison (Metalist > Shakhtar):
Biri gider, biri gelir… Mircea Lucescu’nun
Shakhtar’ı, Willian’ın gideceğini öngörerek
tabiri caizse eşeği sağlam kazığa bağladı ve
yurt içinden en gösterişli oyunculardan biri
olan Taison’a tam 15,2 milyon avro sayarak
kadrosuna kattı. Metalist’teki performansıyla
büyük dikkat çeken 25 yaşındaki Brezilyalının
vatandaşı Willian’dan boşalan sol tarafa
yerleşmesi bekleniyor.
Alexander Pato (Milan > Corinthians):
Transfer
Balotelli’nin finansmanını sağlayan transfer...
Henüz birkaç ay önce PSG tarafından ısrarla
istenen, 30 milyon avroluk tekliflerden
bahsedilen Pato, Brezilya’ya dönmek
isteyince Milan 15’e razı oldu. Uzun süredir
sakatlıkların pençesinde olan 23 yaşındaki
yetenek, kendini tekrar ispatlayarak 2014
Dünya Kupası’nda yerini ayırtmaya çalışacak.
HF
#
68
Daniel Sturridge (Chelsea > Liverpool):
Chelsea’nin parlak yaz transferleri sonrası
istediği rolü alamayan ve sözleşmesinin sezon
sonu bitmesi sebebiyle eli güçlenen Sturridge,
15 milyon avroluk bonservis karşılığı Liverpoollu
oldu. İngiliz oluşu sebebiyle Kırmızılar’ın
Adalı kontenjanına da katkı veren Sturridge,
yaptığı başlangıçla Suarez’in yardımcılığına
soyunacağının sinyallerini verdi bile.
Chris Samba (Anzhi > QPR):
Herkes gider Mersin’e, QPR gider Anzhi’ye… Paralı transferlerin adresi Anzhi’nin kapısını çalıp 15
milyon avroluk teklifle Samba’yı Premier League’e döndüren QPR, oyuncuya da haftalık 100 bin
pound vererek devre arasının en absürt transferlerinden birine imza attı. Mali disiplin konusunda
kayışı koparan QPR’ın ligde kalmak için Samba’nın iyi performansına ihtiyacı var.
Yann M’Vila (Rennes > Rubin Kazan):
Çok genç yaşta yaptığı büyük çıkışla Fransa
A Milli Takımı’na terfi eden, adı Ada
devleriyle anılmaya başlanan M’Vila, bir türlü
gerçekleşmeyen transferi, saha dışı sorunları
ve formsuzluğuyla Rennes’de gözden düştü
ve kadrodan kesildi. Yaz dönemi Arsenal’e
transfer olamayınca piyasası düşen M’Vila, kış
döneminde 12 milyon avro karşılığı Kazan’ın
yolunu tuttu.
Wilfried Zaha (Crystal Palace > Man
United):
Transfer
Arsenal’in uzun süre istediği Zaha, bir transfer
krizine yol açmasının ardından olaylı bir şekilde
Manchester United’a imza attı. 11 milyon 750
bin avro gibi hatırı sayılır bir bonservis bedeline
karşın Palace taraftarları onun ayrılığından
memnun olmazken, Zaha bu potansiyelini
Sir Alex Ferguson önderliğinde performansa
dönüştürmeye çalışacak.
HF
#
68
Mateo Kovacic (Dinamo Zagreb > Inter):
Yetiştirdiği genç yetenekler henüz 20 yaşına
dahi gelmeden kapışılan Dinamo Zagreb
altyapısının son mezunu Kovacic, 11 milyon
avro karşılığında Interli oldu. Mavi-siyahlılar
bir başka Hırvat yetenek Marko Livaja’yı ise
Atalanta’ya tecrübe kazanması için kiralarken,
teknik patron Stramaccioni’nin Kovacic’i
geleceğin Inter iskeletinde düşündüğü
söyleniyor.
Emre Özcan
Zemanlandia’nın Sonu
İtalya
Zdenek Zeman yine sıradışı bir takım oluşturdu ancak kaderi değişmedi. 65
yaşındaki teknik adam görevinden ayrıldı ve Roma’da Zemanlandia devri bitti.
HF
#
68
Geçtiğimiz sezon Pescara’yla Serie B’de
gösterdiği büyük performans sonrası kendisini
1990’ların sonundaki şatafata benzer bir
şekilde Roma’da bulan ve belki de son büyük
takım denemesini keyifle yapan Zeman,
kariyerinin büyük bir bölümünde olduğu gibi
bir kulüple daha sezon bitiremeden görevden
alındı. Takımdan kovulmasına sebep olan
nedenler yine benzer fakat ikinci Roma devri
gösterdi ki kendisi kabul etmese de Zdenek
Zeman değişmeye çalıştı fakat takımı bunu
başaramadı.
Kızılyıldız’daki başarısızlığı sonrasında
futboldan iyice uzaklaşan ve artık ilgisini golfe
verip sakin bir hayatı seçen Zeman’ın kaderi
aslında bir davet sırasında tanıştığı Pescara
başkanından gelen telefonla değişti. Teknik
direktörsüz kalıp Çek teknik adama sarılan
Daniele Sebastiani, bu pratik düşüncesinin
karşılığını Serie A’ya çıkan takımıyla aldı.
Pescara’da Marco Verratti, Lorenzo Insigne
ve Ciro Immobile başta olmak üzere nüvesi
yetenekli gençlere dayalı bir kadroya istediği
futbolu oynatmayı başaran Zeman’ın işiyse
bir sonraki aşamada elbette o kadar kolay
görünmüyordu.
Mantıklı seçim
Zeman’ın Roma tercihi tartışmalı ama anlaşılır.
90’lı yılların sonunda gelmeyi başardığı Roma,
kariyerinin zirvesiydi ve 65 yaşındaki bir adam
için bir daha böyle bir fırsat gelmeyebilirdi.
Pescara’daki gençlere üşüşen büyük kulüplerle
orada bir devamlılığı sağlamak da mümkün
görünmüyordu ve Verratti başta olmak üzere
oradaki yeteneklerin hepsi Serie A ve dışarı
dağıldı. Kaldı ki Pescara’daki performansı
süresince üç merkez forvetli klasik 4-3-3’ünden
biraz vazgeçtiği görülen, savunma önünde
günün modasına uygun teknik bir ayak
kullanarak oyunu merkezden kuran ve her
zamanki gibi pas oyunuyla fazla ilgilenmeden
direkt gole giden, presçi bir takım yaratan
Zeman’ın bir üst kademede yeni tonuyla
başarılı olma ihtimali de vardı.
İtalya
Yine savunma problemi
HF
#
68
Ama olmadı. Futbol fikrini daima oyuncuların
ve taraftarların istediği, en çok hoşlandığı
mantalite yani hücum üzerine kuran Zdenek
Zeman’ın sisteminde ortaya çıkan nüanslar,
profil düşüren Serie A’da da yeterli değildi.
Savunma çizgisini eskisi kadar öne çekmiyor,
zaman zaman takımı maçların belirli
periyotlarında geriye yaslanarak oynamaya
çalışıyordu. Bunda sezon başından beri fazla
gol yiyen Roma’da savunma eleştirilerinin
katkısı kuşkusuz çoktu. Zdenek Zeman da Luis
Enrique’nin en çok düştüğü hatalardan biriyle
savunmada doğru kurguyu bulmak için çok
fazla deneme yaptı ve bu da stabil olamayan
bir Roma savunması ortaya çıkardı. Sezona
kötü girişten sonra özellikle genç Brezilyalı
Marquinhos’u iki bekte de denedikten sonra
tandeme, Leandro Castan’ın yanına monte
eden hoca doğru ikiliyi buldu. Castan’ın önde
hamleli adam kontrolüyle Marquinhos’un
merkez orta saha orijininden gelen muazzam
top tekniği güzel bir ikili oluşturdu ve savunma
eleştirileri Kasım ayında tempoyu düşürmeye
çalışan bir Zeman ortaya çıkardı.Fakat Roma
bir türlü stabil bir oyun anlayışına erişemedi ve
ana mantalite zamanla tekrar takıma hakim
oldu. Zincirleri kırılmadan tutmak bir Zeman
takımı için elbette pek kolay değildi.
De Rossi ve sorunlar
Francesco Totti’nin Roma efsanesi olması
ya da Erik Lamela’nın takımın en büyük
potansiyeli olduğu doğru saptamalar olabilir
ama Roma’nın en değerli futbolcusu çok uzun
süredir Daniele De Rossi ve Zeman’ın onunla
olan netameli ilişkisi de takımın futbolunu
ziyadesiyle etkiledi. Orta sahada yeni transfer
Michael Bradley’ye çok güvenen ve bunun
karşılığını da alan Zeman, Amerikalı oyuncunun
yanında ağırlıklı olarak 22 yaş altı üç oyuncu
Pjanic, Tachtsidis ve Florenzi’yi tercih etti.
Daniele De Rossi’nin aldığı süreler kısıtlandı
ve Zeman bu durumu İtalyan oyuncunun
kendisini takımın içinde görmemesiyle açıkladı.
De Rossi için her zaman çok önemli diyen hoca
buna karşın oyuncuya takım içinde böyle bir rol
biçemedi. Bu, fazlasıyla ham orta sahası, pas
oyunuyla fazla ilgilenmese de direkt futbolu
ve oyunu karşı alana yıkmak için sürekli topu
isteyen ana plan için büyük bir problemi de
beraberinde getirdi. İlk 23 hafta içinde Roma
orta sahası ligin en az top kazanan üçüncü
takımıydı ve Roma’nın futbol gerçeğini direkt
bir şekilde tehdit ederek ekibi zayıflatan bu
durumun önüne bir set çekilemedi.
İtalya
Gençler bu sefer yaktı
HF
#
68
Doğruluğu tartışmaya fazlasıyla açık olabilir
ama Zdenek Zeman’ın genç fetişinin altında
gerçek bir futbol düşüncesi yatar. Çek teknik
adam fazlasıyla aykırı isteklerle bezeli
sisteminin henüz yaş, kemikleşmemiş genç
beyinler tarafından daha çabuk kavranacağını
ve ihanete uğramayacağını düşünür. Pescara’da
Serie B’nin kanıksanmış kurtlarıyla değil de
fazlasıyla genç bir çekirdekle son yılların en
aykırı takımlarından birini yaratmasında bunun
etkisi kuşkusuz büyüktür. Zeman Roma’da
da ana rotasyonu tamamen gençleştirdi.
Savunmada 18 yaşındaki Marquinhos’la birlikte
iki bek Piris ve Dodo, orta sahada Pjanic,
Tachtsidis, Florenzi üçlüsü, hücum hattındaysa
Erik Lamela, Mattia Destro. Deneyimin ve
taktik bilgi/olgunluğun her zaman geçer akçe
olduğu bir ligde bunu denemek kuşkusuz
büyük bir riskti ve Zeman bu denemesinin
karşılığını Pescara’nın aksine istediği şekilde
alamadı.
Vasata dönüş
Zdenek Zeman kovulduğunda Roma 49 golle
beklendiği gibi Serie A’nın en golcü takımıydı.
Ama Juventus’un 48, Napoli’nin de 45 gol attığı
23 haftalık periyotta bunun nasıl bir hücum
başarısı olduğu elbette tartışmalı. Yenen 42
golse Serie A’nın en zayıf takımı Pescara’dan
sonra ligin en kötü ikinci savunmasını ortaya
çıkardı ve böyle bir performansla zirvede
Şampiyonlar Ligi hedefini tutturmak bile
pek mümkün değildi. Zeman’ın takımı
başarısız mı? Buna evet cevabını düşünmeden
vermek mümkün olabilir ama kulübün son
iki sezonu, transfer dönemleriyle birlikte
ele alındığında beklentilerin biraz yüksek
tutulduğunu söylemek de pek aşırılık sayılmaz.
Oyuncularından çokça yapamayacağı şeyler
istemesiyle ve bezdirici antrenman sistemiyle
şöhret yapan Zeman’ın söz geçirmesinin pek
mümkün olmadığı orta-üst seviyeli oyuncularla
bezeli zirve takımlardan ziyade düşük profilli
ekipler hoca için hep daha doğru oldu (Foggia,
Avellino, Pescara) ve muhtemelen bundan
sonra da öyle olacak. Zeman’ı bir daha Serie
A’da görecek miyiz? Buna evet cevabını vermek
sahip/başkan modelleriyle teknik adamlar
konusunda çok daha sabırsız İtalya’da pek
kolay değil. Ama Zeman açıkladığı gibi istifayı
kesinlikle düşünmüyor. Belki biraz daha golf ve
aileyle geçecek birkaç yıl sonrasında kendisini
bir başka tesadüfle tekrar buralarda görürüz.
Oynattığı keyifli futbolla bunu dilemek bir
futbolsever için normal olan ama özellikle
Fenerbahçe’yle birlikte başlayan ve son 13
yılda hiçbir kulüpte ikinci seneyi göremeyen
Zeman’dan patronların diledikleri de biraz
farklı ve onların da haklılık payını es geçmemek
gerekiyor.
Emre Çelik
İspanya’nın kaybettiği savaş
İspanya
“Bütün insanlar eşittir ama bazıları daha da eşittir.” Daha kötüsü ise bazı insanların
kendilerini daha fazla eşit zannetmeleridir. Tıpkı ırkçılık vakalarında olduğu gibi...
HF
#
68
Pazar günü Atletico Madrid ve Real Betis
arasında oynanan müsabakanın ardından
Vicente Calderon tribünlerinde Joel Campbell’a
yönelik yapılan ırkçı saldırının ardından ne
RFEF, Atletico Madrid’e herhangi bir ceza
verdi, ne bu olay gazetelerde sayfalarca
yer aldı. Fakat bu durum İspanya için çok
da sıra dışı değil. Hatta, İspanya’da ırkçılık
için yapılabilecek en iyi tanımı Bernabeu’da
oynanan El Clasico’da kendisine yapılan ırkçı
saldırının ardından Dani Alves yaptı: “Irkçılık,
İspanya’da kaybedilmiş bir savaştır.”
Haklıydı da... Samuel Eto’o, Emmanuel
Adebayor, Marcos Senna, Jimmy Floyd
Hasselbaink, Christopher Ohen, Romario ve
Jose Luis Chilavert gibi onlarca isim tribünlere
karşı giriştiği bu savaşı daha önce defalarca kez
kaybetmişti.
Eto’o denedi ama…
Samuel Eto’o, 8 sene boyunca muhtelif
stadyumlarda maruz kaldığı ırkçı tezahüratların
ardından Şubat 2005’te La Romareda’da
oynanan maçta taraftarın maymun sesi
çıkarmasından dolayı patlayarak “buraya
kadar” diyerek maçı terk etmek istemişti.
Maçın hakemi Esquinas Torres, Eto’o’yu
son anda ikna etmeyi başardı. Hatta olay,
Barcelona maçı olmasının da etkisiyle,
alışılmışın dışında yankı uyandırdı. Eto’o, “La
Romareda 1 sene kapatılmalıydı” dese de
RFEF, 9 bin avroluk sembolik bir ceza kesti.
Dahası Diego Milito başta olmak üzere birçok
isim Eto’o’yu olayları abartıp ortamı gereğinden
fazla gerdiği sebebiyle suçladı. Hâl böyle olunca
da Eto’o da bu savaşı, en azından İspanya’da
kaybettiğini anladı. İşin İspanya açısından daha
çirkin yanı ise Eto’o’nun İtalya’da ırkçı saldırıya
uğramasının ardından İspanyol medyasında yer
alan “Orada da oluyor” temalı suçu suçla örtme
haberleri oldu.
Eto’o’ya La Romareda’da yapılan saldırıda
dikkatleri çeken başka bir olay ise Kamerunlu
santrforun tribünlere, Zaragoza’nın siyahi
stoperi Alvaro’yu işaret ederek “Sizin de siyahi
oyuncunuz var” mesajı vermek istemesiydi.
Fakat Eto’o bunun işe yaramayacağını Camp
Nou’da Osasuna forması giyen Pierre Webo
aleyhine yapılan saldırıda açıkça öğrenmişti.
Dahası Eto’o aynı zamanda savaşı kaybetmekle
kalmadı, diğer birçok isimde olduğu gibi
savaşta yenik düşmek Eto’o’nun İspanya’da
olaya bakış açısını da değiştirdi. O dönem milli
takımın başında bulunan Luis Aragones’in Jose
Antonio Reyes ile yaptığı ve Thierry Henry’ye
ten renginden dolayı hakaret, hatta küfür ettiği
konuşmasının basına sızmasının ardından
Eto’o, eski hocası Luis Aragones’e sahip
çıkacaktı. Çünkü bu durum İspanya’da oldukça
normaldi, hatta olması gerekendi. Aragones’in
sözleri ırkçılıktan muzdarip Eto’o’ya göre bile
ırkçılık sayılmadı. RFEF ise olaya ‘UEFA el
atmasın’ mantığıyla 3 bin avroluk sembolik bir
ceza kesti.
Kamerunlu yıldız Samuel Eto’o, İspanya’da
ırkçılık mağduru olan isimlerin başında
geliyor.
İspanya
“Madrid’de zenci istemiyoruz”
HF
#
68
Eto’o’nun ırkçılıkla sürdürdüğü savaşta
yenik düşmesi her ne kadar acı olsa da
ırkçılık, İspanyol taraftarlarının sadece rakip
takım oyuncusunu oyundan düşürmek için
başvurulan bir yöntem değil. Real Madrid’in
aşırı milliyetçiliğiyle tanınan meşhur taraftar
grubu Ultra Sur’un kendisine yaptığı ırkçı
saldırının ardından “Samuel Eto’o gibi benden
çok daha büyük kariyere sahip isimler bile
bunun önüne geçemezken ben hiçbir şey
yapamam” diyen Emmanuel Adebayor, bunu
direkt olarak yaşayanlardan. Ultra Sur’un
tarihteki tek hedefi de Adebayor değil. Grup,
Luis Cunningham ile başlayıp günümüze kadar
süren dönemde defalarca kez kendi oyuncularına
da çirkin bir biçimde saldırmaktan çekinmedi.
Ultra Sur, 1995’te transfer edilen Freddy Rincon
için Santiago Bernabeu’ya “Madrid’de zenci
istemiyoruz” pankartı asarak oyuncunun 1 sene
sonra deyim yerindeyse kaçmasını bile sağladı.
Paraguay’ın ünlü kalecisi Luis Chilavert de
İspanya günlerinde ırkçılığa maruz kalmıştı.
En azından 90’larda Oladimeji Lawal,
Christopher Ohen, Mutiu Adepoju ve Felix
Dja Ettiene’in başına geldiği gibi, siyahi
oyuncuların takım arkadaşları tarafından bile
hastalıklı bir gözle yaklaşıldığı dönem geride
kalmış durumda ama Ultra Sur da örneklerden
anlaşılacağı üzere tek değil. Eto’o’ya maymun
benzetmesi yapan La Rosaleda ahalisinin kendi
oyuncuları Jose Luis Chilavert’e saldırması
ve Javier Clemente’nin Real Sociedad’ı
çalıştırdığı dönemde oyuncusu Victor Bonilla’yı
aşağılaması başta olmak üzere bu tip örnekler
de La Liga tarihinde fazlasıyla mevcut.
İspanya
İşin bir seviye daha mide bulandıran kısmı
ise İspanya’da top koşturmuş bazı siyahi
oyuncuların bile diğer siyahi oyunculara
yapılan ırkçı saldırıda bulunan spesifik kişi ve
grupları desteklemesi. Tıpkı 2005’te Santiago
Bernabeu’da oynanan Racing Santander
maçının ardından Ultra Sur’un lideri Jose Luis
Ochaita’ya formasını hediye eden Roberto
Carlos’ta olduğu gibi. Roberto Carlos, dönemin
Madrid Göçmen Bürosu Müdürü Tomas
Vera’nın “ırkçı manyak” olarak nitelendirdiği
Jose Luis Ochaita’ya forma hediye etmesinin
ardından “grubun ırkçı olduğunu bilmiyordum”
gibi pek inandırıcı olmayan bir özür dilese
de sabıkasında yer alan tek olay da bu değil.
Paraguay ile oynanan bir maçta Jose Luis
Chilavert’i de ırkçı bir dille aşağılayan Carlos,
FIFA tarafından da bu olaydan dolayı 3 maç
cezalandırılmıştı.
HF
#
68
Irkçılığa göz yumuluyor
Bütün bu vakalarda ceza vermesi gereken kurum
olan RFEF ise ırkçılık suçundan dolayı ceza
alan bir kurumun ötesine pek de geçememiş
durumda. Tıpkı UEFA’nın, EURO 2012’de İtalya ile
oynanan maçta İspanyol taraftarların Balotelli’ye
yönelik ırkçı tezahüratlarının ardından verdiği 20
bin avroluk cezada ve FIFA’nın 2004’te İngiltere
ile oynanan ve Shaun Wright-Phillips başta
olmak üzere bazı oyuncuları hedef alan saldırının
ardından RFEF’i kınamasındaki örneklerinde
görüldüğü gibi... Zaten geçtiğimiz sezon Cornella
El Prat’ta tribünlerin Dani Alves’e maymun
benzetmesi yaptığı çirkin saldırının ardından
Espanyol Başkanı Ramon Condal’ın bütün
dünyanın televizyonları başında duyduğu bu
olay hakkında “Ben bir şey duymadım. Aksine
taraftarlarımız muhteşemdi” açıklaması da
taraftarların yanında futbolu yöneten isimlerin de
ırkçılığa bakış açılarını, daha doğrusu ırkçılığı yok
saymalarını, özetler nitelikte.
Yönetim kademesinin yanı sıra basın için de
aynı şeyler hemen hemen geçerli. Marca başta
olmak üzere neredeyse bütün medya organları,
zamanında Luis Aragones’e verdiği destekle bunu
ortaya koydu. Bir başka örnek ise olayın İspanya
için vahametini, sadece söz konusu İspanya
Milli Takımı olduğu zaman ırkçılığın maruz
görülmediğini ortaya koyuyor. Eski bir Real Madrid
efsanesi Michel’in televizyonda yorumculuk
yaptığı dönemde siyahi oyuncular maç esnasında
hata yaptığı zamanlarda oyuncuyu alaycı bir dille
eleştirmesi dikkatleri çekmiş, az sayıdaki ırkçılık
karşıtı gruplar tarafından dile getirilmişti. Fakat
trajikomik bir biçimde izleyicilerin çoğunluğu
Michel’in yaptığı bu “şakaları” eğlenceli olarak
değerlendirdi.
Aslında İspanya’da kaybedilen bu savaşı sadece
futbol sahaları ile de sınırlandırmak doğru
değil. Futbolda dünyanın zirvesine yerleşmiş
İspanya’da, “Modern Futbol”un ırkçılık söz
konusu olduğunda modernizmden nasibini
aldığını söylemek yanlış değil fakat ırkçılık
İspanya’nın genel problemlerinden biri. Zaten
El Clasico’da Alves’e yapılan ırkçı saldırıdan 3
gün önce Birleşmiş Milletler’in İspanya’yı uyarıcı
nitelikte bir açıklama yapması da olayı ironik
kılıyor Muhtemelen Ku Klux Klan’ın kurucuları,
örgütü ABD dışında kurmak zorunda kalsalardı
İspanya’yı seçerdi.
İspanya
Tek kazanan ırkçılık değil!
HF
#
68
İspanya’da ırkçılığa karşı verilen bu savaşın
bir kazananı daha var: Rayo Vallecano’nun,
kendilerini anarşist olarak tanımlayan efsanevi
grubu Bukaneros. Zaten grubun efsanevi
olmasının sebebi de İspanya’da ırkçılığa
karşı savaşıp tek galip gelen tribün grubu
olmasından kaynaklanıyor.
Grup, 1997 senesinde ligde oynanacak Osasuna
maçından önce “ırkçılığın sadece futbolda
değil, hayatta kara bir leke olduğunu” belirten
bir bildiri hazırladı ve Vallekas’ta oynanan maça
50 civarında göçmeni davet etti. Kampanya
sadece Osasuna maçıyla da sınırlı kalmadı.
Bukaneros, o maçtan itibaren İspanya’nın
yüzkarası olan bu sorunla her platformda
savaş vermeye devam etti ve gelenekselleşen
“ırkçılık karşıtı konferanslarının” ilkini o sene
düzenledi. Bukaneros sonunda da sesini
duyurmayı, Avrupa’yı da etkilemeyi başardı.
2000 senesinde de UEFA, Bukaneros’un
bu çabasını takdir ederek 2001’de Anthony
Baffoe ile röportajla başlattığı, günümüzde
“say no to racism” kampanyası ile devam
eden ırkçılık sorunu için farkındalığı artırmaya
yönelik çalışmalarına start verdi. Hatta Rayo
Vallecano’yu da 1999/2000 sezonunda
La Liga’da 9’uncu olmasına rağmen UEFA
Kupası’na davet etti. Fakat her ne kadar
Bukaneros yıllardır İspanya’da savaşını
sürdürmeye devam etse de gruba destek
veren diğer taraftar gruplarının sayısı bir elin
parmaklarını geçmiyor.
Fırat Topal
Sombrero’lu El Turco
Profil
Elinde tesbihi, Kurtlar Vadisi’nden fırlamış takım elbisesi ve kılığıyla tam bir
‘mahalle abisi’ görünümündeki Antonio Mohamed bütün bunları Türkiye’den
çok uzaklarda, Meksika’da yapıyor. İşte Amerika kıtasının en renkli simalarından
birisi, Meksika’nın “El Turco”su...
HF
#
68
1970 yılında Buenos Aires’te dünyaya
geldi Mohamed. Ailesinin kökeni Suriye’ye
dayanıyordu ve bu yüzden de Arjantin
başkentinde alışılageldik bir sima değildi.
Güney Amerika halkı,bir nevi Türkleri Arap,
Türkiye’de konuşulan dilin de Arapça olduğunu
varsayan Avrupalıların tersine, uzun süredir bu
coğrafyada hüküm sürmüş Osmanlı Devleti’nin
herkese ezberlettiği “Türk” kelimesi sebebiyle
Arapları da aynı kökenden sanıyordu. Kendisine
verilen “El Turco” lakabında bu kabulün önemli
rolü vardır.
Kariyerine başkentin takımlarından Velez
Sarsfield’de başladı Mohamed, 17 yaşına
geldiğinde profesyonel futbolculuğa adım
atmak için Buenos Aires’in bir başka takımı
Club Atlético Huracán’a transfer oldu. Huracan
72 yıl aralıksız Arjantin Primera Ligi’nde
oynadıktan sonra 1986 yılında tarihinde
ilk kez B Ligi’ne düşmüştü. 1988 yılında
Mohamed takıma katıldı. Takım 1989/90
sezonunda ligi ilk sırada tamamladı, hem de
son 3 yılın puanlarının göz önüne alınarak
yapılan Primera’ya yükselme klasmanında ilk
sıradaydı. 35 lig maçında oynayan Mohamed
13 gol atmıştı ve 20 yaşında Arjantin
futbolunun en üst kademesine adım atmış
oldu. Forvetteki partneri Sergio Saturno da
16 golle önemli bir katkı sağlamıştı. Bu ikili
Primera’daki ilk maçlarında Mandiyu ile 2-2
berabere kalırken de birer gol attılar. Onlar gol
atınca takım kazanabiliyor, atamadığında ise
mağlubiyet kaçınılmaz oluyordu. Apertura’da
20 gol atan Huracan’ın sadece 3 golü bu ikiliden
başka bir oyuncu tarafından kaydedilmişti.
Clausura’da ise ikilinin performansı düşerken
takım arkadaşları skora katkı yapmaya
başlamıştı. Mohamed sadece 2 gol atabilmişti.
22 yaşındaki Boca’lı Gabriel Batistuta 11 golle
bu devreyi gol kralı olarak kapattı.
1991 Copa America ve sonrası
Batistuta ve Mohamed 1991’de Şili’de yapılacak
Copa America için Alfio Basile tarafından
Arjantin milli takımına çağırıldılar. Batistuta
şampiyon Arjantin’de 6 golle turnuvanın
gol kralı oldu. İtalyan kulübü Fiorentina onu
Boca’dan kaptı, Boca Juniors yöneticileri
de 21 yaşındaki Antonio Mohamed’i La
Bombonera’ya kiraladılar. Ancak ne Boca’da ne
de oradan transfer olduğu Independiente’de
başarılı olamadı ve onu asıl üne kavuşturacak
ülkeye Meksika’ya, Toros Neza takımına
transfer oldu. Takım Meksika 1.Ligi’ne henüz
yükselmişti. 1997’de Meksika şampiyonluğu
için Guadalajara ile final oynayıp kaybettiler,
kupada da Cruz Azul’a finalde kaybetmişlerdi.
1998’de Monterrey’e transfer olduğunda
Toroslar, giydiği 11 numarayı emekliye ayırdı.
Ardından beş Meksika kulübünde daha oynadı
ama asla Neza günlerine dönemeyip kariyerini
2003 yılında noktaladı.
Profil
Erken hocalık ve zirveye yürüyüş
HF
#
68
2003 yılında, henüz 33 yaşındayken futbolcu
olarak son kez hizmet verdiği kulüp olan Club
Zacatepec’de teknik direktörlük kariyerine
başladı El Turco. 2008 yılına kadar Meksika
kulüplerinin kulübesindeydi ve iki kez farklı
dönemlerde profesyonel futbola başladığı
Huracan’ın başına geçti ama başarılı olamadı.
Bunlardan ikincisinde takım B Ligi’ndeydi
ve yerine Osvaldo Ardiles getirilmişti.
2008’de Club Atlético Colón, River Plate ile
futbolculuğunda 10 şampiyonluk yaşamnış
Leonardo Astrada’yı kovup onu göreve getirdi.
Mohamed, Colon’u alt sıralarda alıp 2009
Clausura’da zirveye oynayan bir takım haline
getirdi. Ancak 2009/10 Apertura’da alınan
kötü sonuçlar sonucu görevden ayrıldı ve 20
Eylül’de ligin son sırasındaki Independiente’ye
imza attı. Takım Clausura’da 6. olmuştu
ama daha önemlisi göreve geldiğinde Copa
Sudamericana’da son 16’ya kalmış takımı
şampiyonluğa taşımasıydı.
Kıta çapında en büyük 2. kupayı kazanması
onun ününü artırdı zira Independiente
2002’deki Apertura şampiyonluğundan
sonra ilk kez kupa kaldırmıştı. Avellaneda’da
oynanan ve Independiente’nin penaltılarla
kazandığı kupa sonrası stadyumda nerede
ise herkes ağlıyordu. Ancak bu mutluluk
çok fazla sürmedi. Ligde bir türlü belini
doğrultamayan Independiente alt sıralara
demir atınca, Eylül 2011’de, 1-0’lık Boca Juniors
mağlubiyeti sonrası, taraftarların da soyunma
odası ve antrenmanları basma noktasına
kadar gelmesi sonucu Mohamed istifa etti
ve hiç vakit kaybetmeden Meksika Apertura
Ligi’nde 17. sırada olan Club Tijuana’nın başına
geçti. Ligi 15. sırada bitirdiler ve Clausura’da
da 7. olup şampiyonluk play-off’una kaldılar.
2012/13 Apertura’da ise Mohamed teknik
direktörlük kariyerinin ilk lig şampiyonluğunu
yaşadı ve 2007 yılında kurulmuş Tijuana’yı
tarihinin ilk şampiyonluğuna ulaştırdı. 4
maçın geride kaldığı Clausura Ligi’nde de
puan kaybı yapmadan Tigres ile zirveyi
paylaşıyorlar. 2013 Libertadores Kupası’nda
Brezilya’dan Corinthians, Bolivya’dan San Jose
ve Kolombiya’dan Millionarios ile aynı grupta
mücadele edecekler.
Menajeri onu aradığında Mohamed, Pep
Guardiola ile teknik-taktik üzerine yaptığı
bir görüşme sonrası bir yemek yiyordu ve ilk
sorusu “Tijuana nerede?” olmuştu. Bilmeyenler
için söyleyelim Tijuana Meksika’nın
kuzeybatıdaki en uç noktası ve San Diego’ya
sadece 25 kilometre uzaklıkta bir sınır şehri.
Takımda 5 Birleşik Amerikalı futbolcu forma
giyiyor.
Profil
Oğlu Faryd’in uğruna
HF
#
68
2006 yılındayken, Mohamed oğlu Faryd
ile beraber Almanya’daki Dünya Kupası’nı
izliyordu. Ancak geçirdikleri trafik kazası
6 yaşındaki Faryd’i ondan aldı. Mohamed
de bacağını kaybetme tehlikesi ile karşı
karşıya kaldı ama hayata tutundu. “Faryd
benim hayata devam etmemi isterdi” diyor.
Medya onun River Plate’in başına geçeceği
dedikodularını konuşuyor, zira ailesi halen
Buenos Aires’te yaşıyor. Meksika kulüpleri
genelde Libertadores Kupası’nı, asla
kazanamayacakları bir yarışma ve zaman
kaybı olarak gördüklerinden yerel lige daha çok
önem veriyorlar. Mohamed çıkışta olan hocalık
kariyerinde elbette daha üst düzey bir kulüpte
görev almak isteyecektir.
Tabii lakabı sadece elindeki tesbih ve
kıyafetlerinden değil mizacından da geliyor.
Colon’un başındaki ilk günlerinde, küme
düşme hattından kurtartmaya çalıştığı takımı
Estudiantes maçında lehine çalınması gereken
bir penaltıdan olunca sahaya dalmış ve hakem
Héctor Baldassi ile takışmış sonra da basın
toplantısında özür dilemeyi düşünmediğini
belirtmişti. Independiente’nin başında
iken Quilmes’in hocası olan Ricardo Caruso
Lombardi ile uzun süren bir söz düellosuna
girmişti.Meksika Ligi’nde Irapuato forması
giyerken, o yıllarda Club America top koşturan
Ivan Zamorano’nun bir “hanım evladı” olduğu
yönündeki sözleri basına yansımıştı.
Bize yabancı olmayan bir coğrafyadan
çıkmış, ismiyle soyadının arasına “Türk”
lakabını koymuş Antonio Mohamed’in bir
gün Türkiye’ye yolu düşer mi, göreceğiz. Türk
futbolunun saha kenarında bir başka Polat
Alemdar’a ne kadar ihtiyacı var, bunun cevabı
size kalmış.
Alper Öcal
Geleceğin Latin Yıldızları
Turnuva
20 Yaşaltı Güney Amerika Şampiyonası Kolombiya’nın zaferiyle sona ererken
geleceğin Messileri, Falcaoları, Cavanileri, Patoları gibi gençlerin keşfine çıkalım.
HF
#
68
Arjantin’de düzenlenen 20 Yaşaltı Güney
Amerika Şampiyonası kıtadaki en yetenekli
genç futbolcuların resitallerinin yanı sıra,
sürprizleriyle de Avrupa futbolunda devre
arasını yaşayan futbolsuz günlere ilaç gibi
yetişti.
elenerek hayal kırıklığı yaratırken, 2013 yazında
Türkiye’de düzenlenecek FIFA 20 Yaşaltı
Dünya Kupası’na katılma hakkını da kaybetti.
Paraguay, Şili ve Uruguay ise şampiyon
Kolombiya ile birlikte Türkiye biletini kapatan
ekipler oldu.
Kolombiya favoriler arasında olmamasına ve
2005 yılında şampiyon olan Falcao, Valencia,
Guarin, Rodallega, Zapata, Zuniga gibi
yıldızlarla dolu jenerasyona göre düşük profilli
bir takımla Arjantin’e gelmesine rağmen
turnuvayı şampiyon kapattı. Kıta futbolunu
domine eden Brezilya ve Arjantin ilk turda
Gençlik turnuvalarını özel ve izlenebilir kılan,
ileride süperstar olabilecek yıldız adaylarının
doğuşuna şahit olmak. Messi, Falcao,
Cavani, Pato gibi pekçok uluslararası star ilk
adımlarını bu turnuvada atmıştı. İşte 93-94
jenerasyonunun sivrilen ve beklenen çıkışı
yapamayan yeteneklerinden oluşan altın 11.
Cristian Bonilla (Kolombiya)
Bonilla takımı Kolombiya’nın sadece kalecisi
ve kaptanı değil aynı zamanda uluslararası
sahnede bu jenerasyonun en tecrübeli ve
istikrarlı isimlerinden. 2009 Güney Amerika
U17 ve 2011 FIFA Gençler Dünya Kupası’nda
son dörde kalan takımın kalesinde dikkat
çekmişti. 2011 yılında, Toulon Turnuvası’nda
şampiyon olan takımın da as kalecisi ve
kaptanıydı. Finalde kurtardığı iki penaltıyla
da kahramanlaşmıştı. Manchester City onu
transfer etse de ülkesine geri döndü. Bu
turnuvaya aslında Paraguay maçında yaptığı
fahiş hatalarla başlasa da sonradan toplardı.
Bilhassa cepheden sergilediği performans,
duracağı yeri iyi bilmesi ve güçlü refleksleriyle
dikkat çekti. Savunmasını da sürekli konuşarak
yönetti, liderlik etti. Çizgiye biraz daha az bağlı
kalıp, yan top zamanlamasını da geliştirirse
üst düzey liglerde ikinci bir şans bulması işten
değil.
Bonilla
Edwin Gomez
Turnuva
Edwin Gomez (Peru)
HF
#
68
Peru’nun geriden hücuma çıkışlarını başlatan
isimdi sol bekte forma giyen Edwin Gomez.
Atletik açıdan üstün yeteneklere sahip.
Temposu ve devamlılığı yüksek. Sol kulvarın
tamamını kullanabiliyor. Hücumu çok seviyor,
kulvarı bulduğu zaman korkusuzca saldırıyor.
Şutu da olduğu için genelde iç kulvarı
kullanmayı yeğliyor. Pozisyon hazırlayıp,
asist yapma konusunda bu yüzden ve pas
oyunundan ziyade driplinge yatkın olduğundan
ötürü biraz eksik. Savunmada kademe
bilincini ve geri dönüşleri ihmal etmiyor. Birebir
savunmada çabukluğu ve sürati sayesinde
başarılı; ancak zaman zaman akan oyunda
fazla hücum ettiği ve tercihlerinde hatalar
yaptığı için açık verebiliyor. Edwin Gomez
kapatılabilecek eksiklere sahip, hücumda çok
şey vaadeden bir sol bek. Mevkisindeki global
kıtlık da hesaba katılırsa, başaltı takımlar için
iyi bir opsiyon olabilir.
Doria (Brezilya)
Brezilya turnuvanın en büyük hayâlkırıklığı
ama stoper Doria geçen sezonun ikinci
yarısında, Brezilya’nın zirve liginde, Botafogo
ile gösterdiği aşamayı milli takımda da
sürdürdü. Eşsiz fiziği, müthiş hava hakimiyeti
Doria
ve top kullanma becerisiyle dikkat çekiyor.
Solak olması da, sağ ayağını da vasat üstü
kullanması, halihazırda nitelikli stoper sorunu
trend futbolda onu farklılaştırıyor. 18 yaşındaki,
1.88 boyunda Doria hem Brezilya’da hem de
Botafogo da rakibi ilk karşılayan, hamleli stoper
rolünde. Hava sahasını rakiplerine kapatıyor
ama hücumda kafa vuruşlarını yönlendirme
konusunda gelişmesi gerek. Koordinasyon
probleminden ötürü zaman zaman
hamlelerinde savruklaşabiliyor ama iki takımda
da dağınık, savunma bilinci düşük bekler olan
Azevedo ve Mansur ile oynamasına rağmen
nadir pozisyon ve kademe hatası yapmasıyla
bunu kapatıyor. Juventus onun için 8 milyon
avroya kadar çıktı ama Botafogo potansiyelinin
daha fazla ettiğini farkında.
Turnuva
Igor Lichnovsky (Şili)
HF
#
68
Şili’nin bilhassa ilk turda gösterdiği savunma
performansında aslan payı, henüz 18 yaşında
olmasına rağmen fazlasıyla olgun oyunuyla
savunma lideri ve denge stoperi, kaptan Igor
Lichnovksy’nin. Oyun bilgisi, pozisyon alışı,
zamanlaması, özgüveni yaşından çok öte. Tanrı
vergisi bir sezgi yeteneği ve kısa mesafede
çabuk hızlanmasıyla bu mental becerilerini
harmanlayınca, atletizmi vasat olmasına
rağmen, geniş alanda yakalansa da en riskli
anlarda doğru tercihi ve hamleyi soğukkanlılıkla
yapabiliyor. Kimi denge stoperleri gibi
temastan kaçmıyor, hatta korkusuz bir tarzı
var denebilir. Tekniği, top hassasiyeti ve hava
hakimiyeti de iyi. Universidad formasıyla
henüz 18 yaşında olmasına rağmen forma
giymeye başladı. Derbi tecrübesi yaşadı.
Kıtanın en nitelikli stoper potansiyellerinden
biri ve evrensel bir saygınlığa da ulaşabilir. La U
kulübü Leverkusen’in 5 milyon avroluk teklifini
reddetti. Inter, Chelsea ve Porto başta pek çok
Avrupa kulübü de Lichnovsky ile ilgilenenler
arasında.
Jorge Rojas (Paraguay)
Paraguay turnuva boyunca 4-4-2, 4-3-3,
3-4-3 gibi değişik dizilişlerle maçtan maça
değişen esnek bir takım görüntüsündeydi. Pek
çok oyuncu değişik mevkilerde oynadığı için
oyunculardan ziyade takım olarak sivrildiler.
İki oyuncu ise istisna. Kulübünde sağ önde
Igor Lichnovsky
Jorge Rojas
oynayan Rojas bu turnuvada sağ bek oynadı,
sağ açık oynadı, sol bek oynadı, merkezde ileri
kırılan rolde oynadı ve hepsinin de hakkını
verdi. Rojas ile sürat ve hızlanma konusunda
yarışabilecek oyuncu sadece bu turnuvada
değil evrensel ölçülerde bile çok az. Temposu,
enerjisi çok yüksek. Müthiş bir atlet, güçlü ve
devamlılığı da iyi. Dripling konusunda da özel
bir yeteneğe sahip. Kulvarı bulduğu zaman
deliciliğini göstermekten çekinmiyor. Turnuvayı
2 gol 3 asistle kapatması bir tarafa onun bu
ultra yönlü karakterinin pek çok Avrupalı
futbolcu avcısının gözüne takılması muhtemel.
Tekniğini ve tercihlerini geliştirirse önü çok açık.
Turnuva
Jose Fernando Quintero (Kolombiya)
HF
#
68
1993 doğumlu Quintero, ülkesi Kolombiya’nın
maestrosu ve hücum lideriydi. 5 gol 4 asistlik
performansıyla da turnuvanın resmi olarak en
değerli futbolcusu seçildi. Ülkesinde mahalli
bir gençlik turnuvasında keşfedilen Quintero
aslında uluslararası sıçramayı çoktan yaptı ve
Pescara formasıyla Avrupa futboluna da yavaş
yavaş adapte oluyor. Pescara ve Kolombiya’da
merkezde, oyun kurucu olarak kullanılıyor ama
iki tarafa da çalım atabilmesi, isabetli ve sert
şutları, atletizmi, çabukluğu ve hızı Quintero’ya
yönlülük katan, portföyünü genişleten
nitelikleri. Bu sayede Porto’da oynayan
vatandaşı James Rodriguez gibi iyi bir kenar
oyuncusuna da evirebilir. En önemli defosu
sağ ayağını neredeyse hiç kullanamaması ve
savunma devamlılığının olmaması. Üzerine
düştüğü ve vücut koordinasyonu da ilerleyecek
yaşı ve fiziğiyle birlikte zirve yaptığı takdirde;
bu turnuvada daha da parlattığı kusursuz sol
ayağı, rafine oyun görüşü, ustaca son vuruşları,
duran toplardaki başarısı, üst düzey tekniği ve
top sürme becerisi ona elit takımların kapısını
açacaktır.
Jose Francisco Cevallos Jr. (Ekvador)
Ekvador’un turnuvada final grubuna
kalmasında, orta sahada sergilediği yüksek
profille Cevallos başı çekti. İki ceza sahası
arasını dokuyan, devamlılığı iyi, kadife bilekli,
tekniği pürüzsüz, çevre kontrolü ve saha
görüşü üst düzey, arkasında bazen gözü
varmış algısı yaratan ve potansiyeli çok yüksek
bir merkez oyuncusu Cevallos. Tek topta
Fernando Quintero
Francisco Cevallos
olduğu kadar, topla kat etmekte de iyi. Pas
menzili yüksek. Pas vermek kadar, almakta
da usta. Tipik bir 8 numara. Savunmada yer
tutmayı bildiği için pas arasıyla ve sırtı dönük
oyuncuya yaptığı baskıyla kolay top çalıyor. Sol
ayağı vasat üstü ama sağ ayağı çok iyi. Kısa
mesafeden, dar açıdan, genetik saha görüşü
ve tekniği sayesinde kaleyi görebiliyor. 1.87’lik
boyu sayesinde duran toplarda önemli bir silah.
Cevallos, ülkesinde efsane bir kaleci olan baba
Cevallos’u geçerek Avrupa kariyerine Juventus
ile adım attı bile. İtalya’da tutunabilmesi için
tek yapması gereken biraz kas yapmak ve
temposunu arttırmak.
Diego Rolan (Uruguay)
Diego Rolan iki sene önce, Uruguay ile U20
Dünya Kupası’nda mevcut yaş kategorisinden
iki yaş küçük olmasına rağmen forma giyerek,
aslında potansiyelini çoktan kabul ettirmiş
bir hücumcu. Kulübü Defensor’da en uçtaki
santrfor rolünde de oynamışlığı varsa da,
gezici arayan ikinci santrfor ya da turnuvada
Verzeri’nin oynattığı gibi kenar oyuncusu
rolüne daha uygun. Topla ilk teması, kontrolü
ve devam hareketi kusursuza yakın. Savunma
arkasına yaptığı sızma koşuların zamanlaması
çok dakik. Kenardan gelen hücumlarda ön ve
arka direk koşularını güdüsel olarak yapıyor.
Pozisyon alma yetisi üst düzey. Doğuştan gelen
atletik nitelikleri, dripling meziyeti, kıvraklığı ve
sürati kaliteli son vuruşlarla birleşince ortaya
son derece heyecan verici bir potansiyel çıkıyor.
İtalyanlardan sonra, Defensor formasıyla 5
maçta attığı 5 golle Manchester United’ın
radarına da giren genç yıldızı kapan ise
Bordeaux oldu.
Diego Rolan
Turnuva
Nicolas Lopez (Uruguay)
HF
#
68
Uruguay’ın üçüncü bitirdiği turnuvanın gol
kralı Lopez ülkesinde fiziğinde ötürü yetersiz
bulunup Avrupa’nın en fiziksel liglerinden biri
olan İtalya Serie A’da, üstelik Roma tarafından
çoktan keşfedilmiş bir forvet. Hem dominant
hem kontra oyununda yer tutuşu ve atletik
özellikleriyle çok yönlü bir ofansif silah. Hızı,
top taşıma niteliği sayesinde kenarda, dış
forvet gibi oynayabildiği gibi, güçlü sezgileri
ve her iki ayağıyla da sergileyebildiği bitiriciliği
sayesinde merkezde de oynayabiliyor.
Sızma koşuları yapabiliyor, özgüveni ve
konsantrasyonu yüksek. Turnuvada attığı 6
golden 5 tanesi puan ya da maç kazandıran
gollerdi. Roma formasıyla da tek golünü
90+’da Catania karşısında takımı 2-1 yenikken
atmış ve 1 puanı getirmişti. Sırtı dönük ve pas
oyunundaki eksiklerini de giderirse Forlan
ile başlayan, Cavani ve Hernandez ile devam
eden yeni nesil Uruguay forvet ekolünün halefi
olabilir.
Nicolas Lopez
Jhon Cordoba (Kolombiya)
Cordoba turnuvada attığı 5 golle ışık saçan
santrforlardan biriydi. Heybetli fiziği sadece
gençler değil yetişkin seviyesinde de
Jhon Cordoba
farkedilecek cinsten. Bir kısa mesafe koşucusu
kadar atlet, hızlı, güçlü ve dengeli. Savunma
arkasına koşu yapabiliyor, top taşıyabiliyor.
Zaman zaman son vuruşlarında istikrarsızlaşsa
da, maçın hep içinde, pozisyon takibi yüksek
ve iki ayağını da kullanabiliyor ama sağı bir
başka. Sırtı dönük oyunu iyi. Ortalama üstü
pas becerisine ve saha görüşüne sahip. 1.90’lık
boyu sayesinde hava toplarında dominant.
Stil itibarıyla Drogba’ya benzetiliyor olmasının
boş olmadığını oynadığı oyunla da gösterdi.
Kolombiya futbolunun Falcao ve Martinez’den
sonra bel bağlayabileceği türden yüksek bir
hücum potansiyeli. Milli takım teknik direktörü
Jose Pekerman tarafından da gelişimi yakından
takip ediliyor. A Milli Takım’a 18 yaşında
olmasına rağmen göz kırpıyor.
Turnuva
Jean Deza (Peru)
HF
#
68
Peru hücumunun enerji merkezi, dinamosu
ve devamlılık abidesi. Olağanüstü atletik
yetenekleri, gücü, sürati ve kalburüstü
tekniği kadar taktik anlayışıyla da Peru’ya
sınıf atlatanların başında geliyordu. Trend
futbolun iyiden iyiye dar alana sıkıştırdığı
hücum oyununda sürekli gezerek, deplase
olarak, pas oyunundan sonra kat ederek
takım arkadaşlarına yarattığı boş alanlar
mental niteliklerinin ve oyunu okuma yetisinin
de ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından
önemliydi. Temposu bazen izleyeni yoracak
raddeye ulaştı. Forvetteki partneri Rheyna bu
sayede turnuvada Nicolas Lopez’in ardından
gol krallığı sıralamasında ikinci sırayı aldı.
Oyunun sıkıştığı anlarda sorumluluk almaktan
da çekinmiyor. Zilina’nın geçen sezon
Slovakya’da yaptığı dublede iki finalde de biri
uzatma, diğeri 86. dakika olmak üzere kilidi
açan oyuncuydu. Deza’nın gelişimine engel
olabilecek tek şey gole yaptığı direkt katkının
tekniğine oranla düşük olması.
Jean Deza
bulmalarına, elit ofansif yetenekler olmalarına
ve zaman zaman bunu göstermelerine rağmen,
teknik direktörün savunmanın hemen önünde
vasıfsız Misael tercihi ve futbolcuların hiç alışık
olmadığı, ülke geleneğinde olmayan anlamsız
4-3-3 saplantısı yüzünden beklendiği ölçüde
etkili olamadılar. Bu oyuncuların yanı sıra
Bruno Mendes, Leandro ve Marcos Junior da
ileride adını duyacağımız ama bu turnuvada
hayalkırıklığı yaratan hücumcular.
Arjantin ise bariz bir santrfor eksikliği yaşadığı
turnuvada Iturbe, Lanzini ve Alan Ruiz
gibi ofansif orta saha ve kenardaki yaratıcı
futbolcularını oyuna sokamadı. Kolombiya
forvetindeki Cordoba tipinde bir santrforları
ya da geriden topu oyuna sokabilen Cevallos
türünde bir merkezleri olsa daha farklı bir
turnuva geçirebilirlerdi.
Türkiye’de bu isimleri izleyemeyecek olmak
kayıp.
Hayal kırıklıkları
Sürprizlerle dolu turnuvada hayâlkırıklıkları
elbette, doğal şampiyonluk adayları olarak
turnuvaya gelen Brezilya ve Arjantin etrafında
kümelenecek.
Brezilya’da Ademilson, Adryan, Felipe
Anderson kulüp takımlarında düzenli şans
Ademilson